Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
k amu e mekçileri b ülteni Aylık bülten Sayı 26 Haziran 2008 Fiyatı 50 YKr
Başarılı bir KESK Genel Kurulu için geçmişle ve uzlaşmacı mücadele anlayışıyla hesaplaşalım…
Genel Kurulu devrimci mücadele programı ihtiyacının tartışıldığı kürsüye çevirelim!
Genel Kurul’da tarafımızı kamu emekçileri hareketinin ve mücadelenin çıkarlarından, devrimci mücadele programının ihtiyacından yana belirleyelim. Önümüzdeki süreci, hak ve özgürlüklerimizi kazanmak için başka bir yolumuz bulunmuyor. Bu görev ve sorumluluk yakıcı bir biçimde önümüzde duruyor. Yeter ki bu iradeyi gösterelim, Genel Kurul’da buna uygun hareket edelim ve inisiyatif gösterelim!
Bir genel kurul sürecinin daha sonuna geldik. Her genel kurul sürecinde olduğu gibi kamu emekçilerinin ve mücadelenin kazanması için neler yapılması gerektiği üzerine söyler söylendi. Ancak bir kez daha mücadelenin kazanması için yapılması gerekenler boş söz kalıpları olmanın ötesine geçemedi. Şubelerden başlayarak sendika genel merkez kurullarına kadar süreç üç aşağı beş yukarı bu şekilde yaşandı.
Nasıl bir genel kurul süreci geçirdik? Başarılı bir genel kurul süreci için kamu emekçileri hareketinin ve mücadelenin sorunları tartışılmalı, bugüne kadar izlenen mücadele yöntemleri gözden geçirilmeli, geçmişin eksikliklerinden dersler çıkarılmalı, ileriye dönük devrimci bir mücadele programı ve anlayışı oluşturulmalıydı. Tüm kamu emekçilerinin bu
program etrafından birleştirilmesi hedeflenmeliydi. Geçmişle devrimci kaygılarla ve bu temelde hesaplaşılmalı, yeni dönem mücadele anlayışı ve programı böylesi bir hesaplaşmanın sonucu olarak belirlenmeliydi. Ancak genel kurul süreçleri, bugüne kadar her biri değişik dönemlerde yönetime gelmiş, kamu emekçileri hareketinin ve KESK’in mücadele dinamiklerinin törpülenmesinde sorumluluğu olan uzlaşmacı mücadele anlayışlarının “sert” eleştirilerine sahne oldu. Mücadele anlayışları değil kişiler ve kişisel hatalar eleştirildi. Yöneltilen eleştiriler gruplar arası tasfiye operasyonuna
malzeme yapıldı. Eleştiriler bu sınırlarda kaldı. Oysa mücadele anlayışları sorgulanmalı, sert tartışmalar ve hesaplaşmalar “nasıl bir mücadele anlayışı” üzerinden gerçekleşmeliydi. Ne yazık ki bu genel kurul süreci de birbirinin aynı, hareketin ve KESK’in bugünkü tablosundan sorumlu anlayışların koltuk kapma yarışına ve ilkesiz ittifaklarına sahne oldu. Kaybeden bir kez daha kamu emekçileri ve mücadele oldu.
Başaralı bir Genel Kurul için… Evet, tüm bunları hepimiz biliyoruz. Hepimiz bu sorunları ve sonuçlarını işyerlerimizde, şubelerimizde, sendikalarımızda yaşıyor ve konuşuyoruz. Eleştiriyoruz, kızıyoruz, onaylamıyoruz ama bu tabloyu değiştirecek bir irade ve inisiyatif de gösteremiyoruz. Oysa sosyal yıkım saldırıları doğrudan bizleri etkiliyor. İşyerlerinde emekçilerin tepkileriyle, umutsuz ve güvensiz ruhhaliyle, eleştirileriyle biz muhatap oluyoruz. Kamu sektörlerinde hizmet üreten tüm emekçiler aynı ya da benzer saldırılarla karşı karşıya kalırken mücadelemizi dahi ortaklaştıramıyoruz. İşyerleriyle bağımız koptu. Devletin baskıları, cezaları, sürgünleri, sindirme operasyonları karşısında güçlü ve tok bir şekilde duramıyoruz. Sendikalıyız ama örgütlü değiliz. Emekçileri harekete geçirmekte, sendikaya üye yapmakta zorlanıyoruz. “Bugüne kadar ne kazandık ki, olan haklarımız da elimizden gidiyor, niye eyleme gelelim, niye sendikaya üye olalım ki?” diye soran emekçilere ikna edici ve inandırıcı yanıtlar veremiyoruz. Çünkü tüm bu sorunların nedenlerini tartışmıyor, mücadele anlayışlarını sorgulamıyor, “nasıl yeniden ayağa kalkarız?” sorusunun yanıtlarını vermiyoruz. Genel kurul sürecini böylesi bir hesaplaşmanın zemini olarak değerlendirmiyoruz. Böyle olduğu için de yönetimlere gelen kişiler değişiyor ama mücadele anlayışı değişmiyor. Devletle uzlaşma çizgisine dayalı mücadele anlayışı devam ediyor. Ve her seferinde kaybeden kamu emekçileri oluyor, mücadele oluyor. Başarılı bir genel kurul için artık bu hesaplaşmayı yapmak zorundayız. Genel kurulu uzlaşmacı mücadele anlayışlarının mahkum edildiği, devrimci bir mücadele programı ihtiyacının tartışıldığı bir kürsüye çevirmeliyiz.
