Atsız Mecmua - 8

Page 1

Bütün Türkler bir ordu... Katılmıyan kaçaktır..

Y ıl: 1

15 k u ru ş

İstanbul ( K ader) Matbaası


Yanın asırdan beri

ATSIZ MECMUA

İşçisi

H er ayın on beşinde çıkar

Serm ayesi

Türkçüİük ve Köycülük

M üstatıdimi Müstehliki

M efkûresi etrafında b irleşen lerin

T ü r k olan ve

m ecm uasıdır.

bütün m anasiyle Yerli Malı olan

Onu O k u y u n u z

PERTEV MÜSTAHZARATI

ve O k u t u n u z

A vrupa m üstahzaratiyle cidden reka­

F iatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.

bet kabul etmez bir nefaset v e e h v e n iyettedir. Eski sayılarım ızı:

Bazı müstahzaratı: K rem (yağlı ve yağsız), briyantin, P u d ra, Ruj, esans, losyon,

A nkara

ve saire

caddesinde O rhan Bey

ham

zemin katında, Umum gazeteler ve mec­ mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

ve sa ire ...

Pul Meşheri Aylık Türk Fîlâtelist Mecmuası İstan b u l da çok zarif ve nefis,

ayni zam anda her pul m eraklısı için tetkiki

lâzım b ir mecmua var. O da PL'L M EŞHERİ is n ile

ayda bir defa neşredilen bir

m ecm uadır. Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan nefaset en k adar

son

sahifeye

bütün eseri ihata etmiştir. Münde ricatı itibarile P ul M eşheri kadar pul

m eraklılarının bütün arzu ların ı tatm in edecek b ir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25 kuruş, senelik abonesi 300 kuruştur.

1931

-

1932

TÜRK PULLARI KATALOĞU PU L M EŞHERİ sahibi AH N usret Bey, yorulm ak bilmiyen aznıiye 1931-1932 için b ir katalok hazırlam aktadır. Bu katalok, tab’i biter bitm ez neşredilecektir. Katalok PUL M EŞHERİ ne abone olanlaıa form a form a olarak ta gönderilm ektedir. Katalok gayet nefis bir kâğıda basılm aktadır. Bütün pulculara h a ra retle tavsiye ediyoruz.

İzahat

alm ak istiyenler

Beyoğlu _ Tünelbaşı,

Galipdede

Caddesinde

430 N'o. ya PUL M EŞH ERİ ne m üracaat edebilirler.

Remzi kitaphanesi A nkara caddesi 9 3


r

^ Adres İstanbul Posta kutusu 367

ATSIZ MECMUA

-------------------------- -------------------------^

Abone şartları Türkiye için Yıllığı 180 kuruş Altı aylığı 90 » Yabancı memleketler için Yıllığı 1 dolar

A y lık fik ir ın e c m u a s i Y ıL : 1, S a y ı: 8

Sahibi ve rnadürü : H . N ih â i

15 Birincikânun 193i

Kuş bakışı:

Millî iktisat İstihsali bedevi oian bir milletin İstihlaki medenî olamaz*

Asırlardanberi Kapitülâsyonlar gibi zâlim zincirlerle eli ayağı bağlanıp açık göz ve Bezirgân ruhlu milletler ve ser­ mayeler tarafından sağmal bir inek git i istismar olunmuş bir milletiz. Herkes müstemlekeler edinir ve onların kanır t emerdi. Biz Ana yurdumuzu da müstem­ lekelerimiz uğrunda istismar ettik. Bunlarla beraber, tanzimattanberi Avrupa medeniyeti ve onun icapları ile daha sıkı temasa gelerek bilhassa mü­ nevver geçinen sınıflarımızın gözü kapalı israfları ve züppelikleri yüzünden bütün servetimizi bir mirasyedi gibi düşünce­ sizce israf ettik. Zararlarımız bu kadar da değildir. 13İ0 senesindenberi hemen her yıl başgösteren dahilî harplerle uğraşıyor ve bir sürü masraflar yapıyoruz. Bunlardan başka meşrutiyet inkılâbını yaptık. Onun tabiî ve serdengeçti birer neticesi olan bir sürü masraflarla karşılaştık. Italyan taarruzu ve Tarabulus harbi önümüze çıktı. Onunla pençeleştik. Bit­ meden Balkan başladı. Henüz tedarik ettiğimiz bir sürü müdafaa vesaitimizi ve henüz denkleri açılmamış kız gibi malzemeyi büyük ve münbit arazi par-

çalan ile beraber düşmanlarımıza kap­ tırdık. Bu arada istikrazlar yaptık. Büyük harp geldi. Yeniden bir sürü masraflara daldık. Çocuklarımız yiyecek ekmek bulamazken, mahsulâtımız sıfıra inmiş ve ihracatımız durmuşken çöller­ deki baldın çıplaklara altın dağıtmakla uğraştık. Nihayet mütareke geldi. Yeniden birkaç emperyaliste miras olacak kadar büyük arazi ile beraber büyük servetler kaybettik. istiklâl harbini, gırtlağımızı aşan borç ve miPetitnizin dibi çıkmış kesesinden kırıntı halinde dökülen paralarla başar­ dık. Ondan sonra da herkese parmak ısırt­ tıran büyük inkılâplarımız başladı...„• Bunların hepsi masrafla olaîı ye kıy­ metleri para ile ölçiilemiyeeek büyük işlerdi. Millî müdafaamızı temin , için zarurî fedakârlıklarla mühim müesseseler meydana getirdik. Sonra yeni bir medeııiyeti bütün et­ rafı ve levahiki He kabul ettik. Bu son zaferi hayatımız pahasına kazanmıştık. Zafer ve muvaffâkiyet içimizdeki dolgun ruh ihtibaslarını ve İstıraplar içinde ge­ çen hayatımızın sert zenbereğini boşaltt^


Sayfa: 190

ATSIZ MECMUA

Sayı: 8

bir müddet israfa daldık. Bu arada yine rabı serseriliğe tercih etti. Biz bu halkın dahilî isyanlar oldu. Büyük masraflarla tükenmez bir hazine olduğuna ve onun bastırdık. enerjisine inanıyoruz. Vatanımızın en mamur yerlerini ku­ Çünkü o bunları tarihimizin her saf­ duz bir düşman çiğnemişti. Onların ker­ hasında isbat etti ve gösterdi. piç harabeleri yerine beton kâşaneler Kocası cephelerde çarpışırken yaban yükselttik. Türkiye şehir ve hatta kasa­ otları yiyerek yavrusunu emziren Türk balarının birçoğu rüyasında bile görme­ kadını, cins bir Türk anası olduğunu diği binalara ve medenî teşkilâta ve îâzmı oldukça isbat etti. tesisata malik oldu. Nihayet Orta Ana­ Obası açlık ve karanlıkla çarpışırken dolu yaylası üzerinde yeni ve biiyiik bir cephelere damarlarını boşaltan köylümüz m e r k e z i n ilk arslanlığmı her nüvesi olan An­ zaman dünyaya kara ş e h r i n i Ona Belki bir giin çöllerde kaybedersin , gösterdi. meydana getir­ bir şey verme­ Belki bir giin ağlarsın kaçtı diye karına. dik. den birçok şey Işıksız kulübende boranın esişini Bu sırada istedik Dinliyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına. dünyayı kavu­ Başımız sıkıl­ ★ ran İktisadî buh­ dıkça tehlike Gım olur ki mertliğin u ğrar kahpe bir hınca, ran bize de çat­ vâr gel dedik. Nâmert bir el arkandan seni vurur kadınca, tı. Aklımız ba­ O e l d i . Böyle Bir giin sabrın tükenir... Silâhını kapınca şımıza g e l d i . bir hâzineye ve Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına... Tedbirler alma­ böyle bir mu­ ★ ya başladık. kaddes kütleye Hayalın kamçısıyla sızar derinden kanlar, Yukardanbemalik olan bir Senin büyük derdinden başkaları ne ? ri bütün birer m i l l e t hangi Vijdamıu *Paris »e, «Moskova» ya satanlar cümle ile geç­ buhrandan ve Küfür diye bakarlar senin dualarına. tiğimiz hâdise­ hangi’tehliköden ★ ler, İktisadî ba­ yılar ? istiklâl Hey arkadaş!..Bu yolda ben de coşkun bir selim, kışla her biri için ölümle çar­ Beraberiz seninle, işte elinde elim. tek başına bi­ pışan ve pençe­ Seninle bu hayatın gel beraber gülelim rer büyük ha­ leşen A r sİ a n , Ölümüne, gamına, tipisine, Karına.. iledir. Bunlar yaşamak i ç i n Atsız bizim maddî ve sefaletle ve aç­ manevî birçok lıkla didişmek­ hâzineleri m i z i ten korkar ve yılar mı tükettiler. Fakat bütün bunlara mukabil hürriyet ve istiklâlimizi kazandık. Millî Her şeye katlandık ve kazandık. Her hudutlarımız içinde millî mevcudiyetimize şeye katlanacak ve kazanacağız. sahip olduk. Boş midelerimize yumruk basarak Bütün biP’harikalarm meydana gelme­ çarpışmasını yedi iklimde deniyerek k a­ sinde olduğu gibi bütün bu iflâs ettirici şarlanmış bir milletiz. Ot yiyecek, yay hâdiselerin karşısında da biricik istinadı­ yakacak, çuval giyecek fakat yine mız Türk köylüsü oldu. işte bu fedakârlıkların büyük zarar­ larını da Türk köylüsü malı ve canı ile ödedi. İktisadî nazariyeler hilâfına olarak açlığı ahlâksızlığa, sefaleti esirliğe, isti-

ölmiyecek, yine hürriyetimizi ve istiklâ­ limizi kaptırmıyacak ve kurtarıp yaşata­ cağız. Bütün bunlar hür ve müşteki! Türkiye uğruna ve onun için...


Sayı: 7

ATSIZ M E C M U A ___________ Ş l ^ T ü n

Onun için İktisadî seferberlik var. Gazinin kumandasında olarak çarpışa­ İsraflara sefahetlere elveda... cak olan bu ordunun muvaffakiyeti, Türk Yaban mallarına harp var. Şehir ca­ tarihinin son asırlarda cihana örnek yap­ navarları olan tenezzüh otomobillerine, tığı ikinci şaheser olacaktır. yılan derisi gibi parlıyan ipekli kumaş­ Sakarya, Dumlupınar yolu ile İktisadî lara, boş kafaları süsliyeu lüks şapkalara kurtuluşa gidiyoruz. Sakarya, Dumlupıgösteriş buda­ nar ve Lozana lalarını tapın­ gidiyoruz. Yolumuz ge­ Koşma dıran kiirklti ve çen seferki yol­ kadifeli parça­ Dem olur kızlardan bir suna boylu dur. Yolumuz lara, züppe mi­ Söylenmez derdini fıslar dağlara. Moskova veya delerin hoşlan­ Dem olur bir âşık yolundan uğrar, Romaya değil, dığı Frenk pi­ Kıvrılır, kıvranır rashır dağlara. Dumlu pınara rinçlerine harp gidiyor. var. D ağ var, beyazlanır: bahar çağıdır, Kabuklu mak­ Asrın hülya D ağ var dumanlanır: dert ortağıdır, satlarla içimize aşılıyan Afyon­ Dem olur lâlesi neşe , katılanlar var­ lu filimlerine, Dem olur yaraşır yaslar dağlara. sa, onlara şim­ kulaklara rakı diden haber eD ağ var, denizlere iner nç olur, içiren k a h p e delim. Birinci Oün balar yolları bakır, luç olur: sesli pilâklara millî mücadele­ ■Bir ceylân pusuya uğrar suç olur: harp var. Cilâlı de karşılaştıkla­ Ağlar ılkım ılkım sesler dağlara. tırnaklara, po­ rı hüsranı tek­ mattı suratlara, rar denemesin­ Ardında *Şirin»ler, c kız»lar var, renkli kravat­ ler. Yine mah­ Dağ., dağ meleştiren vefasızlar var, lara her yerde kemeler, yine Burada bir garip, bir göynü tozlar var; yurdumuza di­ sehpalar kurul­ Dem olur başını yaslar dağlara. kilmiş düşman masın. Yine sor­ topu gibi patlıguya çekilerek N ih a t S a m i yan şampanya­ ağlıy anlar bulunamasın. lara harp var. Moskova ve Romaya değil. İktisadî seferberlik var. Dumlupınar ve Lozana gidiyoruz. Bütün Türkler bir kalp gibi çarpacak, Türk milleti fedakârlık ve kahraman­ bir kafa gibi düşünecek ve bir ordu gibi lıkta örnekler peşinde koşan bir moda kuk­ çarpışacak. Onun için diyoruz : B ü tü n lası değildir. Tek başına tarih, tek başına istilâ ve tek başına inkılâp yapmış, ken­ Türkler bir ordu, di göbeğini kendi kesmiş bir milletiz. çaktır. Bazılarının sandığı ve hüyalandığı Aka söylüyor. Biz de onunla beraber gibi, Kızıl veya Kara rejimlere de­ ğil, Türk milletinin yarattığı Al haykırıyoruz. Yeni bir Şamsuııa ayak kanlı Sakarya, Al kanlı bastık. Yeni bir Sakaryadaıı geçerek nar ve al kanla kazanılmış Lozana yeni bir Dumlupmara ve oradan da yeni gidiyoruz. * * * bir Lozana gidiyoruz.

