KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!
İki aylık bülten * Sayı 51 * Temmuz - Ağustos 2015
KAMUDA TİS SÜRECİ VE İCAZETÇİ-BÜROKRATİK ÇİZGİNİN RUHSUZLUĞU
K
amu emekçileri hareketinde yaşanan tıkanmanın aşılmasının, TİS döneminde yeni mevziler ve kazanımlar elde etmenin taban iradesini açığa çıkarmaktan başka da bir yolu yoktur. Bugünün en acil ihtiyacı işyerleri temelinde kamu emekçilerini TİS sürecine ve mücadeleye hazırlayacak taban örgütlerinin açığa çı-
7 Haziran seçiminin gösterdikleri
Metal işçileri yol gösteriyor! 2
kartılmasıdır. Bu yönde önergeler veren veya kararlara el kaldıranların, bunu örgütleme yönünde çaba harcamamaları, ya samimiyetsizliğin ya da tükenmişliğin göstergesidir. Sürecin hangi yönde evrileceği öncü kamu emekçilerinin bu ataleti aşma iradesi gösterip göstermeyeceklerine bağlıdır.
SES MTK’sının gösterdikleri... 4
10
Kamu Emekçileri Forumu Kampı...
11
2
KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ
7 Haziran seçiminin gösterdikleri!
Toplumsal muhalefetin önemli bir bölümü açısından sonucu merakla beklenen 7 Haziran seçimleri geride kaldı. Özellikle HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı belirsizliği seçim sonuçlarıyla birlikte giderilmiş oldu. Son aylarda üst üste binen bir dizi önemli gelişme HDP’nin barajı aşması ve buna bağlı olarak AKP’nin güç kaybetmesi tartışmaları arasında kimileri tarafından toplumsal gündemin arka planına itildi. 1 Mayıs Taksim yasağı, bunu takip eden metal işçilerinin Bursa merkezli muazzam hareketi, kamuda TİS gündemi ve bütün bunları kesen kriz gerçeği, görmezden gelinemez düzeyde yakıcı gündemlerdi. Öylesine bir seçim dönemi yaşandı ki taraflar açısından ortaya çıkacak sonucun bazıları için çığır açıcı önemde bazıları için ise ölüm sireni anlamına geleceği en sık yapılan değerlendirmeydi. AKP’nin tüm toplumu kuşatan baskısı ve sistematik devlet terörü yıllardır toplum üstünde önemli bir basınca dönüşmüştü. Bu baskı ve zorbalıktan kurtulma isteğinin yarattığı beklenti 7 Haziran seçimlerine olağanın üstünde bir önem ve popülerlik kazandırdı. Sol siyasal akımların neredeyse tamamı HDP çatısı altında birleşerek seçim illüzyonunun bir parçası olmuş ve HDP’nin barajı geçmesini büyük bir umutla beklemiş-
lerdi. Nihayetinde büyük umutlar beslenen ve uğruna kırk yıllık ‘ilke ve tutumlarını’ çiğnedikleri seçimler bitti, HDP barajı aştı ve AKP belirgin bir güç kaybı da yaşadı. Seçim sonuçlarının ardından toplumun her kesimi tarafından dile getirilen bir rahatlama ruh hali ve ferahlama yaşandı. AKP’nin gerileyeceği, HDP aracılığıyla daha demokratik bir toplumsal hayat sürülebileceği beklentisi daha somut bir beklentiye dönüştü. Sol hareketin bütün renkleriyle kapıldığı bu yanılsama kendi etki alanının çok daha ötesinde geniş ölçekli bir beklentiye dönüştü. Ancak bu kadar umudun beslendiği ve HDP’nin barajı geçmesi üzerinden beklentinin tavan yaptığı 7 Haziran seçiminin sonrası yerini derin bir sessizliğe bırakmış gibi görünüyor. Zira kendine özgü mantığı ve geçici olmaya mahkum bir atmosferi olan seçimler ve onun üzerine inşa edilen parlamenter hayallerle ancak bu kadarlık idare edilebilirdi. Seçimler ve parlamentodaki güç dengesi üzerinden demokratik bir yaşam düşleyenler şimdi yine parlamentoda yaşanan siyasal belirsizlik ve HDP’nin bu siyasal tablodaki etkisiz tablosu üzerinden tekrar bir umutsuzluğa kapılıyorlar. Meclis Başkanlığı’nı AKP’nin almış olması ve siyasal atmosferde seçim yenilgisine rağ-
TEMMUZ - AĞUSTOS 2015
men yeniden AKP’nin belirgin bir biçimde inisiyatif alışı şimdiki umutsuzluğun kaynağını oluşturuyor. Düzen partileri ve sol siyasal akımların ezici bir bölümünün gündemini hala daha seçim sonuçları ve koalisyon tartışmaları oluşturuyor. Fakat işçi ve emekçiler cephesinde durum daha farklıdır. Onlar bu kadar şaşaanın koparıldığı seçimlerin ardından asgari ücretin arttırılıp arttırılmayacağını, emeklilere bayram ikramiyelerinin verilip verilmeyeceğini, atanamayan öğretmenlerin sorununun ne olacağı, taşeron ve 4-C’li çalışanların kadroya alınıp alınmayacağı soruları üzerinden bakıyor seçim sonuçlarına. Zira emekçilerin yoksulluğu üzerinden öylesine temelsiz vaatler ve ölçüsüz propagandalar dile getirildi ki haliyle emekçilerde kurulacak