Genel Kurul’da kamu emekçilerinin çıkarlarından, mücadeleden taraf olalım! Genel Kurul kürsüsünden bugün birbirlerine “kıyasıya eleştiri” yönelten anlayışlara soralım, “Daha dün siz yönetimlerdeydiniz de ne yaptınız? Bugün yeniden adaysınız ama ne yapacaksınız? Nasıl bir mücadele anlayışı ile önümüzdeki süreci kucaklamayı düşünüyorsunuz? Geçmişin muhasebesini nasıl yapıyorsunuz? Nerede
MK
Eğitim–Sen’de olağan üstü kurullar örülmeye çalışılıyor…
Mücadeleden yana taraf olalım!
eksiklik, yanlışlık görüyorsunuz? Mücadele bugün dibe vurmuş durumda, siz yeniden ayağa kalkmak için ne öneriyorsunuz? Bizden hangi mücadele programına ve yöntemine onay ve oy vermemizi istiyorsunuz? Bunun için nasıl bir mücadele programı öneriyorsunuz?” vb. SSGSS başta olmak üzere sosyal yıkım saldırıları yasalaşırken kamu emekçilerini harekete geçirmek için ne yaptınız? 4688 sayılı sahte yasa meclisten geçerken bizleri Ankara yollarında “bugün gidin yarın gelin” diyerek yoranlara soralım, “Neden işyerlerini, Ankara sokaklarını eylem ve direniş alanına çevirmediniz?” Yasaya sığmayacağız diyorsunuz! Neden işyeri temsilciliklerini karar organı olmaktan çıkardınız? Neden tüm yetkileri merkez yönetim kurullarına devrettiniz? Neden her eleştirimizde “Tamam eleştirilerinizde haklısınız ama siz ne yaptınız? İşyerleri ne yaptı? Siz istediniz de biz mi karar almadık? Biz 7 kişiyiz ne yapabiliriz ki? İş bırakalım önerisi gerçekçi değil, gücümüz bu!” türü karşı eleştirilerle topu emekçilere atarak kendinizi aklamaya çalıştınız? “Anadilde eğitim hakkı”nı neden devlet istedi diye tüzükten çıkardınız? Ne değişti de bugün “yeniden koyacağız” diyorsunuz? Toplu görüşme sürecinden çekildiniz, “yüzümüzü işyerlerine, alanlara dönüyoruz” dediniz ama bunu ete kemiğe büründürmek için ne yaptınız? Başta Taksim olmak üzere tüm illerde 1 Mayıs’ı örgütlemek için ne yaptınız? Teknik bir takım planlamalar dışında işyerlerinde hangi taleplerle 1 Mayıs sürecini örgütlediniz? İşgüvencemizi gaspeden Kamu Personel yasası gündemde ne yapacaksınız? Günü kurtarmak için “iş bırakma” kararları aldınız, sonra da “biz karar aldık ama hareketin durumu uygun değil, görüyorsunuz” dediniz. Ama bunu örgütlemek için ne yaptınız? “Herkes nasıl katılırsa katılsın, ister iş bırakın ister sevkalın” diyerek emekçileri örgütsüz ve bir başına bıraktınız? Emekçileri örgütlemenin yöntemi hakları korumak ve yeni haklar kazanmaktır. Bunun için dişe diş bir mücadeleyi göze almaktır. “Çoğalırsak güç oluruz” diyerek üye kampanyaları yaptınız ama kamu emekçilerini talepleri doğrultusunda örgütlemek ve harekete geçirmek için ne yaptınız? Neden, somut taleplerle birbirini besleyen ve
KEB 2 MK
aşan, süresiz iş bırakma vb. hak alıcı eylem biçimleriyle süreci taçlandırmayı hedefleyen, değişik araç, yol ve yöntemlerle süreci besleyip güçlendiren, işyerlerinde adım adım ören bir mücadele programı oluşturmadınız? Bu yönlü önerilerin altını ise “fiili-meşru mücadeleye devam ediyoruz” argümanına sığınarak boşalttınız. Bir saatlik iş bırakma kararları alıp bunu da kerhen uyguladınız. Örgütlemek için çaba göstermediğinizden dolayı katılım zayıf kaldığında ise, “Bakın hareket hazır değil” diyerek kendi geriliğinizi gerekçelendirdiniz. Kurulda bunun hesabını sormalıyız, “Oysa hareketin bugünkü dibe vurmuşluğundan, mücadele dinamiklerinin heba edilmesinden temsil ettiğiniz uzlaşmacı mücadele anlayışı sorumludur” demeliyiz. “Tüm bunlara yanıtınız nedir? Bunların yanıtını vermeden bizlerden ne için oy ve onay istiyorsunuz” diye sormalıyız. Bu sorular çoğaltılabilir. Zira bunun için yeterince deneyim biriktirdik. Genel Kurul tüm bu soruların ve sorunların tartışıldığı, geçmişle hesaplaşıldığı, kamu emekçilerinin ve mücadelenin çıkarlarına hizmet ettiği bir tartışma platformu olmalıdır. Altı boş eleştiriler yönelterek topu dışarı atanlara, kendini aklamaya çalışan uzlaşmacı anlayışlara “Sendikalarımızın kapısı mühürlendiğinde kırıp giren bizleriz. 15 Martları, 1 Aralıkları yaratanlar bizleriz. Militan mücadele yolunu izlediğimizde onbinlerce kamu emekçisinin harekete geçtiğini biliyoruz. Çünkü mücadele eden bir KESK gördüklerinde emekçilerin mücadeleye ve örgütlülüğe güvendiğini, harekete geçtiğini yaşayarak gördük. Ancak siz bugüne kadar yarattığımız değerleri uzlaşmacı mücadele anlayışınızla heba ettiniz. Artık uzlaşmacı mücadele anlayışı dönemi bitmiştir. Kamu emekçilerinin mücadelesine ve çıkarlarına hizmet edecek mücadele yöntemlerini tartışacağız. Tarafımızı buradan belirleyeceğiz” diyelim. Genel Kurul’da tarafımızı kamu emekçileri hareketinin ve mücadelenin çıkarlarından, devrimci mücadele programının ihtiyacından yana belirleyelim. Önümüzdeki süreci, hak ve özgürlüklerimizi kazanmak için başka bir yolumuz bulunmuyor. Bu görev ve sorumluluk yakıcı bir biçimde önümüzde duruyor. Yeter ki bu iradeyi gösterelim, Genel Kurul’da buna uygun hareket edelim ve inisiyatif gösterelim!
