Sosyalist İşçi 610

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

610

4 Ocak 2018 3 TL. sosyalistisci.org

SADAKA DEĞİL HAKKIMIZI İSTİYORUZ

ASGARİ ÜCRET 2500 TL OLMALI n Patronlar istedi, hükümet uyguladı. n 6 milyondan fazla işçiye bu sene de açlık sınırı altında ücret dayatıldı. n Asgari ücretteki insafsızlık, diğer ücretlere de örnek olacak. n İnsan onuruna yakışır ücret için hep birlikte mücadeleye! sayfa 9

İRAN’DA HALKIN HAKLI İSYANI

sayfa 4-5

2018 AYAKLANMAYLA BAS, LADI


2

GÜNDEM

KİTLE AYAKLANMALARI ÇAĞINDAYIZ

SİYASETTE DERİN ÇATLAK

Çağımız çok açık ki bir kitle ayaklanmaları çağı. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, kitleler açısından asıl anlamını özgürlüğü gerçekten elde edebileceği geniş kalabalıkları buluşturma yeteneğinde buluyor hâlâ. Sosyal medya, kitlelerin buluşmasına yardım ettiği ölçüde yenilikçi, özgürleştirici. Kitleler, sahip oldukları kısıtlı avantajları korumak için sokağa inmekten başka bir çare kalmadığında meydanları işgal ediyor. Çağımız meydan işgalleri çağı bu anlamda. Ve sosyal medya araçları bu işgalleri kolaylaştırıcı bir işlev gördüğü ölçüde anlamlı. 1990’lı yılların sonunda tüm gezegen yepyeni bir kuşağın harekete geçmesi sayesinde soluklandı, kitle eylemleri bazen büyük şirketleri, bazen Dünya Bankası gibi kuruluşları ve bazen de George W. Bush gibi seri katilleri köşeye sıkıştırdı. Dünyanın bir ucu bir başka ucundaki haksızlıklarla dayanışmak için varını yoğunu ortaya koydu. Daha geniş kapsamlı dayanışma ağları da kuruldu ve dünyanın en merkezi gündemleri etrafında politik kampanyalar örgütlendi ve örneğin ABD’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği Irak işgalinde olduğu gibi hem bu işgali geciktirdi hem de ABD’nin Irak’ta yenilgisine küresel bir siyasi zemin hazırladı. Bu kuşak, hem yeni bir hareketi örgütledi hem de eski hareketin aktvistlerini, daha yaşlı kuşağı ve hatta bütün bir solu kapalı devre politika yapmaktan kurtararak milyonlarca insanla buluşturdu. Yenilenmeyi başarabilenler Antikapitalist hareketin bir parçası, zaman zaman sözcüsü olabildiler. Zamanla, hareket devrimci bir kitlesel liderliği inşa edemediği ve işçi sınıfının aktif liderliğine ve hareketine yaslanmadığı için bürokratlaştı, yaşlandı, yoruldu ve geri çekildi. Bu hareketin artçıları, Arap Baharı’nın etkisiyle parlayan meydan işgalleri oldu. Bu işgal hareketleri ise özellikle Yunanistan ve İspanya’da siyasi ifadesini yeni sol reformist partilerde buldu. Arap Baharı’nın geri çekilmesi, Mısır’da darbe, Suriye’de sınıf şekillenmesini kıran ve yıllara yayılan iç savaş, IŞİD isimli bir belanın yarattığı kaygı ve özellikle ABD ve Rusya gibi güçlerin Ortadoğu’da at koşturması 2008 küresel krizinin etkisiyle şekillendi. Bu krize tepki örgütleme yeteneğini kaybeden ve bir dizi başlıkta bölünenen Antikapitalist hareketin müdahale edememesi nedeniyle siyasi atmosfere sağcılık ve karamsarlık hakim oldu. Ama şimdi bir başka gücün sokağa çıkışına tanıklık ediyoruz ve önümüzdeki dönemde de edeceğiz. İran daha yoksul, daha genç, önceki dönemin ağırlığını taşımayan bir kuşağın karmaşık fikirlerle yüklü isyan hareketinin merkezi oldu. Bu isyanı beğenmeyenler var. Onlara vermemiz gereken iki kötü haber var: Birisi, bu bir başlangıç! İran’da başlayan olaylar İran’da kalmayacak. Daha sık karşılaşacağız. Karmaşık fikirlerin toplamı olan bu hareketler önümüzdeki döneme damga vuracak. Aslında bir süredir damga vuruyor. İçinde sağcıların olmadığı eylemler olmuyor. Bu eylemleri karalamak, bu eylemlerden uzak durmak, daha saf eylemler beklemek gibi tutumlar, halkların rejimleri istemedikleri için sokaklara çıktığını ve nasıl bir şey istediklerine mücadele içinde karar vereceklerini görmemek anlamına geliyor. Bu isyan hareketlerini beğenmeyenlere ikinci haberi vermesi için ise sözü Lenin’e bırakalım: “Toplumsal devrimin, sömürgelerde ve Avrupa’da ayaklanmalar olmadan, bütün önyargılarıyla küçük-burjuvazinin bir kesiminin devrimci patlaması olmadan, siyasal bakımdan bilinçsiz olan proleter ve yarı-proleter yığınların, toprakbeyliği, kilise, krallık boyunduruğuna karşı, ulusal vb. boyunduruğa karşı hareketi olmadan düşünülebileceğini sanmak, toplumsal devrimi reddetmektir. Bu bir ordunun belirlenmiş bir noktada mevziye girerek ‘biz sosyalizmden yanayız’ ve bir başka ordunun da bir başka noktada saf tutarak ‘biz emperyalizmden yanayız’ diyeceğini ve o zaman toplumsal devrim olacağını sanmak olur! Ancak böylesine ukalâca ve gülünç bir görüş açısından hareket ederek İrlanda ayaklanmasına ‘darbe’ diye sövülebilirdi. ‘Saf’ bir toplumsal devrim bekleyen kimsenin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir.”

Türkiye 1.5 yıldır KHK’lerle yönetiliyor.

Recep Tayyip Erdoğan çok

uzun bir süredir siyasal alanı üzerinde hegemonya kurmuş durumda. Fakat son aylarda bu hegemonyası ciddi bir sarsıntı geçiriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi daha önce yaşadıklarından daha farklı ve daha derin bir çatlakla yüzyüze. Mesele Gül değil Bu sefer açığa çıkan çatlağın derinliğini tayin eden krizin diğer tarafında Abdullah Gül’ün yer alması değil. Bu kez açığa çıkan çatlak, AKP’yi her düzeyde etkiliyor. İdeolojik düzeyden başlayıp partinin yönetim tarzında oluşan yeni anlayışa kadar AKP ciddi bir sorunla karşı karşıya. Örneğin hem 29 Ekim kutlamaları sırasında hem de 10 Kasım anması günlerinde AKP’liler birden Atatürkçülük gömleğini giymek zorunda buldular kendilerini. Bunu, AKP’nin en baştan beri Atatürk’e saygıyla yaklaştığını söyleyerek destekleyen AKP’liler olduğu gibi 10 Kasım’da Erdoğan’ın izlediği politik çizginin AKP’nin Kemalist olduğu anlamına gelmediğini söyleyerek eleştiri yapan AKP’liler de çıktı. İdeolojik olarak yaşanan sarsıntı, batıyla, özellikle başlıca AB ülkeleriyle yaşanan krizlerin değerlendirmesinde de dikkat çekici bir şekilde görüldü. Batıyla ilişkilerin asla kopartılmaması gerektiğini söyleyen AKP’liler her kötülüğün altında batılı bir nifak tohumu ekicisi arayan AKP’lilerle tartışmak zorunda kaldılar.

AKP içi tasfiyeler AKP’nin çatlakları seçilmiş belediye başkanlarının direnişi sırasında sadece ideolojik tartışma olmanın ötesine geçti. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir dizi büyükşehir belediyesinin başkanı bizzat Erdoğan tarafından görevden alındı. Her gelişmede ‘seçimle gelen seçimle gider’ vurgusunu yapan AKP liderliğinin, bizzat AKP’li belediye başkanlarını görevden alması, hem bu başkanların adı etrafında yolsuzluk ve kirli ilişkiler gibi bir dizi tartışmayı gündeme getirdi hem de seçilmiş temsilcilerin parti müdahalesiyle görevden alınması ve bu kişileri seçenlerin ne olup bittiğini anlayamamış olmaması demokrasinin en temel işleyiş kurallarıyla AKP arasında derin bir mesafe açılması anlamına geldi. Erdoğan’ın bu süreci eleştirenlere, onları önerenin AKP olması nedeniyle kimsenin eleştirme hakkı olmadığını söylemesi ve ileride belediye başkanlarının da atamayla göreve gelmesinin tercih edilebileceğini söylemesi AKP içi tasfiye sürecinin başka bir boyuta sıçramasına neden oldu. Sadece belediye başkanları değil parti yöneticilerinin de hızlı bir şekilde değiştirilmesi, basit bir 2019 seçimlerine hazırlık sürecinin ötesinde bir durum olduğunu gösteriyor. Ekonomiden Kürt sorununa AKP liderliğinin ekonomiden Kürt sorununa yaklaşımda bazen kendi kendileriyle çelişkiye düştüğünü de görebiliyoruz. Merkez Bankası’yla faiz oranla-

rı tartışmasından daha önemli olan batıyla ekonomik ilişkilerin sürdürülüp sürdürülmeyeceği konusundaki afaki tartışma. Erdoğan bir konuşmasında bazı sermaye gruplarının yatırımlarını yurtdışına kaçırdığını söyledi ve hemen ertesi gün bunu başka anlamda dile getirdiğini ifade etti. Çavuşoğlu Kürt sorununda çözümden söz ettiği konuşmasının hemen ardından böyle bir şeyin asla düşünülemeyeceğini açıkladı. NATO’yla en sert tartışmaların arından NATO’nun en önemli ittifak gücü olduğu açıklamalarına kadar AKP liderliğinin sıkışmışlığını gösteren bir dizi tartışma alevleniyor sonra gözden kayboluyor sonra başka bir tartışma yaşanıyor. Bu gelişmelerin nedeni, AKP liderliğini saran 2019 heyecanı. 2019’da seçimlerin çantada keklik olmadığının açığa çıkması, devletin beka kaygısı öne sürülerek kurulan yerli-milli koalisyonunun AKP’yi zafere ne kadar yaklaştıracağının kuşkulu olması ve dış politikada, 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte devlet yapılanmasında ve iç politikada yaşanan gerilimler AKP’nin çatlaklarını derinleştiriyor. Burada önde gelen bir AKP’li figür olan Abdullah Gül’le yaşanan çatlaklar değil. AKP liderliği bu çatlakları kendi lehine çevirebilecek yeteneğe sahip. Önemli olan AKP liderliği ile taban, yoksullar, asgari ücretliler arasındaki çatlağın düzeyi.


