Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
k amu e mekçileri b ülteni e-mail: kamuemekcileri@yahoo.com Aylık bülten * Sayı 46* Kasım 2012
Mart 2008 H Sayı 25
, k a m k ı ç p i h a s e z i m e c n İş güve n i ç i k e m e d r u d e n i m e t s i s s n a m r o perf leye
e d a c ü m n ü k e y top ! m ı l a n a hazırl
kamuemekcileri@yahoo.com
2 - kamu emekçileri bülteni altına alındı ve hızlı bir özelleştirmeler dönemi başladı. Özelleştirmelerle sermayeye yeni kar alanları açılırken, işçi ve emekçilerin ise sosyal kazanımları bir bir rafa kaldırıldı. Mezarda emeklilik, taşeronluk sisteminin ve esnek çalışmanın yaygınlaştırılması, sendikal örgütlenmenin zayıflatılması, işçilerin geniş bir kesiminin asgari ücrete mahkum edilmesi, sağlık ve eğitimin paralı hale getirilmesi vb. Şimdi bu kara propaganda biz kamu emekçilerine yönelmiş bulunuyor. Daha dün TEKEL işçilerini “yata yata maaş alıyorlar” söylemleri ile toplumdan yalıtmaya çalışıp onları 4/C’li sözleşmeli çalışmaya ve asgari ücret düzeyinde bir ücrete mahkum edenler, şimdi aynı söylemi biz kamu emekçilerine yöneltiyorlar.
Bir kölelik dayatması: Performans Sistemi
Sermayenin işçi ve emekçilere dönük saldırıları hız kesmiyor. Kapitalist dünya düzeninin içine düştüğü kriz, bir yandan kapitalist devletler arasında uluslararası pazarlar üzerinde çetin bir rekabeti ve bunun doğurduğu savaşları kışkırtırken, öte yandan da krizin yükünün emekçilere fatura edilmesinin bahanesi olarak kullanılıyor. Kriz gerekçesi ile emperyalizmin metropol ülkeleri başta olmak üzere tüm kapitalist ülkelerde “tasarruf tedbirleri” adı altında işçi ve emekçilerin kazanımlarına dönük saldırılar yaygınlaşıyor. Özelleştirmeler, zamlar, hak gaspları ve esnek çalışmanın yaygınlaştırılması gibi yöntemlerle işçi ve emekçiler kölece yaşam koşullarına mahkum edilmek isteniyor. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun çöküşü ile birlikte, dünya kapitalizminin zafer çığlıkları eşliğinde, “tek kutuplu dünya” ilan edildi. Ne var ki, daha “kara propaganda” metinlerinin mürekkebi kurumadan, aslında “iki kutuplu” dünyanın yerini “tek kutuplu” değil, “çok kutuplu” bir dünyanın aldığı görüldü. Soğuk savaş dönemi kapandı ve Körfez Savaşı ile birlikte sıcak savaşlar dönemi başladı. Sosyalizmin baskısı altında uygulanan “sosyal devlet” politikaları yerini liberalizme bıraktı. Ülkemizde de 80 darbesinin ve yeni tarihsel koşulların düzlediği zemin üzerinde, başını Özal’ın çektiği şaşalı liberalizm dönemi başlatıldı. “Devletin ekonomide ne işi var” söylemi eşliğinde, geniş emekçi yığınlar “KİT’ler zarar ediyor”, “yata yata maaş alıyorlar” gibi söylemlerle bu kara propagandanın etkisi
AKP’nin “2023 Vizyonu” adlı belgesinde, kamu personel rejiminin değiştirileceğinden söz ediliyor ve “Kamu personel rejimini yeniden ele alarak günün şartlarına ve geleceğin ihtiyaçlarına cevap veren yeni bir kamu personel sistemini hayata geçireceğiz” deniliyordu. Bu kapsamda yapılan hazırlıklar ve yapılacak değişikliklerin temelinin ne olduğu Ekim ayı içerisinde basına yansıdı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ise katıldığı bir TV programında, “kara propaganda” silahına sarılarak yeni sistemin “verimlilik” esasına dayanacağını ve performans kriterine bağlı bir ücret sistemi geliştireceklerini dile getirdi. Yapılmak istenen düzenlemenin özünü, iş güvencesinin ve buna bağlı olarak da “ücret” güvencesinin ortadan kaldırılması oluşturuyor. Performans düşüklüğü gerekçesi ile kamu emekçilerinin istendiğinde işten çıkarılmasının yolu açılıyor. “Verimlilik” kavramı ile “nitelikli-niteliksiz memur” ayrımına dayalı bir söylem geliştirilerek toplumun geniş kesimleri, kamu emekçilerinin karşısında konumlandırılmak isteniyor. Sanki verimlilik denilen olgu, tek başına bireye bağlı bir şeymiş ve çıkarılan iş miktarına bağlıymış gibi bir yanılsama yaratılarak, “daha çok çalışana daha fazla ücret” söylemi ile kamu emekçilerini de bölmek istiyorlar. Onların verimlilik anlayışına göre günde örneğin 40 hastaya bakan bir doktor, 10 hastaya bakan bir doktora göre ya da 120 kişilik bir sınıfta eğitim veren bir öğretmen (şu an 120 kişilik sınıfta eğitim verenler var!) 40 kişilik sınıfta eğitim veren öğretmene göre daha verimlidir! Yaratılmak istenen bir başka yanılsama ise
