Atsız Mecmua - 13

Page 1


Yanıtı asırdan beri

ATSIZ MECMUA

İşçisi

Her ayın on beşinde çıkar

Sermayesi

Türkçülük ve Köycülük

Müstahdinîi Müstehliki

Mefkûresi etrafında birleşenlerin

T ü r k olan ve

mecmuasıdır.

bütün manasiyle Yerli M alı olan

Onu O k u y u n u z ve O k u t u n u z

PERTEV MÜSTAHZARATI Avrupa müstahzaratiyle cidden reka­

Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

bet kabul etmez bir nefaset ve ehveniyettedir. Bazı müstahzaratı:

Eski sayılarımızı:

Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire ve saire...

Ankara

caddesinde Orhan Bey

hanı

zemin katında, Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

İSTİKBAL SİGORTA EVİ Kaza, H ayat ve b ü tü n

Y a n g ın a

m ü t e a llik

s ig o r t a işleri

Dördüncü V akıf H an, dördüncü kat N o. 2 6

Azerbaycan Yurt Bilgisi Dördüncü sayısı da bütün Türklüğe ait neşriyatla çıkmıştır. Bu sayıda Profesör Zeki Velidi Beyin « Azerbaycan . Tarihî Coğrafyası», Müderris

Şerefeddin Beyin

« Karabağlı iki âlim *, Kırımlı Haşatı Beyin « Gazi Girayın m ektupları» unvanlı m a­ kalesiyle M. Şakir Beyin « Âşık Kurbanînin üç manzumesi », ve Köprülüzade Fuat, Abdülkadir, Kösemihal tenkitleri vardır.

Zade Mahmut Ragıp, ve Abdullah Battal Beyin makale ve


Adres İstanbul Posta kutusu 367

ATSIZ MECMUA

Abone şartları Türkiye için Yıllığı 180 kuruş Altı aylığı 00 » Yabancı memleketler için Yıllığı 1 dolar

A ylık fik ir m e c m ü a s ı YıL : 2,

S a y ı: 13

Sahibi ve mildiirü : H . N ih â i

13 Mayıs 1932

K u ş b a k ışı:

Millî Uyanıklık Fertlerin hayatında olduğu gibi mil­ letlerin hayatında da bir dönüm, bir in­ tibah noktası vardır. Bir felâket, bir esaret, bir hezimet milletler için bir inti­ bah sebebi olabilir. On dokuzuncu asırda yabancı bir do­ nanma Japon adalarından birini harap etmeseydi bugün bütün dünya için teh­ like olan bir Japon intihabı olmıyacaktı. Napolyon Almanyayı istilâ etmeseydi Al­ man intihabı vücuda gelmiyecek ve Eihtenin tarif ettiği millî alâka doğmıyacaktı. Türkiye bir milleti tenbih edecek millî felâketlerin hepsine uğramıştır. Fakat bizde millî intibah, millî alâka henüz doğmamıştır. Milli intihabın unsuru gençliktir. Hü­ kümet adamlarının, millî intibahın varlı­ ğına ve kuvvetine ait edebiyatı kâfi de­ ğildir. Millî intibah, millî alâka denilen şeyler gözle görülecek kadar maddî nes­ nelerdir. Bir milletin yaşıyabilmesi için kanun­ ların mevcudiyeti kâfi değildir. Vaktiyle hür ve şerefli bir tarih yaşayıp ta bugün esir olan milletlerin iyi kötü kanunları, hükümet şekilleri vardı.Fakat bu,o millet­ leri esaretten kurtaramadı. Millet,fertleri kan ve ahlâk bağlarıyla

birbirine bağlanmış bir cemiyettir.Bu fert­ lerin ahlakî kuvveti milletin sağlamlığı demektir. Bizden başka bütün milletlerde gençlik millî uyanıklığın, millî düşüncelerin öncü­ südür. Bizde merkezî emirlerle programları hazırlanan millî bayramları oralarda genç­ lik idare eder. Gençlik millî gayelerin ve millî mefkûrenin uşağıdır. Şahısların veya , zümrelerin değil... imparatorluk devrimizin son tarihi bize dalkavukluğun, köleliğin bu zavallı yurt için ne elemli, acı akibetler hazırla­ dığını gösteriyor. Çektiğimiz ızdıraplar, millî felâketler bizi millî mefkûrenin esiri yapmalıdır. Mefkûre için bütün varlığımı­ zı, kanımızı, canımızı fedaya hazırlan ma­ lıyız. Bu devlet yasalarına, türelerine yazılmalıdır. Bu yazılış önünde her Türk bir olmalıdır. Büyüklerimiz feragatin, atsızlığm örneği olmalıdır. Biz çok sıkı bir askerî disipline muh­ tacız. Çünkü bugün inzibatsız yaşıyoruz. Fakat bazılarının sandığı ve anladığı gibi bu sert disiplin, istipdat demek değildir. istipdat altında yaşıyan, yahut disiplinsiz olan cemiyetlerden hiç bir şey beklenemez. inkılâbımız sessizliğe ve emniyete muhtaçtır. Memlekette yapılacak olan


Sayfa: 2

Sayıl 13

ATSIZ MECMUA

birçok işleri başarabilmek için çalışkan, ziyafeti vermişti. Bu tereddidir. Fakat disiplinli, yüksek ahlâklı bir gençliğe dalkavukluğun, şarlatanlığın, iltimasın muhtacız. Dün halife ününde el bağhyan, daha çok işe yaradığını gören gençlik hünkâr huzurunda diz çöken adamların büsbütün haksız değildir. Bu gençlik dün­ böyle bir nesil yetiştireceğine kani deği­ kü nesilden fazilet namına bir şey alma­ mış, fakat riyakârlığın her türlüsünü öğ­ liz. Eski harflerle tutulmuş nottan ders renmiştir. çalışan bir darülfünun talebesine vatansız Bütün dünyadaki İçtimaî hâdi­ diyen,Ankaranın havası zemmolundu diye selere bakınız : gençlik ' her hususta âmildir. Uyuşuk Çinin Japonyaya da­ inkılâbı müdafaaya kalkışan dünkü nesil yanışında kızla­ mensupları sa- { rı rı ve erkekledece gösterişin ^ g: riyle darülfünun z eb u n u d u rlar. ^ Mahkûm talebesi baş roBu adamlar dün 3| A b d ü lhamidin [Türkistan, Azerbaycan, Idil - Ural ve ^ oynamıştır. ğ Macar darülfüsadık köleleri Kırım atsızlarına] §: nunluları Triyaidiler. Bugün « Mahkûm»diyenlere m ağrur bakıp yCırıı.. | . non muahedesihepsi* anadan Zincirli kolların yurdunda şan veriri §E nin değişmesi doğma cumhu­ Etsin bırak alay, beyninde var için hariciye na­ riyetçidir. F ar­ Zindansa meskenin, fikrin şeriridir. zımuhal yarın i zırından daha « Mahkûm» ,d lr sen bil ki en hCırii iyen çok çalışmakta­ Türkiyede irti­ En müstebit olan «hırs» ın esiridir. ca veya komü­ dır. Romanya Mahkûmların bugün « h hüküm» nizm olursa o ve leri Lehistanda Hâkimlerin yarın hükmünde ; darülfünun tale­ zaman da hepsi Zâlim olan adanı zâlim zulümleri besi komüniz­ kara softa veya Mazlumların yarın zulmünden öğrenir. min ve yahudikızıl bolşevik Zincirlenip gider hilkat düğümleri, liğin amansız oluvereceklerdir « Bin türlü şey doğar gün doğmadan» denir. §P düşmanıdır.Çek. çünkü onlar için mesele yalnız i D a n iş R e n iz i f îslovakyada so«efendi değiş­ ğ __ k kal,ltalyada fa- . Şist, Al manyada tirmek* tir. Bukünkü Türk gençliği beş yıl önceki hitlerist millî mefkürenin timsalidir. Biz­ gençliğe göre soğumuştur. Vaktiyle ölen de? Cumhuriyet bayramlarında, devlet bir arkadaşları için bütün Istanbulu ayağa reislerimizin gelişlerinde Türk gençliğinin vazifesi bir opera figüranından farksızdır. kaldıran tıbbiye gençliği, Ağrıda genç bir hekimin kürtler tarafından gözleri oyula­ Halbuki biz bütün milletlerden daha çok millî mefkureye muhtacız. Bunu bir vijdan rak öldürülmesine kayıtsız kaldı. Bu hâ­ dise şarlatanlıklara bol bol yer ayıran hâline getirmek hükümetin vazifesidir. İstanbul matbuatında adi polis vakıası İlk iş ilktnektep gençliğini, bilhassa köy gençliğini yuğurarak bunlardan bir Türk gibi yazıldı. Kubılay, Türkiye için kafasını kestir­ gençliği yaratmak olmalıdır. dikten biraz sonra Hukuk talebesi çay

r


Sayı: 13

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 3

İktisadî buhran ve beynelmilel kredi U zu n v e o r ta v a d e li Isk o n to : yecekleri işlerde bu sayede iyi bir neti­ Francqui projesinde, sermayeleri, serma­ ceye erişebilirler. yesi olmıyan memleketlere sevkedebilmek Francqui projesi, °/0 20 si bidayette usullerinin yenilenmesi mevzuubahstır. tediye edilmiş 100,000,000 dolarlık bir Francqui memleketlerin en çoğunda, tica­ sermaye ile iş görecek ve bütün banka­ ret ve senayi erbabına uzun vadeli kredi ların fevkinde senayi poliçelerini yeniden açarak, «senayie kredi millî şirketi» aya­ kırmakla mükellef umumî bir bankanın rında, şirketlerin mevcudiyetine dikkat kurulmasına mütemayildir. Fakat bu bey­ ediyor. Fransa, nelmilel şirketin İsviçre ve Fearzu edilen te­ lemenkte bulu­ şekkülü elde Yıl dönümü nan bu şirktler edebilmesi için, «Bıktık sonsuz ,d erin bıktık mırıltını kes! kendi sermaye­ senayi erbabına, «Yurttan gayrı türküler y? sinden hariç pa­ bankaların ve­ «Arkadaş.. Sana muhtaç , köylüne bak!» rebileceği vade­ rası olması lâzım Atsızın , geçen sene yükselen sesi bu se s! lerden dahauzun gelir. Bu, yeni * vadeli kredi bu fikir doğur­ Bu ses ki, bağrıyaıuk seslere ses verendir. du. açarak çok bil Bu ses ki yol almanın arzusuyla yanıyor.. yük hizmette F ran cq ui Durmadan şarkısını haykıro,anıyor. t a h v ilâ t ı: Üç bulunuyorlar.. Bu ses ki, sese muhtaç bir yere ses verendir. Yalnız menaylık bir poliçe ­ yi kırdırmak b a la ri n e fsi ★ Atsızım 1 yolcusuyuz biz ki aynı yolların memlekete mün­ mevzuubahs ise hasır olduğu için bankalar, mese­ Biz ki ayııı türkiiyii çağıran şarkıcılar. lâ Belçika Dev­ bu cemiyetlerin Yolcu kardeş olarak seni bugün ve yarın faaliyeti mah­ Gönülden kutlulamak hurcumdur sütüm kadar! let Bankası, lâ­ duttur. Franczım gelen para­ F u a t E dip qui bu grupları yı banknot çıka­ beynelmilel ma­ rarak tedarik hiyeti haiz yeni bir nizam altında toplıeder. Eğer bir banka altı yıllık bir yarak faaliyet sahalarını genişletmek kredi açıyorsa, ozaman banknot çıkara­ mümkün olduğunu düşünüyor. Belli başlı rak para bulmak düşünülemez. Zira bu işi, «senayie kredi» millî şirketlerinin cinsten bir müessesenin istikran, bank­ poliçelerini yeniden kırmak olacak olan notların serian ibrazı ve derhâl tediyesi bu müesseseyi beynelmilel kredi bankası lâzım gelmesi dolayısıyla tehlikeye düşer. tevsim ediyor. İhtiyaç gördüğü parayı halktan uzun va­ Senayie kredi millî şirketi, uzun va­ deli, meselâ 10, 15, 20 yıllık ve kendi sermayesinin 3 veya 5 misline kadar ve deli işlere girişmiş senayi erbabına bütün piyasalarda satılabilmek üzere, ikrazatta bulunur. Bazen çevirdikleri tahvilât şeklinde bir istikrazla tedarik işlerin vedesi altı yıla çıkan senayi etmesi lâzımdır. erbabı yalnız başlarına hakkından gelemi-


