EDİTÖRDEN…
KÜLTÜR, SANAT ve YAŞAM DERGİSİ
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
2018’E GİRERKEN… üzel bir 2017 geçirdi STİLL LİFE 3. yaşını geride bırakarak… Kültür, sanat ve yaşam dergiciliğinde çok sık rastlanmayan bir başarıya imza atarak. Elbette ki bu tek başına olmadı. Dergime katkıda bulunan tüm dostlarıma, benimle çalışan iş arkadaşlarıma, dergime reklam vererek katkıda bulunan tüm müşterilerime sonsuz teşekkürler. Bu ay yepyeni bir yıla adım atıyoruz. Yıl ile birlikte umutlarımız, hayallerimiz, planlarımız ve hedeflerimiz de yenileniyor. Umarım hepiniz yeni yılı mükemmel bir enerjiyle karşılamışsınızdır ve yine umarım yeni yılda tüm güzellikler sizlerle olsun. Sevelim, çok gülelim, tüm küsler barışsın, hayaller kuralım, sevenler kavuşsun, hayatı yaşayalım doyasıya. Her şeyden önemlisi çok mutlu olun.
4
Binnur OLCAYTÜRKAN @binnur. olcayturkan
Bu ay sizlere yine güzelliklerle geldik. 2018 yılının ilk Still Life’ı her zaman olduğu gibi yine dopdolu. Yeni sayımızda bol bol aşk ve sevgiden söz ederken alanında isim yapmış önemli isimlerle keyifli röportajlarımızı da unutmadık. Levent Soysal’la sıra dışı bir iş adamını keşfederken; Mehmet Çakır’la fotoğraf sanatının inceliklerini öğrendik; Cem Boyacılar ile müziğin hayatımız üzerindeki iyileştirici etkisini fark ettik. Sümer Mitolojisi’nin semavi dinler üzerindeki etkileri konusu ilginizi çekecek ilginç bir başlık oldu. Şehrimizin lezzet duraklarından Franklin Cafee&Burger House ve Wernuar ile yeni lezzetler keşfettik. Yine bu sayımız da güzellik kaygılarını giderici bilgelerimiz, stil danışmanımız Nilüfer Bayrak’tan hediye tüyolarımız, İtalya seyahatimizden paylaşımlarımız sizleri bekliyor. Rengarenk açılışlarımız, tiyatro, konser, etkinlik haberlerimiz, kitap ve sinema önerilerimiz her zamanki gibi olmazsa olmazlarımızdan. Yine sizler için değerli köşe yazarlarımız: Cemal Ataman, Emrah Varol, Kemal Tuncer, Halit Coza, Hamdi Özdemir, Hasan Kılınç da yazmayı ihmal etmediler. Bir sonraki Still Life ile görüşmek ümidiyle, sevgiyle kalın…
YURT DIŞI EĞİTİM AMAÇLI SEYAHAT SAĞLIK SİGORTASI Yıldız Sigorta; yurt dışına eğitim amacıyla giden öğrenciler için yapılan sigorta ile yurt dışı seyahatlerinizde acil hastalık ve kaza sonucu oluşabilecek acil tıbbi yardım ve üçüncü şahıslara karşı verilebilecek maddi ve bedeni zararlar ile ilgili masraflarınızı karşılar.
YURT DIŞI EĞİTİM AMAÇLI SEYAHAT SAĞLIK SİGORTALARINIZ İÇİN YILDIZ SİGORTA 7/24 YANINIZDA...
İÇİNDEKİLER
OCAK-ŞUBAT 2018 İmtiyaz Sahibi Binnur OLCAYTÜRKAN
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Burak KUTLUĞ
6
14
18
EMRAH VAROL’UN YAZISI Bir Çift Göz Uğruna
TED DENİZLİ KOLEJİ’NDEN ANLAMLI PROJE
Editör Binnur OLCAYTÜRKAN Haberler Zeliha Şengül Pazarlama Burak KUTLUĞ Katkıda Bulunanlar Cemal Ataman Mehmet Selçuk Emrah Varol Psikolog Kemal Tuncer Ümit Bilgiç Abdil Yaşaroğlu Mimar Halit Coza Opr. Dr. Ersen Çelikbaş Diş Hekimi Hamdi Özdemir Nilüfer Bayrak Süleyman Yalçın Uzm. Dr. Hüseyin Akça
22
Hukuk Danışmanı Av. Evrim BAŞEREN Kapak ve Sayfa Tasarım Burak KUTLUĞ Adres İstiklal Mah. 1170 Sk. No:18 D:2 DENİZLİ Telefon: 0 545 767 05 47
UĞUR ERDOĞAN: “2017’YE DAMGAMIZI VURDUK”
BASIM YERİ Gülermat Matbaacılık 5619 Sok. No:6 Meriç Mh. Çamdibi - Bornova - IZMIR Tel: 0232 433 61 33 www. gulermat. com Still Life Dergisi basın yayın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Köşe yazılarının sorumluluğu yazarına aittir. Still Life Dergisi basın yayın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
26 İTALYA GEZİSİ (1)
30 DENİB ETKİNLİKLERİ
38
CEM BOYACILAR: “MÜZİK SHOW DEĞİL, İHTİYAÇTIR”
50 SÜMER ETKİLERİ
Semavi Dinlerde
NEYİ, NEDEN, NASIL ÇEKTİ: MEHMET ÇAKIR
72 DİŞ HEKİMİ HAMDİ ÖZDEMİR “DİŞ ETİ”
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
SIRADIŞI BİR İŞADAMI: LEVENT SOYSAL
44
7
58
76 ATAOL BEHRAMOĞLU
HASAN ÇELİK
80
DENGE DEMEK, HERŞEY DEMEK
HALİT COZA’DAN
82
ULUS CADDESİ İÇİN ÖNERİ O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Cemal Ataman AŞKLA KARIŞIK YAĞMUR YAĞIYORDU
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
S
10
aat çalışır tik tak, tik tak. Kalbimiz çalışır tiki tak tiki tak. Saniyeler, dakikalar, saatler, günler, aylar ve yıllar. Hatta yüzyıllar oluşur. Milat öncesi, milat sonrası ortaya çıkar. Kısaca zaman deriz biz buna. Yaşadığımız an var, öncesi var, sonrası var. Her yılbaşını güzel geçirmeye, o anı güzel yaşamaya çalışırız. Bunları düşünüyordu adam otobüs durağında otururken. Yine bir yılbaşı arifesi ve yılbaşı içeceğini almaya gelmişti büyük markete. Bursa’ya gitmeyi istemişti ama gözü kesmemişti onca yolu. Yoğun bir trafik vardı. Otobüs saatini bilmiyordu. Ama beklemeliydi. Yandaki banka doğru ilerleyen kadına ilişti gözü. İki eli market poşetleriyle doluydu. Her zaman görülen kadınlara benzemiyordu. Çok alımlı görünüyordu. Üzerinde koyu yeşil bir kaban vardı. Siyah pantolonu ve topuklu ayakkabıları boyunu daha da uzun gösteriyordu. Utandı bir an kendinden. Çok dikkatli bakmıştı kadına. Otuzlu yaşlarda olmalıydı. -Beş numara geçti mi acaba? Etrafına bakındı, başka kimse yoktu. Kendisine sesleniyordu kadın. -Hayır geçmedi. Ben de onu bekliyorum. -Bu trafikte gecikmez umarım. Yılbaşı alışverişi mi yaptınız? -Evet yılbaşı alışverişi ama sadece içki aldım. -Ben de sadece içki almak için geldim ama doldurdum poşetleri işte. Kadının içtenliği şaşırtmıştı adamı. Hele gözlerinin rengi inanılmazdı. Yeşildi ama kara yeşildi. Sahiden var mıydı kara yeşil diye bir renk. -Bizim otobüs geliyor işte. Poşetlerinizin bir kısmını alayım ister misiniz? -Peki teşekkür ederim. Otobüse bindiler. Yan yana oturdular. Klasik soruyla başladı sohbet. -Nerede geçireceksiniz yılbaşını? diye sordu adam. -Bursa’ya gitmeyi planlıyordum ama bilet bulamadım. Orda bir yakınım var. Üç gün sonra da düğün var. Yılbaşından sonra giderim artık. Bu kadar tesadüfe inanmıyorum. Ben yarın sabah aracımla Bursa’ya gidiyorum. Dilerseniz sizi de götürebilirim. Kadın şaşkınlıkla iri iri açtı kara yeşil
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
gözlerini. Bilmem ki uygun olur mu? Daha yeni tanıştık. Sizi hiç tanımıyorum. -Bence uygun olur, nasılsa aynı yola gidiyoruz. Hem bana da arkadaş olursunuz. -Peki o zaman, umarım beni yanlış anlamazsınız. Aslında kimseyle böyle konuşmam. Güven verici bir görünüşünüz var. Otobüsten önce kadın sonra adam inecekti. Telefon numaralarını verdiler birbirlerine. Sabah sekizde çıkacaklardı yola. Adı Alev’miş. Annesiyle yaşıyormuş. Annesi rahatsız olduğu için gitmek istememiş. Özel bir şirkette çalışıyormuş. Sabah 07.55’te buluştular. Lacivert bir kaban, siyah bir tayt giymişti. Kabanı çıkarınca bordo kazağının ona ne kadar yakıştığını düşündü. Burçları konuştular. Hakan kova burcuydu, Alev balık. Sevdikleri renkler aynıydı. İkisi de maviciydi. Aynı filmleri izlemişler ve sevmişlerdi. İkisi de kitap okumayı seviyordu. Alev mutluydu. Ama içi içini kemiriyordu. Yanlış mı yapmıştı? Hiç tanımadığı bir adamla yolculuk yapıyordu. Ama gerçekten güvenli görünüyordu. Allah var yakışıklıydı da… Birden utandı kendinden. Neler düşünüyorum. Sonra bir “keşke”
geçti içinden bastıramadığı. -Sayın yol arkadaşım, dinlenme ve ihtiyaç molası verilmiştir. Çaylar sizden, yemek benden. -Yok, olmaz, çaylar sizden yemek benden. -Önce ben söyledim. İkinci molada bir daha düşünürüz. İndiler, yemek yediler, çay içtiler. Bu sırada ikisi de gözlerini kaçırdı birbirinden. Yol bitmesin istediler. İlk görüşte aşk var mıydı gerçekten? Yol uzundu. Bu yolda belli bir hızın altına düşülemezdi. Er geç bitecekti yol. İkinci mola yerine vardıklarında yağmur çiselemeye başlamıştı. Gariptir ki yağmuru ikisi de çok seviyordu. -Birlikte ıslanalım mı? dedi Hakan. -Keyif olur, dedi Alev. Yürüdüler ıslandılar. Eros çok iyi çalışıyordu. Oklarını bir Hakan’a, bir Alev’e saplıyordu. Yeniden yola çıktıklarında ikisi de suskundu. Nihayet ulaştılar Bursa’ya. Alev elinde valiziyle uzaklaşırken, bir şeyler taşıyor, bir şeyler bırakıyordu. Vedaları çekingence olmuştu. Kadın hafif görünmek istemiyordu adam ısrarcı. Tekrar görüşelim, dediler sadece. Günler haftalar geçti. Elleri telefona gitti gitti geri geldi. Bir cumartesi yakındaki parka gitti Hakan. Yürüyüşe başladı. Hava yağmurlu ve soğuk olduğundan tenhaydı park. Uzaktan gelen bir kadını bir an Alev’e benzetti. Ama ne işi olur erken saatte, üstelik bu havada, diye düşündü. Yanılmamıştı, gerçekten Alev’di gelen. İkisinin de gözleri parladı. Sarıldılar her şeyi unutup. -Ne tarafa gidiyoruz şimdi? dedi Hakan. -Fark etmez, dedi Alev. Parkın içinde parkuru bırakıp yürüdüler. Elleri birleşti. Aşkla karışık yağmur yağıyordu. Şemsiyeleri yoktu.
COLLECTION
. 7 1
4 2 E D A V AY
İZ M E B ŞU E D ’ İ L Z DENİ
Z I S T KAR Z I S T ŞAR Z I S T A N İ Ş PE
Adres: İstiklal Mh. İstiklal Cad. No: 116 Merkez (İlköğretim Okulu Karşısı) DENİZLİ
210X297mm / 3mm Bıçak / CMYK
SALTAK - AKKONAK - SIRAKAPILAR - MEHMETÇİK
w w w. p e k d e m i r g i d a . c o m
n EMRAH VAROL
Bir çift göz uğruna… nsan; doğar, büyür ve ölür. Bir insanın kısa öyküsü budur. Bu 3 kelimelik hayat mücadelesinde yaşadıklarını ise ne kitaplar yazar ne de filmler anlatır. Bu hayatın belki de en güzel tarafıdır aşk.Sizi heyecanlandıran ne var ki bu hayatta aşktan başka. Her yaşta güzel olan şeyin adı, her mevsim içinizde çiçek açtıran şeyin adı, her sohbette kalbinizde çarpıntı yapan şeyin adı. Bir çift göz uğruna dünyadaki herşeyden vazgeçebilmek…AŞK… İlk aşklar unutulmaz. Genelde de ilkokul dönemlerinde yaşanır. Daha aşk ne, heyecan ne, sevgi ne, sadakat ne bilinmeyen yıllar. Sadece karşı cinsi sevmek diye bir şey var. Sınıfta herkes bu durumda ve sizin de o durumda olmanız lazım. Ne yapılır o yıllarda aşk için? En fazla sınıfa gidince ona yakın olmaya çalışılır. Yanına oturmak istersiniz. Size silgisini vermişse mesela onun da sizi sevdiği çıkarımında bulunabilirsiniz. Eve gelince de anne babaya durumu açarsınız tabi. ‘Baba ben filanca birini seviyorum, bilginiz olsun’ dersiniz. Bu durum pek ciddiye alınmaz evde hatta dalgası geçilir. İlköğretiminiz boyunca hem evde hem de okulda bu konu asla peşinizi bırakmaz.Sadece o dönemde değil. Ömür boyu o yıllarda ettiğiniz sözler herkese tebessüm ettirir. Aşkın en buhranlı yılları belki de lise yıllarıdır. Kanın en deli aktığı yıllar. Karşı cinse olan ilginin tavan yaptığı yıllar.. Sevdiğin kızın teklifini kabul etmemesi, beğendiğin erkeğin gidip başkasını sevmesi.Dünyada bundan daha büyük dert mi vardır o yaştaki genç için. Dünyası yıkılır adeta. Ne ders dinlemek ister, ne kimseyle sohbet etmek. Tek derdi odur. O varsa dünya vardır, aşk vardır. Aşkı bulanlar da vardır elbette bu yıllarda.Evlilik hayalleri de ilk bu yıllarda kurulur. Çocukları olursa isimleri falan belirlenir. Çevresinde bulunanlar tarafından adeta kutsanır bu çift. Üniversite yılları gelip çatmıştır artık insanın hayatında. Bir yandan ekmek derdine düşer insan bir yandan sevda derdine. Okulda herkesin sevdiği vardır ve o genç de mutlaka bir aşka yelken açmak ister. Mesafeler biraz kafasını karıştırsada sevdiyse sonuna kadar gitmek ister. Birileri onu beğenir, o birilerini beğenir. Bu dönemde birçok kişi evlenir okul sonrası. Sevdiğine şarkılar yazmak, elele sokaklarda gezmek ne güzeldir. Heyecan ne güzel de yakışır bu yıllara. Okul biter, iş hayatı başlar. Sevdiğini aramaktadır kimisi hala. Yıllarca yaşadıkları gözünün önüne gelir. Kimleri sevmemiştir ki geçen 25 yılda. Hergün kendisine çile çektireni, birgün olsun sevgisini göstermeyeni, bir çiçek almayı zul adledeni. O meşhur şarkıdaki gibidir aşk hayatı. ‘Kimler gelmiştir, kim-
İ
14
Aşkın en buhranlı yılları belki de lise yıllarıdır. Kanın en deli aktığı yıllar. Karşı cinse olan ilginin tavan yaptığı yıllar.. Sevdiğin kızın teklifini kabul etmemesi, beğendiğin erkeğin gidip başkasını sevmesi. Dünyada bundan daha büyük dert mi vardır o yaştaki genç için.
KASIM-ARALIK 2017
ler geçmiştir.’ Halbuki işini eline almıştır. Evlense ülke şartlarında iyi-kötü yaşayacağı bir hayatı vardır. Ama bu kez de sevgili yoktur ortalıkta. Adamın beğendiğini kız beğenmez, kızın beğendiğini adam. Yıllar geçmektedir. Bir çift göz uğruna dünyadaki bütün kadınlardan vazgeçme iradesi göstereceği biri elbette vardır ama nerdedir? Aşk, insanı çoğu kez ummadığı anda yakalar. Umutların tükendiği, canların sıkıldığı anda. Mesela birgün bir eğitimde karşılaşırlar. Kız beğenir oğlanı. Oğlan gönlüne düşecek ateşten habersizdir o günlerde. Kız der ki oğlana; ‘Bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin Ne bu şehir kalacak Ne bu duygusuz sürü Bu korkunç kalabalık Her vapur seni getirecek bana Bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim Kapılar sana açılacak Senin için söylenecek şarkılar Şiirler senin için yazılacak.’’ Oğlan ama uzak der, nasıl olacak der, bilemiyorum der. Ama aşk kapıyı çoktan çalmıştır ve o gönül kapısı aslında gelene sonuna kadar açıktır. Sadece teferruatlar vardır. Eğer sevdiyse gerçekten bir yürek, aşacaktır tüm engelleri. Oğlan cevap verir: ‘’ Sen geldin benim deli köşemde durdun Bulutlar geldi üstünde durdu Merhametin ta kendisiydi gözlerin. Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu Bulutlar geldi altında durduk’’ Mesafeler ne kadar engellerdi ki aşkı. Sevdiğin Bartın’da olsa ne olur, İstanbul’da olsa ne olur, Denizli’de olsa ne olur! Hayatı boyunca aşkı arar insanoğlu. Kimi genç yaşta bulur, mutlu olur; kimi daha geç bulur, daha çok mutlu olur. Aşkın zamanı, yeri, aması, çünküsü yoktur. Sadece seven iki yürek vardır ve bu iki yürek birbirini ne kadar severse, birbirine ne kadar anlayışla yaklaşırsa bu dünya ikisine de cennet olur.. Aşkla kal sayın okuyucu…
■ SON SİSTEM BUZ BAŞLIK ÜTÜLEME EPİLASYON ■ SON SİSTEM BUZ BAŞLIK OPT IPL FOTO EPİLASYON ■ ZAYIFLAMA & SIKILAŞMA PROGRAMLARI ■ SELÜLİT VE ÇATLAK TEDAVİLERİ ■ SOĞUK LİPOLİZ ■ VELLASHAPE ■ POWERPLATE ■ LENF DRENAJ ■ TERMAJ CİLT GENÇLEŞTİRME ■ DERMAPEN ■ DERMAROLLER ■ LEKE - AKNE - SKAR TEDAVİLERİ ■ KALICI MAKYAJ (DUDAK - KAŞ - EYELİNER - DİPLİNER) ■ MİCROBLADİNG 3D KIL TEKNİĞİ KALICI KAŞ ■ KARBON PEELİNG ■ DÖVME SİLME ■ MEDİKAL EL AYAK BAKIMI ■ ÖLÇÜLÜ KAŞ ALIMI
SIRAKAPILAR MAH . SALTAK CAD. ADALET İŞ MRK. NO: 69/1 MERKEZEFENDİ-DENİZLİ
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
16
GELİN HAMAMI KEYFİ
LARA FORM SPA’DA
Düğün hazırlıları ve düğün telaşı üzerinizde stres ve yorgunluğa sebep olduysa, arkadaşlarınızla güzel bir gün geçirmenizin vakti gelmiş demektir.
G
rand Denizli Otel ve Saltak Şubeleri ile Denizli’de masajın öncülerinden olan Lara Form Spa’da kendinizi Sultan gibi hissedeceğiniz eşsiz gelin hamamı deneyimi sizleri bekliyor.
ÖZEL İKRAMLAR SİZİ BEKLİYOR
Düğün öncesi gerçekleştirilen geleneksel eğlencelerden birisi de Şüphesiz ki Gelin Hamamıdır. Misafirlerimize, gelin hamamında geleneksel kese ve köpük hizmetiyle beraber, çok özel ikramlar sunulmaktadır. Gelin adaylarını ve misafirlerini girişte taze meyve ve kuruyemişlerden oluşan bir tepsi karşılıyor, hamam sefasında detoks etkili şerbetler, hamam sonrasında ise ada Çayı ve Iavanta kolonyası ikram edilmektedir. Hamam öncesi herkese özel olarak Üretilmiş, hijyenik peştamal verilmektedir. Eğlence için getirdiğiniz ikramlarda açık büfe olarak sizlere sunuluyor.
SULTANLARA LAYIK GELİN HAMAMI KEYFİ İÇİN GRAND DENİZLİ OTEL REZERVASYON
0258 241 10 11- 532 064 35 11
TED DENİZLİ KOLEJİ’NDEN İŞİTME ENGELLİ BİREYLER İÇİN ANLAMLI PROJE
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
16.01. 2017 tarihinde TED Denizli Koleji konferans salonunda Merkezefendi Kaymakamı Sayın Şükrü Görücü’nün de katıldığı bir toplantı ile “TED’le Duyuyorum” projesi tanıtıldı.
18
TED Denizli Koleji öğrencileri, Yeşilköy İşitme Engelliler İlkokulu ve Ortaokulu ortaklığıyla yürüttükleri “TED’le Duyuyorum” adlı projeyle işitme engelli öğrenciler için genel kültür, kişisel gelişim, toplumsal kurallar gibi konularda çektikleri kısa videoları Denizli ve tüm Türkiye’deki işitme engelli öğrencilere ulaştırmayı hedefliyorlar. TED Denizli Koleji Kurucu Müdürü Fatih Canpolat toplantının açılışında yaptığı konuşmada “2015 yılında engelliler günüyle ilgili yapmış olduğumuz seminer çalışmalarının birinde yolumuz Türk İşaret Dili Eğitmeni Kudret Çelebioğlu’yla kesişti. O seminerin sonunda birçok öğrencimizin işaret diline merak saldığını gördük. Bunu ileri götürmek istedik. TED Denizli Kolejinde ders dışı zamanlarda yaptığımız sanat, kültür, spor etkinlikleri var. Bu etkinliklerden bir tanesinin adını “TED’de TİD” olarak belirledik ve ilgi duyan öğrencilerimize Türk İşaret Dilini öğretmeye başladık. Öğrencilerimizin kısa sürede çok yol kat ettiğini görünce öğrendikleri bu yeni dili kullanabilecekleri platformlar oluşturmak için neler yapabileceğimiz düşünmeye başladık. İşaret dili eğitmenimizin ve idareci arkadaşlarımızın önerisiyle bizim öğrencilerimizin öğrendikleri bu yeni dille işitme engelli öğrencilerin ilgi ve ihtiyaç duyabileceği konularda kısa videolar hazırlanması ve bunun bir projeye dönüştürülerek geniş kitlelere yayılması fikri benimsendi. Bu noktada, ilçemizde faaliyet gösteren Yeşilköy İşitme Engelliler Ortaokulu ile görüşerek toplantılar yaptık ve bu okullardaki öğrenciler için ve onlarla birlikte neler yapabileceğimiz konusunda görüş alışverişinde bulunduk. Böylelikle, Yeşilköy İşitme Engelliler İlkokulu/Ortaokulunu da projemize ortak ederek İl Milli Eğitim Müdürlüğümüzden onayını aldık ve proje ürünü olan videolarımızı tüm Türkiye’deki işitme engelli öğrencilere ulaştırmak için çalışmalarımıza başladık.” dedi. Projeye ortağı Yeşilköy İşitme Engelliler Okulu Müdürü Enver Yumru ise konuşmasında, “Konu işitme engelliler olunca işitO C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
me engellilerle iletişim kurmanın en temel aracı işaret dilidir. Okulumuz 1984 yılında Denizli’de açılan ilk özel eğitim okulu ve bugün kadar hizmet vermektedir. Şuanda okulumuzda 52 öğrencimiz eğitim alıyor. “TED’le Duyuyorum” projesinin toplantısının yapıldığında okulumuzda büyük bir heyecan duyduk ve hedefe odaklandık. Bugün geldiğimiz noktada ne kadar doğru bir hedefe odaklandığımızı anlamış oluyorum. Bu projeyle kazanımlarımız şunlardır: çocuklarımızın yeni arkadaşlıklar kurmaları, işiten bireylerin; engelli bireylere karşı daha duyarlı olması, engelli bireylerin akranları ile birlikte paylaşımda bulunuyor olmalarını sayabiliriz.” dedi.
konuşmasını “Bugün her iki okulumuzun da beraber hazırladığı böyle güzel bir program gerçekten ilçemiz adına gurur verici. Ben öncelikle okul müdürlerimizi, katkı veren öğretmenlerimizi, öğrencilerimizi, velilerimizi tebrik ediyorum. Engellilerle ilgili ülkemizde çok sayıda çalışma yapılıyor. Bunun Denizli’den Türkiye’ye yayılacak bir proje olması daha güzel olmuş. İnşallah bu güzel başlamış olan etkinlik devam ettirilir. Bu konuda toplumun her kesiminin duyarlı olması lazım. Çünkü bu insanlar bizim insanlarımız. Siz işin içindesiniz; sizleri de ayrıca tebrik ediyorum. Gerçekten güzel programlar ve güzel işler yapılmış; ben emeği geçen herkese teşekkür ederim.” sözleriyle bitirdi. Videolar sosyal medya ve TED Okulları aracılığıyla Türkiye’ye yayılacak.
“Ben işitme engelli bir anne, babanın çocuğuyum. Yani duymayan bir ailede geliştim. Duyuyor olmam bana bir coda (koda) sıfatı yükledi. Yani ben bir codayım. Ben kendim duyuyorum ama anne ve babam işitme engelli.” diye sözlerine başlayan Türk İşaret Dili Eğitmeni Kudret Çelebioğlu 2015 yılında bir farkındalık çalışması için TED Denizli Kolejine davet edildiğini ve o çalışmanın sonrasında devam ettirilen işbirliğinin bugün, farklı günlerde toplam 38 TED Denizli öğrencisinin işaret dilini öğrendiği bir kulüp çalışmasına dönüştüğünü ve bunun da “TED’le Duyuyorum” projesinin hayata geçirilmesini sağladığını belirterek böylesi bir işin içinde olduğu için çok mutlu olduğunu söyledi.
Proje Yürütme Kurulu Üyesi ve TED Denizli Koleji Lise Müdür Yardımcısı Emel Malanöz projenin nasıl yürütüldüğü hakkında bilgi verdi. “Öğrencilerimiz çok büyük bir özveriyle çalışıyorlar. Bir grup öğrencimiz, işitme engelli öğrencilerin neye ihtiyaçları varsa bu eksikleri tespit ediyor, bir grup öğrencimiz metinleri yazıyor, bir grup öğrencimiz bunlar üzerinde çalışarak ulaşmak istediğimiz kesimleri belirliyorlar. Yani arkada çok büyük bir ekip var. Burada önemli olan sonuç; işitme engelli bireylerin hayatlarına dokunabiliyorsak ne mutlu bize. Bu öğrencilerin eğitimlerine küçükte olsa bir katkımız olabiliyorsa bu bizim için en büyük mutluluk.” Malanöz, hazırlanan kısa videoların her ay TED Denizli Kolejinin /teddenizli uzantılı sosyal medya hesapları ve diğer illerdeki 38 TED Okulunda okuyan öğrenciler aracılığıyla işitme engelli öğrencilere ulaştırılacağını belirtti.
Kudret Çelebioğlu bu projenin en önemli kişilerinden biri ve o bir Coda…
Merkezefendi Kaymakamı Şükrü Görücü’den projeye övgü
Projenin tanıtım toplantısına katılan Merkezefendi Kaymakamı Sayın Şükrü Görücü
SEVGİ ŞİFADIR Kemal TUNCER
PSİKOLOJİK DANIŞMAN
unus Emre, ’’Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz’’ diyerek, Mevlana, ’’Sevgi acıları tatlandırır;bakırları altına çevirir. Sevgiden bulanık sular arınır. Dertler şifa bulur. Sevgi ölüleri diriltir, padişahları kul ve köle yapar’’diyerek sevgi’nin gücünü, etkisini, şifacılığını çok güzel özetlemiştir. Bu topraklar Yunus Emre gibi, Mevlana gibi nice gönül dostlarını, sevgi insanlarını yetiştirmiş, üretmiş topraklardır. Anadolu’nun bağrından aşk çıkar, sevgi çıkar, hasret çıkar, özlem çıkar yüzyıllardır..
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Y
20
Peki bütün bu zenginliğe rağmen, sevgi ile yoğrulmuş topraklara rağmen niye bu topraklarda yaşayan bizler hoşgörüsüzlüğün, hoyratlığın, sevgisizliğin, anlayışsızlığın içine gömülmüş durumdayız. Ailemizden başlayarak tüm ilişkilerimizde ve daha da önemlisi kendi içimizde
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
niye yabancılaşma, huzursuzluk, çatışma artarak devam ediyor. Niye ufak bir gülümsemeyi bile sakınmaya başladık komşumuzdan. Sevgi’nin şifa olması kadim bir yaşam gerçeğidir. Bu kadim gerçekliğin kendimizden başlayarak tüm topluma etki edebilmesi için emek harcamamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Yazışmalarımızda, mesajlarımızda, sosyal medyada sıklıkla sevgi ifadeleri kullanmamıza rağmen sevgi’nin gerçek bir şifa olamamasının nedenlerine bakmak gerek galiba. Sevgi ile bir arada olması mümkün olmayan ya da olduğu zaman sevgi’nin şifa gücünü azaltan, tüketen bazı özelliklerimiz var. Öfke, haset, kıskançlık, affetmeme bunların en başta gelenleri. Sevgi’yi zehirleyen özelliklerimiz bunlar. Hepsi de çok önemli ama diğerlerinin de kaynağı olduğunu düşündüğüm affetmeme başlığını ele almak istiyorum. Affedememek öfkeyi de, hasedi de çoğaltan, üreten bir ana kaynak. Öfke yerine çözüm üretmek olarak bilinen affet-
mek; nefretin hapishanesinden kurtulup cenneti oluşturmaya başlamak ve sevgiyle çaba göstermek anlamına gelir. Bağışlamak ve acıdan kurtulmak demek olan affetmek; öfke, hased, intikam, kıskançlık, kin, hayal kırıklığı, ve cezalandırma gibi olumsuz tepkilerin yerine koşulsuz sevgi, şefkat, merhamet, empati ve cömertlik gibi olumlu sonuçlara yol açabilecek tepkilerin isteyerek ve bilinçli olarak geliştirilmesine olanak sağlar. Affetmek sevginin her şeye rağmen verilmesini sağlıyor ve sevgi verip sevgi almayı kolaylaştırıyor. Yakın bir ilişkide kalp kapalı kalınca atışları zayıflıyor. Affetmemek kalbin kapalı kalmasına, tutsak olmasına neden oluyor. Bu nedenle insanların birbir-
Sevilen birini sevememenin verdiği acı, acıların en büyükleri arasında yer alır. Çünkü insan birini ne kadar çok severse, onu affedemediği zaman da o kadar büyük acı içinde olur. Eğer insan gerçekten sevmemiş olsaydı, birini sevmekten vazgeçmek bu kadar büyük acı vermezdi. İnsan ne kadar çok severse, affedememek de ona o kadar çok acı veriyor. Bu yoğun ve dayanılmaz acı insanları resmen çıldırtıyor, büyük bir inatla gücenikliğe sımsıkı sarılmalarına yol açıyor, kötü alışkanlıklara ve şiddete itiyor. Yani sevgi’nin şifa gücünden tamamen uzaklaşmış kişiler olarak savruk ve bitkin bir şekilde yaşamın içinde dağılıyoruz. Affetmemek sevgi’yi zehirledikçe, biz de kendimizi ve sevdiklerimizi zehirliyoruz. Bu nedenle hangi sebeple olursa olsun sevgiyi baskı altında tutmamak, onu tutsak etmemek gerekiyor. Hemen şu soru akla gelebilir;Affetmek bu kadar kolay mı?Bize yapılanları unutmak, bize yapılan haksızlıkları, yanlışları unutmak kolay mı?Cevabım kısa ve net;Evet, kolay. Kişi yeter ki farkına varsın ve karar versin. Zehirlendiğinin ne kadar çabuk farkına varırsa düzelme, iyileşme
şansı da o kadar artar. Burada anlaşılması gereken geçmişte bize yapılanları onaylamak ya da bize acı yaşatan kişileri onore etmek değildir yapılan iş. Yaşanan olayları hatırlamak ama olayların duygu deposunu boşaltmak, sırtımızdaki kamburlardan kurtulmaktır affedebilmek., Geçmişten gelen olumsuz duygu yüklerinden kurtulup, özgürleşebilmek anlamına gelir. Affetme sürecinde insan kendi acılarının farkında oluyor ancak affedeceği kişinin acılarının ve onun da bir kurban olduğunun farkında olmuyor. Kendimizin kurban olduğunu biliyor ama bizim cellatlarımızın da kurbanları olduğunu unutuveriyoruz. Ancak affetmek öğrenilip, duygular ifade edilince, insanın üzerinden çok ağır bir yük kalkıyor. Hissederek ve içi doldurularak söylenen, “Seni affediyorum!” cümlesiyle, yitip giden hayatlar ve çatışmaya dönüşen ilişkiler etkili bir şekilde kurtarılabiliyor. Affetmenin gücü her insanın içinde var ama başka herhangi bir beceri gibi önce fark edilmesi, sonra ortaya çıkarılması ve en sonunda da denenmesi gerekiyor. Affetmek zaman alıyor ama bir süre sonra doğal bir eğilime dönüşebiliyor ve şu sözlerle anlam buluyor: “Hepimiz insanız. Hatasız kul olmaz. Hiç kimse mükemmel değildir. Senin bana yaptığını hiç kimse hak etmemiştir. Hak ettiğim sevgiyi, değeri ve saygıyı bana verememiş olmanı affediyorum. İmkânın olduğu halde daha başka türlü davranamadığın için seni affediyorum. Yaptığın şey çok ama çok yanlıştı ama hatalarını affediyorum, seni affediyorum.
Bu sihirli sözcüklerle yaşamımızda tertemiz bir sayfa açtığımızı göreceğiz. Yeter ki bu sözcükleri hem dil hem kalp hem de zihnimizle söyleyip, içselleştirelim. Sevgi’nin şifacılığını hem kendi ruhumuzda, davranış ve tutumlarımızda, hatta genel sağlığımızda görmeye başlarız. Eşimizle, çocuklarımızla, arkadaşlarımızla velhasıl tüm insanlarla kurduğumuz iletişimin ve ilişkileri mizin iyiye gittiğini, kırgınlıkların azaldığını, sevgi alıp sevgi vermenin kolaylaştığını görürüz. Bunun için hiç vakit kaybetmeden hemen başlayalım affetmeye. Affedelim ve özgürleşelim. Affedelim ve daha çok sevelim. Affedelim ve gerçek aşkı, sevgiyi yakalayabilelim. Unutmayalım ki bu dünya kısa. Şu kısacık ömrümüze daha çok sevgi daha çok güzellik yerleştirelim. Mevlana ne güzel özetlemiş;’’Toprağıma, mezarıma söyleyeceğin o sözleri, şu gamlı kulağıma saç, şimdi söyle bana.. ’’Sevgi ile kalın, şifa bulun dostlar...
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
lerine kalplerini açabilmeleri ve bir yaşam boyu sürecek aşka, sevgiye sahip olabilmeleri için gerekli en önemli becerilerden biri affetmektir. Kişiler birbirlerinin hatalarını affettiklerinde sadece sevmekte birbirlerini özgür bırakmakla kalmıyorlar, aynı zamanda, hem birbirlerini hem de kendilerini olduğu gibi kabul edebiliyorlar, kendi kusurlarını da affedebiliyorlar. Bu yüzden affetmeye karar verdiğimizde listenin en başına kendimizi koymamız gerektiğini de unutmamalıyız. Kendini affetmeyen ve kendini olduğu gibi kabul edip sevmeyen bir kişinin, başkasını sevmesi, sevgi verip sevgi alması neredeyse imkansız bir hal alıyor.
