SoSYALİST KAMU EMEKÇİLERİ kamuemekcileri@yahoo.com
KESK’e, sendikal gruplara ve öncü kamu emekçilerine çağrı…
Birleşik ve militan bir mücadele için görev başına!
Sermayenin işçi sınıfı ve emekçilere dönük saldırıları her geçen gün yeni boyutlar kazanırken, gerek işçi hareketinde ve gerekse de kamu emekçileri hareketinde yaşanan gerileme ve parçalı tablo aşılabilmiş değil. Sermayenin ve AKP hükümetinin liberal saldırılarını en yoğun bir şekilde hayata geçirdiği bu dönem, ne yazık ki, sınıf hareketinin de en geri noktasında olduğu bir dönem olarak yaşanıyor. 1
Kamu emekçileri hareketinde önderlik sorunu ve 23 Mayıs grevi sonrası Sosyalist Kamu Emekçileri olarak uzunca bir dönemdir kamu emekçileri hareketinin temel sorununun önderlik sorunu olduğunu, bu sorunun bir yanının sendikal çizgi öte yanının ise sendikal çizgi ile kopmaz bir bağ içerisinde bulunan örgütsel işleyiş sorunu olduğunu vurguluyoruz. Kamu emekçileri hareketinde sendikal çizgi bakımından uzlaşmacı-diyalogcu, örgütsel işleyiş bakımından bürokratik çizgi, 90’lı yılların ortalarında gelişip güçlenmeye başlasa da, özellikle 4688 sayılı yasa sonrasında, yasanın tanımladığı zemin üzerinde hızlı bir gelişme yaşadı. Bu gelişmenin ana tetikleyicisi ise Türkiye sol hareketinin önemli bir bölümünün tasfiyeci ve parlamentocu bir çizgiye kayması oldu. 4688 sayılı yasa bu süreci hızlandırıcı bir rol oynadı, kamu emekçileri hareketi hızla fiili-meşru mücadele çizgisinden ve “hak verilmez alınır” tutumundan uzaklaştı, protestocu, günübirlik bir mücadele anlayışı ve diyalogcu bir çizgi hâkim hale geldi. Önderlik alanında yaratılan boşluk devlet güdümlü gerici sendikalar tarafından dolduruldu ve KESK’in üye sayısında hızlı bir erime yaşandı. 2012 yılındaki 23 Mayıs grevi, KESK’e hakim çizginin somut karşılığı olması bakımından yakın dönemde yaşadığımız en önemli pratiklerden biridir. (Grev öncesi yayınlamış olduğumuz ‘23 Mayıs grevi, birlik sorunu ve görevler’ başlıklı değerlendirmemizi bu sayıda tekrar yayınlıyoruz). 23 Mayıs grevi, toplu sözleşme sürecinde Memur Sen’in masadaki tutumunun gözden düştüğü, geniş emekçi kesimlerin KESK’in sokaktaki tutumu ile buluştuğu bir dönemi işaretlemektedir. Öyle ki Memur Sen’in tabanı dahi greve katılmış, Memur Sen’e bağlı kimi sendikalar son günlerde greve destek açıklamaları yapmak zorunda kalmıştı. Beklendiği gibi 23 Mayıs grevi, geniş bir katılımla gerçekleşmiş, kamu emekçilerinin geniş bir kesiminde yaygın bir destek bulmuştu. Ne var ki, 23 Mayıs grevi öncesinde yayınlamış olduğumuz değerlendirmemizde dile getirdiğimiz ‘riskler’ hayat bulmuş, KESK, 23 Mayıs grevinin devamını getirmemekle kalmamış, Kamu Hakem Kurulu’na 2
