KIZILCAHAMAM ASYA TERMAL OTEL 16-18 MART 2012
KIZILCAHAMAM ASYA THERMAL HOTEL March 16-18, 2012
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ FATİH UNIVERSITY FACULTY OF MEDICINE
www.tip.fatih.edu.tr
Sevgili Arkadaşlar, Tıp, çok hızlı gelişen, her gün yeni bilgilerin eklendiği, her an yeni teşhis ve tedavi metotlarının keşfedildiği bir bilim dalıdır. Bu baş döndürücü gelişme ve yenilenme hızına üniversitelerin, akademisyenlerin gerçek anlamda yetişemedikleri de bir gerçek. Bu sebeple en yeni bilgilerin öğrenilmesi ve tartışılması için kongrelerin önemi büyüktür. Fatih Üniversitesi, Tıp Fakültesinin bilime inanmış ve gönül vermiş öğrencileri olarak bilim yolunda her türlü fedakarlıktan kaçınmamamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu fedakarlık ve kararlılık sonucunda fakültemiz öğrencileri International Genetically Engineered Machine (iGEM) yarışmalarında Avrupa şampiyonu olarak altın madalya ile ödüllendirilmiştir. Bizler kendi yapacağımız original araştırmaların veya başka bilim insanlarının yaptığı çalışmaların derlenerek sunulması ile çok verimli öğrenci kongrelerinin gerekliliğine inanmaktayız. Kongre bilincinin önemini bilen ve hedeflerini bu bilinç doğrultusunda şekillendiren Fatih Tıp’lı öğrenciler tarafından dört sene önce kurulan FATÜBAT (Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu) bu yıl güzel başkentimiz Ankara’da Türkiye’deki en büyük öğrenci organizasyonlarından biri olacak olan “3. Uluslararası Öğrenci Kongresi”ni düzenlemektedir. Yurtiçi ve yurtdışından 35’ten fazla üniversiteden 700’e yakın katılımcı ile gerçekleştireceğimiz kongremizde yurtiçi ve yurtdışından çok değerli bilim insanları konferanslar vereceklerdir. Sosyal programın da son derece dolu olduğunu ve keyifli, eğlenceli bir kongre geçireceğimizi şimdiden müjdelemek istiyoruz. Kongremize katılımınızdan dolayı teşekkür eder, her açıdan verimli geçmesini dileriz.
4
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ • FATÜBAT 3.ULUSLARARASI TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ / 16–18 MART 2012 ANKARA
ONURSAL BAŞKAN PROF. DR. ŞERİF ALİ TEKALAN KONGRE BAŞKANI PROF. DR. M.RAMAZAN YİĞİTOĞLU KONGRE EŞ BAŞKANI MÜCAHİT ŞENTÜRK KONGRE SEKRETERİ IŞIN SÖNMEZ KONGRE BİLİMSEL PROGRAM SORUMLUSU ONUR ERBÜKÜCÜ KONGRE SOSYAL PROGRAM SORUMLUSU MERVE ALTAN KONGRE DANIŞMA KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET GÜNDÜZ FATÜBAT YÖNETİM KURULU ÜYELERİ MELİKE BULUT AHMET TURAN KARAKUŞ
ORGANİZASYON KOMİTESİ Prof. Dr. Mehmet Gündüz, Prof.Dr. Mustafa Sarsılmaz, Prof. Dr. Zekeriya Aktürk, Doç. Dr. Esra Gündüz, Doç. Dr. Sevsen Cebeci,
Mücahit Şentürk, Onur Erbükücü, Işın Sönmez, Merve Altan,
Doç. Dr. Efkan Uz,
Melike Bulut,
Süleyman Yağmur,
Ahmet Turan Karakuş
5
BİLİMSEL KURUL Prof. Dr. Ali Akçay
Prof. Dr. Haşim Çakırbay
Prof. Dr. Ertuğrul Kılınç
Prof. Dr. Ali Koşar
Prof. Dr. Mahmut Kömürcü
Prof. Dr. Atilla İlhan
Prof. Dr. Mehmet Tekşam
Prof. Dr. Fatih Akçay
Prof. Dr. Beyhan Eryonucu
Prof. Dr. Mikdat Bozer
Prof. Dr. Bülent Erdoğan
Prof. Dr. Mustafa Mansur Tatlı
Prof. Dr. Cansel Türkay
Prof. Dr. Mustafa Ulukanlıgil
Prof. Dr. Hüseyin Vural
Prof. Dr. Dinçer Fırat
Prof.Dr. Nüzhet Cenap Dener
Prof. Dr. Murat Alper
Prof. Dr. Doğan Ünal
Prof. Dr. Osman Kaftan
Doç. Dr. İsmail Zararsız
Prof. Dr. Fatih Andıran,
Prof.Dr. Osman Özcan
Prof. Dr. Fatma Müjgan Sönmez
Prof. Dr. Ömer Çakır
Doç. Dr. Melih Elçin
Prof. Dr. Gülçin Dilmen
Prof. Dr. Sadi Türkay
Prof. Dr. Hamide Kart Köseoğlu
Prof. Dr. Şenol Dane
Prof. Dr. Hasan Kafalı
Prof.Dr. Zeki Yıldırım
Prof. Dr. Hacı Ramazan Yılmaz Prof. Dr. Halil İbrahim Atabay
Doç. Dr. Hakan Mollaoğlu Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tomur Yrd. Doç.Dr. Vedat Köksal
BİLİMSEL SEKRETERYA Prof. Dr. Mehmet Gündüz Doç. Dr. Sevsen Cebeci Onur Erbükücü
ÖĞRENCİLER KURULU Mücahit Şentürk
M.Ali Işık
Feyza Yılmaz
Onur Erbükücü
Habib Tekin
Aybüke Yanık
Işın Sönmez
Ferhat Erol
Merve Altan Nusret Seher
Sümeyra Cansu Özcan
Seçil Taşhan
Melike Bulut
Hande Uchehara
Ahmet Turan Karakuş
Çağrı Kundaktepe
M.Ertuğrul Şentürk
Dilek Özgül
Kübra Cebeci
Nihan Hanife Yılmaz
Ahmet Akcan
Dilruba Bal
Reşit Emre Duruk
Tuğçe Özer
İrfan Yaman
Beyza Nur Özcan
Hasan Yasin Soylu
Celal Er
Roza Aslan
Ozan Sami Bayrak
Kürşad Dişli
Bora Vergül
Erkam Bera Zengin
İmren Beyza Dikme Gül Ebru Aydeniz Ayşenur Demirci Ahmet Söyler Dicle Yurdatap Güngör Çakmakcı
En iyi Sözlü Sunum ve Poster Ödülleri Jürisi Best Oral Presentation and Poster Awards Jury
Doç. Dr. Ömer Faruk Karataş
Doç. Dr. Murat Yağmurca
Doç. Dr. Esra Gündüz
Doç. Dr. Süleyman Murat Tağıl
Doç. Dr. Sevsen Cebeci
Yrd. Doç. Dr. Muhsin Toktaş
Doç. Dr. Mustafa Yıldırım
Prof. Dr. Bayram Yılmaz
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kaya
Prof. Dr. Mustafa Ulukanlıgil
Prof. Dr. Fehmi Özgüner
Prof. Dr. Ferah Armutçu
Doç. Dr. Emin Mete
Doç. Dr. Sinan Canan
Doç. Dr. Kadir Demircan Yrd. Doç. Dr. Bora Demirçelik
İLETİŞİM ADRESİ 6
fatubatkongre2012@hotmail.com
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ • FATÜBAT 3.ULUSLARARASI TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ / 16–18 MART 2012 ANKARA
BİLİMSEL PROGRAM SCIENTIFIC PROGRAM
7
8
PROGRAM 16 MART 2012 CUMA 11.00-18.00 Kayıt 14.00-14.30 Açılış Açılış Konferansı Yurtdışında Hekim Olmak 14.30-15.00 Doç. Dr. Servet Tatlı Moderatörler Prof. Dr. Beyhan Eryonucu Prof. Dr. Doğan Ünal Sözel Sunumlar Oturum-1 15.00-15.30 Moderatörler Prof. Dr. Mikdat Bozer Doç. Dr. Servet Tatlı Gökkuşağı Mezarlığı S1
S2
THE RAINBOW GRAVEYARD Alperen Güver, Betül Günbey, Fazilet Güler, Halenur Güngördü, Hasan Yasin Soylu, Mustafa Semih Elitok, Ozan Sami Bayrak, Seçil Taşhan, Tülin Serap Yılmaz, Yasin Çakar Conservatıve Management Of Vestibular Schwannoma - A Prospective Cohort Study: Growth Rates, Models And Predictors Jobin Kotakkathu Varughese, Cathrine Nansdal Breivik, Tore Wentzel-Larsen, Morten LundJohansen
15.30-16.00 Kahve Arası Sözel Sunumlar Oturum-2 Moderatörler 16.00-16.30 Prof. Dr. Ali Akçay Doç. Dr. Bülent Bozkurt Yrd. Doç. Dr. Özlenen Özkan 100 Kat Etkili Aşılar S3
HUNDERED TIMES EFFECTIVE VACCINES Hilal Yıldız, Nalan Akıncı Ovariectomize Yaşlı Farelerde Oksidatif Stres Üzerinde Caparı Ovata’nın Koruyucu Etkisinin Araştırılması
S4
PROTECTIVE EFFECTS OF CAPPARI OVATA ON OXIDATIVE STRESS IN OVARIECTOMIZED AGING MICE Hamide Betül Gün, Şeyma Savaş MR Gerçekten Masum mu?
S5
IS MRI REALLY INNOCENT? Bekir Tok, Muhammed Hasar, Mustafa İnce, Kadir Çökelek
16.3017.00
S6
Sözel Sunumlar Oturum-3 Moderatörler Prof. Dr. Ömer Özkan Doç. Dr. Bünyamin Işık Experimental Researches On The Effects Of NMDA Receptor Antagonist CPP Potent and Selective In Somatic and Visceral Nociceptıon Ababii Rares-Costinel, Pantea Ioana-Alexandra Hiperemezis Gravidarumlu Hastalarda Grelin Seviyeleri
S7
THE LEVELS OF GHRELIN IN PATIENT WITH HIPEREMESIS GRAVIDARUM Aybüke Yanık, Fatmanur Acabay, Selma Yıldırım, Merve Güler
9
PROGRAM Kanamamış Serebral Anevrizmalı Hastalarda Endovasküler Yolla Tedavi Sonrası Postoperatif Hospitalizasyon Süresi ve Hasta Memnuniyetinin Araştırılması S8
THE RESEARCH OF POSTOPERATIVE HOSPITALIZATION TIME AND PATIENT GRATIFICATION FOR ENDOVASCULAR TREATMENT OF CEREBRAL ANEURYSMS WITHOUT BLEEDING Fatih Ileri, Safa Özçelik Konferans
Kompozit Doku Allotransplantasyonu 17.10-18.00 Prof. Dr. Ömer Özkan Moderatörler Prof. Dr. İ.Fevzi Hepşen Yrd. Doç. Dr. Serdar Yüce 18.0018.30
Ara
18.3019.30
Söyleşi: Psikiyatrist Dr. Mustafa Ulusoy
19.3021.00
Akşam Yemeği SOSYAL PROGRAM
21.0023.00
KUM SANATI: VEYSEL ÇELİKDEMİR KUZEYİN UŞAKLARI DANS GÖSTERİSİ SEFA DOĞANAY STAND UP
10
PROGRAM 17 MART 2012 CUMARTESİ 08.00-14.00 Kayıt SALON A Sözel Sunumlar Oturum-4A 09.00-09.40 Moderatörler Prof. Dr. Zeki Yıldırım Doç. Dr. Mustafa Yıldırım Peritoneal Mezotelyoma S9
PERITONEAL MESOTHELIOMA Gülcan Uludağ Sigara Bağımlılarında Sağlık Sorunları
S10
HEALTH PROBLEMS IN SMOKERS F.Büşra Öztürk, Büşra Çimen, Esra Çetin Nargilenin Zararları
S11
THE DAMAGES OF SHISHA Ahmet Bedir, Osman Karakuş Tolüenın Toksik Etkileri ve Bu Etkilerden Korunma Yollarının İncelenmesi
S12
TOXIC EFFECTS OF TOLUEN AND STUDYING THE PROTECTION METHODS Betül Doğan, Kübra Nur Hüyüklü, Ufuk Taş SALON A
09.45-10.30
Sözel Sunumlar Oturum-4B Moderatörler Prof. Dr.Atilla İlhan Önuyaran Aracılı İnhibisyon; Psikiyatrik Bozukluklara Farklı Ve Güncel Bir Bakış
S13
PREPULSE INHIBITION; A DIFFERENT AND CONTEMPORARY VIEW TO PSYCHIATRIC DISEASES Enes Efendioğlu Beklentilerin Gücü ve Plasebo Etkisi
S14
THE POWER OF EXPECTATIONS AND THE PLACEBO EFFECT Sümeyye Balkan, Büşra Rüzgar, Tuba Işik
S15
Psikiyatrik Bozuklukların Tedavisinde Psikoterapinin Önemi THE IMPORTANCE OF PSYCHOTHERAPY IN TREATMENT OF PSYCHIATRIC DISORDERS Rojda Kotan
S16
Şizofreni ve Damgalama SCHIZOPHRENIA AND STIGMA Roza Aslan, Sheker Hojayeva SALON B
09.00-09.40
S17
Sözel Sunumlar Oturum-5A Moderatörler Prof. Dr.Bülent Erdoğan Doç. Dr. Murat Yağmurca Hidrosefali Tanısı Tedavisi ve Şant Komplikasyonları DIAGNOSIS- TREATMENT AND SHUNT COMPLICATIONS OF HYDROCEPHALIA Osman Uzunçam, Ahmet Memiş, Ebubekir Bektaş, Abdulfettah Açıkel Sinestezi: Renkleri Duymak, Kokuları Tatmak
S18
SYNESTHESIA: HEARING THE COLOURS, TASTING THE SMELLLS Ayşegül İnce, Fatma Betül Çevik, Merve Yeşilırmak, Rumeysa Çağan
11
PROGRAM Romatoid Artrit ve Ankilozan Spondilit Hastalarında Oksidatif Stres Belirteçleri Seviyeleri S19
THE LEVEL OF OXIDATIVE STRESS MARKERS IN PATIENTS WITH ROMATOID ARTRITIS AND ANKYLOSING SPONDYLITIS Güler Göl, Şeyma Aliye Türkmen, Zeyneb Beyza Yılmaz Organ Bağışı ve Organ Nakli
S20
ORGAN DONATION AND ORGAN TRANSPLANTION Rojda TANIK, Saadet Göksu ÇELİK SALON B
09.45-10.30
Sözel Sunumlar Oturum-5B Moderatörler Yrd. Doç. Dr. Bora Demirçelik Diyabet Tarih mi Oluyor?
S21
DOES THE DIABETES VANISH? Zeynep Acar, Şeyma Sezer, Özlem Özyurt İnfektif Endokardit
S22
INFECTIVE ENDOKARDITIS Burcu Yılmaz Kardiyak Tümörler
S23
CARDIAC TUMORS Murat Kılnçarslan-Salih Ayberk Özer Kalbi Koruyan Mekanizma: İskemik Önkoşullanma
S24
MECHANISM THAT PROTECTS OUR BODY: ISCHEMIC PRECONDITIONING Feyza Yılmaz, Melike Bulut, Emel Aygün SALON C
09.00-09.40
Sözel Sunumlar Oturum-6A Moderatörler Prof. Dr.Fatih Andıran Kanguru Anne Bakımı
S25
KANGAROO MOTHER CARE Gökçe Yıldızhan, Betül Kirenci, Arife Akay, Fatma Mnjovu Sevgi Kanalları
S26
LOVE CHANNELS Atike Kurt, Büşra Toplar, Meriç Ayık, Yasemin Şekerci Bebeğin Yaşam Pasaportu Anne Sütü
S27
BABY’S LIFE PASSPORT IS BREAST MILK Sena Yıldırım, Azize Budak, M.Enes Gürses, Ahmet Taha Karakaya, Ece Yasemin Emetli Yenidoğan Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu Tedavisinde Serum Fizyolojik ve Deniz Suyu Kullanımının Karşılaştırılması
S28
COMPARISON ON THE EFFICACY OF SEA WATER AND SALINE IN NEWBORN’S UPPER RESPIRATORY SYSTEM INFECTION TREATMENT Merve Özer, Hale Nur Güngördü, Kübra Cebeci, Sümeyra Elif Kaplan, Royça Keleşoğlu SALON C
09.45-10.30
Sözel Sunumlar Oturum-6B Moderatörler Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kaya Çocuklarda Cinsel İstismar ve İstismarın Uzun Dönem Etkileri
S29 12
SEXUAL ABUSE OF CHILDREN AND LONG TERM EFFECTS Emre Güngör
PROGRAM Sarsılmış Bebek Sendromu S30
SHAKEN BABY SYNDROME H.Betül Özçimen, Şeyma Nur Atak, Tuğçe Özer Otizm Spektrum Bozuklukları ve Otızm
S31
AUTISM SPECTRUM DISORDERS AND AUTISM Furkan Coşkun, Numan Gürdal D Vitamininin Otizm Üzerine Etkisi
S32
THE INFLUENCE OF VITAMIN D ON AUTISM Hatice Sehle Ünal, Ulya Bilgü, Mehmet Kumru
10.30-11.00 Kahve Arası SALON A Konferans Merkezi Sinir Sisteminin Gelişim Anomalilerinin Moleküler Altyapısında Gözlemlenen 11.00-11.30 Klinik Ve Laboratuvar Manzara Doç. Dr. Yaman Ekşioğlu Moderatörler Prof. Dr. F. Müjgan Sönmez Prof. Dr.Mustafa Mansur Tatlı SALON A Sözel Sunumlar Oturum-7 11.40-12.30 Moderatörler Prof. Dr. Cenap Dener Prof. Dr. Cansel Türkay S33
Retrospective Comparitive Analysis Of Post Mastectomy Carcinoma, Following Reconstruction and Non Reconstructıon Of Breast
S34
Evaluating The Risk Factors In Post – Endoscopic Retrograde Cholangio Pancreatiography (Post-E.R.C.P) Pancreatitis
Shiraz Ahamed Sharief
Elem Saglam Anjiyogenezde En İyi Model
S35
THE BEST MODEL IN THE ANGIOGENESIS RESEARCHES Orhan Fermanlı Infrarenal Abdominal Aort Anevrizması Açık Onarımı Sonrası Anterior Spinal Arter Sendromu: Olgu Sunumu
S36
ANTERIOR SPINAL ARTERY SYNDROME FOLLOWING THE ELECTIVE REPAIR OF AN INFRARENAL ABDOMINAL AORTIC ANEURYSM: A CASE REPORT Abdullatif Aydın
S37
2005-2010 Yılları Arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi’nde Yapılan Sezaryen Ameliyatlarında Uygulanan Anestezi Yöntemlerinin Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi ANESTHESIA FOR CESAREAN SECTION AT THE HOSPITAL OF MEDICAL SCHOOL OF DOKUZ EYLUL UNIVERSITY BETWEEN 2005-2010: A RETROSPECTIVE ANALYSISSemih Küçükgüçlü, Melek Aksoy Sarı, Ayşenur Esen, Sümeyye Mercan, Büşra Yetim Larva Tedavisi: Yeşil Önlüklü Minik Cerrahlar
S38
MAGGOT THERAPY: TINY SURGEONS IN GREEN CAPS Gülşah Erdem, Maral Amangurbanova, Hatice Karakılçık SALON B
Sözel Sunumlar Oturum-8 11.40-12.30 Moderatörler Prof. Dr. Fehmi Özgüner Doç. Dr. Sevsen Cebeci 13
PROGRAM Lise Öğrencilerinde Aleksitimi Sıklığı S39
ALEXITHYMIA AMONG HIGH SCHOOL STUDENTS Ayşenur Demirci, Büşra Pekdemir, Hatice Türksoy, Zişan Nur Akçaağ İdeal Tıp Eğitimi
S40
IDEAL MEDICAL EDUCATION Şefika Nur Ayar, Medine Çetin, Yasemin Çalışkan Tıp Fakültesinde Probleme Dayalı Öğrenme
S41
OUTCOME BASED EDUCATION IN MEDICAL SCHOOL Seher Candan, Merve Doğan Tıp Fakültelerinde Klinik Bilimler Eğitimi Nasıl Olmalı?
S42
HOW SHOULD THE MEDICAL SCIENCE EDUCATION BE IN MEDICAL FACULTIES? Melda Ürekli Fatih Universitesi Tıp Fakültesi 1. Sınıf Öğrencileri ve Asistanlarında Sosyal Yaşam Özelliklerinin Değerlendirilmesi
S43
SOCIAL LIFE AND ATTITUDE ABOUT HEALTH OF MEDICAL STUDENTS AND JUNIOR DOCTOR OF FATIH UNIVERSITY Semra Kara, Sümeyra Gökalp Tıp Fakültesinde Öğrencilik Serüveni
S44
MEDICAL SCHOOL STUDENT LIFE Bora Vergül, Döndü Merve Yıldız, Kaan Yumuşak
12.30-14.00 Öğle Yemeği SALON A Konferans 14.00-14.30
Müziğin Nöral Maturasyona Etkisi Prof. Dr. Erol Belgin Moderatörler Prof. Dr. Mehmet Gündüz Doç. Dr. Hanifi Kurtaran SALON A
14.4015.30
Sözel Sunumlar Oturum-9 Moderatörle Prof. Dr. Mustafa Ulukanlıgil Doç. Dr. Esra Gündüz Türkiye Genom Araştırması
S45
THE GENOME RESEARCH OF TURKEY Maral Budak, Hatice Didar Çiftçi Genetik Hastalıklarda Yeni Tedavi Yöntemleri
S46
NEW TREATMENT METHODS IN GENETIC DISORDERS Yasin Uğur, Mehmet Aksakal Kanser Mekanizmaları ve Hedefe Yönelik Tedavi
S47
MECHANISMS OF CANCER AND TARGETED THERAPY Tuğçe Doğan Çörekotu
S48
NIGELLA SATIVA Mustafa Toprak, Bekir Karabey, Tevfik Çatal, Muhammed Burak Ay Kök Hücre ve Güncel Hücre Çalışmaları
S49 14
STEM CELL AND CURRENT CELL THERAPIES Rıza Duran
PROGRAM Melatonin S50
MELATHONIN Fatma Zehra Yurdusev, Behice Aydın SALON B
14.4015.30
Sözel Sunumlar Oturum-10 Moderatörler Prof. Dr.Hasan Kafalı Doç. Dr. Ömer Faruk Karataş AIDS ve Damgalama
S51
AIDS AND STIGMA Şerife Büşra Uysal, Esra Özcan, Hilal Bulut Ötanazi: Suç mudur? Hak mıdır?
S52
EUTHANASIA: IS IT A CRIME? IS IT RIGHT? Ayşegül Derya Toprakçı, Fatma Kaplan, Aurora Dika, Tuğçe Irlayıcı, Esma Ölmez Aşkın Fizyolojisi
S53
PHYSIOLOGY OF LOVE Oğuzhan Köse, Taha Metin, Fatih Ay, Demirhan Devecioğlu Sperm Kime Aşık?
S54
TO WHOM SPERM LOVE? Seda Kanoğlu, Özlem Suiçmez Invitro Fertilizasyon (IVF)
S55
IN VITRO FERTILIZATION (IVF) Yasin Gürdal Robotik Cerrahi
S56
ROBOTIC SURGERY Tuğba Yallı, Yunus Emre Şimşek, Günel Sadigova, Samaneh Khorasani Shirehjini
15.30-16.00 Kahve Arası SALON A Konferans Besin Alımı ve Pübertenin Nöroendokrin Düzenlenmesi 16.00-16.30 Prof. Dr. Bayram Yılmaz Moderatörler Prof. Dr. Şenol Dane Prof. Dr. Haşim Çakırbay SALON A Sözel Sunumlar Oturum-11 16.40-18.00 Moderatörler Doç. Dr. Sinan Canan Doç. Dr. Süleyman Murat Tağıl Yrd. Doç. Dr. Selçuk Tunalı Yaşam Bilimlerinde Kaos ve Karmaşıklık S57
CHAOS THEOREM IN LIFE SCIENCES Işın Sönmez, Beyzanur Özcan, Merve Altan Teknolojide Model: Varlık Harikası İnsan
S58
MODEL FOR TECHNOLOGY: MIRACLE OF ASSETS HUMAN Sefa Özdemir, Çağrı Kundaktepe, Mesut Yiğit, Miraç Çelik Başarımın Ardındaki Mucize: Hastalığım
S59
MY MIRACLE BEYOND MY DISEASE Beyza Nur Yıldız, Tuğba Nur Bal, Cansu Uğurlu, Tuğçe Abdik 15
PROGRAM Adli Tıp İnceleme Yöntemleri S60
THE INVESTIGATION METHODS IN FORENSIC SCIENCES Saadet Ölmez, Şeyma Çıtak, Ayşe Demirci, Ayşe Betül Gül, Elif Gökalp, Nüseybe Arttıran Sınır Tanımayanlar
S61
THE ONES WITHOUT BORDERS Merve Kömür, Buket Baysal, Ayşe Böyük, Merve Gün, Büşra Nur Bilsel Yetiştirme Yurtlarından İzlenimler
S62
GENERAL IMPRESSION OF ORPHANAGE Dilek Özgül, Dilruba Bal, Nihan Hanife Yılmaz, Ertuğrul Şentürk, SALON B Sözel Sunumlar Oturum-12
16.40-18.00 Moderatörler Prof. Dr. Osman Özcan Prof. Dr. Ferah Armutçu Uz. Dr. Ayşe Gürel Çölyak Hastalığı S63
CELIAC DISEASE Sümeyra Cansu Özcan, Gökçe Mergan, Kubilay Oskay, Merve Kuday Zoofarmakognozi
S64
ZOOPHARMACOGNOSY Gül Ebru Aydeniz, Rabia Aydoğan, Aişe Bozyaka, Beyza Dikme Hipnoz İndüksiyonunu Takip Eden İmajinasyon Ve Doğrudan İmajinasyonda Frontal EEG ve Nabız Değişikliklerinin İncelenmesi
S65
INVESTIGATION ON FRONTAL EEG AND PULSE CHANGES IN DIRECT AND HYPNOSISINDUCED IMAGINATION Gül Banu Altan, Berna Aygün, Çağla Nur Turgut, Nesibe Babalıoğlu Subliminal Mesaj: 25. Kare
S66
SUBLIMINAL MESSAGE Emine Selcan Sarı, Gizem Büşra Ölgün, Sema Erkayman, Hacer Ayar, Ece Özlem Öztürk Bilinçaltının Sağlıkta Yeri
S67
SUBCONSCIOUS IN HEALTH Tuğba Yurdabakan, Ahmet Tüfekçi, Arif Emre Bostancı, Elif Erorhan Dürtü Kontrol Bozuklukları
S68
IMPULSE CONTROL DISORDERS Mehmet Berat Taş, Ali Habibi, Ömür Cemal Kazaz, Taha Albayrak, Fatih Paşa Tatar
18.00-18.30 Ara 18.30-20.00 Söyleşi 21.00-23.00 Gala Yemeği Ve Ödül Töreni WORKSHOPLAR 17 MART 2012 CUMARTESİ
16
11.40-12.30
Hipnoz-1:
Prof. Dr. Osman Özcan
11.40-12.30
EKG Okuma-1:
Yrd. Doç. Dr. Bora Demirçelik
14.40-15.30
Hipnoz-2:
Prof. Dr. Osman Özcan
14.40-15.30
EKG Okuma-2:
Yrd. Doç. Dr. Bora Demirçelik
KONFERANSLAR CONFERENCES
17
KONFERANSLAR 16 MART 2012 CUMA
14.30-15.00 AÇILIŞ KONFERANSI
MODERATÖRLER
DOÇ. DR. SERVET TATLI PROF. DR. BEYHAN ERYONUCU PROF. DR. DOĞAN ÜNAL
YURTDIŞINDA HEKİM OLMAK Konferansında, Amerika’daki tıp eğitiminin tanımı ve Türkiye’deki ile karşılaştırılması, Amerika dışındaki tıp fakültesinden mezun olan doktorların Amerika’daki yeri ve onları bekleyen firsatlar, Amerika dışındaki tıp fakültelerinden mezun doktorların Amerika’daki tıp sistemine ideal giriş zamanı ve yolları ile ilgili paylaşımlarda bulunacaktır.
DOÇ. DR. SERVET TATLI I am an abdominal radiologist with a specific interest in cross-sectional intervention, particularly percutaneous tumor ablation. I have been a Staff Physician in the Abdominal Imaging and Intervention (AII) Division of the Department of Radiology since 2004. I spend 70% of my time with clinical activities including reading diagnostic studies such as CT and MRI of abdomen and pelvis, and performing interventional procedures using cross-sectional imaging modalities. In addition, I perform image-guided tumor ablations. During all my clinical activities, I supervise and teach residents and fellows. My research has centered on CT and MRI of the abdomen as well as image-guided tumor ablation. My achievements to date are noteworthy in a sense that I am a principal academic physician of one of the nations leading tumor ablation programs. In addition to basic cross sectional interventional procedures including fine needle aspiration biopsy, large needle core biopsies, and drainage of fluid collections, I spend one clinical day per week seeing patients in the ablation clinic and performing image-guided tumor ablations for patients deemed to be nonsurgical candidates. The tumor ablation program is unique because of its comprehensive offering of all spectrums of image-guided tumor ablations including chemical ablation, radiofrequency, cryoablation and microwave ablation under US, CT, MR and PET/CT guidance for tumors in variety organs including liver, kidney, lung, and musculoskeletal system. The program is extensively involved in research and education. Parallel to my clinical responsibilities, 30% of my time is spent on a combination of research and administration. My research interests have focused on image-guided tumor ablation, particularly the efficacy and safety of rare applications of percutaneous cryoablation, imaging manifestations following image-guided interventions, and improving lesion targeting during image-guided procedures such as biopsies and ablations by using image-registration techniques. I am currently the principal investigator in multiple IRB approved research projects. Overall, I am passionate about performing clinical and administrative duties, teaching and research. I especially enjoy my time with trainees that rotate in the Division of Abdominal Imaging and Intervention, performing research, and being part of a dynamic Section in an outstanding Department.
18
CONFERENCES 16 MART 2012 CUMA
PROF. DR. ÖMER ÖZKAN
17.10-18.00
MODERATÖRLER
PROF. DR. İBRAHİM F. HEPŞEN YRD. DOÇ. DR. SERDAR YÜCE
KOMPOZİT DOKU ALLOTRANSPLANTASYONU Kompozit doku ektoderm ya da mezodermeden köken almış cilt, yağ dokusu, kas, sinir, lenf nodu, kemik, kemik iliği ya da bunların kombinasyonlarını içerir. Kompozit doku allotransplantasyonu endikasyonları: Aynısı ile rekonstrüksiyon, Travma, Konjenital nedenler, Tümör ablasyonları. M. Ö. Cosmas ve Damian›ın bir kölenin bacağını yaşlı asil bir tapınak görevlisine nakli gravürlerde yer almıştır. Kompozit dokunun allotransplantasyonunun önünü açan tarihi gelişme solid organlarda olduğu gibi Dausset›in doku reddinde Major histocompatibility complex(MHC) ni keşfi ve öneminin vurgulanması ile başlar. Allotransplantasyonda diğer önemli bir konu da Eritrosit kimerismi ve İmmunolojik toleransdır. Günümüze kadar önemli olan immunosuppresif ilaçlar: 6-merkaptopurin, teroidler, azothioprin.Solid organ nakli uzun yıllardır bir realite olarak klinik kullanımdadır. Kompozit dokunun bilimsel tarihçesi Ekvator›da, 1964 yapılan ilk el naklidir. Fakat bu girişim 15 gün sonra başarısızlıkla sonuçlanıyor. Modern immüsüppresif ilaçların kliniğe girmesi ile başarı oranı artmıştır: AZT ve steroid, CsA:1976, TAC, MMF, Prednizon. 1997”de ilk Uluslararası Kompozit Doku Sempozyumu yapılmıştır. 1998 Fransa, Lyon›da ilk kol nakli yapılıyor ama bu da immünsüpresife uyumsuzluk nedeniyle yaklaşık iki yıl sonra başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 4 ay sonra Louville›de ilk başarılı nakil yapılıyor. Nakillerde riskler: CMV enfeksiyonu, Fungal enfeksiyonlar, Nötropeni, Hiperglisemi, Avasküler nekroz.
PROF. DR. ÖMER ÖZKAN 2001 yılında Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Estetik Cerrahi Kliniğinde uzmanlık eğitimini tamamladı. 2004 yılında 6 ay süreyle Japonya’da Tokyo Üniversitesi’nde Perforator Flepler ve Supermikrocerrahi, daha sonra yine 6 aylık süreyle Tayvan I/Shou Universitesi, E-Da Hastanesi’nde Plastik cerrrahi ve el cerrahisi klinik fellow luğu yaptı. 2006 yılında EURAPS Young Plastic Surgeons 3 aylık burs çerçevesinde Almanya Münih’te Bogenhausen Technical University’de fellowluk yaptı. 2002 PSEF (Plastic Surgery Educational Foundation) Scientific Essay Contest Junior Basic Science Ödülü, 2005 EURAPS Young Plastic Surgeons Scholarship bursu ve 2007 yılında Akdeniz Üniversitesi Teşvik ödülünü aldı. Yüz ve vücut estetiği, meme rekonstrüksiyonu, doku kayıplarının onarımı, yüz siniri felcinde yüz kaslarının restorasyonu, mandibula rekonstrüksiyonu, ürogenital cerrahi ilgilendiği konular arasındadır. 2002 yılından beri Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Estetik Cerrahi kliniğinde öğretim üyesidir. Ekibiyle birlikte Ocak 2012 de Türkiye’nin ilk yüz nakli ile 2. kol nakli ameliyatını gerçekleştirmiştir.
19
KONFERANSLAR 17 MART 2012 CUMARTESİ
PROF. DR. EROL BELGİN
14.00-14.30
MODERATÖRLER
PROF. DR. MEHMET GÜNDÜZ DOÇ. DR. HANİFİ KURTARAN
MÜZİĞİN NÖRAL MATURASYONA ETKİSİ Hacettepe Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları Bilim Dalı, Ankara, Türkiye. Müzik hem bir sanat hem de bir bilimdir. Matematiksel bir mantık, disiplin, diyalog kurma, zamanı kullanma ve ilişkiler sanatıdır. Seslerin özel bir matematiksel dizilimidir. Bununla birlikte, müzik, beyin gelişimi için önemli bir uyarandır. Çocukların beyinlerinin hızlı gelişimi doğum öncesi dönemde başlar ve doğumdan sonra da devam eder. Doğumdan önce hücre oluşumu neredeyse tamamlanmasına rağmen (Yenidoğan bir bebekte yaklaşık 100 milyar beyin hücresi vardır.) beyin maturasyonu, önemli nöral yollar ve bağlantılar doğumdan sonra erken çocukluk döneminde ilerleyici olarak gelişir. Bu nedenle, erken çocukluk dönemi, beyin ve santral sinir sisteminin nasıl büyüyüp geliştiğinin belirlenmesinde önemli bir etkiye sahip olan çevrenin gelişimindeki bir süreçtir. Bilimsel araştırmalar, beynin bu kritik dönemde uygun uyarı almadığında, daha sonraki zamanlarda yeni nöral bağlantılar oluşturamayacağını belirtmektedir. Kaliteli müzik beyine yeni nöral bağlantılar kazandırır ve beyin gelişimini hızlandırır. Örneğin, müzisyenlerde, corpus callasum daha kalındır. Corpus callosum, sağ ve sol hemisfer arasındaki bağlantıyı sağlar ve hemisferler arası iletişimi kolaylaştırır. Buna karşılık, doğumdan önce ve yaşamın ilk yıllarında dinlenilen kalitesiz müzik, beyin gelişimini ve yeni nöral bağlantıların oluşumunu engeller. THE EFFECT OF MUSIC ON NEURAL MATURATION Prof. Dr. Erol Belgin Hacettepe University, Medical Faculty, ENT Department, Audiology and Speech Pathology Section, Ankara,Turkey. Music is both an art and a science. Music is a mathematical logic, discipline, setting up dialogue, using the time and the art of relationships. It is a special mathematical sequence of sounds. Also, music is an important stimulus for brain development. The rapid development of children’s brains begins in the prenatal stage and continues after birth. Although cell formation is virtually complete before birth (a newborn baby has about a 100 billion brain cells) brain maturation and important neural patways and connections are progressively developed after birth in early childhood. Therefore, early childhood is a period in development where environment actually has an important impact on determining how the brain and central nervous system grows and develops. Scientific research suggests that if the brain does not receive the appropriate stimulation during this critical period, it is very difficult for the brain to create new neural connections itself at later time. The high-quality music gives new neural connections to the brain and accelerate development of brain. For example; in musicians, the corpus callosum is thicker than non-musicians. The corpus callosum connects the left and right cerebral hemispheres and facilitates interhemispheric communication. However, unqualified music before birth and in the first years of life can seriously interfere with brain development and generation of new neural connections.
20
CONFERENCES
PROF. DR. EROL BELGİN Hacettepe Tıp ve Sağlık bilimleri Fakültesi Temel Tıp Teknoloji Bölümü mezuniyetinden sonra, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalında Odyoloji Asistanı olarak göreve başladı.1971 yılında uzman, 1975 yılında Doktora derecesi, 1982 yılında Doçent ünvanını aldı,1988 yılında aynı anabilim dalına Profösörolarak atandı. Türkiye’de Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları Bilim Dalı’nın öncülerinden olup, kesintisiz 43 yıldır bu alanda hizmet vermektedir. Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları ve Eğitim Odyolojisi Yüksek lisans ve Doktora Programlarının kurucusu ve yürütücülüğünü yapmakta olup bu güne kadar 60 ın üzerinde Y.lisans ve Doktora tezi yönetmiştir. İlgi alanları; İşitme, Konuşma ve Ses ve Denge bozuklukları tanı ve rehabilitasyonu Profesyonel ses ve kullanımı, İşitme ve konuşma sisteminin elektrofizyolojik incelenmesi, Müzik ve Beyin ile ilgili araştırmalardır. Kekemelik Terapisinde Müzikal Ritim Metodu, Mutasyonel Falsetto ses terapisinde Refleksif Fonasyon tekniği kendi geliştirdiği terapi yöntemleridir. 50 tanesi yabancı olmak üzere 150 nin üzerinde bilimsel yayını, kitapları ve çok sayıda Kitap bölüm yazarlığı vardır. Uzun yıllar Üniversitede, Rektör yardımcılığı, Genel Sekreterlik, Yüksekokul Müdürlüğü, Konservatuvar müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. Halen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim üyeliği, Odyometri Bölüm Başkanlığı, Odyoloji Konuşma veSes Uzmanları Derneği Başkanlığı, Türk Musikisi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı ile Engelliler Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü görevlerini sürdürmektedir.
21
KONFERANSLAR 17 MART 2012 CUMARTESİ
11.00-11.30
DOÇ. DR. YAMAN EKŞİOĞLU
SALON A
MODERATÖRLER
PROF. DR. F. MÜJGAN SÖNMEZ PROF. DR. MANSUR TATLI
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN GELİŞİM ANOMALİLERİNİN MOLEKÜLER ALTYAPISINDA GÖZLEMLENEN KLİNİK VE LABORATUVAR MANZARA İnsanı diğer yaratıklardan ayıran en önemli organ olan beyin ve beyinin en önemli öğesi olan korteks birçok genetik yolağın etkileri sonucu sinir ve glia hücrelerinin mükemmel göçü ve bunun sonrasında gerçekleşen sinaptik ağların oluşmasıyla insandaki en ileri düzeyine kavuşur. Filamin-A, Doulecortin, Reelin, PAFAH, ARX, DLXII ve bunlar gibi birçok grnin rol aldığı genetik mekanizmalarda mutasyonlar sonucu olagelebilen aksaklıklar, huce göçünde bozukluklara, sinaptik bağlantılarda kopukluklara yolaçarak, dismorfik gelişim, motor / entellektel gelişim gerilikleri, epilepsi, hareket hatalıkları, nöropsikiyatrik hastalıklar, öğrenme ve davranış bozukluklarını içeren nörokognitif sendromlara yolaçabilmektedirler. Bu karmaşık sendromların altında yatan moleküler, patolojik, elektrofizyolojik anomalilerin aydınlatılmasıyla sinir sisteminin normal gelişimine ışık tutarken, bu sendromların doğru tanı ve tedavisi içinde önemli katkılar sağlanmaktadır.
DOÇ. DR. YAMAN EKŞİOĞLU Doç. Dr. Yaman Eksioglu, State University of New York, Nöroloji ve Çocuk Psikiyatrisi Departmanında çocuk nöroloğu olarak görev yapmatakdır. 1986 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuştur. Ilk gorev yeri olan Bitlis’te pratisyen hekim olarak calisirken merkezi sinir sisteminin gelisimi ve fonksiyonlarinda bozukluklarla kendini gosteren kalitsal hastaliklarin ilgisini cekmesi uzerine, Japonya, Nagoya Sehir Universitesi Tip Fakultesinde doktorasini yapti. Ozellikle, beyin ve sinir sisteminin gelisiminde gorev alan glia kokenli norotrofik faktorler uzerine calisti. Doktora sonrasi, Amerika Birlesik Devletlerine gelerek, Harvard Universitesi Tip Fakultesinde Dr. Christopher A. Walsh ve Dr. Verne S. Caviness ile birlikte beyyin korteksinin gelisimi, ozellikle, goc defektleri uzerinde, ayrica, hucre dongusunun devinim duzeninin korteks gelisimindeki onemini aydinlatan calismalara katildi. Bu donemde, Periventrikuler Heterotopia geninin belirlenmesi yaninda, Cyclin-E ve p27 genlerini kosullu olarak active eden transgenic fareler ureterek hucre dongusunun gorevlerinin arastirilmasinda onemli olabilecek hayvan modelleri gelistirilmesine katkida bulundu.
22
CONFERENCES 17 MART 2012 CUMARTESİ
16.00-16.30
PROF. DR. BAYRAM YILMAZ
SALON A
MODERATÖRLER
PROF. DR. ŞENOL DANE PROF. DR. HAŞİM ÇAKIRBAY
BESİN ALIMI VE PÜBERTENİN NÖROENDOKRİN DÜZENLENMESİ Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Ataşehir - İstanbul Besin alımı, hipotalamus’ta açlık ve tokluk merkezlerini etkileyen çok sayıda nörotransmitter ve hormon tarafından düzenlenen kompleks bir olaydır. Besin alımını artıran nörotransmitter ve hormonlar oreksijenik (nöropeptid Y, agouiti-ilişkili protein, oreksinler, endorfin, ghrelin, kortizol gibi), baskılayanlar ise anoreksijenik (noradrenalin, serotonin, leptin, kolesistokinin ve alfa-melanosit uyarıcı hormon gibi) olarak adlandırılır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, beslenme ve püberte fizyolojisinin birbirleri ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Püberte, enerji depoları ve üreme hormonlarının artışı ile karakterize ve hipotalamus tarafından kontrol edilen önemli ve kompleks bir süreçtir. Yakın zamanda keşfedilen kisspeptin hipotalamus’ta gonadotropin salgılatıcı hormon serbestlenmesini artırmakta ve püberteye giden süreci başlatmaktadır. Şöyle ki, kisspeptin veya membran reseptörünün (GPR54) yoksunluğu, kız ve erkek çocuklarda pübertenin gecikmesine (hipogonadotropik hipogonadizm) neden olmaktadır. Kisspeptinin enerji metabolizmasında integratör nöron olarak rol alabileceği ve organizmada yeterli enerji (yağ dokusu) varlığında hipotalamik-hipofizer-gonadal ekseni uyarabileceği bildirilmiştir. Bu sunumda, besin alımı ve pübertenin nöroendokrin düzenleme mekanizmaları ile beyin dokusunda örnekleme yöntemleri (beyin mikropanç ve mikrodiyaliz gibi) ve nörotransmitter analiz metotları değerlendirilecektir.
PROF. DR. BAYRAM YILMAZ İstanbul Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalında, 2007’den beri öğretim üyesidir. Lisans ve Yüksek Lisans eğitimini Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesinde yaptı. 1993-1997 yılları arasında İngiltere’de University of Glasgow, Medical School, Institute of Physiology’de doktorasını tamamladıktan sonra, 1997-2001 yıllarında öğretim üyesi olarak Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalında çalıştı. 2000 yılında misafir akademisyen olarak İngiltere’de Oxford University, Medical School, Department of Pharmacology’de bulundu. 2001-2003 yıllarında Albany, New York’ta, State University of New York, Medical School, Institute of Environmental Health & Toxicology bölümünde araştırmacı akademisyen olarak çalıştı. 2002-2006 yılları arasında Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalında Doçent olarak hizmet vermiştir.
23
SÖZEL SUNUMLAR ORAL PRESENTATIONS
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 1
GÖKKUŞAĞI MEZARLIĞI Alperen Güver, Betül Günbey, Fazilet Güler, Halenur Güngördü, Hasan Yasin Soylu, Mustafa Semih Elitok, Ozan Sami Bayrak, Seçil Taşhan, Tülin Serap Yılmaz, Yasin Çakar Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Esra Gündüz 2004 yılından beri MIT (Massachusetts Institute of Technology) tarafından düzenlenen iGEM yarışması (International Genetically Engineered Machine; Türkçesi; Uluslararası Genetiği Değiştirilmiş Makine); sentetik biyolojinin tanıtılması ve geliştirilmesi adına süregelen en önemli bilimsel aktivitedir. Sentetik biyoloji; canlılarda mevcut olan hücresel ve hücreler arası sistemlerin daha önceden belirlenen model bir canlıya aktararak, istenen bir hedef doğrultusunda model canlıya yeni özellikler kazandırma disiplinine dayalı, yeni bir bilim dalıdır. Bu disipline bağlı olarak; ışık üretebilen mikroorganizmalardan kanserle savaşan virüslere; şekerden biyoyakıt üreten alglerden erozyonu önleyen bakterilere kadar pek çok proje hayata geçirilmiş ve her sene yeni projelerle gelişmeye devam etmektedir. 2011 senesinden itibaren iki aşamalı gerçekleştirilen iGEM yarışmasına Bilkent Üniversitesi ve ODTÜ’nün (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) yanında Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi de katılmış; altın madalya ile birlikte yarışmanın bir dalında da Avrupa birincisi seçilmiştir. Söz konusu proje ise şu şekildedir: Projede; Dünya üzerinde tehlikeli salgınlara sebep olabilecek bakterilerin, üzerinde üreyemeyeceği yüzeyler yapmak adına başka model canlıları kullanmayı amaçladık. Söz konusu zararlı bakteri için gram negatif bakteriler adına Escherichia Coli’yi kullanırken öldürücü bakteri olarak gram positif Baciıllus Subtilis üzerinde çalıştık. LALF (Limulus Anti Lipopolisakkarit Faktör) gram negatif hücre duvarına bağlanarak üremesini durduran bir protein. Bu proteini üreterek E.coli’nin üremesini durdurmayı düşündük. Üzerinde çalıştığımız “reflectin” isimli diğer bir proteini ise bu etkiyi tespit etmek için belirteç olarak kullandık. Uzun çalışma ve deneylerin ardından; LALF üreten Bacillus Subtilis bölgesinde E.coli popülasyonunu durdurmayı başardık. Son yıllarda, Avrupa’da gerçekleşen ve düzinelerce insanın ölümüne sebep olan EHEC salgını, bunu önleyebilecek bilimsel çalışmalara olan ihtiyacı ortaya koymuştur. Bu tür bir öngörülemeyen felaketin; mevcut sterilizasyon tekniklerinin geliştirilmesiyle önlenebilecek olması bununla ilgili çalışmaları da önemli hale getirmektedir. Yaptığımız proje, geliştirildiğinde, yukarıda bahsedilen tehlikeli durumların önüne geçebilecek, koruyucu önlemlerin geliştirilebilmesi açısından ilk adım özelliğindedir. Gelecekte, üzerinde çalıştığımız proteinler yardımıyla hastane ve laboratuvarlar için alternatif sterilizasyon yöntemlerinin, ölümcül durumlara sebep olabilecek bazı bakteriyel hastalıklar için tedavi yöntemlerinin ve antibiyotik benzeri ilaçların üretiminin mümkün olabileceği öngörülmektedir.
THE RAINBOW GRAVEYARD
26
iGEM competition (stands for International Genetically Engineered Machine), which has been held by MIT (Massachusetts Instıtute of Technology) since 2004, is the most important scientific activity for presenting and developing the synthetic biology, a new field of research in biology. SynBio is the brand new science branch which focuses on treating the organism systems like engineerable devices to modify identified model organism in order to use them for a specific aim. In other words, this field of study binds methods of engineering with complexity of biological systems. With this approach, light producing microorganisms, cancer killer viruses, biodiesel synthesizing algae and bacteria that stops erosion are designed and deployed. Recently, by 2011, competition has been separated into two steps: semi-finals and the finals. Fatih University Medical Faculty attended last year as well as Bilkent University and METU (Middle East Technical University) and, with success, won a gold medal. Moreover, in a section of competition, our university became the best of Europe. The winner project is described at below: In the project, we aimed to inhibit the growth of harmful microorganisms, which cause very dangerous pandemics and the death of dozens of people, on surfaces by modifying other organisms. We use Escherichia coli as harmful microorganisms; whereas Bacillus Subtilis is treated as the inhibitor bacteria. LALF (Limulus anti lipopolysaccharide factor) binds to gram negative cell wall strictly; therefore stops gram negative bacteria proliferation. We planned to prevent possible bacterial infections via producing LALF. About a year ago, a pandemic occurred in Europe that caused the death of dozens of people who just ate fresh fruits and vegetables, like in the recent ‘cucumber’ incident. To prevent this kind of unforeseen disaster, the sterilization and identification of the bacteria which are responsible for this serious disease is very important. In our project, we planned to produce a surface (for anything, e.g. fruits, vegetables, cups, etc.) that cannot be infected by this kind of bacteria, thus this would be of great help in the circumstances mentioned above. We do this by enabling another type of bacteria to produce a special protein that can kill harmful bacteria and covering the potentially infected surfaces with protein in order to have a sterile layer. Another protein that we are studying on, called “reflectin”, is used as an indicator whether our “killer” protein works or not by tinting the surface with rainbow colours. Despite the seemingly simplicity of the project, there will hopefully be a variety of prospective applications of our project in the course of its development. These can be enumerated as an alternative sterilization method at hospitals and laboratories, a reliable treatment chance for deathly circumstances that occur after some diseases such as septic shock, and new antibiotic-like drugs made of proteins.
ORAL PRESENTATIONS SĂ–ZEL SUNUM: 2
CONSERVATIVE MANAGEMENT OF VESTIBULAR SCHWANNOMA- A PROSPECTIVE COHORT STUDY: GROWTH RATES, MODELS AND PREDICTORS Jobin Kotakkathu Varughese1, Cathrine Nansdal Breivik2, Tore Wentzel-Larsen3,4,5, Morten Lund-Johansen1,2 Departmental and institutional affiliations: 1 Institute of Surgical Sciences, University of Bergen, Bergen, Norway 2 Department of Neurosurgery, Haukeland University Hospital, Bergen, Norway 3 Centre for Clinical Research, Haukeland University Hospital, Bergen, Norway 4 Centre for Child and Adolescent Mental Health, Eastern and Southern Norway, Oslo, Norway 5 Norwegian Centre for Violence and Traumatic Stress Studies, Oslo, Norway
Background: Small vestibular schwannomas (VS) are often conservatively managed and only treated upon growth. Growth is usually reported in mm/year, but describing growth of a three-dimensional structure by a single diameter has been questioned. As a result, VS growth dynamics should be further investigated. In addition, baseline clinical parameters that can predict growth would be helpful.
Object: In this prospective study we aimed to describe growth dynamics within a cohort of conservatively managed VS. We also compared different growth models, and investigated the capability of baseline parameters to predict future growth. Methods: Between 2000 and 2006, 178 consecutive patients with unilateral de novo small-sized VS identified among the Norwegian population of 4.8 million were referred to our tertiary center and included into a study protocol on conservative management. Tumor size was defined by MRI-based volume estimates, and recorded together with clinical data at regular visits. Mixed effects models were used to analyze relationships between observations. Three growth models were compared using statistical diagnostic tests: a mm/year-based, a cm3/year-based, and a volume doubling time (VDT) based model. A ROC-curve analysis was used to determine a cutoff for the VDT-based model for distinguishing growing and non-growing tumors. Results: A mean growth rate corresponding to a VDT of 4.40 years (95% confidence interval 3.49-5.95) was found. Other growth models in this study found mean growth rates of 0.66 mm/year (95% confidence interval 0.47-0.86) and 0.19 cm3/year (95% confidence interval 0.12-0.26). VDT was found to be the most realistic growth model. All baseline variables had p-values >0.09 for predicting growth. Conclusion: Based on the actual measurements, volume doubling time was the most correct way to describe VS growth. We found that a cutoff value of 5.22 years provided the best value in order to distinguish growing tumors from non-growing tumors. None of the baseline predictors that we investigated were usable as predictors of growth. SĂ–ZEL SUNUM: 3
27
SÖZEL SUNUMLAR 100 KAT ETKİLİ AŞILAR Hilal Yıldız, Nalan Akıncı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İnfeksiyon hastalıkları; büyük çapta salgınlar sebebiyle çok sayıda insanın ölümüne, iş gücü kaybına neden olduğu için dünya tarihinde önemli bir yere sahiptir. İnfeksiyon hastalıklarının verdiği zararın azaltılmasında ise aşılar önemli rol oynamaktadır. 1798’de Edward Janer’ in ilk aşı uygulamasını başlatmasıyla birlikte zaman içinde farklı mekanizmalar geliştirilmesi ve adaptif immun sistemin çalışma mekanizması hakkında daha çok bilgi sahibi olunması daha etkili aşıların üretilmesini sağlamıştır. Aşılar, klinik alanda kullanılmalarıyla birlikte hızla gelişmeye devam etmektedir. Günümüzde ulaşılan bilgi düzeyi ve teknolojilerle hemen her türlü antijeni aşı olarak kullanmak mümkündür. Ancak aşılamada önemli ve zor olan doğru immun yanıtın hızlı, etkili, yeterli miktarda ve iyi kalitede üretilmesini, aynı zamanda koruyuculuğunun da uzun süreli olmasını sağlamaktır. İnfeksiyonları kontrol altına alabilmek için hem humoral hem de hücresel immun yanıtın gerekli olduğu artık daha iyi bilinmektedir. Bazı patojen bakteriler polisakkarit kapsüle sahip olup patojenitelerinin asıl maddesi de bu kapsül polisakkaritleridir. T hücrelerini aktive edilmesini sağlamak için bu polisakkaritler taşıyıcı proteinlerle konjuge edilerek “glikonjuge aşı” olarak tanımlanan daha immunojenik aşı grubu üretilmiştir. Glikonjuge aşılar, özellikle H.influenza, S.pnuemonia, N.meningitidis’ in yüksek risk grubu olan çocuklar ve yaşlılarda neden olduğu hastalıkları önleme adına önemli rol oynamaktadır. Sunulacak olan bu çalışmada, glikokonjuge aşıların adaptif immun mekanizmayı aktive etmesinin hücresel ve moleküler mekanizmaları incelenmektedir. Bu immun mekanizma sadece bulaşıcı hastalıklara değil kanser ve otoimmun hastalıklara karşı da ilaç geliştirilmesinde önemli adımlar atılmasına öncülük edecektir.
HUNDERED TIMES EFFECTIVE VACCINES Infectious diseases have an important place in the world history causing the death of many people and loss of labor because of the large-scale pandemics. Vaccines play a great role in reducing the damages of infectious disease. With Edward Jennar starting the implementation of the first vaccine in 1798, the development of different mechanisms and the acquired information about the working mechanism of the adaptive immun system helped more effective vaccines to be produced. The vaccines are evolving rapidly as they are used clinically. Today with our knowledge and technology, it’s possible to use almost every kind of antigen as a vaccine. However, what is important and hard in vaccination is to get the correct immune respond fast, effectively, adequately and in good quality; and also to have a long term of protection. It’s has been known well that both humoral and cellular immun responds are necessary to control infectious diseases. Some pathogenic bacteria have polysaccharide capsule and the main substance of their pathogenicity is that capsule. Under the light of this information, purified polysaccharide were used as vaccine; but due to the failure of conjugation to MHC-II, the immun respond were only induced by T-cell independent antigens (lack of formation of memory cells) leading to the impermanent protection of the vaccine. By the way of activation of T cells, these polysaccharides were conjugated with carrier proteins and a more immunogenic group called “glycoconjugate vaccines” was produced. Glycoconjugate vaccines have played an enormous role in preventing infectious diseases in high risk population, especially children and elderly, caused by virulent pathogens such as Haemophlius influenza, Streptococcus pneumoniae and Neisseria meningitidis. In this study to be presented, cellular and molecular mechanisms of activation of adaptive immune system by glycoconjugates are examined. This immune mechanism will provide a framework for production of new-generation vaccines not only against bacterial infections, but also for cancer and autoimmune diseases.
SÖZEL SUNUM: 4
28
ORAL PRESENTATIONS OVARIECTOMIZE YAŞLI FARELERDE OKSİDATİF STRES ÜZERİNDE CAPARI OVATA’NIN KORUYUCU ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI Hamide Betül Gün, Şeyma Savaş Süleyman Demirel Üniversitesi Danışman: Mustafa Naziroğlu Oksidatif vate, yaş ve menopoz da dahil olmak üzere çeşitli fizyolojik strese bağlı bozuklukların hücre hasarında rol almasıdır. Capparis vate (C.vate) Türkiye’de yaygın olarak yetişir ve bir antioksidan olarak özellik gösteren flavonoidleri içerir. Bu da ovarektomize ettiğimiz yaşlı fareler üzerinde tedavi seçeneği olabilir. Menopoz durumu model alınarak yaşlı ve ovarektemize edilmiş olan farelerdeki çalışmamızda capari ovatanın lipid peroksidasyon ve antioksidan seviyeleri üzerine etkisini araştırdık. Kırk adet yaşlı dişi fareyi (12 aylık) rastgele dört gruba ayırdık. Birinci grubu vategrubu olarak kullandık. İkinci gruba 28 gün boyunca(gavajla) capari vate vererek(100 mg / kg) capari grubu olarak adlandırdık, üçüncü grup ovarectemize edilen gruptu. Dördüncü grup ise overectemize ettiğimiz farelere 28 gün boyunca (gavajla) capari vate(100 mg / kg) verdiğimiz gruptu. Deneyin sonunda beyin, böbrek ve karaciğer lipit peroksidasyon düzeyleri, indirgenmiş glutatyon (GSH) düzeyleri ve GSH-Px aktiviteleri, vitamin A, C, E ve beta karoten düzeylerini ölçtük. Ovarektomize grubun beyin korteksi, böbrek ve karaciğer lipid peroksidasyon düzeylerini vate ve C. vate grubuna vat daha yüksek bulduk. Vitamin E konsantrasyonları beyin korteksinde karaçiğerde, -karoten konsantrasyonları karaciğerde capari vate uygulanan overactemize hayvanlarda artmasına rağmen sadece ovarektemize ettiğimiz hayvanlarda azalmıştır. Vitamin A, vitamin C, glutatyon peroksidaz ve indirgenmiş glutatyon değerleri beyin korteksi, karaciğer ve böbrekde dört grupta da overactamize ya da c. vate uygulaması yapılmasına rağmen istatiksel olarak bir değişiklik olmamıştır. Sonuç olarak, ovarectemize edilmiş farelerde oksidatif stresin artmış olduğu kanıtlanmış ve ovarectemize edilmiş yaşlı farelerde capari vate uygulamasının oksidatif vate üzerine koruyucu etkisi olduğu anlaşılmıştır.
PROTECTIVE EFFECTS OF CAPPARI OVATA ON OXIDATIVE STRESS IN OVARIECTOMIZED AGING MICE Oxidative stress is a critical way of damage in various physiological stress-induced disorders including age and menopause. Capparis vate (C. vate) grows widely in Turkey and it may useful treatment of ovariectomized and age animals because it contains flavonoids which demonstrated as an antioxidant. The study in overiectomized mice, as a model of menopausal status, of the effects of C. vate on lipid peroxidation and antioxidant levels in aged mice. Forty female aged mice (12 months old) were randomly divided into four groups. First group was used as control although second group was C. vate group (100 mg/kg) for 28 days via gavage). Third group was ovariectomized group. Oral (100 mg/kg) was given to ovariectomized-induced mice constituting the fourth groups for 28 days. Sucrose preference test was weekly used to identify depression-like phenotypes during the experiment. End of the experiment, brain cortex samples were taken all groups. The lipid peroxidation levels in the brain cortex, kidney and liver in ovariectomized group were higher than in control and C. vate group whereas they were decreased by C. vate administration. Vitamin E concentrations in brain cortex and liver, b-carotene concentration in liver were decreased by the ovariectomize exposure although they were increased in ovariectomized group by the C. vate administration. The vitamin A, vitamin C, glutathione peroxidase and glutathione values in the brain cortex, liver and kidney did not change in the four groups statistically by ovariectomize or C. vate treatment. In conclusion, the experimental ovariectomize is associated with elevated oxidative stress although treatment with the C. vate group has protective effects on the oxidative stress in the ovariectomized mice.
SÖZEL SUNUM: 5
29
SÖZEL SUNUMLAR MR GERÇEKTEN MASUM MU? Bekir Tok, Muhammed Hasar, Mustafa İnce, Kadir Çökelek Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Hüsamettin Erdamar MRI; temel olarak manyetik alanda belli bir frekansta salınım yapan atomlara gönderilen radyo dalgaları vasıtasıyla görüntü elde etme yöntemidir. MRI, bilimsel çevrelerce genel olarak radyasyon yaymadığı için zararsız olarak algılanmıştır. Biz bu çalışmayı yaparken “radyasyon yaymayan ama yoğun bir manyetik alan oluşturan bu cihaz gerçekten masum mu?” sorusunun üzerinde durduk ve bu soru üzerinden çeşitli incelemelerle vücudun manyetik alana nasıl tepki verdiğini anlamaya çalıştık. Bunun için çalışmamıza gönüllü olarak destek veren; yaşları 18-21 arasında, tamamen erkek, sağlıklı bireylerden oluşan homojen bir grup; saat 13.00-16.00 arasında farklı günlerde MR görüntüleme işlemi yapıldı. İşleme girmeden önce ve 15 dakikalık taramadan çıktıktan 15 dk. sonra (markerların ve kan değerlerinin değişmesi için gerekli zaman) kan alındı. Tüm çalışma bu “önce” ve “sonra” grup kanlar üzerinden yapıldı. Çalışmamızda deneklerimizden aldığımız kanlarda hematolojik parametreleri, oksidatif stresi gösteren bazı markerları ve akut faz reaktanları inceledik. Hematolojik değerlendirmede Önce ve sonra grup kanlar arasında karşılaştırma yapıldı. Oksidatif stresi gösteren markerları vücutta MR’a bağlı oksidatif stres oluşup oluşmadığını anlamak amacıyla inceledik. Bu kapsamda; Malondialdehid(oksidan), Süperoksit Dismutuaz(antioksidan), Myeloperoksidaz(antioksidan), Nitrit, Nitrat ve NOx 8-Hidroksi Deoksi Guanozin değerlerinin önce ve sonra grup kanlar üzerindeki değişimlerine baktık. Ayrıca MR’a bağlı olarak akut faz reaktanlarının değişip değişmediğini, değişiyorsa nasıl bir değişim ortaya çıktığını göstermek amacıyla numunelerimizde şu akut faz reaktanlarına baktık: CRP, IL-6, NF-KB ve CASPAS. Tüm bu çalışmalar sonucunda birçok anlamlı sonuca rastladık.