21
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
22
sürdüreceğine inanıyor de ’de 18 20 nı ısı şar ba ki ’de 17 20 nin ye’ Türki
K U D R U V I IZ M A G M A D E ’Y 17 0 2
RÖPORTAJ
ÖZEL
Türkiye’de ekonomi, sürekli artan büyüme performansı ile geride bıraktığımız yıla damgasını vurdu. Özellikle yılın üçüncü çeyreğinde çift haneyi görerek yüzde 11,1 gibi tarihsel bir orana ulaşan büyümesi ile Türkiye; AB, G20 ve OECD ülkeleri arasında ilk sıraya kadar tırmandı. 2017’nin nasıl geçtiğini kentimizde iş dünyasının sözcülüğünü yürüten Denizli Sanayici, Tüccar ve İş Adamları Platformu Dönem Sözcüsü ve Denizli Ticaret Odası (DTO) Başkanı Uğur Edoğan’a sorduk. Erdoğan, ekonomideki büyümenin istihdama da yansıdığını görmenin mutluluğunu yaşadıklarını söyledi. Bunun aynı zamanda devletin sağladığı teşvik ve desteklerin doğru kullanıldığının da bir göstergesi olduğuna dikkat çekti. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, Türkiye’nin özellikle dış ticarete yönelik üstün gayretiyle kabuğunu kırıp sınırlarını aştığını vurguladı. Bu gelişmenin, ülkemizi politikada da gerçek anlamda lider ülke konumuna getirdiğinin altını çizdi. Başkan Erdoğan, “Bu başarımızın uluslararası olaylardaki yaklaşımlarımızda dost ve müttefik ülkelerce karşılık bulmasıyla, Türkiye’nin artık kural koyan bir ülke olduğu tüm dünya tarafından görüldü. Ülkemizin 2017’deki güçlü büyüme performansı, Uluslararası Para Fonu (IMF) başta olmak üzere Dünya Bankası ile Moody’s ve Fitch’in de aralarında bulunduğu uluslararası kredi derecelendirme kurum ve kuruluşlarının öngörüleri ile tahminlerini de aştı. Bu kuruluşlar, Türkiye ekonomisiyle ilgili neredeyse tüm açıklamalarında revizyona gitmek zorunda kaldı. Bu, toplumun tüm kesimleriyle ülkemizin kalkınması amacıyla başlatılan çalışmalara ne derece odaklandığımızın ve konuya ne kadar hakim olduğumuzun bir delilidir” dedi. BÜYÜME ORANI, 23 ÇEYREK SONRA YENİDEN İKİ HANEYE ULAŞTI 2017’nin ilk çeyreğinde yüzde 5,3, ikinci çeyreğinde ise yüzde 5,4 büyüme oranına ulaşan Türkiye ekonomisi, üçüncü çeyrekteki yüzde 11,1 ile 2011’in üçüncü çeyreğindeki yüzde 11,6’lık rekor büyümeye çok yaklaşan bir ivme yakaladı. Sadece ülkemizin değil bizi yakından takip eden ya da Türkler’le iş yapan ülkelerin de gündeminde ilk sıraya oturdu.
DTO Başkanı Uğur Erdoğan, büyüme oranlarıyla ilgili değerlendirmesinde “Ülkemiz, ortalaması yüzde 2,5’i aşmayan AB ülkelerinin dört katından da fazla büyüdü! Hatta, büyüme oranlarıyla G20 ülkeleri arasında ilk iki sıraya yerleşen 2018’de dünya ekonomisine yön vereceklerine inanılan Çin ve Hindistan’ı da geçti. Türkiye ekonomisinin yılın son çeyreğinde büyüme kaydetmemesi yani sıfır çekmesi halinde bile, 2017 için Türkiye’nin Orta Vadeli Program (OVP)’ında öngörülen yüzde 5,5 büyüme hedefine, üçüncü çeyrek sonuçlarıyla oldukça yaklaşılması, ekonominin başında bulunan devlet büyüklerimiz kadar çalışan, üreten, pazarlayan ve kazanan, böyle-
likle üretim ve istihdama katkı sağlayan işçisinden işverenine iş dünyamızın da bir kıvanç kaynağı olmalıdır. Bu başarı, bana göre gerçek potansiyelimizi de ortaya koyan bir belge niteliğindedir” diye konuştu. DENİZLİ, TÜRKİYE’NİN BAŞARISININ MERKEZİNDE YER ALDI İşin içindeki biri olarak, Denizli’nin ülkenin geldiği noktaya büyük katkı koyduğuna yürekten inandığını kaydeden Başkan Erdoğan, DTO’nun 16.426’ya çıkan üye sayısıyla, gerek tutulan istatistikler gerekse halktan geri dönüşünü alma anlamında bir ayna görevi gördüğünü belirtti.
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
DTO
23
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
24
Odalarının geneli ilgilendiren gelişmelerin vatandaştaki yansımasını tutabilen bir kabiliyette olduğunu da anımsatan Erdoğan, “Türkiye’de çalışkanlığıyla “iş ve ekonomi” denilince her zaman ilk 10’a girmeyi başaran Denizli’nin, toplumun her kesimiyle bugüne kadar yapılanlardaki katkısı inkar edilemez. Denizli’nin bu başarıya hem bu manadaki görevlerini yerine getirerek hem de gecesini gündüzüne katmış bir şekilde hemen hemen her hafta 3 farklı ülkeyi ziyaret ederek çeşitli temaslarda bulunan Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ile de büyük katkı sağladığına inanıyorum. Ayrıca, düne kadar kendi imkan ve çabalarıyla atılım yapmaya çalışan iş dünyasının, Ekonomi Bakanımız Sayın Zeybekci’nin sıkça dillendirdiği “konfeksiyon değil kişiye özel yatırım teşvik ve destek sistemi”nin çok uzun vadede meyvesini yemeye devam edeceğini düşündüğümü belirtmeden de geçemeyeceğim. Tabiki tüm bu güzel sonuçlara kolay ulaşılmadı. En başta emek verildi. Ülkemizdeki milli birliğin adeta şahlandığı, milletimizin 15 temmuzdaki hain darbe girişimine karşı sergilediği dik duruş, o günden bugüne üretim, sanayi, ticaret ve ihracattaki başarıya giden yolda çığır açan bir silkeleniş oldu! Bugünleri görmemizde büyük emeği bulunan başta işçi kardeşlerimiz ile işverenlerimiz olmak üzere, sanayicimiz, ihracatçımız ve ticaret erbabımız, ne kadar övünse azdır! O büyük badire sırasında ve sonrasında içine kapanmaktansa, hırs yaparak sınırları zorlaması, bizden sonrakilere okutulacak bir varoluş dersi olarak tarihe yazıldı! Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Ekonomi Bakanımız Sayın Nihat Zeybekci’nin ülkemizin geleceğe emin adımlarla yürümesindeki takdire şayan gayretleri de yadsınamayacak bir gerçektir… Türkiye’nin yarınlarına katkı
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
koymak adına gösterdikleri üstün çabaları için ne kadar teşekkür etsek azdır!” dedi. DTO, İŞ DÜNYASINA 1 YILDA 1300 GİRİŞİMCİ KAZANDIRDI Erdoğan ayrıca, DTO’nun son bir yılda iş dünyasına 1300 girişimci kazandırdığını, yüzlerce vatandaşı da Mesleki Yeterlilik Belgesi sahibi yaptığını hatırlattı. Onları 2018’de de yalnız bırakmayacaklarını ve her konuda destek çıkmaya devam edeceklerini ifade etti. 2018’DE YENİLENEREK BÜYÜMEYE DEVAM EDECEĞİZ Denizli Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, değerlendirmesinin sonunda büyük bir hızla değişen dünyanın son birkaç yılını da özetledi. Uluslararası arenada yaşananlara karşı Türkiye’nin gardını almakta gecikmediğini söyledi. 2018’i sorduğumuzda ise, her yeni yılın bir umut; yeniden başlamak demek olduğunu dile getiren Denizli Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, sözlerini şu cümlelerle tamamladı: “Bizler eğer bu başlangıcı ‘yenilenerek’ sürdürebilirsek, çok daha iyi günlere ulaşacağımızdan en ufak şüphem yok. Artık tüm dünya, farklı ve yeninin hatta kişiye özel yaklaşımların peşinden koşuyor. ‘İnsanlık bu kez yenilenerek evriliyor!’ desek yeridir. Bu durum; sanayide, ticarette, ekonomide ve sosyal yaşamda kaçamayacağımız bir gerçek olarak önümüzde duru-
yor. Ya ayak uydurur; fırsat ve kazanca çeviririz! Ya da bu süreci bizden hızlı kavrayanların arkasından baktığımızla kalırız! İnanıyorum ki, bizi devler liginde zirveye taşıyacak akıl, beceri ve potansiyel bu millette var. Yeter ki, katma değere dönüştürmenin yolunu arayalım. Çalışalım, üretelim, pazarlayalım ve kazanalım. Ve zorluğunu olduğu gibi getirisini de paylaşarak, hakça bölüşerek, hep birlikte refaha ulaşalım! Bu arada yeni yılınızı da kutlarım. İnşallah herkese sağlık, mutluluk, başarı ve bol kazanç getirsin.”
Binnur OLCAYTÜRKAN
İTALYA GEZİSİ (1)
@binnur.olcayturkan
Veni Vidi Vici
ROMA AŞK ÇEŞMESİ
İSPANYOL MERDİVENLERİ eçtiğimiz ay kuzenim Sibel ile birlikte İtalya’yı gezme şansına sahip oldum. Burada çektiğim fotoğraflar ve gördüklerimi de STİLL LİFE okurlarıyla paylaşmak istedim. 7 günlük İtalya turunda, buram buram tarih kokan bu şehre hayran kaldım. Tarihlerine bu kadar sahip çıkmış olmaları, yüzlerce yıl öncesinden kalan bu yapıların hala bu kadar ihtişamla durmalı inanılmazdı. Gördüklerimizi sadece bir sayıda, bir iki sayfaya sığdırarak geçiştirmek istemem. Birkaç sayı boyunca İtalya gezisi ile ilgili yazılarım devam edecek. İlk olarak Roma’daki Trevi Çeşmesi ( bilinen adıyla Aşk Çeşmesi) ve İspanyol Merdivenleri ile başlayalım.
G
ÖLÜMSÜZ ŞEHİR ROMA Arenalarında gladyatörlerin ruhlarının gezindiği, bal renkli çeşmelerinde suların şarkı söylediği Roma, adeta mermerden bir kent görünümünde. Dünya şehirleri içerisinde hakkında en çok yazı yazılan; övgüye en çok layık görülen şehirlerden biri olan Roma, “ölümsüz şehir” unvanını sonuna kadar hak ediyor. Efsaneye göre şehir, M. Ö. 753 yılında Romulus (Romolo) tarafından kuruldu. 7 tepe üzerine kurulan Roma; çağlar boyunca, tarihin gördüğü en güçlü şehirlerden biri oldu ve bir anıt gibi dimdik ayakta durdu. Bu anıt şehir, binlerce yıllık tarihi birikimi ve eşsiz tarihi eserleriyle dünyada en çok turist çeken merkezlerden biri olmaya devam ediyor. Her yıl, dünyanın dört bir yanından gelen milyonlarca turist, Trevi Çeşmesi’ne (Aşıklar Çeşmesi) para atmadan, İspanyol Merdivenleri’nde selfi çekmeden şehir turunu tamamlamıyor. Turistler tarafından yoğun ilgi gören Trevi Çeşmesi ve İspanyol Merdivenleri’nin kısaca hikayesi ise şöyle:
TREVİ ÇEŞMESİ Birçok aşk filmine konu olduğu için Türkçe'de, 'Aşk Çeşmesi' olarak da anılan Roma'daki ünlü Trevi Çeşmesi, Roma’daki en büyük ve en ünlü barok tarzı çeşmedir. 25.9 metre yüksekliğinde ve 19.8 metre genişliğindedir. 1732 yılında Nicola Salvi tarafından tasarlanan çeşme 1762 yılında tamamlanmıştır. Bu çeşme, Trevi Meydanı’nda bulunur. 17. yüzyılda VIII. Papa Urban, Bernini’den çeşmenin yenilenmesini istemiştir. Fakat Papa’nın ölümünden
sonra bu proje gerçekleştirilememiştir. Bernini, sadece çeşmenin yönünü Quirinal Sarayı’na doğru çevirmiştir. Çeşme, M. Ö. 19. yüzyılda inşa edilen bir su kemeri olan Aqua Virgo’nun sonuna inşa edilmiştir. Büyük dikdörtgen şeklindeki çeşmenin havuz kısmı da mevcuttur. Trevi Çeşmesi’nin üstündeki temel figür deniz tanrısı Neptün’dür. Neptün’ün iki yanında iki tane Triton vardır. Birisi denizatına diğeri daha sakin bir hayvana liderlik ederken görülür. Bu ise denizin değişen halini sembolize eder. Çeşmenin ilk katlarından birinde bulunan kız figürü ise su kemerine adını veren bakireyi temsil etmektedir. Kayalık bir kısmı da olan deniz kenarı, Trevi Çeşmesi’nde canlandırılmaya çalışılmıştır. Figürler arasında Poseidon’un bir arabayı sürerken ki hali de vardır. Dört sütununda soldan sağa şu alegorik heykeller bulunur: “Meyve Bolluğu”, “Tarlaların Verimliliği”, “Sonbaharın Zenginliği” ve “Bahçelerin Zenginliği”. Bir tiyatro sahnesine benzeyen Trevi Çeşmesi efsaneler de üretir. Bunlardan birine göre çeşmeye bozuk para atan kişi, bir gün mutlaka Roma’ya dönecektir. İnanışa göre sağ elle, sol omuz üstünden Trevi Çeşmesi’ne para atmak kişiye iyi şans getirir. Bir bozuk para atmanın bir gün Roma’ya dönüleceğine; iki tane bozuk para atmanın Romalı güzel bir kıza aşık olunacağına; üç tane bozuk para atmanın ise Roma’da birisi ile evlenileceğine inanılır.Trevi Çeşmesi dünyanın en ünlü çeşmesi unvanının hakkını veriyor. Trevi Çeşmesi'nden toplanan paralar, bir katolik yardım kuruluşu olan Caritas
vasıtasıyla yardıma muhtaçlara ulaştırılıyor. Caritas, bu gelirin yüzde 27'sini, İtalya'nın yardıma muhtaçlar için açılan ilk bedava süpermarketine, yüzde 32'sini sosyal hizmetlere, yüzde 8'ini aşevlerine, yüzde 31'ini ise evsizlere barınma imkânı sağlanan merkezlere aktarıyor.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Bir tiyatro sahnesine benzeyen Trevi Çeşmesi, efsaneler de üretir. Çeşmeye bozuk para atan kişi, bir gün mutlaka Roma’ya dönecektir.
27
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
İSPANYOL MERDİVENLERİ
28
1725 yılında açılan ve Trinita dei Monti Kilisesine çıkan merdivenlerdir. 1723 – 1726 yılında Roma’da yapılan merdivenler, Francesco de Sanctis tarafından tasarlanmıştır. Fransız kilisesi Trinita dei Monti ile ünlü Spagna (İspanya) Meydan’ını birbirine bağlar. Kelebek şeklindeki dizaynı ile İspanya Meydanı, dünyadaki en ünlü şekillerden biridir. Roma barok stilini yansıtan bu meydan, Rönesans döneminde oldukça popülerdi. 17. yüzyılda Trinita dei Monti Kilisesi’nin adı meydana verildiyse de sonraki dönemlerde İspanya elçisinin burada yaşamasıyla birlikte meydan yine “İspanya Meydanı” adını almıştır. Merdivenlerin önündeki “Barcaccia” olarak bilinen bot şeklindeki çeşme,
Fransız kralı ile yapılan anlaşmanın anısına yapılmıştır. Pietro Bernini ve Gian Lorenzo tarafından inşa edilen çeşme, meydanın tamamlayıcı unsurlarındandır. Barcaccia’nın yapılışının bir başka amacı ise Tiber Nehrinde, 1598 yılında meydana gelen sel felaketini anmaktır. Merdivenlerin hemen
bitiminde bekleyen faytonlarla şehirde tur atılabilir. İspanyol Merdivenleri, yılda bir kez olmak üzere ünlü bir moda şovuna ev sahipliği yapar ve basamakları mankenlerin kedi yürüyüşüne sahne olur. En görkemli Roma sokakları İspanya Meydanı’na çıkar. Burada ve yakınlarında dünyaca ünlü moda devi markaların mağazaları bulunur. İtalya turumuz ile ilgili bu sayıda yazacaklarım bu kadar bir dahaki sayıda yine İtalya’ nın farklı bir yerinde sizlerle olacağım şimdilik hoşçakalın..Sevgiyle kalın..
Kelebek şeklindeki dizaynı ile İspanya Meydanı, dünyadaki en ünlü şekillerden biridir. Yılda bir kez olmak üzere ünlü bir moda şovuna ev sahipliği yapar ve basamakları mankenlerin kedi yürüyüşüne sahne olur. Ayrıca birde çiftler evlendiklerinde buraya gelir damat gelini kucağına alır ve bu merdivenleri gelin kucağındayken tırmanırmış. ( şişman bir eşe sahip olan damatların vay haline..)
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
2018 YILI BEKLENTİLERİ PAYLAŞILDI Denizli İhracatçılar Birliği organizasyonunda, 2017 yılı Dünya ve Türkiye ekonomisi ve 2018 yılı genel beklentilerin ele alındığı "Bizi Nasıl Bir 2018 Bekliyor? Küresel Gelişmeler Işığında Sosyo-Ekonomik Değişimler " konulu panel düzenlendi. 27.12.2017 tarihinde düzenlenen ve moderatörlüğünü TİM Başkan Vekili/DENİB Başkanı Süleyman Kocasert’in yaptığı, Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Ekonomi Yazarı Hakan Güldağ ile Siyaset Bilimci ve Gazeteci Yazar Metehan Demir’in katıldığı panel yoğun bir katılımla gerçekleştirildi. BİRÇOK KONU KONUŞULDU Geride bıraktığımız yılda yaşanan ulusal ve küresel olay-
ların değerlendirildiği ve 2018 beklentilerinin paylaşıldığı panele ilişkin görüşlerini belirten Başkan Süleyman Kocasert şu ifadelere yer verdi: “Bugün son derece yoğun bir katılımla verimli bir panel gerçekleştirdik. 2017 inişleri ve çıkışları olan bir yıl olarak geride kalıyor. 2018, inanıyorum ki hedeflerimize ulaştığımız yeni bir yıl olacak. Panel boyunca, ekonomik verilerden Ortadoğu’daki gelişmelere kadar çok çeşitli konulara değindik. İki önemli gazeteci -yazar bugün bizimle buluştu, tüm konuları enine boyuna anlattı. Hakan Güldağ ve Metehan Demir’e bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.” Panele soru-cevap bölümüyle devam edildi…
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
DENİB AKADEMİ, BİLİNÇALTI İKNA VE MÜZAKERE YÖNTEMLERİ EĞİTİMİ
30
DENİB Akademi, Bilinçaltı İkna ve Müzakere Yöntemleri Eğitimini 19 Aralık 2017 Salı günü yoğun bir ilgi ile gerçekleştirdi. cademy Neuro’dan Mert AYDINER’in verdiği eğitimde, karşı tarafın hakkımızda bir fikre sahip olması, kısa zamanda sahip olunan fikir ile müzakereye doğru adımla başlayabilmenin yolu, görüşme için masaya oturduğumuzda uyumu ve işbirliğini sağlayabilmek, karşımızdakinin ilgisini, güvenini, saygısını kazanabilmek, soru sorma, aktif dinleme, empati kurma, çıkar gözetme, seçenek sunma, uzlaşma konusunda ne kadar istekli ve başarılıyız? Müzakere sürecinde karşı tarafın nihai kararlarını etkileyen ve onları istediğimiz yönde harekete geçirebilen “bilinçdışı faktörler” nelerdir? Tarafların davranışlarını yönlendiren “güdüler” nelerdir? Müzakereciler olarak karşı tarafın “temel davranış tarzını” belirlemek ve olası sapmaları tespit edebilmek bizlere nasıl bir stratejik avantaj sağlar? iyi müzakereciler karşı tarafın “algı filtrelerini” nasıl aşar ve mesajlarını onların zihnindeki “gerçek karar verici” kısma en etkili, en hızlı ve en kalıcı
A
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
şekilde nasıl iletirler? ölümüne pazarlık yapanların tuzağına düşmeden, konuyu fiyattan alıp onların gerçek önceliklerine ve elimizdeki değere taşıyabilmenin yolları nelerdir? duvar örmek ve anlaşmayı çıkmaza sürüklemek yerine köprüler inşa etmek için kullanabileceğimiz nokta atışı kelimeler ve cümle kalıpları nelerdir? ikna sürecinde karşı tarafın gerçek düşüncelerini ve duygularını okumamıza yarayacak “mikro ifadeleri, beden dilini, ses tonunu ve kelimeleri” nasıl gözlemlemeli ve analiz etmeliyiz? bir ilişkide hiçbir zaman tek bir kazanan veya kaybeden yoktur. Her zaman ikisi birden ya kazanır ya da kaybeder. Bu nedenle, bir müzakerede her iki tarafın da kazanması amaçlanır. Peki, varılan karardan karşı tarafın da tatmin olmasını nasıl sağlarız? Konularında katılımcılar bilgilendirildi. Denizli İhracatçılar Birliği Nihat Zeybekci Toplantı Salonu’nda uygulamalı yapılan eğitimde, katılımcıların interaktif olması ve aynı zamanda kişisel gelişimle ilgili
konuları da içermesinden dolayı katılımcıların memnun olarak ayrıldığı keyifli bir program oldu.
2017 yılına ilişkin verilerin değerlendirildiği ve 2018 yılı beklentilerinin ele alındığı basın toplantısı, 04.01.2018 tarihinde Denizli İhracatçılar Birliği'nde düzenlendi. asın mensuplarının oldukça yoğun katılım gösterdikleri toplantıya TİM Başkan Vekili ve DENİB Başkanı Süleyman Kocasert, DENİB Başkan Vekili Sedat Erikoğlu, Yönetim Kurulu Üyesi Bekir Serdar Mutlubaş ve Denetim Kurulu üyesi Süreyya Çalışkan katıldı.…
B
HEDEFLERİMİZİ AŞTIK… 2017 yılına başlarken belirlenen 153,3 milyar USD’lik Türkiye ihracatı hedefinin revize edilerek 156,5 milyar USD’ye ulaştığını belirten Süleyman Kocasert, bu hedefi de aşarak yüzde 10’un üzerinde bir artışla 157,1 milyar USD’lik ihracat gerçekleştirildiğini belirtti. DENİB ihracatının da yüzde 14 artışla, 2 milyar 449 milyon USD
olduğunu belirten Kocasert, sözlerini şöyle sürdürdü: “ DENİB, ilk ihracat rakamlarını açıkladığı tarih olan 1994’ten bu yana en yüksek ihracat değerine ulaşarak rekor kırdı. İhracat artış oranımız Türkiye ortalamasının üzerinde. Denizli ihracatı da, 2014 yılından sonra ilk kez 3 milyar USD’yi aşarak yüzde 11 arttı ve 3 milyar 069 milyon USD oldu. Hem ülkemiz hem ilimiz ihracatında karşılaştığımız tablo son derece sevindirici. Olumlu bir gelişme de, büyümeye ihracatın her çeyrekte pozitif katkı vermesi oldu. 3. Çeyrekte yakalanan yüzde 11,1’lik büyümeye ihracatımız 3,5 puan ile son beş yılın en yüksek katkısını verdi. Yılsonunda ulaşmayı hedeflediğimiz yaklaşık yüzde 7’lik büyümeye ihracatımızın yine pozitif katkı verdiğine şahit olacağız.” Basın toplantısına soru-cevap bölümüyle devam edildi…
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
2017 YILI İHRACAT RAKAMLARI BASIN TOPLANTISINDA DEĞERLENDİRİLDİ
31
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
DENİB’DEN HEIMTEXTIL TOPLANTISI 9-12
Ocak 2018 tarihleri arasında Almanya’da düzenlenecek olan Heimtextil Fuarı öncesinde her yıl geleneksel olarak gerçekleştirilen fuara ilişkin bilgilerin paylaşıldığı toplantı, fuarda stand açacak firmaların katılımları ile Denizli İhracatçılar Birliği’nin organizatörlüğünde, 04 Ocak 2018 tarihinde Denizli Polis Evi’nde yapıldı. Toplantıda ayrıca 2017 yılında ülkemizde ve dünyada yaşanan önemli ve ekonomik gelişmeler ile 2018 yılına ilişkin beklentiler değerlendirilirken, Denizli İhracatçılar Birliği faaliyetlerinin paylaşıldığı bir sunum gerçekleştirildi.
32
İHRACATTA REKOR KIRDIK 2017 yılında gerçekleştirilen 2 milyar 450 milyon USD’lik DENİB ihracatının, kurulduğu günden bu yana en yüksek değerine ulaşarak rekor kırdığını belirten TİM Başkan Vekili ve DENİB Başkanı Süleyman Kocasert sözlerini şöyle sürdürdü: “2017 yılı İhracatta Atılım Yılı olarak belirlenmişti. Sene başında, ülkemiz ihracatını yüzde O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
8 artırarak 153,3 milyar USD’ye ulaşmayı hedefliyorduk. Yıl içinde bu rakamı 156,5 milyar USD’ye yukarı yönlü revize ettik. Ülkemiz ihracatı, bu hedefi de geride bıraktı ve 157,1 milyar USD’lik ihracat rakamına ulaştı. Bu rakam, Cumhuriyet tarihimizin en yüksek ikinci değeri. İnanıyorum ki, 2018 yılında dünya ekonomisinde yaşanacak pozitif gelişmelerin de etkisiyle 170 milyar USD’ye ulaşarak, 2014 yılında yakaladığımız 157,6 milyar USD’lik ihracat rekorunu kıracağız”. Son yıllarda markalaşma çalışmalarına büyük önem verdiklerinin de altını çizen Süleyman Kocasert, “Turkish Towels” markasıyla bir çok önemli etkinliğe sponsor olduklarını, dünyanın en önemli fuarlarında yer aldıklarını belirterek, Mayıs ayında gerçekleştirilen Turkish Airlines Euroleague Final Four maçları ve Maria Sharapova ile Çağla Büyükakçay’ın karşılaştığı TEB-BNP Paribas Tenisin Yıldızları etkinliği sponsorlukları kapsamında 1 milyar kişilik kitleye ulaşıldığının altını çizdi.
19-22 Aralık 2017 tarihleri arasında düzenlenen Makedonya (Üsküp) Ev Tekstili Sektörel Ticaret Heyeti başarılı ile tamamlandı.
20
Aralık 2017 Çarşamba günü, Üsküp Ticaret Müşavirimiz Sayın Bünyamin KUTLU, MATTO Başkan Yardımcısı Sayın Ayhan UZUN ve MATTO denetleme kurulu üyesi Sayın Mustafa MURATOĞLU'nun açılış konuşmaları ile başlayan iş forumunda
Makedonya ekonomisi hakkında genel bilgilere yer verilirken iki ülke arasında ticaret hacminin artması için ev tekstili ürünlerinin önemli bir kaldıraç olduğu vurgulandı. Açılış konuşmalarının devamında gerçekleşen ikili iş görüşmeleri ile katılımcılarımız Makedonya ev tekstili sektör temsilcileri ile görüşme fırsatını değerlendirdi. Programa katılan fimalarımız: ABC Tekstil, Chaputs, Egem Tekstil, Erteks, Erva Havlu, Makroteks, Tosunoğlu Tekstil, Zorel Tekstil. 21 Aralık 2017 günü Makedonya'da faaliyetlerini sürdürmekte olan ev tekstili
üretim tesisi ziyaretinin yanısıra Üsküp merkezli ev tekstili perakende merkezleri ziyaretleri gerçekleştirildi. Söz konusu program ile hedef pazardaki ev tekstili sektörü mercek altına alınırken, Denizli ev tekstili ürünlerinin uluslararası anlamda bilinirliği ve tanınırlığına katkı sağlandı.
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
DENİZLİ EV TEKSTİLİ ÜRÜNLERİ BU KEZ MAKEDONYA’DA
33
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
İnsanın anavatanı çocukluğudur!
35
E M R A H VA R O L KALEMİNDEN
980’lerin sonunda doğan bir nesil olarak bizim kuşağımızı ikiye ayırıyorum. Çocukluğumuzun bir dönemi sokaklarda top oynayıp salça-ekmek yiyerek geçti. İkinci dönem ise şu anda tüm insanları etkisi altına alan teknoloji dönemi. Biz de internet kafelere gitmeye başladık çocukluğumuzun bir döneminde. Sokaklarda futbol oynamaktan kopmadan teknolojiye alışmaya çalıştık. Biz sokakları gören son nesiliz ve bir geçiş dönemiyiz. Size kendi hayatım üzerinden bir nesli anlatmak istiyorum aslında. Yaşanan değişimi, uzakların nasıl yakın olduğunu, gidenleri, kalanları, aşkları, terkedilişleri kısaca zamanın nasıl su gibi aktığını…
1
Sayfada Honaz’ın Hisar Mahallesi’nde çekilen 2 tane fotoğraf görüyorsunuz. İlki 1996 yılında çekildi. Orada bir sokak kuşağı yatıyor. Henüz 10 yaşında bile olmayan onlarca çocuk, mahalledeki bir ağabeyin fotoğraf makinesine gülerek poz vermiş. O kadar kişi toplandıysa futbol oynanacak belli ki! Mahallede o kadar çocuk toplanıp ne yapar ki başka. Biz aynı umudun, aynı fakirliğin, aynı yolun çocuklarıydık o dönemler. İnanır mısınız bilmem ama bir futbol topu alabilmek için tüm mahallenin çocukları ortaya para koyardı ve yine o topu alacak parayı
denkleştiremezdik. Sağolsun arkada gördüğünüz bakkalın sahibi Zeynep Teyze yardım ederdi de alabilirdik topu. Patlayınca kadar oynardık o topla. Hepimiz salça ekmeğin hastasıydık. Burada İbrahim Tatlıses gibi söylemek lazım aslında. Sucuk ekmek vardı da biz mi yemedik! Sokakta top oynamanın yanı sıra bilye de oynadık lastik de sürdük. Kar yağınca altımızda leğenlerle sokaklarda kaydık. Ama artık teknoloji kapımızı çalmaya başlamıştı. Okullara bilgisayarlar gelmeye başlamıştı ve ilk bilgisayar dersi de bizim dönemimizde okullarda okutuldu. Ders dediğim de disket nasıl takılır çıkarılır, içine bilgiler nasıl kaydedilir. Bir de yazı nasıl yazılır falan. Teknolojiyle tanışmaya başlasak da sokaktan hemen kopmadık. Ancak sokaklarda geçen zamanımızı biraz kısıp internet kafelere gitmeye başladık. Orada oynanan oyunlar sokakta oynanan oyunun tadını vermese de gidiyor ve çeşitli savaş oyunları oynuyorduk. İnternet kafede akşam üzeri yapacağımız maçın kadrosunu şekillendirip maça hazır hale geliyorduk. Herşey futbol içindi!
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
36
Artık yavaş yavaş büyümeye başlamıştık. Her arkadaşın gönlüne bir sevda düşüyordu. Nedendir bilinmez ama herkes aşk acısı çekiyordu! Seviyordu, büyük hayaller kuruyordu ama ya sevdiği terk ediyordu ya da kader engel koyuyordu mutluluğa. Arkadaşlığın yeniden sınandığı günlerdeydik. Arkadaşlar bizim aşk acımızı dinliyordu sabahlara kadar biz de onların. Dünyanın sonu zannediyorduk olan biteni. O dönemler Nazım Hikmet’in ‘ Ben sensiz de yaşarım. Ama seninle bir başka yaşarım’ şiirini henüz duymamıştık. O olmadan yaşanamayacağını düşünen arkadaşları teselli ediyorduk. Kanın deli gibi aktığı yıllardı ne de olsa. O yüzden delikanlı deniyordu ya zaten. Ne dense aşk acımızı dindiremiyordu. Belki de o acıyı seviyorduk, bilmiyorum. Ferdi Tayfurlar, İbrahim Tatlısesler, Bahalar dinliyorduk ağrı kesici olarak! Fazla acıdan ya da mutluluktan kimimiz şair olmuştu mesela. O dönem için çok anlamlı gelen ama daha sonra ne kadar saçma olduğunu anladığımız şiirler yazılıyordu.Çok destek olduk birbirimize. Gerçek aşkını bulanların mutluluklarıyla da mutlu olduk. Uzakta bulunan aşklarına kavuşturduk kimi zaman, kimi zaman da kırgınlıklarını tamir ettik. Biz iyi arkadaştık galiba. Gerçek arkadaşlığın temelleri de o yıllarda atılıyor zaten. Zor dönemlerde, güzel anlarda, mutluyken ya da hüzünlüyken birbirine destek olanlardık biz. Fırtına da görmüştük, kar da yağmıştı ama güneş her daim üzerimizdeydi. Yıllar su gibi geçti. Önce iş telaşı sardı hepimizi.Babadan, dededen zengin insanlar değildik. Elimiz
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
ekmek tutmalıydı. O yüzden kimimiz öğretmen oldu kimimiz asker, kimimiz de esnaf. Hayata bir yerinden tutunmayı başarmıştık. Bu defa aramıza mesafeler girmişti belki. İş gereği İzmir’de, Diyarbakır’da, Konya’da olmak gerekiyordu. Ama bayramlar vardı. İkinci fotoğraf tam da böyle bir bayram günü çekildi. 1990’lı yılların ortasından itibaren arkadaşlığa başlayanların fotoğrafıydı o. Zor günleri birlikte göğüsleyen, mutlu anlarda hep beraber olanlar vardı bu fotoğrafta. Arkadaşın akrabasının cenazesini birlikte omuzlayan, düğünlerde hep birlikte oynayan, aralarında parayı dert etmeyenler vardı. Büyümüş evlenmiştik ve eşlerimiz de bu güzel arkadaşlığa katkı sağlıyordu. Yıllar önceye göre sayımız bir hayli azalmıştı elbette. Yola çıktığımız bazı arkadaşlar başka arkadaşlıklar kurdu ama biz hep aynı kaldık. Tabi ki bizim de kavgalarımız oldu, ağır sözler söyledik. Ama insan nasıl anavatanına karşı kendisini sorumlu hisseder biz de öyleydik. Çocukluğumuzun en güzel hatıralarının yer aldığı bu arkadaşlığı bozmadık. Bu yazıyı yazmamdaki sebep kendi arkadaşlarımı anlatmak değil aslında. Başlıkta yer alan cümleyi anlatmak istedim. İnsanın anavatanının çocukluğu olduğunu. Ne yaşanırsa çocuklukta yaşanıyor ve daha sonra yaşayacağımız her şey de çocuklukta yaşanan şeylerin yansıması aslında. Biz bir geçiş dönemiydik. Sokaklardan teknolojiye geçiş yapan çocukluğumuz bu fotoğraflarda saklı. Allah herkese böyle çocukluk ve arkadaşlar nasip etsin…
RÖPORTAJ
KİMSENİN YAPMADIĞI BİR ŞEYİ YAPAN
SIRADIŞI BİR İŞADAMI
LEVENT SOYSAL
L
event Soysal, son derece sıra dışı bir iş adamı. Yaptığı iş değil ama iş anlayışı ve işi yapış şekliyle fark yaratan bir isim. Soysal, iş hayatında “Biz burada kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıyoruz” diyecek kadar iddialıyken özel hayatında usta bir motor binicisi, ciddi bir koleksiyoner, 3-4 kitabı aynı anda okuyacak kadar kitap düşkünü.“Kaliteli işler, kaliteli insanlarla yapılır” diyen Soysal, show adamı değil, takım oyuncusu olduğunu vurgulamaktan keyif alıyor. Şehrimizin en sıra dışı simalarından biri olan Levent Soysal ile söyleşimiz su gibi akıp gidiyor, geriye ise insanın iş ve özel hayatına yön verebilecek önemli tecrübelerden nasiplenmek kalıyor. İşte Levent Soysal’ın hayata bakışı ve başarılı kariyerinin hikayesi:
Ben etik değerlere bağlıyım. Kolay kolay yeni imalatçı almıyorum matriksime. Yeni imalatçı alacaksam çok esktra bir şeylerinin olması lazım. Her şeyden önce çalıştığım insanın benim kafa dengim olması gerek. Bu da benim iş konusundaki tek şımarıklığım.
