Yıl j i
15 k u ru ş
KADER MATBAASI
Yarım asırdan beri
ATSIZ MECMUA
İşçisi
Her ayın on beşinde çıkar
Sermayesi
Türkçülük ve Köycülük
Müstahdimi Müstehliki
Mefkûresi etrafında birleşenlerin
T ü rk olan ve
mecmuasıdır.
bütün manasiyle Yerli Malı olan
Onu O k u y u n u z
PERTEV MÜSTAHZARATI
ve O ku tu n u z
Avrupa müstahzaratiyle cidden reka
Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.
bet kabul etmez bir nefaset veehveniyettedir. Bazı müstahzaratı:
Eski sayılarımızı:
Krem (yağlı ve yağsız), briyantin,
Ankara
Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire
caddesinde Orhan Bey
ham
zemin katında, Umum gazeteler ve mec mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.
ve saire...
Pul Meşheri Aylık Türk Filâtelist Mecmuası İstanbul da çok zarif ve nefis, ayni zamanda her pul meraklısı için tetkiki lâzım bir mecmua var. O da PüL MEŞHERİ isııile ayda bir defa neşredilen bir mecmuadır. Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan nefaset en kadar
son sahifeye
bütün eseri ihata etmiştir. Mündericatı itibarile Pul Meşheri kadar pul
meraklılarının bütün arzularını tatmin edecek bir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25 kuruş, senelik abonesi 300 kuruştur.
1931
-
1932
TÜRK PULLARI KATALOĞU PUL MEŞHERİ sahibi Ali Nusret Bey, yorulmak bilmiyen azmiye 1931-1932 için bir katalok hazırlamaktadır. Bu katalok, tab’i biter bitmez neşredilecektir. Katalok PUL MEŞHERİ ne abone olanlata forma forma olarak ta gönderilmektedir. Katalok gayet nefis bir kâğıda basılmaktadır. Bütün pulculara hararetle tavsiye ediyoruz. İzahat
almak istiyenler Beyoğlu __ Tüııelbaşı,
Galipdede Caddesinde
430 No. ya PUL MEŞHERİ ne müracaat edebilirler.
Remzi kitaphanesi Ankara caddesi 93
Adres İstanbul Posta kutusu 3ö7
ATSIZ MECMUA
— Abone şartları Türkiye için Yıllığı 180 kuruş Altı aylığı 90 » Yabancı memleketler için Yıllığı 1 dolar
Aylık fikir mecmuası YıL: 1, Sayı: 7
Sahibi ve müdürü: H . N ihâi
15 İkinciteşrin 1931
Kuş bakışı:
Miüî Benlik Bilelim ki, millî benliğini bilmiyen milletler, başka milletlerin şikârıdır.
Gazi Yirminci asır medeniyeti ve Avrupa milletleri ile temasa gelen insanların bir çoğunda millî benlik hissinin sarsıldığını görüyoruz. Şüphesiz yüksek duygulu olan her medeni insan Avrupa ve Amerikanın yüksek ilmini ve ince tekniğini görünce onlara karşı takdir ve hümetle karışık bir hayranlık duyar'. Fakat birçokları bukadarla da kalmıyarak onların dinî, siyasî, İçtimaî ve İktisadî ahlâklarına ve bütün insanlık asaletlerine de hayran ka larak kendi milletimizi ve kendi millî benliğimizi hiçe saymaya başlıyorlar. Bunların içinde derin bir göğüs geçirerek «onlar nerde, biz nerde?..» diyenler bu lunduğu ğibi, kendinden geçerek ve her şeyi unutarak Avrupa ve Amerikalılara tapmanlar ve birkaç yıl yabancı memle ketlerde kaldıktan sonra, bir vazife al mak üzere vatana döndükleri zaman de rin bir inkisara düşenler ve hatta ağlıyaıılar da vardır. Bu ileri medeniyetlerin ihtişamı ile gözleri kamaşan ve millî benliklerini kay beden insanlara acımamak elimizde de ğildir. Fakat onlara yalnız acımak da kâfi değildir.
Eğer, Türk milleti Garpteki milletler den sefil, perişan, yoksul ve geri ise bu kabahat ne onda ve ne de bizdedir. An cak geçmiş zamanlarda bu milleti zineirliyen ve süründüren'haricî ve dahilî siya setlerde, fenalıklarda;^ve nihayet muahe delerde ve münevverlerdedir. Eğer bugün Avrupa ve Amerikalılara şuursuz bir budala aşkı ile bağlanmıyor da onların insanlığına hayran yaşıyorsak, bu zavallılığına ve geriliğine hükmetti ğimiz Türk milletini de o seviyeye çıkar mak en büyük insanlıktır. İyiliklere ve güzelliklere hayran ka larak, zavallıları ve mustaripleri unutan ve hiçe sayanlar, ancak cılız enerjili ve kısar ruhlu insanlardır, insanlığımızda kuvvetli, soy ve cins isek, millî benliği mizi kaybetmeden, âcizlere ve miskinlere yakışan hüsranlara ve inkisarlara düşme den, bu yüksek gördüğümüz milletlere ve memleketlere doğru hamle yapmak mecburiyetindeyiz. Halbuki millî gayretlerimiz bukadar sa de ve basit bir acıma hissine ve bir mis yoner sevgisine muhtaç kalacak kadar da düşkün değildir. Davamızda hakikat,
Sayfa.* 146
ATSIZ MECMUA
Sayı: 7
kuvvet ve asalet vardır. hassalarmı bulamamışlar ve o insanlara Türk milleti, .Avrupa ve Amerikada Arap diyememişlerdir. bulunmıyan birçok cevherlerin, faziletlerin Yine birçok yerlerde Rumlar, Ermeniler ve hatta Mısırlılara Levanten dendi ve asaletlerin kaynağıdır. Netekim bugün kü hayatî kudret ve kabiliyetimiz de ğini okuyacaksınız. Bunlara da bir mil Avrupa ve Amerikan kafalarının ye zih let namını vermeyi çok görmüşlerdir. niyetlerinin ümidi hilâfmadır. Onlar'bize Halbuki bu topraklardan oralara giden, yıllardanberi öldü ölecek, gömüldü ve oralardan geçen veya kalan herkese gömülecek diyorlardı. Fakat bugüıı her derler. Geçmiş zamanlarda biz kendi ken zamandan daha hür ve gür bir sesle biz dimizi Osmanlı diye avutur ve milliyeti varız, biz yaşıyoruz ve biz yükseleceğiz mizi hiçe sayarken de onlar bize Türk diye haykırabiliriz. derlerdi. Netekim Japon çocuklarına da Türk mil her yerde leti de Türk Japon der vatanı gibi, ler. BİZ iyi tetkik Biz Tür«Atsız» a e dil me mi ş küz, Tarihi olduğu için mize ve en Bir çekiç sabah akşam kalbimizi onun maddî yakın mazi «Sıram beklemeden koş, yıkık köydür yerin; ve manevî mize .daya Sırası değil çiinkii sırayı hâzinelerin narak TürSana~çok miihlaç aziz köylülerin den habersiz küz der ve ★ yaşıyor,mil bundan haklı let ve memHer gfın akşama kadar köylüyle çalışacak, bir iftihar le ke ti mizö Köylüyle yatacağız, köylüyle kalkacağız... duyarız. yabancıların Yaptığımıza mutlak sevinçle bakacağız En uzak g öz leri ve Belki yarın belki de ihtiyar, saçımız ak. k ö şeler d e, zihniyetleriy cenubî Ame le baktıkça rika sahil «Belki öldükten sonra...» demiyorum; çünkü biz aldanıyoruz. lerinden uÖlsek te yaşıyacâk köylerde mefkuremiz.. Irkî asale zak. şehirler Yaşıyan mefkûrenin sahibi ölür mü hiç ? timiz, ener de yaşıyan «Atsız» !.İstediğini yapacaktır bu çekiç jimiz ve in Türkler var Fuat Edip sanlık mezi dır. Onlar yet lerimize her yerde dünya mil millî benlik letleri ve büyükleri hayran kalırken, bi lerine uygun işler bularak asil, temiz ve zim kendi milletimizi hiçe saymamız ve dürüst olarak yaşarlar. Fakat başka milkendi kabiliyetlerimizden ümit kesmemiz letlerdan birçoğu, aynı memleketlerde eğer fena bir kasda makrunsa alçaklık, ekseriya zabıta vukuat listelerini doldu böyle bir niyete matuf olmadan inanılmış ran unsurlardır. En dürüstleri de umumî ise kör gözlü bir budalalıktır. evler ve müesseseler işletmekle müşgulDikkat ediniz.. Avrupa ve Amerikanın dfirler. işte bu vaziyetleri gören ve bi tâbiiyet ve muhaceret hareketlerini göste len ecnebiler onlara kendi milletlerinin ren istatistiklerine bakınız.Orada Suriyeli isimlerini vermemişler ve daha doğrusu ArapJara Arap yerine sadece Suriyeli tarihî bir ırk olarak kabul edememişler dendiği göreceksiniz. Çünkü gördükleri dir. insanlarda tarihî bir ırkın meziyet ve Şu halde bu milleti, en uzaktakilerden
Sayı: 7
ATSIZ MECMUA
en yakın milletlere kadar herkes ta nır. Temas fırsatına nail olanlar ise, dai ma millî benliğinin ve asaletlerinin hay ranı kalmışlardır. Okadar asil bir milletiz ki, insanların en çok vahşileştiği bir sah ne olan muharebe meydanlarında bile insanlığımızı kaybetmez ve kendimizi karşımızda cephe tutan düşmanlara da sevdiririz. Bir millet, tarihî, İktisadî ve siyasî birçok düşmanlıklar, fenalıklar ve idare sizlikler yüzünden yoksul düşmüş ve geri kalmış bulunabilir.0 milletin bunu gören, duyan ve acıyan evlâtlarına düşen birinci vazife, bu asaleti çamurlardan ve sefa letlerden kurtarıp çıkarmaya ve yükselt meye çalışmaktır. Bu da ancak millî ben liğimize ve millî enerjimize inanmakla olur. Millî benliğe inanmak, Türk milleti nin mukaddes haklarına, faziletlerine, kabiliyetlerine, cevherlerine ve asaletle rine inanmak demektir. Buna iman edenler, memleketimizin ilmini ve tekniğini yükseltecek büyük muvaffakiyetler için çalışır ve insanlık larını gösterebilirler. Fakat milletini ta nımadan, ona kabiliyetsizlik ve iptidailik izafe ederek çıktığı kabuğu beğenmiyen ve yabancıların reklâmını yapmakla ge çinen soysuz dejenereler, hiç bir millete intisapı olmıyan vatansızlardır. Bunlara biz de Ievanten der geçeriz. Milletimiz, ne fedakârlıkta, ne milletseverlikte, ne yaratıcılıkta ve ne de mü minlikte hiç bir milletten geri değil ve hatta ileridir. Türk milleti hiç bir şeyi kendi felse
Sayfa: 147
fesi ve kendi düşüncesiyle tartmadan körkörüııe kabul etmez. Ancak yaygaralı yavelerle cemiyeti karıştıran ve bulandı ran bezirgan ruhlu milletlerden değildir. Onda büyük ve çelik Türk sükûnu ve kuvveti vardır. itaati kör bir tapınma değildir. Ken dinden büyüklere karşı duyduğu tevazuun sâkin bir ifadesidir. Türk milleti en yüksek izzetinefse maliktir. Muvaffak olmak için didinmek ten ve yaşamak için ölmekten çekinmez. Asrî ilimler ve vasıtalarla onu teçhiz ettiğimiz gün, en büyük istikbale nam zettir. Bundan gafil olanlar, siyasî dediko dulara karışmadığı için onu duygusuz, reaksiyonsuz, geri ve iptidaî bir millet sanan ve yabancı milletlerin yaygarası ile gözleri kamaşan insanlar, tarih oku muyorlarsa en yakın maziye baksınlar. Dün Sultanlara taptığı zannolunan bu millet, millî mevcudiyetini tehlikede gö rünce bir kumandanın emri altına girmiş hayatını ortaya atarak istiklâlini ve istikbalini kazanmıştır. Dün tenbelliğingen bahsolunan bu millet, kendine görmen ağır vergileri ödiyen millettir. Bu harikalarının sebebini anlamak,bu anlaşılmaz hadiseleri izah etmek için, Türk köylerine sokulmak; köy kah verinde ve onların karşısında imtihan olmak, on ların ihtiyaçlarına cevap vermek için çalışmak lâzımdır. Kısa söyliyelim. Türk benliği ile karşılaşmak ve kaynaşmak lâzımdır. Millî benliğimize inanalım. Milletimi ze tapalım. * * *
ATSIZ MECMUA
Sayfa- 148
Sayı: 7
Kapitalizm Buhranı S e r m a y e n i n is t i h s a l d e k i r o lü III Yazan : N. BazİİCSCU Bükreş Hukuk Fakültesi reisi
t,,,.