kamu emekçileri bülteni - 3 performansa göre ücret sisteminin kamu emekçisinin ücretinin artmasına yol açacağı düşüncesidir. Gerçekte ise performans sistemi, çalışanların rekabetine ve bölünmesine yol açacağından, iş güvencesinin de kaldırılması ile birlikte ele alındığında, ücret güvencesinin ortadan kaldırılması ve mevcut ücretlerin gerilemesi sonucunu doğuracaktır. Eğer performans kendi başına ücret artışı gibi bir sonuç doğursaydı, bugün fabrikalarda asgari ücretle çalışan işçilerin ücretlerinin, milletvekili ücretlerini katlaması gerekirdi. Bunun en açık örneklerinden biri ise Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) çalışanlarıdır. TÜİK çalışanlarının yüzde 90’ı 4/C statüsünde ve performans kriterleri ile çalışmaktadırlar. Öyle ki, belirlenen performansa ulaşabilmek için hafta sonları ve akşamları normal mesai saatleri dışında da çalışmak zorunda kalan TÜİK çalışanları, hiçbir fazla mesai ücreti almadıkları gibi, tüm bu çalışmalarının sonucunda asgari ücrete yakın bir ücret almaktadırlar. İş güvencesinin olmamasının sonucu bir yandan sefalet ücreti olurken öte yandan da işten çıkarma olmaktadır. İzmir’de, evlilik izni kullanması nedeniyle performans düşüklüğü (!) gerekçesi ile önceki aylarda performansının belirlenin üstünde olmasına rağmen- Evren KAYAŞ isimli TÜİK çalışanının işten atılması bizleri bekleyen geleceğe işaret etmektedir. Dertlerinin verimlilik olmadığı, kamu hizmet
kurumlarının özelleştirilmesi, sözleşmeli-taşeron çalışmanın önünün açılması ve kamu emekçilerine ödenen ücretlerin kısılması olduğu çok açıktır.
Kölelik saldırısını püskürtmek için topyekün mücadeleye! Sermayenin kölelik saldırısı ancak topyekün dişe diş bir mücadele ile püskürtülebilir. Bir günlük grevlerin, günübirlik eylemlerin böylesine kapsamlı bir saldırıyı püskürtmek için yeterli olmayacağı açıktır. İş güvencemizin kaldırılması ve performans sistemine karşı bugünden örgütlenmek ve kapsamlı bir mücadeleye hazırlanmak zorundayız. Sosyalist Kamu Emekçileri olarak, tüm kamu emekçilerini bu saldırı karşısında harekete geçmeye, işyerlerimizden başlayarak örgütlenmeye, işyeri komitelerini kurmaya ve bu saldırıları püskürtmek için meclis gündemine gelmeden mücadeleye hazırlanmaya çağırıyoruz. Sermayenin bu saldırılarının içimizdeki ayakları olan işbirlikçi sendikalar bir yana, kamu emekçilerinin fiili ve meşru mücadelesinin ürünü ve temsilcisi olan KESK’i de bugünden milyonlarca kamu emekçisini harekete geçirecek kapsamlı bir mücadele programı hazırlayarak harekete geçmeye çağırıyoruz. Sosyalist Kamu Emekçileri
4 - kamu emekçileri bülteni
Savaş ve saldırganlık politikalarına geçit vermeyelim, halkların kardeşliği mücadelesini yükseltelim!
ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik kanlı ve kirli planlarının en son halkasını Suriye’ye yönelik savaş ve saldırganlık politikaları oluşturuyor. Kriz içinde debelenen ABD emperyalizmi, çıkış arayışı içinde işgal ettiği Afganistan’ın ardından saldırganlık dizisine bugün Suriye’yi eklemiş bulunuyor. Geçtiğimiz yıl Arap coğrafyasını kasıp kavuran ve son olarak Suriye’de gerçekleşen halk hareketlerinin yozlaştırılarak etnik ve mezhepsel çatışmaya dönüştürülmesi, gelinen aşamada emperyalistlerin saldırı politikalarının gerekçesine dönüştürülmüş bulunuyor. Esad rejimi ve muhalif çeteler arasındaki çatışmalara gerekçe gösterilerek yapılan savaş hazırlığı, emperyalistlerin hegemonya krizinin bir sonucundan başka bir şey değildir.
