Atsız Mecmua - 12

Page 1

Yıl : 1

15 kuruş

İstanbul (K a d e r ) M atbaası


Yarım asırdan beri

ATSIZ MECMUA

İşçisi

Her ayın on beşinde çıkar

Sermayesi

Türkçülük ve Köycülük

Müstahdimi Müstehliki

Mefkuresi etrafında birleşenlerin

Türk olan ve

mecmuasıdır.

bütün manasiyle Yerli Malı olan

Onu Okuyunuz

PERTEV MÜSTAHZARATI Avrupa müstahzaratiyle cidden reka­

ve Okutunuz Pialı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

bet kabul etmez bir nefaset ve ehveniyettedir. Eski sayılarımızı:

Bazı müstahzaratı: Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire ve saire...

I

I

Ankara

caddesinde Orhan Bey

hanı

zemin katında,Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

VATANDAŞ:

BÜTÜN İHTİYAÇLARINI

UCUZ

SAĞLAM VE

BİR SURETTE TEMlN EDECEĞİN

MAĞAZA

YERLİ MALLAR PAZARI dır. Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer Millî I fabrikaların manıulâtını bu müessesede bulacaksın. Kostümlük kum aşların envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kundu- ■ ralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battnnİ5reler, hazır elbiseler, ipek ■ kravatlar ve saire.... İstanbul, Bahçekapı birinci vakıf han.

Beyoğlu, İstiklâl caddesi


Adres İstanbul Posta kutusu 367

A TSIZ MECMUA

Abone şartları Türkiye için Y ıllığı 180 kuruş Altı aylığı 90 » Yabancı memleketler için Y ıllığı 1 dolar

A y lık fik ir m e c m u a s ı YıL : 1, S a y ı: 12

Sahibi ve müdürü : H . N ih â i

15 Nisan 1932

K u ş b a k ış ı:

Bize bir ‘‘Gençlik,, lâzımdır Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın

« Bir milletin ikbali gençliğinin terbiyesine mevdudur». Layibniç bu sö­ zünde çok haklıdır. Bugünün çocukları, bugünün gençleri, yarının kumandanları, idarecileri, kanun yapıcılarıdır. Bugün mazbut bir ahlâk; ilmi bir şuurla yetişen genç, yarın cemiyeti için fena bir uzuv olamaz. Genci, gençliği yetiştirmek bir memleket meselesidir. Yeni Türk cemiyetinde gencin, gençli­ ğin vazifesi nedir?., ona verilen cephe, gösterilen yollar hangileridir? Cumhuriyet memleketinde her şey de­ ğişmiştir. Hâdiseler daha birçok şeylerin değişmesini emretmektedir. Bu hummalı istihale devrinde Türk gencinin vazifesi nedir? Onun kuvvet ve zekâsı bu deği­ şiklikler karşısında kayıtsız mı kalacak­ tır ?.. Mazinin karanlık günlerini hatırlatmak istiyoruz. Çok uzağa gitmiyeceğiz, hepi­ miz hatırlarız: Büyük harpten çok yorgun ve bitik bir hâlde çıkan Türkiye Mondros mütareke­ siyle kanlı ve şerefli bir maziyi karanlık ve zelil bir devre bağladı, Türkün bükül­ mez kollarına kahpece zincirler vuruldu, îstanbulun mahut ve menfur bir zümresi,

başta Sultan olmak üzere bu masum ve yorgun millet için en hatıra gelmez hain­ likler hazırladılar. İstanbul, Adana, Edirne ve İzmir gibi Türkün en can alıcı maf­ salları tüyler ürpertecek birer vahşetle alındı. Evvelâ Erzurumda, sonra Sivasta Mus­ tafa Kemal Pş. etrafında toplanan «Türk» savaş tarihlerinin göstermediği bir yarar­ lıkla vurulan zincirleri kırdı; kendi var­ lığını dünyaya tanıttı. Sultanı ve adam­ larını koğarak memlekette cumhuriyet ilân etti. Çok az bir zamanda. İçtimaî ve siyasî yenilikler yaparak mazinin köhne ve sakat müesseselerini yıktı. F a k a t: İn k ılâ p ta m a m d eğild ir. inkılâbın en mühim eksikliği yeni bi­ naya yaraşan*; müşterek düşünür, müşte­ rek amel ve aksülâmelîere mâlik bir genç­ lik yokluğudur. Yeni binanın adı «Cumhuriyettir».Te­ melinde kan ve iman vardır. Biz bu binanın yıkılmıyacağına inanmışız. Bizim gözümüzün önünde yapılan bu binanın bazı ustalarında beceriksizlik, kayıtsızlık, yorgunluk vardır.Genç kuvvetlerin yardı-


Sayfa: 286

ATSIZ MECMUA

mma müh taçtırlar. Ustalar, dülgerler ça­ lışmaktadırlar, fakat bunların mesaisinde ihtisas ve iş bölümü yoktur. Milletimizin yeni doğuşuyla muasırız. Bütün müesseselerimize bakınız bir yeni­ lik, bir acemilik göreceksiniz. Bazıları bu beceriksizliği, bu acemiliği kötü niyeti­ mize, bazıları şarklılığımıza atfetmekte­ dirler. Siyasetimizde, idaremizde, iktisa­ dımızda acemilik vardır. Bu pek tabiîdir. Âhdiatika göre Allah dünyayı yedi günde yaratmıştır, işte biz Yeni Türkiyenin daha ilk günündeyiz.Fakat dikkat edelim. Nuhun tufanları,Fravunun zulüm ve istibdadı bizim içindir.Her attığımız adım metin olmalı ve bir daha geri dönmemeliyiz. Garbın teşekkül ve tekemmül etmiş cemiyetlerine benzer hiç bir yerimiz yoktur. Garp cemiyetlerin­ deki ahenk ve inzibattan mahrumuz. Ihtitisas, iş bölümü, kıymet ve ehliyet mef­ humları daha bize ulaşmamıştır. Yeni Türkiyenin inkişaf ve neşvüneması güç­ tür. Garp milletlerinde olduğu gibi bizde müşterek hisler kuvvetli değildir. Buna mukabil müfrit bir «Bencilik» vardır. Halkın idraki sathan genişlemiş fakat de­ rinlik itibarıyla azalmıştır. Dünün karan­ lık hükümlerinden kurtulan millî duygu­ larda şuur yoktur. Şevki tabiîye müste­ nittir. Bugünün adamlarına düşen vazife, te ­ meli kan ve iman örülü yeni bina­ da oturacak insanları buraya lâyik bir şekilde yetiştirmektir. Burada oturacak insanların bu binanın en hücra köşesine varıncaya kadar hürmetkâr olmaları lâ­ zımdır. Büyük devlet adamları, şöhretli âlim­ ler gençlikle meşgul olmuşlar, onu yetiş­ tirmeğe çalışmışlardır. Atinede Solon, Ispartada Likörg Yunan sitelerine genç yetiştiriyorlardı, Fransada AnsiklopedistIer, Almanyada Fihte Fransız ve Alman medeniyetlerinin sağlam temellerini genç­ lerle beraber örmüşlerdir. Bize lâzım olan geçnlik bir fırka ve bir zümre gençliği değildir. Biz fırka ve şah-

Sayı: 12

siyetlerin ebediyetine kani değiliz. Herşey■den üstün, herşeyden önce bir Türkiye vardır. Biz Türk gençliği istiyoruz!.. Teşkilâtı esasiye kânunumuz mükem­ meldir. idare şeklimiz en asri esaslar üze­ rine kurulmuştur. Fakat biz bütün bun­ lara müstahak olabilmek için Ansiklopedistler devrini hiç olmazsa bugün yaşa­ nmaklığımız lâzımdır. Dünyanın her tarafında gençlik bir şahsiyet sahibidir. Bu, nişan, rütpe değil­ dir. Bir kül halinde gençliğin müteradifi­ dir. Kanunlarla, emirle bahşolunmaz. * Demokrasi en müşkül idare sistemidir. Demokrat idarelerde vatandaşlardan ruhî istikrar, ahlâkî ciddiyet istenir. Ruhî is­ tikrar, ahlâkî ciddiyet olmıyan demokra­ siler monarşilerden daha vahim netice­ ler tevlit edebilirler. Türk genci inkılâbı benimsememiştir. Mugalâtaya lüzum yoktur. Biz hâdise ve vakıalara eserleriyle kıymet ve mana veririz. Mersinde mütevazi ve bin türlü mahrumiyetler içinde görünmeğe çalışan bir ışık, münevver Türk gencinin Anadoluya karşı lâkaydisinden bahsediyordu. Çok yazık ki bu ışık feryatlarına bir ce­ vap gelmeden söndü. itiraf etmeliyiz.. Vazifemizi yapamı­ yoruz. El çırpmakla, yaşa demekle inkilâba karşı borcumuzu ödemiş sayılamayız. Hangi atsız Türk genci şehirden köye bir damla nur ulaştırmıştır?.. Efendimiz olduğunu kanunlarımızla ilân ettiğimiz köylüye her başımız sıkıl­ dıkça koşarız. O, ananevi bir tevekkülle bize her şeyini verir. Biz ona ne veriyo­ ruz?.. ' Demokratik müesseselerde muallim, avukat, doktor, sanatkâr ve gazeteci gibi münevverler millî gayelerin tahak­ kuku için hükümet kadar faaldirler. Her şeyi hükümetten beklemek doğru değildir. Biz, bu memleketin sırtında münevveriz diye geçinenler fazileti, şuuru anlayabildiğimiz kadar etrafımızdakilere anfatmak ve onları tenvir etmek mecbu­ riyetindeyiz.


Sayı: 12

ATSIZ MECMUA

Umumî harpten sonra bütün dünya cemiyetleri şumullü ve afakî bir surette gençliği hazırlamaktadırlar. Bu hareket­ lerde hükümetin müzaheret ve alâkasına ihtiyaç yoktur danemez. Fakat birçok memleketlerde bu heyecan, bu teşekkül halkın içinden doğmuştur. Almanyada 1923 senesinde bir yübaşı etrafında top­ lanan yedi genç 1931 senesi nihayetinde 600,000 faal sivil asker, on iki milyon tarafdar kazanmıştır. [Fenlandiyada, Polonyada ve bilhassa Çekoslovakyada böyledir. Italyada ise devlet bizzat eski Yunan sitelerinde olduğu gibi gençliği kendi sevk ve idaresine almıştır. Biz her işe şarklılara ait bir heye­ canla başlarız. Halk evleri güzel ve he­ yecanlı bir harekettir. Temenni ederiz ki bu güzel ve heyacanlı hareket şuurlu ne­ ticeler vererek, merhum Türk ocakları­ nın son zamanlarında olduğu gibi faali­ yeti yalnız Cumhuriyet bayramlarında

Sayla: 287

verilen balolara inhisar etmesin. Memleketin en mütekâmil gençlik muhiti olan Darülfünunda talebe cemi­ yetleri, birlikleri vardır. Bu Efendilerin gayesi müderrislerine danslı çay, arka­ daşlarına gezintiler tertip etmektir» Fvet bunlar da gencin hakkıdır. Fakat yapıla­ cak vazifeler?.. Bize Turkuvaz salonlarında hocalarına kasidekâr nutuklar söyliyen genç lâzım değildir. Köye inen, fışkı ve toprak ko­ kularına alışkın nasırlı köylü eli sıkacak, onu bıkmadan dinliyecek genç lâzımdır. Bize yalnız dansetmesini, iyi giyin­ mesini, kur yapmasını ve âşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur. Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan ölebilecek genç lâzımdır. Bize bir gençlik lâzımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın***

İktisadî buhran ve beynelmilel kredi n Beş yıl Önce yine mühim bir İktisadî buhran vardı. Fakat bu daha ziyade millî ve dahilî bir buhrandı. Belçika bun­ dan kendisini, dost kuvvetlerin kredi açarak yaptıkları yardım ve kolaylık sa­ yesinde parasının istikrarını temin ederek, kolayca sıyırabilmiştı. Bugün yine bir buhran var. Fakat bu ne dahilî, ve ne de millî bir buhranın sonudur. Belki beynel­ milel, hatta âlemşümul diyebileceğimiz bir krizdir. Bizi olduğu kadar başka milletleri de müteessir ediyor. Bugün başkalarından yardım bekliyemeyiz. Bilâkis âlemi bu feci vaziyetten kurtarmaya yardım için 1*1 Belçika Kralının fahrî Kâtibi ve diyünu umumiye umumî müdürü M. L. gerard’ın 27 10 - 1932 de Liyej Darülfünunda verdiği konfransın kısaltılmışıdır.

bir şeyler yapabiliriz. Âlemuşüınut ^iktisadi batıran: Mesele teferruatından tecrit edilirse, Frankfort darülfünunu profesörlerindan Belçikalı De Man’m mükemmel bir surette ifade ettiği şu esas nokta görülür: «derinin pek bol olduğu şu devirde binlerce adam ayakkabısız ve binlerce kunduracı işsizdir. Bu işsiz kunduracılara iş bulmak, işliyemedikleri için tazminat vermekten çok daha ucuz olacaktır.». De Man’m dediği gibi vaziyet korkulu meseleleri meydana koy­ duğu için çok vahim ve acıklıdır. «Küt­ leler, vaziyetlerinin günden güne iyileş­ tiği ümidine sahip oldukça her idare tarzı tedricî ve sakin bir tekâmülle teşekkül ve temadî eder. Bu ümidin kaybolmasın-