katılmama yönünde çağrı yaptığı halde Memur Sen’in arkasından kurul toplantısına katılarak, Memur Sen’in tutumuna yedeklenmişti. 2012 yılı toplu sözleşme dönemi, KESK’e hakim sendikal anlayışın iflasının açık bir göstergesi olmuştur. 23 Mayıs grevi sonrasında ise KESK, neredeyse hiçbir varlık göstermemiştir. Kamu hizmetlerinin tasfiyesine dönük çok sayıda yasa geçmiş, tasarı gündeme gelmiş, ancak geride bırakılan bir yıl boyunca KESK’in bir varlığı ve mücadele programı olmamıştır. Yalnızca KESK’te değil, birkaç istisnayı dışta tutarsak, bağlı sendikalarda da benzer bir tablo yaşanmıştır. Kamu emekçileri hareketinin içinde bulunduğu tablo, Türkiye sol hareketinin önemli bir bölümünün “düzeni kendi içinde demokratikleştirme” tutumu ve anayasalcı hayalleri ile yakından ilgilidir. Bunu besleyen bir başka olgu ise Kürt sorununda izlenen “barış” çizgisinin yarattığı basınçtır. Parlamentocu-reformcu siyasal çizgi, gerisin geri sınıf mücadelesinde de diyalogcu-beklentici bir çizgiyi geliştirip güçlendirmekte, bu ise doğası gereği geniş emekçi kitlelerin birleşikmilitan mücadelesine dayalı bir çizgi izlemek yerine, günübirlik ve protestocu bir mücadele anlayışını beslemektedir. Kamu
emekçiler i hareketin in içinde Grev eksenli ve uzun vadeli bulunduğu tablo, bir mücadele programı ekseninde Türkiye so l önderlik sorunu aşılmalıdır hareketin in önemli bir bölüm ünün Geçmiş deneyimlerimiz yasaların meclise “düzeni k endi gelmesi sonrasında gösterilen günübirlik içinde reflekslerin saldırıları püskürtmeye yetmediğini, demokrati kleştirme” öte yandan kamu emekçilerinin güncel taleplerini tutumu ve örgütleyip mücadele konusu etmeyen bir sendikal anayasalc ı hayalleri çizginin hak elde etme yolunda herhangi bir yaptırım gücünün olamayacağını ortaya ile yakınd an koymaktadır. Burada ortaya koyduğumuz bu basit ilgilidir. B unu gerçekler, neredeyse tüm kadrolar ve sendikal besleyen b ir başka gruplar tarafından çeşitli toplantılarda dile olgu ise K ürt getirilmektedir. sorunund Kamu emekçileri hareketinde önderlik sorununun a izle “barış” çiz nen aşılması, her şeyden önce geniş emekçi kitlelerin gisinin yarattığı b asınçtır. mücadelesine dayanan bir çizginin izlenmesi ve kendisini yalnızca saldırılar karşısında gösterilecek
reflekslerle sınırlı görmeyen, kamu emekçilerini güncel talepleri etrafında örgütleyip mücadeleye seferber eden 3
ve grev silahının etkin bir kullanımına dayalı uzun vadeli bir mücadele programının hayata geçirilmesi ile olanaklıdır. Buradaki kastımız, KESK’in bir eylem takvimi açıklaması değil, toplu sözleşme dönemini de içeren uzun vadeli bir programın oluşturulması ve hayata geçirilmesidir. Böyle bir programın ana ekseni, her şeyden önce İstanbul, İzmir, Ankara gibi metropol illerden başlamak üzere kamu emekçilerinin öncü kesimlerini yan yana getiren toplantılarda şekillendirilmelidir. Bu açıdan İstanbul’da gerçekleştirilen “Kamuda Güvencesizlik, Performans Sistemi ve Mücadele Yolları Kurultayı”nın KESK’e ve Şubeler Platformu’na yapmış olduğu çağrı yerindedir. Bu çağrı vakit kaybetmeksizin Nisan ayı içerisinde hayata geçirilmeli, tam gün sürecek bölge toplantıları örgütlenmelidir.
