Şehit Nejdet Koçak Albümü

Page 1



o

"ŞEHIT"

NEjDET KOÇAK ALBUMU ••

"Bir

••

Ülkücünün Hayatı"


•.


TEŞEKKÜRLER Albümün hazırlanmasında bilgi, belge ve fotoğraflardan oluşan arşivini hizmetim ize tahsis eden Sayın Ayten Erdem KOÇAK'a ve değerli maddi katkıları dolayısıyla Sayın Erşat HÜRMÜZLÜ'ye teşekkür ederiz.


TÜRK OCAKLARı GENEL MERKEZi Türk Yurdu Yayınlan: 55

ISBN- 975

- 784 1 - 41 - 2

TÜRK OCAKLARı GENEL MERKEZi Türk Ocağı Cad. Osman Turan Sok. Nu: 1, Balgat - Ankara Tel: O (3 1 2) 284 35 90- 94 Baskıya Hazırlık: AKARE Ltd. Şti. Tel: O (3 1 2) 440 43 48 Ankara- Nisan- 1999


İÇİNDEKİLER _ı-

2-

Doç. Dr. Nejdet Koçak KerkükKatliamı.... ............................ ............ .............. ...........................................07

Ayten Erdem Koçak Nejdet'in Ruhuna Sesleniş............... ............ ........................................................... I ı

3-

Nezahat Koçak Abiası Nejdet'in Çocukluğunu Anlatıyor............................................................... I 5

4-

Nuri Gürgür Eleme A.şina Nesil.......................................... ..... ................................................... I 9

5-

Prof. Dr. İhsan Doğramacı NejdetKoçak (Bir Idealist Hemşehrimizin Öyküsü).. ... ... ...................... ... ...... ......25

6-

Ömer Öztürkmen NejdetKoçak'ın Aziz Hatırasına. . . . .. . ...... ..... . . . ...................................... ...... . . . . . . . . . . . 27

7-

İzzettin Kerkük Şehit NejdetKoçak'ı Anarken..... . . . . . ......................................................................3 ı

8-

Yavuz Bülent Bakiler Kerkük'lü NejdetKoçak......................................................................................... 37

9-

Yücel Hacaloğlu

o Hala Dipdiri........ ............................. ................... ............... ...... . . . . . . . ........... . . . . . . . . .43 ıo -

Habib Hürmüzlü Gönüllerde TahtKuran Adam NejdetKoçak.. .... ................................................... 45

ıı -

İsmet Hürmüzlü Nejdet İçin...... .................. .......................... . . . .. . ...... . . . . . . ............ . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 47

12 -

Abdurrahman Kızday R ahat Uyu Sevgili Nejdet................. . . . . . . . . . . ............... . . . . . . . . . . ..................................53

13 -

Sadi Somuncuoğlu ı9 Yıl SonraNejdetKoçak...... ............................ ......................... ............... ..........55

14-

Hüsnü Poyraz Türkmen Delikanlısı.......................................... ....................................................59

15 -

Acar Okan NejdetKoçak'ınArdından........ . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . ............ . . . . . . . ......... ........................63

ı6-

Necdet Özkaya NejdetKoçak'ı Anarken.........................................................................................67

ı 7-

Nevzat Kösoğlu Nejdet.. . ..................... . . . . . . . .......... .................... . . . . . .. . . . . . . . . . . . ....... . . . . . ......... . . . . . . . . . . . . .....71

18-

Ayvaz Gökdemir Bağdat'taki Şehit................ . . . . . . . . .. . . . . . . . . .................. ................................................73


Yalçm Avcı

ı 9-

İyi Bir Aile Dostu...................................................................................................79

Salah Nevres

20-

Dirim Tomurcuğu...................................................................................................81 2ı

- Erşat Hürmüzlü

Mavi Urbalılar........................................................................................................83

N amık Kemal Zeybek

22-

Şehitlik Nurunu Yüzünde Taşıyordu......................................................................87

Prof. Dr. Ümit Akkoyunlu

23-

NejdetKoçak'ın Hatırasına....................................................................................89 24

Prof. Dr. Enver Hasanoğlu

-

NejdetKoçak..........................................................................................................91 25

- Kemal Beyatlı

Nejdet Koçak İçin..................................................................................................93

26

-

Prof. Dr. Celal Er Sevgili Ağabeyim, Aziz Şehit Nejdet Koçak! .......................................................95

27-

Prof. Dr. Orhan Arslan

NejdetKoçak Ağabeyim........................................................................................97 28

- Dr. Cezmi Bayram Nejdet Koçak Ağabeyim........................................................................................99

29

- Prof. Dr. Orhan Kavuncu Nejdet Koçak Ağabeyim. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... .................................... ............... IOI

30-

Mehmet Zeki Müftüoğlu

.

Kurbanlardan BirKurban . . . . . ........... . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . ...... .................................... I 03 3 ı-

Doç. Dr. S uphi Saatçi

O Topraklar Bizimdi(r)- Darağacında Sallanan Bayraklar-Koçaklama............ l05

32-

Yard. Doç. Dr. Ekrem Pamukçu NejdetKoçak (?Nisan 1939- 160cak 1980 ) ...................................................117

33 -

34

Erdal Ahmet Muratlı

Özlediğimiz Lideri n Ardından...... . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................................... I 2 I

- Doç. Dr. M ahir N akip

Ab ide Bir Türk Milliyetçisi NejdetKoçak. . ........................................................ I 23

35-

Yıldırım Hasanzade Bir Mektup. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................................................... l27

36 -

Atsız Asker Nejdet Ağabey Bir Okyanustur.................................... ........ . . ...... ........................ I 29 FOTOGRAFLAR


KERKÜK KATLİAMI Doç. Dr. Nejdet KOÇAK

K

adiamın hikayesi sadece olayların günü gününe seyrinin hikayesinden ibaret değildir. Bu hikaye uzun hatalar ve ihmaller silsilesi ile yüklü dış politika sefaletinin de hikayesidir. Onun için meselenin geçmişine dair kısa bir hatırlatma yapmakla işe başlama daha faydalı olacaktır. I 958 - I 4 Temmuzunda Irak'ta Krallık ihtilalle devriliyor. İhtilalin lideri Albay Abdülkerim Kasım . . . Mazisi itibariyle devirdiği krala vaktiyle dalkavukluk etmiş, bir müddet Arap milliyetçisi, bir müddet komünist hamisi tanınan ve fakat aslında her ortadoğu ihtilalinde olduğu gibi sadece İngiliz maşası, ahlaksız ve sefil ruhlu bir adam . . . Gayet kanlı ve vahşi bir tarzda başa geçiyor. Yeni bir anayasa hazırlatıyor, bu anayasada varlığı tevsik e dilen Türk cemaatinden hiç bahsetmiyordu. Irak nüfusunun altıda biri kadar ehemmiyetli bir miktarda nüfusa sahip Türk cemaati nasıl bir cesaretle ve mantıkla böyle birdenbire yok kabul ediliyordu? Bu şüphesiz Ortadoğu Petrol bölgesinde kuvvetli sayılabilecek bir devletin (Türkiye'nin) söz hakkını sıfıra indiren bir İngiliz taktiği idi. Ve gücünü Lozan'dan ve onun tatbikatından beri Türkiye'nin daimi tavizkar ve ihmalkar tutumundan alıyordu. Nitekim yeni anayasadaki bu emrivakiyi Türkiye protesto etmedi. İşin vahametini idrak etmediler, edemedikleri gibi üstelik "(Birkaç yüz) Türk için Irak'la dostluğumuzu bozmayız" diyen bakanlan bünyesinde taşıyan hükumet Kasım ihtilaline dost elini uzattı. Irak' ta yıliann Kürt-Arap çatışması birden unutularak Türk'e karşı sarmaş dolaş oldular ve hemen Türkleri imha etmenin ve sindirmenin, yani hakikatı sahte anayasalanna u y d u r m a n ı n p l a n l a r ı n ı t e z g a h l a m a y a k o y u l d ular. Türklerle meskun bölgeler üstelik asi Barzani için hem jeopQlitik hem de iktisadi bakımdan çok cazip idi. İlerisi için hayal ettikleri kürt devletinin emniyet ve sürekliliği de Türklerin imhasını gerektiriyordu.


Türkiye'nin himayesi dışında kalan bu sahipsiz azınlığı ezmek için artık yapılacak şey sadece fırsatı yakalamaktan ibaretti. Bu ise bükılınetin ve Kasım'ın desteğiyle, her an mümkün olabilecekti. Plan şuydu: Katlİarnı komünist kürtler yapacak, bükılınet de görmezlikten gelerek sözüm ona gayri mesul kalarak gerektiğinde hesap vermekten imtina edecek ve birkaç uyduruk mesulü cezalandırarak işin içinden sı yrı lacak. Ve plan tatbik sahasına konuldu: 195 8'in 22 Ekiminde Barzani Kerkük'ten büyük nümayişlerle geçerek Süleymaniye'ye gidiyor. Dönüşünde (24 Ekim) peşine taktığı yüzlerce komünist kürt büyük azgınlıklar içinde önlerine gelen Türke hakaret ederek yer yer hadiseler çıkarıyorlar. Gösteriler ve nümayişler yaparak (Kerkük'ü terk edin! Kerkük bizimdir) diye bağınyorlar. Bu hakaret ve gösteriler Türklerin sabrını taşırmış ve yer yer müdahale ve karşı koymalar olmuştur. Aynı günün gecesi Barzani bir evde diğer Kürt ileri gelenleri toplayarak plan yapıyor ve talimatlar veriyor. Ertesi gün de yine gösteri ve nümayişler yaparak Barzani'yi Bağdat'a uğurluyorlar. Bu silahlı nümayişci ler hava alanından dönüşlerinde yeniden hadiseler çıkarıyorlar. Büyük kavgalar oluyor ve kendilerine bu şımarıklıkların hesabı tabii sorulmuyor. Türklere ait mağazalar tahrip ve yağma ediliyor. Türkçe tabelalar indiriliyor. ( Emperyalizm kuyruklarına ölüm) (Kerkük Kürtlerindir) gibi dövizlerle ve sokaklarda savrulan naralarla sarkıntılık, barbarlık akşama kadar sürüyor. Hadiselerin ağır darbesine dayanamayan Kerkük Gamizon Komutanı Irak Türklerine mensup Binbaşı Hidayet Arslan Bey kalp krizi geçirerek vefat ediyor. Çok muhteşem ve onbinlerce insanın katıldığı bir cenaze töreni yapılıyor. Mezarlık dönüşü bu vakur topluluk aslında her şeyi yapmaya muktedir bir ruh gerilimine ulaştığı halde lider Ata Bey'in uyarmasıyla sadece II.nci Ordu Komutanlığının önüne kadar sessiz protestoda bulunup aynı vekar içinde evlerine dağılıyorlar. Bu iki taraf arasındaki ilk büyük gerilimdir. 8 Marta kadar önemli başka bir hadise olmuyor. Bu devrenin sükunet içinde geçmesinin sebebi: Barzani'nin hazır lokma sandığı Kerkük'ün aslında bir çelik çekirdek olduğunu anlaması dır. Planı şimdi daha büyük bir hazırlıktan sonra bükılınetin tam desteğini alarak yapmayı tasarlamaktadır. 8 Martta Kasım iktidarına karşı Musul' da Yarbay Şevvaf (arap milliyetçisi) ayaktanıyor ve çok kanlı bir şekilde bu ayaklanma bastırılıyor. Bu arada Kerkük II.nci Ordu Kumandanı General Tabakcalı (Türk asıllı) ihtilale iştirak bahanesiyle tevkif ediliyor ve yerine Barzani planına göz yumacak ve hatta iştirak

8


edecek olan Albay Davut El Cenabi tayin ediliyor. Cenabi derhal maharetini gösteriyor. İlk iş olarak garnizonda ne kadar Türk subay, asker ve memur varsa hepsini Irak' ın diğer bölgelerine sürgün ediyor. Bir kısmını da türlü bahanelerle hapsederek işkence ediyor. Tam bir terör havası içinde bu baskı Haziran ayı ortasına kadar 3 ay devam ediyor. Ayrıca, bu üç ay Türklere kan kusturulduğu devredir. Nihayet Kasım sebebi o vakitler anlaşılınayan Türklere mahsus bir genel af çıkarıyor. Sürgünler geri geliyor, hapisler serbest bırakılıyor. Bunun bir tuzak olduğu geç anlaşılıyor. O günler I 4 Temmuz 1 958 ihtilalinin seneyi devriyesi arifesidir. Irak'ın her yerinde bayram hazırlıklan yapılıyor. Bu kutlamaya Türkler kalben istemedikleri halde İlıtilale karşı gösterilerek yeni bir teröre vesile olmasın diye katı lıyorlar. İşte katliam böyle başlıyor: Şehir tam bir bayram havası içinde . . . Herkes dükkaniarını süslemiş, eğlenceler, şenlikler ve gösteriler yapılıyor. Bütün bu merasim içinde gayri tabii olan tek şey var. Kürtler postalar halinde kamyonlara dolmuşlar, ellerinde ipler, sopalar, taşlar ve silahlar olduğu halde şehri dolaşıp, Türkleri tehdit ediyorlar ve hakaret ediyorlar. Yer yer hadiseler patlak veriyor. Bu arada bir patlama ve silah sesi bahane edilerek (Türkler ayaklandı ve kaleye sığındı) şayiası kürtler tarafından ortalığa yayılıyor. Bu katlİamın başlama işaretidir. Bir kamyon komünist bir Türk kahvesini basıp içerdekilere ateş ediyorlar, ilk şehit veriliyor; Kahveci Osman. Hınçlarını tatmin edemiyDrlar, şehidimizi bir arabanın arkasına bağlayıp, caddelerde sürüklüyorlar. Derhal sokağa çıkma yasağı konuluyor, tabii sadece Türkler için. Zira, Kürtler silahlı olarak ellerini kollarını sallayarak, hatta hükumet kuvvetlerinden yardım ve teşvik görerek katliamianna devam ediyorlar. Sokakta yakaladıkları bütün Türkleri vahşi bir tarzda barbarca öldürüyorlar. işkence ediyorlar, direkiere asıyorlar, açtıkları çukurlara diri diri gömüyorlar. İki hacağından iki ayrı arabaya bağlayıp parçalıyorlar. Eşine ender rastlanır bir sadizm ve vahşet fırtına gibi sokaklarda esiyor. Sokaklan temizleyince ( !) daha önce hazırladıklan listelere göre Türk ileri gelenlerini (askeri merkezden çağrıldıklan ) bahanesiyle evlerinden çıkarıp Karargaha götürmeden hemen orada öldürüp vahşice parçalıyorlar. Bu zulüm eşi az görülür bir zulümdür. Bu arada Türklere ait bütün dükkanlar tahrip ve yağma ediliyor. Bütün bunlardan sonra zaten hızlarını almış ve yapacağını yapmış olan Kürtlere sözüm ona hükumet kuvvetleri müdahele ediyor ve katliam durduruluyor. Bu insanlar bir çırpı da yok olup gittiler. Geriye kalanlar

9


ise kalbi kınlmış gururu incinmiş, yalnız ve kimsesiz bir millet olduğunu öğrenmiş, ana vatana kınlmış ama Türklüğe iman ve inancı bir kat daha artmış ve her şey kendisinin yapmak mecburiyetinde olduğunu kesinlikle anlamış. Ve aradan acı ve ızdırap dolu tam onbir yıl geçti. Onbirinci yıldönümünde, şehitlerimizin hatırası önünde saygı ile eğilir, aziz ruhianna Tanndan rahmet dileriz. Mahut katliamda öldürülen Kerkük' lü kardeşlerimizden bir kısmı şunlardır : Ata Hayrollah (Lider Binbaşı) KasımNeftçi ZübeyirÇaycı İbrahim Ramazan NurettinAziz Kazım Bektaş EnverAbbas Şakir Zeynel İhsan Hayrollah Nihat Fuat Muhtar HacıNecim Fethullah Yunus MehmetAvcı AbdullahAhmet Bayar Cihat Fuat Muhtar Cahit Fahrettin Seyyit GaniNakip OsmanÇaycı Abdullah Bayatlı SelahattinAvcı HasipAli KemalAbdul Samad Not: (Devlet Dergisi'nin 14 Temmuz 1969 tarihli sayısında

neşredilen bu imzasız yorumunNejdet Koçak tarafindan yazıldığı bilinmektedir.)

lO


NEjDET'İN RUHUNA SESLENİŞ Ayten Erdem KOÇAK

S

evgi li Nejdet, "Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük" diyordun. Gerçekten öyleymiş. Irkdaşım, arkadaşım, dostum ve eşim Nejdet, şehadetinin 1 8'den 1 9'uncu yıla dönüşünde, ülküdaşların, can kardeşlerin Türk Ocaklılar, benden seni aniatmarnı istediler. Seninle ilgili bir şeyler anlatmak benim için çok zor. Nereden başlayıp, ne kadar anlatmalıyım? Her şeyi söyleyemem. Çünkü, sen yaptığın her harekette mensup olduğun toplumu düşünüyordun ve biliyorum ki; hayatın boyunca gördüğün, hissettiğin, yaşadığın, fiilen yaptığın her eylem, o toplumu yüceltmek, layık olduğu ortamda yaşatmak içindi. Sorumluluk duygusunu bir an bile terk etmedin. Rüyalannda bile bu problemi çözmenin yollarını arıyordun. Kişiliğine nakşettiğin bu tarzda, kendin için istediğin hiçbir şey yoktu. Seni kayıtsız, serazat anlatmak güzel; gerçeklerin bir kısmını ayıklayarak anlatmak zor ve üstelik maksadı da yanın bırakacak, ama ne yapayım ki çaresizim; senin milli sorumluluk duygun bende de var. Evet Nejdet, bu bir başlangıç olmalı. Şimdi senin de bizimle beraber olduğunu düşünüyorum; beni, bizi anladığını çok iyi biliyorum. 7 Nisan 1 939'da Kerkük'te köklü ve itibarh bir ailenin kızı Lütfıye Hanım ile eğitimci Nurettin Bey'in üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldiğinde, ailen ilk erkek çocuğun sahibi olmakla gurur duymuşlardı. İlkokula başladığın gün baban "Bugün ne yaptınız?" diye sorduğunda, "Bayrağımızı ve marşımızı öğrettil er." demiştin. Baban ise asıl gerçeği, milli kökünü, mensubiyetini, Türk dünyasını, Türkiye'yi bir daha hiç unutamayacağın bir şekilde sana anlatmıştı. Böylece ilk öğretmenin baban oluyordu. Türklük heyecanıyla başlayan okul yılların ortaokul ve liseyi bitirmenle bitarn bulduğu bir anda, Kerkük'te Türklüğünü haykırmış ve tutuklanmıştın. Bu hadiseden sonra ailen senin başka bir memlekette okumana karar vermişti. Ankara'ya üniversiteye girmek üzere geldiğin ilk gün ne

ll


yaptığını, daha sonra bana anlatıyorsun: " 1958 yılı sonbahanydı. Çankın Caddesi'nde Kerküklü arkadaşlarla kalacağım eve geldim, biraz dinlendikten sonra yürüyüşe çıktım. Ayaklarım beni, kubbesiyle dikkatimi çeken Etnoğrafya Müzesi'nin yanındaki Türk Ocağı'na götürdü. Merdivenlerden çıktım, aralık bir kapıdan ışık sızıyordu.Kapıyı çaldım. İçeriden tatlı-sert bir ses geldi. "Otur bakalım delikanlı, nereden geliyorsun?" dedi. Türklüğü bütün gerçeğiyle bilen ve duyan sevgili ve sevimli Galip Erdem Ağabeyimizi bulmuştum. Bu, benim için büyük bir şanstı. Bu, içimi coşturan tertemiz duygulara sahip bir grup arkadaşla tanışmaının ilk adımıydı" diyordun. 1958'de Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi birinci s ı n ı f ı n ı F e n F a k ü l t e s i ' n de (FKB) o k u y o r uz. B a z ı profesörlerimizin ders notlan eski Türkçe dediğimiz Arap alfabesi ile yazılmış.Bu notları, Arapçayı çok iyi bildiği için Türk alfabesine aktarıp bütün FKB öğrencilerine dağıtan Makine Bölümü öğrencisi Kerküklü bir arkadaşımız var; o sensin... Bizlere o sıralarda Kerkük'te Irak Hükumeti'nin Kürtleri azınettirerek yaptırdığı korkunç katliamı, Albay Ata Hayrollah ve nice önder Türkün yollarda sürüklenerek, parçalanarak şehid edildiklerini anlatıyordun. Bizler anlıyorduk, Türkiye belki anlıyordu... Daha sonra üniversiteyi bitiriyor, fakültende kalarak master ve doktara tezlerini veriyor ve 1970'de memleketine dönüyor, Bağdat Külliyeti Hendese Üniversitesi'ne öğretim üyesi olarak giriyor, Ankara'da başladığın doçentlik tezini orada veriyorsun. Daha sonra profesörlük tezini hazırlamaya başlıyor, üniversitede verdiğin derslerin dışında bir de kendi derslerini hazırlıyorsun ve tezini takdim ediyorsun. Profesörlük tezin rektörlükten olur aldığı halde Baas Partisi ilim merkezine ( ! ) takılıyor. Bağdat'ta bulunduğun yılları, Irak Türkleri için son derece sıkıntılı ve çileli geçen yıllan çok iyi hatırlıyorum. Türk çocuklarını üniversitede, hatta lisede bile okutmak istemiyorlardı. Kerkük mahalli TV ve radyosundan bir saatlik Türkçe yayın kaldınlıyor, Türkçe eğitim yapan ilkokullar ve Türk Kültür Merkezi ·kapatılıyor, Kardaşlık Kulübü ve neşir organı Kardaşlık Dergisi, Baas Partisi yandaşlanna zorla devrediliyor, kan koca memur olanlar Kerkük dışına biri kuzeye biri güneye tayin edilerek aileler parçalanıyor, yüzlerce yıllık Kerkük şehrinin ismi El- Temim yapılıyor, cadde ve sokakların ismi değiştiriliyor, Türklerin arazileri reform bahanesiyle yok pahasına istimtak ediliyor, nüfus sayımında Türk ailelere kendilerini Arap kaydettirmeleri için baskı yapılıyor, yeni doğan çocuklara Arap

12


ismi vermek için nüfus idaresince baskı uygulanıyor, Kerkük çevresine kurulan 100-200 hanelik pek çok siteye Kürtlerin ve Mısır'dan devşirilen Arapların iskanı sağlanıyor, şehrin Türk dokusu bozuluyor, buraya yerleşenlere aynca maddi destek sağlanıyor, Türklerin Araplarla evlenmesi için masrafları devletçe karşılanacak teşvikler uygulanıyor, tam bir baskı ve asimilasyon politikası yürütülüyordu. Bütün bunlardan daha vahim olarak, Irak Türk toplumunun önde gelenleri ve aydınları çeşitli bahanelerle tutuklanıyor, işkence görüyor, zindanlarda çürütülüyor, yıllarca kendisinden haber alınamıyor, önemli bir kısmı idam ediliyor veya izi kaybediliyordu. Bütün bunlarla nasıl kahrolduğunu, nasıl isyan ve mücadele ettiğini çok iyi biliyorum. Biliyorsun ki, akademik karİyer yapman için seni zorlayan bendim. Tanrı biliyor, sana "Bu meseleyi aramıza sokma" demiyordum, ancak biraz daha itidalli bir ortamda mücadeleni yürütıneni istiyordum. Gördüğüm ise, senin 2-3 saatlik bir uyku ile toplumuna hizmette bulunma iradendi. Çevrendeki arkadaşların çelişkiye düşmelerine, hele hele birbirlerini yennelerine imkan vermeyen kararlı, fakat yumuşak uslı1bunla bu işi en iyi yapan lider konumunun farkındaydım, ama bu işin Irak dışında da yapılabileceğini düşünüyordum. Sen ise meselenin odak noktasının Kerkük olduğunu, dışanda kalınarak çözüm üretilemeyeceğini söylüyordun. Senin dediğin oldu ve haklı çıktın. Irak'ta kalmak zordu, riskliydi ve nitekim hayatına maloldu; ama meselenin kıblegahı hala Kerkük. Ne yazık ki, bu defa senin yerin doldurulamıyor. Bir avuç hemşehrinin ne kadar çok bölündüğünü, birbiriyle çekiştiğini, bu yüzden çözüm üretemediğini ruhunla izliyorsuq ve muzdarip oluyorsun. 22 Mart 1979'da tutuklandın. On ay nerede olduğunu bilemedik. Çok kısa zamanda o ülkede hukuk, adalet, mahkeme, savunma ve insan hakları, insanlık adına hiçbir değer bulunmadığı açığa çıktı. On ay sonra I 6 Ocak 1980 günü ilk ve son görüşmemizde her zamanki gibi vakurdun, idam edileceğini biliyordun ama dimdiktin, yıkılmamıştın. Seni son dakikalannda bile yalnız bırakmayan gençlere "Hiçbir şey değişmesin, doğru olduğunu bildiğiniz yolda devam edin, söyleyin arkadaşlara korkmasınlar, ben kimsenin adını vennedim, ağaç hudandıkça güverir, bu dava yerde kalmayacaktır." öğüdünü veriyordun. Aynı görüşmede, " ağacın özünde de kurt var." demiş ve ekiemiştİn " 27 gün önceki mahkemede beni ihbar edenlerin isimlerini verdiler ve "Sen bu toplumun liderisin, bir isim listesi vereceğiz, bu listede tanıdıklannın karşısına işaret koyarsan kurtul ursun, senin için pek çok devletin teşebbüsü var, görevine iade edip göz önünde

13


bulundurmamızı istiyorlar, aksi halde idam edileceksin" dediler. Ben listeyi görmek istemiyorum, sizin iftira ettiğiniz gibi vatana ihanet etmedim, bu vatana ihanet etmem, sadece Türküm ve Türklerin de öz memleketlerinde herkes gibi bütün hakianna sahip olmalannı istiyorum" demiştin. Almadan vermesini bilen bir lider olarak son sözün hala kulaklanmda: "Ağaç hudandıkça güverir." Ben de 18 senedir bu güvenneyi "başkasını karalamadan işini yapacak" bir lideri bekliyorum. Şehitler cennetindeki ruhun şad olsun Nejdet!

14


ABLASI, �EjDET'İN ÇOCUKLUGUNU ANLATlYOR Nezahat KOÇAK

N

ejdet, 7 Nisan 1939'da, Kerkük'te Avcı Mahallesi'ndeki dede evinde dünyaya geldi. Doğduğunda yüzü kablu (ince bir deri ile kaplı) idi. Kerkük'teki inanca göre, doğuşta böyle olan çocuklar büyüdüklerinde devlet adamı, lider veya etrafına örnek olan bilge kişi olurlardı. Doğumu büyük bir coşku ve sevinç ile karşılandı. Sebebi de şuydu: Babamız 1. Dünya savaşında İngilizler tarafından esir alınmış ve sonra da bir süre Irak yönetimi tarafından sürgüne gönderilmiş. O yüzden de geç evlenmiş. Yine, babamız, derlerniz öleli yıllar geçtiği halde babaevini olduğu gibi sürdürüyordu. Haremlik selamlık devam ediyordu. Herkesin sevgisini kazanmıştı ve devamlı misafirler gelirdi. İşte, böylece herkes babamızın bir erkek çocuk sahibi olmasını bekliyordu. Doğumdan sonra 7 gün kurbanlar kesildi, yağlı şekerle ekmekler dağıtıldı. Nejdet biz iki kızdan sonra doğduğu için, babamız hariç, herkes ona düşkünlük gösterdi ve onu şımarttı. Babamız da daima bu durumu önlemeye çalışİr. Küçüklüğünde çok sinirliydi ve ısrarla her isteğinin yerine getirilmesini beklerdi. Gündüz bile evdeki bütün elektrik ampüllerini yakmaya çalışırdı. Sonunda bir gün büyük bir gürültüyle sigorta attı ve o da bir daha elektrikle uğraşmadı. Her sabah kahvaltısını bir amca veya başka akraba evinde yapardı. Aile çok geniş olmakla beraber aynı semtte otururlardı. Çocukluğunda şekeri çok severdi. Tayyip Dayı ile hamama gittiğinde bile eve harnameının cebine doldurduğu şekerlerle dönerdi. Mahalleye gelen şekereinin sesini duyunca çıkar, bütün şekerleri alır, sonra sevinçle çocuklara dağıtırdı. Babamız okul müdürü olduğu için, daha iki yaşında iken ona takılıp okula gitmeye başlamıştı. Okuldaki herkes onu

15


seviyor, isteklerini yerine getiriyordu. Okul yaşına geldiğinde, babamız onu kendi okuluna değil; biraz daha uzaktaki Musalla Mektebi'ne gönderdi. Üç sınıfı orada okuduktan sonra, dördüncü sınıfta babamızın okuluna geldi. O zaman Irak'ta ilkokul 6 yıldı. Beşinci sınıfta ingilizce dersi başlardı. Nejdet altıncı sınıfta ingilizceyi kavradı ve başladı Latin harfleri ile Türkçe okuyup yazmaya... Sonra Türkiye'ye mektup yazmaya koyuldu. Çocukken elektirikli aletlerle uğraşmayı severdi. Saat ve radyoların kapaklarını açar, merakla incelerdi. Bunun yanı sıra çok ince ruhlu bir insandı. Resim yapar, akordiyon çalar, şarkı söylerdi, şarkıları yalnız annemiz için okurdu. Bir kaç tane çok güzel ve manalı tablosu vardı. Hala orada, Kerkük'de duruyor. En çok güneşin batışını severdi. Kömür kalemle çizdiği gün batarken sandalda iki kişi resminin yanına bir de dörtlük yazmıştı. Başından attı gitti Kayığı hattı gitti Bu sevda pazarında Yar meni sattı gitti Ortaokula Şarkiye Ortaokulu'nda başladı. O zamanlar bir cereyan başlamıştı; niçin yanlış yazılmış, çarpıtılmış tarihi okuyalım, diye. Yine o sıralar komünizm de bütün dünyaya yayılmaya başlamıştı. Kerkük'de de özellikle Kürtler ve Asuriler arasında taraftar buluyordu. Dolayısıyla öğrenciler ve öğretmenler de iki gruba ayrılmışlardı. Nejdet o zaman bilhassa tarih öğretmenleriyle diyalog kurmuştu. Tarih derslerinde öğretmen dersi anlatıp bitirdikten sonra, "Çocuklar, bu dinlediğiniz kitabın yazdığı, şimdi ben size gerçeği anlatacağım." diye konuşuyordu. Tabii bu işler komünist öğretmenleri sinirlendiriyordu; ama çok sıkı denetim olduğu için açıkça bir şey yapamıyorlardı. Fakat; bir gün sinsice şöyle bir olay tertiplediler: Bir gün Nejdet beden eğitimi dersinde masa tenisi oynamak istemiş; Çocuklar, öğretmenin "Nejdet'i oynatmayın" diye tembihlediğini söyleyince, öğretmene gidip durumu sormuş. Öğretmen, "evet" deyince Nejdet sinirlenmiş, elindeki raketi kırmış, öğretmenin yüzüne de bir tokat atmış. Okulu terkedip eve gelmiş ve durumu annemize bildirmiş. O sırada ben Bağdat'ta öğretmen okulundaydım. Babamız da müfettiş olduğu için Kerkük çevresindeki kaza ve kasabalara teftişe çıkmış. Annemiz Nejdet'i oniki gün okula göndermemiş. Babamız döndüğünde durumu öğrenmiş. Ertesi sabah almış Nejdet'i, okula götürmüş. Bütün öğretmen ve öğrencilerin toplanmasını istemiş. "Bakın, ben bir öğretmen olduğum için, her ne şekilde bir öğretmene bir

16


saygısızlık olursa onu kendime yapılmış sayanm. Hele benim oğlum yapmışsa durum daha da kötü. O zaman hepinizin gözü önünde Nejdet'in cezasını vereceğim." demiş ve yanında getirdiği sopaya sanlmış. O sırada öğretmenler etrafını almış ve Nejdet'i kaçırmışlar. Y ıl sonunda, babamız artık o okulda kalmasını istemedi ve Kerkük Lisesi'ne kaydını yaptırdı. Nejdet, orta 2 ve 3 ile lise 1 ve 2'yi orada tamamladı. Nejdet, lise sonda iken Bağdat'tan bir genelge geldi. Hava kuvvetlerine lise sonlardan öğrenci alıyorlardı. Bazı akraba ve arkadaşlan gittiler; Nejdet de gitmek istedi. Babamız izin vermedi ve dedi ki: "Oğlum, ben amcanın harp okuluna girmesine izin verdim. Ama sonra anladım ki, bu aile emir kabul etmiyor; inanmadığı bir şeyi yapmıyor. Onun için amcanın üstleriyle başı derde girdi. Hele sen kesin yapamazsın." Sonra Nejdet Türkiye'ye gitmek istedi. Babamız izin verdi, ama okulu beğenmezse dönmesini, liseyi tamamlayıp tekrar gitmesini istedi. Nitekim Nejdet bir ay sonra geri döndü ve liseyi Kerkük'te tamamladı. O sıralarda Irak'ta devrim olmuş, Cumhuriyet ilan edilmişti. Komünistler baş kaldırmıştı. Molla Mustafa Barzani sürgünden döndü ve Kerkük'e geldi. Ona resmi karşılama merasimi yapmak istediler. O zaman rahmetli Hidayet Arslan (Dr. Muzaffer'in babası) garnizon komutanı idi. Barzani'yi karşılaması İstenince Hidayet Bey kalp krizi geçirdi ve vefat etti. Bunun üzerine ortalık kanştı. Kürtler ve askerler Tijrkler'e karşı harekete geçtiler. Hatta bu arada askerin biri Fikret'e jopla vurmuş, yaralamıştı. Bir ay pansurnan yapıldı. Ertesi sabah erken saatte bir polis gelerek Nejdet'i karakota götürmek istedi. Babamız, "sen git, ben getiririm." dedi. Sonra babamızla gittiler. Bakmışlar ki bütün önde gelen Türkler'i tutuklamışlar. Bunlardan hatırladıklanm, Ata Hayrullah, Kasım Neftçi, Ata Terzibaşı, Fazıl Salihi, Hadi Avcı, Yunus Nakip idiler. Akşam üstü bunlan serbest bıraktılar. Bu olaydan sonra babamız, "oğlum artık git" dedi. Diploması hazırlandı, işlemleri bitti ve Nejdet Ankara'ya geldi.

