Sosyalist İşçi 618

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

618

3 Mayıs 2018 3 TL. sosyalistisci.org

BARISI , SAVUNMAYANA

OY YOK! Devrimci sosyalistler, barış ve demokratikleşme için 2014'te Demirtaş'a, 2015'teki iki seçimde de HDP'ye oy verdi. 24 Haziran baskın seçimlerinde oyumuzu yine Demirtaş'a vereceğiz. Çünkü Selahattin Demirtaş, savaştan değil barıştan yana olan tek aday, emekçilerin ve ezilenlerin taleplerine en fazla sahip çıkan isimdir.

Oyumuz Demirtaş’a çünkü sadece 24 Haziran’da değil ertesinde devam edecek mücadelenin güçlenmesi hepimizin çıkarınadır. Koltuk için değil demokratikleşme için mücadele seçeneği olan Demirtaş’ı destekliyoruz.

sayfa 3-4-6-7

ERMENİSTAN’DA ZAFER DİRENENLERİN

TARİHTE İZ BIRAKMAK

n HAREKETİN İÇERİSİNDE MÜCADELE YÜRÜTEN GAZETECİ VARDUHİ BALYAN’LA RÖPORTAJ

n ALEX CALLINICOS YAZDI: KARL MARX’IN 200. DOĞUM GÜNÜNÜ KUTLAMAK

sayfa 4-5

sayfa 8


2

GÜNDEM

SEÇİM DEĞİL HDP’DEN UZAK DURMA YARIŞI HDP grup sözcüsü Ayhan Bilgen, sosyal medyada “Siyasette son anons “ittifak bekleme yapma sağa yanaş” mesajını paylaştı. Siyasetin bütünüyle sağa kayışına yönelik ciddi bir eleştiri Bilgen’in yaptığı. Bu, Erdoğan karşıtlığının, eğer altı antikapitalist ve özgürlükçü taleplerle doldurulmazsa ne kadar kof, tehlikeli, sağcı ve sonuçta Erdoğan’ın işine yarayan bir politika dışı hamasi ruh hali olduğunu gösteren bir gelişme: CHP-İyi Parti-Saadet Partisi ve Demokrat Parti seçim ittifakı kuracak. Bu ittifak HDP’yi bırakalım kapsamayı, yolda karşılaştığında selam bile vermeyip başını öbür tarafa çevirecek bir ruh hali içinde. Bu, sadece bu yüzden bir sağ ittifaktır. Bir sağ ittifaka karşı, bir başka sağ ittifak oluşmuştur ve bu seçimlerde, böyle bir ittifakın hiçbir başarı şansı yoktur. Üstelik, bu ittifak utanma duygusundan da nasibini almamıştır tıpkı diğer ittifak gibi. Muhtemelen birlikte aynı fotoğraf karesi içinde görülmemeye özen gösterdikleri HDP’nin ve dolayısıyla esas olarak Kürt seçmenin kendilerine oy vermesi beklentisini de alttan alta dile getiriyorlardır. Seçimler ikinci tura kalırsa, Kürt seçmenlerin her bir oyu altın değerinde olacak zira. Bu ittifakın oyunu sadece cumhurbaşkanının sınırlarını çizdiği alanda oynama yeteneğine sahip olduğunu Afrin harekatı sırasında görmüştük. İttifakın bütün bileşenleri harekata destek sunma yarışına girmişlerdi. Türkiye’nin sınır ötesi bir askeri harekatına dair yaklaşımları bu harekatın emrini veren siyasi iktidarla tıpatıp örtüşenlerin ezber bozan bir siyasi çıkış yapıp seçimlerde bir alternatif olacağını düşünmek gerçekten de kof bir hayaldir! Seçimlerde sağcılıkta iktidarla yarışabileceklerini sananlar, yanılıyor. AKP-MHP, iktidar olmanın ve iki yıldır ittifak içinde uyguladıkları OHAL koşulları sağcılığının deneyimine sahip, has sağcılığın kitabını yazan bir pozisyondayken, CHP-İyi Parti ve SP-DP ittifakının sağcılığı, daha deneyimsiz, daha beceriksiz, AKP-MHP’yi takip eden ve peşinden giden bir sağcılık halinde şekilleniyor. İyi Parti’nin olduğu yerden zaten solculuk beklenemezdi ama en azından seçimler döneminde ezber bozan bir geçici demokrat hamle yapacağı düşünülebilirdi. Ama Meral Akşener’deki HDP fobisi muhtemelen Devlet Bahçeli’nin HDP fobisinden daha şiddetli. Yoksa, seçimlerde geçici ve gösterişli bir manevra olarak HDP’ye böylesi faşizan bir mesafe almamayı düşünebilirdi. Biz bu seçimlerin sağa karşı sağın ittifakı olarak cereyan edeceğini biliyoruz. Seçimin baskın karakterinin bir gerekçesi de bu. O kadar sert bir şekilde gündeme geldi ki seçimler siyasi ufukları sağcılığı bir milim aşamayan siyasi odaklar, göstermelik demokratlık bile yapamaz hale gelip AKP-MHP’nin sınırlarına hapsoldular. Önümüzdeki seçimlerin temel çelişkisi bu: AKP-MHP’nin çizdiği sınırlar zaten AKP-MHP açısından seçimlerin garanti olmamasının temel nedeni. Bu sınırlar, antidemokratik bir hoyratlığın hüküm sürmesi olarak özetlenebilir. Antidemokratik bir hoyratlığa karşı ittifak kuranlar ise yine antidemokratik bir başka hoyrat tutumu HDP’ye karşı alabiliyorlar. Bu yüzden sosyalistler ilk turda iki hoyratlık arasında taraf tutamazlar. Kitleler boykot ruh halinde değilken burjuva seçim mekanizmasının tarihsel olarak hiçbir zaman meşru olmayan işleyiş yapısının meşru olmadığını ilan edip boykot diyecek sekterliğe de mahkum olamayız. Barışı savunan partiye, barışı savunan adaya oy çağrısı yapacağız. Bu aday, hep beraber göreceğiz ki cezaevinden bile ezber bozma yeteneğini gösterebilecektir.

KRİZİN FATURASINI ÖDEMEYECEĞİZ Son iki yıldır ekonomik göstergeler sürekli bozuluyor, bozulma son aylarda iyice arttı. Türkiye çok ağır bir ekonomik krize doğru sürükleniyor. Büyük holdingler peş peşe borç erteleme taleplerinde bulunuyorlar. Bu krizden çıkışın tek bir yolu var, o da daha fazla demokrasi, daha fazla adalet. Ama AKP-MHP koalisyonunun böyle bir gündemi yok.

Sadece dövizdeki yükselme nedeniyle son 4 ayda yüzde 7 yoksullaştık. Durgunlaşan ekonomiyi canlandırmak için hükümetin piyasaya sürdüğü karşılıksız paraların yarattığı yoksulluk da en az yüzde 7 olarak tahmin ediliyor. Yani son dört ayda yüzde 14 fakirleştik.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası AKP-MHP koalisyonunun kurulması, OHAL ilan edilmesi, adalet sisteminin tarafsızlığını yitirmesi, on binlerce insanın hapishanelere atılması, yüz binlerce insanın işten çıkarılması, tüm bu yaşananlar sonuçta ekonomide her şeyin çığırından çıkmasına neden oldu.

İşsizlik sürekli rekor kırıyor

“Deniz bitti” Ekonomi, son 15 yıldır zaten büyük ölçüde dış ülkelerden gelen dövize ve özelleştirmelerden gelen paraya dayanarak yürütülmeye çalışılıyordu. 15 yılda çoğu borç olarak toplam 630 milyar dolar Türkiye’ye bir şekilde geldi ve harcandı. Ama son iki yıldır artık deniz bitti. Türkiye’ye yatırım yapan dış kaynaklar kesildi, hatta yerli yatırımcılar paralarını yurt dışına kaçırmaya başladılar. Enerji faturasının yükselmesi ve yatırımların azalması ile artmaya başlayan cari açık, bugün itibarı ile 53 milyar dolara ulaştı. Bu açığı finanse edecek para, ancak borç alınarak sağlanabiliyor, ama istikrarsızlık nedeniyle hem borç bulmak zor, hem de alınan borcun faizi benzer ülkelerden daha yüksek. Ayrıca ödenmesi gereken mevcut borçlar kapıda bekliyor, dış borç miktarı 460 milyar dolara yükseldi. TL’nin değer kaybı sürdükçe borçların geri ödenmesindeki zorluk artıyor. 2017 başında 3 TL seviyesinde olan dolar, bugün 4,1 TL seviyesinde. Bir yıldan biraz fazla bir sürede TL’nin değer kaybı yüzde 40. Bunun ekonomiye etkisi, enflasyonun, pahalılığın daha da artması demektir. Şimdi seçimlere giderken AKP-MHP koalisyonu iyice harcamaları artıracak, bunun sonucu olarak TL’deki değer kaybı daha da hızlanacak, yani pahalılık olacak.

Mart 2018’de yayınlanan istatistiklerde, işsizlik yüzde 11, işsiz sayısı 3,5 milyon olarak açıklandı. İş aramaktan umudunu kesenler ve kısa süreli işlerde çalışanlar dahil edildiğinde işsiz sayısı 6 milyonu buluyor, bu sayının 2,5 milyonunu gençler, 1 milyonunu yüksek okul mezunları oluşturuyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılındaki ekonomik kriz döneminde işsizlik yüzde 10,8 idi, bugün işsizlik o dönemden daha yüksek. Gıda ürünlerine zam yağıyor, asgari ücret eriyor Enflasyon son iki yıldır çift hane olarak devam ediyor, Mart ayı enflasyonu yıllık yüzde 10,3 olarak açıklandı. Ocak-Şubat-Mart aylarında sadece gıda enflasyonu yüzde 5 oldu, ulaşım, sağlık, eğitim, giyim, kira vb. kalemlerdeki artışları da göz önüne aldığımızda yılbaşında asgari ücrete yapılan yüzde 14 zam şimdiden eridi, yılsonuna kadar gelecek zamlar cebimizdeki paranın daha da azalmasına yol açacak. Krizin faturasını ödemeyeceğiz Krizin faturasını işçiler ve emekçiler ödememelidir. Bunun işçi ve emekçilerin birleşik mücadele vermesi gerekir. Sendikalar, işçi sınıfı örgütleri bir araya gelmelidir. Yaklaşan daha da ağır bir krizde, işçilerin haklarını koruyabilmek için yapılması gerekenler şimdiden konuşulmalıdır. AKP patronlardan yana bir partidir, Erdoğan “OHAL’i grevleri yasaklamak için kullanıyoruz” diyerek ne kadar patron dostu olduğunu sürekli açıklamaktadır. AKP’ye oy vermiş işçiler dâhil tüm öncü ve mücadeleci işçilerin, işçi sınıfının birliğini sağlamak ve sınıfın haklarını savunmak için ortak zeminlerde bir araya gelmesi gerekir.

YENİ SAYILARI ÇIKTI! SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDAN ULAŞABİLİRSİNİZ.


GÜNDEM

BASKIN SEÇİM SÜRECİ BASKIYLA BAŞLADI

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

BAŞKANLIKTAN SONRA DEMOKRASİ VE ÇÖZÜM MÜ? 24 Haziran seçimleri ilan edildi ve kulaklarımız kaldıramayacağımız kadar çok demokrasi vaadine maruz kalacak. Abdulkadir Selvi, 1 Mayıs’ta yayınlanan köşe yazısında AKP’nin seçimler için hazırlayacağı ve Erdoğan’ın AKP kongresinde okuyacağı manifesto hakkında AKP önde gelenlerinin şunları söylediğini aktarıyordu: “Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok refah olacak. Türkiye’ye daha çok demokrasiyi, daha çok özgürlüğü, refahı ve huzuru AK Parti getirecek. AK Parti’den başka bunları sağlayacak bir güç yoktur.” Gerçekten inanılmaz!