Bugün mevzubahsedeceğimiz kapita lizm buhranı çok mühim ve tehlikeli bir veçhe arzetmektedir: istihsal şekillerini değiştirmek mevzubahstır. Bu kapitalist sistemin sosyalist veya devletçi şekle ircaı ile mümkün olabilir. Fakat her şeyden evvel halledilecek bir mesele vardır. Sermaye nedir?.. Sermaye idhar edilmiş bir sây; tasar ruf neticesiyle günden güne arttırılan bir yorgunluk ve nihayet her katrası bir da kikamıza malolan bir fedakârlıktır. Ser maye insan sâyinin, tasarurf kudret ve kabiliyetinin bir meyvesi, ferdin bizzat kendi nefsi üzerindeki hakimiyet ve inzi batının bir neticesidir. Kablettarih ilk insanlardanberi ser maye istihsalâtm eeaslı bir âmili olmuştur, iptidaî insanın balık tutmak üzre vücuda getirdiği ilk ağ ve yahut hayvanları av lamak için kurduğu ilk tuzak, su üzerinde yüzdürdüğü ilk tahta parçası onun serma yesini teşkil etmiştir, ilk insan bütün bu eşyayı temin edebilmek için saatlerce ça lışmış yorulmuştur. Bugünkü İçtimaî hayatımızda serma yenin daha mühim ve daha büyük birer vazifesi vardır. Yalnız mahdut birkaç memleketi de ğil, fakat bütün dünyayı alâkadar eden hususî ve umumî İktisadî ve sınaî müesseseler vardır ki bunların idamesi ancak ve ancak sermaye ile mümkündür. Bu sermaye yukarda söyledidimiz gibi yıllar ve asırlar imtidadmca yevmî tasar rufla idhar edilmiş «sây» den başka bir şey değildir. Bugünkü cemiyet nizamında fertlerin
Çeviren :
S afaattin H iza
alnının teri büyük sermayelerin eshamını teşkil etmektedir. Filhakika bugün fertler yevmî istihlâklerinde tasarruf yapıp alın terlerini esham mubayaasıyla tebdil ederek dünyanın en büyük ve en kuvvetli ser mayelerine iştirak edebiliyorlar. işte bu sayededir ki temerküz eden alın terleri; yevmî istihlâk tasarrufları büyük ve meşru sermayeleri vücuda getirmiştir. Büyük İktisadî ve sınaî meseleler için sermayenin tedavülü kabil şekilde yani para olması lâzımdır, insanlar bazan bu büyük İktisadî mesaili başarabilmek için kâfi mikdar paraya malik olamazlar ve yahut bu büyük İktisadî mesail onların mevcutlarını Panama hafriyatında olduğu gibi tamamen beledebilir. Sermaye.. KariMarksın iddia ettiği şekilde işçinin istismarı ile teşekkül ve taayün etmez. Bilâkis muntazam ve meşru bir tasarrufla ve yahut istihsal esnasın daki tabiatm müsaadekârlığı ile kabili temindir.. Sermayesiz hiç bir istihsal temin edi lemez. Görülen muhteşem fabrikalar, bü yük ve küçük tesisat, mevadı iptidaiye, amele yevmiyesi ve nihayet bilûmum iktişadî teşebbüslerin idaresine müteallik mevat sermayedir. işte bugünkü cemiyet nizam ve tea mülünde sermayenin ifade ettiği mana budur. Binaenaleyh diyebiliriz ki sermaye; ferdin kendi üzerine hakimiyeti, kendi tasarrufunun bir neticesidir. Eğer insan çalışmıyacak olursa ekmek bulması imkânsızdır. Bugün tasarruf yapmıyan insan yarm ihtiyatsızlığının acı bir surette cezasını çeker.
Sayı : 7
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 149
«Cemiyet» ancak yaşıyan ve çalışan işte sosyalistler bu ademi müsavat insanlar içindir.. Sermayenin, sermaye yerine İçtimaî müsavat ifade ederek insan darın cemiyet için faydaları gayri kabili ları refah ve saadete eriştireceklerini iddia inkârdır, sermaye ve esrmayedarlar olma etmektedirler. İçtimaî müsavatın temini ancak ara saydı tabiatın birçok zenginlikleri metruk mızdaki tabiî ademi müsavatın ilgasıyla bir halde kalacak harap olacaktı. mümkündür. Bu da tabiatın bize muhtelif Sermaye, ne mahdut bir zümrenin ve kemiyet ve keyfiyette bahsettiği havası ne de Kari Maksin iddia ettiği şekilde sesyalizmin kavi darbeleriyle ezerek aynı muhtekirlerin mazlum insanların mesaile kemiyet ve aynı keyfiyete irca etmesiyle rini istismar ederek elde ettikleri bir ne ticedir. Sermaye, bilâkis bİDİerce yıllık kabildir. mtisbet bir A Â Â Â A Â A Â A A A Â Â A Â Â A Â Â A A Â Â Â Â A Â A Â A Â Â Â A Â A Â A Â Â A Â Â A ^ insan ta tecrübe ve biî havasının tabiî kanun 4 kendi şahsî D üğün gecesi 4 ► lar neticesi 4 ►menafiine uy 4 olup bizzat 4 gun ve ser Bu gece bir yabancı koyımııa girmek için 4 insanın tabi bestçe isti işittim ki başına sırma teller takmışım atı ve havası Güzel görünmek için, gözüne girmek için mali neticesi 4 neticesidir. 4 Başına bir taç almış, zülüfler bırakmışın... olarak muh insan «Nuteşem bir bi ★ 4 na kurmuş dus in nuda 4 Hani ne oldu bizim o dört yıllık sevdamız ? ► humo» ola ► tur. Bu bina Yalanmış vaitlerin, yeminlerin... yalan kız ! rak doğar. nın adı cemi Mademki en sonunda elin olacakmışuı Neden avuttun beni dört yıldır a vefasız ? Çıplak top yettir. insan rak üzerinde kendi eseri çıplaktır. Ta işte sular karardı... Yatsıdan döndüler halk... ►olan bu bina ► biat insanı dahilinde hür, Benzim bir ölü gibi ne kadar sarardı bakSks' ► ◄ ► Diyorum ki içimden sen de bir alçakmışım.. «Aristo» nun ►kendi varlı ► dediği gibi ◄◄ Köpekten bile alçak... Köpeklerden de alçak. ğına hâkim birçok «ha 44 ve tabiî hava D âııiş R em zi vas» ile teç ◄ ► sının serbest ► çe istimalin hiz etmiştir. Fakat bu havas insanlar arasında den mütevellit bilûmum semerelere sahiptir. mütesavıyen taksim edilmemiştir. Bir kısmı daha çalışkan, birçokları da daha işte biz, bu suretle milyonlarca yıllık muktesit ve kanaatkârdırlar. işte havasın müteamil nizam ve âdetler İçtimaî kaide bu umumî müsavatı Jan Jak Rusonun ler ve kayitleri vücuda getirmeye muvaf iddia ettiği tabiî ademi müsavatı vücuda fak olduk. Bu İçtimaî kaideler ve kayitgetirir.^ lerin tamamen müteamil oldukları iddia edilemez. Fakat her halde düne nazaran Bu havasın muhtelif şekillerde istima çok iyidir. Yarın; bugüne nisbeten daha linde İçtimaî ademi müsavat vücuda müteamil bulunacaktır. gelir; eğer bir mülkiyet hakkı varsa; bu hak her ferdin hüsnü suretle kullandığı Bu tekâmül İçtimaî menafim sureti havasın maddî bir neticesidir. İçtimaî taksimini adalet ve müsavat hislerinin ademi müsavat bugünkü cemiyet bünye tamimini ve bilhassa « Simon» un sini, nizamlarını ifade eder. Fertler ara dediği gibi en kesif ve en fakir olan işçi sındaki münasibatı tesbit ve tanzim eder.' sınıfının terfihini tstihdaf etmektedir.