17



ELEME AŞİNA NESiL Nuri GÜRGÜR

o

'nu ilk defa tarihi Türk Ocağı Binasının ikinci katında yarım asırlık eski avizelerden sızan ışıkların aydınlatmaya çalıştığı ve sohbet mekanı olarak kullandığımız büyük salonda tanıdım. Bizler gibi O'nun da üniversitede ilk yılıydı. Muhtelif fakültelerden izahı hayli zor tesadüflerle birbirini yeni tanımaya başlayan, sınırsız milli duyguların, heyecanların, ümit ve hayallerin irtibatlandırdığı, bir mefkı1re beraberliğinin ilk denemelerini yaşayan bir avuç gençtik. Fakülte dışındaki zamanlarımızın büyük kısmını yaşadığımız salonda, konusunu şimdi hatıriamam mümkün olmayan bir toplantımızın dinleyicileri arasında Nejdet de vardı. Sonradan öğrendiğimize göre itfaiye Meydanı'nda bir otelde kalıyordu. Irak'tan yeni gelmiş, Ziraat Fakültesi'ne kaydolmuştu. O gün otelden çıktıktan sonra sonbahar sarısının daha da hüzünlendirdiği bir gurbet şehri ni tanımaya çalışarak, adımlarının götürdüğü yöne doğru yürümeye başlamıştı; bir süre sonra kendisini tarihi binanın önünde bulmuştu. Binanın giriş kapısının üzerinde yazılı olan "Türk Ocağı" adını benliğinin derinliklerindeki milli duygu ve özlemierin cevabı olarak okumuş ve müthiş heyecanlanmıştı. Böylece coşkulu delikanlı adımlarıyla tırmanarak salona gelirken hangi ilahi planın mükellefı olduğunu kendisi gibi bizler de bilemezdik. 1959 yılının Temmuz ayında Irak'ta esen ve Kerkük'ü tam bir harabeye çeviren vahşi felaket rüzgarının haberlerini bizler, ucundan kıyısından gazete haberleriyle öğrenmiştik. Teferruatları Nejdet'in ağzından dinledikçe dehşetle ürperdik, çaresizliğimize kahrolduk. Önemli bir bölümü Kerkük 'te yaşamakta olan Irak Türkleri, o yılın Temmuz başlarında sistemli ve planlı bir katlİama maruz kalmışlardı. Başta Irak Türkleri'nin lideri durumunda bulunan Ata Bey olmak üzere, yüzlercesi vahşice öldürülmüş,cesetleri sokaklarda süründürülmüş, elektrik

19


direklerine cinayetin belgeleri halinde asılmışlardı. Irak'ta Türk olarak yaşamaktan başka günahlan olmayan bu insaniann çığlıkları, heyhat ki kendileriyle sınırlı kalmış, buralara ne Türkiye'den ne de Dünya'nın başka bir yerinden en ufak ilgi zerresi ulaşmamıştı. Kerkük sokaklan parçalanan Türklerin utancıyla günlerce kırmızı kaldı. Bu manzaralar, mevsimin kavurucu sıcağında giderek silikleşip kaybolsa bile, Nejdet'in ruhunun derinliklerine son nefesine kadar taşıyacağı duygu ve ideallerin mühürü olarak çakıldı; hayatının gayesi, hedefi ve ilham kaynağı oldu. Nejdet bizler için muhayyilemizi süsleyen, kitaplarda okuduğumuz Türk Dünyası'nın gerçeğe dönüşmesi anlamını taşıyordu. Terketmek mecburiyelinde kaldığımız mekanlarda yaşayan kardeşlerimizden bizlere ulaşan bir selamdı, bir mesajdı. Onların unutulmamalannın gereğini, bu uğurda uğraşmak, çalışmak mükellefiyetimizi hatırlatan bir uyan işareti... Böyle bir misyon için Nejdet'ten daha uygun bir vesile yahut vasıta bulunamazdı. Çünkü; bu Kerküklü genç az insanda rastlanabilecek gönül zenginliğine, ruh güzelliğine sahipti. Yaratan O'nu ahiakın bütün mükemmeliyetiyle bezemişti. İlk tanıştığımız uçan delikanlılık çağlanmızdan başlayarak, O'nu kaybettiğimiz yirmi küsür yıllık bir zaman kesitinde, ne ben ne de başka bir kul Nejdet'in ahlaki anlamda en küçük bir zaafını gördü. Konuşurken iç dünyasındaki güzelliklerin pınltısını gözlerinde okuyabilir, yüreğinin sıcaklığının, aydınlığının bir tatlı tebessüm halinde yüzüne aksettiğini görebilirdiniz. Nejdet'i tanıyıp da sevmeyen bir insan tanımadım. Türkiye 'ye gelirken adı Necdet idi. Türkçü büyüklerimizin fikir ve görüşleri olduğu kadar davranışlan da O'nun nazannda mutlaka uyulması gereken rilodellerdi. Nejdet Sançar'ı Ankara'da görüp tanıyınca, ismini bu çok sevdiği büyüğümüzünkine benzetmesi saygısının icabı olmuştu. Irak Türkleri'nin problemleri Nejdet'in Türkiye'ye gelmesinden sonra özellikle milliyetçi muhitlerde daha büyük bir meşgale ve alaka konusu haline geldi. Fakülteye ayırdığı sınırlı zamaniann dışındaki bütün zamanını bu konulara tahsis etmişti. Cebeci'de kaldığı bekar evi, bütün öğrenim süresince Irak Türkleri'nin bir kültür merkezi oldu. Irak'tan gelen öğrenciler burada, Nejdet ağabeylerinden hayatlan boyunca görebilecekleri en ciddi ve kaliteli eğitici telkinleri alırlardı. Daha da önemlisi Nejdet söylediklerini eksiksiz yaşayabilmenin örneğiydi. Hasbiliği, fedakarlığı, cesareti, çalışkanlığı, yani bir insanı kamil mertebelere ulaştırabilecek tavır ve davranışiann tamamını Nejdet'in günlük

20


:· aşayışlannda mükemmel bir tablo halinde müşahede etmek

iı.:abildi. Bir başka ifadesiyle Nejdet Koçak doğuştan bir idealist, "-ı sacası tam anlamıyla mükemmel bir "ülkücü" idi. Türkiyeliler, yani bizler için bu ev genel anlamda "dış Türkler"in, özel olarak "Irak Türkleri"nin meselelerinin .mlatıldığı, konuşulduğu bir "seminer" mahalliydi. Çevremizde bu meselelere karşı bigane olan pek çok insanın, bu evde Nejdet'in "egitici" seanslanndan sonra ateşli birer Turancı ve Türkçü olduklannı görmüşümdür. Nejdet için yorgunluk, şahsi meşgale yahut mazeret söz konusu olamazdı. Çünkü; onun hayat felsefesi, davasına hizmet esası üzerine kurulmuştu. Raberli ya da habersiz günün her saatinde yanınızdakilerle birlikte kapısını çalabilirdiniz. Sizi, �üzünden hiç eksilmeyen aydınlık tebessümüyle karşılar ve gelenlere hiç üşenmeden, yorulmadan Irak Türklerini, Kerkük'ü, üzerlerindeki baskılan, tehditleri, gelecek için düşündüklerini anlatırdı. Bir süre sonra Abdurrahman Kızılay da Türkiye'ye gelmiş, Nejdet'in evinde kalmaya başlamıştı. Abdurrahman'ın ses telleri henüz lİmonla tahriş olmamıştı; delikanlı tazeliğinin en berrak, en canlı ve etkili dönemindeydi. Çoğu kez "söz"den evvel müzik ile yürekleri dağiayan Kerkük hoyratlanyla "seminer" başlardı. Zihinlerden önce adeta gönüller yoğrulup işlenirdi. Sonra Nejdet anlatmaya başlardı; evin küçük salonu büyür, genişler, duvarlar ortadan kalkar ve bir süre sonra dinleyenler kendilerini engin bir Türk kültür coğrafyasında yaşıyor bulurlardı. 1960'lı yıliann başlannda bu konular ancak muayyen milliyetçi muhitlerin ilgi alanlan olabiliyordu. Tarihini bilmeyen, kültürüne vakıf olmayan, milli ihtiyaçlann ve problemlerinin müdriki bulunmayan geniş bir aydın kesimde bu konulann kapağı bile kaldınlmıyordu. Üstelik o sıralarda Türkiye süratle kesif bir sol propagandanın etkisine giriyordu. Özellikle üniversite ve gençlik çevrelerinde solcu olmak ve solcu ideolojiterin eylemlerine katılmak ileri ve çağdaş olmanın gereği sayılıyordu. Bu ortamda Türkiye dışında yaşayan Türklerin varlığından söz edenlere, "bilimsel gerçekliğe" yani sosyalizme kafa tutmaya çalışan hayalperest Turancılar nazanyla bakılırdı. Başta basın olmak üzere her türlü etki imkanlan bu tarzda düşünenierin kontrollerinde olduğundan, Türk Milliyetçileri, "öz yurdunda garip, öz vatanında parya" olmak gibi bir bahtsızlığın kalıredici çemberini kırmaya uğraşıyorlardı. O günleri ve o şartlan düşündüğümde Nejdet'i bir "kardelen"e benzetirim. Bir bakıma O'nun gayretleri, kendi ·

21


kültürüne, insanına ve meselelerine yabancılaşmış, kendi tarihine bigfme kalmayı marifet sayan, ilgisiz ve duyarsız sosyal muhitin, karlı ve buzlu kış günleri kadar sert ve acımasız ortamında, yüreğindeki iman ve heyecanlardan başka bir dayanağı olmayan bir insanın, karı ve donmuş duvarları nefesiyle eriterek ilk baharın müjdelerini taşıma çabalarıydı. Ne kadar ümitsiz ve imkansız görünse de, bir süre sonra kardelenin karları deldiği görüldü. inançlı, ılık nefeslerin erittiği buzların arasından çıkarak Türk Dünyasını selamiayan kardelen, ağır ağır gelişti; yaprak açtı, bütün menfi iddiaları ve akordsuz yaban seslerini bastıran ilahi bir nağme halinde balıarı geniş alanlara taşıyıp götürdü. Ülkücü olmak, yani fikirlerini, ideallerini nefsinin üzerinde kabul ve mütalaa etmek, Remzi Oğuz Arık'ın ifadesi ile "bütün bir ömrü bir cephedeymiş gibi yaşamak" göründüğü kadar kolay değildir. Her an vermeyi, kendinden, nefsinden bir kemik kalıncaya kadar soyunabilmeyi gerektirir. Bunu, pragmatik mantıkla düşünmeyi ve davranınayı rasyonellik sayanlar asla anlamazlar. Çünkü; bu hususta belirleyici olan akli değil, imani ölçülerdir; yani duygu ve inançlardır. Nejdet öğretimini tamamladıktan sonra Irak'a dönerken kendisini nelerin beklediğini çok iyi biliyordu. Ancak; ne O, ne de yeni evlendiği fedakar ve cefakar eşi Ayten Hanım, arkalarma bile bakmadan Ankara Garından çığlık çığlığa ayrılan kara trenin kompartımanında, adeta kaderle kucaklaşmak üzere Irak'a doğru yola çıktılar. Sonraki yıllarda çoğunlukla tatil vesilesi ile Türkiye'ye geldiler. Bu kısa dönemler Nejdet için ciğerlerine biraz hava alabilmek, yeniden Irak'taki baskı ve zulüm bataklığına dönerken az da olsa nefeslenmek imkanı bulabildiği anlardı. Gençlik Parkının sıcak yaz gecelerinde özel olarak getirdiği çayları içerken milletini sevmenin ne derece ağır bedellerinin olabildiğini hisseder, başta ilgili ve yetkililer olak üzere geniş bir çevrenin duyarsızlığına yanardık. Eskicioğlu Camiindeki Cuma saflarımızda birbirimize daha sıkı sokulmaktan ve avuçlarımızı göklere doğru açmaktan başka da çaremiz yoktu. 1970'lerin başlarından itibaren Irak'da Saddam'ın yönetimindeki BAAS rejimi toplumu bir mengene gibi sıkmaya başlamıştı. Çok katı ve merhametsiz bir sosyalist Arap milliyetçiliği demek olan bu rejimde, Türkler'e en ufak bir varlık alanı dahi tanınmıyordu. Türkiye'yi yönetenlerin zihinlerinde ise buradaki Türkler'in durumları hiçbir anlam taşımıyordu. Hatta buralardan zaman zaman duydukları feryatlar, yardım talepleri huzur bozucu, rahatsız edici gereksiz çıkışlar olarak algılanıyor,

22


hoşnutsuzlukla karşılanıyordu. Gelişmiş modem ve şuurlu toplumlarda yöneticilerin siyasi hayatlarının son bulmasına sebep sayılabilen idari hamakat, ne yazık ki bizde muhasebesi hiç yapılmayan tabii hal telakki edilir ve yadırganmaz. Böylece Nejdet ve bir avuç dava arkadaşının, Türklerin milli kimliklerini koruyabilmeleri için Irak'ta verdikleri mücadele, son derece elverişsiz ve dengesiz şartlar altında 70'li yılların sonlarına kadar devam etti. Ne onlar ümitsizliğe düşerek teslim oldular, ne de Türkiye'nin ilgisizliğinde bir delik açıldı. Tarafların adeta ironik bir inatçılık halinde sürdürdükleri mücadelede, 1979 başlarında Irak yönetiminin yeni bir hamlesi ile bir başka sayfaya geçildi. Nejdet ve arkadaşları Türkiye hesabına casusluk yaptıkları iddiaları ile tutuklandılar. Uzun süre devam eden mahkeme safalıatı Türkiye'yi idare edenler açısından bir hicap tablosudur, yüz karasıdır. Bu dönemde Hükfımetler, Başbakanlar, Bakanlar değişti. Değişmeyen tek şey devletin konuya ilişkin duyarsızlığı ve ilgisizliğiydi. Bundan cür'eti daha artan ve pervasızlaşan Saddam, Türkiye hesabına casusluk iddialarına ait bilgileri, bizim resmi arşivlerimizden, elçilik kayıtlarından sağladığını söyleyecek derecede küstahlaşıyordu. Ne hazindir ki bizim ilgili makam ve mercilerimizden gerekli cevaplar verilmiyordu. O kadar ki, dönemin Dışişleri Bakanı (bilahare gensoru ile düşürüldü) görüştüğü Irak Büyükelçisine, rahmetli Türkeş'i kastederek, Hükı1met'e destek veren bir siyasi grubun ısrarı ile bu teması yaptığını söyleyebiliyordu. Nejdet aslında yıllar önce, kısa bir tatili takiben Kerkük'e dönerken vedalaşma sırasında yüzünde hiç eskilmeyen tebessümü ile istikbali bize okumuştu; "ben biliyorum ki" demişti, "bizi birkaç varil petrol uğruna Saddam'a kurban edersiniz". Ne çağın haydudu Saddam, ne fanatik Arap Milliyetçiliğinin siyasi örgütü Baas, kardelenleri elbette yok edemez. Onlar karlı ve buzlu iklimiere meydan okuyarak başlarını ağır ağır çıkardılar, yapraklarını rengarenk bir ahenk ve güzellik destanı halinde dört bucağa yaydılar. Onların ötelerden taşıdıkları nağmeler, duyan kulaklarda çınlıyor, gören gözlere haz veriyor.

23



NE jDET KOÇAK Bir idealist Hemşehrimizin Öyküsü Prof. Dr. İhsan DOGRAMACI

N

ejdet Koçak küçük yaşlardan beri liderlik vasfına sahip, doğruyu savunan ve Irak Türkleri'nin hür iradesine kavuşması gereğine inanmış bir kişiydi. Bu özellikleri ve üstün yeteneği 1959 katliamında öldürülen lider Ata Hayrollah tarafından keşfediimiştir. Ata Hayrullah'ın vefatından sonra Nejdet Koçak'ın yetenekleri ve liderlik vasfı tecelli etmeye başlamıştı. Daha üniversite talebesi iken her girdiği toplulukta derin düşünce, analiz kabiliyeti, ileri kültürü ve akışkan konuşma yeteneği sayesinde öne çıkmakta, insanlan bir araya toplama özelliği ile de herkeste onun yanında çalışma isteği uyandırmakta idi. Eline geçen her kitabı okuyan Nejdet Koçak, mesleği olan ziraat mühendisliği yanı sıra ekonomi, politika, sosyal bilimler ve uluslararası ilişkiler dallannda uzmanlaşmış, toplum psikolojisini iyi bilen biriydi ve liderliğe adım adım ilerliyordu. Talebelik süresi içerisinde dünyada ve Irak'ta her olup biteni dikkatle izledi. Nejdet Koçak açık ve sarih konuşması sayesinde Türkiye'de görüştüğü her politikacının sevgi ve sempatisini kazanmıştı. 1939 Kerkük doğumlu Nejdet ilk, orta ve lise öğrenimini Kerkük'te, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Makina Bölümünde yaptı ve 1965 yılında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Nejdet Koçak'ın yüksek lisans ve doktora dönemi genç liderin olgunlaşma dönemini teşkil eder. Bu dönemde Türkiye'nin ileri gelen politikacılan ve iş adamlarına Irak Türkleri'nin davasını anlatmış, dış Türkleri telaffuz eden herkesin Turancılık ile itharn edildiği bu dönemde, Nejdet Koçak yılınadan ve usanmadan her görüşteki siyasi lideriere Irak Türkleri'nin davasını ve Dünya Türkleri'nin Türkiye'nin istikbali için önemini anlatıyordu. 1968 yılında Irak'a dönerek Bağdat Üniversitesi öğretim üyesi oldu. Mesleği ile ilgili birçok yeniliğe imza atmış olan Nejdet Koçak dönemin Irak Cumhurbaşkanı Ahmet Hasan EI-

25


Bekir tarafından ödüllendirilmiştir. Bir taraftan kaliteli bir öğretim üyesi olarak tanınırken, bir taraftan da Irak Türkleri'nin liderliğini yüklenmiştir. Irak İstihbaratı hakkında uzun uğraşiara rağmen herhangi bir suçlayıcı kanıt bulamadığı halde 16 Ocak 1980'de dava arkadaşları Abdullah Abdurrahman ve Adil Şerif ile birlikte idam edildi. Nejdet Koçak Türk - İslam mefkı1resine inanır ve bunun temel ilke olduğunu düşünürdü. "Türksüz İslam, İslamsız Türk olmaz" derdi. Ayrıca Nejdet Koçak Irak Türkü'nün sosyal yönden gelişmesini hedefliyordu. Sosyal dayanışma, nüfus artışı ve sosyal yardımlaşma konularında detaylı düşünceleri vardı. Nejdet Koçak'ın Irak Türkleri'nin ekonomik yönden nasıl kalkındırılacağı konusunda çalışmaları olup, birçok ekonomi uzmanına bu konuda danışmıştır. Irak Türkleri'nin kendi arasında dayanışma içinde büyük ekonomik kuruluşlar ortaya koymasını, ticaret konusunda son teknoloji ürünlerine yönelmesini sık sık tartışırdı. Büyük sermaye haline gelip sanayi ürünlerine yönetmeyi tavsiye ederdi. Nejdet Koçak'ın bir başka hedefi de kültürel yönden Irak Türkleri'nin kalkınması idi. Ona göre okur yazarlığın yaygınlaşması ve yüksek öğrenim gören kişilerin Arapça ve Türkçenin yanı sıra mutlaka üçüncü bir dili öğrenmeleri gerektiğini savunurdu. "Bu üçüncü dilin İngilizce olması iyi olur." derdi. Nejdet Koçak, "nüfus bakımından üçüncü olan Irak Türkmenleri, sosyal, ekonomik ve kültürel yönden gelişerek siyasal etkinliği elde eder" diyordu. O her yönü ile mükemmel bir liderdi. Nur içinde yats ın.

26


NEjDET KOÇAK'IN AZİZ HATIRASINA Ömer ÖZTÜRKMEN

Türklüğünün en talihsiz boyunun, Irak'ta yaşayan Türkmen kardeşlerimiz olduğu kesin. D ünya Türkmenlerin ilk talihsizliği Lozan'da başladı. Avrupa'lı

müzakereciler ve özellikle de Irak'ı işgal etmiş bulunan İngilizler, Türkmenlerin yaşadığı bu topraklarda zengin petrol rezervlerinin emarelerini görünce, binbir türlü hile ve entrikalarla Musul ve Kerkük'ü Irak hudutlarında alıkoymayı başardı lar. Evet bu ilk talihsizliğimizdi ... İkinci talihsizliğimiz ise Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıldan beri Türkmenlerin siyasi ve kültürel davalanyla layıkıyla ilgilenmemiş olmasıdır. Daha 1920' lerde Türkçe yapılan tedrisat mecburi olarak arapçalaştırılmıştı. . . Türkmen kültürü yok edilmek isteniyordu. 1 9 5 8'de B ağdat Paktı gereğince pekala Irak'a girebilirdik .. Çünkü İran, Irak ve Türkiye arasında imzalanan pakta göre ülkelerin birine yapılmış müdahele öteki iki ülkeye yapılmış olarak kabul ediliyordu... Tıpkı daha sonra kurulan NATO Paktı gibi üçlü bir pakt olarak kurulmuştu. Irak kralı İkinci Faysal'ın ve Nuri Said'in cesetlerinin sürüklendiği bir darbede gerekirdi ki, Türkiye ve İran Bağdat' taki hükumet darbesine müdahalede bulunsunlar... Ama Türkiye' nin kılı bile kıpırmadı. Ancak ele geçen bu fırsatı da kaçırmıştık . . Üçüncü talihsizliğimiz, 1 4 Temmuz 1959' da Irak' taki hükumet darbesinin birinci yıl dönümünde, fanatik Kürtler'le azı lı komünistlerin, Türkmenlerin Başkenti Kerkük'te 29 soydaşımızı vahşiyane bir şekilde katietmeleri olmuştur... En acısı Bağdat rejimi buna seyirci kalmış, hatta bu katlİarnı teşvik ettiği inancı yayılmıştı. .. 29 şehidimiz dünya tarihinde ancak Neron zamanında görülebilen işkencelere tabi tutulmuştu ... Dünyanın en büyük gazeteleri bu işkenceleri fotoğraftarla haber verirken Ankara suskun kalmıştır.

27


Diliyorduk ki, bu bizim son talihsizliğimiz, son acımız, son ızdırabımız olur... Acı ve ızdırap, çekilen zulüm Irak Türkmenlerinin yakasım bırakmıyordu ... Fakat en acısı Türkiye'deki kamuoyunun bütün bu işkencelerden ve işlenen cinayetlerden haberi olmuyordu... Türk Dışişleri şifahi protestolarla bazı teşebbüslerde bulunuyor, fakat hiçbir sonuç vermiyordu... Evet bütün bunlar Türkmeneli'nin, Türkmenlerin tarihi kaderi olmuştu ... Bir başka talihsizliğimiz de son Körfez Savaşı sırasında Müttefıklerimizin ısrarlanna rağmen Türkiye' nin Kuzey Irak'a, en azından Kerkük' ü de içine alabilecek bir müdaheleye girmemiş olmasıdır... Kaçınlmış en büyük fırsattı bu... Çünkü; Ecevit 1974' de Kıbnsa çıkartma kararını verdiği zaman dünya konjonktürü bu kadar lehimize değildi ... Bütün dünya karşımızdaydı ... Oysa Körfez Savaşında bütün dünya lehimizdeydi diyebiliriz ... Buna rağmen kılımızı bile kıpırdatmadık. Kaçıniını ş en büyük fırsat bu olmuştu... Bütün bu tarihi gelişmeler bir yana, bizim asıl talihsizliğimiz, Saddam Rejiminin Türkmen!ere yaptığı zulümdür.. . Saddam, yalnız Türkmen kardeşlerimizi katietmekle kalmamış; Kuzey Irak'da yaşayan Türk nüfusunun en az 500 binini göçürmüş ve özellikle de Kerkük' de yaşayan Türkmen kardeşlerimizin malianna ve mülklerine el koyan kanunlar, kararlar çıkarmış; nüfus kaydına Arap olarak geçmedikçe her türlü haklanndan mahrum kalmalannı zorlamıştır... Şüphesiz, hiçbir Türkmen, yapılan bu zulümleri, bu haksızlıklan, bu cinayetleri unutmayacaktir. Fakat; bütün bu çekilenierin en katmerlisi, 1 8 yıldır acısını hala kalbirnizin en derin yerinde hissettiğimiz idamlar olmuştur. 16 Ocak 1980 günü Irak Türkmenlerinin ebediyete kadar acısını unutmayacaklan, Kerkük' ün aziz eviadı Nejdet Koçak'ın bizzat Saddam'ın emri ile idam edilmiş olmasıdır. Aynı gün yine Türkmen davasının büyük insanı Abdullah Abdurrahman' ın, Rıza Demirci' in ve iş adamı Adil Şerif in idamları yer almış. Rıza Demirci kardeşimizin cesedi bile bugüne kadar teslim edilmemiştir. Aziz kardeşimiz Nejdet Koçak'ı 59 - 60 yıllan arası tanıdım. Belki ilk görüşmemizde değil; ama ondan sonraki görüşmelerimizden birinde onu rahmetli arkadaşım Galip Erdem' le tanıştırdım. Galip daha ilk görüşünde onun genç yaşına rağmen idealist bir yapıda olduğunu sezmişti ...

28


Nejdet liderlik vasıflan olan bir insandı. Nitekim çok geçmeden 2.5 milyon Türkmen kardeşimiz onun liderliğini kabul etmiş durumdaydılar. Bugün de onun hatırası Türkmen kardeşlerimizin davalanna ışık tutuyor. O, bir taneydi ve yeri güç doldurulabilecek bir insandı. Türkiye'de doğmuş ve Türkiye'de tahsil görmüş ve ondan l O yaş büyük olmama rağmen kendisinden etki tendiğimi itiraf ederim. Koçak, büyük bir kabiliyetti. Milletvekili seçildiğim zaman mutlaka Dışişleri komisyonuna girmemi isteyen oydu... Ona göre davamızı en iyi orada anlatabilecektik... Bütün ısrarlanma rağmen Komisyonun bu dava konusunda gereği kadar hareket ettiğini söyleyemem ... Zamanla Irak'ta yaşayan onbinlerce Türkmen aydınının Türk - islam bilinci ile ona bağlandıklannı gördüm. Liderde aranan bütün vasıflan benliğinde taşıyor, çevresindeki gençleri bilinçlendiriyordu. Saddam, Irak Türkmenlerinin kökünü kurutmak istiyordu. Ama çok şükür Nejdet Koçak' ın düşünce ve idealleriyle yetişen yeni gençlik Saddam bu menhusane düşüncesini gerçekleştiremedi ... Türkmen kardeşlerimiz artık dünyanın dört bir yanında öz davalannın canlı tutulmasına ve bir gün Saddam sonrası rejimde fiilen yer alacaklanna inanıyorlar... Nejdet Koçak, Abdulah Abdurrahman, Rıza Demirci ve Adil Şerifşehitlik mertebesiyle Rahmet-i Rahman' a kavuştular... Türkmen varlığı ebediyyen bu şehitlerimizin hatıralanyla yaşayacak ve ruhlannı mücadeleleriyle şad edeceklerdir. Şehitlerimizin katledildiklerinin bu yıl dönümünde hatıralan önünde eğilir; Aziz kardeşim Nejdet'in abiası ve eşinin duygulannı paylaşınm. Rıza Demirci, Abdullah Abdurrahman ve Adil Şerifin hatıralan önünde eğilir ve Cenab-ı Hak'kın huzurunda dualanmızın kabulünü dilerim.

29



ŞEHİT NEjDET KOÇAK'I ANARKEN İzzettin KERKÜK

ahmetli Nejdet Koçak'ı öz kardeşim kadar, hatta daha da fazla severdim. Uzun yıllar devam eden aramızdaki R kardeşlik bağları, karşılıklı saygı, sevgi ve samimi dostluk

temellerine dayanırdı. Gerçek bir liderin haiz olması gereken bütün sıfatiara sahip olan rahmetli, herkese karşı nazik, kibar ve saygılı olup yüreğinde kine ve nefrete yer yoktu; daima uzlaştıncı ve birleştirici idi. Son derece dürüst, mütevazı ve o nisbette de bilgili ve kültürlü idi. Eğitime ve öğrenmeye çok önem verir, etrafındakileri de hep buna teşvik ederdi. Ailesini Kerkük'te tanımayan yoktur. Rahmetli babası Nurettin Ali Tevfik Bey, son derece otoriter ve sert mizaçlı bir eğitimci idi. Kerkük'te Musalla Ortaokulu'nda müdür iken en azgın ve haylaz öğrencilerin bile, onun gölgesinden adeta ödleri patlardı. Bu okulu bitirenler, bu zatın sayesinde hizaya gelip, edindikleri bilgi ve disiplini hayatları boyunca sürdürmüş ve topluma yararlı kimseler olmuşlardır. Nejdet'in mensup olduğu Koçak ailesinden pek çok değerli şair ve edip yetişmiştir. Bunlann başında Kerkük'ün milli şairi sayılan merhum Nazım Refik Koçak'ı zikredebiliriz. Nazım Refik Bey'in sürgünde iken "Gazi Paşa'ya" yani Atatürk'e hitap eden "Yurdumun Derdi" başlıklı şiiri zulüm ve ihanete uğrayıp esarete mahkum edilen, asil bir milletin evlatlarının duydukları acılan ve feryatlannı dile getiren şaheseri bugün bile güncelliğini kaybetmemiştir. İşte rahmetli Necdet Koçak, milli duyguları güçlü olan böyle bir ailede yetişmiştir. Kendisi ile ilk tanışmamız 1 956 yılının Eylül ayında İstanbul'da Beyazıt'taki Marmara Kıraathanesi'nde oldu. Ben o zaman, üniversitede okurken aynı zamanda geceleri Türk Haberler Ajansı'nda da çalışıyordum. Yaz tatili için gittiğim Kerkük'ten yeni dönmüştüm. Kerküklü milliyetçi genç arkadaşlarla, o zaman İstanbul'da düzenlemeyi düşündüğümüz "Kerkük Gecesi"ni konuşmak için toplanmıştık. Toplantıda hazır bulunan Nejdet Koçak da henüz 17 yaşlarında idi. Hemen

31


dikkatimizi çekmiş, ağırbaşlı ve gözleri pınl pınl zeka fışkıran bu çocukta bir cevher olduğunu hepimiz anlamıştık. Nitekim Kerkük'te liseyi bitirdikten sonra yüksek öğrenim görmek üzere Türkiye'ye geldiği zaman bir dava adamı olduğunu hemen kanıdamıştır. Ankara'da Ziraat Fakültesi'nde ogrenci iken Kerküklü öğrencileri bir araya toplayarak, bir spor kulübü kurmuş ve öğrenciler arasındaki dağınıklığı gidermeye çalışmıştır. Onlara sporu ve folkloru sevdirmeyi başarmıştır. Aynca, öğrencilerin kitap okumak suretiyle bilgi ve kültürlerini arttırmalanna yardımcı olurdu. Her öğrenciye, kendisinin tavsiye ettiği bir kitabı okuyup hafta sonunda arkadaşlarına özedemesini önerirdi. Kulübe üye bütün öğrenciler onun tavsiyelerine daima uyarlardı. Böylece, öğrencilerin boş vakitlerini iyi şekilde değerlendirmel erini sağlarken, hitabet yeteneklerinin geliştirilmesine de yardımcı olurdu. 196 1 yılında Dışişleri Bakanlığı'na intisap ederek Ankara'ya taşındığımda Necdet Koçak'la daha sık görüşmeye başladık. O sıralarda kıymetli eşi Ayten Hanım'la yeni nişanlanmışlardı. Beraberce bizi sık sık ziyaredere gelirlerdi. Özellikle dini bayramlarda büyüklerini ziyaret etmeyi hiç ihmal etmezdi. Eşimle birlikte biz de onlan ziyaret ederdik. Bazen beraberce Ankara'da oturan değerli hemşehrilerimizi ve tanınmış Türk şair ve ediplerini ziyaret eder, tatlı sohbetler yapardık. Bunlann arasında - ki hepsi bugün rabmete kavuşmuşlardır Kerküklü şair Necmettin Esin, yine Kerküklü General Abdurrahman Ergeç, ünlü şair ArifNihat Asya ve babası Osmanlı döneminde Kerkük'te mutasamflık yapan değerli şairlerimizden Halide Nusret Zorlutuna hanımefendi vardı. Bazen de hemşehriler arasında yaptığımız aile toplantılannda, o sıralarda Ankara Devlet Konservatuan'nda öğrenci olan Kerküklü ses sanatçısı Abdurrahman Kızılay yanık sesiyle Kerkük horyat ve türkülerini okuyarak, bizleri başka dünyalara götürürdü. Yine konservaruar öğrencisi olan İsmet Hürmüzlü de Kerkük'ün efsane horyatçısı "Muçula"nın hayatını anlatan kendi eseri olan piyesi canlandırırdı. Rahmetli Necmettin ağabeyimiz de hamasi şiirlerini okuyarak bizleri coştururdu. Nejdet Koçak ise arkadaşlan ile birlikte "And olsun mavi asumanım sana" diye başlayan Kerkük marşını seslendirirdi. Çok samimi hava içinde geçen ve nefis Kerkük yemeklerinin ikram edildiği söz konusu aile toplantılannda kimler yoktu ki; aklımda kalanlan sayıyorum: Merhum Mehmet Erbil ağabeyimiz ve eşi Hatice abla, merhum İzzettin Kaytmaz ağabeyimiz ve eşi Sabiha ablamız ve yine merhum olan emekli albay Osman Çivril amca. Allah'tan ölenlere gani gani rahmet, kalanlara da uzun ömürler dilerim.

32


Nejdet Koçak'ın sık sık görüştüğü renkli simalar arasında rahmetli Galip Erdem de vardı. Aynca Ömer Öztürkmen, Acar Okan beyleri de çok sever ve sayardı. Onlarla yaptığı görüşmeleri büyük bir zevkle bize anlatırdı. Daha sonraki yıllarda biz yurtdışına görevli gidince, hemen hemen her yıl izinli olarak Türkiye'ye geldiğimde mutlaka kendisi ile görüşürdük. O sıralarda Ayten hanımla evlenmişler ve Tandoğan'da Turgut Reis Caddesi'ndeki evlerinde oturuyorlardı. Bu arada doktora çalışmalanna da başlamıştı. Ben yurtdışından döndüğümde kendisi Hollanda'ya staj için gitrnişti. Fakat Türkiye'ye her gelişinde muhakkak bizi arar hasret giderirdik. Doktorasını tamamladıktan sonra Irak'a dönerek, Bağdat Üniversitesi'nde kurduğu Ziraat Makinalan Bölümü başkanlığına tayin edildi. Muhterem eşi Ayten hanım da aynı üniversitede görev almıştı. Halbuki isteselerdi Türkiye'de kalıp gayet iyi imkantarla iş bulabilirlerdi. Fakat onun kalbi insanlığa ve milletine hizmet aşkı ile dolu olduğu için her türlü mahrumiyet ve fedakarlığa katlanarak, kendi memleketine dönmeyi tercih etti. Yıllar sonra 1975'te Paris'te görevli olduğum sırada, ağır hasta olan annemi ziyaret için eşimle birlikte Kerkük'e giderken, Bağdat'ta rahmetli Nejdet'le tekrar görüştüğümüzde dünyalar kadar sevinmişti ve otelde kalmamıza nza gösterıneyerek Ragibe Hatun sernündeki evinde bizi bir gece misafir etmişti. Ertesi gün de büyük bir zevkle bizi arabası ile bütün Bağdat' ı gezdirdi. Bu vesile ile uzun yıllardır görrnediğim Bağdat şehrini kendisiyle birlikte gezmek fırsatını bularak, bundan da büyük bir haz duyduk. Gayet zevkle döşenmiş evinde, çoğu Türkçe çeşitli konuda yüzlerce kitaptan meydana gelen bir kitaplığı vardı. Aynca Türk musikisinin en seçkin eserlerini ihtiva eden zengin bir kolleksiyona da sahipti. Namaz saatleri gelince kibarca bizden izin ister, namazlannı kılardı. Dinine son derece bağlı ve dürüstlükte örnek olabilecek bir insandı. Ne pahasına olursa olsun verdiği sözde duran, başkalannın aleyhinde kötü söz söylemeyen ve dedikodudan hoşlanmayan bir karaktere sahipti. Bağdat Üniversitesi'nde görevli olduğu sürede - ki son zamanlannda doçentlik payesine yükselmişti - aldığı maaşın büyük bir bölümünü, bazen de tamamını fakir Türkmen öğrencilerine yardım amacı ile harcadığını eşi Ayten Hanım'dan duymuştum. Özet olarak bütün samimiyetimle diyebilirim ki, O, bir liderde aranan tüm yüksek meziyetleri kendinde toplayan karizmatik bir kişiliğe sahipti. Fakat ne yazık ki, zalim bir idare, tamamen uydurma suçlamalarla, tabii bir hak olan savunma hakkı dahi tanımadan, gayri adil bir yargılama sonucu kendisini ölüm cezasına çarptırarak, darağacına gönderdi. Böylece, bu güzel

33


insanın, gerek insanlığa, gerek mensup bulunduğu topluma pek çok yararlı hizmetler sunahileceği bir çağda hayatına gaddarca son verilerek, bir insanlık suçu işleniyordu. Bu nevi cinayete sadece Nejdet Koçak kurban gitmedi. Onunla birlikte Bağdat'taki Türkmen Kardeşlik Ocağı'nın başkan ve yöneticilerinden Emekli Albay Abdullah Abdurrahman, Dr. Rıza Demirci, iş adamı Adil Şerif, Binbaşı Halit Akkoyunlu da idam edilerek, Saddam'ın hışmına uğradılar. Hepsinin müşterek olan tek suçu vardı. O da "Türk olmak"tı. Onlar Baas rejiminin kulu kölesi olmayı ve Baas Partisi'ne girerek, kendi halkianna ihanet etmeyi reddetmişlerdi. Bu da Irak'ta suçlann en büyüğü sayılır. Ne gariptir ki Irak'ta bazılannın yaptığı gibi, silaha sanlıp dağa çıkmak ve ülkeyi bölmeye çalışmak suç sayılmamaktadır. Nejdet Koçak hakkındaki idam cezası 1 6 Ocak 1980 tarihinde Bağdat'taki siyasi mahkı1mlann bulunduğu ve halk arasında ölüm sarayı olarak bilinen meşhur Ebu Gureyb hapishanesinde infaz edildi. Kendisine idamdan önce, Saddam'ın zebanileri tarafından, sözüm ona "itirafname" imzatatmak üzere, Allah bilir ne vahşiyane işkenceler yapılmıştır. Ama o imzalamadı. Bilindiği üzere Irak'ta tutuklanan Türkmenlere işkence ile imzalattırılan klişeleşmiş şöyle bir itirafname mevcuttur: "Türkiye ve İsrail hesabına casusluk yapmak" veya "Baas rejimine karşı örgüt kurmak." Irak'ta ileri gelen Türkmen liderlerinin idam edildiğine dair haberler Türkiye'de bomba gibi patladı ve büyük bir infial yarattı. Pek çok siyasi lider ve gençlik kuruluşlan, Irak vahşetini protesto eden demeç ve bildiriler yayınladılar. Konu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne de aksetti. Ankara'daki Irak Büyükelçiliği, her zaman adeti olduğu üzere basında çıkan haberleri hemen yalanlamaya kalkıştı. Fakat çok geçmeden Türkiye Dışişleri Bakanlığı olayı doğrulayınca, Irak'ta Türkmenlere karşı işlenen insanlık suçunun boyutlan bütün dünya tarafından anlaşıldı. Ancak ne yazık ki Türkiye'de o sıralarda, Irak hükUmeti tarafından tezgahianan ve bir parti liderinin de açıkça alet olduğu iğrenç bir oyun sahneye kondu. Malum partinin mahut lideri (!) idamlan müteakip Saddam Hüseyin tarafından özel surette Bağdat'a davet edildi ve orada devlet başkanianna yaraşır bir şekilde karşılanarak, cömertçe ağırlandı. Bu zat-ı muhterem Türkiye'ye dönünce basma verdiği demeçte Irak'ta Türklere baskı yapılmadığını ve idam edilenlerin de camilerde halkın yüzüne kezzap döken teröristler olduğunu söyleyecek kadar dalalet, gaflet ve hatta ihanet derecesine düşerek Saddam rejiminin Türkler hakkında işlediği insanlık suçunu örtbas etmeye kalkıştı.

