Kamu Emekçileri Bülteni-2007 Mart

Page 1

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!

kamu emekçileri bülteni e-mail: kamuemekcileri@yahoo.com

Mart 2007 * Sayı 20 * Fiyatı 0.5 YTL

Sosyal yıkım saldırılarına karşı mücadeleye!

Türkiye’deki siyasal atmosfer seçim gündemine kilitlenmiş durumda. Önümüzde iki önemli seçim bulunmaktadır: İlki Mayıs ayı başında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimi, diğeri ise milletvekili seçimleri. Programları, söylemleri, misyonları tekleşmiş olan düzen partileri seçimler üzerine “kıyasıya” rekabet içine girerken, hepsinin birleştiği zemin sermayeye kusursuz hizmet, işçi ve emekçilere düşmanlık olmaktadır. Düzen partilerinin hangisi hükümet olursa olsun sosyal yıkım saldırılarının artarak devam edeceği bilinmektedir. Burjuva partileri için olağan olan bu durum işçi sendikalarını da içine almış durumdadır. Başta sosyal yıkım olmak üzere saldırı dalgası sendikalar tarafından tam bir sessizlikle geçiştirilmektedir. Kürt sorunundan Ermeni soykırımına kadar birçok konu hakkında görüş belirtmekten, düzene yedeklenmekten çekinmeyen sendika bürokratları sıra işçi sınıfı ve emekçilere kölelik ve sefalet dayatan saldırılara gelince göstermelik dahi olsa söz söylemekten uzak duruyorlar. Mevcut saldırılara karşı duyarlılık yaratmaya çalışan birkaç sendika ise, Petrol-İş örneğinde olduğu gibi, “TPOA satılamaz” başlığı altında imza toplamakla yetinmektedir. Daha önce Tüpraş ve diğer KİT’ler özelleştirilirken söylediklerini tekrarlamaktadırlar. Mevcut tabloyu dönüştürücü, değiştirici bir pratik müdahalede bulunulmadığı için de inandırıcılıklarını yitirmektedirler.

MK


2

Sermaye devleti sağlıktan eğitime, ulaşımdan enerjiye, sosyal haklardan kıdem tazminatına kadar birçok alanda sosyal yıkım saldırılarına devam etmektedir. Tüm bunlara dizginlerinden boşalmış devlet terörü, şovenist histeri dalgası, baskı ve yasaklar eşlik etmektedir. Saldırılar bu denli ağırlaşmışken sınıf cephesinden anlamlı yanıtlar verilememektedir. Ağırlaşarak devam eden saldırılar karşısında emekçiler arasında çaresizliğin boy verdiği, kendi öz gücüne ve mücadeleye güvensizliğin derinleştiği bir dönemde hangi talepler öne çıkarılmalı, bu talepleri kazanmak için nasıl bir mücadele yol ve yöntemi izlenmelidir? Bugün yanıtlanması gereken temel sorulardan birisi de budur.

SGGSS: Kazanılmış hakların gaspı! Uzun zamandır gündemde olan ve Ocak 2007’de yürürlüğe girmesi planlanan Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası (SGGSS) Tasarısı Cumhurbaşkanı’nın veto etmesi üzerine 2007 Temmuz ayına ertelendi. SGGSS saldrısı sağlık ve sosyal güvenlik hakkının gaspı, sağlığın özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi anlamına gelmektedir. Geleceksizlik dayatan bu tasarının bugün için veto edilmiş olması sorunu hiçbir şekilde ortadan kaldırmıyor. Öncelikle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yasayı veto gerekçesi bunu kendiliğinden olanaksız kılıyor. Sezer’in yasayı veto etmesinin gerekçesi memurlarla diğer çalışanların aynı statüde tanımlanmasını öngörmektedir. İş güvencesi, sigorta hakkı, çalışma koşulları gibi görece daha iyi haklara sahip olan kesimin kazanımlarının tırpanlanmasını hedeflemektedir. Yani hakların en alt seviyede eşitlenmesi gerektiğini söylemektedir. Sezer’in tasarıyı veto nedeni budur. Bir başka deyişle Sezer, devletin yasama, yürütme, yargı, vergi, kolluk gücü vb. asli işlerini yürüten memurlarının ayrıcalıklı bir statüde tanımlanması gerektiğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının içeriği de bundan farklı değildir. Anayasaya göre devletin asli işlerini yapan kesim “memur” statüsünde olmalıdır ve özlük hakları, çalışma koşulları vb. diğer çalışanlardan farklı düzenlemelidir. Görüldüğü gibi her iki kurumun kararında da yasanın özüne dokunulmamakta, “devlet memuru” ile ilgili düzenlemeler değiştirildiği taktirde yasada bir sorun kalmamaktadır. İşçi olarak ya da bu statüde çalışanların sağlık ve sosyal güvenlik, emeklilik haklarının tırpanlanmasında yasalara ve diğer devlet organlarına göre bir sakınca bulunmamaktadır.

Yasanın ertelenmesi ve seçimler Cumhurbaşkanı’nın veto etmesinin, AKP hükümeti tarafından ertelenmesinin altında yaklaşan seçimlerin de etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle yasanın seçim sonrasına bırakılması da söz konusu olabilir. AKP hükümet olduğundan bu yana İMF ve DB’nin dayattığı yıkım politikalarını eksiksiz uygulamış, Telekom, Erdemir, Tüpraş gibi birçok kamu kurumunu özelleştirmiştir. Sırada işçi-emekçileri doğrudan ve yıkıcı biçimde etkileyecek olan SGGSS yasasının kabul edilmesi ve uygulanması vardır. Saldırı bu kadar güncel, acil ve yakıcıdır. Ancak tüm bunlara rağmen sendikalar cephesinden açıklanmış bir mücadele programı, ilan edilmiş bir eylem takvimi, kararlı bir tutum ortada yoktur.