Eğitim-Sen 3. olağan kongre sürecinin bittiğini ve sonuçlandığını sanan üyeler maalesef yanılıyorlar. Zira kongreye de yansıyan hesaplaşma süreci henüz bitmedi ve bitmeyecek gibi de gözüküyor. Çünkü İzmir, İstanbul, Mersin, Ankara vb. illerdeki şubelerde olağanüstü seçim hazırlıkları yapıldığı yansıyan bilgiler arasında. Kulaktan kulağa yayılan söylentiler, kapılar arkasında gerçekleşen sohbetlerde olağan üstü genel kurulların pazarlıkları ve hazırlıkları yapılmaktadır. Olağanüstü seçimin gerekçeleri oluşturulmaya çalışılıyor. Bu konuda olağan üstü kurulu gerekçelendirmeye çalışanlar inanılmaz teoriler üretiyorlar. Şube yönetimlerini yeniden biçimlendirmeye çalışıyorlar. Üyeler ise ne olup bittiğini anlayamıyorlar. Aslında olup bitenler çok açık. Şube seçimlerinde ilkesiz ittifak yapan anlayışlar, sandıklar açıldığında ittifakın dışında kaldıklarını görünce bunun hesabını sözüm ona genel kurulda sordular. Genel Kurul seçimlerinin ortaya çıkardığı eğilim şube yönetimleri oluşumlarının tam tersi biçiminde gerçekleşti. Yani ÖDP (İsmail Tombul) ve Sendikal Birlik’in bir kanadı şube yönetimlerini, Alaaddin Dinçer’le anılan ÖDP’nin diğer kanadı ile Sendikal Birlikçiler’in diğer kanadı Genel Merkez seçimlerini kazandılar. Kimi şubelerde ise Yurtsever emekçiler yönetimlerin dışında kaldılar. Şimdi birbirlerini tasfiye edebilmenin yolu, şube yönetimlerinin genel merkeze uyumlu biçime dönüştürülmesinden geçiyor. Kendi iç çatışmalarının hesabını emekçilerin umut bağladığı sendikası üzerinden görmeye çalışıyorlar. Grupların kendi ihtiyaçları ve tasfiye süreci hırslarına Eğitim-Sen kurban edilmeye çalışılıyor. Eğitim-Sen’e deli gömleği giydirilmeye çalışılıyor. Grupsal çıkar çatışması üzerinden şekillenen olağan üstü kurul süreçlerinin emekçilerin mücadelesine bir yararı yoktur, olamaz da. Zira gruplar arası çatışma devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek üzerinden değil yönetim koltuklarını kapmak üzerinden yükselmektedir. Emekçilerin mücadelesini ilerletmek, mücadeleyi büyütmek amacıyla olağan üstü kurullar örülmeye çalışılsaydı kuşkusuz durum başka olurdu. Eğitim-Sen üyelerine düşen görev ve sorumluluk grupsal çıkar çatışması üzerinden yükselen bu süreçte her iki gruba da karşı çıkmaktır. Böylesi bir süreç karşısında kamu emekçilerini devrimci mücadele programı etrafında birleştirmek ve bu program etrafında taraflaştırmaya çalışmaktır. Eğitim-Sen’in sınıf mücadelesini kucaklayan devrimci bir mücadele programına ve buna uygun bir mücadele anlayışına ihtiyacı vardır. Yeniden yönetimleri paylaşım savaşına girenlerin sığ tartışmalarının teşhir edilmesi, devrimci bir mücadele programı etrafında birleştirici olunması gerekmektedir. Alınması gereken tutum bu olmalıdır. Tarihsel sorumluluk bunu gerektirir. Eğitim-Sen hiçbir anlayışın arka bahçesi olamaz. Ancak mücadelenin, dayanışmanın, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya özleminin, sermayeye karşı kavganın ön bahçesi olabilir. Ne söylenecekse bu bahçede söylenmelidir. Eğitim-Sen üyesi bir emekçi/İzmir
Eğitim-Sen Genel Kurulu’na ilkesiz ittifaklar damgasını vurdu! Uzun bir dönemdir KESK’e bağlı sendikaların ve şubelerin genel kurulları ile genel merkez kurulu cansız geçiyor. Her genel kurul dönemi bir önceki ilkesiz ittifakların yol açtığı tahribattan aldığı ağır darbelerle hareketi daha da geriye götürüyor. Bu kurulda farklı olmadı.
