Atsız Mecmua - 11

Page 1

Yıl : 1

15 kuruş

İstanbul (Kader) Matbaası


Yarım asırdan beri

ATSIZ MECMUA

işçisi

Her ayın on beşinde çıkar

Sermayesi

Türkçülük ve Köycülük

Müstahdimi Müstehliki

Mefkûresi etrafında birleşenlerin

T ü r k olan ve

mecmuasıdır.

bütün manasiyle Y erli M a lı olan

Onu O k u y u n u z

P E R T E V MÜ S T A H Z A R A T I

ve O k u t u n u z

Avrupa müstahzaratiyle cidden reka­

Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

bet kabul etmez bir nefaset veehveniyettedir. Bazı müstahzaratı:

Eski sayılarımızı:

Krem (yağlı ve yağsız), briyantin,

Ankara

Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire

caddesinde Orhan Bey

hanı

zemin katında, Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

ve saire...

Pul Meşheri Aylık Türk Filâtelist Mecmuası İstanbul da çok zarif ve nefis, ayni zamanda her pul meraklısı için tetkiki lâzım bir mecmua var. O da PUL MEŞHERİ isııile ayda bir defa neşredilen bir mecmuadır. Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan nefaset en

son sahifeye

kadar bütün eseri ihata etmiştir. Münderieatı itibarile Pul Meşheri kadar pul meraklılarının bütün arzularını tatmin edecek bir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25 kuruş, senelik abonesi 300 kuruştur.

1931

-

1932

TÜRK PULLARI KATALOĞU PUL MEŞHERİ sahibi Ali Nusret Bey, yorulmak bilmiyen azmiye 1931-1932 için bir katalok hazırlamaktadır. Bu katalok, tab’i biter bitmez neşredilecektir. Katalok PUL MEŞHERİ ne abone olanlata forma forma olarak ta gönderilmektedir. Katalok gayet nefis bir kâğıda basılmaktadır. Bütün pulculara hararetle tavsiye ediyoruz. İzahat

almak istiyenler Beyoğlu _ Tüneîbaşı,

Galipdede Caddesinde

430 No. ya PUL MEŞHERİ ne müracaat edebilirler.

Remzi kitaphanesi Ankara caddesi 93


Adres İstanbul Posta kutusu 367

ATSIZ MECMUA

Abone şartları Türkiye için Yıllığı 180 kuruş Altı aylığı 90 » Yabancı memleketler için Yıllığı 1 dolar

Aylık fikir m ecm u ası YıL : 1, S a y ı: II

Sahibi ve müdürü : H . N ih â i

15 Mart 1932

Kuş bakışı:

İktisat ve Millî müdafaa Atsız kahramanları, atsız müstahsilleri kurtarmak lâzımdır.

On yedinci asır sonuna kadar muay­ yen bir araziye, kâfi miktar halka mâlik olan bir memleket kimseye muhtaç olma­ dan, kendi millî vasıtalarıyla temin et­ tiği istihsâîatı ile İktisadî istiklâlinin te­ min ve idame ettirebilirdi. Böyle bir rnemlketin komşularıyla olan İktisadî mahiyetteki münasebeti onlardan kendisinde mevcut bulunmıyan lüks eşyayı ithal etmekten ibareti. Bu devirde memleketler, vatandaş­ larının ihtiyaçlarını bizzat kendileri te ­ min ederek her hangi bir tehlike karşı­ sında haricî yardımdan müstağni bu­ lunmağa çalışmakta idiler. Hükümet adamları ıı ınm vazifesi önce memleket içinde malların serbest bir surette seyri­ nin temini, sonra da istihsalin teşvik ve himayesinden ibaretti. Fakat sınaî hayat­ ların inkişafı milletlerin iktisadiyatında muhtariyetin önüne demirden bir set çekti. Milletler siyasî istiklâllleri nispe­ tinde İktisadî hayatlarında birbirlerine bağlandılar. Bir memlekete ait İktisadî hâdiseler başlangıçta yalnız «önemleketin malı iken sonraları bunların iyi ve fena neticeleri bütün memleketlere tesir eder oldu. Bugün bir memleketin İktisadî hayatındaki buhranlar o memleketin

siyasî hayatları üzerinde de müessir ola­ rak münasebette bulunduğu diğer mem­ leketlerin iktisadi ve siyasî hayatlarını da müteessir etmektedir. Parası olmıyaıı bir meleket münasebette bulunduğu diğer memleketten satın almakta olduğu mad­ delerin tamamını veya bir kısmını satın alamaz, bu netice satıcı memleketi mü­ teessir eder. Milletler arasında tıpkı in­ sanlar arasında olduğu gibi sıkı bir tesa­ nüt, ve iş bölümü vardır. Bir memleketin istihsâl Fazlası diğerleri tarafından istih­ lâk edilir» bu suretle cihan iktisadında bir tevazün temin olunur. Milletleri bir­ birine bağlıyan bu tesanütler arkasında milletlerin bir de mahrem cepheleri var­ dır. Bu cephelerin adı «MİLLÎ DUYGU­ LAR» dır. Milletler İktisadî münasebet­ lerini temin edebilmek için birbirleriyle temas ve mübadelede bulunmak ıstıraıındadırlar; buna şüphe edilemez.-Bunun la beraber mübadele ve münasebet mec­ buriyeti millî duyguların millî iktisadın ihmal edilmesini tâzammun etmez. Milletler on dokuzuncu asırda milli­ yetperverlikle beynelmilelcilik arasında çalkanup durdular. Nihayet bu iki vazi­ yeti telif etmeğfe çalışarak aralarında ticaret muahedeleri, hususî gümrbk tari-


SavfaT 202

" ATSIZ MECMUA

~

"

Sayı: 11

tamamile kurtulamamışızdır. Nufuzumuzun feleri yaptılar; bunlara millî mahsulleri beş altı mislini ferah ferah besliyecek koruyan hükümler koydular. Umumî kadar geniş topraklara malikiz. Bu top­ harp esnasında bu teamül ve muahedatın rak tamamen iptidaî bir şekilde ve isti­ kâfi gelmediği görüldü; milletler muhtaç fadeye gayri müsaittir. Ziraati güneşin oldukları maddeleri dahilde temin ede­ rahmetine, suların lûtfuııa bağlı bir mem­ memekten mütevellit çok elim ve çok acı hüsranlar, İstıraplar geçirdiler. Bil­ leket için ziraat memleketidir denemez, ihracatımızda en esaslı vazifeler gören hassa Tiirkiyemiz bu hüsranlarla bu istirapların en şiddetlisini çekti. Umumî öyle nmıtakalar vardır ki yağmurun yağ­ harpten sonra anla­ maması oralarda kıt­ şıldı ki millî müda­ lığı muciptir. Aşk faanın temini ancak Ziraî istihsâlde ip­ Sofular geçemez d er yâ-yi aşkı, ve ancak istihsalâtııı tidailiğimize rağmen Biz geçtik ezelde, erenlerdeniz. millileştirilmesi, teTürkiye ciddî ve fen­ Her tezgâh dokumaz aşkı kessiirü ve tenevviiii nî esaslar dahilinde Tezgâhsızdokuyup giyenlerdeniz. ile kabildir. çalışılacak olunursa Fakat istihsalât; Balkan pazar ve pa­ ★ istihlâk ve ihracata nayırlarına ziraî meZahitler iâdamaz aşkı bağlıdır. Bir memle­ vatta ihraç edebile­ Gafiller ne bilir aşkı? kette istihlâk ve ih­ cek bir memleket ha­ Kökünden kazıyıp aşkı racattan aşırı istih­ line gelebilir. Daima sefasın sürenlerdeniz. sal, neticesi vahim Memleketimi", zi­ * akibetler doğurabilir. raî k a b iliy e tin d e n Kalplerden siiziilen şarâb ı aşkı Türkiyemiziıı is­ başka kudret ve mi­ İçerek hatmettikkitâb-ı aşkı, tiklâlini koruyacak haniki kuvvet itiba­ Mestolupvallahi riibâb-ı aşkı evvelâ ordıı, sonra rıyla da zengindir. Cananın saçıyla gerenlerdeniz. millî iktisattır. Filhakika memleket­ * Orduyu yaşatacak, teki madenlerden pek Ta arşa yükselttik aşkı ona kuvvet ve hare­ az istifade edilmek­ Gel, bir bizde ilinle şıı saz-ı aşkı ket verecek İktisadî tedir. Buna mukabil Mahbııptagördüğün o naz-ı aşkı kudret ve âmillerdir. çok zengin maden Bir kadeh içinde ezenlerdeniz. İktisadî kudret ve kömürlerimiz, ufak âmillerin esası istih­ himmetler sayesinde Şekvasız dinleyip aşkı, salin tenevvuu, çok­ sınai tesisatta istifa­ Kalplere sunarız hicran ı aşkı. luğu ve bunların is­ de edilecek nehirle­ Şükret ki ey «Sefa» iman ı aşkı tihlâk ve ihraçların­ rimiz vardır. Biz millî Cananın gözünde !.. dan ibarettir. İstih­ müdafaa; millî ikti­ S . İt. sâlde müessir olan sadiyatımızı nutuk­ dört vasıta vardır'. lar; cemiyetlerle değil 1— El işleri (iptidaî sanatla*); şeeni esaslarla hal ve ikmâl etmek mec­ 2 —Toprak; buriyetindeyiz. Bunun için istihsalimizi medenî bir hâle sokuıak, nehirlerimizi 3— K ııdret (elektrik ve mihaniki kuv­ kabili istifade bir vaziyete getirmek; vetler); madenciliğimizi kazma ve kürek ma­ 4— sermaye... denciliğinden kurtarmaklığımız lâzımdır. Bugün teessürle kaydedebiliriz ki biz Bu günkü harpler, medeniyetlerin, istihsalde henüz el ve kol kuvvetinin cemiyet iktisadiyatının yekdiğeriyle çarâmil olduğu iptidaî iktisat devresinden


Sayı: 11, j~

.~I.~ ~~ ATSIZIMECARJA

"

Sayfa: 263

çarpışmasıdır. Bir ordunun askerî kabili­ bugün İngiliz fabrikalarına ou binlerce İngiliz lirası kıymetinde harp levazımı, yeti ne kadar çok olursa olsun eğer o sün­ tayyare sipariş etmektedir. güsünü biliyeeek taşı, mavzereııini patla­ tacak barutu, askerinin sırtıua ve karnına Toprağımız çok ve iyi mahsul verme­ lâzım olan ıııevaddı kendi millî unsurları mektedir. Biz bunun sebeplerini bularak vasıtasıyla temin ödemezse muvaffakiyeti izale etmeliyiz. Toprağımızın az mahsul tesadüfe bağlıdır. vermesi onunla meşgul olan ellerin ehil Silâhları terketnıe meclislerinin, en­ olmamasından ileri gelmektedir, Yapılan lem as yana kougraMt«»»tftrr-tr-|ttıîiıîîF*j lilDiyevî tahliller billarııııu temenni ve hassa nehir kenarın Atlılar kararları ne olursa : daki topraklarımızın olsun belli bir haki­ I dünyanın en ıminbit Tanrının eligibi kat varsa o da bü­ kara topraklarından flir ufka ufka bağlar. olduğunu göstermek­ tün milletlerin kayıt­ Cehennem seli sız ve şartsız asker­ tedir. Şimşekledir Memleketin her liğe doğru gidişleri­ * dir. tarafı bol sulu nehir­ Gözler ııfka dalınca Memleketlerin bu­ lerle sulanmıştır. Me­ El alılır kılınca günkü temamiyoli sut, cemiyetler; m e­ Yanarak binbir hınca miilkiyeleri ancak or­ denî memleketler için Sinışek; eş ir atlılar. birer refah vasıtası dularının kuvveti ve ★ olan nehirler bizde askerî senaiy ilerin B ir kişneme yer mükemmeliyeti ile yazan hastalık; kışın Aksi dağlarda kalır, ölüm getirmektedir­ kurtulabilir. Bu ha Sanki gökler alçalır, kikatı anlıyım bütün ler. Ş i m ş e k l e ş i r ali dar. Topraplarıuıızın milletler silahlanmak­ * iyi mahsul vermeme­ ta askerleşmektedirAtsızız alımızda, ler; sine gelince bu teşYükseliriz bir hızda. ki Iât noksan lığ ın İşte: Polonya,Fin­ Yalan denen bir kızda ziraat landiya, İtalya, Ro­ dan Şimşckleşir atlılar. manya, Fransa Rus­ esbabının himaye e★ ya. dilmeuıesindeıı ileri Göz kalırsa gelmektedir. Harp muahedele­ Düşerse vatan derde, iş böHiuıü muasırı rinin amansız kayıt­ «Allı» der: «günlerde bulunduğumuz ikti­ ları altında .bağlanan Şimşekleşir sadı ve sınaî ırıüesAlmanya. Bulgaris­ tan; Macaristan da ise solerin inkişâf ve te­ kâmülünde çok mü­ bu askerleşmek ve silâhlanmak arzusu bir hırs hâlini al­ him bir rol oynamıştır. Bizim mektep ve idare müesseselerimize bile henüz girmimıştır. Bizim orduya ve askere ihtiyacı­ yen bu tılsımlı düstûrun ziraat erbabı mız diğer memleketlere nazaran büsbütün arasında mevcudiyetini iddia etmek bil­ başkadır. İsviçre bitaraflığını devletlere mem ne derece doğrudur? îş bölümü tanıtıp ordusunu tamamen lağvedilebiiir. Fakat bizim için buna imkân yoktur. sisteminin muhtelif mtiesseselere tatbiki Ordusuz Türk ye istiklâlsiz bir toprak; bir XIX ve XX inci asırların -muvaffakiyeti hinterlanttır. ııi temin eden hâdiselerinin en mühimini Dünün bitaraf bir devleti olan Belçika olmuştur.