Sayfa : 288

ATSIZ MECMUA

S a y ı: 12

dan başka onu yıkılmaya mahkûm eden yetinden daha çabuk terakkisi değil, belki bir şey yoktur*. mütezayit bir âhenkle istihsal imkânları­ na munzam olan teknik terakki, İktisadî Yılgınlığa uğrayıp ta her şeyin kay­ buhranın sebeplerinden biridir. Acaba bolduğunu zannetmek ve içinde yaşadığı­ mız İktisadî rejimin akibeti olmadığını muhterilerin hayalinde haddinden fazla bir bir dakika tekrarlamak doğru değildir. bereket yok mu? Ve bu bereket İktisadî Bununla beraber mes’ullerin, sermayedar âlemin intizamını bozan âmillerden biri cemiyetin bir şeyler yapmasının zaruri değil midir? zira müesseseler terakkiyi olduğunu idrak etmeleri gerektir. Ne fa­ günü gününe takip edebilmek için, daha lan veya filân sınıfın ve ne de^falan veya uzun müddet işe yarıyacak alât ve ede­ vatı pek kısa bir zamanda çürüğe çıkar­ filân şahsın menfaatei mevzubahstır. maya mecbur kalıyorlar. Unutmıyalım ki istihsalin «Hâkimi müşevBazı teknik terakkiyatm yavaşlamasını viki» hürriyet olan bugünkü cemiyet dilemek ve sınaî inşaatın yenilenmesi şeklinin bir takım faydalan vardır. Bunun ahenginin tehirine muvaffak olmak lâzım esas noktalarını korumak lâzımdır. Ser­ gelmez mi? Çok pahalıya mal olan bu mayedar cemiyetin müdirlerinin bir teşki­ tesisatın çok, kısa, haddinden kısa bir lât ve inzibat gayretiyle âlemi bu İktisadî zamanda amorti buhranlardan kur­ edilmesi mecburi­ tarmaları lâzımdır. yeti karşısında sı­ Stoklar ve is­ Mefkûre naî inşaatın yeni­ tihsal: Bugün mah­ Yüksel, bu ger değil hey arkadaş , lenmesinin had­ reç bulamadıktan Senden bugün vatan mefkure bekliyor. dinden fazla sür’aiçin satılmadan Sen « mevkiimbudur» derken serin serin tinin, istihsali ağır­ bekliyen her cins­ Etrafı dinle bak; âlem se söylüyor: ca ezdiğini nazarı ten (Kavuçuk, pa­ T ürk gençliğinde yok bir canlılık, diyor. itibara almalıdır. muk vs..) nihayet­ Satmalına ka­ ★ siz mal stokları Artık yeter bu aşk, sevda teranesi biliyeti : istihlâk var. Diğer cihet­ Kumral güzellerin; şen, nûzlı esmerin.. ten göze çarpmıneticede, sınaî is­ Bak işte ağlıyor içten derin derin yan ve ötekinden tihsalin gayesidir. öksüz kalan vatan, Türkün öz annesi, de az mahzuru olLâzım olan bu is­ miyan bir stok şek­ * tihlâk kabiliyetini li v a r: Müstahsil Senden bugün vatan mefküre bekliyor, teşekkül ettirmek­ Yüksel, bu yer değil hey arkadaş yerin. tir. Malûmdur ki fabrikalar,piyasaya insanın, aşağı yu­ daha çok mal çı­ D ân iş R e m z i karı herkes için karmak iktidarını aynı, bir takım haiz oldukları hâl­ esas ihtiyaçları vardır. Arz ve talebin de, bütün kudretleriyle çalışmıyorlar. Mev­ yanı başında müstehlikte bir de satmalma cut fabrikaların müstahsil kudretinden kabiliyeti olmalıdır, istenilen bu hassa başka bir de fabrika, inşa, aîât ve edevat bulunmadıkça mümkün hiç bir İktisadî imal ettirmek kabiliyeti vardır. Bu kud­ hareket yoktur. Bu satmalma kabiliyeti ret piyasayı bilhassa şu devirde kolaylıkla nasıl yaratılabilir? Bu suali sormak bir buhar makineleri, dokuma tezgâhlan... ile an için mevzuun ruhuna temas etmektir. doldurabilir. Bu görünmiyen üçüncü stok Mevzuubahs olan, bir cemiyetin muayyen şekline fabrikaların ihtiyatı diyebiliriz. bir sınıfının satmalma kabiliyetini diğer Bu istihsal vesaitinin mütemadi çoğalması, bir sınıfmki ile değiştirmek değildir. înyalnız sınaî müesseselerin istihsal kabili­


Sayı: 12

ATSIZ MECMUA

giliz buhranının sebep olduğu münakaşa­ larda, işsizlere verilen tazminatın azaltıl­ ması teklif olunmuştu. «Tazminatı eksil­ tirseniz, işsizlerin satmalma kabiliye­ tini de eksiltir ve buhranı yaymış olur­ sunuz» diyenler bulundu. Hayır, eğer satııialma kabiliyeti işsizlerden alındıysa, vergileriyle işsizlik sandıklarını besliyen emlâk sahiplerine verilmiş oldu. Yapıl­ ması lâzım gelen şey, satınalma kabiliye­ tine yer değiştirmek değil, belki işsizleri, aranılan ve istihsâl kabiliyeti fazla geniş olmıyan memleketler tarafından satın alınabilecek eşyanın istihsaline muktedir bir hâle getirmektir. Ve mesele satmalma kabiliyeti olmıyanlara, aranılan mevadı istihsâl ettirerek bu kabiliyetin teşekkülü­ ne muvaffak olmaktır. Fracqui [•] p lânı: Fikrimizin tered­ düdü ve birçoklarını sarsan yılgınlık or­ tasında mösyö Francqui diyorki: Serma­ yenin tevezzüü ve eıntianm tedavülü mekanizmasını yeniden işletmek için bir çare bulmak lâzımdır. Bu fikrini önce «beynelmilel tediyat bankası» ile ortaya attı. Avrupa ittihadı tetkik komisyonuna ve nihayet Akvam Cemiyetine taktim etti: «Cemiyeti Akvam meclisi, Francqui plânının, malî encümen tarafından mösyö Franequi ve diğer mütehassısların da iştirakiyle, tetkikine karar vârmiştir». Francqui plânını izaha başlamadan ön­ ce mayıs ayında zuhur eden mühim hâdi­ seden bahsetmek daha doğru olur. Fransız hükümeti beynelmilel güçlüklerin halli için Cenevreye getirdiği umumî plânda diyordu k i : «Malî iştirak çarelerinin aran­ ması lâzım geldiğini ve bunsuz Avrupayı yeniden canlandıracak hiç bir plânın kuv­ veden fi’le çıkarılmasının muvaffakiyetle başarılamıyacağını beyan ve açığı olmıyan memleketler sermayesinin açığı olanların piyasasına akmının bu yeniden teşekkül için muzir bir şart olduğunu ilâve eder. Fransız piyasası, ister Cemiyeti Akvamın nin

[1] Francqui her müşkül zamanda Bilçikabaşına getirdiği büyük bir adamdır..

Sayfa: 289

himayesinde, ister malî piyasalar ara­ sındaki çevresi genişletilmiş hususî münasebetta diğer sermayedar piyasalarla el ele vererek faydalı malî muamelâtın mu­ vaffakiyetinin teminine çalışmaya âmâdedir». Fransız muhtırası bu dikkate şayan beyanattan sonra elle tutulur bir plân vermiyordu. Halbuki Francqui plânı elle tutulur, etrafında fikirlerin toplanıp teşek­ kül edebileceği, ıslah edilerek Üzerinde faydalı münakaşalar yapılabilecek müsbet bir projedir. Yeıii memleketler: Mösyö Francqui, garpten önce garbî Avrupanın zengin memleketlerinden şarkî Avrupanın fakir memleketlerine uzak Şarka ve Cenubî Amerikaya doğru emtia akını ile aynı istikamette bir sermaye akmının mevcu­ diyetini göstererek projesini tahkik edi­ yor. Ingiltere, Almanya, Belçika ve Fran­ sa yaptıkları istikrazlar sayesinde, müstekriz memleketlerde yollar yaptılar ve sınaî müesseseler vücude getirdiler. Bu memleketlerin ahalisine ferdî istihsal ka­ biliyetlerini arttırarak çalışmak imkânlarını verdiler. Şehirler meydana getirdiler ve hatta bunları şarkta sürülen eşya imaline muktedir bir seviyeye yükselttiler. Bu garbi Avrupanın ihraç ettiği sermayenin ecnebî memlekette işlettirilmesi idi. Son zamanlarda kendisinden çok bah­ sedilen Mançuri, geçen çin - Japon harbi sıralarında sefil ve az bir halk kütlesiyle (şimdilik Çinin birçok mıntakalarmda olduğıi gibi) meskûndu. Galip gelen Japonlar Çinlilerden Mançuri üzerinde bir takım hukuk elde ettiler. Yol ve demir yolu yaptılar Demir senayii kurdular ve kömür madenlerini işlettiler. 25 yılda Mançuri ahalisi mühim nispette arttı. Ye yaşayış seviyeleri yükseldi. Satınaldılar, sattılar ve memleket uzak Şarkta asrî medeniyet merkezlerinden biri oldu. Ya­ bancı sermayesinin meydana getirdiği bir hâdiseye işaret ederken âlemşümul feyz ve bereket bakımından Japon yanın Mançurideki eserini itmam ve idame etmesi


Sayfa: 290

ATSIZ MECMUA

çok daha, temenniye şayandır. Japonya inzibatı temin, sülhli ikame eden; maarif, sıhhiye ve polis teşkilâtım yapan kuvvetli bir hükümettir. Mançuride Avrupa ve bu­ nun bir şubesi oian Amerikan medeniyeti nin öncüsüdür. Bunun için her hangi bir siyasî sebepten dolayı, Japonyanın mua­

Sayı; 12

hedelerle işgal ettiği ve eskiden sefil olan bu havzayı terakki ettirmemesi Mançuri için çok rnuzur olacaktır. [Sonu gelecek sayıda] Türkçeye çeviren: Z e y b e k o ğ lu Z eki

B u g ü n ü n m e s e le le r i

Aynı tarihî yanlışbğa düşüyoruz Büyük Türk müverrihlerinden biri, bugün darülfünunda Türk tarihi profesörü olan Başkurdistanlı Zeki Velidi Bey, Mı­ sırda bastırdığı Türk tarihine ait bir ki­ tabında büyük harbin neticesinin garp cephesinde değil Çanakkaiede hallolundu­ ğunu söyledikten sonra, artık bunula Türklerin dört asırdır devam eden tarih­ teki münfeil rolünün bittiğini ve Türklerin yine eski zamanlarda olduğu gibi «faal» vaziyete geçtiklerini söylüyor. Bu fikre ben de iştirak ediyorum. Fakat bu, hiç bir zaman, artık Türk ırkı için tehlike kalmadığını işaret etmek değildir. Bununla ne demek istiyorum, şimdi onu anlataca­ ğım: Bugün biz Yakın Şark medeniyeti dairesinden garp medeniyeti dairesine giri­ yoruz. Bu hareket gündelik gazete sütunlarında gördüğümüz gibi cum­ huriyetin] ilânmdanberi devam eden bir hâdise değildir. Bilâkis, şuurlu olarak bir buçuk asırdanberi devam eden bir vâkıadır. Bilhassa on dokuzuncu asrın Türkiye tarihi baştan aşağı garp medeni­ yetine doğru yapılan hamlenin sarsıntıla­ rıyla doludur. Fakat bütün bunlara rağ­ men cumhuriyetin ilânına kadar, bu ha­ reketler ihtiyatla yapılıyordu. Çünkü İslâm medeniyeti an’anesi ve irtica henüz kuv­ vetliydi. Şimdi ise artık garp medeniye­ tine giriş hamlesinin önüne dikilecek da­ hilî kuvvet kalmamıştır. O halde biz bütün

hızımızla garba koşabilir, garblı *olabili­ riz değil mi? Hayır... îlk önce şunu anlamalı ve şunu bilme­ liyiz: Medeniyet nelerdir? Bir medeniyet alınırken onnn bütün müesseseleri ve unsurları mı alınır? Yoksa bir kısmı bı­ rakılabilir mi? Vaktiyle Türkler İslâm me­ deniyetine girerken o medeniyetin bütün müesseselerini almışlar ve tabiî o müesseselerin başında bulunan «din» ide birlikte ve en önce kabul etmişlerdi. Bugün de gap medeniyetine girerken, bu girişin tam olması için, garp medeniyetinin bü­ tün müesseselerini alaeak mıyız?.. Ve garbın dini olan hıristiyanlıği da kabul edecek miyiz? Bugün din hayatta birinci safta bir rol oynamıyor. Devlet dini bir kenara at­ mıştır. Fakat din, halk yığınları üzerin­ deki büyük nüfuzunu yapmakta devam ediyor. Ve bolşevik, Rusya müstesna ol­ mak üzere hiç bir devlet, hiç bir millet dinsizliğini ilâna cesaret edememiştir. O halde madamki Türk milletinin de bir dini olmak lâzım, bu din ne olacaktır? *** Vaktiyle, millet meclisinde, asrî haya­ tın ahlâksızlık doğurduğunu iddia eden bir mürteci mebusa karşı, Hamdullah Suphi Bey verdiği cevapta; «medeniyet bir memlekete gümrüğe uğramadan gelir» demişti. Bununla Hamdullah Suphi Bey garp medeniyetine girerken onun