GÜNDEM

SAĞA KARŞI SAĞ İTTİFAKLAR İŞÇİLERE BİR ŞEY KAZANDIRMAZ

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

2018’DE BARIŞ MÜCADELESİ Türkiye’de yerli-milli bir siyasi konsensüs, barış kavramını kullanmayı bile imkansız hale getirmeye çalışıyor. 2017 yılı bu açıdan çok zorlu geçti. Çatışma yerine diyalog yönünde ısrar edenler, yeni bir çözüm sürecinin devreye girmesi gerektiğini savunanlar zorlu bir mücadele verdiler. Üstelik bu durum sadece Türkiye’de böyle değil. Sağın güçlü olduğu ya da meydan okuyarak merkezi siyaseti sıkıştırdığı her yerde benzer süreçler yaşanıyor. ABD’nin başında öyle bir başkan var ki nükleer bir savaşı ‘şakacı’ bir dille gündeme getirebiliyor. Bunu yaparken aynı vurdumduymaz üslubuyla Filistin’e yardım programının gereksiz bir hale geldiğini iddia edebiliyor. Trump başkan seçildiğinde bildiğimiz dünya düzeninin sonunun geldiği çok açıktı. Ama karşı karşıya kaldığımız seviyesiz üslup beklenmedik bir durum. Tehlikeli olan, bu üslubun ima ettiği yönetim tarzının küresel ölçekte normal haline gelmeye başlaması.

İP, Saadet’le seçim ittifakını görüşmeye başladı.

Bütün sermaye partileri, 2019 seçim-

lerine kilitlenmiş durumda. Her biri kendi adaylarını çıkartmanın peşinde. 16 Nisan referandumunun %51 evet - % 49 hayır sonuçları, burjuva partileri ittifaklar kurmaya itiyor. Yüzde 51'i korumak isteyen Erdoğan, ülkücülerle ittifaka hazır. Partisinin bir bölümünü Akşener'e kaptıran MHP'nin ise baraj sorunu var. Ayakta kalmak için Bahçeli'de ittifaktan yana. OHAL'le gelen baskı ve istikrarsızlığın sorumlusu olan bu iki sermaye partisine karşı "hayır bloku" kurulması girişimleri 17 Nisan'dan beri gündemdeydi fakat son haftalarda yaşanan gelişmeler bir hayır bloku bulunmadığını, ‘hayır’ diyen birden fazla siyasi

akımın aralarında bir ortaklık bulunmadığını ortaya koydu. Laik orta ve üst sınıfların, Erdoğan'a karşı güçlü bir lider arayışlarına seslenmek isteyen Akşener'in İP'i, kapılarını CHP'ye kapatarak iktidardaki sağa karşı sağ bir muhalefetten yana olduğunu ortaya koydu. Programı, ideolojisi ve ne kadar oy alacağı belirsiz olan ırkçı İP, CHP ile ittifak kurmayı düşünmediklerini belirterek, anti-semitik ve yabancı düşmanı kampanyalarıyla öne çıkan Saadet ve sağcı tabela partisi DP ile ittifak kurabileceklerini açıkladı. İktidardaki "yerli ve milli" ittifakına karşı, milliyetçi partilerin ittifakının bir alterantif olamayacağı ise daha 3

sene önce, ülkücü Ekmellledin İhsanoğlu vakasıyla kanıtlanmış, burjuva muhaliflerinin ilkesiz birliği sadece Erdoğan ve Ak Parti'nin işine yaramıştı. Soldan kimileri aylardır Akşener ya da kendiden menkul sağcılardan medet umuyor. Fakat kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki Erdoğan'a karşı alternatif olacağını söyleyen Akşener, Ak Parti için değil CHP için seçmenlerini çalan bir tehdide dönüşmüş durumda. Milliyetçi sermaye partilerinin kapıştığı parlamenter alandan gelecek bir değişimi bekleyenler, bunu hiç göremeyecekler. Çözüm sermaye partilerinin dayattığı sahte kutuplaşmaya son verecek, tabandan gelişecek mücadelelerde.

EMİN YOLDAŞI SERBEST BIRAKIN! Bu satırlar yazılırken DSİP üyesi Emin Şakir’in tutukluluğunun 36. günü. OHAL fırsatçılığıyla binbir irrasyonel gerekçeyle, adaletsizce tutuklanan binlerce insan yeni yıla cezaevlerinde girdi. Tutukluluğunun birinci ayında yoldaşları Emin Şakir’in derhal serbest bırakılması talebini sosyal medya kampanyasıyla bir kez daha dillendirdi. Emin Şakir’in tutukluluğuna avukatının yaptığı itiraz

Bu üslupla beraber bütün gezegenin üzerine boca edilen şey apaçık bir savaş tehdidi. Savaş tehdidi geçiştirilecek bir olasılık değil. Bir ülkenin başkanı, Birleşmiş Milletler toplantısında bir başka ülkeyi haritadan sileceklerini ilan ediyor. Haritadan silinmekle tehdit edilen ülkenin başkanı ise sürekli olarak nükleer denemeler yaptıklarını söyleyerek tüm dünyaya meydan okuyor. Bu militarist böbürlenmelerin, bu savaş oyunlarının arka planında emperyalizmin küresel hegemonya krizinin tetikleyici bir rol oynadığını görmek mümkün. 21. yüzyılın efendisi kim olacak? ABD’nin gerileyen hegemonyası, ekonomik gerileyişi emperyalizmin çatlaklarının daha hızlı büyümesine neden oluyor. ABD çoklu bir krizle yüz yüzeyken başka güçler meydan okuma gücünü kendisinde buluyor. Trump, ABD egemen sınıfının bir kanadının bu gerilemeyi sona erdirecek çözümü olarak öne çıkıyor. Trump’ın yıl sonunda açıkladığı stratejik belge, ABD’nin çıkarlarının garantiye alınması için askeri varlığının daha görünür olacağını ilan ediyordu. 2018 yılı, askeri çelişkilerin ve yoğunlaşmanın artacağı bir yıl olacak. Savaş karşıtları buna yanıt olarak birleşik eylem örgütlemek zorunda. Savaşın bedelini ödeyecek olanlar, savaştan kâr edecek olanlara karşı birleşmeli. 2018 yılı bu birleşik mücadele için tüm fırsatların değerlendirildiği bir yıl olmalı.

Gönderdiği son mektupta cezaevindeki gündelik rutinin yanı sıra OHAL döneminde kısıtlanan haklara da değinen Emin’in avukatıyla yaptığı görüşmelerde kapı açık bırakılıyor, konuşmaları dinleniyor. Emin yoldaşın aktardığına göre keyfi olarak bazı mektuplar iletilmiyor. Revire çıplak aramaya maruz kalarak gidiliyor. Böyle keyfi uygulamalar için dilekçelerle sürekli yapılan itirazlara OHAL gerekçe gösteriliyor.

mahkeme tarafından reddedildi. Yeni yıla girmeden dava süreciyle ilgili yaşanan son gelişme ise iddianamenin hazırlanmış olduğu bilgisiydi. Avukatları ve yoldaşları iddianame henüz mahkeme tarafından kabul edilmediği için, içeriğinden haberdar değil. Savclığın iddianameyi tamamlamış olması avukatlar tarafından olumlu bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Emin yoldaşa gönderilen kitapların teslim edilmemesi önemli sorunlardan bir tanesi. Benzer bir keyfi muamele başka cezaevlerinde de yaşanıyor. Yakın zamanda bir cezaevine gönderilen Küçük Prens, Peter Pan, Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi kitapların bile OHAL süreci gerekçe gösterilerek teslim edilmediği orata çıkmıştı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından benzeri hak kısıtlamaları özellikle cezaevlerinde arttı. Başta kitap yasağı olmak üzere, avukat görüşlerinin dinlenmesi vb. tutuklu ve hükümlü haklarını çiğneyen tüm uygulamalara derhal son verilmelidir.


4

DÜNYA

İRAN’DA YOKSULLAR

AYAKLANDI OZAN TEKİN

Yeni yıla İran’ın Meşhed kentinde

başlayan ve kısa süre içerisinde tüm ülkeye yayılan kitle gösterileriyle girdik. 28 Aralık günü yapılan ilk eylemlerin içeriği, ekonomik gidişata karşı itirazdan ibaretti. Gösteriler başta, şu anda iktidarda bulunan rejimin “reformcu” kanadına karşı daha sert muhafazakârların inisiyatifiyle yapıldı. Ancak kısa sürede kontrolden çıktı ve egemen sınıf içi çekişmenin her iki kanadını da karşısına alan, tüm siyasi düzeni protesto eden kitlesel eylemlere dönüştü. İran rejiminin içgüdüsel tepkileri, tıpkı Arap Baharı’nda diğer diktatörlerin yaptığı gibi veya Gezi direnişine Tayyip Erdoğan’ın verdiği yanıt gibi oldu. Çeşitli devlet sözcüleri gösterilerin arkasında “dış güçlerin” olduğunu iddia etti. Sosyal medya ve internet erişimi kısıtlandı. Tüm şehirlerin merkezine kolluk kuvvetleri konuşlandırıldı. İlk 6 günde toplamda 22 kişi yaşamını yitirdi. Protestolar başladıktan birkaç gün sonra açıklama yapan Cumhurbaşkanı Ruhani “insanların eleştirilerini dile getirme hakkı” olduğunu söyleyerek tansiyonu düşürmeye çalıştı, ancak ruhani lider Ayetullah Ali Hamaney “İran’ın düşmanlarının” ülke içerisinde sorun çıkartmayı hedeflediğini dile getirdi, İçişleri Bakanı da “protestocuların bedelini ödeyeceklerini” ifade etti. Arap Baharı’nın ruhu Gösterilerin kalbinde, 7 yıl önce Tunus ve Mısır’da başlayıp tüm bölgeye yayılan devrimlerin talepleri bulunuyor. Kirmanşah’ta “Ekmek, özgürlük, adalet” sloganları atılıyor, bir başka kentte “İran’da serbest olan nedir? Hırsızlık ve adaletsizlik” diye bağrılıyor. İran’da gösterilerden önce fiyatlarda muazzam bir artış oldu. Yumurtanın fiyatı bir haftada iki katına çıktı. ABD ile 2015’te varılan Nükleer Anlaşma’nın beklenen ekonomik iyileşmeyi getirmemesi, insanlarda hayal kırıklığı oluşturdu. Ülkede gençler arasında işsizlik oranı %40. Halk son 10 yılda %15 yok-

sullaştı. Özelleştirmeler ve güvencesiz işler, işçi sınıfının gitgide daha kötü koşullarda yaşamasına yol açarken, ekonomide devlet adamlarına bağlı tekellerin ve yolsuzluk yapanların hükmü geçiyor. Dış politika eleştirisi