Sayfa: 264

ATSIZ MECMUA

Köylümüz çok acıklı bir vaziyettedir. Köy kanunlarının parlaklığı, kelimelerin güzelliği ve nihayet hüsnü niyetin mev­ cudiyeti kâfi değildir. Köylünün ziraatinde, mesaisinde iş bölümü nedir bilinmez. Köylü otlakta öküzlerini yayar, sapanını biler, yemeğini, evini yapar, divanın örer, tarlasını sürer, buğdayını biçer,ögü dür, kasabaya iner, odun satar, gaz alır, bunlara mümasil binlerce iş yapar. Köy­ lümüzün böyle muhtelif işleri yapmağa meebur oluşu, mesaisinde mtisbet bir iş bölömünün olmaması elde etmiş olduğu neticelerin parlak olmamasına sebep ol­ maktadır. Eğer bir köy halkının bir kısmı yalnız tütün ziraatı ile meşgul olursa bittabi bu köyün tütünü sırasında karpuz, kavun ekip tütün ziraati ile de meşgul olan köyün tütününden çok farklı ve çok nefis olur. Millî istihsalatımızm, millî iktisadiyatımızın belkemiğini teşkil eden mahsulatımızın tekemmülü için ziraatımıza iş bülömü esasını sokup köylünün yapa­ cağı işlerde ona ihtisasî öğreterek çalış­ tırmalıyız. Bu gtinkü demokrat müesselerde (köy­ lü) millî refanııı, millî müdafaanın en canlı bir unsurudur. Muhteşem zaferler temin eden muzaf­ fer orduların atsız kahramanları köylü­ dür. Mîllî servetleri temin eden fert cü-

Sayı: 11

züleri yine köylüdür. Millî müdafaa ka­ dar millî servetimizi korumağa mecburuz. Buda ancak köylünün terfihi ile müm­ kündür. Ziraate müteallik mahsulatımızı fennî ve medenî esaslar dahilinde temin ve ihraç etmeliyiz. Bize para veren müş­ teri : yumurtanın iyisini incirin kurtsuzu­ nu ister. Binaenaleyh ihracatımızda mü­ him bir yekûn teşkil eden ziraî istihsalâtımızı medenî bir hâle ifrağ etmeliyiz. Bunun için Anadoîunun muhtelif mıntakalarında resmî devlet panayırları vü­ cuda getirmeliyiz. Bu panayırlara iştirâk edecek köylü mahsulunu nakilde devlet vasıtalarından istifade etmelidir. Köylüyü panayırlarda misafir edecek yerler temin etm eli: Mıntaka panayırla­ rına iştirâk edecek köy mahsulleri ara­ sında müsabakalar yaparak mükâfatlar vermeliyiz. Köylü mahsulunun tekemmülünde: köylü kafasının bilhassa tesiri vardır. Binaenaleyh köy tedrisatına: genç köylüyü tenvire bilhassa ehemmiyet ver­ meliyiz. Memleketleri kurtaran ordular: Ordu­ lara kuvvet ve hareket veren millî ikti­ satlarıdır. Memleketimizi korumak için millî iktisadı: millî ziraatı; millî hayatı kurtarmak mecburiyetindeyiz. Bunun için; atsız kahramanları! atsız müstahselleri kurtarmaklığımız lâzımdır. * * *

Türk Antropolojisine methal

ııı T ü rk ’Antrop<Vr>jisi ancak Türk köylerinde tetkik olunabilir

Bundan önceki yazılarımızda Türk antropolojisi hakkmdaki neşriyatın esas hatlarından, -bunların yanlış ve hatta za-! rarlı ve kasıtlı cihetlerindan bahsetmiştik. Bunlardan bilhassa E. m aizim

eski Yunanlıların Anadoludaki artıkları ile karışmış melez bir millet olduğumuzu yaygara ile isbata kalkışan îğrenç iddia­ larının mahiyetini göstermiştik. Bu zararlı ve hakikata uyraıyan tet-


Sayı: 11

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 265

kikler arasmdd memleketimizde isbat halk kesafeti içinde iki bini mütecaviz edilmek istenen neşriyattan da bahsetmek mevzu üzerinde aldığımız ölçüler ve bun­ ve onları da bu sıraya katmak isteriz. ların vasatisi, bilhassa kafa endisleri [« Endice cephalique»ler], bizim, yâni üçte Türk antropolojisi tetkikat merkezi biri bugün Anadolu yaylasında yaşıyan namına İstanbulda ve Tıp Fakültemizde Türk milletinin ileri derecede brakiyoseyapılan tetkikatın neticeleri bundan iki yıl önce Milliyet gazetesinde neşredilmiş­ faî olduğunu gösteriyor. Bu ölçülerin tir. Bu tetkikatı yapan Fransız doktoru müfredatını mmtaka ve umum vasatile­ Mösyö Muşe'nin resmini de basan o ga­ rini münasip bir zamanda ve bir broşür zete makalesinde, Türklerin AvrupalI bir halinde neşredeceğiz. Hatta biz Broca cetvelindeki brakiyosefallerden daha çok ırk oldukları ilân ediliyor ve bununla brakiyosefaliz. beraber de bizim dolikosefal, yâni halk Ancak biz kafa endislerimiz hakkında tâbiriyle kavun kafalı olduğumuz söyleni­ yordu; Mesele bu zeki Fransız tarafından bir netice elde etmekle beraber bu tetkiçok cazip bir şekilde ortaya atılmıştı. katm daha ileri gitmesini on binleri aş­ masını ve ondâtı sonra daha esaslı hü­ Evet kafa ölçülerimiz bizim AvrupalI ol­ kümler vermek kabil, olduğunu iddia edi­ duğumuzu gösteriyordu. Şu halde sevin­ meli idik. Avrupalı olduğumuz teşrihi ve yoruz. somatik kat‘î delillerle de isbat edili­ Hatta bu fena kasıtlı ve davalı insan­ yordu. ların bu vadideki yaygaralı nazariyelerini felce uğratmak için bu tetkikatın muka­ Bundan önceki yazılarımızı okuyanlar anlamışlardır ki bu tez bir tuzaktı. Hem yeseli yapılması taraftarıyız. Orada Anade ilim namına kurulmuş bir tuzak. dolnnun etnoğrafik vaziyetine göre mev­ cut yabancı unsurlar ve akalliyetler de Dolikosefal veya Avrupalı olmamız demek, E.Pitlar dhu dediklerini hakikatgörünmeli ve onların hiç de Türk kafasına benzer kafa taşımadıkları gösterilmelidir. olarak kabul etmek ve Yunanlılarla ka­ Şimdiye kadar yaptığımız ve her halde rışmış, Türklükle alâkasını kaybetmiş bu efendilerin neşrettikleri müşahedelerin melez bir millet olduğumuzu kabul etmek birkaç misli olan müşahedelerimiz bu demekti. Halbuki büıün dünya antropo­ hakikati göstermiştir. logları biliyor ki, bizim kafa teşekkıilâtımız bilâkis brakiyosefal, yâni yuvarlak Anadolu Türkünün kafa ölçüleri ve kafalı ırklar sınıfından olduğumuzu gös­ kafa endisi Rumların ve Yunanlıların ölçüsüne hiç benzemiyor. Yukarı sınıf­ termektedir. Dolikosefal olduğumuzu isbat larda ve münevverlerimiz içinde brakiederler veya biz bunu kabul edersek as­ yosefailîkten dolikosefalliğe doğru karış­ lımız olan ve Turanî bir ırk o la n Türk­ mış olanlar varsa da onların ölçüleri de lük veraseti ve Türk tarihi ile alâkamız yine dolikosefal denecek derecede değil­ kalmıyor ve biz daha ziyade Yunanlılar­ dir. Halkımızın ekseriyetine ve köylü dan gelme melez bir millet oluyoruz. Ru­ kütlesine nazaran daha çok karıştıkları humuz buna hissen isyan etmekle bera­ anlaşılıyor. Fakat hiç bir zaman onlarda ber, yaptığımız tetkikat da bunun böyle da bir Rum veya bir Acemdeki endis seolmadığını ve siyasî maksatlarla bu yalan yanlış tetkikatı ilim namına ortaya ata­ falikleri bulmuyoruz. rak bizi avlamak istiyen yabancıların Halkımızın antropolojik vasıflarını tet­ meşum kasıtlı insanlar olduğunu meydana kik sevdasında olan bu yabancılardan ve çıkarıyor. bu yabancıların gölgesinde çalışanlardan bazı ricalarımız vardır. Onları buraya Anadoluda tariben ve halen Türk ola­ sıralıyaeağız: rak tanınmış mıntaka ve aşiretlerde ve


Sayffi ■ 26O

ATSIZ MECMUA

1 .. . Bir millet hakkında ahkâm çıka­ rılacak antropolojik tetkikat şehirlerde ve bilhassa fstanbulda hiç yapılamaz. Çiinkü şehirler, etnografya ve antropo­ loji bakımından tam manası ile bir melez mihraktır. Bunların içinden bir ırkın ölçülerini çıkartmak imkânsızdır. 2. . . Şehir mezarlıklarından çıkarılan mahdut kafa tasları üzerinde yapılacak tetkikat, ve alınacak neticeler ise ancak teşrihi kıymeti haiz olabilir. Bunlar bi­ zim antropolojimiz hakkında bir şey gös­ termez ve ifade edemezler. Çünkü hangi milletten bir ölüye âit olduklarını ve da­ ha doğru tâbir ile hangi ırka mensup ol­ duklarını tâyin kabil olsa da hunların ölçüsünden heniiz tetkik edilmemiş bir ırkın ölçüleri çıkarılamaz, ne verasetleri malûmdur, ne dc bu tetkikatı ileri gö­ türmek için bütün mezarlığı alt üst etmek kabildir. Nihayet bunlar da toprak altın­ da bir şehir demekiir. 3 .. . Memleketimizde bu tetkikat as­ ker arasında da yapılamaz. Filhakika yabancı ve yerli antropologlar bu vazi­ yetten kolayca ve boibol istifade etmek istiyor ve devletin hüsnüniyetinden isti­ fade ederek alaylardaki askerleri ölçüp, tetkikat neticelerini tlâıı ediyorlar. Bu yol da kolay, fakat mahzurludur. Çünkü alaylar da şehirlere benzer, memleketin muhtelif yerlerinden geUniş. karışık un­ surlar bulunabilir. Bunların ölçüsünden alınacak neticeler bir ırkın değil ancak birkaç yiiz karışık insanın vasatilerini gösterebilir. Böyle ölçü toplanmak istenirse, her fertten Etnografik Anamues toplamak ve kaydederek vasatileri bunlara göre gıırupInııdırrnak ve ayrı ayrı toplamak lâzımdır. rı ... Antropolojik tetkikat ancak köy­ lerde yapılır. Bunların da kaç yıllık ol­ duğu, atalarının nereden geldiği, aşiret bayatı yaşamışlarsa hangi aşiretten olduk­ ları. en çok kimlerle temas ettikleri ve kimlerden kız alıp verdikleri tarihî ve hukukî usullerle tesbit edilir ve bunlar tesbit edildikten sonra ölçüler toplanır.

_____

Sayı: 11

Aynı ırktan olduklarına kanaat hasıl olan köy ölçüleri kazalara göre guruplatıdınlır. Sonunda kazalar da kaydı ihti­ yatla ve inceden inceye tahkikatla ölçü­ lür. Bu kazalarda vilâyetler hâlinde guruplandırılır. Ayrı ayrı vasatileri alınır. Bu vasatilerin bir kıymeti olmaya başlar. Yoksa her gelişi güzel yerde birkaç, yiiz kişi ölçmekle Türk antropolojisi tetkik edilmiş olmaz ve bilhassa bn mahdut öl­ çülerden bir milletin siyasî hayatına kasdeden umumî hükümler hiç. çıkarılamaz. Biraz da Tiirk Antropoloji mecmu­ asının son nüshalarında Anadolu ve Ru­ meli Türklerini ölçerek farklar bulup gösteren Dr. Şevket Aziz beyin tınclan bahsetmek isteriz. Henüz antropolojik şahsiyetimizi ka­ tiyetle tesbit edecek neticeler alınmamış ve bu yokla biiytik rakkamlar neşredil­ memiş olduğu halde bu zat daha ileri giderek Anadolu ve Rumeli Tıirkleri arasında endis sefalik farkları bulacak kadar ileri gitmiştir. Anadolu Türkü için 84 küsur olarak gösterdikleri endis se­ falik brakiyosefalliğe yakın bir ölçii ise ele halkımızın endisleri asgarî olarak 85 den yukarıdır. Bu neticeler bile kat’î değil iken iki komşu yurt arasındaki Tiirkler arasında fark bulup çıkarmaya ve görtermeye çalışmak en hafif manasıyla'zararlı bir gaflettir Bu asırda ve bu zamanda böyle siyasî neticeler verecek, uzak ve yakın ihtilâf­ lar yapabilecek İlmî tetkikatın bir gaflet veya bir maksatsız mesai olacağına inan­ makla beraber bu zatı intibaha davet, ederiz. Adından Tiirk olduğunu anladığı­ mız ve halen Mösyö yanında antropoloji müderris muavini olduğunu öğrendiğimiz bu zatın balkan konferan­ sına müşterek ölçüler taharrisi teklifini yapmadan önce, Anadoluyu köy köy ve karış karış dolaşması ve yıllarca ölçüleri toplayıp gnruplaııdmlıktan sonra alacağı hakikuta yakın neticeleri neşretmesi lâ­ zımdır ki, milletimize faydalı ve hiç de­


Sayı: 11

ATSIZ MECMUA

ğilse milletimize zararsız mesai sarfettiğine inanalım. Aksi takdirde ba zatın tetkikatmda da Mösyö Muşenin ve dolayısıyla E.Pit-

Sayfa: 267

tard'm tesiri olduyuııu kabul etmek za­ rureti hasıl olacaktır.