Akar ve Gül.

AKP-MHP ittifakının baskın seçimi, rakiplerinin her türden yöntemle engellenmesi fikri üzerinde yükseliyor. İki olay demokrasinin nasıl askıya alındığını ve askeri vesayet ve baskıcı devlet geleneğinin nasıl diriltildiğini gösteriyor: n Baskın seçimin, İP'in seçimlere katılmasının engellenmesi ve MHP'nin böylece ülkücü oyları toplaması hedefine sahip olduğu anlaşıldı. Akşener'in adaylığının engellenmesi, CHP'nin desteğiyle boşa çıkartılırken, AKP'lilerin buna tepkisinde saldırganlığın dozu planlarının bir noktada bozulduğunu gösterdi. n Taraflar yalanlamadığı için bir iddia olmaktan çıkan Gül'ün adaylığını engellemek için Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın helikopterle bahçesine inmesi, Erdoğan ve AKP'nin yenilgiden ne denli korktuğunun kanıtı olduğu gibi baskıların ulaştığı noktayı da sergiledi. Daha birkaç sene önce askeri darbelere karşı çıkarken ordunun siyasetten elini çekmesi gerektiğini söyleyen AKP önde gelenlerinin bu gelişmeyi nasıl sindirebildikleri belirsizliğini koruyor. Tam da 28 Şubat darbesini gerçekleştiren generallerin yargılandığı ve ceza aldığı günlerde, bizzat Genelkurmay başkanı ve Cumhurbaşkanının sözcüsünün

birlikte Abdullah Gül’ü ziyaret etmesini, taraflar tersi bir açıklama yapmadığı sürece, buram buram vesayet kokan bir gelişme olarak görmek zorundayız. Gelişme bu kadar kritik bir öneme sahipken, AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan’ın: "Genelkurmay Başkanımız görüştü mü bilmiyorum ama bir lider genelkurmay başkanıyla görüştüğü için aday olmuyorsa hiç olmasın." açıklaması ise “yavuz hırsız ev sahibini bastırır”

AKP’lilerin reformları müjdelediği açıklamasının inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu kavramak bu kadar mı zor?

Bu açından şeffaflık istiyoruz: Akar, Abdullah Gül’le ne konuşmuştur? Bu görüşme neden kamuoyuna açıklanmamaktadır?

Bir yandan OHAL koşulları devam edecek öte yandan daha çok demokrasi vadedeceksiniz.

Yüksek Seçim Kurumu adı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylık için geçen ve üstelik bir önceki cumhurbaşkanı adayına baskı yapılıp yapılmadığı konusunda, bu baskının seçim sürecini gölgeleyip gölgelemediği konusunda bir açıklaması olacak mı? n Bizler,eski rejime de bu rejimin temel yöntemlerini devralan yenisine de karşıyız. Askerin siyasal alan üzerinde AKP-MHP ittifakı eliyle böyle roller oynaması darbelere karşı olan halkın çoğunluğunun aleyhinedir.

YUNAN HALKI KARDEŞİMİZDİR! Türkiye-Yunanistan arasında her geçen gün yeni bir gerginlik yaşanıyor. Ege Denizi’nde, zaman zaman askeri terminolojide “sıcak temas” adı verilen gergin bir yakınlaşma haberleri geliyor. Türkiye kendi sınırlarına geçen iki Yunan askerini tutukluyor, Yunanistan 15 Temmuz darbesine katılan askerleri iade etmiyor. Biz işçileri Yunanistan’da devletin ne yaptığı ilgilendirmiyor. Bizi Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptıkları ilgilendiriyor. Türkiye, tutukladığı askerleri derhal geri iade etmelidir. Ege Denizi’nde hiçbir kayalık için, ada için ya

Hem bu açıklamaları yapan AKP’liler, hem de yazısını “Yeni dönemin manifestosunun daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok refahın üzerine oturtulması heyecan verici. Çünkü AK Parti’nin esas hikâyesi burada yatıyor. AK Parti yeniden esas hikâyesine dönüyor diyebilir miyiz?” diyerek bitiren Abdulkadir Selvi inanılmaz insanlar.

da sınır ihlali bahanesiyle Yunanistan’la gerilime yaşamamalıdır.

kip edecek, kendi devletlerine keyfi baskılara karşı baskı yapacaktır.

Yunanistan’la gerilim, Türkiye’de geleneksel bir şekilde devletin içeride milliyetçiliği tırmandırmak için kullandığı bir araçtır. Bu milliyetçilik dikkatleri Yunanistan’a çekmekte ve Yunanistan hakkında hayali iddialar işçi sınıfını bölmekte. Gazeteler Yunanistan’da devletin Türkiyeli bir kepçe operatörünü göz altına aldığı haberlerine yer verdi. Nedeni ne olursa olsun emin olmalıyız ki Yunanistan’da sosyalistler, demokratlar ve işçiler göz altına alınan işçiyi ta-

Bizim de yapmamız gereken milliyetçi iddialara prim vermemek, Yunanistan’da yaşayan halklarla Türkiye’de yaşayan halkların kardeş olduğunu savunmak, iç politikada gündemi değiştirmenin bir aracı olarak kullanılan Yunanistan’a yönelik militarist ve ötekileştirici dili reddetmektir. Bir Türkiyeli işçinin Yunanistan’da yaşayan bir işçiyle kaderi de çıkarları da bir ve aynıdır.

Kimi kandırıyorsunuz?

Bir yandan OHAL yargılamaları sürecek öte yandan seçimlerden sonra özgürlükler alanı birden bire genişleyecek. Bir yandan OHAL koşullarını işçi sınıfının grevlerini yasaklamak için kullanacaksınız, diğer yandan seçimlerden sonra AKP’nin istikrar getireceğini iddia edeceksiniz. AKP’nin seçimden sonra nasıl bir Türkiye vadettiğini, öncelikle seçimlerin gündeme getiriliş tarzı ve seçim ittifak kanunu gösteriyor. Baskın seçimin bu özellikleri, eğer AKP-MHP bu seçimleri kazanırsa bizleri nasıl bir siyasi iklimin beklediğini göstermiyorsa, seçimlerin OHAL koşullarında ilan edilmiş olmasını hatırlamak yeterli olacaktır. Eğer hükümet OHAL’i sona erdirip, seçimlere OHAL koşullarında gitmeyeceğini açıklasaydı, Abdulkadir Selvi’nin beklentisinin bir anlamı olabilirdi. Öte yandan, açık açık söylenmese de seçimlerden sonra başka bir gelişmenin de yaşanabileceği söyleniyor. AKP-MHP ittifakı seçimleri kazanırsa Kürt sorununda yeni temellerde bir çözüm sürecinin başlayacağı fısıltı şeklinde dile getiriliyor. Oy avcılığı böyle bir şey işte. 16 yıllık iktidarın demokratik hamleler yapması için bir seçim daha kazanması gerektiğini ve bu açıklamalardaki bariz çelişkilerin oy verecek insanlar tarafından fark edilemeyeceğini söyletiyor ve düşündürtüyor yılların siyasetçilerine ve gazetecilerine.


4

DÜNYA

ERMENİSTAN’DA ZAFER DİRENENLERİN

Halk sokakta. ÖZDEŞ ÖZBAY

2008-2018 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapan Serj Sarkisyan 9 Nisan’da iki dönem süresini doldurarak görevini bırakmıştı. Sarkisyan görevi bırakır bırakmaz parlamento tarafından iktidardaki Cumhuriyetçi Parti çoğunluğuyla Başbakan olarak seçildi. Daha önce yapılan anayasa değişiklikleri ile Başbakan’ın yetkileri arttırılmıştı. Ayrıca yapılan değişikliklerle Cumhurbaşkanı da artık seçimlerle değil parlamento tarafından seçiliyordu. Sarkisyan Başbakan olurken, Cumhurbaşkanı makamına da Armen Sarkisyan’ı getirdi. Halk sokaklarda Armen Sarkisyan’ın yemin töreni olan 11 Nisan’da halk sokaklara indi. Yelk (Çıkış) Grubu Başkanı ve Toplumsal Sözleşme Partisi Başkanı Nikol Paşinyan eylemlerin başını çeken figür oldu. Paşinyan bu görev değişimi gündeme geldiği Mart ayında Gümrü’den Yerevan’a yürüyüş eylemi başlatmıştı. “Serj’i Reddet” isimli grup da eylemlerini sürdürüyordu. Parlamentoda Başbakan seçiminin yapılacağı 17 Nisan’dan bir gün önce binlerce kişi Paşinyan’ın “sivil itaatsizlik” çağrısı ile kitle gösterileri düzenlemeye başladı. Polis eylemcilere saldırırken Halk Radyosu göstericiler

KORE’DE BARIŞ ANLAŞMASI 1950 yılında ikiye bölündüğünden beri sürekli bir militarist rekabetin yaşandığı Kore yarımadasında iki ülke arasında silahsızlanma anlaşması imzalandı. Devlet kapitalizminin hüküm sürdüğü ve iktidarın babadan oğula geçtiği Kuzey Kore son bir yıldır arka arkaya yaptığı balistik füze denemeleriyle tüm bölgede silahlanma dalgasının başlamasına neden olmuştu. ABD Başkanı Trump da Kuzey Kore’nin füze denemelerine karşı çok sert açıklamalar yapmış hatta ülkeyi nükleer saldırı ile yerle bir edeceğini dahi söylemişti. Kuzey Kore lideri Kim Jong-un, Güney Kore Başkanı Moon Jae-in ile buluşmak üzere Güney Kore’ye geçti. Liderler vardıkları anlaşma ile Kore Yarımadası'nın nükleer silahlardan tamamen arındırılması hedefini ilan ettiler.

tarafından işgal edildi. Yayında, "Serj Sarkisyan ve ailesinin denetimindeki medya yapılanmasını" protesto eden bir bildiri okundu. Parlamentoya, üniversitelere ve resmi binalara giden ana yollar göstericiler tarafından kapatıldı. Protestolara rağmen 17 Nisan’da Serj Sarkisyan Başbakan olarak seçildi. Buna karşı gençlerin kitlesel olarak katıldığı eylemler büyüdü. 22 Nisan’da hareketin lideri Paşinyan ile Sarkisyan basının önünde biraraya geldi fakat görüşme sadece 3 dakika sürdü. Sarkisyan muhalefetin şantaj yaptığını iddia ederek toplantıyı terk etti. Ardından da Paşinyan ve iki milletvekili tutuklandı. Buna karşı Erivan’da 120 bin kişilik dev bir miting gerçekleşti. Ertesi gün de devam eden eylemlere yüzlerce asker ve din adamları da katıldı. Büyüyen eylemler sonucu Serj Sarkisyan istifa etmek zorunda kaldı. Paşinyan "Kadife Devrim kazandı" dedi. Hareket devam ediyor Sarkisyan’ın istifası muhalefeti durdurmadı. Cumhuriyetçi Parti Sarkisyan yerine geçici bir Başbakan atadı. Paşinyan ise Cumhuriyetçi Parti’nin hükümetten çekilmesini ve yeni seçim tarihinin belirlenerek geçici hükümet kurulmasını talep etti. Bu nedenle de eylemlere devam edilmesi çağrısı yaptı. ABD Başkanı Trump attığı tweet ile Kore savaşının sona erdiğini ve bunun ABD’nin Kuzey Kore’ye yönelik artan baskısının sonucu olduğunu iddia etti. Oysa Trump’ın saldırganlığı Kuzey Kore’nin yoksullukla boğuşan rejimi içim bir can simidi rolü oynuyor. Rejim bütün toplumu her an savaş tehdidi altında olduğu propagandası ile mobilize ederek diğer sorunların üzerini örtüyor. Ancak diğer yandan Çin’e bağımlı Kuzey Kore ekonomisi pahalı nükleer silahlar ve füze denemelerini sürdürebilecek durumda da değil. Bu anlaşma rejimin son bir yıldır yükselttiği militarizm ile içeride kendisini konsolide ettikten sonra ekonomik sıkıntılarını biraz olsun azaltma amacı taşıyor. Kuzey Kore’yi bu anlaşmaya esas olarak Çin ikna etmiş durumda. ABD ile ekonomik ve militarist bir rekabet içerisinde olan Çin yönetimi bu adımla ABD ile arasındaki ilişkileri yumuşatmayı hedefliyor. Anlaşma ile Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması, Çin açısından Güney Kore’deki NATO üslerinin kapatılmasını da gerekli kılıyor. Güney Kore’yi böyle bir anlaşmaya götüren nedenler ise

