Sosyalist İşçi 622

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

622

28 Haziran 2018 3 TL. sosyalistisci.org

KARAMSARLIĞI BIRAK, MÜCADELEYE BAK!

IRKCILIĞA, SAĞA VE , YOKSULLUĞA KARSI , İSCİLERİN BİRLİĞİ! ,,


2

SOSYALİST İŞÇİ

BAŞKA BİR SOL BİZE LAZIM OLAN

Gazetemizin bu sayısında verdiği röportajda Hakan Tahmaz şunun altını çiziyor: “Seçimlerin gösterdiği bir başka durum da, toplumsal muhalefeti, solu, sosyalistleri, sendikal hareketi dikkate aldığımızda ortada bir şeyin esamesinin okunmadığı görülüyor. HDP etrafında demokrasi bloku var gibi duruyor ama orasının Kürt siyasal hareketi dışında ne kadar etkili bir güç olduğu da tartışmalı bir şey.” Seçimler çok açık ki siyasetin sağa kayışını göstermekle kalmadı, bu sağa karşı yepyeni bir solu, gücünü teorisinin ve eyleminin merkezine işçi sınıfını koymaktan alan sosyalist bir solu inşa etmenin önümüzdeki en önemli sorun olduğunu da gösterdi. Tayyip Erdoğan 2002’den beri girdiği 13. seçimi de kazandı. Bu, sol açısından ortada bir sorun olduğuna işaret etmeli, her seçimden sonra hiçbir şey olmamış gibi yeni bir seçime hazırlanmak, eski alışkanlık ve fikirlerle hiçbir şey değişmemiş gibi yapmak, bir sonraki seçimde bir başka yenilgiye hazırlanmak anlamına gelir. Şimdi sandığı arkada bırakmanın ve yepyeni bir solu inşa etmenin zamanıdır! Şimdi, sandığı arkada bırakmanın ve sağa yatan siyasette işçi sınıfının birliğini inşa etmenin zamanıdır. Eski bütün alışkanlıklardan kopmak zorundayız . O ne ölçüde tuhaflaştığı her seçim öncesi yaşanan hezeyanlarla ortaya çıkan, iç savaş senaryolarıyla, mantıksızlığın hakim olduğu tumturaklı analizlerin eşlik ettiği tarifsiz korku duygusuyla, kibirle ve yalanla dolu sosyal medya çılgınlığıyla elele giden ruh halinin sol olmadığının altını çizmek lazım. Seçim sonuçları açıklanmasın diye Kılıçdaroğlu’nun askeri bir üste tutuklu olduğunu yazan, İnce’nin Erdoğan’dan seçim gecesi 20 dakikalık telefon görüşmesinde tehdit yediğini iddia eden, CHP’nin güçlü olduğu sandıklarda uçucu mürekkeple oy kullanıldığını iddia eden ve her biri bir diğerinden saçma olan bu senaryoları ciddi ciddi mesele edinen şey, bir orta sınıf delilik hali olabilir ama asla sol olamaz! Bu ruh halinin şekillenmesinde hükümetin kutuplaştırıcı dili ve insanların kaygılarını gidermek için hiçbir açıklama yapmaması, ayrı bir tartışma konusu. Oyların çalınamayacağını düşünenler, daha seçim olmadan oyların çalındığı konusunda net bir fikri olanlar karşısında seslerini çıkartamadılar. Seçmin adı “seçim darbesi” oldu, ses çıkartılamadı. Bütün bu sol adına içine düşülen delilik hali, seçim sürecinde kolları sıvayan milyonlarca insanın kararlılığıyla dalga geçmek anlamına geliyordu. Böyle bir dalga geçişe bir daha izin vermemek için kendi ayakları üzerinde duran ve işçi sınıfıyla doğrudan bağlara sahip bir solu inşa etmek zorundayız. Siyasal İslam lafının artık dalga geçmek ya da nefret duygusunu boşaltmak için kullanıldığı bugünlerde İhsan Eliaçıklar, Ömer Faruklar, Cihangir İslamlar, Hüda Kayalar en azından bir algının, sosyalistlerin yıllardır altını çizdiği bir önyargının değişmesine neden oldu. Bu isimleri araç olarak değil, AKP tabanından gelişmelerden rahatsızlık duyan milyonlarca emekçiyi etkileme şansına sahip olan aktivistler, dünyayı birlikte değiştireceğimiz yoldaşlar olarak görmek için, Erdoğan’ın bir seçim daha kazanmasına gerek yoktu. Demokrat Müslümanların emekçileri etkilemek açısından sosyalist bir hareketin önde duran aktivistleri olması gerektiğini anlatanlara öfkeyle çıkışanlar seçim döneminde her gün yeni bir ırkçı açıklama yapan İyi Parti’ye “yetmez ama evet” diyebildiler. Artık yeni bir Türkiye’yle karşı karşıyayız! Şimdi yeni bir mücadele zemini inşa edilmeli, tüm güç, tüm enerji, tüm fırsatlar, tüm birikim, örgütlü işçi sınıfının MHP efektiyle sert bir şekilde sağa kayan siyasi ortamda birleşik direnişini örgütleme çabasına hasredilmeli. Sandığı bırak! Mücadele bak!

ERDOĞAN HÜKÜMETİ ACI REÇETE UYGULAYACAK Küresel kriz 2008 yılında ilk

olarak ABD’de başladı, bir süre sonra Avrupa’ya, Çin’e, Rusya’ya, orta büyüklükteki ekonomilere sıçradı. Şimdi ise Türkiye benzeri “yükselen piyasa ekonomileri”ne yayılıyor. Aslında krizin etkisini Türkiye’de 2013 yılından beri gündelik hayatımızda sürekli görüyoruz. AKP hükümetleri 2014, 2016 ve son olarak 2018’de krizin tavan yaptığı önemli eşikler yaşadı, döviz, faiz ve enflasyon yükseldi. Hükümet krizi sürekli öteledi, geleceğe taşıdı. Hayat pahalılığı ve enflasyon artıyor Sadece patates ve soğan fiyatları değil, tüm yiyeceklerde önemli fiyat artışları gerçekleşiyor. Sebze ve meyve fiyatlarında 5 TL neredeyse taban fiyat haline geldi. Her türlü sebze ve meyvenin fiyatı 5 ile 10 TL arasında değişiyor. Pazar fiyatlarında son bir ayda meydana gelen artışlar, yıllık enflasyonu yüzde 20’lere doğru yükseltiyor. Yaza girilmesine, sebze meyvenin bollaşıyor olmasına rağmen artan fiyatlar, yaklaşmakta olan felaketin en somut habercileri. Döviz krizi devam faizler artıyor

ediyor,

Seçim sonrası sabah bir miktar düşen döviz fiyatı aynı gün yükselmeye başladı. Ortalama dolar kuru bugün itibarıyla 4,70 TL. Devlet tahvil faizleri, yani devletin borçlanma maliyeti, yüzde 20 seviyesinde devam ediyor. Bankaların ticari kredilerinde yıllık faizler yüzde 25’lere yaklaştı. Hükümetin ekonomiyi çevirmek için gerekli taze döviz ihtiyacı devam ediyor. Geçen ay Londra’da

Sebze ve meyve fiyatları tırmanıyor.