IS MRI REALLY INNOCENT? MRI is basically a imagine achieve method via magnetic fields. This waves are sent on atoms and achieve imagine from atoms that vibrates. Scientists says “MRI is harmless method” because it doesn’t spread radiation. We investigated if MRI, which does not spread radiation but constitutes dense magnetic field, is innocent. During our investigation, we want to understand how body react to dense magnetic field. So then we performed this investigations with nineteen people who are from 18 to 21 years old, all of them are male and healthy. We took that volunteers’ samples at fifteen minutes before from MRI and fifteen minutes after. Because we want to see effects of MRI to human body on blood samples. Volunteers had MRI scan at between 13.00 and 16.00 in the afternoons. All theese studies are worked between before group samples and after group samples. In our study, we analysed hematologic parameters, some markers which reflect oxidative stress and acute phase reactants in our samples which took from volunteers. We compared with before MRI samples and after MRI samples in our hematologic consideration. We studied to oxidative markers because we wanted to know has oxidative effect an impact on body connected with MRI. Within this scope, we investigated changes of malondialdehyde (oxydan), superoxide dismutase (antioxidant), Myeloperoxidase (antioxidant) Nitrit, nitrat ve Nox and 8-Hydroxy-deoxy-guanosin in before and after samples of MRI. Also we studied acute phase reactants. We investigated changes of these values during MRI. We investigated these markers: CRP, IL-6, NF-KB, CASPAS. After all studies, we received a lot of significantly conclusions. We are looking forward to explain theese conclusions in congress.
30
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 6
EXPERIMENTAL RESEARCHES ON THE EFFECTS OF NMDA RECEPTOR ANTAGONIST CPP POTENT AND SELECTIVE IN SOMATIC AND VISCERAL NOCICEPTION Ababii Rares-Costinel, Pantea Ioana-Alexandra University of Medicine and Pharmacy ’’Gr T. Popa’’, Iasi, Romania Department of Pharmacology, Toxicology and Algesiology Scientific coordinator: Liliana Tartau Aim: Experimental researches on the effects of CPP potent and selective, in somatic and visceral pain models. CPP, 3-((+)-2- carboxypiperazin-4-yl) -propyl-1-phosphonate is a competitive antagonist of the N-Methyl-D-Aspartate receptor, one of the subtypes of glutamate, involved in nociceptive signaling and central sensitization in conditions of chronic pain. Material and method: The experiment was carried out, with white mice (20-25g), divided into 4 groups of 7 animals each, treated intraperitoneally with the same volume of solution, as follows: Group I: distilled water 0,1ml (DW); Group II (CPP 0,3): CPP 0,3 mg/kbw; Group III (CPP 0,7):CPP 0,7mg/kbw; Group IV (IMC): indomethacine 30mg/kbw; Tail flick was used to asses CPP induced somatic antinociception. The model of visceral pain consists of inflammatory cystitis after intraperitoneal injection of cyclophosphamide (200 mg). Data were statistically analyzed using SPSS Program, version13.00 for Windows. Experimental protocol was implemented according to recommendations of the Gr.T. Popa University Committee for Research and Ethical Issues. Results and conclusions: Intraperitoneal administration of NMDA receptor antagonist CPP (0,7mg/kbw) resulted in antinociceptive effects in tail flick test. In cyclophosphamide-induced vesical pain model, CPP exhibited analgesic effects, but less intense than the standard nonsteroidal anti-inflammatory indomethacin.
31
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 7
HİPEREMEZİS GRAVİDARUMLU HASTALARDA GRELİN SEVİYELERİ Aybüke Yanık, Fatmanur Acabay, Selma Yıldırım, Merve Güler Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Hüsamettin Erdamar Hiperemezis gravidarum(HG); “hamilelikte aşırı kusma” manasına gelir (aşırı= hiper, kusmak= emezis, hamile= gravida). HG, hamilelikle bağlantılı sürekli ve aşırı bulantı ve/veya yeteri kadar yiyecek ve sıvı alımını engelleyen kusma ile seyreden ciddi sabah bulantılarına denir ve hamile kadınların %0,3 - 2,0 arasında görülür. HG’nin sebebi bilinmemektedir. En yaygın teorilere göre bu hastalık hamilelikteki hormonal değişikliklere gösterilen olumsuz bir reaksiyondur. Grelin, ağırlıklı olarak midenin fundusunda sıralanan P/D1 hücrelerinden ve pankreasın epsilon hücrelerinden salgılanan ve açlığı uyaran, 28 aminoasitten meydana gelen peptit yapılı bir hormondur. Plazma grelin seviyeleri öğünlerden önce artış, öğünlerden sonra ise azalma gösterir. Grelin hormonunun, yağ dokudan salgılanan ve yüksek seviyelerinin tokluk hissine neden olduğu bilinen leptin hormonuyla karşıt olarak çalıştığı düşünülmektedir. Yaptığımız literatür taramalarına göre bildiğimiz kadarı ile: HG’li hastalarda grelin seviyesi araştırılmamıştır. Bunda dolayı, bu çalışmamızda HG’lı hastalarda grelin seviyelerini belirleyip kontrol grubu ile karşılaştırmayı ve grelin seviyeleri ile oksidatif stres belirteçleri arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını araştırmayı amaçladık. HG tanısı konmuş 37 hasta (29±5.61) ile 31 adet sağlıklı gebe (31±6.36), çalışmamıza katılmıştır. Tüm hastalarımızdan 12 saatlik açlık sonrası, venöz kan numunesi ve idrar numunesi alınmıştır. Serum grelin seviyeleri ELISA ile oksidatif stres belirteçleri ise spektrofotometrik yöntemlerle ölçülmüştür. Elde edilen sonuçlara göre HG’li hastalarda; kontrol grubuna kıyasla grelin seviyeleri anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p=0.007). Kontrol grubu ile hasta grubunun oksidatif stres belirteçleri kıyaslandığında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0.05).
THE LEVELS OF GHRELIN IN PATIENT WITH HIPEREMESIS GRAVIDARUM Hyperemesis gravidarum is from the Greek hyper-, meaning excessive, and emesis, meaning vomiting, as well as the Latin gravida, meaning pregnant. Therefore, hyperemesis gravidarum means “excessive vomiting in pregnancy.”
Hyperemesis gravidarum (HG) is a severe form of morning sickness, with “unrelenting, excessive pregnancy-related nausea and/or vomiting that prevents adequate intake of food and fluids.” Hyperemesis is considered a rare complication of pregnancy but, because nausea and vomiting during pregnancy exist on a continuum, there is often not a good diagnosis between common morning sickness and hyperemesis. the percentage of pregnant women afflicted range from 0.3% to 2.0%. The cause of HG is unknown. The leading theories state that it is an adverse reaction to the hormonal changes of pregnancy. Ghrelin is a 28 amino acid peptide and hormone that is produced mainly by P/D1 cells lining the fundus of the human stomach and epsilon cells of the pancreas that stimulates hunger. Ghrelin levels increase before meals and decrease after meals. It is considered the counterpart of the hormone leptin, produced by adipose tissue, which induces satiation when present at higher levels. In the literature, there is not a study in which the levels of grelin measured in patients with HG; thus, the subject of this study is determined. It is aimed in this study that the level of oxidative stress in patients with HG, too. The levels of Ghrelin are measured with ELISA, and oxidative stres is measured with spectrofotometre. According to the results; the level of ghrelin is significant low in patient with HG than the control group. But the level of oxidative stress is not significant.
32
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 8
KANAMAMIŞ SEREBRAL ANEVRİZMALI HASTALARDA ENDOVASKÜLER YOLLA TEDAVİ SONRASI POSTOPERATİF HOSPİTALİZASYON SÜRESİ VE HASTA MEMNUNİYETİNİN ARAŞTIRILMASI Fatih Ileri, Safa Özçelik Hacettepe University, Faculty Of Medicine Consultant: Işıl Saatci Thanks to Dr.Gamze Türk and Dr.Ayşegül Türkoğlu for their contributions.
İntrakraniyal anevrizmaların en korkulan komplikasyonu ruptür ve buna bağlı hematomdur; bu nedenle tedavi edilmeleri gerekir. Tedavisi açık cerrahi veya kapalı yöntem denilen endovasküler (damar içi) tekniklerle yapılabilir. Endovasküler yöntemler stent (tek/çift) ve koil, balon ve koil, pipeline gibi tekniklerle çeşitlilik göstermektedir. Çalışmamızda kanamamış anevrizmalı hastaların endovasküler yöntemlerle tedavisinde postoperatif (operasyon sonrası) hospitalizasyon sürelerinin ve hasta memnuniyetinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Radyoloji Ana Bilim Dalı Nörovasküler Girişimsel Radyoloji biriminde tedavisi gerçekleştirilen kanamamış serebral anevrizmalı son 100 hasta çalışmamıza konu edilmiştir. Hastane kayıtları geriye dönük olarak incelendiği için araştırmamız retrospektif bir çalışmadır. Hastaların postoperatif hospitalizasyon sürelerinin araştırıldığı çalışmamızda, hematoma bağlı komplikasyonların tedaviye bağlı yatış süresini etkilememesi için kanamamış anevrizmalı hastalar çalışmaya alınmıştır. Hastane kayıtlarından alınan bilgilerle, hastaların demografik bilgileri (yaş, cinsiyet), tedavi edilen anevrizmaların özellikleri (sayısı, yeri, boyutu) ve tedaviye ilişkin veriler (tedavi yöntemi, tedavi başarısı, tedaviye ait problemler, tedaviye bağlı kullanılması gereken ilaçlar) ortaya konmuştur. Hastaların endovasküler tedavi sonrasındaki memnuniyetini ölçmeye yönelik hastalarla birebir görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmelerde her hasta için aynı olmak üzere önceden belirlenen sorular tedavisi gerçekleştirilen hastalara yöneltilmiştir. Sorular doğrudan hasta memnuniyetini sorgulamanın yanında, hastanın evdeki istirahat süresini, ağrıların varlığını ve şiddetini, tedaviye bağlı şikayetlerini vb. araştıran dolaylı soruları da içermektedir. Sonuç olarak; tedavisi gerçekleştirilen hastaların postoperatif hospitalizasyon süreleri, tespit edilen demografik bilgileri ve tedavi edilen anevrizma özellikleri dikkate alınarak kapsamlı bir şekilde değerlendirilmiştir. Çalışmamız endovasküler tekniklerin postoperatif hospitalizasyon süresi bakımından avantajını açıkça ortaya koymaktadır. Hastalarla yapılan görüşmeler neticesinde hastanın kısa sürede normal hayatına dönebildiği ve tedaviden yüksek oranda memnun kaldığı gözlemlenmiştir.
THE RESEARCH OF POSTOPERATIVE HOSPITALIZATION TIME AND PATIENT GRATIFICATION FOR ENDOVASCULAR TREATMENT OF CEREBRAL ANEURYSMS WITHOUT BLEEDING The worst complications of intracranial aneurysms are rupture and accordingly hematoma. Thus it should be treated. They can be treated by open surgery or endovascular techniques. Endovascular techniques are variable such as coil, stent (one/two) and coil, balloon and coil, pipeline. Our purpose is interpreting of postoperative hospitalization time and patient gratification for endovascular treatment of intracranial aneurysms without bleeding. The last 100 patients with intracranial aneurysyms without bleeding that was treated in Hacettepe University HospitalsRadiology Department-Interventional Neurovascular Radiology are included in our research which is a retrospective study. The patients without bleeding are incorporated in our study because we research the postoperative hospitalization time due to endovascular treatment, not the effect of complications of hematomas on hospitalization time. The demographic informations of patients (age, sex), the characteristics of aneurysms that was treated (number, location, size) and datas about the endovascular treatment (technique, success, problems about treatment, medications about treatment) are researched from hospital records. One to one meetings are carried out to measure the patient gratification about endovascular treatment. On these meetings some questions which are the same for each patient were asked to patient were treated. Some of these questions measure the patient gratification directly and some others measure indirectly such as asking rest time at home, pains, complaints related to treatment. In conclusion, patients’ durations of postoperative hospitalization were widely evaluated as taking the demoghraphic characteristics and features of aneurysms into consideration. Our research shows that endovascular techniques have great advantages by postoperative hospitalization time. As a result of one to one meetings, it was observed that the patients who were treated by endovascular techniques are highly pleased with the treatment, since they can turn to their normal lives in a short time.
33
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 9
PERİTONEAL MEZOTELYOMA Gülcan Uludağ Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Malign peritoneal mezotelyoma karın boşluğunu çevreleyen peritonun nadir görülen kanserlerinden birisidir. Peritoneal mezotelyoma, tüm mezotelyoma vakalarının her yıl yaklaşık %20 ‘sini oluşturur. Sanayide ve ısı yalıtımında kullanılan asbeste maruziyet sonucu oluştuğu bilinmektedir. Semptomları karın ağrısı ve şişlik, barsak alışkanlıklarında değişiklik, gece terlemesi ve ateş, açıklanamayan kilo kaybı, bulantı ve kusma, yorgunluk, anemidir. Hastalığın tedaviside cerrahiye ek olarak intraperitoneal kemoterapi uygulanır. Bu yöntemde kemoteropatik ajanlar cerrahi sonrası periton içine direkt enjekte edilir.
PERITONEAL MESOTHELIOMA Malignant peritoneal mesothelioma is a rare type of cancer that occurs in the thin cell walls which surround the abdominal cavity, known as the peritoneum. Peritoneal mesothelioma is the second rarest form of the disease and accounts for approximately 20% of all mesothelioma cases each year. Peritoneal mesothelioma is known only to be caused by expasure to asbestos, a microscopic natural fiber that was used heavily in industry. Symptoms are abdominal pain or swelling, changes in bowel habits, night sweats or fever, unexplained weight loss, nausea or vomiting, fatigue, anemia. Common treatments used for patients with mesothelioma include surgery, chemotherapy and radiation. Some peritoneal mesothelioma patients may opt for intraperitoneal chemotherapy, where medications are injected directly into the peritoneum immadiately following surgery.
34
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 10
SİGARA BAĞIMLILARINDA SAĞLIK SORUNLARI F.Büşra Öztürk, Büşra Çimen, Esra Çetin Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Tijen Şengezer Sigara içme ya da tütün kullanma dünyanın ve Türkiye’nin en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir. Sigara dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önlenebilir hastalıkların ve ölümlerin baş nedenidir. Sigara tüketimi gelişmiş ülkelerde azalırken gelişmekte olan ülkelerde artmaya devam etmektedir. Türkiye de bu ülkelerden bir tanesi olup Avrupa’da sigara kullanımında 2.sırada yer almaktadır. Bunun sonucunda ülkemizde halen sigaraya bağlı ölümlerin, trafik kazasına bağlı ölümlerden yaklaşık olarak 10 kat daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. İnsanların yaşamları boyunca karşılaştıkları çeşitli olumlu ve olumsuz nedenlerle başlayan sigara içme davranışı önce alışkanlığa, sonra bağımlılığa dönüşür. Çünkü sigara yüksek oranda nikotin içeren bir tüketim aracı olup eroin ve kokain kadar şiddetli bağımlılık yapma potansiyeline sahiptir ve bu süreçte bireyin hem psikolojisi, hem de fizyolojisi etkilenir. Bağımlılığın nedenlerine bakıldığında karşımıza gösteriş, büyük görünme isteği, arkadaşların ısrarına hayır diyememe, eğlence aracı olması, kendine güven sağlama gibi nedenler çıkmaktadır. Kişi sonrasında, sigaranın zararlarını çok iyi bilmesine rağmen nikotin ve çeşitli psikolojik etkiler nedeniyle sigaraya daha da bağımlı hale gelir. Sigarayı bırakma aşamasına bakıldığında ise yapılan incelemelerde gelen hastalarını bırakma nedenlerinin sigaraya bağlı sağlık sorunlarının ortaya çıkmasıdır. Sağlık problemi olmayan bağımlıların ise genellikle sigarayı bırakmayı düşünmedikleri bilinmektedir. Bu çalışmada AMATEM Sigara Bırakma Polikliniğine başvuran hastaların verilerinden yararlanılmıştır. Yaptığımız çalışmada amacımız; sigara bağımlısı olan kişilerin sigaraya başlama ve sigarayı bırakma nedenlerini araştırmak ve sigara kullanımından dolayı oluşan ruhsal ve fiziksel sağlık sorunlarını incelemektir. Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ) bağımlılığı, ‘düzenli olarak günde bir sigara içme’ olarak tanımlamıştır.
HEALTH PROBLEMS IN SMOKERS Cigarette smoking is one of the most important health problem in the World and Turkey. In developed and developing countries cigarette is a principal reason of diseases and deaths that can be avoided. In developed countries while consumption of cigarette is decreasing, in developing countries this increase of consumption continues. Unfortunately Turkey is also one of this countries and in Europe about cigarette consumption our country takes the second place. Therefore in our country deaths depend on cigarette ten times higher than deaths depend on traffic accident. In whole of life people face with many negative and positive situations. This situations can be cause of the inception of smoking. After just one experiment of smoking, that can turns to behaviour, behaviour turns to addiction. Because cigarette is an consumption appliance that includes a high rate of nicotine; that has a high potential to make people an addictive as eroin and cochaine. In this addiction prosess, people are effected psychologically and physyologically. When we look causes of addiction there is vanity, to want to look an adult, friend’s bad effects, to seem like enjoyable, to feel confidence. After that; despite people know the lethal consequences of smoking they get more addictive to it by nicotine’s side effects and other psychological factors. If we look at the part of quitting smoking; investigations show that patients want to quit smoking because of their health problems. If these people haven’t any health problem they don’t want to quit smoking. In this study AMATEM Cigarette Quiting Clinic’s patients’ documents are used. Our aim is, investigate patients reasons’ why they started to smoking and why they want to quit and learn about their psychological and physyological health situation while they were smoking.
35
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 11
NARGİLENİN ZARARLARI Ahmet Bedir, Osman Karakuş Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Türkiye’de tütünün nargile şeklinde tüketimi, özellikle gençler arasında son zamanlarda çok yaygınlaşmıştır. Hâlbuki nargile insanlarda bağımlılık yapıcı etkiye sahiptir ve sağlık açısından zararlıdır. Biz bu çalışmamızda nargile ve tütün tarihini, nargile içmeye başlama yaşının, nargile içimi konusundaki bazı bilgi, tutum ve davranışlar, nargile içme nedenleri araştırılmıştır. Türklerin tütünle ilk karşılaşması, İngiliz gemicilerin 1601 yılında İstanbul’a tütünü getirmeleriyle olmuştur. Tütünle kanser arasındaki ilişkiyse ilk kez 1761’da düşünülmüş, 1828 yılında ise tütündeki etken maddenin nikotin olduğu bulunmuştur. Tütün kullanımı akciğer ve larinks kanseri gibi bazı kanser türleri ve bir takım hastalıklara bağlı ölümlerin oranını artırmaktadır. Tütünün sigara, enfiye, puro, pipo, çiğneme ve nargile şeklinde kullanım alanları bulunmaktadır. Nargile sözcüğünün kökeni, Farsça’da hindistancevizi anlamına gelen nargil sözcüğüdür. Nargile dumanında temelde 3 madde bulunur: nikotin, katran ve ağır metaller (arsenik, krom, kurşun vb). Shihadeh tarafından yapılan çalışmaya göre, nargile içimiyle 30 saniye aralıklarla 3 saniye uzunluğunda çekilen 100 nefes alımı şeklindeki standart içme protokolünde 2.25 mg nikotin, 242 mg katran ve tek bir sigara içimine kıyasla çok daha yüksek miktarda arsenik, krom ve kurşun bulunmaktadır. Günümüzde, sigaranın insan sağlığına olumsuz etkileri çok iyi bilinmektedir. Nargile ise, temelde tütün kullanımına dayansa dahi, sigaradan farklı termal ve fiziksel özelliklere sahiptir. Bu nedenle, özel olarak nargile içimini irdelemeyi hedefleyen çalışmalara gereksinim vardır. Fakat bugüne kadar, nargile dumanının sağlık üzerine olan etkilerini ortaya koymaya yönelik sınırlı sayıda çalışma yapılmıştır. Nargilenin, özellikle küçük hava yolları üzerine olan olumsuz etkileri ve düzenli kullanımda oksidatif stresi artırıcı etkileri bilinmektedir. Nargile kullanımının olası sağlık sorunlarından bir diğeri de, infeksiyöz hastalıkların bulaşma riskidir. Bu alanda yapılmış bir çalışmada, tüberkülozun bulaşabileceği gösterilmiştir. Ayrıca, tek bir nargile kullanımından sonra tükürük, idrar ve plazmada kotinin düzeyinin ciddi seviyelere ulaştığı ve bu anlamda inanılanın aksine nargile kullanımının masum olmadığı ispatlanmıştır. Başka bir çalışmada da, nargile kullanımı ile oral kanserler arasında bağlantı olabileceği ortaya konmuştur.
THE DAMAGES OF SHISHA In Turkey, the consumption of tobacco in the form of shisha has become prevalent recently, especially among youngsters. However, shisha has an addiction property and harmful to human beings. We made research on: the history of tobacco and shisha, Time to start drinking shisha, some basic concepts on shisha and its charecteristics and Reasons for using shisha. The turkish people were introduced to tobacco in 1601 after the English sailors brought tobacco to istanbul. The idea of the relationship between tobaccos and cancer was put forward in 1761.The active substance in tobacco which is nicotine was understood in 1828. Tobacco is the cause of various cancers like lung and larynx cancers. It ilso increases the mortality rate of many different diseases. Tobacco is used in differnt forms: cigarette, Snuff, Weed, tobacco pipe, mastication and shisha. The word shisha was derived from persian word ‘ nargil’ which means ‘’ coconut”. Shisha smoke consists of three substances: nicotine, tar and heavy metals like arsenic, Chromium, lead etc. According to a research made by shihadeh, drinking shisha in 3 seconds long and repeating it with 30 seconds interval for 100 times(100 time inspiration) gives 2.25mg nicotine, 242mg tar. Compared to using a single cigarette, shisha consists of a high amount of arsenic, cromium and lead. Nowadays, the negetive side effects of cigarettes are well known. Even if shisha is also basically a form of tobacco, it differs from cigarette in its thermal and physical properties. Therefore, it is important to develop special strategies on studying about shisha. until now only a limited researches have been made on the negative side effects of shisha on human health. The many negative side effects of shisha are well known today. for instance, its harmful effects on our small Respiratory tracts, it increases stress if used often. Apart from the the main health problems, it is also the risk factor for the transmission of infectious diseases. In a research made on this area, it is thought to increase the probability of tuberclosis transmission. Moreover, after a single use of shisha there increases the saliva, urine and plasma kotin level and this shows us the effects of shisha on our normal functioning body. And also in another research, it was estimated that there is aclose relationship between shisha and oral cancer.
36
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 12
TOLÜENİN TOKSİK ETKİLERİ VE BU ETKİLERDEN KORUNMA YOLLARININ İNCELENMESİ Betül Doğan, Kübra Nur Hüyüklü, Ufuk Taş Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat Amaç: Bu çalışmanın amacı maruziyeti oldukça sık görülen, bağımlılığı dünyada ve ülkemizde oldukça fazla olan tolüenin toksik etkilerini anlatmak, tolüen bağımlılığının ve yüksek miktarlarda maruziyetin azaltılmasında ve tedavisinde nelerin yapılabileceği hakkında bilgi vermektir. Giriş: Tolüen özellikle boya ve kozmetik sanayiinde yaygın olarak kullanılan, hoş kokulu, uçucu bir sıvı hidrokarbondur. Başlıca solunum, sindirim ve deri yoluyla vücuda alınabilir ve iyi kanlanan dokularda daha fazla birikir. Solunum ya da sindirim yolu ile tolüen aldıktan sonra ölen kişilerin karaciğer, beyin ve akciğer gibi hayati organlarında yüksek oranda tolüene rastlanılmıştır. Tartışma: Tolüenin öfori etkisinden dolayı bağımlılığına toplumda sık rastlanılmaktadır. Uçucu maddeler arasında bağımlılık yapma oranlarına bakıldığında %90 gibi büyük bir oranla tolüenin birinci sırada olduğu görülmektedir. Ucuz ve kolay bulunabilir olduğundan dolayı bağımlıların tercihi sıklıkla tutkal ve tinerdir. Özellikle boyacılar, ayakkabı işçileri ve matbaa işçilerinde mesleki maruziyet sık görülmektedir. Akut maruziyetinde baş ağrısından koma ve ölüme kadar birçok klinik tablo görülebilir. Kronik maruziyette ise beyin, böbrek, akciğer ve karaciğer gibi hayati organlarda hasara yol açabilir. Sonuç: Öncelikle toplumun sağlığının korunabilmesi için Avrupa’da ve Amerika gibi ülkelerde; Amerikan Çevre Koruma Örgütü (EPA), Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği ajansı (OPA) gibi kuruluşların koyduğu tolüen standartlarının Türkiye’de de etkili bir şekilde uygulanabilirliği gözden geçirilmeli. Tolüen kullanılan yerlerde işyerleri sık denetlenmeli ve çalışan kişilerin düzenli sağlık kontrolünden geçmeleri sağlanmalı. Kötüye kullanımın azaltılabilmesi için tutkal, tiner gibi maddelerde tolüen yerine bağımlılık yapıcı etkisi olmayan başka çözücülerin kullanılması teşvik edilmeli ve bununla ilgili araştırmaların önü açılmalı. Yine bağımlıların tolüene kolay ulaşabilmelerinin engellenmesi adına tolüen içeren maddelerin satışına sınır getirilmeli. Tedavisinde sıvı ve oksijen tedavisine ilave olarak son zamanlarda melatonin, timokinon ve kuersetin gibi antioksidanların kullanımı ön plana çıkmaktadır. Bu yönü ile koruyucu tedavi ile birlikte alternatif ve etkili tedavilerine yönelik çalışmaların desteklenmesine önem verilmelidir.
TOXIC EFFECTS OF TOLUEN AND STUDYING THE PROTECTION METHODS Aim: The aim of this study is to explain toxic effects of toluen to which people are exposed often and of which the addiction is highly common in Turkey and other countries. This study also aims to provide information on what measures can be taken to reduce toluen addiction and the level of exposure besides what can be done in its treatment. Introduction: Toluen, which is widely used especially in paint and cosmetics industries, is a volatile liquid hydrocarbon with a nice odour. Its intake into body can be mainly through respiration, digestion, or skin penetration and it builds up more in the blood – rich tissues. High levels of toluen have been detected in the vital organs, such as the liver, brain, and lungs of the people who died after taking toluen through respiration or digestion. Discussion: Toluen addiction is very common because of its euphoria effect. When rates of addiction to volatile substances are examined, toluen’s 90 % makes it the leading substance with a large margin. Glue and thinner are the substances that addicts frequently prefer because they are cheap and easily available. Because of their professions, painters, shoe makers, and printing house workers are exposed to toluen. When exposed to toluen acutely, many clinical cases from headaches to coma or even to death can be observed while there can be damage in vital organs such as the brain, kidneys, lungs and liver when the exposure is chronic. Conclusion: In order to maintain public health, toluen standards which are determined in the USA and Europe by organizations such as US Enviromental Protection Agency (US EPA) and European Agency for Safety and Health at Work (EU OSHA) should be examined for applicability in an effective way in Turkey. Workplaces where toluen is used should be inspected often and workers should be provided with regular health check up. In order to decrease abuse, in substances such as glue, thinner, etc. instead of toluen the use of other solvents that are not addictive should be encouraged and research studies on this subject should be supported. The sale of substances with toluen should be limited to prevent addicts from obtaining it easily. In its treatment, in addition to liquid and oxygen treatment, the use of antioxidants, such as melatonin, thymoquinone, and quercetin has taken precedence over others recently. In this respect, studies on alternative and effective treatments along with preventive treatments should be supported.
37
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 13
ÖNUYARAN ARACILI İNHİBİSYON; PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARA FARKLI VE GÜNCEL BİR BAKIŞ Enes Efendioğlu Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlıklı ve düzgün çalışan bir beyinde uyaranların süzülmesi ve anlamlı bir cevap gerektirenlerin belirlenmesi filtre fonksiyonu olarak isimlendirilmektedir. Bir organizmanın bir uyarana verdiği irkilme yanıtının bu uyaran bir önuyaran ardından geldiğinde inhibe edilmesine Önuyaran Aracılı İnhibisyon(ÖUAİ) denmektedir. Bu bir beynin duyusalmotor süzme yeteneğinin bir ölçüsü olarak kabul edilmektedir ve yapılan çalışmalarda, şizofreni, obsesif kompulsif bozukluk, bipolar bozukluk gibi nörokimyasal temelli bazı psikiyatrik bozukluklarda bu mekanizmanın bozulduğu gösterilmiştir. Bu hastalığa sahip bireylerde aynı populasyondaki sağlıklı bireylerden elde edilen ortalama inhibisyon değerleri ile uyuşmayan farklı inhibisyon seviyeleri gözlenmiştir. Bundan dolayı bu hastalıklarda araştırmacılar, farklı kimyasallar ile ÖUAİ seviyesini düzeltmeye çalışmakta ve yeni potansiyel antipsikotiklerin etki seviyelerini de bu mekanizma üzerinden test etmektedirler. ÖUAİ ile ilgili çok önemli bir nokta bu mekanizmanın hem farelerde hem insanlarda denenebilir ve uygulanabilir olmasıdır. Buna ilave olarak, ÖUAİ’daki bir diğer ilgi çekici nokta, deneylere başlamadan önce yapılan ön sınıflamalarda farelerin anlamlı derecede farklı inhibisyon seviyelerine göre üç gruba ayrılabildiği gösterilmiştir. Bu, ÖUAİ değerlerinde genlerden ve doğuştan gelen anlamlı farklılıklar bulunduğunu göstermektedir ve araştırıcılar tarafından, bazı bireylerde yukarıda bahsedilen psikiyatrik bozukluklara doğuştan yatkınlık olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Sonuç olarak, ÖUAİ nöropsikiyatrik bozuklukların tedavisi ve yeni medikasyonlar için geleceğe yönelik olarak umut veren, günümüzde nöropsikiyatri alanında uluslar arası alanda çok rağbet gören yeni bir metodolojidir.
PREPULSE INHIBITION; A DIFFERENT AND CONTEMPORARY VIEW TO PSYCHIATRIC DISEASES In a healthy and regularly working brain the ability to filter the stimuli and understand the ones which requires a meaningfull response from this organism, is termed filtering mechanism. Spesifically, the ability of an individual to reduce the startle reflex, which is given to a stimulus-pulse-, when it is preceeded by a weaker stimulus-prepulse- is known as Prepulse Inhibition (PPI). This is a measurement of ability of an organism to sensorymotor gating mechanism on the brain. It has recently found that this mechanism is impaired in some psychiatrich diseases which have neurochemical background, like schizophrenia, bipolar disorder and obsessive compulsive disorder. In these patients there are different levels of inhibitions which do not completely comply with the avarege values gained from other individuals in the same population. Therefore, in these diseases, clinicians try to better and set in order the PPI with different antipsychiotics and run some tests to see the efficiancy level of different antipsychiotics as well. A really usefull and important point in PPI is that, it is appliable both in human and rats. With the concept of PPI, there is another really basic but worthwhile point. In order to proceed to the main experiment, rats have been able to classified into three different groups according to their baseline PPI values. That means, there is a natal differency in PPI values which are caused from genes and genetic background, which can be understood as in some individuals there is a tendency to these neuropsychiatric diseases which were exampled above. All in all, PPI is a new method which is future promising for new kind of treatments and potencial medicals of neuropsychiatric diseases.
38
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 14
BEKLENTİLERİN GÜCÜ VE PLASEBO ETKİSİ Sümeyye Balkan, Büşra Rüzgar, Tuba Işık Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Diyarbakır Bu çalışanın amacı plasebonun geçmişten bugüne tıbbi tedavideki yerini ve gelecekte özellikle idiyopatik hastalıkların tedavisinde alabileceği rolü dile getirmektir. Latince bir kelime olan ‘plasebo’, “hoşnut edeceğim” anlamına gelir; ilaç ya da deva niyetine alınan bir şeyin öznel olarak olumlu etkisini ima eder. (Gotzsche 1994).Bu yöntem özellikle ikinci dünya savaşı sırasında yaralı askerlerin tedavisi için kullanılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında morfin bittiğinde doktorlar hastalarına morfin yaptıklarını söyleyerek tuzlu su iğnesi yaptılar ve sonuçta morfin aldığını düşünen hastaların acıları kısa süre içinde azaldı. Şaşırtıcı olan, hastalar ilaç aldıklarını düşündüklerinde kendilerini gerçekten daha iyi hissetmeye başlıyorlar ve aldıkları gerçek ilaç olmadığı halde iyileşebiliyorlar. Adelphi Üniversitesi Gelişmiş Psikolojik Çalışmalar Enstitüsü Dekanı Jacques P. Barber, hastalarına bu konuda klinik bir deney yaptı. Bu deneyde denekleri “antidepresan alanlar”, “psikoterapi görenler” ve “plasebo alanlar” olarak üç gruba ayıran araştırmacı, 16 hafta süren çalışmanın ardından ilk 2 grup ile plasebo aldığından habersiz olan 3. gruptaki hastalar arasında belirgin bir fark görülmediğini saptadı. Barber deneklerin plasebo almasının “tedavi görmemek ile aynı şey olmadığını” belirtiyor. Bugün Astım, zona, ülser tedavisinde plasebo etkisinin %66 gibi yüksek düzeylerde olduğu gösterilmiştir. Ama bu etki diğer hastalıklarda bu düzeylere varmayabilir. Plasebo etkisinin cerrahi rahatsızlıklarda da ortaya çıktığı saptanmıştır. 1959 yılında meme içi atardamar bağlanmasının koroner hastalığı tedavi ettiğine inanılıyordu, ama araştırmalar, yalnızca deri kesisiyle %56, sonradan hatalı olduğu ortaya çıkan bu yöntemle ise %63 oranında anginanın tedavi edilebildiğini göstermiştir. Koroner bypass operasyonlarında da plasebo etkisinin büyük rolü olduğu söylenmektedir, çünkü ameliyatta dikilen damarlar tutmamış olsa bile bazı vakalarda iyileşme görülmektedir.Bütün bu gelişmelere rağmen bir toplumbilimci olan Forrester (1997), , plasebo etkisinin olabilmesi için hastanın kendisine yapılanlardan habersiz olması gerektiğinden yola çıkarak bu durumun “hile” “aldatma” ve “yalan”la bağlantılı olduğunu belirtir ve “hastanın aldatılmasını zorunlu kılan herhangi bir tıbbi tedavi biçimi haklı olabilir mi? sorusunu gündeme getirmektedir. Plasebo günümüzde başta ağrı tedavisi olmak üzere hastayı rahatsız eden pek çok semptomun giderilmesinde başvurulan bir tedavi yöntemidir.
THE POWER OF EXPECTATİONS AND THE PLACEBO EFFECT The aim of the present study was to explain to the role of placebo in medical treatment from past to present especially the relation to the treatment of idiopathic disases in future. The placebo, originated from latin, means ‘I will make happy’ and implies a positive effect of a drug or cure (Gotzsche 1994). Especially, this method had been used to the treatment of wounded soldiers during the second world war. When the morphine ended during the second world war, the doctors injected saline to their patients with saying morphine injected. Consequently, the pain of the patients, thinking received morphine, diminished in a short time. Surprisingly, when the patients think receiving to the drugs, they really start to feel beter and can heal even though they don’t receive real drug. Jacques P Barber, who was dean of the institute of development psychological studies at Adelphi university, performed a clinical study with their patients. In this experiment, the subjects were divided into three groups those who was received antidepressant, applied psychotherapy and placebo. The author determined no significant differences between second group and placebo after 16 weeks. Barber reported that the placebo application is not the same thing with the lack of treatment. Today, it was shown that the placebo effect was high levels (66 %) in treatment of asthma, shingles and ulcers. However, this affect may not seen to same levels for other diseases. It was also determined placebo effect in surgical problems. It was believed that the binding of internal mammary artery can cause treatment of coronary disease at 1959. However, the studies showed that the treatment of angina might be performed only by skin incision (56 %) and by this method (63 %), found to be incorrect later. It was also suggested that there was an important role of placebo in coroner bypass operations. Because in some cases, healing is observed even if there is some problems about veins (Vlades1979). Despite all these developments, Forrester (1997), who is a sociologist, suggested that placebo effect can observe if the patients don’t know the procedure. He also explain, this situation depend on lying, cheating and deception. He suggested that any treatment method, which requires deceived of the patient, should be questioned. The placebo, which used especially in treatment of pain and treatment of many symptoms, is a treatment method in nowadays.
39
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 15
PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARIN TEDAVİSİNDE PSİKOTERAPİNİN ÖNEMİ Rojda Kotan Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzurum Terapi kuşkusuz psikiyatrik bozuklukların tedavisinde büyük öneme sahiptir. Hasta-hekim arası terapötik iletişim; ilk aşamada düşünülen psikiyatrik bozukluk tanısını doğrulama açısından öneme sahip olmasının yanı sıra, kişinin gündelik hayattaki problemleri çözümleme, iletişim kurma, duygu aktarımı ve insanlar arası etkileşimi hakkında doğrudan bilgi verir. Edinilen bu bilgi patolojilerin saptanması ve giderilmesi açısından iyi bir terapistin elinde güçlü bir silaha dönüşecektir. DSM 4’ten önceki DSM Tanı sistemlerinde ‘Nevroz’ olarak adlandırılan hastalıkların tanı ve tedavisinde çok etkin olan psikoterapi uygulamaları, yakın geçmişte henüz anti psikotik ilaçlar kullanılmaya başlamadan önce psikotik hastalıkların tedavi çalışmalarında da büyük paya sahipti. Ne yazık ki terapinin pek çok avantajına rağmen günümüzde, maddi imkanlar ve zamanın kısıtlı olması sonucunda hekimlerin hemen hepsi psikofarmakolojiye ağırlık vermektedir. Terapi Tıp Doktorlarının farmakolojiyle koordineli yürütmesi gereken önemli bir tedavi yöntemiyken yalnızca psikologlara devredilmekte yahut tedaviye dahil edilmemekte, edilse dahi yüzeysel kalmaktadır. Bu durumun neticesinde psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlara bağımlılık gelişmekte, psikiyatrik hastalıkların etiyolojik faktörleri araştırılıp ortadan kaldırılamadığından tekrarlamalar ve kronikleşmeler görülmekte; terapi olmaksızın yapılan tedavi küratif olmaktan ziyade sadece semptomları maskelemektedir.
THE IMPORTANCE OF PSYCHOTHERAPY IN TREATMENT OF PSYCHIATRIC DISORDERS Obviously therapy has a significant importance in the treatment of psychiatric disorders. At first stage the therapatic communication between the patient and the doctor, as well as having importance of clarifying the psychiatric disorder, it directly gives information about a person’s solving the problems of daily life, having communication, getting the feelings across and communication between people. The information that is acquired will turn into a powerful weapon in the hands of a good therapist from the aspect of determining and resolving of the pathology. The applications of psychotherapy which are very active in the diagnosis and treatment of the diseases known as ‘Nevroz’ in the systems of DSM before DSM 4, had a massive contribution in the treatment of psychotic diseases before anti psychotic drugs weren’t being used yet in the near future. Unfortunately, though therapy has many advantages, nowadays almost all of the medical doctors give weight to pyschopharmacology because of the limited time and financial sources. As therapy is an important method of treatment which doctors should coordinate with pharmacology, it is passed on to psychologists or it is not included into treatment and even if it is included it remains superficial. As a result of this situation; addiction to the drugs used in the treatment of pyschiatric diseases develop, and as the ethiologic factors of the psychiatric diseases are not being investigated and not being removed, repetitions and acute are seen; when the treatment is made without therapy, it becomes masking the sympomts instead of being curative.
40
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 16
ŞİZOFRENİ VE DAMGALAMA Roza Aslan, Sheker Hojayeva Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Sevsen Cebeci Şizofreni, kişinin duygu, düşünce ve davranışlarında önemli değişikliklere neden olan, belirtileri ve seyri kişiden kişiye değişiklik gösteren, ilaç tedavisiyle hastaların bir kısmının doğal yaşantılarını sürdürebildikleri, bir kısmında ise toplumsal ilişkiler ve entellektüel faaliyetlerde önemli kayıpların görüldüğü psikiyatirk bir rahatsızlıktır. Şizofreni hastası yaşadığı gerçeklikten uzaklaşarak kendine özgü bir dünya yaratır. Gerçeği değerlendirmesi bozulur. Olayları eskisi gibi muhakeme edemez, soyut kavramları algılamakta ve yorumlamakta güçlük yaşar. Çevresinde olup bitenleri değerlendirme biçimi, olaylara bakışı, diğer insanlarla ilişkisi hastalığın etkisi ile tekrar şekillenir. Şizofreniyle ilgili yaptığımız bu çalışma; hastalığın nedenleri, belirtileri, tipleri ve sosyal çevrelerindeki hayal ile gerçeğin birbirinin içine girdiği, çıkmaya niyetli olmadığı yaşantılarını anlatan belgesel tarzında bir sunumdur.
SCHIZOPHRENIA AND STIGMA Schizophrenia is a psychiatric disease which makes important changes in the person feelings, conceptions and behaviours; distinctions and progress are change from person to person; with drug therapy some patients can continue their normal life, but in some patients there are seen an important loss in the social relations and intellectual activities. Schizophrenic patient are back out of the reality and create the world which special to themselves. There is disorder in realizing reality. They cannot argue the events like in the past, live difficulties to sense and to comment abstract conceptions. Realizing form of what is going on around, view to events, relationship with other people is reshaped by the effect of the disease. Our study about schizophrenia is a documentary style presentation which is based on the causes, sympthoms, types of the disease and the patients’ lifes in which the reality and delusions are intermingled with eachother.
41
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 17
HİDROSEFALİ TANISI TEDAVİSİ VE ŞANT KOMPLİKASYONLARI Osman Uzunçam, Ahmet Memiş, Ebubekir Bektaş, Abdulfettah Açıkel Mevlana Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Konya Hidrosefali (HS), “beyinde su toplanması” olarak da bilinen, beyin ventriküllerinde ve boşluklarında normalin üzerinde BOS (Beyin Omurilik Sıvısı, Serebrospinal Sıvı) birikmesi durumudur. Hidrosefalinin nedeni, tanı ve tedavisi bugün önemli ölçüde tanımlanabilmiştir. Hidrosefali genellikle BOS’un ventrikülere yada araknoid altı boşluğa akmasının engellenmesinden kaynaklanmaktadır. Hidrosefali BOS’un aşırı miktarda üretiminden de kaynaklanabilir. Baş çevresinde büyüme, gözlerde batan güneş manzarası (gözlerin yukarıya doğru bakamaması), kafa içi basıncın artmasına bağlı baş ağrısı hidrosefalinin belirtileri arasındadır. Hidrosefali tanısında bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve ultrasonografi yöntemleri kullanılır. Bu yöntemler beyindeki karıncıkların genişlemesinin görüntülenmesini ve beyinde basınç artışı belirtilerinin gösterilmesini sağlar. Hidrosefalinin erken dönemde belirlenmesi tedavi açısından önem taşır. Tıkanma nedeni tümör ise buna yönelik girişim yapılabilir ya da toplanan fazla sıvı, vücudun başka bir yerinden emilecek şekilde uygun bir yol ile yönlendirilir. Bu yönlendirme işlemi ise “şant” denilen cihazlar sayesinde yapılır. Hidrosefalinin tedavisi kadar komplikasyonlarını da tanımak ve tedavisini zamanında planlamak da önemlidir. Şant cerrahisi uygulanan HS olgularında üç tip komplikasyonu görülür: 1. Şant ile ilgili mekanik komplikasyonlar, 2. Enfeksiyon, 3. Beyin omurilik sıvısının fazla veya az drene olmasına bağlı olan fonksiyonel komplikasyonlardır. Yapılan çalışmalar ve geliştirilen teknikler sayesinde HS artık tedavi edilebilir ve sağ kalımı olan bir hastalık haline gelmiştir. Gelecekte ise amaç hidrosefali tedavisini daha az komplikasyonu olan bir tedavi şekline dönüştürmek olabilir.
DIAGNOSIS AND TREATMENT of HYDROCEPHALUS and SHUNT COMPLICATIONS Hydrocephalus (HC) which is also known as “water collecting in the brain” is a condition in which above normal CF (cerebrospinal fluid) is collected in the cavities and ventricles of the brain. Causes, diagnosis and treatment of hydrocephalus are significantly identified today. Hydrocephalus is usually due to inhibition of CF flow to ventricular or subarachnoid space. Hydrocephalus can also be caused by the production of excessive amounts of CF. Growth around the head, eyes being disturbed by sun view (eyes not being able to look upward), and headache due to increased intracranial pressure are among the symptoms of hydrocephalus. In diagnosis of hydrocephalus, digital tomography, magnetic resonance imaging and ultrasound methods are used. These methods enable seeing the signs of increased brain pressure and enlargement of ventricles in the brain. Early identification is essential in the treatment of hydrocephalus. If the cause of obstruction is a tumor, it can be treated or the excess liquid is channeled to an appropriate part of the body where it can be absorbed. This routing process is performed using devices called as “shunt”. Recognizing the complications and timely planning is as important as the treatment itself. Complications arising in the shunt surgery of HC cases are of three types: 1 Mechanical complications of the shunt, 2 Infection, 3 Due to more or less drainage of cerebrospinal fluid, which is functional complication. Thanks to the relevant studies and techniques developed HC has become a disease which can be treated with high survival rate. In the future, the objective would be the treatment of hydrocephalus with fewer complications.
42
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 18
SİNESTEZİ: RENKLERİ DUYMAK, KOKULARI TATMAK Ayşegül İnce, Fatma Betül Çevik, Merve Yeşilırmak, Rumeysa Çağan Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Okulun ilk yılıydı. Matematik dersinde öğretmen iki kere ikinin kaç ettiğini sordu. “Yeşil!” diye yanıt verdi küçük öğrenci. Sınıftaki diğer çocuklar ve öğretmen şaşkınlık içinde ona baktılar. Ama küçük kız kendinden çok emindi: Evet sonuç yeşil, yani dörttü… Sinestezi kimine göre hastalık, kimine göre mucizevi bir yetenek… Bir uyaranın kendi alanı dışındaki duyu organları tarafından algılanması; istemsiz ve sürekli oluşan benzetmelerle gerçekleşen duyu karmaşası olarak ifade edilir. Onlar için B harfi mavidir, R nin tiz bir sesi vardır, 5 sayısı sarı renktir, sol notası çikolata tadındadır. Doğduğumuzda beynimizde çok sayıda nöronlar arası bağlantı vardır, bunlar yaşam boyunca kullanacaklarımızdan çok daha fazla sayıdadır. Büyüdükçe ve geliştikçe bu bağlantılar azalarak olması gereken hale gelir. Sinestezikler hariç! Birçok insan zaman zaman sinestezik deneyimler yaşar; ancak bu, onların gerçek sinestezik oldukları anlamına gelmez. Sinestezi, ender görülen bir durumdur. Yapılan araştırmalara göre 25-30 bin insanda bir görülür. Bu kişiler, çoğu zaman farklılıklarının farkında değildirler. Bu şekilde büyüdükleri için diğer insanların da aynı olduğunu düşünürler. Günün birinde ‘Şu A harfi ne kadar kırmızı! ’ dediklerinde ve biri onlara harfin renkli olmadığını söylediğinde işin farkına varırlar. Sinesteziye yatkın belli bir insan tipi yoktur. Demografik olarak genelde solak ve çift el kullananlarda ve kadınlarda daha sık rastlanmaktadır. Genetik olarak aktarıldığına dair teoriler bulunmaktadır. Sinesteziklerde hafıza fonksiyonları güçlenirken matematiksel ve mekansal algı fonksiyonları azalır. Birçok sinestezik, özel durumunu bir tür hediye gibi görerek sanatsal alanlarda ölümsüz eserler bırakmıştır. Örneğin; ünlü Rus yazar Vladimir Nabokov, klasik müzik bestekarı Scriabin, şair Arthur Rimbaud, ressam Kandinsky gibi sanatkarların sinestezik deneyimler yaşadıkları biliniyor. Sinir, bilim ve psikolojideki tüm gelişmelere rağmen temporal lob hasarı sonucu oluşan sinestezi bugün hala nörolojik bir hastalık olarak gizemini koruyor. Son zamanlarda IBS (irritable bowel syndrome) , madde bağımlılığı, şizofreni gibi çeşitli hastalıklarla arasındaki ilişkiler de araştırılıyor. Araştırmacılar bu hastalığın gizeminin çözüldüğünde sinir sistemi ve diğer sistemlerle arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılmasında da büyük bir adım atılmış olacağını söylüyorlar.
SYNESTHESIA: HEARING THE COLOURS, TASTING THE SMELLLS It was the first year of the school. The teacher asked students “what is two times two?” in the maths lesson. One of the students said “ ıt’s green! “ The students and their teacher were shocked. But the little girl was very determined. Yes, the answer was green, the same time four… Somebody thinks that is disease, somebody thinks that is miracle… Some people perceives some different senses at the same moment. This condition is complication of the senses which are involuntary and continual.”B” is blue, There is a shrill voice of “R”, “5” İs yellow, “G” likes chocolate. There are many neurons in our body when we were born. Some of them decreases over time. Except synesthetics… Synesthesia is a rare condition. According to them they are normal, they learn late their differences. Generally they use left hand and they are female. Their memory functions are more powerful. Many synesthetic artists had been lived. For instance; a famous Russian writer Vladimir Nabokov, classic musician Scriabin, poet Arthur Rimbaud, Kandinsky… Synesthesia is still under investigation. Recently, scientists are invastigating relation between synesthesia and other various diseases, such as IBS (Irritable Bowel Syndrome) When it has been solved the mystery of the synesthesia, relation between nervous system and other systems become clear.
43
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 19
ROMATOİD ARTRİT VE ANKİLOZAN SPONDİLİT HASTALARINDA OKSİDATİF STRES BELİRTEÇ SEVİYELERİ Güler Göl, Şeyma Aliye Türkmen, Zeyneb Beyza Yılmaz Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Hüsamettin Erdamar Giriş ve amaç: Pek çok hastalıkla ilişkisi olduğu gösterilen oksidatif stresin Romatoid Artrit (RA) ve Ankilozan Spondilitis (AS) patogenezindeki rolü tam olarak açıklanmamıştır. Bu çalışmadaki amacımız: hem RA hem de AS hastalarında, oksidatif stres belirteçleri olarak süperoksitdismutaz (SOD) ve myeloperoksidaz (MPO) aktivitelerini; malondialdehit (MDA), total Nitrik Oksit (NOx), nitrit, nitrat seviyelerini ve inflamasyon belirteçi olarak TNF-a, IL17 ve IL23 seviyelerini belirlemektir. Gereç-Yöntem: Çalışmamıza, Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniğine gelen 6 AS, 9 RA hastasının ve 13 kişilik kontrol grubunun ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniğine gelen 35 AS ve 20 RA hastası katıldı. Tüm katılımcıların serum oksidan-antioksidan, TNF-a, IL-17, IL-23, ESR, CRP seviyeleri çalışıldı. Sitokin seviyeleri ELISA, oksidatif stres belirteçleri ise spektrofotometrik yöntemle çalışıldı. İstatiksel analiz SPSS 16.0 programı kullanılarak Mann Whitney U testi ile yapıldı. Anlamlılık derecisi, p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: RA ve AS hastalarının ve kontrol grubunun yaş ortalmaları sısırasıyla: 44.14±10.81; 40,60±9.56 ve 45,21±13.77 idi. Kontrol grubuna göre, ESR ve CRP değerleri RA hastalarında anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). AS hastalarında ise kontrol grubuna göre CRP değerleri anlamlı olarak yüksek iken, ESR değerleri için anlamlı fark yoktu. SOD aktiviteleri her iki hasta grubunda da, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekken (p<0.05); NOx, MDA seviyeleri ve MPO aktiitelerinde anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). TNF-a düzeyi, RA hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek iken (p<0.05); AS hastalarında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0.05). IL-17 seviyeler, AS hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunmuşken (p<0.05); RA hastalarında IL-23 anlamlı bulunmuştur (p<0.05). MPO aktivitesi, AS hastalarında RA hastalarına göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05). Bunlar ek olarak, IL-17 seviyeleri, RA hastalarında AS hastalarına göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.05). Tartişma: Birçok romatizmal hastalıkta ve özellikle inflamatuar artritlerde oksidatif stresin rolü ortaya konulmuştur. Bu hastalıklardan en fazla üzerinde araştırma yapılanı RA olmuştur. AS patogenezinde ise, oksidatif stresin rolünü araştıran çalışma sayısı oldukça sınırlıdır. Önceki çalışmalarda NO’in serum ve sinovyal sıvı seviyelerinin RA, osteoartrit gibi kronik inflamatuvar durumlarda arttığı bildirilmiştir. AS’li hastalarda yapılan çalışmalarda NO seviyeleri, kontrol grubundan farklılık göstermemektedir. Bizim çalışmamızda ise iki hastalıkta da NO seviyelerinde kontrol grubuna göre farklılık görülmemiştir. MDA miktarının artması membran lipit hasarını gösterir. RA, AS gibi inflamatuar hastalıklarda yapılan çalışmalarda, oksidatif stresin ve lipid peroksidasyonunun artmasına bağlı olarak, MDA seviyeleri yüksek olarak bulunmuştur. Biz ise yaptığımız çalışmamızda anlamlı farklılık bulmadık. Literatürdeki bazı çalışmalarda olduğu gibi biz de çalışmaızıda SOD aktivitesini yüksek bulduk. Sonuç: Oksidan seviyesini azaltan ve antioksidan kapasitesini yükselten ajanlarla yapılacak effektif bir antioksidan terapinin, AS ve RA hastalarında bir tedavi seçeneği olabileceğini düşünüyoruz. Ayrıca RA hastalarındaTNF-α düzeyinin anlamlı olması nedeniyle bu hastalarda anti-TNF-α tedavisi uygulanabilir.
THE LEVEL OF OXIDATİVE STRESS MARKERS, TNF-α, IL-17 VE IL-23 IN PATİENTS WITH ROMATOID ARTRITIS AND ANKYLOSING SPONDYLITIS Introduction: Both proinflamatuar cytokines and mediators of oxidative stress increase in inflamatuar disease. The our aim is to exhibit differences of activites of oxidative stress markers that superoxidedismutase (SOD), myeloperoxidase (MPO), malondialdehyde (MDA), total NO, nitrite, nitrate and the levels of inflamation markers that TNF-a, IL17, IL23 in Romatoid Artritis (RA) and Ankylosing Spondylitis (AS). Materials and Methods: In our study there are 41 patients with AS and 29 patients with RA and 13 person in control group. We studied level of oxidant anti-oxidant, TNF-a, IL-17, IL-23, ESR, CRP in serum of these patients and control group. We used ELISA, spectrophotometer and Griess reaction for all parameters. We used SPSS 16.0 for statistical analysis and Mann Whitney U test for degree of significanty. (p<0.05) Results: The mean of age of patients of RA is 44,14±10.81. The mean of age of patients of AS is 40,60±9.56.The mean of age of control group is 45,21±13.77. SOD activity is significantly higher in statistical results of both as and RA diseases groups than control group but MDA, MPO levels can not be determined any meanful distintions. MPO is significant for AS patients than RA patients. TNF-a levels are significantly higher statistical results of RA patients but can not be determined any meanful distintions in AS patients. Conclusion: We are thinking of effective anti-oxidant therapy that reduces levels of oxidant and increases capacity of anti-oxidant is a treatment option in AS and RA. In addition, anti-TNF-α treatment is used in RA patients because of levels of TNF- α is significantly higher in these patients. 44
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 20
ORGAN BAĞIŞI VE ORGAN NAKLİ Rojda Tanik, Saadet Göksu Çelik Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi İyileşmesi mümkün olmayan hastalıklı bir organa sahip kişi için en başarılı tedavi yöntemi organ naklidir. Günümüzde yüz nakli de dahil olmak üzere böbrek, karaciğer, kalp, akciğer, pankreas, ince bağırsak, kalp kapağı, kornea, kemik, kemik iliği, deri gibi birçok organın nakli yapılabilmektedir. Böbrek yetmezliği olan hastaların diyaliz tedavisi ile organ bekleyecek zamanları vardır ancak karaciğer sirozu ve ileri kalp yetmezliği gibi hastalıkları olan hastaların zamanları sınırlıdır. Bugüne kadar çok sayıda hasta, verici bulunmaması nedeniyle yaşamını kaybetmiştir. İslam dini de dâhil olmak üzere tüm büyük dinlerde organ bağışına aykırı bir durum bulunmamaktadır. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu 06.03.1980 tarih ve 396/13 sayılı kararı ile organ naklinin caiz olduğunu açıklamıştır. Avrupa ülkelerine göre ülkemizde organ bağışı oranı oldukça düşük olup %2 civarındadır. Organ naklinin artması ve hastaların sağlığına kavuşmaları organ bağışlarının artmasına bağlıdır. Organ bağışında bulunduğunuz takdirde, organlarınızın alınabilmesi için ‘’Bağış Belgenizi’’ bir kimlik gibi sürekli yanınızda bulundurmanız ve bu konuyla ilgili olarak yakın akrabalarınıza bilgi vermeniz gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı organ nakli ve beyin ölümü hakkında bilgilendirme ve organ bağışı konusunda farkındalık kazandırmaktır.
ORGAN DONATION AND ORGAN TRANSPLANTION Rojda Tanik, Saadet Göksu Çelik Organ transplantation is the most successfull method of treatment for individuals who have not being able to heal diseased organs. Today including face transplant, kidney, liver, heart, lung, pancreas, small intestine, cardiac valve, cornea, bone, bone marrow, skin and a few other transplantations can be performed. Because of treated by dialysis patients with kidney failure have time to wait for transplantation, however time is limited for the patients who have liver cirrhosis and congestive heart failure. So far great number of patients lost their lives due to lack of donor. According to logic of Islam and all the other religions organ transplantation has not been restricted. Organ transplantation has been permitted by 06.03.1980 dated and 396/13 numbered decision of Presidency of Religious Affairs. The rate of organ donation in our country is around 2% and quite low compared to European countries. Increasing in organ transplantation and treated patients depends on increasing in organ donations. If you are a donor you must constantly carry your donation receipt like an identification cart and must inform your close relatives about this issue. The purpose of this study is to inform readers about brain death, organ transplantation and to acquire awareness about organ donation.
45
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 21
DİYABET TARİH Mİ OLUYOR? Zeynep Acar, Şeyma Sezer, Özlem Özyurt Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Diabetes mellitus, genellikle kalıtımsal ve çevresel etkenlerin birleşimi ile oluşan ve kan glikoz seviyesinin aşırı derecede yükselmesine sebep olan (hiperglisemi) metabolik bir bozukluktur. Şeker metabolizmasını düzenleyen en önemli hormon insülindir. İnsülin hormonu pankreasın beta hücrelerinden salgılanır. Diyabetin temel sebepleri ise insülin eksikliği ve insüline karşı olan dirençtir. Konumuz olan Tip 2 diyabet ise insülinin etkisine karşı direnç gelişmesi ya da insülin duyarlığının azalması sonucu meydana gelir. Diyabet kronik ve kesin tedavisi olmayan bir hastalık olmasına rağmen hastalara komplikasyonları engellemek için; diyet, egzersiz ve zayıflama, antidiyabetik ilaçlar ve insülin tedavisi önerilir. Bu metotlarla tedavi edilemeyen diyabet hastaları Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ve ekibinin yaptığı çalışmayla umutlanmışlardır. Bu çalışma karaciğer dokusunda metabolizmayı bozarak diyabete yol açan mekanizmanın protein değil “yağlar tarafından kontrol edildiğini ortaya koymaktadır. Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil sahada birçok yerleşik görüşü sarsan ve yepyeni bir tedavi yaklaşımına önayak olacak çok önemli bir buluşa imza atmıştır. Hotamışlıgil ve araştırma ekibinin, deney farelerinde insülin ile eşdeğer etkilere sahip ve yağ asiti karakteri göstermekte olan yeni bir hormon türü keşfetmesi sonucunda yağlar ile diyabet arasındaki gizemli ilişki ortaya çıktı. Bu yeni keşfedilen lipokin hormonunun insülin direnci, diyabet ve karaciğer yağlanması gibi hastalıkları durdurabileceğini ya da tersine çevirebileceğini de bu çalışmalarında gösterdiler. Bunun akabinde Hotamışlıgil, hem deney hayvanlarındaki hem de şişman ve diyabeti bulunan insanlardaki karaciğer ve yağ hücrelerinde “endoplazmik retikulum” adı verilen yapıda stres ortaya çıktığını keşfetmiştir. Ayrıca bu stresin giderilmesinde kullanılabilecek kimyasal maddeleri belirlemiş ve hem deneysel ortamda hem de insanlarda çarpıcı tedavi edici etkilerini göstermiştir.
DOES THE DİABETES VANISH? Diabetes mellitus is a metabolic deformity which is generally occurred by coalescence of hereditary and enviromental factors and it causes excessive increasing on level of blood glucose (hyperglycemia). The most important hormone about regulating the glucose metabolism is insulin. Insulin is excreted by pancreas beta cells. Main causes of Diabetes are lack of insulin and resistance against to insulin. Type 2 diabet which is our subject occurs in consequence of resistance to insülin effect or decreasing in insulin sensitivity. Although Diabetes is a chronic and incurable disease, diet, exercise and weight loss, antidiabetic medicines and insulin treatments are offered to patients because of hindering the complications. Patients that couldn’t treated by with these methods, began to hope with the study Professor Gökhan Hotamışlıgil who is Chair of Department Genetics and Complex Diseases and his team. This study introduce that the mechanism which effects metabolism In Liver tissue is controlled by fats not the proteins. Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil lead a very important discovery that appal the many common repute and will be the initiator of new treatment approach. The enigmatic relation between fats and diabetes is arised by reason of Hotamışlıgil and his research team discovered a hormone on test mouse that has the equivalent effects with insulin and adduces fatty acid characters. Also in the study, they showed that new discovered lipokine hormone’s insulin resistance could transmit or reverse diseases as diabetes and liver lipoidosis. Subsequently, Hotamışlıgil discovered that stress is arised on both test animals and obese and diabetic people’s liver and fat cells’ endoplazmik retikulum. Also he has determined chemicals that would overcome the stress and he showed striking therapeutic effects on both laboratory environment and people.