KESK’e dönük gözaltı ve tutuklamalar karşısında tutum Sermayenin kamu hizmet alanının tasfiyesine dönük saldırılarına KESK’e dönük operasyonlar, gözaltı ve tutuklama terörü eşlik etmiştir. Ne var ki KESK ve bağlı sendikalar, bu saldırılar karşısında da kamu emekçilerini harekete geçirmeyen kadrosal eylemlerle yetinmişlerdir. Oysa söz konusu saldırılar kamu emekçilerinin kazanımlarına dönük liberal saldırılardan bağımsız değildir. Bu bilinmekle birlikte, tutuklamalar karşısında işyerlerini eksen alan, kamu emekçilerini KESK’e ve haklarına sahip çıkma yönünde mücadeleye sevk eden bir tutum izlenmemektedir. Bir an önce KESK’e dönük bu saldırıların kamu emekçilerinin iş güvencesi başta olmak üzere kazanılmış haklarına dönük liberal saldırıların bir parçası olduğu kamu emekçilerine anlatılmalı, işyerlerini harekete geçiren bir tutum geliştirilmelidir. Bu açıdan İstanbul Şubeler Platformu’nun işyeri çalışmasının bir parçası olarak başlatmış olduğu imza kampanyası güçlü bir biçimde örgütlenmeli ve ülke geneline yayılarak kampanya sonrası bir eylem takvimi çıkarılmalıdır. 4
Güncel talepler etrafında 1 Mayıs’a hazırlık Sendikal hareketin en temel zaaf alanlarından birisi, kamu emekçilerini talepleri doğrultusunda örgütleyen ve bu talepleri birer mücadele konusu haline getiren bir çizgi izlemek yerine, yasaların meclise gelmesine endekslenmiş protestocu bir tarz izlemesidir. Oysa sınıf mücadelesi yalnızca mevcut kazanımları korumaya dayalı bir bakış açısı ile geliştirilemez. Nihayetinde böyle bir bakış açısı mevcut kazanımların da korunamaması sonucunu doğurmaktadır. Önümüzdeki 1 Mayıs bu açıdan tarihsel bir önemdedir. KESK ve bağlı sendikalar, 1 Mayıs’a yalnızca çağrı yapmakla yetinmemeli, ‘özelleştirmelerin durdurulması, performans sisteminin kaldırılması, iş güvencesine dönük saldırıların geri çekilmesi, insanca yaşanabilir ücret, her türlü ek ve yan ödemenin emekli keseneğine dâhil edilmesi, eşit işe eşit ücret’ gibi genel talepler ile her işkolunun özgün talepleri etrafında kamu emekçilerini 1 Mayıs’a hazırlamalıdır.
Öncü kamu emekçileri görev başına! Stratejik hedef ve plandan yoksunluk, yalnızca KESK ve bağlı sendikaların değil, KESK’te önemli bir ağırlığı olan ve kendilerini ana dinamik olarak ifade eden sendikal grupların da içinde bulundukları tabloyu tariflemektedir. Tabanda gelişen rahatsızlıklara rağmen neredeyse hiçbir sendikal grubun sürece herhangi bir merkezi müdahalesi bulunmamaktadır. Bir yandan özelleştirme saldırısı sürerken, öte yandan da hükümet 657 değişiklikleri için hazırlıklarını sürdürüyor. AKP hükümeti, bu değişiklikleri toplu sözleşme öncesi yasalaştırma niyetinde olduğunu ilan etmiş bulunuyor. Sermayenin liberal saldırıları karşısında bizlerin ihtiyacı olan şey ise uzun vadeli ve grev eksenine n a gelişe d n a b dayalı bir mücadele programı. Gerek özelleştirme a T lıklara saldırısına yanıt vermek, gerekse iş güvencesini rahatsız redeyse ne hedef alan saldırıları püskürtmek ve kamu rağmen dikal emekçilerinin temel taleplerinde kazanım elde etmek, içbir sen ce h bütünüyle böyle bir programın oluşturulup hayata süre grubun geçirilmesine bağlıdır. i bi r herhang KESK’i, sendikaları, sendikal grupları ve öncü merkezi i kamu emekçilerini, kamu emekçileri hareketinin les günübirlik refleksler içerisinde tüketilmesine izin müdaha aktadır. am vermemeye, dönemsel bir mücadele programının bulunm oluşturulması, birleşik ve militan bir mücadelenin hayat bulması için azami bir çaba harcamaya çağırıyoruz. 5
8 Mart aynasında kadın sorunu ve KESK