34


Bu zat-ı muhteremin bir türlü anlaşılınayan bu "Saddam'dan fazla Saddarncı" tutumu, Türk milletini çileden çıkardı. Vicdan ve haysiyet sahibi pek çok Türk yazar ve siyaset adamı, Saddam hayranı bu zatı kınayan demeç ve yazılar yazdılar ve kendisinin maddi menfaat karşılığında Bağdat yönetiminin avukatlığını yaptığını ifade ettiler. Tepki gösteren bu siyaset adamlan ve yazariann başında merhum Alparslan Türkeş, Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Hüsamettin Çelebi, Nevzat Kösoğlu ve İlhan Öztrak yer almışlardır. İnsanlık timsali olan değerli şehit kardeşimiz Nejdet Koçak'ın aziz hatırasını anmak üzere, bu satırlan gözyaşlan arasında kaleme aldım. Ancak rahmetli Nejdet hakkındaki duygulanının ve bildiklerimin az bir bölümünü yazabildim. Günü gelince geri kalanlannı da inşallah yazanm. Sevgili Nejdet'imizi burada saygı ve rahmetle anarken, kendisi hakkında bir hatıra albümünü hazırlayan kadirşinas ve vefakar arkadaşlannı da yürekten kutlanm. Aziz şehidimizi hiç bir zaman unutmadık ve unutmayacağız. O, daima kalbimizde yaşıyacaktır. Ruhu şad olsun. Elbet birgün hak yerini bulur ve eli kanlı zalimler işledikleri insanlık suçundan dolayı hakketlikleri cezayı bulurlar.

35



KERKÜK' LÜ NEjDET KOÇAK Yavuz Bülent BAKİLER

erkük'lü Nejdet Koçak'ı 1959 yılında tanıdım. Ben, Ankara Hukuk Fakültesi' nin 3. sınıfında okuyordum. O K da, o yıl Kerkük'ten yeni gelmiş, kaydını Ziraat Fakültesi' ne

yaptırmıştı. İlk karşılaşmamız, Milli Türk Talebe Birliği' nin Anafartalar caddesindeki genel merkezinde oldu. Güzel esmer yüzüyle, hafif dalgalı saçı ile ve zaman zaman pembe bir gül gibi açılan tebessümüyle gözlerimin önündedir Ben, sadece Arap dünyasının değil; bütün insanlık aleminin de yüz karası olan o korkunç Kerkük katlİamın dehşetli saflıalannı, (Milli Türk Talebe Birliği' nde) ilk defa Nejdet Koçak'tan dinledim. Türk ve müslüman oldukları için, Kerkük sokaklarında sürüklene sürüklene öldürülen veya ayrı istikametlere giden arabalann arkasına hacaklarından bağlanarak parçalanan, elektrik direklerine asılan, sulara atılıp boğdurulan; kafalan kocaman taşlarla vurula vurula parçalanan... Masum Kerkük Türklerinin dehşet verici fotoğraflarını, ilk defa onun elinde gördüm. Irak'ta, Türk düşmanlığı öylesine kör bir taassupla ve zalim bir ruhla canavarlaşmıştı ki, Kerkük'te, meşhur Hassa Çayı üzerindeki Taş Köprü, sırf bir Türk eseri olduğu,Türkler tarafından yapıldığı için, Arap militanları tarafından yıktınlmıştı. Nejdet Koçak'tan duyduklarım karşısında,ağızsız-dilsiz, kolsuz­ kanatsız kalmıştım. Bu vahşetin sebebi neydi? Müslüman Arab'ı, müslüman Türk'e karşı kim düşman haline getirip sokaklara salıyordu? Beyniınİ kezzap gibi kavuran sorulara bir Kerkük hoyradıyla cevap vermişti O yar gözün! Kim görmüş o yar gözün Aslan gücünden düşse Kannca oyar gözün! Ah ne hazin bir gerçek! Demek İslam aleminin huzuru, sulh u, sükılnu, Türk'ün güçlü bir devlet halinde yaşamasına bağlı !

37


Demek biz, kuvvvetli olduğumuz zaman, Müslüman olmayan toplulukların bile, insanca yaşamasma imkan sağlamakla vazifeliyiz. Demek biz, gücümüzü kaybettiğimizde, kardeş bildiklerimizin ihaneti ile karşı karşıya kalacağız. Demek gücünden düşen arslanın gözünü, kanncalar bile oymaya başlayacak! Benim , adeta bir gözyaşı sessizliği ile boşalan Kerkük Ağıtı isimli şiirim, Nejdet Koçak'ın , iliklerimi donduran açıklamalanndan sonra yazılmıştır. Şiiri yazan benim, ama şiirde konuşan Nejdet Koçak'tır: -IBütün minarelerde sustu ezan sesleri Artık, yaşamak zordu. Zehir zıkkım bir rüzgar esiyordu Irak'tan Ölüm, sokaklarda kol geziyordu. Bir gece Kerkük'te vurdular beni. Geçti sokaklardan bir kızıl ordu. İslam'ı ve Türk'ü vuruyordu kurşunlar Peygamber kabrinde ağlıyordu. Bütün hadis-i şeritler, ayet-i kerimeler Yüreğimdeki kordu. Ama çıplak ayaklı ve çıplak kafalı adamlar Beni sokak sokak sürüklüyordu. Benim kafam kanıyordu kaldının taşlannda Evim-barkım yanıyordu. Ve benim cesedim kanlı bir bayrak gibi Demir direklerde sallanıyordu. Artık yaşamak zordu. Ölüm, Irak'ta kol geziyordu Evim-barkım yanıyordu Peygamber kabrinde ağlıyordu!

-II-

Vurdular mı Ata Bey'i arkadan Y ıktılar mı Taş Köprü'yü bir gece İçimde, her sabah şimdi gizlice Etkardır, hasrettir durmadan akan Bir gömlek yaptırsam Bursa şahndan Semerkant'tan nakış koysam üstüne Bir şeyler getirsem dünden bugüne Çeksem kılıcıını gümüş kınından!

38


Ok olsam hedefi ikiye bölen Bir kara börk olsam yiğit başlarda... Kışta, kıyamette, tipide, karda... Türkü olsam rludaklarda söylenen Ses versem bir sabah Bozkurt sesine Aksa yollarına içimdeki kan Ya tutup kaldırsam sizi oradan Ya düşsem toprağa erkekçesine Nejdet Koçak'la dostluğumuz yıllarca devam etti. Bir ara O'nunla Tandoğan'da aynı cadde üzerinde oturduk. Evlerimiz arasındaki mesafe bir kaç yüz metre idi. Ben, dört Kerkük'lü arkadaşımla birlikte kalıyordum. O da önceleri tek başına yaşıyordu. Sonra yanına başka hemşehri\eri de ge\di. Kerkük'ün değerli ses sanatkan Abdurrahman Kızılay'la kapı komşusuyduk. Nejdet Koçak, Abdurrahman Kızılay'ın sesini ve udunu dinlemek için bazen bize, bazen Abdurrahmanlara gel irdi. Hep biraz ürkek, biraz mahçup bir yüzle, bir sandalyeye ilişir gibi oturur, söylenen Kerkük Türkülerine sanki ilk defa dinliyormuş gibi kulak kesilirdi. O'nu bir gün olsun öfkeli görmedim. Ağzından, bir defa olsun kötü söz duymadım. Hep dikkatle dinleyen; etrafına karşı son derece saygılı olan bir inceliği vardı. "Bir insan, ancak bu kadar halim - selim; bu kadar ölçülü ve terbiyeli olabilir."derdim. 1963 yılında,Ankara'da,Türk Ocağı Salonu'nda ilk defa ya p ı l a n b i r K e r k ü k G e c e s i ' n i O ' n u n l a b i r l i k t e hazırladıkYanımızda rahmetli Necmettin Esin ağabeyimiz de vardı; Abdurrahman Kızılay, Yalınan Paşaoğlu kardeşlerimiz ile Kerkük'ün meşhur ses sanatkan Abdülvahid Küzecioğlu'nun okuduğu türküler, dinleyenleri adeta büyülemişti. Galiba bir yıl sonra, Ankara'da, bu defa Turan lokantası'nda ikinci bir Kerkük Gecesi'ni, yine Nejdet Koçak'la birlikte düzenlemiştik. Kerkük Türküsü'nün sesini Türkiye'nin başkentinde duyurmak, Kerkük'ün nerede olduğunu bilmeyenlere veya Kerkük'le Kelkit'i birbirine karıştıranlara yüzü al al yanarak açıklamalarda bulunmak Nejdet Koçak'ın bitmez tükenmez gayretleri arasındaydı. 1960'lı yıllarda Ankara'da, sık sık yapılan Türk Halk Oyunlan gösterilerine, ilk defa bir Kerkük ekibi hazırlayarak sokan O'dur. Tam bir tarih şuuroyla yaşayan, dilin, dinin, edebiyatın, türkünün, oyunun millet hayatındaki büyük önemini bilen zarif bir gönül adamıydı. Hadise bugünkü gibi aklımdadır: Bir gün, Ankara'da, Maltepe Camii'nde, bir öğle

39


namazını birlikte kılmıştık. Dışarıya çıktığımızda, bana; "Kerkük'e gitme hazırlığı içinde olduğunu" söylemişti. İçimde, sanki bir damar kopmuştu. -Sakın gitme, demiştim. Bu Baasçılar Türk düşmanlığını adeta bir din haline getirdiler. Sana zulm edeceklerinden korkuyorum! Sakın gitme! Bu Saddam'ın ne yapacağı belli olmaz. ! Verdiği cevap hep aklımdadır: -"Olur mu hiç ağabey! Irak'taki çocuklarımızı, kardeşlerimizi nasıl sahipsiz bırakabiliriz? Kerkük'ü ikinci bir Kıbrıs durumuna düşürmemeliyiz ! B en, gitmek mecburiyetindeyim. Tahsilim bittiğine göre, doğduğum topraklara dönmeliyim artık!" Söylediği gibi yaptı. Türkiye'de iken evlenmişti. Eşi Ayten Hanım Türkiye Türklerindendi. Bir gün elele verip Irak'a gittiler. Nejdet Koçak, ilim dünyasında, bir kürsü sahibi olmak istiyordu. Bu bakımdan Bağdat'a yerleştiler. Birkaç yıl sonra, O'nun Ziraat Fakültesinde doçent olduğunu duyunca çok sevindim. Karamsarlığım dağıldı. Ah ne kadar hazin! Sevincim uzun sürmedi. *

Bir gün O'nu kürsüden alıp götürdüler. Sonra bir Ebu Leheb vahşetiyle karşısına dikilip sordular: -"Söyle bakalım! Sen Bağdat Üniversitesi'nde neden Türkçe konuşuyorsun?"-"Bütün derslerimi Arapça anlatıyorum. Türkçe'yi ise, zaman zaman adama gelen Türk asıllı öğrencilere konuşuyorum. Dört duvar arsında 3- 4 kişi ile Türkçe konuşmanın ne gibi mahzuru olabilir?" -"Onlarla niçin Arapça konuşmuyorsun? Senin maksadın ne? Burada Turancılık mı yapmak istiyorsun? Türkiye Cumhuriyeti seni buraya casus olarak mı gönderdi?" -"Benim ana dilim Türkçe olduğu için, Türk asılı öğrencilerle ders dışında Türkçe konuşuyorum. Bağdat'da Türkçe konuşmayı yasaklayan bir kanun da yoktur sanıyorum. Turancılık bütün Türkleri bir bayrak altında toplamak idealidir. Bu işi, ancak büyük devletler, çok kuvvetli ordular sayesinde savaşarak yaparlar. Benim üzerimde bir cep çakım bile yok! Türkiye Cumhuriyeti bile Turancı değil! Tek başıma ben mi ve Türkçe konuşarak mı bütün Türkleri bir bayrak altında toplıyacağım? Ben niçin casusluk yapayım? İşte bütün devlet güçleri elinizde ben neyin casusluğunu yapmışım? Kime ne söylemişim? Hangi devlet sırrını öğrenmeye çalışmışım? ... "

40


Söylediklerine inanmadılar. Tutup zindanlara attılar. Zinciriere vurdular. Vakit namazlarını kılmasına bile izin Yermediler. Aradan uzun ve çileli aylar geçti. Onu bırakmadılar. Zulüm mahkemeleri kurdular. Tehditler savurdular. Ayten Koçak, çaresizdi. Yapayalnızdı. Endişeliydi. Yakınları Ona yardımcı olmak istediler: -"Sen mutlaka Saddam Hüseyin'e çıkmalısın! Yapılanlan ona anlatmalısın! Seni dinleyeceğine ve yardımcı olacağına inanıyoruz. Böyle sessiz sedasız kalmak doğru değil" dediler. Ayten Koçak çaresizdi. Binbir zorluğa göğüs gererek Saddam Hüseyin'in huzuruna çıktı: -"Allah rızası için kocarnı bıraktınn! dedi. O, karıncayı bile incitmek istemeyen bir insandır. Türkçe konuşması hem Türk olmasından, evinde Türkçe konuşmasından, hem de yüksek tahsilini Türkiye'de yapmasından ileri geliyor. Onun çıkmasına emir verirseniz alır Türkiye'ye götürürüm. Artık buralarda bırakmam. Hemen götürürüm, hemen, hemen! Siz de rahat edersiniz, biz de!" Saddam Hüseyin geniş geniş gülümsedi. "inşallah birşey yoktur, olmaz" dedi. Ayten Koçak ümitlendi, çıkıp evine geldi. Bir koç alıp kesmeyi, etini fakir-fukara insanlara dağıtınayı düşündü. Eşini yanına alıp Türkiye'ye dönmeyi planladı. Sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Güneş Bağdat'ı çoktan ısıtınaya başlamıştı. Ayten Koç ak hala binbir tahayyül içindeydi. Acı haber sonra geldi. Saddam elbette tıynetinin icabını yapmış, idamı gerçekleştirmişti. Cenaze Irak gizli servisinin nezaretinde, halkın katılması zorla engellenerek aileden birkaç kişinin iştirakiyle gizlice kaldırıldı. Zulüm rejimi Nejdet'in cenazesinden bile korkuyordu. Aziz şehidin son yolculuğu çok acı, ama ruh gücünün yüceliğinin ezici ürpertisiyle gerçekleşti. Ruhu şadolsun ! . ..

41



o HALA DİPDİRİ Yücei HACALOGLU ••

O

teden beri dış Türklerden Doğu Türkistan'lılarla Irak Türklerine karşı ayn bir sevgim, ayrı bir muhabbetim vardır. " B unun sebebi nedir?" diye düşünüyoru m . Bağımsızlıklarını kazanamadıklan için mi? insanca yaşama şartianna kavuşamadıklan için mi? Devamlı zulüm ve işkence gördükleri için mi? Bütün dünya bu zulme sessiz kaldığı için mi? Bilemiyorum. İçimde bir düğüm var. Elem var, ıztırap var. Çözemiyorum. Bizler, gençliğimizde Kerkük Türklerinin yiğit ve mazlum sesi, Abdülvahit Küzecioğlu'nun türküleri ile büyüdük. Hemhal olduk. Dertlendik. Sevdalandık. Umutlandık. Her defasında umudumuz böğrümüzde kaldı. Yaslı gittik, yaslı geldik. Kerkük Türklerini tanıdıkça, hevesimiz, arzumuz arttı. Güzelleşti. Hoyratlan dinledikçe daha bir hüzünlendik. Kerkük Türklerinden çok kimse tanıdım. Tanıdıklanını sevdim. Şimdi, bir kısmı rahmetli oldu. Hele bir Nejdet Koçak vardı ki, söylemeye dilim varmıyor, yüreğim el vermiyor; yiğit mi yiğit, cesur mu cesur, feragat ve fedakarlık ruhu çok mu çok bir ülküdaşımız idi. Zulüm ve işkence onu şehit etti. Ama o gönüllerde yaşıyor. Hala dipdiri. Hala canlı. Şair ne diyor: "Zulmün, topu var, güllesi var, kal'ası varsa, Hakk'ın da bükülmez kolu , dönrnez yüzü vardır."

43



GÖNÜLLERDE TAHT KURAN ADAM "NEjDET KOÇAK" Habib HÜRMÜZLÜ

ejdet Koçak'ın hatırasına birkaç satırlık yazı yazınam için N bana tekiifte bulunduklannda çok tereddüt etmiştim.

Düşündüm, ben o aziz insan hakkında ne yazabilirim? Doğrusu ne yazarsam bu değerli insanın ne hakkını verebilirim, ne de içimdeki burkuntuları tam anlamıyla i:ffide edebilirim. Ama yine de bir vefa borcu olarak yazmaya karar verdim. Nejdet Koçak denildiğinde, Irak Türklerinin acısı, çilesi ve unutulmuşluğu akla gelir. Irak Türkleri son yan yüzyılda çok ıztıraplar çekmiş, kapkara günler yaşamış, uluslararası arenada tam anlamıyla unutulmuş, her zaman kaderine terkedilmiş, mazlum ve talihsiz bir millettir. Irak Türkü bu zaman dilimi içerisinde varlığını ve özgürlüğünü korumak pahasına, çok değerli insanlar kaybetmiştir. Onlann acılannı yüreğimizde ilelebet hissedeceğimiz kesindir. Irak'ı yöneten insafsız dikta rejimi, kalbur üstü insanlanmızı önceden belirleyip, onlan yok etmiştir. Tutuklananlar şehit düştü; kalanlar da Irak'ı terk etmek zorunda kaldı. Şimdi düşünüyorum; tam kırk sene geçti Ata Hayrullah'ın şehıldeti üzerine ... Rahmetli kısa sürede milletin bir sembolü, bir ümit ışığı haline gelmişti. Kısa sürede parlayan bir ümit ışığı daha bir anda söndürüldü. Her akl-ı selim sahibi Iraklı Türk teslim eder ki Nejdet Koçak böyle bir ümit ışığı idi. Ama maalesef zalim eller onu da yok etmeyi başardı. O aramızdan ebede göç etti ama öyle derin acılar ve öyle büyük izler bıraktı ki silinmesi ve unututması mümkün değildir. Nejdet Koçak, genç, hayat dolu bir insan olarak özü hoş, sözü hoş, sohbeti hoş bir insandı. Herkese sevgi ile yaklaşırdı; sohbet etmediği ve samimi davranmadığı kimse yoktu. idealist, kültürlü ve bilgili olduğu kadar, alçak gönüllü ve hoşgörülü idi. Çalışmalannda düzenli, disiplinli, azimli ve iradeli idi. Sözlerinde ve davranışlannda

45


yanlışlık, eksiklik ve mantığa aykınlık bulmak çok zordu. Her cümlesi, sanki özel bir söz terazisinde tartıtıp ölçülmüştür. O her zaman iyimserdi. Konulara her zaman çözüm arayarak yaklaşırdı. O Allah'ını idrak eden ve seven; onu huşu ile zikreden, tevekkülü her zaman aklında tutan salih bir kul idi. Amacı, insaniann ve özelikle de gençlerin kalplerini fethederek onların sevgisini kazanmak ve onlara fikir ve ideal düşünmeyi aşılamak olmuştur. Ne o kimseye ters düştü ne kimse ona... insanımızın, başkalarının hatasını ön plana çıkarmak gibi bir hastalığı vardır. Buna rağmen ne hayatta iken, ne de şehit edildikten sonra onun hakkında tek olumsuz kelime eden olmamıştır. Bizler yaş itibanyla onun ağabeyi sayılırdık Ancak, o sanki bizden çok daha büyük, çok tecrübeliymiş gibi onu dinler ve dediklerini uygulardık Biz ve bizim gibi o neslin bir çok genci ve orta yaşiısı ondan çok şey öğrendi ve feyz aldı. Her buluşmamızda ve sohbetimizde ondan mutlaka bir şeyler öğrenir ve kazanırdım. O, nezaket icabı, bize "ağabey" diye hitap ederdi. Ancak; o gerçekten fıkir ve düşünceleriyle değil; kendi neslinin, kendinden öncekilerin de fikir babası ve "ak sakallı"sıydı. O yıllarda çıkarmakta olduğumuz "Kardaşlık Dergisi"nde talebim üzerine ve beni kırmayarak bir köşede aylık yazmaya başladı; bir süre de bu köşede yazmaya devam etti. "Gök Kubbede Baki Kalan Hoş Seda" idi köşesinin adı. Şehadet şerbetini içmesi üzerinden şu kadar zaman geçmesine rağmen o hala "gönüllerde baki kalan hoş seda" olarak anılıyor. Nejdet'im gitti. Bizler ise acı, ıztırap ve çaresizlik içerisinde kaldık. Kahrolmak az geliyor; her gün bin ölüp, bin diriliyoruz. Allah onu çok sevdiği için belki de ona şehitlik mertebesini balışederek bu günleri göstermedi. Evet... Nejdet Koçak, milleti uğruna şehadet şerbetini seve seve içen, hayatını bu uğurda çekinmeden feda eden bir kahramandır. O tek kelime ile "gönüllerde taht kuran" bir yiğit idi. Nur içinde yatsın, diğer şehit kardeşleriyle birlikte... .

46


NEIDETİÇİN İsmet HÜRMÜZLÜ

T

hebai hükümdan Kreon, milattan 442 yıl önce savaşta öldürii len Oidipus'un oğlu Polyneikes'in cesedinin çınl

çıplak sokak ortasında kalmasını, gömülmemesini ve ona hiç kimsenin yas tutmamasını emreder. Hükümdann bu zalimce emrini duyan, Polyneikes' in kız kardeşi ANTİGüNE kardeşinin cesedinin sokak ortasında vahşi hayvaniara yem olmasına asla razı olmaz. Bu emre karşı çıkarak cesedi defnetıneye karar verir. Hükümdann

bu

emrine

karşı

çıkılınasının

cezası

ölümdü.

ANTİGüNE bu yasağa rağmen kardeşinin cesedini defneder. Ama kendisi de Kreon' un emri ile nöbetçiler tarafından diri diri kayalık mezara gömülür. Yıl 1998 miladi. KERKÜK' te Musaila kabristanının en dip köşesinde bir mezar. Mezann başında siyahlara bürünmüş, yaşlı bir kadın sessizce ağlıyor, göz yaşlannı içine akıtıyordu. Titreyerek

mezara

y a k l a ş t ım .

Ya ş l ı

kadın

bana

baktı. ..baktı...Yüzünden keder, acı okunuyordu. İnliyordu ama sesi duyulmuyordu, Gözlerindeki öfke ve isyan dağı taşı eritirdi. Boğuk sesiyle bana: " Sen kimsin yabancı? Bu korkunç yerde ne işin var? Sen bilmez misin , bu mezan ziyaret etmenin, onun için yas tutup ağlamanın yasak olduğunu? "dedi. Ben yabancı değilim ana:

Bu

mezarda

yatanın

çocukluk

arkadaşıyım,

Piryadi

mahallesinde komşusuydum. Daha o zamandan milleti için yüreği yanıp

tutuşurdu,

Posta

yoluyla

Türkçe

kitaplar

isterdik

Türkiye'deki bazı kuruluşlardan. Kitaplan aldığımızda sevinçten uçardık adeta. O ne heyecandı ya Rabbi! ... Yıliar sonra o, tahsil için Türkiye' ye geldi. Ben de o sıralarda Tiyatro eğitimi için A.B.D. 'ye gitmeyi düşünüyordum. Rahmetli bana:"Ankara'daki Konservatuvann batılı okullann düzeyinde" olduğunu söyledi. Zaten benim de idealim A.B.D. 'de eğitim gördükten sonra Kerkük' e dönüp özel bir Türk Tiyatrosunu devam ettirmekti. Merhum benim Ankara' ya gelmeınİ istedi. Bu fikir benim idealime daha uygundu. Ben de bu istek üzerine, arkadaşım A. Kızılay'ın teşviki ile Ankara'ya geldim.

47


Merhum her zaman kalıcı bir sanatın, kalıcı millet demek olduğunu sık sık vurgulardı. Sanatçının bir toplumda ön planda olması gerekliliğini savunarak, beni devamlı ön plana çıkanr, toplumda ayncalık tanırdı. Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği'nin başında bir sanatçının bulunmasını hararetle savunarak, değerli dava ve fikir adamı Sayın Acar Okan'la birlikte beni bu derneğin başkanlığına getirmişlerdi. Irak' ta Türk varlığını dava haline getiren kendisiydi. Şüphesiz O, bir liderdi. Eğer yaşamış olsaydı Irak Türklerinin durumu olumlu anlamda çok daha farklı olacaktı. Rahmetlinin milli hislerinin yanı sıra, dini inancının da güçlülüğü asla tartışılmazdı; yoksa Bağdat zindanında kendisine yapılan onca işkenceye dayanabilir miydi ? İşte aynı zihniyyette olanlar, 6 1 Hicri yılında Peygamberimiz Hz. Muhammed' in ( S.A.V. ) torunlarını Kerbela' da işkence çektirerek şehid etmediler mi ? On muharrem günü şafak sökerken Hz. Hüseyin ( R.A. ) Dedesi yüce peygamberi rüyasında görür. Rüyada yüce peygamber torununu yanına çağırmaktadır. Rüya çok açık. Hz. Hüseyin fiilen o gün şehit düşer. İşte ana! . . . Rahmetli de hücresinde bir gece aşın derecede işkence gördükten sonra bu rüyaya benzer bir rüya görmüştü. Hz. Hüseyin Irak'ın Kerru-Belasında, şehit düşmeden önce vücudunda 35 kılıç yarası, saplanmış 34 ok, sel gibi kanının aktığı sırada, başını göğe yükselterek şöyle seslenir: "Ailah'ım gökten onlara rahmet verme. Yeryüzündeki bereketlerini de onlardan kes. Kısa süreli refahta olduklarında, onları parçala ve hepsinin yollarını ayır. Hakimiyet kurmalanna izin verme. Bizi biat etmek için davet ettiler, bizi kati eden düşmana dönüştüler. " Fiilen de o topraklarda hala huzur sağlanamamaktadır. Kısa süreli refah dönemlerin ardından, hemen felaketler bastınr. Her şeyleri var ama sefalet içinde yaşamaya mahkı1mdurlar. Durmadan kan akar o topraklarda... KAN ... KAN .... Bu derin düşüncelerimden uyandığımda yaşlı kadın yoktu! Nereden geldi ? Nereye gitti ? Bu bir sır... Koca kabristanda yalnızdım. Akan göz yaşiarım yağan kırmızı toprağa karışmıştı. Ne ışık var ne de insan sesi. Yalnız karanlık var! . .. Yavaş yavaş mezardan bir yafta çıktı: ADI : NEJDET SOYADI: KOÇAK BABA ADI: NURETTiN ALİ TEVFiK DOGUM YERİ VE TARİHİ: KERKÜK 1939 SUÇU: IRAK'TA TÜRK VARLIGINI DA VA HALİNE GETiRMEK

48


CEZASI: iŞKENCE YAPILDlKTAN SONRA iDAM İNFAZ TARİHİ: 1 6 0cak l980 MERTEBESİ: ŞEHiT YASIMIZI TUTAN DA KALMADI

"Gerçekçi kısa bir Tragedya" Kerkük' te bir sokak dilencisiyim Yıkılmış kal'a duvarlannın dibinde oturuyor, Gelene gidene avuç açı yorum. Bu dilenci de nereden türedi? Diyorlar! . ..

Kerkük'te başka bir sokak Seyyar bir ayakkabı boyacısıyım. Bay Hasan neft kuyusu yönünden Esiyar sam yel i, Ham petrol kokusunu getiriyor Yakıyor solgun yüzümü, Çatlıyor dudaklanm. HİCRİ'LERİN, LÜTFİ'LERİN, AKİF'LERİN, Ayak izlerine rastlıyorum. Ağabeylerim, kardeşlerim neredeler? Tek tük can dostlarımı görüyorum ... O da kim? Kız kardeşim değil mi uzaktan geçen? Beli bükülmüş, değnekle zar zor yürüyen Bu adam da kim? İyice bakıyorum, Kerkük Hoyratçılannın büyük ustası Devriimiş bir çınar gibi KÜZECİOGLU'nu görüyorum Elini öpesim geliyor. Sokak gittikçe kalabalıklaşıyor... Gelen geçen çok ama, başka tanıdıktarım yok. Bunlar da nereden türedi diyorum! ... Onlar da: Bir bu eksikti. Acaip kılıklı, garip tavırlı Bu boyacı da nereden geldi? Diyorlar. Şimdi Kerkük'te bir divaneyim FUZÜLI gibi Rindi Şeyda Kovuyorlar beni oradan oraya Hemişe halka rüsva. Koşarak Musailaya Şehit Nejdet Koçak'ın türbesini soruyorum. Herkes ürkerek kaçıyar benden! ... Piryadi'ye, Korya'ya, Şaturlu'dan, Begler'e Gavur bağında soluklanıyorum.

49


Kerkük'te Cirit meydanında EVİMİZ ... Duvarına yaslanıyorum Bu PİR-I FANI de kim ola? diyorlar... Ambargo yaman, 11 Ah men, dı yoh sen, garip öllem! 11 Ey balam! . . . Ocaklar tütmüyor Tencereler kaynamıyor İlaçsızlıktan çocuklar kınlıyor Karanlık evierden yükselen feryatlara Ben de katılıyorum Hüngür hüngür ağlıyorum. Akşam kapılar kapatılıyor, Aç köpeklerin arasında yatıyor, O çamuru, o toprağı doya doya kokluyorum. Valiahi sesimi çıkarmadım, Billahi ben şu evin öz evlatlarındamın demedim. Sabah oldu, kovun bu meczılbu dediler, Kendimi tanıtmadan, kim olduğumu söylemeden, Gittim babamın, anamın, ablamın, Ağabeyim Kenan'ın mezarianna sığındım Bu bir mezar soyucusudur ... Dediler, Bir Abdal gibi Yel imarnma vardım, Kırlannda hayırlannda büyüdüğüm, MİÇE'ÇEN, HERNİK, ŞIKEYYİK, Kokan DAKUKA. Oradan gözlere şifa İMAM ZEYNELABİDİN'e, AK SU Çayıyla BAGDAT'a aktım. İmamı A'zam'a, Geylani'ye, İmaını Kazım'a Bir de Babul Mansur'a Oradan da aç susuz Su ... Su ... Diye inleyerek yürüdüm Kerbela'ya Hz. Hüseyin'e Ve Sema ettim yollarda, Mevlana Celaleddin EL RUM İ'den, Şemsi Tebrizi'den Hürmet dolusu selam getirdim Necefte Hz. Ali'ye Yüz sürdüm türbesine. Kerkük'te, Şafakla birlikte, çöpçüler Kimsecikler görmeden, Attılar beni Hasa çayının çöplüğüne:

50


"YANAR KERKÜK MUM KİMİN YANAR KERKÜK YAG YANDI FİTİL BİTTİ AHRINDA SÖNDÜ KERKÜK" Hoyratı ile birlikte, Virane olmuş Hasa köprüsünün Harcına karıştık. . . Ben ve o hoyrat. Bizimkiler yok Hep onlar sokakta... Çiğneodik ayakları altında Ben ve o hoyrat: "YAG YANDI FİTİL BİTTİ AHRINDA SÖNDÜ KERKÜK" Oradan göğe ağardık Sonradan da ARŞI ALAYA. . . S azlayan kadınlarımız da Göç edip gitmişler, YASIMIZI TUTAN DA KALMADI AH . . . RIN ... DA. .. SÖNDÜ KERKÜK! . .. Başınız sağ olsun.

51



RAHAT UYU SEVGiLi NEIDET Abdurrahman KlZlLAY

B

ugün Kerkük Halk Müziğinin gerek Türkiye'de ve gerekse başka ülkelerde tanınmasında rahmetli Nejdet Koçak'ın büyük emekleri var. Zira kendisi müzik tahsili için Türkiye'ye gelmem hususunda çok çabalar harcamıştır. Nur içinde yatsın, daha genç yaşında bile sanatın bir milletin tanınmasında nasıl büyük rol oynayacağını biliyordu. Lise çağlanndayken ben Kerkük Müziği ile ilgilenmeye başladığım ve bu alanda kendimi yetiştirmeye çalıştığım sıralarda kendisi liseyi bitirerek yüksel tahsil için Türkiye'ye geldi ve ziraat fakültesinde tahsiline başladı. 1960 senesinde sömestir tatili için Kerkük'e geldiğinde bir sohbet esnasında bana Ankara'da bir müzik okulu olduğunu, eğer benim oraya gelip müzik tahsili yaparsam müziğimize daha faydalı olacağımı, bu vesile ile de Kerkük'ü daha iyi tanıtacağımızı söyledi. Ben de kendisine eğer o okula (Ankara Devlet Konservatuan) kaydıını yaptımsan seve seve gelirim dedim. Türkiye'ye döndükten iki ay sonra rahmetliden bir mektupla birlikte Ankara Devlet Konservatuanna kaydırnın yapıldığını gösteren bir belge aldım ve Ankara'ya giderek konservatuvarda müzik eğitimine başladım. Bu arada rahmetlinin kendisi ve yine Hak'kın rahmetine kavuşmuş olan Fuat Akkoyunlu ve ben Bahçelievler'de bir daire kiraladık ve bu evde her gece milliyetçi çevreden Rahmetli Galip Erdem ağabeyimiz, Nuri Gürgür, Acar Okan ve İbrahim Metin gibi aziz Kerkük dostlanna küçük konserler vererek Kerkük Halk Müziğini tanıtmaya başladım. Daha sonra bu küçük çaptaki konserler Kerkük geceleri, demekler ve özel kuruluşlann tertipiediği organizasyonlarda devam etti. Rahmetli Nejdet her konserimde o sırada Ankara'da tahsilde olan diğer Kerkük'lü hemşerilerimizle bana koro şeklinde eşlik ederlerdi. Aynı zamanda Ankara dışında da bazı iliere giderek Kerkük'ü hoyrat ve türküleri ile tanıtmaya çalıştık Bu arada Türkiye Radyolanndan Kerkük hoyrat ve türkülerini okumaya başladım.

53


Sevgili Nejdet, o mübarek Kerkük toprağında rahat uyu. Bana ve Kerkük müziğine vermiş olduğun emek boşa gitmedi. Zira iki-buçuk milyon Irak Türkü'nü ayakta tutan hoyrat ve türkülerimiz artık yalnız Türkiye'de değil; Amerika Birleşik Devletleri dahil birçok Avrupa ülkesinde de verdiğimiz konserlerle tanınmaya başlandı. Aziz Kardeşim, Usta hoyratçımız "Muçula" idam edilirken senin de bildiğin gibi demişti ki: Bu alma dört olaydı Kamıma dert olaydı Boynumu vuran cellat Keşke bir mert olaydı Bağ işler Bağda bağvan bağ işler Başım namert elinde Ne keser ne bağışlar Nur içinde yat Sevgili Kardeşim Nejdet.