Emekçiler ve sendikalar ne yapmalı? Toplu görüşme sürecinin hemen sonrasında ve SGGSS tasarısı veto edildiği süreçte KESK bu tasarıya karşı mücadele edeceğini açıklamıştı. Ancak aradan geçen zamana rağmen KESK cephesinden konuyla ilgili herhangi bir mücadele programı ve eylem takvimi açıklanmış değildir. Sendika şubelerinde konuyu gündeme getiren ve “yasaya karşı bugünden harekete geçmeliyiz, sendika bu konuda ne yapacak” sorusunu soran üyelere verilen yanıt “Hele bir Temmuz ayı gelsin bir şeyler yaparız. Nasıl olsa yasa geçecek...” vb. şeklinde olmaktadır. Yani bir kez daha günü geçiştirmeye dönük etkisiz tepki eylemleriyle sürece teslim olunacaktır. Baştan “nasıl olsa yasa geçecek” şeklinde kullanılan söylem KESK’e hakim uzlaşmacı, reformist anlayışların iradesizliğinin ve iddiasızlığının bir yansımasıdır.


3 Oysa bugünden çok yönlü ve çeşitli biçimlerde konu gündeme getirilmeli, kamu emekçileri bilgi, bilinç, örgütlülük vb. her açıdan donatılmalı, sert mücadelelere hazırlanılmalıdır. “Bu yasa geçmeyecek! Çünkü iddalı ve kararlıyız. Örgütlü gücümüzle süreci tersine çevireceğiz” iddiası ve bilinciyle hareket edilmelidir. Geniş emekçi kesimler konuya ilişkin talepler üzerinden harekete geçirilmeli, süreç kazanmaya dönük bir mücadele programı çerçevesinde örgütlenmelidir. Halihazırda tablonun böyle olmadığı herkes tarafından görülmektedir. Ancak önemli olan öncü, ilerici, devrimci kamu emekçilerinin buna uygun bir misyonla davranıp davranmayacaklarıdır. Zira iddia ve iradeden yoksun reformist önderliğin hak alıcı bir süreci örgütlemeyeceği, emekçi kitleleri harekete geçirmeyeceği ortadadır. Bu görev bir kez daha ve çok daha yakıcı bir biçimde öncü, devrimci kamu emekçilerinin omuzlarındadır. Bugünden saldırılara karşı talepleri gündemleştirmek, bu talepler uğruna ve sosyal yıkım saldırılarına karşı tabanda, işyerlerinde mücadelenin örgütlenmesi için çalışma yürütmek gerekmektedir. Sendikaları harekete geçirecek biricik yöntem de budur.

KESK Danışma Kurulu toplantısı yapıldı...

Söz değil eylem, masa değil fiili mücadele! Emperyalist saldırganlığın arttığı, sosyal yıkım saldırılarının yoğunlaştığı, faşist, ırkçı saldırıların tırmandırıldığı bir süreçte KESK Danışma Kurulu toplandı. 5. dönem 3. Danışma Kurulu toplantısı 27-28 Ocak tarihleri arasında gerçekleşti. KESK 12 Şubat’ta toplantının sonuç bildirgesini sendika şubelerine gönderdi. KESK özellikle yetkiyi kaybetmesinin ardından “Toplu görüşme hakkımız var, kullanacağız” diyerek toplu görüşmelerden çekildi. KESK “orta oyunu” olarak ifade ettiği ancak kendisinin de bir parçası olduğu toplu görüşme masasını terkettikten sonra 4688 sayılı yasakçı yasayı teşhir etmiş, üyelerine işyerlerini ve alanları işaret etmişti. Sendika aktivistleri ve üyeleri tarafından KESK’in masadan çekilmesi, fiili-meşru mücadele hattının işaret edilmesi yeni bir sürecin başlangıcı olarak algılanmış ve bu yönelim taban tarafından olumlu karşılanmıştı. Böylesi bir dönemde bu olumlu havanın değerlendirilerek fiilimeşru mücadele hattı temelinde bir mücadele programının yaşama geçirilmesi oldukça önemliydi. Ancak KESK MYK bunun için bir irade göstermedi. Böylesi bir süreç sonrasında KESK Danışma Kurulu toplanmış, geçmiş süreci değerlendirmiş ve önümüzdeki süreci birçok ana başlık altında tartışmıştır. Toplantı istenen düzeyde bir katılımdan ve ilgiden yoksun coşkusuz bir atmosferde gerçekleşmiştir. Toplantıya 366 üyenin katılması gerekirken ilk gün 268 kişi katılmış, ikinci gün bu sayı 208’e düşmüştür. İlk gün katılması gereken şube başkanı sayısı 287 iken 208 şube

başkanı katılmış, ikinci gün bu sayı 155’e düşmüştür. Katılması gereken 79 MYK üyesinden ilk gün 60’ı, ikinci gün ise 53’si katılmıştır. 287 sendika şubesinin rapor yollaması gerekirken 79 şube rapor göndermiştir. 208 şube rapor göndermemiştir. Kendi başına bu tablo bile kurulun ön hazırlıkları için harcanan çaba ve ilginin ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir. Toplantıda emperyalizmin saldırıları, işgal, 301. madde, F tipi tecrit saldırısı, seçimler, Kürt sorunu, AB, neo-liberal saldırılar, örgütsel durum, geçen dönemki mücadele programı vb. birçok konu ele alınsa dahi Kurul’da önümüzdeki dönemi hak alıcı bir mücadele programına konu edebilecek bir yönelim sağlanamamıştır. Yıllardır tekrar edilen tespitler sıralanmış, geleceğe dönük somut bir şey konmadığı gibi sorunların asıl kaynağı bir kenara bırakılarak “suç”lular aranmıştır. Gelinen süreçten birinci derecede sorumlu olanlar kendini aklamaya, temize çıkarmaya çalışmıştır.


