STİLL LİFE 21. SAYI

Page 1

TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 | SAYI:21

EMRAH VAROL

NAMUS, ZAFER, 30 AĞUSTOS VENİ VİDİ VİCİ

HELAK OLAN İNSANLAR: POMPEI DENİZLİ BAROSU BAŞKANI MÜJDAT İLHAN

YASAL DÜZENLEMELERİN BİZİ GÖTÜRECEĞİ NOKTADAN RAHATSIZIZ

RÖPORTAJ: TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI

METİN FEYZİOĞLU




2

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ



EDİTÖRDEN…

KÜLTÜR, SANAT ve YAŞAM DERGİSİ

AN’lar ğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya, İkincisinde, daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, Çok az şeyi Ciddiyetle yapardım. Temizlik sorun bile olmazdı asla. Daha çok riske girerdim. Seyahat ederdim daha fazla. Daha çok güneş doğuşu izler, Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim. Görmediğim bir çok yere giderdim. Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye. Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten. Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın. Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan, Gitmeyen insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım. Eğer yeniden başlayabilseydim, İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer. Ama işte 85’indeyim ve biliyorum. . . ÖLÜYORUM. . .

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

E

4

Binnur OLCAYTÜRKAN @binnur. olcayturkan

Jorge Luis BORGES ‘ in şiiri ile başlamak istedim yazıma. . Hayatı yaşarken kaçırdıklarımızı anlayalım hep birlikte diye… Hayat yaşadığımız anların toplamıdır. O anlarda ne kadar güzel anı biriktirirseniz mutluluk dolu bir hayatınız olur. Hayat kavgası, ev, araba mal mülk sahibi olmak için deli gibi çalışıp sağlığını kaybeden bedenlerimizle kaçırdığımız anlar. . Hep şimdiki aklım olsaydı diye başlayan konuşmalar ama hala aynı hayatı yaşamaya devam eden insanlar. Hayatı kaçırmadan yapmak istediklerimizi şimdi vakit kaybetmeden yapalım. Hayat her şeye rağmen güzel. Size yine dopdolu bir sayı hazırladık. Zevkle okumanız dileklerimle… Sevgiyle kalın…


Çeşmeliler’de lastiklerinizi değiştirin, havanız değişsin! 31 Temmuz 2018 tarihine kadar Çeşmeliler Mercedes-Benz’e gelerek Michelin & Continental & Goodyear markalarında 4 adet Lastik alımı yapan müşterilerimize %20 indirim fiyat avantajı ile birlikte, Me Adapter veya 4 adet MB Jant göbek kapağı hediye edilecektir.

Çeşmeliler Koll. Şti.

Çeşmeliler Koll.Şti. Halil İbrahim Deniz ve Ortakları Mercedes-Benz Türk A.Ş. Yetkili Servisi Akçeşme Mah. Menderes Bulvarı No: 130 Merkezefendi, Denizli Telefon 0258 371 78 78 Faks 0258 371 31 04

www.mercedes-benz.com.tr


İÇİNDEKİLER

KÜLTÜR, SANAT ve YAŞAM DERGİSİ İKİ AYLIK YEREL SÜRELİ YAYIN YIL: 4 SAYI:21 TEMMUZ-AĞUSTOS 2018

14

İmtiyaz Sahibi Binnur OLCAYTÜRKAN

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Burak KUTLUĞ

6

MUTLULUK -Didem Saraçel-

16 ÖZGÜRÜM, ÖZGÜRSÜN, ÖZGÜRÜZ -Emrah Varol-

Editör Binnur OLCAYTÜRKAN Haberler Zeliha Şengül Pazarlama Burak KUTLUĞ Katkıda Bulunanlar Cemal Ataman Abdil Yaşaroğlu Emrah Varol Psikolojik Danışman Kemal Tuncer Ümit Bilgiç Mimar Halit Coza Diş Hekimi Hamdi Özdemir Nilüfer Bayrak Didem Saraçel Savaş Ünlü Mehmet Selçuk

20 TOBB’A BAĞLI ODALARI AYNI ÇATI ALTINDA BULUŞTURACAK PROJE

BÜYÜK PROJEDE YENİ ADIM

26

Hukuk Danışmanı Av. Evrim BAŞEREN Reklam Koordinatörü Yasemin Çardaklı Kapak ve Sayfa Tasarım Burak KUTLUĞ Adres İstiklal Mah. 1170 Sk. No:18 D:2 DENİZLİ Telefon: 0 545 767 05 47

BASIM YERİ Gülermat Matbaacılık 5619 Sok. No:6 Meriç Mh. Çamdibi - Bornova - IZMIR Tel: 0232 433 61 33 www. gulermat. com

24 GELİN HAMAMI KEYFİ LARA FORM SPA’DA

D

ÇİMENTOMUZ HOŞGÖRÜ -Kemal Tuncer-

Still Life Dergisi basın yayın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Köşe yazılarının sorumluluğu yazarına aittir. Still Life Dergisi basın yayın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.

28 İKİ GÜNLÜK AMASYA KAÇAMAĞI -Savaş Ünlü-


30 İLHAN: “GİDECEĞİMİZ NOKTADAN RAHATSIZIZ”

38 HELAK OLAN İNSANLAR: POMPEİ

48 ŞİİRİN BÜYÜCÜSÜ ÖZKAN MERT

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

TBB BAŞKANI METİN FEYZİOĞLU İLE RÖPORTAJ

34

7

52 ÜNLÜLERİN ÖLÜMLERİ VE KOMPLO TEORİLERİ

56 TANRI KADIN: KİBELE

64 KAFAMIZI KURCALAYAN KONULARA 11 BİLİMSEL CEVAP

70 NEFESİNİZİ KESECEK 9 MUHTEŞEM HEYKEL

74 BİYOGRAFİ: İBN-İ SİNA T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


8

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


9

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

KKÜ ÜLTÜ LTÜRR,, SSA AN NAT AT vvee YA YAŞŞA AM M DER DERG GİS İSİİ


10

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


COLLECTION

Z İ M E ŞUB ’DE İ L Z İ DEN

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

. 7 1

4 2 E D A V AY

Z I S T KAR Z I S T ŞAR Z I S T A N İ Ş PE

Adres: İstiklal Mh. İstiklal Cad. No: 116 Merkez (İlköğretim Okulu Karşısı) DENİZLİ

11

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


Cemal Ataman YOĞUN BAKIM ODASI

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

D

12

oktor Okan gülümseyerek müjde verdi adeta: Problem yok. 2014’tekinin aynı. Vücut kendi kan yollarını ayarlamış. Stend takmaya gerek yok. Bu gerçekten müjdeydi. Bayram öncesi apar topar geldiği hastanede acilden anjiyoya alınmıştı. Her şey olabilirdi, rahatladı. Ameliyat masasından sedyeye, odaya ve sedyeden yatağa geçmesi zor olmadı. Geldiği oda yoğun bakımdı. Serumlar, ilaçlar, bağlandığı birtakım cihazlar… en kötüsü kıpırdamadan geçireceği altı saatti. Olsunda bu kadar olsundu. Yoğun bakım odasının iki girişi vardı. Yatağı duvar kenarında köşedeydi. Yan tarafında bir sıra, karşı tarafında bir sıra olmak üzere on kadar yatak vardı. Karşı tarafta iki kadın dikkatini çekti. Tam karşısındaki kadının yanında üniformalı bir kız vardı. Muhtemelen kızıydı. Serviste iki hemşire vardı. Görevlerini güler yüzle yapıyorlardı. Telefon yok, internet yok, kitap yoktu. Olsa da kıpırdamak yoktu zaten. İnsan tüm yaşamını sorgulayabildi belki bu yokluklar içinde. Karşı yatağa bir üniformalı kız daha geldi. Devir tutanağı yapmaya koyuldular. Anlaşılan cezaevi görevlileriydi bu kızlar. Kadın da hükümlüydü. Kadının kıpırdayacak hali yoktu. Nereye kaçsındı? Bir süre sonra iki kızda kayboldu. Nasıl bir kader önce cezaevine sonra bu yoğun bakım odasına getirmişti kadını? Yanındaki yatakta kadın muhtemelen halüsinasyon görüyordu. Karıncalardan, çıyandan söz ediyordu sürekli olarak. Gülmek mi üzülmek mi gerekiyor sınırında kalıyordu insan. Kızı, gördüklerinin gerçek olmadığını söylüyordu durmadan. Şarkıdaki gibiydi

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

“Saatler mi durmuştu yoksa zaman mı?” Ne saat ilerliyordu ne zaman. Kıpırdamadan geçecek altı saatin biri bile geçmemişti daha. Yanına aldığı kol saatine bakıp duruyordu. Hükümlü kadın uyandı. Gülümseyerek “geçmiş olsun” dedi. Aynı gülümsemeyle karşılığını aldı. Uzun zamandır taranmadığı anlaşılan sarı saçları, iri açık kahverengi gözleri ve beyaz yüzüyle bu şartlarda bile güzel görünüyordu. Gece uzundu, seruma rağmen sol kolundaki, omzundaki ağrı geçmiyordu. Hemşirenin seruma ilave ettiği ağrı kesici bir süre sonra etkisini gösterdi. Geçmez denen altı saat de geçti. Gece de geçti. “Her mihnet kabulümdür, yeter ki gün eksilmesin penceremden.” Ne güzel söylemiş Cahit Sıtkı. Gün ışığı ile hayat daha güzel. Sabah bütün hastalara moral aşılar sanırım. Bizim yoğun bakım odasına da iyi geldi. Halüsinasyon gören kadına da iyi geldi. Hükümlü kadına da bana da iyi geldi. Bir kez daha “günaydın” sözcüğü kanatlanıp gezindi odada. Hükümlü kadına: “her iki anlamda da geçmiş olsun. Suç işleyecek birine benzemiyorsunuz. Hikayenizi öğrenmek isterdim ama şimdi ne yeri ne de zamanı. Sizi yormak ve üzmek istemem” dedim gülümseyerek. “Teşekkür ederim, çok incesiniz. Dünya küçük belki bir gün öğrenirsiniz” dedi. Doktorlar geldi. İyi günler diyip oradakilere, taburcu olduk. Sağlıksız günleri unutur ya insan unutmuştu Barış da geçmişi. Telefonda isimsiz bir numara görünüp çalmaya başladı. Kim acaba düşüncesiyle açtı telefonu. “Alo iyi günler, Barış Bey’le mi görüşüyorum efendim.” “Buyurun ben Barış.” “Merhaba Barış Bey. Ben

hastanedeki hükümlü bayanım. Adınızı hastanedeki hemşireden aldım. Hikayemi öğrenmek istemiştiniz. Vazgeçtinizse unutalım.” “Yoo, olur mu öyle şey. Öğrenmek istiyorum hala. Neredesiniz? Uygun zamanda görüşelim.” Buluştular ve görüştüler Barış’la Perihan. Adamın biri arabasının önüne atlamış. Yapabileceği hiçbir şey yokmuş. Adam ölünce apar topar cezaevine almışlar. Kapılar, kapılar, demir kapılar. Kilitler, sürgüler. Yirmi kişilik koğuş. Kadınlar iyi karşılamış onu. Ama “bu fıstığın tadına bakmadan göndermez müdür bey” sözü onu çok korkutmuş. Hırsızlarla, uyuşturucu satıcılarıyla, kocasını parçalayıp gömen kadınlarla olmaya dayanamamış yüreği. Tüm öğleden sonra geçmiş, bitmemişti anlatacakları. Hastanede ona en iyi ilaç Barış’ın sözleri, davranışları ve bakışlarıymış. “Söylediklerime inanamıyorum, af edersin, fazla açık sözlüyüm sanırım.” “Hayır, affedecek durum yok. Ben de sizden çok etkilenmiştim.” Birbirlerine iyi gelmişlerdi. Buluşmaya devam ettiler. Sonra aynı evde yaşama kararı aldılar. Kader onları hastanede, yoğun bakım odasında karşılaştırmıştı. Şimdi çok mutlular.


GELECEĞİNİZİ VE CEBİNİZİ KORUYAN SAĞLIK SİGORTASI Sizi ve ailenizi düşünen Yıldız Aile Sağlık Sigortası ürünleri ile geleceğinizi güvence altına alıyor, siz sağlığınıza odaklanırken biz sağlık masraflarınız ile ilgileniyoruz.

7/24 YANINIZDAYIZ.

Sırakapılar Mh. 1583 Sk. Hikmet Bey İş Merkezi No:28 K:2 D:9 DENİZLİ Tel: 0258 265 99 61 Faks: 0258 241 66 08 info@yildizsigorta.com • www.yildizsigorta.com


DİDEM SARACEL K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

14

MUTLULUK az ayları dolu dizgin yaklaşıyor. Bu aylar insanlara aynı zamanda tatili çağrıştırır. Nedense hemen hepimiz yaz aylarıyla tatili özdeşleştiririz. Pek çoğumuz tatil planlarımızı çoktan hazırladı bile. Gezilecek görülecek yerler belirlendi. Genellikle tercihimiz sahil beldelerinde olacak . Deniz, güneş ve nasıl hızlı geçtiğini bilemediğimiz serüvenin sonu yorgun bedenlerimizin huzur bulacağı evlerimiz elbette. Bazen insanların seyahatlere evlerinin değerini anlamak için çıktıklarını düşünürüm. Nereye giderseniz gidin, ödediğiniz az ya da çok olsun, insanın evine duyduğu özlemi asla değiştirmiyor. Her seferinde hepimiz aynı coşku ile sıcak yuvalarımıza koşuyor ve bir eve sahip olduğumuz için kendimizi mutlu hissediyoruz. Aslına bakarsanız çocukluğumdan bu yana kaplumbağalara hayran bir kişi olarak yetiştim. Kaplumbağaların yaşam şekli her zaman bana ilham vermiştir. Bunda sanıyorum babamın da etkisi var. Bir gün yolun kenarında rastladığımız bir kaplumbağayı bana göstererek “Mutlu olma-

Y

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

nın sırlarını doğanın içerisinde bulabilirsin. En uzun yaşayan canlılardan biridir, kaplumbağalar” dedikten sonra bu kadar uzun yaşamalarının sırrını, kaplumbağaların evlerini yanlarında taşımalarına bağlamıştı. Aradan yıllar geçtikçe “Ev” olarak geçen kelimenin maddesel bir kavram olmadığını öğrendim. Ev, insanların huzur ve mutluluğunun bir sembolüdür. Mutlu olmayı başaran kişilerin ödülü ise ruhen ve bedenen daha sağlıklı olmalarıdır. İşte ben de gerçek huzur ve mutluluğun; gidilen, gezilen yerlerden çok insanın içinde var olan bir kavram olduğunu düşünerek büyüdüm. Mutluluk ya da mutlu olabilmek arkasından koşularak elde edilebilen bir kavram değil yaşam felsefesidir. Bu yaşam felsefesinin ise bazı sıraları var elbette. Bunun için ilk iş olarak ruhunuzla barışmanız gerekiyor. Her birimizin içinde bedenimize hapsolmuş bir ruh var. Mutlu olabilmek için öncelikle ruhunuzu serbest bırakmanız gerekmektedir. Onun mahkumiyetine son verin. İşte bunun için spor, sanat gibi sizi siz yapan özellikler önemlidir. İçinizde ki “siz” ancak varlığını bu şekilde

gösterebilir. Yaptığınız resim iç sesinizin dışa yansımasıdır. Çaldığınız enstrüman, ruhunuzun notalarını çalar. Onunla sevginizi, acınızı ya da coşkularınızı anlatırsınız. Yüzerken attığınız her kulaç sizi suda sadece daha ileriye taşımakla kalmaz o, aynı zamanda ruhunuzun doğayla bütünleşmesidir. Ruhunuz, adeta bedeninize haykırır, “Evrende sen de varsın ve yaşıyorsun. “İnsan tabiatın bir parçasıdır. Kendini o yaşamdan uzaklaştırdıkça ufalanır, küçülür ve yok olur. Ruhları küsen insanlar mutsuzlaşır ve üretkenlikleri azalır. İnsanları üretken ve verimli kılan iç potansiyelleridir. Buna yaratıcı güç adını veriyoruz. Aslında yaratıcı gücünüzü ortaya koymanız sadece sizi daha verimli bir

kişi haline getirmekle kalmayıp aynı zamanda bu kişilerden oluşan bir toplum da daha uygar bir topluma dönüşmektedir. Tarih bu tezin doğruluğunu gözler önüne seren örneklerle doludur. Henüz barışmadığınız bir ruhunuz var ise bayramlar; tüm küslerin, dargınların barıştığı ve sevginin hayata geçirildiği bir fırsattır. İlk barışmayı, ruhunuzla yapın. Hadi! ruhunuzla bir el sıkışın. Bundan sonra ona daha saygılı olacağınıza, onu iteleyip kötü davranmayacağınıza söz verin. Bunun hayatınıza yepyeni kapılar açacağını göreceksiniz. Bazen mucizelerin kapının tam arkasında durup sizin kapıyı aralamanızı beklediğini düşünürüm. Yerinizden kalkıp kapıyı açın. Kendinize bir şans tanıyın.



n EMRAH VAROL

Özgürüm, özgürsün, özgürüz! nsanların birbirine karşı olan tahamüllerinin her geçen gün azaldığı çağdayız. Eskiden de böyle miydi bilmiyorum. 500 yıl önce de insanlar bu kadar sabırsız, birbirlerinin çeşitli konularındaki haklarına bu kadar kolay müdahale ediyorlar mıydı acaba? Hani bilgi çağındayız ya, insan ırkının en ileri boyutu olduğumuzu iddia ediyoruz ya! Aklımda deli sorular!

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

İ

Demokrasi kelime anlamı olarak çok şey ifade etse de, Türkçe’si herkesin fikrini istediği zamanda istediği yerde kimseden çekinmeden söyleyebilmesi, özgürce hareket etmesi, devletin de söylenen sözlere, yapılan hareketlere eşit yaklaşması diyebiliriz. Bir şey söylediği zaman işten çıkarılma korkusu yaşamaması, hapse atılmaması, toplum tarafından linç edilmemesi demokrasinin oturduğu yerlerde olacak olan şeyler. Bize uzak yani!

16

Halbuki ortalama 60-70 yıl yaşayan insanlarız. Fani dünyada hepimiz eşit olarak yaratıldık ve hepimize akıl verildi. Aklın verilme sebebi, kendimize ait düşüncemizin olması, kendi kararlarımızı alırken düşünmemiz içindi. Buradaki kritik soru şu: Peki biz bu aklı ne yaptık ve nasıl kullandık? Başkasının sözlerine ne kadar ta-

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

hammül ediyoruz bir bakın Allah aşkına! Hangi siyasetçi konuşsa diğer taraf onu hain, terörist, darbeci bilmem ne diye suçlamakta 1 saniye gecikmiyor. Hangi vatandaş bir şey yazsa sosyal medya hesabına işten atılmakla, iş verilmemekle tehdit ediliyor. Dinlemiyoruz, anlamıyoruz, konuşamıyoruz artık! Büyük sanatçımız! Yavuz Bingöl vardır mesela. Tanırsınız kendisini. ‘Almanya’da insanlar yere tüküremiyor ama Türkiye’de tükürebiliyor. Biz daha özgürüz’ cümleleriyle, özgürlük anlayışını zirveye oturttu sağolsun kendisi. Şimdi bu kafaya ne anlatabiliriz ki! Yere tükürmenin ya da tükürmemenin özgürlük olduğunu zannediyor kendisi ve Almanya’dan ileride olduğumuzu anlatmaya çabalıyor! Kaba, çirkin bir davranış üzerinden özgürlük narası atmak için de belki de Yavuz Bingöl olmaz lazım! Bu ve buna benzer sözlerin neresinde akıl kullanılmış bir bakın lütfen. Özgürlük yere tükürmekle, demokrasi karşındakinin sözünü sürekli keserek olmuyor. Gençler artık yeni bir dünyada yaşıyor. Kapalı olan toplumlar bile internet sayesinde yeni dünyanın kapılarını açıyor. Amerika’da bir genç nasıl giyiniyor, İspanya’da bir genç ne yer ne içer, herkes her şeyi biliyor ve görüyor. Kapalı toplumlarda olan o özgürlük

kısıtlamalarının günümüz dünyasında yeri yok. Gençlerin ‘Ben özgür olmak istiyorum, özgürce düşünmek, özgürce konuşmak istiyorum’ çıkışına ‘Bu gençler de çok şey istiyor. Eskiden bu ülkede tüp kuyruğu vardı, elektirik yoktu. Biraz kanaatkar olun’ demenin hiçbir mantıki temeli yok. Eğer o mantıkla gidersek daha önceleri yaşayanlar da ‘Bizim zamanımızda savaş vardı, ev yoktu, yol yoktu, çeşmelerden su akmıyordu’ der ve evinden gece gündüz su akan adamı fazla özgürlük istemekle suçlayabilir. Her dönemim kendi şartları ve sonuçlar var. Gençleri anlamak zorundayız. Onların özgürce konuşma, düşünme, kendilerini ifade etme konusundaki isteklerini gözardı edemeyiz. Bizim onlara vereceğimiz şey, ahlaklı ve vicdanlı olmalarını sağlamak. Onlar özgürlüğün nerede başlayıp nerede biteceğini bizim onlara vereceğimiz ahlak ve vicdanla tartıp yollarına devam edeceklerdir.



K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

18

SALTAK - AKKONAK - SIRAKAPILAR - MEHMETÇİK

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

w w w. p e k d e m i r g i d a . c o m


19

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


20

D

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


KEÇECİ: “BİR HAYALİMİZ DAHA VÜCUT BULUYOR” Denizli’de bir hayalin daha canlanacağını belirten Sanayi Odası Başkanı Müjdat Keçeci de, emeği geçenlere teşekkür etti. Keçeci, “Bakanımızın ‘Denizli’mizde örnek kent yaratacağız’ diye başladığı noktada, bu projemiz de örnekti. Üç odanın bir arada ve en azından ekonomik davranarak müşterek alanlarda tasarruf ederek, en ideal ve en güzeli, en ucuz şekilde yapabilmesinin beden bulmuş hali buydu. Sayın Bakanımızla birlikte siz bizim elimizden tuttunuz. Bu hayalimiz, bu sayede gerçekleşiyor. Ticareti ve sanayisi ile ülkemizde özel bir yerde bulunan bu kurum ve kuruluşlar, devletimize ve milletimize ekstra katma değer sağlıyor. Bu arsayı bize bu bina için hibe ettiniz; size çok çok teşekkür ediyorum. Denizli sanayisi ve ticareti ile borsa ailemi, bu işin karşılığında yapılan katkıya layık olmaya çalışacaktır. İnşallah Denizli’mizin örnek bir kurumunun bu bölgede yer almasıyla, en azından ilimizin de güzelleşmesi açısından girişinde farklı bir görüntü, önemli bir esere imza atacağız. Çok mutlutyuz” diye konuştu. TEFENLİLİ, EMEĞİ GEÇENLERE TEŞEKKÜR ETTİ Denizli Ticaret Borsası Başkanı İbrahim Tefenlili ise, projenin Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin teşvikiyle yol almaya başladığını anımsatıp, devam ettirip sonuçlandırdığı için Başkan Zolan’a teşekkür etti. Tefenlili,

“Hepinize teşekkür ederiz. Bu konuyu nerede konuşsak, inanın imreniyorlar. Diğer illerde bu şekilde çalışmalar olmuyor. Denizli’deki bu birliktelik, odalar ile belediyenin beraber yürümesi örnek alınacak bir durum. Halkımıza ve üyelerimize hayırlı olsun” dedi. BAŞKAN ZOLAN: “BİRLİKTE HAREKET EDEREK BAŞARAMAYACAĞIMIZ İŞ YOK” Güzel bir işin başlangıcına imza atmaktan büyük mutluluk duyduğunu kaydeden Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan ise, “İnşallah kısa zamanda da tamamlayacağız. Denizli’mizdeki bu güzel iş birliği, birlik ve beraberliğin ispati olarak yeni bir bina inşa edeceksiniz. İnşaatın yapılacağı yerle ilgili Denizli büyükşehir Belediyemiz sizlerle protokol yapacak ve bir arsa temini için iş birliği protokolünü imzalayacağız. Buranın ilk fikrini ortaya atan Bakanımız Sayın Nihat Zeybekci’ye de huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Denizli’nin en büyük arsası aslında birlik ve beraberliğidir. Kimin elinde ne imkân varsa şehri için o imkanı seferber etmesidir! Bugün de biz, arsamızı almış olduğumuz meclis kararları çerçevesinde bir protokolle devrediyoruz. Böylelikle, üç odamızı ortak bir alanda yeni hizmet binalarına kavuşturacağız. Planlama süreci bitti ve artık yapı inşa edilebilir düzeye geldik. Şimdiden hayırlı olsun. Eğer bugün Denizli varsa, iş adamlarımızın ve ticaret erbabının toplandığı odalar ile borsalarımızın sayesinde; tarım ve sanayi sektöründe üreten insanlarımızın sayesinde. O nedenle, biz bu arsayı odalarımıza vermeyi canı gönülden istedik. Sizler de üyelerinize bu sayede en üst düzeyde hizmet vereceksiniz. Sizleri tebrik ediyorum. İnşallah binanın açılışını yapmak da bizlere nasip olur” diye konuştu. Konuşmaların ardından imzalar atıldı.

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

maddi ve manevi anlamda en büyük katkıdır. Gerek Denizli Ticaret Odası gerekse Denizli Platformu adına, size ve Sayın Bakanımıza canı gönülden teşekkür ediyorum. Oda başkanlarımızla, 3 binamızın temelini en kısa zamanda sizlerle birlikte atmayı da planladık. İnşallah o günleri de görürüz” dedi.

21

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


ERDOĞAN iLK 500’DEKi FiRMALARI KUTLADI Denizli Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, 2017 yılı verilerine göre Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu arasına giren Denizlili 11 firmayı tebrik etti. Başkan Erdoğan, “Denizli’den listeye giren firmalarımız, gururumuz oldu. 500 büyük sanayi kuruluşu listesine girmeyi başaran Denizlimiz, daha çok çalışarak ve üreterek, ülkemiz ekonomisine katkı sağlamaya devam etmektedir” dedi.

D

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

enizli Ticaret Odası Başkanı Uğur Erdoğan, İstanbul Sanayi Odası (İSO)’nın 500 Büyük Sanayi Kuruluşu açıklaması üzerine bir değerlendirmede bulundu. Başkan Erdoğan, 2016 yılında İlk 500 Büyük Sanayi Kuruluşu arasına Denizli’den 12 firmanın girdiğini anımsattı. Bu yıl ise, enerji sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın liste dışında kaldığını belirtti. Erdoğan, “2017 yılı verilerine göre, 11 firmamızın listeye girdiğini gördük. Bu firmalardan 5’i kablo ve bakır tel, 2’si demir-çelik, 2’si gıda, 2’si de tekstil sektöründe faaliyet göstermekte. Son 5 yılın verilerini değerlendirdiğimizde, ilk 500 firma sıralamasında 11-12 firmayla, Denizlimiz yerini koruyor.” diye konuştu. Türkiye’nin en büyükleri arasında yer alan Denizlili isimlerin genelinin aynı zamanda en çok ihracat yapan firmalar olduğunu da vurgulayan Başkan Erdoğan, “Veriler, Denizli’nin

22

üreterek Türkiye ekonomisine ciddi anlamda katkı sağlamaya devam ettiğini gösteriyor. Listeye giren 11 firma, şehrimizin gururu olmuştur. Hepsini tebrik ediyorum” dedi.

DENiZLi, iLLER ARASINDA 7’NCi Denizli Ticaret Odası (DTO) Başkanı Uğur Erdoğan, Denizli’den 28 firmanın Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM)’nin belirlediği Türkiye’nin ilk 1000 ihracatçısı arasında yer alarak, şehrimizi ilk 10 ihracatçı il arasında 7’nci sıraya kadar çıkarmasından büyük mutluluk duyduklarını açıkladı.

D

TO Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan, listede yer alan firmaları kutladığı tebrik mesajında şu ifadelere yer verdi: “TİM tarafından yapılan ve 26 sektörün hepsini kapsayan İlk 1000 İhracatçı Firma-2017 Araştırması’ndaki listeye girerek onur kaynağımız olan 28 Denizli firmasını kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. İlk 1000’de yer alan ihracatçı firma sayısına göre, Denizli’nin iller arasında T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

7’nci sırada bulunduğunu görmek ise ikinci bir onur payesi oldu! Her kim katkı sağladıysa, işvereninden işçisine, idarecisinden rehberlik ederek önümüzü açan büyüklerimize kadar herkese şükranlarımı sunuyor, “Fikriniz yenilikçi, bileğiniz bükülmez, üretiminiz ve ihracatınız bereketli olsun!” diyorum. SizSiz bizim yüzümüzü güldürdünüz, dilerim sizin de her daim yüzünüz gülsün... İhracatla büyüyen, rekor üstüne rekor kıran, çalışkan ve girişimci Denizli’ye de bu yakışırdı!”


Denizli Ticaret Odası (DTO) Meclisi, aylık olağan toplantısını yaptı. DTO Başkanı Uğur Erdoğan, mayıs ayındaki çalışmalar ile ticaret ve ekonomideki gelişmelerin değerlendirildiği toplantıda, karşılıksız çek ile protestolu senetlerdeki iyileşmeye dikkat çekti.

D

enizli Ticaret Odası (DTO) Meclisi Başkanı Salih Sarıkaya’nın oturum gündemini hatırlatan açılış konuşmasıyla başlayan mayıs ayına dair olağan toplantı, DTO Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Erdoğan’ın ticaret ve ekonomi ile son bir aylık dönemdeki faaliyetleri değerlendirdiği sunumuyla sona erdi. Başkan Erdoğan, faaliyetlerini tek tek sıraladığı konuşmasında, dünya, ülke ve Denizli’deki ekonomik gelişmelere de değindi. İLK 4 AYDAKİ İHRACAT, GEÇEN YILIN AYNI DÖNEMİNE GÖRE %20,1 ARTTI İhracat verilerini de değerlendiren Başkan Erdoğan, “Nisan sonu itibarıyla, 4 aylık dönemde ilimizin ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre, %20 ,1 oranında artış göstererek, 1 Milyar 117 Milyon 136 Bin Dolar oldu. En fazla ihracat sırasıyla, İngiltere Almanya ve İtalya’ya yapıldı. İhraç edilen ürünlere baktığımızda ise, hazır giyim ve konfeksiyon 355 Milyon 663 Bin Dolar

ve %31,8 artışla ilk sırada. Onu elektrikelektronik ve hizmetler ile demir ve demir dışı metaller izledi. Nisan ayı sonu itibarıyla yılbaşından bu yana geçen 4 aylık dönemde, ilimize 36 adet yatırım teşvik belgesi verildi. Bunun mali değeri, 210 milyon Türk Lirası. Bu belgelerin 15 adedi imalat, 8 adedi hizmetler, 3 adedi enerji, 6 adedi madencilik, 4 adedi de tarım faaliyetleri alanında kullanılacak. Teşvikler, bir önceki yılın aynı dönemine göre %81,43 artış kaydetti ve 684 kişilik istihdam sağladı. 2017’nin OcakNisan döneminde bu sayı 377 idi.” diye konuştu.

kadar geriledi! Ayrıca, 2017’nin Nisan ayı sonu itibarıyla, 48 Milyon 718 Bin Türk Lirası tutarında senet protestosu gerçekleşmişti. 2018’in aynı döneminde bu miktarın, bir önceki yılın verileri ile karşılaştırıldığında %3,5 oranında bir düşüşle 47 Milyon 13 Bin TL’ye kadar gerilediği görüldü.” dedi.