Bir 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü daha geride kaldı. 2013 8 Mart’ı genel planda reformist solun, özelde ise KESK’in kadın sorununa yaklaşımlarının sınıf mücadelesinde olduğu kadar, emekçi kadın mücadelesinde de yarattığı tahribatların gözler önüne serildiği bir gün oldu. Sol harekette yaşanan reformcu ve tasfiyeci cereyan kendisini kadın sorununa yaklaşımda da göstermiş, emekçi kadın mücadelesini sınıf mücadelesinden uzaklaştıran ve onu “kadın mücadelesi”ne indirgeyen bir yaklaşımın gelişmesine yol açmış, bu dönüşüm, sol hareketin ve dolayısıyla da KESK’in, burjuva kadın hareketinin, yani feminizmin kuyruğuna takılmasına yol açmıştı. Kadın sorununun sınıf mücadelesinden uzak algılayışının doğal sonucu emekçi erkeğin reddine dayanan cinsiyetçi bir yaklaşımı geliştirip beslemesi ve en nihayetinde de emekçi erkeğin olduğu kadar, emekçi kadının da bu mücadelenin dışına sürülmesi ve duyarsızlaştırılması olmuştur. Her ne kadar reformist sol hareketin önemli bir bölümü kendilerini feminizmden ayırmak üzere “sosyalist feminist” olarak tanımlasalar da, sınıf kardeşleri ile buluşmak yerine burjuva kadın hareketi ile buluşmayı ana eksen haline getirmeleri nedeniyle, sosyalist düşünceden uzak ve feminist düşünceye yakın bir pratik çizgi izlemektedirler. Bu aynı durum kendisini “sosyalist feminist” olarak tanımlamayan reformist solun önemli bir bölümü için de geçerlidir. 6
Burjuva kadını ile emekçi kadını aynılaştıran, kadın sorununu sınıfsal ilişkiler sorunundan bağımsız bir “erkek-kadın ilişkisi” olarak algılayan bir anlayışın, sosyalist düşünce ile uzaktan yakından bir ilgisi olamaz. Bu nedenledir ki, 8 Mart’ın tarihsel anlamına dönük ideolojik cepheden yürütülen saldırıların, bu feminist çizgi ile buluşan reformist sol eliyle yürütülmüş olmasında şaşılacak bir yan yoktur. Sınıf mücadelesinden uzaklaşan ve demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini anayasal zeminde bir uzlaşı mücadelesi olarak algılayan, kapitalist düzeni kendi içinde demokratikleştirme hayalleri kuran parlamentocu bir sol hareketin, eni sonu kadın sorununda da benzer bir durumu yaşaması kaçınılmaz olduğu kadar, 8 Mart’ın tarihsel özüne ve sınıf mücadelesindeki anlamına dönük ideolojik saldırıların da bizzat bu reformist sol eliyle yürütülmesi, yürünen çizginin doğası gereğidir ve anlaşılır bir durumdur.
8 Mart’a dönük ideolojik saldırılar 8 Mart uzunca bir dönem “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlandı. Ne var ki, 90’lı yıllarda gelişen işçi hareketinin giderek geri çekilmesi ve Kürt hareketinde anayasalcı bir çözüm çizgisinin gelişmesi ölçüsünde, Türkiye sol hareketinde de reformcuparlamentocu bir çizgi hızla gelişmeye KESK’te u z u başladı. Bu dönüşümün kadın sorununa n yıllardır yukarıd a bakışta da yaşanması kaçınılmazdı. genel ha t “Emekçi kadın” kavramına dönük olarak l a r ı o r t a ya k n oyduğum ı başlatılan ideolojik saldırı ile “emekçi u çizgi ha z kadınlar günü” “kadınlar günü”ne kim dönüştürüldü. Buradaki temel amaç emekçi durumd a. kadının emekçi kimliğini arka plana atmak ve F damgas eminizmin kadın kimliğini öne çıkarmaktı. Burjuva kadını ını taşıy çizgi, sın an bu ile emekçi kadının kadın olmaktan kaynaklı ıfsal bir sorunları benzerdi ve bu yanıyla da burjuva mücade le kadını ile emekçi kadınını ortaklaştıracak zemin perspek tifinden buydu. Artık o “emekçi kadın” değil, “kadın”dı! yoksun olduğu Kadının karşıtı ise burjuva sınıfı değil, temel de ölçüde, “erkek”ti! Bu durumda emekçi kadının erkeği d emekçi mücadelede ortaklaşacağı kesim sınıf kardeşi ışla kalmıyo makla emekçi erkekler değil, sınıf düşmanı burjuva r, emekç kadının i kadınlardı! Bu bakış açısının doğal sonucu olarak mücade l eye ideolojik alanda burjuva kadın hareketiyle yani atılması nın da feminizmle buluşuldu. Kuşkusuz bu ideolojik saldırı önünü t ıkıyor. burada belirttiğimiz kaba biçimleriyle değil, 7
inceltilmiş biçimlerle yürütüldü. Binlerce yıl insanlığın gelişimine ket vurmuş Aristo mantığının ustalıkla bir uygulanışı söz konusuydu. “Emekçi” kavramına dönük ideolojik cepheden yürütülen bu saldırının pratikteki karşılığı ise “erkeğin” meydanlardan kovulması oldu. Böylece 8 Mart, sınıfsal ve tarihsel içeriğinden kopartılarak, bir karnaval veya anma gününe indirgendi.
