Ömer Seyfettin - Türklük Üzerine Yazılar

Page 1



ÖMER SEYFETTiN Bütün Eserleri

16 ••

Türklük Uzerine Yazılar Derleyen ve Hazırlayan: Muzaffer UYGUNER

BİLGİ YA YINEVİ


ÖMER SEYFETTiN / BÜTÜN ESERLERi

*

1. Efruz Bey (roman)

*

2. Kahramanlar (öykü)

*

3. Bomba (öykü)

*

4. Harem (öykü)

*

5. Yüksek Ökçeler (öykü)

*

6. Yüzakı (öykü)

*

7. Yalnız Ete (öykü)

*

8. Falaka

*

9. Aşk Dalgası (ôykü)

(öykü) (öykü)

*

1 O. Beyaz Lale

*

11. Gizli Mabet (ôykü) 12. Do�u!}um yer (şiir) 13. Dil Konusunda Yazılar (deneme) 14. Sanat ve Edebiyat Yazıları (deneme) 15. Olup Bitenler, Toplumsal Yazılar (deneme) 16. Türklük Üzerine Yazılar (deneme)

(*) M illi Eği tim Bakanl ığı'nın 4.3. 1 987 gün ve 1 832 sayılı yazılarıyla okullara tavsiye edilmiş; karar 23.3.1987 gün ve 2230 sayılı Tebliğler Derg isinde yayımlanm ıştır.

dizgi tel b�kı tel

faruk kaya 433 77 83 cantekin nıatbaacalık yayıncılık ticaret ltd. şti. 433 30 84 - 435 83 56


iÇiN D EKiL ER Bu Kitap üzerine

. . . . . . . . ......... .....

., ............................ 7

Birinci BOIOm KITAPÇIKLAR Vatan Yalnız Vatan

.

. . . . . . . . . . . . . . . ...............

.................

Milli Tecrübelerden Çıkarılmış Ameli Siyaset. Yarınki Turan Devleti Türklük Mefkuresi

.......

... . . . . . . . . . . . . ................ . . . . . . . . ......

.. . . . .. . . . ......... . . . . ......... ..................

13 37

64 78

ikinci BOIOm YAZILAR Türklerin Milli Bayramı

. . . . ...................... . . . .. . .. .. . . . . . ..

Büyük Türklü{lü Parçalayan Kimlerdir? lstanbul Türkçesi

.

.........

. . ...

. . . . . . . . . ............ . . .. . . . . . ...................

Türkçüler ve Muharebe

. . . . . . . . . . ......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Trablus Muharebesinin ittifak ve ltilaf-ı .

...................

5

107 113 1 19

·,

Müselles Kuva-yı Askeriyesine Dair Mürteciler Karşısında Din

97

..............

.

. . . . . . . . . . . . ...

124 129


Hilal-i Ahmer

.......................... . . . . . .................. . . . . . .

Denizde Türkler

. . . . . . . .. . . . . . . . . . . ........ .......................

Türk Milliyetperverleri

. . . . . . . . . . . . . . . . ..........................

141 145 150

......... ................... ........... . . . . . . . . . .

152

Bir Mektup

..... . . . . .............. . . . . . .......... . . . . . . . ..............

156

SOzlük

........... . . . . ............... ..................................

157

Mefhum Buhranı

6


BU KiTAP ÜZERiNE

Bu kitapta Ömer Seyfettin'in Türklük ile ilgili ya­ zıları bir araya getirilmiştir. Kitap, iki bölüme ayrıl­ mıştır. Birinci bölümde, daha önceleri "risale" olarak yayımlanmış dört yapıtı yer almıştır. ikinci bölümde ise, Türklük konusundaki yazıları bulunmaktadır.

Vatan Yalnız Vatan adlı kitapçık, o yıllarda Os­ manlı lmparatorluğu'nun parçalanmasına dönük ça­ lışmaları ve ulusçulukla ilgili görüşlerini, Türk genç­ lerinin yabancı çalışmalar karşısındaki tutumlarını ele almıştır. Bu kitapçığın Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem ile birlikte hazırlandığı sanılmaktadır. An­ cak, incelendiğinde biçemin kendi biçemine çok benzediği görülmektedir. Bu nedenle, onu buraya alıyoruz. Bazı kaynaklar, bunun basılış tarihini ver­ memekte, bazıları da bilinmediğini belirtmektedir. Oysa, sonunda 22 Temmuz 1327 tarihi bulunmakta ve Selanikte yazıldığı da anlaşılmaktadır. Bu tarih, 1911 yılını karşılamaktadır. Ayrıca, gene son sayfa­ da, "Selanik RumeH Matbaası" notu basılış yerini de göstermektedir. Aynı sayfada, "Genç Kalemler Tah­ rir Heyeti"nce yazıldığı da belirtilmiştir. Ziya Gökalp, M. Nermi, Kazım Nami Duru, Ali

Yeni Lisan ve Bir lstimzac adlı 36 sayfalık bir kitabın daha bulunduğu

Canip Yöntem ile birlikte yazılmış

anlaşılmaktadır. Ancak, bunu bulamadık. Bazı ya­ zarlara gönderilip görüşlerinin alınmasına dönük bir "anket" kitabı oldu(ıunu sanıyoruz. Çünkü, 7

Genç Ka-


/emler dergisi incelendiğinde, bunu temel alan ve yanıt olduğu sezilen yazılar görülmektedir. Bu kita­ bın metnini bulup buraya almak iyi olurdu.

Milli Tecrübelerden Çıkanlmış Ameli Siyaset adlı kitabı daha oylumludur. ilk basımı 1912'de ls­ tanbul da yapılan bu kitap, onun ne denli ileri oldu­ ğunu gösterir. Osmanlı imparatorluğu ve Türkler ko­ nusunda olduğu kadar, Türklerin iç içe yaşadığı öte­ ki azınlıklarla olan ilişkilerini çok güzel anlatan bu ki­

"siyasi ve içtimai müesseselerden uzak kalmış mefkuresiz Türklerin" ruhsal hastalıklannı da ortaya

tapta

koymuştur. ilk basımı 1914'te lstanbul'da Tekin imzası ile yapılan

Yarm Turan Devleti hde ise Ziya Gökalp'ın

anlayışına uygun bir düşüncenin işlendiğini görüyoruz. 1914'te ilk basımı yapılan bir yapıtı da Türkiük Mefküresi'dir. "Mefkure" sözcüğü ve kavramı üzerin­ de açıklamalarda bulunduktan sonra Türklük ve yurt kavramları üzerinde durarak görüşlerini açıklamıştır. Kitapların bir çözümünü verecek değiliz bura-· da. Okunduğunda, Ömer Seytettin'in bilgi dağarcığı­ nın nasıl geniş olduğu ve görüşlerini nasıl bir sağ­ lamlık içinde ortaya koyduğu herkesçe anlaşılacak­ tır. Boşlukta kalmış düşünceleri olmadığını iyi ince­ leyen herkes sezecektir. Bu kitaba aldığımız yazılarında da Türklük ve Türklerle ilgili geniş bir bilgi alanı olduğunu görüyo­ ruz. Ayrıca, din ile ilgili neler düşündüğünü de yazı­ larında belirtmiştir. "Türklerin Milli Bayramı", "Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir", "Türkçüler ve Mu­ harebe" adlı yazıları ile "lstanbul Türkçesi" adlı yazı­ larının yanında ''Trablus Muharebesinin ittifak ve lti­ laf-ı Müselles Kuva-yı Askeriyesine Dair" adlı yazısı Türklük konusundaki önemli yazılardır. Mürteciler

