Sosyalist İşçi 619

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

619

17 Mayıs 2018 3 TL. sosyalistisci.org

KATİL İSRAİL-KATİL TRUMP

HEPİMİZ FİLİSTİNLİYİZ SAĞCILARA OY YOK! OYUMUZ DEMİRTAS'A! ,


2

GÜNDEM

CUMHUR İTTİFAKINDA AF BÖLÜNMESİ n 240 bin tutuklu ve hükümlünün tutulduğu hapishanelerin kapasitesi 209 bin. OHAL sürecinde dolan hapishanelerde mahpuslar aynı yatakta nöbetleşe uyuyor. n Doluluk, 671 sayılı KHK ile yapılan kismı af ile 38 bin kişinin cezaevinden çıkmasına rağmen artıyor. 2017 yılında 4 milyondan fazla yeni soruşturma açıldı. n Hapishanelerde 189 bin tutuklu ve hükümlü adli suçlardan, 50 bin tutuklu "terör" ve "organize suçlardan" yatıyor. Bahçeli'nin af önerisi, 100 bin adli mahkumu kapsıyor.

SAĞCILARA OY OK! Kritik bir seçim olan 24 Haziran’a yaklaşıyoruz. Seçimler hakkında çok şey söylenebilir ama bu seçimler tarihe, sağcılara karşı sağcıların, ırkçılara karşı ırkçıların, milliyetçilere karşı milliyetçilerin alternatif olarak sahneye çıktığı bir yarışma olarak hatırlanacak. Bu nedenle, bu seçimlerin istisnası olan Selahattin Demirtaş ve HDP, seçim yarışmasının bütün sağcılığı içinde tek sol alternatifi olarak öne çıkıyor. HDP bir başka açıdan daha istisna. Sadece devletin en merkezindeki isimler ve devletin günlük bülteni gibi çalışan gazeteler aracılığıyla kriminalize edilmeye çalışılmıyor, aynı zamanda binlerce üyesi, belediye başkanları, parti meclisi üyeleri tutuklu bulunuyor. Bu seçimler, partili cumhurbaşkanı adaylarından birisinin cezaevinden kampanya yapmak zorunda kalmasıyla da hatırlanacak. Fakat bu seçimler ilkelerin daha sonra belki yeniden hatırlanmak üzere rafa kaldırılmasıyla da hatırlanacak. AKP-MHP koalisyonunun karşısında yer alan “Millet İttifakı”nın açık açık ırkçı, ayrımcı yaklaşımlarına sessiz kalmak ve örneğin Muharrem İnce ırkçılık yaptığında bu yapılan işi eleştirenler üzerinde, ‘şimdi zamanı mı?’ diyerek basınç yapmak, seçimlerin ilginç eğilimlerinden birisi. Bu eğilimlere prim vermek çok büyük bir hata olacaktır. Bu eğilim, ikinci turda İnce ya da Akşener’e solun, Kürtlerin ve demokratların desteğini almak üzerine üretilen bir politik perspektifin ürünü. “Millet İttifakı” Akşener’in yüzü suyu hürmetine HDP’yi ittifakın içine dahil etmeyecek ama HDP kitleleri şimdiden ikinci turda Akşener’e oy vermek için ikna edilecek! İnce’nin, Karamollaoğlu’nun ve Akşener’in Demirtaş’ın serbest bırakılması için çağrı yapması, İnce’nin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret etmesi olumludur kuşkusuz. CHP liderliğinin Adalet Yürüyüşü günlerinde tutuklu HDP’li vekilleri hatırlaması da olumluydu ama bu olumluluk vekillerin tutuklanması için gerekli yasal düzenlemeye CHP’nin verdiği desteği görmeyi engellememeli. 24 Haziran seçimleri, ekonomiyi bir krizin vuracağı beklentisinin artmasıyla beraber gündeme oturdu ve Erdoğan’ın yanındaki heyetle İngiltere’de finans çevreleriyle görüşmesi bu gelişmeyi ertelemeyi amaçlayan bir girişim olarak görülmeli. Güngör Uras Mart ayı cari açığın 4.8 milyar dolar, döviz açığının ise yaklaşık 8 milyar dolar olduğunu yazdı. Ekonomistlerin önemli bölümü alarm zilleri çalarken, seçim sürecini, seçimlerden sonra yaşanacak gelişmeleri bu kriz ihtimallerinden bağımsız ele alamayız. Bu açıdan seçim kampanyası, her şeyden çok, krizin faturasını emekçilerin ödemeyeceği vurgusuna sıkı sıkıya bağlı olmak zorundadır. Emekçilerin krizin faturasını ödememesinin tek yolu ise kendi içindeki bölünmüşlükleri aşmış olmasıdır. İşte Demirtaş kampanyası bu açıdan çok önemli. Hem milliyetçiliğin işçi sınıfını bölen etkilerine karşı, hem Kürt-Türk bölünmesine ve aynı anda laik-dindar bölünmesine karşı seçimlerde alınacak tek bir siyasi tutum var; o da seçimlerin tek sol adayı Demirtaş ve HDP’ye batıdan alınabilecek en yüksek oyu almak için güçlü bir kampanya yapmaktır. Her bir oy, mücadeleye verilecek, yapay kutuplaştırmaları aşmaya verilecek, halkların kardeşliğine verilecek, yeniden çözüm sürecine verilecek. Bu, ezilenlerin seçimlerden sonrasına hazırlanması açısından “Erdoğan gitsin de sonrasına bakarız…” yaklaşımından çok daha doğru, tutarlı ve gerçekçidir.

n Her beş kişiden birini şüpheli ilan eden Ak Parti hükümetiyse bu yıl 45 yeni hapishane açmayı planlıyor. Böylece cezaevlerinin kapasitesi 275 bine çıkartılacak. Adalet Bakanlığı, 5 yıl içinde 174 cezaevi yapıllacağını duyurdu.

Hapishaneler tıka basa doldurulurken, Bahçeli'nin ül-

manın derdinde. Öylesine derin bir krizde ki seçimler öncesi gerçek yüzünü göstermeyi, cumhur ittifakını bölmeyi ve Erdoğan'la tartışmayı göze alıyor.

Oy için Bahçeli'nin her dediğini yapan Erdoğan bu kez karşı çıkarak, af talebinin MHP liderine ait olduğunu ve gündemlerinde olmadığını söyledi.

Yüzde 10 seçim barajının altında olduğu ayan beyan ortaya çıkan MHP meclise girebilmek için Erdoğan ve AKP'ye mecbur. Erdoğan da MHP oylarına mecbur fakat bu ortaklığın maliyeti her geçen gün artıyor.

kücü mafyaya ve adli mahkumların bir kısmına af isteği, cumhur ittifakında anlaşmazlık yarattı.

Demirtaş'ı bırakın sesleri Erdoğan'a affın gerçekleşmesinde "ısrarcıyız" yanıtını veren Bahçeli'nin amacı ne? Öncelikle tutuklu cumhurbaşkanı Demirtaş'ın serbest bırakılması seslerini bastırmak. HDP liderini hapiste ziyaret eden CHP cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ve Saadet Partisi adayı Temel Karamollaoğlu, Demirtaş'ın serbest bırakılmasını ve tüm adaylar gibi kampanya hakkını kullanmasını talep etmişti. MHP lideri, meclisteki en barışçıl siyasetçi Demirtaş ve HDP'lilerin hapiste tutulmasını, cinayetleriyle tanınan ülkücü mafya liderlerine ve adli mahkumların bir kısmınaysa af getirilmesi isteğiyle, adalet taleplerinin susturulmasını istiyor. MHP'nin derin krizi Mesele sadece Demirtaş'a özgürlük seslerinin susturulması olsaydı, Bahçeli ve Erdoğan kolayca anlaşırdı. Bahçeli'yi restleşmeye götüren asıl sebep ise MHP'nin Akşener'in İP'iyle girdiği rekabet. Kamuoyu araştırmaları, İP'in MHP'nin üçte ikisini yuttuğunu gösteriyor. Bahçeli, MHP'liler için "efsane" isimler olan mafya liderlerine af isteyerek, ülkücü oyları topla-

NE İSTİYORUZ? Bahçeli'nin adalet getirmeyen kısmi affına da Ak Parti'nin baskı politikalarına da alternatif var: n OHAL döneminde yaşanan adaletsizliklerle dolup taşan hapishaneler boşaltılmalıdır. Sosyalistler, darbeciler ve çeteler

AKP’den yeni hapishaneler Bahçeli'nin af çıkışı, OHAL dönemindeki adaletsizlikleri savunan ve yeni hapishaneler inşa ettiren AKP'nin güvenlik politikasına ters. Affa zaten karşı olan Erdoğan, tam da seçimler yaklaşmışken, son aftan sonra dönemin hükümetinin başına gelenlere bakıp, aynı akıbeti paylaşmak istemiyor. Son af, “Şartla Salıverme ve Erteleme Yasası” adı altında 22 Aralık 2000’de Rahşan Ecevit’in önerisiyle çıkarıldı. Bu af, DSP lideri Bülent Ecevit’in başında bulunduğu hükümete yaramamış, birçok başka sebeple birlikte 2002 seçimlerinde MHP, ANAP ve DSP baraj altında kalmıştı. Medya ve muhalifleri "Rahşan affına", tecavüzcülerin ve katillerin sokağa salındığı gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Kısmi ya da genel 100 affın gerçekleştiği Türkiye'de bu sonuncu ile her türden af talebi rafa kaldırılmıştı. Erdoğan, muhalefetin eline bu şekilde düşmemek istiyor. Fakat kendisini aday gösteren ülkücüler tarafından zor duruma düşürüldü. Af tartışması sadece tek bir mesele fakat iktidar için ilkesizce bir araya gelen cumhur ittifakındaki partiler başka konular karşısında da restleşebilir.

Sol yayın arşivciliği gerekçesiyle tutuklandı.

hariç tüm siyasi ve adli mahpusları kapsayan bir genel aftan yanadır. Elbette tecavüzcülerin ve katillerin serbest bırakılmasına karşıyız. Hapishaneleri dolduran yüzbinlerin bunlardan ibaret olmadığı ortadadır. n Siyasi bir karar sonucu hapiste tutulan Demirtaş, yine siyasi bir kararla serbest bırakılmalıdır.

6 ay oldu, hala mahkemeye çıkmadı

EMİN ŞAKİR’E ÖZGÜRLÜK!

SİLAHA DEĞİL EMEKÇİYE BÜTÇE Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan küresel savunma harcamaları raporuna göre küresel savunma harcamaları 2017 yılında yüzde 1,1 arttı. Rapora göre dünyadaki silahlanma harcamaları 1 trilyon 739 milyar dolara yükseldi. Silahlanma yarışında ABD 610 milyar dolar ile tüm rakiplerinden

açık ara önde. ABD’nin silahlanmaya harcadığı para en yakın rakibi Çin’den 2,2 kat daha fazla. Çin’i Suudi Arabistan ve Rusya’nın takip ettiği harcamalardaTürkiye ise 15. sırada yer alıyor. Türkiye'nin savunmaya harcadığı para 18 milyar 200 milyon dolar. Rapora göre; Almanya'nın askeri

harcamaları 44 milyar 300 milyon dolarla 1999 sonrasının en yüksek düzeyine çıktı. Almanya savunma bütçesi en fazla olan ülkelerin dokuzuncu sırasında bulunuyor. Rusya’nın harcamaları ise 39 yıldır ilk defa azaldı. 66 milyar 300 milyon dolar harcayan Rusya askeri harcamalarını bir yılda yüzde 20 azalttı.


