Atsız Mecmua - 14

Page 1

Millet Kesesinden çırpan çarpılmalıdır.

Yıl: 2

İS ^kuruş

İstanbul (Kader) Matbaası


Yarım

ATSIZ MECMUA

asırdan beri İşçisi

Iier ayın on beşinde çıkar

Sermayesi

Türkçülük ve Köycülük

Müstahdimi Müstehliki

Mefkûı-esi etrafında birleşenlerin

T ü r k olan ve

mecmuasıdır.

bütün manasiyle Yerli M a lı olan

Onu O k u y u n u z ve O k u t u n u z

PERTEV MÜSTAHZARATI Avrupa miistahzaratiyle cidden reka­

Fialı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

bet kabul etmez bir nefaset ve ehveniyettedir. Bazı müstahzaratı:

Eski sayılarımızı:

Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Pudra, Huj, esans, losyon, ve saire ve saire...

Ankara

caddesinde Orhan Bey

zemin katında, Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

İSTİKBAL SİGORTA K aza, H ayat v e b ü tü n

Y a n g ın a s ig o r ta

EVİ

m ü te a llik

iş le r i

D ö rd ü n cü V a k ıf H a n , d ö rd ü n c ü k a l No. 2 0

Remzi Kitaphanesi A n k a ra cad d esi 9 3 — İs ta n b u l

İlmî - Edebî - Fennî - Tarihî eserler - Romanlar Çocuk ve Mektep kitapları Siparişler süratle, fihrist İîıeccâiıeti gönderilir. -

—...un,,.

iıanı

----------- ------

■■


Adres İstanbul Posta kutusu 367

ATSIZ MECMUA

______

Abone şartlan Türkiye İçin Yıllığı 180 kurut Altı aylığı 90 Yabancı memleketler için Yıllığı 1 dolar

Aylık fikir .m ecm uası YıL : % Sayı: 14

Sahibi ve müdürü : H. Nihâi

15 Haziran 1932

Kuş bakışı:

Millî Mefkûre Milletleri yükselten şey millî mefkure­ lerdir. Millî mefkûresi olmıyan millet gerilemeye, hiç değilse yerinde saymaya mahkûmdur. Millî mefkûresi olmıyan mil­ letler medeniyet sahasında yükselmiş ol­ salar da başka milletlerin gölgesi olmak­ tan kurtulamazlar. Millî mefkûre her za­ man milletin büyükleri tarafından pren­ sip hâline getirilmiş olmaz. Mefkürenin mefkûre olarak millete hız vermesi için o millet fertlerinin beyninde ve göyııünde yaşaması kâfidir.Gski Roma cihana hük­ metmek sevdasında idi. Çünkü her Roma­ lının kalbinde kendi milletinin üstünlüğü ve başka milletlere hükmetmek arzusu bir aşk hâlinde idi.Araplar İslâmiyet mefkûresiyle heyecanlanmasaydılar İranı bir hemlede yıkıp Bizansı sarsan büyük imparatorluğu rüyalarında bile kuramazlardı. Çingiz ve Temür istilâlarını sade zamanın uygunlu­ ğuna ve bu iki büyük adamın dehasına hamletmek biraz güçtür. Osmanlı İmpara­ torluğu da kısmen aynı sebeplerle yüksel­ mişti. Tarihin bize gösterdiği misallerden alacağımız bir ders v a rd ır: millî mefkûreler taarruzîdir. Yakın tarihe ve bugüne bakarsak taarruzî mefkürelerin birçok örneklerini görürüz. Eğer karşısındaki millet Türk

Milleti olmasaydı şu küçük Yunanistan bile büyük Yunanistan olacaktı. «Hayat için savaş» kaidesince yeryü­ zünde her soyun arzusu kendi cinsini dün­ yaya yaymaktır. Buna hiç bir soyun mu­ vaffak olamaması aynı arzuda olan başka soyların mukavemetine maruz kalmasıdırYer-yüzünün insan soyları olan milletler de aynı arzu ile asırlardır çarpışıyorlar. Ve dünyada durmaksızın meddücezirler oluyor. Medeniyet ilerledikçe İnsanî fikirlerin de galebe edeceği, milletlerin kardeş ola­ cağı bir gün geleceki hakkmdaki fikirle­ rin hepsi birer rüyadır. Bunlar ya saf insanların fikirleridir, yahut ta karşılarındakiieri aldatmak istiyeıı hilekârların söz­ leridir. Bütün insanların kardeş olması, ihtirasın, kavganın kalkması tabiata mu­ haliftir, insanlık ve kardeşlik propaganda­ sı medeniyette ilerlemiş milletlerin, er meydanında silâhla yenemedikleri geri milletlere karşı tatbik ettikleri yeni bir tabiye usulüdür. Bize îsânın insanlık düs­ turlarını propaganda eden tngiliz, Alman, Fransız, Amerikan papazlarının milletleri bir yandan silâhları bırakma konferausları açarken bir yandan topu, tüfeği, gazı, mikrobıyla silâhlanıyorlar. Mütareke yıl­ larında, insaniyet namına, Türkiyenin


Sayfa: 26

ATSIZ MECMUA

bazı, kültürsüz ve vahşî akalliyetierine isktîklâl vermek istiyen İngiltere, kendi menfaati namına ; istiklâl istiyen medenî İrlandalIları imha etmekten çekinmiyordu* Suriyeyi Türk zulmünden (?;) kurtaran Fransızlar daha pek yakın bir zamanda Şamı tayyarelerle tahrip ettiler.

Sayı: 14

olsa birer insan topluluğu olur. Kuvvetli bir ordusu olmıyan millete hiç bir şey denemez. Ordusu olmıyan bir milletin hiç bir şeyi yok demektir. Fakat geniş maarif, büyük sanayi ve kuvvetli ordu. Bunlar bir mefkûe m idir?. Bunlar millî mefkûrenin aletleridir. Millî mefkûreye bunlar sayesinde varılır. * * * Biz şimdiye Jtadar daima mefkûreden bahsettik. LftMefkftrele r ■İU1.İil 1,1LJji.lJilil.ii İl)t.fti. H İftl.1.1al İMİNİM' Mi İli ..tf.ı Jjd.ıH^ıliil ditı.ıİJUl ^ kin Türk genç­ taarru z î d i r . li liğine: senin Tedafiî mefkû­ Mehmetçiğe J. mefkûren bureye mefkûre | dur, diye bir değil, miskin Y ü r ü ; uzaklaştıkça ardındaki mor dağlar, ğ şey söylemedik. lik derler. Bir B ak mendil sallıyorlar hâlâ kızlar yamaçta. | Halbuki gençmiletin terakki Sana haber getirir köyünden esen etmek istemesi t .lik çağı, insan­ Nerdeyse kaybolacak görünen son ağaç ta . . gayet tabiî ve ların mefkûreye ★ çok basit bir şey en susamış ol­ dir.Bu mefkûre A rtık köyiin silindi tatlı bir ümit gibi, duğu zamandır. olamaz Mefkû­ Uıuıt kendi tarlanı, hatırlama yuvam ; Bazı gençleri­ re ; asırlara ba­ mizi tanassura, Unut, kapansın kalbin paslı bir gibi ; kan, içinde Anahtarı bir kurşun olsa da yok ziyanı. komünizme ve doğduğu mille­ şuna buna sevk★ ti ruhlandıran eden saik bir Sakaryanın o kandan kızaran günlerinde ve onları tek kalp mefkûreye sa­ Ben sana ne ya kın d ım ; sandım ki seninleyim haline getiren, rılmak ihtiya­ Kan dökerek koşarken sen cephe önlerinde bir azda müphem Z cıdır. E s k i İsterdim ki elimle kaıilarııu sileyim . . . ve esrarlı bir Türkîer: kanun şeydir. kötü de olsa ka­ Yir m i n c i nun suz luk tan M ekmedim, keder etme kendi çocuklarına asırda her mil­ Geride bıraktığın dinm iyebir yas diye . . iyidir derlerdi. let çoğalmağa Bugünkü genç­ Senden bu vatan kaldı, şeref kaldı yarma, lerimiz de mef­ mecburdur. Üç Yetişir hepimize koca bir miras diye . . kûre kötüde olsa beş hatta sekiz F evzi ye A ptaliah on milyonluk h| mef küre siz lik ten iyidir deyip milletlere mil- 3 benliğimize zalet denemez. 'f!»TTI1fFWWr tarihin her devresinde birinci derecede rar veren prensiplere mefkûre diye yapırol oynamış olan Tük milleti bir İsveç şıyorlar. Biz Türk gençliğine geniş ve büyük veya bir Hollanda olmayı millî mefkûre mefkûresini . gösterdiğimiz zaman artık olarak düşünemez. Yirminci asırda her milletin buharli veya elektrikli demir yabancı propagandaların tesiri kalmıyacaktır. Mefkûreci bir gençliğe ahlâksızlık yolları, büyük sanayi fabrikaları, tayya­ releri, geniş maarifi; kuvvetli ordu ve sahneleri, mütereddî edebiyat pek te okadar tesir etmez. O zaman bunlar da ister donanmaları olmak mecurîdir. Bu asırda her ferdini okutamıyan, âlimler yetiştireistemez Türk gençliğinin istidiği gibi meyin melletler millet değildir; bunlar olsa olmağa mecbur kalacaktır.


Sayı: 14

ATSIZ MECMUA

Hayat bir ileriye doğru atılıştır. Atıla mıyan, yerinde sayan geriliyor demektir. Ve geriliyenier ise ölüme mahkûmdur. Tabiatın kanunlarına uymıyan yalancı prensipler nasıl olsa sukut edecektir. Bunları mefkûre diye gençliğe yutturmak çıkmaz bir yoldur. Gençlik kanlı canlı, çok yüksek bir

Sayfa: 27

mefkûreister. Gençlik kahramanık göster­ meğe çok isteklidir .Onun bu isteğini Türk Irkının islikbali için en doğru olabilecek yola sevketmek lâzımdır. Bu sağlam ırkın istikbali açıktır, ona yalnız hedefini gös­ termek ve: marş marş kumandasını ver­ mek kâfidir. * * *

B u günün m e se le le r i :

“Millî Seciye,, buhranı Garp medeniyetine, bu. medeniyetin iflâs etmek üzre olduğu bir sırada gir­ memiz, bizim için hakikaten bir talihsiz­ lik oldu. Zaten memlekette muhtelif züm­ relerin birbirinden büyük ayrılıklarla uzak bulunduğu bu devrede* garbın ka­ rışık fikirleri de daha karışmış bir hâlde aramıza sokuldu. Bir kere aramızda müş­ terek ve mazbut bir ahlâk telekkisi kal­ madı. Hangi hareketin ahlâklılık, hangi­ sinin ahlâksızlık olduğunu bugün kestir­ mek güçtür. Sonra korkunç bir ecnebiperestlik, ve millî kuvvete inanmamazlık ortaya çıktı.Kendimize ait şeylere söv­ mek, başkalarınınkini övmek moda oldu. Ve nihayet Paris kadınlarına benzemek için millî serveti kül eden tufeyli ve va­ tansız bir kadın sınıfı peydahlandı. Bütün bunların sebebi de dışardan gelen tesir­ lerin hiç bir gümrüğe uğramaması ve kötü hazmolunması oldu. Aramızda müşterek ve mazbut bir ah­ lâk yok dedik. Bunun en açık misalini cinsî ahlâkta görüyoruz. Cinsî hayatta erkeğin kadına, kadının erkeğe karşı ala­ cakları vaziyet nedir? Türk Cemiyeti bugün bunu bilmiyor. Mekteplerde bugün talebeye dışardan gelen mektuplar şid­ detle kontrol ediliyor. Aşk ve cinsî alâ ka mektupları olan ve yazanlar cezalan­ dırılıyor. Fakat aynı talebenin en açık şehvet {ilimlerine, en kepaze balolara,

barlara, plâjlara gitmeleri menolunmuyor. Bu haraket ya yanlıştır, şu hâlde Maarif gibi memleketin diğer müesseseleri tara­ fından da takip edilip menolunmalıdır; yahut ta bu hareket tabiîdir, o hâlde Maarif Vekâleti talebeyi boşuna sıkmak­ tan vazgeçmelidir. Bu nıişal memlekette * muhtelif devlet müesseseleri arasında bile müşterek bir ahlâk telekkisi olmadığını gösteriyor. Halbuki biz şimdiye kadar ahlâkı yalnız cinsî bakımdan teİekki et­ miştik. Fakat ozaman hiç olmazsa cinsî ahlâkımızda müşterek prensipler vardı ve en kötü insan bile, bir ahlâksızlık yapar­ ken onun ahlâksızlık olduğunu biliyordu. Garp medeniyetine girerken, takip olunan gümrüksüzlük siyasetinin doğur­ duğu vahim neticelerden biri de yaban­ cılara tapmak ve kendi kudretimizi, var­ lığımızı, mazimizi, mefahirimizi inkâr et­ mek veya hiçe saymaktır. Vaktiyle Ham­ dullah Suphi Bey, Türk Ocağında «biz garp medeniyetine ihtida ettik» diye ba­ ğırıyordu. Bu, şimdiye kadar içinde bu­ lunduğumuz şark medeniyetini «küfür» saymak demekti. Halbuki biz maziyi pek çabuk unuttuk. Vaktiyle içinde bulundu­ ğumuz şark medeniyetinin garp medeni­ yetinden yüksek olduğunu, o medeniyet sayesinde yüksek bir imparatorluk kurdu­ ğumuzu, büyük insanlar yetiştirdiğimizi pek çabuk unuttuk. Bu unutkanlıkta


