TKP’nin Sesi
7 Ekim 2011
Birileri Türkiye’yi devrimin lafının bile edilemeyeceği bir ülke haline getirme rüyasını hep gördüler. Şimdi sıra AKP’de. Bu rüyaya yanıtı işçi sınıfı ve sol verir.
Bu düzen düzlüğe çıkmaz
Emperyalist mi, tetikçi mi? Anayasa mı, kararname mi? Geride bıraktığımız süreçte bütün dünyada Türkiye’nin yükselen yeni bölgesel güç olup olmadığı tartışıldı. Erdoğan’ın gezilerine, Türkiye’nin dış politika diline, Doğu Akdeniz şovuna vb bakıldığında bu ülkeye “emperyalist” sıfatının uygun düştüğünü düşünenler çıkacaktır mutlaka. Ancak bu görüntünün üstü kazınmalıdır. Yeni Osmanlı örtüsünün altından, yükselen bir imparatorluk yerine büyük boy bir tetikçi çıkabilir. Geçtiğimiz günlerde açılan Meclis’in gündeminde öncelikli madde olacağı söylenen Anayasa konusuna da benzer bir kuşkuyla yaklaşmak yerinde olur. Kanun Hükmünde Kararnamelerle ülke yönetmenin keyfini alan, kuvvetler ayrılığı kısıtını fiilen halletmiş, düzenin bütün kurumlarını ve partilerini İkinci Cumhuriyet’e angaje etmiş bir hükümetin Anayasa’nın kendisini merkeze koyma olasılığı azalmış demektir.
Komünist’in ikinci sayısı çıktı
Nâzım Hikmet Akademisi açılıyor
Eylül başında yayın hayatına aylık dergi olarak dönen Komünist’in ikinci sayısı çıktı. Komünist’in kapağında manşete taşınan yazıda geride bıraktığımız dönemde TKP’nin AKP karşıtlığına öncelik vermesinin nedenleri tartışılıyor. Eylül alında yapılan Üniversiteliler Kurultayı da Komünist sayfalarında değerlendiriliyor.
NHA’da üçüncü öğretim yılı 10 Ekim Pazartesi başlıyor. Edebiyat, müzik, sinema ve sosyal bilimler bölümlerinin yanında bu yıl NHA’da bu dört bölüme başvuran öğrencilerin birlikte çalışacakları bir de Hazırlık sınıfı açılıyor. Dönemin açılış seminerini İzzettin Önder güncel kriz dinamikleri konusunda verecek. Semineri takiben Emin İgüs ve Eylem Pelit bir dinleti sunacaklar.
TKP’nin Sesi
TKP Genel Merkezi Karanfil Sk. No: 58 Kat: 3 Kızılay ANKARA Tel: 0312 417 29 68 www.tkp.org.tr Baskı: Kayhan Matbaacılık Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 244 Zeytinburnu İst.
7 Ekim 2011
Bu düzen düzlüğe çıkmaz
Emperyalist mi, tetikçi mi? Anayasa mı kararname mi? Daha açık bir deyişle AKP, örneğin hem Hamas’lı hem Abbas’lı bir Filistin’in, laikliğe alan tanıyan bir İslamcılıkla İslamcılığa hoşgörülü bakan bir laikliğin karakterize ettiği rejimlerin, daha fazla işine geleceğini, böyle rejimlerle daha kolay oynayabileceğini düşünmektedir. AKP’nin dış politikadaki cevvalliğinin temelinde bu olgular, değerlendirmeler ve hesaplar yatmaktadır.
