Yeni sayıyı oluşturma telaşındayız uzunca bir süredir...Günler kovalamaca oynaya dursunlar,biz yine sahafların,kitapçıların,sinemaların köhnelerinde yerimizi aldık. Siyah beyazlığımıza bir çare bulunmalı mı yoksa bizi böyle yapan ''hüznün kuşları'' mı? Edebiyatın tüm güzellemeleri direnen halklara,çocuklara ve yiten canlara uçayazsın. Kapak çizimi ve arka kapak: Ceminay Kara Sayfa düzenleme: Aslı Öz. Fanzinin cansuyu : Karafotoğraf Lethe İzel Graca Ece Irmak Genç Alcan Sarımsak Mislina Bursal Aslı Öz. Ezgi Yaramanoğlu Emre Gürkan Kanmaz Ceminay Kara
GÜNEY Yıldızların koyu gölgelerinde dağılmış saçlar gibiydi kuru ağacın yapraksız dalları çırılçıplak taş köşelere kaçıldı kırılmış toprakta iki dal üzüm ve üzerinde iki çift yalın ayak savaşırdı bir sene sonra: yarın yarım asır? -yarın en uzak gelecekti yarın kaybedilen her şey için güneylere gitmek lazım! Nasıl? -Elbette yeşil gemilerle Çantamızda yine yeşil dumanı tüten tütünsüz bir çocuk şehvetiyle! Kolaydı her sekişimizde yeşertmek grileri çizgi-köyün birinde gülümsetmek savrulmuş iskemleleri.. sahi, ne çok şey kaybettik ölüm: yarın sonsuzluk: yarın zamansızlığın tek nefesli itirafıydı yarın.. dünleri hatırlamaksızın güneylere gitmemiz lazım! İzel Graca
ÜÇ NOKTA BİR ÜNLEM Ne zamandır aklımdaydı;bugün,yıkıntılarımı topladım. Kurgusunun mükemmelliğinden emin oldukları ''şanlı tarihin'' nasıl belimi kamburlaştırdığını artık omurgamın olmadığını ''omurgamı aldıklarını'' anladım. Kafatasımın ölçüsünü de almışlar farketmemişim. Dilimi,bedenimi,kimliğimi kurcaladım durdum. Tanımak istedim. Evlere girdim. Duvarlar çok şey anlattı. Fotoğraflarda. Camı kırık çerçevelerin sahipsiz yüzleri,hep vesikalık,siyahı beyazına karışıp sararmış,nem kokan İstatistikler yaralarımın kabuğunu kaldırdı. Acı, kimlik kazandıkça en derine (s)indi. Devlet dersinde,sınır boyunda... ''...şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için..''*
Aslı Öz. *Onat Kutlar-Turgut'a
Ece Irmak Genรง
SARIMSAKTAN BİRKAÇ DİŞ ∼ Bol yaldızlı uyandırma servisi, implant dişleriyle sırıtıyor sokaklarda. Üzüm üzüme baka baka ya, “katır”la katır olursun maazallah bakma bana. ∼ Sarımsak’ın Sarayı yaz, haritaya ekle. Siz bilmezsiniz ki, ucunda gül bitmiş mikrofonların ve yarı çıplak kartvizitlerin şehrinde asıl saray benim. Yaprak Sokak bahçem olur, Bülbülderesi de ikkki yüz elli haneli evim. ∼ Birbirlerini mi yesinler? Olmaz öyle. Tecenin soluk borusuna kaçarsa ne halt yeriz?! ∼ Tüm taban örgütlenmelerini, ortak akıllanmaları, sivil itaatsizlikleri “hem höm”, “kem köm”e çeviren o sihirli kelime: Kürt. “Etnisite kem küm”. Aa! Bak kız yine ortak akıllanamadık. ∼ Köyden şehre ineli çok oldu ama börek yapmaktan dünyaları şişen yengeler hala ensemde. Çok çaktırmıyorlar ama kiramen katibin misali bekliyorlar, biliyorum. ∼ Ve bir gün yengelerden biri pörsümüş yol kenarı baklavasıyla çıkagelir. Bozulmuş ağzı, eksi değerlerde seyreden vicdanıyla tepkimeye girer. “Öldürmüşler amma bu çocukta da törörist yüzü varimiş”. SARIMSAKTAN FAYDALI BİLGİLER ∼ Eğer bir gün olur da karşınıza bir ayı çıkarsa, ayı demeyin, dayı da demeyin. Kocaoğlan deyin. “Kocaoğlan sakin ol, sana bir şey yapmayacağız” deyin. Azdavaylı kadınlardan teyitli bilgi. SARIMSAKTAN SORULAR ∼ Amerika’nın Müslümanlar tarafından keşfedildiğini öğrendik. Kristof Bey’in mezhebi, meşrebi nedir meraktayım. Zira pek yabancı durmuyor, bizden gibi. ∼ Sahi, Melih’in fıskiyesini kim kırmıştı? SARIMSAKTAN SELAM OLSUN ∼ Belki yolum yine o parka düşer. Tükenmişlikle seni hatırlarım belki,
seninle çınarların altında oturduğumuz o siyaset günlerini. Yitirdiğimiz bıyık altı gülüşünü. Sarı mekaplı, dev yürekli ağabeyimi.
