“Ben, Sen „ “O « }°k ..“B İZ » varı z
ATSIZ MECMUA
Yıl: 1
15 K uruş
İstanbul — S in an m atbası
Yarım asırdan beri
ATSIZ MECMUA
İşçisi
Her ayın on beşinde çıkar
Sermayesi
Türkçülük ve Köycülük
Müstahdimi Müstehliki
Mefkuresi etrafında birleşenlerin
T ü rk olan ve
mecmuasıdır.
bütün manasiyle Yerli Malı olan
Onu O ku yu n u z
PERTEV MÜSTAHZARATI Avrupa müstahzaratiyle cidden reka
ve O ku tu n u z Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.
bet kabul etmez bir nefaset veehveniyettedir. Bazı müstahzaratı: Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire ve saire...
Eski sayılarımızı: Ankara
caddesinde Orhan Bey
hanı
zemin katında, Umum gazeteler ve mec mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.
Pul Meşheri Aylık Türk Fîlâtelîst Mecmuası İstanbul da çok zarif ve nefis, ayni zamanda her pul meraklısı için tetkiki lâzım bir mecmua var. O da PUL MEŞHERİ is mile ayda bir defa neşredilen bir mecmuadır. Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan nefaset en kadar
son sahifeye
bütün eseri ihata etmiştir. Münderieatı itibarile Pul Meşheri kadar pul
meraklılarının bütün arzularını tatmin edecek bir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25 kuruş, senelik abonesi 300 kuruştur.
1931 - 1932
TÜRK PULLARI KATALOĞU PUL MEŞHERİ sahibi Ali Nusret Bey, yorulmak bilmiyen aümiye 1931-1932 için bir katalok hazırlamaktadır. Bu katalok, tab’i biter bitmez neşredilecektir. Katalok PUL MEŞHERİ ne abone olanlata forma forma olarak ta gönderilmektedir. Katalok gayet nefis bir kâğıda basılmaktadır. Bütün pulculara hararetle tavsiye ediyoruz. İzahat
almak istiyenler Beyoğlu _ Tünelbaşı,
Galipdede Caddesinde
430 No. ya PUL MEŞHERİ ne müracaat edebilirler.
Remzi kitaphanesi Ankara caddesi 93
r—
^
Abone şartlan
Adres
Türkiye için Yıllığı ISO kuruş n ltı aylığı 90 « Yabancı memleketler için Yıllığı i dolar
Ankara caddesi, Cağaıoğlu yokuşu 27 N o, birinci kat hususî daire
A ylık fik ir m ecm uası Yıl: 1, Sayı i 4
Sahibi ve müdürü: tat* N ihâi
ÎS Ağustos 1931
Kuş bakışı
MEMLEKET BİLGİSİ En ilerlemiş mesleklerimizde bile t ercümecilik büyük bir marifet halini almıştır. Hatta muhtelif zümreler içinde iyi tercüme yapabilen ve bunlan fazla miktarda bashnp satabilenler de meslek te ve hatta memlekette büyük insanlar dan olur. Bu yol yanlış bir yol değildir. Şüphesiz cehilden ilme ve yokluktan varlığa giderken bizim de bu herkesin geçtiği yoldan geçmemiz lâzımdır. Fakat, biz bu merhaleye yeni gelme dik. Tanzimat ile tercümeciliğe başladı ğımız halde hâlâ yerimizde sayıyor ve hâlâ tercüme eserlerle yükselen büyüklere toz kondurmuyoruz. En yüksek mekteple rimizde ve Fakültelerimizde senelerdenberi hâkim olan bu tercüme saltanatı gittikçe tesir sahasını ve nufuzunu arttınyor. Halbuki, kendi öz yurdumuza onun hususiyetlerine ve ihtiyaçlarına cevap verecek ne bir bilgimiz ve ne de bir bilenimiz var?» Ziraat mekteplerimizde Merinos ko yu ularının evsafı, faydalan, yetiştirilmesi, iktisadi kıymeti tafsilâtıyla okunur. Fakat Anadolunun en mühim ihraç hayvanı olan Erzurumun Mor koyunlanndan, evsaf ve yetiştirilmesinden haberimiz yoktur. Frenk İdtapiannın neşrettiği en ipti da! cemiyetlere âit İçtimaî tetkikleri biliriz. Bilmesek te tercüme eder öğrenir
ve öğretiriz* Halbuki Bitlisin burnu dibin deki Mutkide yaşıyan acayip aşiretlerden dikkate şayan bir tetkik mevzuu olan Şigolardan haberimiz yoktur. Meşhur Doktorlarımız Vardır. Meşhur olmuş tercümeler de yapmışlardır. Fransadaki kapılıca şehirlerini, aulannı ve terkiplerini iyi bilir ve tavsiye ederler. Fakat talebemiz Bursa kaplıcalannı ve tesiratmı Bursaya gidenlerden Öğrenir. Yanı başındaki Tuzla içmelerinin neye yaradığını tiren ilânlarına 1 ağlı reklâm larda okur. Hukukta yükseklerimiz pek çoktur. Roma hukukunu gözü kapalı bilirler. Fransız mahkemelerinde geçmiş meşhur davalan hafızalannda saklıyacak kadar ezber etmişlerdir. Fakat Anadolu köyleri içinde geçen faciaları rasgelenler bilir. En kurnaz muştan tikleri bile şahane cürüm tasnileri ile şaşırtan köy davala rından bahsedenimiz değil de tetkik ede nimiz bile yoktur. Türk hukuku tarihine ise Ankara hukukunda meydana çıkan bir yeni moda gibi dudak büker geçeriz. Yüksek İktisat doktorlarımız vardır ki büyük sanayi devlerlerini ve yüksek i ermeyeli ticaret usullerini ve nazariyelerini iyi tetkik etmişlerdir. Parlak projeli fikirlerle dünyaya yeni bir nizam vermeye heveslidirler.
Sayfa: 74
Skfu 4
ATSIZ MECMUA
Fakat Şarkı Anadoluyu geniş kredili mutavassıtlarla istismara başlıyan Zağorstok şirketinden haberleri yoktur. Buna karşı koyacak tedbirleri düşünmez ve Türk köylüsünü mukabil organizasiyonlarla nasıl kurtarmamız lâzımgeldiğini söylemezler. Yüksek ihtisaslı Kimya doktorlarımız Vardır ki Almanyadaki boyacılık sanayiine âşık olmuşlardın Bu yolda derin bilgileri Fransız ve Alman rekabeti hakkında yüksek malûmatları Vardır. Fakat mem leketimizde henüz kok kömürü ve maden kömürü katranlan için ortaya bir tez atılmamıştır. Öyle büyük siyasîlerimiz vardır ki yeryüzündeki bütün demokrasileri bilirler. Muhtelif memleketlerdeki intihap usulleri hakkında mukayeseli malûmatlan vardır. Fakat yeni kurulmakta olan Türk demok rasisinin istiraplan nelerdir. Bunu tetkik etmek ve doğru yolu göstermek zahme tine katlanmazlar. Okadar büyük mühendislerimiz var dır ki, Patisten Münihe kadar fasılasız uzanan asfalt yollara hayran kalmışlar, dünyadaki en büyük beton köprüleri tetkik etmeyi kendilerine zevkedinmişlerdir. Fakat bu malûmat İzmir yollarında bir Beton köprünün bel verip ortasından kırılmasına mâni olamamıştır. Yüz binlerce liranın her sene medfeni olan şoselerin niçin bir sene içinde geçil mez bir hale geldiğini tetkiki arzu etme mişler ve gençleri tenvir etmesini ise hatıra getirmemişlerdir. Bu yolda daha bir çok misaller söy lenebilir. Avrupa memleketlerini ve onla
rın müstemlekelerini kendi yurdumuzdan daha iyi bildiğimiz ve daha çok okuduğu muz muhakkaktır. Zaman zaman İngilizlere, Amerikalılara, Fransızlara, Ruslara ve hatta İtalyanlara, Bulgurlara âşık olur, onlara dair birçok şey okur ve kısmen olsun herkese de okutmaya çalışırız, Fakat Efendiler... Artık yurdumuza âşık olmak zamanı gelmiştir. Artık Türk vatanını her sahada ve gözden lâboratuara kadar her vasıta ile tetkik zamanı gelmiştir. Her yerde bir de M em leket Bilgini vardır. Garbin ilim metotları ile tetkik olunmayı bekliyen öksüz bir bakire gibi boynu bükük bizi bekliyen Vatan gözle rimizin önündedir. Büyük davalı ve parlak iddialı insan lardan bir ricamız vardır. Bize yalnız garp metodunu ve tekniğini getirsinler. Renkli sertifikalardan ve yüksek başlık lardan önce kendilerinden beklediğimiz budur. Bu metot ve teknik ile memleketi tetkik etmeye, öğrenmeye ve bize do öğ retmeye başladıkları gün, rönesans baş lamış olacaktır. Çünkü: Bilgiler, Mefkûreler, Hayatlar ve ça lışmalar ancak kanını emdikleri millete ve memlekete faydalı oldukları ve onun ihtiyaçlarına müsbet cevaplar vermeye çalıştıkları müddetçe yaşamaya hak ka zanırlar. Ona yabancı kaldıkları ve istirapları karşısında bir şey yapamadıkları gün, parazit bir hayata dalmışlar demek tir. Yoklukları varlıklarından faydalıdır.