Gazete hazırlanırken Ermenistan Parlamentosu’nda Başbakanlık seçimi yapılıyordu. Cumhuriyetçi Parti aday çıkarmayacağını açıkladı. Muhalefet partileri ise tek aday olan Paşinyan’a destek olacağını söylediler. Ancak Cumhuriyetçi Parti’nin red oyları nedeniyle Paşinyan yeterli sayıda oy alamadı. Paşinyan tüm halkı sokağa çağırdı ve genel grev çağrısı yaptı. Parlamentodaki oylama sırasında sokaklarda binlerce insan gösterilere devam ediyordu. Eğer ikinci turda da yeterli oy çıkmazsa ülkede erken seçimlere gidilecek. Ermenistan’da 10 yıldır süren ve bir dönem daha yürütmenin başı olarak değiştirilen Başbakanlık görevini üstlenen Sarkisyan’a karşı kitle eylemleri zafer kazandı. Hareketin içerisinde yolsuzluklar ve ekonomik sıkıntılardan rahatsız olan gençler en önde yer alıyor. Hareketin liderliğini ise liberal bir siyasetçi olan Paşinyan çekiyor. Kitle eylemleri henüz grevlere evrilmedi, sendikalar harekete geçmedi. Cumhuriyetçi Parti parlamentodan çekilmedi. Ermenistan’da büyük bir askeri üssü bulunan Rusya henüz bir tavır almadı. Ermenistan’da henüz son sözler söylenmedi. Önümüzdeki günler daha radikal gelişmelerin yaşanacağını gösteriyor. ülkede son bir yıldır iktidar deviren işçi eylemleri. Güney Kore’de 2012 yılında başkan seçilen Park Geun-hye iktidarının ilk dört yılında ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları nedeniyle 10 Mart 2017’de görevinden alınmıştı. Park’a karşı beş ay içerisinde 20 defa yüzbinlerce insan (toplamda 16 milyon kişi) sokağa inmişti. Bu süreçte grev ve genel grevler de yaşanmıştı. Sendikaların da desteğiyle milyonluk mitingler örgütlenmişti. Mayıs ayında yapılan seçimleri Demokrat Parti’nin adayı Moon Jae-in kazandı. Bir insan hakları avukatı olan Moon, Kuzey Kore ile müzakere etmekten ve ılımlı bir politika izlemekten yana olduğunu ilan etmişti. Moon-Jae toplumun büyük bir kesiminin Kuzey Kore ile gerilime son verilmesi talebini dikkate alarak bu anlaşma için adım attı. Eylemler ve grevlerle hükümeti deviren işçi sınıfı ekonomik sıkıntılara karşı reform talep ediyor. Bu talepler arasında bütçenin militarizme değil sosyal sorunlar için harcanması talebi de var. Moon Jaein bu talepleri karşılamaz ise kendine olan güveni yüksek seviyede olan bir toplumsal muhalefet ve işçi hareketi ile karşı karşıya gelebilir.


RÖPORTAJ

5

AŞK VE DAYANIŞMA DEVRİMİ Ermenistan Başbakanı’nın halk hareketinin sonucunda istifa etmesinin ardından ülkede eylemler devam ediyor. Eylemleri başlatan süreci ve Ermenistan’da neler olduğunu, hareketin içerisinde mücadele yürüten gazeteci Varduhi Balyan’la konuştuk. Sarkisyan’ın istifasına giden süreç nasıl başladı? Varduhi Balyan: Nisan başında tüm bu eylemleri başlatan Nikol Paşinyan’dı. Gümrü’den “ilk adımı atıyorum” diyerek yürüyüşe başladı. 10 gün yürümeye devam etti ama kimse katılmadı. Hiç kimse bu kadar yankı yaratacağına inanmıyordu. Ben de “yanında 10 tane erkek var bir kadın bile yok” diyerek eleştiriyordum. Ama Yerevan’a vardığında yanındaki insan sayısı onlarcadan binlerceye katlandı . 2015’te anayasa değişikliğiyle parlamenter sisteme geçildi. O dönem Cumhurbaşkanı olan Sarkisyan görev süresi dolunca Başbakanlığa adaylığını koymayacağına söz vermişti. Yeniden aday olacağı belli olunca kıyamet koptu aslında. Halkı kızdıran defalarca söz vermesine rağmen “beni halk seçti” iddiasıyla iktidarda kalmak istemesiydi. Günlerce aralıksız süren protestolara rağmen parlamentoda yapılan oylamada Başbakan seçildi. Oylamadan sonra halk sokaklara döküldü ancak Sarkisyan “onlar sadece yüzde 7” diyerek hareketi küçümsedi. Ancak hareket kitleselleşip tüm Ermenistan’a yayılınca ksıa sürede istifa etmek zorunda kaldı. İstifasından önce hareketin liderliğini yapan Paşinyan’ın talebiyle basının önünde görüşmeyi kabul etmişti. Paşinyan “halk sizi istemiyor tek talebimiz istifa etmeniz” deyince basının önünde görüşmeyi terk etmişti. Ancak istifa mektubunda Sarkisyan “ben yanıldım, Nikol haklı çıktı halk beni istemiyor” dedi. Sokakta neler oluyor? Varduhi Balyan: Önceki eylemlerden farklı olarak hareket Yerevan’la sınırlanmıyor. Eskiden insanlar meydanda toplanır, akşam dağılırdı. Bu sefer çok yaygın, durmayan ve her yere dağılan ve herhangi bir kontrolü olmayan bir harekete dönüştü. Farklı şehirlerin, köylerin, Yerevan’ın tüm sokakları kitleler tarafından bloke ediliyor.2015’teki Elektrik Yerevan eylemlerinden beri, polisin müdahalesi insanları artık daha çok öfkelendiriyor. İnsanlar şehirlerarası yürüyüp eylemlere katılıyor. Kitleler Paşinyan’ı takip ediyor olsa da aslında eylemlerin gücü Paşinyan’ı da aştı. Paşinyan gözaltına alındığında, yani hareketin “lideri”, halk durmadı, geri çekilmedi, kendi kararıyla eylemlere devam etti. İki-üç haftadır yüzbinlerce insan sokakta eylem yapıyor ve tek bir kişiye zarar gelmedi, tek bir cam kırılmadı. Ellerin havada olduğu bir devrim olarak nitelendiriliyor. Tüm halkı kapsayan bir olay bu. Daha önce hiç eyleme katılmamış insanlar, cinsel yönelimler veya siyasi görüşten bağımsız olarak sokağa çıkıyor. En milliyetçi, muhafazakar

Erivan.

kesimin lgbtlerle aynı yerde sokağı kapattığını ve birlikte dans ettiğini gördüm. Kamusal alanın bu kadar karıştığını daha önce hiç görmemiştik. 19 Nisan’da geldim Yerevan’a ve akşam hemen eyleme gittim. İnsanlar 1 yaşındaki bebekleri kucaklarında eylemdeydi. Küçük çocukların bisikletleriyle ya da teyzelerin parktan aldıkları banklarla sokakları kapattığını görebilirsiniz. Birçok polis “halkıma karşı harekete geçmek istemiyorum, istifa ediyorum” diyerek harekete katıldı. En son Cumhuriyetçi partiden bir kişi istifa etti. Çok garip şeyler oluyor. Tüm bu devrim “kadife devrim” olarak değerlendiriliyor ama halkın arasında devrimin adı “aşk ve dayanışmanın devrimi” olarak kaldı.

tüm ülkede yollar kapandı. Tüm ülke paralize durumda şu an. Halk yapılan oylamadan ve varılan karardan çok mutsuz. Ama umudunu yitirmiş değil “madem öyle devam ederiz” deyip daha yoğun bir şekilde mücadeleye devam ediyorlar. Şu anda grev var ve ana okuldan liseye kadar tüm öğrenciler sokakta. Bu sadece Paşinyan’ı destekleme hareketi değil halk kendi devrimini destekliyor esas olarak. Grevler ve genel olarak Ermenistan’daki işçi sınıfının örgütlülüğü hakkında bilgi verebilir misin? Sendikalar ne durumda, bu harekete katılıyorlar mı?

Varduhi Balyan: Güya muhalif olan ama hep Sarkisyan hükümetini, Cumhuriyetçileri destekleyen partiler var parlamentoda. Refah Ermenistan Partisi bunlardan biri. Ancak Paşinyan gözaltına alındığında bunlar ve Taşnak Partisi serbest bırakılması için açıklamalar yaptı. Bu iki parti ve daha küçük partiler halka katıldıklarını ve halkın seçeceği başbakanı destekleyeceklerini açıkladı. Bununla birlikte protestocuların sayısı aşırı arttı. Tüm bölgelerden Yerevan’a akın başladı. İnsanlar merkeze gelmesin diye otobüsler çalıştırılmazken bedava otobüs seferleri başladı.

Birkaç gün önce tekstil fabrikasındaki üç bin kadın işçi greve çıkıp harekete katıldı. Bugün havaalanına giden yol kapalı, uçaklar kalkış iniş yapamıyor. Gürcistan sınırının kapanması konuşuluyordu. Ermenistan’da işçi sendikası yok diyebiliriz. Ama her yer “çalışmayacağız” deyip harekete katılıyor. İşçiler ve ağırlıklı olarak okul öğretmenleri herhangi bir sendikadan değiller kendi aralarında örgütleniyorlar. Üniversitelerdeki öğrenci kulüpleri Cumhuriyetçi partinin gençlik kollarından oluşuyordu. Şimdi tüm öğrenciler birlik olup dersleri boykot ediyorlar. Elbette grevler iktidarı ekonomik olarak da etkilemeyi hedefliyor. Benim tanıdığım greve çıkan öğretmenlerin hiçbiri sendikalı değil ve geçmişte yolsuzluğa el atmış insanlar.

Parlamentodaki seçimlerde Paşinyan kazanamadı. Peki şimdi ne olacak?

Hareket Sarkisyan’ın istifasıyla yetinmeyip “oligarklara” yöneldi. Nedir bu oligarklar meselesi?

Varduhi Balyan: Cumhuriyetçiler aday çıkarmadı seçimde ancak onların dışındaki partilerin oyları Paşinyan’ın seçilmesi için yeterli değildi. O yüzden Cumhuriyetçilerden en az 6 oy gerekiyordu ve vermediler. Tüm parlamento oturumlarında uyuyan parti, dünkü oturumda Paşinyan’a canhıraş karşı çıktı. Yüzbinlerce insan meydanda bu oturumu canlı izledi. Bir hafta sonra tekrar seçim olacak, sanıyorum Cumhuriyetçiler aday gösterecek bu sefer. Ayın 8’inde ya Paşinyan seçilir, geçici hükümet kurar ve ardından seçim yapılır ya da Cumhuriyetçiler aday çıkarır ve kendi oyları seçilmesine yeter. Bu durumda parlamento dağılır ve yine genel seçime gidilir ama bu durumda çok eşitsiz bir seçim süreci olur. Eylemleri sürükleyenler sadece Sarkisyan’ın istifasını değil Cumhuriyetçi partinin tamamen yok olmasını istiyor.

