Sosyalist İşçi 608

Page 1

ÇÖZÜM ABD MAHKEMESİNDE DEĞİL İŞÇİLERİN MÜCADELESİNDE

YOLSUZLUKLARIN FATURASINI ÖDEMEYE HAYIR

sayfa 6-7

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

608

7 Aralık 2017 3 TL. sosyalistisci.org

TRUMP ELİNİ KUDÜS’TEN CEK , FİLİSTİN’E ÖZGÜRLÜK


2

GÜNDEM

KATİL ABD ORTADOĞU’DAN DEFOL! ABD açısından dökülen kan yeterli görülmüyor olmalı ki yeniden Filistin sorununu derinleştirmek üzere harekete geçtiler. Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak yönünde adım atacağını söyledi. Uzun süredir Ortadoğu’da daha geri planda kalan bir sorun olarak görülen, adından daha düşük bir tonda söz edilen Filistin sorunu Trump’ın İsrail’e verdiği apaçık destekle gündeme oturdu. Şimdi Arap halkları diken üstünde, bekliyor ve mücadeleye hazırlanıyor. Trump’ın neden böyle bir adımı attığını yanıtlamak önemli. Çılgın ve şımarık bir başkan türü olduğu için bu adımları atmıyor. Unutmamak lazım ki Trump ve temsil ettiği klik, ABD siyaset alanında derin çatlaklar yaratak yönetmeye çalışıyor ve ABD’de egemen sınıfın başka kanatları ve devlet geleneğine temsil edenlerin bir kesimi Trump’la kıran kırana savaşa girmiş durumda. Trump, tüm ABD devlet geleneğinin üzerinde birleştiği İsrail’e “tam destek” politikasını seleflerinin uygulamaya cesaret edemediği bir adımla sivrilterek temsil yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor. Kudüs hamlesi, gazetenin bu sayısında dünya sayfasında Can Irmak Özinanır’ın da yazdığı gibi, ABD’nin Ortadoğu’da prestijini yitiren varlığının yeniden sahnede en öne fırlamasına yardımcı oluyor. ABD apaçık bir hegemonya krizi yaşıyor. Küresel rekabette askeri açıdan diğer G20 ülkeleriyle kıyaslanamaz ölçüde ilerideyken, ekonomik açıdan AB ve Çin-Japonya, Rusya gibi ülkelerle benzer bir durumda. Bu gerileme, askeri gücü kıyazlanamaz ölçekte bir alana yayılan ABD sermaye sınıfının 1990’ların ortalarından itibaren paniklemesine, saldırganlaşmasına ve zaman zaman mevzi kaybetmesine neden oluyor. On sene önce düşünmesi bile imkansızken, son üç yılda Rusya özellikle Suriye’de askeri ve siyasi gelişmeleri belirleyici güç konumuna geldi. ABD’nin “O’nunla olmaz” ilan ettiği Esad, Rusya’nın desteği sayesinde yeni siyasal gelişmelerin merkezinde olmayı sürdürüyor. Kuzey Kore lideri tarafından alenen aşağılan ABD, Ortadoğu’da bütünüyle ABD’yle kurduğu askeri ve ekonomik ilişkiyle ayakta duran İsrail devletinin yayılmacı stratejisini onaylayıp, üstelik bu stratejiyi pekiştiren “Kudüs hamlesi”ni yaparak, emperyalist primadin zirvesindeki esas askeri-sanayi güç olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Irak halkı, ABD’nin hegemonya krizinin bedelini en pahalı ödeyen halk oldu. ABD gerilediği her seferinde Irak’ı bombaladı, Irak’la savaştı. ABD Irak’ta terör estirirken, İsrail de Filistin üzerinde güç gösterisi yapmayı, özellikle Gazze ambargosuyla bölgenin emperyal gücü olduğunu kanıtlamayı hedefledi. Şimdi ABD İsrail’in ekmeğine yağ sürüyor. Arap halkları tahrik ediliyor. Bölünüyor, gerilim tırmandırılıyor. Şimdi her yerde Filistin halkıyla dayanışmak çok önemli. Her yerde Trump’ın işgal destekçisi politikalarını teşhir etmek çok önemli. Türkiye’de olayların seyrine bağlı olarak eylemler gelişecektir. Fakat, özellikle söz konusu olan İsrail’in Filistin halkı üzerindeki şiddeti olduğunda, Türkiye’de anti-semitizm dalgalar halinde yükseliyor. İsrail devletinin terörüne karşı olmak, Türkiye’de aynı anda ve aynı keskinlikte Yahudi karşıtlığına tavizsizce yanıt vermekten ayrılmamalı. Tersi egemen sınıfın işine gelen ırkçı bir savaş karşıtlığına denk düşmektedir.

İSTİKRARSIZLIĞIN DAMGASINI VURDUĞU YIL Politik istikrarsızlıkla başlayan 2017,

ekonomik istikrarsızlık ve çok yönlü sorunlarla kapanıyor. MHP ve kemalistlerle ile ittifak kurarak OHAL’le yöneten Erdoğan ve Ak Parti’yi yeni yılda zor zamanlar bekliyor. Burjuva muhalefetinin sağcılığı ve beceriksizliğiyle birlikte kutuplaştırma politikalarının da gizleyemediği gerçekler halkın önünde duruyor: n Suriye savaşı: Türkiye’deki barış ve demokratikleşme sürecini yok eden Suriye’deki savaşa göre şekilllenen devlet politikası, iki sınır ötesi harekata ve İdlib’e yerleştirilen askeri birliklere rağmen başarısız. Erdoğan, Trump’la silah alım anlaşması imzalamasına rağmen ABD’ye kendini müttefik kabul ettirmeyi başaramadı. ABD’ye karşı yanaştıkları Rusya da, YPG ile birlikte basın açıklaması yaparak Afrin’e olası bir harekatın önü kapadı. n Bölgesel güç: Ak Parti’nin bölgesel planlarıyla şekillenen dış politika, her alanda kriz yaşarken, devletin tek müttefiki Katar kaldı. Türkiye kapitalizmin en büyük uluslararası yatırımcıları Avrupa Birliği ile bozuşulurken, başlıca müttefikleri ABD ile ilişkilerde tarihin en kötü aşamasına geldi. Rusya’nın etrafında oluşan ittifak Türkiye’yi yanına çekmeye çalışsa da içine kabul etmedi. n Ekonomik istikrarsızlık: İnsanların Ak Parti’ye oy vermelerinin başlıca

sebebi olan ekonomik istikrar bozuldu. Tutarsız ve maceracı dış politikaların sonucu, lirayı en fazla değer kaybeden para birimi haline soktu. Adı konulmamış bir devalüasyon yaşanırken, hükümet fakirleşen halka vergi zamlarını dayattı. 2018’in ekonomik açıdan zor olacağı şimdiden herkesin kabulü. OHAL’e karşı çıkan büyük sermaye örgütü TÜSİAD’a yanıt veren Erdoğan, OHAL’in grevleri yasaklamak için kullanıldığını söylemişti. Emekçi sınıflar yoksullaşırken, sanayicilerin yıllık cirosu önceki yılı kat be kat aştı, bankalar büyümeye devam etti. n Ak Parti’deki çatlaklar: Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla Türkiye’deki siyasi sistemin daha istikrarlı hale geleceği söylenmişti. Bu dönem, Ak Parti içinde en fazla tartışma, yer yer kapışma yaşanırken, Erdoğan “metal yorgunluğu” adını verdiği partisindeki bölünmüşlükle baş etmek zorunda. n Yerli-milli ittifakının kırılganlığı: Erdoğan’ın yüzde 51 için güvendiği ülkücüler ve ulusalcılarla nereye kadar gidebileceği tartışılıyor. MHP kendi içinden yeni bir parti çıkartırken, Perinçeklerin Ak Parti’ye aşırı desteği her an tersine dönebilir. Rojava’ya ve IKBY referandumuna karşı tutumu sebebiyle Kürtlerden oy alması artık zorlaşan Erdoğan’ın oy alabileceği diğer alanlar da başka siyasi güçler tarafından kaplı durumda.

Z YAYINLARI’NDAN EKİM DEVRİMİ’NİN ÇİZGİ ROMANI!

TEORİK-POLİTİK DERGİMİZİN İLK SAYISI ÇIKTI!

ALTÜST DERGİ YENİ SAYI ÇIKTI!


GÜNDEM

TÜM MUHALEFET SUÇLU İLAN EDİLİYOR

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

EMİN’E KEFİLİZ Emin Şakir’le aynı partinin üyesiyiz. Aynı kampanyalarda yıllardır birlikte mücadele ediyoruz. Başörtüsü baskısına karşı, anadilde eğitim hakkı için, tüm ezilenlerin özgürlük taleplerinin kazanılması için, Filistin halkıyla dayanışmak, ABD’nin savaş politikalarına karşı çıkmak için sürdürdüğümüz tüm kampanyaların en merkezinde yer alan bir aktivisttir Emin Şakir. Marksist olduğu için ezen-ezilen ilişilerinde hiç hilafsız ve sorgulamadan ezilenlerin safında yer alan mücadeleci bir yoldaşımızdır. Sadece kampanya yürüyüşlerinde yer almadı, bir dizi kampanyada çok önemli roller üstlendi. Darbelere karşı mücadelede, barış kampanyalarında bu kampanyaların sesinin tüm mecralarda duyulması için çaba gösterdi, web sitelerinin tasarımını üstlendi, bir yandan sokakta bildiri dağıttı öte yandan kampanyaların yaygınlaşması için çaba gösterdi. Fakat sadece bununla yetinmedi Emin Şakir. Sola, solun tarihine, solun birbiriyle ilişkilerine ve sol içi farklılıkların tareihsel referanslarına özel bir ilgisi vardı. Bu özel ilgi, özel bir arşivcilik yeteneği geliştirmesine neden oldu. Bu yeteneğin ise koşullar biraz değiştiğinde başına bela açacağını hiçbirimiz düşünememiştik. Emin görüşlerine katılıp katılmadığına bakmadan, solun eski yeni ulaşabildiği tüm yayınlarını dijital ortama yükledi. Bir başka partinin, siyasi çevrenin yayınlarını arşivlemekle neden uğraştığı sorusuna uzun uzadıya yanıt vermezdi, aslında gülümseyerek geçiştirir ve arşivini olgunlaştırmaya devam ederdi. Ufuk Uras,

İstanbul’da KHK protestosu, 2017.