8


Karşısında Din adlı yazısında dinle ilgili görüşlerini sergilemiştir. "Hilal-i Ahmer"de değişik bir konuyu ele almış­ tır. Donanma dergisinde yayımlanan "Denizde Türk­ ler: Çaka Bey ve ilk Muharebe" de Türklerin deniz­ cilik konusunda deneyim kazanmalarını ve örgütlen­ melerini anlatır. Bu yazının süreceği izlenimi varsa da yayımlanmadığı anlaşılmaktadır. "Türk Milliyet­ perverl�ri" ile "Mefhum Buhranı" adlı yazıları da Türklükle ilgili konulardaki duyarlığını ve anlayışını göstermektedir. Kültürünün genişliğini ve düşünce dizgesinin bütünlüğünü ve sağlamlığını ortaya koyan bu yapıt­ lar ve yazılar, Ömer Seyfettin'i daha iyi tanımamıza vesile olmaktadır. Buraya, son olarak, kendisiyle ve Türklüğü ile ilgili bir mektubu da aldım.

. Sözlük bölümünde, okurlara yararlı olmaya ça­

lıştım. Sözlüklerde bulabildiğim kadarıyla karşılıkları­ nı yazdım. Yazıların anlaşılması için yaptığım bu ça­ lışmada hatalarım olabilir. Bu arada, bazı metinlerin okunmasında da hatalar görülebilir. Yırtık, eprimiş kaynaklardan bu kadarını çıkarabildik. Doğru okuna­ mayan sözcükler için uyarılar elbette yararlı olacak­ tır. ilerideki baskılarda bunlar, öylece düzeltilebile­ cektir. Metinlerin yayımlandıkları kaynaklardan derlen­ mesine ve yeni harflere aktarılmasında yardımlarını esirgemeyen Lütfi Bornavalı, Necmi Ergüney ve Hüsnü Söylemezoğlu'na teşekkürlerimi ve minnetle­ rimi bildirmek isterim. Kitabı yayımlayan Bilgi Yayı­ nevi'ne teşekkür ederim.

Muzaffer UYGUNER Yenilevent, 14 Ekim 1 988

9



Birinci Bölüm

KİTAPÇIKLAR



VATAN YALNIZ VATAN

Yeni Lisanın Kaideleri 1. Arapça, Acemce terkip ve cem'i kaideleri asla kullanılmayacak, ıstılahlarla müfret ma­ k anunda kullanılan cem'iler müstesna: Sadra­ zam , ahlak, kainat gibi. .. 2. Arapça Acemce edatlar kullanılmaya­ cak. Ama, şayet, yanı, lak.in gibi tamamıyle Türkçeleşmiş ve tekellüm lisanına geçmiş olan­ lar müstesna. 3. Arapça, Acemce kelimeler şimdiki eski imla.lan muhafaza olunarak kullanılacak, ko­ nuşurken söylemediğimiz lafızlar mümkün ol­ duğu kadar terk olunacak, Türkçede yalnız milli ve basit sarf hakim tanılacak.

4. Tekellüm lisanı, birçok Türkler tarafın­ dan anlaşılır latif ve tatlı "İstanbul Türkçesi" nazım ve nesirde bedaata misal ve mikyas ad­ dolunacaktır.

Vatan Yalnız Vatan -Beynelm ilel gizli cemiyetlerden ve bey­ nelm ilel gizli gayele rden sakınalım!Yeni bir gazete intişara başladı. İsmi: Gü­ neş. . Yazılan Türkçe, Fransızca, Rumca, Mu.

13


sevice... Karilerine arzetuği kısa ve müphem bir programda "İnsaniyet" fikrini terviç. yani ''beynelmileliyet" (Evrensellik) fikirlerini tamiın eyleyeceğini ilan ediyor. Yine, bu bilinci nüsha­ nın içinde "küre-i arzda mevcut masonları bir­

birine rapteden esbap nedir'?" unvanlı bir ma­ kale var ki Avrupa'nın, vaktiyle mariz ve entri­ kalı bir cereyan hasıl etmiş; fakat bugünkü vu­ kuf ve felsefe karşısında tamamiyle sukut et­ miş hülyalarını terennüme çalışıyor. Fransızca kısmında fili bir vaziyet ile esrarcılık (misti­ sizm) felsefesi satılmak arzu olunmuş. Beynelmilel gizli cemiyetlerin. beynelmilel gizli gayelerine hizmet ettiği her satırından an­ laşılan bu rtsaleciği biz de görmemiş, biz de· ehemmiyet vermemiş olabilirdik. Lakin. vatanı­ mızın etrafında dönen entrikalar. bu entrikala­ rın hiç beklenilmeyen renksiz ve aldatıcı teza­ hürleri bizi dikkate mecbur ediyor. Bizim. yeni hayatçıların mefküreleri (gaye-i hayal) gayet sade. gayet basittir. Bu mefkure. ruhumuzda.

hissimizde.

fikrimizde.

bütün

mevcudiyetimizde ebediyetle silinmez altun ve tunç harflerle mahküktur:

Vatan Yalnız Vatan Vicdan ve idrakimizi garp ve şarkın en doğru ve müsbet felsefesi ile yükselterek. bu­ günkü ilm-ü fennin vukufuyla kuvvetlenerek mukaddes mefkuremizin, vatan fikrinin taınimi ve Hasına çalışıyoruz. Bu emelimizin karşısına çıkan harekete muarızız ... Fakat. ey genç kart! Ey "yeni hayat"ı tahay­ yül eden. bize kahraman dedelerimizden kalan 14


bu mukaddes ve vasi vatanı seven, onun haki­ ki itilasını bütün ruhuyla, bütün mevcudiyetiy­ le arzu eden genç kari! Emin ol ki masonluğa, avamın mantığını okşayarak, eski ve cahilane fikirleri, batıl taassupları takdir ve tedviç ede­ rek hücum etmeyeceğiz. Cahilane hücum ca­ hillerin... Mutaassıbane hücum mutaassıpların hakkıdır! Bizim silahınıız fen ve felsefe olacak­ tır. Masonluğun "Habad-i tabiiyye"sinden ziya­ de siyasi neticesi olan beynelmileliyet fikrine, "İnsaniyet" hülyasına itiraz edecek, bunların vatan için ne kadar müthiş ve mühlik rahneler olduğunu isbat edeceğiz. Denilecek ki: Başkalarının fikrine müsamaha etmiyor­ sunuz. Hür (liberal) değilsiniz. Halbuki hakiki hürriyet. herkesi fikrinde muhtar bırakmak­ tır!.. Bakınız, biz buna nasıl cevap vereceğiz: Milletlerin itila ve sukutlarına başlıca tesir eden amil "Zihni itiyatlar''dır. Zihni itiyatlar bir milleti yükseltir, alçaltır!. İrşat ve ikna ile mu­ zır fikirler intişar edince netice gecikmez. Mesela, beynelmileliyet (enternasyonalizm) fikri biraz fazla mürid peyda edince vatan düş­ manlığı (antipatriatizm). askerlik düşmanlığı (antimilitarizm) başgösterir. " illetim nev-i be erdir . min" di en vatansızl biz yamazla_r.