Yerli malı kullanmak vatan borcudur.


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 192

. Kapitalizm Buhranı iv Komünistlerin serm ayesi Yazan ; N . B a s İ l e s C U

Çeviren :

Bükreş Hukuk Fakültesi reisi

S a fa a ttin H iz a

Geçen makalemizde şahsî sermayeden bahis ve bu sermayenin cemiyete olan lüzumunu ehemmiyetle işaret etmiştik. Bu yazımızı, Komünist sistemindeki ser­ mayeye hasrediyoruz. Müşterek sermaye sisteminde ilk önce irat olunacak kuvvetli bir sual vardır. Bu sistemde, sermayeyi teşkil eden tesi­ satı; amele, memur maaşlarını, makinaları, iptidaî maddeleri kim temin edecektir?... Gevabı kolaydır. Cemiyet, daha doğ­ rusu Sosyalist hükümet. Fakat cemiyet ve yahut sosyalist hü­ kümet, bu muhteşem ve mürekkep ser­ mayeyi nerden teinin edebilecektir?... Tabiî evvelâ akla bugün hususî eşha­ sın elinde bulunan sermaye gelecektir. İlk iş olarak hükümet, bu hususî eşhasın elindeki servetleri müsadere edecektir. Sosyalist akidesine göre, cemiyeti vüeude getiren efrat yekdiğerine müsavidir. Aralarında zengin olamıyaeağı gibi, fakir de bulunmıyacaktır. Binaenaleyh, hiç bir kimsenin hiç.bir şeyi olamıyacaktır. Bu, sosyalistlerin bugünkü cemiyetlere vurabilecekleri ilk tırpandır. Fakat Kari Marksın kuvvetli dehâsı bu şekle bir meşruiyet vermeye çalışmış­ tır. Amele sınıfının peygamberine naza­ ran bu umumî müsadere bir «restitutio in integrum»d,ın yâni vaktile alman bir şeyin aynen iade ve istirdadından başka bir şey değildir. Zira, müsadere edilen bütün bu servetler amelenin istismarın­ dan, işçinin fazlayı hasılatından doğ­ muştur. Fakat, sosyalistlerin bu suretle

temin edecekleri sermaye ebedi değildir. Makinalar kullanılarak eskiyecek, iptidaî maddeler yenecek ve amele ancak bu istihsal imtidadınca yaşıyacaktır. Bu takdirde kullanılan ve tükenen sermaye yerine yenisi nasıl konacaktır?... Mevcut sermayeler nasıl çoğalarak daimî bir tedavülü temin edebilecek,yeni keşfiyata ve cemiyetin ihtiyaçlarına karşı tedbirler nasıl alınacaktır?.. Ferdî ser­ maye sisteminde patronun şahsî menfaati, kendisinin tedbirli ve faal olmasını istil zam eder. Bu sistemde her patronun bin­ lerce rakibi vardır. Bu rakipler karşı­ sında, patronlar istihsal şekilleri ile mah­ sullerini tekemmül ettirmek mecburiyetin­ dedirler. Halbuki sosyalist sistemde böy­ le ferdî bir menfaat mevzuu bahis değil­ dir. Sosyalistler, herkesin' cemiyet karşı­ sında aynı his ve alâka ile harekete geç­ meleri lüzumunu ileri sürmekte ve fert1 lerin kalbinde bu his ve alâkayı yarata­ bileceklerini iddia etmektedirler. Bu his ve alâkanın bütün fertler ta ­ rafından müsavaten izhar edilmesi ve bundan mütevellit istihsallerden de mü* savaten istifade etmiş olmaları lâzımdır. Çok güzel ve ideal bir şey. Fakat ancak Eflatunun, çocukları bile Komünist nazariyeleri ile büyüttüğü cümhuriyette müm­ kün olabilir. Fakat bugünkü ve yarınki insan ce­ miyetleri için imkânsızdır. Bizzat sosya­ listler bile ortaya attıkları mucizeli naza­ riye ve fikirlerin tahakkuk edeceğine


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

kani değillerdir. Bakınız. «Kari Rodbertus Yagetzov» ne diyor: «Cemiyetin kendisini uçurmadan kur­ tarabileceğini zannetmiyorum. Fakat bu­ na rağmen ahlâkî kuvvet gün geçtikçe artmaktadır. Toprağın ve sermayenin mülkiyeti ancak çalışmakla temin ve mu­ hafaza olunabilir.» Sosyalizm, serbest mesai yerine mec­ burî mesaiyi ikame etmektedir. Kadın ve erkek her fert cemiyet için çalışmak mecburiyetindedir. Bunların mesaisinden doğan meyvalar, kendilerinden ziyade cemiyete aittir. Diğer taraftan bir patron olan hükü­ met, tıpkı bugünkü patronlar gibi her vesile ile istihsal fiyatını azaltmaya ça­ lışacaktır. Bunun için muhtelif çarelere baş vurarak, işçinin gündeliğini kısacak, çalışma saatlerini arttıracaktır. Bu suretle bir istihsal fazlası temin edecektir. Bu fazla istihsali hükümet kendisi için alı­ koyarak sermayesini çoğaltarak mevcut müesseseleri idameye sarfedecektir. Diğer taraftan sosyalist hükümet; ferdî sermaye sistemindeki patrondan daha fazla olarak kanunlarla, mecburî çalışmayı vücuda getirecektir. Ameleyi, temin etmiş oldu­ ğu eşya mukabilinde değil, fakat en ıniibrem ve en asgarî ihtiyaçları tatmin edebilecek surette terfihe çalışacaktır. Hâkimimutlak olması itibarile amelenin «mübrem ve asgarî» ihtiyaçlarını tayin ve tesbitte bu ihtiyaçları asgarî derece­ den aşağıya düşürecektir, işte ancak bu sayededir ki, sosyalist hükümet ihtiyat sermayeyi; kullanılan uıevadı, makina, tesisat vesaireyi temine muvffak olabi­ lecektir. Sosyalist hükümet, bunları temin edebilmek için ferdî sermâye sistemindeki patrondan daha fazla olarak ameleyi çok az bir ücret mukabilinde istismara çalı­ şacaktır. Bu vaziyet karşısında çalışkan, istihsalci amele, teııbel. şahsî istidattan mahrum arkadaşları ile aynı muameleye maruz kalacaktır. Bu netice çalışkan ameleyi cesaretsizliğe, ümitsizliğe, bilâkis tenbel ve istidattan mahrum olanları da

Sayfa: 193

müsbet ve muayyen bir neticeye malik olmaları itibarile teşyi edecektir. Bu su­ retle istihsab gün geçtikçe azalacak, bil­ âkis cemiyet tedricî fakat mutlak bir sefalete mahkûm olacaktır. Onu bu mah­ kûmiyetten kurtarmak mümkün olannyacaktır. Muzaffer olacak Sosya­ lizm Yalnız mahdut bir zümrenin r e f a h ve s a a d e ­ tini belki temin edebilir. Fakat İçtimaî teşekküllerde esas olan amele sınıfını çok vahşi bir şekilde is­ tismar ederek çalışmasına mukabil ona açlık, sefalet ve ölüm verecektir. Şimdi bir sual sorabiliriz. Hangi medeni cemiyet böyle bir esa­ rete ve acı bir sefalet mahkûmiyetine rıza gösterecektir?... Rusya misali nazariyemizi isbat için kanaat bahiş ve kâfi değildir... îlerki yazılarımızda bu memleketin yeni vaziyetini tetkik ve mütalea edece­ ğiz. Bugün iddia edebiliriz ki, medeni Avrupada hiç bir millet mecburî çalışma­ nın demir boyunduruğuna boyun eğmeye muvafakat etmemiş, mecburi cemiyet müsavatına, fertlerin hayatlarıyla kaim olan «şahsiyetlerin ilgasına yanaşma­ mıştır. Avrupamn bütün memleketlerinde bolşevizm cereyanı, düşünen, muhakeme eden halk amele ve münevver sınıflar tarafından nefret ve lâkaydî ile karşılan­ mıştır. Hindistan ve Çindeki mevziî ko­ münizm harekâtı bu memleketlerdeki sı­ nıf ve cemiyet ifadesinden ziyade Moskovadan savrulan sedaların zayıf bir aksidir. Moskovada hâkim olan kanaat; dün­ yanın komünistliği ancak Avrupamn komünistliği ile kaimdir merkezindedir. Avrupa, bütüu dünyanın (.içtimai ve si­ yasi hayatında nâzım rolünü oynamak­ tadır. işte bunun içindir ki, Moskova adı bütün milliyetperver memleketler için bir dehşet ve facia ifade etmektedir. İşte kanlı Viyana hadiseleri... işte Almanya-


Sayia^ 1 9 4

ATSIZ MECUMA

da masum yolcularla dolu bir tirene Komünist suikastı. İşte bizde ; Roman yada sıksık yolcu törenlerine tevcih edi­ len komünist suikastları. Bütün bu hadiseler bize medeniyetin, komünizm hırs ve vahşetine karşı silâhlı bir halde bulunmasını. âmirdir.Bütün me­ deni milletlerin bu müşterek ve kızıl tehlikeye karşı. durabilmeleri için anlaş­ maları lâzımdır. Bu anlaşma bir emriva­ ki, bir kat’î mecburiyet halini almıştır. Peygamber olmaya ihtiyaç yoktur, in ­ sanların seciye ve ihtiyaçlarını asırlar vücuda getirmiştir. Asırların yaratıcılı­ ğından ilham alan bizler, «Kari Rodbertus Yagetzov» ile birlikte iddia edebili­ riz ki, Sosyalist ihtilâli imkânsızdır. -BitmediNot: Gerek bu makalede ve gerek bundan önceki yazıda, muharririn bazı umumî hükümlerinde fazla hassasiyet

Sayı: 8

vardır. Ezcümle bugünkü cemiyetlerde mevcut bütün ferdî sermayelerin meşru olduğu iddia edilemez. Müstahsilin sırtın­ dan çalınarak sefahete sarfedilen servet­ ler yok değildir. Yalnız muharririn daha devam edecek olan bu tetkiki bilhassa şu noktada doğru bir - fikir veriyor ki, komünist devlet ve sosyalist ihtilali de çalışan insanların istirabını azaltmıyacak, belki de arttıracaktır. Mukaddes halk kütlelerini münevver zümrelerin istisma­ rından kurtarmak için bu rejimin de iyi bir deva olmadığı ve hatta zehirli bir ilâç alduğu tebarüz etmektedir. Ancak herşeyden önce işçiyi ve köylüyü, himaye edecek kuvvetli kanunların vücut bulma­ sı halkını seven ve ona kıymet veren her hükümetin ilk vazifesi olmalıdır. Biz hal­ kın ne patronlar ve ne de devletler ve münevverler tarafından istismar edilme­ sini hoş görmüyoruz. « A ts ız M e c m u a »

Göçebeliğin ilgası Şu yazı başlığı ilk bakışta Esaretin ilgasi gibi bir vakıayı tedâî ettirebilir^ halbuki bu iki terkip, bir birine zıt mefhumlar ifade eder. Esaretin ilgası: «Yekdiğerine müsavi halkedilen insanla­ rın kendilerine Hâlıkleri tarafından bah­ şedilen hayat, hüriyet ve ta’kibi saadet gibi gayri kabili ferağ hukuka insanları nail etmek» [1] mefkûresini tecelli ettir­ mekle beraber Göçebeliğin ilgası: Hilkat­ ten serazat bir dirlik süren insanları, cemiyetin günden güne artan ihtiyaç ve kayıtlarıyla bağlamak, onları, medeniye­ tin sıkı çerçevelerine sokmak demektir. Esaretin ilgası, tarihin başlangıcından XVII inci asır sonlarına kadar süren bir hâile sahnesini kapattı; zalim ve behinıî1 [1] — Amerika’nın isükljli beyannamesin­ den, 2-8-1776

muameleler gören mazlum beşeriyeti hay­ van gibi pazarlarda satılmaktan kurtardı.. Ben şu başlık altında, İçtimaî zümremi­ zin başlıca ıstıraplarından birine değmek istiyorum. Anadoluda Oğuz istîlâsınJiı başladığı XI inci asırdanberi devameden göçebelik aleyhindeki fikirlerimi ileri süreceğim: Göçebelik, bir kısım halkımızın meç­ hul olduğu bir an’ane; daha doğrusu, Memleketin maruz kaldığı yolsuzluklar, maişet zaruretleri ve iklim îcabı olarak ihtiyar edilmiş bir « Sefalet hayatı » dır. Mutaleama Alâiye kazasını örnek yapa­ cağım: Mülhakatıyla beraber 37,800 küsur nü­ fusu olan memleketin 128 parça köyü vardır. 4,500 küsur nüfuslu kasaba mer­ kezi istisna edilirse beher köye vasatî