Tek bir parça çok şey ifade etmeyebilir ama bütün olduğu zaman daha anlamlı. Hiçbir zaman onemanshow yapmadım. Her zaman yanımdaki insanlarla birlikte takım oyunu oynadım. 39
Motor manyak, acayip bir şey. İnsanın içinde olan, devamlı seni dürtükleyen bir şey. Still Life: Klasik bir soruyla başlayalım, okuyucularımız için kendinizden biraz bahseder misiniz lütfen? 1966 Çanakkale doğumluyum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi İstanbul’da bitirdim. Babam İngilizce öğretmeniydi. İki kardeşiz. Bahar Soysal ile evliyim, iki çocuğum var. . Kızım ODTÜ’de Moleküler Biyoloji ve Genetik öğrenimi görüyor. Oğlum Özyeğin Üniversitesi’nde Yönetim Bilişimi Sistemleri öğrenimi görüyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi Tekstil Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Şahinler Holding’de Modavizyon 2 firmasının kuruluşunda yönetici olarak görev aldım. Ev tekstiliyle Maisonette sayesinde
tanıştım. Sanko’da havlu ihracat müdürü olarak görev yaptım. Tekstilin ipliğinde, dokumasında, örmesinde, dış giyimde, trikoda, deride çalıştım. Tekstilde yapılan imalat ne olursa olsun oldukça tecrübeliyim. Still Life: İş dışında başka alanlarla da ilgileniyorsunuz. Örneğin motor sevginizi bilmeyen yok gibi. Motora olan merakınız nereden geliyor? Eski Alman polis motoru Zündap’ı vardı rahmetli dedemin. İstanbul’da motor eğitimi almıştım ama orada motor kullanmak istemedim. 2009’da burada ilk motorumu aldım. 4 ay içinde güvenli sürüş eğitimi de aldım. Beladan uzak durma eğitimi de
Demirat Sürücüleri, sadece Denizli’ye ait, başka illerde şube açmayan ve 20 plaka ile dolaşan bir ekibiz. Motorculuğun serserilik olmadığını ama bir tutku olduğunu, ailelerimizle birlikte keyif aldığımız bir deneyim olduğunu ana ilkesi olarak kabul etmiş bir kulüp.
diyebiliriz. Sonra Demirat Sürücüleri’yle tanıştık. Çok güzel bir ortam, hoşuma gitti. Denizli’nin her kesiminden insan var.
40
Still Life: Demiratlar Sürücü Kulübü’nden bahseder misiniz biraz? Demirat Sürücüleri, sadece Denizli’ye ait, başka illerde şube açmayan ve 20 plaka ile dolaşan bir ekibiz. İki, üç sene ben de başkanlık yaptım. Motorculuğun serserilik olmadığını ama bir tutku olduğunu, ailelerimizle birlikte keyif aldığımız bir deneyim olduğunu ana ilkesi olarak kabul etmiş bir kulüp. Kulüp evini kendimiz inşa ettik. Kendimiz çalışarak imece usulü bahçesinin betonuna kadar her şeyini kendimiz yaptık. Still Life: Demirat Sürücüleri bir de festival yaptı değil mi? Evet, 2015 yılında Denizli Türk Chopper kulübüyle birlikte çalışarak Denizli’nin ilk motorsiklet festivalini yaptık. Buradan Sevgili Rıfat Tosun abime selamlar.
Motorsiklet festivali çok marjinal bir şey. Gönül birlikteliği bu, işinden sonra yaptığın bir şey, hobin. Hobi ancak biz disiplinli yaptık. Yolda çok disiplinli giden bir grubuz biz. Çünkü hayatın iki teker üstünde. Bu işin bir disiplini var. Disipline sahip değilsen motora binme. Motorsiklet sürmek böyle manyak, acayip bir şey. İnsanın içinde olan, devamlı seni dürtükleyen bir şey. Still Life: NMC Tekstil olarak, yurtdışına dönük çalışıyorsunuz. ABD’ye ciddi boyutlarda ihracat yapıyorsunuz. Biraz bundan bahseder misiniz? Amerika’nın en büyük mağazalarından biri olan TJX Companies’in Türkiye’deki satın alma ofisiyim. Bu firmanın dünyada 6 binin üzerinde mağazası var. Amerika’da, Kanada’da, Avustralya’da, İngiltere’de, Almanya’da. Bu 6 bin mağazanın ev tekstili ihtiyacının bize düşen kısmının oluşturulması, siparişlenmesi ve gönderilmesi süreçlerini kontrol ediyoruz.
Denizli’de kimsenin yapmadığı, Türkiye’de kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıyoruz biz. Burada siparişimizi kendimiz oluşturuyoruz. Bunu yaparken hiçbir fabrikayı diğer bir fabrikayla fiyat için ya da başka bir şey için yarıştırmıyoruz. Süreci etik değerlere bağlı kalarak yürütüyoruz. Hiç kimsenin ürününü başka bir fabrikada kopyalatmıyoruz. Peki ne yapıyoruz? Her fabrikanın kendi ürününü, onlarla birlikte designerlarıyla, müdürleriyle, fabrika sahipleriyle birlikte çalışarak sunulacak hale getiriyoruz. Böylece her fabrikanın kendi ürününü tek tek sunmuş oluyoruz. Siparişe dönüşürse, sipariş olarak geliyor. Dönüşmezse yeni ürünler yapıyoruz. Çok yorucu bir iş. Bana bugüne kadar yurtdışından bir tane bile numune getirilip bundan şu miktarlarda istiyoruz denilmedi. Hiçbir zaman onemanshow yapmadım. Hiçbir zaman one man show yapmadım, her zaman mümessili olduğum firma ve çalıştığım fabrikalarla birlikte takım oyunu içinde olmaya çalıştım. Benim hayata bakışım da bu. Bu firma için çalışmaya başladığım ilk yıllarda bütün etiketlerimiz Hong Kong’tan geliyordu. Neden Hong Kong’tan gelsin, neden paramız dışarı gitsin? Hem gümrüklerde uzayan işlemler nedeniyle vakit kaybediyoruz hem de paramız yurt dışına gittiği için nakit kaybediyoruz. İmalatçılardan etiket numuneleri toplayıp Amerika’ya gönderdim, çok şaşırdılar. Böyle bir teknolojinin Türkiye’de olduğundan
Yüzde yüz bonfile etinden bildiğiniz kebap yapıyoruz aslında ve kebabı da lavaşa sarıp dürüm halinde müşterilerimize sunuyoruz.
Still Life: Tedarikçi firmalarınızla nasıl bir çalışma şekliniz var? Benim 10 - 15 senedir birlikte çalıştığımız fabrikalarım var. Bunların çoğu benim çok uzun süreli firmalarım. Ben etik değerlere bağlıyım. Kolay kolay yeni imalatçı almıyorum üretici matriksime. Yeni imalatçı alacaksam çok esktra bir şeylerinin olması lazım. Neden bu imalatçılar? Her şeyden önce çalıştığım insanın benim kafa dengim olması gerek. Bu belki bir şımarıklık. Bu da benim iş konusundaki tek şımarıklığım. Oturacak mıyım, keyifli vakit mi geçireceğim, iş mi konuşacağım, arada kaynayıp gitmesi lazım. Hoşlandığım, sevdiğim, kafa yapımın aldığı insanlarla çalışmayı ve birlikte olmayı seviyorum. Seçiyorum o yüzden. Allahın da verdiği bir his var sorun yaşayacağım insanı hissedebiliyorum. Hoşlanmadığımı da direkt belli eden bir yapım var. Benim her şeyim açıktır, çabuk güvenir, çabuk kanarım ancak bir kez kanarım. İkinciye izin vermem. Still Life: Markalaşma konusunda da eksiklerimiz var. Markalaşmak zaten başlı başına bir eksik Türkiye’de. Bizim bir şansımız var. Amerika’da çok fazla çaba göstermeden elde edilen Türk havlusu olgusu hala devam ediyor. Havluda Türk markası için çok büyük çabalar harcanmadan marka olmayı başarmışız. Benden istenmemesine rağmen, gönderdiğimiz ürünün üzerine, her fabrikaya özel Made in Turkey etiketleri koyarak Türk havlusunu tanıtmaya çalışıyorum aynı zamanda. Marka değerini yükseltmeye çalışıyoruz. Markalaşmaya çok ihtiyacımız var.
Still Life: Wernuar’ın konseptini nasıl tanımlıyorsunuz? Wernuar sizin de söylediğiniz gibi bir konsept. 24 saat açık, kahvaltısı, dürümü, çorbası ve düğün, nişan özel toplantılar gibi toplu organizasyonların da yapıldığı bir mekan. Mehmet’in özel tarifiyle yapılmış incecik lavaşa, yüzde yüz bonfile etinden hazırlanan, minimum 90-100 gram et koyuyoruz. Bildiğiniz kebap yapıyoruz aslında ve kebabı da lavaşa sarıp dürüm halinde müşterilerimize sunuyoruz. Bunun yanında pide çeşitlerimiz var. Özellikle çocuklar için köftemiz var. Makarna çeşitlerimiz var. Çok fazla et çeşidine girmeyeceğiz çünkü biz steakrestaurant değiliz. Yedi gün yirmi dört saat esasına göre çalışıyoruz. Kahvaltımız ise herhangi bir gün ve saatle sınırlı değil. İstenilen saatte kahvaltı edilebilir.
dışındaki ilgi alanlarınız ve yapmaktan keyif aldığınız şeyler neler? Topla oynanan oyunları hem aktif şekilde yapmayı hem de seyretmeyi çok severim basketbol, futbol, voleybol, bilardo, masa tenisi, tenis gibi…Bu tarz oyunlarda fena da olmadığımı söylerlerDeğişik şeyleri toplamayı çok seviyorum. Bir arada olmalarını seviyorum. Tek bir parça çok şey ifade etmeyebilir ama bütün olduğu zaman daha anlamlı. Ofisimde ağaç oyma atölyem var. Değişik şeyler üretmeyi seviyorum. 1983 yılından buyana pipo içiyorum. Pipo benimle özdeşleşti. Motorun üzerinde bile içerim. 100’ün üzerinde pipom var kendim de yapıyorum. İyi bir dart oyuncusuyum. Manyak bir kitap düşkünüyümdür. Aynı anda 3-4 kitabı bir arada okuyorum. Çantamda, iş yerimde, evimde mutlaka bir kitabım vardır. Farklı farklı türleri aynı anda okurum. Kitap koleksiyonum da var. Conan benim çizgi roman kahramanım, dergileri hala durur. Çizgi roman koleksiyonum da var. Çocuklarım için yaptım, kitap okumayı sevsinler diye. Conanlar, Tentenler, Asteriksler kütüphanemde var. Still Life: Levent Bey, bu keyifli sohbet için çok teşekkür ediyorum ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Ben teşekkür ederim.
Still Life: Çalışma ofisinizin yan tarafını atölyeye dönüştürdüğünüzü gördüm. İş yeriniz de kişisel bir müzeyi andırıyor, pek çok obje var. İşiniz O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
haberleri yokmuş. Numunelerden birini onayladık ve o gün bu gündür etiketlerimiz Denizli’de üretiliyor. Bu da bir ilktir mesela.
Still Life: Yeni bir yatırımızın söz konusu. Wernuar’dan bahseder misiniz? Mehmet Kandemir benim çok uzun zamandır arkadaşım. Birlikte Wernuar’ı açtık. Mehmet, Wernuar ismiyle 20 sene önce Denizli’ye ilk dürümü getiren kişi. Mekanda ciddi tadilat yapıldı. Şimdi çok hoş ve rahat bir mekan oldu, güzel de ilgi görüyor. Yeni olmamıza karşın, reklam yapmamamıza karşın, yılbaşında çok güzel bir başlangıç yaptık, ciddi bir yoğunluk yaşadık. Çocuklar için oyun parkı odamız da yakında açılıyor. Aileler yemeklerini yerken çocukları bakıcılar eşliğinde orada eğlenebilecekler.
41
DENİZLİ’NİN YENİ LEZZET DURAĞI
42
D
enizlili lezzet severler, farklı tatlar için, yeni bir adrese daha kavuştu. İddialı menüsü ile dikkat çeken Wernuar, kapılarını damağına düşkün misafirleri için araladı. Wernuar’ın patronu Levent Soysal: “hedefimiz düşük maliyetli, yüksek lezzet ve kalitedeki ürünlerimizi Denizlimizin her gelir grubundaki hemşerilerimize sunmak” dedi. Wernuar, özellikle çorba ve dürüm çeşitleriyle oldukça iddialı. Öyle ki, Levent Soysal “Bu lezzeti başka yerde yiyemezsiniz” diyerek misafirlerine lezzet garantisi veriyor. Soysal’ın bu kadar iddialı olmasının sebebi ise işletme ortağı Mehmet Kandemir’ in ; 1998-2000’li yıllarda, küçük bir dürümcü kulübesinde, yine Wernuar ismiyle dürüm yapmış olmasından kaynaklanıyor. Kandemir, o
yıllarda Lise Caddesi’nde küçük bir kulübede dürüm satarak başlamış mesleğe. Kısa sürede yakaladığı başarı nedeniyle aranan bir adres olan Wernuar, şimdi Antalya Yolu üzerindeki yeni Wernuar ile daha iddialı. Mehmet Kandemir, daha iddialı bir Wernuar yaratmanın yanı sıra geldiği yeri unutmamak adına, mesleğe başladığı dürümcü kulübesinin aynısını yeni işletmesinin girişine yaptırıyor.
7 GÜN 24 SAAT AÇIK
Wernuar’ın lezzet yolculuğu hakkında bilgi veren Levent Soysal, Denizli’yi yeni bir lezzet, yeni bir heyecanla buluşturmanın gururunu yaşadıklarını belirterek; “İşletme olarak en önemli hedefimiz, düşük maliyetli ama yüksek lezzetli, yüksek kaliteli dürümlerimizi Denizli’nin her gelir grubundaki insanlarımıza sunmak.7 gün 24 saat esasıyla hizmet veriyoruz. Özellikle çorba ve dürümlerinizde çok iddialıyız. Bu lezzeti başka yerde yiyemezsiniz” dedi. Ayrıca Düğün, nişan, sünnet, kına gecesi, doğum günü, özel toplantılar ve şirket yemeklerinizde Kaliteli hizmet anlayışıyla siz değerli müşterilerimizin her zaman yayındayız.
KALİTEDEN ÖDÜN VERMEYİZ
Şehrimizin farklı lezzet alternatiflerinden olmaya aday restaurantı Wernuar, kullandığı malzemelerinin kalitesinden de ödün vermiyor. Etlerini özel olarak temin eden işletme, kahvaltılık zeytinleri başta olmak üzere ikram ettiği her ürünü aynı özenle yerinden temin ediyor. Levent Soysal: “kullandığımız malzemelerin kalitesinden asla taviz vermeyiz. Etlerimizi özel olarak temin ediyoruz, şalgam suyunu Adana’dan getirtiyoruz. Kahvaltılık zeytinlerimizi özel olarak yaptırıyoruz. Yemeklerimizde kullandığımız malzemeler için aynı özeni gösteriyoruz. Yüksek kaliteli ve lezzetli yemeği, makul fiyatlarla hemşerilerimize sunuyoruz” dedi.
WERNUAR’DA KAHVALTI YAPMAK AYRI BİR KEYİF Wernuar, kahvaltının keyfini uzun uzun çıkartmak isteyenleri de unutmamış. İddialı menüsü, güler yüzlü hizmet anlayışı ile haftanın yedi günü, yirmi dört saat hizmet veren işletme, kahvaltısıyla da oldukça iddialı. Wernuar’ın kahvaltısının en güzel taraflarından biri de haftanın belirli günleri ve belirli saatleri ile sınırlı tutulmaması. Wernuar’ın serpme kahvaltısında aklınıza gelebilecek her türlü peyniri, reçeli, zeytini, şarküteri ürünü, hem kuru hem yaş meyvesi, sayamayacağınız kadar çok unlu mamulü bulmanız mümkün.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
RÖPORTAJ
MÜZİK SHOW DEĞİL, İHTİYAÇTIR
44
İnsanın ruh halini en hızlı şekilde değiştirebilen nadir şeylerden biri hiç kuşkusuz müziktir. Kulağımızdan ruhumuza süzülen melodiler bizi hüzünlüyken neşeli, neşeliyken bir anda hüzünlü hale getirebilir. Bazı durumlarda ise sözcüklerin yetersiz kaldığı duygularımızı müziğin diliyle anlatırız. Farklı toplumlar farklı dilleri kullansa da müzik ortak değerdir çünkü müzik evrensel bir dildir. Çınar Müzik’in sahibi Cem Boyacılar ise müziğin terapi yönüne dikkat çekiyor ve “müzik bir show ya da trend değildir, müzik bir ihtiyaçtır” diyor. Çocukluğundan bu yana müzikle iç içe olan Cem Boyacılar, yüksek öğrenimini işletme üzerine tamamlasa da kariyerini aşkla bağlı olduğu müzik konusunda inşa etmiş. Cem Boyacılar ile müzik ve müzik aletleri konusunda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Hayatından müziği eksik etmeyen Cem Boyacılar’ın müzik ve müzik aletlerine olan sevgisinden yansıyanlar ise şöyle;
H
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Still Life: Cem Bey, müzikle iç içe geçmiş bir hayatınız var. Müzik üzerine yoğunlaşmanızın sebebi nedir? Çok erken yaşlarda müziğe başlamış olmam olabilir. Bu bir aşk. Ben enstrümanları her zaman sevdim. Son iki senedir aktif olarak sahnede çalmıyor olmama rağmen halen müzikten kopmadım. Halen her gün elime gitar alıp en azından bir saat kendi kendime çalıyorum. Artık bir yerde çalmak değil de insanların gözünde, bir enstrüman aldığı zamanki o mutluluğu hissetmek baha daha çok keyif veriyor. Still Life: Müzik aletleri ticaretine nasıl başladınız? O süreçten bahseder misiniz biraz? 1997 yılından bu yana müzik aletleri ticareti ile uğraşıyorum. Üniversiteye ilk başladığım sene, şu an hayatta olmayan
takip ediyoruz. Onun dışında Viyana’da özel eventler oluyor. Eventlerde Yamaha’nın çıkacak olan ürünlerinin tanıtımı yapılıyor. Yamaha, çok kuvvetli, büyük bir firma. Dünyanın tüm enstrüman satışlarının yarısını tek başına Yamaha üstleniyor. En yakın rakibiyle arasında çok çok yüksek ciro farkları ve teknoloji farkları var. Biz de Yamaha’nın Denizli’deki tek bayisiyiz ve 3 mağazamızla hizmet veriyoruz. Still Life: Şehrimizin müzik konusuna eğilimi nasıl? Denizli’deki müzik talebini, o büyümeyi, 20 sene boyunca, tüm köşe taşlarını tarih içinde takip etmiş birisi olarak net gözlemleyebiliyorum ben. 97’de biz sırtımızda gitarla gezdiğimiz zaman insanlar şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Şimdi ise belli bir istikamette 15 dakika durursanız, önü-
Artık bir yerde çalmak değil de insanların gözünde, bir enstrüman aldığı zaman, o mutluluğu hissetmek baha daha çok keyif veriyor.
bir firmanın Denizli şubesi olarak başladım. İlerleyen yıllarda kendi markamızı oluşturduk. Şu an Denizli’de 3 tane mağazamız var. 3 mağazada da sektörün önde gelen tüm markalarının yetkili satıcısıyız ve distribütörüyüz. Bunların başında amiral gemimiz Yamaha geliyor. Yamaha dışında, Fender, Gibson, Kawai, Casio, Alhambra daha doğrusu özetlersem; İspanyol gitarlar, klasik gitarlar, elektro gitarlar, bas gitarlar, akustik piyanolar, dijital piyanolar, yaylı sazlar, nefesli sazlar, yani müzik hakkında aklınıza gelebilecek tüm enstrümanları doğrudan son kullanıcıya ulaştırıyoruz. Gündemi takip etmek adına, dünyada kabul görmüş iki tane fuar var: biri Amerika’da Ocak ayında gerçekleşen NAMM, diğeri Nisan ayında Almanya Frankfurtta gerçekleşen MESSE. Her sene ikisine de katılıp gündemi, yeni çıkan trendleri yeni çıkan enstrümanları oradan
nüzden 15 tane enstrüman çalan, sırtında enstrümanla geçen insan görürsünüz. Sokak müzisyenlerine de rastlarsınız. Bunun dışında Denizli’deki özel okulların enstrüman ihtiyaçlarını, tüm devlet okullarının müzik odalarının % 90’ından fazlasını biz yapıyoruz. Bu konuda Özel İdare’nin, valiliğin ve Eğitim Bakanlığı’nın devlet okullarına destekleri var. Kaymakamlık ve valilik bazında. Sanırım Denizli’nin ilçeleri içerisinde müzik odası yapmadığımız ilçe kalmadı. Keza, Denizli’nin merkezdeki okullarının o konuda alt yapısı sağlam. Kolejler ve özel okulların tamamı zaten bu işe büyük yatırım yapıyor. Hafta içi ve hafta sonu öğrencilerine kurslar açıyor. Kendi müzik odalarındaki tesisatla bunu destekliyorlar. O açıdan Denizli’yi ben bir taşra kenti olarak görmüyorum. Kolejlerin, devlet okullarının tamamına yakınına merkez ve ilçeler bazında hemen hemen hepsine destek veriyoruz. Onlar da bizi tercih ediyorlar. Still Life: Peki, enstrüman tercihleri nasıl? En çok hangileri tercih ediliyor? Denizli’de en çok tercih edilen, en popüler enstrüman gitar. Gitar hala en popüler enstrüman. Still Life: Neden? Bir defa taşıyabileceğin bir enstrüman, insanların maddi olarak, kolay ulaşabileceği bir enstrüman. Yani kötü olmakla birlikte, iki yüz liraya da bir gitar alabilirsin; çok daha yüksek rakamlara da gitar alabilirsin. Aynı zamanda kaynak çok. İnsanlar Youtube girip kendi kendine de olsa bir şeyler yapabiliyor. Öğretici çok fazla. Artık çoğu kimse gitar çaldığı için yetkin olsun olmasın, birbirine yardımcı olabiliyorlar. Gitarı takip eden popülerlikte bağlama var. Saz ve bağlama bizim kendi özgün enstrümanımız. Kısa sap ve uzun sap olarak kendi içinde ikiye ayrılıyor. Batı enstrümanlarında olduğu gibi belli bir standardı yok. Tekne boyu büyüdükçe sap boyu uzuyor. Tekne boyu küçüldükçe sap boyu kısalıyor. Hala otantik bir enstrümanımız bağlama. Hala evrim geçiriyor. O konuda Denizli’de yüksek bir talep var. Bağlamayı keman ve
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
46
piyano takip ediyor. Keman, perdesiz yaylı bir çalgı olarak yaylı ailesinin en küçük kız kardeşi diyebiliriz. Yaylı ailesi olarak; keman, viyola, viyolonsel ya da çello ve kontrbas geliyor. Ocak ayının ortasında, Güzel Sanatlar Lisesi’nde “Sun” adı verilen bir yaylı çalgılar festivali var. Daha önce defalarca piyano festivali yaptılar, ilk kez yaylı çalgılar festivali yapılacak. Biz de Çınar Müzik Yamaha olarak bu festivalin ana sponsorlarından biriyiz. Keman konusunda Halk Eğitim’in ve Belediye Konservatuarı’nın açtığı kurslar var. Biz de mağazalarımızda dersler veriyoruz. Piyanolar da kendi aralarında akustik ve dijital piyanolar olmak üzere ikiye ayrılıyor. Dijital piyanolar, taşınmasının kolaylığı, maddi olarak ulaşmanın daha kolay olması, masrafsız bir enstrüman olması ve akort gerektirmemesi gibi sebeplerden dolayı akustik piyanolardan daha fazla talep görüyor. Akustik piyanolar konsol dediğimiz piyanolar ve kuyruklu dediğimiz konser piyanoları olmak üzere ikiye ayrılıyor. Popülerlikte keman ve piyanoyu nefesliler takip ediyor. Nefeslilerin başını flüt çekiyor. Türkiye’de bilinen adıyla yan flüt. Dünyanın her yerinde yan flüte flüt denir. Bizde okul flütü ile karıştığı için yan flüt diyoruz. Son yıllarda popüler olan, spesifik bir ürün de Ukulele’dir. Ukulele bir Havai çalgısıdır, şekil olarak gitara benziyor. Küçük gitar, minik gitar diye tarif ediyor insanlar. Dört tellidir ve klasik gitar gibi misina tellidir. Havai dilinde yanılmıyorsam “zıplayan pire” an-
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
lamına geliyor. Kolejlerin eğilmesiyle son 3 senede trend olan bir çalgı diyebiliriz. Bu enstrümanların hepsi mağazalarımızda mevcut. Still Life: Herhangi bir müzik enstrümanı çalabilmek yetenekle mi alakalıdır? Yani isteyen herkes müzik aleti çalabilir mi? Herkes bir enstrüman çalabilir. Herkes, belli bir yere kadar müzik aleti çalabilir. Bu iş %10-15 yetenek, kalan %85-90 azim ve çaba işi. Özellikle çocuklar için bunun üç saç ayağı var. Öğretmen, öğrenci ve aile. Bu ayaklardan biri eksik olduğu zaman dengesiz oluyor. Emek gerektiren bir iş. Öğrencinin bilinçli olması, çalışması, öğretmenin bilinçli olması ve ailenin de bilinçli olması lazım. Böyle olduğu zaman ortaya hoş şeyler çıkıyor. Still Life: Peki müzik yapmak, bir enstrüman çalmak insanın kendisine ne katar? Çalmasa bile, çalmaya başlaması öncelikle müziğin nasıl yapıldığı konusunda ona bir fikir verir. En azından bir konsere gittiği zaman, bir virtüöz dinlediği zaman ortada nasıl bir emek olduğunu, o işi deneyen insan bilir. Bir saat, bir buçuk saat konser dinliyoruz evet ama o insan, o bir buçuk saatte yansıttığı performans için en az 20-30 senesini vermiş oluyor. En azından bunun farkında olur. Nasıl meşakkatli, nasıl zor bir iş olduğunu ve saygı duyulması gereken bir iş olduğunun farkına varır. İkincisi müziğin terapisyen yönü var. Sınava hazırlanan bir çocuk doksan soruluk bir testi yaptıktan sonra yarım saat enstrümanıyla içli dışlı olursa; zihnine reset atmış oluyor. Zihnini yenilemiş oluyor. İkincisi, farklı enstrümanlar farklı şekilde çalınır ama tüm enstrümanları çalarken ortak bir durum vardır. Bir, görür, nota okur; iki, metronom, ayağı ile sayar; üç çaldığı enstrümana göre sağ el ve sol eliyle bir şeyler icra etmeye çalışır. Ne oldu? Beynini dörde bölmüş oldu. Yani, bunu cerrahlar daha iyi bilir, beynin sağ lobu ve sol lobu, ikisinin bir arada kullanıldığı ender işlerden biridir müzik yapmak. Diğer yandan gecenin geç bir saatinde kendine bir arkadaş bulamayabilirsin; ama gitarın, sazın, kemanın, piyanon veya çaldığın herhangi bir enstrüman sana gece boyunca eşlik edebilir. Eskiden bir enstrüman çalmak, bir kesimin tekelindeyken artık öyle bir durum söz konusu değil. Ben çocukluğumda hatırlıyorum, enstrü-
man teli bulabilmek için babam Tarsus’tan Mersin’e gitti, bulamadı. Adana’da buldu, getirdi ve bu sadece gitar teliydi. Bu muhtemelen 1986-87 yıllarında yaşanan bir durum. Şimdi artık öyle bir sıkıntı yok. Enstrümanlara ulaşmak daha kolay. İnsanlar bilinçlendi. Öğretici sayısı yeterli. Bu bir show değil. Bu bir trend değil, müzik aslında bir ihtiyaç. Sarf malzemelerinden tutun da her türlü enstrüman, farklı farklı bütçe seçenekleriyle mevcut. Biz de bunları Denizli halkına gururla sunuyoruz. Biz, Denizli’yi desteklediğimiz kadar Denizli’de bizi destekliyor diyebilirim. Still Life: Çınar Müzik olarak önümüzdeki dönemler için yeni hedefler var mı? Denizli’de gayet iyi gidiyoruz. Üç tane şubemiz var. Denizli dışında bayileşmek kısa vadedeki hedeflerimizin arasında. Şu an, Türkiye’nin her tarafındaki, son kullanıcı ve ara bayilere enstrüman yolluyoruz. Başka bir yere gittiğiniz zaman orada, enstrümanın kılıfı üzerinde Çınar Müzik yazısı görmek insanın hoşuna gidiyor, gururlandırıyor. Still Life: Cem Bey, bu keyifli sohbet için teşekkür ediyorum ve Still Life ailesi olarak çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Ben teşekkür ederim.
AŞK MI YOKSA KANLI MEYDAN MUHAREBESİ Mİ? 14
yardımcı olmayacak malumunuz. Sevgilisi olanlara kolaylık sağlamayı amaçlayan reklamlar, işleri iyice Arap saçına çevirecek. Sevgiliye alınan hediye bir anda sevgimizin büyüklüğünü ispat için ortaya koyduğumuz en büyük delil haline dönüşecek. Sevgimizin ispatı, alınan hediyenin büyüklüğü, kalitesi ve en önemlisi etiketiyle doğru orantılı olacak. Etiketteki rakamlar ne kadar yüksekse sevgimizde o kadar büyük demektir. Düz mantık bunu gerektirir.
Hediye arama, bulma ve seçme sürecinde bir yanda çıtayı uzaya çıkartanlar, diğer yanda farklı ve benzersiz olacağım diyerek sınırları zorlayanlar ölümüne kapışacak ve bunlar her türlü sosyal medya hesabından hunharca paylaşılacak… Bir de bütçesi sınırlı olanlar var ki onların durumu içler acısı... (13 Şubat’ta bir bahaneyle sevgiliden ayrılıp 15 Şubat’ta tekrar barışmayı düşünenler bile olacak.) Sevgilisi olanların, özellikle erkeklerin, hediye dünyasında kaybolmadan doğru hediyeyi bulabilmek için master yapmış olmaları geriyor ki; “Sevgililer Günü”nü kazasız belasız atlatabilsinler. Çünkü erkekler için durum çok daha karmaşık ve zorlayıcı. Çünkü biz kadınlar onlara göre daha karmaşık canlılarız. Basit düşünüp basit kararlar veremiyoruz. Bu durum onların işini oldukça zorlaştırıyor. Diğer bir zorlayıcı nokta ise kadınlar için üretilen hediye seçeneklerinin oldukça fazla olması. Basit düşünmeye programlanmış erkek beyni bu kadar seçenek arasında kalınca error vermesi kaçınılmaz oluyor. Sevgiliye alınacak yanlış bir hediye, “Allah muhafaza”, bir sonraki sevgililer gününe kadar, hatta ömrün sonuna kadar başa kakılabilir. Durum o kadar ciddi yani.
HEDİYE BAHANE AŞK ŞAHANE
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Şubat Sevgililer, diğer bir deyişle “Aşıklar” Günü, yine geldi çattı. Takvimler 14 Şubat’ı gösteriyor. Yılın bu zamanı ve özellikle öncesi, sayısız sohbetin, “geyiğin” konusunu teşkil ediyor. Kapitalizmden girip “bunun bir aldatmaca olduğunu iddia ederek” hafif kıskançlık krizleriyle bu haftayı atlatmaya bakacağız yine. Kısacası 14 Şubat’ta sevgilimizin olması bir dert, olmaması daha büyük bir dert. Daha haftalar öncesinden, her türlü iletişim kanalından pompalanan hava da bizlere hiç
48
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Sevgili, yar, canan, dost, aziz, habib, maşuk, yaren, yavuklu ve daha niceleri… Hepsi sevileni yani sevgiliyi tasvir etmek için kullanılan kelimeler. Duygu tek ama onu anlatma çabası sonsuz, sınırsız. Aşk ya da sevgi bitmeyen bir kaynak. Binlerce yıllık insanlık tarihinde bıkmadan usanmadan anlatılmaya çalışılan his. Şiirler, romanlar, efsaneler, savaşlar daha neler neler? Aşkı anlatabilmek için bütün lügatlardaki binlerce kelimeyi hoyratça israf ediyoruz fakat aşkı yaşamayı becerebiliyor muyuz? Cevap tartışılabilir fakat ezici bir çoğunlukla cevap bellidir aslında: Kesinlikle HAYIR! Çünkü aşkın taraflarının büyük bir çoğunluğu, kendilerini bir anda, en kanlısından meydan muharebelerinin içinde buluverir. Aşk eşittir: bir mücadele, bir alt etme, bir ele geçirme çabası. Sanki sevdiğin değil de alt etmen, yenmen gereken bir rakibin ya da düşmanınmış gibi algıladığın sevgilin! Ne kadar hazin? Oysa sevgi kadar insana iyi gelen bir ilaç daha bulamadı modern tıp. Sevgi, insanı iyileştirir, güzelleştirir, tortularından arındırır ve berraklaştırır.
Aşk ya da sevgi konusunda değişmeyecek tek bir gerçek var: Sevgi, karşındaki kişiyle anlamını bulur. Modern dünyanın ben merkezci, egoist benlik algılarında sevgilinin yeri yoktur oysa. Önce ben gelir, ardından sen. Ama işin aslı hiç de öyle değildir ve dikkatli gözler ya da hassas ruhlar, durumun tam tersi bir gerçeklik içerdiğini bilirler. Zira, nasıl göz kendini göremezse, kişi de kendini sevemez. Uzun lafın kısası; sevilebilmek için ikinci bir kişinin varlığına ve onun sevgisine ihtiyaç duyarız. Günümüzün modern hayatında, her türlü iletişim kanalından sürekli pompalanan ben merkezci yaklaşımlar, bireyleri şımarık bir egoya hapsediyor. Bu yaklaşımlar, sürekli kendini önceleyen, mutlu olmak için deli gibi çırpınan ama özünde mutsuz, umutsuz, yılgın bireyler yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Oysa aşk, ya da sevgi denilen şey iki kişilik bir eylem ve sürekli kişilerin eylemlerinden beslenen canlı bir ilişki biçimidir. “Kişi değerini bilenin yanında kıymetlidir” sözü bu gerçeği yalın bir şekilde ortaya koyar. Varlığımız, başka kişilerin varlığına ve onlarla geliştirdiğimiz ilişki şekillerine bağlıdır ve anlam kazanır. Aşkın zamanı ya da bir takvimi yoktur elbette fakat günlük telaşlarımız içinde unuttuğumuz ya da ihmal ettiğimiz sevgilimizin varlığına, yılda bir kez bile olsa, şükrederek teşekkür etmek neden kötü olsun ki? 14 Şubat Sevgililer Günü’nü, ipin ucunu kaçırmadan, dozunu aşmadan ve en önemlisi de sevginin özünü yitirmeden geçirenlere ne mutlu!
SEVGİLİLER YA DA AZİZ VALENTINE GÜNÜ Sevgililer Günü, her yılın 14 Şubat’ında birçok ülkede kutlanan özel gündür. Kökeni, Roma Katolik Kilisesi’nin inanışına dayanan bu gün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bazı toplumlarda “Aziz Valentin Günü” olarak bilinir. Valentine kelimesi, Batı medeniyetlerinde hoşlanılan kişi veya sevgili anlamlarında da kullanılır. Hikaye ise şöyle: İmparator 2. Claudius, Roma’yı kendi katı kuralları ile zalimce yöneten bir hükümdardı. Onun için en büyük problem ordusunda savaşacak asker bulamamaktı. Ona göre bu durumun tek sebebi Romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriydi. İşte bu yüzden Roma’daki tüm nişan ve evlilikleri yasakladı. Aziz Valentine, Claudius’un hükümdarlığı zamanında Roma’da yaşayan bir papazdı. Kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile birlikte Claudius’un yasağına rağmen çiftleri gizlice evlendirmeye devam etti. Ancak imparator bu durumu bir süre sonra öğrendi. Aziz Valentine, insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak dövülerek öldürüldü. Milattan sonra 270 yılının 14 Şubat’ında Hıristiyan şehitliğine gömüldü.
koruyucu azizi haline gelip böyle anılmaya başlandı. Sevgililer Günü, 1800 yıllardan sonra Amerika’da Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından sonra daha çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay haline geldi. Bunun doğal sonucu olarak olayın ticari yönü de ön plana çıkmaya başladı. Neredeyse herkes, her yıl 14 Şubat’ta, sevgilisine ya da eşine bu günün ruhu ile bütünleşen, sevgisini anlatan hediyeler veriyor.
SEVGİLİLER GÜNÜ’NÜN İLK KARTI Yıllar geçtikçe yavaş yavaş 14 Şubat, sevgililerin, aşıkların birbirlerine aşk mesajları yolladığı bir gün haline geldi. Bununla paralel Aziz Valentine de bütün sevenlerin O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
NASIL GÖZ GÖREMEZSE KENDİNİ, KİŞİ DE KENDİNİ SEVEMEZ!
49
RÖPORTAJ
NEREYİ, NEDEN, NASIL ÇEKTİNİZ?
Röportaj: Mehmet Selçuk O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
ehmet Çakır, fotoğrafçılıkla uzaktan yakından ilgisi bulunan hemen herkes bu marka ismi ve onun fotoğrafçılığa kattığı değeri bilir. Çakır, hayat şartlarının zorlaması nedeniyle başladığı fotoğrafçı çıraklığından bugün uluslar arası ödülleri olan bir marka yaratmayı başardı. Diğer yandan 2003 yılında kurduğu Mehmet Çakır Fotoğraf Sanat Evi’nde mesleki tecrübelerini ve bilgi birikimini fotoğraf severlerle paylaşmaktan da geri durmadı. Kendisi gibi fotoğrafçılığa gönül vermiş bir grup insan ile 2006 yılında DEFSAD’ın (Denizli Fotoğraf Sanatı Derneği) kuruluşunu gerçekleştirdi. Ulusal ve uluslar arası sayısız ödülü bulunan değerli büyüğümüz Mehmet Çakır ile fotoğraf sanatını konuştuk.