Ahm et R ıza

Yaşamak sanatı *

Toplıyan ve yazan :

l)r* A hm et T6CJİII

1... Paraya, s e rve te ve satışa dair İhtiyar ve kurnaz bir adam diyor ki: «Kazandığın para ile, sarfettiğiıı para arasındaki fark, seni zengin veya fakir yapar.» Bu söze inanınız!, çiinkü denenmiş ve doğru bir sözdür.. Filhakika cehit sarfetmeden kolayca zengin olmak için T a s a r r u f birinci şarttır. Bu sayede istikbal için para top­ lanmış olur. Küçük tasarruflardan büyük servetler doğacağını unutıııayiniz. Acı, fakat doğru bir darbımesel var­ dır: «Sefalet kapıdan girerse, aşj^ pence­ reden kaçar.» Eşi ve çocukları gıdasız ve elbisesiz kalan, hasta yatan yavrusuna Doktor bulamayıp tesellisiz kalan ve ilâç alamıyan bir babanın vaziyeti ııc kadar feci­ dir. Onun için eşine vo yavrularına ufak bir istirahat veya lüzumlu bir teptilâva için lâzım gelecek parayı vaktile vc ilk olarak hazırlamak lâzımdır. Parayı i s t i f yapmak için tasarruf etmek de bir nevi sefalettir. Şahsi h ii r r i y e t ve istiklâli ezdir­ memek için tasarruf yapmak şarttır. Böyle bir gaye uğrunda da zevklerden fedakârlık etmek lâzım ve zaruridir. Çünkü, borçlu bir adaın, gönüllü bir esir demek­ tir. Bir masraf defteri tutarak oraya en

küçük masrafları bile kaydetmenizi tav­ siye etmem. Fakat paranızı nerelere sarf ettiğinizi ve almak istediğiniz şeylerin kıymetini bilmeniz lâzımdır. Her kini ki, cebindeki paranın mik­ tarını daima bilir vc alacağı şeyin kıy­ metini de daima takdir edebilirse D e l i c e masraf yapmıyacaktır. Kim ki, serveritıi ve onu kazandıra­ cak vasıtaları darmadağın ediyorsa, İçti­ maî mevkii ne olursa olsun gözü kapalı ve düşüncesiz bir adanı demektir. Çiinkü, sağlam kalalı hiç bir insan sefahet yaparak kendinin ve milleti­ nin sefalet ve harabiyetiııi kendi eliyle hazırhyacak kadar B u d a 1 a değildir. İliç bir zaman ve asla mevcut para­ nızdan fazla masraf yapmayınız. Her sene pek az olsa da bir miktar parayı bir köşeye koymanız lâzımdır. Bu damlalar göl olur. Hep bir araya gelir, bu küçük gölleri birleştirirseniz D e ıı i z yaparsınız. Millî .servetlerin doğuşu böylodir. Katiyen borca girmeyiniz. Bir adam diyor ki: Beş yiiz kuruşunuz var. Dört yüz dok­ san dokuz kuruş sarfediniz. Netice ne dir?,.. S a a d e t . Beş yüz kuruşunuz var. Beş yüz bir kuruş sarfediniz. Netice nedir?.. S e f a l e t . Bu söz komik bir adanı tarafından söy­ lenmiş bir hakikat olduğu için kıymeti az değildir..


Sayfa: 268

ATSIZ MECMUA

Sayı: 11

Borçların hakikî bir esaret olduğunu me etmekten çekinir ve bir arkadaş kay­ daha fazla söylemek zaittir. bedersiniz. Mamafih servetiniz nisbetinde Borç ile ömür sürenlerin hayatı elemle alicenap bir hisle veriniz. Fakat paranın doludur. geri geleceğini beklemeyiniz. Tecrübeli bir adam olarak tanınmış Eğer parayı güç kazanıyorsanız asla bir İngiliz şunu söylüyor: Açlık, soğuk, cesaretiniz kırılmasın. En uzun t geceleri yıpratıcı çalışma, ilh.. bunların hepsi bile bir gündüzün takıp sdeceğini unutıtahammül edilmez şeylerdir. Fakat borç mayınız. sahibi olmak, bunların hepsinden fenadır. Bununla beraber, tali size gülmeye Çünkü E s a ­ AAAAAAAAAAAAAAAAA4AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA başlayınca müs­ < rif olmayınız. rettir. 4 ► Uyan ► Eğer beş ku­ 44 Şansın dai­ ► ruştan başka bir 44 — Eski Ramazanları yad — ► ► ma devanı ede4 şeyiniz yoksa, 4 ceciğini bekle­ meyin ve iste­ bir avuç Mısır 44 Kapınız gurbetlerden kendine çeldi beni; ► Uyan cici bebeğim, nazlı sevgilim, uyan! ► meyiniz. Çünkü, buğdayı satın alı­ 44 ► O ateşten bakışlar öldürecekti beni...... 4 ► birazda başka­ nız. Kavurunuz 4 ► ► larına gün gös­ ye yiyiniz. Fa­ 44 Uyau cici bebeğim, nazlı sevgilim u ya n ! ► ► termek için siz-, kat kimseyp on 44 ★ ► 4 ► den gidecektir. para borcunuz 4 Benim için dünyada saadet yok nuı bilmem. ► ► İnce, kalem kaşların alev nü, ok mıı bilm em ! Birçok kim­ bulunmasın.» : ► ► seler daha muKobdeıı, dün­ ◄◄ Bu aşktan çekeceğim daha da çok mu bilm em ! ► ► ◄ ya iki sııııf üze­ ◄ Uyan cici bebeğim, nazlı sevgilim, u y a n ! ► v affaki yetlerin ► başında sarhoş ◄ rine taksim ol­ ◄ * ► ► olur ve kendi­ muştur der. Bir ◄ Benim kalbim kucaklar derilerin derinini, ► ◄ ► sefahet • kısmı paralarını At ey güzel Aşk için, Allah için kinini... ► lerini ► içinde harap ol­ iktisat edenler, Seni Ferhat görseydi neylerdi Şirinini? ► maya terkederdiğerleri de mev­ Uyan cici bebeğim■ nazlı sevgilim, u y a n ! ► ler. Bunlar ka­ cutlarını sarf * ► 4 ► edenlerdir. Bü­ <1 Rengin solgun pembedir evvelce gülsen miydin? > zançlarını kay­ betmeye mah­ tün büyük eser­ 4 Söyle, ben ağladıkça yaslı nuydın şen m iydin? ◄ ◄ lerle, medeniyet ◄ Dün iki Ay görmüştünı, yoksa biri sen m iydin? ► kûmdur. ► Zengin ol­ ve saadeti te­ ◄ Uyan cici bebeğim, nazlı sevgilim u y a n ! ► 4 ► mak için acele min eden şeyler ◄ 4 H ikm et T uğrul 4 etmeyiniz. Hele muktesitlerin eparam yok di­ serleridir. Mev­ ye hiç mustarip olmayınız. Borcunuz cutlarını harap edenler de onların esiri yoksa sevininiz. Tasarrufa alışınız. Kü­ olmuştur. çük varidatınızı kullanmasını öğreniniz. Bununla beraber halkın sırtından ça­ Zengin olmayı bekleyiniz. lınmış servetler bulunduğunu ve buluna­ Yer yüzünde büyük servet temin eden cağını unutmayınız. Sizin.servetiniz böyle pekaz kimse mevcutsa, bunların hemen hırsız ve katil bir servet olmasın. hepsi hayatlarını muntazam bir çalışma işlerinizde ödünç ne para alınız, ne de ve iktisat ile kazanmışlardır. veriniz. Nihayet bunu pek müstesna hal­ Böyle bir insan olabilirseniz zengin lere hasrediniz. Çünkü verdiğiniz parayı olmanız mukadderdir. bir daha elde etmeniz şüphelidir. Sonra da Bize daima servetin hırsız ve ahlâksız size borçlu olan insanla samimiyetini ida­


Sayı: 11

ATSIZ MECMUA

kazançlarla teinin edildiğini şöylerler. Böyle servetler yok değildir. Fakat ser­ vetlerin lıepsi de böyle değildir. Netekim, İçtimaî ve İktisadî şeraitin bozukluğundan fakir düşen mâsum insanlar vardır. Fakat ekseriya zaruret düşüncesiz bir israfın neticesidir. Hakiki fakirler hiç bir şeyi olmayanlar değil, ancak duydukları ve istedikleri

Sayfa: 269

ihtiyaçların çoğuna malik olmıyanlardır. Esir olmak istemiyorsanız, borç etme­ yiniz. Refah içinde yaşamak istiyorsanız, tasarruf ediniz. Zengin olmaya niyetiniz varsa, büyük servetleri sevk ve idare edebilecek şekilde yetişiniz. Bir Piyango gibi gelen servetlere ve şarlatanlıkla, ele geçen kârlara aldanmayınız. Onları çabuk kaybedeceksiniz.

Türklerde ailenin tekâmülü ve bunda 44kadın „ 3 — İslâm m e d e n iy eti d e v rin d e aile 920 Tarihinde Bulgar Türklerinin ve 940 taıihiıide Türkistan Türklerinden 200,000 çadır halkının islâmiyeti kabulü ile Tiirkler İslâm medeniyeti dairesine girmiş oldular. Tiirklerin- İslâmiyeti ka­ bulü, başka milletlerin kabulü gibi olma­ dı. Başka milletler ekseriya kılıç kuvve­ tiyle İslâmiyeti kabul etmişlerdi. T ü rle r ise İktisadî menfaatler dolayısıyla Islâm oldular. Fakat Tiirklerin kabul ettiği İs­ lâmiyet halis İslâmiyet değildi. Evvelce Şamanî Budist, Zerdüştî ve Manihaî mez­ heplerinde olan Tiirkler, İslâmiyet şiarı altında eski dinlerinin peic çok anasırını saklamak şartıyla zahiren Müslüman ol­ dular. Fakat eski din ve medeniyetlerinin ananatını okadar kuvvetle sakladılar ki, bıığüıı bile İslâm âdet ve hurafeleri sandı­ ğımız bazı âdet ve ananelerin Şamanizm, Budizm veya Manihaizmden kaldığı yeni Etnoğrafya tetkikleriyle meydana çıkmak­ tadır. Binaenaleyh, Tiirkler Islâm medeni­ yeti dairesine girmekle eski âdetlerini unutmuş olmadılar. Fakat diğer taraftan kuvvetli Islâm kültürü ve İranın Tiirkler tarafından istilâsı ile müessir olan eski Iran tesiri de en büyük müslüman millet

olan ve onun hâkimi bulunan Tiirkler üzerinde tesirsiz kalmadı. Netekim, Türk hükümdarlarının ve büyüklerinin isimle­ rinde bile bu tesiri görmek kabildir. Işlâmiyetin ilk zamanlarında, meselâ Karahaıılılar sülâlesinin hakimiyeti zamanında hükümdar ve Prens isimlerinin büyük, bir kısım Türkçe olduğu halde yavaş, yavaş Arapça ve Acemce isimler çoğalır ve nF hayet hepimizin bildiğimiz gibi Türkçe isimlerden eser kalmaz. Deraekki, Islâm Kiiltiirü Türkler «ara­ sına yavaş yavaş girdi. Fakat eski Türk medenî ve millî âdetleriyle yuğruldıı. Şurasını da unutmamak lâzımdır ki, bu tesir daima sathî kalmış, yâni asıl halk kütlesine hiç bir zaman tamamile nufuz edememiştir. Islârniyetten sonraki Türk ailesini rniitalea ederken en büyük malûmatımızı bugün mevcut olan şekillerden alacağız. Ştırast malûm ve muhakkaktır ki, Tüfk kavunları ve bilhassa Türk menler, Kırgızlar. Kazaklar gibi göçebe olanları, bu on asır zarfında pekâz değişmişlerdir. Za­ ten bugünkü aile unsurlarından hangile­ rinin Türk ve Islâm, hangilerinin de ya-


Sayfa: 270

ATSIZ MECMUA

batıcı olduğunu tefrik’ etmek kabil oldu­ ğundan işimiz nisbeten kolaylaşıyor de­ rnektir. Isİâmiyettan sonraki Türk ailesi, İslâmî aile ile, Türk ailesinin ve Iranın Pederşahî ailesinin kendine mahsus bir terkibini gösterir. Bunlardan: jf... İslâmî aile... Cahiliyet dev­ rindeki Arap ailesinin mütekâmil bir şek­ lidir. Cahiliyet devrindeki Arap ailesi «Ehil ve Ayal» namında iki dereceden mürekkepti. Mamafih bu devirde Senliye ve kan davası vardı. Bir evde oturan dede, amca zadeler ve kardeşlerle bunla­ rın zevcelerine Ehil derlerdi. Ayal de zevç, zevce ve çocuklardan mürekkep bir hey’etti. Bu devirde köle­ ler de mensup bulundukları ailenin ferdi sayılırlardı. Hatta azat edilse bile yine o aileden addolunurdu. Bu nevi ailede taaddüdü zevecat, cariye istifraşı ve mirasta erkeğin kadına faikiyeti usulleri vardı. Islâmiyetten sonra ise, taaddüdü zevecat bir muayyen hadde indirildi. Bir erkeğin dörtten fazla kadın alması menolundu. Mamafih mirasta erkek, kadının iki mislini alıyordu. Fakat İslâmiyet er­ kekle kadın arasında ahlâkî bir müsavat kabul ediyordu. Hatta Peygamber «ka­ dınlar erkeklerin diğer yarısıdır» mealin­ de bir Hadis söylemişti ki, zevç ile zev­ cenin ailede müsavi olduğunu ima eder[l]. • İslâmiyet Arap ailesinde bunlardan başka yenilikler de yaptı. Bunları burada uzun uzadıya sayacak değilim. Yalnız şunu söyliyeceğim. Cahiliyet devrinde Arap ailesi Pederşahî olduğu için, baba kızını istediğine verebilirdi. Yahut iki erkek zevcelerini değiştirebilirlerdi. İslâ­ miyet bu âdetleri kaldırdı. Kadının rıza­ sıyla öimıyan nikâhı tanımadığı gibi, ni­ kâha bir kudsiyet verdi [2].

