Broşür-Aralık 2013

Page 1

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber, ya hiç birimiz!

SOSYALİST KAMU EMEKÇİLERİ kamuemekcileri@yahoo.com

İşçi Bülteni Özel Sayı: 1074

» Grev, soluklu bir

mücadelenin parçası olarak kurgulanmalıdır!

19 Aralık grevini uzun soluklu bir mücadele programının parçası olarak ele almak ve devamında, grevin talepleri doğrultusunda ayları bulan ve fiili kazanımı hedefleyen program oluşturmak büyük önem taşıyor. Ne var ki bu konuda da en büyük zorluk yine bizzat KESK’in çizgisinden ve hakim anlayışların sınıf mücadelesine bakışlarından ileri geliyor. Bu da öncü kamu emekçilerine önemli görevler yüklüyor.

» BES Genel Kurulu’na giderken… Örgütsel işleyiş sorunu özünde bir siyasal-sendikal çizgi sorunudur. Her siyasal düşünce kendisine uygun bir işleyiş yaratır ve tersinden her sendikal işleyiş de bu siyasal düşüncenin gelişip güçlenmesine zemin hazırlar. Bu nedenledir ki, tüzük üzerine yapılacak her türlü tartışma, aynı zamanda tartışmayı yürütenlerin sendikal-siyasal eğilimlerini de açığa çıkartır.

» 23 Kasım eyleminin ardından... Eğitim-Sen’in reformist yönetimi, ne eylem öncesinde çağrıya uygun bir hazırlık çalışması yürütebilmiş, ne de 23 Kasım'da kendi eylemini doğru dürüst sahiplenebilmiştir. Dolayısıyla hem örgüt olarak kendini hem de eğitim emekçilerini yalnızlaştırmış, onların kırdırılmasına vesile olmuştur.


Grev, soluklu bir mücadelenin parçası olarak değerlendirilmelidir

P

eki ne yapmalı? 19 Aralık grevi bir günlük bir “protesto” olarak mı gerçekleştirilmeli, yoksa uzun soluklu bir mücadelenin ilk basamağı olarak mı ele alınmalı? 19 Aralık grevini uzun soluklu bir mücadele programının parçası olarak ele almak ve devamında, grevin talepleri doğrultusunda ayları bulan ve fiili kazanımı hedefleyen program oluşturmak büyük önem taşıyor. Ne var ki bu konuda da en büyük zorluk yine bizzat KESK’in çizgisinden ve hakim anlayışların sınıf mücadelesine bakışlarından ileri geliyor. Bu da öncü kamu emekçilerine önemli görevler yüklüyor.

Ağustos ayında AKP ve Memur-Sen arasında bir oldu bittiyle imzalanan ve bizim de “satış sözleşmesi” olarak değerlendirdiğimiz toplu sözleşme; 2014-2015 bütçelerinde kamu emekçilerine daha fazla yoksulluk ve güvencesizlik dayatılacağını önceden bize anlatmıştır. 2014 bütçe görüşmeleri 10-20 Aralık’ta TBMM'de görüşülüp onaylanacak. Bütçe dönemleri, kaynakların nasıl ve kimlerden sağlanacağının ve bu kaynakların kimlere ve nasıl harcanacağının belirlendiği dönemlerdir. Bütçe gelirlerinin %86,5'i vergilerden oluşurken, bu oranın %17,6’sı ise maaşlarımızdan kesilen gelir vergilerinden oluşmaktadır. AKP’nin 2014 yılı bütçe taslağına göre işçi ve emekçilerden toplanan kaynaklar, sermayeye aktarılacaktır. AKP hazırlamış olduğu bütçe taslağıyla sermayenin hizmetinde olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bununla birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve güvenliğe ayırdığı pay ile de kendi siyasal tercihlerine uygun davranmaktadır. Yeni bütçe ile dinsel gericilik daha fazla beslenirken polis devleti uygulamalarının mali desteği de sağlanmış olacaktır. Kısacası işçi ve emekçilerden toplanan vergiler, kamusal ve nitelikli hizmet olarak değil, sermayenin daha fazla palazlanması, dinsel gericilik ve polis şiddeti olarak dönecektir. Toplu sözleşme dönemine hiçbir ön hazırlık yapmadan giren ve adeta sürecin seyircisi konumuna düşen KESK ve bağlı sendikalar, Memur-Sen’in satış sözleşmesini imzalaması sonrasında da etkili bir kampanya ve mücadele süreci örgütlememiş, birkaç bildiri çalışması ve basın