Sayfa: 28

ATSIZ MECMUA

garptan galen tesirlerin rolü büyük oldu. 8u milletin parasıyla T ransada tahsilde bulunan kozmopolit bir züppe, Maarif Vekâletinin parasıyla çıkan Hayat mec­ muasında, bu millete vatan aşkını öğre­ ten ve siyasî hayatı gibi şahsî hayatı da parlak ve lekesiz olan Namık Kemale «müsecca tıraşçı» demek küstahlığında bulundu. Ve Ingiliz Şekspirin dehası in­ kâr olundu diye bar bar bağıran, protes­ tolar yağdıran edebiyat birliğinin zavallı edipleri buna ses çıkarmadılar. Alman Göte için ihtifal yapan Darülfünun bir­ kaç gün sonra yapılan Mimar Sinan ihti­ faline iştirak etmemek kansızlığını gös­ terdi. Bir iki yıl önce «Anadolu Mecmu­ ası» nt çıkaran ve şuurlarının tam olduğu muhakkak olan birkaç münevver Türk­ lüğü İnkâr ederek bu milletin adının «Anadolu Milleti» olduğunu ilân ettiler, istiklâl Harbi sırasında Anadoluya kaçan, fakat kendilerinde seciye za’fı var diye geri çevrilen birkaç kişi Rusyaya gidip Moskova canbazbanesinde talim-terbiye gördükten sonra içimize katışarak bir şeyler sayıklamaya başladılar. Gerek bunlar, gerek Şihasinin türbesinin üstüne apartıman yapılması ve Bursada Gazi Osman Beyin mezarı etrafında meyhane­ ler açılması hep aynı millî şuursuzluğun neticesidir. Ve nihayet manon olduğu gibi mad­ deten de bir züppelik başgösterdi. Konuşuşlara, giyinişlere, hareketlere bakın. Bunu her yerde göreceksiniz. Yüzde doksanı talebe değil, salon kadını kıya­ fetinde olan darülfünun kız talebesine bakın, bunu göreceksiniz. Saçları maşalı, kaşları yoluk erkeklere bakın: aynı şey­ dir. Bütün bunların yalnız bir tek sebebi vardır : dışardan gelen tesirler, açık ve kapalı propagandalarla millî ve dinî mefkuresini kaybeden, ailesini ve aile hayatını hakir gören bu gençler için ha­

Savı: 14

yatta yalnız bir gaye kalıyor : cinsî zevk. Bu türlü gençlerin konuşmalarına dikkat ediniz. Yalnız kur, mektup, randevu, ba­ lo, elbise, süs ve tuvalet kelimelerini işi­ teceksiniz. Birkaç yıl önce İstanbul maa­ rif müdürü gazetelere beyanatta buluna­ rak, İstanbul Kız Muallim Mektebindeki bazı kimsesiz ve yoksul kızların bile mektep tarafından kendilerine verilen azıcık harçlığı ipek çoraba sarfettiklerin1 den şikâyet etmişti. Fakat bu seciye za’fı kimsenin dikkatine çarpmadı. Hayat de­ nilince yalnız süs ve boya anlıyan, sabah­ leyin kalkınca ilk işi kaşlarını yolmak olan, fakat Çanakkale ve Sakarya des­ tanlarını bilmiyen, 16 mart faciasından haberi olmıyan kızların yarınki Türk nes­ linin anrsı ve mürebbisi olamıyacağını kimse düşünmedi. ★

Münevverlerimiz arasında seciye buh­ ranı vardır. Gençliğe ve halka kendilerin­ de olmıyan bir şeyi veremezler. Maarif Vekâleti bu millî seciye buhranının far­ kına varmış gibi gözüküyor, ihtimal ki mekteplerde ve darülfünunda okunulması mecburî kılman yeni tarih kitabı bu dü­ şüncenin neticesidir. Fakat bu kâfi değil­ dir. Bu kitaptaki birçok ilim ve prensip yanlışlıklarını yok farzetsek bile yalnız bu kitabı mekteplerde okutmakla millî seciye kuvvetlenme®..- Bunun için ilk ön­ ce yeni nesli yetiştirecek olan mürebbi sınıfının bu evsafı haiz seçme insanlar olması lâzımdır. Çünkü bugün öyle gülünç tezatlara tesadüf ediyoruz ki gülmek mi ağlamâk mı lâzım geldiğini kestiremiyoruz. Bu gülünç tezatlardan birisi vatanperverliği inhisara almış insanların askerlik aleyh­ tarı olmasıdır ki bundan da gelecek se­ fer bahsedeceğiz, H . N ih âi


Sayı i 14

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 29

Dertlerimizden biri Atsız Mecmuada H. Nihâi in «Aynı tarihî yanlışlığa düşüyoruz» un­ vanlı yazısı çok feci bir hakikati bütün çıplaklığıyla yeniden gözümüzün önüne attı. Hakikaten lisanımıza münevverleri­ miz tarafından ithal edilen fransız ve İngilizce kelimeler hatta terkiplerle millî harsımız büyük tehlikededir. Asıl teessüf edilecek cihet şurası ki bu vaziyete en fazla sebebiyet veren memleketin istik­ baline hâkim olacak gençliktir. Artık «bonjour, bonsoir, merci, pardon» lisanı­ mızın öz malı oldular. Buna mukabil bir zamanlar ileri sürülen «gün aydın» ve «tün aydın» gibi tabirler lisanın bünye­ sine uygun olmamak bahanesiyle revaç görememişti. Acaba «bonjour», «bonsoir» lisanımızın bünyesine pek mi uygundu ki bu derece rağbete mazhar oldular. Bunun ifade ettiği manayı düşünecek oluisak, pek acı bir netice ile, bu kabil kelimeleri lisana sokmakta bir beis görmiyen hatta umumiyetle kabul eden zümrenin milliyetsizliği, railİî harsına karşı kayıtsızlığı, buna mukabil garbın en âdî ve en basit şeylerine karşı fev­ kalâde meclûbiyeti ile karşılaşırız. Eğer gençliğimiz millî benliğine bir parça daha düşkün olsaydı o zaman her millet gibi bizim de, hiç olmazsa, millî lisanımızla bir selâmımız olacaktı. Türk gençliğinin millî duyguya karşı acaba bu kadar bigâne olmasının sebep lerî nedir. Düşündüklerimizi söyliyelim. İnkılâp devresindeyiz, cemiyetimiz dinî bir mefkûredejı millî bir mefkûreye ge­ çiyor. Çocuklarımız ve gençlerimizin ye­ tiştikleri aile ocakları yeni mefkûreye yabancıdırlar ve bittabi şimdiki hâlde onu çocuklarına aşılamaktan da uzak­ tırlar. Şu halde bu mefkureyi aşılamak mekteplerimize düşüyor. Bunlar ise vazi­ felerini, maaFesef lâyıkıyle yapamıyorlar.

Binnetic'e yetiştirdikleri gençlik millî iş­ lere karşı, umumiyetle, çok Iâkayt kalı­ yor. Bunlardan başka İstanbul, İzmir, Ada­ na gibi mühim merkezlerimizde bir de, birer fecaat yuvası olan misyoner mek­ tepleri vardır. Hıristiyanlıktan gayri her dini beşeriyetin tekâmülüne engel olarak telkin eden bu gibi müesseselerin yetiş­ tirdiği talebeler Ziya ûökalp'm resmini görünce kim olduğunu sorarlar buna * mukabil size Abraham Lincoln ve W hington hakkında mükemmel malûmat verebilirler. Bu gibi müesseselerin sırf dinî bir maksatla teşekkül ettiğini ve siyasî hiç bir-gayeleri olmadığını iddia etmek her hâlde safderunluk olur. Böyle ekseriyetle hotgâm, kendini dü­ şünür ve Avrupayı her hususta taklidi meziyet bilir, hatta aralarında, belki, her hangi bir AvrupalInın çocuğu olarak doğmadığına teessüf edenler bulunan bir gençliğe memleketin istikbali emanet edi­ lirken endişeye düşmemek mümkün de­ ğildir. Bu zavallıların bu suretle yetiş­ mesindeki mesuliyeti kimlere yüklemek icap ediyor ? Amerikan, Fransız, Italyan v.8. misyoner mekteplerini mevzuu bahis bile etmek doğru değildir. Onların gaye­ leri bizim gayemizle taban tabana zıttır. Bu kabahatin en büyük kısmını kanaatıraızca ortamektep ve liselere yükle­ mek mecburiyeti vardır. Sonra da mesu­ liyet, sırasıyla, ilk mekteplere ve darül­ fünuna aittir. Daha evvel de söylendiği veçhile bu günkü Türk ailesi çocuğuna millî bir terbiye vermekten âcizdir. Ilkraektep Cumhuriyet Hükümetinin mütemadi sa’yi neticesinde talebesine ailesinde edineme­ diği terbiyeyi telâfiye çalışıyor ve olduk­ ça muvaffak oluyor. O çağda çocukta oldukça meşhur bir millî heyecan uyanı-


Sayfa : 30

ATSIZ MECMUA

yor. Eğer bu heyecan ortamektep ve lisede de teşvik görseydi o zaman kor­ kulacak bir şey yoktu. Fakat ne yazık mes’ele tamamiyle berakistir. Ortamektebe yeni giren bir ilk mektep mezunu fizik, kimya* riyaziye v.s. muallimlerinin talebeyi yalnız dersini hazırlamakla mü­ kellef tutmasından,derste mevzuuyla alâ­ kadar olmıyan şeylerden kat’iyen bahs etmemesinden ve hatta ara sıra bazı muallimlerin «bu millet adam olmaz» kabilinden şeyler söylemesinden fena hâlde şaşalıyor. Bu hâl altı sene müte madiyen böyle devam ediyor. A.ra sıra vatan ve milletten bahseden bir iki mu­ allim belki de bulunuyorsa da bunlar di­ ğer ekseriyet arasında bir şey yapmağa muvaffak olamıyorlar. Esasen onlar da her nedense senede ancak bir iki defa ders mevzuu haricine çıkarak böyle şey­ lerden bahsediyorlar. îlkmekteplerde temelleri az çok kurulan vatan ve millet aşkı bu suretle lisede gençlik devresine erişen ve derslerinden başka sinema akt­ risleri ve buna mümasil şeylerle meşgul olan ekser talebenin kalbinden tamamiyle siliniyor. Bu gençlerde zengin olmak, müreffeh bir hayat yaşamak, Avrupa ya gitmek ve bazı müfritlerde de aktör ol­ mak yegâne gaye oluyor, işte bu sebep­ ten dolayıdır ki darülfünuna giren bir lise mezunu samimî türkçüleri, alenen ukalâlıkla itham etmekte bir beis görmü­ yor ve etrafındakiler tarafından itiraz

S a y ı: 14

şöyle dursun tasvip bile ediliyor. Bu hâl, maal’esef, darülfünunda da böyle devam ediyor-Darülfünun müder­ risi de mevzuu haricinde olduğu için memleket meselesinden bahsetmez. Hiç şüp­ hesiz^ bu daha fazla ortamektep ve lise mu­ alliminin vazifesidir. Darülfünun müderrisi­ ni en fazla alâkadar eden şey ilimdir ve o bu gibi şeylerle iştigale mecbur değildir. Fakat ilim yapacağız diye en aziz vazife olan vatanî vazifeyi ihmal etmek acaba doğru olur mu ? Türkçülükleriyle şöhret kazanmış müderrisler bile o mevzua te­ mastan adeta kaçınıyor gibiler. Karşıla­ rındaki gençliğin bu nevi telkinlere ne kadar muhtaç olduğundan acaba bihaber midirler ? Buna mukabil misyonerler pro­ pagandalarından hiç bir suretle geri dur­ muyorlar ve ruhları buhran içinde çırpı­ nan birçok Türk gençlerini kendilerine samimî birer peyrev yapmaya bile mu­ vaffak oluyorlar. Her hâlde darülfünun müderrislerinden böyle ulvî bir hizmeti, vazifeleri haricinde olsa dahi, bekliyebiliriz. Karşılarındaki gençlerin her zaman­ dan daha fazla ruhî buhranlar içinde çırpındıklarını hiç bir zaman hatırların-? dan çıkarmasınlar. Unutmayalım ki mem­ leketimiz bu devirde, faideli olduğu gibi her türlü muzir propagandaya kapılmaya çok müsaittir ve muzir propaganda un­ surları zannettiğimizden pek daha fazla bu fırsattan istifade etmektedirler.

