Fatih Sultan Mehmed fıaxayı
Nakışhanesi başustası Babil Nakkaş'm
Mecmua-ül-acaip adlı eserinden bordür.
Türk Kadınları Kültür Derneği Merkez Yayınlarından
Akademik Seminerler Nu: 6
Türkçülük ve Milliyetçilik
Prof. Dr. Şükrü ELÇİN
Milletierin fikir ve kültür hazineleri kitaplarla nesillere Intikal eder.
'YORK KADlNLARI
KWtUr Derneği Genel Merkezi
Türkçülük ve Milliyetçilik
Türkçülük ve Milliyetçilik Prof. Dr. Şükrü ELÇİN
Muhterem Başkan, Muhterem dinleyenler, Millet, müşterek tarih içinde dil, din, ahlak, terbiye, estetik yani sanat anlayışı ile aynı ülkü uğrunda birleş miş müstakil yaşama iradesine s8.hip topluluk olarak ta rif edilebilir. Türklerin bu sosyal müesseseleri yaratma ları ve yaşatmaları çok uzun ve şerefli bir tarihin karan lıklarına kadar çıkmaktadır. Bu müesseseler nüve halin de bütün Türk boylarında yaşama ihtiyacından doğmuş ve zamanla tarifini yaptığımız millet hayatında birer te mel fikir haline gelmişlerdir. Biz millet hayatındaki bu temel fikirleri, maziyi hale, hali istikbale bağlıyan dil va
sıtası ile öğrenebiliyoruz. Bundan ötürü milli şuurun bir leştiği ve kendisini yurtdaşlar üzerinde hissettirdiği içti mai bir birim olan milleti ve onun ülkülerini hayatın ay nası olan edebiyat ve fikir hayatımızda örneklerle göster mek istiyorum. Muhterem dinleyenler, çok kullanıldığı için her han gi bir tabir veya kelimenin manası açıktır, kanaati doğ ru bir hüküm değildir. Hayatımızda ruh ve beden gibi
7
birbirinden ayrılmaz "Ti.irkçülük", "Milliyetçilik" ve hat ta "Turancılık" kavramı da böyledir. Türklüğü ve Türki ye'yi parçalamak isteyen iç ve dış düşmanlar bu kavram ları zaman zaman bilerek tahrip ettikleri için fikir ha yatımızda bulanıklık, şüpheler, bazen korku ve vehimler birbirinin peşinden gelmiştir. Memleketimizde siyasetçile rio davranışiarına göre tarih, kültür ve medeniyetimize, hatta imanımıza fiyat biçen bazı karakter zaafı içindeki fikir adamlarının yazıları ve telkinleri de kargaşalığın bu güne kadar devam etmesine yol açmıştır. Aslında konu muzu teşkil eden Türkçülük ve Milliyetçilik sun'i Avru pa modeli sistemler olmaktan ziyade tabii, tarih içinde ge lişmiş birer hayat prensibidir.
İkisinin
birleşmesinden
milli vicdan doğmuştur. Orhun alıidelerinde bu milli vic dan şahlanır, halk, millet ve devlet idealini temsil eden hakanlarla şahsiyet kazanır. Hakanlar bu ideali temsil ettikleri müddetçe millet, şerefli, şanlı ve mesut yıllar yaşamış, bunu kaybettiği zaman zelil olmuştur. İşte Türk hayatının bu inişli ve yokuşlu safhaların da karşılaştığımiZ kavramların mana, ve ŞÜmulÜnÜ tayin edebilmek için bilineni tekrarlayıp kök kelimeye ve onun kavramına dönmek istiyorum. Türkçülük kelimesi Türk kökünden geçen asrın son larında yapılmış bir tabirdir. Aslında Türkler ll. asırda
Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilik adlı meşhur eserinin
başında ifadesini bulan onun yurdu "Turan"la birlikte tari he damgasını vurmuş iki kelimedir. Son bir asırdan beri dil alimleri de Türk dilini Ural Altay veya Turan dilleri gru bu içinde mütalea etmişlerdir. Bu tasnife göre Ural bö lümünde başlıca Fince ile Macarca, Altay kısmında ise Türkçe ile Moğolca yer almaktadır. Bu dil akrabalığı bi-
8
iindiği iizer(· zamanla siyaset ve kültür alanında da bü
yük rol oynamıştır.