Meclise fezleke üstüne fezleke yağıyor. Ana muhalefet par-

tisi CHP’nin 2016 yılında yayınladığı bir bildiri sebebiyle bütün parti meclisi üyeleri şüpheli ilan edildi, haklarında düzenlenen fezleke meclise gönderildi. CHP parti meclisinin hakkında fezleke düzenlenmesinin sebebi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın parti meclisi üyeleri hakkında “Cumhurbaşkanına hakaret” sebebiyle suç duyurusunda bulunması. AKP Genel Merkezi tarafından yapılan şikayet üzerine de 301’den soruşturma başlatılması için Adalet Bakanlığı izni bekleniyor. Gazetemiz baskıya giderken yeni bir fezleke haberi daha geldi. Zaten eş genel başkanları, pek çok milletvekili ve yüzlerce üyesi tutuklu bulunan HDP’ye dönük yeni bir fezleke daha geldi. 19 milletvekili hakkında örgüt propagandası yapmak suçlamasıyla fezleke verildi. Son bir haber daha geldi, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında soruşturma başlatıldı. Gerekçe Cumhurbaşkanına hakaret. CHP, HDP’li vekillerin tutuklanması gündeme geldiğinde “anayasaya aykırı ama evet” diye benimsediği bir tutumu benimsemiş, HDP ile hiçbir platformda yan yana görünmemek için özel bir çaba sarf etmişti. Yerli-millî bloka dâhil olmaya dönük bu tutumu işe yaramadı. AKP, CHP’yi de tıpkı HDP’ye yaptığı gibi gayrımillî ilan etti. CHP liderliğinin milliyetçiliğe dönük her tutumu, yerli-millî bloku güçlendirirken, artık CHP’ye de yönelmiş olan saldırganlığı büyütüyor. Ancak CHP’nin milliyetçi tavrından daha büyük bir sorun var. Görünen o ki, hükümetle yerli-millî blokta buluşan MHP dışındaki tüm muhalefet şu veya bu biçimde krimi-

nal ilan ediliyor. Geçen hafta Kılıçdaroğlu tarafından açıklanan belgelerden sonra hükümet cephesinden isimler özellikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında “Hesap verecek” şeklinde konuşmaya başladı. Hükümet, Kılıçdaroğlu’nu “karanlık güçler” ile işbirliği yapmakla suçluyor. OHAL koşullarında hükümetin hiçbir dayanak olmaksızın yaptığı bu tür suçlamaların sonu tutuklanma olabiliyor.

Emin’le ilgili yazdığı yazıda şunları söylüyor: “Solda ciddi bir arşivleme sıkıntısı var ve bazı vakıflar bu konuda önemli bir çalışma içinde. Emin Şakir de kişisel olarak böyle bir çaba içine girdiğinde çok memnun olmuştum. Türkiye soluna ait malzemelerin sanal bir ortamda paylaşılması önemli bir eksikliği gideriyor.”

(http://marksist.org/icerik/Haber/8449/

Ufuk-Uras-yazdi-Emin-Sakir-niye-tutuklu?)

OHAL, geniş kitleler için baskı anlamına gelirken, yönetenler açısından da ciddi bir meşruiyet krizine işaret ediyor. Ülkenin ikinci büyük muhalefet partisinin liderleri hapiste, anamuhalefet lideri ise hapse atılmakla tehdit edilirken topluma demokrasi masalları anlatamazsınız. Yüzde 25,3 oy almış bir parti ile yüzde 10,8 oy almış bir partiyi suçlu ilan ettiğinizde, bu ülkedeki insanların önemli bir kısmını da suçlu ilan etmiş oluyorsunuz. Toplumun önemli bir kısmını suçlu ilan eden bir iktidarın, meşruiyetini kitleleri ikna ederek sürdürmesi mümkün değildir, iktidarı kırılgandır. Bugün yerli-millî blokun iktidarı son derece kırılgan, sırtlarını giderek artan baskıcı yöntemlere yaslamak dışında bir şansları yok.

Gerçekten de bu arşiv solun tarihiyle ilgili araştırma

Bu baskı, genel olarak demokrasi mücadelesi veren herkesi yıldırmaya yöneliyor. Gerçekten de sürekli tutuklanma baskısı altında yaşayan insanların mücadele yeteneği de azalıyor. Ancak demokrasi isteyenlerin, bu baskının aynı zamanda iktidarın güçsüzlüğünün bir sonucu olduğunu akıldan çıkarmaması gerekiyor. Elbette, bu baskı dönemi öyle kendiliğinden sona ermeyecek. Bugün demokrasi ve barış diyen her bir ses çok önemli.

ganların, yer aldığı barış kampanyalarının suya yazı

yapmak isteyenlere zaman kazandıran dev bir eser. Emin başkaları zamandan tasarruf etsin diye kendi zamanını, saatlerini, günlerini, haftalarını bu arşivin oluşması için harcadı. Ve devlet Emin’in bu çabasını suçlu buldu. Emin Şakir şimdi tutuklu. Arkadaşımız özgürlüğünden mahrum. Ama kendisiyle büyüyen dayanışma ağını gördüğünde, yaptığı işlerin, sayfalarca taramanın, attığı sloyazmak anlamına gelemediğini, bir kez daha görmüş olacak. Emin Şakir’in yanı, bizim yanımızdır, demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesindeki yeridir. En kısa zamanda serbest bırakılacağından ise hiç kuşkumuz yok.


4

DÜNYA

TRUMP, KUDÜS’TEN ELİNİ ÇEK!

Doğu Kudüs’te Filistinlerin gündelik hayatı. CAN IRMAK ÖZİNANIR

mekânlar Kudüs’te bulunuyor.

ABD Başkanı Donald Trump, dünyanın sinir uçlarıyla oynayarak ABD hegemonyasını yeniden tesis etmeye çalışmaya devam ediyor. Trump’ın seçim vaatleri arasında da yer alan son çıkışı Kudüs konusunda oldu. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu söyleyen Trump, ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağını söyledi ve sürmekte olan Filistin sorununu derinleştiren bir adım attı.

İslam peygamberi Muhammed’in göğe yükseldiğine inanılan Harem-üş-Şerif, Doğu Kudüs’te yer alıyor. Harem-üş-Şerif’de, Mescid-i Aksa ve Kubbet'üs Sahra bulunuyor. Museviler için en kutsal mekanlardan biriu olan Ağlama Duvarı ise Mescid-i Aksa’nın hemen altında yer alıyor. Hristiyan dininin peygamberi İsa’nın çarmıha gerildiği yer olduğuna inanılan Kutsal Kabir Kilisesi de Kudüs’te yer alıyor.

Kudüs’ün önemi

Trump’ın çıkışı, Müslümanlardan olduğu kadar Filistinli Hristiyanlardan da tepki topladı. Sokağa dökülen Hristiyanlar, Trump’ın resimlerini yaktılar. İslami Direniş Hareketi HAMAS ise Filistinlileri Cuma namazından sonra “Öfke Cuması” gösterileri yapmaya çağırdı.

Kudüs, 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana İsrail’in işgali altında. 1980 yılında şehri başkent ilan eden İsrail’in bu kararı dünyada hiçbir ülke tarafından tanınmıyor. Filistinliler, Doğu Kudüs’ün başkent olduğu bir devlet kurulmasını çözüm olarak görüyorlar. İsrail ise Kudüs’ü işgal ettiği günden bu yana düzenli olarak şehrin demografisi ile oynuyor. 1967’den bu yana kurulan 10 yerleşim yerine 200 binden fazla insan yerleştirdi. Şehrin toplam nüfusu 850 bin dolayında.

Türkiye’nin tutumu

Erdoğan buna sert tepki vermiş, 2009’da Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “Siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz” tepkisi vermişti. Ancak Erdoğan’ın bu “antiemperyalist” çıkışı havada kaldı. 2015 yılında İsrail’le yapılan anlaşma sonucu İsrail askerlerine açılan tüm davaların geri çekilmesi, diplomatik ilişkilerin yeniden inşa edilmesi, Hamas liderlerinin sınırdışı edilmesi gibi pek çok konuda İsrail’in istekleri kabul edilirken, Mavi Marmara’da saldırıya uğrayanlara Erdoğan “giderken bana mı sordunuz?” diye cevap verdi. Türkiye’nin “kırmızı çizgileri” dinle veya mazlumlar ile dayanışmakla değil, çıkarlar doğrultusunda şekilleniyor. Filistin’e özgürlük! İsrail Devleti, Filistin toprakları üzerinde kurulduktan sonra Arapları yıllardır baskı altında tutan, sistematik olarak bölgeyi Arapsızlaştırmaya dönük etnik bir politika izleyen korsan bir devlettir. Aynı zamanda Batı emperyalizminin özellikle de ABD’nin bölgedeki en sadık müttefikidir. Trump ve İsrail’in Filistin’den elini çekmesi devletler arasındaki çıkarlara dayalı ilişkilere değil dünyanın sokaklarında “Filistin’e özgürlük” diyen seslerin çoğalması ile mümkündür.