koalisyonun kendi taleplerine yanıt üretmesini bekliyor. Düzen partileri ise bürokraside mümkün olan en fazla mevziyi tutmak için pazarlık yapıyorlar. Kuşkusuz kendilerinin tutacağı mevzilerin söz konusu olduğu yerde emekçilere verilen sözler ve beklentilerin esamisi okunmayacaktır. Seçim sonrası için genel bir değerlendirme yapılacak olursa öncelikle şunu belirtmek gerekir. Uzun zamandır Kürt sorunun çözümünü parlamento içinde ve anayasal zeminde arayan Kürt siyasal hareketi HDP’nin barajı aşmasıyla kendi hedefleri bakımından önemli bir başarı kazanmıştır. Aslına bakılırsa seçimin gerçek kazananı da HDP şahsında Kürt siyasal hareketidir. Kuşkusuz Kürt hareketi bu sonucu kendi çizgisinde en iyi biçimde değerlendirmeye çalışacaktır. Ancak bu sonuçtan ve salt HDP şahsında kendini parlamentoda var ederek ülkenin daha özgür bir atmosfere kavuşacağını sananlar eğer bu eğilimlerini değiştirmezlerse hayal kırıklığı yaşamaya devam edeceklerdir. Zira henüz kısa bir zaman geçmiş olsa da parlamento zemininde elde edilecek kazanımların sınırı daha baştan bellidir ve güdüktür. İlerleyen aylarda daha iyi anlaşılacaktır ki ‘daha özgür’ koşullarda bir yaşam ancak kitlesel ve militan bir mücadeleyle mümkün olabiliyor. Bunu bize en iyi Haziran günleri ve hala devam eden metal işçilerinin direnişi anlatmaktadır. Seçim sonuçlarının, işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik ve sosyal beklentileri karşısında, pompalanan umutlar ve yaratılan beklentiler dışında hiçbir sonucu
3
yoktur. Tersine1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlere yine gaz, cop ve gözaltıyla yanıt verilmiştir. Tam da seçim dönemi ve hemen sonrasına gelen günlerde gerçekleşen duruşmalarda Soma ve Ermenek’te yaşanan işçi katliamının sorumluları sermaye mahkemelerinde aklanmışlardır. İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için Türk Metal Sendikası denilen çeteden istifa eden metal işçileri örneğinde olduğu gibi emekçilerin payına patron, polis ve mahkemelerin elbirliğiyle gerçekleştirdiği zorbalık düşmüştür. Haftalardır devam eden direnişlerle elde edilen kazanımların bedeli olarak metal fabrikalarında kitlesel tensikatlara başlanmıştır. Kamu emekçilerinin giderek yükselen enflasyon karşısında ücretleri erimiş ve tüm sahte süslemelere rağmen 6. ay zammı kuşa çevrilmiştir. İşte seçimlerden emekçilere kalan gerçek sonuçlar bunlardır. İlerleyen günlerde de hangi düzen partisi hangisiyle koalisyon kurarsa kursun bizim payımıza tablonun değişmeyeceği kesindir. İşçi ve emekçilerin mevcut tablosunu değiştirecek olan seçimler ve onun ortaya çıkardığı sonuçlar değildir. Henüz adı konulmamış olan yaşadığımız kriz gerçeğinde, daha iyi yaşam koşullarının elde edilmesi; AKP şahsında tüm toplumun üzerinde büyük bir ağırlığa dönüşmüş olan toplumsal baskı ve devlet terörünün geriletilmesi ancak sınıf mücadelesinin yükselmesiyle olanaklıdır. Bunun için kamu emekçileri açısından ilk olanağımız önümüzdeki günlerde resmi oturumları başlayacak olan toplu sözleşme görüşmeleridir. Resmi TİS oturumlarını hiç beklemeden ve bütün olanaklarımızla TİS sürecini kamu emekçilerinin gündemine taşımayı başarabilmemiz gerekmektedir. Zira ne AKP’nin suç ortağı Memur Sen’in, ne faşist Kamu Sen’in ne de icazetçi-bürokratik KESK’in göstermelik çıkışlar dışında bir şeyler yapmaya niyeti yoktur. Artık bıkkınlık veren bordro yakma eylemleri ve protesto üzerine kurulu basın açıklamaları, emekçilerin taleplerini elde etmelerinin sağlayacak mücadele biçimleri değildir. Kamu emekçileri en çokta KESK üyeleri grev silahını etkin bir tarzda kullanabilmek için tabanda bir araya gelmenin koşullarını yaratmak zorundadır. Aksi durumda önceki yıllarda yaşadığımız TİS akıbeti bu yılda bizi beklemektedir.
4
KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ
Metal işçileri yol gösteriyor! Kamu emekçilerini temel iki mücadele alanı beklemektedir. İlki, tıpkı metal işçilerinin yaptığı gibi kendi sendikalarıyla hesaplaşmaktır. Bunun yolu üyesi oldukları Kamu-Sen ve Memur-Sen gibi kontra ve yandaş-işbirlikçi sendikaları ve KESK’e hâkim siyasal anlayışları ve ürettiği bürokratik-icazetçi çizgiyi alaşağı etmektir. Çünkü gelinen yerde sendikal bürokrasi mücadelenin önünde büyük bir engel haline gelmiştir.