YILIN İLK 4 AYINDA, KARŞILIKSIZ ÇEKTE %36,53; PROTESTOLU SENETLERDE İSE % 3,5 İYİLEŞME VAR Geçen yılın aynı dönemine göre karşılıksız çek ve protestolu senet miktarında da önemli bir düşüş olduğunu belirten DTO Başkanı Uğur Erdoğan, “2017’nin Nisan ayı sonu itibarıyla 1.897 olan karşılıksız çek adedi, 2018’in aynı döneminde bir önceki yıla göre %36,53 oranında azaldı; 1.204 adede T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

KARŞILIKSIZ ÇEK İLE PROTESTOLU SENETLERDEKİ İYİLEŞME SÜRÜYOR

23


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

24

GELİN HAMAMI KEYFİ

LARA FORM SPA’DA Düğün hazırlıları ve düğün telaşı üzerinizde stres ve yorgunluğa sebep olduysa, arkadaşlarınızla güzel bir gün geçirmenizin vakti gelmiş demektir.

G

rand Denizli Otel ve Saltak Şubeleri ile Denizli’de masajın öncülerinden olan Lara Form Spa’da kendinizi Sultan gibi hissedeceğiniz eşsiz gelin hamamı deneyimi sizleri bekliyor.

ÖZEL İKRAMLAR SİZİ BEKLİYOR

Düğün öncesi gerçekleştirilen geleneksel eğlencelerden birisi de Şüphesiz ki Gelin Hamamıdır. Misafirlerimize, gelin hamamında geleneksel kese ve köpük hizmetiyle beraber, çok özel ikramlar sunulmaktadır. Gelin adaylarını ve misafirlerini girişte taze meyve ve kuruyemişlerden oluşan bir tepsi karşılıyor, hamam sefasında detoks etkili şerbetler, hamam sonrasında ise ada Çayı ve Iavanta kolonyası ikram edilmektedir. Hamam öncesi herkese özel olarak Üretilmiş, hijyenik peştamal verilmektedir. Eğlence için getirdiğiniz ikramlarda açık büfe olarak sizlere sunuluyor.

SULTANLARA LAYIK GELİN HAMAMI KEYFİ İÇİN GRAND DENİZLİ OTEL REZERVASYON T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

0258 241 10 11- 532 064 35 11


25

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


ÇİMENTOMUZ; HOŞGÖRÜ... Kemal TUNCER PSİKOLOJİK DANIŞMAN

T K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

oplum olarak en çok ihtiyacımız olan şeylerden birinin de birbirimize karşı hoşgörümüzün, empati yeteneğimizin, farklılıklarımıza anlayışla bakma becerimizin gelişmesi olduğunu düşünüyorum. Çok klasik bir metafor olsa da aynı gemide olduğumuzu unutmamak ve bu geminin göreceği fırtınalarda birlik, beraberlik içinde olmamızın öneminin, geminin selameti açısından çok gerekli olduğuna inananlardanım.

26

tekileştirmenin, güçlüyüm o halde haklıyım tavrının, kendimiz gibi düşünmeyeni aşağılayarak eleştirmenin toplum dinamiklerine dinamit koymakla eş olduğunu biliyor ve görüyorum. Geminin su alacak şekilde zarar görmesi hiç kimseye bir kazanç sağlamaz. Ne bugünümüze ne de geleceğimize umutla bakmamızın önüne geçer böyle bir tutum. Hele de bu cennet topraklar; Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal gibi nice gönül dostları yetiştirmiş ve onların öğretileriyle sulanmışken. .

Ö

Ne güzel der Mevlana; "Cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol, Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, Hoşgörülükte deniz gibi ol ve Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol..." Sağlıklı ve erdemli bir insan davranışı olan hoşgörü; tahammül etme, katlanma, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, farklılıklara saygı duyma, çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla ve anlayışla katlanabilme demektir. Beşeri münasebetlerin temeli olan hoşgörü; kendini ifade etme hakkına saygı duyma, izin verme, aldırmama ve iyi karşılama anlamlarına da gelir. Evde, trafikte, sokakta, okulda, işyerinde,

hayatın içinde, kısaca insanın olduğu her yerde hoşgörüye ve koşulsuz sevgiye ihtiyaç var. Çünkü hoşgörünün ve sevginin olmadığı yerde çatışma, bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik, tartışma ve kavga gibi tüm olumsuzluklar yaşanır. Düşmanını bile dost gözüyle gören ve düşmanlığı içindeki düşmanlık duygusuna karşı kullanmayı öğütleyen Mevlana’nın ve Yunus Emre’nin dünya tarafından takdir edilmelerinin ana nedeni insanları ayırt etmeden sevmeleri ve tüm insanları bir bütün olarak kucaklamalarıdır. Onlar farklı dinlere, farklı milliyetlere, farklı düşüncelere sahip olsalar da, insanların bir bütün olduğunu ve insanın her şeyin üstünde değeri olduğunu savunmuşlardır. Sadece sözleriyle değil, hayatlarıyla da bunu göstermişlerdir. İnsanlara her zaman hoşgörü ile yaklaşmışlar, insanları incitmekten ve kalplerini kırmaktan özenle kaçınmışlardır. Çünkü hoşgörünün esası farklı olana farklı bakmamak ve onu ötekileştirmemektir. Mevlana’nın “Kim olursan ol gel!”, Yunus Emre’nin “Sevelim, sevilelim, bu dünya kimse kalmaz!” gibi sözleri sevmek ve hoşgörü esasına dayanır. Bu nedenle onların öğretileri, insanları dostluğa ve kardeşliğe, birbirlerini anlamaya, birbirlerine zulmetmemeye, hoşgörüye, barışa ve sükûna çağırır. Hoşgörü ilkesiyle her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan, sevginin, barışın,


kardeşliğin ve hoşgörünün sembolü olan Mevlana ve Yunus Emre her şeyden önce gönül insanlarıdır ve sevgi âşıklarıdır. Onları zor günlerimizde hatırlayıp, ilkelerini kendimize rehber edinmeliyiz. Çünkü gönül kırmayı büyük günah sayan Mevlana’sı ve Yunus Emre’siyle hoşgörünün başkenti olan güzel yurdumuzda, her şeye rağmen. ÖFKEDE ÖLÜ GİBİ OLMAYA, TEVAZUDA TOPRAK GİBİ OLMAYA, SAĞDUYUYA ve HOŞGÖRÜYE, BİRLİK ve BERABERLİĞE, FARKLILIKLARIMIZA ve TERCİHLERİMİZE SAYGI DUYMAYA, İNATLAŞMADAN UZLAŞMAYA, koşulsuz SEVGİYE ve saygıya ihtiyacımız var... Unutmayın bütün dünya bir sahnedir, bütün insanlar sadece birer oyuncu, girerler ve çıkarlar... Bu oyunda gerçekleri savunup fark yaratmak ve hoşgörülü olmak gerekir. Sonuçta asıl mesele oyuna nasıl başlandığı değil, nasıl bitirildiğidir... Mevlana: “Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.” diyor ve ekliyor: “Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu ise sevgiyi aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz. Sevilirsiniz. Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız!”

yansıması olarak hissettiği vicdani rahatlık duygusudur. Bir başka deyişle ahlaki zeka, birey tarafından uygun görülen davranışın başarıyla kişiliğin bir parçası haline getirilmesi demektir. Uygun görülen davranışlar ne kadar erken yaşlarda öğrenilir ve sık tekrar edilirse, ahlaki zeka o derece gelişir. Yani ahlaki zeka, empati başta olmak üzere, vicdan, kişisel kontrol, saygı, nezaket, hoşgörü ve adalet gibi kavramların mümkün olduğunca yerleşiklik kazanmasıyla gelişir. Tam da bu noktada çocuklarımızı yetiştirirken onlara nasıl örnek olduğumuzu atlamamak lazım. Hoşgörülü çocuklar yetiştirmek isteyen ebeveynler, öncelikle kendi ön yargılarıyla yüzleşip bunları yenmelidir. Önemli olan sahip olunan ön yargıları kabul etmek ve değiştirmeye çalışmaktır. Özellikle çocuklarınızın olduğu ortamlarda, ayrımcılığa dayalı, hoşgörüsüz davranışların ve sözlerin engelleyicisi olun. Çünkü çocuklar yalnızca ebeveynlerini değil, etraflarındaki başka insanları da örnek alırlar. Dale Carnegıe'nin sözleriyle lafı bağlayalım:''Sizi duygularınızdan ötürü asla suçlamıyorum. Sizin yerinizde olsam kuşkusuz ben de sizin gibi hissederdim. . ''Empatiyle, hoşgörüyle, sevgiyle dolu günler diliyorum. .

Özellikle bu noktada ahlaki zeka'nın önemine değinmenin değerli olduğunu düşünüyorum. Ahlaki zeka; bireyin davranışını düzenlemek ve sosyal hayattaki konumunu korumaktan çok, içsel bir tatmin sağlamaya yöneliktir. Bu içsel tatmin, kişinin içinde bulunduğu toplum, kültür, aile ve öğretiler sonucunda belirlenen bazı davranış biçimlerinin T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

27


İKİ GÜNLÜK AMASYA KAÇAMAĞI

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

S A VA Ş Ü N L Ü

28

G

ün olur alır başımı giderim, / denizden yeni çıkmış ağların kokusunda / o ada senin bu ada benim /yelkovan kuşlarının peşi sıra…”

Şair Orhan Veli’nin “Gün Olur” şiiri rehberim olur çoğu kez. Görülmedik, bilinmedik diyarlara yelken açmak ne güzeldir bir bilseniz. Okuduklarım, izlediklerim görme isteğimi artırır. Birkaç günüm boş olursa alır başımı giderim. İzmir Karşıyaka’daki Kamil Koç yazıhanesinde Amasya seferlerinin başladığını okuyunca gitme arzumu dizginleyemedim. Yolculuk sabah başlıyordu hem de. Arayıp da bulamadığım bir şeydi. Çevreyi izleyerek gözleyerek yol almanın güzelliğini kuşkusuz gezenler çok iyi bilirler. Otobüsler geniş, ferah, hele bir de tekli koltuksa değmeyin keyfime. Yolculuklarda olmazsa olmazım kitap okumaktır. Daha önce Kamil Koç’un yolculara verdiği gazeteyi baştan sona dek okudum. Sonra geldi sıra Yolculuk dergisine. Okumadan edemediğim bir gezi dergisidir. Aylardan Nisan, yol boyunca her yer yeşile kesmiş. Doğa canlanmış, göz alabildiğine yeşillikler, çiçekler halı, kilim desenleri gibi nasıl da canlıydı. Otobüsün canımdan doğadaki

telaşı görebiliyordum. Kuşlar, kelebekler nasıl da hareket katıyordu doğaya. Leylekler gelmişler. Ankara’ya kadar yolculuk nasıl geçti anlayamadım. Geriye kalan beş saatlik yolu da tamamlamıştık. Şehzadeler Kenti’ne adım atmıştık. Servisler bizleri bekliyormuş. Geceleyin çevreyi tam seçemesem de daha önce telefonla yer ayırttığım Taşhan Otel’e ulaşmıştım. Yorgunluktan eser yoktu üzerimde. Otobüslerin rahatlığı ayrı, Kırıkkale’den mola yeri Sungurlu’ya kadar uyumuştum. Bavulumu bırakıp gece serinliğinde Amasya’yı gezmeye çıktım. Şehrin tam ortasından geçen Yeşilırmak bir masal nehriydi. Işıklandırma ne güzel yapılmıştı. Bir bakıyordum yemyeşil, daha sonra kırmızı, daha da sonra mosmor akıyordu. Dağlara oyulmuş binlerce yıllık Kaya Mezarları da aynı ışıklandırmayla gözlerimi alıyordu. Yıldızlar daha mı çoktu bu sakin şehirde. Yer gök yıldıza kesmişti. Irmağın kenarındaki banklara oturup sessizliği dinledim. Düşler kurdum. Rengi sürekli değişen ırmağın akışını dinledim… Otelin devasa büyüklüğü karşısında hayran kalmamak elde


Odama çekildim. Her odaya Amasya’da yaşamış tarihsel şahsiyetlerin adı verilmişti. Odaların kapısı oldukça küçüktü. Boyu uzun olanlar dikkatli girmek zorundaydı. Tavan yüksekti. Kesme kalın taşlar kullanılmıştı odaların yapımında. Yataklar tertemiz, mis gibi lavanta kokuyordu. Yatar yatmaz uyumuştum. Sabahleyin kahvaltımızda yöresel ürünleri yabana atılmayacak cinstendi. Amasya çöreğine bayıldım. Sordum Çörekçi Galip yapıyormuş. Dönerken sevdiklerime götürecektim. Kahvaltıdan sonra ver elini kenti gezmeye. Kuruluşu 8 bin yıl önceye dayanan, birçok uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan Amasya’yı gündüz gözüyle görmek de bir başkaymış. Bimarhane’den Aşıklar Müzesine kadar gezmedik yer bırakmadım. Tarihsel geçmişi karşısında etkilenmemek elde değildi. Öğle yemeği için Amasya’nın mutfağında yer tutan yemekleri yemek için Yeşilırmak kenarındaki Amasya Mutfağı’na gittim. Önce toyga çorbası, baklalı yaprak sarması, keşkek öyle lezzetliydi ki tatmasaydım Amasya’yı görmüş kabul etmeyecektim kendimi. Öğleden sonra Harşena Dağı’nın güneyine bakan Pontus Kralları’nın kaya mezarlarını gezdim. Coğrafyacı Strabon’a göre bu mezarlar Pontus

krallarına aitti. Hızımı alamadım İç Kale, Cilanbolu’yu da gezdim. Kentin eşsiz fotoğraflarını çektim. Yükseklerden inip ırmağın kenarındaki Saraydüzü Kışlası olup günümüzde sanat merkezi olan binayı gezerken Amasya Genelgesini anımsayıp Atatürk’ün huzurunda saygıyla eğildim. Geceleyin Ali Kaya’nın yerindeydim. Amasya’nın en yüksek lokantasıydı. Kentin gece görüntüsüne bakıp masal dünyasında olup olmadığıma inanamadım. Kentin ışıkları ateş böceğini andırıyordu. Kral Mezarları, Yeşilırmak’ın renkli ışıklarla yıkanması destansı görüntüler oluşturuyordu. Yıldızlar daha yakındı Ali Kaya’da… Ertesi gün Amasya’nın tüm güzelliklerini görmeye çalışsam da zaman yetmiyordu. Geceleyin Taşhan’daydım. Bağlamayla müzik vardı. Osmanlı, günümüz mutfağının lezzetleri özenle sunuluyordu. Taşhan Oteli bu şirin kente yeniliklerin yanında ayrı bir tat getirmişti. Yapısıyla insanı büyülüyordu. Yemeğimi yerken oteli işleten Adnan Çelik Bey masama geldi. Sıcak biriydi. Şehirle ilgili çok şey anlattı. Amasya Kebabı haziran ayında başlar, gelip bir tadın, dedi. İki gün yetmemişti Şehzadeler Şehri’ni gezmeye. İlk fırsatta yine gelecektim. Biletimi almak için Kamil Koç’a gittim. Yol kartımı gösterdim. Görevli arkadaş puanlarınız bilete yetiyor. İsterseniz kullanalım, dedi. Olur dedim. Tekli koltuktan almıştım yine biletimi. Dönüş yolculuğumu da puanlarım karşılamıştı… Dönüş için otobüse bindim. Gelirken gece karanlığında göremediğim güzellikleri izleyerek yolculuğumu yapacaktım. İzmir’e dönüş yolculuğumuz başlamıştı… T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

değildi. Mimar Mehmet Kalfa’ya 1699 yılında yaptırılan dikdörtgen biçimindeki iki katlı hanın beden duvarları kesme taşlardan ve tuğlalardan yapılmıştı. İç avlu duvarlarla çevrilmişti. İç avluyu çeviren hafif sivri kemerlerin üzerine ikinci kat yerleştirilmişti. Alt kat avlusu restoran olarak kullanılıyordu.

29


Binnur OLCAKTÜRKAN

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI METİN FEYZİOĞLU:

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

"ORTAK DİLİMİZ HUKUK"

D

30

eğerli Still Life okuyucuları, dergimizin bu sayıdaki prestij konuğu Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Metin Feyzioğlu. İlk olarak 2013 yılında Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na seçilen Feyzioğlu, 2017 yılında bu göreve ikinci kez seçilmeyi başardı. Hukukçu bir aileden gelen Feyzioğlu: “Bizim farkımız şu: Hangi görüşten olursak olalım ortak bir dilimiz var o da hukuk. 81 milyonu hiçbir ayrım yapmadan hukukun üstünlüğü paydasında kucaklamak istiyoruz” diyor. Feyzioğlu ile öğrencilik yıllarını, özel hayatını ve tabi ki hukuku konuştuk.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


36 yaşında profesör ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı oldum. 2010 ve 2012’de üst üste Ankara Barosu Başkanı seçildim. 2013 yılında Türkiye’nin her yerindeki meslektaşlarımla kucaklaştığım bir seçim döneminin ardından Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na seçildim. Meslektaşlarım 2017 yılında beni bir kez daha bu onurlu makama layık gördü. Merkezine insanı alan bir dünya görüşüm var. İnsana dokunduğunuz takdirde müthiş şeyler başarabileceğinizi düşünüyorum. Still Life: Nasıl bir öğrenciydiniz? Hukuku ailenizde hukukçu olduğu için mi seçtiniz? Öğrenciliğimde okul birincisi olmak, dereceye girmek gibi şeyleri pek önemsemedim. Ama fena bir öğrenci de değildim. Araştırmaya meraklı bir insan olarak ilgimi çeken derslerde çok başarılıydım. Bazı derslerden geçer not almakla yetinirdim. Hukukçu bir aileden geldiğim doğru. Evde de en çok hukuk ve Biz doğruları söylemenin zor olduğu bu ortamda; Türkiye’yi hukuk devletinden uzaklaştıracak her adıma karşı uyarılarımızı yaptık. Bunu da kutuplaştırıcı bir dille değil, vatan sevgisiyle, millet sevgisiyle yaptık.

memleket meseleleri konuşuluyordu. Benim de aklımdan başka bir meslek geçmedi. İlkokuldayken, evdeki küçük cep anayasası kitabı çok hoşuma gittiği için cebimde gezdiriyordum. Arada bir de merak edip sayfalarını karıştırıyordum. Hatta sınıfta öğretmenin bir sorusu üzerine cebimden Anayasayı çıkarıp bir maddesini okuyarak cevap vermiştim. Still Life: Hobileriniz nelerdir? Avukat Metin Feyzioğlu ile evdeki baba Feyzioğlu arasındaki farklar neler? Kızlarınızla aranız nasıldır? Tarihe, tutku derecesinde bir merakım var. Antik Roma, Anadolu uygarlıklarına büyük merak duyuyorum. Okumaktan, araştırmaktan, özel olarak ilgimi çeken tarihi mekanları tekrar tekrar ziyaret etmekten müthiş haz alıyorum. Bir tespih koleksiyonum var. Ciddi bir koleksiyon. Çok eski, peşine düşüp arayıp bularak koleksiyonuma eklediğim tespihler var. Sayı olarak da epey fazla. Ayrıca fotoğraf çekmekten çok hoşlanıyorum. Kızlarımla ilişkilerime gelince… Ben disiplinli bir ailede büyüdüm. Bunun iyi yönleri olmakla birlikte, zorlayıcı bir tarafı da var. O nedenle kızlarına karışan bir baba değilim. Ben onlara verebileceğim şeyleri verdim.

Anneleri de verdi. Elbette bizden farklı olacaklar. Biz de onlara güveneceğiz ve saygı duyacağız. Bir baba olarak isteğim mutlu olmaları. Still Life: Türkiye Barolar Birliği Başkanı olduğunuzdan beri gündemden düşmüyorsunuz. Bunun sebebi sizce nedir? Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak 79 baromuza kayıtlı 110 bin avukatı temsil ediyorum. Bizim farkımız şu: Hangi görüşten olursak olalım ortak bir dilimiz var o da hukuk. 81 milyonu hiçbir ayrım yapmadan; inancına, mezhebine, etnik kökenine,

siyasi görüşüne bakmadan hukukun üstünlüğü paydasında kucaklamak istiyoruz. Bireysel ve toplumsal adaletin çağdaş ölçütlere uygun olarak gerçekleşmesinde, demokrasinin, hukuk devletinin, tüm kural ve kurullarıyla işlemesinde birinci dereceden sorumluluk duygusu, bizim meslek andımızdır. Savcı soruşturur ve suçlar. Hakim yargılar. Avukat ise savunur. Yani birbirine eşit olan bu üçlü yapı içerisinde vatandaşın temsilcisi, avukattır. Biz avukatlar ve onların örgütlü güçleri olan Barolar ve Türkiye Barolar Birliği, halkın hak arama özgürlüğünün sesiyiz. Vatandaş adına doğruları söylemekle, onların haklarını savunmakla mükellefiz. Öte yandan Türkiye’nin kutuplaştırıldığı ve doğruları söylemenin zorlaştırıldığı bir ortamda yaşıyoruz. Biz doğruları söylemenin zor olduğu bu ortamda; Türkiye’yi hukuk devletinden uzaklaştıracak her adıma karşı uyarılarımızı yaptık. Bunu da kutuplaştırıcı bir dille değil, vatan sevgisiyle, millet sevgisiyle yaptık. “Adalet çökerse devlet çöker, hepimiz altında kalırız” dedik. Kumpas davalarının karşısında durduk, FETÖ ile mücadele ettik, terörün T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Still Life: İlk olarak Metin Feyzioğlu kimdir? Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı ve kurulmasını “hukuk devriminin başlangıcı” olarak gördüğü Ankara Hukuk Fakültesi mezunuyum. Akademisyen olmak istiyordum ama avukatlık yapma düşüncesi de aklımda yer etmişti. Ceza Hukuku alanını seçmem de bu düşüncenin bir ürünüydü. 1991 yılında Ankara Barosu’na kaydoldum ve hemen ardından araştırma görevlisi oldum. İki hayalim de gerçekleşmişti… Enerjimi hem üniversite hem de adliye koridorlarından aldım.

31


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Meslekte 40 ve 50 yılını dolduran meslek ustalarına Türkiye Barolar Birliği madalyaları Baromuz ev sahipliğinde Denizli Barosu Hizmet Binası Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen törenle takdim edildi. Törene Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile Denizli milletvekili Kazım Arslan'da katıldı.

32

karşısına dikildik. 2010 Referandumuna konu olan yüksek yargıya ilişkin değişikliklerin tehlikelerine dikkat çektik. Ne yazık ki haklı çıktık. O değişiklikler FETÖ’nün yargıda örgütlenmesine ve 15 Temmuz gibi vahim bir olayı yaşamamıza neden oldu. Hukuk çizgisinden yürürseniz doğruyu bulursunuz. Hukuk çizgisinden ayrılmadan insan hakları ihlallerine dikkat çektik, nerede bir haksızlık varsa oraya koştuk; hukuk

devletine ve onun temeli olan kuvvetler ayrılığı ilkesine zarar verecek adımlar karşısında haklı eleştirilerimizi dile getirdik. Keyfi uygulamaların, uzun tutuklulukların, özel mahkemelerin, savunma hakkına getirilen kısıtlamaların yanlışlığını anlattık; adil yargılanma hakkını, adalete erişimi savunduk. Son Anayasa değişikliğinin yanlışlığına dikkat çektik. Keşke bütün bunlar yaşanmasaydı, ben de gündeme gelmeseydim. Still Life: Türkiye’de hukuka ve yargıya güven oranının giderek azalmasını neye bağlıyorsunuz? Sizce yargı siyasallaştı mı?

Bizim zamanında yaptığımız ve hala da yapmaya devam ettiğimiz iyi niyetli uyarılar dikkate alınsaydı, bugün Türkiye’de yargıya güven bu kadar azalmayacaktı. Hukuka güvenin sağlanması için yargının güvenilir olması gerekir. Yargıya siyasetin müdahalesini mutlak olarak önleyecek bir sistemin kurulması ve yargı bağımsızlığının sağlanması gerekir. Vatandaş o zaman doğruyla yanlışın, suçluyla suçsuzun, haklıyla haksızın birbirinden ayrılacağına inanır ve hukuka güven sağlanır. Ama şu anda vatandaşta böyle bir güven yok. En azından vatandaşta yargının siyasallaştığına yönelik bir algı var. Maalesef dünyada Türkiye dendiğinde akla hukuksuzluk geliyor. Oysa Türkiye dendiğinde akla hukuk gelmeli, hukukun üstünlüğü gelmeli. Bizim mücadelemiz bunun için. Yani vatanımız için, vatandaşımız için. Still Life: HSYK’nın isminin HSK olarak değiştirilmesini nasıl yorumluyorsunuz? HSK’nın bugünkü yapısı evrensel hukuk normları açısından nasıl değer-

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

lendirilebilir? Son Anayasa Değişikliği ile yapısı da adı da değiştirilen Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinin 7’si siyasi parti üyesi olan Cumhurbaşkanı tarafından, diğer 6’sı da TBMM tarafından seçilecek şekilde yapılandırdı. Cumhurbaşkanının aynı zamanda siyasi parti üyesi ve genel başkanı olmasına izin veren bu sistemde HSK’nın da Anayasa Mahkemesi’nin de bağımsızlığından söz etmek mümkün değil. Yasama, Yürütme ve Yargı’yı tek elde toplayan bu sistem, evrensel hukukun ilkelerine, hukuk devleti ilkelerine aykırı. Hukukun üstün değerleri bize kuvvetler ayrılığını ve bağımsız bir yargıyı vaaz ediyor. Still Life: Türkiye’ de hukuk fakültesi sayısının artması eğitim kalitesini düşürdü mü? Hukuk fakültesini bitirdikten sonra yeterlilik sınavına girilmesi yönündeki yaklaşımlara bakışınız nedir? Kontrolsüz şekilde açılmış ve sayısı her geçen gün artan hukuk fakültelerinin pek çoğunun eğitim kalitesi ne yazık ki istenilen seviyede değil. Türkiye Barolar Birliği olarak hukuk fakültelerinin niteliğini yükseltmek amacıyla önemli bir proje gerçekleştirdik. Hukuk eğitimi ve öğretimindeki standartları belirlemek amacıyla hukuk fakültelerinin dekanlarının


yönetmelik değişikliğiyle staja ve mesleğe kabul aşamalarında yeterlilik getirdik. Ama idare bu konuda da karşımıza engel çıkardı. Avukatlık mesleğinin kurtuluşu için sınavdan başka çaremiz yok ve bu konudaki ısrarımız sürüyor.

da katıldığı bir komisyon oluşturarak, hukuk fakültelerinin hangi asgari standartları taşıması gerektiğiyle ilgili ölçütleri belirledik ve üç yıllık çalışmanın sonunda bu ölçütlere göre bir değerlendirme yaptık. Böylece üniversiteye girecek adayların, hukuk fakültelerini objektif ölçülere göre sıraladığımız cetvele başvurabilmelerine imkan sağladık. Bu aynı zamanda hukuk fakültelerinin eksikliklerini görmelerini ve kendilerini geliştirmeleri içi önemli bir hizmettir. Öte yandan staja ve mesleğe kabul aşamalarında sınav sisteminin getirilmesi bir zorunluluktur. Biz bu konuda Avukatlık Kanunu üzerinde, bütün barolarımızın da katılımıyla çok ciddi çalışmalar yaptık. Önümüze çıkarılan engellere rağmen yaptığımız

Still Life: 15 Temmuz darbe girişiminin yargı sisteminde nasıl bir tahribat yarattı? Bu tahribat sağlıklı olarak onarıldı mı? Öncelikle şunu söyleyeyim: Türkiye 15 Temmuz'a devletin taşıyıcı kurumlarını yıprattığı, kuruluş felsefesinden uzaklaştığı, hukuk devletini aşındırdığı, demokrasinin niteliğini maalesef aşağılara çektiği için geldi. 15 Temmuz ise yaşanan olumsuzluklara yenisini ekledi. Olağan hale gelen olağanüstü hal ve OHAL KHK’ları bunların başında geliyor. Bu koşullarda yapılan Anayasa değişikliği ile gücün tek elde toplanması Türkiye’yi hukuk devleti açısından sıkıntılı bir konuma sokuyor. Darbe girişimine yönelik yargılamaların hukuka uygun, adil ve objektif gerçekleşmesi bir zorunluluktur. Şu anda maalesef suçluyla suçsuzu, haklıyla haksızı birbirinden ayırt edecek yargısal mekanizma darmadağın durumdadır. Suçlular, masumların haklı feryatlarıyla aklanmaktadır.

Avukatların görevlerini icra ederken, maruz kaldıkları keyfi muameleler, vatandaşların adalete erişimini çok zora sokmuştur. Avukatı, hakimi, savcısı ve adli personeliyle, tüm yargı mensupları doğru yapsa bile artık yaptığının doğruluğuna kimseyi ikna edemez duruma düşürülmüştür. Bu sebeple toplumu ilgilendiren her soruşturma ve her dava bizi parçalara ayırmaktadır. Ülkemize zarar veren terör örgütlerinin uluslararası meşruiyet kazanması ancak ülkemizde hukuku üstün kılarsak önlenebilir. Bu tahribatı onarmanın yolu kuvvetler ayrılığına dayanan bir hukuk sistemi içinde mutlaka ama mutlaka bağımsız yargıyı tesis etmektir.

Still Life: Son olarak sizin eklemek istedikleriniz… Yaşanan bütün sorunları hep birlikte aşacağımıza yürekten inanıyorum. Çıkış yolu, milletin kucaklaşmasını sağlamaktır. Bu kucaklaşmanın yolu da hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu katılımcı demokrasiyi inşa etmektir. Evvelki günün, dünün ve bugünün doğru ve yanlışlarından ders almak, aydınlık bir geleceği birlikte yaratmak zorundayız.

Şu anda maalesef suçluyla suçsuzu, haklıyla haksızı birbirinden ayırt edecek yargısal mekanizma darmadağın durumdadır.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun Denizli Barosu ziyaretinden...