Milıltlnn çok eski asırlara giden bir tarihe sahip ec dadımız, Türk adını ilk defa "Devlet" manasında Gök Türkler zamanında kullandılar. Onlann çok eski devirle re çıkan kültür ve medeniyet mirası hakkındaki bilgiler hususiyle Çin kaynaklan vasıtası ile tesadüfen ele geç
mektedir. Bu sebeple devirler arasında kopan bağlar yü zünden eski mirası bu gün sıhhatle değerlendirme imka nından mahrum bulunuyoruz. Bununla beraber,
Çin ve
sikalarının, Türklerin ortaya koyduğu maddi ve manevi medeniyet unsurları hakkındaki şehadetleri milletimizin uzun ve köklü bir tarihe dayandığ-ını göstermektedir. Bu kök, bu temel bizi yirminci asra kadar
getirdiği gibi
ebede kadar da götürecektir. Muhterem dinleyenler, Milletierin kültür ve medeniyetleri
söz ve yazı ile
yeni nesillere intikal eder. Bu intikalde yazı ve dolayısı ile alfabe mühim rol oynar. Milletler alfabelerini ya ka bul ederler veya bizzat icad ederler. Türkler kendi han çerelerinden çıkan bütün sesleri ifadeye elverişli Orhun alfabesini icad etmişlerdir. Bu icat hiç şüphesiz medeni seviyemiz için bir meşale olmuştur. Türk damgaları
ör-
. nek alınarak icad edilen bu alfabe ile yazılı şimdilik en eski eseriere altıncı asır Kırgızlarından kalma mezar taş larında rastlamaktayız.
Bu alfabe ile ele geçen büyük
eserler ise sekizinci asırda devlet kuran Gök Türkler'e aittir. Küçük taşlar istisna edilirse dikilmiş olan üç ki tabe medeniyet ve siyaset tarihimiz bakımından büyük değer taşımaktadır. Ritabelerden birincisi Gök Türkler'in
9
dört hfıkanına vezirlik yapmış olan Bilge Tonyukuk tara fından yazdırılınış ve bu vezirin ölümünden önce miladi
720 tarihinde bizzat Tonyukuk tarafından diktirilmiştir. Tonyukuk bu kitabede devrinin Türk tarihini kendi hatı raları şeklinde, yurdunu ve devletini seven bir kükfımet adamı görüşü ile hikaye etmiştir. Tonyukuk'ta millet sev gisi bir ideal olarak teşhis ve intak halinde ortaya çık mıştır. Bu birinci kitabeden sonra büyük cheınıniyet ta şıyan iki abide "Yuluğ Tigin" adlı bir prens tarafından yazılmıştır. Abideler, Çiniilere karşı İstiklal savaşı yapa rak Gök Türk devletini yeniden kuran Kutluk Hakan'ın çocukları kahraman Kül Tigin ile Bilge Kagan adiarına dikilmiştir. Kül Tigin abidesi 732, Bilge Kagan'ın ki ise
735 tarihini taşımaktadır. Muhterem dinleyenler, kısaca bilgi verdiğimiz Orhun abideleri Türk milli hayatının bir bakıma muhasebesini yapan vesikalardır. Gök Türk devletinin Bumin Kagan tarafından
kurulduğu
tarihten
yarım
asır
sonra Türk
beylerinin ana yurttan, temel müesseselerden ve ülküler den uzaklaşarak Çin'in hilekar siyasetine aldanıp nasıl dejenere olduklarını hikaye eder. Eskisi gibi bilgili ol mayan ve ideallerinden kopmuş hükümdar ailesinin elin de Türk bütünlüğünün nasıl zevale yüz tuttuğu bu eser lerde acı acı anlatılıyor.
Parçalanan Türk devleti Çin
hakimiyetine girmiş, Türk beyleri modaya uyarak Çince isimler almışlar, Türk oğulları köle, kızları cariye olmuş tur. Esir edilerek Çin'e götürülen Türk halkı Çin fütfı hatı için malzeme olarak orduda kullamlmış ve bu sa vaşlarda ölmüşlerdir.