Sayfa: 150
ATSIZ MECMUA
Bugünkü cemiyetin sermayeye müteal lik nizam ve kayitleri bize İktisadî teşeb büslerimizde muvaffâkiyet temin etmekte dir. Her vadideki maddî ve manevî inki şaflarımızı sermaye nehcinin nizam ve ka yitlerine borçluyuz. Bu nizam ve kayitler tamamilc tekemmül etmiş bir halde dirler. Cemiyetimizde hâkim olan adalet fikri maalesef mutlak değildir. Fakat cemiyete müteallik bütün hâdi seler mfisbet bir terakki ve inkişaf yolu tutmuşlardır. Her gün yeni bir adalet hissinin tekevvün ettiğini, yeni bir ışığın karanlıkları aydınlatarak vicdanımıza nü fuz ettiğini görüyoruz. Izdırap çeken ce miyet sınıflarının izdrraplarını gidermeye çalıştıklarına şahidiz. Bugünkü cemiyette ferdin münasibatım tanzim ve idare eden kanun, sermayedarla işçi arasındaki miinasibatı da tanzim ede rek, işçiye birçok haklar hatta patron karşısında bir takım imtiyazlar bahset miştir . Sekiz saat- mesai, pazar tatili, grev ve saire muasırı bulunduğumuz kanunların işçiye bahşettiği haklardandır. Ingiltere gibi memleketlerde bu kanunlar işçiyi daha fazla koruyarak maadin istihsalinde çalı şan amele için asgarî bir yevmiye, mel huz kaza ve hastalıklara karşı amelenin sigortalanması mecburiyetini tayin ve ikame ederek çocuk kadın ve reşit ame leyi himayesi altına alıp bunlara muhtelif mesai saatleri tesbıt etmiştir. Keza tatil günlerini, çalışacak yerin hıfzıssıhasma mütedair inkiyat ve tedabirle işçi sınıfla rına ve patronların aleyhine yüzlerce mükellefiyet tahmil etmiştir. Ferdî, hususî sermaye tarzı ile insan lar arasında sıkı ve İktisadî bir tesanüt
Savı: 7
temin olunmaktadır. Ferdî sermayenin hâkim olduğu cemiyetlerde patronun ka zancı müstahsil ve müstehliklerin refahı ile kaimdir. Refah içindeki bir amele iyi eşya temin eder ve bunun bir kısmını bizzat kendisi istihlâk eder. Keza müsteh lik refahı ııisbetinde istihsalâtm istihlâ kine iştirak eder. Binaenaleyh patronun, sermayedarın gerek müstahsilin ve işçi nin ve gerekse müstehliklerin refahı için yakından ve sıkı bir surette alâkası vardır. işte bu ferdî sermaye sistemi insan idrakinin ve insan zeka ve kabiliyetinin en kuvvetli en güzel bir eseridir. Bu sis temin temin ettiği semereler çok faidelidir. Maalesef bu sistem henüz nüve halin dedir. Fakat inkişafa, neşvü nemaya fev kalâde müsteittir. insan cemiyetleri bu sistemin nafi ve feyizli meyvelerini müsbet aşılarla İslah etmeye iizenmelidirler. Biz, bizim neslimiz egoiste nazariyeyi tamamen bertaraf ederek sınıf mü cadelelerinden uzaklaşmalı yız . Cemiyet arasındaki egoisme, sınıf mücadeleleri insanları muhtelif gruplara ^ayırarak yekdigeriyle buğazlaştırır, milletleri ikiye böler. Bugünkü cemiyetlerde hâkim olan menfaat İçtimaî tesanüttür. Bu İçtimaî tesanüt sayesindedir ki insanlar cemiyet arasında kudret ve istidatları nisbetinde inkişaf ederler. Bu inkişafta onlar kendi umumî iradelerinin birer unsuru olan hü kümetlerin muzaheret ve alâkasına mühtaçtırlar. Cemiyetin ırıcnafii ile efradın menfaat leri sosyalistlerin iddia ettikleri gibi muhasauıa halinde değildir. Bilâkis bu iki menfaat birbirinin yerdımcısı ve mütem mimidirler... (Bitmedi)
Sayı: 6
ATSIZ MECMUA
__
Sayfa: 151
Açık Tekkeler îsanın tekkeleri kapatılmalıdır İnkılâp hurafeleri yıktı. Geçmiş zamandan kalma dinî propaganda müesseseleri olan müsiüman tekkeleri kapandı. Fakat ecnebi tabaaları ve firmaları altında yurdumuza giren ve medenî propaganda vasıtalarını bütün incelikleriyle kullanan hiristiyan tekkeleri açık kalmıştır. Perler, freıler, misyonerler, mektepler, ce miyetler, kitaplar, mecmualar ve daha bin çeşit vasıtalar günden güne ve memleketimizin en mühim yerlerinde gençlerimizin^ vicdanlarına so kulmakta ve onların en mukaddes hislerini ze hirlemeye çalışmaktadır. Genç hiristiyanîar cemiyetinin bir mevlevı tekkesinden ve misyoner mekteplerinin tarikat şeyhleri elindeki medreselerden ne farkı olduğu nu anlamıyoruz. Onlar bize hazreti Muharrımetle beraber arap milletinin asaletinden, necabetinden* bahseder, millî benliğimizi çürütmeye çalı şırlardı. Topraklan bol olsun, kapandılar. Fakat bu, günlük kokan katolik ve Protes tan mektepleri nedir? Güzel yüzlü kızlar, güzel sesli konserlerle gençliğimizi avlamak istiyen bu cemiyetler nedir? Her yerde söylüyor, haykırıyoauz... Tedri sat birleşmiştir. Türldyede lise programları tek tir. Türk çocukları aynı terbiyeyi alacaktır. As kerî mekteplerimizde bile ayrı askerî bir terbiye alınmasına razı olmıyan inkilâpçılarımız nerde?. Kendi başlarına ve kendi arzularına göre yap tıkları programlarla yürüyen bu Amerikan mek-
tepîerinin tedrisatı niçin birleştirilmemiştir ?.,. înkilâbtn karar ve kanunları ahenkli olmak lâ zımdır... Türkiyede Türkçe bilnıîyen avukat kabul etmiyoruz. Türkiyede Türkçe bilıniyen doktor lara izin vermiyoruz. Fakat Türkiyede Türkçe bümiyen bu yabancı muallimleri niçin yaşatıyo ruz?.... Haricî şekillerinde şiir, ney ve rakıstan başka bir şey görülmiyen mevlevî tekkelerinin nasıl bâtınlarım beğenmedik, İçtimaî bünyemize zararlı olduklarını sezdik ve kapattıksa haricen bizim için çalışan, gençlerimize spor, raks, mu siki, öğreten ve çocuklarımızı okutur görünen bu tekkelerin de iç yüzünü sezmemiz ve kapat mamız lâzımdır... Artık bizim de söylememize lüzum var mı dır ki, bunlar Hıristiyanlık için çalışıyorlar. Bunlar propaganda nıüesseseleridir. Bunlar can evimize sokulmuş, zehirli yılanlardır.. Bunlar iptidaî cemiyetlere, müstemlilcere musallat ol muş kenelerdir. Onları içimizde gördüğümüz müddetçe kendimizi bunların müstemhkeliğine namzet telekki ediyoruz. Suriyeye Fransızlardaıı önce, sörler, frerle^öperler girmiştir. Çinliler bile mahiyetlerini anlayıp yurtlarından kovma ya çalışırken niçin uyuyoruz?... İstiyoruz.... Açık teleklerin kapanmasını, yurdumuzda din ve yabancılık propagandası ya pan bu menhus müesseselerin kovulmasını ve yok olmasını İstiyoruz....
Namık Kemal
4>~v— »P-4
Altı aylık abonesi biten okuyucularımız “Atsız Mecmua,, yı beğendiler, gaye sini benimsedilerse yeniden abone olmalarını dileriz. “Atsız Mecmua»
bu gaye
uğrunda bir kalp gibi çarpacak vatandaşları bir araya toplıyan bayrak olacaktır.