açıklaması dışında bir tutum geliştirmemişti. “Memur-Sen’in imzaladığı satış sözleşmesinin programlı bir mücadele ile yırtılması, Memur Sen’in etkili bir teşhirini de içeren “satış sözleşmesini tanımıyoruz” eksenli bir kampanyanın örgütlenmesi bugün önemli bir ihtiyaç olarak durmaktadır. KESK ve bağlı sendikalar toplu sözleşme sonrası bırakalım bir mücadele programı ortaya koymayı, Memur Sen’in etkili bir teşhirine dahi yönelmemiş, ikide bir yapılan açıklamaların ötesine geçen bir tutum geliştirilmemiştir. Her ne kadar sefalet artışlarını öngören toplu sözleşme imzalanmış olsa da, kamu emekçilerinin yakıcı talepleri orta yerde duruyor. Her türlü ek ve yan ödemenin emekli keseneğine dahil edilmesinden iş güvencesine, insanca bir ücret ve ücret adaleti talebinden geçmiş kayıpların giderilmesi talebine kadar bir dizi talep ile kamu emekçilerini harekete geçirmek ve önümüzdeki bütçe dönemini bir mücadele sürecine dönüştürmek bugünün güncel görevleri olarak durmaktadır. “Yaz dönemi”nden şikayet edenlere “kış”ın geldiğini hatırlatmak ise öncü kamu emekçilerine düşmektedir.” (Sosyalist Kamu Emekçileri broşürü - İşçi Bülteni Özel Sayı:1046 Ekim 2013) Erken bir tarihte Ekim ayı içerisinde kamuoyu ile paylaştığımız bu değerlendirme ile KESK’in 19 Aralık “uyarı grevi” çağrısı arasında söylemde bir benzerlik bulunsa da, özde farklı iki tutumu ifade etmektedirler. Sosyalist Kamu Emekçileri olarak burada yaptığımız çağrı, yılların pratiğinden çıkartılan deneyimler ile sürecin aylar öncesinden ve talepleri örgütleyerek işletilmesini öngörürken, KESK’in çağrısı ise bilindik ve alışıldık bir tutumla “yumurta kapıya dayanınca” alınmış bir kararı ifade ediyor. Birinci tutum kitlelerdeki güvensizlik duygusunu da aşacak bir biçimde talepler etrafında bir mücadele sürecini tariflerken, ikincisi, yani KESK’in tutumu ise “taleplerin propagandasına” indirgenmiş bir “uyarı grevini” öngörmektedir. Birinci tutum grevi uzun soluklu bir sürecin parçası olarak ele alırken, ikinci tutum onu bir “uyarı” ve “protesto” aracı olarak görmektedir. Fakat emekçi kitleler bizzat kendi deneyimleri ile yıllardır gerçekleştirilen “uyarı” grevlerinin ötesine geçilmediğini, bir günlük grevlerin ya da günübirlik eylemlerin kazanımlar doğurmayacağını biliyor. Bu ise dönüp dolaşıp emekçilerin mücadeleye ve sendikalara duyduğu güveni zayıflatıyor. Kuşkusuz tüm eleştirilerimize ve bölge toplantılarında öncü kadroların dile getirdiği eleştirilere rağmen, kamu emekçilerine sefalet zammının dayatıldığı, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılıp tasfiye edildiği ve buna bağlı olarak da kamu emekçilerinin iş güvencesi dahil birçok hakkının gasp edilmeye çalışıldığı bir dönemde, KESK’in “Satış Sözleşmesini Kabul Etmiyoruz, Bütçeden Hakkımızı İstiyoruz” şiarıyla yapmış olduğu uyarı grevi

çağrısını önemsiyor ve anlamlı buluyoruz. Fakat mevcut tablo, 19 Aralık grevinin kendi başına bir amaç olarak görülmesi durumunda, emekçilerdeki güvensizliği derinleştiren bir rol oynayacağını da anlatıyor bize. Peki ne yapmalı? 19 Aralık grevi bir günlük bir “protesto” olarak mı gerçekleştirilmeli, yoksa uzun soluklu bir mücadelenin ilk basamağı olarak mı ele alınmalı? Aslında bu tartışma gerek bizim bugüne kadar ki değerlendirmelerimizde, gerekse de üye ve temsilci toplantılarında sendika kadroları tarafından sürekli olarak yapılmaktadır. Ne var ki, hem kendi deneyimlerinden ve hem de kadroların görüş ve önerilerinden ders çıkarmayan bir KESK ve sendikalar tablosu var orta yerde. Eylemi kendi başına bir “propaganda” veya “protesto” aracı olarak gören, grev gibi etkili bir silahı da günübirlik bir uyarı aracı olarak algılayan ve uzun soluklu bir mücadele programından yoksun bir sendikal çizginin hareketi ilerletici değil, çoğu kez geriletici bir rol oynadığı neredeyse tüm sendika kadroları tarafından dile getirilmektedir. Biz burada çıplak bir gerçeklik karşısında neden KESK ve bağlı sendikaların bu deneyimlerden ders çıkarmadığını tartışmayacağız. Bunun nedeni hiç de öyle çoğunlukla sanıldığı gibi “öngörüsüzlük”te değil, -başka etkenlerin yanı sıra- gerek sınıf mücadelesine ve gerekse de toplumsal olay ve olgulara siyasal bakışta aranmalıdır. Bir grevin nasıl da dönüp dolaşıp kamu emekçileri hareketini zayıflatan bir araca dönüşebileceğini, ülke