M. Oğuz

Karaca - O ğlana dair Karaca-Öğlan (Karacoğlan) için .şim­ diye kadar tam ve mükemmel bir tetkik yapılmış değildir. Mamafih böyle tam bir tetkik yapabilmek için bütün mevadm, halk rivayetlerinin henüz tam olarak tes­ pit ve neşredilmemiş olduğunu da söylemek lâzımdır. Vakıa gerek tstanbulda, gerek Anadolunun muhtelif yerlerinde çıkan

gazete ve mecmualarda onun hakkında bazı ufak tefek, fakat mühim rivayetler, menkıbeler, onun adını taşıyan manzu­ meler hatta Sadettin Nüzhet B. taramdan büyücek bir kitap (Konya 1927) bile neş­ redildi. Fakat bunlar kâfi mevat addolu­ namazlar. Tarihî menbalarda ise velev ehemmiyetsiz olsun, onun hakkında bazı


Sayı: 14

ATSIZ JÇECMUA

malûmat bulmak imkânı olsa bile çok az ve tesadüfidir. Çünkü eski devirlerde halk edebiyatına karşı gösterilen istiğna ve istihfaf bu millî edebiyatın mümessil­ lerini de tamamiyle karanlıkta brakmıştır [1]. Karaca-Oğlan’m yaşadığı devir olarak bazı ufak tefek delillerden istidlâller yapılarak XVII nci asır gösteril­ mekte ve kat’î surette hiç bir şey söylenememektedir [2], Bu itibarla, şairimi­ zin hakikî hayatını tam manasıyla tenvir etmek bilmem kabil olacak mıdır?. Fakat onun halk arasindaki şöhreti okadar fazla olmuştur ki her yer kendisini benimse­ miş [3], her yerde hakkında yeni yeni ri­ vayetler [4], ananeler ve hatta bir masal bile [5] teşekkül etmiştir, ki bunlar KaracaOğlûn’m menkibevî hayatını göstermek itibariyle çok mühimdirler. Karaca-Oğlan’m hayatını kısmen ol­ sun tenvir için hiç şüphesiz şiirlerinden de, tenkidi bir tetkikten sonra, istifade etmek mümkündür. Yalnız şu kadar var ki onun halk arasında kazandığı vasi şöhret, kendisinin.olmıyan şiirleri de ken­ disine isnad ve izafe ettirmiştir. Bu iti­ barla Karaca-Oğlan adını taşıyan bir manzumenin diğer bir yerde başka bir12*5 [1] Bu hususta fazla malûmat almak için bakınız: Köprülüzade Mehmet Fuat, Âşık tarzı­ nın menşe ve tekâmülü, Millî Tetebbular mecmu­ ası, 1931, sayı 1, sah. 7mm. (2] Köpriilüzade Mehmet Fuat, S. Nüzhet B. in Karaca-Oğlan kitabına tenkit, Türkiyat Mecmuası, 1928, C. II, sah. 503m. [3J Sadettin Nüzhet, Karaca-Oğlan, Konya 1927, sah. 3. (4} Rivayetler için bakınız : Köprülüzade Mehmet Fuat,Karaca-Oğlan tenkidi.Türki.Mecnı., II. 505 haşiye, Ali Rıza B. in Tarsus gazetesin­ de Karaca-Oğlan için yazdığı makalelerden na­ killer.— Ali Rıza, Cenupta Halk şairleri : Kara­ ca-Oğlan, Türk Sözü gazetesi, Adana 1932, altı makaleden ibaret. [5] «Karaca-Oğlan iten İsmikân Sultaıumasalı için bakınız ; Radloff, Proben der Volkslitteratur der Nördlichen Staemmet St. Petersburg 1896, t. VII, sah. 297-323. Bu masaldan Abdülkadir B. «Halk Bilgisi Haberleri» mecmuasında (İstanbul 1930, Ytl 2, sayı 13, sah. 12m) bahs­ etmiş ve kısaca malûmat vermiştir.

Sayfa: 31

şairin adim taşıması çok muhtemel ve ekseriya vakıdir. Bundan dolayı her Karaca-Oğlan adını taşıyan manzume­ den istifade ederken ihtiyatlı bulunmak icap eder, işte buna teban bizde burada Karaca-Oğlan’m bazı şiirlerinde gördü­ ğümüz ve şimdiye kadar hiç kimse tara­ fından nazarı itibara alınmiyan bir nok­ tayı işaret ederken hiç bir zaman yazdı­ ğımız şeylerde kat’iyet olduğunu söyîemiyeceğiz. Maksadımız sadece ilerde Karaca-Oğlan üzerinde işleyeceklerin na­ zarı dikkatlerini mezkûr. noktaya celbetmekten ibarettir. Muhterem hocam Köprülüzade Mehmet Fuat B. , Karaca-Oğlan tarafından değil, onun ağzından başka biri tarafından söylendiğini tabiî bulduğu bir türküde, şairin bayat hududunun 1015-1090 tarih­ l e r i gösterildiğini ve bunun «tarihî vesi­ kalarla tevafuk ettiğinden pekâlâ tarihî bir mahiyette olarak kabul» edilebilece­ ğini ileri sürmektedir [6]. ilk defa olarak İlmî bir görüşün mahsulü olan bu noktai nazara göre, Karaca-Oğlan bir hayli uzun yaş yaşamış demektir. Filhakika ona isnad olunan manzumelerden bazıla­ rında bizzat kendisi ihtiyarlığından bahset­ miştir [7]: Kocadım ihtiyar oldum kardaşlar Halime rahmedin bakın yoldaşlar Döküldü ağzımda kalmadı dişler Yağlıca höşmerim koymak isterim, Keza diğer bir manzumede [8] : Karacoğlan hata çıkmaz dilimden Kocadım da hayır gelmez elimden Kadir mevlâm asla geçmez kulundan Deli gönül ah çekip de ağlama kıt’asıyla yine kocadığından bahset­ mektedir. Bu iki misal Karaca-Oğlan’m ihtiyarlık çağını idrak ettiğini, uzun müd[6] Karaca-Oğlan tenkidi, Tiirki. Mecm. II, 504 haşiye, sonlarda. (7J Sadettin Nüzhet, Karaca-Oğtan, sah. 93, 15. (8] Ayni eser, sah. 101, 13.


Sayfa: 32

ATSIZ MECMUA

I ıl İliç'i I

Sayı: 14

I

det yaşadığım gösterecek mahiyettedir. Ona isnat olunan diğer şiirlerde de, bun­ lar kadar vazıh olmasa bile, onun ihtiyar­ lığına dair daha bu gibi telmihler bulu­ nan deliller bulmak mümkündür. Diğer taraftan ona isnad olunan şiirler arasında, onun yüz yaşına kadar yaşamış olduğunu gösteren şu manzumeye tesadüf ediyoruz [9]:

Bu manzumenin bazı mısraları müşte­ rek bir naziresi olan şiir de şudur [12]:

Hakkın kandilinde ğizli sıridim Anamın beline indirdin beni Ak mürekkep idim kızıl kan ettin Dürlü irenklere [10] bandırdın beni

Dokuz aylık yoldan sefere geldim Dünya denen yere indirdin beni Koymadın bir zaman murat alayım Geldiğime pişman ettirdin beni

Anamın karnında ben neler gördüm Yedi derya geçtim ummana daldım Dokuz aylık yoldan sefere geldim Bir kapısız hana indirdin beni

Bunca vakit kucaklarda eğlendim Eğlendim de çapıtlara belendim Bir zaman da beşiklerde sallandım Anamın sütüne kandırdın beni

Ben de bildim şu dünyaya geldiğim Tuzlandım da çapıtlara belendim Bir zaman da beşiklerde eğlendim Anamın sütüne kandırdın beni

Pişine de deli gönül pişine Değirmenler döner çeşroim yaşına Varır varamaz onüç ondört yaşma [13] Kara sevdalara saldırdın beni

Beş yaşında akıl geldi başıma On yaşında gider oldum işime Varıp ta değince onbeş yaşıma Bir kuru sevdaya yeldirdin beni

Yiğîrmide boz bulanık selidim Otuzunda çevre yanım külettim Kırk yaşadım hayrım şerim tanıdım Dürlü sevdalara yeldirdin beni

On beş yaşadım yirmiye yololdu Otuzunda çevre yanım küloldu Kırk yaşadım hayrım şeriin belloldu [11] Hayrımı şerimi bildirdin bana

Ellisinde yönüm yokuşa düştü Altmışında hazır bildiğim şaştı Yetmişinde gayri tebdilim şaşti Artık yavaş yavaş indirdin beni

Ellisinde yaşım yarısın geçti Altmışında yolum yokuşa düştü Yetmişinde bir az tebdilim şaştı Mertebe mertebe indirdin beni

Sekseninde kemiklerim ezildi Doksanında berattcığım yazıldı Yüz yaşadım kabirciğim kazıldı Şol kara toprağa gönderdin beni

Sekseninde berattcığım yazıldı Doksanında kan damarım üzüldü9*1

Karaçoğlan eder yakıp yandırdın Aşkın dolusunu verdin kandırdın En sonra da Azraili gönderdin Birden doğmamışa döndürdün beni

[9] S. Nüzhet, Karaca-Oğlan, sah. 63m. [101 S- Nüzhet B. bu «irenk» kelimesine haşiyede «örnek* manasını vermiştir. Halbuki «renk» demektir Esasen türkçede «r» ile kelime başlamadığı için daima başa bir sait getirilir : raf — ıraf, Ramazan = tramazan kelimelerinde olduğu gibi. [11] Belli oldu.