Türk sermaye devleti savaş ve saldırganlık çığırtkanlığını yükseltiyor! İçeride işçi ve emekçilere kölelik koşullarını dayatan Türk sermaye devleti ise, dışarıda komşularına karşı düşmanlık yapmakta, “kraldan çok kralcı” davranarak, Suriye’ye müdahale heveslerini taşımaktadır. Türk sermeye devleti, göbekten bağlı olduğu ABD emperyalizmine dayanarak, komşu halklara karşı saldırganlık ile elde edeceği rant hesabını gütmekte, krizin etkilerini geciktirmeyi hesap etmektedir. Aynı
zamanda Kürt sorunu karşısında da tam anlamıyla bir çıkmazın içine giren sermaye devleti, ABD’nin desteği ile Kürt halkına karşı imha politikalarını sürdürmeyi amaçlamaktadır. Şurası çok açık ki, Türk sermaye devletinin Suriye’ye özgü hesapları, ABD emperyalizmine kölece bağımlılığının bir sonucudur. Bugün emperyalizmin Suriye’ye dönük kirli politikalarını hayata geçirmek için fırsat kollamaktadır. ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) adı altında çetelerin beslenmesi, sınırdaki mülteci kamplarının ÖSO’nun eğitim alanına dönüştürülmesi, ÖSO’nun bizzat Türkiye tarafından silahlandırılması da bu kirli politikanın parçasıdır. Geçtiğimiz ay, Akçakale’ye düşen bombalar ve 5 kişinin ölümü gerekçe gösterilerek 4 Ekim günü meclisten jet hızıyla savaş tezkeresinin geçirilmesi, savaş politikalarında yeni bir aşamayı işaret etmektedir. AKP ve MHP’nin oylarıyla meclisten hızla geçirilen “savaş tezkeresi”, sermaye devletinin savaş politikalarının hayata geçirilmesinde “hazır kıta” bekletilmesi amacını taşımaktadır. Çok açık ki, son yaşananlar ABD emperyalizminin bölgeye yönelik planlarının bir bir hayata geçirildiğinin ispatıdır. Geçtiğimiz aylarda, ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton’la yapılan görüşmelerin ardından oluşturulan “operasyonel mekanizma”nın işlemesinden ve onun
kamu emekçileri bülteni - 5 aldığı kararların hayata geçmesinden başka bir şey değildir. Adım adım uygulanan politikalarla gerilim tırmandırılmakta ve Suriye’ye yönelik saldırganlığa zemin hazırlanmaktadır. Türk sermaye devleti, bir yandan dışarıda, emperyalistlerin hizmetinde adım adım savaş politikalarını hayata geçirirken, öbür yandan, içeride de oluşabilecek muhalefeti engellemek için baskı ve teröre başvurmaktan çekinmemektedir.
Anti-emperyalist mücadeleyi yükseltelim! Bu savaş ve saldırganlık politikaları bugün işçi ve emekçiler için tam anlamıyla yıkım anlamına gelmektedir. Üstelik, olası savaş, sadece iki ülkenin emekçilerini değil, tüm bir Ortadoğu coğrafyasını derinden etkileyecek bir kapsama sahiptir. Bu tablonun kendisi de Türkiyeli işçi ve emekçilerin omuzlarına büyük görevler yüklemektedir. Bugün her an kapımızda olan bu emperyalist savaş tehlikesine karşı kamu emekçilerinin sessiz kalması düşünülemez. Ardı ardına yapılan zamlar bile devletin savaş bütçesi oluşturmasından bağımsız değildir. Keza, bir savaşın içine girildiği koşullarda, emekçi çocuklarının kitlesel kıyımının yanı sıra, savaşın ekonomik faturası işçi ve emekçilerin omuzlarına yüklenecektir. Hatırlayacak olursak, Irak’ta emperyalist savaşa yönelik çıkartılmak istenen Irak tezkeresi karşısında, işçilerin, emekçilerin, gençliğin örgütlü tepkisi ortaya konulmuş ve 1 Mart tezkeresi meclisten geçememişti. O süreçte Irak’a yönelik savaş ve saldırganlık politikaları karşısında kamu emekçileri cephesinden anlamlı tepkiler ortaya koyulmuş, KESK, bu mücadelenin temel bir bileşeni olarak rol oynamıştı. Ancak Suriye’deki gelişmeler ve Suriye’deki saldırganlık politikaları bu kadar aleni ve yakıcı iken sergilenen tepki ne yazık ki çok zayıf kalmaktadır. 4 Ekim tarihinde meclisten apar topar geçirilen tezkere karşısında eylemlere katılım ise çok sınırlı olmuştur. Bugün emperyalistlerin Ortadoğu’da, somutta da Suriye’ye yönelik savaş ve saldırganlık politikalarına karşı güçlü bir tepki örgütlemek zorunluluktur. İşçi sınıfı ve kamu emekçileri, yaşanan sürecin dışında değil, doğrudan tarafıdır. O yüzden sesi gür ve tok bir şekilde çıkmalıdır. Bugün işyerlerimizden başlayarak, şubelerimiz ve sendikalarımızla birlikte, Ortadoğu’daki kirli ve kanlı politikalara karşı tepkiyi örgütlemek için seferber olunmalıdır. “İşçi ve emekçilerin birliği, halkların kardeşliği” için mücadeleyi yükseltmek kaçınılmaz görevimiz olarak karşımızda durmaktadır.