Sayı: 12

ATSIZ MECMUA

her şeyini kabul etmek zaruri olduğunu, hatta kötü cihetlerinden de kaçılamıyacağını söylemek istemişti. Bu söz bir mür­ teci mebusu susturmağa yetişebilirdi; ve netekiuı yetişti de... Fakat bu söz hakihatta çürük bir fikrin mahsulüydü. Çünkü gözümüzün önünde bunun aksini ispat eden koca bir Japonya vardı. Bu fikir yalnız bir Türk münevverinin, Türk ocak­ ları reisinin, milliyetperver ve mefkûreci geçinen bir mebusun fikirleri olmak iti­ barıyla manidardı. Hamdullah Suphi Be­ yin bu sözjçri başkaları tarafından da başka kelimeler ve şekillerle söylenmemiş olsaydı,o zaman münferit bir fikir der ge­ çerdik. Fakat onun bu fikirleri başkaları tarafından daha büyük bir vuzuhla söy­ lendi. Bunlardan birisi darülfünunda ru­ hiyat müderrisi olan Şekip Beydir. Şekip Beyin fikrinin hülâsası şudur: «madamki garpla bir olmak istiyoruz, dinlerimizin de bir olması lâzımdır; madamki onların müslüman olmalarına imkân yok, o halde biz hıristiyanlığı kabul etmeliyiz». Şekip Bey bu fikirlerini matbuat sütunlarında veya umumî bir konferansta değil, hususî bir mecliste, Feyziati Lisesinde söyledi. Şekip Beyin birçok fikirleri gibi bu fik­ rinin de yalnız başına hiç bir kıymeti yok­ tur. Fakat bu fikir bir darülfünun müder­ risinin fikri olmak itibarıyla manidardır . Fakat bu fikri ileri sürenler yalnız bunlar da değildiler. Bugün «münevver» dediğimiz tecanüssüz zümreye mensup olan pek çok kimseler bu fikrin propogandasını, ideolojisini, felsefesini yapıyor­ lar. Bunların arasında vaktiyle Ali Emîrînin telmizi ham bir softa iken bir yıl Pariste kaldığı için değişenlerden tutu­ nuz da, Türk edebiyatında fevkalbeşer bir dahi yetişmediği için hıristiyanlığa âşık olanlara kadar birkaç çeşit tip vardır. Onlara göre tsanm İnsanî ve şiirli dini dururken Muhammedin kurban bayramı yapan barbar dinine girmek kadar bir yanlışlık tasavvur olunamaz. însaniyetperver İsa kullarının vahşetleri bile bu

Sayfa: 291

efendiler nazarında «temdin» dir. Bütün bu anlattıklarımızdan çıkan ne­ tice şudur: bugün Türk münevverleri ara­ sında hıristiyanlığa meyyâl bir zümre vardır.Bunlar hiristiyanlığı din olduğu için değil, medeniyete ve insaniyete götüren yol olduğu için isterler. Diğer taraftan ise bir «îslâmiyeti Türkleştirme» cereyanı başgösterdi. Kuran ve ezan türkçe okunmaya başladı. Fakat nedense bu güzel iş yanda kaldı. Hâlbuki hiristiyanlık taraftarlarının fikirleri dur­ madı; propâgandaları susmadı. O sinsi sinsi yoluna devam ediyor. Beriki saman alevi gibi gelip geçtiği hâlde, bu, saman altında yürüyen bir su gibi kendini belli etmeden ilerliyor. $* Vaktiyle Türkler medeniyet değiştirip manihaizme, budizme ve İslâmiyet® girer­ ken dillerini saklıyabilmişlerdi. Fakat ede­ biyat dili bu medeniyetlerden şiddetle müteessir olmuş, türkçenin safiyeti bozul­ muştu. Türkler islâmiyete girerken, o zaman dillerine yabancı kelime girmesi­ nin tehlikesini anlatacak kimse çıkma­ mıştı. Bugün yeni bir medeniyete girer­ ken dilimize yabancı sözler girmesinin ne büyük bir tehlike olduğunu birçok kimseler haykırdı. Bundan başka bugün önümüzde, mazide yaptığımız yanlışlığın misali bütün belâgatiyle duruyor. Fakat bunlara rağmen yabancı kelimeler bugün dilimize yabancı bir ordu hâlinde giriyor. Buna da en büyük sebep münevverler ve gazeteler oluyor. Bugün dünden de­ ğişmiş hiç bir şey yoktur. Dün bol bol arapça acemce giriyordu. Bugün de bol bol fransızca İngilizce giriyor. Bu kadarla kalsa iyi. Beri taraftan da Türk olmıyan yerli anasır dilimizi bozuyor. Kendisinin «musevî Türk» olduğunu söyliyen bir yahudi müderris çıkıyor «Küçük Türk Tetebbüler* diye bir eser yazıyor. Bu bozuk şive yavaş yavaş halka ve resmî dairelere de giriyor. Satıcılar mallarını «kol düğmeleri», *yaka iğneleri», «kahve


Sayfa: 292

ATSIZ MECMUA

fincanları» diye satacak yerde «kol düğ­ meler»,«yaka iğneler», «kahve fincanlar» diye satmaya başlıyor. Beri yandan resmî dairelerde bile adreslerin meselâ « Havyarcı Hanı », « Dere Sokağı » şeklinde yazılacak yerde «Havyarcı Han», «Dere Sokak» şeklinde yazıldığını görü­ yoruz. Bu kadarla da kalmıyor. Memle­ kette bir takım mühim müesseselerin a t­ ları da züppeleşiyor. «Turing kulüp», «Aero kulüp» gibi «lisan veledi zinaları» meydana çıkıyor. Bütün bunlar gösteriyor ki bir dil zabıtasına .olan ihtiyaç kuvvet­ lidir. Halbuki bu dil zabıtalığı işini yap­ mak üzre kurulan ve içlerinde Ragıp Hulûsi Beyden başka hiç biri dilden anlamıyan, bir kısmı da alaylı lisaniyatçı olan bu «Dil Encümeni» yaptığı lügatin başına «aeroplân» kelimesini koyuyor. Tanesi on kuruşa kelime toplıyan bu he­ yet te düzelteceği dilin beline bir tekme vurarak hiç bir iş yapamadan ölüyor. Halbuki vaktiyle arapça ve acemce de dilimize böyle sokulmuştu. Türkçeye önce «Allah» girmiş «Muhammet» onun peşinden gelmiş, ondan sonra kelimelerin yerine klişe cümleler birbirini kovalamıştı. Bugün de aynı şey oluyor. Artık mü­ nevverlerimizin ağzında sade «bonjur», «bonsuvar» veya «mersi»yi değil, «maparoldonör» ve «idealist pür»ü de sık sık

Sayı: 12

görüyoruz. Türkçenin yoksul bir dil ol­ duğu hakkındaki telâkkiler devam ettikçe ve münevverler ruhan türkleşmedikçe bunun böyle süreceğini kabul etmek lâ­ zımdır. ihtimal ki vaktiyle «OsmanlI li­ sanı türkçe, arapça ve acemceden mü­ rekkep bîr lisandır» dediğimiz gibi bir gün de «Tiirk dili tiirkçe, fransızça ve İngilizceden mürekkep bir lisandır» di­ yeceğiz. Fakat böyle üzülmektense doğ­ rudan doğruya bir ecnebi dilini kabul etmek daha iyi değil mi? Evet, vaktiyle bu cinayet te yapıldı. Ruhiyat müderrisi Şekip Bey bundan dört beş £ l önce bu altın yumurtayı da yumurtladı. Fakat o zaman Türk gençliği onun karşısında yelesini kabartınca «mağrurane bir ricat» la işin içinden sıyrıldı. O halde demindenberi söylediğim söz­ lerin neticesi nedir? Gayet basit: Vaktiyle medeniyet değiştirirken yaptığımız yan­ lışlıkları bugün de yapıyoruz. Bugün de millî harsımiz tehlikededir.Hem bu asırda medeniyetlerin tesiri, eski asırlardakinden kat kat üstün olduğu için tehlike daha büyüktür. Fakat bu kadarla da kalmıyor. Bizim manevî - ahlâkî tarafları­ mız de tehlikededir. Bunu da gelecek se­ fer yazacağız.

H. Nihâi

Kapitalizm Buhranı Yazan: N . Basilescu Bükreş Hukuk Fakültesi reisi

Bütün dünyayı tehdit eden korkunçbir felâket önündeyiz: İktisadî buhran bir kolera gibi devlet hudutlarını aşarak bü­ tün cemiyetleri, bütün milletleri sarmıştır. Buhrandan şikâyet etmiyen, onun pençesi altında inlemiyen bir millet yoktur. Fer­ dî sermaye müthiş bir buhran içindedir;

çeviren:

Safaattin Rıza dünyanın bütün şehirlerinde İktisadî ve ahlâkî bir darlık vardır. Elleri kalçaların­ da; avurtları çökmüş 25 milyon işsizamele, 120 milyon aç ve mustarip insanın ifadesidir: Çalışabilenler 3 ilâ 4 günlük yövmıyeye karşı bir haftalık mesai sarf etmektedir, ne oluyoruz? nereye gidiyo­


S ay ı: 1 2-

ATSIZ MECMUA

ruz? imalâthaneler kapanıyor: Makineler paslanmaktadır. Sermaye ne parasını ne de faizini alabilmektedir. Ferdî tasarruf­ ların, milH iktisatların kalbi olan banka­ ların kişeleri kapanmak üzeredir. Bu mü­ esseseler her hangi bir giin müşterilerinin ani hücumuna maruz kalıp ta sarsılma­ mak endişesiyle mevduata el sürememektedirler: Ziraatta buhran daha umumî, daha barizdir. Fazla istihsal ile dolu anbarlarda mahsul çürümektedir. Buğday, Pirinç, Arpa, Mısır, Darı, Patates, Fasulya, ve saire gibi mevat geçen senelere nazaran görülmemiş derece çoktur. Umumî sefalet herkesi mühtaç bulun­ duğu gıdayı tedarik ettiremiyecek bir va­ ziyete düşürmüştür. Köylü ektiği tohu­ mun parasını ...çıkarıp vergisini veremiyecek bir hâldedir. Hububat fiyatları fev.kalâde düşüktür.Köylü malını satamamak­ ta, atıbarları dolduran ziraî mevat filizle­ nip bozulmaktadır. Sınaî istihsal de böyledir Elde edilen ham maddeler bile masrafını çıkarama­ maktadır. Maden ocaklarında, fabrikalarda amele çok az yövmiye ile çalışmakta, buna rağmen iş bulamamaktadır. Mamulâtını istihlâk edemiyen imalâthaneler ka­ panmakta, her gün bir miktar ameleye yol vermektedir. Bütün dünyayı sarsmak­ ta olan bu umumî buhranın dini, milliye­ ti yoktur. Beşerîdir. Hiçbir kimse bir şey istihsal edebilecek vaziyette değildir,çün­ kü müşteri yoktur. Bu umumî buhran hailesinde en ziyade devlet istikrazlarına, sınaî ve ziraî teşebbüslere mevdu sermaye müteessir olmaktadır. Bu gibi mevduat hemen hemen hiçbir faiz almadığı gibi gün geçtikçe memur maaşlarını, devlet vergilerini ödemek istirariyle azalmakta­ dır. Devlet tahvilâtı ile ziraî ve sınaî müesseselerin eshamlarını tetkik ediniz. Geçen senelere nazaran fiyatların müthiş bir su­ rette düşmüş olduğunu görür ve hayret edersiniz. Devlet tahvilâtı ile sınaî ve zi­ raî müesseselerin eshamında olduğu gibi

Sayfa: 293

bu fiyat düşgünlüğü gayri menkul mal­ larda bilhassa arazide bellidir. Arazi, em­ lâk fiyatları çok düşkündür. Niçin?.. Çünkü kimse satın almayor; herkes satmak istiyor... Çünkü hiç kimsede para yoktur. Sermaye gizlenmiştir. Gizlenen yerinden çıkmağa teşebbüs eden sermaye korkaktır. Onun bu korkaklığı taliplerin hırs ve iştihasmı arttırmakdadır. Bu teha­ lük karşısında sermaye fazla temiöat, müt­ hiş faiz istemektedir. işte bugünkü buhranın hakiki mahi­ yeti..,. ' Bu mahiyet meselenin bir safhasıdır., ikinci cephe daha mühim, daha büyüktür. Sermaye sahipleri, iş adamları arasında itimat yoktur. Elinde parası olan herkes paniklerden, İktisadî buhranlardan kor­ karak mevcudunu tenmiyeye cesaret eder meytip saklamaktadır. Filhakika son bir kaç sene zarfında almlarımn terini para­ ya tahvil eden birçok insanların iflâs eden bankaların kapanan kişeleri önünde yumruklarını ısırdıklarını işittik.Ayni vazi yeti geçenlerde Almanyada gördük. Alman piyasasını sarsan bir buhran halkın panik hâlinde bankalara hücum ederek parala­ rını geri istemelerine sebep olmuştur. Bü hücum birçok bankaların iflâsına bir kıs­ mının temelinden sarsılmasına sebebiyet vermiştir. Bankalardaki mevduat sınaî, ticarî, ve ziraî teşebbüs ve taahhütlere sarfedilir. Tabiî zamanlarda hiç kimse bankadaki mevduatını geri çekmeyi düşünmez, yalnız faiz almakla iktifa eder. Fakat buhran esnasında halk mevdu parasının almak üzere bankalara koşar. Böyle buhran stralanııda Almanyada olduğu gibi banka­ ların derhal birleşerek müttehit hır cephe almaları lâzımdır. Her buhranı bir tabiî hâl takip eder; muvaffakiyet buhranlardan zedelenmeden, mahvolmadan atlamaktır. Banka çok mühim bir müessesedir. Fertlerin hususî hayatlarında mühim roller oynıyan bu müesseseler devlet siyasetle­ rinde âmil, milletler münasebetinde nâzım


Sayfa: 294

ATSIZ MECMUA

ve müessir vazifeler yapmak istidadmdadırlar. Binaenaleyh bankaların nizamnameleri ciddi, bilhassa mevduata müteallik ahkâ­ mın çok sıkı olması lâzımdır. Almanyada bu hususta kuvvetli bir cereyan vardır. Almanlar bütün bankalardan mevduat kabul etmek hakkını nezederek bu hakkı müstekil resmî bir devlet müessesesine vermeyi düşünmektedirler. Bu teşekkül diğer ufak bankalarla temas ve münase­ bette bulunarak onların muhtaç oldukları sermayeyi temin ve sırasında düştükleri buhranlardan kurtarmağa çalışacaktır. Bugünkü dünya buhranı, bazı*kızıl düşüncelilerin iddia ettikleri gibi ferdî ser­ maye sisteminden ileri gelmemektedir.