tarihinde kamu emekçilerinin en geniş katılımla gerçekleştirdiği grevlerden biri olan 23 Mayıs (2012) grevi fazlasıyla anlatmaya yetmektedir. Yukarıda alıntı yaptığımız değerlendirme içerisinde 23 Mayıs grevini de değerlendirmiş ve şunları söylemiştik: “2012 yılında gerçekleştirilen ilk toplu sözleşmelere de KESK bütünüyle hazırlıksız girmiş, ancak hükümetin sefalet dayatmasının kamu emekçilerinde yarattığı geniş tepki KESK’i grev kararı almaya itmiş, kamu emekçilerinde gelişen güçlü mücadele dinamikleri Memur-Sen tabanının ve kimi sendikalarının dahi 23 Mayıs grevine katılması sonucunu doğurmuştu. Bu gelişmeler Memur Sen’in masadaki dilenciliğini geniş kitleler önünde mahkum ederken, KESK’i bir kez daha kamu emekçilerinin fiili mücadele adresi haline, sokaktaki sözcüsü konumuna getirmişti. 23 Mayıs grevi geniş kitlelerin Memur-Sen’den yalıtılması açısından da önemli olanaklar sunmasına karşın KESK, tabandan gelen eleştirileri de görmezden gelmiş, Kamu-Sen ile birlikte Memur-Sen’e “hakem kuruluna katılmama” çağrısı yapmasına karşın, kendisi de bu çağrıya uymayarak “hakem kuruluna” katılmıştır. Böylece, kamu emekçilerinde gelişen özgüveni ve mücadele dinamiklerini sokakta geliştirmek yerine düzenin “yasal” cenderesine hapsetmiştir. Kısacası KESK en uygun koşullarda 23 Mayıs grevine ve bu grevle özgüven kazanan kamu emekçilerinin mücadele dinamiklerine -ihanet etmiştir demiyoruz- sırtını dönmüş, hakem kurulunu yeni bir grevle karşılamak yerine, gerisin geri Memur-Sen’in kuyruğuna yedeklenmiştir.” (Sosyalist Kamu Emekçileri broşürü - İşçi Bülteni Özel Sayı: 1046 Ekim 2013) Başlangıçta KESK’in grev çağrısına olumsuz yanıt veren Kamu-Sen, tabandaki basıncın etkisiyle “miting” kararını iptal edip KESK’in tutumuna yedeklenmiş ve greve katılım kararı almış, 23 Mayıs milyonları saran bir grev olarak tarihe geçmiştir. Ne var ki, tabandaki coşku ve beklentiye rağmen KESK izlediği çizgi ile Hakem Kurulu’nu bir kez daha grevle karşılamak yerine -ki koşullar alabildiğine olgundu- Memur-Sen’in peşi sıra Hakem Kurulu’na katılarak bir yandan Memur-Sen’e can simidi olurken, öte yandan da kamu emekçilerinin yüzünü KESK’e çevirdiği bir dönemde hareketin darbelenmesine ve dinamiklerin heba edilmesine hizmet etmiştir. Bu deneyim sonrasında ise 2013 Haziran ayına kadar KESK “ortalıkta” görünmemiştir. Kamu emekçilerinin güven duygusunun alabildiğine darbelendiği böyle bir dönemde bir ölçüde Haziran Direnişi imdada yetişmiş, ancak 17 Haziran eylemleri ve toplu sözleşme dönemi, emekçilerdeki güvensizliği büyüten bir rol oynamıştır. Tüm bu tablo 19 Aralık grevinin zorluklarını göstermesi bakımından önemli olsa da, sorun, 19 Aralık’ın örgütlenmesinin zorluklarından ibaret değildir. Aslolan 19 Aralık sonrasında nasıl bir süreç örüleceğidir. Kamu