54


19 YIL SONRA NEjDET KOÇAK Sadi SOMUNCUOGLU

ahmetli Nejdet Koçak'ı 1961 yılında Üniversiteliler Kültür Kulübü'nde tanıdım. Yüzünden tebessüm hiç R eksilmeyen, gözleri devamlı sevgiyle ve ümitle parlayan canlı genç bir insandı. Kerküklü idi. Türkiye'ye tahsil için gelmişti. Ziraat Fakültesine devam ediyordu. Giyim kuşamına, hal ve hareketlerine bakınca; mali durumu iyi, görgülü bir ailenin düzgün terbiye almış çocuğu olduğu hemen anlaşılıyordu. insanlarla ilişki kurması son derece kolaydı. Sade, samimi, kendisi için talebi olmayan, ama vermeye daima istekli ve hazır yapısından dolayı, Nejdet'le can ciğer kardeşçe samirniyet kurmayan kalmamıştı. Yıllar geçince artık Nejdet de Türkiye'den biri gibi olmuştu. HattaTürkiye'den biri gibi demek de yanlış olur. Doğrusu O, bizim milliyetçi kadronun en önde gelen temel taşlanndan biriydi. Irak Türklüğü kadar Türkiye'de milliyetçilik için de çalışıyordu. Biliyordu ki, burada mesele çözülemezse, orada yapacak fazlaca bir iş yoktu. Kerkük'ten veya Irak'tan tahsil için Ankara'ya kim gelmişse, Nejdet onları önce bizim Kulüb'e getirirdi. Bunun için o yıllarda pek çok Kerküklü ülküdaşımız olmuştu. Bu dönemde Türkiye'de tahsil gören Kerküklü veya Iraklı Türklerin hemen hemen hepsi milliyetçi şuurla yetişti. O nesil bir dalga halinde kendisinden sonra gelenleri de arkasından sürükledi. Nejdet tahsilini tamamladı ve ziraat mühendisi oldu. Türkiye'de kalabilirdi. Ama bir süre çalışmasına rağmen durarnadı ve Irak'a gitti. Bağdat Üniversitesi'nde doçent oldu. İyi insan, iyi vatandaştı. Ama Saddam canisi O'nu 1980 yılında Türkiye'nin adamı diye sorgusuz-sualsiz, mahkemesiz idam etti. Hem de kendisi gibi asil ruhlu, yüksek karakterli 9 dava adamı ile baraber. Bu katlİamın yapılacağı haberi Türkiye'ye ulaşmıştı. Ama bir avuç Türk milliyetçisinin çırpınmalannın dışında bir şey

55


yapılamadı. Çok acıdır iktidardakiler mesel elerin ne insani, ne de milli boyutunu kavrayabilmişlerdi. Bugünlere nasıl geldiğimizi, Türkiye'nin yanı başında olup bitenlere niçin tesir edemediğini anlamakta zorluk çekenler, sadece bu faciayı tetkik etseler, zannederim yeterli olur. Türkiye l 960'lı yıllarda dışardaki Türk toplulukları hakkında, tam manasıyla bilgisizdi. Cahildi demek daha uygun olur. Sadece Kıbrıs Türklüğünü bilir, onun dışında Irak veya Kerkük'te, İran veya Türkistan'da Türkler varmış, hafızasının hiçbir kıvnmında böyle bir kayıt yoktu. Bunun için yüksek tahsil yapmış, devletin idaresinde önemli görevler yüklenmişler dahil herhangi bir kişiye, Türkiye dışındaki Türk varlığından bahsettiğinizde, size garip garip bakar, "Bu adam neler söylüyor" diye içinden homurdanırdı. İşte Türkiye böyle yönetildi. Dünyada bir ülke gösterilemez ki, milletinin büyük bir kısmı başka yerlerde ve esaret altında yaşasın, ama yetişen nesillere bunlar hakkında ciddi hiç bir bilgi verilmemiş olsun. Nejdet anlatmıştı. Fakültedeki gençler, Kerkük'ten gelen öğrencilere Arap gözüyle bakar, biraz da küçümserlerdi. Ama Kerküklü tiryaki öğrencilerde yabancı sigara bulunurdu. Bu ise önemliydi.(!) O tarihte Türkiye'de yabancı sigara sadece diplomatlar veya yurt dışına çıkan nadir sayıdaki kişilerde görülürdü. Sigaranın hatınna kurulan arkadaşlığın sonunda bir de iltifat etmek gerektiğinde bizimkiler, "Ne güzel Türkçe konuşuyorsun. Nerede öğrendin. " cinsinden cahilane konuşmalar yaparlardı. Bu sorulardan bunalan ve son derece ineinen Kerküklü öğrenciler, "Biz de Türk'üz, memlekette Türkçe konuşuyoruz, herhangi bir yerden öğrenmemize gerek yok" demelerine rağmen, dinleyen kim, anlayan kim ... Bunlara göre Türkiye dışında hiç Türk olur mu? Neyse bu iş o kadar ileri gitmiş ki, adeta bıçak kemiğe dayanmış. Bir gün, çok kibar gençler olmalarına rağmen, Kerküklü bir öğrenci, aynı cins konuşmalar yine tekrarlanınca, "Sen de çok güzel Türkçe konuşuyorsun. Nerede öğrendin" der. Bizirnki, şiddetli bir tepki göstererek "Ben Türk'üm. Benim ana dilim Türkçe" cevabını verir. Kerküklü genç "Ben de senin gibi Türk'üm. Benim de ana dilim senin gibi Türkçe" diyerek gerçeği anlatmaya muvaffak olur. Bu bahis böylece hallolur. . Nejdet Koçak'ın meselesi ne idi? Gayet açık. Bizim meselemiz ne ise, O'nunki de o idi. O, Irak'taki Türklerin, her türlü zulüm ve katliamdan kurtarılarak, insan gibi yaşamalarını istiyordu. Çok iyi biliyordu ki, Misak-ı Milli hudutları içinde olan Musul Vilayeti binbir oyunla, 1 926'da İngiliz himayesindeki Irak'a verildiğinden beri Türkler üzerinde baskı vardı, zulüm vardı, katliam vardı. Irak'ta iktadarlar hep darbe ile değiş irdi.

.

56


işbaşma geçen her iktidar gücünü, Türklere uyguladığı katliamla gösterirdi. Bu kanlı gösteri adet haline gelmişti. Masum Türk topluluğu sahipsizdi. Bütün bu insanlık dışı zorbalıkların ne zaman sona ereceğini bilen yoktu. İşte böyle bir ortamda yetişen ve Türklüğünün şuurunda bir genç olan Nejdet Koçak, bu acı ve aşağılayıcı durumdan dolayı sorumluluk duyuyordu. Artık bir amacı vardı: Türkl erin yok olmadan Irak'ta insanca yaşayabilmeleri. Ömrü boyunca böyle mukaddes bir amaç için çalıştı. Bugün Irak Türklüğünün başına gelenler, Nejdet Koçak'ın ne kadar haklı olduğunu kör gözlere, sağır kulaklara, nasırlaşmış vicdaniara haykırarak anlatıyor. Ama bu kadar facia yaşandıktan sonra... Türk olarak, müslüman olarak, insan olarak hepimizin başını yere utançla eğdirecek bunca felaket yaşandıktan sonra... Üstelik bu utanç tablosu daha ne kadar yaşanacak o da belli değil. Bir bölümü Kuzey Irak'a, Türkiye'ye daha yakın bir yere sığınan Türklerin durumu, Saddam zaliminin elindekilerden daha da kötü. Hep tekrarlıyoruz; hiç olmazsa, Kuzey Irak'ta Barzani ve Talabani aşiretlerinin şartlarına Türkmenler de kavuşturolsun diye. Fazlasını değil, onların sahip olduklan kadarını sağlayalım diyoruz. Orta Doğu'nun en büyük gücü olarak kabul edilen ve Türk askerinin her gün dolaştığı Kuzey Irak'taki Türkler için ısrarla tekrarlanan bu mütevazı isteğin bile gereği yapılamıyor. Üstelik böyle bir durumun meydana getirilmesi, oradaki Türkler kadar, Türkiye'nin ve bölgenin istikrara, güvenliğe ve barışa kavuşabilmesi için yegane çare olduğu halde. Aziz şehirlimiz Nejdet Koçak, sen bizi affet. Davan davamızdır. Er veya geç haklı olduğumuz için kazanacağız. Ama bu kadar facianın yaşanması, hatta yakın gelecekte de devam edecek olması, bizim en büyük ayıbımızdır. Bunun için af diliyoruz. Nur içinde yat aziz kardeşim. Senin şehadetin, senden sonra bayrağı taşıyaniara güç vermiştir. Vermeye de devam edecektir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.

57



TÜRKMEN DELİKANLISI Hüsnü POYRAZ

am kırk yıl önce bugünlerde üniversiteye yeni girmiş, Fen Fakültesi'nde FKB dediğimiz Ziraat, Veteriner, Tıp ve T Fen Fakülteleri talebelerinin müştereken okudukları en büyük

anfiye dahi sığmayan grup içinde üniversiteye ilk adımın tedirginliği, bir Orta Anadolu şehrinden daha büyük bir Anadolu şehri başkent Ankara'da yer yurt bulmanın zorluğu arasında en kolay şey arkadaş bulmaktı. Eski bir Turancı olan, Turancılık fikrini rüştiye talebeliğinde Anadolu'dan gelen hocalarından aldığını söyleyen ve bana Türk Milliyetçiliğini aşılayan rahmetli babamın etkisiyle üniversiteye Türkiye dışından gelen Türk talebelerle daha kolay yakınlık sağlıyordum. Onlar da kendilerine arkadaş arayışları içinde bize daha yakın oluyorlardı. Yurtdışından gelen talebelerin büyük bir kısmı Kıbrıs, Irak ve İran'dan gelen Türk, Azeri ve Türkmenlerdi. Hepsi özbeöz Türk'tü, ama mahalli adları böyleydi. Türklerin dışında Suriye, Ürdün, İran'dan gelen Arap ve Acem talebeler vardı. Kıbnslılar cana yakındılar ama sömürge ezilmişliğini de yanlarında taşıyorlardı. İran'dan ve Arap ülkelerinden gelen Türk olmayanların, bilhassa acemlerin hem paraları, hem de palavraları boldu. Irak'tan gelen Türkmenler o zamanki talebe anlayışına göre biraz Kara Takımı, yani bizim gibiydi. Temizdi, saftı, kötülük yoktu düşüncelerinde. Sadece tahsil için değil, Türkiye'yi sevdikleri için Türkiye'de bulunuyorlardı. Türkmenler arasında temiz, düzgün fizikli, kırmızı yanaklı, güler yüzlü, güler gözlü, erkek güzeli, yakışıklı, sempatik, cana yakın tavırlanyla Nejdet Koçak ilk arkadaşlanmız arasında yer almıştı. Derslere çok meraklılar antilerde ön sıralarda yer kapma kavgası yaparken, hocaların "Yaylacılar" dediği, benim de

59


aralannda bulunduğum, arka sıralarda oturan ve yoklama yapıldığı için devam mecburiyetinde kaldığımız derslerde, Nejdet ve diğer arkadaşlarla (dersi, hocanın sesini duyamadığımız için) ideolojik sohbeti koyulaştırdığımızda ve gürültü yaptığımızda sık sık azar işittiğimiz olurdu Zooloj i dersine, Ziraat, Tıp, Veteriner Fakültesi talebelen hep beraber girerdi. Hocamız Rahmetli Prof. Dr. Mithat Ali Tolunay da dersi çok iyi ve tatlı anlatır, öğretim değil; eğitim yapardı. Bu sebeple onun dersini kimse kaçırmak istemezdi. En büyük anti olmasına rağmen talebe fazla olduğu için her zaman yer sıkıntısı olurdu. Askeri tıplılar ön sıralara şapkalannı koyar, bazı öğrenciler de çanta veya pardösü koyarak yer ayınrlar ve bu yerleri kızlara ikram ederlerdi. Bir gün Askeri tıph lar şapkalanna ilaveten boyun atkılannı sıralara uzunlamasına sererek ilk iki üç sıranın tamamını işgal etmişlerdi. Bu yüzden ziraatçılarla askeri tıplı lar arasında çıkan ve tabii biz ziraatçılar tıbbiyelinin iki üç katı olduğumuz için zaferimizle (! ) neticelenen tartışma ve mücadelede Rahmetli Nejdet yabancı bir ülkeden gelmesine rağmen, hiç çekinmeden yanımızda yer almıştı. FKB dediğimiz ilk sınıftan sonra bölümlerimiz aynidığı için bazı müşterek derslerde bir araya gelir; bazen ders dinler, bazen sohbet ederdik. Dışkapı yurdunun lokali en çok buluştuğumuz yerdi. Sohbetlerin konusu bizim için Kızıl Elma, Dış Türklerdi. Fakülte ikinci sınıfın sonlannda, 27 Mayıs ihtilali olmuştu. Alparslan Türkeş adını, 3 Mayıs Türkçülük Hareketleri sebebiyle babamdan da duymuştum. İhtilalin içinde Alparslan Türkeş olunca biz sevinirken koyu bir demokrat, Menderesçi olan babamdan da bir hayli azar işitmiştim. 27 Mayıs'ın kudretli albayının Dış Türkler, bilhassa Kerkük konusunda çok şey yapacağını ümit ediyor ve seviniyorduk. İç politikanın çirkefliğini, ihtilalcilerle işbirliği yapan bir başka partinin siyasi sinsiliğini bilmeyen Rahmetli Nejdet bizden çok daha seviniyar ve durumlannın biraz düzeleceğini zannediyordu. Evvela Türkeş yurt dışına gönderildi. 27 Mayıs sonrası gelişen ve Türkiye'ye yerleşen komünist hareketler ve bölücülük bu ümitleTimizi de söndürmüştü. Nejdet her zaman, itinalı, temiz ve iyi giyinir, güler yüzüne ince bıyıklan çok yakışırdı. Zannediyorum, Fakülteınİzin en güzel kızlanndan olan Ayten ile arkadaşlığı da o zamanlar başlamıştı. Fakülte yıllanmız biraz sporla, biraz sohbetle ve imtihan zamanı sıkı ders çalışınakla çok çabuk geçti. Nejdet çok zeki ve çalışkan, sorumluluğunu bilen bir arkadaşımızdı. Hiç sınıfla

60


kalmadan üniversiteyi bitirdi. Mezuniyetimizden sonra sevinçle hüzün arası duygulada kucaklaştık, vedalaştık. Ben Silopi'de Irak hududunda askerlik yaparken haritaya bakıp Kerkük, yaya 6 günlük, arabayla 6 saatlik yol, Kuzey Irak'ta Molla Mustafa Barzani'nin başı bozuk peşmergeleri dışında başka bir asker yok. "Bizim tabura emir verseler 5-6 gün içinde hem Nejdet'e hem Kerkük'e hem de petrole kavuşuruz." diye düşünür hayal eder dururdum. Askerlik sonrası Yalova'da çalışırken, Ankara'ya geldiğimde Üniversiteliler Kültür Derneği'ne uğradığımda bazen Nejdet'in haberini alırdım. Nejdet'in Irak'ta devletin adamlan tarafından sıkı takip e d i l d i ğ i n i b i t i r d i k . To p r a k v e · T a r ı m R e fo r m u Müsteşarlığı'ndayken üç arkadaşımız Irak'a, Bağdat'a gitmişti. Irak yine bugünkü sıkıntı içindeydi. Bağdat Hilton Oteli'nde yumurta bile yokmuş. Nejdet her türlü tehlikeyi göze alarak arkadaşlanmızı ziyarete gitmişti. O yılı takiben Nejdet eşi Ayten Hanım'la yeni bir Mercedes arabayla Türkiye'ye gelmişti. Durumunun iyi olduğunu aniayarak çok sevinmiştik. Toprak ve Tanm Reformu Müsteşarlığı'nda toplanmış olan bütün milliyetçi arkadaşlan ziyaret etti. Bol bol görüştük, hasret giderdik Nejdet, Irak'ta üniversiteye intisap etmiş, iyi bir kariyer yapmış, doktoradan sonra doçent olmuştu. Irak'ta ve Orta Doğu'daki Türkiye ve Türkmenler aleyhindeki gelişmeleri, endişelerini, Kerkük'te Türklerin büyük sıkıntıl arını, S addam'ın adamlarının devamlı baskısı ve takiplerini anlatmıştı. Bu verdiği bilgileri devlet yetkililerimiz elbette biliyordu. Ancak uzun bir dönem devlet yetkililerimizde Türk dünyası için bilgi, sevgi ve o ciddiyet olmadığı için dişe dokunur bir şeyler yapılamadı. Zaten aynı günlerde Türkiye kendi birliğinin derdine düşmüştü. Türkiye planlı bir şekilde iç harbe sürükleniyordu, günde istisnasız 4-5 ülkücü gencin şehit olduğu faili meçhul cinayetler ve solcu soygunlar başlamıştı. Bu durumdan politikacılar hiç etkilenmemiş, sen-ben kavgası içinde, anlayışsız, duygusuz, sevgisiz, saygısız, sorumsuz bir devlet idaresi anlayışı içinde idiler ve dış Türkleri düşünecek bizden başka kimse de kalmamıştı. 1979 yılı sonu idi. Almanya'dan yılbaşı tatiline on günlüğüne Türkiye'ye gelmiştim. Nejdet ve bazı arkadaşlannın Irak'ta tutuklandığını ve düzmece bir mahkeme ile idama mahkUm edildiğini üzüntü ve perişanlık içinde öğrenmiştik. Devlet elbet bir kurtuluş yolu bulur, Türklük için çalışan

61


bu değerli, cesur, ilim adamı arkadaşımızı kurtanr diyorduk. Yılbaşını bir iki gün geçmişti. Ustaının sadece altın değil, akıl da satılan dükkanına gittim. En taze doğru haberler, en gerçekci yorumlar orada yapılırdı. Nejdet'in konusunu açınca; "Gerekli temaslarımız oldu. Bütün yetkililerle, siyasilerle ve Dış işleri Bakanı ile görüştük. Korkarım ki bizim Devlet bu konuda yeterince ağırlık koymayı beceremeyecek" dedi. Ustaının sözleri yabana atılmazdı. İçim cızz etti, ama elden gelen birşey yoktu. İnşallah böyle olmaz temennimize kendimiz bile inanamıyorduk. Devlet ilgilenmemiş, Ustaının dediği gibi sıkıntı içinde bulunan Türkiye, civan gibi bir delikanlı, Kerkük Delikaniısı Nejdet ve arkadaşlarını kurtaramamıştı. Katil Saddam'ın katilleri; o insan güzeli, yakışıklı, güler yüzlü, iyilik timsali, cesur, fedakar, insanı kamil, ilim adamı, katıksız Türk Nejdet'i 1 6 Ocak'ta şehit etmişti. İçimiz yandı. Nasıl kıymışlardı bu can'a? Devlet bir caninin, bir katilin elinde olunca onun adamlarıyla da katil olması gayet tabii idi. 1 2 Eylül'den üç dört gün önce Almanya'dan dönmüş Toprak ve Tarım Reformu Müşteşarlığı'nda Merkez Valisi gibi işsiz güçsüz genel müdür olarak geziniyordum. Değerli Devlet Adamı, insanı kamil, çok titiz ve çalışkan bir şahsiyet olan Valiliğinden tanıdığım Münir Güney beyefendi Köyişleri ve Kooperatifler Bakanı olmuştu. Talebi üzerine Kooperatifler Genel Müdürü olarak tayin olmuştum. Sayın Bakanın müzaharet ve muvafakatıarı ile 1 2 Eylül sonrası sıkıntıya düşen, sebepsiz yere sürgüne uğrayan milliyetçi arkadaşlara yardımcı oluyordum. Ayten Hanım da Türkiye'ye dönmüştü. Ayten Hanım'ın Toprak-Su laboratuarında eski işinde tekrar göreve başlaması için sayın Bakandan talepte bulundum. Hiç tereddüt etmeksizin emir verdi, göreve başlattı. Ben de Nejdet'in hatırasına bir iş yapmanın saadeti ile avundum. Her yıl Nejdet'in hatırası, aziz ruhuna ithafen okunan Kuran-ı Kerim ve Mevlidi Şerifte sınıf arkadaşım Ayten Hanımı da görürüm. Bir şehit eşi olarak siyah elbiseler içinde, hüzün içinde ve gamlı bir şekilde hayatını idam e ettirir. Türk Ordusunun lrak'a her girişinde, Nejdet'in intikamı alınıyor mu diye düşünüyorum. Saddam'ın başına gelenler ve Irak halkına çektirdikleri de ibrettir. Cennette olduğuna inandığım sevgili arkadaşıma tatiha gönderiyorum. Ruhu şad olsun.

62


NEJDET KOÇAK'IN ARDlNDAN Bu ağıtı; rahmetlinin eşi, sabır abidesi, faziletli insan Ayten KOÇAK hanımefendiye ve Nejdet ' in her sahada yardımcısı değerli dost Erşat HÜRMÜZLÜ' ye ithaf ediyorum. Acar OKAN

N

ejdet Koçak'ın şehadetinin üzerinden tam 1 8 sene geçmiş. Çok uzun bir zaman. Binlerce şehid vermiş, yüzlerce şehid dost ve kardeşini toprağa ve Hakk'ın rahmetine bizzat eliyle emanet etmiş bir nesi in insanları olarak hala hadiseye intibak ederneyişimiz gariptir. Bir vuruşma sırasında kör bir kurşunla şehit olsaydı böyle mi olurdu? Bilemiyorum. İdaının soğukluğu mu? Değerlendiremiyorum. Onu kurtarmak için denediğimiz mücadele yolları az mı geldi? Acaba, ne bahasına olursa olsun onu zindandan çekip çıkartmanın kahramanca bir şekli kalmış mıydı? Böyle düşünerek kendimizi de suçlu hissediyor muyduk? Belki biri, belki hepsi, belki de başka sebepler, her ne ise; Nejdet' in şehadeti bizlerde tasavvuru mümkün olmayan bir etki bıraktı. O zaman da öyleydi, halen de geçmiş değil. Kendimize bir türlü gelemiyoruz. Ocağı m ız sönmüş gibi oldu. Her şeye tarih planında izah bulan zihni.miz, hemen bütün acılara mütehaınmil zannettiğimiz kalbimiz sanki dondu. Algılama yeteneğimiz, tarihin bu sahifesine gelince adeta satır atlıyor. Nasıl bir acıya garkolmuşuz ki, göz yaşlarımız hala dinmiyor. Zaman durmuş gibi, takvim yaprakları irademiz dışında düşüyor. Ne kadar yıl geçti, biz henüz karabasan gibi üstümüze çöken bir felaketin bulutlarından çıkamadık. Nejdet hem kardeşim, dava arkadaşım, dostum, hemşehrim, hem de akrabaın idi. Bu yakınlığı bilenler, rahmetli için düzenlenen anma toplantılarında bugüne kadar tek kelime

63


konuşmayışımı ve kendisi hakkında tek satır yazmayışımı yadırgamış olabilirler. Dilim tutmadı, elim varmadı, yüreğim kaldırmadı. Ne diyebitirdim ki? Yüce Allah'ın takdirine isyan edemem, inancıma aykındır. Kendi devletime de çatınam gerekiyor, çatamam; milliyetçiliğime aykırıdır. Irak Türklerine sitem edemem, Kerkük'lülüğüme yakışmaz. Şehadetini bütün safhalarında her saniyesiyle acı içinde yaşamış biri olarak, en sırlı bilgilere sahibim. Sorumluları, sorumsuzları; siyasetlileri, siyasetsizleri; sağlamları, çürükleri; rahmetlinin eliyle yetiştirdiği ismi Nasreddin ama tabiatı kahpe hainleri; Baas iktidarıyla işbirliği yaparak kendi milletini arkadan hançerleyenleri bir bir biliyorum. Ama neye yarar? Türkiye ve Irak cephelerindeki hükı1metleri, Dışişleri Bakanlarını, servisleri ve diğer resmi kurumları, o zamanki basını ve baskı grubu olarak sivil toplum örgütlerini tek tek aynı labirent içinde seyrettim. Bu kabus gibi imtihandan kim sağlam çıktı? Bilemiyorum. "Millet hayatıdır bu, olabilir" diyerek ve kendini tarihimize, milletimize ihra ertirebilecek herhangi biri ayakta kalabildi mi? Sanmıyorum. Bunları bile bile ne konuşacaktım? Konuşunca tamamını anlatmak lazımdı, yapamazdım. Sorumluluk duygum susmaını gerektiriyordu, sustum. En kolay ve rahatlayıcı yol Saddam zulmüne lanet okumaktı. Hep birlikte onu yaptık. Nejdet Koçak, tanıdığım Kerkük'lülerin en yiğidiydi, en dürüstü, en bilgilisi, en cesuru, en merhametlisi, insan olarak en iyisi idi. Bıraktığı boşluğu dolduracak aynı kalitede hiç kimse bu kadar yıldır çıkmadı. Ondan sonra Türkiye'deki Irak Türkleri ve öğrenciler, bir daha aynı birliğe ve ahenge hiç kavuşamadılar. Irak Türkleri üzerindeki yumuşak elli, sevimli ve sevgili otoritesi, kucaklayıcılığı milli bir lidere tam yakışır çapta idi. Onu çok aradık ve aramaya da devam edeceğiz. Yeri doldurulamadı. Saddam Hüseyin'in düzmece mahkemesi, düzmece şahitlerle ve delillerle kendisini "Türkiye casusu ve Irak vatan haini" isnadıyla idama mahkUm etti. O ve beraberinde Türkmen Kardeşlik Kulübü Başkanı emekli albay Abdullah Abdurrahman ve Adil Şerif idam yoluyla şehid edildiler. Dr. Rıza Demirci de aynı soruşturma sırasında işkence ile şehit edildi. Üzerinden çok zaman geçti, kendisini mezarından çıkarıp bir daha asacak değiller; ama en yakın şahit olarak diyorum ki, rahmetli Türkiye lehine billahi casusluk etmedi ve Irak'a ihanet etmedi. Irak'ın hangi bilgisini Türkiye'ye aktaracaktı? Erbil'le Kerkük arasında kaç telgraf direği olduğunu veya merasirnde geçen tank sayısını mı? Bunlar önemli mi? Bunlar bilinmiyor mu? Nejdet böyle hafifliklerle suçlanacak adam mıydı? Çok iyi biliyorum ki,Türkiye'den hiç bir merciden emir almazdı ve herhangi bir yere

64


tekmil vermezdi. Hatta Irak yönetimleri kadar Türkiye'nin politikalarını da zaman zaman tenkit ederdi. O sadece acı içinde yaşayan kardeşlerinin dertlerine yönelmişti. Onlara çare arardı. Dil lerini, kültürlerini, törelerini, m i l l i kiml iklerini kaybetmemelerini, birliklerini korumalarını isterdi. En yakın Türk topluluğu olarak Türkiye'ye (kat'iyen Irak'ı bölmek için değil ama Irak vatandaşı olarak insanca yaşamak için) ümit kapısı olarak bakardı. Kerkük'lülerin bir kısmı tahsillerini Türkiye'de yapardı. Dil, kültür ve eğitim irtibatı dışında Türkiye ile organik bağ, siyasi ilişki hiç bir zaman olmadı. Bunların neresi casusluk, hangisi Irak'a ihanet? Bunları niçin aniatıyorum ki? Irak'ta hukuk mu arıyorum? Düzmece mahkemeyi dünya alem bilirken, bir şeyi ispat etmeye mi çalışıyorum? Hayır! Kendi kendime konuşuyorum; var sayın ki, üzüntüden saçmalıyorum. Irak Türkleri, yakın tarihimizde Kıbrıs'la beraber Türk dünyasının (o zamanki tabiriyle dış Türklerin) en yakın delili olarak zikredilirdi. Coğrafya olarak en yakınımızda olan bu toplum, şimdi sıralamada en sona düştü. Daha uzaktaki kardeşlerimizin mutluluğuna sevinebiliyoruz çok şükür. Ama, böğrümüzdekilere el uzatamaz hale geldik. Ne acı! . . Türkiye'nin Irak politikasının bu ağıtta yeri yok, ayrı bir yazı konusu. Sadece nihai tabioyu gösteriyorum Nejdet kardeşimizin şehadetini ve diğer yüzlerce şehidimizin hikayesini tam olarak algıladığımız zaman bu en önemli milli meselemizin ve zaaflarımızın sırrını çözeceğiz her halde! Hasımlarımız kendi işlerini yapıyorlar; onları lanetlernek boşuna. Biz kendi işimize ve kendi içimize bakalım. Sıkı bir muhasebe gerekiyor. Bütün acımızı içimize görnıneye hazırız. Yeter ki Nejdet'in ruhunu sevindirecek seviyede bir idrak ve iz'ana gelinsin. Türkiye'de yaşayanlardan başlayarak bütün Irak Türkleri ona layık olmaya baksınlar, dedikoduyu bıraksınlar, iç çekişmeleri ve benlik iddialarını terk etsinler, üretken hale gelsinler, birbirlerine sımsıkı sarılsınlar. Hayatını bu yolda geçiren ve bu yolda tüketen Nejdet'in ruhu herhalde bizden sadece bunu bekliyor; sadece bunu ... Seni kalemimie çok geç yadettiğim için özür diliyorum ve beni anladığını biliyorum; ruhun şad olsun ve hayatın herkese örnek olsun aziz kardeşim ... ·

Not: Türk Yurdu'nun Ocak 1998 tarihli 1 25 inci sayısında neşredilmiştir.

65



NEjDET KOÇAK'I ANARKEN Necdet ÖZKAYA

erkük, benim çocukluğumdan beri duyduğum ötesinde kalan şehirlerimizden biridir. K hududlanmızın Çocukluğumdan beri hudutlarımız ötesinde kalan

şehirlerden birisinin Kerkük olduğunu bilirim. Çünkü; rahmetli annemin babası Birinci Cihan Harbinde asker olarak çıktığı memleketi olan Kerkük'e harbin sonunda bir daha dönmemiş, Van'da yerleşmiş kalmıştı. Savaşın kahırlı, azaplı, çileli günlerinin hikayelerini dinlemiştim. Rus'lann Van'a girişini ondan dinlemiştim. Hele büyük annemierin Van'dan muhacir oluşlannın hikayesi ise başka bir hazin maceradır. Rus'lann Van'ı işgaliyle başlayan Ermeni zulmü, ne yazık ki romanlara, hikayelere, filmiere konu olmadı, söylenen şarkılan, türküleri, ağıtlan o insanlarla toprak oldu gitti. Onun içindir ki, Kerkük bende hep Çığlık, feryat, gözyaşı olmuştur. Gözyaşı, doğumda, ölümde, düğünde, bayramda, acı da, tatlıda da göz yaşı adeta bizim ayrılmaz bir parçamızdı. Annemin Cuma akşamlan veya bayram geceleri sessizce okuduğu Kur'anı'nın san sayfalannın göz yaşlarıyla ıslandığını bugün gibi hatırlıyorum. Hep çocuk aklımla annemin niçin ağladığını anlamaya çalışmış durmuştum. Bunu hala tam anlamıyla anlamış değilim. Acaba ruh ikliminin bir sonucu muydu, bu sessiz ısiaklı ğı bol göz yaş lan? O Yemen türküsü yok mu, bir baştan bir başa benim çocukluğurndaki Van semalannı sarar, dağlarında, taşlannda, sulannda yankılanır dururdu? Niye hüzünlüydü bu topraklar ve topraklann insanı? Acaba bunlar, savaşlar, göçler, istilalar, eşkiya baskınlan, boylar aşiretler arasındaki kavgalann veya sellerle zelzelelerle gelen felaketierin bir sonucu muydu?... En neşeli türkülerimizde ve oyunlanmızda bile gizli bir hüzün vardır. Ağıtlar söyleyerek oynayanlan, neşeli türküler söylerek ağlayanlan çok görmüşümdür.

67


"Karabağ ağlarlığında segah üstün ağlar" demiş bir Azeri ses sanatçısı; hacım diyesim geliyor, "bizim illerde gülmemiz bile segah üstünedir." Kerkük'le ilgili yazıları okuyacak yaşlara geldiğimde Kerkük'ün niye bir çığlık olduğunu anlamaya başlamıştım. "Ta Budin'den Irak'a, Mısır'a kadar Fethedilmiş uzak diyarlardan, Vatan üstünde hür esen rüzgar, Ses götürmüş bütün baharlarından" Geniş kubbeli göklenınizde hür esen rüzgarlar başı eğik ve hüzünlü esmeye başladıkları zaman dört cihanın dördünde de feryatlar, figanlar yükselmeye başlamıştı. Bu yıkılan ve zel il olan millet, Türk milletiydi. "Aziz-i vaktidik, düşman bizi zel il etmişti" Medine müdaafasını, Irak'ı ve Eski Zağra Müftüsünün hatıralarını vb. kitapları okuyunca bu müthiş ve derin ıstırabın ' sebeplerini daha iyi anlar olmuştum. Rumeli'nin Türk ve müslüman halkı yerlerinden, yurtlarından sökülerek Tuna kıyılanndan Marmara kıyılarına, Anadolu içlerine sürüklenişlerinin hikayesini, feryat, çığlık ve ağıttan başka ne ile anlatabilirdi? Tuna'dan Dicle'ye ihtiyar bir kadınla dul kalmış kızının hazin bir macerasını Süleyman Nazifin kaleminden okuyunca nesilden nesile geçen bu hüzün psikolojisinin tahlilini yapmak herhalde zor olmayacaktır. Yazarın ifadesiyle "O ana ile kız yalnız bir kasabanın değil; büyük bir islam ülkesinin son dağınık enkazıydı. Keşke bu satırlar benim ölümlü hayatlından sonra da bir süre sönmeyecek bir anma sağlayabilse ... " "Budin'den Irak'a Mısır'a kadar fethedilmiş uzak diyarların" birbiri ardınca düşmesi ve elimizden çıkması milletimizin maşeri vicdanında unutulmaz izler bırakmıştır. Biz unutsak bile, elin oğlu unutmamıza izin vermiyor. Bosna'nın acısı yüreklerimizde boğulurken, Kosova yanmaya başlıyor. Azerbaycan'da yangın sönerken Çeçenistan'da ölüm sesleri geliyor. Bulgaristan Türklüğü azıcık huzura kavuşurken, Suriye bir başka belayı Türk milletinin başına sarıyor. Güneydoğu şehirlerinde, köylerinde, dağlannda, ovalannda oluk oluk kan akarken Kerkük'ün, Musul'un ateşi yüreklerimizi yakmaya başlıyor. Bir devlet adamımızın tabiriyle "İtfaiyeci erine dönen Türkiye" doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde çıkan yangınlan söndürmeye çalışıyor. Osmanlı Devleti'nin bu yıl 700. yılını devletçe kutlayacağız ... Bugüne kadar redd-i miras eylediğİrniz Osmanlı Devleti'nin bizim devletimiz olduğunu idrak için çaba sarf

68


etmemiz, öyle ümit ediyorum ki, tarih şuurumuz ve tefekkürümüz açısından bir aydınlık kapı olacaktır. Türk Ocakları Genel Merkezi, Şubat'ın 20'sinde "Irak Türklüğünün Dünü, Bugünü, Yarını" adlı bir panelde Birinci Cihan Harbi sonunda elimizden çıkan bir büyük vatan coğrafyasının yetimi olan soydaşlarımızın halini, ahvalini inceliyor. Aziz arkadaşımız, şehit Nejdet Koçak'ın ölümünün 19. yılı münasebetiyle bir tarih muhasebesi yapılacaktır. Şehit dostumuzun şahsında bir büyük Türklük davası konuşulacaktır. Iraklı büyük şairimiz Süleyman Nazifin ifadesiyle "Diyar-ı Fuzuli'dir." yani Türk tarih ve edebiyatının büyük bir kısmına sahne olan vatan topraklandır. Şair bugün hayatta olsaydı o toprakların Nejdet Koçak'ların memleketi olduğunu o keskin kalemiyle yazıp söyleyecekti. Nejdet Koçak öleli 19 yıl olmuş, zaman su misali nasıl da akıp geçmiş. Düşüncesi uzun, hatırası dün gibi, bir göz yumup açmış gibi. Rahmetli adaşımın Ankara'ya gelişinin en son yazıydı yanılmıyorsam. Bir Ramazan akşamı bizim Demirlibahçe'deki evimize iftara, hanımıyla birlikte geldiler. Havanın çok sıcak olması dolayısıyla çayı evimizin geniş, ufku açık balkonunda içiyorduk. Nasıl olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama çayı üstüne döktü. Temiz, ütülü pantatonu bir baştan bir başa leke olup kalmıştı. Canının yanması da işin cabası. Bir an ne yapacağımızı şaşırıp kaldık, sonra içeri geçip Nejdet'ten dolaptan ütülç:nmiş bir beyaz pantatonumu çıkarıp üstündekiyle değiştirmesini istedim. Pantatonu giyince ikimiz de hayrete kaldık, beli beline, boyu boyuna uymuştu. Benimkisiyle aynı olan ölçüleri tatlı bir gülüşte ortaya çıkarken, "sadece adaş değil; ölçülerimiz de birbirine uymuş" dedi. O akşam neler neler konuştuk hatıriarnama imkan yok. O yıllar Türkiye'nin üstüne komünizm silahlı bir bela olarak çökmüş, her gün yurdun bir çok ilinde, ilçesinde ülkücüler şehit ediliyordu... Türkiye siyasi ve iktisadi bir çıkınaza girmişti. Kendi derdine deva olamayan Türkiye vatan sınırlannın dışında kalan soydaşlarımızın ıztıraplarına nasıl çare olacaktı? Türkiye içeriden tam bir ihanete uğramıştı. O gün de biliyorduk, bugün de. Türkiye'de 80 öncesi kavganın, çatışmanın altında yatan gerçek bölücülüktü, Türk Devletini yıkmak, vatanı parçalamaktı. Bugünkü PKK hareketinin fikri temeli o günlerde atılıyordu. Ama birçok kimseye özellikle o zamanki aydınlara ve siyasetçitere bunu anlatmak mümkün olmamıştı. Muhtemelen buna benzer konuları hasbihal etmiştİk Nejdet'le.

