Kamu Emekçileri Bülteni-2006 Ağustos

Page 1

kamu emekçileri bülteni KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!

e-mail: kamuemekcileri@yahoo.com

Ağustos 2006 * Sayı 16 * Fiyatı 0.5 YTL

Ka mu hizmetlerinin özelleştiri lmesine, iş güvenc e sinin gasp ına, köleli k uygulam alar ına son v er mek içi n topl u görüşm e oyununu boza lım!

Haklarımız ve taleplerimiz için mücadeleyi yükseltelim! MK


2

Toplu görüşme oyunu başladı...

Oyunu bozalım, hak ve özgürlükler için mücadele yolunu tutalım! Toplu görüşme süreci başladı. İlgili yasaya göre, işkollarında yetkili sendikalar ve bu sendikaların üye oldukları konfedarasyonların temsilcileri ile hükümet temsilcileri görüşmelere katılmaktalar. Yetkili sendikaların büyük çoğunluğuna sahip olan Kamu-Sen, iki yetkili sendikası olan Memur-Sen ve tek yetkili sendikası olan KESK, kamu emekçileri adına toplu görüşmelerde temsil edilmektedir. İlgili kanuna göre, toplu görüşmelerde tarafların karşılıklı teklifleri üzerine yapılan görüşmeler sonucunda bir karara varılamazsa, uzman bir heyet devreye girerek “bilimsel” verilere dayanarak bir öneride bulunuyor. Taraflar bu öneri üzerine uzlaşmazlarsa son kararı yine hükümet veriyor. Gerçi uzlaşsalar da hükümet yine bildiğini okuyor; yasalar bu hakkı altını kalınca çize çize hükümete tanıyor. Bugüne kadar tecrübe edilen tüm toplu görüşme süreçlerinde yaşananlar da tamamen böyle oldu. Kağıt üzerinde ne yazılırsa yazılsın hükümet milim şaşmaksızın başta ne dediyse onu uyguladı. Kamu emekçilerini sefalet ücretine mahkum ederken, elde avuçta ne hak varsa aldı götürdü; ne iş güvencesi bıraktı, ne de çalışma düzeni. Öyle ki, bugün kamu alanında devlet tam anlamıyla sınırsız bir keyfiyete sahipken, kamu emekçileri köleden

farksız! Devlet adına karar alan bürokratlar ne derse o oluyor! Kamu emekçisinin bırakalım insanca yaşam ücretini, yaşamı ve çalışma koşulları hakkında en küçük bir inisiyatifi bulunmamaktadır. Hal bu iken, milyonlarca kamu emekçisi adına hareket ettiklerini söyleyen sendikaların hükümetle icra ettikleri ve medya tarafından kıran kırana bir pazarlık varmışçasına sunulan bu toplu görüşmeler neye yarıyor? Hemen söyleyelim, sadece ve sadece yaşamı çekilmez duruma gelmiş olan kamu emekçisini aldatmaya! Öyle ki toplu görüşme süreci, medyanın çığırtkanlığını yaptığı bir orta oyunudur. Grev hakkı olmayan bir toplu pazarlık hakkı başka hiçbir anlam taşımaz. Bir de bunun üzerine sendika yöneticilerinin devletten daha devletçi -yani patrondan daha patroncu- olması eklenince ortaya dört dörtlük bir oyun çıkıyor. Milyonların gözü önünde sahnelenen bu oyunla kamu emekçileriyle alay ediliyor. Sanki kamu emekçileri adına hareket eden sendika yönetimleri, teklifleri hükümetçe kabul edilmediğinde, tek başına savurdukları öfkeli tehditlerle sonuç alabileceklermiş gibi davranıyorlar. Dahası hükümet sanki bağımsız karar alma iradesine sahipmiş gibi gösteriliyor. Halbuki, en kör gözün bile gördüğü gibi, hükümetin