M
Still Life: Ben sizi yakından tanıyorum ama Still Life okuyucuları için kendinizden biraz bahseder misiniz? 1957 yılında Denizli Çardak Beylerbeyi’nde dünyaya geldim. 13 yaşında fotoğrafçılığa çırak olarak başladım. 2002 yılına kadar fotoğrafçılığı meslek olarak yaptım. 2003 yılında Mehmet Çakır Fotoğraf Sanat Evi’ni
Still Life: Çocukluk yıllarında geçirdiğiniz günlerin fotoğraflarınıza yansıması nasıl oldu? Yani hangi etkiler fotoğraf çekmenize neden oldu? Benim çocukluğum köyde, çok mutlu ve doğayla iç içe geçti. Belki de renkleri orada öğrendim. Çiçeklerin renklerini, bitkilerin renklerini, gün batımını, gün doğumunu, orada doğayı çok iyi izlediğimi şimdi şimdi kavradığımı sanıyorum. Fotoğraflarımın resimsel tat taşıması belki de onların kaynağı, geçmişin kaynağı diye düşünüyorum. Still Life: Fotoğrafçılığa nasıl başladınız? Fotoğrafçılığa zorunlu olarak başladım, ben okumak istiyordum ama imkan olmadı. Bir fotoğraf stüdyosuna fotoğrafçı çırağı olarak girdik. Böyle devam etti. Still Life: Bugün Mehmet Çakır denince portreler geliyor aklımıza, köy yaşamı geliyor. Sizi bu anlamda etkileyen ilk fotoğraf sanatçısı kimdir? O zamanlar Cumhuriyet Gazetesi’nde Fikret Otyam vardı. Doğu röportajları diye bir dizisi vardı. Onu takip etmiştim. Sonra kitaplaştığını gördüm, aldım. O etkilemişti. Çünkü köy görüntüleri vardı. Bunları ben de çekerim diye girdim ama zormuş, çekmeye çalışıyoruz.
Still Life: İlk çektiğiniz fotoğrafı ya da ilk fotoğraf makinenizi hatırlıyor musunuz? İlk makinem, o zamanlar Kodak Retina birler vardı. Kompakt türü, ondandı. Ayarlar yoktu üstünde, göz kararı ayarlar yapardınız, netlemesi falan maueldi, elinizle netlerdiniz, küçük bir makineydi ama çok işlevli bir makineydi, güzel bir makineydi. Çünkü güzel fotoğraf çıkıyordu. Still Life: Bugün kullandığınız makinelerle eski makineleri karşılaştırdığınızda tabi ki çok büyük fark var. Dijital çağa geçtik artık ama sizin bu anlamda dijital fotoğrafçılığa bakışınız nedir? İlk fotoğrafçılık sihirbazlık gibi bir şeydi. Böyle havası vardı. Fotoğrafa ulaşmak, gördüğünüzü kaydetmek ya da elde etmek zordu. Çünkü bazı kurallara bağlıydınız, koşullara bağlıydınız, örneğin, filmin banyo suyunun çok iyi olması lazımdı. Taze film bulmanız, taze kart bulmanız lazımdı. Karanlık odanızın çok durumlu olması gerekiyordu ama maalesef Türkiye’de öyle bir şey yoktu. O nedenle çektiğiniz fotoğraflarınızın da belki de % 10’nunu doğru dürüst elde edebiliyordunuz, % 90’nı çöp oluyordu. Ama dijital çağda şimdi % 10’nu çöp oluyor % 90’nını elde ediyorsunuz. Birebir alabiliyorsunuz. Dijital çağ süper bir şey, çok güzel. Çok fotoğrafik öğeler taşıyan ya da koşullar taşıyan, fotoğraf yapma gereğini çok doğru bize veren bir uygulama sistemi. Ama tek kötü tarafı her net fotoğrafın fotoğraf sanatı olarak kabul edilmesi ya da varsayılması. Orası sakıncalı. Fotoğraf sanatının ilk başlangıcından şimdi-
ye kadar bütün koşulları devam ediyor. Ama bizim kavrayamamızdan, öğrenemememizden kaynaklanan bir yanılgı içindeyiz. Yoksa dijital süper bir şey. Still Life: Şu anda yarışmalara yolladığınız fotoğrafları işliyorsunuz. Fotoshop vb şeyleri kullanıyorsunuz. Manipüle fotoğrafçılık hakkındaki düşünceleriniz neler?
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
kurdum. 2006 yılında yine burada DEFSAD’ın kuruluşunu gerçekleştirdik arkadaşlarımızla. DEFSAD’ın kurucu üyesi ve yönetim kurulu üyesiyim halen.
51
Still Life: Sizce iyi bir fotoğrafın kriterleri ne olmalı? Sizin ölçütlerinize göre bir fotoğrafa bakıldığı zaman iyi fotoğraf neye denir? Benim kendi düşünceme göre her zanaatın kuram-kuralları vardır. Onu üzerinde taşıyorsa o sanattır. Nedir fotoğrafta? Leke dağılımı, ışık geçişi, fotoğrafın atmosferi, fotoğrafa yüklediğiniz felsefe. Yani ben hep şunu derim: “nereyi, neden, nasıl çektiniz?” Nereyi, kim olacak mesela. Ne çekeceksiniz? Neden olması lazım. O, fotoğrafınızın felsefesidir. Nasıl çektiniz? Bu da tekniğin uygulanmasıdır. Bunu yerine getirdiğinizde her fotoğraf ya da yapıt sanattır.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Ben manipülasyon demiyorum. Yanlış anlam, tanım. Ben yaratıcı fotoğraf diyorum. Yani kafanızdakini aktarma fotoğrafı demek daha doğru. Güzel işler çıkıyor, güzel işler yapıyorlar, ben de yapıyorum. Ben portreden, doğadan, köy görüntülerinden geldim ama o zamanlardan beri vardır benim kafamda. Doğada bulamayacağınızı kurgulayıp fotoğraf yapmak, fotoğraf çekmek değil, fotoğraf yapmak anlamında kullanıyordum. Kullanıyorum da.
52
Still Life: Fotoğraf çekmek için hangi zamanları seçersiniz. Böyle bir zaman dilimi var mıdır? Sizin bir lafınız vardır “havayı koklarım” demiştiniz. Var mı böyle bir zaman? Eğer doğa fotoğrafı çekecekseniz doğayı, atmosferi bilmeniz lazım. Sisli mi olacak, puslu mu olacak, temiz mi olacak onu iyi koklamanız lazım. Koklama dediğim o. Artık ben onu kırdım, şimdi diyorum ki: “her saat, her dakika her yerde fotoğraf çekilebilir” ama her fotoğrafın bir ışığı; her ışığın bir fotoğrafı vardır. Bunu bulabilirseniz olur. Ama önceden sabahleyin gün doğumundan dokuza, ona kadar; akşam da altıdan gün batımına kadar fotoğraf çekin deniliyordu. Doğru söylüyorlar ama o kısıtlamada kalmamak lazım. Still Life: Sizin Pamukkale fotoğraflarınız var. Dört yıl boyunca Pamukkale’de görevli olarak bulunduğunuz bir zaman dilimi var. Sabahtan gece yarılarına kadar Pamukkale’yi karış karış gezdiğinizi biliyoruz, nasıl bir dönemdi o dönem? İlk teklif geldiğinde baya bir korkmuştum. Çünkü bembeyaz Pamukkale, ne çekersiniz? Bir ay çekersiniz, iki ay çekersiniz, üç ay
çekersiniz korkmuştum açıkçası ne çekerim acaba diye. İlk bir-iki ay bocaladım. Ama sonra Pamukkale’ye eğildiğimde; bilhassa travertenlerin oluşum biçimlerini araştırmaya başladığımda şok oldum. Boş ver üç ayı, bey ayı, altı ayı, dört yıl çalıştım hala bitmedi. 40 yıl çalışsam da yine bitmez. Still Life: Çok fazla fotoğraf var. Kitaplaştırmayı hiç düşündünüz mü? Ben isterim ama kim yapacak? Sponsor olunması gerekiyor.
Still Life: Benim de üyesi olmaktan gurur duyduğum derneğimiz DEFSAD var. Kurucu üyesi ve yönetim kurulu üyesisiniz. DEFSAD’ın kuruluşu ile ilgili bilgi verir misiniz? Fotoğraf severlerle Mehmet Çakır Fotoğraf Evi’nde toparlanıldı. 3-5 ay burada toparlanma dönemi geçirdik. Sonra dernekleşme kararı aldındı. 2006’da kurduk derneğimizi, o zaman için 35 üyemiz vardı. Şimdi 60’ın üzerinde üyemiz var. Derneğimiz, sakin fakat emin adımlarla yürüyen bir dernek, çok büyümeyen bir dernek, zaten bizim de büyüyelim diye öyle bir çabamız yok. Çünkü biz istikrar, devamlılık ve süreklilik istiyoruz. Her geleni üye yapmıyoruz. Still Life: Yetiştirdiğiniz fotoğrafçı dostlar var, onların aldıkları ödüller var. Biraz da onlardan bahseder misiniz? Ben yetiştirmedim, katkı verdim, kendileri yetiştiler. Derneğimizin özelliği bu. Şu anda
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
tür olarak çekilen kelebekler ama tamamı tanımlanmadığı için onları koymadım. O güzel bir kitap oldu. Denizli’de kim “ben fotoğrafla ilgileniyorum” derse; ya Mehmet Çakır’ın oradan ya da DEFSAD’dan geçmiştir. Gerçekten derneğimizden iyi fotoğraf üreten, iyi sanat yapan arkadaşlarımız çıktı. Uluslar arası unvanlar aldılar. Bunlar tabi sevindirici şeyler. İnsanlara bir misyon yükleyebilmek, bir dalla, bir işle uğraşmalarını sağlayabilmek, onları mutlu edebilmek benim için onur verici şeyler diye düşünüyorum. Still Life: Çektiğiniz fotoğrafların albümleşmiş, kitaplaştırılmış halleri var. Özellikle de kelebekler üzerine bir kitabınız var Denizli Belediyesi’nin katkılarıyla çıkan, o kitaplar hakkında bilgi alabilir miyiz? Pamukkale İşletme Müdürlüğü, “Pamukkale’de Yaşam” adı altında bir kitap bastı. Bu kitap Pamukkale’de ciddi satış rakamlarına ulaştı. Sonra Laodikya’da çalıştım 6 yıl. Orada bir karma kitap çıkardılar. Sonra Denizli Büyükşehir Belediyesi “Kelebekler” kitabını bastı. Kelebeklerin çoğunu Pamukkale’de çalışırken çekmiştim. Denizli’nin kelebekleri. 150 tür belirledim. Kelebeklerin türlerini tanımlamak çok zor. Tanımlamak için kaynak bulmak da çok zor. Belki 200’ün ezerindedir
Still Life: Bu kitaplar var fakat sanırım sizin fotoğraflarınızın toplandığı bir kitap daha hayata geçmedi. Böyle bir hayaliniz var mı? Kitap basılsın hayalim yok. Çünkü öyle bir umudum yok. Hiç kimseye gidip de “benim şöyle bir kitabımı basın” demem. Ancak gelirlerse belki. Ben sadece fotoğraf çekiyorum. Fotoğraf yapıyorum o kadar. Still Life: Bugüne kadar ulusal, uluslar arası çok büyük ödüller kazandınız. Mütevazi olduğunuzu biliyorum ama biraz da onlardan bahseder misiniz? 150’nin üzerinde ödül oldu bende. Benim için en önemlisini sorarsan Şinasi Barutçu Kupası var Türkiye’de. O yarışmanın özelliği herkes katılamıyor. Onlar sizin çalışmalarınızı takip ediyorlar, davet ediyorlar yarışmaya, üç yıl başarılı olursanız kupayı alıyorsunuz. Ben 2008 yılında almış oldum o kupayı. Yakın bir tarihte makro dalında dünya ikincisi oldum. Gümüş madalya kazandım. Still Life: Özel yaşantınız, aile yaşantınız, torunlarınız var. DEFSAD üyeliğiniz var. Nasıl geçiyor günleriniz? Üç tane torunum var. Ben sakin yaşayan bir
insanım, çok hevesi olmayan bir insanım, her şeye özenmem. Yoktur, vah vah demem. Elimde var olanla mutlu olmasını bilen bir insan olduğumu düşünüyorum. İki kızım, üç torunum var. Still Life: Onların da fotoğraflarını çekiyor musunuz? Çok çekemiyorum. Çünkü okula gidiyorlar. Ya da ben buraya geliyorum. Onlar evde kalıyorlar. Baharda söz verdim artık, karar aldım, hem fotoğrafa götüreceğim onları hem de fotoğraflarını çekeceğim. Still Life: 2018 yılı için Denizli’deki fotoğraf sanatı, Türkiye’deki fotoğraf sanatı için temennileriniz ne olacak? Sanat sağlıkla yapılıyor. Önce sağlık istiyorum herkese sonra demokrasi istiyorum, huzur istiyorum. Ülkenin insanlarının mutlu olmasını istiyorum. Çünkü onlar mutlu olursa biz sanat yapabiliriz. Bizi de etkiliyor çünkü. Ben, belki iki yıldır ülkedeki zor koşullardan dolayı bunalıma girmiştim. Yeni yeni atlatmaya başladım. Önce sağlık, mutluluk ve ülkenin geleceği. Still Life: Çok teşekkür ederim. Umarım DEFSAD’la ve fotoğraf dostu arkadaşlarımızla nice başarılara imza atarız. Size de başarılar diliyorum. İnşallah, teşekkür ederim. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
53
KALİTELİ VE HIZLI YEMEĞİN ADRESİ
FRANKLIN
COFFEE & BURGER HOUSE Denizli’nin popüler coffee houselarından biri olan Franklin, yeni yıla farklı bir heyecanla giriyor. Hizmete girdiği 2014 yılından bu yana sektörün öncülerinden olan ve pek çok ilke imza atan Franklin, yeni yılda, kendi geliştirdiği hizmet anlayışı ve ürün kalitesiyle şube sayısını arttırarak, farklı şehirlerde bayi ayağını çoğaltmayı amaçlıyor. Fast Casual Dining akımının Denizli’deki ilk temsilcisi olan Franklin, el yapımı hamburger, pizza gibi ürünlerinin yanı sıra dünyanın dört bir yanından getirttiği kahve çekirdeklerini işleyerek kendi markası altında üretimini yapıyor. Franklin iş ortaklarıyla Franklin’i ve nitelikli kahve imalatını konuştuk.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Still Life: Onur Bey, Franklin’e dahil olma sürecini anlatır mısınız? Franklin Coffee & Burg er House, 2014 yılında Ahmet Kartay tarafından oluşturulan bir konseptle hizmete girmiş bir işletmedir. Ben yaklaşık 15-16 ay önce Franklin’e dahil oldum ve ortaklığımız başladı. Teraspark’taki ikinci şubemizi açınca iki markayı tek bir çatı altında toplayalım dedik. Franklin marka hakları tamamen bize ait olan bir işletme. Bu projeyi başlatan ve organizasyonu yürüten Ahmet Kartay’dır. Franklin sadece Denizli’de olan bir marka. Denizli’de başlayan ve yürüyen bir marka. Dışarıdan bakan herkes hatta akrabalarım dahil Franklin’i dışarıdan gelmiş bir markanın franchise sanıyorlardı. Denizli’de pek çok kişi hala öyle zannediyor. Bayi olarak görüyorlar. Bir yıl önce amacımız Franklin’i franchise olarak çoğaltmaktı ve ciddi bir talepte vardı. İzmir, Eskişehir, İstanbul ve hatta Irak Süleymaniye’den talepler oldu. Fakat işlerimizin yoğunluğundan dolayı vakit ayırıp franchise istenen noktaları gidip ziyaret etme fırsatımız olmadı. Ancak bu yıl franchise ayağına baskı kurmak istiyoruz. Still Life: Franklin’in yanı sıra kahve konusunda da çalışmalarınız var. Evet, bir yıl önce nitelikli kahve kavurma ve paketleme tesisimizi kurduk. Yaklaşık aylık 10 ton üretim yapabildiğimiz kapasiteye sahip bir tesis ile şu anda Türk kahvesi, espresso, nitelikli yöresel kahveler üretiyoruz. Kahve üretiminde hem Franklin şubelerimizde hem de iç piyasadaki talepleri karşılamak adına çalışıyoruz. Still Life: Nitelikli Kahve üretiminden bahseder misiniz, ürünleriniz neler? Kahvenin çiğ çekirdeğini gerek ithalatçılardan gerekse de kendimiz ithal ederek temin ediyoruz. Türkiye’de nitelikli kahve, espresso ve Türk kahvesi üreten bilinen belli markalar var ama bu bölgede ilk kez yapan biziz şu anda. Bunun dışında yöresel anlamda 17 tane farklı ülke ile çalışıyoruz. Yani Honduras, Endonezya, Yemen, Panama, Peru, Papua Yeni Gine, Havai, Guatemala, Jamaika, Kenya, Küba, Avustralya, Kolombiya, Etiyopya gibi ülkelerden kahve çekirdekleri temin ediyoruz. Birde tabi standart bir lezzet olan Brezilya Türk kahvesi var. Bu çekirdekleri tesisimizde işliyor ve paketliyoruz. Still Life: Kültürümüzde kahvenin çok özel bir yeri var fakat son yıllarda san-
55
ki kahveye karşı özel bir ilgi oluştu. Çok sayıda kahve servisi yapan işletme var. Siz bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? Şöyle bir durum var. Aslında kahve kültürünü oturtan ve dünyaya yayan Osmanlı Devleti. Yine her şeyde olduğu gibi ürettiğimiz şeyi tekrar satın almak durumunda kalmışız. Kahve işi mitoloji işi aslında. Çünkü kahve konusunda pek çok mit var ve kesin bir doğru yok. Kahvenin ilk bulunma hikayesini bir keçi çobanına bağlayan hikayeler de var. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkma nedenlerinden biri olarak görenler de var. Çünkü petrol gibi bir ticari meta yokken en büyük ticaret kahve ticareti o yıllarda. Çok büyük bir pazar söz konusu. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan önce kahvenin yetiştirildiği toprakların
ve ticaret yollarının büyük bir bölümüne hakim. Osmanlı’da toprak kayıplarının başlamasıyla nitelikli kahve pazarını da yitirmeye başlıyor ve Türkiye Cumhuriyeti yeni bir pazar arayışına giriyor. Bu pazarı da Brezilya topraklarından elde edilen kahveyle açığı kapatıyor. Dolayısıyla kahve pazarını ele geçirme isteğini Birinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında gösteren stratejistler de var. Kısacası kahveyi dünyaya tanıtan, lansmanını yapan bizleriz aslında ama yeni kavurma yöntemleri ve demleme teknikleriyle ilgili verileri yeniden tasarlanmış ve onları da ithal etmişiz. Still Life: Peki, Franklin’den de bahsedelim. Farklı bir konseptle hizmet veriyorsunuz ve size ait bir marka. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Franklin konsept olarak Ahmet Kartay’ın yıllarca üzerinde çalıştığı, tasarladığı ve 2014’te hayata geçirdiği bir marka. Kendisi bu alanda eğitim almış olup uzun yıllar sektörde çeşitli firmalarda önemli görevlerde bulunmuştur.
56
Still Life: Franklin’in konseptini nasıl tanımlıyorsunuz? Aslında tam olarak fast-food değiliz. Fast-foodu alakart hizmet veren bir işletmeyiz. Bu konsept Fast Casual Dining olarak adlandırılıyor. Çünkü tam olarak ne fast- food ne de alakart restaurantız. Bunu da artık Fast Casual Dining adında ara bir segment bulup isimlendiriyorlar. Bu şu demek: günlük imalat ama hızlı servis, hızlı tüketim. Evet, hamburger, pizza yapıyoruz ama donuk ürünlerle değil. Günlük kendi üretimimiz olan ekmeğinden köftesine, pizza hamurundan pastasına kadar bu hizmeti veriyoruz. Aynı zamanda alakart hizmeti de veriyoruz. Self servis değil, müşteriye kendimiz servis yapıyoruz. Kaliteli, hızlı ve gündelik yeme içme hizmeti diyebiliriz. Still Life: Fast-food ürünlerinin sağlıksız olduğuna dair genel bir inanış var. Özellikle anne babalar çocuklarının bu tarz ürünler yemesini istemiyor. Şöyle, hamburger sağlıksızdır, zararlıdır şeklinde bir yargı var. Çünkü biz hamburgeri, pizzayı fast-food dediğimiz firmalarla tanıdık. Donuk ürün, içinde kıyma oranı bile artık yok denecek kadar az. Sosyal medyada deneyleri yapılıyor. Bir gıda ne kadar sürede bakteri üretiyorsa o kadar canlıdır. Üretmiyorsa demek ki bu faydasız bir şey. Bu da zaten başta kanser olmak üzere başka hastalıklara yol açan bir durum. Çocuklarda bir burger, fast-food yeme isteği var ama aileler bunu baskılıyor. Burger yeme de başka bir şey örneğin köfte ye diyorlar. Gönül rahatlığıyla şunu söyleyebiliyoruz: Çocuklar burger yiyecekse burada yiyebilir. Kendi kızım da burada
burger köftesi yiyebiliyor. Katkısız, günlük ve taze imalat olduğu için bunu gönül rahatlığı ile müşterilerimize sunabiliyoruz. Son dönemlerde fast-fooddan bir kaçış var. Misafirlerimiz bizi tanıdıkça bize karşı ilgileri artıyor. Dürüst bir ticaret yürütüyoruz. Denizli’de ilk katkısız, handmade burgeri biz başlattık. Aynı şey günlük pizza için de geçerli. Denizli’de kendi ekmek imalatını yapıp, köfte imalatını yapıp sunan, bizim dışımızda hala bir burger zinciri yok. Still Life: Böyle bir hizmeti, kaliteli bir şekilde yürütebilmek için ciddi bir ekip organizasyonu gerekiyor. Nasıl bir ekiple çalışıyorsunuz? Bizim verdiğimiz hizmet, sabah kahvaltısı
ile başlayıp akşam yemeğine ve akşam sonrası sohbetlerle oturmayla biten bir konsept. Sabah 8’de başlayıp gece 1112’ye kadar devam eden bir hizmet var. Ekip olarak mutfak, salon ve bar kısmı var. Yaz aylarında servis elemanı olarak daha kabalık oluyoruz, mutfak personelimiz ise sabit. Ortalama bir fabrikanın çalıştırdığı işçi sayısı ile aynıyız. 36 ila 45 kişi arasında değişen bir kadroyla bu hizmetleri veriyoruz. Ekip çok önemli, ekibin eğitimli olması, sunulan reçetelere hakim olması gerekli. Çıkan ürünün her zaman aynı kalitede çıkması, yapılan kahvenin her zaman aynı lezzette olması, sunum yapılırken aynı standartta sunum yapılması, o köftenin her defasında aynı düzende servis edilmesi, çayın aynı tabakta ve bardakta
servis edilmesi gerekiyor. Bunların bir eğitimi, bir organizasyonu var içerde. Ayda bir toplantı yaparak bu standartları korumaya çalışıyoruz. İki şube, ayda ortalama 10 bin ziyaretçi ağırlıyoruz. Bazen yolunda gitmeyen şeyler de olabiliyor. Bunu nasıl telafi edebilir, müşteriye yansıtmadan nasıl yoluna koyabiliriz, bunları eğitimlerle sağlamaya çalışıyoruz. Müşteri odaklı çalışıyoruz, esnaf kültüründe nasılsa, ahilik kültüründe nasılsa bizde de öyle. Müşteri değil, misafir anlayışına sahibiz. Sonuçta burada ağırlıyorsunuz gelen insanları. Sadece para almak değil mesele, çünkü herkes evde çay demleyebilir, herkes evde kahve demleyebilir. Yemek de yapabilir. Aynı pizzanın tarifini verdikten sonra aynı pizzayı evde de yapabilir. Ama sen orada onu ağırlayarak bu hizmeti satmış oluyorsun. Sen mal satmıyorsun. Bir bakkal dükkanı gibi düşünmemek lazım olayı. Biz aslında hizmet satıyoruz. Still Life: Denizli’de başarıyı yakalamış, kendi konseptiyle markasını oluşturmuş bir işletmesiniz. Başarılı olmanın kriterleri neler size göre? Ticaretin içinde olan bir aileyiz. Dedemin bir nasihati vardır,“Girdiğiniz her ticarette kazanacağınız paradan çok kazanacağınız
itibara bakın. Önce itibarınızı kazanın, para zaten kazanılır” derdi. Dedemin bu nasihatini unutmadan ticaret yapmaya çalışıyoruz. Eskilerin tecrübesinden yararlanıp, üzerine yeni bir şeyler katarak ilerliyoruz. Bizim en büyük artımız bu yola Ahmet Kartay’la birlikte çıkmamız oldu. Çünkü işin içinde bir tecrübe var. Mekanın şık olması, yazılan fiyat ya da mekanın konsepti her zaman önemli değil. Hizmetini hızlı ve düzgün veremedikten sonra o hizmeti vermemen gerekiyor. Menüde her şeyin var olması mekanın kalitesini göstermez. Müşterinin siparişleri eksiksiz ve zamanında masaya gelebiliyor mu önemli olan bu. Müşteri memnuniyeti de burada oluşuyor işte. İşletme sahibi olarak her zaman müşterilerimizle doğrudan iletişim kuramıyoruz. Burada senin satışını personelin, garsonların, baristaların ve komilerin yapıyor. Onların doğru eğitimi alması gerekiyor. Hitap ettiği müşteri kitlesini iyi bilmesi gerekiyor. Her ne kadar müşteri çekmek için reklamlar yapılsa da en büyük reklam gelen müşterilerin memnun ve mutlu bir şekilde mekandan ayrılmalarını sağlayabilmek. Çünkü genellikle memnuniyetsizlikler daha çok dillendirilir ve o dalga büyüyerek devam eder.
Still Life: Onur Bey, verdiğiniz bilgiler için teşekkür eder, yeni çalışmalarınızda başarılar dileriz. Ben teşekkür ederim.
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Still Life: Yeni yılda hayata geçirmek istediğiniz projeleriniz neler? Önümüzdeki süreci nasıl şekillendireceksiniz? Önümüzdeki dönem bir yıldır askıya aldığımız franchise olayını bu yıl aktive edeceğiz. Piyasalar önceye göre daha rahat ve yatırıma daha müsait. İnsanlarımızın ülkemize olan güveni daha çok arttı. Yurt dışından gelen yatırımların da keza öyle. Bu da piyasayı rahatlatıyor. Onun dışında kahve anlamında, kahvenin türü nedir, nereden gelmiştir neden biz gerideyiz gibi soruları cevaplamaya çalışıyoruz. Birinci, ikinci, üçüncü nesil dediğimiz kahve demleme teknikleri var. Şu anda yeni işletmelerde üçüncü nesil demleme tekniği kullanılıyor. Yine bölgede bu tekniği ilk kullanan ve uygulamaya geçiren biziz. Bunları neden kahvenin tekeli bizken yapamadık da dışarıdan almak zorunda kaldık? Yeni nesil demleme teknikleri çıkacaksa neden Türkiye’den çıkmasın? Niye biz “hazır olanı almak yerine Ar-Ge çalışmalarıyla bunları üretmiyoruz?”un cevaplarını da arıyoruz aslında. Biz, işletmemizde kahve konusunda workshop denilen seminerler ve eğitimler düzenliyoruz. İki ay önce ilk workshopumuzu gerçekleştirdik. Güzel bir katılım oldu. 20 kişilik bir kahve semineri düzenledik. Bu bölgede böyle bir çalışmayı ilk defa biz yaptık. Kahvenin geçmişi, çekirdek yapısı, tarımı, işlenmesiyle ilgili son olarak da üçüncü nesil demleme tekniği hakkında bilgiler verdik. Kahve de şarap gibi aslında. Bir çok kombinasyon ortaya çıkıyor kaliteli ve nitelikli kahve demlerken. Yeni yılda da kahve konusundaki çalışmalarımız devam edecek. Franklin’de workshoplarımızı belirli aralıklarla sürdürmeye devam edeceğiz.
57
İNANÇ BİR İHTİYAÇ MIDIR?
SEMAVİ DİNLERDE
58
SUMER MİTOLOJİSİNİN ETKİLERİ Din kavramı her zaman çok karışık, çetrefilli ve kullanışlı bir alan olmuştur. Toplumları bir arada tutan en önemli yapı taşlarından biri din olarak ifade edilebilir. İnsanları bir şeye inandırmak, bir arada tutmak, bir şeye yönlendirmek, yönetmek ya da diğerlerine karşı bir cephe oluşturmak için dini inanışlar kullanılmıştır. Dini inanışların yaşanılan toplumda bir yeri olsa da din esasında kişesel bir alanı temsil eder. Kişinin bir şeye inanması ya da inanmaması onun kişisel tercihinden başka bir şey değildir. Bu noktada başka bir soruyla karşılaşıyoruz. İnsan neden bir şeye inanma ihtiyacı duyar? Yüzlerce yıldır pek çok sosyal bilim çalışmasının temel konularından biri de hiç şüphesiz budur: İnsan ve inanma ihtiyacı. Bütün dini inanışların temelinde ve özünde yatan gerçek “insanın kendinden güçlü bir varlığa inanması”dır. İnanmak insan için bir ihtiyaçtır. Bunu şu şekilde basite indirerek söyleyebiliriz: “İnsanoğlu gücünün yetmediği/ yetemediği her konuda inandığı üstün güçten/ varlıktan yardım ister.” O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
DİNİN KAYNAĞI NEDİR? Peki din dediğimiz kavramın içini tam olarak ne dolduruyor. Ne kadarı ilahi bir güç ya da ne kadarı insanlık tarihinde binlerce yıldır biriken kültürel mirastan oluşuyor? Sorulması gereken sorulardan en basiti, kültürler mi dinden etkileniyor yoksa dinler mi kültürleri oluşturuyor? İnsanlığın kültürel birikimi, efsaneleri ya da mitleri zamanla dine mi dönüşüyor? Çift taraflı bir sarmal. Günümüzde bu iki tezin savunucuları da mevcut. Yaşadığımız yüzyılda modern insanın en büyük açmazlarından biri hiç şüphesiz bu kültürel mirasın varlığı ve büyüklüğü. Yapılan araştırmalar binlerce yıl önce yaşamış medeniyetlerin dini inanışlarının birbirine çok benzediğini ortaya koyuyor. Öyle ki semavi dinlerin bile o medeniyetlerdeki inanç sistemlerinden esinleni-
lerek oluşturulmuş “dinler” olduğunu ileri sürenler var. Bu tezlerine kaynak olarak ise hemen hemen bütün Ortadoğu kökenli semavi dinlerde geçen, “Adem ile Havva’nın hikayesi, Nuh Tufanı, Habil ile Kabil’in hikayesi, Hz. İsa’nın hayat hikayesinin benzer şekilde anlatılmış olması, lanetli meyve, cennet ve cehennem kavramları, yılan ve ağaç sembolleri, kurtarıcı fikri vs.” gibi temel konuların, bu semavi dinler henüz ortaya çıkmadan binlerce yıl önce Sümer Mitolojisi’nde anlatılıyor olmasından kaynaklanıyor.
Başta Sümer Mitolojisi olmak üzere antik mitolojinin üç büyüğü; Yunan ve Mısır dinleri ile bugünkü üç tek tanrılı din olan Musevilik, İsevilik (Hristiyanlık) ve İslamiyet arasında ciddi benzerlikler olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Toplumlar birbirleriyle karışırlar, karıştıkça ortaya kültürel bir sentez çıkar. İsim ve genetik değişse de inanışlar ve yaşam şekilleri kolay kolay değişmez. Binlerce yıl aynı topraklarda yaşamış farklı kültürlerin inanç sistemlerinde ve yaşam kültürlerinde benzerliklerin olmasından daha doğal hiçbirşey olamaz. Bu benzerliklerin olası tek sebebi bir kaynaktan doğmuş bir inanışın zaman içinde değişerek dünyaya yayılmasıdır. Ortadoğu bölgesi ile bağlantısı olmayan farklı milletlerin inanışlarında cennet ağacının olması, tufan olayının detaylarını görmek şaşırtıcıdır ve araştırmaya değer bir konudur.
SÜMERLER KİMDİR? Sümerler, MÖ 4000-2000 yılları arasında Güney Irak’ta (Mezopotamya), medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölgede yaşadılar ve büyük bir medeniyet inşa ettiler. Mezopotamya’da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı (çivi yazısı) ve astronomi de ilk kez Mezopotamya’da Sümerler’de ortaya çıkmıştır. Mezopotamya’da yaşayan birçok farklı kavimden öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerler’dir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda öne çıkan ve bilinen toplum Sümerler’dir. Ortadoğu milletleri olan Babilliler, Asurlular, Hurriler, Hititler, Urartular gibi milletleri de etkilemişlerdir. “Yaratılış” ve “Tufan” efsanelerine ilk kez Sümerler’de rastlanır. Sümer metinlerinden çözümlenebilen kesitlerde kurucu tanrılardan bahsedilir ve onlar büyük şehir devletlerinin ilk kralları olarak tasvir edilir. Daha sonra şehirleri yöneten aileler de onların soyundan gelmiştir.
SÜMERLERDE DİNİ YAPI Geçen yüzyıldan beri gerek Mezopo-
tamya’da gerek Anadolu ve Suriye’de yapılan kazılarda on binlerce çivi yazılı tablet bulundu. Bu tabletlerde yazılanların çözülmesiyle birlikte, tamamıyla unutulmuş, en az 3 bin yıllık Ortadoğu milletlerinin tarihleri, dinleri, efsaneleri ve günlük yaşamlarıyla ilgili bilgilere ulaşıldı. Sümerler, yazıyı bulmalarından itibaren basit bir alacak-verecek meselesinden, evren ve kozmolojiye kadar bütün konularda yazılı tabletler bırakmışlardı. Bu tabletler ilk bakışta mitolojik hikaye ve efsanelerden oluşmuş gibi görünse de, dönemin dini inanç yapısını da betimlemektedir. Sümer dini çok tanrılı bir dindi. Fakat inanç ve dini işlemlerde tek tanrılı dinlere büyük etkileri olduğu anlaşılıyor. Sümerlerin bireysel ve toplumsal yaşantılarında dinin önemli bir yer tuttuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şöyle ki: Sümerler’e göre kurulan medeniyetin ve gelişimin tek kaynağı dini inançlardır. Tarım, ticaret, seyahat, ustalık gerektirici işler, hukuk, doğum, evlilik, ölüm, cenaze merasimleri, yönetim, savaş, barış, sağlık, hastalık, bilim, astronomi, büyü, insan ilişkileri gibi birçok konu dini inanç ve uygulamalar etrafında şekillenir ve dini ritüellerin başlıca ana konularını oluşturur. Dinin temelini tanrıların kurduğu birlik, yani Panteon oluşturmaktaydı. Genel özellikleri itibariyle insana benzeyen fakat ölümsüzlük gibi çeşitli üstün güçlere sahip birçok tanrı bulunmaktaydı. Her ne kadar olağanüstü güçlere sahip olsalar da bu güçlerin sınırsız olmadığını, belli bir takım kanunlara ve yasalara tabi oldukları anlaşılır. Sümer tanrıları, insanlar gibi aile kurup, çocuk sahibi olabiliyordu. Böylece sayıları sürekli artıyordu. Sümerler, tanrıların evlenmesini ve birleşmelerini, bereket ve verim kaynağı sayıyordu. Tabletler incelendiğinde tanrılar panteonunda An, Enlil ve Enki’den meydana gelen üçlü tanrı anlayışı diğerlerine göre oldukça baskındır. Gökyüzü, yeryüzü ve etrafı çevreleyen sular bu üç tanrının sorumluluğu altında şekillenir. Sümer tanrılarının adalet önünde hesap verme zorunluluğu vardı. Hatta bu
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
SÜMER MİTOLOJİSİ VE SEMAVİ DİNLER
59
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
60
yüzden Panteon’da, Sümerler’in en büyük tanrısı kabul edilen Enlil bile yargılanmıştır. Sümer kralları, tanrıların desteğini din adamlarının belirttiği şekilde almak zorundaydı ve bu büyük bir iktidar sorunuydu.
“ölüler diyarı”ydı.
ADAK KURBANLAR
Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Sümerler Zigguratların, dünyanın merkezini temsil ettiğine inanırlardı. Yüksek bir tepeye oturtulmuş bu kutsal yapılar Sümerler için hem gerçek hem de simgesel manada gökteki tanrılarla yeryüzündeki ölümlüler arasında bir bağlantı merkeziydi ve kentlerin en önemli binalarını oluşturuyordu.