İTÜ’de direniş çadırı
İTÜ Maslak Kampüsü’nde 50/d kapsamında işten atılacağı kesinleşen 82 araştırma görevlisi, 18 Ekim Perşembe günü Rektörlük binası önünde çadır kurarak direnişe geçti. 18 Ekim Perşembe günü İTÜ yönetiminin gerçekleştirdiği toplantıda yönetim hali hazırda işten çıkartmayı düşündüğü 82 kişi için tüm yetkiyi oy çokluğuyla İTÜ Rektörü’ne verdiği belirtildi. Bununla birlikte sonraki günlerde 82 araştırma görevlisinin işten çıkartılmasının kesinleştiği belirtildi. Bu kararın ardında araştırma görevlileri Rektörlük binası önünde direniş çadırı kurdu ve bu karar karşısında mücadele edeceklerini belirtti. İTÜ’de araştırma görevlilerinin eylemine destek büyüyerek devam ediyor. 31 Ekim günü İTÜ Rektörlüğü önündeki direniş çadırında 6 örgütün gerçekleştirdiği ziyaretle dayanışma vurgulanırken mücadele selamlandı. Ziyareti Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi, Üniversite Konseyleri Derneği, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Akademi Susmayacak, GIT Türkiye ve Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi örgütledi. Eylemde “İTÜ araştırma görevlileri yalnız değildir!” şiarlı eylemi örgütleyen kurumların imzası bulunan ozalit açılırken, “Asistan kıyımana son!”, “Biz kalıyoruz YÖK gitsin!”, “Burslu öğrenci değil araştırma görevlisiyiz!” dövizleri de taşındı. Ziyarette Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Betül Korkut’un ardından Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi Başkanı İsmet Akça söz aldı. Akça’nın konuşmasının ardından, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği adına Gülhan Hoştürk, GIT Türkiye adına ise Fisun Öztekin, Üniversite Konseyleri Derneği adına Emre Gürcanlı konuştu. Son olarak konuşan İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden İzzettin Önder de söz alarak bu uygulamaların emperyalizme hizmet için yapıldığını ifade ederek yürütülen mücadeleyi selamladı.
6 - kamu emekçileri bülteni
Eğitimde dört dörtlük sorun! 12 yıllık kademeli eğitim sistemi tüm yakıcılığı ile hayatımıza girmiş bulunmakta. Her şeyden önce bu sistemi, yalnızca, pedagojik/bilimsel ilkelere uygun olup olmamasıyla, okulların fiziksel yetersizliğiyle ya da dinsel gericiliğin amaçlarıyla açıklamak, hem spekülatif tartışmalara yol açmakta, hem de asıl amacın gözden kaçmasına neden olmaktadır. 4+4+4 eğitim sistemi ulusal ve uluslararası sermayenin yeni dönem ihtiyaçlarına cevap vermek üzere ortaya konmuştur. Üstelik sermayenin bu konudaki talepleri yeni de değildir. Gerek TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) gerekse AB pek çok rapor ve beyanında uzun süredir, “nitelikli işgücü” ihtiyaçlarını belirtmekte ve başta mesleki eğitim olmak üzere eğitimin bu ihtiyacı karşılayacak biçimde yeniden yapılandırılmasını talep etmektedir. Eğitimde dinsel-gerici uygulamaların ağırlık kazanması ise hükümetin, sermayenin bu taleplerini karşılarken kendi rengini de katmaya çalışmasından ileri gelmektedir. Yani burada, hem “değişen koşulların” ve “piyasanın gerektirdiği” yani sermayenin istediği insan tipinin, hem de siyasi erkin (hükümetin) istediği insan tipinin yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Zaten bu ikisi birbiriyle çelişmemekte, tam tersine bir birini desteklemektedir. Bununla birlikte, eğitim sistemi, her kesime farklı yönlerden yansımakta ve sonuçlarını farklı biçimlerde yaşatmaktadır. Yeni eğitim sistemi, kamu emekçileri açısından, öncelikli olarak kendini “norm fazlası” sorunuyla dışa vurdu. Okulların ilk ve ortaokul diye ayrıştırılması ve ilkokulun 4 yıla düşürülmesiyle binlerce sınıf öğretmeni norm fazlası durumuna düştü. Bu durum il dışı atamada sınıf öğretmenlerinin hemen hemen hiç atanmamasıyla devam etti. Norm fazlası olan sınıf öğretmenleri ise yan alan uygulamasından farklı branşlara geçmek zorunda kaldı ve bir diğer çarpıklık da burada başladı. Sınıf öğretmenlerinin başka branşlara (matematik, beden eğitimi vb.) geçmesi eğitimde ciddi sorunları beraberinde getirecektir. Sınıf öğretmenlerinin başka branşlara atanması aynı zamanda o branşlara (ilk atamada) çok az öğretmen atanacağına işaret etmektedir.
Bu uygulama hükümetin “tasarruf” anlayışıyla tam bir uyumluluk göstermekte ve daha fazla işsiz öğretmen anlamına gelmektedir. Okulların ilk ve ortaokul diye ayrıştırılması ve bazı okulların ilkokula, bazı okulların da ortaokula dönüştürülmesi sonucunda pek çok veli ve öğrenci, okullarının yerinde olmadığını gördü. Bu durumda çocuğunu daha uzak bir okula göndermek zorunda kalan veliler, ya taşınmak zorunda kaldılar ya da yüklü bir servis parası ödemekle yüz yüze geldiler. Ayrıca çocuklarını çok küçük yaşta okula göndermek zorunda kalan veliler, çocuklarının okula gitmek istemediklerini, şimdiden ağır ödevler altında ezildiklerini gördüler. Milli Eğitim, her ne kadar müfredatın bu çocukların seviyesine göre düzenlendiğini iddia etse de, rekabet koşulları, bu “hafif” müfredatın uygulanmasının imkânsızlığını şimdiden göstermiş bulunmaktadır. Sonuçta eğitim emekçilerini, velileri ve öğrencileri mağdur eden bu uygulama hiç de eğitimin daha nitelikli hale getirilmesi amacıyla ortaya konmamıştır. Sayısız örnek göstermektedir ki sermayenin çıkarları karşısında toplumsal/bireysel mağduriyetin (eğer direnişle karşılaşmamışsa) asla bir geçerliliği ve önemi yoktur. Çocukların çok küçük yaşta okula başlatılması ve bir an önce mezun edilmek istenmesi (8. yıldan sonra açık öğretim yoluyla devam edebilir) onların geleceği düşünüldüğü için değil ucuz/yedek iş gücünü karşılamak amacıyla uygulamaya konmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı, “Var olan kesintisiz 8 yıllık eğitim, öğrencilerin okula uyumunu, mesleki eğitime yönlenmede geç kalınması gibi sorunlara neden olmaktadır” ifadesiyle bu amacını açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca “Yaşayan diller ve lehçeler” adı altında konulan seçmeli ders, “Kürtçe seçmeli ders” şeklinde sunularak anadilde eğitim hakkı muğlâklaştırılmaya çalışılmaktadır. Üstelik Milli Eğitim Bakanı’nın; “Erken yaşta okula alıp Türkçe öğreteceğiz!” sözü, asimilasyoncu zihniyette herhangi bir değişim olmadığının açık itirafıdır. Tüm demagojik söylemlere karşın 4+4+4 ile kazanan yalnızca sermayedir. Ve bu uygulama, eğitimi ticarileştirme, bir rant alanına çevirme, insanları geleceksizleştirme ve güvencesiz istihdam biçimlerini yaygınlaştırma sürecinin organik bir uzantısıdır.