Eylemciler dış politikayı da eleştiriyor. Bölgesel etkiye sahip altemperyalist bir güç olan İran, son birkaç yılda hem ABD işgali sonrasının Irak’ında hem Arap Baharı’yla başlayan ayaklanmanın ardından iç savaşa sürüklenen Suriye’de, hem de Suudi ablukasına karşı Husilere verdiği destekle “sahada” son derece etkin bir oyuncu hâline geldi. Bu bölgesel ittifakların arkasında Çin ve Rusya’nın desteği de bulununca, bu “eksen” ABD ve Batı emperyalizmine karşı bölgenin bazı yerlerinde üstünlüğü ele geçirdi. Suriye Devrimi canlı ve hareketliyken, rejim karşıtları arasında kendilerine en iyi desteğin ne olacağı konusunda farklı görüşler mevcuttu. Batı’nın müdahalesi, silah yardımı gibi opsiyonlar masadaydı. İran halkının bugünlerde giriştiği eylemler ise mücadele edenler arasında enternasyonal bir bağın nasıl kurulabileceğini gösterdi. Sokağa çıkanlar, İran’ın diktatör Esad’a desteğini kesmesini talep ederek, kendi hükümetlerine karşı Suriye halkının müttefiki olacak şekilde mücadele ediyorlar. Bunun yanı sıra, örneğin İran’ın Filistin halkının haklı davasının da eleştiriye konu olduğu yerlerde, sloganlara milliyetçilik, hatta zaman zaman Arap düşmanlığının da karıştığını gözlemlemek mümkün. Kitle hareketleri ve mücadele içinde mücadele Zaten her kitle hareketinde olduğu gibi, İran’da da kendiliğinden büyüyen eylemlerin içinde farklı görüşler birbiriyle mücadele ediyor. Örneğin, İran’ın Batı destekli seküler diktatörü Şah Rıza Pehlevi’yi övüp monarşiyi özleyenlerin sloganları da duyuluyor. Tam da bu yüzden, İran

solundan farklı unsurlar, solun eylemlerde daha fazla yer alıp etkisini hissettirmesi gerektiğine dair açıklamalar yaptılar.

Meseleye Türkiye’den bakanlarda ise bu karmaşık ilişkiler bütününü ve mücadele içindeki mücadeleyi anlamaktan uzak yorumlar dikkat çekiyor. Eylemlerde ilk günden “ABD’nin parmağını” arayıp ihtiyatlı durmak gerektiğini savunanlardan, açıkça İslam Cumhuriyeti’ni savunan Türkiyeli “laikçi” yazarlara kadar geniş bir skala, böylesi tuzaklara düştü. Bu görüşlerin arka planında, Ortadoğu halklarının kendilerini özgürleştirme potansiyeline duyulan güvensizlik yatıyor. Oysa İran köklü bir mücadele geleneğine sahip. 1979’da gerçekleşen, sovyet benzeri şura yapılanmalarının ortaya çıktığı gerçek bir işçi devrimiydi. Stalinizmin hataları yüzünden devrim ilerleyemedi ve mollalar rejimin başına geçti. Çoğu solcu 1979’u basitçe “İslam devrimi” olarak görüyor ve şeriat kurulduğu için İran’ı asla benzenmemesi gereken “gericiliğin kalesi” olarak anlatıyordu. 2009’da örgütlü Yeşil Muhalefet’in sahneye çıktığı kitlesel eylemler rejimi sarstı. Sonrasında Arap Baharı başladı. “Seküler” Baas rejiminin katliamlarına verilen desteğin ardından İran “ilerici ve antiemperyalist” cepheye konuldu. Şimdi de bu sebeple rejime karşı ayaklananlar beğenilmiyor.

Kadınlar direnişin ön saflarında.

Mücadele edenlerin yanındayız Geniş halk kitlelerinin ayaklanmaları, başkalarının onayına muhtaç değildir. Emperyalizmi ve bölgedeki tüm haydut devletleri yenecek olan, sıradan insanların, işçi sınıfının mücadelesidir. ABD’nin İran’a uyguladığı ambargonun karşısındayız. Suudi Arabistan ve İsrail’le birlikte Ortadoğu’daki tüm planlarına karşı çıkıyoruz. Fakat bu güçlere karşı İran devletine, onun Rusya, Çin veya Irak’taki mezhepçi hükümet ile oluşturduğu ittifaklara değil, bölgedeki işçilerin uluslararası mücadelesine güvenmek gerekir.

Üniversiteler ayakta.


TARİH

5

1979 İRAN: ÇALINAN DEVRİM

8 Mart 1979, Tahran. Kadınlar örtünmeyi zorunlu kılan yasaya karşı sokakta. ÇAĞLA OFLAS

1979 İran devrimi kendisinden önce meydana gelen tüm devrimler gibi, işçi sınıfının kendiliğinden eyleminin kapitalizm karşısındaki merkezi gücünü gösterdi. İran’daki kitle hareketi Şah rejimini ve onun askeri ve siyasal gücünü yerle bir etti. Devrim kitlelerin işçi, köylü, asker şuraları, mahalle komiteleri gibi öz örgütlülüğünün çeşitli biçimlerini geliştirdi. Ayrıca, eşit haklar için kadınlar, kendi kaderini tayin etmek için ezilen uluslar, eğitim sisteminin bağımsızlığı için öğrenciler, iş ve sosyal güvenlik için işsizlerden oluşan geniş kesimler devrimin parçası haline geldiler. Ekonomik ve sosyal koşullar İran devrimi ABD emperyalizmi ile köklü ilişkiler geliştiren Şah rejiminin sonunu getiren bir dizi sosyal ve ekonomik koşulların olgunlaşmasıyla başladı. 1979 öncesinde İran kapitalizmi olağanüstü büyüdü. Burjuvazisi ekonomide devlet yatırımlarıyla birlikte belirleyici konuma geldi. Sermayedeki genişleme ve tekelleşmeyle birlikte küçük burjuvazi ve tüccarlar da büyük sermaye karşısında erimeye başladı. Toprak reformu ve tarımdaki modernleşmeyle birlikte köylülük hızla çözüldü. Milyonlarca insan şehrin kenarlarında kurulan teneke evlere yerleşti. İşsizlik ve sefalet koşullarında milyonlar yaşam mücadelesi verirken, bir avuç zengin ve devlet görevlileri bolluk içinde göz kamaştırıcı bir yaşam sürüyordu. Devrim öncesindeki politik manzara ise tam olarak şöyleydi: Başta kent yoksulları ve işçi sınıfı olmak üzere toplumun tüm kesimleri rejimin karşısındaydı. Rejim birbirinden farklı çıkarlara sahip tüm memnuniyetsiz kesimlere rağmen, ordu,

polis ve gizli istihbarat birimlerinden(CIA-MOSSAD, SAVAK) oluşan baskıcı bir devlet mekanizmasıyla ayakta duruyordu. 1978-1979’da kent yoksulları ve işçi sınıfından oluşan kitlesel hareket, Ortadoğu’nun batı tarafından desteklenen en zalim rejimine son vererek siyasi bir devrim gerçekleştirdi. İşçi sınıfı : Devrimin motor gücü 1977 yılında rejime ilk muhalefet kent yoksullarından geldi. Şah tarafından Güney Tahran’a gönderilen polisler büyük bir direnişle karşılaştılar. Bu olay toplumun diğer kesimlerine cesaret verdi. Rejimin sertleşmesi ve işçi ücretlerinin düşmesi üzerine fabrikalarda ve iş yerlerinde hareket yükseldi. Protesto eylemleri ve grevler rejim güçlerini ve emperyalistleri kaygılandırmaya başladı. 1978 sonbaharında yapılan yürüyüşe bir milyon kişi katıldı. Şah “suya düşmüş bir kartopu gibi eriyoruz“ diyordu. Şah sıkıyönetim ilan etti ve askerler ‘Kara Cuma’ olarak adlandırılan 8 Eylül günü Tahran’da çok sayıda göstericiyi öldürdüler. Bu olay kitlelerde büyük bir öfkeye yol açtı. Ertesi gün Tahran’daki petrol rafinerisinde çalışan 700 işçi sıkıyönetim ilanını ve önceki günkü katliamı protesto etmek için greve çıktı. Grev 48 saat içinde İsfahan, Abadan, Tebriz ve Şiraz’daki rafinerilere sıçradı. Öne çıkan talepler yüzde 100 ücret artışı, yöneticilerin işten alınması, sosyal yardım ve hizmetlerin iyileştirilmesi, sıkıyönetime son verilmesi, gizli örgüt Savak’ın dağıtılması ve siyasi tutukluların serbest bırakılmasıydı. Aralık ayında Tahran’da 2 milyon kişi “Amerikan Kuklası asılsın”, “Halka silah verilsin” talebiyle yürüdü. 16 Ocak 1979’da, ülke hala grevlerle ve gösterilerle çalkalanırken, Şah Mısır’a gitmek üzere ülkeyi terk etti.

