Atsız Mecmua - 6

Page 1

“Ben„“Sen„“0„ Yok... “Biz„varız...

ATSIZ MECMUA

Y ıl: 1

15 kurnş

KADER MATBAASI


Yarım asırdan beri

ATSIZ MECMUA

İşçisi

Her ayın on beşinde çıkar

Sermayesi T ü r k ç ü l ü k ve K ö y c ü lü k

Müstahdimi Müstehliki

Mefkûresi etrafında birleşenlerin

T ü rk olan ve

mecmuasıdır.

bütün manasiyle Yerli Malı olan

Onu O ku yu n u z

PERTEV MÜSTAHZARATI Avrupa müstahzaratiyle cidden reka­

ve O ku tu n u z Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

bet kabul etmez bir nefaset veebveniyettedir.

Bazı müstahzaratı:

Eski sayılanınızı:

Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire ve saire...

Ankara

caddesinde Orhan Bey

hanı

zemin katında, Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

Pul Meşheri A y lık T ü r k F il â t e l i s t M e c m u a s ı îstanbulda çok zarif ve nefis, ayni zamanda her pul meraklısı için tetkiki lâzım bir mecmua var. O da PÜL MEŞHERİ isnile ayda bir defa neşredilen bir mecmuadır. Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan nefaset en kadar

son sahifeye

bütün eseri ihata etmiştir. Mündericatı itibarile Pul Meşheri kadar pul

meraklılarının bütün arzularını tatmin edecek bir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25 kuruş, senelik abonesi 300 kuruştur.

1981 - 1982

TÜRK PULLARI KATALOGU PUL MEŞHERİ sahibi Ali Nusret Bey, yorulmak bilmiyen aznıiye 1931-1932 için bir katalok hazırlamaktadır. Bu katalok, tab’i biter bitmez neşredilecektir. Katalok PUL MEŞHERİ ne abone olanlaıa forma forma olarak ta gönderilmektedir. Katalok gayet nefis bir kâğıda basılmaktadır. Bütün pulculara hararetle tavsiye ediyoruz. İzahat

almak istiyenler Beyoğlu _ Tünelbaşı,

Galipdede Caddesinde

430 No. ya PUL MEŞHERİ ne müracaat edebilirler.

Remzi kitaphanesi Ankara caddesi 93


Adres İstanbul Posta kutusu 367

A T S IZ MECMUA

( ----------------

^

Abone şartları Türkiye için Yıllığı 180 kuruş Altı aylığı 90 » Yabancı memleketler için Yıllığı 1 dolar

Aylık fikir m ecm u ası YıL : 1, Sayı: 6

Sahibi ve müdürü : H.

N iiıâ l

15 Birinciteşrin 1931

K uş bakışı:

Millî Ahlâk Fert fani, cemiyet bakidir. Nazarî veya teknik görgü ve bilgile­ rimiz ne kadar yüksek, zengin ve kuv­ vetli olursa olsun dürüst, temiz ve kuv­ vetli bir ahlâka istinat etmedikçe faydası yoktur. Hatta bu bilgi ve görgüler mil­ letimizin menfaatlerine cevap verecek yerde, yalnız şahsî ihtiraslarımız ve hod­ bin emellerimiz uğrunda harekete gelirse halkımız için zararlı da olabilir. Biz millî ahlâktan ne anlıyoruz ?. Biz millî ahlâktan şunu anlıyoruz :. Bizim için cephelerde kan döken, tar­ lalarda alın teri akıtan ve nihayet büt­ çemizi doldurmak için kesesini boşaltan halkımızın malına ve canına göz dikme­ mek. Onun için çalışmayı kendimiz için çalışmaktan üstün tutmak. Halkımız için zararlı olan herşeyi karşılamak, çarpışmak ve yenmek. Bun­ ları bir cümle ile hülâsa edersek: Millet yolunda çalışmak, onun için yaşamak ve onun için ölmek. Şu halde, gençlerimizin yüreğinde herşeyden önce millî karakterimizin te­ melleri yerleşmelidir. Ancak bu temelle­ rin kuvvetine dayanarak görgümüzü ve bilgimizi yükseltir, Milletimize ve mem­ leketimize faydalı insanlar olabiliriz. Birçok insanlar biliriz ki bu memle-

kete kendi uydurmaları olan bir frenk telâkkisiyle bakar, gördükleri ve hatta yaptıkları bütün şarlatanlık, riyakârlık ve fenalıkları şarklıyız diye izaha kal­ karlar. Milletimize ve ahlâkımıza bundan da­ ha büyük bir bühtan olamaz. Halkımız millî faziletlerimizin kaynağıdır; ona göre millet ve memleket yolunda hak yok, vazife vardır. Bug^n, kızgın güneş altın­ da orak biçen köylü, yarın hudutlarda kan döken kahraman, ondan sonra da yine köyünde vergi vermeğe çalışan fa­ kir bir vatandaş veya, eğer şehit olma­ mışsa, malûl bir insandır. Milleti yolunda ölçüsüz fedakârlık ya­ pan, ona mukabil övünmek ihtiyacım bile duymıyan atsız kahramanlar, bizim köylülerimizin ekseriyetini teşkil eder. Münevverlerimizi bu fazilet heykelle­ riyle mukayese imkânı yoktur. En küçük fedakârlıkların, en yaygaralı davalarla dile geldiğini, en tabiî vazifelerin buh­ ranlı mesai şeklinde gösterildiğini, en küçük çalışmaların en muhteşem riyalarla methedüdiğini» ancak münevverlerimizin arasında görürüz. Halkımız kanunî mükellefiyetler hari­ cinde birçok işleri parasız görür; fakat


Sayfa: 122

ATSIZ MECMUA_____________

Sayı: 6

Kapitalizm Buhranı Kari Marksın kehanetleri Yazan: N. B a zilescn Bükreş Hukuk Fakültesi Reisi

Çeviren:

Safaattiıı R ıza

Birkaç zamandır cemiyetimizi bir panik istilâ etmiştir: mevcut İçtimaî nizamlar tehlikededir. Yeni bir İçtimaî nizam teşek­ kül etmektedir. Kari Marksın irşat ve işaretleri tahak-

kuk edecek; müşterek sosyalistlik son za­ fer noktasındadır!... Bugün; hükümet ve aile esaslarına istinat eden İçtimaî nizam tamamen de­ ğişerek iştirakçilik ve yahut proletarizm

biz, millet yolunda bir adım atarken şahsî menfaatlerimizi düşünmekten vaz­ geçemeyiz. Osmanlı devletini ve o nam altında en son Türk imparatorluğunu batıran sebeplerin birincisi, münevverlerimizin ahlâksızlığı ve hırsızlığı olmuştur. En yakın tarihize bakınız; halkımız bütün mükellefiyetini namuskârane öderken mü­ nevverlerimiz, koyu ve kara bir ahlâk­ sızlık içinde millî tarihimizi lekelemişler, ve bugün bizi iğrendiren hadiseler içinde yuvarlanıp gitmişlerdir. Tanzimat devrine bakınız: Reşit Paşa Gülhane hattı humayununu okuduktan ve bu memlekette avrupaî inkılap başla­ dıktan sonra zamanın sadrazamının rüşvet alırken yakalandığını görürsünüz. Sultan Hamit devri paşalarının henüz hepimizin işideceği kadar yakın zaman­ larda dillere destan olan hırsızlıkları ve sefahetleri hatırımızdadır. Meşrutiyetteki ve bilhassa büyük harpte­ ki hırsızlıkların ve hepimizin ekmeğinden çalınan servetlerin iğrenç hikâye ve mev­ zuları unutulmamıştır. Daha dün, Cumhuriyet inkılâbım ya­ panlardan bir vekilin divana çekilmesi içimizi burkan acı bir hatıradır. Bu yolda kanun pençesine düşenleri

görmekle ne kadar sevinirsek, niçin böyle oluyor diye okadar acımamız ve düşün­ memiz lâzımdır. Hiç bir milletin münevver zümresi, halkının fazilet ve fedakârlığı karşısında bu kadar dejenere olmamıştır. Gençler, en vakm tarihimizin en göze batan iğrenç hadiseleri üzerinde düşünü­ nüz.... Türk milletinin halkı içinde ken­ dinize en büyük ve en yüksek fazilet ve fedakârlık örnekleri bulacaksınız. Her şeyden önce ahlâkınızın ve seciyenizin kuvvetine istinat ediniz. Herşeyden önce memleketiniz ve milletiniz için çalışınız. Bu yolda yürürken budala, safdil, aptal diyecek veya o gözle bakacak kurnazla­ ra ve züppelere rasgeleceksiniz. Gençler... aptallığı ve safdilliği, hır­ sızlık ve ahlâksızlığa tercih ediniz. Osmanlı devletini ve meşrutiyet Tür­ kiye’sini lekeliyen çirkefleri Cumhuriyet tarihine bulaştırmamak en büyük mefkûreniz olsun. En küçük memuriyetlerden en büyük makamlara kadar geçeceğiniz yollarda dürüst olunuz. Arkanızda karan­ lık, çamurlu ve çirkefli dedikodular ye­ rine; berrak, temiz, nurlu ve sitayişli izler bırakmaya çalışınız. * * *


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 128

hâkim olarak aile tetekki ve teamülleri Bütün bu İçtimaî tebeddüller için, bu yerine cinsî iştiraklere inhisar eden bir günkü cemiyet nizamları ânî veya tedricî serbesti; şahsî mülkiyet ve şahsî istihsal bir şekilde olsun ortadan kaldırılarak netice ve vasıtaları yerine müşterek istih­ insanları mes’ut ve müreffeh bir hale sal kaim olacaktır. yükseltmek lâzımdır. işte yukarda birkaç satırla ifade et­ Fertlerin şahsî hürriyeti ortadan kal­ tiğimiz fikirler 1848 senesinde* Kari karak cemiyet lehine mecburî bir çalışma Marksın uzun bir tetkikten sonra vardığı hasıl olacak, insanlar arasındaki tabiî müsavatsızlığı cemiyetin mecburî müsavatı neticedir. istihlâf edecektir. Marksa göre bütün bu neticeler bu günkü cemiyette hâ­ Bu yeni nizama Şehit Tayyareci Erkânıharp kim olan hâdiselerin g ö re ; fertler kendi Yüzbaşı Karninin Büyük Hâtırasına tabiî ve mecburî bir varlıklarına bağlı olan neticesidir. mesai şekilleri; ihtiyar­ Gerilir zorla bir yay Filhakika K a r i ları hilâfına fakat ister! Oku fırlatmak iç Mark s 1848-1850 sene­ istemez cemiyet lehine Gece gökte doğar ay lerine doğru çok mü­ çalışacaklardır. Yükselip batmak için. him ve çok meşhur iki Yine bu yeni niza­ Mejnun inler, kanını kitap neşrederek ce­ mlara göre, hiç bir Leylâya katmak için. miyeti salâha kavuş­ fert kendi mesaisinin Cilve yapar sevgili turacak fikirlerini or­ şeklini, müddetini, ma­ Gönül kanatmak için. taya atmıştır. Bu kitap hallini, tayin edemiyeŞair neden gam ? lardan biri:«La misere c e k ; herkes cemiyet Şiir yaratmak için. de la philosophie » namına hareket ettik­ Dağda niçin bağrılır? olup, Prodhun nun «La lerini iddia eden bir­ Feleğe çatmak için. philosophie de la mikaç şefin kumandasında: Açılır tatlı güller sâre» atlı eserine ce­ bir asker gibi çalışa­ Arılar tatmak için. caktır. vaptır. Göğse çiçek takılır İkincisi de « La Cemiyet; fertlerin Solunca atmak için. critique de Vecoııomie mesaisi mukabilinde Tanrı kızlar yaratmış politique» tironlara sarf ve helâk Erlere satmak için, Kari Marks bu ettikleri kalori nisbeinsan bi'ıyiir beşikle tinde değil;mesai şekil ikinci kitabın mukadMezarda yatmak için. ve miktarı ne olursa demesinde ilk defa V e .......................... olsun bütün efrada olarak bir fikir orta­ Kahramanlar can verir aynı miktar, aynı ma­ ya atıp, buna tarihî Yurdu yaşatmak için... maddecilik zihniyeti hiyette eşya ve yiyecek Atsız verecektir. adını vermektedir. Bu yeni cemiyette tam bir adalet fik­ ri hâkim olacak; herkes birbirine karşı aynı şekilde müsavi; aynı şekilde bahtiyar olacaktır. Bir adam ne kadar çalışkan; ne kadar muktesit olursa olsun asla zengin olamıyacağı gibi, bir fert te ne kadar tembel; ne kadar müsrif olursa olsun asla fakir olmıyaeek; diğerleri gibi cemiyetin istihsallerinden istifade edecektir.