Varduhi Balyan: Muhalefet partisi olup da hükümetle hareket eden Refah Ermenistan Partisi’nin başkanı oligarşinin babası ülkede. Şu an halka katıldığını açıklamış olsa da halkın onunla da ilgili şikayeti var. Halk şimdilik bu partinin desteği olmadan çözüm olamayacağını düşünüyor ama hükümette bunlara yer verilmemesi konusunda hemfikir. Cumhuriyetçi Parti’nin milletvekillerinin çoğu oligarşinin temsilcisi. Bunların süper marketler zinciri var, sermayeyi ve siyasi iktidarı elinde tutanların marketleri. Şimdi kitleler bu marketlerin önünde eylemler yapıyor. Marketlerden alışveriş yapmayıp, küçük ölçekli yerel halktan yapılmasını talep ediyorlar. Ermenistan’da siyasi geleneğin çok gelişmiş olduğunu söyleyemeyiz. Bağımsızlık dönemi boyunca bu insanlar kendi siyasi pozisyonlarını kötüye kullanarak zengin olmayı ve halkı talan etmeyi başardı. Hükümet bu insanlardan oluşuyor. Halkta Sarkisyan’a karşı tam bir nefret var ama bu nefret onunla sınırlı değil.

Muhalif örgütlerin aldığı tavır nasıl?

Paşinyan’ın seçilememesine halkın tepkisi nasıl oldu? Varduhi Balyan: Halk meydanda Paşinyan’ı bekledi ve eylemlere devam kararı aldı. Bugün sabah 8.15’ten itibaren

Röportaj: Meltem Oral


6 GÜNDEM

BASKIN SEÇİMDE SOL TUTUM Ülkücülerin adayı Erdoğan etrafında birleşen AKP-MHP-BBP ittifakının baskın seçimi karşısında, CHP-İP-SP-DP de ittifak kurdu. Üçüncü ittifaksa HDP'nin tutuklu lideri Selahattin Demirtaş etrafında gerçekleşiyor. Emekçilerin ve ezilenlerin kurtuluşu sandıktan değil mücadeleden geçer. Fakat bu mücadelenin gerçekleşeceği koşullar, sandıktan çıkacak sonuçlar tarafından da belirlenir. Devrimin gerekliliğini savunan bizler, işçi sınıfının örgütlenmesinin ve mücadelesinin akıbeti açısından seçimlerle ilgiliyiz. Baskın seçimde sol tutum ne olmalı? 16 Nisan referandumunda 'evet' ve 'hayır' diyen partilerin kurdukları ittifaklar, kimlerin hangi çıkarları üzerinde yükseliyor? Devrimci sosyalistler neden Demirtaş'ı destekliyor? Şişecam işçileri, grev yasağını protestoda.

AKP-MHP İTTİFAKINA OY YOK! Seçim kanununda anti-demokratik değişiklikler yaptıktan sonra baskın seçim ilan eden AKP-MHP-BBP ittifakı kendini cumhur yani halk ittifakı olarak adlandırılıyor. Fakat bu devletin tepesine çöken siyasi elitlerin, generallerin ve bürokratların ittifakıdır. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı aday Ekmelledin İhsanoğlu'nu Erdoğan'ın karşısına çıkartan ülkücülerin ana partisi MHP, 2017'de Erdoğan'ın başkanlık rejiminin önünü açan parti olarak karşımıza çıktı. 2014 seçimlerinde Erdoğan %51.79'la cumhurbaşkanlığını kazanırken, ülkücü İhsanoğlu %38.44'le yenilmişti. Bugünse Erdoğan ülkücülere mecbur. Mecbur çünkü Fetullahçılar'ın ardından devlet bürokrasisine MHP'liler olmadan hakim olamıyor. Erdoğan başkanlık için MHP hatta BBP'nin %0.6'lık oyuna dahi mecbur. Çünkü 15 yıllık iktidarın sonunda Ak Parti artık gerileyen bir güç. 7

Haziran

2015

genel

seçimlerinde

AKP%40,98, MHP %16,27 oy almıştı. O gün birine rakip olan iki partinin toplam oyları %57,25'i buluyordu. AKP'nin anayasayı değiştirecek ve hükümeti kuracak çoğunluğu kaybetmesinin ardından gelen 1 Kasım 2015 baskın seçimlerinde AKP %49.8, MHP %11.90 oy alarak toplamda %61.7'ye ulaştı. Mayıs 2016'da Devlet Bahçeli'nin muhalefetteki başarısızlığı üzerine liderlik krizi yaşayan MHP bölündü. 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişiminin, 20 Temmuz'da OHAL'in ilanıyla o güne kadar rakip olan AKP ve MHP ittifak kurdu. Ekim 2016'da Bahçeli'den Erdoğan'a başkanlık önerisini meclise sunma çağrısı geldi. Bunun üzerine gerçekleşen 16 Nisan 2017 anayasa referandumunda AKP-MHP'nin 'evet'i %51.41 oyla kıl payı kazandı. O gün sandığa damgasını vuran 'evet'in zaferi değil iki partinin toplam oyundaki % 10,29 gerileyişle gelen 'hayır'ın başarısı oldu. Geçen bir yıl büyüyen adaletsizlikler,

artan geçim sıkıntısı, keyfi yönetimin baskıları, muhalefetin susturulması ve karalanması için devlet olanaklarının kullanılması ile geçerken normalde 2019'da yapılacak seçimlerde AKP-MHP ittifakının yenileceği açığa çıkınca baskın seçim ilan ettiler. AKP ve MHP'nin ittifakı, başarısız bir darbe girişimine ve Suriye'de iki büyük operasyona rağmen seçimleri açık ara alacak bir güce ulaşamayacağı için muhalefeti hazırlıksız yakalayıp, üzerinde baskı kurarak, kıl payı da olsa kazanmak istiyor. Onların kazanması emekçilerin ve ezilenlerin aleyhinedir. Çünkü bu iki parti askeri harekattan ve baskıdan başka bir şey vaat etmiyor. Nasıl bir Türkiye vaat ettiklerini, bitmeyen OHAL gösteriyor. Binlerce insanın işini kaybettiği, grevlerin yasaklandığı, demokratik hakların askıya alındığı, hapishanelerin tıka basa doldurulduğu bir Türkiye işçi sınıfının aleyhinedir. Patronlara 'OHAL grevleri yasaklamak için var' diye seslenen Erdoğan'ın ve her

zaman patronların hizmetinde bulunan mücadele ve grev karşıtı faşistlerin ne ekonomik ne de demokratik olarak emekçilere verebileceği bir şey olabilir. AKP-MHP-BBP ittifakı en çok bu ülkenin ezilenlerinin aleyhinedir. Kürt sorunun siyasi çözümlerini reddedip kendi sınırlarının dışındaki hareketlere de müdahale eden, ırkçıların ve faşistlerin belirleyici olduğu bu ittifak, toplumun ezilenleri ve azınlıkları üzerindeki baskıyı geri getirmiş, kazanılmış bir dizi hakkı geri aldı. İşçi sınıfının çıkarı, yerli-milli ittifakının 24 Haziran'da yenilmesinde. Emekçilerin ve ezilenlerin çıkarları güçler ayrılığı, parlamenter sisteme geri dönüş, liyakat esasına dayalı devlet yönetimi gibi taleplerden çok daha fazlasını içermektedir. Milyonların değişim isteğine karşı her yerde baskıcı yönetimlerin kurulduğu bugünün dünyasında Türkiyeli işçilerin çıkarı ABD'deki, Rusya'daki Avrupa'daki ve Ortadoğu'daki kardeşleriyle aynıdır: Zalimleri yenme için birleşik mücadele.


GÜNDEM 7

SAĞCI MUHALEFET ALTERNATİFİMİZ OLAMAZ AKP-MHP ittifakının devletin tüm imkanlarıyla müdahale ettiği 16 Nisan referandumunda baskı altındaki 'hayır'ın başarısı, hayır oyu veren partilerin ittifakı talebini de gündeme getirdi. Baskın seçimle bu anlayış cisimleşti. CHP-İP-SP-DP ittifakı, AKP-MHP ittifakına alternatif olabilir mi? Emekçiler ve ezilenlerin çıkarları karşısında bu ittifak nerede duruyor? Erdoğan ve Bahçeli'nin yenilgisi, AKP'ye oy veren içinde geniş işçi kesimlerinin de yer aldığı seçmenlerin buna karar vermesi ile mümkün. Bu açıdan bakıldığında CHPİP-SP-DP ittifakı da diğeri gibi milliyetçi. Bu ittifakın da önceliği devletin bekası. Tüm muhalefet ve eleştirilerine rağmen Erdoğan ve Bahçeli'nin askeri politikalarını verdikleri destek bundan. Sağa karşı sağ bir alternatif başarılı olabilir mi? 2015 seçimlerinde çatı aday İhsanoğlu'nun yenilgisi ortada dururken, geçen iki yıldaki adaletsizlikler ve olaylar bu partileri alternatif haline getirebilir mi? Bu soruların yanıtı 24 Haziran gecesi belli olacak. Fakat bugünden görünen bu ittifakın parlamenter bir kumar olduğudur. Tıpkı iktidar ittifakı gibi muhalefet ittifakı da kumar oynuyor. CHP-İP-SP-DP ittifakı ortaya belirgin bir ekonomik ve siyasi program koymadan, sadece tepkiye güveniyor. Peki AKP’den kurtuluş vaat eden bu ittifak nasıl bir yönetim vaat ediyor? Bunun için tek tek partilere bakmak gerek. Muhalefet ittifakının en büyük partisi CHP, ezilenlerin ve emekçilerin bir bölümünü etrafından tutuyor olsa da esasta bir devlet partisi. Vaatleri son tahlilde eski düzeni kendi iktidarları altında geri getirmek. Adalet

yürüyüşü gibi büyük mücadelelerden Afrin harekâtına büyük desteğe giden yol, bu partinin değişmeyen özü tarafından belirleniyor. Akşener etrafında toplanan MHP muhalifleri ikinci önemli güç. 1996-97'de Refahyol hükümetinin içişleri bakanı olan Akşener, otoriterleşen Erdoğan yönetimine karşı bir otoriter seçenek arayışının ifadesi olarak gündeme geliyor. Akşener, Susurluk kazası adı verilen devlet çeteleri skandalı ile giden Mehmet Ağar'ın koltuğuna oturmuştu. Akşener, Susurluk davasının üzerini itinayla örterken Kürt illerinde faili meçhul ve infaz politikaları devam ediyordu. Akşener, kendisi gibi ırkçılığını ve faşistliğini saklamayan arkadaşlarıyla birlikte yaptığı 16 Nisan referandumu kampanyasını Suriyeli göçmenlere karşıtlık üzerinden kurdu. DYP'den MHP'ye ve bugün İP'e ulaşan hayatı boyunca Akşener baskıcı devlet politikalarının yanında durmuş bir isimdir. Yabancı düşmanı kampanyalarıyla tanınan SP ve merkez sağcı DP'nin ise işçilere verecek bir şeylerinin olmadığı bugüne kadar aldıkları düşük oylardan belli. Birleşeni olan partilere bakıldığında bu ittifakta da ırkçılar ve faşistler kilit rol oynuyor. Onların belirleyici olduğu seçeneklerden işçilerin ve ezilenlerin çıkarına bir sonuç beklenemez. Evet Erdoğan ve Bahçeli gitmeli. Fakat CHP-İP-SP-DP ittifakı bu yönde güçlü bir alternatifi oluşturmadığı gibi temel politikalarda anlaştıkları için rakiplerinin alternatifi olamaz. Ortaya çıkan adaylar ve ortalıkta dolaşan isimler bu durumun kanıtıdır.