Sayfa: 4

ATSIZ MECMUA

Bu tarzda elde edilen sermaye "saye­ sinde beynelmilel banka, orta vadeli po­ liçeleri iskonto edebilir. Francquinin dü­ şündüğü bu mekanizmayı pratik surette nasıl işletebiliriz? K üflü s e r m a y e l e r : Her şeyden önce paranın nerden bulunacağını araş­ tırmak lâzımdır. Para elimizin altındadır; saklı olduğu için gözükmüyor. Bu buh­ ranın başlangıcından v.e bilhassa birkaç haftadanberi hepimizin gördüğü bir para saklamak (küflendirmek) hâdisesi var. Ne gelip ne geçeceğini bilememek korkusu, kıymetli menfaatlerin muhafazası arzusu halkın birçoğunda baiıknot saklamayı bir itiyat hâline getirdi. Diğer cihetten bazı memleketlerde, bankalar anî ve haddinden fazla tediye talebine maruz kaldılar. İyi idare edilen bankalar mevduatın tedi­ yesine karşılık olmak üzere çok mühim miktarda para bulundurmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Bu sebepler, bütün dünyada paranın bir yere yığılma­ sını intaç etti. Bankalar ve sınaî şir­ ketlerde banknot olarak bulunan anî tediyat akçası, gerek eşhasın ve gerekse iş erbabının ihtiyacından kat kat fazladır. Âtıl bırakılan poliçelerin yekûnu dikkata şayandır. Banknot çıkaran bankaların eylülde kapanan bilânçolarmı tetkik edersek şu rakkamları buluruz: 1930 eylülünden 1931 eylülüne kadar Fransa Devlet Ban­ kasının tedavüldeki banknotlarının, eşha­ sın, bankaların bu müessesedeki mevdua­ tının miktarı, kısaca, halkın elinde mev­ cut tediyat vasıtası 91 milyardan 104 mil­ yar Fransız frangına çıkmıştır. Felemenk Bankasının bankotve hesabı câri yekûnu 1930 da 957 milyon,1931 de 1.103 milyon filörindir. İsviçre millî bankası 1,153 milyondan 1,934 milyon franga çıkmıştır. Amerikada 3,834 ten 4,650 milyon dolara çıkmıştır. Belçikada 15,240 tan 16,275 milyona baliğ oluyor. Her tarafta usuller aynı olmadığı gibi bazı bankaların diğer­ lerinde mevduatı bulunması ve bir hesa-

Sayı: 13

bm iki defa ameliyata girmesi ihtimali karşısında buaraştırmayı daha 'ileri gö-H türmemek doğru olur. Şu beş memlekette banknotların gayri tabiî bir tedavülü var. Bu da parasaklanıanm gayrı tabiî oluşundan ileri geliyor. Bu banknot tedavülüne birkaç haftadanberi külçe ve para hâlinde altın almak suretiyle yapılan yeni bir küflendirme sistemi ilâve edilebilir. Bu hususta hiç bir ista­ tistik yoksa da dikkate değer bir yekûna çıktığı muhakkaktır. Mesele bu küflü paraları ortaya çıkar­ mak ve âlemin İktisadî, malî faaliyetinin tekrar canlanması hüsunda kullanmak çarelerini aramaktır. Paranın bolluğun­ dan bahsolunurken iki yıldanberi düşkün olan faiz haddi de göz önüne getirilir: Belçikada iskonto haddi % 2 Va tur. Alacaklı hesaba % 1 ve bazen. % x/a fa'z veriliyor. Sermaye saklandığı yerden çık, mıyor. Çünkü saklıyanlar mütereddittir ve ne olacaklarını bilmiyorlar. Tabiî parayı iyi işletmek fırsatları eksik d eğ il; yalnız intihabı güç, çünkü istikbalin ne şekil alacağı şimdiden pek kestirilemiyor. Hülâsa el yordamı ile yürünüyor. Bir istikamete ihtiyaç var. Şu dakikada iza­ hıyla meşgul olduğumuz plân gibi bir proje nazarı itibara alınırsa acaba Franequinin anladığı şekilde çıkarılan tahvilât en ihtiyatlı sermame sahiplerini bile ikna edemez mi? G a r a n t i l e r : Filhakika yukarda izah edilen mekanizmaya göre bu tahvilât, alacaklının, poliçeyi kıran memleketin bankasının ve borçlunun muteber ve sağ­ lam imzalarını taşıyan poliçelerin yeniden kırılmasına yarıyabilir. Borçlu her kim olursa olsun ve hangi millettten bulunur­ sa bulunsûn bu üç taraflı imza içinde mühim bir mevki alır. Fabrikacı tahki­ kattan sonra ve kontrol altında ikraz eder. Daha fazla garanti vermek için hükümet­ lerin bu muamelâta bir parça alâkadar olması düşünülebilir. 1921 denberi Belçika Hükümeti, bazı


Sayı: 13

ATSIZ MECMUA

mnayyen şerait altında yapılan ihracata kefalet etmektedir. Mühim ve kuvvetli sınaî şirketler gibi ikinci derecede şir­ ketler de hükümetin teminatını istediler ve almağa muvaffak oldular. Bu garanti­ nin sahası çok mühim bir yekûna baliğ olmaktadır. 31-XII- 1931 de Belçika Hü­ kümeti 103 milyon frank garanti vermişti. İstifad e e d e c e k m e m le k e tle r : Para bu suretle bulunduktan sonra bu muamelâtın teveccüh edebileceği memle­ ketleri ayırmak lâzımdır. Bunun çok na* zik bir mesele olduğu aşikârdır. Hâli hâ­ zırda çok güç mevkide ve yarınları ka­ ranlık birçok memleket var. Bir kısmını hâriç bırakır gibi gözükmemek için isim saymamak daha doğru olur. Belçika ih­ racatının her zaman teveccüh ettiği mem­ leketleri bir düşünelim, önce şarkî ve Orta Avrupa memleketleri: Lehistan, Ro­ manya ve Yugoslavya; Cenubî Atnerikada Brezilya ve Arjantin-, uzak Şarkta, Belçikanın mazide çok çalıştığı çin var. Eğer izah edilen sistem gibi bir me­ kanizma. Belçika ile Çin arastndaki ticarî mübadeleyi carilatıdırabilseydi şimiki hâl­ de âtıl duran Belçika sermayesinin bu geniş memlekete akınım temin edebilirdi. Ve bu Belçika için pek mühim bir İkti­ sadî menfaat menbaı, tamamen İnsanî ve beynelmilel bakımdan, çok yüksek bir esere iştirak etmeye vasıta olacaktır. Zira çinin eski hâline getirilmesi, asrımı­ zın en büyük ve asil işlerinden biri ola­ caktır. Fakat bundan daha nazik mesele­ ler, beynelmilel bankanın faaliyetinin te­ veccüh edebileceği memleketler arasında Almanya ve Rusya vardır. A lm a n y a v e k ıs a v a d e li k r e d i­ ler: Tahvilâttan ve kendilerini teçhiz için lâzım olan vesaitten mahrum mem­ leketlere krediden bahsederken, haddin­ den fazla mücehhez ve sermayeli Almanyayı ayırmak lâzımdır. Almanyaya yeni­ den ikrazatta bulunmak fikri çok kuv­ vetli İktisadî teknik ve malî mânilere çarpacaktır.

Sayfa» 5

Malûm olduğu gibi 13 temmuzdaki büyük sarsılma esnasında, alman banka­ larının ecnebi bankalarına karşı kısa va­ deli taahhüdatmın mühim bir yekûn tut­ tuğu müşahede edildi. Alman bankaları­ nın ihtiyatsızca işlerde senayi erbabına ikraz ettikleri paraya muadil olan bu kısa vadeli kredilerin Almanyada yarat­ tıkları vahim vaziyeti tecahül etmek im­ kânsızdır. Ağustosta Balde toplanan ko­ mite bu kredilerin yekûnunu 5 milyar mark olarak takdir etti. Almanyanın borçlarının bir kısmını, alman bankalarına yapılan, bugün olmaz­ sa yarın tediyesi mecburî kısa vadeli avanslar teşkil eder. Ve Almanyanın bu kredileri derhal tediyesinin imkânsız ol­ duğuna yine Balde karar verildi. Daha uzun bir vade istemesine rağmen Alman­ yaya altı aylık bir mühletin verilmesi için uzlaşmak mümkün oldu. Bu 5 milyar marklık kısa vadeli kre­ dilerden ne yapmak lâzım geleceği mese­ lesi ancak şubatta meydana çıkacaktır. En mühim İktisadî malî mecmualar ve gazeteler bu meselemin cihan iktisadiyatı­ nı ezdiğim ve eğer dört ay içinde iyi bir hal çaresi bulunmazsa çok kötü bir vazi­ yet ihdas edeceğini yazmakta tereddüt etmiyorlar. Acaba bu kredileri tediye ettirmek mümkün olacak mı? Vadeler uzatılacak mı? Bazı kısa vadeli krediler uzun vade­ liye kalbolunabılecek mi? işte burada Francqui mekanizması işe yarıyabilir. Bu tamamen şahsî bir fikirdir. Zira mayısta mösyö Francqui, plânını verdiği zaman bu mesele yoktu; ve ancak temmuzda meydana çıktı. Bununla beraber neşriyat­ t ı l a r ikisi arasında bir rabıta sezmekte geç kalmadılar. Meselâ’ «Revue de Paris» muharrirlerinden Wladimir d’Ormesson diyor ki: «Almanya haddinden fazla sarfetmekten ve haddinden fazla istikraz et­ mekten muzdariptir. Lâzım olan, yaşa­ mak için yeniden istikraz etmesi değil, belki istikraz etmeden yaşıyabilinesidir.


Sayfa: 6

ATSIZ MECMUA

Obalde Almanya bir takyîd devri geçir­ mek zaruretindedir. Fransaıım yapabile­ ceği şey bu müddet zarfında Almanyayı rahatsız etmemek ve belki yardım ederek bu malî zehirlenme tedavisini kolaylaştır­ maktır. Meselenin pratik halli, belki mös­ yö Francquinin ahîren teklif ettiği, lâzım gelen garanti ve kontrol vasıtalarıyla mücehhez, beynelmilel orta ve uzun va­ deli kredi bankasının tesisi projesinde da­ hildir. Burada niyet ve siyasetimizin çiz­ gileri içinde gerek akvam cemiyeti ve ge­ rek Wiggin komitesis tarafından ele alı­ nabilecek ve neticelendir ilebilecek bir fi­ kir gözüküyor». Ahîren bir fransız finans mecmuası, I/Information, bu şubat 1932 alman vade­ sinden bahseden bir makalede diyor ki: «Selâhiyet ve basiretin eksik olmadığı finans âlemi, alman borçlularına verilen altı aylık mühletin bittiği bu şubat va­ desini korku ile bekliyor. Borçlular, bu tehlikeli vadede tediyatı yapabilmek için mümkün bütün likidasyonları yaptıkları gibi, tediye edilmemekten korkan banka­ lar da yeni bir tehlikeye karşı koyabilmek için mütemadiyen para topluyorlar. Hü­ kümetlerin, merkez bankalarının ve muh­ telif malî piyasa nâzımlarıntn gayretleri bu meselenin halline matuf olmalıdır. Müşterek bir kasanın alman borçlarını üs­ tüne aldığı ve alacaklılara birkaç yılda amorti edilip gerek devlet merkez banka­ larına ve gerekse bu husus için yaratıl­ mış müessesata yeniden kırdırılabilecektahvilât verdiği gün, elde edilen mütevali itminan duygusunun yarattığı ruhî netice her hangi bir siyasî neticeden çok daha mühim olacaktır. Çünkü o gün meselenin can noktası halledilmiş olacaktır». Bütün bu söylediklerimiz, önümüzde vahim bir vade olduğu zaman mühletin neticesini beklemeden lâzım gelen tedbiri almak lâzım geldiğini ifade eder. Vaziyeti evvelden tetkik etmek lâzımdır. Belki uzun fvadeli muamelât mekanizmasında şimdiki hâlde âtıl kalan kısa vadeli kre­