Marks, tarihten insanların âtisini görmek­ tedir. Ona göre bu günkü bir cemiyet kendi arasında yarınını yaşatmaktadır. Marksa göre insanlar arasındaki adlî münasebetler; hükümet alâka ve rab ıta­ ları; İçtimaî hadiseler ne başlı başlarına ne de yekdiğeriyle tetkik edilebilirler. Bunlar, ancak mevcut maddî şerâiti tet/ k i k ile anlaşılırlar. Kari Marks diyor ki:


ATSIZ MECMUA

Sayfa: 124

«mevcutlarının istihsali zımnında insanlar yekdiğerleriyle nihayetsiz münasebetlere girerler. Bu münasebetler onların iradele­ rinden hariçtir. Bu istihsali münasebet­ ler heyeti umumiyesi ile cemiyetin İkti­ sadî bünyesini teşkil eder. Maddî hayatın istihsalâtı, cemiyetin İçtimaî, siyasî ve bilhassa aklî hayatlarına bağlıdır, insan­ ların vicdanları”! şe’niye ti değil; bilâkis şe’niyetler insanların vicdanlarını tayin eder.» Marksa göre; istihsallerin inkişafı ne­ ticesi, müstahsillerle istihsâl menbaları münasebetlerinde bazı ihtilâflara düşerler. Bugünkü burjuva istihsal menbaları ile hâd bir surette muhasama halindedir. Bu muhasama halinde bilhassa fertlerin İçtimaî mevcudiyetleri mevzuu bahistir. Filhakika burjuva cemiyetlerdeki is­ tihsal kuvvetleri bu muhasamayı bertaraf edebilmek için çareler aramaktadır. Müş­ terek sosyalizm; komünizm bugünkü ni­ zam ve âdetleri değiştirerek son bir İçti­ maî şekil ile insanlara mevcudiyetlerine müteallik maddî şerâiti temin edecek ve bugünkü cemiyetin tamamen temin ede­ mediği refah ve saadeti bulacaktır. Bu kehaneti Marka, bundan tam sek­ sen yıl yani takriben bir asır evvel yap­ mıştır. Fakat bilhassa Marksım Fredrich Engels, W olfgang, Benstein, Heine gibi en yakın talebesi bile onun mutlak ola­ rak maddî hâdiseler (İktisadî) nazariyesini terkederek cemiyetin ve ahlâk fikirlerinin inkişafı nazariyesine saplandılar.

II Marksın tarihî maddecilik nazariyesi Kari Marksın tarihî maddecilik naza» riyesini tenkide girişmiyeceğiz. Marksın nazariyesi bugün ancak onu tamamen anlıyamıyan, ihata edemiyen kimseler için mana ve heyecan verebilir. İktisadî ve İçtimaî her hâdisenin önünde bir fikir, bir zihniyet vardır. Bu fikir, bn zihniyetler hâdiseleri aydınlatır:

Sayı: 6

cemiyet fertlerine gidilecek yolları gös­ terir. Hâdiselerin husule gelmesi yeni fikir­ lere yeni zihniyetlere delâlet eder. Yeni fikir ve yeni zihniyetler İçtimaî değişik­ liklere âmil olurlar. iddiamıza misal olarak bilhassa 1789 Fransız ihtilâlini zikredebiliriz. Büyük ihtilâl yalnız siyasî bir ihtilâl olmakla kalmayıp İçtimaî ve İktisadî hâ­ diselerin de değişmesini mucip oldu. Müteamil dâdiseleri bertaraf ederek yerine yenilerini koydu. Feodal idare yerine kanun muvacehesinde h ü rriy et, adalet, müsavat prensiplerini; fikir ve vicdan serbesliğini, şahsî mülkiyet esaslarını vaz­ etti. Bütün bu İçtimaî hâdiselerin değiş­ mesinde yukarda işaret ettiğimiz veçhile fikirler; zihniyetler âmil ve rehber olmuş­ lardır. Fransız ihtilâlinin doğurduğu İçtimaî ve İktisadî hâdiseler 17 nci ve 18inci asırların büyük ve yüksek felsefesinin, coşkun fikir hayatının en veciz ve en bâriz bir neticesidir. Fransız ihtilâli diğer mesut cemiyet­ lere ait olan usul ve müesseseleri hendesî ve riyazî bir şekilde Fransız cemiyetine yamamamıştır. Bilâkis Monteskiyö,Volter, başta Didro olmak üzere ansiklopedistler ve bilhassa J. J. Ruso bibi büyük fikir ve ilim adamlarının ilimlerinden, kuvvetli nurlarından istifade edilerek vücuda ge­ tirilmiştir.

İktisadî değişiklikler ahlâki ve İç­ timaî değişikliklerin tabiî bir neti­ cesidir. Binaenaleyh İktisadî hâdiselerde salâh ancak ve ancak ahlâkî ve İçtimaî hâdise­ lerin salâhıyla mümkündür. Yoksa Kari Marksm zannettiği gibi cemiyetin salâhı İktisadî salâhlarla temin edilemez. Esareti kim ilga etti?.. İktisadî ihti­ yaçlar mı?.. Şüphesiz ki, hayır... Bilâkis insanların ahlâkî, ruhî inkişafları esareti ilgaya saik olm uştur.


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 125

Saytmbilik

Türkiyedeki diller istatistik umum müdürlüğü, istatistik yıllığı namı altında üçüncü kitabını da neşretti «1930». Her şeyden önce, bu kıymetli eseri çıkaranları tebrik etmek borcumuzdur. Malzeme itibarıyla pek zengin olan bu kitabın her bahsi üzerinde ayrı ayrı durmak, düşünmek ve bazı neticelere varmak, ilerisi için de ona göre tedbir­ ler almak mecburiyetindeyiz. Biz bu sa­ yıdan itibaren istatistik rakamları üze­ rinde düşünerek bu riyazi esasların bu­ günkü ve yarınki neticelerinin neler ola­ bileceğini düşünmeğe ve bazı cihetleri tebarüz ettirerek kıymetlendirmeğe çalı­ şacağız . I Umumî hey’eti itibarıyla Anadolu’da [°/o 86.42 türkçe, %8.69 kürtçe, % 0.70 çerkesçe ve % 4.19 da sair lisanlar ko­ nuşulduğunu anlıyoruz. Kadını erkek muvacehesindeki aşağı vaziyetten kim kurtardı?... İktisadî ihti­ yaçlar mı?.. Hayır... Bilâkis insanların «Hak» ka müteallie, ahlâka dair duygu­ larının inkişafı kadını erkekle müsavi bir seviyeye yükseltmiştir. Bütün bu hâdiselerdeki değişiklikler bittabi tedricî ve tekâmülî bir surette olmuştur. İçtimaî ve ahlâkî değişiklikler ilk insandan bugüne kadar devam et­ mektedir. Bütün bu değişikliklerde fikir ve zihniyetler en ön safta bulunmaktadır­ lar. Din tamamen metafizik, tamamen ahlakî bir telekki olması itibarıyla insanın ihtiyaçları üzerine hiç bir tesir yapma­ mış mıdır?... Kim inkâr edebilir? .. Tarih, bilhassa eski tarih ve orta de­ vir din telekkileri ve kilise, insanlar ve insanların ahlakî ve maddî ihtiyaçları

istatistik yıllığı Anadolu’daki muhtelif dillerin müfredatını da tesbit etmiştir. Biz onu ekseriyet sırasıyla yazıyoruz: Türkçe 11777810 Kürtçe 1184446 Arapça 134273 Rumca 119822 Sair, meçhul lisanlar 110469 Çerkesçe 95901 Yahudice 68900 Ermenice 64745 Arnavutça 21774 Bulgarca 20544 Tatarca 11465 Fransızca 8456 İtalyanca 7248 Ingilizçc 1938 Acemce 1687 Kişi tarafından konuşulmaktadır. 1. — Bu istatistiğin tasnif esasında büyük bir yanlışlık ilk hamlede göze üzerinde müessir roller oynadığına şahit­ tir. insanlar muhtelif devirlerde ve muh­ telif şekillerde kanun muvacehesinde müsavatı, esaretin «servage» lığın kibar­ lara has imtiyazların ilgasını, ferdî mül­ kiyetle şahsî hürriyeti istemişler, bunun için mücadelelere girişmişlerdir. Fakat hiç bir zaman İçtimaî müsavatı, yani fert hürriyetinin şahsî mülkiyetin, sermaye ve istihsal vasıtalarının ilgasıyla cemiyet esa­ retini ve mecburî çalışmayı istememiş­ lerdir. Çünkü, şahsî mülkiyetin ilgası; cemi­ yet esareti, mecburî çalışma ve saire insanın tabiatına muhaliftir. Bu mücer­ ret fikir tarihte zafer kazanamadığı gibi, asla /bir hakikat haline gelemiyecektir.

><gg>fr<5g>»<g3sgr*»

(Bitmedi)


Sayfa: 126

ATSIZ MECMUA

çarpmaktadır. Türkçeyle tatarcayı ayıra­ cak kadar ince bir tasnif ölçüsü tutan bu istatistik, kürtçe ile zazacayı tefrik et­ mek ihtiyacını bile duymamıştır. Başve­ kâlete merbut bir müessese olması dola­ yısıyla Anadolu’da Kürt namı altında mütalea edilen zümrenin içinde ayrıca bir Zaza kavmı bulunduğu bilinmek lâzımdır. Zazaların etnografik tetkikleri, bulun­ dukları mıntakalar, ayrıca tarihî, İçtimaî ve etnografik birer tetkik mevzuudur. Biz sadece burada onların ayrı bir millet olduklarını isbat edecek deliller sıralıyalım. A. — Zazaların konuştuğu lisan Kürt namını verdiğimiz Kırmançlardan ayrılır. Ne Zaza kürdü ve ne de Kürt Zazayı anlar. Ancak Kürtlerin bir kısmı Zaza dilini bilirlerse de Zazalar kürtçeden hiç bir şey anlamazlar. B. — Zazalarla Kürtler arasında, ah­ lâk, an’ane, âdet ve yaşayış farkı vardır. Zazalar daha atılgan, çevik, tamamen dağlı, iyi atıcı, müteassıp, dindar, nisbeten daha temiz insanlardır. Kendi elbise ve ihtiyaçlarını alelekser keçi kılından dokuma kumaşlarla kendileri temin eder­ ler. Kürtler ise daha munis, daha muti, daha tenbel, cevvaliyet ve çeviklikleri noksandır. Dinî taassupları dahi koyu bir cehalet içindedir. Zazalara nazaran daha geridirler. İhtiyaçlarım hariçten temin ederler. C. — Şark vilâyetlerimizdeki Zaza ve Kırmanç mıntakaları tamamen birbirinden ayrılmıştır; hatta Kırmanç mıntakasmda görülecek tektük Zazalara lâkap takılır, ve Zaza Hüseyin, Zaza Ahmet ilh. gibi yadedilir. D. ■ — Zazalar içinde sarışın mavi göz­ lü olanlar vardır; ve bunlar mütenasip endamlı, elmacıkları miitebariz, burunları mütevassıt insanlardır. Umumiyetle göz­ leri elâdır. Brakyosefaldirler. Kürtler daha esmer, ekseriyetle kara gözlü, boyları daha kısa, bilhassa vecih

Sayı: 6

tenasüpleri naksan ve burunları fazla miitebarizdir. Kafa teşekkülâtı da Acem­ lere yaklaşacak kadar dolikosefaldirler. Kısaca tesbit ettiğimiz şu esaslara na­ zaran, Kürtlerle Zazalar arasında lisanî, İçtimaî dinî, tabiî ve antropolojik farklar vardır. Tarihî esasları heniiz her ikisinin de müsbet denecek şekilde halledileme­ miştir. Şu halde bir milyon küsur telâkki edilen Kürtçe, Zazaca ile taksim olunma­ ya ve ondan sonra mutlak bir rakam mahiyetini almaya mecburdur. Halbuki bu istatistikte yukarda kaydettiğimiz rakamlar mutlak olarak ilân edilmiştir. 2. — istatistiğin Rumca hanesindeki yekûnu da tetkik etmek lâzımdır. Malûm­ dur ki, son defa mübadele dolayısıyla Girit’ten muhacir olarak birçok ırkdaşımız gelmiştir. Bunlar bilhassa yeni gel­ dikleri zamanlarda ve 1927 de daha zi­ yade Rumca konuşuyorlardı. Şu halde Rumca meyanmda zikrölunan rakamlar içinde, çok oldukları halde, Rumca konu­ şan Türkler de dahil olmuştur;ve binaen­ aleyh lisanî taksimatı gösteren bu rakam­ lar millî taksimatın tam mukabili olarak kabul edilemezler. Ezcümle 1927 de İz­ mir’de 7531 Rumca konuşan gösterilmiş­ tir ki, bu tarihte Izmirde, hatta ecnebi tab’alı levantenler de idhal edilse yedi bin küstür Rum mevcut değildi; Şu halde bu yekûnun büyük kısmı da Türkîere aittir. 3. — Türko-Tatar lisanlarını her yerde birlikte mütalea etmek mutat ve bu ci­ het ilim adamları tarafından da kabul edilmişken Türkiye’de lisan istatistiği yaparken ayrıca bir de Tatarca hanesi açmak zannımızca en hafif manasıyla büyük bir gaflet eseri olabilir. 4. — Lisaniyat itibarıyla Kürtçenin Türkiye’deki intişarı da çok geniş görül­ mektedir. Hemen Türkiye’nin her tarafın­ da az mikdarda da olsa kürtçe konuşul­ duğu anlaşılmaktadır. Bu cihet hakkında da mutlak rakamlar söylenirken ihtirazî hiç bir kayıt zikredilmemiştir. Halbuki


