kamu emekçileri bülteni KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!
e-mail: kamuemekcileri@yahoo.com
Ocak 2007 * Sayı 19 * Fiyatı 0.5 YTL
Kölelik yasalarına, sos yal hakların gaspına, emperyalist savaş ve saldırg anlığa karşı
mücadeleyi yükseltelim! MK
2
2006 yılında kamu emekçileri hareketi
Kamu emekçileri hareketi IMF merkezli saldırı dalgasının biçimlendirdiği bir yılı daha geride bıraktı. 2006 yılı sermayenin saldırılarını sorunsuz gerçekleştirdiği, uzun dönemli çıkarlarına göre hareket ettiği bir yıl olarak tanımlanabilir. Genel olarak sınıf hareketi için geçerli olan durum kamu emekçileri hareketi için de az ya da çok geçerlidir. Kamu emekçileri hareketini 2006 yılında belirleyen üç temel gündemden bahsedilebilir: Toplu görüşme süreci ve Eğitim-Sen’in yetki kaybı, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa tasarıları, bütçe görüşmeleri ve 14 Aralık iş bırakma eylemi.
Toplu görüşme süreci
2006 yılı toplu görüşmelerine KESK’in masadan çekilmesi damgasını vurdu. Kuşkusuz bu geri çekilişin ardında, beş yıllık deneyimin sonucunda kamu emekçilerinde görüşmelere dair herhangi bir beklentinin
kalmaması, görüşmelerin oyalamadan ibaret olduğunun apaçık görülmesi ve KESK’in yetki kaybı yaşaması ve masada muhatap alınmaması etkili olmuştur. Toplu görüşmelerin başlangıcında hareketin öncülerinin paylaştığı ortak düşünce, devletin kendine yakın sendikalarla pazarlık yapacağı, kimi kırıntıları onların aracılığıyla kamu emekçilerine sunacağı, böylelikle KESK’i etkisiz kılacağıydı. Ancak kısa zamanda bunun gerçeklikle örtüşmediği ortaya çıktı. Devlet güdümündeki sendikalara dahi tahammül göstermemiş, tek belirleyici olarak görüşmeleri başlatmış ve sonuçlandırmıştır. Devlet-sermaye düzeni hiçbir biçimde karşısında muhatap-taraf olacak bir özne görmek istememektedir. İkincisi ise Eğitim-Sen’in yetkiyi kaybetmesine paralel olarak KESK’in güç yitirmesidir. Bu koşullar altında başlayan toplu görüşme sürecine KESK “toplu görüşme hakkımız vardır, kullanacağız” şiarıyla katılmış, görüşmelerin 3. aşamasında sendikal aktivistlerin de baskısıyla masadan kalkmıştır.
Ancak KESK’in toplu görüşmelere yaklaşımı tek başına masaya oturmak veya kalkmak üzerinden değerlendirilemez. Değerlendirme KESK’in mücadeleye, sendikal yapılanmaya bakışaçısı ve esas-tali ilişkisini kuruş biçimi üzerinden yapılmalıdır. Sınıf hareketinde sermaye düzeninin temsilcileriyle yapılan görüşmeler işin ikincil kısmını oluşturmaktadır. Bu nedenle hiçbir zaman görüşme-diyalog-uzlaşma her iki tarafın çıkarları üzerinden tanımlanamaz. Bunun yapıldığı yerde sınıf sendikasından değil, ancak sermayenin uydusu sendikadan bahsedilebilir. KESK yönünü ya işyerlerine, hak alma mücadelesine, fiili-meşru hatta dönecektir ya da uzlaşmacı sendikacılığın yeni bir adresi olacaktır. Gelinen yerde içindeki dinamikler ilkini zorlasa da, bugün KESK içindeki uzlaşmacı anlayışlar harekete yön vermektedir.
Siyaset dışı sendikal anlayış
İMF patentli sosyal yıkım saldırı dalgasının yoğunlaştığı, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrildiği, ırkçılığın yükseldiği bir dönemde KESK’in bu saldırıları karşılayamamasının ardında yatan nedenlerden biri de hareketin politikleştirilememesidir. KESK reformistleri emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bütünlüklü bir mücadele yürüteceklerine, “kamu emekçilerine siyaset yapma yasağı kalksın” talebini öne sürerek kendilerine düzen içi arenada siyaset yapmak için alan açmaya çalışmaktadırlar. Bunun en önemli göstergelerinden biri de anadilde eğitim hakkı gibi temel demokratik bir talebi dahi sahiplenememiş, savunamamış olmalarıdır. KESK yönetiminde yer alan reformistlerin temel zaafı sendikal mücadeleye bakışaçılarıdır. Bu anlayışlar ya KESK’i kendi parti merkezleri olarak görmekte ve olumsuz bir biçimde siyaset yapmaktadır, ya da “kitleler kaçar” bahanesine sığınarak politik söylemler kullanmaktan çekinmektedir. Emekçilerin politikleşmesi, özne olması, harekete geçirilmesi, sınıfın genel çıkarının ifadesi taleplerin döne döne anlatılması, sınıf dayanışmasının örülmesi, fiili-meşru mücadele... Buradan bakıldığında, ciddi bir zayıflık sergilenmektedir. Tüm bunların ışığında sorulması gereken soru şudur: Masadan kalkan KESK yerine ne koyabilmiştir. Toplu sözleşme masalarını işyerlerine, alanlara kurabilmiş midir? Bunun olanaklarını yaratmış mıdır? Toplu görüşme sonrasındaki sürece bakıldığında, bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir.