1977 yılında gençlerimizin ibretle
hatırlamaları icap eden bu tarihi hadiseye ve düşmana el li yıl sonra İlteriş Kagan, etrafına topladığı 17 kahra maula karşı çıktı. İlk istiklal savaşımız böylece bir der-
10
lenıne, silkinme ve toplanma devrine
girdikten
sonra
Kül Tigin'in yardımı ile Bilge Kagan başa geçti. Dört tara fa akınlar yaptı. Yurdunu genişletti. Muhterem
dinleyenler, diline,
kültüriine, adet ve
ananeleri ile tarihine bağlı kahraman
"Devletebedmüd
det" düsturu ve Türklük şuur ve gururu içinde şöyle ko nuşur. "Ey Türk Oğuz Begleri, milleti işidin Yukarıda ma vi gök çökmedikçe aşağıda yağız yer delinmedikçe se nin ilini ve töreni kim bozabilir? Türk Milleti titre ve ·
kendine dön." Muhterem dinleyenler,
bu hitapta Türk milletinin
dünya durdukça var olacağına ve yaşayacağına dair inanç barikulade bir kudretle ifade edilmiştir. Bu inanç, mil lete itimat ve sevginin meşalesi olmak itibariyle bu gün anladığımız Türkçülüğün temel taşı sayılabilir. İkinci cüm ledeki hitap ise dün olduğu kadar bu gün için de geçerli dir. Oğuz destanunızda çerçevelenmiş ve daha sekizinci asırdan itibaren gerçekleştirilmeğe başlanmış cihan haki miyeti fikrinin mimarları bakanlar, Çinlilerin oyunlarını, hilelerini, Türkler'e reva gördükleri zulümleri yaşamışlar, cemiyette türemiş köksüzleri, vicdansızları, bedbahtları ve satılmışları doğru yola getirmek için büyük bir müca dele vermişlerdir. İşte "Türk milleti titre ve kendine dön" hitabı sarsılmış milli şuuru arama ihtiyacından doğmuş bir ihtardır. On iki asır önce Türk hakanlarının söylediği bu sözlerden biraz önce ifade ettiğimiz gibi bu gün de alı nacak dersler vardır. Muhterem dinleyenler, Sekizinci asırda devlet, hukuk ve siyaset dilinin şa heseri abidelerle anlatılan bakanlar, dikkat edilecek olur-
11
sa konumuz olan "Türkçülük" ün adını koymadan "Türk çülük" yapmışlardır. Yinninci asırda "Türkçülük"ü "Türk milletini yükseltmek" şeklinde tarif eden Ziya Gökalp'le Türk hakanları 1200 yıllık mesafeden aynı noktada bir leşmişlerdir. Milletimizin kendi benliğini aramasını, bul masını maddi ve manevi istiklal için temel şart sayan ha kanların fikri, Ziya Gökalp'te sistemini bulmuş, son is tildal savaşı.mızda tarihi ve ebedi düşmanlarımızdan bi ri olan Yunanlıları Atatürk'ün denize dökmesi ile aksiyon haline gelmiştir. Muhterem dinleyenler, Gök Türkler zamanında aktif bir siyaset ve cihan hakimiyeti prensibi düşüncesinde yaşayan ecdadı.mız, Uy gurlar devrinde yeni kültür ve medeniyetlerle karşılaştı. Çin ve Hind kültür ve medeniyetlerinden aldı. Budizm, Manihaizm ve Hıristiyanlık
bazı unsurlar gibi dinlerle
karşı karşıya geldi. Bu yabancı kültür ve medeniyet alış verişi, müsbet tarafları dışında milletimizin ruhunda men fi tesirler yaptı. Yabancı asıldan gelen Uygur alfabesi, yaratıcısı olduğumuz milli, kendimize has Orhun alfabe sinin yerine geçti. Türk hayatında, bu ikinci alfabe, ister istemez nesiller arasındaki halkalardan birinin kopmasına yol açtı. Yeni yetişenler baba yadigan eserleri okuya maz hale geldiler. Nihayet bilindiği üzere dokuzuncu as rın ortalarından itibaren islamiyetle karşı karşıya geldik. Tarihin derinliklerinden gelen yeni aktif bir devir başla dı. Eski Türk inançlarının temeli olan Şamanizm, Budizm ve Manihaizm gibi müesseselerin tesir sahasından İslam din, kültür, medeniyet ve sanat müesseselerine geçiş mil letimizin hayatında büyük bir dönüm noktası oldu. Arap-
12
larla, İranlılarla ve diğer kavimlerle birlikte İslam mede niyetinin temelini atmış olduk.
(912- 1212)
yılları ara
sında Karahanlılar devrinde Kaşgarlı Mahmud'un Diva nü Lügat-it Türk'ü, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilik'i ve nihayet Edib Ahmed'in Atabetü'l Hakayık'ı yazıldı. İslami Türk ruhuna uygun bu temel fikri eserlerin yanı başında Orhun devrinden gelen ruhun ve idealin devamı Selçuklu devleti kuruldu.