33


BARO BAŞKANI

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

MÜJDAT İLHAN

34

"

SİYASİ İRADEDEN DEĞİL, YASAL DÜZENLEMELERİN BİZİ GÖTÜRECEĞİ NOKTADAN RAHATSIZIZ T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


D

enizli Barosu Başkanı Sayın Müjdat İlhan, Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi ve idam cezasıyla ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. İlhan yaptığı değerlendirmede: “Kimsenin bizim söylediklerimizi bir tarafgirlik olarak değerlendirmesini doğru bulmuyoruz. Biz siyasi iradeden değil, yasal düzenlemelerin bizi götüreceği noktadan rahatsızız” dedi. SİSTEM İÇERİSİNDE BELİRSİZLİKLER VAR Öncelikle yeni yönetim sisteminin hepimize hayırlı olmasını diliyorum. Referandum süre-

cinde bu yönetim sisteminin beraberinde birçok olumsuzluk getireceğini dilimiz döndüğünce anlatıp; vatandaşın kafasındaki soruları cevaplamaya çalıştık. Sistem içerisinde belirsizliklerin olduğunu söyledik. Bu belirsizliklerle bir çözüm elde edilemeyeceğini anlattık. Erkler ayrılığının bu yönetim sistemiyle tek elde toplanacak olmasından kaynaklı hukuki kaygılarımızın, yargısal kaygılarımızın olduğunu söyledik. Tek elde toplanan yasama, yürütme ve yargının mutlaka bundan örseleneceğini; halkın hukuka olan güveni yerlerdeyken bu sistemde devletin yargısının, maalesef yine devletin kurumlarına göbekten bağlı olacağını söyledik. Referandum yüzde ellinin üzerinde bir evetle kabul edildi. Sonraki süreçte yine cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve bugün itibariyle yürürlüğe giriyor. Bu yönetim sistemiyle ilgili hukukumuzdaki boşlukları doldurmak adına çıkan bir KHK’nin dışında da yeni düzenlemelerin yapılması gerekecek. İçinde bulunduğumuz görev gereği hukukçu bakışıyla doğru değerlendirme yapmak zorundayız. Kimsenin bu anlamda bizim söylediklerimizi bir tarafgirlik olarak değerlendirmesini de doğru bulmuyoruz. Biz siyasi iradeden değil, yasal düzenlemelerin bizi götüreceği noktadan rahatsızız. Bunu

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Erkler ayrılığının bu yönetim sistemiyle tek elde toplanacak olmasından kaynaklı hukuki kaygılarımızın, yargısal kaygılarımızın olduğunu söyledik. Tek elde toplanan yasama, yürütme ve yargının mutlaka bundan örseleneceğini; halkın hukuka olan güveni yerlerdeyken bu sistemde devletin yargısının, maalesef yine devletin kurumlarına göbekten bağlı olacağını söyledik.

da her platformda söylemeye devam edeceğiz. YÖNETİME ORTAK OLMA GİRİŞİMİNDEN DOLAYI DARBE TEŞEBBÜSÜYLE KARŞILAŞTIK Sistemsel hataların, liyakatin ön plana çıkmamasından kaynaklı sorunların, kendini siyasi iradeye yakın gösterme ve bundan nemalanmak isteyen grupların varlığını hepimiz biliyoruz. Geçmiş dönemde bize kanlı bir terör örgütü boyutunda 15 Temmuz olayını yaşatan unsurlar, devletin birçok kademesinde, yine siyasi irade tarafından görevlendirilmiş kişilerdi. O zaman çok büyük iltifata mazhar oluyor, çok önemli görevlere getiriliyorlardı. Sonra gördük ki bu insanların hepsi Türk milletinin bekası ve devletin devamlılığı için değil; talimat aldıkları kişinin oluşması beklenen iktidarı için çabalamış. Yönetime ortak olma girişiminden dolayı da o darbe teşebbüsü ile karşılaştık. Tabi ki hainlerin devletin içerisinden temizlenme-

si lazım. Ancak devletin elinin, hainlerin varlığını tespit ettikten sonra, masumların varlığını da unutmayarak, masumlara uzanması gerekiyor. Çünkü birçok mağduriyetin oluştuğunu en yetkili ağızlar da beyan ediyor. O nedenle 18 Temmuz’da kalkacağı söylenen OHEL’le birlikte yeni sistemde bu işi yapacak olan Cumhurbaşkanı’nın da KHK yetkisi varlığı düşünüldüğünde; bu mağduriyetlerin çok büyük bir hızla giderilebileceğini de düşünüyoruz. ERKLERİN KENDİ ALANLARINDA ÖZGÜR VE BASKIDAN UZAK ÇALIŞMASI SAĞLANMALI Bizim beklentimiz, bütün erklerin tek elde toplanıyor olmasına rağmen; bu erklerin kendi alanlarında özgür ve baskıdan uzak çalışmalarının sağlanmasıdır. Bu gerçekleşmediği takdirde bizim de sorun yaşadığını yakından gördüğümüz Ortadoğu ülkeleri gibi büyük bir kaosun içerisine sürüklenmemiz oldukça mümT E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

35


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

36

Asıl olan gelişmiş ceza hukuklarında infaz rejimleri ya da cezalar değil, bu cezaların alınmasına sebebiyet veren her türlü unsurun ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. Ölümle yok etmek değil suçluyu yeniden topluma kazandırmaktır. O nedenle ben bu idam çığırtkanlığı yapan insanların sonucunun ne olacağını kestirebildiklerine inanmıyorum. kündür. Çünkü yaşadığımız coğrafyadan dolayı üzerimizde her yönüyle çok baskı var. Liyakatin esas alınması lazım, işi ehline vermek lazım, sadece siyasi iradeye ya da herhangi bir birime yakın olmak, oradan iş almak, para kazanmak, o kazandığın parayı paylaşmak yeterli değil. Bizler kendi adımıza söylediklerimizin doğrudan bize bir menfaat sağlaması gerektiğine de inanmıyoruz. Biz geleceğimiz için bir çabanın içerisindeyiz. Çocuklarımız için sorumluluk aldığımız dönemlerde yaptıklarımızdan mesulüz. Bu dönemlerde görev alan bizler tarihe bu notları düşmek zorundayız. Hem yaptıklarımız hem de yaşadıklarımızla. DENGE DENETİM MEKANİZMALARI BU SİSTEMDE YOK Eksikleri ve hatalarının varlığını bildiğimiz; yapılmayan düzenlemelerden kaynaklı olarak (siyasi partiler yasası, seçim yasasındaki eksiklikler) parlamenter sistemin bizim yönetim olarak daha modern ve daha gelişmiş bir ülke olmak adına, bize yeterli olmadığını söyleyenlerin parlamenter sistemin eksikliklerini gidermek T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

adına tamamen başka bir sistemin içerisinde yolumuza devam etme kararının olumsuzluklarını umarım görmeyiz. Bizzat bu dönemin yöneticileri, hukukçuları, Burhan Kuzu gibi, yeni yeni kendilerinin söylemeye çalıştıkları sistemin bu olmadığını; denge denetim mekanizmalarının bu sistemde olmadığını söylemeye başladılar. Dolayısı ile bunu görmek için hukukçu olmaya gerek yok. Çok kısa bir sürede anayasa referandumuna gittik. Hukukçuların bile kendi içinde çeliştiği bir ortamda kamuoyunun sağlıklı bilgilendirildiği düşünülemez. Bu aşamadan sonra hepimiz hukukçuyuz, uygulama bizim işimiz. Mevcut yasal düzenlemeler içerisinde hareket edeceğiz. Oluşabilecek sıkıntıların varlığını mutlaka birilerinin tespit edip söylemesi; varsa yapılabilecek düzenlemelerinde biran önce yapılması gerekiyor. Cumhuriyet’in kurucu değerlerinden uzaklaştıkça sorunlar yaşayabileceğimizi herkes bilmeli. Bütün ülke insanı olarak en başta da yöneticilerimiz bu hassasiyeti gösterip ayrışmayı da ötekileştirmeyi de biran önce sonlandırıp birlik ve

bütünlük içinde yeni bir yüzyıla hazırlanmamız gerekiyor. İDAM TELAFİSİ OLMAYAN BİR İNFAZ YÖNTEMİDİR VE ETKİSİ DE YOKTUR İdam ilkel bir cezalandırma yöntemidir. Telafisi olmayan bir infaz yöntemidir. Etkisinin olmadığını da idamın uygulanmakta olduğu ülkelerde suç oranları incelendiğinde görebiliriz. En son 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde bizzat devletin yetkili organları tarafından darbeyle ilişkilendirilen insanların beraatla sonuçlanan yargılamalarını gördük. En son KHK düzenlemesiyle ihraçtan sonra iade edilenler gördük. Eğer bu insanlar yargılanıp ceza kanunundaki hüküm doğrultusunda idam edilmiş olsalardı bunun telafisi olmazdı, yoktu. Dolayısı ile idam kesinlikle doğru bir yöntem değildir. Bahsedildiği gibi hadımda doğru bir yöntem değildir. Biz öncelikle insanımızı yani çocuğumuzu doğru yetiştirmek zorundayız. İnsanımıza güzel bir eğitim, eşit bir eğitim hakkı tanımamız gerekiyor. Bu iş de ailede başlıyor. Aile içinde de en büyük öğretmen annelerdir.

Annelerimizin dolayısıyla kadınlarımız üzerindeki her türlü baskı ve olumsuzluğun kaldırılması gerekiyor. Asıl olan gelişmiş ceza hukuklarında infaz rejimleri ya da cezalar değil, bu cezaların alınmasına sebebiyet veren her türlü unsurun ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. Ölümle yok etmek değil suçluyu yeniden topluma kazandırmaktır. O nedenle ben bu idam çığırtkanlığı yapan insanların sonucunun ne olacağını kestirebildiklerine inanmıyorum. Şeriat hükümlerinde var olan kısas ve idamın da bu sistemi uygulayan ülkelerde bir anlam ifade etmediğini orada yaşayan insanlar yaşayarak görmektedir.


37

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


Binnur OLCAYTÜRKAN

İTALYA GEZİSİ (4)

@binnur. olcayturkan

Veni Vidi Vici TAŞ KESİLEN ŞEHİR POMPEI

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

YOK OLAN BİR MEDENİYET VE

38

HELAK OLAN İNSANLAR İnsanın tüylerini diken diken eden , ama bir o kadar da hayran bırakan bir antik şehir Pompei. Ama bu şehir ile ilgili bir çok rivayetler var.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


P

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Şehrin adı İtalya’nın orta kesimlerinden yerleşen Osci’lerin, Oscan lisanında beş sayısından ‘’pompe’’ den geliyor.

39

ompei İtalya’nın Napoli şehri yakınlarında eski bir Roma şehri. Araştırmacılar, şehrin 6. ya da 7. yy. da Osci’ler yani İtalyanlar tarafından keşfedildiğine, birçok kabilenin yaşamından çok sonra, 80 yılında Romalılar tarafından yerleşildiğine inanıyor ve bundan tam 160 yıl sonra ise şehrin nüfusunun yaklaşık 20 bin kişiye kadar ulaştığını düşünüyorlar. Şehir su ve kanalizasyon kanalları, sokaklardaki yürüme sistemi, anfitiyatrosu, stadyumu ve limanı ile o zamanın teknolojisine kıyasla çok ileri bir şehir. Bugün bile ister istemez insan, o zamanın şartlarında düşünülmüş çözümleri gördükçe büyüleniyor.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Pompei şehri 1748 yılında İspanyol mühendis Rocque Joaquin de Alcubierre tarafından keşfedilmesine kadar kül yığınları altında kalmış. Havanın ve nemin az olması nedeniyle şehir neredeyse o zamanlardaki haliyle korunmuş durumdaymış. Yapılan kazılarla büyük bir kısmı gün ışığına çıkarılmış. Kazıları 1863 yılında devralan Giuseppe Fiorelli, kazılar yapılırken kalıntıları içlerine plastik bir alçı sıkarak saklayabileceğini keşfetmiş. Bu da günümüzde bile, kanımızı donduracak bir şekilde, insanları öldükleri haliyle görmemizi sağlıyor. Dua eden adam ya da kadın gibi. Ama bunun birçok yerde, bu insanların çok günahları vardı o yüzden taş oldukları şeklinde ifade ediliyor.

Giuseppe Fiorelli, kazılar yapılırken kalıntıları içlerine plastik bir alçı sıkarak saklayabileceğini keşfetmiş. Bu da günümüzde bile, kanımızı donduracak bir şekilde, insanları öldükleri haliyle görmemizi sağlıyor.

40

B

u arada bir diğer rivayete göre, şehirdeki zenginlik o kadar fazlaymış ki, insanlar yedikleri yemekten çok daha fazla keyif alabilmek için yatarak yer ve yediklerini kaz tüyü ile kusarak, yemeye devam ederlermiş. Bu da sanırım sadece Pompeililere değil, Romalılara has bir özellik. Şehri gezerken evlerin içlerinde tek tek girip neredeyse oradaki yaşamı gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Bazı detaylar bile olduğu gibi duruyor. Örneğin

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

normal sayılabilir. Ayrıca genelevlere giden yolların açıkça penis şeklinde taşlar ile ifade edilmesi birçok kişi tarafından acayip karşılanırken, şehrin dilini bilmeyen gemicilere yol göstermenin en doğal yolu gibi…

Bu arada, pompeililerin yaşam tarzı da diğer bir tartışma konusu, bugün denize kıyısı olmayan Pompei, o zamanlar inanılmaz ticaretin yapıldığı bir liman şehriymiş. Şehrin %60’ ını zengin nüfus oluştururken, geri kalan kısmını ise köleler oluşturuyormuş. Bu şehre, günahler şehri denmesinin sebebi cinselliğin çok ön planda ve şehirde birçok genelevin olması, eşcinselliğin ise doğal karşılanması. Ancak bir liman şehri olan Pompei’ de şehre birçok gemicinin gelmesi nedeniyle, genelevlerin bu kadar fazla olması

Sirico’nun villasında yerde Salve, Lucru (hoş geldiniz, para) yazısı gibi. Bu villanın 2 ortak tarafından yönetilen bir ticaret firmasının binası olduğu biliniyor. ( Sirico ve Nummianus). Kitaplıktaki papirüs tomarları, meyhane tezgahlarındaki kadehler, son müşterilerin bıraktıkları paralar, yazıcı dükkanındaki balmumu tabletler aynen bırakıldığı gibi duruyor. Sanki yaşam dondurulmuş ve görebilelim diye bizim için saklanmış gibi. .

Zenginlik o kadar fazlaymış ki, insanlar yedikleri yemekten çok daha fazla keyif alabilmek için yatarak yer ve yediklerini kaz tüyü ile kusarak, yemeye devam ederlermiş.


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Beni en çok etkileyen belki de o zaman sokak isimleri yerine geçen, her birinde farklı şekiller olan sokak çeşmeleri oldu. O zamanı düşününce, su sistemine de hayran kalmamak elde değil. Su sistemi sayesinde, sokak çeşmelerine, yüzme havuzlarına, en az 4 adet halk hamamına, evlere ve işyerlerine hatta süs havuzlarına bile su gidebiliyor.

D

uvarlarda olan fresklerin çoğu Pompei tarzı. Bazıları erotik içerikli, şans getirmesine yönelikte birçok fresk yapılmış, bugün bunların çoğu Napoli Üniversitesi bünyesinde saklanıyor. Sokaklarda her iki yanınızda uzanan evleri ve dükkanları ayırt edebiliyorsunuz. Bulunan bir anfitiyatro, 2 adet de tiyatro var ama şehrin hala 2/5’i toprak altında çıkarılması için ise en az 300 milyon dolarlık bir bütçe gerekiyor.

Pompei tarzı fresklerin birçoğu Napoli Üniversitesi’nde saklanıyor.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

41


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Bu arada kazılarda bulunan bir çok seks içerikli fresklerin ise bilinçli olarak tekrar saklandığı söyleniyor. Öyle ki; seks ve üreme tanrısı Priapus’a ait inanılmaz büyüklükteki penisin, 1998’ deki sağanak yağışa kadar saklı kaldığı, en bilinenler arasında. Hatta 1819 tarihinde karısı ve kızı ile National Museum’u ziyaret eden Napoli Kralı 1. Francis, erotik sanattan o kadar utanıyor ki, neredeyse 100 yıla yakın bir zaman müzenin kapatılmasına sebep oluyor. O tarihten bu yana açılıp kapanmalarıyla bilinen müze, en son 2000 yılında tekrardan görüşe açılıyor.

42

Dolayısıyla, belki de bu olayın ilahi ceza olduğunu düşünen çok sayıda Hristiyanın da olduğu bir gerçek. Ama şunu da düşünmeden geçemiyorum aktif olan bir yanardağın bu kadar yakınına kurulan bir şehir, her zaman böyle bir risk içermez miydi? Pompei her yıl yaklaşık 2. 5 milyon turist tarafından ziyaret edilen ve UNESCO’nun Dünya Mirası kapsamında olan bir yer. Ve öncelikli korunması gereken bir yer ancak 2010 yılında bu bir trajediyi de maalesef engelleyememiş. Gladyöterlerin evi olarak da bilinen Schola Armotorum’un aşırı yağışlar ve ihmal nedeniyle çökmesi, bize tekrar tarihi eserleri ne kadar korumamız gerektiğini hatırlatıyor. T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

Gelelim o güne… Tarih 23 Ağustos 79 Pompei’de o dönemde Roma İmparatorluğu hüküm sürmekteymiş ve başında da tarihin gördüğü en gaddar ve sapık hükümdar olduğu söylenen Caligula varmış. Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus yani takma adıyla Caligula, kısaca deli olarak tanımlanabilecek olsa da, bu deliliğinin altı onca acımasız ve tuhaf örnekle doldurulabilir. Arenada yapılan aslan dövüşlerinde aslanlarla dövüşecek yeterli mahkum kalmadığında, seyirciler arasından rastgele seçtiği kişileri arenada aslanların önüne sürdürürmüş. Ensest duyguları yoğun olan Caligula, en sevdiği kız kardeşi olan Drusilla’yı hamile bırakmış. Sonrasında ise doğmamış çocuğun yarı tanrı olabileceği düşüncesi ile Drusilla’yı parçalayarak ceninin alınmasını sağlamış. Drusilla’nın ölümü üzerine ise onu tanrı olarak ilan etmiş. . Ergenliğinde üç kız kardeşiyle ensest ilişki yaşamış. Para getirir düşüncesi ile sarayında topladığı Roma hanımefendileri, onların kızları ve öksüz gençlerden oluşan bir genelev açmış. MS. 37-41 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun 3. Caesar’i olarak yaptığı 4 senelik hükümdarlığı sonunda kendi muhafızları tarafından öldürülmüş. Tabiî ki başta böyle bir imparator varken halkında ondan geri kalır yanı olması beklenemezdi. Pompei’nin dört bir yanı genelevlerle çevriliydi. Ayrıca eşcinsellik çok normal karşılanıyordu. Şehrin edepsizliğe düşkünlüğü nedeniyle tarihten silindiği inanışı çok büyüktür. Asiller müthiş zenginlik içindeydi. Rivayete göre önce yemek yer daha sonra yediklerini kaz tüyleri kullanarak kusarlardı. Nedeni ise daha fazla yemek yiyebilmek, yemek zevkinden daha fazla faydalanmaktı. . . Vezüv Yanardağı’nın eteklerinde küçük bir liman şehri olan Pompei dönemin en önemli ticaret merkezlerinden bir tanesiymiş. Halk bu sayede çok

zenginleşmiş. Nüfusu hakkında farklı kaynaklarda, farklı farklı bilgilere ulaşmak mümkün. Ancak yaklaşık 20 bin kişilik bir nüfusu olduğu tahmin ediliyor. Nüfusun %60’ı asil, %40’ı kölelerden oluştuğu söyleniyor. Felaket günü şehirde normal hayat devam ediyor. O gün hava her günkünden biraz daha boğucuymuş. . . Üstelik çok hafif

Caligula de bir deprem olmuş ama fazla önemsememişler.

Ve yanardağ patlaması 23 Ağustos 79 senesinde gerçekleşen yanardağ patlaması ile birlikte şehrin üstüne önce küller ve taş parçaları yağmaya başlamış. Aslında öldürücü etkisi az olabilecek bu püskürme, halkın bölgeden uzaklaşmak yerine evlerine kapanması sonucu çok daha büyük bir felakete dönüşmüş. Korkunç felaketten kimse sağ kurtulamamış. 18 Kilometrelik bir alan içerisindeki Pompei lavlar altında kalmış. Ve tüm şehrin yok olması birkaç saat sürmüş. Ölümlerin en büyük sebebinin patlama esnasında ortaya çıkan zehirli gazlardan olduğu düşünülüyor. Bölgeyi meşhur eden unsurlardan biri olan taşlaşmış bedenlerin elleriyle yüzlerini ve burunlarını kapatır haldeki pozisyonları da bu tahmini güçlendiriyor.

Pompei’nin 16. 000 kişilik nüfusunun büyük bölümü taş olmuştu. Vezüv öylesine kuvvetli püskürmüştü ki kül bulutları, felaketi haber verircesine Anadolu, Suriye hatta Mısır’a kadar uçuşmuştu. Tüm zenginlikler, makamlar, güzelliklerle birlikte Pompei insanları taş oldu. O insanları bugün İtalya’da açık hava müzesinde görülebilirsiniz. Felaketin ardından küllerin altında kalan şehir, yaklaşık 2000 sene sonra yapılan kazılar sonucu gün yüzüne çıkartılmış. Bu çalışmalar esnasında, yanardağdan püsküren örtü altında kalan insan bedenleri çürümüş ancak kalan boşluklara doldurulan bir çimento-kireç karışımı, insanların ölmeden hemen önceki son hallerini tüm detaylarıyla gün yüzüne çıkarmış. Taşa dönmelerinin sebebi ise yanardağın püskürttüğü volkanik tuzun sertleşmesi. . . Bu lavlar kalıp oluşturmuş, zamanla içerideki vücut çürümüş fakat kalıp aynı kalmıştır.


43

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


NAMUS, ZAFER VE 30 AĞUSTOS E M R A H VA R O L

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

30 Ağustos işin sadece bilinen kısmı. Asıl geride kalan yılları, acıları, hüzünleri, vatanını terkedenleri yazmak lazım. 30 Ağustos tarihi sadece bir sonuç. Sebeplerini iyi bilmek lazım…

44

ünyanın kanunudur. Eğer gücünü kaybedersen hemen başına üşüşürler akbaba gibi. Osmanlı Devleti için de öyle oldu. İyi okuyamadı zamanı ve dünyayı. Geliştiremedi bir türlü kendisini. 3 cihana hükmeden koca Osmanlı Devleti ufacık Balkan ülkelerine savaş kaybeder hale geldi. Bazı yerlerde savaşa bile girmeden terk etti toprakları.

D

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

Düşman 3-5 koldan girerken Anadolu topraklarına, millet kendi arasında ufak ufak kıpırdanıyordu ama lidersiz olmuyordu bu işler. Bu toprakların makus kaderini değiştirecek bir lider bekleniyordu. 19 Mayıs’ta çıkarken Samsun’a Mustafa Kemal, aklında bağımsız bir Türkiye fikri vardı. Bunu yapmak ise çok da kolay değildi. Yunanistan İzmir ve çevresini, Fransızlar Çukurova’yı, İngiltere petrol neredeyse orayı, Rusya Doğu Anadolu’yu diğer akbabalar da diğer yerleri kendilerine parsellemişlerdi. Gizli antlaşmalarla ülkeyi boydan boya kendilerine almışlardı. Sağolsunlar vicdanları çok temiz olduğu için!

Ankara ve çevresinde küçük bir bölgeyi de Türk insanına bırakmışlardı. Bu ne güzel düşmandı! Size Anadolu’nun tam orta yerinde toprak bile bırakıyorlardı!!! Anadolu’nun her yerinde kadınlarımıza tecavüz ediliyor, erkekler kurşuna diziliyordu. Ege’nin bir kasabasında köye giren düşman askerini gören genç Ayşe, evine gitti ve düşman kapıyı çalınca da 1 saniye düşünmeden evi ateşe verdi. Evle birlikte cayır cayır yandı ama dokundurmadı namusuna. İngilizler, Fatih’in fethettiği İstanbul’u İngiliz bayraklarıyla donatmıştı.


Türk bir üsteğmen, daha alt rütbedeki bir teğmene selam vermediği için tutuklanıyordu. Ezan seslerinin yerini kilise çanlarının almasına ramak vardı. Bu böyle gitmez diyen Mustafa Kemal ve arkadaşları düştüler yola. Millete güvenmekle birlikte çok akıllı ortaklıklar kurdular. Savaştan çekilen ya da girmeyen ülkelerden silah aldılar. Savaşın bittiği cephelerdeki düşmanlarla dostluk kurup hem silah olarak hem de psikolojik olarak üste çıktılar. Bir yandan Anadolu topraklarında kan gövdeyi götürürken, diğer yandan 100 yıldır savaş kazanamaz hale gelen Türkler artık savaşları kazanmaya başlamıştı. (Burada parantezi açmak gerekir. Kurtuluş Savaşı’nı bu milletin azmi ve imanı kurtarmıştır. Gökten sakallı dedeler hikayeleri falan bu milleti hiçe saymaktır. Sakallı dedeler 100 yıldır savaşı kaybederken yoktu da Mustafa Kemal önderliğinde halk ayaklanınca mı ortaya çıktı!) Mustafa Kemal önderliğinde İsmet İnönü, Kazım Karabekir gibi

efsane komutanlar, Anadolu’yu baştan aşağıya temizledi düşmandan. Geriye son bir yumruk atmak kalmıştı. Büyük Taarruz tarihinin ben özellikle seçildiğini düşünenlerdenim. 26 Ağustos 1071 yılında Alparslan Anadolu’yu Türk yurdu yapmak için nasıl Malazgirt’ten başladıysa yolculuğuna, Mustafa Kemal de aynı tarihte son yumruğu vurmak için kalktı şaha. Kısa sürdü düşmanın kovalanması ve yenilmesi. 30 Ağustos’ta hemen hemen her şey bitmişti. İzmir’deki Yunanlılar da 9 Eylül tarihinde aldı gereken dersi. Öğrettiler onlara emperyalistlerle yola çıkan için yolun sonunun neresi olduğunu… 30 Ağustos 1922 yılında Türk Bayrağı özgürce dalgalanmaya, ezan özgürce okunmaya başladı bu ülkede yeniden. Mustafa Kemal Atatürk’ün savaştan 2 yıl sonraki şu sözleri aslında her şeyi anlatıyor: ‘’ Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur.

Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı.

Ama Türk Ulusu’nun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Türk Devleti’nin, genç Türkiye

Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır.’’


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

46

‘Kayıp şehir Atlantis’

Y

BULUNDU MU?

erbilimciler Atlantis adıyla efsaneleştirilen adanın volkanik etkilerle su yüzüne çıkmış bir kara parçası olduğunu iddia etti. Jeologlar, Kuzey Atlantik Okyanusu’nda deniz tabanının altında, yer hareketleri sırasında su yüzüne yükselip yeniden batan bir ada keşfetti. Bilimciler, uzun süre su yüzeyinin üstünde kalan bu kara parçası üstünde yerleşim yerleri oluşmuş olabileceğini, bunun da 'Atlantis' efsanesinin doğmasına yol açma ihtimalinin bulunduğunu düşünüyor. 56 milyon yıl öncesine uzanan coğrafi oluşumda nehir yatakları ve dağlar bulunduğu belirtiliyor. Nature Geoscience dergisinde yayımlanan araştırma ekibinin başındaki isim, Cambridge Üniversitesi’nden Nicky White, “Deniz yatağının yaklaşık 2 kilometre altında antik bir kara parçası duruyormuş gibi görünüyor” dedi. Söz konusu kara parçası, İskoçya’nın açıklarında bulunan Orkney-Shetkand Adaları’nın batısında keşfedildi. Kapladığı alan yaklaşık 10 bin kilometre kare olan esrarengiz adanın İskoçya’yı oluşturan kara parçasına ait olabileceği, hatta Norveç’e kadar uzandığı düşünülüyor. Bilim insanlarının yaptığı keşif, okyanus tabanı ve derinliklerine inen ses dalgalarını kullanan sismik ölçümler sayesinde yapıldı. Araştırma ekibindeki Ross Hartley, sismik verilerle oluşturulan haritanın, efsanevi 'At-

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

lantis' adasını anımsattığını belirtti. Araştırmacılar, kara parçasında sekiz büyük nehir ortaya çıkarırken, okyanus tabanının altından taş örnekleri topladı. Örneklerde çiçek poleni ve kömüre rastlanması, kara parçasında yaşama olanak veren bir coğrafi yapı olduğunu savundu. White, “deniz tabanının altında küçük fosiller gibi deniz yaşamına ait örnek bulduklarını, bunun da keşfedilen kara parçasının bir zamanlar su seviyesinin üzerinde olduğunu, sonradan denize dibine çöktüğünü gösterdiğini” belirtti. White, bu durumun önemli bir soruyu akıllara getirdiğini söyledi: “Kara parçasını suyun üzerine çıkaran, ardından 2. 5 milyon yıl içinde tekrar okyanusun dibine gömen etki neydi?” Araştırmacılar, 2. 5 milyon yılın jeolojik açıdan kısa bir süre olduğuna dikkat çekti. NASIL SU YÜZÜNE ÇIKTI? White ve ekibi, esrarengiz kara parçasının bir zamanlar su yüzüne çıkmasını sağlayan etkinin, okyanus tabanındaki yanardağ faaliyeti olduğunu düşünüyor. Dünyanın çekirdeğinden okyanusa hareket eden lav ve diğer materyalleri taşıyan oldukça sıcak akım, bazen daire veya mantar şeklini alarak okyanus tabanında yükseliyor. Araştırmacılar, bu tür bir akımın keşfedilen kara parçasını yaklaşık 30 milyon yıl öncesinde okyanusun yüzeyine taşıdığını düşünüyor.


KUMTEL SET Ocak+Fırın+ Davlumbaz

BAŞLAYAN

34,99

FİYATLARLA

SİYAH

OTO KILIF Paspas çeşitleri

BEYAZ

1799

BAŞLAYAN

44,99

TL

1699 TL

CASATİ ASTAR

FİYATLARLA

ÇAMAŞIR KURUTMALIK

17,5 KG.

84,99 TL

CASATİ TAVAN

BAŞLAYAN

BAŞLAYAN

FİYATLARLA

FİYATLARLA

52,99

17,5 KG.

64,99

7,99

EGE HOME

ÜTÜ MASASI

TL

YAPI MARKET

ÇAMAŞIR SEPETLERİ

Z A Y K Ü BÜY İ M İ R İ D İN

44,99 TL

ROTTO MOP Komple Takım

29,60 DYO İÇ CEPHE SİLİKONLU 2,5 KG.

