Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
k amu e mekçileri b ülteni
e-mail: kamuemekcileri@yahoo.com Aylık bülten * Sayı 43 Ocak 2012
Mart 2008 H Sayı 25
21 Aralık grevi üzerine…
21 Aralık kamu emekçileri için yeni bir başlangıç olmalı! KESK’in çağrısıyla gerçekleşen 21 Aralık uyarı grevi ve iş bırakma eylemi, tüm ülkede on binlerce kamu emekçisinin katılımı ile gerçekleşti. “Grevli toplu-sözleşme hakkı, güvenceli istihdam, insanca yaşamaya yetecek ücret, baskı, ceza ve sürgünlerin durdurulması, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması” talepleri ile gerçekleşen www.sosyalistkamu.com kamuemekcileri@yahoo.com
2 - www.sosyalistkamu.com
bir günlük uyarı grevinde başta sağlık ve maliye emekçileri olmak üzere azımsanmayacak oranda kamu emekçisi iş bırakma eylemine katılırken, on binlerce emekçi, alanlara çıkarak taleplerini haykırdı.
Grev kararının alınmasındaki anti-demokratik işleyişe rağmen… Temmuz ayında gerçekleşen KESK Genel Kurulu’nda kapsamlı bir mücadele programı oluşturulmamış, kamu emekçileri hareketindeki tıkanıklığı aşmaya dönük adımlar atılmamış, aynı zamanda tabanın iradesini esas alan demokratik bir işleyiş yerine, tüzük değişikliğiyle Genel Kurul sonrası en yetkili organ KESK Genel Meclisi tayin edilmiştir. Sosyalist Kamu Emekçileri, genel kurul sonrasında yaptıkları değerlendirmede KESK Genel Meclisi ile tabanın iradesinin esas alınmadığını ve aslında bürokratizmin genişletildiğini şu sözlerle dile getirdiler: “Eğitim-Sen yönetimini paylaşan siyasal/sendikal anlayışlar KESK’te de bir meclis oluşturarak ‘karar alma süreçlerini tabana yaydıkları’nı, ‘demokratik bir işleyişe kavuştukları’nı iddia ederek sorunun özünü karartmış oldular. KESK Genel Kurulu’nda tüzük değişikliğine gidilerek Genel Kurul’dan sonra en yetkili organ olarak KESK Genel Meclisi’ni atamış oldular. Ancak işyerlerinden başlayarak şubelere doğru tabanın iradesini ve katılımını esas alan bir işlev ve misyon tanımı yapmayarak, meclisin neye ve kime hizmet ettiğini göstermiş oldular. KESK Genel Meclisi, konfederasyon genel kurulunun sendika üyeleri arasından seçeceği 50 üye, KESK Yürütme Kurulu ve sendika genel başkanlarından oluşturuldu.” Yine Sosyalist Kamu Emekçileri, 50 delegenin hiçbir sendikal organı, iradeyi ve işleyişi temsil etmediğini, yalnızca KESK bürokrasisinin genişletildiğini ifade etmişlerdi. Aslında genişletilmiş KESK bürokrasisinin demokratik bir işleyişe sahip olmadığını 21 Aralık süreci somut olarak göstermiş oldu. İlk toplantısını 17-18 Eylül gibi erken bir tarihte gerçekleştiren KESK Genel Meclisi, şifaen Aralık ayında bir grevin yapılmasının gerekli olduğunu ifade etmiş, ancak aylar boyunca eylemin somut tarihi ifade edilmediği gibi, herhangi bir program ortaya konulmamış ve çalışmanın konusu da yapılmamıştır. 19-20 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen ikinci genel meclis toplantısı sonrasında KESK (Aralık ayı başlarında), grev yönelimini sağlık örgütlerinin 21 Aralık’ta aldığı grev kararıyla birleştirmeye karar vermiş, grev kararını kamuoyuna ve aynı zamanda üyelere eylemden yaklaşık 15 gün önce duyurmuştur. Bu durum aslında KESK’in, bir grev örgütlemekten ziyade, grev hazırlıklarını eylemli bir süreçle örgütleyen sağlık örgütlerinin arkasına sığındığını anlatmaktadır. Grevin en etkin bileşenlerinin sağlık
www.sosyalistkamu.com - 3
emekçileri ile KHK saldırısı karşısında tepki gösteren ve grev beklentisi içerisinde olan maliye emekçilerinden oluşması bu tanımlamayı doğrulamaktadır. (Maliye emekçilerinden tepkiler yükselmesine karşın KHK karşısında hiçbir tutum geliştirmeyen BES Genel Merkezi açısından ise bu grev kararı bir can kurtarma simidi olmuştur.) Burada sorun, tekil anlamda grev kararının antidemokratik bir şekilde alınmasında değil, genel anlamda KESK’in işleyişinin anti-demokratik bir mekanizmaya sahip olmasındadır. Bu yapı ve bürokratik çizginin getirdiği anlayış “grev” gibi ciddi bir eylem biçimini, bir uyarı eylemi algısının ötesine taşıyamamakta ve “iş bırakıp alana çıkma” biçimli bir tarzı aşamamaktadır. Yeterli bir ön hazırlık yapılamamasına, kararın geç alınması ve ilgili organlara grev gününden kısa süre önce iletilmesine, süreci işyeri işyeri grev komitelerine dayalı eylemli bir tarzda örgütleyen bir grev süreci yaşanmamasına, tüm hazırlıkların öncü güçlerin kısa zaman diliminde yoğun bir şekilde çalışmasına sıkışmasına rağmen 21 Aralık grevi, anlamlı bir katılımla gerçekleşmiştir. Geç alınmış ve yeterli ön hazırlık yapılmamış olmasına karşın 21 Aralık grevini anlamlı kılan bir başka olgu ise grev tarihinin zamanlama bakımından anlamlı bir tarih olmasıdır. 21
Aralık grevi KHK saldırılarının ortaya çıktığı, 657 değişikliğine ilişkin hükümet planlarının kamuoyuna yansıdığı, hükümetin tek taraflı olarak yüzde 3 maaş artışını açıkladığı ve toplumsal muhalefeti ezmeye dönük politikaların yaygınlık kazandığı bir döneme denk düşmesi bakımından doğru bir zamanlamayı ifade etmektedir. Kuşkusuz ki tüm olumsuzluklara karşın binlerce emekçinin grevi sahiplenerek alanlara çıkması, her şeyden önce, kamu emekçilerinde biriken öfkenin yansımasıdır. Öyle ki kamu emekçilerine yönelik hak gaspları gün geçtikçe artış sergilemektedir. En başta iş güvencesi ortadan kaldırılmak istenirken, çalışma saatleri ve usulleri de esnek çalışma ve performans kriterlerine göre yeniden düzenlenmektedir. Toplam olarak, kamu hizmet kurumları bütün halinde ticarethaneye, hizmeti alanlar müşteriye ve hizmeti sunanlar da tahsildara çevrilmektedir. Tüm bu kapsamlı saldırıların kamu emekçilerinde huzursuzluğa ve tepkiye yol açtığı açıktır. Bir başka açıdan ise 21 Aralık grevi, kapsamlı, sistemli bir çalışma yürütüldüğünde sonucun nasıl olabileceğini de göstermiştir. Kısa zaman dilimi içinde KESK ve bağlı sendikaların ilerici, öncü güçlerinin çabası ile işyerleri dolaşılarak, emekçilere çağrılar
4 - www.sosyalistkamu.com
yapılmış, grev anlatılmış, umutsuzluk yıkılmaya çalışılmıştır. Bu kısmi çabalar bile, emekçiler nezdinde karşılığını bulmuştur. Bir başka nokta ise, eylemin başarısının asli güvencesinin, belirlenmiş bir tarihe yönelik bir çalışma örgütlemekten öte, sürekli- sistemli bir faaliyetin örgütlenmesinin belirleyici olduğu gerçeğidir. Keza, kendi içinde tüm eksiklik ve yetersizliklerine rağmen maliye ve sağlık emekçilerinin katılımının yüksek olması tesadüf değildir. Her ne kadar sürecin örgütlenmesinde sorunlar ve eksiklikler yaşansa dahi, iki sektörde de sağlıkta dönüşüm ve KHK, eşit işe eşit ücret vb. sorun ve talepler ekseninde daha canlı bir sürecin yaşanması, emekçilerin eyleme katılımını artırmış, kısa süre içinde dahi olsa, yapılan çalışma iş bırakmada ve somutta eylemlere katılımda kendini göstermiştir.