Sümerler’de adak ve kurbanlar kanlı ve kansız olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Kansız kurban: meyve, sebze, çeşitli bitkiler ve tarım arazilerinde yetiştirilen ürünlerden, şarap, su, zeytinyağı, meyve nektarları ve çeşitli sıvı özlerden, güzel koku veren ot, ağaç dalları ve tütsülerden oluşuyordu. Kanlı kurbanlar ise; tanrıların rızalarını, teveccüh ve yardımlarını kazanmak, onları incitmemek ve dolayısıyla da herhangi bir felakete maruz kalmamak için bazı hayvanların boğazlanmasıyla yapılırdı.
SÜMERLER’DE CENNET VE CEHENNEM ANLAYIŞI YOKTUR
KUR’AN, İNCİL VE TEVRAT’IN SÜMER’DEKİ KÖKENİ
Sümerlerin din anlayışlarının gayesi, dünyevi fayda ve mutluluktu. Tanrıların kendilerine sunacakları iyilik ve kötülüklerin sadece bu dünyadaki hayatlarında etkili olacağına inanıyorlardı. Çünkü yeryüzünün yaratılışında belirlenen kurallara göre ölüm insanlara, ölümsüzlük ise tanrılara verilmişti. Sonunda yer altı dünyasına gidecek olan insana verilen en önemli mükafat bu dünya içerisinde geçirmiş olduğu anlardı. Sümer inançlarında cennet, cehennem anlayışı yoktu. Yine de yeryüzünde geçici bir hayata layık görülen insanın da ölümden sonra yer altı dünyasına gideceği düşüncesi bulunmaktaydı. “Kur” adı verilen bu dünyanın bir diğer ismi ise
Bu ortak noktalara değinmeden önce belirtmemiz gerekir ki; kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim Nahl Suresi 36. ayette der ki; “Andolsun biz her ümmete Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının diye peygamberler gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti, onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” Bu ayet ışığında Sümer toplumuna da bir peygamber gönderilmiş olabileceği, o peygamberin getirdiği tebliğin aslında İslam tebliğinden farklı olmayacağı açıktır. Allah’ın gönderdiği dinin Hz. Adem’den bu yana İslam dini olduğu,
KUTSAL YAPI ZİGGURATLAR
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Musevilik, Hristiyanlık ya da İslam diye ayrı ayrı dinler gönderilmediği biz müslümanlar tarafından kabul edilir. Dünyanın en ünlü Sümerologlarından biri olan Muazzez İlmiye Çığ, 1995 yılında yayımlanan “Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni” isimli kitabında, üç semavi din ile Sümerliler’in inanç sistemindeki benzerlikleri konu ediniyor. Çığ’a göre üç semavi din ile Sümerliler’in dini inançlarının ortak noktaları şöyle:
1) Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü, tanrı korkusu, insanların tanrı tarafından yargılanması, tanrıların rızasını kazanmak için kurban verilmesi, törenler, dualar, tütsüler, ilahiler, çalgılarla tanrıyı sevindirmek, iyi ahlaklı, saygılı olmak ve temizlik, Sümer inanışlarının temeliydi. Bunlar tek tanrılı dinlerde de var. 2) Sümerliler’e göre tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirip insanlara vermişlerdir. Aynı düşünceyi Kur’an-ı Kerim’de de buluyoruz. Allah’ın insanlara elbiseler yaptığı (Araf: 26), dağlara barınaklar, sıcaktan koruyacak elbiseler, savaştan koruyacak zırhlar (Nahl: 81) ve gemiler (Yasin: 82) yaptığı yazılıyor. 3) Sümer’de tanrılar “ol” deyince o şey olur. Yasin Suresi 82. Ayette de “Allah’ın yaratmak istediğine “ol” demesi yeterlidir” denmektedir. 4) Sümer’de tanrılar istediklerini yok ederler. Ordular tanrılarındır. Aynı düşünceyi
na inanırlardı. İslamiyet’te, Buruç: 17-18, Nemi: 75. ayetlerinde Kur’an-ı Kerim ve diğer olayların gökte Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildiriliyor. 9) Sümer’de sosyal adaleti koruyan Tanrıça senede bir kez insanları, o yıl içindeki davranışlarına göre yargılar. Bu inanış İslam’a Şaban ayının on beşindeki Beraat Kandili olarak girmiştir. 10) Sümer’de her şahsın ve ailesinin kendilerine özgü bir tanrısı vardı. Onun görevi onları korumak isteklerini büyük tanrılara iletmekti. Kur’an-ı Kerim’de (Kaf: 17-18) “hiç kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucusu ve denetleyicisi bulunmasın” denmektedir. 11) Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de yer alan; evrenin, insanın yaradılışı, Havva’nın Adem’in kaburgasından var edilişi, Habil Kabil cinayeti, Cennet’ten Kovulma, Tufan, Babil Kulesi, Tek Dil, Eyüp Peygamber konuları Sümer mitolojisinde de var. 12) Bunların dışında Kur’an-ı Kerim’de geçen Harut ve Marut Melekleri ile ilgili konu, Tevrat’taki Süleyman’ın “Şarkılar Şarkısı” bölümü, İbrahim Peygamber’in karısı Sara’yı Firavun’a sunma hikayesi Sümerliler’in bereket kültünü oluşturan
Kutsal Evlenme Törenleri’nden kaynaklandığı iddia ediliyor. 13) Yaratılış Efsanesi: Her üç dinde de evren büyük bir sudan oluşuyor. Ondan bir dağ çıkıyor, ikiye ayrılıyor. Üstü gök, altı yer oluyor. İnsan çamurdan tanrı görüntüsünden yaratılıyor. İlk yaratılan insan olduğuna inanılan “Adam/Adem”in anlamı “Kırmızı Toprak” Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratılması ve Cennet’ten kovulmaları da Sümer efsanesinde yer alıyor. 14) Kur’an-ı Kerim’de Aden Bahçeleri olarak tanımlanan bahçe, Sümerliler’in tanrılar bahçesi Dilmun. Efsane ise şöyle: Dilmum’da, yer tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bunların koparılması yasak. Fakat Bilgelik Tanrısı dayanamayıp tatlarına bakıyor. Buna çok kızan Tanrıça, Tanrı’yı lanetleyerek yok oluyor. Bunun üzerine Bilgelik Tanrısı ölüm derecesinde hastalanıyor. Büyük zorluklardan sonra Tanrıça bulunarak Bilgelik Tanrısı’nı iyi etmesi için ikna ediliyor. Tanrıça hasta olan 8 bitkiye karşı, 8 organı için, 8 Tanrı ve Tanrıça yaratıyor. Son olarak Tanrı’nın kaburgasını iyi edecek bir Tanrıça’dır. Adı da “Kaburganın Hanımı” anlamına gelen “Ninti”dir. Nin, hanım; Ti ise kaburga demektir. Ti’nin bir anlamı da “Yaşam” demektir. Bu efsane, Tevrat’a da geçer. Burada Kaburganın Hanımı yerine Yaşamın Hanımı anlamına gelen “Havva” kullanılmıştır. Burada Tanrıların Bahçesi, yani cennet, yasak meyve, meyveyi yiyen erkek tanrı, kaburga ile ilgili kadın (tanrıça) ve tanrının yasak meyve yiyip lanetlenmesi Tevrat hikayesine tamamıyla uymaktadır. Kur’an-ı Kerim’de ise; ne Havva’nın adından ne de kaburgadan yaratıldığından söz edilir. Cennetten Tevrat’taki gibi yılan değil, şeytan çıkartıyor onları. 15) Adem’in çocukları Habil ve Kain (İslam’da Kabil) Hikayesi: Tevrat’a göre Habil koyun çobanı, Kain çiftçi. İkisi ürünlerinden Tanrı’ya sunuyor. Tanrı Habil’in getirdiğini beğendiği için kardeşi Kain onu öldürüyor. Konu Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi 2731. ayetlerde geçiyor fakat ne çocukların adları, ne de getirdikleri yazıyor. Bu konu hadislerde bol bol ve çeşitli şekillerde anlatılmıştır. Sümer Mitolojisi’nde ise hikaye şöyle: Çoban Tanrısı ile Çiftçi Tanrısı, Aşk Tanrıçası ile evlenmek isterler. Tanrıça, Çoban Tanrısı’nı ve onun getirdiği ürünleri yeğler. Çiftçi de aradan çıkar. Buna paralel bir başkasında “Yaz” kendi ürünü olan tahılı, “Kış” ise hayvanlarından birini Tanrı Enlil’e sunar. Tanrı “Kış”ın hayvanını kabul eder. 16) Tufan Efsanesi: Tevrat-Tekvin BabO C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Kur’an-ı Kerim’de Enfal Suresi 17.ayette görürüz. Savaşta insanların değil, Allah’ın öldürdüğü, atılan öldürücü silahların Allah tarafından atıldığı yazar. 5) Sümer tanrıları kızarsa kendi ülkelerini bile yakıp yıkarlar. Tevrat, Yahve’nin (Yehova) insanlara kızarak onlara yok edici felaketler verdiği, komşu devletleri İsrail’in üzerine saldırttığı bildirilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ise birçok surede Allah’ın çeşitli milletleri nasıl yok ettiği anlatılmaktadır. Bunların bazıları kasırga, bazıları dondurucu soğuk ile ortadan kaldırılmıştır. (Ankebut: 38, Furkan: 38, Hace: 44, Akkaf: 27, Muhammet: 13, Fussilet: 13 bunlardan birkaçı). 6) Sümer tanrılarının gök yüzünde “Duku” denilen toplandıkları yerleri, kürsüleri vardı. İsrailliler’e göre de Tanrı’nın gökte sarayı ve etrafında da bir çok yarattıkları var. Kur’an-ı Kerim’de ise Allah’ın Arş’da; etrafında melekler ve cinlerden oluşan bir toplulukla oturduğu yazar. 7) Sümer’de krallar yeryüzünde tanrıların vekili sayılır. İslam’da halife Allah’ın gölgesi, vekilidir. Papa da öyle kabul edilir. 8) Sümerliler dünyadaki olayların ve tanrının isteklerinin yıldızlarda yazılı olduğu-
61
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
18) Eyüp Peygamber’in sabrı ve ödüllen-
62
8:9’da Tufan olayı kısaca şöyle anlatılmış: İnsanlar bozulmuş olduğundan Rab hepsini yok etmeye karar veriyor. Yalnız Rab’a iman eden Nuh’a Tufan yapacağını, tarif ettiği gibi bir gemi yapmasını, içine neler alacağını bildiriyor. Nuh, söyleneni yapıyor. Tufan başlıyor, 40 gün sürüyor. Sular 150 günde çekiliyor. Gemi Ararat Dağı’na oturuyor. Sular tamamıyle çekildikten sonra Nuh gemiden çıkarak Rab’a kurbanlar kesiyor, Nuh’a 950 yıl ömür veriliyor. Kur’an-ı Kerim’de bu olay 7 Sure içinde 20 kadar ayette geçiyor. Tufan adı bir kez geçiyor, geminin nasıl yapılacağı, Tufan’ın ne kadar sürdüğü, gemiden nasıl çıktıkları, Nuh’un neden 950 yıl yaşadığı bildirilmemiş. Buna karşın Allah’ın insanlara kızması, olayın Nuh’a bildirilmesi, gökten, yerden suların taşması, gemimin bir dağa yanaşması, bir kısım insanların kurtulması vs. Tevrat ile paralellik gösteriyor. 1872 yılına kadar Tufan hikayesinin yalnız Tevrat’ta olduğu sanılıyordu. Fakat Ninive’de çıkarılan Asurbanipal Kitaplığı içindeki bir çivi yazılı tablet okununca büyük bir şaşkınlık yaşandı. Gılgamış Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikayeyi, ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a Nuh’un Babilce karşılığı olan Utnapiştim anlatmış. Buna göre çoğalan insanların gürültüsünden rahatsız olan Tanrılar bir tufan yapmaya karar veriyorlar. Fakat Bilgelik Tanrısı gizlice bir duvar arkasından Utnapiştim’e durumu bildiriyor. Gemi yedi günde yapılıyor. İçine Utnapiştim O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
akrabalarını, sanatçıları çeşitli hayvanları dolduruyor. Tufan başlıyor. Altı gün altı gece sürüyor. Yedinci gün gemi Nizir Dağı’na oturuyor. Suların çekildiği kuşlar gönderilerek anlaşılıyor. Bu hikaye geç çağda Sami olan Akat dilinde yazılmıştır. Bu yüz yılın daha erken çağına ait bu hikayenin Sümercesi bulundu. Tablet çok kırık olmasına rağmen, Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiği, bu kararı Bilgelik Tanrısı Enki’nin duvar arkasından Utnapiştim’in Sümerce karşılığı olan Zinusudra’ya bildirdiği, Tufan’ın yedi gün yedi gece sürdüğü, bittiğinde Zinusudra’nın kurbanlar kestiği yazılı. Tufan hikayesinin Sümerliler’de yazıya geçtiği, onlardan Akad’ların aldığı onlardan da Tevrat’a, arkadan da Kur’an-ı Kerim’e geçtiği düşünülüyor. 17) Sümer’de vaktiyle insanların tek dilde konuştuğu, fakat Bilgelik Tanrısı’nın kızarak onu bozduğu ve insanların dillerini karıştırdığı yazılı. Bu konu Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de de yer alıyor. Hud Suresi 118-119. ayetlerde; “Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı, onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler” der. Maide Suresi 48. ayette; “Her birinize bir yol ve şeriat verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı. Fakat size verdiğinde (yol ve şeriatta) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyle ise birbirinizle yarışın, hepinizin dönüşü Allah’adır. Üzerinde ayrılığa düştüklerinizi o haber verecektir” der.
dirilmesi konusu Tevrat’ta 1040 satırlık şiir halinde yazılmıştır. Sümer’de ise; “İnsan ve onun Tanrısı” adlı şiir aynı konuyu anlatır: Kur’an-ı Kerim’de ise bu konu, iki sure ve 15 ayette (Enbiya: 81-94, Sad: 41-44) kısaca yer alır. 19) Suların kan olması: Tevrat çıkış-Bab 7: 14-25’de Musa suları kana çeviriyor. Kur’an-ı Kerim’de Araf Suresi 132-133. ayetlerde “ ..Su baskınını, çekirgeyi, kurbağayı ve kanı her birini ayrı mucizeler olarak onlara musallat ettik.” deniyor. Bu da Sümer’in aşk Tanrıçası İnanna’nın, kendisine tecavüz eden bahçıvana kızarak ülkesinin sularını kana çevirmesiyle parelellik gösteriyor. 20) Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi 102. ayette geçen Harut ve Marut meleklerinin izleri Sümer’lilerin Venüs yıldızını simgeleyen Aşk Tanrısı’nın aşıkları çoban Tanrısı Dumuzi ile çiftçi Tanrısı Enkidu’da görülür. 21) Tevrat’taki Süleyman’ın Şarkısı bölümündeki şiirlerin Sümerler’de yeni yıl bayramlarını oluşturan kutsal evlenme törenindeki şarkılara paralel olduğu hatta birçok satırının aynı olduğu saptandı.
DOĞAL DOĞUM HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ 1. Doğal Doğum Nedir?
Kendiliğinden başlayan, mümkün olduğunca müdahale edilmeden, hızlandırılmadan doğal hormonların aktif olduğu anne bebeğin doğumun hemen ardından buluştuğu ve mümkün olduğunca en uzun süre bir arada kaldığı doğum şeklidir.
2.Doğal Doğuma Nasıl Hazırlanılır?
• Öncelikle böyle bir doğumu destekleyecek ekip bulunmalı. Bu ekipte kimler bulunmalı; doktor, ebe, doula(doğum destekçisi) ve hastane • Doğum öncesi hazırlık eğitimlerine katılmalı • Gebelikte doğal doğuma hazırlanmalı (kilo kontrolü, gebelik platesi ve yogası..)
3. Doula (Doğum Destekçisi) Kimdir?
Doğum destekçisinin en temel görevi doğum yapan kadının ihtiyaç duyduğu kutsal ve mahrem alanı korumaya yardımcı olmaktır. Daha profesyonel anlamda (D) ONA’nın tanımı iledoğum destekçisi anneye doğumdan önce, doğum sırasında ve hemen ardından fiziksel, duygusal ve bilgisel destek sağlayan bu konuda eğitimli profesyonellere denir. . Doula, doğumdan önce anne ve baba ile buluşup onların doğum ve ebeveynlik hakkındaki beklentilerini, korkularını ve arzularını keşfetmek için yoğun bir biçimde onlarla çalışır. Doula, ağrıyla başa çıkacak bir zihin yapısı geliştirmeleri ve işler beklendiği ya da planlandığı gibi gitmediğinde durumla baş edebilecek donanımı edinebilmeleri için aileye destek olur.
4. Doğum Öncesi Hazırlı Eğitimi Nedir?
Bu eğitim ile anneyi fiziksel ve mental olarak doğuma hazırlamayı amaçlıyoruz. Hamileliğin 20. haftasından 37. haftasına
kadar olan süre içerisinde anne adaylarını (mümkünse eşi ile birlikte) bu eğitimi alıyorlar.Daha sağlıklı, daha güvenli, daha rahat doğumun gerçek anahtarı 12 saatlik doğuma hazırlık eğitiminde gizlidir.
Doğuma Hazırlık Eğitimine Katılmanız İçin 10 Sebep 1. Doğumda kadın ve bebek haklarını öğrenirsiniz 2. Sağlıklı ve güvenli doğuma götüren 6 uygulamayı öğrenirsiniz. 3. Doğum korkularınızdan kurtulursunuz 4. Doğum tercihlerinizi belirleyerek yeterliliğe ulaşırsınız. 5. Nefes ve gevşeme egzersizleri ile daha sağlıklı ve kolay bir doğum yaparsınız. 6. İlaç dışı rahatlatıcı tekniklerle daha kolay doğum yaparsınız. 7. Doğumda müdahale ve sezeryan oranınız %50 azalır. 8. Babalar kurstaki bilgilerin verdiği güvenle doğumda daha aktif ve olumlu rol alır. 9. Doğar doğmaz bebekle ten tene temas’ın aşamalarını öğrenir ve uygularsınız. 10. Doğumdan sonra “keşke”leriniz daha az seviyede olur.
yıkanması, giydirilmesi, banyosu, tırnak bakımı gibi konuları içeriyor. DOĞUM SONRASI LOHUSA ZİYARETİ Doğum sonrası lohusa ziyaretimiz ilk on günde yaptığımız en değerli ziyaret. Nelere dikkat ediyoruz bu ziyarette; annenin genel durumu, emzirme, ev ortamının anneye ve bebeğe uygunluğu, anneanne ve babaanneye görev dağılımı, epizyo veya sezaryen kesi bölgesinde problem var mı? , destekçimizin bu problemleri hekimiyle paylaşıp bilgilendirmek. Yani doğum sonrası da desteğimizin devam etmesi en büyük amacımız.
5.Suda Doğum Nedir?
Uyguladığımız doğal doğum yöntemlerinden biri de suda doğum. Özellikle yüzmeyi ve suyu seven annelere suda doğum tavsiye ediyoruz. Burada suyun rahatlatma ve gevşeme özelliğinden yararlanıyoruz. Su rahmin açılmasını hızlandırıyor. Öte yandan bebek anne karnında zaten suyun içinde olduğu için bir suda ötekine geçiyor ve yabancılık çekmiyor. Gebeliğinde risk görülmeyen her anne suda doğum gerçekleştirebilir. DOĞUM ÖNCESİ EMZİRME EĞİTİMİ VE YENİ DOĞAN BAKIMI Anne sütünün önemi, en rahat hangi pozisyonda emzirebilirsiniz, bebeğinizin yeterli süt alıp almadığını nasıl anlarsınız, sezeryan olmak geç emzirmek demek midir, çişli ve kakalı bezlerdeki ipuçları neler, sarılık olursa ne yapmalısınız, sağılan sütün saklanması, eyvah işe dönmem gerekiyor emzirmeye nasıl devam etmeliyim, meme ucu sorunları yaşarsanız nasıl emzirirsiniz, doğumdan hemen sonra başlayan emzirme sürecinde rahat etmenizi ve yeni doğan; göbek bakımı,
Doğum anı hayatınızı değiştirecek en önemli tecrübelerden biridir. Doğum anında tüm farkındalıkla orada olmak, doğumun coşkusunu yaşamak, doğar doğmaz bebeğinize kavuşmak hayatınıza inanılmaz pozitif bir değişim getirecektir. Doğum anının muhteşem büyüsü, o ana kadar yaşanan hazırlıklar içinde saklıdır. Hepinize sağlıklı ve mutlu bir gebelik, sağlıklı doğumlar ve sağlıklı bebekler dilerim.
Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı
Dr. Nuray Aydın
Sırakapılar Mah. 1521 Sokak İncesaray Apt. No:2/3, 20100 Telefon: (0258) 265 88 00 www.denizlidogaldogum.com
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
ZORLA GÜZELLİK OLMAZ
AMA ESTETİKLE OLUR...
G
üzel olarak kabul edilen bir görünüme sahip olmak, kişinin hem iş hayatında hem sosyal hayatında hem de özel hayatında kendini daha güvende hissetmesini sağlayan önemli bir oldu. Son yıllarda güzellik kaygısı, kadınları olduğu kadar erkekleri de etkilemekte. Bir diğer önemli nokta ise; estetik operasyonlar, bazı durumlarda gerekli hale
gelip kişiyi sağlığına kavuşturuyor. Kadın ya da erkek fark etmez birçok kişi; gerek sağlığına kavuşmak için gerekse de daha estetik bir görünüme sahip olmak için plastik ve estetik cerrahi doktorların kapısını çalıyor. İşte o doktorlardan birisi olan Op. Dr. Mehmet Kartal, kendisine başvuran hastalarına daha konforlu bir yaşam sunmak için yoğun bir çaba içerisinde. Arap ülkeleri başta olmak üzere; yurt içinden ve yurt dışından pek çok hastası bulunan Op. Dr. Mehmet Kartal, toplumun yakından tanıdığı ünlü isimlerin yanı sıra, cemiyet hayatının ve iş dünyasının başarılı kadınlarına da mucize dokunuşlar yapıyor.
OP. DR. MEHMET KARTAL KİMDİR? Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Mehmet Kartal, 1980 yılında Denizli’de dünyaya geldi. Üniversite eğitimi, 1998-2002 yılları arasında Ahmet Yesevi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde devam etti. 3 dönem birinciliğinin ardından tıp eğitimine 2002-2005 yılları arasında Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde devam etti ve buradan mezun oldu. 2005 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Çocuk Cerrahi Bölümü’nde asistanlığa başladı ve bir yıl çocuk cerrahi uzmanlığın-
da eğitim aldı. Ardından estetiğe olan merakı ve ilgisi nedeniyle tekrar TUS sınavına girip plastik rekonstrüktif ve estetik cerrahi ana bilim dalında eğitim almak üzere Pamukkale Üniversitesi’nde 5 yıl sürecek olan uzmanlık eğitimine başladı. Özellikle estetik, yanık, el cerrahisi, doğumsal anomaliler, tümör vakaları, mikro cerrahi alanında kendini geliştirdi. Ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin İllinois eyaleti Chigago kentinde estetik cerrahi alanında çeşitli kurslara katıldı ve birçok sertifika aldı. Sonrasında Newyork’ta eğitimine devam etti. Eğitim ve sertifika programlarına Uzakdoğu’da da devam eden Mehmet Kartal, Bangkok ve Tayland’dan da sertifikalar aldı. Türkiye’ye döndükten sonra Denizli Devlet Hastanesi’ne atandı. 2015 yılında İstanbul Medicana hastanesinde kariyerine devam etti. 2016 yılında ise İstanbul Nişantaşı’nda kendi kliniğini hizmete açtı. Op. Dr. Mehmet Kartal’ın, kliniğinde verdiği hizmetlerden bazıları şunlar: KARIN GERME ESTETİĞİ
MEME BÜYÜTME ESTETİĞİ (AUGMENTASYON MAMMOPLASTİ) Meme büyütme, memelerde doğuştan ve sonradan olan hacim eksikliği, emzirme ve gebelik sonrası oluşan hacim azalması, yeniden meme oluşturmak için ve memelerinde asimetri (boyut farkı) olan kadınlarda uygulanan estetik cerrahi bir operasyondur. Bu operasyon genel anestezi altında steril şartlarda ameliyathanede yapılmaktadır. 2-4 saat sürmektedir. Hastalar operasyondan 2-3 gün sonra sosyal hayata dönebilmekte, 1 hafta içinde ise iş hayatına geri dönmektedirler. MEME KÜÇÜLTME (REDÜKSİYON MAMOPLASTİ) Meme küçültme operasyonu, aşırı büyük ve sarkık memelerin estetik açıdan düzeltilmesi ve kol ağrısı, omuz ağrısı ve meme altı pişik gibi sorunların giderilmesine yardımcı olan bir operasyondur. Meme küçültme operasyonu estetik bir operasyon ile fonksiyonel bir operasyonun iç içe geçişinin mükemmel örneğidir. LİPOSUCTİON (YAĞ EMME OPERASYONU) Liposuction yağ emme operasyonudur. Genel anestezi altında steril ameliyathane şartlarında yapılması gereken bir operasyondur. Bu operasyon asla kilo verme, zayıflama operasyonu değildir. Bölgesel yağlanmaların tedavi edilmesi için yapılan şekil verme operasyonudur. YÜZ GERME (FACE LİFT) Günümüzde yüz bölgesindeki yaşlanmaları durdurucu veya geciktirici medikal estetik
uygulamalar oldukça yaygın olmasına ve hastalar tarafından çok tercih edilmesine rağmen kesin ve tatmin edici uzun ömürlü sonucu sadece yüz germe operasyonu ile elde edilebilmekteyiz. Yaşlanma ve yer çekimine bağlı oluşan cilt sarkma ve fazlalığı ile yağ dokunun sarkma ve atrofisine müdahale edilmektedir. BURUN ESTETİĞİ-RİNOPLASTİ 2 Rinoplasti (burun estetik cerrahisi), plastik cerrahi operasyonlarında en sık yapılan cerrahi girişimdir. Kelime anlamına bakılarak sadece burnun şeklini düzelmek için yapılıyor olması gerekse de bunun yanında nefes alma sorununa yol açan etkenlerde aynı seansta düzeltilmektedir. KEPÇE KULAK DÜZELTİLMESİ Kepçe kulak deformitesi en sık görülen doğuştan kulak anomalisidir. Bu anomalide kulak boyutu normal veya normalden daha büyük olabilmektedir. ÇENE BELİRGİNLEŞTİRME-ÇENE UCUNA MÜDAHALE YÖNTEMLERİ (GENİOPLASTİ) Çene ucu bölgesine müdahale (genioplasty), çene ucunun büyüklüğünü, görünümünü veya her iki parametrenin de değiştirilmesi için uygulanan medikal estetik ve estetik cerrahi girişimleri içermektedir. JİNEKOMASTİ (ERKEKTE MEME BÜYÜMESİ) Jinekomasti erkeklerde oluşan meme büyüme rahatsızlığıdır. Bu rahatsızlık sonucunda erkek hastalar kendilerini sosyal ve psikolojik olarak baskı altında hissetmektedirler. BOTOKS UYGULAMASI Botoks uygulaması hem estetik cerrahi uygu-
lamaların genelinde, hem de medikal estetik uygulamalarda en sık uygulanan işlemdir. SENTETİK DOLGU UYGULAMALARI Sentetik dolgu uygulamalarında ürünler içerisinde en sık kullanılanı hyaluronik asit ve analjezi sağlamak için eklenen lidokain bileşenidir. Bu dolgular doku mühendislik ürünleridir. Sentetik olarak üretilir ve yan etkileri oldukça azdır. YAĞ DOLGUSU (LİPOFİLLİNG) Yağ dolgusu yüzde ve vücudun diğer bölgelerinde yağ atrosi (yağ erimesi) sonucunda deformite ve yaşlı bir görünüm oluşmasını gidermek için uygulanan estetik bir işlemdir. İşlem lokal anestezi altında steril şartlarda yapılmaktadır. PRP (PLATELET RİCH PLASMA UYGULAMASI PRP yani plateletten zengin plazma uygulaması son 3-4 yıldır oldukça popüler bir estetik girişim olmuştur. Hastalar arasında gençlik aşısı olarak bilinmektedir. Bu uygulama ile yüzde doğal bir gençleşme ve dolgunluk oluşmakta ve yan etkisi yok denecek kadar azdır. Çünkü, işlemde hastanın kendi kanı dışında başka bir ilaç kullanılmamaktadır. AMELİYATSIZ YÜZ GERME YÖNTEMLERİ Artık günümüzde ameliyatsız yüz gençleştirme ve yüz germe yöntemlerine ilgi giderek artmaktadır. Ameliyatsız yüz germe yöntemlerinde en çok tercih edilen yöntemler örümcek ağı uygulaması ve iple yüz asma yöntemidir. Klinikte, bu tedavilerin yanı sıra leke ve akne tedavisi, saç, sakal ve kaş ekimi gibi hizmetler de verilmektedir.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Hasta kliniğe geldiğinde detaylı bir fizik muayenesini yapılır. Operasyon genel anestezi altında yapılır ve yaklaşık 3-4 saat sürer. Operasyondan sonra birinci gün yara yeri pansumanı yapılır ve bir sıkıntı yok ise taburcu edilir. Hasta 2 gün arayla kontrollere çağrılır. 15 gün sonra dikişleri alınır. Ayrıca hastanın, operasyondan sonra, karın duvarının şeklinin oturması için 3 hafta baskılı korse kullanması gerekir. Operasyon sonrasında bikini bölgesine yerleşik iz oluşmaktadır. Ancak, bu iz zamanla (6 aydan sonra) giderek belirsiz hale gelmektedir. Abdominoplsti operasyonundan 1 yıl sonra hastanın hamile kalmasında bir sakınca yoktur.
65
STİL SAHİBİ
HEDİYELER
NİLÜFER BAYRAK STİL DANIŞMANI
ediye almayı kim sevmez? Hediye vermekse bazen ne kadar zordur...”Onu mu alsam, bunu mu?” kararsızlığı, “Ya beğenmezse? “ endişesi, onun seveceğini bildiğin şeyin, senin bütçene olan uyumsuzluğu...Yılbaşıyla birlikte başlayıp anneler günü, babalar günü, doğum günleri, evlilik yıldönümleri diye uzayıp giden mutlu günler listelerimiz için her seferinde ilginç ve özel hediyeler almak oldukça zor. Hediye alırken her ne kadar karşı tarafın beğeneceğini düşündüğümüz şeyleri seçsek de aslında hediyelerimiz bizden ve stilimizden de izler taşırlar.
H
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Hediye vermenin amacı herkese göre farklı olsa da aynı olan bir şey vardır ki, o da hediye vermenin bir sanat olduğudur. İşte size hediye verirken fark yaratmanızı sağlayacak birkaç küçük öneri; 3 Hediye sizin isteklerinize değil, karşıdakinin istek ve ihtiyaçlarına yönelik olmalıdır. Ama istek ve ihtiyaçları doğru belirlediğinizden emin olmalısınız. 3 Hediye alma işini son ana bırakmayın, acele karar vermek içinizde hep soru işareti kalmasına sebep olacaktır. 3 Hediyenizi mağazada paketletmeyin, mutlaka evde kendiniz paketleyin. Böylelikle hediyeyi alanın kendini daha özel hissetmesini sağlarsınız. Unutmayın; hediyenin maddi değeri ne olursa olsun, paketleme ilk övgüleri alır.
66
KASIM-ARALIK 2017
3 Aynı anda farklı kişilere hediye verecekseniz hepsini farklı kağıtlara paketleyin. 3 Hediyenizin üzerine mutlaka kart koyun ve içinizden geçen iyi dilekleri, kendi el yazınızla yazın. 3 Eğer bir gruptaki herkese aynı hediyeyi aldıysanız, kartlarına mutlaka kişiye özel bir şey yazın. 3 Küçük çocuklar için hediyenin maddi değerinden çok sayısı önemlidir, o yüzden birkaç küçük hediye alıp ayrı ayrı paketlemek ve çok sayıda paket vermek onları çok daha mutlu edecektir. 3 Hediyeyi vereceğiniz kişinin ilgi alanlarını ve hobilerini bilmek kadar, nelerden hoşlanmadığını bilmek de hediye seçiminde size yol gösterecektir. Karar verirken bunu da göz önünde bulundurun. 3 Herkesin hediye dağıttığı bir ortamda değilseniz hediyenizi özel olarak verin. 3 Hediyeyi verdiğinizde karşınızdakinin hediyeyi açması için ısrar etmeyin, çünkü verdiğiniz kişi hediyenizi özel bir yerde açmak isteyebilir. 3 Esprili bir hediye almak istediğinizde, vereceğiniz kişinin bu hediyeyi kaldırıp kaldıramayacağını düşünüp öyle alın. Bu kadar tavsiyeden sonra, aynı hediyeleri seçmekten sıkılanlar için, ilham alabileceğiniz, farklı hediye alternatiflerine de birkaç örnek verelim;
n Kişinin ilgisine göre, konser, tiyatro, sergi ya da spor karşılaşması bileti. n Pilates, yoga kursu, spor salonu için başlangıç üyeliği ya da belki dans kursu. n Yazmayı ya da günlük tutmayı seviyorsa tasarım defterler ya da değişik kalemler.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
n Pahalı bir çiçek aranjmanı almak yerine, çiçekçiyle anlaşıp her hafta bir minik buket yollayacak şekilde, birkaç hafta çiçek göndermeyi organize etmek. Böylece hediyeniz daha uzun zaman kalıcı olur.