46
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 22
İNFEKTİF ENDOKARDİT Burcu Yılmaz Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi İnfektif endokardit endotel hasarı, trombüs oluşumu ve bakteriyel viral ya da fungal etkenlerin endokarda yerleşerek inflamasyon oluşturmasıdır. Tedavi edilmediğinde %100 e yakın mortal seyredebilen bir hastalıktır. Hastalığın oluşmasında predispozan faktörler gelişmiş ülkelerde konjenital kalp hastalıklarıyken, gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla romatizmal ateş sonucu oluşmaktadır. Sıklıkla mitral kapak vejetasyonlarına ve kalp yetmezliğine yol açar. Etyolojide en sık streptokok viridans rol alırken çeşitli risk gruplarında değişik patojenler rol alır. Klinik tanıda ateş, yeni başlayan üfürüm, peteşi, splenomegali, Osler, Janeway lezyonları, splinter hemorajiler görülebilirken, EKG ve EKO bulguları çok değerlidir. Labaratuar tanıda sedimentasyon artışı, hematüri, romatoid faktör+liği, hipokomplementeni ve hipergamaglobulinemiye bakılabilir. Tanıda Duke kriterlerinden faydalanılır. Tedavi yaklaşık 4-6 hafta arası sürmektedir ve patojene yönelik tedavi yapılabilmektedir. Örneğin fungalse: amfoterisin, bakteriyelse: penisilin grubu antibiyotikler kullanılmaktadır. Ancak en önemlisi sunumumda da vurgulayacağım profilaksi gerektiren risk gruplarını bilmek ve profilaksi uygulamaktır.
INFECTIVE ENDOKARDITIS Infective endocarditic an infection of the endocardium taht usually involves the valves specialy mitral valves adjacent structured is caused by a wide variety of bacterio, virus and fungi. Rheumotic valvulitis mitral valve prolapse, aortiksclerosis and bicuspit aortic was concidered a frequent predis posing factor endocarditis valvular heart diseasse. A significant risk factor for endocarditis is IVDA. Türbülan blood flow and endocardial surfaces previously damaged from heart. Microorganisms proliferate in the thombüs, resulting in a vegetation. low grade fevers night sweats a weight loss, petechiae, splinter hemorhoges, painful subcutaneous nodules on the palms or soles (osler’s nodes ) are cardinal manifestotians. The labaratory diagnosis sedimentation, hemotüria, romatoit factor (+), hipocomplamentemio, hypergomaglobulinemio. Major arterio for probable endocarditis were persistent bacteremio and a new regurgitant heart murmur. Criterion for dignosis have occurred with the use of a chucardiography. The preferred treatment ampicillin, ciprofloxacin, amfotericin B, vankomisin do at 4-6 week. Antibiotic prophyloxis for surgical intervention remains recommended for patient at high risk of complications from endocarditis.
47
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 23
KARDİYAK TÜMÖRLER Murat Kılnçarslan, Salih Ayberk Özer Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi 1500’lerde primer kalp tümörleri bilinmekteydi.1800’lerde Hodgkin tümör ile trombüs ayrımı yaptı. 1931 Yater literatürü gözden geçirip kalp tümörlerini sınıflandırdı,1968 Schattenberg ilk kez ekokardiografi ile sol atrial miksomayı gösterdi ve cerrahi ile tanı doğrulandı. Primer kalp tümörlerinin prevalansı, otopsi serilerine göre % 0,0017 ile % 0.35 arasında değişmektedir. Normal yoğunlukta çalışan kalp cerrahisi kliniklerinde senede bir ya da iki kalp tümörü görülmesi normaldir. Primer kardiyak tümörlerin % 70’i benigndir. Bunlarında % 50’si miksomalardır. İnsidansının diğer tümörlere göre daha az olması hakkında çeşitli hipotezler var... 1)Kalp oldukça dinamik bir organdır. Bu yüzden tümörün gelişmesine izin vermez. 2)Kan akımı oldukça hızlı olduğundan metastatik kanser hücrelerinin adezyon ve penetrasyonunu zorlaştırır. 3)Hematojen metastazlar daha çok venöz yolla olduğundan venöz kanın en son uğradığı yerdir. Tümör hücreleri kalbe gelene kadar çoğu zaman karaciğer ve akciğer tarafından zararsız hale getirilmektedir. 4)Kalbin kasılmasıyla tümör hücreleri yıkılıyor.
CARDIAC TUMORS Primery cardiac tumors prevelance could change between %0,0017 and %0,35 according to outopsy series. As a normal it is seen one or two cardiac tumors in a cardiac tumors clinics in a year. %70 of cardiac tumors are benign %50 of these are myxoma. There are some hypotesis abouth having low incidence according to other tumors. Heart is a very dynamic organ so it doesn’t allow development of tumor. Metastatic cancer cell adhesion and penetration are harder because of quite fast blood stream Hematogenous metastazis are generally spreading by veins but heart is last duration of veins so before heart tumor cells are overpowered by lungs and liver. Tumor cells are died by flexing of heart
48
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 24
KALBİ KORUYAN MEKANİZMA: İSKEMİK ÖNKOŞULLANMA Feyza Yılmaz, Melike Bulut, Emel Aygün Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi İskemik ön koşullanma(İÖ); preinfarktüs iskemik ataklar sonucunda, infarkt alanının sınırlanmasına yol açan miyokardın iskemiye karşı hazırlığı olarak tanımlanır. Günümüzde İÖ, sadece teoride kalmayıp bazı klinik çalışmalarla desteklenmektedir, birçok yönden gelecek vaat eden önemli bir fenomendir. Örneğin; Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) verilerine göre 2020 yılında dünyadaki en önemli ölüm sebebi haline gelecek akut miyokard infarktüsünün önlenmesinde; önkoşullanmanın koruyucu etkisi çok büyük bir önem kazanacaktır. Ayrıca akut koroner sendromlu hastalarda kalbi korumak için yeni farmakolojik veya gen tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesi mümkün olabilecektir. Yapılan çalışmalar, akut miyokard infarktüsü, ventriküler defibrilasyon,koroner arter “bypass cerrahisi” kalp kapak replasmanı, fallot tetralojisi onarımı ve transplantasyon gibi cerrahi girişimlerde kullanım alanı bulan İÖ’nın akut mezenterik iskemi ve intestinal transplantasyonda da umut olabileceği düşünülmektedir. İleride iskemi meydana getirmeden koşullanma mekanizmasını devreye sokan ilaçların geliştirilmesiyle İÖ, kardiyak cerrahide kardiyoprotektif olarak ve transplantasyon öncesi donör kalplerinin iskemiden korunmasının artırılmasında kullanım alanı bulabilecektir. Ayrıca operasyona girecek olan koroner arter hastalarında önkoşullanmayı engellemeyen uygun anestetiklerin kullanımı sağlanabilecektir. Uzak iskemik önkoşullanma, bir dokuda gerçekleşen kısa periyotlu iskemi ataklarının uzak bir doku veya organı uzun süreli bir iskemiye karşı koruyabilmesidir. İlk başlarda kalp dokusunda bir alanın iskemiye uğramasıyla vücudun diğer alanlarının da sonraki iskemi hasarına karşı korunduğu fark edildi. Sonrasında akıllarda ‘’Acaba bu olay tersine de gerçekleştirilebilir mi?’’ şeklinde bir soru belirdi ve büyük buluş yapılan deneyler sayesinde gerçekleştirildi. Gerçekten de mezenter ve böbreklerdeki aralıklı iskeminin kalbi koruduğu ortaya çıktı. Sonrasında tavşanlardaki çalışmalarla iskelet kasındaki aralıklı iskeminin de kalpteki hasarı azalttığı ispatlandı. Böylelikle ek bir cerrahi girişime ihtiyaç duyulmadan, basit bir tansiyon aleti manşonuyla bile gerçekleştirilebilecek bir önkoşullanma yolu keşfedilmiş oldu. Böylece yıllarca doğru bilinen bir yanlış, yapılan çalışmalar sayesinde düzeltilmiştir. Tekrarlayan miyokardiyal iskemik atakların birikmiş bozucu bir etkiyle ölümcül bir hasara neden olabileceği düşünülmüş fakat ilginç bir şekilde bunun böyle olmadığı, tam tersine meydana gelecek nekrotik hasarın belirgin ölçüde azaldığı kanıtlanmıştır. Henüz yeni sayılabilecek bu fenomenin aydınlatılmasıyla bilimde çok büyük gelişmelerin yaşanacağı kesindir.
MECHANISM THAT PROTECTS OUR BODY: ISCHEMIC PRECONDITIONING Ischemic preconditioning (IPC) can be defined as ‘’the adaptation of the myocardium to ischemic stress preceded by short periods of ischemia and reperfusion’’. If this phenomenon is clarified, it is definite that a lot of important scientific improvement will be occured. IPC is not just a theory, has a clinical using nowadays and comprehensive understanding of application to clinical scenarios will provide new directions in research and translate this information into new treatment approaches. In humans IPC has been first researched in heart and has also been recently demonstrated in skeletal muscle, liver, kidney, brain and mucosa of stomach and intestines. Then remote ischemic preconditioning (rIPC) is discovered. rIPC is a phenomenon whereby short periods of ischemia in one tissue can protect a distant tissue or organ from longer periods of ischemia. In previous years, researchers thought that repeated ischemia causes a big damage in human body but then it is understood that repeated ischemia causes preconditioning and protects the body. Thus thanks to the investigations, a mistake in science has been corrected.
49
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 25
KANGURU ANNE BAKIMI Gökçe Yıldızhan, Betül Kirenci, Arife Akay, Fatma Mnjovu Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanguru bakımı, aile ve erken doğmuş prematüre bebek arasında tenden tene kurulan bir çeşit iletişimdir. Bebeğin sağlığı ve uygun sıcaklıkta bulunabilmesi için kuvözde tutulması gerekir. Bundan dolayı da aile ve bebek arasında iletişim kurulamaz. Bu bakım, aile ve bebeğin endişe ve korkularını azaltmaya yardım eder ve bebeğin üzerinde oluşabilecek yoğun bakım etkilerini de azaltabilir. Kanguru bakımı ilk önce Güney Amerika’da hastanelerde enfeksiyon hastalıklarının artması ve yeterli bebek ekipmanının ve malzemenin olmaması nedeniyle başlatılmıştır. 1983 yılında Colombiya’nın Bogota şehrinde yeni doğmuş bebeklerdeki yüksek ölüm oranını düşürebilmek için neonatologist Edgar Rey ve Hector Martinez “Kanguru Anne Bakımı” adında bir program geliştirmişlerdir.Anneler erken doğan bebeklerini bir hafta boyunca askıda taşımışlar ve sonucunda da bebek ölümlerinde %70’ten %30’a düşüş gözlenmiştir. Bakım ismini kanguruların yavru taşıma şekline benzerliğinden almıştır. Kanguru bakımında, bebek üzerinde sadece çocuk bezi ile dikey pozisyonda annenin izole edilmiş çıplak göğsüne yerleştirilir. Bebek bu pozisyonda günde 20 dakika ile 4 saat arasında tutulur. Bebeğin başı yana doğru döndürülerek annenin göğsüne dikey pozisyonda yerleştirilir böylece bebek annesinin kalbinin sesini duyabilir. Bebek, bu fiziksel dokunmadan uyaranlar alır ve bebekle aile arasında bağların artması sağlanır. Ayrıca emzirme teşvik edilmiş olur ve daha sonraki denemelerde bebek kolayca emebilir. Babalar da kanguru bakımı yapabilirler fakat emzirme fırsatı sağlanması için daha çok anneler yaparlar. Yapılan randomize çalışmalarda, kanguru bakımında düşük doğum ağırlıklı bebeklerde daha fazla ağırlık artımı, ciddi enfeksiyon ve hipotermi riskinde azalma, fizyolojik ölçütlerde tutarlı düzenlilik, hastanede kalım süresinde kısalma, daha uzun süre yalnızca anne sütü ile beslenme görülmüştür . Düşük doğum ağırlıklı bebeklerde bu bakımın büyüme ve mortalite üzerinde olumsuz bir etkisi gözlenmemiştir. Bu konuda yapılan tüm bilimsel araştırmalar kanguru bakımının hiçbir ters etkisi olmayan tamamen pozitif ve yararlı sonuçları olan bir yöntem olduğunu göstermiştir.Kanguru bakımının az gelişmiş ve gelişen ülkelerde uygulanmasıyla elde edilen başarı nedeniyle Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri›nde yaygın şekilde uygulanmaya başlanmıştır.Son yıllarda ülkemizde de yaygınlaşmaktadır.
KANGAROO MOTHER CARE Kangaroo care, it is a way to care for lower birth weight babies and prematures. In this process the baby is kept in skin to skin contact with the mother and breastfed exclusively. Due to thermal control and health factors babies are kept in incubarors or conventional care but this prevents the bonding of the newborn and the family especially the mother. This care was invented to initiate family bonding by This care was first used in South America hospitals due to increase in infectious diseases and lack of enough equıpments. İn the year 1983 Bogota city in Clombia neonatalogist EdgarRey and Hector Martinez to reduce death rates of newborn babies they found the program and named ıt “kangaroo mother care”. İn a week time the death rates had reduced from 70% to 30%. The name was derived from the animal Kangaroo how it carried its youngone. The baby is placed between the mother’s breast in an upright position. The head is turned to one side in a slightly extended position, this is to keep the airway open and to allow eye to eye contact between the mother and thebaby. The hips of the baby should be flexed and abducted in a frog position so are the arms. Baby’s abdomen should be at the level of the mother’s epigastrium. The mother’s breathing reduces apnea. The baby’s bottom is supported with a sling or binder. This position can be done in 20minutes every 4hours in a day. father’s can also do the kanagaroo care though due to opportunity mother’s are advised. Benefits of this care include the baby gaining more weight, risk of serious infections and hypothermia is reduced, less predisposition to apnea and reduced in time spent in hospitals. Lower birth weight babies who used the care their growth and mortality was not affected. It was seen that the kangaroo mother care does not have any negative effects and it showed positive result in a short period. European countries and United States of America governments adopted the care and made it basic of health care to newborn babies. Turkey has also adopted the care and it is spreading in different areas in the country.
50
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 26
SEVGİ KANALLARI Atike Kurt, Büşra Toplar, Meriç Ayık, Yasemin Şekerci Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocukların karşılaştığı en yaygın tehlike silahlar, yüzme havuzları veya hız yapan arabalar değil asıl tehlike, hayatın erken döneminde onların sevgisiz ve ilgisiz bırakılmasıdır. İlgisiz bir ortam, bebeği hatta cenini bolca salgılanan kortizol benzeri stres hormonlarıyla vücut metabolizmasını veya beyni bozabilecek şekilde etkiliyor. Sonuçta çocuklar bazen kalıcı olarak sarsılıyor ve yetişkinliklerinde kalp hastalığı, obezite, diyabet ve diğer fiziksel hastalıklara yakalanma olasılıkları artıyor. Ayrıca okulda daha çok zorlanıyor, çabuk öfkeleniyor ve yasalarla sorun yaşıyorlar. En önemli dönem doğum öncesi ve hayatın ilk yıllarıdır. Çünkü bundan sonra daha zor değişen beynin biçimlendirilmesi kolay değil. Anne ile bebek arasında olağanüstü bir ruhi bağ vardır ve bu çocuğun beyin ve beden gelişimi için temel bir gıdadır. Sevgisini ve ilgisini veren anneler çocuklarının beyninde sevgi kanallarının açılmasını sağlar. Miami’deki Masaj Araştırmaları Merkezi Müdürü Cims Gordon, okşanarak, sevilerek büyüyen çocukların sinir sistemlerinin daha güçlü olduğunu, ileriki yaşlarda diğer çocuklara göre daha fazla kendine güven kazandığını, okul ve hayatlarında daha başarılı olduklarını söylüyor. Annenin çocuğu kucağına alıp sevmesi, onu bağrına basması, okşaması, yanağına bir öpücük kondurması, hiçbirini anlamadığını zannettiğimiz bebeğin aslında, kendine olan güvenini arttırıyor. Bütün bu verileri destekleyen bir diğer olay da, okşama şeklindeki hafif masaj ile şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kas ağrıları, kaslarda fazla oksijen birikmesi gibi birçok hastalıklar da tedavi edilebiliyor. Sporcuların masaj seansları almaları sizce bu gerçeği doğrulamıyor mu? Bilim hâlâ veri topluyor. Ama biyolojiden gelen inandırıcı bir mesaj, yoksulluğu azaltmak, eğitim ve sağlık göstergelerini iyileştirmek istiyorsak, işe daha erkenden başlamamız gerektiğini söylüyor. Çoğu çocuk okula başlamadan önce zarar görüyor. Frederick Douglass’ın dediği gibi, “Sağlam çocuklar yetiştirmek, bozulmuş yetişkinleri düzeltmekten kolaydır”.
LOVE CHANNELS The most common danger for children are not guns, fast cars or swimming pools, the real danger is to treat them without love and interrest in early life. An unrelated environment to a baby results the production of stress hormones like cortisol, wich influences the babys metabolism or brain in a negative way. As a result children often get psychological disorders and the possibilities of temporary or permanent heart disease, obesity, diabetes and other physical illnesses to adults is increasing. They also have a hard time at school, quick fits of rage and legal proplems. The most important time is the pre-natal period and the first years of life. Because the brain is more difficult to change after that. There is an extraordinary spiritual bond between mother and babywich is the basic ‘’food’’ for the child’s brain and body development. Mothers who love their children and pay attention to them allows with this behavior the opening of ‘’love channels’’ in the childrens brain. Children who feel safe in their first year of life, have the the same selfconfidence in future threatening situations. Children who were deprived from love and attention, are searching consistently security, admiration and love and to get it they do everything like childish behavior even in adultage. The parents have to ‘’feed’’ their children with love because this is as important as the need of natural food. Cims Gordon, Director of Research Center of Massage in Miami says that chidren who grove up with love and caress have more powerfull nervous system and a better self-confidence than the other children in addition they were more successful in school and in their privatlives in later ages. A Mother who to takes her baby in her arms, give him love and a kiss ,supports the selfconfidance of baby wich registrates this attention. Another phenomenon that supports all of these data is that diabetes, high blood pressure, muscle pains, many diseases that can be treated with lightly caressing. Don’t you think that the fact that athletes receive massage sessions does not supports the importance of this? Science is still collecting data. But a biological fact says that we have to act earlier if we want to to reduce poverty, improve education and health indicators. Most of the children have already huge problems before starting school. Like Frederick Douglasssays , ‘’It is easier to build strong children than to repair broken men.’’
51
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 27
BEBEĞİN YAŞAM PASAPORTU ANNE SÜTÜ Sena Yıldırım, Azize Budak, M.Enes Gürses, Ahmet Taha Karakaya, Ece Yasemin Emetli Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Öncelikle beslenme tüm dünyada uluslararası insan hakları belgelerinde temel gereksinim olarak tanımlandığı ve bebeklerinde bundan yararlanmaları en büyük hakları olduğu için bu konuyu seçmeyi düşündük. Doğduğu andan itibaren yanında en büyük destekçisi olan anneleri ile duygusal bir bağ kurmasını sağlayan ve korunma içgüdüsünün oluşup anneye olan güvenin sağlanması için anne sütü vazgeçilmez bir besleyici maddedir. Her ne kadar bir ara inek sütü ve mamaların anne sütünden daha iyi bir besin olduğu düşünülse de 1980 yılından sonra bu düşünceden vazgeçilip uluslararası belge ve kuruluşlarla anne sütü teşvik edilmiştir. Bilimsel olarak anneye birçok yararı olduğu gibi bebekler içinde tartışmasız en iyi besindir. Bebek beslenmesi ile ilgili yapılan birçok araştırmada annenin eğitim düzeyinin, yaşının, sosyo-kültürel durumunun ve bir işte çalışıyor olmasının bebek beslenmesine olan etkisi gösterilmiştir. Özellikle ülkemizde anneler çocuklarını anne sütü ile beslemelerine karşın bunun doğru uygulanması ile ilgili sorunların olduğu görünmektedir. Bunlar; emzirmeye geç başlanması, ek gıdalara çok erken ya da çok geç başlanması, anne sütü ile beslenmeye başlanmadan önce su, şekerli su vb. verilmesi ve biberon, emzik gibi maddelerin kullanılmasıdır. Gebelikten itibaren anne adaylarına bebeğin beslenmesi ve gelişimi hakkında gerekli eğitim verilmelidir. Çalışan anne nüfusunun gittikçe artmış olmasıyla bebeklerin annenin özel bakımından ve anne sütünden mahrum olduklarını görüyoruz. Ama şu da güzel bir gelişmedir ki ülkemizde son yıllarda açılan bebek dostu hastaneler ve güncel bilgilerle eğitilmiş sağlık personellerinin yardımıyla halkımız bilinçlenmektedir. Önceleri sütü yeterli gelmeyen annelerin bebeğini inek sütü ile beslemesi sonucu bebeklerde oluşan demir eksikliği anemisi günümüzde demir takviyesiyle aşılmakta, böylece ani bebek ölümlerinin de önüne geçilmektedir. Anne sütü bir besin olma dışında değişik bir duygusal köprüdür. Annenin kendi sütü de bebeğin yaşı ile değişmektedir. Anne sütünün bebeğin zeka gelişimine olan etkisi de son araştırmalarla kanıtlanmıştır. Sonuç olarak her şey de bir dengenin bulunduğu gibi anne sütüne başlama ve bırakmada da denge olmalıdır. Çünkü beslenmek en önemli haktır, değer verdiğimiz bebeklere en büyük kötülüğü bizler yapmamak için onların ruh ve beden sağlığına önem verelim ve onları anne sütü ile besleyelim.
BABY’S LİFE PASSPORT IS BREAST MİLK Nutrition is described as a basic requirement for all international human rights instruments and as the greatest rights of babies. In addition, infants are our future. For the well-being of future generations, great importance must be given to the health of babies. Mothers, from the moment of birth, are the greatest supporter of their infants and they establish emotional bonds between eachother. Furthermore, breastmilk is an essential nutritient which establishes confidence in babyies via forming the instinct of protection. Breastmilk has also many benefits for mothers like decreasing postnatal bleeding, developing bond mineralization, preventing against cancer and easily maintaining the prenatal weight Necassary education about feding the baby and the development of the baby should be given to the mothers since they become pregnant. Unfortunately, we think that is not applied sufficiently in our country and even in the World. The population of working parents has increased and therefore babies are deprived of special care and breast milk Lots of researches about infant nutrition have shown that the ages, education levels, sociocultural levels and employment status of mothers have effect on infant nutrition. As a result, there should be balance in starting and ending being fed by breast milk. Because nutrition is a very significant right. Lets feed the babies with breast milk to improve their physical and mental healths.
52
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 28
YENİDOĞAN ÜST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU TEDAVİSİNDE SERUM FİZYOLOJİK VE DENİZ SUYU KULLANIMININ KARŞILAŞTIRILMASI Merve Özer, Hale Nur Güngördü, Kübra Cebeci, Sümeyra Elif Kaplan, Royça Keleşoğlu Fatih Üniversitei Tıp Fakültesi Danışman: Mansur Tatlı Yenidoğanın henüz immünitesi olgunlaşmadığından her tür enfeksiyona açıktır ve ÜSYE, hekimlerin yenidoğanda sık gözlemlediği bir enfeksiyondur. İlaç tedavisine ek olarak, burun tıkanıklığını açmak ve bebeği rahatlatmak amacıyla hekimler hastalara serum fizyolojik veya deniz suyu önermektedir. İki kullanım arasındaki mali boyut farkı şaşırtıcıdır ve kimi hekimler mali götürüsü daha yüksek olmasına rağmen deniz suyunu önerirken kimileri serum fizyolojik kullanımının da ihtiyacı karşılayabileceğine inanmaktadırlar. Ancak literatürde, yenidoğanda bu iki kullanım arasında fark olup olmadığını inceleyen herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışma ile kostefektivite değerlendirmesi yapılması ve çalışma neticesinde ulaşılacak sonuçlar ile hasta hakları ve sağlığının birlikte korunması amaçlanmıştır. Amaç: Çalışmanın amacı, yenidoğan ÜSYE tedavilerinde hâlihazırda kullanılmakta olan serum fizyolojik ve deniz suyunun tedavide sürece etkilerinin kıyaslanarak birbirlerine göre üstünlüklerini araştırmak ve bu bağlamda, tedavilere yeni bir bakış açısı kazandırmaktır. Yöntem: Bu çalışma, Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğinde Ocak 2012-Mart 2012 tarihleri arasında yürütülmüştür. Deniz suyu ve serum fizyolojik, daha önceden hazırlanmış ve aynı şekilde kapakları ters çevirilmiş olan plastik flakonlara doldurulmuştur. Flakonlar A ve B olarak gruplandırılmıştır. Üst solunum yolu enfeksiyonu tanısı alan 1-24 ay arası bebeklere tek günlerde A flakonu, çift günlerde B flakonu doktorlar tarafından verilmiştir. Çalışmaya dahil olan poliklinik hekimleri ve ebeveynler, hangi flakonun içinde hangi etken madde olduğunu bilmemektedir. Bu sayede çalışmamızın çift kör olması sağlanmıştır. Hastalar, tedavinin 3. ve 5. günlerinde çalışmacı tarafından telefonla aranıp 7. günde de aynı hekim tarafından kontrole çağırılmıştır. Telefon görüşmelerinde ve muayenehane kontrolünde nazal semptom skorlaması yapılarak değerlendirme yapılmıştır.
COMPARISON ON THE EFFICACY OF SEA WATER AND SALINE IN NEWBORN’S UPPER RESPIRATORY SYSTEM INFECTION TREATMENT Upper respiratory system infection is common in newborns all over the world.The doctors prescribe saline solution and sea-water to the patients in addition drug treatment.There is a large amount difference between the saline’s and seawater’s price.Some doctors offer sea water despite the price due to thinking of more effective than saline but the others think that saline is enough for treatment.In literature,there is no research that focus on difference between saline and sea-water ‘s effect for Upper respiratory system infections treatment on newborns. We aimed that comparing the costeffectivity of these solutions, supporting patients’ rights and protecting patients’health through the results of our research. Purpose: We aimed to compare affects of saline and sea water on newborns who have upper respiratory system infections and bring a new perspective to treatment of this kind of diseases. Methods: This study is performed between January 2012- February 2012 in Pediatrics Department of Fatih Universty. Flacons which fulled with saline solution and sea water are prepared by researchers. They were seperated in two groups as A and B. A groups flacons were delivered on odd number dates (1-3-5 etc.) and B groups flacons were delivered on even number dates (2-4-6 etc.) to patients who are 0-2 years old by the doctors. Parents and doctors don’t know which flacon has which solution. This situation makes this study pair blind. Patients were called on third and fifth days after the first examination by researchers and examined again on seventh day by the same doctor. On the phone calls and second examination, nasal symptoms scoring is used for evolution of prognosis and results were recorded.
53
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 29
ÇOCUKLARDA CİNSEL İSTİSMAR VE İSTİSMARIN UZUN DÖNEM ETKİLERİ Emre Güngör Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi •
Cinsel istismar, psiko-sosyal gelişimini tamamlamış çocuğun bir yetişkin tarafından cinsel uyarı için kullanılmasıdır. Çocuğun istismar edildiğini fark ettiniz, • Çocuğu en kısa sürede uzaklaştırın İstismar eden kişiyi uzaklaştırın Çocuğu uzaklaştırın (ör: başka bir akrabanın yanına götürün) • Hekimlerden, adli makamlardan, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumundan yardım sağlayın. • Çocuğa yardım edin, anında olun,destek olun ,tedavisini ve izlemini sağlayın. • Çocuğa yardım etmezseniz... • Öz saygısı ve kendine güveni yitirir. • Hayata güveni ve saygısı yitirir. • Çocuk istismarının tüm izlerini erişkin yaşlarına taşır • Davranışsal sorunlarla erişkinliğe adım atar. Ve bunun sonucunda yetersiz, doyumsuz, mutsuz, mutsuzluk kaynağı,depresif, davranış sorunları olan, ölümü sık düşünen erişkinlerden oluşan erişkinler ortaya çıkacaktır.
SEXUAL ABUSE OF CHILDREN and LONG TERM EFFECTS Child sexual abuse is a form ofchild abuse in which an adult or older adolescent uses a child for sexual stimulation. İf you have noticed the child had been abused. Remove the child as soon as possible away from the person who abused, away from the child (eg a relative other than Take it to him), provide assistance, eg. Doctors, Judicial authorities, Social Services and Child Protection Institution and please help the child, be near, support, provide treatment and follow-up.
54
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 30
SARSILMIŞ BEBEK SENDROMU H.Betül Özçimen, Şeyma Nur Atak, Tuğçe Özer Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Sarsılmış bebek sendromu (SBS) terim ve kavramı 1946 yılında pediatrik radyolog Dr. John Caffey tarafından ortaya atılmıştır. 1971 yılında Guthkelch omurga yaralanmasının bebekte subdural kanamaya ve bu alandaki venlerde yırtılmaya sebep olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bilgisayarlı tomografi ve Manyetik resonansın gelişmesi ile birlikte 1970 ve 80’lerde “Sarsılmış Bebek Sendromu” teşhis edilmeye başlanmıştır. 25 yıl once, ilk bildirilen olguda, çocuk bakıcısı bebeğin gazını çıkartmak için silkelediğini itiraf etmiş ve sarsılmış bebek sendromu tanısı konulmuştur. Ciddi beyin travmasına sebep olabilen sarsılmış bebek sendromu, bir çocuğu şiddetle sarsılması sonucu ortaya çıkıyor. Bebeklerin kollarından veya gövdelerinden tutulup sarsılmasına bağlı ölümler görülebiliyor.. Ebeveynler bunu genellikle bilinçli yapmıyorlar; neden çoğu kez bebeğe bakan kişinin stresle başedememesi oluyor. Tabii, düşük sosyoekonomik düzey, evlilik dışı ilişkiler ve anne babanın ruh sağlığı da diğer faktörler arasındadır.. Sarsılmış bebek sendromu çocuk istismarının bir türü olup, bebeklerin özellikle yaşama uyum sağlamaya çalıştıkları ve gaz sancılarının da yoğun yaşandığı ilk aylarda ağlamalarının durmadığı, ebeveynler için yorucu olan dönemde ve ilk 6 ayda daha sık görülmektedir. Sarsılma esnasında beyin de kafatası içerisinde öne arkaya gidiyor. Bebeklerin beyinleri daha yumuşak, sıvımsı bir yapıda olduğu için, sarsılma sonucunda beyindeki kan damarları ve sinir hücreleri kopuyor. Bebek klinisyenin karşısına hafif bir göz veya beyin travması ile çıkabileceği gibi, birkaç saat veya hafta sürmüş olabilecek kusma, beslenme zorluğu, kasılma ve/veya huzursuzluk ile de gelebiliyor. Bulgular doktor tarafından bir çok zaman hafife alınmakta ve geçirilen ağır bir viral enfeksiyona veya gaz sancısına bağlanabilmektedir. Türkiye’de bu konuda yeterli çalışma olmaması nedeniyle çoğu zaman hekimler tarafından da teşhis edilemeyerek atlanmaktadır. Sarsılmış bebeklerin acil ilkyardım gereksinimi vardır. Hemen Acil yardım istenmelidir. Acil yardım gelinceye kadar bebek nefes almıyorsa CPR(Kardiyo-Pulmoner Resusitasyon) uygulanmalıdır. Bebek aniden kaldırıp uyanması için sarsılmamalıdır. Bu esnada ilaç dahil, ağzından hiçbir şey verilmemelidir.
SHAKEN BABY SYNDROME Shaken baby syndrome is the term that is used to describe a form of child abuse caused by strongly shaking an infant, often in anger, to get a child to stop crying.Injuries are most likely to happen when the baby is shaken and then the baby’s head hits something. Even hitting a soft object, such as a mattress or pillow, may be enough to injure newborns and small infants. ıt occurs mostly in children younger than 3.But It is most common in babies younger than 1 year of age. But it also can affect children up to age 5. Shaken baby syndrome can cause serious long-term problems Bleeding inside one or both eyes is a common symptom of shaken baby syndrome that can be detected by a pediatric eye specialist. Children can die from their injuries. Those who survive may have brain and vision problems that can last forever. Blindness or hearing problems, inability to move (paralysis),mental retardation Symptoms vary among kids based on their age, how often they›ve been abused, how long they were abused each time, and how much force was used. A child with shaken baby syndrome needs to be in the hospital, sometimes in an intensive care unit (ICU). oxygen therapy may be used to help the child breathe. Depending on the symptoms, doctors may try seizure medicine, physical therapy, or other treatments.
55
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 31
OTİZM SPEKTRUMU BOZUKLUKLAR VE OTIZM Furkan Coşkun, Numan Gürdal Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Otizm Spektrumu Bozukluklar veya Yaygın Gelişimsel Bozukluklar; gelişimin değişik alanlarında ortaya çıkan ciddi ve kalıcı bozukluklarla belirli bir çocukluk dönemi sorunudur. Yaygın gelişimsel Bozukluklar başlığı altında şu bozukluklar ele alınmaktadır. - Otizm veya Otistik Bozukluk - Rett Bozukluğu - Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu - Asperger Bozukluğu - Başka Türlü Adlandırılamayan Yaygın Gelişimsel Bozukluklar (Atipik Otizm) Ciddi ve kalıcı bozukluklar karşılıklı sosyal etkileşim ve iletişim becerilerinde zayıflık,stereotipik davranışlar,sığ ilgi dağarcığı ve sınırlı aktiviteler şeklinde kendini gösterir. Otizm veya Otistik Bozukluk ilk olarak 1943 yılında Psikiyatrist Dr.Leo Kanner tarafından ‘erken bebeklik otizmi’ olarak tanımlanmıştır. DSM 4’e göre Otizm’de tanının konabilmesi için,12 pozitif tanı kriteri içerisinden toplam 6 ya da daha fazla tanı ölçütünün karşılanıyor olması gerekmektedir. Bu 6 tane ölçütten de en az ikisi 1.maddenin (sosyal etkileşim),en az 1’ide 2. Madde (karşılıklı iletişim) ile 3.madde (ilgi alanı ve aktiviteler) içerisinde bulunmalıdır.
AUTISM SPECTRUM DISORDERS AND AUTISM Autism Spectrum Disorders (ASD) is a term used to describe a category of conditions also referred to as Pervasive Developmental Disorders (PDD). PDD includes: - Autism or Autistic Disorder - Rett’s Disorder - Childhood Disintegrative Disorder - Asperger’s Disorder - Pervasive Developmental Disorder–Not Otherwise Specified (PDD-NOS) which includes Atypical Autism. These disorders affect three primary areas of development: communication (verbal and nonverbal),social interaction and repetitive patterns of behavior, interest and activities. Autism or Autistic Disorder typically refers to the traditional or classical forms of what psychiatrist Leo Kanner identified in 1943 and labeled as “early infantile autism.” According to the DSM-IV, a person must have 6 of the possible 12 diagnostic criteria in order to be given the diagnosis of Autism. At least two must be in the area of social impairments and at least one each in the areas of communication impairments and behavior/interests and activities.
56
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 32
D VİTAMİNİNİN OTİZM ÜZERİNE ETKİSİ Hatice Sehle Ünal, Ulya Bilgü, Mehmet Kumru Mevlana Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Konya Otizm (kanner sendromu) çocuklukta başlayan süreğen gelişim bozukluğu, çocukluk dezintegrasyon bozukluğu ve çocukluk şizofrenisidir. Sendrom, aşırı ilgisizlik (kucağa gelmeme, göz teması yapmama, karşılıklı ilişki kuramama), konuşma ve dil bozuklukları, ve entelektüel performansın eşit olmamasıyla anlaşılır. Yapılan araştırmalara göre otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar bilinmeyen nedenlerden kaynaklanan gastrointestinal semptomlardan (karın ağrısı, bulantı, kusma..) muzdariptirler. Otizm spektrum bozuklukları nedenleri tanımlanabilir genetik anormallikler gibi özelliklere sahip bir sendromdur. Soyaçekim etkili bir faktördür. Doğum safları arasında otizm belirtisi alanları çeşitli etkiler göstermiştir. Doğum sırası etkisi hem biyolojik (genetik) hem de demografik (sosyal) nedenlerden dolayı ortaya çıkabilir. Son çalışmalar, otizm riskinin D vitaminiyle bağlantılı olduğunu göstermektedir. Beyin, gebeliğin ilerleyen aşamalarında daha çok gelişir, bu yüzden bu dönemde D vitaminin etkisi daha net görülecektir. D vitamini gen ekspresyonunu düzenler, yüzlerce gen düzenlenmesinde çok önemli rol oynar.
THE INFLUENCE OF VITAMIN D ON AUTISM Autism (Kanner’s syndrome) is a chronic development disorder beginning from childhood,a childhood disintegration disorder and a childhood schizophrenia.The syndrome is identified with excessive indifference (not cuddling,not making and eye contact,inability of mutual relation),speech and language disturbances and inequal intellectual performance.According to researches conducted,the children having autism spectrum disorder have gastrointestinal symptoms (abdominal pain,nausea and vomiting,etc.) arising from unknown reasons.Autism spectrum disorder is a syndrome that has almost the same features as genetic abnormalities with identifiable causes.Heredity is an effective factor.Autism symptoms had some influences among birth ranks.The effect at birth may result from both biological (genetic) and demographic (social) reasons.Recent studies show that the risk of autism is connected with vitamin D.The brain develops more at further stages of pregnancy,so the effect of vitamin D might be seen more clearly at this stage.Vitamin D regulates gene expression and plays a very important role in composing hundreds of genes.
57
SĂ&#x2013;ZEL SUNUMLAR SĂ&#x2013;ZEL SUNUM: 33
RETROSPECTIVE COMPARITIVE ANALYSIS OF POST MASTECTOMY CARCINOMA, FOLLOWING RECONSTRUCTION AND NON RECONSTRUCTION OF BREAST Shiraz Ahamed Sharief MBBS, MS Under the Guidance of Prof.Giorgi Giorgobiani MD,PhD , Prof and Head Department of Surgery, Tbilisi State Medical University, Tbilisi , GEORGIA Introduction: Mastectomies are one of the components in the treatment of carcinoma breast. This can be done with or without reconstruction of the breast tissue. This study compares incidence, detection, and management of recurrent breast cancer in a large series of patients treated at a single center with mastectomy alone or with mastectomy and reconstruction. Methods: A retrospective chart review was performed for all patients who underwent mastectomy and all patients who underwent reconstruction for breast cancer or DCIS at two hospitals in Tbilisi, during November 2009 and Jan 2012. The 112 patients were divided into two groups: mastectomy and reconstruction (n = 68) and mastectomy alone (n = 44). Reconstructive options included tissue expander/ implants, latissimus, pedicled TRAM, free TRAM, DIEP, and SGAP. Patients were followed for a mean of 14.5 months. Data on patient demographics, reconstructive method, and presence of recurrence were obtained. Recurrent tumor size and location, time to recurrence, method of detection, and method of management were also analyzed. Results: The total incidence of recurrence - locoregional and/or distant - was 4.4% (3/68) in patients who had mastectomy with reconstruction and 11.3% (5/44) in patients who had mastectomy alone (p < 0.0001). The incidence of locoregional recurrence only was 1.5% (1/68) in patients who had mastectomy with reconstruction and 4.5% (2/44) in patients who had mastectomy alone (p = 0.0206). Mean time to detection was not significantly different between the two groups: 1.4 years in the reconstructed group and 1.2 years in the non-reconstructed group (p = 0.2614). Conclusions: Reconstruction with a variety of methods does not adversely affect the incidence or time to detection of recurrent breast cancer. Therefore, surgeons can optimize reconstructive options for each clinical scenario without fear of compromising oncologic outcome.
58
ORAL PRESENTATIONS SĂ&#x2013;ZEL SUNUM: 34
EVALUATING THE RISK FACTORS IN POST â&#x20AC;&#x201C; ENDOSCOPIC RETROGRADE CHOLANGIO PANCREATIOGRAPHY (POST-E.R.C.P) PANCREATITIS Elem Saglam Under Guidance of Dr.Shiraz Ahamed Sharief MBBS,MS (Gen.Surgery) Prof.Rima Beriashvili, Deputy Rector, Tbilisi State Medical University, Georgia Op.Dr.Cengiz Volkan Mentes, Tuzla Devlet Hastanesi, Istanbul, Turkey Introduction: ERCP is a diagnostic and therapeutic procedure, used often for pancreatic and biliary pathologies. It combines both endoscopic and fluoroscopic methods. Even though it has wider applications., the complications should not be under estimated. Acute pancreatitis is one among the complications, which is most common and sometimes severe. This study evaluated the various potential risks, and pancreatitis as an outcome following ERCP procedure. Methods: A retrospective study was conducted in two different pancreatico biliary centres during January 2010 to January 2012. A predetermined questionnaire with investigations, prior to ERCP and post procedure outcomes were evaluated. Results: A total of 285 patients underwent ERCP, 167 (58.6%) were diagnostic(Dx) and 118 (41.4%) were therapeutic(Rx) procedures. 28 patients (net 9.8%) developed pancreatitis, among them : 9/167(5.4%) were during Dx-ERCP and 19/118(16.1%) were during Rx-ERCP(approx.3 times more) 12/132 (9.9%) were male patients and 16/153 (10.5%) were female patients. 11/140 (7.9%) were more than 55 years , 17/145 (11.7%) were less than 55 years. 22/267 (8.2%) patients had no previous H/O of ERCP, 6/18 (33.3%) patients had H/O of previous ERCP (approx. 4 times more). 19/216 (8.8%) patients had no previous H/O pancreatitis, 9/69 (13.0%) patients had past H/O of pancreatitis (approx. 1.5 times more). 9/129 (7.0%) patients had no previous H/O alcoholism, 19/156 (12.02%) patients had past H/O of alcoholism (approx. 1.7 times more). 11/187 (5.9%) patients had no sphincter of Oddi dysfunction. 17/98 (17.3%) patients had sphincter of Oddi dysfunction (approx. 3 times more). 16/201 (7.9%) patients had single contrast injection, 12/84 (14.3%) patients had multiple contrast injections,(approx. 1.8 times more). Conclusion: From this research study, various risk factors have been analyzed. It should be kept in mind that, more the risk factors, greater the possibility of post ERCP pancreatitis, hence the ideal patient should be preferred with least risk factors. Unnecessary procedures should be discouraged, especially when the patient has multiple risks. Also all the patients who are undergoing ERCP should be informed about the potential complication of developing pancreatitis and its future outcome. For details contact : elmsglm@yahoo.com or surgeryshiraz@gmail.com
59
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 35
ANJİYOGENEZDE EN İYİ MODEL Orhan Fermanlı Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anjiyogenez, yeni kapiller olusumu ile seyreden biyolojik bir sreçtir ye bazi fizyolojik ve patoloyik durumlarda ortaya çikmaktadır. Anjiyogenez pozitif ye negatif düzenleyici aktiviteye sahip moleküller arasındaki net dengeyle kontrol edilir. İnsan sağlığı açısından yeni damar oluşumu (anjiyogenez) ye kan damarlarının yayılımının kontrolü (antianjiyogenez) oldukça önemlidir. Bu nedenle, anjiyogenez aktif bir arastirma alanidir. In vitro modeller. bu süreci tarif etmede faydali olsalar da, In vivo ne olduğunu yansıtmayabilir. Anjiyogenez araştırmalarında çok yaygın olarak kullanılan, yoğun vasküarize civciv embriyo koryoallantoik membran modeli, faydalı bir in vivo sistemdir. Araştırmamızda aspartamın anti-anjiyogenik etkisini bu model üzerinde gösterdik ve civciv embriyo koriyoallantoik membran ölçümünün anjiyogenik yanıt açısından fiyat-etkin, basit, güvenilir ve tekrarlanabilir olması. aratırmacılar için çekici özellik taşımaktadır.
THE BEST MODEL IN THE ANGIOGENESIS RESEARCHES An in vivo model for angiogenesis: chick chorioallantoic membrane
Angiogenesis is a biological process by which new capillaries are formed and it occurs in some physiological and pathological conditions. Angiogenesis is controlled by the net balance between molecules that have positive and negative regulatory activity. The process of building new blood vessels (angiogenesis) and controlling the propagation of blood vessels (anti-angiogenesis) are fundamental to human health. For this reason, the study of angiogenesis is an active area of research. In vitro models, although useful in delineating parts of this process, may not be representative of what occurs in vivo. The highly vascularized chick embryo chorioallantoic membrane model, which is being extensively used in the research of angiogenesis is a useful in vivo system.In our research we proved the anti-angiogenic effect of aspartam on this model and that chick chorioallantoic membrane assay is cost-effective, simple, reliable and reproducible regarding angiogenic response, attracts investigators.
60
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 36
INFRARENAL ABDOMINAL AORT ANEVRIZMASI AÇIK ONARIM SONRASI ANTERIOR SPINAL ARTER SENDROMU: OLGU SUNUMU Abdullatif Aydın Barts and The London SMD QMUL Parapleji veya paraparezi, torasik veya torakoamdominal aort anevrizma açık tamiri sonrasında gelişen komplikasyonlar arasında tanınan ve bilinen bir fenomendir. Ancak açık abdominal aort anevrizma onarımı ise bir çok zaman ciddi bir nörolojik komplikasyona yol açmadan yapılmaktadır. Bununla birlikte, infrarenal abdominal aort anevrizması sonrası gelişen spinal iskemi vakaları bilimsel yayınlarda bildirilmiş bulunmaktadır. Gloviczki ve arkadaşları (1991) tarafından tip II spinal iskemi olarak sınıflandırılan anterior spinal arter sendromu (ASAS) % 0.1-0.2 insidansı ile bu komplikasyonların en yaygınıdır. İntraoperatif hipotansiyon, aort embolizasyon ve uzatılmış kros-klemp zamanı dahil olmak üzere çeşitli etyolojik faktörler ileri sürülmüş olsa da, anterior spinal arter sendromunun temel nedeninin spinal kord kan akımında bir azalma veya kesintiye uğrama olduğu Rosenthal (1999) tarafından tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra, omurilik vasküler yapısı üzerinde yapılan araştırmalarda anterior spinal arterin spinal kord perfüzyonu üzerinde çok önemli bir yere sahib olduğu belirtilmiştir. Aynı zamanda Adamkiewicz arteri ve pelvik kollateral dolaşımının da önemi özellikle vurgulanmaktadır. Spontan iyileşme vakaları bildirilmiş olmasına rağmen, tam olarak iyileşmenin nadiren görüldüğü bu yıkıcı komplikasyonun dayanak noktası olarak bilinçlendirme ve önleme tedavisi ilk sıralarda bulunmaktadır. Buna rağmen, abdominal aort operasyonları sonrasında trajik bir şekilde ve rasgele meydana gelen spinal kord iskemisi öngürülememeye devam etmektedir. Bu olgu sunumu, 84 yaşında bulunan bir hastanın infrarenal AAA seçmeli onarım sonrası meydana gelen anterior spinal arter sendromunu örnek alacaktır.
ANTERIOR SPINAL ARTERY SYNDROME FOLLOWING THE ELECTIVE REPAIR OF AN INFRARENAL ABDOMINAL AORTIC ANEURYSM: A CASE REPORT Paraplegia or paraparesis occurring as a complication of thoracic or thoracoabdominal aortic aneurysm repair is a well known phenomenon, whilst the vast majority of elective abdominal aortic aneurysm repairs are performed without serious neurological complications. Nevertheless, there have been many reported cases of spinal ischaemia following the elective repair of infrarenal abdominal aortic aneurysms (AAA); most commonly presenting with paraplegia, sphincter incontinence and, often, dissociated sensory loss. According to the classification made by Gloviczki et al. (1991), this presentation is classified as type II spinal cord ischaemia, more commonly referred to as anterior spinal artery syndrome (ASAS). It is the most common neurological complication occurring following abdominal aortic surgery with an incidence of 0.1-0.2%. Several aetiological factors including intra-operative hypotension, aortic embolisation and prolonged aortic cross-clamping have been suggested to cause anterior spinal artery syndrome, but the principal cause has almost always been identified as an alteration in the blood supply to the spinal cord. A review of the literature on the anatomy of the vascular supply of the spinal cord highlights the significance of the anterior spinal artery as well as placing additional emphasis on the great radicular artery of Adamkiewicz (arteria radicularis magna) and the pelvic collateral circulation. Although there have been reported cases of spontaneous recovery, complete recovery is uncommon and awareness and prevention remains the mainstay of treatment. However, being so tragically unpredictable and random, spinal cord ischaemia after abdominal aortic operations appears to be an unpreventable event. This case report follows an unfortunate example of anterior spinal artery syndrome following the elective repair of an infrarenal AAA in an 84 year-old patient.
61
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 37
2005-2010 YILLARI ARASINDA DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA HASTANESİ’NDE YAPILAN SEZARYEN AMELİYATLARINDA UYGULANAN ANESTEZİ YÖNTEMLERİNİN RETROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ Semih Küçükgüçlü¹, Melek Aksoy Sarı¹, Ayşenur Esen, Sümeyye Mercan, Büşra Yetim Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde 2005-2010 yılları arasındaki 6 yıllık süreçte yapılan sezaryen ameliyatlarında uygulanan anestezi yöntemlerinin belirlenmesi, elde edilen verileri ülkemiz ve gelişmiş ülkelerin literatür bilgileri ile karşılaştırılması. Yöntem: Etik kurul onayı alındıktan sonra, 2005-2010 yılları arasındaki altı yıllık süreçte hastanemizde sezaryen uygulanan hastaların ameliyathane arşivinden elde edilen anestezi kayıtları ve doğumhane defterinden elde edilen gebeliğe ait bilgileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Altı yıllık süreçte toplam 10.819 doğum gerçekleştirilmiştir ve bunların 5953’üne sezaryen (C/S) uygulanmıştır (C/S oranı; %55,0). Hastaların 1479’una (%24,8) genel anestezi, 4474’üne (%75,2) rejyonal anestezi [1203 hastada spinal anestezi (%26,9), 830 hastada epidural anestezi (%18,5), 2441 hastada kombine spinal-epidural anestezi (%54,6)] uygulanmıştır. 2005 yılında %63,8 (n:582) olan rejyonal anestezi oranı, 2010 yılında %84,6’ya (n:836) yükselmiştir. Rejyonal anestezi kullanımı, hem elektif hem acil olgularda (%82 elektif, %65,2 acil) anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Başarısız rejyonal anestezi ve cerrahi komplikasyonlara bağlı olarak cerrahi sürenin uzaması gibi nedenlerden dolayı 215 olguda (%4,8) genel anesteziye geçilmiştir. Tüm anestezi yöntemleri arasında hipotansiyon görülme oranı kombine spinal-epidural anestezide yüksek olarak bulunmuştur. Hem 1. dk hem 5. dk APGAR skorları rejyonal anestezide, genel anesteziye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek saptanmıştır. Sonuç: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde sezaryenlerde rejyonal anestezi uygulama sıklığının giderek arttığı ve oranın Türkiye ortalamasının üzerinde ancak gelişmiş ülkelere göre halen düşük olduğu saptanmıştır.
ANESTHESIA FOR CESAREAN SECTION AT THE HOSPITAL OF MEDICAL SCHOOL OF DOKUZ EYLUL UNIVERSITY BETWEEN 2005-2010: A RETROSPECTIVE ANALYSIS Objective: This study was planned to investigate the anesthesia techniques used in cesarean sections (C/S) between 2005-2010 at The Hospital of Medical School of Dokuz Eylul University, and to compare the results with the literature datas in Turkey and developed countries. Material and methods: After approval of ethical commitee, Anesthesia records and informations about C/S cases between 2005-2010 were evaluated retrospectively. Results: During this period, a total of 10.819 labours were carried out and C/S ratio was 55% with 5953 cases. General anesthesia was performed in 1479 cases (24,8%) and regional anesthesia in 4474 cases (75,2%) [Spinal anesthesia for 1203 cases (26,9%), epidural anesthesia for 830 cases (18,5%), combined spinal-epidural anesthesia for 2441 cases (54,6%)]. In 2010, regional anesthesia ratio increased to 84,6% whereas in 2005 it was 63,8%. Regional anesthesia was used significantly more often in both elective and urgent cases (82% elective, 65,2% emergency). Because of failed regional anesthesia or surgical complications, anesthesia was changed to general anesthesia in 215 cases (4,8%). The incidence of hypotension was high with combined spinal-epidural anesthesia. APGAR scores in 1. and 5. minutes were significantly higher with regional anesthesia when compared with general anesthesia. Conclusion: In The Hospital of Medical School of Dokuz Eylul University regional anesthesia rate for C/S cases is increasing and higher than Turkey’s average; but still low when compared with developed countries.
62
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 38
LARVA TEDAVİSİ: Yeşil Önlüklü Minik Cerrahlar Gülşah Erdem, Maral Amangurbanova, Hatice Karakılçık, Farida Hacıbeyli Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Hüsamettin Erdamar Biocerrahi, sağlıklı granülasyon dokusuna saldırmadan seçici olarak nekrotik dokuları debride etmek için yeşil et sineği larvalarını (Lucilia sericata) kullanır. Larva uygulamasının nekrotik dokularin debridmanını kolaylaştırarak bazı yaraların iyileşmesinde yararlı olduğu yüzyıllardır bilinmektedir. 19. yüzyılın başında terapötik amaçlı larva uygulaması ünlendi ancak 1940’lı yıllarda antiseptik yara iyileştirme yöntemlerinin ve antibiyotiklerin keşfiyle önemi azaldı. Son zamanlarda larvalar zor yaraları iyileştirmede tekrar rağbet görmektedir. Yara debridman mekanizması, yaranın tümünde sürekli larva hareketleriyle, proteolitik enzimler ve antibakteriyel maddelerin salgılanmasıyla, larvaların epidermal büyüme faktörü ve IL-6 üzerine etkileri, bakterileri ve nekrotik dokuları yutmayı ve sindirmeyi içerir. Kurtçuk tedavisinin (biocerrahi) ana görevi nekrotik ve enfekte yaraları dezenfekte etmek ve temizlemektir. Bası yaralarıyla birlikte omurilik hasarı hastalarda yapılmış kontrollü bir çalışmada, biocerrahi nekrotik bası yaralarının çoğunu 1 hafta içinde iyileştirdi, ki bu tüm diğer cerrahi olmayan tedavilerden daha hızlıdır. Bası yaraları ya da diyabetik ayak ülserleri gibi diğer durumlarda da, biocerrahi çok etkili debridman mekanizması sayesinde, derin enfeksiyonları önleyebilmektedir. Livingston kurtçukların «Aktif prensibini» kaynağı daha tam olarak açıklanamamış ama üzerinde hala çalışmalar sürdürülen “iyileştirme sekresyonu « olarak açıklıyor. O, larva özütünün sülfidril radikalleri, allantoin, kalsiyum, sistein, glutatyon ve ‘embriyonik büyüme stimule edici maddeyi› içerdiğini doğruladı.Yakın zamanlarda Prete “Aktif prensip” kavramını daha açık şekilde karakterize etti. O, larvanın hemolenf ve beslenme sekresyonlarının in vitro ortamda insan fibroblastlarında büyümeyi stimüle ettiğini gösterdi. Her iki faktör de epidermal büyüme faktörü (EGF)- ya da interlökin-6 (IL-6) tarafından stimule edilen fibroblastların proliferasyonunu artırdı. Klinik gözlemler, larvaların debride edici etkisinin yanı sıra kronik yaralarda büyümeyi uyarıcı etkisinin olduğunu da kanıtlamıştır.
MAGGOT THERAPY: Tiny Surgeons in Green Caps Biosurgery uses the larvae of the green bottle fly (Lucilia sericata) to debride selectively any necrotic tissue without attacking healthy granulation tissue. It has been known for centuries that application of larvae is useful to heal certain wounds by facilitating debridement of necrotic tissue. Their therapeutic use was popularised in the beginning of the 19th century, but waned in the 1940s with the advent of antiseptic wound management and antibiotics. In more recent years, larvae are once again in vogue for management of difficult wounds. The mechanism of wound debridement by larvae includes the complete wound by continuous larval motion, secretion of proteolytic enzymes and antibacterial substances, effects on epidermal growth factor and interleukin-6 (IL-6) and ingestion and digestion of bacteria and necrotic tissue. The main indication for maggot therapy (biosurgery) is to disinfect and clean necrotic and infected wounds. In a prospective controlled study of biosurgery in spinal cord injury patients with pressure sores, biosurgery debrided most necrotic pressure sores within 1 week, which was more rapid than all other nonsurgical treatments. In other cases, such as pressure sores or diabetic foot ulcers, biosurgery may prevent deep infections because of the very effective debridement. Livingston described the “active principle” of maggots as a “healing secretion (active principle), the origin of which has not yet been described but is now being investigated.” He confirmed that larvae extract contains sulfhydryl radicals, allantoin, calcium, cysteine, glutathione, and “embryonic growth stimulating substances.” Recently, Prete further characterized the “active principle.” She demonstrated that hemolymph and alimentary secretions of larvae were growth stimulatory for human fibroblasts in vitro. Both factors increased the proliferation of epidermal growth factor (EGF)- or interleukin-6 (IL-6)- stimulated fibroblasts. Clinical observations provided evidence for a growth stimulation in chronic wounds in addition to debridement effects.
63
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 39
LİSE ÖĞRENCİLERİNDE ALEKSİTİMİ SIKLIĞI Ayşenur Demirci, Büşra Pekdemir, Hatice Türksoy, Zişan Nur Akçaağ Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Sevsen Cebeci Aleksitimi 1972 yılında psikoterapist Peter Sifneos tarafından duyguları anlayamama ve açıklayamama olarak tanımlanan bir terimdir. Bu terimin Türkçe karşılığı ise “duygu sağırlığı”dır. Aleksitimik bireyler duygularını sözcüklere dökmekte zorluk çekerler ve çoğu zaman ne hissettiklerinin farkına varmazlar. Aleksitimi, bir yandan bireylerin konvansiyonel tedavilere yanıt olasılığını azaltırken diğer yandan farklı tıbbi ve psikiyatrik hastalıklara sebebiyet veren bir kişilik özelliği olarak kabul edilir. Aleksitimi DSM-IV’e göre bir ruhsal bozukluk değildir. Kişiden kişiye şiddeti değişen bir boyutlu bir kişilik özelliğidir. Aleksitimik insanlar, duygularını tanımadıkları için, kendilerini hep işlerine yoğunlaştırarak düşünürler. Hayal kuramazlar. Çevreleri tarafından kuru insanlar olarak gözlenirler.Anlamak ve anlatmakta zorluk çektikleri için en büyük zararları yine kedilerine olur. Öncelikle bedensel rahatsızlıklara daha sık yakalanırlar, çünkü ifade edilmeyen duygular bir şekilde vücutta kendilerine çıkış kanalı bulur. Bu tür insanlar daha fazla bedenselleştirme gösterir, çünkü duyguları oradadır ama tarif edilemedikleri için ya baş ağrısı, ya karın ağrısı olarak kendilerini gösterirler. Bedenselleştirme denen durum, ruhsal çatışmaların bedensel hadiselerle dışarı verilmesidir. Aleksitimi düzeyini değerlendirmek ve tercih edilen meslek grubu arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmak için 20 soruluk Toronto Aleksitimi Ölçeği ile hazırladığımız anketi yaklaşık 550 lise öğrencisine uyguladık. Bu uygulama sonucunda ulaştığımız sonuçlar tartışılacaktır.
ALEXITHYMIA AMONG HIGH SCHOOL STUDENTS Alexithymia is a term coined by psychotherapist Peter Sifneos in 1972 to describe a state of deficiency in understanding, processing, or describing emotions. Alexithymia is a condition where a person is unable to describe emotion in words. Frequently, alexithymic individuals are unaware of what their feelings are. Sifneos, the creator of the concept of alexithymia, uses the following expressions for alexithymic individuals. Alexithymia is a problem emerging primarily in individual’s life in the form of emotional function problems and difficulties in interpersonal relations. In social life where emotions have a central importance alexithymics gives the impression of a foreigner, they even give the impression of coming from a different world. The most prominent feature of alexithymics is the difficulty recognizing and expressing their own feelings. In everyday life they can think, relate and make connections with others. However, they have problems establishing links between thoughts and feelings and then expressing them properly. They may be intelligent, but they rather use it to escape from their own feelings. Alexithymia is considered to be a personality trait that places individuals at risk for other medical and psychiatric disorders while reducing the likelihood that these individuals will respond to conventional treatments for the other conditions. Alexithymia is not classified as a mental disorder in the DSM-IV. It is a dimensional personality trait that varies in severity from person to person. In our study about alexithymia, we have created a questionnaire by adding a few additional questions to fix Toronto Alexithymia Scale in order to understand whether there is a relationship between alexithymia and preferred occupation. 550 high school students have applied this questionnaire and we obtained data which we will analyse.
64
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 40
İDEAL TIP EĞİTİMİ Şefika Nur Ayar, Medine Çetin, Yasemin Çalışkan Danışman: Sevsen Cebeci Buluşların artması ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte tıp eğitiminde bilgi yoğunluğu artmış, bu durum ideal tıp eğitimi arayışlarına yol açmıştır. 20. yüzyıldan itibaren ilk büyük değişim, tıp eğitiminin standarttan yoksun olduğunu gösteren Flexner Raporu’ndan sonra yaşandı. Rapordan sonra yapılan düzenlemeler “disipline dayalı eğitim”i ortaya çıkardı. Öğrencilerin disiplinler arası bağlantıyı kurmakta zorluk çekmesi üzerine 1950lerde organ ya da sistem temelli entegre sistem ortaya çıktı. Yine de istenilen hedefe tam ulaşılamadı, bu da merkezinde öğrenci olan “probleme dayalı öğrenim” i doğurdu. Bütün bu sistemler hala tartışılmakta ve ideal tıp eğitimi arayışları devam etmektedir. Peki, ulaşılmak istenen hedef nedir? Kısaca hizmet edilen toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte hekimler yetiştirmektir. Böyle bir hekim temel ve klinik bilgilere hâkim olmanın yanında iyi hizmet sunucu, karar verici, iletişimci, toplum lideri ve yönetici olmalıdır. Ayrıca kendi kendine ve yaşam boyu öğrenme yeteneğine sahip olmalıdır. Dolayısıyla iyi bir tıp eğitiminin göstergesi çıktılarıdır. Biz de öğrencilerin tıp eğitimi ile ilgili görüşlerini değerlendirmek üzere bir anket uyguladık. Anketimize Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 253 öğrenci katıldı. Çalışma sonuçlarımız sunum sırasında tartışılacaktır. Anketimizde ayrıca pratik dersler, laboratuarlar, okulun fiziki koşulları ve diğer imkânları hakkında sorular sorduk ve sonuçları rapor halinde yönetime sunduk.