Sayı*. 12

Bugünkü İktisadî buhran az istihlâkten doğmaktadır. Hiç şüphe edilemezki az is­ tihlâkten mütevellit buhranlardan en fazla sermaye sonra da işçi müteessir olmaktaf ır. bu, bütün insanlığı tehdit eden bir afet­ tir, Sermaye sahibi parasını tehlikeye koymamak, zarar etmemek endişesiyle te ­ davülden çıkarmaktadır; sermayenin yok­ luğu muamelâtın durgunluğunu işsizliğin meydana gelmesini ve nihayet umumî se­ faleti mucip oluyor. Binaenaleyh bugünkü buhrandan kur­ tulabilmek için sermayeye emniyetli sa­ halar hazırlıyarak fazla istihsal edip faz­ la istihlâk etmek mecburiyetindeyiz. Bitti

Darbımesel mecmuaları kitabiyatı Bu ve bunu takip edecek olan maka­ lelerle, üzerinde çalıştığım bir mevzua temas edeceğim ve faaliyetimin bir hülâ­ sasını vücuda getireceğim. Bu tetkik tecrübesinin gayesi Türk darbımesellerini muhtevi eserlerin oldukça mufassal bir kitabiyatını meydana getirmektir. Bu maksadı temine hizmet edecek ne kadar eser varsa hepsini bulmaya çalış­ tım. Bu hususta kütüpane kataloklarına ve evvelce bu mevzula alâkadar olmuş kimselerin [1] malûmat ve mütalaalarına müracaat ettim. Elimde yazma ve basma birçok eser­ lerle dolu zengin bir liste var. Yerlerini tespit ettiğim bu eserleri yahut mecmuaları vakit ve fırsat buldukça tet­ kik ediyor ve mufassal bir bibliyografi [1] Türkiyat Enstitüsü asistanlarından Nihâi Bey evvelce aynı kitabiyat mevzuu üzerinde uğ­ raşmış ve 12 eserden bahseden bir tetkik vücuda getirmişti. Ben bu tetkikten istifade ettim. Keza «Azerbaycan Atalar Sözü> adıyla bir eser neş­ reden H. Zeynallı Bey, kitabının sonuna o civar darbımesellerini ihtiva eden darbımesel mecmualarının basit bir bibliografyasım ilâve etmişti.

vücuda getiriyorum. Herki halkiyat, edebiyat ve lisaniyat tetkiklerinde mühim vazifeler görecek olan Türk darbımesellerinin kıymet ve ehemmiyetini burada zikre bile lüzum görmüyorum. Tetkikim, üzerinde pek az işlenmiş bir mevzua temas edeceği için tabiî bazı yanlış ve eksikleri olacak. Bunların hüs­ nü niyetime bağışlanacağını ümit ederek yanlışlarını ihtar ve bana bu mevzu et­ rafındaki malûmatlarını bildirmek sure­ tiyle yardım edecek zevata şimdiden te­ şekkürü bir vazife sayıyorum. Elde mevcut eserlerin hepsi tetkik edilemediği için bu makalelerde kitapların tarih sırası nazarı itibara alınmamıştır. 1) Şinasi: Durüb-ı emsâi-i Osmâniyye.— Şinasi merhum tarafından ilk defa 1280, ikinci defa 1287 hicride çıka­ rılan bu kitap Şinasinin ölümünden sonra Ebüzziya Tevfik Bey tarafından aslının yansına yakın ilâvelerle 1302 de üçüncü defa bastırılmıştır. Eserin haiz olduğu ehemmiyet ve her üç basım arasında mühim farklar bulunması, bunların ayrı


Sayı: 12

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 295

ayrı tetkikikini icap ettiriyor. aynen vardır. Birinci basım (Şinasi): 16x10,5 bo­ Üçüncü basım (Şinasi ve Ebüzziya): yunda, 229 sayfa, Eser «Tasvîr-i Efkâr 1302 de, yani Şinasinin ölümünden sonra gazetehanesinde» basılmış. neşredilen bu üçüncü basımı yapan, Mukaddemede Şinasi diyor ki: «DuEbüzziya merhumdur. rûb-ı emsâl ki hikmet ül-avamdır, lisa­ Tevfik Bey kendi mukaddemesinde nından sâdır olduğu milletin mâhiyet i diyor ki: «Durûb-ı emsâl-i Osmâniyye efkârına delâlet eder. Durûb-ı emsât-i bu kerre taraf-ı âcizânemden nısfına karib Osmâniyye ise cümemsâl ve câmiinin ***** **** leten mânîdardır. Bi­ müttehazı olan usule naenaleyh bunların ittibâen makâm-ı isKara yazı kaba tâbîrâtı müştetişhâdda bazı münamil olanlardan maasib ebyât ve ibârât Geçmedi yâra sözümüz dâ ekserini işbu meöderciyle ve müşarü­ Yollarda kaldı gözümüz muaya elifbâ tertibi 44 nileyhin mahdumun­ Yere çalındı yüzümüz üzre derceyledim ilh.» dan aldığım ruhsat-i Böyleymiş kara yazımız. Eserin tertibine resıniyye üzerine ü★ hicri 1268 de başla­ çüncü defa olarak Pınarlar içilmez oldu nılmış ve basılması temsil edilmiştir ilh.» Çiçekler açılmaz oldu ancak 12 yıl sonra, Eser ilk iki ba­ Yâr bize bir gülmez oldu yani 1280 de kabil sımdan her hususta Böyleymiş kara yazımız. olabilmiştir. 1500 ka­ çok zengindir: 17,5 X dar darbımesel, tabir, * 11,5 boyunda 510 fıkra vesaireyi ihtiva Bu bahtımızın işidir sayfa; 4004 tane dar­ eden bu ilk basımda Bu her işlerin başıdır bımesel vesaire. Aşağı tertip ve intizam or­ Yâr başkasının eşidir yukarı yarım asır ön ta derecededir. Eser­ Böyleymiş kara yazımız. :> ce basılmış olmasına > rağmen mükemmel de elifbe sırasına da ★ — bir lügat kitabın­ ►bir basım, tertip ve Yalnız ona «yâr» demiştik da olduğu gibi — 4 intizam. Onda bir şey var demiştik' > tam manasıyla ihti­ 4 4004 darbımesel > Bizi o anlar demiştik > mam edilmemiştir. > ve saire var dedik. Böyleymiş kara yazımız. ikinci basım (Şi­ Bu saireden maksat * nasi): Bu ikinci ba­ «tabir», «fıkra», «ki­ Ey sabah yine bu gece sım, gerek sayfala­ naye» gibi darbıme­ Kederin geceden yüce rının büyüklüğü ve sel olarak kabul edi­ Gel susalım beraberce çokluğu,gerekse için­ len bir takım sözler­ Böyleymiş kara yazımız dekilerin çokluğu iti­ dir. Temmuz 193 barıyla birincisinden Şinasi belki de üstündür. -17,5 X 13 S a b a h a ttin A li V farkına varamıyarak, boyunda, 329 sayfa, Ebüzziya ise kısmen 2000 den çok darbı­ y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y y bilerek bu sözleri mesel vesaire... Eser 1287 de yine «Tas­ darbımesellere karıştırmışlardır [1]. vîr-i Efkâr matbaasında» basılmıştır. [1] Bu yanlışlığa maalesef bütün darbıme­ Şinasi, eserinin, teknik bakımından daha sel mecmualarında tesadüf edilir. Sadettin Nüzhet muntazam ve iyi tertip edilmiş olan bu Beyin «Konya vilâyeti halkiyat ve harslyatı* gibi ikinci basımına birçok ilâveler yapmış­ ilini bir zihniyetle vücuda getirilen eserlerde de bilmünasebe tarifleri yapılan, farkları gösterilen tır. Başta, birinci basımdaki mukaddeme


Sayfa: 296

A T S IZ M E C M U A

Sayı: 12

Soldan 401 sayfa ise bu kitapta geçen Fbüzziya merhum, bu eserin sonuna 4300 darbımeselin lâtin harfleriyle telaf­ uzun bir «mülâhaza» eklemiş, burada dar­ fuzunu, İngilizce mana ve izahlarını ve bımesel ve sairenin tariflerini, ehemmi­ yetlerini misalleriyle kaydetmiştir. Fakat bazen İngilizce karşılıklarını ihtiva etmek­ tedir. bütün bu malûmatına rağmen misallerde 3) Şair Hıfzı: Manzûme-i Durûb-ı bile darbımesel ve tabiri birbirine karış­ Emsâl.— Elimizde bulunan darbımesele tırmış, meselâ «kaş yaparak göz çıkarır» tabirini darbımesel olarak göstermiştir. ait basılı eserlerin hemen hemen en eski­ lerinden biridir. Tet­ Halbuki bu bir ta­ a a a a a a a a a i I.A A A A A A A A A A A A A kik ettiğim kitap ikin­ birdir. Eser, bilhassa 44 ► 4 ci Ahmet Han zama­ Kılıç ta, hançer de yaralar ama bu üçüncü basım, 4 4 nında, yani hicrî O keskin bakışın yarası değil.' saydığım kusurlarına 4 4 Beni bir gez yere çalan bu felek 1102—1105 arasında rağmen muntazam ve 4 4 Bir dahi toprağa vurası değil. kıymetli bir mehaz­ 4 ► telif edilmiş ve Ab► dülmecit zamanında, dır. ► 2) Ahmet Mitat Hey bu ne denizdir, görünmez dibi, ►► 1262 de, tabıhâne-i ► âmirede basılmıştır. Efendi: Tiirkî DuŞu dağlar dumanlı başımız gibi, ► Eser darbımeselleri­ rûb-ı Emsâl.— 19 X 3 Üstünde esse karırga, tipi 13,5 boyunda 168 Neyleyim gönlümün borası değil. ► mizi bir araya topla­ say fa; 4300 darbı ► mak endişesiyle de­ * mesel ve saire.......... ► ğil, bunları arapça, Gönüller vermiştir sana varım, Tetkik ettiğim nüs­ ► acemçe kelimelerle Diyemem «a yosma düşün yarını», ► süsliyerek (?) man­ halarda eserin nerde ► Sen böyle güzelken günahlarını ► zum bir hâle getir­ ve kimin tarafından ► Korkarım Tanrı da sorası değil. ► mek ve bu suretle basıldığına ait bir ► ★ • ► “mecâlis-i şü'erâ ve kayıt yok. Kitabın ► Demişsin kim: «Bana vız gelir Atsız, ► biileğâ İle huzur-ı Ahmet Mitat Efendi­ Kendisi kabadır, sözleri totsız». hiimâyûn-ı cenâb-ı ye ait olup 1295 hic­ Ben senin hakkından gelirdim a kız şehriyâr-ı cihân-pîride basıldığını, aynı Neyleyim şimdicek sırası değil! ► eserin Londrada,«Da> râda frâd edilebilir bir şekl-i latife ircâ‘ vis» tarafından neş­ A tsız etmek,, gayesiyle vü­ redilen nüshasından cuda getirilmiştir. anladım. Fakat İs­ Eser 19,5X13,5 boyunda 25 sayfalık tanbul tabının nerde basıldığına ait bir hurûfat bas maşı bir eserdir, içinde 638 kayıt yok. Eser zengindir. Müellif darbı­ darbımesel ve saire vardır. Bir fikir ve­ mesel ve saireyi elifbe sırasıyla ve ara­ rebilmek için bir tanesini aslıyla bera­ larına birer yıldız işareti koyarak birbiri ber zikrediyorum: arkasından sıralamıştır. Kitapta mukad­ Esb-i nesrinin çiftesi sertiz olur. deme filân da yoktur.. Yumuşak huylu atın çifteşi pektir. Hicrî 1315 te Londrada yapılan bası­ 4) Vâcid: Durûb-ı Emsâl.— 17X12 mına gelince, eser aslının ebadında 569 boyunda 31 sayfadan ibaret olan bu taş sayfadan ibarettir. Sağdan 168' sayfa basması eser hicrî 1275 te Basmacı Âşir aslından fotoğrafla klişeye çekileu ve pek Efendi matbaasında basılmıştır. Mukaddemükemmel basılan Türkî Durûb-ı Emsâmede verilen izahata göre müellifin ye­ lin kitap hâlinde aynını ihtiva ediyor. gâne mehazı şair Hıfzının eseridir. Eser, bu sözlerle darbımeseller birbirine karıştırılmış­ bu manzum darbımesellerden daha lâtif tır. Bu meseleye dair tetkikat yapıyorum, ilerde olan asıllarmı toplıyarak «etfâle göre mesaimi bir makale ile tespit edeceğim. '


Sayı: 12

ATSIZ MECMUA

mutaleası sehîl» bir kitap neşretmek ar­ zusuyla meydana getirilmiştir. Kitapta 690 darbımesel ve saireyle 3 manzum bilmece vardır. Sicili i Osniânîye göre vâcid Efendi hicri 1300 de Limnide öl­ müştür. 5) Jan Dimitriyadis: Durûb-ı Emsâl-i Osmânİyye ve franseviyye. — Milâdî 1888 de Ebüzziyya Matbaasında basılmış olan bu eşer 353 Türk darbımeseliyle bunların fransızca tercümelerini ihtiva etmektedir. Eser 20 X 14 boyunda 25 sayfadan mürekkeptir. Kapaktaki kayıt­