4

Yine sendikal krizden, devletin faşist baskı ve uygulamalarından, şovenist dalgadan yakınılmış, toplu görüşme masasından çekilmekle ne kadar haklı olunduğu vurgulanmış ancak mevcut tabloyu tersine çevirecek dönemsel ve somut bir mücadele programı oluşturalamamıştır. Sonuç bildirgesinde “Örgütsel Durum” başlığı altında yer alan paragrafa şunlar ifade edilmiştir, “Sendikalarımızın nicelik olarak büyümesi ve nitelikli bir yapıya sahip olmasının önünde iç ve dış etkenler engel oluşturmuştur.” Toplantıda 4688 sayılı yasanın etkisiyle yıpranma ve daralmalar, genel merkezler ile şubeler arasındaki koordinasyon zayıflıkları, işleyişteki demokratik kanalların tıkanması, her düzeyde güven ilişkisinin zedelenmesi, mücadeleyi birleştirmeye dönük genel iradeyi açığa çıkaramıyor. Ortak iş yapma kültürünün zayıflaması, kadro ve yöneticilerin bir çoğunda görülen umutsuzluk- çaresizlik ve süreçten kopmalar, şubelerdeki çalışmaların kolektif yürütülememesi ve birkaç kişinin sırtında kalması, sendikalarımız ve şubelerimiz arasındaki dayanışma ve işbirliğinin yeterince olmaması, KESK Şubeler Platformu’nun canlılığını yitirmesi ve birlikteliğindeki problemler, sendikal kazanımlarımızın üyelere ve emekçilere yeterince aktarılamaması, eğitim ve kültür faaliyetlerinin eksikliği, çok eleştiri ve az iş yapma, sendikal anlayışlara göre duruşlar, dağıtıcı ve dışlayıcı tutumlar defalarca tekrar edilmiş ancak bu durumu aşma iradesi gösterilememiş, buna uygun bir işleyiş ve yönelim tartışılmamıştır. Tüm bu sorunlar daha önce Eğitim Sen ve KESK MYK’sı tarafından birçok bölge toplantısında dile getirilmiştir. Yönetimler tüm bu süreçlerdeki esas sorumluluklarının üzerinden atlayarak topu üyelere ve aktivistlere atarak kendilerince “günah keçisi” aramışlardır. Sonuç bildirgesinde ifade edilen birçok tespitin doğru olması sonucu değiştirmemektedir. Zira en doğru tespitler, hatta en doğru mücadele programı kaleme alınsa ve hareketin önüne konulsa bile bu kendi başına bir şey ifade etmez. Asıl belirleyici olan mücadeleye bakış açısının kendisi ve pratik müdahaledir. Bugün KESK üyesinden temsilcisine, şube yönetiminden, genel merkezine kadar çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunlar nedeniyle üye sayısında azalma, mücadeleden uzak durma vb. yaşanmaya başlamıştır. Kuruluşunun ilk yıllarında ortaya çıkardığı devrimci dinamizmden uzaklaşan KESK’in tabanla bağları zayıflamış, iş yerleri üzerinden eylem örgütleyemez duruma düşmüştür. Bugün

kamu emekçilerine ve KESK’e hakim ruhhali örgütlü mücadeleye, öz gücüne güvensizlik, umutsuzluk ve edilgenliktir. Ancak bu kendiliğinden yaşanan bir süreç değildir. Bu reformist anlayışların harekette yarattığı kırılmanın sonuçlarıdır. Bu nedenle KESK ve sendika yönetimlerinin yapması gereken şey sorumluluktan ve özeleştiriden kaçmak değil aksine bu sorumluluğu kabul etmek ve kamu emekçileri hareketinin yeniden yapılandırılmasının önünü açmaktır. Bu yeni sendikal örgütlenme formlarını çözüm olarak ileri sürmekle aşılacak bir durum değildir. Öncelikle uzlaşmacı, yasalcı mücadele anlayışının hızla terkedilmesi ve yerine fiili-meşru mücadele anlayışının tabi kılınması gerekmektedir. Hak alıcı bir mücadele programının bir an önce çıkarılması ve yaşama geçirilmesi için gereken çabanın gösterilmesi ve ön hazırlıkların yapılması gerekmektedir. Sendikal hareketin bugünkü dinamiklerini ve aynı zamanda zayıflıklarını görmeyen, hareketin güncel ihtiyaçlarını karşılayamayan bir politika ile sendikal hareketin mevcut mevzilerini korumak ve ilerlemesini sağlamak mümkün değildir. Ancak biz biliyoruz ki, bu kendiliğinden olmayacaktır. Reformist anlayışlar ise bunu kendiliğinden hiç yapmayacaklardır. Bu ancak ancak öncü kamu emekçilerinin iradesiyle gerçekleştirilebilir. Unutmayalım ki yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen KESK fiilimeşru-militan mücadelenin yaratılması için gerekli olan dinamikleri hala içinde barındırmaktadır. Sendikalarımızı yeniden ve iş yerlerinden yükselen, mücadeleci bir sınıf örgütü haline gelmek için bütün öncü, devrimci, sosyalist kamu emekçileri sürece müdahale etmeli, bu bilinç, görev ve sorumlulukla davranmalıdır. Sosyalist Kamu Emekçileri


5

“Torba Yasa” kabul edildi...