IDEAL MEDICAL EDUCATION The amount of knowledge needs to be taught in medical education has increased because of inventions and technological developments; this situation has caused searches to find the ideal medical education. The first biggest change since 20th century occurred after Flexner Report, which shows medical education was not have a standard. Regulations after this report have brought “discipline-based education.” Since the students faced with difficulties to understand the connection between disciplines, “organ or system based integrated education” introduced in 1950s. However, desired aim cannot be reached, students centered “problem based education” was aroused. All these systems are still controversial and searches for the ideal medical education are going on. So what is the aim that intended to be achieved? Basically, the aim is training the doctors to meet the needs of the community that is served. Such qualified doctors not only have theoretical and clinical knowledge, but also they should be care provider, decision maker, communicator, community leader and manager. They should also be capable of learning by themselves and learn for life. Thus, proof of an ideal medical education is its outcomes. We wondered what the students think about medical education and we made a survey. 253 students from Fatih University Medicine Faculty participated. The result will be discussed. We also asked to participants about practical studies, laboratories, physical conditions and other facilities of the school; and reported the results to the management.
65
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 41
TIP FAKÜLTESİNDE PROBLEME DAYALI ÖĞRENME Seher Candan, Merve Doğan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir Tıp Fakültelerinde bilinen başlıca üç tip eğitim sistemi vardır. Bunlar; klasik tıp eğitimi sistemi, entegre tıp eğitimi sistemi, gün geçtikçe yaygınlığı daha da artan probleme dayalı tıp eğitimi sistemidir. Probleme dayalı öğrenme (PDÖ), tıp eğitimi sistemlerinin en yenisidir. Ülkemizde Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uygulanmaktadır. Yurt dışında da yaygın kullanılan bir sistemdir. Probleme Dayalı Öğrenme (PDÖ), öğrenci odaklı bir sistemdir ve sistemin temelini gerçek yaşam ile uyumlu bir senaryo oluşturur. Senaryo üzerinden öğrencinin sorunu tanımlaması, sorunlar hakkında hipotezler kurması ve hipotezlerin çözümünü araması beklenir. Öğrencinin kafasında soru işaretleri oluşturulur ve öğrenmesi istenilen bilgiyi öğrenme hedefi olarak çıkarması sağlanır. Sonra öğrencilerden çeşitli kaynaklardan konu hakkında araştırma yapmaları ve edindikleri bilgileri birbirleriyle paylaşmaları beklenir. PDÖ’ nün tam anlamıyla uygulanabilmesi için öğrenciler sekiz-on kişilik gruplara ayrılırlar. Grupların takibini senaryo ve PDÖ ile ilgili eğitim almış yönlendiriciler yapar. PDÖ sisteminde amaç öğrenme süresini daha ilgi çekici kılmak ve öğrenilen bilginin kalıcılığını sağlamaktır.
OUTCOME BASED EDUCATION IN MEDICAL SCHOOL There are three types of education systems. These are classic type education system, integrated type education system and Outcome Based System (OBS). OBS is the newest of the preceeding systems. In Turkey it is applied in Dokuz Eylül University Medical School, Ankara University Medical School, Ondokuz Mayıs University Medical School, Pamukkale University Medical School. This system is also a common type of education system abroad. OBS is a system based on student focused learning sessions. Cases based on real patient histories form the foundation of OBS. In this cases, the students are expected to identify the problem. The Problem build hypothesis and find the solution of the hypothesis. The cases arouse the curiosity of students, as a result the desired knowledge will be prepared as a ‘Learning objective’ for the next session of OBS. Then the students are expected to search these learning objectives from various resources and share their knowledge in the next session. To apply OBS system accurately, the students need to be in groups of 8-10. Learning instructors, who have been trained about the Outcome based system, follow the students learning process in the sessions. The aim of the Problem based learning is to make the process of learning more attractive to the students and to provide lasting knowledge.
66
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 42
TIP FAKÜLTELERİNDE KLİNİK BİLİMLER EĞİTİMİ NASIL OLMALI? Melda Ürekli Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp fakültesi, Isparta Amaç: Tıp fakültelerinde klinik bilimler eğitimde yönlendirici olmak üzere hastalıkların sıklığının belirlenmesi. Materyal ve Metod: Konya ve Isparta’da toplum sağlığı ve aile hekimliği birimlerinden hasta kayıt sistemindeki veriler toplandı. Hastalıkların sıklık sırasına göre sıralama yapıldı. Bulgular: En sık karşılaşılan hastalıklar akut tonsillit, akut sinüzit, akut farenjit, enterit, demir eksikliği anemisi, hipertansiyon olarak bulundu. Bunun yanında febril konvülziyon, akut romatizmal ateş ve talasemi gibi hastalıklar da az sayıda olmak üzere tespit edildi. Sonuç: Pratisyen hekimlikte sıkça karşılaşılacak hastalıkların belirlenmesi klinik bilimler eğitiminde yönlendirici olacaktır. Karşılaşılan hastalıkların sıklığı ve ciddiyeti eğitimde üzerinde ısrarla durmamız gereken noktaları belirleyecektir. Bu amaçla Türkiye genelinde yapılacak geniş bir araştırmaya ihtiyaç vardır.
HOW SHOULD THE MEDICAL SCIENCE EDUCATION BE IN MEDICAL FACULTIES? Purpose: To determine the frequency of diseases in order to route medical science education in medical faculties. Materials and methods: The data of patients’ were collected from patient’s record system of public helath and family medicine in Isparta and Konya Findings: The most common diseases were found as acute tonsillitis, acute sinusitis, acute pharyngitis, enteritis, irondeficiency anemia, hypertension. In addition to it, febrile convulsions, acute rheumatic fever and thalassemia were detected to be such as a small number of diseases. Results: To determine frequently illnesses in general practice will be guiding on the clinical education. The frequency and severity of diseases will be determined the points that we have to focus strongly on the education. For this purpose the wide range of research is needed to do in Turkey.
67
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 43
FATİH ÜNIVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 1. SINIF ÖĞRENCİLERİ VE ASİSTANLARININ SOSYAL YAŞAM ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Semra Kara, Sümeyra Gökalp Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Sevsen Cebeci Günümüzde yapılan sosyal çalışmaların çoğu hekimlerin sosyal yönden eksikliğini ortaya koymaktadır. Tıp eğitiminde yenilikler yapılarak ve farklı yöntemler uygulanarak bu sorunun önüne geçilmeye çalışılmaktadır.Sosyal yaşamda aktifliğin sağlığa ve başarıya ne kadar faydalı olduğu aşikardır ve herkes tarafından bilinmektedir. Bu sebeple tıp fakültesi ve daha sonrasındaki doktorluk hayatında gerekli olan başarıyı elde etmek için kuvvetli bir sosyal hayatında gerekliliği söz konusudur. Tıp eğitiminde hekim adaylarının sosyal yönünün ne kadar dikkate alındığı tartışmaya açıktır. Bizse bu çalışmamızda tıp eğitimi sürecinde yani hekim adaylarının hekim olana kadar geçen sürede sosyal yönden nasıl bir değişim gösterdiğini incelemeyi amaçladık. Yöntem olarak belirlediğimiz örneklemde uyguladığımız 20 soruluk anket kullanılmıştır. Bu anket, Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencilerine ve Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi asistanlarına uygulanmıştır. Sonuçlar sunumumuz sırasında tartışılacaktır.
SOCIAL LIFE AND ATTITUDE ABOUT HEALTH OF MEDICAL STUDENTS AND JUNIOR DOCTORS OF FATIH UNIVERSITY Today, many of social studies suggest that doctors are lack about social life. They aim to innovate the medical education and try to prevent this problem. Activity in social life is so helpful on health and success and everyone knows that. So that, being social in life is necessary to be successful in medicine faculty and in doctor’s life. In medicine school, the social aspects of students can discuss. We studied about how medicine students change during the school life. We used a questionnaire that we prepared, about social life and some attitude of health. Then, we evaluated the results and we will criticize all together.
68
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 44
TIP FAKÜLTESİNDE ÖĞRENCİLİK SERÜVENİ Bora Vergül, Döndü Merve Yıldız, Kaan Yumuşak Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Her lise mezunu genç tıp fakültesine girmek için can atar fakat bunu sadece belli sayıda kişi başarabilir. Her öğrencinin tıp fakültesine gelmek için farklı sebepleri vardır. Sebepler farklı olsada yüzlerce kişi toplanır anfilerde. Kalabalık anfiyi seyre dalmışkan hoca gelir ve 6 sene sürecek olan eğitim hayatının ilk dersi başlar. Dersler uzayıp gider ve ilk zaman vakti gelir çatar. Sınav dediysek onun bir adı var KOMİTE. Tıp fakültesi öğrencisine vize, final kıyağı yapılmaz. Komite dönemi baya sancılı geçer. Öğrencimizin çok çalışması gerekir. Sınavlar pratikler derken ilk sene sona ermiştir. İkinci seninde ilk seneden farkı yoktur sadece ders isimleri değişmiştir ve bu derslerin pratikleri gelmiştir. Pratik olmadan teorik bir işe yaramaz ve yine yine sınavlar. Çalışmaya alışan öğrencimiz teorik sınavları kolayca atlatır peki ya sözlüler? Sözlülerde çok ilginç olaylara rastlanır. Öğrenciler çok garip hallere girebilir. Seneler böylece ilerler ve öğrencimiz temel tıp bilimlerinden dahili tıp bilimlerine geçer. Asisten abisini bulur ve ilk pratik başlar. İlk pratik anamnezdir. Öğrencimiz klinik bilimlerde olduğu için artık polikiliniğede gitmektedir. Fizik muayeneyi hemen hemen öğrenmiştir. Hastayı çağırır, asistan ile muayene eder hatta bazen tanı bile koyabilir. Günde yüzlerce hastanın bakıldığı hasta poliklinikler, 6-7 m²’lik hasta odalarında, 15 kişiyle yapılan pratikler ve diğerleri ile zaman akıp gider. Öğrencimiz artık 6. Sınıfa gelmiştir. İntörn olmuştur. İntörn nedir ? Ne iş yapar? İntörlüğün tanımı tam olarak bilinememektedir. Ne iş yaptığı ise gayet açıktır. Ne iş olsa yapar. İntörnlükte biter. Öğrencimiz gelişimini bitirmiş ve doktor olmuştur. Doktor oldu da ne oldu memnun mu acaba ?.. Başlarken olduğu gibi okul biterkende farklı cevaplar, herkesin kendine has bir hayat görüşü kendine has bir duruşu ve buna göre sürdürdüğü bir yaşantısı var. Herkes kendi yolunda devam edecek bu yolda ilerledikçe kimi sıradan bir doktor, kimiside hikmetli bir hekim olucak. Hikmet sahibi olmak ve hekim kalmak dileklerimizle.
MEDICAL SCHOOL STUDENT LIFE Every high school graduate to enter medical school and for this young too, but much effort just to a certain number of people can achieve shows. There are different reasons to come to each student to study medicine. Though the reasons are collected hundreds of people from different classes. Crowd watching the teacher comes and 6 year class training begins in the first lesson of his life. When it comes time to go on courses and first. I have a name, the Committee in its examination. Medical faculty students pulled the final visa. Committee period is very painful. That should work too. I ended the first years’ exams. In the second year, there is no difference in the first year. only course names have changed, and this has courses in the practices. Without practice is useless and yet still a theoretical exams. You can easily track what work are becoming accustomed to students theoretical exams ye? Oral exams very interesting events. Students can enter very strange desire. The basic medical sciences, and students over the years so that internal medicine Sciences. He finds and starts the first practical step-by-step Assistant. The first practical anamnezdir. Students admitted to the clinical sciences is now. Physics has performed almost made.Calls the patient, will sometimes even can even diagnosis with an Assistant examination. Viewed from the hundreds of patients a day patient polyclinics, 6-7 with sick rooms, 15 m² and with others when draining to the practices. Students are now 6. Has the class. Intern. Intern? What does the job? Intern description is exactly unknown. What business does is clear. What does the job though. Intern period ends. Student development has been completed and the doctor. The doctor was pleased with what was? ... does it. Getting started as the school came to a close, everyone has its own opinion of a life different answers, its posture and accordingly have a life where everyone will continue on this path towards progress. to whom will be a wiser manner turned an ordinary doctor, physician. The wisdom of owning and physician regards stay.
69
SÖZEL SUNUMLAR TÜRKİYE GENOM ARAŞTIRMASI Maral Budak, Hatice Didar Çiftçi Boğaziçi Üniversitesi Genom, bir kişinin taşıdığı bütün genetik bilgiyi içeren kromozom setinin tamamıdır. Genomdaki bilgiler bir kişinin fenotipik özellikleri ve farklılıkarından başka(boy, göz rengi gibi), kalp hastalıklarından kansere kadar birçok hastalığa karşı gösterdiği direnç ya da bu hastalıklara yakalanmada kalıtsal risk gibi özellikleri de belirler. Dolayısıyla, bir kişinin tüm gen diziliminin belirlenmesi, bu kişinin yakalanacağı herhangi bir hastalığa karşı kişiye özel bir tedavi yönteminin geliştirilmesini ve kişiye özel tedbirler alınmasını sağlar. Türkiye’deki bireylerin genomunun belirlenmesiyle ortaya çıkacak olan genetik çeşitliliğin yapısı ve derecesi, batı toplumlarının genetik yapısının kökenine ışık tutacaktır, çünkü geçmişten günümüze birçok medeniyet Türkiye topraklarında yaşamış, Asya ve Avrupa arasında bir köprü konumunda olması dolayısıyla bu topraklar birçok göçe tanık olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin genetik çeşitliliğinin artmasında önemli biri rol oynamıştır. Dünya çapındaki ilk genom projesi kapsamında 2000 yılına kadar devam eden araştırmalar sonucu insanların genetik yapıları arasındaki farklılık ortaya çıkmıştır. Geçtiğimiz yıllarda James Watson , Craig Venter gibi ünlü bilimcilerin genomları çözümlenmiş Afrika(Nijerya), Han Çinli, Güney Afrika(Namibya), Kore ve İrlanda genomlarını temsil eden bireylerin genom dizilimleri belirlenmiştir.1000 Genom Projesi(1000 Genomes Projects Consortium,2010) kapsamında dört farklı toplumdan 185 bireyin genom dizilimleri belirlenerek bilim dünyasının kullanımına sunulmuştur. Türkiye’nin genetik yapısının analiz edilmesi için ilk adım Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü araştırmacıları tarafından atılmıştır. 2010 yılında başlatılan Boğaziçi Üniversitesi Türkiye Genom Araştırması’nın ilk aşaması tamamlanmıştır. Projenin amacı, Türkiye coğrafyasında genetik çeşitliliğin yapısı, derecesi ve diğer toplumlarla olan benzerlik ve farklılıklarının belirlenmesidir. Bu amaç doğrultusunda, Türkiye coğrafyasına dağılmış çeşitli illerden en az dört kuşak yaşamış on yedi kişinin genomları incelenip DNA çeşitliliği (Kopya sayısı çeşitliliği(KSÇ), yapısal çeşitlilik (YÇ), tek nükleotid polimorfizmi(TNP) gibi) saptanmıştır. Sunum, Türkiye Genom Projesi’nin amaçlarını ve ilk adımının sonuçlarını içermektedir.
THE GENOME RESEARCH OF TURKEY The genome of an organism is a complete DNA sequence of one set of chromosomes. The information carried by the genome determines not only the phenotypic features and differences (height, eye color etc.) but also some other characteristics, such as the resistance opposed against a wide range of diseases from cardiac trouble to cancer or genetic risk of catching these diseases. Hence determining the complete DNA sequence of one individual will provide the necessary information to develop a personal treatment and to take precautions for a specific disease. The constitution and extent of genetic variation, which will be better understood along with the results of genome sequencing of Turkish people, will set light to the roots of genetic endowment of western population. Because, from past to present many civilizations had settled in Turkish lands and the geopolitical position of Turkey gave this land a prominence as a bridge between Asia and Europe. This situation played a crucial role in increasing the genetic variety of Turkey. The results of the work being done in the scope of the world-shaking first genome project revealed the considerable locus complexity and provided insights into the different mutational processes that have shaped the human genome. From 1990 to 2000 the genome sequences of famous scientists such as James Watson and Craig Venter were completed. Moreover the genome sequences representing African(Nigerian), Han Chinese, South African(Namibian), Chorean and Irısh people were determined. Related to 1000 Genomes Project Consortium (2010), the genome sequences of 185 people from different nationalities were determined in order to be offered to the use of the scientific world. The first attempt to analyze the genetic structure of Turkey was made by the researchers of Molecular Biology and Genetics Department of Bogazici University and the first stage of Bogazici University Genome Research of Turkey, which started in 2010, was completed. The aim of the project is to determine the structure, the degree of the genetic diversity within Turkey and the similarities and the differences between other societies. In the line of this objective, the genomes of 17 people, who have lived at least through 4 generations from various cities in Turkey were examined and their DNA diversities (Copy Number Variation(CNV), Structural Diversity(SD), Single Nucleotide Polymorphism(SNP)) were determined. The presentation includes the objectives of Genome Project of Turkey and the results of the first attempt.
70
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 46
GENETIK HASTALIKLARDA YENİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ Yasin UĞUR Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genetik hastalıklar, bireyin kalıtım materyalinde meydana gelen kalıcı olumsuz değişiklikler ile ortaya çıkar. Bu değişiklikler, sitogenetik yöntemlerle tespit edilebilen, yapısal veya sayısal kromozom anomalilerinin yanı sıra, sadece moleküler DNA analiz sistemleri ile tespit edilebilen ekson delesyon/duplikasyon, mikrodelesyon/duplikasyon, substitüsyon, inversiyon, insersiyon gibi mutasyonlardan kaynaklanabilir. Genetik hastalıkların genel toplum prevalansı olarak 600/1000 ile kompleks kalıtım ile geçen hastalıklar daha yüksek oranlarda görülmektedir. Tek gen hastalıkları 20/1000 ile ikinci sıradadır. Daha az oranda 3.8/1000 ile kromozomal hastalıklar gelmektedir. İnsandaki genetik hastalıkları üç ana grup altında incelemek mümkündür. - Kromozomal hastalıklar - Tek gen (Mendeliyen kalıtım ile geçen) hastalıkları - Mendeliyen kalıtım ile geçmeyen hastalıklar - Kompleks kalıtım ile geçen - Mitokondri kalıtımı ile geçen - Tekrar dizi hastalıkları - Somatik hücre hastalıkları Genetik hastalıklarda artık gen analizlerinin yapılması, sorumlu genlerin teknoloji ve bilimin ilerlemesinden yararlanarak defektlerinin saptanması tedavi aşamasında bizlere umut vaad etmektedir. İnsan genom projesi gibi birçok genetik alanındaki çalışmalar, yeni tedavi yöntemleri çalışmalarına kaynak sağlamakta ve hastalıkların tedavi edilmesinde başrol oynamaktadır. Bu çalışmalar kapsamında şu an uygulanmakta olan ve üzerinde hala çalışmaların devam ettiği tedavi yöntemlerini 1. Enzim Replasman Tedaviler 2. Substrat İnhibisyon Tedavileri 3. Şaperon Tedavisi 4. Gen Tedavileri ve Alt Basamakları olarak sınıflandırabiliriz.
NEW TREATMENT METHODS IN GENETIC DISORDERS When genetic materials damage genetic disorder can be seen. Structural or quantitative chromosome anomalies in the genetic material can be determined with cytologic methods. Mutations like that exon deletion/ dublication, mikrodeletion/ dublication, substitution, invertion, insertion are only be determined by DNA analysis systems. Prevalance of complex hereditary disorders are 600/1000 which is highest ratio in all genetic disorders. Prevalance of single gene diseases are 20/1000. Prevalance of chromosomal diseases 3.8/1000. Genetic disorders in human beings can be classified in 3 groups - Chromosomal diseases - Single gene diseases (Mendelian inheritance) - Non-mendelian inheritance Complex hereditary diseases Mitochondrial hereditary diseases Repetition sequence diseases Somatic cell diseases Academic studies such as gene analysis, determinig the defects in genes have promised for treatment of genetic disorders.Academic studies such as human genom Project create the source of new treatment methods. According to these studies treatment methods which have been studied are Enzyme Replacement Therapy Substrate Inhibition Therapy Chaperon Therapy 1.Enzyme Replacement Therapy 2. Substrate Inhibition Therapy 3.Chaperon Therapy 4. Gene Therapy
71
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 47
KANSER MEKANİZMALARI VE HEDEFE YÖNELİK TEDAVİ Tuğçe Doğan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Amaç: Kanser mekanızmasının temel taşları olarak bilinen; baskılanamayan proliferasyon, büyüme baskılayıcı faktörlerden kaçış, kontakt inhibisyonun engellenmesi, replikasyon üst sınırının kalkması (immortalite) ve artmış anjiogenez mekanizmalarını gözden geçirmek, son zamanlarda ortaya çıkmış yeni mekanizmalar üzerinde durmak son olarak da hedefe yönelik tedavi olarak neler yapılabileceğini tartışmak. Kullanılan Yöntemler: Pubmed, Medline, ULAKBİM gibi medikal veritabanları Kanser hücrelerinin çok adımlı gelişimi içerisinde ceşitli mekanizmalardan bahsedilir. Bu mekanizmarın organize çalısmaları da aslında kanser sürecinin ne kadar kompleks olduğunu göstermektedir. Bunlar; artmış proliferasyon, büyüme suprese edici faktörlerin baskılanması, apoptozun inhibisyonu, uzamış replikasyon, artmış anjiogenez, invazyon ve metastaz olarak sınıflandırılabilir. Bütün bu mekanizmaların altında ise esas olarak genomik instabilitenin yattığı gösterilmiştir. Bu genomik instabilite hem mekanizmaların oluşmasında hem de inflamasyon gibi kanser sürecini arttıran faktörlerin de ortaya çıkmasında etkilidir. 20. yüzyılın başlarından itibaren bu mekanizmalara 2 yeni mekanizma daha eklenmistir: enerji metbolizmasının yeniden programlanması ve immun yıkımdan kaçma yeteneği. Yeni mekanizmalara daha ayrıntılı bakacak olduğumuzda ise inflamasyon ile tumor arasındaki ilişki dikkati çekmektedir. Öncelikle patologlar neredeyse her kanser türünde doğal yada kazanılmış immuniteye ait hücreler bulunduğunu göstermişlerdir. 2000li yıllardan itibaren inflamasyonun paradoks etkisi konuşulmaya başlanmıştır. Kanser hücresinin tek başına değil, çevresinde progresyonunu etkileyen bazı hücrelerle değerlendirilmesi gerektiği fikri ile “tumor mikroçevresi” fikri ortaya çıkmıştır. Yani tumoru homojen kanser hücrelerinden oluşan bir yapı olarak değil, içerisinde birden fazla hücre tipinin bulunduğu bir kompleks olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bunlardan da kanser kök hucreleri, endotel hücreleri, perisitler, immun inflamasyon hücreleri, tumor asosiye fibroblastlar tanımlanmıştır. Bütün yeni keşfedilen mekanizmalar ve sonuçları tedavi planlarının gelistirilmesi ve özellikle bir mekanizmadan çok birkaç mekanizmaya etki eden yeni ilaçların üretilmesi konusunda çalışmalar yapılmasının daha efektif ve kalıcı bir tedavi olacağını söylemektedir.
MECHANISMS OF CANCER AND TARGETED THERAPY This presentation gives voice to the understanding of underlying mechanisms of cancer development and progress and upon these findings to find different approaches for treatment. The hallmark of cancer comprises some biologic capabilities acquired for multistep development of cancer. They include sustaining proliferative signaling, evading growth suppressors, resisting cell death, enabling replicative immortality, inducing angiogenesis, and activating invasion and metastasis. But in the last decade two emerging hallmarks has added to this list: reprogramming of energy metabolism and evading immune destruction. This presentation incorporates these perspectives for human tumors. This presentation addresses following key questions: what is” tumor microenvironment”? Where are we now in targeted therapy? Using different medical databases this study incorporates mechanisms, tumor microenvironment and targeted therapy of cancer. With this presentation suggestion is that the drug development and the design of treatment protocols will benefit from incorporating the concepts of functionally discrete hallmark capabilities and of the multiple biochemical pathways involved in supporting each of them. Finally heterotypic interactions between the multiple cell types produce different forms and progressively malignant stages of cancer. In another decade, the signalling circuitry describing the intercommunication between those various cells will be demonstrated in greater detail. Also these details will help to find different approaches for drug development that more effective and durable.
72
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 48
ÇÖREKOTU Mustafa Toprak, Bekir Karabey, Tevfik Çatal, Muhammed Burak Ay Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi İnsan vücudunda basit nezleden kansere kadar oluşan bütün hastalıklarda vücut kendini korumak ve hastalıklarla başa çıkmak için bağışıklık sistemini çalıştırır. Hastalığın seyrini bağışıklık sistemi ile hastalık arasındaki mücadele belirler. Bütün hastalıkların tedavisinde verilen ilaçların etkili olması için bağışıklık sisteminin yeterince güçlü olması gerekmektedir. Çörekotu pek çok tıbbi araştırmada insan ve hayvan bağışıklık sistemini hem hücresel (T-helper ve nötrofil aktivasyonu gibi), hem de salgısal (antikor, lökotrien v.d) düzeyde tüm elemanlarını dengeli (immunmodülatör ve immunstimulan) olarak güçlendirdiği gösterilmiştir. İnsan vücudunda oluşan hiçbir hastalık yoktur ki başlangıcında ve seyrinde bağışıklık sistemi tarafından tedavi edilmeye çalışılmasın. Hz. Muhammed (s.a.v.) : Ölüm dışında hiçbir hastalık yoktur ki çörek otunda onun için bir deva bulunmasın.” (Buhârî, tıb 7.- Tirmizi tıb 5.- Muslim selam 89). Pratikte hangi miktarda, ne şekilde ve nasıl kullanılacağı konusunda çok değişik bilgiler mevcuttur. Nasıl kullanılacağı konusunda yazılan bilgiler genellikle araştırma ve tecrübeye dayanmayan alıntılardır. Tıbbi araştırmalarda ise çörekotu yağı, tozu veya ekstre şeklinde değişik kompozisyonlarda kullanılmaktadır. Çörekotu konusunda Asya, Amerika ve Avrupa da yapılmış ve tıbbi dergilerde yayınlanmış yüzlerce makale mevcuttur. Bu makalelerde pankreas kanserinden, tedaviye dirençli epilepsiye kadar sayısız hastalık üzerinde tedavi edici etkisi labaratuvar bulguları ve klinik gözlem ile gösterilmiştir. Bu etkilerin ortak özelliği bağışıklık sistemini dengeli şekilde güçlendirerek ortaya çıkmasıdır.
NIGELLA SATIVA Thymoquinone (TQ), 2-Isopropyl-5-methyl-1, 4-benzoquinone, is one of the most active ingredients of Nigella Sativa seeds. TQ has a variety of beneficial properties including anti-oxidative and anti-inflammatory activities. Studies have provided original observations on the role of oxidative stress and inflammation in the development of renal diseases such as glomerulonephritis and drug-induced nephrotoxicity. The renoprotective effects of TQ have been demonstrated in animal models. Also, TQ has been used successfully in treating allergic diseases in humans. The aim of this review is to highlight the importance of reactive oxygen species in renal pathophysiology and the intriguing possibility for a role of TQ in the prevention of and/or protection from renal injury in humans.Thymoquinone (TQ) is the predominant bioactive constituent present in black seed oil (Nigella sativa) and has been tested for its efficacy against cancer. Here, we summarize the literature about TQ’s molecular mechanism of action and its ability to induce apoptosis and inhibit tumor growth in preclinical models. TQ has anti-inflammatory effects, and it inhibits tumor cell proliferation through modulation of apoptosis signaling, inhibition of angiogenesis, and cell cycle arrest. Chemosensitization by TQ is mostly limited to in vitro studies, and it has potential in therapeutic strategy for cancer. The results favor efficacy and enhancement of therapeutic benefit against tumor cells resistant to therapy based on cellular targets that are molecular determinants for cancer cell survival and progression. There have been attempts to synthesize novel analogs of TQ directed toward superior effects in killing tumor cells with more enhanced chemosensitizing potential than parent TQ compound.
73
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 49
KÖK HÜCRE VE GÜNCEL HÜCRE ÇALIŞMALARI Rıza Duran Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Organizmada doku hasarı ve hücre yenilenmesi gibi durumlarda görev alan ve bugün rejeneratif tıbbın üzerine bina edildiği kök hücre denen hücreler bulunmaktadır. Bir hücrenin kök hücre olarak adlandırılabilmesi için belli özelliklere sahip olması gerekir. Bunlar sınırsız çoğalabilme, farklı hücre tiplerine farklılaşabilme ve kendini yenileyebilmektir. Bu üç özelliğe sahip hücreler kök hücre olarak adlandırılırlar. Bununla birlikte kök hücreler kendi içlerinde de belirli kriterler esas alınarak alt gruplara ayrılırlar. Farklılaşma kapasitelerine göre totipotent, pluripotent ve multipotent olarak gruplandırılırlar. Totipotent hücreler bir canlıyı oluşturabilme potansiyeline sahipken, pluripotent hücreler her 3 germ yaprağına (endoderm, mezoderm ve ektoderm) ait hücrelere farklılaşabilir, multipotent hücrelerse ait olduğu germ yaprağına ait hücrelere dönüşebilir. Elde edilme yöntemlerine göre de kök hücreler embriyonik ve erişkin kök hücreler olarak sınıflandırılmaktadırlar. Sahip oldukları bu önemli özellikler nedeniyle kök hücreler, günümüzde üzerinde en çok araştırılma yapılan konular arasında yer almaktadırlar. Özellikle doku dejenerasyonuyla karşımıza çıkan hastalıklarda ve güncel tıbbın temel tedavilerinin yeterli olmadığı noktalarda kök hücrelerin önemli bir alternatif tedavi seçeneği olduğu düşünülmektedir. Bugün pek çok başarılı sonuçlar alınan deneysel çalışmalar bildirilmiş olup, birçok alanda da klinik uygulamalara geçilerek hücre tedavisinin önemi ispat edilmiştir.
STEM CELL AND CURRENT CELL THERAPIES In the organism there are cells called stem cell that involved in cases such as tissue damage and cell renewal and regenerative medicine today is built up on. A cell must have certain characteristics to be called as stem cell. These are unlimited replication ability, to differentiate to different cell types and to self-renew. Cells with these three feature are called as stem cell. However, stem cells are also internally divided into subgroups based on specific criterias. According to differentiation capacities they are grouped as totipotent, pluripotent and multipotent. Totipotent cells have the potential to create a new organism, pluripotent cells can differentiate cells that belong to each of layer of 3 germ (endoderm, mezoderm and ectoderm), multipotent cells can differentiate cells of layer of germ that belong to. According to methods of obtaining stem cells are grouped as embryonic and adult stem cells. Today stem cells are one of the topics that are invastigated most on, because of the important features that they have. Stem cells have been thought as an important alternative treatment option on especially tissue degeneration diseases and points which treatments of current medicine are not enough. Today succesful results from a lot of studies have been reported, and the importance of cell therapy has been demonstrated by passing clinical applications in many areas.
74
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 50
MELATHONİN Fatma Zehra Yurdusev, Behice Aydın Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Pineal bez nöroendokrin bir organdır ve kendisinin en iyi bilinen hormonu melatonin yoluyla birçok organ ve sistem üzerine düzenleyici bir etkisi vardır. Bez özellikle karanlıkta sentezlenen melatonin(N-Asetil-5-metoksitriptamin) adı verilen bir hormon üretir. Melatonin güçlü bir oksijen radikal toplayıcısıdır ve bu yüzden dokuların hasara uğramasının gecikmesine destek olabilmektedir. Bezin küçükçapına karşılık kanlanması oldukça güçlüdür ve böbrekten sonra 2. en fazla kanlanan organdır kan-beyin bariyeri yoktur. Pineal bez, görme sisteminin bir uç organı olarak ritmik ışık mesajının organizmadaki her organa iletilmesi işlevini görür Melatonin salınımı yoluyla epifiz bezi vücut fonksiyonlarının doğal ritmini düzenleyen internal saati sürdürür. Melatoninin bu saat ayarlama özelliği onun biyolojik ritmi değiştirmek ve düzeltmek ve diğer bazı kritik süreçlerin ve biyomoleküllerin (hormonlar, nörotransmitterler vb.) zamanlamasını ayarlamak gibi sayısız periferik etkiye sahip olan kronobiyotik bir madde olduğunun öne sürülmesine yol açmıştır. Sirkadiyen ritim bozuklukları ve uyku rahatsızlıklarında endojen melatoninin rolü oldukça iyi belirlenmişti. Bazı çalışmalar melatoninin göğüs kanseri, fibrokistik hastalık ve kolon kanserinde de etkili olabileceğini göstermiştir. Melatonin immunitenin düzenlenmesi stres cevap ve yaşlanmanın belirli yönlerinde gösterilmiştir; bazı çalışmalar uyku rahatsızlıklarının düzeltilmesinde ve Alzheimer hastalarında görülen sirkadiyen ritim bozukluklarında rol aldığını ispatlamıştır. Melatoninin antioksidan rolü patofizyolojik süreçlere dahil olan oksidatif stres durumlarında potansiyel kullanımını sağlayabilir. Nokturnal melatonin seviyeleri ve uyku kalitesi pubertedöneminde azalırdaha yaşlı popülasyonda, uyku periyotları kısalmaya ve uyku kalitesi bozulmaya eğilimlidir. Kontrollü klinik çalışmalar göstermiştir ki melatonin pek çok sayıda sirkadiyen ritim uyku bozukluklarında kronobiyotik olarak etkilidir. Gelişmiş ülkelerde son 100 yıldır kanser insidansının sürekli yükselişinin aydınlık zamanın rutin olarak elektrik ışıklarıyla yapay şekilde uzatılması ya da ‘ışık kirliliği’ nedeniyle oluştuğu öne sürülmüştür. Uzun süreli aydınlık zaman gece boyunca baskılanmış melatonin sekresyonu ile sonuçlanır. Hayvanlarda melatonin pinealsupresyon (uzun ışık süresi) ya da pinealektomi ile artış gösteren kimyasal bağımlı tümör insidansını inhibe eder. Melanom ve lösemiye ilaveten akciğer, karaciğer, over, epifiz ve prostatta oluşturulan deneysel kanserlerde büyümeyi ve bazen metastazı pinealektomistimüle ve/veya melatonin inhibe eder.
MELATHONIN Pineal gland nöroendocrin is a limb and it has regulating effect on the limb and system by the best known hormone melatonin. The gland produce a hormone that synthesized especially in darkness. It is called (N-Asetil-5-metoksitriptamin). Melatonin is a strong collecting oxygen and therefore it can support to suffer a delay in tissue damage. It is very strong response to small bore of gland and it is the more vascularized organ after the kidney. There is no blood-brain barrier. Pineal gland is visual system which is as an end organ of the rhythmic message of light transmission of the organism. It transfers to each limb. Pineal gland continues the internal clock which is the natural rhythm of the pineal gland regulates body functions by the release of melatonin. The ability to set time causes to put forward its biological rhythm to change and correct and some other critical processes and biomolecules. People who are exposure the light at night melatonin level is low. The role of endogenous melatonin in circadian rhythm disorders and sleep disorders is well fairly determined. Some studies have shown that melatonin could be effective in breast cancer, fibrocystic disease and colon cancer. Regulation of Melatoninimmunitenin has shown certain aspects of stress and aging. Studies have suggested the relationship between sleep pineal function and melatonin levels. Nocturnal melatonin levels and quality of sleep has been shorten in more elderly population tend to shortening periods of sleep corruption of sleep quality. Controlled clinical studies have shown that melatonin is effective on sleep disorders as kronobiyotik. In developed countries, Long-term suppression of melatonin secretion, end up in bright through the night. In animals, melatonin stores pinealsupresyon (long light duration) or chemical-dependent tumor incidence increased with pinealectomy. In addition to melanoma and leukemia, lung, liver, ovarian, prostate, pineal, and sometimes an experimental cancer growth and metastasis stores pinealektomistimüle and / or melatonin.
75
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 51
AIDS VE DAMGALAMA Şerife Büşra Uysal, Esra Özcan, Hilal Bulut Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi AIDS, Acquired Immuno Deficiency Syndrome kelimelerinin kısaltmasıdır. Türkçesi ise Edinilmiş Yetersiz Bağışıklık Sistemi Sendromudur. İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletlerin de bir eş cinselde keşfedildi. Fakat keşfinden sonra hızla yayılarak; ırk, din, dil ayrımı yapmadan birçok insanın ölümüne sebep oldu. Bu da hastalığın belli bir ırka ait olmadığını göstermektedir. Günümüze kadar HIV den 225.000 kişinin öldüğü kaydedildi. Bu sayı her 13 ila 15 ayda ikiye katlanmaktadır. Böylesine hızla yayılan ve kontrol altına alınamayan bir hastalıkla; doktorlar, hükümetler, bilim adamları ciddi şekilde ilgilenmeye başladılar. HIV, öksürük, hapşırıkla ya da aynı bardak, çatal kullanmakla bulaşmaz. HIV bağışıklık sistemini çökertir. Şu ana kadar birçok HIV pozitif kişi basit enfeksiyonlara yenilerek hayatlarını kaybetti. Bu kadar insanın ölüme neden olan bu sendromu ne yazık ki toplumumuz pek hoş karşılamamaktadır. HIV ın sadece gayri meşru cinsel yolla bulaştığı kanısındadırlar bu da bu virüsü taşıyan insanların kendilerini yalnız hissetmelerine, kendilerini toplumdan kopuk yaşamaya itildiklerini düşünmelerine neden olmaktadır. Sunumumuzda HIV ile yaşayan insanların birbirlerine desteklerine, özgüvenlerine, psikolojilerine, tedavi sürecinde yaşadıklarına değineceğiz.
AIDS AND STIGMA If the cure could not be found; AIDS is the disease of our age and of the future. It is more suitable to name it as HIV disease, and the patients as HIV-positive carriers of disease. It was first discovered in a gay in the United States of America in 1981. But after the discovery it spread rapidly without discriminating race, religion, language and caused the deaths of many people, this shows that the disease does not belong to a particular race. Up to date it has been recorded that 225 000 people died because of HIV. This number doubles every 13 to 15 months. Doctors, governments and scientists have begun to deal seriously with this disease which is spreading so quickly and can not be controlled. HIV is not transmitted by cough, sneeze, or using the same cup or fork. This syndrome, causing so many people to death, unfortunately is not very welcomed in our community. Thus they feel alone, isolated, and it causes them to think they should shift from the society. In our presentation we will present the support of the people living with HIV, to each other, their self-esteem and psychology related to the treatment process.
76
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 52
ÖTANAZİ: SUÇ MUDUR? HAK MIDIR? Ayşegül Derya Toprakçı, Fatma Kaplan, Aurora Dika, Tuğçe Irlayıcı, Esma Ölmez Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Günümüzde, bilim ve etik çoğu kez karşı karşıya gelmekte, bilim adamları aralarında ciddi tartışmalar yapmaktadır. Genetik klonlama, kürtaj ve ötanazi tartışmaya yol açan sorunlardan birkaçıdır. Ötanazi Yunanca kökenli bir kelime olup “güzel ölüm” anlamına gelmektedir; bir kişinin, yaşamını dayanılamayacak durumda olarak algılaması sebebiyle, acısız veya çok az acıtan bir ölümcül enjeksiyon yaparak, yüksek dozda ilaç vererek veya kişiyi yaşam destek ünitesinden ayırarak sonlandırmaktır. Dünyada yasal olarak sadece Belçika, Hollanda ve Amerika›nın bazı eyaletlerinde ötanazi uygulamasına izin verilmektedir. Ötanazi tabiri ilk defa 18. yüzyılda Bacon tarafından kullanılmıştır. Bacon’a göre; doktorun vazifesi, ıstırapları azaltmak ve hastayı sıhhate kavuşturmaktır. Istırapları azaltmak vazifesi, yalnız tedavi edip iyileştirmekle değil, bazı hallerde ona rahat ve kolay bir ölüm sağlamak suretiyle de yapılabilir Dünya Tabipler Birliği"nin Hekim Yardımlı İntihar İçin Tutumu (DTB 44. Genel Kurulu’nda Kabul Edilmiştir. Eylül, 1992) Hekimin, bir kimseye yaşamını sona erdirmekte bilerek ve kararlı olarak yardım etmesi etik değildir. Ancak hastanın tedaviyi reddetmesi temel bir haktır ve hekimin hastanın bu arzusuna hürmet etmesi (ölümüne neden olsa bile) etik olmayan bir davranış sayılmaz.
EUTHANASIA: IS IT A CRIME? IS IT RIGHT? Euthanasia is a word of Greek origin “beautiful death” means: a person, life is unbearable because of the perception, painless or slightly hurt by a lethal injection, by giving higher doses of medications or person by separating the end the life support unit. Legally in the world only in Belgium, the Netherlands and the United States are allowed to practice euthanasia in some states. Doctor, the patient is obliged to deliver and help. So, if you want help for the death of the patient in the face of unbearable suffering should there be physicians, in turn, to help the patient? Ancient Greek physicians, for those who want to die have found the poison hemlock. In particular, a body of nobles old or ill thought of appearing in a humiliating situation, has been the most important factor in the implementation of euthanasia. In contrast to the ancient era, with the spread of Christianity began implementation of the euthanasia. Euthanasia is the first time the term 18 used by Bacon century. According to Bacon, the physician duty to reduce sufferings and wholesome and to give the patient. Reduce the task of anguish, is not alone in improving treatment and, in some cases of death by providing a convenient and easy it can be done. Physıcıan Assısted Suıcıde For The World Attıtude Medical Association (DTB Accepted 44th General Assembly. September, 1992) The physician, ending the life of a person who is not ethical to deliberately and decisively to help. However, the patient and the physician patient refused to undergo a fundamental right to respect this desire (even caused the death) is not an unethical behaviour.
77
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 53
AŞKIN FİZYOLOJİSİ Oğuzhan Köse, Taha Metin, Fatih Ay, Demirhan Devecioğlu Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Aşkı yaşam felsefesi ya da tarzı olarak gören bir toplumun fertleriyiz. Hemen hemen herkesin; günlük hayatında, mırıldandığı şarkılarda, sohbetlerinde sıklıkla kullandığı, uğruna avare olup, varından yoğundan vazgeçebildiği; dünyayı titreten hükümdarları bile ‘Bir gözleri ahuya esir eden’ evrensel fenomen: Aşk !!! Aşk, yaşanırken sanki tüm fizyolojik durumumuzda değişiklikler olur, hormonlarımız ise bir başka çalışır. Adeta bir yarışın içinde hissederiz kendimizi. Sanki bitmemesi gereken bir yarış. Bu tempo kimimizi yorar, güçsüz kılar ama öte yandan onun bir anı için dünyaya gelmeye değer… Aşk, stres ve gerginliği alıyor. Aşk, oldukça karışık nörobiyolojik bir olay olarak tanımlanmaktadır. Beyin içerisinde; güven, inanç, haz duyma ve ödüllendirme fonksiyonları etkinleşmektedir. Gebelik ve süt verme dönemlerinde farklı etkileri olan oksitosin, duyguları değiştirebilmektedir. Bu hormon; sevecenlik ve duygusallık dönemlerinde bol miktarda salgılanmakta, oksitosin arttıkça aşk duyguları da o paralellikle artmaktadır. Stres ve gerginlik dönemlerinde oksitosin salgılanması azalmaktadır. ‘Aşk nelere kadir’ lafı romantik bir inanış değil bilimsel bir gerçek! Zira aşkın gücü kansere bile deva olabiliyor! Aşık olunca salgılanan melatonin, serotonin, adrenalin ve oksitosin hormonları vücut direncini artırarak kanserden koruyor, tedavide başarı oranını artırıyor.
PHYSIOLOGY OF LOVE A society’s individuals that sees love as a philosophy of life or style. Almost everyone has; in everyday life, in hum songs, often used in conversations with, is rogue for the sake of love; Even the emperors of the world-shaking that a prisoner’s eyes of gazelle, this is universal phenomenon: Love!!! Love, it happens if it happens all the physiological changes in case, our hormones work is very different. It was like we feel ourselves in a race. As if race is need don’t be continue. The tempo of fatigue in some people makes the weak but on the other hand, for a moment it worthwhile to come to the world. Love, takes the stress and tension. Love is a defined as an event very complex neurobiological. In the brain, trust, faith, pleasure of activating and reward functions. Alter the feelings of different effects of oxytocin in pregnancy and lactation periods. Decreases the secretion of oxytocin during stress and tension. “Love is almighty” (Aşk nelere kâdir) does not mention this myth that romance is a scientific fact! Because the power of love can cure even cancer! Melatonin serotonin, adrenaline and oxytocin are secreted when in love, protect the body from cancer by increasing the resistance of hormones, and increase the success rate of treatment.
78
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 54
SPERM KİME AŞIK? Seda Kanoğlu, Özlem Suiçmez Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Yeni bir canlı yaratılmasının ilk basamağı olan spermler erkek vücudunun dış kısmında üretilir, bunun nedeni sperm üretiminin ancak 20° C altında gerçekleşebilmesidir. Testislerde dakikada ortalama 1000 adet sperm üretilir. Üretilen spermler erkekten kadının yumurtalarına doğru bir yolculuğa çıkarlar ve sanki ortamı “biliyormuşcasına” özel bir mekanizmaya sahiptirler. Sperm; baş, boyun ve kuyruk kısımlarından oluşur. Bu kısımlar spermin yumurtaya ilerlemesi ve spermin içersinde barındırdığı genetik şifrenin korunmasında rol alır. Kuyruk, spermin ana rahminde ilerlemesini sağlayacaktır. Baş kısım ise özel bir koruyucu zırhla kaplanmıştır, bu kısım spermin asidik ve bazik ortamlarda ilerlerken korunmasına yardımcı olur. Bu zorlu yolculukta başlangıçta yola çıkan 200 – 300 milyon spermden yumurtaya ulaşanların sayısı bini geçmemektedir. Özetle, vücudun üreme sistemi özellikle yumurtayla spermi buluşturacak şekilde hazırlanmıştır. Spermin bu zorlu yolculuğundaki en önemli hormon: Progesteron. Progesteron yumurtanın etrafını saran kumulus hücreleri tarafından üretilir. Bu hormon yumurtanın spermi kendine çekmesini sağlar. Progesteron sperm membranında bulunan iyon kanallarının (cation channels of sperm) aktifleştirilmesini sağlar ve böylece kuyruktaki hareketi sağlayarak balık gibi ilerlemesinde katkıda bulunur. Ayrıca yüksek progesteron seviyesi akrozom reaksiyonunun gerçekleştirilmesini sağlar. Bilim adamlarının son dönemlerde yaptıkları araştırmalar spermlerin “koku aldıklarını” göstermektedir. Bu durum çok ilgi çekicidir çünkü spermin yumurtadan gelen kokuyu algılaması için bir burun ve bunu değerlendirmesi için bir beyne ihtiyacı vardır. Ancak böyle bir durum söz konusu değildir. Bahsettiğimiz boyu milimetrenin yaklaşık %1’i kadar olan bir spermdir. Olayların tümü incelendiğinde bu durumun olağanüstü bir tasarım olduğu görülmektedir. Spermin algıladığı koku farklı çeşitlerde olabilir bu durum yumurtaya ulaşmayı olumlu ve olumsuz her şekilde etkileyebilir. Kısaca spermin aldığı koku hormonların etkisindeki gibi spermin yumurtaya ulaşmasında rol oynar. Koku konusunda elde ettiğimiz bilgiler bize tıbbi yöntemlerde yardımcı olur. Günümüzde doğal yollarla bebek sahibi olamayan çiftler tıbbi yollar denemektedir, bu konuda spermin yumurtaya ilerleme aşaması çok önemlidir Bu aşamada bizlere hormonlar ve yumurtanın salgıladığı koku yardımcı olmaktadır. Ayrıca gebe kalmamak için kullandığımız hormonsal düzenlemeyi sağlayan ilaçlara gerek duymadan korunmayı sağlayıcı yöntemler araştırılmaktadır.
TO WHOM SPERM LOVE? Sperm, the first step in procreating a new life, is produced on the outside of male body. The reason is that the sperm production is carried out at 20 C. 1000 pieces of sperm are produced in testicles per minute. Produced sperms start out direct to the woman’s eggs and it seems as if “they know” the environment well. A sperm consists of head; neck and tail parts which make it proceed to the egg and have a role in the protection of genetic code held within. Tail provides sperm to proceed uterus. The head part is covered with a special safety armor, which helps the sperm to protect in the acidic and basic environment while it was proceeding. At the beginning of this challenging journey, 200-300 millions of sperm start out, however about one thousand sperm reach to the egg. In brief, body reproductive system has been designed to bring the egg and sperm together. The most important hormone in this challenging journey of the sperm: Progesterone. Progesterone is produced by cells of the cumulus surrounding the egg. This hormone allows the egg pull toward the sperm to oneself. Progesterone makes active cation channels of sperm which are in the sperm membrane and by this way it contributes to the sperm by proceeding like a fish. In addition, high progesterone level enables the reaction of acrosome. Studies in recent years show us that sperms “smell”. This is so interesting because in order to sense the smell coming from the egg, a sperm needs a nose and a brain to evaluate this situation. However, this is impossible. We are talking about a sperm whose length up to about 1% of a millimeter. When all the situations are considered, you can say that this is an extraordinary design. The smell detected by sperm can be in different kinds and this situation can affect the reaching egg in a positive or negative way. Shortly, the smell detected by sperm like in the influence of hormones has a role its journey to the egg. The information about “smell” helps us at medical methods. Nowadays, couples who cannot have a baby by natural ways try medical methods; in this regard the process of sperm’s proceeding to the egg is very important. At this stage, hormones and the excretion of egg smell helps us. In addition, in order not to get pregnant without needing the drugs which allow the hormonal regulation, new protection methods are being researched.
79
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 55
VİTRO FERTİLİZASYON (IVF) Yasin Gürdal Gülhane Askeri Tıp Fakültesi İn vitro dış ortamda (tüp içinde) yapılan, fertilizasyon ise döllenme anlamına gelmektedir. Yani ivf, laboratuar ortamında bir araya getirilen spermin kadın yumurtasını döllemesidir. Tıbbi terminolojide tüb bebek deyimi de kullanılmaktadır. IVF Tedavisi; -Yumurtalık kanalları olmayan veya herhangi bir nedenle tıkalı olan kadınlar -Gebe kalmak için geçirdiği cerrahi girişimleri başarısız olanlar ve cerrahinin çok riskli olduğu kadınlar -Erkekten kaynaklanan nedenlerle çocuk sahibi olamayan çiftler -Yaşı 35" in üzerinde olan infertil kadınlar -Nedeni izah edilemeyen (açıklanamayan) infertilite problemi olan hastalar için uygun bir tedavi yöntemidir. Kadınlarda IVF tedavisi öncesinde hormon testleri, transvaginal ultrason, ofis histeroskopi yapılması zorunludur. Bazı özel durumlarda ise HIV, HbsAg, Anti-HCV,kan grubu,rubellaIgG,tam kan sayımı(hemogram) testleri de yapılabilir. Erkeklerde ise ivf tedavisi öncesi sperm testinin yapılması şarttır.Gerekirse HIV, HbsAg, Anti-HCV, kan grubu,FSH_ LH_ T-Testosteron_PRL değerleri,ürolojik muayene ve kromozom analizi de yapılabilir.
IN VITRO FERTILIZATION (IVF) Yasin Gürdal İn vitro means taking place in an outside environment (in a tube) , and the fertilization means conception. InVitro Fertilization (IVF) is a medical process done in a laboratory based on an action in which a sperm fertilizes an oocyte inside a tube. Indications of IVF Treatment are ; - Women that have occulted ovary canals for a reason or have no ovary canals - Women having unsuccessful surgery earlier to get fertile or being too risky for a surgery - Couples that can’t have children due to manly issues - Infertile women of age over 35 - Patients that have infertilitiy for unknown reasons. Before IVF treatment, hormone tests, transvaginalultrasonography,hysterosalpingography or office hysteroscopy must be done on women. In some special cases HIV, HbsAg, Anti-HCV, rubellaIgG, blood group tests and hemogram can also be done. Men must run sperm count and function tests before IVF treatment. If necessary, HIV, HbsAg, Anti-HCV,FSH_ LH_ T-Testosteron_PRL, and blood group tests may be run. Urological examination and chromosome analysis may be done too.
80
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 56
ROBOTİK CERRAHİ Tuba Yalli, Günel Sadigova, Samaneh Khorasani, Yunus Emre Şimşek, Amir Hossein Saati M Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Da Vinci adlı Robotlar ismini bilim ve sanat tarihinin dahi Leonardo da Vinciden alır. Da vinci kendi zamanından geleceği düsünürdü, helikopter ve ucak resimleri cizerdi. Üstelik insan anatomisiyle yakından ilgilenirdi. Da vinci’ nin kontrol konsolları ve robotik kolları iki ana bölümden oluşmaktadır. Robotun hareketleri Cerrah tarafından konsoldan kontrol edilir. Robotik cerrahi ile cerrahlar amelyatları daha dikkatli gerceklestirir. Da Vinci Robotik Cerrahi Sistemi, ürolojik cerrahide yaygın olarak kullanılmaktadır. Cerrahi prosedürleri erken prostat kanserinin tedavisi için de kullanılabilir. Da Vinci Robotik Cerrahi Sistem aynı zamanda kadın hastalıkları alanında› da yaygın olarak kullanılır. Bu sistem bir çok avantajı vardır, örnegin; daha az agrı, daha cabuk yara iyileşmesi, daha az kan kaybı, daha az transfüzyon, daha az yara izi, hastanede kalış süresi daha kısadır.
ROBOTIC SURGERY Tuba Yalli, Günel Sadigova, Samaneh Khorasani, Yunus Emre Şimşek, Amir Hossein Saati M OP Roboter takes its name from Leonardo da Vinci (1452-1519), scientist and genius of art history (“Mona Lisa”). Da Vinci was ahead of his time, he sketched flying machines and he was interested on the human anatomy. Robot “Da Vinci” consists of two main parts: the control console and the robotic arms. The surgeon sits away from the console a few feet from the operating table with two joysticks and directs thefourelectronic armswhich are interchangeable surgicalinstruments and microsurgical endoscopic camera. Front of him he has a high-resolution 3D video image which shows up in the surgical field to ten times magnification. The surgeon’s hands resting below the monitor and handle pliers and scissors. Better yet, as the interpretation of the movements of the instruments on the console is completely free and can be scaled trembling individually. An example: Rotates the surgeon’s hand to move an inch, the instruments are only six millimeters. In this way, the surgeon can operate much more precisely and attach themselves to fine sutures without complications extremely small blood vessels. Da Vinci Robotic Surgical System, is used extensively in urological surgery. Surgical procedures used it for the treatment of early prostate cancer. Moreover Da Vinci Robotic Surgical system also is used by women’ s diseases. This system has a lot benefitsforexample less pain,less woundhealing, less blood loss, fewertransfusions, less scar, shorter hospital stay. All in all we can say that this robotic system isn’t science fiction, it is reality.
81
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 57
YAŞAM BİLİMLERİNDE KAOS VE KARMAŞIKLIK Işın Sönmez, Beyzanur Özcan, Merve Altan Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Kaos, Eski Yunancada düzenin zıttı olarak farklılıkların kaybolduğu yani düzenin ortadan kalktığı, kargaşa anlamında kullanılmış bir kelimedir. Bilimdeki Kaos Teorisi ise düzensiz görünen birçok doğal olayın ardında yatan yüksek boyutlu ve karmaşık matematiksel düzen kalıplarıyla ilgilenir. Doğada karmaşık ve istikrarlı davranış biçimlerinin altında yatan kurallar bu gün kaos ve karmaşıklık biliminin esas konularıdır. Musluktan damlayan suyun düzensiz gibi algılanan ritmi, kalbimiz atımları arasındaki rastgele gözüken düzensizlikler, dümdüz yükselen dumanın belli bir yerden sonra bir anda kırılmaya ve çalkalanmaya başlaması gibi hadiseler ancak kaos ve karmaşıklık bilimini sağladığı araçlarla daha iyi anlaşılabilir hale gelmiştir. Kaos teorisi, kaotik sistemlerle ilgilenir. Bu sistemler, başlangıç şartlarındaki küçücük farkların büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabildiği; öngörülemeyen ve sürekli dinamik bir denge halinde bulunan sistemlerdir. Sözgelimi, bir ay kadar sonra hava durumunu, bir kalp krizin, bir epilepsi nöbetini veya akan bir suda yüzen bir yaprağın izleyeceği yolu tahmin edemememizin temel nedeni, bu olayların kaotik olmasıdır. Ölçümlerimiz ne kadar hassas olursa olsun, gözden kaçıaracağımız en küçük değişkenlr bile bu tip sistemleri öngörülemez yapmaya yeter. Karmaşık ve kaotik sistemlerle yakında ilgili bir başka konu ise Fraktal Geometri denen bir geometri dalıdır. Doğadaki biçimleri anlayabilmek için Öklid geometrisinin yetersiz kalması fraktal geometrinin keşfini saplamıştır. Fraktal “kırıklı” ve “parçalı” anlamına gelir. Fraktal geometri, bildiğimiz soyut geometrik şekillerle değil, basit kurallarla kendini tekrar eden karmaşık geometrik şekillerle ilgilenir. Fraktaller “kaosun resmi” olarak da adlandırılır; çünkü fraktal geometriyi üreten matematiksel süreçler de “kaotik özellikler gösterir. Kaos ve Karmaşıklık Bilimi ile Fraktal Geometri dallarının tıp ve yaşam bilimlerinde bir çok uygulama alanları vardır. Kaotik davranışlardan elde edilen zaman serileri, ancak kaotik ve doğrusal olmayan yöntemlerle incelendiğinde anlamlı sonuçlara ulaşılabilir. Canlılara dair kaydedebildiğimiz neredeyse tüm zamansal değişkenler; popülasyon dalgalanmalarından EEG dalgalarına kadar, kaotik özellikler gösteren davranışlara aittir. Bedenimizde gözlenen bir çok davranış biçiminin kaotiklik derecesi, o sistemin sağlıklı çalışmasının bir işareti olarak kabul edilebilmektedir. Bu tip verilerin nasıl analiz edildiği de ayrıca sunumumuzda tartışılacaktır. Literatürdeki bir çok çalışmayla da gösterildiği gibi fizyolojik sistemlerde yapılan kaotik analizler, sağlıklı bir sistemin çalışmasına dair anlayışımızı geliştirdiği gibi, özellikle hastalıklı durumların tespitini kolaylaştıran önemli sonuçlar üretmektedir. Kaotik analiz ile doğrusal analiz yöntemleri, birbirlerini destekleyecek şekilde birleştirilip uygulandığında, tıbbi teşhis alanında kullanılacak yepyeni yöntem ve uygulamaların ortaya çıkabilmesi mümkündür. Tüm bu bilgiler ışığında, tıp ve biyoloji biliminde büyük yenilikler ortaya koymak isteyen her bilim adamının kaos ve karmaşıklık bilimi hakkında muhakkak bilgi sahibi olması gerektiğini söyleyebiliriz.
CHAOS THEOREM IN LIFE SCIENCES
82
Chaos is an ancient Greek word, which refers to disorder in contrast with existing regularity and order. On the other hand, the Chaos Theorem in Science is interested in some very sophisticated mathematical models that causes many natural occasions seeming irregular. The rules underlying some sophisticated and regular behavior pattern in the nature are today the main issues of the Chaos Science. The disordered rhythm of the water dropping from a tap and our heartbeats are only explained with the devices and systems supplied by the Chaos Science. Chaos Theorem studies the chaotic systems. Unpredictable results because of the initial tiny differences occur in these systems, so these systems are in unpredictable and constantly dynamic balance. The reasons of impossibility of forecast of the weather condition for one month later, a heart attack and an epileptic attack are that these situations are chaotic. Even if our measurements are very sensitive, any little variables that we miss are enough to make these systems unpredictable. Another topic closely related to chaotic systems is Fractal Geometry. Incapability of Euclid Theorem of understanding the manners in the nature has resulted in the discovery of the Fractal Geometry. Today, Fractal Geometry is frequently used to explain many natural manners and duration. Fractals are called “the image of Chaos” because the mathematical processes that create Fractal Geometry contain chaotic characteristics. Chaos and Complex Science and Fractal Geometry have a lot of application areas in Medicine and the science about life. If time serials obtained from chaotic behaviors are researched with chaotic and non-linear methods, the meaningful results can be reached. Almost all time variables that could be recorded about all creatures, from population fluctuations to EEG waves, belong to the chaotic behaviors. The level of chaoticness of many behavior patterns in our body is accepted as a sign of healthy study of the system. How these types of medical data are analyzed will be discussed in our presentation. As shown in many studies in literature, chaotic analyses made in physiological systems not only improve our understanding about working of a healthy system but also generate important results that ease especially determination of ailing situations. When chaotic analysis and linear analysis methods are applied by improving with each other, new methods and applications in the medical recognition area can emerge. All in all, every man of science that wants to come up with great innovations about the Medicine and Biology should have enough information about chaos and complex science.
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 58
TEKNOLOJİDE MODEL: VARLIK HARİKASI İNSAN Sefa Özdemir, Çağrı Kundaktepe, Mesut Yiğit, Miraç Çelik Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilim adamları, doğadaki canlıları incelemekte ve bunlardan yararlanarak yeni teknolojiler geliştirmektedirler. Bu yönelim yeni bir bilim dalı doğurmuştur, Biyomimetik. Biyomimetik denilince insanların aklına daha çok hayvanlar ve bitkiler alemininin sistem ve tasarımlarının taklit edilmesiyle yapılan icatlar ve geliştirilen teknolojiler geliyor. İnsanın kuşları gözlemlediği ilk günden beri varolan uçma tutkusu da dahil olmak üzere insanlar sürekli diğer türlerin yeteneklerine sahip olmak istemiş, bu yüzden biyomimetik alanındaki araştırmalar bitkiler ve hayvanlar aleminde çok gelişmiş. Halbuki canlılar dünyasının en gelişmiş türü Homo sapiens (insan) tir. Bizde insanının kusursuz tasarım ve sistemleri örnek alınarak(taklit edilerek) yapılan icatları ve geliştirilen teknolojileri araştırarak;hem insandaki kusursuz tasarım ve sistemleri tanıtmak hemde bu konuda daha çok araştırma yapılması gerektiğini vurgulamak istedik.Aynı zamanda yapılacak yeni araştırmalar için zengin bir fikir havuzu oluşturduk.