»
Boz Kurt
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 75
Sayımbilik
Türkistan (Orta A sya) cumhuriyetleri nufusu IV -
K A Z A K İST A N
haritalarında «Wermy») şehridir. Mesaha ı” diyince burada, ekseriya, itibarıyla Kazakistan cumhuriyeti, Türk hatıra “R us K azağı» geliyor. Türk Ka zaklan “ K ırgız-K azak* diye anılıyor. Asıl Sovyet cumhuriyetleri arasında en büyüğü “Kırgız* 1ar olup 2-208.938 ><>CXXX>'XXxv ->'nO ' » :>Op<><XX><XXs kilometre mu da “ K a ra rabbaıdtr. Ka K ırgız» tes zak y u r d u miye ediliyor. H . Nihale pek eski de Bilhassa Türvirlerden beri kiye Türk Ölüm arifesine girdi denilen adam münevverleri Gökler kızıllaşırken, kararırken bir akşam M â v e r â iin için bu yan Yelesini kabartıp ihtişamla gerindi; n e h ir’e mu lışlığı düzel Bu uykudan uyanış tarih kadar derindi. kabil T ü rk is tmek zamanı * ** ta n tesmiye gelmiştir: Rus Etrafında ağ kuran örümceklere baktı, edilen bozkır Kazaklarının Hiddetli gözlerinden lnzd bir şimşek aktı. adı“K azaçi„ lardan ibaret Mağrur başı uzandı, titredi gür ye’esi, d i r . Burada tir . Sovyet Kâinata gükredi fırtınalı, hür sesi. “Kırgız - Ka hükümetinin Bir hamlesi toprağı ateşlerle boyadı; zak* denilen b i r emirna Türklerin adı ı Göklere çivilendi onun cihangir adı. mesi ile orta sadece “ K a- j «Hedef* yaptıysa hayret etmeyin “Akdeniz*i, dan kaldırılan zak„tır. Bun Kimdir, unuttunuz mu dünkü efendinizi? “ Türkistan * * lar kendile ♦* ıstılahı bugün rine “Kazak* Aslını sorarsanız bir aşiret oğludur; bile Kazakis dedikleri gibi Yiğit bir hanedandan, şerefli, ak tuğludur. öteki Türk ka | tan şehirle vımlan tara- I Kahramanlıkla geçmiş uzun bir tarihi var, rinden birinin fından da“Ka j Ecdadının gür sesi bütün cihanı tutar.:. (eski «Yese» zak* adıyla | Ak, kızıl tuğlarıyla kâinata at salan; nin) adı ola Her akında beş on taç, yüzlerce diyar alan, tandır ve anı rak yaşamak lırlar. Burada I Adını palasıyla her devlete tanıtmış, tadır. “Kaza “Kara Kırgız* Atını saldırarak cihana kan akıtmış kistan* boz denilen TürkCihangirler oğludur... Tanır hep büyük, küçük; kırları Mâveterin adı ise Hey garplı duymadın mı? bu genç Türk oğludur Türk!. râünnehirde “K ırgız* dır. Dâniş Remzi kökleşmek is* “ Büyük tiyen İran Türkistan n kültürüne kar «ı şimalî ül şı bir T ü rk lü k v e T ü rk h a rsı âep@s« kesi olan Kazak memleketi bugün “Ka hizmetini görmüştür. Arap Hilâfeti dev zakistan* adıyla bir Sovyet cumhuriyetidir. rinde Horasan, Mâverâünnehir ve Hârezm Hükümet merkezi “Alm a A ta» (eski rus
Türk Oğlu
j
Sayfa: 76
ATSIZ MECMUA
tesmiye edilmekte olan Türk ülkelerinin “Türkistan» namı altında toplanması da bu “T ü rk d ep o su * ndan fırlıyan kuvvet lere medyundur. Kazaklar başka milletlerin göçebelerine benzemezler. Bunların çadırlarında binlerce yıldanberi bir Türk kültürü inkişaf etmiştir. Ekinciliğe uygun olan nehir havzalarında Türkistan ziraat kültürü, ark ve sulama usulü hâkimdir. Yeni medeniyeti kabul sahasında da büyük bir istidat göster mekte idiler. Yazık ki bolşevik istilâsı bu genç ve dinç Türk kavramın tabii surette inkişaf ve terakki yollarım kapa mış oldu. Bugünkü “Kazakistan,, cumhuriyeti 9 vilâyete ayrılmıştır: 1) Akmula; 2) Aktübe; 3) Yedisu; 4) Simeypalat; 5) Sirderya; 6) Aday; 7) Ural; 8) Kustanay; 9) «Karakalpak* muhtar ülkesi. Kazakistamn nufusu 6.502.699 kişi olup ırk itibarıyla şöyle ayrılır: I — T ü rk ler: 3.723.871 1) Kazak: 213.498 2) Özbek: 3) Karakalpak: 118.184 4) Tatar: 80.642 5) Tarançı ve Kâşgerli: 52.924 10.510 6) Türkmen: 7) Başka Türkler: 23.402 4.223.031 # Yekûn H — R u slar: 1.279.979 1) Büyük rus: 860.822 2) Ukraynah: 25.614 3) Belarus (beyaz rus): Yekûn 2.166.415 m — Rus hükümeti tarafından mu hacir sıfatıyla getirilen m u h te lif A v ru p a v e K a fk a sy a m illetleri; 93.993 IV — H in tli, E fganlı, Ç inli v e b a ş k a A sy alılar: pek az. * Kazakistanda şehir ahalisinin en ço ğunu Ruslar ve Avrupalı muhacirler teş kil ediyor. Bütün Kazakistanda şehir halkı 539.316 kişi olup bunun ancak 206.150 si Türktür. Kalanı (333. 166 kip) Rus ve Avrupalı muhacirlerdir. Rus mu
Sayı: 4
haceret ve iskân faaliyetinin en hummalı surette tatbik olunduğu ülke Kazakistan dır. Şehirleri Türkleştirme imkânı genç liğin bütün çalışmasına rağmen eldeedilemiyor. Münbit toprak Kazak köylüleri elinden alınıp Rus mujiklerine verilmek tedir. Bundan 20-30 yıl önce bir tane Rus mujiği bulunmıyan Kazak sahraları bügün gayet çabuk olarak ruslaştınlmaktadır. Kazakistamn şimalî vilâyetleri olan Akmula ve Turgay (bugünkü «Kustanay**) vilâyetleri umumî harp yıllarına kadar da epeyce ruslaştmimış olduğu halde Rus lar ahalinin %30 unu geçmiyordu. Halbu ki son on yıl içinde bu vilâyetlerin man zarası büsbütün başka bir şekil göster mektedir:
I
— Akmnla'da:
Türkler: 453.134 Rus ve Avrupalılar: 757.245 Hepsi: 1.210.379
(%37) (%63)
H - Aktübe’de: Türkler: 329.489 Rus ve Avrupalılar; 138.842 Hepsi: 468.331
(%66) , (%34)
IH - Yedlsu'da: Türkler: 648.895 Rus ve Avrupalılar: 237.803 Hepsi: 886.697
(%74) (%26)
IV — Sem iypalat’ta: Türkler: 737.654 Rus ve Avrupalılar: 572.203 Hepsi: 1.309.857
V -
(%56) (%44)
Sırderya’da:
Türkler; 1.020.590 Rus ve Avrupalılar: 136:216 Hepsi: 1.156.806
(%88) (%12)
VI — Ural’da: Türkler: 482.340 Rus ve .Avrupalılar: 155.631 Hepsi 637.971
(%75) (%2§|
VII — Aday’da: Türkler: 132.448 Rus ve Avrupalılar: 3.107 Hepsi: 135.555
(%98) (% 2)
ATSIZ MECMUA
Sayı: 4
Vin — K uatanay’da: Turkler: 128.624 (%33) Rus ve Avrupalıiar: 260.536 (%67) Hepsi: 389.160 IX — Muhtar K arakalpak fiikes i’nde: Törkler: 297.764 (%97,5) Ruslaı; 6.775 (% 2,5) Hepsi: 304.539
Sayfa: 77
Bu malûmat 1926 umumi nufus sayımı neticelerini ihtiva eden eserlerden alınmıştır. 1926 dan 1931 e kadarki za man' zarfında ise Kazakistana* getirilen Rus muhacirlerinin bir milyona vardığı anlaşılmaktadır ki Türk milletinin beşiği ve deposu olan bu mukaddes ülkenin istikbali pek tehlikeli olduğunu gösterir.
Abdûlkadir
Halk edebiyatı
Cezair Saz şairlerimiz Ekseriyetle serhatlerde, yeniçeri, sipa hi ocaklarında yetiştikleri görülen sazşairlerimizin sahil ocaklarında ve Türk do nanmasında da aynı mühim mevkileri vardır. Bilhassa İstanbulun fethinden sonra, bahrî kuvvetlere fazla ehemmiyet veril mesi ve nihayet 16 ncı asırda Osmanlı İmparatorluğunun, Avrupamn en kuvvet li donanmasına malikiyeti klâsik edebiyata mensup şairlerimizin bile denizciliğe ait manzum, mensur birçok eserler yazmala rını icap ettirmiştir (1). Burada mevzubahsedilen manzume eski Türk donanmasına mensup bir halk şairimizin Cezayir açıklarında vücuda ge tirdiği bir destandır. Afrikamn şimal sahillerinde "Tunus, Tarablus ve bilhassa Cezayir'de,, ki aske rî ocaklarda, harp gemilerinde yetişen ve asırlarca buralarda Türk kahramanlı ğını, Türk an'anelerini terennüm eden [1] Denizciliğe ait eserler hakkında bakınız: Prof. Dr. Köprüliizade Mehmet Fuat: Türkiyat Mecmuası, II,S 500 v* İstanbul Darülfünununda Türk edebiyatı tarihi derslerinde «16 ncı ve müte akip asırlarda Anadoluda Türk edebiyatı tarihi > uotlan...
sazşairlerimizin Cezayir harplerine, müda faalarına ve o devir hayatına ait mebzul deyişleri vardır ki bunların mühim bir kısmı bugün neşredilmiş bulunmaktadır: 1) Jean Deny'nin “18 inci asır sonun da Cezayir Türk yeniçerilerinin türküleri,, isimli tetkiknamesinde [2] müteaddit şa irlere ait 28 parça Cezayir türküsü; 2) Prof. Dr. Köprülüzade Mehmet Fuat Beyin Türkiyât Mecmuasında kaydettiği[3) “Benli Ali„ , “Nakdî,, , “Mağriplioğlu,, , “Kara Hamza,, atlı şairlere ait deyişler; 3) Dr. Giese’nin “Anadolu Halk ede biyatı numuneleri,, nde münderiç Cezayir® ait manzumeler [4]; 4) Ahmet Kutsi Beyin Halk Bilgisi mecmuasında [5] neşrettiği ve içlerinde “Çırpanlı,, , “Armutlu,, , “Kulçulha», “Geda Muslu» gibi 16 ncı asırda yaşamış şairlerin deyişleri de bulunan muhtelif Ce zayir sazşairlerine ait şiirler; [2] Köprülüzade M. Fu-.t Bey tarafından tenkidi makalesi. Türkiyat Mecmuası; Cilt: 2, S. 612. [3] Aynı makale S. 5İ6 ve müteakip. [4] Bu man umeler Jean Deny’in tetkikna mesinin sonuna zeyil olarak alınmıştır. [5] Hulk Bil» isi mecmuası, cilt ı , S. 126 j6} Sayı: 8-11,
Sayfa : 78
ATSIZ MECMUA
S) Ve Adana Memleket gazetesinde [6] Elif - Ha imzasıyla bir seri halinde yazılan makalelerde yine «Kara Hamza», «Mağripli-oğlu» , «Benli Ali» gibi şairlere ait Cezayir destanları (iki tanesinin kaili meçhul). Halk edebiyatımızın her hangi bir sahasında ele geçen mahsullerin aslına nisbetle henüz çok eksik olduğu düşünü lürse Cezayire ait şiirlerin bunlardan daha ne kadar fazla olması lâzımgeldiği kolay ca tahmin oluı abilir. Bütün bunlar Aftıkanın şimal sahille rinde bir zaman nasıl çok zengin bir Türk edebiyatının yaşadığını; asırlarca bu uzak serhatlerde Türk an’anelerinin nasıl hâkim olduğunu; Büyük Barbaros, Murat Reis gibi kahraman Türk denizcilerinin şahsiyetleri etrafında nasıl destanlar teşekkül ettiğini açıkça göstermektedirler! Cezayire ait deyişlere ekseriya Anadolunun, Kümelinin muhtelif sahalarında tesadüf edilmese de bu şiirlerin bütün Türk memleketlerinde muhtelif vasıtalarla in tişar ettiğini, sevilerek okunduğunu gös teriyor. Bizim, içinde daha ziyade Rumeliye ait mahallî halk şiirleri, hikâyeleri bulu nan bir mecmuada tesadüf ettiğimiz, fakat son mısra veya kıt'alaruun eksik liği münasebetiyle şairinin adım öğrenemediğımiz bir destan da bu hâdiseye kuv vetli bir delil olmaktadır ki elimizde bu lunan mecmuadan-yazılışındaki şiveyi muhafaza ederek naklediyoruz: Yaz gelince gemilerim yağlan ur Güz gelince tersaneye bağlanur Cezayirde koç veğitler eylenür Tunus Taıabulus sultan Cezayir Bir kuşcağız geldi kondu serene Selâm edin eşe dosta yarana Bir mısır haznesi kara diyene Tunus Tarabulus sultan Cezayir Bir kuşcağız geldi kondu tekene ö te öte kara bağrım tükene
Sayı : 4
Koç yeğitler arzu çeker vatana Tunus Tarabulus sultan Cezayir Cezayirin sağ yanında üç top atdur Şiddetinden aylar günler tutulur Sarı saçlı kızlar yesir satılur Tunus Trabulus sultan cezayir Gemilerim birer birer çekdim adaya Sığınalım yaradana hüdaya Cezayir bekçisi Veli Dedeye Tunus Tarablus sultan Cezayir Demür atdım halatlarım çürüdü Yüreğimde yağ kalmadı' eridi On bir ay diyince dağlar göründü Aman mevlâm nasip eyle karayu İbtida karayu sonra sılayu [1] Tunus Tarabulus aultan Cezayir Cezayirin teknesi karanlık anbar Etrafını sorarsan çarkılan çenber Aman mevlâm bizi sılaya gönder Tunus Tarablus sultan Cezayir On bir ay diyince göründü dağlar Uce reis oturmuş dümende ağlar O bir yeğit içinde beşyüz asker eyler Tunus Tarabulus sultan Cezayir Geminin direği çamdır dayanmaz Arkadaşlar gaflet basdı uyanmaz Kara yakın derler kalbim inanmaz Tunus Tarabulus sultan Cezayir Cezayirde üç top atıldı Şiddetinden aylar günler tutuldu Ecel bize mıskal mıskal satıldı Tunus Tarabulus sultan Cezayir Cezayirinde harmanlar savrulur Savrulurda sağ yanma devrilür
[1] Bu İki mısraın, aşağıda görülecek deniz türküsünden buraya alındığı muhakkaktır. Yalnız şiirlerin ayn cönklerde ve ayrı yerlerde bulundu ğunu kaydetmek lâzımdır.