Sayfa: 297

tan kitabı telif eden zatın «Türkçe, fransızca ve rumca muallimi Jan Dimitriya­ dis* olduğu anlaşılmaktadır. Eserde dar­ bımeseller harf sırasına riayet edilerek alt alta sıralanmışlardır. Müellif fransızca tercümelerini terfik eylediğini, fakat bu tercümelerin Türk darbımesellerinin hakikî manalarım mehmaemken bildiren fransızcadaki mukabil darbımeseller olmadı­ ğını» söylemektedir. (Bitmedi)

Adnan Edebiyat Zümresi talebesinden

Kütahya halkşairlerinden “ Pesendî„ kadın cevap vermiş; mübareze ortalık ışıymcaya kadar sürmüş. Pesendî birkaç kere kadından, adını sormuşsa da kadın «er olan arar billur» cevabını vermiş.Biraz sonra-Pesendîııin şerefine diye çeşit çeşit yemekler gelmiş. Hocaları medreseye gel­ dikte mollalar meseleyi anlatmışlar .Bunun üzerine Duğalarlı Hoca memnun olmuş. Ozamana kadar şiir okumasına ve saz çalmasına müsaade etmediğinden Pesendî «Ârifî»den gizli gizli ders alırmış. O gün «mürşidin Ârifî ile hembezm olmana ve ve tarîk-i aşka dahil olmana benden mü­ saade» demiş. Bundan sonra «Ârifî»niıı bütün meclislerinde Pesendî de bulunma­ ya başlamış, onun şiirlerinden birçoğuna da nazire yazmıştır. Kütahyaya gelen sazşairleri Pesendî tarafından mukabele­ ye uğradıklarından fazla kalamazlarmış. Bu hâl heın halk, hem de âşıklar tara­ fından şikâyeti mucip olduğundan bundan müteessir olarak bir müddet sazını bırak­ mışsa dâ. dostlarının sürekli İsrarları üze­ rine tekrar çalmaya başlamıştır. Hayatı kalenderce ve dervişçe geçmiştir. Masaleılığı pek meşhurdur. Gece sohpetlerine, bahçe sohpetlerine fazla düşkünmüş. Bu­ [t] *Çenizaltı* düğün haftasının çarşam­ lunduğu meclisler pek kalabalık olurmuş. ba gecesidir. Bu geceki eğlence kızlara, ve Yazlan, Kütahyaya bir buçuk saat genç kadınlara mahsustur. 19 uncu asrın Kiitahyamn meşhur halk şairlerinden biri «Pesendî»dir. Doğ­ duğu tarih kat’î olarak bilinmiyor. Büyük harbin ilk yılı, kurban bayramında 86-90 yaşlarında iken ölmüştün Asıl adı «Ali» dir. Fakat halk onu «Hacı Pesendî» ve­ ya «Pesendî» diye tanır. Pesendî, mevlevî tarikatine mensup ohıp mürşidi Eski­ şehirli «Hacı Haşan Dede»dir. 30 yaşın­ da Bursada askerlik yaparken tanıdığı bir hocanın nufuzunda kalmış, ilimsiz âşıklık olmıyacak diyerek Medineye arapça öğrenmek için gitmiş, orada üç yıl kaldıktan sonra kütahyaya dönmüş ve «Duğalarlı» hocadan ders almaya başla­ mıştır. Bir gün medreselerinin karşısında dü­ ğün varmış. «Çeniz altı» [1] gecesi düğün evinin penceresinden bir kadın medreseye karşı şiirle mübarezeye başlamış. Mollalar bununla başa çıkamiyacaklarını anlıyarak Pesendîııin evine koşmuşlar. Nargilesini, çubuğunu toplıyarak Pesendîyle medrese­ ye gelmişler. Medrçse odasının önüne nar­ gilesiyle bağdaş kurup oturmuş. Kadın söylemiş, o cevap vermiş, o söylenıiş,


Sayfa' 298

mesafede « Kunduren » deki bahçesinde oturduğu hâlde dostları perşembe ve cu­ ma günleri yemekleriyle beraber oraya sohpele giderlermiş. Şiir söyletmek için dayanılmıyacak şakalar yaparlarmış. 0 da bazen gülünç, bazen hakimane maz­ munlarla onlara mukabele edermiş. Di­ vanındaki «Vezn-i âhir» ında bu sohpetlerini bize şakacı bir lisanla anlatıyor. Pesendîniu 57 bentten mürekkek «Osmanlı-Türk» destanı vardır. Bu destan bir şehirliyle bir köylünün konuşmasını havi olup dünkü büyük İçtimaî yaramızı terennüm eder. Halk arasında pek meş­ hurdur. Geçen sene bu destan Mustafa Hakkı Bey tarafından «Köylü-Şehirli Destanı» adıyla neşredilmiştir. Pesendî aynı zamanda oldukça sanatkâr bir hat­ tatmış. Kütahyadaki bazı evlerde onun tırnak yazısıyla yazdığı güzel levhalar vardır. Yukarda zikredilen vezn i âhırın­ da bir aralık hattatlığından da bahseder. Dertli, Derûnî, Şem’î, Hüsnî ve Arifinin tesiri şiirlerinde bâriz olarak görüldüğü gibi bu beş şairin şiirleri kendi şiir mec­ muası arasında oldukça geniş bir yer tu­ tar. Şiirlerini mahallî lehçe ve düşünce­ lerle yazmıştır. Şiirlerinde çok darbımesel kullanmıştır. Bugün sağ olan «Şenıseddin» ve «Mehmet Dede» adında iki oğlu var­ dır. Bu ihtiyarlar bababalarınm miras bıraktığı sazla Pesendînin şiirlerini oku­ yarak her gece bir parça çalar ve ruhu­ nu taziz ederler. 1 Kalender iye Dilber bu tekye-i aşkın hak akarın ver Âşık kim anın ısbahasıdır [1] tımarın ver Gel gönlünü al âşık olanın umarın ver Şeftali yükün bir kıyas et ben kanarın ver Ver bir bûse bugün bir bûse yarın ver

* Hüsnünde olan şef teli ler dalını eğmiş Toplatsana ağaç göçecek yerlere değmiş Yel esse düşer dirnemeli her biri ermiş

m *ısbahao mültezim.

Sayı:

ATSIZ MECMUA

= Köylerde aşar toplıyaıı

12

Şeftali yükün bir kıyas et ben kanarın ver Ver bir bûse bugün bir bûse yarın ver

★ Bağbâna sezâ bunda fakirin sana lâzım Bağbân var ise bekliyeyim hayli mülâzım Yer içerim şeftali yeter maış [1] neme lâzım Şeftali yükün bir kıyas et ben kanarın ver Ver bir bûse bugün bir bûse yarın ver.

* Yaz defterine bir sene yat bekle ala canin Lâian olayım karşına el pençe divanın Yevmiyye «Pesendî» kuluna budur ihsanın Şeftali yükün bir kıyas et ben kanarın ver Ver bir bûse bugün bir bûse yarın ver.

2 Koşma Bâd-i sebâ al bu nâmeyi ilet Hâkipaya yüz sür cânânıma ver Canıma kâr etti bu derd-i hasret Bildir ahvalimi sultanıma ver

★ Ey nâme varınca yârın yanma Söyle,cevr etmesün aşikarıma. Al benden ateşi bırak canına Biraz da ol kaşı kemantma ver

★ Cemâlin şulesi doğup yüzüme Oi dem aşkın külhan yaktı özüme Cemâlinle uyku girmez gözüme Çeşmi âhû tîri müjgânıma ver ★ Ben sâdıkım diyü eyledin ikrâr İşittim olmuşsun adüvlere yâr Derdmend «Pesendî* oldu tarımâr Derdimin dermanı Lokmanıma ver

3 Âlem birbirini görür görüşür Aksine kurulmuş devrin temeli Ey dil âkil isen dâmâuin devşir Kalma hayvan gibi beyni semeli [2J * Gönül hiç kimsenin izin izleme Nefsini bil el kusurun gözleme Sû-i zan haramdır, sırrın yüzleme Berki [3] anın anda yoktur methali ★ El çek ihtilâftan, süzün, ol melûl Ger olmayayım dersen zemm ile meşgul Herkesin isyanı kendinden mes'ul Yedindedir hayr ü şer ü ameli

_______________ ★

[1] Maaş. [21 Alık, dimağı felce uğramış. 13J Belki.


Sayı: 12 ______ ______ ATSIZ MECMUAHakkı seven halka yârân ne imiş Hak irade-i cüz’iyyeyi eline vermiş Kişi emsalinden azar denilmiş İblisin hemdertli bulur esfeli

* 01 vücud-ı âdem düzce bir gemi Akıl yelkenidir fikri dümeni

______ Sayfa: 299

Gemisin kurtaran derler kaptanı Hartadan anlayıp sezerse yeli * Deme şu kâzibdir şu ehl-i riyâ Kendi noksanını bilmektir kimya Sen seni bil seni âkil-i dlnâ «Pesendî» neylersin eli hey deli

K ü ta h y a lı M eh m e t H a lit

Ânadoluda sihirli taşlar Bu yazının ilhamını Edebiyat Mecmua­ zamanlarda bana çok defa şu ilâcı tavsi­ sında Üstat Köprülüzade Beyin Taş ye etmişlerdi. ve Halk bilgisi heberleri- mecmuasında Dişi ağrıyan bir adam yedi tane çak­ Caferoğlu. Ahmet Beyin “Türkterde si­ mak taşını suda kaynatır ve o su ile diş­ hirli taşlar atlı makalesinden aldım. lerini gargara ederse ömrü oldukça diş Ttirkiyenin her yerinde «TAŞ» 1ar va­ ağrısı görmezmiş yani dişleri çakmak taşı sıtasıyla tefe’üller yapılmakta, hastalar kadar metin olurmuş. tedavi edilmekte, muratlar elde edilmekte Nizip: 10/2/930. Hamamcı Süleyman olduğuna dair hususî bir itikadın elân Ağa hikâye ediyordu: Bir çocuğun diş­ yaşamakta bulunduğunu görmekteyiz. leri çıkmağa başladığı günlerde çocuğun Eski bir Türk âdeti olan Sihirli taş­ anası 7 tane çakmak taşıyla yavrusunun lar hakkında “Anadolu» da işittiğim ve yeni çıkan dişini 7 gün birer defa hafifçe not ettiğim birkaç meddeyi Atsız Mecmua­ döğerse o çocuğun sonuna kadar dişi ya taktim ediyorum. düşmezmiş. Nizip: 14/2/930. Nizipte Cumhuriyet Bursa: 28/9/926. Akrabalarımızdan mektebinin şarkında eski bir türbe var­ Nuriye Hanını anlatıyordu: ışıklar sem­ dır. Kadıular yakın vakitlere kadar bu tinde Askerî lisesinin arkasında «Piremir» türbenin içindeki"’taşlardan birininin ter­ isminde bir türbe var. Derdi olan bir leyip terlememesini tefe’ül ettiklerini kısım hanımlar o türbeden üç taş alırlar, herkes defeatla söylenmektedir. bu taşları iyi bir yerde muhafaza ederler Eğer bu taşlar bir kazaya uğramadan G. Antep: 2/1/931. Maarif kâtiplerin­ saklanabilirse saklıyanın niyet ettiği mu­ den AhmetMuhtar Bey söylüyordu: rat hasılolurmuş. Şehrin şarkişimalisinde f«Aydıri baba», -Nevşehir: 8/5/927. Resim muallimi kale içinde « İmam Gazali », Şihcan Yaşar Bey karşımızda ki dağı işaret ede­ tekyesinde “Şihcan», Çinarlı semtinde rek dedi k i : Bu dağın adına Kahveci dağı «Lo Baba» ziyaretlerinde kadınların bazı derler; dağın cenup silsilesinde görülen ufak duvar deliklerine birer küçük taş şu kaya şubesine Nevşehir kadınları tali sıkıştırarak murat diledikleri görülmekte­ denemeye giderler ve orada bulunan dir. Bu taşlar duvara yapıştığı taktirde taşlarla tefeül ederler, arzu ettikleri mu­ niyet olunan muradın hasılolacağı itikat rada ereceklerine itikat ederler. olunur. G. Antep: 5/11/929. Cingife köylü Aynı zamanda Şihcan camiinde hâlâ molla Mehmet nE f. aklediyordu: Kendim mevcut olan kara bir taş sütunu vardırki tecrübe etmedim fakat dişlerim ağrıdığı mükaddes bir abide gibi ziyaret olunur.