Lidersiz devrim Devrim sonrasında ortada şöyle bir tablo vardı: Bir tarafta emperyalist ülkelerle ilişkileri sürdürmekten yana olan burjuvaziyi temsil eden geçici hükümet (Bazargan), diğer tarafta fabrikaların yönetimini ele alan şuralar, öte yanda da, sefalet içinde yaşayan kent yoksullarını arkasına takan, çarşı-bazaari denen geleneksel küçük burjuva kesimleri temsil eden, büyük toprak sahiplerinin de içinde olduğu mollardan oluşan bir hareket. Bu hareketin başında Humeyni vardı. Tüm bu karmaşık tablonun tersine çevrilebilmesi işçi sınıfının kent yoksulları ve ezilen kesimleri yanına çekmesiyle mümkün olabilirdi. İşçi Şuraları bu konuda atılan ilk adımdı. Ancak şuralar arasında koordinasyon sağlayacak ve ezilen tüm kesimlerin desteğini kazanarak, işçi sınıfını iktidara taşıyacak devrimci önderliğin yoksunluğu, devrim için de ölümcül sonuçlara yol açtı. Stalinizm ve İran solu Stalinizm etkisi altındaki İran solunda hakim olan aşamalı devrim anlayışı İran devriminin yenilgisine yol açtı. İran solunun ana gövdesini oluşturan TUDEH’e göre İran’daki mücadelenin temel hedefi milli, demokratik bir devrimdi. Devrim öncelikle emperyalizmle bağlarını kopararak, milli burjuvaziye dayalı bir ekonomi kurulmalıydı. Rusya etkisindeki TUDEH daha önce de defalarca burjuva ve küçük burjuvazinin koalisyonunu savunan ulusal cephede yer aldı. 1953 darbesi karşısında da “milli” dediği burjuvaziyle ittifak yaparak işçi sınıfının yenilgisine yol açtı. Devrim esnasında ise “radikal ve anti-emperyalist” bir tutum sergileyen Humeyni ve mollalar hareketini destekledi. TUDEH dışındaki solun da tutumu ne yazık ki farklı olmadı. Diğer bir muhalefet odağı Halkın Fedaileri

önce demokrasi, toplanma ve basın özgürlüğü vaat eden liberal burjuvazinin temsilcisi Bazargan hükümetini destekledi. Ancak daha sonra Bazargan’ı “komprador” olmakla suçlayarak, Humeyni ve mollalar hareketini desteklediğini açıkladı. Solun yarattığı boşluk İşçi kitlelerine önderlik edemeyen solun yarattığı siyasal boşluk Humeyni’nin iktidara gelmesine yol açtı. Çeşitli derneklerde, camiler aracılığıyla örgütlü olan hareket geniş kitlelerin öncülüğünü kazanmak noktasında pek çok adımlar attı.. Başlangıçta Humeyni “Bonapartist” bir edayla devrim önderi olarak tüm toplumsal kesimlerden bağımsız bir tablo çizdi. Ne İran’daki burjuvazinin ne de ABD ve emperyalistlerin tepkisini çekmek istiyordu. Hem liberal demokrasinin taleplerini hem de solun emperyalizm karşıtı söylemlerini sahiplendi. SAVAK gibi kurumları ortadan kaldıracağına, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüyle ilgili bir dizi liberal demokrasi taleplerine ilişkin güvenceler verdi. Hatta Liberal burjuva temsilcilerin hükümeti kurmalarına izin verdi. Ancak Humeyni iktidarı ele geçirdikten sonra, karşı-devrim işçi örgütlerini ezdi. Sendikalar korporatif hale getirildi, grevler yasaklandı. Devleti ele geçiren mollalar, daha Şah devrilmeden Humeyni’nin yanına geçen generaller, bürokrasinin bir kesimi, büyük burjuvazinin bir bölümü, çarşı-bazaari burjuvazisi ve toprak sahipleri için İran’da yeni bir dönem başlattı. Ağırlıkla devlet kapitalizmine dayalı ekonomik yapıda kitlelerin rahatça sömürüsü, kurulan olağanüstü rejimle güvenceye alındı. İran’da bir işçi devrimi olarak başlayan süreç, liderliğin hatalı politikalarıyla bu sürecin tüm demokratik kazanımlarını gasp eden karşı devrimci bir başka liderliğin eline geçti.


6 GÜNDEM

2018’İN BARIŞ VE ÖZGÜRLÜĞÜN YILI OLMASI İÇİN OHAL’E SON!

8 Mart 2017, Zonguldak.

2016’nın Temmuz ayından beri Türkiye giderek sertleşen bir OHAL rejimi altında yaşıyor. Başlangıçta darbe girişiminin sorumlularına karşı başlatıldığı, halkın paniğe kapılmaması gerektiği söylenen OHAL, kısa bir süre içinde darbe girişimi ile hiç ilgisi bulunmayan insanlara ulaştı. Sadece hükümete muhalif olduğu, amiriyle anlaşmazlık içinde olduğu, bir bankaya para yatırdığı, bir sendikaya üye olduğu veya barış talep ettiği için 100 binlerce insan kamu görevinden ihraç edildi. Ancak OHAL’in bilançosu ihraçlardan ibaret değil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, OHAL’in kalkmasını isteyen TÜSİAD’a seslenirken söylediği gibi OHAL grevlerin yasaklanmasından, taşeron düzenlemesine, gösterilerin keyfi bir şekilde yasak ilan edilmesinden, LGBTİ+ etkinliklerinin engellenmesine kadar farklı alanlarda işçi sınıfı ve ezilenlere hayatı dar eden bir nitelik taşıyor. Acımasız bir cezalandırma yöntemi: “Medeni ölüm” Aralık ayında çıkarılan son KHK ile kamu görevinden ihraç edilerek “medeni ölüm”e mahkûm edilen insanların sayısı 114.961’e ulaştı. Bugüne kadar bu ihraçlardan iade edilenlerin sayısı sadece 1949 kişi. İhraç edilenler sadece kamu kurumlarından gerekçesiz yere çıkarılmakla kalmıyor, kamu görevinden KHK ile çıkarıldıkları sicillerine işleniyor, başka bir yerde iş bulmaları engelleniyor. OHAL sebebi ile idare mahkemelerine dava açmaları engellenen KHK’liler için 2017 içinde bir komisyon oluşturuldu fakat yazın çalışmaya başlayan komisyon bugüne kadar ancak

300 kişinin dosyasını inceleyebildi. Komisyonun kararları arasında iadeler de olduğu söyleniyor ancak işten çıkarılırken Resmî Gazete listelerinde isimleri ve TC kimlik numaraları yayınlanan kişilere, iade veya ret kararları ancak bireysel olarak iletiliyor. Üstelik, kişilerin iade edilmesi durumunda, ihraç edildikleri kuruma dönmelerine de izin verilmiyor. Dolayısıyla hiçbir suçu yokken işinden atılmış insanlar, suçsuzlukları tanındığı durumda bile sürgüne yollanmış oluyorlar. İhraç edilen akademisyenler hakkındaki benzer bir karar da, akademisyenlerin iade edilmeleri durumunda ancak 2006 sonrası açılan üniversitelerde istihdam edilebilecek olması. KHK’lilerin ihraç edildiği sürede yaşadıkları hak kayıpları, alamadıkları maaşları ve özlük hakları ise iade edilmiyor. Pasaportlarına da el konulan KHK’lilerin seyahat özgürlükleri de ellerinden alınmış durumda. Komisyon karar vermediği sürece idare mahkemesine başvurmak ve iç hukuk yollarının tamamını tüketmeden de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmak mümkün değil. Çeşitli kurumlar keyfi olarak avukatlık stajı yapma hakkını, hatta eğitim ve öğrenim haklarını bile engelliyor. Bugüne kadar ihraç edilen 30’dan fazla kişi intihar etti, onlarca kişi ve yakınları ise bu durumun ortaya çıkardığı stres ve sağlık sorunlarından dolayı hayatını kaybetti. Son olarak ihraç edilen bir çift, çocuklarıyla beraber Yunanistan’a kaçmaya çalışırken botlarının batması sonucu boğuldu. KHK’lilerin haklarından mahrum bırakılmasına “medeni ölüm” deniyor. Bu politikanın uygulanması henüz OHAL

başlamadan önce, yerli-millî blokun şahin kalemleri tarafından Barış İçin Akademisyenler bildirisi imzacıları için önerilmişti. Hukuk askıya alınıyor, parlamento işlevsiz kılınıyor, basın baskılanıyor OHAL’de hukuk birçok şekilde ortadan kaldırılıyor. Kasım ayında Yargıtay Başkanı’nın yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 7 milyon kişi şüpheli! Keyfi tutuklamalar, iddianameleri hazırlanmadan aylarca cezaevinde tutulan “şüpheliler” ile birlikte düşünüldüğünde burjuva hukukunun bile askıya alınmış olduğu görülebiliyor. Artık her şey KHK’ler aracılığıyla düzenlendiği için yapılan düzenlemeler Anayasa Mahkemesi denetimine bile tâbi olamıyor. Parlamentodaki üçüncü büyük parti HDP’nin eşbaşkanları da dahil pek çok üyesi cezaevinde tutulurken, CHP milletvekili Enis Berberoğlu da cezaevinde ve CHP’nin genel başkanı da dâhil tüm yönetimi tutuklanmakla tehdit ediliyor. Dolayısıyla parlamento AKP ve yerli-millî bloktaki ortağı MHP dışındaki partilerin her tartışmaya 1-0 yenik başladıkları bir yer hâline geliyor. Türkiye’de 145 gazeteci hâlihazırda cezaevinde. Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin verilerine göre Türkiye gazeteci tutuklama konusunda tüm dünyada birinci sırada yer alıyor. Türkiye’yi, tek parti yönetimiyle yönetilen Çin ve darbeci Sisi tarafından yönetilen Mısır takip ediyor.


GÜNDEM 7 FATURAYI İŞÇİLER ÖDÜYOR

GÖRÜŞ Roni Margulies

SOSYALİSTİN EN ETKİLİ SİLAHI Daha güzel, adil, eşitlikçi bir dünya isteyenler için en zor şeylerden biri, dünyaya bakıp her yanda çirkin, adaletsiz, eşitsiz rejimler ve bu rejimlerin başında canavar kılıklı egemenler olduğunu görmek. Sosyalist olmayı, dünyayı değiştirmeye çabalamayı sürdürebilmek için, düzenin devamından hiçbir çıkarı olmayan büyük emekçi kitlelerin niye mevcut duruma razıymış gibi yaşadığını anlamak gerekir. Bunu anlayamamanın sonuçları bellidir: Umutsuzluk, kitlelerin aptal olduğuna ve hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanmak, “Bu halk bu yönetimi hak ediyor zaten” sonucuna varmak. OHAL’de grevleri yasaklanan Şişe Cam işçileri.

OHAL’in doğrudan vurduğu sınıf işçi sınıfı. Grev yasaklarının yanısıra son yapılan taşeron düzenlemesi de bir KHK’nın içine giydirildi. Hükümet, bir yandan taşeron işçilere kadro sağlamış gibi görünürken, kamudaki taşeron işçileri ikiye ayıran bir düzenlemeye imza attı. Düzenlemede işçiler “merkezi idare” ve “yerel yönetim” olarak farklı değerlendirildi. “Merkezi idare” işçileri 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi kılınırken, yerel yönetimlerde

çalışan 500 bin işçi belediyelerde taşeron çalıştıran şirketlerin insafına terk edildi. Üstelik, Taşeron İşçilerin Geçişi ile ilgili tebliğin 1 Ocak’ta yayınlanmasıyla anlaşıldı ki, işçiler için kadroya geçiş süreci daha da daraltılacak. Kurulacak bir komisyon işçilerin yeterli şartları taşıyıp taşımadığını değerlendirecek. Sağlık Bakanlığı’na başvuracaklar eğer “ihtiyaç fazlası” olarak görülürlerse başka şehirlere yollanacak yani sürgün edilecekler.