Sayı: 13

dilerin tediyesi imkânı bulunabilir. Mese­ lâ böyle âtıl matlubatı olan bir Ingiliz bankasının piyasasında uzun vadeli mukarriz bulmak için cehdettiğini pek alâ görebiliriz. Ve belki böylece kısa vadeli alacakların işletilmesinin becayişine im­ kân olacaktır. R u s y a : Bu melede Almanyanm tek meçhul olduğu zannedilmemelidir. Rusyadan da bahsolunuyor. Horrent’m rus me­ selesini mevzubahs eden dikkate değer makalelerinden, bu vesikalar heyeti mec­ muasından şu anlaşılıyor. Bugünkü rus iktisadiyatı, şimdiki şekliyle, bütün İkti­ sadî ahlâkın esası olan beynelmilel taahhüdata hürmet hissi ile, garbın malî li­ sanıyla, finanstan bahsedilebilecek bir ik­ tisat değildir. Bu, rus meselesinin tetkik edilmemesi lâzımdır demek değildir. Belki sağlam ve şifa bulmuş bir Avrupa rusya ile finanstan bahsedebilir. Fakat hasta bir Avrupanın bundan kafiyen çekinmesi lâzımdır. Çünkü sirayetinden sakınmak lâzım gelen temaslar vardır ve bu sirayet Almanya tarikiyle gelebilir. Alman borç­ larının şubat vadesi, mümkün bir rus te­ siri altında kalabilir, 0 zaman bundan kimse kurtulamaz. Şu hâlde mevcut teh­ likelere yenilerini katmak çok ihtiyatsızca bir iş olur. Netice: Rusyayı tereddüt et­ meden Francqui plânı gibi bir projeden hariç tutmak lâzımdır. K en d i a ltın ın ı m u h a fa z a e tm e k k a b il m id ir? Saklanmış para ve altın var. Acaba bu mevcut kâğıt ve altınla­ rı, kendimizi ihtiyatsızca neticesi müp­ hem uzun vadeli bir işe atarak, elimizden çıkaralım mı? Altıu saklamak daha ihti­ yatlı olmaz mı? tik bakışta gayet tabiî gözüktüğü için herkes böyle yaptı. Acaba bu paralar âtıl kaldıkça ne olacak? Her hangi bir iş için hazır sermaye bulmak imkânsızlığı karşısında bankaların avans yermediklerini ve iskonto yapamadıklarını göreceğiz. Sermaye saklı kaldıkça fabrika­ lar işlemiyecek ve sermayeleşmekti imkânı kalmıyacaktır. Eğer bütün bu mekanizma


Sayı: X3

Şayia: 7

ATSIZ MECMUA

durursa ortada ne faiz, ne de kâr kalır. Birçoklarının iddia ettiği gibi parayı ha­ zine tahvilâtına yatırmak, hükümetin geliri oldukça en sağlam iştir. Fakat hükümetin halktan topladığı vergiler­ den başka bir geliri yoktur. Eğer herkes böyle parasını küflendirir ve ser­ mayenin tedavülü durursa ne muamelât vergisi ve ne de diğer vergiler hazîneye girer ve neticede hükümet varidatsız Ka­ lır. Eğer hiç kimse istihsal etmezse münasebat sıfıra inecek ve bir gün gelecek devlet merkez bankalarının aktifinde al­ tından başka bir şey olmıyacak; ticaret senetleri ortadan kalkacak ve diğer ci­ hetten bankaların pasifi ceplerde ve mah­ zenlerde saklanan (küflendirilen) kâğıtlar­ dan ibaret kalacaktır. Belki bu mülâha­ zalar abestir. Fakat herkes, ne kadar ehemmiyetsiz olursa olsun ufak bir teh­ likeyi göze almaz ve para saklamasından başka bir şey düşünmezse istihsal meka­ nizmasının atalete mahkûth olduğunu id­ rak etmesi gerektir. Bu düşünüşe göre, eğer bir millet bütün dünyanın altınını toplamaya muvaffak olsaydı, tıpkı çok fazla müvellidülhumuza içinde mahvolan insan vücudu gibi çabubak boğulurdu. Dünyanın bütün altınını saklıyan bu mil­ let nihayet dışardan, kendi yaşamasına

elzem olan inevadi satın alacak ve bu suretle bir kısım altın ihraç etmek mec­ buriyetinde kalacaktır. Bundan şu netieeyi çıkarabiliriz; muayyen bir hadden sonra altın saklamaya imkân yoktur. Milletlerin altın üzerine kurulmuş sağ­ lam bir esasları olmalıdır. Meselâ Belçika Devlet Bankasının mahzenlerinde 13 mil­ yarlık altın vardır. Elbette kredinin em­ niyeti için altın esası olmalıdır. Fakat bir zaman gelir ki bu altın bir yük, ölü bir kütle ve lüzumsuz bir ağırlık olur, îşte o zamah tedavüle çıkarmak lâzımdır. B e y n e lm ile l b ir h a r e k e t: Mesele Fransa, Felemenk ve İsviçre için mevzübahs olabilir. Eğer şu üç millet Belçika ile beynelmilel kredi faaliyetini canlan­ dırmak için el ele vererek müşterek va­ ridat menbalarmdan istifade edebilseydi, belki beynelmilel buhranın izalesi için çok büyük bir adım atılmış olurdu. Te­ menni edelim ki 1930-1931-1932 yılları­ nın müşkül marhalelerini atlatan beşeri­ yet çok yakında hepimizin samimiyetle dilediği terakkiye doğru tekrar yüksel­ meye başlasın. Ligeji Birinci Kânun M. L. G 6rard dan Türkçeye çeviren

Z e y b e k o ğ iu

Z ek i

ttTemür Bek” in islâmiyete Bakışı Profesör Zeki Velidi Bey tarafından darülfünunda 18-1-1932 de verilen ders

« T eıııü r» ü n Şehrisebz (Keş)de«Şeyh Ş em sed cllıı KüLâl» in mezarı üzerin­ de yaptırdığı türbe etrafında, Temürün kendisi, oğulları ve maiyetindeki beyler kendi mansıplarına göre yer almışlardı. Bu, T e m ü r ve maiyetinin İslâm mukad­ desatına islâmiyetten önceki akideler göz­ lüğüyle baktıklarını göstermek itibarıyla

çok karakteristik bir keyfiyettir. Yani şeyhin yanında kendisini ona mürit sayan T e m ü r gömülecekti. Ye kendi büyük­ lüğüne uygun türbe yaptırıyordu. Sonra Temürün türbesi etrafında herkes dün­ yadaki hayatlarında bu cihangirin ma­ iyetinde haiz oldukları rütpelere göre yer alıp öyle türbe yaptıracaklardı. Bu


Sayfa: 8

ATSIZ MECMUA

Sayı: 13

koyun kesilip kendisinin ve torunu usuldeki askerî esasta alınan yer o za­ «Cihangir»in ruhuna sarfolunduğunu söy­ manın tiikçesinde « ü*adını almış­ m lüyor. Cihangirin türbesinden de ayrıca tır. Şehirlerin ve Kalelerin müdafaası sı­ rasında her beyin müdafaa edeceği kısım, bahsediyor. Temür şaroanizm ve eski Türk-Moğol veya savaşta cephenin ayrı ayrı beylere ananelerinin kuvvetle tesirinde bulunmuş­ taksim olunan parçaları da mürçel tes­ tur. Bu, hayatının başlarında daha açık miye olunuyor. Yani müstakbel hayat görülüyor. Onun «Emîr Caku Barlas»la Temürün zamanında şamanî bir zihniyet­ beraber Yasavurluların emîri «Hızır Bey» le tasavvur olunmuş ve dünyada işgal e karşı «Ak Yar» mevkiinde savaştığı olunan tertibatla geçirileceği zannolunzaman Arduvan Bahşı adında bir beyini muştur. Temürün babası “Torağay Bey„in mezarı bugün “Künbed-i Seyyidân„adım kaybettiği söyleniyor. Bu emîr hakkında « beylerinbüyüklerindendir deniliyor ve taşıyor. «Seyyidân» denilmesinin sebebi, ölümü mühim bir hâdise olarak zikroluTemürün ölümünden sonra “Seyit Bereke» nuyor. Sonra Temürün bütün ilk seferle­ nin Gndhoydan getirilerek gömülmesi rinde daima yanında bulunan ve Temüre olduğu gibi, Torağâyın yanına da seyit­ tesir eden bir şahsiyet sıfatıyla Devletlerin gömülmüş olmasıdır. Bugün Toraşah Bahşı Uygur zikrolunuyor. O daha ğayın Kubbesi altında üç seyidin mezarı 1366 seferlerinde Temürün yanında idi. bulunmaktadır. Bu türbenin garp tara­ 1370 te, « Emîr Hüseyin » in ortadan fında “Kiil Kitabet» dedikleri büyük bir kaldırılması zaruretini İsrarla söyliyen bina vardır. Bu, Şahruh tarafından bina bu Devletşah Babşı ile Emîr Caku ol­ edilmiştir ve galiba orada annesi Tağay muştur. Temürün ilk seferlerinde bir de Türkün Ağa da gömülüdür. 19.14 te ŞehTurumçı Bahşı ve Çete beyleriyle Türrisebzedeki bu büyük Türk sanat abide­ kistanın şimal taraflarında olan çarpışma­ lerini ziyaret etmiş ve kitabelerini de larında Temürün has kâtibi sıfatıyla yazmıştım. Şimdi maalesef elimde yoktur. Yol Kutluğ Bahşı zikrolunuyor ki Temür Ye bu türbeler hâlâ kimse tarafından ona Cetelilerle sulh müzakeresini havale tavsif olunmamıştır. Gayet süslü büyük etmiştir. Temürün sonraki seferlerinde binalardır. Temflr orada kendisi için yap­ beylerden «bahşı» adını_ taşıyan Altun tırdığı türbede Anadolu ve İran seferin­ Bahşı, İdi Berdi Bahşı Özbek ve Edgü den dönüşünde birkaç gün ikamet etmiş, Çakar Bahşı Uygur zikrolunuyorlar. ve binanın nasıl yapılması icap ettiği «Babşı» Temürün zamanında Türk usu­ hakkında mühendislere talimat vermiştir. lünde âlim, türkçe yazan kâtip ve Türk Bunu Clavijo (Klaviço) söylüyor. 'Klaviço âdet ve ananelerini bilen kimseye denili­ bu türbeyi «Büyük Mesçit* tesmiye edi­ yordu. icabında Türk şamanî veya yarı yor ve fevkalâde süslü olduğunu söylü­ şamanî âyinlerini de bunlar idare etmiş yor. Temür bunun kapısını beğenmemiş, olsa gerektir. Babur Mirza Taşkent hanı küçük görerek daha büyük yapılmasını «Sultan Mahmut Han»ın ordusunda yapılan emretmiştir. Klaviço geldiği zaman o böyle bir âyine iştirak etmiş ve âyini emre göre yeniden yapıyorlardı. Bu gibi idare edeni «bir Moğol» diyerek geçmiş­ süslü, büyük türbe ve mezarlar Temür tir (S. 123). Tabiî o da bir bahşıydı. Şüp­ zamanında bazen hükümet konağı yahut hesiz hakikî şamanîlerin imamları ayrıydı. otel işini görmüştür. Şehrisebzdeıı geçti­ Onlara Kam deniliyordu. Bahşılar bazen ğinde Temür müstakbelen gömüleceğini budist te olabilirler. Nasıl ki islâuı olan sandığı bu türbede durduğu gibi İspanya bahışlan da biliyoruz. “AH Şlr Nevayî» elçilerini de oraya indirmişler ve kendi­ nin büyük babası bir müslüman Uygur lerine orada ziyafet vermişlerdir. Klaviço bahşıydı. Hülâsa «bahşı» şamanîlerin di­ “Torağay„m mezarı üzerinde her gün 20