emekçileri hareketinin içinde bulunduğu -daha doğrusu bizzat KESK’in çizgisi ile içine sürüklendiği- bugünkü tablo, 19 Aralık’ın hemen bir gün sonrasına bir grev daha örgütlemeyi neredeyse olanaksız kılıyor. Bu nedenle 19 Aralık grevini uzun soluklu bir mücadele programının bir parçası olarak ele almak ve devamında, grevin talepleri doğrultusunda ayları bulan ve fiili kazanımı hedefleyen bir program oluşturmak büyük önem taşıyor. Ne var ki bu konuda da en büyük zorluk yine bizzat KESK’in çizgisinden ve hakim anlayışların sınıf mücadelesine bakışlarından ileri geliyor. Bu da öncü kamu emekçilerine önemli görevler yüklüyor. Grev işyerlerinden başlatılmalı ve uzun soluklu bir mücadelenin manivelasına dönüştürülmeli! Yıllardır yapılan grevlerde kamu emekçileri bir alan belirlenerek o alana çağrılmaktadır. Birçok alanda grev çağrısı “iş bırakıp alana gitme” biçiminde hayata geçirilmekte, hizmet üretimini durdurma yönünde bir irade gösterilemediği durumlarda grevin toplam etkisi zayıflamaktadır. Üstelik grevi örgütleyemeyen işyerlerinden alana katılım da öncü kadrolarla sınırlı kalmaktadır. Örneğin Eğitim-Sen’de önemli oranda, işyerlerine gitmeden alana gelme alışkanlığı bulunmakta ve bu grevin işyerlerinde gündemleşememesini beraberinde getirmektir. Greve katılan bir emekçi üretimden gelen gücünü ancak işyerinde fark edebilir. Bu durum hem greve katılanın kendi öz gücüne güvenmesini hem de greve katılmayan emekçilerin grev sayesinde duyarlılık kazanmasını sağlayacaktır. Bundan dolayı işyerinde asılan bir pankart, ozalit veya giyilen bir grev önlüğü o işyerinde grev günü ve sonrasında kamu emekçilerinin zihninde bir yer tutacaktır. Bu amaçla 19 Aralık günü grev okullar da dahil tüm işyerlerinde başlatılmalı, pankart, önlük, işyeri önü eylemleri gibi araçlarla kamu emekçileri motive edilmeli ve hizmetten yararlanan emekçilerin greve kazanılması da amaçlanmalıdır. 19 Aralık grevi, örgütlü-örgütsüz tüm kamu emekçileriyle buluşmanın manivelası olarak, kamu emekçilerini birleştirmek ve harekete geçirmek amacıyla uzun soluklu bir mücadele programının bir parçası ve örgütlenme aracı olarak değerlendirilmelidir. Bunu başarmak ise öncü kamu emekçilerinin bu yönde göstereceği iradeye bağlıdır. Sosyalist Kamu Emekçileri (12.12.2013 tarihinde www.kizilbayrak.net sitesinde ve Kızıl Bayrak gazetesinin 13 Aralık 2013 tarihli 48. sayısında yayınlanmıştır)


BES Genel Kurulu’na giderken…

Tüzük değişiklikleri üzerine düşünceler-1 3-4-5 Ekim tarihlerinde toplanan Büro Emekçileri Sendikası (BES) 6. dönem 3. Merkez Temsilciler Kurulu (MTK)’nun gündemlerinden birini “Tüzük Kurultayı” oluşturuyordu. 6. Olağan Genel Kurulu’nda Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD), Demokratik Emek Platformu (DEMEP) ve Emek Hareketi (EH)’nin oluşturduğu ittifak tarafından “genel kurul sürelerinin üç yıla çıkartılması (EH bu önergeye imza atmamıştır)” ve “kadın sekreterliği oluşturulması” yönünde getirmiş oldukları tüzük değişiklikleri önergeleri reddedilmiş, Tüzük Kurultayı yapılması yönünde verilen önerge kabul edilmişti. BES Merkez Yönetim Kurulu (MYK), 6. Olağan Genel Kurulu tarafından alınan “Tüzük Kurultayı” kararını hayata geçirme yönünde bir çaba içerisine girmemiş, tüzük değişikliklerinin bir sonraki genel kurulun gündemine alınması yönünde bir eğilim geliştirmişti. Bazı şubeler tarafından genel kurul atmosferi içerisinde tüzük değişiklikleri yapılmasına itiraz edilse de, MYK’nın belirlediği yönelim MTK’da somut bir biçim kazanmıştır. BES MYK’nın şubelere gönderdiği MTK kararında “Sendikamızın 6. Olağan Genel Kurulu’nda Tüzük Kurultayı yapılması yönünde karar alınmıştır. Bu nedenle tüzük çalışmalarını koordine etmek ve genel kurula sunmak üzere MYK ve MTK üyelerinin katılımıyla 5 kişilik komisyon oluşturulmuştur” denilmektedir. Tüzük değişikliklerine ilişkin önerilerimize geçmeden önce, MTK kararını bazı yönleri ile incelememiz gerekecek. Ki bu karar, mevcut MYK’nın (ve de MTK’nın) tutumundaki yanlışları da içinde barındırmaktadır.