ATSIZ MECMUA
Sayı: 4
Yine Rumeliye ait başka bir mecmu ada da yazık ki şairini öğrenemediğimiz bu destanın tesiri altında kaldığı ve yahut tesiri yaptığı başka bir gemici Türküsüne daha tesadüf ettik: Türkü On bir ay oturdum kardeş bir han içinde Yedi derya geçdim bir gün içinde Yârabbim bize kısmet eyle sen karayı Evvel karayı kardeş sonra sılayı Akdeniz üstünde kardeş zünbüllü dağlar Murad ıreiz oturmuş dümende ağlar Kıral kızl karşısında başını bağlar On bir ay dedikde kardeş göründe dağlar Geminin hanban camdan yüke dayanmaz Arkadaşlarımı gaflet basmış uyanmaz Kalbime ölüm girmiş canım uyanmaz Yârabbim sen kısmet eyle bize karayı Evvel karayı kardeş sonra sılayı Görülüyor ki yine kaili meçhul otan bu türkünün, Cezayire ait destanın birçok mısralarıyla büyük bir benzeyişi, hatta ayniyeti vardır. Henüz yelkenli gemiler zamanında ve Cezayir açıklarında uzun bir seyahat esnasında söylendiği anlaşılan destanın bize yazıldığı tarihe ait bir şey anlatma ması zamanını tayin etmenize de imkân bırakmıyor. Yâlnız bazı mısralarda gemi nin adının da Cezayir olduğu anlaşılıyor; bir Cezayir bekçisi Veli Dededen bahso-
Sayfa: 79
lunuyor, ikinci türküde de destandaki Uce reis oturmuş dümende ağlar mısraımn başına Murat Reisin adı konul muştur. Şu halde: Cezayir atlı bir harp gemi si var mıdır ve hangi zamana aittir? Him metinden imdat beklenen Veli Dede ge miye ait bir bekçi midir, yoksaK öprülüzade Fuat Beyin neşrettiği Mağnplı-oğluna ait bir deyişteki Veli - Vali şekillerinde okunan kelime ile bir münasebeti var mıdır? Nihayet, ikinci türküde Murat Reis adının geçmesi, bu türkünün 16 ncı asra ait olduğunu gösterebilir mi? Yoksa bu at destandaki MÜce Reis», yerine gelişi güzel mi konulmuştur ? Ahmet Kudsi Beyin neşrettiği şiirler de adının birçok dafalar geçmesi, Ceza yir türkü ve destanlarının ekseriyetle bu kahraman Korsan - gemicinin etrafında toplandığını gösteriyor ki bu hâdise Murat Reis adının, şiirlerin zamanını tayin için, kuvvetli bir delil olmak imkânını bırakmıyor demektir. Her halde Fuat Be yin de kaydettiği veçhile bunların halli ve destanın zamanının tayini Cezayir ta rihine ait menbalann tetkiki ile kabil ola caktır. Bununla beraber ikinci türküdeki tesiriyle oldukça şöhret kazandığı anlaşı lan bu destanın tamamım ve şairinin adi ni ihtiva eden başka bir nüshanın bulun ması da çok kuvvetle muhtemeldir.
Nihat Sami Erkek Muallim Mek tebi edebiyat muallimi
Sayfa î 80
ATSIZ MECMUA
Sayı s 4
KÜÇÜK YAZILAR Ecnebi m ek tep leri. Memleketimiz de bir yığın ecnebi mektebi var. Bunla rın çoğunu papazlar idare eder. Bilhassa branşız ve Amerikalıların mektepleri hep dinî teşkilât tarafından idare olunur. Bu mekteplere giden talebelerin büyük bir kısmını da Türk çocukları teşkil eder. Gazetelerde sık sık, bu mekteplere giden Türk çocuklarından birinin hiristiyan ol duğuna dair yazılar okuruz. Ve bilmem neden bazı Türk aileleri hâlâ bu mektep lere çocuk vermekte devam ederler. Bu mekteplerin Türk mekteplerine üstün olan hic bir noktası yoktur. Bu mekteplerde yalnız lisan öğrenilir. Fakat buna muka bil papazlar bu mektebe giren Türk ço cuklarının bütün millî ve vatanî duygula rını körletirler. Ve Türk çocukları hırisfiyan olmasa bile dehşetli bir insaniyetperver (?) olur. Ve artık onun için milli yet denilen şey lüzumsuz, çirkin, iptidaî ' bir telekkidir. Fransız mektepleri Fransadan kovu lan papazlar tarafından kurulmuştur. Ba sit bir muhakeme yapalım : Bu mektep ler iyi bir mal olsaydı Fransa bunları ken di hudutlarının dışına atar mıydı? Ohalde neden biz Fransanın artıklarını kabul edi yoruz? Maarif vekâleti yerinde bir kakararla, biraz geç olmakla beraber, Türk çocuklarının ecnebi mekteplerine gitmele rini, ilk tahsillerini yapmadan, menetti. Bu karar yarımdır ve ancak fransız ve amerikan mektepleri Türkiye hudutlarının dışıtaa atıldığı zaman tamamlanacaktır. Türk babaları» Yavrularınızın türklük için ebediyen kaybolmasını istemiyorsanız çocuklarınızı bu mutaassıp ve cahil papazların elii},e bırakmayınız. Bırakırsa nız memleketinize ihanet etmiş olursunuz. B eden terb iy esi. Bugün artık ço, cuk ailesinden çok cemiyetin malıdır. Mekteplerde yalnız malûmat veren değil aynı zamanda terbiye veren birer mües
sesedir. Terbiye yalnız manevî sahada kalmaz. Maddî terbiye, yani beden terbi yesi de lâzımdır, Hatta beden terbiyesi yavaş yavaş ötekini geride bırakmakta dır. Türklüğe sağlam, kuvvetli ve çalış kan fertler lâzımdır. Sıhhati yerine olmıyan insanlar, kıymetlerini yan yanya kay bederler. Gazeteler önümüzdeki yıldan başhyarak mekteplerde her sabah jim nastik dersi yapılacağını yazdılar. Bu karar yerindedir. Fakat acaba buna imkân var mı? Bunun için her mektebe yüksek tahsil görmüş beden terbiyesi hocalan lâzımdır. Bazı kalabalık liselerde birden fazla ho caya ihtiyaç vardır. Çünkü bir hoca hiç bir zaman 600 talebeye birden jimnastik yaptıramaz. Maarif vekâleti! eğer bu ka rarını tatbik edecekse hiç vakit kaybet meden, kapatılan beden terbiyesi kursunu tekrar açmalı ve hatta burasını yüksek bir mektep şekline sokarak buradan mem leketin ihtiyacına yetecek kadar beden terbiyesi hocası yetiştirmelidir. Ondan sonra bu hocalar mekteblere dağıtmalıdır ki her sabah mektepte birer saat bütün talebeye jimnastik yaptırsın... Mektepler de ders olarak birinci safı beden terbiyesi tutmalıdır. Ve bunun yanında da güreş gibi, kılıç gibi, biniciUk gibi millî sporlar bulunmalıdır. Asker bir milletin çocukla rına ancak böyle yetişmek yakışır. Ecnebi dil m eselesi. Eskiden, ilk mektebin ikinci sınıfından başliyarak fran sızca da okutulurdu. Şimdi ilk mektepler de fransızca okutulmuyor. Ecnebi lisanı orta tahsil devresinde yaptırılıyor. Halbu ki bu kadar mesaiye rağmen talebe lise den «»nebi bir dil öğrenerek çıkamıyor, öyle talebelez var ki kaç yıl ecnebi dili okuduğu halde ancak hecelemesini biliyor. Çünkü meselenin yanlış olduğunu hocalar da biliyor ve ekseriya onlar da derslerine ehemmiyet vermiyorlar. Ecnebi lisanı ihti yacı ancak darülfünunda duyuluyor. Bunun
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA
için ben diyorum ki maarif vekâleti lise lerden ecnebi lisanını kaldırsa da darülfü nuna ihzari bir sınıf eklense ve bu sınıf ta sadece lâzım olan ecnebi dil okutulsa ve talebe bundan sıkı bir imtihan geçirse daha iyi olmaz m ı? Liselerde iken ekse riya talebe ilerde hangi mesleğe girece ğine dair bir karar vermiş olmadığı için hangi ecnebi dilin kendisine lâzım olaca ğını kestiremiyor.