Genel Kurul’da neyin hesabı görüldü? Eğitim-Sen Genel Kurulu’na sendika yönetimlerine hakim reformist, liberal, uzlaşmacı anlayışların iç ayrışmaları, dalaşmaları, birbirini tasfiye etme girişimleri ve ilkesiz ittifakları damgasını vurdu. ÖDP şahsında yaşanan iç çatlak Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD) grubunun şube kurullarından sendika kurullarına kadar birbirlerini tasfiye operasyonu olarak yansıdı. DSD grubunun bu iç çatışması kimi şubelerde karşı listeler oluşturma şeklinde yansırken kimi şubelerde ise uzlaşıyla sonuçlandı. Bu durum, çatışma yaşanan şubelerde sınırlı sayıda delegesi olan ilerici, devrimci grupları belirleyici bir duruma getirdi. Şube kurullarına yansıyan bir başka olgu ise Yurtsever emekçilerin üst kurul delegeliğine özel bir önem vermesi oldu. Şubelerde başlayan ve Eğitim-Sen genel kuruluna kadar yansıyan bu durum, yıllardır birlikte hareket eden üçlünün “kutsal ittifakı”nı da (ÖDP, EMEP, DTP) bozdu. Sendikal sorunların ve mücadelenin acil ihtiyaç ve görevlerinin tartışılmadığı genel kurulda, gruplar arası çekişme koltuk kavgasının ve pazarlığının son anlara kadar sürmesine neden oldu. Kurulda, Devrimci Sendikal Dayanışma (İsmail Hakkı Tombul tarafından desteklenen DSD listesi), Emek Hareketi (EMEP) ve Sendikal Birlik’in bir kısmının yer aldığı listeye karşı Devrimci Sendikal Dayanışma (Alaattin Dinçer tarafından desteklenen DSD listesi), Demokratik Emek Hareketi (Yurtsever emekçiler), Devrimci Öğretmen, Sendikal Birlik’in diğer kısmı ve HÖC’ün yer aldığı liste yarıştı. İkinci listeyi ESP ve SDP de destekledi. İçinde CHP, İP gibi ulusalcı kesimlerin yer aldığı Sendikal Birlik gericiliği de kendi içinde ikiye bölündü. EMEP ile DTP’nin bu genel kurulda ayrı düşmesi EMEP’i yönetim koltuğunun dışında bıraktı.
Programa ve devrimci bir mücadele anlayışına dayanmayan ilkesiz ittifaklar! Geçmiş dönemlerde ve tabana karşı birbirlerini “PKK’li”, “terörist”, “darbeci” vb. sıfatlarla tanımlayan grupları bu genel kurulda yan yana getiren temel faktör, yönetimlere gelme telaşıdır. KESK’i arka bahçesi olarak kullanmak ve düzen içi siyasi arenada “güç” olmak için birbirleriyle kıyasıya mücadele eden reformist anlayışlar bu genel kurulda da kürsüyü birbirlerine karşı eleştiri yapmanın ve teşhir faaliyeti gerçekleştirmenin bir aracı olarak kullandılar. Oysa her biri önceki süreçlerde bu koltukları işgal etmiş, benzer sendikal anlayış ve mücadele yöntemleriyle sendikanın ve hareketin içten içe çökertilmesinde etkin bir rol oynamışlardı. Bürokratik yapının sendikaya hakim kılınmasında, işyerleriyle bağların koparılmasında, tabanın söz ve karar hakkını sınırlamada, sendikanın bir emek örgütünden ziyade “toplumsal muhalefetin” etkin bir dinamiği olarak algılanmasında, sınıf sendikacılığından kopuşta, kitle sendikacılığı adı altında “toplumsal sendikacılık” ilkesinin benimsenmesinde, fiili-meşru mücadele geleneğinin terk edilmesinde her birinin duruşu ve konumu aynıdır. Bu genel kurulda kürsüden yapılan konuşmalarda eleştirilen mahiyeti üç aşağı-beş yukarı bu minvalde gerçekleşti. Bir diğer eleştiri konusu ise “Anadilde eğitim hakkı”nın Eğitim-Sen’in tüzüğünden çıkartılması oldu. Oysa anadil hakkı tüzükten çıkarılırken ilerici ve devrimci güçler dışında bugün bu tutumu eleştiren aynı reformist, liberal grupların hepsi parmak kaldırarak onay vermişti. Peki bu dört yılda ne değişti? Bugün aynı maddenin tüzüğe eklenmesi karşısında devletin yine kapatma tehdidi, baskısı ve terörü devreye girmeyecek mi? Zamanında bu baskı ve teröre karşı durma iradesi gösterilemediği için tüzükten çıkarılan madde bugün nasıl savunulacak? Daha dün devletin terörü karşısında
Taksim 1 Mayıs’ının arkasında duramayanlar bugün çoktan terk ettikleri bir ilkeye nasıl sahip çıkacaklar? Kürsüden sözalan anlayışlar geçmişe yönelik birbirlerine karşı “kıyasıya” eleştiride bulunurken, eleştirdikleri konular üzerine nasıl bir mücadele anlayışı etrafında, hangi taleplerle, nasıl bir mücadele programıyla, hangi ilkeler ekseninde bir araya geldiklerine dair tek bir söz dahi etmemişlerdir. Ortada kamuoyuna ilan edilmiş ne bir mücadele programı vardır, ne de şu ya da bu düzeyde ilkeler bütünü! Kürsüden dile getirilen kimi eleştiriler haklı bir zemine dayansa dahi bu haliyle hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Devrimci, ilerici güçler gerici ve ilkesiz ittifakları bozmak yerine reformist anlayışlara yedeklendiler! Bu genel kurul sürecinde reformist liberal anlayışlar şahsında yaşanan grupsal çatışma ve