BİZİM OYUMUZ YİNE DEMİRTAŞ'A Devrimci sosyalistler, barış ve demokratikleşme için 2014'te Demirtaş'a, 2015'teki iki seçimde de HDP'ye oy verdi. 24 Haziran baskın seçimlerinde oyumuzu yine Demirtaş'a vereceğiz. Çünkü Selahattin Demirtaş, barışı savunan tek aday, mevcut adaylar arasında emekçilerin ve ezilenlerin taleplerine en fazla sahip çıkan isimdir.

Hakkında açılan bir çok dava ile susturulmak istenen Demirtaş, mevcut adaylar arasında ırkçılığa karşı olan, milliyetçilik ve din sömürüsü yapmayan tek siyasi liderdir. Türk-Kürt, laik-dindar, Alevi-Sünni suni bölünmelerine karşı çıkan siyaseti işçi sınıfının

1 MAYIS VE YOUNGSTOWN İŞÇİLERİ Üç gün sonra Marx’ın doğumgünü. Dün de 1 Mayıs’tı. Böyle simgesel özel günler bana eskiden beri pek anlamlı gelmemiştir. Geçmişte olan biten bir şeyleri kutlamak yerine günümüz işçi sınıfının başarılarını, zaferlerini kutluyor olmayı tercih ederim. Kutlayacak bir durum yoksa da, kutlayabiliyor olmak için çaba harcayalım, daha yararlı bir iş yapmış oluruz diye düşünürüm hep. Öte yandan, işçi sınıfının mücadele tarihini hatırlamaya, bilmeye yarıyor belki bu özel günler, bunu da anlıyor ve dolayısıyla çok da itiraz edemiyorum. Dün akşam yoldaşım Hakan Gürvit Açık Radyo’da yaptığı programa davet etti beni, “Gel, 1 Mayıs şarkıları çalalım” dedi. Simgeselliğe karşı itirazlarımı bastırıp gittim. Gitmeden önce de biraz çalıştım, neler çalabileceğimizi düşündüm, youtube’ta arandım, bulduklarımı dinledim... Ve itirazlarım yine baş gösterdi. 1 Mayıs müziklerinin pek çoğu marş olarak bestelenmiş. Sanki üniformalı, uygun adım, rap rap rap yürüyen askerler/izciler/robotlar için yazılmışlar. Marksizm işçi sınıfının kurtuluşuyla ilgili olduğu kadar insanın özgürlüğü hakkındadır. Sosyalizm insanın sınırsız yaratıcılığının önünü açmak, tüm engelleri kaldırmakla ilgilidir. Bu özlemleri bir marşla ifade etmek mümkün değildir. Dahası, yanlıştır. Bakındıkça daha farklı şeyler de buldum ama. 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması fikri ve bu fikre neden olan olaylar Amerika’da ortaya çıktığı için, Amerikan kaynaklarına baktım. (Amerikan işçi sınıfı 1800’lerin sonlarında sekiz saatlik işgünü için uzun ve kanlı bir mücadele vermiş. 1 Mayıs 1886’da tüm ülke çapında yüz binlerce işçi bu talebi kazanabilmek için greve çıkmış. İki gün sonra, Chicago’da grev devam ederken kolluk güçleriyle çıkan çatışmalarda sekiz işçi öldürülmüş. İkinci Enternasyonal ve dünya işçi sınıfı hareketi 1989’da 1 Mayıs’ı kutlamaya başlamış. Aynı günlerde, Chicago’da bir meydana çatışmalarda ölen bir polisin heykeli dikilmiş. Bu heykel 1969’da öğrenci hareketi tarafından devrilmiş ve Belediye tarafından kaldırılıp Polis Akademisi’ne konulmuş!)

Savaş politikalarına karşı barışı, baskıya karşı hak ve özgürlükleri savunan Demirtaş, 6 milyon insanın oyunu almış bir lider olduğu ve partisi 15 Temmuz darbesine karşı çıktığı halde hapiste. Demirtaş'a oy vermemizin başlıca sebeplerinden biri ezilenlerden yana olmamız. 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde Demirtaş liderliğindeki HDP, hamasetle örülen burjuva siyaseti karşında aşağıdakilerin sesi oldu, ezilenleri birleştirdi ve sol bir programla %13.12'lik oy oranına bir sıçrama yaparak AKP'nin tek başına iktidarına son verdi. Konu Erdoğan'ı demokrasiyle geriletmekse bunu yapabilen yegane lider Demirtaş’tır.

GÖRÜŞ Roni Margulies

6 milyon seçmenin oyunu alan Demirtaş, aylardır hapiste tutuluyor.

birliğine de iyi gelmektedir.

işçi sınıfının çıkarı barıştadır.

24 Haziran seçimlerinde savaş yanlısı iki ittifak karşında barışçıl ve özgürlükçü politikalar bir odak olmalı. Bunu gerçekleştirebilecek olan yegane güç, hapiste olsa da Demirtaş ve özgürlükçü sol güçlerdir.

Oyumuz Demirtaş'a çünkü sadece 24 Haziran'la değil ertesi gün ve sonrasında devam edecek mücadelenin güçlenmesi hepimizin çıkarınadır. Koltuk için değil demokratikleşme için mücadele seçeneği olan Demirtaş'ı destekliyoruz.

Oyumuz Demirtaş'a çünkü Türkiye

Bulduğum şarkılar arasında Bruce Springsteen’in Youngstown adlı parçası vardı. Youngstown, Ohio’da bir demir çelik şehri. Ve 1974’te şirket fırınları kapatıp basıp gidince şehrin hemen hemen tümü işsiz kalır. Aynen otomobil şirketlerinin çekilmesiyle Detroit’in hayalet şehir hâline gelmesi gibi. Springsteen, ailesi birkaç kuşaktır fırınlarda çalışan bir işçinin ağzından söylüyor şarkıyı. Simgesel değil, tümüyle gerçekçi! Ben bunu dinleyerek kutladım 1 Mayıs’ı.


8 GELENEK KARL MARX'IN 200. DOĞUM GÜNÜ!

TARİHTE İZ BIRAKMAK ALEX CALLINICOS

Karl Marx, Mart 1883'te sessizce öldü. Londra'daki Highgate Mezarlığı'nda yapılan cenaze törenine bir düzine insan katıldı. 1871 Paris Komünü'nü savunmadaki rolü nedeniyle Avrupa basını tarafından cadı avına maruz bırakılmış olsa da, Times gazetesi ölümünü Fransız gazetelerindeki haberlerden öğrendi. Marx o zamandan beri simgesel olarak defalarca gömüldü. Soğuk Savaş sırasında sosyolog Daniel Bell "İdeolojinin Sonu"nun geldiğini açıkladı; esas olarak Marksizmin sonunu kastediyordu. 1989'da Doğu Avrupa ve Rusya'daki Stalinist rejimler çökmeye başlarken, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Francis Fukuyama daha da ileri giderek "Tarihin Sonu"nun geldiğini ilan etti. Liberal kapitalizm rakiplerine karşı zafer kazanmıştı ve geleceğe hükmedecekti. Yine de Marx'ın 5 Mayıs'taki doğum gününün 200'üncü yıldönümü medyada geniş bir şekilde yer alıyor ve birçok konferansla kutlanıyor. Avrupa Komisyonu başkanı gülünç Jean-Claude Juncker bile, Marx'ın doğduğu Trier şehrinde bir Marx heykelinin açılışını yapıyor. Peki Marx'ı gömmek neden bu kadar zor oluyor? Temel cevap, kapitalizm. Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezi, Margaret Thatcher ve Ronald Reagan'ın desteklediği serbest piyasa kapitalizminin barış ve refah getireceğine dair neoliberal zaferciliğin zirve noktasını yansıtıyordu. Fukuyama, "Aslında sınıf sorunu Batı'da başarılı bir şekilde çözüldü. Modern Amerika'nın eşitlikçiliği, Marx'ın öngördüğü sınıfsız toplumun temel kazanımını temsil ediyor" diye yazmıştı. Bu sözler şimdi kulağa çok boş geliyor. Amerika işçi sınıfı bir kuşak boyunca değişmeyen hayat standartları ile yaşadı. Neoliberal dönem, büyüyen ekonomik eşitsizliğin dönemidir. Thomas Piketty'nin araştırması, eşitsizliğin Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki seviyelere yaklaştığını göstermiştir. 1980'lerden beri Batı siyasetine hakim olan neoliberal "aşırı merkez", hem sağdan hem de soldan gelen sözde "popülist" isyanlarla birlikte giderek büyüyen bir meydan okumayla karşı karşıya. Bütün bu sorunlar, hâlâ 1930'lardan beri yaşadığı en kötü krizden çıkmaya çalışan kapitalizmin başarısızlıklarıdır ve Marx'ın ana konusu kapitalizm idi. 1840'larda Almanya'da genç bir radikal demokrat olarak, kendini daha sonra ifade ettiği şekliyle "maddi çıkarlar olarak bilinen şeyleri tartışmak zorunda kaldığı utanç verici bir durumda" buldu. Büyük modern devrimlerin -İngiltere 1640, Amerika 1776, Fransa 1789- kendilerini dar politik değişimlerle sınırladığı sonucuna vardı. "İnsanlığın kurtuluşu" dediği şey, "maddi yaşam koşulları"nda ya da filozof Hegel'in adlandırdığı şekliyle "sivil toplum"da bir dönüşüm gerektiriyordu.

Marx ayrıca "bu sivil toplumun anotomisinin politik ekonomide aranması gerektiği"ni keşfetti. Fakat Marx'ın klasik siyasi iktisatçılar —Sir James Steuart, Adam Smith, David Ricardo— üzerine çalışmaları, onu politik ekonominin eleştirisi dediği şeye yönlendirdi. Bu yalnızca teorik kategorileri değil, eşzamanlı olarak hem ortaya çıkardıkları hem de gizledikleri ekonomik sistemi de -Marx'ın deyişiyle kapitalist üretim tarzını- eleştirmeyi içeriyordu. Başyapıtı Kapital, modern endüstriyel kapitalizmin sistematik bir analizini ve eleştirisini yapar. Kapital'i yazdığı zaman, bu sistem henüz sadece birkaç mevzi ele geçirmişti. Bunlar İngiltere'de, kuzeybatı Avrupa'nın birkaç başka bölgesinde ve ABD'nin kuzeydoğu sahilindeydi. Ancak Marx, bu sistemin dünyayı fethetme sürecinde olduğunu anlamıştı. En ünlü eseri Komünist Manifesto'da, Marx kapitalizmi neredeyse kutlar: "Üretimin sürekli değişimi, bütün toplumsal koşullardaki kesintisiz sarsıntı, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını daha önceki tüm çağlardan ayırır." Pek çok kişi, Marx'ın Manifesto'da yaptığı kapitalizm tasvirinin, günümüzün küreselleşme çağına çok iyi uyduğuna dikkat çekmiştir. Marx, "Burjuvazi dünya pazarını sömürerek her ülkedeki üretim ve tüketime kozmopolit bir karakter kazandırmıştır" diye yazar. Fakat kapitalizmin bu şekilde davranmasının altında yatağan mantığı Kapital'de açıklar. Tutsaklık Marx, Kapital'e "Meta" diye bir bölümle başlar. Kapitalizmi pazar ile özdeşleştiren ana akım ekonomistlerle aynı fikirdeymiş gibi görünebilir. Fakat onlar için pazar arzularımızı gerçekleştirmemize izin verirken, Marx için kapitalizm bir tutsaklık ve sömürü alanıdır. Üretim araçları, ancak ürünlerini satabildikleri ölçüde hayatta kalabilen ve gelişebilen kapitalist şirketler tarafından kontrol edilir. Bu da bu şirketlerin rekabet odaklı oldukları anlamına gelir. Kapitalistler "düşman kardeşler" gibi birbirlerinin altını oymaya, pazarlarını çalmaya ve eğer gerekirse birbirlerini iflas ettirmeye çalışır. Bu ölümcül mücadelede, kâr başarının ölçütüdür. Smith ve Ricardo'nun yazdıklarını geliştiren Marx, kârın kapitalistlerin ürünlerini üretmek için çalıştırdığı işçilerin emeği tarafından yaratıldığını gösterir. Onun deyimiyle üretimin "gizli ini"nde, işçiler onlardan mümkün olduğu kadar çok kâr elde etmek için sistematik bir şekilde sömürülürler. İşçiler işverenlerini seçmekte özgür gibi görünebilirler. Ama Marx, sahip oldukları tek şey kendi emek güçleri olduğu için, işçilerin kendileri ve baktıkları kişiler için geçim yollarına erişebilmelerinin tek yolunun sömürüye boyun eğmek olduğunu belirtir. Kapital'in en muhteşem bölümlerinden birinde, kapitalist üretim koşullarının köylüleri topraksızlaştırarak yarattığı-