GÜNDEM

ÜNİVERSİTEME DOKUNMA Dördü vakıf 20 yeni üniversite kurul-

ması için hükümet tarafından hazırlanan yasa tasarısı meclisten geçti. Yasaya göre 13 üniversitenin çeşitli fakülte ve bölümleri, bağlı oldukları üniversitelerden bölünerek yeni kurulacak üniversitelere bağlanacak. Kayseri Erciyes, Ankara Gazi, Malatya İnönü üniversiteleri gibi kurumların da yer aldığı ‘bölünenler’ listesinden yasa tasarısına karşı en güçlü tepki ve protesto İstanbul Üniversitesi (İÜ)’nden geldi. Üniversite öğretim üyesi kadrosunun yanı sıra öğrencilerin de katıldığı birçok protesto gerçekleşti. Üniversiteler neden bölünüyor? Böyle bir yasanın neden apar topar geçtiği ve amacının ne olduğu ise tam bir muamma. Hükümet gerekçe olarak öğrenci sayısının yüksekliğini öne sürüyor. Ancak benzer öğrenci sayısına sahip başka üniversiteler bölünecekler arasında yer almıyor. Konu hakkında görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Bölüm Başkanı Hakan Gürvit de “ayrılmak üzere seçilenlerin neden seçildiğinin mantığını kavrayamıyoruz” diyor. Prof. Gürvit konunun muhataplarına hiç danışılmadan ve tartışılmadan böyle bir yasanın geçmiş olmasına tepkili. “Türkiye’nin en eski üniversitesini hiçbir yetkili kurumda tartışılmadan, apansızın meclise gelen bir uygulamayla bölmek istiyorlar. YÖK Başkanı bu meselenin 10 yıldır tartışıldığını söylüyor, öyle bir şey yok. Ben 1977’de öğrenci olarak girdim ve 40 yıldır buradayım. Üniversitenin bölünmesi kimseye danışılmadı. Eski rektör Yunus Söylet de bu konuyu hiç duymadığını söyledi. Buradaki en tuhaf şey hiç tartışılmadan böyle bir kararın alınmış olması”. İstanbul Üniversitesi kapsamında iki tane tıp fakültesi yer alıyor. Birisi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi diğeri ise Çapa olarak bilinen İstanbul Tıp Fakültesi. Önceleri Çapa’nın bölüneceği tartışılırken yasanın son halinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin ayrılarak yeni kurulacak üniversiteye bağlanması oylandı. “Küçük bir heyetin ikna çabalarından sonra İÜ Tıp değil Cerrahpaşa’nın ayrılmasına karar verildi, isminin İbn-i Sina değil başka bir şey olacağı söyleniyor”. Öğrencilerin ‘İstanbul Üniversitesi

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

ÇÖZÜM SÜRECİ ZORUNLULUKTUR Geçtiğimiz hafta düzenlenen Marksizm 2018 toplantılarında Kürt sorunu konulu tartışmada konuşmacıların vurgularını çok önemsediğim için burada aktarmayı gerekli görüyorum. Bu vurgu, 2013-2015 yılları arasında yaşadığımız çözüm sürecinin önemine ilişkindi. Çözüm süreci ikili bir tepkiyle karşılaştı. Bu tepkilerden birisi, sağdan yükselen itirazlardı. Özellikle Perinçek hareketi çözüm sürecinde toplumsal ikna açısından düşünülen Akil İnsanlar toplantılarını basarak, toplantılarda tartışma yaratarak çözüm sürecine karşı bir itiraz örgütlemeye çalıştı. Bu hareketin en sağında ise Bahçeli’nin MHP’si yer aldı. Devlet çözüm sürecinin arkasında kısmen durduğu için MHP sokak gösterileriyle çözüm sürecini sekteye uğratmaya çalışmadıysa da itirazını sürekli olarak dile getirdi. Milliyetçi tüm odaklar, sağ güçler ellerinden geleni artlarına koymadılar ve çözüm sürecinin akamete uğraması için çalıştılar.

İstanbul Üniversitesi öğrencileri eylemde.

diye girdik, nereden mezun olacağız’ tepkisi karşısında oylanan tasarıya öğrencilerin eski üniversitelerinden diploma alacağı iddiası eklendi. Ancak yeni kurulacak üniversitelere bağlanacak fakülte çalışanlarının akıbetinin belirsizliği karşısında idareciler sessizliklerini koruyor. Hakan Gürvit “çalışanlara bilgi sunma zahmetine katlanılmadığı için en değerli fakülteler koparılıp alınırken rektörün konu hakkında fikrini bile bilmiyoruz” diyor. Gürvit’e göre yeni kurulacak fakültenin sağlık odaklı olacağına dair yanlış bir algı var oysa “eczacılık burada kalıyor, orman, iktisat, işletme, Hasan Ali Yücel eğitim fakültesi gibi fakülteler gidiyor”. Bölünme yasası rant sorusunu da beraberinde getiriyor. Hükümetin tartıştırmadan meclisten geçirdiği yasanın arka planında böyle bir amacın olması ihtimaline Hakan Gürvit itiraz etmiyor. “Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa alanları potansiyel rant alanı olarak değerli. Fakültelerin sürekli bir yerlere taşınması söylentisi hâkimdi. En son 15 Temmuz darbe girişiminin ardından İÜ’nin taşınacağı yerin Hasdal Kışlası olacağına dair dedikodular yüksek ağızlardan yayıldı. Yalnız iki tane hastanenin AVM’ye dönüşmesi endişesi bir yana bundan çok daha değerli olan Orman Fakültesi’nin arazisi. Belgrad Ormanları’na yakın, çok geniş bir yüzölçümü oranına sahip bir alanın imara açılması kent için felaket senaryolarından bir tanesi.” Üniversite neden karşı çıkıyor? Peki üniversitelerin bölünmesi yasa-

sına neden itiraz ediliyor, pratik olarak kurumlar nasıl etkilenecek? Yeni kurulacak üniversitelerin ve mevcut fakülte arazilerinin rant alanına dönüşmesi riskinin dışında başka faktörler de itirazlara neden oluyor. Hakan Gürvit’e göre hem ulusal hem de uluslararası sorunlar yaşanacak. “Benim de dahil olduğum nörobilim gibi çok disiplinli doktora programlarında, tıp dışındaki alanlardan ve tıp içinden iki ayrı fakültenin akademik kadrosundan öğretim görevlileri var. Ayrı üniversiteler olursa eğer bu doktora programından diğer fakültedeki öğrenciler mahrum kalacak ve bu birçok program için geçerli. Uluslararası işbirlikleri diğer bir sorun. Akreditasyon meselesi var. Bir takım akademik standartları tutturmak için uluslararası kuruluşlar akredite edilmek lazım. Verilmiş olan akreditasyonların ayrılıktan sonra kaybedileceği söyleniyor. Bu yüzden İÜ akademik kadrosu çok tepkili ve endişeli”. Yasayı Cumhurbaşkanı’nın veto etmesi hâlâ bir ihtimal. Ancak elbette bu ihtimalin gerçekleşmesi bölünme meselesine yönelik toplumsal tepkiyle doğru orantılı. İstanbul Üniversitesi dışındaki okullardan ise şimdilik ciddi bir tepki yok. “Yakın dönemde Gazi’den tepki çıktı ama diğer okullardan çok bir tepki gösterilmedi. Cumhurbaşkanı’nın adını anmak istemediğim üniversite dediği Malatya İnönü Üniversitesi veya Kayseri’deki Erciyes gibi farklı illerden üniversiteler yasada var. Tepkilere bakacak olursak en büyük tepki bizim üniversiteden geldi. Tam bir topyekûn karşı çıkış var. Bazı fakültelerde beklenenden çok daha sert şekilde tepki var.”

Çözüm sürecine karşı çıkan ikinci odak ise kendisini solda tanımlayan ya da CHP örneğinde olduğu gibi kamuoyu tarafından sol bilinen çevrelerden geldi. CHP Oslo sürecinden itibaren Kürt sorununun çözümüne yönelik her girişimi sabote etmek için çabaladı. Çözüm sürecini “ihanet” olarak adlandıran koronun “solda” en önde duran parçası oldu. Ama sadece CHP değil, kategorik AKP karşıtlığını, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en önemli siyasi açılım sürecini küçümsemek için elverişli bir araca dönüştüren ve özetle “AKP’yle barış mı olur” sorusunu öne çıkartan bir eğilim daha özellikle parlamento dışı solda hakim oldu. Çözüm süreciyle demokrasi ilişkisi elbette tartışılabilir ve genel demokratik hamlelerle el ele gitmesinin önemine vurgu yapılabilirdi. Ama yaşadığımız, esas olarak çözüm sürecini olumlayan böyle bir eleştirel yaklaşım değil, bir ucunda AKP’nin olduğu çözüm sürecini kategorik olarak reddedenlerin siyasi alanı domine etmesiydi. Bugün iki buçuk sene öncesine bakınca, tüm bu eğilimlerin, yaşamakta olduğumuz gelişmelerde ne kadar belirleyici bir paya sahip olduğunu görmek mümkün. Ölümlerin durmasının, bir diyalog kapısının aralanmış olmasının önemi milliyetçi hezeyanlar ve AKP analizleri nedeniyle elden kaçırıldı.

Türkiye’nin kadim

sorunları arasında en köklüsü olan ve çözüm kapısı aralandığında diğer sorunların çözümü için de işaret fişeği rolünü oynayacak Kürt sorununda 2013-2015 yılları arasında yakalanan çözüm şansı, karşımıza her zaman çıkacak bir fırsat değildi. Çözüm sürecinin bitmesi ve yeniden silahların konuşmaya başlamasıyla içine yuvarlandığımız koşullar Kürt sorununun diyalog yöntemiyle çözülmesinin, böyle bir yeni sürecin başlaması için çabalamanın bir zorunluluk olduğunu gösterdi.


4

DÜNYA

ORTADOĞU’DA YENİ BİR KRİZ

İsrail askerleri Golan tepelerinde ÖZDEŞ ÖZBAY

laşmaya uymakta olduğunu açıklamışlardı.

ABD Başkanı olduğu günden bu yana İran’a karşı düşmanca bir tavır sergileyen Trump 8 Mayıs’ta gerçekleştirdiği basın açıklaması ile İran’la 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiğini ilan etti. Bu, anlaşma öncesinde olduğu gibi İran’a yönelik ekonomik ambargonun yeniden başlayacağı anlamına geliyor.