3 güvencesinin kemirilmesi, ağır ve esnek çalışma ekonomi ve maliye üzerinde en küçük bir inisiyatifi koşulları vb. Bu sorunların kaynağında bir bütün olarak bulunmamaktadır. Hükümet, emperyalistler ile büyük sermaye iktidarı bulunmaktadır. Hükümetiyle, sermaye ve onlar adına ekonomiyi ve maliyeyi yöneten medyasıyla, meclisiyle, muhalefetiyle, ordusuyla, büyük İMF ne derse onu yapmakta; bir uşak olarak İMF’nin buyruklarından milim şaşmamaktadır. Bundan dolayı da, patronlarıyla... Bu nedenle hükümetler değişse bile milyonların sefaleti ve yoksulluğu istikrarlı bir şekilde toplu görüşme oyunu ile başka türlü gösterilmeye büyümektedir. çalışılsa da, hükümetin 2008’e kadar ne vereceği Bu koşullarda durumu değiştirmek için tek yol bugünden bellidir ve karar altına alınmıştır. vardır: Sermaye iktidarının örgütlü gücüne karşı örgütlü Durum bu ise, kamu emekçilerini temsil etme güçle çıkmak; gücü etkin bir mücadeleyle göstermek ve iddiasında bulunan sendika yönetimlerinin yaptıklarına sonuç alıncaya kadar bu yolda yürümek! Böyle ne demeli! Açıktır ki, sendika yönetimleri bu oyunun davranmak, hem kaçınılmaz hem de meşru ve haklı gönüllü piyonları ve figüranları durumundadır. Öyle ya, olandır. daha önceki toplu görüşmelerde kanıtlanan bu gerçeğin Ana taleplerimiz bellidir: Kamu hizmetlerinin farkında olmalarına rağmen oyun başladığında koşa koşa özelleştirilmesine, sözleşmeli kadro-taşeron-norm kadroyerlerini almakta ve bıkmadan-utanmadan herkesin performansa göre çalışma gibi kölelik uygulamalarına gözünün içine bakarak aynı rollerini oynamaktadırlar. son verilmeli, tüm çalışanlara işgüvencesi tanınmalı, Oysa sendikacılarda bir parça dürüstlük ve onur gibi insanca yaşamaya yeterli bir ücret verilmelidir! erdemlerin kırıntısı olsa, çıkıp en azından kamu Bugün yapılması gereken, her bakımdan haklı ve meşru emekçilerine şöyle demeleri gerekirdi, “Toplu görüşme taleplerimizi elde etmek uğruna kararlı ve sonuç alıcı bir süreci hükümetin kararları üzerinde en küçük etkisi mücadele vermektir. Tüm kamu emekçisi arkadaşları, olmayan bir oyundur. Hükümet İMF’nin buyruklarından toplu görüşme oyununa yüz vermeyip böyle bir milim şaşmamakta, buna rağmen sanki başka mücadele için bir araya gelmeye ve harekete geçmeye türlüymüşçesine kamu emekçilerini aldatmak için toplu çağırıyoruz. Böyle bir mücadele için örgüte, sendikalara görüşme oyununu kullanmaktadır. Biz artık bu oyuna ihtiyacımız var; bunun için fiili-meşru mücadelemizin katılmayacağımızı duyuruyor ve kamu emekçilerine ürünü sendikalarımıza sahip çıkıp örgütlenelim. Bununla mücadele dışında bir seçeneğin olmadığını ilan birlikte, toplu görüşme oyununun parçası olan sendika ediyoruz.” bürokratlarını sendikalarımızdan defedelim. Söz-yetkiFakat bunu söylemiyorlar. Zira söylemek işlerine karar emekçilerindir ilkesiyle hareket ederek sermayeye gelmiyor. Çünkü, dürüstlük ve onur gibi erdemlerini ve örgütlerine karşı mücadele cephesini açalım! tümüyle yitirdikleri gibi, gerçekte tek dertleri koltukları ve koltuklarıyla gelen ayrıcalıklarıdır. Öyle ya, geçen yılki toplu görüşmelerde sendika aidatlarının devlet tarafından ödenmesi gibi bir rüşveti de aldıktan sonra bunlardan başka türlü davranmalarını beklemek abes olurdu. Bu, özellikle Kamu-Sen ve Yüksek iç borç faizi, kaynakları rantiyeye aktarmanın Memur-Sen’in durumuna tamamen uyuyor. Kamu aracı! emekçilerinin fiili-meşru mücadelelerinin ürünü olan Kamu emekçisine ve halka “kaynak yok” diyen KESK’in bugünkü yönetimi ise, toplu görüşmelerin hükümetler, yüksek faizlerle borçlanarak, rantiyeyi zengin bir oyun olduğunu açıkça ortaya koyarak diğer iki etti! devlet-patron sendikasından ayrılıyor. Fakat, bu Son 5 yılda iç borç faiz oranları, kamu emekçilerinin oyunun dışında ve bu oyunu bozacak fiili-meşru bir ücret artışlarına yansıtılsaydı, 2005 yılında ortalama 773 mücadele yürütecek irade ve inanca sahip YTL olan kamu emekçisinin ücreti 1.448 YTL olacaktı! olmadıklarından, gerisin geri oyuna dahil oluyorlar. 2001- 2005 yıllarında iç borç için ayrılan kaynak 224 Bu kamu emekçilere yönelik işlenen suça ve ihanete Milyar YTL, kamu emekçisi için ayrılan kaynak ise 116 ortak olmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Bu Milyar YTL oldu. İç borca ayrılan kaynak eğitim ve sağlık anlamda suç ve ihanet paylaşılmaktadır. için ayrılan kaynağı da katladı. (KESK-AR’ın 11 Ağustos Kamu emekçilerinin bugün birikmiş büyük tarihli açıklamasından) sorunları var: Sefalet ücretleri, sözleşmeli çalışma, iş

Emekçi mağdur, rantiye zengin!


4

KESK dönemsel mücadele programını açıkladı...

Dönemsel mücadele programı ne söylüyor KESK 17-18 Haziran’da yapılan Danışma Kurulu toplantısında belirlenen dönemsel mücadele programını açıkladı. Program mevcut koşulları tanımlayarak önümüzdeki 6 aya yön verecek eylem ve etkinlik hattını ifade ediyor. Programın içeriğine bakıldığında genel olarak sürecin-nesnelliğin bütünlüklü bir tablosunun verildiğini, sorunların-çözümlerin derli toplu olarak sunulduğunu söylemek mümkün. Nesnellikdışsal faktörler üzerine söylenenlerin KESK yönetimi söz konusu olduğunda aynı toklukla söylenmediği ise bir başka gerçek. Burada nesnellik olarak belirtilenler yanında, KESK’in de ya da genel olarak mücadelenin öznesi olanların da sorumluluk sahibi olduğunu belirtmek gerekiyor. Programlar ya da programlı çalışma sendikal örgütlenmenin hedefli olması noktasında son derece önemlidir. Bu nedenle KESK’in önüne bir program koymuş olması içinde olumluk barındırıyor. Programın derli toplu olması da... Ancak kamu emekçileri hareketi ne ilk defa önüne bir program koyuyor ne de bu son program olacaktır. Başarının ön şartı program birliği iken, diğer gerekliliklerin sağlanmaması sürecin gelişiminde belirleyici olacaktır. Bunun örneklerine geçmişe şöyle bir bakıldığında rastlanacaktır. Bundan dolayı aslolan programın pratikte karşılığını bulup-bulmamasıdır. Ortaya konulan programın hayata geçirilmesi herşeyden önce neden ortaya konulduğuna, amacına, niyetine ve buna ek olarak pratiğe aktaracak olan örgütün yapısına, örgütleme potansiyeline bağlıdır. Bu noktada birkaç sorun alanı ile karşılaşıyoruz: Programın oluşturulmasının ardındaki öncelikler nelerdir? KESK

bu programı hayata geçirebilecek örgütsel yapıyaözellikle kadrolara sahip midir?