12 Haziran seçimlerinden günümüze uzanan dönemde Türkiye’de siyaset, AKP’nin inisiyatifi ve belirleyiciliği giderek daha fazla ağırlık kazanmak üzere, üç ana mecrada gelişiyor. Bunlar, Türkiye’nin Arap dünyasına yaptığı tantanalı giriş, AKP iktidarı ile Kürt siyaseti arasında yaşanan gelgitler ve Meclis’in açılmasıyla gündemde belirli bir yer tutacağa benzeyen yeni Anayasa süreci. Bu kısa özet yeterince yansıtmıyor olsa bile, ortada çarpıcı bir gerçek var: Yaşanan gelgitlerle birlikte Kürt sorunu eksenindeki gelişmeler ve yeni Anayasa tartışmaları bir yana bırakılırsa, Türkiye’de “iç siyasetin” giderek tek kutuplu hale geldiği ve tükenmeye yüz tuttuğu görülmektedir. Başka bir deyişle, bugün Türkiye’de esasen gündem dışı olan sınıf hareketi ve genel anlamda toplumsal muhalefet bir yana, AKP dışındaki düzen partileri de büsbütün etkisizleşmiş, AKP’nin şu veya bu alandaki çıkışlarını izleyip bunlara laf yetiştirmeye çalışan izleme odaklarına dönüşmüştür. Sonuçta, “iç politika” alanının geriye kalan iki dinamiğinden Kürt siyaseti söz
konusu olduğunda, AKP karşı tarafın kimi taktik hataları nedeniyle bu alanda da el üstünlüğü sağlamıştır; yeni Anayasa sürecinde ise iplerin tamamen AKP’nin elinde kalacağı şimdiden bellidir. Türkiye’de iç siyaset bu anlamda tükenmeye yüz tutmuştur… Dış politikada cevvallik İç politikadaki bu tükenme ve tek kutupluluk karşısında dış politika alanında son dönemde önemli gelişmeler yaşandı. Türkiye’nin bu dönemde genişçe bir coğrafyaya, Sünni Arap dünyasına gürültülü bir giriş yapması, ardındaki nedenler ve olası sonuçları açısından önem taşımaktadır. Türkiye’yi Arap coğrafyasına yönelik böylesine hiperaktif bir politikaya taşıyan, bu arada bir yanda İran’la, diğer yanda İsrail’le olan dengeleri zorlamasına yol açan etmenler çeşitlidir. Bir kere Türkiye, bölgedeki çok yönlü ve çok taraflı gerilimler söz konusu olduğunda ABD’nin elindeki kozların pek çok durumda sınırlı kalabileceğini görmekte, İsrail’in ise ABD adına yeterince işlevsel
olamayacağını hesaplayıp bu boşluğa oynamaktadır. Avrupa Birliği perspektifinin çok geri plana düşmesi, bir zamanlar gündeme gelen “Türkiye üzerinde Almanya yeddi eminliği” projesinin tutmaması ve AKP’nin Türkiye ekonomisiyle “oynanmayacağına” duyduğu güven (veya bu konuda aldığı güvenceler), AKP’yi bölgede “militan” dış politika için cesaretlendiren diğer etmenler arasındadır. İlginç bir başka nokta ise, AKP dış politikasının, bölgede oluşum halindeki ve oluşacak yeni rejimler için bir tür “koçluk” misyonu üstlenmesi, bu rejimler için kendince belirli sınırlar çizmesidir. Erdoğan’ın Arap ülkelerine yaptığı ziyaretlerde işlediği “laiklik” teması iki amaca yönelik: Bunlardan birincisi, bölgede ABD’yi rahatsız edebilecek radikal İslamcı akımlar karşısında gerektiğinde bir set olabileceğini göstermektir. İkincisi ise, AKP dış politikasının bölgede hassas dengelere oturan, ittifaklı-koalisyonlu, dolayısıyla manipüle edebileceği, hem tutkal hem de hami olabileceği rejimler istemesiyle ilgilidir.