çıkar ilişkileri devrimci, ilerici unsurların belirleyiciliğini artırdı. Kuşkusuz bu belirleyicilik taban dinamiklerine dayanmıyordu. Mevcut atmosferden kamu emekçileri mücadelesinin devrimci temellerde gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda yararlanmak için bir olanak sunuyordu. Ancak devrimci, ilerici unsurlar ilkesiz ittifakları teşhir etmek ve etkin bir taban çalışması yürüterek kamu emekçilerini devrimci bir mücadele etrafında birleştirmek yerine reformist anlayışlara yedeklendiler. Devrimci Memur Hareketi (HÖC), Devrimci Öğretmen (Halkevleri), ESP’li memurlar Eğitim-Sen Genel Kurulu’nda özünde birbirinden farklı olmayan reformist anlayışların bir kısmıyla (Alaattin Dinçer’in desteklediği DSD ve çevresi) davrandılar. Yazıp çizerken, eleştirirken, politik bir tutum ortaya koyarken “ilkeli” davranmayı esas aldıklarını ifade eden bu güçler pratikte buna uygun davrandıklarını iddia ediyorlarsa kamuoyuna açıklama yapmak zorundalar. Örneğin, Devrimci Memur Hareketi “Sendika Genel Kurulları Sonrası” başlıklı yazısında şube genel kurullarını şu ifadelerle değerlendiriyordu, “‘Şube Genel Kurullarına Giderken’ başlığıyla yazıya döktüğümüz ve ‘Ortak Düşmana Karşı Ortak Cephe’ sloganıyla şekillendirmeye çalıştığımız süreç ne yazık ki siyasetlerin kendini dayatması ve ilkesel değil sayısal verileri öne çıkarması sonucu olumsuzlukla sonuçlandı.” Değerlendirmenin ilerleyen satırlarında şu sözlere yer veriyordu, “Sınıf ve kitle sendikacılığından gittikçe uzaklaşarak ekonomizme batan ve ‘sağa yatan!’, sağa yattıkça var olduğu sınıfsal zemini kaybeden sendikalarımızda, varoluş nedenlerinin yeniden hatırlanması ve bu nedenlere uygun bir mücadele programı yaratılması sınıfın kazanması açısından tarihsel önem taşımaktadır.” O zaman sormak gerekiyor, Devrimci Memur Hareketi, “ilkesel değil sayısal verileri öne çıkaran” siyasetlerle yaptığı ittifakı hangi ilkelere dayandırıyor? Devrimci Memur Hareketi bunun yanıtını vermek zorundadır. Atılım’da yayınlanan “Eğitim-Sen Genel Kurulu üzerine” başlıklı yazı ise şu değerlendirme ile son buluyordu: “Ama kahin olmaya gerek yok; genel kurulun çoğunluğunu oluşturan hakim anlayışlar egemenlerin saldırılarını, tabanın duyarsızlığını bahane ederek bir kez daha işin içinden çıkmaya çalışacaklardır. Genel kurulu, öncekilerin bir tekrarı kılıp, sadece yöneticilerin belirlendiği bir işleve büründürmeye çalışacaklardır. Oysa Eğitim-Sen’in, KESK’in yeni örgütlenme modellerine, yeni mücadele araç ve biçimlerine, yeni politikalara ihtiyacı vardır. Devrimci, sosyalist genel kurul delegeleri, işte bu yüzden daha gür bir sesle sorunlara dikkat çekmeli, toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği olan EğitimSen’e ve KESK’e sahip çıkmalıdır.” ESP’li memurlar, bu genel kurulda ortak davrandıkları anlayışların “genel kurulu, öncekilerin bir tekrarı kılıp, sadece yöneticilerin belirlendiği bir işleve büründürmeye çalışanlar”dan ayıran ilkelerin neler olduğunu, Eğitim-Sen’e ve KESK’e nasıl sahip çıktığını açıklamak zorundadır. 17 Mayıs tarihli sendika.org sitesinde İlhan Yiğit imzasıyla yayınlanan “Eğitim-Sen seçimleri: Bir dönem
biterken” başlıklı yazıda ifade ettiği şu değerlendirmeye bir açıklık getirilmek zorundadır; “Devrimci Öğretmenler, Eğitim-Sen’i sınıf hareketinin tümüyle birleştirecek ve devrimci bir tarzda yeniden yapılandıracak bir çizgiyi güçlendirmek ana görev olarak kabul etmektedirler. Eğitim-Sen’in bu yeniden inşa sürecinde, her türlü yasalbürokratik engelleri fiilen aşacak tarihsel birikime, güce ve devrimci sorumluluğa sahip olduğuna dair inancı tamdır. Bu dönemde Devrimci Öğretmenlere düşen, bu yeni arayış dönemine öncülük edecek geniş bir bakış açısı geliştirmek ve atak, yaratıcı bir mücadele çizgisini hayata geçirmektir.” Devrimci Öğretmenler, “yeni arayış dönemine öncülük edecek geniş bir bakış açısı geliştirmek ve atak, yaratıcı bir mücadele çizgisini hayata geçirmek” için ittifak yaptığı bileşenleri hangi ortak program etrafında birleştirmiştir? Nasıl ve hangi bir zeminde yürütülen tartışmalar sonrasında ittifak kurmuş ve ortak liste oluşturmuştur? Bu güçler, bugüne kadar kendilerinin de eleştirdiği, teşhir ettiği, sendikanın ve mücadelenin bugünkü durumundan sorumlu tuttuğu reformist, uzlaşmacı anlayışlarla hangi temelde bir araya geldiklerini, yaşanan tartışma süreçlerini, ne üzerinden anlaştıklarını ve ortaklaştıklarını ilerici, devrimci kamuoyuna açıklamak zorundadırlar. Devrimci sorumluluk ve ilkelerde tutarlılık bunu gerektirmektedir.