Sayfa: §1
Hele artık hiç bir sahada hiç bir işe yaramıyan çürük fransızcayı bırak mak zamanı gelmiştir. Edebiyat ve tarih talebelerine almanca, rusça, arapça, acem ce; doktorlara almanca, İngilizce; fencilere almanca, İngilizce öğrenmek şüphesiz da ha lâzımdır. Fransız milleti tereddi ettikçe Fransız kültürü de çürüyor. Türk çocuk larının kafasını çürümüş bir kültürle yor makta mana var m ı? irkil
Basılmamış Bektaşi Şiirleri Sinop ve muhitine ait halk bilgisi araştırmaları esnasında elimize yirmi ka dar cönk geçti. Bu cönklerde, maruf saz ve bektaşı şairlerinin perakende birçok şiirleri yazılı olduğu gibi ancak eserleriyle tanıyabildiğimiz bir hayli halk şairlerinin de -henüz ekserisi basılmamış olan- man zumeleri mukayyettir. Bu şiirlerden bazıları, zümre farkı nazan dikkate alınmaksızın, bir iki yerde tarafımızdan ve bir kaçı da iki muhterem müdekkikin çıkardığı kitaplarda neşredildi. Ahiren, bu geniş ve zengin edebi malzeme arasından “Bektaşi edebiyata„ na dahil olanlarını ayırarak bunları olduğu gibi neşretmeği düşündüm. Şukadar ki, ayırdığım bu yüzlerce bektaşı nefesinden bugün, bir kısmı basılmıştır. Fakat, bir çoklan -görüleceği üzere- henüz basılmış değildir. Bununla beraber, matbu olanlarla da, bizde mevcutbulunanlar arasında bazdannda kaili ve birçoklarında nüsha itibarıyla, dikkate şayan farklar vardır. Bu noktai nazardan, basılı olanları da karşılaştırmak ve bütün farkları göster mek suretiyle tamamen neşretmek muva fık ise de, bu takdirde iş daha çok geniş lemiş, büyümüş olacağından bunu âtiye bırakarak şimdilik basılı olmıyanlann neşrini iltizam ve bunun için de şu esas dairesinde hareket ettik. Malûm olduğuüzere, Bektaşilik ve edebiyatına dair bir takım eserler neşre dilmiştir. Bunlar Arasında Sadettin Nüzhet B. in muahharen çıkardığı “Bektaşi şiir leri,, bu zümre edebiyatının, hemen hemen,
bütün neşriyatını ve ayrıca kendi topla dıklarından bunlarda bulunmıyanları ihtiva etmektedir. Şu hale nazaran, muhterem arkadaşımızın bu eseri, şimdiye kadar basılmış olan bektaşı şiirleri için elde bir esas mahiyetini haiz demektir. İşte birim, bu vadide, neşretmeğe başladığımız şiirler Sadettin B. in mezkûr kitabında mevcut olmıyanlardır. Bu neş riyat silsilesiyle, aynı zamanda daha bir takım bektaşı şiirlerinin mevcudiyetini ve ayrıca meselâ; Bosnavı, Perişan baba, Misali, Ruhi v.s. gibi şairlerin de Sadettin B. in kitabında münderiç bulunmıyan, fakat bizde mevcut olan, bazı manzumelerini de ortaya koymuş oluyoruz. M. Ş a k ir I Fakr-i halden gönlümü abâd kılan bektaşulır Hırkapûş oimuş ve lâkin kâm alan bektaşıdır Zeynet-i ı ünyayı terketmiş abâpûş gördüğüm Nâr-i aşkullahla daim yakılan bektaşıdır Var mıdır dersin haberdar her oyundan cüz’ice Oyuadır hem kendi oynar çok oyunbazdır hoca Oynanılmış bir oyundur âlem oynar böylece Hem haberdar her oyundan oynayan bektaşıdır Oer harabatı yüzünden görseler derler deli H iç demezler sahibi var Hâcı Bektâş Vt li Mazhar-i cûd ü hakikat andadır sırr-i Ali Batman Leylâ için Mecnûn olan bektaşıdır Sakınıp ta'netme cânâ devrişe eyle hazer Kalbimin her kuşesinde sırr-i Feyzullah gizlidir Sırr-i esrâr-i Alîden gûş eden varsa eğer Sırr-i sır ile o sim sakhyan bektaşıdır Nutk-ı piri «Nâimî» dinle cânâ sen de bil Oerçi bizi ta’nederler sen ona olma dil Taş atan bizdendir amma attıran bizden değil Sen bilirsin bahr-i ummana dalan bektaşıdır [ Bitmedi ]
Saylat 82
ATSIZ MECMUA
________
Sayı: 4
TOPAL Ey saçları ttalâgarson„kesik hanım kız Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız! Bacağımla alay etme pek topal . Bir sorsana o topallık nerden hediye? Sen Şişlide dansederken her gegündüz; Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık; Siz salonda dansederken bizler vavaştık. *
* «
Ey dudağı kanım gibi kıp kırmızı kız, Gülme öyle bana bakıp sen arsız arzız. Olan işler dımağmı azıcık yorsun! Biliyorum elbisemle eğleniyorsun; Biliyorum baldırını okadar nazla Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla Benim bütün ... Hattâ Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben Neyim? Bir h iç.. işe güce yaramaz, ... Sen sağlamsın, senin hakkm, dünyadan zevkal! Çünkü orda yunanlarla boğuşurken biz Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!
..
* *
Ey gözünün rengi bana yabancı güzel, Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel! Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün Yapıyorduk biz de kanla bantla . Sen o sıcak odalarda cilveli, mahmur Dolaşırken... Biz de tipi, fırtına, yağmur, Kar altmda kanlar döktük, canlar yıprattık; Aç yaşadık, susuz kaldık, taşlarda . Sen açılmış bir bahardm.. Biz kara kıştık; Bizden üstün ordularla böyle ça... U ¥ ¥ Gülme öyle bana baktp pek, arsız arsız Sen ey dışı güzel, fakat içi çamur kız!
Sayı: 4
ATSIZ
Sayfa: 83
MECMUA
ASKER Sanaharfi haykıranı, mecbursun, dînle; Bugün hesap göreceğiz artık seninle: Ben cephede geberirken, geride vatan Afkı ile bin belâlı işe can atan Anam, babam, karım, kızım eziliyorken Dağlar kadar yük altında... Gel, cevap sen Bana anlat, anlat bana siz ne yaptınız? Köpek gibi oynaştınız, fuhşa taptınız! Ana vatan boğulurken kıpkızıl kanda Yalnız gönül verdiniz siz zevke, *
* *
Ey nankör kız, ey fahişe unutma şunu: Sizin için harbederken yedim kurşunu. Onun için topal kaldı böyle bacağım, Onun için tütmez oldu artık ocağım. Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda; Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız, Bu amansız boğuşmada öldü yarımız... Ya siz nasıl Bizim kanımız Size şarap oldu sanki... Şehit canımız Göya sizin mezenizdi! Yiyip içtimiz; Zıpladınız, kudurdunuz arsız, edepsiz!.. Gerçi salonlarda senin “Yıldız,, dı adm, Hakikatte fahişesin ey alçak kadın!.. Ey allıklı ve düzgünlü yosma bil şunu: Bütün millet öğrenmiştir senin . Omuzunda neden seni füzull çeksin ? Kinimizin şiddetiyle gebereceksin!.. A tsız
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA Halk
edebiyatı
örnekleri:
SAFRANBOLU
MANÎLERİ Topliyan:
A. Baha
Gün doğuya meşedeen [1] Yâr geliya koşedeen Reengini gulden âmış Goxuyu [2 ] menefşedeen
Düş de gör âh düş de gör Hayalda gör düşte gör Düşenin dostu ömaz Hele bi yol düş de gör
Dengiz [3] üstü daxbmız Yok yârdan heç baxtunız Sen oda gâl ben bûda Böyle miydi âxtımız
Gece uzun ay batmaz Derdi çoklâ hem yatmaz Cân-ü-dilden yâr seven Âşığını ağlatmaz
Ezircandan Kemaitan Öldüm gan ağlama xtan Dalda yaprak galmâdı Yarama bağlamaxtan
Axşam oldu neyleeyin Goynümü nasıl eyleeyin Veren galasu [1] yatak Senü yarsuz neyleeyin
Üzüm godum sepede Yâr oturû depede Yenile [4] bi yâr sevdim Şan olduk melmekete
Pençerem bağa garşu , Oturdum dağa garşu Ne seenden habar âdım Ne de dindü goz yaşu
S
Zeytun yaprağım dökmez Muhabbet candan gitmez Gözü yârda olamng Başı gavgasuz geçmez
Keremid parçalan Geyee alacalan Severüm gozelleri Darulu gocaları
Dağlâ dağlâ ah dağlâ Bağrı dumannı dağlâ Bi deerdımi söyleseem Gün duru bulut ağlâ
Ay doğâ dağistandân Gün doğâ gülistandan Bana yâr bâşiş veedi Otuz iki bostandân
Bülbülüm bağ gezerim Âşıktm dağ gezerim Yüz yeede yüz yârem vâ El sanû sağ gezerim
Garşu depe gar imiş Günden güne erimiş Gizin goynü olunca Ana buba ne imiş
[1] Yanyana iki tane « e » harfi [ee] , uzun okunacağına alâmettir. [2] «x» harfi «k» ve *h» arasındaki eski «£» harfidir. [5] <ng» harfi sağır nündür «İ!». (4J Yeniden
[l] Viran kalası
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA
Sayfa; 85
Hikâye
Erkek, Kız Erkek, korkunç hayat sarsıntıları altınerkeği dinliyor.. Gençlik tezcanlıdır... ve.» da yorgun; Kız, bahtiyarlık ve hürriyet gönüllerinde uyuyan yılanlar başkaldınyor« r S y a la rıy la *** sarhoş... Er Gece... Et kek, yüzünün rafta ağaçla Borraa.. çizg ilerin d e rın dallarını Borra.. Buzlar üstünden sağnak Borra.. okşıyan sinsi hayat tecrü Kardeş millet avlıyor soğuk . Horra.. belerinin v e rüzgâr... ö te * hayat ihanet de b e r i d e * * ötüşen kuşlar lerinin izleri Kanma ey T ü r k .Düşmanı dost bellemekten sakın: ve böcekler... ni saklıyor; Millet değil bir tek fert bil ki yok Türke yakın. Gökte ay ışıKızın parlak Gök gürliyen sesinde mırıltılar ğı...Ve *•«Yanbakışlarında Sen kara tarihte hep şimşek çakan nesilsin. yana erkekle te cr übesi z i Haykır... Gürbüz sesinle dağlara çık ta haykır.. kız... E ğ e r fte ürkekliği mevsim ba Saltamût yık, saray kır, ordu mahvet alay kır. * har ve vakit ve macerala* * gece olursa... r ı n hasreti Kardeşiz der o millet yağız arpanı altr; Eğer sinsi var... Erkek Çamuru ekmek sanan çocukların aç kalır. rüzgâr yap yirmi beşinde Fenleriyle yavrunun dondurur gözyaşını, raklarla fısılve cesur. Kız Billurdan döktürürler sarayların taşını, daşırsa... Eğer yirmisini bi Masum karın ukandil„degöz nurunu dökerde kuşlar ve bö r a z geçmiş cekler öter Bir nazlı oya işler, yaratır bir al perde; v e fettaıv.. ken gökte ay O gök gözlü çaylaklar kapar da o perdeyi v e ... Mevsim parlarsa ••• Ve K ızıl abajur takar bir orospu gerdeği... b u dekorun bahar... * * * ortasında bir İşte onlar Haykır.. Gürbüz sesinle dağlara çık ta haykır. genç erkekte böyle karşıSaltanat yık, saray kır, ordu mahvet, alay kır. bir genç kız laşıy or la r. . . Gök gürliyen sesinde mırıltılar ezilsin.. yanyana bu Erkek, kızın lunursa««• On Sen kara tarihte hep şimşek çakan nesilsin: gözlerinde bir Yüksel de K af Dağına, göklere yaz: uBen vartm; lar ne konu cennet görü Türküm ezelden varım; Türküm ezelden varım,,, şur?.. yo r. . . K ız İşte bunlar * #* erkeğin sert da onu konu Borra.. Buzlar üstünden sağnak geliyor. Borra.. şuyorlar... Er yüzünde b i r Yurdumun Tunç göğsüne çarpıp sönüyor; Horra.. kek : “ Seni masal şehza N ihat Sam i seviyorum » desi arıyor... sssssssssssgs diyor... K ız: Bak ış ıyo riar ve geçiyorlar. Erkek, başkalarından hep “Bu sizin herkese söylediğiniz sözdür» kızı işitiyor... Kız, arkadaşlarından hep diye cevap veriyor... Erkek ağır basıyor;
Sayfa: 86
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA
“Nişanlanalım!».. Kızın cevabı daha kes kin çıkıyor: “Ben seni sevmiyorum kil».. Erkeğin karşılığı kıfıç gibi iniyor: “Sev miyorsan bu vakit benimle burada niçin bulunuyorsun?».. Kız susuyor... Erkek te susuyor... Yaramaz kuş yoruluyor ve tembel böcek uykuya dalıyor... Ay... O, butun esrarı biliyor... Ay her şeyi görüyor... Fakat ay naziktir... Ve, kendi fazlalığını anlıyor: Bulutun arkasına çekiliyor... Erkek kıza bakıyor: Bir ilâhe gibi güzel... Kız erkeğe bakıyor: Bir masal kahramanı gibi yakışıklı... Karanlık suç lan gizler... Çirkinlikleri örter... Karan lıkta herşey güzeldir... Çirkin güzel olur... Güzel, çok güzel olur... Ve eğer gönül lerdeki yılan başkaldırmışsa... Ve başlar dumanlıysa karanlıkta bir kız çabucak ilâhe olur ve erkek tanrılaşır... İşin doğrusu nedir? Erkek kızı sevi yor mu?Kim bilir? Kız erkeği seviyor mu? Kim bilir? Erkek kızı niçin buraya çağır mıştır? Bilinmez ki... Kız neden buraya gelmiştir? Anlaşılmaz ki... Öyleyse her şeyi bilen aya soralım... O, “İkisi de sevi yor» diyor... *
** Ay bulutun arkasmdan çıkmıyor... Ya ramaz kuş yorgun... Ve tembel böcek hâlâ uykuda... Erkek kızı kollarından tutarak yavaş yavaş söylüyor: “Sen de beni seviyorsun... Sevmesen buraya gel mezdin... Bir genç kız, sevmedikten sonra kendisini bu kadar tehlikeye atamaz... Sen benim olacaksın... Benim hayat arka daşım olacaksın... Yalan mı?„... Kız susuyor... Çünkü şu dakikada çok zayıftır... 'Müthiş gururuna, inadına, iradesine rağmen şu dakikada dilinin ucunda bir şey dolaşıyor... Ve... Bu gece de... Bu ağaçların ortasında... Bu erkeğin yanında... “Evet! Bende seni seviyorum» dememek için kendisiyle korkunç bir mü cadele yapıyor... Gece... Sinsi rüzgâr... Bulutların arkasında uçan ay... Erkek... Ve kız...