2013 8 Martı ve KESK KESK’te uzun yıllardır yukarıda genel hatlarını ortaya koyduğumuz çizgi hakim durumda. Feminizmin damgasını taşıyan bu çizgi, sınıfsal bir mücadele perspektifinden yoksun olduğu ölçüde, emekçi erkeği dışlamakla kalmıyor, emekçi kadının mücadeleye atılmasının da önünü tıkıyor. 8 Mart’ta KESK’in “hizmet üretmeme” çağrısının neredeyse yanıtsız kalması bu açıdan öğreticidir. KESK’in çağrısına yalnızca bir avuç kadın emekçi yanıt verdi ve yapılan mitinglere ise sınırlı bir katılım oldu. KESK bir emek örgütüdür ve KESK’te örgütlü kadınlar da emekçi kadınlardır. Emekçi kadınları gündelik talepleri ekseninde mücadeleye hazırlamayan ve sınıf kardeşleri ile birlikte onları alanlara taşımayan bir mücadelenin 8 Mart’ları marjinalleştirmesi kaçınılmazdır. Bunun doğal sonucu ise kadın mücadelesinin yalnızca aydınlanmış kesimlerle sınırlanması, kitleselleşme olanaklarının ortadan kaldırılmasıdır. 8 Mart’ın emekçilerin geniş kesimlerinin alanları doldurduğu kitlesel bir mücadele günü olabilmesi, emekçi kadınların talepleri doğrultusunda gerek kadın emekçilerin ve gerekse de erkek emekçilerin ortak bir mücadele tutumunun geliştirilmesi ile olanaklıdır. Ancak böyle bir tutum sayesinde emekçi kadın sınıf mücadelesinde özneleşebilir ve kendisine dayatılan dar kalıpları aşabilir. Ve ancak bu sayededir ki, kadınlar kadar erkek emekçiler de kadın sorununa duyarlı hale getirilebilir, dayanışma ruhu geliştirilebilir. KESK bir an önce kadın sorunundaki yaklaşımlarını gözden geçirmeli, burjuva feminizminin arkasına yedeklenen sınıf dışı tutumundan vazgeçmelidir. Kadın emekçiler başta olmak üzere KESK üyeleri ve çeşitli sendikal gruplar içerisinde yer alan öncü kamu emekçileri burjuva ve küçük burjuva feminizmine karşı mücadeleyi yükseltmeli, emekçi kadın mücadelesinin tarihsel ve sınıfsal özünden uzaklaştırılmasına müsaade etmemelidir.
23 Mayıs grevi, birlik sorunu ve görevler (23 Mayıs 2012 tarihinde yapılan grev öncesi Sosyalist Kamu Emekçileri olarak yapmış olduğumuz değerlendirmeyi güncel önemi nedeniyle tekrar yayınlıyoruz...)