Sayfa: 300

ATSIZ MECMUA

Baş ağrısı gören kadınlar bu taşa başlarını sürerler ve bu taşın Hicazdan kendi ken­ dine geldiğine inanırlar. G. Antep: 4/1/931. Maarif daktilosu Hatice Hanını dedi k i: Burada bazı ih­ tiyar kadınlarda çıkınlar içinde sak­ lanmış kırmızı renkte bir taş vardır. Bu taşın ismine “Korku taşı» derler. Bir kim se korkarsa bu taşı beyaz bir taşa sürter­ ler, beyaz taş bir miktar kırmızıya boya­ nır, sonra beyaz taştaki bu kırmızı boya yıkanır ve onu yıkıyan su korkan ada­ ma içirilir. Bunu içenin bu suretle kor­ kusu tedavi olunur. 10/1/931 tarihinde Antebin şarkında “Günii dağı„ etrafına toplanmış birçok kadın görmüştüm dikkat ettim tahkikat yaptım. Meğer orada bir delikli taş var­ mış. Boğmaca öksürüğüne tutulan çocuk­ ları bu delikli taşın içinden geçiriyorlar -

Sayı: 12

mış. Ayrıca öksürük için çocukların boy­ nuna takılan daha bir nevi taş ta vardır ki bunu dahi boğmaca öksürüğüne şifalı sayarlar. Göz taşı, kan taşı gibi taşlar da hep bu meyanda birer derde şifa addedildiği hemen Anadolunun her yerinde görülen acubelerdendir. 20/6/931 tarihinde Kilisin cenubunda Tütkmenlerin meşhur “Yel baba» türbe­ sinde kalkın kadın erkek türbe etrafında yedi türlü taşa taabbüt ettikleri vakidir. Görülüyor ki Anadoluda «Taş»a karşı mühim bir rabıta vardır ve bu rabıta adeta bir akide hâlindedir. Bu mes’ele tamik edilecek olıirsa daha yüzlerce mad­ de elde etmek işten bile değildir. Adana ilk tedrisat müfettişi

A. R ız a

Kulca hayatından parçalar Kazakların evlerini kazak kadınları yapar. Evin duvarları portatif şekilde ince ince ağaçlardan yapılr. Üstü yünden yapılmış kiyizlerle örtülüdür. îlk baharda kadınlar sıra ile bir binlerinde toplanarak evvelâ koyun kırparlar. Alman yünlerin en sertlerinden kiyiz, diğerlerinden tekemet, pima (kışlık ayakkabı), en yumuşa­ ğından da iplik yaparlar, elbiselik çek­ menleri,.odalarının yegâne süsü olan ince tekemetleri dokurlar. Bunlarla ekseriya otağı (otak— gelinin babasından getirdiği ev) süslerler. Kazaklarda en çok iş gören kadın­ dır. Fakat kadının mevkii büyüktür.Evin her şeyine «Baybiçe» (büyük hanım) hâ­ kimdir. Pazard mal satılırken de o ba­ şında bulunur. Büyük hanımın adı hiç kimse tarafından söylenmez. Hürmetsizlik hatta günah sayılır. Ona, kendi çocuk­ ları «çiçe» ( = anne) der. Kocası «bizim­ ki», başkaları da «baybiçe» der. Gelinler

ise ailesindeki hiç kimsenin adını söyle mezler. Bir gün, bir gelin bana kayna­ nasına mektup yazdırdı. Adresi yazmak için adını sordum. Çiçe dedi. «Bir senin mi çiçen var? adım söylesene» dedim. Günahtır diye bir türlü söylemedi. Kar­ deşlerinin atlarını sordutiı. Söyletemedim. En sonra «Nuğay Beyin komşusu çiçeme» diye adres yazdırdı. Büyük hanım ölene kadar torunları kendi annelerine anne demezler. Kimin çocuğu diye soruluuca çiçenin balası cevabını verirler. Büyük hanım öldükten sonra mevkii büyük ge­ line kalır. Galiba bunun tesiriyle ilk ço­ cuğun kız olmasını uğur sayarlar. Kaşkarlıklarla Şartlarda pek fakir ol­ madıkça kadın iş görmez. Ancak bir süs gibi giyinir,kuşanır, boşu boşuna oturur. Erkeklerden kaçar. Sokağa da seyrek ve çapan dedikleri örtüyle çıkar. Kazaklarda bir kadın evlendikten sonra bir daha baba evine dönmez.Kocası


Sayı: 12

ATSIZ MECMU A

Sayfa: 301

ölürse kayın biraderiyle, o da yoksa çok yakm akrabasından biriyle evlenir. Diğer­ lerinde ise kadın istediği zaman ayrılır. En ufak bir şeye kızsa «Sen koyuvetmesen men koyuvettim» der, babasının evine döner. Buna “yamanlap bitmek„denir ve buna sık sık tesadüf olunur. Kazaklarda çok kadın almak yoktur. Yalnız mecburiyet altında, meselâ kardeşi öldüğü zaman onun dul karısıyla evlen­ mek vardır. Haİbulki ötekiler elbise değiştirir gibi kadın değiştirirler. Kayna­ nalar da kızınca oğullarına “toka!* ( = ikinci zevce) alırlar. M u sik i.-— Kazaklarda yalnız tanbur, kaşkarlıklarda ise rebap vardır. Asıl musiki Tarakçılardadır. Taraııçılar bazen 10, bazen daha sok musikişinasla bir musiki heyeti vüçuda getirirler. Çalgıları şunlardır: Dotar: iki telli, telleri kerpiçten olup biçimi buranın tanburu gibidir. Tanbur: Sekiz telli olup telleri çelik­ tendir. Setar: On iki veya on sekiz telli olup keman gibi yayla çalarlar. D ef: Aynı buradaki tef gibidir. Yalnız

etrafındaki zilleri yoktur. Kanun: Burdakinin aynıdır. Yalnız tokmaklarla çalınır. Heçek: Bu da keman gibi çalman bir çalgıdır. Çalgı çalınırken millî rakıslar yapılır. Raksetmeye «usta oynamak» derler. Raks buranın çifte tellisini andırır. Aynı za­ manda çalgıcılar tarafından şarkıda söy­ lenir. Şarkıya Kazaklar “ölen» derler. Lüzumu olduğu zaman herkes ölen uydu­ rabildiği gibi meşhur ölenciler de vardır. Bu ölenciler bilhassa büyükleri ve onların hanımlarını öğerek ölenler uydururlar. Tarançılar şarkıya nahşı derler. Peşreve de makam derler. 12 tane makamları olup en muteberi tuvadır. Şarkıları bir iki mısradan ibaret olmayıp bir aşk macera­ sını veya geçmiş bir tarihî vak’avı temsilen yazılmış olau namelerdir. Meşhurla­ rından birisi “Sadır Kanrak» tır (Kanrak = hımhım). Karahan zamanında “sadır» adında bir pehlivan Çinlilere karşı isyan ederek Yedisu vilâyetini çok az bir zaman için kurtarmış ve nihavet kulca adındaki şehirde yenilerek hapse atılmış, bu şarkı da onun ağzından uydurulmuştur:

Yerli lehçe ile

Türkiye lehçesiyle

Sadır dep atım kaldı Danzıda hıytım kaldı Hıytımı okup baksam Ûç balam yetim kaldı Menimgu iki oğlum bâ Çonu pennameökıdu Möynumu moytonzuda çapsa Tenimi kağa çokıdıı Yambıılun yagaçlan Ekiz karagay çanzı Yambuldan kıyçıp çıkkan Sadır digen ho hanzı Yambulu tişip koyup İşki çıktım lalaga Meni bakkan beş yayı

Sadir diye (diyip) âdım kaldı Hapisatıe levhasında mektubum kaldı Mektubumu okuyup baksam Üç çocuğum yetim kaldı Benim iki oğlum var Büyüğü penname okuyor Boynumu kesseler Tenimi karga yiyor Hapisanenin ağaçları Yüksek kavaktan direk Hapisaneden kâçip çıkan Sadır denen pehlivan Hâpisaneyi deşip bırakıp İki defa çıktım dışarıya Bana bakan beş nöbetçi


Sayfa- 3 0 2

ATSIZ MECMUA

Emdikaldı balağa Yambuldan çıkıp Yatkan yerim Hııdayımdan tileyrrien Mana versin bi ulak Altı yambııl tikleymen Telkinin davanıga Dıia kılıp yatamen Bu elin amantga

Sayı: İÜ

İmdi (şimdi) kaldı belâya Hapisaneden kaçıp çıkıp Yattığım yer yambulak Hüdamdan diliyorum Bana versin bir ulak Altı yambu dikeceğim Tilkinin eteğine Dıia edip yatıyorum Bit elin (memleketin) iyiliğine Türkistan kızı

İlgaz Kâşif

Kadro ve Ziya Gök Alp Topraklarımızın altında yatan ulu çınarları bir kurt gibi kemirmeye çalışmtyalım.

Şubatın başmdanberi yeni bir mec­ mua çıkıyor. Adı K a d r o . Istanbulda basılıyor. Ankarada çıkar görünüyor. Adı yabancı gelmesin. Rıfkı Beyin «Yeni Rusya» altı kitabın­ daki birçok satırlar arasında bir satır vardır. Yeni bir inkılâp fırkasının her şeyden önce bir kadroya ihtiyacı olduğu­ nu söyler. îşte bu kadro o K a d r o dur. Müessisler arasında Elebaşı olarak Y akup Kadri Bey yazılmıştır. Fakat biz, bu j^eni müçtehıdin yaşına hürmeten başa yazıldığına kaniiz. Bu mecmua için olan duygu ve dü­ şüncelerimizi söylemeliyiz. Çünkü Türkiyede çıkıyor ve Anadolunun göbeğinde intişar etmek dava ye sevdasındadır. K a d r o, bize göre Yeni Mecmuadan sonra daha Türkiyede bir eşi çıkmamış cidden değrli mesaiyi de ihtiva eden kıymetli bir mecmuadır. Hem de şimdiye kadar pek kısır kaldığımız İktisadî saha­ da bir boşluğu dolduruyor Her Tlirk çocuğu bu mecmuayı okumalı, düşünmeli, tahlil ve istifade etmelidir. Kadro budur. Fakat onun davası bu kadar değildir. Ortaya bir tez atarak sadece o te z i

müdafaa etmekle kalmıyor. Kendinden önceki kıymetlere hücum ederek, onları devirmeğe çalışıyor. Çünkü inkılâbımızın inkılâptan sonra gelen bir organizatörü­ dür. Binaenaleyh enerjik olmak mecburi­ yetindedir. Yâni harpten sonra harp son­ rası gönüllüleri ve terhisten sonra meyda­ na atılan kahramanlar. Kadro artık bu asırda ve hele bu bağrı yanık yurtta hiç bir cephenin, cep­ he taarruzları ile yıkılmıyacağmı, sinsi sinsi yanlarını ve gerilerini çevirmek lâ­ zım geldiğini bilen bir tabiyecidir. ilk nüshasında eski A n d o 1 u c u Fi­ lozof Hilmi Ziya nm faydası olmasa da pek zararı da olmıyan bir kitabını ele alarak derhal kısa bir tahlil ile yıkmaya çalışmış ve sonra tok ve ensesi kalın bir boksör hırsı ile Hilmi Ziya nm şahsiye­ tine çullanmıştır. Haklı veya haksizdir. O başka mesele, fakat ortada bir hakikat var. Hilmi Ziya yerli malıdır ve bu top­ rağın çalışkan bir oğludur. Kadro Hilmi Ziya nm üstüne çullanmış ve hatta çulIaıımakla kalmamış onu, yazı arasına sıkışan kurnaz ve kıvrak bir satırla J u r n a 1 a kalkmıştır. Bu tarzda bir


Sayı: 12

ATSIZ MECMUA

Sayfal 303

hareketin tabiyesi güzel olsa da karakteri mesi lâzım gelen Efendilerimize diyoruz k i: güzel değildir. Ziya Oök A/p/Sibiryadan daha harap Biz Hilmi Ziya nın hayranlarından olan bir yurtta, yâni Anadolu da ve Voldeğiliz. Fakat böyle yerli inalı ve çalış­ ga mahkûmlarından daha mustarip olan kan bir Lise hocasının ve nihayet bir bir cemiyette, yâni Türk milleti içinde doğmuş, büyümüş, yetişmiş ve yetiştirmiş yerli malı Türk delikanlısının Marksizma ihvanlığı güden, delikanlılar tarafından bir büyük Tiirktür. Çıplak Anadolu yaylasında kendi ken­ boş görünen bir meydanda yakalanıp yere çalınmasına göz yuman ve hele kayıtsız dine filiz vermiş, ve gölge salmış ulu bir bakabilenlerden değiliz. çınardır. Kadro, böyle bir kadrodur. İlk nüs­ Her memlekette ona benzi yenler veya hada Hilmi Ziya şamarlandı ya... İşte ondan ileri olanlar bulunabilir. Fakat ikinci nüsha: bugün kafalarda bir kıymet unutmayın ki, oralarda muhit şartları olarak yaşıyabilen kim vardır?... zekâların neşvünemasına müsaittir. Hal­ Ziya Gök Alp. buki, Ziya Oök Alp, okumak için baba­ Güzel bir vesile de var. Niizhet Beyin sının evinden kaçmış, Diyarbekirden îsaltı ay Önce çıkan bir kitabı. O halde tanbula kadar fersahlar aşmış, hürriyet haydi. Metot aynı Metottur. Niizhet Be­ için Baytar mektebinden koğulmuş ve yin kitabından şöyle birkaç satırla bahis­ Taşkışla zindanlarında Lisan çalışarak ten sonra derhal Ziya Oök Alpın şah­ garbi okumuş, bizi ve tarihimizi okumuş, sına geçivermelidir. Ziya Oök Alp, markhürriyete tapmış, Türkçülüğü şuur tan­ sizme iltifat etmiyen adamdır. Şu hâlde dırmış ve nihayet eserleriyle bugünkü çarpılmak ve yıkılmalıdır, Fakat bugün inkılâbın İdeolojisini yapmış ve kanunla­ hâtırası gönüllerde ve tavsiyeleri kanun­ rına yol göstererek inkılâbı Organize etmiş biiyük bir mustarip, büyük bir larımızda, fikirleri, beyinlerimizde yaşıyan bir kıymettir, öyle ise teferrüatta hoş zekâ, büyük bîr mürşit, büyük bir karak­ görmeli ve esaslarında devirmeli. Ziya ter, büyük bir dehâ ve nihayet Efendiler Oök Alp bir mübeşşirdir. Evet.. Gebe hepsinin üstünde olarak U l u bir T ü r k t ü r. olan her- cemiyette bir mübeşşir ge­ Dehâ dediğim için gülmeyin efendiler. lir. Ziya Oök Alp ta bu günlere gebe Asırların sefaletleri içinde Buğdayı olan cemiyetimizde doğmuş ve yaşamış ve Beygiri bile bücür olan bu çıplak bir mübeşşirdir. Yâni Kadronun mübeşşiri. yayla üstünde yetişmiş biiyük bir dehâdır. Sayfalarca kelime salatası okuduktan Garp cemiyetleri içinde yetişseydi şüphe­ sonra işte son satırdan biraz önce hüküm siz ki, biiyük bir tarih olacak ve her verilmiştir: Ziya Oök Alp dar ve tezsizdir. tarafta tevazu ve asaleti ile sizi karşılıBaşta yeni müçtehitlerden Yakııp Kad­ yau heykelleri yükselecekti. ri Bey de dahil olmak üzere muhterem Nasıl dünya tütünleri içinde kendi efendiler ve müstakbel, inkılâp fırkası kendine yetişen bizim güzel tütünleri­ Kadrosu size hitap ediyoruz 1... miz varsa, nasıl en iptidaî şeraitte yetiş­ Biz Malız. Yerli Malı. Bu toprağın tiği halde en iyi bizim afyonumuz ve çocukları. Hilmi Ziya ve Ziya Oök Alp yer yüzünün en iyi askeri bizim milleti­ ta maldır. Yerli Malı ve bu Toprağın miz ise, Ziya Oök Alp ta yer yüzünün çocukları. en ulu insanlarından biridir. Bir ümmet­ Şu hâlde yabancı yerlerden, yabancı ten bir millet çıkarmış, bize millî şuur K ü l t ü r ve yabancı mefkûrelerle içimi­ ve millî gururu kazandırmış, hakiki ilmin ze katılan sîzlere, yâni K o n t e n j a n ve medeniyetin yollarını göstermiştir. Bu listeleri ile memlekete girmeleri menediltoprağın çocukları için Kari Markstaıı