21 Aralık sonrası, bugünden örgütlenmelidir! 21 Aralık eylemi ilerici-öncü kamu emekçilerine genel planda umut ve moral aşılamıştır. Ancak bu denli kapsamlı saldırı ve sorunlar karşısında sonrası adımlar atılmadığı koşullarda, bırakalım saldırıların püskürtülmesini, örgütlülüğün gün geçtikçe erimesi kaçınılmaz olacaktır. Bundan yaklaşık 2 yıl önce gerçekleşen 25 Kasım 2009 grevi de, özünde bugün yaşadıklarımızdan farklı değildi. Asgari bir başarıyla gerçekleşen 25 Kasım grevinin arkasından ise, tam anlamıyla bir sessizlik hakim olmuştur. Dolayısıyla bugün yapılması gereken grevi göstermelik bir şantaj ve uyarı eyleminden, birkaç yılda bir yapılan günübirlik ve sonrası olmayan eylem biçimlerinden çıkarmaktır. Vakit kaybetmeden 21 Aralık grevinin arkası gelmelidir. Mücadele farklı araç ve yöntemlerle, ortaya konulan mücadele programı ekseninde sürdürülmelidir. Genel planda saldırılar karşısında kazanım elde etmek için gerekli olduğu kadar, yakın planda, iş bırakma sonrasında yaşanılabilecek baskı, sürgün v soruşturmaları engellemek için de bu gereklidir. Bugün, örgütlü örgütsüz tüm kamu emekçilerini kucaklayan, hedefi belli, hak almaya kilitlenmiş ve alana kadar da eylemlilik sürecini devam ettirecek bir hat ve pratik, KESK’in ve tüm kamu emekçilerinin örgütlülüğünün tek güvencesidir. 21 Aralık grevi, grev kararının alınmasında yaşanan çarpıklıklara, sürecin kısa zaman dilimine sıkışan şekilde zayıf örgütlenmesine rağmen moral yaratmıştır. Ancak daha ileri kazanımlarla çıkılabilmesi için, KESK’e hakim bürokratik icazetçi anlayışın aşılması, fiili meşru mücadele hattının ve demokratik bir işleyişin hakim kılınması gerekmektedir. Kuşkusuz ki bu açıdan görev, öncelikli olarak KESK’in içindeki ilerici öncü güçlere düşmektedir. Sosyalist Kamu Emekçileri
www.sosyalistkamu.com - 5
Maliye emekçilerinin mücadelesi yeni bir evreye sıçratılmalıdır!
“Eşit İşe Eşit Ücret” iddiası ile yayınlanan ve büro işkolunu önemli oranda etkileyen 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) sonrasında özellikle maliye çalışanları arasında yaygın bir tepki gelişti. Gelir Uzman Yardımcılarının Ankara’da yaptıkları basın açıklamasını, Müdür ve Müdür Yardımcıları’nın bakanlık önünde yaptıkları kitlesel basın açıklaması izledi. Bu sırada Büro Emekçileri Sendikası’nın (BES) çeşitli şubelerinden ilk tepkiler yükselmeye başladı. BES’in “ek ödemelerin emekli keseneğine dahil edilmesi” yönünde başlatılan dilekçe kampanyasının Başbakanlık önünde yapılan basın açıklaması ile sonlandırılması dışında merkezi düzeyde herhangi bir eylem takvimi açıklamamasının yarattığı boşluk çeşitli uzman derneklerinin platform oluşturarak dar taleplerle Ankara mitingi düzenlemelerinin önünü açtı. Bu süreçte maliye çalışanları gözünü BES’in alacağı kararlara dikmişti ve bu hala da böyledir. BES MYK’sının herhangi bir mücadele programı çıkarmaması bir yandan sendika şubelerini beklentiye sokar ve vakit kaybettirirken, öte yandan da sendika dışı oluşumların öne çıkmasına vesile oldu. KHK ile merkez-taşra ayrımı derinleştirilirken, hem merkez ve
taşrada görev yapan uzman kadrolar (ve uzman olmayanlar) arasında bir uçurum yaratıldı ve hem de yıllardır aynı masalarda aynı işi yapmalarına rağmen farklı ücretler alan maliye emekçilerinin beklentileri karşılanmadı. Bu beklentiler karşılanmadığı gibi Maliye Bakanlığı’nın fazla mesai ödeme yetkisi de kaldırıldı. 01.01.2013 tarihinden itibaren maliye emekçileri yıl boyunca ve büyük bölümü 100 saat üzerinden aldıkları fazla mesai ücretlerini, Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlı olarak yılda 6 ay ve yalnızca 50 saat üzerinden alabilecekler. Maliye çalışanlarından gelişen tepkileri toparlayıp merkezi bir mücadele konusu haline getirmeyen BES MYK’sı bir kez daha sınıfta kaldı ve kimi şubelerden eylem programları geliştirilmeye başlandı. Çeşitli illerde işyeri önü eylemleri ve basın açıklaması biçiminde gelişen eylemler, İstanbul’da daha ileri bir seviyeye sıçradı. BES İstanbul 3 Nolu Şube’nin 29 Kasım’da Kadıköy Vergi Dairesi Müdürlüğü önünden Kadıköy Postanesi’ne yaptığı yürüyüşe çoğunluğunu maliye çalışanlarının oluşturduğu yüzlerce büro emekçisi katıldı. Bu yürüyüş sonrasında bu şubenin önerisi ile Taksim’de gerçekleştirilen yürüyüşe 1.200 büro emekçisi katıldı ve “grev provası” yapıldı. İstanbul 1 Nolu şubenin çeşitli “gerekçelerle” katılmadığı bu eylemin 21 Aralık’ta önemli bir hazırlık olduğu grev gününde ortaya çıktı. 3 Nolu Şube 21 Aralık’ta önce Kadıköy’de 700-800 kişilik bir kitle ile yürüyüş yaparken, Beyazıt Meydanı’na da 500 kişilik bir kitle ile katıldı. Maliye birimi az olan 2 Nolu Şube de önemli bir kitle ile Beyazıt’taki yerini aldı. 21 Aralık grevinin maliye emekçileri içerisinde başarı ile gerçekleştirilmiş olması merkezi müdahale olmasa dahi maliye emekçilerinde duyarlılığın önemli oranda gelişmiş olduğunu göstermiştir. Grev sonrasında maliye emekçileri içerisinde Ankara eylemi beklentisi
6 - www.sosyalistkamu.com
güçlenmiş bulunmaktadır. Her genel kurulda veya çeşitli organ toplantılarında sık sık tekrarlanan “BES sınıfta kaldı” sözünü bir kez daha tekrarlamamak için BES MYK’sı hareketi merkezileştirecek ve tabandaki beklentiye yanıt verecek bir eylem programı çıkarmalıdır. Tarihi bugünden belirlenerek Maliye Bakanlığı önünde binlerce maliye emekçisinin gün boyu yapacağı bir oturma eylemi gerçekleştirilmelidir. Eylemin devamının nasıl getirileceği ise bakanlığın eylem karşısındaki tutumu ve eyleme katılım düzeyi dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu eylemin takvimine bağlı olarak eylem öncesinde grev, işyeri eylemleri vb. eylem biçimleri ile bu eylemin altı doldurulmalıdır. Mücadele talepleri değişen koşullara uyarlanmalıdır BES uzun zamandır maliye alanında “eşit işe eşit ücret” mücadelesi vermektedir. Bu mücadelenin temelini aynı masalarda iş yapan ve uzman olan ile olmayan arasındaki ücret adaletsizliği belirliyordu. Somut durum buydu ve talep bunu karşılıyordu. Ne var ki, 666 sayılı KHK ile ücret adaletsizliği yeni bir boyut kazanmıştır. Kimi merkez kadrolara 1.400 TL’yi aşan artışlar yapılarak merkeztaşra ayrımı derinleştirilmiş ve taşra kadroları ile kimi merkez kadroları arasında 2.000 TL’yi aşan ücret farkı yaratılmıştır. KHK ile aynı işi yapanlar arasındaki ücret adaletsizliğine eşit unvanlara sahip uzman kadrolar arasında ve taşrada görev yapan uzman olmayan kadrolar ile merkez uzman kadroları arasında ücret uçurumu eklemlenmiştir. Yani yatay ücret adaletsizliğine bir de dikey adaletsizlik eklenmiştir. Yeni koşullar taleplerin de yenilenmesini zorunlu kılmaktadır. “Eşit işe eşit ücret” kavramı ortaya çıktığı dönemin özellikleri nedeniyle doğal bir biçimde emekçilerde “uzman olan ile olmayan” arasındaki ücret farkını dile getiren bir talep olarak algılanmaktadır. Talebin daha da netleşmesi ve tüm emekçilerin bu talepte kendisini bulması büyük önem