Mücadelemiz sürecek! Sağlık sektöründe özelleştirmenin adımlarını hızla atan sermaye iktidarı, sağlık hizmetlerini piyasaya açmanın bir ayağı olarak birçok farklı düzenlemeyi içinde barındıran tasarıyı meclisten geçirdi. 6 Şubat’ta TBMM'de görüşülerek kabul edilen 'Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısı', diğer bir adıyla 'torba yasa' ile sağlıkta yıkım ve kamusal sağlık hizmetlerinin tasfiyesinde bir adım daha atılmış oldu. Yasanın içeriğine baktığımızda havaalanlarının özelleştirilmesi, yeşil kart sahibi hastalardan alınan katkı payının %20'ye çıkarılması gibi birçok farklı düzenlemeyi görebiliyoruz, ancak burada asıl olarak yasanın sağlık hizmetleri ile ilgili kısmını inceleyeceğiz.

Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası

“6 Şubat’ta TBMM'de görüşülerek kabul edilen 'Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısı', diğer bir adıyla 'torba yasa' ile sağlıkta yıkım ve kamusal sağlık hizmetlerinin tasfiyesinde bir adım daha atılmış oldu”

Bu yasayla tüm hekimlere tıbbi uygulamalarındaki hatalarından kaynaklanan her türlü tazminat talebinin karşılanması için zorunlu sigorta getirilmiştir. Kamuda çalışan hekimlerin primlerinin yarısı hekimlere ödenen döner sermayeden, diğer yarısı hastanenin döner sermayesinden karşılanacaktır. Bunun anlamı sigorta şirketlerine ödenecek milyarlarca liranın hastane çalışanlarına verilen döner sermayeden ödeneceğidir. Bilindiği gibi döner sermaye uygulaması, ücretleri düşük olan-belirlenen sağlık çalışanlarının ücretlerinin bir nebze de olsa iyileştirilmesi için öngörülmüştür. Bu haliyle sigorta priminin çalışana ödenen döner sermayeden kesilmesi reel ücretlerin düşmesini de beraberinde getirecektir. Ayrıca sigorta yaptırmayan hekim ve kurumlara 5 katı para cezası

uygulanacaktır. Kamu hastanelerinde çalışma koşullarının elverişsiz olması, yetersiz ekipman, uzun ve yorucu çalışma saatleri nedeniyle yapılan hataların hekimlere yüklenmesi tam bir iki yüzlülüktür. Devlet kamu hastanelerine yatırım yaparak koşulları düzeltmek, daha kaliteli ve güvenilir bir sağlık hizmeti sunmak yerine, sigortalama yoluyla hem özel sigorta tekellerine para aktarmayı hem de yapılan yanlışlıklara sus payı olması için mağdur olan hasta ve ailesine tazminat yolunu açmayı planlamaktadır. Sonuç gitgide yükselen primler ve tazminat davalarının baskısı nedeniyle hekimlerin yüksek riskli hastaları tedavi etmekten kaçınması olacaktır. Böylelikle hekim ile hasta arasına bir kez daha cüzdan girecektir.


6

Yabancı hekim çalıştırmanın önü açılıyor

Yasaya göre dünyanın herhangi bir yerindeki tıp fakültesinden mezun olan hekimler mesleki bilgi ve yeterlilikleri değerlendirilmeden sadece denklik belgesiyle işe başlayabilecekler. Uluslararası bilgi ve deneyimden yararlanmak ve hekim sayısının yetersiz olması uydurmalarıyla süslenen 'ithal hekim' uygulamasının asıl amacını Başbakan '100-150 dolara çalışacak yabancı hekimler var' diyerek beyan etmiştir. Bu yolla hükümet sermayeye açılan sağlık piyasasına ucuz işgücü sağlamayı hedeflemektedir. Bilindiği gibi diğer sağlık çalışanları sözleşmeli, taşeron vb. statülerle ucuz işgücü ordusuna dönüştürüldü, şimdi sıra hekim emeğinin ucuzlatılması ve işsiz hekim ordusunun yaratılmasındadır. 'İthal hekim' çalıştırmanın bir diğer amacı ise yabancı sağlık tekellerinin önünün açılmasıdır. Bu tekeller kuracakları sağlık işletmelerinde düşük ücretle ithal hekim çalıştıracaklardır. Bu şekilde hekimler daha kötü koşullarda düşük ücretlerle çalışmaya mecbur bırakılacaktır.