Ö

rgütsel işleyiş sorunu özünde bir siyasal-sendikal çizgi sorunudur. Her siyasal düşünce kendisine uygun bir işleyiş yaratır ve tersinden her sendikal işleyiş de bu siyasal düşüncenin gelişip güçlenmesine zemin hazırlar. Hangi Tüzük Kurultayı? Bu nedenledir ki, tüzük üzerine yapılacak her türlü tartışma, aynı Söz “tüzük”ten açılmışken belirtmek gerekir ki, tüzüğü kimin zamanda tartışmayı yürütenlerin ne kadar ciddiye aldığını ortaya koyan bir karardır söz konusu olan. Tüzük genel anlamda hakları, ödevleri ve yetkileri tanımlar. sendikal-siyasal eğilimlerini de açığa çıkartır. Bugün BES kadrolarının, Bazıları tüzüğe bakınca yalnızca “yetkilerini” görürler, “ödevlerini” unuturlar ve üyelerin “haklarını” çiğnerler. İşte MTK şubelerin ve temsilcilerin yapması kararı olarak sunulan karar bunların bir örneği durumundadır. gereken, kendi şubelerinden doğru, Kuşkusuz hemen her konuda “tüzük ne diyor” diye bakılmaz. tüzük komisyonları oluşturmak, Çoğunlukla hayatın ve mücadelenin ihtiyaçları tüzükle sorunları pratik yaşamın ihtiyaçları belirlenemez. Örneğin düzenli bir yayın faaliyetine ilişkin ile bütünlük içerisinde ele almak sorunları çözmek için tüzükle kendinizi sınırlamanız gerekmez. olmalıdır. Yayın çalışmasındaki sorunları aşmak için bir basın yayın komisyonu oluşturabilir ve kolektif bir çalışmayı örgütleyebilirsiniz. Bunun için dönüp “tüzükte yeri var mı” diye


bakmak gerekmez. Aslolan çalışmanın ihtiyaçlarıdır. Ama bazı durumlar vardır ki “tüzük ne diyor” diye bakmadan adım atmamanız gerekir. İşte Tüzük Kurultayı kararı da bunlardan birisi. Sendikamızın tüzüğüne göre en yetkili karar organı Genel Kurullardır. Bu organın almış olduğu kararlar bağlayıcıdır ve MYK’nın veya başka bir organın bu kararları uygulamama yönünde bir “yetkisi” yoktur. 6. Olağan Genel Kurul, Tüzük Kurultayı yapılması yönünde karar almış ve MYK’yı da bu kararı hayata geçirme konusunda yetkili kılmıştır. MYK ise bu kararın uygulanması yönünde bir irade geliştirmemiştir. Muhtemelen MYK bunu “mali sıkıntı” ile açıklayacaktır (Ki resmiyete dökülmeden öyle açıklandığı da bilinmektedir). Bu gerekçenin anlamsızlığını ortaya koymak için MYK’ya sormak lazım: dönem başında önünüze Tüzük Kurultayı yapmayı koydunuz, bunun için bir çalışma programı çıkardınız, şubelerde tüzük tartışmaları açtınız, bu tartışmaları yürütmek için şubelerden başlamak üzere gerekli organları oluşturdunuz da, “kaynak” sorunu mu kurultayın yapılmasını engelledi? 7. Olağan Genel Kurulu’nun bir gün uzatılmasının getireceği maliyet ile tüm bu tartışma süreçlerini işlettikten sonra bir günlük Tüzük Kurultayı yapmanın maliyeti arasında “mali sıkıntı” ile açıklanabilecek kadar bir fark var mıdır? Üstelik 7. Olağan Genel Kurulu’nun bir gün uzatılması, bir gün fazladan “barınma maliyeti” çıkarmıyor mu? “MTK kararı zaten 6. Olağan Genel Kurulu kararının uygulanması değil midir ki, bunları söylüyorsunuz?” denilebilir. MTK kararında 6. Olağan Genel Kurulu’na gönderme yapılması böyle bir yanılgı yaratabilir. Zaten metinde genel kurul kararına vurgu yapılması, biraz da bu kararı “uyguluyor” görüntüsü vermek için iliştirilmiş gibi duruyor. MYK’nın şubelere gönderdiği 19.11.2013 tarihli yazıda ise “Tüzük Kurultayı” tanımlaması yapılıyor. Oysa söz konusu olan genel kurul kararının uygulanması değil, uygulanmayıp bir başka karar ile ikame edilmesidir. 6. Olağan Genel Kurulu’nun tüzük kurultayı örgütlenmesine dönük almış olduğu kararın 6. dönem çalışma programı içerisinde ele alınması ve Tüzük Kurultayı’nın bizzat bu kararı alan 6. dönem delegeleri ile yapılması gerekirdi. Oysa MYK’nın (ve de MTK’nın) öngördüğü Tüzük Kurultayı kararı, şubelerin 7’nci dönem genel kurullarını tamamladığı ve merkez delegelerini seçtiği, BES’in 7. Olağan Genel Kurulu’nun toplandığı bir takvimde, 7. Olağan Genel Kurulu delegeleri ile uygulanacaktır. Kısacası MYK, MTK’yı da kendisine ortak ederek, tüzüğün kendisine verdiği “ödevleri” unutmuş, verilmeyen bir “yetkiyi” kullanmış ve en yetkili organ tarafından verilen kararı uygulamayarak üyelerin “haklarını” çiğnemiştir.