taşımaktadır. Bu nedenle İstanbul 3 Nolu şubeden doğru yükseltilerek yaygınlaşmaya başlayan “Merkeztaşra ayrımı kaldırılsın! Eşit iş yapanlar ve eşit unvanlar arasında ücrette ve haklarda adalet” şiarı “Eşit İşe Eşit Ücret” şiarına eklenmeli, çalışanlara hem dikey hem de yatay eşitlik istediğimiz anlatılmalıdır. Kısacası hem uzman kadrolarda görev yapan emekçiler ve hem de diğer kadrolarda görev yapan emekçiler talepler içerisinde kendisini bulabilmelidir. Bu taleplere tüm çalışanların ortak talebi olan “ek ödemelerin emekliliğe esas kazanca dahil edilmesi” talebi başta olmak üzere diğer talepler eklenmelidir. Taleplerdeki somutluk önemlidir ve taleplerimiz, maliye emekçilerinde gelişen kafa karışıklıklarını gidermelidir. Maliye emekçileri gözünü BES’in atacağı adımlara dikmiştir. BES MYK’sının önünde vakit kaybetmeden süreci doğru değerlendirme ve gelişen tepkiyi “soğumaya bırakmadan” merkezileştirme görevi durmaktadır. Aksi durumda Nisan ayında yapılacak genel kurulda bir kez daha “sınıfta kaldık” tespiti yapılacak ve geçmişin hatalarını tekrarladığımızı ilan etmiş olacağız. “Sınıfta kaldık” tespiti yapıp özeleştiri vermek kolaydır. Ancak maliye emekçileri bu sınıfta kalmanın bedelini ağır ödemekte, mücadeleye duydukları inanç ve sendikayla olan bağları zayıflamaktadır. Şimdi BES MYK’sının önünde mücadeleyi merkezileştirme ve geliştirme (bakanlık eylemi, grev ve çeşitli sokak eylemleri) görevi durmaktadır. Alınan kararlar sonrasında tüm MYK üyeleri illere dağılarak günlerce sürdürülecek çalışmalarda aktif rol oynamalıdırlar. Bunu başarabildiğimiz ölçüde BES, çalışanlar içerisinde mücadeleye ve örgütlülüğe duyulan güvenin gelişmesinde ve kazanımlar elde edilmesinde önemli bir rol oynayacaktır. BES üyesi bir Sosyalist Kamu Emekçisi
www.sosyalistkamu.com - 7
SSGSS Kanunu’nun 1 Ocak 2012’de yürürlüğe giren maddeleri neler getiriyor?
SSGSS Kanunu sosyal güvenlik ve sağlığın piyasalaştırılmasına yönelik yeni-liberal zihniyetin ürünüdür. 5510 Sayılı Kanun sosyal güvenlik ve sağlığın bir sosyal hak olmaktan çıkarılıp metalaştırılması konusunda çok ciddi bir eşiktir ve yasadaki hükümler bu amaca yönelik düzenlenmiştir. Bu uygulamaların gerisinde ise emperyalizmin finansmanını sağlayan IMFDB gibi kuruluşlar, GATS gibi kamu hizmetlerinin piyasalaştırılıp sermayeye peşkeş çekilmesinin önünü açan sözleşmeler vardır. Sermaye devleti ve onun temsilcisi AKP hükümeti tarafından “reform” olarak nitelenen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Kanunu’nun bazı hükümleri 1 Ocak 2008, 30 Nisan 2008 ve 1 Temmuz 2008 tarihinde yürürlüğe girmişti. Diğer bütün hükümleri de Ekim 2008 başında yürürlüğe girdi. En başta belirtelim ki SSGSS bir reform, bir iyileştirme, bir geliştirme yasası değil, bir köklü geriye gidiştir. Bu nedenle 2008 Ekim ayı ülkemizin sosyal güvenlik sistemi açısından bir dönüm noktası; sosyal sigortalar ve sağlık hakları konusunda büyük geriye dönüşün başlangıç tarihidir. 2008 Ekim ayında yürürlüğe giren yasanın memurları ilgilendirmediği öne sürülerek kamu
emekçileri bu süreçten uzak tutulmuştu. Ama sermaye her zamanki gibi sözünü tutmadı ve hızla çıkardığı yasalarla kamu emekçilerini de bu yasanın içine yerleştirdi. Bu aşamada işçi ve emekçiler, belli başlı uygulamalarla sürece hazırlandı (hastanelerde alınan katkı payları gibi). Toplumsal duyarlılık ve muhalefet, yasa sürece yayılarak boşa düşürülmeye çalışıldı. Bunda da büyük bir başarı sağlandı. Yasanın kalan maddeleri ise 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecektir. Hepimizin hayatını yakından ilgilendiren ve “Sosyal Güvenlik Reformu” olarak bize yutturulan, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Zorunlu Genel Sağlık Sigortalısı” olunmasına ilişkin hükmü 3,5 yıllık ertelemeden sonra 1 Ocak 2012 tarihinde yürürlüğe girecek. Yani, 1 Ocak 2012 gününden itibaren bütün ülke vatandaşları kendi ceplerinde zorunlu Genel Sağlık Sigortalı olacaklar. Buna göre;
1 Ocak 2012’den itibaren Ayda 30 günden az çalışanlar: Bir işveren yanında çalışıyor ve işvereniniz sizi ayda 30 günden az gösteriyorsa her eksik kalan GSS primlerinizi 30’a
8 - www.sosyalistkamu.com
tamamlamak zorundasınız. GSS prim borcunuzu ödemezseniz takip eden aybaşından itibaren ne siz, ne eşiniz ne de çocuklarınız sizin üzerinizden sağlık hizmetlerinden yararlanabilir. İster çalışan olun ister emekli 18 yaşını tamamlamış (okumayan) çocuklarınıza artık sizin üzerinizden sağlık yardımı vermeyecekler. Şayet çocuklarınız okuyorlarsa lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yükseköğrenim görmesi halinde 25 yaşına kadar sizin üzerinizden bakılabilir. 25 yaşını tamamladığı günden itibaren 10 günü takip eden bir ay içinde SGK’ya gidip, GSS prim borcunuzu ödemeniz lazım. Kısmi süreli çalışanların GSS primi: Part-time çalışan veya ev hizmetlerinde 30 günden az çalışanlar da prim ödeme yükümlüsü olup, GSS primlerini 30 güne tamamlamak zorundadırlar. Prim borcunu ödemedikleri sürece sağlıktan yararlanamayacaklardır. Bu durumda part-time çalışanların mağduriyetleri söz konusu olacak. Sağlık güvencesi olmayıp da GSS kapsamında prim ödemek zorunda kalacak olanların ne kadar prim ödeyecekleri, aile içindeki aylık kazançlarına göre belirlenecektir. Kişilerin ödeyeceği GSS prim tutarı gelir testi yapılmasının istenip istenmemesine göre değişecektir. Kişi yeşil kart veya gelir testi istemiyor ise; yürürlükteki asgari ücretin 2 katının yüzde 12’si
oranında GSS primini her ay ödemesi halinde sağlık hizmetlerinden yararlanacaktır. Yani her ay 201 TL GSS primi ödenecek. Sigortalı olarak çalışanlar ister SSK’lı ister BağKur’lu ister memur olsunlar hem emeklilik hem de sağlık primi ödüyorlar. Geliri asgari ücretin üçte birinden fazla olanlardan GSS primi alınacak. YEŞİL KART KALKIYOR! Harcamaları, taşınır ve taşınmaz malları dikkate alınarak tespit edilecek aile içindeki kişi başına düşen aylık geliri asgari ücretin üçte birinden az olan vatandaşların primlerini (Yeşil kartlıları) devlet ödeyecek. Sigortalı olup emekliliği hak eden birisi sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışamayacak. Emekli bir sigortalı çalışmak istediğinde emekli aylığı kesilecek. Emeklilik yaşı kademeli olarak kadınlarda ve erkeklerde 65 yaşına çıkartılacak. Çalışanlarda 29 yaşına kadar sosyal güvenlik primleri işverenler tarafından değil devlet tarafından karşılanacak. Bu da demektir ki 30 yaş ve üsttü işsizlik oranlarında ciddi bir artış olacaktır. Başka bir yönüyle de devletin kasasından çıkacak olan bu para yine vatandaştan çeşitli yollarla toplanan paralar olacaktır.