Bu imparatorluk, doğu Türk
illerinden Marmara ve Akdeniz kıyılarına, Kafkas dağ larından Hind denizlerine
uzanan
muazzam bir isiarnİ
Türk imparatorluğu olmuştur. Bu imparatorluğun kuru luşu ile islam dünyasının hakim milleti olmak iktidarı da Türkler'in eline geçmiştir. Bilindiği üzere devlete adı nı veren Selçuk'tan itibaren TUğrul Beğ, Alp Aslan ve Melikşah gibi büyük
hükümdarlar bu Türk devletinin
kurulması ve yayılması yolunda gayret sarf etmişlerdir. Malazgirt'de
Bizans imparatoru Romen Diyojen'i mağ
lup ve esir eden Alp Arslan Türk tarihinin ebedi kahra manlarından biridir. Muhterem dinleyenler. Gök Türkler'den itibaren verdiği bu tarihi ve siyasi temel hakkındaki malum bilgilerden hareketle ecdadımı zın müstakil yaşama irade ve ülküsü yanında kültür ve medeniyet yolunda, kendini arama ve aşma konusunda, yani manevi cihazıanınada gösterdikleri faaliyeti örnek lerle gösterebiliriz. Onbirinci asırda Araplara Türkçeyi öğretmek mak sadı ile yazdığı Divanü Lügat-it Türk adlı eserinde Kaş garlı Mahmud atalarının şuuru
içindedir. Şöyle diyor:
"Gördüm ki yüce Tanrı devlet güneşini Türklerin bur-
13
cundan doğdurmuş,
onlara Türk
bakanlığı onlara kendisi
vermiş,
adını kendi zamanımızın
takmış, padişah
lannı hep onlardan teşkil etmiş, cihan halkının dizgin lerini onların ellerine bırakmış, insanların saadeti için onları sebep yaratmış, doğrulukta onlara her zaman yar dımcı olmuş, onlara intisap edenleri, hizmette bulunan ları, aziz kılmış, onlara bir şey dinletmek, gönüllerini el de etmek için kendi dilleri ile konuşmaktan daha
gü
zel vasıta yok, her kim onların diline sığınırsa onu ken dilerinden sayıyorlar, bunun içindir ki Türk olmayanlar da Türk diline sığınmakta, bu vesile ile zarar ve ziyan dan kurtulmaktadırlar." Muhterem dinleyenler, Divanü Lügat-it Türk'ten ver.diğim örnekten de an laşılacağı üzere insanın kendi milletine
karşı
duyduğu
sevgi, bağlılık onun saadetini araması, ona intisap ede cekterin elde edecekleri ğınmaları gibi düşünceler,
menfaatler ve Türkçemize sı daha önce söylediğim
gibi
Türkçülük kavramının temel taşlarıdır. Türk milletinin
siyasi İstikiali
yanında kültür is
tiklalinin temeli olan dile, ana dilimize
KB.şgarlı
Mah
mud'un gösterdiği saygı ve sevgi, bugün çarpık idealo jilere alet olan bir takım bedbahtların yolunu aydınlata cak bir ışıktır. Gök Türk hakanlarının "kendine dön" ihtan Kaşgarlı Mahmud'un kalbini ve kafasını aydınlatmış ve o bu şuur la, dil vasıtası ile kültür hazinemizi
halktan toplamış,
bizi biz yapan cevherleri zamanımıza kadar ulaştırrruş tır. Kaşgarlı'nın eserinde Türklük ve millet kavramları
14
birbirinin içinde beden ve ruh gibi bir bütün teşkil et- miştir. Bu sebeple dil vılsıtası ile Türkçülüğün bayrakdar lığını yapmış bir şahsiyet olarak anılmağa değer. On birinci asırda milleti ve milliyeti yapan unsurla rın başında gelen dile karşı beslenen bu şuur, on ikinci asırda da yaşamıştır. Afganistan'la Kuzey Hindistan'da Gaznelilerin yerine devlet kuran Gorlular zamanında ye tişen Fahreddin Mübarekşah adlı bir fikir adamı Türk büyüklerinin soyunu sopunu, şeceresini anlatmak mak sadı ile kaleme aldığı Şecere'i Ensab'ında şunları söylü yor. "Cihan halkının hepsi kendi chil ve aşireti arasında ve kendi şehrinde iken aziz
ve muhterem olur. Yalnız
Türklerin vaziyeti bunun aksidir. Onlar kendi yurtlann da sade insanlardır, diğer Türklerden farklı değillerdir. Lakin yurtlarından ayrılıp müslüman memleketlerine gel dikleri zaman kadir ve kıymetleri artar, emir ve sipeh-, salar olurlar." Türklerin islam memleketleri üzerindeki hakimiyet ve şahsiyetlerinin oynadığı rolü bize gösteren Fahreddin Mübarekşah, Türklerin akıllı,
kamil, fikrinin doğruluğu
ve bilgisinin çokluğu ile tanınmış piı.dişahı Afrasiyab'dan yani Alp Ertunga'dan bir mesel, bir söz, hikmet nakl eder. "Türk sadef içinde deryada bulunan inci gibidir. Ken di yurdunda bulunduğu zaman kadir ve kıymeti yoktur. Lakin oradan çıkınca
denizden ve sadeften çıkmış inci
gibi kıymetlenir, hükümdar taçlarının ve gelinierin süsü olur." Fahreddin Mübarekşah,
Türk milletinden ve onun
şahsiyetli insanlarından gururla bahs ederken Kiı.şgarh
15
Mahmud gibi bir dil şuuruna da sahiptir. Şöyle diyor: "Türklerin başka insanlara tercih edilmelerinin bir kaç sebebi vardır. Bunlardan birisi şudur. Arapça'dan sonra Türkçeden daha iyi ve heybetli bir dil yoktur. Bu gün Türkçeye rağbet eski
zamanlardan fazladır. Çünkü emirlerin ve sipehsalarların çoğu Türk'tür. Devlet on
larındır. İnsanların muhtaç olduğu nimet ve servet onla rın elindedir." Fahreddin Mübarekşah, Türk devlet kudretinin dili muhafazada oynadığı role de temas etmekte ve Türkçe' ye Arapça'dan sonra yer vermektedir. Bu görüş İslam aleminde Arapça'nın Kur'an dili sayılmasından ve ona saygıdan gelen bir ifadenin neticesidir. Bilindiği üzere on ikinci asırda Acem dili de edebiyat
ve ilim dili olarak
gelişmişti. Fahreddin'in, diğer dillerden Türkçe'yi üstün görmesi, hem dilin zenginliğine, hem de onun ne derece de milliyetperver bir ruh taşıdığını göstermesi bakımın dan manalıdır. Muhterem dinleyenler. Tarihi sıraya riayet ederek Türklük şuurunun ya şayışını göstermesi bakımından Mukaddimetü'l Edeb adlı eserden söz etmek istiyorum. (1075- 1144) yılları arasın
da yaşıyan Zemahşeri kendi milletinin kadınlarını şöyle
medh ediyor. "Dar gözlü Türk güzelleri bizi bizden almış tır. Aklımız, fikrimiz onlardadır. Hayallerimiz, düşünce lerimiz onlarla doludur.