Genel kurul atmosferinde Tüzük Kurultayı Genel kurul atmosferi içerisinde tüzük değişiklikleri yönünde çalışma yürütülmesinin, tüzük değişikliklerinin ittifak ilişkileriyle sakatlanması anlamına geldiği açıktır. Bu bir yandan ittifak ilişkilerine girenlerin “baskılanması”, öte yandan da değişikliklerin bu ittifak ilişkilerinin kaderine bağlı hale getirilmesi anlamına gelmektedir. Olumsuz baktığımız düşünülebilir. Fakat geçmiş pratik bunun böyle olacağını fazlasıyla doğruluyor. Üstelik sendikalara hakim anlayışların tüzük değişikliklerini güç ilişkilerine bağlı olarak üstten dayatmacı bir biçimde, kendi tabanında dahi tartışmadan genel kurullara getirmesi, tüzük meselesine tam da bu dar ihtiyaçlarından baktıklarını göstermektedir. Geçtiğimiz BES Genel Kurulu’nda “genel kurul sürelerinin üç yıla çıkartılması” ve “kadın sekreterliği kurulması” yönünde getirilen öneriler, hiçbir biçimde tabanda tartışılmamış ve sendikal grupların üst yönetimleri tarafından genel kurul delegelerinin onayına sunulmuş, ancak yeterli sayıya ulaşılamadığından önergeler kabul görmemiştir. KESK ve Eğitim-Sen Genel Kurulları da bu yönüyle olumsuz örnekler olarak önümüzde durmaktadır. KESK’te ve Eğitim-Sen’de, merkezi organlara ve genel kuruldan seçilecek kişilere dayalı olarak oluşturulan Genel Meclis’ler, yine tabanda tartışılmadan önerilmiş ve hayata geçirilmiştir. Üstelik Eğitim-Sen’de lehte oy kullananlar 100 fazla sayılarak önerge kabul ettirilmiştir. Tüm bu örnekler hakim anlayışların tüzük sorununu kendi dar ihtiyaçlarından ele aldığını ortaya koymaktadır. BES MYK’sının genel kurul öncesi Tüzük Kurultayı’nı örgütlemeyip, genel kurul takvimi içerisinde Tüzük Kurultayı kararı alması da benzer bir yaklaşımı ifade etmektedir. Tüzük Komisyonu oluşturmak ve şubelerden görüş istemek gibi yaklaşımlar her ne kadar olumlu görünseler de, dar grupçu rekabetin ve koltuk paylaşımına dayalı ittifak ilişkilerinin genel kurul süreçlerini belirlediği koşullarda, Tüzük Kurultayı’nın sağlıklı sonuçlar üretmesi oldukça zordur. Bu kararı alan MYK (ve de MTK), ya bu gerçekliği göremeyecek kadar saftır ya da dar grupsal ihtiyaçları esas alan bilinçli bir tutumla Tüzük Kurultayı’nı genel kurul atmosferi içerisine almaktadır. Tüzük Komisyonu’nun oluşma biçimi ikinci seçeneğin kuvvetle muhtemel olduğunu anlatmaktadır. Tüzük Komisyonu’nun oluşma biçimi ve görevi Ekim ayı başlarında gerçekleştirilen Merkez Temsilciler Kurulu’nda 5 kişilik bir tüzük komisyonu oluşturulmuş ve bu komisyona, tüzük çalışmalarını koordine etme ve önerileri genel kurula sunma görevi verilmiştir.


Burada birkaç hususun üzerinde durmakta yarar var. Birincisi; merkezi komisyon şubelerden başlayan bir çalışma üzerinden şekillenmemiş, MTK toplantısında belirlenmiştir. Oysa sürecin sağlıklı yürüyebilmesi için aşağıdan yukarıya doğru bir çalışma tarzının esas alınması gerekirdi. Tüzük tartışmaları daha erken bir zamanda başlatılabilir ve şubelerde tüzük komisyonlarının oluşturulması üzerinden bir işleyiş belirlenebilirdi. Merkezi komisyon oluşturulmasını MTK gündemine alan MYK’nın, şubeler söz konusu olduğunda “görüşlerinizi bildirin” demekle yetinmesi, aşağıdan yukarıya doğru bir işleyişin pek de önemsenmediği anlamına gelmektedir. Dahası şubelerin merkezi komisyonla doğrudan bağının kurulmayıp, MYK’nın kendisini aracı kılması da bunu anlatmaktadır. İkinci olarak; komisyonun bileşeni, buraya kadar ortaya koyduğumuz görüşleri alabildiğince doğrular niteliktedir. 5 kişilik komisyonun 3’ü MYK üyelerinden belirlenmiştir. Üstelik üçlü ittifaka uygun biçimde! Komisyona katılanların her birinin belli bir temsiliyeti olduğu düşünülürse, meselenin genel kurul ilişkilerine bağlanmış olduğu da anlaşılmış olur. Bu 5 kişi “delege gücünün!” neredeyse tamamını temsil ediyor. Böylece tüm grupların temsil edildiği “biçimsel demokrasi”nin gereği de yerine getirilmiş oluyor. Bu ise tüzük değişiklikleri konusunda esas tartışma noktalarının ne olacağı konusuna da ayna tutuyor. (Bu hususların neler olabileceği konusunda sonraki yazılarımızda değineceğiz.) Tüzük Komisyonu’nun çalışma biçimine ilişkin fazlaca söz söylemeye gerek yok. Tüzük değişikliğinin hangi çerçeveye ve mantığa oturtulduğu açık. BES MYK’nın 19.11.2013 tarihinde şubelere göndermiş olduğu yazıda “örgütsel ihtiyaçları gören bir yerden” şubelerin görüş göndermesini talep etmesinin, tüzük tartışmalarına ilişkin süreci daha en başından sakatlayan ve bu nedenle de