Programın öncelikleri

Kamu emekçileri hareketinin olağanüstü koşullardan geçtiği açık. Bir o kadar açık olan emekçilerin bir bütün olarak yoğun bir saldırı dalgası ile yüz yüze olduğudur. Programda belirtildiği gibi AKP hükümetinin IMF desteği ile gündeme soktuğu ve sermayenin dönemsel çıkarlarını temsil eden saldırı yasaları güncelliklerini hala korumaktadır. Ekonomik kriz sonrası %20’yi aşan bir oranda ücretlerin erimesi, uzun zamandır kamu emekçilerinin gündeminde olan, iş güvencesini yok sayan personel rejimi yasa tasarısı da emekçilerin tepkilerinin düğümlendiği sorunlar olarak görülmektedir. Bu denli ağır koşullar beraberinde tepkileri de getirecektir. Ancak bu tepkiler nereye kanalize edilecek, nasıl örgütlü bir güce nasıl dönüştürülecek? Programın temel amacı olarak görülen KESK’in örgütsel olarak güçlendirilmesi üye sayısını arttırmak dışında ne ifade ediyor? Ya da bugün Eğitim-Sen ve Tüm-Bel-Sen yetkiyi kaybetmeseydi KESK benzer bir yönelime girecek miydi? Bu noktada Eğitim-Sen’in ortaya koyduğu pratik yol gösterici olacaktır. Bilindiği üzere sözleşmeli öğretmenlik uygulaması iş güvencesini ortadan kaldırmaya dönük önemli bir adımdır. İş güvencesine ek olarak, eğitimdeki nitelik açısından da sözleşmeli öğretmen uygulaması önemli sorunlar barındırmaktadır.


5 Bu nedenle sözleşmeli öğretmenliğe karşı durmak işin bir yönüyken, sayıları binleri bulan örgütsüz sözleşmeli öğretmenler gerçeği de işin diğer yönüdür. Ne yazık ki karşı çıkışın yolu, Eğitim-Sen’in yaptığı üzere, onların var olduklarını unutmaktan geçmiyor. Örneğin, sözleşmeli öğretmenliğe ilişkin düzenlemeler Türk Eğitim-Sen tarafından gündeme taşınmıştır. Bundandır ki sözleşmeli eğitimciler Türk-Eğitim-Sen’de örgütlenmiş Eğitim-Sen yönetimi ise seyirci kalmasının özeleştirisini yapmak yerine, “Türk Eğitim-Sen sözleşmeli öğretmenleri üye yapmışsa bunun ilgili makamlara bildirilmesi” talimatını örgütlülüklerine vermiştir. Bu haliyle Türk Eğitim-Sen’in bile gerisine düşmüştür. Türk Eğitim-Sen’in yetkiyi almasıyla birlikte sözleşmeli öğretmenler “önemsenmeye” başlandı. Oysa öncelikli olan sözleşmeli öğretmenlerin sendika üyeliği değil, eğitim alanında faaliyet gösteren sendikanın onların sorunlarına karşı takındığı tutumdur. Yoksa üye sayısını arttırma aracı olarak görme, yetkiyi almak için önemsemek hiçbir şeyi çözmeyecektir. Çokça söylendiği üzere birleştirici olan birlikte yürütülen mücadeledir. Özellikle kamusal alan olarak tarif edilen sağlık, enerji, eğitim işkollarında varolan parçalı yapı mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. Sağlık alanında yaşanan iş bırakmalar bunu fazlasıyla göstermiştir. Bu nedenle programda ifade edilen ortak mücadele KESK’in temel politik-örgütsel bileşimi haline getirilmelidir. Buna rağmen, şu da açıkça belirtilmeli, emeğin parçalı yapısı KESK’in güç kaybetmesinin temel nedeni olarak gösterilemez. KESK halihazırda mevcut üyelerini kaybetmekte, istifaların önünü alamamakta ve 657’de bağlı olarak çalışan emekçiler için odak olamamaktadır. Ortak örgütlenme mücadeleye dinamizm kazandırabilir; ancak sorunların üstesinden gelmek için yeterli olmayacağı açıktır. KESK’in yaşadığı sorunların kesişim noktasında ise tüm muhalefet odaklarını kesen kadro sorunu yer almaktadır. KESK, uzun süreli mücadeleyi, işyeri çalışmasını, iş bırakmaları öngördüğü bu programı hangi kadrolarla uygulamaya koyacaktır?

Peki ne yapmalı?

İşyeri örgütlenmelerinin yaratılması “bir iş” değil, öncelikli bir görev olarak ele alınmalıdır. Sorun artık “işyerleriyle bağın güçlendirilmesi, işyeri çalışmalarına ağırlık verilmesi”nden öte, olmayan bağın yeniden yaratılması sürecidir. Bu da “ha” deyince ya da “ben işyeri çalışması yürütmek istiyorum” deyince olacak gibi

görünmemektedir. Yoğun bir emek, mücadele içinde yetişmiş ve onu ileriye taşıyabilecek militan kadrolara gereksinim duyulmaktadır. KESK’in bileşimine baktığımızda ise deneyim sahibi kadrolar olmasına rağmen 10 yılı aşan sürecin bu kadroları yorduğunu, beraberinde bıkkınlık getirdiğini görmek gerekiyor. Deneyimli kadrolar, diğer nedenlerin yanı sıra, yeni gelen genç emekçilerin yaratacağı dinamizmden yaşam kaynaklarını bulabilirler. KESK’te olmayan da budur. KESK önceliği işyerlerine vermeli, dahası işyeri çalışması için geleceğe dönük uzun erimli programlar oluşturmalıdır. Aksi takdirde en radikal, en sonuç alıcı eylem kararları alınsa bile bunlar uygulanmadan kalacaktır. Süreç, ele geçirilen her fırsatın en iyi biçimde değerlendirilmesini gerektiriyor. Ancak KESK ele geçirilen fırsatları kaçırmak noktasında da epey bir deneyime sahip. GSS saldırısına karşı yapılan referandum vesilesiyle işyerleriyle bir ölçüde kurulan bağların geliştirilmesi noktasında zaaflı davranılması veya eylemin propagandif temelde düzenlenmiş olması bunu açıkça göstermiştir. Kamu emekçileri hareketinin varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya olduğu bu koşullarda buna izin verilmemeli artık. Tüm zaaflı noktalarına rağmen bugün saldırı dalgasına karşı kamu işyerlerinde muhalefeti örgütleyebilecek tek güç KESK’tir. Saldırıların yoğunluğu çalışma yürütmek, odak olmak için gerekli koşulları fazlasıyla sağlamaktadır. Örneğin, sağlıkta dönüşüm projesinin uygulanmasıyla birlikte emekçilerin uygulamalara tepkileri artmakta, “sağlıktaki özelleştirmeler durdurulsun” şiarının koşulları biraz daha olgunlaşmaktadır. KESK bunu bir olanağa dönüştürebilecek niyeti göstermelidir. Varolan kadroların etkin olarak dahil edildiği sürecin örülmesi için gerekli adımlar atılmalıdır. KESK’in ve kamu emekçilerinin ihtiyaç duyduğu şey, kağıt üzerinde kalacak “programlar” değil, topyekûn bir derleniş ve toparlanıştır. Görev ise öncü sosyalist kamu emekçilerinin omuzlarındadır. Sosyalist, öncü kamu emekçileri, oluşturulma süreci ve niyeti ne olursa olsun, ortaya konulan programın uygulanması, işyerleri örgütlülükleri yaratılması için üzerine düşeni eksiksiz olarak yerine getirmelidir. Kamu emekçileri hareketinin, sınıf hareketinin güç kazanması eleştiriyle sınırlı bir hatla sağlanamaz. Eylem sürecine aktif katılım, eleştiri, yeniden eylem süreç böylesi bir anlayışla karşılanabilir. Sosyalist Kamu Emekçileri