15 KG.

244,99

TL+KDV

SERRA Serisi Seramik

25x75

GRANİSER Serisi Seramik

18,50

TL

TL+KDV

19,99

EGE HOME YAPI MARKET Fiyat değiştirme hakkını haber vermeksizin saklı tutar. KAMPANYA SÜRESİ 20.07.2018-20.08.2018

FERM DARBELİ MATKAP 710 W

149,99

BAŞLAYAN FİYATLARLA

TL

SERAMİK DUŞAKABİN 90x90 TL

80x80

434,99

289,99

SEFA

459,99

54,99 TL

ASYA LAVABO BATARYASI

TL

BAŞLAYAN

2,99

FİYATLARLA

SAKSILAR

BOZVİT

Klozet+Rezervuar

25x50

TL

149,99

KABİN+TEKNE

Oval

FERM TAŞLAMA

180 mm

TL

PLASTİK MASA

BOZVİT

Klozet+ Rezervuar+ Lavabo+Ayak (4’lü takım)

219,99 TL

Beyaz ve Teak Rengi

80X140

174,99

174,99

ÇAĞDAŞ DUŞ TAKIMI

TL

HİLTON BANYO DOLABI

TL

VANTİLATÖR m2

25,00 AGT PARKE

TL

DUVAR KAĞIDI Çeşitleri

BAŞLAYAN

44,99 FİYATLARLA

2 YIL

99,99 GARANTİLİ

65 CM

349,99 ANTRASİT

80 CM

449,99 VERDE

0 (258) 211 02 06 | Cumhuriyet Mahallesi 3510 Sokak No:1 Pamukkale/DENİZLİ | www.egehome.com.tr


ÖZKAN MERT

ŞİİRİN BÜYÜCÜSÜ, 60'LARIN GENÇ ŞAİRİ

RÖPORTAJ

RÖPORTAJ: CEMAL ATAMAN

60 KUŞAĞI ŞAİRLERİ SÖZCÜKLERİ HAYATTAN; İKİNCİ YENİ ŞAİRLERİ İSE HAYATI SÖZCÜKLERDEN ÇIKARDI” T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


’lı yıllar. . . “Yakasına iliştirdiği yasadışı karanfillerle” büyük şiirin tanığı olmak için yola çıkan genç bir şair: Özkan Mert. “Döviz ve pankartlarla solgun yüzlü, bıyıklı adamların arasında, dudaklarında ruj yerine kan taşıyan kadınlarla” kol kola zamanın delice yağan sağanağında “içinden trenler, lokantalar geçen bir dünyanın ortasında menekşeye dönen cabined” nice dostluklar, aşklar damıtmış bir ihtilalciden söz ediyoruz tam olarak. 1969’da aynı kuşağın üç şairiyle birlikte “60 Şiir Kuşağı Manifestosu”na imza atıp ve İkinci Yeni Hareketi’ne karşı “Yeni Toplumcu Şiir”i kuşanıp Brecht’in “sanata propaganda değil; propagandaya sanat” savunusunu eserlerinde yakalayabildiğimiz bir ozanın döneme ve Türk Şiiri’ne etkisi neydi? 21 Ekim 1944’te Erzurum’da doğan Özkan Mert üniversiteyi Ankara’da okurken; ANT, Papirüs, Halkın Dostları gibi dergilerde yer alan “Diren Ey Kalbim”, “Kuracağız Her Şeyi Yeniden” protesto şiirleriyle 68 kuşağı öncülerinin ve devrimci kitlelerin dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştır. Şiirleri öylesine etkili olmuştur ki ilk şiir kitabı “Kuracağız Her Şeyi Yeniden” kitap raflarında

taze bir ekmek gibi dururken toplatılır. Çok geçmez, 1971 yılında faşist cunta yönetime el koyunca aynı kitabından sıkıyönetim mahkemesince 8 yıl cezaya çarptırılır. Bir yolunu bulup Avrupa’ya kaçan şairin sürgün hayatı böylece başlamış olur. Şaire göre “şiirin coğrafyası hayattır. ” Sürgün yaşamına Almanya’nın Germershein kentinde bir dil okulunda öğrencilik yaparak başlayan Özkan Mert bir yandan da kaçak olarak çalışmaya koyulur. Bir yıl geçmeden İsveç’e yerleşen şair gemicilik, aşçılık, çiçek toplayıcılığı, hasta bakıcılığı ve oradan öğretmenliğe kadar uzanan bir dizi işte çalışır. 1981 yılında İsveç Radyosu’nda program

yapımcılığı yapan Özkan Mert, 2006 yılında İsveç Devlet Tiyatrosu’nun Uluslararası Kültür ve Tiyatro Projeleri yönetmenliğine getirilir. Lise yıllarımda şiirlerine ilk rastladığımda iyi ve nefes aldıran şiirin kapılarından girdiğimi fark ettiğim şairin bir süre önce Türkiye’ye geldiğini biliyordum. Aklımda çılgın çocuklar gibi zıplayan sorularımla Özkan Mert’in kapısını çaldım. Taşları yerine oturtmak adına bu yazının devamını ozanla yaptığım söyleşiye ayırıyorum: C. A-Uzun yıllar süren bir sürgünlük dönemi. . . Gittiğinizde memleket cunta diktasının çizmeleri altında

inliyordu. Geri döndüğünüzde ise bu kez padişah özentisi bir diktatörün hakimiyeti. . . Faşist diktatörlüklerle büyüyen çocukların mırıldandığı dizelerin şairi hâlâ umutlu mu gelecek güzel günlerden? “Yıldızların nerede Amsterdam” adlı şiirimde şu dizeler vardır: “Saat kaç olursa olsun. Umut vardır. / Dikkat! Hazin bir aşkın başlangıcıdır belki de bugün/ Hazin de olsa bu aşk, karanlıkta da olsa umut, inan bana/ Kesindir: Hayatı yıkayacağız. ” Hayatı pisliklerden, karanlık adamlardan, halkı aldatan, soyan din baronlarından yıkayacağımızdan en küçük kuşkum olmadı. 1968-1969 yıllarında yazdığım “Kuracağız Her şeyi Yeniden, “Diren Ey Kalbim”, “Kahraman Kalbim”, “Hayatımızdan”, “Asyalıyım Fermanlıyım” vb. şiirler 45 yıl sonra bugün yazılmış kadar günceldir ve Gezi olaylarında olduğu gibi direnişin olduğu tüm barikatlarda okunuyor. Özgürlük, barış, yaşam tutkusu, sınıfsız bir toplum düşü benim şiirimde et ve tırnak gibidir, denizde balık neyse ideoloji o’dur şiirimde. Evet! Türkiye bugün çok karanlık bir yerde. İktidarı kaybetmemek

Ö. M

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

1960

49


için her şeyi yapmaya hazırlar. C. A Özkan Mert şiirine bakacak olursak. . . Ataol Behramoğlu sizi de İkinci Yeni’ye dahil etmişti. Hiçbir zaman İkinci Yeni şairi olmadım. Ben bir yanda Nâzımların, Nerudaların, diğer yanda Fransız, Rus ve İskandinav şairlerinin potasında sözcük dövmüş biriyim. İlk şiirlerimi yazdığım yıllarda bile İkinci Yeni Şiiri’ni tanımadan, “Bir Elma Büyüklüğünde Sakallarım”ı yazmış bir şairim. Birlikte manifesto imzaladığımız bir şairin beni İkinci Yenici görmesi biraz tuhaf. “Diren! Ey Kalbim”, “Kuracağız Her şeyi Yeniden”, “Asyalıyım Fermanlıyım”, “Ben Savaşçı Değil, Gül Yetiştiricisiyim” gibi şiirleri yazan İkinci Yeni şairi gördünüz mü hiç? 60 kuşağı şairleri, sözcükleri hayattan; İkinci Yeni ise, hayatı sözcüklerden çıkardı dersem çok yanlış olmaz. Bence İkinci Yeni’nin en büyük eksikliği içinde insanlığın ayak seslerinin olmayışıdır. Bu arada şunu da söyleyeyim, İkinci Yeni şairleriyle, başta Cemal Süreya, İlhan Berk olmak üzere çok güzel dostluklarımız oldu.

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Ö. M

50

C. A 4 Akıp giden hayatı nasıl değerlendiriyorsunuz? 1969 yılı sonunda Ant Dergisi’nde yayınlanan “Devrimci Şairler Savaş Açıyor” adlı açık oturum ve ‘60 Şiir Kuşağı Manifestosu’nun hemen ardından yayınlanan ilk şiir kitabım

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

“Kuracağız Her Şeyi Yeniden” çıkar çıkmaz yasaklanmış, toplatılmış ve hakkımda 142/1 maddeden dava açılmıştı. Sivil mahkemede yargılanmaya başlamıştım. Dava daha sonra ‘Sıkı Yönetim Mahkemesine’ devredildi. Tutuksuz yargılanmaya başladım. Avukatım Halit Çelenk’ti. Beni tüm gücüyle savundu, mahkemede şiirlerimi okudu. Vatan, millet, yurtseverlik aşkıyla, özgürlük özlemiyle yanan, tutuşan bu şiirler nasıl suçlu olabilirdi? Şiire kelepçe vurulabilir miydi? Tabi ki bunlar askeri hakimlerin umurunda bile değildi. 1972 güzünde hakkımda karar verilecek son duruşmaya

girecektik. Hakimlerin vereceği kararı tahmin etmek güç değildi. Ankara’dan bir otobüse bindim, İstanbul Sirkeci’ye geldim. Cebimde beni ancak Almanya’ya götürecek kadar tren param vardı. Bu parayla beni Germerseim’e kadar götürecek tren biletini aldım. C. A Aynı dönemde sanatta ve şiirde gelişmeler konusunda düşünceniz ne? Ö. M -Şiire 60’lı yıllarda İzmir’de başladım. İlk şiirlerimi yayınladığım, gazete ve dergiler: Atila İlhan’ın yönettiği Demokrat İzmir Gazetesi’nin kültür sayfası, Telgraf, Evrim, Devinim, Dönem, Soyut vb. Bu ‘ilk şiirler dönemim’ Mehmet Fuat’ın 1965 Şiir Yıllığında yayınlanan “Bir Elma Büyüklüğünde Sakallarım” adlı şiirimle son bulur. 1967 yılı ortasında üniversite okumak için Ankara’ya geldim. 68 olayları ile birlikte ‘Protesto Şiirleri’ dönemim başlar. “Diren Ey Kalbim”, “Kuracağız Her Şeyi Yeniden”, “Asyalıyım Fermanlıyım”, “Hayatımızdan” vb. Baudlaire, Rimbaud, Blaise Cender gibi şairlerin şiirlerinden de renkler alarak, Nazım Hikmet-

lerin, Nerudaların, Puşkinlerin toplumsal vurgulu ve renkli şiir geleneğinin kapısını bulduğum bir dönemdir. Halkın Dostları ve Militan Dergilerinde, İkinci Yeni şiiriyle diyalektik bir çatışma içinde yazdığım şiirlerdir bunlar. Bu dönem 1969 yılında Ant Dergisi’nde sizin yönettiğiniz ‘Özkan-İsmet-Ataol-Süreyya Şiir Manifesto’suyla son bulur. Zaten aynı yıl yayınlanan ilk şiir kitabım “Kuracağız Her Şeyi Yeniden” çıkar çıkmaz yasaklanır, toplatılır ve 142/1 maddeden dava açılır. C. A- Bu 50 yıl sizin şiirinize ne gibi bir gelişime yol açtı? Ö. M-1973 yılında İsveç’e geldim ve bir yazar olarak politik iltica hakkı aldım. Yeni bir ülke, yeni bir kültür ve bu ülkede yaşayan göçmenlerin konuştuğu 77 dil. En az 5 yıl tek bir şiir yazmadım. 5 yıllık bir ‘susuş dönemi’ yaşadım. Dil öğrendim, İsveç ve İskandinav şiiri üzerine yoğunlaştım. Uzun dünya gezileri yaptım, dünya şiirini yakından inceledim. Dünyanın dört bir köşesinden yazar ve şairleri tanıdım. Etkinliklere katıldım. Yaşamımla şiirim hep paralel gitti. Ne yaşadıysam


C. A-Peki anlam kapalılığından yola çıkıp ‘Anlamsız şiir’e yönelmeye ne diyeceğiz? Ö. M-Anlamsız şiir, sözünü ilk kez İlhan Berk attı ortaya sanırım. ‘Anlamsız şiir’ ifadesi kadar kafa karıştıran bir söz yoktur. İlhan Berk sözcükler üzerine kazılar yapan, bir sihirbazın şapkasından tavşan çıkarması gibi sözcüklerin içinden yeni sözcükler ve anlamlar çıkaran bir şairdi. Sözcükleri birbirine kırdıran, anlamları anlamlarla çarparak anlamsızlaştırmayı deneyen bir şairdi. İlhan Berk’in bu estetik çabalarının İkinci Yeni’nin anlam kapalılığı ile bir ilişkisi yoktur. Tabii İkinci Yeni yalnız İlhan Berk değilse. . . Şairler sözcükleri doğurtur. Bu yüzden bir şiir yalnız anlattıklarıyla değil, anlatmadıklarıyla da vardır. Her şiir, şairinden büyüktür. René Chair da, “Şair, şiirin teferruatıdır. ” der. C. A- “Zamandan hızlı, şiir vardır” diyorsunuz. “Allah ve Tango”daki “Ayda marul yetiştiren ilk göçmen ben olacağım” dizeniz geliyor aklıma. Şairin sezgisi dünyadan bağımsız değil gibi. Gerçeklik dediğimiz şeyin aslı astarı nedir? Ö. M-Nedir gerçekçi şiir? Türkiye’de şiir konusunda insanların kafası karışık. Şiir nedir? Ne değildir? Herkes bildiği üç cümlenin doğru olduğunu sanıyor. Bu dönemde insanın, sanatın değersizleştirilmesi ve meta olarak kullanılması şiiri ayağa düşürdü. Kötü ve yandaş şiir, dönemin psikolojik ayağı olarak kullanılmaya başlandı. Bu ülkenin aklı başında bilinen entelektüelleri, profesörleri, yazarları iktidarıniyi şeyler de yaptığını konuşmaya başladı. Hitler 6 milyon Yahudi’yi gazladı ama asfalt da yaptı demek gibi bir şey bu. Ne yazık

ki bu ülkede devletten bağımsız aydın yetişmedi. Şiir yazmak özgürlüktür. C. A-Gümüşlük’te geçirdiğiniz zaman nasıl? Şu an devam ettiğiniz ya da bitirdiğiniz ne gibi çalışmalar var? Ö. M-Burada yaşamaktan çok mutluyum. Doğayla iç içe yaşıyorum. En büyük isteğim, her sabah güneşin ışıklarıyla uyanacağım bir köy evinde yaşamaktı. Bu gerçekleşti. Ama bir ayağım her zaman dünyanın herhangi bir köşesinde… Stockholm, Bangkok, Bali, Barcelona. . . Hazırladığım “Modern İskandinav Şiir Antolojisi” baskıda, şiir severlere yeni yıl hediyem olacak. Yeni bir şiir kitabı hazırlıyorum. Bir Anı/ Roman’a başladım. İsveçli drama ustası Lars Loren’in “Anna Petrovskaya’nın Anıları” adlı oyununu İsveççeden Türkçeye çeviriyorum. 3-9 yaşları arasındaki çocuklar için bir çocuk kitabı düşünüyorum. Serap Tamayİsmet Tezcan Müzik Grubu 10 kadar şiirimi besteledi. Bir şiir albümü çıkaracağız yakında. Bir de büyük bir rüyam var: Tüm şiirlerimden oluşan bir müzikal ve opera. . . Umarım bu rüyam ben hayatta iken gerçekleşir. “Yaşarsa havaya sıkılı bir yumruk gibi yaşamalı insan” dizelerinizi mırıldanıp bu içten sohbetiniz için teşekkür ediyorum. Ben teşekkür ederim.

BİR MÜRTECİNİN MEKTUBU Derin bir uykudan mı uyanıyorum? Neredeyim ben? Neden yakmıyor göğsümü sıcacık Akdeniz güneşi? Bu çirkin renkler içinde yüzen yüksek yapılar çan sesleri bıyıklarımı donduran soğuk. . . Hayır! Hayır! Benim ülkem değil burası. Çocukluğumda çıplak ayakla koşturduğum sokaklar yok burada. Nerede? Sıcacık dalgalarıyla oynaştığım Akdeniz. Nerede? Köpükleriyle şatolar, kal'alar kurduğum Ege. Nerede? Söylesenize. Yarım ekmek, biraz zeytin ve Sandör Petöfı'nin şiirleri vardı çantamda İstanbul'dan binmiştim trene cebimde kahraman Ay yıldızlı lâcivert pasaportum. Arkamda aşkın umut un ve dünyanın başkenti İstanbul - Bir bayrak gibi sallanan yedi tepenin üzerindeVe kalbimde nakış nakış özlemi kızımın. Stockholm üşüyor beyaz gelinliğinin içinde. Kahve içmeye burada başladım sabahları. Ve düşünmeyi Palandöken dağında açan bir çiçeğin güzelliğini. . . Göçmenlik yaşamı bu. . . Öyle pek derin düşünmeye gelmez. Birkaç günlük eski gazeteler

gecikmiş bir haber ölümü eski bir dostum. . - Fröken! Lütfen bir kahve daha. Kar temizleme makineleri bir gidip bir geliyor. Bir çay bardağı gibi duruyor Güneş Gökyüzünde. Rengini seçiyorum her kelimenin şiir'de. Stockholm soluk mavi. Ve kıpkırmızı suları denizinin. -Fröken! Arkadaşa da bir kahve sütlü olsun. Gazeteler gene gecikti bugün, can eriği çıktı mı acaba Türkiye'de? Adımızı mı soruyorsunuz? - Adım Pablo İspanya'dan geliyorum -Adım Maria Şili'den geliyorum - Adım Kosmos Yunanistan'dan geliyorum - Adım Ahmet Türkiye'den geliyorum hepimiz politik iz Söyledim ya göçmenlikyaşamı bu. Pek öyle uzun düşünmeye gelmez. Dönmek de var elbet güzel bir bahar günü memlekete basıp gaza 200 kilometreyle. Her şey doğduğum şehir ilk aşkım beyaz gömleğimde biriktirdiğim yağmur damlaları yitik bir zaman dilimi şimdi. Böylesine yaşanmaz değil yaşanır elbet. Ama sıkamamak bir dostun sıcak elini. . . İşte bu! İşte bu! Yaşatmaz insanı ö l d ü r ü r.

ÖZKAN MERT T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

onu yazdım. Bir nehir gibi dünyanın tüm coğrafyalarından geçen, geçtiği her yerden bir şeyler alarak hacmimi arttıran, yatağından taşarak okyanuslara ilerleyen bir ‘NEHİR ŞİİR’.

51


ÜNLÜLERİN ÖLÜMLERİ VE

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

KOMPLO TEORİLERİ

52

Michael Jackson’ın ölüm sebebinin halen ortaya konulamamış olması kafalardaki soru işaretlerini artırırken geçmişteki benzer ünlüölümlerini ve komplo teorilerini de akla getirdi.

Michael Jackson Ölümü Halen Muamma

En taze kayıp olması nedeniyle Michael Jackson bu tür komplo teorilerinde ilk sıraya yerleşti. Ölümünden önce yapılan 911 araması, doktorunun bir süre ortadan kaybolması, adı geçen ilaç kokteyli şüpheleri hep en üst düzeyde tuttu. Kimilerine göre şarkıcının ölümü tamamen uydurmaydı. O medyadan ve iflastan kaçmak için kendini öldü gösteriyordu...

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

Anna Nicole Smith

Ölümü oğlunun ölümünü anımsatıyor Amerikalı striptiz yıldızı ve model Anna Nicole Smith, bir kız çocuğu dünyaya getirmesinden 3 gün sonra, 10 Eylül 2006’da 20 yaşındaki oğlu Daniel Smith kalp krizinden Bahamalar’da öldü. Gerçek adı Vickie Lynn Marshall olan Anna Nicole Smith, 8 Şubat 2007 günü Hollywood, Florida’daki Seminole Hard Rock Cafe Hotel and Casino’da aniden yere yığıldı ve acilen hastaneye kaldırılmasına rağmen hayatını

kaybetti. Smith’in ölümü Michael Jackson’ınkine benzer öğeler taşıyordu. Reçeteli ilaçlarını aşırı dozda kullandığı için öldüğü iddia edildi. Polisin resmi soruşturması da bu yönde sonuçlandı. Smith’in bir ilaç kokteyli yapıp bunu içtiği ve bunun da ölümüne neden olduğu açıklandı. Oğlu Daniel’in de aynı sebepten öldüğü açıklanmıştı.


Kurt Cobain

James Dean

Hızlı yaşadı genç öldü Ünlü oyuncu James Dean, daha kariyerinin başındayken 30 Eylül 1955'de Porsche 550 Spyder ile yaptığı kaza sonucunda hayata veda etti. Kazayla ilgili çok sayıda komplo teorisi ortaya atıldı. Dean'in gözlerinin bozuk olduğu ve gözlüğünü takmadığı için çok hız yapmadığı halde kazaya neden olup hayatını kaybettiği iddia edildi. Dean'in çarpıştığı Ford marka otomobili kullanan 23 yaşındaki Donald Turnupseed, kazadan yaralı olarak kurtuldu. Dean mahkeme tarafından suçlu bulunduğu için Turnupseed ceza almadı. ------------------------------------------------------------------------------

Kurt Cobain, 1994 yılında Los Angeles’taki bir rehabilitasyon merkezine yatırıldı . Bir gün sonra da kaçtı. Seattle’a döndü. Bu olaydan yedi gün sonra yani 8 Nisan’da Cobain, Seattle’daki evinde ölü bulundu. Nirvana grubunun solisti Cobain'in ölümü büyük şok yarattı. Şokla da kalmadı ölümüyle ilgili çok sayıda komplo teorisi üretildi. Kurt Cobain'in kanında bulunan eroin miktarı, bir insan bünyesinin kaldırabileceği miktarın tam üç katı. Bu kadar eroini alan bir insanın elindeki tüfekle kendini vurmasının imkân ve ihtimali olmadığı öne sürüldü. Cobain'in parmak izlerihih, etrafında bulunan hiçbir eşyanın üstünde ve de kendini vurmak için kullandığı öne sürülen tüfeğin üstünde yer almadığı da belirtiliyor. Yanında bulunan intihar notunun son dört - beş satırının ve mektubun başındaki 'Boddah' kelimesinin (Cobain'in çocukken yarattığı hayali arkadaşın ismi) başka bir el tarafından yazılmış olduğu iddia edildi. ------------------------------------------------------------------------------

Natalie Wood

53

Oğlu gibi öldü

River Phoenix

Nefret ettiği uyuşturucudan öldü Genç oyuncu River Phoenix, Dark Blood filminin setinden çıktıktan sonra kardeşleri Rain, Joauqin ve sevgilisi Samatha Mantis ile Johnny Depp'in sahip olduğu "The Viper Room" adlı bara gitti. Saat 12'yi geçip 31 Ekim olduğunda River birden kusmaya ve nefes alamamaya başladı. Rain ve Samantha onu dışarıya çıkardı, Jaoquin ise ambulans çağırdı. Ancak saat gece 1:51'de River Phoenix hayatını kaybetti. Phoenix daha önceki açıklamalarında uyuşturucudan tiksindiğini söylemişti. Ölüm nedeni ise aşırı dozda eroin ve kokain olarak açıklandı. Uyuşturucudan nefret eden birinin uyuşturucudan ölmesi kafalarda soru işaretleri bıraktı. Üstelik Phoenix'in cesedinde uyuşturucu kullandığına dair herhangi bir iz bile bulunamadı.

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Sayısız komplo teorisi

Rusya doğumlu Amerikalı oyuncu Natalie Wood, Robert Wagner'la evliyken, eşinin yatından denize düşerek boğulan Natalie Wood'un sır dolu ölümü aydınlatılamamış, şüpheli olan kocası ve Christopher Walken, delil yetersizliğinden serbest bırakılmışlardır. Yaşamı boyunca karanlık sulardan ve boğulmaktan korkan sanatçının sonu korktuğu şekilde olmuştu. Wood öldüğünde 43 yaşındaydı. Komplo teorilerine göre Wood, tekneden düşmedi, itildi. Ancak resmi açıklama ölümün kazara olduğu yönündeydi. ------------------------------------------------------------------------------

John Lennon

ABD mi öldürttü? Efsane grup Beatles'ın en önemli ismi olan John Lennon, tam kariyerinde yeniden yükselmeye başladığı bir dönemde, akli dengesi yerinde olmayan Mark David Chapman adında bir Beatles hayranı tarafından 8 Aralık 1980'de New York'taki dairesinin önünde öldürüldü.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


Lennon vurulduğu anda yanına yaklaşan polis memuru aldığı yaranın bilincini etkileyip etkilemediğini kontrol etmek için adını sorduğunda ben John Lennon, "Beatles'in John Lennon'u" yanıtını verdi. Komplo teorilerine göre John Lennon uzaktan kumanda kullanılarak öldürüldü. Bir başka teori ise Lennon'ın öldürülmesinin arkasında ABD hükümeti var. Buna neden olarak da Lennon'ın yeni seçilen Reagan yönetimine karşı yaptığı sert açıklamaları gösterildi. ------------------------------------------------------------------------------

Fox şirketi filmi tamamlamak için aktrist Lee Remick ile anlaşmasına rağmen, Monroe'nun filmdeki rol arkadaşı Dean Martin'nin başka bir aktristle çalışmak istememesi üzerine işe geri alındı ve kendisiyle yeni bir sözleşme yapıldı. Ancak filmin çekimleri tekrar başlamadan önce yüksek dozda sakinleştirici ilaç alarak 5 Ağustos 1962'de 36 yaşında hayata veda etti. Ölümünün ardından yapılan otopsi sonucunda ölüm sebebi yüksek dozda Barbitürat alımı sonucu muhtemel intihar olarak ilan edilmesine karşın, olay yerindeki delil yetersizliği, otopside alınan dokuların daha sonradan kaybolması ve başta kahyası Eunice Murray olmak üzere görgü tanıklarının çelişkili ifadeleri sonucu ölüm sebebinin cinayet olduğuna ve politik sebeplerden CIA, Mafya ve Kennedy ailesinin buna sebep olduklarına dair tam olarak kanıtlanamamış birçok komplo teorisi ortaya atıldı. ------------------------------------------------------------------------------

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

David Carradine

54

Kung Fu çetesi kurbanı mı? Ünlü oyuncu David Carradine, 4 Haziran 2009 tarihinde Tayland'ın başkenti Bangkok'taki lüks bir otelin odasında asılı halde bulundu. The Nation adlı internet sitesinde açıklamaları yer alan bir polis kaynağı, ABD'nin Tayland Büyükelçiliği yetkilisi Michael Turner, aktörün seks oyuncağı ile oynarken öldüğünü bildirdi. Olaydan 1 gece önce geç saatlerde veya bulunduğu gün erken saatlerde öldüğünün sanıldığını belirtti. Aktörün ölümünden bir gün sonra ailenin avukatı Carradine'in bir kung fu çetesi tarafından öldürüldüğünü iddia etti ve intiharı kabul etmedi. -----------------------------------------------------------------------------

Marilyn Monroe

CIA, mafya ve Kennedy Ünlü yıldız, "aptal sarışın" rollerinin unutulmaz aktristi Marilyn Monroe, 1962 yılında “Something’s Got to Give” adlı komedi filminde oynamaya karar verdi. Bu film, onun aynı zamanda ilk çıplak sahnesini de içeriyordu. Ancak film boyunca hasta olduğunu öne sürerek sete az gelmesi ve onun yerine hakkında aşk söylentilerinin çıktığı J.F. Kennedy'nin doğum günü için şarkı söylemeye gitmesi üzerine Fox şirketi tarafından filmden kovuldu, sözleşmesi iptal edildi ve film şirketi tarafından kendisine tazminat davası açıldı. T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

Elvis Presley

O aslında ölmedi! Elvis son yıllarda çok yeme hastalığına yakalanmıştı. Sabahları kahvaltıda onlarca sosis, bal, tereyağı ve ekstra malzemeler içeren hemen hemen bir metrelik bir sandviç yiyordu. 1973 yılında eşinden boşanan Elvis Presley, 1977 yılında Indianapolis’deki son konserinden sonra 16 Ağustos 1977 tarihinde öldü. Ölümünden sonra açıklama yapan Doktor Jerry Francisco ölümüne kalp yetmezliğinin neden olduğunu söyledi. Elvis Presley hakkında en çok rağbet gören komplo teorisi aslında Elvis Presley'in ölmediğiydi. Bu konuda günümüzde bile halen ortaya iddialar atılıyor. Diğer bir teoride ise Presley'in CIA'in rock'n'roll'un radikal politik gücünü yok etme planının kurbanı olduğu öne sürüldü.


55

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

TANRI KADIN: KİBELE

C

56

insiyeti olmayan tanrının, cinsiyetinin erkek gibi gösterilmeye çalışıldığı günümüzden, eskilere, bir zamanlar cinsiyetinin kadın, isminin Kibele olduğu günlere uzanalım biraz. Anadolu'da verimli toprakları, güzel iklimi, tabiatın cömert davrandığı bitki örtüsüyle üretkenliğin sembolü olarak görülüp tapılan kadın; bedensel gücüyle kurak iklimlerin, çöllerin, yaşam şartları zor olan coğrafyaların efendisi erkeğe bıraktı hakimiyeti. Kibele'nin varlığına ait buluntuların en eskileri Burdur Gölü yakınındaki Hacılar'da ve Çatalhöyük'te ortaya çıkartılan M. Ö 7000-6500 yıllarına tarihlenen eserlerdir. Bu nedenle Ana Tanrıça'nın kökeninin Anadolu olduğu ve buradan yayıldığı düşünülür.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


sarsıntısıyla topraklar devrilip taşlar oluşmuş, sular fışkırıp nehirler akmış, göller toplanmış. Yaptığına utanan ve pişman olan Kibele yılanı öldürüp ruhunu yer altına göndermiş. Kendi nefsine de adil davranan Kibele, kendinden bir kısmı da yer altına göndermiş. Ölü yılanın ortalığa savrulan dişlerinden insanlar doğmuş. Hiç bir mitolojide hiç bir tanrı Ana tanrıça kadar çeşitli adlarla adlandırılmamış. Bu ad ve sıfat çokluğu, Ana Tanrıça'nın kaynağı Anadolu'da olmak üzere, uluslararası bir nitelik kazandığını kanıtlamaya yeter. Frigler M. Ö 8. ve 7. yy'larda Anadolu'da hüküm sürmüş bir halk. Dönemlerindeki diğer çok tanrılı din anlayışına sahip halklardan farklı olarak, çok tanrılı inanca sahip olmalarına rağmen, tek bir tanrıyı, Ana Tanrıça Kibele'yi hepsinden üstün tutmuşlar. Ana Tanrıça ;Frigler'de Kibele, Ana Kubile veya Agdistis olarak geçer. Kültepe tabletlerinde adına Kubaba olarak rastlanır. Lidya'da Kybebe, Kybele veya Kuvava, Hititler'de, Hepat , Arinnanın Güneş tanrıçası, Komena Pantika (Tokat bölgesindeki Gümenek) ve Kayseri yöresindeki Komene Kapodokika (Kemer) kentlerinde adı çok eski bir Anadolu adı olan Ma'dır. Sümer'de Marienna, Mısır'da İsis, Syria'da (Suriye) lat, Atorgatis, Girit'te Rhea, Ops, Efes'te Artemis, Yunanistan'da Demeter, İtalya'da nemi Gölü bölgesinde Venüs, Ermenistan'da Anaitis Ana Tanrıçanın aldığı değişik adlardır. Spylene, Sipylos (Manisa) dağının, Dindymene Dindymos dağının tanrıçası anlamına gelir. Anadolu'da tanrıçanın dağı olarak adlandırılan üç tane Dindymos Dağı vardır. Murat Dağı, Kapıdağ ve Günyüzü Dağı.