www.sosyalistkamu.com - 9
Sonuç itibariyle 29 yaşına kadar sosyal güvenlik primleri dolaylı olarak vatandaşın cebinden çıkmış olacaktır. Yeşil kartlı olmayanlar, öncelikle 1.1.2012 tarihinden itibaren en geç bir ay içinde sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına başvurarak gelir testi yaptıracaklar, durumuna göre prim ödeme yükümlüsü olacaklar. Bu durumda olup, herhangi bir sosyal güvencesi olmayan, bakmakla yükümlü kişi olmayan, yeşil kartı olmayanlar ise bir ay içinde başvurmadıkları takdirde (2012 yılı Ocak ayı sonuna kadar) resen SGK tarafından tescil edilerek asgari ücretin iki katının yüzde 12’si oranında prim ödeme yükümlüsü olacaklardır. Gelir durumlarına bakılabilmesi halinde, primleri gelire bağlı olarak değişecek. Buna göre; 1) Asgari ücretin üçte birinin (279 TL) altında ise GSS primleri devlet tarafından ödenecek. 2) Asgari ücretin üçte biri (279 TL) ile asgari ücret arasında ise 279x%12 = 33,48 TL, 3) Asgari ücret (837 TL) ile asgari ücretin iki katı arasında ise 837x%12=100,44 TL, 4) Asgari ücretin iki katından (1.674 TL) daha fazla ise 1.674 x%12 =201 TL, 5) 1700 TL maaş alan bir eğitim emekçisi 85 TL Genel Sağlık Sigortası(GSS) primi ödeyecek. GSS primleri ödenmez ise sağlık yardımı verilmeyecek.
Muayene katılım payları ise şu şekilde belirlenmiştir: Sağlık Ocağı/Aile Hekimlikleri için 2 TL, Hastaneler için 8 TL (Hastanelerdeki 8 TL’nin 5 TL’si maaştan kesilirken, 3 TL de eczanede elden alınmaktadır) Özel sağlık kurumları için 15 TL. Üstelik her hekim muayenesi için ayrı ayrı katkı payı alınmaktadır. Örneğin komplikasyon gelişmiş şeker hastalarının aynı zamanda üç ayrı branş hekimine muayenelerinin maliyeti hastalar için cepten ödenen 24 TL’dir. Buna ilaç katkı payı dâhil değildir. Bunların yanı sıra 22 Aralık 2011 tarihinde gece yarısı çıkarılan yasa ile Aile hekimlerinin yazdığı reçetelerden de 3 TL katkı payı alınması, 3 ilaçtan sonra ilave 1 TL daha katkı alınması düzenlenmiştir. Türkiye’de eğitim gören yabancı uyruklu öğrencilerin 30 gün üzerinden ödedikleri 100 lira genel sağlık sigortası primi düşürüldü. Öğrencilere büyük yük getiren
ve kayıt dışına iten genel sağlık sigortası primi 34 liraya indirildi. Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi için 2 TL ödeneceğini, sevk zinciri oluşturulduğunda katılım payı 5 katına kadar artabilecek. Katılım payı, ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri ile ayakta tedavide sağlanan ilaçlarda, gereksiz kullanımı azaltmak amacıyla prime esas kazanç, gelir ve aylıkların tutarı gibi ölçütler dikkate alınarak, yüzde 10 ila yüzde 20 arasında olacak. 18 yaşını doldurmayanlar, tıbben başkasına muhtaç olanlar, acil, iş kazası ve meslek hastalığı, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, koruyucu sağlık hizmetleri ve analık halleri dışında, sağlık hizmetlerinden yararlanmak için son 1 yıl içinde toplam 90 gün genel sağlık sigortası primi ödeme şartı aranacak. İşten ayrılan sigortalı ve yakınlarının sağlık hizmetlerinden yararlanma süresi 90 gün olacak. Sermaye devleti son on yılda bütçeden sağlığa ayrılan payın arttığını ve buna bağlı olarak verimliliğin de arttığını söylemektedir. Sağlık harcamalarındaki bu artışa paralel olarak toplumun genel sağlık düzeyinde hiçbir iyileşme olmamış, dolayısıyla verimlilik iddiası tam tersine verimsizlik getirmiştir. Halkın sağlığına yansımayan bu devasa harcamalar, özel sağlık sektörü, uluslararası ilaç ve teknoloji endüstrisinin kar hanesine yazılmıştır. Böylelikle “ne kadar çok hasta o kadar çok para” anlayışı sağlığı bir hizmet olmaktan çıkarıp kar güdüsüne endekslemektedir. Halkın vergileriyle kurulan hastaneler ve sağlık hizmeti yerli-yabancı şirketlere peşkeş çekilmektedir. Sağlık emekçileri iş güvencesinden yoksun bırakılmaya çalışılarak taşeronlaşmanın ve ucuz iş gücünün önü açılmaya çalışılmaktadır. Sağlık hizmetinden yararlanan işçi ve emekçilere ise “paran kadar sağlık” dayatması kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Sağlıkta meydana gelen tüm saldırıların hedefinde sadece “sağlık çalışanları değil” bütün bir sağlık hizmetlerinden yararlanan “toplum” da hedeflenmektedir. Bütün bunlar ışığında “sağlık haktır satılamaz” şiarını yükselterek sağlığın metalaştırılmasına, piyasalaştırılmasına ve sağlık çalışanlarına yönelik saldırılara karşı tüm işçi ve emekçilerin birleşik militan bir mücadele ile dur demesi gerekmektedir. Zaman, kaybettiğimiz hakları geri alabilmek ve yeni haklar kazanmak için alanlara çıkma, direnişe ve greve geçme zamanıdır. Sosyalist Kamu Emekçileri /Tokat
10 - www.sosyalistkamu.com
“Burjuvazi bizi savaşa davet etti Davetleri kabülümüzdür!”