Trump’ın açıklamasının ardından anlaşmaya taraf olan Rusya, Çin, Fransa, Almanya ve İngiltere ise anlaşmadan çekilmeyeceklerini açıkladılar. İran da diğer taraf ülkeler çekilmezse anlaşmaya uymaya devam edeceğini duyurdu.

ABD’yi 21. yüzyılın egemen emperyalist gücü olarak tutmaya çalışan Trump, ABD’nin uzun yıllardır rakipleri olan Çin ve Rusya’ya karşı gerileyen ekonomik gücünü toparlamak için Çin mallarına kota koymak, serbest ticaret anlaşmalarından çekilmek gibi uygulamalar gerçekleştiriyor olsa da esas olarak dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olmanın avantajı ile militarizmi körüklüyor.

Trump açıklamasını Lübnan seçimlerini İran destekli Hizbullah’ın kazanması üzerine birkaç gün öne çekti. Böylece 12 Mayıs’ta Irak’taki seçimlerde İran’ın desteklediği Şii grupların oylarını azaltmayı da amaçlıyordu.

Silah tüccarı Trump birkaç hafta önce Kuzey ve Güney Kore arasında varılan nükleer silahsızlanma anlaşmasına kadar Kuzey Kore’yi düşman ilan etmişti ve hatta gerekirse nükleer bomba ile bu ülkeyi yok edeceğini söylemişti. Bunun bir sonucu olarak da Güney Kore ve Japonya milyarlarca dolarlık silahlanma bütçeleri ayırmıştı. Geçen yıl Katar krizi döneminde de Ortadoğu ülkeleri ABD’den yüz milyarlarca dolarlık silah alımı yapmıştı. Böylece hem ABD’nin bölgedeki hegemonyası güçlendi hem de ciddi bir ekonomik gelir elde edildi. Krizlerden besleniyor Trump, Kore ve Katar krizlerinin bir şekilde çözülmesinin ardından Kudüs üzerinden yeni bir kriz başlatmıştı. Şimdi de İran üzerinden bir ke daha bölgesel kriz çıkarmış durumda. İran’ın nükleer silah yapımına gizlice devam ettiğini İsrail’in belgelediğini söyleyerek anlaşmadan çekildi. Oysa 2017’de Trump anlaşmadan çekileceğini duyurduğunda Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu bağımsız gözlemcileri İran’ın an-

İsrail’in ve Suudi rejiminin garantörü

Kararın hemen ardından İsrail, Suriye’deki 50 kadar İran askeri hedefini vurdu. Suudi Arabistan ABD’nin kararına destek vererek İran'ın nükleer silah geliştirmesi durumunda aynısını yapacağını açıkladı. İran’da bu yılın hemen başında ortaya çıkan halk isyanı ekonomik sıkıntıların ve rejim baskısının bir sonucuydu. Trump yönetimi ambargo ile İran ekonomisini vurmayı ve rejimin devrilmesini umuyor. ABD, Katar krizi ile bölgede kendisinden bağımsız hareket eden ülkelere bir gözdağı vermiş ve Suudi Arabistan’ı kendi yanında hizaya getirmişti. Kudüs krizi ile birlikte bölgede İsrail ile ortak tavır alacağını gös-

termiş oldu. İran krizi ise İran’ın Lübnan, Yemen, Irak ve Suriye gibi ülkelerde artan etkisini dizginlemek ve İran’ı kendi sınırlarına sıkıştırmak amacı taşıyor. Tabi İran’ın Rusya ile birlikte hareket ettiği düşünülürse bu adım Rusya’ya karşı da bir hamle. Ortadoğu’da emperyalist kapışmada yönünü kesinleştirmeyen bir tek Türkiye kalmış durumda. Türkiye her ne kadar anti-Amerikan bir söylem tuttursa da NATO üyesi bir ülke ve Trump’ın Esad’ı devirme hedefini destekliyor. Öte yandan ABD’nin YPG ile ilişkisi, İsrail’in Filistin saldırganlığı ve Barzani’nin referandumuna karşı olması sebebiyle İran’la da yakın ilişkilere sahip.

PAŞİNYAN TÜRKİYE’YE EL UZATTI Ermenistan’ın yeni Başbakanı Paşinyan, halkın 10 yıldır süren Sarkisyan iktidarından bıkkınlığını ve özgürlük, adalet ve dünya ile daha iyi ilişkiler kurulması arzusunu temsil ediyor.

koymamakla birlikte, ‘Ermeni soykırımı’nın uluslararası toplum tarafından tanınması için çalışacaklarını da belirtti. Bunun yeni soykırımların önlenmesi için gerekli olduğunu savundu.

Dünyanın dört bir yanında otoriterleşme sürerken otoriterleşmeye karşı kitle mücadeleleri de yaşanıyor. Sarkisyan’ın yasama ve yürütme yetkilerini Başbakanlıkta toplama ve kendisini de Başbakan yapma girişimine karşı sokaklara inen yüzbinler iktidarı devirmeyi başararak otoriterleşmenin panzehirinin sandıktan çok sokak ve grevler olduğunu kanıtladılar.

Türkiye, Paşinyan’ın uzattığı ele yanıt vermelidir. İki devlet arasındaki düşmanca ilişkiler son bulmalı, karşılıklı olarak kitaplardan nefret söylemleri çıkarılmalıdır. İki halk arasında yaşanacak yakınlaşma ırkçılığa ve milliyetçiliği geriletecektir. Bu, iki ülkenin işçilerinin birlikte kendi egemenlerine karşı mücadele edebilmesi için de önemli bir adım olacaktır.

Paşinyan koltuğa oturur oturmaz Türkiye ile ilişkileri normalleştirme yönünde adım attı. Paşinyan Türkiye ile hiç bir ön koşul olmadan diplo-

Nikol Paşinyan

matik ilişkiler kurmaya hazır olduklarını söyledi. Hatırlanacağı üzere, Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde “komşularla sıfır sorun” politikası izlenmiş ve Ermenistan’la yakınlaşma sağlanmıştı. An-

cak dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeler sonucu iki ülkede de artan otoriterleşme ve yükseltilen milliyetçilik bu girişimleri sonuçsuz bırakmıştı. Paşinyan soykırımının tanınmasını bir önkoşul olarak

Ancak elbette iktidardaki “yerli ve milli” koalisyon bu adımları atmayacak. Ama bizler bu adımın atılması için basınç yaratmayı sürdürmeliyiz.


RÖPORTAJ

5

“ŞİMDİ HDP ZAMANI” HDP milletvekili aday adayı olan Ömer Faruk Gergerlioğlu’na baskın seçimi ve HDP’nin seçimdeki rolünü sorduk:

Potansiyellerin hepsi HDP hanesine yazılmıştır, bunun için ciddi bir çaba sarf etmek gerekiyor.

Baskın seçim, Erdoğan’ın OHAL şartları altında seçime gitmek istemesiyle ilgili. OHAL’i daha fazla uzatamayacağını görüyor. Kendi partisinden bile kapalı kapılar ardında ciddi itirazlar yükseldiğini tahmin ediyorum. Avrupa’dan gelen baskılar da önemli ve OHAL’in yarattığı mağduriyetler de gerçekten çok büyük. Kendisi bunu belli etmese de o da bir baskı altında ve OHAL’i de bir şekilde bitirebilir ama bunun için seçimin geçmesi lazım.

Ak Parti kazansa da kaybedecek. Sayısal çoklukla kazansa da kaybedecek çünkü bir çürüme sürecinde. MHP de yine bir erime sürecinde, Ak Parti’yle beraber devrilip gidecek diye düşünüyorum. İyi Parti’nin söylediği yeni bir şey yok ama yeni bir imajla ortaya çıkmış durumda. Görüşleri Türk milliyetçiliği açısından eskinin tekrarından ibaret. CHP, kendi içindeki çelişkileri çatışmaları aşıp net bir şey ortaya koyma konusunda zorlanıyor. Saadet Partisi’nde önemli bir kıpırdanma var ama bu sonuçları etkileyecek bir orana ulaşır mı onu bilmiyorum. Ulaşmayacak gibi görünüyor ama bir canlılık ve heyecan belirgin olarak göze çarpıyor. Benim Saadet Partisi’nde son dönemde hoşuma giden eski ezberleri tekrarlamıyor oluşu. Yeni söylemler ve siyasetteki daha evrensel değerlere vurgu yapmaları onlar için iyi gelişmeler.

MHP’yle olan koalisyonu çok uzun süreli olmayabilir. Sonuçta ne kadar ortaklaştıklarını söyleseler de iki farklı parti ve önceden birbirlerine çok ağır laflar etmiş iki lider. Belli çıkarlar için bir araya gelmiş durumdalar. Seçim artık siyasetin tükendiği bir noktada oldu, herkes bunu görüyordu. Erdoğan isteseydi ite kaka bu süreci götürebilirdi ama 2019’a kadar her ay Erdoğan açısından önemli puan kayıpları oluşacaktı. Kısa vadede en azından bunları da önleyerek baskın bir seçimle, kendisi açısından bu zararları gidermeyi düşündü. Oldukça önemli bir seçim, ya diktatörlüğe gideceğiz ya da demokratik bir seçeneği toplum kendisine oluşturacak. Bu çok kolay değil. Erdoğan’ın önemli avantajları var

Ömer Faruk Gergerlioğlu

ama son 40 günlük süreç içinde dezavantajlara da dönebilir. Ancak genel seçim, başkanlık seçiminden farklı ve Erdoğan’ın burada çoğunluğu kaybetme ihtimali çok yüksek diye düşünüyorum. O yüzden telaşlanıyor. Burada kilit noktada duran parti HDP. Önemli bir kitle var. Bir takım travmalar atlatmış bir parti HDP ama toparlanıyor. Çatışmalarla düşen oy oranının yükseldiğini görüyorum. Son 40 gün içinde çok etkili, profesyonelce bir çalışma ile iyi bir yere gelebilir HDP. Çünkü bir potansiyel var,

anlatmak gerekiyor. Konuşmak istemeyen, soruları olan önemli bir kararsız kitlesi var. HDP’ye bu noktada bir gayret sarf etmeli. Tabii ittifakların Kürtleri, HDP’yi dışarıda bırakması Kürt sorununa değmemek anlamına geliyor ve bu konuda pasif bir tutumu gösteriyor ama bu bir çözüm değil. Bu da HDP seçmeni arasında bir kamçılamaya neden oldu, insanlar bu dışlamaya karşı öfkelendiler ve tepki gösterdiler. Bir bütünleşme oldu ama istenilen düzeyde değil.

HDP bir Türkiye partisi olma yolunda ilerliyor, bunu topluma anlatması kolay değil. Herkesin partisi, bütün ezilenlerin partisi olduğunu çok yoğun bir şekilde anlatması lazım. Şu anda HDP zamanı çünkü iki ittifaktan da çok farklı şeyler söylüyor. İki ittifak da Kürt meselesinde bir tavır belirlediler ve sınıfta kaldılar. Bu noktada HDP’nin söyleyecekleri Türkiye’nin yarınları için çok önemli olacak diye düşünüyorum.