OHAL’DE DEMOKRATİK SEÇİM OLMAZ Hükümetin 2019 seçimlerine hazırlandığı şimdiden en yetkili ağızlardan duyuruluyor. 2017 içinde Erdoğan tarafından sürekli olarak telaffuz edilen “metal yorgunluğu” tabiri, referandumda “Evet” oylarının ucu ucuna kazanmış olması bir yandan yerli-millî blok içindeki kırılganlığı ortaya koyuyordu. Ancak iktidarların kırılgan hâle gelmesi ile baskı politikalarının artması arasında genellikle doğrudan bir orantı var. 2019 seçimlerine OHAL koşullarında gidil-

mesi hükümet ile muhalefet arasında olanaklar açısından muazzam bir eşitsizlik olması anlamına geliyor. 2019 seçimlerine OHAL koşullarında gidilmemeli. Darbe girişimi ile hiçbir ilgisi kalmayan OHAL’in kaldırılması yerli-millî blokun isteğiyle gerçekleşmeyecek ancak OHAL tarafından mağdur edilenlerin ve işçi sınıfının ortak mücadelesi tabloyu bir anda değiştirebilir.

KHK’LARLA YÖNETİM DÖNEMİ

Egemenlere karşı ayaklanmak zordur. Ellerindeki baskı aygıtlarına (orduya, polise, yargıya, cezaevine, yani devlete) karşı çıkınca, başarısızlığın sonucu İran gibi ülkelerde ölüm, Amerika gibi yerlerde hapis olur. Hiçbir halk, hiçbir birey, kazanacağını gözü kestirmeden ayaklanmaz. Ama bütün risklerine, bütün tehlikelerine rağmen, halklar ayaklanır. Tarih bir yana dursun, şu yüzyılın ilk 17 yılı bile dünyanın her yanında ayaklanmalar ve kitlesel isyanlarla geçti; Kahire’den Wall Street’e, Madrid’den Varşova’ya... Böyle geçti ve böyle geçmeye devam edecek. Bunu bilmek, buna güvenmek, sosyalistin en etkili silahıdır. Bu hafta sıra İran’da. Büyük kalabalıklar daha özgür, daha adil bir düzen için her şeyi göze alıp sokaklara dökülürken, sokağa dökülenlerden cesaret alan daha büyük kalabalıklar harekete geçiyor. Paniğe kapılma ve insan öldürmeye başlama sırası İran’ın egemenlerinde. Bütün ayaklanmalar, bütün devrimler böyle başlar. Kimsenin emriyle değil, kimsenin “kışkırtması” veya kandırmasıyla değil. Dünyada hiç kimse bir başkasının “körüklemesiyle” kendi hayatını tehlikeye atmaz. Binlerce, on binlerce kişinin bunu yapabileceğini düşünmek insanları küçük görmektir, salaklıktır. Ve bizde salak çok maalesef. İşte sağdan bir yorum (AKP’li bir milletvekili adayı): “İran veya başka bir yerdeki olaylar ABD ve İsrail’i sevindiriyorsa beni üzer, o kadar!” Bu da sözde soldan: “İran’da olan bitene dair henüz kesin bilgiler yok elimizde. Kesin olan ise şu: ABD, İsrail, Suud’un yaşananlardan heyecanlandığı ve bizim bu üçünün heyecanlandığı herhangi bir mevzuya mesafe koymamız gerektiği.”

OHAL, on binlerce kamu emekçisine işsizlik getirdi.

En son Aralık ayında yayınlanan KHK’ler ile hukuk tartışması yeniden gündeme geldi. 696 no’lu KHK’de daha önce OHAL koşullarını uygulayan kamu görevlilerine getirilen “cezasızlık” güvencesi bu sefer sivillere genişletildi. Bu maddeye göre “terör eylemleri ve bunların devamı niteliğindeki eylemleri” bastırma eylemi gerçekleştiren siviller herhangi bir hukukî soruşturmaya maruz kalmayacak. Her ne kadar iktidar sahipleri bu maddenin 15-16 Temmuz

2016’yı kapsadığını söylese de, maddede bunu belirten hiçbir ibare bulunmuyor. Bu KHK ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında büyük bir çelişki olduğu açığa çıkarken Başbakan Binali Yıldırım, bu KHK’ya itiraz edenlerin darbeciden farkı olmadığını açıkladı. Hükümetin “darbeci” ve “terörist” tanımlarının genişliği düşünüldüğünde bu KHK, Şenol Karakaş’ın deyişiyle “demokrasiye yerli-millî müdahalenin şahikası” hâline geliyor.

İnsanlar baskıcı egemenlere karşı ayaklanıyor; Türkiye’de sağcısı da solcusu da meseleye “uluslararası ilişkiler” meselesi olarak bakıyor! Özgürlük istiyorlar yahu! Ve bunun için hayatlarını ortaya koyuyorlar. Çok mu zor bunu anlamak? Çok mu zor özgürlük isteyenlerden yana olmak?


8 GELENEK

TOMÁŠ TENGELY-EVANS

DÜNYANIN ALEV ALDIĞI YIL

nu ortaya çıkardı. Ekim 1967’de ABD’de 100 bin kişi sokağa çıktı ve 1968’de Ivy League üniversiteleri işgal edildi.

1968 dünya tarihinde bir dönüm noktasıydı. Kitle hareketleri hükümetleri devirdi, dünyanın iki farklı ucunda yaşayan insanlar birbirlerinin mücadelelerinden ilham aldı.

O günlerde Vietnam’da ABD işgaline karşı direnen NLF’den Bui Tin şöyle söylüyor: “ABD’deki savaş karşıtı hareket bizim için çok önemliydi. ABD’de savaş karşıtı hareketin nasıl büyüdüğünü görmek için Vietnam’da her gün radyo dinliyorduk.”

Otoriteye meydan okuyan bu hareketler, kapitalist Batı’nın ve Doğu Bloku’nun stalinist diktatörlüklerinin ortak noktasını açığa çıkardı ve aynı zamanda her ikisinin alternatifini de ortaya koydu.

1968’de Olimpiyatlara Meksika ev sahipliği yapmıştı. Olimpiyatlara katılan iki siyah atlet olan Tommy Smith ve John Carlos, ABD milli marşı okunurken siyah eldiven taktıkları ellerini yumruk yaparak kaldırmışlardı. Ondan birkaç hafta önce Meksikalı öğrenciler, Meksika ordusunun Ulusal Polytechnic Enstitüsü’nü işgaline karşı stadyum dışında gösteri yapmışlardı.

ABD emperyalizmi Vietnam direnişi ve ayrıca yurt içinde de Martin Luther King’in öldürülmesinin ardından yaşanan ayaklanmalarla sarsılmıştı. Öğrenciler Paris sokaklarını doldurdu, polise kaldırım taşları attı. Birkaç gün içinde işçiler de genel grev yaparak öğrencilere katıldı. Polonya’da sokaklara dökülen işçiler de, “Kahrolsun kızıl burjuvazi” sloganları atarak kendilerini “sosyalizm” adına yönetenleri istemediklerini ifade ettiler.

Öğrenciler sokaklara çıkıyor Tarihte ilk defa öğrenciler gösterilerin liderliğini yapıyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan ekonomik büyüme, orta sınıftan ve işçi sınıfından gelen öğrencilerin üniversiteye gidebilmesini sağlamıştı.

1968’de ayaklanma bulaşıcıydı ve bu bir tesadüf değildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalizm bütün dünyada büyümüştü ancak 1960’larda bu büyüme artık sınırına gelmişti. Bütün dünyada egemenler, işçi sınıfına “bundan daha iyisine sahip olamayacaklarını” söylüyordu ama işçi sınıfı her yerde daha fazlasını istiyordu. Ancak, burjuvazinin işçi sınıfına istediğini verecek gücü ve olanağı yoktu. Ayrıca, örneğin büyük göçler ve seks ile ilgili daha açık fikirli yaklaşımlar yoluyla toplum da değişiyordu.

Mayıs 1968, Paris.

olduklarını düşünmeye başladı. Aynı zamanda Batı’daki hareketler de radikalleşiyordu. Örneğin ABD’de Marthin Luther King’in öldürülmesinden sonra yeni bir siyah aktivistler kuşağı ortaya çıkmıştı.

Alternatif

Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) öncülü olan Uluslararası Sosyalistler, her iki iktidar bloğunu da sorgulayan ve her ikisine de alternatif arayan yeni solun bir parçasıydı.

O zamanlar Batı’daki solun ve işçilerin çoğu kapitalizme alternatif olarak Rusya ve Doğu Bloku’na bakıyordu.

O günlerde London School of Economics’de öğrenci olan Chris Harman şöyle yazıyordu:

Bunu değiştiren olay Prag Baharı oldu.

“Chicago’da, askerin de desteğini alan polis barışçıl eylemler yapan göstericilere saldırıyor. Prag’da tanklar sokaklarda devriye gezerken Rus egemenler 20 bin karşı devrimciyi eziyor. Gerçekten de Amerikan ve Rus toplumu, ‘özgür dünya’ ve ‘sosyalist dünya’ arasında büyük farklar var. Ancak her ikisi de, kendi egemenliklerini tehdit edebilecek işçileri bastırmak için modern teknolojinin kaynaklarını kulla-

Çekoslavakya Komünist Partisi, cansız ve gelişmeyen devlet kapitalisti ekonomisini canlandırmak için bir reform süreci başlatmış ve bu reform süreci insanlara aynı zamanda kendilerini yönetenleri daha fazla sorgulama olanağı vermişti. Rus tankları bu kazanımları ortadan kaldırmak için Çekoslavakya’ya girdiğinde Batı’daki göstericilerin çoğu yanlış tarafta

nan ve azınlıkta olan bir egemen sınıf tarafından yönetiliyor.” İlham 1968 sadece sola yönelimin yaşandığı bir yıl değildi. Egemen sınıfların bu yönelime yanıtları çok şiddetli oldu. Ve ayaklanmalar toplumu dönüştürmeye yetmedi. Fransa’da bile Charles de Gaulle, Haziran ayında yapılan genel seçimleri kazanmayı başardı. Komünist Parti içindeki reformist liderler, ücret artışı karşılığında eylemleri sona erdirmeyi kabul ettiler. İşçilerin çoğu çok öfkelendi, ancak gerçek devrimci sol bu geri çekilmeyi engelleyebilecek kadar büyük değildi. O günlerden bugünlere savaş karşıtı hareket, ırkçılığa karşı mücadele ve kadın hakları mücadelesi kaldı ve bu mücadeleler hala bize ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Küresel mücadelenin doğuşu Vietnamlıların ABD işgaline karşı direnişi, ABD’deki hareketlerle dayanışma sorusu-