Saldırı yasaları: SSGSS ve karşı çıkışlar
3
İMF ve DB tarafından uzun zamandır gündemde tutulan SSGSS tasarıları 2006 yılında yasalaştı. İşçi ve emekçilerin emeklilik ve sağlık hakkını gaspeden yasa, sınıf cephesinden suskunlukla izlendi, kayda değer hiçbir karşı koyuş gösterilmeden meclisten geçti. Bu süreçte kısmi de olsa yapılan çalışmaları KESK ve TTB birlikte örgütledi. Bu çalışmaların başında GSS’ye karşı Türkiye çapında örgütlenen referandum gelmektedir. Referandum onlarca kurumun emeği ve desteğiyle gerçekleştirilmiş ve toplumda genel olarak ilgiyle karşılanmıştır. Ancak, o dönem, eylemin kendi içinde amaçlaştırılması, bir adım ötesinin öngörülmeyip, sadece yasaya “hayır” oyu vermek olarak düşünülmüş olması, kısacası bütünlüklü bir program çerçevesinde planlanmamış olması ileriye dönük adımlar atılmasını olanaksızlaştırdı. Referandumda yaratılan olumlu hava ileriye taşınamadı. SSGSS bütünüyle çöpe atılamadı. Bu süreçte yasa Anayasa Mahkemesi’ne takılmış ve uygulanma süresi ileri bir tarihe ertelenmiştir. Zaaflarına rağmen kamu emekçilerini harekete geçiren kölelik yasasının memurların lehine veto edilmiş olması GSS’ye karşı yürütülen mücadelenin sekteye uğrama ihtimalini de beraberinde getirmiştir. Her ne kadar KESK farklı söylemler dillendirilse de halihazırda görünen budur. Sınıf dayanışmasının zayıf olduğu böylesi bir süreçte devletin yasayı uygulamaya koyma süresini uzatması, emekliliği yaklaşmış emekçilerde “beni etkilemiyor” düşüncesini güçlendirmiş, bu da sınıfı bölen bir rol oynamıştır. Buna bir de memur-işçi ayrımı eklenmiştir. Ancak şu bilinmelidir ki, sermayenin uzun dönemli çıkarları memurların “özel statülerine” tahammül göstermemektedir-göstermeyecektir. Bu nedenle 2006 yılında başlayan GSS karşıtı muhalefet eksikliklerini tamamlayarak, zaaflarını en aza indirerek mücadeleyi ileriye taşımak zorundadır.
Bütçe görüşmeleri, 14 Aralık ve KESK...
KESK tarafından 2007 bütçesinin, “... gittikçe yoksullaşan halka yüklenen dolaysız ve dolaylı vergiler, özel sektöre kaynak transferi ve vergi indirimleri, faiz ödemelerinde sermayeye kesintisiz sadakat, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi, sosyal devlet yerine
4
yurttaşını sürekli muhtaç duruma getiren ve asli işlevlerini bir hayırseverlik mekanizmasına indirgeyen bir yapı...” olduğu gerekçesiyle, bir dizi eylemlilik öngörülmüştü. Bu eylemlerden ilki işyerleri ağırlıklı planlanan-uygulanan bütçeye karşı referandum iken, ikincisi 14 Aralık’ta gerçekleştirilen iş bırakma eylemidir. İş bırakma kararı Haziran 2006’da gerçekleştirilen KESK Danışma Kurulu’nda alınmıştı. 6 ay öncesinde iş bırakma kararı alınmış olmasına rağmen KESK tarafından son günlere kadar herhangi bir hazırlık yapılmamış, iş bırakma tarihi uzun bir süre belirlenmekten kaçınılmıştır. Bu tutumun arkasında KESK’in yaşadığı güven yitimi, bir başka deyişle emekçilere ve kendi örgütlülüğüne karşı duyduğu/duymadığı güven yer almaktadır. KESK reformistleri emekçilerin geri yanlarından beslenmekte, beslendiği bu zeminde hareketi daha da geriye çekmekte ve kendini yeniden bu zeminde varetmektedir. Halihazırda KESK’in tablosu budur.
2007’de öncüleri bekleyen görev!
2006 yılı kamu emekçileri cephesinden zorlu bir yıl oldu. Kapsamlı saldırıların yoğun olarak yaşandığı 2006 yılında saldırı dalgası püskürtülemedi, kamu emekçileri bir güç olarak mücadele sahnesine çıkamadı. Herşeye rağmen hareketin bir yılı, belli düzeylerde yılgınlık yaşansa da, öncü kamu emekçilerinin hala mücadele azmi taşıdığını göstermektedir. Önemli olan 2007’de bu mücadele azminin devrimci bir mücadele programı etrafında birleşip birleşemeyeceğidir. Kamu emekçileri hareketine devrimci, öncü müdahalenin önünün açılıp açılamayacağıdır. Hareketin ihtiyacı olan devrimci önderlik boşluğunun doldurulup doldurulamayacağıdır. 2007’de öncü, devrimci, sosyalist kamu emekçilerini bekleyen en temel görev budur.
Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası iptal edildi...
Saldırının özünde değişen bir şey yok!