vatanım r- -i ze·

i

ım mefkuremizdeki hakikatı his­

sedemezler. Onlar fen ile temas etmemiş filim cahillerdir. Fen ve tabiata mugayir olan ve _"Se-

15


nek"in zamanından asırlar öncesi zamandan evvel gelen bir hayali tekrar ederler. Hayat ale­ mindeki "uzviyet"i, bu uzviyetin var olan her şeye şamil olan ezeli kanununu idrak etmezler. Milliyetleri, kavmiyetleri, mevzu ve yalan şeyler addederler. Ve teessüf olunur ki bu boş ve �a­ nasız fikirlerini az okumuş, az zeki saf gençlere kabul ettirirler. Hakikatte dehşetli bir milliyet­ perver, müthiş bir siyonist olan Max Nordahl parlak ve iğfal edici ifadesiyle, zehirli edebiya­ tıyla Avrupa'da ne kadar saf genci, hatta ne kadar budala filimleri avlamıştır! Fen ve felsefe karşısında hiçbir kıymet ve ehemmiyeti olına­ yan "Medeniyetimizin Mevzun Yalanlan" un­ vanlı meşhur eseri yüzbinlerce basılınış, bütün fikirleri iğfal etmiş. Avrupa'da bütün filozofları teessüre sevkeden sersem cereyanlar husule getlmıiştir. Biz de, başkalarının "beynelniileliyet" fikir­ lerini neşretmelerine müsamaha eder, aldır­ mazsak mefki'ıremiz olan 'Vatan" aşkına vefa­ sız kalmış oluruz. Sonra... İşte bundan asla bahsetmek iste­ mezdik! Güneş'i çıkaranlarda, iddia ettikleri gi­ bi, "Siyaset"ten uzak bir samimiyet göremiyo­ ruz. Niçin mi diyeceksiniz? Türkçe kısmında bir imza var: Turgut... Bir Türk ismi ... - Fakat bundan ne anlıyorsunuz, diye tek­ rar soracaksınız. Biz, bundan yine mürettep bir kast karşısında bulunduğumuzu hissediyo­ ruz. "Oğuz, Demirtaş, Ertuğrul, Uygur, Turgut ve ilah... " gibi Türk isimleri bugün ar amızda pek, ama pek azdır. Tarihlerim1zin sayfalarında yaşarlar. Siyasi ve mukaddes Osmanlılığa esas olan, temel taşı olan, büyük Türklüğün tçtimai kıymetini yükseltmek isteyen bazı genç muhar­ rirler bu halis Türk isimlerini, müstear namlar 16


olarak kullanıyorlar. Her yerde olduğu gibi, hu­ susiyle şarkın her yerinde olduğu gibi, bizde de mürteciler

var.

Bunlar.

siyasi

Osmanlılığın

vahdet ve itilasına. içtimai Türklüğün tekamül ve tealisine hizmet eden gençlere dehşetle ga­ razdırlat. Onlar için her türlü iftiralarda bulu­ nurlar. En muayyen iftiraları: - Hepsi masondurlar... bühtanıdır! Şimdi, 'Turgut" imzasını, "mason­ luk" müreweci bir risalede görünce gayet tabii bir surette:

- Ah. işte onlardan biri. . . diyecekler. Siyasi Osmanlılığın itilası için çalı­ şan hür ve serbest, yılmaz, pervasız gençler için peyda ettikleri "Fena zan" ziyadeleşecek. düşmanlarımızın arzu ve ümit ettikleri "İrtica" cereyanı sözde kuwetlenecek. Evet. böyle düşünmeye mecburuz! Dainıi ve mürettep bir kast karşısında bulunduğumu zu hatırlamak en birinci vazifemizdir. İçtimai Türklüğün tekamülüne hizmet eden milliyetperver gençlerin ruhuna mason­ luktan uzak bir şey yoktur. Onlar: "beynelmile­ Uyet" fikrinin.

entrikalı "İnsaniyet" hayalinin

itilaf kabul etmez muarızları. düşmanlarıdır. Onların

"İnsantyet"i

nasıl

anladıklarını

izah etmezden ewel şunu söyleyelim ki, hiçbir hakiki ilrn-ü

Türk fen

genci,

tarihin1

karşısında

bilen,

yabancı

bugünkü

kalmayan

bir

Türk genci "beynelrnileliyet" fikrine kapılamaz. O halde 'Turgut" müstear imzasını kullanan kimdir?. Herhalde bir Türk değil. . . Mutlaka le­ vantenlerden

biri...

Bir

kozmopolit.. .

Bazen

esefle gördüğümüz o Türklükten çıkmış, garbın ruhi nüfuzuna

kapalmış

bir zavallı... Fakat fena

fikri yoksa niçin "Turgut" imzasını kullanıyor? 17


Bilmiyor mu ki böyle milli ve tarihi adlan. ha­ yatın yalnız cidal ve galebe olduğuna kail ol­ muş, muzaffer olmak için mağlup etmek ica­ bettiğine kanaat getirnıiş Türk gençleıi benim­ siyorlar... İnsaniyet fikıi. .. Ahlak karşısında bu mu­ azzez hayale itiraz etmeyiz. Ve arzu ederiz ki

her memlekete, her iklime, her kıtaya göre de­ ğişen ahlakın bazı kaidelert faziletler üzerinde birleşsin... Fakat bugünkü medeniyet yalnız ik­ tisadi ihtiyaçların tesirtyle hareket ediyor! Siya­ setin altında iktisadi düşünceler var. Siyasette ahlak yok! Ve milletlerarası münasebetlerden hiçbiri tahayyül olunamaz ki siyasi olmasın. "İnsaniyet" ve "insanların umumi uhuwe­ ti" esasına istinad eden bir hayal, inkar oluna­ maz ki, pek latif, pek caziptir. Lakin o kadar boş, o kadar yalan, o kadar vahidir ki, bu mu­ hal olan hayale bugünkü vatanı olan garpte, alimleıin, filozofların, münewer ve mütefen­ ninleıin eksertsi düşmandır.

Mesela,

şimdiki

garbın en parlak ve mütefekkir bir zekası olan doktor Gustave Lebon insaniyetçilerden bahse­ derken: "taun ve veba en müthiş beliyelerdir. Halbuki, bunlardan daha meş'um, daha müt­ hiş bir afet vardır ki o da insaniyet fikrtdir" di­ yor. Keza,

"Pslkolojl Politik"

unvanlı esertnin

3 1 1. sayfasında fikıini daha sarih haykırnuş­ tır. "İnsaniyet fikıi, bizim içtimai yaramızdır." Alfred Feuillet eserleıinde: "Fransa insaniyet fikıine kapılarak İtalya'nın kuwetli bir krallık olmasına çalıştı ve dolayısıyle de Alman ittiha­ dını teshil etti. Böyle iki ve müthiş daimi düş­ manı yetiştirmek Fransa'ya 'İnsaniyet' fikrtnin hediyeleridir. Fransa'nın bir buçuk asırdan be­ rt uğradığı belalar hep insaniyet fikıinden te­ vellüt etmiştir" diye hükmünü veriyor.