69


Büyük ihtimalle rahmetli adaşım iftan vesile ederek rahmetli Yavuz'un ve teyzemin oğlu Ahmet'in şehadetleri dolayısıyla bize baş sağlığına gelmiş olabilir. O yaz gitti, bir daha Türkiye'ye dönemedi. Bir gün Süleyman ANDA'ya gelmem için eve telefon etti. Gittiğİrnde Ayvaz Gökdemir, Acar Okan, herhalde Galip Erdem de orda idiler. Ama yüzleri asık, canlan sıkılmış gibi duruyorlardı. "Hayrola" dedim. Galiba Acar Okan, "Nejdet ve arkadaşlarının Bağdat'ta tutuklandığını" söyledi. Hep birlikte kurtulmaları için çareler aramıştık. Devrin Cumhurbaşkanı'na, Başbakanı'na, bakanianna ulaşmıştık. Ama ne yazık ki onları kurtarmaya Türkiye'nin gücü yetmemişti. Aklımda yanlış kalmadıysa Erbakan, Saddam'a hak vererek, arkadaşlanmızı anarşistlikle suçlamıştı... Gafletin, zaafın iktidar olduğu o günün Türkiye'sinde Kerküklü soydaşlarımızı nasıl kurtarabileceklik ki? Kurtaramadık. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, hudutlarımız dışında kalmış imparatorluk bakiyesi toplulukların tek büyük ümididir. Balkan, Kafkas ve Ortadoğu ülkelerini gezip gören bir çok kimsenin müşahede etmiş olduğu gibi, ben de Üsküp'te, Ohri'de şahit oldum ki oradaki varlığımız olan insanların gözü, kulağı, gönlü Ankara'dadır. Ohri'de Rüfai Dergahında bir akşam namazı sonrasında misafir odasında cemaatle yaptığımız sohbet esnasında içlerinden biri, "Türkiye'nin ayağına diken batsa, bizim ciğerimiz yanar" dedi. Bir diğeri "Bizi burada ayakta tutan kudret, Türkiye Cumhuriyetinin varlığıdır" diye söylemişti. Bu duyguyu Kerküklüler'de, Bayır-Sucaklı Türklerde de görmek mümkündür. Bu duygunun büyük temsilcilerinden biri de rahmetli Nejdet Koçak'tı. Türklüğün ilerde cihan çapında eskiden olduğu gibi büyük işlevinin olacağına her milliyetçi gibi Nejdet Koçak da inanmaktaydı. Irak'ta güç ve siyasi dengelerin yeniden oluşmasının gündemde olduğu bu günlerde Türkiye Cumhuriyeti Irak Türkmenlerini unutmamak ve onların haklarını korumak için daha büyük planlar ve siyasetler uygulamak zorundadır. İnsanlık dışı uygulamalara maruz kalan Irak Türklerinin tek ümidi Türkiye Cumhuriyetidir... Kuzey Irak'taki Türkmen nüfusu devletimizin güvenliği acısından çok önemlidir. Başta Nejdet Koçak olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. ·

70


NEIDET Nevzat KÖSOGLU

N

ejdet'i 1964 yılında tanıdım; farklı idi. Yakışıklı, özenle giyinmiş, kibar ve yaşının üstünde ağırlık hissettiren bir genç idi. Kerkük'lü olduğu söylenince ilgim artmıştı. Kerkük, İmparatorluğumuzun güneydoğu ucunda eski bir Türkmen yurdu; türküleri, hoyratlan ile zaman zaman adını duyduğumuz bir hayal belde idi. Biz, o zaman pek uzak görünen o hayal beldelerin rüyasını gören, türkülerini çığıran bir cemaat idik. Kitabi bilgilerimiz, sıradan insanlarımıza, aydınlarımıza göre fazla olsa da, Türk Dünyası dediğimiz o alemin gerçekliği, hayallerimizin beslediği duygulanmızın ötesine geçemiyordu. Nejdet'i tanıyınca, Kerkük, o belirsiz hayallerimizin ortasında birden bire açan bir gül gibi gerçeklik kazandı ve merkeze oturdu. Kerkük, Ankara'nın bir semti, Erzurum'un hemen ötesindeki Bayburt gibi yakın, sıcak bir mekan oldu. Türk Dünyasına yaklaştığımızı hissettik. Nejdet'de bizim mahallenin öz çocuğu olmaktan öte, bir imparatorluk mirasçısı edasr vardı. Milli meselelerimizde en az bizim kadar ufku genişti; ama, o hayal kurmuyordu. Yıllarca sonra, tutuklu iken onu düşündüğümde, bu halini biraz daha yakından kavradığımı düşünmüştüm. *

Doktorasını bitirip, Bağdat Üniversitesi'nde göreve başladıktan sonra da, hemen her yıl gel irdi. En son, 1978 yılının sonbaharında beraber olduk. Bağlum Bucağı'na gittik; Abdulhakim Arvasi'nin mezarını ziyaret ettik; camiinin önündeki Anadolu fatihlerinin türbesinde fatiha okuduk. Kerkük Türklerinin meşru mücadele yöntemlerinde kesin ve açık bir karar vermek zorunda olduklannı söylüyordu. Saddam yönetimi ile ilgili tahlillerini hatırlamıyorum; ama, kendilerinin daha fazla geç kalmamalan gerektiğini vurguluyordu. Türk Dışişleri ve ilgili

71


kurumların tutumlarından emin deği ldi; daha açığı, güvenmiyordu. Bizden, kararına yardımcı olmamızı istiyordu. Kendimi çok aciz ve küçülmüş hissediyordum, çünkü; onun beklediği hiçbir şeyi ona söyleyemiyorduk. O, büyük ve çetin şeylerden söz ediyordu ve olağanüstü gerçekçiliği beni ürpertiyordu. Gerçi, o günlerde biz de bir vatan ve mukaddesat kavgası veriyorduk. Şehitler kervanı hergün büyüyordu; ama, biz yine de günlük hayatımızı sürdürüyorduk ve dağlarda değil, evlerimizde idik. *

1 2 Eylül sonrası, Kirazlıdere tutukevinde en çok düşündüğüm insan Nejdet oldu. O'nun için bir şey yapamamıştık. İç politikanın ve Millet Meclisi'nin çok karışık bir dönemi idi. Temas ettiğimiz hariciyeciler körkütük aptal tavrına giriyorlardı. Siyasi kademeler ise güncel ve son derece önemli gördükleri sıkıntılarından baş alıp, gereken ağırlığı koyamadılar. Esasen, herşey birkaç gün içinde olup bitmiş; Nejdet diğer arkadaşlarıyla birlikte mertebesine ermişti. *

Bizim de milliyetçiliğimiz, bölücülük suçlamasıyla yargılanıyor, bizim de idam edilmemiz isteniyordu. Fakat ben, savcının iddianamesini hiç bir zaman ciddiye almamıştım. Ben kendi bayrağıının altında zulme uğramış bir insandım ve direniyordum. Nejdet'i düşündüğüm zaman, aramızda, tutuklu olmaktan başka ortak bir yan bulamıyordum. O, Yüce Devlet'in, bir dünya imparatorluğunun millet-i hakimesi iken, sırtında taşıdıklarının tutuklusu olmuştu; ölümü kesindi ve öyle beklemişti. O, idealinin hasretini çekiyordu. Benim çevremdeki süngülü askerler Anadolu çocuklan idi ve zaman zaman gözleri ışıldıyordu ... O'nun yalnızlığını derinden duyuyordum; bu, bana güç mü veriyordu, melal mi, bilmiyorum. ettik...

Aziz Kardeşim Nejdet, işte böyle yaşamaya devam

72


BAGDAT'TAKİ ŞEHiT Ayvaz GÖKDEMİR

Ygözyaşianın irmi yıldan beri ne zaman bir Kerkük türküsü dinlesem eğer açıktan akmıyorsa mutlaka içime akar:

Zalim Saddam'ın Bağdat'ta astığı rahmetli Nejdet Ağabey (Koçak) gözlerimin önüne gelir. Tutuklandığını duyduğumuzda içine düştüğümüz çaresizliği, son derece acınacak şartlarda Ankara'daki çırpınışımızı hatırlarım; utanırım, kahrolurum ... O, Kerkük'lü bir Türk'tü. Ankara Ziraat Fakültesi'ni bitirdi, aynı yerden doktora aldı. Bağdat Üniversitesi'nde hoca idi. Uzun arkadaşlık, dostluk, ülküdaşlık yıllarından sonra 30 yıl önce bütün bir ömrü birlikte yaşamak ve Büyük Türk Milleti'ne birlikte hizmet etmek üzere ahidleşmiştik. İlk beş kişiden biri idi. Biz bir gizli örgüt değildik. "Hak Dostluğu"nu hedefalan idealist genç adamlardık. Rahmetli Veeibi Öğütçüoğlu'nun rehberliğinde "Hak Dostluğu"nu kavramaya ve "Hak Dostu" olmaya çalışıyorduk. Kendimizi ve birbirimizi eğitip geliştirmek, birbirimize gözcü ve bekçi olmak, Allah'ın rahmet ve inayetine sığınmış bir "garipler dayanışması" kurmak istiyorduk. Kamil adamlar olmak ve milletimize mükemmel hizmetler sunmak arzusunda idik. Nasibse mfmevi bir inkılabın, bir ruh inkılabının öncüleri olmaktı muradımız. Allah nzası için üst üste konan elierin üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi ... "Allah'ın eli" olacaktır diye inanıyorduk. Bu sebeple dışa karşı müstağni, talepsiz ve oldukça kapalı idik. Halbuki ne kadar muhtaçtık. İçimizde neredeyse doğru dürüst bir geliri olan yoktu. Herkes ekmeğini zor kazanıyordu. Tasavvufu sever ve tasavvuf kavramlarını çok kullanırdık. Tasavvuf büyüklerine çok derin hürmetimiz vardı. Ama hiçbir tarikate intisabımız yoktu. Duruşumuz, tertiplenişimiz tarikate benzerdi, fakat; tarikat değildik. Rehberimiz emekli bir subaydı. Çaplı, ufuklu, yiğit bir insandı. Sokrates gibiydi. Daha çok bizi konuştururdu. Normal hayatımızı

73


yaşarken çok tabii bir şekilde bizi yönlendirirdi. Doğrudan bir telkine yönelmezdi. Bize problemleri verir kendisi geri çekilirdi. Bize sorular sorar, nadiren kendisi bir açıklamada bulunurdu. Kendi aramızda ve onun yanında hiçbir usUle kaideye tabi değildik. Sadece her insan için her durumda bahis konusu olan terbiye, ahlak ve muaşeret kaideleri ile bağlı idik. Etkili bir insandı. Kendisini çok sever, sayar ve önünde bir hata yapmamaya itina ederdik. "Ben sizin şeyhinizim, bana biat ediniz" dese hiç tereddütsüz biat ederdik. Ama o ısrarla kendisinin bir şeyh olmadığını söylerdi. Bizi ne tarikate girmeğe, ne tarikat olmağa teşvik ederdi. "Hak Dostu" olun derdi. "Yüksek karekterli Türk'ler olmak" işte hedef buydu. Bunun için imanlı ve yiğit olmak gerekiyordu. Yiğitlik; kabadayılık, serserilik veya şişkin pazulu olmak değil, varını yoğunu Allah yoluna, vatan veya millet yoluna adamaktı. Devlerle karşılaşsa tüyü kıpırdamıyacak, ölüm önüne çıksa onu bir tas su gibi içip geçecek bir seeiye idi. Nefsaniyetine zincire vurulacak bir köpek muamelesi yapmak, mutlak iffet ve imsak ile yaşamaktı. Anlaşılıyor ki bizim tarihteki modelimiz "derviş gaziler"di. Derviş terbiyesi almış hizmet akıncılan alacaktık. .. Örgütümüz, tek şubeden i baret Ankara'dak i Üniversiteliler Kültür Kulübü (sonra Derneği) idi. Kendi harçlığımız ve çok mütevazı imkanlanmızla Ocak dergisini çıkanrdık. Her ay küçük kıtada bir formalık cılız Ocak'tan büyük kıtada kitap hacminde özel sayılara kadar çıktık. Hepsi bizim yazılarımız, bizim kalem ürünlerimiz, araştırmalanmızdı. İçinde bugün de, yann da istifade edilebilecek yazılar, araştırmalar vardır. Teşbihler yerinde ise ÜKD bir bal ansı kovanı idi, bir ipek böceği çiftliği idi. Dış alemden ayn bizim manevi dünyamızdı, ayn bir gezegendi... Türkiye'nin ve dünyanın neresinde olursak olalım, ne işle meşgul bulunursak bulunalım, asıl manevi mensübiyetimiz ve ruhi alışverişimiz o dünya ile idi. Ben Türkiye'de fakat Ankara dışında idim. Nejdet Ağabey Bağdat'ta. Yıllarca, Kayseri'de, Kars'da, Edime'de... Hep Ankara'daki arkadaşlarımla birlikte secdeye vardım. Her cuma bedenen nerde olursam olayım, ruben Ankara'da Eskicioğlu camiinde idim. Hiç şüphesiz Nejdet Koçak da zulüm altındaki Bağdat'da aynı halet-i ruhiyede idi. Belki de bu halet-i ruhiye ile nefes alıp vermeye imkan buluyordu ... T.C. vatandaşı ve meslekdaşı Ayten Hanım ile evliydi. Her yaz Türkiye'ye gelirlerdi. Görüşür, konuşur, koklaşırdık. Birbirimize hiç doymazdık, birbirimizden hiç usanmazdık. Çok şaka yapar, çok gülerdik. O şakaların bir kısmı şimdi, şu satırlan

74


yazarken de bağazımda düğüm düğüm hıçkınktır... Son geldiğinde, dönme vakti yaklaştıkça, ayaklan adeta geri geri gidiyordu. "Zulüm çok arttı, bildiğiniz, tahmin ettiğiniz gibi değil" diyordu. Nerdeyse akıbetini biliyordu. Buna rağmen elbette gidecekti ve gitti. Onun kadar temiz, içi dışı bir ve onun kadar yiğit, yakışıklı, güzel Türk görmedim desem lütfen kimse alınmasın. Yaşarken bendeki tesiri bu idi, şehadetinden 20 yıl sonraki intibaım da budur. Yiğitler bir yola dönmernek üzere girerler. Bağdat'ta bir değil bin Saddam olsa Nejdet Koçak yine gidecekti. Gidip de Irak'ın altını üstüne mi getirecekti? ihtilal mi yapacaktı? Her hücresi Kalu beladan beri Türk oğlu Türk'tü gayet tabii. Ama Türkiye'ye Irak'ın sırlannı mı satıyordu? Haşa! Biz 1 055'ten 1 9 1 8'e kadar Irak'ın da efendisi idik. Bugünkü Türkiye şehirleri hangi tarihi sürecin sonucu olarak ne kadar Türk'se ve Türkiye ne sebeple vatanımızsa Kerkük, Erbil, Hanikiyn, Telafer ve diğer Türk şehirleri ve hatta Musul da o sebeple, aynı tarihi sürecin sonucu olarak Türktü ve vatandı. 400 yılı Osmanlı'da olmak üzere 863 yıllık vatandı. Talibin ters ve acı tecellileri sonucu Türkiye'den kopanlmış ama terk edilmemiş, boşaltılmamıştı. Misak-ı Milli'ye dahil topraklardı. Hem Gökalp'in Mütareke döneminde sürgünde iken yazdığı şiirlerde isim isim sayılıyordu, hem son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ının Misak'ında vardı. Hem de Lozan Başmurahhası İsmet Paşa'nın dosyasında ehemmiyetle yer alıyordu. Galip İngiltere ise Türkiye'yi şiddetle cezalandırmak kararında idi. Çetin müzakereler, münakaşalar oldu. Lozan'da vermediler, ama alamadılar da. 1925- 1926'larda içerde isyanlar çıkartarak, dışarda Cemiyet-i Akvam'ı( o günün Birleşmiş Milletler Teşkilatı) kullanarak bu öz be öz Türk yurtlan Türkiye'den kopanlmıştı. Öyle ki kendi memur ettikleri heyet bile bütün tarafgirliğine rağmen "Türkiye hukukundan vaz geçmedikce bu topraklar Türk toprağıdır " diyordu. Türkiye teklif ettiği halde "kimi istersiniz" diye halk oylaması yapılmasını kabule cesaret edemediler. İşte o iller böylesine Türk toprağı idi. Ayn devlet yaptıklan Irak'ın hakim ve etkin unsurlan bir Osmanlı Şehzadesini kral yapmak istemişlerdi. İngiltere işine gelmeyen, içine sinmeyen, Türkiye'nin yaranna olabilecek bütün ihtimal ve gelişmeleri açık gizli kanlı tertiplerle bastırdı geçti. l 927'de İngiliz vesayetinde İstikiali tanınan Irak'ın krallık dönemi orada yaşayan Türkler için bir zulüm dönemi olmadı. 1 5 Temmuz 1958'de kanlı bir ihtilalle Irak'ta krallık devrildi, cumhuriyet ilan edildi. Türkler çok ağır ilk zulmü bu ihtilal

75


esnasında gördüler. İhtilalin kanı Türklere feci şekilde bulaştı. Bundan sonra Irak'ta kanlı darbeler, zalim diktatörler birbirini izledi. Hep Baas' çı yani kaba Arap ırkçısı, sosyalist, Rus'çu, Batı ve Türk düşmanı kimseler ve onların kurduğu idarelerdi. 1958'den günümüze kadar Irak, Türkler için sürekli bir Kerbela oldu; hep zulüm, hep sürgün, hep kınm, hep kıyım ... Nejdet Koçak'la özel müşterek rneselerniz, işte kaderin böylesine acı tecelliler dönemini yaşayan mazlum ve çilekeş Irak Türkler'ini (şimdilerde Türkmenleri deniyor) mümkün rnertebe kazadan beladan sakınmak, esirgemekti. Bize göre Irak'lı Türkler için uygun siyaset, Irak'ın sadık tebaası olmak, isyancı , bölücü hareketlere kanşmamak ve uzak durmak; bu iyi hal karlnesi ile daha önce Irak idarelerince tanınmış kültürel haklardan yararlanrnaktı. Irak Türkleri kültür kimliklerini koruyarak ve Irak'ın iyi vatandaşlan olarak yaşarnalılardı. Elbette Türkiye'nin şefkat eli, himaye gölgesi, yeryüzündeki bütün Türkler için olduğu gibi Irak Türkler'inin de üzerinde olacaktı. Irak'taki Türk varlığı, tarihin şerefli bir hatırası olmanın ötesinde Türkiye - Irak dostuluğu ve işbirliğinin çok sağlam bir rnesnedi ve köprüsü olabilirdi. Kerkük'lü bir Türk aydını olarak buydu Nejdet Koçak'ın meselesi. Bu masum davayı Irak'ın petrol azgını diktatörlerine anlatmak mümkün olmadı. Genel olarak evharnlı, tarihe ve Türkler'e karşı aşın derecede kornpleksli ve bunun dışa vurması olarak iğrenç şekilde küstah adarnlardı. O günkü Rusya'ya sırtını dayarnış olmaktan da güç alan bir pervasızlık içinde idiler. Şimdi hem kendi milletinin, hem dünyanın başına püsküllü bela olan kanlı diktatör Saddam, Nejdet Koçak ve Irak Türk Toplumu'nun çok değerli bir kısım önderlerini, böylesine masum ve meşru bir dava sebebiyle astı. Bir eylem veya eylem teşebbüs hazırlığı tesbit edildiği için değil, Irak Türk Toplumu aydın önderlerden, liyakatli temsilcilerden mahrum kalsın diye insanlar asıldı. Baas idaresi gibi bir idare, Saddam gibi kanlı bir diktatör, sebep veya bahane icadında asla güçlük çekrnez; istediği kadar müfteri, ajan, ispiyoncu, istediği kadar provakatör alçak daima elinin altındadır... Zalim avcının köpek sıkıntısı olmaz... Türkiye olaya sahip çıkmadı, caydıncı olamadı, katli önleyernedi ... Şimdilerde Türkiye'nin İslamcı denen aydınları Saddarn'a çok acıyorlar. Ben özellikle onların bilmelerini isterim ki Nejdet Koçak en küçük bir rnübalağa olmaksızın örnek bir rnüslürnandı. Örnek rnörnek olmak gibi iddialan yoktu; yoktu ne dernek, böyle şeyler duymaktan yüzü kızarırdı. İnsan olduğu tabiilikte rnüslümandı. ibadetini aksatrnazdı. Gösteriş bilrnezdi. Yüzünden

76


nur akardı. Saflığın, masumiyetin, iç ve dış temizliğinin, ihlasın timsali kim olur deseler, çok güzel insanlar tanıdım ama, ondan önce aklıma kimse gelmiyor. Onu hiç pis, pasaklı, ikrah verici bir şekilde görmedim. Yüzünü hiç nursuz görmedim. Yalnız ben değil, kimse görmedi. Bir insan müslüman severse, bence Nejdet Koçak'ları sevmelidir, Saddam Hüseyin'leri değil. 20 yıldır içimizden hiç çıkmadı, yüreğimizin başında oturuyor. Ama 20 yıldır kendi aramızda ondan çok az bahsederiz. Kendiliğinden oluşmuş bir iç mutabakatla o balısin kapağını kaldırmamaya özen gösteririz. Adeta bir tabu gibidir. Konuşursak ineinecek zannederiz. Yılda bir mevlidi olur, gideriz. Zaruret halinde, yavaş sesle "rahmetli" denir, anlarız. Şehadetinden hemen sonra doğan yeğenime adını koydum; fakat Nejdet'ini kutsal bir emanet gibi saklıyor, Oğuz'unu kullanıyoruz. itiraf edeyim, onun kanı, canı için bir şey yapamamış olmanın aczi 20 yıldır bizi kahrediyor. . . Bu yazıyı yazmaya gönüllü olmadım. Yazmazsam çok ayıp olacağını bildiğim için zorlanarak, sürüklenerek yazdım. 20 yıldır ilk defa bu yazı vesilesiyle yüreğimi bu kadar araladım, hafızamı ilk defa bu kadar hoyratça kurcaladım. Zor oldu... Adete, sünnete uyarak ona şu mübarek ramazan gününde Allah'tan rahmet diliyorum. Allah onu gufran döşeğinde ağırlasın. inanıyorum ki zaten de öyledir. Mazlumdur, şehittir, büyük makamı var... Koçlar kurban olmak içindir. Türklük'ün bahtı ak olsun . . ·.

77



İYİ BİR AİLE DOSTU

YalçınAVCI

R

idi.

alımetiiyi çocukluğumdan beri tanırdım. Her zaman güler yüzlü, nazik ve mütevazı tavnna karşı, vakur ve kararlı

Aklına

1970'lerde

koyduğunu ben

mutlaka

Bağdat'ta

gerçekleştirmek

memur

iken,

o

da

isterdi. Bağdat

Üniversitesi 'nde hoca idi. Karşılıklı aile ziyaretlerimiz olurdu. Bir akşam hanımla eve döndüğümüzde, sokak kapısına asılı bir kıvırcık salata bulduk. Hiç bir not bırakmamasına rağmen bizi ziyaret edenin rahmetli olduğun� anlamıştık. Zira Irak'ta kıvırcık yetişmezdi. Kendisi kıvırcık tohumunu Türkiye'den getirmiş ve evinin bahçesinde yetiştirmişti. Kendisiyle beraber arkadaşlarla toplandığımızda, bize her zaman öğüt verir, doğrulan göstermeye çalışırdı. Yine birgün arkadaşlardan birisi, "Nejdet Ağabey, ben arabarula hızlı gittiğim zaman arabada bir titreme oluyor, acaba bunun çaresi nedir?" diye sordu. Rahmetli de "Sen de hızlı gitme!" demiş ve ibretli cevabıyla bizi hem güldürmüş, hem de düşündürmüştü. Ruhun şad olsun Nejdet Ağabey...

79



DİRİM TOMURCUGU (Şehit Nejdet Koçak'm ruhuna ithat) Salah NEVRES

B Kerlruk ağdat'tan çekildi Tann katına sararnadı bayrağa onu

Gönül de oturttuk şehit tahtına Dört kişi verdiler toprağa onu

Yolcu edemedik yası yasaktı Saygı duruşunu gizlice durduk İnce boynumuzu sessizce burduk En sıcak yaşımız ardından aktı Güftemizi dizer destan yazan Kader şarkımızı besteledikçe Diri m tomurcuğu ıssız mezan Kurtuluş marşını müjdeledikçe Zulme karşı sine gerdi dediler Ardından dokuz mum bıraktı gitti Binbir Nejdet Koçak yarattı gitti Kırklara.kanştı erdi dediler

81



MAVİ URBALILAR Erşat HÜRMÜZLÜ

H Koçak'ı. ukuk fakültesinde öğrenci iken tanımıştım Nejdet .. O, Ankara'da ziraat okuyor, bense Bağdat'ta

hukuk · okuyordum. Görünürde yakınlaşmamızı gerektiren bir sebep yoktu. Ancak bir kitap siparişi vesilesiyle aramızda filizlenen bağ öyle bir duruma geldi ki, artık belki hiç kimsenin olamıyacağı kadar iç içe olduk. Benden bir kaç yıl büyüktü. Liseden sonra devam etmeyen bir öğretmenlik denemesini bırakıp Ziraat'e geçince, aynı yıliann öğrencisi olduk. Olduk ama, onun öğretmenliği meslek olarak devam etmese de, çizgi oiarak hep devam etti. Kendisini tanıyan herkes belki bu gerçeği görmüştür. Bu insan, hayatının son dakikasına kadar çizgisinden en ufak bir sapma yapmadı. Sanki başkalarına dürüstlük, sevgi ve şefkati aşılamak için yaratılmıştı ve kendisine gizli bir gücün verdiği misyonun tam farkındaydı. Nejdet Koçak'ı düşündüğümüzde, karşımıza birinci planda ve ilk olarak, onun dürüstlüğü çıkar. Bu durum hala da öyledir ve sanının bu kuşak yaşadığı müddetçe, dürüstlüğün simgesi olarak akla önce o gelir. Benim şahsen onunla olan batıralanın bir cilde sığmaz. Bizden aynidığı zaman içimde sadece bir dostun, bir üstün varlığın ve derin ilişkilerle bağlandığım rehberin kaybı değildi hissettiklerim. Sanki ruhum bedenimden alınmış, uzaklara, hiç bir zaman dönmeyecek şekilde bir uçuruma atılmıştı. Normal seyrinde artık benim için de hayatın bir anlamı kalmamalıydı. Ancak o bunalımın içinde bana, yine kendisi el uzattı ve çocuğumun kulağına ilk ezanı bizzat kendisi okuduktan sonra bana söyledikleri aklıma geldi. Bu uzun bir yoldu, bu yola ne olursa olsun devam etmeliydik; birgün biz de insanların ruhunda filizlendirdiğimiz dürüstlük tohumlanyla ölçülebilecektik.

83


Yetiştirmek ... Bu olgu onun için en önemli misyondu. O hatalara değil; doğrulara bakardı; hiç bir zaman radikal bir çizgiye yaklaşmadan, insana dönük ve insanın en yüce hislerine hitap edecek bir çizgiye girerdi. Belki zaman zaman sırf bunun için, yakın halkasındaki insanlarla bazı hatlan kesişirdi. Her hangi bir insana fazla güvenmemesi söylendiğinde, yüzünde bir hayret ifadesi belirirdi. Nasıl olur da tanıştığı, elini sıktığı bir insanın içinde kötülük olabilirdi? O gördüğü her insanı sever, kusurunu görmez, gördüğü yanlış işaretleri kendi hassasiyetine göre yorumlar ve karşısındakini haklı çıkarmaya çalışırdı. Korkunç kaybımıza sebep olan ihanetler de, belki bu yüzden olmuştu. Kendisine benim de şahit olduğum veya bizzat yaptığım uyanlara inanınayı içine sindirememişti. Bu konularda bizim çırpınışımız ne kadar normal ise şimdi düşünüyorum, onun tavrı da gayet normaldi. Çünkü; nihayet biz insandık, o ise elini meleklere uzatmış yetişemiyeceğimiz ve çok zor bir misyon üstlenmiş bir varlıktı. Şu ana kadar hiç açıklamadığım bir konu geçmişti aramızda. Çok hararetli bir fikir sohbetinden sonra, bana gülümseyerek şöyle demişti: Senin bir roman yazmanı istiyorum. Bu romanın adını ben seçtim; Mavi Urbalılar olacak. O insanın kafasındaki olguyu işliyordu. Onun aklında dürüst insanların bir çizgi etrafında toplanmalan, hiç taviz vermeden hayatlannın her anında dürüstlüğü yaşamalan ve yaşatmalan düşü vardı. Benden bu temayı işlememi ve bir çizgi etrafında toplanan insanlara bir ad vermemi istiyordu. Eskiden bizim kuşağın her genci gibi ben de şiir ve edebiyata meraklıydım. Bana verilen bu görev, beklenen kitabı yazınam bir yana dursun şiirden, edebiyattan elimi eteğimi çekmeme, yazarsam sadece ideolojiden yana yazmama, bazılannın maddi hırslarla dolu havsalasının alamadığı bir şekilde dürüstlükten yana tavır koyup, yakın bilmek gafletine kapıldığım bazı insaniann dürüstlüğe aykırı hareket ettiklerini bariz bir şekilde gördüğüm için onları gönlümden söküp atmama sebep oldu. Bu dürüstlükle yetişen bir şahıs olarak, marreviyat çizgisi o kadar derinleşmişti ki yakın çevresinde olanların iyice bildiği o rüyalar konusu da bunun bir göstergesi olmuştu. Gördüğü rüyalar bazen o kadar açık ve gerçek olurdu ki, anlatırken bir düşten mi, yoksa yaşadığı bir olaydan mı bahsettiğini, çok iyi tanımasam, kestinnem mümkün olmazdı. Hatta bu konuda uyarıldığını da biliyorum. Bazen öyle manevi bir çizgiye giriyordu ki, tekrar kendisini soyutlaması ve normal hayata dönüşü ona işkence çektiriyordu.

84


Onun dürüstlüğü gibi dostluğu da enginlere sığmazdı. Dostu için yapamıyacağı şey yoktu. Onu frenleyen sadece prensibi idi. Karşısında aynı prensibi paylaşan bir insan oldu mu, artık onun istemesine lüzum yoktu; onu mutlu etmek için adeta planlar kurardı. Onun dostluğu, şefkatli bir dostluktu. Yorucu bir seyahati beraber yaptığımız zaman, o uyumayı düşünmez, uyumak için omuzuna yaslanınarnı isterdi. Onun dostluğu yaş sınırı tanımaz, devamlı bir ağabeylik, bir babalık şefkatine bürünür ve insanlara sevgiyi ve dostluğu adeta damla damla akıtırdı. Ona kendisinden yaşça büyük olanların dahi ağabey diye hitap etmeleri de artık çok normaldi. Yirmi sene beraber olduk; diyebilirim ki bir tek gün bana kıntınadı ve beni kırmadı. Zaten buna da hayret etmemek gerekirdi. Çünkü; bu benim ona karşı olan sevgim, saygı ve bağlılığımdan fazla, onun kırmayı ve kınlmayı bilmemesinden ileri geliyordu. Bu yirmi sene zarfında bana en koyu düşüncelerini anlattığı gibi en mahrem aile sırlarını dahi anlatırdı. Bunları söylerken bir günden bir güne başkalannın birbirlerine yaptığı gibi uyarıda bulunmasına, bu konunun aramızda kalmasını istemesine şahit olmadım. O sanki bir şablon çizmiş, kendisi içinde olduğu gibi, kendisine inanan ve kendisini sevenleri de o çemberin içine almıştı. Aramızda en güçlü bağlardan biri kitap sevgisiydi. O, birkaç kitabı birarada okuyabilen bir yapıya sahipti. Fikir kitaplarını, çölde susuz kalmış bir insanın çırpınışı gibi kana kana içer; arada edebiyat, hatta mizalı bile okurdu. Ancak; onun için fikir kitapları herşeyden önce getirdi. Onları okumasını da okutmasını da severdi ve bazen bir gece boyu benimle bir kitabı okuyabilirdi. İlk yönlendirici kitap sevgisi kalbirnize yerleştiğinde, bana "Ak Zambaklar Ülkesinde" kitabını hediye etmişti. Nedense onu her okuduğumda, gözümün önünde yine o canlanırdı. Snelman'ın Finlandiya'da yapmak istediğinin bir benzerini, kendisi yapmak isterdi. Onun en büyük hayali insan yetiştirmekti. Onu yakından tanıyanlar beş büyük projesini iyice hatırlarlar. O projelerin hepsi insana dönük, sağlam kuşak yetiştirmekten yana projelerdi: Çiftlik, hastane, gazete, yayınevi ve okul. Bütün bunlar sağlam bir nesil yetiştirmek için gelecek kuşaklara verilmiş işaretlerdi. Bugün bazen ne yapıyorsak, o çizgide yapmayı düşünüyor; o ışıktan feyiz alıyoruz. Kitabı sevdiği kadar hiç bir şey sevmezdi. Onun için son görüşmesinde ailesine, kitaplannın bana verilmesini vasiyet etmesi, bana çok manidar gelmişti. O, yine başkalarının anlamadığı bir mesajı gönderm i ş , i st i k b a l i n insana dönük ç a l ı şmayla kazanılabileceğini, uzaktan bize veda ederken tekrarlamıştı. Ben

85


de bu vasiyeti tekrarlıyorum, bu kitapların İzzettin Kerkük Kültür ve Dayanışma Vakfı'na tevdi edilmesini, orada aziz bir varlık olarak turulmasını ve insanlara, dürüstlük ve idealistlik simgesi olan bir insanın, mesajının ömürler boyu tükenmeyeceğinin ispatlanmas ını istiyorum; bu da benim vasiyetimdir.

86


ŞEHiTLİK NURUNU YÜZÜNDE TAŞIYORDU N a m ı k Kemal ZEYBEK

N kişilerden ejdet KOÇAK hakkında yazmakta en çok zorlandığım birisi ... Hani unutmak istediğiniz, hatmnıza

geldiğinde hüzünlere daldığınız insanlar vardır ya, işte onlardan biridir, Rahmetli ... 1960'lı yıllar Türk Milliyetçiliği düşüncesine ve Türk Dünyası ülküsüne bağlı üniversite gençlerinin birbirini aradığı ve buluşarak örgütlendiği yıllardı. Ankara'da Türk Ocağı ve daha derin ve yoğun dostlukların yaşandığı "Üniversiteliler Kültür Kulübü" evimizden ve okulumuzdan daha çok vakit geçirdiğimiz yerler oldu. Türkiye dışındaki Türk bölgelerinden gelen gençlere daha bir merakla yöneliyorduk. Irak'dan gelen gençlerin ise Türklük konusunda daha duyarlı olmalan dikkat çekiyordu. İşte Nejdet Koçak onlardan biriydi. Dahası belki de onların birincisiydi ... Bir türkümüzde "Sandım kan damlamış kann üstüne" diyor ya, Nejdet KOÇAK deyince aklıma bu mısra geliyor. "Nedense" demiyorum. Neden olduğunu biliyorum. Nurlu bir yüzü vardı Nejdet'in, yanakları al al idi. Sanki şehit olmadan önce şehitlik nurunu yüzünde taşıyordu. Konuşmalarından, davranışlarından, ilişkilerinden seçkinlik akıyordu. Seçkin bir insan, seçkin bir Türk idi Nejdet KOÇAK. Türkiye'deki eğitimini belli noktaya getirdikten sonra yurduna döndü ve kadim bir Türk Yurdu olan yurdundaki despot yönetim onu Türk olduğu için, seçkin olduğu için ve insan olduğu için önce tutukladı sonra da şehit etti. Olacaklar belli idi. Türkiye'deki kardeşleri, ülküdaşları çaresizce çırpındılar. Her kapıya baş vurdular ama olacakları önleyemediler. İşin en acıklı ve acı veren yönü de bu oldu. Şimdi Irak Türklüğü yine acılı günler yaşıyor ve yine yeterince sahip çıkılamıyor. Bir gün mutlaka Türkiye'de Nejdet Koçak'lan yalnız bırakmayacak yönetimlerin, bilgi ve bilinç le donatılmış

87


yöneticilerin egemen olması ümıdiyle, duasıyla, alkışıyla Nejdet Koçak kardeşimize Tanrı'nın rahmetini diliyorum.