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

olarak 380 kişi düşüyor; halbuki bu köy­ lerden 30a yakım 40-100 nüfus arasında ve esas itibarıyla bütün köyler perakende oba lardan müteşekkil göçebe tarzında müessestir. Kadim zamanlarda: Taşlık Kilikya ve Izorya denilen, Toros'Lann yalçın sırtlarına serpilen bu köy kesafeti zan­ nedildiği gibi derli topla kâr muinini göstermez, birbirinden mesafeli, herbiri bir kuytu orman dibine sokulmuş izbe ev­ lerden ibarettir. Gûya iskân edilmiş köy­ ler arasında hâlâ yörük maişetini idame ettiren 9-10 aşiret ve birtarafa yerleşme­ miş olmakla beraber Alâiye uüfusunda kayıtlı 5 - 6 parça Tahtacı Oymağı var; Kasaba halkı da dahil olduğu halde Kaza halkı senenin lâakal altı ayında,mütehar­ rik bir halde, Torusların üzerinde, asırlardanberi çalkalanıp geliyor.Bu haneberduş, bedevi vaziyet memlekette içtimai, İktisadî ve medenî inkişafları baltalıyan muzur bir âdet halinde devam edip gidi­ yor. Bundan dolayı 128 parça köyün an­ cak 19 tanesinde mektep vardır.. Bu mekteplerden biri birkaç sene kaza teşki­ latıyla idare edilmiş olan Oazi Paşa nahiye merkezindedir ki, burası da göçe­ belik yüzünden, köy bile denemiyecek şe­ kilde dağınık ve harabezardır.Köy hane lerinin toplu olmaması ve halkın göçebe­ liği yüzünden mektebi olan köylerde dahi maarif ışığını yayamıyor. Göçebelik yü­ zünden: Kasaba ve köylerde kurulan dü­ zenler, başlanan işler yarım yamalak kalıyor; keza, köy halindeki yaylalarında yepılan işler de göçten avdette bozuluyor.Şimdi bu hale saik nedir? Anladığımı tasrihe çalışacağım: I — Kasaba halkının, yazın 30-40 de­ rece arasında geçen boğucu sıcakları iktiham ettirecek fennî vasıtalardan mahrum olduklarından yayla ittihaz ettikleri dağ sırtlarına canatarak hazirandan teşrinisa­ niye kadar oralarda âtıl bir sayfiye ha­ yatı yaşamaları. II —Köylerin bir kısmı da sahil ikli­ minden müteessir olmakla beraber, Oazi

Sayfa: 195

Paşa nahiyesi müstesna - ziraata elv e­ rişli arazi olmadığından ellerinde yegâne vasıtai maişetleri olan hayvan sürülerine musallat olan göven dedikleri haşereler­ den korunmak için yaylaların çıplak yer­ lerine sığınmak zarureti olduğu. III — Kaza dahilinde ziraata elverişli ıraıinin mahdut, münakale ve muvasale ha-Jarur.r. gayri, :1 e ve ut olması dolayıS f h Alâiye köyleri ahalisi kışlık zahire­ lerini Unun dedikleri Bozkır ve E r­ menek ten te’min öderler, ve bunu, ora­ lara götürdükleri Harnup = B uyD U Z, Mer­ cin, incir, limon, portakal gibi mahsul­ lerle değişirler. işte bu ve buna mümasil ahval halkı göçebeliğe sevkeden başlıca amiller olsa gerektir. Bu vaziyet bir kısım halkın menfaat ve maişet zaruretlerinden münbais olmakla beraber İçtimaî hayat ve temeddünün hakkiyle teessüsüne engel teşkil etmektedir. Fikrimce Göçebeliğin ilgası için alın­ ması icabeden tetbirler; Alâiyşye göre: A - Bir kerre bu havali kurunu ûlâdanberi kereste ihraç mıntakasıdır. Ve ilk Türk tersanesi, Selçukîler tarafından 624 tarihinde burada yapılmış, Kılıç Arslan Oğullarından Birinci Alâaddinin adını alan Belde, o zaman İmparatorluk mer­ kezi olan Konya’nın Akdeııizde yegâne İskelesi olarak ehemmiyet almıştı. Bugün bile Bozkır, Hadim, Ermenek, Akseki kazalarının bazı münakalât ve seyrüsefer için en yakıtı iskelesi Alâiyedir. Maatte­ essüf, bu havali ile rahat miinakaia ve muvasaleyi. te’min edecek, geçmesi hayat pahasına malolan keçi yollarından başka yol yoktur. B - Alâiye kazası Akdeniz kıyısında en iyi turfanda sebze memleketidir; ci­ varındaki akarsulardan fennî surette isti­ fade edilmediğinden sebzecilik pek âdi ve iptidaî şekildedir. Kazanç gördükçe halkın bu yoldaki gayreti artmakta ve Memleket Sulama teşebbüsleri artmak­ tadır. C - Bu havalinin Narinciye mahsulü


Sayfa- 196

ATSIZ MECMUA

Dörtyol’a şayanı tercihtir. Bilhassa gün­ den giine çoğalan Muz ziraati Aîâiye muzlarının lezzet* ve nefasetini piyasalar­ da tanıtmıştır.. Dağlarında milyonlarca Zeytin, fıstık aşısına elverişli çitlembik, fındık ağaçlan hüdayınabittir ; bunların ıslahı büyük servet menbaı vücuda geti­ rir [2]. D - Bu sene Gazipaşa nahiyesi arazi­ sinde' tecrübe edilen Tembeki ziraatı Tütün inhisar idaresi nıütahassısının tak­ dirin celbetmiş, âti için bir kazanç baş­ langıcı olmuştur. Küçük bir Çukur Ova denilmeğe lâyık olan, bu araziden başka suretle istifade dahi Halkın yerleşmesine mütevakkıftır. E - Memleketin Şahdamarları mesabe­ sinde olan Alâiye -Bozkır-Konya ve Alâiye-Mânavgat-Antalya şosalarının yapıl­ ması, ve göçebelikten evvel yer, yer mânıureler bulunduğu harekelerinden an­ laşılan bu havalide asri mamurelerin kurulmasına âmil olacağı. F - Köyleri toplu bir halde bir araya getirmeğe sevk ve icbar ederek nahiye merkezlerini olsun köylere örnek olacak

Sayı: 8

tarzda- ucuz, basit, sıhhî evler ve bil­ hassa mektep binalarıyla teçhiz etmek. G — Toplu iskân tarzıyla bu havali­ nin en mühim serveti olan ormanları ayak altlarında tahripten korumak... işte bu kabil tedbirler almakla beraber bu işleri halkın keyf ve arzusuna bırakmıyarak onları, asırlardanberi süren Be­ devi hayattan kurtarmak lâzımdır. Esa­ sen medenî imkân ve vasıtalara kavuş­ tukça bu sefalet hayatından bizar olan halk ta kendiliğinden göçebeliği terke mecbur olacaktır. Yakın zamanlara kadar göçebe olan Nefsi Antalya, şosalan, buz ve elektrik fabrikaları V. S sayesinde göçebeliği terketmiştir. Hülâsa.’ Göçebelik, memleketi maarif­ ten, umraıı ve temeddünden alıkoyan; aynı zamanda Şekaveli teshil ve asayişi İçtimaî nizamı ihlâl eden çok kötü bir gidiştir. Bütün müesseselerini asri temel­ ler üzerine kurmağa başlıyan yeni T ü r­ kiye mizde artık bedevi gidişlerin yolunu kapamak gerektir sanırım. Muallim Atabeyli N aci

Bizde koro ve Repertuvarı II. Koro san’atının şehirlerimizde taarnırıümünü temenni ederken, bu temenniyi mucip sebepleri de göstermeliyiz : I. — Bilhassa ağız sazlarında müte­ hassıs sanatkârlarımızın - İstanbul ile Ankarada bile - azlığı dolayısıyla, Koro müessesesi, memleketimiz için en kolay teşkil olunabilecek pulifonik icra vasıtası sayılır.Esasen fen ve zaman itibarıyla da, bir koro hey’eti, her yerde orkestradan daha çabuk ve kolay yetiştirilebilir. [2] — Çitlembik ağaçlarına Aymtap fıstığı aşısı yapmak için bu sene Oradan, kaymakam­ lık delâletiyle, aşı celbedilmiş ve bir kısıra ağaç­ lar aşılanmıştır,

II. — Güfteli musikilerle meşkul ola­ cağından halkı daha fazla alâkadar eder. Ecnebi koro eserlerinin memleket lisanı­ na tercüme olunarak okunmaları imkân dahilindedir; bu kolaylık ta, gerek koristleri ve gerek dinliyenleri ecnebi üslûp­ larına kolayca yaklaştırır. III. — «Millî bir beste repertuvarı» biriktirmek gaye edinildiğine göre, Türk bestekârı, en kolay ve en faal bir şekil­ de koro repertuvarı hazırlamk sayesinde tutunabilecektir. / IV. — Türk bestekârı her an me­ kanlar ve çeyrek sesler müvaeehesinde


S ay ı: 8

ATSIZ MECMUA

bulundukça, koro, bu unsurların zerresini bile boznuyacak başlıca Avrupai icra vasıtası olmak imtiyazını — bu gidişle uzun zamanlar daha — yalnız başına, saklıyacaktır. V. — Nihayet, ses san’atınm ve ses virtüözlüğünün mebdei — zemini —, ope­ ranın mühim bir rüknü, korodur: koro başlamadan, ses san’atının diğer şubeleri taammüm edemez; Avrupa musiki tarihi buna dair misallerle doludur. Hülâsa, esasen bir şark aleti olan koro, şark memleketleri için birkaç millî kıymeti birden nefsinde toplamış demektir. «En masrafsız teşekkül olması» maddesinin, demokratik kıymetine, için­ de bulunduğumuz zamanla mütenasip bir değer katışina ise ne derseniz? Millî koro teşekkülleri memleket eserleri ile teçhiz edildiği ande,bu kıymetin ne kadar arta­ cağı ayrıca düşünülsün.. Bazı kimselerimiz, hatiften gelecek sadayı bekler gibi, bir gün bir Türk dahisi gelip koro sesleri yazacağını bek­ liyor, ve, bu beste peygamberi gelmeden Türkiyede koro propagandasını yapmak doğru olauuyacağını, çünkü kurulacak teşekküllerin yaşamıyacağını yazıyorlar. Gerçi yalnız millî koro bestekârlığında fevkalâde halkçı ve tamimci bir faaliyet göstermiş millî bestekâr numunelerini tarihte okuyorsak ta pek nadirdirler. Biz­ de de muadilleri yetişmesi, bestekârlığa ‘çalışanlarımızın bû sabaya ayrı bir ehem­ miyet vermeleri temenni olunur: birkaçı muvaffak olamasa bile, nihayet biri tutunur [*]. Fakat, bu her şeyi yüz üstü bırakıp ta hatif sedasını bekliyelim de­ mek değildir k i ! Her yolda peygamber beklîyenlerimiz yok mu?!.. Tetkikat gösteriyor ki, topraklarımız­ da yetişip de memleket musikileri üze­ rinde tecrübeler yapmış olan bestekârla­ rın eserleri arasında, bir memleket koro 1*1 S e n fo n ik veya d r a m a t ik sahaların bi­ rinde muvaffak olmak âyn ayrı istidat’meseleleri olduğu gibi,güfte bestelemekte eli kolu bağlanan bestekârlar da vardır.

Sayfa,: 197

repertuvarına başlangıç vazifesi görecek eserler pekâlâ v a rd ır; bunları nisyan köşesinden çıkarıp faaliyete getirmek lâzımdır. Türkiye, Sahrayıkebir değildir: sinesinde her türlü mahsuller ve istidat­ lar — bazı yerde az, bazen de çok — yetişmiştir ; bunları ne uııutmalı, nede inkâr etmeliyiz. îlk bir a-rama tecrjibsei âtideki eserleri maydana çıkardı; taharri­ de devam olunduğu takdirde daha bir çoklarının ele geçirileceği kanaati k a fi­ yesiyle — ve bunu temenni ederek — koro meraklılarımıza bildiriyorum. Tiirkiyeli bestekârların yazıları: M. Vittorio Radegliya musiki maha­ llim izde tanınmış bir simadır; bundan üç sene evvel İstanbul Konservatuvannda hoca iken, yaşının ilerlemesi dolayısıyla -bu vazifeden ayrıldı. Paris Konservatuvarından mükâfat sahibidir. San’at meraklılarını izden Celal Esat Beyin teşebbüsü ve yazdığı lisv re üzerine besteledir “Şaban» operasında, M. V. Radeglia, [*] başından sonuna kadar Türk temleri üzerinde çalıştı-, hatta bazı maruf Türk parçalarını aynen işledi ki, arala­ rında çok hoş korolar da vardır. Eser 3 perdeliktir: 4 temmuz 1917 de fstanbulda besetleuerek,ertesi sene Yiyana'mn opera­ sında oynandı: Türk sefiri, ve Celal Esat Bey — ki dekorların tanzimine bilfiil fırçasıyla iştirak .etmişti —,ve diğer Titrkler hazır idiler.Gazeteler temsil arkasından mutat tenkitleri yazdılar. Fakat Celal Bey, ozamanki ümitlerine rağmen, bugün, Türk musikisinin şimdiki hali ile operaya gelmiyeceğiııe — tecrübeden son­ ra — karar vermiş bulunuyor: Türk mu­ sikisi «dramatik» bir üslûp değildir. Ese­ rin bestekâr elinden çıkmış yegâne bü­ yük partisiyonu ile yegâne piyano parti[*] «Vittorio Radeglia, 1863 te İstatıbulda doğmuş olup opera bestekarıdır. Eski operala­ rının ilk temsil yer ve tarihleri şunlardır: Colo m b a (Milano. 1887), S u p re m a v is (Türen, İ902), A m o re o c e u lto (İstanbul, 1904).* [Riemann musiki kamusu]... M, Radeglia şehirimizde tedrisatla meşkuldür.