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 127

Türk Antropolojisine Methal Türkiye’de antropoloji, 1925 te bir antropoloji profesörünün İstanbul’u ziya­ reti sırasında darülfünunda verdiği bir konferansla başlar. Türkiye’nin bu sahada boş bulunduğunu gören ve halen Tıp Fakültesinde müderris bulunan Mösyö Muşe isminde bir fransız prosektörü bu konferansta bulunarak antropoloji ile alâ­

kadar olmuş ve Tıp Fakültesinde bir antropoloji miiessesesi açmıştır. Bu müessesenin başında reis, âza ilh. diye o va­ kit ilân edilen Türk profesörler, hiç te bu mevzu ile alâkadar zevat değildiler. Bu müessese altı ayda bir türkçe ve fransızca kısımlarını ihtiva etmek üzere nefis bir şekilde basılmış bir mecmua

1927 senesinde ve nufus tahriri esnasında idari sebepler tesiriyle muhtelif şark vi­ lâyetlerimizden yüzlerce aile garp vilâ­ yetlerimizin muhtelif mıntakalarma nak­ ledilmiş buluyorlardı. Bu istatistikte gö­ rülen rakamlar o ailelere aittir. Halbuki bilâhare bu aileler temamen eski mes­ kenlerine iade edilmişlerdir. Şu halde bu­ gün Türkiye’nin her tarafında ktirtçe ko­ nuşulmamaktadır. Bu cihetin de istatis­ tikte tasrihi lâzımgelirdi. 5. — Bütün bunlara rağmen Türkiyede Türkçenin yine kahir bir ekseriyetle konuşulması tebarüz etmiş bir neticedir. Ancak bu yukardaki noksanları da na­ zarı dikkate alacak olursak, Türkçeden başka konuşulan dillerin hiç mesabesinde olduğu anlaşılıyor. Bunlardan, bugünkü şekli ve ekseri­ yet sırasıyla yalnız kürtçe ve arapça ile mücadele mecburiyeti olduğu göze çarp­ maktadır. 6. — Dillerin muhtelif vilâyetlerimize göre taksimatı da ayrıca dikkate şayandır. Meselâ van, Siirt, Hakâri, Diyarbekir vi lâyetlerimizde Kürtçenin hâkim lisan ol­ duğunu görüyoruz; Mardin’de Kürtçe ve sonra arapça ekseriyettir. Elâziz’de kürt­ çe hafif bir ekseriyetle daha fazla bulun­ makta Malatya’da ve Erzincan’da bunun aksine olarak Türk dili zayıf bir ekseri­

yetle hâkim vaziyete geçmektedir. Kars’ta kürtçe, türkçenin dörtte biri derecesinde­ dir. Urfa’da küçük bir farkla kürtçe, türkçeden fazladır. Fakat arapça da inzi­ mam edince türkçe bu dillere nazaran akalliyette kalmaktadır. Şu halde bu saydığımız mmtakalardaki devlet teşkilâ­ tına, en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün memurlarımıza, muhtelif cemiyet­ lerimize ve bilhassa halk terbiyesi ile millî kültür işlerini üzerine almış olan halk fırkasına düşen vas&fgler büyüktür. Türk dilinin akalliyette kaldığı veya zayıf bir ekseriyet teşkil ettiği mıntaka ve vilâyetlerimizde vakit geçirmeden teş­ kilât yapmak ve usullü bir programla çalışmak mecburiyeti vardır. Herhangi bir mülâhaza ile bu müca­ deleyi geciktirmek doğru değildir. Millî istikbal millî insicamdan doğar. Bunu da dil birliği, dilek birliği ve nihayet din birliği temin eder. Bunlann içinde en mühimi ve hepsinden önce geleni hiç şüphesiz dil birliğidir. Ufak, küçük ve mahdut ta olsa, bu mmtakalarda istikbal mücadelesi başla­ malıdır. Gençler, bu mmtakalarda vazife alan veya alacak olan gençler, hangi meslekten olursanız olunuz, oralardaki ilk işiniz Türk dilinin hakimiyetini temi­ ne çalışmak olsun..

C evat Ekrem


Sayfa: 128

ATSIZ MECMUA

Sayı: 6

çıkarmış, fakat bilhassa bidayette İstan­ bul mekteplerindeki Rum, Ermeni ve yahudi çocuklarının göğüs genişliklerini ve boyalarını ölçmekle işe başlamıştı. Bilâhara bir Türk doktoru da bu işle meşgul olarak Avrupa’ya gönderilmiş ve Tıp Fakültesinde halen bir kürsü deroi vaziyetine getirilmişti. Türkiye’de bu mevzula kendiliğinden alâkadar olan ilk Türk, doktor Osman Şevki Bey namında bir zattır. Bunu da Hayat mecmuasında intişar eden makale­ lerinden anlıyoruz. Türk olarak bu işe başlamak şerefi o zata aittir. Memleketimizdeki antropoloji tetkik­ lerine a it ilk hareketlerin bu çok kısa icmalini yaptıktan sonra mevzuumuza geçebiliriz.

neticede bir seyahatname neşretmiştir [3]. Bu eserde de antropolojik izahat vermiş ise de asıl, Ankara’da bir alay efradı arasındaki tetkikatmı Türk antropoloji mecmuasında bastırmıştır. Türk antropolojisi hakkında kendi memleketimizde ve bilhassa Anadolu’muz­ da yapılan tetkikatın neticelerini neşret­ meden evvel, bu ilim yoluyla tahakkuk ettirilmek istenilen bazı ecnebi neşriyatı tetkik ve tahlil etmek mecburiyetindeyiz. Büyük harpte muhtelif cephelerde ve muhtelif milletlerden müteşekkil Avrupa orduları karşısında ne şekilde harbettiğimizi gören milletler, bizim hâlâ tarihî ve ırkî asaletimizi ve ona lâyık şevki tabii­ lerimizi muhafaza etmekte olduğumuzu görünce hayrete düşmüşler ve hatta pay­ laşmak istedikleri Anadolumuzu hâlâ mü­ I dafaa etmekte olan bir Türk milletinin Türk antropolojisi hakkında şimdiye mevcudiyetine hiddetlenmişlerdir. kadar neşredilen yerli ve ecnebi eserler Pek alâ malûmdur ki milletleri iki pek mahduttur. Bunlardan yerli olanlar yolla tahrip ve imha etmek mümkündür; Türk antropoloji mecmuasıyla doktor bunlar da ya siyaset veya kuvvettir. Osman Şevki Beyin yukarda zikrettiğimiz Düşmanlarımız büyük harpte millî makalelerinden ibarettir. benliğimizi silâh ve ateş kuvvetiyle öldüEcnebi neşriyatı meyanında, Türkler remediklerini ve öldüremiyeeeklerini an­ üzerinde ilk antropolojik tetkiki bir Rus layınca işi siyasî sahaya intikal ettirmiş­ âliminin yaptığını ve Anadolu’muzda 63 lerdir. kadar şahsı ölçtüğünü anlıyoruz. Bugünkü mevzuumuza teması itibarıy­ Bundan sonra EuPitiard Bal­ la, bize tevcih edilen siyasî kast cepkanlar ahalisi üzerinde ve bilhassa Dobkesinin Fransızlara ait olan kısmından ruca’da tetkikat yaparak Dobruca müslübahsedeceğiz. manlarmdan 300 kadar şahsı ölçmüş ve Suriye’yi istilâ ederek Sivas’a kadar bu mesaisini 1920 de neşretmiştir [1] uzanmak gayretiyle şimale yükselen Fran­ Bundan başka, meşhur antropolojist sız kıt’aları Adana, Maraş, Kilis, Gazi Topinardhneserinde umumî Türk antro­ Ayntap ve Urfa’da tamamen millî ve polojisine dair kısa malûmat mevcuttur[2]. umumî bir mukavemet hareketine maruz Nihayet yine Eug&nePittavd kalmışlardır. 1928 de Şüphesiz bu hareket karşı­ Türkiye’de uzun bir seyahat yapmış ve sında kuvvetleri yeniden bir Türk kale­ [1] Eugene Pittard; Recherches anthroposine çarparak erimiş ve bundan sonra iogiques dans les Balkans, specialement dans gerilemiştir. la Dobroudja 1920 Tome: 1. Kuvvet yoluyla elimizden alamadıkları Paris: Editions Leroux 28 Rue Bonaparte. [2] Dr.

Paul Topitıard; L’anthropologie

1922. Paris: Alferd Costes, editeur 8.Rue Monsieur-Le-Prince.

[3] Eugene Pittard; Le visage nouveau de la Turquie 1931. Sociei£ d ’lditions g£ografiques, Maritimes et coloniales. 184. Boulevard Saint-Germain VI.


Kafkas — Suriye — Sakarya — Dumlupmar — Ağrı


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa; 129

Anadolu yaylasını siyasetle elde etmek esnasında yazan bu âlim Eugene Pittard yoluna koyulmuşlardır, Karşılarında da­ hatta daha ileriye giderek, ne yazık ki, yanan kuvvet Türk Milliyetidir; şu halde Aynı asıldan olan bu iki millet bugün evvelâ bu milliyeti parçalamak, ırkî ve Anadolu yaylası üzerinde mücadele halin­ tarihî verasetinden alâkalarını keserek dedir, demeğe kadar nazariyesini ilerle­ maneviyatını yıkmak esası üzerinde yü­ tiyor. rümeğe başlamışlardır. O erkânıharple bu âlimin davaları ba­ işte bu tarihten itibaren Fransızlar sittir. Biz geçmiş zamanların tarihini kapilim yoluyla koynumuza girmek, millî lıyan Türkler değiliz; sadece kadim Yu­ bünyemizi parçalamak ve bizi tarihî ır­ nanlıların Anadolu’daki bakayasıyla ka­ kımızdan ayrı bir millet olarak kendimi­ rışmış, rumlaşmış, ırkî ve tarihî verase­ ze ve dünyaya kabul ettirmek sevdasına tini kaybetmiş bir milletiz. Şu halde tari­ kapılmışlardeır. himizle ve ırkımızla alâkamızı keserek Büyük harpte Türk harbi namındaki kaımıza kan, medeniyetimize medeniyet eseri yazan Fransız erkânıharp Binbaşısı katan bu yeni damızlık ırka yani Yunan­ Larşer [1], eserinin 24 üncü sahifesinde lılara yaklaşmalıyız. şunları söylüyor: Facia bu kadarla da bitmiyor. Tari Türkler Anadoln’nun daha Bizans dev­ himizle ve ırkımızla alâkamızı kesmeğe rindeki Hint-AvrupalI halkıyla kaynaşma­ matuf bu caniyane taarruzu yapan adam ları neticesi olarak kendi ırklarından teIstanbuldaki Türk antropoloji cemiyet ve kâmülât ve âdâtça hayli uzaklaşmışlar ve müessesesinin fahrî reisi ilân olunuyor. Osmanlı Türkleri namıyla tarihî bir ırk-ı Çünkü o zaman, o müessesenin başında diğer vücuda getirmişlerdi.» da bizim karagözlerimize ve sempatimize Dikkate şayan olarak aynı fikre bu hayran olarak işgal ordularıyla beraber sefer daha kuvvetli bir nazariye halinde İstanbul’a gelip Fakültemize giren hir Eugene pittard'ın eserinde tesadüf edi­Fransız profesörü vardı. yoruz. Dobruca müslümanları arasında Türk genci... Ne kadar müteyakkız tetkikak yapan bu antropoloji âlimi Dob­ olmak ne kadar çok okumak ve ne kadar ruca müslümanlarının Rumlara pek çok çok çalışmak mecburiyetinde olduğunu benzediğini iddia ile işe başlıyor; hatta anla. antropolojik tetkikler de bu davayı isbat Propaganda, bütün ilimlerin üstünde yolunda yapılmıştır. Yani Fransız siyase­ ayrı bir ilim olmuştur. Propaganda, ilim­ tine uygun bir Fransız ilmi... Eugene lere, ırklara, tarihlere, dinlere ve mefkûPittard, bu eserinin 258 inci sahifesinde relere kadar el atan sinsi bir canavardır. «Türk ve Rumların bazı bedenî vasıfla­ Türk genci... Türk antropolojisini rının mukayesesi» namıyla ayrıca bir ba­ tetkik yoluyla içine sokulan bu meşhur his açıyor. Burada baştan aşağı indî ve âlimlerin maksadını, bu yazıları takip sübjektif nazariyelerle bizim kadim yunan­ ettikçe naha iyi anlıyacaksın. lıların Anadoluda’ki bakayası ile ihtilât Gelecek sayılarda Eugene etmiş ve onlara imtisal etmiş yeni bir memleketimizdeki antropolojik tetkikleri­ millet olduğumuzu isbata çalışıyor. nin mahiyeti, gözlerinin önünde daha Bu yazıları bizim istiklâl harbimiz kuvvetle canlanacak ve genişliyecektir. [1] Büyük harpte Türk harbi, Larşer. Çeviren: Kaymakam Nihat Bey Merhum.