88


NEjDET KOÇAK'IN HATIRASINA Prof. Dr. Ümit AKKOYUNLU

inni yılı aşkın bir "birlikte mücadele ve dava arkadaş lığı" süresince vatanseverliğin ve milliyetçiliğin lideri ve Y simgesi olarak senin için yazmak kolay değildir. Senin kişiliğin, mücadele azınin hepimize bir fener gibi rehber olmuştu. "Şehit" oluşun bu özelliğini ve bizdeki, kalbirnizin derinliğindeki yerini değiştinnedi, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen seni unutmadık, eksikliğini toplumumuzun bugünkü manzarası kadar hiç bir şey ifade edemezdi. Senin için ağıtlar yazmak nafile çünkü; sen hala ve ebediyete kadar toplumumuzun ruhunun derinliklerinde yaşıyorsun ve yaşayacaksın. Kolay değil; seni ve mücadele tarzını anlatmak. Kitaplara sığmazsın. Anmaktır dileğim seni bir kez daha burada... Ruhun bizleri duyuyor olmalı. Bilmelisin ki ebediyete kadar senin çizdiğin yoldayız, azimle ve inanç la... Ruhun şad olsun.

89



NEJDET KOÇAK Prof. Dr. Enver HASANOGLU

S

u üstüne yazı yazar gibi yaşar kimi insan... Ne kendisi kendi varlığının farkındadır, ne de diğerleri... Anlam yükleyemedikleri hayatları sona erdiğinde "Bir yıldız kaydı" denmez ardlarından, zira kimse o yıldızı parlarken bile görmemiştir. Hayatı şahsiyet olarak dolu dolu yaşayabilenlerse, eksilmeyen değerleri, eserleri, güzel ve anlamlı hatıralanyla geleceğe ve gelecek nesillere damgalarını vururlar. Arkadaşım, dostum ve hemşehrim olan rahmetli Nejdet Koçak da bu tür mümtaz şahsiyetlerden biri idi. 1958 yılında yüksek tahsil için Türkiye'ye gelip, lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde tamamlayan Nejdet Koçak, 1970 yılında yurda dönerek, Bağdat Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde öğretim üyesi olarak göreve başladı. I 976 yılında doçentlik ünvanını kazanan Nejdet Koçak, 22. 3. 1979 tarihinde kendisine Türkiye ajanı suçlaması isnad edilerek tutuklanmış ve maalesef 16 Ocak I 980 tarihinde Bağdat'ta idam edilmiştir. Irak Türklerinin yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri olan, ayrıca son derece kibar, güler yüzlü ve dost olan Nejdet Koçak'ın bu elim ölümü beni derinden üzmüştür. Hayatını, Irak Türklerinin milli kültürlerinin muhafazası ve Irak Türklerinin siyasi, kültürel haklannın elde edilmesi uğruna harcayan Nejdet Koçak telkinlerinde son derece mütevazı, sabırlı, müşfik ve o kadar da disiplinliydi. Sertlik yanlısı olmayan barışçıl ve hoşgörülü bir karaktere sahip olan Nejdet Koçak ileri sürdüğü fikirleri bizzat yaşayan ve yaşamında uygulayan gerçek bir karakterdi. Ayrıca O, köklü ve sistemli bir kültüre sahipti. Milli değerlere ters düşmeyen her türlü yeniliğe açık, ileri görüşlü aydın bir insandı, hele bağnaz hiç değildi.

91


Nejdet Koçak tam bir millet , vatan sevdalısıydı, hayatını adeta bu iki büyük değer üstüne inşa etmişti. Nejdet Koçak'ın en önemli yanı ve özelliği ömrü boyunca inanarak bağlandığı ve uğruna can verdiği milliyetçilik yanı idi. Onu yakından tanıyaniann da bildikleri gibi pek çok gencin yetişmesinde, var olan ama ham durumdaki milli duygulannın olgunlaşması ve gelişmesinde büyük ve unutulmaz katkılarda bulunmuştur. Eminim ki kimse onun prensiplerine aykın davrandığına şahit olmamıştır. Zira; O, tam bir disiplin adamıydı. Onu burada bir defa daha rahmetle ve sevgiyle, saygıyla anıyorum. Ruhun şad olsun aziz dostum ...

92


NEjDET KOÇAK İÇİN Kemal BEYATLI

I Ağabey çı ınanç, sevgi ve hoşgörüyle dolu olan Nejdet bizim kuşağın lider olarak kabul ettiği tek •

kişiydi. Çocukluğumdan beri tanımama rağmen üniversite dönemirnde kendilerini yakından tanıma şerefine nail oldum. Birçok hatıra arasından bir tanesini hiç unutamıyorum: Yıl 1964, tahsil amacıyla birkaç aylığına Ankara'da bulunuyordum. Hemşehriler olarak haftada bir defa bir lokalde konular hakkında görüş alış verişinde bulunup sohbet ederdik. Yanılınıyorsam lokalin ismi Üniversiteliler Kültür Kulübü Lokali idi, Necatibey caddesinde ... Yine toplandığımız bir günde Irak Türkleri neler yapmalı konusunu tartışmaya koyulduk. Gençlik hayalciliği ile illegal işlere heves eden teklifler getirdik. Öyle çoşmuştuk ki Kerkük'ü hemencecik orada kurtardık. Arkasından öteki soydaşlanmızı da gözardı etmeyerek çilelerine son verdik. Görevi yerine getirmenin huzuru içinde sakinleşmeye başladığımız anda Nejdet ağabeyin hiç konuşmadığını farkettik ve utanarak "Ağabey siz ne dersiniz ihtiyacımız nedir?" 'diye sorduğumuzda cevabı tek kelime oldu: SEVGi... Sesi hala kulaktanmdadır ve bugünkü halimize bakarken bu sözün ne kadar isabetli olduğu da apaçık ortadadır. Bizlere çok şey vermek istedin ama bizler istediğin gibi olamadık... Affet bizi Nejdet Ağabey.

93



SEVGiLi AGABEYiM, AZiZ ŞEHiT; NEjDET KOÇAK! Prof. Dr. Celal ER

Nbitirip ejdet Koçak'ı ben 1962 yılında tanıdım. Aynı yıl liseyi üniversite sınavını kazandıktan sonra Ankara

Üniversitesi Ziraat Fakültesine kaydıını yaptırdım . Orta ve liseyi İstanbul' da okumuştum. Esasen Ankara bana İstanbul' dan sonra biraz da yavan geliyordu. Değerli ağabeyim Nejdet Koçak Ankara' da tanıdığım ve münasebetlerimizi o şehit olunca ya kadar sürdürdüğüm ilk insanlardandı. Hoş, o şehit olduktan sonra da bizim ilişkilerimiz O'nun ülkü ve idealleri ile devam etmekte ve Yüce Mevla'nın izni ile biz göçüneeye kadar da devam edecek. Ben Fakültenin Tarla Bitkileri Bölümüne kaydıını yaptırdığımda Nejdet Ağabey hatırladığım kadanyla Ziraat Makinalan Bölümünde son sınıf öğrencisi idi veya doktora yapıyordu. Bu arada şimdiki Tanm İşletmeleri Genel Müdürlüğü, o zamanki Devlet Üretme Çiftliklerinde de çalışıyordu. Ben Yıldınm Beyazıt yurdunda kalıyordum. Bu yurdu bilenler hatırlayacaklardır, yurtla Ziraat ve Veteriner Fakültelerinin kapalı bir geçitle irtibatı vardır ve bu geçitin altında geçitin dayanağı olan sütunlar bulunmaktadır. Güzel bir sonbahar günü, akşam üzeri işte bu sütunlann arasında Fakülte Dekanlığı tarafından gelen güleryüzlü, kaytan bıyıklı ve oldukça iyi giyimli babacan tavırlı biri bana doğru yaklaştı ve benim hangi bölümde öğrenci olduğumu sordu, ben de Tarla Bitkileri Bölümünde diye cevapladım. Kendisinin makine Bölümünde olduğunu söyleyerek benimle ilgilendi ve Kızılay'da Çelikkale Sokakta üniversite öğrencilerinin devam ettiği Üniversiteliler Kültür Kulübü diye bir Demek olduğunu; buraya gidip gelebileceğimi söyledi ve ben Nej det Koçak Ağabeyim sayesinde yetişmemizde ve muhtevamızı kazanmamızda önemli etkisi olan adı geçen derneğe, daha sonra da Türk Ocağı 'na gelip gitmeye başladım. Sonraki zamanlarda Nejdet Koçak'la münasebetlerimiz aynı mahfillerde ve ortamlarda şehit olduğu güne kadar devam

95


etti. Nejdet Ağabeyin Kerkük'lü olduğunu öğrendikten sonra O'na karşı olan sevgim ve muhabbetim daha da arttı. Çünkü; o yıllarda Türk Dünyasının uyanacağına inancım tamdı. Bu fikirlere hizmet edenleri sevmek kadar tabii ne olabilirdi? ilerleyen zaman içerisinde Nejdet Ağabeyim ile olan ilişkilerimiz daha da arttı, bir müddet sonra Irak'a döndü ve Bağdat Ziraat Fakültesi'ne öğretim elemanı oldu. Bizler fakülteyi bitirdikten sonra, şahsen bana üniversitede kalmanın ve akademisyen olmanın Türklüğe ve insanlığa, daha doğrusu millet ve memlekete daha iyi hizmet etmek için gerekli olduğu konusunda, çok ciddi tavsiye ve telkinlerde bulunanların önde gelenlerindendi. Nejdet Ağabey hemen her yıl birkaç defa Türkiye'ye gelir ve değişik yerlerde görüştüğümüz halde mutlaka Ziraat Fakültesine ayrıca uğrar ve bizleri ziyaret ederdi. Belli bir süre İngiltere'de kalmış Doçent ünvanı ile tekrar yine Bağdat'a dönerken bana Fakülteye uğramış, dünyanın ve Türk dünyasının durumu hakkında uzun uzun tahlillerde bulunmuştu. Aziz Ağabeyiıiı Nejdet Koçak Irak Türkmenlerinin Türkiye'ye veya başka ülkelere gidenleri ile tek tek ilgilenir ve özellikle Ziraat Fakültesine gelenleri bizlerle tanıştınr ve onlarla i lgilenmemizi bizzat ister ve takip ederdi. Burada bu insanların bir bir isimlerini vermeye gerek görmüyorum. Nejdet Ağabeyin bu şekilde geliştirdiği iyi ilişkiler hala devam etmekte. Hemen her zaman Irak Türklerinden biri veya birkaçı bizim bölüme gelir ve lisansüstü eğitim ve öğretimlerini burada yaparlar. Şüphesiz onların hepsine de gerekli sevgi gösterilmekte ve yardım yapılmakla beraber, sanki biz onların şahsında aziz şehidimizi görmekte ve O'nun ruhunu onlara yapılan yardımla hiç olmazsa biraz rahatlattığımızı ve O'nu memnun ettiğimizi düşünmekteyiz ve bundan da büyük bir mutluluk duyrnaktayız. Nejdet Koçak Ağabey sadece Irak Türklüğünün değil, Türk dünyasının yetiştirdiği mümtaz dava ve bilim adamlanndan bir tanesi idi. O, gerçekten kamil bir insandı. Bütün meziyetlere sahip mütevazı, devamlı güler yüzlü, her zaman sevecen, bir güzel insandı. Fakat; maalesef bir gün, Saddam'ın zulmüne uğradı, o sırada gösterilen bütün çabalara ve çırpınmalara rağmen kurtanlamadı ve düzmece bir yargılama sonucu şehitler kervanına katıldı. O'nu her an ve fakat özellikle her yıl Ocak aylarındaki ölüm yıl dönümlerinde rahmet ve muhabbetle anıyoruz. Nejdet Ağabeyimin o güleryüzlü babacan ve sevimli siması sanki karşımda duruyor ve bana gülümsüyor gibi. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad olsun! Zaten O'nun mekanı cennettir!

96


NEjDET KOÇAK AGABEYİM... Prof. Dr. Orhan ARSLAN

iseden mezun olup A.Ü. Ziraat Fakültesi �de öğrenime L başlarnamdan ay sonra kendimi Universiteliler Kültür Derneği (ÜKD)'nin dostları arasında ve onların sevgi 1-2

halkası içinde buldum. Rahmetli ağabeyimi de, mensubu olmakla hep gurur duyduğum bu demekte tanıdım. Azıcık ziraalçi şövenistliği yapmak ve bütün milliyetçilik tarihinde ziraatçilerio çok önemli ve özel yerleri olduğunu söyleyerek övünmek istiyorum. Ön safta yer alan milliyetçilerin başında da Rahmetli Nejdet Ağabeyimin geldiğini söylesem yanlış olmaz sanırım. O'nu tanıdığınız zaman çok candan ve kısa zamanda çok yakınınız olacak birisiyle karşılaştığınızı hemen anlardınız. Hep gülen ve hoş gören, daima karşısındakine iltifat eden, sohbetlerinde hep onu ön plana çıkartan kocaman bir hoşgörü abidesi idi. İşte bütün camiayı olduğu gibi beni de bu özell ikleriyle sevgi ve dostluk çemberine daha ilk karşılaşmamızda hapsetti. Zira birbirimizi hep sevdik ve saydık. Tabii veren tarafhep O olmak kaydıyla ... ÜKD'de bilindiği gibi Ağabeyler vardır. Onlar 40 yıldan beri hep ağabey olmuşlar ve ağabey kalmışlardır. Her ne kadar Cezmi gibi "arada iki yaş var, 40 yıl sonra ağabeylik mi kaldı?" diye soraniann aldıkları cevap malum olmakla beraber, Rahmetli Nejdet Ağabeyimin ağabey olduğunu, ÜKD'ne başkan seçilirken Nuri Ağabeyirole beraber aday gösterildiğinde birdenbire anladım. Rahmetliye bir oy çıkmıştı. Kendisinin Nuri ağabeye oy verdiğini biliyordum. O'na da bir oyu Nuri Ağabey vermişti. Bu arada " herkes Ağabey de bu Şeref Ağabey niye Ağabey" diyen sevgili Akdaş'ı da yadetmek istiyorum. Nejdet Ağabeyle Kur'anın Arapça kıraatı . üzerinde tartışırdım. Fatiha suresinin sonundaki "dat"la okunan "mağdubi" ve "veladdallin" kelimelerini bir ben okurdum, bir O. Elbette ben bütün ukalalığımla doğru okuduğumu söyler, O'nun okumasını

97


beğenmezdim. O ise sadece "ben eğitimimiArapça yaptım" demekle yetinir ve bana gülerek bakardı. B ağdat Üniversitesi'ndeki çalışmalarından çok umutluydu. Bizleri ve Türk Üniversitelerindeki bilimsel faaliyetleri beğenmezdi. Bizleri tembellikle ve öze İnınemekle suçlardı. Birlikte proje çalışmaları yapmaktan söz ederdi. Kısa ömründe yetiştirdiği ve milliyetçi camiaya kazandırdığı bir çok akademisyen ve üniversite mezunu ile birlikte kafasında planladığı bir üniversitenin hayallerini kuruyordu. Bonn Üniversitesi'nde araştırma yaparken ( 1977), araba almak için Almanya'ya gelmişti ve Ayten yenge ile birlikte hanemizi teşrif etmişti. Eşim Tülay'ın ev fınnında yaptığı pideterin tezzetini hep anlatırdı. Ben de, "onun sevgili hatunumun taktiği olduğunu, misafirlere yemeği 2-3 saat geç vererek önce iyicene acıktırır, sonra da ne verirsen ver lezzetli olduğunu söyletir" diye şakalaşırdık. Tutuklu olduğu günlerdeki çırpınma ve çaresizliğimizi bir daha yaşamak istemiyorum. O, orada büyük Türklük ideallerinin kurbanı oldu. Fakat burada dostları her halde en az O' nun kadar çırpındılar ve binlerce defa öldüler. Ne yapalım ki, devleti idare edenler, O'nun ideallerini anlayamazlardı. Nitekim anlamadılar. Ve bir koca çınar, en körpe çağında, gül fidanı narinliğinde Hak'ka yürüdü. Akif sağ olsaydı, Bedrin aslanlarının şanını, Çanakkale şehitlerimizle birlikte Rahmetli Ağabeyirole de paylaşırdı. Hem de, tek başına bütün istibdat güruhuna karşı verdiği muhteşem savaştan dolayı O'nu serlevha yaparak... Erken şehadeti camia için büyük kayıp oldu. Güleç yüzüne, bilgisine ve engin gönlüne hem camiamız, hem de bütün insanlığın ihtiyacı vardı. Hele günümüzde ... Allah O'nu bizden fazla seviyorrlu muhakkak. Cennet efendisi Ağabeyime rahmetler diliyorum. Ama özlemimiz hiç bitmiyor ki ...

98


NEjDET KOÇAK AGABEYİM Dr. Cezmi BAYRAM

1 okumak 963 güzünde Yüksek Öğrehnen Okulu Hazırlık sınıfında üzere Ankara'ya gelmiştim. Öğretmen Okulunda

Yeni İstanbul gazetesi, Toprak Dergisi gibi yayınlar okuyordum. Bu yayınlardan Ankara'daki Türkçüler arasında Nejdet Sançar'ın bulunduğunu biliyordum. Çevreye ısınmak için geçen kısa bir süreden sonra Milli Kütüphane'de Nejdet Hoca'yı bir Çarşamba günü öğleden sonra ziyaret ettim. Bana Ankara'da gençlerin kurup yönettiği Üniversiteliler Kültür Kulübü adında bir demek bulunduğunu, derneğin yerinin de Kütüphane'ye yakın olduğunu söyledi. Gidip onlarla tanışmaını ve oradaki faaliyetlere iştirak etmemi istedi. Hoca'yı müteakip Çarşamba tekrar ziyaretimde Üniversiteliler Kültür Kulübüne gidip gihnediğimi sordu. Açıkçası yalnız başıma gitmeye çekinmiştim. Nasıl hareket edeceğimi, nasıl karşılanacağıİnı bilmiyordum. Hoca'ya orayı bulamadığıını söyledim. Elbette yalandı. Bunu Rahmetli de anladı. Ama bir şey söylemedi. "Hadi kalk" dedi. Yürüyerek, zaten kısa olan mesafeyi aştık ve Ü.K.K.' ne geldik. Hoca bastonla ve zorlukla yürüyordu. Fakat bir taşralı genci daha, ağabey ve arkadaşlarına tanıştırmak zevki ve vazifesi onun bu zorluğu göze almasını sağlamıştı. Kulübe geldik. Bahçe içinde küçük bir bina. Kapının önünde pembe yanaklı, gözlerinin içi gülen bir "ağabey" bizi karşıladı. O gün, ondan başka kimse de yoktu. Nejdet Hoca, "Bu Nejdet Koçak'tır, Kerkük'lüdür" dedi. Beni o tanıştırdı ve kendisi dinlenmeden Milli Kütüphanedeki işine döndü. Nejdet Ağabey beni içeri aldı. Koltuklara oturduk. Bana Ü.K.K.'nü, faaliyetleri anlattı. Çarşamba akşamları sohbetlerin, Cumartesi günleri seminerierin yapıldığını, iştirak etmemi söyledi. Kerküklü olduğundan aksanı biraz bana tuhaf geliyordu. Ama sesinin tonunun sıcaklığı, gülen gözlerinin verdiği güven beni rahatlatmıştı. Herhalde o ilk gün bir saat kadar benimle

99


ilgilendi. "Sizin okulda bizim Ayvaz adında bir arkadaşımız var, onunla tanış" dedi. Ama Hazırlık sınıfı ile Fakülte öğrencilerinin ayrı binada olmaları sebebiyle Ayvaz Ağabey'le okulda tanışamadım. Lakin ilk seminerde Kulübe gittim. Artık çekingen değildim. Çünkü ; Nejdet Ağabey gibi bir tanıdığım vardı. Toplantılarda Nejdet Ağabey çok konuşmazdı. Parlak nutuklar da atmazdı. Ben geveze bir adamdım. Buna rağmen o konuşurken daima dikkatle dinlerdim. Yumuşak bir üslubu, ama daha önemlisi malayaniden uzak bir konuşması vardı. Doktora çalışmaları esnasında Atatürk Orman Çiftliğindeki zirai makina fabrikasında çalışıyordu. Bir gün, biraz hiddet ve biraz da heyacanla bir olay nakl etti: Yanlış hatırlamıyorsam, biz orada mibzer yapmaya başlamışız. Amerika da tam o sırada ülkemizin on yıllık ihtiyacı kadar mibzer hibe etmeye karar vermiş. Muhataplar hemen bu hibeyi heyecanla kabule meyilli görünmüşler, Nejdet Ağabey itiraz etmiş. Bu hibenin, yeni geliştirilen zirai makina sanayiini menfi etkileyeceğini söylemiş. Yardımın iyi niyetli değil; kasıtlı olduğunu söylemiş. Muhatapları onu vehimle suçlamışlar. Bunun üzerine, bizim geliştirdiğimiz sanayi için temel makine ve teçhizat isteyelim, demiş. Tabii bu teklif reddedilmiş, fakat test mahiyetindeki bu teklif ve cevap bizimkilerin gözünü açmış. Böylece Nejdet Ağabey bir milli sanayinin doğmadan ölmesini önlemiş. Bu olayı hem yaptığı bir hizmeti ifade ve hem de dehşetli bir ibret vesikası olarak nakletmişti. Doktorasını tamamladıktan sonra bütün büyük ruhlar ve şahsiyetler gibi bizim kısaca Kürkük'lü dediğimiz Irak Türklüğüne hizmet için Bağdat Üniversitesi'ne çalışmaya gitti. Türkiye'nin gafleti sonucu Saddam tarafından asıldı. Nur içinde yatsın.

1 00


NEjDET KOÇAK AGABEYİM Prof. Dr. Orhan KAVUNCU

Ağabey'i galiba Üniversiteliler Kültür Derneğinde N ejdet tanıdım. 1 966 sonu veya 1967 başı idi. Ben Ziraat

Fakültesi birinci sınıfta idim. O zaman Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları bölümünde doktoraya başlamış mıydı, bitirmiş miydi, devam mı ediyordu; şimdi onu da hatırlamıyorum. Ama Nejdet Ağabey Ziraat Fakültesinde doktora yapmayı Kerkük'lüler arasında özendiren biri olmalıydı ki, ondan sonra bir çok Kerkük'lü Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde doktora, Yüksek ihtisas veya Yüksek Lisans çalışmalarını tamamladı. Bunlardan birisi de Dr. Fazıl Demirci idi. Allah ikisine de gani gani rahmet etsin. Nejdet Ağabeyle ilgili unutamadığım iki batıram var. Bunlardan birini ben yaşamadım; Fazıl Demirci anlatmıştı. Irak'ta Bağdat'ta tutuklanmışlar; bir ara bir kaç günlüğüne belki bir geceliğine serbest kalma imkanı bulmuş, ilk işi Fazıl Demirci'ye ulaşıp " bunlar bizi yok edecekler, arkadaşlara haber verin, hemen Irak'ı terkedin" demek olmuş ... Nejdet Ağabey, Irak Türklüğünün manevi koruyucusu, hamisi idi. Kendinden önce oradaki arkadaşlarını düşündüğünü gösteren bu olay onun liderlik vasfını da bence çok iyi örnekliyor. İkincisi de küçücük, fakat benim üzerimde çok etkili bir sohbetti. Onu tanıdıktan sonra çok sevmiştim. Dediğim gibi ben Ziraat Fakültesine başladığımda onu bir meslektaş, bir ağabeyim olarak tanımıştım. Bu da ona Üniversiteliler Kültür Derneğinde tanıdığım diğer büyük Ağabeyler arasında ayrı önem vermeme sebep olmuştu. Küçük Ağabeyler arasında çok Ziraat Yüksek Mühendisi veya Ziraat Fakültesi öğrencisi vardı ama, o büyük Ağabeyler arasında bir tane idi. Bir bayram günü, Maltepe'de bir apartmanın en üst katındaki evlerine Fazıl Demirci ve başka Fakültelerden Kerkük'lülerle birlikte ziyaretine gittik. Benden başka Türkiye'li var mıydı bilmiyorum ama bir kaç Kerküklü vardı. Nejdet Ağabey

ıoı


ve kıymetli eşi Ayten Abla, bir müddet önce gittikleri Irak'tan gelmişlerdi. Bayram ziyaretimizde laf nereden geldi ise geldi, Kerkük'lü-Türkiye'li mukayesesine dayandı. Nejdet Ağabey o zaman bana doğru bakarak "Kerkük'lüler kadar sevdiğim arkadaşlanm, kardeşlerim var benim Ankara'da" demişti. Bu söz, benim Üniversiteliler Kültür Derneğine sevgi bağlan ile bağlanmamı, tercihimi net bir şekilde yapmamı sağlamıştı. Bu kadar sade, sıradan ve küçücük bir sohbetti ama benim bir karar verınemi sağlayacak manevi havayı vermiş, yüreğim ılık ve yumuşacık bir duyguyla kaplanmıştı. O sıradan sözlerin içinden, belki bakışı ile belki o çok tatlı tebessümü ile bana vermesi gereken "dostluk" mesajını vermiş ve benim de almaını sağlamıştı. Ankara'ya hemen her geldiğinde görüşme irnkanımız olurdu. Bize konumuzia ilgili bildiği şeyler varsa hemen aktarmaya, öğretmeye çalışırdı. Yerini hala dolduramadık. Türkiye'de de, Irak'ta da ... Allah rahmet etsin.

1 02


KURBANLARDAN BİR KURBAN Mehmet Zeki MÜFTÜOGLU

ı

957 - 1958 yıllarıydı. Edebiyat öğretmenimiz Mehmet Ateşoğlu anlatırdı: "Kerkük Türkleri, safTürkler, Arabın ve Kürdün arasında yanan, yakılan, boğazlanan insanlar. Acılarını, sitemlerini, gözyaşlarını hoyratlara döken insanlar. Ankara'yı, İstanbul'u kendi şehirleri bilirler. Türk'ün derdini kendilerine dert, sevincini bayram sayarlar." Güzelce Bağdat için türküler, destanlar dinlemiştim ama, Kerkük denilen bu yangın ve talan yerini, Arabın ve Kürdün ı 9 1 8 yılından bu yana doğradığı insanların çektiklerini, acılarını Ankara'nın duymadığını, duymak istemediğini ilk defa dinliyordum. Yüreğim yanmıştı. Dile kolay ı 9 ı 8 - 1958 kırk yıl nasıl dayanmışlar. Onlar dayanmışlar da biz nasıl duyarsız kalmışız? Bitip tükeomelerini seyretmişiz. Ankara yılları; yanılmıyorsam ı 962, Çelikkale sokakta Üniversiteliler Kültür Kulübü. Sadi Somuncuoğlu, İbrahim Metin, Halil Özyıldız(rahmetli), Nuri Gürgür, Şerafettİn Yılmaz, Şekur Turan Ağabeylerle beraber Nejdet Koçak ve Abdurrahman Kızılay Ağabeyler. Nejdet Koçak ve Abdurrahman Kızılay Kerkük'ten gelenler. Kucaklamak, ellerinden yüzlerinden öpmek gibi duygular içinde kendilerini seyrediyorum. Yangın yerinden, kırgın yerinden gelenlere hiç benzemiyorlardı. Azimli, gayretli kendilerinden emindiler. Güler yüzlüydüler. Gülen yüzlerinin ve gülen gözlerinin, çektikleri, çekecekleri acılann perdesi olduğunu düşünüyordum. "Dağlar başı dolu kar B enzim sarı, ufkum dar Her gelen benzim sorar Bilmez gönlümde ne var Alemin yılda bir kurbanı var Ben senin her gün kurbanın olsam ne var."

1 03


Sonra anladım. Tamir edilmeyecek acı ve cefaya bir kutlu sevda için bedeldir diye katlanıyormuş. Acısını, gözyaşını saklıyormuş. Kulüp salonunda söylenen bir türkü kulağımda yankılanıyor: Unutulmaz, terkedilmez Neden Kerkük bu toprağın... Nejdet Ağabey ve arkadaşları, Kerkük ıçın "Baba Gurgur" da yanınayı göze almışlardı. Unutınadı lar, terketmediler. Sonra duydum. İçim bir daha yandı. Saddam'ın kanlı rejimi 1 6. l . 1 980 tarinde dar ağacına çekmiş. Suçu Kerkük için yaşamak. Yarıya indirilmiş bir bayrak gibi, Abdullah Abdurrahman, Adil Şerif ve Rıza Demirci ile sallanıyorlarmış. Yine değişen bir şey yok. Ankara'nın sessizliğinden cesaret alanlar bildiklerini yapmışlar. 1 924, 1 946, 1 959, 1 980 ve 1 99 1 katliamları birbirlerini kovalıyor. Ne zamana kadar devam edecek? Artık Cumhurbaşkanımızın evinde titizlikle sakladığı Kerkük Kal'ası maketinin tozu silenene kadar. Bu kadar katliam, bu kadar kurban yetişmez mi? "Hoş geldü, safa geldü Son kaafdan kaafa geldü Ne ben öldüm kurtuldum Ne sen insafa geldü ... " diyerek gidenlere karşı bu Kal' anın tozu silinmeyecek mi? Allah Kerim'dir. Sana ve bütün kurbanianınıza fatihalar. Dilerim Peygamber Efendimize. komşu olursun. ·

1 04


O TOPRAKLAR BİZİMDİ(R) Doç. Dr. Suphi SAATÇi

ejdet ağabeyi, ilk olarak Ankara'da tanımıştım. Lise mezunu bir grup arkadaşla, yanılınıyorsam 1966-67 N öğretim yılında Türkiye'ye gelmiştik. İstanbul'dan Orta Doğu

Teknik Üniversitesi'ne müracaat etmek gayesiyle Ankara'ya gitmiştim. Ankara'da, rahmetli Nejdet ağabeyin, ilkokuldan beri arkadaş olduğumuz kardeşi İsmet ile buluştuk ve C ebeci semtinde bulunan bir apartman dairesine gittik. Ertesi gün İsmet ile birlikte, Ankara'nın göbeği sayılan Kızılay'da, kahve veya kafeterya olan bir yere gittik. Bu kahvenin adı yanılınıyorsam Cevad idi. İsmet, Nejdet Ağabeyim buraya gelecek, dedi. Şimdi yerinde 6-7 katlı bir banka binası bulunan o kahvede, ilk defa Nejdet Ağabey ile tanışmıştım. Temiz ve güzel yüzlü, ses tonu ve davranışları kararlı, insana güven ve huzur veren bakışlan derin ve anlamlı idi. Karşısındakini ciddiyede dinlerken bile, insanı sürekli tartan ve ölçen bir gözleme sahipti. Bize arkadaşlıktan, dostluk ve sevgiden söz etti. Milliyetçi kişilerin çalışkan, disiplinli, fedakar olması ve her şeyden önce çevresindekiler tarafından sevilmesi gerektiğini, bunun da tek yolunun, herkesi sevmekten geçtiğini anlattı. Etkileyici ve ikna edici bir konuşma üslubu vardı. Daha sonra ne yapmak ve nereye gitmek istediğimizi sordu. Tıpta çok öğrencimizin okuduğunu, tıp mesleğinin bir ömür törpüsü olduğunu, bu yüzden tıp dışında olan dallara rağbet etmemizi tavsiye etti. Benle İsmet'in mühendisliğe hevesli olduğumuzu öğrenince, fazla birşey söylemedi. Yalnız bana Ankara'da kalırsan daha iyi olur dediğini hatırlıyorum. Ankara'daki Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin mimarlığında da kontejan dolduğu için ben tekrar İstanbul'a dönmüş oldum. İstanbul'da mühendislik okulları dışında bir yere girmemiz için herkes bizlere dil döküyordu. İstemediğim halde bir grup arkadaşla birlikte istanbul Üniversitesi'nin Eczacılık

1 05


Fakültesi'ne girdim. Hayatıının en sıkıntılı dönemini Eczacılık'ta geçirdiğiınİ söyleyebilirim. Ertesi yıl, Kerkük'e kadar uzayan bir yolculuk sırasında, onu doyasıya dinlemek fırsatı bulmuştuk. Trende, sürekli Nejdet Ağabeyin sohbetini ve konuşmalarını dinliyorduk. Ben İstanbul'da iken, babam Kerkük'te rabmete kavuşmuştu. Bütün arkadaşlar da babamın ölüm haberini benden gizlemek için büyük gayret göstermişlerdi. Ben de Kerkük'e varınca, babamın vefatını öğrendim ve sanki dünya başıma yıkılmıştı. Babamın vefatı, meğerse 6 veya 7 ay önce olmuştu. Arkadaşların çoğu eve başsağlığı ziyaretine gelmeye başladı. Ertesi gün de Nejdet Ağabey evimize gelerek, başsağlığı diledi. Bana ne yapmak istediğimi sordu. Ben de artık her şeyden vaz geçtiğimi, Kerkük'te çalışmaya başlayabileceğimi söyledim. Bana, "Hayır, olmaz, tekrar geleceksin ve yüksek öğrenimini tamamlayacaksın." dedi. Ben de şansımı kullandığımı, ancak mimarlık bölümlerinin giriş sınaviarına yetişemediğim için istediğim dalda eğitim hakkımı kullanamadığımı söyledim. "Tekrar Türkiye'ye gelmeni, ancak; Ankara'da bana yakın bir yerde olmanı istiyorum." dedi. Ben de "tekrar Türkiye'ye gidersem, sadece mimarlık eğitimi için gidebilirim ve önce İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi ile Teknik Üniversite'nin mimarlıklarını deneyeceğim." dedim. "Tamam, peki." dedi. "senin bu şartını kabul ediyorum. Ancak İstanbul ve Ankara'da tekrar mimarlık bölümlerine giremediğİn takdirde bu sefer benim önereceğim ve Ankara'da olan bir okula gireceksin." dedi. "Ben de Ankara'da hangi okulu önereceksiniz." diye sordum. "Ona artık senin müdahale hakkın yok, sana mimarlığa girme şansını kullanınana nasıl ki ben kanşmıyorsam, sen de benim önerime karışmıyacaksın." dedi. "Ben de, mesela bu dediğiniz okullar arasında ziraat falan da olabilir mi?" diye sordum. "Ziraat dahil her şey olabilir." dedi. Beni doğrusu bir korku da sardı. Artık · aileınİzin büyüğü Cabbar ağabeyim sayılıyordu. Ben de , hemen Nejdet Ağabeye, "peki Cabbar ağabeyime bu durumu nasıl izah edebilirim?" diye sordum. "Sen o hususu bana bırak, Cabbar ağabeyini ben ikna ederim, önemli olan senin karanndır."dedi. Her ne dedimse beni susturdu, ne kadar çırpındırnsa yakarnı bırakmadı. Beni iyice köşeye sıkıştırmıştı. İşin en garip tarafı, açık açık da fazla debelenme, bahaneler uydurma, kendi kendini aldatmaya kalkışma, elimden kolay kolay kurtulamazsın, demesiydi. İnsanoğlu herşeye muktedirdir, yeter ki kararlı ve inançlı olsun; yeter ki var gücünü çalışarak ortaya koysun; inanmış bir kişinin aşamayacağı engel, ulaşamayacağı hedef yoktur, diyordu. Sesindeki kararlılık, söylediklerindeki doğruluk,

1 06


insanın içini titretecek güçte idi. inançlı, kararlı, ilkeli, mücadeleci olmanın romantizmini çok güzel bir anlatımla hissettiriyordu. Bunları söylerken, gözlerinin içi gülüyor, kızarken bile dudaklarından sevgi sözcükleri dökülüyor gibiydi. Nejdet Ağabey Kerkük'ten Ankara'ya döndükten üç ay sonra, postadan bana bir zarf geldi. İçinde Nejdet Ağabeyin bir mektubu ile birlikte Ankara'da yeni açılan Yükseliş Kolejinin mühendislik ve mimarlık bölümlerini tanıtan bir broşür vardı. Galiba Türkiye'de ilk defa özel okullar eğitime başlıyordu. Mektupta, Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesinden başka bir mimarlık okulunun da eğitim vermeye başlayacağını, bu yeni okuldan da beni haberdar etmek istediğini, benim kendisine verdiğim sözü de hatırlatıyordu. Önceleri biraz hayret ettim. Zira Nejdet Ağabeyin meseleyi, bu kadar ciddiyede takip edeceğine ihtimal vermemiştim doğrusu. Bunun üzerine Eylül ayında Kerkük'ten İstanbul'a geldim ve hemen ön kayıtlanını yaparak, sınaviara hazırlandım. Giriş sınavları için deliler gibi çalışıyordum. Hele aklıma İstanbul'da kazanacağım geldikçe, daha bir korku ve dehşet içinde çalışıyordum. Mutlaka kazanmalıydım; aksi takdirde kendime olan güvenim sarsılacaktı. Aklıma hep Nejdet Ağabeyin sözleri geliyordu ve bundan güç alıyordum: inanmış bir kişinin aşamayacağı engel, ulaşamıyacağı hedef yoktur. Bu sözün, aynı zamanda doğru olup olmadığını da görecektim. Güzel Sanatlar Akedemisi'nin mimarlık bölümü, yabancı uyruklu öğrencilere 3 kişilik kontenjan ayırmıştı. Müraacat eden aday sayısı ise ikiyüzün üstünde idi. Bu adaylar arasında Türkçe eğitim veren liselerden mezun olan Batı Trakyalı ve Kıbrıslı Türk öğrenciler çoğunlukta idiler. Neticede sınavı ikincilikle kazandım ve bu bana bir mucize gibi geldi. Demek bu söz ne kadar da doğruymuş. Nejdet Ağabey'e karşı güvenim, sevgi ve saygım daha da artmıştı. Bu müjdeli haberi ilk olarak ona vermeliyim, diye düşündüm. Bir yandan sevinirken, diğer yandan da tabii ki içimi hüzün kapladı. Gerçi hedefime ulaştım ama Nejdet Ağabeyden uzak kalacaktım. Bunu düşündükce de içimi sıkıntı ve huzursuzluk kaplamıştı. Bu düşünceler içinde Ankara'ya gittim. O zaman Ağabeyim Hacettepe Hastanesi'nin Ana ve Çocuk Sağlığı Bölümünün kurslarına katılmak üzere bir yıllığına Ankara'ya gelmişti. Çantaını ağabeylerimin evine bıraktıktan sonra, doğruca Nej det Ağabeyin Maltepe'deki evine gittim. Mimarlığı kazandığıını öğrenince çok sevindi ve beni tebrik etti. Ancak Ankara'da okuyabilseydim daha fazla memnun olacağını da söyledi. Ben de kendisinden uzak İstanbul'da kalacağım için