*** Erkek kızı seviyor... Fakat niçin bu kadar çabuk itiraf ediyor? Çünkü erkek yalansızdır... Ve... Hayat kısadır... Neti celer çabuk alınmalıdır... Kız da etkeği seviyor... Fakat niçin sevdiğini söylemiyor? Niçin erkeğin teklifini kabul etmiyor? Çünkü kız fettandır...Âşkı -yani aldatmak, zehirlemek, yalvartmak ve öldürmekten ibaret olan yalancı aşkı - tatmadan teslim olmak istemiyor... Çünkü erkek yuvanın erkeğidir ve kız aşkın kadını... *
** Erkek gecenin, kızın ve sevginin güzelliği altında yorgun... Kız hayattan sarhoş ve erkeğin önünde bitkin... Hâlâ karşı karşıya duruyorlar... Kızın iradesi artık eriyor... Bir dakika sonra o da itiraf edecek... İşte etmek üzere... İşte... Fakat her şeyi bilen ay, buna razı olmuyor... Birdenbire bulutun arkasmdan çıkıyor ve ışığını kızın gözlerine akıtıyor... İki ışık birbirine karışıyor... Çapkın kuş tekrar ötmeğe başlıyor... Uyanan tembel böcek yine söyleniyor... Ve... Kızın zâfı bir anda kayboluyor... Erkek ve kız aynı zamanda farkına varıyorlar ki erkeğin elleri kızın yü zünü tutmuş ve kendisine yaklaştırmış tır... Kız erkeğin ellerini tutuyor... Yüzün den uzuklaştınyor... Ve erkek hiç birşey söylemeden hiçbir mukavemet gösterme den buna itaat ediyor... Yalnız... Beş da kika önceki bir şeyi soruyor: “Niçin?»... Şimdi hâkimiyet kızdadır ve erkeğin iradesi kızın elinde bir lâstik bağdır... Gü lerek: “Çünkü ben nişanlıyım» diye cevap veriyor... Ve... Erkek sarsılıyor... *
*« Erkek sarsılıyor... Bu kız sahiden nişanlı olabilir mi olamaz mı, bunu düşü nemiyor... Yalnız “Kim bu bahtiyar?» diye soruyor... Kızdş cevap yok... Yalnız, kudretli gözlerini ona dikiyor... Bu göz lerde erkeğin kalbini okumak istıyen bir ışık ve erkeği kıvrandırmaktan doğmuş
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA
bir gurur var... Erkek susuyor.. Kız gü lümsüyor... Kuş ve böcek onların pek yakınına kadar gelerek dinlemeğe başlı yor... Ve ay, gözlerini ikisine dikmiş, merakla maceranın sonunu bekliyor... Rüzgâr duruyor... Yalnız gözlerde ve gönüllerde olan korkunç bir boğuşma... Erkek düşünüyor: Kızı büsbütün bıra kıp gidebilir mi? Hayır! öyleyse ne yap malı? Kafasını yoruyor... Bir çare arıyor... Ve kıza teklif ediyor: "Seninle kardeş olalım!,,.. Kızın gözlerinde bir şahlanış var... Kabul ediyor... Ve erten gün ant la, yeminle kardeş olmağa karar veriyor lar... Erkek sarsılmıştır... Kızın sesi sertle şiyor... Gözleri yıldınmlaşıyor... Ve ayın merakla beklediği sözü söylüyor: "Söyle diğin kadar sevseydin hiç kardeşliğe razı olur muydun?M... Erkek engin bir şiir dinlemiş gibi ürperiyor... Ve kız büsbütün şiirleşiyor... Erkek şaşkm...."Fakat sen nişanlısın» diye mırıldanıyor... Kız: “Seven için bu bir engel midir?» diye cevap veriyor... Ve... Erkek çileden çıkıyor... Erkek bitkin... Kız yorgun, fakat ■evinçli... Erkeği kamçılıyor... İstiyor ki cesaretini işittiği erkek yine cesur olsun... Ve...... Kendisini esir etsin... Erkek teklif ediyor: “Peki, diyor bu son görüşmemizdir. Beni yalnız bırak madan önce bana bir hâtıra ver. Bu hâ tıra senin saçlarını öperken duyacağım baygınlık olsun!»... Kız, fettan cevap ve riyor: "Benim saçlarımı ancak hayat arkadaşım olacak erkek öpebilir»... Erkek yeniden sarsdıyor... Peki, diyor, öyleyse sana son defa olarak elimi uzatıyorum. Vereceğin elini dudaklarıma götürmeye müsaade edeceksin değil mi ?» ... Kız kahpeleşiyor: "Benim elimi ancak hayat arkadaşım olacak erkek öpebilir... Hatta... Benim ayaklarımın altında ölmek saade ti de yine, ancak ona aittir!»... Erkek kızıyor... Kızı kendisine doğru çekiyor... Baçlannı öpüyor... Fakat kız çevik ve
Sayfa: 87
kuvvetlidir... Erkeğin elinden kurtuluyor... Koşarak gidiyor... Ve erkek... Dönemeçte kız kayboluncaya kadar ona bakıyor... Bakıyor..! *** Kız, artık onun yanma hiç gelmiyor... Fakat onu kıskandırıyor... Erkek onun yanma hiç gitmiyor... Fakat kıskanıyor... Kız heyecandadır ve erkek düşüncede... Fakat hayat kısadır... Kat’î neticeler çabuk alınmalıdır... Va' nihayet onlar yine karşı karşıya geliyorlar... Bir bayram günü.,. Herkes gezip tozmada... Bunlar niçin böyle kapanıp kalmışlardır ve bunları karşı karşıya getiren sebep nedir? Bilinmez... Fakat onlar karşı karşıyadır Ve kızın fettan lığı, erkeğin cüretkârlığı son dereceyi bulmuştur... Kız soruyor: “Niçin o gece ben müsaade etmeden öpmek istedin?» Erkek küstahlaşıyor: "öpm ek istedim değil.,, öptüm... Ve senin müsaadenin ehemmiyeti yok!»... Kızı öfke basıyor ve haykırıyor: “Yalan yere bir kızı öptüm demek alçaklıktır!»... Son söz erkeğin yüzünde gürlemiş bir yıldırımdır... Ve artık kızın fettanlığı Ölmüş, erkeğin cür etkârlığı meydanda tek başına kalmıştır... Erkek kıza bakıyor ve hiç kızmadan söylüyor: “İşte sana haber veriyorum... Seni öpeceğim... Hiç bir erkek hiç bir kıza önceden öpeceğini söylememiştir... Fakat ben sana erkekçesine haber veri yorum... Seni öpeceğim... Kendini koru!»... Ve erkek ağır adımlarla kıza doğru yürü yor,.. Kaçmaya teşebbüs eden kızı yakalı yor... Mukavemetini kırıyor ve onu .doya doya, kana kana öpüyor... Erkekte bir sarhoşluk... Kızda eksilmiş bir şey var... Ve kız bir masaya kapanarak hıçkıra hıçlura ağlıyor ••• Erkek soruyor: "Yine benim olmıyacak mısın?».. Kız kaplanlaşıyor ve cevap veriyor: “Hayır!,,.. Erkek eğleniyor: “Ni şanlına böyle mi gideceksin?».. Kız yenil-
Sayfa: 88
ATSIZ MECMUA
Sayı: 4
iniştir ve cevabı perişan oluyor: “Ben hiç bir erkekle hayatımı birleştirecek deği lim !„... Erkek kızı seviyor... Onu kendisiyle birleşmeye mecbur etmek istiyor... Kız da erkeği seviyor... Fakat kız gururludur ve İnatçı... Kendisine yenilen erkekten nefret eder... İstemez... Kendisini yenen erkeğe kin bağlar... Onu da istemez... Öyleyse nolacak?.. Bunu ay da bilmiyor...
parlak bahar geçendir.. Çapkın kuş yine şakıyor.. Tembel böcek yine ötüyor.. Sinsi rüzgâr anriardatıberi bitiremediği sözünü yapraklara yine fısıldıyor.. Ve*.. Lâcivert boşlukta ay.. Kız, erkeğin ev lendiğini aynı gece haber alıyor... Birden bire bir değişiklik... Pişmanhk mı? Kim bilir? K oşarak. yatak odasına çıkıyor... Kendisini yatağına atıyor.. Ve başını yastıklara gömerek ağlıyor, ağlıyor..
* e «
Ay bakıyor.. Ve y a u başında kendi sine MBu nedir?N diye soran yıldızın kula ğına eğilerek ona anlatıyor: “Erkek onu unuttu.. Fakat kız hâlâ seviyor!..»
Zaman yürüyor... Erkek kızı yene medim sanıyor... Halbuki erkek kızı yen miştir... Kız yenildiğini biliyor. Fakat bunu kendisine bile itiraf etmiyor... Hayat kısadır... Neticeler çabuk aluımalıdır... Ve takıntılar insanı yürümekten akkoymamalıdur... Erkek kızı unutuyor... Başkasını sevi yor ve onunla evleniyor.. Bu yine aynı
Yıldız, adaşı olan kızın felâketine şaşırıyor*.. Ve.. Kederinden, hızla koşa rak karanlıklar içinde sönüyor... Kızın yıldızı sönüyor... r.