Klinik şefini ve yardımcılarını Sağlık Bakanlığı belirleyecek! Bu yasayla klinik şef ve şef yardımcıları Sağlık Bakanlığı’nın oluşturacağı bir jüri tarafından sözel sınav, jüri tarafından gerek görülürse yazılı sınava tabi tutularak belirlenecek. Ayrıca 5 yılını doldurmuş şef ve şef yardımcıları yine bu kurul tarafından sınava tabi tutulacak ve görevlerine devam edip etmeyeceği belirlenecektir. Geçtiğimiz yıl yine eğitim ve araştırma hastanelerine şef ve şef yardımcılarının Sağlık Bakanlığı tarafından atanması için bir yasa taslağı hazırlanmış, Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesine rağmen 200 şef ve şef yardımcısı bu şekilde atanmıştı. Şimdi ise bütün eğitim ve araştırma hastanelerinde bu şekilde atama yapılarak sağlık hizmetlerinde siyasi kadrolaşmanın önü tamamen açılmak

istenmektedir. Kadroları kendi yandaşlarıyla doldurmaya çalışan Sağlık Bakanlığı, bilimselliği, liyakat ilkesini tamamen yok saymaktadır ve bu kadrolara hak edenleri değil kendi siyasi görüşünden olan kişileri getirmeyi planlamaktadır.

Tıpta Uzmanlık Kurulu da Sağlık Bakanlığı'na bırakılıyor Yasayla, Sağlık Bakanlığı’nın sürekli kurulu niteliğinde, 'Tıpta Uzmanlık Kurulu' oluşturulacak. Kurul TTB'nin seçeceği 1, YÖK'ün seçeceği 5, GATA'nın seçeceği 1, TDH'nin seçeceği 1 ve Sağlık Bakanlığı'nın seçeceği 8 üyeden oluşacak. Danışma kurulu niteliğindeki bu kurulda tamamen Sağlık Bakanlığı'nın denetimi altında olacaktır. Sağlıkta Dönüşüm Projesiyle kamu sağlık hizmetlerini kârlı bir piyasaya dönüştürmenin adımlarından birisi de 'torba yasa'sıdır. Bu kadar hayati ve özel bir alanda uygulanmak istenen yıkım politikalarına karşı herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hakkı için mücadele etmekten başka yol yoktur. Biz sağlık emekçileri de mesleğimizin onurunu korumak ve sağlık sektörünün piyasaya açılmasını engellemek için yanyana gelip mücadele etmeliyiz. Sosyalist Kamu Emekçileri


7

Eğitim-Sen program kurultayı üzerine

Eğitim-Sen program kurultayı 6-9 Şubat tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirildi. Kurultaya 260 delege çağrıldı, kurultay sürecindeki komisyon çalışmalarına ise 977 Eğitim-Sen üyesi katıldı, 64 şube rapor gönderdi. Kuşkusuz rakamlar tek başlarına bir şey ifade etmiyor. Ama şöylesi bir karşılaştırma belki işimizi kolaylaştıracaktır. 120 bin üyesi olan Eğitim-Sen 977 kişiyle mi program kurultayına hazırlandı? Ne yazık ki buna da evet diyemiyoruz. Çünkü başlangıç aşamasında oluşturulan komisyonların bir bölümü sadece kağıt üzerinde varlığını sürdürmüş ya hiç çalış(a)mamış ya da tebliğleri iletme tarihi geldiğinde kişisel raporlar hazırlanarak apar topar gönderilmiştir. Kurultaya çağrılı olan delegelerin ise sadece yarısını biraz aşkını kurultaya katılım göstermiştir. Bu anlamıyla program kurultayı hiçbir biçimde örgütün tümüne maledilmemiştir/edilmek istenmemiştir. Zaten Eğitim-Sen merkez yöneticileri üye toplantılarında “Program kurultayından çok şey beklemeyin” diyerek

üyeleri “teşvik” etmişti.

Programın anlamı ve önemi Program, geleceğe nasıl ve hangi araçlarla yön vereceğinizi gösteren temel metindir. Sizin ne olduğunuzu, ne için mücadele ettiğinizi gösterir. Bundandır ki üyelerin katılımı, taban inisiyatiflerinin harekete geçirilmesi, gündemlerin derli toplu açık bir biçimde tartışılması olmazsa olmaz koşuldur. Ancak Eğitim-Sen yönetimi kurultayı kendilerini aklama, temize çıkarma, sözde yeni bir başlangıç yapma olanağı olarak görmüş ve buna uygun bir pratik sergilemiştir. Delegelerin belirlenmesinden, gündemlerin oluşturulmasına, raporların hazırlanmasına kadar yaşanan süreç buna örnektir. Özcesi, program kurultayı yapmak için yapılmıştır. Dostlar alışverişte görsün misali... Ama ne yazık ki mevcut tabloda “dostlar”ın göreceği bir alışverişte sergilenememiştir.