67
n Hobisi olan veya sevdiği bir konu ile ilgili aylık dergi aboneliği. Yeni bir hobi edinmeyi düşünüyorsa sevebileceği bir konu ile ilgili minik bir workshop.
n Kendini şımartması için, spada masaj ya da cilt bakımı seansı.
n Yakın çevreye yapılan günübirlik gezi turlarından birine katılım.
n Gelişmiş bir espri anlayışı olan birine, komik sloganlı bir t-shirt, bir aksesuar, hatta kendi karikatürü
n Teknolojiye meraklı ise bileğe takılan bir şarj aleti, daha güzel fotolar çeksin diye akıllı telefonu için bir lens, Bluetooth’ la çalışan bir kulaklık ya da adımlarından nabzını ölçebilen fitness takipçisi.
n Tanrım beni baştan yarat ” diyen birine, stil danışmanınızdan renk veya vücut analizi. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Pamukkale GÜZELLİK VE ESTETİK
üalp, AMELİYATSIZ CİLT GERME, kaş kaldırma, göz kapağı gençleştirme, yüz kontürü oluşturma, kırışık giderilmesi, yüz gençleştirme, gözeneklerin sıkılaştırılması, boyun ve gıdı toparlama, düşük göz kapağı kaldırma, çatık kaş izlerinin rahatlatılması gibi konularda hizmet verdiklerini belirterek; “Pamukkale Güzellik ve Estetik Merkezi olarak bu saydığım başlıklardaki bütün işlemleri merkezimizde son derece profesyonel bir şekilde gerçekleştiriyoruz” dedi. Fulden Süalp’ın değindiği konu başlıkları ise şöyle:
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
S
68
ELASTİN, KOLAJEN VE FİBRİN PROTEİNLERİNİN ÜRETİMİ ARTAR Yaptığımız uygulamalar esnasında kaslarda fiziksel ve vizüel olarak kasılmalar meydana
gelir. Stimülasyon, kaslarda yeniden yapılanma denilen bir prosesi gerçekleştirir. İzometrik kasılmalar o bölgede cildin sıkılığını sağlayan, cilde gençlik ve esnekliğini veren elastin, kolojen, fibrin proteinlerinin üretimini tetikler ve üretimi artırır. Hücrelerin su tutmasını sağlayarak daha gergin, daha canlı, daha parlak bir cilde kavuşulmasına olanak verir. Ciltte kuruluk şikayetleri varsa hücreler daha çok su tutmaya başladığı için kuruluk şikayetlerinde azalma olur. Uygulanacak işlem çeşitleri, cihazlar, seans sayısı ve araları tamamen kişinin gereksinimlerine ve beklentilerine göre belirlenir. Bir anti-aging yani cildi gençleştirme işlemi uygulanır. Yaş aldıkça ya da mimiklerden oluşmuş mevcut sert çizgilerde tek seansta bile gözle görülür bir iyileşme gerçekleşir. 2-3 BEDEN KÜÇÜLMEK MÜMKÜN Merkezimizde vücut sıkılaştırma, incelme, zayıflama, selülitlerin giderilmesi, vücut çatlaklarının hafifletilmesi, cilt sıkılaştırma, karın yağlarını parçalama ve sıkılaştırma, bacak-kol inceltme ve sıkılaştırma, sırt inceltme, popo ve göğüs dikleştirme gibi uygulamalar da yapıyoruz. Bu işlemler şu şekilde gerçekleştirilir: akım, farklı dalga boylarında kullanılarak kaslarda izometrik kasılmalar yaratır. Kas liflerindeki bu kasılmalar o bölgedeki kan ve lenf akımının artışını sağlar. Tüm bu aktiviteler için gereken enerji ise o bölgedeki yağların yakımı ile elde edilir. Bu kasılmalar sırasında kas dokusunun enerji gereksinimi için gerekli olan ATP’ler o bölgedeki yağ dokusundan sağlanır. Sonuç olarak, bölgesel yağlar yakılır ve yok edilir. Uygulama alanındaki kas aktiviteleri, aynı zamanda etkili bası yaparak, hem kan, hem de lenf dolaşımını hızlandırır. Bölgesel yağların kaybı gerçekleşirken, portakal kabuğu görünümündeki selülitlerin kötü görüntüsü kaybolur. Alttaki kas sıkılaşıp toplanırken; kas üstü deri altı dokusu da sıkılaşır. Vücutta oluşan sıkılaşma, yağ parçalanma ve kaybı sayesinde 2-3 beden
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
FULDEN SÜALP Ovidius Üniversitesi, Tıp Fakültesi’nden Medikal Doktor olarak mezun olan İşletme Müdürü Fulden Süalp, özellikle biz kadınlar için önemli olan cilt,vücut ve el-ayak bakımı konularında önemli bilgiler verdi. Pamukkale Güzellik ve Estetik Merkezi, uzman kadrosu,bitkisel ürünleri ve son teknoloji cihazları ile müşterilerinin pek çok sorunlarına profosyonel çözümler sunuyor. küçülme gerçekleşir. Göbek bölgesinde yapılan uygulamalar sonucunda 4–12 cm kadar belde incelme görülür. Uygulanan işlemler, ağrısız ve son derece dinlendiricidir. Hiçbir yan etkisi yoktur. Bu yöntemler lazer uygulamaları değildir. Cilde verilen akım, Epidermis ve Dermis’i geçerek kaslara iletilir. İlk seanstan itibaren lifting etkisi, sıkılaşma, daralma, pürüzsüzleşme etkileri gözlenir. İlerleyen seanslar, uygulamanın etkinliğini, devamlılığını ve kalıcılığını sağlar. Bayanlarda 35 yaşından itibaren kas kayıpları görülmeye başlanır. Kas kaybı vücutta sarkmalara, kırışıklıklara ve güç
EPİLASYON UYGULAMALARI Epilasyona karar vermeden önce iyi bir araştırma yapmak, hem kişinin sağlığı hem de beklentilerini karşılayacak sonuçları alabilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Piyasada çeşitli cihazlar vardır. Her cihaz her cilt rengini ve her kıl rengini göremez. Özellikle de bazı cihazların yaz mevsiminde uygulanması doğru değildir. Ciltte kalıcı lekelenmelere neden olabilir. Cihazın yeni ya da eski olması, sonuçları olumlu ya da olumsuz etkileyebilir. Seans sayısını azaltabilir ya da artırabilir. En önemlisi de epilasyon yapan kişinin bu konuda ciddi eğitim almış, vücut anatomisini iyi bilen ve uzun süredir uygulamayı yapan deneyimli doktor ya da uzman estetisyen olmasıdır. Uzman olmayan, eğitim almamış kişilerce bilinçsizce yapılan uygulamalar sonucunda yüz ve vücut bölgelerinde ciddi yanıklara ve kalıcı hasarlara neden olabilir.
bozulabilir. Özgüven yitimi olabilir. Burada anne babalara büyük sorumluluk düşmektedir. Ergenlik döneminde olan çocuklarının şikayetlerini dikkate alarak profesyonellerden destek almaları gerekir. Erken müdahale ile çocuklarının ciltlerinin derin akne izleriyle bozulmasının önüne geçebilirler. Ergenlik döneminden itibaren uzmanına yaptırılan düzenli cilt bakımları, gençlerin hem hayata daha pozitif bakmalarını, hem de akademik başarılarının artmasını sağlayacaktır. EL VE AYAK SAĞLIĞI Düzenli manikür ve pedikür işlemlerinin yanı sıra, tırnak batıkları, nasırları, topuk çatlakları, ayak mantarı gibi sorunların da ihmal edilmeden çözümlenmesi ve bakımların tekrarlanması kalıcı sağlık için önemlidir.
DÜZENLİ CİLT BAKIMININ ÖNEMİ Cilt bakımı yaptırmak, sanki lüks tüketimmiş gibi algılanabilir; ancak yüzümüz en önemli görselliğimizdir. Gençliğimizi korumak ve yaşlanmayı geciktirmek için, cildin günlük temizliğinin yanı sıra, haftalık ve aylık bakımları da yaşlanmaya karşı alınacak önlemlerdendir. Cildimiz, kullandığımız kozmetik bakım ürünlerinin sadece %3’ünü emebilmektedir. Cihazlarla verilen ürünler, cildin en alt tabakasına kadar ulaşabilir. Beslenme bozukluğu, sigara tüketimi, hava kirliliği, stres cildimizin erken yaşlanmasına neden olur. Makyaj artıkları, kullanılan kozmetik ürünler, fazla sebum üretimi gibi çeşitli nedenlerle gözenekler tamamen dolar. Cihazlarla ciltte düzenli temizlik yapılmadıkça, içi dolmuş gözenekler genişler, siyah noktalar ve sivilceler oluşur. Ciltte kalıcı izler meydana gelir. Akne ve erken yaşlanmanın önüne geçmek, daha sıkı, daha canlı, daha parlak ve daha genç bir cilde sahip olmak için, kişinin cildine uygun bitkisel ürünlerle düzenli cilt bakımının yapılması kişinin hem öz güvenini hem de mutluluğunu artıracaktır. Ergenlik sivilceleriyle başı dertte olan gençler, içe kapanık, antisosyal davranışlar gösterebilirler. Gencin psikolojisi
İLKİN BAYER SÜALP UZMAN ESTETİSYEN
PAMUKKALE GÜZELLİK VE ESTETİK
Çamlaraltı Mah. 6008 Sok. No: 10 Zoroğlu Apt. D.1 ÇAMLIK – DENİZLİ Tel: 0258 212 87 60 – Randevu: 0537 051 87 60 what’s up www.instagram.com/pamukkaleestetikmerkezi/ - https://www.facebook.com/Pamukkaleestetik/ www.pamukkaleestetik.com | info@pamukkaleestetik.com
CİLT BAKIM ÜNİTEMİZDE Bitkisel Cilt Bakımı Ameliyatsız Cilt Germe Yüz & Boyun Gençleştirme, Kırışıklık Açma, Lifting Ütüleme, Anti-Aging Uygulamalar Gıdı ve Çift Çene Giderilmesi Güneş, Yaşlılık, Yara, Ameliyat ve Akne İzlerinin Giderilmesi Gözaltı Morlukları ve Torbaların Giderilmesi Gözeneklerin Sıkılaştırılması Aknelerin Giderilmesi KALICI MAKYAJ PORSELEN MAKYAJ Kalıcı Kaş ve Eye Liner Kalıcı Dudak Kontürü İpek Kirpik Kirpik Perması Gelin Başı-Topuz Uygulamaları VÜCUT BAKIM ÜNİTEMİZDE Epilasyon ve Sir Ağda Bölgesel İncelme & Sıkılaşma, Zayıflama Selülit ve Çatlakların Hafifletilmesi Masaj Uygulamaları Popo & Göğüs Dikleştirme Bacak, Sırt İnceltme EL VE AYAK BAKIM ÜNİTEMİZDE Manikür & Pedikür Akrilik & Jel Tırnak, Kalıcı Oje Çatlak Topuk, Mantar, Batık Tırnak Bakımı hizmetlerini vermekteyiz. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
kaybına neden olur. Cilt elastikiyetini kaybeder. Özellikle spor yapmayı sevmeyen kişiler için mükemmel bir çözümdür. Yarım saatlik bir bölgesel uygulama işlemine tabi tutulan kaslarda 76 saat spor yapmış gibi bir etki sağlar. Kas kayıplarının oluşmasını engeller. Aynı zamanda kaslara masaj etkisiyle, sırt, boyun ve diğer vücut bölgelerinde şikayet edilen kronikleşmiş kas ağrılarında da iyileşme görülür.
69
Biyografi
DÖKÜLEN YAPRAKLAR
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
ZELİHA ŞENGÜL
YEŞİLÇAM’IN UNUTULMAZ İSMİ
MÜNİR ÖZKUL’U KAYBETTİK
70
Y
eşilçam Sineması’nın dev isimlerinden biri olan Münir Özkul’u kaybettik. Koah ve demans rahatsızlıkları nedeniyle uzun süredir tedavi gören Özkul’un hakkında sayısız vefat haberi çıkmıştı. Bu haberlere uzun zamandan beri itibar edilmiyordu ancak 5 Ocak tarihinde bu defa kızı Güner Özkul açıkladı büyük ustayı kaybettiğimizi. Özkul, 50 yıllık sanat hayatına 200’ün üzerinde sinema filmi ve sayısını kendisinin bile hatırlayamadığı kadar tiyatro oyunu sığdırdı. Hayat verdiği karakterler Türk toplumunun hem gönlünde hem de hafızasında yer etmeyi başardı. Büyük ustayı sonsuzluğa uğurlarken Hababam serisinin Mahmut Hoca’sını (Kel Mahmut), Neşeli Günler’in huysuz turşucusu Kazım’ı, Bizim Aile’nin Yaşar Usta’sını kim unutabilir ki? Münir Özkul, evinde 93 yaşında aramızdan ayrıldı.
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
yılında da Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen gecede 55’inci sanat yılı kutlandı. 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Münir Özkul’a “Devlet Sanatçısı” unvanı verildi. Özkul’un kadrosunda yer aldığı bu dönemde çekilen kalabalık kadrolu aile filmlerinden bazıları Mavi Boncuk, Bizim Aile, Aile Şerefi, Gülen Gözler, Neşeli Günler, Gırgıriye ve Görgüsüzler olarak sayılabilir. Bu filmlerin büyük kısmında Adile Naşit’le beraber, Türk sinemasının unutulmaz ikililerinden birini oluşturmuştur. Televizyon dizilerinin yaygınlaştığı dönemde dizi oyunculuğundan uzak dursa da “Uzaylı Zekiye”, “Ana Kuzusu” ve “Şaban ile Şirin” gibi dizilerde rol aldı. 1998 yılında Hamdi Alkan’ın canlandırdığı Yarmagül karakterinin dedesini oynadığı Reyting Hamdi televizyon programında kamera karşısına geçti. Kariyeri boyunca 200’den fazla filmde rol alan Özkul, Sev Kardeşim filmindeki oyunuyla 1972 yılında düzenlenen Altın Portakal Film Festivali’nde “en iyi erkek oyuncu” ödülünü kazandı. “Bizim Aile” filminde canlandırdığı “Yaşar Usta” rolüyle de 1977 yılında Azerbaycan Film Festivali’nde özel ödül kazandı. Özkul ayrıca “Süt Kardeşler” filminde yönetmen yardımcılığı da yapmıştır.
1991 Dümbüllü Ödülü 1997 Altın Kelebek Ödülleri-Onur Ödülü 1999 Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları BölümüMuhsin Ertuğrul Tiyatro Emek Ödülü 2004 Sinema Yazarları Derneği ÖdülleriOnur Ödülü 2006 Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali-Onur Ödülü 2014 Afife Tiyatro Ödülleri-Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü 2015 T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
ÖZEL HAYATI Münir Özkul dört kez evlendi ve üç çocuğu oldu. İlk eşi Şadan, ikinci eşi Suna Selen, üçüncü eşi Yaşar ve son eşi 1986’da evlendiği Umman Özkul’dur. Oyuncu ve sunucu Güner Özkul’un babasıdır. MÜNİR ÖZKUL’UN ALDIĞI ÖDÜLLER 1967 İlhan İskender Armağanı 1972 Altın Portakal Film Festivali-En İyi Erkek Karakter Oyuncu Ödülü O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
MÜNİR ÖZKUL KİMDİR? Münir Özkul, 15 Ağustos 1925 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olan Münir Özkul, sanat kariyerine henüz lise çağında başladı ve lise öğrencisi olduğu 1940 yılında Bakırköy Halkevi’nde tiyatro oyunlarında rol aldı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne ve Edebiyat Fakültesi’nin sanat tarihi bölümüne devam eden Münir Özkul, 1948’de “Aşk Köprüsü” adlı tiyatro oyunuyla profesyonel kariyerine başladı. Aşk Köprüsü oyununun ardından Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Küçük Sahne’ye geçen Münir Özkul, John Steinbeck’ten “Fareler ve İnsanlar” (1951), John Millington Synge’den “Babayiğit”, George Axelrod’dan “Yaz Bekarı” (1954), John Patrick’ten “Çayhane” (1955) gibi oyunlarda oynadı. Ardından İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ve İstanbul’da yer alan Bulvar Tiyatrosu’nda arkadaşlarıyla birlikte oluşturduğu grupla çalıştı. Münir Özkul 1950’lerden itibaren sinemada da rol almaya başlamıştır. İlk dönem filmlerinden dikkat çekenleri “Edi ile Büdü”, “Balıkçı Güzeli” ve “Kalbimin Şarkısı”dır. 1965’ten sonra sinemadaki başarılı karakter rolleriyle tüm övgüleri üzerine topladı. 1970’li yıllardan itibaren özellikle kalabalık kadrolu ve Ertem Eğilmez yapımı filmlerde rol almaya başlayan Münir Özkul, kendisiyle özdeşleşen Hababam Sınıfı’ndaki “Mahmut Hoca” karakteriyle tüm Türkiye’de tanınan bir isim oldu. En bilinen rollerinden biri onunla özdeşleşen Hababam Sınıfı serisindeki Özel Çamlıca Lisesi’nin tatlı sert müdür yardımcısı Kel Mahmut tiplemesiyle herkesin yürekten sevdiği ve takdir ettiği bir isim haline geldi. 1980’de yapılan bir jübileyle 40’ıncı sanat yılı, 1996
71
OLİMPİYATLAR VAR OLDUKÇA YAŞAYACAK
NAİM K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
SÜLEYMANOĞLU
72
Bazı isimler vardır, zamanın ötesine geçer, ölümsüzdür. Naim Süleymanoğlu da o isimlerden biri hiç kuşkusuz. Yüzyılın sporcusu olarak adlandırılan Naim Süleymanoğlu’nun bedenini geçtiğimiz Kasım ayında toprağa verdik. Hem de devlet töreniyle onu ebediyete uğurladık. Ama o minik adam, dünyanın “Cep Herkülü” dediği o minik adam, dünya durdukça, olimpiyatlar var oldukça yaşayacak. Çünkü herkes bilir ki; “Efsaneler” ölmez.
aim Süleymanoğlu, kendi özgül ağırlığından kat be kat fazla ağırlıkları omuzladığında daha çocuk sayılabilecek bir yaştaydı. Sporcu kimliğinin yanı sıra 1980’li yıllarda Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlıkların gördüğü baskı ve zulmün de simgesi olmuştu. Başarılı bir sporcu olmakla birlikte gözü kara, cesur bir Türk genciydi Naim ve Türkiye’ye kaçabilmenin yollarını aradı uzun süre. Hatta podyuma her çıktığında, haltere her ağırlık yüklettiğinde bu kaçışın planlarını da yapıyordu. Öyle ki ne kadar başarılı olursa o kadar hedefine yakın olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Yine Avrupa’da katıldığı bir halter müsabakasında başarılı olup, akşam eğlencesinin ardından gizlice Melbourn Türk Elçiliği’ne sığındı. Takvimler 1986 yılını gösteriyordu. Dönemin başbakanı Turgut Özal, konuyla yakından ilgilendi ve bu gözü kara Türk sporcusuna sonuna kadar sahip çıktı. Naim Süleymanoğlu, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Dışişleri Bakanlığı’nın gizli operasyonu ile Türkiye’ye getirildi. Naim’in Türkiye adına uluslar arası müsabakalara katılabilmesi için Türk Devleti, Bulgaristan’a o dönemin parası ile 1 milyon 70 bin dolar para ödedi ve izin belgesini ancak alabildi. Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye sığınmasının ardından Bulgaristan ve Türkiye arasında Türk azınlıklara yapılan baskılar uzun süre gündemi meşgul etti.
N
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
BEKLENMEDİK BİR ÖLÜM Naim Süleymanoğlu’nun hayatını kaybetmesi beklenmedik bir acı oldu. Sağlığının ciddi bir şekilde bozulmuş olması bir anda gündeme bomba gibi düştü. Olimpiyat ve dünya rekorlarını alt üst eden, yüzyılın sporcusu Naim Süleymanoğlu, 28 Eylül 2017 tarihinde karaciğer yetmezliği tanısı ile hastaneye kaldırıldı ve durumunun çok ciddi olduğu doktorları tarafından kamuoyuna duyuruldu. Acil karaciğer naklinden başka bir seçenek görünmüyordu. Uygun donörün bulunmasının ardından 6 Ekim 2017 tarihinde, başarılı bir operasyonla karaciğer nakli oldu. Fakat durumunun iyiye gittiği bir dönemde bu defa da beyin kanaması geçirdi. Beyinde oluşan ödem ve kanama nedeniyle durumu kritik bir hal aldı. 11 Kasım 2017 tarihinde tekrar ameliyata alındı. Yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve 18 Kasım 2017 tarihinde, 50 yaşında, hayata gözlerini yumdu. Naim Süleymanoğlu, devlet erkanının, büyük bir kalabalığın ve hatta en büyük rakibi Yunanlı halterci Valerios Leonidis’in katıldığı devlet töreni ile Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. Naim Süleymanoğlu, vefat ettiğinde ardında filmlere konu olabilecek bir hayat, sayısız şampiyonluklar, rekorlar, madalyalar ve büyük bir isim bıraktı. Öyle ki dünya onu olimpiyatlarda “Türk Süperman” olarak çağırdı. 1988 yılında Time Dergisi’ne kapak oldu. Paraguay Devleti “Süper Türk” adıyla, şahsına özel posta pulu bastırdı. Naim Süleymanoğlu bir efsaneydi ve her zaman da öyle kalacak…
ELLİ YIL, SAYISIZ ŞAMPİYONLUK, BÜYÜK BİR İSİM
Kariyeri boyunca 3 olimpiyat altın madalyası, 7 dünya şampiyonluğu ve 6 Avrupa şampiyonluğu bulunan Naim Süleymanoğlu, 46 kez dünya rekoru kırdı. Milli halterci ayrıca, 1984 yılında henüz 16 yaşındayken silkme kategorisinde vücut ağırlığının 3 katını kaldıran ikinci halterci olarak da tarihe geçti. “Cep Herkülü” lakaplı Naim Süleymanoğlu, tüm zamanların en iyi haltercisi olarak Türk ve Dünya Spor tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Naim Süleymanoğlu, 23 Ocak 1967 tarihinde Türk nüfusun Bulgaristan’da yoğun olduğu Ahatlı, Mestanlı’da Türk kökenli bir maden işçisinin oğlu olarak dünyaya geldi. Haltere, 10 yaşında başladı. 1982’de Brezilya’da düzenlenen Dünya Gençler Halter Şampiyonası’nda 52 kiloda dünya rekoru kırdı. İlk dünya rekorunu kırdığında 15 yaşında olan Süleymanoğlu, kariyerinin ipuçlarını ilk kez burada verdi. 1983 yılında Viyana’da yapılan turnuvada, 56 kiloda dünya rekorlarını sırası ile koparmada 130.5, silkmede 165 ve toplamda da 295 kilo olarak kırdı. Daha sonra bu rekorlarını yine kendisi kırdı. 1986 yılında dünya şampiyonasına 60 kilo kategorisinde katıldı ve toplamdaki rekorunu 335 kiloya çıkararak dünya şampiyonu oldu. 1988 Seul Olimpiyatları’nda yine 60 kilo kategorisinde muhteşem rekorlar kırdı. (Toplam: 342,5 kg) Naim Süleymanoğlu, Seul’daki muhteşem başarısı ile Türkiye’ye olimpiyatlarda güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu oldu. 1984, 1985 ve 1986’da dünyada, yılın haltercisi seçildi. 1984 Los Angles Olimpiyatları’na, Bulgaristan’ın
ELDE ETTİĞİ BAŞARILAR İlk dünya rekorunu kırdığında 15 yaşındaydı. 1984, 1985 ve 1986 yıllarında dünyada “yılın haltercisi” seçildi. 1988 Seul, 1992 Barcelona ve 1996 Atlanta Olimpiyatları olmak üzere üç kez olimpiyat şampiyonu oldu. 8 kez dünya şampiyonu oldu, 46 dünya rekoru kırdı. Kendi kilosunun üç katından fazla kaldırdı. Spor otoriteleri tarafından tüm zamanların en iyi haltercisi kabul edildi. 1988 yılında Time Dergisi’ne kapak oldu. 60 kilo koparmada 190 kilo kaldırarak dünya rekoru kırdı. 1988 yılında Seul olimpiyatlarında 6 dünya, 9 olimpiyat rekoru kırarak büyük bir zafer kazandı. Türkiye’ye olimpiyatlarda güreş dışında ilk altın madalyayı kazandıran sporcudur. 1992 yılında Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi.
Naim’in Türkiye adına uluslar arası müsabakalara katılabilmesi için Türk Devleti, Bulgaristan’a o dönemin parası ile 1 milyon 70 bin dolar para ödedi.
OLİMPİYAT OYUNLARI 1988 SEUL OLİMPİYATLARI
Seul Olimyipatları’na Türkiye adına katılabilmesi için Türk hükümetince Bulgaristan’a 1 milyon 70 bin dolar ödenerek gerekli izin alındı. Bu olimpiyatlarda Naim Süleymanoğlu, 60 kilo koparmada sırasıyla 145, 150.5, 152.5 silkmede 175, 188.5, 190 toplamda da 320, 339, 342.5 kilo kaldırarak 6 dünya, 9 olimpiyat rekoru kırarak muhteşem bir zafer elde etti ve böylece Türkiye’ye olimpiyatlar tarihinde güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu oldu. 1992 BARCELONA OLİMPİYATLARI Altın madalya kazandı ve aynı yıl Uluslar Arası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi. 1996 ATLANTA OLİMPİYATLARI 64 kiloda 4 dünya rekoru kırarak 3. kez olimpiyatlarda madalya kazanarak tarihe geçti. 2000 SİDNEY OLİMPİYATLARI 33 yaşındaki Naim Süleymanoğlu sakatlığının da etkisiyle kaldırışlarında başarısız oldu.
DÜNYA ŞAMPİYONALARI 1993 DÜNYA ŞAMPİYONASI 3 altın madalya kazanırken 2 de dünya rekoru kırdı. 1994 İSTANBUL DÜNYA HALTER ŞAMPİYONASI İlk kez Türk seyircisi önüne çıktı. Sakat olmasına rağmen 3 dünya rekoru kırarak 3 altın madalya kazandı. 1995 ÇİN DÜNYA HALTER ŞAMPİYONASI Sakatlığı devam ediyordu ama 3 altın madalya kazanmayı başardı. AVRUPA ŞAMPİYONALARI 1988’de Avrupa Halter Şampiyonası’na Türkiye adına katıldı ve 3 altın madalya kazandı. 1994’te Bulgaristan’da yapılan Avrupa Halter Şampiyonası’nda sadece 3 kaldırış yaparak 3 dünya rekoru kırdı. 1995 Avrupa Halter Şampiyonası’nda yine sakat olmasına rağmen 1 altın, 2 gümüş madalya kazanarak Türkiye’nin takım halinde birinci olmasında önemli katkı sağladı.
Dünyanın “Cep Herkülü” dediği o minik adam, dünya durdukça, olimpiyatlar var oldukça yaşayacak. Çünkü herkes bilir ki; “Efsaneler” ölmez. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
da Sovyetler Birliği’nin yanında boykota katılması nedeniyle katılamayan Süleymanoğlu, ülkesindeki baskılardan kurtulmak için, 1986 senesinde, Avustralya’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda Melbourn Türk Elçiliği’ne sığındı. Türkiye’de yaşama ve Türk Milli Takımı adına karşılaşmalara çıkma talebinde bulundu. Talebinin kabul edilmesinin ardından Türkiye’ye getirildi. 1992 Barcelona Olimpiyatları’nda, rakiplerine karşı ezici üstünlük sağlayarak, yurda altın madalyayla dönen Naim Süleymanoğlu, yine o sene, Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi. 1993 Dünya Şampiyonasında, 3 altın madalya kazanmasının yanı sıra, 2 de dünya rekoru kıran halterci, 1994’te Bulgaristan’da yapılan Avrupa Halter Şampiyonası’nda da, sadece üç kaldırış yaparak, üç dünya rekoru kırdı. Çin’de yapılan dünya şampiyonasında ise sakatlığı devam ediyordu ve buna rağmen 3 altın madalya kazandı. Naim Süleymanoğlu, Uluslararası Halter Federasyonu’nun Aralık 2000’de Atina’da toplanan kongresinde asbaşkanlığa seçildi.
73
DİŞETİ
74
şte bakteri plağı dişler üzerinden uzaklaştırılmazsa rengi kırmızılaşır, hafif şişkinleşir ve diş üzerine sıkıca tutunma özelliğini kaybeder. Dişlerin ve dişetlerinin ortak sorunu bakteri plağı, dişler üzerinde birikerek diş çürüklerine ve dişeti hastalıklarına yol açan yapışkan ve renksiz bir bakteri tabakasıdır. Dişlerde çapraşıklık, çürükler, kötü yapılmış dolgular ve protezler, ağızdan solunum ve ağız kuruluğu gibi faktörler dental plak birikimini arttırırlar.
İ
Bakteri plağı yumuşaktır ve fırçalama ile kolaylıkla temizlenebilir, eğer temizlenmez ve birikirse tükürükle birlikte sertleşerek diş taşları meydana gelir. Artık ancak hekim tarafından temizlenebilir. Diş taşları da dişeti hastalığına esas neden olan bakteri plağının dişler üzerinde daha rahat birikme
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
fır
sine neden olur. Dişeti hastalıkları bir tür enfeksiyon hastalığıdır ve çocuklar dahil tüm yaş gruplarını etkiler. Doğal olarak yetişkinlerde çok daha sıklıkla görülür. Hiç çürüğü olmayan dişler bile bu hastalık nedeniyle kaybedilebilir. Genellikle ağrısız olduğu için hasta tarafından zor fark edilir ve o yüzden de çoğu zaman tedavi için geç kalınır. Dişeti hastalığının başlangıcı “gingivitis”tir ve sadece dişetinde olur derine inmemiş haldedir. Bu durum dişetinde kızarmaya, şişmeye, diş
çalarken ve diş ipi kullanımı sırasında hatta sert gıda ısırırken oluşan kanamalara sebep olur. Gingivitis diş hekimin tedavisi ve iyi bir ağız bakımı ile kesinlikle tam olarak iyileşir. Ancak, hastalık tedavi edilmezse uzun bir süreç içinde “periodontitis” adı verilen daha ileri bir hale dönüşür. Bu durumda dişin kökünü çene kemiğine bağlayan lifler yok olmaya başlar ve dişeti ile diş arasında “cep” adı verilen boşluklar oluşur. Cep içinde daha fazla bakteri birikir, böylece enfeksiyon derin dokulara yayılarak
DİŞ HEKİMİ
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Gülkurusu pembe renkte, diş üzerine sıkıca yapışık, sert, portakal kabuğu gibi pütürlü ve bıçak sırtı gibi keskin sonlanır. Sağlıklı dişeti tanımı budur.
dişi destekleyen kemikte de erime meydana gelir ve diş kaybına kadar gider. Çok kolay giderilebilecek bir sorun olarak görünse de yapılan araştırmalar yetişkin nüfusta diş kaybının nedenleri arasında periodontal hastalıkların ilk sırada yer almaktadır. Periodontitis başlangıçta çok da belirti olmadan da gelişebilir. O nedenle diş hekimine düzenli olarak muayene olmak hastalığın erken teşhisi için çok önemlidir. Başlangıç ve orta düzeydeki periodontitis cerrahi olmayan yöntemlerle kolayca tedavi edilebilirken, ileri düzeyde artık cerrahi yöntemlerle tedavi edilir. Çok basit bir hastalıkmış gibi görünse de Dünya üzerinde en yaygın sağlık sorunlarından biri periodontal hastalıklardır ve genel vücut sağlığını da etkileyebilmektedir. Son yıllardaki çalışmalar dişeti iltihabına sahip bireylerde bazı sistemik hastalıkların gelişme riskinin arttığını
göstermiştir. Bu çalışmalar sonucunda dişeti iltihabının diabet, kalp-damar hastalıkları, ateroskleroz, bazı solunum sistemi hastalıkları, bebeklerde düşük doğum kilosu ve erken doğum riskiyle ilişkisi saptanmıştır. Dolayısıyla dişler ve ağız dokuları vücudun ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmeli, sağlık ve hastalık durumlarının vücudun bütünü üzerinde etkilerini gösterdikleri unutulmamalıdır. Periodontal hastalıkların ana nedeni bakteri plağı olmakla beraber, sigara, sistemik hastalıklar(diabet), ilaçlar, hormonal değişimler(ergenlik, hamilelik ve menapoz), stres ve beslenme gibi diğer unsurlar da dişeti sağlığını etkileyebilir
E peki dişeti çekilmeleri bu durumdan mı kaynaklanmaktadır? Dişeti çekilmesi üzerine değişik faktörlerin etkisinin oluğu bilinir. Kimi yapısal faktör-
ler, travma, dişeti iltihabı ve periodontal hastalıklar etkilidir. Diş köklerinin şekli, denk olmayan diş kapanışları, dişlerin doğru yerde olmaması yapısal faktörlerin yanı sıra yanlış diş fırçalama, fırçalama süresi ve sıklığı, anormal kuvvetler, bakteri plağı ve diş taşı, kimi alışkanlıklar (diş aralarına sık sık kürdan, toplu iğne gibi yabancı cisimler sokulması, tırnak yeme, kalem ısırma vb.), hatalı dolgu ve protezler gibi faktörler de dişeti çekilmesine neden olur. Sizin durumunuzda hangi faktör etkili ise hekiminiz ona göre bir tedavi planlayacaktır.
Ağız kokusu ??
Nefeste oluşan kötü kokunun sebepleri genel olarak şunlardır: • Kötü ağız hijyeni veya ilerlemiş dişeti hastalığı, çürükler • Sigara ve ağız kuruluğuna yol açan kimi ilaçlar (antikolinerjikler, antidepresanlar, diüretikler, antiparkinson ve kemoterapötik)
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Dişeti hastalıkları bir tür enfeksiyon hastalığıdır ve çocuklar dahil tüm yaş gruplarını etkiler. Doğal olarak yetişkinlerde çok daha sıklıkla görülür. Hiç çürüğü olmayan dişler bile bu hastalık nedeniyle kaybedilebilir.
75
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
76
• Şeker hastalığı, mide problemleri, karaciğer hastalıkları, boğaz enfeksiyonları, sinüzit gibi birçok sistemik hastalık, • Hatalı restorasyonlar (dolgu, kron, köprü) nedeniyle gıda birikim • Birçok vitamin ve mineral eksikliği (A vitamini, B12 vitamini, demir veya çinko) Temelde hijyen çok önemli olsa da tedavisi kaynağına göre hekim tarafından yapılır yada ilgili hekime yönlendirilir.
Tamam belli ki diş taşı temizliği gerekli ama...
Ağrılı bir işlem midir? derseniz, genellikle hiç ağrı olmaz ve hatta diş hekimliğinde uygulanan en basit ve ağrısız tedavilerden biridir. Diş taşı temizliği dişlere zarar verir mi? derseniz, cevap net “Hayır”. Çünkü diş taşı temizliği işleminde diş dokusu değil, diş yüzeyine ait olmayan oluşumlar (plak, diş taşı) uzaklaştırılır. Ayrıca diş
taşı temizliğinde kullanılan el aletleri ya da ultrasonik cihazlar diş yüzeyinde çizilmeye yol açmaz. Diş taşı temizliği yaptırmasam olur mu? Derseniz cevap yine net “Hayır”. Çünkü diş taşları bütün dişeti hastalıklarının etken faktörüdür. Diş taşı temizliği diş ve diş eti sağlığı açısından yapılması gerekli bir tedavidir. Altı ayda bir diş hekimi kontrolü sayesinde; iyi fırçalayamadığımız alanlarda oluşan diş taşları, hekim tarafından temizlenmiş olur. Bunun da herhangi bir zararı yoktur. Eğer çok sık diş taşı oluşmuyorsa hekiminizin önerdiği aralıklarla diş taşı temizliği yapılmalıdır. Unutmayınız ki, diş taşı temizliği kozmetik bir iş değil, bir tedavi biçimidir. Diş taşlarının temizlenmemesi dişeti hastalığına, dolayısı ile diş eti çekilmelerine, kötü ağız kokusuna ve uzun vadede dişlerin kaybına neden olur. Ağız sağlığı için yapmanız gereken şey sadece günde iki kez dişlerinizi fırçalamak ve arada bir hekiminize kontrole gitmek, üşenmeyiniz.
Ağız kokusu ne kadar bakımlı olursanız olun, insanların sizden uzaklaşmasına yol açacak kadar ciddi bir problemdir. Ağız kokusu hem özel yaşamı hem de sosyal yaşamı olumsuz olarak etkiler.
Biyografi
ZELİHA ŞENGÜL
E D E B İ YAT I N D EV Ç I N A R L A R I
ATAO L
78
ÖLÜMDÜR YAŞANAN TEK BAŞINA
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
B E H R A M O Ğ LU
A
ŞK İKİ KİŞİLİKTİR
Aşkın ve ölümün gerçek özünü bu kadar yalın anlatan kaç mısra vardır? Kaç tane şair tanırsınız aşkı ve ölümü, basit kelimelerle bu kadar etkili anlatabilen? Ataol Behramoğlu, sanki fazla söze gerek yok der gibi, insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar karmaşık bu iki kavramı “Ölümdür yaşanan tek başına, aşk iki kişiliktir” diyerek bir çırpıda özetleyivermiştir. Ataol Behramoğlu, Türk Şiiri’nin yaşayan en önemli kalemlerindendir. Birbirinden O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
ünlü sayısız şiiri bulunan usta kalemin pek çok şiiri ünlü sanatçılar tarafından seslendirilmiştir. Behramoğlu, önemli bir şair olmasının yanı sıra başarılı bir çevirmen ve edebiyatçıdır. Ataol Berhamoğlu, şiirlerinde kimi zaman “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: yaşadın mı büyük yaşayacaksın” diyerek hayat tecrübesini aktarır mısralarında kimi zaman ise; “Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim” diyerek karmaşık aşk problemlerine basit çözümler sunar. “Ben ölürsem akşam üstü ölürüm, şehre simsiyah bir kar yağar”
dizelerinin sahibini yakından tanıyalım. Ataol Behramoğlu, 13 Nisan 1942’de, Çatalca’da dünyaya geldi. Babasının ziraat müdürü olması nedeniyle çocukluk ve ilk gençlik yılları Türkiye’nin çeşitli yörelerinde geçti. İlkokul üçüncü sınıfa kadar Kars’ta öğrenim gördü. İlk, orta ve lise öğrenimini Çankırı’da tamamladı. Bir süre Ankara Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nün derslerini takip etti ve aynı fakültenin Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1966 yılında bitirdi.
İLK ESERLERİ
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
İlk şiir kitabı “Bir Ermeni General” 1965 yılında, kitaplaşan ilk çevirisi olan “İvanov” (Anton Çehov) ise 1967 yılında basıldı. Mihail Yuryeviç Lermontov’dan ilk şiir çevirilerini de yine bu dönemde yaptı. 1960’lı yıllar toplumcu kuşağının manifestosu niteliğindeki şiirlerden “Bir Gün Mutlaka”yı 1965’te yayımladı. 1969’da “Ant” dergisinde birkaç sayı yayımlanan “Toplumcu Genç Şairler Savaş Açıyor” başlıklı oturumda yeni toplumcu şiir üstüne görüşlerini açıkladı. 1970’de yayımlanan ikinci şiir kitabı “Bir Gün Mutlaka”, kuşağının öncü yapıtlarından biri olarak kabul edildi. 1970’de İsmet Özel ile yayımlamaya başladıkları “Halkın Dostları” dergisi geniş yankı uyandırdı. Aynı yıl, Maksim Gorki’den çevirdiği “Yaşanmış Hikâyeler” yayımlandı.