Stratejik ittifak: bir yere kadar Ancak, bütün bunlar ortadayken, üzerinde durulması gereken önemli bir başka başlık daha vardır. AKP dış politikasının, bölgenin ABD’den sonraki küçük efendisi olma, hegemonik-lider konumuyla bölgede kalıcı istikrar sağlama, bu istikrarı yeni dengeler üzerine kurma ve sonuçta ülkedeki kendi durumunu bir de bu işleviyle sağlama alma gibi niyetleri olabilir. Ne var ki, bu niyetlerin ABD’nin bölgeye ilişkin projeksiyonuyla tam tamına ve sonuna kadar örtüştüğünü söylemek mümkün değildir. ABD’nin Türkiye’ye, İran’ı bir “tehdit” olmaktan tamamen çıkaracak, radikal İslam’ı her öbeğiyle yumuşatıp ehlileştirecek, bölgedeki her aktöre sözünü dinletecek, Kürt sorununu bölge ölçeğinde çözecek, bu arada Arap/Filistin-İsrail gerilimini bir daha geri gelmemecesine ortadan kaldıracak bir güç, etki ve misyon biçmesi düşünülemez. Bu durumda ABD’nin istediği, bölgenin sonunda kendisi açısından dikensiz gül bahçesi haline gelmesinin mutlak ön koşulu olan radikal alt üst oluşların, sancılı değişim süreçlerinin, yıkılacak rejimlerin ve kuşkusuz bunlara eşlik edecek çatışma ve savaşların tetikçiliğini yapacak bir aktördür. ABD, Türkiye’de bir Gavrilo Pirincip görmektedir ve Türkiye’nin tutumu “gerekirse öyle de olurum” noktasındadır! Bu arada, Türkiye ekonomisinin dış kaynak girişine mahkumiyetten kaynaklanan ve giderek artan bir kırılganlıkla malul olduğunu biliyoruz. Ticarette en önemli partner olan Avrupa’nın üstünde gezen kriz bulutunun Türkiye’ye bir göreli avantaj hediye etmesinin geçici olabileceğini, bu ilişkinin bir noktadan sonra kaçınılmaz
biçimde tersine döneceğini ise bilmeliyiz. Bu durum Erdoğan’ın geleceğini, yükseliş döneminin bir Osmanlı hükümdarından ziyade bir tetikçiye yaklaştırıyor. Anayasacı muhalefet tutmaz Yeni yasama döneminin başlamasıyla birlikte, tükenmekte olan iç siyaset bu kez yeni Anayasa’ya odaklanarak belirli bir “canlanma” dönemine girecektir. Ne var ki, bu “canlanmanın”, geri planda hiçbir şey değişmeden yapay ve sözde canlanma olarak kalma olasılığı daha güçlü. Bir kere, bugün Türkiye toplumu, cebine nasıl bir Anayasa konulursa konulsun bundan fazla etkilenmeyecek bir yoğrulmuşluk ve şekillenmişlik içindedir. Kuşkusuz, kitle örgütleri, “sivil toplum kuruluşları”, sendikalar ve başka örgütler yeni Anayasa’ya ilişkin görüşlerini dile getireceklerdir. Ancak, bu tür tartışma ve katkıların Anayasa yapıcıları tarafından dikkate alınması bir yana, bugünkü topluma yansıyan, onu hareketlendiren bir içerik ve yaygınlık kazanması güç görünüyor. İkincisi ise, AKP’nin bugünkü konumu ve niyetleriyle ilgili. Ülkeyi kanun hükmündeki kararnamelerle yönetmeyi kafasına koymuş bir iktidarın üzerinde nasıl, hangi içerikte bir Anayasa’nın olacağı bir yerden sonra pek önem taşımamaktadır. Ayrıca, AKP iktidarı-Kürt siyaseti arasındaki gelgitlerin bugün geldiği nokta ve AKP’nin muhatabına “savaş ilanı” dikkate alındığında, Türkiye’yi AKP’nin istediği yere değil de başka yerlere taşıyabilecek bir Anayasa beklentisinin maddi temelinden söz etmek çok zordur. AKP’nin şahsında düzenin kaydettiği yükselişin zaten güçsüz konumdaki solu iyice devreden çıkarttığı ise yüzeysel bir değerlendirme olur. Artık çıkıldığı zannedilen düzlükte, içine düşüldüğünde çok daha büyük tahribata yol açacak çukurlar gizli. AKP’nin Türkiye’si o çukurlara dolu dizgin koşuyor. Bizim konumuz, görevimiz ve iddiamız, yeni felaketlerin alternatifinin sosyalizmden başka yerde aranamayacağını göstermektir. Sosyalizm sanılanın tersine güncelliğinden herhangi bir şey yitirmedi.