E E
Sayfa: 152
ATSIZ MECMUA
Sayı: 7
Sayımbilik
Tiirkiyede tahsil derecesi II Bir maarif seferberliği lâzımdır. 1930 istatistik yıllığına göre, Türkiyede okuma bilenlerin yekûnu: 1,111,496 okuma bilmiyenler de 12,517,992 kişi dir. Bunlardan okuma bilen kadın yekûnu 259,969, okuma bilmiyen kadmlar: 6,814, 894 ve erkeklerden okuma bilenler 851, 527, bilmiyenler 5,814,894 kişi olarak görünmektedir. Umumî yekûnun yüzdeterine bakarsak umum nufusumuzun yüzde 8,16 sı oku ma biliyor. Yüzde 91,84 ü bilmiyor. Bu rakkamlar 1927 yılı nufus sayımı neticeterine göredir. Binaenaleyh eski yazı ile okuyanları göstermektedir, işte yeni harfleri ve yeni yazıyı kabul etme mizin hikmeti ve kıymeti buradadır. Okuyabilen nufus mevcudu bir milyon olan bu memlekette maarif seferberliğinin ne kadar kuvvetli olması lâzımgeldiği anlaşılır. Yeni harf inkilâbmdan sonra okuma bilenlerin miktarı ne kadar artmıştır?., bu hususta yeni bir tahrir beklemekten başka çaremiz yoktur. Çünkü, indî ve kısmî rakkanılara ve hele tahminlere hiç istinat etmeye gelmez. Okuma bilenlerin sayısının birkaç misli arttığım kabul et sek bile bu okuyabilenler içinde kitap, mecmua, gazete gibi neşriyat takip ede bilecek kadar okuma zevki edinmiş olan aktif nufus miktarını bir milyondan fazla kabul etmemize imkân yoktur. Şu halde halkımızın irfan seviyesini yükseltme yolunda yazı işlerinden istifa demiz pek mahdut olacaktır. Halkımızı ııurlandıracak vasıtaları arttırmamız lâ zımdır. Halkımızın, gözü ile istifade ede-
ceği şeyler, yazılı neşriyattan başka ses siz filimler ve seyyar müzelerle, resimli neşriyattır. Bu istatistik neticeleri gösteriyor ki yalnız yazı ile neşriyat yaparsak nufusu muzun ancak on üçte birine hitap etmiş olacağız ki, bunlar da esasen az çok te nevvür etmiş insanlardır. Diğerleri bu neşriyata ancak kulak misafiri vaziyetinde kalacaktır. Halkımı zın hepsine birden hitap edecek vesaitin kulaklara müteveccih olması lâzımdır. Bunlarda en başta radyo olmak üzere köy hatipleri ve sesli filimlerdir. Hiç değilse her büyük köyümüzde birer radyo bulunması ve şimdilik bir merkezden muntazam ve programlı neş riyat yapılması lâzımdır. Bu radyoların en tabiî memuru köy mektepleri, mual limleri olacaklardır. Vilâyetlerde verilecek kısa ve pratik kurslarla bu cihette temin edilmiş olacaktır. Radyoların alınmasına hükümet bütçe sinde yer bulunmasa bile halkımızı teşvik etmek ve radyonun faydalarını göstermek kâfidir. Kazalara ve nahiyelere Jandar ma telefonlrını iane ile yapan bu halk, köylerine radyoyu seve seve alacaktır. Elverir ki, iyi rehberlik edilsin. Halk hatipleri yetişinceye kadar da yalnız bir merkez neşriyatı ile bu cihet temine ça lışılmış olacaktır. înkilâbın ve irfanın köylere girmesi ve yerleşmesi için radyo en başta gelen vasıtalardandır. Yukarda söylediğimiz istatistik cet vellerine göre memleketimizde en az okumak bilenler Van vilâyetimizdedir. Bilhassa bu vilâyetteki kadınlardan yüz-
Sayı: 7
ATSIZ MECMUA
de itibarıyla okumak bilenler 0,12 bilmiyenler de 99,88 dir. Bu vilâyetin umum nufusuna nazaran okuma yazma bilmiyenler % 98,70 tir. Darülfünunumuz da dahil olmak üzere bütün yüksek ve orta tahsil mektepleri mizin büyük bir kısmım ihtiva eden İstanbul vilâyetinde ise okuma bilenlerin yekûnu ancak % 60,5 tur. Bu rakkamlar karşısında pek çok düşünmemiz lâzımdır. Yine bu istatistiklerin tetkikinden istihraç ediyoruz ki, Türkiyede 58 vilâ yet ahalisinin okuma yazma bilmiyenleri % 90 ve hatta % 95 den fazladır. Yüzde doksana biraz yakın veya ondan biraz aşağı derecede okuma yazma bilmiyenleri havi vilâyetler ise şunlardır: İzmir %82, 67, Eskişehir % 88,94. Kocaeli °/o 89,52, Ankara: % 89,96 dan ibarettir. Şu neticelere dayanarak iddia edebi liriz ki, Türkiyede yalnız memurlar veya hayatlarının herhangi bir safhasında me muriyet devri geçirmiş olanlar okuma yazme bilmektedir. Tabii buna sivil ve asker mütekait ve mazulleri de ithal etmek lâzımdır. Bir cümle ile hülâsa edecek olursak memle ketimizde sadece devlet Bütçesiyle geçi nenlerin okuma yazma bildikleri anlaşılır. Şu halde acı hakikat ortadadır .Demek ki geçmiş zamanlardanberi tedrisat vergisi veren halk kütlesi ancak memurları ve memur çocuklarını okutmak için çalışmış tır. Nihayet kendinde tek tük okuyanlar olmuşsa memur olup çıkmışlardır. Bizce İktisadî ve ziraî geriliğimizin başlıca sebebi buradadır. Mazideki hükü metlerin dikkatsizliğini ve idaresizliğini hiç değilse şimdiden sonra olsum idame ettirmemek mecburiyetindeyiz. Birinci
Sayfa: 158
vazifemiz maarif bütçemizi ve teşkilâtı mızı yükseltmektir. Milli istikbalimizin esası buradadır. Bütün tasarruflarımıza rağmen nasıl millî müdafaamıza yarıyacak maddî silâh ları almaya meebursak, her şeye rağmen bu manevî kuvvetimizi de arttırmaya ve yükseltmeye borçluyuz. Maarif Bütçemiz, hiç durmadan,yerinde saymadan ileri gitmeye, hamle yapmaya ve daima köylere doğru kök salarak ya yılmaya mecburdur. Hakikat açık, acı ve serttir. Halkımız açlık ve susuzluk kadar aman vermez bir ihtiyaç halinde okumaya muhtaçtır. Hususî cemiyetlere, fırkalara, ve hatta her ferde düşen vazife büyüktür. Millet mektepleri teşkilâtında olduğu gibi işi yalnız muallimlere yüklemek doğru de ğildir. Hep beraber ve elele vermeli, bu yolda seferber olmalıyız . Dairelerde odacıları, evlerde hizmet çileri, kahvelerde esnafı, ve her müsait zamanda köylere koşarak köylümüzü okut maya çalışmalıyız. Vergi tahsildarından mebusa kader herkes te vatandaşlarını okutmak, her zaman ve her yerde bunu bir fikri sabit balinde gütmek lâzımdır. Bir vatandaş okı&ah insan memlekete bir hazine kazandırdığından emin.olmalı dır. Netice olarak söyliyebiliriz ki, mem leketimizin bugünkü tahsil derecesi kar şısında bugün gösterdiğimiz enerji eksik tir. Bütçesiyle, teşkilâtıyla, propagandası ve heyecanı ile maarif seferberliği parlamalı, saçakları sarmalı ve daima yanmalı, bir saman ateşi gibi alevlenip sönmemeli dir. Bu irfan ateşi sönerse istikbalimiz sönecektir.
Cevat Ekrem
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 154
Sayı! 7
Durma çalış «İngilizceden»
Birer birer de Durma çalış... Yavaş yavaş ta olsa Durma çalış, durma çalış... At bir adım, bir adım daha, En uzun yürüyüş bitmiştir.
olsa
O halde ümitsizlenme, Yapacağın işlerden çekinme, Çok zor bir vazifedir, İçinden çıkamam diye Korkma ve üzülme. Fakat çalış, günden güne, Yeni itiyatlar kazanmaya Açlığa, susuzluğa dayanmaya... Ufkunda yükselen kara ve korkunç dağlar, Çok çabuk ova olmaya başlar...
Bir d i k i ş ,küçiik bir dikiş daha, En geniş yırtık yamanmışlır. Bir tuğla koy, üstüne bir tuğla daha, En yüksek duvar yapılmıştır. Bir kar zerresi, bir zerre daha, En derin vadileri kar kaplamıştır.
Ayşe Ferlıunde
------- .............................. -—-
Türk Antropolojisine Methal II Geçen sayımızda, memleketimizde Türk Antropolojisi namı altında başlıyan, ve Türk milletini inhilâle, parçalamaya ve alçaltmaya çalışan İlmî tetkikatm kasıt larından ve propagandacı temayüllerinden kısaca bahsetmiştik. Bu sayıda o yazıya devam ediyoruz: Dobricedeki tetkikatma da yine bir ta rihî methalle başlıyan Eugene Pittard, eserinin 199 uncu sayfasında OsmanlI Türkleri namıyla yazdığı bahiste, bizi bir melez millet olarak tavsif ediyor. Viyana kapılarında «Jean Sobieski» tara fından tevkif edildiğimizi ve ondan sonra gerilemeye başlıyarak, gitgide ilk beşiği mize dönmekte olduğumuzu ve hatta bo ğazları da geçerek yeniden atalarımızın topraklarına çekileceğimize dair kehanet lerde bulunuyor. Bu sözler, bundan on bir yıl önce
yazılmıştır, işte bugün gögüs kabartarak bu baba dostumuza söyliyebiliriz ki, bo ğazlardan geçmedik, geçmiyeceğiz. Bu meşhur âlim, melezliğimizi «Eurasie» [*] kelimesiyle ilân ediyor ve sonra devam ederek tarihi meçhul bir millet olduğumuzu ve Turan adıyla mahiyeti meçhul topraklardan türediğimizi, aslımı zın tarihçe müsbet bir ırk değil dc bir halita - bir milletler çorbası - olduğunu söyliyerek, dünyanın bildiği tarihimizin cahili olduğunu veya kasden yalan söy lediğini gösteriyor. Bu arada, şükrana şayandır ki Türk misafirperverliğinden bahsedecek kadar dürüstlük gösteriyor ve herhangi bir Türk köyünde çaldığı kapıdan geri çevrilmediğini beyan ederek,bunu da müslümanlın Eurasie; Hindistanda bir Avrupalı erkek le bir Hintli kadından doğanlara verilen isimdir.