MODEL FOR TECHNOLOGY: MIRACLE OF ASSETS HUMAN The scientists are viewing animals in nature, taking advantage of them are developing new Technologies. This orientation has led to a new branch of science, biomimetic. People think that are inventions made and developed technology on the model of plants and animals when mention of biomimetic Humans always wanted to be have in the human passion to fly the existing capabilities of other species including Since the first day of the birds observed, so the world of plants and animals too advanced research in the field of biomimetics. Whereas, the most advanced type of the living world is Homo sapiens (human). We have investigated people’s systems by imitating developed technologies and inventions were madebecause we wanted to Introducing a perfect systems in humans, is to facilitate more research on this subject and a rich pool of ideas to create new research
SÖZEL SUNUM: 59
BAŞARIMIN ARDINDAKİ MUCİZE: HASTALIĞIM Beyza Nur Yıldız, Tuğba Nur Bal, Cansu Uğurlu, Tuğçe Abdik Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Çevremizde karşılaştığımız başarılı insanları bulundukları konuma getiren bir çok neden vardır.Bu nedenlerin bazısı çok çalışmak, bazısı yetenek, bazısı ise üstün zeka olabilirken bir etkenin de hastalık olabileceğini hiç düşündünüz mü? Toplumda olumsuz olarak adledilen ve çoğu kez engel olarak görülen hastalıkları geçmişte ve günümüzde fırsata çeviren bir çok insana rastladık. Başarılarıyla tüm dünyaya seslerini duyuran sunumda söz edilecek isimler benzerlerinden farklıydılar. Ama onlar farklılıklarını kendilerini toplumun gerisine atarak değil de, en üst kulvarlara taşıyarak oluşturdular.üstelik de bu yolda hastalıklarını kullandılar.peki bunu nasıl başardılar dersiniz? Hastalık gerçektende kötü şans olmaktan çıkıp insanı başarıya götüren bir araç olablir mi?
THE MIRACLE BEYOND MY DISEASE There are several reasons that carry people who are successful to their utmost point in their lives among people we are familiar with. These reasons can be being hard working, talented or of course being intelligent. On the other hand, have you ever thought can one of these reasons be a disease? We encountered these kind of people that turned their disorders that are thought as an obstacle in their lives to an opportunity in order to success. These people who are well known thanks to their success are different from other victorious and famous people. However they took their differences in order not to hide themselves inside the society, but in order to use it as a step stone in their success road. Besides , these differences was even their diseases. How did they achieve that. ? Can a disorder be a vehicle that carry people to success without being a bad luck in their life.
83
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 60
ADLİ TIP İNCELEME YÖNTEMLERİ Saadet Ölmez, Şeyma Çıtak, Ayşe Demirci, Ayşe Betül Gül, Elif Gökalp, Nüseybe Arttıran Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp’ın amacı, adli bilimler alanında, adalete hizmet etmek için bilimsel ilkeler çerçevesinde güvenilir bilirkişilik hizmeti sunmak ve akademik faaliyetlerde bulunmaktır. Adli Tıp, daha düzgün bir hizmet sunabilmek için belli ihtisas dairelerine ayrılmıştır; morg, fizik, kimya, biyoloji, trafik, gözlem ihtisas daireleri gibi. Cinayet sonrası toplanan deliller adli tıpa gönderilir ve burada ilgili ihtisas bölümlerine gönderilerek incelemeler yapılır. Biz bu projede ihtisas dairelerinin çalışma şekillerini bir vaka üzerinden göstermeyi amaçladık.
THE INVESTIGATION METHODS IN FORENSIC SCIENCES The function of forensic sciences is to do academic activities and to serve for the justice within the scope of scientific principles by experts. Forensic sciences are divided into specialized departments like mortuary, autopsy, physics, chemistry, biology, observation and traffic for more efficient results.The pieces of evidence which are collected after a crime are sent to Forensic Sciences and examined by these special derparts.
SÖZEL SUNUM: 61
SINIR TANIMAYANLAR Merve Kömür Buket Baysal Ayşe Böyük Merve Gün, Büşra Nur Bilsel Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Konya Bu sunumun amacı gönüllü sağlık hizmetleri hakkında insanları bilgilendirmektir. Hekimliğin insanı boyutunu göstermek ve insanların görüş açılarını büyütmektir. Farklılıkların hiçe sayılıp insanın insan olmasının yeterli olduğu bir çalışma düzeni… Buradaki gönüllüler,yaşadıkları enteresan olaylar,iç acıtan gerçekler,dünyanın görünmeyen yüzü ve fazlası bu sunumda sizlere aktarılmaya çalışılacaktır. ‘Benim yapabileceğim ne var?’ sorusunu akıllarda uyandırmak ilk hedefimizdir. ‘Dünyada görmek istediğin değişimin parçası ol.’ Mahatma Gandhi’nin sözü bizi tetiklemiştir.
THE ONES WITHOUT BORDERS The goal of this presentation is to inform people about voluntary health care, to show the benevolence of medicine and to broaden peoples horizons. A working regulation in which differences are condoned and humanity counts for much… The volunteers, the interesting things they experienced, the heartbreaking trues, the other face of our World we can not see and much more will be shown to you. “How may I help?” is the question we want you make to cross your mind. The words “Become part of the change you want to see in the World” from Mahatma Gandhi inspired us.
84
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 62
YETİŞTİRME YURTLARINDAN İZLENİMLER Dilek Özgül, Dilruba Bal, Nihan Hanife Yılmaz, Ertuğrul Şentürk Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Yetiştirme yutlarındaki çocukların rutin sağlık muaynesini yapmak, boy-kilo ölçmek, malnutrisyonlu çocukları belirlemek, sağlık alanındaki eksiklikleri tespit etmek ve geribildirimlerini yapmak amaçlarıyla SHÇEK Ankara Sevgi Evleri’nde çalışmalar yaptık. Çalışmamızı ilerde yapılacak diğer projelere de zemin oluşturacak şekilde hazırladık. Yaptığımız projeyle yetimhanede yaşayan çocukların daha iyi bir fiziksel ve psikolojik gelişiminin olmasını hedefledik. Çalışmamıza başlamadan önce Pubmed ve Pediatri sitelerinde geniş çaplı tarama yaptık ve konumuzla ilgili son dönemde yurtiçinde yapılan bir çalışma bulamadık. Projemizi tasarladıktan sonra Bakanlıktan onay gelmesini bekledik. İzin alındıktan sonra uzmanlar, asistanlar ve stajer doktorlar ile birlikte SHÇEK Ankara Sevgi Evleri’ne gittik. İlk etapta genel ortam değerlendirilmesi ve görüşmeler yaptık. Çalışan personelin fikirlerini ve önerilerini aldık. Bu doğrultuda çalışmamızı geliştirdik.Gözlemlerimiz ve çalışmalarımızın sonucunda elde ettiğimiz veriler tartışılacaktır.
GENERAL IMPRESSION OF ORPHANAGE e studied in SHÇEK Ankara Sevgi Evleri to make the routine health control of children in the orphanage, measureheW ight-weight, identify malnourished children, determine the deficiencies in the health field and feedback these procedures. We prepared our study to pave the way for other projects in future. In our project, we aim a better physical and psychological development of children in orphanages. Before starting our study, we made a large-scale search in Pubmed and Pediatrics sites and we could not find a study about the subject of in the last period of our country. After designing our project we waited for confirmation from the Ministry. After taking permission, we went to SHÇEK Ankara Sevgi Evleri along with specialists, assistants and trainee doctors(INTERNS? artık ne dıyorsanız sızın camıada). Firstly we evaluated the overall environment and had interviews. We got the ideas and suggestions of people in charge.(çalışan değil görevli personelin fikrini alırsın yoksa temızlıkcı filan anlasılır J ) we developed our work in this direction. The data obtained from observations and studies will be discussed.
SÖZEL SUNUM: 63
ÇÖLYAK HASTALIĞI Sümeyra Cansu Özcan, Gökçe Mergan, Kubilay Oskay, Merve Kuday Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Çölyak hastalığı aynı zamanda ‘gluten intoleransı’ diye de adlandırılan genetik bir hastalıktır. çölyak hastalığı, genetik olarak yatkın birelerde glüten alınımından sonra meydana gelen malabsorbsyonla karakterizedir. Tanı sırasında, demir eksikliği, folik asit ve vitamin B12 eksikliği ve hipokalsemi gibi komplikasyonları tanımlamak için daha ileri araştırmalar yapılabilir. Çölyak hastalığı olan kişilerde daha sık görülen hipotroidizmin tanısı için troid fonksyon testleri de yapılabilir. Günümüzde etkili olan tedaqvi yöntemi glütensiz diyet uygulamaktır. Hastaların hangi besinlerin gluten içerdiğini ve kısıtlamalara rağmen nasıl dengeli besleneceklerini bilmesi son derece önemlidir. Çölyak diyeti yüksek maliyetli olabilir, diyete uyulmaması ise nükslere neden olur.
CELIAC DISEASE Sümeyra Cansu Özcan, Gökçe Mergan, Kubilay Oskay, Merve Kuday Celiac disease, also known as Gluten Intolerance, is a genetic disorder. Celiac disease is characterized by small intestinal malabsorption of nutrients after the ingestion of gluten by genetically susceptible individuals. As the bowel becomes more damaged, a degree of lactose intolerance may develop. The changes in the bowel make it less able to absorb nutrients, minerals and the fat-soluble vitamins A, D, E, and K. Anaemia may develop in several ways: iron malabsorption may cause iron deficiency anaemia, and folic acid and vitamin B12 malabsorption may give rise to megaloblastic anaemia. Calcium and vitamin D malabsorption and compensatory secondary hyperparathyroidism may cause osteopenia. A small proportion have abnormal coagulation due to vitamin K deficiency and are slightly at risk for abnormal bleeding. Coeliac disease is also associated with bacterial overgrowth of the small intestine. At present, the only effective treatment is a life-long gluten-free diet. Dietitian input is generally requested to ensure the patient is aware which foods contain gluten, which foods are safe, and how to have a balanced diet despite the limitations. The diet can be cumbersome; failure to comply with the diet may cause relapse. The term gluten-free is generally used to indicate a supposed harmless level of gluten rather than a complete absence.
85
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 64
ZOOFARMAKOGNOZİ Gül Ebru Aydeniz, Rabia Aydoğan, Aişe Bozyaka, Beyza Dikme Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Modern tıbbın çare bulamadığı hastalıkları tedavi edebilecek bileşimler arayan etnobotanistler-yani insanların yerel bitkileri kullanış biçimini inceleyen bilim adamları-,deniz biyologları, kimyagerler, doktorlar hatta yağmur ormanı şamanları hastaların çaresizliğini görerek kendilerini bu yola adamış, onları tedavi edebilmenin hevesiyle çalışmalarını sürdürmektedirler. Bir botanist olan Mark J. Plotkin de bu sahada hayli çalışma yapmıştır;yerli kabilelerden ve hayvan davranışlarından edindiği bilgiler günümüze temel oluşturabilecek niteliktedir. Hayvanların genlerine işlemiş bir sevk-i ilahi ile tedavi olabilecekleri ilaçları bulmalarını fark eden davranış bilimcileri belli hastalıkların tedavisi için, hayvanların takip edilmesiyle önemli ilaç kaynaklarına ulaşılabileceğini düşünmektedirler.Hayvanların bitkileri ilaç olarak nasıl kullandığının incelenmesine son zamanlarda zoofarmakognozi adı verilmiştir, ama bizim bu olguyu gözlemlememiz çok eski tarihlere dayanmaktadır. Japon bilim adamları, şempanzelerin mide ve gastrit ağrılarında tükettikleri Vernonia amygdalina adlı bitkiyi yakın takibe aldılar. Bu bitkinin sağladığı tesir ve faydadan hareketle, insanın bağışıklık sistemini kuvvetlendirici bir ilaç üretme yolundalar. Sürüngenler ve kurbağalar arasında yeni terapötik maddelere kaynak olmak açısından en büyük vaatleri taşıyanlar kurbağalarla yılanlardır. Eğer kurbağalardan yeni ağrı kesiciler, penguenlerden yeni antiparazitikler, ardıçlardan yeni laksatifler,şempanzelerden yeni antibiyotikler,tüylü örümcek maymunlarından yeni doğum kontrol hapları elde edebiliyorsak o yağmur ormanlarında,kırlarda,mercan kayalıklarında,yerli türlerin kullandığı ve bizim keşfetmemizi bekleyen kimbilir daha neler neler vardır. Yeter ki, tabiattaki yaratılış hikmetlerine ve hayvanlardaki davranışlara biraz daha dikkat edelim.
ZOOPHARMACOGNOSY Mark J. Plotkin, an ethnobotanist, has searched for compositions that can heal the ailments that the modern medicine couldn’t cure and has done a lot of research in this field. The information that he got from the local tribes and animal behaviours has the quality of establishing a base for today. Animals can find the medicines that can heal them by the instinct within their genes. That’s what the ethnobotanists have observed. They think that to treat specific diseases they can get to important resources of medicines by tracking these animals. The observation of animals’ using plants as medicines has lately been called zoopharmacognosy, but our observation of this fact goes back to old times. Elroy Rodriguez, the chair of the department of biochemistry at University of California, thinks that plants and methods used by animals to heal different ailments can make it easier to find out essantial molecules for human health. Today in some hospitals in the USA leaves of Aspilia plant that mankeys eat to annihilate intestinal parasites are used to treat AIDS and the disease caused by microscobic fungi (mycosis). If we can get new pain killers from frogs, new stimulants from hedgehogs, new antiparasitics from penguins, new antibiotics from chimpanzees, new birth control pills from woolly spider monkeys (muriquis) wonder what are there that native species use in the rain forests and on the moors waiting for us to be explored. Just pay a little more attention to wisdoms of creation in nature and animal behaviours.
86
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 65
HİPNOZ İNDÜKSİYONUNU TAKİP EDEN İMAJİNASYON VE DOĞRUDAN İMAJİNASYONDA FRONTAL EEG VE NABIZ DEĞİŞİKLİKLERİNİN İNCELENMESİ Gül Banu Altan, Berna Aygün, Çağla Nur Turgut, Nesibe Babalıoğlu Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Danışman: Osman Özcan, Sinan Canan Hipnoz dikkatin yoğunlaştığı ve telkine duyarlılığın yükseldiği bir durum olarak tanımlanabilmektedir. Diğer bir tanımda da; duyuda, duyguda, algıda, düşüncede, davranışta değişime cevap verirliğin yükseldiği bir durum olarak ifade edilmektedir. Duyguda ve algıdaki değişikliklerin fizyolojik parametrelerde değişime neden olduğu bilinmektedir. Bu araştırmada her bir denekten başlangıçta 3 dakikalık frontal EEG ve nabız kayıtları alınmıştır. Devamında ise hipnoz indüksiyonu ve imajinasyon (Grup 1; n=15), ya da doğrudan, hipnozsuz imajinasyon telkinleri (Grup 2; n=15) uygulanmıştır. Kayıtlar sırasında hipnozun evreleri de kayıtlar üzerinde işaretlenerek, analizler hipnoz dönemlerine göre gerçekleştirilmiştir. İmajinasyon sırasında fizyolojik parametrelerdeki değişimi belirlemek üzere her iki grupta ortalama kalp hızı, maksimum EEG pik spektral frekansı ve sırasıyla alfa, beta, delta, teta ve gama dalga bantlarının RMS (root mean square) değerleri karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca imajinasyon sürecindeki değişimler göz önünde tutularak, indüksiyonlu ve indüksiyonsuz dağa tırmanış gibi imajinasyonların mental egzersiz ve kilo vermede yerinin olup olmadığı fizyolojik değişiklikler incelenerek yorumlanmıştır.
INVESTIGATION ON FRONTAL EEG AND PULSE CHANGES İN DIRECT AND HYPNOSISINDUCED IMAGINATION Gül Banu Altan, Berna Aygün, Çağla Nur Turgut, Nesibe Babalıoğlu Hypnosis is described as a mental state characterized by focused attention and incased sensitivity to suggestions. It is also described as a state with an increased responsiveness to sensory, emotinal, mental and behavioral changes. It is also well known that the changes in the emotinal and perceptional parameters are also lead to changes in physiological parameters. In the present study, we recorded continuous recordings of frontal EEG and finger-pulse. After a 3-minutes of baseline recording, hypnosis induction following a series of imagination suggestions (Group 1; n=15); or direct imagination suggestions without hypnotic induction (Group 2; n=15) were applied to volunteers. Stages of hypnosis were also marked on the recordings for further analysis. In order to investigate the possible changes in physiological parameters, we analyzed mean heart rate, maximum peak frequency of the raw frontal EEG signals, and RMS (root mrean square) values of alpha, beta, delta, theta and gamma bands; and compare the results among the two groups. In addition, possible effects of hypnosis-induced or direct imaginations like climbing a mountain on mental excercise and weight loss were evaluated in terms of the physiological parameters under investigation.
87
SÖZEL SUNUMLAR SÖZEL SUNUM: 66
SUBLİMİNAL MESAJ: 25.KARE Emine Selcan Sarı, Gizem Büşra Ölgün, Sema Erkayman, Hacer Ayar, Ece Özlem Öztürk Bilinçaltını etkileyen mesajlara sübliminal denir. İnsan beyni saniyede 24 kare algılamaktadır. Sübliminal mesaj tekniğiyle saniyeye 25 kare sıkıştırılır. Ve 25. karenin bilinçaltına atılmasını sağlar. Ses dosyalarında, video görüntülerinde, reklam afişleri gibi yerlerde kullanılır. 25. Kare tekniği; herhangi bir filmde veya bir ürün reklamı yapılırken aynı zamanda bir inancın bir görüşün aşılanması psikolojik yönden bireyin etkilenmesi ve yanlış bilgilerin bilinçaltına atılması sağlanmaktadır. Bunlar bilinçli bir şekilde algılanmamakta, gizli söz ve görüntülerle bilinçsiz bir şekilde kişiye aktarılmaktadır. Bir dini inanışın reklamını yapmak, insanlarda sorgusuz kabullenmeye neden olmak, iyinin kötü, kötünün iyi olarak algılanmasını sağlamak, ürünlerin kolay tanıtımı ve çok satılmasını sağlamak, toplumun değer yrgılarını değiştirmek amacıyla kullanılmaktadır. Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) gösteriyor ki subliminal mesajın tam belli olmayan uyaranları beynin subkortikal kısmındaki kortikal modilasyon bölgelerini özgürce bilinç dışı olarak aktive eder. Subliminal motivasyona bağlı yemek görünümleri insanları yemek yemeye yönlendirmektedir. İnsan yeme davranışları (alıskanlıkları), insanlarda açlık hissi uyandıran içsel (bünyesel) kaynaklı kompleks etkileşimler, çevre kaynaklı etkileşimler ve yemeklerin kendilerinden kaynaklanan duyusal özellerikleriyle motive edilmekte ve şekillenmektedir.
SUBLIMINAL MESSAGE Emine Selcan Sarı, Gizem Büşra Ölgün, Sema Erkayman, Hacer Ayar, Ece Özlem Öztürk Subliminal which is affected on subconscious is a message. The human brain perceives 24 frames per/ second. 25 frames fit into a second with the method of subliminal message as well as provided that it is sent to subconscious 25th frame. That is utilized with several ways such as sound files, video scenes, publicity posters etc. The technical of 25th frame is provided that is sent to subconscious misguided ideas in the any of a film or an advertisement of a product in the same time (which is) planted in a view, a faith also psychological aspects a person is affected on. These aren’t perceive consciously and are transfered unconsciously to a person with a hidden word and scenes. Recent research has shown that visual stimuli can influence cognitive control functions, even if subjects are unaware of the identity of the stimuli. Functional Magnetic Resonance Imaging (fMRI) demonstrates that the subliminal presentation of arousing stimuli can activate subcortical brain regions independently of consciousness-generating top-down cortical modulation loops. Exposure to subliminal arousing stimuli induces robust activation in the amygdala, hippocampus, anterior cingulate, insular cortex and primary visual cortex: A systematic meta-analysis of fMRI studies. Food images engage subliminal motivation to seek food. Human eating behaviour is motivated and shaped by a complex interaction of internal drives such as hunger, external influences such as environmental cues and the sensory properties of food itself. Food images engage subliminal motivation to seek food.
88
ORAL PRESENTATIONS SÖZEL SUNUM: 67
BİLİNÇALTININ SAĞLIKTA YERİ Ahmet Tüfekçi, Tuğba Yurdabakan, Arif Emre Bostanc, Elif Erorhan Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilinçaltının temelinde bağlantı kurma vardır. Öğrendikleriniz arasında bağlantı kurarsanız unutmazsınız. Beynimizde nöronlar var. Bütün nöronların arasında bağlantı kurduğunuzda zekâ oluşuyor. Yani ne kadar çok bağlantı kurarsak o kadar çok zeka oluştururuz. Herkeste yaklaşık 100 milyar nöron var ama nöronlar arasındaki bağlantı birleşimi sınırsız. Ruhsal hayatımızda yaşadıklarımız biliçaltımıza yerleşir. Kendinizle ilgili çok ilginç ve duygusal anıları mucizevi bir şekilde hatırlıyorsunuz; bazen bir müzik parçası, bazen bir görüntü, belki de bir his sizi çok eskilerden anılara götürüyor ve anıları tüm ayrıntıları ile tekrar yaşıyorsunuz ve hafızanız çok kötü, öyle mi? Kötü düşünceler zamanla bilinçaltımızın uyarılarıyla çeşitli hastalıklara sebep olur. Bunların başında kanser gelmektedir. Bilinçaltı temizleme yöntemleriyle bu gibi hastalıklar tedavi edilebilir.
SUBCONSCIOUS IN HEALTH Ahmet Tüfekçi, Tuğba Yurdabakan, Arif Emre Bostanc, Elif Erorhan
10 percent of our behaviours are consciously the other 90 percent are subconsciously or nonconsciously. There are some factors which affects conscious. You shold have probably heard‘’Self fulfilling prophecy.’’. For example if you say to any person ‘’ You are crazy 40 times.’’ And he/she is going to be crazy. Here this conscious sends senses to subconscious. İn the other words conscious orders to subconscious. The main thing of subconscious is making contact. It is the use of images and sounds at a speed or frequency that does not allow us to perceive them consciously but that we perceive unconsciously bypassing in this way our judgment and evaluation filters at an intellectual and conscious level. Despite it is forbid all over the world and our country it is using illegally. What is the power of the system of body when you are at the sleep? Subconscious! Subconscious never rests, never sleeps, never tires. Even the last think that we thought before sleep shows itself as a dream or different form. Our spiritual life settle in our subconscious. Bad thinks are causeses illness by subconscious. At the first of all of them is cancer.
SÖZEL SUNUM: 68
DÜRTÜ KONTROL BOZUKLUKLARI Mehmet Berat Taş, Ali Habibi, Ömür Cemal Kazaz, Taha Albayrak, Fatih Paşa Tatar Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Dürtü kontrol bozuklukları sosyal hayatta birçoğumuzun aslında zararsız olarak düşündüğü davranışlara karşı gösterilen yoğun isteklerdir. Şu üç unsur, bir davranışı dürtü kontrol bozukluğu olarak nitelendirebilmemiz için yeterlidir: Kendisine ve ya başkasına zarar verebilecek davranışlardan kendini alıkoyamamak, davranıştan önce sürekli ve yoğun gerginlik hissetmek ve davranış sırası ve sonrasında haz duymak. Dürtü kontrol bozukluğuna sahip hastaların genel ve en büyük yanılgısı bu davranışlarını istedikleri zaman bitirebileceklerine inanmalarıdır. Kendilerine sürekli “bir daha olmayacak” şeklinde söz verirler fakat bu söz asla tutulamaz. Bir yandan da bu tutulamayan sözler kişinin özgüvenini sarsarak onu depresyona sürükler ve başka psikiyatrik hastalıklara da zemin hazırlar.
IMPULSE CONTROL DISORDERS Mehmet Berat Taş, Ali Habibi, Ömür Cemal Kazaz, Taha Albayrak, Fatih Paşa Tatar People who have impulse control disorder can’t avoid to behave in a harmful way to themselves. Because of lack of control, onset these impulsive behaviours are not planned or not considered. Usually during their acts, they feel pleasure and release. afterwards generally they feel like satisfied their wishes. In our Project we will examine some of impulse control disorders. We will try to throw light on subjects like how to occurs these behaviours and what are the treatments.
89
POSTERLER POSTERS
POSTERLER
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DÖNEM-3 POSTER SUNUMLARI
P1
P2
P3
P4 P5 P6 P7 P8
P9
İNTRAVENÖZ DEMİR (FERRİK HİDROKSİT+SUKROZ) TEDAVİSİNİN ETKİLERİ VE YAN ETKİLERİ EFFECTS AND SIDE EFFECTS OF INTRAVENOUS IRON (Ferric Hydroxide + Sucrose) TREATMENT ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNDE STRESLE BAŞ ETME TARZLARI İLE EMPATİ DÜZEYLERİ İLİŞKİSİ THE RELATION BETWEEN STYLE TO COPE WITH STRESS AND EMPATHY LEVELS OF SECONDARY EDUCATION STUDENTS FARKLI FAKÜLTELERDE OKUYAN ÖĞRENCİLERDE KAYGI DÜZEYİ VE STRESLE BAŞ ETME TARZLARI STRESS LEVELS AND COPING WITH STRESS AMONG STUDENT IN DIFFERENT FACULTIES PSİKİYATRİK HASTALAR VE DAMGALAMA PSYCHIATRIC PATIENTS AND STİGMA YAPAY KAN DAMARLARI ARTIFICIAL BLOOD VESSELS OPTOGENETİK YAKLAŞIM OPTOGENETİC APPROACHES: A BİT OF MOLECULAR-BİOLOGY ENVY HACAMAT CUPPING FEOKROMASITOMA PHEOCHROMOCYTOMA EREKTİL DİSFONKSİYON TEDAVİSİNDE CERRAHİ ÇÖZÜM: PENİL PROTEZ İMPLANTASYONU SURGICAL SOLUTION TREATMENT OF ERECTİLE DYSFUNCTİON: PENİLE PROTHESİS YATAKTAN KALKAMAMANIN NEDENİ UYKUCULUK GENİ: ABCC9
P10 P11 P12 P13 P14
92
THE SLEEPINESS GENE IS THE CAUSE OF INABILITY OF GETTING UP: ABCC9 SOSYAL FOBİ SOCIAL PHOBIA DERİN BEYİN STİMULASYONU DEEP BRAIN STIMULATION MİGREN MIGRAINE KARASEVDADAN DEPRESYONA HÜZNÜN TARİHİ FROM BLACKPASSION TO DEPRESSION HISTORY OF MELANCOLY
POSTERS POSTER: 1
İNTRAVENÖZ DEMİR (FERRİK HİDROKSİT + SUKROZ) TEDAVİSİNİN ETKİLERİ VE YAN ETKİLERİ Aslınur Kurşunel, Betül Korkmaz, Selma Yıldırım, Büşra Bulut Danışman: Ali Koşar Hastalarımızda demir eksikliği anemisinin nedenleri araştırıldı. Araştırmaya 2010-2011 yılları arasında Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalına başvuran 79 hasta dahil edildi. Hastaların hepsi kadındı (%100). Yaş ortalaması 39 olarak saptandı. Hastaların 50’sinde (% 63,3) anemi nedeni menometroraji, 29’unda (% 36,7) gastrointestinal nedenlere bağlıydı. (Kronik atrofik gastrit 7 (% 8,9), peptik ülser 6 (%7,6), mide kanseri 3 (%3,8), hemoroid kanaması 7 (%8,9), anjiodisplazi 2 (%2,5), kolon polibi 2 (%2,5), kolon kanseri 2 (%2,5) saptandı.) Hastalarımızın 17 sinde (%21,5) H. pylori pozitifti. Hastalar pika yönünden sorgulandı. Hastalarımızın 6’sında pika öyküsü vardı. Bunların birisinde buz yeme, ikisinde kahve telvesi yeme, birisinde pişmemiş pirinç yeme, ikisinde de toprak yeme öyküsü saptandı. Parenteral demir tedavisinde hastalarımızın tamamında (%100)venofer ampul (ferik- hidroksit+ sukroz kompleksi) 2700 mg/5 ml’lik formundan 10 ampul verildi. Tedavide genellikle 5 gün süre ile 1x2 ampul şeklinde kullanıldı. Hastalarımızın tedavi öncesi ve tedavi sonrası hemoglobin, lökosit, trombosit, ortalama eritrosit hacmi (MCV), eritrosit dağılım genişliği (RDW), ortalama trombosit hacmi (MPV), nötrofil, lenfosit, monosit ve eozinofillerinin yüzde değerleri hesaplanmıştır. Sonuçlar ışığında intravenöz demir tedavisinin bazı yan etkileri tespit edildi. Hangi koşullarda uygulanması gerektiği belirlendi.
EFFECTS AND SIDE EFFECTS OF INTRAVENOUS IRON (Ferric Hydroxide + Sucrose) TREATMENT Aslınur Kurşunel, Betül Korkmaz, Selma Yıldırım, Büşra Bulut The reasons of iron deficiency anemia were searched in our patients. This research has been studied in 2010-2011, in Fatih University Faculty of Medicine, Department of Hematology. 79 patients participated in this research. All patients were female (%100). Average age of the patients was 39.9 + 9. In 50 of patients (% 63,3) anemia was caused by menometrorrhagia, in 29 (% 36,7) of them it was caused by gastrointestinal causes. (chronic atrophic gastritis 7 (% 8,9), peptic ulcer 6 (% 7,6), stomach cancer 3 (% 3,8), hemorrhoid hemorrhage 7 (% 8,9 ),angiodysplasia 2 (%2,5 ), colon polyps 2 (% 2,5), colon cancer 2 (% 2,5) were detected. ) Helicobacter pylori was positive in 17 patients (21,5%). We asked our patients whether or not they have pica. Six of them had pica in their medical history.; 1 of them had ice pica, 2 of them had coffee ground pica, 1 of them had raw rice pica and 2 of them had sand pica. In Parenteral iron treatment every patient is given 10 venofer ampoule (ferric hydroxide + sucrose complex) which is a form of 2700 mg/5ml. Usually 1x2 ampoule is used along 5 days in this method. Hemoglobin, WBC, PLT, MCV, RDW, MPV, neutrofile, lymphocyte, monocyte and eosinofile percent values of patients (which is their before and after treatment) are detected. Because of the treatment, 3 (%3,8) of our patients had anaphylaxis. Treatment was not given to them. 3 (%3,8) of them had skin eruption, 1 (%1,3) of them had arthritis, 3 (%3,8) of them had arthralgia and 5 (%6,3) of them had common body pain. As a result some side effects of iron treatment were detected. In which situation that we can use it was determined.
93
POSTERLER POSTER: 2
ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNDE STRESLE BAŞ ETME TARZLARI İLE EMPATİ DÜZEYLERİ İLİŞKİSİ Kübra Cebeci Danışman: Sevsen Cebeci Giriş Ve Amaç: Bu çalışmanın amacı; ortaöğretim öğrencilerinde, stres düzeyleri ve empati kurma yeteneklerinde etkili olan faktörlerin irdelenmesi; stres ve empati arasındaki ilişkilerin incelenmesi ve elde edilen sonuçların çalışmaya katılan okulun rehberlik servisi ile de paylaşılarak öğrencilere mümkün olan en güzel yönlendirmelerin yapılmasına vesile olabilmektir. Yöntem: Bu çalışma, 10-13 Ocak 2012 tarihleri arasında, Gaziantep’te, Mehmet Eruslu lköğretim Okulu orta öğretim öğrencileri arasında uygulanmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden 173 öğrenciye, okulun rehberlik servisi ile iş birliği içerisinde, sosyodemografik özelliklere yönelik 15 soru; empatik eğilim ölçeği ( 30 soru ) ve stres ölçeği ( 20 soru ) nden oluşan bir anet formu uygulanmıştır.Veriler, SPSS 13.0 ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Elde edilen 173 verinin bir kısmında, çalışmanın kalitesini etkileyebilecek veri eksiklikleri olduğundan bunların bir kısmı değerlendirmeye alınamamış ve 99 veri değerlendirilmeye alınmıştır. Buna göre katılımcıların % 66.7 si bayan (n=66), %33.3 ü ise erkektir..Populasyonun empati puan ortalaması 70.8 olarak tespit edilmiştir (min=43, max=91).Cinsiyet,yaş,mali gelir, ebeveynlerin eğitim durumu ve ailedeki birey sayısı ile empati ve kaygı düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.Empati puanı yükseldikçe, kendine güven,iyimserlik ve sosyal destek arama alt ölçek puanları da anlamlı bir şekilde yükselmektedir(p<0.05).Ancak iyimserlik alt ölçek puanı, sınıf kademesi ile anlamlı bir şekilde azalmaktadır (p<0.05 ).Ayrıca, boyun eğici ve çaresiz yaklaşım puanları ile empati düzeyi ilişkisizdir( p>0.05).Derslerinde daha başarılı olan katımcıların sosyal dastek arama ve total empati puanları daha yüksek bulunmuştur (p<0.05 ).Grup çalışmasını tercih eden katılımcılar, daha empatik bireylerdir (p<0.05). Tartışma: Çukurova Üniversitesi’nde, orta kademe öğrencilerinde empati ve çatışma çözme düzeyinin sosyo demografik etkenlerle ilişkisinin irdelendiği bir tez çalışmasında; çalışmamıza paralel olarak,yaş, sosyoekonomik durum ve ebeveynlerin eğitim düzeyinin empati üzerinde anlamlı bir etkisi saptanmamıştır. Gurup çalışmasını tercih edenlerin daha empatik bireyler olması, durumun sosyal hayata yansımasının bir göstergesidir. Başarılı çocukların sosyal destek arama puanlarının yüksek olmasına bakılarak, başarılı çocukların bunu izole bir zeka ile değil de, sosyal desteğin temelini oluşturduğu bir empati anlayışıyla entegre olarak kazanabildiği söylenebilir. Sınıf düzeyleri ilerledikçe, bireyler daha karamsar bir bakış açısı sergilemişlerdir; bu da hayatın erken safhalarında yaşantıların sonraki zamanların düşüncesi üzerindeki etkisini göstermektedir. Ailenin mali durumu ve ebeveynlerin eğitim düzeyinin, ne kaygı ne de empati üzerinde bir etkisi bulunmaktadır; bu da diğer ailevi değerleri daha ön plana çıkarmaktadır.
THE RELATION BETWEEN STYLE TO COPE WITH STRESS AND EMPATHY LEVELS OF SECONDARY EDUCATION STUDENTS Intraductıon: Our empathy and stress levels designe our perspective to the life and accomplish with events. We aimed that with this study to eveluate the stres and empathy levels and establish relation with sociodemographic factors such as age, sex, parents’education and financial situation, success in school, professions that they want to be have in the future. As a result, main aim is sharing all of this data with school that the students who participate in this research have continued their education and providing right data for true directions to the students about their ‘’ life philosophy’’. Method: This study was made between 10-13 January 2012, on Mehmet Eruslu Elementary School in Gaziantep, Turkey. A test that includes stress (20 questions), empathy ( 30 questions ) and sociodemographic ( 15 questions) evaluation tests was applied on 173 valunteer students, but only 99 of them was evaluated because of data problems. Datums was evaluated by SPSS 13.0, statistical programme. Results And Conclusıon: There were 66 female and 33 male participants. The mean empathy score was determined as 70.8. (min=43, max=91).Stress evaluation tests ‘ scores were determined as 13.5, 10, 5, 9.5 and 8. There are no relation betweeen age,sex,parents’education and financial situation with empathy scores.Optimistic approach evaluation test that is a subtest in stres evaluation tests family scores decrease with class degree( p<0.05).More successful students have higher scores in empathy and social support tests that a subtest in stres evaluation tests family( p<0.05).The students prefer to group studies have higher empathy scores (p<0.05).
94
POSTERS POSTER: 3
FARKLI FAKÜLTELERDE OKUYAN ÖĞRENCİLERDE KAYGI DÜZEYİ VE STRESLE BAŞ ETME TARZLARI ÖZELLİKLERİ Elif Yakut, Zehra Betül Caner, Betül Keser, Ayşe Çankaya Danışman: Sevsen Cebeci Günümüzde sıklıkla yapılan tartışmalardan biri hangi bölümün okunmasının daha zor olduğudur. Bilindiği gibi her öğrenci kendi bölümünün zor olduğunu, derslerin yoğun ve anlaşılmaz olduğunu ifade eder. Yaptığımız anket çalışmamızla özellikle en sık tercih edilen üç alanı, Tıp Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve Mühendislik Fakültesini kıyaslamak istedik. Anketimiz 70 sorudan oluşmaktaydı ve ilk 40 soru anlık ve sürekli stres düzeyini araştırmakta, son 30 soru ise bireylerin stresle baş etme düzeyini ölçmekteydi. Anketimizi Turgut Özal Üniversitesi (Mühendislik ve Hukuk Fakültesi) ve Fatih Üniversitesi (Tıp Fakültesi) öğrencileri arasında yaptık. Sonuçlarımız kongrede tartışılacaktır.
STRESS LEVELS AND COPING WITH STRESS AMONG STUDENTS IN DIFFERENT FACULTIES One of the frequently discussed topic is which department is more difficult to study, nowadays. As it is well known that each student states his \ her branch is more hard to study and the courses of that department, are really dense and incomprehensible. In our questionary, we wanted to compare the most frequently preferred three areas of higher education especially: Faculty of Medicine, Faculty of Engineering and Faculty of Law. Our questionary was consist of seventy questions of the first forty ones aimed to understand momentary and consistent stress levels while the last thirty questions were in order to reveal the levels of coping with stress of the individuals. The questionary was realised among some students of the faculties of Engineering and Law in Turgut Ozal University and the Faculty of Medicine in Fatih University. Our results will be discussed in the congress.
POSTER: 4
PSİKİYATRİK HASTALAR VE DAMGALAMA Yusuf Başkıran, Osman Burak Özerk, Sultan Kaya Ruhsal hastalığı olanların damgalanması kökeni, tarihin derinliklerinde saklı olan, insanlık tarihinin güçsüzlük ve bilgisizlik dönemlerinde, bu belirtilerin açıklanamadığı ve korkuya kapıldığı zamanları kapsar. Damgalama kuramının öncüsü Amerikalı sosyolog Goffman damgalamayı, “damgalanan bireye daha az değer verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir ve neredeyse insan gibi algılanmaması” olarak tarif etmiştir. 1996-1999 yılları arasında gerçekleştirilen “schizophrenia: open the doors” başlıklı damgalama ile mücadele eğitim programı büyük yankı uyandırdı. Toplam 18 ülke bu programa dahil oldu. Damgalama karşıtı çalışmalarda öncelikle toplumda var olan yanlış inanç ve bilgileri değiştirmeye çalışmak uygun bir yaklaşımdır. Damgalama ile mücadelede; kişilerarası, toplumsal, endüstriyel, yönetsel, hükümet politikalarını da içine alan bir önlem uygulaması ile gerçekleştirilmelidir. Bu uygulamalarda hasta merkezli yaklaşımın hedef grup çalışmaları ile yürütülmesi önerilmektedir.
PSYCHIATRIC PATIENTS AND STIGMA The origin of those stamped with mental illness, history that is hidden deep in human history, periods of weakness and ignorance, that’s time for unexplained symptoms and the fear he felt it. Stamping American pioneer of the theory of sociologist Goffman Stigma, “stamped the behavior of individuals making less value, less people carrying this label and almost like a human being may be perceived as” has been described. The World Psychiatric Association (WPA World Pschiatric Association) soul and maintenance of health protection, prevention of mental illnesses, mental aiming to improve care standards and ensure that the problem is an association of individuals. Since 1960 the world experienced the negative social changes in psychiatry led to an increase in negative behaviors. Madrid Declaration in accordance with the goals of the WPA put a stop to the bad prognosis training programs for them began. To this end the years of 1966-1999 carried out between “schizophrenia open the doors” with the title stamping combat training program had a great impact. This program a total of 18 countries was included. In these applications, the target group of patient-centered approach with the execution of work are recommended.
POSTER: 5
95
POSTERLER YAPAY KAN DAMARLARI Osman Çelik, Adnan Kantarcı, Kutay Kuşçu Kalp problemleri saptanıncaya kadar, altında yatan sebep (ateroskleroz) genellikle oldukça ilerlemiş, hatta onlarca yıllık mesafe katetmiştir. Genellikle tıkanan arterleri bypass yapmak için kullanılan kan damarları hastanın vücudunun başka bir parçasından alınır. Fakat bazı durumlarda hastanın kendi damarlarını kullanmak pek de mümkün değildir. Bu problemin üstesinden gelmek için, araştırmacılar sentetik kan damar materyalleri üzerinde deneyler yapmaya başladılar. Sentetik organların canlılara nakli henüz uzak bir gelecekte görülüyor. Yine de bu, organ nakli bekleyenler için oldukça umut verici bir gelişme.
ARTIFICIAL BLOOD VESSELS By the time that heart problems are detected the underlying cause (atherosclerosis) is usually quite advenced, having progressed for decades. The treatment depends on the severity of the disease and including drug therapy, Bypass surgery, coronary artery angioplasty and lifestyle change. Usually blood vessels taken from another part of the patient’s body are used to bypass the blocked arteries. But, sometimes it’s not possible to use a patient’s own blood vessels. To overcome this problem, researchers began to experiment with the synthetic blood vessel materials. A variety of synthetic fabrics were used; of these, the plastic Teflon and synthetic fiber Dacron proved to work best. Transplanting synthetic organs is still farther into the future. However, it is promising for patients awaiting an organ transplantation.
POSTER: 6
OPTOGENETİK YAKLAŞIM Ferhat Erol, Bera Zengin, Kürşat Dişli, Gökhan Cengiz, Doğu Fırat Polat Optogenetik, gen terapisi yoluyla ışığa duyarlı hale getirilen nöronların nörolojik araştırmalarda kullanılmasına imkan veren bir yöntemin adıdır. Temelde genetik, viroloji ve optik gibi alanların sağladığı imkanların birlikte kullanılmasına dayanır. Yeşil alglerden elde edilen “channelrhodopsin-2 (ChR2)” geninin viral taşıyıcı aracılığıyla nöron DNA’sına entegre edilmesi ile nöronlara ışığa reaksiyon verme özelliği kazandırılır. Özellikle aktarılan genin promoter’inin sağladığı “hücreye özgülük-güdümlülük” çok çeşitli nöral yapılardan oluşan sistemde daha hassas çalışma olanağı sunar. Bu yaklaşımla birlikte nöral devre elemanları arasındaki etkileşim ve bu etkileşim sonucunda ortaya çıkan fizyolojik/patolojik fonksiyon durumu daha net bir şekilde ortaya konabilecektir. “Işığa duyarlı nöron” körlük tedavisi konusunda da önemli yankı uyandırmıştır.
OPTOGENETIC APPROACHES: A BIT OF MOLECULAR-BIOLOGY ENVY Optogenetics, the ability to use light to activate and silence specific neuron types within neural networks in vivo and in vitro. In order to understand how the brain generates behaviors, it is important to be able to determine how neural circuits work together to perform computations. Because, it is critical to be able to analyze how these different kinds of cell work together. Up to this point, much of neurologic progress has been made using electrophysiology, stimulating and recording from the brains of animals as they perform a task or develop a new skill. But the neural circuits are made of a great diversity of cell types; so that electrodes inserted into an animal’s brain typically stimulate hundreds of thousands of cells, hits circuits like a hammer. Optogenetics could be a scalpel, turning particular neurons in a circuit on or off within milliseconds. The more understandings will open the door to new therapy strategies. Also the technique gives the oportunity to use of the artificial photoreceptors as the treatment of some blindness and vision problems.
POSTER:7
96
POSTERS HACAMAT S.Mesude Uzun, Sevdenur Çulha, Ruken Abul Hacamat, kan fazlalığının vücutta meydana getirdiği rahatsızlıkları gidermek için kullanılan genel bir tedavi usûlüdür. Bu tedavi, derinin bir neşter yardımıyla çizilip ağzı geniş bir bardak, kavanoz veya şişe ile oluşturulan emme gücüyle kirli kanın çekilmesi şeklinde uygulanır. Genellikle iki omuz arasından, sırttan, başın arka tarafından yahut vücudun herhangi bir yerinden alınır. Hacamatla pıhtılaşmış koyu kanı almak, vücuttaki kanın akışkanlığını arttırır ve dolaşımı kolaylaştırır. Hacamat yaklaşık 70 hastalığa şifadır. Bunlardan bazıları; kanser, cilt hastalıkları, sedef hastalığı, kısırlık, kronikleşmiş birçok hastalık, migren, romatizma, mide, bağırsak rahatsızlıkları, karaciğer yetersizliği, zihinsel ve ruhsal hastalıklar ve böbrek hastalıklarıdır. Hacamat olan bir kişi üç ay içinde tekrar hacamat olamaz. Hacamat, hemen hemen dünyanın her ülkesinde 1900’lü yıllara kadar her türlü hastalığın tedavisinde uygulanmış fakat bu tedavi günümüzde unutulmuştur.
CUPPING It is a general treatment method which is used to cure diseases caused by an excess of blood. The treatment is applied by as a first step of scratching the skin by a lancet. As a second step , venose blood is absorbed with a suction power which is effectuated by means of a jar or a bottle or wide mouthed glass. The venose blood is generally absorbed from back or the middle of shoulders or the back of head or anywhere in the body. Taking the coagulated dense blood with cupping increases viscosity of blood in body and relieves the circulation. Cupping is an alternative treatment approximately for 70 diseases. Some of these are; cancer, skin diseases, psoriasis, infertility, a lot of chronic diseases, migraine, rheumatism, gastrointestinal disorders, liver failure, mental and psychological diseases and kidney diseases. The person who was cupped can’t be cupped again within three months. Cupping was applied for treatment of every illness until 1900’s almost in all of the world,but now cupping has been unpopular.
POSTER: 8
FEOKROMASITOMA Taner Yıldız, Alı Fırıncıogluları, Veysel Taylan Erdogan, Baran Yuksekkaya, Mehmet Cavur Feokromasitoma bazı genetik sendromlar ve mutasyonlarla ilişkisi olan, Böbrek üstü bezinin Adrenal medullasındaki, kromaffin hücrelerinden gelişen, nadir bir tümördür. Feokromasitoma, artmış katekolamin üretimine sebebiyet verir. Feokromositomalar her yaşta görülebilmekle birlikte, genellikle 30-50 yaşları arasında ortaya çıkar. Kadın ve Erkek eşit oranda etkilenir. Feokrositomalarda %10 kuralı vardır. Bu kurala göre: %10 hastada hipertansiyon yoktur, %10 ekstra-adrenaldir, bunların %10’u ekstraabdominaldir, %10’u çocuklukta oluşur,%10 bilateraldir,%10 Malign, %10 Ailesel,%10 cerrahiden sonra nüks şeklindedir. Ataklar esnasında gözlenen semptom ve bulgular taşikardi, terleme, terleme, postural hipotansiyon, takipne, yüzde solukluk veya kızarıklık(flushing-epinefrin salgısı belirginse),soğuk ve nemli cilt, ciddi başağrısı, angına, çarpıntı, bulantı, kusma, görme bozuklukları ve ölüm korkusudur. Paroksismal nöbetler görülebilir. Nöbet sonu genellikle ateş basması ve yüz kızarması olur. Katekolamin düzeyi yüksek olsa bile bu kişilerde kan basıncı normal olabilir. Tümör tarafından salgılanan katekolamin adrenalin ise taşikardi vardır.
PHEOCHROMOCYTOMA Pheochromocytoma is a rarely found tumour, that has a relationship with some genetic syndromes and mutations and is developed in Adrenal medulla and Kromaffin cells of the kidney gland. Pheochromocytoma, results in increase of Catecholamine production. Equally men and women. There is 10% rule in in Pheochromocytomas. A ccording to this rule: 10% of patients do not suffer from high blood pressure, 10% are extra-adrenal, 10% of these being extra-abdominal, 10% develop in children,10% are bilateral,10% malign,10% Family originated,10% inshape of nucs after surgery. The symptoms and diagnosis during attacks: Tachycardia, sweating, postural hypotension, tachypnea, pale face or flushing( if epinefrine production can be seen), cold or moist skin, serious headache, angina, palpitation, stomachache, vomiting, visual problems and fear of death. Parocsismal seizures can be seen. Generally sweating and flushing can be seen at the end of seizures. If level of catecholamine is high, blood pressure is normal for these people. There is tachycardia in release of catecolamine adrenalin by the tumour.
97
POSTERLER POSTER: 9
EREKTİL DİSFONKSİYON TEDAVİSİNDE CERRAHİ ÇÖZÜM: PENİL PROTEZ İMPLANTASYONU Celal Er, İrfan Yaman, Ömer Faruk Demirhan, Reşit Emre Duruk, Ahmet Akcan Penis Protezleri: Diğer tedavi yöntemlerinden fayda sağlayamayan hasta grubuna uygulanan cerrahi bir yöntemdir. 2 tip penil protez kullanılmaktadır: Bükülebilen (malleable), yarı-sert protez ve şişirilebilen(inflatable) protez. Şişirilebilen protezlerin de iki çeşiti vardır bunlar iki parçalı ve üç parçalı penil protezlerdir. Şişirilebilen protezlerde silindir duvarı anevrizmaları, silindirlerin eşit dolmaması gibi problemler minimale indirilmiş, fizyolojik ereksiyonu en mükemmel şekilde taklit ettiği için, hastaların seksüel hayatlarından memnuniyetleri artmıştır. Bu nedenle daha yüksek başarı oranlarına sahiptir ve daha doğal bir görünüm sağlar. Bükülebilen (malleable), yarı-sert protez ise basit implantasyon tekniği gerektirmesi ve fiyatının ucuzluğundan dolayı avantajlıdır ancak devamlı ereksiyon, içindeki telin kırılması sonucu üretraya bası, tunika albugineyayı delerek fossa navikularis uretraya göç etmesi gibi komplikasyonlardan dolayı dezavantajlıdır. Penil Protezle İlgili Yapılan bir araştırmada penil protez kullanan hastalarda %93,8 ereksiyon kalitesi görülürken, bu oran oral ilaçlar kullanan hastalarda %51,6 ve kavernoz injeksiyon kullanan hastalarda ise %40,9’dur. Diğer bir araştırmada erektil disfonksiyon tanısıyla üç parçalı şişirilebilir penil protez yerleştirilen 68 hastanın 61’inin (%89.7) oldukça memnun, altısının (%8.8) kısmen memnun olduğu ve yalnız birinin (%1.5) hiç memnun olmadığı saptanırken memnuniyet düzeyi değerlendirilen eşlerin ise 48’inin (%92.3) oldukça memnun olduğu saptanmıştır. Uygun hasta seçimi ve ameliyat öncesi yeterli bilgilendirme yapıldığı takdirde alınan mekanik başarı oranlarının yüksekliği, hastaların seksüel yaşamlarından memnuniyet duymaları sebebiyle erektil disfonksiyon tedavisinde penil protez tedavisinin günümüzde en güvenilir tedavi yöntemi olduğunu görmekteyiz.
SURGICAL SOLUTION TREATMENT OF ERECTİLE DYSFUNCTION: PENILE PROTHESIS Penis Prosthesıs: the patient is a method that applies to the provide the benefit of surgery. 2 types of penile prosthesis are used: Bükülebilen (malleable), semi-rigid prosthesis and prosthesis şişirilebilen (inflatable). There are two version of the malleable prothesis two-part and three-part of these penile prothesis. In malleable prothesis cylinder wall “problems such as the spin of the reels, so equal, the most perfectly mimics the physiological ereksiyonu minimale downloaded to, patients have increased sexual pleasure for their lives. Therefore has a higher success rate, and provides a more natural look. Malleable, semi-rigid prosthesis implantation technique is simple, but it requires and is advantageous because the price of ucuzluğundan, the erection of continuous wire breakage in the bass, According to one research displays the quality of the erection, penile prosthesis in patients %93,8 when this ratio use of oral drugs patients %51,6 and kavernoz in patients with Q, 6 that use the injection in patients is the and at the second research: Inflatable penile prosthesis placed erectile dysfunction diagnosis three-part of the patient’s 61 in 68 (% 89.7) quite satisfied, is partially satisfied, having read the (% 8.8) and solo (1.5%) is not happy with one of the satisfaction level is evaluated at all in determining of 48 peers (% 92.3) quite satisfied. Proper patient selection and not enough information will be taken before surgery success rates in the lives of the patients ‘ sexual satisfaction, mechanical height due to hear, penile prosthesis in the treatment of erectile dysfunction treatment is the most reliable treatment method today.
98
POSTERS POSTER: 10
YATAKTAN KALKAMAMANIN NEDENİ UYKUCULUK GENİ: ABCC9 Merve Özkan - Beyza Sönmez - Esra Büşra Yüksel - Esma Büşra Soygür - Nuray Sevinç Danışmanı: Doç. Dr. Kadir Demircan İnsanlar hayatlarının yaklaşık üçte birini uykuda geçirir. İnsanların uyku ihtiyacı yaş, günlük ritim ve mevsimlerin etkilerine göre değiştiği gerçeğine rağmen, uzun ya da kısa süreli uyuma eğilimi genellikle aileden gelir. Uyku biyolojisini kavramak, uyku davranışının sağlıklı etkilerini çözmek açısından önemlidir. Uyku süresi bireyler arasında değişiklik göstermektedir. Örneğin; İngiltere eski başbakanı Margaret Thatcher’a günde 4 saat uyku yeterli gelirken, dünyaca ünlü fizikçi Albert Einstein 11 saat uyuduğu söylenmektedir. Avrupalı bir grup araştırmacı Estonya’ dan İtalya’ ya kadar yedi farklı ülkeden 4260 katılımcı üzerinde uyku ile ilişkili genleri araştırmışlar. Bu katılımcıların her biri uyku alışkanlıklarını sorgulayan basit bir anketi doldurmuşlardır. Hepsine uyku hapı almadıkları, nöbet tutmadıkları ve işe gitmek zorunda olmadıkları, tatil günlerinde ne kadar uyudukları sorulduktan sonra DNA örneklerini vermişlerdir. Araştırmacılar daha sonra binlerce gen için katılımcıların DNA örneklerini analiz etmişler. Bu analizde çok uyuyan insanlarda yaygın olarak bulunan bir geni tespit etmeye çalışmışlar. Analiz sonucuna göre, uyku süresinin ABCC9 (ATP-binding cassette sub-family C member 9) olarak adlandırılan genle güçlü bir korelasyona sahip olduğu saptanmış. İstedikleri kadar uyumalarına izin verildiğinde bu genin bir versiyonunun iki kopyasına sahip olanların, başka bir versiyonun iki kopyasını taşıyanlardan ortalama olarak %6 daha az uyudukları görülmüştür ve ABCC9 genine sahip olanların sekiz saatten fazla uykuya ihtiyacı olduğu sonucuna varılmıştır. ABCC9 geni toplumun genelinde tespit edilen, uyku süresi ile güçlü bir ilişkisi olan ilk gen olma özelliğini taşımaktadır. Sonuçta uykunun; çevre, psikoloji ve genlerin etkileşimiyle ortaya çıkan multifaktöriyel bir özellik olduğu ortaya çıkmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de bu konuyla ilgili çok az çalışma bulunmaktadır. Biz de bu konuya biraz olsun ışık tutabilmek adına Türkiye Kronotip Anketi’ ni(TÜKA) uygulamaya başladık.
THE SLEEPINESS GENE IS THE CAUSE OF INABILITY OF GETTING UP: ABCC9 Do you feel fine after just a few hours of sleep each night? There’s a gene for that. Humans sleep for approximately one-third of their lifetime. Margaret Thatcher managed on four hours of sleep a night while Albert Einstein needed 11.Sleep duration is influenced by many factors. An international team of researchers led by Ludwig Maximilians University of Munich chronobiologists Professor Till Roenneberg and Dr. Karla Allebrandt has now identified the first genetic variant that has a significant effect on sleep duration and is found frequently in the general population. ABCC9(ATP-binding cassette, sub-family C member 9) , a known genetic factor in heart disease and diabetes, also influences the duration of sleep in humans. Karla Allebrandt and her team from the LMU have identified a gene known as ABCC9 which explains why some people only need limited amounts of sleep. Researchers determined that the gene is responsible for controlling how long an individual sleeps and why some seem to have their own internal alarm clock. The scientists found that people who had two copies of one common variant of ABCC9 slept for significantly less time than people with two copies of a different version of the gene. This study came from of 4,000 people from seven different European countries who filled out a questionnaire about their sleeping habits. The answers and the participants’ genes were then studied. Scientists already had proven that the ABCC9 gene was present in fruitflies. The ABCC9 gene is evolutionarily ancient, as a similar gene is present in fruitflies. Fruitflies also exhibit sleep-like behaviour. “When we blocked the function of ABCC9 in the fruitfly nervous system, the duration of sleep was shortened,” said study author Dr Karla Allebrandt. Professor Till Roenneberg added that sleep duration may be based on similar mechanisms in a wide range of diverse species.
99
POSTERLER POSTER: 11
SOSYAL FOBİ Mücahit Şentürk, Onur Erbükücü, Nusret Seher, M. Ali Işık, Emre Gülbağcı Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Sosyal fobi, oldukça sık görülen ve kişinin yaşamını, yaşam kalitesini çok etkileyen psikolojik bir hastalıktır. Sosyal fobi olguları genelde ergenlik döneminde görülmeye başlar. Sosyal fobisi olan bir kişinin, tanımadığı insanlarla karşılaştığında tedirgin olması, başkalarının gözünün üzerinde olabileceği bir ya da birden fazla toplumsal durumdan belirgin ve sürekli bir korku duyması, küçük duruma düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde davranacağından korkması ve anksiyete belirtileri göstermesi söz konusudur. Bu durumlarda kişi, ya korkulan toplumsal durumlardan kaçınır ya da yoğun anksiyete ile buna katlanır. Kişi sosyal ortamlara girdiğinde yüzde kızarma, ellerin ya da sesin titremesi, avuç içinde terleme, kusmaktan korku gibi fizyolojik semptomları olabilir. Özellikle tanımadığı ya da az tanıdığı kişilerin yanında daha fazla huzursuz olur, aile içinde genelde daha rahattır. Sosyal fobinin tedavisinde yalnızca ilaç tedavisi yeterli değildir, mutlaka psikoterapi de gereklidir. Grup terapisi ile sosyal beceriler artırılabilir. Günlük yaşamda, düzenli egzersiz yapılması, dengeli beslenilmesi, kafeinden uzak durulması gibi bir takım değişiklikler yapılması tedaviye yardımcı olabilir. Antidepresan tedavisinin, olguların neredeyse tamamında faydalı etkileri gözlenmektedir.
SOCIAL PHOBIA People with social phobias fear and avoid situations in which they may be subject to the scrutiny of others. It may begin in adolescence and may be associated with overprotective parents or limited social opportunities. People with social phobia become overwhelmingly anxious and self-conscious in everyday social situations. They have an intense, persistent, and chronic fear of being watched and judged by others, and of doing things that will embarrass them. Physical symptoms that often occur with social phobia include: “Blushing, difficulty talking, nausea, profuse sweating and trembling.” Social phobia can be limited to one situation or, it may be so broad that the person experiences anxiety around almost everyone other than family members. The health care provider will look at your history of phobia, and will get a description of the behavior from you, your family, and friends. Signs include elevated blood pressure and rapid heart rate. The outcome is generally good with treatment, and antidepressant medications have been shown to be very effective.
POSTER: 12
DERİN BEYİN STİMULASYONU Ayse Cansızoğlu. Hande Uchera, Nurhan Börekçi Beyin pilleri başta Parkinson hastalığı olmak üzere, pek çok hareket bozukluğunun cerrahi tedavisinde son yıllarda giderek yaygın olarak kullanılan karmaşık elektronik cihazlardır. Beyin pili, özellikle Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılıyor. İlaç tedavisine yeterli yanıt vermeyen, şiddetli titreme nöbetleri geçiren veya katılık ve tutukluk nedeni ile hareket edemeyen Parkinson hastalarında beyin pili, başarılı sonuçlar veriyor. Özellikle Parkinson hastalarında hayat kalitesini ciddi ölçüde artıran beyin pili tedavisi, Türkiye’de hareket bozuklukları ve distoni hastalıklarının tedavisinde de başarıyla uygulanıyor.
DEEP BRAIN STIMULATION The last decade has experienced a resurgence of interest in the neurosurgical treatment of Parkinson’s Disease due to simultaneous advances in clinical neurosurgery and basic neuroscience. The current model of basal ganglia connections and their role in movement disorders provides a rational basis for the neurosurgical treatment of PD. The neurosurgical treatment of Parkinson’s disease has evolved substantially over the past fifty years. Initial enthusiasm for stereotactic ablative surgical therapy was followed by its abandonment and an almost complete reliance on medical therapy. More recently, there has been a resurgence of interest in stereotactic surgery. The optimal management of patients with movement disorders require a combined approach with medical therapy providing the first line of treatment and surgery providing an option for selected patients who can no longer be adequately managed with medical therapy alone. Whether alternative surgical treatments such neural transplantation can ultimately provide a long lasting cure remains to be seen.
100
POSTERS POSTER: 13
MİGREN Habib Tekin, Seren Gören, Veli Görkem Pala, Ömer Bağlam Migren, tüm başağrısı hastalıkları içinde doktora en fazla başvuru nedeni olan durumdur. Migren tanısı için özel bir laboratuvar testi veya radyolojik inceleme yoktur. İnsanlık tarihi kadar eski bir hastalık olan migren toplum için oldukça önemli bir sağlık sorunudur, Dünya Sağlık Örgütü tarafından en çok kısıtlılık yapan hastalıklar arasında ele alınmıştır. Kadınların yaklaşık % 20’sinin, erkeklerin ise % 8’inin migrenli olduğu bilinmektedir. Atak sırasındaki olumsuz etkileri dışında da okul ve iş performansında düşme ve sosyal problemler gibi kronik etkileri vardır. Karakteristik özellikleri tekrarlayıcı olması, atağın ilaçsız olarak 4 saatten fazla sürmesi (ve 3 günden az), tek yanlı oluşu (%80 hastada), zonklayıcı olması, atak sırasında sıklıkla ışıktan ve sesten rahatsızlık, merdiven çıkma gibi fiziksel eylemlerle ağrıda artış, ağrıya sıklıkla bulantı veya kusmanın eşlik etmesi, ağrının orta şiddette veya şiddetli olmasıdır.
MIGRAINE Migraine, headache, diseases of all the many references in the medical cause of the condition. A specific laboratory test for the diagnosis of migraine or no radiological examination. Migraine is a disease as old as human history is an important health problem for society, the very restricted by the World Health Organization among the diseases are discussed. Approximately 20% of women and men are known to be 8% of migraine. The characteristic features are recurrent, drug-free as the attack lasts more than 4 hours (and less than 3 days), being one-sided (80% patients), is throbbing, often light and noise disturbance during the attack, the physical actions, such as stair climbing, an increase in pain, severe headache pain or accompanied by vomiting, the pain is moderate or severe.
POSTER: 14
KARASEVDADAN DEPRESYONA HÜZNÜN TARİHİ Hayrettin Çobanoğlu, İhsan Yasir Balkaya, Anılcan Karahan Sistematik biçimde yapılan araştırmalar 100.000 yılı bulan geçmişimizin sadece küçük bir kısmından haberdar olduğumuzu, eski Yunan’dan 2500 yıl öncesine dek geri gidebildiğimizi gösteriyor. Bunun öncesinde sadece Hindu metinlerinde bize psikotik depresyon gibi görünen kısa dönemler yaşayan insanlara dair bazı yazılardan söz edilmekte. Tanı ve tedaviyle ilgili görüşler ve gelişmeler neredeyse insanın dünyada var olduğu günden beri bilinen melankoli kavramını kökten değiştirmiştir. Nitekim o yıllarda kullanılan ve bakıldığında bugünkü kavramlara çok yakın görünen tanımlamaların 20. yüzyıl tanımlarıyla hiç ilgisi yoktur.