Mecliste kabul edilen 5510 sayılı Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası’nın (SGGSS) iptali için Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştu. 1 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülen yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. İptal kararı, eşitlikeşitsizlik, devlet kurumlarında çalışanların statülerinin yanı sıra yıllardır tartışılan sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını da yeniden gündeme getirdi. İlginç olan tüm tartışmaların, 5510 sayılı yasanın köleleştirici yönünü açığa vurmak zorunda kalmasıdır. Örneğin iptal kararıyla 9 bin günlük prim ödeme, emekli olmak için gereken 58 ve 60 yaş şartı, emeklilik maaşı bağlanma oranı memurları ilgilendirdiği kadarıyla iptal edilmiştir. Yasada bu maddeler işçiler için aynen korunmuştur. Memurlar dikkate alınarak iptal edilen maddelerin işçiler için aynen korunması “Anayasa Mahkemesi’nin sadece memuru kurtaran yasası”, “şimdilik kurtaran sadece memurlar oldu” vb. söylemlerle basına yansıdı ve “neden diğer çalışanlar görmezlikten gelindi, neden sadece memurlar düşünülüyor” sorusunu gündeme getirdi. Bilindiği üzere, SGGSS kamuya ait sosyal güvenlik
kurumlarını (SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı) tek çatı altında birleştirmeyi, emeklilik yaş haddini yükseltmeyi, prim gün sayısını 9 bine yükseltmeyi, emeklilik maaş bağlanma oranını düşürmeyi öngörüyordu. Bu haliyle yasa, işçi ve emekçiler açısından kölelik anlamına geliyordu.
İptal gerekçeleri
Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararını henüz açıklamamış olsa da, iptal edilen maddelerin niteliği itirazın, Bağ-Kur’la ilgili bir iki düzenleme dışında, aslolarak memurların sosyal haklarına dair yapıldığını göstermektedir. Mahkeme memur statüsünde çalışanların farklı bir sosyal güvenlik kurumuna bağlanmasını istiyor. Böylelikle yasanın temellerinden olan sosyal güvenlik kurumlarının tek çatıda birleştirmeye karşı çıktığını beyan ediyor. Ancak bunun dışında SGGSS’nin iptal edilmiş olması yasanın temel mantığına yönelik herhangi bir eleştiri olduğu anlamına gelmiyor. Mahkemenin istediği devletin asli unsuru olarak görülen, 80’li yıllarla birlikte
5
törpülenmiş olsa da, çalışma koşulları bakımından işçi olarak çalışanlara yakınlaşsalar da, belli noktalarda avantajlı konumda olan memurların bu avantajlarının korunmasıdır. Bu görüş Anayasa’nın 128. maddesine dayandırılmaktadırlar. 128. maddeye göre “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür”. Mahkeme, özcesi, devletin asli görevlerini yürütenlerin “ayrıcalıklı” konumlarının sürmesinden yana tavır almaktadır. Öte yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yaptığı açıklamalarda, yasanın uygulamasının gecikeceğini ancak yasasının kendisinin Türkiye için elzem olduğunu, bu nedenle, taraflarla, işçi-esnaf örgütleriyle yapılacak toplantı sonuçlarını dikkate alarak, uygulama için 2007 Temmuz ayını öngördüklerini beyan etti. Yasanın gündeme gelmesinden bugüne işçi sendikalarıyla yapılan görüşmelerde işçilerin lehine herhangi bir değişikliğin olmadığı bilinmektedir. Tersine sendika bürokratları her seferinde kölelik anlamına gelen uygulamalara şu veya bu biçimde onay vermişlerdir. Bundan dolayıdır ki, AKP hükümeti uygulama için istediği tarihi verebiliyor. Bu rahatlığın arkasında kuşkusuz yasanın işçi sınıfının mücadelesi sonucu iptal edilmemiş olması yer almaktadır.
Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası Türkiye’de
Sosyal güvenlik yasası İMF’nin yapısal uyum programları çerçevesinde gündeme getirilmişti. İMF’nin öncelikli hedefi sosyal güvenliğe ayrılan kaynağın azaltılması, sosyal güvenlik kurumlarının toplanan prim oranında harcama yapmasıdır. Bir başka deyişle aktüerya dengesinin sağlanmasıdır. Bu ise devletin merkezi bütçeden sosyal güvenliğe kaynak aktarımını durdurmasıyla sağlanabilir. Eğitime ve sağlığa ayrılan kaynağın azaltılmasına benzer bir biçimde. İMF’nin temel önceliklerinden olan sosyal güvenlik yasa tasarısının uygulamada gecikmiş olması yasanın geleceğine dair kimi kaygıları da ortaya çıkardı. Yasanın iptalinden hemen sonra İMF Türkiye Temsilcisi Hugh Brendmand ve Dünya Bankası (DB) Türkiye temsilcisi Ulrich Zachua, sosyal güvenlik kurumu başkanıyla görüşerek gelişmeler hakkında bilgi aldılar. Hükümet tarafından yapılan açıklamalar İMF ve DB’yi memnun etmiş görünüyor. Bu haliyle bir süre gecikmiş olsa da ve seçim döneminin arifesinde bu gecikme biraz daha uzasa da, sosyal güvenlik “reformu”ndan geriye dönüşün olmayacağı görülmektedir. Elbette işçi sınıfı ve emekçiler bu saldırıya tok bir biçimde “hayır” demedikçe.
6
Kamu emekçilerinin ve KESK’in bir yılı üzerine BES Genel Sekreteri Hüseyin Gölpınar ile konuştuk...
“2006 saldırılarla dolu bir yıl oldu”
KEB: 2006 yılını kamu emekçileri hareketi ve özellikle KESK açısından değerlendirir misiniz?