“ERKEN SEÇİM KARARI BİR KRİZİN İFADESİ” DSİP GYK üyesi Meltem Oral seçim tutumuyla ilgili sorularımızı yanıtladı:

Son derece eşitsiz ve anti demokratik koşullarda yaşanan baskın seçimlerde oylarımız HDP ve Selahattin Demirtaş’a. HDP’ye politik taleplerden bağımsız matematik hesabı yaptığımız için veya ‘AKP’yi geriletmeye yaradığı müddetçe’ anlam ifade ettiği için değil iktidardaki yerli milli koalisyonu yenmek için oy vereceğiz. AKP-MHP’nin sağcı ittifakını mağlup etmek için başka bir sağ ittifaktan medet ummuyoruz. Yaklaşık üç yıldır Kürt meselesinin çözümünün, barışın Türkiye’de yaşayan herkes için, tüm işçi sınıfı için ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu ne yazık ki sert bir biçimde tecrübe ediyoruz. Muharrem İnce, Meral Akşener gibiler toplumun bu acil ihtiyacına yanıt olamaz. 24 Haziran’da HDP’ye verilecek her oy barışa verilecek oydur. HDP’nin ve Demirtaş’ın alacağı oylar OHAL’e, tutuklamalara, savaş politikalarına, hamaset dolu milliyetçiliğe, tek sesli

medya manipülasyonlarına, kayyumlara, gösteri ve ifade özgürlüğü yasaklarına rağmen milyonların barış hasretinin dinmediğinin ifadesi olacak. Seçimden sonra devam edecek barış mücadelesine güç verecek.

AKP-MHP ittifakı için işler hiç kolay değil. OHAL fırsatçılığıyla ve devlet bekası kaygısıyla uyguladıkları otoriter politikalar başlarına daha büyük çoraplar örüyor. Hem iç politikada hem dış politikada hem de ekonomide kriz içerisinde. Erken seçim kararı bu krizin bir ifadesi. 16 Nisan referandumunda bu koalisyonun bir dizi kalesinde yenilgiyi tattığını unutmayalım. OHAL sopasıyla grev yasakladığı için patronlara övünenlere karşı işçi sınıfının taleplerini savunanlar, savaşa karşı barış diyenler, OHAL’e karşı özgürlük ve demokrasiden yana olanlar kazanabilir. Kazanmak için oyumuz umuda, barışa, Demirtaş’a.

Meltem Oral


6 FİLİSTİN

İSRAİL NASIL KURULDU? Birleşmiş Milletler 1948’de Filistin için Filistinlilerin onay vermediği bir “paylaşım planı” hazırladı. O dönem toprakların yalnızca %6’sına sahip olan ve nüfusun üçte birini oluşturan yerleşimci sömürgecilere Filistin topraklarının %56’sı “verildi”. Ancak Siyonistler için bu yeterli değildi. İsrail’in ilk başbakanı Ben-Gurion, daha devlet ilan edilmeden önce sınırları genişletmekten bahsediyordu: “İsrail’in sınırları paylaşım planı tarafından değil güç yoluyla belirlenecek.”

EMPERYALİZM VE Sİ

Nakba ile Filistinliler vahşi bir askeri saldırıyla evlerinden kovuldu. 1949’a gelindiğinde Filistin topraklarının %80’i işgal edilmişti. Siyonizm, 19. yüzyılda Avrupa’daki antisemitizme karşı gelişen bir tepki ideolojisiydi. Rusya ve diğer yerlerde antisemit saldırılara karşı içinde sosyalistlerin de olduğu pek çok Yahudi grubu kahramanca direndi. Ancak Siyonistler, antisemitizmin her zaman var olacağını iddia ettiler. Ve Filistin’de sömürgeci bir Yahudi devleti kurmak üzere harekete geçtiler. Ben-Gurion devlet kurmak istedikleri topraklarda Yahudilerin oranının %40 olduğunu, bağımsız bir Yahudi devleti için bunun en az %80’e çıkarılması gerektiğini açıkça dile getiriyordu. “Dalet Planı” ile İsrail ordusu ve çeteler, Filistinlilerin köylerini yerle bir etti. Bugün Filistin Yönetimi’nin kontrolü altında olan üç bölge var: Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi. Ancak buraların da ithalat ve ihracatlarının kontrolü İsrail’de, vergilerini İsrail topluyor. Kalan bu az sayıdaki topraklar da Filistinlilere ait değil. Gazze yıllardır abluka altında ve büyük bir insani kriz var.

İSRAİL’İN DOSTU AKP

Gazzeliler kurşunlara karşı yürüyor. OZAN TEKİN

14 Mayıs Pazartesi günü, İsrail’in kuruluşunun 70. yıl dönümüydü. 15 Mayıs Salı ise Filistinlilerin “Nakba” dedikleri felaketin başlangıcının 70. yıl dönümü. İsrail devletinin kurulmasının ardından Siyonistlerin Filistinlilere yönelik kitlesel katliam ve göç ettirme politikaları hız kazanmış, yüzlerce köy yerle bir edilmiş ve yüz binlerce kişi topraklarından koparılarak mülteci olarak başka ülkelere göç etmek zorunda bırakılmıştı.

İsrail ordusu, barışçıl protestoya böyle saldırdı

Türkiye hükümeti bir kez daha İsrail’i kınadı, yaptıklarını “soykırım” olarak tanımladı. Ancak AKP’nin söylemleriyle yaptıkları birbirinin zıttı. Davos krizi ve Mavi Marmara katliamıyla kopan ilişkiler son üç yıldır tamir ediliyor, Siyonist rejim ile “normalleşme” yaşanıyordu. 2015 yılı sonunda Ömer Çelik “İsrail devleti dostumuzdur” dedi. 2016 yazında ise Mavi Marmara ile ilgili utanç verici anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre Türkiye, Gazze ablukasını delmek için yola çıkan ve İsrail tarafından içindeki 10 aktivistin öldürüldüğü Mavi Marmara gemisi için tüm hukuki girişimlerden feragat ediyordu. İsrail buna karşılık 20 milyon dolar ödeyecekti. Anlaşmanın ardından Türkiye’de görülen Mavi Marmara davaları düşürülmüş, Erdoğan itiraz edenlere “Giderken bana mı sordunuz?” demişti. Bunun yanı sıra, Türkiye ile İsrail arasındaki “ticaret” de devamlı olarak büyüyor. İsrail’e “karşıtlık” kuru laflarla olmaz. Türkiye işgalci rejimle tüm ilişkisini kesmeli, Mavi Marmara anlaşması yırtılıp atılmalıdır.

İşte, Trump ve İsrail böyle bir güne, işgalin 70. yıl dönümüne denk getirdiler son yıllarda görülen en büyük provokasyon ve katliamı. ABD, büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı. Bu karar ve Siyonist rejimin genel tutumu haftalardır protesto ediliyordu. İsrail daha önce de gösterilere katliamlarla yanıt vermişti. Bu seferki ise çok daha büyüktü. Topraklarına geri dönüş hakkı için ve işgale karşı gösteri yapan barışçıl Filistinliler, İsrail ordusu tarafından katledildi. Sosyalist İşçi yayına hazırlanırken ölü sayısı 58 idi, yaralı sayısı ise 2700’ü bulmuştu. Filistinli aktivistler bir kez daha dünyanın gözü önünde, dünyanın en barbar ikilisi ABD ile İsrail eliyle öldürüldüler. Bu, 2014 yazındaki saldırılardan beri, İsrail’in bir günde en çok insan öldürdüğü gün olarak tarihte geçti. Hep aynı söylemler Katliamın ardından klasik olarak Birleşmiş Milletler acil olarak toplanmaya çağırıldı, çeşitli ülkeler saldırıyı kınayan bazı açıklamalar yaptılar. ABD, Gazze için BM’de bağımsız bir soruşturma yapılması teklifini engelledi. Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa’nın kapitalistleri ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararına karşı çıktıklarını ifade ettiler. Asıl failler ise pişkinliklerini sürdürdüler. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, haydutluğa devam edeceklerini şöyle ilan etti: “Her ülkenin kendi sınırlarını koruma zorunluluğu vardır. Hamas terör örgütü

İsrail'i yok etmek ve binlerce kişiyi bu hedefine ulaşmak için sınırdan yasa dışı göndermek istediğini ilan ediyor. Biz de egemenliğimizi ve vatandaşlarımızı korumaya kararlı olup, eylemlerimizi sürdüreceğiz.” İsrail bunca pervasızlığı, dünyanın son iki yılda geldiği hâlden, her yerde otoriterleşmenin ve milliyetçiliğin tırmanışa geçmesinden; dünyanın her yerinde daha sağ seçeneklerin popülerleşmesinden alıyor. ABD’yi Trump’ın yönettiği ortam, Siyonistlere yeni katliamlar yapma konusunda cesaret veriyor. Nitekim dünyanın en büyük kapitalist gücü, bir kez daha sadık ortağı İsrail’in arkasında durdu. Beyaz Saray Sözcüsü Raj Shah günlük basın toplantısında Gazze'deki ölümlerden direnenleri sorumlu tuttu: “Gazze'de bugün yaşanan ve devam eden şiddet olaylarıyla ilgili haberlerin farkındayız. Buradaki trajik ölümlerin sorumlusu yine doğrudan Hamastır. Hamas kasten ve alaycı bir şekilde böyle bir yanıtı provoke ediyor.” Filistinliler ne istiyor? Netanyahu’nun “sınırlarını korumak” ile kastettiği, Filistinlilerin zorla koparıldıkları topraklara geri dönme istekleri için gösteriler yapmaları. 1948’de Nakba günüyle birlikte 850 bin Filistinli, zorla göç ettirildi. Milyonlarca Filistinli göçmen olarak başka ülkelerde yaşıyor. İsrail bunu kendisine bir tehdit, bir “beka sorunu” olarak gördüğü için bu insanların dönmelerine izin vermiyor. Haftalardır geri dönüş hakkı için kitlesel eylemler yapılıyordu. İsrail Nisan ayı boyunca bu gösterilere saldırdı ve onlarca kişiyi öldürdü. Son yıllarda tüm dünya kamuoyunda, en büyük egemen sınıfların aksi yöndeki tüm çabalarına rağmen, meseleye bakışta Filistin lehine görüşlerin ağırlık kazandığı bir süreçten geçiyoruz. İsrail’in katliamlarına karşı dünyanın her yerinde daha kitlesel gösteriler oluyor. Terör devleti İsrail’in yenilmesi için biz de Filistin halkına desteğimizi yükseltmeliyiz. Hepimiz Filistinliyiz!