2...Iranın Pederşahî ailesi... Kadının ailedeki mevkiinin hakir olması ne İslâmî ailede ve ut. de Türk ailesinde yoktur. Bu âdet Türklere, üzerlerinde hâ­ il) Gök Alp, yeni Mecımıa, cilt 1, S.22J-223. [2] Gök Alp, yeni Mecmua, cilt 1, S. 241-

Sayı: 11

kim oldukları Irandan geçmiştir. Iranın millî dini, Zerdüşt dinidir. Zer­ düşt dini kadını gayrı tâhir addediyordu. Hatta kadınla evlenmemek dinin (Ruha­ nîlere mahsus) esasatmdan biri idi. Şerir ruhlar, fenalık mabutları da kadın şek­ linde tasavvur olunuyordu. [1]. Hatta Iran destanına göre asırlarca siiren Iran-Turan muharebeleri de bir kadının fenalığı yüzünden çıkmıştır. Mi­ lâdî 11 inci asırda Selçukîler Kâşgardan Adalar Denizine kadar bütün İslâm âle­ mini de Tiirk hakimiyeti altına soktukları zaman onların büyük Veziri îranlı Nizâm iil-Mülk idi. Bu adam «Siyasetnâme» adıyla yazdığı büyük eserinde 42 nci faslı kadınlardan gelecek olan şerlere tah­ sis etmiştir. Hiç şüphesiz ki, Türk âlemi ve bilhassa garp Türklüğü, yani Türkiye bundan fazla miktarda müteessir oldu. 1070 1071 yıllarında yazılan ve Türk İçtimaî hayatına ait büyük ve geniş ma­ lûmat veren Kutadgu-Bilik namındaki Klâsik manzum eserin de bunun tesiriyle kadınların evde kapatılmaya lâyik ve fe­ nalıkların menbaı .bir mahlûk olarak tas^ vir edildiğini görüyoruz.

3 .. Yukarda anlattığımız eski Tıiık ailesi... Artık şimdi doğrudan doğruya, Tiirk ler İslâm medeniyeti dairesinde iken Türk ailesinin nasıl olduğuna geçebiliriz. 11 inci asırda Efganistanda ve Hindistanda hâkim bir Türk sülâlesi olâıı, mamafih medeniyet itibariyla acemleşmiş olan Gazııevîlerden. Sultan Mes'ûd Türkistanın Karahanlı hükümdar sülSlesİDe mensup bir kızla evlendiği zaman ziifaf gecesi kızın Sultan Mes’ûda Tiirk âdetitince bir tekme vuıduğunuu Dîvân-i Lü­ gat üt-Tiirk müellifi bize söylüyor [2j. Bu garip âdet bize 11-12 nci asırlar­ da adede Türklerin eski ananatlarına ne kadar bağlı kaldığım vazihan gösterebilir. Çünkü Karahanlılar medenî bir sülâle [1] Gök Alp. [2] .. Z

'İ*t.‘ Mecmua, cilt Beyin notları.


Sayı: 11

ATSIZ MECMUA

îdi ve oldukça îraıı tesirinde kalmışlardı. Buna rağmen onların arasında bile millî Türk âdetlerinin devamı asıl Türk halkı­ nın her halde bu zamanda eski Türk âdet ve ananelerine tamamen denecek kadar sadık kaldıkların gösterse gerektir. Erkeğin iiveyanayı almak âdeti son Selçukîlerde de olmuştur.Selçukîlerden Sultan Mes'ûd bunun için İlhanlIlara kaçmıştır. Fakat Türklerin ailede kablelisîâm âdetlerine sadık kaldıklarına dair bu, ye­ gâne misal değildir. Diğer birçok misal­ leri de bize 14 üncü asırda Ttirk memle­ ketlerini gezmiş olan İbn Batûta veriyor. Ibu Batûta Ânadoluda . ezerken kadın­ ların örtünmediklerini ve erkeklerle serbesçe konuştuklarını haber veriyor. Keza Anadoluda bazı şehirlerde Türk kadınla­ rının vali sıfatıyla devle;, işlerinde de büyük mevkiler işgal ettikleridi söylüyor. Halbuki Ttirklerde devlet işlerinde kadın larııı nasıl bir mevki işgal ettiğini ve ailede olduğu gibi devlot hukukunda da erkeklerle müsavi olduğunu yukarda gör­ müştük. Demekki bu âdet .14 üncü asır­ da hâlâ vardı. «İznik»te Orhan Gazinin zevcesinin askere kumanda etmesi de bu âdetin Osmanlı Türklerinde de devamım gösterir. İbn Batûta îlhanlılar Devletin­ den bahsederken kadınların Türkler ve Tatarlar nezdinde pek muhterem olduğu­ nu ve bir emirname yazıldığı zaman «Ha­ kan ve Hatunun emriyle» ibaresi ile ya zıldığıni söyler. Demekki milâttan evvel üçüncü . asırda Hıyong-Nu’larda olan bu âdet 17 asır sonra dahi kaybolmamıştı. Bu âdet anavatandan ayrı diişen Türk lerde de, meselâ Mısır Kölemenlerinde de, göze çarpar. Bu hâl yalnız Anadolu ve Iran Türk­ lerinde değil, Kıpçak sahasmdada böyle idî. ibn Batûta: «burada acip bir hâl meşhudum oldu ki o da Türkler indinde kadınların tâzirae mazhar olmasıdır. Bun­ ların mevki ve mertebesi erkeklerin fevkindedir» diyerek bize kıymettar malû­ mat veriyor, ve Türk ailesi hakkmdaki malûmatımızı itmam ediyor.

Sayfa: 271

Kıpçak sahasındaki «Altın Ordu» dev­ letinde hanların ve beylerin birden fazla zevceleri bulunuyordu. Fakat herbiri ay­ nı hürmeti görüyordu. Hatta «Özbek Han» m, hatunlarından her birinin yanına on­ ların müsadesiyle gittiğini İbn Batûta kaydeder. Yine oıı dördüncü asırda «Kutb» isim­ li meşhur bir Türk şairinin «Hüsrev ve Şirin» gibi bir aşk hikâyesini «Tinibek Han» m güzel ve âlim zevcesine ithaf etmesi de Ttirklerin, kadınlar hakkmda­ ki ganiş ve ihtiramkâr nazarlarına ayrı bir delildir. İslâmiyetten evvelki devirde Türkler çocuklarını nasıl milletin faydasına yarar bir şekilde, yani askerî tarzda terbiye ediyorlar idiyse İslâmî devirde de bu şe­ kilde terbiye ettiklerine dair kayıtlar var­ dır. Meselâ: «Aksak Teımir» zamanında hanedana mensup çocukların terbiyesine büyük bir itina edildiğini, annenin daha çocuğunu doğurmadan evvel tecrit olu­ narak sıhatine dikkat olunduğunu ve ço­ cuğun doğar doğmaz annesinden ayrıla­ rak «Ata Bek» denilen asilzade miirebbîlorle hususî siitnineler elinde yetiştiğini ve terbiyesine çok ihtimam olunduğunu Profesör Barthold «Uluğ Bey ve zamanı» atlı eserinde söylüyor [Bu eser Türkiyat Enstitüsü tarafındrn türkçeye çevrilerek neşrolunmuştur]. Yine bu eserden öğren­ diğimize göre çocuklar pek gençken ev­ lendiriyorlardı. Meselâ «Temür» zafer şenlikleri yaparken yaşlan 9-17 olan beş torununun da düğünlerini yaptırmış­ tı. Fakat hükümdar aileleri arasında dai­ ma taaddüdü zevcatııı olması, İslâm me­ deniyetinin yukarı sınıflara olan tesirin­ den ileri gelse gerektir. Halbuki Rusyadaki Türkmenler koyu ve müteassıp süıınî oldukları halde ta mamile eski Türk türesine sadık kalmışlar­ dır. Bir kere aralarında ücretle müstah­ dem hizmetçi yoktur. Esirleri satarlar ve ancak Türkmenlerle evlenirler. Herkes her işini kendi yaptığı için aralarında büyük bir demokrasi vardır. Tabii her


Sayfa: 272

ATSIZ MECMUA

işte bu kadar demokrat olan Türk men­ ler ailede de aynı müsavatı gösterirler Dinin birden fazla zevce almaya müsait olmasına rağmen Türk menlerde teadüdü zevcat yoktur. Hatta buna karşı Türkmenler bir çare bulmuşlardır. O da erke­ ğin vereceği ağırlığın gayet yüksek olma­ sıdır.

Sayı: 11

Türk menlerden daha medenî olan ve İslâm tesirine daha çok maruz kalan Özbeklerde ise taadüdü zevcat olmakla be­ raber Türkmeıılerde olduğu gibi erkeğin ana cihtinden de Özbek olmasına ehemmi­ yet verilmez. İstanbnl Kız Lisesi felsefe sitajiyeri

M elıımre Nihâi

Urfa’nm musiki tarihindeki mevkii R e h a v î m a k a m la rı Prof. Dr.Köprülüzade I'ııal beyin Osmanlı medeniyetindeki Bizans tesirlerinin Anadoluda yerleşmemizden daha evvelki asırlarda [Bizans medeniyetinin şevketli devirlerinde! cereyan ettiğini ispat eden son tetkiki, Prof. Viklor in orta Asyadaki Hiristiyanlık tesirlerini musikici gözüyle tekit eden son neşriyatı,, ve diğer bir iki yazı, bugün ortaya attığım t.akriplerle bir parça daha aydınlanacaktır. Tet­ kiklerim neticesinde şahsen şuna kanaat hasıl ettim ki, orta Asyada Büyük İsken­ der devri arkas.ndan vukua gelen Yunan musiki tesirlerini, ilk Milât asırlarında, bir de «Kilise musikisinin tesirleri devre­ si» takip etmiş, ve bu tesir cereyanının atıa uıenbaı Urfa şehiri olmuştur. İlk Su­ riye kilise musikilerinin ve dolayısıyla Garp kilise musikisiriin-menşeide bu şehir olduğu düşünülürse, mevzuun ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Bu ehemmiyetli dev­ renin hatırasını Klâsik şark musikisinin “rehavî„ meka,mlarında ayrıca yaşar görmüyornıuyuz ? Istanbuldan sonra uzak mu­ siki mazisi eh iyi bilinen Anadolu şehiri Urfadır: İstanbul ile Trabzon gibi, Urfada da Türk ve Hiristiyam olarak iki türlü musiki - son zamanlara kadar yan yana yaşamıştır: Türk san’atmm diğerini Türk­

leştirdiğinden [ İçtimaî ve kemtnî sebepler dolayısıyla] emin olarak mevzuu genişlet­ meğe çalışalım. *** Garplı müelliflere göre Urla'mıı ; en eski ismi Rohais idi: (U r), yahut (Ur-iil Güldaneyn) buradan gelir. Şehiri Antiohus VIII zamanında Arap hükümdarı Orhoi - bar Şevye zaptetmîşmiş. Arap müellifler de Rehâ ismini bazı Arap eşhasın isim­ lerine bağlanmakta, ayni ismi taşıyan bir de cenubî Arabistan Kabilesinden bahset­ mektedirler [l].U rfa isminin aslini vücu­ da getiren arapça llrhua ve Rehâ’mn «Kaili- roohe» den geldiğini de yazarlar ki bu yunanca kelimenin manası «güzel akar su!» demektir: gûya, İskender'in as­ kerleri Urfanın akar suyunu beğenerek bu esatiri ismi ona da bahşetmişler; Kalliroohe, çeşmeleri temsil eden müteaddit Yu­ nan perilerini ifade adiyordu, ve, biri Atiııada, diğeri Filistinde bulunan iki su menbama daha izafe edilmişti. Aynı Yu­ nanlılar ,Urfaya yine teşbih tarikiyle Edessa adını da vermişlerdi. Büyük Türk sey[11 Şu hususta., Yaqut Haıtıeviye ve Ka­ mus tercümesine bakinizi R elıâ ismini ilk U rfa şekline çevirenler şe­ hirde ve etrafında yerleşen Türk ve Türkmehler olmuştur. •;