Sayı: 7
ATSIZ MECMUA
ğımıza hamlediyor. Misafiri Tanrı yollar diye sineye çektiğimizi söylüyor. Somatik ve müsbet bir ilim olan Antropoloji, Eliğine elinde ve kaleminde bizce mahiyeti şüpheli maksat ve gayelerle hezeyanla dolu bir nazariye çorbasından ibaret görünüyor. Ağzımıza göya bir parmak da bal ça larak, Türkler de güzel melez ırklardan biridir diyor. Bu muhteşem hezeyanlı nazariyeleri hülâsa edersek; Türklerin menşe’leri meç huldür. Turan adıyla müphem bir mmtakadan türedikleri ancak bir rivayettir. Muayyen bir Türk ırkı yoktur. Türkler, muhtelif milletlerin karışmasından husule gelmiş bir halitadır. Türkler melezdir. Hatta bu melezliği de olduğumuz şekilde kabul etmiyer. Arnavutları, Boşnakları, Pomakları ilh... ayırıyor. Onların hepsini birer Hiristiyan ırka raptettikten ve hatta Çerkezleri de tefrik ettikten sonra geri kalan Türk milletine melez diyip çıkıyor. Engine iP tard'ınlmine, samimili ğine ve hakikat severliğine bundan bü yük miyar olur mu?... Pittardhntarihî asıllarımıza ve Etnografik safiyetimize ait olan nazariyeleri baştan aşağı hezeyan ve saçmadır .Bunlar cins bir âlimin ağzından çıkacak sözler değildir. Netekim antropoloji ilminde başlı başına bir otorite olan in bu sahadaki beyanatının neticeleri de yine bizim için istinatgâh olacak mahiyette değilse de onda garaz ve kasıtlar yoktur. Bu zatın eserinin 483 üncü sayıfasında şu satırlara tesadüf edilir: «Türkler hakkında da birkaç söz söy lemek lâzımdır. Bunlar Turana izafeten Turanlı namı tahtında yadedilirler, İran lIlarla olan mücadeleleri «Zend - Avesta» da zikredilmiştir. Lisaniyatçılar, kendi noktayı nazarlarına göre, Ural-Altay aile sinden olan Tatarları da bu Türk koluna ithal ederler. Diğer kollan, Samoidlcr, Finler ve ilh.. teşkil eder. Türklerin dahil olduğu kola, Kırgızları, Türkmenleri, özbekleri, Nogay-
Sayfa: 155 lan, OsmanlIlar veya asrı hazırdaki Türkleri ilh.. ilhal ederler. Türklerin ecdadı «Kalpröth» tarafın dan tesbit edilmiştir. Türk adı «Thu-Kiu» kelimesinden gelir. Bunlar altıncı asırda Uygurlarla beraber Altaylarda sakin idiler. Her ikisi de «Hiong ııu»larm ahfadıdır. Bunlann boylarından biri olan Gaznevilcr «Ghaznevides» 1043 senesinde garbi Türkistandan hareketle 11 inci asır sonlarında İstanbul önlerine geldiler. Filhakika, Mongollardan ayrı ve müs takil olarak Türk namı altında yadedilen ve Turanlı olan hususî bir gurubun mevcudiyeti kabule şayandır. Fakat bunların ahfadı kimlerdir?. Ye Tipleri nasıldır?.. Bu yolda Çuvaşlar da düşünülebilir ve bunlar tam bir Tatarca konuşurlar. Fakat fizik vasıfları Fin ol duklarını göstermektedir. Yakutlar tama men Tonguzlardandır. Türkmenler, özbekler ve Kırgızlar da muhtelif derecelerde Mongoldurlar. OsmanlIlar ise Çerkeş ve Rumlarla tesalüp etmişler, AvrupalI ol muşlardır. T ü r k l e r i n iptidaî bir tipi mevcut olmak lâzımdır. Fakat halen bunu tayin etmek gayrı mümkündür. Bunların Mongol Tipine yakın olması ^muhtemeldir.* Görülüyor ki, bu zat tarihimiz hak kında çok yanlış malûmat sahibidir. Fakat menşeimiz hakkında kendi karihasına göre nazariyeler uydurmaktan çekinmiş, yalnız sonunda nazarî bir netice çıkararak bizim Çerkez ve Rumlarla karışık olmamızı ileri sürmüştür. Bu hatalı hükmün ortaya çık masında yegâne sebep bu AvrupalI müel liflerin Türkler hakkında Antropolojik tetkikata muktedir olamamaları ve yapan ların da az tetkik ile çok büyük netice ler çıkarma arznsunda bulunmalarıdır. Biz bu hükümleri tarihî, iştimaî ve nihayet antropolojik tetkiklerle karşılar ve hakikati onlara da kabul ettirmeye çalışırız. Ancak onlardan önce şunu da söyleyelim ki, bu hususta Topinard gibi ağır başlı insanlara hitap ederek bir hakatı kabul ettirmek kabildir.Fakat Eugeııe Pittard gibi daha tarihimizi ve menşele-
Sayfa: 156
ATSIZ MECMUA
Sayı: 7
rimizi bilmeden üç yüz insan ölçmekle üç rini ifna ederet neticenin hakikata yakın yüz okka lâf söyliyenlere de cevabımız olmasını temin ederler. Bu umumî istatis onların anlıyacağı şekilde olacaktır. tik prensibini antropolojik tetkiklere tat Eu.gene Pittard'm ilim namına elimize bik edersek 300 insanın tetkik ve muka verdiği neticeleri tahlil etmeliyiz . Bu za yesesi ile dünyanın üç kıtasına yayılmış tın ilk defa Dobricede tam olarak ölçtüğü Türk milletinin somatik evsaf vasatilerini 200 kişidir. Diğer 100 kişinin de bazı mu tayin etmenin ne cılız ve ne yavan bir ayyen ölçülerini almıştır. Hepsi 300 kişi. tetkik olduğu meydana çıkar. İstatistik neşriyatının en iptidaî esas Netekim şimdiye kadar böyle az vaka larından biri de şudur: böyle istatistikler üzerinde tetkikat yaparak, antropolojik yapılırken, bilhassa bunlardan umumî ne ölçülerimiz hakkında neşriyat yapanlar ticeler çıkarılmak istenildiği zaman 3-5 daima ayrı ayrı neticelere varmışlardır. yüz vakaya istinat edilirse neticeler ek Tetkiki çok kolay ve mebzul vaka bulun seriya çok hatalı ve hatta makûs olur. ması en mümkün ölçüler de bile henüz Arızî hâdiseler istatistik neticelerine tesir netice çıkaracak ve bu neticelerin ahkâmı yaparak hakikati değiştirirler. Halbuki neşir ve tamim olunacak derecede antro müşahede ve tetkik sahası genişletilir ve polojik tetkikat yapılmamıştır. Türklerde vakalar binler, yüz binler ve milyonlara boy meselesi bunun en göze çarpan misa doğru yükselirse müşahedelere tesir ede lidir: şimdiye kadar Türklerin boyunu cek arızî hadiseler de artar ve bunlardan ölçmeye kalkanlandan: tesir istikametleri muakis olanlar birbirle Weisbach Bassanovicth Elisâef Chantre Yon Luschan E. Pittard E. Pittard Ş. Aziz B. Ş, Aziz B.
44 kişi ölçmüş bulduğu vasatî » 42 » 288 » » » » 120 » 40 Bektaşi ölçmüş > » 200 kişi » » 2> » £ 100 » 100 Anadolu Türkü?. .?,. * 100 Rumeli Türkü?.
Bu cetvelde Bektaşileri de ayrı bir ırk olarak ölçen ve gösteren bulunduğu gibi henüz Türk antropolojisi hakkın da ciddi ve büyük bir tetkik ile ölçüler tesbit edilmediği halde daha ince?., ilim yaparak Anadolu ve Rumeli Türkleri ara sında da farklar bulmaya çalışanlar oldu ğunu görürüz. Türk boylarınm'santimetro küsurunda 1,64-1,71 fark varken Ş. Aziz Bey milim etro üzerinde oynamış ve o ince farkları bile tesbite kalkmıştır. Boy ölçülerimizde Rumeli ve Anadolu
boy
1,64 1,66 1,67 1,71 1,66 1,68 1,67 1,67,86 1,67,32
Türkü arasmda milimetro farkı tebarüz ettirmeye çalışan bu Mikrometodun da tenkidini daha ilerki yazılarımızda yapa cağız. Hülâsa: Türklerde henüz boy meselesi bile halledilmemiştir. Hepsi toplansa bin vakayı doldurmıyan bu müşahedelerin cılızlığını gösterdikten sonra kafa endisleri hakkmdaki malûmatı da gelecek nüshada yazacağız.
Ahmet Rıza
S a y ı: 7
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 157
Eski tarihte: Mektep II Geçen sayımızda yazdığımız veçhile şarkta tahsil ve terbiye tamamen dine ait olup dinden iştikak etmişti. Halbuki eski yunanistanda bilâkis tahsil ve ter biye bir cemiyet meselesi telekki edilip doğrudan doğruye aile reislerine, hükü mete aitti. Bu terbiye ve tahsil esasım, Sokrattan alan eski yunanlılar güzel bir ruhun an cak güzel bir vücutta bulunacağına kani olmuşlar, bunun için de vücut ve ruhu terbiye etmeye koyulmuşlardır. Eski Yu nanlılara nazaran insanın ahlâkî ve bedenî terbiyeye ihtiyacı vardır. Ahlâkî terbiye musiki, bedenî terbiye de jimnastik ile temin edilir. Atina terbiyesinin gayesi cemiyete ahlâkan, bedenen dürüst ve güzel çocuk lar yetiştirmekti. işte bunun içindir ki zayıf ve hastalıklı çocuklar terbiye edil mezler, aileleri tarafından terkedilirdi. Ahlâk ve beden terbiyesinin inkişaf ve tekâmülü için senenin mutat zamanlasmda müsabakalar, güreşler, koşular, jimnastik ler, at koşulan yapılır, bütün bu müsa bakalar ve koşular yüz binlerce genç ve ihtiyar tarafından derin bir alâka ve hırsla takibedilirdi. Yunan terbiyesi Atina ve İsparta «Çite »ler ine göre ayrı ayrı veçheler arzeder, Atinadaki terbiye şekli Ispartadakinden çok farklıdır. Bu yazımızda İsparta terbiye ve tahsil müesseselerini anlatmaya çalışacağız. Atmada terbiye ilk önce aile reisine aitti. Baba oğlunu terbiye etmeye, ona bir san’at öğretmeye mecburdu. Umumi yetle küçük çocukların terbiyeleri anne lerine aitti.