Sayı: 13

Sayfa: 9

ATSIZ MECMUA

nî rehberi olmaktan ziyade Türk millî annelerinin ve Tiirk irfan ve medeniye­ tinin hâmili demektir. îbn Arabşâh, Temürün yanındaki usta hakkâklerin ileri geleni sıfatıyla «Altını» adında birisinden bahseder (S. 222) ki yeşim (Kaş taşı) ve akik öterine acip şeyler nakşedermiş. İh^ timal yukarda zikri geçen Altun Bahşı budur. Zamanımıza erişen en güzel Uy­ gur hüsnühattı örnekleri Temür ve oğul­ ları zamanında bahşılar tarafından ya­ zılmıştır. Bugün Türkistanda bahşı tabiri Özbek ve Türkmenlerde Türk destanla­ rını ve halk hikemiyatını iyi bilen Ve şamanî âyinleri yapanlara, Kırgız ve Kazaklarda ise (bunlarda telâffuz olunur) ancak şamanî âyinleri yapan ve o âyinlerle hastaları tedavi eden kimse­ lere denir. Kazak baksılarıuın söylediği şiirler sanatça yüksek olmakla temayüz etmiyor. O daha çok cinlerle iş görür ve garip şiirlerinin de insanlardan çok cinle­ re uygun geldiğine itikat olunur. Vezin­ leri okadar düzgün değildir. Temür za­ manında bahşılarm böyle halis şamanî dinî rehberi oldukları- görülmüyor. Onla­ ra böyle şamanî âyinleriyle hastaları iyi etmek işinin havale olunduğuna dair bir kayıt ta görülmedi.Bununla beraber onlar tabiplerte birlikte zikrolunuyorlar. Fakat tabipten de ayrıdırlar. Bahşılığın eski ve son zamanlarda müşterek olan hususiyeti varsa o da bahşılarm eski bahşılar sülâ­ lesine mensup olmalarıdır. Yani bahşılarm babaları da bahşı olur. Şimdiki Kazaklardaki bahşılar ekseriya şamanî meczubiyetlere kapılırlar. Onlar babala­ rının yaptıkları âyinleri yapmazlarsa ma­ nevî ızdırap çekerler. Bahşı arasıra şa­ manî âyini yapıp yahut âyine iştirak edip meczubiyetle kalbindeki düğümleri çözmelidir. Yoksa onun hastalanacağına itikat olunur, işte bu gibi bahşılar «Temürnin bilhassa ilk hayatında mü­ essir olmuşlardır. Sonra gitgide İslâm fikrî hayat müntesipleri, İslâm medeniye­ ti Temüre tesir etmiştir. Fakat Temür ömrünün sonuna kadar eski ananelere

sadık kalmış ve islâmiyeti, İslâm mukad­ desatını kendi Türk ve Moğol töreciliği bakımından anlamıştır, Temür «Türe»ye pek fazla ehemmiyet vermiştir. Bu bilhassa orduda görülmüştür, İbn Arabşâh (S. 230) diyor ki: or­ dusunu teşkil eden Tıırkler arasında putperestler, ateşe tapan sâhir ve kâhinler, - pullarını kendileriyle bera­ ber taşıyan müşrikler vardı. Kâhinler Temüriinaskerini harple teşci ediyorlar­ dı. Temıırün askerleri öliı hayvan etini yer, boğazlanmış yahut boğulup ölmüş olmasına bakmazlardı. Aralarında koyu­ nun kiirek kemiğine bakıp âlemin valinden, istikbalden haber verenler var­ dı ve gayet doğru söylerlerdi. Arala­ rında hayvan isimleriyle maruf Tiirk takvimi kullanılır». Ibn Arabşâha göre Temür için Çingiz Yasası islâmiar için fıkıh gibi idi. Belki de Temür ve Çağataylar Çingiz Yasasını şeriate tercih edi­ yorlardı [1]. İbn Tengri Berdi diyor: Diğer Tıırkler ve Çağ alaylar gibi T e­ mür de biitün işlerinde Çingiz Hanın y a ­ sasına itimat ederdi kibuna lar. ' Tiıremoğolca mezhep demektir. Temür bu türeyi bilmekle zamanında ııazirsizdi» [2], Temiirün bilhassa orduda islâmiyetten çok gayri İslâmî Türk-Moğol ananelerini tercih ettiği şüphesizdir. Orduyu şeyh ve sofilerin tesirinden kıskançlıkla koruduğu malûmdur. M o lla T ü r k adında bir şey­ hin minareden atılarak, onun müridi olan

[1] İbn Arabşâh, S- 212:

j

<uiâ!ı At 1^3

uJı

j

j*iytsı

İ4I l-tr j 4^»M—.Yl <UJ VİÜÂ5T j Vl Atly j t jli.

[2] îbn Tengri Berdi, JUIi Jr'lı Nuriîosmaniye, 3428 > yaprak 227 : e » J £.«3jt Ati jİ J t A*1*1 \ji\ 5 ^ ^ £jS\ ^ . J yi jı

J


Sayfa : 10

ATSIZ MECMUA

S a y ı: 13

bir emîrin yasa edilerek öldürüldüğü merdan biriside Emî^ Tevekkül ve Emîr Ka­ vidir. Buna ait tafsilât, nüshası Umumî ra Yusuf adındaki beylerin «Şeyhülislâm kütüphanede Hafis Efendi kısmında (Nu. Cürçeyd-i Kâzerûnî» ye mürit olmalarına 3624) bulunan H oca A lır a r meııakıbınsaik olmalarıdır (Mîrhönd, VI, 79. Bu taf­ da (yaprak 65 a) bulunuyor. D eniliyorkı: silât Şerefeddîn Yezdîde yoktur). Umumi­ « Ş ey h M o lla T ürk», Temür hakkın­ yetle Temür kendi çocuklarını ve .beyle­ da ağır lisan kullanır ve tekfir ederdi. rimi Iran-Tacik medeniyetinin kötü tesir­ Şeyhin müridine şeyhten vazgeç, yoksa lerinden korumuştur. O, Sultan Ahmet öldürüleceksin dediler.O tereddüt etti. Fa­ Calayır ve Kara Yusuf hakkında oğulla­ kat şeyhi ona «nedenbı tereddüt? senrına demiştir k i : «Sultan Ahmet hiç olmazsa öldürülüyorsun. Ben ise mi­ daııemin olabilirsiniz. Çiinkii onun miza­ nareden atılacağım)) dedi. Nihayet cı tacikleşmiştir.Kara Yusuf ise tehlike­ te şeyhinden ayrılm ıyacakoldu ve şu şi­ lidir» [T],Irak ve Azerbaycanın idare ne memur edilen oğlu «Miranşah» ı sar­ iri söyledi: hoşluğa alıştısan Iran musiki ve taganni x r iljl’ J o jV ff P ıS Ij\ f mütehassıslarını 1399 da fcemerkanttan ilj f j* s ç j f iljt il j mahsus gönderilen beyleri vasıtasıyla as­ Yani : «Türkü (M o lla T ürkü) tırdı (Zaferâme, II, 213-214). Keza Şam te r k e tm e m iç in b a ş ım a cleslere seferinde torunu «Sultan Hüseyin Mirza» k o y s a la r (b a ş ım ı k e s s e le r ) k a fa m ı nın sarhoşlukla düşman tarafına geçmesi de te r k e tm e y e h a z ır ım ; fa k a t T ürkü «birfesatçı Tacik zümresinin vesvese ve h iç b ir s u r e tle ter k e tm eu ı» . Sonra yalanı» neticesi olarak gösteriliyor (ZaTemür bunu öldürmüştür, tbn Arabşâh fernâme, II, 314).. ulemadan Cemâleddin Ahmed el-HirezTemürün orduyu ve oğullarını molla­ tnî’nin, ruhî ihtiyaçlarını tatmin edecek ların, şeyhlerin tesirinden korum ası; on­ irşadatta bulunması ve orduda yedikleri ların bilhassa müslümanlara) karşı şefkat­ haram yemeklerin günahından nasıl kurtu­ ten, dünyayı terkten, tevazudan filândan lacakları hakkında samimî müracaatta bu­ bahsedip askerlik ruhlarını, maneviyatını lunan iki Çağatay askeriyle ancak gizli kıracak hareketlerine karşı olsa gerektir. olarak konuştuğunu, bu iki askerden a t­ Bu itibarla şair Goethe’nin, Temürün ağ­ larını sorduğu zaman, onların, Temür işi­ zından mollalara hitaben söylettiği şu tir de kendilerini öldürür diye söylemek­ parça bu cihangirin ruhuna çok uygundur : ten iştinkâf ettiklerini ve «seni gördüğü­ Was ? Ihr missbilliget den krâftigen sturm müz için Allaha sena ederiz. Fakat bizim Des Uebermuthes, verlogne Pfaffen adımız ve hangi beye tâbi bulunduğumuz Hâtt Allah mieh bestimmt zum Wurm seni alâkadar etmesin. Belki sen bizi bun­ Bo hâtt’er mieh als Wurnı geschaffen. dan sonra görmiyeceksin» dediklerini hi­ Y ani: «Ne [demek J K a­ kâye eder (s. 236). bına sığm ayıp çoşankudretimin şiddetli 1396 da «ömerşeyh Mirza» mn oğlu fırtınası hoşunuza ? Ha, «Pir Mehmet» in maiyetinde Fars vilâ­ siz miiraî,yalancı hocalar!Eğer Allah yetini idareye memur olan Emîr Sevinbana [ezilmeyemahkûm, zelil] kurt gibi cek ve Devlethoca birçok işlerde kaba [sürüklenmeyi] mukadder etmiş olaydı, hatli görülerek semerkanda çağırıldılar. beni kuıtolarak yaratırdı». Muhakeme neticesinde Emîr Sevincek ken­ Şair burada hocaların ve sofuların di hesabına fütuhatta bulunmak için Hin­ meselâ «benim tevazııum yahudinin zilledistan hududuna, sürüldü. Devlethoca ise [l] Zafernâme, II, 574 : kulağı burnu kesilerek Ferganaya nefyjjl jlâl olundu. Bunlara nispet edilen kabahatlar-


Sayı • 13

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 11

tini geride bıraktı»; ((insan kendisini her Orduda tarihen tespit olunan şamanî mahlûktan aşağı görmelidir»; ((Allahın öl­ âdetlerinden bazıları bir sefere çıkarken dürücü kulu olmaktansa ölen kulu ol»; tuğ alaslamak (şamanî âyini yapmak), «insaiı ayak altındaki kurı gibi müteva­ kadınların orduda ve âyinlerde iştiraki, zı olmalıdır»; * insanın kurttan ne farkı başkumandanı selâmlarken şarapla ulcalavar ? zaten onu bir gün kurt yiyecektir» mak; merasim, toy ve kurultay adabı, or­ [*] gibi hikemiyatlarma karşı isyan eden duda tam şamauî yuğ merasimi gibi şey­ kahraman cihangirin pervasız coşkun ha­ lerdir. Bir taraftan İslâm şeyhlerine tapan yatını beğenmiyenlere, karşı, onu ateş Temür diğer taraftan onları öldürmüştür. püsküren birisi olarak tasvir etmiştir. Teİslâm azizlerinin mezarlarından vardım mürün hayatından böyle kahramanca bir uman bu cihangir şamanî âyinleriyle gö­ vak’anm, meselâ Hammer gibi birisi ta­ mülmüştür.Zahiren zıt görülen bu keyfiyet rafından Goetheye şöylenmiş olması ve Temürün çok mûdîl fikrî hayatı için bir bu parçanın bu suretle meydana gelmiş olması muhtemeldir. sistemdir . . .

Arap şiirinde Türkler Arapların büyük şairlerinden olan Hayyûs oğlu Ebu 1-Fityân Mulıammed hicri beşinci (milâdî 11 inci) asır ricalindendir [1], Bunun büviik bir divanı var­ dır (Âşir Efendi Kütüphanesinde 949 numarada). Şair divanının büyük bir kıs­ mını Türk büyüklerinin methine tahsis

t J

VI* :

•*-5W *l <-ü ^

j j^ iîi

i ıjî

ı> jf» : (jfJi ji*

[1] Cevzî» (

Bu şairin tercümei hâli «Sibt ibn ülJa^—jni n »Mir’at üz-Zamân»

(u W l

atlı tarihinde kısaca ve «İbn Xal-

likân

{jlsT-k-J’l) ın «Vefiyât ül-A‘yân» (ıl>Uj

jLeVl) lnda mufassalca beyan olunmuştur. Bunlatın hülâsası şudur ; Bu şair Şamm büyük ve meşhur şairlerindendi. Bu zat padişahlara ve büyüklere mülâki oldu. Onları methederek caizelerine nail oldu. 394 sefer ayinin sonunda (Kânunuevvel 1003) Dımaşkta doğup 472 şaba­ nında (1080, 27 kânunusani — 25 şubat)Halepte ölmüştür. İbn Hayyûs (,j~y:>- Cf *) 464 şevva­ linde (1072) Halebe gelerek son ömrünü orada geçirmiş ve Merdâs Oğullarına mülâzemet ede­ rek haklarında, parlak kasideler söylemiş ve on­ lar sayesinde büyük servete nail olmuştur.