2006 yılı özelleştirmelerin tamamlandığı, kamu hizmetlerinin tasfiye edildiği, piyasalaştırmanın hızlandığı bir yıl oldu. Sosyal Güvenlik ve GSS gibi yasalar yoluyla birçok kamu hizmetinin tasfiyesi ile karşı karşıya kaldığımız bir yıl oldu. Bu politikaların hayata geçmesiyle iş güvencesi ve çalışma koşullarında değişiklikler ortaya çıktı. Esnek çalıştırmanın, kamu alanında kuralsızlaştırmanın yolu açıldı. Toplam kalite, esnek çalışma, performans vb. saldırılarla sermayenin ideolojik argümanları çalışma yaşamımıza 2006 yılında girmiş oldu. Yapılan düzenlemelerle çalışanların emeklilik süreleri ve yaş hadleri yükseltildi. Kazanılmış özlük haklarında ciddi kayıplar yaşandı. Yine çalışanların bakmakla yükümlü oldukları anne-babaçocuğa yönelik sağlık yardımlarının kapsamı daraltıldı. Kısaca, birçok hizmetin paralı hale getirildiği bir yıl oldu. 2006’yı KESK açısından ele aldığımızda ilk göze çarpan gelişmenin KESK’in, toplumsal muhalefetin en dinamik örgütü olması nedeniyle AKP iktidarı tarafından sürekli kıskaç altında tutulmaya etkisizleştirilmeye çalışılması olduğu söylenebilir. KESK’in toplum ve emekçiler nezdinde meşruiyeti ve yetki sahibi olması iktidar tarafından yapılan ayak oyunlarıyla sınırlandırılmaya çalışıldı. KESK’e bağlı Tüm Bel-Sen ve Eğitim-Sen’in toplu görüşmeler için yetkiyi kaybetmesi vb. gelişmeler de bunun parçasıdır. Bu yıl kamu çalışanlarını yakından ilgilendiren önemli bir gelişme Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile başlayan ve yıllardan beri ayrı ayrı hizmet veren sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması saldırılarıydı. Özü itibariyle basit bir birleşmeden daha fazlası olan uygulama devletin birleştir, özerkleştir ve tasfiye edip özelleştir operasyonunun bir parçası olarak
MK
hayata geçti. Ve bu konu KESK’in yıl içerisinde önemli mücadele başlıklarından birisi oldu. Yasanın bütününe karşı çıkış ve geri çekilmesi için yürüttüğü mücadele KESK’in kamuoyunda önemli bir mücadele örgütü olduğunun bir göstergesi oldu. Mart ayı içerisinde GSS ve Sosyal Güvenlik Yasası’na yönelik yürüttüğü referandum çalışmalarında KESK kendi örgütlülüğü dışında da en geniş toplumsal kesimleri bu sürecin içerisine katarak birleşik bir mücadele zemininin yaratılmasında ön ayak oldu. Diğer yandan yaz aylarında KESK açısından son 5 ayın programının oluştuğu bir gelişme yaşandı. Konfederasyonumuz 2001-06 dönemleri arası hükümetlerle yapılan toplu görüşmelerde izlediği stratejisini değiştirdi. Örgütsel tutum alarak toplu görüşme masasını terkederek ezberleri bozan, geleneksel sendikal anlayıştan kopuşun nüvelerini barındıran bir tavır aldı. Bu tavırla KESK köklerine dönmüş, fiili sendikacılığa dönme azmini ortaya koymuş oldu. 2006 yılı KESK’in yürütmüş olduğu mücadele başlıklarını değerlendirdiğimizde; GSS ve yeni sosyal güvenlik kanunu, yetki süreci ve toplu görüşmeler, bütçe referandumu ve 14 Aralık iş bırakma eylemlerinin hafızalarda kalacak temel pratik işler olduğunu söyleyebiliriz. Bu pratikler ve KESK’in onlar üstünden yükselttiği mücadele konfederasyonumuzun, tabanında diri ve dinamik mücadele unsurlarını barındırdığını gösterdi. 2006 yılı başta kamu çalışanları olmak üzere toplumun her kesimi için hak gasplarının ve ihlallerinin yoğun yaşandığı bir yıl oldu. Bu yıl yürüttüğü mücadele programını gözönüne alarak KESK’in 15 yıllık birikimiyle beraber gelenekselleşmiş ve bürokratikleşmeye yüz tutmuş sendikal harekete karşı hala fiili ve meşru hatta ilerleyebilen, kamu emekçilerinin sözcüsü olabilme özelliğini koruduğunu söyleyebiliriz.
Kamu emekçileri “sendikal mücadelenin sorunları”nı tartıştı!