Sağlık hakkı adım ad

Parasız sağlık hakk Sağlık sistemini tüccarlara teslim eden “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın önemli bir ayağı olan Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı geçtiğimiz Mayıs ayında kabul edilmişti. Yasa 2007 Ocak ayında uygulanmaya konulacak. Ancak, Sağlık Bakanlığı, GSS’nin uygulanmasını beklemeden, yayınladığı tebliğlerle bu programın ilk adımlarını attı.

Vaka başı ödeme

Sağlık Bakanlığı tarafından 1 Temmuz 2006 tarihinde yayınlanan tebliğle, sağlık kurum ve kuruluşlarında “vaka başı ödeme” sistemine geçildi. Bu tebliğe göre tetkik ve tedavi gören hastalardan, birinci basamak sağlık kuruluşlarında vaka başına 11 YTL, özel sağlık kuruluşlarında 13,2 YTL, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarında ise ayakta 25-49 YTL arasında para alınacak. Vaka başı ödeme tutarına muayene, konsültasyon ve bazı özel tetkikler dışında tüm tetkik, tahlil, girişimsel işlemler, radyolojik incelemeler dahil. Tebliğe göre, vaka başı ödeme tutarına ek olarak Bilgisayarlı Tomografi için 0,70 YTL, Magnetik Rezonans için 0,80 YTL ilave edilecek. Bunun anlamı, en düşük 120 YTL’ye çekilebilen BT için 0,70 YTL ödeneceğidir. Bu ödenekle hekimlerin bilimsel yöntemlerle, verilere dayanarak tanı koyması, tedavi yapması imkansızdır. Vaka başı ödeme tutarını aşan işlemler için cepten ödeme yapılacak, ya da parası olmayanlara gerekli tahliller yaptırılamayacaktır. Bu durum hastayla hekimin karşı karşıya gelmesine neden olacaktır. Yeterli tetkik-tahlil yapmadan bilim dışı yöntemlerle tanı koymak zorunda bırakılan hekimler ise mesleğin en önemli yönlerinden olan vicdani ve etik boyutunu gözardı etmek zorunda kalacaklardır. Hastaya “vaka”, tanı-tedavi sürecine “paket” adını vermek sağlık hizmetlerinde bilimselliği ve vicdanı terk etmek demektir.

İlaçta tasarruf

Bakanlığın 1 Ağustos 2006 tarihli tebliğinde ise 122

MK

kalem ilacın sigorta ödemesi kapsamından çıkarıldığı açıklanıyor. Bu ilaçlar arasında vitamin tabletleri, kolesterol düşürücüler, kemik güçlendirici preparatlar, demir ilaçları, grip ve soğuk algınlığı ilaçları da bulunuyor. Çocuklarda vitamin kullanılmaması gelişim bozukluğuna, hamilelerde vitamin ve demir preparatlarının kullanılmaması sağlıksız doğuma, obezite hastalarında lipid ve kolesterol düşürücülerin kullanılmaması ciddi kalp damar hastalıklarına yol açmaktadır. 122 kalem ilacın kapsam dışına çıkarılmasıyla maliyetlerin düşeceğini iddia edenler, bu ilaçların kullanılmamasından doğacak yüksek maliyetli hastalıkları da çok iyi biliyorlar. Bu nedenle uygulamanın asıl amacı çok kârlı bir alan olan ilaç sektörünü serbest piyasaya açmak, ilaç tekellerinin kazancını arttırmaktır. Toplumun büyük bölümünün asgari ücretle geçindiğini, yetersiz beslendiğini, sağlıksız konutlarda yaşadığını, sağlık hizmetlerinden asgari olarak dahi yararlanamadığını düşünürsek, bu uygulama önlenebilir hastalıklardan ölümlerin doğrudan artmasına neden olacaktır.

Halkın sağlık hakkını gaspedilmesine alet olan milletvekillerine ödül! İşçi ve emekçilerin sağlık hizmetlerine ulaşmasını imkansız hale getiren milletvekilleri kendileri için özel yasalar hazırlıyor. Son aylarda art arda yayınlanan özel tebliğlerle milletvekillerinin sağlık hakları genişletiliyor. Sigortanın ödemediği gözde lazer tedavisini milletvekilleri yaptırabiliyor. Sigorta kapsamında olmayan ve oldukça pahalı olan diş implat tedavisi milletvekillerine alt ve üst çenede altışar tane olmak üzere ödeniyor (bir implant tedavisi ortalama 1.500 YTL). Herhangi bir sigortalının karnesine en fazla yedi günlük ve dört kalem ilaç yazılabilirken milletvekili bir defada üç aylık ilaç yazdırabiliyor. Ayrıca milletvekilinin hastaneye gitmesi durumunda gidiş-dönüş yol masrafı karşılanıyor, hastanede geçirdiği süre ise yevmiye olarak ödeniyor. Herhalde milletvekillerine yapılan bu kıyak,


dım tasfiye ediliyor...

kı için mücadeleye! sağlık tekellerine verdikleri hizmetin karşılığı olsa gerek!