Hükümetin yüzde 3+3’lük sefalet zammı dayatması, kamu emekçilerinde önemli bir tepkinin açığa çıkmasına neden oldu. Bu tepkinin boyutlarını anlamak için hükümetin arka bahçesi Memur-Sen’in çıkışlarına bakmak dahi yeterlidir. Kamu emekçilerinde gelişen tepki öyle boyutlar almıştır ki, gerici sendikaları dahi harekete geçmeye zorlamıştır. Memur-Sen basın açıklamaları yapmak durumunda kalırken, Kamu-Sen KESK’in aldığı grev kararını destekleyeceğini açıklamış, KESK ziyareti sonrasında ise 23 Mayıs grevini iki konfederasyonun birlikte gerçekleştirecekleri ilan edilmiştir. 23 Mayıs grevinin güçlü geçeceği bugünden söylenebilir. Öyle ki, belli bir mücadele deneyim ve birikimi olan sektörlerde, yoğun bir çalışma ve ön hazırlık süreci olmadan dahi güçlü bir katılımın ortaya çıkacağını söylemek abartı olmaz. Bunun en önemli belirtisi, KESK’in grev kararı sonrasında işyerlerinde oluşan olumlu havadır. Bir başka belirti ise hükümet ile karşı karşıya gelmemeyi bir çizgi haline getirmiş olan ve dahası bizzat AKP desteği ile palazlanan Memur9
Sen’in basın açıklamaları yaparak tepki göstermek zorunda kalmış olmasıdır. Aynı durumu Kamu-Sen de yaşamış, 1 Mayıs’ta AKP karşıtı görünmeme adına öteki gerekçeler olayın esasını oluşturmamaktadır- farklı mitingler yapma yolunu seçen bu konfederasyon, paçayı kurtarma telaşı ile miting kararını iptal ederek KESK’in 23 Mayıs grevini destekleyeceğini açıklamak durumunda kalmıştır. Açık bir biçimde bu süreç AKP hükümetinin, “yandaşları dileniyor” diye hak vermeyeceğini, yandaş bir konfederasyon bile olsa, sermayenin “istikrar!” programından taviz vermeyeceğini ortaya koymuştur. Nihayetinde bu gerici konfederasyonların varlık sebepleri bizzat sermayenin hizmetkarlığıdır ve bunu layıkıyla yerine getirebildikleri ölçüde yaşamayı sürdürebilirler. Burada kendisini ortada hisseden Kamu-Sen’dir ve bu konfederasyon, AKP iktidarı sonrasındadır ki yandaşlıktaki ilk sırayı MemurSen’e kaptırmıştır. Tablo, Memur-Sen’in hükümet ile karşı karşıya gelemeyeceğini ve olsa olsa tüm tepkilerinin gelen zam teklifinin birkaç puan yükseltilmesi çabasına yönelik olduğunu göstermektedir. Bu birkaç puan ise Memur-Sen’in tutunma noktasıdır ve Memur-Sen asıl rolünü 23 Mayıs grevi öncesindeki son görüşme sonrasında yapacağı açıklama ile oynayacaktır. Önümüzdeki sürecin ne türden riskler taşıdığına geçmeden önce KESK’in bölge toplantılarında da ortaya çıkan “birlik” tartışmalarına değinmekte yarar var. Grevin Kamu-Sen ile birlikte yapılacak olması, 25 Kasım 2009 grevi öncesinde yaşanan tartışmaların benzer biçimde yeniden alevlenmesini beraberinde getirdi. Burada özellikle iki sınıf dışı eğilim kendini ortaya koymaktadır. Bunlardan ilki, süreçleri ve gelişmeleri görmeden “her koşulda Kamu-Sen ile ortak greve hayır” diyen bir algılayıştır. Kamu emekçilerinin verili örgütlülük ve bilinç düzeyi koşullarında, eğer KESK bu anlayışın istemleri doğrultusunda hareket edecek olsa, kamu emekçileri içerisinde yaşanan bölünmenin başat aktörü olacak ve hiç şüphesiz kamu emekçilerinden daha fazla tecrit edilmek gibi bir sonuçla karşılaşacaktır. Şu anki tabloda kendisini zor durumda hisseden Memur-Sen’dir ve birkaç puan bile olsa 3+3’ün üzerine çıkılamazsa başına geleceklerin farkındadır. Son görüşmelerde de bu tablo değişmez ise Memur-Sen muhtemeldir ki bu birkaç