A hm et R ıza


Sayfa: 130

ATSIZ MECMUA

Sayı: 6

Eski tarihte: Mektep hâdise muzirdi. Bu itibarla, velevki men­ Bütün şark kavımlarmda din, talim fi bir şekilde olsun, çinliler aratında mah­ ve terbiye üzerinde kuvvetli bir rol oy­ rem ve sıkı bir ahlâkî tesanüt vardı. namış; Çinde, Hindistanda, Mısırda, Yaİşte bu muhafazakâr ve mahrem terbiye hudiler arasında rahipler terbiyenin nâzım neticesidir ki bugün, aradan birkaç bin ve müdiri olmuşlardır. yıl geçmesine rağmen, Çin aynı Çin ola­ Çinde terbiye ve tahsil şekilleri ta ­ rak kalmıştır. mamen haricî idi. Çocuk ahlâkî ve afakî bilgilerden mahrum Konfuçiyus telekkiMısırda ve Hindistanda terbiye kast üzerine kulerine,anane$ rulmuştu. lerine sadık olarak yetiş („ Ü H indistanda Neslimin şarkısı brahmanlar , tirilmekte i- ^ di. Eski ÇinMısırda ra deki terbiyehipler terbi­ jf Acep taşan bir nehir neler yapmaz bu hızda? yenin eî s a ssıı « yenin nâzımı Asırlara can veren temiz damarımızda çocuğu top - S idiler. Hin Elem, keder ve hüzün;m arazîlik ne arar, rağm âdetledistanda bı Bu mecrada erkekçe taşan, coşcuı bir kan var. rine sımsıkı j| ra h m a n la r, Böyle bir neslin başı nasıl göklere değmez ? bağlı, ecnebi * Mısırda ra Sorarım hangi âsî baş verip, boyun eğmez ? hars ve me- g S hipler gençliGörelim hangi hâil yoldan çevirir bizi ? den iy ete kar® ğe İçtimaî vaTutuşan bir imânla yugurduk azmimizi. şı dayanıklı % ziyetleri j ------ ile Biz hiç bir gün guruptan kalkıp ilham almadık, bir halde ha- & | mütenasibe n Süzgün gözlerimizle hülyalara dalmadık. zırlamağa ^ y onların menKalbimize ne bir yas, ne bir karadlık doldu, müstenitti. ^ sup bulun Mefkuremiz zulmeti parçalıyan nur olda, Bu terbi­ dukları ahali Bizim inziva değil cemiyettir yerimiz, yede hâkim s ı n ı f l arma Yalnız bu aşk uğrunda çarpıyor kalplerimiz. olan ruh; her karşı alâkaNe bir baş belâsına, ne de ferde taparız, türlü yenili- § «Ortada Ben, Sen, O yok.. Cemiyet var, Biz varız.» ^ r ın ı, vecibe ğe karşı ınüve haklarını c a d e le c i , ö ğ r e tmekte F erit R agıp mevcut içti idiler. Bu iti­ maî müessebarla Hindis­ seleri korumakta menfaattardı. Gaye aile tanda ve Mısırda terbiye ve terbiye şe­ arasındaki tesanüdü takviye ve devlet killeri kastların sayısına, mahiyetine teşkilâtındaki kuvveti tarsin etmekti. göre değişirdi. Fakat umumiyet itibarıyla gençlik, hayatta kendisine lâzım oian Çocuk büyüdüğü zaman aldığı terbiyenin âdet ve merasimleri öğrenir, asrının tesiriyle kanaatkâr ve muhafazakâr; bu­ adamı olmağa çalışırdı. lunduğu toprağın en iptidaî âdetlerine sadık ve hürmetkûr olurdu. Çine, Çinliye Yahudiler arasmdaki terbiye müesseait olmıyan her şey, her yabancı fikir ve seleri iki veçhe arzederler:


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

1— Mukaddes kitaplar devri ki îsâdan 550 yıl öncesine, Babil esaretine kadar uzanır. 2— Rabinler devridir; Babil esaretin­ den, Isâ peygamberin doğuşundan 500 yıl sonraya, yani «Talmud» un yazılışına kadar sürer. İlk devre terbiyesinin esası, o zaman­ ki Yahudiler için çok kuvvetli bir mânâ ifade eden aile tesanüdünün bağlarını sağlamlaştırmaktı. Bu terbiye sisteminde âmil olan mezhep ve ahlâk unsurlarıdır. Zihnî ve bedenî terbiye bu sistemin ikin­ ci plânını teşkil eder. Bu ilk devre ter­ biye telekkileriuin gayesi evvelâ Allahtan korkan, dinî telekkilere sadık insanlar: sonra da vatandaşlar temin etmekti. Bu devirde terbiye tamamen aile reislerine verilmişti. Hususî veya umumî mahiyette hiç bir mektep yoktu. Meşhur müsteşrik­ lerden Munk’a göre yahudi kıratlarından Ezechias yüksek tahsil hevesinde bulu­ nanların arzularını tatmin etmek gayre­ tiyle mektepler açmıştır. Buralarda şiir, felsefe ve hitabet tedris edilmekte idi. İkinci devrede Rabinler 70 yıllık bir esaret neticesi imtiyaz ve selâhiy etler in­ den birçoğunu kaybetmişlerdi. Buna mu­ kabil muharrirler, âlimler, müstensihler kuvvet ve şöhret kazanarak, halka, unut­ makta oldukları «bir allahlık» ı (monotheisıne) telkine çalıştılar. Sonraları din, edebiyat, millî kanunlar tedris eden mek­ tepler açıldı. Fakat bu müesseseler ihti­ yaca yetişmiyordu. Halkın büyük bir kısmı cihalet ve dinsizlik içindeydi. Kıraliça Salomenin kardeşi ilk defa olarak Kudüste yoksul çocuklar için res­ mî bir mektep açtı. Bir milletin kuvve­ tinin terbiye ile kaim olacağını anlıyan rabinler ruhanî idareleri mmtakaları da­ hilinde 16—17 yaşındaki çocuklar için

Sayfa: 131

mektepler açmağa başladılar ve bu hu­ susun temini için kanunlar vaptılar. Bu mekteplere önceleri tahsilce geri, yaşça ileri olan çocukları topladılar. Fakat bu mekteplerle bu talebe devşirme usulü müspet bir netice vermedi. Müeyyedeli maarif ve mektep teşkilâ­ tına ilk defa olmak üzere îsâdan 64 yıl sonra büyün rabin Youse ben Gamala zamanında tesadüf ediliyor. Bu adam her şehirde birer mektep açılmasını em­ retti. Bu emrin tatbikinde tekâsül göste­ renlerin aforoz edileceğini ilân etti. Şehir ve köyler fakir olup ta mektep açamıyacak vaziyette bulundukları takdirde si­ nagogların mektebe çevrilmeleri de bu mukarrerat cümlesindendi. Keza talebesi 25 ten aşağı mektepler bir muallimle, 25—40 talebeliler bir muallim ve bir muallim muaviniyle, 40 tan yukarı mev­ cutlular ikişer muallimle idare edilecekti. Mektep açmayıp aforoz edilen şehirlerde oturanlar büyük bir günah işlemiş sayı­ lırdı. tik ve yüksek mekteplerde ^tedrisat parasızdı. Muallimler hayatlarını kazan­ mak için başka bir işle uğraşmak mec­ buriyetinde idiler. îlk tahsil mecburî ve meccanî olduğu için ilk mekteplere kâfi miktarda muallim bulunamıyor­ du. îlk mekteplerin bu ihtiyacını tatmin edebilmek için ilk mektep hocalarına bir miktar para verilirdi. Fakat bu para mu­ allimlikten ziyade çocuklara nezaret et­ tikleri için veya gramer gibi mecburî olmıyan dersler mukabilinde verilirdi. Bu ilk ve resmî mektepler yanında cemaatler tarafından idare edilen mekteplerle diğer serbest mektepler vardı ki resmî mek­ teplerle aynı hak ve vecibelere maliktiler.

S af aa itin R ıza İstanbul ve Bükreş Hukuk Fakültelerinden mezun


Sayfa: 132

ATSIZ MECMUA

Sayı: 6

Basılmamış Bektaşi şiirleri Toplıyan: M . Ş akır

5 Ervâh-t ezelde dîvân-ı hakda Secde-i Âdemi etdim de geldim Hem Âdem balçıkdatı yaratıldıkda Çâr ‘unsur libâsın giydim de geldim

*** Keştî-i Nûh ile girdim tufana Bir dem İsmâile geldim Kurbana Yakub-veş hayli düşdüm efgana Yûsııf-ı Ken'ânı buldum da geldim Tûrda Mûsâ ile dîvâna durdum Hakkın tecellisin ben anda gördüm Rûh ul-mukaddesden İncil okudum Tıfl-ı Mesîhâyı bildim de geldim Mahbûb-ı Hudâya vahy oldu Kur'ân Hem yazdı okudu ol şâh-ı merdân Mi‘râca Muhammed gittiği zaman Leyle-i mi'râcı gördüm de geldim

*** Muhammed ‘Alînin çönki fermânı Kırklar meydanında gördüm erkânı «Nihânı» böyledir derdimin dermanı Bu dem devrânı sürdüm de geldim

6 Evvel adın kulhuvallah Hem ezelsin ezel billah Cümle derde derman Allah ‘Alî billah ‘Alî vallah ‘Alî şahımdır eyvallah * .

. . bâde pir>hân oldun Sâdıklara ‘iyân oldun Münkirlere nihân oldun ‘Alî billah ‘Alî vallah ‘Alî şahımdır eyvallah *

reh-nümâsın ...................................... medârıstn Mü’minlerin penâhısm ‘Alî billah ‘Alî vallah ‘Alî şahımdır eyvallah * . . . bir nûr-ı bakirsin Evvel âhır pâk tâhirsin

Kâh bâtın kâh zâhirsin ‘Alî billah ‘Alî vallah ‘Alî şâhımdtr eyvallah

*

‘Alî bâb-ı penâhımdır «Nihânî» Kıblegâhımdir İki ‘âlemde şâhımdtr ‘Alî billah ‘Alî vallah ‘Alî şâhımdtr eyvallah

7 geldi ol mâh-ı muharrem rûz-ı mâtem mü’minîn ‘Âşıqânın durmayub efgan iderler yâ Hüseyn Çâkçâk it sineni hasret ile eyle enîn Çünki düşdü Kerbelâ toprağına ol nâzenîn Geldi bu dem ki şehîd oldu sultân-ı dîn Geldi bu dem ki siyeh-pûş oldu eshâb-ı dîn Firkatinle ağlayub âh it ey gönül İnleyüb göz yaşını dâim revân it ey gönül Hem Hüseynin ıâlıina kendin ‘iyân it ey gönül Cânını eyle fedâ zâtın nihân it ey gönül Geldi bu dem ki şehîd oldu sultân-ı dîn Geldi bu dem ki siyeh-pûş oldu eshâb-l dîn Ağla ol şehîd-i Kerbelânın aşkına Dağla cismin nûr-ı çeşın-i Murtazânin aşkına Çağla deryalar gibi ol sâhib-vefânın aşkına Nakd-i canin kıl fedâ hem ol Rızânın aşkına Geldi bu dem ki şehîd oldu sultân 1 dîn Geldi bu dem ki siyeh-pûş oldu eshâb-ı dîn Sen şehinşâha çü kasd etdi Yezîd-i bî-hayâ Vah nasıl Kıydı sana hem ol pelîd-i bî-vefâ Hasretâ Vâveylenâ inler gönül vâfir fenâ Ey «Nihânî» gözlerinden kanlı yaş dök dâimâ Geldi bu dem ki şehîd oldn sultan-ı dîn Geldi bu dem ki siyeh-pûş oldu eshâb-ı dîn

8 Ehl-i diller Kûşe-i vahdetde iskân oldular El-virüp bir dilberin Kûyunda mihmân oldular Mâl mülkî dîn ü devlet küllî eşyâdan geçüb Hırka-pûş tâc-ı ‘abâ altında pinhân oldular Nefsine kul olmadan geçmiş hudâya yüz tutub Heft iklim şehr-i dil tahtında sultân oldular Ey tozu koz anlıyan fehm ehli gör işte kim Cân ü serden geçdiler hep sanma inşân oldular Pâ bürehme baş açık bu yolda yüz bin sîne ki (?)

[S-i^ ] Senden akdem ey «Perişan» ki perîşân oldular Bitmedi


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 133

H alk edebiyatı örnekleri:

Memleket Manileri Safranbolu manileri

Kerkük manileri

Toplıyan : A. Baha

Toplıyan: Müderris Zade Salâhattin Sait

Ay doğâ olunmaz nu Oün doğâ bulunmaz mı Bu dertten ben ölüyom Nemâzım gıluıımaz mı

Arxa [ i ] bağlar Su gelir arxa bağlar Bülbüle irs qaluplur [2] Arxaya arxa ağlar

Oiden dayı beri bâq Oulağına deri dâq Benden sanga mefâ yoq Oalan \1\ garına

Suda mar [3] Kimin [4J ilfu5] Z [ suda mar kimin Sen meni yandırupsan yağa su damar [6] kimin

Ay ışuqdu garânluq Gamalara dayanduq Yâr geliya deyünce Dal-ııyqudan uyânduq Bostana gıızu Tiiyü qımızıgedi Anasını arâken Ooynuma gizi gedi Almayı ata ata Şefteli sata sata Bende dağat Yalıınguz yata yata

eybâq

Karâbe [7J gözler ^ BayquşKarâbe gözler Oözıım hûblar görüptür Baqmaz Xarâba [S] gözler gedi

galmadı

Dengiz dibü tekneli İçine gul ekmeli güççücekten yâr seven Biraz zûhmatçekmeli [1] «galan* rabıt edatıdır. Çok kullanılır. Her cümledeki mânâya göre kıymet alır. Burada «git te» mânâsına kullanılmıştır.