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 89
Alman Darülfünunlarındaki Vak’alara Dair Temmuzun ilk günlerihde Alman Darülfünunlarında, bilhassa Kolonya, Münih ve Hamburg'da, hatta Berlinde sokak halkının da karıştığı bir takım iğtişaşlar oldu. Kiyelde Faşist bir talebe sevilmiyen bir Profesöre pis kokulu bir bomba attı, ve bu Profesörün en büyük cörmü Lahey divanı adaletinin âzası olmaktı. Bu vak’alar rasgele olmuş şeyler değildi, muayyen bir merkezden idare ediliyor gibiydi. Fakat bunun bir merkez den idare edilip edilmemesi haizi ehem miyet değildir, hatta talebenin ekseriyeti bu iğtişaşçılarla ayni fikirde mi, bu da haizi ehemmiyet değildir. Ekseriyet devlette olduğu gibi talebe arasında da sulh ve sükûnet ister, *fakat maksadı mahsus sahibi akaliiyetler tarafından daima harp ler, ihtilâller ve İktisadî felâketler husule getirilir. Her istedikleri zaman muntazam bir Darülfünunun altını üstüne getirmek bu akalliyetlerin iktidarı dahilindedir. Darülfünun idaresi buna ancak ayaklanan talebeyi hep birden çıkararak mani ola bilir. Bu usulün haddizatinde büyük bir zararı yoktur. Alman Darülfünunlarında nasıl olsa lüzumundan fazla talebe var. Fakat bu bir hastalığın ârazını örtmek olur, hastalığı bertaraf etmek değil. Bu hastalık nerededir? Esbabı neler dir? Şifası kabil midir? Hastalık talebeden büyük bir kısmı nın derin suretteki memnuniyetsizliğindedır. Buna talebenin müzmin kırgınlığı da diyebiliriz. Ayaklanan talebe, hatta zahi ren sakin olanlar bile kırgındırlar. Bunlar Çok fazla Darülfünunla olduğu için, vazi yetleri fena olduğu için, Darülfünunlular ve Akademisyenler artık Almanyanın iktsadî, siyasî ve harsî hayatında eski rolüoynıyamadıklan için kırgındırlar. Tahsile % hevesleri olmadığı, yani nefret etme
seler bile hiç olmazsa alâkadar da olma dıkları bir takım şeylerle uğraşmak mec buriyetinde kaldıkları için kırgındırlar. Sevmedikleri şeylerle uzun ve mahrumiyet dolu bir uğraşmadan sonra hatta mevcu diyetlerini bile idare edip edemeyecek lerini bilmedikleri için kırgındırlar. Almanya vaziyetinin bozukluğu, Alman siyasîlerinin rivayet edilen fenalığı için kırgındırlar. Ve nefretlerini bir harpte ve bir ihtilâlde değil de ancak rasgele iğtişaşlarda izhar edebildikleri için kırgındırlar. Bu vak’alara içerlemek manasızdır. Çünkü mesele bur da ahlâkî bir bozukluk değildir, böyle olsa bile bu bir hastalığın çerçevesi dahilindedir ve mesele hakikaten bir hastalık meselesidir. Artık bu hastalık karşısındaki hayre te de bir nihayet vermelidir. Darülfünun lar artık eski oldukları gibi değildir. Onlar Burjuvazinin on dokuzuncu asırdaki inkişafıyla ayrılçınz surette bağlıdırlar. En parlak devirlerini ozaman idrak ettiler. Burjuvazi devrinin sonlarında Darülfüuünlar ve orada okuyanların da ruhî irtibat larının bozulması gayet tabiidir. îlk has talık alâmetleri daha geçen asnn ellinci senelerinde hissedilmeğe başlamıştı ki, ozamanlar Burjuvazi iktisatçı değilse bile harsça zirvesine vasıl olmuştu. Daha ozamanlar Şopenhavr Darülfünunlardan acı acı şikâyet ediyordu. Mesele bir talebe hastalığı değil doğrudan doğruya bir Darülfünun hastalığıdır. Daha Niçe’de bile şu alaycı cümle vardır: Mİlim... Hakikate karşı güzel bir mü dafaa silâhı!,,. İlmin harp esnasında askerî kuvvetlere, harpten sonra da mazinin kuvvetlerine gösterdiği yardakçılık ve uşaklık düşünülürse Niçe’nin sözleri bir paradoks değil, müthiş bir hakikat olur.
Sayfa: 90
ATSIZ MECMUA
Darülfünunların artık İlmî taharriyatın birer merkezi olmaktan çıkmaları da Burjuvazinin yıkılmasıyla çok yakından alâkadardır. Bütün Darülfünunlar bugün içerisinde hukukçular, teologlar, doktorlar ve muallimler imal edilen tezgâhlardan İbarettir. Ve fabrikadan da fabrika ma mulatından başka bir şey beklenmemelidir. Bugün Darülfünunlardan, profsörlerden ve talebeden manevî harsın merkezi olmala rını talep edenler hayalperestlerdir. Şimdi böyle kafa tutup ayaklanan talebe bile romantik ve batıl bir düşüncenin tesir, altındadır. Çünkü bunların kırgınlığı, bu günkü vaziyeti 1850 deki ile, hatta daha ziyade 1813 deki ile kıyas edince hissetdikleri bir memnuniyetsizliğe delâlet ediyor. Ozamanki şekil umumiyetle kabul edilen ve değişmiyen bir ideal gibidir. Bugünkü Darülfünunun da, ideal olduğu söylenen, böyle olmasa bile ona muhak kak yaklaşmış olan bin sekiz yüz on üç teki gibi olması isteniliyor. Darülfünunlular, romantiklere hasi şayanı dikkat bir ruhî halet ile bu müd det zarfında Almanya, Avrupa ve bütün dünyanın yapmış olduğu siyasî, İçtimaî, harsı ve fikrî tekâmülleri şuurlarından çıkarıyorlar. Bilhassa arzın bu kısmının 1 Ağustos 1914 tenberi daimî bir ihtilâl içinde bulunduğu unutuluyor. Çünkü Almanyanın 1917 denberi geçirdiği safahat bir ihtilâlden başka bir şey değildir. Umumî harp ve onun neticeleri ola rak Avrupa dünya tarihinin kenarına gelmiş ve merkez Bahri Muhiti Kebire intikal etmiştir. Ve Almanya da -Rusyanm Avrupadan ihracı sebebiyle- artık ortada değildir. Bunlar insan iktidarının haricindeki vakıalardır. Bu vakıaların fena tesirlerini görecek olan insanlar için, değişmiyecek şeyler vaki olmuş olduğunu kabul etmek güç olacaktır. Dünya merkezinin değişmesinden bilhassa Almanya, Almanyada da Alman orta tabakası, ve bu orta tabakada da, Darülfünun talebesinden büyük bir kısmı-
Sayı: 4
riı yetiştiren sınıflar ağır surette mütessir olmuştur. Şu halde bu büyük kısım arasında yeislerinin şevkiyle kendilerine yalnız ayak lanmanın faydası olabileceğini zanneden kuvvetti bir akalliyet bulunmasına hayret edilmemelidir, Bunlar okadar tabiî şeyler dir ki bütün bu. işlerde insan hamakatinin şiddetle alâkadar olduğu kabul edilse bile şaşmağa hacet yoktur. Bunun bir ilâcı var mı? Nizamsızlık lara ve tecavüzlere mani olunabilir, ceza verilebilir, zahiren çok muntazam bir Da rülfünun idaresi muhafaza edilebil r. Fakat talebedeki romantizmin kökünü kazımak cesareti gösterilmedikçe havayı değiştir meğe imkân yoktur. Almanyada bu cesa rete malik münferit insanlar görmek mümkündür, fakar onların da kudretleri yoktur. Hiç bir grupta, ne profsörlerde, ne talebede, ne siyasîlerde, ne de iktisat çılarda, vaziyeti olduğu gibi söylemek ve bundan neticeler çıkarmak cesaretgörülmüyor. Belki bu gruplar Avrupada hakikati söylemeği imkânsız buldukları için buna cesaret edemiyorlar. Fakat, bur juvazinin on dokuzuncu asırda oynadığı rolü aıtık asla oynıyamıyacağını, akade misyenlerin ve münevverlerin Almanyada ve Avrupada asla eski mevki ve nüfuzlarını bulamıyacaklarını ve hatta Almanyanın 1871 den 1914 e kadar oynamış olduğu rolü de bir daha asla oynlyamıyacağını söylemek pek lüzumlu bir şey olurdu. Önümüzdeki bin sene Bahri Mu hiti Kebir sahilindeki insanlara aittir. Halk ve Darülfünunlular tarihin bir kerre söylemiş olduğu kudretli sözden neticeler çıkarabilseler birçok üzüntülerden kur tulmuş olurlardı. Avrupada, Almanyada ve Alman burjuvazisinde hâlâ daha yaşamak imkân ları vardır. Fakat bunu geri gelmiyecek surette kaybolan şeylerin peşinde koşarak berbat etmemek lâzımdır. Friedrich Sternthal den nakleden
Sabahattin Ali
Sayış 4
Sayfa: 91
ATSIZ MECMUA
.Fikir hayatı Talebe birlikleri Bizim anlamak istediğimiz mânada birlik, yani isimden ve idare heyeti içtimalanndan ibaret olan, ve arasıra da gazetelerde faaliyetleri veya münakaşa ları hakkında havadisler çıkan teşekküller değil de, unsurlarını hakkıyla etraflarında toplıyan varlıklar, sade nizamnameler ve onların ahkâmıyla tesis edilemez Talebe birlikleri her şeyden evvel bunu bilmek ve unsurlarını etrafında toplıyacak çare leri aramak mecburiyetindedirler. Bu çareler, talebe ananelerini de teşkil ede ceğinden, çok ehemmiyetlidirler. Buğun Istanbulda bir Darülfünun ta lebe muhitinin meydana gelebilmesi için şerait mevcut sayılabilir. Talebe adedi seneden seneye arttığı gibi, bu talebe, yavaş yavaş Darülfünun mahallesi halini alan Bayezitte toplanıyor: Darülfünunun ortasındaki askerî müfettişlik dairesinin talebe yurdu yapılması buna doğru atıl mış bir adımdır. Bugün Darülfünun tale besi, kalabalık halinde de aralarında da imî temaslara ve münasebetlere müsait lir vaziyet alıyor. Artık talebe için, faa liyete geçmek sırası gelmiştir denebilir. Ben, talebe birliklerini kuvvetlendire cek teamüllerin en mühimlerini burada sayacağım. 1— Şarkılar: — Talebe bir araya toplandığı zaman, birliğini anlatacak şar kılara muhtaçtır. Bunların muhakkak, muntazam bestelenmiş marşlar olması şart değildir. Hattâ malûm marşlardan, bu taletp ^eepertuvanna girecek pek azdır. Bunların bir kısmının talebenin kendi bes telediği şarkılar olması mümkündür. Türk talebesi bu itibarla velûttur sanırım. Da ha lisede iken bizim, kendi icadımız bir çok şarkılarımız vardı. Bu şarkıların her nev’i muvaffak olabilir. Maamafi bunların esas temini neş'e ve hayat teşkil etmelidir. Bu şarkıların hepsinin üstünde bir de bütün birliğin müşterek bir şarkısı olma