Sayfa: 198

ATSIZ MECMUA

siyonu, ve livrenin Türkçe, fraıısızca ve Almanca metinleri, Celal Esat Bey, nezdinde saklıdır. 23 numara teşkil eden parçalarından, münferit veya birkaçı bir arada tertipler halinde, konserlerde bil­ hassa istifade olunmalıdır. Tigran Çııhaciyan [1837 — 1898] m opera komiklerindeki korolarda da Türk üslûbunun garp tekniklerine esaslı bir şekilde raptedildiği görülür. Çııhaciyan, AbdiilıneciıVin saatçi başısı Kevorgun oğlu olup saray hesabına Milând Konservatuvarmda tahsil görmüştü. «Arifin Hi­ lesi» opertindeki son “sefa geldiniz! „ korosu, yazdığı koroların en güzelidir: eserin 1876 daki ilk temsilinden itibaren her ciddi oynanışında halk tarafından bisse edilmiştir. Çuhacivan’m operetleri­ nin orijinal orkestra partisiyonları, Şehzadebaşı’nın tiyatro mucirlerinden Kâmil beydedir. Bu ağır veya zarif neviden, ve şehir Türk musikisi üslûbuna yaklaşan Türkçe korolara, Kütahyalı Komitas’ın Anadolu temleri üzerinde bestelediği rfistaı mem­ leket korolarını da ilâve edebiliriz: içle­ rinden bir kısmı piyano refakatlı bir kıs­ mı da«a capella» dır.Paristeki tabılarında Türkçe güfteleri ilâve olunmamış ise de, şehirimiz ermeni kilise koristlerinin Türk­ çe güftelerini de yazmağa teşebbüs ettik­ lerini memnuniyetle haber aldık .Armonize edilişleri, bildiğimiz şekilde değil, ezgile­ rin esas bünyelerini bozraıyacak hususî bir manzaradadır. İlâve edelim ki, burada bahsettiğimiz korolar, kiliseye ait ermeni musikilerinden değil, üzerlerine ermeniee ve Fransızca güfteler tatbik olunmnş hâlis Anadolu ağızlarıdırlar [*j. Komitas’ın armonileri fazla şahsî olduk­ ları için mektep teşkil edemiyecek ise de, kuvvetli bir musiki şevki tabiisi meliha­ larından doğdukları için, dinlemesi hoş oluyor. Komitas’ta, köylü bestekârlara [*[ Komitas, Eçmiyatzin kilise mektebinde okurken bellediği bir iki Kafkas ağzını da arm o­ nize etmiştir ki esas Anadolu ağızlarından ayırt edilmeleri göç değildir.

S ay ı: 8

has saf istidattan bir şeyler vardı. Eskilerin tecrübelerinden sonra, yeni Türk gençlerinin, henüz basılmamış ateşli tecrübelerinden bahsa geçebiliriz. Eski ve yeni Türk bestekârlığı için, koro eseri yazmak işi, son zamana kadar kapalı kalmıştı. Rusyalı Türk musikicileri için de hal böyledir. îşte ön ayak olan ilk bestetPârımız Cemal Reşit Beydir. Avrupada koro tarzmdo hiç bir eseri basılmadı. Cemal Bey bir kaç koro eseri yazarak Konservatuvarda söyletti ki, yalnız biri, benim Anadolu Türküleri ve musiki İs­ tikbalimiz kitabımda çıkmıştır: Çayır ince biçemedim!... Bestekâr Adnan Bey de Kerem ile Aslî gibi Anadolu destanlarından fıkralar üzerinde çalışmağa başladı, v. s.. Bir halk bediî terbiye aleti olan ko­ roya mahsus eserler yazarken, halkın musiki zevkini düşünmek, halk şarkıları üzerinde esaslı tetebbuatta bulunduktan sonra başlamak icap eder; işin başlıca güçlüğü buradadır. Görülüyor ki, ciddiyetle tahkikatta bulunduğumuz taktirde, köşe bucakta, eski ve yeni bestekârların hususî kütüp­ hanelerinde, el yazısı halinde durah ka­ lem tecrübeleri bulacağımız gibi; Cereyan bir kere ve konserler halinde baş gös­ terdiği, gazetelerde « Memleket koro eserleri konseri » gibi ilânlar okunmağa başladığı vakit, yeni yeni korallerin te­ vali ettiği görülecektir: malûm a; inişte» rİsiz meta zayidİr derler... Türk şarkı­ ları üzerinde Türk, ecnebi herkesin ya­ pacağı armoni tecrübeleri makbul tutul­ malıdır: çünkü, armoni, bir nevi tertip ve takviye meselesi olup, armonistin milliyeti eserin milliyetine karışmaz: yahudi Halevy transız bestekârı, alman Haendel ise İngiliz bestekârı sayılır; v.s. Ele alınan tem veya melodi pırlantanın kendisi ise, armonize etmek, o taşı .bir yüzük üzerine yerleştirmek işçiliğidir. Ecnebi repertııvar; Rusların Kafkas ve Türk şarkıları üzerinde yaptıkları koro yazıları,'şüphe-


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

siz ki, ecnebi repertuvar içinde bize en yakın gelen musikiler olacaktır. Bu repertuvarı henüz tetkik imkânını bula­ madım; mesele hakkında Prof. V. Belayev e yazdığım son mektubun cevabını alınca aynen neşrederim. Bunlardan sonra, Ispanyol, Alman v.s. halk koroları içinde yapılacak ince intihaplar gelir. Gerek bunları ve gerek klâsik koro musikilerini Türkçe tercüme­ lerinden okumak, onları, Türk dinleyici [veya daha doğrusu icracı] lerine yakın­ laştırmak demektir. Burada hayli iıice bir iş, yani «tercümecilik» meselesi önü­ müze çıkmaktadır. Mevcut millî koro eserlerini toplamak veya kopya etmek ister: konservatuvarlarmuzm bir işi de, icabında para sarfederek, bu eserlerin cümlesini — bir usul dairesinde — istinsah ettirmek, kütüp­ hanelerinde şefler ile icracıların emrine amade bulundurmak olmalıdır. Fakat, maalesef, cl’aû bu yolda çalışılmağa baş­ lanmadı. Gelişi güzel repertuvarlar, acemi mu­

Sayfa* 199

hitlerde matlup heyecan ve faydeyi uyandıramazlar [*]. Koro, her yerde, dinî, mahallî, ve bir kelime ile «millî» eserler sayesinde tutunup, umumileşmiştir: son misal ermeni kilisesinde kazandığı rağbet olup, Ekmelyan, Komi tas gibi iki üç bes­ tekârın memleket üslûbundaki koro eser­ lerine medyundur. Koro san’atının memleketimizde tu­ tunması, halkımızın armoni ve polifoni üslûpları ile tedricî bir şekilde titısileşmesinin de başlangıcını vücuda getirecek­ tir. Tefrikamızın mihverini teşkil eden iki esas maddeyi hülâsa edelim: lâik koro cemiyeti [ = Societe chorale] temelini atmak işinde, yarı yarıya, A) tecrübe görmüş kilise koristlerinden, B) memle­ ket koro eserlerinden istifade etmeğe mecburuz. Millî musiki inkılâbımızın can damarlarından biri, ses san’atına ve koro akidesine germi vermektir.

Kösemihal^zade M a h m u t R a y ıp

Halk edebiyatı örnekleri:

Kâtibi, Gevheri, Âşık Ömerden parçalar Halk edebiyatımızın çok geniş mah­ sulleri arasında elde edilebilenleri ve hele intişar sahasına çıkanları aslına ııısbetle henüz çok azdır. Gevheri gibi, K a­ raca Oğlan, Kayıkçı Kul Mustafa gibi, hayat ve eserleri hakkında kitaplar neşr­ olunan şairlerin bile bütün deyişleri ta­ mamlanmış sayılamaz. Büyük üstat Köprülüzade Fuat Beyin

bu hususta geniş bir salâhiyetle açtığı çiğıra, onun meselâ Sadettin Niizhet Bey gibi kıymetli muakkipleri; H. B. derneği ve bazı Anadolu mecmuaları tarafından isabetle devam edilmektedir. Biz de bu sahada elimize geçen ve henüz neşredilmemiş bulunan bazı güzel 1*1 Gelişi güzel programın ceremesini konservatuvarin korosu çekmiştir.


Sayfa: 200

Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

parçaları; hem bu meşkûr mesaiye bir damla daha ilâve etmek; hem de güzel H. edebiyatımızdan müteaddit numuneler vermek maksadıyla bu sütunlarda neşre­ deceğiz : 1. Kâtibi d e n : [1] Oöniil mehil olup eyleme âhı Aşıka ayrılık ola gelmiştir Kâh sözümü dinle şahı Ağlayanlar bir gün güle gelmiştir. Hatırcığm yıkma şu gedamn Biz de edııa kuluyuz barı hııdamıı Nice sencileyintaze fidanın Açılan gülleri sola gelmiştir. Doğan Aylar gibi doğup dolanma Cıkup karşım ızda böyle salınma Beni sevdi deyü sakın alınma Ezelden, dilber sevile gelmiştir. Güzelsin sevdiğim biz de bilürüz iltifat edesin deyü gelûrıız Günde bir selâma kail oluruz Mecnun Leylâsını bula gelmiştir. Kâtibi der mânâ var bu sözde Derdimin ne bindedir ne yüzde Güzel mecnun eyledin beni [2]

NOT: XVn nci asır sazşairlerimizden olan Kâtibi hakkında malûmat almak için Köprülüzade Fuat Beyin « Türk saz şairlerine ait metinler ve tetkikler » namiyle tesisettiği seride Kâtibi hakkında intişar edecek eserine bakınız. 2. Gevheri den: Taze açılmış goncası Nevcivamm safa geldin [t] Kâtibi nin bu güzel koşması, bundan evvel, Duygu ve düşünce mecmuasının 7 nci ve Yeni mecmua nin 33 üncü sayılarımda farklı ve eksik olarak neşredilmiş, ayrıca şairinin ismi de zikrotunmafnıştır. [2] Bu mısra gibi 2 nci kıtanın 1 inci mıs­ raı kısmen ve şiirin son mısraı tamamen eksiktir

Benim gönlüm eğlencesi Şifakârım safa geldin Verdi m evlâm seni yokdan B ir inayet erdi hakdan Gelmez idim katı çokdan İftiharım safa geldin. Düşdü gönül zalim size Merhametin yok mu bize Elâ gözün süze siıze Gül fidanım safa geldin. Nedir böyle celâl Akar dudaklarından bal Gevheri der kaşı Nazlı yarim safa geldin. NOT: Gevheri nin hayatı ve eserleri hakkında malûmat almak için, bakınız: Prof. Dr. Köprülüzade Mehmet F u a t: Türk sazşairlerine ait metinler ve tet­ kikler: 1; Gevheri ve Sadettin Niizhet : Halk şairleri. 3 üncü kitap. 3. Âşık Ömer den: Evvel bahar giilzar ile yaz geliir Yüce dağlar donandığı zamandır Gidııstandangûnâgûıı avaz Bülbül güle kul olduğu zamandır. B ağlar müzeyyen açılmış Figan ediıp öter g a rip bülbüller Seyre çıkmış çiimle mehıu güzeller Âşıkların deli-oldıığuzamandır. Hep duhterler ceıuıet donun giyerler Açık olan bülbüllere uyarlar Şimdi suyun döker dağlar kayalar Sahraların sel olduğu zamandır. Âşık Ömer arar durur çareler Hasretinle oldu yürek yöreler Diirlii şiikûfeler gül ii Lâleler Yer yüzünün alolduğu zamandır. NOT: 1. Elimizde bulunan bir mec­ muada Âşık Ömer namına tesadüf ettiği­


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

miz bu koşma; Köprülüzade M. F u a t; Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman hikâyesi; S: 65 de bazı farklarla K. K. Mustafa namına ve Sadettin Niizhet: Karaca oğlan; S: 47 de gene bazı fark­ larla Karaca oğlan namına kaydedilmiş­ tir. Bu şiirlerin müstensihler elinde şe­ killerini ve şairlerinin isimlerini değiştir­ meleri melhuz olduğu gibi* sazşairlerimizin ekseriyetle yaptıkları şekilde bir­ birlerine nazire olmaları daha kuvvetle

Sayfa: 201

muhtemeldir. N O T : 2. XVII nci asır sazşairlerimizin en meşhuru ve en veludu olan Aşık Ömer hakkında malûmat almak için Köprûlüzade Mehmet Fuat beyin; Hayat mecmuası: No. 24 deki makalesine mü­ racaat etmelidir. N ih a t S a m i Edirne erkek muallim mektebi edebiyat muallimi

“Karaca Oğlan,, m basılmamış bir şiiri [Karaca Oğlan, sazşairlerimiz içinde, klâsik edebiyattan en az müteessir olmuş bir şairdir: Onun hususiyeti, sair halk sairlerinin ananelerine ve mazmunlarına pek az bağlı kalmış olmasıdır. Tam mâ­ nasıyla Anadolunun tabiatını duymuş ve hayatını olduğu gibi, bütün çıplaklığıyla ifade etmiş olan bu şair, sanatındaki sa­ mimiliğiyle temayüz eder. Onda tekellüfsüz ve kayıtsız şiirler çoktur. Aşağıdaki parça, ouun şiirleri içinde güzellik itiba­ rıyla ikinci derecede kalmakla beraber, onun bu husususiyetini göstermek itiba­ rıyla mühimdir. Karaca Oğlan’m neşredilmiş şiirleri (Sadettin Nüzhet; Konya, 1927) içinde bulunmıyan bu parça, Mudurnu’da bele­ diye Zabıta Komiseri Hayreddin Bey tarafından istinsah edilmiş bir cönkteki şiirler arasındadır.]