Sayı: 11

ATSIZ MECMUA

y.ahı Evliya Çelebi, şüphesiz ki eski Rum­ ca kitaplara istinatla diyor ki: Ruha »R eha tûfân-ı Nuhdan sonra bina olunan kadım şehirlerin biri de bu ITrfa ,olub Semııt kavminden Ruhay nâm bir melikin binasıdır. Bâdehu, Neıııûd, bu­ ranın ab ve havasından haz idüb, muam­ mer oldukça iilûhiyet iddiasında buluna­ rak tamam iki yüz sene bu şehirde şâirin olub hazreti îbrahimi bu şehirde ateşi Nemrûda ilka ettirmiştir. Hazreti İsa, bu­ ralar Kayser’in zîr-i idaresinde iken seyyahate geliib bir dire enmiş, anııı için.bura­ ya (diri Mesih) derler. . » . İlerde ihtiyacımız olacağı için isminin menşei maddesinde bu kadar İsrar ettiği­ miz Urfa, Hristiyanlıktaıı evvel Benî İs­ rail kültürü ile musikisine sahne olmuş, ilk hiristiyanlık asırlarında ise yüzlerce kilise ve manastırlarla dolarak Nasturilik gibi bir iki mezhebin menşe ve merkezi olmuştu. Ciemant Huart’in dediği gibi: «Fırat ile Dicle vadisiııinin hıristiyanlaşması haraketi Edessa’dan çıkmıştır. Sâsânîler hükümeti, uzun zaman, İmparatorlu­ ğunun hudutları dahilinde hıriştiyanların mevcudiyetinde hiç bir tehlike görmemiş­ ti. » (lj. Musiki ise, kilisenin ayrılmaz propaganda, unsuru değil midir ? . . . Buraya kadarkı malûmattan, Reha tes­ miyesinin mazisi Milâttan evvelki asırla­ ra, Urfa hıristiyaıı kültürünün İrandaki intişarı hadiselerinin ise Sâsânîler devrine (Milâdî III ilâ VI inci asırlara) çıktığını anlarız. Bakiyeleri el’au Aşyanm Türkmenistan ve Gürgeııç [2] havalisinde yaşıyan Asyaî Organımı san’atmın Nasturîlik ile olan alâkasından, . kadim İran Erganon /fotolarından .geçen nüshalarımızda bahs­ etmiştim ki cümlesinin Edessa kültürüne mensubiyetini kabule mecburuz. Gürcıstana hıristiyanlığı ilk götüren rahiplerin Sury.eli olduklarını biliyoruz: şu halde orada el’an yaşıyan bir nevi organum san’atmın [1J G. Hqart «La Perse Antique» p.230 Paris 1925 [2] Gtirgânç ( Ergun ) şehiri Metrepolitiik merkezi idi.

Sayfa: 273

da Edessa’dan gitmiş olması lâzım gelir. Edessa’nm Bizans ve garptaki musiki te­ sirleri hakkında söz söylemek bize düş­ mez. Benî İsrail musikisi, hareketin baş­ langıcı olmuştur [lj.

tik H ıristiyanlık asırlarında: Garplı musiki müverrihlerinin kadim hiristiyanî vesikalara bakarak verdikleri izahata göre, Urfa [ ve dolayısıyla bütün Suriye ] kilise musikilerinin banileri Bardesan ile Saint - Ephrem ismindeki iki ma­ ruf papastır. İkisi de şair, musikişinas ve ayrı ayrı mezhepler kurmuş maruf din müşritleridirler. Bardesanes [ veya, Bardesane], Urfada, milâdî 156 dan bir iki sene evvel doğmuştur. Suriye kilisesinde kullanılan sürvanîce ünhymnes) ( lerin ilk müellifidir Abulfaraj’m Arap sülâleleri tarihîne bakı­ larak Arapça isminin Ebn Disanıı olduğu sanılmaktadır. Bardesaıı ismi ile yazanlar S. Efrem, S. Epifan, Porfir, Nisefor, öseb. ve diğer bazı rum müelliflerdir. Tesis et­ tiği mezhep siliklerine der­ ler. S. Efrem’in verdiği izahat şunlardır: «Bardesaıı, Suriyeliler arasında ilk yazıp bunları melodilere rabteden zattır. Dâvud’n takliden yiiz elli veya mezamir bestelemişti.. . Diğer bir iki yerde ise bıı mezâmîriıı şehevî ve kadınca nağmeleri ile gençliğin hislerini uyuştur­ duğundan şikâyet eder. . . Şu halde.. Sozonıeıı ile Theodor,uıı, Kilise tarihinden bâhis eserlerinde Bardesan’m oğlu oldu­ ğunu söyledikleri Harmonius namzetiıı [ ?! ] Suriyeliler arasında ilk İlâhî bestekârlığı yaptığını yazmaları yanlıştır. Saint - Efrem’e gelince, 378 tarihlerin­ de, henüz genç bir yaşta ve Edessa diyakosu olarak öldü. Mezopotamyada vaki Nisib şehirinde fakir ana babadan dün­ yaya gelmişti. 376 parça siiryaniee ilâlıî [1] Yunan Reha (Eybele) âyini Fenikede de yayılmıştır (Curetes)denilen rahipleri 9 tane olur­ du. Hususî cengeverane dansları, musikileri var­ dı. Hıristiyan merasimine geçmiş olmasına ihtimal veriliyor..


Sayı: İ l

ATSIZ MECMÜA

* y.ahı Evliya Çelebi, şüphesiz ki eski Rum­ ca kitaplara istinatla diyor ki: Bııha - Reha» tûfâıı-ı Nuhdan sonra bina olunan kadım şehirlerin biri de bu lîrfa ,olub Semut kavminden Ruhay nâm bir melikin binâsıdjr. Bâdehu, Nemûd, bu­ ranın ab ve havasından haz idüb, muam­ mer oldukça ülûhiyet iddiasında buluna­ rak tamam iki yüz sene bu şehirde sairin olub hazreti İbrahim! bu şehirde ateşi Nemrûda ilka ettirmiştir. Hazreti îsâ, bu­ ralar Kayser’in zîr-i idaresinde iken seyyahate geliib bir dîre enmiş, anın için.bura­ ya ( diri Mesih) derler . . » . İlerde ihtiyacımız olacağı için isminin menşei maddesinde bu kadar İsrar ettiği­ miz Urfa, Hristiyanlıktaıı evvel Beni İs­ rail kültürü ile musikisine sahne olmuş, ilk hiristiyanlık asırlarında ise yüzlerce kilise ve manastırlarla dolarak Nasturilik gibi bir iki mezhebin menşe ve merkezi olmuştu. Ciemant Huart’in dediği gibi: «Fırat ile Dicle vadisininin hıristiyanlaştuası haraketi Edessa’dan çıkmıştır. Sâsânîler hükümeti, uzun zaman, İmparatorlu­ ğunun hudutları dahilinde hıriştiyaıılarm mevcudiyetinde hiç bir tehlike görmemiş­ ti. » [İJ. Musiki ise, kilisenin ayrılmaz propaganda, unsuru değil midir ? . . . Buraya kadarki malûmattan, Reha tes­ miyesinin mazisi Milâttan evvelki asırla­ ra, Urfa hıristiyaıı kültürünün İrandaki intişarı hadiselerinin ise Sâsânîler devrine (Milâdî III ilâ VI inci asırlara) çıktığını anlarız. Bakiyeleri el’aıı Aşyanın Türkmenistan ve Oürgeııç [2] havalisinde yaşıyan Asya! Organımı san’atımn Nasturilik ile olan alâkasından, . kadim İran Erganon ve /fO/’oiarından .geçen nüshalarımızda bahs­ etmiştim ki cümlesinin Edessa kültürüne mensubiyetini kabule mecburuz. Gürcistana hıristiyanlığı ilk götüren rahiplerin Suryeli olduklarını biliyoruz: şu halde orada elan yaşıyan bir nevi organum san’atınm

[t] G. Huart «La Perse Antique» p.23D Paris 1925 [2] Oıiıgânç ( Ergun ) şehıri Metrepolltlik merkezi idi.

Sayfa: 273

da Edessa’dan gitmiş olması lâzım gelir. Edessa’mıı Bizans ve garptaki musiki te­ sirleri hakkında söz söylemek bize düş­ mez. Benî İsrail musikisi, hareketin baş­ langıcı olmuştur [iJ.

tik H ıristiyanlık asırlarında: Garplı musiki müverrihlerinin kadim hiristiyanî vesikalara bakarak verdikleri izahata göre, Urfa [ ve dolayısıyla bütün Suriye ] kilise musikilerinin bânîleri Eardesan ile Saint-Ephrenı ismindeki iki ma­ ruf papastır. İkisi de şair, musikişinas ve ayrı ayrı mezhepler kurmuş maruf din müşritleridirler. Bardesanes [ veya, Bardesane], Urfada, milâdî 156 dan bir iki sene evvel doğmuştur. Suriye kilisesinde kullanılan süryanîee üı(hymnes) lerin ilk müellifidir Abulfaraj’ın Arap sülâleleri tarihine bakı­ larak Arapça isminin Ebıı Disann olduğu sanılmaktadır. Bardesaıı isini ile yazanlar S. Efrem, S. Epifaıı, Porfir, Nisefor, öseb. ve diğer bazı rum müelliflerdir. Tesis et­ tiği mezhep sâliklerine der­ ler. S. Efrem’i» verdiği izahat şunlardır: «Bardesaıı, Suriyeliler arasında ilk ünler yazıp bunları melodilere rabteden zattır. Dâvud’u taklideıı yüz elli İlâhi veya mezamir bestelemişti.. . Diğer bir iki yçrde ise bu mezâmîrin şehevî ve kadınca nağmeleri ile gençliğin hislerini uyuştur­ duğundan şikâyet eder. . . Şu halde. Sozonıeıı ile Theodortuıı, Kilise tarihinden bahis eserlerinde Bardesan’m oğlu oldu­ ğunu söyledikleri Harmonius namzetiıı [ ?! ] Sürmeliler arasında ilk İlâhî bestekârlığı yaptığını yazmaları yanlıştır. Saint - Efrem’e gelince, 378 tarihlerin­ de, henüz genç bir yaşta ve Edessa diyakosu olarak öldü. Mezopotamyada vaki Nisib şehirinde fakir ana babadan dün­ yaya gelmişti. 376 parça sfiryanice İlâhî [1] Yunan Reha (Eybele) âyini Fenikede de yayılmıştır (Curetes)denilen rahipleri 9 iane olur­ du. Hususî cengeverane dansları, musikileri var­ dı. Hıristiyan merasimine geçmiş olmasına ihtimal veriliyor.


Sayfa: 274

ATSIZ MECMUA

bıraktı; kendi ifadesince, 7o İlâhinin besteleride Bardesan’nı kantikleriııdeki mekaın ve vezinler dairesinde ikmal etmiş­ tir. S. Efrem, Suriye Kilisesi papasiarının en meşhuru tanınır. Suriye Kilisesi, musikisinin ilk tensikçisi sayılan bu mu­ sikişinasın eserlerini bugüne kadar sakla­ dı ki, her lisana tercüme edilmişlerdir. M. Arnede gastoue’nin dediği gibi, «fakir ve nim barbar bir halde bulunan musiki notasını hemen hemen daima unutmuş ve ya ihmal etmiş olan bu Suriye kilisesine mahsus şiirlerin melodilerinin tarihî kıymet­ lerini izah edebilmek pek güçtür.» Bizim fikrimizce, Bizans kilise musikisi gibi Urfa kilisesinin musikisi de (Diğer Suri­ ye kilise musikilerinden bahsotmiyorum) Türkmen musikilerinin tesiri altında Türk­ leşmiştir: İçtimaî ve kemmî Türk faikiyeti bunu icap ettirirdi [1]. Cenubî Suriye kiliselerinde ise Arap tesiri galiptir. Son devir Urfa kilisesi musikisinin kadim Ediskilisesi musikisine benzediğini iddia edebil­ mek için bugünkü Fener kilisesi musikisinin Bizans musikisi olduğuna inanmak lâzımgelir. [Bu meseleden ayrıca bahsedeceğim] Urfanın kilise havalarının esaslı bir şekilde ve ayrıca toplanmasına imkân bulunamamıştı, ki bugünkü halk türkü­ leri ile mukayeseleri gibi enteresan bir işe girişilebilsin. Urfada konservatuvarımızca toplanan «Urfa ağzı» halk türkü­ lerinde tiz bir «minör makam» vasfı hâkimdir; kurunuvusta garp kilise musiki­ sinde de «majör» karakteri meçhuldü: Garp kilise musikisinin menşei Suriye olduğuna göre, bu benzeyişten mutlak bir karar çıkarılabilecek midir? Aşağıki malûmat, mukayeseleri ilerletmek madde­ sinde arayıcıları cesaretlendirecek mahi­ yettedirler.

Türk m üelliflere g ö r e : Evliya Çelebi, Urfa’nın musiki tari hine temas etmeyi de unutmamıştır. «Hazreti Isâ, buralar Kayserin zîri (1) Evliya Çelebi, bu havali Türkmenleri­ nin ürf, hayat, turani lehçe ve kesafetlerini ayrı bir fasılda anlatmıştır.