Bu öğrenciler, kampüs yönetimlerinin elitizmine karşı ayaklandılar ve ayrıca ırkçılığa ve emperyalizme karşı mücadele eden farklı toplumsal kesimlerle birlikte mücadele ettiler. Paris’teki ayaklanma, öğrenci yurtlarının cinsiyete göre ayrılmasına ve Vietnam Savaşı’na karşı öğrenci gösterileri ile başlamıştı. Bu öğrencilerin başlattığı gösterilerin polis şiddetiyle bastırılması toplumun diğer kesimlerini de onlarla dayanışmaya itti. İşçiler öğrenci eylemlerinden ilham aldılar ve sokaklara çıktılar. Üniversite kampüsleri, iş yerlerine göre daha az denetlenen yerlerdi dolayısıyla kampüslerde gösterilerin başlaması daha kolaydır. Fakat öğrenciler, işçilerin ekonomi içinde sahip oldukları güçten yoksundur. İşçiler olmadan öğrenci mücadeleleri ortaya çıktığı kadar hızlı bir şekilde sönümlenebilir. Öğrenciler 1968’de kahramanca bir rol oynadıları fakat 68 hareketinin zirve noktası işçi sınıfının sahneye çıktığı andı. (Çeviri, Arife Köse)


EMEK GÜNDEMİ

İŞYERİ MÜCADELELERİ EMEK FORUMU’NDA BULUŞTU

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

ASGARİ ÜCRET EN AZ 2500 TL OLMALIDIR Günlerdir süren asgari ücret ne olacak sorusu sonunda cevaplandı, asgari ücret aylık 1600 TL oldu. Bu süreçte Türk-iş 1900 TL, DİSK ise 2300 TL olmasını talep etmişti. Hükümet ise asgari ücrete enflasyon oranında zam yapmayı yeterli gördü. Hâlbuki Türkiye’nin hem de yüzde 11 büyüdüğünü iddia ediyordu. AKP, büyümeden işçi sınıfına herhangi bir pay vermek istemediğini, açıkladığı asgari ücretle net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Türkiye’de SGK’ya kayıtlı 14 milyon işçinin yüzde 45’i yani yaklaşık 6,3 milyonu asgari ücretle çalışmaktadır. Ayrıca kayıt dışı çalışan yaklaşık 4,5 milyon işçinin önemli bir kısmınaasgari ücret baz alınarak ücret verilmektedir. Asgari ücretin yükseltilmesi aileleri ile birlikte 25 milyon kişiyiilgilendirmektedir.

Emek Forumu, İstanbul. DENİZ GÜNGÖREN

Geçtiğimiz hafta Antikapitalistler’in düzenlediği Emek forumunda pek çok farklı sektörden ve sendikadan işçi ve aktivist, dünyada ve Türkiye’de işçi sınıfının durumu, süregiden işyeri mücadeleleri, emek alanını bekleyen yeni saldırılar ile bunlara karşı taleplerimiz ve sendikal birlik gibi işçi sınıfının en yakıcı meselelerinden bazılarını tartışmak ve önümüzdeki dönemin mücadelelerini örgütlemek için bir araya geldi. Toplantıya katılanlar arasında Kod-A direnişi, Çapa direnişi, Taşeron İşçilerle Dayanışma Derneği, Tez-koop-İş, Sosyal-İş, Plaza Eylem Platformu ve DSİP’ten pek çok işçi, sendikacı ve aktivistin katıldığı Emek Forumundaki tartışmalar, tüm işçi sınıfı açısından bilgilendirici olmakla beraber, her şeyden önce umut ve cesaret vericiydi. Türkiye’de sendikal örgütlenmenin vahim durumu ve dağınıklığı, sendikalı olduğu halde toplu sözleşme hakkı alamayan işçilerin olağanüstü

fazla olması, asgari ücret ve yoksulluk sınırı arasındaki uçurum gibi işçi sınıfının en güncel ve pratik sorunlarının yanı sıra, Kapitalizmin büyük krizi ve derinleşen ekonomik-politik istikrarsızlık, durmaksızın artan neo-liberal baskı, ırkçı-sağcı otoriterleşme ve servetin her geçen gün daha da küçük bir azınlığın ellerinde pay edilmesi gibi hem dünyada hem Türkiye’de emekçilerin karşısındaki zorluklardan da detaylı olarak bahsedildi. Birleşirsek kazanırız Fakat toplantıda baskın çıkan umut ve mücadele vurgusuydu. Örneğin 100. gününe doğru karalı bir şekilde devam eden Kod-A direnişinden Hülya Güler’in sunumuyla, işverenin tüm baskı ve aşağılamalarına karşın yılmadan, üstelik içerideki ve dışarıdaki işçilerin dayanışmasını büyüterek devam eden direnişin deneyimleri ve kararlılığı, dinleyen tüm katılımcılar için son derece öğretici ve umut vericiydi. Taşeron İşçilerle Dayanışma Derne-

İŞYERLERİNDEN HABERLER:

ği’nin örgütlenmedeki başarısının hükümeti 100’e yakın rakip dernek ve bir konfederasyon kuracak kadar ürkütmesi, yahut kararlı mücadele ile milliyetçi önyargılarla mesafeli duran işçilerin de zamanla Kürt ve Suriyeli işçilerle birlikte örgütlenmeye kazanılabilmesine dair deneyimler de aynı şekilde pes etmeyip mücadeleye devam etmenin öneminin altını çiziyordu. Kısacası önümüzdeki dönemde, tüm bu baskı ortamından ve umutsuzluk havasından çıkışın, ehvenişer hareketlere teslim olmaktan değil, her alanda, ama en başta işyerlerinde mücadeleden geçtiği konusunda uzlaşıldığını söylemek yerinde olacaktır. Ayrıca başta asgari ücret ve taşeron yasası olmak üzere acil taleplerle ilgili kampanyalar yapmak, dayanışma ziyaretlerini sıklaştırmak, ve emek forumlarını düzenli hale getirmek de toplantıdan çıkan kararlar arasında yer alıyor. Umut mücadelede ve işçi sınıfı hepimize yol gösteriyor!

gelen ihraçlara karşı eylemdeydi.

n Ford Otosan, Arçelik, Mercedes, TOFAŞ, CMS, AYGAZ, Otokar, VALF San, Trakya Döküm fabrikalarında işçiler, toplu sözleşme sürecindeki MESS dayatmalarına karşı eylemler yaptı.

n TÜMTİS ve Sosyal-İş sendikalarında örgütlendikleri için işten atılan Kod-A Bilişim ve DHL işçileri, Yenibosna Güneşli’deki işyerlerinin önüne açtıkları direniş çadırlarında direnişlerini sürdürüyor.

n Taşeron İşçileri Dayanışma Ve Yardımlaşma Derneği, yılbaşı günü İstanbul’da yaptığı bir basın açıklamasıyla, KHK ile getirilen taşeron işçilere kadro düzenlemesinin milyonlarca taşeron işçinin talebini karşılamadığını ilan etti.

n Birleşik Metal-İş sendikasına üye oldukları için işten atılan Posco Asan işçilerinin Ankara’ya yürüyüşlerine polis saldırarak çok sayıda işçi ve sendikacıyı gözaltına aldı.

n KESK üyesi kamu emekçileri, 2018’in ilk gününde Kadıköy Altıyol ve Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda KHK’larla

n Hileli iflas yoluyla hakları gasp edilen Real Market işçileri, Kozyatağı Hilton Oteli önüne giderek yaptığı basın açıklamasıyla Kozyatağı Hilton Oteli’ni Metro’dan alışveriş yapmamaya çağırdı

Asgari ücretin artırılmasını engelleyemeyen patronlar, geçmişte olduğu gibi yine üzerlerindeki parasal yükün azaltılmasını, hatta tümüyle kaldırılmasını istiyorlar.Patronların talep ettiği gibi, devletin bütçe gelirlerinden asgari ücret zammını karşılaması, vergilerin büyük çoğunluğunu veren emekçi sınıfların bu zammı finanse etmesi demektir. Bu talep kabul edilemez, sendikalar patronların bu talebine karşı çıkmalıdır. Türkiye patronlar için bir vergi cennetidir, dünyada patronların en az vergi verdiği ülkelerden birisi Türkiye’dir. Bütçe istatistiklerine göre geçen yıl toplanan vergi yaklaşık 560milyar lira, patronlardan alınan vergi ise 46 milyar liradır. Maliye Bakanlığı verilerine göre zarar beyan eden ve hiç vergi vermeyen işveren sayısı yüzde 40 civarındadır. Türkiye’de işçiler maaşlarının ortalama yüzde 37’sini devlete vergi olarak ödemektedirler, bu oran Yunanistan’da yüzde 16’dır. Özel Tüketim, Katma Değer, Özel İletişim ve Motorlu Taşıtlar Vergisi olarak milyarlarca lira para işçi ve emekçilerin sırtından toplanmaktadır. Asgari ücretin daha çok artırılması ve patronların daha fazla vergi vermesi için sendikalar kampanya yapmalıdır. Emek örgütleri asgari ücret mücadelesine ara vermemelidir. Asgari ücret için mücadele her yıl Aralık ayında masa başında yapılan bir pazarlık olamaz, olursa bu mücadele kazanılamaz. Asgari ücretin en az 2500 TL’ye yükseltilmesi, bu yıl 1 Mayıs’ın acil taleplerinden birisi olmalıdır.

n Beşiktaş Belediyesi’nde 250 işçi, birikmiş alacaklarının ödenmediği gerekçesi ile iş bıraktı.

Beşiktaş Belediyesi işçileri aylardır mücadelede.


10

KÜLTÜR

BABYLON BERLİN: 1929'DA GEÇEN SİYASİ POLİSİYE

TOPLANTI DUYURULARI 10 Ocak Çarşamba Üsküdar İRAN’DA HALKLARIN İSYAN 11 Ocak Perşembe Beyoğlu DSİP NEYİ SAVUNUR? Konuşmacı: Volkan Akyıldırım 12 Ocak Cuma Fatih SİNEMA ATÖLYESİ

200 kişinin polis tarafından öldürüldüğü 1 Mayıs 1929’u canlandıran sahne.

n Yönetmenler: Henk Handloegten, Tom Tykwer, Achim von Borries. n Oyuncular: Volker Bruch, Liv Lisa Fries, Peter Kurth n Yapım: 2017, Almanya.