Devrimci bir taban hareketi gelişmediği koşullarda kaybeden kamu emekçileri hareketi olacaktır! Bu gerici zemini dağıtacak olan tabandan doğru gelişen devrimci bir kamu emekçileri hareketidir. Ancak mevcut koşullarda bu misyonu oynaması gereken devrimci, ilerici unsurlar ise reformist anlayışlara yedeklenerek bu tablonun bir parçası olmakta ve aynı derecede sorumluluk almaktadırlar. Bu genel kurul sürecinde yapılması gereken hareketin ve sendikal mücadelenin bugünkü durumundan rahatsız olan, yönetimdeki anlayışları eleştiren ancak ona karşı bir irade ve duruş gerçekleştiremeyen tüm iyiniyetli ilerici unsurları devrimci bir mücadele programı etrafında birleştirmek, genel kurul sürecinden kamu emekçileri mücadelesini geliştirmek doğrultusunda yararlanmaktı. Tabandan kopuk, tepeden yürütülen gerici ve kirli ittifakları tabana dayanan devrimci bir irade ve güçle bozmaktı. Ancak ne yazık ki devrimci güçler şahsında, şubelerden başlayarak sendika genel kurullarına kadar tüm süreç boyunca böylesi bir çaba sergilenemedi.
Sosyalist Kamu Emekçileri, genel kurul sürecinde kamu emekçilerini devrimci mücadele programını etrafında birleştirmek için taraf oldu! Sosyalist Kamu Emekçileri, bulundukları her alanda politik tutumlarına ve iddialarına uygun bir çaba içerisinde oldular. Sendikal mücadelenin ve hareketin sorunlarını tabandaki ilerici, devrimci güçlerle tartışmak, devrimci bir mücadele programı etrafında kamu emekçilerini birleştirmek, yönetimlere hakim reformist-uzlaşmacı anlayışlarla ve politikalarıyla hesaplaşmak, kamu emekçilerinin devrimci birliğini sağlamak amacıyla tartışma zeminleri ve ilkeli birliktelikler yaratmaya çalıştılar. Bunu ilerici, devrimci kamuoyuna açık, devrimci ilkelere ve mücadele anlayışına dayanan bir tarzda yapmaya çalıştılar. Genel kurul sürecinden kamu emekçilerinin devrimci mücadelesini geliştirmenin bir imkanı olarak yararlanmak için çaba gösterdiler. Tüm bu çabalarının sonucunda, sınırlı da olsa, yaratabildikleri mevzileri yine devrimci ilke ve amaçlar uğruna kullanmak ve bunun imkanlarını yaratmak için değerlendirdiler. Kuşkusuz devrimci bir kamu emekçileri hareketi yaratmak yüzünü tabana dönmüş uzun soluklu bir mücadelenin sonucunda, yükselen bir sınıf ve kitle hareketinin varlığı koşullarında gerçek zeminini bulacaktır. Ancak devrimci olma iddiası taşıyan tüm güçlerin bugünden bunun koşullarını zorlaması, imkanlarını yaratması için çaba harcaması gerekmektedir.
KEB 3 MK
Toplu görüşme süreci yaklaşıyor…
Bugünden somut taleplerle ve hak alıcı eylem biçimleriyle sürece hazırlanmalıyız! Kamu sendikaları ile hükümet arasında toplu iş görüşmelerinin bu sene yedincisi yapılacak. 2002 yılında başlayan toplu iş görüşmeleri, başından itibaren kamu emekçilerine yönelik saldırıların sendikalar aracılığı ile meşrulaştırıldığı bir süreç olarak yaşandı. Sermaye devleti bu süreci 4688 sayılı yasayla sendikaları işlevsizleştirerek daha da rahat işletebildi. Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau’nun “öğretmenler çok alıyor” söylemi ise aslında bu görüşmelerin nerelerden komuta edildiğini açıkça göstermektedir. Şu ana kadar yapılan toplu iş görüşmelerinin sonuçlarına baktığımızda kamu emekçilerinin hak kazanmak bir yana bu süreçte yeni hak kayıpları yaşadığını görmekteyiz. Neo-liberal politikalar çerçevesinde uygulamaya konulan özelleştirmeler, esnek çalıştırma, performansa dayalı ücretlendirme, sözleşmeli personel çalıştırma gibi uygulamalar giderek artmakta, üstelik tüm bu saldırılara yasal zemin hazırlanmaktadır. Emekçilerin tümü açısından sosyal güvenliğin tasfiyesi ve emekli olmanın imkansızlaşması anlamına gelen SSGSS yasası ise fazla bir problemle karşılaşmadan meclisten geçebilmiştir.