Türkü - Karacaoğlan Hazret -i- mevlâdaıı dileğim billur Bülbül gibi işin âh u- zâr olsun Beddua eylemem sana sitemkâr Gül gibi meskenin diken, hâr olsun. *** Sıracalar çıksın nazik teninde Diierim ölesin tatlı deminde Yüzün kara olsun halk divanında Kıyamet gününde başın dar olsun. Dilerim Subhandan olma bennurat Cisminde kalmasın bir akçalık zat [*] Cennet yüzü görme ilelebet Cehennem meskenin yerin nâr olsun. *** Bu Karaca Oğlan’ı sen ağladırsın Kadir Mevlârn her murada kadirsin Her dem zebâniler belini kırsın Her urdukça iki elleri var olsun. *** 1*1 Sıhhat demektir.


Sayfa: 202

ATSIZ MECMUA

Sayı: 8

wDertli” ve wŞem4î” nin basılmamış şiirleri Halk edebiyatımızın maruf simaların­ dan biri olan «Dertli» hakkında, şimdiye kadar, muhtelif gazete ve mecmualarda birçok yazılar yazılmış, bu meyanda şairin bazı eserleri de neşredilmiştir. Şu perakende neşriyat bir tarafa bıra­ kılacak olursa, bundan dört seıje kadar evvel, Çankırı’lı Talât Bey bu güzide halkşairimizin hemen bütün hususiyet­ leriyle hayatım ve «122* manzume ile «9» kadar beyitini muhtevi tashihli bir divanını bastırdı. Talât B. in, mezkûr kitabı çıktıktan bir müddet sonra, Ishak Re’fet B. de «Halk bilgisi mecmuası» uda [S, 73 - 78] Dertli’nîn basılmamış sekiz tane koşma­ sını neşretti. Şimdiye kadar tetkik ve istinsah etti­ ğimiz cönklerde biz de. Dertlimin Koşma, Semaî, Divan gibi kırk kadar manzume­ sine tesadüf ettik. Şu kadar ki, bu şiirle­ rin kısmı âzami Talât B. in kitabında mukayyettir. Fakat, fıç, tanesi ne Talât ve ne de Ishak Re’fet B. lerin neşrettiği, parçalar arasında mevcut değildir. Bu itibarla «Dertli» nin ikisi koşma ve biri Divandan ibaret üç manzumesi de, ilk defa kıymetli «Atsız» sütunlarında ta ra ­ fımızdan ortaya konulmuş oluyor. Şuracıkta ilâve edelim ki, şiirin elimiz­ de mevcut olanlarla Talât B. in kitabında miinderiç bulunan şiirleri arasında da bir hayli nüsha farkı vardır, ileride başka bir makale ile bu farkları da göstermeğe çalışacağız. Dertli’nin edebî şahsiyeti düşünülürse bizim bu şaire ait olarak ortaya koyduğumuz aşağıdaki üç man­ zumenin mühim bir ehemmiyeti haiz bulunacağını sanıyoruz.

I Peygamber - zade de olsa bir kişi Nefsin bilmez bir er bildirmeyince Cevahir şehrine girse göremez Kalbinin pasını sildirmeyince Sanır ki zevk içtin geldik bu dehre Rızâ vermek gerek lûtf-i vâfire. Değme bir âdemi koymaz bu şehre Nefs-i eımnâresin öldürmeyince Gâm alub gönülden lezzet bulamaz «Dertli» erenlere mahrem olamaz Her imam ölüyü diri kılamaz Hacı Bektaş Velî olmayınca II Elâ gözlerini sevdiğim dilber ...... bu cefâdan niçün usanmaz Ne cefâdan kaçar ne de rahm eyler Hakdan hayâ edüb kuldan utanmaz Diişüb gam-ı hicre belâ olanda Bülbül gibi işim feryâd olanda Bir çeşmi şirin Ferhâd olanda Figanı âhıma dağlar dayanmaz Bize himmet etsün Mûsâ aîeyhisselâuı Bu aşk ü sevdayı ben nasıl ansam «Dertli» yâr yoluna can verir desem Gelse mezarıma görse inanmaz III Söküldü aşkımın bendi yine bayram günleri Çok olur... fendi yine bayram günleri Aşıka âlemde hundan ziyade varımdır minnet Merhabaya gelse dilber kendi bayram günleri Görenler âşık olurdu sana bin bîr can-ile Ben buna tahammül getiirdüm düşündüm iz‘ân-ile Farkı yokdur mahbublarm âteş-i sûzâıı-ile Ey âşıklar ey hâyifler yandı bayram günleri Kûşe-i vahdetde taşra seyre çıkmayım meğer Sabr eder görmez ise anların yüziin eğer Kimi beyaz kimi yeşil kimi de allar giyer Nice mecnûn olmıyayım zinde bayram günleri


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA__________

Dokuz tekbîr ile namaz kılınır olmaz meiil Sıdk-ile mevlâ dese muradın verir çelil Yâ Muhammed Mustafâ ol dediğim dergelı çelil Hatib minberden aşağı indi bayram günleri Şöyle bir rind-i cihandır sevdiğim gayet arif Salınıır naz şîveyile giyinmiş gördüm zarif Fy «Dertli» bîçârem dedi eyyâm-ı şerif Destini destime dilber sundu bayram günleri

V M- Halit Bey «Halk Bilgisi Haberleri mecmuasının on dokuzuncu sayısında «Anadolu Halk şairlerine ait metinler» başlığı altında bir şiir silsilesi neşrine başlamıştı. Mumaileyh halk edebiyatın i ar; muhtelif örnekleri ihtiva edeceği anlaşılan bu neşriyat silsilesinin birincisi ile konyal: «Şem‘î» ye ait altı manzumeyi ortaya koymuş oluyor. Fakat bu manzumelerden üçüncü ve dördüncüler bizde ve «Şem‘i Dîvânı» nda [S. 58, 64] bazı farklarla mevcuttur. Ancak, teakup edecek eserler arasında mezkûr şairin daha bazı şiirleri bulunup bulunmıyaeağını, şimdilik, bile­ miyoruz. Tetkik ettiğimiz cönklerde, bizde, perakende olarak, Şem‘î namına kayıtlı yirmi bir manzume bulduk. Kay t edelim ki elimizde mevcut bu parçalardan büyük bir kısmı, kezalik az çok farklarla şairin matbu divanında vardır. Yalnız bunlardan biri koşma ve diğeri gazel.olmak üzre ikisi gerek mezkûr divanda ve gerekse M. Halit Beyin n ^ r ettiği manzumeler arasında yoktur. Bina­

Sayfa: 203

enaleyh, Halit Beyin şu neşriyatı dolayı­ sıyla, biz de «Şem‘î» run henüz basılma­ mış olan aşağıdaki iki şiirini, bu sahada çalışanlara, ufak bir hizmet etmiş olabil­ mek düşüncesiyle, ortaya koyuyoruz : I Şimdiki dilberler söze uyarlar Bakmazlar gedâya ararlar beyi Anlar dâim atlas libas giyerler Beğenmezler bizim eski abayı Cilâ-yı kalbdir üş rakı Bu cihan kimseye kalmadı baki Mevlâyı seversen mey sunan saki Nöbetim geldikçe kesme çabayı Güzel ahlâkına dil oldu hayran Mevlâm işimizi eylesün âsân Hatıra geldikçe oğul Ali can Çıkartma gönülden «Şem‘î» babayı H Derd ü gamdan bulmıya âşık olan hiç dest-reş Ah ü zâr ile vücüdû inleyen mislri ceres Tûr-ı aşkı sorma Mecnûn ile Ferhâda sakın Birisi vuhfış-tabiat biri mânend-i mekes Şöyle mest vi gark gerekdir bahr-i aşka aşk eri Mevc-i hubbu yarana aldırmıya hergiz nefes Sayd eden dersen hümâ-yi vasl-ı ma'şûku eğer Sal gider şehbâz-ı rûhu eyleme kayd ü kafes Şem‘-i aşka «Şem'iyâ» yandı ki pervâne-veş Bî-zebân olmak gerekdir bülbül-âs^ etme ses M. Ş a k i t*

Bize şiir, halkiyat makaleleri ve memleket ha­ berleri gönderen okuyucularımıza teşekkür ederiz. Bunları sırasıyla neşredeceğiz.


ATSIZ MECMUA

Sayfa: 204

Sayı: 8

Basılmamış Bektaşi şiirleri Toplıyan : M* Şak İr

9 Dâr ül' 'aminimiz şâh-ı Necefden Tarîq-î mü$tçqîmdervişânıyını Tekye-i ‘aşq içre ders-i ‘arefden Öğreden (istâdin câvidânıyım Sevmişim bir leb-i qaıtd ü sükkeri Derd îi belâsından dönemem geri Râhtna qoymuşum can iîe seri Sanma bu sevdanın perişanıyım D âim bir mahbûbun medhinde yektâ Oldığım bılürler zâhid (ü) dânâ «Perîşân* oldığım bilürler ama Bilmezler ki kimin perişanıyım.

ıo ‘Aşq ile memlû olan merdâne bilsün âdemi Sâni‘ üt-Eşyâ muvahhid-hâne bilsün âdemi Vech-i âdemde musaitar sırr-ı subhâıı el-lezî Sâbit-i qul innemâ deilâne? (*Ml.s) bilsün âdemi Âyet-i innl ena'llah remzini imâ qılur Şâxts-l g âfiR jiU ^ i-U O v elî amma ne bilsün âdemi ‘Alem ül-gayb âdemin gönlünde ârâm eylemiş Lâ mekânı gözliyen taşrâne bilsün âdemi Almıyan ‘iim-i ledümıü şeyx-i ekmelden sebaq Kendi özinden ol şaqî cehlâne bilsün âdemi Tıyn-i xamîr-i vücûdü puta-i zerkârda Zerre-i sâf olmadan halta ne bilsün âdemi Dergeh-i haqdan olan tard menfî şerk ile Ol garîdî? ‘âsi- i a‘dâ ne bilsüd âdemi Oi kİ âdemdir bilübdisr âdemi âdem nedir Yoxsa her lâ yefhera xârâ ne bilsün âdemi Ey «Pertşân»-ı mücerred ya‘ni sen bildin mi kim Halq-ı mut'ân (jU L .jj^ e y le d in bunca ne bilsün âdem

12 Şâh-ı evreng-i Murtazâsın yâ ‘Alî Qurret iî-'ayn-ı imâm*ı enbiyâsın yâ fAlî Vâlid-i sıbteyni ekrem, zevc-i $uitân~ı nisa Server-i dîn, şehriyâr-ı evliyasın yâ ‘Alî Rehber-i ehl-î tarîqat, pîşivâ-yi sâlikîn Sâqi-i ser-çeşme-i âb-ı baqâsın yâ ‘Alî Menba‘-i lutf ü sexâdan melce-i bây (ü) ğedâ Ma‘den-Î cûd ii keremkân-ı ‘atâsın yâ ‘Alî Darb-ı pençesinden olur mu ejder-i a‘dâ xalâs Merd i meydân-ı fena, şîr xudâsin yâ ‘Alı Faxr-i ‘âlem lahmüke lahmî buyurdu şanına Cism (ü) cân-ı ‘âleme nûr (u) zîyâsın yâ ‘Alî «Rahmi» Kenıter nice vasf etsün seni ey zât-ı pâk Şensin memdûh (ü) habîb-İ Kibriyasm yâ ‘Alî

13 Gönül bir yâr sevdi cihân içinde Görenler ol yâra desün maşallah Oqunsun ol yârın nıâh cemâlinde Ahsen el-xâîiqîn iebârek-allah İsmi oqunsun ‘Alî haydarı Ebrular misâli çün zü l-fiqâri Görenler desünler bu kimin yârı ‘Aşq olsun sevene hasbeten 1-illah «Râvî* bu sözlerin cümlesi sâdıq Ne qadar medh etsen vasfına lâyıq Her kim ki o! yâra olmazsa ‘âşıq Kâfir olur gider ne‘ûzu bi-llah