Sayı: 11

idaresinde iken seyyahate gelip bir dîre enmiş. Anın için buraya Dîri Mesih der­ ler. Hâlâ maruftur. Havariyûn burada İncili gayet hazin bir ses ile tilâvet etmiş­ lerdir. Onun için o makama Rehavİ demişlerdir. Nihayet, Emevîlerden Muaviye, Şamda iken asker gönderip burayı Kumlardan alarak memaliki islâmiyeye zamime etmiştir.» [1] Evliya Çelebi şark musikisindeki vukufu,tahsili ve güzel sesi ile tanınmıştı; işte bu ihtisası dolayısıyladır ki, gezdiği bütün zamanı kiliselerinde rehavî maka­ mında icrayı abenk edildiğini tastik etmesi, ve bunu defeatia yazması merakı mucip bir ifade oluyor. Muş şehirindeki meşhur Çanlı Kiliseyi [2] anlatırken diyerki:«Ü ç yüzü müteca­ viz rühban ve mııgbeçeleri var ki herbiri dîri Mesihte dem vurup makamı rehâvide İncil kıraat edince mfirde dillere gûya demi Mesih bahşederler. Cemi Kâfiristana papasları gidip ta Frengistandan bile ne­ zirler tahsil ederler... Nice müslim ve gayrimüslimler tanbur ve çenk, santur, ney, musikar, karadüzen ve çökttrü bu dîrdeki ziyaret mahalline koyup ertesi giin sazını ele alıp üstâda bir fasıl eder­ ler ki gûya faslı Hüseyin Baykara faslı­ dır. Ekseriya taifeleri şair ve mahir oiup « bu ilim ve şiir bize Çanlı kiliseden verildi» sevdasında bulunurlar!. Ama deruııu dîrde bir muzlim köşede bir kabir vardır. O kabrin ismine (Surp Garabet) derler. Hakir sual ettim «Hazreti Yahyâııın ammisidir» dediler. Rumlardan sor­ dum : «Hazreti Isâ aleyhisselâmm halife­ leri bulunan havariyundandır* dediler»[3] Avrupa kilise, ordu ve.halk ahenklerinde de birkaç kere rehavî makamına şahit olmuştur; Viyana katedralinin büyük orgunun nadir bulunan bir tarifini ve musikisini anlattığı sırada yazdığı şu sözlerde ihtisaslarının en vazıhını görü[1] Seyyahatname, cilt ili. s. 149.. [2] Bu kiliseden Kerem ile A slı’da bahis geçer: Asiı’nm babası ermeni papazı idi. [3J Seyyahatname, cilt III, s. 229—230.


Sayı: II

ATSIZ MECMUA

rü z : «Hâlâ bu Nemsenin zu’mı batılları üzre, Hazret! Dâvut, zebur okurken Erganon sazını çalardı... Erganon, Hz. Dâvut’un mucizesidir. »[1] Bundan sonra org refakatîi koro ahenginin rehavî maka­ mında olduğunu anlatıyor. «Bu âyeti rehavî makamında okuduk­ larında adam hayran olur. Bu erganonu Hz. Dâvut Rehâ' da, yani Urfa’ da pey­ dahladığı için Rehâ şehiri ve Rehavî makamı derler.» [2] Şöhreti musiki tarihlerinde kaytlı musikişinas imparator (Leopold I) in yet­ miş kişilik orkestrasının «cümle rehavî makamıuda fasıllar» dinlettiğini anlatır

[3]. Bir harp sahnesinde: «Savtı bülend ile nice bin rühban bu ayetleri okuyup nice yüz yerden rehavî makamlarında erganon ve trompete ve lutoryanî boru­ ların çalıp ve bazı papaslar câm câm nice küffara şaraplar bezlederek gider­ lerdi. Ama, gûya karıncaya binmişlerdi. Ta meydânı savâsi piirhaşta durdular»[4] Yunanistanın Manya ahâlisi lehçesin­ den bahsederken, «ama savtı hazin ile âğaz ettikleri rehavî makamında İngiliz borusu ve turompetesi gibi sadâ verir murabbaları» ni hatırlatıyor: «nice gûnâ terennüm atları var. Beşi onu bir yere gelip rehavî makamında savtı hazin ile gayet musanna tahriratlar ederler- Anlara mahsus agazelerdir.» diyor [5]. Misal olarak yazdığı murabbam mısraları sonun­ daki «le le !e !e !e le le lehe» teren­ nümleri çok dikkate şayandır. Garplı âlimler bu gibi terennümlerin trompete gibi boruları taklîden peyda olduklarını yazıyorlar: Evliya, Manyakların karşı Çııka Adaları firenkleri ile olan daimî tüccarî münasebetlerinden de bahseder ki, bu nokta da işimize yarıyan bir bilgidir; yani, fırenk gemicilerinin mutat saatlârda [1] |2] 13) (4) {5]

KezâTcilt Keza, cilt Kezâ, cilt Kezâ, cilt Kezâ, cilt

VII, s. 269-271. I. aletler bahsi. VII, s. 313. VII, s. 89 VIII, s. 605-606..

Sayfa: 275

çaldıkları trompete ahenklerini sevip benimsemiş olabilirler... Y. S. Evliyanın kayıtlarını burada kesiyo­ rum. Koca seyyahın kendi kulağına iti­ matla yaptığı «garp ahenginin rehavî makamı ile mukayesesi» keyfiyetine düşünmeden itiraz edemezdik. Netekim, garp ve Türk musikileri ile aynı kuvvette ünsiyeti bulunup RomanyalI ve birinci Sultan Mahmut devri siyaset, ilim ve san’at ricalinden olan meşhur Prens Demetrius Kantemir [1673—1723] de, Türk musikisi kitabında, aynı mukayeseyi yapa­ rak Evliyayı^tekit etmektedir; işte ifadesi: «Teşrihi makamı rehavî mevcudül isim madudül cisim : bu makamın ismi var cismi yok dediğimiz için kimse taaccüp eylemesin. Zirâ teşrihi beyan olunduktan sonra herkesin müşkülü hallolur. Makamı merkum âğâze hareketini rast perdesin­ den şüru eder, ve tamam perdeler ile -gerek nürmden ve gerek, tizden rast makamın şeklinde hareket eder, ve rast perdesinde gelip karar ve istirahat kılar. Teşrihi meşruh (izse beyan ve ayan oldu ki, râst makamından bir veçhile farkı yoktur. Lâkin, âgâh ol ki, bu zama­ nın musikişinasları rehavî re’sindeıı ne vecih üzre fasıl ederler: demek isterler ki rehavî makamı Efrenç tıranpetesine tak­ lit edip yalnız reviş nağmesiyle fark olunur. Revişiııi bu vecih üzre iderler: rast perdesinden âgaz edip, yegâh per­ desiyle birden açıp kapamak lâzımdır, ve zingiile perdesini pekçe ditretmek iktiza eder derler; andan nevâ perdesine tamam perdelerle gelip, nevayı bir hoşça göster­ melidir; neva dan dahî birden gerdaniye perdesine çıkıp, gâh gerdâniye, gâh nevâ perdesine basıp ve açıp kapamakla ger­ dâniye perdesinde biraz mekseylemelidir. Andan yine ol cins hareketle tiz nevaya dek çıkar, ve yine geldiği yoldan avdet edip âgazesini ve nağmesini ditretip rast perdesinin karargâhına varıp istirahat kılar. Edvarı kadimde rehavî makamın şerhi gayrı yüzden olur; ol dahî iki türlü icra olunur demek isterler. Teşrihi tera-


Sarfa : 276

ATSIZ MECMUA

kipte tafsil iizre beyan olunur. Bizim muradımız bu ismi var cismi yok diye beyan edelim. İsmi var hareketi sebebile; ve cismi yok ne mahsus perdesi var ve ne mahsus hareket âğâzesi var. Hemen tranbete taklit rast makamıdır» [1]. Prens Kantcmir, rehavii atik ve rehavii cedit’ ten başka, Mıskâlî Hüseyin, Selef, Koca Angeli Tanburî, Haşan Ağa benli, Bohurcu Oğlu ve Derviş Mustafa’ya ait rehavî makamlarından da bahsediyor ki, kâffesi yeni seyirlerei.

R elıavi ıııa k a n ıı: Bu makamı, Kaııd, garp musikisinin «fa minör» üne [2], Haşini Bey ise «sol majör» e benzetiyor [3J. Her iki muka­ yese takribidir. Gerçi, rehavî makamının gamı, şark musikisinin rast perdesinden başlı yarak yükselen hiç bir arızasız-tabiîsesleıinden mürekkep olması noktasından garbın «sol majör» iiııe şeklen pek yakla­ şırsa da, segâh ve hüseynî perdelerinin sol majördeki si ile mi den ziyade «sol minör» ün si bemol ve mi bemol’ una çaldıkları [yani tahnî cazibeleri dügâh ile neva perdelerine mütemayil olduğu] için dînlerken kulakta bıraktığı tesir hassas notadan mahrum «eski sol minör»e yaklaşır. XVII nci asırda kilise tegamıileriuiıı çoğu minör’ den yazılırlardı fakat, Evli­ ya. Çelebinin üzerinde garpta tesir bıra­ kan ve Rehavî mukayesesini yaptıran kuvvet, bilhassa, 1 nci ve 2 nci mod daki gregoryen teganniyatınııı hemen hemen daima vc hanende sesine uygun gelmesi için sol minör’ e transpoze edilmiş olma­ ları idi; re minör’ deıı olanları da çoktur. Rehavîııin bugünkü «Urfa ağzı» ndan pest bir makam olmasını ise, tiz rejistre’ niıı ancak Urfa ikliminde yaşıyabileceği*1 [1] (E dvarı tim i M usiki), Hicrî 1223, s. 92 (El yazması; Saray kütüphanesinden naklen Darülfünun kütüphanesiııdedir: No. 3097 (338)]. |2] Y. - P. N. Land, ( Recherclıes sur 1 histoire de la ganinle arabe), Leyde 1S85, p. 70-'71. ]3] Haşini Bey, Şarkı Mecmuası, başlangıç.

S a v ı : 11

ifadesiyle izah edebiliriz [Her hâlde, gerek Rehavî ve gerek Urfa ağzı,- uıukayesi caiz ise - daha ziyade minöre ben­ zerler]. İranda pestleştiği kabul edilebilir. Rehavî ismini en evvel acemlerin kul­ landıkları şüphesizdir. Edossa makamla­ rına mucitleri olan ilk rahiplerce ne gibi isimler verildiği ise bilinmez. Malûm en eski rehavî beste Hoca Abdüîkadir Meragî’ ye aittir.

Iraııi m üelliflere ( |ö r e : Rehavî makamının Urfadan İrana, ve oradan ilk Türk istilâsı asırlarında îstaııbula getirildiğini zannettiren sebep, pek eski Acem teliflerinde bu makama rast gelinmesidir. Bu eski Acem telifleri, rehavî’ niıı Reha şçhiri'iJe münasebetini tecahül ettik­ leri için, makam isminin iştikakını başka asıllarda aramışlardır. Hicrî X uncu asırda Üstadı Horasan, namıyla maruf Nisâbur’ Ju Mahmut’ un oğlu Mehmet, musiki hakkında Horasan üstatlarından işittiklerine göre yazdığı «Musiki Risalesi» nde, kelimenin aslı hak­ kında diyor k i: «Sabah olup da her yer ağarıneaya kadar Rehavî münasiptir. Buna Rehavî denilmesinin sebebi bir adamın bir korkudan kurtulmuş almasına binaendir. Bu saatta dünya aydınlandığı gibi insanlar da gecenin karanlığından kurtuluyorlar (!). Bu perde '[=- Makam] deıı sima pek zevkli olur. [1] Ferhcrıgi Şüurî’ niıı tefsir tarzı [2j ise, bazı tarihî izleri aydınlatır gibi olduğu için dikkate savandır: «RehaV, fethi hâ ile yolcu demektir, ve kesri râ ile [ — Rihav] su yolu dernektir; iki manada dahî lâfzı mürekkep olur : reh ile âv dan, ve (âv) âb manasına istimal, olunur. Vc bir manası dahî musikide makam adıdır, [1] Kilisli Rifat Beyin muhtasar tercümesi, İkdam gazetesinde. Risalenin tel*f tarihi meç­ huldür. [2] Burhanı katı ve emsali eski lügatlarda bu tefsir yoktur; Ş .uri’nîn icadı olduğu şüphe­ sizdir. Yeni farisî lügatiara ondan geçmiştir.


Sayı: 11

ATSIZ MECMUA

rehavl dahî derler.».. «(Rahvî) — Fethi hâ ve kesri vavı maruf ile bir nevâ ismi­ dir ki rehavî demekle meşhurdur; Hakim Enverî [vefatı 656], beyit: ı^ ı^

Sayfa: 277_

plân dahilinde ilerletilecek tetkikler so­ nunda Urfa’yı muayyen bir kurunuvusta musiki kültürünün merkezi olarak kabul ettirecektir. Hususî • surette fikirlerini anlamak istediğim bazı garplı âlimler bu yoldaki ümidime iştirak etmişlerdir. Mev­ zu çok şümullü olduğu için bir kişinin başarabileceği bir iş değildir. Binaen­ aleyh, bu ilk yazımı, alâkadarları himmet ve yardıma davet eden kelimelerle biti­ receğim : kusurlar, tezatlar münakaşa olunmalıdır. Umumî kurunuvustâ musiki tarihînin pek karanlık bir halde duran en esaslı maddeleri, rehavî meselesinin inkişafıyla aydınlanacaktır.