Üniversiteliye de paran kadar sağlık hakkı

Devlet üniversitelerinde öğrenim gören 1 milyon 400 bin öğrencinin de sağlık hakkı gaspediliyor. Maliye Bakanlığı, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasasını dayanak göstererek 2007’den itibaren üniversitelerdeki sağlık merkezleri ve MEDİKO’lara bütçeden ayrılan kaynağı kesti. MEDİKO’lar sosyal güvencesi olmayan işçi ve emekçi çocuklarına kısıtlı da olsa sağlık hizmeti veriyordu. Bu karar, güvencesi ve parası olmayan tüm öğrencilerin sağlık hizmetlerinden tamamen mahrum bırakılması anlamına gelmektedir.

Kamu hastanelerinde durum

SSK hastanelerinin devrinden sonra ilaçların toplu alımından vazgeçilip serbest şirketlerden alınması, kamu sağlık kurumlarının ilaç masraflarını arttırmıştır. SSK’nın ilaç fabrikaları kapatılmış, aynı ilaçlar fahiş fiyatlarla ithal edilmeye başlanmıştır. Bazı tetkik ve tahlillerin özel kurumlarda yaptırılması, özel hastanelere hasta gönderilmesi gibi uygulamalar maliyetleri

arttırmış, kaynakların da özel kuruluşlara aktarılmasını sağlamıştır. Bütçeden kamu sağlık kurumlarına kaynak aktarımı nerdeyse durdurulmuş, hastaneler kendi kaderine terkedilmiştir. Kamu hastanelerinin serbest piyasa mantığıyla işletilmesi amacıyla yapılan bu uygulamalar bugün bu kurumları malzeme alamayacak, personelin maaşını ödeyemeyecek duruma getirmiştir. İş güvencemize, insanca çalışma ve yaşama hakkımıza saldıran sermaye iktidarı şimdi de sınırlı olan sağlık hakkımıza göz dikmiştir. Sağlık sistemi vicdani ve etik yönü tamamen göz ardı edilerek, sermayenin kâr alanı haline getirilmeye çalışılıyor. Zaten sermaye iktidarı için temel olan şey kâr elde etmek, daha çok sömürmek ve kazanmaktır. Şimdi bu amacını işçi emekçilerin hayatları üzerinden yapmaya çalışıyor. Biz haklarımıza sahip çıkarak mücadele etmediğimiz takdirde sermaye iktidarı kâr elde edilecek her alanı piyasalaştıracaktır. Bütün bu saldırılara karşı, parasız sağlık hakkımız için örgütlenip mücadele etmekten başka bir seçeneğimiz yoktur. Herkese parasız, eşit, ulaşılabilir sağlık hizmeti mümkündür! Sosyalist Sağlık Emekçileri/Ankara

SES İzmir Şube’den basın açıklaması

Ses İzmir Şubesi 3 Temmuz günü İzmir Sağlık İl Müdürlüğü önünde sürgünlere karşı basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasına yaklaşık 30 kişi katıldı. Açıklamada Sağlık Bakanlığı’nın Atama ve Nakil Yönetmeliği’ndeki değişikliğin bir kitlesel sürgün hazırlığı olduğu dile getirildi. Özetle şunlar söylendi, “Sağlık çalışanları bugün 2-3 kişilik iş yapmakta ve bazı birimlerde çalışanlar 7-8 nöbet tutmakta, ellerimiz titremeden yaşamla ölüm arasında ince noktaya müdahale ediyoruz. İş kazalarına ve meslek hastalıklarına maruz kalıyoruz. Bunca özveriye karşılık aldığımız ücretler ise her geçen gün daha da eriyor. Bu zor çalışmaya karşılık Sağlık Bakanlığı’nın ödülü ise KİTLESEL SÜRGÜN. Haziran ayında atama ve nakil yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, aile hekimliğini ve sözleşmeli köleliği kabul etmeyen personelin sürgün edilmesinin alt yapısı hazırlanmaktadır. Sağlık iş kolunun özelleştirilmesi için yoğun bir çalışma içinde olan AKP hükümeti uzun zamandır kadrolu personel almamaktadır. Bunun yanısıra taşeron şirketler aracılığıyla özelleştirme uygulaması fiilen gerçekleştirilmiştir. Yayınlanan son genelge ile kadrolu personeli yıldırmanın hukuki alt yapısı hazırlanmakta ve çalışanların birbirini düşman veya rakip olarak görmesinin zeminini sağlayacaktır.”


8

Eğitim Sen’in program kurultayı ve yeni gelişmeler üzerine

Eğitim-Sen MYK; program kurultayına yönelik kurultay yönetmeliğini ve takvimini yeniden düzenleyerek şubelere bildirdi. En son gelen yönetmelik ve takvimlendirme, bize gösteriyor ki MYK “ben bilirim” inatçılığından taviz vermemekte kararlı. Yeni yönetmelikte konu başlıklarının MYK tarafından içeriği değiştirilmeden sadeleştirildiği belirtilmekte. Ancak eski yönetmelikteki konu başlıklarına dönülüp bakıldığında, 3. konu başlığındaki “ekonomik, özlük, mesleki sorunlara yönelik politikalar” başlığının tamamen kaldırıldığı, üniversite çalışanlarının gözardı edildiği açıkça gözükmekte. Tartışma olanağı sunacak başlıkların da genel ve muğlak bir biçime dönüştüğünü görmekteyiz. Örneğin; “sendikal mücadelenin gelişimi” başlığı, yeni yönetmelikte “çalışma ilişkilerinde yaşanan değişimler ve sendikalar” başlığı altında ele alınmakta. Bu kapsamı içerisine alınmakla tartışmaların genel geçer söylemlere dönüşeceği çok açık. Diğer taraftan, “ekonomik, özlük ve mesleki sorunlar” başlığı eğitim emekçileri sendikasının vazgeçilemez gündemleri arasındadır. Ekonomik ve siyasal taleplerimizi birlikte ve bütünlüklü yürütmek zorundayız. Ekonomik talepleri küçümseyerek sendikal bir örgütlenme yaratamayız. Daha önceki bölge toplantılarında MYK üyeleri tartışmalar sırasında ısrarla şunun altını çiziyordu: Tüzük Kurultayı formalitedir. Asıl olan en geniş katılımla günlere yayacağımız, verimli, bizi ilerleten tartışmalarla ihtiyacımızı karşılayacak bir programın oluşturulmasıdır. Kurultaya kadar uzanan süreci de işyerleriyle yeniden buluşma, kopan bağları yeniden kurma ve güçlü bir taban örgütlülüğü yaratmak biçiminde değerlendirmeliyiz. Gelinen nokta bu söylenenleri de boşa çıkarmaktadır. Şu ana dek yazılan çizilen ve sergilenen pratik (daha bu konudaki bir çok belirsizliğe rağmen)