14

Zâhîdâ hükrrç-i ezel kim ‘aşq imiş qısmet bize Şâhid-i dafvâ-yi haqquz, her varaq hüccet bize Vasl-ı yâra gam yemek olsa nola nifmet bize Bende-i âl-i ‘abâyuz bu yeter devlet bize ıı Hâsılı şâh-ı velâyetden geîür şevket bize Vâris-i ‘ilın-i ledünn-i ‘âlera-i ma‘nâ bizüz Açüur bâb-i ‘Alîden ka‘be-i hâcet bize Vâqıf-i sirr-ı rünıûz-ı allem el-'esmâ bizüz Nola zâhid zâr ile güzâr olsa subh u şâmamuz Bizdedir sırr ı Muhatnmed nutq-ı pâk-ı Hayderî Hamd ola dîn-i Muhammedde muvahhid nâmını uz Mahzen-i gene i İlâhî sâhib-i ef‘â (Uil) bizüz Mürg-i şelıbâl-i elestüz* faşq-t haqdur damı muz ‘Aşq (u) şevq i vasl-île bir yerde yoq ârâmimuz Faqr ile faxr eyledik mülk-i qanâ‘at şâhıyuz Hâsılı şâh-ı velâyetden gelür şevket bize Lâ übâlî-meşrebüz gerçi 4ârif-i dânâ bizüz Açıİur bâb-ı ‘Alîden ka‘be-i hâcet bize Bende-i evîâd-ı Hayder xâk-i râh-ı Mustafâ Biz «Refî‘â» bezm-i ‘aşqun mest-i ser-gerdânıyuz Muriazâmn ‘âşıqıyuz çâker-i Zehrâ bizüz Xayr-ı bezm-i sohbetin dem-beste ü hayrâniytlz Mazhar-ı her rümûzuz hem câvidandır burhânımuz Âh kim Kerbelâ meydânının hicrâmyu? Qâhir-i a ‘dâ-yt dinüz ( j£ o ) seyf-i mücellâ bizüz Pâdişâh-t taht ı levlâkin qulu qurbânıyuz EyvRahıqî*( j :>.j)'aşqı sen(eL-)qavl eyledin kendine. Hâsılı şâh-ı velâyetden geîüf şevket bize; Fırqa-i nâcîden olduq ‘ürvet iî-v ü s q â (jT ^ İ j^ ) bizüz' AçMur bâb i ‘Alîden ka‘be-i hâcet bize*


S a y ı: 8

ATSIZ MECMUA

Sayfa: 205

“Basılmamış Bektaşi şiirleri,, hakkında Atsız Mecmuanın beşinci sayısında (s. 114) M. Şakir Beyin «Basılmamış Bektaşi şiirleri» makalesinde dördüncü metni teşkil eden «müseddesi mütekerrir» Yenişehir Fenerli, mevlevî şeyhi, meşhur Hacı Haşan Nazif Dedenindir. Şakir Beyin istinsah ettiği mecmuada tahrif edilmiştir. Esasen vezin bozuklukları da bunu göstermektedir. Bektaşılar, Alevî neş’esiyle yazılmış şiirlerin çoğunu böyle tahrif ederler. Bazen de isim mülâbebe­ siyle her hangi bir Bektaşıya isnat ediverirler. Meselâ: Şeyh Galibin İqrânnıuza ser verirüz, ‘ahde qavîyüz; Biz şâh-ı velayet qulıyıız; hem ‘alevîyüz.

beyt-i mütekerrini hâvi müseddesi «Es‘ad mahlesiyle yazıldığından Bektaşılar; btuıu, ikinci Mahmut vak’asmda Koskada öldü­ rülen «Es‘ad Baba» ya mal etmişler ve hatta katilgâhma giderken söylemiş diye bir de hikâye uydurmuşlardır. Nazif Dede, Mevlevîler arasında ale­ vdik ve melâmetle meşhur, çok kuvvetli bir şairdir. Tercüme-i hâli, Fatin tezke­ resinde (s. 413—414) bulunduğu gibi beu de «Melâmilik ve Melâmîler» de »ot olarak tercüme-i hâlini yazmış ve hassatan Şakir Beyin dercettiği müseddesin matla beytiyle beşinci bendini dercetmiş ve mumaileyhin oğlu ve halefi, Bahâriyye şeyhi Hüseyin Fahreddin Dedenin de mühtasaran terciime-i hâliyle bir gaze­ linden bir, diğer gazelinden iki beyti ve bir rübaisini kaydeylemiştim. Her halde Şakir Bey, bunu görmemiş olsa gerek (s. 190 — 191). Nazif Dedeninin meşhur «sûr» gazeli ile Fatin tezkeresin­ deki; Tecellî eyleyüb ol demde kim dîdâr göstermiş Xatm teksif edüb burhan içilıı emvâr göstermiş.

redifli gazeli, şairlik kudretine delildir. Divanının, Darülfünun îlâhiyet Fakültesi acemce muallimi Abdülbaki Beyde bu­

lunduğunu biliyorum. Mezkûr sin ilk bendi aynen böyledir:

müsedde­

Zâhida; haqqıyçün ol şâhın ki cûd-ı ekmelî, Ahmed-i mııxtâra vahy etdı kitâb-ı tnünzeli, Mevlevîyinı, ahınedîyim, hayderîyinı ben beli: Bana besdir bir xudâ ü bir nebî ü bir velî; Lâ ilâh illâ hüv’allâhü 1-‘alîyyü l-müncelî, Lâ nebî illâ muhammed, lâ fetâ illâ ‘alî

Bunu yazan Bektaşi, bektaşılık gayreti­ yle üçüncü mısraı «nâzenînim, ahmediyim, hayderîyim ben beli» şeklinde tahrif e t­ miştir. ikinci bendin dördüncü mısraı da dü­ şük ve yanlıştır. Doğrusu «can fedâ etdikde âxır çtiııki güftârım budur» şek­ lindedir. Üçüncü bent büsbütün yanlıştır. Aslı şudur: Cûylar, qıtşlar, ağaçlar, guhlâirTthâmûnlar Nüh felek, bahr ü semek, cinn ii melek, nev‘-i beşer Sâkinâıı-ı ‘arş ü ferş ii encüm ü şems ü qamer; Hep lisân-t hâl ü qâl ile bu beyti zikr eder; Lâ ilâh ilâ Lâ nebî ilâ

Dördüncü bendin ilk mısraı «Mâııâ-yi hükm-i....» suretinde yazılmış. Doğrusu: «Ha‘ni-i hükm-i resûli çtinki iz‘âıı eyle­ dim» dir. Beşinci bent te yanlıştır. «Me­ lâmilik ve Melâmîler» de yazdığım veç­ hile doğrusu budur: Milletim ehl-i haqîqat; xaliqtm, rabbim xudâ. Mezhebim râh-ı muhabbet, şart-ı îmânım, fedâ.. Qıblem ebrû-yi muhanuneddir, îmânım mıırtazâ, Din-i İslâm aşikâradır, ne lâzım ixtifâ; Lâ . Lâ

Son bentte de mısraların tertibi doğru değildir. Şöyle olacak: Bende-i âl-i abayım, hayderîvim hayderi; Ey «Nazif» bu yolda qurbân eyledim cân ü seri. Hâsılı, ber muqtezâ yı meşreb i peygamberi İ‘tiqâdtııı böyledir «nahnü qasemnâ» dan beri Lâ . . . Lâ . . . Konya Lisesi edebiyat muallimi

A bdüibalii


Sayfa: 206

ATSIZ MECMUA

Sayı: 8

Türklerde Ailenin Tekâmülü ye bunda “Kadın,, I I .— U z a k Ş a r k m e d e n iy e ti d e v r e s in d e T ü rk a ile s i Tiirkler hakkında yalnız aile cihe­ tiyle değil, her itibarla en az malûmat sahibi olduğumuz devir Uuak Şark Mede­ niyeti devresidir. Kablelmilât 210 dan başlayıp, milâdî 940 senelerine kadar devam eden bu, he­ men on bir buçuk asırlık devrin birçok noktaları bilhassa Tiirklerin dahilî hayatı ve İçtimaî teşkilâtı meseleleri keuüz lâyıkı veçhile aydınlatılmamıştır. Oııuıı için burada söyliyeceğim şey­ lerin birçoğu, Ziya~ Gök , henüz tahakkuk etmemiş olan faraziyeleriue istinat edecektir. Mamafih, bu faraziyeleriıı birçoğu tarihî menbaîarla kabili tevsiktir. Şurası muhakkaklar ki, ilk zamanlarda Türk ailesi bugün anladığımız mana­ dan daha geniş bir aile idi. Buna «Boy» diyebiliriz. Türklerin en mühim kısımla­ rından olan Oğuz Türkleri 24 Boydan mürekkepti. Boy kelimesini Ziya Gök Alp, « Phralrie» ye karşı tutuyor [-1]. Tiirkler kendi atlarıyla beraber boy­ larının da isimlerini taşırlardı. Meselâ Dede Korkut kitabında «Salur Kazan» «Bükdüz Emen» isimlerine rastgeliyoruz. Kazan ve Eıneıı isimdir. Salur ve Bükdüz ise boyların ismidir. İslâmiyetten sonra yazılmış olmakla beraber en eski zamanların âdet ve ananelerini saklıyaıı Dede Korkut kitabının bu isimleri, bizi bir fikir edinmeye sevkeder. Sonra, tarihî şahsiyetler hakkında da tarihî melihalarda malûmat bulabiliyoruz. Fakat bunlarda Boy ismi şahıs isminden sonra geliyor. Meselâ Mirza üıığlat gibi.(I] (I] sahife 251

Ziya Oök A ip; Türk Medeniyeti tarihi

Türk efsanelerine göre de her boy bir ailedir. Oğuz efsanesine göre, Oğuz Hanın Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han,Deniz Han adında altı oğlu vardı. Bunlardan her birinin de dörder oğlu oldu, işte bu yiruıi dört Torundan 24 boy türedi. İslâmiyet devrinde bile kendi ismin­ den sonra boy adını taşıyan Türklere te­ sadüf ediyoruz. Fakat hiç şüphesiz o zaman boy, aile olmaktan çıkmıştı, ve Boy ismini taşımak sadece hir âdet, bir anaııe kalmıştı. Ziya Oök Alp, Boyun en eski zaman­ larda «Maderî» olduğunu söylüyor. [1] Fakat bu bir faraziyedeıı ibarettir. Türk ailesinin ne zaman «Boy» dan «Pe­ deri aile» şeklinde geçtiğini de bilmiyo­ ruz. Fakat bazı tarihî vak’alara göre, Türklerin tarihe girdikleri kabielnıiât 210 senesinde bile Boy ailesinden pederi aile şekline geçtiğine ve hatta devletin kuv­ vetli velâyeti karşısında aile hissinin bile çok zayıf olduğuna hükmedebiliriz. İlk Tiirk padişahı olarak tanıdığımız «Tu­ mansa oğlu «Mete» isyan etti. Metenin askeri ancak on bin kişi idi. Babasının kuvvetli ordusunu bununla mağlup ede­ bilmek için askere kuvvetli bir disiplin tatbik etti. En nihayet de sadakatlerini denemek için de, karılarına ve nişanlıla­ rına nişan alarak ok atmalarım emretti. Askerler attılar. Atmıyanlar idam olıındu[2j. Bu hadise, kumandanın tarnsil ettiği kanunun yani devletin, aile hissinden daha kuvvetli olduğunu gösteriyor. Bazı 11J Ziya Oök Alp T. M. Tarihi Sahife 252 12J M. Şemsettin Mufassal Tiirk tarihi. Ki­ tap II Sahife 24.


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

Türk darbı meselleri de bunun böyle olduğunu gösteriyor. Halbuki bugün kabile halinde yaşıyan ve kan güden ak­ vam da böyle bir şeyin katiyen olmıyaeağı şüphesizdir. Eski Türklerde Hintliletde olduğu gibi sınıf taksimatı yoktu. Romada olduğu gibi de ahali hürler, esirler diye ikiye ayrıl­ mamıştı. Her Türk hukukça müsavi idi. [1] Kadınların Türk hayatında pek mühim bir mevkii vardı. Bir Türk evleneceği zaman gendisinin ve kızın mevki ve şere­ fiyle mütenasip olmak üzere evvelemirde «Kalın» namıla bir para vermeye mecburdu. Bununla kurulacak yu­ vanın öte berisi alınırdı. Evlenecek er­ kek, ayrıca kızın babasına, anasına, hem­ şirelerine de hediyeler ve akçeler verme­ ye mecburdu. Kadın eğer asil ise, evlen­ diği zaman asaletini kaybetmezdi. Erkekle kadın ailede tamamile müsavi olduğu için ocakta, yani evde hem erkek, hem kadının mabudu bulunurdu. Erkeğinkine «Od Ata»,kadınnıkine«Od Ana»derlerdi [2]. Kadının ailedeki mevkii siyasî hayatta da belli olurdu. Çin İmparatorlarına ya­ zılan mektuplar Kunların İmparator ve Imparatoriçesi namına yazılırdı. Ecnebi devletlerden gelen sefirler de Hakanla Hatunun, yâni zevcesinin müşterek huzu­ runa kabul edilirdi. Türklerin kadınlara fevkalâda hürme­ ti olduğu bütün menbalarca tasdik edil­ miş olmakla beraber zenginler ve hüküm­ darlar, bilhassa fütuhat zamanlarında besliyehiîeeeklcri kadar zevce alırdı. Fa­ kat asıl ilk zevce, zevce sayılır ve diğe­ rinden olan çocular da onun sayılırdı. Hattâ haba öldüğü zaman üvey anayı oğul aımak mecburiyetinde idi. Keza ölen kardeşin zevcesini de diğer kardeş ve ölen amcanın karısını da yeğen almaya mecburdu. Çengiz neslinden olan «Orda» hanları [1] Necip Asım, Mehmet Arif:Osmanh tarihi sahife 327 [2] Ziya Gök Alp: Türk medeniyet tarihi sahife 264-