Kamu emekçilerinin artık hiçbir şey beklemediği toplugörüşme süreçleri, sendikaların bütün esip gürlemesine rağmen hiçbir yaptırımda bulunmadığı ve büyük ölçüde sermaye devletinin isteklerinin gerçekleştiği bir orta oyununa dönmüş bulunmaktadır. Ağustos ayı ortalarında başlayacak olan toplu görüşmelere sermaye devleti bugünden hazırlanmaktadır. KESK’e yönelik saldırılarını artırırken Kamu-Sen ve Memur-Sen yöneticiler, amirler aracılığıyla güçlendirmeye çalışmaktadır. Sermaye devleti neoliberal politikaları bu sendikalar aracılığı ile daha rahat gerçekleştirmeyi ve yapılacak toplu iş görüşmesiyle de kamu emekçilerine kabul ettirmeyi amaçlamaktadır. Geçen seneki toplu görüşmede bu sendikalar %2+%2 gibi komik bir zam talebinde bulunmuş ve sermayeye her türlü kolaylığı sağlamıştı. Her defasında görüşmelere katılıp, sonrasında bir yığın içi boş tehdit savurduktan sonra sessiz sedasız koşulları kabul etmiştir. Bu sendikalar sermayenin kendisine biçtiği görevleri en iyi şekilde yerine getirmektedir. Bu sene de değişen bir şey olmayacaktır. KESK ise başlangıçta hiçbir kazanım getirmeyeceği belli olan toplu görüşme masasına oturmuş, emekçilerin
yüzünü mücadeleye çevireceğine hiçbir işlevi olmayan görüşme masasına mücadeleyi sıkışmıştır. Kağıt üzerindeki yetki de kaybedilince mücadeleci söylemler kullanmaya başlamıştır. Ancak “masadan çekiliyoruz, yüzümüzü işyerlerine, alanlara dönüyoruz” türü söylemlerin altı doldurulamamıştır. Göstermelik açıklamalarla, yöneticilerle sınırlı eylemlerle süreç geçiştirilmiştir. KESK’in bu ortaoyunun bozması ve kazanım elde etmesinin yolu altı boş açıklamalar yapmaktan değil mücadeleyi somut taleplerle adım adım örmekten geçmektedir. İleri sürdüğü talepleri fiili-meşru mücadele yöntemleriyle kazanmak için bugünden seferber olması gerekmektedir. Yalnızca ücret artışları değil tüm sosyal yıkım saldırılarına, anti demokratik uygulamalara ve hak kayıplarına karşı da taleplerin yükseltilmesi gerekmektedir. Bugüne kadar kamu emekçilerinin mücadelesini toplu görüşme masasına endeksleyen uzlaşmacı anlayışların bunu yapmayacağı açıktır. Bu durumda en büyük görev KESK içerisindeki ilerici, devrimci güçlere düşmektedir Sosyalist Kamu Emekçileri/Tokat
Devletin baskı ve terörüne rağmen 1 Mayıs’ta direniş kazandı! 119 yıldır tüm dünyada işçi ve emekçiler tarafından bir mücadele günü olarak kutlanan 1 Mayıs, ülkemizde de bu yıl kitlesel ve coşkulu bir şekilde kutlandı. Her geçen gün artan sosyal yıkım saldırılarına, özelleştirme talanına, iş güvencesinin ortadan kaldırılmasına ve kölelik koşullarına karşı emekçiler öfke ve tepkilerini, mücadele istek ve kararlılıklarını onbinler olup alanlara akıttılar. Emekçilerin kalbi Taksim’de attı! 2008 1 Mayısı’na kuşkusuz damgasını Taksim vurdu. 2007 1 Mayısı’nda devletin uyguladığı baskı ve teröre rağmen Taksim iradesinin kazanması işçi ve emekçiler için maddi ve moral güç sağlamıştı. 2007’nin ardından bu yıl da 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanacağı devrimci ve ilerici güçler ile sendika konfederasyonları tarafından ilan edildi. ‘77 yılında 34 işçi ve emekçiyi katleden ve daha sonraki yıllarda bu alanı emekçilere kapatan, Taksim’in yeniden kazanılmasının işçi ve emekçilerde yaratacağı moral kuvvet ve politik kazanımın bilincinde olan devlet, tüm hazırlığını bu sınıfsal bakış ve duruşla gerçekleştirdi. Günler öncesinden Taksim’e çıkışın “yasak” olduğunu söyledi, Taksim’e çıkmak isteyenlere ise “orantılı” güç kullanılacağını söyledi. “Orantılı” güçten neyi kastettikleri 1 Mayıs sabahı DİSK Genel Merkezi’ne ve ardından Şişli-Taksim hattında 1 Mayıs’ı kutlamak için gelen tüm güçlere yönelik gerçekleşen saldırı ile anlaşıldı. 1 Mayıs sabahı saat 6:20’de DİSK binasına yapılan saldırının ardından Taksim’e yönelen tüm güçlere gaz bombasıyla, tazyikli/boyalı suyla, copuyla azgınca saldıran devlet, yüzlerce insanı gözaltına aldı. Şişli ve Taksim arası her sokak çatışma alanına döndü. Artık o kadar gözleri dönmüştü ki, sendika binasının içine, hastanelere, adliye binasına gaz bombası atmaktan çekinmediler. Azgın devlet terörüne rağmen, emekçiler büyük bir kararlılıkla Şişli’den Taksim’e kadar uzanan her sokakta direniş sergilediler. Sendika bürokrasisi Taksim kararından geri döndüğü anda da her sokaktan Taksim’i zorladılar.