İstanbul: 13 Ocak günü TTB toplantı salonunda “Kamu emekçileri sendikal mücadelenin sorunlarını tartışıyor!” başlıklı bir forum düzenlendi. 4 saat süren foruma yaklaşık 50 kamu emekçisi katıldı. “Kamusal alanın tasfiyesi durdurulabilir mi?”, “Saldırılar ve hak gaspları karşısında KESK ne yapmalı?”, “Kamu emekçilerinin mücadele stratejisi nasıl olmalı?”, “Güvencesizliğe karşı mücadele nasıl olmalı?” başlıkları altında gerçekleşen forumu Sosyalist Kamu Emekçileri, TÖP’lü memur, Sınıf İçin Sendika Platformu, Devrimci Öğretmen, Emekçi Memurlar’ın bulunduğu grup düzenledi. Eğitim-Sen’in program kurultayının anti demokratik örgütleniş tarzını eleştiren kamu emekçileri biraraya gelerek, MYK’ya gönderilmek üzere kurultayın demokratik olmasını talep eden bir imza kampanyası örgütlediler. Kamu emekçilerinin mücadelesinin sorunlarının tartışıldığı forum da kurultay programı çerçevesinde gerçekleştirildi. Forumla hedeflenen, sunumlardan yola çıkarak bir tartışma platformunun oluşturulmasıydı. Forum, kamu emekçilerinin sürece ilişkin ortak düşüncelerini ifade eden açılış konuşması ile başladı. Ardından sunumlar gerçekleştirildi. Sosyalist Kamu Emekçileri, TÖP’lü memurlar, Sınıf İçin Sendika Platformu, Emekçi Memur, Devrimci Öğretmen ve TKP’li memurlar sunum yaptı. Sosyalist Kamu Emekçileri forumda “Kamu emekçileri hareketinin yaşadığı güncel sorunlar, ihtiyaçlar ve görevler” başlıklı bir sunum yaptı. Öncü kamu emekçilerinin devrimci bir mücadele programı etrafında birleşmesinin, harekete müdahale etmesinin önemi vurgulandı. Adana: Adana’dan Eğitim-Sen’li emekçiler olarak
7-10 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek olan Program Kurultayı’na hazırlık çerçevesinde Eğitim-Sen MYK’ya seslenen ve kurultayı demokratik bir tarzda örgütlemeye çağıran bir imza kampanyasını ilimizde yürüttük. İmza metnimizde daha önce bir kez ertelenen Program Kurultayı’nın işyerlerinden başlayarak mücadelenin ve örgütlenmenin sorunlarının tüm üyelerle tartışılacağı, bu
tartışmalardan süzülen birikim ve deneyimlerin tüm örgüte maledileceği, üyelerle bağların yeniden güçlendirileceği, geçmişin hatalarıyla bu zeminde hesaplaşılacağı, fiili-meşru mücadele geleneğinin kazanımlarının tüm üyelerle paylaşılacağı, bütün üyelerin kararlı bir mücadeleye hazırlanacağı bir süreç olarak yeniden örgütlenmesi gerektiğini ifade ettik. Adana’dan topladığımız imzaları Eğitim-Sen MYK’ya gönderdik. Daha sonra Sendikal İnisiyatif Platformu bileşenleri ile birlikte Adana Eğitim-Sen toplantı salonunda 14 Ocak tarihinde, “Sendikal kriz ve çözüm önerileri, program kurultayı” başlığı altında bir forum gerçekleştirdik. 25 eğitim emekçisinin katıldığı forum Sendikal İnisiyatif Platformu’ndan bir arkadaşın açılış konuşması ile başladı. Gündem maddeleri üzerinden katılımcıların düşüncelerini ifade ettiği forumda ağırlıklı olarak Eğitim-Sen’in mücadele tarihi, mücadelede tuttuğu yer ve önemi vurgulandı. Saldırılara karşı uzun erimli ve sonuç alıcı bir mücadele programının geliştirilmesi gerektiği ifade edildi. Kapitalizmin kendi krizinin faturasını emekçilere ödetme çabaları karşısında devrimci bir önderlik ve devrimci bir mücadele programına ihtiyaç duyulduğu, bunun ise devrimci dayanışmanın en üst noktaya çıkarılması ile başarılabileceği katılımcılar tarafından ifade edildi. Forumdan anlamlı sonuçlar çıksa da sendika bürokratlarının bildiğini okuyan tutumlarında herhangi bir değişiklik olmaması, merkezi olarak program kurultayına müdahale etmeye çalışan kimi devrimci unsurların “ben kendimi ifade edebilirsem kurultay demokratik yoksa değildir” mantığıyla hareket etmesi ortak bir müdahaleyi de zayıflattı. Gelinen aşamada yapılacak olan kurultay bürokrasinin kurultayı olacaktır. Sendikal İnisiyatif Platformu olarak süreci bu çerçevede değerlendirdikten sonra kurultay çalışmalarından çekilme kararı aldık. Yayınladığımız bir deklarasyonla bunu kamuoyuna duyurduk.
Sendikal İnisiyatif Platformu’ndan Sosyalist Kamu Emekçileri/Adana
7
8
Devrimci sınıf mücadelesi için tabanda emekçilerin birliğini sağlamalıyız! Tire ve Torbalı Eğitim-Sen temsilciliklerinde Olağanüstü Genel Kurullar yapıldı...