FROM BLACKPASSION TO DEPRESSION HISTORY OF MELANCOLY Systematic researches were in the past 100,000 years, we are aware that only a small part of the past shows back to until 2500 years ago, from the Greek. Prior to that only Hindu texts appears to us the psychotic depression, some of the articles are about the people living in the short term. Love object leads to expectation of delight affecting the power of jurisdiction and people engage with cognitive capabilities of ways of reaching constantly love object. This painful reflexion is black passion. Last two centuries have a great importance for the whole psychiatric disorders.
101
POSTERLER
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DÖNEM-2 POSTER SUNUMLARI P15 P16 P17 P18 P19 P20 P21 P22 P23
P24
P25 P26 P27 P28 P29 P30 P31
102
TIBBİ SEKRETERLERDE FİBROMYALJİ RİSK TESTİ SONUÇLARI FIBROMYALGIA RISK TEST RESULTS IN MEDICAL SECRETARIES HİPERBARİK OKSİJEN TEDAVİSİ HYPERBARIC OXYGEN CURE RENK KÖRLÜĞÜ COLOUR BLINDNESS FİBRODYSPLASİA OSSİFİCANS PROGRESSİVA FIBRODYSPLASIA OSSIFICANS PROGRESSIVA KANSER PSİKOLOJİSİ PSYCHOLOGY OF CANCER GUT TEDAVİSİNDE DİYET DIET AT THE TREATMANT OF GOUT TIPTA IRKÇILIK RACISM IN MEDICINE KALP KRİZİ TANISINDA KULLANILAN KAN PARAMETRELERİ BLOOD PARAMETERS USED IN THE DIAGNOSIS OF HEART ATTACK BİR DOĞAL TAŞ OLAN YEŞİM TAŞININ ETKİLERİNİN İNCELENMESİ THE EXAMINING OF THE JADE A NATUREL STONE’S EFFECT ELEKTROMANYETİK DALGALARIN ÖZELLİKLE CEP TELEFONLARININ İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİSİ EFFECTS OF ELECTROMAGNETIC WAVES ON HUMAN HEALTH ESPECIALLY THAT OF THE CELL PHONE PARAZİT VE HASTALIKLARIN TEDAVİSİ PARASITES AND TREATMENT OF DISEASES UYKUDA SIÇRAMA, DÜŞME HİSSİ HIPNIK JERK BRAIN AND EXERCISE BEYİN VE EGZERSİZ BAĞIMLILIKTA HİPNOZ ve HİPNOTERAPİ HYPNOSIS AND HYPNOTHERAPY AT ADDICTION PLASTİK VE REKONSTRÜKTİF CERRAHİ PLASTIC AND RECONSTRUCTIVE SURGERY BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU BORDERLINE PERSONALITY DISORDER KOT TAŞLAMA VE SİLİKOZİS JEANS SANDBLASTING AND SILICOSIS
POSTERS POSTER: 15
TIBBİ SEKRETERLERDE FİBROMYALJİ RİSK TESTİ SONUÇLARI Yıldırım Nur Betül, Özkan Elif Nur, Yurdakul Elif, Polat Firdevs, Karaoğlanoğlu Göksu Giriş: Fibromyalji günümüzde sık görülen iskelet ve kas sitemi hastalıklarındandır. İnatçı adale ağrıları, yorgunluk ve vücutta bazı hassas ağrı noktalarıyla karakterizedir. Fibromyalji sendromu riski bazı meslek gruplarında fazladır. Tıbbi sekreterler sürekli oturarak çalıştıkları için kas iskelet sistemi hastalıklarına daha yatkındır. Bu çalışmada tıbbi sekreterlerde “fibromyalji risk testi” anketi yapılarak fibromyalji sendromu riskinin artıp artmadığı araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya 4 farklı merkezden 40 sağlıklı tıbbi sekreter alındı. Deneklere 17 soruluk fibromyalji risk testi ve uluslar arası fiziksel aktivite anketi testi uygulandı. Bulgular: Çalışmaya alınanların yaşları 23-62 arasında idi ortalama yaş ise 32 olarak hesaplandı. Fibromyaljinin önemli belirtilerinden; 3 aydan uzun süreli kronik ağrı duyan kişi sayısı 17 (%42) olarak bulundu. Bunlardan 10’u dayanılmaz derecede ağrısı olduğundan yakındı. Fibromyalji oluşumunda psikolojik nedenler de risk faktörü oluşturabilir. 40 kişiden 33(%82,5)’ü yaptığı işten dolayı stresli olduklarını, 11’i(%27,5) ise çok üzüntülü veya sıkkın olduklarını söylemiştir. Kendini çok gergin, sinirli veya endişeli hissedenlerin sayısı ise 16’ dır. Ekstremitelerde şişlik hissedenlerin sayısı 11 iken uyuşukluk ve karıncalanmadan şikâyet edenlerin sayısı 17dir. 40 kişiden 37’si yorgunluktan yakınırken bunlardan 28’i yorgunluğunun üst düzeyde olduğunu belirtmiştir. Sabah tutukluğu sorusuna ise 21 kişi hiç tutukluğum yok derken 11 kişi çok tutukluğum var cevabını vermiştir. Adaylarda egzersiz oranının sorgulandığı fiziksel aktivite anketinde 26 (%65) kişinin şiddetli egzersiz (ağır kaldırma, aerobik, hızlı bisiklet çevirme vb) yapmadığı ortaya çıkmıştır. Yapanların %15’i ise haftada 3 gün 30-120 dk arasında şiddetli egzersiz yapmıştır. Orta derecede fiziksel aktivitede bulunmayanların sayısı 31 (%77,5) dir. Haftada kaç gün yürüyüş yaptıkları sorulduğunda 4 kişi 7 gün yürüdüğünü, 8 kişi hiç yürümediğini söylemiştir. Günde oturarak kaç saat geçirdikleri sorulduğunda cevaplar 5-15 saat arasında değişkenlik göstermiştir; adayların %35’i 8 saat oturduğunu söylemiştir. Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen verilere dayanarak ortaya çıkan, fibromyalji semptomlarının sekreterlerde oturma süresin uzun olması, yorgunluk, fiziksel aktivite miktarının az olması gibi nedenlere bağlı olabileceği düşünülmüştür.
FIBROMYALGIA RISK TEST RESULTS IN MEDICAL SECRETARIES Introduction: Fibromyalgia is a frequent musculoskeletal disease in nowadays. It’s characterized with persistent muscle pain, fatigue, and some painful points in body. Risk of fibromyalgia syndrome is frequent in some occupational groups. Medical secretaries are more susceptible to musculoskeletal disorders because they work in sitting position for a long time. We analyzed whether fibromyalgia risk was increased in medical secretaries by using a questionnaire. Method: This study included 40 healthy medical secretaries who work in 4 different center. A 17 item fibromyalgia risk test and international physical activity questionnaire was applied to subjects. Results: Ages of subjects ranges between 23 and 62, median age was 32. Number of subjects who suffer from long term chronic pain for 3 months was 17 (42%). There was very severe pain in 10 of the 17. Psychological reasons may be a risk factor in development fibromyalgia. A 33 of 40 (82,5%) secretaries had stressful due to their work, 11 of them (27,5%) had distressing or bored. Number of women who feel herself tense, angry or anxious was 16. There were swellings on the extremities in the 11 subjects, numbness and tingling in the 17. Thirty seven of 40 people complained about tiredness; 28 of the 37 had very severe symptoms. Twenty one subjects had no morning symptoms and 11 subjects had very severe morning stiffness. Physical activity questionnaire was shown that 26 people didn’t perform any heavy physical activity where as 15% of those performed 3 times a week for 30-120 minutes. The number of people having no moderate activity was 31(77,5). When we asked how many days a week they walk; 4 people said every day, 8 people said no. When we asked how many hours a day they sit, answers changed between 5 to 15 hours and 35% of them said 8 hours. Conclusion: This data obtained from presented study suggest that increased fibromyalgia symptom in medical secretaries may be their working fashion such as sitting position for long time, tiredness and sedentary lifestyle.
103
POSTERLER POSTER: 16
HİPERBARİK OKSİJEN TEDAVİSİ Merve Altundağ, Melis Ertuğrul, Kübra Sünbül, Kaan Kılıç Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT) basınç odası içine alınan hastaya, 1 atmosferden daha yüksek basınçta, aralıklı olarak %100 oksijen solutularak uygulanan medikal bir tedavi yöntemidir. Basınç odaları çelikten yapılmış, içerisine hava verilerek basınçlanabilen, içeride bulunan kişilere % 100 oksijen soluma olanağı sağlayan kabinlerdir. HBOT uygulamalarında hastaların büyük çoğunluğu normalde içinde bulunduğumuz atmosferik basıncın 2-2,5 katı basınç altında oksijen solurlar. Hiperbarik oksijen tedavisi 1880 yılından beri kullanılmaktadır. Bir anestezistin hastaların daha kısa sürede iyileşmelerini sağlamak için ameliyathanenin oksijen düzeyini artırmasıyla tedavi yöntemi olarak kullanılmaya başlamıştır. HBO’nun yaygın endikasyon alanlarına girmeyen ancak başarılı sonuçlar ve olgu serileri mevcut olan yeni birçok araştırma alanı da bulunmaktadır. Multipl skleroz, septik şok, fibromiyalji, migren, hemorajik sistit, serebral palsi ve otistik çocuklardaki kullanımı bunlara örnek olarak verilebilir. Her geçen gün endikasyon alanları artan HBO tedavisi bilim insanlarının katkısıyla yayılmaya ve gelişmeye devam etmektedir ve edecektir.
HYPERBARIC OXYGEN CURE Hyperbaric ox-ygen cure a treatment technique, it has been using since 1880.During the treatment, fully saturated O2 is given the patient under high ambience pressure(2-2.5 atm.)in special rooms (cabins). HBOC has two mechanism for examining this illnes, fist of all, the high gas pressure in the blood minimizing gas embolies in addition to ,high pressured O2 make immun system stronger and helps cell regeneration. HBOC accepted that global treatment, The pressure in cabins is raised 2-3 times of open air pressure, this situation’s affcet is same of diving 10-15meters. During diving pressure in both of ears must be same, Valsalva tecnique will be useful for this. After optimize pressure patient breathe oxygen with a mask after this period patient must in respire normal air pressure for 5 minutes until next period. İndications Of HBOC -Crush injury-Soft tissue infections: CO toxications, ischemia, wound regeneration, radiation necrosis, brain abscess
POSTER: 17
RENK KÖRLÜĞÜ Urve Uzun, Ömer Aşık, Burak Yasin Avcı, Şahan Erdoğan Bir canlının görme merkezinde özel bir pigment molekülünün bulunmaması veya gerektiğinden az bulunması, onun çevresindeki renkleri ayırt edememesine dolayısı ile renk körlüğüne neden olur. “Renk körlüğü” demek renkleri görememek değil, bir veya daha fazla koni hücresinin, göze gelen ışığın rengini algılama ve onu optik sinir için bilgiye dönüştürmesinde hatalı bir gelişim olmasıdır. Bazı çalışmalar, renk körü bireyler belirli kamuflaj renklerini daha iyi ayırt edebildiğini göstermiştir. Yapılan deneyler göstermiştir ki, maymunlar kırmızı rengi göremezler. Washington Üniversitesi ve Florida Üniversitesi’ndeki araştırmacıların Eylül 2009’da açıklanan araştırma sonuçlarına göre, gen terapisi ile maymunlarda renk körlüğünü tedavi edilmiştir. Bu sonuçlar umut verici olsa da gen terapisinin güvenli olduğu kanıtlanana kadar insanlar üzerinde uygulanması düşünülemez.
COLOUR BLINDNESS Colour blindness or colour vision deficiency (CVD) is the inability or decreased ability to see colour, or perceive colour differences, under lighting conditions when colour vision is not normally impaired. “Colour blind” is a term of art; there is no actual blindness but there is a fault in the development of one or more sets of retinal cones that perceive colour in light and transmit that information to the optic nerve. Colour blindness is a sex-linked condition. The genes that produce photopigments are carried on the X chromosome; if some of these genes are missing or damaged, colour blindness will be expressed in males with a higher probability than in females because males only have one X chromosome. Gene therapy has cured colour blindness in monkeys, according to study results announced in September 2009 by researchers at the University of Washington and University of Florida. While early findings look promising, gene therapy would not be considered for humans until treatments are proven to be safe. Meanwhile, there is no cure for colour blindness. But some coping strategies may help you function better in a colour-oriented world. 104
POSTERS POSTER: 18
FİBRODYSPLASİA OSSİFİCANS PROGRESSİVA Uğur Türkmen, Serdar Gök, İsmail Bilgi Bağ dokusunun progressif olarak kemiğe dönüşmesi hastalığıdır. Nadir görülen genetik bir hastalıktır. Bu hastalarda kaslar, kiriş (tendon) ve tüm diğer bağdokusundan oluşan bölgeler kemiğe dönüşüyor. Vücutta ekstra bir kemik çatısı daha oluşuyor. Bu hastalık sonucunda vücut tamamen ‘kilitleniyor’ ve bu insanlar oturarak veya ayakta durma pozisyonundan ayrılamıyorlar. Bu hastalığı olan çocuklar çoğu zaman tamamen dış görünüşünde bir sorun olmadan dünyaya geliyorlar. Bu çocukların sadece ayaklarının başparmağı önemli bir bulgu olabiliyor. Çünkü bu parmak başka parmaklardan biraz daha kısa ve çoğu zamanda bu parmagın iki küçük kemiği (falankslar) birbirine bağlı olduğu için, bu parmak bükülemiyor. Çocukluklarının birinci ve ikinci dönemlerinde boyun, omuz ve sırtlarındaki bağdokuları şişiyor. Bu dönemde bağdokusu kemiğe dönüşüyor. Boyun, omuz ve sırttan sonra diğer bölgelerdede kemik oluşumu başlıyor. Bu hastalıkta kaslar normal görünümde olan kemikler oluşuyor. Düşmek, bir yere çarpmak, kaslara enjeksiyon edildiğinde ve buna benzer şeyler sonucundada kaslarda iltihap oluşma riski çoğaldığı için, bu kaslar kemiğe dönüşebiliyor. Yani vücudun bu yeni ve ekstra kemikleri yok etme girişiminde daha fazla kemik oluşuyor. Şimdiye kadar sürekli kemik oluşmasını önleyen veya bazı bölgedeki fazla oluşmuş kemiklerin yok olmasında tesiri yüksek olan bir terapi veya etkisi olan bir ilaç henüz bulunamamıştır.
FIBRODYSPLASIA OSSIFICANS PROGRESSIVA In this rare genetic disease the connective tissue changes into bone, progressively. In these patients, muscle, tendon and stroma in all other regions changes into the bone. In short, the roof of the body consists of an extra bone. As a result of this disease the body is completely ‘locked’ and these people can’t change their sitting or standing position. The progression of this disease may be different for each patient. While one has the fastest growing, other could has the disease is very slow compared with the patient include another. Until now, to prevent the formation of bone, or in some continuous over the region formed in a bone with a high effect , therapy or a drug have not been found yet.
POSTER: 19
KANSER PSİKOLOJİSİ Sena Karip, Emel Afife Ataman, Zeynep Kandemir Kanser tıbbi olarak ele alındığında organizmada meydana gelen ve hücreleri kontrolsüz büyüyen kötü huylu tümörlere verilen genel addır. Kanser tanısı almış bir hastanın yüklediği anlam ise genel addan ötedir. Hasta bu süreci bir savaş gibi algılama ya da kaderci bir kabullenme tutumu içine girer. Kanser olgusu, tıbbi-fiziksel bir hastalık olmasının yanında, ruhsal ve psikososyal etkileri de yoğun olan bir sorundur. Tanıyı alan kişiler yaşamlarına yönelik bir tehdit aldıkları düşüncesiyle kriz ile karşı karşıyadırlar. Yapılan araştırmalar dikkate alındığında; psikiyatrik hastalık tanısı alınmış olmasından bağımsız olarak kanser tanısı almış kişilerin bir krizle karşı karşıya olup doğal yanıt denilebilecek belirli süreçlerden geçtiği görülmüştür. Kişinin bu hastalık sürecini yaşarken psikoonkologdan destek alması ve grup terapilerine katılımı hastanın moral ve özgüvenini artırarak, süreçle baş etme becerisini artırır. Alınan bu destekler iyileşme sürecine büyük katkıda bulunur.
PSYCHOLOGY OF CANCER Cancer is defined as an abnormal growth of cells which tend to proliferate in an uncontrolled way and uncontrolled growth of cellsforms tumors. However, the meaning attributed to cancer by a patient diagnosed with cancer goes beyond medical definition of cancer. The patients may percieve the process as a battle or accept it as a fate. Besides being a medical-physical illness, cancer involves intensive mental and psycho-social effects on patient. Patients diagnosed with cancer are faced with a crisis resulting from a feeling of life thread. Researches indicate that regardless of diagnosis of a psychiatric illnes, patients diagnosed with cancer are in crisis and go through some processess may be called as natural responses. Receiving support from psycho-oncolog and participating in group thearapy may help to improve patients’ coping skills by increasing morale and self confidence. The support received by patient helps recovery process.
105
POSTERLER POSTER: 20
GUT HASTALIĞINDA DİYET Yunus Emre İbik, Hasan Sarı, Serhat Akçaalan, Necati Tabak, Yusuf Ergi Gut hastalığı vücudumuzdaki ürik asid fazlalığıyla oluşur. Ürik asid pürin metabolizmasının bir ürünüdür. Ürik asidin fazlalığı ya ürik asit yapımının artmasından ya böbreklerden atımının az olmasından ya da vücutta ürik asit haline dönüşen pürinlerin bazı yiyeceklerle fazla miktarda alınmasından kaynaklanır. Gut hastalığı için en sık önerilen diyet pürinden fakir diyettir. Yeni Bilimsel Bulgular Eski Bilgileri Yalanlıyor Ama Doktorlar Hâlâ Eskiye İnanıyor! Nerdeyse bütün doktorlar gutlu hastalarına çok az et yemelerini öneriyor. Bu ne kadar doğru? Kırmızı et tüketiminin fazla olmasının da ürik asit miktarını artırdığı klasik bir bilgi olarak tıp kitaplarında yazıyor. Gerçekten de etler ve diğer proteinli gıdalar pürinlerden çok zengin. Pürinler metabolize olduklarında son ürünleri olan ürik asit oluşuyor. Araştırıcılar on iki gut hastasına yüksek proteinli, düşük şekerli bir diyet vermişler. Araştırmanın sonunda on iki hastadan yedisinin ürik asit düzeyleri düşmüş ve gut atakları azalmış! British Medical Journal tarafından yürütülen son çalışmalara göre, yüksek fruktoz tüketiminin gut hastalığı ile de yakından ilişkili olduğu konusunda çeşitli ipuçları elde edilmiş durumdadır.
DIET AT THE TREATMANT OF GOUT Gout occurs in our body due to excess uric acid. Uric acid is a product of purine metabolism. Excess of uric acid takes its sources from either increasing of uric acid production or decreasing of uric acid releasing from kidneys or taking nourishment with some food which has purines turn into uric acid in bodies. Low purine diet is the most proposed diet for gout. This diet provides healthy consumption of food which prevent producing excess amounts of uric acid. New Scientific Findings Condraticting Old Informations but Some Doctors Believes Old Informations! All doctors recommend eat very little meat to gout patient. This is how accurate? Consuming too much red meat increase quantity of uric acid. This is existing in medical boks as a classical information. Indeed, meat and other proteined foods are including too much purine. Purines when they be metabolized, uric acid is comprising. Recently, according to British Medical Journal’s researches; there is a powerful connection between consumption of too much fructose and gout and fructose in the mild beverages can cause that situation.
POSTER: 21
TIPTA IRKÇILIK Ezgi Şamaki, Süeda Ergücü, Kübra Köroğlu Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı “ yalnızca hasta veya sakat olma hali değil; fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyi olma hali” şeklinde tanımlar. Gelgelelim, “ırk olarak dezavantajlı” topluluklar için bu tanımlamanın geçerliliği düşüktür. Tarihte de, Nazi insan deneyleri gibi, sadece bilimsel sebeplerden değil, aynı zamanda bazı saplantılı fikirlerden kaynaklanan dehşet verici örnekler yaşanmıştır. Bugün yasalar, durumu düzeltmek adına, tıbbi personelin bu tarz davranışlarını önlemek adına “sağlık hizmetlerinde eşitliği” söylemektedir. Ancak asıl mesele, kendi düşüncelerimizi tedavi etmekte yatar; sahip olduğumuzun ne kadar insani ve etik bir uzmanlık alanı olduğunun farkına varmakta… En başında Hipokrat’tan da öğrendiğimiz gibi, ırkçılık ve ayrımcılığın hiçbir şekilde tıpta yeri olamaz!
RACISM IN MEDICINE The World Health Organization defines health as “. . . a state of complete physical, mental, and social well-being and not merely the absence of disease or infirmity.”However, for ‘’racially disadvantaged’’ groups that definition has little validity. Racial prejudice, hidden biases and cultural racism may influence the choices of scientist and industrialists in selecting sites, individuals or groups for experiments and clinical trials. In recent years, there has been a number of cases in which scientists abused their professional codes of conduct and caused harm to populations that look different from themselves. There are laws which says “equality in healthcare” today, to fix the situation, to prevent this kind of behavior of medical staff. But the main point is to fix all our minds. To realize how humanistic and ethical profession that we have. As Hippocrates has teached us, racism and discrimination never belong to medicine!
106
POSTERS POSTER: 22
KALP KRİZİ TANISINDA KULLANILAN KAN PARAMETRELERİ Ahmet Altınışık, İlyas Memiş, Melih Çalışkan Dünyada ve ülkemizde her iki ölümden birinin kalp ve damar hastalıklarından kaynaklanıyor. He beş ani ölümden birinin sebebi kalp krizidir. Sporcuların yüzde seksenin ani ölüm sebebi de kalp krizidir. Irk ve etnik köken ayırmaksızın her üç kadından birinin ölümü kalp hastalıklarıyla ilgilidir. Kalp hastalıklarının 2020 yılında sadece Türkiye’de yaklaşık yılda 400 bin ölümden sorumlu olacağı düşünülüyor. Kalp hastalıkları sonucu ölümlerde ise en büyük pay kalp krizine aittir. Biliyoruz ki bir takım risk faktörlerinin varlığında kalp damar hastalıklarına yakalanma riski ve bunun sonucu olarak da kalp krizi geçirme riski artmaktadır. Bu faktörler başlı başına bir kalp krizi sebebi değildir. Kalp krizinin asıl sebebi vasküler sorunlardır ve ancak vasküler sorunlarla birlikte bu faktörler kalp krizi oluşturur. Kalp krizi ani ölümlerin en büyük sebebidir bu yüzden hızlı ve doğru tanı çok önemlidir. Pek çok insan kalp krizi geçirme şüphesiyle hastaneye gelse de bir kısmı tanıdan emin olamadan ölebilir. Biz tamda bu noktada kalp krizi tanısında kullanılan kan parametrelerinin önemini anlıyoruz. Tanı koyma sırasında en iyi yol mümkün olduğunca yüksek sensivitiye ve spesifitiye sahip kan parametrelerini kullanmaktır. Kalp krizi tanısı konusunda ise en önemli kan parameterleri ise Kreatin kinaz (CK), Aspartat aminotransferaz (AST), Laktat dehidrogenaz (LDH), Miyoglobin, iskemiye bağlı albümin, Troponinler, Kardiyak yağ asidi bağlayıcı protein (H-FABP)dir.
BLOOD PARAMETERS USED IN THE DIAGNOSIS OF HEART ATTACK The reason of heart attack is a portion of heart muscle of killing (permanent damage) in that area because of inadequate blood flow. A clot in the coronary arteries prevents the flow of blood and oxygen to the heart muscle a result of this heart cells die in that area. A damaged heart muscle loses its ability to contract and the rest of the heart is forced to do the work of this section has been damaged. One of every two deaths in the world and our country is due to cardiac and vascular disease. One of every five of sudden death is due to a heart attack. Eighty percent of the cause of sudden death in athletes is from a heart attack. Without difference of race or ethnic origin, cause of death of one of every three women in the world is heart disease. According to research only Turkey in 2020, heart disease is going to responsible for four hundred thousand death per year. The largest part of deaths due to heart disease are heart attack. Heart attack is the biggest cause of sudden death so quick and accurate diagnosis is very important. Although many people actually come to the hospital for suspected heart attack, a part of that may die without being able to make sure diagnosis. At this point, we understand the importance of blood parameters are used in order to diagnose a heart attack. While the diagnosis the best way is to use parameters that have the sensitivity and specificity as high as possible. The most important blood parameters in the diagnosis of a heart attack are Creatine Kinase (CK), Aspartate Aminotransferase (AST), Lactate Dehydrogenase (LDH), Myoglobin, Ischemia-Modified Albumin, Troponins, Cardiac Fatty Acid-Binding Protein (H-FABP).
107
POSTERLER POSTER: 23
BİR DOĞAL TAŞ OLAN YEŞİM TAŞININ ETKİLERİNİN İNCELENMESİ Emine Pehlivan, Emine Nur Topcu, Fatma Nur Ayman, Hanife Çetinkaya, Hümeysa Yıldırım Doğal taşların şifa enerjileri hakkında bilgiler, Mısır tabletlerinden elde edilen verilere göre, yaklaşık olarak 200 bin yıl öncesine hatta daha da önceye, Atlantis veMu uygarlıklarına kadar uzanmakta ve insanlar tarafından süs yada şifa amaçlı kullanılmaktadır. Rusyadaki Amber room(kehribar odası),Çinlilerin yeşim taşını insanlar ve tanrılar arasında bir aracı olarak görmesi, Osmanlı padişahlarının kılıçlarının doğal taşlarla süslenmesi bunlardan bazılarıdır. Günümüzde de onkolojide kanser hastalarına kullanılan vitaminler bir doğal taş olan ‘selenit’içermektedir(1) ve diş macunlarında kullanılan “fluorid”in de aslında bir doğal taştır. Literatürde bu konuyla ilgili makale sınırlı olup, genellikle taşların oral yolla toz olarak alımıyla ilgilidir(2);ancak doğal taşların kullanımı genellikle deriden temas yoluyla olmaktadır; bu yüzden yapılan çalışmalar taşların etki mekanizmasını açıklamakta yeterli değildir. Bizim bu çalışmadaki amacımız bir doğal taş olan yeşim taşının etkilerini incelemektir. Yeşim taşıyla ilgili pek çok bilgi mevcuttur; ancak bunlardan bir kısmı gözleme dayalı olup kontrollü deney gruplarıyla ispatlanmamıştır bir kısmı da yanlıştır. Bu bilgilerden özellikle yeşim taşlı ortamda bakteri üremesinin değişmesi, suyun Ph’ını değiştirmesi ve sütü mayalaması yani yoğurt yapması üzerine çalışmalarımızı yürüttük. Sütte en fazla bulunan protein kazeindir. Sütün mayalanması Lactobacillus bulgaricus veStreptecoccus thermophilus bakterilerinin laktik asit fermantasyonu ile olmaktadır. Oluşan laktik asit ortamın Ph’ını değiştirmekte ve kazein proteininin izoelektirik noktasını değiştirerek çökmesini sağlamaktadır. Yeşim taşının sütün mayalanması üzerine etkisinin olduğu aslı olmayan kaynaklarda yazmaktadır. Eğer durum böyleyse ya Ph’ı değiştirmiş ya da bakteri üremesi üzerine etki etmiştir. Bu yüzden önce yeşim taşının sütün mayalamasına olan etkisi incelenecek durumla bağlantılı olarak ta Ph’a olan etkisi ve yeşim taşlı ortamda bakterilerin üremesi gözlemlenecektir. Bu deneylerdeki amacımız yeşim taşının insan sağlığına etkisinin olup olmadığını incelemekten önce bu taşın etkisinin olup olmadığını incelemektir. Eğer sonuçlar olumlu olursa deneylere devam edilecek ve mekanizma aydınlatılmaya çalışılacak eğer olumsuz olursa da ‘plasebo etkisi’ni düşündürtecektir. Sonuçlar sunumumuzda yer alacaktır.
THE EXAMINING OF THE JADE A NATUREL STONE’S EFFECT According to the data obtained by Egypt tablet, informationabout the recovery of nature Stone goes to about 200.000 years ago, even more Atlantis and Mu civilisation and is used for decoration and recovery by people. Amber room in Russia, Chinese think that the jade is a mediator between God and people also Ottoman Sultans decorate their sword with this Stone so they aregood examples for this. Nowadays vitamins used for cancer patients in oncology include ’selenite’ a nature Stone and flouride used for toothpaste(1). Article about this topic in literature is limited and it is about using by oral route(2). But the using of nature stones usually becomes with dermal contact. Therefore background studies isn’t enough the explain stones mechanism of action. Our aim about these studies is examining of jade a nature stone’s effect. There area lot of informations about jade but some of them are emprical and unproved with the controlled experiments some of them are wrong. With these informations, we studied over, the changing of bacterial reproduction in the area being jade. The changing of pH level in water and the fermenting of milk. There is so much protein casein in milk. The fermenting of milk becomes with the lactic acid fermantation of Lactobacillus bulgaricus veStreptecoccus thermophilus. Lactic acid changes pH level of atmosphere and provide to collapse by changing isoelectric level of casein protein. The effect of jade over the fermenting of milk is written in unreal sources. If it is like this. It either changes pH level or effects on bacterial reproduction. Therefore firstly it will be examined the effect on the fermenting of milk. After than observed the effect on pH and bacterial reproductionin the area being jade. Our aim in these experiments is observing if this stone has effect or not. If the results are positive the experiments will be gone on and mechanism will be tried to lighter. If they are negative it will be thought that there is Plasebo effect on it. The results will take part our presentation.
108
POSTERS POSTER: 24
ELEKTROMANYETİK DALGALARIN ÖZELLİKLE CEP TELEFONLARININ İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİSİ Ayşe Nur Çimen, Esma Aydoğdu, Fatmanur Demirol, Fatma Zehra Nükte, Zainab Saad Yusuf Elektromanyetik dalgaların özellikle cep telefonlarının insan sağlığı üzerine etkisi olup olmadığı konusunda çeşitli araştırmalar yapılmış ve yapılmakta. Biz bu araştırmaların ne kadarından, ne doğrulukta haberdarız? Şimdiye kadar yapılan çeşitli araştırmalara göre; Elektromanyetik alanın hücrede DNA kırıkları ve DNA tamir oranında azalma, transkripsiyonu stimüle etme, direk DNA ile etkileşme gibi sonuçlar doğurmasından kanserojen ve teratojen etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Mobil telefon kullanımının oksidatif stres oluşturduğu ve bu nedenle kanser riskini artırabileceği ifade edilmektedir. DNA üzerine etkileri dışında birçok hücre organelinin olumsuz yönde etkilendiği, Na+/K+ ATPaz aktivitesini inhibe ettiği, plazma kortizol seviyelerinde artışa neden olduğu, testislerde bazı histolojik değişiklikler gözlendiği, rektal sıcaklığın yükseldiği, kortikal renal tübüler epitelyumu etkilediği belirtilmektedir. Düşük frekanslı elektromanyetik alan maruziyetinde plazma ve beyin dokusu elektrolit konsantrasyonunda değişiklik olmaktadır. Melatoninin yapılan çalışmalarda merkezi sinir sistemindeki oksidatif stresi azaltabildiği, UV ışınların cilt üzerindeki zararlı etkilerini azaltabildiği ancak yaşlanma ile azaldığı görülmektedir. Elektromanyetik alan ise pineal bezden melatonin salgılanmasını baskılamaktadır. Gebelerde düşük riskini arttırdığı bulunmuştur. Bilimsel çalışmalara göre elektromenyetik alanın ne kesinlikle zararlı ne de kesinlikle zararsız olduğu söylenebilmekte. Bunun için yapılan çalışmaları takip etmeli ve bu bilgi karmaşası kesin olarak sonuçlanana kadar tedbirli olmalıyız.
EFFECTS OF ELECTROMAGNETIC WAVES ON HUMAN HEALTH ESPECIALLY THAT OF THE CELL PHONE There have been and also ongoing researches on the effects of electromagnetic waves on our health especially that of the cell phone. But do we really know about these researches and their results? According to various studies made so far; Electromagnetic field reduces DNA fragments and DNA repair rate, stimulates transcription, and direct effect on the DNA results to increase in carcinogenic effects. Use of mobile phones brings about oxidative stress which can increase cancer risk. Apart from effect on the DNA, electromagnetic field also has negative effects on organelles, inhibits the activation of Na+\ K+ ATPaz, increase of cortisol in the plasma, some histological changes will be seen through tests, increase in rectal temperature, and defects in the cortical renal tubules. Exposure to an electromagnetic field of low frequency causes changes in the concentration of electrolytes in the plasma and brain. Studies have shown that melatonin decreases oxidative stress in the central nervous system,decreases the harmful effect of UV rays on the skin but this effect reduces as you age. Electromagnetic waves stops the secretion of melatonin from the pineal gland. There is an increase in risk in pregnant women. According to scientific datas, electromanyetic pole is nor useful nor harmful. Therefore,we must be more careful.
109
POSTERLER POSTER: 25
PARAZİT VE HASTALIKLARIN TEDAVİSİ Nazım Bashkenova, Tala Hosseini, Ümran Karaduman En küçük virüsten bakteriye ve parazitlere kadar tüm yabancı organizmalar çeşitli hastalıklara sebep olurlar. Bununla birlikte bağışıklık sistemi gelişebilmesi ve hastalıklara daha dirençli olması için vücüdumuzda yararlı bakterilerin bulunması önem taşıyor. Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarda parazitlerin birçok kronik ve tedavisi olmayan hastalığın tedavisinde yararlı olduğu üzerinde duruluyor. Bu hastalıkların başında astım, Crohn hastalığı, ateroskleros ve multipl skleros (MS) geliyor. Nottingham Üniversitesi’nden Dr. David Pritchard yaptığı çalışmalarda elde ettiği sonuçlara göre Necator americanus, barsak solucanlarının zannettiğimiz kadar kötü olmadığını söylüyor. Pritchard’a göre bu parazitlerin vücüdumuzda allerjik tepkimelerin azaltıcı bir rolü var. Allerjik rinitten astıma Crohn hastalığın artritlere kadar vücüda parazit verilerek tedavi edilebilecek yüzlerce bağışıklık sistemi hastalığı var. Kronik allerjik rahatsızlıkları olan çok hasta var, ve modern toplumlarda bunların sıklığı giderek artıyor. Türkiye’de ve dünyada özellikle modern hijyen hipotezine göre yaşayan toplumlarda otoimmun hastalıkların görülme sıklığı giderek artıyor. AİDS ve canser gibi ölümcül hastalıkları parasitler tedavi edebilir mi? Hijyene düşkün olan insanlar neden korkmalı? Parasitler hangi biokimyasal mekanizmayı kullanarak bize faydalı oluyorlar?
PARASITES AND TREATMENT OF DISEASES From the smallest virus to bacteria and parasites all foreign organisms cause different diseases. Also presence of useful bacteria in human organism is important for development of immun system and gaining resistance to diseases. By scientific researches provided in last years is found that parasites have ability to cure some chronic and untreatable illnesses. İn the head of these diseases are asthma, Crohn disease, artherosclerosis and MS. According to works of Dr. David Pritchard from The Nottingham University Necator americanus, intesnine worm, is not so dangerous as we suppose. By Pritchard these parasite has a decreasing role of the allergic reactions in human body. From allergic rinithis to asthma, from Crohn disease to arthritises there are hundreds of immune system’s diseases that can be cured by giving parasites. İn Turkey and specially in societies which live by modern hygienic hypothesis the frequency of autoimmun diseases is increasing. Could these parasites treat the deathful diseases like AİDS or cancer? Of what must be scared higyenofillic people? Using which biomechanism parasites can be useful for us?
POSTER: 26
HİPNİK JERK (UYKUDA SIÇRAMA, DÜŞME HİSSİ) Ubeydullah Küçükakçalı, Furkan Demirkaya, Uğur Yenici, Yavuz Selim Koca Günün stresini ve yorgunluğunu atmamızı sağlayan ve hayatımızın üçte birini oluşturan uyku aslında içerisinde çok karmaşık fizyolojik olaylar barındırır. Bu olaylardan biri de düşme hissidir. Hemen hemen herkesin uykuya dalma evresinde yaşadığı bu olay hakkında detaylı araştırmalar olmamakla birlikte ortaya atılan iki temel görüş vardır. Modern bilim bu konunun temelinin beyin dalgalarına dayandığını söylüyor. Uykuda sıçramanın nedeni şudur: Özellikle uykuya geçiş anında beyinden çıkan alfa dalgalarının bir anlık kesilmesi kişinin kendisini boşlukta olup düştüğünü hissetmesine bu da kasların ani kasılmasına ve kişinin sıçramasına sebep olur. Bu olayın nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte temel sebebinin yorgunluk olabileceği düşünülmektedir.
HIPNIC JERK Sleeping one third of our life that helpssho us to relax from daily stres and fatique, is actually contains very complex physiological events. And one of this events is hypnic jerk(waking up with sudden jump) This event happened to almost everyone in the stage of falling asleep and there is no detailed research on it,but there are two basic views about that. Modern science says that base of this event depands on brain waves. Reason for hypnic jerk is: Especially at the stage affalling asleep,brain suddenly stops releasing alfa waves,and makes human feel onself in emptyness and as if he is falling.İt causes a sudden contraction of muscles.Causes of this fact are not clearly known but fatique is considered to be a basic reason for this.
110
POSTERS POSTER: 27
BEYİN VE EGZERSİZ Tuğçe Sönmez, Ayşe Beyza Bilgin, Begüm Bener, Hümeysa Yıldırım Beyin; dünya ile algılama ve hareket aracılığıyla etkileşerek öğrenen ve gelişen bir düşünme organıdır. Mental stimülasyonlar beyin fonksiyonlarını iyileştirir ve aslında beyni bilişsel gerilemeye karşı korur. Peki ya fiziksel aktivitenin etkisi nedir? Oldukça etkileyici bir deneyde, Cleveland Klinik Kuruluşu’nda araştırmacılar bir kasın sadece egzersiz yapıldığı hayal edilerek güçlendirilebileceğini keşfettiler: 12 haftalık bir süre boyunca, bir grup denek serçe parmaklarını hareket ettirdiklerini hayal etti. Hayali egzersiz yapmayan ve kas gelişmesi göstermeyen kontrol grubuna göre; deney grubunun serçe parmak kaslarının %35 oranında güçlendiği görüldü. Deneyden sonra yapılan beyin taramalarında da, eskiye göre prefrontal kortekste çok daha fazla ve yoğun aktivite tespit edildi. Bir diğer araştırmada; düzenli olarak yürüyen bir grup insanda sedanterlere göre hafıza kabiliyetlerinde kayda değer bir gelişme gözlendi. Yürümenin aynı zamanda öğrenme yeteneği, konsantrasyon ve soyut düşünmede de gelişme sağlaadığı gözlendi. Günde 20 dakika yürüyenlerin inme riskinin %57 oranında düştüğü görüldü. Fiziksel egzersiz, beyin ve zihinsel aktivite üzerinde de koruyucu bir etkiye sahip ve hatta Alzheimer Hastalığı’nı bile engelleyebilir. İnaktif bireyler, yüksek düzeyde aktivite gösterenlere göre iki kat daha fazla Alzheimer Hastalığı’na yakalanmaya yatkınlar. Fakat en düşük düzeydeki egzersizler bile Alzheimer ve zihinsel gerileme riskini kayda değer ölçüde düşürmekte. Yakınlarda yapılmış bir araştırmada, bilim adamları laboratuvar farelerinde kemik morfojenik proteini ya da BMP seviyelerini kontrol ettiler. Çalışmada, koşu çemberine erişimi sağlanan fareler bir hafta içinde %50 daha az BMPbağımlı beyin aktivitesi gösterdiler. Aynı zamanda, BMP antagonisti olarak bir beyin proteini olan Noggin seviyelerinde de kayda değer yükselişler belirlendi. Beyinde ise, ne kadar az BMP ve ne kadar çok Noggin varsa; o derecede stem hücre bölünmesi ve nörogenesis izlenmektedir.
BRAIN AND EXERCISE Brain is a thinking organ that learns and grows by interacting with the world through perception and action. Mental stimulation improves brain function and actually protects against cognitive decline. But how about physical exercise? In a fascinating experiment, researchers at the Cleveland Clinic Foundation discovered that a muscle can be strengthened just by thinking about exercising it: For 12 weeks of time, a group of people imagined that they use their little finger. Compared to a control group – that did no imaginary exercises and showed no strength gains – the little-finger group increased their pinky muscle strength by 35%. Brain scans taken after the study showed greater and more focused activity in the prefrontal cortex than before. In another case, studies of senior citizens who walk regularly showed significant improvement in memory skills compared to sedentary elderly people. Walking also improved their learning ability, concentration, and abstract reasoning. Stroke risk was cut by 57% in people who walked as little as 20 minutes a day. Physical exercise has a protective effect on the brain and its mental processes, and may even help prevent Alzheimer’s disease. Inactive individuals were twice as likely to develop Alzheimer’s, compared to those with the highest levels of activity (exercised vigorously at least three times a week). But even light or moderate exercisers cut their risk significantly for Alzheimer’s and mental decline. Some of the recent studies, scientists have been manipulating the levels of bone-morphogenetic protein or BMP in the brains of laboratory mice. In work at lab, mice given access to running wheels had about 50 percent less BMP-related brain activity within a week. They also showed a notable increase in Noggin, a brain protein that acts as a BMP antagonist. The more Noggin in your brain, the less BMP activity exists and the more stem cell divisions and neurogenesis you experience.
POSTER: 28
111
POSTERLER BAĞIMLILIKTA HİPNOZ ve HİPNOTERAPİ Semih Çıplakkılıç, Osman Ersin Avcı, Özkan Demir Bağımlılık zarar verici sonuçlar doğurmasına karşın, ısrarlı bir şekilde madde arama ve kullanma ile karakterize süreğen ve tekrarlayıcı bir beyin hastalığıdır. Yapılan araştırmalar a göre Türkiye’de tütün kullanım oranının erkeklerde yüzde 54, kadınlarda yüzde 20 olduğunu ve en fazla 30-44 yaşları arasında tüketildiğini bildirdi. AMATEM’in 2004-2009 yılı verilerine göre, alkol kullanımı nedeniyle tedavi için başvuru sayısı azalırken eroine bağlı başvurular artıyor. Eroin kullanımının tedavisi için başvuran hastaların tüm hastalara oranı 2004’te yüzde 8.7 iken bu oran 2009’da yüzde 38’e çıktı. Yapılan istatiskler bağımlılığın gerçekten büyük bir problem olduğunu gösteriyor. Bilinçaltı bizim hayatta kalmamız için çalışan ve bu amaçla kendi kendine öğrenen bir bilgisayar gibidir. Öğrendiği her ilk bilgiyi bu programa dahil eder. İlk bilgiler zihinde hipnoz etkisi yaratır ve çoğu kişi farkında olmadan bu hipnoz gücünün etkisine girerler. Bu güç bazı durumlarda kişinin aleyhine işleyen bir programa döner ve bağımlılık veya hastalık gibi çeşitleri sorunları ortaya çıkarırlar. Bağımlılıklarımızdan geçmişin hipnozunu bozarak kurtulabileceğimizi düşündük. Buna yönelik çalışmalar yaptık. Projemizde bağımlılığı, hipnozun etkisini ve geçmişteki hipnozun etkisini kaldıracak olan hipnoterapi çalışmalarını anlattık.
HYPNOSIS AND HYPNOTHERAPY AT ADDICTION Addiction is a persistent and recurring disease of brain which is characterizes as looking for and using stuffs even though knowing it’s harmful results. According to researches, it’s reported that usage of stuffs is %54 among men and %20 among women and cosumption is most between the ages of 30-44 in Turkey. According to data of AMATEM’s for 2004-2009, while applications for treatement of alcohol usage is decreasing, applications related to heroin is increasing. Subconscious works for us to survive and is like a computer that learns for this purpose by itself. It tooks every new data’s into this programme. These first datas have a hypnosis effect in the brain and many people get into this hypnosis effect unknowingly. In some situations this power turns into a power which is against and bring out problems as like addiction or disease. We though that poople could get rid of addiction by using that hypnosis of past. We did works about this. In our project, we tell about addiction, the effect of hypnosis and the works which will eleminate of hypnosis is hipnoretaphy works.
POSTER: 29
PLASTİK VE REKONSTRÜKTİF CERRAHİ Gizem Cevit, Dicle Akba, Fulya Feride Ercan, Frough Rauf Plastik, Yunanca “plasticos” tan gelen bir sözcüktür ve “şekillendirmek”, “bir kalıba uydurmak” anlamlarına gelir. Rekonstrüktif ise Latin kökenli bir sözcüktür ve “yeniden yapmak” anlamına gelir. Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi; tüm vücut yüzeyinde oluşan her türlü cerrahi problemle ilgilenir. Vücudun şekil ve fonksiyonlarını bozan olaylar doğumsal, travmatik veya edinsel kaynaklı olabilir. Tüm vücut yüzeyinde deri derialtı ve kemikler etkileyen her türlü defektin (boşluğun) onarılmasına çalışır. Plastik Cerrahide onarım için kural önce en basit ve en az zarar verecek yöntemin seçilmesidir. Plastik cerrahide temel kural kaybolan dokulara en yakın dokuların kullanılarak onarım yapılmasıdır. Gerek plastik cerrahide ve gerekse estetik cerrahide öncelikle otolog dokular (kişinin kendinden alınan) kullanılması uygundur. Fakat otolog dokular için donör alanlar veya hasta uygun değilse diğer kaynaklara başvurulabilir (Homogreftler, heterogreftler ve alloplastik materyaller).
PLASTIC AND RECONSTRUCTIVE SURGERY Plastic, from greek word ‘plasticos’ means ‘tan’ ,shape fit a pattern. Latin based ‘reconstructive’ means ‘do it again’. Plastic and reconstructive surgery; takes care of all kinds of surgeric problem on the surface of the body. Events that which attacks to body’s visualition and functions may be congenital, traumatic or acquired. For example; congenital cleft palatelips, stuck fingers of as (sindaktili), vascular masses (hemangiomas); as traumatic injuries burns, caused by accidents. Bones (bones of the head, especially in the face and hands) and cartilage rooftop (ear and nose cartilage) loss, deformation, pathological events (tumor, cyst, infections etc.) is in plastic surgery leisure area. The rule of the plastic surgery is to choose simplest and least way from neoplasty. And than it is up to doctor’s application according to the chosed plan.
112
POSTERS POSTER: 30
BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU Doğan Soyalp, Erdem Anıl Çakır, Melih Çıplakkılıç Borderline kişilik, genelde çocuklukta yaşanılan önemli bir kayıp, anne-baba ile olan bağın dengesiz olması, travma, kötü muamele ya da duygusal olarak yoksun kalmak gibi tecrübelere dayanmaktadır. Oldukça yaygın görülen bir hastalıktır, toplumun yüzde 2 ya da 3’ünün sahip olduğu tahmin edilmektedir. Eğer Borderline Kişilik Bozukluğunuz varsa, sürekli olarak terkedilme duygusunun yarattığı panik ile mücadele ediyorsunuz demektir. Genel olarak davranışlarınız değişken ve ani hareketlerden oluşur. Duygularınız sürekli değişir, insanlarla olan ilişkileriniz ise yoğun ve fırtınalıdır. Büyük ihtimalle, değer verdiğiniz insanlara tutunmak için çılgınca bir çaba sarfederken bir yandan da kaybetme korkusundan kaçınmak için önemsizleştirmeye çalışırsınız. Yalnızlık duygularını uzaklaştırmak için çevrenizi insanlar ile doldurursunuz, hatta sevmediğiniz ya da anlaşamadığınız insanları bile kabul edersiniz.
BORDERLINE PERSONALITY DISORDER Borderline Personality Disorder which can be seen very often is usually caused by some experiments such as a significant lost in the childhood, unstable connections with the parents, emotional deprivation, trauma or being abused. It is estimated that BPD has been seen in 2 or 3 percent of the society. The person who has BDP usually experiences panic created by the fear of being pushed away by the people they love. They exhibit variable and sudden movements. Their emotions constantly change and they have intense, unstable relations with people. They are extremely sensitive to being rejected by someone because they have very fragile sense of self-confidence. Even they are in a relationship, they still feel lonely and excluded. They generally feel threatened in cases like possible loss or a separation and they response with excessive anger, humiliation or react with verbal attacks.
POSTER: 31
KOT TAŞLAMA VE SİLİKOZİS Alaeddin Kaptan, Yasin Çakar, Yusuf Uygur Kot taşlama, kotların beyazlatılması, eskitilmesi için, kumun kuru hava kompresörleriyle kotların yüzeyine tutularak aşındırılması işlemidir. Bu uygulama sırasında solunan tozlar akciğerde silikozis hastalığına yol açar. Soluma ile silika tozları, akciğer interstisiyumuna gider ve alveoler makrofajlarca fagosite edilir. Fakat fagositozu takiben kısa süre içinde makrofajlar ölürler. Başka makrojafların silika tozlarını fagosite etmesi devam eder. Bu fagositozu sağlayan makrofajlar bir süre sonra fibroblastların çoğalmasını sağlayan GF (büyüme faktörü) salgılarlar ve böylece fibrozis uyarılmış olur. Silika kristallerinin kollagenler ile sarılması ve bu esnada tozları solumayı izleyen süreçte fibrotik hiyalinize nodüller (silicotic nodules) oluşur. Nodüller alveolleri doldurmaya başlamıştır. Silikozis oluşum ve sonuçlanma bakımından tıpkı siroza benzer. Mekanizma bağ doku üremesi ve bunun önüne geçilememesidir. Hastalığın bilinen bir tedavisi yoktur. Sadece profilaktik (koruyucu) önlemler alınarak hastalığın önüne geçilmesi mümkündür.
JEANS SANDBLASTING AND SILICOSIS Jeans sandblasting is erosion process of jeans by exposing dry sand with air compressor. The dust inhaled during the process causes silicosis illness. When small silica dust particles are inhaled, they can embed themselves deeply into the tiny alveolar sacs and ducts in the lungs, where oxygen and carbon dioxide gases are exchanged. There, the lungs cannot clear out the dust by mucous or coughing. When fine particles of silica dust are deposited in the lungs, macrophages that ingest the dust particles will set off an inflammation response by releasingtumor necrosis factors, interleukin-1, leukotriene B4 and other cytokines. In turn, these stimulate fibroblasts to proliferate and produce collagen around the silica particle, thus resulting in fibrosis and the formation of the nodular lesions. The inflammatory effects of crystalline silica are apparently mediated by theNalp3 inflammasome. The sandblasting backlash began in Turkey, one of the world’s biggest exporters of jeans. In 2004, a doctor in a village in the Bingol region in the east of the country became suspicious, after conducting medical tests on a group of young men about to start military service. Dozens of them were suffering from silicosis and all had been working in denim sandblasting factories in Turkey. There is no known treatment for silicosis. Only prophylactic (preventive) measures can be taken to prevent the disease.
113
POSTERLER
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DÖNEM-1 POSTER SUNUMLARI P32 P33 P34 P35 P36 P37 P38 P39 P40 P41 P42 P43 P44 P45 P46 P47 P48 P49 P50
114
TIPTA REFORM REFORM IN MEDICINE DEJAVU NÜFUS PATLAMASI, KÜRESEL ISINMA, BİYOYAKIT: 3’LÜ TEHLİKE POPULATION EXPLOSION, GLOBAL WARMING, BIOFUEL: TRİPLE DANGER ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK SORUNU DİYARE DIARRHEA GREATEST MODERN PROBLEM STRESİ MUTLULUĞA DÖNÜŞTÜRMEK CONVERTING THE STRESS TO HAPPINESS MADDE BAĞIMLILIĞI SUBSTANCE ABUSE VEBA- TARİHTE VE GÜNÜMÜZDE BİR BİYOLOJİK SİLAH PLAGUE- A BIOLOGICAL WEAPON IN THE HUMAN HISTORY AND TODAY ANTİBİYOTİKLER ANTIBIOTICS HALK ARASINDA BÖBREK TAŞI DÜŞÜRME YÖNTEMLERİ KIDNEY STONES BİLİNMEYEN “D THE UNKNOWN “D” DİSLEKSİ BAŞARIYI NASIL ETKİLER? UNDERSTANDING DYSLEXIA ANESTEZİ TARİHİ HISTORY OF ANESTHESIA NAZİ DENEYLERİ VE ARAŞTIRMA ETİĞİ KARDİYOLOJİNİN GELİŞİMİ DEVELOPMENT OF CARDIOLOGY BALIN TIPTAKİ YERİ HURMADAKİ İYOT THE IODINE IN PERSIMMON AĞRISIZ YAŞANIR MI? IS PAINLESS LIVING POSSIBLE? OSMANLI DÖNEMİNDE KULLANILAN TIBBİ BİTKİLER ve ÖZELLİKLERİ MEDICINAL PLANTS USED DURING THE OTTOMAN PERIOD GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE EPİLEPSİ EPILEPSY: AT THE PAST AND AT THE PRESENT
POSTERS POSTER: 32
TIPTA REFORM Emre Uçan, Ayşenur Dursun, Tahsin Yahşi, Ahmet Söyler, Yasemin Koç İnsan kadar; insan sağlığıyla ilgilenen tıp bilimi de önemlidir. İnsanları konu alan doktorların aldıkları eğitim dogrudan verecekleri hizmeti etkilemektedir. Bu nedenle Türkiye ‘de verilen tıp eğitim kalitesinin arttırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bilindiği gibi sayısal alanda doktor açığının olduğu da belirlenmiştir. Doktorların aldıkları eğitim ve bunun süresiyle ilgili aşamalar katedilerek daha kaliteli doktorlar ve daha kaliteli hizmet verilmesi amacıyla bir çalışma hazırladık. Doktorların gözünde Tıp fakülteleri ve doktor adaylarına verilen eğitim kalitesini öğrenebilmek için çeşitli çalışmalar yaptık. Çalışmalarımız ve düzenlediğimiz anket sonuçlarına göre çıkan tabloyu değerlendirdik. Tıbbın sadece fakültelerde verilen eğitimle sınırlı olmaması ve dünyadaki tıp eğitimleri ile Türkiye›dekinin karşılaştırılması hakkında bilgiler aldık. Çalışmamızda Türkiye’nin çeşitli şehir ve hastanelerinde çalışan doktorlarımıza anketler düzenledik. Aldıkları eğitimin eksiklikleri ve yapılabilecekleri tespit etmeye çalıştık. Eğitim süresinin ne kadar olması gerektiği ve buna benzer sorular yönelttik. Tıp fakültelerinin eğitim dili, süresi, yöntemini inceleyen bu çalışmanın temel amacı daha iyi bir hizmet kalitesi oluşturmaktır. Sonuç olarak anket sonuçlarını değerlendirmeye ve konu hakkında alternatif yollar aramaya çalıştık.
REFORM IN MEDICINE As well as human important, medicine is very important too. The education that doctors receive has directly effects on their work. Because of this we thing that the quality of the medical education in Turkey has to be improved. We also know that there is leck of doctors in Turkey. We preparated a project with the intention to have high quality doctors and medical services. We preparated a survey which we to doctors in different hospitals all over Turkey. We tried to work out the deficiencies of their education and what we can do about this. We asked them questions like how long duration of their education has to be. Finally we tried to evaluate the results of the survey and to search alternative ways.
POSTER: 33
DEJAVU Bahriye Esfa Yılmazoğlu, Özge Özpolat, Ümmügülsüm Önal, Cansu Aydın Fransızcadan gelen deja vu kelimesi, daha önce görülen anlamına gelmektedir. 5 duyu organımızdan beyne giden sinyaller (özellikle görüntü ve ses) beyin tarafından algılanamayabilir. Oysa algılanamayan bu bilgi beyinde kaydedilmiştir ve ne zaman yaşanıldığı konusunda bir bilgi yoktur. Beyin bu sinyalleri tekrar aldığında ise kişi bu olayı ikinci defa yaşadığı hissine kapılabilir. Bunun dışında beynin sağ lobu ile sol lobu arasında mikrosaniyeler seviyesinde bir çalışma süresi farkı vardır. Bir olayı beynin bir tarafı diğer tarafından önce algılar ve bilgi ikinci lobda algılandığında kişi ikinci defa yaşanmış hissine kapılabilir.Ara sıra olan bu durum normal kabul edilir. MR sırasında, araştırmaya katılanların, çok emin olarak hatırladıkları konularda beynin yan altında bulunan, bir olayın çok belirgin ve somut bir çok ayrıntısını hafızalayan lobdaki beyin faaliyetinde artış olduğu belirlendi. Katılımcıların emin olduklarını söyledikleri, ancak hayali olduğu belirlenen olayları düşündükleri sırada, beynin üst bölgesinde bulunan ve ayrıntısız biçimde olayların yalnızca anafikrini belleğe alan bölgenin daha etkin olduğu gözlendi. Öncelikle bu bölümdeki anılarını düşünen kişilerin yanlızca bazı olayların genel hatlarını hatırlayabildikleri ve bu konuda yanılabilecekleri ortaya çıktı.
DEJAVU Deja vu means that something has previously seen. Many human says that they live dejavu. Some of them think it is about their mind and some of them think it is reincarnation. Dejavu can ben explained scientifically. The Signals may not be recognized by the brain. Whereas this information was recorded in the brain but there is no information about when it did happened. And if brain gets the signal for the second time the person can feel that it is the second time they live. Other than that, the right lobe of the brain and the left lobe has a different run time. For example, right lobe perceives an event before left lobe and the left lobe perceives after that people think that event was experienced.if this happens all the time like twice a week or every day than there might be a problem.All researches show our brain works more harder when dejavu happens.We live dejavu more than normal if we are exhausted, we have a really serious disease or emotional period. 115
POSTERLER POSTER: 34
NÜFUS PATLAMASI, KÜRESEL ISINMA, BİYOYAKIT: 3’LÜ TEHLİKE Güngör Çakmakcı, Büşra Yıldız, Amed Trak, Rana Dural Hacim olarak en az %80’ni son on yıl içerisinde çeşitli şekillerle üretilerek toplanmış, canlı organizmalardan elde ediilen her türlü yakıta biyoyakıt denir. Biyoyakıtlar petrol, kömür gibi doğal yakıtlar ve nükleer yakıtlardan farklı olarak, yenilenebilir enerji kaynağıdırlar. Ancak son zamanlarda yapılan kapsamlı araştırmalar, biyoyakıtın çevreye yarardan çok zarar verdiğini gösteriyor ve son dönemdeki gıda maddeleri fiyatlarındaki artışın en önemli nedeni olarak da biyoyakıt üretme çabaları gösteriliyor. The Guardian gazetesin duyurduğu Dünya Bankası kaynaklı bir raporada gıda fiyatlarındaki artışın %75’inden biyoyakıt üretiminin sorumlu olduğu açıklanmıştır. Biyoyakıt üretiminden daha fazla gelir elde eden çiftçiler, mısır, kolza gibi biyoyakıt üretiminde kullanılan bitkilerin ekimine ağırlık vermeye başlamıştır. Bu tür bir ekimin sonucu da buğday gibi temel gıda maddelerinin ekiminin ihmal edilmesi oluyor. Üretimi azalıp aşırı nüfus artışı sonucu talebi artan temel gıda maddelerin fiyatları da bütün dünyada artıyor. Bu durum zengin ülkelerde aile bütçesinde gıdaya ayrılan payın artması anlamına gelirken, yoksul ülkelerde açlık ve kıtlık tehlikesi anlamına geliyor. Zaten azalmakta olan kaynaklara karşılık yaşanan nüfus patlaması kıtlığı da beraberinde getiriyor. İlk bakışta alternatif, geri dönüştürülebilen ve daha zararsız olarak gözüken biyoyakıtın aslında daha üretim aşamasında karlı bir yaklaşım olmadığı görülüyor. Aşırı nüfus artışı sonucu yaşatacağı temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki artış, ekonomik dengesizlikler, üretiminde yayılan sera gazları sonucu hızlanan küresel ısınma göz önüne alındığında diğer enerji üretim yollarından daha mantıklı olmadığı ortaya çıkmaktadır.
POPULATION EXPLOSION, GLOBAL WARMING, BIOFUEL: TRİPLE DANGER All types of biofuel at least 80 percent of whom has been variously collected and produced in terms of volume within the last decade and attained from living organisms is called biofuel. Biofuels different from natural fuels and nuclear fuels such as oil and coal are the sources of renewable energy. However, recent researchs that are conducted comprehensively show that biofuel harms the environment more than being useful for it and the most important reason for the increase in the food stuff prices is seen as the efforts of producing biofuel. In a report sourcing from World Bank announced by the Guardian, biofuel production is responsible for 75 percent of the increase in the food stuff prices. Farmers gaining more from the biofuel production, started to concentrate on the sowing of the plants such as corn and colza that are used in biofuel production. As a result of that kind of sowing there occur the negligence in planting of the essential food stuff such as wheat. The price of the essential food stuff whose production decreased and demand increased as a result of the excessive population growth increases all over the world. This situation means an increase in the proportion of the money saved for the food in the family budget in the wealthy countries, while it means danger of hunger and drought in the poor countries. In response to already decreasing resources, the population growth brings about famine. On the other hand the cereals needed to produce a single store of ethanol is estimated as one person’s food for a year. It is known that to open new cultivated areas rain forests are destroyed, that is, this means a way leading to a new catastrophe. The more the increase occurs in ethanol production, the more the corn prices increase. The more the field for corn sowing increases, the more the field for wheat sowing decreases. This time wheat prices also increase. As long as the wheat prices continue increasing, rice prices are affected from this. At first glance alternative, recyclable and less harming biofuel in fact is not a profitable approach even in the production process. Taking the increase in the prices of the essential food stuff resulted from the excessive population growth, the economical instabilities and the speeding up of global warming as a result of the biofuel production which release greenhouse gases into consideration, it comes out that biofuel production is not that logical in comparison with the other energy production ways.
116
POSTERS POSTER: 35
ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK SORUNU DİYARE Hikmet Altun, Furkan Tekin, Taha Yasin Tunçkaşık, İsmail Çolak, Furkan Algedik İshal, dışkı miktarının fazlalaşması, dışkı kıvamının sulu ve yumuşak bir hal alması olarak tanımlanmaktadır. Oluşma nedeni ise barsaklardaki hareketin azalması ayrıca tükettiğimiz besinlerin barsaklardaki emiliminin bozulmasıdır. Günde 3 defadan fazla sıvı olarak dışkılamak ishal olarak kabul edilmektedir. Ama günde 3 defadan fazla dışkılamak ishal anlamına gelmemektedir. Dışkının kıvamı çok önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü, dünyada her yıl 2 milyona yakın çocuğun ishal nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıkladı. Örgüt, basit ve hemen hemen mucizevi sayılan bir tedavinin varlığına rağmen, 2 milyona yakın çocuğun ishal yüzünden öldüğünü, dünyada çocuk ölümlerinin yüzde 20’sinin kökeninde kirli sulardan bulaşan mikropların olduğu kaydedildi.