Dünyanın en kadim kentlerinden biri olan ve pek çok din için önemli olan sembolleri barındıran Kudüs tarih boyunca çekişme konusu olmuş bir kent. Hem Müslümanlar, hem Museviler, hem de Hristiyanlar için kutsal sayılan

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Trump’ın Kudüs tutumu konusunda “Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir” diyerek, bu konuda Türkiye’nin İsrail ile diplomatik ilişkileri durdurmaya kadar gidebileceklerini söyledi. Erdoğan’ın İsrail’e ilişkin ilk açıklaması değil. Uluslararası aktivistlerden oluşan içinde Türkiye’den çok sayıda kişinin bulunduğu Mavi Marmara gemisi boykotu delmek için Gazze’ye giderken İsrail askerleri tarafından saldırıya uğradığında

ZİMBABVE’DE DARBE

kabul etmedi. Mnangagwa hizbinin içinde ise IMF ile birlikte çalışmış olan eski maliye bakanı da yer alıyor” diye konuştu.

Zimbabve’yi terk eden Mnangagwa geri döneceğini söylemişti. Ciddi bir ekonomik kriz durumunda olan ülkede egemen sınıf aslında ülkenin ne şekilde yönetileceği konusunda ayrışmış durumda.

1997 yılında yaşanan kitlesel grevlerden sonra kurulan ve sendika bürokrasisinde örgütlü olan Demokratik Değişim Hareketi de son seçimlerde rejimin şiddetine maruz kalıyordu. 2016 Temmuz’unda ülkede ekonomik sıkıntılara karşı grevler ve gösteriler gerçekleşiyordu.

İktidara geldiği 1987 yılında sömürgecilik karşıtı bir liderden zamanla emperyalizm ile işbirliği yapan ve demokrasinin her bir kırıntısına saldıran bir diktatöre dönüşen Mugabe, ülkedeki ekonomik kriz ile birlikte ordu, muhalefet ve kendi partisi içerisinde piyasa ekonomisi yanlıları tarafından devrilmiş oldu. Bir işçi hareketinden neoliberalizm yanlısı bir partiye dönüşen Demokratik Değişim Hareketi de darbeye destek verdi.

Toplumsal desteğini kaybettiği gibi egemen sınıfın da desteğini kaybetti Mugabe. Başkanlığını yürüttüğü ZANU-PF 19 Kasım’da yaptığı açıklama ile ordu ile yaptığı müzakerelerde olumlu adım atmamasını gerekçe göstererek Mugabe'yi genel başkanlıktan ve partiden ihraç ettiklerini açıklamıştı. Parti başkanlığına Mnangagwa’nın getirildiğini duyurdu.

Bu durum işçi sınıfı açısından bir kazanım değil çünkü hesaplaşma sadece egemen sınıfı arasındaki fraksiyonlar arasında yaşandı. Ancak diktatörün düşmesi daha birkaç ay önce sokakları dolduran işçilerde moral gücü yükseltebilir ve sokak gösterileri ile grevler başlayabilir. İşçi sınıfı egemen sınıfın krizinden faydalanabilirse demokratik ve ekonomik kazanımlar elde etmek mümkün olabilir.

Mugabe her ne kadar işçi sınıfı düşmanı olsa da Mnangagwa çok daha keskin bir neoliberal politikalar yanlısı. Mugabe, 2000’li yıllarda kaybettiği prestijini baskıyla ayakta tuttuğu kadar popülist uygulamalarla da emperyalist ülkelerin tepkisini çekmişti. Beyaz toprak sahiplerinin topraklarının işgal edilmesine onay verdi. Socialist Worker gazetesine konuşan Zimbabveli sosyalist Munya “Mugabe neoliberal ajandayı asla bütünüyle


DÜNYA

5

DAHA TEHLİKELİ BİR DÜNYAYA DOĞRU

Suudi savaş uçaklarının yerle bir ettği Yemen, 2017. ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ

Gazetelerden veya internet üzerinden dünyada olup bitenleri takip eden herkes, haberlerin giderek daha fazla kriz, çatışma, savaş olasılığı veya karşılıklı silahlanma içerdiğini fark etmiştir. Bütün bu gelişmelerin arkasındaki nedenleri incelediğimizde, geçmişte ulusalcıların bugün ise AKP yandaşı medyanın anlattığından çok farklı bir “büyük resim” ile karşılaşıyoruz. Dünya bir avuç egemenin komplo ve planlarına göre sorunsuzca işleyen bir düzene sahip değil. Aksine çeşitli ülkelerin sermayelerinin ve bu ülkelerin egemen sınıflarının giderek birbiriyle daha fazla çatıştığı, daha büyük etki alanları, daha fazla ekonomik güç ve daha etkin bir hegemonya kurmak için mücadele ettiği bir ortamla karşılaşıyoruz. Her egemen sınıf emperyalist piramidin basamakları arasında geçişin mümkün olduğu bir dönemde yaşadığımızı düşünüyor ve bir üst basamağa atlamak için başka küresel ve bölgesel güçlerle çatışmalara ve ittifaklara giriyor. Bu durum en başta Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel hegemonyasının azalmasından kaynaklanıyor. Ekonomik krizin etkisini hisseden ancak ordusunun gücüyle hegemonyasını korumaya çalışan ABD’ye başta Çin ve Rusya olmak üzere pek çok güç meydan okuyor. Rusya devlet başkanı Putin geçen yılın Aralık ayında bunu vurgulayarak “Tek kutuplu dünya düzeni kurma girişimleri başarısız oldu. Artık farklı bir zamanda yaşıyoruz.” diyordu. Devletler

hiyerarşisindeki bu değişime açık ortam, her ulusal sermayenin güvenlik endişelerini de arttırıyor. Devletler giderek daha fazla silahlanıyor, sınırlarına daha çok duvar örüyorlar. Sermayelerin mücadelesinin yarattığı bu ortama işaret eden sağcı ve otoriter siyasetçiler pek çok ülkede yarattıkları korkunun da etkisiyle iktidara geliyorlar. Suriye toprakları bu küresel mücadelenin sahası haline gelmiş durumda. ABD’nin Irak’tan çekilmek zorunda kalmasıyla İran hem Irak hem de Suriye’deki etkisini güçlendiriyor. İran Devrim Muhafızları ve çeşitli milis grupları IŞİD’e karşı savaş içerisinde ülkede önemli bir etkinliğe kavuştular. İran bir yandan Lübnan’daki Hizbullah ile diğer yandan Suriye rejimiyle işbirliği içinde bölgedeki etkisi arttırıyor. ABD diktatör Beşar Esad’lı bir çözümü kabul ederken İsrail İran’ın etkisini sınırlamaya, İran askerlerinin İsrail sınırına yakın olmasını engellemeye çalışıyor. Son olarak 1 Aralık gecesi İsrail Suriye’deki bir İran üssünü vurdu. Trump yönetimi ise İsrail ile giderek yakınlaşıyor. ABD’nin İsrail’in başkentini Kudüs olarak kabul etti ve Tel Aviv’de bulunan büyükelçiliğini Kudüs’e taşımayı hedefliyor. ABD’nin bölgedeki etkinliğinin azalması onun en yakın müttefiklerinden olan Suudi Arabistan’ın İran’ın etkisine karşı daha cüretkâr olmasına neden oluyor. Mısır’da Sisi darbesine destek veren, Arap Devrimleri’nin altını oyan ve bölgedeki son karşı devrimci dalganın mimarlarından olan Suudi Arabistan önce Yemen’e yönelik saldı-

rıları daha sonra ise bu ülkeye yönelik acımasız gıda ve ilaç ambargosuyla bölgesel olarak öne çıkacağının işaretlerini verdi. Suudi egemen sınıfı da gelmekte olan fırtınaya hazırlanıyor. Veliaht prens Muhammed Bin Salman kraliyet ailesinden, eski bakanlardan ve bürokratlardan yaklaşık 500 kişiyi tutuklattı ve 800 milyar doları bulan bir servete el koydu. Güçlü bir askeri liderin çıkıp darbe yapma ihtimaline karşı orduyu üçe böldü, ekonomide ise petrol temelli olmaktan çıkıp inşaat ve finansa dayalı bir büyümeyi hedeflediğini gösterdi. Suudi egemenler ülkenin kuzeybatı sınırında milyarca dolarlık yeni bir ticaret şehri kurmayı ve İsrail ile kalıcı bir barışı bölgeye dayatmayı –yani İsrail’in varlığını ve işgallerini kabul ettirmeyi– planlıyor. Kasım ayında Suudi Arabistan’a giden Filistin Başkanı Mahmud Abbas’a Trump’ın önerdiği Filistin barış planını kabul etmesi için baskı yapıldı. ABD’ye asıl meydan okunan bölge ise Asya. Çin bir yandan donanmasını inşa ederek, diğer yandan yapay adalar oluşturarak Güney Çin Denizi’ndeki egemenliğini korumaya çalışıyor. Kuzey Kore ise füze denemeleri ile elindeki tek pazarlık kozunu bütün dünyaya hatırlatıyor. 28 Kasım’da fırlatılan füze 4500 km yüksekliğe ve 960 km uzaklığa ulaşırken, Kuzey Kore bu denemelerle elindeki füzelerin menzilinin büyüklüğünü göstermiş oluyor. Beyaz Saray ulusal güvenlik danışmanı McMaster 4 Aralık’ta yaptığı açıklamada Kuzey Kore ile savaş ih-

timalinin her geçen gün arttığını belirterek Çin’i bu ülkeye daha fazla yaptırım uygulamaya çağırdı. 6800’den fazla nükleer silahı olan ABD Kuzey Kore’yi dünya barışını tehdit etmekle suçluyor ve “onu tamamen yıkmakla” tehdit ediyor. Türkiye egemen sınıfı bu sallantılı dünya düzeninde önce kendi etkisini genişletmeye çalıştı. Arap Devrimlerini destekliyormuş gibi gözükerek Türk sermayesinin Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerde daha etkili olmasını sağlamaya çalıştı, Suriye’ye ise ayaklanan yoksul kitleler için değil, kendi bölgesel çıkarlarını korumak için müdahale etti. Ancak bu derin stratejilerin tamamının başarısız olmasıyla bugün AKP kendisini NATO’ya mesafeli, uluslararası düzeni eleştiren, ABD karşısında bağımsızlığı vurgulayan “antiemperyalist” bir güç olarak sunmaya çalışıyor. Oysa 2003 yılında ABD askerlerinin Irak işgaline Türkiye topraklarını açmaya çalışan da, ABD ile yıllarca stratejik ortaklık yürüten de AKP hükümetiydi. AKP hükümeti içinde yaşadığımız adaletsiz küresel düzene değil, bu düzenin içindeki Türkiye’nin konumuna karşı çıkıyor. Emperyalizmin içinde bulunduğu değişim sürecinin daha fazla savaş, işgal ve ölüm getirmesi olası. Yukarıdakilerin manevralarının aşağıdakilerin hayatına mal olduğu bu düzenden tamamen kurtulmanın yolu ise bir emperyalist bloktan diğerine savrulmaktan değil, kapitalist sistemin tamamen yıkılmasından geçiyor.