yapılan toplantılarda, uluslararası finans kurumlarından bir miktar döviz sağlanmıştı. Londra’daki girişimlerde, uluslararası finans örgütleri, AKP’li yetkililerden döviz temini karşılığında önemli sözler aldılar. Bu sözlerin en önemlisi, sürekli reel faiz geliri sağlanmasıydı. Nitekim bu söz uyarınca Haziran ayı başında Merkez Bankası politika faizini yüzde 17’ye yükseltti. Ama enflasyondaki tırmanış, yüzde 17’lik faizin de yeterli olmayacağını gösteriyor. Finans kuruluşlarının Türkiye’ye verdikleri dövizlere reel faiz geliri sağlayabilmesi için, Merkez Bankası faizi enflasyonun en az 3 puan üzerine çıkarmak zorunda. Enflasyon yüzde 20’lere doğru giderken faizin yüzde 20’leri geçmesi sürpriz olmaz. Faizler yükseldikçe, yatırımlar durur, iflaslar kaçınılmaz olur Faizdeki bu yükselme her türlü yatırım kararını olumsuz etkiler. Dövizle borçlanma konusunda rekorlar kıran özel sektör yatırım yapamaz hale gelir, iflaslar kaçı-

n HÜKÜMETİN UYGULAMASI BEKLENEN ACI REÇETENİN BAŞLIKLARI ŞUNLAR: n Enflasyonu kontrol altına almak için piyasadaki para giderek azaltılacak. n Yeni vergiler koyulacak.

nılmaz olur. Büyüme durur, hatta küçülme başlar. Türkiye 2016 yılı 3.çeyreğinde AKP döneminin ilk küçülmesini yaşamıştı. 2018 üçüncü ve dördüncü çeyreklerinde de eğer yeterli dış kaynak, döviz bulunamazsa durgunluk hatta küçülme yaşanması kaçınılmaz. Geldiğimiz noktada artık krizin ötelenmesi hem giderek daha zor, hem de seçimler geride kaldığı için gerekli de değil. Dolar ve Avro bulmak pahalılaşırken, her gün yeni borç ödemeleri kapımızda beklerken, hükümetin kemer sıkma programına acilen geçmesi bekleniyor. Hükümet önümüzdeki beş yıllık görev süresinde, “IMF’siz bir IMF programını” uygulayarak kapitalizmin krizine çözüm bulmayı hedefliyor. Bu ise krizin tüm faturasını işçi sınıfına ve yoksullara ödetmeyi amaçlayan, daha fazla yoksulluk vadeden bir politika. İşçi sınıfı birleşik gücüyle bu politikaya direnişi örgütleyecektir.

n OHAL kaldırılacak, ama yasaklar devam edecek. n Döviz borçlusu firmaların riskleri kendi üzerlerine bırakılacak, firma iflaslarının önü açılacak.

n BU ACI REÇETENİN SONUÇLARI OLACAK:

n Kamu harcamaları, sosyal yardımlar azaltılacak.

n Ekonomik daralma ortamında hem enflasyon, hem döviz, hem faiz, hem de işsizlik daha da artacak.

n İşçilerin, emekçilerin alım güçleri daraltılacak, iç talep küçültülecek.

n Firma iflasları hızlanacak, işten çıkarmalar yaygınlaşacak.

n Yeni döviz kaynakları bulmak için faizler yükseltilecek.

n Yüksek enflasyon ortamında durgunluk ve daralma, yani stagflasyon başlayacak.


SOSYALİST İŞÇİ

GÖÇMENLERLE DAYANIŞMAYA

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

4.205.243 VE 5.865.977 Bu sayılardan birincisi, Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adayı olarak aldığı oy, ikincisi ise HDP’nin milletvekilliği seçimlerinde aldığı oylar. Bu oyların önemi bütün seçim kampanyası boyunca ağzından sadece “barış”, “çözüm” ve “diyalog” gibi birleştirici sloganlar çıkan bir partinin ve bir adayın sahip olduğu doğrudan desteği gösteriyor olması. Burada Demirtaş’ın oylarının neden HDP oylarından düşük olduğuna ya da HDP’ye “stratejik” olarak oy verdiği söylenen insanların şu ya da bu orana sahip olduğuna aldırmaksızın, doğrudan barış için oy veren

Dayanışma yürüyüşü, İstanbul. ÖZDEŞ ÖZBAY

İşçi sınıfının en ezilen kesimi

Trump, Putin, Orban ve benzeri militarist, ırkçı, cinsiyetçi liderler kendi ülkelerinde işçi sınıfının en yoksul kesimlerinden ciddi destek buluyorlar. Bunun bir nedeni solun radikal, sistem karşıtı taleplerle toplumun ezilenlerine alternatif sunmak yerine merkez hatta sağ politikalara yönelmesi ise bir diğeri de otoriter liderlerin kitlelere beka sorunu anlatması ve onlara gerçek olmayan hedefleri sorumlu olarak ilan etmeleri.

Türkiye’de işçi sınıfının en alttaki, en örgütsüz, en uzun çalışan, en az ücret alan kesimi olan göçmenler sağ popülizm tarafından krizin sorumlusu olarak gösteriliyor veya krizden çıkış yolu olarak göçmenler gönderilirse işsizlik azalır gibi yaygın ırkçı propaganda seslendiriliyor. Oysa göçmenler işsizliğe neden olmuyor, patronlar göçmenlerin mağduriyetinden faydalanarak ücretleri düşürüyor, iş saatlerini arttırıyor. Böylece kâr oranlarını yükseltebiliyorlar. Örneğin İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi 2014 yılında verdiği röportajda “Suriyeli göçmenlerin Doğu’da istihdam bakımından sorun oluşturduğunu kabul ediyorum. Ancak Marmara Bölgesi’nde bizim sektör bakımından önemli bir kaynak oluşturuyorlar, bölgeyi onlar kurtarıyor” demişti. Tekstil sektörü bu ucuz emek gücü sayesinde toparlanmıştı. Ücretlerin düşmesi elbette Türkiyeli işçileri öfkelendiriyordu ancak göçmen işçileri de örgütleyerek yasal emek haklarını çiğneyen

Göçmenleri hedef alıyorlar Ekonomik krizin başladığı dönemden Ortadoğu devrimlerinin yenildiği döneme giden süreçte sağın krizlerin ve kaosun ana sorumlusu olarak ilan ettiği temel grup göçmenler oldu. Trump işsizliğe karşı açıkça göçmen karşıtı bir kampanya sürdürmüştü. Macaristan’ın ırkçı Başbakanı Orban da ülkesinde göçmen düşmanı uygulamalar gerçekleştiriyor. Geçen ay İtalya’da seçimlerden en yüksek oyu alan iki parti de göçmen karşıtı seçim kampanyası yapmışlardı.

patronlara karşı savaş ilan etmesi gereken sendikalar maalesef üyelerinin işlerini korumak adına göçmen işçi çalıştırmaya karşı çıkmışlardı. Bugün geldiğimiz noktada kabul edilmesi gereken iki gerçek var. Bunların ilki, sayıları 4 milyona yaklaşan Suriyeli göçmenlerin büyük çoğunluğunun burada artık bir hayat kurdukları, işçi sınıfının bir parçası oldukları ve iç savaş bitse dahi büyük çoğunluğunun geri dönmeyeceğidir.

insanların yaklaşık 6 milyon kişilik dev bir cüsse oluşturduğunun altını çizmek istiyorum. Üstelik, sadece oy veren bu kitle değil, iktidar cenahında yer alan siyasi partilerin dışında kalan tüm adaylar, özellikle cumhurbaşkanı adayları Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğünü talep ederken, bir yanıyla yeniden gelişebilecek bir çözüm sürecinin karşısına dikilmeyeceklerini de göstermiş oldular.

Seçimlerde 11

milyon 300 bin oy alan CHP’nin bir kesiminin yeni bir çözüm sürecine artık karşı çıkmayacağı çok açık.

İkincisi ise devlet hala göçmenleri mülteci olarak tanımamakta ve en temel sosyal haklardan yararlanmalarını engellemektedir.