DIARRHEA GREATEST MODERN PROBLEM Hikmet Altun, Furkan Tekin, Taha Yasin Tunçkaşık, İsmail Çolak, Furkan Algedik Diarrhea, become more than the amount of stool, watery stool consistency, and to take a soft-state is defined as. Forming small intestines absorb nutrients we consume are also reduced due to the deterioration of the movement of the small intestines. Diarrhea more than 3 times a day is considered as a liquid shit. But more than 3 times a day does not mean shit diarrhea. The consistency of the stool is very important. World Health Organization, each year nearly 2 million children worldwide had lost their livesdue to diarrhea announced. The organization is regarded as a simple and almostmiraculously, despite the presence of a treatment, nearly 2 million children died because ofdiarrhea, 20 percent of the root causes of child deaths in the world of microbes transmittedby dirty water that was recorded.
POSTER: 36
STRESİ MUTLULUĞA DÖNÜŞTÜRMEK Gülnaz Melemez, Fidan Memmedova, Zeynep Ebru İnceçıldır Sunumumuzun amacı, günümüzün yaygın hastalıklarının çoğunun temel sebebi olan stresi ve stresle başa çıkma yollarını açıklamaktır. Bu amaç çerçevesinde değineceğimiz noktalar: • Stres kavramının tarihi • Stresörler • Stres belirtileri • Stres ve kişilik • Stresin sebep olduğu hastalıklar • Stres yönetimi
CONVERTING THE STRESS TO HAPPINESS The purpose of our presentation is to explain stress which is the main reason for today’s most common diseases and ways of coping with stress. Points which we will discuss in the framework of this objective • History of stress • Stressors • symptoms of Stress • stress and personality • diseases caused by stress • Stress management
117
POSTERLER POSTER: 37
MADDE BAĞIMLILIĞI Burcu Oruncak, Büşra Gül, Ebru Büşra Orbak, Aslı Özkan, Zeynep Okçu Danışman: Tijen Şengezer Madde bağımlılığı kronik ve nükslerle seyreden bir hastalıktır. Tedavisi zor ve uzun sürelidir. Bu yüzden madde bağımlılığında önleyici çalışmalar oldukça önemlidir. Bağımlılık oluşumunda, bağımlılık yapıcı maddelerin beyin nörotransmitter sistemlerinde oluşturduğu değişiklikler bağımlılık yapıcı maddeler etkisinde yaşadıklarımızın yanlış algılanmasına neden olup vücut kimyasını değiştirir. Eğer bu maddeler alınmaya devam edilirse uyuşturucu madde sinir uçlarındaki haberleşmeyi engeller ve en büyük etkisini beyin üzerinde gösterir. Hatta bağımlılığı beynin öğrenme ve hatırlama mekanizmalarını “yeniden düzenleyen” bir hastalık olarak gören yeni bir teoriye ağırlık kazandırılmıştır. Bağımlılık tedavisi kişiye özeldir. Ve uzun bir süreç olduğu için, bu süreç içinde çeşitli aşamaların sırayla geçilmesi gerekir. Bu aşamalar şöyle özetlenebilir: Tedaviye yönlendirme, Detoksifikasyon (arındırma tedavisi), Bağımlılığın terapisi, Rehabilitasyon. İlaç tedavisi tek başına yeterli değildir. Kişinin kendisini tanıması, uyuşturucu maddeyi kullanma davranışını öğrenmesi, uyuşturucu madde kullanma nedenlerini anlaması, tekrar başlamaması için neler yapması gerektiğini öğrenmesi sağlanır. Bu da psikososyal yaklaşımlarla-grup terapileriyle mümkün olmuştur.
SUBSTANCE ABUSE Substance abuse is a disease which is chronic and recurrences. Addiction treatment is difficult and long. Therefore, studies on prevention of drug dependence is very important. Addictive substances’ effects on brain neurotransmitter systems are causing wrong perception that had suffered, and change the body chemistry. If these substances continue to be taken, the drug prevents communication of the nerve endings and it shows the largest effect on the brain. Even according to a new theory which is given gravity, addiction is a disease that re-regulate of brain learning and memory mechanisms. Addiction treatment is personal. And due to the fact that treatment is a lengthy process, the various stages must be passed sequentially. These stages are summarized as follows: Orientation to treatment, Detoxification, Purification treatment, Addiction therapy, Rehabilitation. Drug treatment is not enough alone. To recognize oneself, to learn the behavior of the drug substance use, to understand the causes of drug use and to learn what to wxpect not to begin again are provided. And this have been able to group therapy, psycho-social approaches.
POSTER: 38
VEBA- TARİHTE VE GÜNÜMÜZDE BİR BİYOLOJİK SİLAH Güliz Durmaz, Dicle Yurdatap, Hatice Karataş Veba kökeni orta cağa kadar uzanan eski bir hastalık olmasına rağmen günümüzde birçok savaşta da bir biyolojik silah olarak kullanırak insanlığı tehdit etmektedir. Günümüzde atom bombasının etkisine eşdeğer bir etkisi olduğu bilinmektedir. Veba’nın yayılması ise Moğolların ve Kırımlıların arasındaki savaşta bir bilinç altı biyolojik silah olarak kullanılmasıyla başlamış ve bu şekilde Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar yayılmıştır. Avrupa’nın üçte birini yok eden ve hatta Çin ve Hindistan’ı işin içine kattığımızda 75 milyon insanın ölümüne neden olan Veba’nın etkeni Yersinia Pestis denilen bir bakteridir. Yersinia Pestis adı verilen bu bakteri aslında ratlarda görülmektedir. Ratlardan pirelere geçen Yersinia Pestis daha sonra insanlara enfekte olmaktadır.
PLAGUE- A BIOLOGICAL WEAPON IN THE HUMAN HISTORY AND TODAY
118
The Plague is a disease which exists since the middle ages and by using it as an Biological Weapon, it is menancing the human being still today. Nowadays it has the equal effect like a Nuclear Bomb. The spreading of the Plague deals with the War in the beginning of the middle ages between the Mongolian and the Crimeans, where it was first used unconscious as a Biological Weapon and so it was spread from Middle Asia to Europe. One Third of Europe was destroyed but if you count the Numbers of dead from China and İndia in addition, there comes out a great Number of 75 Million people. The reason of this great disease ist he little bacterium Yersinia Pestis. İn todays life the Plague is threatening the human being as an infectious disease. As how much the Plague is forgotton in our days, this diseases threatening potancial is very high.
POSTERS POSTER: 39
ANTİBİYOTİKLER Fatma Betül Dilekcan, Tuğba Yıldırım, Büşra Nur Aydın, Mehmet Hakan Uzun Antibiyotiklerin keşfi ve yeni antibiyotiklerin üretilmesi, son 100 yılda çok hızlı bir biçimde gerçekleştiyse de aslında tarihi çok daha gerilere dayanmaktadır. Daha mikroorganizmaların bilinmediği ve hastalıkların nasıl oluştuğuna dair kesin bilgilerin bulunmadığı çok eski zamanlarda bile insanoğlu, bazı bitki özleri ve küflerin çeşitli hastalıklara iyi geldiğini bilmekteydi. Bu alanda Antik Mısırlılar, yaşadıkları zamana göre en gelişmiş tıbbi bilgiye sahip uygarlıktı ve şu anda ilaç yapımında kullanılan bitkileri kullanmaktaydılar. Yeni teknik gelişmeler sonucunda çoğu ilaç, çok büyük miktarlarda kolayca ve ucuz maliyet ile üretilmeye başlanmıştır. Her yıl yüksek miktarda ilaç, kullanma tarihi geçtiği gerekçesiyle imha edilmektedir. Ayrıca çoğu şirket, satabileceğinden çok daha fazla miktarda üretim yapmakta ve bu ilaçların büyük çoğu, bu depolarda beklemektedir. Eğer bu insani sorun üzerine yeterince ilgi çekilebilirse, her yıl milyonlarca insanın ölmesi engellenilebilir.
ANTIBIOTICS For centuries, humanity has known that certain herbal extractions and molds can be used to treat some diseases. But only in the last 2 centuries, after the discovery of microorganisms, scientists have discovered that certain active compounds that are secreted by fungi/bacteria inhibits the growth of other bacteria. After decades of thorough research in this area has made it possible for us to understand how these compounds work, and how it can be possible to mass-produce these compounds and effectively use them in medicine. Misuse of antibiotics is a serious issue, which has gained attention in last decades. There are many different subgroups of misuse of antibiotics, ranging from unnecessary use of antibiotics to commercial use of antibiotics in agriculture. Another serious issue is about discovery of antibiotic-resistant strains of bacteria, which may result in life-threatening infections made by these strains. There is a huge shortage of drugs in Africa. Millions of people die every year, because they can’t get treatment, meanwhile pharmaceutical companies stock their warehouses with ridiculously high amounts of drugs and dispose tons of them every year. If we can draw attention on this matter, many lives can be saved every year.
POSTER: 40
HALK ARASINDA BÖBREK TAŞI DÜŞÜRME YÖNTEMLERİ Mustafa Kâhya, Ahmet Topak, Abdullah Karakaya Böbrek taşlarına bağlı kolikler çok sık rastlanan ve hastaya büyük ızdıraplar veren rahatsızlıklardır. Kimyasal yapıları farklılıklar gösteren böbrek taşları bazen kendiliğinden düşmekte bazen de operasyonla alınmaları gerekmektedir. Böbrek koliklerinde hekim tavsiyesiyle kuvvetli ağrı kesici ve spazm çözücüler kullanıldığı gibi bazı halk ilaçlarının da sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. Böbrek taşını düşürmek için diüretik veya düz kas gevşetici yöntemler kullanılmalıdır. Bu yöntemler diüretik etkileri ile mekanik olarak böbrek taş ve kumlarının sürüklenmelerine ve düşmelerine yardımcı olmaktadır. Taş oluşumunda beslenme alışkanlıklarının de rolü büyüktür. Taş düşürme yöntemleri sunum sırasında tartışılacaktır.
KIDNEY STONES A kidney stone is a hard, crystalline mineral material formed with in the kidney or urinary tract. Kidney stones range widely in size. Anyone may develop a kidney stone. Urinary tract stones are more common in men than in women. A family history of kidney stones is also a risk factor for developing kidney stones. Dehydration from reduced fluid intake or strenuous exercise without adequate fluid replacement increases the risk of kidney stones. Other dietary practices that may increase an individual’s risk of forming kidney stones include a high intake of animal protein, a high-salt diet, excessive sugar consumption, excessive vitamin D supplementation, and possible excessive intake of oxalate-containing foods such as spinach. Rather than having to undergo treatment, it is best to avoid kidney stones in the first place when possible. It can be especially helpful to drink more water, since low fluid intake and dehydration are major risk factors for kidney stone formation.
119
POSTERLER POSTER: 41
BİLİNMEYEN “D” Tuncay Yalçın, Nazif Bilicier, Hamza Kurubal, Ömer Pak D vitamininin öneminin, bugüne kadar bilinenden çok daha fazla olduğu, bu vitaminin insandaki 200’den fazla geni etkilediği, bu genler arasında kanser ve bağışıklıkla ilgili hastalıklarla bağlantılı olanların da bulunduğu anlaşıldı. D vitamini eksikliğinin raşitizm hastalığıyla bağlantısı biliniyordu. Yeni çalışmayla, bu vitaminin eksikliğinin ayrıca, “MS (multipl skleroz), romatizmal eklem iltihabı, tip 1 diyabet, bunama, kan kanseri ve kolorektal kanser dahil belirli kanser türleri” gibi, bağışıklık sistemiyle bağlantılı hastalıklara yatkınlığa yol açtığına dair bazı bulgular elde edildi. Araştırma ekibi bu düşünceyle, gen haritasının hastalıklarla ilgili bölümlerine bakarak, bağışıklık sistemiyle bağlantılı olduğu bilinen, yukarıda belirtilen hastalıklarla ilgili bölgelerdeki VDR bağlarının oldukça zengin düzeyde bulunduğu belirlendi. Kanda yüksek seviyede D vitamini bulunmasının kalın bağırsak kanseri riskinin azalmasıyla bağlantılı olduğu bildirildi.
THE UNKNOWN “D” It is found out that the importance of vitamin D is higher than it has been known so far. In fact, according to the study, this vitamin effects on more than 200 genes in humans which have relations with cance r and other immune system deficiencies. Relation between rickets and vitamin D deficiency has been know. With the new study, new connections between hypovitaminosis D and susceptibility to immune system related deficiencies including MS (multiple sclerosis), romatoid arthritis, type I diabetes, demantia, leukemia, colorectal cancer. The research team investigated and cleared out that in the human genome, the areas related with the deficiencies, which have cole relations with immune system, mentioned above are rich in VDR bindings. It is reported that high levels of vitamin D in blood are assosiated with low colon cancer risk.
POSTER: 42
DİSLEKSİ BAŞARIYI NASIL ETKİLER? Nazende Okur, Neslihan Poçulu, Ayten Nur Taşkın, Aysel Aliyeva Yeni bir bilgisayar aldığınızı hayal edin. İçerisinde işlemciyi, hafıza kartı, yazıcının ve pek çok oyunun bulunduğu bir bilgisayar kurdugunuz zaman bilgisayarınızı umduğunuz kadar iyi olmadığını fark ediyorsunuz. Yazılımını beğenmediğiniz veya çıktı alamıyorsunuz çünkü; doğru yazılıma veya yazıcıya sahip değilsiniz aslında bilgisayarın hiçbir sorunu yok iyi bir hafızası var mükemmel bir işlemciye sahip fakat; sorun tamamaen dış girdilerden kaynaklanıyor, yani yazıcı ve hard diskin yavaş olması. Disleksik olmak da aslında böyle bir durumu kapsıyor. Belki de çocuğunuzun dıştan aldığı uyaranlar ile çalışma sistemi eşleşmiyor. Okuldaki veya evdeki bazı uyaranlar görsel ve işitsel olarak uyumlu şekilde alınır. Diğer uyaranlar ise alınmayabilir. Bu sizinle anlamadığınız bir dilde konuşan birisini dinlemek gibidir. Çıktıya benzer bir şekilde, disleksili bir öğrenci, aslında tüm bilgi ve girdilere sahipdir, fakat bilgisayarın yaptığı çıktı almak ve kağıt üzerine aktarma işlemini uygulamaya koyamadığı için geri kalmaktadır
120
POSTERS UNDERSTANDING DYSLEXIA Imagine you get a beautiful new computer for Christmas. It has a huge hard disc, lots of games included in the box, speakers and a colour printer. When you have set it up it does not work as you had hoped. The software is for an Apple Mac (you have a PC) and the printer cannot print your work from the computer because the correct printer driver is missing. There is nothing wrong with the computer - it has a good memory, an excellent processor and all the internal workings it needs. There is a problem with the input because of the Apple Mac discs, and the output because of the printer driver. This is a bit like being dyslexic. It may be that the input your child receives does not match his/her own way of working. Some subjects at school or home will be presented in a compatible language/system and therefore get into his/her brain (computer). Other subjects do not even get inputted. It is like hearing somebody talking to you in a different language which you cannot understand. Similarly with output, a dyslexic child or student may have all the ideas and knowledge in his/her head but be unable, like the computer, to print it out, or get it down on paper
POSTER: 43
ANESTEZİ TARİHİ Yakup Zafer Yargı, M. Emre Güleşir, M. Tahir Bağçeci, Mustafa Hakyemezoğlu, Tevfik Çevirici Kelime Latince kökenli olup “estezia=duyu” kelimesinin başına “an” olumsuzluk eki getirilerek türetilmiştir. Anestezi genel anlamda bölgesel duyunun ve/veya bilincin geri dönüşümlü olarak kaldırılıp ağrının önlenmesi olarak bilinmektedir. İnsanlığın yaşam mücadelesi içindeki en önemli şeylerden biri fiziksel ağrıya karşı verdiği sürekli savaştır. 1848’de Kloroform ilk kez inhalasyon anesteziği olarak Meksika-Amerika Savaşı’nda denenmiştir. Gerçek anlamda hekimlik kariyerini anesteziye adamış ilk hekim ise John Snow’dur. 1884’te ise Carl Koller’in kokaini anestezik olarak kullanmaya başlamasıyla Lokal Anestezi Dönemi de başlamıştır. 1885’te de Leonard Corning’in yaptığı çalışmalar Epidural Anestezi’nin başlangıcı sayılmıştır. 1898’de de August Bier ilk kez Spinal Anestezi’yi gerçekleştirmiştir. Karl Connell 1913’te “ANESTESİAMETER” denen yeni bir anestezi makinası geliştirdi. Bu makina bugünkü anestezi makinalarına en çok benzeyen ilk modern anestezi makinasıdır. Modern Anestezi Dönemi daha çok 19201940 yıllarını kapsar. Anesteziyoloji 1940’dan bu yana bilimsel ve medikal olarak uzmanlık alanı kabul edilmiştir. Anestezi ile ilgili ilk kitap “Anestesia” adı ile 1914’te yazılmıştır. Bu dönemde İntravenöz Anestezi de gelişti. 1942’de ilk kez anestezi sırasında Griffith ve Johnson tarafından kas gevşetmesi amacıyla kürar kullanıldı.1950’lerden beri modern inhalasyon anestezikleri sentez edilip kullanılmaya başlandı, eter ve siklopropan terkedildi. Nitrözoksit modern anestezide yerini korumaya devam etti.
HISTORY OF ANESTHESIA Word is originally come from Latin that word of estezia (sense) became anesthesia by prefix “an-“ being added to give a negative meaning. Generally, anesthesia means that sedating the local sense or concious reversibly to prevent feeling pain. People have warred with physical pain during their lives. Any medical operation was so hard for patient and doctor until a near past. Patients were trying to endure the pain of operation when they were awake. Some of patients were not enduring and they were fainting. Even some of patients were die. First studies for killing pain belongs to Hyppochrates and his friend Galen. They have used poppy and alcohol. A person who uses the anesthesia first time was the famous surgeon, Hua Tu. Chloroform has been tested for inhalation anesthesia in 1848. John Snow is real first anesthesiologist. First written research about anesthesia belongs to John Snow. Local anesthesia period has been started in 1884 by using cocaine in anesthesia by Carl Koller. Leonard Corning has studied about epidural anesthesia for the first time in 1885. Also August Bier made researches about spinal anesthesia in 1898. Karl Connell has developed a new machine called “ANESTESİAMETER” in 1913. This machine was so similar the one in nowadays. Modern Anesthesia Period takes place in 1920-1940. Anesthesiology has been counted medical expertise since 1940. First book about anesthesia called “Anestesia” has written in 1914. Intravenous anesthesia has been developed in this period. Barbiturates like morphin are very important at this anesthesia. Modern inhalation anesthetics have been started to be used since 1950 and ether has been abandoned. On the other hand, nitrous oxide is still in use.
121
POSTERLER POSTER: 44
NAZİ DENEYLERİ VE ARAŞTIRMA ETİĞİ İklima Efendiler, Hande Kurt, Ayna Kakayeva, Hatice Çolak İnsanlık tarihi boyunca insanın kendini ve çevresini anlama, tanımlama, bilinmeyeni bilinir, görünmeyeni görünür yapma arzusu hep süre gelmiştir. İnsanın bu bilim macerası insanlığı daha iyiye götürebilmiş, ancak bu maceranın insanlığa zarar verdiği de görülmüştür. Bunun bir örneği II. Dünya Savaşı sırasında, üçüncü Reich döneminde yürütülen esir toplama kamplarında insanların kobay olarak kullanıldığı, bir grup Alman Nazi hekimlerinin etik dışı tıbbi deneyleri.Sunmumuzda araştırma etiği bağlamında bu deneylerden örnekler sunacağız. POSTER: 45
KARDİYOLOJİNİN GELİŞİMİ Ömer Faruk Aydar, Zeynep Hafsa Koca Modern kalp cerrahisi,1938 yılında Gross’un başarılı PDA Ligazyonuyla başladı. 1953’te Lewis ve Taufic ilk defa kalbi açtılar ve bunun için Hipotermi+Inflow Oklüzyon tekniğini kullanarak 5 yaşındaki bir kız çocuğundaki ASD yi başarıyla kapattılar. 1953te Gibbon ilk defa Akciğer-Kalp makinesi kullanarak genç bir kızda ASDyi başarıyla kapattı.1955te Kirklin AC-Kalp makinesi vasıtasıyla VSD ve Fallot Tetralojisinde total korreksiyon yapmasını 1957de Lillehei ve Merandimo,mitral darlığı ve yetmezliğini açık kalp metoduyla ayrı ayrı ameliyat etmesi izlendi.1960da Starr ilk Mekanik Mitral Value Replasmanını uygularken aynı yıl içinde Harken ilk Aort Kapak Replasmanını yaptı. 1966da Bernard ilk insana kalp naklini gerçekleştirdi.1982de deVries ilk defa Darvik adlı mekanik Kalbi implante ederek bir hastayı 112 gün yaşattı. Bütün bu gelişmelerle 20.yüzyılda en fazla ilerleme kaydeden bilim dalı olan KVC alanında ülkemiz tüm gelişmelere ayak uydurmuş ve önemli bir noktaya gelmiştir.
DEVELOPMENT OF CARDIOLOGY Modern Cardiac Surgery began in 1938 by Gross’s successful PDA Ligaslation. In 1953 Lewis and Taufic for the first time opened the heart and successfully closed the ASD of the 5-year-old girl by using the technique of Hypothermia + Inflow occlusion. In 1953 Gibbon for the first time succesfully closed the ASD of the young girl by using the Lung-Heart Machine. In 1955 through the Lung-Heart machine Kirklin made a total correction in VSD and Fallot Tetralogy, furthermore ın 1957 Lillehei and Merandimo by the method of open-heart surgery separately operated mitral stenosis and insufficiency. While In 1960 Starr was implemening the first Mechanical Mitral Valve Replacement, at the same year the first aortic valve replacement was made by Harken. In 1966 the first human to human heart transplant achieved by Bernard. In 1982 by implenting the mechanical heart named Darvik, deVries managed the patient to lıve 112 days. In 20th century in the field of science the most progress was made in CVS, and our country adapted to all of these developments and came to an important level.
122
POSTERS POSTER: 46
BALIN TIPTAKİ YERİ Ömer SadıkDurğun, Oğuzcan Eren, Fatih Bayram, Fatih Öktem Yara tedavisi, balın tarihte, insan sağlığı için belki de ilk kullanım alanıdır. Milattan önce 2000’li yıllardan kaldığı tespit edilen bazı Sümer yazıtlarında balın, yara tedavisinde kullanımı ile ilgili bilgilere rastlanmıştır. Bir İsviçre Hastanesinde Bal Yara İyileştirme Kullanıldı Bal, peptik ülser ve gastrite sebep olan ajanlara karşı kuvvetli bir inhibitördür. Bal, ratlarda deneysel olarak uyarılmış gastrik ülserlere karşı etki göstermiştir. Normal ve aşırı kilolu, kardiyovasküler hastalık riski taşıyan bir hasta grubuna 30 gün boyunca, günde 70 gram bal verildi. Sonuçlara göre, hasta grubunda kardiyovasküler risk faktörleri olan Trigliserol, LDL, toplam vücut ağırlığı, vücut yağ miktarı gibi değerlerde düşüşler olduğu gözlendi. 1-2 çorba kaşığı balın öksürüğü giderme üzerinde etkisi olduğu bulunmuştır. Uyurken öksüren çocuklarda da balın, uykuda öksürmeyi giderici etkisi olduğu tespit edilmiştir. Balın uyku üzerinde olumlu etkisi olduğu, bilimsel açıdan kanıtlanmamış olsa da, uzun süre iddia edilmiştir. Bu iddianın temelinde balın, kan şeker seviyesini düzenleyerek melatonin hormonu salgılanmasına yardımcı olması fikri yatmaktadır. Rusya’da apiterapi üzerinde yıllar boyunca çalışmış bir doktor, hastalar üzerinde aldığı sonuçları yayımladı. Apiterapi uygulanan hastaların çoğunun sağlık durumunda iyileşme olmuştur. Balın sağlık üzerindeki etkisi araştırılırken, gözlenen hastalar günde 50-80 g kadar bal almışlardır. Balın etkileri, alımından sonra çok kısa sürede gerçekleşir. Vücut performansında artış, bal tüketiminden sonra 1-4 saat içinde gözlenebilir. POSTER: 47
HURMADAKİ İYOT Elchin Osmanli Altun Gambarli Asker Necefli Muhammed Hatib Iyot yetmezliği hastalığı bazı bilim adamlari tarafından ‘’gizli açlık ’’diye adlandırılıyor. İyot eksikliği hastalığını önlemek için iyotla zengin bir besin bulmamız gerekiyor. İyotla zengin besinler hurma, feyhoa ve deniz lahanası. Biz tedavi olarak hurmayı seçtik ve hurmadan bal yaptık. Bu bal iyotla zengindir. Bu yolla biz iyot eksiklikleri olan hastalara tedavi yolu sunduk. Kış zamanı ınsanlar arılara yem olarak şeker veriyorlar bu yuzden onlar çoğu zayıflıyıp öluyor. Bu yüzden arıların sayısı azalıyor ve verdikleri bal tatsız ve saglıksız oluyor. İyotlu hurma balını kışın arılara verdik ve sonuç olarak arıların sayısı düzenli azalma olması ve verdikleri bal sağlıklı ve iyotla zengin oldu. İyotlu hurma balını yiyen insanlarda iyot yetmezliyı hastalıkları görülmemektedir.
THE IODINE IN PERSIMMON The iodine deficiency is a major problem of the world which quarter of the world suffer from this problem it results a lot of diseases such as goiter, cretinzm and etc. As known, lately fast increase of diseases connected with shortage of iodine has been the issue bothering the whole world community, being one of most disturbing issues. ¼ of the world population, i.e. about 2 billion people suffer from shortage of iodine, a disease called by most scientists ‘’a hidden hunger’’. Firstly we get honey from persimmon which is riched by iodine. By this way we help people who suffer from iodine deficiency. Secondly in winter season people give to bees sugar but it affects negatively. Their population is decreased sharply and as a result, bees’ honey will be very odorless and tasteless. Sooner or later their generation extinct. The fertilization of bees is diminished and nature’s equilibrium is spoiled. We giveto bees persimmon honey which is riched by iodine for the products of bees that will be very odorly and delicious. People who eat our persimmon honey that they have not got any problem about iodine deficiency.
123
POSTERLER POSTER: 48
AĞRISIZ YAŞANIR MI? Şebnem Karaoğlanoğlu, Parisa Bakhshi, Aylin Yapıcı, Haleh Sorkhi Ağrısız bir dünyada yaşamayı isteyenler neyi istediğinize dikkat edin! Ağrı olmasaydı hayat tahmin ettiğimiz kadar tozpembe olmazdı. Çünkü ağrı bizim düşündüğümüzden çok daha değerlidir. Bizim gördüğümüz kadarıyla ağrı; canımızı yakan, hayatı çekilmez hale getiren bir düşmandır. Aslında düşman olarak gördüğümüz ağrı, çoğu zaman hayat kurtaran bir dosttur. Çoğu kez vücutta var olan bir doku hasarının habercisidir. Akut ağrı vücudun alarm sisteminin önemli bir parçasıdır. Varlığı ile vücutta bir bozukluk olduğuna işaret eder ve hastanın hekime başvurmasını sağlar. Ağrısız bir hayatın ne kadar zor olduğunu, çeşitli hastalıklar sonucu ağrı hissini kaybeden hastaların çektiği sıkıntıları projemizde anlatmaya çalışacağız.
IS PAINLESS LIVING POSSIBLE? Those desirous of living in a painless World, beware of what you want! If there were no pain, life wouldn’t have been imagined as a bed of roses. Pain is much more valuable than we think. In so far as we see, pain is an enemy which hurts and makes life unbearable. In reality, the pain we see as an enemy is a life saving friend most of the time. In our project we shall attempt to explain enormous difficulty of life without pain and the suffering of patients who have lost the sensation of pain due to various illnesses. The objective of our project is raising awareness of pain’s much ignored benefits as opposed to its face seen as heinous.
POSTER: 49
OSMANLI DÖNEMİNDE KULLANILAN TIBBİ BİTKİLER ve ÖZELLİKLERİ Mert Can Elgül, Orkun Dursun, Murat Güllerci, Ali Demircioğlu Osmanlı döneminde ilaçların, ilkel maddelerin sağlanması ve halk ilaçlarının yapılması işleri “aktar” denilen bir esnaf grubu tarafından yürütülüyordu. Aktar; ilaçların yapılmasında kullanılan bitkisel, hayvansal ve madensel ilkel maddeleri (drog) satanlar için kullanılan kelimedir. Bunların sayısı 19. Yy ortalarında yalnızca İstanbul’da 500 civarındaydı. Drog ticaretinin merkezi İstanbul Mısır Çarşısı’dır. Osmanlı döneminde ilaçların önemli bir kısmı macunlardı. Tedavi edici bitkilerin alınmasını kolay bir hale getiren macun şeklindeki ilaçlar aynı zamanda saklanması bakımından da çok uygundu. Evliya Çelebi’ye göre sadece İstanbul’da 200 macuncu dükkânı ve bu işle uğraşan 500 kişi vardı. Beladır macunu ve feylesoflar macunu bunların başında gelirdi. Gül şerbeti, ateşlenmelerden dolayı meydana gelen harareti, susuzluğu azaltması ve mide hararetini yok etmesi nedeniyle kullanılırdı. Demirhindi şerbeti, Mısır’dan ve Hindistan’dan getirilen demirhindi meyvesinin şurubuydu. Harareti azaltması, susuzluğu kesmesi, özellikle sıtmalıları rahatlatması sebebiyle çok satılırdı. Sıcağın neden olduğu çarpıntıyı gidermesi, safra hastalıklarının neden olduğu kusmayı önlemesi ve ferahlatıcı olması sebebiyle devamlı talep edilen bir şerbetti. Mesir macunu bir çeşit tiryaktır. Mesir macununun iştah açıcı, gaz giderici, kuvvet verici, idrar yaptırıcı, yorgunluk giderici, hormonları harekete geçirici etkileri vardır. Bunların yanı sıra zehirli hayvan sokmalarına karşı da etkilidir. Mesir macunu 41 değişik baharattan oluşmaktadır.
MEDICINAL PLANTS USED DURING THE OTTOMAN PERIOD An important part of drugs was pastes during the Ottoman. According to Evliya Çelebi there were 200 paste shops only in İstanbul. Paste shops were preparing and selling pastes. Pastes are sold in small jars or bowls. “Beladır paste” were used for paralysis diseas. Contents: Black sesame, sweet sedge, galbanum, leaf mustard, laurus nobilis. “Feylesoflar paste” was help to digestion. Contents: Ginger, cinnamon, salep, fruit of fir, coconut. Sorbets was also very popular. Especially rose sorbet and tamarind sorbet. “Tiryak”s are strenghten the immune system. Some “Tiryak”s are Tiryak-ı Faruk, Tiryak-ı Semaniye, Tiryak-ı Erbaa. Mesir paste is a kind of “Tiryak”.
124
POSTERS POSTER: 50
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE EPİLEPSİ Eren Çöken, Serdar Gündoğdu, Sait Sami Aydemir, Rutkay Saksıoğlu Epileptik nöbet (Sara), beyindeki hücrelerin kontrol edilemeyen, ani, aşırı ve anormal deşarjlarına bağlı olarak ortaya çıkan bir durumdur. Epilepsiden bahseden ilk kişi M.Ö. 350’lerde Hipokrat’tır. Bu yüzden “Hipokrat hastalığı” olarak da bilinir. Hipokrat, M.Ö. 400 yılında “On the Sacred Disease” (“Kutsal Hastalık Üzerine”) adıyla epilepsi üzerine ilk kitabı yazmıştır. Bu hastalığa sahip olanlar ya şeytanla özdeşleştirilecek veya tanrısal güce ulaştığına inanılıp yüce sıfatıyla takip edileceklerdir. Epilepsiyi beyin rahatsızlığı olarak tanımlayan Hipokrat, bu hastalığın, genel görüşün aksine, Tanrılardan gelen bir lanet olmadığını ve bunun bir sadece hastalık olduğunu iddia etmiştir. 19. yüzyılın en ünlü epilepsi hastası Fyodor Dostoevsky, epileptik nöbetlerin, yaratıcılık kalitesine yönelik olumlu etkileri olduğunu iddia etmiştir. Sunumumuda epilepsinin yaşama etkisinden söz edilecektir.
EPILEPSY: AT THE PAST AND AT THE PRESENT Epileptic spasm is a situation caused by uncontroled, sudden, excesseive and abnormal discharges of brain cells. The first person who mentioned epilepsy is Hippocrates in BC.350’s. Therefore, epilesy is also known as Hippocrates disease. Hippocrates wrote the first book about epilepsy which is named “On The Sacred Disease”.People who had this disease were identified with demon or were believed that they reach goddess power and followed as highness. Hippocrates, who identify epilepsy as a brain disease in the opposite of mainstream, asserts that this disease is not a curse of gods but just a disease. In Mesopotamia and Greek civilizations, priests tried to purify the people who had this disease from demons with rituals and prays. In history some sacred leaders, philosophers and artists had suffered from this disease but they also took advantage of it. The most famous epilepsy patient of nineteenth century Fyodor Dostoevsky asserts that epileptic spasms affect the quality of creativity in a good way.
125
POSTERLER
DİĞER ÜNİVERSİTELERDEN POSTER SUNUMLARI
P51
P52 P53 P54 P55 P56 P57 P58 P59 P60 P61 P62 P63 P64 P65 P66 P67 P68 P69 P70 P71 P72 P73 P74
126
PENTYLENTETRAZOL İLE OLUŞTURULAN EPİLEPSİ MODELİNDE RAT BEYİN VE KAN DOKUSUNDA OKSİDATİF STRES VE EPİLEPTİK NÖBET ÜZERINE CAPPARIS OVATA’NIN ETKİSİ Capparis ovata modulates oxidative toxicity and epileptic seizures in brain and blood of pentylentetrazol-induced epileptic rats EXPERIMENTAL RESEARCHES ON THE EFFECT OF LOW DOSES OF DEXTROMETORPHAN-IBUPROFEN ASSOCIATION IN NOCICEPTIVE SENSITIVITY NUTRITION PECULIARITIES ASSOCIATED WITH LIFE LONGEVITY IN GEORGIAN POPULATION THE MANAGEMENT OF ECTOPIC PREGNANCY RATLARDA ALOPESI AREATA MODELI A RAT MODEL FOR ALOPECIA AREATA KANSERE YENİ UMUT: RESVERATOL NEW HOPE CANCER: RESVERATROL? BÖBREK NAKLİ ALICILARINDA LÖKOPENİ VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ A STUDY ON LEUCOPENIA AND RELATED FACTORS AMONG KIDNEY TRANSPLANTATION RECIPIENTS TIP FAKÜLTESİ BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNDE YAŞAM KALİTESİ QUALITY OF LIFE OF FIRST YEAR MEDICAL STUDENTS OLAĞAN DIŞI DURUMLARDA SAĞLIK HİZMETİ HEALTH SERVICE IN EXTRAORDINARY SITUATIONS HAVA KİRLİLİĞİ VE AKCİĞER HASTALIKLARI AIR POLLUTION AND LUNG DISEASES MEME KANSERİ VE SİKLİN E BREAST CANCER AND CYCLIN E NOMOTOP UYARI BOZUKLUKLARI VE ELEKTROKARDIYOGRAFI WARNING NOMOTOP DISORDERS AND ELECTROCARDIOGRAPHY KARACİĞER TRANSPLANTASYONU LIVER TRANSPLANTATION ATELEKTAZI; PATOGENEZI VE ERIŞKINLERDEKI TIPLERI ATELECTASIS: TYPES AND PATHOGENESIS IN ADULTS D VİTAMİNİN MULTİPLE SCLEROSİS ÜZERİNE ETKİLERİ THE EFFECTS OF VITAMIN D ON MULTİPLE SCLEROSİS ANOREXİA NEVROSA BALIK YEMENİN SAĞLIK ACISINDAN FAYDALARI HEALTH BENEFITS OF FISH MEAL KÖK HÜCRE VE TIPTA KULLANIM ALANLARI STEM CELL AND ITS USAGES IN MEDICINE ANNE SÜTÜ DENEN MUCİZE A MIRACLE NAMED MOTHER MILK KANSER TEDAVİSİNDE ONKOLİTİK VİRÜSLERİN KULLANILMASI FARMAKOGENETİĞİN KLİNİKTE KULLANIM ALANLARI CLINIC APPLICATIONS OF PHARMACOGENETICS FOTODİNAMİK TERAPİ’NİN KLİNİKTE UYGULAMA ALANLARI CLINICAL APPLICATIONS OF PHOTODYNAMIC THERAPY ÜLKEMİZDE KÖK HÜCRE STEM CELL RESEARCH IN TURKEY NANOTIP NANOMEDICINE
POSTERS POSTER: 51
PENTYLENTETRAZOL ILE OLUŞTURULAN EPILEPSI MODELINDE RAT BEYIN VE KAN DOKUSUNDA OKSIDATIF STRES VE EPILEPTIK NÖBET ÜZERINE CAPPARIS OVATA’NIN ETKISI Mustafa Nazıroğlu, Mehmet Berk Akay, Ömer Çelik, Cemil Özgül, Muhammed İkbal Yıldırım, Erdinç Balcı Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Isparta Epilepsinin patofizyolojisinde oksidatif vate ürünlerinin önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Capparis vate (C. vate) Türkiye’nin tüm coğrafyalarında yetişen bir bitki olup antioksidan olarak bilinen flavonoitleri içermektedir. Bir kısım nörolojik hastalıklarda faydalı etkileri rapor edilmesine rağmen, epilepsinin tedavisindeki rolü bilinmemektedir. Bu çalışmada Pentylentetrazol’le (PTZ) vate oluşturulmuş sıçanlarda C.Ovata’nın lipit peroksidasyonu, antioksidan seviyeleri ve elektroensefalografi (EEG) kayıtları üzerine etkileri araştırıldı. Otuz iki sıçan rastgele dört gruba ayrıldı. Birinci grup vate grubu olarak, ikincisi PTZ grubu olarak kullanıldı. Üçüncü ve dördüncü gruptaki sıçanlara ise PTZ uygulamasından yedi gün vat oral olarak 100 ve 200 mg C. Ovata ekstresi verildi. Epilepsi modeli oluşturmak için ikinci, üçüncü ve dördüncü gruplara 60mg/kg PTZ verildi ve üç saat vate EEG kayıtları ile beyin ve kan dokuları alındı. Beyin korteksi lipit peroksidasyon seviyesi, EEG kayıtlarındaki diken dalga ve vate c deşarj sayısı PTZ grubunda, vate grubu ve C. Ovata grubundan yüksekti ve bunda C. Ovata uygulamasının koruyucu rol oynadığını söyleyebiliriz. A,C,E vitaminleri ve karotenin beyin korteksindeki miktarları ve EEG kayıtlarında ilk diken dalga oluşması için geçen sürenin PTZ uygulanması ile azaldığı gözlemlendi. A,C,E vitaminleri ve karotenin beyin korteksindeki ve plazmadaki miktarlarının C.Ovata uygulanan gruplarda arttığı gözlemlendi. Beyin korteks ve alyuvar, glutatyon ve glutatyon peroksidaz seviyeleri bakımından, PTZ ve vate grupları arasında farklılık gözlemlenmezken, 100 ve 200 mg C. Ovata uygulanan gruplarda bu değerlerin hem vate hem de PTZ grubundan yüksek olduğu gözlemlendi. Sonuç olarak; C. Ovata uygulanması PTZ bağımlı beyin hasarında serbest radikal oluşumunu inhibe ederek, beynin biyopotansiyel fonksiyonunu düzenleyerek ve antioksidan-redoks sistemini destekleyerek koruyucu etkilerini göstermektedir.
CAPPARIS OVATA MODULATES OXIDATIVE TOXICITY AND EPILEPTIC SEIZURES IN BRAIN AND BLOOD OF PENTYLENTETRAZOL-INDUCED EPILEPTIC RATS It has been widely suggested that oxidative stress products play an important role in the pathophysiology of epilepsy. Capparis vate (C. vate) grows widely in Turkey and it may useful treatment of epilepsy because it contains flavonoids which demonstrated as an antioxidant (Sudha et al., 2001; Kutluhan et al., 2009). The study in the effects of C. vate on lipid peroxidation, antioxidant levels and electroencephalography (EEG) records in pentylentetrazol (PTZ)-induced epileptic rats. Thirty-two rats were randomly divided into four groups. First group was used as control although second group was PTZ group. Oral 100 and 200 mg/kg C. vate were given to rats constituting the third and fourth groups for 7 days before PTZ administration. Second, third and forth groups received 60 mg/kg PTZ for induction of epilepsy. Three hours after administration of PTZ, EEG records, brain cortex and blood samples were taken all groups. The lipid peroxidation levels of the brain cortex, number of spikes and epileptiform discharges of EEG were higher in PTZ group than in control and C. vate group whereas they were decreased by C. vate administration. Vitamin A, vitamin C, vitamin E and b-carotene concentrations of brain cortex and latency to first spike of EEG were decreased by the PTZ administration although the vitamin concentrations and glutathione and glutathione peroxidase values were increased in PTZ group by the 100 and 200 mg C. vate administration. In conclusion, C. vate administration caused protective effects on the PTZ-induced brain injury by inhibiting free radical, regulate of brain biopotential function and supporting antioxidant redox system.
127
POSTERLER POSTER: 52
EXPERIMENTAL RESEARCHES ON THE EFFECT OF LOW DOSES OF DEXTROMETORPHAN-IBUPROFEN ASSOCIATION IN NOCICEPTIVE SENSITIVITY Pantea Ioana-Alexandra Ababii Rares-Costinel University of Medicine and Pharmacy ’’Gr T. Popa’’, Iasi, Romania Department of Pharmacology, Toxicology and Algesiology Scientific coordinator: Liliana Tartau, MD, PhD Aim: Experimental researches on the effects of low doses of dextrometorphan and ibuprofen association in somatic and visceral pain models in mice. Dextromethorphan is a central cough suppressant substance but it does not feature the untoward effects of the opioids. Ibuprofen, a nonsteroidal anti-inflammatory agent, belonging to the group of propionic acid derivatives, inhibits the cyclooxygenase enzyme. It has anti-inflammatory, analgesic and an anti-pyretic activity. Material and method: The experiment was carried out with white Swiss mice (20-25g), distributed into 4 groups of 7 animals each, treated intraperitoneally with the same volume of solution, as follows: Group I (Control): saline solution 0,3ml; Group II (DMP): dextromethorphan 5mg/kbw; Group III (IBU): ibuprofen 7mg/kbw; Group IV (DMP+IBU): dextromethorphan 5mg/kbw + ibuprofen 7mg/kbw. Hot plate test was used to asses, dextromethoprpahn and ibuprofen-induced somatic antinociception. The classic model of visceral pain consists of writhing test using diluted acetic acid (0,6%). Experimental protocols were implemented according to the recommendations of the Gr.T. Popa University Committee for Research. Data were statistically analyzed with SPSS software for Windows version 13.0. Results: Subcutaneously co-administration of low doses of dextromethorphan (5mg/kbw) and ibuprofen (7mg/kbw) determined a significant increasing of the latency time response to thermal noxious stimulation in hot-plate test, and also the reduction of the behavioural manifestations due to chemical peritoneal irritation in writhing test, comparing with the effects of separate administration of low doses of dextromethorphan (5mg/kbw), respectively ibuprofen (7mg/kbw). Conclusions: Using the mouse models of acute pain hot plate analgesia meter and acid acetic writhing test, we found that, co-administration of low doses of dextromethorphan and ibuprofen, resulted in a higher analgesic effect, than those of separate administration of the substances.
POSTER: 53
NUTRITION PECULIARITIES ASSOCIATED WITH LIFE LONGEVITY IN GEORGIAN POPULATION Ketevani Mebonia Tbilisi State Medical University (TSMU), Tbilisi, Georgia Supervisor: Nona Kakauridze MD; PhD. Introduction: Rational nutrition habits are organically associated with healthy aging process. Georgian longlivers national dietary peculiarities may put significant contribution in global aspects of healthy aging, reduction of morbidity and mortality. Objectives of research: Establishment of nutritional habits associated with life longevity considering eating rations, frequency, foods contents and its energetic value; Creation of Georgian lomglivers dietery model, using which will help to prolong healthy aging to any person of over the world. Objects of research and methods: the 450 aged persons (60-100 years) were investigated. Target cohort selection was performed using the method of random sampling for age groups arranged with five year age intervals. All persons was interviewed using WHO multi-aspect questionnaire (WHO, 1987) modified by us. 3 days factual diet and accounted the food energetic value were evaluated. Data was processed by statistical methods. Results and conclusion: Principal nutritional peculiarities of Georgian longlivers are followed: don’t follow a specific diet or specific techniques for making food; have good appetite, eat 3-4 times a day; daily ration has low weight and volume- approximately 800 g, about 1000-1200 calories; but decreased fatty products utilization. Prefer traditional Georgian foods: nuts, souse of wild plum (red, yellow, green), “matsoni” (sour-milk, acid-milk product), Georgian cheese, “ Nadugi” (as Curd), fresh verdure and herbal (spinach etc) dishes, honey, wine, Georgian bread (“lavashi”), millet, etc; prefer using honey or jam over sugar. Eat meat and fish once in every 8-10 days. Based on the results, exemplary Georgian longevity seasonal diets were elaborated, take into account its contents energetic value. Georgian healthy foods traditional preparation will be reached for any persons.
128
POSTERS POSTER: 54
THE MANAGEMENT OF ECTOPIC PREGNANCY Ia Gvimradze Tbilisi State Medical University (TSMU), Tbilisi, Georgia Supervisors: Nato Metskhvarishvili The blastocyst normally implants in the endometrial lining of the uterine cavity. Implantation anywhere else is considered an ectopic pregnancy (EP). It is derived from the Greek – out of place. In most of Europe and North America, the incidence of EP has tripled over the last 30 years and currently estimated at 2 %of live births. In England and Wales, the incidence of EP increased by a factor of five between 1966 and 1996 (from 0,3% to 1,6% of live births).In the USA, the incidence of EP increased from 1,9% to 2,3% of live births between 1981 and 1991 (WHO). In 2002-2005, 2701 EP were reported in Georgia. This is an important, because in 2002-2005, 2 women died cause of EP. Almost all, nearly 95% of EP occur in a Fallopian tube. Of these, most are ampullary implantations. Rarely, the remaining 5% , implant in the ovary, peritoneal cavity or within the cervix. If women have had surgery and the fallopian tubes have been left in place, there is a good chance that them can have a normal pregnancy in the future. Once women have had an EP, however, they are at higher risk of having another one.In the institutional setting EP accounted for 1% of total deliveries. More than half of all women with EP presented with acute abdomen and required emergency laparatomy.About 40% women could be managed with non-surgical modalities with 80% success for methotrexate and 71% for conservative treatment.A prospective,randomized clinical trial comparing medical and surgical management of EP is needed to assess the risks,benefits and costs of these two approaches.
POSTER: 55
RATLARDA ALOPESI AREATA MODELI Sercan Tekin Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Alopesi ve Alopesi Areata bilim dünyası ve ilaç sektörü için önemi ve ekonomik büyüklüğü gün geçtikçe artan sağlık ve estetik bir sorun halini almıştır. Ratlarda Alopesi Areata modelinde, saç foliküllerinin gelişim aşamasında etkinliği bilinen Vaskular Endotelyel Büyüme Faktörü (VEGF)’nün bloke edilmesiyle hastalığa dair yeni bir çalışma şekli oluşturulmaya çalışıldı. VEGF’ün inhibisyonunda anti VEGF etkileri bilinen bevacizumab kullanıldı.
A RAT MODEL FOR ALOPECİA AREATA Day by day, Alopecia and Alopecia Areata are becoming more and more important issue for scientific research world and the drug companies. In this rat model, we assumed that inhibiting VEGF, which is currently known as a developer substance for the hair follicles during their growing phase, could give us a new model for Alopecia Areata. Due to VEGF blockade, bevacizumab that it’s antiangiogenic effects have already been already approved, was used.
POSTER: 56
KANSERE YENİ UMUT: RESVERATOL Mikail Burak Aydın Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Resveratrol, bitkilerde özellikle kırmızı üzümde, yer fıstığında ve ananasta yüksek konsantrasyonda bulunmaktadır. Siyah üzümün soğuk hava koşulları, mantar enfeksiyonları gibi etkenlere bağlı olarak kendini korumak için ürettiği bir maddedir. Resveratrol tüketimi ile kanserin önlenmesi, günümüzde birçok araştırmacının ilgisini çeken bir konudur. Mutant genleri onarma yeteneği olduğu düşünülmektedir. Yapısı ne olursa olsun, neredeyse bütün kanser hücreleriyle etkileşime girdiği de keşfedilmiştir.
NEW HOPE CANCER: RESVERATROL? Resveratrol, in plants, especially red grapes, peanuts and pineapple are in high concentration. Black grapes in cold weather conditions, depending on factors such as fungal infections is a substance that produces to protect itself. Resveratrol consumption and cancer prevention an interesting subject for many researchers today. Mutant genes are thought to be the ability to repair. Whatever the structure, interacts with virtually all cancer cells have also been discovered.
129
POSTERLER POSTER: 57
BÖBREK NAKLİ ALICILARINDA LÖKOPENİ VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Seda Gümüştekin, Özlem Koçyiğit, Dilek Bakış, Rukiye Tari, İdris Şahin2 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi 2 İnönü Üniversitesi tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD Nefroloji BD Giriş: Böbrek nakli alıcılarında, nakil sonrası dönemde görülebilen birçok hematolojik komplikasyon tanımlanmıştır. Lökopeni de böbrek nakli alıcılarında, nakil sonrası görülebilen önemli hematolojik komplikasyonlardan birisidir. Sepsis, beslenme bozukluğu, fırsatçı enfeksiyonlar ve ilaçlara bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışmamızda, Ünitemizde böbrek nakli yapılan hastalarda görülen lökopeni ve ilişkili faktörlerin incelenmesi amaçlandı. Yöntem ve gereçler: Çalışmaya, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi Organ Nakil Merkezinde Ocak 2009-Ocak 2012 tarihleri arasında böbrek nakli yapılan olgular dahil edildi. Nakil sonrası dönemde lökosit sayısının 4000 /mm3 olması lökopeni olarak kabul edildi. Olgularda böbrek nakli sonrası hangi dönemde lökopeni görüldüğü, lökopeni epizodu sayısı, lökopeni ile ilişkili olabilecek ilaçlar ve demografik faktörlerin incelenmesi amaçlandı. Bulgular: Çalışmaya toplam 40 olgu dahil edildi. Olguların 14’ü kadın, 26’sı erkek idi. Olgularımızın ortalama yaşı 33 ± 13 (8-53 yaş) yıl idi. Olguların ortalama nakil süresi 9 ± 6 (1-35 ay) ay idi. Olguların %98’inde fonksiyone graft mevcut idi. Olguların 18’inde (%45) en az bir lökopeni atağı saptandı. Olguların 14’ünde bir lökopeni atağı, 1 hastada 2, 3 hastada 3 ve üzerinde lökopeni atağı görüldü. Lökopeni, olguların 9’unda nakil sonrası 1. ay içinde, 2 olguda 2. ayda, 5 olguda 3. ayda, 2 olguda ise 4. ay içinde saptandı. Lökopeni atağı ile yaş, cinsiyet, nakil süresi, kullanılan immüsupresif ajanlar, valgansiklovir, kotrimoksazol, CMV enfeksiyonu ve graft disfonksiyonu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç: Lökopeni böbrek nakli alıcılarında görülebilen önemli hematolojik komplikasyonlardan biridir. Olguların yaklaşık yarısında en az bir kez lökopeni atağı görülmektedir. Olguların büyük bir bölümünde sadece bir lökopeni atağı görülürken az bir kısmında birden fazla lökopeni atağı görülmektedir. Lökopeni atağı genellikle nakil sonrası ilk üç aylık dönem içinde görülmektedir.
A STUDY ON LEUCOPENIA AND RELATED FACTORS AMONG KIDNEY TRANSPLANTATION RECIPIENTS Introduction: Among recipients of kidney transplantation, several hematological complications in the post-transplantation period have been identified. Leucopenia is one of the important complications that may be seen among the receptors in the post-transplantation period. It emerges with sepsis, malnutrition, opportunistic infections and medicine. In our study, the aim is to examine leucopenia and related factors seen among patients with transplantation in our unit. Methods and apparatus: In Inonu University Faculty of Medicine Turgut Özal Medical Centre- Transplantation Centre between January 2009- January 2012 cases with kidney transplantation have been added into the study. In the posttransplantation period, on condition that the number of leucocyte is 4000/mm3 this is accepted as leucopenia. In the cases the aim is to examine in which period leucopenia is seen after the transplantation along with the number of leucopenia episode, medicine possibly related to leucopenia and demographical factors. Outcomes: 40 cases in total have been included into the study 14 of which were women and 26 of which were men. The average age of our cases was 33 ± 13 (8-53 years ) and average transplantation 9 ± 6 (1-35 months). Of 98% of the cases there was functional graft. Out of 18(45%) of the cases at least one leucopenia attack was detected. Out of 14% of the cases one leucopenia attack, on 1 patient 2, on 3 patients 3 and more leucopenia attacks were notified.Leucopenia was detected in the 1st month after the transplantation in 9 cases, in the 2nd month in 2 cases, in the 3rd month in 5 cases and in the 4th month in 2 cases. No significant relationship has been detected between leucopenia attack and age, sex, transplantation time, immusuppressive agents used, valganciclovir, cortimocxazole, CMV infection and graft disfunction. Result: Leucopenia is one of the important hematological complications that may be seen among the kidney transplantation recipiens.In about half of the cases at least once leucopenia attack is notified. Whilst in most of the cases only one leucopenia attack has been seen, in fewer cases more than one leucopenia attacks have been seen.Leucopeniaattack is generally seen in the first 3 months after the transplantation.
130
POSTERS POSTER: 58
TIP FAKÜLTESİ BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNDE YAŞAM KALİTESİ Jiyan Demir, Veysel Çam, Yunus Aktaş, Ali Ceylan¹ Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ¹Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD Giriş ve amaç: Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesini (quality of life) “hedefleri, beklentileri, standartları, ilgileri ile bağlantılı olarak, kişilerin yaşadıkları kültür ve değer yargılarının bütünü içinde durumlarını algılama biçimi” olarak tanımlamaktadır. Yani bu kavram tıp teknikleri, laboratuar işlemleriyle ölçülen bir nicelik değil, sübjektif olarak yaşatılan bir niteliktir ve aslında pahalı zevklerle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Esas amaç kişilerin kendi fiziksel, psikolojik ve sosyal işlevlerinden ne ölçüde memnun olduklarının ve yaşamlarının bu yönleri ile ilgili özelliklerin varlığı veya yokluğunun ne ölçüde onları rahatsız ettiğinin saptanmasıdır. Bu çalışmanın amacı tıp fakültesi öğrencilerinde yaşam kalitesi bilinci oluşturmak ve tıp fakültesi birinci sınıf öğrencilerinin yaşam kalite düzeylerini belirlemektir. Yöntem: 2009-2010 eğitim öğretim yılı başında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptıran öğrenciler yaşam kalitesi dersi sırasında 2 gruba ayrılmış, birinci grup anket uygulayıcı, diğer grup ise katılımcı olarak belirlenmiş, 130 öğrenciden 65 kişiye WOHQOL BREEF anketi uygulanmıştır. Daha sonra veriler (WHOQOL ulusal havuzu için gerekli olması nedeniyle) sosyoekonomik verileri de içeren SPSS veri dosyası biçiminde “WHOQOL Türkiye Merkezi”ne gönderilip, alan (domain) skorları hesaplanmıştır. Alan puanları 100 üzerinden değerlendirilip, erkek ve kız öğrencilerin ortalama alan puanları karşılaştırılmıştır. Bulgular: Bedensel alan ortalama puanları erkeklerde 63,2±14,3 kızlarda 66,4±17,5 olarak bulunmuştur. Aynı puanlar sırasıyla ruhsal alanda 61,3±15,9 ve 58,0±20,4, sosyal alanda 54,6±20,1 61,8±15,7 olup bu 3 grup arasındaki fark istatsitiksel olarak anlamsız bulunmuştur. Ulusal sorulu çevresel alan TR de ise alan puanları ortalaması erkeklerde 52,8±10,1 ve kızlarda 62,5±13,6 olup, gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p=0,008). Sonuç: Günümüzde doğuşta yaşam beklentisinin artması bireylerin yaşam kalitelerine daha fazla dikkatle odaklanmasını gerektirmektedir. Bireylerin sağlıklı, dinamik ve mutlu bir yaşam sürdürebilmeleri için gerekli imkanların sağlanması, sağlık hizmeti ve sosyal destek sunumu kaynaklarının değerlendirilmesi açısından yaşam kalitesinin ölçülmesi giderek artan bir önem kazanmaktadır.
QUALITY OF LIFE OF FIRST YEAR MEDICAL STUDENTS Introduction and objective: World Health Organisation (WHO) describes the quality of life as “the way of peoples’ perception of their status in the society depending on their goals, hopes, standards and hobbies based on their experience, the cultural and moral values”. Thus, quality of life is not measured using laboratory methods or medical techniques, but it is a quality that maintained subjectively. In addition, it is not directly related to expensive enjoyments. The main objective is to determine whether they are happy with their physical, psychological and social status, and if they are not happy, how seriously they are disturbed due to their status. The objective of this study is to determine the quality of life of first year medical students and to raise awareness among medical students for quality of life. Methods: Medical students who registered to Dicle University, school of medicine for the 2009-2010 semesters were split into two groups during the lecture for quality of life, and first group carried out the survey for the second group. The WOHQOL BREEF survey was carried out on 65 students out of 130 students. Then, these data were combined with the socio-economic data (which were required for national WHOQOL data). They were sent to “Centre of WHOQOL in Turkey” as a SPSS data file, and their domain score was calculated. Domain scores were assessed using a grading scale for which the maximum score was 100, the average domain scores for boys and girls were compared with each other. Findings: Average physical domain scores of boys and girls were 63.2±14.3 and 66.4±17.5 respectively. Psychological domain scores of boys and girls were 61.3±15.9 and 58.0±20.4 respectively, and social scores of boys and girls were 54.6±20.1 and 61.8±15.7 respectively. There was no difference between these three scores. The average domain scores of boys and girls were 52.8±10.1 and 62.5±13.6 respectively for the environmental domain with national questions in Turkey. There was a difference between the environmental domain scores (p=0.008). Conclusion: The individuals must focus on their quality of life carefully due to the current increase in expectations from life after birth. The importance of the assessment of quality of life has been increasing gradually in the aspect of providing the required facilities to maintain a happy, healthy and dynamic life, and assessing the sources for health service and social support.
131
POSTERLER POSTER: 59
OLAĞAN DIŞI DURUMLARDA SAĞLIK HİZMETİ Fırat Karaaslan, Emrah Öz Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Türkiye’de, doğal afetler yaygınlık, ölüm, sakatlanma ve ekonomik kayıp açısından önemli ve öncelikli sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Başta deprem olmak üzere, sel, su baskınları, çiğ düşmesi gibi Olağan Dışı Durumların (ODD) yol açtığı can ve mal kaybı, her yıl GSMH’nın %3’ üne karşılık gelmektedir. Bu çalışmanın amacı olağandışı durumlarda sağlık hizmetlerinin nasıl olması gerektiği konusunda farkındalık yaratmaktır. Olağandışı durumlar çoğu zaman dışarıdan yardım gereksinimi duyulan ve acil müdahaler için hazır olunması gereken durumlardır. Sağlık hizmetlerinin sunumu açısından deprem sonrası hasar gören hastanelerin alternatifi olabilecek tıbbı donanımlı çadır ve konteynırların acilen deprem bölgesine getirilmesi önemlidir. Bunun yanı sıra, halkın sağlık gereksiniminin karşılanması için sağlık çalışanları yaşamsal önem taşımaktadır. Ancak bu olumsuz koşullar sağlık çalışanları içinde geçerlidir. Sağlıklı hekim-hasta ilişkisi için hekim ve hekim ailesi için uygun ortam sağlanılmalıdır.
HEALTH SERVICE IN EXTRAORDINARY SITUATIONS In Turkey, natural disasters are one of the leading health issues in terms of death, injury and economic loss. Loss of life and property caused by extraordinary situations such as earthquakes, flood, avalanche correspond to %3 of yearly GNP. This study aims to raise awareness about how the health services should be in extraordinary situations. The ecological events which distrupts normal life in society and causes a large number of loss of life and property by exceeding its response and adaptibility capacity are called disaster or an extraordinary situation. Natural disasters such as floods, earthquakes, storms, landslides and as well as man-made conflicts like civil war, large-scale internal and external forces, major accidents open both physical and spiritual wounds on people. During extraordinary situations, houses, properties and vehicles are damaged. Psychological problems such as pain, sadness, guilt, anxiety, claustrophobia, sleep disturbances, fear of death are among the most common ones. Floods which are the most common extraordinary situation in the World constitue the 2/3 of the deaths caused by the disasters. As in the case of most common extraordinary situations, environmental health services have priority in health services management in floods as well. After floods, chemical-biological factors which contaminate in drinking waters threaten people’s lives. Waste dispersed by flood causes pollution and increases the risk of infection. Preventive health services that should be executed diligently should continue each time after the flood. To provide clean water to people, disinfection of water should be provided and in order to be protected against the infective diseases, people should be vaccinated. Earthquakes which are the most destructive disasters also cause physical and psychological effects on people. Some people suffer from post-traumatic psychological problems such as stress disorder, anxiety disorders and depression which may occur at the end of the trauma. These kinds of psychological problems are tried to be overcame by psychologist, psychiatrist, psychology counselors who work in mental health. Extraordinary situations are the events that need to be prepared for emergency intervention in most cases. It is very important to bring medically equipped tents and containers to earthquake area which can be supplementary for damaged hospitals in order to present health services. Besides, healthcare workers are vital to meet the medical needs of people. But all of these adverse conditions are applied to healthcare workers as well. For a healthy doctor-patient relationship, a suitable environment should be provided for the doctor and doctor’s family.