Bin oqu At kemandan bin oyu Bilene bir söz yeter Bilmeyene bin oqu Esmere ağ [9] yaraşır Sineme dağ [İO] yaraşır Bayquşa Xarâbeler Bülbüle bağ yaraşır {1] [2] [3] [41 [51

«ark»a Kalmıştır Yılan gibi zülfün

[6] damlar [7} Harabe [8] «Harap»a [9J ak [101 yara

Tashih: geçen sayıdaki Kerkük manilerinde ikinçi maninin ilk kelimesi «Bülbülün» olacaktır,


Sayfa: 134

ATSIZ MECMUA

Sayı: 6

Türklerde ailenin tekâmülü ye bunda “Kadın,, I — Türk m itolojisinde E rkek — Kadın ve aile m efh u m la rı,.. Türk destanının bütün parçaları mey­ dana çıkarılıp henüz birbirine bağlanmış değildir. Bununla beraber bugün elde mevcut olanları da zengin mevat gösterir. Bugünkü Türk destanı başlıca dört büyük parçadan ibarettir. 1 — Dünyanın yaradılış us türesi, 2— Kun=Oğuz destanı, 3—Gök Türk destanı, 4—Dokuz Oğuz -U ygur destanı.. Bu esas destanın etrafında birçok ta tâlî destanlar vardır ki en meşhurları Köroğlu, Manas, Battal gazi, Danişmend gazi ve Dede kurkut destanlarıdır. Bugün yalnız Yakut Türklerinde yaşıyan Türk kozmogonisine göre kâinat halk edilmeden evvel âlem denizden ibaretti. «Tanrı Kara Han» bu denizin üzerinde tek başına düşünüyordu. Nihayet Kara Han yalnızlıktan usandı. Ne yapayım diye dü­ şünmeye başladı. O zaman denizde « Ak Ana» göründü- Kara Hana «Yarat!.»dedi ve kayboldu. Kara Han Ak Anadan aldığı ilham ile kâinatı yarattı [1] • Demek Türk maşerî vicdanının yarat­ tığı en seaslı efsanede «Kadın» bir ilham menbaı oluyor. Kadına destanda bu kadar mühim bir mevki veren milletin bu fikri bn tezde daima göz önünde tutulması lâ­ zım bir nokta olacaktır. Yine Türk kozmogoni destanına göre gök 17 tabakadan mürekkeptir. En üst kat olan 17 nci tabakada Tanrı Kara Han oturur. Kadın olan «Gün Ana» yani güneş 7 nci katta, erkek olan « Ay Ata » yani [1] Türk Yurdu cilt 4; numara 22; 1926 sayısında Abdülkadır Beyin «Türk Mikolojisin­ de ve Halk Edebiyatında kadın* ünvanh maka­ lesi. S. 305..

ay ise 6 nci katta oturur [1]. Görülüyor ki daha mühim olan güneş kadın telekki ediliyor ve gökteki mevkii de aydan daha yüksek oluyor.. Türk destanının ikinci büyük parçası olan Oğuz destanında, destan kahramanı ve Türklerin büyük hükümdarı olan Oğu­ zun iki güzel kızla evlendiğini görüyoruz[2]. Hatta bu destanın islâmiyetten sonra tahrif edilen şekillerinde Oğuzun üç am­ casının üç kızıyla evlendiğini görüyoruz . Bunu hiç bir zaman Türklerde kadının mevkiinin küçük olduğu şeklinde anlamamalıdır. Çünkü fütühat devirlerinde Türk büyüklerinin birden fazla kadın alması kablelislâm devirlerde bile âdetti. Dokuz Oğuz destanında da hükümdar «Buğu Han» yeni dini ve her şeyi semavî bir kızdan öğrenir [3]. Zaten eski Türklerin İçtimaî müesseselerinin bakiyelerini hâlâ saklıyan - Altay Türklerinde kadının mevkii çok büyüktür. Kahramanlar karısının yahut hemşiresinin sadakat ve gayreti sayesinde felâketler­ den kurtulurlar. Hatta Altay dağlarında­ ki bir tepenin ismi «Kadm»dır.. Bu dağ hakkında birçok hikâyeler söyleni [4]. Kara kırgızlar arasında söylenen «Manas» destanında kadın evin namusu­ nun bekçisidir. Erkek soğuk kanlılığını kaybederek fena bir iş yapacağı zaman onu kadın kurtarır. Kadının sözünü din­ il] Ziya Oök Alp : Türk medeniyeti tarihi, S. 69. [2] Köprülüzade F u a t: Türk edebiyatı ta­ rihi, S. 59. [3] Ziya Oök Alp : Türk medeniyeti tarihi. S. 72 — 73. [4] Abdülkadir ; AynÇmakale S. 307.


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 135

verip seni sevdim. Korkak anan baban lemediği zamanda da kahramanın ölümü bir canda ne var ki vermemişler. Yer gök gelmiştir [5]. şahit olsun ben canımı sana verdim» di­ Kadının yüksek mevkii islâmiyetten yor... Azrail karısının canım almaya ge­ sonra yazılmış olan Dede kurkut kitabın­ liyor. Deli Dumrul Allaha yalvarıyor. da da pek bârizdir. Meselâ: Kahraman «Alırsan ikimizin canını al. Bırakırsan fakak deli bir Türk beyi olan «Deli Durnberaber bırak.» diyor. Allah ta onları rul» Azraile meydan okuyor. Fakat mü­ affediyor [1]. cadelede mağlup oluyor. O zaman Azraile Dede Kurkut kitabında kadmlar şöydiyor ki: «Madem ki her şeyi yaratan, can lece dörde ayrılıyor: veren Allahtır öyle ise benim de canımı 1 _ Evin dayağı olanlar: eve misa­ o alsın, sen bu işe karışma!» Bu sözler fir gelse, erkek Allaha hoş ge­ evde olmasa o liyor. Azraile onu yedirir, diyor ki:«Eğer Bir kibrit alev aldı içirir, ağırlar Deli Dumrul gönderir. Nederlerse ,d esinlr gurup’, kıpkızıl kandır, kendi yerine II — Sabah Benliğimin evinden kopup yanan volkandır. canmı verecek leyin kalkar, Guruba baka baka bir kibrit alev aldı. birini bulursa e l i n i yüzünü onu ölümden yıkamadan tıka affederim. »Az­ Bir kibrit alev aldı. Ne derlerse desinler! basa yemek rail bunu Deli İsterse bana bunun aksini göstersinler, yer, elini bö­ Dumrula tebliğ Parlayıp halka halka bir kibrit alev aldı. ğrüne vurur. ediyor. D e l i Bu evi harap *** Dumrul sevi­ olası erkeğe nerek babasına Kızgın bir demir benim dağladı ciğerimi, va ra lı dan beri koşuyor, . i şi Hıçkıran gözyaşları doldurursa yerimi karnım doyma­ anlatıyor.. Ba­ Türbemin baş ucuna bir kibrit alıp yakın! dı,ayağım paşbası kabul et­ mak, yüzüm ** miyor. Anası­ yaşmak görme­ İsterseniz koşuşun rüzgârı yara , na koşuyor. O di,diye şikâyet Benden uzak dizilin karşımdaki dağlara da kabul et­ eder .Bu da sol­ Yalvarırım sizlere beni yalnız bırakın!. duran soydur. miyor. O za­ III — Kal­ man A z r a i l Celâl Sıtkı kınca elini yü­ Deli Dumrulun zünü yıkama­ canını almak istiyor. Deli Dumrul Azrailden müsaade dan sokağa çıkar, obanın bir ucundan bir ucuna gezer, öğleyin evine gelince istiyor: «Bir karımla iki oğlancığım var, hırsız köpeğin evini birbirine kattığını onları da bir göreyim de sonra canımı al!» diyor. Kansına anlatıyor, diyor ki: görür. Komşu kadınlara niye evime bak­ «Bütün malım mülküm senin olsun. Ben­ madınız diye çatar. den sonra, gözün kimi tutarsa göynün IV — Nice söylersen bayağı olanlar: evine misafir gelse erkeği evde olsa ve kimi severse ona var, iki oğlancığımı öksüz bırakma.» ona ekmet getir yiyelim dese: «Ne yapa­ lım bu yıkılası eyde un yok elek yok » Kadın burada büyüklüğünü gösteriyor. «Sen öldükten sonra ben malı mülkü ney­ der. Ne gelirse benim soframa gelsin diye erine arkasını çevirir. Sözünü dinlemez. lerim, ben göz açıp seni gördüm, gönül [5J Abdülkadir, aynı makale S. 307.

[1] Kitab-ı Dede Korkud; S. 87 - 9 5 .


Sayfa: 136_______________ ATSIZ MECMUA

Sayı: 6

Bizde koro ve repertuvarı I Koro, yani grup halinde şarkı söyle­ mek san’atı, tarih kadar eskidir denebilir. Kurunuvustaî kilise koroları memleketi­ mizde bugüne kadar eksik olmadı. Elyevm Orta Asya Türklerinin bir ağızdan şarkı söylemeği bilmediklerine bakılırsa bu san’atm Asyaî menşeine inanmak bi­ raz güç olursa da, Burhanı Katı lûgatma göre hiristiyan korolarının İran toprak­ larında da vaktile kullanıldığını kabul etmek lâzımgelir (Yani, sonradan rağbet­ ten düşmüştür). Mezkûr lügatin verdiği malûmat şudur: «Bin kadar büyük, kü­ çük eşhasın bir ağızdan şarkı söyleme­ lerine Erganon derler. Diğer bazılarına göre de, yetmiş kızın hep birden şarkı söyleyip saz çalmasına Erganon denir»[1]. Erganonun esas manası maruf musiki aleti olduğuna ve garpta en iptidaî iki sesli kilise musikine de vaktile denildiğine bakılırsa, İran Erganon koro­ sunun hiristiyanî menşeine inanılır. Bel­ çikalı rahip seyyah Rübrükis’in Giirgânç [Türkmenistan] Nesturi’lerinin Erganon sazını çaldıklarından bahsediyor (XIII üncü asır): o havalide el’an iki sesli organum musikilerinin yaşadığı anlaşı-

lıp birçoklarının notaya alınmış olması, hem koro san’atımn vaktile o uzak Türk diyarlarına kadar girdiğini, hem de Rübrükis’in hakkını ayrıca teslim eder. Şu halde, koro, Türklerin pek eski âşinâsıdır. Hammer, bundan asırlarca ev­ veline ait mükemmel İstanbul Türk ko­ rosundan bahsediyor. Hora [i] (yani koro) tabiri — ki an asıl rumcadır — , lûgatlarımızda, ve halk arasında, el’an kullanılmakta ise de, bir ağızdan şarkı söylemek değil, yalnız topluca raksetmek manasını saklamıştır. Hammer, acaba, bazı dinî merasimimizde tek ses üzerine fakat bir ağızdan okunan âyet, İlâhî gibi ahenkleri mi kastetmek istemişti ? Esasen memleketimizin yerli kiliselerinde de, koro hey’etleri, son zamanlara kadar tek ses üzerine okuyup, dört ses üzerine ar­ monize edilmiş İlâhiler okunması yepyeni bir harekettir. Ermeni ve Rum kiliselerinde armonize edilmiş musikiler kullanılması münakaşa­ ları, aşağı yukarı elli senelik bir mese­ ledir; tatbikat sahasında, garp kilisesi ile alâkaları dolayısıyla ermeniler muvaffak oldular. Sinagoglar ise, daha ileri giderek iki senedenberi orgu da merasime iştirâk ettirmeğe başlamışlardır [2]. Bu yenilik­ li] Hora tepmek, denir.