6 GÜNDEM

“HAİN” İLAN EDİLMEDEN ÖNCE ZARRAB n “Altın ihracatı yapan bir zat. Ülkeye katkısının olduğunu biliyorum. Hayır işlerine girdiğini biliyorum.” Tayyip Erdoğan, 26 Aralık 2013

HESABI ABD DEĞİL TÜRKİ

n “Reza Zarrab ile ilgili varsa bir şey, Reza Bey'in avukatları kendisini savunacaktır. Bu konu ülkemizle alakalı bir konu değildir.” Tayyip Erdoğan, 29 Mart 2016

YOLSUZLUK İTİRAFLAR YAPANLAR YARGILANSIN n “Zarrab benim bir vatandaşımdır. Dolayısıyla devletlerin yöneticilerin herhangi bir görevi de kendi vatandaşlarının hukukunu korumaktır. Eğer varsa bir suçu, bunlar Türkiye'nin Adalet Bakanlığı'na da bildirilir ve gereği yapılır.” Tayyip Erdoğan, 25 Nisan 2017

OZAN TEKİN

Reza Zarrab.

n İran Merkez Bankası Başkanı Mahmud Bahmani tarafından İran'a para transferi için resmi olarak görevlendirilmiş. n Aktif Bank’ta hesap açmak için Egemen Bağış’tan yardım almış. n Halkbank ile çalışabilmek için Zafer Çağlayan’da 4550 milyon Euro rüşvet vermiş. n Zafer Çağlayan, İran'a para transferi karşılığında elde edilecek kârı yüzde 50-50 paylaşmak istemiş. n Halkbank yöneticisi Süleyman Aslan 'bütün riskleri ben alıyorum' diyerek şikayet etmiş ve ödeme istemiş. Aslan’a rüşvet vermek için Zafer Çağlayan’dan izin almış. n Hakan Atilla rüşvet istememiş, Zarrab da vermemiş. Zaten Ekonomi Bakanı’na rüşvet verdiği için Halkbank’tan başka birisine vermesine gerek yokmuş. n Bir toplantıya yetişmek için emniyet müdürünü arayıp emniyet şeridini kullanmak için izin istemiş. n Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’e Çin’deki bankalara referans olması için 100 bin dolar rüşvet ödemiş. n Hayali gıda ticareti kapsamında buğday yetişmeyen Dubai’den buğday alınmış gibi göstermiş. n 17 Aralık’tan sonra hapisten çıkmak için de rüşvet vermiş.

İran’a yönelik ambargonun delinmesiyle ilgili ABD’de görülen davada, iş insanı Reza Zarrab “sanık” iken “tanık” oldu. Zarrab’ın savcılarla işbirliğine gitmesi sonucu eski Halkbankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla tek sanık olarak kaldı. AKP’nin henüz birkaç hafta önce nerede olduğu hakkında ABD’ye not verdiği Reza Zarrab, şimdi “hain” ilan edildi. Hükümet, İran asıllı iş insanının “baskıyla” tanık yapıldığını ve davanın FETÖ’nün ABD devletine sızması sonucu oluşturulmuş bir tiyatro olduğunu iddia ediyor. Davanın özü ve “basgeç” muhalefeti Sosyalist İşçi sayfalarında daha önce de ifade edilmişti. Dava, ABD ambargosunun delinmesi, buna bağlı olarak kara para aklandığı iddiası ve ABD bankalarının dolandırılmasıyla ilgili. İran’a yönelik ABD ambargosu bütünüyle gayrimeşrudur. ABD ambargoları Küba’dan Irak’a birçok ülkede milyonlarca kişinin hayatını mahvetmiştir. Bunun savunulacak hiçbir tarafı yok ve ambargonun delinmesi “suç” değil. Muhalefet saflarında ise “AKP düşmanlığı” sebebiyle her şeye onay verme hastalığı devam ediyor. Daha önce Rusya ile kriz yaşanırken Putin’den umut bekleyenler, şimdi de Erdoğan’ın devrilmesi için ABD savcılarına ve mahkemelerine bel bağlamış durumda. Hükümetin yargılanması “uluslararası hukuka aykırı davrandığı” için haklı bulunuyor. Uluslararası hukuk denilen ise ABD’nin İran’a yönelik uyguladığı haksız ambargo. Davada günler ilerledikçe aktarılan izlenimler, buradan Erdoğan’a yönelik bir bağlantı bekleyenlerin, dava sonucu olarak “dağın fare doğurması” ile hayal kırıklığına uğrayabileceklerine işaret ediyor. “Basgeç” zihniyetinin uzantılarının solu etkisi altına al-

masına karşı ise amansız bir mücadele vermek gerekiyor. Mustafa Sarıgül, Ekmeleddin İhsanoğlu, Mansur Yavaş ve Vladimir Putin’den sonra Donald Trump’ın önderliğindeki ABD devletine “AKP’ye karşı” bel bağlamayacağız. AKP’nin sahte antiemperyalizmi Öte yandan, muhalefetin tutumundan daha büyük bir sorun ise AKP’nin olayı bir “millî dava” haline getirme çabası. Buna göre, Zarrab’ın aktardığı yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla ilgili açıklama bekleyen herkes “hain”. Hatırlatalım, iki yıl önce Rusya ile kriz yaşanırken Selahattin Demirtaş bu ülkedeki bazı temasları nedeniyle manşetlerden “hain” ilan edilmişti. Türkiye şu an mecburiyetten Rusya ile müttefik olmuş durumda. AKP’nin Türkiye egemen sınıfı adına devleti Ortadoğu’da bölgesel bir güç yapmaya çalışmasına ve bu doğrultuda Suriye’de nüfuzunu artırmak ve Kürtlerin kendi kendilerini yönetmelerini engellemek için giriştiği askeri müdahalelere karşı çıkmak “hainlik” değil tutarlı bir savaş karşıtı politikadır. Erdoğan’ın bu doğrultuda yaptığı manevralar ve ittifaklarının zaman zaman değişmesi onu “anti-emperyalist”, “Amerikan karşıtı” veya “büyük oyunu bozan lider” yapmaz. AKP her zaman Batı emperyalizmiyle işbirliği içinde olmuştu. Lideri, Irak işgaline Türkiye’nin katılımı savaş karşıtı hareket tarafından engelendiği için 15 yıldır hayıflanıyor. Daha bu yılın başında, AKP’li yazarlar, Obama’nın politikalarını değiştireceği beklentisiyle, ırkçı trilyoner kapitalist Donald Trump’a toz kondurmuyordu. Yolsuzluğu aklayanlar Hatırlanacağı gibi AKP, 17-25 Aralık operasyonlarını darbe girişimi ilan ettikten sonra, kendi tabanının %50’si yolsuzlukların gerçek olduğunu düşünüyor olmasına rağmen, 4 bakanı “yedirmemiş” ve meclisteki oylamayla Yüce Divan’a gönderilmelerini engelleyip olayın üstünü örtmüştü.


GÜNDEM 7

İYE İŞÇİ SINIFI SORACAK

GÖRÜŞ Roni Margulies

KİM DAHA MİLLÎ? Memlekette millî olmak iyice zorlaştı vallahi. Yani millî olmak kolay da, millî olunca ne yapmak gerektiğine karar vermek zorlaştı. Biz (yerli olmakla birlikte) millî olmadığımız için millîliğin ne kadar zahmetli bir hâle gelmiş olduğunu tam kavrayamıyoruz sanırım. Ben de yeni kavradım, geçtiğimiz hafta içinde okuduğum iki haber sayesinde. Önce, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir konuşmasının millîliğine hayran kaldım: “Şu Kars Kalesi’nden bakınca bu şehre hayran olmamak mümkün değil. [Kars nereden çıktı demeyin, adam Kars’ta konuşurken söylemiş bunları.] Biz ne zaman eğildik ki? Beşer planında kimsenin karşısında bugüne kadar eğilmedik. Biz sadece ve sadece rükuda ve secdede eğildik, başkası asla. Ben inanıyorum ki hiçbir zaman ne paranın ne pulun ne de beşeri bir ilişkinin önünde eğilmeyeceksiniz. Eğilirseniz hakkım helal değil. Birileri Amerika’ya gider, birileri batının değişik ülkelerine gider, ama bu ülke sahiplerine kalır. Kimisi Hans’ın kulu kölesi oluyor, kimisi George’un kulu kölesi oluyor, kimisi de sahte kurulan mahkemelerde yargılanmak suretiyle benim ülkemi yargılıyor. Boşuna uğraşmayın. Bizim abdestimizden şüphemiz yok ki namazımızdan şüphemiz olsun. Sanal oluşturulan mah-

ABD’deki yargılamada adları geçen üç bakan, Erdoğan’ı karşılarken, Aralık 2013.