Bu çocuklar büyük bir oyun meyda nında terbiye edilir, sonraları çocuğun yetiştirilmesi bir murebbiyeye bırakılırdı. Bunlar umumiyetle esirlerden olup çocuk ların talim ve terbiyesinden ziyade on ları mekteplere, müşterek oyun yerlerine götürüp getirirlerdi. Atinada mektepler hususî olmakla be raber hükümet tarafından sıkı bir surette teftiş edilirdi. VVatandaşların hususî ve mahrem hayatları bile hükümet muraka besinden kurtulamazdı.’ Hükümet, vatan daşların hareketini, kadın ve erkeklerin giyinişlerini, âdetlerini,^velhasıl hayatla rına müteallik her hâdiseyi tanzim ve tef tiş ederdi. İnsanlar yalnız vücut itibarıyla hükümete, hükümet mürakabe ve teftişine tâbi değildi- Aynı zamanda ahlâkan de hükümete aitti. Vatandaşlar kanunen va tanlarını, hühûmetlerinUlevtaek mecburi yetinde idiler [1]. Vatanını sevmiyen vatandaş en büyük cinayeti işlemiş sayılır, ya ölüm veya sür günle cezalandırılırdı. Hükümetin kuvvet ve alâkası yalnız bununla da kalmayıp aile, ebeveyn ve evlât münasebat ve hayatı üzerine de müessirdi. Hükümet, bütün teşkilâtı ve kuvveti ile vatandaşların umumî hayata iştirak lerini temine çalışırdı. Umumî kayata karşı alâkasızlık, en büyük şiddetle ceza landırılırdı. Rey vermek, intihap olunmak istemiyen Atinalı, vatandaş olmak sıfatını kaybederdi [2]. Din, eski Yunan terbiye ve harsı üze li] Fustel de Coulanges, La çite Antique, sayfa: '233-236 [2] Fustel de Coulanges, La cite_Antique, sayfa; 395-396
Sayfa: 158
ATSIZ MECMUA
rinde müsbet ve faydalı bir rol oynamış tır. Medînenîn hapı, büttin vatandaşlar için mecburî idi; medine harsı, ilâhları yanında, her ailenin müstakil bir harsı ve ilâhı vardı. Eski kavunlarda Medine harsı, hükü mete malik olduğu iktidarı bahşederdi. Aile harsı ise insanı ailesine bağlardı ve insanlar arasında ahlakî bir tesanüt te min eden bir kuvvetti. Medine ve aile harsının idame ve müdafaası için sağlam vücutlu, sağlam kafalı askerlere ihtiyaç vardı. Bu askerlerin düşmanlara karşı kuvvetli olmaları lâzımdı ki, bu da an cak bedenî terbiye ile temin edilirdi. Dahilde vatana ve vatandaşa karşı mu habbet ve alâka ancak musiki terbiyesiyle temin edilirdi. Platon da Sokrat gibi, medine ve aile terbiyesinin müdafaasını iki terbiye şeklinde bulmuştu. Musiki ve jim nastik.. Musiki ile cemiyet, Jimnastik ile de ordular talim ve terbiye edilirdi. Tedrisat evvelâ aile nezdinde sonradan hususî mekteplerde yapılırdı. Aile reisleri, mektepleri ve muallimleri intihapta ser best idiler. Fakat bütün bu hususî ma hiyetteki mektepler, çok sıkı bir surette hükümet teftişine tâbi idiler. Hususî ce miyet hayatında olduğu gibi mekteplerde de tedrisatın merkezi sikleti musiki ve Jimnastik esasatma göre kurulmuştu. İlk mektepler tamamen hususî mahi yette olup üç kısma ayrılırdı. «Ecole Grammaire» [3] namı verilen birinci kısım mekteplerde kıraat, yazı, hesap ve bilhassa Homerin şiirleri oku tulurdu. ikinci sınıf olarak «Ecole Chitariste» leri görürüz. Bu gibi mekteplerde ruhun tekâmül ve tenmiyesi için musiki tedris edilirdi. Eski Yunanistanda musiki bu[3] Dr. C. Anghelescu de l’Enseignenıent particulier sayıfa: II
Sayı: 7
günkü manadan daha şumullü, daha afakî bir ifadeye malik olup musiki kadrosuna edebiyat, felsefe, mantık ve bilhassa hi tabet te girerdi. Üçüncü ve sonuncu nevi ilk mektep şekli de «Ecole Palestrique» lerdir. Bu mekteplerde Yunanlılar sıhhatli, sağlam vatandaşlar yetiştirmek endişesiyle beden terbiyesiyle meşgul olurlardı. Atinada hâkim olan demokrasi şe’niyetine rağmen zenginlik ve sınıf farkının çocuk terbiye ve tahsil şekli üzerine te siri inkâr olunamaz. Fakirlerin çocukları kıraat, yazı ve hesap öğrenmekle iktifa ederlerdi. Zengin çocukları ise, ilk mektepleri bitirdikten sonra tahsil ve terbiyelerinin zekâ ve vücutlarının intişaf ve tenmiyesi için, fen, felsefe, hey’et öğrenirler, bil hassa beden terbiyesine fazla ehemmiyet verirlerdi, Yükset tahsil gayesini ihtihdaf eden ve masrafı «site» tarafından temin edilen gimnazlarda, reşit olan vatandaş lar okululurdu. Atinada üç gımnaz vardı ki, «Acade mie, Licee, Sinosarge» atlarını alırlardı. Bu gimnazların bir kısmı reşit vatandaş ların bedenî terbiyesine hasredilmiş olup diğer bir kısmı da vakitlerini daima bu rada geçiren 18-20 yaşmkaki Atmalılara lahsis edilmişti. Bunlar evvelâ bedeni ter biye mümareselerini ikmal ettikten sonra diğer dersleri tahsil edeslerdi. Zamanla, bu şekildeki parasız tahsil ve terbiye müesseseleri ihtiyaçlara yet medi. Hitabet, fenni münazara, ilmi be yan ve «Sophistique» [4] tahsil etmek istiyen gençler, mütehassıs hocaların kür süleri önüne koşmak mecburiyetinde kal dılar.
JSafaattitı Hıza [4] Mantık ilminin safsata kısmı.
Sayı: 7
ATSIZ MECMUA
Sayfa: 159
Türklerde ailenin tekâ I I ve bunda w«,.kadın” Kitab - 1 Dede Kurkuttaki «Dirse Han oğlu Buğaç Han hikâyesi» de bize kadın ve aile hakkında epey malûmat veriyor: Oğuzların hanı Bayındır Han tertip ettiği bir ziyafette ak, kızıl, kara olmak üzre üç otak (çadır) diktiriyor. Oğlu olan ları ak otağa, kızı olanları kızıl otağa, oğlu, kızı oîmıyanlan kara otağa alm. Çünkü oğlu kızı olmayanları Allah lânetlemiştir. Biz de lânetleriz diyor. Burada Türklerin çocuğa ne kadar ehemmiyet verdiğini ve erkek çocuğun kız çocuktan üstün tutulduğunu görüyo ruz. Erkek çocuğun kızdan üstün tutul ması hiç şüphe yok ki Türklerin askerî ahlâk ve seciyelerinin bir neticesiydi. Oğuz beylerinden «Dirse Han» m oğlu kızı olmadığı için kara otağa atılıyor. Sebebini soruyor. Bayındır Hanın adam ları sebebini söylüyor. Dirse Han mütees sir olarak evine geliyor. Karısını çağı rıyor ve şöyle hitap ediyor: Berii gelgil başıım tahtı evüm tahtı Evden çıkup yürüyende boylum Topuğunda sarmaşanda kara saçlum Kurulu yaya benzer çatma kaşlum Koşa badem sığmıyan dar ağızlum Oüz almasına benzer al yanaklımı Kadimim direğüm döleğüm......
Bu ifade karısına aşkını ve hürmetini gösterir. Fakat biraz sonra kızıyor ve karısına diyor k i: «Han kızı, yerimden kalkayım mı? Kara pulat kılıcı ele alıp qaşmı keseyim mi ? Han kızı niçin çocuk
doğurmuyorsun. Söyle! yoksa sana fena gazap ederim.» Halbuki karısı onu teskin ediyor ve diyor k i: «Dirse Han bana kızma, acı sözler söyleme. Yalnız bir ziyafet ver, açları doyur, çıplakları donat; belki bir ağzı hayırlı dua eder de Allah bize ço cuk verir.» Dirse Han karısının dediği gibi yapı yor. Hakikaten çocukları oluyor. Bu ço cuğu tayalara veriyorlar. Demek ki asil zadelerde bu usul vardı. Sonra bu çocuk on beş yaşında iken Bayındır Hanın buğasmı öldürerek Oğuz beylerinin tahsinini kazanıyor. Oğuz beyleri «Dedem Kurkut gelsin. Bu oğlana at koşun. Babasından beylik, taht istesin» Diyorlar. Dede Kurkut geliyor^ Oğlana «Buğaç» adını koyuyor, ve babasından beylik alıyor.. Bundan da görüyoruz ki çocuk bir kahramanlık göstermeden isim alamıyor du. Zaten bunun böyle olduğunu başka yerlerden de öğrenebiliriz [1], Bununla beraber çocuğun kusurların dan babasının mesul olduğunu anlıyoruz. Çünkü Buğaç kusur işledi diye Dirse Ha na yalan söyledikleri zaman Dirse Han oğlunu öldürmeye kalkıyor. «Kazan Beyin oğlu Uruz Beyin esir [1] Bunu bize tarihi menbalar haber ver diği gibi Dede Kurkud kitabının diğer bir ye rinde de şöyle bir ibare görüyoruz; «Ol za manda bir oğlan baş ke«meden, kan dökmeden at komaziardı. S. 39. Keza Dede Kurkuttaki «Bamsi Beyrek* hikâyesinde de Batnsı B,„ rtıc 15 yaşında iken babasıhın malını yağma eden kâfirleri tepeledikten sonra at alıyor.
Sayfa: 160______________ ATSIZ MECMUA m #»
1
*
*1
Sayı: 7 *
lurk işçileri İşçilerimizi korumak millî borcumuz ve vazifemizdir.
Medeniyetin ilerlemesi, işlerin makine leşmesi, cemiyet hayatı içinde bir de işçi sınıfı meydana getirdi. Bizim gibi İktisadî hayatı geri ve iptidaî olan cemiyetlerde henüz büyük makineler devri başlamamış tır. Binaenaleyh yüksek sermayeli müesseselerde büyük fabrikalarda ve maden ocaklarında çalışan yüksek mevcutlu bir amele ordusu yoktur. Fakat bugün mev cut olan küçük fabrikalarımız, tektük çalışan madenlerimiz, iptidaî maddeleri mizi işliyen imalâthanelerle inkişaf için çalışan gemiciliğimiz ve bundan sonra hususî eşhas veya küçük sermayeli şirket ler işlerinde çalışan işçilerimiz var. Şimdiye kadar işçilerin hayatları, yaşa
yışları, sıhhatleri ve refahları ile uğraş mak sosyalistlerin, enternasyonalistlerin ve daha bilmem nelerin meşgalesi gibi görünürdü. Fakat bu alâka herkesten önce milliyetperverlerin vazifesi ve mefkûresidir. Biz Türk milliyetperveriyiz. Türk işçisinin hayati, hali ve istikbali ile uğraşmak onun izdiraplarına katışmak ve onun ihtiyaçlarını duyarak korumaya çalışmak, ve onlara zararlı olan şeylerle çarpışmak borcumuzdur. Memteketimizde işçiler kendi hallerine terkedilmişlerdir. Onları yükseltecek ve onları organize edecek ve haklarım arıyaeak cemiyetler ve gazeteler yoktur. Zaman zaman işçiye olan alâka ve tema-
olması» hikâyesinde de Kazan Bey oğ luna diyor ki: «Sen 16 yaşlna geldinBaş kesmedin, ok atmadınf ben ölürsem tahtımı sana vermezler. Bunun için ağlı yorum. » Kadınların da erkekler gibi cengâver ve kahraman olduklarını yine Dede Kurkutun muhtelif hikâyelerinden öğreniyoruz.Meselâ «Bamsı Beyrek»in sevgilisi «Banu Çiçek» te Bamsı Beyrekle at yarış tıracak, ok atacak ve güreşecek kadar kahraman ve kuvvetlidir. Keza « Kan Turalı * nm sevgilisi Selcan hatun da Banu Çiçek gibi kah raman ve cengâverdir.«Kaz an Bey» esir edilen oğlu «Uruz» u kurtarmak için Oğuz larla beraber çıktığı zaman karısı «Burla Hatun» da beraber gelir.
bile kadın sebep olmuştur. Ailelerde mevkii erkeğe müsavidir. Çocuklu aileler daha makbuldür. Erkek çocuk kız çocuktan daha üstün tutulurdu. Çocuk bir kahramanlık gös termedikçe at alamazdı. Atsız kalan ço cuklar mirasa nail olamazlardı. Kadınlar da erkekler gibi kahramandı. Hatta bazı kızlar boy ölçüşerek izdivaç ediyorlardı. Fakat koçalarına sadıktılar, icabında onlara canlarını vermekten çekinmiyor lardı. Buna mukabil kocası üzerindeki hüküm ve nufuzu çok büyük oluyordu. Ye kızla erkek birbirini isteyince evleni yordu [2]. (Bitmedi)
*** Buraya kadar söylediklerimizden bir "Hce çıkarmak lâzım gelirse: Türk mitolojisine göre kadın bir il ham menbaıdır. Dünyanın yaradılışına
[2] Ediige - Tohtamış destanında «Şah De mir Han» yani «Aksak Temür» kızını kaçıran kahramanın elinden kurtarıp gelen « Edüge »ye verir.. Evvelâ bir ziyafet yapar. Sonra oğlana verir. Kız delikanlıya «Beni aldın mı?» der. Oğlan «Aldım» der.......