Yaklaşık 680 bin kişinin oyunu alan Saadet Partisi,

Türkiye’de solun ve sendikaların yapması gereken göçmenleri örgütlemek, işçi sınıfının bir birine karşı değil kendilerini sömüren ortak düşmana yani patronlara karşı ortak hareket etmelerini sağlamaktır. İktidarından muhalefetine HDP dışındaki bütün partiler göçmenleri hedef gösterirken şimdi acilen göçmenlerle dayanışmayı büyütmeli ve ırkçılığa karşı işçilerin ve ezilenlerin birliğini savunmalıyız.

renkleridir. Kürt sorununu ‘hak ve adalet’ prensibiy-

seçim kampanyası boyunca Kürt sorununda çok olumlu bir siyasi çizgi izledi. “Türkler ve Kürtler ayrı kültürün le çözmek istiyoruz. Bütün insanlar hak ve haysiyet açısından eşit doğarlar. Kürt sorunu sadece güvenlik meselesi olarak görülüyor. Toplumda barış yerine düşmanlık pompalandığı için Kürt sorunu çözülemiyor. Adaletten eğitime, sağlıktan çevreye, kadınlardan kültüre her alanda topyekün reformla Kürt sorununu çözeceğiz.” Bu sözler Saadet Partisinin genel başkanının seçim beyannamesinden. Muharrem İnce de seçim kampanyası kapsamında düzenlenen ve en çok atılan sloganın “Demirtaş’a özgürlük” olduğu Diyarbakır mitinginde “Kürt sorununu nasıl çözeceğiz, biliyor musunuz? Barışacağız.” dedi. AKP’nin tabanında da yaklaşık üç sene önce sonlanan çözüm sürecine desteğin yüzde 70’lere kadar yükselmiş olduğunu hatırlarsak, çözüm ve barış gibi kavramların hamaset yüklü konuşmaların yerini alabileceği bir diyalog ikliminin yaratılabileceğine dair umutlu olmamamız için hiçbir neden yok. Bu kez, hareketin, milyonlarca insanın çözümden yana pratik bir tutum alabileceğini görüp kampanyaların da milyonlarca insana temas edebileceği hale gelmesi için, gerçekten barış yönünde basınç yaratabilecek kitlesel bir kampanya olması için yepyeni bir bakış açısıyla inşa edilmesi gerekiyor.


4

SOSYALİST İŞÇİ

SANDIKTAN İSTİKRAR CIKMADI ,

24 Haziran 2018 seçimleri.

24 Haziran seçimleri yüzde 86 gibi yüksek bir katılım oranıyla gerçekleşti. Erdoğan yeni başkanlık sisteminin ilk ‘cumhurbaşkanı’ oldu. Parlamentoda ise seçimlerin öncesindeki beklentilerden çok farklı bir tablo ortaya çıktı. Beklendiği gibi Cumhur İttifakı meclisteki çoğunluğunu kaybetmedi ama bunun nedeni AKP’nin değil MHP’nin oyları oldu. AKP 24 Haziran seçimlerinin en çok oy kaybeden partisi. 1 Kasım 2015 seçimlerinde 23 milyon 673 bin oy alan parti, bir buçuk milyonluk bir oy kaybı yaşadı. Yüzde 49,49 oranındaki oyları yüzde 42,56’ya geriledi yani yüzde 7 oranında oy kaybetti. Önceki dönemde 317 milletvekili meclisteyken şimdi 295 vekile sahip. Erdoğan’ın ilk turda CumhurBaşkanı seçilmesine rağmen, partisinin yaşadığı bu gerileyiş seçimlerin sonrasında ortaya çıkan yeni siyasi koşulların temelini oluşturuyor. AKP’nin MHP oyları olmadan mecliste çoğunluğu sağlayamayacağı ortaya çıktı. AKP’nin meclis çoğunluğu için MHP’nin 49 milletvekiline muhtaç olması, iktidarın yıllardır övündüğü ‘koalisyonu bitirdik’ söyleminin çöktüğü anlamına geliyor. Hükümet artık koalisyonlara mahkum ve bu durum siyasal istikrarsızlığın süreceğinin bir göstergesi. AKP’nin içine düştüğü bunalım, seçimlerin öncesinde MHP ile kurulan ittifaka dair kendi içinde yaşanan tartışmalarda işaretlerini vermişti. Mayıs ayında Kayseri’de yaptığı bir konuşmada Erdoğan Cumhurbaşkanlığında kendisine oy verip partisine vermeyecek olanları ‘münafık’ ilan etmişti. Birçok AKP’li ittifaktan partilerinin yeterince karlı çıkmadığına dair huzursuzluğu ifade etmeye başlamıştı. Seçimin ardından bu çelişkilerin üzeri geçici olarak örtülmüş gibi görünse de AKP’nin oy kaybederken

MHP’nin 1 Kasım oylarını büyük oranda koruması ittifaktaki gerilimi devam ettirecek. MHP 25 Haziran’dan itibaren bu ‘avantajlı’ pozisyonunu kullanarak kendisini dayatmaya başladı bile. MHP genel başkan yardımcısının ‘Erdoğan’ı ve AKP’yi kurtardık bundan sonra biz ne dersek o olacak’ açıklaması, seçimin ardından faşist Bahçeli ve partisinin ittifak ortağına yaklaşımının nasıl olacağının özeti. Faşist MHP’nin kazandığı özgüvenle AKP ve Erdoğan üzerinde uygulayacağı basınç daha milliyetçi, baskıcı politikaları açığa çıkaracak ama bir o kadar da ittifak üzerindeki siyasal istikrarsızlığı süreklileştirecek. Dip dalgası sağa aktı Seçim öncesi MHP’nin büyük bir hezimet yaşayacağı, can simidi AKP sayesinde ayakta kaldığı görüşlerinden büyük oranda tam tersi bir manzarayla karşı karşıya-

“SURİYELİLERE YÖNELİK NEFRETE KARŞI BİR ŞEY YAPMADAN…” Son üç yıldır hükümetin izlemiş olduğu politikalar, güvenlik eksenli ve Türk milliyetçiliğini kışkırtan söylem toplumda bir tür karşılık buldu. Burada en önemli unsur, gerek İyi Parti gerek MHP’nin almış olduğu oyları topladığımızda, milliyetçi oyların mecliste %20-25 arası bir temsile sahip olduğunu görüyoruz. Beka sorunu ekseninde politikaların izlendiği bir süreçte, esas olarak HDP açısından, aynı zamanda Türkiye’nin geleceği açı-

yız. AKP’nin kaybettiği oyların büyük bir kısmının MHP’ye gitmiş olması siyasetin ciddi bir şekilde sağa yattığını gösteriyor. 15 Temmuz darbesinin ardından oluşan yerli-milli mutabakatın devlet bekası söylemiyle uyguladığı savaş politikalarının toplumdaki etkisinin sanıldığından daha güçlü olduğu anlaşılıyor. İktidarın Suriye politikasındaki değişiklik, Kürt meselesinde çözümü bir kenara bırakıp askeri müdahalelerle savaşı, militarizmi, çatışmayı yükseltmesi toplumda milliyetçi tepkileri güçlendiren bir siyasi koşulu yarattı. Milliyetçi, ırkçı, göçmen düşmanı politikaların şekillendirdiği sağ eğilimin yükselişinin diğer boyutu, İyi Parti’nin yaklaşık yüzde 10 oy almış olması. Tüm dünyada sağ siyasetin yükseldiği politik iklime Türkiye de benzer bir eğilimle eklenmiş oldu. Meksikalı göçmen çocuklara el koyan Trump’lı dünyada, Türkiye’deki seçimlesından ciddi sıkıntılar ve sorunlarla yüz yüze gelme ihtimalimizin olduğu bir gerçek. Bir önceki dönem yaşananları dikkate aldığımızda neler olabileceğini kestirebiliyoruz. İzlenen siyasette yumuşama eğiliminden daha çok sertleşme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyoruz. Şu anda kilit partiler MHP ve İyi Parti. İkisinden birini yanına almadan herhangi bir iş yapabilmek mümkün değil. Buradan hayırlı bir şey çıkma ihtimali zayıf. Seçimlerin gösterdiği bir başka durum da, toplumsal muhalefeti, solu, sosyalistleri, sendikal hareketi dikkate aldığımızda ortada bir şeyin esamesinin okunmadığı görülüyor. HDP etrafında demokrasi bloku var gibi duruyor ama orasının Kürt siyasal hareketi dışında ne