FİLİSTİN

İYONİZM YENİLMELİ

7

ABD VE İSRAİL İLE TÜM ASKERİ, SİYASİ, TİCARİ VE DİPLOMATİK İLİŞKİLER DONDURULMALIDIR! Filistinliler yine ölüyor, dünya devletleri olan biteni sadece seyrediyor. Türkiye hükümetini, acilen ABD ve İsrail devleti ile tüm askeri, siyasi, ticari ve diplomatik ilişkilerini dondurmaya çağırıyoruz. Aralık ayında Trump’ın ABD’sinin uluslararası hukukun temel ilkelerini ve tarihsel gerçekleri hiçe sayarak büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı alması, 70 yıldır işgal altında yaşayan Filistinlileri ve bütün dünyadaki Filistin dostlarını öfkeye boğmuştu. Bu adımdan bir an önce vazgeçilmesi için çeşitli eylemler yapıldı, ilgili devletlere ve kurumlara çağrılarda bulunuldu. Filistinliler ve Filistin’in dostları, Kudüs’ün herhangi bir dinin değil insanlığın ortak değeri olarak kabul edilmesini istediler. Kudüs ve Filistin meselesinin sadece bir partinin, bir devletin veya tek bir dinin değil insanlığın kırmızı çizgisi olduğunu söylediler. Ama ABD ve İsrail bugün yaşanan ve gelecekte çok daha ağırları yaşanabilecek olan katliamları, gençlerin, çocukların ölümlerini hiç umursamadılar. İşgal altındaki Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan adımı attılar, büyükelçilikleri Kudüs’e taşımaya, Filistinliler de bu kararı protesto için gösteriler yapmaya başladılar. Filistinliler eylemlerinde bomba atmıyor, silah kullanmıyor. Ama İsrail askerleri silahsız Filistinlileri gerçek mermilerle öldürüyorlar. Şimdiye kadar 52 Filistinli öldürüldü, binlerce Filistinli yaralandı. Ölü ve yaralı sayısının artmasından endişe ediyoruz.

KATİL İSRAİL, KATİL TRUMP! DSİP’in İsrail saldırılarına ilişkin basın açıklaması: Tarih Filistin halkı için yine tekerrür ediyor. Filistinliler yine ölüyor. Yine bir ABD başkanı İsrail için bulunmaz bir fırsat sundu ve tarihi kanlı katliamlarla dolu bu devlet, yine ölüm kusmaya başladı. ABD başkanı Trump o her zamanki umursamazlığıyla ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı almıştı. Karar 14 Mayıs Pazartesi günü hayata geçirildi. Karar alındığında bu kararı tanımayacağını söyleyen Filistinliler, 14 Mayıs’ta ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasına karşı sokaklara çıktılar. Sadece büyükelçiliğin taşınmasına değil, İsrail devletinin kuruluş yıldönümünde de öfkeli Filistinli kardeşlerimiz. Öfkeli, çünkü İsrail devleti sadece tek bir yönteme sahip. Filistinli öldürme. Ve İsrail devleti bildiği bu tek yöntemle, kitlesel cinayet işleme yöntemiyle gösterilere yanıt verdi. Biz daha basın açıklamasını kaleme alır, protesto eylemi yapmayı düşünürken ölü sayısı 7’den 41’e yükselmişti

bile. Gazze’de göstericiler arasında 1700 yaralı var. Yaralıların bazıları kurşunla yaralanmış. Hem ölü hem de yaralı sayısının artacağından endişe ediyoruz. Ama her şeye rağmen biliyoruz ki her bir günü kanlı geçen 70 yılın her bir günü aynı zamanda Filistin halkının direnişiyle geçti. Filistin halkı 70 yıldır teslim olmadı, geri adım atmadı. İşkence gördü, abluka altında elektrik su olmadan yaşadı, yaşıyor, yoksulluğa mahkûm edildi, defalarca bombalandı, kurşunlandı ama ne sömürgeciliğe ne de bu sömürgeciliğe destek olanlara başını eğmedi. Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğu fikrinden asla geri adım atmadı. Tarih tek yanlı tekerrür etmiyor. Direniş de Filistin halkının tekerrürü. Tüm dünyada ezilenlere, özgürlüğünü isteyenlere ilham veren 70 yıllık bir direniş söz konusu. Ama bugün Filistin halkı en net, en güçlü dayanışmayla savunulmak zorunda.

Bu dayanışma halklar arasında kurulacak bir köprüyle inşa edilecek. Filistin halkıyla ne Arap Birliği’nin ikiyüzlü liderleri dayanışabilir ne de İsrail’le anlaşmaları askıya almayanlar! Filistin halkıyla tüm dünyada savaşlara karşı olan, Filistin halkına yalnız olmadığını her defasında gösteren, emekçiler, yoksullar, halklar ve savaş karşıtları bir dayanışma örgütleyebilir. İsrail saldırılarını derhal durdurmalıdır! Dünyanın başına bela olmaya yeminli olan Trump Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu bilmelidir ve ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararından derhal vazgeçmelidir. Hükümet ise İsrail’le her türden ikili anlaşmayı askıya almalı, ekonomik, askeri ve siyasi işbirliklerine hemen son vermelidir. Yaşasın Filistin halkının direnişi! Yaşasın halkların kardeşliği!

İsrail’in katliamlarına ve onu destekleyen ABD’nin pervasız tutumuna karşı bunun bir “insanlık ortak meselesi” olduğu bilinci ile tüm halkımızı tepki göstermeye davet ediyoruz. Türkiye’deki hak ve adalet savunucuları olarak bizler Filistinli kardeşlerimizin haklı davalarının sonuna kadar yanındayız. Hükümete ise samimi ve gerçekçi bir tavır koymak adına aşağıdaki tedbirleri acilen almasını talep ve teklif ediyoruz: • ABD ve İsrail’le askeri, siyasi, ticari ve diplomatik ilişkiler dondurulmalıdır, büyükelçiler geri çağırılmalıdır. • ABD ile yapılan tüm silah alım anlaşmaları iptal edilmelidir. • İsrail’le yapılan tüm anlaşmalar (Mavi Marmara anlaşması dâhil) iptal edilmelidir. ADALET ZEMİNİ 15 Mayıs 2018

ANTİSEMİTİZME GEÇİT YOK Filistin davasına en büyük zararı, sözde İsrail karşıtı görünen bazı siyasi güçlerin dilindeki antisemitizm veriyor. Siyonist rejimin yaptıklarından tüm Yahudileri sorumlu tutan görüşler açıkça ırkçıdır. Dünyanın her yerinde on binlerce Yahudi, İsrail her katliam yaptığında gerçekleştirilen gösterilere katılıyor. Tam aksine, İsrail saldırdıkça Yahudileri hedef hâline getirerek ırkçılık yapanlar bir ikiyüzlülük içinde. Benzer uygulamaları kendi devletleri yaptığında karşı çıkmıyorlar. Filistin halkının özgürlüğüne katkıda bulunmanın yolu, olduğumuz her yerde, farklı etnik ve dini arkaplanlardan gelen işçilerin bir arada mücadele ettiği, savaşa ve ırkçılığa karşı sesimizi yükselten hareketleri inşa etmekten geçiyor.


8 FİLİSTİN

FİLİSTİN HALKININ HAKLILIĞI Sosyalist İşçi yazarı Roni Margulies ile Filistin'deki sorunların tarihini ve bugününü konuştuk.

Kadın tutsaklarla dayanışma eylemi, Filistin

Filistinlilerin haklılığı nereden kaynaklanıyor? Dünyanın bir ucundan bir insan topluluğu kalkıp dünyanın bir başka ucuna gitse. Ve o başka uçta yaşayan yoksul, kendi halinde, toprakla cebelleşerek zor bela geçinen insanlara “Biz 2000 yıl önce burada yaşıyorduk, geri geldik, bu topraklar bizim, siz başka bir yere gidin” dese. Yerli halk, “Gidecek yerimiz yok, gidemeyiz” dese. Ve dışarıdan gelenler “Bal gibi gidersiniz!” deyip savaş açsa ve bu savaşta müthiş bir vahşet uygulasa, gitmek istemeyen köylülerin korkup gitmesi için özellikle korkunç yöntemlere başvursa, dünya ne derdi? Ve çoğu gerçekten korkup evini ve toprağını bırakıp gittiğinde, dışarıdan gelenler, “Artık burası bizim, burada sadece bizim gibi olanlar yaşayabilir” dese ve kendi devletini kursa. Sonra da, kaçmayan veya kaçamayanlar o devletin sınırları içinde tüm haklarından mahrum üçüncü sınıf vatandaşlar gibi yaşamak zorunda bırakılsa, dünya ne derdi? Örneğin, Türkler bugün silahlanıp Orta Asya'ya gitse ve oranın yerel halkına “Burada eskiden bizim atalarımız yaşıyordu, burası bizim, siz gidin, burada biz yaşayacağız” dese, dünya kamuoyu bunu kabul edilebilir mi bulurdu? Uluslararası hukuk bunu onaylar mıydı? Filistin’de kabul edilebilir bulundu ve tam 70 yıldır onaylanıyor. Niye onaylanıyor? Dünyanın en zengin petrol bölgesinde, en istikrarsız bölgesinde, jeopolitik açıdan en önemli bölgelerinden birinde emperyalizm sorgusuz ve kuşkusuz bir müttefiğe, eli sopalı bir jandarmaya ihtiyaç duyuyor. Başta Amerika olma üzere emperyalist ülkeler için bu jandarmanın varlığı her türlü hak ve hukuktan daha önemli. Emperyalist devletlerin tavrını anlamak kolay. Peki, İsrail’in Batı’da halk arasında da yaygın sempati uyandırmasını, Filistinlilerin başına gelenlerin adeta görmezden gelinmesini nasıl açıklamalı? Kolay: Nazi soykırımı. Yaygın görüş, Nazilere altı milyon kurban veren bir halkın, kendi toprakları diye düşündüğü topraklarda rahatça yaşama hakkı olduğu. İnsancıl bir görüş. Avrupa'ın suçluluk duygusundan kaynaklanan bir görüş.

Ama bir sorun var. Hitler iktidara geldikten sonra çok sayıda Yahudi Filistin’e göçtüğünde Filistin’in yerel halkına “Avrupa’da bizi kırdılar, orada yaşamak istemiyoruz, izin verin bu topraklara gelelim, burada birlikte, kardeşçe yaşayalım” deseydi başka şey olurdu, “Buralar bizim, siz gidin” demeleri başka şey. Birincisi kabul edilebilir, ikincisi hiçbir açıdan (hukuksal, etik, ahlakî) kabul edilebilir değil. Ve Filistinliler bunu kabul etmediği, Arap ülkelerinde göçmen kamplarında yaşamayı sessizce kabullenmediği içindir ki, İsrail sorunu 70 yıldır dünyanın gündeminden çıkmadı. İsrail'de Filistinlilerin durumu nedir? Birkaç yıl önce İsrail’de bir kamuoyu araştırması yayınlandı. Araştırmaya göre, İsrailli Yahudilerin üçte ikiden fazlası bir Arap’la aynı binada yaşamayı kabul etmeyeceğini, yarısı kadarı evlerine bir Arap’ın girmesine izin vermeyeceğini, yüzde 41’i İsrail’de eğlence tesislerinin Araplar için ayrı, Yahudiler için ayrı olması gerektiğini söylüyordu. Ankete katılanların yüzde 40’ı “İsrail devletinin, Arap yurttaşlarının başka ülkelere göç etmesine yardımcı olması” gerektiğine inanıyordu. Yanlış anlaşılmasın, ankette sözü geçen Araplar, “Ortadoğu’nun en demokratik ülkesi” İsrail’in kendi vatandaşlarıydı! Yüzde 63, Arap yurttaşların “güvenlik ve demografi açısından bir tehdit oluşturduğunu”, yüzde 18 Arapça konuşulduğunu duyunca nefret hissettiğini söylüyordu. Bu vahşi, tüyler ürpertici ırkçılık, dünyanın hiçbir ülkesinde böylesi oranlarda, bu kadar rahatlıkla dile getirilemez. İsrail, kurumsal ve meşru ırkçılığın son kalesi.