ABD’deki davanın özüne karşı çıkmakla birlikte, orada Zarrab’ın itiraflarından yola çıkarak Türkiye içinde yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının yeniden başlatılması için mücadele etmeliyiz. Bunu yaparken 15 Temmuz darbe girişiminin omurgasını oluşturanların elde ettiği bilgi ve belgelerden yararlanmak zorunda da değiliz. Şimdi yeni bir soruşturma başlatılabilir. Ambargonun delinmesi için oluşturulan ticari ilişkiler ağı dahilinde hareket ederken rüşvet ve yolsuzluk alan kamu görevlileri suç işlemiştir. Milyonlar işçi yoksulluk sınırının altında yaşarken, bakanların siyasi idarede tuttukları yer sebebiyle on milyonlarca Euro rüşvet almalarının hesabı sorulmalıdır. Bu doğrultuda bir muhalefet, Erdoğan’ın 15 Temmuz gibi bir darbe girişimiyle veya ABD’nin şantajlarıyla gitmesine razı olmayacak, ancak 7 Haziran’da ve 16 Nisan referandu-

kemeler asla benim ülkemi mahkûm edemez.”

munda görüldüğü gibi başka koşullarda ondan kopabilecek emekçi kitleleri kazanabilir. Faturayı ödemeyeceğiz! Sırtını ABD’ye yaslamak, CHP’nin yaptığı gibi tape veya belge siyasetiyle AKP’yi vurmaya çalışmak ise Erdoğan’a kaybettiği popülariteyi geri kazanması açısından bir fırsat sunuyor. Öte yandan, Zarrab davasının sonucunda Türkiye bankalarına ceza kesilmesi durumunda, bundan tüm ekonomi etkilenecek ve AKP hükümeti faturayı işçilere çıkartmaya çalışacak. Kendi ceplerini doldurmak için giriştikleri işlerin cezasını Türkiye işçi sınıfının ödememesi için mücadele edeceğiz.

Bundan daha millî olunamaz elbet, değil mi? Biz Türk ve Müslüman’ız. Amerika’ya, batının değişik ülkelerine filan gitmeyiz. Adımız Hans, George filan olmaz. Kimse ülkemizi mahkûm edemez. Yargılanan sanık, “ülkemiz” değil, ama önemsiz ayrıntılara takılmayalım, konuşmanın millîliğini taktir etmemek mümkün değil, bundan ötesi olamaz. Ne var ki, bir iki gün sonra Sözcü gazetesinin baş sayfasında “Şanlı bayrağımıza büyük saygısızlık” başlıklı yazıyı okuyunca kuşkuya düştüm. Ötesi olabilirmiş galiba. Habere göre, Malatya’da Öğretmenler Günü töreninde “Türk Bayrağı başka yer yokmuş gibi kadınlar tuvaletinin kapısına asıldı. Yetkililer bu duruma sessiz

ALTIN TİCARETİ NASIL YAPILIYORDU? Hakim Berman, paranın İran'dan çıkartılması için kaç işlem yapılması gerektiği sordu. Sarraf'ın yanıtı "En az 10 işlem" oldu. 1- İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) Tüpraş'a petrol, Botaş'a doğalgaz satıyor. 2- İran'da kurulan Sermaye Exchange adlı şirket, Halkbank'ta hesap açıyor. Şirket aslında ticaret yapmıyor. Para transferi için kullanılıyor.

tarılma işlemi Halkbank'taki iki hesap arasında oluyor. 6- Sarraf, Halkbank'taki hesabına gelen parayı, farklı para birimlerine (euro, dolan, lira) çevirterek Denizbank'taki diğer hesabına aktarıyor.

kaldı. Büyük bir skandal yaşandı. İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü bir dizi program düzenledi. Program çerçevesinde bir yemek verildi. Yemeğe Kaymakam ve İlçe Millî Eğitim Müdürü’nün yanı sıra okul yöneticileri, öğretmenler ve asker ile emniyet temsilcileri katıldı. Tören boyunca Türk Bayrağı kadınlar tuvaletinin kapısında asılı dur-

7- Halkbank'taki hesap temizlenmiş oluyor.

du. Bayrağın önünde verilen pozlar, İlçe Millî Eğitim

8- Sarraf Denizbank'taki parayla Türkiye'de kurduğu ve altın ticareti yaptığı Royal Group vasıtasıyla altın alıyor.

Millîlik konusuna biraz uzak olduğum için, bilemedim

Müdürlüğü’nün resmî internet sitesinde de yayınlandı.”

3- NIOC, Tüpraş ve Botaş'tan aldığı ödemeyi, Sermaye Exchange'e aktarıyor.

9- Altın kuryeler aracılığıyla Dubai'ye taşınıyor. Altın Dubai'de Dirhem'e çevriliyor.

doğrusu. Cumhurbaşkanı mı daha millî, Sözcü gaze-

4- Sermaye Exchange, parayı Sarraf'ın şirketine aktarıyor.

10- Para İran'a hiç girmemiş olduğundan, İran'ın uluslararası borçlarının ödenmesinde kullanılıyor.

Türkiye vatandaşlarının yaşadığı gerçek sorunlarla bi-

5- Sarraf'ın şirketinin hesabı da Halkbank'ta. Paranın ak-

tesi mi? rincisi mi daha alakasız, ikincisi mi?


8 İKLİM

KÜRESEL ALARM

Son 20 yılda atmosfere salınan CO2, tarihteki tüm salımdan daha fazla. NURAN YÜCE

Türkiye’de ilk iklim değişikliği mitingini 4 Aralık 2005 tarihinde İstanbul’da yapmıştık. Ellerimizde ‘Gezegenimiz pişiyor’ yazılı dövizleri taşımakta zorluk çektiğimiz, aşırı soğuk ve karlı bir gündü. İstanbul emniyetinin miting için görevlendirdiği polisler “bu havada eylem yapmaya kararlı mısınız” diye sormuşlar ve bizden “evet, her koşulda yapacağız” yanıtını aldıktan sonra, yanımızda yürümeleri gerekirken, onları araçlarında kalmaya zorlayan berbat bir gündü. İklim zirveleri her yılın son aylarında yapıldığı için devam eden yıllarda da aynı hava şartlarında eylemler yaptık ve her seferinde bu bizim talihsizliğimiz dedik. Küresel ısınmayı durduralım sloganlarımıza eşlik eden o soğuk, yağmurlu ve karlı havalarda yaptığımız eylemlerin bir hayli inandırıcılık sorunu vardı. Bu yazıyı da 3 Aralık tarihinde yazıyorum. Gündüz saatlerinde İstanbul’da sıcaklık 17 dereceydi. Günü birlik Sapanca gezimizden dönerken saat 20’de Gebze civarında sıcaklık ise 18 dereceyi gösteriyordu. Aralık ayında bu sıcaklık değerlerini görmek inanılmaz. Geçtiğimiz on yıl içinde bu kadar büyük bir değişime tanıklık etmek daha inanılmaz. 2005’den 2017’ye iklim değişikliği Özellikle son dönemlerde açıklanan bilimsel raporlarda “iklim değişikliği öngörülenden, tahmin edilenden daha hızlı gerçekleşiyor” yönündenki uyarı en sık karşılaştığımız uyarılardan biridir. Geçtiğimiz on küsur yıl içinde bu uyarıların, uyarı olmaktan çıkıp, gerçekleştiğine tanıklık ettik. 2005 yılında iklim değişikliğinin tüm dünyada nasıl yıkımlara yol açacağını anlatmak için ısrarla Katrina kasırgasından, Avrupa’daki sıcak hava dalgasından bahsederdik. Katrina 2005 yılında ABD’nin New Orleans kentinin yüzde 80’ini sular altında bırakmıştı. O tarih içinde Katrina ABD’nin en yıkıcı ve ölümcül kasırgası olarak nitelendirilmişti. Bu büyük yıkım sırasında ABD resmi otoritelerinin yaptığı ise şehirde yaşayan yoksulları ve siyahları kendi kaderlerine terk etmek, mağazaları korumak için bölgeye