Tanrıçanın en büyük tapınağı, dini merkezi olan Sakarya Nehri yakınında Günyüzü Dağı eteklerindeki Pessinus'ta yer alır. Burada her yıl tanrıça için törenler düzenlenir. Pessinus'ta erkekliğini tanrıçaya adamış iki yüksek baş rahip bulunur. Bunlardan biri Attis'in adını taşır ve emri altında Gallos denen rahipler vardır. Gallosların erkekliği giderilmiştir ve bu ameliyatı dinsel tapınmanın coşkunluğu içinde kendi kendilerine yaparlar. Kibele'nin festivali 22 Mart’ta başlar. Ortada bir çam ağacı ve menekşeler vardır. Çam ağacı Attis'i, menekşeler ise Attis'in erkekliğini simgeler. Bir ceset olarak düşünülen bu motif su kenarına götürülür ve bir mezara konur. İkinci gün yalnızca

borular öttürülür. Üçüncü gün, yani 24 Mart’ta, başpapaz damarlarından kan akıtarak tanrıçaya sunar ve davullar, ziller ve flütlerle müzik eşliğinde dans başlar. Çılgın bir müzik ve dans eşliğinde dans eden baş rahip ve yardımcı rahiplerin bu coşkusuna ortak olan bazı erkekler, erkekliklerini keserek tanrıçaya adarlar. Bunlar aynı zamanda rahip adayı olurlar. Kesilen uzuvlar

büyük saygı ile bezlere sarılıp Kibele kutsal alanı içinde bir yere toprağa gömülür böylece toprağın döllenerek, baharın doğuşu hızlandırılmış olur.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Kibele'nin var oluşunun ortak tasviri şöyledir: Bir zamanlar gökler, denizler ve kayalar birbirinden ayırt edilemeyecek haldeymişler, fakat birdenbire bir müzik başlamış. Gökler ve denizler yavaşça birbirinden ayrılmış. O esrarengiz müzik Ürinomun (Kibele) doğduğunu ilan ediyormuş. Onun sembolü ay imiş. Bütün kainatın yüce tanrıçası ıssız dünyada, boş sular, çıplak topraklar ve gökte dönen yıldızlar arasında yapayalnız kalmış. Avuçlarını sürtüştürmüş, avuçlarının arasından büyük yılan Ophion çıkmış. Kibele merakına yenilip onunla beraber olmuş. Bu birlikteliğin

57


Ana Tanrıçaya eşlik eden erkek sevgili motifi farklı yörelerde Attis, Adonis, Tammuz gibi isimler ve efsanelerle anlatımlarda yer bulur. Attis'in kökeni tam olarak çözülebilmiş değildir. Doğuşu ve var oluşuyla ilgili farklı mitolojiler vardır. Nehir Tanrısı Sanigarios'un (Sakarya Nehri) Nana isminde bir kızı vardır.

Bu kız Kibele'nin kanından yetişen badem ağacının beyaz çiçeklerinden gebe kalır ve Attis'i doğurur. Kibele Attis'i Nana'dan kıskanır ve onu çıldırtır. Bunun üzerine Attis hayalarını keser ve kendini öldürür. Kibele yaptığına pişman olur ve Attis'i çam ağacına dönüştürür. Çam dallarındaki kozalaklar Attis'i temsil eder.

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Başka bir efsaneye göre; Kibele Frigya'lı bir genç olan Attis'e aşık olur ve kendisine tamamen sadık kalması şartıyla dinin yayılmasını ona emanet eder. Attis yeminini unutarak Sangarid (Sakarya nehrinin Kızı) adlı bir peri kızıyla evlenir. Kibele peri kızını hastalandırarak öldürür. Attis o kadar üzülür ki erkekliğini keserek kendini öldürür. Attis'in kestiği yerden dökülen kanlardan menekşeler çıkar. Kibele-Attis mitosunun başka bir örneği Güney Akdeniz çevre-

58

Kıbrıs Kralı Knyras'ın Myrrha (Smyrna) adında bir kızı vardır. Kız tanrıça Afrodit'in lanetine uğrayarak babasından hamile kalır. Babası kılıcını çekip kızı öldürmek isteyince tanrılar kıza acıyıp onu bir mersin ağacına çevirirler. Mersin ağacının kabuğu on ay sonra çatlayıp, içinden güzeller güzeli Adonis doğar. Afrodit onu büyütsün diye yer altı tanrıçası Persephone'ye verir. Adonis büyüyünce, her iki tanrıça da ona aşık olur ve arada kavga çıkar. Bu kavgaya yargıçlık eden Zeus, Adonis'in

yılın dört ayını Persephone'nin, dört ayını Afrodit'in, geriye kalan dört ayı da istediği yerde geçirmesine karar verir. Adonis özgür bırakıldığı dört ayla beraber, yılın sekiz ayını Afrodit'in yanında geçirmeye başlayınca; iki sevgilinin aşkını kıskanan diğer tanrılar (Ares yada Artemis) Adonis'in üzerine bir yaban domuzu salarlar. Kasığından yaralanan Adonis kanaya kanaya can verir. Toprağa dökülen kanından Manisa Lalesi denilen bahar çiçekleri biter.

Yaban domuzu tarafından yaralanan Adonis'e yardıma koşan Afrodit'in ayağına batan dikenin sıyırdığı yerden akan bir damla kan, tanrıçanın çiçeği olan beyaz gülü kırmızıya boyar. Sevgilisine koşan bir kadının kanından rengini aldığı için aşkın sembolü olmuştur kırmızı güller belki de, kim bilir. .

Ordu'da yapılan kazıda, yaklaşık 200 kilo ağırlığında ve 110 santim boyunda tahtında oturan Ana Tanrıça Kibele heykeli bulundu. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz bugün kazı çalışmalarının yapıldığı Kurul’u ziyaret ederek çalışmalar hakkında heyetten bilgi aldı. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz kazı çalışmalarına, belediye olarak, bir milyon lira ödenek ayırdıklaT E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

sinde, Kibele ve Adonis olarak görülür. Adonis efsanesi Sümer ve Hitit kaynaklarından gelmektedir. Adonis ibranice ''efendi'' anlamına gelen Tammuz adının Yunancalaştırılmış karşılığıdır.

rını söyledi. Yılmaz, şunları kaydetti: “2 bin 100 yıllık Kibele Heykeli, bu yılın en önemli tarihi buluntuları arasında yer aldı. Kibele Heykeli’nin bulunmasının ardından tarihi Kurul Kalesi’ni 45 günde, yaklaşık 20 bin kişi de ziyaret etti. Bu da turizm açısından çok önemli. Kalede bu yılın çalışmaları tamamlandı. Gelecek yıl mayıs ayından itibaren saklı tarih gün yüzüne çıkmaya devam edecek.”


SINIFINDA TEK 8 İLERİ TAM OTOMATİK VİTES

MÜKEMMEL SÜRÜŞ KEYFİ

PAZARDAKİ İLK 8 İLERİ OTOMATİK VİTES SEÇENEĞİ en iyi konfor ve güvenlik için

YENİ IVECO UYGULAMASI BURADA! KULLANIŞLI. KOLAY. ÜCRETSIZ.

ÜSTÜN YAKIT EKONOMİSİ ECO VE POWER modları sayesinde

%10 DAHA DÜŞÜK BAKIM VE ONARIM MALİYETİ güvenilirliği ve sağlamlığı sayesinde

SINIFININ EN İYİ PERFORMANSI 205 BG en yüksek güç ve 205Nm tork ile

ARACINIZA ÖZEL TASARLANMIŞ HİZMET

ŞAHİNLER Tel: 0258 251 34 34 – 0533 298 07 47 - Adres: Eskihisar Mah. Pamukkale Blv. No: 3 DENİZLİ


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

60

FORUM ÇAMLIK 10. YILINA MERCEDES CLA, İPHONE X ÇEKİLİŞİ VE SİNAN AKÇIL KONSERİYLE DAMGASINI VURDU Denizli ve çevre illerin çekim merkezi Forum Çamlık, 10. yılını ziyaretçilerine sunduğu unutulmaz hediyelerle kutladı. Bir talihliye Mercedes CLA, iki talihliye ise iPhone X kazandıran büyük çekiliş, 30 Haziran Cumartesi günü ünlü oyuncu ve sunucu Fatoş Kabasakal'ın sunumuyla ve sevilen sanatçı Sinan Akçıl'ın katılımıyla gerçekleşti.

D

enizli'yle birlikte büyüyen, alışverişi keyfe dönüştürmek isteyenlerin uğrak noktası olan ve ziyaretçilerinin tüm buluşmalarına on yıldır memnuniyetle ev sahipliği yapan Forum Çamlık, en güzel yaşını, tüm misafirleriyle beraber kutladı. Heyecanlı çekilişin öncesinde Sinan Akçıl, birbirinden özel şarkılarını Forum Çamlık'ın 10. yılı için seslendirdi. Sinan Akçıl, “Demesinler”, “Seni Böyle Sevmediler” gibi 2018'e damga vuran şarkılarını Forum Çamlık ziyaretçileri için seslendirdi. Sevilen sanatçı konserin ardından çekiliş anına da katılarak yüzlerce kişinin heyecanına ortak oldu. Çekiliş sonucunda Şahin Serttaş büyük ödül Mercedes CLA'nın sahibi olurken iPhone X ödüllerinin talihli isimleri ise Sümeyra Kahraman ve Ayşeli Öncel oldu. Tam on yıldır tüm güzel duygularla misafirlerine her gün kapılarını açan Forum Çamlık'ın bu benzersiz etkinliği ile bir kez daha kendini kanıtladı.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8



K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

62

TED DENİZLİ KOLEJİ

ÖĞRETMENLERİ KUTLAMA YEMEĞİNDE BİR ARAYA GELDİ TED Denizli Koleji öğretmen ve destek personel kadrosuyla yemekte buluştu. Yoğun geçen bir eğitim öğretim yılının stresini atan eğitimciler Marla Restaurant’ta gönüllerince eğlendiler. enizli’nin köklü eğitim kurumlarından TED Denizli Koleji 20172018 eğitim öğretim yılını geride bıraktı ve yoğun geçen sezonun yorgunluğunu yemekte attı. Bir yıl boyunca öğrencilerin gelişimi için çaba harcayan öğretmenlerle güzel bir gecede buluştuklarını ifade eden TED Denizli Koleji Kurucu Müdürü Fatih Canpolat, “Yoğun ve başarılarla dolu geçirdiğimiz bir yılı daha kutlamak üzere öğretmenlerimiz ve personelimizle bir akşam yemeğinde buluştuk. Cuma günü de kendilerini yaz tatiline uğurlayacağız” dedi.

D

CANPOLAT: “ÇOK BAŞARILI BİR YIL GEÇİRDİK” Yemekte konuşan TED Denizli Koleji Kurucu Müdürü Fatih Canpolat, “2017 – 2018 eğitim öğretim yılında bütün öğretmenlerimiz çok yoğun çalıştı. Yöneticilerimiz, öğretmenlerimiz, personellerimizle çok başarılı işler ortaya koyduk. Hem akademik çalışmalar, ders içi T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

ve ders dışı eğitim faaliyetleri, sosyal, kültürel ve sportif etkinlikler, projeler, eğitsel gezilerle öğrencilerimizin çok yönlü gelişimi noktasında önemli sonuçlar elde ettiğimiz bir yılı geride bıraktık. Öğretmenlerimizle de 3 haftadır değerlendirme toplantıları yapıyoruz. Hem yılı değerlendiriyoruz hem de yeni yılda neler yapacağız, neleri daha iyi yapacağız, onların planlamaları içerisindeyiz. 2018-2019 eğitim öğretim yılına şimdiden çok iyi bir şekilde hazırlandık. Şimdi artık bu tatlı yorgunluğu bir nebze atmak için akşam yemeğinde öğretmenlerimizle bir aradayız. ” dedi.

LGS’DE ÜSTÜN BAŞARI “Bu sene malumunuz LGS süreci biraz sıkıntılı başladı” diyerek sözlerine devam eden Müdür Canpolat, “Sene başında bu sıkıntılı süreci bizim öğretmenlerimiz, genel merkezden aldığımız destek ve LİDEP (Liseye Destek Eğitim Programı) ile hızlı bir şekilde atlattık ve öğrencilerimizi yenilenen sınava en iyi biçimde hazırlamaya çalıştık. Hafta içi

ve hafta sonu derslerimiz ve deneme sınavı programlarımızla öğrencilerimizin başarı grafikleri izlendi ve ek çalışmalar yaptık. Tabii ki sınavın zor olmasını bekliyorduk ve ülkedeki tüm çocuklar için de zor bir sınav oldu. Ama sonuçlar açıklandığında gördük ki bizim öğrencilerimizden 32 tanesi nitelikli okullara girebilecek puanları aldılar. Yüzde 1’lik dilim içinde 10, yüzde 2’lik dilim içerisinde 18 öğrencimiz var. Öğrencilerimizin çoğu nitelikli okullara girebilecek puanları aldılar ve bu da bizi çok mutlu etti. Emeği geçen tüm öğretmen, öğrenci ve velilerimize teşekkür ediyor, hepsini kutluyorum.” ifadelerini kullandı.

“2018-2019’DA DAHA GÜÇLÜ BİR KADRO Yıl boyunca yapılan değerlendirmeler sonucunda Kurum kültürüne ve yoğun çalışma temposuna ayak uyduramayan, Okulun misyon ve vizyonuna uyamayan öğretmenleri belirleyerek yollarını ayırdıklarını belirten Canpolat “kadromuzda gerekli revizyonu


yaptık. Ayrılacak öğretmenlerin yerine daha da nitelikli yeni öğretmenlerimizi Mart-Nisan aylarından itibaren kadromuza kattık. Çok daha güçlü bir kadroyla 2018–2019 eğitim öğretim yılında çalışmalarımızı yürüteceğiz.” dedi.

“TED Kolejleri 90 yıllık geçmişiyle gittiği her ilde en iyi okul olmak üzere faaliyetlerini yürütür ve okullarımız Kolej eğitimi konusunda referans okullardır.” diyen Canpolat Denizli’de özel ya da resmi tüm okulların gözlerinin üzerlerinde olduğunu, TED Denizli Koleji’nde uygulanan programlar ve eğitsel çalışmaların gıpta ile izlendiği ve örnek alınmaya çalışıldığını söyledi. Sözlerine “Ancak, 90 yıllık geçmişi, ulusal ve uluslararası arenadaki prestiji, modern kampüsleri ve çağdaş eğitim öğretim uygulamaları, sunduğu ulusal ve uluslararası programlar ve yabancı dil eğitimi konusunda Denizli’de TED’le rekabet edecek bir okulun olmadığı bir gerçektir.” diye devam eden Okul Müdürü, önümüzdeki yıl uygulayacakları yurt dışı programlar hakkında şunları söyledi: “Hali hazırda uyguladığımız 2 tane İngiltere akreditasyonlu, GCSE ve BTEC adında programımız var. Bu programlarda yer alan ders çeşitliliğini ve seviyelerini artırıyoruz. Bu programlarda yer alan öğrencilerimiz İngiltere akreditasyonlu sertifikalar ya da diplomalar alabiliyorlar ve yurt dışı üniversitelere başvurularda seçilebilirliklerini artırıyorlar. Ayrıca, Kanada ile değişim

programımız var ve devam edecek. Şimdi de öğrencilerimizin Türk diplomalarının yanı sıra TED Denizli Koleji’nde okuyarak Kanada Lise Diploması alabilecekleri çift diploma programı için Genel Merkezimiz himayesinde çalışmalarımıza başladık.

IGCSE, Oxford AQA (GCSE), BTEC, ASU, gibi dünyanın en prestijli ve uluslararası geçerliliği olan sertifika ve diplomalar veren kurumlardan akreditasyonlarımızı aldık.”

DENİZLİ’DE FARK YARATIYORUZ

Arizona State University ile yapacağımız iş birliğiyle sunacağımız bir diğer yeni programımızla öğrencilerimizin Amerikan Üniversitelerine başvuru ve kabullerinde avantaj sağlayacak AP (Advance Placement) derslerini Okulumuzda almalarını hedefliyoruz. Tüm bu uluslararası çalışmalarımızı ve programlarımızı elbette Okulumuzun İngilizce eğitimindeki başarısına borçluyuz. TEDK12 İngilizce müfredatı Avrupa Birliği Dil Dosyasına uygun olarak hazırlanmıştır. Anasınıfından lise sonuna kadar bütünselliği olan ve Türkiye’de MEB onaylı tek özel müfredattır. TED Denizli Koleji’nde de bu program başarıyla uygulandığı için Cambridge

Fatih Canpolat, yemeğe katılan TED Denizli Koleji Yönetim Kurulu Üyesi Levent Oto nezdinde tüm Yönetim Kuruluna, okulun idarecileri ve öğretmenlerine duydukları güven ve sundukları destek ve olanaklar için çok teşekkür etti. Okulun güçlü ekonomik yapısı, her geçen yıl güçlenen öğretmen kadrosu, eşsiz fiziksel, teknolojik ve materyal olanakları, ulusal ve uluslararası programlarıyla Denizli’de fark yarattığını söyleyen Canpolat, bunda en büyük paylardan birinin güçlü öğretmen kadrosunun olduğunu belirtti ve öğretmenlerine emekleri için teşekkür ederek onlara iyi bir yaz tatili diledi ve yapılacak çekilişte dört çalışanlarına hediye tatil çeki verileceğini duyurdu.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

“ÖĞRENCİLERİMİZ KANADA DİPLOMASINA SAHİP OLABİLECEK, AMERİKAN ÜNİVERSİTELERİNE BAŞVURABİLECEKLER”

63


BİR ZAMANLAR KAFANIZI KURCALAMIŞ KONULARI

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

11

64

BİLİMSEL Pek çoğunu muhtemelen daha önce düşündüğünüz bu konulara bilimsel cevaplar vermenin zamanı geldi. Bakalım günlük hayatımızda yer eden bu gizemli soruların cevapları nelermiş?

1. Dünya’nın Dönüşünü Neden Hissetmiyoruz?

Bizler (ekvatora göre) saatte 1670 kilometre hızla hareket eden bir aracın yolcularıyız. Düşünün şu satırları okurken bile metrelerce yol kat ettik. Ancak bu hızı hissetmiyoruz. Çünkü atmosferimiz Dünya’nın bu hızına ayak uydurmaktadır. Daha iyi kavramak adına şöyle bir örnek verelim: Düşünün; saatte 1670 kilometre hızla giden bir uçakta yolculuk ediyorsunuz. Ancak uçağın dışı zifiri karanlık ve bu yüzden etrafınıza bakıp hareket ettiğinizi anlayacak hiçbir şey yok. Kitabınıza daldığınız zaman sanki evinizde, kanepenin üzerinde oturuyormuş gibi öylece durursunuz. Ancak saatte 1670 kilometre hızla gittiğinizi fark etmezsiniz. Çünkü uçakta yer alan her şey, hostesler, masalar, servis tabakları sizinle birlikte hareket etmektedir. Dünya da aynı şekilde atmosferiyle birlikte hareket etmektedir ve bu hızı hissetmemiz bu yüzden mümkün değildir.

2. Arı Petekleri Neden Altıgen Şeklindedir? Bilim insanları yaptıkları araştırmalar sonucu en verimli depolama şeklinin altıgene uygun olduğunu ispatlamışlardır. Maksimum kullanımı esas alan bu konumlanmaya çıta kenarlarından başlayan arılar ortada kusursuz altıgenlerle petekleri tamamlarlar. Bu müthiş matematik düzeni diğer geometrik şekiller ile mümkün

olmamaktadır. Daire, beşgen ve sekizgen gibi şekillerde muhakkak boşluk kalacaktır. Kare ve üçgende ise, aynı hacmi doldurmak için gereken duvar çevresi daha fazla olacağından en az malzeme ile bir alanı optimum şekilde bölmek için altıgen en ideal olan şekil tipidir. Bu mevzu, arıların milyonlarca yıllık içgüdüsel tasarruflu davra-

nışının şekilsel yansımasıdır. Bal peşindeki ayılar gibi çeşitli yırtıcı, rakip hayvanattan sakınma amacıyla alandan kazanmak hedeflenerek yapılan yapılardır; çünkü ne kadar az alanda ne kadar çok petek olursa yuva yani kovan o kadar verimli bir depolama, üreme bölgesi olur. Evrimsel süreçte adaptasyon sağlamanın sonucudur özetle.


3. Kaşınan Birini Görünce Neden Kaşınıyoruz? aynı kaşınma davranışını sergiledi. Bunun üzerine kaşınan fare videosunu izleyen farenin, hangi beyin bölgesindeki sinirlerin aktif olduğunu inceleyen araştırmacılar; uyku-uyanıklık ve biyolojik saatten sorumlu olan suprachiasmatic nucleus (SCN) bölgesindeki sinirlere ulaştılar. İlerleyen deneylerde SCN bölgesindeki sinirlerin; fareler bulaşıcı kaşınma davranışını sergilemeden önce bir sinir hücresi proteini olan GRP

(gastrin realising peptide) salgıladıkları aydınlatıldı. Daha önceki araştırmalarda GRP’nin kaşınma davranışının oluşmasını sağlayan deri ve omurilik arasındaki bağlantıda görev aldığı belirlenmişti. Önceki bulgularla da örtüşen bu çalışma, bulaşıcı kaşınma davranışının vücudun empati yoluyla veya fizyolojik nedenler

ile oluşturduğu bir süreç olmadığı; aksine bireyin kontrolünün dışında beyine kodlanmış bir tepki olduğu belirlenmiş oldu.

4. Denizler Neden Tuzludur? Okyanuslardaki ve deniz sularındaki tuzun kaynağı yeryüzündeki kayaçlardır. Atmosferdeki karbondioksit, suda çözündüğünde karbonik asit

oluşur. Bu nedenle yağmur suyu zayıfça asit özellik gösterir. Sahip olduğu bu özellik nedeniyle yağmur suyu kayaçlarla etkileştiğinde kayaçların

5. Acı Biberler Niye Acıdır? Çünkü acı biberde kapsaisin adlı bir madde vardır. Kapsaisin, ağzımızda bulunan, TRPV1 adlı bir almaç (reseptör) türünü uyaran bir bileşiktir. TRPV1 aslında sıcağa duyarlıdır, sıcakla temas edince üzerinde bulunduğu sinir hücresini uyararak beyne bir ileti gönderir: “Bu çok sıcak!” Biberdeki kapsaisin de işte bu almaçları uyarma kabiliyetine sahiptir. Yani aslında sıcaklık yükselmeden böyle bir şey oluyormuş hissi verir, olmayan bir tehlikeye karşı beyni uyarır. Bu yüzden acı biber yedikten sonra “ağzımız yanar”, “sıcak basar”. Kapsaisin sudan ziyade yağda

çözündüğünden, acı yemeğin ardından su içmek pek işe yaramaz, ama ayran iyi gelir, çünkü yağ içerir. Ayrandaki yağ, ağzınızdaki kapsaisini temizleyerek acı hissini ortadan kaldırır, su ise soğukluğundan dolayı ancak geçici bir etki sağlar.

aşınmasına neden olur ve sonuçta elektriksel olarak yüklü parçacıklar olan iyonlar oluşur. Akarsu ve nehirlerle taşınan iyonlar denizlere ve okyanuslara ulaşır. İyonların büyük bir kısmı sudaki canlılar tarafından kullanılırken, geri kalan kısmı suda çözünmüş halde kalır. Deniz sularını besleyen akarsular ve nehirler tatlı su kaynaklarıyken neden deniz suyunun tuzlu olduğu sorusu akla gelebilir. Su döngüsü adı verilen süreçte su, atmosfer

ve yeryüzü arasında kesintisiz olarak hareket eder. Bu süreçte Güneş’ten gelen enerji deniz yüzeyindeki saf suyun buharlaşarak atmosfere karışmasına neden olurken çözünmüş iyonlar suda kalır. Bu nedenle zamanla deniz ve okyanus sularındaki tuz yoğunluğu artar. Okyanuslardaki ve deniz sularındaki tuzun diğer bir kaynağı su altındaki volkanlardır ve suyun magmanın yapısındaki eriyik haldeki sıcak kayaçlarla etkileşmesi nedeniyle ortaya çıkar.

6. Bazı Nesneleri İnsanlar Neden Farklı Renklerde Algılar? Beynin, renkleri algıladığı alandaki süreçlerle ilgili bir durum. Ayrıca LED ekranlarda mavi ışığın çokça kullanılması ve mavi-körlüğü/hissizliği yaratması da bu farklılığı doğuruyor. Beyin farklı ışık koşullarında, objeleri farklı renkte algılayabiliyor. Işığı tam alamayan ve gölgede kalan maddelerin renklerini beynimiz otomatik olarak koyu algılayabiliyor. Çünkü beynimiz, çoğu zaman etraftan gelen

bütün verileri işleyemiyor ve tam olarak algılayamadığı cisimlerin kabaca neye benzediğini hafızamızdaki verileri kullanarak tanımlıyor.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Bulgular bulaşıcı davranışların yalnızca insanlarda değil, birçok canlıda da bulunduğunu gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Science’ta yayımlanan çalışmada araştırmacılar, fareler üzerinde yaptığı deneylerde bu davranışın farelerde de mevcut olduğunu gözlemlediler. Deneylerde kullanılan fareye video aracılığı ile sürekli kaşınan bir başka farenin görüntüsü izletildi. Fare, kendisine izletilen videodaki kaşınan fareyi görür görmez saniyeler içerisinde

65


7. Kadınlar Neden Regl Olur?

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Adet döngüsünde beyinden bazı hormonlar salgılanır. Salgılanan bu hormonlar yumurtlama ile uyarılır. Bu sayede de yumurta sperm ile buluşursa döllenir ve döllenen hücrenin rahme yerleşmesi için uygun koşullar hazırlanmış olur. Şayet gebelik gerçekleşmemiş ise bu yapı regl kanaması ile dökülür. Ardından da yeni bir regl dönemine hazırlık süreci başlar. Regl kanamasının ilk günü, regl döngüsünün başlangıcının ilk günü olarak kabul edilir. Bu süreçte beyinde mevcut olan hipotalamus adı verilen bölgeden salgılanan GnRH hormonfolikül uyarıcıyı destekleyerek salgılanmayı başlatır. FSH hormonu etkisi

ile yumurtalıklardan birinde folikül adı verilen bir kese meydana gelir. Bu kesenin içerisinde yumurta hücresi yer alır. Olgunlaşma süreci tamamlandığında ise bu kesecikten yumurta salınımı gerçekleşir. Aynı zaman östrojen hormonunun etkisi ile rahim iç tabakası da gelişmeye devam eder. Bu sayede olası bir döllenmede embriyonun yerleşeceği rahim hazırlanmış olur. Eğer gebelik gerçekleşmez ise, rahim iç tabakası regl döneminde kanla beraber vücuttan atılır. Kısaca, yumurtlama ve regl görme beyin tarafından yönetilmektedir. Bu sebeple de stres gibi dış faktörler sebebiyle regl dönemi gecikebilmektedir.

8. Uçakların Kanatları Neden “V” Şeklindedir? Tasarımın böyle yapılmasının nedeni, kritik mach sayısının yükseltilerek, daha yüksek hızlarda şok kayıplarından kurtulmaktır. Kritik mach sayısı, uçak kanadının herhangi bir noktasında mach sayısının biri aşmasına yol açan seyir mach sayısıdır. Uçakların uçabilmesinin temel nedeni, kanadın altı ve üstü arasında yaratılan basınç farkıdır. Bu amaçla kanadın üstünde akış hızı yükseltilerek basınç düşürülür; fakat ses hızına yakın hızlarda, kanat üzerinde ses hızı aşılarak şok dalgası gelişir. Bu istenmeyen bir durumdur çünkü şok

66

statik basıncı yükselterek taşıma kuvvetinin düşmesine neden olur. Ayrıca şok dalgasının akış ayrılmasına yol açma riski de vardır. Bu durumun önüne geçmek için, hem kanatların geometrisi yeniden gözden geçirilmiş hem de yatayla alfa açısı yapacak şekilde kanatlar uçak gövdesine yerleştirilmiştir. Bu durumda hızın yalnızca chordwise bileşeni, yani uçağın hızı sin(alfa) bileşeni kanat boyunca hızlanacaktır. Böylece kritik mach sayısı yükseltilmiş ve şok kayıpları bir noktaya kadar azaltılmış olur.

9. Bazı İnsanlar Kan Görünce Neden Bayılır? 12 kafatası sinirinden biri olan vagus siniri, beyin sapından çıkıp boyun ve göğüsten geçerek karna kadar uzanır. Aslında parasempatik (“ye” ve “dinlen”) sinir sisteminin bir parçası olan bu sinir aç ve susuz kalma, uzun süre ayakta kalma, aşırı gülme, ani korkma veya kan görme gibi olağandışı bir durum karşısında kan basıncının ve kalp atışının düşmesine neden olur. Sonuçta da bilincimizi kaybeder ve yere düşeriz. Düşme fikri belki T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

korkutucu gelebilir ancak vücudumuz bu şekilde kendini koruyarak yatay duruma geçer ve beynimize kan ve oksijen gitmesini sağlar. Kan görünce bayılmamız genetiğe, hormon düzeylerine veya yaşadığımız travmatik olaylara bağlı olabilir. Her ihtimalde eğer akan kendi kanımızsa, tehlikeli durumlarda ölü gibi yatıyor olmak veya en azından kan basıncının düşmesiyle kanamanın azalması yarar sağlayacaktır.

Kan görünce bayılmamız genetiğe, hormon düzeylerine veya yaşadığımız travmatik olaylara bağlı olabilir.


10. Bebekler Ellerine Geçen Her Şeyi Neden Ağızlarına Götürür?

Bakımı sağlanmazsa yaşayamaz. Onun temel ihtiyaçlarını gideren ve ona bakım veren annesinin memesiyle ilişki kurar, acıktığında kendisini açlıktan kurtaracak bu nesneyi aramaya başlar. Aynı zamanda açlık sebebiyle dış dünyayla ilişki kurmaya da başlar. Bu sebeple dış dünyadaki nesnelere karşı verdiği ilk tepki onları ağzına götürme biçiminde olur. Bebek, bu çağda el kol hareketlerini kontrol etmeye başlasa da parmaklarını kullanmakta henüz ustalaşmadığı için eline aldığı nesneleri daha dikkatli incelemek amacıyla ağzına götürür. Sert ya da yumuşak olup olmadığını, yenip yenmeyeceğini, ses çıkarıp çıkarmadığını anlamaya çalışır. Çünkü bakarak, dinleyerek, koklayarak ve tadarak öğrenme dönemine girmiştir. Bunları yaparken beş duyu organını da kullanır fakat ağzın onun için önemi çok büyüktür. Bu bölge sayesinde çevresindeki nesneleri yalayarak, emerek hissetmeye çalışır.

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Bebeklerin bu eğilimi gelişim süreçlerinin doğal bir sonucu. Yaşamın ilk aylarında bebeğin ihtiyaçları, algılamaları ve kendisini ifade etmesi ağız bölgesinde odaklanmıştır. Çünkü bebek, açlığını ve susuzluğunu bu bölge sayesinde giderir. Bebek bu dönemde çaresizdir ve bakıma ihtiyacı vardır.