PARİS, LONDRA ve MOSKOVA YILLARI Ataol Behramoğlu, 1970 yılı sonbaharında dört yıl sürecek ilk yurtdışı yolculuğuna çıktı. 1972’ye kadar Londra ve Paris’te yaşadı. Paris’te Louis Aragon ve Pablo Neruda ile tanıştı. Aragon’un yönetimindeki “Les Lettres Françaises”de, Abidin Dino çevirisiyle, “Bir Gün Mutlaka”dan bir bölüm yayımlandı. Paris’te Théatre de Liberté’nin kuruluş çalışmalarına katıldı (1971). İlk oyun “Légendes à Avénir / Geleceğe Masallar” için bölümler yazdı. 1972 sonbaharında Sovyet Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak gittiği Moskova’da yaklaşık iki yıl kalarak Moskova Devlet Üniversitesi’nde stajyer olarak Rus Edebiyatı üzerine çalıştı. Yurtdışında bulunduğu sırada, daha önceki dönemin ürünü çevirileri (Puşkin, Bütün Hikâye ve Romanları, 1972) ve yurtdışı dönemin ürünü şiirlerden oluşan üçüncü şiir kitabı “Yolculuk, Özlem, Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974)” Türkiye’de yayımlandı.
YURDA DÖNÜŞ Ataol Behramoğlu, 1974’te ülkeye dönüşünden bir süre sonra Muhsin Ertuğrul yönetimindeki İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda dramaturg olarak çalışmaya başladı. 1975’te kardeşi Nihat Behram ile çıkardıkları edebiyat-kültür dergisi “Militan” büyük ilgi gördü. Bu dönemde Ataol Behramoğlu’nun “Ne Yağmur…Ne Şiirler… (1976)”, “Kuşatmada (1978)”, “Mustafa Suphi Destanı (1979)”, “Dörtlükler (1980)” adlı kitapları yayımlandı. 1977’de bir Atina gezisinde Yannis Ritsos ile tanıştı. 1978’de
79
Sofya’da Dünya Yazarları 1. Kurultayı’na Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Burhan Arpad ile Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1979’da Türkiye Yazarlar Sendikası genel sekreteri oldu. Aynı yıl, kızı Barış doğdu. “Sanat Emeği” dergisinin kurucuları ve yazı kurulu üyeleri arasında yer aldı.
12 EYLÜL DARBESİ 80’Lİ YILLAR VE ÜLKEDEN KAÇIŞ Şair, 1980 darbesi sonrasında tiyatrodaki dramaturgluk görevinden ayrılmak zorunda kaldı. “Ne Yağmur…Ne Şiirler…”in yeni basımının mahkemece toplatılması ve imhasına karar verildi. Ataol Behramoğlu, bir hafta Selimiye’de göz hapsinde tutuldu. Kitap daha sonra beraat etti. “İyi Bir Yurttaş Aranıyor” başlığı altında topladığı şiirler Türkiye’de “siyasal kabare” türünün ilk örneklerinden biri olarak birçok kez izleyiciye sunuldu (1981). Aynı yıl Yunanistan’da “Türkiye, Üzgün Yurdum, Güzel
Yurdum” adıyla yayımlanan kitabı, yabancı bir dilde çevrilen ilk eseriydi. Kitap kısa sürede birkaç kez basıldı. Dünya şairlerinden Rusça, İngilizce, Fransızcadan yaptığı çevirileri “Kardeş Türküler” adlı bir kitapta topladı (1981). “Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi”nin ilk çalışmalarına başladı. 1982 Mart ayında Barış Derneği kurucu ve yöneticisi olarak tutuklandı. Maltepe Askeri Cezaevi ve Sağmalcılar Cezaevi’nde on ay tutuklu kaldı. Cezaevinde bulunduğu sırada, Asya-Afrika Yazarlar Birliği 1981 Lotus Ödülü’nü kazandı. Şiirlerinden seçmeler tek ciltte yayımlanarak birçok kez yeni basım yaptı (1983). Lermontov’dan şiir çevirileri kitaplaştı (Hançer, 1983). 1983 Kasım ayında, devam eden duruşmaların katılmadığı son oturumunda 8 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Ataol Behramoğlu, 1984 başlarında ülkeden gizlice ayrılmak zorunda kalarak Fransa’ya gitti. Bir süre sonra ailesini de gizlice ülke
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
80
dışına çıkardı. 1989 Haziran ayına kadar sürecek bu ikinci yurtdışı döneminde Paris Sorbonne Üniversitesi “Centre de Poétique Comparée” bölümü çalışmalarına katıldı. 1986’da Paris’te Fransızca Türk edebiyatı dergisi “Anka”yı kurdu ve yönetti. Bu yıllarda Ataol Behramoğlu, Avustralya’dan Finlandiya’ya birçok ülkede katıldığı toplantılarda konuşmalar yaptı, şiirlerini okudu. Şiirlerinden Macarcaya çevrilen seçmeleri 1988’de Budapeşte’de “Europa” Yayınevi tarafından yayımlandı. Almanya’da (daha sonra Türkiye’de) “Kızıma Mektuplar (1985)”, “Türkiye, Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum (1985) adlı şiir kitapları ve “Mustafa Suphi Destanı”nın yeni bir basımı yayımlandı. Destan, sürgündeki “Halk Oyuncuları” topluluğunca Stockholm, Paris, Berlin, Amsterdam gibi birçok Avrupa kentinde sahnelendi (19871988). 1989 Avignon Tiyatro Festivali’nde ilk Türkçe oyun olarak sunuldu. Yurtdışında bulunduğu sırada Türkiye’de “Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi”; “Dünya Şiiri Antolojisi (Özdemir İnce ile birlikte)”; “Çağdaş Rus Şiiri Antolojisi”; “Çehov-Bütün Oyunları (1. Cilt)”, şiir üstüne yazıları “Yaşayan Bir Şiir (1986): şiir kitapları “Eski Nisan”, “Bebeklerin Ulusu Yok” kitapları yayımlanan Ataol Behramoğlu, hakkındaki davaların Yargıtay aşamasında beraatle sonuçlanması üzerine Haziran 1989’da ülkeye döndü.
YURDA DÖNÜŞÜ VE YENİ ÇALIŞMALARI Ataol Behramoğlu, yurda döndükten sonra birkaç yıl Simavi Yayınları’nda editör, Pendik Belediyesi’nde kültür danışmanı olarak çalıştı. 90’lı yıllarda yazdığı şiirleri, “Sevgilimsin (1993)”; çeşitli dönemlerin ürünü yazıları, “İki Ateş Arasında (1989)”,
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
“Nâzım’a Bir Güz Çelengi (1989)”, “Mekanik Gözyaşları (1990)”, “Şiirin Dili-Ana Dil (1997)” adlı kitaplarda yayımlandı. Aziz Nesin ile ilgili anılarını “Aziz Nesinli Fotoğraflar (1995)”; yurt dışı gezi yazılarını “Başka Gökler Altında (1996) ” adlı kitaplarda topladı. Vera Tulyakova’nın anılarından ve Nâzım Hikmet’in şiirlerinden oluşturduğu “Mutlu ol Nâzım”, Dilek Türker’in oyunculuğuyla Türkiye’nin birçok yöresinde ve Almanya’da birçok kez sahnelendi. Belgesel bir oyun çalışması olan “Lozan”, Devlet Tiyatrosu’nca Antalya (1992,1993) ve İstanbul’da (1993) oynandı. 1995’te Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı seçildi. 1995’te İsmet Özel ile mektupları “Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar” adıyla kitaplaştırıldı. Metin Demirtaş’la mektuplaşmaları 1997’de “Şiirin Kanadında Mektuplar” adıyla kitaplaştı. PEN Yazarlar Derneği 2002 yılı “Dünya Şiir Günü Büyük Ödülü”nü aldı. “Aşk İki Kişiliktir (2000)” ile “Yeni Aşka Gazel (2002)” adlı kitaplarında topladığı şiirlerini, “İki Ağı”(2008), “Okyanusla İlk Karşılaşma”, “Hayat Uzun Veda” adlı şiir kitapları izledi. 50 yıllık şiir serüveninden kendi yaptığı seçmeler “Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar” adıyla Cumhuriyet kitapları arasında yer aldı. 2008 yılında Texas Üniversitesi Yayınlarınca şiirlerinden seçmeler Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlandı. Şiirlerinden Japonca, İtalyanca, vb. dünyanın belli başlı dillerine yapılan çevirileri 2010’da Bulgarca’da yayınlanan kitabı izledi. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşe yazarlığının ürünlerini “Kimliğim:İnsan”(1999), “Başka Bir Açı” (2000), “Gerçeklik Duygusunun Kaybolması”(2001), “Kendin Olmak Ya da Olmamak”(2003), “Yeni Ortaçağın Saldırısı”(2004), “Sivil Darbe”(2009) adlı kitaplarında topladı. Ülke içi gezi yazıları “Yurdu Teninde Duymak” (2008) adlı kitabında yayınlandı. İstanbul Kültür Başkenti projesi kapsamında yayınlanan İstanbul kitapları arasında “Benim Prens Adalarım” adlı çalışması yer aldı. Akademik alanda çalışmalarının ürünü olan “Rus Edebiyatı Yazıları”(2001) ve “Rus Edebiyatında Puşkin Gerçekliği”(2001) adlı yapıtlarını “Rus
Edebiyatının Öğrettiği” adıyla kitaplaştırdığı yeni yazıları, ulusal ve uluslararası konferanslarda Rus edebiyatı üstüne bildiri metinlerinin yayını izledi. A.S.Puşkin’in “Tüm Öykü ve Romanları” ile büyük Rus şairinin şiirlerinden (Türkçe çevirileri ve Rusça asıllarıyla) seçmeler, A.P.Çehov’un “Büyük Oyunlar”ı A.Behramoğlu çevirisiyle Türkiye İş Bankası Klasikler dizisinde yayınlandı. F.M. Dostoyevski’den çevirdiği “Puşkin Üzerine Konuşma”(Rusça aslıyla) Kültür Bakanlığı yayınları arasında yer aldı. 2008 yılında kendisine Rusya Federasyonu tarafından Uluslararası Puşkin Nişanı verilen Ataol Behramoğlu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Slav Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Başkanlığı ve Beykent Üniversitesi’nden sonra İstanbul-Aydın Üniversitesi’nde profesör titriyle öğretim üyeliğini, Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığını sürdürmektedir.
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR Değişir rüzgârın yönü, Solar ansızın yapraklar. Şaşırır yolunu denizde gemi, Boşuna bir liman arar. Gülüşü bir yabancının, Çalmıştır senden sevdiğini. İçinde biriken zehir, Sadece kendini öldürecektir. Ölümdür yaşanan tek başına; Aşk iki kişiliktir. Bir anı bile kalmamıştır, Geceler boyu sevişmelerden. Binlerce yıl uzaklardadır, Binlerce kez dokunduğun ten. Yazabileceğin şiirler, Çoktan yazılıp bitmiştir. Ölümdür yaşanan tek başına; Aşk iki kişiliktir.
GRİPTEN KORUNALIM PEKİ AMA, NASIL? ERDEMİR Merve SARIKAYA T İ S Y E N UZMAN DİYE
BROKOLİ: Brokoli tüm çiçek sebzeleri arasında en yüksek besin değerine sahiptir. C vitamini ve folik asit açısından çok zengindir. Bunun yanında vitamin A, vitamin B1, vitamin B2, Kalsiyum(Ca) ve Demir(Fe) içermektedir. Brokoli, yüksek oranlarda A vitamini kaynağı betakaroten ile C ve E vitaminleri içerir: Kalp hastalıklarına yakalanma, kalp krizi geçirme ve katarakta karşı koruyuculuk oranı en yüksek besinlerdendir. ış soğuğunun kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı şu günlerde hepimiz hastalıklardan korunmak için eve biraz daha fazla kapanır olduk, enerjilerimiz düştü. Sosyal hayattan daha uzak kaldık. Belki de bu yüzden pek çoğumuz kış aylarını daha az severiz. Ama kışın bizi hastalıklardan koruyacak, enerjimizi ve bağışıklık sistemimizi daha zinde tutacak yollar var. Her zaman olduğu gibi besinler bu konuda da imdadımıza yetişebilir.
K
PEKİ AMA NASIL? En önemli şey her uzmanın söylediği gibi tabiî ki de kahvaltı öğünü. Güne yarım saat daha erken başlayarak evinizde yapacağınız 1 adet haşlanmış yumurta, 1 yada 2 dilim az yağlı peynir, 2-3 adet Ceviz , 1 yada 2 dilim tam tahıllı ekmek ve bol yeşillik eklenmiş kahvaltıyla başlayarak, kendimizi çok daha sağlıklı, zinde ve mutlu hissedebiliriz. Güne güzel bir başlangıç olur. Gün içinde vücut direncimizi arttırmak ve yeterli miktarda vitamin – mineral alımını sağlamak için sebze – meyve çeşitlerini arttırabiliriz. Savunma sistemini güçlendirici özelliği olan A ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerden zengin, havuç, brokoli, kabak, lahana, kar-
nabahar, maydanoz gibi sebzelerin yanı sıra kış aylarında bolca bulunan portakal, mandalina, elma, greyfurt gibi meyvelerin tüketimi de önemlidir. YUMURTA: İçeriğindeki proteinin kalitesi açısından en güçlü besindir. A ve B vitaminleri ve Demir açısından zengindir. Hem tok tutucu özelliği, hem de bağışıklık sistemine etkisi ile en vazgeçilmez besinlerdendir. NAR: Kışın vücudunuzu en güçlü tutacak besinlerden biri de nar... En yüksek antioksidan içeriğine sahip besinlerden biri, bu özelliğiyle sizi kalp hastalıklarına karşı riskinizi de azaltabilir. Zengin potasyum ve fosfor içerdiğinide unutmayalım. SARIMSAK: Mikroplara karşı koruyucu. En doğal antibiyotik. Sarımsak. Ayrıca sizi ateroskleroz, diyabet, hiperlipidemi gibi pek çok hastalığa karşı da koruyacaktır. PORTAKAL: Hepimizin bildiği gibi C vitaminin en iyi kaynağı. Kış aylarının en vazgeçilmez besinlerinden YEŞİL ÇAY: En önemli bitkisel antioksidanlardan kateşin ve polifenol içerdiği için immun sistem üzerinde çok etkilidir,
ZENCEFİL: İçeriğinde bol miktarda fosfor, demir, potasyum, magnezyum, B ve C vitamini bulunmaktadır. En güzel antiseptiktir. Solunum yollarını açıcı etkisi vardır. Öksürüğe iyi gelir. Gribe karşı koruyucudur. Güzel bir ödem atıcıdır.
HASTALIKLARA KARŞI KORUYUCU ZENCEFİLLİ KIŞ ÇAYI l 1 TK Yeşil Çay l 1 dal Çubuk Tarçın l 1 adet Limon l 3-4 adet Ayva dilimleri ( kabukları ile) l 2-3 halka taze Zencefil l 5 adet Karanfil Malzemelerin hepsini 1,5 litre su içine ilave edin. Kaynayınca 10-15 dakika daha demleyin. Öğün sonraları gün içinde birer fincan olarak tüketebilirsiniz. AFiYET OLSUN.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
hatta grip virüsünün vücutta yayılmasını önlediği saptanmıştır.
81
82
DENGE DEMEK HERŞEY DEMEK
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
SOSYAL SORUMLULUK
HASAN KILINÇ / VETERİNER Sevgi, kelimesi birçok kişiye birçok duyguyu ifade eder. Bir kısmına ise sadece bir kelimeden başka hiçbir şey demek değildir. Hayatı sevmek, sevgiliyi sevmek, mesleğini sevmek bunları çoğaltabiliriz. Aslında bunların hepsi bir zincirin halkası gibidir. Kişinin mutlu olması ve moralinin yüksek olması için gereken en önemli etkenlerdir.
H
Her zaman dediğim gibi her iş sevgiyle başlar. Ben ülkemizde Veteriner Hekimlik mesleğimin o kadar eksiklerinin olmasına karşı mesleğini şevk ve aşkla yapan O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
biriyim. Hiç bir zaman ispat derdinde olmadım. Çünkü başta bunu kendime ispat ettim. Kendi içimde kabullendim. Fakat mesleğim adına bazı meslektaşlarımın ve hasta sahiplerinin yanlışlarını kabullenemedim. “Meyve veren ağaç taşlanır” cümlesini de yakınlarımın neredeyse hepsinden duydum. Onlara da hak verdim. Köpek ve kedi bakmak tabi ki bu kadar zorlukların içerisinde çok kolay değildir. Sizi anlayabilecek ve yön verebilecek
bir Veteriner Hekim seçmek, ekonomik anlamda herhangi bir kaygı şüphenizin olmaması aynı zamanda manevi olarak da bir o kadar kendinizi iyi hissetmeniz, sahiplenme kelimesinin bütün şartlarını ortaya koymak gibi bir şey olmuş olur. Eski bir yıldan yeni bir yıla geçerken her konuda çağdaş uygarlık düzeyi gibi hayvanlar konusunda da yapı düşünce ve davranış tarzımızı bir adım daha öteye ilerletmemiz gerekir. Konuya ne kadar hakim olursak; bize sorumlu verilen ağzı dili olmayan nasılsın sorusuna gözleriy-
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Bilgi ve beceri çok önemlidir. Özellikle beslenme yönetimi veteriner hekimlikte büyük bir önem taşır. Hastalıkların seyrinde ve hastanın iyileşmesi adına desteklenmesinde, tedavilerde yön çizmenize ve doğru adımlar atmanızı sağlar le cevap veren; can dediğimiz o güzel varlıklara daha çok destek ve yardımcı oluruz. Refah düzeyini bir nebze daha üste çıkarabiliriz. Pethane 20/48 Veteriner Kliniği Veteriner Hekimi eşim Gülden Kılınç’ın dediği gibi: “Biz mesleğimizi bildiğimiz şekilde icra etmeye devam edeceğiz. Bugün nasıl birçok hayvanı kurtarmak için mü-
cadele veriyorsak; yarın da aynı şekilde bu mücadelemize devam edeceğiz. İnsanları besledikleri ve baktıkları hayvan konusunda bilgilendireceğiz. Meslektaşlarımızla tecrübelerimizi paylaşacağız. Herkesin herkesten öğreneceği çok şeyler var. Bunların hepside sessiz canlarımız için mutlaka gerekli. Sesiz canlar için bilgili ve duyarlı can dostlarına ihtiyacımız var.” Bilgi ve beceri çok önemlidir. Özellikle beslenme yönetimi veteriner hekimlikte büyük bir önem taşır. Hastalıkların seyrinde ve hastanın iyileşmesi adına desteklenmesinde, tedavilerde yön çizmenize ve doğru adımlar atmanızı sağlar. Doğru beslemeyi de öğrenebileceğiniz en önemli mecra veteriner hekimlerdir. Mutlaka doğru beslemeyi ve beslenmeyi bilmek ve öğrenmek gerekir. Birçok hastalığın başlangıç
ve seyri yanlış beslenmeden kaynaklıdır. Kontrolsüz ilaç kullanımı beslenme kadar hayvanların hayatında önemli bir yerdedir. Nokta ilaçlar öncesi muayenede veteriner hekimin becerisi, bilgisiyle doğru tanı ve teşhise varılacaktır. Tıp’ın sadece farmokoloji olmadığını da unutmamak gerekir. Düzensiz antibiyotik kullanımı veteriner hekimin izni olmadan bilinçsizce ağrı kesici ve buna benzer ilaçların kullanılması hem hasta hem de hasta sahibi için zararlı bir durumdur. Unutmayalım bilinçsizce uygulanacak her durumda olumsuz etkilerle karşılaşabiliriz. Dikkat edelim. Can kurtaralım derken canlar yanmasın. Hayat bir denge usulüdür. Dengeli beslenmek, dengeli sevmek, dengeli yaşamak bunları çoğaltabiliriz. Ne kadar çok dengeli bir şekilde ayakta kalırsak bir o kadar da yaşamımıza başarılı şekilde devam ederiz. Kendimizi her anlamda geliştirmek için sormak, araştırmak ve çalışmak gerekir. Hayatta her zerre nefesin, sağlığımızın ve tüm güzelliklerin kıymetini bilelim. Bugün varız, yarın nerdeyiz, nasılız bilemeyiz. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
83
Still Art DR. MİMAR HALİT COZA
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
ULUS CADDESİ İÇİN BİR ÖNERİ
84
enilenen Ulus Caddesi’nin peyzaj çalışmalarını, asfalt kalitesini, kaldırım genişlikleri ve kullanılan malzemeleri kendi adıma beğeniyor ve yaşadığım eziyetleri unutarak, emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Fakat daha önceki yazımda da belirttiğim gibi yetersiz görüyorum. Kentlerin kimliğinin ortaya çıkmasındaki ana öge olan binalarla da ilgili bir düzenleme, çalışma yapılmadığı müddetçe, üretilen bu tip çalışmaların şehre olumlu etkisinin pek fark edilemeyeceğini iddia ediyorum. Bu nedenle de Ulus Caddesi üzerindeki yapıların siluetleri ile ilgili bir çalışmanın yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun şehre bir örnek teşkil edebileceğine, farkındalık yaratacağına, zaman içerisinde de diğer caddelerde de bu olumlu değişimin etkisini herhangi bir dayatma olmadan göstereceğine inanıyorum. Konuyla ilgili biraz kafa yorduğumuzda, örneğin İzmir’in sahil boyunca devam eden yapı siluetindeki karakterin nasıl oluştuğunu sorguladığımızda, bununla ilgili herhangi bir dayatma olmadan her binanın birbiriyle ilgili bir hassasiyeti olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Güzelyalı’da, Kordon’da, Karşıyaka’da sahil boyunca devam eden yapıların renkleri, kat yükseklikleri, balkon korkulukları birbiriyle uyumlu. Panjur tipolojisi tek tip mesela. Kimse “yan komşu ahşap yapmış, ben kırmızı yapıyım da,
Y
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
daha dikkat çeksin” dememiş örneğin. Kimse daha görünür olmak adına yeni boyattığı apartmanının turuncu, yeşil, mavi olmasını aklından bile geçirememiş sanki. Çoğunlukla beyaz ve beyazın tonları, panjur malzemesi olarak da cevizin birkaç tonunda ahşap panjur hâkim tüm cephelerde. İşte bu nedenle de belki mimari açıdan başarılı denecek kadar olmasa da yaşayanı rahatsız etmeyen bir kent siluetine sahip İzmir. Yine başka bir örnek, Bodrum’un beyaz evleri de bir bakıma şehrin karakterine olumlu etki etmekte, kentin çarpık yerleşmesinin bir nebze önüne geçmekte kesinlikle. Çok hızlı ve plansız bir şekilde büyüyen Bodrum’un yapı tipolojisiyle ilgili bir kararı ve hassasiyeti olmamış olsa, bu tatil beldesinin de bir zamanların gözde tatil beldesi Kuşadası’ndan çok farkı olmayacağına eminim. Farklı renk cümbüşüne karşı olduğum düşünülmesin, savunacağımın tam tersi bir çalışma da gayet başarılı olabilir fakat bu çalışmaların bilinçli, yeterli donanıma sahip kişi ve kurumlarca yapılmadığı her karar
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
şehrin kimliğine zarar vermekte. Santorini’deki mavi beyaz renklerin hakim olduğu yapı silueti değil mi her yıl binlerce turistin şehri ziyaret etmesine sebep olan kriter? İstanbul Beşiktaş’taki Akaretler Caddesi’nin sıra evlerinin silueti, sık sık o cadde üzerinden birkaç kez geçme isteği uyandırmıyor mu sizde? Şehrimizin de böyle bir caddeye ve böyle bir kentsel çalışmaya ihtiyacı yok mu sizce de? Antalya Muratpaşa Belediyesi’nin yaptığı benzer siluet çalışması ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin şehrin merkezinden Esenboğa Havaalanı’na kadar kurguladığı son derece başarısız bulduğum yol boyunca devam eden binaların tek cephesini klinker cephe kaplama malzemesi ile kapladığı örnekleri kötü örnek olarak baz ve ders alıp, detaylı, titiz ve profesyonel bir çalışmanın yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu çalışmanın ilk başlayacağı caddenin de Ulus Caddesi olmasını öneriyorum. Açıkhava Tiyatrosu kavşağından başlayıp, Antalya asfaltında son bulan yaklaşık 3-4 km’lik bu caddenin şu an şehrin ana arterlerinden biri olması, kentin sosyal merkezinde bulunması bu önerimdeki önemli kriter. Cadde üzerinde bulunan yapıların büyük bir yüzdesinin değişim ve tadilata ihtiyaç duyması, yapılan çalışmanın algılanması adına da caddenin konum avantajı, Ulus Caddesi’nin ilk örnek cadde olmasına işaret ediyor. Alt yapı ve üst yapının yenilenmesi sonrasında cadde üzerinde konumlanan ticari yapılardaki değişim hareketi de konuyla ilgili ilk kıvılcımlar galiba. Cadde boyunca uzanan yapı siluetinde bir kimlik yaratmak adına, malzeme önerisi, bina cephelerinde renklendirme çalışmaları, alternatifli ya da tek tip korkuluk, panjur, pencere doğraması önerileri, peyzaj uygulamaları gibi çalışmalar için yetkili mercilerden harekete geçmelerini istiyor ve diliyorum.
85
26 Ocak 2018
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Tür: Bilimkurgu, Macera Yönetmen Wes Ball Oyuncular: Dylan O’Brien, Kaya Scodelario, Thomas Brodie-Sangster
86
SİNEMA
LABİRENT - SON İSYAN Thomas ve arkadaşları Labirent’ten kurtulmalarının ardından hapsoldukları tesisten kaçmayı başarmış ve dünyayı pençesinde tutan acımasız organizasyon W.I.C.K.E.D.’e direnen isyancı grup Right Hand ile bir araya gelmişlerdir. Ancak Teresa’nın ihaneti sonucu grup kendini bir kez daha W.I.C.K.E.D.’a karşı mücadele ederken bulmuş, bu mücadele sırasında Minho’nun, organizasyon tarafından yakalanmasını engelleyememişlerdir. Minho’yu kurtarmak için yola çıkan Thomas ve arkadaşları organizasyonun peşine düşer. Bu uğurda aldıkları kararlar yalnızca arkadaşlarının değil, dünyanın da kaderini değiştirecektir.
ÖZGÜRLÜĞÜN ELLİ TONU 9 Şubat 2018 Tür: Dram Yönetmen James Foley Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Eric Johnson Jamie Dornan ve Dakota Johnson, dünya çapında çok satan “Elli Ton” fenomeninin üçüncü bölümünden uyarlanan “Özgürlüğün Elli Tonu” filminde Christian Grey ve Anastasia Steele rolleriyle geri dönüyor.
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
PARAMPARÇA
ARAMIZDAKİ SÖZLER 12 Ocak 2018
Kocasıyla çocuğunu Hamburg’daki bir terörist saldırıda kaybeden Katja, hakkını aramak için
mahkemeye başvurur. Fakat mahkeme zanlılardan yana tavır koyar. Karar karşısında öfkeye kapılan Katja, kendi adaletini sağlamak adına yollara düşer. Fatih Akın’ın yazıp yönettiği filmin başrollerinde Diane Kruger, Numan Acar ve Ulrich Tukur yer alıyor.
Tür: Dram, Aksiyon Yönetmen Hany Abu-Assad Oyuncular: Kate Winslet, Idris Elba, Beau Bridges Trajik bir uçak kazasından sonra hayatta kalan ancak sersemlemiş olan iki yabancı, karla kaplı ıssız bir dağın uç noktalarında hayatta kalabilmek için mücadele vermek zorundadır. Yardımın gelmeyeceğinin farkına vardıklarında, yüzlerce kilometre uzunluğundaki vahşi doğada tehlikeli bir yolculuğa çıkmak zorunda kalırlar.
RÜZGAR 19 Ocak 2018 Tür: Romantik Komedi Yönetmen Serkan Acar Oyuncular: Belçim Bilgin, Halil Sezai Paracıkoğlu, Ataberk Mutlu 35 yaşındaki Ece, çocuk bezi üreten bir şirketin genel müdür yardımcılığını yapmaktadır. Sevgilisi Alper ile mutlu bir ilişkileri vardır ve 2 yıllık ilişkilerini evlilikle taçlandırmanın zamanı gelmiştir. Fakat Alper’in çocuk isteğine
karşı çıkan Ece yüzünden bir türlü evlenemezler. Tam da bu sırada beklenmedik bir şekilde hayatlarına giren bir kapkaç çetesi elemanı olan 10 yaşındaki Rüzgar her şeyi değiştirecektir. Sokak çetesini alt etmeye çalışan kahramanlar büyük bir aile olmalarını sağlayacak bir maceraya atılırlar.
SEVGİSİZ 26 Ocak 2018 Tür: Dram Yönetmen Andrey Zvyagintsev Oyuncular: Maryana Spivak, Alexey Rozin, Varvara Shmykova
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
2 Şubat 2018 Tür: Gerilim Yönetmen: Fatih Akın Oyuncular: Diane Kruger, Denis Moschitto, Numan Acar
SUYUN SESİ 16 Şubat 2018 Tür: Fantastik, Dram Yönetmen Guillermo del Toro Oyuncular: Sally Hawkins, Michael Shannon, Richard Jenkins
87
Soğuk savaş dönemi Amerika’da geçen hikayede, Elisa yalnız bir kızdır. Sessiz, rutin bir hayatı olan Elisa, gizli ve yüksek güvenlikli bir devlet laboratuarında temizlikçi olarak çalışır. Elisa iş arkadaşı Zelda ile devletin yaptığı gizli bir deneyi keşfeder ve suda hapsedilen insansı bir yaratığı acımasız deneyden kurtarmaya çalışırlar. Guillermo del Toro’nun yönetmenliğini üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Sally Hawkins, Michael Shannon, Richard Jenkins, Doug Jones, Michael Stuhlbarg, Octavia Spencer yer alıyor.
Filmde, bir çocuğun ansızın ortadan kaybolması üzerine onu aramaya başlayan, boşanma arifesindeki bir karı-kocanın bezginlik ve pişmanlıkla yaralı çabalarının hikâyesi anlatıyor. Andrey Zvyagintsev’in yönettiği filminin senaryosunu ise Zvyagintsev ile birlikte Oleg Negin kaleme aldı. Film ayrıca 70. Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarışıyor. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
ZELİHA ŞENGÜL K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
88
Ki tap lık
Kuşçubaşı Eşref
Benjamin C. FORTNA Çeviren: Selçuk UYGUR Timaş Yayınları Trablusgarp fedaisi, Batı Trakya savaşçısı, efsanevi Teşkilat-ı Mahsusa subayı, 150’lik… Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuran Kuşçubaşı Eşref, bugün hâlâ tartışılan bir karakter; kimilerinin görmezden geldiği, kimilerininse mitik hale getirdiği, tarihsel gerçeklik ile popüler hayal gücünün sınırları arasında flulaşan efsanevi bir figür. Dünyaca ünlü tarihçi Profesör Benjamin C. Fortna’nın, Kuşçubaşı’nın kendi eliyle kaleme aldığı hatıralar ve sandukasından çıkan şahsi belgelerden üzerinden yaptığı bu birinci sınıf çalışma, Kuşçubaşı hakkında bugüne kadar yazılan en detaylı ve güvenilir biyografi olma özelliğini taşıyor. Fortna, çalışmasını bireye merkezleyerek, devlet ve toplum arasındaki katı sınırları sorgulamaya ve çok daha incelikli bir tarihsel gerçekliğe varmaya kapı aralıyor. “Sadakat, hıyanet, milliyet ve vatanperverlik gibi heybetli ve telaffuzu hoş kavramlar tekil insanların hayatlarına giydirilerek izah edilmeye çalışıldığında kağşarlar, keskinliklerini kaybederler. Eşref Bey kolayca kullanılan soyut kavramları sigaya çekmemizi sağlayan
Ahmet Aylin İŞCAN YENER Siyah Kitap Yayınları Dünya 1.Cihan Harbinin eşiğindeyken, Osmanlı savaştan savaşa koşmaktan nefes nefese kalmışken, Rodop Dağlarının eteğindeki bir kasabada biri Müslüman diğeri Hıristiyan iki genç birbirlerine sevdalandı. Her şeyi göze aldılar ve kendilerini yarınları meçhul bir kadere teslim ettiler. Onlardan doğan çocuklar ve onların çocukları … hepsi üzerlerine düşen bedeli ödedi. 1913 yılında Selanikte doğup,1988’de İstanbul’da ölen, 2016 yılında bambaşka bir insanın kaderinde dirilen, sırrının efendisi muhteşem bir adamın, Ahmet’in öyküsü …
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
somut bir hayat yaşamıştır. İlaveten, yaşadığı zamanın dünyasını dostlarla ve düşmanlarla paylaşmıştır. Her insan bir ilişkiler ağının parçası, o halde her biyografide yan rollerde başka ilginç karakterler de boy göstermelidir. Nitekim Kuşçubaşı Eşref Bey biyografisinde kendisinden başka Mustafa Kemal, Enver, Cemal ve Hurşid paşaların, Süleyman Askerî ve Yakup Cemil’in, Çerkes Ethem’in, Ahmed’in, Reşid’in, Selim Sami’nin hikâyelerinin bazı cepheleri de saklıdır.” Abdulhamit Kırmızı “Ziyadesiyle mühim ve orijinal bir çalışma. Osmanlı İmparatorluğu’nun çetin ve travmatik geçen son on yılına emsalsiz bir iç bakış sunuyor.” Erik-Jan Zürcher
Aklın ve Bilimin Işığında Eleştirel Düşünme Kılavuzu
Marka Olmak İstiyorum Mivhael PORT Çeviren: Onur ATAMAN Sola Unitas Yayınları
Mutluluk, müşteri ve kazanç sağlayacak en hızlı, en kolay ve en etkili sistem. Pazarlama ve satıştan nefret etseniz bile. Herhangi bir alanda marka olmak istiyorsanız, Micheal Port’un “Book Yourself Solid” adlı sistemi hayatınıza büyük katkılar getirecektir. “Pazar alanı oluşturma ve potansiyel müşteri arayışı, tüm pazarlama şirketlerinin kalbidir. Michael Port’un zekice oluşturduğu bu pratik sistem, şu ana kadar gördüklerimin en iyisi. Bu kitabı okuyun ve işyerinizdeki dönüşümü seyredin.” Michael E. Gerber, E-Myth Worldwide’ın Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı, The E-Myth Revisited Kitabının Yazarı “Ödevine iyi çalış, ihtiyaçlarını belirle! Bu kitap, nasıl başarılı olunur üzerine kavramsal ya da teorik bilgiler vermekten ziyade, sorun ânında ya da sorunu önlemek için neye ihtiyacın olduğunu keşfetmeni ve bunu pratik bilgilerle bugününe ve geleceğine uyarlamanı sağlayacak.” Seth Godin, All Marketers Are Liars ve Permission Marketing’in Yazarı “İletişim, satış ve pazarlama fikirlerinde zaman zaman başarısız olduğunuzu düşünüyorsanız, bu kitap tam size göre. Marka Olmak İstiyorum, işyerinizi ideal müşterilerle doldurmanız için ihtiyacınız olan her şeyi size sunuyor.” Ivan R. Misner, Masters of Networking’in Kurucusu, CEO’su
Demokrasi ile eleştirel düşünme arasında ne gibi bir ilişki vardır? Demokratik bir toplumda yurttaşların demokrasi sözcüğünü anlamlı kılmaları için neleri bilmeleri gerekir? Tarihçi ve eğitimci Normand Baillargeon Eleştirel Düşünme Kılavuzu’nda, gündelik politikada ve haber bültenlerinde insanları istenilen kıvama getirmek için söylenen yalanları açığa çıkarmamız, neyin önemli olduğuna kendi inisiyatifimizle karar vermemiz ve kendimizi iktidarın ve medyanın manipülasyonlarından korumamız için hangi soruları sormamız gerektiğini çok yalın bir dil ve göz açıcı örneklerle anlatıyor. Eleştirel düşünmenin yurttaşlık bilincinin en önemli öğesi olduğunun altını çizerek… “Baillargeon, kamuoyunu yönlendirmeyi, insanları yanıltıp aldatmayı amaçlayan basit teknikler ile yanılsama yaratmaya yarayan daha ince yöntemler konusunda okuru aydınlatıyor, dupduru bir dil ve uzmanlık bilgisiyle.