[1] Garplıların son zamanlarda dikkatim celbeden bu İran! koro tarifleri, şifahî ve tah­ rirî hayli münakaşaları mucip oldu. Profesör [2] Sinagogda «irticai aleti olarak kullanıl­ Margoliouth, koro manasına gelen Erganon ke­ ması» kaydı ile Orgun ve «fevkalâde mukaddes limesinin ermenice ( erk— tegannî)saz» ve sayılan (noin Harpa’nm çalınmağa başlaması, ve — birlikte) kelimelerinden mürekkep olması garp üstatlarından Halevy, Yovahim Rossini, ihtimalini ileri sürmüştür ! M. Bruch ve hatta Beethoven’den bazı musiki-

0 Nuh peygamberin eşeği aslmdandır [2], Bu tasnif bize kadınların hürriyetini ve erkeğe müsaviliğini göstermek itiba[2] Kitab-ı Dede Korkud ; S. 5 — 6.

rıyla mânidardir. Çünkü erkek evde bu­ lunamadığı zaman kadın misafiri ağırlı­ yor, evine kabul edebiliyor. İstanbul Kız Lisesi felsefe sıtajiyeri

M ehpare Nihâi


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 137

lerin kilise haricinde de tesiri görüleceği tabiî idi; netekim millî bir koro hey’eti kurmak istediğimiz zaman bilhassa tec­ rübe görmüş kilise koristlerinden yardım arıyoruz: mükemmel bir fırsat, hiç ka­ çırmamalıyız. Bu tarihçe gösteriyor ki, Türkiyenin koro hayatı, kilise dahilinden haricine bir tekâmül seyri takip etmekte olup, en tabiî cereyandır: çünkü, her asırda ve her yerdekinin aynıdır; garpta da dinilik safhasından «lâik bir müessese» haline istihale etmiştir: meselâ, Büyük ihtilâl hadiseleri arasında kapatılan Fransa’daki «maîtrise»[3]nam kilise hanendesi mektep­ lerindeki koroların ilgası, (orpheon) nam fraıısız halk korolarının moda olması ih­ tiyacın 1 doğurmuşt u.... Bilhassa İstanbul ermeni kilisesindeki istihale iki mühim noktadan bizi alâka­ dar ettiği için ilerlemesi temenni olunur: 1) İstanbul ermeni kilisesinin musi­ kisi XVIII inci asır başlarında türkleşmeğe başlamış, sonlarında ise, Baba Hamparsum elinde Türk musikisinin — bünye itibarıyla — bir şubesi haline gelmiştir. Hamparsum, Boğos Zenne veya Maskalacı YaghuthiyOn’un talebesi olup, müteakip kilise musikicileri hep onun yolunda yü­ rüdüler; alaturkamsı , (kilise

İlâhileri) Eçmiyatzin Kilisesine de geçti[l]. Son zamanlarda ise, Komitas Wartabet, Anadolu ezgilerini tervice yol açmıştı; Komitas, Kütahyalı bir kısım ermeniler ise Anadolulu oldukları için, bu yeni üs­ lûp ta aralarında çok tutuldu, işte bahs­ ettiğimiz dört sesli korolar bu Türk ağız­ ları üzerinde yapıldı. Komitas dinî olmıyan Eğin ve diğer yerler ağızlarından da korolar yazdı [2].Yani,bir kısım kilisehanendeleri, memleket üslûbundaki nağ­ meleri armonik bir şekilde okuyabilmek seviyesini kazanıyorlar. 2) Yalnız İstanbul ermeni kiliselerinde sekiz koro heyeti vardır;azaları tabiatıyla tiirkçede de temiz bir şekilde taganni edebiliyorlar. Hem adet, hem de seviye­ leri artmaktadır; kilise haricindeki koro­ ların tutunmasına yardım etmeği de iste­ mektedirler. Bundan şu netice çıkıyor ki, şehir korolarının teşekkülünde bu hanendelerin kısmen yardımından istifadC etmek imkâ­ nına malikiz. Gerçe ses solistliği saha­ sında teknik yüksek tahsil görmüş olan­ ları yoksa da, koristlikte hayli tecrübe sahibidirler, içlerinde lise tahsili görmüş­ ler de vardır. «Opera Cemiyeti» kısmen bu koristlerin yardımıyla kurduğu koro heyetinde çok semereli neticeler edinme­ lerin dinî repertuvara alınması, bundan elli sene ğe başladı ki, ilk tecrübedir. Şehirimiz kadar evvel Paris sinagogunda takarrür ve tat­ katolik kiliselerindeki korolarda tecrübe bik olunan bir nevi intibah hareketinin neticesi­ gören koristlerden de istifade daima dir. mümkündür. [3] «Maîfrâe» kelimesi ile « » keli­ Koronun şarktaki mazi ve halini, ve mesi arasındaki lügat ve tarz müşabeheti dikka­ timi celbetti. Endülüs Araplarımn Toled,Kordu ileri doğru hamle edebilmesinin, yani ve Sevil Medreselerinde-ki birçok AvrupalIlar, «lâik ve millî bir terbiye müessesi» hali­ hatta rahipler bile, bu medreselerde tahsile ko­ ne geçebilmesinin şartlarını, gösterdik. şuyorlardı —musiki ( rgan O)da tedris olun­ Fakat, istikbale hazırlık maddesinin bazı makta idi. Devrin İspanyol muharrirlerinden şartları daha vardır. Vİrgilius Cordubensİs, Pmez­ I.— Koristlikte hiç tecrübe görmemiş, kûr medreselerin ders plânlarını anlatırken, bunu şu cümle ile tespit etmiştir: <et magistri görenekten mahrum musikicilerle işe baş­ legebant de nrnsica (de ista arte qaae dicüur lamakta ısrar edersek beyhude yere bir orgcunun...)*. Bu vak’aya bakan bazı avrupalı kaç tecrübe senesi kaybedeceğiz. Binaenmüellifler, Kurunuvusta kiliselerinde koro ile okunan organum sanatının Araplardan geçmiş olması ihtimali üzerinde düşünmektedirler !. [H.G. Farmer, Clens for t on European Musical Theory, 1925, ].

[1] Bu hususlarda Lavignac Musiki Kamu­ suna bakınız. Cilt, I. [S] Komitas’m hayat ve tecrübelerinden (Musiki) de bahsedeceğim.


Sayfa: 138

Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Seyahat notları - hatıra defterinden 23 Haziran 1931. Düzce: Talebem­ den Pertevle beraber Abant ve Karduz yaylalarına, bu dağların şimalinden doğru gidiyoruz. Dönerken de cenubundan, Mudurnu Çayı üzerinden dönmek niye­ tindeyim. Bu dağlar şimdiden okadar muhteşem görünüyor; tepelerine çıkarsak ne olacak. 24 Haziran: Bolu - Mudurnu şosesi üzerinde saat 12,,30. 22 - 28 inci kilomet­ reler arasını yaya geçtik. Yol tamir eden köylülerle biraz hendek temizledik, ve resimlerini aldık. Sağ tarafımızda yine Abandın tepeleri görünüyor. Ben karako­ lun solundaki tepeye çıktım. Saat 15,,30: Mudurnudayız(840 metre). Saat 17 de kasabanın şimalindeki kale­ lere, saat 19 da- cenubundaki Şeyh Üm­ ran tepesine (1100 metre), Filibeli Şeyhin mezarına, Evliyalardan Kulaklı Dedeye çıktık. Kasabanın gençleriyle beraber ko­ nuştuk. Saat 23 te kaymakam Abdurrahman Naili ve Belediye reisi Sabri Bey­ aleyh, yukarda gösterdiğimiz imkânlar varken, bu gibi [ve lâik — hususî — müesseselerde neticesini sabırsızlanıp da­ ğılmadan beklemek güç olacak] tecrübe devrelerinden kaçınmağa mecburuz. Koro san’atmda tecrübe sahibi ecnebilerden bile yardım beklemeliyi/.. Kuvvetli teşki­ lât buna bağlıdır [1]. II. — Teknik ve usul hususunda ciddî davranmak lâzımdır. III. —Bir koro hey’etinin hazırlıyacağı eserler repertuvarı kolaydan güçe doğru ele almak ne kadar mecburî ise, hitap edilecek halkın ünsiyet ve seviyeleriyle mütenasip, ve zevkine uygun eserlere fazla ehemmiyet vermek te okadar has­ lı} Konservatuvar korosunun teşkilinde bile görenekten mahrumiyetin dertleri çekiliyor.

lerle beraberiz; onlar bu dağlara olan seyahatimizi hayırlı fal sayıyorlar ve bundan sonra artık Darülfünunlular ve münevverlerin dağlara her vakit gelecek­ lerini ümit ediyorlar. Seyahat marşrutunu tesbit ediyoruz. 25 Haziran: Pertev, ben ve Müdurnulu gençlerden Sıtkı, sandık emininin oğlu Mehmet, Alpağot, Çepni köylerinden geçerek saat 19„30 da Abant Gölü sa­ hilinde, orman bekçisi Ahmet Efendinin evine geldik. Birisi burada balıkçılık edi­ yor. Ordulu dedikleri vilâyat-ı şarkiye muhacirlerindendir. Buradaki Ordulular, Çerkeş, Abaza, Laz muhacirlerinden ayrı sayılıyorlar, ve Türktürler. Bu ıstılahın, o zaman hükümet merkezi (Ordu) Şark vilâyetlerinde olduğu için Moğollar zama­ nında çıkmış olması hatıra geliyor. Nasıl ki o zamanlara ait kayıtlarda meselâ Konyadan şark vilâyetlerine Tebrize gi­ denler ve oralardan gelenler hakkında «

j j

»

ja

j j \> »

f

«

sas bir maddedir: milli repertuvar mese­ lesi işte budur. Birinci madde hakkmda başkaca sözü­ müz kalmadı, ikinci madde hakkmda ise, M. Eugene Borrel, Ankara’nın (Mu­ siki) mecmuasında [VI neı numarasında çıkacaktır] mühim bir yazı neşredeceğin­ den bize ayrıca söz düşmez; alâkadarlar oraya baksınlar [2]. Binaenaleyh, gelecek kısımlarda «Millî koro repertuvarı* me­ selesine dönmekle iktifa edeceğiz.

Kösemihal zade M a h m u t R a g ıp [2] Bartın gazetesinde devam etmekte bulu­ nan yazımda [bilhassa ağustos nüshalarına bakı­ nız], küçük şehirlerimiz için teklif ettiğim küçük koro teşekküllerinden bahsediyorum. Burada ise bilhassa İstanbul mevzuubahistir.

jl»

jijj!


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

tabirleri kullanılıyordu. Dördüncü Ordu tabiri ise Osmanlı devrindeki ordu taksi­ matı itibarıyla olsa gerektir. Akşam çok tatlı balık yedik ve sonra göl üzerinde ay ışığında kayık gezintisi yaptık. 26 Haziran: Sabahleyin gölde tekrar biraz kürek çektik. Saat 10 da Samat yay tasındayız. Burada «gelik» tesmiye olunan «alaçuk» 1ar üzerinde tetkikatta bulunduk. Temür sefemamelerinde, Erzu­ rum Türkmen kalesi «Evnik» in fethinde « J tfy » diye alay edilen alaçuklar işte bunlardır. Ma­ lûmdur ki «alaçuk» Altay, Orta Tiyanşan, Ural gibi dağlık mmtakalardaki Türklerde bulunur. Uraldaki Başkurt alaçukları da Temür sefernamelerinde mez­ kûrdur. Şimdi burada gördüklerimiz de tıpkı Başkurt alaçukları gibidir; uzunlu­ ğu 4 - 6 metre, genişliği 4 - 5 , yüksekli­ ği 1- 2 metre. Bunlar da Başkurt alaçukları gibi ayırma dedikleri yarım tomruk­ lardan yapılmıştır. Üzerlerini örten yar­ ma tahtalar da Başkurtlarınkinin aynıdır. Yarma, hardama, öküz tahtası, kısa olur­ sa bedevre tesmiye olunuyor. Kurut = keş ve bunu kurutma vasaiti Başkurtlara nisbetle daha iptidaîdir. Ekser güneşte kuruturlarmış. Burada yayla hayatı Baş­ kurtlara nisbetle çok basit, iptidaîdir; orada, zenginlerin alaçuklannda görülen ihtişam burada yok. Alaçuklarm, Başkurtlarınkinden farklı ciheti, ekserisinde hayvanlar için, evlerin altında yer bulun­ ması, ve yanında da aptestane olmasıdır. Bunlar elbette Türkler garbî Asyaya gel­ dikten sonra ilâve edilmiştir. Başkurtlarda hayvan ağıl ve damları alaçuktan çok uzakta bulunur. Alaçuka yakın yerde aptest bozmak mütasavver değildir. Samat yaylasında ağıl ve damın ecza ve teferruatına ait ıstılahlar kaydettik. Saat 1 : «Yağbasan» yaylasmdayız. Saat 2: Erenler Doruğu (doruk == tepe) na çıktık. Erkânıharp binbaşısı Cevat Beyin 1747 metre olarak tayin et­ tiği «Abant tepesi» bu olsa gerek. Hava

Sayfa: 139

çok güzel. Şarkta karlı «Köroğlu» (2315), garpta «Kardız» (Leonhardt’a göre 1900), cenupta «Medimenin Başı» bunların hep­ si pek açık görünüyor; ayaklarımızın al­ tında da «Abant gölü»; kendimizi çok yukarlarda hissediyoruz ve seviniyoruz; Pertev, şair Sabahattin’in: İlâhların başı gibi başlan diktir, Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir; Ben de katıp vücudumu bu genişliğe Bakıyorum aşağlarda kalan hiçliğe...