11. Rüyalarımızı Nasıl Hatırlayabiliyoruz? Hemen hemen hepimizin malûmudur; rüyaları hatırlamak zordur. Aslında, eğer ki bir rüya uyanmamızdan önce sona ermişse, bu rüyayı hatırlamıyoruz. Uzun süreli hafızalar oluşturmamızı sağlayan beyin süreci, uyku anında pasiftir. Bu yüzden de uyanmamızdan kısa bir süre önce gördüğümüz rüyaların büyük çoğunluğunu unuturuz. Örneğin; hatırlamada oldukça önemli bir nörotransmitter olan norepinefrin; uzun süreli hafızalar için elektriksel aktivitenin görüldüğü prefrontal korteks gibi bölgelerde rüya anında çok düşük seviyelerdedir. Beyin uyandıkça, uzun süreli hafıza için gerekli süreçleri aktif hale getirmeye başlar. Böylece, eğer bir rüyadan fırlayarak uyanırsak, bu rüyayı hatırlama şansımız çok daha fazladır. Bir rüyanın duygusal içeriği

67

ve mantıksal tutarlılığı da rüyalarımızın ne kadarını hatırladığımızda etkilidir. Yapılan bir çalışma; daha az mantıklı rüyaların, içeriği berrak ve organize bir hikaye çizgisi olan rüyalara kıyasla daha zor

hatırlandığını ortaya koydu. Hatırlamamıza en uygun olan rüyalar –kâbuslar ve oldukça parlak, duygusal rüyalar– beynin ve vücudun canlanmasına eşlik eder ve bizi uyandırmaya daha yatkın rüyalardır.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


Biyografi

DÖKÜLEN YAPRAKLAR ZELİHA ŞENGÜL

GENÇ OYUNCU MOTOSİKLET KAZASINDA YAŞAMINI YİTİRDİ

ARDA ÖZİRİ

68

E

kranların fenomen dizilerinden Diriliş Ertuğrul’un genç oyuncusu Arda Öziri, geçirdiği motosiklet kazası sonucu yaşamını yitirdi. Üzücü olay 27 Mayıs Pazar günü meydana geldi. Akşam saatlerinde evine gitmek üzere yola çıkan Öziri, TEM’de geçirdiği kaza sonucu ağır yaralandı. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırılan oyuncu, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve aramızdan ayrıldı. Öziri, pek çok dizide rol alsa da asıl çıkışını Diriliş Ertuğrul dizisinde canlandırdığı Göktuğ karakteriyle yapmıştı. ARDA ÖZİRİ KİMDİR? Arda Öziri, 14 Eylül 1978 tarihinde İzmir’de dünyaya geldi. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk bölümünü bitirdi. Aynı zamanda “Anemi” isimli grupta vokallik yaptı. ROL ALDIĞI PROJELER Diriliş Ertuğrul - Göktuğ (2016-2017) Aşkın Bedeli - Poyraz (2013-2015) Son İstasyon - Burak (2010) Akasya Durağı - Başkomiser Yardımcısı Tolga (2010-2011) Cemile - Kaan (2006) Dolunay - Erdem (2005) Kandil (2005) Memleket Hikayeleri - Irmağın Aldığı Gelin (2005) Büyük Umutlar - Özgür (2004) Ah Be İstanbul (2004) Kampüsistan - Yiğit (2003) Estağfurullah Yokuşu (2003) Asmalı Konak - Haluk (2002) Kınalı Kar (2002) Yedi Numara (2000) Dadı (2000) Ruhsar (1997)

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8



NEFESİNİZİ KESECEK

MUHTEMELEN BİLMEDİĞİNİZ, GERÇEKLİKLERİ İLE

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

70

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

Heykellerini nasıl yaptığı sorulduğunda meşhur Fransız heykeltıraş Auguste Rodin, büyük sanatçı Michelangelo’nun şu sözünü alıntılıyordu:

“Çok kolay. Mermerdeki fazlalıkları atıyorum geriye heykel kalıyor. ” Tabii Michelangelo gibi bir deha için gerçek başyapıtlar dahi son derece kolay olabilir. Bizim gibi her bir eserin ardındaki gizemi ve onların hikâyelerini merak eden sıradan ölümlüler için ise durum pek öyle değil. İşte biz de sizler için bu muhteşem yapıtların ardındaki sırları ve öyküleri sizinle paylaşmak istiyoruz. . .


1. Bu boynuzlar neden? “Musa” (1513-1515)

Michelangelo

Büyük sanatçı Michelangelo tamamen kendine özgü bir bakış açısıyla Hz. Musa’nın bir heykelini yaptı: Bu heykelde Hz. Musa sanatçı tarafından “boynuzlu” biçimde tasvir edildi! Peki Michelangelo Hz. Musa’yı son derece tuhaf biçimde neden boynuzlu tasvir etmiş olabilir? Yahudilerin kutsal metinlerinden olan “Çıkış” ya da “Mısır’dan Çıkış” olarak da bilinen

Tevrat’ın ikinci kitabı olan “Eksodos”da Yaradan Hz. Musa’ya Sina Dağı’nda “10 Emir”i gönderdiğinde Hz. Musa’nın yüzüne parlaklıktan bakılamayacağı yazmaktadır. Tabii tesadüf bu ya, burada kullanılan İbranice sözcük “parlak” anlamının yanı sıra “boynuz” anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla uzmanlar Michelangelo’nun bu sözcüğü “boynuz” olarak yanlış yorumladığına inanıyorlar.

2. Yoksa antik dönemdeki heykeller renkli miydi? K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

“Augustus of Prima Porta”

Çok uzun bir süre Antik Yunan ve Roma Dönemi’ne ait heykellerin tamamen beyaz mermerden yapıldıkları düşünüldü. Ancak gerçekleştirilen son çalışmalara göre, eserlerin bir bölümünün başlangıçta farklı renklere boyanmış olduğu, zamanla eserlerin ışık ve rüzgâra maruz kalmaları nedeniyle bu renklerin tamamen kaybolduğu düşüncesi yaygınlık kazanmaya başladı.

3. “Ne çektin be ‘Küçük Deniz Kızı’?” (1913) Edvard Eriksen

Kopenhag’daki meşhur “Küçük Deniz Kızı” heykeli yapıldığından bu yana vandalizmin favori nesnesi olmaktan kurtulamayan, dünyanın en talihsiz heykellerden biridir. Heykelin geçmişinde birçok saldırı bulunmaktadır. Heykel defalarca kırılmış, parçaları koparılmıştır. Kafası iki kez değiştirilmek zo-

runda kalınmıştır. Boynundaki izleri ise bugün dahi görebilirsiniz. Sağ kolu koparılan parçalarından biridir. 2006 yılının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde ise en sapkın vandalizm örneklerinden biri yaşanmıştır: Heykelin eline yapay bir penis tutuşturulmuştur! Üzerine de yeşil bir boya ile 8 Mart yazılmıştır. . .

71

4. Öpücüksüz öpücük: “Öpücük’’, (1882) Auguste Rodin

Orijinal adı “Francesca da Rimini” olan Rodin’in meşhur heykelinin ilham kaynağı Dante’nin “İlahi Komedya”da ölümsüzleştirdiği 13. yüzyıl İtalyan soylusu olan Francesca isimli bir kadındır. Francesca, kocası Giovanni Malatesta’nın kardeşi, Paolo’ya âşık olmuş, ikisi Lancelot ve Guinevere hikâyesini okurken Giovanni

tarafından bulunmuş ve öldürülmüşlerdir. Paolo elinde bir kitap tutarak gösterilir. Ancak, burada sanatseverlere onların henüz bir günah işlemeden öldürüldüğünün ipucu verilir: Çünkü heykellerin dudaklarını birbirlerine dokunmamaktadır. . . Heykele “Öpücük’’ ismi ise 1887 yılında eleştirmenler tarafından verilmiştir.

5. Mermer perdenin sırrı: “Örtülü Vestal” (19. yüzyıl) Raffaele Monti

Raffaele Monti’nin insanı gerçekliği ve tekniğiyle hayrete düşüren bu yapıtında bakirelerin yüzündeki tül örtü nasıl yapıldığı merak konusudur. Sanatçı mermere nasıl böylesine inanılmaz bir biçim verebilmiştir? İşin büyüsünün kullanılan mermerde, özellikle de mermerin yapısında olduğunu söyleyebiliriz. Monti tam olarak ne yapmak istediğini

ve bunu nasıl yapabileceğini biliyordu fakat kendisine uygun malzemeyi bulması gerekti. Bu malzemede iki katmandan oluşan ve katmanların birinin kalın diğerinin ise şeffaf olduğu nadir bir mermer türüydü. Şeffaf parçayı yüzeyi boyunca oyan sanatçı, kalan kısımlardan bu tül örtü görüntüsünü vermeyi başardı. Ne diyelim, gerçek bir ustalık! T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


6. Bozuk mermerden yapılan mükemmel heykel: “Davut”,

(1501-1504) Michelangelo

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Michelangelo ünlü heykeli “Davut”u Agostino di Duccio isimli başka bir heykeltıraştan arta kalan “çıkma” bir mermer ile yaptı. Heykelin ideal erkek güzelliğini yansıttığı yaygınlıkla kabul edilmiş olmasına karşın heykel aslında o denli mükemmel değil. Öncelikle Michelangelo çalıştığı malzeme yukarıda da bahsettiğimiz gibi başka bir sanatçıdan kalan mermer olduğu için yeterli kalitede değil. Bu kalite problemi

dolayısıyla heykeli tekrar tekrar yapmış ve en sonunda da pes etmiş Michelangelo. . . Stanford Üniversitesi’nden Marc Levoy isimli profesör lazer teknolojisi ile heykeli incelediğinde, heykelin aslında “şaşı” olduğunu keşfetti. Kimi uzmanlara göre Michelangelo bu hatayı “kasten” yapmıştı. Amacı ise hangi yönden bakılırsa bakılsın eserin “aynı” görünmesini sağlamaktı. . .

7. Dünyanın en gizemli heykeli: “Ölüm Öpücüğü”, (1930) Barselona Poblenou mezarlığındaki dünyanın en gizemli heykeli “Ölüm Öpücüğü”nün yaratıcısı hâlâ bilinmemektedir. Eserin Jaume Barba ya da Joan Fonbernat’a ait olduğu iddiaları ise en güçlü olasılıklardır. Eser ayrıca Ingmar Bergman’ın “Yedinci Mühür” filmine ilham kaynağı olmuştur.

8. Güzellik katan kusur: “Semadirekli Nike”, (M. Ö 2. Yüzyıl)

72

Yunan mitolojisinde zafer tanrıçası olan Nike’nin bu görkemli heykeli Fransız konsolos ve amatör arkeolog Charles Champoiseau tarafından 1863 yılında Semadirek Adası’nda bulundu. Heykel Paros Adası’nın altın sarısı mermerinden, deniz tanrılarına sunak olarak yapılmıştır. Bazı araştırmacılar ise heykelin Yunan filosunun deniz zaferlerini anmak için yapıldığını söylemektedirler. Heykelin kaybolan başının ve kolları dolayısıyla tekrar orijinal hâline getirilmesi için sayısız uğraş verilmiştir ancak başarılamamıştır. Tanrıçanın sağ elinin havada olduğu ve muhtemelen zaferini temsil eden bir kupa ya da çelenk gibi bir nesne tuttuğu tahmin edilmektedir. Heykel bu açıdan kusurlu da olsa bu kusur onun güzelliğine ve heybetine katkıda bulunmaktadır.

9. “Venüs de Milo”, (M. Ö. 130-100) Antakyalı Alexandros

Antakyalı Alexandros tarafından yapıldığı düşünülen Venüs heykeli Paris’teki dünyaca ünlü Louvre Müzesi’nin en ünlü heykellerden biridir. Heykel Yunan adası Milos’ta 1820 yılında bulunmuştur. Keşfedildiğinde, heykel iki büyük parçaya ayrılmış durumdaydı. Sağ eli yere düşen elbisesini tutuyordu. Sol elinde ise bir elma vardı. . . Heykeli gören bazı Fransız donanma subayları, eserin tarihsel değerini anlayarak, heykeli adadan götürmeye karar vermişlerdir. Heykelin gemiye taşınması sırasında ise yükü taşıyan hamallar arasında kavga çıkmış ve heykelin kolları tamamen tuz buz olmuş. Bunun üzerine heykel şu anki mevcut görüntüsünü almış. . . T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8



İBN-İ SİNA

İbn-i Sina (tam adı Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah ibn-i Sina el-Belhi) (d. 980, Buhara yakınları - ö. 1037, Hemedan) Filozof, hekim ve çok yönlü Fars bilim adamıdır.

İbn-i Sina Kimdir?

Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina’nın oğlu olan İbn-i Sina (Batı’da Avicenna adıyla tanınır), babasından, ünlü bilgin Natili’den ve İsmail Zahit’ten ders aldı. Geometri (özellikle Eukleides geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahif, tıp, doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi’nin elİbane’s aracılığıyla Aristoteles

felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997) saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can’da Şiraz’lı Ebu Muhammed’ten destek gördü, (Tıp Kanunu’nu Cürcan’da yazdı). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir. T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


İbn-i Sina, Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi aldı. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale yazdı. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlüleri felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun

fi't-Tıb'dır (Tıbbın Kanunu). Bu ikincisi ortaçağ üniversitelerinde okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur. İBN SÎNÂ’NIN YAŞAMI VE YAPITLARI Asıl adı Hüseyin olan, İslam dünyasında “baş üstad” anlamında “eş-şeyhü’r-reîs” unvanı

ile de anılan İbn Sînâ, Batı’da ise Avicenna olarak bilinir. Babası Abdullah’ın Buhara’daki yakın çevresi dolayısıyla İbn Sînâ erken yaşlarından felsefeyle tanışmış ve Kur’ân’ı ezberlemiş; daha sonra dil, edebiyat ve dini ilimlerin yanı sıra geometri, aritmetik, astronomi, mantık ve felsefe dersleri almıştır. On sekiz yaşında iken saray hekimliğine

getirilmesi, zengin bir tıp ve felsefe literatürünün de bulunduğu saray kütüphanesinden yararlanması için önemli bir imkân sağlamıştır. Bir ara vezir olarak devlet görevinde de bulunan filozof, 1005 yılında gittiği Gürgenç’ten ayrıldıktan sonra yedi yıl kadar süren seyahatin ardından geldiği Cürcan’da kendisine büyük destek olan öğrencisi Cüzcânî ile tanıştı ve eserlerinin büyük bir kısmını burada kaleme aldı, ayrıca dersler verdi. Yakalandığı kulunç hastalığını tedavide başarılı olamayan İbn Sînâ, 1037 yılında elli yedi yaşında iken çıktığı Hemedan seferi sırasında vefat etti. Kindî’nin çalışmalarıyla başlayıp Fârâbî’nin terminoloji, yöntem ve problemleri açısından sistemleştirdiği İslam felsefesi, İbn Sînâ ile altın çağını yaşamıştır. Sistem sahibi bir filozof olarak İslam filozofları arasında ontoloji ve psikolojinin yanı sıra bilgi problemi üzerinde en fazla duran düşünür olmuştur. Eserlerinin çoğu ortaçağda Latince ve İbraniceye çevrilmiş olan filozofun Batı üzerindeki etkisi “Latin İbn Sînâcılığı” vasıtasıyla yüzyıllarca sürT E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

İbn-i Sina Buhara yakınlarındaki Afşana köyünde(şu anda Özbekistan'da bulunmaktadır) 340 Hicri (Miladi 980) yılında dünyaya gelmiş ve Hamedan şehrinde (İran) 427 Hicri (Miladi 1037) tarihinde vefat etmiştir. Tıp ve Felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 kitap yazmıştır. Batılılarca, Orta Çağ Modern Biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi olarak bilinir ve "Büyük Üstad" ismi ile tanınır. Tıp alanında 7 Asır boyunca temel kaynak eser olarak süre gelen El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. Fars ve Türk bilim adamıdır.

75


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

müştür. Eserlerinden bazıları şunlardır: Mantığa Giriş, Yorum Üzerine, II. Analitikler, Metafizik I-II, Fizik, I-II, Kitâbu’l-Hidâye, en-Necât, Tevhîdin Hakikati ve Nübüvvetin İspatı Üzerine, İşaretler ve Tembihler.

76

İBN-İ SÎNÂ’NIN VARLIK ANLAYIŞI “Felsefe” ve “hikmet”i eş anlamlı terimler olarak kullanan İbn Sînâ’ya göre en genel anlamıyla felsefe “insanın, eşyanın yahut bütün var olanların hakikatine vâkıf olmak suretiyle yetkinleşmesi”dir. Var olanlar iki kısma ayrılır: (1) Tanrı, akıl/ melek ve doğal nesneler gibi varlığı insanın irade ve fiiline bağlı olmayan varlıklar. (2) Varlığı insan irade ve fiili ile meydana gelen şeylerdir. İlk kısımdaki varlıklara ilişkin bilgiye teorik (nazari) felsefe, ikinci grupta yer alan şeylerin ilişkin bilgiye ise pratik (amelî) felsefe denilir. Teorik felsefenin amacı insanın bilmek suretiyle yetkinleştirmesini sağlamak iken pratik felsefe insanın bilinenleri yapıp uygulayarak ahlaki yetkinliğe ulaşmasını amaçlar. İbn Sînâ varlık kavramının insan aklının ulaşabileceği en genel ve açık seçik kavram olduğunu, dolayısıyla tanımlanamayacağını söyler. Ona göre varlık ve genel olarak metafizik alana ilişkin bilgi, mantıki kanıtlara dayalı ve dolaylı bir bilgi olmayıp doğrudan doğruya akıl İbn Sînâ, Aristoteles’ten farklı olarak bedenden ayrıldıktan sonra varlığını sürdüreceğini söylediği nefsin, önceden değil de bedenle birlikte var olduğunu savunarak da Platon’dan farklı düşündüğünü ortaya koyar.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

yoluyla kavranan bilgidir. İbn Sînâ, zorunlu varlık olan Tanrı dışındaki bütün varlıkların dış dünyadaki mevcudiyetlerini ifade eden “varlık”larının yanı sıra bir de “mahiyet” adı verilen bir kavramsal gerçekliklerinin bulunduğunu ileri sürer. İbn Sînâ’ya göre bir şeyin yakın cinsi ile yakın faslından elde edilen gerçek tanım (el-haddü’l- hakîkî), o şeyin özsel (zâtî) varlığının yetkinliği (kemâl) demek olan “mahiyet”ini gösterir ve onun kuvve halindeki ve fiil halindeki bütün özsel niteliklerini içerir. Tikel (cüz’î, ferdî) varlıkların bu anlamda bir tanımının bulunmadığını ileri süren İbn Sînâ, onlar hakkında tanıma benzer şekilde dile getirilen ifadelerin sadece bir isimlendirmeden ibaret kalacağı görüşündedir. Ona göre tikel varlıklar tanımlanamaz, yalnızca işaretle gösterilebilir; yani gerçek anlamda mahiyet dış dünyadaki tikel varlıklarda değil, cins ve tür gibi tümellerde bulunmaktadır. İbn Sînâ, varlık-nelik ayırımının hem epistemolojik ve mantı- ki hem de ontolojik değeri ve geçerliliği olduğu görüşündedir. İBN-İ SÎNÂ’NIN PSİKOLOJİ ANLAYIŞI İbn Sînâ, düşünce sisteminde merkezi bir konum verdiği psikolojiyi (ilmü’n-nefs) bilgi teorisi, mantık, metafizik, ahlâk ve din felsefesiyle ilişkilendirmiştir. Filozofa göre bu disiplinin

konusu nefsin varlığını ortaya koyup onun yapısı, güçleri ve niteliklerini incelemektir. İbn Sînâ nefsin bağımsız varlığı bulunan, cisimsiz ve yalın (basit) bir cevher olduğu görüşündedir. Bu yaklaşımıyla o, nefsi adeta bedenin kendisinde içkin olarak bulunan bir yetkinliği ve fonksiyonu gibi gören Aristoteles’ten farklı düşündüğünü ortaya koyarsa da Aristoteles ve Fârâbî ile birlikte Platon’dan farklı olarak her bir bedenin bir tek nefsi bulunduğunu savunur. İnsanın teorik ve pratik yönden yetkinleşmesi, insan nefsinin güçlerinin bir bütünün unsurları olarak kendi işlevlerini bir uyum ve ahenk içinde yerine getirmelerine bağlıdır. Bu anlayıştan hareketle İbn Sînâ, nefsin güçlerini işlevleri bağlamında alt-birlikler oluşturacak şekilde sınıflandırma yoluna gitmiştir. Buna göre canlılığın

asgari şartları olan “beslenme”, “büyüme” ve “üreme” ile birlikte insan nefsini oluşturan güçler, önce idrak gücü, hareket gücü ve düşünme gücü olmak üzere üç grupta toplanır. İbn Sînâ’ya göre gerçek bilginin oluşumu sadece idrak süreçleriyle açıklanamaz; çünkü bilginin kaynağında fizik dünyayı aşan bir metafizik boyut da söz konusudur. Bu boyutun açıklanması bağlamında gündeme getirilen psikolojik akıllar teorisinde Meşşâî geleneği izleyen İbn Sînâ’ya göre insanın sahip olduğu bilme yeteneği “güç/ kuvvet halinde akıl”, bu yetenekle düşüncenin ilkelerinin kazanılması “meleke halinde akıl”, bu ilkelere dayanarak gözlem ve deneyle nesnel dünyanın bilgilerinin kazanılması “fiil halinde akıl”, faal aklın etkisiyle zihnin bu aşamalardan geçerek mükemmellik düzeyine ulaşmış hali “kazanılmış/müstefâd akıl” adını alır. Bu süreçte insanın teorik/nazari aklının güç halindeki akıl aşamasından tam yetkinlik aşaması olan kazanılmış akıl düzeyine çıkmasını sağlayan faal akıl olmaktadır. İbn Sînâ, Aristoteles’ten farklı olarak bedenden ayrıldıktan sonra varlığını sürdüreceğini söylediği nefsin, önceden değil de bedenle birlikte var olduğunu savunarak da Platon’dan farklı düşündüğünü ortaya koyar. Aklın kendini bilmesi yahut varlığının bilincinde olduğu gerçeğini düşünce tarihinde ilk defa ispatlamaya çalışan filozof İbn Sînâ’dır. O bunu “boşlukta uçan adam” benzetmesinden hareketle yapar.


77

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ


STİL YARATAN PARÇALAR (1) Bu sayıdan itibaren beğeneceğinizi umduğum bir dizi yazıya başlıyorum. Etkili bir stile sahip olmak için dolabınızda olması gereken demirbaşlar hakkındaki bu dizide, ilgili parçaların nasıl ortaya çıktığını, moda tarihindeki evrimlerini ve haklarındaki ilginç bilgileri öğrenebileceksiniz.

NİLÜFER BAYRAK STİL DANIŞMANI

S

til garantili parçaların başında, rahatlığı ile de gözbebeğimiz olan jeanler geliyor. Gündüzden geceye her duruma uygun olabilen jeanler, yerine göre en şık ortamlarda dahi giyilebiliyor. JEAN, adını 16. Yy da İtalya’da Cenova’lı dokumacıların ürettikleri bir cins pamuklu kumaştan alır. (Cenova ve Cenovalı kelimeleri Fransızcada “Genes” olarak geçtiğinden kelimenin bu kökten türediği düşünülmektedir. ) Cenova’lı dokumacıların ürettiği pamuklu kumaşı taklit etmeye çalışan Fransa’nın Nimes kentindeki dokumacılarsa yanlışlıkla “Serge” diye adlandırılan kumaşı üretirler. “Serge de Nîmes” ya da kısaca “de Nimes” de denilen bu kumaş, günümüzde halen DENİM olarak anılmaya devam ediyor. Jean’leri bu kadar özel yapan, kumaşı yanında, farklı mavi rengini sağlayan “indigo” boyasıdır. BLUE JEAN’e rengini veren, anavatanı Hindistan olan Indigofera tinctoria bitkisinden elde edilen ve antik uygarlıklardan beri kullanılan boya, 19. yy sonunda sentetik versiyonunun üretilmesiyle ucuzlar ve yaygınlaşır.

Moda ve stil ikonlarını sürekli birbirinden değişik kıyafetler içinde görüyor olsak da, vücudumuza uyan bir pantolonun üzerindeki beyaz gömlek ya da jean pantolonla birlikte giydiğimiz çizgili bir tshirt ile de stil sahibi görünmemiz mümkün… Seçtikleriniz ne olursa olsun önemli olan, basit şeyleri bir arada doğru ve iyi bir şekilde kullanabilmek.


yerlere bakır perçinler yerleştirerek daha güçlü hale getirir. Yaptığı bu pantolon, işçiler arasında o kadar ilgi görür ki 18 ayda, bazıları branda, bazıları denim kumaştan yapılmış 200 pantolon daha üretir. Bir yandan da bulduğu bu

fikri başkalarının çalacağı korkusuyla patent almaya karar verir. Patent ücreti olan 68 $’ı olmadığından kumaşları tedarik ettiği Levi Strauss’a ortaklık teklif eder ve resmi olarak 20 Mayıs 1873’de giyim tarihine bir klasik katılır.

B

aşlangıçta bir sürü terzi ile anlaşılır ve bu terziler kendi yerlerinde ürünleri dikerler. Sonrasında terzi Jacob W. Davis’ in üretim müdürü olduğu bir imalathane kurulur. İmalathanenin başlıca ürünü Levi’s 501’dir ama denim gömlekler ve tulumlar da üretirler. 1873 de güçlerini birleştiren bu iki adam, önce erkeklerin hayatına “jean”i sokar, ardından da 1934 yılında kadınlara özel bir denim serisi olan “Lady Levi’s” gelir. Kadınlar, çiftlikler ve tarlalarda çalıştıkları Amerika’nın batı sahilinde, “jean” pantolonu benimseyerek yaygınlaştırırlar. Öyle ki jean pantolonlar bir yıl içinde Vogue’da da görünerek, New York’a ve tüm dünyaya yayılmayı başarırlar. 1930’larda Hollywood’da çekilen kovboy filmlerinde oyuncuların bu pantolonları giymesi de ünlerinin artmasına yardım eder.

1

950’lere gelindiğinde, Hollywood’daki tüm “asi çocuklar” (!) blue jean’lere bürünmüştür. İlk akla gelen isimler elbette 1953’deki “The Wild One” filmiyle Marlon Brando ve 1955’deki “Rebel Without A Cause” filmiyle James Dean’dir. Bu yıldızlar, jean pantolonları birer trend objesine dönüştürürler ve kendilerini tüm dünyaya

genç erkekler için birer stil ikonu olarak sunarlar. İki efsane oyuncu erkek jean’lerini ölümsüzlüğe kavuştururken, Grace Kelly de 1954 ’deki “Arka Pencere” filminde paçaları kıvrılmış bir denim pantolonu, kırmızı renkte erkek gömleği ve makosen ayakkabılarla tamamlayarak aynı işi kadın jeanleri için gerçekleştirir.

1

970’lerde hippi akımına uyanlar eskiyen denim pantolonları etek yapma fikrini bulurlar. Bu yüzden ilk jean etekler de tıpkı jean pantolonlar gibi ön pat, bel parçası, kemer halkaları ve ceplerden oluşur. Zamanla etek boyları kısalır ve farklı tarzlar, modeller yapılır. Bu yılların pantolonları ise kesinlikle İspanyol paçalardır. Dönemin stil ikonlarından biri, üzerinden hiç çıkartmadığı jean pantolonları, basic tshirtleri ve sepet çantasıyla Jane Birkin’dir. (Ne kadar güncel bir görüntüsü var öyle değil mi? :) T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

1

800 ‘lü yıllarda Avrupa’dan Amerika kıtasına olan göçlerle, denim kumaş yeni dünyaya taşınır. Bu göç dalgası sırasında, 1851’de Almanya’dan Amerika’ya gidenlerden biri de Levi (Loeb) Strauss’ dur ve orada ticaretle uğraşan ailesinin işlerini büyütebilmek için “Altına Hücum” döneminde San Francisco’ya yerleşir. En iyi kumaş müşterilerinden biri ise Nevada’dan bir terzi olan Jacob W. Davis’dir. Terzi Davis, çadırlar, at battaniyeleri ve at arabası tenteleri gibi fonksiyonel eşyalar üretmekteyken bir gün, bir kadın, marangozluk yapan büyük beden kocası için sıkı çalışmaya dayanabilecek, bir çift sağlam pantolon siparişi verir. Terzi, pantolonları Levi Strauss & Co’dan aldığı denim kumaştan yapar ve cepler gibi, en çok yırtılan

79


1

980'ler sosyal altyapısı ya da mesleği ne olursa olsun, neredeyse herkesin üzerinde denim bir ürünün görüldüğü ve bu özel dokumanın hem bir eşitlikçi moda simgesi, hem de alt-kültür dayanışması oluşturan bir giysi olarak tanımlandığı ilk yıllardır. O yıllarda bir “punk rock” hayranıysanız kesinlikle eskitilmiş skinny jean’leri tercih ederdiniz, “hip hop” a vurgun bir sokak tarzı öncüsüyseniz muhtemelen düşük belli bol jean’ler içinde rahat hissederdiniz ve trendi izleyenlerdenseniz, tasarımcıların defilelerinde denim’i zaten görmekteydiniz.

G

österiş düşkünü 80’lerden minimalist 90’lara gelindiğinde, biçimler yine değişim geçirir. Bol jean’ler önemli bir sokak tarzı trendi olarak kalmaya devam eder. Ancak kadın giyiminde bu yıllarda hüküm süren minimalist trend, klasik boru paçalı, taşlanmış jean’lerle yansıtılır. Ama elbette 90’lar yalnızca minimalizmden ibaret

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Y

80

eni milenyumun gelişiyle pop yıldızlarının ultra-düşük belli flared jean’leri tercih etmeye başlaması, bol ve rahat kesimli kot pantolonları hızla unutturur. 2000’lerin başlarında 80’lerin romantik çizgileriyle 90’ların salaş rock havası modada buluşur ve skinny jean’ler hit parçalar arasına girer.

değildir. 90’lı yılların ikinci yarısında bol cepli marangoz jean’leri, iş tulumları ve altlı üstlü denim parçalar gençlerin ortalığı kasıp kavuran trendleri arasındadır.

Kate Moss sayesinde tüm dünya bu modeli giymeye başlar. Yine bu yıllarda ortaya çıkan kapri pantolon modasından jeanlar da nasibini alır.