Bursa’da başlayıp gittikçe yaygınlaşan metal işçilerinin eylemleri, aylar geçmesine rağmen hala devam ediyor. Metal işçileri, eylemlerine iki cepheden devam etmektedir. Direnişe Türk Metal’den istifa ederek başlayan hatta “Bizim patronlarla bir sorunumuz yok, sadece sendikanın gitmesini istiyoruz” diyerek yola çıkan işçiler, bu sendikanın arkasında MESS patronlarının olduğunu anlamada gecikmediler. Bu sendika, kuruluşundan beri patronlara “dikensiz gül bahçeleri” yaratmak için elinden geleni ardına koymadı. İşçiler hakları için her mücadeleye kalkıştığında Türk- Metal Sendikası ve MESS işçilere karşı birlikte hareket etti. Metal işçilerinin bu defa çok daha kitlesel ve kararlı bir şekilde Türk Metal Sendikası’nın ve patronların karşısına çıktığı su götürmez bir gerçektir. Ayrıca 2008’den beri var olan ve dolaysıyla metal işçilerine yol gösterecek kadar deneyime sahip olan bir MİB gerçeği bulunmaktadır. Peki, işçiler neden öncü olarak MİB’İ tercih ediyor. Birincisi MİB, metal işçilerinden oluşmaktadır, dolayısıyla dışarıdan seslenen sınıfa yabancı bir unsur değildir. İkincisi MİB’in, işçilerin yaşadıkları sorunların kaynağında kapitalist sömürü ilişkilerini gören sınıfsal bir perspektifi var. Üçüncüsü MİB, bu sömürü cehenneminde hak al-
manın yolunun, işçilerin öz güçlerine dayalı birliklerinin üzerinde yükselen fiili-meşru mücadeleden geçtiği gerçeğinden hareket etmektedir. Metal işçilerinin aylardır süren eylemleri, birkaç yıldır gittikçe ivme kazanan sınıf hareketinin bir parçasıdır. Bir süredir ülkenin her yerinde irili-ufaklı pek çok işçi eylemleri yaşanmaktaydı. Tüm siyasi demagojiye rağmen inkâr edilemez bir gerçeklik olarak işçilerin yaşam ve çalışma koşulları her geçen gün kötüleşmekte ve işsizlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Yaşam ve çalışma koşulları gittikçe kötüleşen bir diğer kesim de kamu emekçileridir. AKP yardakçısı Memur-Sen’in art arda imzaladığı ihanet sözleşmeleri, kamu emekçilerinin hem ekonomik hem de özlük hakları bakımından koşullarının gittikçe kötüleşmesine neden olmuştur. Memur-Sen şüphesiz Türk Metal Sendikası’nın oynadığı uğursuz rolü oynamaktadır. Kamu-Sen ise kaybettiği koltukları kazanmak için kamu emekçilerinin sorunlarıyla ilgileniyormuş gibi yapmaktadır. Bu iki konfederasyonun var olma nedeni kamu emekçilerinin şoven ve dini duygularını kullanarak emekçilerin kendi öz sorunlarından uzaklaşmasını sağlamaktır. Kamu emekçilerinin, gerek ekonomik ve gerekse özlük hakları bakımından büyük kayıplar yaşadığı bir dönemden geçmekteyiz. Kısıtlı da olsa var olan iş güvencelerini kaybetmek üzere olan kamu emekçileri; aynı zamanda, vergi dilimleri, sadaka zamlar ve gittikçe
TEMMUZ - AĞUSTOS 2015
yükselen enflasyon nedeniyle ciddi ekonomik kayıplar yaşamaktadır. Bu durum, aynı zamanda kamu emekçileri arasında yoğun bir hoşnutsuzluğun varlığına da işaret etmektedir. Bu nedenle önümüzdeki ay gerçekleşmesi beklenen TİS, eğer belirli bir kazanımla sonuçlanmazsa, kamu sendikalarının zaten yerlerde olan itibarı tamamen ortadan kalkacaktır. Bu tepkilerin sendikalardan toplu istifaya dönüşmesi durumunda ise kimse şaşırmamalıdır. Kamu emekçilerinin gözünde bütün sendikalar “siyaset” yapmakta fakat onların öz sorunlarıyla ilgilenmemektedir. Sendikalara egemen olanlar, kendi siyasal anlayışlarını üyelere dayatmakta ancak yapması gerekeni-emeğin siyasetini- yapmamaktadır. Bu haliyle hepsi birbirinin aynıdır. Kamu emekçileri bunu derken KESK’in mücadeleci geçmişini de unutmuyor ve “var olanların içinde haklarımızı savunsa savunsa KESK savunur” diyor. Peki, KESK buna yanıt üretebilecek durumda mı? KESK’e hâkim anlayışlar, nesnel zemin bu kadar uygunken bu mirasın üzerine hiçbir şey koyamadığı gibi bu mirası tüketmiştir. Var olan mücadele anlayışı ve örgütlenme tarzı, plansızlığı ve programsızlığı beraberinde getirmekte; sendikaların gittikçe kamu emekçilerinden kopmasına, kendi içinde dar boğazlaşmalara kendini