Sermaye devletinin son dönemde kafaları karıştırarak, gerçekle yalanı birbirine katarak ince hesaplar yaptığı ve en kısa sürede yasalaştırmaya çalışacağı kıdem tazminatı saldırısına hemen bugün hazırlanmalıyız. Nedir bu kıdem tazminatı?... Kıdem tazminatı, işçinin çeşitli sebeplerle işyerinden ayrılırken işveren tarafından iş kanunu gereğince işçiye vermiş olduğu bir tazminat şeklidir ve her yıl için işçinin 1 aylık brüt maaşı üzerinden ödenir. İşçi için temel bir hak, işveren için ise işgücü maliyetini yükselten, işçinin sıradan ve önemsiz nedenlerle işten çıkarılmasını zorlaştıran bir uygulamadır özü itibariyle. Kıdem tazminatının fona devredilmek istenmesindeki asıl amaç da burada yatmaktadır. Kapitalizmin yükselen her kriz ortamında işçileri en az maliyetle tek tek ya da toplu olarak işten çıkarmasının önünü açmak, kıdem tazminatının işten çıkarmadaki caydırıcılığını bertaraf ederek kan emici asalak takımının toplu para ödeme yükünü azaltarak maliyetleri kısmak ve daha az maliyetli, daha düşük ücretli çalışacak yeni işçiler
alabilecekler. Yeni uygulama ile işsizliğin daha da artması kaçınılmaz. Sermaye devletinin sözcülerinin “işçilerin hak kaybı olmayacak” söylemi kesinlikle bir aldatmacadır. Zaten işçilerin kıdem tazminatını alamamasının tek nedeni asalak takımının bu hakkı gasp etmeleri değil midir? Kağıt üzerinde işten çıkarılıp ardından yeni işe girmiş gibi işe başlatılan işçi, yasal hakkını gene yasal olarak patronuna hediye etmiş oluyor(!). Yani minareyi çalan kılıfını hazırlıyor. Fon sisteminde patronların her işçi için belli oranda prim ödemesi gerekecek. İşçilerin sigortasını bile yatırmayan, mevcut sistemde kıdem tazminatını gasp edebilmek için girdi çıktı yapan, sendikaya üye olan işçileri kapı önüne koyan asalak takımının fona prim yatıracağına inanmak için bir nedenimiz yok. Zaten böyle bir ihtimal de yok. Çalışanların yüzde 45’inin kayıt dışı çalıştığı düşünüldüğünde yeni düzenlemenin zaten onları kapsamadığı ve fon kurulduğunda bu hakkı elde edeceklerinin de hiçbir garantisi de yok. Kaldı ki mevcut
www.sosyalistkamu.com - 11
sistemde kıdem tazminatından faydalanmak için 1 yıllık sigortalı olmak yeterken yeni sistemde 10 yıllık sigortalılık süresi dolmadan işçiler kıdem tazminatından yararlanma hakkını fiilen kaybetmiş olacaklar. Aynı şekilde mevcut sistemde işçiler bir aylık brüt tutarı kadar kıdem tazminatı alırken yeni uygulama ile fona ödenmiş olan her tam yıl için prim hesabına esas olan ücretin 30 günü tutarında olması planlanıyor. Yani yeni uygulama kıdem tazminatının miktarında da önemli bir düşüşe yol açacak. Asalak takımı için 30 günlük süre bile çok geliyor ki bu sürenin 15 güne düşürülmesi için çabalarını yoğunlaştırıyorlar Tabi bir de tazminatı alabilmeniz için ucuz, sorunsuz, sendikasız, haksız, hukuksuz ve hakkını aramayan uslu işçi profilinde olmanız ve sermaye sınıfına tamamen bağımlı ve sadık olmanızda gerekecek.. Yeni sistemle beraber patronlar, işçinin aylık ücretinin yüzde 5’ini fona yatırarak yükünü yüzde 40 azaltacaklar. Bu da çalışma yaşamında gerek ücret gerekse istihdam edilen işçi sayısının esnekleştirilmesidir. Saldırı bu kadar net ve büyüktür. Olaya bir de sendikalar ile işçi ve emekçiler açısından bakalım. Türk-İş ve DİSK kıdem tazminatına dokunulmasını ‘genel grev’ nedeni sayacaklarını söyleseler de saldırının püskürtülmesi emekçilerin topyekün dişe diş militan mücadelesi ile olacaktır. Keza sendika ağalarının söylemi her hak gaspında olduğu gibi “dostlar alışverişte görsün” emsalidir. Saldırının boyutuna rağmen dişe tırnağa dokunur henüz bir şey yapılmamış, sermaye iktidarının yalan söylemlerine karşı yapılmak istenilen dezenformasyon işyeri işyeri, birim birim anlatılması gerekirken genel-geçer söylemlerle yasanın meclise gelmesi beklenmektedir. Aynı şekilde KESK “düşünülemez bile” demesine rağmen henüz tam anlamıyla adım atmamıştır. Kamu emekçilerinde ise süreç sanki bu saldırı onları etkilemeyecekmiş gibi algılanmakta. Halen kazanılmış(?) hak kaybedilmez yanılgısı büyük oranda devam etmekte. Oysa ki en son SSGSS yasa tasarısı sürecinden de hatırlanacağı üzere hükümet genel sağlık sigortası kapsamından önce kamu emekçilerini muaf tuttu, çünkü yükselen bir işçi-emekçi hareketi ve birlikteliği vardı. Bu birlikteliğin dağıtılması sermaye devleti için acil bir sorundu. Birlikte başarılabileceğinin yaşayarak öğrenilmesi sermaye devletini zora sokabilirdi. Süreç hatırlanırsa, Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu
çatısı altında taban inisiyatifinin süreci zorlaması sendikaları birlikte hareket etmeye zorlamıştı. Ve kamu emekçilerine bu süreçte verilen ufak bir ayrıcalık sendikaların- özellikle de kontra sendikaların- süreçten çekilmeleriyle sonuçlandı. Kamu emekçileri sendikalarının eylem alanlarından uzaklaştırılması sürecin birden terse dönmesini sağlayarak yasa tasarısı yasalaştı. Sonra bir ek madde ile kamu emekçileri de GSS kapsamına dahil edildiler. Yani aslında kamu emekçileri için de bedeller ödenerek kazanılmış olan hak, önce lütuf olarak geri verildi, sonra da güçsüzlüğün etkisi ile tamamen geri alındı. Yani şu artık görülmelidir; dişe diş militan mücadele yapılmadığı sürece yüzyılların kazanımlarını kaybetmeye mahkumuz ve Engels’in dediği gibi “Burjuvazi bizi savaşa davet etti. Davetleri kabulümüzdür.” Bu savaşta yerinizi almak için ve çocuklarımıza onurlu, yaşanılabilecek bir dünya bırakmak için örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz.