Sayfa» 304

ATSIZ MECMUA

ve Leniıı den daha büyük bir insandır. Oök Alpın Maltada ruhî deparsyona uğramış olacağını farzederek Maltadan sonraki hahayatmı inkâr ediyorsunuz. Hapisler ve menfalar zayıf ruhlu insanlar için bir geriye döniiş noktası olabilir. Fakat taşkışladan geçmiş bir Türk müte­ fekkiri için Malta, serin havalı bir otel­ dir. Netekim Gazi, menfalarda kuvvetlen­ miş ve nihayet M a ğ l u p bir ordunun içinden çıkmış bir muzaffer kumandan ve bir çelik iradedir. Ziya ey, herkesin bildiği ve duyduB duğu şeylerin Avukatı değildi. Bilinmiyen ve inkâr edilen kıymetlerin Davacısı idi. Bugün bu memlekette herkes Marksist veya Komünist olduğunu açıkça söyliyebilir ve söylemektedir. Fakat Ziya Beyin ortaya atıldığı zamanlarda herkes T ü r ­ k ü m ve Türkçüyüm diyemezdi. Bugünkü Rus inkılâbının esasla­ rını nasıl Lenin kurdu ise, bugünkü Türk inkilâbmm ilk esaslarını da Ziya Bey kurmuştur. Pürüzsüz Türk dilinden medeni ka­ nuna kadar bugün hakikat olan büyük kıymetlerden birçoğu Ziya Beyin yaz­ dığı temennilerdi. Ne acı ve ne ağır ?... Ziya Gök Alpı, Yakııp Kadri Beyin firması altında çıkan bir mecmuaya karşı müdafaa mecburiyetinde bulunuyoruz. Demek herşey bu kadar çabuk ölüyor, bu kadar çabuk unutuluyor, ve bu kadar

Sayı: 12

çabuk inkâr edilmek isteniyor. Haklı olarak aklımıza geliyor. Acaba?... Bu gün yaşıyan kıymetler de bu kadar çabukmu unutulacak ve inkâra kalkışılacak? Hayı r . . . Bu toprak ve bu halk için çalışmış olanları küçültmiyeeeğiz. Ağaları veya babaları cephelerde can vermiş insanlar, Ölüleri ve ululan bu kadar çabuk unut­ mazlar ve hiçe saymak istemezler. Biz ölmez Oök Alpa değil, onun me­ zarı ve eserleri üzerinde tepinerek ken­ dilerini öldürenlere acıyoruz. Bütün bunlardan sonra ve nihayet, Türk gençleri size söylüyoruz!... Kadro mecmuasını okuyunuz: Zevkli ve güzel bir kap içinde güzel bir baskı ve ucuz bir fiyatla çıkan Kadroyu kouyunuz. İsmail Hîısrevimzası ile Paramıza Köy iktisadiyatımıza dair yazılan kıy­ metli mekaleleri. Ş. S imzalı Türk tütün­ cülüğünü, Burhan A saf Beyin «Mer­ humun dolaşık işleri» altı orijinal yazı­ sını, Dr. Vedat Nedim beyin Popüler makalelerini iyi okuyunuz. Cidden isti­ fadeli tetkikler bulacaksınız. F a k a t , çizmeden yukarı çıkarak şahsiyetleri boğazlamaya ve bugün göynümüzde yaşıyan kıymetleri düşürmeye kalkan ve nihayet bizden önceki nesillerin yaptığı mukaddes ihtilâlleri birer beygir sürüsü içtimalarına benzetmek istiyen fena ve iğrenç kasıtlı yazıların da çelme leyici tuzağına kapılmaktan sakınınız.

Namık Kemal

Mecmua ve kitaplar Ege Kızlan: son zamanlarda çıkan «Ege» adı nihayet edebiyata da girdi. Osman Uluğ Beyin 46 sayfalık, nesirler­ den mürekkep olan bu eseri «güzel türkçe» nin en iyi örneklerinden biridir. Kelime falsoları pek az. Kitabın her hangi bir yerini açıp okuyunca bunda bir başkalık, bir üstünlük olduğunu seziyoruz; işte bir

misal: Siz nasıl bir şua hüzmesinin men­ şurdan süzüldükten sonra yaptığı renk­ lerin bazılarını görmediniz ve anlıyamadınızsa ruhum da duyduğu güzelliklerin ve inceliklerin çoğunn anlatamadı.» Fa­ kat sade bu kadar değil. Son zamanlar­ da zevkimizi tırmalıyan hint miskinleri ve çin afyonkeşleri yerine, burada Altay-


sn

Sayı: 12

ATSIZ MECMUA

lardan bir rüzgâr ve Boz Kurttan da bir haber var. Yani bizim susadığımız şeyler. Şocuk kitapları: Yakın zamanlarda kâi­ nat küıüpanesi Cemil Cahit Beyin iki ki­ tabını neşretti: «Ateşli bir delikanlı» adında bir perdelik bir mektep temsiliyle «Kan içen hartalık» adında bir polis ro­ manı. Bunlar edebî kıymeti olmamakla beraber eğlenceli, hoş ve meraklı kitap­ lar olduğu için çocuklara bunu tavsiye edebiliriz. Bilhassa genç ortamektep ço­ cukları (adını burada söylemek istemedi­ ğimiz) bazı romanlar yerine böyle cinai Kitapları okumakla daha iyi ederler. Çünkü biz, çocuklarımızı mütereddi bir züppe hşlinde görmektense kırıcı bir haydut şeklinde görmeyi tercih ederiz. Sünbül gözlü kadın: yeni bir şair da­ ha: Galip Fuat... Buluşları kuvvetli, dili düzgün. Fakat bir de büyük kusuru var: birçokları gibi mariz. Şair nereye baksa hislerinin kırıklığını terennüm ediyor. Halbnki biz genç neslin genç şairlerini daha metin ve milletçi görmek isteriz. Damping ve iktisadi buhranlar: Tunalı Mustafa Ahmet Beyin bu kitabı mül­ kiyet fikrinin doğuşundan bugünkü te­ kâmülüne kadar olan tarihiyle başlıyor. Akvam meclisinin İktisadî hizmetlerini takdir eden müellif afyan meselesinde bitaraf davranamadığını ve afyan ticare­ timizin bir takım mutavassıt istismarcı­ ların elinden kurtarılması lüzumunu işa­ ret ediyor. Mustafa Bey, afyon işi iyi ve fennî idare edilirse her yıl Türk iyeye 50.000.000 lira gireceğini iddia etmekte­ dir. Bu dikkate şayan ve kıymetli eseri tavsiye ederiz. MevlAnânın rubaileri: Haşan Âli Bey evvelce hayat mecmuasında neşrettiği bu rübaileri bu sefer ilâvelerle kitap hâlinde çıkardı. Tercümelere Baki ve Şerefeddin Beyler yardım etmişlerdir. Ayrıca Baki Beyin Koleksiyonundan alınmış Mevlânânın renkli bir resmi ile şairin el yazi6i ile bir türkçe şiiri eserin kıymetini arttı­ rıyor. Bilhassa bu 23 boyitlik gazelin ta­ mamen türkçe olması fevkalâde mühimdir.

Sayfa: 305

Fakat bu kitabın bir de Komik tarafı var ki o da farisî metinlerin de lâtin harfleriyle yazılmış olmasıdır- Bunun için Haşan Âli Beyin gösterdiği sebep ise hiçte kuvvetli değildir. Bundan başka Hssan Âli Bey Mevlânânm türkçe şiirini yeni harflere iyi çevirememiştir. Eski«elif» harfini Haşan Âli Bey yalnız «a» muka­ bili sanıyor. Halbuki bu harf çok defa «â» (yani bugüukü harflerimizle «e») mu­ kabili olarak ta kullanılır. Farisî metin­ lerin lâtin harfleri yazılmasında da daha iyi bir usul gözetilebilirdi. Bilhassa aşa­ ğıda bahsettiğimiz iki kitap bu hususta çok mükemmeldir. Amme ve Tebareke: Kâinat kütüpanesinin neşrettiği bu iki kitap amme ve tebarekenin yeni harflerle basılmış Arap­ ça metnidir. Fakat birkaç türlü harf kullanmak şartiyla arapça bütün harfler gösterilmiştir. Meselâ «sin» ve «sat* harf­ lerini ayırmak için bunlardan biri italik olarak kullanılmıştır. Haşan Âli Bey de böyle yapsaydı şüphesiz daha iyi olurdu. Yaş Türkistan: Dokuzuncu sayımızda, Pariste Özbekçe olarakgçıkan «Yaş Türkistan» arkadaşımız hakkında yazdığımız satırlara, Yaş Tür­ kistan, 27 nci sayısında cevap verdi. Yazılan cevaptan, arkadaşımızın, bizi mevzubahs eserden habersiz sandığı anla­ şılıyor. Zeki Velidi Bey Tttrkistanm yakın zaman tarihine ve son inkılâplar devrine ait «Bugünkü Türkistan* adıyla büyük bir eser yazmış, bundan dört beş yıl önce Mısırda basılmaya başlanan bu eser 552 sayfa basıldıktan sonra parasız­ lıktan bitirilememiştir. Yaş Türkistan muharriri. Çoka>joğlu Mustafa Bey bu eserin bazı formalarını ele geçirmiş ve kitabın Avrupa dillerinden birine çevril­ mekte olduğunu işitince, kendi ifadesine göre önce dost olup sonra nedense ayrıl­ dığı arkadaşı Zeki Velidi Beyle hesap görmeğe başlamıştır. Bu suretle Yaş Türkistanm 25, 26, 27 nci sayılarında Zeki Beye haksız ve lüzumsuz taarruz­ larda bulunmuştur. Bunun zahirî sebepleri