rin sonucunda da ‘demokrasi ve barışın baharı’ yaşanamadı. AKP ve MHP, karşı ittifakta olsalar da CHP ve İP seçim dönemi boyunca Suriyeli göçmen düşmanlığını siyasi propagandanın temel harcı haline getirerek siyasetteki sağ iklimi güçlendirdi. Erdoğan nasıl kazandı? Siyasi ve ekonomik kriz tartışmalarının, dezavantajlı gösteren kamuoyu yoklamalarının, sönük seçim kampanyasının ardından Erdoğan nasıl yüzde 52 oy alabildi? 16 Nisan referandumunda kaybettiği büyükşehirleri ve ilçeleri nasıl geri kazanabildi? Bu soruların yanıtı içinde yaşadığımız istikrarsızlığı yaratan siyasi ve ekonomik kriz koşullarında gizli. Dolar’daki ve günlük tüketim maddelerinin fiyatlarındaki yükseliş, artık herkesçe kabul edilen yaklaşan ekonomik kriz otomatik olarak kitlelerin krizin sorumlusu kadar etkili bir güç olduğu da tartışmalı bir şey. Bu nedenle bir tür milliyetçi nefret söylemine karşı, özellikle Suriye’de süren savaşın Türkiye’de yarattığı zorunlu göçe ve Suriyelilerin burada olmasının yarattığı milliyetçi/faşizan söylemin toplumda bulduğu karşılığa karşı bir duyarlılık yaratmadan, Türkiye’nin nefes alması mümkün değil diye düşünüyorum. Sol, demokratik, çoğulcu, yeni bir sosyalist harekete dünden daha fazla ihtiyacımız var. Bunu inşa etmek elzem bir iş hâline geldi. Bu da ancak yeni kadrolarla olabilir. HDP ile dayanışmanın faturası büyük ama bu da alınması gereken bir risk. HAKAN TAHMAZ (BARIŞ VAKFI)


SOSYALİST İŞÇİ iktidarı cezalandırmasıyla sonuçlanmadı. Toplumun bir kısmı ekonomik kriz yaklaşırken siyasi krizi derinleştirecek bir tercihte bulunmadı. Irmağı geçerken at değiştirmeyerek mevcudu muhafaza etmeyi tercih ettiği görülüyor. Ancak bu eğilim en az Erdoğan gittiğinde tüm krizlerin bir anda çözüleceği düşüncesi kadar bir yanılsama. Ayrıca AKP’nin kalesi olarak görülen yerlerde bile 16 Nisan referandumunda yönetim sisteminin değişmesine Hayır oyu verilmişken, aynı bölgelerde Erdoğan oylarını geri toparladı. Görünen o ki yeni sistem oylandığında ona karşı olanlar, sistem uygulanmaya başlayacaksa başında Erdoğan’ın olmasını tercih etti. Muhalefet ne yaptı? Cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü aday Muharrem İnce toplumun bir kesiminde uzun zamandır olmayan bir hava yarattı. Peki bu hava neden işe yaramadı? AKP’den memnuniyetsiz olan mütedeyyin kesimlere alternatif olabileceği düşünülen Saadet Partisi’ne dair beklentiler neden kof çıktı? Kendisini ana akım muhalefete beğendirmeye çalışan SP, CHP’yle ittifak kurması nedeniyle AKP’den kopabileceklere bir çekim merkezi olamadı. İnce ve etrafında dönen muhalifete gelince, toplumdaki kutuplaşmayı temel alarak kültürel kodlara oynayan, soyut bir demokrasi söylemiyle vaad edilen bir takım reformların kazanmak için yeterli olmadığı görüldü. Muharrem İnce’nin seçim çalışması boyunca ‘onun anlayacağı dilden konuşması’ OHAL baskısından bunalan birçok muhalifin içine su serpmiş olabilir. Ancak AKP-MHP karşısındaki tüm muhalefete sirayet etmiş olan rövanşist söylem kazandırıcı değil daha da önemlisi politik değil. Seçim dönemi boyunca muhalefet cephesinde oluşmuş olan demokratik hava çok olumlu ama hemen ertesinde ‘size müstehak’

“IRKÇILIĞIN YÜKSELMESİNE İZİN VERMEMELİYİZ” Üç yıldır yoğun bir şekilde uygulanan yerli ve milli politikalar, ırkçılığın ve milliyetçiliğin yükseldiği zemini oluşturuyor. Irkçı parti MHP neredeyse oyunu korurken, onun içinden çıkan İyi Parti %10 aldı. Bunun yanı sıra AKP ve CHP de sık sık ırkçı söylemlere başvuruyor. Bu ortamda Türkiye’nin tüm ötekilerinin; Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Kürtlerin, Su-

anlayışının hortlaması, politik ayrımların görmezden gelindiği ve tek ortaklığı Erdoğan karşıtlığı olan bir ittifakın sabun köpüğünden ibaret olduğunu kanıtladı. Muhalefet ne yapmalıydı? 16 yıl boyunca her seçimde olduğu gibi bir kere daha ‘hepimiz aynı gemideyiz’ yanılsamasıyla CHP’den medet uman sol anlayış çöktü. CHP şimdi kendi iç kriziyle uğraşadursun. AKP-MHP ittifakı karşısındaki muhalefetin en temel eksikliği işçi sınıfı siyasetinin olmayışıdır. OHAL’in işçi sınıfının koşullarında yarattığı gerileme, gelmekte olan ekonomik kriz ana akım muhalefet tarafından seçim süreci boyunca sadece patates ve soğanlı soyut retoriklerle karşılandı. 24 Haziran seçimlerinin demokrasi, barış, özgürlük isteyenlere gösterdiği en acil sonuç işçi sınıfını milliyetçi bloktan geri kazanma iddiasında olan antikapitalist devrimci bir odağı inşa etme görevidir. Muhalefetten bahsederken HDP için ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Çözüm sürecinin çöküşünden bu yana devletin tüm baskılarına, Cumhurbaşkanı adayı ve milletvekillerinin tutuklu olmasına, parti üyelerinin sistematik olarak gözaltına alınmasına, 7/24 hedef gösterilmesine, yerli-milli ittifakın barajın üstünde tepinmesine rağmen HDP’yi baraj altında tutamadılar. Bu başlı başına bir zafer ve Kürt halkındaki barış iradesinin kanıtıdır. Ancak HDP’nin önceki seçimlere oranla mevcudu korumaktan öteye gidememesi hatta bazı yerlerde yaşadığı kayıplar ayrıca değerlendirilmeli. AKP’den koparmaya dönük değil sol muhalefeti toparlamaya dönük strateji daha fazlasını kazanmasının önündeki en büyük engeldir. CHP’ye dönük ‘1 milyon oy verin 6 milyon oy verelim’ gibi pazarlıklar belki barajın geçilmesine vesile olmuş ancak politik olarak mevcut kutuplaşmayı beslemeye yaramıştır. Sosyalist hareket içerisinde yıllardır CHP’nin kanatları altında parlamentoda varlık elde