etmiştir. Divanın takriben kırk kadar kasidesi ernîr el-cüyûş ( — Kumandan) Eniiş Tegiıı Dizberî ile vezir “ Yâzûrî„nin methine dairdir. Şai$ bunları öğGrken mensup oldukları kavmı da methediyor. Bu zat kasidelerindeki terennümlerinde, bazen methedilen zatı, Türk kavmında olan hasletler ve meziyetlerle yükseltiyor, bazen o zatı, Türk Milleti için bir şeref gibi gösteriyor. Lâkin bu methiyelerin bazılarında «Türk» adı zikredilerek ögüleıi kavmın Türk olduğu tasrih edilmiştir. Diğer bazılarında ise, bu kavmın Türk olması, kasidenin Türk kumandan veya Türk vezire ait olmasından anlaşılıyor. Divandaki kasideler epey uzun olmakla beraber son derece selistir. Bilhassa, Türk büyüklerine ait methiyelerde selâset daha çok barizdir, insan bunları okurken, Türklerin methi hakkında olan şiirin, şaire daha kolaylıkla inkıyat ettiğini, şai­ rin çoşarak kendisini zaptedememiş oldu­ ğunu hisseder gibi oluyor. Şair kendisi de bu hususu bazı methiyelerinde zikre­ diyor : JeU wJ j < Sj*r\ jî! J j I j>-1^"” j i*i*


ATSIZ MECMUA

Sayfa: 12 )-

c+'S' _ji l^sedl ^_jül I- I»-jx.~-—*

Y ani: Yapmıyacağım ya, bilfarz sen­ den başkasını meletmek için kalem yü­ rütecek olsaydım [kalemim] yürümez­ di. Yahut senden başkasının denizi­ ne dalacak olsaydım bu seçme incileri çıkaramazdım diyor; buradaki makalele­ rimizde. mezkûr divandaki methiyelerden, önce “Türk,, adı zikredilen parçalan, sonra da bu isim zikredilmediği hâlde Türk kavmına ait olan parçaları sırasıy­ la neşredeceğiz. 1 .—

M etin

i Âlsl-Z

I ^ Â'!I J

\j

J j l Jyy Jc t

I

-l>-

*-.İh | ^|

İJ*11 «>* -»

4 r.! Vi (j»Uh

y JÜ ! j

üj'H

ı_»L*l j t£jf\

. Savı: 13 li j l VI

l>U! j w»ı‘ illi j

IJ c.*'

».»Lc >!i iljrJâî ,_/-b

I6

lii ^.£3 I I>1 2. — T e r c ü m e 1 — Muzaffer, faziletlerle; dirayet, asalet ve zikricemîl He muzaffer olarak yaratılmıştır. * 2 — Öyle talihlidir ki, güç şeylere yüneld ği ( = teveccüh ettiği) zaman, onları kolaylaştıran cehdü ikdâmı, o ta­ lihine eştir (o talihi teşyi eder). 3 — işte şeref budur. Baba (nın top­ rağı) na yemin olsun ki nesli asil, un­ suru kerîm olmıyanlar o şerefi ihraz edemezler. 4 — Türkler de insanlardan bir kı­ sımdır. Ancak onlar en kuvvetli ve mu­ harebede kırılması en güç olanlardır. 5 — “Neba‘„ “ şiryân,, gibidir. Şu kadar ki berikisi çukur ve alçak yerde, öteki dağ tepesinde yetişir [1]. 6 — Senin eşini ariyan kimse mak­ sadına nail olur. Lâkin Ülker yıldızıyla arz bir araya geldiği zaman... K ıva ın ed d itı

Benderî inekamı Atsız Mecmuanın 10 uncu sayısındaki «Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman* makalesinde, Prof. Köprülüzade M. Fuat Bey, şu satırları yazıyor: «Ali Rıza Bey Cenupta Türkmen Oymakları atlı eserin­ de Genç Osman türkülerinin Benderî denilen bir mekamda okunduğunu kayde­ diyor [s. 14]. Başka hiç bir yerde adına tesadüf etmediğim bu mekamın musiki noktasından tetkiki çok mühim olacaktır.» Filhakika, klâsik şark musikisi me­ kancıları arasında bu isimde bir nevi mevcut olmadığına göre,buradaki mekanı tabirinin «ağız, üslûp» manasında kulla­

nılan mecazî bir vasıf olduğunu kabule mecbur kalırız; yani, « » sözünün «bender üslûbu» manasına gel­ diği anlaşılır.

Beııdertabiri [1] Neba‘

ise , birçok m illetlerin 1 (.£?) şevhat

aynı cinsten ağaçlar olup aralarında de­ rece farkı vardır. Neba‘ bu cins ağacın dağ te­ pesinde yetişeni olup en kıymetlisidir. Şevhat ise yamaçta yetişeni olup evvelkinden aşağı kıy­ mettedir. Şiryân ise dağın dibinde, alçak yer­ lerde yetijeni olup en aşağısıdır. Yay yapmak için Araplara göre neba‘ değerinde başka hiç bir ağaç yoktur. Bu ağaç Arap edebiyatının bir mevzuu hâlini almıştır.


Sayı: 13

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 15

Türkiyede elektrik Türkiyede 37 si şirketler, 26 sı şahıs­ lar ve 34 ii de belediyeler ve vilâyetler hususî idareleri tarafından işletilmekte olan 97 elektrik fabrikası vardır. Bun­ lardan ancak 13 tanesi su ve buharla işlemektedir. Diğerleri motorludur. Yani hariçten ithal edilecek yanıcı maddelerle çalışmaktadır. Bu nokta çok mühimdir. Türkiye diyince ilk hatıra gelen Anadoludur. Anadolu ise şarka doğru gittikçe daha ziyade yükselen bir yayladır. Bu yaylanın merkezinden sahillere ve cenup hudutlarına doğru birçok nehirler akar. Hemen hepsi bu itibarla da muharrik kuvvetler istihsaline elverişlirir. Fakat yukaıdaki rakkauılar, bu tabiî kuvvetler­ den istifade edemediğimizi gösteriyor. Artık bu asırda ve bu zamanda ip ti­ daî işletme tesisatından sarfınazar birde yanıcı maddeleri hariçten gelen bir elek­ trik senayiinin gerek memleket iktisadi­ yatında ve gerekse memleket müdafaa­ sında kıymetli ve devamlı bir rolü ola­ bileceğini kabul etmek safdilliktir.' Kaldı ki, mevcut fabrikaların umun sermayesi ancak 11,907,327 lira yani yu­ varlak hesapla 12 milyon Liradır^ Bu ser­ maye yekûnu ile işüyen muhtelif fabri­ kaların bir senelik varidatı 5,375,314 lira, bir senelik sarfiyatları da 4,475,363 liradır. Yani birçokları yeni tesisat yap­ mış vo yapmakta bulunmuş olmalarına rağmen bir sene zarfında bir milyondan fazla temettü temin ettikleri aşikârdır. Fakat bu sermaye ne yolda çalışmakta ve bu temettiiü ne suretle temin etmek­ tedir?... Yine bu fabrikalar varidat listeleri yekûnundan anlıyoruz ki bu fabrikaların kuvvei muharrike yani işletici elektrik satışından elde ettikleri varidat yekûnu 1,407,743 liradır. Umum varidatın tak­ riben beşte biri demektir. Demekki bu fabrikalar ancak beşte bir nishetinde is­

tihsal sanayii için çalışıyor. Beşte dördü de tenvirat yani istihlâk lüks.ü olarak harcanıyor. Bu fabrikaların tenvirat için elektrik sattıkları müşteri yekûnu 75,684 kişidir. Şüphesiz ki bu müşteriler de şehir­ lerde oturan memurlarla diğer müsteh­ liklerdir. Su hâlde bugün Türkiyede elek­ trik- lüks ve süs hâlinde bir istihlâk un­ surudur. Türkiye nufusıı içinde ancak 75 bin kişi tenviratta elektrik kullanan müşte­ rilerdir ki, takriben nüfusumuzun iki yüz­ de biri demektir. Halbuki bu miktar müs­ tehlikin bir senede elektrik tenviratı için verdikleri para da 1931 deki bütçemizin takriben kırk beşte biridir. Aradaki fark­ lar sarih ve beliğdir. Bugün Türkiyede bir ekalliyet, kütlenin ınenafii hilâfına ve onun zararına bir lüks hâlinde elektrik tenviratı yapmaktadır. iste istihsal sanayiini elektrikleme­ den kendi keyfi ve zevki için elektrik istihlak eden bir memlekek en hafif ma­ nasıyla müsriftir. Türkiyede elektrik her şeyden önce istihsali, nakliyatı organize edecek, sonra memleket müdafaasına uygun ve faydalı bir şekilde millî müdafaayı organize ede­ cek ondan sonra da bu memleketin efendisi olan köylünün insanlık ihtiyaç ve hakkı olarak köyleri aydınlatacak ve nihayet şehirlere sıra gelecektir. Bugünkü şekli ve hâli ile Türkiyedeki elektrik fabrika­ ları memlekete zararlı bir şekilde tesis edilmiş bulunmakta ve ancak beşte bir nisbetinde faydalı iş çıkarmaktadır. Üst tarafı 75 bin müşterinin konforu hesa­ bına ve memleketin umumî hayat şartla­ rıyla alay eden bir israf hâlindedir. Türkiyede elektrik istihsalâtmı mem­ lekete faydalı bir şekilde uyandırmak, canlandırmak ve organize etmek lâzımdır. Aksi takdirde bugünkü şekli ile müs rif ve zararlı bir lüksten başka bir şey değildir. F e h m i R a g ıp


Sayfa: 16

ATSIZ MECMUA

Sayı: 18

Feragat Seni Jjizde görmiyenlere armağan ediyorum

Seni biz omuzlarımızda hareli ve na­ kışlı bir pelerin gibi gösteriş için taşımı­ yoruz. Sen bizim yakamıza sonradan ta­ kılma yaldızlı bir rozet, göğsümüze gurur ve iftihar veren bir madalya değilsin.. Sen bize mahrumiyet ve ıstırap ses­ lerinin hicranlı, elemli demlerinde, rah­ mi ınaderden hayat denen bu mücadele sahnesine atıldığımız gün zayıf bedenimi­ ze sarılan çul ve çuval parçalarının el­ yafından geçmiş asil bir duygusun... Seni bîz: Boğazın mor sularına göğüs veren Çanakkkale sırtlarının dik bir ya­ macının- eteklerinden, uzak ufukların pembe, mor lekelerine gülümsiyen şe­ hitlerin mezar taşlarında gördük.... Seni biz: Afyon tepelerinden son bir hızla hareket eden, imanı ateşli kafilenin gök kubbede akisler yapan gulgulesinde, bir sabah güneşinin kınalı saçlarıyla bir­ likte îzmire giren süvari alayının Halka pınar önlerinde can veren şehitlerinin ınütevazi abidesinde gördük. Seni biz: Duoılupınar tepelerinin göğsünden, bütün cihana, bütün tarihe iman, mefkûre ve fedakârlık lemaları serpen bir yıldız parlaklığıyla Göriiyoyoruz. Seni biz: İstiklâl kavgasından dönen Mehmetçiğin orağı elinde yay­ garaya boğulmıyan asil sükûtunda, ih­ tiyar ninelerin sevinçten akan göz yaşla­ rında, nişanlıların atsız kahramanlarının arkasından çektikleri ıstırapların haklı tevekkülünde görüyoruz.... Seni bizde görmiyenler göz bebek­ lerimizde yanan mefkûre ocağından ısmmıyanlardır. Bizim ruhumuzu dolduran ne madde ihtirası ne debdebe tahassürü, ne de ih­ tişam arzusudur.. Şahsî emel ve arzu birlik önünde, mefkûre karşısında ayaklarımızın tekme­

leriyle can vermeğe lâyık birer yılandır. EY; varanımın en ücra köşelerinde, şehirlerden daha u^ak yerlerde, daha va­ kur bir imanla, daha asil bir gururla ya­ nan «Feragat Ocağı»; ufak bir muvaffa­ kiyeti yaygara ile bir muzafferiyete çı­ karan şahsî emel ve mevki budalaları sana sahip çıkmak için salonlarda bağırı­ yorlar.... Onlar, Sakaryaya, dökülen isimsiz kahramanların kızıl kanlarından, İnönünde can veren şehitierin muazzez, lekesiz ruhundan, Menemende irticaa yumruk kaldıran Kubıiaym yüksek imanından utansınlar... Ve nihayet Anadolunun kalbinden fış­ kıran (Ey yükselen yeni nesil istikbal sîz­ siniz) diyen sesin vatanı saran sıcak ahengindeıı, vakur celâdetinden titresinler. Feragat sen daima, daima öndesin... En büyüklerin ve en küçüklerin kalp­ lerinde Şahlanan bir iman kudretisin, bu­ gün alevin bütüu vatanı sarıyor.. Sen öyle bir ırmaksın ki, ruhları ııiyagara uğultusuyla değil Sakarya sükûnuyla, sa­ rıyorsun... Seni bize riyakârlığın, nezakete bü­ rünen sesi içinde tekrara geliyorlar. On­ lara kabalığın asaletiyle haykırıyoruz. Biz bu yolda aç kalsakta mefkûre çanağından içtiğimiz iman şerbetiyle gıdalanır ve yürürüz diyoruz.... Değil mi ki sen bizim kalbimizin darabanı damarlarımızın kızıl kanısın.. Bugün vatanın ufuklarını buhran sardı diyorlar, inan ki bu, seni ihmali­ mizden seni bir an, şahsî zevklerimize feda edişimizden doğdu.. Analar, babalar, kızlar, kardeşler, şah­ sî emelden zevkten, eğlenceden, ifrattan nefret edelim. Birbirimize uzanan kollarımızla önü­


S a y ı: 13

ATSIZ MECMUA

mözde gidecek olan feragat bayrağının yakfcı renginin arkasından koşalım.Savaş günüdür. Bir an atğız kahramanları, köydeki Kezibanları Alileri Velileri düşünelim..