İkincisi, yerli halkı dışlayan bir devletin vatandaşları olarak, İsrail’in Yahudi halkı 1948’den bu yana sürekli savaş halinde yaşayan bir halktır. Hep bir düşman olmuştur, bu düşman hep aynıdır, devlet hep bu düşmanın “bizleri denize sürmek” istediğini anlatır, her an hazırlıklı, her an silahlı olmak gerekir. Her İsrailli her yıl askerlik yapar, her İsrailli birden fazla savaş yaşamıştır. Böylesi bir toplumun şiddetle, vahşetle, travmayla iç içe yaşayan bireylerinin ırkçılığı yanlış bulması imkânsız denecek kadar zordur. Bugün durum nedir? Bu sorun nasıl çözülecek? Bugün sorun tamamen kangren olmuş durumda. Trump'a gelene kadar, her Amerikan cumhurbaşkanı önce ilk seçildiğinde, sonra da başkanlık dönemi sona ermek üzereyken bir “barış” girişiminde bulunurdu. Bu girişimler, Filistinlilere kendi topraklarının yüzde 15-20’si üzerinde saçma sapan bir devleti kabul ettirmeye çalışırdı. Örneğin, "iki devlet çözümü" İsrail'in 1967'de yeni alanlar işgal etmeden önceki sınırlarına çekilmesini, geri kalanında Filistin devleti kurulmasını önerir. Bu "çözümün" Filistinlilere verdiği toprak, toplamın yüzde 23'üdür. Oysa toprakların tümü Filistinlilerindir, yüzde 67'sinden niye vazgeçmeleri gerektiğini anlamak zordur! Buna rağmen, "çözümü" kabul ederler. İsrail, Amerika’yı kızdırmamak için kabul etmiş gibi görünür. Sonra şu veya bu şekilde anlaşmayı bozar. Filistinlilerin terörist olduğu, Hamas’ın köktendinci olduğu, zaten tüm Müslümanların ve/veya Arapların kana susamış barbarlar olduğu tartışılmaya başlanır. İsrail daha fazla Filistin toprağına el koyar, duvarlar inşa eder, “terörist” öldürür.

Bu kurumsallığın ve meşruluğun iki nedeni var.

Amerika'nın başında Trump olduğuna göre, bir daha "barış" girişimi olacağı da artık kuşkulu.

Birincisi, İsrail bir “Yahudi Devleti” olarak kurulmuştur. Dolayısıyla, 1948 savaşında Filistin’in tüm yerli Arap halkını öldürmeyi veya sürmeyi beceremediği için Arap yurttaşlara sahip olması, Siyonizm’in çözmek istediği ama çözemediği bir sorundur. Çözümün önünde engel olan Filistinlilerin düşman, şeytan, kötü olması Siyonizm’e içseldir. İsrail devletinin ne laik, ne de demokratik olması, ırkçılığı meşrulaştırması kaçınılmazdır.

Gerçek çözüm zaten Amerika'dan gelmeyecekti, gelemezdi, bundan sonra hiç gelmeyecek. Sorunun kaynağı olan emperyalizm, sorunun çözümü olamaz. Çözüm, önce Filistin halkının kendi mücadelesinde, sonra ve daha önemlisi, çevre Arap ülkelerinde işçi sınıfının o berbat rejimleri, krallıkları, diktatörlükleri, emirlikleri devirmesinde. Bölgenin tümünde demokratik, eşitlikçi, adil bir düzen kurulmasında.


MÜCADELE

MADENCİLERİ TEKMELEYENLERE OY YOK!

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

SEÇİM VAATLERİ VE İŞÇİ SINIFI Her seçim döneminde işçilere ve yoksullara vaatlerde bulunulur. İşçi sınıfı açısından bu, gücünü gösteren bir gelişmedir. Seçim zamanlarında da olsa egemenler ve siyasiler gücün kimde olduğunu hatırlarlar. Kimin çoğunluk olduğu, kimin ikna edilmesi gerektiği seçim zamanı hatırlanır. Unutulmaması gereken Türkiye’de dile getirilen vaatlerin ezici çoğunluğunun zaten işçiler ve yoksullar için temel hak olmasıdır. Örneğin asgari ücret son 1 Kasım seçimlerinde, bir seçim vaadi olarak aylık 1000 TL’den 1300 TL’ye yükseltilmişti. Ama zaten o gün Türk-İş’in verdiği rakamlara göre bir kişinin geçim maliyeti 1700 TL idi. Yani asgari ücret çok gerilerde kalmıştı, biraz iyileşmesi sağlandı. Bugün de asgari ücret 1600 TL, bir kişinin geçim

Soma katliamının ardından AKP’nin

yaptığı birçok şey halkın büyük tepkisiyle karşılaşmıştı. Bunlardan biri de yerde bir madenciyi tekmeleyen Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’di. O dönem, AKP’li medya, tekmelenen kişinin “Soma’ya dışarıdan gelmiş provokatör” olduğunu savunmuştu. Ancak tekmelenen kişinin madenci olduğu ortaya çıkmıştı. Yusuf Yerkel şimdi AKP’den milletvekili adayı. Bununla birlikte Twit-

ter’dan “günah keçisi ilan edildiğini” söylemiş. Ancak Yerkel, “Olaydan sonra bizzat Erdal Kocabıyık'ı arayıp kendisinden özür diledim ve helallik istedim. O da hakkını helal etti” derken dahi yalan söylüyor. Tekmelenen madenci Kocabıyık, “Hâlen üzgünüm, kalbim kırık. O tekme yalnızca bana değil, tüm madencilere atıldı” diyerek özrü kabul etmediğini söylüyor. Yerkel “ailesiyle birlikte çok zor günler geçirdiğini” öne sürüyor ama bugün

milletvekili adayı. Tekmelediği madenci Erdal Kocabıyık’a ise o olaydan sonra birçok şirket iş vermemiş, kara listeye alınmış. Yerkel ise kendisini bir kez aradıktan sonra, işsiz olduğu dönemlerde ne zaman arasa telefonlarına çıkmamış. Soma’nın yoksul madencileriyle AKP’nin savunduğu zenginlerin ve Yerkellerin dünyası birbirine taban tabana zıt. Bu yüzden oyumuzu madencileri tekmeleyenlere vermeyeceğiz.

İŞYERLERİNDEN HABERLER n KESK’li emekçiler KHK’lara ve ihraçlara karşı İstanbul’da Kadıköy ve Bakırköy eylemlerini 65. haftada da sürdürdüler. n Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan ve Petrol-İş Sendikası İstanbul 2 No'lu Şube’nin örgütlü olduğu Neşe Plastik’te işçiler, grev pankartını asarak greve başladı. n İzmir Belediyesi önünde kadro talebiyle ve haksızca işten çıkartılmalarına karşı 183 gün direnen işçiler kazandı.

zenlendi.

koydu.

n Gebze OSB'de Petrol-İş'in örgütlü olduğu fabrikaların işçileri, Flomar'da sendikalaştıkları için baskı gören işçilerle dayanışma eylemi düzenledi.

n Manisa Termokar fabrikasında Birleşik Metal-İş Sendikasına üye olduğu için işten çıkarılan işçiler, patronları sendikal örgütlenmeyi tanıyana kadar fabrika önünde direnişte olacaklarını belirttiler.

n İnegöl Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren Plastiform Plastik’te 26 Nisan günü grev ilanı asıldı.

n Gebze’de bulunan ZF Sachs fabrikasında işçiler ücret zammı için iş durdurma eylemi yaptı.

n Tez-Koop-İş Sendikası Şube başkanları ve üyeleri, sendika karşıtı haksız ve hukuksuz tavır izleyen H&M İşvereni tarafından işten çıkarılan Mehmet Ali İlhan için İstanbul Üsküdar’daki Capitol AVM Mağazası önüne eylem düzenledi.

n DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, İstanbul’da Soma katliamının dördüncü yıl dönümü nedeniyle bir eylem yaparak taşeronun ölüm getirdiğine dikkat çekti. Soma’da da ölen 301 madenciyi anmak için bir miting dü-

n Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) İstanbul şubeleri, Dünya Ebeler ve Hemşireler Haftası vesilesiyle basın açıklaması yaparak ağır çalışma koşullarına ve sağlık alanında yaşanan sorunlara karşı taleplerini ortaya

n İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZSU, ESHOT, İZBETON, İZULAŞ, İZBELCOM bünyesinde çalışan 5 bin 500 işçiyi ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine Belediye-İş Sendikası’na üye işçiler eyleme çıktı. n İnsanca yaşanacak ücret istedikleri için Batı Mahal Projesi’nde işten atılan Dev Yap İş üyesi işçiler saldırıyı protesto etti. n CHP’li Avcılar Belediyesi’nde üç aydır maaşlarını alamayan taşeron işçiler eylem yaptı.

maliyeti ise 2100 TL. Yani asgari ücret geçinmek için gereken miktarın yine çok altında. Seçimlerde asgari ücretin 2500 TL olmasını istemeliyiz, bunu söylemeyen adaylara oy vermemeliyiz. 1 Kasım seçimlerinde siyasi partiler taşeron sistemini kaldıracaklarını vaat ettiler. AKP hükümeti aradan 2,5 yıl geçtikten sonra yaptığı taşeron düzenlemesi ile bir kısım işçileri kadroya aldı, ama yüz binlerce işçiyi güvenlik soruşturması bahanesi ile işten attı. Taşeron düzenlemesi büyük bir fiyaskodur, işçilerin işten çıkarılmasının aracı olarak kullanılmaktadır. İşçi sınıfı, taşeron sistemini gerçekten ortadan kaldıracak, işten atılan tüm taşeron işçilerin tekrar işe alınmasını sağlayacak adaylara oy vermelidir. KHK’larla yüz elli bin memur işten atıldı, işçi sınıfı bu kıyımın hesabını soracak, kendisini haksız yere işten atanlara oy vermeyecektir. Hükümet bir seçim yatırımı olarak, enflasyon altında ezilen emeklilere bayramlarda ikramiye vereceğini açıkladı. Muhalefet de yılda iki ikramiyeden bahsetmeye başladı. 15 yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin emeklileri şimdi hatırlaması manidar, ama önemli değil. İkramiyeler konusunda işçi sınıfı olarak hakkımızı sonuna kadar savunmalı, yılda en az dört ikramiye verilmesini talep etmeliyiz. Bu vaatlerin seçimlerden hemen sonra unutulmaması için seçim sonrası mücadeleye hazır olmalıyız. Eğer mücadele etmezsek iktidara gelenler, bir dahaki seçimlere kadar vaatlerini gündeme bile getirmezler. İşçi sınıfı açısından seçimler ve mücadele arasına duvar örülemez, her seçim dönemi, aynı zamanda mücadele dönemidir.