18


Evet, Fransa'daki fikirlerde bugün teşev­ vüş var. Bunlardan oranın filirnleıi ürküyor. Boş ve kof insaniyet hayallerinin intişarı ile öy­ le ruhi bir hal peyda oluyor ki, Mr. Herve: "Bat­ sın vatan! Batsın ordu!" diye nara atmaya ce­ saret ediyor. Anarşistler fileni teşkilat yapıyor­ lar.. İnsaniyetçileıin parlak nutuklarına. sun'i teheyyüçlerine, basit kurnazlıklarına idraki za­ yıf olan ekseriyet kapılıyor. Lakin filozoflar. diplomatlar, fil.imler... Onlar mütemadi bir sa'y ile bu yanlış ve meş'um cereyanın önüne geç­ meğe çalışıyorlar. Mesela, hayatta her şeyi tet­ kik ve ta.mık ederek bütün zıtlan birbirtyle telif eden filozof Alfred Feuillet: "Otuzuncu asır için birtakım kanunlar düşünelim. Fakat yinninci asırda yutulmayalım ve birbirimizi yutmaya­ lım" diyor. Vatan düşmanlığının, ordu düşmanlığının. tefevvuk ve itila düşmanlığının anası olan "İn­ saniyet" fikri, bütün münevverleri karşısında buluyor. Bizim vatanımıza sokulmak istenilen bu meş'um fikıin husule getireceği felaketleri biz de tetkik edelim. Bunun için harici ve dahi­ li. mevkiimize şöyle bir göz gezdirmek kifayet eder: Türkiye. Osmanlının sevgili vatanı olan bu muazzez Türkiye bugün ne halde bulunuyo� Açgözlülükleri bize: "Mal bulmuş Mağribi" gibi bir misli ihda eden Avrupalıların doymak ve kanmak bilmey�n ihtirasları üzertmizde bir ka­ bus ... Bu A\rrupalılar silahsız orduları ile memle­ ketimizin en mühim kısımlarını zaptetmişler­ dir. Suriye - Fransa'nın, Irak - ingiltere'nin, Trablusgarb - İtalya'nın, Arnavutluk - İtalya ve Avusturya'nın. 19


Bu hükümetler, bizJnı müsarnaharnızdan, bizim zayıflığımızdan, daha doğrusu bizim milli asabiyetimizin yokluğundan istlf ade ederek bu ralarda kendi maariflerini neşretmişler ve güya birer "Nüfuz Mıntıkası" peyda etmişler. Bu "Nüfuz Mıntıkaları" gittikçe büyüyor. Genişliyor. Bizi yutmaya hazırlanıyor. Biz, bu mıntıkaların içinde erJnıeğe mahkümuz! Selcl­ metimiz, yutulmaktan kurtulmaklığımız, yalnız bir şeye vabestedir: Vatan ve mıiliyet fikrtnin intişarına, şekJnıemizin (karakter) kuvvetlen­ mesine... Kendi memleketlerinde "İnsaniyet" ve "Bey­ nelrnileliyet" fikrtne isyan eden bu meş'um ce­ reyanı durdurmağa çalışan ve bir cihetten mu­ vaffak olan Avrupalılar, bizim memleketimiz için bu vebayı teşvik ederler. Dikkat ediniz, va­ tanımızda beynelmilel gizli cemiyetler teşkil eden, beynelmilel gizli gayeler takip olunmasını takdir ede:ıa. hep Avrupalılardır. Halbuki onların fikirleri sarihtir: Bizi yut­ s mak! fah sefirlert.Qden Arınagd ıstfsm!(:._ unvaruı eserin­ de: "Afrtka'nın zencilerden ibaret olan vahşi ka­ vimlerini tahakküm altına almakta büyük ve iktisadi bir faide yoktur'' diyor. "Mademki istim­ lak ve istismardan maksat mağlüp kavimleri çalıştırıp onların sa'ytnden istifade etmektir. O

.Fnıpsa'nı� q "Is�

;i :afiakii:: :��e d

-

Evet. bütün Avrupa kavimleri "Emperya­

lizm", istila gayesini takip ediyorlar. Lakin isti­ la ve istiirtlakin de şekli değişti. Tarih bu ta­ havvülü pek vazıh gösteriyor. Eskiden Romalı­ lar bir usul bilirlerdi: Milletleri silahla mağlüp etmek, memleketlerini zaptetmek, kuvvetlerini esir gibi satmak... Bu tarz t arnarniyle terk

20


olundu. Şimdi bir nüfuz mıntıkası _peyda_olıJ­ nuyor Oradaki aha:lmin-mill:Lyet_ film yyuştu­ t!:l)w.oı:-Jk!!şacli..Jıe. içtimai meınbalar �e geçiri­ yYQL...İ.fil!!!temın olum&:or.:. Fransa'nın en sosyalist ve insaniyet muhi­ bi romancısı Emile Zola. "Fecondite"sinde, Afri­ ka'nın istikbal Fransa'sı olacağını anlatıyor ve "şimdiki Fransa, o büyük Fransa'nın müdir di­ mağı olacaktır" diyor. Avrupalılar niçin "Beynelmileliyet" fikrini memleketlerinde işlemiyorlar? Çünkü onun ha­ zırladığı akıbeti görüyorlar. Zaten vatan düş­ manlığı, ordu düşmanlığı gibi tezahürler onları yıldırmıştır. İnsaniyet fikıiiii :neşredenlere alimler hü­ cum ediyorlar. Bunların içinde Gustave Lebon en ileri gidenlerdendir.. Yine "Plslkolojl Poli­ tik" unvanlı eserinin 3 11. sahifesinde: ''Ben ta­ mamJyle bu fikirdeyim. İnsaniyetçiler, doğru­ dan doğruya değil, lakin muhakkak surette, haydutlardan daha tehlikelidirler" diye heyeca­ nını gösteriyor. Mr. Poincare bir nutkunda, Fransa'daki vatan düşmanlığının kahramanı olan Her­ ve'den bahs ile: "... Mr. Heıve küfürlerini yazar­ ken, diyor. Biliyor musunuz, Babel, Reich­ tag'da ne söylüyordu: Eğer Almanya'ya hücum olunursa, eğer onun mevcudiyeti tehlikede ka­ lırsa, o vakit en gencimJzden en ihtiyarınuza kadar, hepimiz tüfeği omzumuza koymaya ve düşman üzerine yürümeğe hazırız. O toprak da bizim vatanımızdır. Son nefesimize kadar ken­ dimizi müdafaa edeceğiz. Bunun için size ye­ min ederim." Alman sosyalisti ile Fransız ihtilalcisinin sözleri arasında vuzu hla görülen bu tezat kar­ şısında Edgar Guine'nin şu sözlerini hatırlama21


mak mümkün mü: "Eğer, Fransa, kendini koz­ mopolit (bütün dünyayı vatan bilen) yaparsa diğer milletlerin şüphesiz en budalası olacak­ tır." Evet, bu tekran ve tervici lazım gelen bir sözdür. Vatan düşmanlığı, bulunduğumuz za­ manda, yaşadığımız Avrupa'da en korkunç bir budalalıktan başka bir şey olamaz. Lakin, biz bugün, noksan idrakimizle, nok­ san düşüncelerimizle diğer milletlerin en buda­ lası olmaya müstaitiz. Avrupa'dan gelen her moda nasıl bizde hararetle kabul olunursa bu "beynelmileliyet" fikri de öyle bir kabule maz­ har olacak.