kamu emekçileri bülteni - 7
2013 bütçesi açıklandı...
2013 bütçesi yoğun sömürü ve zamlara dayanıyor!
AKP iktidarı 2013 yılı bütçesini açıkladı. Her yılın olduğu gibi, 2013 yılının bütçesi için gerekli olan gelir kaynakları da işçi ve emekçilerden tahsil edilecek. Bu nedenle yoğun sömürü ve zamlar üzerine kurulu olan 2013 bütçesi bir kez daha işçi ve emekçileri vuracak. Ekonomiden sorumlu bakan Ali Babacan ve maliyeden sorumlu bakan Mehmet Şimşek, bütçe açığını kapatmak için Eylül ayı içinde iğneden ipliğe her şeye zam yapıldığını belirterek, bu zamların yetmemesi durumunda yeni zamların gündeme geleceğini duyurdu. Ali Babacan “Bütçe açığımızı kapatacak, mali disiplinlerimizi koruyacak tedbirleri mutlaka yürütmemiz lazım” diyerek zam ve vergi soygununa devam edileceğini ifade etti. Mehmet Şimşek, 2013 yılı bütçe gelirlerinin 371 milyar lira, bütçe giderlerinin 404 milyar lira, faiz hariç giderlerin 351 milyar lira, faiz dışı fazlanın ise 19,1 milyar lira olarak öngörüldüğünü açıkladı. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da en fazla ödenek, yedek ödenek ve personel ödemeleri gibi genel kamu muhasebesini de yöneten Maliye Bakanlığı’na ayrıldı. 85.3 milyar TL’lik ödeneği olan Maliye Bakanlığı’nı, 53 milyar TL’si faiz harcaması olmak üzere 71.8 milyar TL’lik ödenek ile Hazine Müsteşarlığı izledi. Her yıl olduğu gibi 4,6 milyar TL ödenek ile Diyanet İşleri Başkanlığı çok sayıda bakanlığın bütçesini geride bıraktı. Kirli savaş konsepti
çerçevesinde savaş harcamalarına bütçeden ayrılan pay arttı. MİT için 995,5 milyon TL, Milli Savunma Bakanlığı için 20.3 milyar TL, Jandarma Genel Komutanlığı için 5.8 milyar TL, polis teşkilatı için de 14.7 milyar TL ödenek ayrıldı. Bütçe rakamlarının içinde en büyük gelir dilimlerinden birini zamlar oluşturuyor. Ayrıca dolaylı vergiler de bütçe gelirleri içinde önemli bir yer tutuyor. Bütçede, 1 Ocak 2013’ten geçerli olacak şekilde sigara ve alkollü içeceklerin vergilendirilmesinde yeni bir sisteme geçilecek. Yasa alkollü içecekler ve sigaradaki maktu verginin, Ocak ve Temmuz aylarında TÜFE’ye bağlı biçimde otomatik olarak güncellenmesini düzenliyor. Bu düzenlemeyle, sigarada maktu ve nispi verginin birlikte uygulanmasına olanak veren bir sistem de getiriliyor. AKP iktidarının tütün ürünlerine uygulanan ÖTV’de yıl sonuna kadar yeni bir düzenleme yapmaması durumunda, bu kalemdeki ÖTV oranı yaklaşık 1 yıl önce alınan ancak yürürlüğü 31 Aralık 2012’ye kadar ertelenen karar uyarınca, 1 Ocak’tan itibaren 4 puan artışla yüzde 69 olarak uygulanacak. ÖTV oranının yüzde 69’a çıkarılması sigara satış fiyatlarında yüzde 20’nin üzerinde bir zamla yapılmasının önünü açıyor. Ekonomi yönetiminin 2013-2015 dönemini kapsayacak Orta Vadeli Program çalışması ise devam ediyor. Bütçede atılacak adımlar çerçevesinde bu noktada da emekçi düşmanı bir dizi düzenleme yapılması planlanıyor. 2013 bütçesinin dağılımında da burjuvazinin çıkarları önde tutulmakta, işçi sınıfı ve emekçilerin payına ise sadece kırıntılar kalmaktadır. Bu gerçeklik bile devletin sınıf karakterinin anlaşılması için yeterlidir. Kapitalist toplumun her alanında olduğu gibi, burjuva devletin ve hükümetin siyasi-mali programı olan bütçenin hazırlanması ve uygulaması konusunda da belirleyici olan sınıf mücadelesidir. Mücadelenin yükseldiği dönemler, devletin sosyal hizmet ve harcamalarının da nispeten arttığı dönemlerdir. Bu anlamda ‘sosyal devlet’ denilen şey de, burjuva devletin işçi sınıfına bir lütfu değil, sınıfın geçmişte düzeni tehdit eden devrimci mücadelelerinin yan ürünü olarak elde ettiği kazanımlardır.