12 - www.sosyalistkamu.com
Şahsiyet, manipülasyon ve gerçek “Manipülasyon aracılığı ile egemen seçkinler kitleleri, kendi hedeflerine uyumlu kılmaya çalışırlar.” Freire Paulo, Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2008, s.123 Sınıflı toplumlarda egemen sınıflar, tarih boyunca, sömürü koşullarını meşrulaştırmak için (meşru olmadığından) manipülasyon dediğimiz gerçeğin egemen sınıf çıkarlarına uyarlanmasına (çarpıtılmasına) ve bu uyarlanmış zemin üzerinde yeniden üretilmesine dayanan gerekçelendirmeler icat etmişlerdir. Diyebiliriz ki egemenler, manüple etmeden iktidarlarını sürdüremezler. Egemenler için ‘manipülasyon’ kural, ‘gerçek’ ise istisnadır. Bu açıdan Bülent Arınç’ın Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’e yönelik eleştirileri cevaplarken söylediği “öğretmenlere şahsiyet kazandırmak isteyen bir insandır” sözü hiç de yeni bir şey değildir. Daha önce de Başbakan R. Tayyip Erdoğan TEKEL direnişi için, “ben yetimin hakkını kimseye yedirmem” diyerek manipülasyon tarihinde çığır açmıştı. Gel gelelim şahsiyet meselesine. Herkes bilir ki kapitalizm tıpkı kendinden önceki sınıflı toplumlar gibi sömürünün doğası gereği- ezme ezilme ilişkisi üzerine kuruludur. Ezme ezilme ilişkisi ise hem ezenin hem de ezilenin sağlıklı bir şahsiyet edinmesine bizzat engel olur. Ezenler sömürü koşullarını gizlemek ve gizemli bir hale sokmak için bin bir türlü manipülasyon aracını devreye sokarlar ve kirlenmişliklerini toplumun en küçük hücrelerine (devlet, aile, hukuk, din, hatta kişisel arkadaşlık ilişkileri) kadar sirayet ettirirler. Sonuçta tüm ilişkiler burjuvaca bir şahsiyet (şahsiyetsizlik) kazanır. Mülk sahipleri üretim araçları üzerindeki mülkiyet haklarını(!) her zaman için emekçilere karşı şantaj aracı olarak kullanırlar. Her zaman işten atılma kaygısı taşıyan, hayatını ve davranışlarını bu kaygı üzerine kuran emekçi; başkası (kapitalist) için yaşayan, kendini onun çıkarlarına, onun tepkilerine, onun inançlarına ve onun kurallarına uyarlamak zorunda kalan bir kişi görünümü kazanır. Emekçinin örgütsüzlüğü, bu ekonomik zorbalık karşısındaki boynu büküklüğünün ve çaresizliğinin asıl nedenidir. Kendini var etmeye çalışan emekçi, kendini gerçekleştiren ya da kendini gerçekleştirme araçlarına sahip olan egemen karşısında edilgendir ve bu edilgenlik egemenin aşağılamalarıyla taçlandırılır. Sınıflı toplum devleti (günümüzde kapitalist devlet) emekçinin edilgenliğini yasalarla süreklileştirmeye çalışır. Emekçi, kendini gerçekleştirmeye (mücadeleye) kalkıştığında, hele hele kendini gerçekleştirme araçlarına sahip olmak (üretim araçlarını toplumsallaştırmak) istediğinde devlet tarafından
emekçiye; hapishane, katliam, hukuk, sosyoloji, siyaset vb. araçlar devreye sokularak konumu hatırlatılır. Amaç emekçiye kendi emeğini değersiz göstermek ve sömürü koşullarını sürdürmektir. Böylece emekçi, mülk sahiplerinin gittikçe büyüyen servetini ulusal servet olarak algılayacak ve onların zenginleşmesini ülkenin zenginleşmesi zannedecektir. Kazan doğuracak, servetin kaynağı (artı-değer üreten emek) gizemli bir hal alacak ve emekçinin üretimde kullandığı tüm emeği, o mütevazi ücreti tarafından temsil edilen bir olguya dönüşecektir. Yukarıdaki bütün bu soyutlamalar ışığında gerek Bülent Arınç’ın açıklaması ve gerekse Milli Eğitim Bakanı’nın görece daha örtülü açıklamaları, doğrudan doğruya kamu emekçilerinin haklarına yönelik kapsamlı saldırıların öncesinde atılan savaş naralarıdır. KHK’larla kendini dışa vuran süreç; okulların satılması, eğitim emekçilerinin istihdam bürolarında iş bekleyen insanlar haline dönüştürülmesi, esnek ve kuralsız çalışma koşullarının genel çalışma biçimi halini alması, bireysel sözleşme ve bu yolla bütün hakların elden gitmesi vb. bir dizi “şahsiyet kazandırma(!)” projesini içermektedir. Hükümetin eğitim emekçilerine “şahsiyet kazandırma” sürecinin bir diğer ayağını ise torpil sendikası (bu sendika; atamalarda, yer değiştirme işlemlerinde, müdürlük ve müdür yardımcılıklarında yardımcı olacağını söyleyerek üye kazanmaktadır) Memur-Sen konfederasyonuna bağlı Eğitim Bir-Sen’in güçlendirilmesi oluşturmaktadır. Hükümetin bir kurumu gibi çalışan bu sendika, yöneticilerini dikey geçişle çalışma bakanlığına danışman olarak göndermektedir. Zaten kamu emekçilerinin nasıl yönetileceği konusunda işin kurdu olmuş, onların içinden çıkan ve onları çok iyi tanıyan bir sendika bürokratından daha iyi danışman da bulunamazdı. Bu süreçte Türk Eğitim-Sen devlet nazarında eski önemini kaybettikleri ve müdürlükleri, yönetim organlarını Eğitim Bir-Sen’li bürokratlara kaptırdıkları için mücadele ediyormuş gibi bir izlenim vermektedir. KESK’in örgütlediği 21 Aralık grevi kamu emekçilerinin büyük bir şahsiyet örneğidir. Oldukça güçlü geçen grevin ardından hükümetin; toplu sözleşmenin en kısa sürede yapılacağını, öğretmenlerin özlük ve ekonomik haklarının Ocak ayından itibaren iyileştirileceğini beyan etmesi emekçilerin şahsiyetlerini ve geleceğini ancak mücadeleyle elde edebileceklerini göstermektedir. Haklarımızı elde etmek için, daha onurlu bir yaşam ve gelecek için, örgütlü mücadeleye… Sosyalist Kamu Emekçileri/Tokat
www.sosyalistkamu.com - 13
Sağlık emekçilerinden Taksim’de grev provası Sağlıktaki yıkım saldırılarına karşı sağlık emekçileri, 18 Aralık günü yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı Taksim’deki yürüyüşle grev provası yaptı. Beyoğlu Tünel’de toplanan binlerce sağlık emekçisi Taksim Gezi Parkı’na kitlesel ve coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdi. İstanbul Tabip Odası, KESK’e bağlı SES İstanbul Şubeleri, Dev Sağlık-İş, İstanbul Veteriner Hekimler Odası, İstanbul Diş Hekimleri Odası, İstanbul Eczacı Odası tarafından örgütlenen yürüyüşte sağlık hakkına sahip çıkmak için 21 Aralık’ta grev çağrısında bulunuldu. Taksim Gezi Parkı’na doğru yürüyüşünü sürdüren
kitle parkın merdivenlerinde toplandı. Sağlık emekçileri, karanlığı temsilen giydikleri siyah önlükleri basın açıklaması öncesinde attılar. Açıklamayı okuyan İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “sağlık hizmetlerine ulaşımı kolaylaştırdığınız zaman gereksiz kullanım başlıyor” sözünü hatırlatarak bunun nedeninin muayene süresinin 4 dakikaya sıkıştırılması olduğunu söyledi. Sağlık alanında emekçilerin sınırsız hizmet verdiğini ancak sıfır güvenceye sahip olduklarını söyledi. Tıp eğitiminin ve gerçek sağlık hizmetlerinin yıkıma doğru gittiğini sözlerine ekleyen Gören, 21 Aralık grevine çağrı yaptı.
Büro emekçilerinden ‘Büyük Taksim’ buluşması Büro Emekçileri Sendikası (BES) İstanbul 2 ve 3 Nolu Şubelerin çağrısı ile 15 Aralık’ta Taksim Tramvay Durağı’ndan Galatasaray Lisesi önüne kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirildi. İstanbul 1 Nolu şubenin çeşitli gerekçelerle katılmadığı eyleme çoğunluğunu maliye emekçilerinin oluşturduğu 1.200 emekçi katıldı. Yürüyüş boyunca 666 sayılı KHK'ya karşı tepkiler dile getirilirken 21 Aralık'taki greve çağrı yapıldı. Büro emekçileri “Eşit işe eşit ücret aldatmacasına hayır”, “Yaşasın grev, yaşasın toplu sözleşme!/ 21 Aralık'ta grevdeyiz” ve “Merkez- taşra ayrımına son/ Eşit iş ve ünvanlara ücrette ve haklarda adalet istiyoruz” pankartları arkasında coşkulu sloganlarla yürüdüler. "Genel grev, genel direniş", "Direne direne kazanacağız" ve "Eşit işe eşit ücret" sloganlarıyla gerçekleştirilen yürüyüşün ardından BES 2 No'lu Şube Başkanı Nevin Kaplan açıklamayı okudu. Kaplan, daha fazla örgütlenerek, daha fazla birleşerek ve mücadeleyi yükselterek AKP hükümetinin korkusunu büyüteceklerini söyledi ve “Bugün büro emekçileri olarak burada yapmış olduğumuz yürüyüşle iktidarı bir kez daha uyarıyor, hak gasplarına ve adaletsizliklere
karşı 21 Aralık’ta tüm kamu çalışanları ile birlikte hizmet üretimini durduracağımızı ilan ediyoruz. Ya taleplerimize kulak verirsiniz ya da milyonların öfke ve gücünü karşınızda bulursunuz!” dedi. Kaplan sözlerinin sonunda büro emekçilerinin taleplerini şöyle sıraladı: “Eşit işe eşit ücret, Ek ödemelerin maaşlara eklenmesi, Merkez-Taşra ayrımının kaldırılarak aynı ünvanlar ve aynı iş yapanlar arasındaki ücret ve özlük haklardaki adaletsizliklerin giderilmesi, 4/C statüsünde çalışanların kadroya alınması, Performans uygulamasından vazgeçilmesi, Eşit temel ücret dışında işin niteliğinden kaynaklı tazminatların ödenmesi, Kadro/derece ilerlemelerinin kariyer ve likayat ilkeleri çerçevesinde yapılması, Atama ve görevde yükselmelerde haksızlık ve keyfiliğin önlenmesi, Sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarının sağlanması, Grev ve Toplu Sözleşme hakkını yasal güvenceye alan düzenlemeler yapılması.