- gençlerin çoğu­ nun mason olduğundan bahsediyordu. Fakat, yanılıyor. Bugünkü gençliğin içinde mason ru­ huna malik olanlar gayet azdır. Onlar da evve­ la "levantenlik" devresini geçinnişler, mason le­ vantenlerle düşüp kalkmış, nihayet kapılmış olanlardır. Diğer kısmı, yani gençliğin mühim kısmı? Buna "Bütün Gençlik" diyelim. Bu gençliği üçe taksim edebiliriz: 1- Mükemmel tahsil !!örenler... Okuduğu­ nu hakkıyla anlayanlar, sıhhat ve vukuf ile muhakeme edebilenler... 2- Çürük ve gevşek bir tahsil! İntizamsız bir surette okuduğu şeyleri tersine anlayanlar. Eğri büğrü, mücerret bir tarzda muhakeme edenler.. . 3- Adi ve mükemmel bir tahsil görmemiş, her girdiği mektebi yanda bırakmış, intizarnlı intizamsız hiç okumamış, yahut okumuşsa bile hiç anlamamış, hiç muhakemeye malik olma­ yan maymun mukallitler ...

Gençliğin bu üç mizacını tetkik edelim. 22


Mükemmel tahsil gören, okuduğunu hakkıy la anlayan, sıhhat ve vukuf ile muhakeme eden bir genç asla "beynelınileliyet" filmne kapılmaz. Zira, o, ilmi ve fenni kanaatiyle bilir ki "Bir mil­ letin ruhu irsiyet ile tayin ve takarrür etmiş an'anelerin, itikatların. umumi hislerin, hatta hurafelerin birleşmesinden teşekkül etmiştir. Bu ruh fikirlerimize şuursuz bir surette yol gösterir ve hareketimizi idare eder. Onun saye­ sinde kavimler mevcudiyetlerinin esasi şartları dahilinde uygun bir tarzda düşünür ve hareket ederler''2, sonra muhakeme ederler. "Beynelmi­ leliyet" hayali hakikat olunca vatan. millet fik­ ri, sair ali hisler bitecektir ve tahmin olunur ki mazisi ile alakasını kesmeğe kalkan, tarihini zorla unutmak isteyen kavimlerin idraklerinde­ ki metanet kaybolmuştur. Onların nasibi mahv ve izmihlaldir. Bu genç tarihi okumuş ve anlamıştır. fikrinin ettiği terviç "Beynelınileliyet" "sulh"culuk, "sükün"culuk fikrinin felaketlerini hatırlar. Romalılardan Konsül Marius Sansart­ nos'un hikayesini bilir. Bu kumandan neden "İnsaniyet"ci, neden "sulh"cu idi. Hasımlarının ruhi hallerinden istifade etmesini bilirdi. Karta­ ca'nın. bu büyük muhteşem şehrin önüne gel­ diği vakit, o zamanki dünyanın en zengin bir payitahtı karşısında bulunuyordu. Sanat ve ti­ caret orada son derece ileri gitmişti. Aynı za­ manda "İnsaniyet"çilert de bol idi. Orada. onlar da terakki etmişler ve çoğalmışlardı. Sansari­ nos. bu insaniyetçilere sulhun faziletlerinden, harbin redaatlerinden uzun uzadıya bahsettik­ ten sonra: "Silahlarınızı bana teslim ediniz. Ro­ ma. sizi himaye etmeyi taahhüt edecek" dedi. "Sulh"cular -daima idrakleri mutavassıt olan

2) Gustave Lebon, Psikoloji Politik, s. 355. 23


adamlar- itaatte tehalük gösterdiler. "Şimdi bana harp gemılerinizi teslim ediniz. Onlar bü­ yük ve çok masrafa muhtaçtır! Ve madem ki Roma sizi düşmanlarınıza karşı müdafaa ede­ cek, onlara sahip olınanız faidesizdir'' dedi. "Sulh"cular yine itaat ettiler. O vakit konsül: "İtaat ve inkiyadınız, doğrusu takdire şayandır, dedi. Şimdi, sizden isteyeceğim bir fedakarlık kalıyor. Muhtemel bir ihtilalden içtinab etmek için Roma, bana, Kartaca'yı yakmamı, mahvet­ memi, bundan başka denizden seksen kilomet­ re içerde olmak şartiyle, çölde, intihap ettiğiniz noktayı size göstermemi emrediyor." _ O vakit, Kartacalılar. "sulh"culuğun tehli­ kesini anladılar. Kumların içinde açlıktan nasıl öleceklerini tahayyül ederek kendilerini müda­ faa etmeye kalktılar. Fakat, vakit geçmişti. Kartaca zaptolundu. Ahalisi ile beraber yakıldı ve tarihin içinde kayboldu. Dikkatle okuduğu tarihten alacağı ders budur:

1) Milletleri harp değil sulh mahveder. 2) "Sulh"cu ve "sükfın"cu bir millet ikinci bir milletin hücumuna maruz kalmasa bile kendi kendine taaffün eder. Terakki yolundan geri döner. Uyuşur, kalır. Çinliler, Moğollar, Vasati Asya kavimleri, Hindistanlılar gibi... 3) Bir mttleUn milliyetini inkar etmesi inti­ har demektir. "BeynelmJleliyet" fikrini tamim eden gizli cemiyetler avlamakta gayet mahirdir­ ler. Eflatuni bir ahlak iddia ederler. Dünyadaki insanların hepsinin kardaş olduğunu ve ayn gayn olmamasını, fakirlere muavenet icabettl­ ğini söylerler. Bu cemiyetlerin şarktaki şubeleri kandırdıklarını kendi emellerine hizmetçi ya­ parlar. Onların vasıtası ile içtimai, iktisadi menfaatler temin ettikten maada siyasi entri24