10

KİTAP

SOLDAKİ BÖLÜNMELER NE ANLAMA GELİYOR? OZAN EKİN GÖKŞİN

gerçekleştirebileceğini ortaya koydu.

John Molyneux'nun eseri Gerçek Marksist

Marksizmin bu tanımı, en yeterlisi olmasa da, bu teorinin kırmızı çizgilerini, olmazsa olmazlarını en özet şekilde ortaya koyan tanım. Bu kırmızı çizgiler, yani Marksizmin olmazsa olmazları, pek çok kez değiştirilmeye, dejenere edilmeye çalışıldı: Enternasyonalizm yerine tek ülkede sosyalizm, proletarya yerine çeşitli sınıflar ya da parti, devrim yerine darbe ya da parlamenter siyaset.

Gelenek, Marx'tan sonra çeşitli marksizm yorumlarının, Marx'ın yöntemi ile farklılıklarının altını çizmek için yazılmış bir broşür. Molyneux, uzun uzun Marksizmin temel kavramları üzerinde durarak ve çeşitli tanımlamaların eksikliklerine vurgu yaparak şu çıkarıma varıyor: "Marksizm, uluslararası proletarya devriminin teorisidir". Marksizm her şeyden önce "eylem kılavuzudur". Salt anlama çabası içeren bir inceleme girişimi değil; aynı zamanda değiştirmenin, devrimin teorisidir de. Marksizm, kendinden önceki sınıf teorisi yaklaşımını derinleştirdi ve sınıflı toplumların işçi sınıfı devrimiyle sonlanabileceğini; bunun ise, sınıflı toplumlar tarafından belirlenmiş sınırlar içinde gerçekleşemeyeceğini, bütün dünya işçileri tarafından

Molyneux bu noktada, Marksist geleneğe en çok tesir eden üç ana akımı, Marx'ın yöntemini kullanarak, yani sınıfsal niteliklerini irdeleyerek ortaya seriyor: Kautsycilik, stalinizm ve üçüncü dünya milliyetçiliği. Kautskycilik, işçi sınıfının yerine parti ve sendika bürokrasisinin çıkarlarının ön planda olduğu, toplumsal dönüşümün parlamentoda çoğunluğu elde etmekle

gerçekleşeceğini öğütleyen bir Marksizm anlayışı yarattı. Stalinizm ise, 1917 Devrimi'ni gerçekleştiren yüz binlerce öncü işçinin iç savaşta kaybına ve Avrupa'da devrimin başarıya ulaşamamasına verilen bir yanıttı. Bu yanıt, devrimin tek ülkede gerçekleşebileceğini ve işçilerin denetimi yerine parti bürokrasisinin kontrolünde bir Marksizm düşüncesi oluşturdu. Üçüncü dünya milliyetçiliğinin Marksizme tesiri ise, ulusal kurtuluş mücadelelerinin sömürgeci devletlere karşı başarısıyla birlikte, işçi sınıfının yığınsal mücadelesini, küçük bir silahlı örgütün kahramanca mücadelesi ile ikame edilmesiydi. Z Yayınları’ndan çıkan Gerçek Marksist Gelenek, tüm bu yaklaşımların sebeplerini açıklayarak, yeniden marksizme, işçi sınıfının enternasyonal devrim teorisine dönebilmek, için çapa işlevi görebilecek sade ve anlaşılır bir kitap.

IRKÇILIĞA VE KAPİTALİZME KARŞI MÜCADELE Malcolm X, Amerika Birleşik Devletleri'nde siyahların eşitlik mücadelesinin en önde gelen isimlerinden birisiydi. Etkili hitabetiyle, siyahların ve beyazların, Müslümanların ve Hristiyanların ilgisini çekmeyi başarabilmişti. Antony Hamilton'ın yazdığı Aktivistler için Rehber: Malcolm X, Malcolm X efsanesinin doğuşunu, geçirdiği evrimleri başarılı bir biçimde özetliyor. Malcolm X, siyahlara yönelik ırkçılığın yoğun olduğu zamanlarda, ayrımcılık yasalarının yasalarının hüküm sürdüğü bir eyalette, yoksulluk içinde doğmuştu. Ayrımcılık yasaları olmamasına rağmen ailesi Ku Klux Klan'ın tehditlerine ve polis tacizlerine maruz kalmaktaydı. Babasının cesedi sokakta yanmış bir biçimde bulunduğunda altı yaşındaydı. Annesi akıl hastanesine yatırıldığında ise on dört yaşındaydı. Ertesi yıl okulu bırakmış ve çeşitli vasıfsız işlerle para kazanmaya başlamıştı. Ardından kurdukları çeteyle ev soymaya başlamıştı. Yakalanıp on sene mahkumiyet aldığında on dokuz yaşındaydı. Hapishanede İslam'la tanıştı. Müslüman siyahların bir örgütü olan İslam Ulusu'na üye oldu. Etkili konuşması ile yıllar içinde sivrildi, örgütün birçok ibadethane açma-

sını ve yüzlerle ifade edilen üye sayısını binlere çıkarmayı başardı. İslam Ulusu, güncel siyasete karışmayan, sadece siyahların dertlerini gündeme alan bir örgüttü, siyahların beyazlardan tümüyle ayrışmasını savunuyordu. Malcolm X'in düşünceleri bu süreçte evrim geçirdi, sivil haklar hareketine katıldı, köleliğin kaldırılması için mücadele eden beyazlarla ortak mücadelelere atıldı. Artık hedefinde devlet vardı, aynı şekilde Malcolm X de devletin hedefiydi, CIA ölümüne kadar peşindeydi. Afrika'yı gezdi ve sömürge karşıtı hareketlerden etkilendi. Vietnam savaşına karşı çıktı, siyahları "içerideki düşmanla" mücadele etmeye çağırdı. Hayatı, İslam Ulusu üyeleri tarafından gerçekleşen bir suikastle son bulmuştu. FBI, bu suikasti izlemekle yetinmişti. Malcolm X'in mücadelesi yarım kaldı. Bugün hâlâ ABD'de siyahlar, ırkçı kanunlar olmamasına, hatta bir siyahın başkan olabilmesine rağmen polis kurşunuyla öldürülebiliyor. Malcolm X'in mirasını sahiplenmek, "her ne gerekiyorsa öyle" mücadele etmekten ve kapitalizmi hedef almaktan geçiyor.

Z YAY I N L A R I İLETİŞİM: 05467145289


AKTİVİZM

DSİP: HERKESİ DEMİRTAŞ’A OY VERMEYE ÇAĞIRIYORUZ

Selahattin Demirtaş

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, tüm işçileri, emekçileri, ezilenleri ve kadınları Selahattin Demirtaş’a oy vermeye çağırıyor. Bir basın açıklamasıyla seçim tutumunu kamuoyuna açıklayan DSİP üyeleri şu vurguları yaparak seçim kampanyasını başlattı: “Türkiye halkları oldukça olağanüstü ve zor koşullarda bir seçim dönemine girdi. Kürt sorununda çözüm sürecinin bitirilmesiyle başlayan dönem üç yıla yakın süredir devam ediyor. 15 Temmuz darbe girişiminin halk tarafından püskürtülmesinin ardından ilan edilen OHAL, on binlerce kişinin işlerini ve özgürlüklerini kaybetmesine neden oldu.” Hukuksal gelişmelerdeki keyfiliğin, bu keyfiliğin mücadele eden, muhalif olan, iktidardan farklı düşünen kesimler üzerinde yarattığı basıncın altını çizen basın açıklaması, gelişmelerin sadece Türkiye’ye özgü olmadığını da söylüyor:

“Tüm dünyadaki sağa kayış, bölgemizde savaş ihtimallerini yükseltiyor. Türkiye de bu jeopolitik rekabetin bir parçası ve barışçıl politikalar izlemek yerine bir güç olarak bu savaşlara kendi çıkarları doğrultusunda müdahale ediyor.” “Adalet, barış ve demokrasi taleplerimiz her zamankinden daha yakıcı ihtiyaçlar” diyen DSİP, hükümetin yasalaştırdığı ittifak kanunun ters teptiğini, AKP-MHP dışındaki güçlerin de “Millet İttifakı” adıyla bir araya geldiğini söylüyor ve seçim taleplerini şöyle sıralıyor: “Bu sağcı ittifakın karşısına bir başka sağcı ittifak çıkarıldı. Türkiye işçi sınıfının ihtiyacı, yerli milli blokun karşısına, milliyetçiliği daha iyi yapacağını belirten bir başka blokun çıkması değil. OHAL’in yarattığı haksızlıklara karşı adalet istiyoruz. Keyfi uygulamalara ve tutuklamalara karşı özgürlük istiyoruz. Otoriterliği artıran, iktidarı kontrol ve denetleme mekanizmalarını zayıflatan düzenlemelere kar-

şı demokrasi istiyoruz. Çözümsüzlüğü derinleştirenlere karşı barış istiyoruz. Irkçılığa karşı mültecileri, Kürtleri, Ermenileri, Yahudileri; her tür baskı ve ayrımcılığa karşı tüm ezilenlerin haklarını savunuyoruz. Grev yasaklarına, iş cinayetlerine, taşeron ve esnek çalışmaya karşı eşitlik ve insanca bir yaşam talep ediyoruz.” Basın açıklaması şu çağrıyla son buluyor: “Devrimci Sosyalist İşçi Partisi olarak, 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu politikaları en iyi savunacağını düşündüğümüz aday olan Selahattin Demirtaş için kampanya yapacağız ve oy isteyeceğiz. Genel seçimlerde HDP’yi destekliyoruz. Barış, özgürlük ve demokrasi isteyen herkesi böylesi bir kampanyada yan yana gelmeye çağırıyoruz. Oyumuz umuda, barışa, Demirtaş’a!”

YENİ SAYILARI ÇIKTI! SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDAN ULAŞABİLİRSİNİZ.