Yüz yaşında âzalarım çözüldü Bir sabi masuma döndürdün beni Karaçoğlan der ki yaktın yandırdın Ecel şarabını verdin kandırdın Emreyledin Azraili gönderdin Hiç te doğmamışa döndürdün beni

[12] S. Nüzhet, Karaca-Oğlan, sah. 67m. [13] Bu mısrada bir hece faz'a olup bu da «varmaz* kelimesinin «varamaz* diye zaptolunmastndan ileri gelmektedir. Esasen buradaki «varır varamaz* cümlesi de daima «varır var­ maz» diye söylenir,


Sayı: - 14

ATSIZ MECMUA

Bu iki manzumenin tetkikinden KaracaOğlan’m yüz yaşına kadar yaşadığı ve yüz yaşında öldüğü anlaşılmaktadır.Fakat bir adamın kendi öldüğü seneye işaret ederek şiir söyliyemiyeceğine göre bu iki manzumenin de başka bir şair, ve yahut ayni mesele etrafında birbirine nazire söyliyen iki şair tarafından Karaca-Oğlan ağzından söylenmiş olması ihtimali çok kuvvetlidir. Netekim halk edebiyatında, ölen bir adamın ağzından türküler yak­ mak âdedi vardır, ve bir çok numunele­ rine de tesadüf edilmektedir. Bu itibarla Karaca-Oğlan gibi şöhreti büyük bir sazşairinin. Ölümü halk edebiyatında akis­ ler yapmış ve bu cins şiirlerin söylenilınesini mucip olmuş olabilir. Vakıa yu­ karıya naklettiğimiz şiirler lisan ve zevk itibariyle Karaca-Oğlan’ı andırmakta ise de bu gibi şeylerin tak lit. edilebileceğini düşünmek kâfidir. Bunlardan başka yine onun yüz ya­ şına kadar yaşadığını, eğer hakikaten kendisinin ise, dağlara söylediği bir man­ zumesinin şu son kıt’ası olan: Karacoğlan der ki çöktüm oturdum Yaşım onbeş idi yüze •yetirdim Kulağı küpeli bir yar yitirdim Gümanım köşende kaldı dağlar parçasında [14] da görmekteyiz. Bu va­ dide bir vesika daha verelim: Ahmet

Sayfa» 38

Tevhit B. Türk Yurdu mecmuasında yazdığı «Halk Şiirlerinden» unvanlı ma­ kalesinde Karaca-Oğlan’a ait bazı parça­ lar neşretti. O manzumelerden birisinin son kıt'ası olan şu: Karacoğlan yüz yaşında Kusur komamış işinde Mezarımın baş taşında Döner baykuş öter bir gün kıt’asında [15] da Karaca-Oğlan yüz yaşında görünmektedir. Bu sonuncu kıt’anın son iki mısraı Köprülüzade Mehmet Fuat B. in, Karaca - Oğlan’m hayat hu­ dudunu gösteren tarihleri ihtiva etmesi itibariyle istinat ettiği kıt’anm son iki mısraıyla bazı müşabehet noktaları arzetmektedir. ’ ; Aceha Karaca - Oğlan hakikaten yüz yaşma kadar yaşamış mıdır?. Bu hususta kat’î olarak birşey söylemek şimdilik istical olur.Belki ilerde onun hayatına dair keşfedi­ lecek yeni vesikalar sayesinde bu hususta tenevvür etmek kabil olabilecektir. Lâkin her ne olursa olsun bu zikrettiğimiz ve­ sikalar muhakkak onun yüz yaşma ka­ dar yaşadığına birer delil olmasa bile uzun bir zaman yaşadığına dair delil olarak da kabul olunamaz mı?. Biz bu noktayı sadece burada işaret etmekle iktifa edi­ yoruz.

Ç avnşoğlu Zeki

Bin y ıl önce yaşamış bir Türk hekimi Hicri 276 ( milâdî 890 ) talihinde ölmüş olan İbn Quteybe adındaki meşhur âlim Te’vîl-i Muxtelef ül-Hadîs J j j I') [1] atlı eserinin 424 üncü sayfasında bize, Horasanda bir Türk hekimi gördüğünü haber veriyor. Bu zat diyor k i ; [14] S. Nüzhet, Karaca-Oğlan, sah. 86,4. [1] Bu eser hicri 1326 (m. 1908) da Mısır­ da basılmıştır.

Horasanda Türk hekimlerinden bir kimse gördüm ki bu zat bunlarca pek [15] Türk Yurdu, 1341, cilt II,rsayı 9, sah. 247. Bu manzume S. Nüzmet B. in Karaca-Oğ­ lan külliyatında (sah. 129) hayli farktı olarak mevcuttur. Hatta orada son kıt’a : Karacoğlan der naşıma Çok işler geldi başıma Mezarımın baş taşına Baykuş konar öter bir gün şeklinde mazbuttur.-


Sayfa: 34

ATSIZ MECMUA

ziyade tazim ve tebcil ediliyordu. Bunun yegâne tedavisi «dağlamak» tı. Bu zat ile benim aramda tercümanlık eden kimse bu zatın «humma»,«bersâm»,«istiska», «verem», «felç» vesaire gibi pek mühim hastalıkları yalnız dağlamakla iyi etmek­ te olduğunu haber verdi. Bu zat dağhyacağı hastayı önce bezlerle sıkıca bağ­ lar ve hastalik olan noktayı dağlar ve talazlardı. Sıhhatte olan kimseleri dahi hastalığa tutulmamaları için dağlardı.

gayı: 14~

Bundan başka istediği vakitte yağmur yağdırmak, bulut ve rüzgâr peyda et­ mek gibi iddiaları da vardı. Bunun bu iddialarını ve daha birçok yalanlarını tasdik edenler vardı. Biz bunun iddia etmekte olduğu bazı şeyleri tecrübe ettik. Kendisi bü iddialarından bize ne küçük ve ne büyük bir şey gösteremedi [*]. Kelâm tarihi müderrisi

Ş e r e fe d d ln

Melâmîlik - Hamzavîlik ye Bâtınîlikte mütekabil tedahüller II Hamzavîlerin «şiî bâtın!» temayülleri­ ni, onlar tarafından yazılan klâsik kitap­ lardan ziyade 11] Harazavî şairlerinin şiir ve mektuplarından öğrenebiliriz. Bu hususta en ziyade coşkun melâm! şairi «Ahmed-İ Sftrbân» ı anlatırken, onun şiî akidelerine temayüllerini kâfi derecede göstermiş ve eserleriyle teyit etmiştik [2]. Burada bu bahsi tekrar etmiyeceğiz. Yalnız Bayram! Melâmiliğinin bâtın! zümrelerile tedahülünü ispat için yine Ahmed-i Sârbânın (Dukakin zâde Ahmed Bey) şiirlerinden istidlâllerde bulunacağız. Çünkü bu çok samimî ve hassas şair, “hemen her şiirinde meslek ve meşrebini, olduğu gibi izhar etmiş ve bu münase-12 [1] Haqtqî Beyin «İrşâdnâme» si (Bu kitap için «Melâmilik ve Melâmîier» e bakınız, s; 214 —215), La'lî zâde ‘Abdütbâqî'nin «Sergüzeşt-i Melâmîyye» si, Mûsteqîm zâde Sa'deddîn’in «Risâle-i Melâmiyye-i Şattâriyye» si, Hüseyn-i JLâ-Mdcânf, Oğlan Şeyh İbrahim ve Sun'ullah Gaybî'nin divan ve risaleleri (bunlar için de «Melâmîlik ve Melâmîier* in ikinci kısmının bibliyografyasına bakınız; s: 216—229). [2] Melâmîlik ve Melâmîier, s. 59 — 65 ; ıuezkûr kitapta Oğlan Şeyh İbrâhimin tercüme! hâlinde «İbrahim Efendide şiîliğe temayel» (98— 100) ve «Melâmîlikte şiîiiğe temayül» (197—199)

betle^Melâmîlerîn duygu ve akidelerine de samimi bir tercüman olmuştur. Tımar ve aiametinden -feragat le fakrı ihtiyar eden Dukakin zâde Ahmed Bey Fenâ toprağını bister edinüb Meîâmet sengini sen eyle bâlîn

* Heman genc-i qanâ‘atde ferâgat eyle gel ey dil Ki faqrin tâcı a'I&dır bu giin şehler k&lâhmdan Huzûr-i qalb ile Ahmed sana bin kerte yeğrekdir Oedâ-yi kuy-i yâr olmaq cihânin pâdişâhından

¥

[*] i)JÜ!*Ul <!£> üUi jU-Ji J jaL-jJl J yİ j

J

ÜİM üÜi

j ^ÎUli j j J l j

çûö £ -V-^İ J* \ £ Li»l 4ıi J A» ^ j

idüi J* piu*» MjJ £*

jU > ,

*j\t I j 4*1^1 J AJLı o J

^

t* 3 * *

.jjiT V j jj* j \

Jl 4«Îİ J-jlo

âtti I j j

I J

çi* sf*\ u J amj


A TSIZ MECMUA

Sayı: 14

Sen cümle cihan saltanatın terk edüb Ahmed Yârin ser-i kûyunda yürü xâk-neşîn ol

* Bîr ‘abâ-yî köhne ü faqnn külahı bes bana ı'ârig ül-bâlem libâs ü efser-ı şahaneden

diyerek, bütün dünya saltanatına ehem­ miyet vermediğini söylediği hâlde Her perinin suretin sinemde tasvir eyledim Der gören dil xânesini şimdi bir bütxânedir Ben gulâmım' cân ile ol rind-i şâhid-bâza- kinr Dâg-i ‘aşqı sinede pinhân eder merdânedir. Ahtnedi ‘ayb etmen üz mahbûb u meyden geçmese Her işin sonun anar, zahir nedâmetden qaçar

★ Görse bir mahbûb qalmaz ixtiyân zerrece Yâ ilâh! kimse Abmed gibi mecbur ol masun

beyitleriyle za’fmı bildiriyor. O da hemen her söfî gibi Cehd edüb Ahmed cihânda bir nigâra ‘âşiq ol Kim haqîqî ‘aşqa ittir ‘âşıqı ‘aşq i mecaz

beytiyle mecâzî aşkın hakikata erişmek için bir yol olduğunu kabul ediyor. Bu­ nunla beraber Ahmed Bey, Demâdem ‘âşıqm kârı haqiqî (aşq-bâzîdir Sen anı sanma kim zâhid mecâzi ‘aşq-bâzidir

diyerek aşkın her türlü şâibeden ârî ve hakikî olmasını ve ancak bu ilâh! aşka aşk denebileceğini de kayıt ve tasrih etmektedir. Ehl i ‘aşqm her zaman dîdârdır eğlencesi Zâhidin xalvet bucağında uyur rüyâsı var

★ Yürü ta‘n eyleme zâhid riyâyıyla namazın qo Derûnî ‘âş$qtn âhı namazıdır niyâzıdır

★ Şeyxim diyenin tâc ü qabâsına inanma Aç xtrqasını baq beli zünnâr dolupdur

★ Riyayı terk edüb zâhid' işit teşbihini çengin Bükülüb qâıııeti dâ’im nidâ-yi yâ vurûd eyler

★ Haqıqat rûze ü hacc û namazın ma‘nİ6İn onlar Ne can kim niyyet-i xâlisle ‘a;qa ibtidâ eyler Kim ki delq iie muraqqa‘dan umar zevq-i huzur Düşdi gam kişyerine görmedi bir lahza sürür

Sayfa: 35»

Xırqa ü tâc ile söfi bize gel satma riyâ Edemezsin bu tarîq ile sırât üzre 'ubûr

beyitleriyle hem müteşerrilerin zühdüne ve tâatine, hem mutasavvıfların âyin ve erkânına, hırka ve tacına zerre kadar ehemmiyet vermediği»» ve matlubun, bunlardan feragatle elde edileceğini söyliyerek tam bir melâmî olduğunu gizle­ meye hiç te lüzum görmeyip serahatle anlatıyor. Sârbân Ahmedin meşrebini ve bu suretle melâmet erbabının ahvalini bir melâmî mümessilinin lisanından duyup daha iyi anlamak için tam bîr gazelini yazıyoruz : ‘Âşıq*ı şûrîdeler ‘âlemde şâhld-bâz olur Gördiği kebk-i xirâmı sayd eder şehbâz olur Hey meded sâqf, cihânda (âşıqın eğlencesi Sâde-rû mahbûb ile câm-i serâb ü sâz olur ‘Âşıqı dilşâd edüb her dem gıdâ-yi rûh olan Dostlar, dilkeş nevâlarla bülend-âvâz olur Gülşen-i hüsnünde nâlem gûş edüb ol gonce-lab Gül gibi güldi dedi âb etme keşf-i râz olur Gördiğin mahbûba Ahmed aidatı ub dil verme kim Dilrübâlar içre lâbüd pâk-dâmen az olur

ir Vird-i lisân edinmişim' ismini ey perî-sıfat Vechini ansızın görüb celfecelâlühû derim Qıbie yüzünde qaşıui kim görüb etmedi sücüd Men anı göricek heman işte ‘adû ‘adû derim

★ Emr-i haqdan dönmiyüb cümle melâ’ik eğdi baş Secde etmez âdeme şeytân olan a‘mâyı gör

diyecek derecede âşık ye müfrit bir vah­ det* i vücutçu olan ve her hâlde “Evhadeddîn-i Kirmânî* gibi «şühûd-i haqîqata mezâhir-i sûfî ile tevessül» [1] ettiği muhakkak bulunan Ahmed-ı Sârbâmn bil­ hassa şu gazeli dikkate şayandır: Tekyegâh-i dile geldikçe xayâli dedecik *Aşq olsun'dedi gör üşbu cemâli dedecik Âsitânmda sücüd ile niyâzın ederim Ben velâyet eserin sende duyalı dedecik Kirpiğim xâr çeküb oldı gül-efşân yaşım Rûz? ü şeb âh ederim şeyhim olalı dedecik Beng-i esrâr ile hayrân olub tanmayahm Değişüb hâle bu gün qîl ile qâli dedecik Bergüzârtm tapuna dilde niyâz elde piyâz Qalma eksiklüğüne himmet-i ‘âlı dedecik Çün çırağ oldı gözüm yüreğimün yağı yanar Cam qurban veririm yoluna Balı dedecik Kerbelâ»yi gam+i; ‘aşq«ndfc bu~ dil teşnesine


Sayfa: 36

ATSIZ MECMUA

Ş&h Hüseyn <aşqina ver câm-i zöiâli dedecik Tig-i gam çekdi yürüş âteş-i^ ‘aşqm qodı dâg Yanmadıq bir yerimiz qaimadı xâlî dedecik Kûşe-i faqra dûşiib ehl-i qana‘at olana Giydirir ‘aşqin eli eğnine şalı dedecik Esed ntiâh 'Alî haqqı bu gün şâhtm inan Yoluna terk ederim mülk ile mâli dedecik Serfürû etse raqîbin bu tarîqatda nola Münkire müşkil olur himmet-i ‘âli dedecik Ehl-i tevhîd olan Ahmed gibi buğz eyiiyemez Çâr yân sever ol anla mevâlî dedecik.