hapsetmesine neden olmaktadır. Mevcut sendikal anlayış ve yapılar, bu haliyle, yeni bir TİS sürecini eski alışkanlıklarıyla karşılayacağı için kamu emekçilerinin dinamizmini açığa çıkaracak ve onun ihtiyaçlarını şekillendirip öncülük edecek takatten yoksundur. KESK’e hâkim anlayışlar, henüz kendi üyelerini kucaklayıp önderlik edemezken bu anlayışlardan, kamu emekçilerinin tümünü kucaklayan bir önderliği gerçekleştirmesini beklemek hayalperestlik olacaktır. Kamu emekçilerini temel iki mücadele alanı beklemektedir. İlki, tıpkı metal işçilerinin yaptığı gibi kendi sendikalarıyla hesaplaşmaktır. Bunun yolu üyesi oldukları Kamu-Sen ve Memur-Sen gibi kontra ve yandaş-işbirlikçi sendikaları ve KESK’e hâkim siyasal anlayışları ve ürettiği bürokratik-icazetçi çizgiyi alaşağı etmektir. Çünkü gelinen yerde sendikal bürokrasi mücadelenin önünde büyük bir engel haline gelmiştir. KESK’e hâkim anlayışlar uzun uzun kamunun tasfiyesinden, piyasaya açılmasından, kamu emekçilerinin yaşadığı kayıplardan bahsetmekte ve karanlık tablolar çizmektedirler. Ancak sıra çözüme gelince büyük bir tıkanma yaşanmaktadır. Bu hâkim anlayışlar devam ettiği sürece bu tıkanma devam edecektir. İkincisi yine metal işçilerinin yaptığı gibi kendi birliklerini kurarak fiili mücadeleye geçmektir. KESK bu süreçte metal işçileri gibi taban dinamizmini açığa çıkaracak bir örgütlenme tarzına yönelmezse, metal sektöründeki eşdeğeri olan Birleşik Metal-İş’in yaşadıklarından kaçamayacaktır. Mücadeleye geçenler yüzünü ona değil kendi alternatiflerini yaratarak yol yürüyecektir. İlerici, öncü kamu emekçilerinin taban örgütlerini kurarak, fiili mücadeleyi seçmeleri, hem prangalarımızdan kurtulmamızı hem de hak almamızı sağlayacak tek yoldur. TİS sürecine ve hak almaya bu bilinçle hazırlanmalıyız.
5
6
KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ
Kamuda TİS süreci ve icazetçi-bürokratik çizginin ruhsuzluğu
Yaklaşık 3 milyon kamu emekçisini ve sayıları 2 milyona yaklaşan memur emeklilerini kapsayan toplu sözleşme dönemi yaklaşıyor. Toplu sözleşme görüşmeleri Ağustos ayı başında başlayacak ve 2016-2017 yıllarını kapsayacak. Ağustos ayı, kamu emekçileri açısından en durgun aylardan biri. Eğitimin tatil olduğu bu dönemde, eğitim dışındaki işkollarında ise yaygın olarak yıllık izinlerin kullanılması nedeniyle kamu işyerlerinde çalışan sayısı önemli oranda düşüyor. Bu durum kamu emekçilerinin elini zayıflatan olgulardan biri. Ne var ki bu olgu, olduğundan fazla abartılarak sendikaların bahanesi haline getirilmiş durumda. Ağustos ayının bu yönü, hemen her toplantıda en fazla dile getirilen olguların başında yer alıyor. “Erkenden hazırlık yapılması” yönündeki çağrılara “henüz erken” diye yanıt verenler, toplu sözleşme dönemi yaklaştığında ise “tatil dönemine denk düşüyor” söylemlerine sarılıyorlar. Şubat ayı içerisinde toplanan ve gündemlerinden biri ‘toplu sözleşme dönemi dahil mücadele programı taslağının tartışılması’ olan KESK Genel Meclisi toplantısından -Şubat ayı “erken” görülmüş olacak ki- herhangi bir mücadele programı taslağı çıkmadığı gibi, sonuç bildirgesi dahi aylar sonra açıklanmıştır. Bu toplantının sonuç bildirgesi Haziran ortalarında ortaya çıkmış, fakat kamuoyuna ilan edilmemiş ve sendikaların merkez yöneticileri
dışında kimselere ulaşmamıştır. Yalnızca bu tablo bile kamu emekçilerinin, Ağustos ayının yaz dönemine denk gelmesinin yarattığı zorluklardan çok, bürokratik-icazetçi sendikal çizginin yarattığı sıkıntılarla başının belada olduğunu göstermeye yetmektedir. Memur-Sen, Kamu-Sen gibi gerici kontra örgütlenmeler ise kamu emekçileri hareketinin parçalanmasında rol oynayan başat belaların başında gelmektedirler. Bu gerici örgütlenmelerin hareket içerisindeki yaygınlığına KESK’in (ve bağlı sendikaların) icazetçi-bürokratik çizgisi ve ruhsuzluğu eklenince, taban örgütlenmelerinden de yoksun oldukları koşullarda, kamu emekçilerinin tutunabilecekleri bir dal da kalmıyor.