. lıdır ki bunun güfte ve bestesini birlikler derhal, kendilerinden veya eski arkadaş larından —yalnız bu sanatkârın Darülfünunlu talebe ruhuna malik olmâsına dik kat etmelidir — heveskârlar arasında bir müsabaka ile seçmeleri lâzımdır. Bu şarkı daha ciddî fakat, yine aynı talebe rukunda olmalıdır. Böyle bir şarkıya ne ka dar büyük bir ihtiyacımız olduğunu İstanbula gelen ecnebi talebelerin şarkılarına mukabele için “hamsiyi koydum tavaya,, türküsünden başka bir şey bulamayışımız isbat eder. Bugün, “talebe şarkıları repertuvanna halk türkülerini de sokalım,, diye bir tek life hacet kalmıyor. Çünkü bu hayat dolu nağmeler yavaş yavaş talebe muhitini is tilâ ediyor. Anadolunun her köşesinden gelmiş arkadaşlar, sonra konservatuvann neşrettiği halk musikisi plâkları, türkü* lerden en güzellerini, en canlılarım, bun lara en fazla teşne olan gençlerin arasına sokuyor. Ben, birkaç sene evvel bu türkülerin birçok arkadaşlar tarafından istihfaf edildiğini bilirim. Bugün, hepsi seve seve bunları çağırıyorlar. Mamafi, halk musiki sitalebeye daha birçok mal zeme verebilir. 2 — M erasim ler — Talebenin ken dine mahsus günleri olmalıdır. O günler de, bütün gençler, hatta lise talebelerini de — seyrici sı âtıyla da olsa — kendi eğlencelerine iştirak ettirerek, merasimler yapmalıdır. Hayatlarında samimî kütle he yecanını duymuş olanlar büyle içtimalann kıymetini takdir ederler. Bu içtimalara, talebeden ve talebe düşüncelerinden baş ka bir şey katmâmak hususunda titiz ol* mak icap eder. Böyle günler talebeyi sırf talebe olduğu, istikbali müphem, ve bina enaleyh az çok aynı büyüklükte, aynı kıymette emellerle dolu bulunduğu, Mek-
Sayfa: 92
ATSIZ MECMUA
kenin etrafında toplanan müminler gibi, o an için zenginlik fakirlik farkı bile kalmadığı için toplıyacaktır. Böyle mera simleri masrafsız yapmak, eğlencelerin ve heyecanın sarfedilen para ile değil, içten gelen ve yaşamak, her şeye rağmen ya şamak arzusuyla, hayat aşkıyle mütenasip olmasını temin etmek lâzımdır. 3 —G e z in tile r — Ufak gezintiler talebeyi bir arada eğlendirmek, büyükleri ise, bundan başka bir de talebeye bilme diği yerleri göstermek itibarıyla mühim dir. Talebe gezintilerini — küçük olsun, büyük olsun — kısa bir zaman için ya pılmış olanlarında talebenin kendisine olan faydalardan başka, nihayet bir de gezilen yerlerdeki muhtelif zümreleri ta lebe zümresine sevgi ve alâka ile bağla maktan başka bir şey beklemek doğru olmaz; bunlara çok defa, “tetkik seyaha ti,, süsü verildiğini görüyoruz. Bu, kendi kendimizi kandırmaktır. Sanki talebenin tetkikten başka şey için gezmesi günah mış gibi, tertip edilen birçok gezintilere bu damgayı vuruyoruz. Tetkik uzun ve muntazam mesai ile olur. Bu bir ayrı program ister. Memleketi tetkik ve köy lüyü terbiye ve terfih çareleri hakkında, Dr. Halil Fikret Beyin “Hız,, gazetesinin 4 üncü Sayısındaki “Yığın sevgisi" adli makalesini tavsiye etmekle iktifa ede ceğim. Kısa müddetli gezintilerin vereceği iyi neticalerden biri, gezilen memleket halkını talebeye mânevi bir bağlamaktır demiştim. Bu bilhasse bazı ecnebi mem leketlerine yapılan seyahatlerde nazarı itibare alınmalıdır. Komşu memleketlere giden Türk talebenin herşeyden evvel dü şüneceği şey, oralardaki Türklerle temas tır. Yunanistana seyahat eden Türk hu kuk talebesi Atinayı ziyaretle iktifa etti. Garbi Trakyadaki Türkleri gürmeğe git medi. Bu hususta, her tatil, akın akın Trol'ü ziyaret eden, dağlı kardeşlerine mânevi yardımlarım durmadan akıtan Alman talebesi bize nümune olmalıdır. Bunun, topraklarımızın haricindeki bizim harsımızla, bizim lisanımızla yaşamaların dan duyacağımız mançvî zevkten başka, Türkiyenin istikbali için amelî neticeleri de vardır. Türk topraklan haricindeki Türkleri daima bize yakın tutmak, büyük
Sayı : 4
kısmı bomboş duran, ve insan bekliyen topraklarımıza, kardeşlerimizi celbetmek nüfusumuzu arttırmak için en iyi çaredir, Bilhassa bugün, bu memleketlerin bir kısmının vaziyeti, bu Türk ekalliyetlerini bizimle münasebetlere karşı gayet müsait tutmaktadır. Binaenaleyh Türk talebesinin ecnebi memleketlerde yapacaklara seya hatlerde ilk hedef, Garbi Trakya; Bulga-' ristan, Romanya, Antakya gibi memle ketler, ve bilhassa bunların Türk kesafe tini haiz yerleri olmalıdır. 4 — S iy a sî fik ir m ünakaşaları — Teklif ettiğim bu esas her ne kadar faali yet sahasına ait sayılabilirse de, ananelerin teessüsünde de mühim bir rolü olacağı ka naatindeyim. Darülfünuna — tabiî talebe arasına — siyasetin girmesinden çekinen ler, istikbal için en büyük hatayı işlemiş olurlar. Memleketin münevver ve müdir zümresini teşkil edecek olan darülfünun talebesi, okurken, inkişafının en feyizli zamanında, cihanın ve memleketin siyan meselelerine kapalı kalırsa, bu meseleleri, bitaraf ve tesirden azade kalmağa, ve ilmi bir güzle gürmeğe en müsais bir yerde münakaşa ile kendisinin ve arka* daşlanmn siyasî karakterlerini tebellür ettirmeğe fırsat bulmazsa, bu talebe, h a - , yata atıldığı günden itibaren tesir altında kalmağa daima müsait bulunacaktır, ve yahut her şeye lâkayt kalacaktır. Bunun içindir ki, memleketin siyasî terbiyesi için, iradesine sahip samimî genç unsur ların yetişmesi için, darülfünun muhiti İlmî ve nazarî şekilde, siyasî meselelerin — bilhassa memlekete müteallik mesele lerin — konuşulduğu, münakaşa edildiği bir muhit halini almalıdır. Prensiplere sa hip hakiki fırkaların bilkuvve teşekkülüne darülfünunda meydan vermezsek,bunlardan ilelebet mahrum kalacağımız muhakkaktır. Talebede bir defa ananeler ve birlik ruhu yerleşsin. Ondan sonra gençlerin müsbet ve faydalı faaliyetleri kendiliğin den geleeektir. Onun için ben «talebe birlikleri şunu yapmalıdır, bunu yapma lıdır!» diye sormağa lüzum görmüyorum. Biliyorum ki bu, ne kadar sayılsa yine eksik kalacaktır. Pertev Naili
Sayı: 4
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 93
“İzmırden Sesler,, hakkında Yedi İzmirli gencin şiir ve hikâyeleri; 84 sayfa; İzmir: itimat Matbaası; 1931; Fiatı 30 kuruş.
Aruz veznini, yalnız, bize yabancı olduğu için bırakmadık. Zaten, artık aru zun bize büsbütün yabancı olduğu da iddia olunamazdı. Çünkü 8-9 asırdanberi Türk şiirine giren, binlerce Türk şairleri tarafından işlenen aruzun üzerinde, hiç şüphesiz, bizim de büyük bir hakkımız vardı. Binaenaleyh biz, hece kadar olmasa bile, yine kendi malımız olan aruzu, kıs men de artık tekâmülünün son safhasına vardığı için bıraktık. Aruzla en güzel, en ahenktar Türkçe şiirler yazıldıktan ve artık daha güzellerinin yazılmasına imkân kalmadıktan sonra, Türk Milleti, eğer hamle (yapmak istiyorsa, elbette aruzu bırakacaktı. 11 inci asrın mahsulü olan ve Türkçe ile bir türlü uyuşamıyan “Kutadgu Bilik* aruzu ile, yirminci asırda yazılan Faruk Nafizin güzel şiirlerinin türkleşmiş aruzu arasında ne büyük fark vardır. Hece be, öz malımız olmasına rağ men, uzun zaman münevver şairlerimiz tarafından bırakılarak yalnız halk şairle rimiz tarafından kullanıldığı için, btenildiği kadar işlenmemiştir. Karaca Oğlan gibi, Dadaloğlu gibi şairlerin elinde çok hamâsı ve lirik parçalar halini almış olmasına ve son mahsulleri arasında bil hassa Faruk Nafizin güzel ve kudretli şiirleri bulunmasına rağmen hece henüz tekâmülünün başlangıcındadır. Gazete ve mecmua sütunlarında zaman zam; n; fütürbt, serbest vezin, bolşevik şiiri adını alan, ve vezinsiz ve kafiyesiz yazıldığı için acemi şairlerin daha çok işine gelen bir takım şiir karikatürleri görülmekle beraber, meydan ve söz hecenindir. Hece vezninin bırakılması için onun da tekâmül etmesi, büyük şairler ve dâhi şairler ye tiştirmesi, sesi asırların üstünde çınlıyacak şahsiyetler yaratması lâzımdır. Günümüzün
en kuvvetli şairi Faruk Nafizdir. Fakat o, Yunus Emre ile, Neva! ile, Babur’Ia, Fuzulî ile Nedim’le, Namık Kemal'le, Hâmit’le kıyas olunabilir mi? Hatta Köroğlunun Bolu Beyine meydan okuyan koşması kadar kuvvetli kaç şiir yazmış tır? Bununla beraber yolunu bulmağa çalışan ve bulmak üzere olan gençlik bu ihtiyacı anlamış görünüyor. İnkılâpların sarsıntılarından sersem olan bir kısım gençler, derdini terennüm ettikleri beşe riyet kadar perişan ve gülünç satırlarla, şairane göz yaşları dÖkedursunlar, diğer leri, daha ziyade imanı ve ideali sarsıl mamış olanlar, bu hayattan, bu cemiyetten, bu muhitten yeni bir şiir yaratmağa çalı şıyorlar. Dünkü “Yedi meşale,, bunun te zahürlerinden biri idi. Altı şair ve bir hikâyeci, biraz gururla, ortaya çıktılar, yazdılar, haykırdılar ve söndüler. Kusur ları çok yazmak, yazdığını tashih etme mek ve çok taklit etmekti İçlerinde en kuvvetlisi, Vasfi Mahir, daha ziyade bu memleketin şiirlerini yazıyordu. İstanbuldan çıkan bu dünkü haykırışa bugün İzmirden cevap veriliyor. Bunlar da önce-, kiler gibi yedi kişidir. Bunların da altısı şair, biri hikâyeci. Bunlarda da ötekiler gibi çok ithaflı şiirler var. Bunlara baka rak diyebiliriz ki bunlar dünkü havkırışın bir aksisedasıdır. Fakat Öyle bir aksise da ki, aslından daha kuvvetli, daha gür ve daha parlak. Bir bakıma göre memleket gençliği nin manzarası ne kadar ümit kırıcı ise; bir bakıma göre de ondan daha çok ümit' vericidir, Şiir ve edebiyat sahasını da ele alırsak aynı manzara ile karşılaşırız. Bir kısım gençler şiir diye, bu mem lekete tamamen yabancı unsurlarla, bir
Sayfa: 94
ATSIZ MECMUA
çamur kale yapmak istiyorlar. Bunlar zevk fesadına uğramış olanlardır, ve eser leri de kendilerinden daha önce yıkılma ğa mahkûmdur. Diğer bir kısım gençler ise bu memleketin içinden doğma, bu memleketin ve ancak bu kütlenin duy duklarını haykıracak olan bir tunç heykel yükseltmeğe çalışıyorlar. Bunların eserleri, unutulsa ve hatta pek çabuk unutulsa bile, ilerki büyük Türk edebiyatı heykeli nin bir taşını teşkil edecektir. Bunlar ne
Sayı: 4
kadar mütevazı olursa olsun ilerki dâhi bu mütevazı taşların kurduğu merdiven sayesinde yükselecektir. Yunus Emre’yi ve Füzuli'yi nasıl kendilerinden önce ge len yüzlerce şair hazırlamışsa, ilerki dâ hiyi de bugünün atsız, sansız gençleri hazırlıyacahtır. Biz “îzmirden Sesler,, atlı şiir kitabında bu hassayı gördük. Muhte viyatından gelecek sayımızda bahsedeceğiz.