Manzumede «Rûz ü şeb âh ederim şeyxim olalı dedecik» mısrama aldanıp, muhatap olan Dedeciğin, Ahmed-i Sârbânm şeyhi olduğuna hükmetmek hata olur. Evvelâ, bu manzume hezel-âmîz bir man­ zumedir. Hiç bir mürit, hele Ahmed-i Sârbân gibi, meslekine irfânen ve îkanen inanmış bir mürit, şeyhine böyle hitap edemez. Son beyitte de mühim bir tariz var. Anlaşılıyor ki «dedecik» mevâlî (şî‘a) itikadmdadır ve üç halifeyi sev­ miyor. Ahmed Bey de tevhit ehli olanın kimseye buğz edemiyeceğini, her zuhu­ run hakkın zuhuru olduğunu söylüyor. Bu beyit, bizim «Melâmîler* deki noktai nazarımızı teyit ettiğinden ayrıca ehemmiyete şayandır [1]. Dedeciğin Alevî olduğuna dair bu son beyitle beraber yedinci beyitte de serahat vardır. Bayramî Melâmîliğinde esas muhabbet olduğundan ve bu meslekte fenâ ve zillet, öteki tarikatlerin tevazu ve fakr perdesi altında gizlenen tefahürüyle kıyas edilemiyecek derecede bâriz bulunduğundan, bazen mürşitle mürit arasındaki muhabbetin tezahürü ; hangi­ sinin mürit, hangisinin mürşit olduğunu farkettirmiyecek derecede şiddetli olabi­ lir. Yunus ta bu neş’e ile irşat etmek istediği tâlibe Yoldaş olalum ikimüz gel Allaha gidelüın gel Haldaş olalum ikimüz gel Allaha gideiüm gel Kılağuz ol gel sen bana dönelüm ol dostdan yana Kayğımağıl önden sona gel Allaha gideiüm gel

diyor. Yine aynı neş’e ile Mevlânâ Celâ leddîn-î Rûmî, Çelebi Hüsâmeddiııe [1] Melâmîlik ve Melâmîler. Sârbân Ahmed de şiîliğe temayül (s. 59—66; bilhassa 65).

9

Sayı: 14 J

j/

y j oj y ıimı^ matlalı gazelini yazmış ve mesnevinin her parçasının Çelebi Hüsâmeddîne ihlâs ve iradesini hâki beyitlerle muvaşşah ol­ ması, keza Selâhaddîn-i Zerkûb-i Qonavî ye de bu suretle fevkalâde muhip ve âşık bulunması; Selâhaddîn ile Çelebi Hüsâmeddînin mürididir, zehabını hasıl etmiştir [2]. Halbuki gerek Selâhaddîn, gerek Hüsâmeddîn; Mevianâmn musahip ve mü­ ridi idiler. Hülâsa; Ahmed-i Sârbân bu gazeli, müritlerinden birisine yazmıştır. Çün çırağ oldt gözüm yüreğimün yağı yanar Canı qurban veririm yoluna Balı Dedecik.

beytinde bu zatın «Balı» adında birisi olduğunu öğreniyoruz. Hükmümüz, bu kadarcık bir işarete ibtina etmiyor. Aşa­ ğıdaki gazel de bu sevgili müridin «Haşan Balı» adında birisi olduğunu an­ latıyor. Hicr ile yârab nolur hâlim Haşan Balım benim Hey helâk oldum meded zâlim Haşan Balım benim Men müferrih leblerinden şöyle hayrân olmuşam Tâqatım yoq ‘arz edem hâlim Haşan Balım benim Mushaf-i hüsnünde zülfün hâl-i devlet dâldir Her qaçan açsam gelür fftlim Haşan Balım benim ‘Âleme sultân olam dersen bu ben dervîşini İtlerin culunden et şâlim Haşan Balım benim Can verirse yoluna Ahmed şehâ ma'zûr tut Dînim İmânım benim mâlim Haşan Balım benim

başka bir gazelinde de Şi‘r oq urken qftınet-i dilber nevâdan ırgınur Ol nihâl-i sefve benzer kim sebâdan ırgınur Bûselik ‘arz eylese hüsn-i Haşanda şâh-i hüsn Zümre-i ‘uşşâq ney gibi nevâdan ırgınur

diyerek yine mahbûbunun adını zikredi­ yor. Ahmed-i Sârbâna bu kadar müessir olan bu «Haşan Balı» um ilk gazeline nazaran Abdallardan veya Kalenderîlerden olduğu muhakkaktır. Esasen «dede»2 [2] Devletşah Tezkiresi, s. 195, İbrahim Necmi Bey de «Tarih-i edebiyat dersleri» adın­ daki kitabında aynı fâhiş hataya düşüp Hüsameddîni Mevlânânın mürşidi olarak göstermiştir; cilt I. s. 19—20.

j


Sayı*. 14

ATSIZ MECMUA

tabirini de ozamanlar, bâtını zümrelerin hepsi kullanıyor. Bu tabir, ozamanlar, baba tabirinin müradifidir. Eski Bektaşi erkânnâmelerinde umumiyetle baba tabiri yerine «dade» tabiri vardır. Elân Ale­ vîler şeyhlerine «dede» dedikleri gibi, Bektaşılar da Hacı Bektaş Tekkesi postneşînine «dede baba» derler. “Şaqâyiq„ zeylinde Ahmed-i Sârbânm halifesi Vizeli Alâaddinden müstahlef Gazanfer’e «Gazanfer Dede*( dendiği gibi (s. 87) AksaraylI Pîr Âli ve Emîr Osmân-i Hâşimî hülefâsmdan Paşmakçı Aliye de «Pîr Ali Dede» ve «Paşmakçı Ali Dede» deniyor (s. 65). Haşan Balının Ahmed-i Sârbân ile bu derece hususiyeti malûm olduktan sonra bu zatın tnelâmîlerce bilinmemesi muhal gibidir.San Abdullah «Cevhere-t ül-bidâye dürre-tün nihaye» [ U p l s j «AjJ i s de Ahmed-i Sârbândan rnüstefîz olanlardan bahsederken 970 te Vizede ölen Vizeli Alâaddîn [1] in halifesi Gazanfer Dede­ den [2] (974) müstahlef Eınîr Osmân:i Hâşimî ile Vizeli «Balı» adında bir zatı zikrediyor ve bunların da halifeleri bu­ lunduğunu haber verip «hâlet-i sebâda bunların daxi ru’yet-i vech-i münevver­ leriyle çeşm- küşâde olmuş-idin. Emîr Efendi vasat ül-xâme, sabîh ül-vech, melîh ül-qıyâfe bir ‘azfo-i zü 1-kerâme idi. Balı Efendi bâlâ-qad, kendilin gûn bir pîr-i rehnümûn idiler» diyor. 992 de doğan Sarı Abdullahm çocukluğunda gör­ düğü bu zat, gençliğinde mutlaka Ahmed [11 Vizeli Alâaddîn mühim bir halk şairi­ dir. «Kaygusuz» mahlesiyie İlâhîleri vardır. Bu zatın İlâhî ve nefesleri, nasılsa Ahmed-i Sârbâna atfediimiştir. Sarı Abdullahtan itibaren La'iî ye Müsteq|îm zadeler de bu kanaattedirler. Ben, A’aygusuzun Ahmed-i Sârbân halifelerinden bir zat olduğunu «Melâmîlik ve Melâmîler* in üçün­ cü kısmına yaptığım ilâvede ispat ve izah etmiş, fakat kim olduğu hakkında sarih malûmata ma­ lik olmadığımı arzetmiştim (s. 349 - 351). Son­ radan Aaygusuzun Vizeli Aladdîn olduğu hak» kında bazı vesikalar buldum. Bunları topladığım şiirleriyle bastıracağım. [2] Alâaddîn ve ûazanfer için bakınız; Melâmîlik ve Melâmîler, s. 67—68.

Sayfa: 37 *

Sârbâna da mülâki olmuştur, isminin hassatan zikredilmesi, ehemmiyetini gös­ terdiğinden «Haşan Balı» mn bu Balı Efendi olduğunu zannediyorum. Bununla beraber, melâmîlerce Ahmed-i Sârbândan sonra kutbiyyet makamına geçtiğine iti­ kat edilen Hüsâmeddîn-i Ankaravînin câneşîni «Hamza Balı» da olabilir. Çünkü Hamza Balıya evvelce asıl adıyla «Balı Ağa» derlermiş. Meşrebine ve nihayet şehit olacağına işaret olmak üzre «Hamza» adı, Hüsâmeddîn tarafından verilmiş [1]. Esasen Hamza Balının şehadetiyle Ahmed Sârbânm ölümü arasında 17 yıl vardır. Fakat bence birinci ihtimal daha kuv­ vetlidir. Ahmed-i Sârbânm Abdallara ve Kaletıderîlere karşı hüsnü nazarını gösteren şu beyitler de dikkate değer: Tekyegfth-i ‘aşq içinde pîre xizmet etmeyen Sûretâ Abdfll ise esrârı bilmez qandedir

k Biz şarâb-i *aşq ile mestâne ‘aşq abdâlıyuz İçemezsin zâhidâ anı yüriiş-i âba baq

★ Cür(a-dânı geHr abdal yine hayrân olalım Mülk-i esrâra erüb 'âleme sultân olalım

Ahmed Bey, Yûsuf-i sîne-çâk’in k ar­ deşi «dervîş-meşreb ve ca*ferî-mezheb» [2] meşhur «Hayretî Baba* (941) nrn bir gazelini de tahmis etmiştir [3].*3 [İJ Sergüzeşt-i Melâmiyye, s. 35—36. 12] Lâtîfî tezkiresi, s. 141—142. [3] Hayretî için «OsmanlI Müellifleri» Yûsuf-ı Sîne-Çâkin tercümei hâline de bakınız (cilt, 1; s. 801. Ahmed Sârbân kendisinden ön­ ceki şairlerin hemen hepsini tetkik etmiş bir zat­ tır. AHşîr Nevayînin: Nice ey ârâm-ı cân hicringde bir ârâmlığ Döstlığ kel kör ki hadden keçti düşmen-kâmlığ matlalı gazelini tahmis etmiş ve Çağatayca iki de gazel yazmıştır. N esım î’ye nazireleri ve aynı tarzda otuzdan çok tuyuğu vardır. Bilhassa Mevlânâyı çok okumuştur. Ayrılan şîrîn lebinden dilberâ Ney gibi her dem şikâyet eylesün gibi Mevlânânm mazmunlarını kullanmış ve hat­ ta bir gazelinde aynen tercüme de yapmıştır. Mevlânânm ve onun beyitlerini aynen yazıyo­ rum :

de


Sayfa> 38

ATSIZ MECMUA

Tekyegâh-ı ‘aşq içinde pâ bürehne çâr-darb Sırr-ı haqda ser tırâş û vâiih ü hayrân dede 11]