TİS DÖNEMINE HAZIRLIKSIZLIĞIN BAHANELERI
TİS döneminin yaz dönemine gelmesi ile hükümetin kurulup kurulamayacağına dair belirsizliklerin üst üste gelmesi, sendika bürokratlarına, kamu emekçilerini TİS sürecine hazırlama sorumluluğundan kaçınabilmeleri için yeni bir manevra alanı yaratmış görünüyor. Sendikaların merkezi toplantılarında “TİS’in ertelenmesi” yönünde bir talebin açığa çıkması ve dahası bu beklentinin “öncelikler” arasında yer bulması bunu anlatıyor. Dahası bu talep, kamu emekçileri içerisinde yaygınlaştırılmak
TEMMUZ - AĞUSTOS 2015
ve bir mücadele konusuna çevrilme niyetiyle dile getirilmemekte, “beklentici” bir tutumun meşrulaştırılmasının aracı olarak kullanılmaktadır. Oysa sorun TİS görüşmelerinin ne zaman başlayacağı değil, kamu emekçilerinin bu sürece nasıl hazırlanacağı ve nasıl bir çizgi izleneceğidir. Bu yönüyle bir tutum ve irade ortaya koyamayanların, örneğin Ekim ayında gerçekleştirilecek bir TİS döneminde “daha iyisini” yapabileceklerini düşünmek akla aykırıdır. Mesele TİS’in ne zaman başladığı değil, kamu emekçilerinin talepleri doğrultusunda fiili meşru mücadele çizgisine dayalı bir bakış ve tutumun olup olmadığıdır. Bugün TİS görüşmelerinin ertelenmesini talep edenler, yaz dönemi dışında yapılacak TİS’lerde nasıl bir tutum aldıklarını da 2012 yılında göstermişlerdir. Anayasada yapılan değişiklikle kamu emekçilerine “TİS hakkı” tanınmış ve 4688 sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerin ardından 2012 yılında Mayıs ayı içerisinde toplu sözleşme görüşmeleri başlamıştı. Hükümetin sefalet zammı dayatması kamu emekçilerinde yoğun bir tepkiye yol açmış, bu tepkinin ürünü olarak, kamu emekçileri hareketi tarihinin en kitlesel eylemlerinden biri olarak tarihe geçen 23 Mayıs grevi gündeme gelmişti. KESK “tatil dönemlerine denk gelmemesine rağmen” sürece programsız ve hazırlıksız girmiş, kamu emekçilerinde yoğunlaşan tepki ve öfkenin ardından 23 Mayıs grevinin etkisine yaslanarak yeni bir mücadele hattı örmek yerine, greve sırt dönüp Hakem Kurulu’na katılmıştı. O günden bugüne KESK’te değişen bir şey olmadığına göre, toplu sözleşme görüşmelerinin Ağustos ayında değil de diyelim ki Ekim ayında yapılması neyi değiştirir? Bu olsa olsa kamu emekçilerinde biriken tepkinin açığa çıkmasını kolaylaştıran bir etken olabilir. Fakat doğru bir önderlik ve mücadele çizgisi tutturmadıkça, emekçilerin tepkisinin en yoğunlaştığı dönemlerde bile KESK’in hareketi ilerletici bir rol oynayabilmesi olanaklı değildir. Ağustos ayını önceleyen aylarda “çıtı çıkmayan”, mücadele süreci örme yönünde bir tutumu olmayanların, toplu sözleşmeler söz konusu olduğunda görüşmelerin ertelenmesi isteminin ötesinde bir bakıştan yoksun olmaları zaten bunu anlatmıyor mu?
7
SENDIKALARDA MERKEZI TOPLANTILAR
Bugüne kadar TİS sürecine ilişkin derli toplu bir tutum açığa çıkartılabilmiş değil. Dahası KESK’in ve bağlı sendikaların TİS’i önceleyen süreçlerdeki tablosu bunun böyle kalma ihtimalinin de yüksek olduğunu gösteriyor. Bu dönemde KESK’in mücadele tutumundan -sık sık yapılan ve giderek tek mücadele biçimi haline gelen merkezi basın açıklamalarını mücadeleden saymazsak- bir ölçüde farklılaşan ise BES’in dönem içerisindeki eylem programları ve birinci basamak sağlık hizmetlerinde greve çıkan sağlık emekçileri olmuştur denebilir. BES’in 13 Mayıs grevini KESK bütünlüğünde yapmaya dönük çabaları ise KESK tarafından karşılıksız bırakılmıştır. Tüm bunlara rağmen Soma Katliamı’nın yıldönümünde BES grev çağrısı yapmış ve sokaklara çıkmıştır. Her ne kadar grevi alan eylemine dönüştürme algısı tartışmalı bir algı olsa da döneme özgü anlamlı bir tutum sergilenmiştir. Eğitim boykotunu bir yana bırakırsak KESK’in en büyük sendikası Eğitim Sen süreci büyük oranda programsız geçirmiş, okullar kapanmadan önce toplu sözleşme dönemine ilişkin ise hiçbir hazırlık yapmamıştır. Demek oluyor ki Eğitim Sen bürokratları eğitim emekçilerini ve kendisini toplu sözleşme sürecinin -yaz dönemine denk geldiğinden olacak!- bir tarafı olarak görmemektedir. Okulların eğitim emekçileri içerisinde hiçbir toplu sözleşme hazırlığı yapılmadan kapanması ve Eğitim Sen Genel Meclisi’nin okulların kapandığı günlerde toplanması başka bir izah da gerektirmiyor. Haziran ayı içerisinde BES Merkez Temsilciler Kurulu ve Eğitim Sen Genel Meclisi toplandı. KESK Genel Meclisi toplantısı ise 27-28 Haziran tarihlerinde yapıldı. Toplantılardan yansıyan tablo ruhsuz ve zayıf katılımla gerçekleştiklerini gösteriyor. Öyle ki KESK Genel Meclisi toplantısı haber konusu dahi olmamıştır. Toplantıların sonuçları ise henüz kamuoyuna ilan edilmiş değil. BES MTK toplantısından yansıyanlar anlamlı bir takım kararların alındığını gösteriyor. Her ne kadar karar önergeleri tartışılmadan ve içselleştirilmeden parmak
8
KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ
demokrasisi işletiliyor olsa da, hiç değilse karar önergelerine dayalı bir işleyişin bulunması yine de bir anlam ifade ediyor. MTK’nın işleyişinin karar süreçlerini daha işlevli hale getirecek biçimde dönüştürülmesine ilişkin alınan karar ise bu biçimselliğin aşılmasına dönük bir özlemin ifadesi. BES MTK’sında çok sayıda önerge karara bağlandı. Burada konumuzla ilgili olmasa da sınıf mücadelesine bakıştaki darlığı yansıtan bir durumu ifade etmek gerekiyor. Tüm anlamlı kararlarına ve dahası metal işçileri direnişi, konuşmalarda önemli bir yer tutmasına rağmen BES MTK, metal işçileriyle dayanışma çağrısını içeren bir karar önergesini reddetmiştir! Önergeyi reddedenler “biz şubelerimizde zaten dayanışma yapıyoruz” gibi söylemlerle “böyle bir karara gerek yok” diyebilmişlerdir. Bu söylemler eşliğinde ve önerge üzerine yeterli tartışma yapılmadan, özünde metal işçileriyle dayanışma çağrısı yapan önerge reddedilmiştir. “Biz zaten şubelerimizde dayanışma yapıyoruz” diyenler MTK’nın bir organ, dahası sendikanın genel kurul sonrası en üst organı olması gerçeğinin üzerinden atlamaktadırlar. Şube adına konuşmak başka, MTK adına yani örgütün bütünü adına konuşmak başka! Garip olan bir başka şey ise uygulanmayan bir dizi biçimsel kararlar alınırken, metal işçileriyle dayanışma çağrısı yapan bir önergenin “gereksiz” bulunmasıdır! BES MTK konumuzla ilgili olarak ise gerek KESK Genel Meclisi’ne sunulmak üzere ve gerekse de BES tarafından uygulanmak üzere bir dizi karar almıştır. TİS görüşmelerinin ilk günü KESK bütünlüğünde grev yapılması, TİS dönemi boyunca Ankara merkezli TİS çadırlarının kurulması ve merkezi eylemler yapılması, işyeri temeline dayalı olarak TİS ve grev komitelerinin kurulması gibi kararlar alınmıştır. Fakat karar almak başka, hayata geçirmek başka bir şeydir. Bu kararların hayata geçirilmesi yönünde bir çabanın ortaya konulup konulmayacağını ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.
TABAN ÖRGÜTLENMELERI BUGÜNÜN EN ACIL IHTIYACIDIR Erken bir tarihte, daha Ocak ayında Kamu Emekçileri Bülteni’nin 48’inci sayısında “Mücadele ve kazanımlarla anılacak bir yıl için görev başına!” başlıklı yazıda şunlar söyleniyordu: “Düzenin her cepheden açmazlarının derinleştiği bir dönemde, kamu emekçilerinin programlı ve hedefli bir mücadele içerisine çekilmesi bugünün ertelenemez görevi olarak durmaktadır. 2015 yılı kamu emekçileri açısından toplu sözleşme yılı olması nedeniyle de hayati bir önem taşımaktadır. KESK’in ve bağlı sendikaların, bu yılı programlı bir mücadele ile karşılamaları büyük önem taşımaktadır. Ne var ki, grev eksenli ve kazanıma odaklanmış bir mücadele programının oluşturulması sendika bürokratlarından beklenemez. Dahası üstten oluşturulan ve bir irade birliğine dayanmayan bir programın bırakın kamu emekçilerini harekete geçirmesini, kadroları dahi harekete geçirme gücü olamaz. Böyle bir program ancak taban basıncı ve iradesini açığa çıkartacak, aşağıdan örgütlenen süreçler işletilerek mümkün olabilir. Bu aynı zamanda bürokratik-icazetçi hakim çizginin, gelişen taban dinamiklerini günübirlik-yasak savma türünden eylemler içerisinde tüketmesinin önüne geçmenin de tek yoludur.” O günden bugüne yaşanan gelişmeler bu değerlendirmenin sendika bürokratlarına ilişkin yanlarını doğruladı. Sendika bürokratları ve sendikaların tepe noktalarını tutan reformist sol bu yönüyle bizi yanıltmadı. Aynı bültenin 49. sayısında ise “Yasaklanan metal grevi ve yükselen toplumsal mücadele” başlıklı yazının sonunda şunlar ifade ediliyordu: “Bir önceki sayımızda ‘Mücadele ve kazanımlarla anılacak bir yıl için görev başına!’ başlıklı yazımızda döneme ilişkin ortaya koyduğumuz hedefler, BES MTK kararlarına yansımakla birlikte, bu hattın KESK bütünlüğüne yaygınlaştırılması ve pratik bir tutuma dönüştürülmesi, karar almaktan daha fazla-
TEMMUZ - AĞUSTOS 2015
sını gerektirmektedir. Ne var ki, genel seçimlere ve sandığa odaklanan hakim siyasal yaklaşım, bunu alabildiğine zorlaştırmakta, hakim reformist çizgi gözünü sandığa çevirdikçe fiili mücadele olanakları darbelenmektedir. Bunun önüne geçmek ve kamu emekçileri hareketinin baharını yaratmak ise hareketin öncü kadrolarına düşmektedir.” BES MTK’nın işyeri TİS ve grev komitelerinin kurulması yönünde almış olduğu karar BES raporunda KESK Genel Meclisi’ne de taşınmış bulunuyor. KESK Genel Meclisi’nin bir mücadele programının yanı sıra işyerlerine dönük bu yönde bir çalışmaya yönelip yönelmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat meselenin zor yanı karar almak değil, onu uygulayacak bir iradeyi açığa çıkarmaktır. Karar almak ne tek başına sendika yöneticilerinin işidir, ne de onu uygulamak sendika bürokratlarından beklenebilir. Burada esas olan alınan kararların öncü kadrolarda