nı gösterir. Köylüler, Avrupa’nın dünyaya hükmetmesini sağlayan işgal, yağma ve köleleştirme süreçleri içerisinde işçilere dönüşmek zorundadır. Bu, kimsenin kontrol etmediği bir sistemdir. Kapitalistler hayatta kalmak için sadece sömürmekle yetinemez, aynı zamanda sermaye biriktirmeleri ya da kârlarını genişletilmiş ve daha verimli üretime tekrar yatırmaları gerekir. Marx'ın kapitalde kutladığı dinamizm ve bozulmaya yol açan şey de budur. Ancak rekabetçi birikim, kapitalizmin tarihini düzenli olarak bölen krizlere de yol açar. Şirketler emek tasarrufu sağlayan teknolojilere giderek daha fazla yatırım yaparken, bu teknolojiler kâr oranlarını düşürür ve kapitalizmi krizlere iter. Fakat Marx şöyle der: "Bununla birlikte, sayıları sürekli artan ve kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının isyanı da büyür." Bölmek Kapitalizm, üretimde işbirliğinin artmasına bağlıdır ama gerçek üretimi yapan işçileri bölmek ve sömürmek ister. Bu yüzden işçilerin patronlara karşı kitlesel olarak hareket etmeleri menfaatlerinedir. Dayanışma, etkili bir işçi sınıfı eyleminin özüdür. Aynı zamanda, kapitalizmin alternatifinin de temelidir. Komünizm: "ortak üreticilerin" yönettiği, işi yapanların kararları da verdiği bir toplum. Stalinizmin çarpıtmalarının aksine, Marx kapitalizmin yıkılmasını esasen demokratik bir süreç olarak tasarlamıştır. 1864-1872 arasında yönettiği Birinci Enternasyonal, "İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır" diye ilan etti. Fakat Enternasyonal'in işçilerin devrim yapmasını engelleyebilecek ayrılıklara da karşı koyması gerekiyordu. Marx 1870'te "yerli" İngiliz işçiler ve İrlandalı göçmen işçiler arasındaki ırkçı düşmanlığa dikkat çekti. Bunun "İngiliz işçi sınıfının örgütlenmesine rağmen etkisiz olmasının sırrı" olduğunu söyledi: "Kapitalist sınıfın iktidarını korumasının sırrı budur." Marx'ın düşüncelerinin gerçekliğini koruyor olması, sadece kapitalizm eleştirisinden kaynaklanmamakta. O sosyalizme giden yolun, işçilerin patronlara ve onları bölen tüm farklı baskı biçimlerine karşı birliğinden geçtiğini anlamıştı. Ramsgate, Kent'te tatilde olan Amerikalı gazeteci John Swinton ölümünden kısa bir süre önce Marx'la röportaj yapmıştı. Swinton şöyle yazdı: "Devrimci ve filozofu şu can alıcı kelimelerle sorguladım: 'Nedir?'" "Ve karşısındaki kükreyen denize ve sahildeki durmak bilmeyen kalabalığa bakarken bir an için zihni altüst olmuş gibi göründü. Ağır ve ciddi bir tonda yanıt verdi: "Mücadele!" Çeviren. Irmak Yavlav


MÜCADELE

1 MAYIS GÖSTERİLERİ: GREVLE KAZANANLAR MEYDANLARDA

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

BASKIN SEÇİM VE İŞÇİ SINIFI Türkiye giderek kutuplaşmaların arttığı bir toplum olma yolunda ilerliyor. Bunun baş müsebbibi AKP-MHP ittifakıdır. Adalet sistemi, suçluları cezalandırmak için değil, muhalifleri sindirmek için kullanılan bir araç hale geldi. Devlet kurumlarında çok aleni bir şekilde kadrolaşma yaşanmakta, ittifaktan olmayan herkes, devlet memurluklarından, hatta taşeron işçiliklerden temizlenmektedir. Devletin her türlü ekonomik faaliyeti, tanıdık, kayırılan firmalar aracılığı ile yürütülmektedir. AKP-MHP ittifakı, özellikle 16 Nisan referandumundan sonra Türkiye’yi daha fazla yasaklar ve keyfilikler ülkesine çevirdi. İktidarın nobran, kaba, kendini beğenmiş tavırları insanlarda büyük bıkkınlıklar yaratmakta, geleceğe dair umutlarını köreltmektedir. Bu karamsar ve kasvetli ortamda şimdi istikrarı sağlama gerekçesi ile 24 Haziran’da seçim kararı alındı. Çıkarılan seçim yasası, AKP-MHP ittifakının ihtiyaçları gözetilerek hazırlandı. Henüz Cumhurbaşkanlığı sisteminin uyum yasaları bile çıkarılmamış iken alınan bu seçim kararı, birilerinin çok acelesi olduğunu gösteriyor. Giderek içine girilmekte olan ağır ekonomik kriz, dış politikada yaşanan sıkışmışlık, içerde yaşanan adalet-

İşçiler baskılara rağmen meydanlara çıktı.

1 Mayıs’ta işçiler Türkiye’nin dört bir yanında kitlesel olarak eylemdeydi. Taşerona kadro, insanca yaşanacak ücret, güvenceli çalışma gibi talepler öne çıktı. Geçtiğimiz yıl gibi bu yılda işçi sınıfı hükümete ve patronlara karşı gücünü göstermiş oldu. Birleşik ve yaygın 1 Mayıs eylemlilikleri, işçilerin sene içerisindeki tüm mücadelelerini etkiliyor. Geçtiğimiz yıldan bu yana verilen bir dizi mücadelede işçiler kazanımlar elde etti. Trakya’da İstanbul’a yürüyüş düzenleyen cam işçileri kazandı. İstediklerini elde eden Lastik-İş’li işçiler kazandı. Toplu sözleşme görüşmelerinde %26 civarı zam alan metal işçileri kazandı.

Daha birçok yerde, irili ufaklı direnişler kazanımlar getiriyor. İşçilerin kolektif mücadele yetenekleri, AKP-MHP koalisyonuna karşı nasıl bir muhalefet örülmesi gerektiğiyle ilgili de sinyaller veriyor. Ağır baskı koşullar altında, OHAL’de yaşıyoruz. En küçük protesto eylemi dahi yasaklanıyor, devletin bir dizi politikasına muhalefet etmek cezai yaptırımları beraberinde getirebiliyor. Erdoğan, patronlara OHAL’i överken, bu sayede grev yasaklarının ne kadar kolay hâle geldiğini anlatıyor. Taşeron işçileri azarlıyor, patronlara ise sürekli teşvik paketleriyle elini uzatıyor.

Mevcut koşullardan çıkış için, AKP’ye asıl gücünü veren, kitlesel oy deposunu oluşturan yoksul emekçilerin, Erdoğan ve partisinden başka bir alternatife kazanılması gerekiyor. Bunu yapmak için de laiklik-dindarlık, yerli-millilik gibi egemenlerin belirlediği saflaşmanın ve kutuplaşmanın dışında, farklı görüşlerden işçileri ortak talepler etrafında bir araya getiren bir işçi hareketi gerekli. Taşerona karşı, insanca bir ücret için, grev yasaklarına karşı, güvenceli çalışmayı savunan bir platform, böylesi bir birliği sağlayabilir. Barışı da demokrasiyi de kazanacak olan böylesi bir kitlesel emek hareketinin meydana çıkması olacaktır.

sizlikler, düşen oy oranları AKP-MHP ittifakını köşeye sıkıştırdı. TL’nin değer kaybı engellenemiyor, Merkez Bankası faizleri yükselttiği halde ekonomide iyiye giden hiçbir gösterge yok, çünkü hükümete güven kalmadı. Büyük holdingler bankalarla kredi erteleme anlaşmaları yapmaya çalışıyor, diğer bazıları iflas başvurusunda bulunuyor. Yaygın işten atmalar başladı. Kamuda 200 bin taşeron işçisi işten atıldı. Özel sektör sürekli işçi çıkarıyor. Seçime OHAL koşulları altında gidiyoruz. Erdoğan sık sık söylüyor. OHAL’i biz grevleri yasaklamak için kullanıyoruz diyor. Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi AKP-MHP ittifakı işçilere düşman, patronlara dost bir ittifaktır. OHAL döneminde işçiler hiçbir grev kararını uygulamaya geçiremediler, haklarını savunamadılar. Sadece fiili grevler yapabildiler.

İŞYERLERİNDEN HABERLER n Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Alman kamu yayıncısı ARD (Bayerischer Rundfunk München Türkiye İrtibat Bürosu) ile yürüttüğü toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin tıkanması üzerine grev kararı aldı. n Plaza Eylem Platformu üyeleri Maslak’ta bulunan ING Bank Genel Müdürlüğü önünde mobbinge karşı bir eylem yaptılar. n Ankara’da Çankaya Belediyesi’nde çalışan işçiler toplu sözleşmedeki hakları ve alacakları için iş bırakarak belediye önünde bir eylem yaptılar.

n KESK’li kamu emekçileri direnişlerinin 62. haftasında Kadıköy’de yürüyüş yaparak OHAL’e ve KHK’lara karşı mücadele çağrısı yaptı. n Okmeydanı Hastanesi’nde sağlık ihlallerine karşı mücadele ettikleri için işten atılan hastane işçileri, “Hastaların ve personelin sağlığı ile oynanıyor, biz buna göz yummayacağız” diyerek eylem yaptı. n Tuzla’da Birleşik Metal-İş’in yetki aldığı MATA Otomotiv’de işçiler patronun sendika düşmanlığına karşı uyarı eylemleri yapıyor. n Toplu sözleşme görüşmelerinin tıkandığı Gemlik’te kurulu Enka grubuna bağlı Çimtaş’taki grev oylama-

sında işçiler greve “Evet” dedi. n Bartın Amasra’da Hema Endüstri’de çalışırken ücretleri gasp edilen ve işten atılan taşeron işçilerinin direnişi, ödenmeyen ücretlerle ilgili anlaşma sağlanması üzerine bitirildi. n İş GYO ve NEF ortaklığıyla yapımı sürmekte olan İnistanbul Topkapı projesinde çalışan işçiler, 4 aydır paraları ödenmediği için kule vince çıkarak haklarını istediler. n Real Market işçileri, gasbedilen hakları için bir kez daha Kurtköy Viaport AVM’de bulunan Media Markt önünde eylemdeydi.

OHAL döneminde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu-KESK, ağır baskı altında kaldı, üyeleri memurluktan atıldı. DİSK üyesi Birleşik Metal-İş’in grevleri yasaklandı. Grev yasaklamaları, işsizlik, pahalılık, baskılar vb. tüm bu olumsuzlukları daha da artıran içinde yaşadığımız OHAL koşullarıdır. Bunlarla mücadele edebilmemiz için öncelikle barış ve adaletin yeniden Türkiye’de egemen kılınması, OHAL düzeninin kalkması gerekir. Bizlerin özlemi demokrasi, eşitlik, adalet ve barıştır. İşçi sınıfı ve sendikalar, grev yasaklamalarını OHAL’in nimeti olarak sunanlara oy vermemelidir. İşçi sınıfı ve emekçiler demokrasiden, barıştan, eşitlikten, adaletten yana adaylara ve partilere oy vermelidir.