Sayfa: 17

Onları hatırlıya lım. Ve hep bir ağızdan Afyon sırtlarında Allah Allah diye hücüma kalkan Mehmetçiklerin gök gürültü­ sünü andıran tannaniyetiye haykıralım.... Feragatkâr daima feragatkâr Olalım... R e ş a t O ğuz

Melâmîlik - Hamzavîlik ve Bâtmîlikte mütekabil tedahüller XIII üncü asırdan XVinci asır sonları­ na kadar Türkiyede bâtmî zümrelerin bir­ birine büyük bir benzeyiş gösterdiklerini, hatta gerek kıyafet ve gerek itikat bakı­ mından bu zümrelerin ancak pek az fark­ ları bulunduğunu görüyoruz.Bu zümrelerin hemen hepsi şiî-bâtmi temayüllerde mütte­ hittir. Yeseviyye ve Melâmetiyye der­ vişlerinin, Selçukılerin ilk akmlarından itibaren Horasan, Hârezm ve Orta Asyadan Anadoluya geldikleri ve Anadolu şehirlerinde medrese ve ulemanın tesiriyle gittikçe takarrür eden siinnî müslümanlık la beraber Arap ve bilhassa acem ede­ biyatına vakıf sofilerin otoritesine muka­ bil, Türkmen boyları arsında sazlarıyla, garip kifayetleri ve kerametleriyle eski anane ve akideleri İslâmî bir şekilde yaşatan babaların, dedelerin mevcudiyeti malûmdur [1]. Bununla beraber şurası da unutulmamalıdır ki şehirlerde emir ve hü­ kümdarların himayesi altında yaşıyan ve daha ziyade Acem harsını benimsemiş bulunan sofilerin akideleri de, bu baba­ ların akidelerinden pek farklı değildir. [1] Eski Türk ananelerinin tarikatlere tesiri hakkında Köprulüzade Fuat Beyin »İnfluence du Chamanisme Turco-Mongol sur les Ordres Mystique$ Musulmans» adındaki eseriyle «Aıladoluda İslâmiyet» makalesine (Edebiyat Fakültesi Mec­ muası, yıl 2, sayı 4—5, 1922) ve «Türk Edebi­ yatında İlk Mutasavvıflardın «tasavvuf cereyanı» bahsına (s. 218—259), bilhassa 225—241 inci sayfaların metin ve notlarına bakınız.

Menşeini Horasan melâınetîlerinden alan kalenderîlikle, onun bir şubesi saya­ bileceğimiz haydarîlik ve yine bu bâtınî zümrelerden olan abdailık ve babaîlik arasında bu asırlarda pek büyük ayniyet ve tedahüller vardır. Köprülüzade Fuat Bey, ilk tarihî menbalarla menkabenâmelerde sık sık tesadüf edilen “ Horasan Erenleri,, terkibinin, Horasandan gelen dervişleri bildirmekten ziyade «Melâme­ tiyye» mesleğinde bulunan dervişleri bil­ dirmekte olduğunu söylüyor [İJ. «Mevlânâ» nın türbesinde bile altı merkat, Horasan Erenlerine aittir. Mevle­ vîlik gibi daha ilk zamanlarından itibaren Çelebi Hiisâmeddîn, Sultan Yeled, Ulu Arif Çelebi gibi nufuzlu kimselerin tesi­ riyle kendine mahsus bir edebiyat ve musikiye, âyin ve erkâna malik mühim bir tarikat bile kalenderîliğin tesirinde kalmıştır. Mevlevîlikte kalenderdik tema­ yülü, hassatan Sultan-ı Dîvânî veya Sul­ tân- ı Dîvâne Sim âi Mehmed (936) ile dervişlerinde ve “Yûsuf-ı Sîne - çâk,, (953) te pek bârizdir. «Sefme-i Mevleviyye* ve onu mehaz edinen Esrar Tezke­ resi, Simâ‘î Mehmedin lâübâliyaııe ahva­ liyle kalenderîler gibi çar - darb olmayı kabul ettiğini, bektaşılarla fevkalâde dost olduğunu, kendisine biat edenleri çar - darb traş ettirdiğini yazıyor [2]. Bu (1) Anadoluda İslâmiyet, s. 295. (2] Sefîne-i Mevleviyye, cilt 1, s. 16 dan


Sayfa: 18

Sayı: 13

ATSIZ MECMUA

zatm Ibrâhim Gülşenî ile de muhabbet ve muarefesini “Sâqıb Dede,, den öğren­ diğimiz gibi esasen Lâtifi Tezkeresinde de İbrahim Gülşenînin akidesi hakkında her­ kesin bir türlü fikre zahip olduğu, fakat kendisine birçok mülhid ve ebâhînin in­ tisap ettiği zikrediliyor (1]. Hülâsa bu asırlarda, bilhassa XVI ncı asırda batmî zümrelerin tedahülü ve bunların mazbut ve mukayyet ve zahiren Sünnî tarikatlere de hulûlü muhakkak bir keyfiyettir.Müteaddit zümrelerin aralarındaki büyük mü­ şabeheti de « Nûr ül - Hüdâ » ^ j^Ii j j ile Vâhidl [2] nin, bu kitaba mehaz olan «Menâqib-i Xvâce-i Cibân» adındaki kita­ bından alıyoruz. Rûm abdallarıyla Şemsî­ ler ve kalenderîlerin çâr - darb oldukları, Haydarîlerle Câmîler ve Bektaşıların sa­ kallarını tıraş ettikleri hâlde bıyıklarını tıraş etmedikleri ve bu son üç zümerenin kulaklarına mengûş taktıkları her iki kitapta da zikrediliyor [3], Şu küçük mukaddemeden sonra «Melâmî - Hamzavî»

itibaren. Bektaşılarla münasebeti için hassatan 23. üncü sayfaya bakınız. [1] Lâtif! Tezkeresi, «İbrahim Gülşeni», s. 53. Lâtifi tezkeresiyle (s. 48—50) Sehî tezke­ resinde (s. 63 —65) «Ömer Rûşenî» ye de bakı­ nız. *Fbussu‘ûd» un fetvaları arasında Gülşeni ve Mevlânânın Mesnevisine nazire olarak yazdığı «Ma'nevl» ye ait fetvalar da nazarı dikkati celbedecek mahiyettedir (Millet kütüpanesi; ulûm-ı şer'iyye, Nu. 80; s 267). [2] İstanbullu olup Lâtifî'ye göre bir gözü kör olduğu için «Vahidî» iahallüs eden bu şai­ rin <Menâqib-i xvâce-i cihan» adındaki mensur ve manzum eseri, tertibi ve hatta birçok yerleri aynen alınmak üzre «Karakaş zade» (1047) nin • Nûr ül - Hüdâ» sına mehaz olmuştur. Hatta diyebiliriz ki «Nûr ül-Hüdâ bu kitabın biraz mustalah bir kopyasıdır. «Menâqıb-i Xvâce-i Cihân» ın lisanı daha saf, yazıldığı tarih te daha eskidir. Ayrı bir makalede bahsedeceğim bu eserin bulunmasıyla «Nür ül-Hüdâ» ntn kıymeti, bize ancak bu Jbâtınî zümrelerin, hicri XI inci asrın ilk yarısmba da mevcudiyetini bildir­ mesinden ibaret almaktadır ^Vahidî için Lâtif! kTezkeresine ve«Osmanlı Müellifleri» ne bakınız; cilt 2; s. 475). [3] Anlaşılıyorki Bektaşi Babalarının sakal

lerle bâtmî zümrelerin, bilhassa kaleııderîlik ve Hurûfîliğin tedahülüne geçebiliriz. * # * XV inci asırda Anadoluda Hacı Bay­ ram Velî ve onun halifelerinden Emîr-i Sikkînî lâkabıyla meşhur BursalI Bıçakçı Ömer dede tarafından kurulup hicri 969 da Istanbulda Siileymaniyede, Dede Oğlu Yokuşunda birkaç dervişiyle beraber öl­ dürülen ve Melâmûler tarafından “Hoca Hâmza,, lâkabıyla anılan “Hamza Balı,, dan sonra «Hamzavî» adını alan bayramı Melâmîliğinde de «Şiî - Bâtınî» temayül­ lerini serahatle görmekteyiz. Bu meslek erbabıyla müteşerri sofilerin hiç bir vakit uyuşamadıklarını «Melâmîlik ve Melâmîler» adındaki kitabımızda uzun uzadıya anlatmıştık. Müfrit vahdet-i vücûd taraf­ tarı olan bayramî Melâmîleri, daha ilk zamanlardan itibaren şüpheli bir nazarla görülmüş, Sünnîliği temsil eden hükümet kesmemeleri muhdestir ve her hâlde öteki tarikatler meşayihine benzemek lüzumundan ileri gelmiştir. Bektaşılarda ananevi bir s ırette mev­ cut olan «Kazak Abdal» ıtı resminde de bıyık vardır, sakal yoktur (Bektaşi sırrı, cilt 1, s. 104). Esasen Hacı Bektaş tekkesindeki eski kita­ belerde Abdallık ve kaienderîlik, daima Bektaşılıkla müteradif olarak zikrediliyor. Meselâ bir çeşme kitabesinde Malqoc Balı ibn 'Alî Hazretleri Gaziler serdârı ü erenler serveri Hâcı Bektâş Velînün ‘aşqına Eyledi câri bu ‘ayn-i kevseri Tarihi doquz yüz altmış ikide Teşnelikde oldt Abdâlân teri Beyitleriyle binanın üstünde:

art»

; öVUîYl çu.liiı

ibaresini okuyoruz. Vine türbe kapısında; Qalender şahı Hacı Bektaş Velînin beyitlerini okuyoruz. Keza «Balı Sultan» türbe­ sinin iç kapısında:

I jv.Yt

«.i!Is-i* lö

cJi? J^A>‘ Y<lJ| -Leit»- J Ujl iw3a«3 ıdiı J

*80/

Ji»

oi*.»...» j

j

i*—'

ibaresi mevcuttur (bakınız; Hâmit Zübeyir, Ha­ cı Bektaş tekkesi [Türkiyat Mecmuası, II. 365— 382}).


Sayı: 13

ATSIZ MECMUA

tarafından haklarında teftişler, tenkillerle imha siyaseti takip edilmişti. îlk Melâmî mümessili “Öıuer Dede,, nin (880) müteşerri sofi “ Ak Şemseddin,, le uyuşamadığını, onun makamına geçen “Bİnyâmîn-i Ayfişî,, nin (926) kütahya kalesine hapis, “Oğlan Şeyh İsmail Ma‘şûqî„ nin babası “AksaraylI Pîr Alî,, nin (935) hühûnıet tarafından takip ve teftiş, Oğlan Şeyhin 12 dervişiyle öldürüldüğünü (935), Melâmîlerce “Ahmed Sârbân,, adıyla anılan “ Dukakin Zâde Ahmed Bey„ in (952) «‘Atâ’î» nin kavlince «meşreb-i tev­ hidi gubâr-i zindiqa ile mütekeddir» bu­ lunduğunu, “Emir Osman Hâşimî,, (1003)

Sayfa: 19

nin «Nûreddin zâde» (981) ye intisap ve iltica ile başını kurtarabildiğini, Sârbân Ahmedin yerine geçen «Hüsâmeddîn Ankaravî» nin Ankara hapîsanesinde öldüğü­ nü (964), «Hamza Bey» in katlini (969), İdrîs-i Muhtefî lâkabıyla meşhur ve me­ lâmîlerce «Idris Ali Sultan, tmâm Alî ürRûmî, Hoca Ali» atlarıyla anılan “Hacı Ali Bey., in (1024) uzun müddet arandı­ ğını, nihayet “Beşİr Ağa,, nin (1073) te boğdurulması üzerine Hamzavîlerin tamamile gizlenmeye mecbur olduklarını bili­ yoruz. (Bitmedi) Konya Lisesi edebiyat muallimi

A bdülbaki

Darbımesel mecmuaları kitabiyatı -

6 —Ahmet Vefik P aşa: Müntehabfit-ı durûb-ı emsâl- Ali Emiri kütüphanesinde bulduğum bu matbu eser darbımesellerle uğraşacaklar için çok mühim bir mehaz­ dır: Eser 12x16,5 boyunda 303 sayfanın içerisinde takriben 6—7 bin darbımesel, tabir ve saireyi ihtiva etmektedir ki bütün bu sözler oldukça ihtimamlı bir hurufu heca tertibiyle sıralanmışlardır. Eserin sahibi, neşir tarihi ve nerede basıldığı hakkında ne fihristte ve ne de eserin içerisinde hiç bir kayda tesadüf edemedim. Kitapta mukaddeme ve hatime de yoktur. Diğer birkaç yerde bahusus Türkiyat enstitüsünde bulduğum diğer bir nüsha­ daki kaytlara nazaran eser Ahmet Vefik Paşaya aittir. Müellif kitabının nihayetine (291 inci sayfadan itibaren) br kısım daha eklemiş ve buraya yine hurufu heca sırasıyla her hâlde birinci kısmın basılışından sonra elde ettiği darbımeselleri ve birinci kıs­ mında bazı sözlerin tashih edilmiş şekil­ lerini ilâve etmiştir.