asker göndermek olmuştu. 2003 Avrupa sıcak hava dalgası ise 1540’dan beri Avrupa’daki en sıcak yaz rekorunu kırarak tarihe geçmişti. Özellikle Fransa’da etkili olan son 60 yılın en sıcak döneminde çoğu evlerinde yalnız yaşayan yaşlılar olmak üzere yaklaşık 20 bin kişi öldü ve bu ölümler günler sonra anlaşılmıştı. 2005 yılında elimizdeki örnekler azdı, yaşanan bu felaketlerin iklim değişikliği ile bağlantılantılandırılmaması gerektiğini, istisnai hava olayları olduğunu iddia edenler ise çoktu. Günümüzde ise durum hiç böyle değil. Bu yılın Ağustos ayından başlayarak ABD’yi vuran kasırgaların ilki Harvey’di. ABD tarihinin gelmiş geçmiş en pahallı fırtına unvanına sahip oldu. Aynı zamanda kasırga ABD’de o güne dek ölçüle gelmiş en yoğun yağışı bıraktığından ABD Ulusal Meteoroloji Ajansı yağış oranlarını gösteren renk skalasını değiştirmek zorunda kaldı. Harvey Kasırgası bir milyondan fazla kişinin evlerini terk etmesine, yaklaşık 200 bin evin sular altında kalmasına ve 50 kişinin ölümüne yol açtı. Harvey’in hemen devamında Harvey’den daha büyük Irma kasırgası 600 km’lik çapı ve saatte 300 km’lik hızıyla Pasifik adalarında büyük yıkıma yol açtı. Devamında ise Jose kasırgası. Irma ve Jose kasırgaları ile aynı zamanda Meksika’yı da Katya Kasırgası vuruyordu. Ve yine aynı dönemde Irma Kasırgası büyüklüğünde Talim Kasırgası da Güney Çin’ de yarım milyon kişinin evlerini terk etmeye zorluyordu. Yine bu yaz İstanbul’da yerle göğün dakikalar içinde birbirine karıştığı, ceviz büyüklüğünde dolunun yağdığı anları yaşadık. Sıcaklık rekorları geçtiğimiz yıllarda üst üste kırıldı. 2016 yılı, 2014 yılının kırdığı rekoru kıran 2015 yılının kırdığı rekoru kırıp geçti. Irak’ta Basra’da, 2016 yazında sıcaklık 54 derece oldu. Bu tarihte kaydedilmiş en sıcak derece olarak ifade edilirken insanın sıcaklık direncinin de tam sınırı olduğu söyleniyordu. Tüm bu değişimler gezegenin ortalama sıcaklığının 1 derecenin biraz üstünde artması sonucu yaşanıyor. Kasırgaları, kuraklığı, selleri daha ölümcül hale getiren, insanları daha fazla yoksulluğa ve yoksunluğa sü-

rükleyen, göç olgusunu ve çatışma ortamlarını şiddetlendiren de iklim değişikliği. Küresel iklim hareketi 2005 yılında ilk kez iklim değişikliği ile ilgili sokağa çıktığımızda da ifade ediyorduk; ancak sıradan insanların uluslararası mücadelesi iklim değişikliğini durdurabilir. Uluslararası iklim adaleti hareketi 2005 yılında 21 ülkede toplamda 50 bin kişiyle sokaklardaydı. Takip eden yıllar içinde eylemlerin gerçekleştiği yerlerin ve katılımcıların sayısı hep arttı. 2006’da 35 ülkede 100 bini aşkın, 2007’de 70 ülkede yüz binlerce kişi sokaklardaydı. 2009 yılında “350, hemen şimdi!” sloganıyla başlayan uluslararası 350 hareketi, 182 ülkede, 5200 noktada eylem örgütledi. 2014 yılında New York sokaklarını her yaştan, ırktan, dinden ve meslekten 400 binden fazla insan doldurduğu eyleme dünyanın dört bir yanından eşlik eden milyonlarca insan şirketleşen devletlere, şirketlere karşı, kapitalist sistemin insani ve ekolojik yıkımını durdurmak için bir araya geldi. Hem yaygın eylem örgütlemenin hem de eylemlere yüzbinlerce insanın katılması iklim hareketimizin büyük çabası sayesinde oldu. İklim adaleti hareketimiz sayesinde dünyadaki tüm diğer açlık, yoksulluk, savaş, cinsiyetçilik gibi sorunlar arasında başlı başına iklim değişikliğinin de yer almasını sağladık. Daha fazla antikapitalist mücadele Kâr, rekabet ve büyüme ile işleyen kapitalist sistemin yarattığı ekonomik ve ekolojik krizi aynı anda yaşıyoruz. Ekonomik krizden çıkabilmek için büyümek zorunda olan ve bunu ancak sınırlı doğal varlıkları talan ederek yapabilecek olan sistemin iklim değişikliğine çözüm üretmesi mümkün değil. Sistemden kaynaklı bu yıkımı ancak ona karşı; şirketlerin, şirketleşmiş devletlerin gücüne karşı küresel çapta örgütlenen anti-kapitalist bir hareket durdurabilir. Kaybedecek vaktimiz yok. İklimi değil sistemi değiştirmek için şimdi anti-kapitalist mücadele.


EMEK GÜNDEMİ

İŞÇİ HAREKETİ TOPARLANIYOR

2017’nin ilk eylemlerinden biri, İzmir Karabağlar Belediyesi işçileri grevi.

Darbe girişimi ve OHAL ile gerileyen işçi hareketi toparlanıyor. 2017'nin ilk altı ayında eylemler yükselişe geçti.

Emek Çalışmaları Topluluğu'nun medyada çıkan haberlerden derlediği verilere göre 2016 yılında durma noktasına gelen işçi mücadeleleri, yeniden yükseliyor. İntihar saldırıları ve 15 Temmuz'un etkisi 2015 yazında metal işçilerinin başlattığı grev hızla sanayi fabrikalarına yayılmış, fakat mücadeleler Suruç katliamı ile geriye itilmiş ve 15 Temmuz darbe girişimi ile durma noktasına gelmişti.

basın açıklaması yaparken, yüzde 20 oranında fiili greve çıkabildi. Cam ve metal işkolunda uygulanan grev yasaklarını temel alan OHAL politikası bunda etkili oldu. 2017'nin ilk altı ayında patronlar karlarını artırırken, grevlerin yasaklanması OHAL'in tüm işçi sınıfına karşı bir uygulama olduğunu da gösteriyor. Grev yasaklarına rağmen işyeri temelli eylemler öne çıktı. Emek Çalışmaları Topluluğu'nun derlediği verilere göre ilk altı ayda: n İşyeri temelli eylem sayısı : 198.

İntihar saldırıları, katliamlar ve ardından gelen darbe girişiminin, en çok işçi sınıfına zarar veren saldırılar olduğu görülüyor.

n Dayanışma eylemi sayısı: 18. -

OHAL haksızlıklarına karşı mücadele

Neden eylem yaptılar?

2017'nin ilk altı ayında gerçekleşen eylemlerin başını çekenler, KHK'larla işten atılan OHAL mağduru emekçiler.

Raporda işçilerin eyleme çıkma nedeni olarak en önemli etken hak gaspları olarak görülüyor. İşçiler 2017'de öncelikle iş kaybı, ardından gelir nedeniyle eylem yaptı. Sendikalaşmaya karşı patronların saldırıları da öne çıkan bir diğer eylem sebebi.

Mücadelelerin yüzde 66'sı sendikalı, yüzde 34'ü sendikasız işçiler tarafından gerçekleştirildi. Eylem yoğunluğu özel sektördeki kadrolu işçilerde görülürken, onları memurlar izliyor. En fazla eylemi ağır işkollarındaki inşaat işçileri gerçekleştirdi. Eylem türlerinde işçiler, yüzde 52 oranında yürüyüş ve

n Genel eylem eylem sayısı: 122.

2017'nin ikinci altı ayındaki toplu sözleşme süreçleri ve taşeron işçilerin mücadelesi ile eylem sayısının 2015'teki düzeyi yakalayabileceği belirtilirken, işçi sınıfının OHAL'e rağmen toparlandığı ve en canı yanan sektörlerden başlayarak mücadeleye atıldığı görülüyor.

İŞYERLERİNDEN HABERLER n Metal Sanayi İşverenleri Sendikası (MESS) ile toplu iş sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması ve toplam 63 madde için uyuşmazlık tutulması sonrası DİSK Birleşik Metal İş sendikası örgütlü bulunduğu işyerlerinde bir saatlik iş bırakma eylemi yaptı.

için üretimi durdurdu.

n Tuzla Serbest Bölge’de faaliyet gösteren HT Solar Enerji’de beş kişinin işten atılması üzerinde işçiler sendikalaşma hakları

n Rize'de Salarha Tüneli inşaatında çalışan yaklaşık 70 işçi haklarını alamadıkları için iş bıraktı.

n İşten atılan DHL Express işçilerinin direnişi beş aydır sürüyor. n 600 işçi, sendika düşmanı ve işçilerin talep ettiği toplu iş sözleşmeye yanaşmayan Çankaya Belediyesi taşeronu Norm Altaş’a karşı greve başlıyor.

Direnişteki DHL Express işçileri.

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

MESELE AMBARGO DEĞİL, KURULAN RÜŞVET DÜZENİ Yolsuzluk iddiaları yine bütün gündemimizi kapladı. ABD mahkemesi tarafından ortaya atılan iddia şu: Türkiye’de bir grup şirket, banka ve şahıs, İran’ın Türkiye’den elde ettiği petrol ve doğal gaz paralarını gizli yollarla İran’a tekrar göndermiş. İran da bu paraları ABD’nin uygun görmediği, yasak koyduğu alanlarda harcamış. ABD ambargosunun delindiği bu süreçte önemli bir miktar para Türkiye içinde çeşitli şahıslara rüşvet olarak dağıtılmış. Türkiye işçi sınıfının ABD ambargosunun delinmesi ile ilgili bir problemi olamaz. ABD, dünyanın en büyük emperyalist gücü olarak çeşitli zamanlarda çeşitli ülkelere ambargolar uygulamakta, bu nedenle insanlar zarar görmekte. İran’a yönelik ABD ambargosunun delinmesi doğru bir davranıştır. Ancak bunun gizlice değil açıkça yapılması gerekirdi. AKP hükümetinin ambargoyu gizlice delmesi, hatta şimdi bile bu yaptığını sahiplenememesi, “ambargoyu delmedik, ABD’nin istemediği bir şey yapmadık” söylemleri kendilerini gülünç duruma düşürüyor. İşçi ve emekçilerin asıl ilgilendiği konu bu “işler” yapılırken alındığı, verildiği iddia edilen rüşvetler. İddia edilen rakamlar çok büyük. Rıza Sarraf ile aynı tarz faaliyette bulunan İran’lı Babek Zencani için İran mahkemesinin tespit ettiği rüşvet miktarı 2,8 milyar dolar olmuştu. Rıza Sarraf’ın rüşvet çarkının sadece 3-4 kişi ile ve birkaç yüz milyon Euro/dolar ile sınırlı olmadığı aşikâr. Birileri, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ortalıklara döküldükçe “aynı gemideyiz” nakaratını tekrarlamaya başladı. “Aynı gemideyiz” sözü sınıf mücadelesini geri plana atmak, sınıfsal ayrımları belirsizleştirmek için uydurulmuş bir sözdür. Bu evrende yaşayan bizler, elbette “aynı gemideyiz” ama bazılarımız güvertede, bazılarımız kaptan köşkünde gününü gün ediyor, bazılarımız da geminin en altında, makine dairesinde, sıkıntı içinde yaşamaya devam ediyor. Milyoner sayımız son 10 yılda 10 binden 125 bine çıktı. İşçi sınıfı ise yıllık yüzde 20’lere varan enflasyon karşısında ücretlerine ancak yüzde 8 zam alabiliyor. Rüşvet alan ve veren herkesten, ucu nereye dokunursa dokunsun bu yaptıklarının hesabı sorulmalıdır. Sendikalar ambargonun delinmesiyle bir problemlerinin olmadığını, ama bunun rüşvet çarkı döndürülerek yapılmasının hesabını soracağını kamuoyuna ilan etmelidir.