“örgütsel ihtiyaçlardan” bakmayan bir MYK için, yanlışa cila çekme çabasından öte fazlaca bir anlamı bulunmamaktadır. Tüzük tartışmalarına ve Tüzük Kurultayı’na etkin bir müdahale ihtiyacı Gerek tüzük komisyonunun oluşma biçimi, gerek “temsiliyete” dayalı bileşeni ve gerekse de şubelerle merkezi komisyon arasında doğrudan bir bağın kurulmamış olması, “merkezi komisyona” havale ederek gerçekleştirilecek tüzük değişikliklerinin sağlıklı sonuçlar üretmeyeceği anlamına gelmektedir. Daha sağlıklı ve örgütsel ihtiyaçları esas alan bir sürecin işletilebilmesi için şubelerde çalışma birimleri oluşturmak, önerileri işyerlerinde ve temsilci kurullarında tartışmak, yalnızca görüş ileten bir tutumdan ziyade örgütsel ihtiyaçları gözeten aktif bir tutum geliştirmek gerekir. Şurası iyi görülmelidir ki, örgütsel işleyiş sorunu özünde bir siyasal-sendikal çizgi sorunudur. Her siyasal düşünce kendisine uygun bir işleyiş yaratır ve tersinden her sendikal işleyiş de bu siyasal düşüncenin gelişip güçlenmesine zemin hazırlar. Bu nedenledir ki, tüzük üzerine yapılacak her türlü tartışma, aynı zamanda tartışmayı yürütenlerin sendikal-siyasal eğilimlerini de açığa çıkartır. Bugün BES kadrolarının, şubelerin ve temsilcilerin yapması gereken, kendi şubelerinden doğru, tüzük komisyonları oluşturmak, sorunları pratik yaşamın ihtiyaçları ile bütünlük içerisinde ele almak olmalıdır. BES tüzüğüne ilişkin değerlendirme ve önerilerimizi sonraki yazılarımızda ayrıca sunacak ve tartışmaya açacağız. Sosyalist Kamu Emekçileri


2

23 Kasım eyleminin ardından

3 Kasım’da KESK’e bağlı Eğitim-Sen üyesi yaklaşık beş bin eğitim emekçisi, “Meslek onurumuza ve haklarımıza sahip çıkmak, toplumsal yaşamda ve eğitimde yaşanan dayatmalara hayır demek için; 23 Kasım’da Ankara’dayız!” şiarıyla Ankara’da buluştular. Eğitimin ticarileştirilmesine, köleliğe ve gericiliğe dur diyen eğitim emekçileri, Öğretmenler Günü’nden bir gün önceye gelen eylemde hediye olarak, cop, gaz ve tazyikli suyla karşılandılar. Eğitim-Sen, gerçekleştirdiği eylemin duyurusunu ve çağrısını, eylemden yaklaşık bir ay önce yapmıştı. Ne yazık ki Eğitim-Sen’in reformist ve liberal yöneticileri, ne eylemin hazırlık aşamasında bir kitle çalışması yürütebilmişler ne de eylemin gerçekleştirildiği gün, Gezi ruhuna uygun bir politik tutum ve devrimci duruş sergileyebilmişlerdir. Sermaye devletinin sözcüsü AKP hükümeti, uyguladığı neo-liberal politikalarla ve polis şiddetiyle işçi sınıfına ve kamu emekçilerine yönelik iktisadi, politik ve faşist saldırılarını günden güne arttırırken, KESK’in ve bağlı sendikalarının reformist yöneticileri hala diyalogcu, icazetçi ve pazarlıkçı liberal söylemlerden medet ummaktadırlar. Sermaye iktidarının politik temsilcileriyle, ordu ve polis şiddetiyle, hantal bürokrasisiyle işçi sınıfına ve kamu emekçilerine yönelik topyekûn saldırılarını yoğunlaştırdığı bir süreçte, Memur-Sen’in satış sözleşmesini imzaladığı ve bütçe görüşmelerinin yaklaştığı böylesi bir dönemde, Sosyalist Kamu Emekçileri olarak Eğitim-Sen’in bir dizi güncel somut talep çerçevesinde gerçekleştireceği basın açıklamasını anlamlı bulduğumuzu, 23 Kasım Ankara eyleminden önce açıklamıştık. Bununla birlikte, sürecin, bütçe dönemi boyunca gerçekleştirilecek olan bir dizi başka eylemlerle devam ettirilmesi gerektiğini de dile getirmiştik. Yine söz konusu açıklamamızı “Biz Sosyalist Kamu Emekçileri olarak, ilerici ve öncü kesimleri 23 Kasım eylemini sahiplenmeye ve taleplerimiz gerçekleşinceye kadar fiili meşru mücadele çizgisinde eylemleri büyütmeye çağırıyoruz” şeklinde tamamlamıştık. Ne var ki çağrımız, Eğitim-Sen reformist yönetiminin bürokratik duvarına toslamıştır. Eğitim-Sen’in reformist yönetimi, Sosyalist Kamu Emekçileri’nin çağrısını dikkate almadığı için ne eylem öncesinde –kamu emekçilerini, ortaya konulan güncel somut talepler etrafında işyerlerinden doğru örgütleme çalışması vb. yürütememiş, yani eylem; ortaya konulan, şiarlaştırılan somut bir dizi talebin kazanımına yönelmiş bir süreç olarak işletilen bir programın parçası olamamıştır- çağrıya uygun bir hazırlık çalışması