bir irade birliğine dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğidir. Peki ama kararları uygulayacak irade nasıl açığa çıkartılacak? Bunun bir yanı sendika organlarının işletilmesi ise öteki yanı siyasal grupların “parmak” kaldırdıkları kararların hayata geçirilmesinde kendi bileşenlerini harekete geçirmesidir. Burada anlatmak istediğimizi bir örnekle açıklayabiliriz. Örneğin BES MTK’sında işyerlerinde TİS ve grev komitelerinin oluşturulması oybirliği ile karar altına alınmıştır. Bu kararı alanlar yalnızca MTK üyeleri değil, büyük oranda sendikal grupların da parçasıdırlar. Yani karara Demokratik Emek Platformu (DEMEP), Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD), Emek Hareketi (EH) ve diğer gruplar destek vermişlerdir. Normal koşullarda bu, bu grupların grev ve TİS komitelerinin oluşturulmasını bir politika olarak benimsedikleri anlamına gelmektedir. Ne var ki MTK sonrasında bu grupların hiçbiri grev ve TİS komitelerinin oluşturulmasını gündelik çalışma konusu haline getirmemektedir. Ne kamu emekçilerine böyle bir çağrı yapılmakta, ne de sendika organlarının harekete geçirilmesi yönünde grup üyelerini harekete geçirecek bir tutum geliştirilmektedir. Denebilir ki genel kurullarda veya toplantılarda bolca “doğru” sözler söyleyenler, gündelik pratik içerisinde kendisini dahi örgütleme iradesini gösterememektedirler. Fakat kamu emekçileri hareketinde yaşanan tıkanmanın aşılmasının, TİS döneminde yeni mevziler ve kazanımlar elde etmenin taban iradesini açığa çıkarmaktan başka da bir yolu yoktur. Bugünün en acil ihtiyacı işyerleri temelinde kamu emekçilerini TİS sürecine ve mücadeleye hazırlayacak taban örgütlerinin açığa çıkartılmasıdır. Bu yönde önergeler veren veya kararlara el kaldıranların, bunu örgütleme yönünde çaba harcamamaları, ya samimiyetsizliğin ya da tükenmişliğin göstergesidir. Sürecin hangi yönde evrileceği öncü kamu emekçilerinin bu ataleti aşma iradesi gösterip göstermeyeceklerine bağlıdır.
9
10 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ
SES MTK’sının gösterdikleri 7 Haziran seçimleri öncesinde gündemi seçim sonuçlarına bağlayan SES, seçimden sonra da rehavete kapılmış ve ne geçtiğimiz süreç objektif olarak değerlendirmeye alınmış ne de önümüzdeki süreç için sınıf eksenli bir mücadele programı oluşturulmuştur.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) 8. Dönem 4. Merkez Temsilciler Kurulu (MTK) 25-26 Haziran tarihlerinde Eğitim Sen Genel Merkezi’nde gerçekleştirildi. Oldukça geniş bir katılımın sağlandığı MTK, geçtiğimiz sürecin değerlendirmesi ve önümüzdeki sürecin programlanması amacını taşırken, toplantı gündemden oldukça uzak gerçekleşti. Şubelere oldukça geç gönderilen program, şubeler tarafından yeterince tartışılmadan merkeze taşınırken MTK’nın ana gündemi “7 Haziran seçimleri” oldu. İlk gün yapılan tartışmalar HDP’nin seçim başarısı(!) ekseninden öteye geçemedi, sandıktan çıkan sonucun kamu emekçilerinin bir başarısı olduğu yönündeki söylemler sık sık yinelendi. Tüm bunların yanında, geçen süreçte emek ekseninde ne yapılmış olduğu tartışma konusu yapılmazken, kamu emekçilerini bekleyen kritik TİS süreci gündeme dahi alınmadı. TTB’nin çağrısı ile 20-21-22 Mayıs tarihlerinde birinci basamak sağlık hizmetlerinde 3 günlük iş bırakma kararı alan SES, MTK’da alınan karar ve eylemlilik sürecini değerlendirmek yerine seçim sonrasındaki zafer sarhoşluğu ile gündemden oldukça uzak kaldı. Bursa’da başlatılan ve çoğu metal fabrikalarında hızla yayılan direniş karşısında sessizliğini koruyan SES, basın açıklamalarıyla gündemi geçiştirdiği gibi toplantıda da sessizliğini devam ettirdi ve sınıf mücadelesinde almış olduğu tavrı bir kez daha gözler önüne serdi. MTK’nın son günü de ilk günkü tartışmaları aratmayacak düzeyde oldu. SES İzmir Şubesi’nde yaşanan istifalar ve kınama cezaları çerçevesinde yapılan tartışmalarda SES içinde kendine yer bulan dinamiklerin iktidar kavgaları ve bürokratik sendika anlayışı açık bir şekilde ortaya serildi. Kısacası 7 Haziran seçimleri öncesinde gündemi seçim sonuçlarına bağlayan SES, seçimden sonra da rehavete kapılmış ve ne geçtiğimiz süreç objektif olarak değerlendirmeye alınmış ne de önümüzdeki süreç için sınıf eksenli bir mücadele programı oluşturulmuştur. Bir Sosyalist Kamu Emekçisi
TEMMUZ - AĞUSTOS 2015
11
KAMU EMEKÇİLERİ FORUMU KAMPI BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTİ Günlük, iki saat sabah iki saat de öğleden sonra gerçekleşen dört saatlik sunumlardan arta kalan zamanda kampa katılanlar arasında arkadaşlık ilişkilerini ve dayanışma duygularını geliştiren, kaynaşmayı sağlayan çeşitli etkinlikler yapıldı. Bu etkinlikler, kampa katılanlar arasında moralleri oldukça yükseltirken, sosyal bakımdan daha da sağlamlaşmış ilişkilerin oluşmasını sağladı.