SARIMSAK
MÜTHİŞTİ Müthiş bir şiire başladım Ondan önce, ballı sütünü içirmiştim geceye Biraz vakit öncesi de bir güzel öpüldü Kuşları çatısına asmıştık rüyanın Sonra, dünyada sevmek ve sevilmek Öyle güzel vardı ki, anladım Bana kızmayın n’olur Müthiş bir şiire başladım
Daha sonra da tabi Olanlar oldu Müthiş başladığım şiir Geçmişime başladı
Emre Gürkan Kanmaz
Ruhumun en karanlık bahçesinden uçup gidiyor bir zamanlar yaşayan son yaprak. Ağaçlarım dımdızlak kalmış, çiçeklerim çoktan ölmüş. Siyah kokan hayaller uçuşup duruyor sisin içinde. Korkular var çıplak ağaçları sarmalayan. Soğuk rüzgar çiçeklerin cesetlerini öpüyor, haykırışlar, ağlayışların yankıları kulaklarımda ruhumun daha koyu renklerinden. *** Çocuğunu ısıtmaya çalışan bir anne kışın soğuk kaldırımının üstünde. O bilindik sızlayış içimde. O an kafamı kaldırıp etrafa bakıyorum. Meşenin en yüksekteki yaprağının üzerinde parmak ucunda bir cambaz görüyorum. Zihnimin içinde sürekli aynı şarkı çalıyor. Gözlerimi kırpıştırıp gerçekliğe dönmeye çalışıyorum. Kafamı eğiyorum, gözlerimi kapıyorum. Yanaklarımdan aşağı sürüp giden iki ıslak yol. *** Konuşuyorum. Bir sürü şey söylüyorum ama asla duyulmuyor. Daha önce asla dile getiremeyeceğimi düşündüğüm şeyleri tereddütsüz söylemek istiyorum. Bağırıyorum isimlerini. Dokunuyorum, sarsıyorum her birini. Bakmıyorlar. Gülüyorlar, konuşuyorlar, eğleniyorlar. Yokum. Neden yokum? Neden olamıyorum? Hoş, ne zaman vardım ki? Ortalarındaki masayı yıkacakçasına sallıyorum. “Neden!” Haykırdıkça şuurum bulanıyor. En ufak bir tepki alamıyorum ve saçlarımı yolmak istiyorum. Daha önce hiç hissetmediğim yıkıcı bir öfke damarlarımda çılgınca akıyor. En sonunda çaresizce masayı bırakıyorum. Tüm eklemlerim sızlıyor. Morarmış dudaklarım ve kızarmış gözlerimle geri adımlar atıyorum. Arkamı dönüp yavaşça uzaklaşıyorum. Ve hala konuşuyorlar, konuşuyorlar, konuşuyorlar… *** Sesi bana yün kazakları hatırlatan şarkıcı, cazı caz yapan her şey ve cızırtıyla beraber zihnimi uyuşturuyor. Yıldızsız gece ve çatıyı delip bana ulaşmaya çalışırcasına yağan yağmur. Gölgelerin içinde yapılmaya çalışılıp hayal kırıklığıyla sonuçlanan eski bir dans. Camdan dışarı atılan saniyelik bir bakış ve hatrı sayılır bir sızlayış. Eski parke yerlerin soğuğuna sarılmak, sıcak bir anne yemeği tadındaki sarılmaları özlemek… ***
Çirkin beton duvar ve altımdaki boşluk her şeyi daha gerçek hale getiriyor. Yaşam ve ölüm tam burada. Şehrin horultusunu dinliyorum. Aciz insanın en büyük korkusu ayaklarımın altında bana kollarını açmış, bekliyor. *** Hayatım bir gözün açılıp kapanışı. Lethe
Ece Irmak Genรง
MASUM- Ezgi Yaramanoğlu Hakkında konuşamayacağın bazı şeyler vardır. Ama bu gece hepsini bıraksaydın şu anda parçalarını yerlerden topluyor olmayacaktın.