Jean giysiler neredeyse 150 yıldır dünyamızda var olsa da, ikonik indigo mavi pantolonların yepyeni görünümleri gardıroplarımızı her sezon yeniden şekillendirmeye devam ediyor. Geçmiş yılların yırtık paçalı, yüksek belli, yamalı ve işleme ayrıntılı denim trendleri ya da kontrast dikişli, smokin şeritli ve torba belli bol jean’leri…bugün hepsini birden görmek mümkün.

l Levi Strauss & Co. 'nun jeanlerinin dikişi için kullandığı turuncu iplikler, alamet-i farikasıdır. Bu, ayırt edici bir özellik olarak ve bakır perçinlerin rengini eşleştirmek için kullanılır… l Ceplerin üzerindeki perçinler, özellikle daha güçlü olmaları için kullanılmıştır. Başlangıçta Levi Strauss & Co. ön ve arka tüm ceplere perçinler koydu. Fakat eyer ve sandalyaleri çizdiği için insanların, arkadaki perçinlerin üzerini kapattıkları ya da onları tamamen çıkarttıkları gözlemlenince arka perçinler iptal edildi… l Bir Levi’s 501'in yapımında, 37 ayrı dikiş işlemi vardır. . . l Bilinen en eski Levi’s, 1997 yılında bulunmuştur ve bulunduğunda 100 yaşındadır. . . l İlk jeanler iki çeşitti; indigo mavi denim kumaştan ve kahverengi branda kumaşından…(çünkü koyu renkler kiri daha iyi gizler:) ) l Jeanlerin fabrika işçileri tarafından giyildiği dönemde, erkekler için pantolonların ön kısmında fermuarlar vardı, ancak kadınlar için yapılan pantolonlarda fermuar yandaydı… l 1936'da ilk kez bir jean’e kumaş etiket takılır. Bu, arka cebe dikilen meşhur “red tab” dir. . . l Blue jeanlerin, ABD dışında ilk kez popüler olması, 2. Dünya savaşı sırasında Amerikan askerlerinin görev dışındaki zamanlarda bunları giymeleri sayesinde olur… l Wrangler ve Lee markaları 2. Dünya savaşından sonra doğar… l Blue jean’ler 50'lerde okullar, tiyatrolar ve restoranlar gibi belirli T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

yerlerde yasaklandı. Çünkü bunlar geleneklere karşı bir isyan biçimi olarak görülüyordu. . . l 1958 yılında Türkiye’de ilk jean pantolon “Kot” markası ile tescil edilir. Markanın yaratıcısı Muhteşem Kot’un soyadını taşıyan pantolonlar, indigo boya ile boyanmadığından renkleri yıkanma ve aşınma ile açılmamakta, hep aynı koyu lacivert halinde kalmaktadır. 80'lere değin tüm denim pantolonlara kot dememize sebep olacak kadar popüler ve yaygın olan “Kot” markası, bu yıllarda Türk pazarına giren yabancı markalar karşısında rekabet edemez ve 1992'de fabrika kapılarını kapatır… l New York East Village'da “Limbo” isimli butik, kullanılmış, yıpranmış bir etki yaratmak için yeni bir jean pantolonu yıkayarak 1965’de hit yaratan ilk perakendeci oldu… l Jean boyaması amacıyla yılda 20 bin ton indigo üretilir ama bir jean pantolonun renklendirilmesi için sadece birkaç gram indigo yeterlidir. . . l Denim' in %50'sinden fazlası Asya, özellikle de Çin, Hindistan ve Bangladeş'te üretilmektedir… l Her yıl ABD'nde yaklaşık 450 milyon adet, dünyada ise 2 milyar adet jean pantolon satılmaktadır. . . l İstatistiksel olarak, her Amerikalının, ortalama iki adet blue jean’i vardır ve dünya nüfusunun 3’de 1’i yılda bir tane jean pantolona sahip olmaktadır. . .



TRIGEMINAL NEVRALJI

82

lkemizde gündem çok hızlı değişse de geçen aylarda sosyal medyada, televizyon ya da gazetede “Antalya'da dişlerinin beyaz görünmesi için kaplama yaptıran S. Ö. (41), giderek artan ağrılar nedeniyle dişlerini teker teker çektirdi. Yine de ağrıları dinmeyen kadına teşhisi doktorlar koydu. . “Haberini mutlak görmüşsünüzdür. Hatta haber o kadar dikkat çekti ki yarı ünlüler “evet bana da aynı teşhis kondu, çok dertliyim” demeçleri verdi görünürlüğü arttırıp tam ünlü olabilmek için. Peki neydi bu hastalık?

Ü

TRİGEMİNAL NEVRALJİ NAMI DİĞER DELİRTEN HASTALIK ! Aslında konu tamamen nöroloji uzmanı doktor arkadaşlarımızın konusu olsa da biz diş hekimleri de ağrının oluştuğu bölgeler nedeniyle tedaviye değilse de teşhise katkıda bulunmaktayız. Tanımlanamayan ve çok şiddetli bu ağrı türü muayenehanede karşılaştığımız bir durumdur. Hastamız anlatamaya-

cağı kadar şiddetli ağrı şikayeti ile gelir ve doğal olarak dişlerinden kaynaklandığını düşünür. Ağrı atakları o kadar keskin ve kötü olur ki haklı olarak hasta sağlıklı düşünme güçlüğü çekebilir doğrudan ve ilk önce nörologa gitmeye ikna olmaz ve dişlerine önce kanal tedavisi yaptırmaya başlar, elbette ağrı geçmeyince de çektirmeye başlar dişlerini, ta ki ilgili bölgedeki dişler bitip de ağrı kesilmeyinceye kadar. Hatta zaten tamamen dişsiz olup uzun zaman-

dır total protez kullanan hastalar bile ağrının kaynağını ağızda arar ve soluğu diş hekiminde arar. O yüzden erken ve doğru teşhis önemlidir ve bunun ilk ayağı çoğunlukla diş hekimleridir. Şimdi biraz teknik tanımlama yapalım: Beyinden çıkan, kafa çifti denen sinirlerden trigeminal sinirin (5. kranial sinir), kontrolsüz ve aşırı çalışmasından kaynaklanan trigeminal nevralji gerçekten de fena bir hastalık. Çoğunlukla çok da belirgin bir nedeni yoktur, çok

DİŞ HEKİMİ

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

(DELİRTEN HASTALIK)


nadir olarak beyin tümörlerinde ve biraz daha sık olarak da multipl skleroz'lu hastalarda görülebilir. Çeşitli faktörler nedeniyle tetik noktasının uyarılması sonucunda veya kendiliğinden meydana gelen ağrı, genellikle yüzün tek bir tarafında meydana gelir. Ancak hastaların %3-6’sında iki taraflı trigeminal nevraljiye de rastlanılır. Erkeklere oranla kadınlarda daha sık rastlanılan trigeminal nevralji, genellikle 50 yaş sonrasında görülür. Toplumda trigeminal nevraljinin görülme oranı 100. 000’de 5 ile 25 arasında olduğu belirtilmektedir. 3 dalı bulunan trigeminal sinir; göz çevresi, üst çene – yanak ve alt çene olmak üzere 3 bölümün duyu-

sunu beyne aktaran sinirdir. Trigeminal nevraljide nadiren de olsa 3 dalın birden tutulduğu da görülür. Nöropatik ağrı türlerinden biri olan trigeminal nevralji, ani ve şiddetli yüz ağrıları olarak tanımlanmaktadır. Yüzün tek bir tarafını tutan ve “bıçak saplanması” veya “elektrik çarpması” şeklinde ifade edilen bir ağrıdır. Trigeminal nevraljiye neden olan durumların yanı sıra trigeminal nevraljiyi tetikleyecek faktörlerde söz konusudur. Bu faktörlerin başında uyku bozuklukları, stres ve depresyon gelmektedir. Ağrının tetiklenmesinde etkili rol oynayan bu faktörler aynı zamanda ağrının şiddetinin artmasına da neden olur. Ağrı, yemek yeme, konuşma, soğuk/sıcak yiyecekler, soğuk veya sıcak hava gibi faktörlere bağlı olarak tetiklenebilir. Hastaların dikkat etmesi gereken bir diğer önemli unsur yiyecek ve içeceklerinin çok sıcak veya soğuk olmamasıdır. Trigeminal nevraljinin tetik noktalarından diğerleri ise yemek yemek, traş

83

olmak, makyaj yapmak ve diş fırçalamak olarak sıralanabilir. Yani yaşamınızın her anında doğal olarak yaptığınız şeyler sizi berbat bir hale getirebilir. E PEKİ TEDAVİSİ? Tedavinin öncelikli amacı ağrıları en aza indirmektir. Hastadan alınan tüm veriler değerlendirilip ilaç tedavisine başlanır ve ağrı kontrol altına alınana kadar devam eder. Ancak bazı vakalarda bu tedavi yöntemi yetersiz kalmaktadır. İlaç tedavisinden sonuç alınamaması durumunda uygulanan tedaviler; n Radyofrekans termokoagülasyon (sinire enjekte edilen gliserol ile sinir iletisinin kesilmesi)

n Sinirin ağrıyı ileten liflerinin yakılması n Mikrovasküler dekompresyon (cerrahi müdahale ile beyin sapında yer alan sinirin üzerindeki baskının ortadan kaldırılması) Görüldüğü duyulduğu üzere Trigeminal Nevralji tam da “düşmanımın başına gelmesin” türünden bir hastalık olsa da doğru teşhis-tedavi ve sabır ile büyük oranda çözülebilmektedir. Başınıza gelmesini hiç dilemem ama siz siz olun yüzünü tek bir tarafını tutan “bıçak saplanması” veya “elektrik çarpması” şeklinde gerçekten şiddetli ağrılar duyarsanız, acele bir nörologa başvurmayı ihmal etmeyin. Sağlıcakla kalın. T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


SOSYAL SORUMLULUK

ŞİDDET, KABAHAT DEĞİL SUÇTUR! HASAN KILINÇ / VETERİNER HEKİM Vicdan, merhamet duygularını yitirmiş sadece çıkarları uğruna herşeyi yapabilecek egolu ve sadist insanların dünyamızda sayılarının artması bize bazı şeylerde sona doğru geldiğimizi gösteriyor. Bu sona gelim insanlığımızı da kaybettiğimizi gösteriyor.

84

V

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

icdan, merhamet duygularını yitirmiş sadece çıkarları uğruna herşeyi yapabilecek egolu ve sadist insanların dünyamızda sayılarının artması bize bazı şeylerde sona doğru geldiğimizi gösteriyor. Bu sona gelim insanlığımızı da kaybettiğimizi gösteriyor. Ne kadar lanetlesekte , kınasakta aynı olayların defalarca yaşanması biz gibi kocaman bir ülkede bazı şeylerin yaptırımdan daha çok artık işleyiş vaktinin geldiğinin göstergesidir. Kabahat olan ölümün tamamen suç olarak sonuçlanmasıyla cezalarında bu yönde ortaya koyulup uygulanması gerekmektedir. Yaşam hakkına göz diken bu kişilerin polis tarafından alınıp


kabahat kanuna göre sadece 457 tl ile bu durumdan sıyrılmasını insanlık adına istemiyoruz. Bu olaylar ilk değil nice dostlar, paşalar, boncuklar, mavişleri kaybettik. Sapkın, şeref yoksunu, akli dengesini kaybetmiş, insan bile diyemedim mahluklar, küçücük ağzı dili olmayan Allah’ın bize sorumluluk verdiği ‘’Hayvanlar benim sessiz kullarımdır’’ dediği can dostlarımıza zarar verip, işkence tecavüz ve hertürlü şiddeti uygulayıp maalesef yine bir canlının en büyük hakkı olan yaşam hakkını elinden aldılar. Bu mahlukların bir çoğu hiç bir şey yokmuş gibi hayatını devam ettiriyor. Sevdiklerimizin, insanların arasında ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor. Canlılara zarar vermeye devam ediyorlar. Ne kadar mücadele verilse de sonuç maalesef sadece hüsran.

Peki napmamız lazım sadece kanunlarla değil, geleceğimiz yarınımız dediğimiz çocuklarımıza eğitim vermeliyiz. Bu eğitimin ana teması sevgi üstüne olmalıdır. Dengeyi , empatiyi anlatıp yaşamalarını sağlamalıyız. Hoşgörüyü, saygıyı, sevgiyi öğretmeliyiz. Hayatın hırçınlığı ve hırsını erken yaşlarda onlara yaşatmamalıyız. Elbette hayata hazırlamalıyız. Önce bu hazırlıklar ailede başlar. İyi, düzgün, akıllı vatanına milletine sahip çıkan bireyler için mutlaka ilgimizi alakamızı gençlerimize değer vererek sözle lafla değil, ciddi anlamda onlara onların önemli olduğunu belli ederek, bir çok olumsuzlukların, şiddetin, alışkanlık yapan maddelerin önüne geçerek iyi ahlak ve doğru eğitimle daha yaşanası bir dünya ve ülke olacağımız kesindir. .

2004 yılında çıkan 5199 sayılı hayvanları koruma kanunu aslında ülkemizde hayvanlarımızın ne kadar değerli olduğunun bir göstergesidir. Fakat bir Veteriner Hekim olarak değil sadece, insan olarakta bu kanunda bazı değişikliklerin yapılması kanunla alakalı çalışmalar yapılması gerekmektedir. Hayatsal koşulları ve çevrenin de etkisini düşünerek karar verilmesi gerekmektedir. Artık dur dediğimiz bu dönemlerde kanununda üstüne gidilerek biran önce değiştirilmesinden yanayım, yanayız. Bu değişmesinden yanayım sözlerini de uzun zamandır da kullanmaktayım. Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Hatta şiddetli sevgide buna dahil. Bu sevginin sonuda mutlaka hüsranla sonuçlanıp şiddetle bitmekte. Yaşam hakkı her canlı için kutsaldır. Bu hakkı hiçbir güç elden alamaz. Almak istediği an işte burada büyüklüğümüz belli olur. Kanunlar devreye girer. Unutmamak lazım Şiddet kabahat değil, SUÇTUR !

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


Still Art DR. MİMAR HALİT COZA

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

POLONYA İZLENİMLERİ

86

aziran-2018 ayı içerisinde Erasmus ders verme hareketliliği kapsamında onbeş günlük bir Polonya gezisi gerçekleştirdim. Pamukkale Üniversitesi Mimarlık Fakültesinin anlaşmalı olduğu beş üniversiteden biri olan Lublin Teknoloji Üniversitesi’nde son derece keyifli bir ders verme deneyimim oldu. İlk yurtdışı ders verme tecrübem olacağı için, nasıl bir ortamla karşılaşacağımı bilememenin verdiği bir gerginlik de vardı üzerimde. Sıkı bir hazırlık süreci ve birkaç günlük ders verme etkinliği sonrası karşılıklı kazanımlarla süreci tamamlayarak geri döndüm. Bu kısa süreç içinde ülkeyle ilgili yaşadıklarımı ve deneyimlerimi de aktarmak istedim sizlere.

H

Ülkenin başkenti Varşova ile başlayan gezim, Lublin’deki ders verme sürecim ile devam edip, Krakow şehrinde üç gün

M AY I S - HA Z İ R A N 2 0 1 8

daha geçirerek tamamlandı. Öncelikle bu üç şehirden açık ara en beğendiğim şehrin Krakow olduğunu söyleyebilirim. Hatta belki de gezdiğim Avrupa şehirleri arasında en başarılı bulduğum şehir de olabilir kendisi. Fazla turistik olan Paris, Roma, Barcelona gibi şehirlerle kıyaslarsak, turistik açıdan gezilecek onlardan geri kalır yanı olmadığı gibi, şehri yerel halktan biri olarak yaşamak, deneyimlemek istediğim için, fazlasıyla isteklerimi karşıladığını belirteyim. Ne fazla turistik ne de çok kapalı bir şehirdi Krakow. İkinci dünya savaşından en fazla etkilenen ülke olan Polonya’nın savaştan zarar görmemiş nadir kentlerinden biri olması da bundaki önemli kriterdi bana anlatılan. Polonya’nın en büyük ikinci şehri olsa da ülkemizdeki üç büyük şehirden birinde yaşayanlara

oldukça küçük gelecek, dünyanın en güzel ve en büyük meydanlarından birine sahip, yeşilin fazlasıyla bol olduğu, trafik sorununun hiç olmadığı, güzel ve kibar insanlarla dolu, tarih kokan bir sanat şehri benim gözlemlediğim Krakow. Şehirde komünizmin etkilerine sıklıkla rastlıyorsunuz. Birbirine benzer, bitişik nizam, siluet kaygısının hiçbir zaman göz ardı edilmediği belli, şirin cepheli binalardan oluşuyor şehrin geneli. Hemen her gün şehrin ana meydanı Market Square’de enteresan, heyecan verici gösteriler oluyor. Şehrin hemen hemen tüm gençleri, hatta taksi şoförleri de İngilizce biliyorlar. İnsanları bizim kadar misafirperver ve yardımsever. Gerek tarihi, gerek kültürü gerekse canlı yaşamı ile bana göre Varşova’yı geride bırakmış, Polonyanın güzel insanlarının en renkli şehri diyebilirim. Ders verme programımın olduğu şehir Lublin’e Türkiye’den direkt uçuş olmadığı için ilk ziyaretim Varşova’ya gerçekleşti.


Otele yerleşip, gezmek için şehrin ana

meydanına ulaştığımda ise birden fikrim değişiyor. Büyük ve şirin bir meydan, meydanlara bakan onlarca kafe, restoran, arnavut kaldırımlı sokaklar vesaire. Birden sakin ve huzurlu bir şehir havasına bürünüyor Varşova. Şehirle ilgili biraz okuyarak, biraz da dinleyerek bilgi sahibi olmaya başladığımda ise hüzün kaplıyor içimi. Bu kez farklı bakmaya başlıyorum şehre ve insanlarına. Yüzyıllar önce kurulan şehrin yapı geçmişinin 50 yıllık olduğunu bilmek, tüm şehrin taş taş üzerinde kalmayacak şekilde bundan kısa bir süre önce tamamen yıkıldığını bilmek farklı baktırıyor insanlarına. Dünyanın asık yüzlü şehriymiş meğer Varşova. Lublin ise bu iki büyük şehirden tamamıyla farklı bir şehir.

Polonya’nın doğusunda, daha çok bir üniversite şehri havasında. Nüfusunun yarısından fazlası öğrenci ve çoğunluğu da üniversite öğrencisi. Sahip olduğu beş farklı üniversite ile farklılaşan fakat Avrupa’nın fazla turistik olmayan şehirlerinin karakteristik özelliklerini barındıran tipik bir vasat Avrupa şehri diyebiliriz Lublin için. Yaşayan halkın sade, basit, rahat bir hayatı tercih ettiklerini düşünüyorum bu şehirle ilgili. Savaştan ciddi şekilde etkilenen bir şehir olduğunu öğrendiğimde insanların yüzündeki hüznü daha net hissediyorum sanki. Onlarca kilometre öteden, kısa süreliğine tatile gelmiş, zamanı değerli insanlara Lublin’i görmelerini önerir miyim? Tabi ki hayır. Polonya şu an itibariyle kendi para birimini kullanıyor olması, dolar ve euronun oldukça arttığı bu dönemde ziyaret edilebilir Avrupa ülkeleri arasında en kıymetlilerinden biri, bana göre. Fırsatı bulup, kendinize zaman ayırıp görmek isterseniz, pişman olmayacağınız bir gezi olabilir. Unutmayın, “çok okuyan değil, çok gezen bilir”

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Başkent Varşova’da bulunduğum süreçte şehirle ilgili düşüncelerim birkaç kez değişti. Havaalanından kalacağım otele ulaşıncaya kadar geçen süreçte şehir izlenimim Ankara gibi bir kente geldiğimdi. Daha doğrusu Ankara’nın bende bıraktığı o kasvetli havası da diyebilirim. Yüksek katlı devlet kurumları, o binaların içinde vakitlerini geçirdikleri için göremediğimiz insan kalabalıkları vesaire. Hatta şehrin yüzölçümünün Ankara ile hemen hemen aynı olduğu fakat insan populasyonunun Ankara’nın yarısı kadar olduğunu öğreniyorum daha sonra. Fakat şehircilik açısından çok daha başarılı bir kent olduğu hemen anlaşılıyor. Birbirine paralel, uzun caddeler, geniş kaldırımlar, mimari açıdan modern, minimal binalar şehrin ana meydanından biraz uzaktaki ana arter boyunca devam ediyor fakat yeşil dokunun yeterince fazla olduğunu da hissediyorsunuz. Krakow’dan oldukça farklı bir hayat olduğu da hemen farkediliyor. Büyük şehrin kimilerini rahatsız eden fakat benim özlediğim o telaşlı havasını gözlemleyebiliyorsunuz Varşova’da.

87


27 Temmuz 2018 Tür: Aksiyon Yönetmen: Christopher McQuarrie Oyuncular: Tom Cruise, Rebecca Ferguson, Henry Cavill

SİNEMA

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

YANSIMALAR Görevimiz Tehlike serisinin 6. devam halkasıdır. Filmin başrolünü Tom Cruise üstlenirken kadroda Luther Stickell rolündeki Ving Rhames, Benji Dunn rolündeki Simon Pegg ve Ilsa Faust rolündeki Rebecca Ferguson, Alan Hunley’i canlandıran usta oyuncu Alec Baldwin, Solomon Lane’i canlandıran Sean Harris, Julia Meade’i canlandıran Michelle Monaghan, Henry Cavill, Vanessa Kirby ve Angela Bassett yer alıyor.

88

MISSION: IMPOSSIBLE KAPALAK KIZI 13 Temmuz 2018

Tür: Korku Yönetmen: Ramazan Özer-Fatih Gürler Oyuncular: Can Yavuz, Arifhan Durmuş, Alperen Demirtaş 1990'lı yıllarda Karadeniz dağlarının arasındaki Giresun'da yaşanan bir olay, birçok kişinin hayatını değiştirir. Okulun güzel hademesi Ayşe, 19 yaşında bir genç kızdır. Sevdiği adamın asker yolunu gözleyen Ayşe, günün birinde okulun müdürü tarafından tecavüze uğrar. Bu olay Ayşe'nin hayallerini yıktığı gibi, kendi canını da almasına sebep olur. Utancından kendi canını alan Ayşe'nin yaslı annesi için bu acı dayanılmaz olur. Kı-

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

zının intikamını almaya kararlı olan acılı anne, okul müdürüne büyü yaptırır. Ancak her kötülüğün sahibine dönmesi gibi, annesinin yaptırdığı büyü de Ayşe'yi etkiler. Genç kızın ruhu artık okulun bölgesine hapsolmuştur. Ayşe'nin ruhunun öğrenciler tarafından görülmeye başlanması üzerine okul terk edilir. Ancak Ayşe, kendisinin ölümüne sebep olan müdürden intikamını almayı başarır. O günden bu yana da Ayşe'nin ruhu bölgede korku salmaktadır. Can Yavuz ve ekibi, Ayşe'nin musallat olduğu okulu bulmak ve paranormal olayları kaydetmek için çıktıkları yolculukta, sık ormanın içinde yol alırken, hazır olmadıkları pek çok dehşete tanıklık edeceklerdir. . .


SLENDERMAN 31 Ağustos 2018

Tür: Korku Yönetmen: Sylvain White Oyuncular: Julia Goldani Telles, Joey King, Jaz Sinclair

20 Temmuz 2018 Tür: Korku Yönet-

men: Gerard McMurray Oyuncular: Y’lan Noel, Lex Scott Davis, Luna Lauren Velez ‘Bağımsızlık Günü’nde, Amerika’nın her yıl gerçekleşen, 12 saatlik kanunsuzluğunun doğuşuna tanıklık edin: İlk Arınma Günü. ‘Amerika’nın Yeni Kurucuları’ suç oranını yılın geri kalanında yüzde birin altında tutmak için saldırganlığı bir geceliğine açığa çıkaran, sosyolojik bir teoriyi tecrit edilmiş bir toplulukta deniyorlar. Fakat zalimlerin şiddeti, ötekileştirilenlerin öfkesiyle karşılaşınca olayın etkileri şehir sınırlarından ülke çapına yayılıyor.

UPGRADE 17 Ağustos 2018, Tür: Bilimkurgu-Gerilim Yönetmen: Leigh Whannell, Oyuncular: Logan Marshall-Green, Betty Gabriel, Harrison Gilbertson Eşiyle birlikteyken acımasızca saldırıya uğrayan Grey Trace, karısını saldırıda kaybetmenin yanı sıra belden aşağı da felç olmuştur. Günün birinde bir milyarder muciten bedenini geliştirecek deneysel bir tedavi teklifi alır. Tedavi için Trace’in bedenine STEM olarak adlandırılan yapay zeka implantı yerleştirilir. Tedavi ile insanüstü yetenekler kazanan Trace, karısını öldüren ve kendi hayatını mahveden kişilerden intikam almak için yola koyulur. . .

I FEEL PRETTY 24 Ağustos 2018

Tür: Komedi Yönetmen: Abby Kohn, Marc Silverstein Oyuncular: Amy Schumer, Michelle Williams, Rory Scovel Renee Barrett kendine güveni düşük bir kadındır. Günlük olarak güvensizlik ve yetersizlik hisleriyle baş etmeye çalışan genç kadın günün birinde bir kaza geçirir ve başına sert bir darbe alır. Aldığı bu darbe sonucu özgüveni kontrolsüz bir şekilde yükselir ve çok güzel olduğu inancına sahip olur. Dünyanın en etkileyici kadını olduğunu düşünerek hayatını korkusuzca yaşamaya başlayan kadın kariyer basamaklarını hızla tırmanırken, idol olarak aldığı patronunun da saygısını kazanır. Ancak dış görünüşünün değişmediğini fark ettiğinde ne olacaktır?. . .

KÖPEK DİŞİ 17 Ağustos 2018, Tür: Dram Yönetmen: Yórgos Lánthimos Oyuncular: Christos Stergioglou, Angeliki Papoulia, Mary Tsoni Yunanistan’dan gelen en şok edici, kışkırtıcı ve en yaratıcı filmlerden biri olan Köpek Dişi, atmosferiyle Michael Haneke’yi, duygusal sıkıntı açısından Lars Von Trier’i anımsatıyor. Film, üç genç kardeşin anne babalarıyla, sanki paralel bir evrende, farkında olmadıkları bir tutsaklıkta yaşadığı evde geçiyor. İşlevsiz ailelerin gelebileceği son nokta bu. . . T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

İLK ARINMA GECESİ

İnsanları takip eden, kaçıran ve travmatize eden doğaüstü karakter Slender Man'e odaklanan aynı adlı filmin yönetmen koltuğunda “Stomp the Yard”ın yönetmeni Sylvain White oturuyor. Filmin senaryosunda ise David Birke imzası var.

89


ZELİHA ŞENGÜL K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

90

Ki tap lık

Kayseri Cezaevi Günlüğü Celal BAYAR Yapı Kredi Yayınları

Celal Bayar yaklaşık üç yıl kaldığı Kayseri Cezaevi’ndeki günlerini anlatırken, geriye dönüşler yaparak, Yassıada anılarını da aktarıyor. “. . . vaktiyle bu avluda ağaçlar varmış. Zemin de toprakmış. Yassıada davaları başladık¬ları sırada hapishanenin tamir ve ıslahı ele alınmış, bir subay bu işle vazifelendirilmiş. Uzağı gören insanlar! Mahkemenin 450-500 kişiyi mahkûm ederek buraya göndere¬ceklerini derin bir ferasetle daha o zaman anlamışlar! İşte bu tamir sırasında avludaki ağaçlar kesilmiş, toprak yere Erciyes’in ateş püskürdü¬ğü devirden kalma siyah taşlar –arnavutkaldırımı tarzında– döşenmiş. Bu intizamsız kara taşlar üzerinde yürür, dört duvar arasında başımızı yukarıya kaldırır, mavi sema¬dan temiz hava dilenirken, küçük bir “filiz” dikkatimizi çekti. Samet bu filizi himaye¬sine aldı, korudu, büyümesi için ihtimam gösterdi. Filiz, kesilmiş bir ağacın kökünden sürmüştü. Ölçtüm, tam üç karış

Emek Sermaye ve Paranın Zaman İçinde Değişimi Rachel SWABY Koç Üniversitesi Yayınları 1. Klasik iktisat düşüncesinde emek, sermaye ve para / 2. Neoklasik iktisat düşüncesinde emek, sermaye ve para / 3. Sosyalist düşüncede emek, sermaye ve para / 4. Keynesyen düşüncede emek, sermaye ve para / 5. Monetarist düşüncede emek, sermaye ve para / 6. Yeni klasik düşüncede emek, sermaye ve para / 7. Yeni keynesyen düşüncede emek, sermaye ve para / 8. Post-keynesyen düşüncede emek, sermaye ve para / 9. Reel konjonktür teorisinde emek, sermaye ve para / 10. Arz yanli iktisat düşüncesinde emek, sermaye ve para T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

boylanmış, kışın kuruttuğu yaprakları dökülmüş, yerine yeşil tomurcuklar belirmiş. Bu hal bana dışarıda baharın başladığını hatırlattı. Düşündüm: İstanbul baharının güzelliğiyle meşhur şehirlerimiz cennet olarak na¬zarımda canlandı. Odama döndüğüm zaman, Kayseri Hastanesi’nden muayeneden gelen Bahadır Dülger “Bahar gelmiş, dışarısı yemyeşil” dedi. Ben de bu filizin beni aldatmadığını anladım. ” Tartışmalı bir dönemin birinci elden tanıklığı. . .


Ramazan TUZLA Litera Türk Academia İhtiyaçlı insan, ihtiyacını gidermek için üretilen çok sayıda ürün ve hizmet karşısında tercihte bulunmak durumunda kalmaktadır. Bu tercih etme olgusu, ürün ya da hizmet üretenler için, hedef kitlenin kanaatinde iyi bir yerde olma mücadelesini de beraberinde getirmiştir. Sergiledikleri halkla ilişkiler faaliyetleri ile bu mücadeleyi yürüten kurumsal yapılar, hedef kitlede kuruma yönelik önce farkındalık oluşturma, sonra da diğer kurumlardan farklı olduğunu gösterme niyetiyle çalışmalar yapmaktadırlar. Hedef kitlenin kulağından girip kalbine yerleşme, gözünden girip gönlünde eğleşme ve insanla uğraşmadan önce insana ulaşma çabası olarak görebileceğimiz kurumsal imaj yönetimi, günümüz kurumlarının olmazsa olmazı durumuna gelmiştir.