1 07


üzüldüğümü, ancak verdiği öğüde uyduğumu, hedefime ulaşmak içif)., geeemi gündüzüme katarak, çalıştığıını ve böylece başanya ulaştiğımı, bu başarımı da kendisine borçlu olduğumu, söyledim. Nejdet Ağabey sözümü keserek, insanların başarıları ile başarısızlıklarının k.endilerine ait olduğunu, ifade etti. Daha sonra bana sorumluluk yükleyen hususları anlatmaya başladı. İstanbul'da kalacağım için yetişme açısından bazı sıkıntılar çekeceğimi, bir takım avantajlardan mahrum kalacağımı, bu yüzden fırsat buldukça Ankara'ya gelmemin ve buradaki havayı teneffüs etmemin yararlı olacağını, kendisi ile sıkı şekilde mektuplaşarak, irtibat kurmaını ve böylece bazı kayıplarımı nisbeten telafi edebileeeğimi dile getirdi. Sürekli kitap okumaını istedi ve sırası ile hangi kitaplan okuyacağımı liste halinde bana verdi. İstanbul'da çok dikkatli olmamı, arkadaşlar arasında her zaman sevgi ve saygı çerçevesi içinde ilişki kurmamı, en büyük düşmanımızın nefsimiz olduğunu, nefsimize karşı sürekli mücadele içinde olacağımızı anlattı. İstanbul'da öğrencilerin adresi sürekli değiştiği için, bir posta kutusu kiralamamı, bunun daha da güvenli olduğunu, mektuplarımı okuduktan sonra da yırtmamı telkin etti. İstanbul'a döndükten sonra Nejdet ağabeyle sürekli mektuplaştım. Ona zaman zaman uzun uzadıya her konu ile ilgili meseleler yazar, kafaını kurcalayan hususlarda sorular yöneltirdim. O da cevap olarak çok yalın, net ve veciz ifadeler ihtiva eden mektuplar gönderirdi. Mektuplannda bana sık sık ve tafsilatlı yazmarndan hoşlandığım; kendisi kısa yazsa bile benim uzun yazmaktan çekinmememi bildirir ve mektubu okuduktan sonra yırtıp imha etmem i tekrar hatırlatırdı. Çok ince ve güzel bir el yazısı vardı. Anlattığı konuyu çok yalın bir biçimde ifade gücüne sahipti. Mektup ile çözülemeyen durumlar olduğunda Ankara'ya giderdim ve bizzat yüzyüze görüşerek, gerekli bilgileri alır ve bazı konularda fikirlerini öğrenirdim. Ankara'ya bir gidişimde kendisini ziyaret ettim. Benim yazmaya ve edebiyata meraklı olduğumu bildiğini, bu yüzden beni o gün bir yere götüreceğini söyledi. Evinden beraber çıktık. Beni Üniversiteliler Kültür Derneği'ne götürdü. Burada, şu anda hatırlayamadığım bir iki kişi ile tanıştırdı. Sonra, salon olarak kullanılan genişçe bir yere geçildi. Burada uzun boylu biri ile karşı karşıya geldik. Nejdet Ağabey: -Bak Acar, dedi, sana İstanbul'da okuyan bizim çocuklardan birisini getirdim. Yazmaya, edebiyata meraklı birisi. Türkçesi fena değil, sana teslim ediyorum. Adının Acar olduğunu öğrendiğim kişi, kaşlarını toplayarak gözlerini bana dikti. Sonra Nejdet Ağabeye dönerek;

1 08


-Türkçesi fena olmayan bu mu? diye sordu. Nejdet Ağabey de evet, diye cevapladı. Acar Ağabey; -Eee, bu Kerküklü değil mi? dedi. Nejdet Ağabey; -Evet evet Kerküklü, diye cevap verdi. Bu sefer Acar ağabey, bana daha tuhaf gelen şeyler söylemeye başladı: -Yahu Nejdet bu Kerküklüler zaten Türkiye Türkçesini doğru yazamazlar, sen de bunları nereden bulup başıma topluyorsun. Kendisi de Kerküklü idi. Türkiye Türkçesini daha iyi kullanmamızı tahrik etmek için böyle söylediğini çok sonra anladım. Biraz utancımdan, doğrusu biraz da bırsımdan yüzümün kızardığını hissettim. Acar Ağabey de, beni biraz süzerek ve istifini bozmadan; -Bizim çocuklar hem bilmezler, hem de bilmediklerini bilmezler diyerek, sözlerini iyice çiviledi. Nejdet Ağabey de her halde, Acar Ağabeyin üslup ve tavırlan na aş ina olduğu ve biraz da kendisini haklı bulduğu için beni kabul etmesi yolunda dil dökmeye devam ediyordu. Sonuç olarak; Acar Ağabey, isteksiz biçimde de olsa benimle ilgileneceğini ve ancak kendisini takip etmemi istedi. İstanbul'dan Ankara'ya gelmeden önce de kendisine haber verınemi istedi. Ertesi gün için Ulus'ta bir avukatlık bürosunda buluşmak üzere bana randevu verdi. Oradan çıktıktan sonra Nejdet Ağabeye Acar Okan'ın kim ve nasıl birisi olduğunu sordum. Hukukta okuduğunu, çok çalışkan ve dürüst olduğunu, ondan çok şey öğrenebileceğimi, bana söyleyeceği herşeyin doğru olduğunu ve tavsiyelerine uyduğum takdirde, daha iyi yetişebileceğimi ve onu zamanla daha iyi tanıyabileceğimi söyledi. Nejdet Ağabey, kitap okumak ve kültürünü artırmak için senin en büyük mürşidin bundan sonra Acar'dır; seni kovsa da, seni başından atmak istese de sen peşini bırakmayacaksın, diye tembih etti. Nejdet Ağabeyin sayesinde Acar Ağabey dışında, başka başka değerli ağabeyleri de tanıdık. Mesela rahmetli Galip Erdem Ağabeyi, ilk defa Nejdet Ağabeyierin evinde tanıdım. Daha sonra Nejdet Ağabeyin bütün Kerküklü arkadaşları götürdüğü Üniversiteliler Kültür Derneği'nde Nuri Gürgür, Nevzat Kösoğlu, Şerafettİn Yılmaz, Ayvaz Gökdemir, Sadi Somuncuoğlu, İbrahim Metin gibi daha birçok değerli ağabeylerle tanışmış olduk. Bunlar Nejdet Ağabeyin yakın dostlan ve dava arkadaşları idi. Nejdet Ağabey doktorasını tamamladıktan sonra, Irak'a döndü. Bağdat Üniversitesi'nde ilk defa olarak, Ziraat Makinalan bölümünü kendisi kurdu. Her zaman bütün arkadaşlarına tavsiyesi şu idi: Çalıştığınız sahalarda hep en saflarda birinci olmalısınız. Bu hususa çok önem verir ve herkesten bunu

1 09


beklerdi. Kendisi de Bağdat Üniversitesi'nde yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tatillerde memlekete giderken, bir kaç defa Bağdat'ta üniversitede ziyaretine gittim. Nejdet Ağabeyi 1978'in baharında ziyaret etmiştim. Bu kendisini son görüşüm oldu. 1979 yılında tutuklandığı zaman Ankara'da idim. Hepimiz şoke olmuştuk. Bu sıralarda başta Acar Ağabey olmak üzere herkes seferber olmuştu. Çalınmadık kapı ve aşınmadık eşik kalmadığını hepimiz biliyoruz. Uykularımız kaçmış ve ölüp ölüp dirilmiştik. Acı haber gelince de, önceleri inanamadık. Fakat ne yazık ki haber doğruydu ve infazlar 1 6 Ocak 1980'de gerçekleşmişti. Kerkük'te söylenen bir atasözü vardır: Ölüm var vurar (vurur) geçer, ölüm var deler geçer. Gerçekten de öyle oldu. Hırs boğazımıza düğüm düğüm dolandı; kalırolduk ve bu yüzden doyasıya ağlıyamadık. Kimse görmesin diye göz yaşımızı içimize akıttık. Bu sevgi kaynağına, bu dürüstlük abidesine, bu güzel insana nasıl kıymışlardı? Kendisine vatan hainliği sucunu isnat edenler kimdi; hangi vatanseverlerdi( !). Ona yakışmayacak, yakıştırılmayacak tek suç bu olabilirdi. O her şeyini yaşadığı topraklara adayan bir vatanseverdi. Ancak neylersin ki dünya, kahbelikier, nam ertlikler ve alçaklıklar dünyası idi. Davamıza romantizm kazandıran Nejdet Ağabey, nadir yetişen karakter sahibi bir insandı. Güçlü iradesi, bıkıp tükenmeyen sabrı ve metaneti ile örnek bir şahsiyete sahipti. İçinden, bitip tükenmeyen bir sevgi pınarı akardı. Bu sayede bütün toplumu bir harç gibi tutmuştu. Herkes ona saygı gösterirdi. Kendinden küçük olanlar, yaşıtları ve hatta yaşca büyük olanlar bile onu dinler ve peşinden giderdi. Her zaman doğrulan söyler, asla haktan ve hakkaniyetten şaşmazdı. Dolambaçlı yolları sevmezdi; sözleri açık, net ve berraktı. Çünkü; beyni ve fikirleri berraktı. Her şeyiyle radikaldi; en zor konularda bile kesin tavrını koyar, kesip biçer ve söküp atarak, en çetrefıl meseleyi sonuca 'götürürdü. Kararlılığı; metaneti, yiğitliği ve korkusuzluğu, imrenilecek kadar asil ve yalındı. Herkesi sevdiği için, bazen azarladığı kişiler bile, kendisine darılmazdı ve azarlandıklarını hakettiklerini kabul ederlerdi. Bu yüzden Alimizi, Velimizi ve delimizi bir arada tutan oydu. Ona ne kadar muhtaç olduğumuzu, şimdiki hal-i pür melalimize bakınca, daha bir derinden anlamak mümkün olabiliyor. Şimdi geriye dönüp bakarak düşünüyorum ve Nejdet Ağabeyin yazdığı mektuplan keşke yırtmasaydım; keşke onun talimatıarına uymasaydım da, mektuplarını saklasaydım, diyorum kendi kendime. Onun o zevkli el yazısını ve güzel sözlerini tekrar tekrar okuyarak, yeniden güç ve feyiz alsaydım. Herkesin memlekete dönerek, hizmetini orada

ı lO


sürdürmesi gerektiğine inanınıştı ve bu fikrini her zaman ve her mecliste savunurdu. Orada, o topraklarda yaşayarak, davamızı savunab i leceğ i m i z i , aksi takd irde, meşru zeminde olamayacağımızı ifade ederdi. Bu düşüncesinden hiç taviz vermedi ve bunu canı pahasıyla ispatladı. Aziz ve mübarek şehidimiz, şimdi Kerkük'te yattığı için, topraklarımıza daha bir büyük mana kazandırmış ve o topraklardaki meşruiyetimizi daha bir pekiştirmiştir. Kendisinin de çok sevdiği ve hepimize tavsiye ederek okuttuğu bir roman vardı. Cengiz Dağcı'nın O Topraklar Bizimdi adı ile bilinen bu roman, Kırım Türklerinin dramını anlatır. Bu kitapta Kırımlı soydaşlanmızın yaşadığı ve uğradığı zulümleri, gözlerimiz yaşararak okumuştuk. 19 1 8 Rus işgalinde büyük katliamlar, yağma ve zulümler yaşayan ve 1920'de tamamen Bolşevik işgaline maruz kalan Kırım Türkleri, 1 8 Mayıs 1944 tarihinde topyekün vatanlarından sürülmüştü. Hayvan vagonlanna tıka basa doldurulan Kırımlılar, açlık, salgın hastalık, havasızlık ve soykırımiardan dolayı, nüfuslarının yarısından fazlasını kaybettiler; Sibirya'da, Urallar'da ve Türkistan'daki cumhuriyetlerde elli yıla yakın sürgün hayatı yaşadılar. SefaJet içinde süründüler. Ancak Kınm'ı unutınadı lar. Kırım'ı yavrularına masallarda, ninnilerde anlattılar. Kırım dillerinde gah türkü oldu, gah ağıt. Böylece Kınm sevgisi göz yaşları ile sulandı ve beslenerek filizlendi. Gazeteci ve yazar Kemal Çapraz'ın deyimi ile Kınm, sürgünde yeşeren vatan oldu. Kuşaktan kuşağa geçen Kınm davası ayakta kaldı. Ve Kırımlılar şimdi yalınayak evsiz barksız da olsa vatanianna dönebildi ler. Bundan çıkarılacak nice dersler vardır. Cengiz Dağcı OTopraklar Bizimdi demişti; bizler, evet bizler Nejdet Ağabeyin de kucağında uyuduğu Kerkük için şöyle demek zorundayız: O Topraklar Bizimdi(r). Bunun mana ve ehemmiyetini hakkıyla idrak edebilirsek ve Nejdet Ağabeyin bizlere aşılamaya çalıştığı ölümsüz ülküsüne layık olabilirsek, zannediyorum ki rahmetlinin ruhu, o zaman şad olacaktır. Aksi takdirde, evet aksi takdirde bu dünya da batsın; çünkü; bize lazım değil...

DARACIGINDA SALLANAN BAYRAKLAR Saat, sabahın altısını bir kaç dakika geçiyordu uyandığında. Tan yeri henüz ağarmamış, şafak daha sökmemişti. Evin içi biraz soğuktu. Belki çıktığı yatağın sıcaklığından dolayı, azıcık üşüme hissetmişti. Ama hayır, evin içi gerçekten biraz

l ll


soğuktu. Elini radyatöre dokundurdu. Radyatörün dilimleri iyice soğumuştu. Sırtına bir yün hırka aldı. Ana sokağa bakan pencerenin önüne geldi. Akşamdan beri durmadan yağan kar, hala devam ediyordu. Fakat rüzgar dinmişti. Sokak lambasının aydınlattığı pamuk yumuşaklığındaki kar taneleri, adeta birbirleriy le oynayarak, yavaş yavaş aşağıya doğru süzülüyorlardı. Elini sigara paketine doğru uzattı. Bir sigara alarak yaktı. Pencerenin önündeki koltuğa oturdu. Bakışlan bir süre lapa lapa yağan kara takılı kaldı. Bugün 16 Ocak'tı. Onu hatırladı. İlk defa Ankara'ya gittiğinde, kendisini · görmek istemişti. Ona sıkıntılarını anlatmıştı. Her zamanki gibi, kararlı ve kendinden emin konuşuyordu: " Hayatta hiç bir şeyden yılmayacaksın. Her türlü engeli aşmak için kararlı, samimi ve kendimize sadık olmak zorundayız. Elinde en büyük sihirli anahtar sevgidir. Gerçek sevgi bizim temel taşımızdır; bütün gönülleri bu altın anahtarla açabileceğini hiç bir zaman aklından çıkarma. Başarısız olduğun zaman, bunun sebebini, samirniyetle kendinde ara. Mutlaka bir yerde hata yaptığını bulacaksın. Başarının sım kendinde olduğu gibi, başarısızlıkların da sana aittir. Bu değişmez bir hayat kuralıdır" demişti. Bu sözleri bir bir hatırlıyordu. Zaman zaman, onunla yaptığı görüşmeleri de, gözlerinin önüne getirmeye çalıştı. Sıkıntılarımızdan ve genel olarak bazı gelişmelerden söz edilmişti. Burada· kalarak, davamıza fazla hizmet etmenin mümkün olmayacitğını dile getirmişti: "Esas mücadele kendi topraklanmızda yapılmalıdır, bu aynı zamanda davamızın meşruiyeti açısından büyük anlam taşır. Aksi takdirde kendimizle çelişkiye ve bütün fikirlerimizi inkar etme durumuna düşeceğimizden dolayı da, saygınlığımızı yitiririz. Yıllarca savunduğumuz fikirlerden vaz geçerek, aksini yaşamak, şüphesiz bize göre değildir," demişti. Bir sefer Ankara'dan İstanbul'a gelmişti. Eşi ile birlikte Bağdat'a gidiyordu. Gitmeden önce Boğaziçi'ne gidelim, demişti. Böylece Sarıyer'e kadar uzanmışlardı. BiraZ hafif nezle olmuştu. Orada yemek yenilmişti. Yemekte, bol limonll;l salata yersen iyi olur ağabey, dediğini hatırlamıştı. Fakat, istemem, demişti. Özellikle salatalığa karşı allerjisi olduğunu, söylemişti. Ancak nezleye en iyi ilacın tatlı olduğunu ima etmişti: Eşi, ah canım, tatlı yemek için nasıl da bahaneler bulursun, biraz kilona dikkat et, diyerek, kadınların mutad olan baş itirazlarından birin-i dile getirmişti. Doğrusu, kendisi de tatlı sevdiği için, onun tatlı siparişine katılmak istediğini, yengeciğine ihsas ettirdiğini hala unutmamıştı. ·

1 12


Yemekten sonra, biraz yürümüşlerdi. Boğaziçi'nin karşı kıyılannı, hayranlıkla seyrediyordu. Yeşilin bütün tonları beni olağanüstü büyülüyor, diyordu. Bunca güzelliğin İstanbul'a verilmesi biraz haksızlık değil mi, diye soruyordu. Yeşile, çiçeğe çok düşkündü. Bu sevgisini Ankara'daki evinde, saksılarlda özenle yetiştirdiği bitkilerle ifade ediyordu. Bütün bunları düşünürken, tan yeri hafiften ağarmaya, göz kapaklan yavaş yavaş gevşemeye başladı. Oturduğu koltukta gözleri kapanırken, O'nun hayali gözlerinin önünden gitmiyordu: Loş bir ışığın altında, elinde en çok sevdiği kitabı okuyordu. O gece hiç uyumamış, sadece ibadet etmiş, baş kitabı olan Kur'an'ı okumuştu. Güneşin doğuşuna, daha birbuçuk saatlik zaman vardı. Kur'an'ı bitirdikten sonra, ayağa kalktı. Yakınında, peykeye uzanmış, saç ve sakalı birbirine karışmış yaşlı beyin yanına yaklaştı. Yaşlı beyin gözleri görmüyordu. Ancak yanına yaklaşan biri olduğunu fark etmşti. -Sen misin Nejdet, diye sordu. -Benim, Abdullah Ağabey! ,dedi -Ne kadar zamanımız kaldı,diye sordu. -Ai kaldı Abdullah Ağabey ; birazdan yeni bir yolculuğa çıkacağız, gerçek bir hayata, o yüce varlığa kavuşacağız, dedi. -Ama bu bir haksızlık, bir zülum değil mi Nejdet? - Öyle ama, biz haklı olduğumuz için, kazanan biziz, onlar kaybedecek!er, dedi. -Adil nerede Nejdet? -Burada, yanımızda Abdullah Ağabey! -Beni yatağımdan kaldırır mısınız?, dedi. İki kişi yaşlı beyi yatağında doğrultarak oturttular. Adil ile Nejdet, en çok Abdullah Ağabeye üzülüyorlardı. Çünkü; o şeker hastası idi. Zindana düŞtükleri günden beri, ceza olsun diye, ilaçlarını vermiyorlardı. Böylece gözlerini kaybetmişti. Kendine destek olmak zorunda idiler. -Şu ana kadar ne yaptın sen Nejdet? diye sordu yaşlı bey. -ibadet ettim, Kur'an okudum Abdullah Ağabey. Bu herkese nasip olmaz, dedi. -Doğru. Fakat en çok ben size üzülüyorum. Ben hayattan nasibimi almışım; fakat ikiniz de gençsiniz. Hele sen Nejdet daha 42 yaşındasın değil mi, dedi. Ortalığı ürkütücü bir sesizlik kapladı. Adil'in ağzını bıçak açmıyordu. Hiç konuşmadan, gözleri yaşararak, yaşlı beyi seyrediyordu. Sessizliği bozan yine Nejdet oldu: -Bizim için hayat inandığımız mücadeledir; haklılığına inandığımız mücadele. Her şeyin bir bedeli vardır. Biz de davamızın bedelini ödüyoruz. Bizden sonraki kuşaklara örnek

113


olmak, inancımızın gereğidir, dedi. Bunları söylerken sesi kararlı, duruşu vakurdu Nejdet'in. Çevresine güven veriyordu. Biraz yorgun olmasına rağmen, bir an önce yola çıkmak için sabırsızianıyor gibiydi. İçinden Rıza Ağabeyi geçirdi. Onun kendilerinden önce huzura kavuştuğuna inanıyordu. Artık huzur sırası kendilerine gelmiştir, diye sevinç duyuyordu. Gökyüzünün alaca karanlığı, artık dağılmaya başlamıştı. Şafağın ruhani sessizlİğİnİ bozan ayak sesleri iyice yaklaşmıştı. Ardından, demir kapının açılışından doğan boyrat gıcırtılar, kulakları tırmaladı. Adları okunan üç kişi, dışarı alındı. Yaşlı beyi, iki gardiyan yürütüyordu. Merdivenleri çıkarak avlunun ortasına gelindi. İlk önce Nejdet, dar ağacına doğru yürüdü. Kararlı, korkusuz ve başı dikti. Kafasına torba geçirmek isteyen gardiyanın isteğini geri çevirdi. Ellerini arkasına bağlayan kişi, Nejdet'in yüzüne baktı. Fakat onun bakışlarından korku duymaya başladı. Kendi isteği ile sehpanın üstüne çıktı. Çevresinde kendisini seyredenler, doğrusu şaşkına dönmüşlerdi. Onların hayretten fal taşı gibi açılan gözlerini fark etmişti. Dehşete kapılan çevresindekilere, acıyarak baktı. Abdullah Ağabey ile Adil de sehpaya çıkarılmışlardı. İpin halkaları boyunlarına geçirilmişti. Nejdet, iki dava arkadaşına bakarak gülümsedi. Orada görüşürüz, dereesine başını salladı. I 980 yılının I 6 Ocak günü idi. Saat sabaha doğru 6. 44'ü gösteriyordu. Üç kader arkadaşı, darağacında sallanıyorlardı. Tıpkı, Türkmenlere güzel günleri müjdeleyerek dalgalanan üç bayrak gibi ... Koltuğunda hayale dalarak, bütün bunları bir film şeridi gibi gözlerinden geçirmişti. Kendine geldiğinde, sabah aydınlığı, iyice açılmıştı. Artık yeni bir gün başlıyordu. Ne var ki bu yeni gün kendisine hiç mi hiç yaşama sevinci vermiyordu. İşte bugün de Ocak ayının l 6'sı idi. Aradan kaç yıl geçmiş diye, içinden hesaplamaya çalıştı. Ancak, kafası darmadağınıktı; bir türlü hesaplıyamıyordu. O anda artık hiç bir şey düşünemiyordu. Sadece hayatta olduğuna ve hala yaşadığına utanıyordu.

KOÇAK'LAMA Şafak vakti gardiyanlar diziidi Koçak için kara yazı yazıldı Dost yürekler ezim ezim ezildi

1 14


Tan ağarmış az kalmıştı sabaha Artık yollar açılmıştı Allah'a Loş zindandan gıcırtılar duyuldu Ortalığa küfkokusu yayıldı idamlıklar teker teker sayıldı Darağacı dünden kurulmuş Yağlı ip ler sıkı sıkı gerilmiş Önce Nejdet kucak açtı ölüme "Ruhum diri siz bakmayın ölüme" Böyle dedi aldırmadı zulüme Kerkük için bayrak gibi saliandı Bayrak rengi biraz daha allandı Vatan aşkı silmiş gönül pasını Er kişiler bilir erin hasını Ana bacı gelin tutsun yasını Kerkük'ümün oydu asil eviadı Zaman geçer unutulmaz hiç adı Başı dikti korkusuzdu yiğitti Bu yiğitlik atalardan öğüttü Cümle alem onun şanın işitti Koçak'tır bu ser verir de sır vermez Bu işe pek akıl ermez sır ermez Gece gündüz düşünürdü Kerkük'ü Her mahfilde öne sürdü Kerkük'ü Gözdesiydi tek görürdü Kerkük'ü İnsan gibi yaşamaktı ülküsü Özgürlüktü dilindeki türküsü Koç ak der ki adım kalsın yadigar

Üzülmeyin bana yoksa bir mezar

Bize destan yazılınasa ne çıkar Kerkük üste gezinen bir bayrağım Elbet bir gün azad olur toprağım.

1 15



Irak Türklerinin Büyük Şehidi

NEIDET KOÇAK ( 7 Nisan 1939 - 16 Ocak 1980 ) Yrd. Doç. Dr. Ekrem PAMUKÇU

I rak Türkleri, bugün Bosna Hersek'te yaşananı bir kaç defa yaşamışlardır. Irak Türkleri ilk defa 1 924 tarihinde

bir katliam yaşadılar. Siyasi ve kültürel baskılardan hiç bir zaman kurtulamayan Irak Türkleri 1 939 ve I 946 yıllannda da sürgün, tutuklama ve ölüıniere varacak kadar zulüm ve haksızlıklara maruz kalmışlardır. Cumhuriyetin 1 4 Temmuz I 958 yılında ilan edilmesiyle Türkler rahat bir nefes alacaklannı zannettilerse de yine hayal kınklığı oldu. Nitekim bundan bir sene sonra 1 4 Temmuz 1 959 tarihinde Kerkük'te büyük ve korkunç bir katliam gerçekleştirildi. Bu katlİamın miman ise fanatik ve militan Kürtler idi. Halbuki o güne kadar Irak Türkleri kardeş bildikleri Kürtlerle daima içiçe ve banş içinde yaşamışlardı. Bugün olduğu gibi o gün de hedef Türkleri, bin yıldan beri kendilerine yurt edindikleri Kerkük'ten çıkarmak ve yörede Irak'tan bağımsız bir Kürt Devleti tesis etmekti. Bunun ilk adımı bugün atılmış durumda, ikinci adımı ise Kerkük'ü bu devletin başkenti yapmaktır. Diğer taraftan, en büyük cinayetleri kendi halkına karşı işlediği herkesçe bilinen diktatör Saddam, Türklere duyduğu nefret ve kinini nutuklannda dile getirmekle kalmayıp bu kin ve nefretin bir ifadesi olarak Irak Türkleri'ne karşı çok sert ve zalimce bir politika uyguladı. Özellikle I 980'den itibaren Türkler, Irak'ta tarihlerinde en acı ve korkunç günlerini yaşamaya başladılar. Türk olmaktan başka suçlan olmayan nice güzide Türk insanı aylarca işkenceye tabi tutulduktan sonra idam edildiler . Binlereesi de, güneye sürgüne gönderildiler. idam edilenler arasında Irak Türklerinin önde gelen liderlerinden Doç. Dr. Nejdet Koçak, emekli albay Abdullah Abdurrahman ve iş adamı Adil Şerif de mevcuttu.

ı ı7


Biz burada aylarca işkenceye tabi tutulduktan sonra idam edilen büyük mücahit ve dava adamı Nejdet Koçak'tan bahsetmek istiyoruz. Irak Türkleri'nin yetiştirdiği ender liderlerden olan N. Koçak 1 939 yılında Kerkük'de doğdu. 1 958 yılında Türkiye'ye gelerek Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesine girdi. 1 962 yılında mezun olduktan sonra Kerkük'e dönmüş ve 1 964 yılında Türkiye'ye dönerek yine aynı okulda master öğrenimini( 1 966) tamamlamıştır. 1 967 yılında başladığı doktora çalışmalarını ise 1 969'da tamamlamıştır. 1 970 yılında Bağdat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak göreve başlamış ve iki yıl içinde sulama ve makina kısmını kurarak bu bölümün başkanı olmuştur. 1 976 yılında doçent olan Koçak daha sonra profesörlük tezini hazırlamış ve takdim etmiştir. 22. 3 . 1 979 tarihinde kendisine Türklük suçu ( ! ) isnad edilerek tutuklanmış ve 1 6 Ocak 1 980 tarihinde Bağdat'ta Saddam rejimi tarafından idam edilmiştir. Nejdet Koçak, tam manasıyla bir lider ve gerçek bir dava adamıydı. Hayatını, Irak Türklerinin milli kimliklerinin, siyasi, kültürel haklarının elde edilmesi uğrunda harcayan N. Koçak; telkinlerinde mütevazi, müşfik ve o kadar disiplinliydi. İleri sürdüğü fikirleri bizzat yaşayan ve yaşamında uygulayan gerçek bir karakterdi. inançlı ve imanlıydı, Türk-islam ülküsünden kaynaklanan bir ahlak yapısına sahipti. O kişisel eğilim ve zevkleri ölümsüz bir iman ve ülkü uğruna terketmenin en mükemmel belirtisini bu anlayışta görmekteydi. N. Koçak, ölümü hiç bir zaman bir bitiş olarak değil; aksine ebediyetin bir başlangıcı olarak görmekteydi. Ölüm olayını en büyük aşka yani Tanrı'ya varışın kaçınılmaz vesilesi olarak telakkİ eden N. Koçak, en son günlerini hücresinde hep Kur'an okuyarak geçirmiştir. Değerli eşi Ayten Koçak hanımefendinin belirttikleri gibi, Saddam'ın adamları 1 5 Ocak 1 980 tarihinde gece geç vakit eve geliyorlar, yarın gelip eşierini hapishanede görebileceklerini haber veriyorlardı. Ertesi günü hapishanenin bulunduğu "EbU greyib" denilen yere gidiliyor. İçeri girdiklerinde, bir insanın çok zor sığabiieceği yan yana üç demir hücre içerisinde N. Koçak, A. Abdurrahman ve Adil Şerifin, kendilerine aylardır uygulanan insanlık dışı işkence sonucu, son derece bitkin ve yorgun olduklarını gördüler. Albay Abdullah Abdurrahman şeker hastasıydı, ilaçları verilmediği için gözlerini kaybetmiş acı içinde kıvranıyordu. Her üçünün de vücutlan yara bere içindeydi. Bir kaç saat sonra asılacak olan N. Koçak ailesine ve kendisini son saatlerinde yalnız bırakmayan kalabalık dava arkadaşlarına

1 18


hitaben şöyle diyordu:" Arkadaşlar ağaç hudandıkça yeşerir. Sizden ricam davayı bırakmayın, sürdürmeye devam edin, şunu bilin ki bütün korkunç ve dayanılmaz işkencelere rağmen kimsenin adını vermedik. Bize karanhk odalarda bizzat kendilerinin düzenlediği listeyi imzafatmak istediler imzalamadık. Zaten bildikleri bir şey de yok. Ben şu anda her zamankinden daha çok huzurluyum. Allah'ımın huzuruna gönül rahathğı ile çıkıyorum. Bayrağı size teslim ediyorum, bu bayrağı şeretle taşıyacağınızdan eminim. Doğruluktan ve Allah'ın yolundan asla şaşmayın. Allah'a emanet olunuz."Bu

son derece kısa konuşmasından birkaç saat sonra asılarak idam edildi. N. Koçak'ın Irak'ta binlerce gencin yetişmesinde, varolan ama ham durumdaki milli duygularının olgunlaşmasında, gelişip bilinçlenmesinde büyük ve unutulmaz katkılan olmuştur. Kimse onun kendi prensiplerine aykırı davrandığına şahit olmamıştır. Onun en önemli yanı ve özelliği, ömrü boyunca inanarak bağlandığı ve uğrunda aylarca zindanlarda işkenceye maruz kaldığı ve can verdiği milliyetçilik yanıydı. Ruhu şad olsun.

Not: Kerkük Dergisinin Ocak sayısında neşredilmiştir.

1 19

ı 993

tarihli

ı ı 'inci



ÖZLEDİGİMİZ LİDERİN ARDlNDAN Erdal Ahmet MURATLI

yaşadığımız imtihan dünyasından ayniışının idraki I çinde içinde olduğumuz bu günlerde, bana hala dün gibi gelen, •

1 959 senesi Kerkük katlİarnı sonrası Irak Türklerinin dünyaya, özellikle Türk dünyasına tanıtımındaki rolü itibanyla gönüllü kahramanı, hareketin lideri, manevi fatibi ve Kerkük Türklerinin yetiştirdiği kültürlü, mücadeleci derinliği, ilk gençlik yıllarımızın, coşkulu ve heyecanlı unutulmaz atsız kahramanı, büyük idealist ve yokluğuna hala alışamadığımız, Ağabeyim şehit Nejdet Koçak beyi rahmetle ve sevgi ile anıyorum. Bu vesileyle hatırasını tazelemek amacıyla düzenlenen anma töreni, toplantı ve her türlü faaliyetlerin Irak Türklerinin birlik ve beraberliğine ve dramının sona ermesine vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederim. Bütün yönlerini ve meziyetlerini anlatmak kabil değil ve olmayacaktır da. Bu durumda yakın çevre arkadaşlannın affına sığınarak bir nebze bizimle alakadar konulardan bahsetmek istedim ... Rahmetli hayatının önemli bir bölümünü gençliğe ayırdı. Zira onun için gençlik eğitimi ve terbiyesi bir toplumun manevi ve ahlaki hayatında gelişmesine ve ilerlemesine en çok tesiri olan bir konuydu. Bunun geçmiş ve gelecek arasında bir köprü geliştireceğine inanırdı. Bu bağlamda, yaşamı boyunca ve inanışı paralelinde, bizleri siyasetten uzak tuttu. Titizliği, otoritesi ve dürüstlüğü sayesinde gençliğin; geleneksel, milliyetçi, modem, bilgili, yetişmiş bir halde muhafaza ve gelişmesine muazzam ve unutulmaz katkıda bulundu. Mazimizin kıymetleriyle bütünleşerek sağlam bir istikbalin kurulmasına hayatı pahasına çalıştı. Bu hareketleriyle bizlere değişik bir ruh ve muhteva kazandırarak, fikri hayatımızın oluşmasını, yayılmasını ve sağlam bir geleneğe dayanmakla da, büyüklük ve güzelliği bilen, bundan yararlanarak gençlik kitlesinin sabırlı gayretleriyle oluşmasına vesile olmuştur. Bu meyanda bunu gören, yaşıyan ve

121


bu bahtiyarlığa nail olan biri olarak, ifade etmek isterim ki, bu hizmette en büyük şeref payı şehidimize aittir. Gençlik yıllarımda bana ve arkadaşlarıma ayırdığı zaman dilimi içerisindeki (en değerli zamanını) sohbetleri nde, meseleleri her zaman millet açısından ele alır, yeni ve doğru yorumla ortaya koyardı. Canlı, zengin ve renkli dil üslubu ile ve kendi mizacını yansıtan duygulu, sevecen bir anlatımla Türkmen insanlarının ruh hazinelerini bizlere açmaya çalışırdı. Mutlaka bir olaya bağlı kalmaz, hadiselerin ve insanların bir anlık görüntüleri üzerine derinleşerek dış görünüşünden çok içleri, duygu, düşünce ve ruh dünyası ile ilgilenirdi. Izdırap ve haykırışianınıza tercümanlık ederdi. Ruhumuzun hırs, tamah, dünyaya düşkünlük gibi zaaflarından ancak eğitim ve nefi s mücadelesi yoluyla kurtulacağı ve temizleneceğini öğütlerdi. Güçlü karakter, seeiye ve inancı sayesinde pek çok kere hür ve yola gelmez mizaçlar üzerinde yarattığı olumlu tesiriere bilvesile tanık olmuşuzdur. Hakikaten onu kaybetmek bir yara olarak içimizde daima kanayacaktır. Bununla birlikte sevgili ağabeyimi sağlığında tanımak, ondan dava adamlığı adına ve değerli görüşlerinden faydalanmak noktasına bizi getiren fedakar ağabeyimiz Erşat Hürmüzlü Bey' e teşekkür etmeyi borç bilirim. Son olarak yaşadığım ve gördüğüm kadarıyla şehadetinden sonra Türkmenlerin (özellikle bizlerin) birlik ve dirlik davası, bilinmesi mümkün olmayan bir geleceğe kadar tarihe gömülmüş oluverdi. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun.