İzmir Eğitim-Sen 1 No’lu Şube’ye bağlı Torbalı ve Tire ilçeleri temsilcilikleri yönetimlerinin istifa etmeleri sonucunda olağanüstü seçimler yapıldı. Torbalı temsilciliğinin istifa gerekçesi Eğitim-Sen Merkez Yönetim Kurulu’na yönelik eleştirilerle sendikal demokrasinin işletilmemesiydi. Tire temsilciliğinin istifa gerekçesi ise “örgütün önünü açmak” olarak belirtildi. Her iki ilçe temsilcilikleri kısa zamanda olağanüstü seçime giderek yeniden yönetim kurullarını oluşturdular. Ancak istifaların asıl nedenlerinin ifade edilenler olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Kısa süre içinde eski yönetim kurulu üyelerinin bazıları ile kimi üyeler sendikadan istifa ederek ayrılmaya başladılar. Her iki ilçede toplam 150’ye yakın istifa yaşandı. Bunun üzerine ilçe temsilciliklerinin ve şubenin daveti ile aynı zamanda il gezileri kapsamında MYK Genel Sekreteri Emirali Şimşek ve Adnan Gölpınar ilçelerde 2 günlük ziyarette bulundular. MYK üyeleri Tire ilçesindeki işyerlerini dolaşarak duruma müdahale etmeye çalıştılar. Şu anda istifaların önü kesilmiş durumda. Ancak tekrar aynı durumun oluşmayacağını söylemek mümkün değildir. İstifaları engelleyecek Eğitim-Sen’in izlediği politikalar, yönetimlerin göstereceği duyarlılıklar ve tabana yönelik çalışmalar olacaktır. Sonrasında her iki ilçe temsilciliklerinde yaşanan istifaların arkasında Eğitim-İş Sendikası’nın çalışmaları olduğu ortaya çıktı. İstifa edenlerin bir bölümü bu sendikaya üye olurken bir kısmı da bekleyip görmeyi tercih etti. Eğitim-İş üyeleri yanlış bilgiler aktararak, çarpıtarak ve şovenist bir tutumla çalışmalarını yürütmektedirler. Ancak birçok eksiklik ve yanlışlık yaşanırken, istifa
eden üyelerin kendileri yönetim kurulları ve üst karar organlarında yer almaktaydılar. Her kararın altında kendi imzaları da vardır. Bugün Eğitim-Sen’in altını oymaya çalışan bu kişiler sendikal mücadeleye ve örgütlülüğe zarar vermektedirler. Eğitim-İş üyeleri ayrılık fikriyle faaliyetini sürdürürken Çalışma Bakanlığı’na verdikleri sendika tüzüğü ise bakanlık tarafından geri gönderilmiştir. Bakanlık Atatürkçülük ile ilgili tüzük maddelerinin tüzükten çıkarılmasını istemiştir. Bakanlık sendikaların birer emek örgütü olduğunu, belirtilen tüzük maddelerinin sendikaların işi olmadığını Eğitim-İş kurucularına hatırlatmıştır. Eğitim-İş üyelerinin sadece Eğitim-Sen üyelerini istifa ettirerek örgütlenmeye çalışması ise dikkat çekici bir noktadır. Dışarıda örgütlenememiş yüzbinlerce eğitim emekçisi dururken neden Eğitim-Sen üyeleri üzerinden örgütlenmeye çalışmaktadırlar? Eğitim-Sen’in gücünü bölmekle ne amaçlamaktadır? İlk akla gelen çıkar çatışmalarıdır. Kendi grupsal çıkarlarını emekçilerin ihtiyaçlarının önüne koyan bu tutumun uzun zamandır örgütü zaafa uğrattığı bilinmektedir. Eğitim-İş’in argümanları arasında, Eğitim-Sen’i AKP
ve Kürt örgütlere yardım etmek, cumhuriyete sahip çıkmamak, gelirleri başka yerlere aktarmak yeralmaktadır. Eğitim emekçilerine yönelik saldırı yasalarının yoğunlaştığı böylesi bir dönemde bu söylemlerle ortaya çıkmak, örgütlü gücü bölerek mücadeleye zarar vermeye çalışmak, sendikal bir çekişmenin değildir. Bu tür argümanlar sermayenin söylemleriyle aynıdır. Emek hareketini bölmek ve mücadeleyi zaafa uğratmak da ancak onların amacı olabilir. Elbette ki Eğitim-Sen’in izlediği yanlış politikalar ve uygulamalar vardır. Ancak tüm eksikliklerine rağmen Eğitim-Sen tarihi boyunca sayısız baskıyla karşı karşıya kalmış, ama herşeye rağmen yoluna devam etmiştir. Eğitim-Sen’in bu saldırılara karşı durabilmesinin yolu ise hamasi söylemlerden geçmemektedir. Mücadele ruhunu, geleneğini ve değerlerini tabanda yaşama geçirmekten geçmektedir. Emekçilerinin birliğini sağlayarak ileriye
9
dönük politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu donanım ve güç Eğitim-Sen’de vardır. Sosyalist Kamu Emekçileri yüz yıllık mücadelenin değerlerine sahip çıkmaktadır. Eğitim-Sen’in eksiklerine ve zaaflarına bu anlayışla yaklaşmaktadır. Kamu emekçilerinin genel çıkarlarını, mücadelenin ihtiyaçlarını temel alarak sermayenin saldırılarını püskürtmek için devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek görev ve sorululuğuyla hareket etmektedir. Bu temelde sermayeye hizmet eden her anlayışı mahkum ve teşhir ederek, politik ve pratik çalışmasını tabanda yoğunlaştırmaktadır. Gerici, faşist, devlet güdümlü sendikal anlayışlarla da, bürokratik, icazetçi, reformist anlayışlarla da bu zeminde hesaplaşmayı temel almaktadır.