Sayfa: 207

tahta geçtikleri vakit ölen pederinin zevcelerinden kendi anası müstesna olmak üzere diğerleri kendisine geçerdi. Ve onları alırdı. Bu usul islâmiyetin kabu­ lüne kadar böyle oldu. Zevce çok mu­ kaddes addolunurdu. Evli bir kadına te ­ cavüz edenler idam olunurdu. Bir genç kızı iğfal edenler . ağır mahkûmiyete düçar olur ve badehu onu almaya mec­ bur tutulurdu [1]. Çocukların terbiyesi de milletin ruhu ile mütenasipti. Çocukları cemiyete en faydalı olacak bir şekilde yetiştirirlerdi. Yani asker olarak büyütürlerdi. En ufak yaşta küçük yaylarla ok atarlardı. «Kun» larm çocuklarım koyunlara bindirerek biniciliğe alıştırdıklarını Çin meııbaları söylüyor [2]. Büyüdükleri zaman ava ve daha kuv­ vetli yay kullanabildilkleri zaman da harbe giderlerdi. Millet, çorak bir arazi­ de ve yalnız askerlikle yaşıyan bir mil­ let olduğu için millete faydası dokunan­ lara çok hürmet olunurdu. Bunun için gençlere çok kıymet veri­ lir, ihtiyarlar, harp edemiyecek olanlar itibarsız tutulurdu. Kadim «Kuntlarda ihtiyarlara hiç ehemmiyet verilmeyip, yemek olarak ta gençlerden artanların verildiğini ve - hatta vakti gelen ihtiyar­ ların öldürüldüğünü ve ihtiyarların da bunu şeref telekki ettiğini Çin menbalari bize haber veriyor [3]. Mamafih buna pek lüzum kalmazdı. Aralarında «insan çadırda doğar, kavga­ da ö lü r» darbı meseli vardı. Y atakta ölmekten sıkılıp bunu şerefsizlik telekki ettikleri için hepsi harp meydanında öl­ meye çalışırlardı. Veraset Türklerde büs­ bütün başka bir tarzda idi. Kabili nakil eşya evlâdın büyüğüne veya büyüklerine kalırdı. Küçüğüne de gayrı menkul eşya kalırdı. Hatta bazen bunun garip tecelli­ leri oluyordu. Mesela hükümdar öldüğü zaman memleket ve taht küçük oğluna1 [1] M. Şemsettin: Türk tarihi V s. 186 [2] » » i l s. 10 [3] Zeki Velidi Beyin notlan.


Sayfa: 208

ATSIZ MECMUA

kalıyor, halbuki orduya malik olan bü­ yük oğlu bunu cebren kardeşinin elinden alıyordu. Ortancalara ise hemen hiç bir şey kalmazdı. Bunun yüzünden, ecnebi hizmetine girenlerin ve hicret edenlerin ekserisini ortanca evlâtlar teşkil ederdi. Kablelislâm devirdeki Türk ailesi hakkında bir söz söylemek icap ederse, bu aile «Maderşahî» değildi. Perderşahî de değildi. Çtinkü babanın karısını ve çocuklarını satmak ve öldürmek hakkı

Sayı: 8

yoktu. Tiirk kadınlarında tesettür ve itikâf mevcut değild [1]. Kadının mevkii çok büyüktü. Çok hürmet görürdü. Fakat nadiren taaddüdü zevcat oluyordu. Öyle olduğu zaman bile ilk kadın esas addolunurdu. Çocuk­ lar mirasta gayrı müsavi idi. Demekki bu ailenin kendine mahsus bir şekli vardı. İstanbul Kız Lisesi felsefe sttajiyerî

M ctıpare Niilûl

Fikir hayatı Halk şairleri Şenlikleri: — (Sivas’ta Halk şairlerini koruma derneği adında bir teşekkül vücuda geldiğini^işitmiştik.Bu der­ neğin güzel bir anane yaratmak istediği anlaşılıyor: 5-8 teşrinevvelde yapacağı se­ nelik şenliğe Dermek, nmemleketin edebiyat ne halkıyatçılarını da davet etti. Henüz silleri sönmemiş olan sazşairlerinden, vakti geçmeden ilim için istifade etmek ve aynı zamanda, eski millî bir ananeyi, asrî ve hayatî usullerle canlandırmak çok kıymetli bir teşebbüstür. Bu şenlikleriu her sene daha mükem­ mel bir şekilde tekrarını dilerken, şenlik­ ler hakkında raporlar neşretmesini de Dernek’ten bekleriz. Halk şairlerini koruma Derneğinin ıuüessislerinden, Sivas Lisesi edebiyat muallimi Ahmet kutsi B. ın şenlik hak­ kında gönderdiği meklubu aynen neşredi­ yoruz) : Halk şairlerini koruma derneğinin ni­ zamnamesinde gayeler meyanında, « halk şairleri etrafında umumî bir alâka ve sempati uyandırmak»ta vardır. Bayramlar her sene, ve bu gayeye hizmet etmek emeliyle yapılacak, aynı zamanda tetebbu edecek zevata azamî bir suhulet temin edilmiş olacaktır. Bu sene bu tezahüratın 1 [1] Ziya Oök Alp: Yeni mecmua, cilt 1, sahife 204.

ilki, «birinci halk şairleri bayramı» namı altında, yapıldı. Bu bayram hem ilk olması, ve hem kısa bir zaman zarfında hazırlanması dolayısıyla tabii küçük mikyasta oldu. 15 âşıkm iştirakiyle yapıldı.. Anka.ı'a ve sair mahallerden gelen misafir ve davetlililer bayrama iştirâk ettiler. Bayram üç gün devam etti; birinci gün teşrinisaninin beşinci perşmbe gününe tesadüf ediyordu, Bu üç gün zarfında, havalar da biraz vaktındaıı evvel soğu­ muş olduğundan, bu dışardaki tezahürlere büyük bir mâni teşkil ediyordu.* Mamafi yine davul ve zurna çalmıyor, ve «halay» çekiliyordu, ilk günün akşamı askerî mahfil salonunda bütün âşıkların iştirakile ve şehrin bütün münevver gençliği­ nin arasında büyük bir miisamere yapıldı. Derneğin reisi, Sivas şehri belediye reisi Hikmet Bey bayramı açtı ve ezcümle de­ di ki: «.... Bugün aramızda dinjiyeceğimiz halk şairleri yarının millî inkılâp destanım de hazırlıyacakdır.» Hakikaten âşıklar bu celsede son on sene zarfında memlekette vukua gelen yeni birçok hâ­ diseler etrafında terütaze eserlerini te rennürn e ttiler. Cuma günü yine sabahtan «halaylar» çekilmeğe başlandı. Öğleden sonra talebeve umum halka mahsus ikinçi bir müsa-


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

mere aynı salonda yapıldı. Bu ikinci cel­ sede âşıklar kendilerinde daha az yaban­ cılık duydular ve mlişaare fevkalâde ha­ raretlendi. Nihayet «taşlama ayağı» na düştüler. Fakat neticede yine tatlı bir tarzda bağladılar. Her iki müsamerede divan, koşma ilh... ve hemen hemen kendi ananelerine muvafık bir tarzda birçok makamlar dinlendi . Üçüncü gün, daha hususî bir celse halk fırkası binasında yapıldı, ve evvelki celselerde hazır bulunamıyan vali Bey bunda hazır bulundu O akşam, bayrama iştirak etmiş olan iki musikici arkadaş, Ankara musiki muallim mektebi muallim­ lerinden bestekâr ve piyanist Ulvi Cemal ve Viyolonist Cezmi Rıfkı Beyler bir kon­ ser verdiler ve burada bestekâr Ulvi Beyin halk nağmelerin den bestelediği eserler çalındı. Bayramın uyandırdığı alâka, bilhassa münevver gençlik arasında, fevkalâde büyüktür. Bayram umumiyet itibarıyla sade fakat samimî ve çok heyecanlı ol­ muştur. Bu bayram esnasında halk şairleriyle alâkadar olan miitetebbi arkadaşlar çok

Sayfa: 209

istifadeler temin ettiler. Birçok fotoğ­ raflar alındı; ezcümle Sivasm. meşhur oyunları olan meşhur halaylar» içiu en mühim figürleri tesbit edildi. Halk şair­ lerinin resimleri alındı. Bayrama iştirak edenler arasında, Ankara Etnografya mü­ zesi müdürü Hamit Ziibeyir Bey ile refa­ katinde FinlandiyalI Dr. Martti Râssânen gibi, bu işlerle yakından alâkadar zevat­ ta vardı. İlmî mesai itibarıyla ehemmiyeti muh­ tacı izah olmıyan bu tazahüratm bir de «halk terbiyesi» cephesinden şayanı dikkak olduğu herkesin nazarı dikkatini eelbetti. Bilhassa «inkılâp» ve «yenilik» mefhumlarının halk içinde intişar ve tel­ kini meselesinde, halk şairlerinin fevka­ lâde rol ifa edebilecekleri görüldü. Bu bayramın gelecek seneye çok daha şümüllü ve esaslı bir tarzda ve bütün şehir halkının iştirakiyle yapılacağı mu­ hakkaktır. «Devlet demiryolları» bu bay­ ram münasebetiyle nısıf ücretle seyahat müsaadesini derneğe ve şehir halkına bahşetmiştir. Gelecek seneye bayramın daha müşait bir mensimde yapılması düşünü­ lüyor. A h m e t K u tsi

Seyahat notları ıı 15 Temmuz: Sabahleyin, Aladağ suyu kenarında çarşambanın pazar yerine ini­ yoruz. Burası nahiye merkezidir, ve yeni yeni inşa edilen dükkânlar, evler ve dai­ relerle, günden güne büyümektedir. Mev­ kii, yamaçlardaki köylere nisbetle çok sı­ cak ve sıkıcı. Burada çok duruyoruz; Hıf­ zı ile berarer, 13,30 da Pazardan hareket ediyoruz. Solaklar’ın karşı tepelerinden, kayalıklar içinden Aladağ — Köroğlu’na doğru yükseliyoruz: takip ettiğimiz yol Çarşamba — Bolu yoludur. Yolun en mür-

tefi noktasına gelince çıplak yamaçlar bitiyor; büyük bir çam ormanının içinden geçiyoruz, ve geniş bir düzlüğe giriyoruz burası Çarşambanın birçok köylerinin yaylalarının bulunduğu yer. Bolu yolunun sağ tarafındaki yamaçta bulunan Kozyakası yaylasının solunda Akça - Kilise ya­ zısı uzanıyor, işte yaylanın çoğu bu ya­ zının etrafına dizilmiştir. Buralarda yayla hayatı Mudurnu - Ab­ an taraflarına nisbetle çok inkişaf etmiş bir haldedir. Ekser köylerin ikişer, ba-


fa: 210

ATSIZ MECMUA

zılarınm üçer yaylaları var. Bu köylerin binnetice sürüleri de kalabalık: bunları bilhassa tiftik keçisi teşkil ediyor; bura­ nın tiftikleri Ankara ve Beypazarından sonra üçüncü gelirmiş. Sürülerin çokluğu, bu köyleri, davarlarını kışlağa gönderme­ ğe sevkediyor: Kışın Çarşambanın sürü­ leri, beş altı ay kalmak üzere, m eraları daha geniş olan Haymana,Eskişehir. Bey­ pazarı taraflarına geliyorlar. Tiftik sürü­ leri yetiştirmekte bu mıntakamn istidadı­ nı gösteren bir vaka zikrediyorlar: Çarşam­ ba gibi Bölu'nun bir nahiyesi olan, ve yi­ ne Köroğlu eteklerinde bulunan Kıbrısçıkın 150 evlik bir köyü, Devremin keçi­ leri 5 sene evvelki büyük kış gelmeden 40 bin kadarmış; biiyıik kışta yarısı k ı­ rılmış; fakat 3 sene sora 50 bini geçmiş şimdi yine 70 bini bulduğunu tahmin edi­ yorlar. Bu yaylalarda, bazı köylerin sürü­ lerinin çoğalması yayla kavgalarına sebe­ biyet veriyor: Köyler, yaylarını tevsi ihtiyacıyla başka köylerin arazîsine (daha doğrusu, buralarda şahsi yayla arazisi olmadığmdan otlaklarına1 tecavüz ediyor­ lar, hattâ yayla evleri kuruyorlar. Bu gibi hadiseler, Türkiyede yayla mesele­ lerinin, memleketin iktisadi hayatında en mühim noktalardan birini teşkil ettiğini gösterebilir. Bu meselelerin hallinde ise, sade eski beratlara batıp hüküm veren mahkemelerden evvel, davacı yaylaların ihtiyaçlarım, inkişaf istidatlarını tetkik edecek İlmî heyetler lâzım geldiği aşikâr­ dır. O geceyi, bize tahsis edilen metruk bir yayla evinde geçiriyoruz; burada «gelik» tabiri yoktur. Abanttakilere nisbetle çok büyük ve mükemmel olan bu evlere bazı köylerde «alaçık» diyorlar. Gece yansına kadar çoban Hamza ve ar­ kadaşları ile sohbet ediyoruz. Hamza gü­ zel kaval çalan, türlü türlü türküler bilen tuhaf bir delikanlı. Burada çobanların ağalarına (mal sahipleri) karşı, bir babaya olduğu kadar hürmetleri var: anların karşısıda hattâ yüksek: sesle konuşmuyorlar; bizzat Asım Beyin ısrarlarına rağmen,