puanlık artış amacına ulaşmak için Kamu Hakem Kurulu’nu adres göstererek grevin etkisini zayıflatmaya yönelecektir. Aslında süreç Memur-Sen’in masada alacağı tutum ile KESK’in sokakta alacağı tutumdan hangisinin emekçiler açısından ağır basacağına odaklanmış bulunmaktadır. İşte bu tablo Kamu-Sen’i ortada bırakmakta ve sığınacak bir alan arayışına itmektedir. Bu anlamıyla KESK’in tüm konfederasyonlara yaptığı grev çağrısı anlamlı ve yerindedir. Çünkü KESK masada üçüncü konfederasyon olmasına karşın, Memur-Sen’in “dilenme” tutumuna karşı, fiili mücadelenin adresi haline gelmiştir bu çağrıyı yaparak. Kamu-Sen’in miting kararını iptal ederek KESK’in grevini destekleyeceğini 10
açıklaması ise tümüyle, sürecin dışına düşme ve tecrit olma kaygısından ileri gelmektedir. Kamu-Sen manevra yapmaya çalışmaktadır ve eğer KESK’ten “hayır birlikte yapamayız” cevabı almış olsaydı, bu durum KESK’in emekçiler içinde “bölücü” olarak damgalanması sonucunu doğuracak, kamu emekçileri içerisinde bir kırılmaya neden olacaktı. Tartışmalarda ortaya çıkan ikinci anlayış ise Emek Hareketi’nin başını çektiği ve “emekçilerin birliği” söylemi arkasına gizlenmiş sağcı anlayıştır. Emek Hareketi ve bu hareketin tabi olduğu siyasal özne, hemen her konuda “birlik” söylemi eksenine oturmuş bir çizgi izlemektedir. Öyle ki onlar için “birlik olsun da, kiminle olursa olsun!” Bu birliğin hangi zeminde şekilleneceğinin ve hangi hedefe yöneleceğinin ise neredeyse hiç önemi yok! Daha dün, esasında kendilerine seçilme şansı bırakılmadığı için çatı partisi girişimini terk edip bunu da “burası solun birliğini eksen alıyor, biz ise işçilerin birliğini eksen alıyoruz” diye açıklayanlar, bugün “seçilme şansı” verilmesiyle birlikte “solun birliği” olarak şekillenen bir oluşum içerisinde yer almakta herhangi bir sakınca görmüyorlar. 1 Mayıs’ta Türk-İş ve diğer gerici konfederasyonların teşhir ve tecriti sonucuna götüren bir sürecin ardından ise hala geriye dönüp “birlik” öğütleri vermekten kendilerini alamamaktadırlar. Bunun kamu emekçileri hareketindeki yansımaları ise “konfederasyonların birlikte mücadelesi” biçiminde kendisini açığa vurmaktadır. Kamu emekçileri içerisinde “neden sendikalar birlikte eylem yapmıyor” söyleminin yaygın olduğu bilinmektedir. Kuşkusuz bu bir yandan emekçilerin beklentisini ortaya koyarken, öte yandan da onun bilinçten yoksunluğunu ortaya koymaktadır. Bu algılayış tümüyle Memur-Sen ve Kamu-Sen gibi gerici sermaye odaklarının kamu emekçileri hareketinde oynadıkları uğursuz rolü kavramamış olmaktan ileri gelmektedir. Emek Hareketi ise bu geri bilinci veri kabul etmekte, onun sınırlarında bir çizgi geliştirmektedir. Kamu-Sen ve Memur-Sen gibi gerici konfederasyonların “mücadeleye” çekilmesi yönünde uğraşlar verilmesine kendisini odaklamakta, ama sınıf devrimcileri açısından aslolanın bu odakların kitlelerden yalıtılması olduğunu unutmaktadırlar. Sonuç itibariyle bunlar katıksız sermaye örgütleridir ve her devrimcinin asıl görevi bu sermaye örgütlerinin kitlelerdeki gücünü kırmak olmalıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere Kamu-Sen gibi bir oluşumla gerçekleşecek bir birliğin en başat hedeflerinden biri bizzat bu konfederasyonun yalıtılması olmak zorundadır. Emekçilerin birliği söyleminden biz “mücadele birliği”ni anlıyoruz ve bunun anlamı konfederasyonların birliği değildir, olamaz. İstanbul Emek Hareketi imzası ile “Toplu Sözleşme Masasında Tüm Sendikalar Ortak Hareket Etmelidir” başlığı ile çıkartılan bildiri tüm bu söylediklerimizi doğrular niteliktedir. Bildiri tümüyle üç konfederasyonun ortaklaşması hedefine odaklanmıştır ve çalışanlara “üç parçalı görüntüyle” 11