Kamu Emekçileri Forumu olarak yaz kampını planladığımız gibi 3-4-5 Temmuz’da Büyükada’da gerçekleştirdik. Her ne kadar forum toplantılarına sürekli katılan dostlarımızdan bir kısmının kampa katılamaması bir eksiklik yarattıysa da kamp genel anlamda başarıyla gerçekleşti. İlk sunum sınıflar mücadelesinin tarihi üzerine gerçekleşti. Sunumda üretim ilişkisiyle üretici güçlerin karşılıklı ilişkisinin toplumsal altyapıyı oluşturduğu; din, hukuk, devlet ve bilinç gibi üstyapı unsurlarının alt yapıdaki bu karşılıklı hareket tarafından belirlendiği ortaya kondu. Bu bağlam içinde köleci, feodal ve kapitalist dönemlerde gerçekleşen sınıf savaşımlarından bazı örnekler verildi. Sunumda, günümüzde toplumsal mücadelenin dünyanın her yerinde ivme kazandığı ve yeni bir döneme girildiği vurgulandı. İkinci sunum sınıf savaşımının biçimleri üzerineydi. Bu sunumda sınıf savaşımının ekonomik, siyasal ve ideolojik olmak üzere üç biçimi olduğu, bu üç biçimin diyalektik bir bütünlük oluşturduğu vurgulandı. Sunumda çalışma ve yaşam koşullarında bir takım iyileştirmelerin gerçekleşmesi için verilen kendiliğinden mücadelenin ekonomik mücadele olduğu ve dolaysıyla bu mücadelenin sistem içinde bir takım kazanımları hedeflediği belirtildi. Sistem içinde bir takım iyileştirmeleri içeren ekonomik mücadele sırasında emekçilerin sınıf bilinçlerinin yükseldiği ve böylece iktidarı hedefleyen bir mücadeleye, yani siyasi mücadeleye yöneldiği vurgulandı. Demokrasi-devrim ilişkisinin tartışıldığı üçüncü sunumda toplumsal sorunların çözümünde, ufkun sistem içinde demokrasi, parlamento vb. unsurlara indirgenmesinin reformist; bu ufkun ezilen sınıfların verdiği mücadeleler sonucunda kurulacak olan sosyalizme bağlanmasının ise devrimci görüş olduğu vurgulandı. Sunumda, sorunların çözümünün sosyalizme bağlanmasının, sistem içi demokratik ve ekonomik kazanımların ve bu uğurda verilen mü-
cadelenin önemini zerre kadar azaltmadığı vurgulandı. Kamu emekçileri hareketinin tartışıldığı dördüncü sunumda, bir slayt gösterisi aracılığıyla, kamu emekçilerinin mücadele tarihi kısaca anlatıldı. Sunumda başta öğretmen hareketi olmak üzere, kamu hareketinin yüz yılı aşkın bir tarihinin olduğu belirtildi. Genelde kamu emekçilerinin özelde de KESK’in geldiği durumun değerlendirildiği tartışma bölümünde ise kamu hareketinin taban örgütlerinin kurulmasının hala acil bir görev olarak önümüzde durduğu vurgulandı. Kampın üçüncü günü gerçekleştirilen ve kadın sorununun tartışıldığı sunumda, kadın sorunun tarihsel bir sorun olduğunun ve günümüzde oldukça karmaşık bir yapı kazandığının altı çizildi. Sermayenin ihtiyaç duyduğunda (2. emperyalist paylaşım savaşında olduğu gibi) kadınları kitlesel olarak emek pazarına sürdüğü, bu ihtiyaç kalktığında ise (günümüzde olduğu gibi) ona yol vererek “asli görevlerine”, yani ev işleri ve çocuk bakımına yönlendirdiği belirtildi. Bugün burjuva kadının, emekçi kadının yapmak zorunda kaldığı ev işleri ve çocuk bakımı başta olmak üzere pek çok işi hizmetçi ve bakıcılara yaptırdığı ve dolaysıyla emekçi kadının çifte ezilmişliğinin burjuva kadın için geçerli olamayacağı vurgulandı. Yapılan sunumlarda canlı tartışmalar yaşanırken, kampa katılanların ortak kanısı sunumların oldukça başarılı geçtiği ve doyum sağladığıydı. Günlük, iki saat sabah iki saat de öğleden sonra gerçekleşen dört saatlik sunumlardan arta kalan zamanda kampa katılanlar arasında arkadaşlık ilişkilerini ve dayanışma duygularını geliştiren, kaynaşmayı sağlayan çeşitli etkinlikler yapıldı. Bu etkinlikler, kampa katılanlar arasında moralleri oldukça yükseltirken, sosyal bakımdan daha da sağlamlaşmış ilişkilerin oluşmasını sağladı. Kampa Katılan Bir Eğitim Emekçisi
e-mail: kamuemekcileri@yahoo.com facebook: www.facebook.com/ske.kamu
Yayınlarımızı takip etmek için: http://issuu.com/sosyalistkamuemekcileri
Kamu Emekçileri Bülteni Sayı: 51 * Fiyatı: 25 Kr * Temmuz 2015 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Meşrutiyet Mah. Kodaman Sk. No: 11/15 Şişli/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92