Sayı: 8

Hamzaya, o gitmeden bir türkü söylete­ medik. Ağa gittikten sonra çobanın da dili çüzüldü; güzel türküler, hikâyeler söyledi: bunların içinde kendisini gurur­ landıracak olanları da var. Bir tanessi, esasen çobanların, cennetten çıktığına inandıkları kavalın kudretini anlatıyor: Ağa çobanına demiş k i : «sen eğer, iyice tuz verdikten sonra sürüyü su başına ka­ dar götürür de, tam suyun kenarında, su içirmeden bekletebilirsen sana kızımı veririm.» Çoban sürüye adam akıllı tuz vermiş; sürmüş; sürii tehalükle suya doğ­ ru inivormuş; tam suyun kenarına va­ rınca, çoban, — bütün Anadolu’da aynı isimle maruf olduğunu zannettiğim — «davarı suya indirme» havasını çalmağa başlamış; o zaman sürü «rap!» diye dur­ muş; ve su içm eden^hava bitinciye ka­ dar beklemiş. 16 Temmuz: — Akşam üstü Köroğlu’na doğru yela çıktık. Hıfzı da Köroğlu’nu daha ilk defa görecek. Dağ uzakta bütün azametiyle uzanıyor: Kozyakası yaylası, Köroğlu’nun şimal - cenup isti­ kametinde uzunluğuna bakıyor; onun için, asıl Köroğlu tepesine kadar, şimalden itibaren, bütün meşhur tepeler, kayalar sayılıyor: Köroğlu kayasından sonra ka­ lan kısmın önüne dağlar geliyor, işte mü­ him noktalan sayıyorum: Ramazan-Beyoğlıı (bu isimdeki dağın niimtehası), Kar­ tal kakması (kakma — kaya), Karıncalı, Çanak - Kaya, Dedenin - Doruğu (Köroğ­ lu tepesinden sonra en yüksek) yoğurt kakması, ye! tepesi, Köroğlu. Akça kiliseyi geçtikten sonra iki or­ manlık tepe arasından ikinci bir düzlüğe geliyoruz: burası Ayman (bu köy Nallı­ han’a tâbidir; halkı iki günlük yoldan buraya yaylamaya gelir) yaylasının bu­ lunduğu düzlük. Köroğlu dağından inen aynan suyu buradan geçiyor. Bu dere boyunca, Hasçağaz (Haççağaz) yaylasına gidiyoruz. Köroğlu’nun ormanlık etekle­ rinde bulunan bu yaylanın yeri çok gü­ zel : su, diz boyu çayırlardan, ve yüksek çamlar arasından akıyor. İsmail isminde,


Sayı: 8

ATSIZ MECMUA

Bolu orta mektebini bitirmiş bir delikan­ lının evine misafir oluyoruz: bu, dimdik, az konuşan ve hiç gülmiyen yakışıklı bir genç; çobanları kaçmış, onun için çoban­ lık ediyor. Misafir olduğumuz evin geli ni, îsmailin .yengesi, kahraman bir kadın­ dır : bir gece, kendisini dağa kaldırmak istiyn adamlarla tek başına boğuşurken, yediği birkaç kurşunla kolunun biri ço­ lak olmuş. îsmaillin amcası ihtiyar Hü­ seyin ağa bize yaylalar ve köyler hak­ kında malûmat veriyor. Hüseyin ağanın köyii Hasçağazın diğer bir ismi de «Yağ­ ına» dır. Paphlagonia müellifi Richard Leon-

Sayfa: 211

hardt 1899 daki seyahatinde, Ivöroğlu tepesine gerede - dört divan tarafından çıkmış ve Kıbrısçık tarafından inerek bey pazarına gitmiştir.O,Köroğlunun şark sath-ı mailindeki yayları görmüştür. Bu saydığım yavlalar ise, köroğlu’nun garp sath-ı mailindeki Çarşamba yaylaîarıdır[l]. P e r t e v N a ili Tashih: geçen sayıda şutun, 4 üncü satır) ki «Bey pazarı»; aynı sayfa nun 13 üncü satırındaki «kara geriş» olacaktır.

(S. 163 birinci «Bey kazası» ve aynı sütu­ «kara geviş»

Hindenburgun Sözleri Yalnız yaldızlı insanlık sevgileri ile de­ ğil, ulviyetçe ondan aşağı olmıyan ve çe­ lik kadar sağlam vatanseverlikle birbiri­ nize bağlanınız. Etrafınızda Tunçtan bir kale yapınca­ ya kadar hergün bu çelik bağları daha ziyade takviye ediniz. Ancak böyle sağ­ lam bir kalenin himayesinde yaşıyabilir ve Avrupa üzerinde esmekte olan siyaset fırtınaları arasında ancak o sayede varlığmizı kurtarabilirsiniz. Bana itimat ediniz. Bu fırtına daha devam edecektir. İnsanların hiç bir ferya­ dı onu teskin edemiyeeek, hiç bir mua­ hede onun şiddetini hafifletmiyecektir. Eğer fırtına bu duvarda kopmuş bir parça bulacak olursa yazık bize!. .. O zaman Avrupa milletlerinin coşkun dalgaları, içinde henüz ayakta durabil­ mekte olan Alman kalesini yıkmak için bir Ejder gibi bu gedikten istifade ede­ ceklerdir. Maalesef tarihimizin bize pek çok defalar gösterdiği hakikat budur». «Siyasî olan her şeyden nefret ederim». «Büyük harpte Kafkas yaylası üzeriude

acıklı bir surette öleııjen güzide Türk askerlerinin sayısını tâyin etmek asla mümkün değildir. Tasavvuru kabil olan her türlü yok­ sulluklardan dolayı ölenlerin çok fazla ol­ ması, OsmanlI imparatorluğunu en iyi harp unsuru olan kahraman Anadolu askerleri­ nin feci tarihine yani bir sahife daha ilâ­ ve etti. Acaba bu, onların çektiği felâ­ ketlerin sonûncusu olacak mı idi». «Biz Türk karargahı umumisine daha 1916 son baharından itibaren Kafkastaki iki ordusunun kuvayı külliyesni ahalisi azalmış olan soğuk ve yüksek Ermenistan yaylasından çekmesini ve bu suretle as­ kerin kışı daha kolayca geçirmesine im­ kân vermesini tavsiye ettik. Bu çekilme hakkmdaki emir, pek geç olarak verildi. Bundan da şu netice hasıl olduki, bir çok efrat, bizim önceden tahmin ettiği- [l] [l] Leonhardt’ın Köroğlu ve Ala Dağ hakkındaki malûmatı için bakınız: Richard Leonhardt; Paphlagonia; Reisen ıınd Forschungen im nördlichen Kleinasien; Berlin 1915. S. 13-19; 25-29.


Sayfa: 212

ATSIZ MECMUA

miz veçhile, açlıktan ve susuzluktan öl­ düler. İhtimal ki, h i ç b i r s a t ı r şi i r ve h i ç b i r y a l d ı z l ı k i t a p o n l a r ı n bu f e c i akıbetini ııakil ve hikâye etmiyecektir !. .. Bu vesile ile ben şuracıkta o vazifeyi yapmış olayını! . ..

H inde n lu ırg Türk genci!.. . Bugün Alman milleti­ nin başında olan bu büyük ihtiyarın bü­ yük harpte kafkas yaylasına gömülen a t­ sız şehitlerimiz için söylediği sözlerde senden önceki nesillerle beraber sana da büyük vazifelerinden birini hatırlatan acı ve içli nasibatlar var. Çindeki uzun saçlı Afyonkeşlerin ve

Mecmualar kitaplar Edirne Muallim Mektebi Mecmuası. Türkiye İktisadî vaziyet itibarıyla en güç zamanlarını yaşamakla beraber memlekette bir fikir kaynaşması olduğu da muhak­ kaktır. Ru kaynaşmayı yeni nesil yapıyor. Vatanın her köşesinde çıkan ve bir kısmı çabucak sönen kıymetli kıymetsiz mec­ mualar buna delildir. Bunların arasında Edirnede çıkan «Edirne Muallim Mektebi Mecmuası»nı takdirle zikretmek icap eder. Mecmua basım itibarıyla bicçok İstanbul Mecmualarından üstündür. Şunu da se­ vinçle söyliyelim ki Istanbulda gençler tarafından çıkarılan birçok mecmualarda olduğu gibi «mâlâyâniyat* ite dolu değil­ dir. Mecmuadaki güzel ve kıymetli yazı­ ların hepsi ağırbaşlıdır. Çünkü yazanlar Edirnenin en kıymetli muallim ve talebe­ leridir. Bizi sevindiren diğer bir cihet te mecmuanın türkçü olmasıdır. Mecmuada garplılaşmak isterken Türklüğü ihmal et­ mek züppeliğinden eser yok.Bilâkis Mec­ muanın en güzel şiirinde: darbın adımlarından kaldınsa bir an geri. Bil ki bu bir hız alış, Bir emirdir; ile ri!

diyecek kadar millî kudrete iman gözü­ küyor. Biz bu güzel mecmuanın şerefin­ den Köprülüzade Fuat Beye de bir hisse ayırıyoruz. Çünkü bu Mecmuayı idare eden de Fuat Beyîh kıymetli talebelerinden Nihat Sami Beydir. Atsızın okuyucularına bu kardeş mecmuayı tavsiye ederiz. Dokuz ötkünç: Ankarada millî müze­ ler müdürü Hamit Zübeyir Bey bu atla bir kitap çıkardı. Bu vesile ile de birkaç

Sayı: 8

Hintteki çıplak bacaklı fakirlerin istirabmdan önce senin için hayatlarını karla­ ra gömen atsız kahramanlar için duyacak vc duyuracaksın. E y !. . . Bu toprağın erkek duyuşlu, erkek düşünceli ve erkek sözlü öz çocu­ ğu mert duygulu -bir insansan senin için ölen ve senin için yaşıyanlarm sevgisini hasretini, istirabını, fedakârlığını haykır... Üzenti firenk taklitleri şiirlere, uy­ durma sevgilere, yaveli Propagandalarla dolu manzumelere kapılm a!. . . aldanma iıianma!. . ve unutma ki; SaıVat ne Firenktedir,ne Acemde ne Çinde S an’at millet içindir, San’at halkın içinde. A tsız söz yazmaktan kendimizi alamadık. Dün­ yanın her larafmda olduğu gibi yurdumuzdda «ITalkçılaşmaak» diye birçok yıllardanberi ortaya atılmış bir söz vardır. Hakikaten her münevver idrak etmiştir ki kurtulma ve hatta yşaama yolu mut­ laka ve ancak halkçılaşmaktadır. Dil iş­ leri de dahil olmak üzre halktan ayrılığın asırlandanberi ne büyük zararlara sebep olduğunu bugün hepimiz biliyoruz. Fakat halka yaklaşmak onun bin konak sağındâd, bin konak solundan geçmekle değil, içine girmekle olur. Halkın kesesinden, bir dilim ekmeğinden arttırarak okuttuğu öyle insanlara tesadüf ediyorüz ki, velini­ metlerini küçük görüyor, onunla alay ediyorlar ve « arışk»yerine «komplike» K veya « otomobile »b inm yerine « almak» demekle münevverlik satıyorlar. Sivil Türk Hava ktilübünün, kendi adını T ürk aero kliip» şekline koyması da bu züppeliğin yeni bir tezahürüdür. Halbuki bizim için Arap, Acemle Firenk arasında hiç bir fark yoktur. Hepsi aynı derecede zararlı ve aynı derecede düşmandır, iste Zübeyir Bey, yaşamak ve büyük kuvvet­ lere karşı koyabilmek için halkla beraber olmanın ve muhtelif Türk unsurlarım bir birine yaklaştırmanın lüzumunu çok iyi anlıyarak müppet bir adım atmıştır. Bu kitaba, adına itiraz ederek yaygara kopafanlara, temiz türkçüliiğa tatareılık diyenlere verilecek cevap yoktur. Çünkü onların aslını ararsanız muhakkak ki da­ marlarındaki kanın asil Türk kam değil ecdadımızın kılıcına baş eğmiş kölelerden birinin kam olduğunu anlarsınız .


VATANDAŞ; Bütün ihtiyaçlarını s a ğ la m ve UCUZ bir surette temin edeceğin mağaza

Yerli Mallar Pazarıdır. H ereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer millî fabrikaların mamulatını bu müessesede bulacaksın. Kostümlük kumaşların envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kunduralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek kravatlar ve saire.

İstanbul,

BalıçekapıBirinci Vakıf Han.

B ir Türk

Beyoğlu, İstiklâl caddesi

uıüessisesini

k o ru m a k

ister m isiniz ?

NAUMANN

Dikiş - Nakış makinaiarı

NAUMANN

Yazı makinaiarı (Erika, İdeal)

NAUMANN

Bisikletleri ( G ermenin)

NAUMANN

Elektrikli Gramofonlar (Portatif)

Tercih ediniz Taksitle Satış Naumann Makinaiarı Satış Tiirk Limtet Şirketi Türkıyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.

Merkezi: Galata, Hezaren sokağı 19-21


Pul Meşheri İsta n b u l'd a çok zarif ve güzel, tetkiki

lâzım bir m ecm ua var.

nefaset en

son salıifeye kadar

ayni zam anda her pul m eraklısı için

Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan bütün eseri kaplam ıştır. Alündericatı itibarile

P u l M eşheri kadar pul m eraklılarının bütün arz u ların ı tatm in

edecek bir

eser yoktur, diyebiliz. Mecmuanın 10 uncu sayısı çıkm ıştır. Fiatı 25 k u ru ştu r,


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.