H. Nihâi
Gazeteler ve Mecmualar Anadolu gazete ve mecmuaları: Bu ay gördüğümüz mecmualardaki dikkate şayan yazıları kısaca işaret ediyoruz: Bakıkesİr - G ençler Yolu: 15 Tem muz nüshasında ziraat meselelerine dair Rüştü Beyiiv makalesi, Gazali Beyin, halk tan topladığı maniler ve kelimeler devam ediyor. Balıkesir hakkında coğrafî malû mat veren bir makale de, aynı zamanda memleket bilgisine teşvik itibarıyla da terbiyevî bir kıymeti haizdir. Sam sun- Yürüyüş: Temmuz, Ağus tos nüshasında Bahri Vedat Bey, Salih Zekinin ölümünün 9 uncu yıl dönümü münasebetiyle genç karilerine büyük riya ziyatçıyı uzun uzun tanıtmak kadirşinas lığında bulunmuş. Bundan başka, Milton hakkında bir yazı, bir de, Sadri Etem’in "Çıkrıklar Durunca,, sı münasebetiyle, ecabiyatta köylüye ehemmiyet vermek, ve edebiyatı cemiyet, kütle için propaganda vasıtası olarak kullanmak lüzumumdan bahsediyor. Yürüyüş, çok güzel bir usul takip ederek her sayısında memleket gazete ve mecmuaları hakkında haberlere yer ayı rıyor. A n k ara-H ız:— Son iki Temmuz
nüshalarında Halil Fikret Bey, müşahede lere müstenit ve amelî kıymetleri haiz yazılarına devam ediyor: Yığın sevgisi isimli birinci makalesi, münevver zümre nin, bilhassa mekteplilerin köylü ve ame leyi sevip öğrenmeğe çalışması için amelî vasıtaları şerhediyor. İkincisi “Şehirler birer mekteptir,, makalesi. Aynı derecede ehemmiyytlidir. Hız şimdiye kadar şiir cihetinden çok zayıftı; bu son iki sayısında bize, bir, Ömer Bedrettin'in, o kendine has memleket lirizmiyle meşbu «Göksu» yunu bir de Cahit Sıtkı'nın, hakiki bir şiir nefhası taşıyan, «Benimsin» serlevhalı küçücük şiirini veriyor. Bunlardan beşka Hız'ın bu sayılarında Banguoğlu Tahsin Beyin «Bize bir münek kit lâzım» atlı makalesiyle, Hayrı Beyin «Prof. Piccard’m yükselmekteki maksadını anlatan yazısı şayanı dikkattir. B artın:— Bartın gazetesinin Tem muz nushalarmda Köse Mihal zade M. Ragıp Beyin «Anadolu şehirlerinin musiki işlerini tanzim yolları — Musiki teşekkül leri nasıl kurulur?» makale serisi devam ediyor. 20 Temmuz nüshasında Ahmet Baha Bey «Oğuz destanından Bey Böyrek’e
Sayı i4
ATSIZ MECMUA
dair» makalelerine başlıyor; bu 27 Tem muz nüshasında devam ediyor. Ahmet Baha Bey, Dede Korkut hikâyelerinden birini teşkil eden «Bamsı Beyrek» hikâ yesinin bir Safranbolu variyantmı neşret miş, ve bu suretle, Ali Rıza Beyle bera ber, Anadoluda Oğuz destanının izlerini meydana koyan parçalar bulunduğunu meydana koymuştur. Bolu - Çığır: — Bolu muallimlerinin bu mecmuasının 10 Haziran sayısında, İrfan Beyin «Huriyete hüriyet yoluyla erişilebilir» ismindeki talimi mahiyette makalesiyle, Bolu sergisi hakkındaki kü çük yazı şayanı dikkattir. Bu ikinci nevi den yazılara Çığır’da maalesef az raslanıyor. Muallimler mecmuayı Bolunun mahallî
Sayfa: 95
tetkiklerine, fikrî ve maddi inkişaf mese lelerine daha fazla alâkadar etmelidirler. Z o n g u ld ak :— 23 haziran nüshasında Mukbil Beyin İşçi teavün sandıklan ve amele birliği murahhaslannın seçimi mü nasebetiyle birkaç söz adıyla çok mü him bîr yazısı var; amelenin hukukunu koruyacak olan bu murahhaslann vazife lerinin ehemmiyetinden ve bunların inti' habında ne dereceye kadar titiz olmak lâzım geldiğinden ve amele için yapılması lâzım gelen şeylerden bahsediyor. 1 tem muz nüshasında Behçet Kemal Bey, Ko münist şair Nazım Hikmet hakkında, akşam’ın son anketinde yazılan ;reklâm ma hiyetinde yazılara infialini söylüyor. K .
A ,
Spor Fudbol: Bu yılın fudbol maçlarının neticesi ve ecnebilerle yaptığımız temas lar bizi yeni neticelere sevkediyor: 1 — İlk önce, Fenerbahçe ile Galatasaraytn artık hiç güçlük çekmeden şam piyon olamayacaklarını öğreniyoruz. Beşiktaştan başka» Vefa ve İstahbulspor da, bundan sonra, birinciliğe namizet kulüp ler arasındadır. Fenerbahçenin bu kulüp lere yenilişi, öyle tesadüfi şeyler değildir. Daha pek yakında İstanbulsporun İzmirde en kuvvetli üç takımla yaptığı maçta, hakemlerin tarafgirlik etmelerine rağmen, hiç yenilmemesi de bunu açıkça gösteri yor. 2 — Yunan birincisinin burda yaptı ğı iki maç ta Türk futbolunun Yunan fut bolundan üstün olduğunu gösterdi. Bunun acısını çıkarmak için muhtelit bir takımla tekrar geleceklerini ilân ettikleri halde son dakikada bundan vazgeçmeleri spor sabasında yapılmış mağrurane bir ric’attan başka bir şey değildir. Fakat şunu da
söyliyelim ki bu galebe bizi tatmin et mekten uzaktır. Çünkü Yunan birincisini İstanbulda yenecek birkaç kulübümüz da ha vardır. Bizce asıl mühim olan İstanbul ramlarının tezahüratıdır. Bu şerait dahi linde, incinmemek istiyorsak, İstanbula Yunan takımı getirmemeliyiz. 3 — Pek yakın bir zamanda İzmir kulüplerinin bazıları birleşerek meydana daha sağlam teşekküller çıkardılar. Bu su retle İzmir futbolu yükseldiği gibi seyirci lerin de daha heyecanlı maç seyretmeleri imkânı hasıl oldu. Acaba İstanbul kulüp leri de böyle yapamazlar mı? Benim dü şünceme göre bu kabildir ve pek güzel neticeler temin edecektir. Meselâ Süleymaniye, İstanbul spor, Vefa kulüplerinin birleşmesi, spor için, he mühim bir hâdise dir? Aynı zamanda bu birleşme mantıkî* dir de. Çünkü bir kere bu üç kulübün temsil etttikleri semtler bir birine yakın dır. Saniyen bu kulüplerin deposu ve
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 96
İmenbaı stanbul lisesiyle Vefa orta mek tebidir. Bu suretle, menbaı Galatasaray lisesi olan Galatasaray kulubü gibi, menbaı İs tanbul lisesi ve Vefa orta Mektebi (Zaten bu mektep te İstanbul lisesinin ilk devresi mahiyetindedir) olan bir “İstanbul,, kulübü teşekkül eder. Hatta daha ileri giderek diyebilirim ki İstanbul semtinde olan diğer kulüpler de bunlara iltihak ederse sporun diğer sahalarmda da kuvvetli unsurlara malik sağlam bir birlik meydana gelmiş olur. Ve böyle bir birlik kurulursa futbol şampiyonluğunun en kuvvetli namizedi olur. Bu münasebetle hayatın her safha sında birleşmenin ne kadar faydalı olduğu hakkında bir yığın söz söylenebilirse de ben okuyucuları sıkmamak için yalnız ak lımda kalan iki satın hatırlatacağım:
Ayrılanlar kırılır parçalanır. Birleşenler boyun eğmez
»%
Bu yakınlarda "Darülfünun takımı,, adıyla Rusyaya bir takımın gideceğini ve kimlerden mürekkep olacağını öğrendik. Bu takımın içinde darülfünunla alâka dar bir tek kimse yoktur. Değil Da rülfünun, yüksek tahsil görmüş olarak
Sayı: 4
aralarında yalnız Fenerli Zeki vardır. Ötekiler ya lise talebesi, ya ancak orta mektepten mezun, veya bu kadar da tah sil görmemiş olan gençlerden ibarettir. Darülfünuna gelince böyle bir takım çı karmak henüz onun harcı değildir. Büyük bir sahtekârlık demek olan ve millî şere fimizi incitecek olan bu hareketten derhal vazgeçilmesi lâzımdır. G ü re ş: Yunan futbolcuları buraya gelmekten çekindiler. Fakat bizim Kumkapı kulübümüzün güreşçileri oraya git tiler ve orada Yunanlıların millî takımım yüksek bir farkla yendiler. Ve zaten bun dan başka bir netice de beklenemezdi. Hatta haraketlerinden bir gün önce bir arada güreşçilerimizi gören-bir arkadaşı mız "bunlar Yunanistanı fetetmeye mi gidiyorlar?,, Demişti. Şaka bertaraf... F a - . kat hakikaten güreşte Yunanlılarla tema sımız hiç te doğru değildir. Bizim güreş çilerimiz İstanbulda Macarlarla müsavi kalmışlardı. Bundan sonraki temaslarımızı da, nasıl olsa yeneceğimiz Balkanldarla değil, Macarlarla, Finlerle, Estonlarla, Al manlarla, İsveçlilerle yapmalıyız. Bu su retle teknik ve tecrübemiz artar.
M. Ekrem
VATANDAŞ:
I
BÜTÜN İHTİYAÇLARINI SAĞLAM VE UCUZ BİR SURETTE TEMİN EDECEĞİN MAĞAZA t ■
;/
YERLİ M ALLAR P A Z A R I dır. . Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer Millî I fabrikaların mamulatını bu müessesede bulacaksın. | İstanbul, Bahçekapi birinci vakıf han.
Beyoğlu, İstiklâl caddesi |
Bir Türk müessesesini korumak ister misiniz ? NAUMANN
n ik iş-N a k ıs ınnki ııalaıı
N A U M A N N yazı rnakiuaları (lir ik a , İdeal)
NAUMANN B isik letleri (G erm aııia) NAUMANN E lektrikli G ram ofonlar
(P ortatif)
TERCİH EDİNİZ T A K S İT L E S A T IŞ N VCİMA N N MAKİN A L A K I S A T IŞ TÜ R K LİMTET ŞİRKETİ Türkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.
Merkezi: Galata, Hezaren sokağı 19-21
N E C İP B E Y
ıtriyat fabrikası
Müstahzaratı
Memleketimizin en yüksek aileleri nezdinde rağbeti 'umumiyeye mazhar olan NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP
BEY BEY BEY BEY BEY BEY BEY BEY BEY
Kolonyaları Yağsız kremleri Pudraları DİŞ MACUNU Yağsız ve yağlı Briyantinleri Esansları Asrî göz sürmeleri Tırnak cilâsı Kokulu tuvalet sabunları
Tuvalete müteallik her türlü malzeme İstanbul Eminönü 47 No. NECİP BEY mağazasında ve her yerde bulunur. Yerli Malı kullanmak hem iktisattır, hem de vatan düşüncesidir. Bilhassa tavsiye ederiz.