Yine bic gazelindeki Suretindir mushaf-ı haqdan nişân SÛre-i nûr-i düxânî şendedir Süratin- levhindedir esnısü-i küll Âyet-i seb‘ öl-mesânî şendedir Berr ö bahrin serteser sultânısın Cümle eşyânın zebânı şendedir beyitleriyle diğer bir gazelindeki Muhit oldığı gibi' haq cihâna Sentin cisraüne cân olan sözündür beytinde serahatle olmasa bile, bir hurûfîlik temayülü görünüyor. Filvaki bütün sofilerde «söz» mukaddestir. Fakat «sü­ ratin levhindedir esmâ-i küll * Âyet-i seb‘ ül-mesânî şendedir* beyti hurûfîlerin «hutût-ı iimmiyye» sini ve «seb‘ül-mesanî» tevillerini çok hatırlatıyor. Bütün bun­ lardan başka Olmasam çâr-darb sâf tırâş Her qıl olurdı cismime xancer Kûşe-i Külxana düşüb Ahmed Bulımaz kim düşe ne xâkister beyitleriyle kendisinin bazen çâr-darb ol­ duğunu bildirdiği gibi «Ismâ‘îl-i Ma‘şûqî» ye yazdığı mersiyede de

İS

ar—-y* -»V y

aLîı ' < f f

y /,

c ar—

y

Ol12

diyor. Ahmed Sârbânın şiirleri arasında bir de dikkate de6er «Kepenek» meselesi var. Olalı eğnimize xil‘at-i merdân kepenek Mülk-i esrâra bizi eyledi sultân kepenek matbaı ile başlıyan ve 12 beyit olan bu gazelde kepeneği «mü’minin gülşeni, münkirin ta‘ne (c«L) taşına kalkan, sâye-i yezdân, terk-i tecrîd olanın cennet-i me’vâsı, sâhib i ‘irfân olanların libâsı» vasıflarıyla methediyor. Nesîmîde de •&£" b y o ijj '^kS' İA»- ,jiai matlaı ile başlıyan beş bey itlik bir farisî gazel vardır (1260 ta îstanbulda basılan divan, s. 28). Nesimi burada «fazl*i ilâhdan kepenek-püş» olduğunu söyler. Bektaşılarca Balı (Balım) Sultanın mü­ ridi olduğu söylenen «Kazak. Abdal» da Balı Sultanı methederken Arslan gibi apıl apıl yürüyen Kendi özin hak sırrme bürüyen Kepeneğin yanı sıra sürüyen Mürsel Dede oğlu Sultan Balıdır diyor [2]. Otraan Baba Velâyetnâmesinde de Babanın Tırnuvada bir gün Deli Umu­ ra başını, sakalını, bıyık ve kaşlarını tıraş ettirip çâr-darb olduğunu ve Abda­ lın sırtından yeni Kepeneği alıp giydiği­ ni okuyoruz [3J. (Bitmedi)

Abdülbaki

ı>J

Konya Lisesi edebiyat muallimi

jy. ^.j. j\\>

<.U

Sayı: 14

-r OUr

Şol kimsene kim iim-i xarâbata erişdi Bu ilm ü hüner cümle ana b&d-i hevesdir Ger kevkebe-i şâhı haqîqatda göreydin Bu kûs-i selâtine diyeydin ki ceresdir Ger tâyir-i gaybî sana bir sâye solaydı Simürg iie ‘anqâya diyeydin ki mekesdir. «Melâmîlik ve Melâmiler» e de bakınız; s. 58.

jj

[1] fiu çok güzel ve samimi mersiyeyi «Melâmilik ve Melâmiler» e aynen aldık (s. 384). Yalnız samimiyet ve şi'riyeti bakımından değil, Bayrftmî Melâmüerinin hususiyet ve meşreplerini göstermesi noktasından da çok kıymetlidir. [2] Bu nefesin tamamı, Sadettin Nüzhet Beyin «Bektaşi Şairleri» nde bendeki mecmuadakinden az farklı olarak mevcuttur (s. 200—201). ]3] Haşan Fehmi Beyin kıymetli makalesine bakınız (Türk Yurdu, c. 5; sayı 27; s. 244.)


Sayı: 14

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 39

Eski Halk şairlerimize ait bazı parçalar ve vesikalar Topluyan:

Atsız Mecmuanın 11 inci sayısında, Profesör Dr. Köprülüzade Fuat Bey üstadımızın Genç Osman hakkındaki riva­ yetleri tespit eden kıymetli makalelerinden mülhem olarak Yalvaçta elime geçen eski bir cönkte gözüme ilişen bir iki parçayı taktim ediyorum.Genç Osman menkabesinin Yalvaç sazcıları tarafından söylenen ve çalman parçasını bir tarafa yazdığım hâl­ de nakillerim esnasında nerde bıraktığımı, bilemiyorum. Bununla beraber Yalvaç ve civarında söylenen Genç Osman türkü­ sünün oraya ait olanını elde etmek müm­ kündür. Şimdi taktim ettiğim eserler ara­ sında «Kul Oğlu* (?) na ait bir iki parça vardır. Bu Kul Oğlu kimdir ? Autalyada «Ahî» 1er hakkında araştırmalar yaparken kavaf ustalarından biri «kul oğlu» tabiri için dedi k i : «eskiden sürüp gelen ana­ nemize göre atadan dededen esnaf çocuğu, babasının tezgâhında sanat öğrenir ve çırak çıkarılması lâzım gelirse peştemal kuşanmak külfhtinden muaftır. Çünkü böylelere «kul oğlu» denir. Esnaf zade olmıyanlara «el oğlu = yol oğlu» (?) [1] derler ve onlar hususî merasimle peştemal kuşanır, çırak çıkarılır»., işte tesadüfen öğrendiğim bu tabirin Ahî tü ­ resinden yetişme esnaflarımız arasında ocak ve âile nispetini gösteren umumî bir manayı ifade ettiğini anlıyoruz. Kul, Mustafa, Kul Oğlu.Kul Himmet, Kul Ibat gibi halk şairlerinin Ahîlere mensup ol­ madıkları ne malûm ?. Bu husustaki tetkiki [ 1 ] Bektaşılıkta «bel oğlu,bel evlâdı» sü­ rekten yani çelebi ve sofiyândan olanlara; «yol oğlu; yol evlâdı» ise mücerret ikrarı veren son­ radan girmelere denirdi.

M uallim A tabeyli N aci

erbabına bırakarak aşağıdaki destanları nakle başlıyorum : Aka muhasara ve muharebesine ait bir destan Yücedir kalesi burcu âlidir. Anı bina eden Haydar Velidir Gelir geçer kâfir Balkan selidir Veremez Akâyı der Cezar Paşa *** Ederim sıdkılan devlete hizmet Padişah hürmeti canıma minnet Fransız görmedi böyle bir zahmet Vermezem Akâyı der Ahmed Paşa *** Ehl-i İslâm nusret bayrağın açdı Yürüş ettim ‘aduvalar (JijjA t) kaçdı On sekiz bin kâfir kılıçtan geçdi Vermezem Akâyı der Cezr Paşa *** Kesildi kelleler döküldü kanlar Çelenk ler şokundu çok kahramanlar Şehit rütbesini buldu nice yüz canlar Vermezem Akâyı der Ahmed Paşa *** Altmış üç gün atdık tapılan tüfek Nemsede Muskofda olmadı böyle cenk Akânm düşmanı Fransız frenk Vermezem Akâyı der Cezar Paşa *** Fransız kâfirin daima hiledir kârı Altmış üç gün saçdı akâya nârı Gecenin bir vaktinde kâfir etdi firarı Vermezem Akâyı der Ahmed Paşa *** Nice kahramanlar yüzün tutmuştur Allaha Cezar tutmuş yüzün ulu dergâha Ne cevap etsünier vüzerâ şaha


Sayfa: 4 0 __________________ ATSIZ MECMUA ______________Sayı: 14 Ver mezem Akâyı der Cezar Paşa Zemâue kahramanı imiş böyle bir vezir Bir eline balta bir eline şimşir Medhinde âciz .kaldı nice çok şair Vermezem Akâyı der Ahmed Paşa. Bu destanın altında şunlar yazılıdır: i , j.Lîl) ^y. u y pjpyİtf Bey t-i Kuloğlu

Jy w*>)

Dest urub hançer ile bin kan eden karşumdadır Gamzasıyla günde yüz bin kan eden karşuındadir Aklımı başımdan aldı beni divâne eyledi Derdimin dermanı hem derman' eden karşumdadır

***

Canımın cananı amma hem ciğerim yağıdır Her kaçan yüzime gülse serden aklım dağıdır Yüz şetnş kamer ay yar göğsün cennet bağıdır Gülünün bülbülünü handân eden karşumdadır

Der Kuloğlu şunda vuslat bulabilsem yâr-ile Âlemi destine almış salınur hûblar-ile „ Gam değil soyleşebilsem ol yezid ağyâr-ile Göz ucuyla bendesin seyrân eden karşumdadır.

Beyt ve güft-i Kut İbat ( au jy> Bir gün olur serden duman ayrılır Boyunca olur deyü gam yeme gönül Vara vara her murada erilür intizar eyleme bu deme gönül *** Yaradan kulunu komaz bununda Bu mihûetin rahatı vardır sonunda Dirliğin mihnet gösterirse önünde Belki sultan olursun âleme gönül *** ihtiyâç olursun hırkaya posta Var bâri hüdadan muradın iste Sırrını bildirme düşmana dosta Kendini melâmet eyleme gönül

**# Bâdın aldırır görenler hûblann serdârına Kişi kemlik sanur ise yine kendi canuna Açmış cennetin kapusun tanışır Rıdvânına Kendini meleklere sultan eden karşumdadır

Kul İbat eder bu sözüm hakdır Yaradan bârînin keremi çokdur Âcizin âcize imdadı yokdur Can cana baş başa kim kime gönül

Toprak - Mazi — Gel arkadaş, gel seninle az dertleşelim ; Okuyarak hayat denen koca kitabı Gönüldeki yaraları biraz deşelim

★ Gömdüm kara topraklara melekten iyi, Perilerden nazlı, güzel bir sevgiliyi. Derin derin sızıldıyor gönlümde yaram, Bana artık her saadet olmuştur haram.

* Beni sardı kefen gibi mazinin tülü, Yere batsın bu toprakla bu korkunç m azi! Orda çünkü sevgilimle sevgim gömülü . . .

★ — Hey arkadaş sözünü bil, hem kendine gel, Bahtiyarlıklara olmaz ölümler engel. Bir sevgili kızı senden aldıysa toprak Buna katlan, toprak için çünkü bu bir hak! Hem yaratan, hem büyüten topraktır bizi, Üzerinde işitiriz ilk ninnimizi;

Fışkırttığı serin sular bize can verir S Ormanları gönlümüze heyecan verir.

★ Hey arkadaş sende insaf duygusu yok mu? Sana her şey veren, seni büyüten toprak Senden bîr tek kız aldıysa acaba çok mu?

★ Doğup ölmek . . . Millet için bunlar bir hızdır. Toprak bizim beşiğimiz, mezartmizdır. Toprak bizim anamızdır ' . . İnsan yasına Kapılarak nasıl söver öz anasına ?

★ Hakikat ne şu göklerin derinliğinde, Ne suların şairane serinliğinde . . Aristonun mantığında zerresi yoktur, Fisagorda, Eflâtunda nebzesi yoktur. Mefkûreler âleminde olunca kıtlık Kafaların içersinde başlar çıfıtlık; Bir budala «zulüm, yeter!» diye haykırır,


Sayı: 14

___________

ATSIZ MECMUA

Bir it çıkar «proleter!» diye haykırır! Bir hayvanda hâkim olur cinsi heyecan, Froyt denen yahudiye gider verir can . . . Kimi kördür . . . kendisine büyük'gelir pek Lenin denen o maskara vatansız köpek . . , O ne felsefede ne de <din»nin «hiç» inde, O, toprağın asırlardan beri içinde . . . Hakikati bulmak için onu eşmeli» Yükselmekten bir şey çıkmaz,, derinleşmeli . . . Göğe doğru yükselenler bir gün yorulur, Derinleşen hakikati toprakta bulur. Şu ne başı, ne de sonu/olmıyan toprak Gömdüğümüz vücutlardan gıda alarak Bize hayat, bize tarih, mazi yaratır. Mazi köhne kitap değil, şanlı bir satır . . .