Ya da arada sırada şarkı söylesen belki? Ateş böceklerinin ardından koşarken daha kolay değil miydi sence de? Her şey erişimden uzak. Senden büyük birisi yanında. Uyuyakalana kadar çılgınca koşmak çok güzel değil miydi? Canavarlar seni yakalayana kadar…
Uçmaya çalışıyordun belki de, Kanatlarını bulamadın.
Hayat zor bir seyirci olabilir bazen. 40 seneden sonra hala büyüyorsun. Ve hala masumsun. Zaman ateşleri kora çevirir.
Sendeliyoruz…
Hava gibi değişen hayatlar… Umarım hatırlarsın Bugün yenilenmek için asla geç değildir…
ZAMANE YALNIZLIKLARI Yorgunum. Çay dökülen şiir kitabı kadar sarardı sayfalarım. ”Ah usta! Çoğul eklerinden çok uzakta, loş ışıkta yetişen bir adamım ben. Şuracıkta ölsem cesedimi en sevdiğim kitabın sayfaları arasında kurumuş bir çiçek olarak bulurlar. Ki ölmek de haram bana. Sevdiğim her şey gibi. Zaman içinde, parça parça yükseliyorum karanlığa. Tercih olarak mum ışığında yazıyorum bir de. Yanında bir bardak çayla.” Zamana meydan okuyan pek çok şey gibi, masanın yalnızlığına eşlik eden daktilo, genç adamın her dokunuşunda biraz daha yaşlanıyordu. Düşünecek çok zamanı yoktu delikanlının. Sözcükler parmaklarının hızında kayboluyordu. Akşamdan kalma düşüncelerle yazılmış birkaç satır sözün sahibi olan parmaklar, sobaya odun atarken sadece eskiyi düşlüyordu. Isınmak için sobaya ihtiyaç duymadığı günleri. ”Zaman, ah zaman!” diye iç geçirdi genç adam. ‘’Akıp giderken önünde durmak mümkün mü?’’ Kapıdan içeri girdiğinde mütemadiyen aynı manzarayla karşılaşırdı. Masalarının başında ağızlarından akıl karı bir kelam söz çıkmayan donuk suratlı duygusuz yazarlar ve içeri her girdiğinde aynı sözler, aynı bakışlar… -Aylık bir derginin durgun elemanlarıBilmezlerdi, bilmeyeceklerdi. Kapıyı belki gelir diye kilitlemediği geceleri, her akşam çayı iki kişilik demleyişini. Bekleyişleri, gerçekleşmeyen düşleri… Geceden karaladığı birkaç sayfayı Ahmet Abi’sine götürmek için ayaklandı. Bakışlarındaki mahmurluğu görmesin diye kafasını eğik tuttu. ”Ah be olum!” dedi derginin Ahmet Abisi. ”Kimler sıktı canını?” Sıkılacak can mı kaldı demedi. Bilirdi, onu az çok tanıyan insanları bile tek bir sözle kandırmak akıl karı değildi. Kafasını kaldırdı, ”Ah usta, ben sanırım yaşamayı unuttum. Bi’ el atıver. Bu illet bende ne varsa sürüklüyor. Saçlarım bile sana inat beyaza çalıyor. Sonra ruh yaşlanıyor, beden aynı kalıyor. Her gün burada gördüğüm anlamsız yüzler, gün geliyor, arkamdan ”ruhsuz” diyor. Ruhsuzluk nedir usta? Lakaytlık? İnsan doğuştan umursamaz olmuyor. Zamanla, zaman içinde, ya da gitgide sessizleştiren olaylar, yine gün geliyor bir anda gözümün önünden geçiyor. Anılar hatırlandıkça eskimez değil mi usta? Çünkü umut dediğin yaşamak için bir sebeptir, değil mi?” Cevap almadan masasına ilerledi genç adam. Biraz oturdu. Bu gün bile ölürken, kayıp giderken avuçları