8

Saldırılara karşı çözüm olarak ne söylendi? Kurultayda, konu başlıklarına paralel olarak küreselleşmeden çevre sorununa kadar bir dizi temel gündem tartışma konusu edildi. Neredeyse bir siyasi partinin programına eş başlıklar çerçevesinde görüşler ilan edildi. Kurultayın gerekçelendirilmesi (dünyada değişen koşullar, emek süreçlerindeki ve istihdam biçimlerindeki değişim), Ortadoğu’daki son durum ve Türkiye’nin konumlanışı, Kürt sorunu, 301. madde ve demokrasi mücadelesi, küreselleşme, emek süreci ve sendikalar, sendika siyaset ilişkisi, AB’ye bakış, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve toplumsal saflaşma eğilimleri (laik-şeriat vb.) hem tebliğlerin hem de delegelerin temel gündem maddeleriydi. Ancak anlaşılmaz ve kabul edilemez olan bol bol sözedilen neo-liberal politikalara ve saldırılara karşı nasıl bir mücadele hattı izleneceği noktasında sessiz kalınmış olunmasıdır. Türkiye’de kimi zaman devlet şovenizmi, faşist saldırıları vb. kışkırtarak bu gündemleri öne çıkarmaktadır. Örneğin Kürt sorununa bağlantılı olarak şovenist histeri yaratılmaya çalışılmaktadır. Tabii bu arada esas olarak sosyal haklara yönelik saldırılar emekçilerden gizlenmeye çalışılmaktadır. Kurultayda yapılan/fiilen ortaya çıkan durum da biraz bu olmuştur. Ülkenin siyasi gündemi, küreselleşme enine boyuna tartışma konusu edilmiş ancak pratik adım atılmas beklenen sorunlar sosyal güvenlik reformu, eğitimin özelleştirilmesi, sağlık alanının talanı, işgüvencesinin gaspı vb. ikincil kılınmıştır. Ülkenin siyasi gündemi, küreselleşme enine boyuna tartışma konusu yapılmış ancak milyonlarca emekçiyi tehdit eden sorunlar karşısında sessiz kalınmıştır. Sosyal güvenliğin tasfiyesi, özelleştirme saldırısı, sağlık hakkına yönelik saldırılar vb. Kurultayın/tartışmaların örgütleniş biçimi ise EğitimSen ve KESK seçimlerinde gördüğümüz tablonun minyatürü şeklindedir. Tebliğler okunmuş, ardından Eğitim-Sen’e hakim reformist, liberal anlayışlar kürsüye çıkarak her bir konu başlığı üzerinden görüşlerini sıralamışlardır. Birbirlerini tamamen dıştalayan görüşler ise Kurultay’da Eğitim-Sen’in zenginliği olarak sunuldu. Tabii temel olarak devrimci güçlere yönelik bu söylem “birara yaşamı savunalım” liberal formülasyonunun

Eğitim-Sen üzerinden tezahürüydü. Farklılıkların bir arada varolabileceği dillendirildi. Kurultay bir nevi “büyük” sorunlarla uğraşırken “küçük” sorunların unutulduğu bir zeminde gerçekleşti. Büyük bir olasılıkla bu muğlaklık sonuca da yansıyacaktır. Kurultay’ın gündemleri tabanla birlikte oluşturulabilseydi ve işyerleri temelinde tartışılabilseydi, işyerleri üzerinden örgütlenebilseydi ve delegeler buralardan seçilerek kurultaya gelebilseydi bu hem işyerleriyle bağı güçlendirmenin bir imkanı hem de eğitim emekçileri açısından iyi bir eğitim çalışması olabilirdi. Bu yapılmadığı için kurultay bilinen anlayışların kendilerini tekrar etmesi dışında bir amaca hizmet etmedi.

Evet sorun var, ama neden? Eğitim-Sen ve genel olarak sendikal hareketin içinde yer aldığı koşulların -sendikal harekette yaşanan erozyonun -dışa dönük nedenleri çokça dillendirilmiş olmasına rağmen, sendika bürokratlarına yüksek sesle eleştiriler yöneltilmedi. “Koşullar değişti, istihdam yapısı değişti, bu sendikal yapıyla biz süreci karşılayamayız” cümlesi çokça söylendi ama, “bu yönetim anlayışıyla, bu sendikal kavrayışla “biz mücadelenin ihtiyaçlarını karşılayamayız” denilmedi.


9

İLKSAN 5. Dönem 2. Olağanüstü Genel Kurulu 5. Dönem 2.Olağanüstü Temsilciler Kurulu 27-28 Ocak 2007 tarihlerinde Ankara, Başkent Öğretmen Evi’nde yapıldı. Genel Kurul’a Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer ile Türk Eğitim-Sen Genel Sekreteri de katıldı.

Sendika temsilcileri konuşuyor Divanın oluşturulmasından sonra söz alan Eğitim-Sen Genel Başkanı, örgütün İLKSAN’a bakışını anlattı. Alaaddin Dinçer, hak kayıpları olmadan sandığın ya kapatılması gerektiğini ya da gönüllü üyelik konusunda gerekli yasal değişikliklerin bakanlık tarafından bir “240 bin kişilik üyesi ve her ay 4.7 trilyonluk geliri ile an önce yapılması gerektiğini belirtti. iştahları kabartan bir sandık yıllardan beri üyesine hiçbir Daha sonra söz alan Türk Eğitim-Sen katkı sunmadan emekçilerin sırtında bir kambur gibi Genel Sekreteri, aslında sandığın kapatılmasını kendilerinin de durmaktadır. Bu kamburdan kurtulmak elbette üyelerin istediklerini ancak mevcut kaynakların çoğunluğunun dileğidir” bunu karşılamadığını, bu yüzden 500 trilyon civarında ek bir kaynağın ölçümünde ilk önce 11 trilyon bedel olarak belirlendiğini bakanlık tarafından karşılanması halinde sandığın ancak sonra TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın araya tasfiyesine evet diyeceklerini belirtti. Konuşmalar sonunda girmesi ile birlikte aynı arsanın 5.9 trilyona nasıl Eğitim-Sen yürütmesi tarafından Divan başkanlığına sözlü verildiğini sordu. 6.6 trilyona Alanya’da alınan Ananas olarak basın açıklaması yapacağız bilgisi iletildi ve tüm Oteli’nde bir sezonda 2600 kişinin bedava kalarak, yine bir salondaki delegeler basın açıklamasına davet edildi. sezonda kurumun 66 bin dolar zarara uğratıldığını belirten