2

-

Millî Tetebbüler Mecmuasının ikinci sayısında Tori Yojef «Orta Asya türkçesi üzerine tetkikler» atlı makalesinde Ahmet Vefik Paşadan bahsederken «ilk türkçe durubu emsal mecmuasını 1871 de Atalar sözü ünvanıyla o neşretmiştir ki bunda 4230 kadar darbımesel toplamıştır» diyor. Onun, bu 1871 kaydını nereden buldu­ ğunu anlıyamadım. 7 — Necip Âsim : Millî aruz—Edebi­ yat Fakültesi sabık Türk lisanı tarihi müderrisi Necip Asım Bey tarafından 1329 da neşredilen bu (12 X 17 boyunda 31 sayfalık) risale bir darbımesel mecmu­ ası değildir. Müellif bu ufak eserini, o sırada kuvvetlenen hece vezni cereyanını müdafaa ve bu millî veznin esaslarını ve hususiyetlerini izah etmek için yazmış­ tır. Necip Âsim Bey eserinde, hece vez­ ninin ; Armut piş — Ağzıma düş Yaş yetmiş — îş bitmiş Gibi üç hecelilerinden başlıyarak: Ey aşk eri aç gözünü, yeryüzüne kıl bir nazar


Sayfa : 20

ATSIZ MECMUA

Gör bu lâtif çiçekleri bezenüp uş geldi geçer. gibi on altı hecelilerine kadar bütün şekil­ lerini misalleriyle izah etmektedir. Ru misallerin ekserisini manzum darbımesel ve tabirler teşkil ediyor. Birkaç m isal: Ağlarsa anam ağlar—Kalanı yalan ağlar Sakla samanı — Gelir zamanı Dert ağlatır — Aşk söyletir 53 Manzum darbımesel ve tabiri ihtiva etmesi itibarıyla bu eser darbımesel mec­ muaları arasında zikre şayandır. Millî »ruz 1329 da Kanaat kütüphanesi tarafından neşredilmiştir. Müellif ilk on sayfada -hece vezninin lüzum ve ehemmi­ yetinden bahseden bir mukaddeme yapmış ve mütebaki yirmi sayfada da millî vezin den ve bu vezinde kullanılan takti, şekil ve kafiyelerden kısaca bahsetmiştir. 8— Hâşım V eli: Atalar sözü.— Darbımeselleri ihtiva eden kitapların hemen hemen en son tabedileni bu eser­ dir: Atalar sözü 1926 senesinde îstanbulda Mahmut Bey matbaasında basılmıştır. Toplıyan ve bastıran «sabık sefaret imamlarından Hâşıııı Veli» Efendidir. Kitap 11, 5 x 1 6 boyunda 55 sayfa­ dan müteşekkildir. Müellif bir sayfalık mukaddemede «Türk lisanını tâmiııı et­ mek hars ve nesle hizmet olacağından bu niyyet-i hayriyeye müsteniden atalar sö­ zünden bir miktar topladığını ve eksik­ lerini doldurmak babında asrımız üdebasmın himmetini beklediğini» anlatmakta ve müteakiben hurufu hecâ sırasıyla dar­ bımesellere geçmektedir. Eserde 700 ü geçen darbımesel ve tabirler birbirinden tefrik edilmemiştir. Bunların 450 kadarı darbımesel, kalanı da tabir ve teşbihlerden ibarettir. Darbı mesellerin sıralanmasında da intizama pek riayet edilmemiştir. Bu küçük eserin mü­ him ve dikkate şayan bir hususiyeti var: darbımesel ve tabirlerden bir kısmı şi­ mal Türklerine aittir. Hâşım Veli Efen­ di bunlardan bazılarının nerede kullan­ dıklarını ve ne manaya geldiklerini de izah etmiştir.

S a y ı: 18

9— Sadettin Nüzzet— Mehmet Ferit: Konya vilâyeti halkiyat ve harsiyatı.— Konya erkek Muallim Mektebi edebiyat muallimi Sadettin Niizhet ve ruhiyat muallimi Mehmet Ferit Beylerin 1926 da müştereken telif ve Konya vilâyet mat­ baasında tabettirdikleri bu eser 11,5X18,5 boyunda 350 sayfayı ihtiva etmektedir. Eser, Konyamn, edebiyat sahasın­ da yetiştirdiği' şahsiyetlerin tercümei hâllerini, Konya vilâyeti dahilinde söyle­ nilen manileri ninnileri, türkü, ağıt ve bilmeceleri, dilek (hayırdua) ve' ilenç (beddua)ları ve bu arada muhtelif kitap­ larda ekseriya darbımesel olarak zikre­ dilen (darbımesel, fıkra, tabir, kinaye,ve takerleme)îeri ayrı ayrı kısımlara toplıyan ve bunların ne olduklarını izah eden kıymetli bir halkiyat kitabi dır ve haki­ katen iyi bir çalışma ve araştırma ile vücuda getirilmiştir. Müellifler, teraciimü ahval, mani, ninni, türkü, ağıt vesaire., fasıllarını mü­ teakip gelen yedinci faslı darbı mesellere tahsis etmişlerdir. Bu faslın başlangıcın­ da 4,5 sayfa süren bir mülâhaza: mu­ kaddeme mevcuttur ki müellifler burada kelâmı kibar, kaide, miiteârife, vecize, hikmet, eski mesel, darbımesel gibi muh­ telif isimlerle zikredilen sözlerin mana ve mahiyetlerini kısaca izah ve buraya darbımeselelin Arap âlimleri ve Avrupa ansiklopedistleri tarafından yapılan ta ­ riflerini de ilâve etmişlerdir. Bu 4,5 say­ falık mülâhazatı müteakip darbımesellere geçilmektedir. Bu kısım, 48 sayfa içeri­ sinde 2058 darbımeseli ihtiva etmektedir ki bunların arasına — mukaddemedeki tefrik fikrine rağmen — maalesef darbı­ mesel olmıyan sözler de karışmıştır. Bir kaç misal: A benim armudum, evvelden nerede idin ! Arpacı kumrusu gibi düşünür. Eserin darbımesellerden sonra ge­ len kısımları sırasıyla fıkralara (81 fıkra), tabirlere (279 tabir), tekerleme (65 teker-


Sayı: 13

Sayfa: 21

ATSIZ MECMUA

lenıe) ve kinayelere (69 kinaye) tahsis edilmiştir. Her kısmın başlangıcında bu sözlerin mahiyeti izah edilmekte, tarif­ leri yapilrhaktadır. Bu sözlerin hemen ek­ serisine diğer mecmualarda darbı mesel­ ler arasında tesadüf edilir. 10—Arkadaş mecmuası koleksiyonu.— Eskiden intişar eden birçok mecmualarda sayfa nihayetlerine birer darbımesel koy­ mak âdeti vardı. İşte şimdi mevzuubahşedeceğimiz mecmuada da bu giizel âdete riayet edilerek birçok darbımeseller toplanılmıştır. « Arkadaş * 5 kânunusâni 1325 ten 15 temmuz 1326 tarihine kadar intişar etmiş, fakat yalnız 14 tıusha tutunabil­ miş olan bir talebe mecmuasıdır ve her sayfasının altında bir darbımesel bulun­

maktadır. 32 sayfalık 14 nüshadan iba­ ret olan mecmua koleksiyonu bu itibarla 448 darbımeseli ihtiva ediyor. Bu 448 darbımeselin arasına bittabi bir çok tabir ve fıkralar da karışmıştır. Bu darbıme­ seller her nüshanın sayfalarına hurufu hecâ tertibile taksim edilmiştir. Meselâ birinci sayfada ( ' ) harfiyle, ikinci sayfa­ da (>', üçüncüde (y ) dördüncüde (y ) ilh. harfleriyle başlıyaıi birer darbımesel bulunmaktadır. Bütün bu darbımesel ve tabirler, mecmuada bu işle uğraşan zatın zevkine hüsnü şehadet edecek su­ rette hemen hemen en iyilerinden seçil­ miştir. (Bitmedi) Edebtyat ziimresindeu

A d n an •»

İktisadî Buhran ye Kredi Bugünkü İktisadî buhran birdenbire ve habersizce patlamış değildir. 1928 den itibaren baş göstermişti. Bir asırdan faz­ la bir zamandan beri, vasati olarak seki­ zer sene fasıla ile cihan iktisadiyatında buhranlar olduğu görülmektedir. Netekim bundan önceki buhran da 1920 senesin­ de olmuştur. Muhakkaktır ki, bu seferki buhran şimdiye kadar görülmemiş ve işitilmemiş derecede hat ve geniştir. Dün­ ya istihsalâtı % 30 dan fazla bir nisbette tenezzül etmiştir ki, müthiştir,Top­ tan satılan mal fiyatları da takriben % 50 nisbetinde düşmüştür. Bu da korkunç­ tur. Bununla beraber, bu buhrarj ile bun­ dan öncekiler iyice tetkik ve Tahlil edi­ lirse aralarında ancak bir derece farkı vardır. Yoksa bugünkü buhranı cihan iktisadiyatının yıkılmakta olduğunu gösteran haberci hadiseler diye kabul etmek istiyen bir sürü Peygambere hak verdi­ recek mahiyette değildir. Diğer bir hadise mevcuttur ki, her )QflBieketin iktisatçıları onu ihmal etmiş­

ler, fakat Pratik neticeli bir çare de bu­ lamamışlardır. Bu hadise şudur : iki se­ nedir buhran içinde bulunduğumuz halde henüz İktisadî salâha doğru gittiğimizi gösterecek haberci deliller yoktur. Şifayı temin edecek kuvvetler felce uğramış görünmektedir. Her İktisadî buhran es­ nasında ticarî hareketlerde bir betaet ve istihsalda tenezzül görülür, işlerin azal­ ması ve tenzilâtlı satışlar dolayısile bir çok sermayeler serbest kalır ve para ha­ linde toplanır. Bunlar kısmen istihsal ik­ tisadiyatından çekilmiştir. FakaT] derhal yeni işler bulamazlar ve binnetice malî sermaye artar ve büyür.Bunlann Banka­ larda toplanıp artması yeniden iş bulma­ ya çalışmalarını mucip olur ve bu mec­ buriyet dolayısile yeniden işler açılır ve fealiyet başlar. Her buhran bidayetinde umumiyetle sarsılan ve zayıflayan Kredi cihazı bu buhran bidayetinde müteessir olmadı. 1929 sonbaharında Amerikan borsasmdaki facia, Bankaların ve malî kuvvetlerin


■ ■ ■ ■ ■

Sayfa: 22

ATSIZ MECMUA

ittihadı ile en şiddetli iktisadi fırtınalara karşıkoyabilecek bir mılkavemet hareketi meydana getirdi. Şu halde İktisadî tenez­ züllerden sonra Kreki kendi kendine ar­ tacak idi. Fakat imkânsızlık baş gösterdi. Nor­ mal olarak fiyatların fırlamasile nihayetlenen Kredi buhranı, bu sefer iki sene süren fiyat düşüklüğünden sonra meyda­ na geldi. Kredi müşkülâtı sebebile husu­ le gelecek yeni ve meçhul tenezzüllerin neticesi ne olacağı bilinmez, iktisat siya­ setinin şimdiye kadar en şayanı itimat bir rüknü olan bankalar her yerde za’fa uğradılar ve hatta helâk oldular. Harbin akabinde büyük ve çabuk bir inkişafa mazhar olan beynelmilel krediler serbestisini kaybetti. Diğer taraftan siyasî borçlarla beraber diğer bir çok âmiller de buna sebep oldu. Vazıh bir surette görülüyor ki, millî iktisat hareketleri ile beynelmilel iktisa­ dın çarpışma ve karşılaşması da buhranın mahim ve kuvvetli sebeplerindendir.