10

YORUM

AVRUPA MERKEZ SİYASETİ MERKEL'İN AYAKLARI ALTINDA DAĞILIYOR

Merkel, Almanya parlamentosunda bir milletvekili ile konuşurken., Kasım 2017. ALEX CALLINICOS

Sonu gelmeyen Brexit tartışmalarında yaygın olan kanı, İngiltere tarafının zayıf ve karışık; Avrupa Birliği'nin (AB) ise güçlü ve birleşmiş olduğu. Birincisi doğru, ikincisi o kadar doğru değil. Euro bölgesi ekonomisinin nihayet yeniden toparlanmaya başladığı doğru. Geçen hafta açıklanan rakamlar, Euro bölgesinin 2017 yılının son çeyreğinde yıllık yüzde 3 oranında büyüyebileceğini gösteriyor. Bu toparlamanın lokomotif gücü ihracatı hızla büyümekte olan Almanya. Ama sürecin orta yerinde bir sorun var: Siyaset. Eylül ayındaki federal seçimler neoliberal merkezin, tıpkı Batı kapitalizminin diğer bölgelerinde olduğu gibi, Almanya'da da sıkışmakta olduğunu gösterdi. Alman siyaset sahnesinin iki baskın gücü olan Angela Merkel'in Hristiyan Demokrat Partisi/Hristiyan Sosyal Birliği muhafazakâr bloğu ve Sosyal Demokratlar (SPD) toplam %53 oy aldı. Bu, federal cumhuriyetin 1949'da kurulmasından bu yana bu iki partinin elde ettiği en kötü seçim sonucu. Ve aşırı sağcı 'Almanya için Alternatif' (AfD) hızla büyüyerek ulusal mecliste ilk kez sandalye kazandı.

SPD lideri Martin Schulz 2013'ten beri devam eden muhafazakârlar-SPD büyük koalisyonundan çekileceklerini duyurdu. Belli ki, SPD'nin Merkel ile çok fazla yakınlaştığını ve kendi desteğini yeniden oluşturmak için muhalefete çekilmesi gerektiğini düşünüyor. Böylece Merkel iki küçük partiyle -Yeşiller ve Hür Demokratlar- koalisyon müzakerelerine başladı. Her ikisi de omurgasız neoliberal partiler, ama geçen hafta Hür Demokratların (FDP) lideri Christian Lindner görüşmelerden çekildiklerini duyurdu. Hür Demokratlar giderek artan bir şekilde Avrupa Birliği'ne kuşkulu yaklaşan bir parti. Görüşmeler Lindner'in, Fransa'nın yeni merkezci/orta yolcu başkanı Emmanuel Macron tarafından önerilen, Euro bölgesinin tamamında daha fazla entegrasyon önerisini reddetmesiyle sonlandı. Merkel, Macron'la uzlaşmaya çalışmak ister gibiydi, ama Lindner bunu reddetti.

daydı. Bunun sonucunda 2013 seçimlerinde oyları o kadar düştü ki meclisteki bütün sandalyelerini kaybettiler. Lindner şimdi partisinin Merkel tarafından yutulmasını önlemek istiyor.

ketlerinin çıkarlarına hizmet etti. Bir yandan ekonomik yeniden yapılandırma, bir yandan acımasız kemer sıkma politikaları, dünyanın en güçlü refah devletlerinden birinde sürekli erozyona yol açtı.

Dahası, Financal Times gazetesi yazarı Wolfgang Munchau, Lindner'in "büyük koalisyonlarda sürekli uzlaşmalardan hoşnutsuz ve mutsuz olan muhafazakâr Hristiyan Demokrat seçmenleri" kendi partisine kazanmaya çalıştığını düşünüyor.

Almanya, 2010-15 Euro bölgesi krizi boyunca diğer ekonomilere göre çok daha az darbe almıştı. Ama giderek artan sayıda işçi güvencesizlik koşullarına itildi. Bu, seçmenlerin Hristiyan Demokratlar ve SPD tarafından temsil edilen ana akım konsensüse karşı, kendilerini isyancı olarak gösteren partilere oy vermelerinin arka planı.

Bu arada, zavallı SPD yine zor durumda. Schulz geçen haftanın sonuna doğru Merkel ile koalisyon görüşmelerine gireceğini duyurdu. Hem cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in baskısına boyun eğiyordu hem de SPD milletvekillerinin, Merkel'in erken seçime gitme tehdidi karşısında sandalyelerini kaybetme korkusuna teslim oluyordu.

Parçalanmakta olan bir parti sistemi

Eğer SPD yine büyük bir koalisyona girerse, muhtemelen seçmen tabanının dağılması tehlikesiyle karşılaşacaktır. Bu taban hem sağ hem sol partilerden baskı yiyor.

Bunların ötesinde, daha doğrudan siyasî hesaplar var. Hür Demokratlar muhafazakârlar ile 2009-13 arasında koalisyon-

İktidarda oldukları dönem boyunca hem SPD hem Hristiyan Demokratlar Almanya'nın büyük bankalarının ve sanayi şir-

Lindner ve AfD gibilerinin bu durumdan kârlı çıkmalarına izin vermek çok büyük hata olur. Sol parti -Die Linke- federal seçimlerde %9,2 oy olarak oylarını az da olsa arttırdı. Ama AB'ye karşı isyanın başını sağın çekmesine fazla izin verdiler. Eğer Sol Parti parçalanmakta olan bir parti sistemine meydan okuyacaksa, bu yaklaşımını değiştirmesi gerekecek. Çeviren: Z.Soner Dinç


DAYANIŞMA

11

EMİN ŞAKİR’E ÖZGÜRLÜK! Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) üyesi, Sosyalist İşçi gazetesinin yazarı, okuru

ve dağıtımcısı olan Emin Şakir, 28 Kasım Salı günü, iki yıldır hakkında devam eden soruşturma kapsamında tutuklandı. Avukatı tarafından yapılan açıklamaya göre yoldaşımız Emin Şakir, kurucusu olduğu ‘SolYayın’ isimli internet arşivi gerekçesiyle tutuklandı. Dosyasında gizlilik kararı olduğu için tam olarak neyle suçlandığını avukatı da öğrenemiyor. Emin Şakir 2010’da kişisel arşivindeki yayınları dijital ortamda yayınlamak için solyayin.com sitesini kurdu. 1980’li yıllardan itibaren yayınlanmış çeşitli ‘sol, sosyalist, komünist, anarşist’ süreli yayınlara ücretsiz bir şekilde erişim olanağı sağlayan internet sayfası yıllar içerisinde gelişti. Emin yoldaş arşivini genişletip dijital ortama aktardıkça siteye olan ilgi de büyüdü. Süreli yayına sahip birçok farklı çevre, yayınlarının bu sitede yer alması için kendisine ulaştı. Aynı şekilde birçok farklı birey kişisel arşivini Emin Şakir’le paylaşarak katkılarıyla siteyi büyüttü. En son birbirinden farklı süreli yayının toplam iki bin sayısı erişilebilir durumdaydı. Söz konusu açık arşiv Princeton Üniversitesi ve Washington Üniversitesi gibi akademik kuruluşların kaynak listelerinde yer aldı. Birçok araştırmacının akademik çalışmasında kaynak olarak faydalanıldı. Site özellikle hiçbir üyelik veya ücret talep etmeden birçok yayını isteyen, merak eden, araştıran herkesin erişimine sunduğu için önem kazandı. Emin Şakir’in tutuklanması, OHAL ilanıyla birlikte yoğunlaşan haksız tutuklamalara bir yenisini daha ekledi. Bu dönemde insan hakları, barış, demokrasi gibi taleplerle farklı alanlarda ve farklı katkılarla mücadele veren birçok aktivist iddianme olmadan, neyle suçlandığı bilinmeden, asılsız iddialarla özgürlüğünden mahrum bırakıldı. Emin Şakir’in yaptığı yayıncılık ve arşivcilik faaliyeti suç değildir! Çağırıldığı her vakit ifade vermeye giden Emin Şakir’in ‘kaçma şüphesi’ gerekçesiyle alıkonulmasının bir mantığı yok.