Onlar baktıkları zaman yalnız
gözlerinin siyahı görülür. Gülecek olurlarsa bu siyahlar da örtülür, görünmez olur. Türk kızlarının ve kadınının yüzleri, Tanrı onları kem gözden saklasın, ayın on dör dü gibidir. Uğurlarında keseler
16
harcanacak ve altınlar
verilecek yüzlerdir. Türk güzellerinin kendinden geçirecek güzellikler başka güzellere bakmayın,
yüzlerinde insanı
vardır. Bundan ötürü
gözlerinizi Türk güzellerine
çevirin, öyle ki onlara baktıkça Tanrının kudretine
ve
kuvvetine hayran kalırsınız." Zemahseri'nin
kendi milletinin insanına
karşı
gös
terdiği hayranlık edebi eserlerin bir çoklannda karşımıza çıkıyor. Kırgız Türklerinin
meşhur Manas
destanında
Türklerin başka kavimlerden daha üstün olduğuna dair bir çok mısralar vardır. Bilindiği üzere Ortaçağ müddetince Türklük'le İsla· miyet adeta birleşmiş gibidir. Ziya Gökalp'te sonradan ifa desini bulan "Türk milletindenim, islam ümmetindenim" parolası kaynağını bu devreden almaktadır. Ecdadımız, islamlığı kabul ettikten sonra kılıç kuv veti ile açtıkları ülkelerde camileri, medreseleri, tekkele ri kurmuşlardır. Bu müesseseler din yanında
tasavvuf
felsefesinden doğmuş tarikatlarla ruh ve fikir zeminimi zi zenginleştirmişlerdir.
Türkistan'ın Yesi kasabasında
doğmuş olan Ahmed Yesevi ve onun Anadolu'daki de vamı ve temsilcisi Yunus Emre gibi
derviş şairler alp
erenlerin Türkçülüğünü dil ve ruh bütünlüğü içinde devam ettirmişlerdir. Onların milletimizi ve milliyetçiliğimizi ta bii bir yoldan tarih şuuru içinde devam ettirdikleri devir lerde Çin esaretine düşüşe
benzer bir şekilde Selçuklu
sarayında Acem diline ve kültürüne marazi bir hayran lık baş gösterdi. Türk derviş - şairlerinden Mevlana'nın eserlerini Farsça yazması veya söylemesi bu tesirin ti pik delilidir. Bilindiği üzere saray
çevresinde ve fikir
muhitindeki kendinden uzaklaşmaya yine Konya çevre-
17
sinden milli bir uyanış, isyan baş gösterdi. Karamanoğlu Mehmed Beğ Acem dili tahakkümüne karşı Türkçe'nin yazı ve devlet dili olmasını emretti. Onun kendi tarihinin akışından gelen diline karşı gösterdiği bu saygı ve bağ lılık hiç şüphesiz bir Türkçülük hareketidir. Türkçülük ve Türkçecilik hareketi diğer Türk boy larında da canlı olarak yaşamıştır. On beşinci asırda Ça ğatay sahasında buna örnek
olarak Ali Şir Nevai'nin
eserlerinde göze çarpan şuur gösterilebilir. Ali Şir Nevai, yabancı dillerin dilimiz ve kültürümuz üzerindeki tahri batını çok iyi kavramış ve bunu akla uygun delillerle bil gi yolundan göstermiştir. Onun Muhakematü'l Lfıgateyn adlı eseri Türkçe ile Farsçanın mukayesesini yapar. Türk çe'nin ve Türklüğün Acem dilinden ve Acem'den üstün olduğunu gösteren. Ali Şir şunları yazıyor. "Türkler Sart lardan yani İranlılardan daha keskin zekalı, daha üstün anlayışlı insanlardır. Söz ve ibare yani cümle kurmada Türk Sart'dan üstündür. Türkler, hususiyle yabancı dil öğrenmekte Farslardan daha büyük kabiliyet göstermek tedirler. Türkçede incelikler, .derinlikler çoktur. Bu güne kadar hiç kimse bunları gün ışığına çıkarmamıştır. Ben ana dilim üzerinde düşünmeye koyuldum. Türkçenin de rinliklerine dalınca gözlerime 18 bin alemden daha yük
sek bir alem göründü. Bu alemin süsler içerisinde engin leşen göğü dokuz gökten daha üstündü. Bu alemin bah çelerine daldım. Güçlükleri