etme yolu izleyen eğilim, yönünü HDP’ye çevirmiş durumda. Bu eğilime kapı açmanın HDP açısından pek de kazandırıcı olmadığı görüldüğü gibi genel olarak sosyalist hareket ve işçi sınıfı mücadelesi için anlamlı olmadığı da kanıtlandı. Sosyalistler ne yapmalı? Küresel çapta sağın yükseldiği, krizlerin derinleştiği bir ortamda Türkiye’de de siyasi ve ekonomik kriz koşulları sürmeye devam edecek. Sosyalist İşçi sayfalarında AKP-MHP’nin yenilgisinin bu koşullara karşı işçi sınıfının mücadelesini kolaylaştıracağını savunduk. Sandıktan bunun olanakları çıkmadı, şimdi daha zorlu bir noktadayız. Ancak iktidarın son iki yıldır dolandığı siyasi kriz sarmalı olduğu yerde duruyor, ekonomik kriz kaşrısında ‘IMF’siz IMF programı’nı uygulamak için kolları sıvadılar. Tüm bunlar mücadeleyi büyütmek için önümüzde duran fırsatlardır. Bu fırsatları değerlendirmek için kutuplaşmayı kırmayı hedefleyen, HDP’ye omuz veren ama HDP’den bağımsız, işçi sınıfını antikapitalist politikalar etrafında örgütlemeye çalışan bir devrimci odağı inşa etmeliyiz. İşçi sınıfının krizin faturasını ödememe mücadelesiyle barış talebini birleştiren bir sol örgütlenmeli. Yükselen sağ rüzgarı tersine çevirebiliriz. Şimdi Suriyeli göçmenlerle dayanışan, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı kararlı bir hareketi, solu ve işçi sınıfının birliğini inşa etme zamanı!

5

GÖRÜŞ Roni Margulies

PANİK YOK! Seçim ertesi Cumhuriyet’te Aydın Engin şöyle yazdı: “Seçim değerlendirmesi çok yalın bir cümleden ibarettir: Siyasal İslam kazandı, demokrasi kaybetti.” Yazının başlığı olan ikinci cümleyi yazının içinde iki kez daha tekrar etti. Ben Aydın Engin’i hem çok severim, hem de ama kendisinden çok daha sakin, paniksiz ve akıllı bir değerlendirme beklerdim. Siyasal İslam’dan kastedilen AKP olduğuna göre, bakalım ne kazanmış: AKP 16 yıldır tek başına hükümet olmasını sağlayan desteği kaybetti. Çok sayıda (üç milyondan fazla) oy kaybetti. Küçük bir partiye mahkûm kaldı. Bundan sonra her istediğini istediği gibi yapma rahatlığını kaybetti; tüm koalisyon hükümetlerinin istikrarsızlığını, çekişmelerini, zaaflarını yaşamaya mahkûm oldu. Demek ki, “Siyasal İslam kazandı” ifadesi en azından kuşkulu bir ifade. Evet, MHP’nin hükümet ortağı olması hepimizin canını çok acıtacak elbet, ama bu, kazananın “Siyasal İslam” değil milliyetçilik olduğunu gösteriyor. “Demokrasi kaybetti” ifadesini anlamak ise iyice zor. Seçimin kendisi, tüm sosyal medya zırvalarına ve saçma sapan iç savaş, hile, kaos senaryolarına rağmen, aşağı yukarı demokratik kıstaslara uygun geçti. (“Aşağı yukarı” diyorum, çünkü Kürt hareketi ve HDP açısından, büyük ölçüde cezaevlerinden yürütülmek zorunda kalınan bir seçim demokratik olamazdı elbet. Ama CHP ve diğer muhalefet partileri açısından sorun yoktu.)

“İŞÇİ DÜŞMANLARINA VE SAVAŞ ÇIĞIRTKANLARINA KARŞI BİRLEŞELİM”

Aydın Engin, “tartışılamaz, değiştirilemez semavi yani dinsel yasaların ağırlığı artacak, bu ise demokrasinin son kırıntılarını da silip süpürecek” diyor. Hayır, nereden biliyoruz? Böyle olup olmayacağı muhaliflerin bundan sonra neler yapacağına bağlı, bizim mücadelemize bağlı. Ama bu mücadeleyi yürütebilmek için, Aydın Engin’in yansıttığı yenilgi havasından çıkmak gerek.

riyeli mültecilerin, Alevilerin, LGBTİ+ bireylerin rahat nefes alması mümkün değil. Özellikle dört milyona yaklaşan Suriyeli mültecilere dönük saldırganlık, sık sık linç girişimleri, mahalle basmalar şeklinde kendini ortaya koyuyor ve çok tehlikeli bir durum yaratıyor. Tüm düzen partilerindeki ırkçılığa karşı kitlesel bir kampanyayı inşa ederek ezilenlerin özgürlüklerine kavuşabileceği bir toplumsal durum yaratmalıyız. Demokrasiden yana olan herkes bu konuda omuz omuza vermeli.

Seçimin gerçek kazananı HDP ve barış savunucularıdır. Barışta ısrar edenlerdir. Mülteci düşmanlığı yapmayanlardır. Politikayı istatistiklerle değil somut ihtiyaçlarla açıklayanlardır. Bu perspektifin hepimizi gelmekte olan 'acı reçete'ye karşı mücadele etmeye hazırlayacağına inanıyorum. Ayrıca bu seçim bir daha gösterdi ki sorunlar yukarıdan bakarak, kaba retorikle çözülemiyor. Politikayı ucuz pazarlıklara araç kılanlar insanları da sadece sayı olarak görüyorlar. Oysa ancak aşağıdan gelen mücadele, kurtuluşumuzu kendi eserimiz kılacak gücü bize verebilir. Dengeleri ezilenler lehine değiştirecek güç işçilerin mücadelesinden gelecek. Bugün acil ihtiyacımız işçi düşmanlarına ve savaş çığırtkanlarına karşı bir araya gelmektir.

YILDIZ ÖNEN (ANTİKAPİTALİSTLER AKTİVİSTİ)

BAHAN GÖNCE (DSİP ÜYESİ)

Bu durumda, ne yapmak gerektiği belli. Panik yok, mücadeleye devam.

Önce, AKP oylarının düştüğünü, 7 Haziran 2015’te oylarının yaklaşık beşte birini kaybetmişken bu sefer de önemli bir kayıp yaşadığını, AKP tabanının hatırı sayılır bir kesiminin rahatsız olduğunu görmek gerek. Sonra da, AKP’ye oy vermeye devam eden %40’ın niye devam ettiğini anlamaya çalışmak gerek. Bunun temel nedeni, AKP’den çok da memnun olmayan seçmenin gidebileceği başka parti olmaması. AKP’nin milliyetçiliğine karşı çıkan parti var mı? Yok. Savaşa karşı çıkan parti var mı? Yok. Göçmen düşmanlığına ve ırkçılığa karşı çıkan? Yok. İşçi sınıfının sorunlarını, haklarını öne plana çıkaran? Yok. Örneğin CHP bunları yapıyor mu? Hayır. Üstelik CHP hâlâ mütedeyyin seçmenin eski günlere geri dönme korkusunu rahatlatmaktan çok uzak.