8 - kamu emekçileri bülteni
Yeni YÖK Yasa Tasarısı…
İş güvencemizi ortadan kaldıran ve bilimi sermayenin hizmetine sunan bu yasaya geçit vermeyelim!
12 Eylül askeri-faşist darbesinin ürünü olan YÖK, kuruluşundan bu yana üniversitelerdeki akademikbilimsel gelişimin önündeki en büyük engeldir. Bu kurumu, her bir burjuva parti kaldıracağına dair söz vermesine rağmen, hükümet olduktan sonra sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirmiştir. Şimdilerde ise AKP eliyle yapılmak istenen budur. YÖK, AKP iktidarı aracılığıyla piyasanın yeni koşullarına adapte edilmek istenmektedir. Üniversitelerdeki baskı ve yasakların baş aktörü olan YÖK, toplumun büyük bir kesiminin gözünde meşruluğunu yitirmiştir. Gözünü “eğitim pazarına” dikmiş olan sermaye sınıfı “Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” adlı taslakla YÖK’ü yeniden yapılandırmak ve canlandırmak istemektedir. Kuruluşunun 31. yılında YÖK, yeni disiplin yönetmeliği ve yasa taslağıyla bir kez daha gündeme oturmuşken, disiplin yönetmeliğiyle üniversitelerdeki siyaset yapma hakkını ortadan kaldıran ve mevcut siyasal faaliyeti kendi düzeninin sınırlarına hapsetmeyi amaçlayan bu kurumun, sermayenin ihtiyaçları
doğrultusunda yeniden şekillendirmesi de gündemdedir. Yeni YÖK Yasa Taslağı adı verilen bir metnin burjuva medya aracılığıyla piyasaya sürülmesi ve bilinçli bir çabayla da bu metnin tartışılmasının sağlanması bu yüzdendir. Bu yolla yasanın maddelerinden doğrudan etkilenecek kesimlerin nabzı yoklanmaktadır. Yasa tasarısına bakacak olursak; *Bu taslak üniversitelerde yapılan göstermelik seçimleri dahi kaldırarak, rektör seçimini Üniversite Senatosunun üzerinde yer alan ve atama usulüyle saptanmış, 11 kişiden oluşan Üniversite Konseyine* bırakmaktadır. *Burjuva hukukunda dahi güvence altına alınan ve en temel insan hakkı olan eğitim hakkına aykırı bir şekilde kurulan vakıf üniversitelerine ek olarak şirketlerinpatronların “vakıf” adı altında olmaksızın üniversite kurabilmesinin önünü açmaktadır. Bu maddeyle üniversitelerin yönetimlerine TOBB, TÜSİAD ve OSB başkanlarını ya da bu kurumlarda sözü geçen sermaye temsilcilerini getirmektedir. (bkz.)”Yükseköğretimde çeşitliliğin muhtelif boyutları bulunmaktadır. Karar alma mekanizmaları ve yönetim sistemi, eğitim şekli (birinci ve ikinci öğretim, uzaktan öğretim, yaşam boyu eğitim vb. ağırlıklı) gibi konularda farklılaşmaya imkan tanıyan, ayrıca devlet, vakıf, özel veya uluslararası üniversite modelleri hayata geçirilebilir.” *Performans değerlendirme kriterleri, toplam kalite yönetimi ve acımasız rekabet mantığıyla akademisyenlere güvencesizlik getiren bu taslak, zaten cılız olan bilimsel özgürlük kavramını tamamen ortadan kaldırmaktadır. (bkz.) “Kurumların başarısının ortaya konması, ancak çeşitliliğe imkan veren rekabetçi bir ortam ile mümkündür. Rekabet, hem kurumsal düzeyde diğer yükseköğretim kurumlarıyla, hem de kurum içinde yenilenmenin ve gelişmenin itici gücü olacaktır.” *Yeni YÖK Yasa taslağı mali özerklik adı altında
kamu emekçileri bülteni - 9
eğitimin kamu kaynakları yoluyla finanse edilmesini tamamen ortadan kaldırarak üniversiteleri birer ticari işletmeye dönüştürmektedir. (bkz.)”Finansal esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı günümüzde yükseköğretim kurumlarının özerkliğini tamamlayan unsurlardandır. Dolayısıyla yükseköğretim kurumlarının mali kaynaklarının çeşitlendirilmesi, zenginleştirilmesi ve kaynak kullanımında esneklik sağlanması kurgulanacak sistemin temel ilkelerinden biri olacaktır.”