VOLKAN AKYILDIRIM Babylon Berlin, kapitalizmin büyük bunalımı-

nın yılı 1929'da geçen bir siyasi polisiye. Volker Kutscher’in aynı adlı roman serisini temel alan dizi, 40 milyon euro bütçesi ile tüm zamanların en pahalı prodüksiyonu. Almanya'nın en önemli oyuncularıyla birlikte yüzlerce kişinin rol aldığı dizide, 1929'un Berlin'i adeta yeniden yaratılmış. 1929'da Berlin'de yaşananları arka planına alan dizi, içiçe geçen birden fazla hikaye etrafında dönemin insan portrelerini tüm karmaşıklığı ile birlikte karşımıza çıkartıyor. Büyük beğeni toplayan dizi, ifade ve eleştiri özgürlüğünün ayaklar altına alındığı günümüzde, Nazizm deneyimini yaşamış bir toplumun kendi geçmişine yönelik derin eleştirisiyle dikkat çekiyor. Tarihsel arka plan için notlar: Olayların ortasına paldır küldür giren diziye başlayanların işini kolaylaştırmak için, 1920'lerin sonunda Almanya'da gelinen yeri hazırlayan olayları (elbette spoiler içermeden) özetledik: n Birinci Dünya Savaşı'nın aleyhine sonuçlandığı Almanya büyük bir yıkım ve bunalımı

DÖRT YILDÖNÜMÜ İÇİN DÖRT KİTAP Bu sene, tarihi değiştiren dört olay yıldönümleri etrafında çokça konuşulacak. Bunlara giriş niteliğindeki dört kitabı seçtik. n 5 Mayıs 1818-2018: Aşağıdan sosyalizmin başlatıcısı Karl Marx, 200. doğum günü. Marx'ın ve elbette yoldaşı Engels'in hayatı, mücadelesi, fikirleri

yaşamaktayken, 1918-1919'da gerçekleşen işçi devrimi, erken bir ayaklanmayla çoğunluğu kazanamadığı için sosyal demokrat hükümet tarafından bastırılmıştır. Hareketin liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ayaklanma sırasında polisler tarafından katledilmiştir. İkinci devrim fırsatı 1923'te yakalanmış fakat bu da Moskova'nın direktifleri ve parti liderliğinin öngörüsüzlüğüyle harcanmıştır. n Daha sonra katil Hitler'e hükümet başkanlığını sunacak olan Mareşal Hinderburg, "tarafsız" sıfatıyla Almanya'nın cumhurbaşkanıdır ve kararnameleri sağın güçlenmesine hizmet etmektedir. Bu sağ içinde örgütlenen Naziler 1920'lerin sonunda önemsiz bir grup olmaktan çıkıp, krize kendi çözümlerini dayatan tekeller tarafından desteklenir hale gelerek iktidar yürüyüşlerini başlatmıştır. n 1929 yılında Rusya'da yaşanan karşı-devrim, Almanya'yı da derinden etkilemektedir. Rus devriminin liderlerinden Troçki, Büyükada'da sürgündedir. Sol Muhalefet yasaklanmış ve bir çok Bolşevik toplama kamplarına yollanmıştır. Grevlerin ve devletten bağımsız işçi örgütlenmelerinin yasaklandığı, hızlı bir sermaye birikimini ve yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşı'na militarist hazırlığı temel alan stalinist bürokrasi nihai zaferini ilan etmiştir.

ve eserlerine giriş için tarihçi Riazanov'un kitabı iyi bir kaynak: K. Marx - F. Engels Hayat ve Eserlerine Giriş, David Riazanov, Belge Yayınları. n Marx'ın fikirlerinin tarihte ilk kez doğrulandığı, işçi sınıfı ilk bağımsız mücadelesinin gerçekleştiği 1848 devrimlerinin de 170. yıldönümü. Bir darbeyle son bulan Fransa'daki devrimci ayaklanmanın Marx tarafından yazılan tarihi, en önemli tarih çalışmalarından biri olarak kabul ediliyor. Louis Bonaparte'nin 18.

n 1917 Ekim Devrimi'nin etkisiyle büyüyen komünist partileri, devrimin prestijini elinde tutan Stalin'i takip etmekte ve Rusya'nın yeni hakim sınıfı bürokrasinin ideolojisini kabul etmektedir. Almanya Komünist Partisi, bunlar arasında en güçlü ve önemli partidir, Naziler ve aşırı sağ dışındaki tek muhalefet odağıdır. Rusya'da bir karşı-devrim yaşandığı konusunda dünya işçi sınıfını uyaran troçkistlerin sayısı ise ancak yüzlerle ifade edilebilir ve Alman komünist hareketi içinde taraftar bulamamaktadır. n Nazilerin 1929-1933 arasındaki iktidar yürüyüşleri önlenebilirdi. Sosyal-demokrat ve komünist işçilerin sayısı, Nazilerden çok daha fazladır ve onlar da silahlı örgütlenmelere sahipti. Buna rağmen katil Hitler'e karşı birleşmesi gereken iki taraf, birbirini baş düşman ilan etti. Stalinizm Alman işçi sınıfını Naziler karşısında silahsız bırakırken, Hitler iktidarı kolayca ele aldı. 19291933 yıllarında sürgündeki Bolşevik lider Troçki, Alman işçi sınıfını 'birleşik cephe' konuşmasında defalarca uyarıyordu. Fakat Moskova tarafından 'hain, karşı-devrimci bir Yahudi' olarak ilan edildiği için uyarıları dinlenmedi. Bu tarihi arka plana sahip Babylon Berlin, Troçki'nin Alman işçi sınıfını birleşik işçi cephesi kurmaya çağırdığı 1929’da geçiyor.

Brumaire'i, Karl Marx, İletişim Yayınları. n 1848 devrimleri gibi 1968 yılında baş gösteren devrimci hareketler, kurulu düzeni sarsmış ve tarihi bir çok açıdan değiştirmiştir. Tüm dünyada alt üst oluşlar yaşanırken, 1968 isyanının kalbi Fransa'dadır. Öğrencileinr başlattığı mücadele işçilerin katılımıyla milyonların genel grevine dönüşür. Ronald Fraiser'in Belge'den çıkan "1968 İsyancı Bir Öğrenci Kuşağı" kitabı, dönemin tanıklıklarını, bildirilerini, sloganlarını, haberleri ve

18 Ocak Perşembe Üsküdar MARX’IN DEĞER TEORİSİ Konuşmacı: Şenol Karakaş Beyoğlu PARTİNİN İNŞASI Konuşmacı: Ufuk Yalvac Ankara: Konur Sokak 14/13 Kızılay Beyoğlu: Leylek Cafe, İstiklal Caddesi, Küçük Parmakkapı Sokak, No 15 Kat 3 Fatih: Ehibbâ Cafe, Zeyrek Mah. Haydarbey Caddesi. No 31 Kadıköy: Serasker Caddesi, Nergis Apt. No:88 Kat:3, Şişli: Nakiye Elgün Sokak, No: 32/3 Osmanbey İzmir: Kıbrıs Şehitleri Caddesi, 1462. Sokak 20/1-Alsancak

söylemleri, objeler ve başka bir çok ayrıntıyı içermekte. n Küresel kapitalizmin duvara çarptığı 2008 ekonomik krizinden 10 yıl sonra dünya istikrarsızlık, hoşnutsuzluk, çatışmalar ve isyanlarla belirlenen yeni bir döneme girdi. Chris Harman'ın krizin patlak verdiği sırada yayınlanan Zombi Kapitalizm adlı kitabı küresel krizin marksist yöntemle analizi için Türkçe'de başlıca kaynak.


GÜNDEM

2017’DE 409 KADIN ÖLDÜRÜLDÜ!

11

ÖNE ÇIKAN Ayşe Demirbilek

ELİMİZ DE GÖZÜMÜZ DE DURMUYOR Cumhurbaşkanı yılın son saatlerini sayarken yaklaşık 7 milyon vatandaşına iyi dileklerini asgari ücreti beğenmedikleri için “elinize gözünüze dursun” diyerek dile getirdi. Cumhurbaşkanı’nın bedduasının orijinalinin “ elinize, dizinize dursun” olduğunu ve açıklamasının “ Allah nankörlüğünün cezasını seni kör ve kötürüm ederek versin” olarak geçtiğini de bir düzeltme olarak belirtelim. Ayrıca İslami kaynaklarda beddua için; İslam’da yeri olmadığı, ancak zulüm altında iken bazı durumlarda edilmesinin caiz sayılabileceği belirtilir. Bedduada geçen ve beğenilmeyen asgari ücret, içinden asgari geçim indirimi dediğimiz AGİ düşüldüğünde 1.450tl’ye denk gelen aylık geçinilmesi beklenen ücret. AGİ ile birlikte 1.603,12 TL olarak açıklanan asgari ücretin tam olarak neye karşılık geldiğini anlamak için günde 1,25TL’den 3 buçuk ekmekten biraz fazlasına denk geldiğini görmek yeterli. Neden nankörlük edelim.

Özgecan Aslan’ın katledilmesinden sonra kadınlara verilen sözler tutulmadı.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız

Platformu, 2017’de öldürülen kadın sayısını 409 olarak açıkladı. Platformun raporuna göre 2017’de öldürülen kadınların yüzde 39’u kocası, sevgilisi veya ayrıldığı erkek tarafından öldürüldü. Yüzde 33’ünün katili tespit edilemezken, kadınların yüzde 24’ü ise babaları, oğulları veya akrabalarınca katledildi. Kadın cinayetleri yüzde 25 arttı Kadın cinayetleri geçen yıla oranla yüzde 25 arttı. 2016’da öldürülen kadın sayısı 328’di. 2014’te 294, 2015’te 303 kadın öldürülürken, kadın cinayetlerinin yıl yıl dağılımına bakılınca kadın cinayetlerinin durmadan artan bir doğru izlediği ortada. 2010 yılından bu yana öldürülen kadın sayısı, kadınlara dönük sistematik bir şiddet olduğunu ortaya koyuyor. 2010’dan beri öldürülen kadın sayısı 1930’a yükselmiş durumda. Bu satırlar yazılırken bir kadının daha ölüm haberi duyuldu.

EKİM DEVRİMİ’NİN ÇİZGİ ROMANI!