14 - www.sosyalistkamu.com
21 Aralık’ta ülke genelinde emekçiler alanları doldurdu KESK’in ve sağlık örgütlerinin almış olduğu karar doğrultusunda 21 Aralık’ta gerçekleştirilen greve yüzbinlerce emekçi katıldı. Eğitim emekçileri kitlesel katılım sağlarken, hastaneler ve vergi daireleri başta olmak üzere birçok kamu kurumunda greve gidildi.
Istanb 22 Kasım 2012 /
ul
İSTANBUL Anadolu Yakası’nda sağlık emekçileri ve maliye emekçileri greve etkin bir biçimde katıldılar. Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde bir araya gelen SES, Dev Sağlık İş ve TTB üyesi sağlık emekçileri burada bir basın açıklaması yaptılar. Anadolu Yakası’ndaki diğer hastanelerde de greve önemli oranda katılım sağlandı ve acil servisler dışında sağlık hizmeti verilmedi. Çoğunluğunu vergi dairesi çalışanlarının oluşturduğu BES üyesi büro emekçileri ise Kadıköy Vergi Dairesi önünde toplanarak Kadıköy İskele Meydanı’na yürüdüler. Anadolu Yakası’nda vergi dairelerinde greve önemli oranda katılım sağlandı ve sabah saatlerinde işyeri önlerinde toplanan emekçiler iş bırakarak alanlardaki yerlerini aldılar. Beyazıt’taki eylem için Sirkeci’de toplanan 10 bini
aşkın emekçi Beyazıt Meydanı’na yürüdü. Eğitim Sen İstanbul Şubeleri’nin kitlesel katılım sağladığı yürüyüş nedeniyle tramvay ve araç trafiği felce uğradı. KESK’e bağlı sendikalardan Eğitim Sen, Tüm Bel Sen, Haber Sen, Yapı Yol Sen, BES üyelerinin katıldığı yürüyüşte renkli görüntüler oluştu. Grev önlüklerini giyen kamu emekçilerinin yürüyüş kolunun ön tarafı Beyazıt’a yaklaştığında arkadaki kortejler hala Sirkeci’deydi. İstanbul Avrupa Yakası’nda da greve katılım yüksek oldu. Avrupa Yakası’ndaki buluşma noktalarından biri Çapa Tıp Fakültesi oldu. Emekçiler hastane etrafında bir yürüyüş yaptılar. Diğer buluşma noktası da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi idi. Acil bölüm dışında sağlık hizmetinin verilmediği hastane bahçesine sabah saatlerinde çadırlarını kuran emekçiler, greve katılım çağrıları yaptılar. Bir süre sonra “Grevdeyiz” pankartı arkasında oluşturulan yaklaşık 100 kişilik bir kortej ile İstanbul Eğitim ve Araştınma Hastanesi Merkez Polikliniği önünde bekleyen emekçileri almaya gittiler. Buradaki hastane içine girerek greve katılım çağrısı yapan grevcilere “hastaların ve hasta yakınlarının rahatsız olduğu” bahanesi ile hastane yönetiminin ve ÖGB’nin engel olmak istemesi, bizzat hasta yakınlarının eylemi sahiplenmesiyle boşa düşürüldü. Tekrar çadırın önüne dönen emekçiler, bu sırada toplanan kitleyle hastanenin etrafında bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Yürüyüş sırasında hastaneye gelen Kristal-İş üyesi işçiler, Tez-Koop-İş üyesi hastane işçileri, Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği çadırın bulunuduğu yerde grevci emekçileri beklediler. Yürüyüş kolu tekrar çadıra geldiği sırada tıp fakültesi öğrencileri de “Tüccar değil hekim olacağız” pankartıyla korteje girdiler. En öne öğrencilerin alındığı yürüyüş boyunca sloganlar ve ajitasyon konuşmalarıyla çevrede toplanan insanlara grevin nedenini anlattılar. Çapa koluyla buluşmaya az bir zaman kalmışken Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde çalışan sağlık emekçileri, SES Bakırköy Şubesi ve Beşiktaş Çarşı taraftar grubu korteje katıldılar. İki koldan yürüyerek Haseki Eğitim ve Araştırma
www.sosyalistkamu.com - 15
Hastanesi önünde buluşan sağlık emekçileri trafiği kapatarak Beyazıt Meydanı’na yürüdüler. İstanbul çapındaki hastanelerden gelen sağlık emekçileri burada ‘Sağlık Meclisleri’ni kurdular. Acil servislerin dışında hizmet vermeyen hastanelerde greve katılım oranı yüzde yüze yakın gerçekleşti. Yapılan yürüyüşler sonrasında binlerce emekçi Beyazıt meydanında buluştu. Çeşitli sol-sosyalist parti ve gruplar ile demokratik kitle örgütlerinin de katılarak destek verdiği miting, yapılan konuşmalar ile son buldu.