Yasa Tasarısı’na karşı birleşik mücadele! Yukarıda sıraladığımız maddelerden de anlaşılacağı üzere Yeni YÖK Yasa Taslağı ile eğitim tekellerine yeni karlı pazarlar yaratılacaktır. Öğretim üyelerinden piyasa koşullarında en iyi kar getirecek metalar üretmesi istenecek, aynı zamanda piyasa koşullarında en karlı sektörlerden biri olan savaş sanayi, bilim üretmesi gereken üniversitelerin asli üretim alanlarından biri haline getirilecektir. Zira yasanın maddeleri tartışmasız bir biçimde bu sonucu ortaya çıkarmaktadır. 4+4+4 eğitim sistemiyle, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesiyle, Fatih projesiyle, Bologna süreciyle, Yeni YÖK Yasa Tasarısı ile amaçlanan krizde olan kapitalist sisteme soluk aldırmaktır. Tüm bu saldırı paketleriyle üniversiteler ticarethaneye, öğrenciler müşteriye, akademik ve idari personel ise ücretli köleye dönüştürülmek istenmektedir.
YÖK’ün resmi internet sitesinde yayınladığı ve tartışmaya açtığı yasa taslağına yönelik tepkiler 6 Kasım vesilesiyle açığa çıkmış olsa da, mevcut haliyle oldukça cılızdır. Bu saldırı yasasını parçalayacak olan tüm üniversite bileşenlerinin birleşik, kitlesel ve devrimci bir tarzda örgütleyecekleri fiili-meşru mücadele olacaktır. O halde bu yasaya üniversitelerden en güçlü yanıtı vermek için harekete geçelim. Sorunun asıl muhataplarından biri olan öğrencilerle birlikte mücadele edelim. İş güvencemizi ortadan kaldıran ve bilimi sermayenin hizmetine sunan bu yasaya geçit vermeyelim! Kaynaklar: *Üniversite Konseyi, mevcut öneride, 11 kişiden oluşur. 5 üye üniversitenin her biri farklı fakültelerden ve bölüm başkanı ve üstü herhangi bir idari görevi olmayan kendi öğretim üyeleri arasından; 2 üye Bakanlar Kurulu tarafından; 2 üye Yükseköğretim Kurulu tarafından (ilgili üniversitenin profesörleri) arasından seçilir. Bu 9 üyenin seçeceği 1 üye ilgili üniversitenin mezunları arasından; 1 üye üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi verenler arasından ve/veya üniversiteye en çok bağışta bulunanlar arasından seçilir. **Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırmasına Dair Açıklama (Mart 2011), http://yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&i=103 *** Yeni Yasa Taslağı Önerisi (http://yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&i=105) http://yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&c=90&i=104) **Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırmasına Dair Açıklama (Mart 2011), http://yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&i=103 *** Yeni Yasa Taslağı Önerisi (http://yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&i=105) //yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&c=90&i=104) **Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırmasına Dair Açıklama (Mart 2011), http://yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&i=103 *** Yeni Yasa Taslağı Önerisi (http://yeniyasa.yok.gov.tr/?page=yazi&i=105)
10 - kamu emekçileri bülteni
Kapitalist sömürüye, emperyalist savaşa karşı İşçilerin birliği, halkların kardeşliği etkinliğinde buluşalım!
Emperyalist işgal ve savaşların dizginlerinden boşandığı, yeryüzünün tüm zenginlikleri bir avuç asalağın elinde toplanırken milyarlarca insanın açlık ve sefalete mahkum edildiği, doğal zenginliklerin ve kaynakların burjuvazinin kar hırsı ile barbarca yağmalandığı, doğanın acımasızca tahrip edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalist sömürü düzeninin yarattığı bu tablonun tüm ağır bedelleri ise yıllardır döne döne biz işçilere, emekçilere ve ezilen halklara ödetiliyor. Zira emperyalist savaşlarda kanı akıtılan, sömürü çarkları içerisinde emeği yağmalanan, kriz ve bunalımların faturalarını omuzlayan, bir dilim ekmeğe, bir bardak temiz suya ve başını sokacak bir konuta dahi muhtaç kalan bizleriz. Bugün milyonlarca işçi ve emekçiyi açlığa, yoksulluğa ve geleceksizliğe mahkum eden kapitalist sömürü düzeni, yaşadığı ekonomik krizle birlikte sosyal ve iktisadi yıkımı daha da boyutlandırıyor. 70’li yıllarda başlayan ve bugüne kadar çeşitli yol ve yöntemlerle emekçilere fatura edilerek “idare” edilebilen ekonomik kriz, gelinen aşamada yılların birikimi ile çok daha derinleşmiş bulunuyor. Bugün için ekonomik yönü öne çıkmış olsa da, kapitalist dünyanın krizi gerçekte çok boyutlu bütünsel bir niteliğe sahiptir. Emperyalist dünyadaki egemenlik kavgaları, bunun da etkisiyle