Bir kez daha sendika bürokrasisinin ihaneti! 2008 1 Mayıs’ında Taksim’de olacaklarını ilan eden KESK, DİSK ve Türk-İş, devletin fiziki baskı ve gücünü karşısında, daha önce aldığı kararları orta yerde bırakarak, Taksim’e çıkma kararlılığından vazgeçti. Böylelikle Taksim’e çıkmak için sokak sokak direnen binlerce işçi ve emekçiyi yüzüstü bıraktı. Uzlaşmacı çizginin hakim olduğu sendikal bürokrasi, aynı çizgisini 1 Mayıs’ta da gösterdi. Devletle “uzlaşarak” kendi aldıkları kararı ilk önce kendileri çiğnediler. Konferedasyonlar, İstanbul’da birleşik, kitlesel bir 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasının önüne geçerken, diğer illerde de tutarsızlıkları ve ilkesizlikleri sonucu birleşik ve kitlesel eylemler örgütlenmesini engellediler. Konfederasyonlar “Taksim” kararını ilan ettikten ve bir kısmı sözde merkezi katılacaklarını söyledikten sonra buna uygun bir davranış içinde olmadıkları gibi, bu kararları “gereği” de bir dizi ilde 1 Mayıs mitinglerinin kitlesel, birleşik gerçekleşmesinin önüne geçtiler. Birçok ilde, yüzünü tabana dönen ve emekçilerin alana akmasını sağlayacak bir çalışmaya konu etmediler. İstanbul Taksim eylemi için “500 binleri akıtacağız” gibi abartılı sözler söyledikleri gibi, diğer illerde de 1 Mayıs’ın özüne ve anlamına yakışır, kitlesel ve birleşik bir sürecin örgütlenmesini sekteye uğrattılar. KESK, 1 Mayıs sınavını geçemedi! Sendikal bürokrasi için ifade ettiklerimiz en başta da KESK’i ilgilendirmektedir. Konfederasyonların uzlaşmacı ve ihanetçi tutum almasının başlıca sorumlularından biri de doğal olarak KESK’tir. KESK, tabana doğru 1 Mayıs’a hazırlık temelinde güçlü bir çalışma örmemiş, örülen kimi alanlarda ise sürecin daha keskinleştiği evrede hazırlıklarını bırakmıştır. Katılım konusunda geniş kesimlere yaygın ve etkin bir çağrı yapılmadığı koşullarda, katılım da doğal olarak öncü, bilinçli, devrimci kamu emekçileri ile sınırlı olmuştur. 1 Mayıs gününün kendisine ise örgütsüzlük hakim olmuştur. Devletin açıklamalarından 1 Mayıs gününün saldırıya ve engellemelere konu edileceği çok açık iken,
merkezden şubelere kadar örgütsüzlük yaşanmış, çok açık bir deyimle kamu emekçileri kendi kaderleri ile başbaşa bırakmıştır. Çevre illerden İstanbul’a gelen kamu emekçileri şehrin girişlerinde yalnız bırakıldığı gibi, bir dizi araç da “artık gerek kalmadığı” gerekçesi ile geri çevrilmiştir. İstanbul dışındaki illerde de 1 Mayıs’ın sınıfsal özüne ve tarihsel anlamına yakışır bir çalışma yapılmaması sonucu kamu emekçilerinin alana katılımı zayıf olmuştur. 1 Mayıslar aynı zamanda işçi ve emekçilerin kendi somut mücadele talepleri, şiarları ile sermayenin karşısına çıktığı bir gün olması gerekirken, bu yıl 1 Mayıs’ta kamu emekçilerinin istemleri, talepleri öne çıkmamıştır. SSGSS yasası henüz yasalaşmışken, SSGSS’ye karşı öfke belirgin bir şekilde öne çıkmadığı gibi, özellikle kamu emekçilerini yakından ilgilendiren, meclisin gündeminde olan Kamu Personel Rejimi Yasası vb. saldırılar da gündemleştirilmemiştir. Dolayısıyla kamu emekçilerinin mücadele talepleri muğlaklaştırılmış, hedefleri belirsizleştirilmiştir. Tüm bu yaşananların gerisinde KESK’in fiili-meşru mücadele çizgisinden uzaklaşması olduğu kadar genel kurul süreçlerinin halen devam ediyor olması ve bu kurullarda grupsal çıkar çatışmalarının kamu emekçilerinin sınıfsal çıkarlarının önüne geçmesi de temel bir rol oynamaktadır. 1 Mayıs’ın direniş ruhuyla mücadeleyi yükseltelim! Devletin tüm baskı ve terörüne, konfederasyonların süreci göğüsleyemeyen ve devlet ile uzlaşan tutumlarına rağmen, kamu emekçileri 1 Mayıs’ta alanlara aktılar. Kararlı bir direniş sergilediler, mücadele istek ve azimlerini ortaya koydular. Kamu emekçilerini önümüzdeki günlerde ciddi saldırılar beklemektedir. İş güvencesini ortadan kaldıran Kamu Personel Yasası başta olmak üzere tüm saldırı programları ancak kararlı dişe diş, fiili meşru mücadele ile püskürtülebilir. Şimdi önümüzdeki görev, 1 Mayıs’ta sergilenen kararlılığı ve mücadele ruhunu kuşanarak saldırıları püskürtmeye yönelmektir.
Kamu Emekçileri Bülteni 26 * Fiyatı: 25 YKr * Haziran 2008 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Mollaşeref Mah. Millet Cad. 50/10 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92
MK