amaca hizmet edecek bir program kurultayına işaret etmemektedir. Mümkün olan en az sayıda muhalifin katıldığı, hatta önceden sonuç bildirgesi hazırlanmış bir kurultay, hedeflenen budur. Yönetmelikte yer alan “MYK tarafından dağılımı düzenlenmiş 110 delegeden oluşur’’ ifadesi, 80 şube mevcutken, birçok şubenin temsil edilmemesi, ya da birkaç kişilik bir katılımla yetinmesi anlamına gelir. Yöneltmelikte aynı zamanda komisyon delegelerinin şube dağılımının nasıl belirlendiği belli değildir. Karar alma süreçlerinde üyelerini dışarıda bırakan, onları sadece alt komisyonlarda rapor hazırlayan elemanlar olarak gören bir anlayışla örgütlenecek bir Kurultay, birleştirici değil daha da ayrıştırıcı bir rol oynayacak, bu durum ise mücadeleye yarar yerine zarar getirecektir. Kurultay amaçlarının içerisinde işyerlerinden başlayarak, programın ve mücadelenin örgütlenmesi, ortak kültürün oluşturulması gibi ifadeler yer almakta, fakat gerçekte tepeden inme bir tarzla bu gelişebilecek inisiyatiflerin önü baştan kesilmektedir. Son olarak bir kez daha belirtelim; öncü, devrimci, sosyalist kamu emekçileri bu sürece seyirci kalamazkalmayacaktır. Bir eğitim emekçisi/İzmir


9

Çemberi kırmak için geleceği istemeli! Kamu emekçileri hareketi “anda” debelenmektedir. Şimdiki zaman, tüm varlığına nüfus ediyor... “Şimdi”de varolan engeller, nesnel koşullar korunaklı sığınıklara dönüşüyor, Aşil’in ünlü zırhı gibi. Sığınak aramak isteyen kişi ya da kolektif yapılanma, varolanda bunun olanaklarını fazlasıyla bulacaktır. Yeterince dışsal neden, içsel olanı da kölesi haline getirerek, bunu olanaklı kılacaktır. “İrade, istenç” bu nedenle farklılığın temel göstergesidir. İradi müdahale bu nedenle önemlidir, aksi takdirde nesnelliğin kendiliğindenci rahatlığı sarıp sarmalayacak; sınıfı, oradan da öncüleri. Oysa öncü, iradenin cisimleşmesidir. KESK, gelinen yerde ne geçmişi dayanak noktası olarak kullanabilecek güce sahip, ne de onu unutmanın yenileyici gücüne. Ki unutmanın kendisi de yeni atılımlar için güç kaynağı olabilir kimi zaman. Geçmişi hatırlamak-sorgulamak, olumlu-olumsuz yönlerini “irade” açısından ortaya koymak bir gereklilik, güçlü bir yapılanma için zorunluluk. Burada sorgulanması gerekenden kastedilen, kesinlikle ve kesinlikle nesnellik değil, nesnellik üzerine yeterince söylendi. Nesnellik üzerine kurulan söylemlerin bir noktadan sonra gericileşmeyi-kaçışı beraberinde getirdiği görülmeli artık. Nesnellik “bilinci”, bir nevi Sheakspear’in deyişiyle, “...böyle korkak ediyor hepimizi:… bulandırıyor, yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar/Yollarını değiştirip bu yüzden/ Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar” söylemini haklı çıkarıyor. Denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmış her atılım-savaşım tarihte yerini alırken, sağlam-güçlü olmayan yapılarda yenilgi ruhhalini de beslemekte. “Yapıldı olmadı, denendi olmadı” söylemleri terkedilmeli artık, bunun da yolu sıyrılabilmekten geçiyor, gündelik taleplerin bir adım önünde olmaktan. Yetki kaybı ardından söylenenler-yapılanlaryapılmayanlar, KESK’in, gündelik taleplerin peşinde dolanmayı bile beceremediğini göstermektedir. Çünkü gündelik talepler için mücadele etmek bile geleceğe dair bir tasarımı gerektirir. “Şu an” içinde dolanan yapılanmalar bu tasarımdan yoksundur. KESK içinde yer alan öncüler neyi tasavvur ediyor, ne için mücadele ediyor? Her gün, giderek daha fazla, belirsizleşen şey bu sorulara verilen cevaplardır. Yitirilen şey ütopyadır, başlangıçta sahip olunan ütopyanın değiştirme gücüne inançsızlıktır biraz da. Unutulan ise değişim mümkün olduğu sürece buna yön vermenin-şekil vermenin de mümkün olduğudur.

Akış nereye doğru?