kalara da filet etmek isterler ki en münasebet­ siz mazarratları budur. Zeki bir genç kendi memleketinde fikirleri­ ne kanacak bulamayan bu gizli ve güya "bey­ nelmileliyetci" adamların, ancak bir budalayı meşgul edebilecek laflarına güler, ona kapıl­ maz. Çünkü, o, hayatın ve içtimaiyatın en mü­ him hareketi olan siyasiyatın ruhuna vakıftır. Çürük ve gevşek tahsil gören, intizamsız bir surette okuduğu şeyleri tersine anlayan, eğri büğrü, mücerret bir tarzda muhakeme eden gence gelince: İşte boş laflara, muhal ha­ yallere bu zavallı kapılır. Edebiyatın manasını bilmeden iştigal et­ mesi, ona, en fena eserleri sevdirmiştir. Mese­ la, Ziya Paşa'nın Terkib-ibendi Terci-ibendi'ni iki emsalsiz şehnüsed (şedövr) addeder. İdrak­ leri zayıf bütün insanlar gibi bedbinlik, cebri­ lik, ibahıcılık, esrarcılık fikirlerini ihtiva eden mısraları ezberler. Afyon felsefesini kendisine meslek eder. Hayattaki birinci, ikinci sebepler onun için yoktur. Ve insanların nasıl olup da böyle muhtelif kavimlere ve kısımlara ayrıldığı­ na taaccüp eder. Kendini, zekasını, hatta deha­ sını tekamül etmiş addeder ve içinden: "Milletim nev-i beşerdir, vatanım rüy-i ze­ min"? der. Bu esnada cebriliğe (fatalizm) dair yazılmış birkaç eser bulur. Onları okur. Hayat­ taki hakikatın bir vahşet olduğuna kail olur. Müşterek, büyük bir insaniyet vardır ki, o bir gün tulüğ edecektir. Zavallı o fecre intizar eder durur. Sonra bir "beynelmileliyet"ciye tesadüf etti mi hemen kapılır. Artık o milliyet fikrini bir eşeklik, bir adilik, vatan muhabbetini cahillik, askerliği bir barbarlık addeder. En mukaddes şeyler, kavmiyet fikri esasla­ n ruhunda iflas etmiştir. Mütefennilerin, filo-

25


zoflann yazdıklarını okumaz, "esrarcıhk"a dair yazılan şeyler onun düsturudur. İşte bu genç mason olabilir. "Beynelmileli­ yet" fikrini. istidadını kesbederse şüphesiz aslı­ na, esaslarına avdet edecek. kapıldığı muhal hayalin kabusundan silkinip uyanacaktır. Adi veya mükemmel bir tahsil görmemiş, her girdiği mektebi yarıda bırakmış, intizamlı intizamsız hiç okumamış yahut okumuş ise bi­ le hiç anlamamış, hiç muhakemeye malik ol­ mayan, maymunca mukallit gençlere gelince .. . İşte teessüf olunur ki, memleketimizde bunla­ rın adedi çoktur. Bunlar, hiçbir şey olamazlar; fakat zemin ve zamana göre olmuş görünürler ve istanbul'un "hikrnet"çisini de aldatan bu fa­ sileye mensup gençlerdir. Bunların hiçbir şeye akıllan ermez. Dü­ şünceleri moda, oyun, kadın ve sairedir. Ne ''vatan"cılık için, ne ''vatan düşmanlığı" için, ne "beynelmileliyet" için takarrür etmiş bir fikirleri yoktur. Nasıl görünmek hoşlarına gidiyorsa öy­ le görünmeğe gayret ederler ve muvaffak olur­ lar. Bugün Meşrutiyet ilan edildi. "Hürriyetçi­ lik" bir kıymet kazandı, değil mi? Onlar tama­ miyle hürriyet kahramanlarıdır. Yarın "beynel­ mileliyetciler" kendilerine bir ehemmiyet verdi­ ler, satış yaptılar değil mi? Onlar, sanki kırk yıllık bir "kozmopolit" ordusudur. Tek gözlükle­ riyle, son moda esvaplarıyla bunlar insanın gö­ züne çarpar. Onların öyle renksiz bir hüviyetle­ ri vardır ki, nasıl bakarsanız, nasıl görmek is­ terseniz öyle görürsünüz. Halbuki, onlar haki­ katte birer "hiç"tirler. Ve bize kalırsa ikinci sı­ nıfa mensup gençlerden daha az tehlikelidirler. "Hikrnet"çi, burılara bakarak "Gençlerimi­ zin çoğu masondur" hükmünü veriyor. Yarulı26


yor. Onlar hiçbir şey değildirler. Kulaktan kap­ ma

Nordav

felsefeleri, zaten zayıf olan ahlakla­

rını bütün bütüne sarsmış. onları renksiz ve mevcudiyetstz gölgeler haline ifrağ eylemiştir. Şimdi vatanımızdaki "gençlik" ile "beynel­ mileliyet" fikrini karşı karşıya koyduk, zanne ­ deriz. Böyle muhal hayallere, adi entrikalara alet edilen batıl şeylere kapılanlar ancak cahil­ lerdir! Fakat, "beynelmileliyet" fikrinin bu ca­ hiller arasında taammümü tehlike addolunabi­ lir mi? Bunu mukaheme edelim. Zenon mesle­

ğinin filozoflarından Eplktet

diyor ki: "İnsan­

ları karmakarışık eden bizzat hüviyetler değil. onların hasıl ettiği telakkilerdir".

Gustave Lebon, Avrupa'daki bu münase­ betsiz, manasız fikirlere. ham hayallere bunu tatbik ederek ilave ediyor: "İşte tamamiyle bugünkü halin tehlikesi! O, bizzat vakalarda değil. lakin o vakalann in­ taç ettiği hayallerde, tevlit ettiği fikirlerdedir. Boş ve esassız hayaller kavimleri ayaklandırır. Ve tarih bize gösteriyor ki, bazı asılsız heyula­ ların kuvvetini sarsmak için asırlarca muhare­ be etmek. kan nehirleri akıtmak lazım gelmiştir." Böyle asılsız hayallere. bu hayallerin tevlit ettiği karışıklıklara. akıttığı kan nehirlerine bi­ zim tarihimizde de tesadüf olunur.

reddin Simavi

Şeyh Bed­

isminde bir adam çıkıyor, in­

sanların hep kardeş olduklarını. muharebele­ rin fena olduğunu düşünüyor. Bu fikrini neşre­ diyor. Nihayet

Mustafa

ve

Kemal

isminde iki

mürid yetiştiriyor. BU iki adamı Anadolu'ya sa­ lıveriyor. Umumi uhuvvet ve sulh fikrini bu adamlar neşrediyorlar. Cahiller. idraksiz avam düşürırneden kapılıyor. Akın akın bunlara ilti­ hak ediyorlar, İşte. bunların muhal hayalleri,

27


ham

hülyaları,

birtakım

fikirler

doğuruyor.

Sonra, hükümet bu hülyaları yıkmak için haki­

ki kan nehirleri akıtıyor. Fakat, Bedredc:Unler, Dede Sultanlar, Kemaller tutulup idam edil­ dikleri, tabilerinin hepsi kılıçtan geçiı1ldiği halde hülyalar arasıra nüksediyor. Onlardan yadigar kalan yanlış ve asılsız fikirler vebalı bi­ rer sıtına gibi Anadolu'yu zaman zaman sarsı­ yor ve baştan nihayete kadar yine kırnıızı kan nehirlerinin akmasına sebebiyet veriyor. Bugün, "beynelmileliyet" fikrinin intişarı müthiş ve kanlı fenalıklara doğrudan doğruya sebebiyet vereceği düşünülemez. Lakin, bu fi­ kir nereye girerse orasını mahv ü peı1şan ede­ cektir. Bizim memleketimizde nasıl olacak? Harici düşmanlarımız malum! Bütün Av­ rupalılar. . . Bütün komşularımız. küçük hükü­ metler.. . Bunlara karşı biz nasıl mukavemet ediyor. nasıl mevcudiyetimizi muhafaza ediyo­ ruz?