3 ^ j j ■ ‘öV -’-5 ve bir makam ismidir; Şeyh Nizamî [vefatı 591], beyit: Oi-L- ıJJjU 4>lJ Ji L.;£j ^' 3 i * b ^-*1 bu beyitte hâ mazmum olmak iktiza eyledi.» Eski farisî kamuslarda (rah) kelime­ sinin, yol, tarz manalarından başka «ma kam» manasına da geldiği yazılıp, bu kelime ile başlıyan birkaç musiki ıstıllahı da tespit olunmaktadır, işte, (rahvî) de, Husrev Perviz asrı ile alâkaları anla­ tılan bu tabirlerden biri gibi gösteriliyor. Urfa’dan Irana giden Hiristiyanlık tesir­ lerinin de aynı asırlara düşmesi dikkate şayan değil midir? Eski farisî teliflerde Husrev Perviz devrinin bu (Rah) musiki­ lerinin fennî izahatını bulmak mümkün değilse de, Hindistanda farisî lisanıyla sonradan yazılan klâsik musiki teliflerin­ deki musikilerinin acaba benzerleri mi idiler? (i'U), zendbâzend lisanında yol manasınadır, yani (=fj) m aynıdır. Ortada (»O'1 ve (W^ü) atlarını alan üç türlü tonalite v a r: bunların münasebet­ lerine inanabilmek için üçünü de imkân dairesinde tamike çalışmak lâzım gelmek­ tedir ki, (rah) kısmını gelecek yazıma bırakıyorum. Görünüşe göre, bugün ortaya attığım

Kösemihal Zade Mahmut Ragıp Hamiş : Rehavî’nin Reha ile alâkasın­ da Türk noktai nazarının nekadar musir olduğunu anlamak için Lehçei Osmaniye bakmalıdır: Ahmet Vefik Paşa, (rah) ııı farisîde makam manasına geldiğini bilip yazdığı halde, (Rehavî) den bahsederken diyor k i: , Rehâ yani Urfa şehiriııe mensup bir musiki makamıdır- ^ jU j başkadır.» dolabın ufkî döner kütüğü i kütüklü çalgı sandığıdır başkadır.» mihveri üzre dönmek j . j ^Uj : çalgı dolabı ve su dolabı istivanesi.».. Ş. Sami Bey, rehavî'nin menşei maddesinde onun­ la hemfikir ise de, ile ara­ sındaki farkı göstermez' ikisini de Rehaya bağlar !.. M. K . ■Oh


Sayfa: 278__

_

ATSIZ MECMUA

Sayı: 11

M c ııı lek e t <j«>rii şle ri :

Yörük İşte garbın en güzel köyleriyle reka­ ihtiyacını bu bahçeler temin eder. Zirabet edecek kadar muntazam eski bir atten pek anlamam aaıa bu bahçelerde Türk köyü... Safranboluya iki saat me­ fennî usulle çalışılsa mahzultin on misli safede cenevizlerin «Akviratı» harabeleri artacağı kanaatindeyim. eteklerinde kurulmuş «Yörük» birçok Evvelce buraya gelen Zonguldak me­ efsaneler ve hikâyelerle dolu bir köy. busları bahçeleriu ehemmiyetini takdir Harpler dolayısıyla Türkistandan gelip etmişlerdi. Mütehassıs ziraat memuru burada yerleşen AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA göndermek üzre ►alâkadar vekâlet­ birkaç aile muhi­ 4 ► 4 Veda ►lerin kulağına fıtin darlığı dola­ 4 ► ► Kucakladı kalanlar hep ayrılacakları, yısıyla para ka­ ►sıldayıverseler.E4 > Nefti karanlıklarda kalan çehreler sarı.. zanamamışlar.Bu-, 4 ►ğer bu temenni 4 ► Son tahta evler artık kayarken yanımızdan mııı neticesi ola­ 4 bulursa ►husul 4 ► Yaşlı gözlerimize defnettik o diyarı... rak köyde kadın­ 4 Safranb o l u n u n ► 4 ► 4 larını bırakarak ★ ►pek yakınma ge­ len demir yoluy­ erkekler ticaret Kederi .gönle gömüp sarardı gülüşenler, la bu bol mah­ için Fstanbula gel­ 44 Sessizce iç çektiler eskiden"gönlü şenler. ► ► 4 mişler. üç. yiiz 4 Geçmiş dakikalarla boğulan dimağlarda ►suller memleketin ► her tarafına gön­ 4 yılı geçkin za- 4 Renk aldılar yeniden evvelce silinenler. ► ► derilebilir. Bunun mandanberi İs- 44 ★ ► ►için bu köylerin, tanbuluıı börek­ 4 Herkesin gözü yaşlı, her gözde bir damla var; ► ►bilhassa yetiştir­ çilik sanatım 'Yö­ Kalan vücutlar gibi yaslıdır dakikalar. ► ►diği hububat ve rük! İller yapmak­ 44 ► Yollar üstünde kayan lâstik tekerleklerde ► tadır. .Son harp­ 4 ►mevve bedeliyle Göğüsleri dolduran derin bir ağlama var... ►geçinen «Konarı» 4 ten sonra İstan­ 4 ► ★ ►köyünün ufukla­ bulini ekmekçiliği 44 ► . . Bıraktı bir yokuşa yerini nefti ova, ►rında. pek yakın­ de ı lımlardan Yü­ 44 ► «Işıklar» m üstüne bir taç oldu Ulu Dağ, ► da parlıyacak bir rüklü iere intikal ^ ► Sararan dudaklarda titredi kelimeler: etmiştir. ►tali yıldızı dolaşı­ 4 Ev arkamızda kalan hatıralar elveda!... ► 4 yor demektir. Eİliç bir yaban­ 4 ► ► 4 13a. R ayıp sasen Türk elin­ cı zair tasavvur ► ► deki imar ve toolunmaz ki, etrafı 4 rakkiyi görmek için asıl iç Aııadoluyu yeşil tarlalarla örtiilii olan bu köyii uzak­ gezmek lâzımdır. Ben bundan aşağı yu­ tan seyrettiği zaman hayran kalmasın... karı on yıl önce Yörfikteıı İstanbula tam Köy bahçeleri: Köyün varım saat yedi günde gelmiştim : ötesinde «Konarı» köyüyle müşterek su­ Birinci güm: Yörük — Velenşelıir yu bol, muntazam sulama kanalları, ve İkinci » : Velenşelıir — Gerede her biri ayrı ayrı taş ve tuğla duvar­ Üçüncü » : Gerede — Bolu larla çevrili meyve ve sebze bahçeleri Dördüncü » : Bolu — Düzce vardır. Safranbolu, Daday, Gerede, Çer­ Beşinci » : Düzce — Hendek keş, Bartının meyve ve bilhassa sebze ►


Sayfa: 279_

ATSIZ MECMUA

Savn_ 11

Altıncı gün : Hendek — Adapazarı Yedinci » : Adapazarı — Tstaııbul. Şimdi ise Yöriikten sabahleyin çıkar­ sın akşam yemeğini İstaııbulda yiyebilir­ sin. Amerikadan 41) saatte İstanbula ge­ len tayyarecileri hesaba katmamak şar­ tıyla gerisini aziz yurttaşlarım hesap etsin...

Fakat ne yazık ki Anadolunuıı lıer yerinde tesadüf ettiğim müzmin vakit öldürme illeti bizim köyde de var. Köylü boş vaktini tavla, domino, iskambil gibi hiç bir faydası olmıyan şakırtı ve şapır­ tılarla geçiriyor..

M olım ct Enver

Bugünün meseleleri :

Aynı tarihî yanlışlığa düşüyor muyuz? Kıı eski zamanlarda Türkler (yani dair verdiği malûmat arasında bütün Türklerin ataları olan boylar, eller) TiirTürklerin, bir Çin vilâyeti ahalisi kadar kistaııın garbi kısımlarında oturuyorlardı. bite olmadığı birkaç defa zikrolunmuştur. Onları daha 'şarka, Moğolistana kadar Türk reislerinin bütün gayret ve siyaseti atan sebep Aryanî kavunların sel hâlin­ bu tehlikeye fdüşmemek gayesine müte­ deki muhaceret ve istilâları oldu. Bilhassa veccih bulunuyordu. Bununla beraber milâttan önceki 6 ’- 4 üncü asırlarda İran­ Türk memleketine gelen Cin elçileri ve lIların ve bundan [biraz sonra İskender Türk sarayına sokulan Çin prensesleri ile kumandasındaki Yunanlıların cenubî Tiirberaber Çin medeniyeti de Türkler ara­ kistana taaruzları, sayıca tarihin - her sına giriyordu. Milâttan önceki ikinci devresinde azlık olan Türklerin şarka asırda Çin safahati, Çin ahlâksızlığı, Çin doğru atılmalarını ımıcip oldu. Tfirkler elbiseleri, kumaşları Türkler arasında bu istilâlara karşı uzun müddet kahra­ yayılmağa başlamıştı. Bu böyle giderse manca harbetmelerine rağmen kendilerin­ Türklerin askerî kabiliyetinin mahvola­ den daha medenî ve daha kalabalık olan cağı, bunun da esaretle biteceği muhak­ kavunlar karşısında esareti kabul etmek kaktı. O zaman Türkler arasında bir ve­ istemiyerek şarka çekildiler. En eski Türk zir çıktı. Çin medeniyeti ile . mücadele destanlarında bu muhaceretin izleri kal­ etti. O ince, zarif elbiselerin ancak Çinde mıştır. giyilebileceğini, bozkır ırkının sert asker Şarka çekilip te orada olarak yaşamak mecburiyetinde olduğunu Ljoıuf Nıı», «IIi'm»)adı altında, milâttan anlattı. . Çin elçileriyle münakaşa ederek önceki üçîincii asırda devlet kuran Tiirkonlara karşı türklüğii müdafaa etti. Çin­ ler Çinlilerle sıkı temasa geçtiler. Bazan lilerin çirkin ve «gayri İnsanî» buldukları sulh, çok defa, harple geçen bu münase­ Türk âdetlerini doğru ve haklı gösterme­ betler Tiirklcri büyük bir tehlike karşı­ ye ç/dıştı. Çin medeniyetinin ahlâksızlığı sında bulunduruyordu: Şimdiki gibi ozada beraber getirdiğini, saf insanları boz­ man da çok kalabalık ve medenî olan duğunu, Türklerin azlık olmalarına rağ­ Çinlilerin esaretine düşmek ÇTiirk ırkını men Çini titretmelerinin ancak ahlâkları yer yüzünden kaldırabilirdi. O zamanki ve askerlikleri sayesinde olduğunu, bu Çin tarihlerinin Türk - Çin münasebatma sayede Çinin yetiştirdiği mahsulâtı da