6

SOSYALİST İŞÇİ

“UMUDU HEP BİRLİKTE ÇOĞALTANLARA TEŞEKKÜRLER”

“HDP’NİN BARAJI GEÇMESİ HEPİMİZİ UMUTLANDIRDI” Bu seçimler parti devleti modelini savunanlarla devletin siyasi partilere eşit mesafede olmasından yana olanlar arasında adaletsiz bir seçimdi. Parlamenter sistemi savunanlarla başkanlık sistemini savunanlar yarıştı. Seçimin ikinci tura kalacağını, o yüzden herkesin kendi adayını çıkarmasını savunan tez yanıldı. Ortak

adayda buluşulması gerektiği anlaşıldı. Seçimlerde stratejik tutuma hiç prim vermeden Demirtaş ve HDP’yi destekledik. Cezaevindeki arkadaşlarımızı satan bir “stratejik akla” sıcak bakmadım. İnce, CHP’ye bir hareket getirdiyse de bu seçimler CHP’deki artışı ölçmek için yapılmadı ve ilk cumhurbaşkanlığı seçimindeki Ekmeleddin’in oylarına bile yetişilmedi. “O zaman MHP bu tarafta, şimdi o tarafta” gibi yaklaşımların sonuç itibariyle bir önemi yok. Buradan dersler çıkartarak yerel seçimlere

yoğunlaşmamız gerekiyor ama Kılıçdaroğlu’nun bu dersi çıkardığı izlenimini edinmedim. Yerel seçimlerde ortak adaylıkları zorlamak, ders mi çıkarıldı yoksa altın tepside AKP’ye seçimler yine hediye mi edilecek, gösterecek bize. HDP’nin barajı geçmesi hepimizi umutlandırdı. Umarım HDP de bu fırsatı iyi değerlendirerek yeniden yapılanmasını gerçekleştirir. Yoksa işimiz gerçekten zor. UFUK URAS (ESKİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ)

DSİP aktivistleri Demirtaş ve HDP’ye oy istiyor.

Umudun, umut etmenin kendisi bir eylemdir. Eyledikçe umut kapıdan içeri girer. Uzakta havada asılı, ‘bir gün’ ile başlayan cümlelerin öznesi değildir umut. Şimdi ve burada mücadele edildikçe çoğalır, bulaşır ve yayılır. Kederin pasifize ettiği bedenlerin yerine, ‘korkmadan bağıran ve olmayınca hızırı çağıran’ barış için her gün mücadele eden, dört duvar arasında yine şarkı besteleyen, oy kullanmak için kilometrelerce yol yürüyen, sandık başında oyları için saatlerlerce bekleyen bedenlerin zaferidir bu seçim.

HDP Diyarbakır seçim mitingi.

“OHAL’LE ÜLKEYİ YÖNETMEK BU NOKTADAN SONRA KOLAY DEĞİL”

Umudun kendisi bir gün uzaktan bir zamandan gelmeyeceği gibi, bir gecede de terk etmez. Seçim ertesi sabahından beri aklımda ‘İki Güan, Bir Gece’ filminin sonundaki ‘iyi savaştık’ derken Marion Cotillard. Bu filmin son repliğiydi, fakat bizim ilk repliğimiz. Öğreniyoruz her gün nasıl mücadele edileceğini. Ve umudun eyledikçe bizi terk etmeyeceğini. Bu yüzden HDP ve onun barajı geçmesi için mücadele eden insanlara sonsuz teşekkür etmek istiyorum, baraj geçildiği için değil sadece umudu bir kere daha hep birlikte çoğalttığımız için.

AKP’nin, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın ekonomik göstergelerin kötüye gitmesi üzerine aldığı baskın seçim kararı sonucunda Erdoğan istediğini elde etti. Fakat parti olarak AKP’nin oyları önceki seçime göre 7-8 puan düştü. Dramatik bir şekilde AKP kazansa da tek başına iktidar için çoğunluğu sağlayamamıştır. MHP’ye muhtaç kalmıştır. Seçimin diğer kazananı HDP olmuştur, tüm engellere rağmen barajı açıp üçüncü büyük parti oldu mecliste. MHP’nin %11 oy alması muhalefetin mecliste çoğunluğu sağlamasını engelledi. CHP bu seçimin kaybedenlerinin başında gelmekte. Oyları düştü, parti içi tartışmalar şimdiden başladı bile. Muharrem İnce ise bu seçimin bir diğer kazananı. Tüm bu dengeler ışığında AKP eskisi kadar rahat değil, işi hiç kolay değil. OHAL’le ülkeyi yönetmek bu noktadan sonra kolay gözükmüyor. Sol ve emek hareketi açısından ise ilk bakışta durum moral bozucu olsa da AKP’nin gücünün üst sınırdan aşağıya doğru gitmeye başlamış olması, HDP’nin güçlü bir şekilde parlamentoya girmiş olması bizim için artılar olarak durmakta.

TUĞBA ÇELİK (BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ MEZUNU)

BÜRO EMEKÇİLERİ SENDİKASI ÜYESİ BİR EMEKÇİ

“BÜTÜN SENDİKALAR VE EMEK ÖRGÜTLERİ BİRLİKTE HAREKET ETMELİ” MHP-İyi Parti-AKP blokunun %60’a yakın oy alması, özellikle savaş politikalarını artıracak. Birinci görevimiz barışı inşa edebilmenin yollarını aramak. İkincisi, emekçilere, bizim üzerimize çok yoğun saldırılar gelmeye devam edecek. Bunları püskürtmek için sendikalarla birlikte ciddi olarak örgütlenmenin ve direnmenin yollarını aramalıyız. Üçüncü olarak da bunu püskürtmenin yolu, bütün sendikaların ortak mücadelesinden geçiyor. Birine saldırı olduğunda, bütün emekçilerin buna karşı birlikte direnmesi gerekiyor. Küçük küçük direnişlerdense büyük mücadeleler örmeliyiz. SADIK ŞAHİN (EĞİTİM-SEN ÜYESİ ÖĞRETMEN)


SOSYALİST İŞÇİ

7

SEÇİMLER, İŞÇİ SINIFI VE SOL HDP'nin barajı geçen oyları elbette bir başarı. Bu başarıyı sağlayanlar esas olarak ulusal kurtuluş hareketini destekleyen Kürtlerdir. Batıdan gelen 1,5 milyon oyun içindeki Türk muhaliflerin oyları barajı geçmelerine yardımcı olsa da bunlar esas olarak AKP'nin meclis çoğunluğunu engellemek isteyenlerin verdikleri oylar. Bu oylar, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş'a değil İnce'ye yöneldi. HDP'ye oy veren Batıdaki unsurların ortak noktası, HDP etrafında bir sol muhalefet inşa etmekten çok AKP'nin önünü kesmektir. AKP-MHP koalisyonunun kazandığı koşullarda, bu geçici anlaşma zemini de yok oldu.

VOLKAN AKYILDIRIM

Seçim sonuçlarına sağa kayış damgasını vurdu. Erdoğan'ın başkanlığında AKP-MHP koalisyonunun yönetiminde geçecek bu yeni dönemde sosyalistler nasıl bir yol izlemeli? Bir muhafazakar sermaye partisi AKP ile iki ırkçı parti MHP ve İP arasındaki oy kaymalarıyla belirlenen sonuçlar, iki sağ ittifak arasındaki yarışın en sağı güçlendirdiği gerçeğini ortaya koydu. İşçiler de bu toplumun bir parçasıdır. İşçi sınıfının yoğunlaştığı bölgelere ve şehirlere baktığımızda, emekçilerin sandıktan çıkan kutuplaşma etrafında bölündüğü ve büyük kısmının AKP-MHP koalisyonuna destek verdiği görülüyor.

2014'ten bu yana gerçekleşen seçimlerde HDP, devasa Kürt siyasi hareketiyle, küçük ve etkisiz sol grupların seçim ittifakı olarak, muhalefetin vazgeçilmez parçası olduğunu kanıtlasa da AKP'ye oy veren işçiler için bir sol alternatif olamamıştır.