yendim. Bu alemin aydınlık
alanlarında ilhamımın şahlanan atını koşturdum." Muhterem dinleyenler, Ali Şir Nevai'nin eserinde beş asır önce görülen Türk çü ve milliyetçi düşünce, altıbuçuk milyon kilometre kare
18
üzerinde Asya, Avrupa ve Afrika'da
Cihan hakimiyeti
fikrini yürüten Osmanlı Türklerinin edebi ve fikri eser lerinde de yaşadı. Milletimiz Türk ve İslam düşüncesinde yaşarken Os ınanlılar 18. asırda 1789 Fransız İhtilali'nin fikirleri ile karşı karşıya geldi. Bu ihtilalin getirdiği prensipler, sa nayi hareketleri ve müstemlekecilik
yanında, sonradan
Balkan yarımadasında hıristiyan teb'arnız arasında rağ bet bulunca, imparatorluğumuzun sosyal ve iktisadi se beplerle de za'fa uğradığı malumunuzdur. Aslında impa ratorluğumuzun,
medresenin ilmi zihniyetten
uzaklaş
ınağa başladığı noktadan devam eden çöküntü, bizi Tan zimat devrine getirdi. Bu devrede
topraklarımızın
teb'arnızın mevcudunu muhafaza siyaseti başlıca
ve
kaygı
oldu. Narnık Kemal bu devrede vatan, millet ve hürriyet fikirlerinin geniş halk kitlelerine duyurulmasında en bü yük rolü oynadı. Bir manada, şuur altında devam eden ve düşmanlanınızla hıristiyan teb'amızın sarıldıkları kıy ınet
hükümlerinin
geçerli
olanlarını
milletirnize
aşıladı.
Halk fikrine değer verdi. "Usanmaz kendini
insan
bilenler halka hizmetten"
der. Millet yolundaki prensiplerini şöyle dile getirir: ''Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin" "Dönersem kahbeyirn millet yolunda bir azimetten" Namık Kemal, vatan, millet, istibdatla mücadele fikirlerini işlerken birlik ve beraberliğimizi bir hedefe gö türmek ister. Bütün şiirlerinde halka, millete olan güve nini terennüm eder, onu milli hedeflerde
birleştirrneğe
gayret eder. Vatan yahut Silistre piyesi bunun canlı bir ifadesidir.
HI
Türkiye'de Tanzimat devrinde mevcut hudutları mu hafaza gayret ve siyasetinden doğmuş olan Osmanlıcılık zamanında "gavurdan dost. domuzdan post olmaz" ata lar sözünün prensipleri milletin vicdanında canlı yaşıyordu.
Osmanlıcılık cereyanı,
olarak
Avrupa devletleriyle
Balkanlardaki hıristiyan teb'amızın müşterek saldırm.a.la rı sonunda iflas etti. Bazı mütefekkir ve şairlerle devlet adamları hiç olmazsa aynı dinden olan Muhammed Üm meti kardeşlerimizle siyasi birliğimizi muhafaza düşün cesiyle
"İslamcılık"
fikrinde
yayınlara
başladılar.
Son
defa Çanakkale harbinde acı bir gerçekle karşılaştık. Ba zı islam devletleri veya askerleri düşmanıarımızla birlik te bize saldırdı.
İslamcılık
davasının
ateşli ve samimi
temsilcisi Mehmed Akif Ersoy "İmanda birlik" adlı şiirin de bu düşünceyi ve düşman karşısında milli vicdanı bir hedefe götürmeye çalıştı. Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz. Düşer mi tek taşı sandın harim-i namO.sun, Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun. Şu karşımızdaki malışer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa; Bu altımızdaki yerden bütün yanar dağlar, Taşıp ta kaplasa afakı bir kızıl sarsar, Değil mi sinemizin cephesinde iman bir, Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir, Değil mi sinede birdir vuran yürek; yılmaz, Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.