1 22


ABİDE BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİ: NEjDET KOÇAK Doç. Dr. Mahir NAKİP

A dım ilk kez 1 970 yılında Bağdat'ta lisede öğrenci iken duymuştum. Kendisini görmediğim halde, yedi yıl

izinden gittim. 1976 yılının soğuk ve karlı bir kış günüydü onu ilk gördüğüm; beni Ankara Tandoğan'daki evine, bir meseleyi görüşmek üzere çağırmıştı. Heyecandan kalp atışiarım bağazımda ve beynimde zonkluyordu. iri siyah gözleri beni adeta büyülemişti.Yıllardır tanırcasına benimle sohbet etmeye başladı. Üslubu selis, cümleleri çok açık ve kısaydı. Bir saat sonra evinden çıktığımda kendimden geçmiştim. Yüz mimikleri, iri dudakları ve müşfik ses tonu muhayyilemden gitmiyordu. En son da 1 978 yılının yazında bir araya gelmiştik. Bu süre içerisinde kendisiyle defalarca karşılaştığım halde, birinci buluşmaının heyecanını ve hazzını muttasıl duydum. 1 979 yılının kışında tutuklandığı haberini duyduğumda, dünyam kararmış ve dizlerim çözülmüştü; 1 6 Ocak 1 980'de de meş'um idam haberini aldığımda ise yıkılmıştım. Malum olduğu üzere, Kerküklüler genelde kendi aralarında ihtilaflı olurlar. Ancak Nejdet Koçak'ı sevmeyen, beğenmeyen ve onun önünde birleşmeyen yoktu. Bir kere her görüşe itibar etmesi, herkesi dinlemesi ve şefkatl� kucaklaması, onu gençlerin tartışmasız ağabeyi ve dert babası mertebesine yükseltmişti. insanlarımıza darıldığını ya da küçümsediğini hiç görmedim. "Bırakın herkes bildiği gibi milliyetçiliğini yapsın" derdi. Kerkük halkını çok iyi tanımıştı. "insanlarımızın yapısına bakarak m i l l iyetç i l i k yaparsanız hayal kırıklığına uğrayab il irsiniz. Mill iyetç ilik anlayışınızı, okuyarak biriktirdiğiniz umdeler üzerine inşa edin ki yaptığınız hizmetten haz duyabilesiniz" sözü ona aittir. O benim gözümde sadece bir makine mühendisi değil, aynı zamanda bir toplum mühendisi idi.

1 23


Nejdet Koçak hissiyata kapılmayan, tutarlı, vakur, zeki, kültürlü ve idealist bir Türk milliyetçisi idi. Bize "düşünen müslüman olmak isterseniz Necip Fazıl'ın Çile'sini, şuurlu bir Türk olmak isterseniz de Atsız'ın Bozkurtlar'ını mutlaka okuyun" öğüdünde bulunurdu. Okumayı çok sever her Türkiye'ye gelişinde yeni çıkan kitaplan özellikle takip ederdi. Irak'tan trenle bir gelişinde Emine Işınsu'nun Kerkük Türklerinin meselelerini konu alan "Tutsak" romanını Türkiye'ye girer girmez yolda almış ve okumuştu. Biz de kitabın yayınlandığından haberdanz fakat okumamışız. Ankara İstasyonuna iner inmez bize romanı okuyup okumadığımızı sormuştu. Biz de okumadığımızı itiraf etmiş, ancak hemen okuyacağımıza dair söz vermiştik. O, milliyetçiliği okumakta adeta yeğ tutan bir aydın idi. Türkiye'de lisans ve doktora eğitimini bitirdikten sonra bir çoklan gibi pekala Türkiye'de başarılı bir öğretim üyesi olarak hayatını sürdürebilirdi. Kerküklü bir milliyetçinin Irak'ta mücadele vermesi gerektiğine gönülden inanmıştı. Nitekim, Bağdat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi gibi köklü ve gelişmiş bir fakültede kısa sürede bölüm başkanlığına yükselebilmişti. Irak'ta tarımın makineleşmesi konusunda verdiği hizmetlerden dolayı bizzat Saddam tarafından mükafatlandınlmıştır. Yani, o mesleğinde kendini isbatlamış, çalışkan bir milliyetçi; toprağını terk etmeyecek kadar da halkçı biri idi. Nejdet Ağabey samimi, gösterişsiz, cömert ve bilgili bir Müslüman'dı. içki meclislerinde milliyetçilik yapan Kerküklülere güler geçerdi. içki içmeden milliyetçilik yapan Kerküklüler hep ona intisap ettirilirdi. Bu tarafı ile bir ekaldü denebilir. Çünkü; O, Müslümanlığı sadece alırete uzanan bir köprü olarak görmezdi. Dünyada topluma yararlı, başarılı ve disiplinli olmak için de dindarlığı gerekli görürdü. Nefsimizle devamlı diyalog ve muhasebe içerisinde olmamızı tavsiye ederdi. "Allah rızası için yapılmayan milliyetçilikte samirniyet aramayın" vecizesi ona aittir. O, nefsinin dizginlerini elinde tutabilmiş, ölmeden önce ölümü tatmış muhlis bir müslüman'dı. Konuştuğu kişileri çabuk ve rahat etkileyebilirdi. Herkesle diyalog kurabilen, bıkmadan insanları saatlerce dinleyebilen, sabırlı bir insandı. "Allah'ın yarattığı her Türkmen bizim insanımızdır; onu kaybetmeye ya da kazanamamaya tahammülümüz olmamalıdır." düşüncesindeydi. Kimseyi hor ya da küçük gördüğü olmamıştır. Ona doğrusu sadece teşkilatçı demek doğru değildir. Çünkü; gerçekten o herkese yakınlık gösterir ve kimseyi dışlamazdı. Bu tarafı ile de derviş ruhlu bir liderdi. Dostluğu teşkilatçılığa tercih ederdi. "Birbirinizi yapıcı tenkit etmekten kaçınmayın. Çünkü; ancak bu yolla dostluklar

1 24


kurulur ve toplum mükemmelleştirilir" derdi. Şu hikmetamiz sözünü küpe gibi kulağımda taşının: "Bir arkadaşının davaya sahip olup-olmadığını ve sana dost olup-olmadığını iki yerde öğrenebilirsin: Biri evlendiğinde, ikincisi de gelir sahibi olduğunda." Yunus Emre'nin nefsiyle yaptığı mücadeleyi, hepimiz yaproadıkça birbirimize dost olamayacağımızı sık sık tekrarlardı. O, gerçekten riyasız ve ulu bir dost idi. Onun bir kaç ulvi meziyetinden bahsettim; daha da bahsedilebilir. Ancak; bu meziyetleri sıraladıkça küçülüyor ve büzülüyorum. Suçluluk girdabında koyboluyorum. Rüyalanma girip benden hesap soracağından çok korkuyorum. Çünkü; topluluk olarak siyasi arenada ilerleme mi, yoksa gerileme mi kaydettİk bilemem, ama siyasi ahlak olarak bizi bıraktığı noktadan çok gerilerde olduğumuzdan eminim. U tanıyorum. Kerküklü olmasaydım Dünyaya gelmeseydim Yaşım beş, haddim on beş Bugüne kalmasaydım

Ağabeyim beni affet...

1 25



BİR MEKTUP Yıldırım HASANZADE

ı defa 97 1 yılında Türkiye'ye üniversite tahsiline geldim. İlk olarak memleket imin dışına çıkıyordum .

Hayallerim hem okumak hem de eğlenmeyi kapsıyordu. Gerçekleştirmek istediğim bir hayalim de kiralayacağım evin salonunu Disko haline dönüştürmekti. Ancak hayal ettiğim dünya çok yön değiştirdi. Bu değişikliğin sebebi sadece bir mektuptu. Mektubu yola çıkrnadan, o zaman tanımadığım Nejdet Ağabey vermiş, belirli bir adrese ulaştırmaını istemişti. Mektubu ulaştıracağım adres belliydi, o adreste memleketlilerim oturuyordu, benim de rolüm sadece o mektubu yerine ulaştırmaktı. Mektubu verince, o adreste yaşayanlar sanki beni yıllardır tanıyorlar gibi bir his verdiler. Gurbet halidir, size yapılan incelikler ve yardım sizi pek de sevindirir. Verdiğim mektup sonucu olacak ki bu arkadaşlar bana bir yabancı gibi değil, uzun zamandır tanıdıklan bir dost gibi davrandılar, her işimi kolaylaştırdıkları gibi, hiç bir baskı da yapmadan benimle arkadaşlık ettiler; sevgi gösterdiler ve ben onları arkadaş olarak seçmeden onlar, hem de pek olgun olmadığımı gördükleri karakterimin farkında da olsalar bana dostluk elini uzatıp, beni sevgiye boğdular. Yavaş yavaş bana Allah'ımın emirlerini sevdirmeye, toplumun bize ihtiyacı olduğu olgusunu aşılamaya başlayıp bana kitap sevgisini, karşılıksız sevgi göstermeyi öğreterek hiç ama hiç baskı yapmadan güzel ahlakı bir demet de sundular. Ben bütün bunları yavaş yavaş kabulleniyor, dünyam değişiyor ve Nejdet Ağabeyimin etrafında onların güzel huylu insanlar olduğunu görmeye başlıyordum. Seneler sonra taşıdığım mektubun içeriğini merak ettim, sordum ve cevabını aldım. Mektup, Rahmetlinin etrafındakilere tavsiyesi idi; Gelen bu genç toplumumuzun iyi bir aile çocuğudur, mayası sağlamdır. İlgilenin! Böylece bir mektup da benim bütün bir dünyaını değiştirmiş oldu.

127



NEjDET AGABEY BİR OKYANUSTUR Atsız ASKER

endisini 1 97? yılında Bağdat'da üniversiteye girdiğimde, davamızın Universiteler Sorumlusu olduğunu sanarak K tanımıştım. Meğerse davanın teorisyeni ve Irak Türklerinin

lideriymiş. Yedi yıl süren beraberliğimizde: Durum ne olursa olsun yüzünden gülümseme eksilmemiş, hata yapıldığı zamanlarda ise engin hoşgörü ve ciddi ikaz birleşimi bir vakur kaş çatma ile yetinmiştir. Bakışları sevgiyi, iyimserliği, cesareti, engellerin aşılmasını, sonsuz fedakarlığı ve bu davada yapılmayacak bir şeyin olmadığını sözlerden daha etkili anlatmıştır. Yenilmez bir kale olmasına rağmen, daima mütevazı kalmış, hükmetıneye kalkmamıştır. " 1 959 yılında bir dağıldı k, Allah korusun bir daha dağılırsak toparlanamayız" derdi ve tespih ipliğinin kopup tanelerinin beton üzerinde dağılması örneğini verirdi (Ne yazık. ki oldu). Dava arkadaşlarının herhangi bir hatasında onlar aleyhinde laf ettirmez, kötületmez ve dedikoduya mahal vermezdi. Çok saygıdeğer eşi Ayten ablamızın canlı şahidi olduğu 1 977 yılından bugüne dek eşimle sürdürdüğümüz mutlu evliliğimizin temelini kendisi kurdu ve nişanlılık gerdanını kendisi taktı. Eşi ml e ben hiç farkında olmadan davada yol alırken evlenmemizi tavsiye eden odur. 1 986 yılında her şeyimi Kerkük'de bırakıp ailece Türkiye'ye göç ettiğimde, eşi ablamız Ayten Koçak maaşının yarısını bize teklif ederek gönlümüzü bahtiyar etmişti. Nejdet ağabeyin ölümsüz, gerçek bir okul olduğu; lafla değil, yaşanarak öğreten bir uslüp içinde bizleri eğittiği daha sonra anlaşıldı. Kendisine borcumuzun ödenmesinin yegane yolu, O'nun

1 29


gibi olmaya çalışmaktır. BACiDAT GİBİ DİYAR OLUR, NEjDET AGABEY GİBİ LiDER BİR DAHA OLMAZ!

1 30


NEJDET KOÇAK

1 93 9 1 980



8 Ağustos l 962 Nişanda Nejdet Koçak aile fertleri ile ...

Nişanda, Nejdet Koçak ve Ayten Koçak Ailesi ile birlikte ...

I 962 Nişanda,

Kerküklü arkadaşları ile birlikte ... 1 33


Nişan 8 Ağustos 1 962

İki güzel insanın beraberliğinin başlangıcı. 1 34

..


25 Şubat 1 966 Nejdet'in düğün resmi.

8 Ağustos 1 962 Nişan: Ankara Ordu Evi. Kerküklü arkadaşlan ile . . .

Akrabalan Doğramacı Ailesi ile nişanda. . . 1 35


Eşiyle Ziraat Fakültesi bahçesinde ...

Karlı bir günde eşiyle birlikte fakülte bahçesinde ... 1 36


Ziraat Fakültesi bahçesinde ...

30-09- l 956 Nejdet Anıtkabirde ...

137


I 958

Fen Fakültesi bahçesinde . . .

Nejdet, Babasının yanında İlk Okulda (Baba Nurettin Koçak) Okul Müdürü ve Milli Eğitim Müfettişi.

1 38


Nejdet Türk bayrağı önünde ...

1 39


Nejdet Kerkük'lülerle bir Türk gecesinde

Fakülte bahçesinde Irak Türklerinden arkadaş grubu ile ...

Kerkük'lü arkadaşı Halid'in nişanında ... 1 40


Ulus meydanında ...

Ziraat Fakültesi bahçesinde ... 141


Fakülte'de konferansta...

Makine bölümü arkadaşları ile birlikte Fen Fakültesi bahçesinde .. 1958. .

Makine Bölümü arkadaşları ile birlikte stajda ... 1 42


Kerkük'lü arkadaşlan ile birlikte ...

Kar altında Ziraat Fakültesi bahçesinde ...

1 43


Kerkük'lü ev arkadaşları i le birlikte Gençlik parkında ...

Kerkük'lü öğrencilerle birlikte Gençlik parkında ...

1 44


Eski Büyük Millet Meclisi bahçesinde ...

1 45


Ziraat Fakültesi önünde arkadaşları ile ...

1 46


Ankara'da Kerkük'lülerle bir arada kaldığı talebe evinde

Nejdet öğrenci evinde ... I 960.

Ankara'da Kerkük'lü arkadaşlanyla kaldığı evde . . .

147


Devlet Üretme Çiftlikleri Merkez Atölyesinde

Gençlik Parkında...

Kerkük'lü arkadaşları ile birlikte Ankara'da . .

1 48

.


Fen Fakültesinde Kerkük'lü arkadaşlan ile birlikte ... 1 958.

Kerkük'lü arkadaşları ile birlikte bir eğlence yerinde ...

1 49


Arkadaşları ile birlikte D.T.C.F. bahçesindeki Sinan heykeli önünde

1 50


Kerkük'te kar görmediği için karlı havalan seviyor...

151


Kerkük'lü yakın arkadaşlan ile Ankara'da...

Makine Bölümü arkadaşlan ile stajda ...

Makine Bölümü arkadaşlan ile birlikte 1 52

...


Kerkük Ziraat Dairesinde arkadaşlan ile ...

Makine Bölümü arkadaşlan ile ...

1 53


Kerkük'te arkadaşları ile ...

1 54


Kerkük'lü öğrencilerle bir tatil gününde ev keyfi ...

Kerkük'lü öğrencilerle Çubuk Barajında...

1 55


Bir resim sergisinde arkadaşları ile ...

Kerkük gecesinde, Kerkük'lüler korosunda...

1 56


Kerkük'lülerle kır gezisinde fasıl heyeti ...

Kır gezisinde marul ayıklıyor. Yanında Saip Arslan ...

157


Kerkük'lülerle kır gezisinde ...

Kerkük Spor Takımıyla...

1 58


Kerkük'te arkadaşlan ile ...

Kerkük'lü arkadaşları ile ...

1 59


Kerkük'te kır gezisinde ...

Okulda Kerkük'lü arkadaşları ile ...

1 60


Soldan Sağa : Hüseyin Avni Tayfur, Fuat Akkoyunlu, Ali Dayı, Salman Leylanlı, Hasan Saatçi ve Nejdet Koçak Ortada : Abdurrahman Kızılay Yer ve Tarih : Ziraatçiler gecesi, Renkli Sinema, Ankara, 08/04/1 96 I .

Soldan Sağa: Fuat Akkoyunlu, Abdurrahman Kızılay ve Nejdet Koçak Yer ve Tarih: Ankara, Bahçelievler, 03/05/1 96 1 161


Kerkük'te arkadaşlan ile ...

Kerkük'te arkadaşlan ile ...

1 62


Kerküklü öğrencilerle ...

Kerkük'te gençler ve arkadaşlan ile ...

1 63


Kerküklü öğrencilerle ...

1 979, Mısır'lı bir öğretim üyesi Bağdat'ta ağırlanıyor.. .

1 64


Bağdat Teknik Üniversitesi Sulama ve Makina Bölümü hocalan ve öğrencileri ile ...

Bağdat Üniversitesi talebelen ile...

1 65


Bağdat Teknik Üniversitesi hocaları ile ...

Bağdat Üniversitesi öğrencileri ile ...

1 66


Uludağ'da eşi ile ...

Ankara'daki ilk evinde eşi ile ... 1 67


Ä°zmir'de eĹ&#x;i ile ... 1 68


:1- ­

�-

Kır gezisinde ...

,

,.

· ı'- ·. .

,� . '

Abialan ve arkadaşı Halit ile...

1 69


Kardeşi Fikret'in çocuklarının sünnet düğününde ( 1 978. Sinop)

Bağdat'ta kurduğu Teknik büroda Japon uzmanlarla ... 1 70


Şehit Ata Hayrullah'ın ailesi ile ...

Kerküklü ailelerden birinde ziyarette . . .

171


Şehit Ata Hayrullah'ın ailesi ve çocukları ile ...

Kerkük'te bir kahvehane önünde ...

1 72


KardeĹ&#x;i Fikret'le ...

Hollanda'da...

1 73


27 Mayıs 1 960 ihtilalinin gazetesi okunuyor... -

-

Kardeşi Fikret ve Abdurrahman Kızılay'la ...

1 74


Kerküklülerle Kerkük yolunda trende ...

Arkadaşları ile Kerkük'te ...

1 75


Kerkükte lise öğrencisi iken...

Kerküklü arkadaşları ile Hemirin Dağlarında...

1 76


Kerkük'te Hassa Çayı kenannda arkadaşlan ile ...

Kardeşi Fikret ve İsmet ile ...

1 77


Staj arkadaşlan ile Tarsus şelalesinde� ..

1

'

\�

i -�

.

,

Amatör fotoğrafçılığının bir örneği daha: Aynada kendi görüntüsü... '

1 78


1 958, Kerkük katlİarnı protesto mitingi: Önde Nejdet. . .

Kerkük Gazi Caddesi . . .

1 80


Erbil'de Sayın İhsan Doğramacı'nın önderliğinde açılan 22 Türk okulundan biri olan " Şehit Nejdet Koçak İlkokulu"nun flaması. . .

181


Kerkük'te Köprü ve Park ...

Kerkük Tren İstasyonu . . . .

1 82


Kerkük kalesinin yamaçları ...

Milli kıyafetli Kerküklü kız öğrenciler...

1 83


Holland en T u rkije ı-;ı •n J\h'l ı ı tıUl'lan!-!nık tiı•t i dı· : u·ı ı n : ı · ; t ı ·ı ı i n lh'l k n · n \'&11\ d ı · ıııt·n:-- . w ı ı : - d t '. l·rr ıdıt u ı : �h·ur. Slı·ur i� t't'l1 \\ o. � n ! . \ ; ı \ _ ıı·mıdıkn \ ; ın d\' \'�'l' llwıd \·;ın llHHio•rr;ı· '.\ lınnh·n l'l\ hı•;.:riıı· pl'll ın oııtı• \;ı:ıl. ı · ı · ; ı ı ı a:t on;ı:ı n�:iı• n l ı_ıkı· pla;ıl� iıHwı·ıııt . h·ıh'r 11\l'lb. d w �ıwı opn·t'lıll' lwdııı'· l i n � ı-n ln·ı \'t'! iPı•p \· .ın .-.ı_; n t.•igı·n h•n·n lw· :o:l udt•ı• rt. , :ı i ' • ıl dı· n•l'al ıınp i C'tit•riı.;,t.• (lf\!ıh•k.­

(2)

;, ,· ı :nı.ıa hı·� \ ,·:-ı n ııı·.n ·u \ :ın \ ı·h·ıı h· \\ ııııı··n 1 1 ,_, l.; n ·q.: •_ i : ı n ı l<. ı K :dlt• iııı l ı • ı·ıı ııwdı•wt·ı·k ı ıı �: . �

.. ,-n l ı ıJ ın dt• !;ı:ıt ...• ı· wı•kı·ıı

: : t tı

\':ın

n·rhl ı ı ı

: n dt• \ : l ! l' ı n ı ı n � ı · ı ı i ı · n �·,·!ı i�h·ııı n:uıh · ! \ .ı n ıl, lııı·t ı · n ronit•r ,-er,· ;ı;ı n l ı .� :dı: • ;. ı . . f ı ı\ ı ı ı

k ı r ı ı.: k ı ı ı : ı ı · ı ı . d:ıt eı·n ı,.: !·oot ch•(') \'&-tn zıjn lı•\"ı·ıı

uit ...ıı•tır hl' ... l a a t . Slt..• u r houdt ict:'

\'<ın

n�r\' loık­

k ı t ı ,ı.: . \'t·rbh·kıııı; ın: door �h·ur w onh· n hooı.::: h·­

punıı·n

ın

lwt

lı.·vı..·n \· a n ele men:-; f,!ı..•<"H(•nd -.·n

n•rv:ıı.: ı · n kiC'urrı_ık<• (ııwnblik kl•n. ECn van dP ı.:roııl:o;lt.; lc\'l'n:<okun.sten i!' daarom het "'''l't.' n v•ın d<" :o: l l·ur: hct brcngC'n ,-an ct'O pC'rm:uwnt df.•m<.· nı \'an verru���n�. da t �t'-'Cri!' w i:oo!'l.'l1 v;ın karakh.•r t•n daardoor hct l�vcn bc'K."it'nd ,.n

aantl'ekkclijk m�uk1.

k�n t.o.en l�uke vcrras�ınK hel lcn·n \'tın ct..n �rıjı-n:ırd oıl\"rolij k,•n: wat kan eL'n rm•i:ooJt.' bc�Ja� tcgı:,l.'n up ht>t lı:-\"L'Il van Nm jon,.:C'n l11l

W�t

\'I.M)r hL·m a:ıntr('kkt'li.ık

zijn.

zulnnlif

zij

mowr

Wie ht•l vermoJ!l'O . .uncJuora,!rundC'It_ik" bl ı.ıft in ndı ! ı ı · d l . .-ı_ın l· l k ı·ı ı t l ;ı ;ı �-:;-;e h·n·n fri:o: ı:n

���� ıııı · u v> lırk

� � · l u · h- u·n. tlıt·

� : · · 1 • �\'!lll

nıaı.: zich

\\"ilili':O:dll,l ll­

ıını·nw:l

Tııl

ı iı ·,'t ' ı:ıt·! . . ı · l k ı • ı H i ; ı ; ı: . . : :-:ı•" 0\' ('f i H..'IOZ LilJ,I;ı'l\ W!l. ! ı ovl\ \'. ıı nnrı• 1\ırksl' \T!f"lld :'\ı·Jdl'! Jo.:. .. c ! ı ; ı k \'. cıT ııı < 1 1 \ / t ' l w r i n ıwrirı ı..: ri(•Jl\'11 ı ı ! ! � Hp ." i l ı l l ! ı � ı t ı d tı k i H' lll ht•! \'ui"U.!t' IHIIllll\t'l" ,·;ın (ıiL"' b ! ; ı d ı·ı·n n · ı- n ı l � ıı· "l·hn.ı n·n. \\';ıııt. lle'H /'.\'''!' ı •rh ,:;,ı ıuık \-ı-rh;,;ı,.;ıll', :\:l.'J tw, • ı ı ; ıd ı k\\' : ı : n v ı ı

l.!.t·c l ı ;.ı c<·n ��ı.� ı · ı · ı ı J o ! ı ı,.: e \ ' ı · n t . da· \n·rkt· l : ! k d;ıı

\Tftlloı.: , · n ııı .':ı·h h�ıd 1 1 1 1 1 ht'! lı·\·ı·ıı (n...: , .n !11•'11\': f(' ht· lt•\ ı·!ı. lh•t n·rh;ı;ı.;dı· ı.ıı ... ••:ııtl;ı� '-" 11 ,. ,ı ı ı �t·iıcıı·l-ıoıt �'·h•t·:·ıl IH"hhı·ı ı. tlo.ı tl,· Tııı ­ kr·ıı Zt't'"l" ı.:.•·�h·lıl zı_t tı op 1"\1"1 t·ıı iwı :ıl.-: ıTU Jı•n·n"'kun:-:1 ht_·s.dıutı\\'t·n :ıilt·...: ! ı • \n·n·ıı. ,,. ;,ı d('Zc rU!-'1 nHIJ,!(•Iı_tk -,ıııı kuıırwıı \ ı·r:-t o n · n :

!'\l'J

ııı ı,.. _q · J ı ı:•n

wa ... i n d i t ı ı p t w h ı -.� �···n ı.:ı wu.• wi,ı h·t•nl�·ıı lıt•n: ali.h:oıı ... kı·rını·n : ı l " il··

Ttırk:

nı;ııui dıı· Jtı i.;ı diıı ciı·(·d .. w;ıt Jt' ıop ıla! monwnt nu

bı,1

u ı l ..: h·k

ım·ı

,.,,n hC'ın

ını·l ıh· ıı�ıı.ı.ı';ı;ı:··tı•• li't..rı,·k n1.a:ıkh·

t\. ı.·lı;ık •ot,!t'"

li''� rnocı J.!L'Zl'.L'.ıl \'_· .. n 1ı·ı:. :-.;,. . ' : ı • , - : ' :ı ı. ' · . i :'\,·ıh•rl:;nd ,ı.: ı ıt•cl h,· ,.;ıt· ,•d l ı ı . ı . .. 1•. • ı· \.: ı · u : , , � . · h q l'l" op ınt. bt".•. ııı:dvr.lı· \". , , ı • :· : ı · · · · . •:; ı l ı . hı·rııdll ; ı l k : t · · ! ı

Hl'"l

\\" t '

hPgun :ıl d ir et·!

�: . ı . ı ; ' \ ' i � . ı : ı ! ' . . ı p;ı .. ; . ı · r ı ·. . . ,

hf'J,!.I'ijp(•li_ık.

' : Jı ; : · ­

;. ı · k··rı· 1·· · : • • · • · " 1 ' 1 1 /. 1 1 11

tn!ft rınn lijk

�-;.ı

\\"l'

ll!lh'll l,'· k :ı '

.'1111

, •. . .

nın�-:dııkk•·n. Laı.·ı .

Ouk tıjc.Jt-n,.; hon·n z,•ı:_gı•n ll•rı·n kenncn. hü opvncdınA:. n ı ı l iC'u._ ll•vı·nsopvat1 in ı:: t•nı. :t:i(•htc \'�ın \"C'l t.•n \·a n on..-. Whl h ı.ı op kor tc

dt•d

k\\OUfl t'l \\ :ıl \·:ın Kh·ııı·;\n··

hl' l a r ı c ı ı.ı k • · ı o • ;

twle

ll

o

:••

;ıt·ı·

• '

• :· ıı

wı·ı-t_• ld,ı.:l'..;dııt·ıho . ı ı ı ·

Bir Hollanda dergisi olan Mew Venep'te neşredilen, Nejdet'in Hollanda'da geliştirdiği kendi yapımı pancar sökme makinesi ile ilgili makale ve haber...

1 84


ll\.'

maa k t l'. De familie werd een verder vcrbUJf

in het IBDd vrljwel onmogelljk gemaakt en het gezln verbuiade naar hel naburlge Irak. naar Ktrkoek.

De Engeloen, die ala In vrljwel aile oosteroe lan­

den. ook in Irak reed• vele jaren met de rijke oliebronnen hun voordeel trachtten te doen, bo­ de tnvloedri.Jke Kochak een laaghartıge ..baan " aan. Hel wetgeren van deze .. baan", dle simpel gezegd lnhleld, dal Vad er Kochak vooral

den

aan belangrljke peraonen op geratflneerde me­ m.,..t trachten aıuuıemeiiJk te maken,

t hoden

dat de Eııgelııen met aile meıı.oen hel beste voor hebben, betekeDde voor de Kochak'a een ontzeg­ giDg van veel lwte eıı comtort.

Maar Kochak, die ook op ander webled capacl­ tetten had, wlerp zlch met oııthou•laame op het onderwiJa eıı bekleedde ID een vr1J korte tljd een lnopekt eunıtunktle. De oudııte zoon van het ge­ zin wu Nejdet of kortweg Nej ( onweveer ult te •preken aı. Nedj ) . HU wu - aljn oudera'voor­ bestemd om tc otuderen. Om aljn atudle 1 lalıd­ bouwkundlge weteııochappeıı) te kunaea vol­ tooten, waa hlj aangewezeıı op de LaDdbouwho­ geschool in Ankara. Hlj verkeerde' toen ala bul­ tenlander ID zUn etgen laDd. Eeno op de lagere ııchool had de j\ltfrouw op de aardrljkokuııdeleo had op de Jonwe

verteld

NeJ

over

HuDand

en

ciit

zo•ıı IDdruk ıremaakt. dat

hll zlch met grote vutberadeıılıeld had voorge­ -.en. eeno ID aljn leveıı dlt land te bezoeken. Deze gelegenheld kwam nu eerder dan verwacht. toen de regertnw het venoek van de untver•ltett IDwtıııwcıe. dat eea aantaı otudenten een bulten­ landııe werkperiode mocht doonnaken. In de eente week van auwu.ıuo 11161 aonvaardde Nej, die op dat moment reedo meer dan een half jaar ıı;ljn ouden ıııet gezlen had, de rclo naar zUn on­ bekende droomland. Al vrij opocdig werd hlj ech­ ter blj de werkelljkheld bepaald, dat het voor de Turken, dlc een nict bcpaald vriendschappclijkc baııd met bel communlsme onderhouden, gc.•en geooegea .. met de

treln door communisUsche moeten retzen. Dt' rt•ls wordt nog cntgszlDB aaDJ'en&am gcmaakt, doordat be\'ri e n­ de Jandgenoten op de co:nmunlstlschc statıons ( b.v. Bulgar'Ue) wat etenswaar In de t rei n nıoge:-ı ıoo&e• (let wel, ultaluıtend goo�en om ander con­ tact te vcrınljden ) .

landen te

Hel moet voor lemand In een vreemd land, die

o.a. de bedoeJIDg heeft. dat l&nd beter te lcrcn kenneıı. hepaald eeo teleuntelllng zijo, te moc­ ten verbUJven bı een hoteL Dlt komt. omdat een hotel een Ineteliing ls. die zlch er ın de eıt!rste Inatanlle op toelcı;t zljn gasten tegen betallng eeu i!ilaapgelegenheld aan te bleden en gePn of welnlg aandaeht schenkt aan hel vcrmaak van de guten.

Tot dcu antdekking was Nej na zijn eente nacht In een Nleu w Vennep'• hotel al

vrU •poedlg

gc­

komen. Gestlmuleerd door een wat dlt betreft elgen op­ gcdane ervarlng. alsook

ult lnter�SRC voor h�t

Voot' ons vrU onbekende Turklje. besloten mijn en ik hem in huis te nemen. Ht't waM aanvankC'lljk wcl nıi n of mccr ccn rlskantc on­ dernemtng en zeker \'OOr cen ROJ:' gccn t WN' maanden gctrouwd stcl. maar hct lja was apoı..·­ vrouw

dtg gebroken en het duurdc nlet lang of hct wa�

Rulm � n week latcr kwam de 11lechts ee n beetje gebrokeo IIC.hool-engels aprekende Turk In Arn­ ot'erdam aaıı. Aangezlen hU de bedoeling had en­ kele maanden te verblij\'eD ID een handel or ra­ br'lek van landboUwwerktulgen ( op wclk gebled hlj zlch bij zijn otudie geopccıaıı..,erd hadi, wcrd h.U door hel V.V.V. vcrwezen naar de ra. L&Ddr� en Gllndermano in de Spuı.traal. Landre begrecp vriJ soel. dat zij hem nlcl konden biedeo wat hU zocbt. waarop zlj hem hct adres gaven van Vı­ con Nicuw Vennep.

vanzelt'sprckend dat one gezlnnetjl' ult drll' rıt·r­ sonen bcetond. We bcgonnen clkaar sh.•L'<ls bı.:t,•r te kennen en te bcgrtjpen. Er waren \'&ak nıo­

En zo gebcurde hel dal NcJdct Kochak van 10 auguatua lot 20 oktober '61 als \rolontair in onze fabr1ck werkzaa m •·u.

onthouden en genol'-"Crd. Hct ht dt.• ht·ckk·llnt: dt·· zc In het volgende nummcr \'BD \"it'ontaC't Zo\·ı·t·l

1 85

menten. dal hiJ begon tc vcrtcllen O\'t'r zljn lancl. zUn volk, zijn ouders. zUn tanım�. ziJn tı.c·hoot zun geloof enz. Jntercssant wu ook h· \'ı•rnt·· men, hoe hij dacht over bepaalde aC't m• lt• \Tan;..: · stuk ken als: de mogelijkbcid \'&n t'<"R ck'rdt• W\'· reldoorlog. het eommunlamc. dt.• waardc \'&n ht'l menselljk bcstaan. Ull lnteresse hebbea w1j \'("('1 ,·an d,oz� lndnıkkt·n

lllOJıtl'liJk weer h• t't.'\'t•n.

P. \'


Kerkük, 20 - 03 - 1 956.

Düğün töreninden bir kesit...

1 86


Nejdet Koรงak...

1 87


1960 Hollanda...

KerkĂźk Spor formasÄą ile...

1 88


Yukarıdan aşağıya; İzzettin Kerkük, Hatice Erbil, Sabriye Kerkük, Süheyla Ketene, Abdurrahman Kızılay, Mehmet Erbil, Nejdet Koçak, Salalı Tahir, Fuat Akkoyunlu, Sait Ketene . . .

Nuri Gürgür'ün nikahında: Ayaktakiler soldan sağa; Arif Özkök, Orhan Kavuncu, Nevzat Kösoğlu, Fikret Gökdemir, Cezmi Bayram, Metin Akın, Galip Erdem, Bozkurt Demirkan, Acar Okan, Aysel Metin, Nurettin Başaran ve eşi, Zühal Yılmaz, Şenol Erdoğan, Şeref Yılmaz, Nejdet Koçak . . . Oturanlar: . . . . . . Ekrem Zevbek, Mehmet Akdaş, Rasih Demİrcı ı rtan 1 un�,-. . 1 89


Düğün Hatırası: Abdurrahman Kızılay, Acar Okan, Nevzat Kösoğlu, Şeref Yılmaz, Nusret Ersöz ve Türkiye'deki Kerküklü öğrenciler...

Kendi düğününde: Ayaktaki ler; Soldan Sağa: Yusuf Ziya Gürel, Nuri Gürgür, Nevzat Kösoğlu, İbrahim Metin, Şeref Yılmaz, Nurettin Başaran, Nejdet Koçak, Acar Okan, Ayten Koçak, Nurten Koçak, Aysel Metin, Naci Özcan ve eşi, Mehmet Akdaş ... Oturanlar: Cezmi Bayram, İbrahim Cemali Gökbörü, Enver Altaylı, İsmet Koçak ... 1 90


Amatör fotoğrafçılık merakı da olan Nejdet'in çektiği güzel fotoğraflardan biri ...

Nejdet Koçak kardeşleri Fikret ve İsmet'le ...

191


Nejdet Koçak'ın en son fotoğrafı. . . .

1 92


Soldan sağa: Orhan Uysal, Mehmet Zeki Müftüoğlu, Asım Sancak, Şekür Turan, Adem Yozgatlıgil, İbrahim Metin, Nuri Gürgür, Fahrettin Savaş Konar, Alptekin Erdoğan, ortada ise Nejdet Koçak

Ön sıra: Sadi Somuncuoğlu, Halil Özyıldız, Şekür Turan Alt sıra: Adem Yozgatlıgil, İbrahim Metin, Nejdet Koçak, Nuri Gürgür, Şerafettİn Yılmaz, Solmaz Ayarslan Üst sıra: Mehmet Zeki Müftüoğlu, Merih Coşkun

1 93


Soldan sağa: Meriç Coşkun, Erol Özcan, Ayvaz Gökdemir, Galip Somuncuoğlu, Adem Yozgatlıgil, Nejdet Koçak, İbrahim Metin Naci Özcan, Mehmet Zeki Müftüoğlu, Şerafettİn Yılmaz

Mehmet Zeki Müftüoğlu ile beraber...

1 94



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.