Basın açıklaması

Ulusal basının ilgi gösterdiği basın açıklaması aslında bir önceki gün Hürriyet gazetesinin Ankara ekinde manşet olarak çıkan “İLKSAN’da 2. yolsuzluk” haberi üzerine daha da önem kazanmıştı. Ankara’daki bazı sendikal aktivistlerin de destek verdiği basın açıklamasında 150’yi aşkın kişi katıldı. Burada yapılan basın açıklamasında Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer, sandığın Sincan’daki arsasının bilir kişilere yaptırdığı değer

Dinçer, İLKSAN’daki sıkıntıların bununla da kalmadığını belirtti. Asıl şaibenin AKP Kahramanmaraş milletvekili Av. Mehmet Yılmazcan’ın sandıktan bir anda nasıl 20 trilyon alacaklı hale geldiğini sordu. Bunda dönemin yöneticilerinin sorumluluğunun hangi boyutta olduğunun araştırılması gerektiğini belirtti. “İLKSAN’da soyguna son!” sloganlarının atıldığı basın açıklamasının ardından Eğitim-Sen’li delegeler Genel Kurul salonuna döndüler. Delegelerin salona girişinden itibaren sözlü sataşmalara maruz kalan Eğitim-Sen


10

delegasyonu olaya Divan başkanlığının müdahale etmesini istedi. Divan başkanlığının sataşmaları durdurması bir yana Alaaddin Dinçer’in kınanması konusundadaki önergeyi kabul etmesi ve önergenin aleyhinde Eğitim-Sen delegelerine söz vermemesi bardağı taşıran son damla oldu.

Yaşanan arbede ve medyanın olaya bakışı Eğitim-Sen yürütmesinden bir arkadaşımızın kürsü yakınında tartaklanması sonucunda çıkan arbedenin basın tarafından mesleğimizi ve sendikamızı küçük gösteren tarzda kamuoyuna aktarılması aslında üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. İlksan Genel Kurulu’nda yaşananlar ilk değildir. Yıllardır İLKSAN’da yaşanan yolsuzluklar bilinmektedir. Medyanın buna rağmen olayları veriş tarzı taraflıdır. Yolsuzlukları yapanları korumak ve haklı göstermek şeklindedir. Düzen medyasının yansıtmadığı diğer bir gerçek de şudur, zorunlu üyelik kalksın ya da sandık hak kayıpları olmadan kapatılsın demek sendikamız tarafından destek gören yeni bir açılım sayılabilir. Bu açılım İlksan üzerinden nemalanan güçleri oldukça tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik o kadar had safhadadır ki üyeleri bulundukları

sendikanın yöneticileri ile ayrıştığı noktalar açıkça belli olmuştur. Örneğin sandık yöneticileri “imajımızı düzeltelim” derken sendika yöneticileri “şu kadar para olursa sandık kapatılsın” diyebilmektedir. Bu çelişkilerini “üyelere yönelik bir anket yapalım” şeklinde düzeltmeye çalışan Türk Eğitim Sen’lilerin neyi amaçladıklarını çok yakından takip etmek gerekiyor. Çünkü iyi hazırlanmamış anketler subjektif önerme ve sorularla yanıtları istenen yere çekebilmektedir.

Sonuç 240 bin kişilik üyesi ve her ay 4.7 trilyonluk geliri ile iştahları kabartan bir sandık yıllardan beri üyesine hiçbir katkı sunmadan emekçilerin sırtında bir kambur gibi durmaktadır. Bu kamburdan kurtulmak elbette üyelerin çoğunluğunun dileğidir. Ancak bu sürecin zor ve sıkıntılı olacağı kesindir. Sandığın kapatılması ya da zorunlu üyeliğin kaldırılması isteği kendi başına yeterli bir söylem değildir. Arkasından geliştirilebilecek söylem, etkinlik ve eylemliliklerle bakanlık üzerinde baskı oluşturmak olmalıdır. İLKSAN İl Delegesi/İzmir

Sendikal mücadeledeki tıkanıklığı aşma ihtiyacı ve önerileri Uzun zamandır sınıf mücadelesinin gündemini işgal eden en önemli ve acil konulardan biridir, sendikal tıkanma ve bu yöndeki çözüm önerileri. Sendikal mücadeledeki tıkanma, sınıf mücadelesinin hem nedeni ve hem de sonucu olma özelliğini taşıyan bir sorun ve sonuçtur. Özellikle, yakın tarih ekseninde bakıldığında, dünyada ve bizim emek ve toplumsal yaşamımızda, ciddi anlamda bir sefalet ve proleterleşme yaşanmaktadır. Emperyalistler, militer, sosyo-kültürel ve ekonomik kurumları ve politikaları aracılığıyla, dünyadaki enerji, hammadde ve ekonomik kaynakları, kapitalizmin döngüsünü sağlayabilmek ve kârlarını arttırabilmek için kendi ülkelerine transfer etmektedirler. Sömürüyü tüm dünyada daha da arttırmaktadırlar. Bu transfer ve sömürünün savaş kurumları aracılığıyla yapıldığı gibi, kimi zamanda uygulanan genel ve özel ekonomik, siyasal ve yapısal plan ve programlar yardımıyla ‘savaşmadan’ da yapmaktadırlar. Fiili ya da politik ve ekonomik kurumlar yoluyla, müdahale edilen ülkelerin emekçileri ve halkları yukarda belirtildiği gibi yoksullaşma ve proleterleşme dehlizlerine sokulmaktadırlar. Aynı zamanda emperyalist kapitalizm sadece sefalet üretmekle kalmayıp coğrafyanın bitki örtüsünü, doğal ve tarihi dokularını, kültürlerini, iklimlerini değiştirip yok etmektedir. Elbette emperyalist kapitalizmin, işbirlikçi tekellerin ve yönetimlerin bu fütursuz politika ve vahşetlerine karşı, dünya emekçileri ve halkları direniş ve mücadele örnekleri göstermektedirler. Ancak kendi mücadele tarzımız, sonuçları ve sendikal örgütlerimiz açısından bakıldığında dünyadaki bu gelişmelere yeterli yanıt ve destek sunamadığımız gibi, kendi sınıf cephemiz açısından da yeni olanaklar ve haklar