Mücadelenin düşük seyri 2015 yazında metal işçilerinin başlattığı grev dalgasında, mücadeleye atılan işçilerin çoğunun siyasi tercihlerinin AKP ve MHP olduğu görülmüştü. Mücadelenin yayılması ile ilk defa AKP büyükşehirlerde oy kaybettiği bu mücadele dalgasının üzerine gelen 7 Haziran genel seçimlerinde ortaya çıkmıştı. Fakat işçi sınıfının örgütlü azınlığından olan metal, şişe cam ve maden işçilerinin kazanımla sonuçlanan ücret ve özelleştirme karşıtı mücadeleleri dışarıda bırakıldığında, 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından OHAL'le geçen iki yılda, önceki dönemlerde olduğu gibi işçi sınıfı mücadelesi en düşük düzeylerde seyretti. İrili ufaklı direniş ve grevler tek başlarına kalıp genel mücadelelere dönüşmezken, devletin kamudaki kitlesel işten çıkarmaları da burada çalışan örgütlü işçilerin mücadelesinin önünü baştan kesti. İşçilerin örgütlü mücadele aracı olan sendikalar arasındaki bölünmüşlük ve rekabet bu dönemde had safhaya çıkarken, sendikacıların büyük bölümü AKP-MHP ittifakını destekleyerek işçilere hep masayı gösterdi. Suriye savaşının Türkiye'deki yıkıcı etkileri, hakim sınıflar arasındaki kapışmanın başarısız bir darbe girişimiyle doruğa çıkması, emekçi sınıfların darbecilere karşı tepkisi, OHAL ile bu tepkinin devlete desteğe çevrilmesi, tutuklamalar, baskılar, grev yasakları, bunun üzerine gelen istikrarsızlıkla kapısı aralanan ekonomik kriz olasılıklarıyla devam eden mücadelesizlik ve bölünmüşlükle geçen yılların ardından karşımıza bu sağ tablo çıktı. İşçi sınıfı ancak mücadele içinde bir sınıftır. Mücadele etmedikleri zaman işçiler bu toplumun, hakim sınıfının fikirlerinin hegemonyası altında yaşayan tek tek bireylerdir. Onlara yardımcı olacak, birleşmelerini, haklarını aramalarını, mücadeleye atıl-

OHAL’de grev yasağına karşı mücadele eden metal işçileri.

malarını sağlayacak sendikaları ve sol partileri olmadıkça, yaşanan sıkıntılara ve sorunlara rağmen kitlelerin hoşnutsuzlukları bir mücadeleye dönüşmez.

larına değinmeyen sol kemalizm, başta beğeni toplayan kapsayıcı tavrını seçim zamanı yaklaştıkça bıraktı ve bildiğimiz kemalist CHP söylemine dönüştü.

Mücadele etmeyen, sadece küçük bir azınlığı sendikalarda örgütlü olan, hakim sınıfların kutuplaştırma siyasetleri işçi kitlelerinin bölünmüşlüğü ve sağın hakimiyeti ile sonuçlandı.

Adalet ve demokrasi taleplerine sahip çıkarak sol gözüken kemalizm, laik-dindar suni bölünmesi ve mezhepçilikle belirlenen kutuplaşmanın bir tarafı olarak görüldü. İnce'nin seçim için giydiği gömleğin altındaki değişmeyen ‘altı ok'a tepki, 24 Haziran'da kendisini gösterdi.

Sol adına önümüze konulan seçeneklerin emekçi sınıfların büyük çoğunluğuna seslenmekten uzak oluşu, sağın işini kolaylaştırdı. Sol kemalizm 24 Haziran seçimlerinde yarışan iki ittifak da esas olarak sağcıydı. Sol adına öne çıkan, aslında merkez politikaları tercih etmiş ve içinde ırkçıların da bulunduğu bir sağ partiyi meclise taşımış olan CHP ile Muharrem İnce oldu. Adalet, demokrasi ve seçim kampanyasında özgürlük talepleriyle karşımıza çıkan sol bir alternatif değil sol soslu kemalizmdi. Adalet yürüyüşünden İnce'nin kampanyasına uzanan yolda, solda yarattıkları illüzyona rağmen, bugün birbirlerine girmiş olan Kılıçdaroğlu ve İnce, sınıfsal bir siyaset izlemekten hep kaçındı. Oy için Suriyeli göçmenlere karşı ırkçılık yapmaktan çekinmediler ve bu durum soldan destekçileri tarafından bir kez bile eleştirilmedi. İşçi sınıfının acil çözüm bekleyen sorun-

Oy için pragmatik tutumlarla HDP'ye yanaşan, Akşener'in İP'ini meclise taşıyan, anti-semitik Saadet'e milletvekilliği veren CHP'nin seküler yüzde 30'un dışında kalan kesimlere ulaşamayacağı bir kez daha ortaya çıktı. Büyük yığınlar vitrinde yapılan değişikliğe aldırmamış, eski düzen ve devletle özdeş olan CHP ile İnce'ye yüzlerini döndürmemiştir. Meydanlarda atılan "yargılanacaksınız" nutukları emekçi sınıfları AKP ve MHP'ye sarılmaya itmiştir. Kimlik kavgasının tarafı olan bir zamanın efendilerinden sol çıkmayacağı gibi, sol kemalizm bölünmüş işçi sınıfı için alternatif olamaz. HDP Düzen içi bir akım olan sol kemalizm çıkarıldığında, seçimlerde kalan tek sol seçenek HDP'dir. Liderleri, milletvekilleri, parti yönetici ve üyeleri kitlesel olarak tutuklanan, ağır bir izolasyon ve baskı ile karşılaşan

HDP, esas olarak ulusal demokratik mücadeleyi destekleyen Kürtlerin partisidir. Ulusal demokratik hareketler ezilenlerin taleplerini savunsa da işçi sınıfının sosyalist alternatifine dönüşemez. Ezen ulusun işçilerine hakim olan şovenist önyargı ve milliyetçiliği kırabilecek güç, Türkiye'nin batısındaki emekçi kitleler içinde örgütlenen ve mücadele eden bir sol odak olabilir ancak. HDP, nesnel yapısı, kurduğu ittifaklar ve siyasi tercihleriyle bu yoldan uzaktır. Devrimci parti Sosyalizm işçi sınıfının kendi kurtuluşu için kolektif eylemi olacaksa, sosyalistlerin sesleneceği ve örgütleneceği yer bugün sağın hegemonyası altındaki emekçi kitlelerdir. Yüzde 50 üzerinde şekillenen ve Erdoğan'ı destekleyen emekçilere seslenmeyen seçeneklerin getireceği tek şey, hızlı ve tepeden bir değişim illüzyonunun yarattığı moral bozukluğu. 24 Haziran'dan sosyalistlerin çıkarması gereken ilk ders, sosyalistler Türkiye işçi sınıfı içinde bir akım olmadan, koşullar istediği kadar elverişli olsun, bu düzeni değiştiremeyeceğimizdir. Kutuplaşmanın bir tarafı olarak sandıktan çıkan sol seçenekler etrafında, kadın ve erkek işçilerin mücadeleye atılmalarına yardımcısı olacak bağımsız sosyalist bir odak inşa edilemez. Başını işçi sınıfının çektiği büyük mücadeleler yaşanmadıkça sandıktan değişim çıkmaz. Milliyetçilik ve şovenizmin etkisi altındaki bölünmüş işçi sınıfını kazanmanın, bağımsız sosyalist örgütlenmesini inşa etmenin, kimlik bölünmelerini özgürlükçü yerden aşan antikapitalist ve enteransyonalist alternatifi yaratmanın yollarını bulmalıyız.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

ARTIK YETER! OHAL’E SON! OHAL protestosu, Ankara.

21 Temmuz 2016’da ilan edilen ve 7 kere uzatılan OHAL, seçim süreci boyunca hakkında en çok konuşlan başlıklardan birisiydi. Muhalefet partilerinin bütünü OHAL’in kaldırılmasını zaten talep ediyordu. İlginç olan iktidar partisinin de sanki OHAL’i başka bir parti ya da güç devreye sokmuşçasına OHAL karşıtı açıklamalar yapmasıydı. Erdoğan Hazira ayının başında katıldığı bir canlı yayın programında şunları söyledi: “Seçim sonrası OHAL'i masaya yatırıp onu kaldırma gibi bir durum söz konusu olabilir. Onun çalışmasını da yapmış olacağız.” Yine Erdoğan Rize’de 100’den fazla yayıncıyla yaptığı toplantıda şunları söyled: "24 Haziran'dan sonra bu göreve devamım halinde ilk işimiz inşallah OHAL'i kaldırmak olacaktır."