*★A/ Mazi ırkın yarattığı coşkun bir seldir, Mazi bizim almmızı göğe yükseltir, Geçmişlerin gecesinden ışık alırız .

★ Bir düşünsen mazideki olan işleri Hâdisâtın büyüklüğü seni şaşırtır. İstersen gel yadedelim o geçmişleri . . .

* Kaynar elbet damarında halis Türk kanın, Damarında çünkü kanı var «A ttlâ ” tıın, Avrupanın her ırkından toplanan ordu Onu Galya ovasında zorla durdurdu.

★ İradesi yenilmeden sinirle ete Vatan için karısını bırakan « M e te ” Yasa için kardeşini öldüren MÇ in giz” , Yer yüzünde bırakmadan küçücük bir iz Geçip giden milyonlarca atsız kahraman, Ki her biri bugün bize vermededir şan, Bu erlerin cisimleri toprakta kaldı, Ve tarihte,atları bir şanlı yer aldı . . . Hangisini hangisinden üstün tutmalı ? Her birisi bu toprağın, bu ırkın malı . . . «Tonynkuk** un gizlenmiştir dehâ kanında, Bismark onun at uşağı olmaz yanında . . . «A lp A n la n ,, la “K ılıç A ralan,, şanlı bir fasıl Avrupayı rezil eden “ Y ıld ırım ,, . . . Nasıl ? Düşünsene ne biçim bir kahraman erdir \ Ankarâda yıldırımı eriten “ D e m ir ,,... Bu kadar mı ? Bu saydığım ancak birkaçı ! «A’aterin» le neler yaptı acap “B a lta cı,, ? Anafarta cephesinde kim durdu en son ?

V

Sayfa: 4 1

İlk dayağı kimden yedi kuduz Napolyon?

* Sevdiğin kız şu toprağa eğer girdiyse, Sen toprağı eskisinden fazia benimse. Bil ki toprak ebediyen senin olmuştur . . .

★ Bu dünyada bizim bir genç kızı sevmemiz Filhakika gayet doğru, hem de çök temiz Bir gayedir . . . Fakat bunun hududu dardır . . Sevgiliden sevgili bir mefkûre vardır. Bir kız solar, yahut senin tükenir aşkın, İnşan kalmaz uzun zaman neşeli, taşkın . • . Ya mefkûre ? Ebediyet onunla birdir, Kişi oğlu müebbeden ona esirdir.

* En mukaddes iki «Var» a böyle söversen, Toprak ejder, mazi kanlı bir gece dersen, İleriye bakamazsuı, gözün kamaşır. İstikbali kucağında bu mazi taşır . . . Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi Bu milletten çıkar mıydı bir büyük g a z i? Kara toprak yine bizdeiı gıda almasa Kalır mıydı aramızda bir türe, yasa ? Mazi bizim atamızdır, toprak anamız, Biri bizi yetiştirir, biri verir hız. Bu toprağa nasıl dersin kara bir ölü Ki bağrında butun şanlı ecdat gömülü. Yabancılar bir gün yine akın ederse, Ve zaferi kendisine yakın ederse Sevgilimi aldı diye bu kara toprak Tarihin, ün meydanından uzak kalarak O toprağın uğruna sen can vermez misin ?

* Bu maziyle bu toprağa küfürden sakın, Kendine gei, iradeni üstüne takın ! Savaşları, türeleri, yasalarıyla Zaferleri, bozgunları, tasalarıyla Mazi ırkın yarattığı bir şaheserdir . . .

* Hey arkadaş, sapıtmışın, doğru yola gir ; Hakkı neyse ver maziyle kara toprağın . . . Onlar değil efsaneyle cansız bir yığın !

ir Bu ikisi ebediyen k 11(anacaktır . . . Ve bunları inkâr eden, bil ki, alçaktır!

Alsız

Düzeltme: 13 üncü sayıda 8 inci sayfanın birinci sütununda, 20 nci satırdaki “Kül Künbet„ in doğrusu “Kök Künbet„ tir.


Sayfa- 42

ATSIZ MECMUA

Yaşamak

Sayı: 14

Sanatı

2... Vazife ve İşe dair Toplıyan ye yazan : ü l* . A h m e t T e g İ I l

için bir aşk olmadığı müddetçe o yolda Ingiliz Doktorlarından biri, bin Tıp tam bir muvaffakiyete ermeniz mümkün talebesi özerinde yaptığı bir istatistik değildir. müşahedesini zikrediyor: Şarlatanlık ve geçiei muvaffakiyetle­ Bu talebeden iki yüzü hekimlik mesle­ rinizle herkesle beraber kendinizi de al-. ğini terketm iş; bunların da bir kısmı datmış olursunuz ve mirasa konmuş ve ► hayatınızın sonunda bir kısmı erkenden ► ► Gözlerinin karanlığında ► cezasını acı acı çe­ ölmüşler. ► ken kumarbazdan far­ Altı yüzü şerefli Sel olur varlığım, yoluna a k a r ; kınız kalmaz. bir muvaffakiyete Oönlümii , t i r e canim i yakar ; ► Lüzumsuz işler nail olmuş. Bunların ► ► Yıldırımlar düşer, şimşekler çakar ve meşgaleler daima içinde muvaffakiyet­ ► pahalıya mal olur.Pek Elâ gözlerinin karanlığında... lerini kemale erdi­ ► ► haklı olarak Franklerenler de vardır► ◄ ► nin dediği gibi,«BirseElli altısı hiç 44 Ellerim kül olur saçuu örsem, ► ► fahetin masrafı ile iki muvaffak olamamış. 44 Yanarım yüziimii yüzüne sıırsetıı. 4 çocuk yetiştirilebilir.* nıuianırkendimi görsem On beşi imtihanlarını 4 Etrafım Bu ecnebinin sö­ bitirememiş. Onu ha­ Elâ gözlerinin karanlığında . . zü memleketimiz için yatta itidalsiz sefa­ 44 ★ 4 daha çok kıymetlidir. hatler yüzünden kay­ 4 Oöz göze gelince , adım ► 4 ► Kolay ve büyük betmiş, Yirmi be­ 4 düzünde ebedi hayat aradım ; ► kârlar temin edenler şi de kendi arzuları <■4 Evvelce fâniyken Hızı -oldu adını fena örneklerdir. Bun­ ile doktorluktan vaz Elâ gözlerinin karanlığında . . . 4 lar insanı ekseriya geçmişler. 4 ► ► B e d b i n l i ğ e sevkH ikm et T u ğ ru l Bu istatistik gös­ 44 ► v y y v f ¥ VVVIV f V T r ş ,V ¥ y f V v y y ? V V ¥ T ¥ Vf V eder. .Az fakat devamteriyor k i : lı bir saadet için çalışınız. imtihanları vermek ve mektebi bitir­ Daha çok rnes’ut olacak ve daha çok mek hayatı kazanmak demek değildir. zevk duyacaksınız. Hele hayatta muvaffak olabilmek için Bir serveti sevk ve idare edebilmek ancak mektepten sonra, daha devamlı için çok akıllı ve çok bilgili olmak lâzım­ cehitli ve muntazam mesaiye ihtiyaç dır. Şüphesiz servetten önce bunlara vardır. malik olmak icap eder ki, herhangi bir Her hangi bir meslek seçtiğiniz zaman, servete malik olduğunuz zaman onu bir o mesleği aşk ile yapıp yapmıyacağınızdan Rü’ya kadar çabuk .kaçırmayasınız. Bize emin olmalısınız. Filhakika hayatta yapa­ iki kerre ikinin dört ettiğini öğretirler. bileceği en iyi işi seçebilmiş insanlar pek Fakat iki kerre ikiyi yirmi iki yapacak enderdir. Bunun içindir ki tam bir kemal kadar kurnaz insanlar bulunduğunu unut­ ile muvaffak olanlar da enderdir. mayınız. V a z i f e ve m e s l e ğ i n i z sizin


Sayı: 14

Saylat 43

ATSIZ MECMUA

Sabretmesini ve zaruretlere göğüs ger­ mesini öğreniniz. ^ Ksenofonun anlattığına göre: bir gün İran şahı cins bir ata tesadüf eder bunu iyi beslemek neye mütevakkıftır diye en binicilere sorar. Onlar da bakan adamın bilgisi ve gö­ zü lâzımdır derler. Hakikaten, ancak b i l e n g ö r ü r ve g ö r e n b i l i r Herhangi bir iş için amâli tecrübe ve itiyatlar kespetmek çok.güzel ve mühim­ dir. Mümtaz insanlardan biri, seciye ve meziyetleri ile tanınmış insanların niçin muvaffak olmadıklarını tetkik etmiş. Umu­ miyetle iş ve hareketlerinde, ağır, inti­ zamsız olduklarını, başkalarının iyi niyetli mesaisine iştirak etmediklerini, inatçı

veya ameli bir ruh taşımadıklarını gör­ müştür. Küçük büyük, her işte intizam ve usul lâzımdır. Her şeyi yerinde ve zama­ nında yapmalıdır, işlerinizi muntazam bir programla görürseniz bu sizi fazla zaman kaybetmekten kurtaracaktır. Ksenofon, intizamsızlığı şöyle tasvir eder: «Bir çiftçinin buğday, yulaf ve ilh... yi karma karışık ettiğini tasavvur ediniz. Sonra bunlardan herhangi biri lâzım olduğu zaman ayırmak ve toplamak için nekadar zahmet çekecek ve nekadar vakit geçirecektir.» Din akidelerinin telkinine göre de Al­ lah, ancak çok çalışan ve hiç. bir şeyi ihmal etmiyen insanlara yardım eder.

■» ■♦

Karaca Oğlan’a ait basılmamış şiirler Top! uyan :

1 Elâ gözlerini sevdiğim dilber Ben güzel görmedim senden ziyade ' Bilmem huri misin gökten ini indin Bugün güzelliğin dünden ziyade Merhametin çoktur beni kanma [1] Beni görüp mah yüzünü bürüme Çıkıp eiler-ile gezüp yürüme Seni seven yoktur benden ziyade Doğar aylar gibi doğar görünür Kırmızılar giyüp çıkar salunur Ahettikçe karabağrım delinür Sayılmaz benlerin binden ziyade Karacoğlan eder bu sözüm çoktur Âlemi seyrettim emsalin yoktur Sineme vurduğun termanla [2] oktur Dahi çevrin var mı bundan ziyade [1] Karıma = ayıplanma (?). £2) Terman = okun sivri ucu.

N iyazi Tcvfik

2 Şu yalan dünyada bir güzel gördüm Eğlenüp yanında kalasım geldi Taramış zülfünü dökmüş yüzüne Yüzüne yüzüm süresim geldi Sevdiğim küçüksün etme bu nazı Yüreğime koydun ateşi közü Başına sokmuşsun gülü nerkizi Sunup bir dalını alasım geldi Elâdır gözlerin karadır kaşın Aradım cihanı bulunmaz eşin Yaylanın karından ak olan döşün Üstünde gerdanın emesin geldi Karacoğlan bunu böyle söyledi inip aşkın deryasını boyladı Nazlı yar da figan etti ağladı Yıkılıp üstüne Ölesim geldi


Sayfa: 44 3

Irak yollardan arzu ettim de geldim , Geldim ki yüzünün nuru kalmamış Evvel kaşın ile işmar eylerken Şimdi söylemeğe dilin kalmamış Böylolduğun[3] bilsem ben de gelmezdim El uzadup gönca güliin dermezdim Gayet güzel deyü öpüp sevmezdim Meğer el değmedik yerin kalmamış Neler edermiş adam adama Serimi koydumdu gelen kazana Dost düşman kalmamış dolmuş odana Bana oturacak yerin kalmamış Karacoğlan der ki güzel vefasız Bir yavru sarmadım dertsiz cefasız Evvel vadeder de dinsiz imansız Şimdi ol ahdinde gelin kalmamış %

4 Bugütı rakipten bir söz işittim Eğer gerçek ise büktü belimi Dediler ki nazlı yâri almışlar Kadir mevlâm kısmet etsim ölümü Şahan Güzeli Aman Yakın

Sayı: 14

ATSIZ MECMUA

dedikleri bir civan kuştur gösteren göz ile kaştır mevlâm beni yâre kavuştur eyle uzaktaki yolumu

Kırkların elinden bir dolu içtim Bahar seli gibi kaynayup çoştüm Sanmışlar ki ben yarimden vazgeçtim Almayınca ciğerciğim elimi Karacoğlan yarsız bade içemem Her olur olmaza sırıuı açaınam Muhanetin köprüsünden geçemem Çoşkun suya uğradırmı yolumu [3] Böyle olduğunu.