DAYANIŞMA BÜYÜYOR

Tutuklama haberi duyulduğu andan beri dünya ve Türkiye çapında birçok kurum ve birey durumu protesto eden açıklamalarda bulundu. Emin Şakir’e ve üyesi olduğu DSİP’e dayanışma mesajları gönderildi. İngiltere, Nijerya, ABD, Lübnan, Polonya, İspanya,Yunanistan, Danimarka, Pakistan, Almanya ve Avusturya’dan sosyalistler dayanışma mesajları yayınladı. İngiltere’deki Sosyalist İşçi Partisi yaptığı açıklamada, Adalet Bakanlığı’na protesto maili gönderme çağrısı yaptı. Ayrıca yayınları SolYayın arşivinde yer alan bazı sol, sosyalist gruplar dahil olmak üzere Türkiye’den de birçok dayanışma açıklaması yayınlandı. İşçi Cephesi, Marx21 Kolektifi, Patronsuz Dünya, Sosyalist Alternatif, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, Hak İnisiyatifi, Nor Zartonk, Antikapitalistler, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe, Adalet Zemini, Küresel BAK, Toplumsal Eşitlik Dergisi, Hak İnisiyatifi İstanbul gibi birbirinden farklı kurum Emin Şakir’in serbest bırakılmasını talep etti.

DAHA FAZLA MÜCADELE

EMİN YOLDAŞLA DAYANIŞMAK İÇİN 9 Aralık Cumartesi saat 10:00’da Galatasaray Postanesi’nden, 16 Aralık Cumartesi Kadıköy Postanesi’nden Emin Şakir’e kart yollayacağız. Mektup adresi: Maltepe Kapalı Cezaevi L1 C Blok C 18 Facebook: https://www.facebook.com/eminsakireozgurluk/ Twitter: https://twitter.com/EmineOzgurluk

NURDAN DÜVENCİ (DSİP üyesi)

Emin'den bahsederken en çok vurgulanan husus süphesiz yıllardır bitmez tükenmez bir enerjiyle tüm sol yayınları derlediği arşivi ve Sosyalist İşçi gazetesini sokakta, panel, toplantı vb. her türlü etkinlikte ısrarlı bir biçimde satması olmaktadır. Yazılı çizili her şeye meraklı olan Emin son derece mütevazı bir biçimde ve kendine özgü esprili tarzıyla Sosyalist İşçi'nin çıkan her yeni sayısını yoldaşlara, sokaktan geçen insanlara ulaştırmaya çalışır. Fikirlerimizin en önemli silahımız ise, devrimci gazete bu silahı kullanmanın en etkin yolu. Üsküdar’da birlikte faaliyet yürüttüğümüz süre boyunca Emin yoldaş süreklilik isteyen bu faaliyetin nasıl başarılı bir biçimde yapılacağının canlı örneği oldu. Bu yüzden aynı örgütte ve yerelde bulunmaktan dolayı şanslı olduğumu düşünüyorum. Kimin ne zaman ve hangi uyduruk gerekçeyle gözaltına alındığının ya da tutuklandığının belli olmadığı böyle bir dönemde, Emin'in tutuklanması bizler için bir gözdağı değil aksine daha fazla mücadele etmemiz için neden oluşturmaktadır.

Kamp Armen ile dayanışma yürüyüşü, 2015 İstanbul.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

KADIN CİNAYETLERİNİ NASIL DURDURABİLİRİZ? 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Gün vesilesiyle farklı şehirlerde eylem çağrıları yapıldı. Bir kez daha OHAL yasakçılığının hüküm sürdüğü koşullarda kadınlar sokağa çıktılar. İstanbul İstiklal Caddesi’nde toplanan binlerce kadın kolluk güçlerinin yürüyüşü engelleme çabasını, kararlılıkla aştı. Önce yürüyüşe izin verilmezken, kadınlar alanı terk etmedi. Ardından kortejin birleşmesini engellemek üzere kurulan polis barikatları çekilmek zorunda kaldı. Ankara ve İstanbul Valiliklerinin LGBTİ+ etkinliklerine yönelik yasakçı tutumu da 25 Kasım’daki yürüyüşte dalgalanan gökkuşağı bayraklarıyla protesto edilmiş oldu. Binlerce kadının İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde sokağa çıkmış olması sadece kadınların talepleri açısından değil, aynı zamanda OHAL’in kaldırılması, gösteri, yürüyüş, ifade özgürlüğü gibi demokratik talepler için de çok önemli. Yerli-milli iktidar söyleminin nobranlaştırdığı politik iklim, yükselen militarist dil gündelik yaşamdaki şiddeti art-

tırıyor ve meşrulaştırıyor. Türkiye’de kadınlar açısından en önemli başlıklardan bir tanesi halihazırda şiddetken, siyasi iklimde yaratılan nefret gündelik hayatta kadınları daha çok etkiliyor. Ancak şiddet sorununu çözmek konusunda adım atması gereken devletin bu konuda herhangi bir politikası yok. Dahası mevcut olumlu politikalardan kadınlar aleyhine geri adım atılmaya çalışılıyor. Şimdiye dek şiddet gören ve görme tehlikesi bulunan kadınlar için, son derece eksik olsa da önemli bir yasal koruma sağlayan 6284 no.lu kanun bile hedef haline gelmiş durumda. Yasanın kadınların hayatını kolaylaştıran kısımlarını değiştirmek istiyorlar. Şiddeti önlemek için devlet ne yapıyor? Kadın cinayetlerini haritalandıran kadinciyaetleri.org sitesinin araştırmasına göre, 2010 yılından bu yana en az 1915 kadın öldürüldü. Söz konusu kadınların yüzde 62’si kocası, eski kocası, erkek arkadaşı, babası, oğlu, erkek kardeşi veya erkek herhangi bir akrabası tarafından öldürüldü. Cinayetlerin gerekçeleri en az çokluğu kadar tüyler ürpertici. Yemeğe salça koymak, partnerini şikayet etmek, boşanmak istemek, telefon şifresini vermemek kadınlar için öldürülmek anlamına geliyor. Bu manzara karşısında kadınların yaşam haklarını korumak zorunda olan devlet kurumları ne yapıyor?

25 Kasım, İstanbul.

Hükümet ve Aile Bakanlığı’na göre toplum için en büyük tehlike boşanma oranlarının artması. Kadınlar boşanmak istedikleri için şiddete maruz kalırken ve öldürülürken, boşanmanın tehlikelerinden dem vurmak, cinayetleri meşrulaştırmaktan başka bir şey değil. Bu kadınlara “boşanmak istemezseniz hayatta kalırsınız” demektir. Devlet yetkilileri sadece söylemsel olarak boşanma ‘tehdidine’ dikkat çekmiyorlar aynı zamanda pratikte boşanmayı zorlaştıracak

25 Kasım, İstanbul.

bir dizi uygulama getirdiler. Hükümetin önceliği kadınları değil aile kurumunun bütünlüğünü korumak. Bu yüzden şiddetin ve cinayetlerin önüne geçmek için hiçbir sahici adım atılmıyor. Bu konudaki pratik neredeyse tamamen STK’lara ve kadın örgütlerine, yerel belediyelerin inisiyatiflerine kalmış durumda. Son dönemde KHK’lerle kapatılan dernekler, kurumlar arasında bu alanda pratik çalışma yürütenlerin olması, ihraç edilen personellerin arasında kadına şiddet konusunda eğitimli, deneyimlilerin bulunması ayrıca olumsuz bir etkiye sahip.

KADINLARIN KORUNMASI İCİN , MELTEM ORAL

Kadın cinayetlerini ve şiddeti önlemek için, faillerin yasal olarak cezalandırılması elbette önemli. Cinayetin ve şiddetin cezasız kalması, erkeklere ‘nasıl olsa başına bir şey gelmeyeceği’ güvenini veriyor. Yani yasal cezalandırma sadece adaletin yerini bulması için değil aynı zamanda caydırıcılık etkisi için de önemli. Ancak yeterli değil. Cinayetlerin ve şiddetin cezalandırılması kadar bunların gerçekleşmesini engellemek de önemli. Şiddete uğrayan, uğrama riski olan kadınların korunması

ve güçledirilmesi gerekir. Kadınların hayatlarını kolaylaştırılacak bir dizi adım atılabilir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2016 faaliyet raporunda resmen ‘hiçbir şey’ yapmadığını açıklamıştı. En az her 3 kadından birinin şiddete uğradığı bir ülkede, yıl boyunca sadece 5 kadın konukevi açmayı hedefleyen bakanlık, sıfır (0) konukevi açmayı başarmıştı. Kreş meselesi de farklı değil. Bakanlığın gerekçesi bütçe yetersizliğiydi. Bakanlığa ayrılan 22.079.932.656 liralık bütçe bir tane bile sığınak açmaya yetmemiş. Kadınları

korumak için yeterli paranın olmadığı bir yalan. Geçen hafta savaşa, militarizme, daha fazla silahlanmaya 92 milyar 718 milyon 151 lira ayrıldı. Türkiye’deki servetin yüzde 20’si vergi cennetlerinde. En az 45-50 milyon avro yolsuzluk ve rüşvet çarkında dönüyor. Bu paralarla tüm dünyaya yetecek kadar sığınak açılabilir, istihdam edilecek personelin on yıllar boyunca maaşı garanti edilebilir. Şiddete uğrayan her kadın için ücretsiz hukuk, sağlık, eğitim desteği verilebilir. Varsa çocuklarının eğitim, ba-

kım masrafları karşılanabilir. Kadınların hayatını yeniden özgür bir biçimde inşa etmesi için düzenli maddi yardım yapılabilir. Ev kadınlarına düzenli maaş bağlanabilir ve kocalarının maaşlarına, sigortalarına ve emeklilik haklarına mahkum olmalarının önüne geçilebilir. Ücretsiz, erişilebilir, kaliteli lokantalar açılabilir. Hem ihtiyacı olan herkes bu lokantalardan beslenebilir hem de kadınlar her gün yemek pişirme yükünden kurtulabilir. Bu taleplerin ve daha fazlasının gerçekleşmesi hayal değil. Yeterli para olmasına rağmen bu taleplerin gerçekleşmiyor olmasının nedeni kendilerinin ve zenginlerin çıkarlarını koruyan siyasi iradedir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.