20
Muhterem dinleyenler, Mehmed Akif'te Türk ve islam rfıhu ile birleşen fi kir devam ederken gerçekler bizi Türkçülük adı verilen teoriye götürdü. Sonradan Türkçülük adı verilen bu si yaset ve kültür hareketinden bahsetmezdim önce Avru pa'daki iki cereyandan
söz etmekte fayda vardır.
asırdan itibaren orada Türköri ve Türkoloji
18.
cereyanı
başladı. Birincisi bir moda idi. Zenginler salonlarını Türk halıları, çinileri, yazıları ve kilimieri ile süslemeğe itina gösterdiler. İkinci cereyanın sahipleri Türklerin mazisi ni tarihini araştırınağa başladılar. Leon Cahun'ün "Hun ların, Türklerin ve Moğolların tarihi" bunun en tipik ör neklerinden biridir. Avrupa'daki bu cereyan Türkiye'de de ilgi uyandırdı. Ahmed Vefik ve Süleyman Paşaların çalışmalarından, eserlerinden ve telkinlerinden yeni nesil lere aktarılan fikirler, 1911 - 1912 Balkan mağlubiyetin den sonra Türk Ocağı'nın ve lttihad ve Terakki Cemiye ti'nin prensipleriyle birleşerek kazandı.
siyasi bir
Zaruretler ve gerçekler
dünyada
başka dostumuzun ve yardııncımızın
fikir hüviyeti kendimizden
olmadığını acı da
olsa ortaya koydu. Türk fikir aqamları ve şairleri bu ül küyü halka aşılamağa gayret gösterdiler. Bu yolda ça lışanlar arasında Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi Tanrı över, Mehmed Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin ve za manımızda Nihai Atsız belli başlı şahsiyetlerdir. Türk milletini yükseltmek, onun kültür ve medeniye tini öğrenmek, araştırmak, maddi ve manevi sahada kal kınma, esaret altına düşmüş Türklerin kurtuluşunu temin etmek fikri, Ziya Gökalp'te Türkiyecilik,
Oğuzculuk ve
Turancılık şeklinde bir sisteme ulaştı. Gökalp, İmparator luğumuzun maddeten ve manen bir çöküntü geçirdiği de-
21
virde milli ülküyü aşılamak için tarihin derinliklerine in di ve o şuurla hayalinde yaşayan büyük Türkiye'yi şöy le dile getirdi. Nabızlarunda vuran duygular ki, t3.rihin Birer derin sesidir, ben sahilelerde değil, Güzide, şanlı, necip ırkınun uzak ve yakın Bütün zaferlerini kalbimin tanininde, Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil. Sahilelerde değil, çünki Attila, Cengiz, Zaferle ırkımı tetviç eden bu nasiyeler,
o tozlu çerçevelerde, o iftira - amiz
Muhit içinde görünmekte kirli, şennende; Fakat şerefle nü:ın-lyan Sezar ve İskender! Nabızlarımda evet, çünki ilm için müphem Kalan Oğuz Han'ı kalbirn tanır tamamiyle, Damarlarımda yaşar şan ve ihtişamiyle, Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem: Vatan ne Türkiye'dir Ti.irkler'e, ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan. Muhterem dinleyenler, Gökalp'in idealinde yaşayan üç siyasi merhaleden bi ri Türkiyecilik, İstiklal Savaşı sonunda Türkiye Cumhu riyeti'nin realist siyaseti olmuştur. Bu merhale, Güney Türkçesi konuşan soydaşlarımızda ve diğer Türk boyla rında zaman içinde aşılacak
hedeflerdir. Bu gün, bütün
Türk aleminde Rus, Çin, Bulgar,
Yunan esaretine rağ
men tarihin getirdiği Türklük ve Milliyetçilik şufıru can
lı olarak devam etmektedir. Kıbns davasında milletimizin gösterdiği şahlanış, Azerbeycan'da, lran'da,
22
Şehriyar'ın
Haydar Baba adlı şiirinin yazılması, Kırımlı Mustafa Ce miloğlu'nun ruhlarımızda uyandırdığı ürperti, Türkçiilük ve Milliyetçilik fikirlerinin bir cevher olarak siyasi, Içti ınal ve dini şartlara göre özünü kaybetmeden hayatımız da yaşadığını göstermektedir. Tarihimizde yazılı kaynakların elimize geçtiği gün den itibaren Alp Erenler'in rüyasını, i'la-i kemetüllah fikrini, kızılalmaları, Türk dünyasının maddi ve manevi saadet yollarını bize telkin eden ana fikir ve ülkü, Türk çülük ve 1vlilliyetçilik fikridir. Bu fikir tarihimizin bize çizdiği bir kader, bir dava ve bir iradedir. Bundan ötürü yaşama mücadelesinde yabancı ideolojiler peşipde koş mak milletimize, tarihimize ve istikbalimize karşı büyUk bir ihanettir. Netice olarak şunu ı:ıöyleyebiliriz. 8. asırdan zamanı mıza kadarki bazı dil ve fikir eserlerinde gösterrneğe ça lıştığımız Türkçülük ve Milliyetçilik fikri, bizim için tarihi, siyasi, içtimai zaruretlerle meydana gelmiş tabii bir mües sesedir. Son bir asırdan beri bazı fikir adamlarımızın biz de görülen bu müessese, düşünce ve hareketleri Avrupa' da gelişmiş edebi, felsefi ve siyasi mesleklere bağlayıp onların şapkaları altına sokma teşebbüsleri, Uygur ve Selçuklu devirlerinde olduğu gibi üçüncü bir kültür em peryalizmine boyun eğerek şahsiyetimizi kaybetmeğe gö türmüştür. Memleketimizde bu günkü içtimai, ahlaki, ve sıyası buhranı bu kopyacılıkla aşağılık duygusunda aramak icap eder. Kanaatimce bizi bu kopyacılık ve aşağılık duygu sundan kurtarıp istikbale güçlü götürecek tek fikir, Türk çülük ve Milliyetçilik ülküsüdür. 2
..•
,_)
TÜRK KADlNLARI KÜLTtm DERNEOİ GENEL MERKEZl YAYlNLARI
KİTAPLAR KONFERANSLAR: ı
-
1-filletimizi Ocak 1917
2
--
-
4
-
-
8
hükümleri;
26
Saadet Kaçar Evren. -
Prof. Tah
Hin Banguoğlu. Sosyal değişmelerimizin hastalıklan: 22 Şubat 1977
-
-
Prof. Dr. Aydın Yalçın.