Yazar, tepemizden aşağı her gün boca edilen onca safsata ve yalana aracılık yapan medya ve propagandanın çözümlenmesinde kullanılabilecek stratejileri serimlemekle kalmıyor, aynı zamanda, ideoloji ve öğretilerin çarpıtıcı prizmalarından aktarıldıklarında daha da çapraşık bir hüviyet kazanan karmaşık bir dünyayı anlamada büyük önem taşıyan eleştirel sorgulama yetisini geliştirecek bir alet takımı da sunuyor.” Noam Chomsky
Evlenmeden Önce Doğan CÜCELOĞLU Remzi Kitapevi
Evlilik, bir çiçekçi dükkânı gibi farklı olanaklar sunar; çiçeklerden nasıl bir buket yaratacağınız size kalmış… Bir kadının ve erkeğin iki farklı öyküsü evlilikte bir araya gelir. Evlenmeden önce aralarındaki ilişkiyi önemseyen, üstüne konuşan, sohbet eden, zaman ve emek veren çiftler, evliliklerinde kendi farklı öykülerinden ‘bizim öykümüz’ dedikleri yeni bir öykü oluşturmayı başarırlar. Evlendiğinizde, hayatının en önemli, en güçlü tanığını seçmiş olursunuz. Bunun bilincinde olmak, önemli bir olgunluk adımıdır. Evlilik öncesinde, müstakbel eşinizle paylaştığınız değerlerin farkında olmak önceliğiniz olmalıdır. Birlikte, ‘birbirinizi yaşamak’ için evleniyorsunuz ve bu evlilikte ikiniz de kendiniz olarak var olmayı yani BİZ olmayı önemsiyorsanız, değerlerinizin uyum içinde olması gerekir. Evlilik yolculuğuna başlarken biricik sermayeniz olan sevgi, küçülüp yok
olabilecek ya da büyüyüp gelişebilecek bir şey. Evet, o hem çok kudretli hem de bir o kadar zarif ve kırılgan. Kurduğunuz ilişkiler ve üstlendiğiniz rollerin farkında olarak onu hakkıyla yaşamanız, yaşatmanız gerekiyor. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Normand BAİLLARGEON Çeviren: İbrahim YILDIZ Dipnot Yayınevi
89
KÜLTÜR - SANAT
2017 yılının son aylarında Denizli, bir yandan önemli tiyatro oyunlarına ev sahipliği yaptı diğer yandan ünlü sanatçıları ağırladı. Geçtiğiniz KasımAralık aylarında Denizlili sanatseverlerin ilgiyle takip ettikleri kültür-sanat olayları kısaca şöyle:
CİMRİ TİYATRO OYUNU K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Fransız komedi yazarı Moliere’in ünlü eseri “Cimri”, 19 Aralık tarihinde EGS Kongre ve Kültür Merkezi’nde sevenleriyle buluştu.
90
“Dünyadaki insanların en az insan olanı; yeryüzündeki canlıların en katı yüreklisi, pintilerin en pintisidir. Onun sevmesinden kuru, onun okşamasından kısır bir şey olamaz. Vermek öylesine zoruna gider ki, selam bile vermez kimseye, onu bile alır; yalnız alır...” Böyle betimliyor onu tanıyanlar Cimri’yi. Kimdir bu “Cimri”? Gerçekten de dedikleri kadar acımasız, katı yürekli, pinti ve kötü müdür? İnsan doğuştan mı böyle olur? Sadece yazılmış bir karakter midir “Cimri”? Etrafımızda var mıdır böyleleri? Nasıl bir şey olurdu böylesi bir insanla yaşamak? 17. yüzyılda yaşamış Fransız komedya yazarı Moliere’in ünlü eseri Cimri’de belli bir zümreye bakmakla; bir genelleştirmeye bakmak
arasındaki pencereden birçok insanın ve ailelerin iç ve dış yapısına bakar, garip rastlantılara tanık olursunuz. Yönetmenliğini Tansu Biçer’in yaptığı oyunda; Serkan Keskin, Rojhat Özsoy, Gözde Şencan, Hakan Atalay, İbrahim Barulay, Sezin Bozacı, Ezgi Ulusoy, Murat Kılıç, Yavuz Pekman, Selen Şenay, Uğur Senkeri ve Saniye Samra oynuyor.
MABEL MATİZ DENİZLİ’DEYDİ Türk Pop’unun önemli seslerinden biri olan Mabel Matiz Denizli’de sevenleriyle buluştu. 22 Aralık’ta sahne alan başarılı sanatçı, hayranlarına unutulmaz bir müzik ziyafeti çekti. 2011 yılında kendi adını taşıyan ilk albümüyle müzik dünyasına adım atan sanatçı, “Yaşım Çocuk” albümüyle kendine sağlam bir yer edindi. GQ dergisi tarafından “Yılın Müzik Adamı” seçilen sanatçı, 2014 yılında “En İyi Çıkış Yapan Sanatçı” kategorisinde Altın Kelebek ödülüne layık görülmüştü.
ASLI GÜNGÖR YILBAŞI KONSERİ
“Kalp Kalbe Karşı Derler, Son Öpücük, Aşk Her Şeye Değer” isimli şarkılarıyla tanınan Aslı Güngör, duygusal ve hareketli şarkılarıyla 31 Aralık yılbaşı gecesi, Denizli sevenleriyle buluştu.
NECATİ VE SAYKOLAR
LEMAN SAM KONSERİ
Denizli’nin Kasım ayında ağırladığı gruplardan birisi de Necati ve Saykolar’dı. 10 Kasım tarihinde sahne alan grup sevenleriyle buluştu. Yeni albümleri “Mütemadiyen”den söyledikleri şarkıların yanı sıra cover parçalarda seslendirdiler.
Türk Pop Müziği’nin kendine özgü sanatçılarından biri olan Leman Sam, 11 Kasım tarihinde Denizlili sevenleriyle bir araya geldi. Magazin basınında göremediğimiz Sam, Azerice, Rumca, Fransızca, İspanyolca başta olmak üzere 20’e yakın dilde şarkı söylüyor. İlla, Gül Güzeli, Gönül, Rüzgar gibi çok sayıda şarkısıyla gönüllerde taht kuran sanatçı, Denizlili sevenlerine unutulmaz bir gece yaşattı.
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
OCAK-ŞUBAT PROGRAMI Şehrimiz, kültür-sanat etkinlikleri anlamında yoğun geçen bir yılı geride bıraktı. Denizli, 2017 yılında sayısız sanatçıyı sahnelerde ağırlarken, ünlü tiyatro oyunları da sanatseverlerle buluştu. 2018 yılının bu ilk aylarında yine şehrimizde ünlü sanatçılar sahne alacak ve tiyatro oyunları sahnelenmeye devam edecek. Ocak-Şubat aylarında Denizlili sanatseverlerin takip edebilecekleri kültür-sanat etkinlikleri kısaca şöyle:
Savaş Özdural’ın yazıp-yönettiği “Kadın Aklı Erkek Aklı” oyunu, 31 Ocak tarihinde EGS Kongre Kültür Merkezi’nde seyircisiyle buluşacak. “Eğlenirken, düşünmenize gerek yok, zaten bu hepimizin hikayesi. Aynı gezegende yaşamamıza rağmen neden bu kadar farklıyız? Bütün suç kromozomlarda mı? Kadın ve erkek konuşurken neden frekanslar farklı titreşiyor, iletişim sistemi çöküp aradığımız kişiye
şu anda ulaşılamıyor cevabı alıyoruz? Kadın konuşuyor, erkek anlamıyor. Erkek konuşuyor, kadın anlamıyor. Yoksa biz aynı dili mi konuşmuyoruz?” Saba Tümer, Yosi Mizrahi, Aysun Metiner, Fatih Gülnar, Pelin Turancı ve Savaş Özdural sahnede bir araya geliyor; bu karmaşayı yaşıyor; size de eğlenmek kalıyor. Ama kahkahalarınızı çok uzatmayın, bir sonraki espriden mahrum kalmayın.
GÖKSEL KONSERİ
BİR ZAMANLAR GAZİNODA 65. sanat yılında Haldun Dormen’in hem yazıp hem de başrolünde oynadığı “'Bir Zamanlar Gazinoda” 25 Şubat tarihinde EGS Kongre Kültür Merkezi’nde seyircisiyle buluşacak. Yıllar önce yaptıkları tüm oyunlarla izleyenleri kırıp geçiren, herkesin gönlünde taht kurmuş iki eski komedyenin şöhreti artık geçmişin tozlu sayfaları arasında kalmıştır. Geçmişte yaşanan tatsız bir olaydan dolayı bir gece yollarını ayırmışlar ve yıllarca bir daha asla görüşmemişlerdir. Fakat hiç beklenmedik bir anda gelen teklifle yeni bir proje için tekrar bir araya gelirler. Bakalım bu ilki eski dost aralarındaki husumeti çözüp tekrar özledikleri o şöhrete kavuşabilecekler mi? Yönetmenliğini Ali Altuğ’un yaptığı oyunda; Haldun Dormen, Kerem Atabeyoğlu, Ruhsar Öcal, Almila Uluer, Caner Tör, Murat Terzi, Murat Buyruk, Cansel Şanlı, Ece Arlı, Başak Burcu Ceylan ve Fatih Aslan oynuyor.
Türk pop müziğinin kendine özgü yorumu ile en önemli kadın yorumcu ve söz yazarlarından Göksel, 3 Şubat’ta Denizli’de sevenleriyle buluşacak. Güçlü ve renkli sahnesi ile her zaman hafızalarda yer eden performanslar sergileyen Göksel, yeni şarkılarının yanı sıra geçmişten bugüne seslendireceği unutulmaz şarkılardan oluşan benzersiz bir repertuar ile sevenlerine eşsiz bir müzik ziyafeti sunacak. İlk günden beri müzik listelerinin üst sıralarında yer almayı başaran Göksel, kariyeri boyunca yayınladığı 9 albüm ve aldığı sayısız ödülle, izleyicisini büyülemeye devam ediyor.
YAŞAR KONSERİ Sevilen şarkıcı Yaşar, 13 Ocak tarihinde sevenleriyle buluşuyor. Ünlü müzisyenin ülke çapında adını duyurması ve bugün bulunduğu konuma dair ilk adımlarını atması, 1996 yılında yayınladığı “Divane” isimli ilk albümüyle ger-
çekleşti. Ulaştığı satış rakamlarıyla altın plak kazanan albüm, aynı zamanda Yaşar’a Kral TV Müzik Ödülleri’nde “Yılın En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçısı Ödülü”nü getirdi. Toplam 9 albüm çıkaran Yaşar, katkıda bulunduğu albümler ve konserleriyle üretkenliğini ve başarısını sürdürmeye devam ediyor.
CAMIM KARDEŞİM MÜZİKALİ 2 Çocukların kalbinde taht kurmayı başaran “Canım Kardeşim Müzikali 2” 14 Ocak tarihinde, EGS Kongre ve Kültür Merkezi’nde çocuk hayranlarıyla buluşuyor. Müzikalde, salonları dolduran çocuklar dans edip, şarkılara eşlik edecekler. Galip Bey ve eşi Lale Hanım, kızları Mine ve Müge’nin eğlenmek, güzel zaman geçirmek için sadece bilgisayara mahkum olduklarını görünce çok üzülürler. Kendi çocukluk yıllarına geri dönüp Mine, Müge ve Mıncır için geçmişten günümüze kadar gelen Barış Manço gibi unutulmaz sanatçıları taklit ederek anlatırlar. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
KADIN AKLI ERKEK AKLI
91
/ F O T O Ğ R A F S A N AT Ç I S I
C E N K Ç ATA L O K K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
92
SHIRLEY yunun afişini ilk gördüğümde bu oyunu sadece fotoğraf arşivime katkı olarak görmüş olsam da oyuna gösterilen yoğun ilgi bakış açımı daha oyun start vermeden deği ştirmeye yetmişti. Şehir merkezinden oldukça uzak bir yerde bulunan bir salona üşenmeden gelen tiyatro severlerini oraya getiren, bu oyunu izlemeye teşvik eden neydi? Şüphesiz, Sumru Yavrucuk’un başarıyla sahnelemiş olduğu bu eser, sinema filminin tiyatroya uyarlamasından başka bir şey değilmiş. Elbette tek sebep bu olamazdı. Bilmeyenler ve oyuna gidemeyenler için oyunun konusundan bahsetmem gerekirse şunları söyleyebilirim: kocasından yeterli ilgiyi görmemiş, hayatının geri kalanını ev işlerine vermiş, cinsel hayatında problemler yaşamakta olan, ruhsal çaresizliğini duvarlarla konuşarak gidermeye çalışan bir kadın… Shirley Valentina. Sumru Yavrucuk, sahnede tek kişilik dev gösteri olan Shirley Valentina’i öylesine başarılı canlandırıyor ki insan olaylara bakarken konudaki her
O
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
duyguyu rahatlıkla yakalayabiliyor, her iki perdede de oyunu sıkılmadan izleyebiliyorsunuz. Bunun yanında oyunda dikkat çekilmesi gereken nokta usta oyuncunun tek başına bütün karakterleri yüksek temponun içinde başarılı bir performansla canlandırmasıydı. Bana kalırsa 2017-2018 tiyatro sezonunda Sumru Yavrucuk’un bu gösterisi dillerden düşmeyecektir. Oyunun yönetmeni olmak ve aynı anda sahnelemek önemli bir meziyettir. Bana sorarsanız; usta oyuncunun hem yönetmen hem de oyuncu olarak ortaya koyduğu bu yenilikçi yaklaşım ‘Shirley’i sezonun dikkat çekici gösterilerinden birisi yapmaya yetmiştir. Yazımı sonlandırırken, gösterinin çekim safhasını anlatmadan geçemezdim. Elbette ‘’Fotografane Mutfak’’ olarak bu oyunu fotoğraflamamıza müsaade eden ve sizleri bu güzel karelerle buluşturmama vesile olan ‘’Sumru Yavrucuk’’a inceliğinden dolayı teşekkür ediyorum. Ancak, aynı şeyi oyunu izlemeye geldiklerini düşündüğüm, ‘’makinenizin sesinden oyunu izleyemedik’’ diyerek, gösterinin tadına varmak-
tan çok yapmış olduğum sanatla uğraşarak komik duruma düşen bazı izleyiciler için söyleyemeyeceğim. Problem ne olursa olsun, gerek gösteri ekibinden, gerek salon yetkililerinden, gerekse oyuncunun kendisinden müsaade almışsam ve saatlerce ayakta durarak sizleri bu görüntüler ile kavuşturabilmek için göstermiş olduğum emeğe şimdiye kadar karşılaşmadığım şekilde bir üslup kullanılıyorsa, o söylemlerde bulunan bazı izleyicileri dikkate almamaya özen gösteririm.
CİMRİ M
şındaki diğer tüm karakterlerin para ile olan ilişkileri oyunun başından sonuna kadar aynıyken Jacques Usta’nın başlangıçlarda barındırdığı sağlam karakterini sonraları menfaat uğruna şekillendirmeye çalışması ve çevirdiği dolapların başına daha büyük kazalar açmasından sonraki sözleri de bunu tasdikler nitelikteydi. Şüphesiz; Molière, hınca hınç dolu bir salonda 2,5 saat boyunca kahkahayla gülerek, aralarda alkış tutarak seyredilen bu ‘’Cimri’’yi görseydi büyük keyif alırdı. Peki, kimdir bu Cimri? Gerçekten de dedikleri kadar merhametsiz, katı yürekli, aşırı tutumlu ve kötü müdür? Nasıl bir şey olurdu böylesi bir insanla yaşamınızı sürdürmek? Elbette bizim de tutumlu olalım derken ölçüyü kaçırdığımız anlar oluyordur. Hatta bazen bu anlarımıza şahit olan insanlar bize takılmaktan kendisini alıkoyamaz. Çünkü, farkında olmadan aşırı tutumlu insan rolüne büründüğümüzde bizler de gülünç durumlara düşebiliyoruz. Yazıma son verirken, deklanşöre bastığım anları anlatmadan geçemezdim. Oyunun başından sonuna kadar hiç durmamışçasına her anı kaydetmeye çalışmak oldukça keyifliydi. Her karakteri özel kılan jest ve mimikleri, zaman zaman kahkahalara boğulduğumuz
anlar planlanmış olsa dahi bu kadar mükemmel olamazdı.
Son olarak: Semaver Kumpanyası ile Serkan Keskin’e, Sumru Yavrucuk’a, Gate Prodüction ile Melih Özen’e, Fotografane Mutfak ile Zeliha Taş’a, ve Güzide D. ‘e Teşekkür ediyorum.
Tiyatro oyunlarını fotoğraflayarak bir araya getirdiğim ‘’Bir Cenk Çatalok Sergisi’’ 24 Mart 2018 tarihinde Forum Çamlık’ta sizlerle…
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
oliêre’in 1660’lı yıllarda kaleme aldığı düşünülen ‘’Cimri’’, paralarına, altınlarına canından çok önem veren Harpagon’un aşırı tutumlu karakteri etrafında yol alan, maddi çıkarların kadın – erkek ilişkileriyle harmanlanarak insan davranışları üstündeki gülünç durumlarını ele alıyordu. Harpagon karakterine Serkan Keskin hayat veriyordu. Serkan Keskin’i ‘’Fotografane Mutfak’’ olarak tiyatro sahnesinde ilk kez seyretme fırsatı bulduk. Peki, emek veren karakterler bununla sınırlı mıydı? Jacques Usta rolüne hayat veren Yavuz Pekman, Frosine rolüne hayat veren Sezin Bozacı…Sezin Bozacı’yı oynarken hissettirdikleri ile Yavuz Pekman’ı ise oyundaki stratejik yeri ve bir anlamda oyunun özeti sayılabilecek karakteriyle severek seyrettim. Paranın ve hakimiyet kurma hırsının insan davranışlarına yansımaları daha çok Jacques Usta karakteri üzerinde görülüyordu. Onun dı-
93
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
PAHOY-TUANA TÜRKİYE TANGO ŞAMPİYONLARINI DENİZLİ’DE AĞIRLADI
94
PAHOY ve TUANA Dans Stüdyosu, TANGOİZM Denizli ile Denizli’deki ilkleri gerçekleştirmeye devam ediyor. Acedamia Del Tango İstanbul Tango eğitmenleri, son iki yılın Türkiye Şampiyonları ve Avrupa finalistleri Selçuk ATALAY-Müge ÜNER çifti geçtiğimiz günlerde Sümerpark’ta Tango workshop, ardından da Forum Çamlık Down Town’daki yaklaşık 100 kişinin katıldığı milongada izleyenleri adeta büyüledi. Diğer yandan, gündüz derslere katılan tango öğrencileri, akşamda öğrendikleri figürleri ustalıkla sergiledi. Denizli’deki dans severler ise tangocuları hayranlıkla izledi. Gecenin sonunda TUANA Dans’tan Dilek Semerci ve TANGOİZM Denizli’den Mehmet Lütfi Elmas, Müge-Selçuk çiftine muhteşem gösterileri için çiçek ve hediye takdiminde bulundu. PAHOY Başkanı Deniz Semenci ise yaptığı konuşmada, Müge-Selçuk çiftine yaşattıkları büyülü gece için teşekkür ederek; katılan dans severlere de bu tarz organizasyonların devam edeceğinin müjdesini verdi. Semerci, dans severleri, pazartesi akşamları Casa Bianca’da gerçekleştirilen milongalara davet etti.
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Denizli’nin 32 yıllık derneği PAHOY ve TUANA Dans Stüdyosu, geleneksel erken yılbaşı partisini, Dedeman Park Hotel’de, 140 kişilik misafir katılımıyla gerçekleştirdi. TUANA Dans’tan Dilek Semerci’nin açılış konuşmasıyla başlayan gece, birbirinden güzel dansların eşliğinde sabahın ilk ışıklarına kadar devam etti. Değişik hediyelerin verildiği çekiliş ise geceye ayrı bir renk kattı. Tangodan zeybeklere, sirtakiden halaylara, salsadan 70’li-80’li yıllara kadar her türlü müzik eşliğinde eğlenen ve dans eden PAHOY-TUANA dansçıları, 5 kişinin doğum gününü de ortak kutladı. Geceye özel hazırlanan kostümleri ve danslarıyla tango, salsa, modern dans ve zeybek gösterileri görülmeye değerdi. Gecenin sonunda PAHOY Başkanı Deniz Semerci: “Bir yılın yorgunluğunu az da olsa atabilme, stresten uzaklaşma, dayanışma ve yıllardır geleneksel hale getirdiğimiz yeni yılı dans ederek karşılıyoruz. Diğer bir övünç ve mutluluk kaynağı ise 32. kuruluş yıl dönümümüzü kutluyor oluşumuzdur. Önümüzdeki günlerde 32. yıl etkinlikleri kapsamında sürprizlerimiz devam edecek o nedenle tüm dostlarımızı bizi takip etmeye davet ediyoruz. Tüm dansçılarımıza ve misafirlerimize de geceye katılımlarından dolayı teşekkür ediyoruz” şeklinde konuştu.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
PAHOY-TUANA’DAN 32.YIL KUTLAMASI
95
KÜLTÜR - SANAT
DENİZLİ DEVLET TİYATROSU YENİ OYUNLARI AĞIRLAMAYA DEVAM EDİYOR
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Devlet Tiyatroları, 1 Ekim Pazar günü, seyirciyi selamlayıp perdelerini açmıştı. Repertuarında 150’ye yakın oyun bulunan Devlet Tiyatroları, yeni sezonda 13’ü yerli, 18’i yabancı olmak üzere toplam 31 oyunu ilk kez sahneye koyacak. Denizli Devlet Tiyatrosu ise; yeni sezonun ilk oyunu olan Ermişler Ya Da Günahkarlar’ı, 27-28 Ekim tarihlerinde, Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi’nde seyircisiyle buluşturmuştu. Denizli Devlet Tiyatrosu, geçtiğimiz Aralık ayında, Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi’nde “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” ve “Haydi, Karına Koş” oyunlarına ev sahipliği yaptı.
96
SERSEM KOCANIN KURNAZ KARISI Erzurum Devlet Tiyatrosu oyuncuları tarafından sahnelenen “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyunu, 8-9 Aralık tarihlerinde Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi’nde Denizlili tiyatro severlerle buluştu. Haldun Taner’in yazdığı ve Saydam Yeniay’ın yönettiği oyunda, Tanzimat Dönemi Türk Tiyatrosu’nun yaşadığı kimlik sorununa komik bir dille çözüm önerisi aranmaktadır. Gerçeklerle oyunun iç içe geçtiği “oyun içinde oyun” kurgusuyla ilerleyen oyunda; Moliere’in “George Dandini” piyesini üç farklı yorumla sahnelemeye çalışan bir kumpanya çıkar karşımıza. Thomas Fasülyeciyan öncülüğünde kurulan bir tiyatro topluluğu İstanbul’da yaşadığı birtakım sıkıntılardan dolayı Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa’nın desteğini almak üzere Bursa şehrine gelir. Ahmet Vefik Paşa tiyatrocuları büyük bir sevinçle karşılar, bir tiyatro binası kurup, hepsini maaşa bağlar. Batı tarzı tiyatro formunu önemseyen Thomas Fasülyaciyan ile tüluat tiyatrosu ustası Küçük İsmail Efendi arasındaki tatlı çatışmadan doğan komik öğelerle bezeli oyun, tiyatromuzun geçmişte yaşadığı sıkıntıları tarihsel bir süreç içerisinde seyirciye aktarıyor. Oyunun oyuncu kadrosu ise şöyle: Emrah Keskin, Cengiz Toraman, Sezai Yılmaz, B. Atilla Karagöz, Oğuzhan Vartolioğlu, Fazıl Aksakal, Taner Köse, Ömer Menteşe, Samet Talayman, Gülsüm Yalçın, Alev Beyazoğlu, Özlem Millici, Kardelen Fatma Göktaş, Bengü Atar, Kübra Çanakçı, Bilal Hüseyinoğlu ve Abdulkadir Sarı.
HAYDİ KARINA KOŞ Denizli Devlet Tiyatroları’nın Aralık ayında ağırladığı oyunlardan biri de İzmir Devlet Tiyatrosu oyuncuları tarafından oynanan “Haydi Karına Koş” oyunuydu. 15-16 Aralık tarihlerinde Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi’nde sahnelenen oyun, Denizlili tiyatro severler tarafından yoğun ilgi gördü. Ray Cooney’in yazdığı oyunu Orhan Azizoğlu çevirmiş. Yönetmenliğini Ali Hürol’un yaptığı oyunun konusu kısaca şöyle: Bir adam: John, iki eşi: Barbara ve Mary… Birbirinden habersiz iki kadın, iki evlilik… Bir gün kaza geçiren John, sırrının ortaya çıkmaması için elinden geleni yapar. Hatta üst kat komşusu Stanley’de ona yardım elini uzatır. Ancak işlerin karışmasına engel olamaz. Oyun, John’un iki eşini de idare etme; evliliklerini sürdürebilme çabasını anlatıyor. Oyunda sahneye çıkan oyuncuların isimleri ise şöyle: Nevzat Hakan Dönmez, Devrim Akkaya, Gerçek Özkök Yağcı, Gülay Toprak, Gürol Tonbul, Murat Çobangil, Ali Ulvi Hünkar ve Atacan Öztekin. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
Ani değişimleri, her türlü yenilikçi fikri ve devrimleri temsil eden Uranüs’ün Koç burcundaki ilerlemesi devam ediyor. Bu burcu terk edeceği Haziran ayına kadar tüm özelliklerini göstermeye devam edecek. Zaten pek sıkıntıya gelemeyen Koç’lar, yine senenin ilk yarısında gelenek ve göreneklere bağlı kalmadan yaşamayı tercih edecekler. Bu yetmiyormuş gibi savaşçı kadın Tanrıça Pallas’da yine aynı burçta gezintisine devam etmekte. Hele bir ara bu iki gücün birleşmesi var ki hiç sormayın. Toplumda haklarını yitirmiş, zarar görmüş insanlara umut saçan görüşleri doruk noktasına çıkacak. Bilinç noktasında yeni buluşlara ve önemli fikirlere açık ve eğilimleri artacak. Elektronik, teknolojideki yenilikleri anlama konusunda doğal yakınlıklarında artış olacağı söylenebilir.
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Sabrı ve bu sayede kazanmayı çok iyi beceren Boğa burcu mensupları bu sene daha da güçlenecekler. Yine sabrı ve azmi dile getiren Asteroid Admestos’un da aynı burçta seyretmesi maddi ve somut konularda daha büyük başarılar getirecek. Üstelik başarı nispetinin artmasına Oğlak burcunda bulunan planetler de katılmaktalar. Peki, tek zorluk ne olabilir acaba bu burçtakiler için? Bu da Akrep burcunda seyretmekte olan bereket Tanrısı ulu Jüpiter’in burçlarına yaptığı sert açılar. Bunlar önemli. Demek ki, konuları ne olursa olsun, aşırı iyimserliğe hiç kapılmamaları gerekiyor. Senenin ikinci yarısında değişimler ve anilikler temsilcisi Uranüs’ün de burçlarına girmesi burcun ilk on gününde doğanlara bazı yeni imkânlar getirecek.
İkizler burcu mensuplarının bu sene işlerinin pek kolay olduğu söylenemez. Burçlarında yıl içinde önemli bir transit planet bulunmuyor. Merkür’ün çift karakterli çocukları biraz öksüz gibi gözüküyor bu sene. Çünkü Yay burcundaki aşk, evlilik vb. gibi konulara bakan Cupido İkizler burcuna sert açılar alıyor. Üstelik bu sert açıları Balık burcundaki Kiron ve Neptün’de olumsuz olarak kösteklemekte. Bu yılın İkizler burçlular için zengin hayallerle, sırça saraylar inşa etmemeleri için bir ihtar olduğu söylenebilir. Ancak astrolojide de demokrasi gibi çareler tükenmez. Onlara için Koç burcundaki Savaşçı kadın Tanrıça Pallas ile Aslan burcundaki Ceres’in açılarını hesaba katarsak ortaya şöyle bir tablo çıkar: Fazla meraklanmamaları gerek. Savunmasız olmayacaklar ve arkalarında mutlaka güçlü birileri yer alacak.
98
Yengeç burcunda transit konumda Hades ve Kronos gibi önemli asteroidler bulunuyor. Bunlardan Hades tüm korkutuculuğu ve ihtişamıyla bu burç mensuplarına dışa karşı sert ama içte kırılgan, savunma amaçlı sert ve soğuk davranabilir. Dışa maske takabilen bir karakter oluşturabilirsiniz diyor. Ayrıca yıl içinde iyi bir metafizik uygulayıcısı olabileceklerini de söylüyor. Sosyal sorumluluklara ilişkin günlük ayrıntılarla ilgileniniz diye ihtarda bulunuyor. Kronos ise dışa karşı sert ama içte kırılgan, savunma amaçlı sert mizacınız sayesinde yetkili ve iyi yönetici olabilirsiniz diyor. Alıngan takılmazlarsa korkulacak fazla bir şey yok. Karşıt burcunuz Oğlak’taki yoğunlaşmış planetler tabii ki onları zorluyor. Oğlak’taki Satürn biraz canlarını sıkabilir.
Kral burcu Aslan, yine bütün haşmetiyle tepelerde parlamakta. Bu sene “içinde dayanma gücü çok yüksek olan kişiler” olarak algılanmaktan aşırı hoşlanacaklar denebilir. Transit K.Ay Düğümü, Ceres ve Vulcanus burçlarında bulunuyor. Bunun için ünlü bir sanatçı olmayı amaç edinmeleri mümkün. Bu sene içinde güzel döşenmiş ev ve tertipledikleri eğlence partileriyle kendini gösterebilirler. Burcun mensupları Akrep burcundaki Jüpiter, Vesta, Cupido ve Poseidon’dan alacakları sert açılarla bir hayli zorlanacaklardır. Özellikle bu konum onların hissi ve sezgisel bakımdan oldukça yetersiz bir konumda olduklarını gösteriyor. Yine de onlar, yıl içinde saygın bir kişi olmak ve başkalarını etkileyebilmek amacıyla ellerinden geleni yapacaklardır. Uzun lafın kısası, mücadelelerle dolu bir sene.
Tanrıların habercisi Merkür’ün İkizler’deki duruşunun tam tersine, ayağı yere basan Başak çocukları onlar. Kutsal asa havada değil, yerde. 2018 boyunca bu burçta önemli bir transit planet bulunmuyor. Ancak tabii ki, diğer burçlardan gelen hem sert, hem de olumlu etkiler alıyorlar. Karşıt burçları Balık’taki Neptün ile aldıkları karşıt açı sene içinde mantıklarıyla sezgileri arasında bazı sorunlara neden olabilir. Daha sonraları yine karşıt burçlarındaki Kiron’da onlara bazı travmalarını hatırlatabilir. Bunlarla yüz yüze getirebilir. Yine Yay burcuda bulanan gönül işleri asteroidi Cupido sert açı yapıyor bu burca. Ancak Oğlak burcu gibi kendilerinden olan bir toprak burcundan aldıkları olumlu açılar ise harika. Demek ki Başaklar, bu sene tam mantıkları ile karar vermelerine önem verirlerse çok iyi yaparlar. O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
“Dengenin dengesizliği” Terazi burçluların bu sene de burçlarında yine güç temsilcisi Zeus geziniyor. Mensuplarına yakışır biçimde pozitif sevimlilik, uyumluluk, beraberlik, adalet ve diplomasi getirecek bu. Tam Terazi burcu mensuplarına göre ilkelerin geçerli olduğu bir sene. Bu bakımdan insanları ateş, silahlar ve dünyadaki genel gerilimle ilgili olayları iyi analiz ederek yoğun bir tepki oluşturma konusunda kışkırtabilirler. Bir yıllık süreç içinde Teraziler’in büyük sosyal amaçlara hizmet etmeyi sağlayan olumlu bir yaratıcılık geliştirmeleri mümkün. Psikolojik olarak becerikli ve sakin durumdalar. Yıl boyunca motivasyonları yüksek ve yaratıcı olacak. Diğerlerini motive etmek (ve görevini yerine getirmek) için coşkuyu araç olarak kullanacakları söylenebilir.
Yay burcu mensupları 2018 yılı içinde hoşgörülü, iyimser ve neşeli davranışları sayesinde toplum içinde iyi uyum sağlayabilirler. Sosyalleşmeye ve işbirliğine açıklıkları, onlara mutlu günler vaat ediyor. Ancak Balık burcundaki Kiron’dan aldıkları sert açı, bu burç mensuplarını geçmişteki bazı travmaları ile baş başa bırakabilir. Aslında kafalarına taktıkları saplantılaşmış fikirlerle yüzleşmeleri için tam ideal bir yıl. Bundan dolayı da aile geleneklerinin ya da özelliklerinin değişmesini isteyeceklerini söylemek yerinde olur. Diğer burçtaki planetlerden sert açılar almadıkları için 2018 genellikle Yay burçlular için olumlu geçecek. Ancak sabır ve dayanıklılığı temsil eden Admestos onlara bazı konularda zorlayacağa benzer. Uzun zamandır haber alınamayan adli olaylar bu sene başarılı sonuçlar getirebilir.
2018 yılının genel yıldız haritası görünümünde Oğlak burçluların üzerinde bir hayli yük olduğu görünüyor. Özellikle kendi yönettiği burca girmiş bulunan Satürn tüm disiplinciliği ve katılığıyla yine başrollerde. Bu burcun ilk on gününde doğanların sene içinde insanlarla çalışmaları iyidir. Rekabet yerine ortaklıktan yana olduklarını söylemek gerekir. Bu yıl ciddiyetleri ve ahlaki kurallara bağlılıkları ile tanınmalarının tavan yapacağı bir dönem. Ancak süreç içinde yeni fikirlere fazla açık oldukları söylenemez. Üstelik bu burçta bir de Pluto bulunmakta. Oğlak burcunun ikinci on gününde doğmuş olan oğlaklar ise doğal davranışlarıyla ilgi çekerler. Eşitlik ve dürüstlük, onların yaşamlarının önemli birer ilkesi haline gelir. Disiplinci Satürn ile reformcu Pluto Oğlak burcunda bu yıl çok etkin.
Uranüs’ün doğal çocukları bu yıl içinde cinsiyetlerine bağlı olarak, içlerindeki tanrıça veya tanrıyı keşfetmek için bir arayışta olacaklar. Esasında bunun sadece kendi yararları için olduğunu değil, aynı zamanda toplumun yararını da gözettiğini savunabilirler. Başkalarıyla keşifler paylaşmak bu burcun mensupları için 2018’de idealdir. Ancak karşıt burçları Aslan’daki Ceres ve Pallas’tan aldıkları sert açılar nedeniyle özellikle kadınlarla olan ilişkilerinde bir hayli zorlanacakları söylenebilir. Karşılarına öz disiplin ve rekabet aracılığıyla öz saygıyı öğretecek türde olan kişilerle işleri var demektir. Uzun sözün kısası bu sene bağımsızlıkları açısından zorlanacaklar. Her şeye rağmen Kova burçlular bu sene de geri planda kalmaktan hoşlanmayan bir tutum içinde olacaklardır.
Burcun yöneticisi Neptün kendi yönettiği burçta gururla hüküm sürmeye devam ediyor. Üç çatallı mızrağı ile denizler tanrısı Poseidon’un muhteşem bir görünümü var. Bu yıl hayallerin, sezgilerin tavan yapacağı bir yıl Balıklar için. Özellikle burcunun ikinci on gününde doğanlar, yazılanları daha da yoğun yaşayacaklar. Her türlü ilhamlar ve sezgiler artacak, yaşamlarında inişli-çıkışlı değişim grafikleri izlenecektir. Güzel sanatlarla, mistik konularla uğraşan Balıklar için bu senenin dopdolu geçeceği söylenebilir. Alışılmışın dışında ilgi alanlarına yönelmeleri de muhtemel. Az ama öz konuşmayı tercih edecekleri bir süreç olacak bu sene onlar için. Kendilerine göre değişik bir adalet anlayışı sergileyebilirler. Bu da zaman zaman katı ve yargılayıcı bir fenomen olarak ortaya çıkacaktır.
ŞAHİNGÖZ
YAŞAM MERKEZİ
TAROT-ACCESS-SPRITUEL KİŞİSEL VE KURUMSAL GELİŞİM YAŞAM KOÇLUĞU
Züleyha ŞAHİNGÖZ SIĞIŞ 0507 925 75 12
Yunusemre Mh. Bursa Cd. Kat:3 D:5 Kömürcüoğlu Pide Üstü DENİZLİ
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
Yönetici Mars ve Pluto’nun çocukları olan Akrep burçlular için çok yoğun bir yıl. 2018’in 16 Kasım’ına kadar burcunuzda bulunan bolluk, bereket temsilcisi Jüpiter’in tüm güzelliklerini üzerlerinde toplamış durumda Akrep burçlular. “Apollon” gibi güçlü bir asteroid ile “Vesta” gibi bir Tanrıça da aynı burçta üstelik. Bu yıl Akrepler çoğunlukla başkalarının durumları hakkında bilgi sahibi olmaktan hoşlanacaklar. Ancak bazen üzerlerinde ağır bir yük olduğunu hissedecekler denebilir. Bir tür ruhsal gerçekleri tercih ederek, dünya siyaseti ve bilimsel keşifler gibi büyük sorunlara odaklanarak dünyevi sorunları aşmak istemeleri muhtemel. Pek çok kişinin eylemlerini ya da gelişimlerini etkilemek için çabaları olacak. Burcun mensupları için büyük değişiklikler söz konusu olabilir.
99
K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ
s a r ı m s ı c a k / mehmet selçuk
100
“ SEVİYORUM SENİ EKMEĞİ TUZA BANIP YER GİBİ GECELEYİN ATEŞLER İÇİNDE UYANARAK AĞZIMI DAYAYIP MUSLUĞA SU İÇER GİBİ... ” NAZIM HİKMET RAN
O C A K - Ş U BAT 2 0 1 8