Yalnız Kadınlar Sokağı Maeve BİNCHY Dex Kitap

Bambaşka ülkelerde, bambaşka hayatlar yaşayan iki genç kadın bir gün evlerini değiştirir ve. . . “Maeve Binchy’nin en iyi romanı. Yalnız Kadınlar Sokağı’nı okurken rengârenk, yepyeni bir dünyanın içinde kaybolup gitti ğiniz hissine kapılıyor, kitap hiç bitmesin isti yorsunuz. ” The Seattle Times “Binchy’nin en iyi romanlarından biri. ” Kirkus Reviews “Dostluk ilişkisinin insana verdiği hazlar ve hazırladığı tuzaklar üzerine sıcacık bir roman. Kadınlar için, kadınlar hakkında, kadınlar arasında modern bir aşk masalı. ” Newsday “Elden bırakması çok zor!” The Renver Post “Tadına doyulmaz bir hikâye. ” Elle

Dr. Maya Shetreat KLEİN Gün Yayıncılık Dr. Maya Sheatreat-KLEIN. . . O bir yetişkin ve çocuk nöroloğu, tamamlayıcı tedaviler uzmanı, bitkisel ilaçlar, doğal gıdalar, çevre sağlığı eğitmeni ve her şeyden önce bir anne. . . Bu kitap kendi çocuğu ağır alerjik sorunlar yaşayan, ardından gelişim problemleri göstermeye başlayıp, meslektaşları dâhil kimse onun bu durumuna bir cevap bulamayınca “Oğlumu hasta eden şey aslında ne?” sorusundan yola çıkan Klein’ın, sağlıklı gıdaya ulaşma yolculuğunun inanılmaz hikâyesi. . . TOPRAKTAN GELEN ŞİFA’yı okuduktan sonra cevabını öğreneceğiniz (bazı cevaplar sizi şoke edebilir baştan uyaralım) hayati sorular ve başlıklar: n neden çocuklarımız her geçen gün artan sayıda kronik hastalıkla mücadele etmek zorunda kalıyor ve ilaca bağımlı hale geliyor? n çocuklarda görülen alerjilerdeki önlenemez artışın altında yatan gerçek sebepler neler? n gıda alerjileri nasıl tüm metabolizmayı etkileyebilen sağlık problemlerine yol açabiliyor ve çocuklarımızın fiziksel ve davranışsal gelişimini sekteye uğratabiliyor? n organik beslenmenin yanında, GDO’lu gıdaların florürlü suların ve endüstriyel etlerin sağlığımız üzerindeki etkileri nelerdir? n temiz topraktan gelen şifalı besinlerle hazırlanan beslenme programlarının çocuğunuzun bağırsak ve beyin başta olmak üzere tüm metabolizma sağlığı üzerindeki dönüştürücü etkisi nasıl olur?

n Biz insanlar, hayvanları ve bitkileri yiyoruz, yediğimiz hayvanların neler yedikleri ve yediğimiz bitkilerin nasıl bir toprakta büyüdüğü bizim sağlığımız açısından hayati önem taşıyor. Çünkü o bitkiyi büyüten toprağın sağlığı dönüp dolaşıp bizim sağlığımız oluyor. Klein diyor ki: ‘Önce yediklerini düzelt. Bu bağırsağını, bağırsağın da beynini iyileştirecek. Yani iyi toprak bitkiyi, iyi bağırsak beyni besliyor. Çocuğunuzun öğrenme zorluklarının, korkularının ve uyku bozukluklarının sebebi bağırsağındaki bakterilere iyi bakmamanız olabilir. ’ İlginç geldi mi? Dahası ve çok daha fazlası ilerleyen sayfalarda. . . ”

91

Öfke Çağı

Pankaj MİSHRA / Alfa Yayınları

“Pankaj Mishra hem Batı hem de Batı dışının tarihine dair derin bilgisiyle, kendisinden önce başka hiç kimsenin yapmadığı şekilde, bu tehlikeli zamanların kalp kırıklıklarıyla ilgileniyor. ”–Joe Sacco “Mishra bu olağanüstü güncel çalışmada, dünyanın ihmal edilmiş ve mülksüzleştirilmişlerinin, bildiğimizi sandığımız dünyayı dönüştürmek üzere Nietzscheci bir hınçla isyan ettiği çağımızın açmazlarına ışık tutmak için geçmişi didikliyor. ” –John Banville “Adamakıllı bilgi yüklü ve faydalı bir

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Kurumsal İmaj Yönetimi

Topraktan Gelen Şifa

şekilde huzur bozucu. ” – John Gray, Literary Review “Mishra, Öfke Çağı’nda, unutulmuş ve yoksun bırakılmışların dünyayla ilgili bildiğimizi düşündüğümüz her şeye meydan okumak üzere ayaklandığı bir anın analizini yapıyor. ” –Sebastian Strangio, Los Angeles Review of Books T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


KÜLTÜR - SANAT

TEMMUZ-AĞUSTOS PROGRAMI Denizli’de kültür sanat etkinlikleri yaz aylarında da hız kesmeden devam ediyor. Şehrimiz Temmuz-Ağustos aylarında da birbirinden önemli sanatçıların konserlerine ve tiyatro oyunlarına ev sahipliği yapacak. İşte Denizlili sanatseverlerin yaz aylarında takip edebilecekleri etkinliklerden bazıları:

EROL EVGİN KONSERİ K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

(19 Temmuz Perşembe - 21:00)

92

Türk pop müziğinin duayenlerinden Erol Evgin, 19 Temmuz’da Denizli Açıkhava sahnesinde müzikseverlerle buluşacak. “Altın Düetler” albümüyle hayranlarının kalbinde yeniden taht kuran Erol Evgin, konserlerinde ölümsüz eserlerinin yanı sıra pop müziğinin sevilen klasiklerini de seslendirecek.

HALUK LEVENT KONSERİ

Sunay Akın ve Nihat Sırdar

(9 Ağustos Perşembe - 21:00) Sevilen rock sanatçısı Haluk Levent, Çeyrek Asır Açıkhava Konserleri projesi kapsamında 9 Ağustos’ta Denizli Açıkhava sahnesinde sevenleriyle buluşmaya hazırlanıyor. Haluk Levent’in “Yollarda”, “Sevenler Ağlarmış”, “Elfida” gibi hit olmuş şarkılarının yanı sıra son albümünden de birçok şarkıyı seslendireceği bu performansı kaçırmayın.

(26 Temmuz Perşembe - 21:00) Sunay Akın ve Nihat Sırdar, “Sivrisinek Dedin de Aklıma Geldi” isimli gösterileri ile 26 Temmuz’da Denizli Açıkhava sahnesinde sevenleriyle buluşuyor. Sevilen ikili, tarihten ve günümüzden derledikleri ilginç olayları mizahi bir dille izleyicilere anlatırken, Türkiye radyolarının konuşan tek hayvanı “sivrisinek” araya giriyor ve onlara eşlik ediyor.

ÖLÜ’N BİZİ AYIRA DEK

(24 Temmuz Salı - 21:00) Hakan Yılmaz’ın yönettiği Ölü’n Bizi Ayırana Dek, 24 Temmuz’da Denizli Açıkhava Tiyatrosu’nda izleyiciyle buluşacak. Hakan Yılmaz ve Ebru Cündübeyoğlu, yıllar sonra bu oyunda buluşuyor. İki başarılı oyuncu, Gergedan Yapım tarafından sahneye konulan “Ölü’n Bizi Ayırana Dek” adlı oyunla tiyatro severlerin karşısına çıkacak. İki perdelik kara komedi de Cansu ve Serdar, evlilik hayatı canlarına tak etmiş ve boşanmaya karar vermiş bir çifttir. Boşanmadan bir gece önce kendileri için düzenlenen bir kutlama partisine katılırlar. Ancak sabah aynı yatakta uyanırlar! Bir gece öncesine dair çok az şey hatırlayan Cansu ve Serdar’ı bekleyen asıl sürpriz, salondaki kanepede uzanmakta olan cesettir.

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ BÜTÜN ÇILGINLAR SEVER BENİ (31 Temmuz Salı - 21:00) İnsan ilişkilerini basit ama çarpıcı bir dille anlatan “Bütün Çılgınlar Sever Beni”, 31 Temmuz’da Denizli Açık Hava sahnesinde izleyicisiyle buluşuyor. Bulgar yazar Stefan Tsanev’in “Bütün Çılgınlar Sever Beni” adlı oyununda Mert Fırat ve Volkan Yosunlu yer alıyor. Kadın-erkek ilişkisi üzerine, özellikle de erkek bakış açısını ti’ye alan oyun, izleyenleri bir taraftan güldürürken öteki taraftan da kendilerine ve ilişkilerine dair muhakemeye itiyor.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

Ferhan Şensoy, 32 yıldır aralıksız oynadığı Ferhangi Şeyler oyunu ile sizlerle... Ferhangi Şeyler; dünyada “en çok oynanan tiyatro oyunu” ve sürekli kendi rekorunu kırmaya devam ediyor. Oyunda; güncel yaşanan sıradan olaylara, mahalle ilişkilerine, yakın geçmişten günümüze politikacılara, iktidara, din algısına, THY personeline ince eleştiriler yapıyor usta. Yer yer ince sitemler, yer yer sert eleştiriler getiriyor. Seyirci ile ara sıra diyalog kuruyor. (16 Ağustos Perşembe - 21:00)

(5 Ağustos Pazar - 21:00) Ülkemizde oynanan ilk tek kişilik oyun olan Bir Delinin Hatıra Defteri’ni Genco Erkal 50 yıl sonra yeniden yorumluyor. Nikolay Gogol’un en sevilen öykülerinden olan bir Delinin Hatıra Defteri 1965 yılında sahneye uyarlanmış ve ülkemizde ilk tek kişilik oyun olarak Genco Erkal tarafından Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oynanmıştı. Yıllar boyunca sanatçı aynı eseri üç kez, üç değişik yorumla sahneledi. Şimdiki yapım oyunun 50. yıl kutlaması olarak gündeme geliyor. Gogol’un toplumsal kara mizah başyapıtı bir kez daha güldürürken içimizi acıtacak.


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

AYS SANAT ATÖLYESİ’NDEN MUHTEŞEM SERGİ Denizli sanat hayatına yeni bir soluk kazandıran Ays Sanat Atölyesi birinci yıl sergisini açtı. eçtiğimiz yıldan buyana hizmet veren Ays Sanat Atölyesi’nde sanat eğitimi alan yetişkinler ile çocukların eserleri sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Denizli Büyükşehir Belediyesi Turan Bahadır Sergi Salonu’nda açılar sergiye sanatseverler yoğun ilgi gösterdiler.

G

zan, Emre Yıldız, Eray Küçükelyas, Ferhan Efe Onurlu, İpek Tekin, Kadir Özcan, Mustafa Kemal Taban, Nehir Karan, Ramazan Buğra Tulumlu, Sena Odabaşı ve Zeynep Aşkın’ın eserleri bir hafta sergilenecek. Sergiye Karikatürcüler Derneği Denizli Temsilcisi Mehmet Selçuk, Ressam Celal Günaydın da katıldı.

93

Ays Sanat Atölyesi Sahibi Ressam Aysun Döner, ilk yıl heyecanı yaşadıklarını söyledi. Döner, “Kuruluşumuzun birinci yılında açtığımız ilk karma sergimize sanatseverlerin yoğun ilgi göstermesi bizleri çok mutlu etti. Atölyemizde eğitim gören yetişkin ve çocuklarımızın eserlerinin davetliler tarafından büyük beğeni toplaması benim için büyük gurur. Bu etkinliğimizi geleneksel hale getireceğiz” dedi.

İLK YIL HEYECANI Sergide yetişkinler atölyesinden Atilla Çakır, Aysun Döner, Ayşe Gümüş, Berna Yılmaz, Deniz Öztekin, Durcan Özütemiz, Engin Aygün, Erhan Onurlu, Feruze Onurlu Moran, Fulya Uysal, Hale Güllü, Hatice Parlak, Kadriye Yücetürk, Lyela Eren, Mahmut Aldırmaz, Melahat Özcan, Şener Meral Uyaroğlu, Nuray Savun, Pınar Başer, Şahin Keçe, Tuğba Barış ve Ümmü Taban eserleri ile çocuk atölye grubundan Arda Dayıbaşı, Atakan Gültekin, Ayşenur Erdoğan, Başak Başer, Betül Erkan, Büşra Kelçeoğlu, Ceren Adlı, Deniz Ceylan, Doğa Taban, Doruk Azim Duyan, Elif Gültekin, Elif Su BağboT E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


/ F O T O Ğ R A F S A N AT Ç I S I

C E N K Ç ATA L O K K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

94

İnstagram/tiyatrodip

İnstagram/cenkcatalok

BİR CENK ÇATALOK FOTOĞRAF SERGİSİ

SAHNEDEN KADRAJA uygularımı tarif etmek de zorlandığım, bir yandan da hayallerimi gerçekleştirmenin sevinciyle havalara uçtuğum bir gündü 24 Mart. Zaman çabucak geçse de ilk kişisel sergimi bir kez daha anlatmak heyecan verici. Üç cümle ile serginizi anlatır mısınız deseler söyleyeceğim ilk cümle; 2014 yılından bu yana tiyatro topluluklarını hiçbir

D

maddi beklenti gütmeden büyük bir emekle fotoğraflamak; gerek afiş tasarımı, gerekse sunumuyla sergi alanından tesadüfen geçmekte olan halkımızın dikkatini çekebilmek ve şüphesiz sergi açılışından son güne kadar ziyaretçilerin düşüncelerini kaleme aktarmış olduğu anı defterinde yazılanlar… Anı defteri demişken; o değerli yapraklarda yazılan ve aklımda kalanlara değinmeden geçemeyeceğim. Belki de kağıda dökülen o özel cümlelerin çoğunda hayallerimi gerçekleştirmiş olmamın şahitliği vardı ziyaretçilerimde. En çok dikkatimi çeken de emekli bir öğretmenin sergi ile ilgili düşünceleri T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

ve Mustafa Kemal Atatürk’e bağlanan anlamlı yazısı oldu.Yeri gelmişken ilk kişisel fotoğraf sergimde yanımda olan arkadaşlarıma, öğrencilerime, sanatsever Denizli halkına ve manevi desteğinden ötürü Batı Edebiyatları ve Sanat Topluluğu’na bir kez daha yürekten teşekkür ediyorum. Karelerde gördüğünüz gibiydi her şey. Her detayı özenle düşünülerek, ilkler her zaman farklı ve akılda kalıcı olmalı diyerek yola çıkılmıştı. Öyle de oldu. Denizli; gerek fotoğraflarla gerekse kostümlerle tiyatroyu oldukça hissetti. En önemlisi de Forum Çamlık’tan Cenk Çatalok fotoğrafları geçti.


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

TUANA BALE ve PAHOY ile FIRTINA GİBİ ESTİ…

ALICE HARİKALAR DİYARINDA TUANA Bale Dans Stüdyosu ile PAHOY ortaklaşa düzenledikleri “Alice Harikalar Diyarında” adlı dans gösterisini 225 dansçının katılımı ve 1000’in üzerinde izleyiciyle Egs Kongre ve Kültür Merkezi’nde muhteşem bir atmosferde gerçekleştirdi. 45 dansın sergilendiği 3 saat süren gösteride sahne tasarımı ve görseller adeta izleyenleri büyüledi. İzleyiciler sahne dışından itibaren gösterinin parçası oldular, dansçıların

95

kostümü, danslar, müzikler ve sahnenin dekoru ise görülmeye değerdi. Gecenin sonunda sahneye çıkan TUANA Bale yöneticisi Dilek SEMERCİ ve PAHOY Başkanı Deniz SEMERCİ dansçıları ve izleyenlere teşekkür ederek geceye katkısı olanlara plaketlerini, torunu da sahnede olan Milletvekili Kazım ARSLAN’la birlikte verdiler. Gece tüm dansçıların izleyenlerle birlikte dans etmesiyle son buldu.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8


THETA HEALING K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

96

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

THETA Y ŞİFASI NEDİR?

aşamınızı tamamen değiştirecek bir felsefedir. Yaşam enerjisini artıracak, negatif düşüncelerden sıyrılmanızı sağlayacak, inandıklarınızı değiştirmenize yardımcı olacak ve daima mutlu kalmanız için tariflerde bulunan bir meditasyon yöntemidir. Güçlü olduğunuzu, yeteneklerinizi, başarılarınızı keşfetmenizi sağlayan bir metottur. Arzularınızı, istekleriniz, hayallerinizi gerçekleşmenize yardımcı olacak ve hiç bir şeyin imkansız olmadığını gösterecek ve bunu size inandıracak bir felsefedir. Kıstaslarınızı, katı kurallarınızı ve mutluluğunuza engelleyen olayları, kavramları farkına varmanıza ve değiştirmenize yardımcı olacaktır. İçinizde var olan kimliğinizi dışarı çıkarmanız için size doğru yolu gösterecek bir yöntemdir.


Theta Şifası'nın özellikleri ve kişiye birçok yararı vardır. Derin fiziksel rahatlatmayı ve zihin açıklığına yardım etmektedir. IQ'yu artırmakta, sözel beceriyi, performansı artırmada da başarılıdır. Beynin iki tarafından çalışmasını ve

dengeli işlemesini sağlar. Stresi azaltır, kaygıyı, endişeyi giderir. Ağrıyı azaltır, endorfin salgılanmasını harekete geçirir, coşkuyu artırır, yaratıcı imgelenme gücünü faaliyete geçirir, kendiliğinden gelen söz sanatlarını harekete geçirir. Theta Healing meditasyon yönteminde, ilk önce kişinin inançları 4 kademede düzenlenir ve bu düzenleme kinesioloji tekniği ile doğrulanmaktadır. Bu dört kademe; genetik seviye, tarih seviyesi, ruh seviyesi ve çekirdek seviyesi olarak adlandırılır. Tarih seviyesi, geçmişte yer alan hatıralar, yaşanmışlıklar, olaylar, günümüze kadar taşınmış bellek tecrübeleri, genetik hafıza ile ilgili konuları ele almaktadır. Bu seviye de hatıralar aura düzeyinde tutulur. Genetik seviyede ise, atalardan bu yana gelen genleri, günümüze ekleyerek işe başlanır. Genlerden gelen inançlar, morfojenetik alanda saklanmaktadır. Ya da DNA’lar etrafında saklanabilmektedir. Bunun amacı, DNA faktörünün ne yapılması gerektiğini söylemektedir. Ruh seviyesi, kişinin tüm varlığı ile ilgilidir. Bu yöntem, kişinin kalp çara seviyesinden başlanarak dışa doğru çekilmesi ile gerçekleştirilir. Çekirdek seviye, kişinin çocukluğundan bu yana öğrendikleri, kabul ettiklerini, inançlarını mercek altına almaktadır. Kişinin parçası haline gelen inançlarını, beynin ön lobunda enerji olarak tutulmaktadır.

Depresyonu, stresi, öfkeyi çok kolay bir şekilde atmayı öğretmektedir. Negatif olan olayları, yaşamı, düşünceyi kökten beyinden arındırarak yerine olumlu düşünceler ekleyen bir yöntemdir. Beyin bu felsefe ile Beta, Alfa, Teta, Delta ve Gamma adlı beş frekans ile ayarlanabilmektedir. Yaptıklarımız, düşündüklerimiz, davranışlarınız, hep bu frekanslar ile ayarlanabilmektedir. Zihin theta devresine girdiğinde, istediğiniz dileği dua ettiğinizde, beyin bu enerjiyi algılıyor ve yaratıcıdan istenenler, büyük oranda gerçekleşiyor. Theta Healing ile kısacası inanarak, olumlu düşünerek, meditasyon ruhuna bürünerek dua edildiğinde, yaradan ile iletişime geçildiğinde istediğiniz her şeye kavuşabilirsiniz.

Özgürleştiren ve coşku yaratan bu yöntem, sezgilerin gelişmesinde çok etkilidir. Sürekli alıştırma yaparak yeteneklerinizi ve sezgilerinizi, bu yöntem ile geliştirebilir ve artırabilirsiniz. T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Theta şifasının kurucusu ve gelişmesindeki öncüsü Vianna Stibal’dir. Yakalanmış olduğu kanser hastalığından arınmış olduğuna ve iyileştiğine şahit olduktan sonra, kendini bu meditasyon yöntemine adayarak, daha fazla teknikler üretmeye başlamıştır. Ve başka kişilerin tedavisine yardımcı olmayı amaç edinmiştir. Viannanın savunmuş olduğu düşünce, “Var olan her şeyin yaratıcısı ile bağlantıya geçtiğimizde beyin dalgalarımız direk olarak Theta zihin haline geçmektedir. Bu eylem gerçekleştiğinde istediğiniz her şeyi değiştirebilir, yaratabilir, iyileştirebilirsiniz. Theta kavramı; beyin dalgalanmasının ismidir. Ve bu meditasyon yöntemi adını beyin dalgalarından esinlenerek almıştır. Kuantum mantığına dayanan yöntemin ana kuralı, “Şahit Olma” işlemidir. Kişi hayatındaki değişikliklerinin farkına vardığında ve nasıl mutlu olduğunda, iyileştiğine şahit olduğunda, bu felsefe de amacına ulaşmış olur. Bilinçaltınızda yaşadıklarınızı, günlük hayata aktarmanızı sağlayacak bu yöntem, istediğiniz ve dilediğiniz gibi yaşamanızı sağlayacaktır. Kendinize zaman ayırmanız gerektiğini savunan düşünce, sorunun kaynağına ve yaratıcının gücüne yardımına inanınca her şeyin üstesinden gelebileceğini savunmaktadır.

97


K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

En değerli yansımalarını, derinlerinde varlığından dahi haberdar olmadığı duyguları açığa çıkaranlar insanlardır. İster öfke patlaması şeklinde isterse gözyaşlarına boğan başka tepkiler. Sorun yaşadığınız insana bakın. Ona odaklanın ve ona sesli ve sessiz aşağıdaki cümleyi söyleyin. . "Ben seni bana neyi hatırlatmak için seçtim. Cevap içsel rehberliğinizden size ulaşacaktır. "

ZÜLEYHA ŞAHİNGÖZ SIĞIŞ Astrolog ve Tarot Yorumcusu

Şu anda var olan ve iyi giden en küçük gördüğün mutluluğa dahi şükret. Ve geçmişte olanlar ve gelecekte olacaklar için şimdiden içtenlikle şükret. Şükür seni sevgi enerjisinde tutar. UNUTMA !

Temmuz ayında kararlar alınması konusunda dikkatli davranın. İlahi anlamda büyük bir bütünsel yolculuğa başlayabilirsiniz ruhsal olarak. İş hayatınızda akıllıca kararınız, bu dönemde saygı ve takdir kazanmanızı sağlayacaktır. Sosyal arenada popülerliğinizin yükseldiği enerjiler ile karşı karşıyasınız. Meslektaşlarınızdan sözlü saldırılar ile karşılaşarak zorlanabilirsiniz. Bu ay sahip olduğunuz tüm güçlü özellikleri prestijinizi arttırmak için kullanmakta tereddüt etmemelisiniz. Evli değilseniz, bu ay çok iyi olasılıklar ile karşı karşıyasınız. Son 2 yılın hayal kırıklıklarını unutturacak bir beraberliğe adım atabilirsiniz.

98

Büyük değişimleri beraberinde getirecek enerjiler ile dolu bir ay sizleri karşılamakta. Çok çeşitli yeni fırsatlar ve büyüme elde edeceğiniz enerjiler ile karşı karşıyasınız. Sizi yoran kıran canınızı defalarca aynı yerden yakanların büyük imtihanlarına seyirci olurken siz yeni yolların başrolünde olabilirsiniz bu ay. Aşk hayatınızda evliliğiniz ve ilişkileriniz için bu yıl biraz çalkantılı enerjiler söz konusu olacaktır. Bu olası krizler eşinizin tavır ve davranışları ile ya dengelenecek ya da zorlaşacaktır.

Bilinçaltınızda yer etmiş korkularınızla yüzleşmeli ve yılmaz bir savaşçı olarak hayatın zorluklarına karşı mücadele vermelisiniz. Temmuz ayı enerjilerinin sizler için en büyük öğretisi birçok şeyi aynı anda yapmaktan kaçınmak ve kişisel yaşamda ve ortak çalışma alanlarında engeller ile karşılaşmaya hazır olmaktır. Bu ay çekiciliğiniz artıyor özellikle bekar ikizler aşk hayatınızda kalıcı her şeye açık olmalısınız. Evli ikizler ilişkinizde huzurun hakim olması ile işinize gereken önemi verebilir yapmayı planladığınız projelerinizi uygulamaya geçebilirsiniz.

İş hayatınızda hangi sektörde olursanız olun, yeni müşterilerinizin yanı sıra iletişim tabanınızın genişlemesi geçmişte çalıştığınız kişiler ile bir araya gelmek sizi daha iyi noktalara taşımaya yetecektir. Gayrimenkul toprak gibi yatırım planlarınızı Temmuz’dan itibaren gerçekleştirebileceksiniz. Siz ortaklıkları olan biriyseniz yol ayrımları sizler için hayırlı sonuçlar verebilir. Ay’ın ortasında kariyerinizde biraz zorlu bir dönem sizleri bekliyor. Büyümenin ve ilerlemenin artması nedeniyle, ortak projelerde karşılıklı egonun artması sonucu finansal görüş ayrılıkları ve krizler yaşanabilir. Bu ay her türlü girişim yatırım gibi konuları çok büyük bir fırsat olduğundan emin olmadıkça yapmamalısınız.

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

İş hayatınızda son 2 seneye göre daha talihli enerjiler ile karşı karşıyasınız fakat iletişime çok etkin bir şekilde önem vermeli, hiçbir işinizi ertelememeli, tepkilerinizi zamanında ortaya koyarak ilerlemelisiniz. İş hayatınızda yeni seçenekleri değerlendirmediğiniz takdirde ilerlemeleri gerçekleştiremeyebilirsiniz. Bu ay tercihleriniz yenilikçi yaklaşımlarınız çok fazla önem taşımakta. Bu ay her konuda temkinli olmanız gereken bir dönem sizler için. Finansal kayıp olasılıkları söz konusu olacağından dikkatli olmalı parasal konularda her türlü riskten kaçınmalısınız. Özel yaşamınızda ise yeni aşk ilişkileri gelebilir, gerçekten aşk varsa bu daha da güçlü ve tutkulu bir noktaya ilerleyerek kalıcı bir hal alabilir.


Temmuz ayı iş hayatınızda yeni insanlar tanıyarak onların önerileri ile ek bir gelir kaynağıyla büyüme ve istikrar yakalayabileceğiniz enerjiler ile karşı karşıya bırakacak sizleri, iyi değerlendirin. Bu ay seyahat şansınız ve yerleşim değişikliği olasılığı söz konusu olabilir sizler için. 10 Temmuz haftası iş ve finansal konularda zarar edebileceğiniz beklenmedik gerginlikler ile karşılaşabilirsiniz. Bu günlerde çok dikkatli olmalısınız. Gökyüzü bu ay parasal kazançlar konusunda son derece güçlü enerjileri barındırıyor sizler için. Özel yaşamınızda ise ayın ikinci yarısından itibaren pek çok gerginlik söz konusu olabilir. Mevcut ilişkiler yoğun baskı altında olabilir. Bu noktada başkalarının baskıları ile kararlar almak zorunda olduğunuz bir pozisyona girmekten kaçınmalısınız.

Bu ay projeler ve fırsatlar açısından büyük ölçüde çaba sarf etmeniz gereken enerjileri barındırıyor sizler için. Özellikle bütçenizi ve finansınızı iyi kontrol etmeniz gerekiyor, aksi takdirde bu alanda zorluklar yaşanabilir. Aşk hayatınız karışık enerjilerden geçecek bu ay. Bazı anlar çok heyecan verici gelişmeler yaşayacak bazı anlarda da görüş ayrılıklarının üçüncü şahısların yarattığı üzücü olaylardan dolayı isyankar bir tutum içinde olabilirsiniz. Bekar akrepler sizin için doğru olacak insanla yollarınız kesişebilir, seviyeli, saygın ve sevgi dolu bir beraberliğe adım atabilirsiniz. Evli ve ilişkisi devam eden akrepler tutulmaların yansıması ile evlilik hayatınızda büyük krizler ve haksız ithamlar ile mücadele vermek zorunda kalabilir bu sürecin sonunda ise kendi isteğiniz ile ilişkinizi sonlandırma kararı alabilirsiniz.

Bu ay iş ve özel yaşamınızda hırsla tek taraflı kararlarda bulunmamaya özen göstermelisiniz. Kredileriniz sizi yorduysa başkalarından borç para aldıysanız, bunun sağlıksız olduğunu ve bu alışkanlıkların değişmesi gerektiğini öğreneceksiniz. Daha az harcayarak paranızı biriktirmenin yaratıcı yollarını bulabilirsiniz. Zorluklara rağmen azmettiğiniz takdirde yükseleceksiniz ve sonuçta siz galip çıkacaksınız. Aşk ve evlilik için temmuz ayı iyi enerjileri barındırıyor sizler için. Özel hayatınızda 17-23 Temmuz tarihleri arasında gereksiz sorunları büyütmeyin. Aşk hayatınızda geleceğe yönelik önemli kararlar alabilirsiniz, evlilik ya da süre gelen ilişkinizi bitirmek için.

Bu ay baskılar ve engeller kendi yakınlarınızın aç gözlüğünden kaynaklanan sorunlar sizler için ayın ilk yarısı yorucu olabilir. Tüm çalışmalarınıza rağmen, bazen kazançlarınızın düşük olduğu endişesi ile paniğe kapılacağınız enerjiler ile karşılaşabilirsiniz. Endişelenmeyin ve istikrarı korumaya gayret edin. İş ve eğitim hayatınızda önemli zorluklar ile uğraşmak zorunda kalabilirsiniz. 17 Temmuz’dan itibaren ise daha iyi enerjiler hakim olmaya başlayacak sizler için. Bu ay sağlığınız ile ilgili konularda olumlu enerjiler söz konusu. Uzun süredir tedavi gördüğünüz konularda şifa bulabilirsiniz.

Bu ay pek çok konuda yeni fikirler ve fırsatlar çok heyecan verici olabilir ancak size hemen beklediğiniz kazanımları vermeyebilir sabretmeli ve uzun vadede başarıya odaklanmak için gayret etmeye devam etmelisiniz. İş ortamınızda biraz diplomasi size çok şey kazandıracaktır. Çalışma planlarınızı disiplinli bir şekilde uygulamalı hiç kimse ile tartışmadan ilerlemenin stratejisini sürdürmelisiniz. Temmuz ayının ilk 10 günü yeni yatırımlar ve finansal risklerden uzak durmanızda fayda var. Bu ay bekar kovalar yeni bir ilişkiye başlayabilirler. Evli kovalar ise anlık duygular ile evlilik dışı bir ilişkiye yönelerek maddi-manevi zararlar, büyük pişmanlıklar yaşayabilirler. Bu ay, hayatın içinde kendini ispatlamış kişilerin önerilerini dikkate almalı ve kararsızlıklarınızı öneriler doğrultusunda tekrar yapılandırmalısınız. Kendi işinin sahibi balık burcu patronlar ise çalışma sisteminize katacağınız yenilikler, yeni ekip arkadaşları kazanımları arttırmanızı sağlayacak enerjileri getirecektir sizlere. Ay ortasında iş yaptığınız kişiler ile yollarınızı ayırma veya devam etmek gibi birtakım önemli kararlar alabilirsiniz. Bu ay tanıyacağınız yeni insanlar iş hayatınızdaki istikrarı arttırabilir ve ertelediğiniz önemli bir projeyi gündeminize taşıyarak yurt içi ve yurt dışında önemli kazançlar elde etmeniz adına sizlere yeni kapılar açabilir, iyi değerlendirin.

ŞAHİNGÖZ

YAŞAM MERKEZİ

TAROT-ACCESS-SPRITUEL KİŞİSEL VE KURUMSAL GELİŞİM YAŞAM KOÇLUĞU

Züleyha ŞAHİNGÖZ SIĞIŞ 0507 935 75 12- 0533 090 53 26

Yunusemre Mh. Bursa Cd. Kat:3 D:5 Kömürcüoğlu Pide Üstü DENİZLİ

T E M M U Z - AĞ U S T O S 2 0 1 8

K Ü LTÜ R , S A N AT v e YA Ş A M DER G İS İ

Bu ay iş hayatınızda dikkatli olmanız gereken enerjiler ile karşı karşıyasınız. Kendi işinizin sahibi değilseniz işinize dört elle sarılmalı başkalarının dolduruşuna gelerek ben daha iyi yerlere ait olmalıyım gibi düşüncelerle yanlışlar yapmamalısınız. Bu ay sorunlar acele alınan kararlar ve bilmediğiniz işlere yönelmenizden kaynaklanacaktır. Aşk hayatınızda ise olumlu enerjiler hakim genel olarak. Evli teraziler ise eşinizi geçmişi ile yargılamaktan vazgeçmeli size böylesi büyük bir sevgi ile bağlı olan kalbi kıracak yaklaşımlardan vazgeçmelisiniz. Ayın ilk günlerinde alım satım ya da hukuki konularda sorunlar yaşamak istemiyorsanız bu tarz önemli işlerinizi 15 Temmuz’dan sonraya bırakın.

99



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.