M itin

Sayı: 13

Yanlış bir muhakeme ile her memle­ kette dahilî ve haricî kredi siyasetinde birbirinde ayrı iki usul takip edilmesi ve «gold exchange Standard» sisteminin kabulü dolayısile harpten sonra bu altın mikyasının fevkalâde intişar ve tevessü buhranın husule gelmesine meş’um bir rol oynamıştır. % Eğer bu gittikçe mütezayit bir şiddesle ilerleyen buhrandan kurtulmanın İktisadî imkânları varsa, o da tamamen eskimiş olan bu kredi cihazını beynelmi­ lel mesai iştiraki ile hep beraber çalışa­ rak yenilmekten ibarettir. «Gold exchaııge Standard» nm kabulu bu cihazı asrileştirmek için idi. Fakat bu tecrübe bu gün iflas etmiştir. Yalnız para ve kredi arasında yapılacak bir inkılap, cihan iktisadiyatının kurtulma ve yükselmesini temin edecek yolları hazır­ layacak ve gösterecektir. Alman istatistik Bürosu reisi ve ,İktisadı tetkikat Enstitüsü müdürü v

Pı*of. E rn st W a g e m a n n

Türkiyat Enstitüsünün mühim bir teşebbüsü Türkiyenin en metodik çalışan ve en verimii müesseselerinden biri olan Türki­ yat Enstitüsü büyük ve faydalı bir işe başlamak üzredir. Bu büyük iş «Halk Edebiyatı Ansiklopedisi» nin neşri olacak­ tır. Bu ansiklopedinin maddelerini «halk şairleri», «halk edebî nevileri», «halk destan ve masalların mevzuları ve bun­ lardaki eşhas», «halk sazları» vesaire teşkil edecektir. Ansiklopedi üçer veya dörder formalık parçalar hâlinde neşr edilecek ve her yıl malî vaziyetin müsaa­ desi nispetinde fasikül çıkarılacaktır.

Türkiyat Enstitüsü müdürü Köprülüzade Fuat Beyin riyaseti -altında, Enstitü, kısmî seferberlik yapmıştır. Bilhassa Türk destan ve masallarının neşri, mitolojimizin zayıf olduğunu iddia edenlere en müspet cevap olacak ve edebiyatımızın millî bir ruh aradığı şu sıralarda, ona, yeni bir hamle ve heyecan verecektir. Ansiklopedinin ilk fasikülü matbaaya verilmiştir.

Abonesi biten okuyucularımızın yenilemelerini rica ederiz.

K. A.


A A A A A AAAAAA A AAAA â * â A A â A A A A AAAAA A A A A A lA A A A A A A A A A A A A A A A A A A AA A A AA A A AA A A AA A A AA A A A AA A A A AAAAAAAAAA

Sayfa: 23

ATSIZ MECMUA

Sayı: 13

Ayşeye

Mayıs

Nasıl gün batarken yanar da sular, Bir lâle açar her saz Ayşeeiğim; Sazlarda o nârin bükülüşün var, Sularda o nerrain naz Ayşeeiğim.

tçerim ateş doludur Mayıs ayların gülüdür Taze bir çiçek dalıdır Mayısta gönlüm delidir.

Renginden çerağlar yakar sular var, Pınarda* şimşekler çakar sular var, Benim de içimde akar sular var, Seninle her mevsim yaz Ayşeeiğim.

Yeşil bağlara göçülür Tatlı şaraplar içilir Yârım dökülüp saçılır Mayısta gönlüm delidir

Melil fiaelil bakma tasan, taşanıdır. Kız seni solduran bilmem ne gamdır ? Gün günden dalgınsın bak kaç akşamdır Göğsünün lâlesi az Ayşeeiğim.

Göklere karşı yatılır Dertlerimiz unutulur Eski sevgiler atılır Mayısta gönlüm delidir.

Yorulsun gözlerim seni gözlerken, Gezdiğin yollardan silinme erken Sensizlik içime çöksün giderken Bu ne hoş, ne derin haz Ayşeeiğim,

Uzakta kuşlar seslenir Gönlüm genişler beslenir Yaşamağa haveslenîr Mayısta gönlüm delidir.

Nasıl gün batarken yanar da sular, Lâleler açarsa pınarda sular, Benim de içimde kanar da sular Bin lâle açar, bin saz Ayşeeiğim...

Yumuşak rüsgârlar eser Çemenlerde yârım gezer Yanılır bana gülümser Mayısta gönlüm delidir.

N ih a t S a m i

Yıpranmış halılar

S a b a h a ttin A li

Boz Kurt

Karyolamın önünde yıpranmış bir halının Binbir ayak izi var solmuş çiçeklerinde ; Solmuş çiçeklerinde . .. Ezilmiş, kenarları daha yıpranmış bakm Kim bilir kimler gezdi vaktiyle üzerinde?.. Vaktiyle üzerinde ? . .

Ufuklara derinden geceler siniyordu ; Enginlerde gizli yas rüzgâra iniyordu. Yurdun her köşesine bu sükûn elem verdi, Kalplere nihayetsiz hicranlı sitem verdi. Her taraf kan kokuyor, harp meydanları gibi; Ruhlara korku girdi bu hâlin nedir dibi; Korkudan karanlığın tacı düştü başından, *** ( Denizler çalkalandı elem ve gözyaşından. Kırmızı güllerinde ağlamış senelerin Her an falâket görmüş uzun macerası var; Birden gökler oyuldu gök Tanrının eliyle! Erkek bir ses duyuldu gök Tanrının diliyle! Uzun macerası var ... Gözlerim üzerinde düşündüm derin derin Boz kurt ç ık tı. . Ağaçlar toprağa sarılıyor! Onunda benîm gibi sonsuz bir yarası var Denizler ürperiyor, bulutlar yarılıyor.. . Sonsuz bir yarası var . . . A li Fethi G a lip F u a t

rwrrwwTfwwr¥Tfwwwwwrwrfr f ^


Sayfa: 24

Sayı: 13

ATSIZ MECMUA

Sazşairlerine ait basılmamış parçalar tu Toplıyan: M. Ş a liir o Gö(n)üt ister gurbet eli gezmeği Ve lâkin bizleri yâr eğlendirir Ezelden meftun olduq gönce güle Şeydâyı bülbül-İ zâr eğlendirir

-Jfc Bülbül gibi qaldın gülşen içinde Yaş döker dîdemiz giryân içinde Biz hayâ ehliyiz ‘irfân içinde Bizi nâmûs gayret eğlendirir

Bahar eyyânimda öter bülbülü(n) Hani yaylam seni(n) bir gönce gülü(n) Bi(n) dürlü râyiha qoqar sünbülü(n) Hani yaylam hani senin şenliği(n)

* Qız başına bağlanır yazma yemeni Başımızdan gitmez 'aşqm dumanı Elvan elvan olmuş çayır çemanı Hani yaylam hani seni(n) şenliği(n)

*

★ Bir sözüm var aşikâre <‘âr) söylenmez Hercâ'ıdir o dildâre söylenmez Zençır ile bend eylesem eğlenmez «Keşfuye zülfünden qılı dar eğlendirir.

6 Gö(h)lümü(n) sürün serv-i bülendim Terkin qılmazam ben bi(n) qan olursa Ne mümkün ayrılma çıqmadan canım ‘Âlemde kâ'inât düşman olursa

★ ‘Âşıqım cihanda varı neylerim Bülbülüm gulşende xârı neylerim Daxi senden gayrı yârı neylerim Her biri âfet-i devrân olursa

★ «Cihâdî» 'aşqiyta sararsın solsun Bizi zemin eyliyen mevlâdan bulsun Olursa sevdiğim se(n) gibi olsun Qarşumda Yûsif-i Ken'ân olursa.

7 Yaz gelince de yüzü(n) söyliyor Hani yaylam hani seni(n) şenliği(n) ıdiiUjl» j y (Boz dumanı(n) ?) yaylaları çtnlayor Hani yaylam hani seni(n) şenliği(n)

*

*

[1] Bu şiirleri, cönklerdeki imlâsına müm­ kün olduğu kadar yakın göstermek ve bilhassa türkçe aslından olmıyan bazı kelimelerin manası hakkında iltibasa meydan vermemek için foneti­ ğe yakın harflerle neşrediyoruz : «q» harfi eski «kaf», «*» eski «ayın». «,» eski «hemze» ve pa­ rantez içindeki «n» ler eski sağır nündür. «x» harfi ise eskiden «noktalı ha» yeya «hı» dediği­ miz harfe alâmettir.

Hina seni(n) J>l

(‘arab atlı ?) günleri(n)

Elleri nerkisli qoç yiğitleri(n) Mâhım göçmüş ıssız qalmış yurdlari(n) Hani yaylam hani seni(n) şenliği(n)

★ «Xurşid»im der bende qalmadı qarar Yıqılmış çadırlar göçmüş obalar Oturmuş turnalar qalmamış maral Hani yaylam hani seni(n) şenliği(n)

8 Ba(n)a ‘aşqın şarabını içirdi(n) Şimdi beni mekân tutdu(n) ey rüzgâr Kimini şâd edüb qonub göçürdü(n) Ba(n)a da tnuxâlif esdi(n) ey rüzgâr ★

Ne yaman düşürdü(n) beni sevdâya ‘Ötnrümü(n) hâsılı gitdi havaya Htşm edüb atarsı(n) dondan dona (bji» Ayırdı(n) vatandan atdqn) ey rüzgâr

* Ayrı düşdüm vatanımdan elimden Aslâ pervam yoqdur benim ölümden Bir çeşm-i siyahım aldt(n) elimden Qlsmetinı sıladan kesdi(n) ey rüzgâr

★ *Xurşid»im der bunda qarâr eyledim Eşimden dostumdan firâr eyledim Kendim gurbet elde qarâr eyledim Beni öldürmek mi qasdı(n) ey rüzgâr.

★ (Bitmedi)


I

VATANDAŞ:

BÜTÜN İHTİYAÇLARINI

UCUZ

SAĞLAM VE

BİR SURETTE TEMİN EDECEĞİN

MAĞAZA

YERLİ M ALLAR P A Z A R I dır.

Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer Millî fabrikaların mamulâtmı bu müessesede bulacaksın. Kostümlük ku s aşların envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kundu­ ralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek kravatlar ve saire.... Beyoğlu, İstiklâl caddesi

İstanbul, Bahçekapı birinci vakıf han.

Türk müessesesinlj korumak

ister misiniz ?

N AU M A N N Üikiş-Nakış makinaları N AU M A NN yazı mukiııaları NAUM ANN

(E rik a,

İdeal)

B isik letleri (G erıııania)

NAUM ANN

E lektrikli G ram ofonlar (P ortatif)

TERCİH EDİNİZ T A K S İT L E

S A T IŞ

NAUM ANN M A K İN A L A R I S A T IŞ T Ü R K L İM T E T Ş İR K E T İ Türkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır. Merkezi: Galata, H ezaren sokağı 19-21


I

VATANDAŞ: Bütün ihtiyaçlarım sağlam ve ucuz bir surette teinin edeceğin mağaza

Yerli Mallar Pazarıdır. Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer millî fabrikaların mamulatını bu muessesede bulacaksın. Kostümlük kumaşların envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kunduralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek kravatlar ve saire.

İstanbul,

BahçekapıBirinci Vakıf Han.

B ir

Beyoğlu,

Türk

İstiklâ.caddesi

müessisesinikor ister misiniz ?

NAUMANN

Dikiş - Nakış makinaları

NAUMANN

Yazı makinaları ( Erika, İdeal)

NAUMANN

Bisikletleri ( Germ enin)

NAUMANN

Elektrikli Gramofonlar (Portatif)

Tercih ediniz 1

Taksitle Satış Naumann Makinaları Satış Türk Limtet Şirketi Türkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.

1

Merkezi: Galata, Hezaren sokağı Î9-2İ e d


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.