10

GELENEK

TÜRKİYE’DE 1968: BURJUVAZİYİ ÜRKÜTEN HAREKET NURAN YÜCE

1968 Türkiye tıpkı dünyadaki örneklerinde olduğu gibi tek boyutlu ve tek referanslı yaşanmadı. 1960'lı yıllar Türkiye'de işçi hareketinin ve solun güç kazanıp kitleselleşmeye başladığı bir dönem. 1960’ların Türkiye’sinde işçilerin, öğrencilerin, köylülerin, solun kitleselleşmesine yol açanın ne olduğunu kavramak çok önemli. 27 Mayıs 1960 darbesi Türkiye'de sanayi kapitalizminin gelişmesi yönünde önemli tedbirler alıyor. 1960’lı yıllarda plan uygulamasına dayalı yeni bir genişleme dönemine giriliyor. Birinci Beş yıllık kalkınma planının yürürlüğe girdiği 1963-1973 arasında yıllık büyüme hızlarının ortalaması %7. Sanayi tarımdan daha hızlı büyüyor. 1963-71 arası sanayi yılda ortalama %9, tarım %4 büyüme oranları kaydediyor. 1960’lı yıllara kadar devlet sanayide en büyük paya sahipken 1960’lardan itibaren sanayide özel sektörün payı artmaya başlıyor. Türkiye, hızlı büyümeye rağmen az gelişmiş yoksul bir ülke. Sağlık alanında hem yavaş hem de bölgeler arasında derin bir eşitsizlik var. Sosyal güvenlik harcamaların neredeyse tamamı işçi ve işveren tarafından karşılanıyor. Sosyal güvenlik harcamalarının milli gelir içindeki payı 1960’lar boyunca %2-2,5 arasında kaldı. Sosyal yardımlarda ise hiçbir adım atılmamıştı ve işsizlik sigortası gündeme gelse de hayata geçmemişti. Sınıf mücadelesi keskinleşiyor Kapitalizmin tüm çelişkilerinin yaşandığı çok çeşitli mücadelelerin patlayışına tanıklık etti. 12 sendikacı ile Türkiye İşçi Partisi Kuruldu. 1965 seçimlerinde TİP 15 milletvekiliyle Meclise girdi, sosyalist bir grup kurdu. Türkiye egemen sınıfının mecliste kendine sol diyen bir partiye tahammülü yoktu. TİP’in meclise girmesini sağlayan milli bakiye sisteminin kaldırılması için AP hükümeti’nin 68’de mecliste adım atması çok sert tartışmalara neden oldu. 1960’lı yıllardan itibaren fabrikalarda çalışan işçi sayısı arttığı gibi işçi hareketinde gözle görülür ölçüde artışlar yaşanmaya başlıyor. Özellikle 1961-67 yılları arasında işçi hareketini şekillendiren çok sayıda grev ve direniş yaşanıyor. 1961 Saraçhane Mitingi, 1963’de Kavel Grevi, 1965 Kozlu direnişi ve 1966 Paşa Bahçe bunlardan bazıları. Hareketin içinde yer alan öncü işçiler Türk-İş yönetiminin “partiler üstü siyaset dışı sendikacılık” anlayışını eleştirerek 1967 yılında DİSK’i kurdu. Aynı dönemde grevlerin sayısı giderek artmaya başladı. 1968 yılında Derby işgali sınıf mücadelesinde yeni bir dönemi de başlatıyor. Türk-İş’e bağlı Kauçuk-İş’in Derby Lastik fabrikasında yetkili sendika olduğunu iddia ederek toplu sözleşme yapmak istemesi üzerine işçiler DİSK’e bağlı Lastik-İş’e üyeyiz diyerek fabrikayı işgal ettiler.

15-16 Haziran 1970’teki büyük direnişten bir kare.

TOPLANTI DUYURULARI

Fatih 11 Mayıs Cuma

BASKIN SEÇİMDE ALTERNATİFLER Konuşmacı: Roni Margulies

18 Mayıs Cuma Fatih:

DUYGU SOSYOLOJİSİ Konuşmacı: Ferhat Kentel

Yer: Ehhiba Cafe Haydarbey Caddesi. No 31

Beyoğlu 10 Mayıs Perşembe 8 Temmuz işgalin dördüncü gününde yapılan oylamada Lastik-İş’in yetkili olduğu kabul edildi. Derby işgalini, Altınel Pres Sanayi, Kavel Kablo, Emayetaş işgalleri izledi. 1969 Singer işgali ve Demir-Döküm işgaliyle birlikte, direnişler artık fabrikaların sınırlarını aşarak tüm bir işçi bölgesine yayılmaya başladı. Gamak işgalinde, durum polisin silahlı saldırısına kadar ilerlemişti. Alpagut işgali ve işçi denetimi hareketin hafızasında hala önemli bir yer tutar. 1970’de Alpagut Linyit işletmelerinde ve Günterm işgalinde işçiler yalnızca işgalle kalmadılar, kurdukları işyeri konseyleri aracılığıyla işyerini çalıştırmaya devam ettiler.1968-1969 yıllarında 24 işyerinde işçiler işyerlerini işgal etmiş. Tüm bu eylemler işçi sınıfını güçlendirdi. İşçi sınıfı artık sermayenin karşısında gerçek bir tehdit oluşturmaya başladı. Ve tabi büyük sermaye aksayan üretimden ve artan işçi ücretlerinden rahatsızlık duymaya başladı. Bu nedenle patronlar DİSK’in kapatılmasını ve işçi hareketinin geriletilmesini istediler. Bu hedefle 1970’de 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik öngören iki kanun tasarısı parlamentoya sunuldu. Sendikal hakları kısıtlayan bu yasa önerilerinin hedefi DİSK’in tasfiyesi ve işçi hareketinin geriletilmesiydi. Bu yasaya karşı işçiler mücadeleleri ile yanıt verdi. 15 Haziran günü İstanbul’un üç noktasından merkeze doğru yüründü. Gebze, Silahtarağa ve Levent yönlerinden başlayan yürüyüşler yol boyu büyüdü. 15 Haziran’da DİSK’li işçilere , Türk-İş’e üye işçiler de katıldı. 16 Haziran’da eyleme katılanlar arasında Türk-İş’li işçiler çoğunluktaydı. 15-16 Haziran direnişine katılan 168 işyerinin 121’inde Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçiler çoğunluktaydı. 15-16 Haziran işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesinin ne kadar sarsıcı ve yıkıcı bir güce sahip olduğunu ortaya koymak açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Hareket bu eylemlerle siyasal alana sıçradı. İşçi sınıfı mücadelenin içinde sınıf kimliğine kavuştu, toplumsal bir güç olduğunun bilincine vardı.

Hareketin içinde yer alan daha bilinçli ve daha örgütlü unsurlar hareketi ileriye çektiler. Ancak kitlelerin güvenini kazanmış siyasi bir odağın olmadığı koşullarda bu tip öncüler hareketin üzerinde belirleyici bir rol oynayamadılar. Öğrenciler, geçiyor

gençler,

köylüler

harekete

1968 hareketi Türkiye’de her şeyden önce 1516 Haziran eylemleriyle ifadesini buldu. Fakat hem antiemperyalist mücadele hem de öğrenci hareketi 1968’in farklı dinamikleri olarak sahneye çıktı. 1969 Şubat’ında 6. Filonun İzmir’e gelmesi İzmir, Ankara ve Trabzon’un da aralarında bulunduğu şehirlerde protesto edildi. Faşistler sağcılar sonraki 6. Filoyu protesto “ emperyalizme ve sömürüye karşı” mitingine karşı “Bayrağa saygı” adıyla bir saldırı örgütlediler. Saldırılarda Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan öldü, 200 kişi yaralandı.

BASKIN SEÇİM VE ALTERNATİFLER Konuşmacı: Volkan Akyıldırım

17 Mayıs Perşembe

EKİM DEVRİMİ VE SANAT Konuşmacı: Bahan Gönce

Yer: Leylek Cafe İstiklal Caddesi Küçük Parmakkapı Sk, No 15 Kat 3

Şişli 11 Mayıs Cuma

MARKSİZM VE DİN

Konuşmacı: Sinan Özbek

1960’ların sonunda sahneye çıkan diğer dinamik ise öğrenci hareketi oldu. Öğrenci işgalleri, okul boykotları, kitlesel eylemler ve çatışmalarda öne çıkan kararlı ve militan bir gençlik hareketi, daha sonraki yıllarda da belirleyici olacaktı. Öğrenci hareketi hızla antiemperyalist bir karakter de kazandı fakat bu antiemperyalizm en başından itibaren Kemalist ideolojik öğelerle el ele ilerledi.

18 Mayıs

1968 döneminde köylüler hak arayan dinamik bir güç olarak özgürlüklerini kazanmak için mücadeleye atılan Kürtler gibi politik alanda ses getirdiler.

Kadıköy

1968 hareketi ne yazık ki Türkiye’de daha sonra işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır diyen bir sol tarafından miras olarak alınmadı. “970’ler boyunca yığınsallaşacak popülist hareketler, işçi sınıfını teorinin ve eylemin merkezine kopan Marksist geleneği değil işçi sınıfını diğer toplumsal mücadele güçleriyle, gençlikle, köylülükle eşitleyen bir geleneği inşa ettiler. Böylece olağanüstü zenginlikteki 1968 hareketi, bu militan ama yukarıdan sosyalizm ve kurtarıcı eylem anlayışına kapı aralayan bir geleneğin kökleşmesiyle son buldu.

BASKIN SEÇİM VE ALTERNATİFLER Konuşmacı: Şenol Karakaş

Yer: Nakiye Elgün Sk. No: 32/3, Osmanbey

11 Mayıs

EMPERYALİZMİN ÇOKLU KRİZİ Konuşmacı: Canan Şahin 18 Mayıs

BASKIN SEÇİMDE SOL ALTERNATİF Forum Yer: Serasker Caddesi, No:88 Kat:3


AKTİVİZM

11

MARKSİST “İNKARCILIK SON BULANA SÖZLÜK KADAR MÜCADELEYE DEVAM!”

EMEK

En basit hâliyle emek; insanın doğaya karşı verdiği hayatta kalma mücadelesinde uyguladığı her tür düşünsel ve bedensel faaliyettir. İnsanın, doğadaki tüm canlılar gibi ilk çabası hayatta kalma çabasıdır. İnsan, hayatına devam edebilmek için üretim yapması ve bu üretimi önceden tasarlayabilme yeteneğine sahip olması noktasında diğer canlılardan ayrılır. Bu sebeple, insanın doğayla mücadelesi aslında doğayı denetim altına alma mücadelesidir. Marx, emeği her şeyden önce hem insanın hem de doğanın katıldığı ve insanın kendisi ile doğa arasındaki maddi tepkimeleri istediği biçimde başlattığı, düzenlediği ve denetlediği bir süreç olarak tanımlamıştır. 24 Nisan 2018, İstanbul.

2010 yılından beri olduğu gibi bu yıl da Taksim’de, Tünel Meydanı’nda 1915’in kurbanları anılarak “Bu acı hepimizin” denildi. Saat 15:00’te ise 2011’de 24 Nisan günü zorunlu askerlik görevini yaparken öldürülen Sevag Şahin Balıkçı’nın Şişli’deki mezarında anma yapıldı.

nun önde gelenlerinin beklenmedik bir şekilde ifade vermek için evlerinden alındığı, daha sonra dönüşü olmayan bir yola gönderildikleri ve bunun büyük bir facianın başlangıcı olduğu vurgulandı. Ve daha sonra, evinden alınan Ermenilerin bazılarının isimleri okundu.