KHK CUMHURİYETİ! n 31 KHK yayınlandı ve KHK ile 107 binden fazla kişi kamudaki görevinden ihraç edildi. n 228 bin 137 kişi tutuklandı, kamuda çalışan 116 bin 512 kişi ise ihraç edildi. n 5 binden fazla akademisyen ve 33 binden fazla öğretmen de ihraç edildi. n OHAL döneminde 199 medya,

Yine bir başka tv pogramında bu kez başbakan Binali Yıldırım şunları söyledi: "Ümit ederim yakın zamanda olağanüstü hal meselesi yeni hükümetin gündeminde olacaktır ve kaldırılması cihetine gidilecektir." Seçimlerin hemen ardından 26 Haziran günü sorulan bir soru üzerine Bekir Bozdağ şunları söyledi: "İrade çok açık, OHAL'in kaldırılması iradesi var ve bu iradenin çerçevesi, zamanı belirlenecek, ona göre adım atacağız." Görülmemiş bir baskı ve tasfiye OHAL 21 Temmuz 2016’da, 5 gün önce gerçekleşen, 260 kişinin ölümüne ve 2 binden fazla insanın yaralanmasına neden olan 15 Temmuz darbe girişimine karşı ilan edilmişti ve ilan edilirken OHAL’in vatandaşlarla hiçbir alakasının olyayın ve dağıtım kuruluşu kapatıldı. 668,675, 677, 693 ve 695 sayılı KHK’lar ile 67 gazete için kapatma kararı verildi. Yine bu dönemde 17 televizyon kanalı ve ile 25 radyo kapatıldı. n 674 Sayılı KHK ile bir değişiklik yapılarak, belediyelere kayyım atanması olanaklı hale getirildi. Yerel seçimlerle işbaşına gelmiş olan belediye başkanları görevden alındı. 99 belediyeye kayyım atandı.

mayacağı özellikle vurgulanmıştı. Fakat OHAL 2000’li yıllar boyunca mücadeleyle elde edilen ve siyasal demokrasinin sınırlarını genişleten tüm kazanımların gasp edilmesi şeklinde yaşadı. Hiç kimse, darbeye doğrudan katılanların tutuklanmasına ve cezalandırılmasına karşı değilken, OHAL düşünce, gösteri, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin bütününe yöneldi. Grev yasakları Örneğin grevler yasaklandı ve iktidar bununla defalarca övündü. İşçilerin haklarını korumak için düzenlenen grevlerin “terörle”, “darbeyle” ne ilgisi olabili? AKP iktidara geldiği 2002’den bu yana 15 grevi yasakladı. Yasaklanan 15 grevin 7’si OHAL döneminde yasaklandı. 667, 677, 679, 689, 693 ve 695 sayılı KHK’lar ile bin 607 dernek ve iki konfederasyona bağlı toplam 19 sendika kapatıldı. n Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kuruldu. Komisyon'a 108 binden fazla başvuru yapıldığını ve bunlardan 19 bin 600'ünün karara bağlandığını söyledi. Bekir Bozdağ, karara bağlanan dosyaların 16 bin 600'ü hakkında ret, 1010 dosya hakkında da itirazın kabulü yönünde karar verildiğini ifade etti.

MARKSİST SÖZLÜK IRKÇILIK Irkçılık insanlık tarihinin başından beri var olduğu genel kabul gören bir ideolojidir. Oysa bugünkü anlamıyla ırkçılık tarihsel bir olgudur ve gelişimi kapitalizmden ayrı düşünülemez. Elbette kapitalizm öncesi toplumlarda da ayrımcılık biçimleri ve çeşitli topluluklara dönük önyargılar köklü bir şekilde vardı ancak sistematik olarak bir grubun tüm üyelerinin, ortak özellikleri olduğu varsayılarak ayrımcılığa uğraması anlamındaki ırkçılık kapitalizmin gelişimiyle birlikte ortaya çıkmaya başladı. Trinidad ve Tobagolu Marksist C.L.R. James’in söylediği gibi: “Antik Yunanların ve Romalıların ırk hakkında hiçbir şey bilmedikleri tarihsel olarak oldukça iyi kanıtlanmıştır. Onların başka bir standartları vardı -medeni veya barbar- ve beyaz bir cilt rengine sahip olup barbar olabilir ve siyah olup medeni olabilirdiniz”. Hatta Roma imparatorlarından Septimius Severus büyük ihtimalle siyahtı. Kapitalizm ve ırkçılığın el ele gitmesinin kökleri 18. yüzyıla kadar uzatılabilir. Ortaya çıkmakta olan kapitalizm köle ticaretini meşrulaştırmak için ırk ayrımını yaygınlaştırdı. Siyahların insan olmadığı ve köle olarak kullanılabileceği fikri, gelişiminde köle emeğine ihtiyaç duyan kapitalizmin en temel ideolojilerinden biri oldu. İşin ilginci kapitalizmin ortaya çıkış dönemi, Avrupa’da eşitlik idealinin güçlü bir şekilde yankılandığı bir dönemdi. Aristokrasiye karşı burjuvazinin çeşitli sözcüleri tarafından ortaya atılan eşitlik fikri, “bütün insanların” (en azından bütün erkeklerin) eşit olduğu fikri Aydınlanma ile birlikte tüm kıtaya yayılıyordu. Aydınlanma aynı zamanda teolojik düşünceye karşı her şeye bilimsel bir temel kazandırma girişimiydi. Bu yolla iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmeyi hedefliyordu ancak Aydınlanma’nın bu “bilim-

sel” yüzü, kapitalizmin köle emeğine duyduğu inançla birleşince ırkçılığın bilimsel bir doktrin veçhesine bürünmesine yol açtı. Örneğin Aydınlanma’nın ve liberalizmin en önemli düşünürlerinden David Hume, siyahların doğal olarak beyazlardan aşağı olduğunu yazabiliyor, İsveçli botanikçi Carl Linnaeus insanları 4 ırka ayıran bir sınıflandırma yaparak ırklar arasında bir hiyerarşi olduğunu yazabiliyordu. Irkçılık sadece deri rengi ile ilgili değildi. Avrupa’daki ırklar da kendi aralarında bir sınıflamaya maruz bırakılıyordu. Kurulan her ulus devlette en az bir gruba karşı ırkçı ideolojiler ortaya çıktı. Dünyanın pek çok yerinde Yahudiler de kendilerine dönük ırkçı önyargılar yüzünden katliamlara maruz kaldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarına gelindiğindeyse bu önyargılar artık bir soykırıma dönüşmüştü. Türkiye’de de ırkçılığın gelişimi büyük oranda Türkiye’deki yeni bürokrasinin yerli bir burjuvazi yaratma isteğiyle koşut gelişti. 1908’de devrimde gayrimüslimlerle omuz omuza duran Jön Türkler, 1913’ten itibaren gayrimüslimlere dönük sistematik bir dışlama başlattılar. 1915’te bu Ermeni soykırımına dönüştü. Cumhuriyet sonrası ise Kürtler, Aleviler ve Rumlar başta olmak üzere kalan gayrimüslimlere karşı ırkçı politikalar uygulandı. Günümüzde ezilen halklara dönük sistematik ırkçılık dünyanın pek çok yerinde devam ediyor, bunun yanı sıra küresel düzeyde ırkçılığın en büyük hedefi başta Suriyeliler olmak üzere mülteciler. Irkçılığa karşı mücadele etmek ezilen halklar ve mültecilerle dayanışmak, kapitalizme karşı mücadele edenler açısından en önemli başlık. CAN IRMAK ÖZİNANIR


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.