herhangi bir hak elde edilemeyeceğini vaaz etmektedir. Bu haliyle de aslında siyasal süreç ve konumlardan uzak bir perspektifle, emekçilerde ümit kırılmasına yol açacak bir söylem tutturmaktadırlar. Kuşkusuz olaylara kağıt üzerinde ve matematiksel hesaplarla yaklaşıldığında Emek Hareketi’nin söyledikleri doğru görünmektedir. Oysa hayatın gerçeklerinden, KESK dışındaki oluşumların emek-sermaye çatışmasındaki konumundan, sendikal-siyasal süreçlerin gerçek ilişkilerinden bakıldığında, yani kısacası diyalektik bir bakış açısıyla konu ele alındığında EH’nin bu tutumu sağ-idealist bir tutum olarak çıkmaktadır karşımıza. Oysa emekçilere vaaz edilmesi gereken “konfederasyonlar birleşmezse olmaz” türünden mevcut bilinci kalıplaştıran bir söylem değil (ki bu birleşme tarafların siyasal konum ve beklentileri nedeniyle olanaklı değildir ve ‘birleşiliyor’ görüntüsü çizen olgular da görelidir), emekçilerin mücadeleci birliğini esas alan ve onları mücadeleye çağıran bir söylem olmalıdır. Konfederasyonların birlik görüntüsü görelidir ve zorunlu olarak da geçicidir. İşte bu noktada asıl tartışılması gereken nokta 23 Mayıs grevinin örneğin 21 Aralık 2011 grevini aşıp aşmayacağıdır. Eğer bir günlük bir grev yapılıp orada bırakılırsa, Memur-Sen ve KESK’in temsil ettiği misyonlardan ilki kazanmış olacaktır. Kamu-Sen açık bir biçimde ortada kalmanın sıkıntısını yaşamaktadır ve daha ileriye taşınan bir mücadele sürecini taşıyamayacağı da açıktır. İşte bu başarılabildiği, bir günlük grevin ötesine geçilebildiği oranda Kamu-Sen önemli oranda kitlesinden yalıtılmış olacak ve KESK, emekçilerin önemli bir bölümünü kendi çizgisi eksenine çekebilecektir. Bu aynı zamanda Memur-Sen’e de önemli bir darbe vuracaktır. Aksi bir durumda, yani, KESK’in sokağın gücünü bir günlük uyarı grevine sıkıştırması durumunda, bu sürecin tek kazananı MemurSen olacaktır. Önümüzdeki süreçte en önemli risk bizzat KESK’in mücadele anlayışından ileri gelmektedir. Günübirlik, stratejik plan ve hedeflerden yoksun bir anlayış, doğaldır ki süreçlerin arkasından koşmayı beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz süreçler değerlendirilmek ve gözetilmek zorundadır. Ancak emekçi yığınların beklentilerini bir günlük eylemlere sıkıştırmak ve kazanıma odaklanmış bir çizgi izlememek KESK’in kitleler içerisindeki gücünü zayıflatan bir rol oynamaktadır. Bu ise gerici odaklar tarafından beslenen “ancak bu kadar olabiliyor” gibi bir düşüncenin kitleler içerisinde gelişmesi sonucunu doğurmakta, bilinç bulanıklığını beraberinde getirmektedir. Eğer KESK, kendi kuyusunu kazmak istemiyorsa, 23 Mayıs sonrasını da planlamak ve KamuSen’in getireceği sınırlamalara takılmadan yönünü çizmek zorundadır. Aksi bir durum kamu emekçilerinin beklentilerini ortada bırakmak anlamına gelecektir.
Sosyalist Kamu Emekçileri 12
İşçi Bülteni Özel Sayı: 970 * Fiyatı: 25 Kr * Nisan 2013 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Cd. Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92