Önce Eğitim-Sen’in, ardından Tüm-Bel-Sen’in yetkiyi kaybetmesi neye-nereye evrilmeyi gerektiriyor. İktidar, asker-polis-Çalışma Bakanlığı da dahil tüm kurumlarıyla kamu alanında “kendi benzerini” yaratmak isteyecektir. Bu nedenle KESK Genel Başkanı İ. Hakkı Tombul’un açıkladığı, Kamu-Sen lehine yapılan usulsüzlüklerde (iktidar erkinin kullanılarak emekçilerin üye olmaya zorlanmasında, istifa eden emekçilerin istifalarının işleme konulmamasında, 25 binden fazla asılsız üyeliğin yazdırılmasında) şaşılacak bir şey yok. Ya da belediye işkolunda aynı usulsüzlüklerin Bem Bir-Sen’in yetkili sendika kılınması için yapılmasında da. Ve elbette iktidar mevcut olanaklarıyla “iktidar benzeri” olmayı reddeden kamu emekçileri hareketini dışlamaya, marjinalleştirmeye çalışacaktır, bunda da şaşılacak bir şey yok. Ancak bunun olanaklı olması KESK’in onların “oyununa” katılmakta, aynı platformda yer almakta ısrar etmesinden kaynaklanıyor. KESK, ve içinde yer alan öncüler, cepheden muhalefet dışında düzen sınırları içinde varoluşlarını koruyamayacaklarını, uzlaşma noktalarını arttırma adına yaptıklarının kendilerini yok edeceğini görmeli. Bu noktada, 12 Eylül karanlığından kamu emekçileri hareketinin yaratılması bağlamında, tarih bilincine ihtiyaç duyuluyor. Giderek daha fazla! İktidarın yaptığı usulsüzlüklerin deşifre edilmesi tabii ki anlamlı; ancak bugün öncelikli olan nedir? Önemli bir potansiyeli barındıran KESK neyin üzerinden politika yapacaktır? Ya da son üç aydır yapıldığı gibi üye sayımı etrafında daha ne kadar dönülecektir? Ne “geçmişi” sürekli gündemde tutmak ne de salt “anı” düşünmek amaca ulaşmayı sağlıyor. Yakın geçmiş, ‘98’den beri yaşananlar, yenilgilerin çeşitli fotoğraflarını gösterir nitelikte: Sahte sendika yasasının çıkması, Yargı-Sen’in, Asim-Sen’in kapatılması, toplu görüşmeler, gaspedilen haklar. Bu sürecin emekçiler üzerinde yarattığı tahribat ise üstünden atlanılmayacak kadar açık... Döngüyü kırmak, geçmişten sıyrılmakla olanaklı, geleceğe dair olan vurguyu biraz daha güçlendirmekle. Tasavvur edilmeyeni, tasavvur edilmeyi olanaklı kılmakla. Özce kamu emekçileri hareketi geleceği yeniden kurgulamanın olanaklarını zorlamalı, nesnelliğe boyun eğmeden.


Emperyalist-siyonist ittifakının yeni hamlesi Lübnan oldu… 10

Emperyalizm ve siyonizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!

ABD emperyalizminin, BOP adlı Ortadoğu’nun her köşesini sömürgeleştirme ve egemenliğini pekiştirme projesinin yeni halkası Lübnan oldu. ABD emperyalizminin maşası İsrail’in kullanıldığı Lübnan’da taş üstünde taş bırakılmadı, bini aşkın insan (çoğu kadın, çoluk-çocuk) katledildi. Sınırsız bir hoyratlıkla süren İsrail saldırıları sonucunda Lübnan yaşanılır bir yer olmaktan çıkarıldı. Hatırlanırsa, bundan bir yıl kadar önce İran’a yönelik ABD müdahalesi ısıtılmaya başlanırken ABD Başkan yardımcısı İran’a yönelik savaş senaryosunu kabaca şöyle anlatmaktaydı: İsrail vurur, uluslararası camia da durumu yoluna sokar. Her ne kadar söz konusu saldırı İran değilse de, Lübnan İran’a giden yolda bir durak ve bir ön cephe olmuştur. Dolayısıyla sözkonusu saldırı senaryosu böylelikle uygulanmaya başlanmıştır. İsrail, iki askerini bahane ederek Lübnan’a yönelik vahşi bir kanlı savaş yürütmüş; akabinde de “uluslar arası camia” denilen emperyalistler ve onların işbirlikçi-uşak takımı ateşkes adı altında İsrail’in pisliğini temizlemek, onun bıraktığı yerden devam etmek için harekete geçmiştir. İşte Lübnan’da şu an olan budur. Savaş ile taş üstünde taş bırakılmayan Lübnan’ın işgali ve sömürgeleştirilmesi için şimdi de “uluslararası camia”, eli kanlı diplomatları ve sözde “barış” ordularıyla devreye girmiştir. Amaç, Lübnan’daki ABD emperyalizmine ve siyonizme karşı direnme imkanlarını tümüyle ezip etkisizleştirerek Lübnan idaresini ele almak ve emperyalist egemenliği tesis etmektir. Türkiye’nin egemen sınıf iktidarı da, bu kanlı emperyalist projelerin aktif bir uşağı durumundadır. Ayrıca, Türkiye, Ortadoğu’da İsrail’den sonra ABD’nin ikinci önemli koçbaşı durumundadır. Öyle ki, Lübnan’ı vuran silahların bir bölümünün İncirlik Üssü’nden gittiğini de artık bilmeyen kalmamıştır. Diğer taraftan Lübnan’a yönelik işgal ve sömürgeleştirme projesinin

ikinci ayağı olan “barış gücü” adı altındaki askeri işgal gücüne sermaye iktidarı da asker göndermeyi planlamaktadır. Şu an Afganistan’da ABD’ye askerlik yapan Türk askeri güçleri, bundan böyle Lübnan’da aynı vazifeyi üstleneceklerdir. İşte sermaye iktidarının ABD uşaklığını vardırdığı nokta budur: Ortadoğu’nun kardeş halklarına karşı kurşun askerlik! Türkiye’nin egemen sınıfı ve onun iktidarı, safını böylelikle açıkça ABD ve siyonistlerden yana yaptığını ilan etmiştir. Fakat Türkiye’nin emekçi halkının safı, Ortadoğu halklarını köleleştirme ve teslim alma amaçlı bu şer ittifakı olamaz. Emekçi halkın safı, bölgenin kardeş halklarının emperyalizme ve suç ortaklarına karşı direniş cephesidir. Zira, bu cephede olmak hem onur sorunudur, hem de özgür ve mutlu bir geleceğin yolu buradan geçmektedir. Tüm emekçi arkadaşlarımızı, bu bilinçle emperyalizme ve siyonizme olduğu kadar, sermaye iktidarının emperyalistlerle halklara yönelik suç ortaklığına karşı durmaya çağırıyoruz. Kahrolsun emperyalist barbarlık! ABD askeri olmayacağız! Yaşasın Ortadoğu emekçi halklarının kardeşliği!