Sayfa: 280

ATSIZ MECMUA

Sayı: 11

istedikleri zaman zaptedebileceklerini an­ Han bir istiklâl harbi açtı, işiten Tiirkler lattı. Bu suretle Çin tehlikesi epeyce yanına koştular. Birkaç yılda Türk devleti uzun bir zaman için* atlatıldı. Fakat o yeniden kuruldu. Yine Çine baş eğdirdi. vezir öldükten ve eskisi kadar muktedir Dünyada ne kadar Türk varsa yine aynı hükümdarlar gelmemeğe başladıktan sonra bayrak altına girdi. Fakat bu büyüklük Çin ııufuzu yine tesirini göstermeğe baş­ Türklerin başını döndürdü. Son devrin en ladı. Hele bazı hükümdarlar bir Çin pren­ muktedir kağanlarından olan Bilge Kağan sesi için millî varlığı unutacak kadar (716- 734) Tiirkleri Buda dinine sokmak küçüklük gösterdikten sonra millî saflık ve şehir hayatına alıştırmak istedi.Fakat o bozuldu. zamanda bir Tiirk veziri,Bilge Tonyukuk, Bunun neticesi olarak milâttan sonra­ çıkarak bu teşebbüse mâni oldu. Çinlilere ki iiçiincü asırda devlet yıkıldı. Bereket göre azlık olan Türklerin büyük Çin versin ki onların yerine Tiirk devletini ordularına karşı durabilmelerinin ve hat­ yeniden kuracak, bozulmamış Türk kabi­ ta Çini korkutmalarının sebeplerini kağa­ leleri vardı. Ye Siıjenpi(Topa) 1er derhalna anlatarak bunun göçebelikten ve as­ Türk hegemonyasını ele alarak eskisi kerî hayattan ileri geldiğini söyledi. kadar azemetli olmamakla beraber devleti Toııvukuk diyordu ki: «Türkler kendilerini yaşatabildiler. kuvvetli görünce Çine taarruz ederler. Bu, yabancı medeniyet yiizüuden Türk Zayıf oldukları zaman bozkırlara çekilebi­ tarihinde olmuş birinci inhidamdı. lirler. Şehirlere alışık olan Çin orduları Üçüncü asırdan yedinci asra kadar ne kadar kuvvetli olursa olsun bozkırların geçen Türk tarihi hep aynı levhayı gös­ içine girip Türkleri yok edemez. Halbuki terir : içerde kabile mücadeleleri, dışarda Tiirkler şehir hayatına alışacak olurlarsa Çin, İran ve Bizansla harp ve bazen sulh. ilk yenilişten sonra mahvolacaklardır. Bizans uzaktı. • Tiirkîere bir şey yapa­ Çünkü artık bozkırlarda yaşıyamıyacakmazdı. Fakat İran ve Çin gibi kalabalık ları için Çin kalabalığı karşısında kökleri ve medenî milletlere mukavemet yalnız kuruyacaktır. Buda dini ise insanlara Türklerin askeri seciyeleri sayesinde merhamet ve tevazu telki ettiğinden mümkün oluyordu. İranın ve bilhassa insanları miskinleştirir. Türkler bu dini Çinin birkaç kere Türklüğü ortadan kal­ kabul ederlerse tedricen cesaretlerini kay­ dırmak için bîiyiik ordular gönderdiğini bı dereli kudretsiz kalacaklardır- Buda biliyoruz. Bu ordular gerek Tiirk arazisi­ dini Türkler gibi çok harbetıneye mecbur nin kendileri için sarp olmasından,gerek­ bir millete telkin olunacak şey değildir». se Türklerin birinci sınıf asker olmaların­ Bilge Tonyukuk, bu büyük Tiirk dan dolayı işlerini başaramadılar. Fakat siyasîsi (Almanların tabirince Türk BisÇin siyaseti memleketin içine tefrika sok­ nıarkı), bu ilk Türk müverrihi bu suretle makjvc prensesler vasıtası ile hükümdar­ yabancı bir medeniyete girmenin Türk­ ları elde etmek gayesinde devam ediyor­ leri mahvedeceğini anlı yarak bunun önüne du. Bu suretle Türk memleketinin büyük geçmişti. Eğer Buda dini ve Çin medeni­ bir kısmı Çinlilerin eline geçti. Bu sırada yeti Türkler arasında tamamen yayılmış Türk münevverlerinin nasıl çinlileştiği, olsaydı, 740 - 745 arasındaki büyük dahilî kendi Türk atlarını bırakarak nasıl Çin ve haricî kargaşalıklar arasında Gök atları takındığı, halbuki asıl halkın millî Türk’ sülâlesi ortadan kalkarken onların varlığı nasıl hatırladığı Orhon abidelerin­ yerine yeni bir kabile, Dokuz Oğuzlar de bize çok beliğ bir surette anlatılıyor. (Uygurlar), çıkarak devleti derhal yeni­ Yedinci asrın: sonunda yanında ancak den kuramazlardı. Fakat müthiş bir askeri kuvvet olan 17 kişi oluğu hâlde dağa çıkan Kultuk


Sayı: 11

ATSIZ MECMUA

Dokuz Oğuzlar (Uygurlar) yabancı medeni­ yetin tesirine pek çabuk kapıldılar. Seki­ zinci asrın sonunda Çin pay tahtını zaptet­ tikleri esnada Manihaî dininin mabetlerini gördüler. Hükümdar bu dini millete kabul ettirmek istedi. Beyler milletin askeri efkârını esrar diye mâni olmak istedilerse de muvaffak damalıdır. Manihaizm par­ lak merasimle, kağanın bir nutku ile kabul edildi. Devir eski zamanlara nis­ petle çok değişmiş olduğu için yabancı medeniyetlerin tesiri daha büyük oluyor­ du. Bu suretle manihaizmi kabul ettikten sonra Türk diline birçok ecnebi kelimeler girmeye başladı. Bugün elimizdeki birçok Uygur eserlerinde yabancı dillerin kuv­ vetli tesiri göze çarpar. Orhon ve ilk Uygur abidelerinin o temiz ve saf tıirkçesine karşılık, bu sonraki Uygur eserleri ne kadar karışık ve ne kadar bozuktur. Artık o sıralarda Bilge Tonyukuk gibi büyük bir vezir de çıkmadığı için yabancı harslar Türk ruhunu tazyike başlamıştı. Fakat bu manihaî tesiri bütün Türk âle­ mine yayılamadı. Binaenaleyh Türk millî ruhu bundan biiyiik bir şey kaybetmedi. Fakat bu sefer garpten gelen yeni bir din ve onunla beraber yeni bir medeniyet, yani İslâmiyet Türkistana girmişti. Onun­ cu asır başlarında Türk Elinin garp ucun­ daki Ttirkier (Bulgar Türkleri), avnı as­ rın ortasında da Orta Türkistan Türkleri

Sayfa: 281

kumanda ile din değiştirerek İslâm olunca Tiirkler yeni bir medeniyet sahasına gir­ diler. Kendi millî dinlerini kılıç korkusuyla değiştiren acemler bu yeni kisve altında eski din ve ruhlarını saklarken, islâmiyeti büsbütün başka sebeplerle (ekseriya İkti­ sadî) kabul eden Türkler millî benliklerini kaybetmek derecesine geldiler. Hiç şüp­ hesiz bu ifratta en büyük kabahat halk kütlesinin değil, münevver sınıfındı. îslâmiyetin tesiri şimdiye kadar olan tesir­ lerin hepsinden kuvvetli oldu. Hatta o kadar ki Çin medeniyetinin ve manihaizmin en kuvvetlendiği zamanlarda bile türkçe isim taşıyan Türkler islâmiyet.e girdikten bir iki asır sonra isimlerini bile arap - aeemleştirdiler. Bu suretle aşağı yukarı bin yıl İslâm medeniyeti çerçevesinde kalan Tiirklerin millî harslarını ihmal etmeleri yüzünden ne kadar belâlara uğradığını hepimiz biliyoruz. Son. yüz elli yıldaııberi de yeni bir medeniyete, garp medeniyetine gir­ mek tecrübelerini yapıyoruz. Geçen on yıldanberi, artık bu tecrübeyi geçmiş, tahakkuk yoluna girmiştir. Acaba bugün de yeni bir medeniyete girerken aynı tarihî yanlışlığa düşüyor muyuz? Bugün de Türk millî ruhu tehlikede midir? Buna da ilerde cevap vermeğe çalışacağız.

H. N ihâi

Sâzşairlerine ait basılmamış parçalar m Koşma, semâi, divan ve destanlar Toplıyan :

1— Koşmalar Hâlimi ‘arz etdim h ax ti siyâha Şeker mi(?) rnxları(n) dedim söylemez [11 Bu şiirleri, cönklerdeki imlâyna müm­ kün olduğu kadar yatkın göstermek ve bilhassa türkçe aslından olmıyan bazı kelimelerin manası hakkında iltibasa meydan vermemek için foneti-

M. Şakİl*

Hani seni(n) ile sürdiğiın safa Bi(n) naz ile yârım dedim söylemez ________________ ★ ğe yakın harflerle neşrediyoruz: «q» harfi eski «kaf>, eski «ayın»4, «*» eski «hemze» ve pa rantez içindeki «n» 1er de eski sağır nündür. «x» harfi ise eskiden «nokalı ha» veya «ht* dediğimiz harfe alâmettir.


Sayfa: 282 Yüklendi

ATSIZ MECMUA

(?) çekildi giıçün

«Necîb» iıı görmeğe gelıtıedin niçün Minnet eden ağalar benim içün Hani ‘ahde vefa dedim söylemez

★ Yüz süreyim ayağına tenine Şifâ geldi bedenime canıma üö(n)Inmü(n) sürûrı geldi yanıma *Necîb» yaman hâlde dedim söylemez

★ Qazıldı q:thrim naziledir teııiııı Niyaz et mevriâya almasun cauıııı Çoq şükür x uda ya yanımda yânın «■Necîb» sa(n)a cjurbarı dedim söylemez

★ Beli ;de diviti elinde qalem Başında sevdası dilinde kelâm Yânmsı(n) gelmezse(n) gönder bir selâm «Necîb> tıâra yandı dedim söylemez

★ Qaldır niqâbmt göreyim seni Sil gözünü(n) [gözümü (u) olacak] yaşım ağlatma Qıyâmet yaqındır gözlerim seni »Necıb Faqı» yaman hâlde dedim söylemez. 2 Ye(ıı)i bir dilbere qııl o İdi gö(u)iil Mübarek vüctı 1ı gümüşe be(ıı)zer Zümre-i Xübâuda o iki fülriil La*l-reııg lebleri yemişe be(n)zer

* Sy-Z* (?) mâlı-i sâııîdirr Çekilmez sitemin ba(ıı)a gönder iir Bendesin gördükde yüzin dündedir Âğyârnn) şözinc uymuşa be(n)zer

★ Alamam gö(n)lümi gam u firâqdatı Oqıırum inşâyı dürlii varaqdaıı Duş o Kil göz iuıe gördim iraqdan Gerdanda btnleri emmişe b e n z e r

★ Şimdilik (aşqıyla hâliuı yauuulur Yârı görmiye ii xaylı zamandur Bu ‘aşq d .dükleri âlıeıı keıuandur (Çekilmez «MeitAüî» güç işe bc(n)ycr.

3 Vakti(n)e hazır al ey ‘Acem şâlıı Mağribi! e n ustü(n)e ‘asker geliyor

Sayı: 11

Yaqacaqdır tacı(n) ile taxtını Sultan Murad Xandır kendi geliyor

* Sultan Murad Xandır gelen kendidir Otuz bi(n) zırhlı qtrq bi(n)i hindidir Qaçnıası(n) âxır vaqti(n) şimdidir Qırq elli bi(n) ehl-i tımar geliyor

* Elli bi(n) de beııatn benaın diyici Altmış bi(n) de şirin cana qıyici Yetmiş bi(n) de siyah postal giyici Seksen bi(n) de Tatar Xandaıı geliyor

★ Suhaıı Murad yer yüzinî(n) xa!ifesi Sultan Hacı Bektaş anı(n) velisi

...............

'

• m

Yetmiş bi(n) de serden geçdi geliyor

★ cQul Mııstafa»ın der muhabbete doyulmaz Ceng içinde ş rin cana qıyilnıaz Gökdeki yılduzdan coqd r sayılmaz Hacı Bektaş köçekleri geliyor [2}

4 Seni terlÇeyleyetu qaş’an keman Vefası olmıvau yârda nem qaidı Bt-vefâ yoq mıdur göğsünde îman Dîvâne eyledi arda nem qa!dt

★ Ayrılası(u) benceleyiu eşi(iı)deıx Bir dem sevda ayrılması(n) başı(n)dau Çoq ayrıhq qıldı beni işimden Arayub gezerim kârda nem qalıtı

* Aqar çeşmim yaşı bir den silinmez Qapu(n)da qul oldum qadrım bilinmez Qov serim sağ olsun yâr mı bulunmaz Qadrinıi bilmiyetı yârda nem qaldı

★ «Qul Mustafa»ıu der ki severim candan Gözlerim tolubdur q;uı-ile nemden Sevdiceğim fârig olubdur benden Çıqayıııı gideyim şunda nem qaîdı (Bitmedi) 11] Dördüncü bendin öiçiiııcii mısraı cönkte yazılı değildir. [2J Sadettin Nıizhet Beyin »Karaca Oğlan* kitabında (S. 6. 63) mezkur şairin de buna benziyen bir koşması vardır.


Yarım

ATSIZ MECMUA

asırdan beri İşçisi

Her ayın on beşinde çıkar

Sermayesi

Türkçülük ve Köycülük

Müstahdimi Müstehliki

Mefkûresi etrafında birleşenlerin

Türk olan ve bütün manasiyle Yerli Malı olan

PERTEV

mecmuasıdır. Onu O k u y u n u z

MÜSTAHZARATI

Avrupa müstahzaratiyle cidden reka­ bet kabul etmez bir nefaset ve ehveniyettedir. Bazı müstahzaratı: Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire ve saire...

, ve O k u t u n u z Fiaiı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

Eski sayılarımızı: Ankara

caddesinde Orhan Bey

hanı

zemin katında, Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

VATANDAŞ: BÜTÜN İHTİYAÇLARINI

UCUZ

SAĞLAM VE

BİR SU R E T T E TEMİN ED ECEĞ İN

MAĞAZA

YERLİ MALLAR PAZARI dır. Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer Millî f abrikaların mamulatını bu müessesede bulacaksın. Kostümlük kumaşların envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kundu­ ralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek kravatlar ve saire.... İstanbul, Ralıçekapı birinci vakıf lıan.

Beyoğlu, İstiklâl caddesi


Bir Türk müessesesini korumak ister misiniz? NAÜMANN Dikiş-Nakış makinaları NAÜMANN yazı makinaları (Erika, İdeal) NAÜMANN Bisikletleri (Germania) NAÜMANN Elektrikli Gramofonlar (Portatif)

TERCİH EDİNİZ T A K S İT L E S A T IŞ N A Ü M A N N M A K İN A L A R I S A T I Ş T Ü R K L İM T E T Ş İR K E T İ Türkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.

Merkezi: Galata, Hezaren sokağı 19-21

Azerbaycan Yurt Bilgisi Edebiyat Ahmet Beyin

Fakültesi

»Türk

Lisanı

Tarihi» müderris muavini Dr. Caferoğlu

idaresinde çıkmaya başlıyan

sayısı da çıkmıştır.

Köprülüzade

bu aylık ilmi mecmuanın

Fuat ve Zeki

Velidi

Beylerin,

üçüncü

mecmuanın

yazı heyeti arasında bulunduğunu söylemek kıymeti hakkında bir fikir vermeye kâfidir. Her yerde, Her zam an

H e rŞ eyinV e rlis in iA ra y ın ız


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.