22 Kasım 2012 /
Istanbul
ANKARA Ankara’da Ziya Gökalp’te yapılan eyleme 10 bini aşkın emekçi katıldı. Sağlık, büro ve eğitim emekçilerinin kitlesel katılım sağladığı eylemde coşku hakimdi. Sağlık Bakanlığı’na yürüyen sağlık emekçileri, Abdi İpekçi Parkı’nda Sağlık Meclisi’ni kurdular. Burada yapılan konuşmalar sonrasında 3 bine aşkın sağlık emekçisi Ziya Gökalp’e yürüyüş gerçekleştirdi. Öğrencilerin ve çeşitli sol parti ve grupların destek verdiği yürüyüşte talepleri ifade eden sloganlar atıldı. Saat 10.30’da YKM (Güvenpark) önünde toplanan Eğitim Sen 2-4 ve 5 Nolu şubeler buradan kortejler halinde Atatürk Bulvarı’na çıktılar. Yolun yarısı trafiğe kapatılarak Milli Eğitim Bakanlığı’na yüründü. MEB önüne gelindiğinde konuşmalar yapıldı. Dengiz Sönmez, Eğitim Sen adına basın metnini okudu. 1500 eğitim emekçisinin yürüdüğü bu kolda “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “Genel grev genel direniş!”, “İnsanca yaşamak istiyoruz!”, “ Parasız eğitim, parasız sağlık!”, “ Yaşasın
sınıf dayanışması!” ve “Metin Lokumcu ölümsüzdür!” sloganları gür bir şekilde atıldı. BES 1 ve 2 Nolu şubeler Mithatpaşa Caddesi’nde buluşarak kortej halinde Ziya Gökalp’e geldiler. BES 2 Nolu pankartının arkasında “Ankara Adliyesi çalışanları Fatma Ekin Nadir ve Turgay Akçay’a yapılan baskılar son bulsun” şiarının taşındığı pankartın yanısıra “Ne 4/B, ne 4/C güvenceli iş güvenceli gelecek” pankartı da açıldı. Vergi daireleri ve SGK’da geçtiğimiz hafta içi yoğun hazırlıklar, işyeri toplantıları gerçekleştiren BES üyeleri 2 bine yakın bir kitleyle alana çıktılar. BES Ankara şubelerinin ardından BTS ve Tüm Bel Sen Ankara 1 Nolu Şube de işyerlerinin sorunlarını içeren pankartlarla alanda yerlerini aldılar. Ayrıca eyleme DİSK’e bağlı Sosyal-İş üyeleri de destek verdiler. Tüm yürüyüş kollarının Ziya Gökalp’e ulaşmasının ardından başlatılan miting yapılan konuşmaların ardından son buldu. İZMİR İzmir’de grev için sabah saatlerinden itibaren iş bırakan emekçiler üç ana noktada toplanarak Konak Meydanı’na yürüdü. KESK’e bağlı sendikalar kendi şube pankartlarını taşırken kürsüye “İnsanca bir yaşam için grevdeyiz.”, “Grevli toplu sözleşme hakkımız için grevdeyiz”, “İnsanca yaşanacak temel ücret için grevdeyiz” pankartları asıldı. Eğitim Sen ve SES üyelerinin kitlesel katılımı dikkat çekerken yürüyüş ve eylem boyunca 7 bin kişilik kitle taleprini içeren sloganları coşkulu bir şekilde attı. DİYARBAKIR Diyarbakır’da grev gece saat 24.00’te demiryollarında başladı. BTS üyesi emekçiler geceden itibaren trenleri durdurdular. Saat 11.00’de TCDD Bölge Müdürü emekçileri tehdit ederek istasyona çevik kuvvet çağırdı. Emekçilerin tehditlere rağmen eylemlerini kararlılıkla sürdürmesi üzerine Bölge Müdürü’nün suç duyurusunda bulunduğu öğrenildi. Devlet Hastanesi’nde grev oldukça etkili oldu ve poliklinikler tamamen durdu. Üniversite hastanesinde sabah coşkulu bir şekilde davul zurnalarla başlayan eylemde de poliklinikler uzun süre çalışmadı. Diyarbakır’da grev en çok eğitim alanında etkili oldu. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önünde grev kararını asan öğretmenler daha sonra Eğitim-Sen’e yürüdüler. EğitimSen’den Dağkapı meydanındaki mitinge yürümek isteyen eğitim emekçilerinin önü iki defa polis tarafından kesildi.
Emekçilerin meydana yürümekteki kararlılığı üzerine polis her defasında geri adam attı. Binlerce emekçinin katıldığı miting konuşmaların ardından son buldu. BURSA Çekirge ve Muradiye Devlet Hastaneleri ile Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleştirilen açıklamalar sonrasında sağlık emekçileri, iş bırakma eylemine katılan kamu emekçileri ve destekleyici kurumlar Ünlü Cadde’de toplanmaya başladılar. Setbaşı Vergi Dairesi önünde başlayan yürüyüşte en önde “Grevli toplu sözleşme için 21 Aralık’ta grevdeyiz!” pankartı taşınırken, bu pankartın arkasında eyleme katılan kamu emekçileri tek tek sendika pankartlarını açtılar. Yolun tek şeridinin trafiğe kapatıldığı yürüyüş boyunca alkış ve ıslıklarla sağlıkta ticari dönüşüm uygulamaları protesto edilirken sloganlar atıldı. Orhangazi Parkı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasına 1500 emekçi katıldı. MERSİN 21 Aralık grevine Mersin’de kitlesel bir yürüyüş ve eylemle destek verildi. Saat 12.00’de Devlet Hastanesi önünde toplanan kitle buradan Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi karşısında bulunan parka doğru yürüyüşe geçti. Yaklaşık 2 bin kişilik kitle Hastane Caddesi boyunca “Sadaka değil toplu sözleşme!”, “Genel grev genel direniş!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Savaşa değil eğitime-sağlığa bütçe!”, “Toplu sözleşme hakkımız, grev silahımız!” sloganlarıyla yürüdü. ADANA Saat 11.30’da Büyükşehir Belediyesi önünden ve Çukurova Dr. Askın Tüfekçi Hastanesi önünden olmak üzere iki ayrı yürüyüş kolu oluşturularak Uğur Mumcu Meydanı’na yüründü. İki yürüyüş kolu Kasım Gülek Kavşağı’nda birleşerek tren istasyonunun da bulunduğu Uğur Mumcu Meydanı’na girdi. Gece 24.00’te iş bırakan BTS üyeleri de alana giren kortejleri sloganlarla karşıladı. Coşkunun hakim olduğu eyleme ağırlığını Eğitim Sen ve SES üyelerinin oluşturduğu 1500’e yakın emekçi katıldı. KAYSERİ Emekçiler saat 11.30’da yürüyüş kolu oluşturarak Kayseri Meydanı’na doğru yürümeye başladılar. Yaklaşık 1 kilometre yürüyen kitle yürüyüş başında yaklaşık 200
kişiden oluşurken kortej basın açıklamasının yapılacağı alana geldiğinde 300 kişiye ulaştı. MANİSA Sabah saat 08.00’de işyerlerinde toplanan kamu emekçileri önden belirlenen birleşme noktalarında biraraya geldiler. Okullarda, hastanelerde, bürolarda grev pankartının asıldığı her işyerinde ajitasyonlar eşliğinde grev çağrısı yapıldı. Bu çağrılarda özellikle hastanelerde hasta ve hasta yakınlarına açılan kürsüden söz verildi. Doğu Caddesi’nin tek şeridini trafiğe kapatarak yürüyüşe geçen kamu çalışanları Manisa Vergi Dairesi önüne ulaştı. Burada BES üyeleriyle buluşan kitle bir süre burada eylemlerini sürdürdükten sonra Manolya Meydanı’na doğru yürüyüşe devam etti. Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde toplanan ikinci kol Doğum Evi’nde Eğitim Sen ve SES üyeleriyle buluşarak Manolya Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Saat 12.00’de Manolya Meydanı’na iki ayrı koldan ulaşan kitle ana caddeyi trafiğe kapatarak sloganlar ve halaylar eşliğinde meydana girdi. Bine yakın işçi ve emekçinin katıldığı eyleme sol parti ve gruplar ile çeşitli demokratik kitle örgütleri de destek verdi. TOKAT Tokat Eğitim Sen binasında sabah saatlerinden itibaren biraraya gelmeye başlayan Eğitim Sen ve SES üyesi kamu emekçileri saat 12.00’de sendika binasından Cumhuriyet Meydanı’na sloganlarla yürüdü. Meydanda bekleyen ve ilçelerden gelen Eğitim Sen’liler ile buluşuldu. Burada yapılan basın açıklamasından sonra Tokat Devlet Hastanesi önünde SES tarafından gerçekleştirilecek basın açıklamasına katılmak için hareket edildi. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı ve oldukça coşkulu geçen eylem basın açıklamasının ardından son buldu. HER YER EYLEM ALANI Ülke genelinde onbinlerce emekçinin alanları doldurduğu 21 Aralık günü, ülkenin dört bir köşesinde eylemler gerçekleştirildi. Kırıkkale, Tekirdağ, Edirne, Çanakkale, Kocaeli, Trabzon, Rize, Çorum, Sivas, Afyon, Niğde, Bolu, Çaycuma, Ereğli, Hopa, Aydın, Malatya, Van, Antep, Dersim, Tarsus, Silifke, Fethiye, Didim, Varto ve daha birçok il ve ilçede emekçiler alanlara çıkarak taleplerini haykırdılar.
Kamu Emekçileri Bülteni 43 * Fiyatı: 25 YKr * Ocak 2012 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Ayten Özdoğan * Yayın türü: Yerel, süreli, ayda bir Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Mollaşeref Mah. Simsar Sk No:5/3 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92