arasından, zaman dediği, sadece köşeye atılmış bir anı olmaya başlıyor. Takvimler kararıyor, bu günden, bu günkü ”ondan” kalan tek şey karaladığı birkaç sayfa yazı oluyor. Odasından hafifçe kafasını çıkaran editör Ahmet boşluğa bakan genç adama seslendi. ”Sen onu sevdiğinde tren istasyonları susar içinde, düğümü çözülür gözyaşlarının.” Ama ah be oğlum! Uzak dediğin nedir? ”Sana en uzak yer aslında sırtındır, bilmezsin.” Mislina Bursal
Ece Irmak Genรง
TAVUSKUŞU FANZİNDEN ŞAKIMALAR
Souad Massi – Khalouni İnce Saz-Çok Aşığın Var Diyorlar Yasemin Mori - Deli Bando Hilmi Yarayıcı – Gudileke Ezginin Günlüğü - Düşler Sokağı Erkan Oğur-Pencereden kar geliyor Kardeş Türküler - Bahçada Yeşil Çınar Sayat Nova - Tamam Ashkhar Feryal Öney - Yanıyorum Esin Engin - Rumeli Karşılaması Bandista - Hiçbir Şeyin Şarkısı Léo Ferré - L'affiche rouge (Aragon)
Şehire kulak verdik uğultu ruhumuza karıştı.Eserekli halimiz de şenliğmiz de fotoğrafa yansıdı.
''...Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.'' Didem Madak
Fotoğraf: Sarımsak
''...elbet geçer bu hüzün mevsimi bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün o gün size sevinci de anlatacağım bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım ve bir gün elbette yıldızları sayacağım -gelin kucaklayın beni.yıldızları sayamıyorum'' Arkadaş Z. Özger
Fotoğraf: Alcan
''...Ötekinin sabun vardı dilinde; Yıkadı sözlerini, sustu Dünya dümdüz, deniz dalga dalga; Yüzlerce yıldız ve gemisi; Çeşmeler görmüştü Roma'da Ve yanık yüzler Küba'da Gözleri suda.'' Federico Garcia Lorca Çeviri: Sabahattin EYUBOĞLU
Fotoğraf: Karafotoğraf
''...Biliyorsunuz parkların Sizi çağıran tarafları İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı '' Edip Cansever
Fotoğraf: Alcan
''...çık ortaya saklandığın yerden! yoruldum, azaldım beklemekten. bazen düşünüyorum da! var mıydın sahiden, yoksa bir şarkının anısı mı uydurdu seni? hiçbir şey benzemiyor değil mi, şimdi geçmişten daha çok bizim olan gençliğimize?...'' Murathan Mungan
Fotoğraf: Alcan ''...Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz Bilir bilmez geyikli gece yüzünden ...''
Turgut Uyar Fotoğraf: Karafotoğraf
''...Bildiğim bir yabancıya, ötekine yakınlık duymuştum. Esmer tenli, beyaz gülüşlü bir öteki "peri". En az benim kadar sessizdi. Benden de sessizdi. Kendi sessizliğimi bir kenara koyup, onun bana dokunan sessizliğini kırmaya çalıştım.'' Birhan Keskin
Fotoğraf:Karafotoğraf
''... Constantinopolis de uyanmalı... Constantin'ler Polis olduğunu anlamalı... her Constantin kendi içindeki Polis'i (o eski batık kentleri) yakalayıp, Tadzio'yu serbest bırakmalı... İstanbul bir zamanlar Constantinopolis olduğunu artık unutmalı... yarın doğumgünün yarın uyanmalısın. yanıbaşında bir cep saati var. neden bu kadar genç neden bu kadar kayıtsızsın.'' Lale Müldür
Fotoğraf: Karafotoğraf