5 Bad-i saba selâm eyle o yâre Pek göresim geldi ellerimizi Gönül arzu çeker amma ne çare Nideykrı tutan var yollarımızı Acem şahı bize name gönderdi Gam leşkerin üstümüze gönderdi Zalim felek bizi yaktı yandırdı Savurdu havaya küllerimizi Yüküm gamdır gam alırım satarım Pervaneler gibi yanar tüterim Kıyamette yakasını tutarım Vermesin hoyrata güllerimizi Karacoğlan der bir gümaııım yoktur Gayrı rakiplere amanım yoktur Sılaya varmağa dermanım yoktur Nazlım beklemesin yollarımızı 6 Bir yavru sevdim gölde gölekte [4] Altın küpe şan veriyor kulakta Peride huride gökte melekte Acep sevdiğimin eşi var m’ola Bir yavru severim «ahra çimende Mehdi çıkar derler âhir zamanda Hindistanda Çinde Maçin Yemende Acep sevdiğimin eşi var m’ola Karacoğlan der ki derde derede Yandı ciğer kebap oldu orada Ol güneşin doğup battığı yerde Acep sevdiğimin eşi var m’ola [4J Gölek = Küçük göl, gölcük.


Sayı: 14

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 45

Yazmalar arasında edebî parçalar Muhterem üstat köprülüzade M. Fuat beye

Bundan dört beş ay evvel «Samsun gazi kütüphanesine Vezirköprü’den beş yüz cilt kadar yazına kitap nakledildi mesdut bir Nakşibendî zaviyesine ait ol­ duğu üzerlerindeki mühürlerden anlaşılan bu yazmalar ekseriyetle kelâm, Fıkıh, hadis, Tefsire ve kısmen de Kıraat,Lügat, hey’et, Münşiat, Tarih, Menakip ve Teracümü ahvale müteallik kitaplardır. Bunlar arasında «Garibname»nin eski bir ntishasiyle [826, H.] bazı Divanlar ve ek­ serisi X ve XI inci asrı hicriye mensup bulunan şairlerden müntehap parçaları muhtevi - kalınca bir cilt halinde - bir de mecmuai eş’ar [No 69] mevcuttur. ileride, bu kitaplar hakkında «Atsız» sütunlarının müsaadesi nispetinde, Bibli­ yografik malûmatı havi bir silsilei makalât neşretmek tasavvurundayız. Bu yol­ daki neşriyatımız da, zannederiz ki bu eski yazmalar arasında ilim erbabının na•zarı dikkatini celp edebilecek beş on parça kıymetli eserin mevcudiyetini gös­ termeğe yarıyan faydalı bir teşebbüs ma­ hiyetini haiz olacaktır- Şimdilik ilk ola­ rak tetkiklerimizin edebî sahaya ait olan bir kısım malzemesini ortaya koymakla işe başlıyoruz. Biz, bu beş yüz cilt yazmayı, bilâ mübalağa, hemen her sahifesini gözden geçirmek suretiyle kamilen tetkik ve iç­ lerindeki manzum eserlerin büyük bir ek­ seriyetini istinsak ettik. Biraz da yorucu olan şu tetkikimiz, bunu müstelzim bir zarurete istinat ediyordu. Çünkü, yaz­ malar birçok ellerden geçmiş aralarına, baş ve nihayet taraflarına Edebiyat,Tarih noktai nazarından tetkik ve istinsaha şa­ yan bir hayli parçalar kaydedilmiştir. Nitekim «Aziz Mahmut Hüdaî»nin [Necat ül garîk] unvanlı Türkçe manzum risale­ siyle Sarftan [Merâh] atlı Arapça bir eseri muhtevi bulunan Tur cilt içinde

«Genç Osman»ın şayanı dikkat bir par­ çasını bulduk. Şimdiye kadar neşredilen­ lerden azçok farklı olan bu parçayı da «Atsız» sütunlarında ortaya koyacağız. Hülâsa, bir yazmanın çok defa ya bir sahifesi kenarında veya her nasılsa boş kalmış olan bir yaprağı içinde, yahut ta baş ve nihayet taraflarında Türkçe, Arapça ve Acemce Beyitler, kıt’alar, Muammalar, Tarihler veya maruf, gayri maruf birçok şairlerden lâalettayin alınmış manzum eserlerin mevcudiyeti bizi bu şekilde bir araştırmayı iktihama sevketmiştir. Şu küçük mukaddeme, bu ve bunu takip edecek olan diğer sahadaki naçiz neşriyatımızın esasları hakkında kâfi bir fikir vermiş olacağını zannediyoruz.Edebî sahaya ait olan bu ilk silsilei neşriyat ile, bu vadide tetkikatta bulunanlara ufak bir hizmet etmeğe, hele şayanı dik­ kat birkaç metin ortaya koymağa mu­ vaffak olabilirsek yorulduğumuzun boşa gitmediğini görmekler zevkiyap olacağız. 1 Ol saçı Leylî umardım bana Mecnûnum diye [1] Gezmesün gelsün belâ dağında mahzûnum diye Yoluna can vermeğe anınçün iqrâr eyle­ dim. Habs edüb çâh-i zinexdânında medyûnum diye Umarım şi‘r-i güher-pâşım işitdikde nigâr Qandedir gelsün berü ol dürr-i meknûnum diye Dâl-i devlet ol bana yetmez mi bu dün­ yâda kim Nâz-ile ol çeşm-i nerkis bana meftûnum diye Dilber oldur ey «Mehemmed» haşm edicek ‘âşıqa [1] Bu manzumenin başında «Şehzade mer­ hum Sultan Mehmet* ibaresi mukayyettir.


Sayfa* 46

ATSIZ MECMUA

Boynuna bend eylerim zülf-i hümâyûnum diye

Sayı: i 4

Hâlâ Vezîr-i a ‘zam ol saf-şikâf-i a‘dâ Ol âsaf*ı zemâne ol fâzıl-ı yegâne Qalmadı baş ve câne etdi gazâ-yi deryâ Edüb Giride himmet haqqâ ki qıldt diqqat (Esdi) ııesîm-i nusret olub vezân hâlâ Bâ re'y-i hüsn-i tedbir a‘dâyı qıldı tedmîr Etdi Giridi tesxîr feth eyleyüb serâpâ Sa‘y etdi cân ü serle sulh oldı bahr ü berle Bu feth ü bu zaferle şâd oldı cümle dünyâ Lafzen ve ma‘ni oldı târîx ana «Fasihi» Qandiyye feth olundı bin sekseninde hâlâ. f4* Emr edüb Sultan Selim şâh-ı cihân Yapmağa Tomruqda* bir dâr ülamân Doquz yüz yirmi beş hicretinde Qal‘e başlandı tamâm oldı hemân

2 Eğer hükmünde olmazsa senin dil Bıçâğ-ile sen ol dili iki dil

3 Dedim dilber dehânına bahâ ne Dedi ‘âşıq olan vermez cihâne

4 Sûretâ gerçi nigârm rûy-i zîbâsındayuz Leyk ma‘nîde sıfât-ı haq temâşâsındayuz Cümle eşyânm Kemâhî an laduqîmâhiyyetin Ya‘ni ki eemâ-i Küllinin müsemmâsıııdayuz Ehl-i hâlüz çekmezüz mâzî ü müstaqbel gamın Biz ne imrûzunda dünyâyun ve ferdâsmdayız Mest i ‘aşquz geçmişüz lezzât-i fâniden tamâm. Dehr*i Xûnînin ne zehrinde ne helvâsmdayuz Ey «Usûlî» ‘ârif-i a‘râf-ı ‘irfânuz bu gün Ne cehennemde ne Xod firdevs-i a‘lâsmdayuz 5 Âh edüb bu matla'ı demiş-idi Monlâ Oruç Câhil oImaq müşkil (amma) ehl-i ‘ilm olmaq da güc

8 Âh kim düşdüm oüdâ ol qâmet-i reftârdan Çâre bilmem neyleyim qaldım meded dildârdan Feyz baxş oldum cemâlinden Kemal-i ma‘rifet Gitmedi illâ ta‘şşuq safha i ruxsârdan Artırur günden güne dilber metâ‘-i hüsnini Yerdi ‘âşıq naqdini germiyyet-i bâzârdan Tâ ezelden zülfünün zencîrine oldum cünûn Bir xaber bâd-ı sabâ ol^turre-i larrârdan Cân ü dilden «Rindiyâ*\muhkem ta ‘alluq \ riştesi Olmadı xâlî gönül endîşe-^ efkârdan. /

6 Serdâr-ı şâh-ı ‘âlem ya‘nî ki sadr-i ekrem[l] ISI Köprülüzade Fazıl Ahmet. Paşanın Girit seferi hakkındadır.

M. Şaktı*

Arap şiirinde Türkler II j.

t öl ^ıyvı

il

f J-îf

^

â*

• ili ^ i Tercümesi: Türklere kim tebliğ eder (yani Türklere haber verilsin) ki onların kumandanlarının yaptığı iş neseplere şeref

ve izzettir. Kişi (er) maâlî kesbedendir. Fazilet ve şerefiyle yükselmiş olmıyan kimse neseple yükselmez [ l ] [?] Bilâkis şerefsiz kimse nesebinin şerefiyle iftihara kalkarse ona karşı

jl

VJ


I

VATANDAŞ:

BÜTÜN İHTİYAÇLARINI

UCUZ

SAĞLAM VE

BİR SURETTE TEMİN EDECEĞİN

MAĞAZA

YERLİ MALLAR PAZARI dır.

Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer Millî I fabrikaların mamulatım bu müessesede bulacaksın. Kostümlük kum aşların envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kundu- ■ ralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek I kravatlar ve saire.... | İstanbul, Balıçekapi birinci vakıf han.

Beyoğlu, İstiklâl caddesi

Bir Türk müessesesini korumak ister misiniz ? NAUMANN Diiîiş-Nakış makinaları

ummmmmmmmmmmmmm

NAUMANN

yazı m akinaları (E rtka, İdeal)

NAUMANN Bisikletleri (Gerıııaııia) NAUMANN

Elektrikli G ratnofoıılar (P ortatif)

TERCİH EDİNİZ TAKSİTLE

S A T IŞ

N A l MANN M A K İN A LA R I S A T IŞ T Ü R K L İM T E T Ş İR K E T İ Tiirkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.

Merkezi: Galata. Hezaren sokağı


VATANDAŞ: Bütün ihtiyaçlarını sağlam ve ucuz bir surette temin edeceğin mağaza

Yerli Mallar Pazarıdır. Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer millî fabrikaların mamulatım bu müessesede bulacaksın. Kostümlük kumaşların envai, en nefis ipekliler, sağiam ve zarif kunduralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek kravatlar ve saire.

İstanbul,

r

, İstiklâl, caddesi

BahçekapıBirinci Vakıf Han.

B ir Türk

m üessisesini k o ru iste r m isin iz ?

i

NAUMANN

Dikiş - Nakış makinaları

NAUMANN

Yazı makinaları (Erika, İdeal)

NAUMANN

Bisikletleri ( G erm enia)

NAUMANN

Elektrikli Gramofonlar (Portatif)

Tercih ediniz

Taksitle Satış Naumann Makinaları Satı; Türk Limtet Şirketi Türkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.

Merkezi: Galata, Hezaren sokağı 19-2İ 3A


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.