şiirini okuyor. Burada bir saat kadar kaldık. Burası açık, etraftaki gür orman­ lar arasında güzel Türk yaylaları görülü­ yor. Ne güzel yerleri var bu Türkiyenin. Saat 3„30: Çepni yaylasmdayız. Bü­ yük çayırın ortasında, büyük çayırın di­ binde tam Başkurt usulünde bir tabiî ca­ mi, minaresi çınar, duvarı bir avladan ibaret. Eskiden bütün civar yaylaların ahalisi cuma günü bu camide toplanırlar­ mış. Yanındaki açık dağ «Türkmen Çalı» tesmiye ediliyor. Yaylada Ali Efendi is­ minde birisi, yaylanın önündeki büyük çayırın ortasında bize bin zahmetle çay pişirip içirdi; bu çay^bize çok tatlı geldi. Saat 6 - 7 : «Saxıyer», «örencik» köy­ lerinin «Erenler Doruğu» na ve «Abant gölü» ne nazır yüksek yaylalarına geldik, örencik yaylasında geceyi geçirmek üzere kalacağız. Kuzu kestirecektik, sürüler uzakta kaldığından bulamadık. Akşam «üğre» yedik. Gece saat 12 ye kadar ateş başında yayla sohbetleri ettik. Buraların ahalisi çok açık göz, zeki insanlar; hatta çobanları bile. 27 Haziran: Gedikler, sonra Peldüzü yaylalarından geçerek Avusturya Alpla­ rındaki ormanlara benziyen yüksek ve şık karaçam, ıhlamur, meşe ormanlarına geldik. Bu ormanlar, fevkalâde güzel ve tabiat itibarıyla fevkalâde zengin yerler. Yolda Kara Mustafa isminde bir Yürükle görüştük,fakat çadırlarına gidemedik; ka­ dınına, kendisini çok kibar saydığından «kadın karı» doniliyormuş; demek ki «kadın» eski «Xatuıı» yerinde kullanılı­ yor. Saat 12 de Güney köyüne geldik.


Sayfa: 140

Köyün sakinleri Tingiloğulları, Caqaro ğulları sülâlelerindendir. Karşıdaki güzel manzaralı koy «Harman Sekisi» tesmiye ediliyor. Seki (— platform) Başkurtiardaki manada kullanılıyor. Çadırın etrafına gerilen pala, yani başkurtça kirege, burada Mahmut Kaşgarî’de olduğu gibi gergi talâffuz olunu­ yor. öğleden sonra şu köylerden geçiyo­ ruz: Hacılar, Gök veren (burada mektep var), iğneciler, Sofular, Tekirler, Ortaköy (burada cami v a r ; bir de tam Ur al dağlarındaki evler usulünde bir ahşap ev gördük), Çayköy (burada ayran içtik), Sarot (burada ılıcaya girdik). Saat 18 de Bektemirler köyüne geldik. Hava yağ­ murlu olduğundan 29 Haziran sabahına kadar burada Nuri Efendinin evinde mi­ safir kaldık. Köy ve yayla hayatına, ci­ vardaki sülâle isimlerine, yemek envama ait malûmat ve köy, yayla hayatına dair ıstılahlar topladık. Bunların geliklerinin altında ahır bulunmuyor, ve diğerlerine nisbeten temizcedir. Avlanın envai vardır, kılıç Kazık dedikleri çift kazığın arasına uzun ağaçları, bazan araları ağaç çivilerle ayrılarak dizmek suretiyle yapılan bir avla, ve örme avla tamamen Başkurtlarda ve Altaylarda olduğu gibidir. Türkistanda takâmiil eden yayla ve köy hayatı buraya olduğu gibi nakledilmiş olduğunda şüphe kalmıyor. Sakarya havzasında Ala Dağ — Köroğlu dağları mıııtakasınm garbındaki kısımların türkleşmesi 1298 senesi kışında Baymcar ve Sülemiş idaresi altında Kara­

T ashih: Geçen olacaktır.

Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

deniz Ereğlisine doğru ilerliyen Moğol or­ dusunun harekâtı ile başlamıştır. Mudur­ nu karşısındaki Abant dağlarında karlık, şimdi bulunduğumuz köyün ismi olan Bektemirler, Güney’in bir çayının ismi olan Pulatçı, sülâle ismi Tingil, köy isimleri: Alpağut, Çepni, Taraklı, Man­ gırlar, Ayman (Nallıhan taraflarında), örencik, yağma (Çarşambada) gibi isimler buradaki Türklerin etnik heyetinin neden ibaret olduğunu gösterebilir.Bunlar,Türk­ men, Kıpçak ve Moğol devrinde gelen muhtelif şark Türk ve Moğol aşiretlerin­ den ibarettir. Buralarda pek çok görü­ len Alpağutlar, bir de Bektemirler, Bulatçı, örgenci, Ayman aşiretleri Moğollar ordusunda bulunan aşiretler olsa gerek, (bakınız: Alpağut, Reşîdüddîn, 1,259; Bektemir, Reşîdüddîn, 1,65 ve 242; Bulatçı, Tarih-i Reşîdî-i Haydar Mirzaîngilizcesi, Örgenci, Hanikof, Buhara se­ yahatnamesi). Bunların dağ mmtakalarmda yaylayıp geçinenlerinin bir kısmı ihtimal daha Tiirkistanda iken dağlı yerlerde alaçuklarda oturmuşlardır. Alaçukun teferrua­ tının Başkurtlarınkine uyması bunu gösterir Yağma aşireti orta Tiyanşan’m ormanlık mintakasmda Tekeş nehri havzasında yaşıyan bir aşiretti Diğerleri. Türkmen aşi retleridir, Bütün gördüğümüz Türk köy ve yayla ahalisinde hurdaki eski gayri Türk anasırla karışma alâmeti olacak hiç bir hususiyete tedadüf edilmiyor.

sayının 100 üncü sayfasındaki

P r. Ahm et - Zeki V alidî

in doğrusu


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 141

Hikâye :

iki onbaşı Oaliçya... 1917... Otuz adım aralıkla, iki saattenberi karşı karşıya duruyorlar. AvusturyalIları silip süpüren, Almanlarla Macarları kal­ dırıp geri atan Rus dalgası Türk siperle­ rinin otuz adım önünde bekliyor. İki hattan birbirine bombalar hediye ediliyor... Ve... Keskin küfürler... Bir taraftan verilen kumanda öbür yandan da işitiliyor. Süngüler takılmış... Bu yıpratıcı vaziyetten kurtulmak lâzım*** İlk hareket Türklerden oluyor... Mu­ kabil bîr saldırışla düşmanı atmak için fırlıyorlar. Fakat karşı taraftan keskin bir takırdama... Makinalılar cepheyi tarı­ yor ve fırlıyanlar bir daha kalkmamak üzre yatıyorlar... Ruslar cesaretleniyor. Otuz adım ileriye atılabilirlerse mesele hallolunacak... Ve, ikinci saldırış onlar­ dan oluyor. Fakat bu sefer işliyenler Türk makinalı tüfekleridir. Ve.. Fırlıyanlar yere yatmaya mecbur oluyor. Bu onların son yatışıdır... *** Tekrar bombalar başlıyor ve arada keskin küfürler.. Yaralananların iniltileri.. Artık akşam da oluyor. Gökte ince bir hilâl var... Onun ışığı Rus siperlerinden Türk si­ perlerine kadar olan bütün sahadaki tüm­ seklere gölgeler yapıyor. Ve, siperlerdeki askerlere birer dev manzarası veriyor. Galiçya, artık Fâtih ve barbar ırkın bayrağına baş eğen bir ülke değil... Fa­ kat orada yine kahraman barbarların or­ dusu çarpışıyor... Ve bu ordu tâ nereler­ den gelerek arkadaşlarına yardım etmek ve ölmüş bir milleti diriltmek için döğüşüyor. ***

iki taraf birbirine otuz adım yakla­ şınca toplar susmuştu. Şimdi gece olunca makinalılar da susuyor. Artık söz söyle­ mek sırası yalnız bombalarla süngülerin­ dir... Siperlerden siperlere fırlatılan son bombalar patlıyor ve iki taraf süngü dav­ ranarak birbirine giriyor... Bombalar savrulurken küfürler de be­ raber savruluyordu, iki taraf birbirine doğru koşarken harp nâraları haykırıldı ve şimdi süngü süngüye'boğuşuluyor... Şu birinci türlü sesler dürtüş yapan ve çelen süngülerin birbirine çarparken çıkardığı donuk sestir, ikinci türlü sesler hedefini bulan süngülerin insan etlerine dalarken çıkardığı matemli sedadır... Üçüncü sesler yaralananların haykırışı ve dördüncüler çarpışanların solumasıdır. Bu soluma bir saatlik uzaktan işitiliyor. Asırlık düşmanların karanlıkta boğuşma­ sı... Bu heybetli bir manzaradır... Süngü süngüye... Göğüs ğöğüse... Buğaz buğaza... *** Büyük bir güllenin açtığı büyük bir çukurun başında beş altı kişi boğuşuyor. Süngüler... Dürtüşler... Çelişler... Küfür­ ler... Ve... Sert bir dipçik vuruşu... Biraz sonra ayakta hiç kimse yok... Düşenler­ den iki tanesi yavaş yavaş gülle çukuru­ na yuvarlanıyorlar ve kesik kesik inliyerek orada kalıyorlar.. Onlar birbirlerine okadar yakın ki ellerini uzatsalar birbir­ lerini tutacaklar. Ay ışığının girmediği bu kuytu çukurda onlar birbirlerinin yüz­ lerini göremiyorlar... Fakat ikisi de bili­ yor ki yanında yatan yaralı biraz önce gırtlaklaştığı düşman ordusundan birisi­ dir... Bir müddet ikisi de baygın yatı­ yor... Ve artık harp meydanında hiç bir


Sayfa: 142

ATSIZ MECMUA

ses yok... Yalnız arasıra uzaktan gelen bir yaralı sesi... Çukurdakiler yavaş yavaş kımıldanı yor. Birisi güçlükle matrasım çıkarıyor. Kurumuş dudaklarına götürerek iki yu­ dum içiyor... Sonra ötekine uzatıyor. O da içiyor. iki yudum suyun hiç bir kıymeti yok­ tur. Fakat eğer, bu iki yudumu içen in­ san bir çukura yuvarlanmış bir yaralıy­ sa.. Ve yanında karısı ve hiç kimsesi yoksa ozaman. o iki yudum su ona taze bir hayat verebilir. Çünkü o bilmese bile sezer ki şu dakikada yarasını onaracak şefkatli bir elin gelmesi ihtimali y o k tu r; ve...Yarasım kendisi sarmaya mecburdur. Ve... ikinci asker elleri titriyerek çanta­ sından sargısını çıkarıyor... Elleri titriye­ rek yarasmı sarıyor ve sargının kalanını ötekine uzatıyor... * * Onlar demin yaşamak için boğuşuyor­ lardı. Şimdi yaşamak için birbirlerine yardım ediyorlar. Onlar iki onbaşıdır. Bi­ risi yalçın Anadolu köylerinden gelmiş, şehitler neslinden bir Türk onbaşısı... öteki Polonyamn yeşil ovalarında büyü­ müş ve taliin şevkiyle Rus ordusunda hizmete mecbur olmuş bir Lehli onbaşı... Onlar şimdi bu karanlık gecede, bu kimselerin görmediği çukurda inliyorlar. Yaralarından akan kan teprağm üstün­ den sızarak çukurun en derin yerinde birbirine karışıyor... ve onların gözlerin­ de bir hasreti Birbirinin dilini anlamadan konuşuyor­ lar... Türk: «yaran çok sızlıyor mu?»diye soruyor. Lehli inliyor ve metin olmaya çalışarak: «Siz Türkler vaktiyle bizim için harbettinizdi!» diyor. Lehli onbaşı bunu biliyor. Ve Türkler Lehistan ovalarında yine at oynattıkları için Lehistan dirile­ cek diye seviniyor. Fakat Türk onbaşısı­ nın bundt^ hiç haberi yok. 0, kendi kah­ ramanlımdan habersiz olduğu bibi ata­ larının yaptığı büyüklüğü de bilmiyor... Yalnız... onun bol bol akmaya alışmış olan temiz kanı, şimdi şurada da, şu yabancı

Sayı: 6

toprakta da bir yabancının kanma karı­ şarak bol bol akıyor. *îjc* Er meydanındaki çukurun içinde iki dost onbaşı inliyor... Birinin gözlerinde sarışın «Marya»nın aksi, birinin gözlerin­ de ceylân bakışlı «Ayşe»nin hayali var... Birbirinin yüzünü görmiyen iki yaralının yattığı çukurdan bir hasret seyyalesi uza­ nıyor. Bu seyyale Anadoludan Polonyaya kadar gidiyor. Bu seyyalede parçalanmış bir ümidin kırıntıları da var... Ümit öl­ mez... ümit en soura bırakılan şeydir... Fakat iki asker de 'pek iyi biliyorlar ki kendileriyle ve gözlerindeki akislerle berabar, en son ümitleri de bu çukurda gö­ mülü kalacak... Ve ihtimal biraz sonra yanı başlarında patlıyacak olan yeni bir gülle, toprakta açtığı yeni bir çukura karşılık, kendi üzerlerini örterek onlara atsız sansız bir mezar yapacak... *$* Çukurun içinde iki dost onbaşı inliliyor ve onlar biraz sonra öleceklerini biliyorlar. Burada böyleee ölecekleri için onlarda bir pişmanlık var mı? Hayır!.. Onlar bir vazife için, vazifeden daha yük­ sek bir fikir için öleceklerini biliyorlar... Birbirlerine hiç bir düşmanlıkları olmadığı halde böyle süngüleşmelerinde büyük bir sebep olduğunu anlıyorlar. Ve o fikri apaydın göremedikleri için daha çok ina­ nıyorlar. En büyük hakları olan hayattan ayrılmak fedakârlığını da bunun için ya­ pıyorlar... Ey savaş!.. Sen acı ve korkunç., kanlı ve berbat., çirkin ve yıpratıcısın... Fakat sen büyük ve azemetiisin... Bunun içindir ki insanlar sana ebediyen tapinaeaklardır. ** iki dost onbaşının nabızları yavaş ya­ vaş ağırlaşıyor... Ve onlar bu büyük da­ kikada birbirlerine cesaret vermet için birbirlerine yakın olan kollarım uzata­ rak el ele tutuşuyorlar. Lehli onbaşı göz­ lerini açınca göğün karanlık boşluğunda bir ışık görüyör. Bu ışık bütün göğü kaplıyor.Ortasmda «Marya» elinde billûr