1- Maddi kuvvetimizle ... Manevi kuvveti­ miz olan şekirnemizle . . . 2- Vatandaşlarımızdaki "vatan" aşkı ile... 3- Taı1himizln ruhumuza yadigar bıraktı­ ğı metanet ve cesaretle, milli gurur ve milli fe­ dakarlıkla . .. 4- Terakki etmek, yani kuvvetlenmek için fütur bilmeyen gayret ve tehalükümüzle ...

Bir milyonluk bir ordumuz var... Bütün Balkan hükümetleı1yle. Bulganstan. Sırbistan,

Karadağ, Yunanistan hükümetlerinin hepsiyle bir anda muharebe etıneğe kifayet edecek kuv­ vetimiz ve iktidarınız olduğunu "erkan-ı harbi­ ye"miz beyan ediyor. Bu komşuların üzeı1mize hücumunda Avrupalı dostların hücumu hesa-

28


ba katılmıyor. Çünkü bir menfaat kazanamaz­ lar ve kendi aralarında anlaşamazlar. Komşu lannuz Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Yuna­ nistan hükümetleri, saklamağa lüzum yok, bi­ zimle muharebe etmeğe cesaret edemiyorlar. Eğer galip olacaklarına biraz kail olsalar ittifak etmeleri ve bir anda üzerimize hücum eyleme­ leri işten bile değildir... Bu komşular. muhare­ be yapamayacaklarını anlayınca hileye sülük ediyorlar. - .Osmanlıları zayıf düşürelim, diyorlar. Bitmez tükenmez çeteleriyle, memleketimizin içinde tesis ettikleri gizli teşkilatları ile bizi ta­ ciz ediyorlar. Çeteleri dağlarda gezerken me­ murları sokaklarınlıZda baston sallıyorlar. Çe­ teleri köylerde adam soyar, öldürürken şehir­ deki haydutları yalan havadisler, iftiralar uy­ duruyorlar. Avrupa gazetelerinin muhabirlerini para ile elde ediyorlar, aleyhim.izde bühtanlar yazdırıyorlar. Bin türlü asılsız şayialarla hep bir heyecan, bir ihtilaf yaratmağa çalışıyorlar. Fakat sa'yleri bizim zaafımıza değil, kuvvet bulmamıza sebep oluyor. Biz, tehlikeyi daha iyi görüyor ve uyanıyoruz. Çetelerin, çetecilerin hareketleri bir münebbih gibi tesir ediyor. Ya­ şamak için galip olmak, galip olmak için kuv­ vetli olmak icap ettiğine iki kere iki dört kadar yakın peyda ediyoruz. Avrupalılara gelince, bunlar komşularımız gibi doğrudan doğruya vatanımızın toprağına göz dikmemişlerdir. Bizim seıvetimizi çalmak, bizi çalıştırıp kendileri kazanmak isterler. Va­ tanımıza kendi "milli" maariflerinin neşr'ine gayret ederler. Maariflerinin intişar ettiği yerle­ ri benimsemişlerdir. İtalyanlar Trablusgarb'ı ve Arnavutluk'un bir kısnunı, İngilizler Irak'ı, Fransızlar.Surtye'yi zaptetıneyi hülya ediyorlar. 29


Lakin, çete ile. ihtilal ile değil... Maarif silahıy­ la ... Onlar jandannalarımızı, zabitlerimizi

memurlarımızı,

katletmiyorlar. Lakin oralardaki

milliyet ve asabiyeti boğuyorlar. Yerlerine kendi milliyetlerini ikame ediyorlar ve buralara "nü­ fuz mıntıkası" diyorlar. Sulh silahıyla yaptıkları bu "istila" muha­ rebesinde en büyük düşmanları nedir? Onlar silah kullannuyorlar ki

askerden,

kuvvetten

korksunlar... Karşılarında hayal meyal bir göl­ ge, bir heyula var. Bu, vatan aşkı. milliyet fikri, milli asabiyet! Ya o bütün, o kadar milyonlar sarfederek vücuda getirdikleri müesseselere boykot yapılır, nüfuz ve mıntıkalarının ahalisi yine asıllarına. milliyetlerine, Osmanlılığa dö­ nerlerse. işte onları titreten ihtimali Şayet böy­ le milli ve asabi bir hareket vuku bulursa o ka­ dar iktisadi, siyasi, içtimai menfaatlere veda et­ mek icabedecek. O halde ne yapsınlar? .. Bu heyulayı öldürmek için ne yapsınlar? Pek kolay, yine silaha, bombaya lüzüm yok.. Biraz para kafi, bir heyulayı katledecek buda­ lalar bu memlekette az değil... Milliyet fikrini, vatan aşkını neyle ifna et­ meli? "İnsaniyet" fikrinin tamimiyle ... "Beynel­ milel gizli cemiyetler"e muavenet etmekle, onla­ rın sa'ylerini teshil etmekle... "İnsaniyet" fikri, "beynelmileliyet" fikri inti­ şar edince tabii vatan aşkı. milliyet, asabiyet kalmaz, milli ruh, Osmanlılık ruhu kuvvetsiz kalır. Kendi milliyetine malik olmayan fertler de yavaş yavaş "nüfuz mıntıkalan"nın sultanla­ rına tabi olurlar. Milliyeti, asabiyeti, vatanı olmayan kozmo­ polit bir halk hiçbir vakit onların iktisadi yağ-

30


malanna, iktisadi itisaflanna. siyasi tahak­ kümlerine muanz olamaz, esir olur. Mahvolur, tarihlerden silinir. İşte "insaniyet" ve "beynelmileliyet" fikrinin bizi sürükleyeceği uçurum!... İnsanlar,

daima

kusurlarını

saklarlar.

Bunda muvaffak da olurlar. Lak.in, zamirlerini, hafı maksatlannı (arriere pense) gizlemeye mu­ vaffak olamazlar. Dikkat ediniz, bir adam yalan söyleyeceği vakit yemin eder ve kat'iyyen doğru söylediğini temin etmeğe çalışır. En dehşetli bir garazla yazılmış çirkin ve kirli bir makale yine garazcı bir gazete tarafından neşrolunur. Gaze­ te, karilerini kendi bitaraflığı için iknaya kalkı­ şır. "Bir taraf olduğumuzdan vartd olan şu ma­ kaleyi neşre mecbur oluyoruz" der. Halbuki, o makaleyi yazdıran yine o gazetedir. Ve bu. bita­ raflığını Han etmekteki tehalükünden pek ça­ buk anlaşılır. "Beynelmileliyet"cı cemiyetler de, hafı mak­ satlannı ilk sözlerinde ifşa ederler: - Biz, siyaset gibi insanları hileye. şer'e sevkeden. insanları birbirinden ayıran, aralan­ na nifak tohumlarını eken şaibeden muarrayız. Biz insaniyet. maaliyet. ahlak ve fazilet için ça­ lışıyoruz. Kahrolsun siyaset ve siyasetçiler! .. ye

Halbuki. biraz düşünüp sonra hükmetme­ muvaffak olabilen. bu kurnaz "İnsani­

yet"cilertn hafi ve maçhul maksatlarını. haber­ leri olmadan, nasıl haykırdıklarına dikkat eder! ''İnsaniyet''cilerin,

''Beynelmileliyet"cilerin

hafi maksatları nedir? Bunu. o kadar düşün­ meye ihtiyaç var mı? Vatanımıza bütün Avru­ palılar, komşularımız olan küçük hükümetler el atmış ve kimi bizi maddi sukut, maddi zaafa sevketmeğe çalışıyor, kimi manevi sukuta. ma­ nevi zaafa ...