11

MARKSİST SÖZLÜK FAŞİZM NEDİR? Faşizm, sıklıkla yanlış kullanılan bir kavramdır. Genel olarak beğenilmeyen her şeye “faşist” yaftası yapıştırmak adeta bir gelenek hâlini almıştır. Oysa faşizm, özel bir örgütlenmenin, kapitalizm içindeki kendine özgü bir biçimin adıdır. Faşizm, tüm demokrasiyi parçalamak üzerine hareket eder, burjuva demokrasisini bile… Faşizm, kapitalizmin bir sonucu olmasına rağmen burjuvazi açısından dahi en son tercih edilebilir bir rejimdir. Faşist hareketler, büyük işçi hareketlerine karşı gelişmiştir. Burjuvazi, işçi direnişlerini, ayaklanmaları bastırmak için genellikle polis ve orduya dayanır ancak sıradan insanların politika üzerinde giderek daha fazla etkili olmaları, salt polis ve orduya dayanarak ayaklanmaları ezme yöntemini etkisiz hâle getirmiştir. Bu noktada, büyük işçi hareketlerini bastırabilmek için sivil bir kitle hareketi olarak faşizm, burjuvazinin tercih edebileceği bir karşı-devrim yöntemi olarak ortaya çıkmıştır. Faşizmin, iktidara geldiği her yerde mutlaka egemen sınıfın krizinden faydalanarak iktidarı ele geçirdiğini de unutmamak gerekir. 1930’larda İtalya ve Almanya’da faşizmin yükselişi, her iki ülkede de yenilen işçi devrimleri ve ekonomik krizin yarattığı umutsuzluk ortamında küçük burjuvazinin ve lümpen proletaryanın başını çektiği bir kitle hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Bu iktidarların temel niteliği ırkçı olmaları değildir, ırkçılık işçi sınıfının birliğini her alanda bozmaya dönük bir stratejidir. Faşizmin esas niteliği işçi sınıfı örgütlülüğünü her alanda parçalamaya dönük hareket etmesi, en ufak demokrasi kırıntısını bile yok etmek üzere hareket etmesidir. Faşist partiler, diğer burjuva partilerinden kolaylıkla ayırt edilebilirler. İkili bir strateji izleyen faşist partiler, bir yandan parlamenter yoldan iktidarı ele geçirmeye çalışırken bir yandan da sokakta kendisinden olmayan herkese terör uygulayan gruplar, çeteler oluştururlar. Faşizmin doğru bir tahlilini yapabilmek, faşizme karşı mücadele edebilmenin temel koşuludur. Leon Troçki faşizmin panzehirinin ancak kitlesel, birleşik bir işçi hareketi olabileceğini anlatmıştır. Sosyalistler, faşizmi “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirmezler, insanlık düşmanı bu ideolojiye karşı işçi sınıfının tüm örgütlerinin birleşik mücadelesini savunurlar. Can Irmak Özinanır


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

2018

MARKSİZM

DEVRİMCİ FİKİRLERİN PLATFORMU DSİP’in 1992’den beri her yıl gerçekleştirdiği Marksizm

etkinlikleri bu yıl Karl Marx’ın 200. doğum yılı vesilesiyle ‘aslolan dünyayı değiştirmektir’ ana vurgusuyla gerçekleşti. Dört günde, 13 farklı toplantıda, 30’dan fazla konuşmacının sunumlarıyla marksist teoriden Ortadoğu’ya, erken seçimden cinsiyetçiliğe karşı mücadeleye dek birçok başlık tartışıldı. Ortak vurgu, umut ve mücadeleydi. Arap Baharı emperyalistlerin düzenine karşıydı DSİP üyeleri Canan Şahin ve Ozan Tekin’in konuşmacı olduğu toplantıda Ortadoğu’da 150 yıldır süren emperyalist müdahaleler tartışıldı. Suriye devriminin gözardı edilemeyecek heterojen yapısına rağmen hiçbir devrimci ayaklanmanın salt iyi unsurlardan oluşmadığı vurgulandı, tıpkı Gezi ayaklanmasında ulusalcı, milliyetçi unsurların varlığı gibi. Suriye’deki yüzden fazla kentte uzun süre varlığını sürdüren Yerel Koordinasyon Komiteleri’nin deneyimlerinin aktarıldığı toplantıda Suriye’yle Esad’ın, emperyalizmin ve bölgesel güçlerin müdahalelerine karşı enternasyonal dayanışmanın önemi vurgulandı. Marksizmin güncelliği Gazeteci Ümit Kıvanç ve DSİP’ten Ferda Keskin’in sunumlarında dünyanın insanların eylemiyle yeniden kurulabileceği vurgusu öne çıktı. “Marx bir yandan geçmişi eleştirir, bir yandan geleceği tahayyül eder. İnsanın yaratıcı bir faaliyet içinde kendisini kurması gerektiğini, bu koşulların oluşturulması gerektiğini savunur. Marksist mücadele, bugün özgürlük mücadelesidir, eşitlik ve adalet kavramları, özgürlükle bağlantılı olarak ele alınmalıdır.” Türkiye 68’i, 15-16 Haziran işçi direnişleridir 1968’in aktivistlerinden Nadire Mater ve Melek Ulagay’ın yanı sıra DSİP’ten Nuran Yüce’nin konuştuğu toplantı, 68’in hep erkek figürlerle anılmasına karşı kadınların hareketteki rolünün önemini hatırlattı. Tüm dünyada işçilerin, öğrencilerin sokağa çıktığı bir dönemde, işçilerin mücadele içinde özgürleşmeleri, öğrenci hareketinin sınırları, Türkiye’de iki gün boyunca sokakları dolduran onbinlerce işçinin hareketin seyrini nasıl değiştirdiği konuşuldu. Adayımız Demirtaş’tır Barış aktivisti Ayşe Erzan, HDP milletvekili Mehmet Emin Adıyaman ve DSİP’ten Yıldız Önen’in sunumlarıyla seçimlerde sol tutum tartışıldı. Her iki ittifakın da sağcılığının

vurgulandığı toplantıda seçim sürecinde OHAL’e son, barışa evet demenin öneminin altı çizildi. Medyada özgürlük için örgütlenmeye Murat Belge, Murat Çelikkan, Işın Eliçin ve Roni Margulies’in sunumlarında politik özgürlüğün medyayı nasıl etkilediği tartışıldı. Toplumdaki egemen fikirlerin, egemen sınıfın fikirleri olmasında medyanın rolü vurgulandı. Ayrıca bir mücadele alanı olarak medya tartışıldı. Medya işçilerinin örgütlenmesinin önemi konuşuldu. Medyanın özgür olması demek, her kesim açısından medyanın özgür olması, bağımsız haber üretebilmesi, can ve iş güvenliği olması, toplumsal cinsiyet eşitliği olması demektir. Marksizmin din anlayışı Felsefeci Sinan Özbek Marksizm ve din üzerine yaptığı sunumunda Türkiye’deki Marksistlerin din anlayışının Feuerbach’a dayandığını, Marksistlerin dini doğru analiz etmek için Feuerbach ile hesaplaşması gerektiğini anlattı. Stalinist rejimin dine dair pratikleri eleştirildi. Marx’ın din anlayışını kavramak için Kapital’e ve meta fetişizmini tarifleyişine başvurmak gerektiği tartışıldı. Kadınlar direniyor Merve Diltemiz, Rumeysa Çamdereli ve Filiz Kerestecioğlu akademiden meclise, örgütlü mücadeleden inançlı çevrelere hayatın farklı alanlarında kadınların karşılaştığı cinsiyetçilikle tartıştı. Cinsiyetçiliğe karşı her dönem varolan kadın mücadelesinin deneyimleri aktarıldı. Tüm dünyada kadınların, kürtaj hakkı, eşit işe eşit ücret, cinsel özgürlük, annelik hakları için mücadele ettiği vurgulandı.

için yeni perspektiflere ihtiyacımız olduğu tartışıldı. Irkçılığa karşı mücadele, savaşa karşı barışı savunmanın sınıf hareketindeki önemi vurgulandı. 1968: Devrim mümkün ve gerekli İrlanda’dan John Molyneux 1968’de tanık olduklarını aktarırken, Yunanistan’dan Argiri Erotokritou hareketin genel panoramasını çizdi. Vietnam savaşının ayaklanmalardaki rolü konuşuldu. Arap devrimleri, Yunanistan ve İspanya’da öfkeliler, Gezi eylemleri gibi deneyimlerin 1968’le bağı tartışıldı. 50 yıl sonra hâlâ 68 ruhunun, umudunun günümüzdeki kapitalizme, savaşa karşı mücadelelerde estiği ancak kazanmak için işçi sınıfının kitlesel eylemlerine ve devrimci partilere olan ihtiyaç vurgulandı. Göçmenlerin hakları için mücadeleye Suriyeli aktivist Mülham Samir, Deniz Güngören ve Alev Erkilet özellikle Suriyelilere dönük küresel çaptaki ırkçılıktan bahsetti. Göçmenleri adeta ‘istenmeyen’ ilan eden devletlerin, insanların evlerini bombalayıp, yok edip onları zorunlu göçmen yapan AB ve ABD olduğu vurgulandı. Ders kitaplarındaki, medyadaki ırkçı, ötekileştirici ifadeler engellenmesinin önemi tartışıldı. Türkiye’de Suriyelilere dönük ırkçılığa karşı daha güçlü bir hareket ihtiyacı vurgulandı. Rusya’da yapılan yanlışların sorumlusu Stalinizm’dir Stalinizm’i eleştirebildiğimiz ölçüde doğru tutum almış oluruz. Marx, enternasyonalisttir, tek ülkede sosyalizm olmaz, der. Stalinizmin solculuk olarak görülmesi, milliyetçiliğin, ırkçılığın, militarizmin önünü açar. Milliyetçiliği değil, işçi sınıfını merkeze almak gerekir.

İşçi sınıfı her zaman mücadele ediyor

Güçlü bir barış hareketi oluşturmalıyız

Can Irmak Özinanır, İshak Kocabıyık ve Arzu Şenel Atmaca sınıf mücadelesinin içinden deneyimlerini paylaştı. Muhalefette işçi sınıfına dair hakim olan umutsuz fikirlerin kaynağının sınıfın çoğunluğunun AKP’ye oy vermesinden kaynaklandığı ve bazı solcuların ‘ideal’ işçi sınıfı arayışında olduğu tartışıldı. Oysa işçi sınıfının sürekli hakları için mücadele içerisinde olduğu vurgulandı. OHAL koşullarında bile kazanımları olduğu, hükümet planladığı halde, hâlâ kıdem tazminatlarına dokunamadığı, çünkü işçi sınıfının eyleminden korktuğu anlatıldı. Sosyalistlerin işçi sınıfına güven vermesi gerektiği, emek hareketi ile bağ kurabilmek

Necmiye Alpay, Özgür Sevgi Göral, Meltem Oral ve Reha Ruhavioğlu’nun sunum yaptığı toplantıda Kürt meselesinde gelinen aşama ve çözüm ihtimalinin olanakları, yeni bir çözüm sürecinin zorunluluğu tartışıldı. 2013’te başlayan çözüm sürecindeki en önemli eksikliğin, Türkiye’nin batısında güçlü bir barış, çözüm hareketi olduğu vurgulandı. Bugün barıştan söz etmenin yasak hale getirilmesine rağmen, çatışmaların sonsuza dek sürdürülmesinin mümkün olmadığı konuşuldu. Seçimlerden HDP ne kadar güçlü çıkarsa çözümün kapısını zorlayacak bir hareketin o kadar güçleneceği vurgulandı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.