11

Kadıköy'de binler haykırdı...

"Katil ABD Ortadoğu’dan defol!" İsrail siyonizminin Lübnan’a yönelik saldırıları “ateşkese” rağmen sürüyor. ABD’nin desteğini arkasına alan İsrail siyonizmi Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmeye devam ediyor. Yaklaşık bir aydır kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden 1000’den fazla Lübnanlı’yı katleden İsrail devleti yanısıra ülkedeki binaları, altyapı tesislerini, yolları vb. yerle bir etti. Birleşmiş Milletler gözetiminde Lübnan’a gönderilmesi planlanan “barış gücü”nün misyonu ise işgali kalıcı hale getirmek. İsrail’in yapamadığını yapmaya çalışmak. Direnişi bastırmak, Hizbullah’ı silahsızlandırmak için Lübnan’a yerleşmek. Türkiye’deki işbirlikçi uşak takımı da Lübnan’a asker göndermek için tüm hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyor. Tüm bu gelişmeler yaşanırken emperyalistlerin işgal gücü olduğu açık olan “barış gücü” için hükümet yetkilileri “Lübnan’a savaşmaya değil insani yardım için gidiyoruz” söylemleri eşliğinde Türkiye’deki savaş karşıtı muhalefeti dizginlemeye çalışıyor. Böylesi önemli bir süreçte Türkiyeli işçi ve emekçiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, partiler, devrimci, ilerici güçler Kadıköy’de biraraya gelerek başta ABD olmak üzere emperyalist saldırganlığa, İsrail’in katliamlarına dur demek için alanlara çıktı. 20 Ağustos günü saat 15:00’te toplanma noktasında biraraya gelen bileşenler ABD’ye, İsrail’e ve onların işbirlikçi uşaklarına karşı öfke ve tepkisini haykırdı. Direnen halkların mücadelesine sahip çıktı. Aşırı sıcağı rağmen alana çıkan binler tüm coşkusuyla direnen halkları selamlarken emperyalizmin ve siyonizmin yenileceğini haykırdı. Miting Numune Hastanesi ve Tepe Nautilus olmak üzere iki ayrı noktada kitlenin toplanmasıyla başladı. Sendikalardan KESK Şubeler Platformu, Petrol-İş, Hak-İş, Tümtis, Tuzla Deri-İş, Tez Koop-İş 2 No’lu Şube mitinge katıldı. Dernekler, DKÖ’ler, partiler, devrimci gruplar da alandaki yerlerini aldılar. Tüm kitle alana girdikten sonra tertip komitesi adına Yunus Öztürk bir konuşma yaptı. Öztürk konuşmasında işgalci ABD emperyalizminin ve İsrail siyonizminin saldırılarına karşı mücadele çağrısı yaptı. Din savaşları

argümanı kullanan ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin aksine işçi sınıfının böyle bir sorunu olmadığını, tüm emekçilerin yerinin direnen halkların yanı olduğunu vurguladı. İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri sınıf savaşını yükseltmeye çağıran Öztürk, siyonist İsrail devletinin Filistin ve Lübnan’a yönelik saldırılarını durdurmasını, işgal ettiği topraklardan çekilmesini, AKP hükümetinin İsrail ile yapılan tüm anlaşmaları iptal etmesini, Lübnan’a asker gönderilmemesini, sınır ötesi operasyonların yapılmamasını, başta İncirlik Üssü olmak üzere tüm üslerin kapatılmasını, emperyalistlerle yapılan tüm askeri, siyasi, ekonomik anlaşmaların iptal edilmesi talepleri için mücadeleye devam edeceklerini vurguladı. Açılış konuşmasının ardından emperyalistlerin ve siyonistlerin saldırıları sonucunda şehit düşenler için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Peşi sıra mitingi düzenleyen kurumların başkanları birer konuşma yaptılar. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı “Şimdi dünya halklarının bir arada ve yanyana durarak, küresel sermayenin açmış olduğu küresel savaşa karşı direnme zamanıdır. Şimdi küresel saldırıya karşı, küresel direniş deme zamınıdır. Şimdi dünya halklarına düşen, emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı teslim olmama zamınıdır. Şimdi Ortadoğu’nun mazlum halklarıyla dayanışma zamanıdır” diyerek mücadele çağrısı yaptı. KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul ise yaptığı konuşmada Ortadoğu’da yaşanan katliamların bir insanlık suçu olduğu vurgusunu yaptı. Hükümete ve milletvekillerine seslenerek “Lübnan’a asker gönderme önerisi önünüze gelirse reddedin” dedi. Sağlık Meslek Odaları ve TTB adına Ali Çerkezoğlu’nun yaptığı konuşmanın ardından Hak-İş adına Celal Özdoğan vicdanlara seslenen bir konuşma yaptı. İstanbul İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi de “İşçi sınıfının safı direnen Ortadoğu halklarının yanıdır!” yazılı pankartıyla tüm işçi ve emekçilere direnen halklarla dayanışma çağrısı yaptı. “Bir gün direnen Ortadoğu halkları için çalışıyoruz!” yazılı dövizler taşıdı. Mitinge yaklaşık 7 bin kişi katıldı.


Emperyalizm ve siyonizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!

Filistin’den Bir Şiir

Ruhumu ellerimde taşıyacağım Ve dostları güldüren bir yaşam sürmek, Düşmanı alteden ölümü yüzlemek için Onu ölüm çukuruna fırlatacağım. Soylu bir ruhun iki kaderi vardır Ölümü korkusuzca karşılamak Ya da soylu amaca ulaşmak. Onursuz yaşam nedir? Yaşamaya değmez. Sonumu açıkça görüyorum. Gene de canlı adımlarla ona ulaşmak için Acele ediyorum. Abdül Rahim Mahmut (Türkçesi K. E.) Fiyatı: 0.5 YTL * Sayı: 16 * Ağustos 2006 * Yayıncı: EKSEN Basım Yayın Ltd.Şti. * Sahibi ve S. Y. İşl. M.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ * Baskı : Özdemir Matbaacılık/İSTANBUL * EKSEN Yayıncılık Büroları Merkez: Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd. (Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 534 95 90

MK


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.