11

kazanamadığımızın yanı sıra önceden kazanılmış olanları da koruyamadığımız ortadadır. Artık sendikaların üst yönetimleri tarafından da reddedilemeyen bir sendikal çöküş ve tıkanıklık yaşanmaktadır. Şu an yönetimlere hakim olan sendikal mücadele anlayışları ve tarzlarıyla yapılabileceklerin sınırına gelinmiştir. Bu tarz ve anlayışlardaki ısrar ve inat sadece yönetimlerin ve anlayışların kendilerini yönetici, anlayışlarının da hakim unsur olma görüntüsü dışında bir nesnellik bırakmamıştır. Sınıfın ve emekçilerin ideolojik, sınıfsal perspektif ve enternasyonalist mücadele politikalarının yaşama geçirilmesi, bu sendikal ve sınıf mücadelesi tıkanıklığını aşmanın tek yoludur. Bu, özelde bizim, genelde “Sınıfın ve emekçilerin ideolojik, sınıfsal perspektif ve dünya emekçi ve halklarının, enternasyonalist mücadele politikalarının yaşama emperyalizme ve kapitalizme karşı ayağa kalkmamızın en önemli geçirilmesi, bu sendikal ve sınıf mücadelesi tıkanıklığını belirleyenidir. Aynı zamanda bu sınıf aşmanın tek yoludur. Aynı zamanda bu sınıf politikaları, politikaları, emekçi sınıfların tarihsel emekçi sınıfların tarihsel misyonunun da ta kendisidir” misyonunun da ta kendisidir. Bu misyonun araçlarından olan takipçisi olunmalıdır. Ana dilde eğitim hakkı tekrar sendikamızın tıkanıklığını aşması ve ihtiyaçlara cevap tüzüğümüze ve pratik politikalarımıza yazılmalıdır. verebilmesi için; sınıfın ihtiyaç ve taleplerine göre Demokratik bir tarzda ve işleyişi bürokratik kanal ve şekillenmesi gereken, fiili-meşru mücadele dinamiği ve unsurların dışına taşan orta vadeye yayışmış, geniş ve heyecanı mutlaka yaşama geçirilmelidir. Tabana ilham, kapsamlı tartışmaların yaşanacağı, şekil ve elitist güven ve cesaret verecek politikalar ve demokrasi kıskaçtan ve amaçsızlıktan arındırılmış bir program yaşama geçirilmelidir. Sayısal çoğunluk denklemleriyle kurultayı yeniden ve acilen örgütlenmelidir. oluşturulan protokol yönetimler yerine, güçlü ideolojik Bu öneriler uzatılabilir, yer darlığından dolayı ve somut sınıfsal argümanlara dayanan politikalar ve burada bitiriyoruz ancak tarihimizi bir öneriler anlayışlar yönetimlerde hakim kılınmalı, yönetim ya da tarihinden kurtarıp mücadele ve kazanımlar tarihine yürütme kurulları da bunları uygulayan taban çevirmek zorundayız. Bu, girişte vurgulamaya inisiyatiflerine çevrilmelidir. Üyeler mutlaka eğitilmeli, çalıştığımız entermasyonalist ihtiyaca ve dayanışmaya gerçeklerle yüzleştirilmeli, sayısal üye kaygısı bir katkısı paralelinde bizim ve dünya emekçilerinin öncelik olmamalıdır. Sendikaların okul olma özellikleri halklarına kavuşmalarının ve emperyalist kapitalizmden yaşama geçirilmelidir. MYK-İş yeri temsilciliği kurtulmanın en önemli halkalarından biridir. hiyerarşisi demokratik bir tarzda korunmakla birlikte, Yaşasın fiili-meşru mücadele geleneğimiz! fiili politika üretme tarzı bakımından bu hiyerarşi ters Yaşasın sınıf sendikacılığı! çevrilmelidir. Emek-sermaye çelişkisi asla göz ardı (Sendikal İnisiyatif Platformu Bülteni’nin 5. edilmeden, öncelikle gerçekleştirilecek talepler hedefe sayısından alınmıştır...) konulmalı ve her talebin dinamik, kararlı bir biçimde


NEWROZ PIROZ BE!

Yüzbinler ulusal özgürlük ve eşitlik için alanlara çıktı! Fiyatı: 0.5 YTL * Sayı: 20 * Mart 2007 * Yayıncı: EKSEN Basım Yayın Ltd.Şti. * Sahibi ve S. Y. İşl. M.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ * Baskı : Özdemir Matbaacılık/İSTANBUL * EKSEN Yayıncılık Büroları Merkez: Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd. (Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 6217452

MK


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.