132
POSTERS POSTER: 60
HAVA KİRLİLİĞİ VE AKCİĞER HASTALIKLARI Özgür Adıgüzel, M. Yusuf Hatipoğlu, Sümeyra Muratakan, Abdurrahman Abakay¹ Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Diyarbakır ¹Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Hava kirliliği son yüzyılın önemli halk sağlığı sorunlarından birisidir. Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerinde, özellikle de akciğerler üzerinde olmak üzere, çok sayıda olumsuz etkileri mevcuttur. Geleneksel fosil yakıtların aşırı kullanımı sonucu, atmosferde sülfür dioksit (SO2) ve partikül artışına bağlı olarak solunum hastalıklarına bağlı ölümlerde ciddi artışlar görülmüştür. Özellikle endüstrileşmiş ülkelerde aşırı kömür kullanımı sonucu ortaya çıkan kükürt dioksit (SO2) ve asit aerosollerden oluşan şiddetli hava kirliliği epizotları yaşanmış, bu durum respiratuvar hastalık morbiditesi ve mortalitesinde ciddi artışlara yol açmıştır. Hava kirliliğindeki artış ile akciğer fonksiyonlarında azalma, akciğer gelişiminde gerileme, astım semptomlarında kötüleşme, respiratuar semptomlarda artış, astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklarına bağlı acil hastane başvurularında artış ve kardiyopulmoner mortalitedeki artış arasında belirgin bir ilişki vardır. Hava kirliliğinin önlenmesi sağlık üzerinde oluşturduğu olumsuz sonuçların tedavisinden daha kolaydır ve daha az maliyet gerektirir.
AIR POLLUTION AND LUNG DISEASES Air pollution is a major public health problem of last century. Air pollution on human health, especially on the lungs, including the negative effects of many available. As a result of excessive use of traditional fossil fuels in the atmosphere, sulfur dioxide (SO2) and particulate-related deaths, significant increases were due to increased respiratory diseases. Especially in the industrialized countries as a result of excessive use of coal, sulfur dioxide (SO2), and severe air pollution episodes of acid aerosols took place, this situation has led to increases in respiratory disease, severe morbidity and mortality. Increase in air pollution and reduced lung function, decline in lung development, worsening of asthma symptoms, increased respiratory symptoms, asthma and chronic obstructive pulmonary disease due to increased applications for emergency hospital, and there is no apparent correlation between the increase in cardiopulmonary mortality. Prevention of air pollution is easier and requires less costs than treatment of diseases.
133
POSTERLER POSTER: 61
MEME KANSERİ VE SİKLİN E Buşra Zeynep Yilmaz Gazi Tıp Fakültesi Meme kanseri kadınlarda akciğer kanserinden sonra en çok görülen kanser türü olup 20-59 yaş arası kadınlarda kansere bağımlı ölümler arasında en sık etkendir. ABD de 2004 yılında yapılan araştırmalara göre meme kanseri görülme olasılığı 8 de 1 dir. Meme kanseri gelişiminde çok çeşitli risk faktörleri bulunmaktadır. Bunlar arasında; yaş, birinci derece akrabasında meme kanseri bulunması, daha önceden bir memesinde meme kanseri görülmesi, erken menarş-geç menopoz, ilk doğumun geç yaşta olması, alkol kullanımı, şişmanlık, sigara, diyet sayılabilir. Yeni tanı konulmuş meme kanserlerinde prognoz öncelikle aksiller lenf nodu tutulumunun olup olmamasına göre belirlenir. Ancak bugün bu yaklaşımın çok da objektif olmadığı gösterilmiştir. Bu veriler daha duyarlı ve spesifik prognostik göstergelere ihtiyacı ortaya çıkarmıştır, bu amaçla prognozun belirlenmesinde bir çok biyolojik faktör kullanılmıştır. Bu çalışma Siklin E molekülünün meme kanseri hücrelerindeki fonksiyonu üzerine odaklanmıştır. Siklin E hücre döngüsü kontrol sisteminin bir birleşeni olup G1 fazının sonundaki CDK2 ye tutunarak DNA replikasyonunda rol oynamaktadır. 395 hastadan alınan kanserli doku örneklerinde tam boy (full-length), düşük molekül ağırlıklı (lowmolecular-weight) ve toplam (total) Siklin E düzeyleri Western-Blot tekniği kullanılarak ölçülmüş, 256 hastanın patoloji örnekleri de immünohistokimya tekniği ile boyanıp, bu tekniklerle elde edilen sonuçlar, hastaların yaşam süreleri ile karşılaştırılarak Siklin E düzeylerinin prognoz üzerine etkisi değerlendirilmiştir. Sonuç olarak bu retrospektif çalışmada düşük molekül ağırlıklı ve toplam Siklin E düzeylerinin spesifik ve sensitif bir prognostik gösterge olduğu bulundu. Meme kanserli hastalarda yüksek seviyelerdeki düşük molekül ağırlıklı Siklin E düzeyleri ve kötü prognoz arasında ilişki gösterildi. Bu sonuçlar cesaret verici olarak yorumlanabilir ve özellikle erken evre meme kanserli hastalarda tedavi için önemli bir yere sahip olabilir. Fakat klinikte tedavi amaçlı kullanmadan önce prospektif bir çalışma ile onaylanmasına ihtiyaç vardır.
BREAST CANCER AND CYCLIN E Breast cancer is the most common cancer in women. Coming right after lung cancer the leading cause of death from cancer for women especially between ages 20 & 59. The probability a woman in the United States would develop breast cancer was estimated in 2004 it was 1 in 8. There are different reasons in the development of breast cancer. These include age, presence of first-degree relatives with breast cancer, having a breast cancer previously, early menarche - late menopause, giving birth the first time in an old age, use of alcohol, obesity, use of tobacco and diet. The prognoses of newly diagnosed breast cancers are determined upon the presence or absence of metastases in draining axillary lymph nodes. But it’s shown that this approach isn’t very objective. These data have revealed the need of more sensitive and specific prognostic indicators and lots of biological factors have been used with these purposes to estimate the prognosis. This study has focused on the function of Cyclin E on breast cancer cells. Cyclin E being a component of the cell-cycle control system binds CDK2 at the end of G1 phase and plays role in DNA replication. Tumor tissue from 395 patient with breast cancer was measured for full-length, low-molecular-weight and total Cyclin E with Western-Blot analysis. 256 patient’s tumor tissues were also stained by immunohistochemistry. And that results were used understanding correlations between Cyclin E amount and over-all survival in breast cancer patient. In conclusion, in this retrospective analysis was founded low-molecular-weight Cyclin E is sensitive and spesific prognostic factor in patients with breast cancer. This study show a correlation between the high level of low molecular weight cyclin E and the poor prognosis of breast cancer patients. That results are heart-warming especially for the newly diagnosed breast cancer patient’s treatment. But before handling clinical treatment it must be approved in a prospective trial.
134
POSTERS POSTER: 62
NOMOTOP UYARI BOZUKLUKLARI VE ELEKTROKARDIYOGRAFI Abdullah Çalık, Gizem Nur Karakoyun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp kasının birbirinden elektriksel olarak ayrılmış ventrikül ve atrium bölümleri kendi içlerinde bütün olarak uyarılırlar. Kalp kasının bu özelliği “hep ya da hiç kanunu” olarak bilinir. Kalp kası elektrofizyolojik olarak uyarılır. Bütün kalp kası hücreleri uyarıları iletir. Ancak, ileti hızı kalp kasının değişik bölümlerinde birbirinden farklıdır. Kalp kası, dışarıdan herhangi bir uyarı almaksızın (örneğin sinirsel yolla) kendi kendisine uyarı doğurabilir. Bütün kalp kası hücrelerinde bu yetenek vardır. Ancak, kalbin bazı bölümlerindeki hücrelerde (SA düğüm, AV düğüm, His Purkinje sistemi) bu yetenek daha gelişmiştir. Kalbin fizyolojik uyarı odağı sinoatrial nod’dur (SA nod). Kalp 1 dakikada erişkin bir kişide 60-100 kere atar. Bu hızın 60’ın altına düşmesi durumunda bradikardiden, 100’ün üzerine çıkması durumunda ise taşikardiden bahsedilir.Normal kalp ritminin EKG kriterleri aşağıdaki gibidir: ■ Hız: 60-100 vuru/dk ■ Ritm: Düzenli. ■ Uyarı odağı: Her uyarı SA düğümden çıkar. ■ P dalgası: Her vuruda aynı görünümdedir, tümü SA düğümden çıkar. ■ PR aralığı: 120-200 msn ■ QRS: 80-120 msn. Nomotop Uyarı Bozuklukları -Sinüs Bradikardisi: Uyarı çıkaran odak sinüstedir (SA düğüm). Fakat kalp hızı normalden daha azdır. Özellikle yaşlılarda olmak üzere sağlıklı insanlarda sık görülen bir aritmi tipidir. -Sinüs Taşikardisi: Uyarı çıkaran odak sinüs düğümündedir, fakat hızı normalden daha fazladır (> 100/dk). -Sinüs aritmisi: Sinüs döngüsünün uzunluğunda fazik değişiklikler ile karakterize bir aritmi tipidir. Uyarı çıkaran odak sinüs düğümündedir, ancak ritm yavaşlayan ve hızlanan dönemlerle karakterizedir. -Sinüs Duraklaması: Sinüs ritmindeki bir duraklama ile tanınır. P dalgası ya bir vuruş için ya da sürekli olarak yoktur. Akut miyokard infarktüsü, dejeneratif kalsifik değişiklikler, dijital toksisitesi, inme ve aşırı vagal tonus sinüs aresti oluşturabilir.
WARNING NOMOTOP DISORDERS AND ELECTROCARDIOGRAPHY The ventricle and atrium is electrically separated from each other as parts of the heart muscle as a whole, are stimulated by themselves. This feature of the heart muscle, “all-or-no’’ law is known as. The heart muscle is stimulated by electrophysiological. All cardiac muscle cells transmits warnings. However, the conduction velocity is different in different parts of the heart muscle. The heart muscle, without any warning from the outside (for example, nervous way) by itself may lead to a warning. All cardiac muscle cells have this ability. However, some parts of the cells of the heart (SA node, AV node,Purkinje system), this ability is more advanced. The heart is the focus of physiological warning sinoatrial node (SA node). The heart beats 60-100 times per minute. If the speed is less than 60 then bradycardia is the term used, tachycardia is referred to if there are more than 100 beats. In a normal heart rhythm the ECG criteria are as follows: ■ Speed: 60-100 beats / min ■ Rhythm: Regular ■ Focus Warning: All warnings are born SA node ■ P waves: All the same appearance in beats, all waves occurs from the SA node ■ PR interval: 120-200 msec. ■ QRS: 80-120 msec. Warning Nomotop Disorders -Sinus Bradycardia: Sinaoatrial node comes warning. Heart rate is less than normal. Healthy people,especially in the elderly is a common type of arrhythmia. -Sinus Tachycardia: Warning comes sinoatrial node. Heart rate was higher than normal (>100/min). -Sinus Arrhythmia: Characterized by phasic changes in sinus cycle length, a type of arrhythmia.Warning comes sinoatrial node; but the rhythm is characterized by periods of decelerating and accelerating. - Sinus Pause: Known for a pause sinus rhythm. P waves disappears continuously for a beats or not . Acute myocardial infarction, degenerative calcific changes, digitalis toxicity, stroke, and can create excessive vagal tone sinus arrest.
135
POSTERLER POSTER: 63
KARACİĞER TRANSPLANTASYONU Turan Kaan Karakaya, Volkan Yılmaz 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Karaciğer transplantasyonu veya karaciğer naklinde hasta karaciğer yerine sağlıklı bir karaciğer transplante edilir. En yaygın kullanılan yöntem ise ortotopik transplantasyondur. Hastadaki doğal karaciğer uzaklaştırılır ve donorden alınan karaciğer aynı anatomik bölgeye yerleştirilir. Karaciğer transplantasyonu günümüzde görülen son dönem karaciğer hastalıklarında ve akut karaciğer yetmezliği için kabul edilmiş tedavi seçeneğidir. Karaciğer transplantasyonu çok sayıda anastomoz ve dikiş gerektirir. Abdominal doku ve karaciğer dokusunda çok sayıda ayrılma ve yeniden bağlanma görülür. Transplantasyon işleminin başarılı olabilmesi için uygun bir alıcı, uygun boyutta bir karaciğer ve alıcıya uygun donör olabilmesi gerekir. Standart olarak önemli bir risk derecesine sahip büyük bir cerrahi işlemdir. Karaciğer transplantasyonu genel olarak akut ve kronik karaciğer hastalıklarında gelişen karaciğer disfonksiyonu durumunda uygulanır. Karaciğer transplantasyonunun uygulanabilmesi için hastada transplantasyona engel olacak başka bir durum olmaması gerekir. Karaciğer dışı kontrolsüz metastatik kanser, aktif ilaç ve alkol bağımlıları ve aktif septik enfeksiyonlar mutlak kontrendikasyonudur. İleri yaş, ciddi kalp akciğer ve başka bir hastalıkta transplantasyona engel olabilir. Çoğu karaciğer nakli karaciğer sirozu ve kronik hastalıklarının neden olduğu geri dönüşümsüz karaciğer hastalıklarından kaynaklanmaktadır. Birçok allogreftte immunsupresif ilaç kullanmadığı sürece karaciğer transplantasyonu alıcı tarafından reddedilir. Tüm solid organ nakli için immunsupresif uygulamalar oldukça benzer ve çeşitli ajanlar mevcuttur. Çoğu karaciğer alıcısı kortikosteroidlere ek olarak takrolimus gibi bir kalsinörin inhibitörü veya siklosporin ve ona ek olarak mikofenolat mofetil gibi bir pürin antagonisiti alır. Karaciğer transplantasyonunun klinik sonuçlarında ilk bir yıl içinde takrolimus ve siklosporin ile daha iyidir.
LIVER TRANSPLANTATION Liver transplantation or hepatic transplantation is the replacement of a diseased liver with a healthy liver allograft. The most commonly used technique is orthotopic transplantation, in which the native liver is removed and replaced by the donor organ in the same anatomic location as the original liver. Liver transplantation nowadays is a well accepted treatment option for end-stage liver disease and acute liver failure. Numerous anastomoses and sutures, and many disconnections and reconnections of abdominal and hepatic tissue, must be made for the transplant to succeed, requiring an eligible recipient and a well-calibrated live or cadaveric donor match. By any standard, hepatic transplantation is a major surgical procedure with an appreciable degree of risk. Liver transplantation is potentially applicable to any acute or chronic condition resulting in irreversible liver dysfunction, provided that the recipient does not have other conditions that will preclude a successful transplant. Uncontrolled metastatic cancer outside liver, active drug or alcohol abuse and active septic infections are absolute contraindications. Advanced age and serious heart, pulmonary or other disease may also prevent transplantation (relative contraindications). Most liver transplants are performed for chronic liver diseases that lead to irreversible scarring of the liver, or cirrhosis of the liver. Like most other allografts, a liver transplant will be rejected by the recipient unless immunosuppressive drugs are used. The immunosuppressive regimens for all solid organ transplants are fairly similar, and a variety of agents are now available. Most liver transplant recipients receive corticosteroids plus a calcineurin inhibitor such as tacrolimus or ciclosporin plus a purine antagonist such as mycophenolate mofetil. Clinical outcome is better with tacrolimus than with ciclosporin during the first year of liver transplantation
136
POSTERS POSTER: 64
ATELEKTAZI; PATOGENEZI VE ERIŞKINLERDEKI TIPLERI Gözde Akay, Merve Kantarci 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Atelektazi; akciğer hacim kaybı nedeniyle akciğer dokusunun çöküşü ile açıklanır ve Yunanca gerilme veya genişleme eksikliği anlamına gelir. Patofizyoloji, yer akciğer miktarı ve konumuna göre sınıflandırılabilir. Obstrüktif Atelektazi; bir hava yolunun tıkanması sonucu oluşur. Tıkanıklığın distalinde kalan hava, havalanmayan alveol tarafından rezorbe edilir ki bu etkilenen bölgenin kollapsına sebep olur. Oluşum derecesi özellikle; kollaterallerin havalanmasına ve solunan havanın içeriğine bağlıdır. Nonobstrüktif Atelektazi: *Relaksasyon Atelektazisi; parietal ve viseral plevra arasındaki normal ilişkinin ortadan kalkması sonucu gelişir. Bu genellikle plevral efüzyon veya pnömotoraks nedeniyle iken, büyük bir amfizematöz bül benzer bir etkiye sahip olabilir. Normal akciğer hacmi azalmış olsa bile, genellikle şeklini korur. *Kompresyon Atelektazisi; toraksta yer kaplayan bir lezyonun(plevral efüzyon veya göğüs duvarında plevrada veya parankimadaki solid bir kitle) akciğere basısı sonucu akciğer hacminde azalmayla seyreden atelektazi tipidir. *Adeziv Atelektazi; sürfaktan disfonksiyonu sonucu oluşan atelektazidir. Normal akciğer sürfaktanı yüzey gerilimini azaltarak alveollaerin kollapsını engelleyen bir maddedir. Sürfaktan üretiminde azalma veya inaktivasyon alveolar dengeyi bozar ve yıkıma neden olur. *Sikatrizasyon atelektazisi; ciddi parankimal hasar nedeniyle akciğer hacminin küçülmesi sonucu oluşan atelektazidir. *Replasman atelektazisi; akciğerin tüm lobunu kaplayan alveoler tümörün akciğer hacmini azaltmasıyla seyreden atelektazi tipidir. *Round atelektazi; özellikle asbest maruziyeti sonrasında oluşan plevral hastalık ile ilgili ayrı bir atelektazi tipidir
ATELECTASIS: TYPES AND PATHOGENESIS IN ADULTS Atelectasis describes the loss of lung volume due to the collapse of lung tissue and means lack of stretch or incomplete expansion in Greek. It can be classified by pathophysiology, the amount of lung involved, and its location. Obstructive Atelectasis is a consequence of blockage of an airway. Air retained distal to the occlusion is resorbed from nonventilated alveoli, causing the affected regions to become totally airless and then collapse. The rate at which this occurs depends upon particular the amount of collateral ventilation and the composition of inspired gas. Nonobstructive Atelectasis: *Relaxation Atelectasis ensues when contact between the parietal and visceral pleurae is eliminated. While this is usually due to a pleural effusion or pneumothorax, a large emphysematous bulla can have a similar effect. Normal lung usually preserves its shape, even when its volume is decreased. *Compressive Atelectasis occurs when a space occupying lesion of the thorax (eg, loculated pleural effusion or a solid mass of the chest wall, pleura, or parenchyma) presses on the lung and causes the lung volume to diminish to less than the usual resting volume. *Adhesive Atelectasis is a consequence of alveolar instability due, in part, to surfactant dysfunction. In the normal lung, surfactant reduces the surface tension of alveoli and decreases the tendency of alveoli to collapse. Decreased production or inactivation of surfactant leads to alveolar instability and collapse. *Cicatrization Atelectasis results from diminution of lung volume due to severe parenchymal scarring. *Replacement Atelectasis occurs when the alveoli of an entire lobe are filled by tumor (eg, bronchioloalveolar cell carcinoma), with ensuing loss of volume. *Rounded Atelectasis is a distinct form of atelectasis associated with pleural disease, particularly following asbestos exposure.
137
POSTERLER POSTER: 65
D VİTAMİNİN MULTİPLE SCLEROSİS ÜZERİNE ETKİLERİ Mevlüt Aydın, Mustafa Güneş Mevlana Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Konya D vitamini, kalsiyum homeostasisini düzenleyen başlıca bileşendir. D vitaminin birçok kanser türü ve Multiple Sclerosis (MS) gibi bağışıklık sistemi bozukluklarında koruma dahil olmak üzere birçok fizyolojik işleve sahip olduğu kanıtlamıştır. MS, coğrafya insidansı güneş ışığına maruz kalma seviyesi ile ters orantı göstermektedir. Güneşlenme süresi arttıkça MS’e yakalanma riski de azalmaktadır. Dışarıdan alınan D vitamini veya güneş ışığı yardımıyla vücutta üretilen D vitamini formlarının MS üzerine kuvvetli etkileri olduğuna dair birçok araştırma mevcuttur. 1,25(OH)2 D3, D vitaminin aktif formudur güçlü hormonal etkileri nedeniyle ve demiyelinizasyona karşı yaptığı etkiler sonucunda MS tedavisinde kullanılabilir bir madde olma yolunda güçlü kanıtlarla yol almaktadır.
THE EFFECTS OF VITAMIN D ON MULTİPLE SCLEROSİS Vitamin D is the main component that regulates calcium homeostasis. It has been proofed that Vitamin D has many physiological functions including prevention on several cancer types and immune system disorders such as Multiple Sclerosis (MS). MS geographical incidence has inverse proportion with sunlight exposure level. As the duration of sunlight exposure increases, the risk of contacting MS decreases. There are many researches indicate that Vitamin D from external sources or vitamin D forms that are produced by body with the help of sunlight. 1.25(OH)2 D3 is the active form of vitamin D and due to its strong hormonal affects and impacts against demyelization, it advances with strong evidences to be a agent which can be used in MS treatments.
POSTER: 66
ANOREXİA NEVROSA Elif Nur Sevinç, Fatma Zehra İşlek Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Konya Anoreksiya nevrosa, iştahsızlık ve ağırlık kaybı ile seyreden psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Son günlerde medya vasıtasıyla kamuoyuna yansıtılan anoreksiya kaynaklı ölümlerin artışına bağlı olarak dikkat çekilmesi gereken toplumsal bir sorundur. Yeme bozuklukları, genetik ve biyolojik faktörlerden de kaynaklandığı gibi genellikle hastanın beden algısındaki bozukluktan kaynaklanmaktadır. Günümüzde artan obezite vakaları da anoreksiyayı; kişilerin incelme tutkularını pekiştirmiş ve anoreksiya özellikle sosyo-ekonomik düzeyi yüksek batı toplumlarında sık görülen bir sağlık problemi halini almıştır. Genellikle kadınlarda görülmekle birlikte nadir de olsa erkeklerde gözlendiği ve vakaların yaş alt sınırının da gittikçe düştüğü görülmüş, bu da anoreksiyanın tehlikesini her geçen gün daha da artırdığını göstermiştir. Beraberinde depresif bozuklukları da getiren anoreksiyanın tedavisinde temel bir yaklaşım belirlenmemiştir. Psikoterapistler, beslenme uzmanları ve farmakolojik destek için doktorların birlikte çalışmasını gerektiren bir tedavi süreci vardır. Somatik komplikasyonlar yaşamı tehtid eder düzeyde ise hospitalizasyon gerekebilir.
ANOREXIA NEVROSA Anorexia Nevrosa is a psychiatric disorder characterized by loss of appetite and weight. Nowadays, it is a serious social problem that needs emphasis since the increase in deaths from anorexia has wide media coverage. Eating disorders, such as genetic and biological factors that caused the disorder usually stems from the perception of the patient’s body. It has become a common health problem in western countries with high socio-economic level. Increasing cases of obesity increases the slimming passions of people. It has usually seen in women but it is also rare in men. The decrease the lower limit of age of the children shows that the risk of anorexia. Psychological problems also occur together with anorexia and there is no clear treatment. Psychotherapists, nutritionists should work together during the treatment. Patients also require acceptable pharmaceutical support. You may need hospitalization if somatic complications level of life-threatening is high.
138
POSTERS POSTER: 67
BALIK YEMENİN SAĞLIK ACISINDAN FAYDALARI Merve Gün, Buket Baysal, Merve Kömür Mevlana Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Konya Balıklar hayvansal protein kaynağı olmalarına rağmen diğer hayvan etlerinden önemli farklılıklara sahiptirler. Balıketi beslenme yönünden çok değerli özelliklerdeki protein açısından zengin, bunun yanı sıra vitamin ve mineral açısından da çok iyi özelliklere sahiptir. Balıketi, kırmızı ete oranla daha az yağlıdır ve bazı özel yağ asitleri içerir. EPA ve DHA yağ asitleri kan pıhtı oluşumunu engelleyerek, atardamarın tıkanmasını önler, bu da kalp krizi ve felç riskini azaltır, tansiyonu düşürmeye yardımcı olur. İyi kolesterolün (HDL kolesterol) kötü kolesterole (LDL kolesterol) oranını artırarak kardiyovasküler sistem için çok faydalı olduğu kanıtlanmıştır. Bütün bu faydalara rağmen ülkemizde balık tüketimi yetersizdir.
HEALTH BENEFITS OF FISH MEAL The fish even is a source of animal protein, it also have important differences to other animal meat. Fish meat is full of proteins, which are important for the diet. It also have really positive features in vitamins and minerals . Fish meat, less fat than red meat, and contains some special fatty acids. EPA and DHA fatty acids in preventing the formation of blood clots, prevents clogging of the artery, it also reduces the risk of heart attack and stroke, helps to lower blood pressure. Good cholesterol (HDL cholesterol), bad cholesterol (LDL cholesterol) has proven to be very useful for increasing the rate of cardiovascular system. Despite all these benefits of fish consumption in our country is insufficient.
POSTER: 68
KÖK HÜCRE VE TIPTA KULLANIM ALANLARI Süheyla Erbaşaran, Ümmü Can, Zübeyde Altun, Eda Nur İşçimen, Büşra Tezgel Mevlana Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Konya İnsanoğlunun ölümsüzlük düşü pek çok uygarlığın yazıtlarına ve gündelik yaşantısına tarih boyunca yansımıştır. Mısır medeniyetinde firavunlar ölümden sonra tekrar dirileceklerini düşünerek kıymetli eşyaları ile birlikte gömülmüşler ve yaşayabilecekleri mekânlar olarak da piramitleri inşa etmişlerdir. Doğu mitolojisinde Lokman hekim ölümsüzlüğün ilacını yazdığı kâğıtları rüzgâr savurunca kaybetmiş ve insanoğlu ölüme çareyi bulamamıştır. Yunan mitolojisinde ise ateş tanrısı Prometeus baş tanrı Zeus’a karşı geldiği için cezalandırılmış ve çıplak bir şekilde Kaf dağına zincirlenmiştir. Her gün bir akbaba karaciğerinden bir parça koparmasına karşın karaciğeri kendini yenilemiş ve Prometeus ölmemiştir. Belki de insanlık tarihinde kök hücre kavramının ilk izleri bu mitolojik öykülerde saklıdır. Ancak yıllarca pandoranın kutusunda saklı kalan bu gizem günümüzde bilimsel olarak açıklanmaya başlanmış ve tıp tarihinde devrim yaratacak nitelikte gelişmelere yol açmıştır. 21.yüzyılın nefes kesen bu gelişmelerini daha iyi anlayabilmek amacı ile bu yazımızda kök hücrenin ne olduğunu, rejenerasyon ve diferansiyasyon kapasitesini ve tıp alanında gelecek vadeden kullanım alanlarını incelemeye çalıştık.
STEM CELL AND ITS USAGES IN MEDICINE Human beings’ dream of becoming immortal has been reflected to scriptures of many civilization sand their daily lives over the course of history. In Ancient Egypt, pharaohs were buried with their valuable belongings thinking that they could be resurrected in the future and the Pyramids were constructed as a place where they could live. Western Mythology says that humanity couldn’t find the secret of immortality after Lokman Hekim (Wise) had lost there remedy of immortality. According to Greek Mythology Prometheus was punished by Zeus for his objection against him by having him bound to a rock in Kaf mountain. A vulture eats his liver everyday but the liver grew again and Prometheus remained alive. Maybe the first traces of the concept of stem cell in the history of human kind are hidden in these mythological stories. However, this mystery, which was hidden in Pandora’s box for ages, has been explained scientifically today and has led to improvement in the history of medicine. For the purpose of understanding breath-taking improvements of the 21stcentury better, we have tried to analyze what stem cell is, its regeneration and differentiation capacity and its promising usages in medicine.
139
POSTERLER POSTER: 69
ANNE SÜTÜ DENEN MUCİZE Buket Baysal, Merve Gün, Merve Kömür Mevlana Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Konya Bu makalede amaç anne sütünün neden çocuklar için en iyi besin kaynağı olduğu sorusunu tüm kapsamıyla cevaplamaktır. Mucizevi bir besin olan anne sütü bebeklerin ideal besinidir. Anne sütü yeni doğanın gelişimini destekleyecek özelliklere sahiptir. Besin değeri bakımından tüm yapay besinlerden üstün olan annne sütü bebekle anne arasındaki duygusal bağı artırır, bebeğin beyin gelişimi için gerekli olan esansiyel yağ asitleri ve A vitaminini içerir, bebeğin immün sistemini güçlendirir. Bebeği solunum yolu enfeksiyonları, gastroenterit, menenjit, idrar yolu enfeksiyonları ve viral enfeksiyonlara karşı korur. Bu çalışmada, ayrıca anne sütü ile beslenmede karşılaşılacak problemler ve çözümleri, anne sütünün saklanma koşulları ve anne sütü ile ilgili geleneklerden bahsedilecektir.
A MIRACLE NAMED MOTHER MILK The purpose in this article is to comprehensively answer why human breast milk is the best nutrition for babies. Human breast milk which is a miraculous food is the ideal food for babies. It has the features to support the developments of infants. Human breast milk, which is superior to all artificial foods in terms of food values, increase the emotional bond between the mother and the baby, consists of essential fatty acids needed for the brain development and vitamin A, and enhances the immune system of the baby. It protects the baby against respiratory infections, gastroenteritis, meningitis, urinary tract infections and viral infections. In this study, traditions about human breast milk, the conditions of keeping human breast milk and problems to be faced because of feeding with human breast milk are also going to be mentioned.
POSTER: 70
KANSER TEDAVİSİNDE ONKOLİTİK VİRÜSLERİN KULLANILMASI Selma Varol¹, Dilber Betül Bestil² ¹Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Konya ²Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Tıp Fakültesi, Konya Virüslerin kanser tedavisinde kullanılabileceği yaklaşık bir asır öncesinden biliniyordu. O zamanlardan buyana yapılan çalışmalar ancak son 5-10 yılda meyve vermeye başladı. Virüslere genetik çalışmalarla kazandırılan özellikler onların yalnızca tümör hücresi içinde çoğalıp hücreyi parçalamasını ve diğer sağlıklı hücrelere de zarar vermemesini sağlıyor. Virüslerin yarı korunumlu eşlenme ve dayanıklılık gibi özellikleri onu diğer tedavi yöntemlerinden ayırırken, yan etkisinin çok az olması ya da hiç olmaması da büyük ayrıcalık sağlıyor. Bugün birçok onkolitik virüs klinik çalışmalarda denemektedir. Bunların çoğu 1. ve 2. klinik fazları geçmiş olup 3. klinik çalışmaları sürüyor. Sonuç olarak onkolitik virüslerin, önümüzdeki birkaç yılda kanser tedavisinde kullanılabilecek etkin bir ilaç durumuna gelmesi beklenmektedir. POSTER: 71
FARMAKOGENETİĞİN KLİNİKTE KULLANIM ALANLARI Rümeysa İbişoğlu, Ali Yahya Tuğ Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir İlaç tedavisi nedeniyle meydana gelen adverse reaksiyonlar(ADR), dünya çapında meydana gelen ölüm sebepleri arasında 4. sıradadır. İlaç tedavisinin temelinde %30-35 çevresel faktörler, %60-65 genetik altyapı rol oynamaktadır. Farmakogenetik, bu genetik altyapıyı bireysel olarak inceleyip ilaç tedavisinin kısa sürede minimum zarar ve maksimum verimde gerçekleştirilmesini sağlamayı hedeflemektedir. Bu çalışmayla farmakogenetiğin klinik uygulamaları hakkında bilgilendirmek amaçlanmaktadır.
CLINIC APPLICATIONS OF PHARMACOGENETICS 140
Adverse reactions (ADR) because of drug misuse appear to be the fourth leading cause of death among worldwide populations. The success of drug treatment relies on 30-35% environmental factors and 60-65% individual genetic structure. Pharmacogenetics is aiming to investigate this genetic base individually to perform therapy relatively in short time with maximum performance. In this study we would like to summarize current status of ongoing research on clinical applications of pharmacogenetics.
POSTERS POSTER: 72
FOTODİNAMİK TERAPİ’NİN KLİNİKTE UYGULAMA ALANLARI Halil Said Kaçmaz Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir Fotodinamik terapi (PDT), ışığa duyarlı ajanlar ve özel bir ışık kullanılarak uygulanan tedavi metodudur. Işığa duyarlı ajanlar belirli bir dalga boyunda ışığa maruz kaldıklarında hücreyi öldüren bir oksijen tipi oluşturur. PDT kanser tedavisinde uygulanmakla birlikte gözde yaşlılığa bağlı sarı nokta tedavisi gibi alanlarda da uygulanmaktadır. Deri, özefagus, akciğer kanseri tedavilerinde uygulanmaktadır. Diğer kanser türlerinde de tedavi için büyük potansiyel taşır fakat bazı engellerin aşılması gerekir.
CLINICAL APPLICATIONS OF PHOTODYNAMIC THERAPY Photodynamic therapy (PDT) is a way of treatment which uses the advantage of light and a drug, called a photosensitizer or photosensitizing agent. When photosensitizers are exposed to a specific wavelength of light, they produce a form of oxygen that kills nearby cells. Beside PDT have applications in cancer treatment, it is being used in treatment of makula problems due to aging. The treatments further include skin, esophageal and lung cancers. Although there are some obstacles to overcome, this treatment is also promising for other type of cancers.
POSTER: 73
ÜLKEMİZDE KÖK HÜCRE Talha Özüdoğru, Nevres Ömer Erişik Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir Kök hücre son yıllarda klinikte uygulanabilirlik konusunda büyük heyecan uyandırmıştır. Şimdiye kadar göz hastalıkları ve omurilik yaralanmaları için klinikte uygulanmasına izin verilen kök hücre tedavileri vardır. Sağlık Bakanlığının düzenlemesine kadar birçok alanda kök hücre deneyleri uygulanmıştır. Düzenleme sonrası denetimin artmasıyla çalışmaların hızı azalmış, sadece özel izinlerle omurilik felci gibi alanlarda uygulamalar sürmüştür. Kök hücrenin nörolojik hastalıklar, diabet, kalp hastalıkları ve kanser tedavilerinde sonuç vereceği umulmaktadır.
STEM CELL RESEARCH IN TURKEY Stem cell research has aroused excitement in recent years due to potantial applications in clinics. Stem cell therapies have been legally allowed in clinical usage for eye diseases and spinal injuries. Stem cell experiments for various diseases were perfomed until the legal regulation of the Ministry of Health. A lot of studies were cut back after this regulation and only a few studies continued with special permission such as paraplegia. It is expected that stem cells will be used in future in the treatments of norological disorders, diabetus, cardiovascular diseases and also cancer.
141
POSTERLER POSTER: 74
NANOTIP Ilknur Tuba Göksoy Fatih Üniversitesi, Biyoloji Bölümü, İstanbul Nanotıp nanoteknolojinin tıp alanındaki uygulamalarıdır. Genel olarak nanotıp, tanı ve tedavi amacıyla nanomalzemelerin kullanılması olup, nanoelektronik biyosensörler ve kişiye özel tıp uygulamalarına imkan verecek moleküler nanoteknoloji gibi alanları da kapsamaktadır. Uygulama esaslarına göre nanotıp sistem geliştirme temelinde başlıca üç ana alandan oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla; nanomalzemelerden (nanopartikül, nanojel, nanosüngerimsi yapılar, nanofiber vb) oluşan sistemler, nanoölçekli yüzey işleme-geliştirme sistemleri ve nanocihazlardır. Bu alanın günümüzde ağırlıklı olarak odaklandığı konular ise hassas canlı görüntüleme sistemleri, özellikle kanser için etkin ilaç dağıtım yolları ve nanoparçacık kaynaklı toksisite konularıdır. Kök hücre ve gen tedavileri ile nanoteknolojinin sağlayacağı tedavi araçlarının hastalıkların tedavisi ve önlenmesinde en önemli yöntemler olacağı düşünülmektedir. Ayrıca nanotıptaki gelişmeler kitle imha silahlarının etkisiz kılınması, yaralanmaların ve salgın hastalıkların tedavisi ve askerlerin dayanıklılık, performansının ve algılarının (kızılötesi görüş gibi) artırılması gibi savunma sanayisine yönelik katkıları da olacaktır. Biyomedikal uygulama alanında nanoölçekteki elyaflar, tamamıyla vücut içinde çözünebilen bandajlar ve dikişlerde kullanılmakta olup yaralanma oranını, kan kaybını ve yaradaki enfeksiyon olasılığını düşürebilmektedir. Yara örtü malzemesi olarak kullanılan nanofiber insanın derisindeki yaraların ve yanıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Gözenekli yapıdaki fiberler yaranın kurumasını önlerken, yaranın akan sıvısını dışarı alınmasını ve tabaka altında birirkmemesini de sağlar. Bunlara ilaveten, Mükemmel oksijen ve hava iletimi, enfeksiyon yapıcı bakterileri engellemesi gibi önemli özelliklere sahiptir. Dünyada bazı özel kuruluşlar ve devletlerde nanoteknoloji araştırmalarına yüklü miktarda yatırım yapmaktadır. Ülkemizde de bu yüzyılın bilimi olan bu alanda dışa bağımlı olmamak amacıyla adımlar atılmakta ve nanoteknoloji alanında deneyimli ve bilgili bilim insanları çalışmalarını sürdürmektedirler. Tüm bunlara ek olarak nanoteknoloji alanındaki çalışmalar sağlık konusunda hala geçerli olan teknoloji ve kavramlarda değişiklikler yapabilecek, bilimsel birikime önemli katkılar sağlayabilecek ve toplumsal sağlık düzeyini arttırabilecektir.
NANOMEDICINE İlknur Tuba GÖKSOY Nanomedicine is a medical field that belongs to nanotechnology. Nanotechnology itself includes applications used for diagnostic and therapeutic purposes, it is also comprised of nanomaterial, nanoelectric biosensors and molecular nanotechnology that enable personalized applications. The nanomedicine system is developed according to the principles of the applications and consists of three main areas. These are nanometerial system(nanoparticles, nanogel, nanosponge structures, nanofibers, etc.) nanoscale treatment-development systems and nanodevices. Nowadays biomedicine mainly focused on several issues: imaging systems of living organisms, especially transport ways of cancer drugs and toxic nanoparticles. It believed that in future stem cell and gene therapy will have a great contribution to nanomedicine techniques for prevention and treatment of diseases in the future. In addition, the development in nanomedicine will also contribute to the other fields such as the defence system by deactivated weapons of mass destruction, treatment of epidemic diseases and injuries, and also the endurance and perception capabilities of soldiers will be increased (more precisely the infrared vision). Fibers at nanoscale used in the field of biomedicine, are turned into stitches and bandages that are completely absorbed by the body. These fibers can also reduce the rate of injuries, the likelihood of wound infection and blood loss. Nanofibers are used as closure material when treating skin wounds and burns. The porous fiber prevents the wound from drying and accumulation. In addition, other important properties of nanotechnology include oxygen-air transportation and inactivating pathogenic bacteria. Some governments and private institutions invest large sums of money in nonamedicine research. In our country, this research work is carried out by experienced scientists who prefer to not be dependent on foreign institution or governmental organizations in the field of nanomedicine. In addition to all these, nannotechnology studies will be able to improve technology and conception in health care systems. Moreover, these will also be able to make contribution to scientific knowledge and improve public health.
142
DİZİN INDEX
143
BİLİMSEL PROGRAM / SCIENTIFIC PROGRAM
7
GÖKKUŞAĞI MEZARLIĞI Alperen Güver, Betül Günbey, Fazilet Güler, Halenur Güngördü, Hasan Yasin Soylu, Mustafa Semih Elitok, Ozan Sami Bayrak, Seçil Taşhan, Tülin Serap Yılmaz, Yasin Çakar
26
CONSERVATIVE MANAGEMENT OF VESTIBULAR SCHWANNOMA- A PROSPECTIVE COHORT STUDY: GROWTH RATES, MODELS AND PREDICTORS
Jobin Kotakkathu Varughese, Cathrine Nansdal Breivik, Tore Wentzel-Larsen, Morten Lund-Johansen
144
27
100 KAT ETKİLİ AŞILAR Hilal Yıldız, Nalan Akıncı
28
OVARIECTOMIZE YAŞLI FARELERDE OKSİDATİF STRES ÜZERİNDE CAPARI OVATA’NIN KORUYUCU ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI Hamide Betül Gün, Şeyma Savaş
29
MR GERÇEKTEN MASUM MU? Bekir Tok, Muhammed Hasar, Mustafa İnce, Kadir Çökelek
30
EXPERIMENTAL RESEARCHES ON THE EFFECTS OF NMDA RECEPTOR ANTAGONIST CPP POTENT AND SELECTIVE IN SOMATIC AND VISCERAL NOCICEPTION
31
HİPEREMEZİS GRAVİDARUMLU HASTALARDA GRELİN SEVİYELERİ Aybüke Yanık, Fatmanur Acabay, Selma Yıldırım, Merve Güler
32
KANAMAMIŞ SEREBRAL ANEVRİZMALI HASTALARDA ENDOVASKÜLER YOLLA TEDAVİ SONRASI POSTOPERATİF HOSPİTALİZASYON SÜRESİ VE HASTA MEMNUNİYETİNİN ARAŞTIRILMASI Fatih Ileri, Safa Özçelik
33
PERİTONEAL MEZOTELYOMA Gülcan Uludağ
34
SİGARA BAĞIMLILARINDA SAĞLIK SORUNLARI F.Büşra Öztürk, Büşra Çimen, Esra Çetin
35
NARGİLENİN ZARARLARI Ahmet Bedir, Osman Karakuş
36
TOLÜENİN TOKSİK ETKİLERİ VE BU ETKİLERDEN KORUNMA YOLLARININ İNCELENMESİ Betül Doğan, Kübra Nur Hüyüklü, Ufuk Taş
37
ÖNUYARAN ARACILI İNHİBİSYON; PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARA FARKLI VE GÜNCEL BİR BAKIŞ Enes Efendioğlu
38
BEKLENTİLERİN GÜCÜ VE PLASEBO ETKİSİ Sümeyye Balkan, Büşra Rüzgar, Tuba Işık
39
PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARIN TEDAVİSİNDE PSİKOTERAPİNİN ÖNEMİ Rojda Kotan
40
ŞİZOFRENİ VE DAMGALAMA Roza Aslan, Sheker Hojayeva
41
HİDROSEFALİ TANISI TEDAVİSİ VE ŞANT KOMPLİKASYONLARI Osman Uzunçam, Ahmet Memiş, Ebubekir Bektaş, Abdulfettah Açıkel
42
SİNESTEZİ: RENKLERİ DUYMAK, KOKULARI TATMAK Ayşegül İnce, Fatma Betül Çevik, Merve Yeşilırmak, Rumeysa Çağan
43
ROMATOİD ARTRİT VE ANKİLOZAN SPONDİLİT HASTALARINDA OKSİDATİF STRES BELİRTEÇ SEVİYELERİ Güler Göl, Şeyma Aliye Türkmen, Zeyneb Beyza Yılmaz
44
ORGAN BAĞIŞI VE ORGAN NAKLİ Rojda Tanik, Saadet Göksu Çelik
45
DİYABET TARİH Mİ OLUYOR? Zeynep Acar, Şeyma Sezer, Özlem Özyurt
46
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ • FATÜBAT 3.ULUSLARARASI TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ / 16–18 MART 2012 ANKARA
İNFEKTİF ENDOKARDİT Burcu Yılmaz
47
KARDİYAK TÜMÖRLER Murat Kılnçarslan, Salih Ayberk Özer
48
KALBİ KORUYAN MEKANİZMA: İSKEMİK ÖNKOŞULLANMA Feyza Yılmaz, Melike Bulut, Emel Aygün
49
KANGURU ANNE BAKIMI Gökçe Yıldızhan, Betül Kirenci, Arife Akay, Fatma Mnjovu
50
SEVGİ KANALLARI Atike Kurt, Büşra Toplar, Meriç Ayık, Yasemin Şekerci
51
BEBEĞİN YAŞAM PASAPORTU ANNE SÜTÜ Sena Yıldırım, Azize Budak, M.Enes Gürses, Ahmet Taha Karakaya, Ece Yasemin Emetli
52
YENİDOĞAN ÜST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU TEDAVİSİNDE SERUM FİZYOLOJİK VE DENİZ SUYU KULLANIMININ KARŞILAŞTIRILMASI Merve Özer, Hale Nur Güngördü, Kübra Cebeci, Sümeyra Elif Kaplan, Royça Keleşoğlu
53
ÇOCUKLARDA CİNSEL İSTİSMAR VE İSTİSMARIN UZUN DÖNEM ETKİLERİ Emre Güngör
54
SARSILMIŞ BEBEK SENDROMU H.Betül Özçimen, Şeyma Nur Atak, Tuğçe Özer
55
OTİZM SPEKTRUMU BOZUKLUKLAR VE OTIZM Furkan Coşkun, Numan Gürdal
56
D VİTAMİNİNİN OTİZM ÜZERİNE ETKİSİ Hatice Sehle Ünal, Ulya Bilgü, Mehmet Kumru
57
RETROSPECTIVE COMPARITIVE ANALYSIS OF POST MASTECTOMY CARCINOMA, FOLLOWING RECONSTRUCTION AND NON RECONSTRUCTION OF BREAST Shiraz Ahamed Sharief MBBS, MS
58
EVALUATING THE RISK FACTORS IN POST – ENDOSCOPIC RETROGRADE CHOLANGIO PANCREATIOGRAPHY (POST-E.R.C.P) PANCREATITIS Elem Saglam
59
ANJİYOGENEZDE EN İYİ MODEL Orhan Fermanlı
60
INFRARENAL ABDOMINAL AORT ANEVRIZMASI AÇIK ONARIM SONRASI ANTERIOR SPINAL ARTER SENDROMU: OLGU SUNUMU Abdullatif Aydın
61
2005-2010 YILLARI ARASINDA DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA HASTANESİ’NDE YAPILAN SEZARYEN AMELİYATLARINDA UYGULANAN ANESTEZİ YÖNTEMLERİNİN RETROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ Semih Küçükgüçlü¹, Melek Aksoy Sarı¹, Ayşenur Esen, Sümeyye Mercan, Büşra Yetim
62
LARVA TEDAVİSİ: Yeşil Önlüklü Minik Cerrahlar Gülşah Erdem, Maral Amangurbanova, Hatice Karakılçık, Farida Hacıbeyli
63
LİSE ÖĞRENCİLERİNDE ALEKSİTİMİ SIKLIĞI Ayşenur Demirci, Büşra Pekdemir, Hatice Türksoy, Zişan Nur Akçaağ
64
İDEAL TIP EĞİTİMİ Şefika Nur Ayar, Medine Çetin, Yasemin Çalışkan
65
TIP FAKÜLTESİNDE PROBLEME DAYALI ÖĞRENME Seher Candan, Merve Doğan
66
TIP FAKÜLTELERİNDE KLİNİK BİLİMLER EĞİTİMİ NASIL OLMALI? Melda Ürekli
67
FATİH ÜNIVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 1. SINIF ÖĞRENCİLERİ VE ASİSTANLARININ SOSYAL YAŞAM ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Semra Kara, Sümeyra Gökalp
68
TIP FAKÜLTESİNDE ÖĞRENCİLİK SERÜVENİ Bora Vergül, Döndü Merve Yıldız, Kaan Yumuşak
69 145
TÜRKİYE GENOM ARAŞTIRMASI Maral Budak, Hatice Didar Çiftçi
70
GENETIK HASTALIKLARDA YENİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ Yasin Uğur
71
KANSER MEKANİZMALARI VE HEDEFE YÖNELİK TEDAVİ Tuğçe Doğan
72
ÇÖREKOTU Mustafa Toprak, Bekir Karabey, Tevfik Çatal, Muhammed Burak Ay
73
KÖK HÜCRE VE GÜNCEL HÜCRE ÇALIŞMALARI Rıza Duran
74
MELATHONİN Fatma Zehra Yurdusev, Behice Aydın
75
AIDS VE DAMGALAMA Şerife Büşra Uysal, Esra Özcan, Hilal Bulut
146
76
ÖTANAZİ: SUÇ MUDUR? HAK MIDIR? Ayşegül Derya Toprakçı, Fatma Kaplan, Aurora Dika, Tuğçe Irlayıcı, Esma Ölmez
77
AŞKIN FİZYOLOJİSİ Oğuzhan Köse, Taha Metin, Fatih Ay, Demirhan Devecioğlu
78
SPERM KİME AŞIK? Seda Kanoğlu, Özlem Suiçmez
79
VİTRO FERTİLİZASYON (IVF) Yasin Gürdal
80
ROBOTİK CERRAHİ Tuba Yalli, Günel Sadigova, Samaneh Khorasani, Yunus Emre Şimşek, Amir Hossein Saati M
81
YAŞAM BİLİMLERİNDE KAOS VE KARMAŞIKLIK Işın Sönmez, Beyzanur Özcan, Merve Altan
82
TEKNOLOJİDE MODEL: VARLIK HARİKASI İNSAN Sefa Özdemir, Çağrı Kundaktepe, Mesut Yiğit, Miraç Çelik
83
BAŞARIMIN ARDINDAKİ MUCİZE: HASTALIĞIM Beyza Nur Yıldız, Tuğba Nur Bal, Cansu Uğurlu, Tuğçe Abdik
83
ADLİ TIP İNCELEME YÖNTEMLERİ Saadet Ölmez, Şeyma Çıtak, Ayşe Demirci, Ayşe Betül Gül, Elif Gökalp, Nüseybe Arttıran
84
SINIR TANIMAYANLAR Merve Kömür Buket Baysal Ayşe Böyük Merve Gün, Büşra Nur Bilsel
84
YETİŞTİRME YURTLARINDAN İZLENİMLER Dilek Özgül, Dilruba Bal, Nihan Hanife Yılmaz, Ertuğrul Şentürk
85
ÇÖLYAK HASTALIĞI Sümeyra Cansu Özcan, Gökçe Mergan, Kubilay Oskay, Merve Kuday
85
ZOOFARMAKOGNOZİ Gül Ebru Aydeniz, Rabia Aydoğan, Aişe Bozyaka, Beyza Dikme
86
HİPNOZ İNDÜKSİYONUNU TAKİP EDEN İMAJİNASYON VE DOĞRUDAN İMAJİNASYONDA FRONTAL EEG VE NABIZ DEĞİŞİKLİKLERİNİN İNCELENMESİ Gül Banu Altan, Berna Aygün, Çağla Nur Turgut, Nesibe Babalıoğlu
87
SUBLİMİNAL MESAJ: 25.KARE Emine Selcan Sarı, Gizem Büşra Ölgün, Sema Erkayman, Hacer Ayar, Ece Özlem Öztürk
88
BİLİNÇALTININ SAĞLIKTA YERİ Ahmet Tüfekçi, Tuğba Yurdabakan, Arif Emre Bostanc, Elif Erorhan
89
DÜRTÜ KONTROL BOZUKLUKLARI Mehmet Berat Taş, Ali Habibi, Ömür Cemal Kazaz, Taha Albayrak, Fatih Paşa Tatar
89
İNTRAVENÖZ DEMİR (FERRİK HİDROKSİT + SUKROZ) TEDAVİSİNİN ETKİLERİ VE YAN ETKİLERİ Aslınur Kurşunel, Betül Korkmaz, Selma Yıldırım, Büşra Bulut
93
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ • FATÜBAT 3.ULUSLARARASI TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ / 16–18 MART 2012 ANKARA
ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNDE STRESLE BAŞ ETME TARZLARI İLE EMPATİ DÜZEYLERİ İLİŞKİSİ Kübra Cebeci
94
FARKLI FAKÜLTELERDE OKUYAN ÖĞRENCİLERDE KAYGI DÜZEYİ VE STRESLE BAŞ ETME TARZLARI ÖZELLİKLERİ Elif Yakut, Zehra Betül Caner, Betül Keser, Ayşe Çankaya
95
PSİKİYATRİK HASTALAR VE DAMGALAMA Yusuf Başkıran, Osman Burak Özerk, Sultan Kaya
95
YAPAY KAN DAMARLARI Osman Çelik, Adnan Kantarcı, Kutay Kuşçu
96
OPTOGENETİK YAKLAŞIM Ferhat Erol, Bera Zengin, Kürşat Dişli, Gökhan Cengiz, Doğu Fırat Polat
96
HACAMAT S.Mesude Uzun, Sevdenur Çulha, Ruken Abul
97
FEOKROMASITOMA Taner Yıldız, Alı Fırıncıogluları, Veysel Taylan Erdogan, Baran Yuksekkaya, Mehmet Cavur
97
EREKTİL DİSFONKSİYON TEDAVİSİNDE CERRAHİ ÇÖZÜM: PENİL PROTEZ İMPLANTASYONU Celal Er, İrfan Yaman, Ömer Faruk Demirhan, Reşit Emre Duruk, Ahmet Akcan
98
YATAKTAN KALKAMAMANIN NEDENİ UYKUCULUK GENİ: ABCC9 Merve Özkan - Beyza Sönmez - Esra Büşra Yüksel - Esma Büşra Soygür - Nuray Sevinç
99
SOSYAL FOBİ Mücahit Şentürk, Onur Erbükücü, Nusret Seher, M. Ali Işık, Emre Gülbağcı
100
DERİN BEYİN STİMULASYONU Ayse Cansızoğlu. Hande Uchera, Nurhan Börekçi
100
MİGREN Habib Tekin, Seren Gören, Veli Görkem Pala, Ömer Bağlam
101
KARASEVDADAN DEPRESYONA HÜZNÜN TARİHİ Hayrettin Çobanoğlu, İhsan Yasir Balkaya, Anılcan Karahan
101
TIBBİ SEKRETERLERDE FİBROMYALJİ RİSK TESTİ SONUÇLARI Yıldırım Nur Betül, Özkan Elif Nur, Yurdakul Elif, Polat Firdevs, Karaoğlanoğlu Göksu
103
HİPERBARİK OKSİJEN TEDAVİSİ Merve Altundağ, Melis Ertuğrul, Kübra Sünbül, Kaan Kılıç
104
RENK KÖRLÜĞÜ Urve Uzun, Ömer Aşık, Burak Yasin Avcı, Şahan Erdoğan
104
FİBRODYSPLASİA OSSİFİCANS PROGRESSİVA Uğur Türkmen, Serdar Gök, İsmail Bilgi
105
KANSER PSİKOLOJİSİ Sena Karip, Emel Afife Ataman, Zeynep Kandemir
105
GUT HASTALIĞINDA DİYET Yunus Emre İbik, Hasan Sarı, Serhat Akçaalan, Necati Tabak, Yusuf Ergi
106
TIPTA IRKÇILIK Ezgi Şamaki, Süeda Ergücü, Kübra Köroğlu
106
KALP KRİZİ TANISINDA KULLANILAN KAN PARAMETRELERİ Ahmet Altınışık, İlyas Memiş, Melih Çalışkan
107
BİR DOĞAL TAŞ OLAN YEŞİM TAŞININ ETKİLERİNİN İNCELENMESİ Emine Pehlivan, Emine Nur Topcu, Fatma Nur Ayman, Hanife Çetinkaya, Hümeysa Yıldırım
108
ELEKTROMANYETİK DALGALARIN ÖZELLİKLE CEP TELEFONLARININ İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİSİ Ayşe Nur Çimen, Esma Aydoğdu, Fatmanur Demirol, Fatma Zehra Nükte, Zainab Saad Yusuf
109
PARAZİT VE HASTALIKLARIN TEDAVİSİ Nazım Bashkenova, Tala Hosseini, Ümran Karaduman
110
147
HİPNİK JERK (UYKUDA SIÇRAMA, DÜŞME HİSSİ) Ubeydullah Küçükakçalı, Furkan Demirkaya, Uğur Yenici, Yavuz Selim Koca
148
110
BEYİN VE EGZERSİZ Tuğçe Sönmez, Ayşe Beyza Bilgin, Begüm Bener, Hümeysa Yıldırım
111
BAĞIMLILIKTA HİPNOZ ve HİPNOTERAPİ Semih Çıplakkılıç, Osman Ersin Avcı, Özkan Demir
112
PLASTİK VE REKONSTRÜKTİF CERRAHİ Gizem Cevit, Dicle Akba, Fulya Feride Ercan, Frough Rauf
112
BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU Doğan Soyalp, Erdem Anıl Çakır, Melih Çıplakkılıç
113
KOT TAŞLAMA VE SİLİKOZİS Alaeddin Kaptan, Yasin Çakar, Yusuf Uygur
113
TIPTA REFORM Emre Uçan, Ayşenur Dursun, Tahsin Yahşi, Ahmet Söyler, Yasemin Koç
115
DEJAVU Bahriye Esfa Yılmazoğlu, Özge Özpolat, Ümmügülsüm Önal, Cansu Aydın
115
NÜFUS PATLAMASI, KÜRESEL ISINMA, BİYOYAKIT: 3’LÜ TEHLİKE Güngör Çakmakcı, Büşra Yıldız, Amed Trak, Rana Dural
116
ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK SORUNU DİYARE Hikmet Altun, Furkan Tekin, Taha Yasin Tunçkaşık, İsmail Çolak, Furkan Algedik
117
STRESİ MUTLULUĞA DÖNÜŞTÜRMEK Gülnaz Melemez, Fidan Memmedova, Zeynep Ebru İnceçıldır
117
MADDE BAĞIMLILIĞI Burcu Oruncak, Büşra Gül, Ebru Büşra Orbak, Aslı Özkan, Zeynep Okçu
118
VEBA- TARİHTE VE GÜNÜMÜZDE BİR BİYOLOJİK SİLAH Güliz Durmaz, Dicle Yurdatap, Hatice Karataş
118
ANTİBİYOTİKLER Fatma Betül Dilekcan, Tuğba Yıldırım, Büşra Nur Aydın, Mehmet Hakan Uzun
119
HALK ARASINDA BÖBREK TAŞI DÜŞÜRME YÖNTEMLERİ Mustafa Kâhya, Ahmet Topak, Abdullah Karakaya
119
BİLİNMEYEN “D” Tuncay Yalçın, Nazif Bilicier, Hamza Kurubal, Ömer Pak
120
DİSLEKSİ BAŞARIYI NASIL ETKİLER? Nazende Okur, Neslihan Poçulu, Ayten Nur Taşkın, Aysel Aliyeva
120
ANESTEZİ TARİHİ Yakup Zafer Yargı, M. Emre Güleşir, M. Tahir Bağçeci, Mustafa Hakyemezoğlu, Tevfik Çevirici
121
NAZİ DENEYLERİ VE ARAŞTIRMA ETİĞİ İklima Efendiler, Hande Kurt, Ayna Kakayeva, Hatice Çolak
122
KARDİYOLOJİNİN GELİŞİMİ Ömer Faruk Aydar, Zeynep Hafsa Koca
122
BALIN TIPTAKİ YERİ Ömer SadıkDurğun, Oğuzcan Eren, Fatih Bayram, Fatih Öktem
123
HURMADAKİ İYOT Elchin Osmanli Altun Gambarli Asker Necefli Muhammed Hatib
123
AĞRISIZ YAŞANIR MI? Şebnem Karaoğlanoğlu, Parisa Bakhshi, Aylin Yapıcı, Haleh Sorkhi
124
OSMANLI DÖNEMİNDE KULLANILAN TIBBİ BİTKİLER ve ÖZELLİKLERİ Mert Can Elgül, Orkun Dursun, Murat Güllerci, Ali Demircioğlu
124
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE EPİLEPSİ Eren Çöken, Serdar Gündoğdu, Sait Sami Aydemir, Rutkay Saksıoğlu
125
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ • FATÜBAT 3.ULUSLARARASI TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ / 16–18 MART 2012 ANKARA
PENTYLENTETRAZOL ILE OLUŞTURULAN EPILEPSI MODELINDE RAT BEYIN VE KAN DOKUSUNDA OKSIDATIF STRES VE EPILEPTIK NÖBET ÜZERINE CAPPARIS OVATA’NIN ETKISI Mustafa Nazıroğlu, Mehmet Berk Akay, Ömer Çelik, Cemil Özgül, Muhammed İkbal Yıldırım, Erdinç Balcı
127
EXPERIMENTAL RESEARCHES ON THE EFFECT OF LOW DOSES OF DEXTROMETORPHAN-IBUPROFEN ASSOCIATION IN NOCICEPTIVE SENSITIVITY Pantea Ioana-Alexandra Ababii Rares-Costinel
128
NUTRITION PECULIARITIES ASSOCIATED WITH LIFE LONGEVITY IN GEORGIAN POPULATION 128 Ketevani Mebonia THE MANAGEMENT OF ECTOPIC PREGNANCY Ia Gvimradze
129
RATLARDA ALOPESI AREATA MODELI Sercan Tekin
129
KANSERE YENİ UMUT: RESVERATOL Mikail Burak Aydın
129
BÖBREK NAKLİ ALICILARINDA LÖKOPENİ VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Seda Gümüştekin, Özlem Koçyiğit, Dilek Bakış, Rukiye Tari, İdris Şahin
130
TIP FAKÜLTESİ BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNDE YAŞAM KALİTESİ Jiyan Demir, Veysel Çam, Yunus Aktaş, Ali Ceylan
131
OLAĞAN DIŞI DURUMLARDA SAĞLIK HİZMETİ Fırat Karaaslan, Emrah Öz
132
HAVA KİRLİLİĞİ VE AKCİĞER HASTALIKLARI Özgür Adıgüzel, M. Yusuf Hatipoğlu, Sümeyra Muratakan, Abdurrahman Abakay
133
MEME KANSERİ VE SİKLİN E Buşra Zeynep Yilmaz
134
NOMOTOP UYARI BOZUKLUKLARI VE ELEKTROKARDIYOGRAFI Abdullah Çalık, Gizem Nur Karakoyun
135
KARACİĞER TRANSPLANTASYONU Turan Kaan Karakaya, Volkan Yılmaz
136
ATELEKTAZI; PATOGENEZI VE ERIŞKINLERDEKI TIPLERI Gözde Akay, Merve Kantarci
137
D VİTAMİNİN MULTİPLE SCLEROSİS ÜZERİNE ETKİLERİ Mevlüt Aydın, Mustafa Güneş
138
ANOREXİA NEVROSA Elif Nur Sevinç, Fatma Zehra İşlek
138
BALIK YEMENİN SAĞLIK ACISINDAN FAYDALARI Merve Gün, Buket Baysal, Merve Kömür
139
KÖK HÜCRE VE TIPTA KULLANIM ALANLARI Süheyla Erbaşaran, Ümmü Can, Zübeyde Altun, Eda Nur İşçimen, Büşra Tezgel
139
ANNE SÜTÜ DENEN MUCİZE Buket Baysal, Merve Gün, Merve Kömür
140
KANSER TEDAVİSİNDE ONKOLİTİK VİRÜSLERİN KULLANILMASI Selma Varol¹, Dilber Betül Bestil
140
FARMAKOGENETİĞİN KLİNİKTE KULLANIM ALANLARI Rümeysa İbişoğlu, Ali Yahya Tuğ
140
FOTODİNAMİK TERAPİ’NİN KLİNİKTE UYGULAMA ALANLARI Halil Said Kaçmaz
141
ÜLKEMİZDE KÖK HÜCRE Talha Özüdoğru, Nevres Ömer Erişik
141
NANOTIP Ilknur Tuba Göksoy
142 149
150
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ • FATÜBAT 3.ULUSLARARASI TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ / 16–18 MART 2012 ANKARA
151
152
FATİH ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ • FATÜBAT 3.ULUSLARARASI TIP ÖĞRENCİ KONGRESİ / 16–18 MART 2012 ANKARA
153