Sosyalist Kamu Emekçileri/İzmir
Direnen Ortadoğu halkları kazanacak! Tarih boyunca dönemin egemenleri, dünyayı, halkların ve emekçi sınıfların yıkımı doğrultusunda bir savaş arenasına çevirmişlerdir. Ortadoğu 60 yıldan daha fazla zamandır emperyalist müdahalelere ve savaşlara sahne oldu. Son yıllarda emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da katliamlar ve kanlı savaşlar patlak verdi. ABD emperyalizmi Ortadoğu’yu bir acı ve kan deryasına çevirmeye devam etmektedir. Emperyalist haydutların, özellikle Iraklı, Lübnanlı emekçi halklarının direnişi sonucunda uğradıkları hezimet, kendi kurdukları Irak Çalışma Grubu’nun raporuyla açıklandı. Ancak Bush ve çetesi, açıklanan raporun kendileri açısından yararlı olduğunu, buradaki eksiklik ve aksaklıkların giderilerek BOP’a devam edeceklerini açıkladılar. Bu önümüzdeki süreçte yapılacak katliamların ve savaşların habercisidir. ABD emperyalizmi bu kanlı planlarını hayata geçirmek için bölgedeki işbirlikçi rejimleri destekledi. Bölge halklarını birbirine düşürmek için komplolor hazırladı, provokasyonlar gerçekleştirdi. Yanısıra Yahudi diasporasını kullanarak yarattığı ve Ortadoğu’nun bağrına bir hançer gibi soktuğu İsrail, bu kanlı katliamların en tehlikeli tetikçilerinin başında
gelmektedir. Yıllardır başta Filistin, Lübnan ve bölgenin diğer halklarına kan kusturan İsrail siyonizmi bu emperyalist seferberliğin koçbaşıdır. İsrail siyonizmi Ortadoğu halklarının direnişini ezmek için sayısız katliam gerçekleştirdi. En son Lübnan’a saldıran İsrail siyonizmi açık bir yenilgiye uğradı. Bu yenilginin ardından İsrail’in imdadına BM “Barış Gücü” adı altında işgal güçleri bölgeye yerleştirildi. İlk elden 260 kişilik daha sonra 600’e çıkarılacaktır- askeri güç Lübnan’a gönderildi. Bunların arasında Türk İstihdam Birliği de
10
bulunmaktadır. BM “Barış Gücü”nün asıl amacı direnişi ezmektir. ABD emperyalizminin başını çektiği işgal hareketiyle devrilen Saddam, işgalcilerin emriyle hareket eden Bağdat’taki kukla yönetim tarafından kurban bayramı arifesinde idam edildi. Oysa infazdan bir gün önce kukla yönetimin sözcüleri, Saddam Hüseyin’in cezasının 30 gün içinde infaz edilebilmesi için Irak “Cumhurbaşkanı” Celal Talabani’nin “hızlı infaz emri”ni veren bir kararname yayınlaması gerektiğini, bunun da henüz mümkün görünmediğini söylüyordu. Buna karşın infaz, cezanın onaylanmasından dört gün sonra gerçekleştirildi. Saddam Hüseyin’in alelacele infaz edilmesinin, elbette yargılama ya da mahkeme kararıyla bir ilgisi yoktur. İnfaz, Bush liderliğindeki savaş kundakçılarının iğrenç taktiklerinden biriydi. Mahkemenin göstermelik karar süreci, infazın Celal Talabani’nin onayından geçmeden gerçekleşmesi, ABD medyasının, “infazı gerçekleştirenler Mukteda el Sadr’a bağlı güçlerdir” şeklindeki haberleri… Saddam’ın idamının açıkça ŞiiSünni çatışmasını körükleyecek şekilde kurgulandığına da işaret ediyor. İdam kararı, Duceyl’de Saddam’a karşı suikast hazırlığı yapıldığı gerekçesiyle 148 Şii’nin idam edilmesine dayandırıldı. Diğer suçlarıyla karşılaştırıldığında “hafif” kalan Duceyl katliamının öne çıkarılması da bir rastlantı değildir. Zira şimdi Saddam’ı yargılayıp idam edenler, devrik diktatörün işlenmesine öncülük ettiği akıl almaz suçların dolaysız suç ortaklarıydı. Bu suçlar, diktatörün ABD emperyalizmi ile
batılı müttefiklerinden aldığı teknik donanım, silah, politik-diplomatik destek sayesinde işlenmişti. Kürt halkının Enfal Harekâtı ve Halepçe kıyımında kimyasal silahlarla imha edilmesi de, ABD-AB emperyalistlerinin çok yönlü desteğiyle olmuştur. Bölgedeki Amerikancı rejimler de bu vahşi kıyıma destek vermişlerdir. Bu ülkelerdeki güdümlü medya, ancak Kuveyt işgalinden sonra Saddam rejiminin Kürtleri kimyasal silahlarla katlettiğini ifade etmeye başlamıştır. “Uygar batı”dan aldığı desteğin de katkısıyla bu suçları işleyen Saddam rejimi, elbette mezhep ayrımcılığı da yapmış ve Şii Araplara karşı ağır suçlar işlemiştir. İdama gerekçe olan Duceyl katliamı bunlardan biridir. Mahkemenin bu katliam üzerine odaklanması ise, bizzat mahkemeyi kurduranların suçlarını örtmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu ağır suçların üstünü, diktatörü yargılayıp idam eden bir mahkeme mizanseniyle örtmenin olanağı yoktur. Saddam’ı yargılayanlar, Irak başta olmak üzere halen tüm bölge halklarına karşı ağır suçlar işlemektedir. Irak’ı yakıp yıkarak ortaçağ karanlığına sürükleyen, 650 bin Iraklının katledilmesinden sorumlu olan emperyalist güçlerin Saddam’ı yargılamaları iğrenç bir gösteridir. Zira salt Irak’a bakmak bile, bu güçlerin insanlığı, demokrasiyi, özgürlükleri değil, fakat vahşeti, yıkımı, katliamı özetle faşizmi temsil ettiklerini göstermeye yeter. Saddam Hüseyin bir diktatördü. Emperyalist/kapitalist sistemin yarattığı sayısız diktatörlerden biriydi. Diğerlerinden farkı, yeni dünya düzenini ilan eden ABD emperyalizmiyle belli konularda uyuşmazlık içine düşmesinden ibarettir. Saddam Hüseyin de her diktatör gibi ağır suçlar işledi. Fakat o, her yönüyle kapitalizme/emperyalizme aitti. Batılı dostlarının desteğiyle işlediği ağır suçlar düzenin bekası içindi. Başka bir ifadeyle, diktatör Saddam’ın insanlığa karşı işlediği tüm suçlar, esas olarak kapitalist/emperyalist düzenin suçlarıdır. Bölge işçi sınıfının ve halklarının barış içinde yaşaması ise ancak emperyalist/kapitalist sisteme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir.