Sosyalistlerin Meclisi için çalışmalar hız kazanıyor
Sosyalizmin aklını da gövdesini de toparlamak gerek Temmuz ayındaki TKP 10. Kongresinde gündeme gelen ve Kongre belgelerine dahil olan Sosyalistlerin Meclisi çalışmalarına Eylül ayından itibaren hız verildi. Bu yeni oluşum ekim ayı içinde ilk toplantısını Ankara’da gerçekleştirecek. Sosyalistlerin Meclisi’nde çok sayıda akademisyen, yazar, sanatçı, sendikacı, gazeteci yer alacak. Öneri götürülen sosyalistlere sunulan davet mektubunda TKP’nin katılımcılarla eşit bir ilişki kuracağının altı çiziliyor. Devamında şu ifadelere yer veriliyor: “Sosyalistlerin Meclisi, bir örgüt değil, bir ideoloji ve siyaset üretim merkezidir. Türkiye’nin sosyalist birikiminin parçası olan aydınların, sanatçıların, bilim insanlarının, sendikacıların, siyasetçilerin birlikte üretmesine, tartışmasına, ağırlık koymasına, ortaklaşmasına yardımcı olacağını düşündüğümüz Sosyalistlerin Meclisi’nin yerelliklerde ortaya çıkmaya başlayan meclislerle etkileşim içerisinde, Türkiye’nin siyaset ve ideoloji dünyasında hızlı bir biçimde ağırlık kazanacağına inanıyoruz.” TKP’nin Haziran 2011 seçimlerini bir başarısızlık olarak değerlendirmesindeki en önemli faktör, bu moment itibariyla sosyalizmin bir kez daha her yöne çekilir hale gelmesi, birbirinden büsbütün farklı konum ve yönelimlerin sosyalizm adına bulutsu, bulanık bir tablo oluşturmasıydı. Oysa geride kalan dönemde solun yurtsever, antiemperyalist, aydınlanma geleneğinin yeniden üreticisi, emekçi/halkçı özü bütün liberal veya ulusalcı çekiştirmelere karşın tesis edilmişti. Yenilgi buradan başlıyor ve “solculuk” aydınlar içinde de halk nezdinde de bir referans noktası olma özelliğini yitirme riski gösteriyor. Sosyalistlerin Meclisi üretkenliği ve bileşimi sayesinde bu kimliği yeniden oluşturmanın ve ağırlık kazandırmanın aracı olacak. Sosyalistlerin Meclisi yerel düzeyde paralel çıkışlarla beslenecek, onların önünü açacak.
TKP’nin Sesi
7 Ekim 2011
İlericiler, yurtseverler 8 Ekim Cumartesi Ankara’ya Türkiye Komünist Partisi 8 Ekim’de Ankara’da DİSK-KESK-TMMOB-TTB tarafından düzenlenen mitinge katılıyor. Emekçi halkımızı, ülkemizin tüm ilerici, yurtsever, devrimci güçlerini 8 Ekim’de Ankara’da kurulacak “Sokak Meclisi”ne sosyalizmin sesini taşımak üzere Türkiye Komünist Partisi saflarında katılmaya çağırıyoruz. TKP Genel Merkezi tarafından yapılan açıklamada şu değerlendirmeye yer verildi: “AKP’yi yalan ve demogoji üzerine kurulan siyasi çizgisi ile 9 yıla ulaşan tek partili iktidarının ülkemizi, emekçi sınıflar için cehenneme çeviren politikalarıyla tanıyoruz. AKP’yi Türkiye’yi tüm komşuları ile düşmanlaştıran, emperyalizmin çıkarları söz konusu olduğunda dünyanın dört bir yanında askeri görevler üstlenmekte bir an bile tereddüt etmeyen dış politikası ile tanıyoruz. AKP’yi, 12 Haziran seçimlerinde elde ettiği çoğunluk sonrasında yeni ve kapsamlı saldırı hazırlıklarını açıkça ilan etmiş, işbirlikçi, gerici bir sermaye partisi olarak tanıyoruz. Yeni yasama döneminin başlamasıyla gündeme gelen, yeni anayasa hazırlıkları, bölgesel savaş hazırlıkları ve emekçi sınıflara saldırıyı temel alan ekonomik, sosyal yaptırımlar AKP eliyle kurulan yeni gerici rejimden halkımızın payına