İstanbul Kız Lisesi felsefe sıtajiyeri
Mehpare Nihâi
Sayı: 7
ATSIZ MECMUA
Köylerde at takma merasimi daha ba sittir. Çocuk doğduktan sonra, hoca ya kın ise o gön, değilse ertesi gün bulunur ve ezanla beraber adı konulur. Doğan çocuklara biri «Has veya Ezanadı» diğeri de «göbekadı» olmak üzere iki isim verilir. Bunlardan ezanadı beyanı geçen merasimle takılanıdır ve ekseriyetle de bu at muteber olup çocuk hayatında bu isimle çağırılır. Göbekadına gelince: bu da, çocuğun doğumunu müteakip ebesi tarafından, erkek ise «Mehmet» kız ise «Fatma» gi bi bir isimle göbeği kesilirken takılanıdır. «Göbekadı» çocuğun ilk aldığı attır. Ebe hanım, çocuğun göbeğini keserken, göbekadı olarak verdiği ismi ailesine söyler. Bazı an’aneperest aileler çocukla rını göbekadı ile tevsim ve bunu ebesinin vermiş olması hasebiyle de uğurlu adde derler. Kabirde talkın verilirken ölüler göbekadı’yla çağırılırmış. Bu itibarla, bir ailenin göbekadı’m bilmesi de mutlaka lâzımmış. Çocuklara verilecek isimleri intihap etmek hakkı, daha çok ailenin en müsin olanına-büyük baba veya annesine-aittir. Şayet, bunlar yoksa bu taktirde, babası çocuğun adını bizzat intihap eder. Şu kadar ki, bu kabil ailelerde, bazan isim intihabı zevç ve zevcenin müşterek bu luşlarıyla olur. Bunun için de, çocuk doğmadan evvel-erkek veya kız olacağı na göre-babası bir erkek, annesi de bir kadın adı hazırlar. Çocuk doğunca, er kekse pederinin, kız ise validesinin inti hap ettiği isim konulur. isimler, ekseriyetle ecdat atlarından intihap olunur. Sülâle adının kayıp olma ması, bilhassa eski, dindar aileler ara sında ehemmiyetle nazarı dikkate alınır. Bazı aileler doğan çocuklara büyük ba bası veya annesi hayatta iken bunlardan birinin adını verirler.Köylerde, bu usul mevcut olmakla beraber, baba ve annelerin-kezalik ha yatta iken-çocuğa bizzat kendi atlarını
Sayfa^ 165
taktıkları vakidir. Bu at veriş te, bir ailenin çocuğu yaşamaz, ölür. Binaen aleyh, ailesi çocuklara ölü ismi konul duğundan yaşamadığı kanaatini taşır, işte o zaman baba veya annesi doğan çocuğa kendi adını verir. Bu suretle ço cuk yaşarmış. iki ölü adı, meselâ: bir zevç ve zev cenin her ikisinin de vefatetmiş olan peder veya validelerinin isimleri müşte reken bir çocuğa takılmaz, ve bu iyi telâkki olunmaz. Ağır basar, çocuk ya şamazmış. Şukadar ki, böyle bir ismi ta şıyan bir çocuk ta raevzubahs olursa, o zaman «adıyla geldi, adıyla çok yaşasın, dede veya ninelerinin toprağı bol mekâ nı cennet olsun» denilir. Birde, çocuklara verilen atlar doğdu ğu zaman, gün, aya [ki umumiyetle arabî aylarıdır] göre intihap edilir ve «adıyla geldi» diye mezkûr isim takılır. Muhar rem ayında doğanlara «Muharrem» Safer’ de «Safer» Recep’te «Recep» Şabaıı’da «Şaban» Ramazan’da «Ramazan» ve bay ramda doğanlara da «Bayram, Kurban» atları verilir. Bir çocuğa bu son atlar müştereken verilmez. Ancak, Şeker bayramı’nda doğşplar «Bayram» ve Kurban bayramı’nda doğanlar ise «Kurban» isim leriyle tevsim olunurlar. Rabiülevvel’de doğanlara, kız erkek tefrik edilmeksizin «Mevlût» adı verilir. Gün ve zamana göre takılan atlara gelince, bunlar da, cuma günü « Salâ vakti » doğan erkek çocuklara «Selâıni» ayni günde doğan kız çocuklarına bilhassâ köylerde «Eyna»seher vakti doğan kızlara «Seher» Salı günü doğanlara er kekse «Salih» kız ise «Saliha» arife günü doğan kızlara «Arife» erkek çocuklarına «Arif* kadir gecesi doğan erkeklere «Kadir* kız çoeuklarına da «Kadriye» atları takılmaktan ibarettir. Uzun müddet çocuğu olmıyan, yahut olupta yaşamıyan ailelerin, doğan çocuk larına isim seçer ve verirken riayet ettik leri bazı an’aneler mevcuttur. Mezkûr an’aneler hulâsatan şunlardan ibarettir:
Sayfa: 166
ATSIZ MECMUA
Çocuğu olmıyan aileler yatırlardan di lek diler, bunlara kurban adar. Çocuk doğunca - yaşma girmeden - yatıra gider, adağını icra eder ve bunu oraya satar. Bununla beraber, bazı yerlerde de «Satı taşı» mevcuttur. Bu taş ziyaret edilir. Ziyaretten sonra, dedenin himmetiyle, çocuk olurmuş, işte gerek adak ve gerek ziyaret suretiyle doğan çocuklara, kız olursa «Satı* erkek olursa «Satılmış» adı verilir. Çocuğu olup ta yaşamıyan aileler, kezalik yukarki an’aneye göre hareket et mekle beraber, aynı zamanda isimlerin delâlet ettiği manalardan da istiane eder ler. Doğan çocuklarına «Dursun, Durmuş, Durak, Yaşar* gibi atları takarlar. Bir de, bilhassa köylerde, bir ailenin yekdiğerini takiben iki, üç kızı doğar ve dördüncü doğan çocuk ta gene kız olursa, bu taktirde son kızın adı « Döndü » ko nulur . Bu tesmiye de,kızın oğlana dönmesini temenniye matuftur. Binaenaleyh,bu isim verilmekle ondan sonra doğacak olan çocuk - ailenin arzusu veçhile - oğlan olurmuş. Bu muhitte, atsız çocuk mevcut değil dir. Her çocuğun muhakkak bir adı var dır. Bir çocuk ancak yirmi dört saat ve ya üç gün atsız kalabilir, badehû, bir isimle tevsim edilir. Yalnız - biz tesadüf edememekle beraber - Piçlerin adı yok muş, bu gibilere de, babası bilinememesi dolayısıyla «kimden, kimdencik» diye bir isim takılırmış [Mevlût H .]. isimler, bazan çocuğun aklı, ahlâk ve istikbali üzerinde, husulü temenni edilen, tesirlere göre de intihap olunur. Bu te lâkkiye nazaran meselâ; çocuklar « oku muş olması» için «Zeki» «halûk olması» için «Mazlum, yavaş» gibi atlarla tevsim edildikleri gibi, kezalik bir çocuğun dok tor veya mühendis olması için de ailesi komşu veya bildikterinden bir doktor, mühendisin adını koyar. Bu son tevsim şekli de, çocuğun istikbalde bunlar gibi bir meslek sahibi olmasını temenniye ma tuftur.
Sayı: 7
Halk arasında isimlerin anılması key fiyeti de kayda şayandır. Bu meyanda, hayattaki dostların atları anılırken «Allah selâmet versin, ömrü uzun olsun» şayet vefat etmiş müslüman bir dostun ismi mevzubahis olursa o zaman «Allah rah met eylesin, Mekânı cennet olsun» eğer bu dost bir hırıstiyan ise bu taktirde «Toprağı bol olsun» denilir. Vefat etmiş bir düşman veya her hangi kötü bir şahıs ismi anıldığı vakit te «Hortlıyasıca,Sünğü tebreşmesin» gibi bir tabir, ekseriyetle isim söylenmeden evvel ve adeta bir te kerleme kabilinden, dermeyan olunur. Bir de; bir mecliste bir ölü ismi yadedilirken orada şayet ölü ile adaş bir kimse bulunursa o zaman « o yattıkça Allah sana ömür versin» denilmek usiildepdir. Aksi taktirde, nezaketsizliğe hami, hatta fena bir fikre zahip olunur. isimler etrafında zikre şayan an’anelerden biri de «at değiştirmek* tir. At değiştirmek; Pirdevs, Melek, Huriye ve Kadriye gibi halk telâkkisine göre «Büyük ve ağır isim» taşıyan bir çocuk veya mürahikin bu ismi «kaldıramaması, götüre memesi» dolayısıyla bunun başka bir isme tebdil edilmesidir. Tebdil keyfiyeti, ayrı bir merasime tâbi olup çocuğun ekseriyetle za’fı amîk veya aklî, asabi bir hastalığa duçar olması üzerine icra edilir. Bunun için; bir fırın yakılır, ekmek hamuru tutulur. Bu ha murdan biri çocuğun adıyla diğerleri de bilfarz - kız veya erkek olduğuna göre Haşan, Hüseyin, Ayşe, Fatma gibi isim lerle tefrik edilen dört adet pide yapılır. Mezkûr pideler pişirilmek üzere firma atılır. Bunlardan çocuğun ismini taşıyan pide kabarmayıp meselâ, Haşan veya Ayşe adı takılan pide daha çok kabarırsa derhal bu kabaran pidenin ismi o çocuğa konulur. Şu suretle evvelki ismin yara madığı ve aynı zamanda çocuk için hangi adm daha muvafık olduğu da anlaşılır mış. Bu tebdilden sonra o çocuk veya mürahik te müptelâ olduğu hastalıktan kurtulurmuş.