yürütebilmiş, ne de 23 Kasım’da kendi eylemini doğru dürüst sahiplenebilmiştir. Sözgelimi, Eğitim-Sen reformist yönetiminin, eylem sürecinde -barikata yüklenmek ve barikatı aşmak vb. gibi- bir irade geliştirmemiş, aksine diyalogcu, icazetci ve pazarlıkçı liberal tutumuyla kitleleri, yorucu, bıktırıcı ve usandırıcı bir bekleyişin ve belirsizliğin içine sürüklemiş olmasının amacı ne olabilir?! Sözün özü, Eğitim-Sen reformist yönetimi, hem örgüt olarak Eğitim-Sen’i hem de eğitim emekçilerini yalnızlaştırmış, onların kırdırılmasına vesile olmuştur. Bunun kendisi, gerek eyleme katılımın niceliği üzerinden, gerek polis şiddeti ve saldırısından sonra “eylemin amacına ulaştığı”(!), (siz bunu, eylem, Gezi Eylemleri sürecinde sınıfta kalan KESK ve Eğitim-Sen reformist yönetimi zevahirini kurtarmak bakımından amacına ulaşmıştır şeklinde okuyun) yollu yapılan basın açıklamasından gerekse de eylemin sonlandırılmasını takip eden günlerde polis şiddetini kınayan bir iki basın açıklamasının ötesinde bir tutum geliştirilmemiş olmasından açıkça görülmektedir. Sermaye düzeni, sözcüsü AKP hükümeti aracılığıyla işçi sınıfına, kamu emekçilerine, dahası toplumun tüm emekçi katmanlarına acımasızca, gözü dönmüşçesine ve kudurmuşçasına topyekûn saldırıyor. Bu topyekûn saldırılara dur diyebilmenin, göğüs gerebilmenin, geriletebilmenin, dahası saldırılan pozisyonundan saldıran pozisyonuna geçebilmenin yegâne ve öncelikli yolu, sendikaların ve bağlı oldukları konfederasyonların başına çöreklenmiş olan reformist ve bürokratik kastın alaşağı edilmesinden ve taban inisiyatifi ile oluşturulacak devrimci bir mücadele programı etrafında ve fiili-meşrumilitan bir mücadele ekseninde örgütlerimizi yeniden yapılandırmaktan geçiyor. Dahası, önümüzde bütçe görüşmeleri, 19 Aralık KESK grevi ve genel kurullar süreci var. Vakit kaybetmeden ve bir an önce birleşik mücadeleyi örecek bir çalışma tarzının benimsenmesi ve ona uygun örgütsel bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Bu görev öncelikle, Sosyalist Kamu Emekçileri’nin, öncü ilerici ve devrimci kesimlerin omuzlarındadır. Örgütlerimizin başındaki reformist bürokratik yönetici kastı alaşağı etmek, reformistlerin yeniden yönetime gelebilmek için kapalı kapılar ardında yürüttükleri türlü ayak oyunlarını ve yine kapalı kapılar ardında yaptıkları pis pazarlıkları bozmak için görev başına! Sosyalist Kamu Emekçileri (30.11.2013 tarihinde www.kizilbayrak.net sitesinde yayınlanmıştır)

İşçi Bülteni Özel Sayı: 1074 * Fiyatı: 25 Kr * Aralık 2013 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel, süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Caddesi Sultan Cami Sk. No:2/9 Fatih/İstanbul Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat. Davutpaşa Cd. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 242 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 577 54 92


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.