HAFTANIN SORUSU Suriye’ye yönelik provokasyonlardan derhal vazgeçilmeli! TKP Merkez Komitesi geçtiğimiz hafta sonu Suriye’ye bir heyet göndererek Suriye’nin iki komünist partisi ve FHKC temsilcileriyle temaslarda bulundu. Bu ziyaretin ardından yapılan basın açıklamasında şöyle deniyor: “Suriyeli komünistler değerlendirmelerinde, Müslüman Kardeşler başta olmak üzere, İslamcı güçlerle ABD ve Türkiye gibi bölge ülkeleri arasında Suriye’yi de kapsayan bir anlaşma yapıldığına işaret etti. Değerlendirmelerde özellikle son beş yılda izlenen neoliberal politikaların yarattığı toplumsal sorunların, meşru tepkiler için nesnel bir zemin oluşturduğunun, ancak bu meşru tepkinin İslamcı örgütler ve yabancı müdahalesini arzulayan işbirlikçi kesimler tarafından kullanılmak istendiğinin altı çizildi. Başlangıçta Türkiye, Lübnan, Katar, Suudi Arabistan gibi ül-
düşeceklerdir. AKP emperyalizmin çok yönlü desteği ile seçim sonuçlarından faydalanarak bu kapsamlı saldırıları kolayca hayata geçirebileceğini düşünmektedir. AKP iktidarının bu rahatlığının temel dayanağı, emekçileri susturduğuna, teslim aldığına duyduğu güvendir. 8 Ekim’de ilerici emek ve meslek örgütleri tarafından “Eşit, Özgür, Demokratik Bir Türkiye İçin” çağrısıyla düzenlenecek
miting, emekçilerin, ülkemizin ilerici yurtsever güçlerinin AKP’nin saldırılarına boyun eğmeyeceklerini ilan edecekleri önemli bir buluşma olacaktır. ... Emekçi halkımızı, ülkemizin tüm ilerici, yurtsever, devrimci güçlerini 8 Ekim’de Ankara’da kurulacak “Sokak Meclisi”ne sosyalizmin sesini taşımak üzere Türkiye Komünist Partisi saflarında toplanmaya çağırıyoruz.”
TKP Suriye’deki olaylara nasıl yaklaşıyor? kelerin para ve silah desteğiyle sınır bölgelerinde “kurtarılmış alanlar” yaratmaya çalışan işbirlikçi güçlerin Suriye’de de Libya’da izlenen stratejinin aynısını geliştirmeye çalıştığı ifade edildi. Ancak gericiliğin halkın desteğini arkasına alamaması nedeniyle başarısızlığa uğrayan bu stratejinin yerini, özellikle son bir buçuk ayda akademisyenlere, bilim adamlarına, kamu görevlilerine ve sendika üyelerine yönelik suikastların aldığı belirtildi. Suriyeli komünistler bu yeni taktiğin amacının da dış müdahaleye zemin sunacak bir istikrarsızlık ortamı yaratmak olduğunun altını çizdi. “Türkiye Komünist Partisi ziyaret vesilesiyle Suriye halkı ve soluyla dayanışma duygularını bir kez daha iletme fırsatı buldu. Emperyalizmin ve gericiliğin ülkedeki provokasyonlarını ve ülkeye yönelik tehditlerini bir kez daha kınayan TKP heyeti, Türkiye’nin II. Cumhuriyet rejiminin bu kirli oyunda önemli bir rol üstlenmesinin de ülkemiz
açısından bir utanç kaynağı olduğunu belirtti. “Görüşmede bulunan bütün partiler, Suriye’ye yönelik saldırganlığa karşı işbirliğini daha da yükseltme kararlılıklarını dile getirdiler. Sorunun kaynağında emperyalist saldırganlığın, gericiliğin ve bunların beslenmesine uygun bir ortam yaratan piyasacı, neoliberal politikaların bulunduğu tespiti bütün partilerin ortak görüşü olarak ön plana çıktı. “Türkiye Komünist Partisi, emperyalistlerin ve gericiliğin hayata geçirmekte olduğu senaryoları bertaraf etmek amacıyla Suriye’nin ve bölgenin ilerici güçleriyle dayanışmasını daha da yükseltecek, akıl ortaklığını ve işbirliğini güçlendirecektir.” TKP MK üyesi Alper Birdal’ın soL portala yazdığı yazı için bakınız: http://haber.sol.org. tr/yazarlar/alper-birdal/suriye-de-seytanayrintida-sakli-degil-47003