Sayı: 6

ATSIZ MECMUA

bir bardakla su tutuyor. Ve Türk onba­ şısı «Marya!.. Marya!..» diye birşeyler sayıklıyan arkadaşının Öldüğünü seziyor. Türk onbaşısının anlıyamadığı bu sayıkla­ malar Lehli onbaşının vasiyetidir... *** öteki, arkadaşının öldüğünü, kendi korkunç yalnızlığını anlayınca hıçkırıyor.. Kendi diliyle, kendi lehçe vo kendi şive­ siyle: «Hayat! sen insanları bu kadar güç mü bırakırsın?» diye düşünüyor. Ve biraz önce boğuştukları çukurun tepesinden kendine kollarını açan gürbüz çocuğa sev­ giyle bakıyor. Kalkmak, onun yanma gitmek, onu kucağına almak istiyor. Fakat

Sayfa: 143

ah!.. Bir mafevkin kumandası olsa!..Lâkin dünya kararıyor... Onbaşının gözlerinde köye ait son bir hayal parlayıp sönüyor.. Ve sonra: sonsuz uyku.. Dakikalar geçiyor... iki beklenilen ar­ tık dönmiyecek. Fakat dünyada değişen bir şey yok... * * Birdenbire büyük çukurun ta tepesin­ de bir aydınlatma fişeği patlıyor ve ışığı­ nı iki dost onbaşının üzerine serpiyor.. Onlar hâlâ el ele tutuşuyorlar... Hâlâ Lehli onbaşının gözlerinde iki damla yaş duruyor... Ve hâlâ Türk onbaşısının du­ daklarında bir ümit gülümseyişi var..

Ziya Gök Alpın hayatı ve Malta mektupları İkbal kütüpanesi, İstanbul 1931-191 sahife, 75 krş.

Bu eseri Ali Nüzhet Bey neşretti. Baş tarafta Köprülüzade Fuat Beyin bir takrizini görüyoruz. Bundan sonra mer­ hum Gök Alpın doğduğu tarihî muhit tavsif olunuyor. Ziya Beyin aile muhiti, çocukluğu, veraseti, ilk tahsili, gençliği, arkadaşlarının ve hocalarının tesiri, ilk yazılarından olan Şaki İbrahim destanı, Ziya Beyin Istanbula gidişi, dönüşü, itti­ hat ve terakkiye intisabıyla Genç Kalem­ lerdeki neşriyatı, Türk Ocağındaki haya­ tından sonra büyük harp kısaca geçilerek bilhassa mütarekeden sonra Malta’daki hayatı tafsil edilmekte, merhumun Malta’ dan kızları Seniha ve Hüriyet Hanımlara yazdığı mektuplar aynen neşredildikten sonra Malta dönüşü Diyarbekirdeki haya­ tı ve faaliyetleri tetkik olunmakta ve nihayet hastalık günleri ve Ulu Türkün ölümüne ait acı hatıralardan sonra onun umumî tasvirini yapan bir netice ile bağ­ lanmaktadır. Ziya Bey hakkında şimdiye kadar müteaddit tetkik eserleri ve makaleleri

yazılmıştır. Bunların en dikkate şayan olanları, Saffeti Ziya Beyin Ziya Gök Alp ve mefkûre atlı,peseriyle, Edebiyat zümresinden bir talenenin gayrı matbu tezi. Ziya Gök Alp’in ölümünü müteakip biraderi Nihat Beyin İstanbul Türk Oca­ ğında verdiği konferans, Merhumun eski muavini Necmettin Sadık Beyin tetkiki ve nihayet Akçora oğlu Yusuf Beyin Türk Yılında Gök Alpa tahsis ettiği say­ falardır. Ali Nüzhet Beyin bu yeni eseri, di­ ğerlerine nazaran mühim hususiyetleri ihtiva etmektedir. Bu eserde Ziya Beyin aile hayatına ait şimdiye kadar bilmedi­ ğimiz tafsilât vardır. Eseri süsliyen re­ simlerden büyük bir kısmı da bu meyandadır. Malta mektupları bize göre eserin en büyük servetini teşkil etmekte ve bu filozof ve idealist Türkün en buhranlı zamanlarda bile kendinden çok, milletini, memleketini, ailesini düşündüğünü bir defa daha isbat etmektedir. Bu mektup­ larda büyük bir iman ve istikbal ümidi


Sayfa: 144

ATSIZ MECMUA

içinde nikbin olan Ziya Bey, kızlarım karşısında tutarak bütün memleket genç­ liğine hitap etmektedir .Bilhassa refikasına hitaben yazdığı satırlarda maddî ihtiyaç­ ların temini için biricik serveti olan ki­ taplarının satılmasını tavsiye etmesi ne kadar samimî, ne kadar acı ve ne kadar asildir. Ziya Beyin vefatından sonra Ankara' da bir Gök Alp cemiyeti teessüs etmişti. Bu cemiyet doğdu ve öldü. Bugüne ka­ dar Ziya Bey için bir şey yaptığını işit­ medik. Tabutunu taşımak için yerinden oynıyan İstanbul, ancak bir iki sene sayılı birkaç gencin teşebbüsüyle mezarı başında anılmasına bile iştirak etmedi. Ziya Beyi doğduğu yerde sevenler ise pek enderdir. Bu büyük ve fedakâr in­ san niçin bu kadar çabuk unutuldu? Bu­ nun birçok sebepleri olmakla beraber şark istiklâl mahkemesinde bazı hain mahkûmların Gök Alpa sinsi bir kürtçülük izafe etmeleri de âmil oldu. Ali Nüzhet Beyin eseri Ziya Beyi pek iyi tetkik etmemiş olanların düştük­ leri bu mantıksız ve insafsız şüpheden kurtaracak malûmatı da ihtiva etmektedir. Evvelce Nihat Beyin verdiği konfrans ve nihayet Ali Nüzhet Beyin bu eserde

Savı: 6

Gök Alpın verasetine ve Çermik’li olan ailesine dair verdiği malûmat en kıymetli haberlerdir. Eserin bizce küçük iki noktadaki gö­ rüşleri hatalıdır. Ziya Beyin Diyarbekirde küçük mecmuayı çıkarırken tafsil edilen hayatında muhitinin kendisine olan soğuk muamelesi meskût geçilmiştir. O sıralarda Ziya Bey Diyarbekir’de fena fikirler besliyen insanların tehditlerine ve soğuk muamelelerine maruz kalmıştı. ikinci nokta da Ali Nüzhet Beyin her nedense Ziya Beyi en buhranlı zamanlarda ziyaret edenlerden ve ailesini soranlar­ dan birinin de M. Zekeriya Bey olduğu­ nu tebarüz ettirmek istemesidir. Bu bir kadirşinaslık eseri olabilir, fakat herhalde Ziya Beyin ruhu bu duyguda değildir. Birkaç sene önce ailesini ziyaret eden­ lerin bir müddet sonra komünist propa­ gandası yapmalarını Ziya Bey hoş gör­ mez ve affetmezdi. Bizim taptığımız en büyük mürşidi­ miz Ziya Bey hakkında bu kıymetli eseri yazan Ali Nüzhet Beyi kuvvetle tebrik ve her Türk gencinin bu eserden muhak­ kak bir tane edinmesini tavsiye eder, Gök Alpımıza rahmet dileriz.

N am ık K em al

Neşriyat T erbiye ve Maarif: Dr. Yictor Pauchet — Genç kalınız, (sıhhî eserler serisi 1) İstanbul, Ahmet Halit kütüpanesi, 1931; 168 s., 75 kş. Dr. Victor Pauchet — Saadet yolu, (sıhhî eserler serisi 2) İstanbul, Ahmet Halit kütüpanesi, 1931, 300 s. 125 kş. Dr. Yictor Pauchet — Çocuk hayata nasıl hazırlanmalı (sıhhî eserler serisi 3) İstanbul Ahmet Halit kütüpanesi, 1931, 210 s. 100 kş. Çocuk edebiyatı: Asaf Mükrem — Monologlar, İstanbul, Remzi ^ tü p a n e s i, 1931, 50 s., 15 kş. Edebiyat: Cenap Şahabeddin— Vilyem Şekspiyer: İstanbul kanaat kütüpa­ nesi 1931; 194 s. Rifat Ahmet, H. Süruri, Süleyman Sıddık, Celâl Enver, Mahmut Nedim,

Osman Uluğ,Eşref Sabit—Yedi veren.(şiir ve nesir mecmuası) s; İzmir 1931 50 kş. Haşim Nezihi, Nahit Nafiz, Mustafa Şevket,Kâmran Cezmi,Ferit Ragıp, Cezmi Tahir, A, Adnan, tzmirden Sesler (şiir ve nesir mecmuası) İzmir 1931; 84 s. 30. kş. İzmirli gençlerin şiir ve nesir mecmu­ ası (İzmir gençler birliği neşriyatından); 9 Eylül, İstanbul 1931, 38 s.; 25 kş. Peyami Safa, Fatih—Harbiye (Roman) İstanbul, Sühulet kütüpanesi, 1931, 149 s. 100 kş. Ali Nüzhet, Ziya Gök Alp’in hayatı ve Malta mektupları (Gök Alp’in hayatı­ nın muhtelif salhalanna ait resimler ile Köprülüzade Mehmet Fuat Beyin ufak bir mukaddemesini havi); İstanbul, ikbal kütüpanesi, 1931, 191 s.; 75 kş.


Bir Türk müessesesini korumak ister misiniz ? NAUMANN

Dikiş-N akış m akinalari

NAUMANN

yazı m ak in alari (E rik a, İdeal)

NAUMANN

B isikletleri (G erm ania)

NAUMANN

E lektrikli G ram ofonlar (Portatif)

TERCİH EDİNİZ T A K S İT L E

S A T IŞ

NAUMANN MAKİNALARİ SATIŞ TÜRK LİMTET ŞİRKETİ Türkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.

Merkezi: Galata, Hezaren sokağı 19-21

Azerbaycan Yurt Bilgisi Edebiyat Ahmet Beyin

Fakültesi

«Türk

Lisanı

Tarihi» müderris muavini Dr. Caferoğlu

idaresinde çıkmaya başlıyan

sayısı da çıkmıştır.

Köprülüzade

bu aylık ilmi mecmuanin

Fuat ve Zeki

Velidi

Beylerin,

üçüncü

mecmuanın

yazı heyeti arasında bulunduğunu söylemek kıymeti hakkında bir fikir vermeye kâfidir. Her yerde, H er zam an

M erS eylnV erlisiniA rayınız >

^

ERLİ

M ALLAR P A Z A R I


Yarım asırdan beri

ATSIZ MECMUA

İşçisi

Her ayın on beşinde çıkar

Sermayesi T ü r k ç ü l ü k ve K ö y c ü lü k

Müstahdimi Müstehliki

Mefkûresi etrafında birleşenlerin

T ü rk olan ve

mecmuasıdır.

bütün manasiyle Yerli Malı olan

Onu O ku yu n u z

PERTEV MÜSTAHZARATI Avrupa müstahzaratiyle cidden reka­

ve O ku tu n u z Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

bet kabul etmez bir nefaset veehveniyettedir.

Bazı müstahzaratı:

Eski sayılarımızı:

Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire ve saire...

Ankara caddesinde Orhan Bey

hanı

zemin katında, Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

Pul Meşheri A y lık T ü r k F i l â t e l İ s t M e c m u a s ı İstanbul da çok zarif ve nefis, ayni zamanda her pul meraklısı için tetkiki lâzım bir mecmua var. O da PL'L MEŞHERİ isııile ayda bir defa neşredilen bir mecmuadır. Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan nefaset en kadar

son sahifeye

bütün eseri ihata etmiştir. Mündeıieatı itibarile Pul Meşheri kadar pul

meraklılarının bütün arzularım tatmin edecek bir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25 kuruş, senelik abonesi 800 kuruştur.

1981 - 1 9 8 2

TÜRK PULLARI KATALOĞU PUL MEŞHERİ sahibi Ali Nusret Bey, yorulmak bilmiyen aznıiye 1981-1932 için bir katalok hazırlamaktadır. Bu katalok, tab’i biter bitmez neşredilecektir. Katalok PUL MEŞHERİ ne abone olanlata forma forma olarak ta gönderilmektedir. Katalok gayet nefis bir kâğıda basılmaktadır. Bütün pulculara hararetle tavsiye ediyoruz. İzahat

almak istiyenler Beyoğlu _ Tünelbaşı,

Galipdede Caddesinde

430 No. ya PUL MEŞHERİ ne müracaat edebilirler.

Remzi kitaphanesi Ankara caddesi 93


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.