Aile ve Basın: 1 Mart 1967
-
-
Nezihe Araz.
Sosyal meselelerimizin içinde "Aşırı Cereyanlarm Yeri" 27 Mart 1967
7
kıyınet
Günümüzün fikir akımı: 15 Şubat 1967
-
6
tutan
Dr. Müjgan Cumhur.
Sosyal meselelerimiz içinde aşırı c ereyanların yeri:
2 Şubat 1967
3
5
ayakta -
Bir
-
Saadet Kaçar Evren.
Dil Konferansı: 15 Nisan 1967
-
Nihad Sfuni
Banarlı. -
Doğu'da, Batı'da, t�Iam'da kadın: 26 Nisan 1967
-
Prof. Dr. Necmeddin Erbakan.
25
9 - Sosyalizm ve Demokrasi: 27 Ekim 1967
-
Doç. Dr.
Nevzat Yalçıntaş.
Komünizm ve Maarifimize düşen vazifeler: ::ıım 1967 - Samiha Ayverdi.
10
4
Ka
ll - İlim ve Ahlak: 15 Kasım 1967 - Assoc. Prof. Kor
kut
Özal.
12 - Sosyal meselelerimizin içinde aşm cereyanların yeri: 10 Aralık 1967 Saadet Kaçar Evren. -
13 - Eğitim ve Kültür politikamızda kitap ve kütüpha nenin yeri: 25 Aralık 1967 İsmet Binark. -
14
-
Dünya ve bilhassa Türkiye'deki Gençlik Problem leri: 8 Mayıs 1968 Prof. Eva Buck. -
15 - Gençlik meseleleri ve mesulleri: ll Ocak 1969
-
S8.ntiha Ayverdi.
16 - Demokratik Düzen Anarşik Usullerle Nasıl Tahrip Edilir, Tarihten İbret Alınacak Misaller: 8 Şubat 1969 Fahri Tanınan. -
17 - Osmanlı İ mparatorluğu Hakkında Bazı Düşünce
ler: 1?- 19 Aralık 1972
18
-
-
Prof. Nejat Göyünç.
Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Sovyet Yorumu: 26 Aralık 1972 Prof. Dr. Fahir Armaoğlu. -
19 - Türkiye'de Milli Eğ'itim: Açık 1973.
Oturum. 8 Ocak
20 - Kırk Ambar: Ord. Prof. Dr. Süheyl Ün ver. 1972. 21 - Milli Kültür Politikamız Üzerine. Mehmet Önder. 1975.
26
22
-
23
-
24
-
Türkiye'nin Sosyal Yapısına Göre Eğitimde Ve rimlilik. Prof. Nihat Nirun. 1975. Meritokrasi + Yığınların Yaşar Karayalçın. 1976.
Aldatılması. Prof. Dr.
Türkçülük ve Milliyetçilik - Prof. Dr. Şükrü Elçin 1978.
EDEBİYAT - SANAT: 25
-
Alexus'un Sancılan, Nureddin Sevin. 1968.
26
-
Nilüfer, Nureddin Sevin. 1969.
27
-
Çocuklarımıza Şiirler, Prof. Dr. Şükrü Elçin. 1974.
UÜLTE.NLER: 28
-
Çeşitli mevzularda 20
bülten.
İSTEME ADRES İ:
Türk Kadınları Kültür Derneği Genel Merkezi Fevzi Çakmak Sokağı, 17 Kızılay - ANKARA
27