Saat 19:00’da ise yüzlerce kişi Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe platformunun çağrısıyla, 1915’in ilk kurbanlarının fotoğraflarının olduğu “Saygıyla anıyoruz” yazılı ana pankartın arkasında bir araya geldi.

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu adına basın açıklamasını Yıldız Önen ve Ufuk Uras yaptı. Basın açıklamasında “24 Nisan 1915’ten beri, Türkiye’de yaşam, farkına varsak da varmasak da çoraklaştı. Bir halk bütün değerleriyle tasfiye edilirken, toplumun tüm değer-

103 sene önce bugün, Ermeni toplumu-

leri yaralandı. Bir halk bütün kültürüyle imha edilirken, bir arada yaşama kültürü şiddetli bir darbe aldı. Ermeniler gibi, arkalarında bıraktıkları kültürel mirasın izleri de yok edildi. Binlerce tarihi yapı, kilise ve okul bilinçli olarak harabeye dönüştürüldü. Sanki Ermeniler gibi onlar da bu topraklarda hiç bulunmamışlar gibi davranıldı.” vurgusu yapıldı ve anmaya katılanlar soykırımla yüzleşme mücadelesine davet edildi. Anma alkışlarla sona erdi.

EMİN YOLDAŞI SERBEST BIRAKIN! DSİP üyesi Emin Şakir haksız bir şekilde tutuklandı ve tutukluğunun süresi beş ayı geçti. 5. Ayında Emin Şakir’in maruz kaldığı haksızlığa karşı bir sosyal medya kampanyası yapıldı. İngiltere’den dayanışma mesajları sosyal medyadan paylaşıldı. İstanbul, Tekirdağ, İzmir ve Ankara’da yoldaşları Emin’le ilgili mesajları paylaştılar. Bir çok gazeteci, yazar ve aktivist de Emin’le ilgili videolar çekip sosyal medyadan yayınladı. Twitter’da şöyle mesajlar paylaşıldı: -Emin Şakir’e özgürlük. Ne iddianame var ortada ne de tabii ki her hangi bir suç! Emin’i serbest bırakın. - Tam 5 aydır tutuklu, hala iddianamesi bile yok ortada...Emin Şakir'e özgürlük, hemen şimdi! - Emin, sol yayınları arşivlediği için tutuklandı. Princeton Üniv ve Washington Üniv web sitelerinde, http://solyayin.com ’u Ortadoğu çalışmaları kaynakları arasında gösterdi. Cezayı değil, ödülü hakeden böylesi bir çalışmaya imza atan Emin Şakir özgür olmalıdır.

Z Y A Y I N L A R I

İnsanın, doğaya karşı vermek zorunda olduğu ve varlığını devam ettirmenin temel koşulu olan emek, sınıflı toplumların ortaya çıkışı ile birlikte farklılaşmaya başlamıştır. İnsanların, üretim sürecinde kurdukları ilişkiler ürettikleri araçların ve bir üretim aracı hâline gelen toprağın mülk edinilmesi ile birlikte eşitsiz bir ilişki ortaya çıkarmıştır. Bu noktadan itibaren sınıflar ortaya çıkmış ve insanı var eden emek, insanın kendisine karşı bir şey hâline dönüşmüştür. Sınıflı toplumların en son aşaması olan kapitalizmde artık insanın yaratıcı kapasitesi olan emekten çok, emek gücünün sömürülmesine dayalı bir sistemden bahsediyor oluruz. “Emek gücü, alınıp satılabilen bir meta hâline dönüşmüştür. Mülkiyetten yoksun olan sınıf, en basit ihtiyaçlarını sağlamak için emek gücünü satmak zorundadır.”(Engels) Üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan sınıf ise işçilerin emek gücünü satın alıp, bir bölümünü ise gasp ederek varlığını sürdürmek zorundadır. İnsanların emek gücü artık bir meta hâline gelmiştir ancak bu meta türü diğer metalardan farklı bir özelliğe sahiptir. Emek gücü, diğer tüm metalara değer katan özel bir metadır. Artık üretici, emeğinin ürününü değil bizzat emek gücünün kendisini kapitaliste satmakta ve karşılığında ücret almaktadır. Oysa metaya değer katan üreticinin kendi gücüdür, kapitalistin elde ettiği kârın temeli ise emek gücünün yeniden üretimine ayrılan kısım dışındaki değere kapitalist tarafından el konulmasıdır. Yani kapitalizm altındaki emek yabancılaşmış emektir ve üretim sürecinde işçiler ücretli köleler hâline dönüşmüşlerdir ancak tam da bu sebeple işçi sınıfının kendi eylemi bu yabancılaşmayı aşabilme potansiyeline sahiptir. Sosyalistler, üretimi gerçekleştiren sınıfın yani işçi sınıfının bu sistemi alaşağı etmesi gerektiğini ve kendi iktidarı ile sınıflı toplumların, dolayısıyla yabancılaşmış emeğin ortadan kalkacağını savunurlar. Can Irmak Özinanır


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

BASKA , BİR DÜNYA İCİN , DSiP’E KATILIN Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) dünyayı değiştirmek, eşit ve özgür bir dünya konusunda beraber mücadele eden ve bir dizi konuda anlaşmış sosyalist aktivistlerden oluşuyor. DSİP üyeleri bir çok konuda bireysel çabaları değerli bulmakla beraber, yeterli olmadığını, örgütlü bir şekilde birlikte mücadele etmenin bir şeyleri değiştirmenin olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünüyor. Aşağıdaki fikirlere katılıyorsanız gelin DSİP’e üye olun, katılmadığınız yerler varsa gelin beraber tartışalım, anlaştığımız konularda birlikte mücadele edelim.

İŞÇİ SINIFININ KURTULUŞU KENDİ ESERİ OLACAKTIR

www.dsip.org.tr

DSİP, dünyanın reformlar aracılığıyla, bir grup öncünün veya iyi niyetli insanın iktidarı almasıyla, darbe gibi yöntemlerle köklü bir biçimde dönüştürülemeyeceğini savunur ve Karl Marx’ın temel argümanına sahip çıkar: “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır”. İşçi sınıfı bu toplumdaki bütün zenginliğin yaratıcısı olmasına rağmen ürettiği zenginlikten kapitalizm tarafından mahrum bırakılmaktadır. Yeni bir toplum işçilerin, üretim araçlarına kolektif olarak sahip olması, üretim ve denetime hâkim olmalarıyla mümkündür. Bunu ise ancak işçi sınıfının kitlesel eylemine dayanan bir toplumsal devrim gerçekleştirebilir. Bu düzenin kurumları işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamaz. Kapitalist devletin tüm kurumları işçi sınıfına karşı sermaye sahiplerini, egemen sınıfı korumak için oluşturulmuştur. İşçi sınıfına, işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen farklı bir devlet gereklidir.

DÜNYANIN BÜTÜN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN! DSİP enternasyonalist bir örgüttür. Sosyalistler, bir ülkenin işçilerinin diğer ülkelerin işçileri ile karşı karşıya gelmesine neden olan her şeye karşı çıkarlar. Sosyalizm için mücadele dünya çapında bir mücadelenin parçasıdır. Sosyalistler başka ülkelerin işçileri ile daima dayanışma içindedir. Tek bir ülkede sosyalizm olamaz, tek bir ülkede sosyalist devrim ancak bu devrim bir dünya devrimiyle desteklendiği ölçüde sosyalizme doğru ilerleyebilir. Bu amaç doğrultusunda DSİP’in de bir parçası olduğu ve dünyanın pek çok ülkesinde örgütlü olan Uluslararası Sosyalist Akım, başta farklı ülkelerin işçilerini birbirlerine kırdırmak anlamına gelen savaşlar olmak üzere, işçi sınıfının uluslararası dayanışmasını engelleyecek her türlü fikre ve eyleme karşı mücadele eder.

bir fikir değildir. İşçiler ırkçı ve milliyetçi fikirlerden kopabildikleri ölçüde egemen sınıflara karşı bağımsız sınıf çıkarları etrafında daha güçlü mücadele edebilirler.

Sosyalistler emperyalizme, dev küresel askeri-sanayi devletlerin dünya işçi sınıfı, ezilen halklar ve tüm ezilen gruplar üzerinde estirdiği militarist tahakküme ve savaşlara karşıdır. Hegemonya savaşlarına, küresel, bölgesel, yerel tüm savaşlara karşı dünya işçi sınıfının ve ezilen halklarının birliğinden yanadır. Kendi egemen sınıfını savunan, aynı zamanda antikapitalist olmayan bir antiemperyalizm milliyetçiliği savunmak anlamına gelir ve milliyetçiler gerçekten savaş karşıtı olamazlar.

Sosyalistler cinsiyetçiliğe karşı her gün mücadele ederler. Kadınların tam bir sosyal, ekonomik ve politik eşitliğini savunurlar. Toplumsal cinsiyetçiliğe taviz veren, kadınların özgür olmadığı bir sosyalizm olamaz, kadınların bugünkü mücadelesi ve sosyalizm olmadan da kadınlar nihai özgürlüğü kazanamaz.

Enternasyonalizm sadece farklı ülkelerin işçileriyle değil, aynı ülke içinde bulunan ezilen haklarla da dayanışmayı gerektirir. Başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz, ezilen halkın kendi kaderini tayin hakkını savunmayan ezen ulusun işçi sınıfı da özgür olamaz.

İnsanların cinsel yönelimlerinden dolayı maruz kaldıkları baskıya karşı mücadele de sosyalistler açısından hayati önemdedir. LGBTİ+’ler vardı ve eşitlik LGBTİ+’ler olmadan düşünülemez. Sosyalistler, homofobi, transfobi, bifobi gibi ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele ederler.

AYRIMCILIĞA KARŞI MÜCADELE

DSİP, insanların inanç özgürlüğünü savunur. Her insan istediği dine inanma veya inanmama özgürlüğüne sahiptir. Sosyalistler insanların inanç veya inanmama özgürlüğüne dair her türlü baskıya karşı çıkarlar.

DSİP üyeleri, cinsel, dinsel, ulusal, ırksal her türlü ayrımcılığa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı çıkarlar. Bu sebeple tüm ezilenlerin mücadelelerinin parçası olmayı ve bu mücadeleleri birbirlerine bağlamayı önemserler. Sosyalistler için ırkçılık taviz verilebilecek

KAPİTALİZM DÜNYAYI TALAN EDİYOR! Geçtiğimiz yüzyılın başında sosyalistler ‘ya sosyalizm ya barbarlık’ diyorlardı. Bu slo-

gan bugün çok daha gerçekçi. Kapitalizmin dizginlenemez kâr ve rekabet güdüsü tüm canlı yaşamını göz göre göre yok ediyor. İklim değişimi tüm doğa olaylarının şiddetini artıyor ve en çok yoksulları vuruyor. İklim krizi gıda krizine, kuraklığa, pahalılığa, yoksulluğa, yıkıma, göçlere neden oluyor. Sosyalistler iklim değişimini durdurmak için mücadeleyi antikapitalist mücadelenin en önemli konularından birisi olarak görüyorlar. Kirli enerji kullanımına karşı çıkıyor ve yerine temiz enerji kaynaklarının kullanılmasını savunuyorlar.

ÖZGÜRLÜK İÇİN SOSYALİZM, SOSYALİZM İÇİN DEVRİMCİ PARTİ DSİP, Ekim devrimi sonrasındaki kısa bir dönem dışında kendini sosyalist olarak tanımlayan SSCB, Çin, Rusya, Küba, Kore gibi ülkelerin sosyalist değil devlet kapitalisti olduğunu savunur. İşçilerin sömürülmeye devam edildiği, yönetimde bulunmadıkları ve özgürlüğün olmadığı rejimler sosyalizm olamaz. Özgürlüğü inşa etmek için işçilerin ve ezilenlerin mücadelesine katkıda bulunan aktivistlerin bir devrimci partide birleşmesini savunuyoruz. Bize katılın!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.