Sayfa* 306

ATSIZ MECMUA

Sayı: 12

alınmış provokasyon oldu­ şunlardır: 1) Zeki Beyin, eserin inbolseviklerden 340 ğunu söylüyor. Halbuki bize, son Türkis­ meı sayfasında, 1918 de Çokayoğlunun da tan hareketlerine iştirak etmiş olanlardan iştirakiyle Fergaıiada iki ay süren Hukant Abdiilkadir Bey, Hukant Hükümeti hakHükümeti hakkında ‘‘Takarrür etmiş bir fikri ve programı yoktu» demesi; 2) kıııdakî öteki malûmat gibi bunun da, Henrih Zigel adında bir AvusturyalI Çokayoğlunun kendisinden alınan ifade­ Yahudîyi mezkûr hükümete mensup gös­ lerden ibaret olduğunu gösteriyor. 12 termesi; 3) Boişekviklerin reisi Staiin Teşrin 1924 de Berlinde yazılan .notlarda hakkında bizim gazeteler gibi «yoldaş* «Şah Ahmedof finans nazırı» Kelimeleri tabirini kullanmış Olması... Demekki yıl­ yanında Çokayoğlunun kendi eliyle yazı­ lardan beri Avrupada demokrasi merkezi lan şu cümleyi gözümüzle görüyoruz. olan Pariste yaşıyan Türkistanlı Çokay oğlu hâlâ en ufak tenkitlere bile .taham­ y ■ıS-^y. ı j j j » j-?. mül edemiyor. Halbuki bu hükümet aza­ .* ^ I sZ** larının fikrî izdırapları Çokayoğlunun Acaba Çokayoğlu bu satırlara ne cevap 1927 de «Yeni Türkistan» da (Sayı 7) verir ? Bize öyle geliyor ki Çokayoğlu yazdığı makaleden anlaşılıyor. Eğer pro­ her nedense Zeki Beye hücum etmek gramı muayyen olsaydı bu hükümet yal­ istiyor ve bunu bir bahane ediyor. Fakat nız iki ay sürmez ve nufuzu Hukanda Türkistan için çalışmış, harbetmiş bir münhasır kalmazdı. Biz Çokayoğlunun insana bu şekilde hücum doğru mu ? Bu beyaz rus matbuatında yazdıklarını okuolsa olsa Türkistan istiklâlinin düşman­ yamıyorsak ta türkçe ve fransızea yazıla­ larını sevindirecektir. rını görüyoruz. Çokayoğlu «Orient et Lisan meselesine gelince: biz onun Oceident» mecmuasında (1923, sayı 17, ya halis, garp türkçesiyle veya halis s. 46) ki yazısında «Demokrat Rusya çağatay-.özbek türkçesiyle çıkmasını iste­ çerçevesinde Türkistanlıların istiklâl riz. Arkadaşımız bİ2e verdiği cevapta fikri» [1] ilden bahsediyor. Rusya çerçe­ medeni bir mecmuanın göçebe özbeklerin vesinde istiklâl... Bu, pek tohaf bir fikir! diliyle çıkamıyacağını söylüyor. Biz. de Yaş Türkistanın 27 nci sayısında da mu­ zaten ondan bunu istemedik. Fakat Tür­ harrir kendi imzasıyla «Türkistanın talikistan millî istiklâlini güden bir mecmu-/ sizliği ve onun necat yolu» adıyla yazdığı anın dili de her hâlde şartça olmamalıdır. makalede Mançuriyi misal alarak Türkis­ Meselâ 27 nci sayıdaki^!*** )j' tanlıların aczinden bahsediyor. Çokay < kelimelerinin asıl türkçesi oğluna göre mücadele ötmek fena etme­ «ornığa», «oturğan», «yüberilmek», mek te fena, işte facia budur. Zeki Velidi «Türkistanlılar» olmak gerektir. Hem de Bey, Henrih Zigel hakkında «evvelce arkadaşımız şunu elbet takdir ederki’Türk Hukant ticaret odası reisi olan bu zat ırkının istikbâlini kuracak ve koruyacak hükümette azalık hakkına malikti» diyor. olanlar Türkiyenin şehirlileri ve Türkistan Çokayoğlu ise bunun yalan olduğunu, şartları değil, Türkiyenin köylüleriyle [*] La volonte souveraine des habitatants Türkistanın göçebeleridir.

du Turkestan, dans tes limites de la republjque demoçratique federative Russe.

K A.

Bu sayıda müddeti biten abonelerimizin, abonelerini yenilemelerini rica ederiz.


ATSIZ MECMUA

Sayı: 12

Sayla: 307

Birinci Yılın Fihristi S a y ı: 1 Çınaraltı Bir kuş bakışt Türk destanının tasnifi I Prof. Türkler hangi ırktandır Sovyet ülkelerinde yaşıyan Türk kavunlarına dair istatistik malûmat Yaz tatilinde talebe sefer­ berliği ve bunda muallim­ lere düşen vazife

Oök Alp Boz Kurt Ahmet-Zeki Valîdî H. Nihâi Abdülkadir

Birdenbire sönen kandilin hikâyesi (hikâye) Bugünün gençlerine (şiir) Deli (hikâye) Fikir hayatı Mecmualar ve gazeteler Spor

Sabahattin Ali Atsız Şakir Z iya A. K. K. A. M. Ekrem

Dede Korkut

S a y ı: 2 Gençlik ve Mefkûre Boz Kurt Türk destanının tasnifi II Prof. Ahmet-Zeki Validî Özbek Musikisi Viktor Belayef Koşma (şiir) Atsız Türkistan cumhuriyetleri » Abdülkadir nufusu: 1— Türkmenistan ’ Bugünün silâhlarından: Radyo D. Dumrul Asker kardeşlerime (şiir) Atsız

Tuna boyunda sazşairlerimiz Dönüş (hikâye) Rüzgâr (şiir) Pâsifizm (Barışçılık) İç sıkıntısı (şiir) Son Şöz (nesir) Fikir hayatı Kitaplar

Nihat Sami Y. D. Sâbahatttin Ali Ferik Von Seekt Celâl Sıtkı G. Talbatt A. K. K. A.

S a y ı: 3 İlerki inkılâpçılara Boz Kurt Türklerin türküsü (şiir) Atsız Türk destanının tasnifi III Prof. Ahmet-Zeki Validî Küçük Yazılar irkil Ata Safranbolu Manileri A. Baha Türkistan Cumhuriyetleri ı nufusu. II. Özbekistan, ^ Abdülkadir III. Tacikistan \ '■ Nihat Sami Bir destan parçası

Namık Kemal Orhan Şaik Nihat Sami Şakir Ziya Y. D. Sabahattin Ali A. K. Kösemiha) Zade M. Ragıp Meşriyat-Oazeteler,Mecmualar K. A.

Mefkuremin faciası Koşma (şiir) Köroğluya Destan ışiir) Bence şair Şehitlerin Duası (hikâye) Nefes (şiir) Fikir Hayatı «Köroğlu Destanı» hakkında

S ayı: 4 Memleket Bilgisi Türkistan cumhuriyetleri \ nufusu: IV. Kazakistan ’ Türk Oğlu (şiir) Cezayir Sazşairlerimiz Küçük yazılar Basılmamış Bektaşi şiirleri I. Topal asker (şiir) Safranbolu manileri

Y. D. Erkek, Kız (hikâye) Nihat Sami Bora (şiir) Alman Darülfünunlarındaki ı Friedrich Stenthai vak’alara dair ' Fikir hayatı Pertev Naili «İzmirden Sesler» hakkında 1. H. Nihâi Gazeteler ve. Mecmualar K. A. Spor M. Ekrem

Bozkurt Abdülkadir D iniş Remzi Nihat Sami irkil Ata M. Şakir Atsız A. Baha

S a y ı: 5 Köycülük Fuat Edip .Köylüyüm (şiir) Türk destanının tasnifi IV Prof. Ahmet-Zeki Validî Muallim arkadaşlarıma (şiir) Atsız Türkmen ve Özbek musikileri Viktor Belayef Kerkük Manileri Müderris zade Selihattin Sait Türkistan cumhuriyetleri ^ Abdülkadir nufusu: V- Kırgızistan

Vatandan bir köşe Nejat Rıza Basılmamış Bektaşi şiirleri II M. Şakir Nihat Sami Beyin makaleleri »Abdülkadir münasebetiyle: notlar > Çifçi mabudunun heykeli | A. Rıza önünde Aşara isyan «İzmirden Sesler» hakkında II H. Nihâi Gazeteler ve Mecmualar K. A.

S a y ı: 6 Millî ahlâk N. Basilescu Kapitalizm buhranı Şehit Kiminin büyük hâtı­ } Atsız rasına (şiir) Cevat Ekrem Türkiyedeki diller Türk antropolojisine methal I Ahmet Rıza Eski tarihte mektep I Safaattin Rıza Neslimin şarkısı (şiir) .. Ferit Ragıp Basılmamış Bektaşi şiirleri İİI M.'Şakir Memleket Manileri A. Baha, Salâhattin Salt

Türkierde ailenin tekâ­ > Mehpare Nihâi mülü ve bunda kadın I Celâl Sıtkı Bir kibrit alev aldı (şiir) Kösemihal Zade Bizde koro ve repertuvarı I M. Ragıp Seyahat notlan Prof. Ahmet Zeki Validî' Y. D. İki onbaşı (hikâye) Ziya Gök Alpın hayatı ye \ Namık İÇental : Malta Mektuptan ' Neşriyat ; K. A


Şayıt 12

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 308

Sayı;: •7,' *** Millî Benlik Fuat Edip Biz (şiir) N. Basilescu /fopitalizm buhranı II Dâniş Remzi Düğün gecesi (şiir) Namık Kemal Açık tekkeler Cevat Ekrem Türkiyede tahsil derecesi Durma çalış (İngilizceden) Ayşe Ferhunde Türk antropolojisine methal II Ahtnel Rıza Safaattin Rıza Eski tarihte Mektep H

:

Türklerde ailenin tekâmülü \ ve bunda kadın II ‘ Türk işçileri Dağlar (şiir) Seyahat notları I Sinopta atlar, atlarla alâ- \ kadar âdet ve telâkkiler ’ Cemil Sena Beyin «estetjk» i hakkında Neşriyat

Mehpare Nihâi Demirci Sabahattin Ali Pertev Naili M. Şakir Kösemihal Zade M. Ragıp K. A.

S a y ı: 8 Millî iktisat * * * (şiir) Koşma (şiir) Kapitalizm Buhranı III Göçebeliğin ilgası Bizde koro ye repertuvan II

* * *

«Dertli» ve «Şemî» nin » M. Şakir basılmamış şiirleri ’ Basılmamış Bektaşi şiirleri IV M. Şakir «Basılmamış Bektaşi» şiirAbdülbaki Seri* hakkında ’ Türklerde ailenin tekâmülü Mehpare Nihâi ve bunda «kadın» III ’ Ahmet Kutsi Fikir hayatı Seyahat notları 11 Pertev Naili Hindenburgun sözleri Atsız K. A. Mecmualar, kitakifar

Atsız Nihat Sami N .. Basilescu Atabeyli Naci Kösemihal zade M. Ragıp

Kâtibi, Oevherî, Âşık \ Nihat Sami Ömerden parçalar Aaraca Oğlanın basılmamış bir şiiri * *

S a y ı: 9 Millî gaye Kapitalizm buhranı IV Tütüncüler (şiir) Ör Türk (şiir) Milli Bütçe * * * (şiir) Hemşin manileri Onlara !... İş hayatında kadın

***

«Dertli» ve «Şem'î» ye dair M. Şakir Yaşar Zeki Kaldırım topalları (şiir) A. Fethi Deniz çocukları (şiir) •Dertli» ye dair Çankırılı Ahmet Talât Azerbaycan halk edebiya- XDr.CaferoğIll Ahmet tında «sayacı* türküsü I. ’ Son asır Hamzavî şairle­ Abdülbaki rinden Necini > Gazeteler, mecmualar, k itapla.

N . Basilescu İ. Aydın Dâni; Remzi Fehmi Rag;p Atsız Hemşinii Tevfik M. Emin Dâniş Remzi

Sayı: 10 Halk ve Münevver * • * (şiir) Kayıkçı Kul Mustafa ve Oenç Osman hikâyesi hak­ kında yeni vesikalar Azerbaycan halk edebiya­ tında «Sayacı» türküsü 11

Atsız Prof. Dr. köprülü zade M. Fuat Dr. Caleroğlu Ahmet

Seyahat notlan III. Türkistan cumhuriyetleri , nufusu: V- Başkurdistan » Kulca hayatından parçalar I Bey Böyrak Gazeteler, mecmalar, kitaplar

Pertev N ailî Abdülkadir İlgaz kâşif A. Baha K, A.

Sayı: 4 1 İktisat ve Millî müdafaa S. R. Aşk (şiir) Atlı Atlılar (şiir) Türk antropolsjisine methal IH Ahmet Rıza Yaşamak sanalı Dr. Ahmet Tegin Uyan (şiir) Hikmet Tuğrul Türklerde ailenin tekâmülü ı Mehpare Nibâı ve bunda kadın IV *

Kösemihal zade Urfanın musiki tarihindeki mevkii M. Rağıp Yörük Mehmet Enver Veda (şiir) Ba. Ragıp Aynı tarihî yanlışlığa düşüyor muyuz? H. Nihâi Sazşairlerine ait basılmamış parçalar I M. Şakir Köroğlunun iki şiiri Nihat Sami Bir talebe seyahati P. N. Mecmualar, kitaplar K. A.

Sayı: 1 2 Bize bir gençlik lâzımdır * ** İktisadi buhran ve beynelmilel kredi E. ûürard Mefaûre (şiir) Dâniş Remzi Aynı tarihî yanlışlığa düşüyoruz H. Nihâi Kapitalizm buhram V N . Basilescu Darbımesel mecmuaları kltabiyatı 1 Adnan Kara yazı (şiir) Sabahattin Ali

Atsız. * * * (şiir) Kütahya halkşairlerinden Kütahyalı Mehmet } Hali t «Pesendî» A. Rıza Anadolada sihirli taşlar Kulca hayatından parçalar U İlgaz Kâşif Namık Kemal Kadro ve Ziya Oök Alp K. A. Mecmualar, .kitaplar


Bir Türk müessesesini korumak ister misiniz ? NAUMANN Dlkiş-Nakış makinaları NAUMANN yazı ınakinalari (Erika, tdeal) NAUMANN Bisikletleri (Gennania) NAUMANN Elektrikli Gramofonlar (Portatif)

TERCİH EDİNİZ T A K S İT L E

S A TIŞ

NAUM ANN M A K İN A L A R I S A T IŞ T Ü B K L İM T E T Ş İR K E T İ Tfirkiyetıin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.

Galata,Hezaren sokağı

Merkezi:

İSTİKBAL SİGORTA EVİ Kaza, Hayat ve Yangına müteallik bütün sigorta işleri Dördüncü Vakıf Haıı, dördüncü kat No. 26

Her yerde, Her zaman

Her Şeyin Yerlisini Arayınız Y

erlî

MALLAR AZARI


N E C İP

BEY

ıtriyat fabrikası

Müstahzaratı

NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP

BEY BEY BEY BEY BEY" BEY BEY BEY BEY

Kolonyaları Yağsız kremleri Pudraları DİŞ MACUNU Yağsız ve yağlı Briyantinleri Esansları Asrî göz sürmeleri Tırnak cilâsı Kokulu tuvalet sabunları

Tuvalete müteallik her türlü malzeme İstanbul Eminönü A 7 No. NECİP BEY mağazasında ve her yerde bulunur. Yerli Malı kullanmak hem iktisattır, hem de vatan düşüncesidir. Bilhassa tavsiye ederiz.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.