Sayı: 7
ATSIZ MECMUA
Sinop ve muhitinde bazı isimlerin te lâffuz itibarıyla haiz oldukları hususiyet ve bu meyanda isimlerle alâkadar birkaç tabiratı da bu bahse ilâveten kaydediyoruz. Telâffuzî hususiyetler; «R» ile başlıyan isimlerin evveline bir «E» ilâvesi; «I» «H» ile başlıyan isimlerin iptidasındaki harflerin hazf veya tebdili, bir kısmının da ihtisar veya mahallî şiveye göre uydu rulmuş olmasından ibarettir. Birinci madde dahilinde Ercep-îrecep «Recep» İremazan «Ramazan» Simail «İsmail» Seyin-Füseyin «Hüseyin» îrbam «İbrahim» Zaliye-Zalike «Zeliha» Fedime,
Ce
l. Sena. — Este üc; 1
Fadime, Fatiş «Fatma» Mirtat «Mithat» Mamet «Mehmet» Mürfet «Mürüvvet» Amet «Ahmet» lyip «Eyüp» Ayşik «Ayşe» Hatcik - Hatiç «Hatice» Hurik «Huriye» Salik «Salih» gıli «gılman» başlıealarını teşkil eder, ikinci kadro içinde de « adı, sam batasıca, adıyla gelmek, adıyla cok yaşamak. Has veya Ezanadı, göbek adı. At koymak, at vermek, at takmak, adım komak, adaş, adını kaybetmek ile «adı çıktı dokuza inmez sekize» darbımeselini kr edebiliriz.
M. Şakiı-
İstanbul [Kan
San’at fikriyatı sahasında illî kütüpanemizin ne kadar fakir olduğu malûm dur. Ziyaettin Fahri [1], Haşan Âli bey lerin [2] doğrudan doğruya estetike ait pek küçük kitapları ile, (Yrjö Hirn) den Hüseyin Cahit beyin tercüme ettiği «Sa nayii Nefisein Menşeleri» [İstanbul 1925] nam eser,Mustafa Şekip beyin Bergson’un hadsî felsefesi ile temastaki bir iki ma kalesi gibi kuvvetli beş on mecmua ya zısı, ve nihayet, lisanımıza tercüme edi len birkaç felsefî kitaptaki san’at sahifeIeri — ezcümle izzet beyin tercüme etti ği İçtimaiyat kitabında İçtimaî bediiyata temas eden son kısım — yegâne kütüpanemizi teşkil ediyordu. Bizzat tercüme ettiğim musiki bediiyatına ait birkaç ma kale bir kenara alınırsa, san’at müntes ip lerimiz içinde kendi şubelerinin hususî bediyatma ait garp neşriyatından iktibâs ve tercümeler yapanlarımız hiç görülme di. Mimarî, musiki mecmualarımız bu yolda bakalım ne vakit neşriyat yapa caklar ! işte, bu sırada çıkan muktedir fikircilerimizden Cemil Sena beyin kitabı, [1] Ziyaettin Fahri, Bediiyat, İstanbul 1927 [Devlet Matbaası]. [2] San'at müsahebeleri, H, Âli, İst. 1928. [Devlet Matbaası].
Sayfa: 167
t
pa esi]; 300 sayla.
her şeyden evvel yoksuzluğu tenkit edici, mevzuun muteber kitabiyatını gösterici bir eserdir. Kitap, bir mektep manüeli değil, işin mebadisini kavramış olanlara mahsustur; en canlı estetik maddelerini tevsie çalışan makalelerden mürekkeptir. Cemil bey, san’atla çok uğraşmış, onu bilfiil duymuş, çünkü şiirler yazmış bir san’atkârdır da... Onun için,eserine hâkim olan şahsî, spritualiste bir mana^ da var dır. Hususî sml’at bediiyatı ile alâkadar olanlar da içinde bazı istifadeli tefsirler bulacaklardır. Muhakkak bir surette kusur aramak ve göstermek lâzımgelirse şahsî bir kanaat olarak derim ki biraz fazlaca ilim spekülasyonu yapılmış [ ki âlim için iyi, fakat artist için fazladır], pratik görüşlere az yer verilmiştir; meselâ, gü zelin felsefesi üzerinde müvazeneyi boza cak derecede durulduğu halde, bir yara tıcı san’atkâr eserini yazarken ilham ve şuur raenbaları ne kuvvette çalışıyorlar ve her san’at şubesinde aynı nispetleri saklıyorlar mı ? Saniyen, tekevvün, ha yat şartlan, gayeleri itibarıyla san’at şubeleri arasındaki benzeyiş veya ayniyet, ve tezat noktaları nelerdir ? V.S... Çok temenni ederiz ki, Cemil Bey arkadaşı mız, ikinci bir ciltte bu maddelere de
Sayfa: 168
ATSIZ MECMUA
dokunsun: san’at eserinin, el şakakta, parmaklar uzun saçların perişan kıvrım ları arasında' dolaşarak, mehtap veya bir çift güzel gözün sahhar bakışları altında doğmadığını, umumî mektep malûmatının da bu işe yetmiyeceği, san’at eserlerinin tekâmül tarihi içinden geçerek, yapılmış lan tekrarlamaktan mümkün mertebe ka çınılarak, ve eskilere yeniler katarak, ancak orijinal icat şahsiyeti edinilebile ceğini, ve teknik san’atlarm icada tekaü düm eden uzun bir teknik tahsil devresi bulunduğunu anlatsın, içinde bulunduğu muz hazırlıkçı devirde, ben, ancak böyle bir estetik kitabının mefkûreci kıymetine inanacağım. Bu küçük ve telâfisini ikinci bir ciltte görmek istediğimiz — bunu rica da ede riz — eksiklik bertaraf edilince, eser, fevkalâde bir hadisedir. Eserin mefkûresi san’atkârı tefekküre alıştırmak arzusu olduğu görülüyor. Müellif her türlü teşekkür ve takdirlere hak kazanmıştır. Kösemihal Zade
Mahmut Ragıp
Sayı: 7
Neşriyat Tarih: Ahmet Refik, Mimar Sinan, Kanaat kütüpanesi İstanbul 1931; 72 s. 50 kş. Çocuklara tarih kitapları serisi; Sokullu, Ahmet Halit kütüpanesi, İstanbul 1931; 44 s. 25 kş. Ayni seri: Kanije gazileri, Ahmet Halit kütüpanesi, İstanbul 1931, 72 s. 25 kş. Halil Etem, Topkapı Sarayı, Kanaat kütüpanesi, İstanbul 1931, 61 s., 50 kş. Zeyneloğlu Cihangir, Şirvanşahlar Yurdu, Cumhuriyet kütüpanesi, İstanbul 1931, 192 s. 75. kş.
İktisat: M. Belin — M. Ziya, Türkive İktisadî tarihi hakkında tetkikler, Devlet matbaası, İstanbul 1931, VIII +• 309 s,, 85 kş. Şevket Süreyya, Cihan iktisadiyatında Türkiye, Millî iktisat ve tasarruf cemiyeti Ankara 1931; 169 s., 150 kş.
B ir Ses
İKİ NAĞME Genç şairlerimizden «İdris Ahmet» ve «Ziya İlhan» Beylerin bu küçük şiir
kitabini tavsiye
ederiz.
Bu memlekete yabancı olan «Kızıl rüya»
ların hasretini yazan «Enternasyonal» yani «vatansız* ve «milletsiz» naraları dinlemekten usananlar bu küçük kitabın yaprakları arasında bizim sevinçleri mizi, bizim elemlerimizi, bizim gururumuzu bulacaklar ve kuvvetli san’at parçalarına tesadüf edeceklerdir. Duygusunu ve zevkini yabancı san’atlara kiralamış olanları dinlemeden, yalnız kendi zevkiniz, kendi duygunuzla bu şiirleri okuyunuz. Beğeneceksiniz. Bize şiir yollıyan okuyucularımıza teşekkür ederiz. Bunları sıraya koyduk; ba sacağız. Yalnız, bu şiirlerin sayısı çok ve mecmuamızın yaprakları az olduğu için bu şiirlerin bazıları sıra bekliyeceklerdir. Bunun için bağışlanmamızı dileriz.
Yarım asırdan beri
ATSIZ MECMUA
İşçisi
Her ayın on beşinde çıkar
Sermayesi
Türkçülük ve Köycülük
Müstalıdîmi Müstehliki
Mefkûresi etrafında birleşenlerin
T ü rk olan ve
mecmuasıdır.
bütün manasiyle Yerli Malı olan
Onu O k u y u n u z
PERTEV MÜSTAHZARATI
ve O ku tu n u z
Avrupa müstahzaratiyle cidden reka
Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.
bet kabul etmez bir nefaset veehveniyettedir. Bazı müstahzaratı:
Eski sayılarımızı:
Krem (yağlı ve yağsız), briyantin,
Ankara
Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire
caddesinde Orhan Bey
hanı
zemin katında, Umum gazeteler ve mec mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.
ve saire...
Pul Meşheri Aylık Türk Fİlâtelist Mecmuası İstanbul da çok zarif ve nefis, ayni zamanda her pul meraklısı için tetkiki lâzım bir mecmua var. O da PUL MEŞHERİ isnile ayda bir defa neşredilen bir mecmuadır. Mecmuanın kapağında görünmeğe başiiyan nefaset en
son sahifeye
kadar bütün eseri ihata etmiştir. Mündericatı itibarile Pul Meşheri kadar pul meraklılarının bütün arzularını tatmin edecek bir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25 kuruş, senelik abonesi 300 kuruştur.
1981
-
1982
TÜRK PULLARI KATALOĞU PUL MEŞHERİ sahibi Ali Nusret Bey, yorulmak bilmiyen aznıiye 1931-1932 için bir katalok hazırlamaktadır. Bu katalok, tab’i biter bitmez neşredilecektir. Katalok PUL MEŞHERİ ne abone olanlaıa forma forma olarak ta gönderilmektedir. Katalok gayet nefis bir kâğıda basılmaktadır. Bütün pulculara hararetle tavsiye ediyoruz. İzahat
almak istiyenler Beyoğlu _ Tünelbaşı,
Galipdede Caddesinde
430 No. ya PUL MEŞHERİ ne müracaat edebilirler.
Remzi kitaphanesi Ankara caddesi 93
N E C İP
BEY
ıtriyat fabrikası
Müstahzaratı
Memleketimizin en yüksek aileleri nezdinde rağbeti 'umumiyeye mazhar olan NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP NECİP
BEY BEY BEY BEY BEY BEY BEY BEY BEY
Kolonyaları Yağsız kremleri Pudraları DİŞ MACUNU Yağsız ve yağlı Briyantinleri Esansları Asrî göz sürmeleri Tırnak cilâsı Kokulu tuvalet sabunları
T uvalete m üteallik her türlü m alzeme İstanbul Em inönü 47 No. N EC İP BEY m ağazasında ve her yerde bulunur. Yerli Malı kullanm ak hem iktisattır, hem de vatan düşüncesidir. Bilhassa tavsiye ederiz.