OHAL cinayetleri arttırdı Platform, OHAL’de cinayetlerin arttığını söylerken, ortaya koydukları sayılar da bunu doğrular nitelikte. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, cinayetlerin artışını şöyle ifade ediyor: “OHAL ile KHK’lar ile özellikle haklarımıza yönelik saldırıların artmasıyla kadın cinayetleri de paralel olarak artış göstermeye başladı, Aralık ayında tam 45 kadın hayatını kaybetti. Yine OHAL’le beraber sürdürülen savaş politikaları kadın cinayetinde vahşetin artmasına sebep oldu; kadın cinayetlerinde faili belli olmayan cinayetlerle karşılaştık. Koruma altında kadınlar öldürüldü. Yaş aralığı düştü, çocuklar öldürüldü. 2017 yılında kadın cinayetinin en çok artmasının sebepleri devletin kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddete karşı önlem alması yerine daha çok artıracak uygulama ve yasaların getirmeye çalışmasından dolayıdır.” Kadın cinayetlerinin pek çoğunda

DERGİMİZİN İLK SAYISI ÇIKTI!

uygulanan “haksız tahrik” ve “iyi hâl” indirimleri kadın cinayetlerinde erkekleri korurken, ceza erteleme, delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakma, karar duruşmalarının ertelenmesi ve karara bağlansa bile cezanın ertelenmesi gibi eğilimler kadın cinayetlerini yükseltmeye devam ediyor. Neoliberal muhafazakarlık çöpe! Kadınlara dönük sistematik şiddet ve cinayet sürerken, devlet ve hükümet kadınları daha yoksul ve güvencesiz kılacak ekonomik politikaların yanısıra politik olarak da kadını ikinci plana iten muhafazakar bir hattı öne çıkarıyor. Kadın sorununu “aile” başlığı altında ele alan hükümetin önceliği kadınların boşanmaması, daha çok çocuk doğurması, evde ücretsiz emek üretmesi, çalıştığında da daha düşük ücretler alması. Bugüne kadar atılan görece olumlu adımlar ise OHAL’de en fazla direnen kesim olan kadınların mücadelesinin sonucu.

YENİ SAYI ÇIKTI!

Oysa, son yılın Kasım ayının verilerine göre yaklaşık 7 milyon kişi asgari ücret ile çalışıyor. Yine aynı dönemde açıklanan rakamlara göre 4 kişilik bir ailenin sadece sağlıklı beslenmesi için gıdaya ayırması gereken para 1.500 TL’nin üzerinde. Asgari harcamalar ile insani bir şekilde yaşamak için harcanması gereken para ise elimize dilimize durması beklenen paranın 3 katı. Oysa 2017’de savunma ve güvenlik için 64 milyar 306 milyon 50 bin, yine güvenlik ile ilgili kurumlara 64 milyar TL bütçe ayrılmıştı. Bu sayılar bir önceki yıldan 6 milyar TL fazla ve veriler Türkiye’nin her yıl savunma ve güvenlik bütçesini arttırdığını gösteriyor. Denetime kapalı örtülü ödenek adı ile çeşitli kurum ve kişilerin harcamalarına aktarılan miktarları ise bilemiyoruz bile. Dünya’nın birçok büyük ekonomisi yeni yıla bir öncekinden devraldıkları ekonomik ve siyasi krizlerin eşiğinde girdiler. ABD, Rusya ve Çin ile askeri ve ekonomik olarak liderlik savaşında. Almanya AB’nin hakimi ve söz söyleyeni olmaktan uzak kendi hükümet kuramama krizi ile boğuşuyor. Yunanistan, mülteci krizi ve ekonomik istikrarsızlığa çözüm olarak sunduğu politikaların tabanda yarattığı rahatsızlıklar ile baş etmeye çalışıyor. Ortadoğu, Kudüs tartışmaları, Suudi Arabistan’ın bölgede son yıllarda görülmeyen bir şekilde söz söylemeye başladığı ve tüm kartların yeniden karıldığı bir kaos ile boğuşuyor. Onlar bu krizler ile boğuşup, Türkiye’de olduğu üzere krizlerinin faturasını yoksullara kesmeye çalışıyorken aşağıda bambaşka şeyler yaşanıyor. Milliyetçi odakların ve merkez sağın yükselişine karşı Katalonya ve Irak referandumlarında, Trump karşıtı en büyük yürüyüş olan kadın yürüyüşlerinde olduğu gibi özgürlük mücadeleleri, Yunanistan’dan Afrika’ya kadar irili ufaklı grev mücadeleleri gibi ekonomik temelli mücadeleler var. Türkiye’de 2017’nin ilk 6 ayında 338 işçi eylemi gerçekleşti (Emek Çalışma Topluluğu raporu’ndan). Yine yılın son günlerinde hepimizi heyecanlandıran, yoksulluktan bıkmış olan on binlerce insanın meydanlara çıktığı İran ayaklanması oldu. Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi ne yazık ki asgari ücret elimizde duramadığı gibi telaffuzunun kısalığı itibari ile dilimizde de fazla duramıyor. Biz aşağıdakilerin eli de dili de durmuyor. Talep etmeye, taleplerimiz için sokağa çıkmaya, mücadele ve direnişe devam ediyoruz. Asgari ücretin arttırılması, taşerona kadro ve hepsinin yanında cebimizden alınıp askeri harcamalara ayrılan bütçeye karşı barışı savunmaya ve kazanana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. İran belki de bir işaret fişeği olabilir. 2018 zenginlerin krizini büyütürken, yoksulların mücadelesi, dayanışması ve kardeşliğini küresel düzeyde büyüten bir yıl olabilir.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

TÜM TASERON İSCİLERE , , , KADRO VERİLSİN GÜVENLİK SORUŞTURMASI ENGELİ

Taşeron KHK’sı ile kadroya geçecek işçileri çeşitli zorluklar bekliyor. Bunlardan en önemlisi güvenlik soruşturması. Güvenlik soruşturması çeşitli keyfilikler içeriyor. Gösteriye katılmış olmak, yasal bile olsa muhalif bir siyasi partiye veya sendikaya üye olmuş olmak, muhalif toplantılarda konuşmuş olmak gibi durumlar güvenlik soruşturmasından olumsuz rapor çıkartmak için gerekçe olarak kullanılabilir.

Ayrıca çalıştıkları kamu kurumlarının yapacağı yazılı ve sözlü sınavlardan da geçmek zorunda kalacak işçiler. Bu sınavların mesleki yetkinliklerini ölçmek amacıyla yapılacağı belirtiliyor. Oysa işçiler zaten bu kurumlarda çalışıyorlar. Bu işlere alınırken herhangi bir sınava girmedikleri gibi başarısız olmaları durumunda taşeron işçiler zaten kolayca işten çıkarılabiliyordu. Çalışmakta olan işçilere kadro için yetkinlik sınavı koymanın hiçbir geçerli anlamı yok. Sınavlar merkezi olarak değil kadro verecek kurumlar tarafından yapılacak. Böylece keyfi bir biçimde idare bazı işçileri kadroya almayabilecek.

31 Aralık günü Eminönü’nde basın açıklaması yapan Taşeron İşçileri Dayanışma Ve Yardımlaşma Derneği üyesi işçiler ise ayrımcılık yapılmadan, sınavsız, şartsız tüm taşeron işçilere kadro talep etti.

Aralık ayının son haftasında Cumhurbaş-

kanı Erdoğan tarafından yayınlanan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile taşeron işçilere kadro verilmesine yönelik bazı maddeler yürürlüğe girdi. Aslında olağanüstü hal durumu ile ilgisi olmayan, bu nedenle de Meclis’te tartışılarak geçirilmesi gereken maddeler hızla yayınlandı. Üstelik bu KHK içerisinde daha birçok konuda yine olağanüstü hal ile alakası olmayan maddeler var. Hükümet, meclisteki partilerin yasaları tartışmasını istemediği için böyle bir uygulamaya gitti. Tartışmadan kaçılmasının nedeni ise maddelerin sorunlu olması. Taşeron çalışma bir işyerinin asli işleri dışındaki işlerde çalıştırmak üzere başka şirketlerden işçi kiralamasına deniyor. Bu sayede işçiler iş güvencesinden yoksun bir şekilde çalışmaya zorlanıyor. İzin, kıdem tazminatı gibi birçok haktan yararlanamıyorlar.

Taşeron çalıştırma 1980 yılında uygulanmaya başlanan neoliberal politikaların bir sonucu olarak Türkiye’de yaygınlaştı. Ancak en büyük büyüme AKP döneminde yaşandı. Bu dönemde 387 bin olan taşeron işçi sayısı 2 milyona çıktı. Bunun 750 bini ise kamuda taşeron olarak çalışan işçilerden oluşuyor. Taşeron KHK’sı özel sektörde çalışanları yani taşeron işçilerin büyük bir kısmını kapsamıyor. Fakat kamuda çalışan 750 bin taşeron işçinin de tamamını kapsamıyor. Sadece ilgili maddelerde belirtilen Bakanlıklar ve kamu kurumlarında çalışan taşeron işçiler kadroya alınacak. Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nde (KİT) çalışanlar kadroya alınmayacak. Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaret ettiği bir şeker fabrikasındaki işçilerin “kadro” istemesi bu yüzdendi ancak Erdoğan işçilere “ne kadrosu yahu, çalışıyorsunuz

işte” diye yanıt verdi. Belediyelerde çalışan taşeron işçiler ise memurluk kadrosuna değil belediye şirketlerine alınıyor. Bu durum işçiler için çeşitli riskler barındırıyor. Bu şirketler aslında kamu işi yapmakta olan işçileri çalıştıracağı için kâr etmeyecekler. Böylece belediye işçi çıkarmak istediğinde zarar ettiği gerekçesi ile şirketi kapatıp işçileri atabilecek. Ayrıca belediye seçimleri sonucu yeni gelen belediye başkanı kendi kadrosunu işe almak isterse yine şirketi kapatıp işçileri kovabilecek. Yani belediye şirketlerine geçecek işçiler kamudaki diğer işçiler gibi bir iş güvenliğine sahip olmayacaklar. KHK’ya göre, emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazananlar da kadroya alınmayacak. Zaten emeklilik maaşının yetmemesi nedeniyle çalışmak zorunda kalan işçiler kadroya geçemeyecekler.

Taşeron işçilerin kadroya geçebilmeleri için taşeron olarak çalıştırılmalarına ilişkin açmış oldukları davalardan ve icra takiplerinden feragat etmeleri şart. Bundan sonrası için de dava açmamaları için kaybettikleri tüm haklardan feragat ettiklerine dair yazılı bir sulh sözleşmesi imzalamaları gerekecek. Bu madde ile örneğin çalıştıkları yıllar için içeride kalan kıdem tazminatlarını talep edemeyecekler. Kadroya alınacak işçiler kamuda imzalanan toplu sözleşmelerden de yeni toplu sözleşme dönemine kadar faydalanamayacak. Böylece aynı işyerinde iki farklı toplu sözleşme uygulanıyor olacak. Taşeron KHK’sı ilan edilir edilmez sendikalardan tepki çekti. DİSK bir açıklama yaparak KHK’nın taşeron sorununa çözüm olmadığı söyledi. Türk-İş sadece KHK’nın KİT’leri içermemesine itiraz etti.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.