Dünyadan…
Dünyanın birçok kentinde Aralık ayı içerisinde de neoliberalizme, emperyalist savaşa ve sömürüye karşı tepkiler çeşitli protesto gösterileriyle ortaya konuldu. Emekçi halkların ortaya koyduğu tepkilerden birkaç örnekler verelim. Yunanistan: 13 Aralık tarihinde Yunanistan’da genel greve gidildi. Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDİ) ve Yunanistan İşçi Konfederasyonu’nun (GSEE) çağrısıyla gidilen grev süresince tüm devlet dairelerinin, okulların ve bankaların kapalı kalacağı, metro ve tramvay dahil tüm toplu taşıma araçlarının sefere çıkmayacağı ve yerel yönetim çalışanlarının da hizmet vermeyeceği belirtildi. Şili: Yaklaşık 3 bin kişinin ölümü, onbinlerce kişinin işkence görmesi ve 200 bin kişinin sürgün hayatı yaşamasına neden olan Şili’nin eski diktatörü Augusto Pinochet 91 yaşında tedavi altında bulunduğu askeri hastanede öldü. Şili’nin eski diktatörü Augusto Pinochet’nin ölümü, ülkede huzursuzluğa neden oldu. Sokaklara dökülen Pinochet yandaşları ve karşıtları arasında çatışma çıktı. 91 yaşında ölen Augusto Pinochet, Şili Genelkurmay Başkanı olduğu 1973 yılında, ABD’nin destek verdiği darbeyle “sosyalist” Devlet Başkanı Salvador Allende yönetimini devirdi ve ülke kontrolünü ele geçirdi. Pinochet’nin, Allende’nin öldürüldüğü darbeyi izleyen 17 yıllık iktidarı sırasında siyasete dayalı şiddet, 3 bin kişinin ölümüne, onbinlerce kişinin işkence görmesine ve yaklaşık 200 bin kişinin sürgün hayatı yaşamasına neden oldu. 1988’de yapılan referandumda halkın desteğini alamayan Pinochet, devlet başkanlığı görevini 1990’da bıraktı, ancak genelkurmay başkanlığına devam etti. Pinochet, anayasaya yeni bir madde ekleterek, kendisine “hayat boyu senatör” olma hakkını tanıdı. 1998 yılında, İspanya’da bir hakim, Pinochet’nin yönetimi sırasında öldürülenler arasında İspanyollar’ın da bulunduğunu gerekçe göstererek, Şilili diktatörün yargılanmasını istedi. Bu sırada İngiltere’de bulunan Pinochet, 17 ay göz hapsinde tutulmuş ve daha sonra sağlığının kötüye gitmesi üzerine Şili’ye gönderilmişti. Irak: Irak’ın kuzeyindeki Selahaddin kentinde, ABD
11
saldırısı sonucu yaşamını yitiren 19 sivilin cenaze töreni ABD karşıtı gösteriye dönüştü. Selahaddin kentinde yapılan gösteriye yaklaşık 1000 kişi katılırken, sık sık “Kahrolsun işgalciler!” sloganı atıldı. Lübnan: Lübnan’da Başbakan Fuad Sinyora liderliğindeki hükümetin görevden ayrılması için yapılan mitinge onbinlerce kişi katıldı. Başbakan Sinyora, düzenlediği basın toplantısında, ülkenin geleceğinin tehlikede olduğunu, ancak demokrasilerinin protestoların şok etkisini “sindirebilecek güçte” olduğunu söyledi. Lübnan muhalefeti, Başbakan Sinyora’yı ulusal birlik hükümeti kurmaya zorlamak amacıyla 1 Aralık’tan beri Beyrut’un merkezinde gösteriler yapıyor. Muhalefet hükümeti batının çıkarlarına hizmetle suçluyor. Bolivya: Güney Amerika yerlileri, Güney Amerika Ülkeler Topluluğu Zirvesi’ne katılan devlet başkanlarına sundukları karar metninde, sistem tarafından dışlanan ve sayıları hızla artan topluluğu da kapsayan bir çözüm istediler. Başkanlar seviyesindeki etkinliklerin ilk inceleme toplantılarında görüşülecek olan belge, yerli topluluklarının toprağa saygılı ve neoliberal, serbest ticarete dayalı sermaye birikimine karşı, adil ve dayanışmacı bir toplumsal model inşa etmek için çalıştıklarını kanıtladı. Latin Amerika ve Karayipler için Bolivarcı Seçenek (ALBA) ve Halkların Ticaret Anlaşması gibi işbirliği anlaşmalarına öncelik veren bir Güney Amerika topluluğunu savunan belge, ABD destekli serbest ticaret anlaşmalarını ve başarısızlıkla sonuçlanan Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesi’ni kınadı.
Sosyalist Kamu Emekçileri/Ankara
Fiyatı: 0.5 YTL * Sayı: 19 * Ocak 2007 * Yayıncı: EKSEN Basım Yayın Ltd.Şti. * Sahibi ve S. Y. İşl. M.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ * Baskı : Özdemir Matbaacılık/İSTANBUL * EKSEN Yayıncılık Büroları Merkez: Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd. (Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 6217452
MK