emperyalist nüfuz mücadelelerinin kızışması, militarizmin, saldırganlığın ve savaşın dizginlerinden boşalması, tüm dünyada her biçimiyle burjuva gericiliğinin depreşmesi, emperyalist metropollerde bile polis devletine geçişin genel bir eğilim halini alması... Tüm bunlar kapitalist dünyanın içinde debelendiği çok yönlü krizin yansımalarıdır. Bütün bu tablo içerisinde sosyal devrimler de yerini almakta gecikmeyecektir. Zira kapitalizmin yapısal çelişkileri ve insanlığı bir bütün olarak içerisine sürüklediği yıkım, yeni devrimlerin ateşini fitilleyecek enerjiyi de açığa çıkarmakta, düzen kendi kaçınılmaz sonuna adım adım yaklaşmaktadır. Bugün yüzünüzü dünyanın neresine çevirseniz emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu yıkım kadar, bunun yarattığı hoşnutsuzluğu ve sosyal kaynaşmaları görürsünüz. Avrupa kıtasında Yunanistan’dan İspanya’ya uzanan sınıf ve kitle eylemleri, Ortadoğu’da patlak veren halk isyanları, emperyalist dünyanın efendisi ABD’de gündeme gelen Wall Street eylemleri bu tabloya örnek verilebilir. Türkiye ve içerisinde yer aldığı coğrafya, dünyanın bu genel gidişatından bağımsız değildir. Aksine bütün bu kriz dinamiklerinin tam da orta yerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla dünya kapitalizminin
kamu emekçileri bülteni - 11 içerisinde debelendiği ekonomik krizden emperyalist savaş ve saldırganlığa kadar bütün bu gelişmeler Türkiye işçi sınıfını ve emekçi halklarını dolaysız olarak etkilemektedir. İşbirlikçi Türk sermaye devletinin emperyalizme olan kölece bağımlılığı bu durumu ayrıca ağırlaştırmakta, baskı ve sömürüyü katmerleştirmektedir. Son zamanlarda Türkiye’de bilinçli ve sistemli bir biçimde körüklenen ırkçı-şoven bir atmosfer hakim. Suriye süreci ve Kürt sorununun ağırlığı altında bunalan burjuva gericiliği, böyle bir atmosferden çok yönlü yararlar umuyor. Bu onların elinde, işçileri ve emekçileri bölmenin, sersemletmenin, sosyal hoşnutsuzluklarını saptırmanın, böylece mücadeleden alıkoymanın ve düzene bağlamanın da bir yolu ve yöntemi haline gelmiş durumda. Tüm bunlara rağmen kapitalist düzene karşı mücadele edenler ise azgın devlet terörünün hedefi haline geliyor. İşkenceler, tutuklamalar ve polis cinayetleri gün be gün tırmanıyor. Devrimciler sokak ortasında kurşunlanıyor, işkencelerden geçirilerek F tipi zindanlara kapatılıyor. Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesi tankla, topla ve dahası Kürt siyasetçilerine yönelen tutuklama furyasıyla boğulmak isteniyor. Bütün bu tablo “İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği” ekseninde atılması gereken adımların önemini ve yakıcılığını ortaya koymaktadır. Bunun bilincine olan sınıf devrimcileri olarak, işçileri, emekçileri ve gençleri baskıya, sömürüye, zorbalığa, emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltmek için “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği” etkinliğinde buluşmaya çağırıyoruz. Açlığın, yoksulluğun, sömürünün, baskının ve savaşların kaynağı kapitalist sömürü düzenidir. Kapitalist sömürü düzeni tarihin çöplüğüne atılmadığı müddetçe bu sorunlar dünyamızda kol gezmeye devam edecektir. Dolayısıyla işçiler, emekçiler, gençler ve ezilen halklar özgürlük ve gelecekleri için devrim davasına omuz vermeli, sosyalizm mücadelesini büyütmelidir. Gerçek bir kurtuluşun yolu buradan geçmektedir. Bizler, insanlığın ve bütün bir dünyanın kapitalist sömürü düzeninden kurtulması için kavga bayrağını yükseltiyor, devrim ve sosyalizm çağrısını daha güçlü haykırmak için bir araya geliyoruz. Sabahın ilk ışığında fabrikaların yolunu tutup akşamın kör karanlığında evlerine dönen, emeği ve alınteri kapitalist sömürü çarklarında azgınca öğütülen, buna rağmen yaşamını yarı aç yarı tok sürdüren işçiler;
Güvencesizliğe mahkum edilmek istenen kamu emekçileri, Geleceği ellerinden alınmak istenen, bir taraftan gericiliğin kör karanlığına, öte taraftan çocuk yaşta işçiliğe, paralı eğitime ve diplomalı işsizliğe itilen gençler; İşyerinde, sokakta ve evinde azgınca sömürüye tabi tutulan, tacize, tecavüze uğrayan, yaşamın her alanında insan yerine konulmayarak aşağılanan, horlanan emekçi kadınlar; İnkarla, imhayla, asimilasyon ve baskıyla köleleştirilmeye çalışılan, Kürdüyle, Ermenisi’yle, Rumu’yla Lazı’yla, Çerkezi’yle ezilen, yok sayılan emekçi halklar... Çağırımız sizedir! Safları sıklaştırmak ve mücadeleyi büyütmek için “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği” etkinliğinde bir araya gelelim. Eşit, özgür, sömürünün ve savaşların olmadığı bir dünya için mücadeleyi yükseltelim. Gerçek ve kalıcı bir kurtuluş için devrim ve sosyalizm davasına omuz verelim. Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu
12 - kamu emekçileri bülteni
a r a l k l a h Ka r d e ş , i s e r e k z ö lü m t e e r e l i ç k işçi eme . . . ı s a s a k ö le lik y
e v ş a v a s t s i l a y r e Emp n i ç i k e m e d r u d e sömürüy ! m ı l a r ı t ş a l k ı s ı r safla Kamu Emekçileri Bülteni Sayı 46* Fiyatı: 25 Kr * Kasım 2012 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Cd. Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92