31


Vatan için beslediğimiz o yüksek ve hiçbir şeyle değişilmez büyük aşk! Terakki etmek, ya­ nı kuvvetlerunek için fütur bilmez gayret ve te­ halükümüz!. . Tarihimizin, dedelertınizin bize vasiyetleri!.. Kahraman ruhumuz, büyük Os­ manlı ruhu! Bu büyük ruh uyuşur, suküt ederse, ma­ nevi hastalıklar içimizdeki vatan aşkını söndü­ rür. Kuvvetleruneyt ihmal edersek ne olacağız? Düşmanlarımıza şikar... Bir millet için, bir vatan için manevi hasta­ lıkların en müthişi, en korkuncu "insaniyet" ve "BeynelınJleliyet" filmdir. Garptaki alimlerin, hükümet adamlarının, mütefenninlertn ekseri­ si bu fikrin üzerinde ittifak etmişlerdir. Biz, on­ ların sözlerini işiterek uyarunağa gayret etmez miyiz? Evet, en büyük maraz "İnsaniyet" ve "Bey­ nelınJleliyet" fikirleridir. Bunlar intişar ederse vatan mahvolur. Biz başka milliyetlere kalbo­ lur, erir, tarihten silinırtz. Hariçten vatanımıza ithal edilmek istenilen bu meş'um fikirler veba­ lardan, taunlardan müthiş bir afettir! Bu afetten masun kalmak için ne yapalım?

Ey ali bir mektepten çıkan genç! Sen oku! Anlayarak oku! Avrupa'nın yenı ve büyük mü­ tefekkirlerinın yazdığı eserlere bigane kalma . .. Fen ve felsefe sci.ikin olsun! Hayat ve tabiattaki "Mücadele"nin içtimaiyattaki tesirini tetkik et, anla, hakikata düşman olma ...

Ey vasati bir tahsil gören, hevesli, asabi, narin, zeki genç! Önünde çiçeklerle örtülmüş duran karanlık uçuruma o kadar istical ile koşma.

Her

gördüğün parlak şeye kapılma.

Sen, daima yanlış ve manasız gölgelere meftun olacaksın. Kendini zaptet. Çalış. Oku, bir şeyi

32


kabul etmezden ewel düşün. Ve aklında tut ki milliyetine, vatanına ihanet etmek kendını mahvetmek demektir. Vatanını sev, esaslarını unutma. vatanının tarihini oku, içinde yaşadı­ ğın zamanın siyasi cereyanlarından haberin ol­ sun, ki yanılmayasın... Ey hiç okumayan, anlamayan, düşünme­ yen havai genç! Sen de dikkat et, aldanacak ve esir olacaksın. Okumaya, anlamaya gayret et. Hiç olmazsa vataıunı sev! Sana kendi vatanın­ dan. kendi milliyetinden başka muhabbet edi­ lecek şeyler gösteren şeytanlara i naruna. onla­ rın zehirli ağlarına kapılma ... - O halde biz ne yapalım? diyeceksin.iz, değil mi? Ey "İnsaniyet" fikrinin gizli ncişirleri, ey "Beynelmileliyet"ciler... Siz de modası geçmiş entrıkalı hayallerinizi kendin.iz için saklayınız! Şark kavimlerini ezen, şarkta insanlığı ayak albna alan, şefkat ve merhamet­ ten pek uzak olarak medeni haydutluklar ya­ pan, kendilerinden olmayan bütün insanları esir etmek, kahretmek isteyen AvrupaWara bir­ birinizi kabul ettiriniz. Eğer onlar memleketle­ rini zaptetmeye uğraşbklan kavimlerin insan olduklarını, bir hakka malik olduklarını teslim ederlerse büyük harp ihtimallerinin yansından ziyadesi mahvolur. Halbuki siz, bu kendilerin­ den olmayan kavimleri yutmayı, ezmeyi. mah­ vetmeyi bir vazife bilen Avrupalıların emelleri­ ne hizmet ediyorsunuz. Onlar maddi ve iktisadi hücumlar yaparken siz manevi hücumlar yapı­ yor, birtakım zavallıların ruhundaki vatan aş­ kını, milliyet fikrini, ırki gururu katletmege ta­ saddi ediyorsunuz. Yaldızlı kelimelerin.iz, par­ lak nutuklannız. fazilet boyalarıyla süslenmiş ahlak efsanelerin.iz ancak budalaları aldatabi­ liyor. 33


Siz meyus oluyorsunuz. Ve Türkiye'de rastgeldiğinJz bu vatan aşkı sizi kudurtuyor. Avrupa'da gazetelertnJz bizim için: - Hain şovenler! diyor. Sanld. kendileri "Beynelmileliyet"ci imiş­ ler gibi... Onlar da şoven... Hem kendi vatanla­ rında, kendi muhitlertnde değil. bizim memle­ ketimizde, bizim kendi muhitimizde! Bizim, kendi milliyetlerini kabul etmemizi en hainane bir şey telakki ediyorlar. Fakat biz, 'Yeni Hayat"cılar, meyus olmu­ yoruz ve meyus olmayacağız. Her şeyden evvel neşredeceğim vatan aşkı; vatan fedakarlığıdır! Bu mukaddes ve selametimize kafil olan hisse muhalif olan cereyana muhalifiz. "İnsani­ yet"cilik, "Beynelmileliyet"cilik hareketlertni mukaddes vatan için en müthiş bir afet adde­ deriz. Avrupa'da alimler. mütefenninler kendi va­ tanlarını kurtarmak için bu muzır fikirlerin mahiyetini nasıl yorulmayarak teşrth ve tahlil­ de devam ediyorlarsa biz de şimdiden sonra öy­ le yapacağız. Böyle vahi ve ham hayallerle saf, düşüncesiz gençlerin karşılaşmasına mani ola­ cağız. Türkiye'deki hakiki gençlik son derece kuvvetli ve vatan aşkıyla meşhundur. Onlar, sefil entrtkalann. rengin maskeleri olan "Bey­ nelmileliyet"ciliğe asla aldannıazlar. Onların her şeyde, her vakit, her yerde düşündüklert bir şey var:

Vatan! Yalnız vatan ... Türkiye'deki kuvvetli gençlik bilir ki, "Sulh" ve "Asayiş" muhabbeti kendisi için

34


ölümdür. Avrupa'dan kovulmak istenilen ma­ nasız

hayallerin

kıymetsizliğini,

mazarratını

takdir eder. Nihayetsiz ve irsi bir cidalden iba­ ret 'Olan hayatta biraz miskinliğin, biraz buda­ lalığın bütün vatanı mahv uçurumuna sürük­ leyeceğine kaildir. Harbi seven milletler itila etmiş, hatta bi­ raz olsun sulh ve sükun için ham hayaller bes­ lemiş olan kavimler. hemen mahv ü perişan ol­ muşlardır. Bu kuwetli gençliğin muharriki ta­ rih ve mazi, saiki itila ve istikbal mefkuresidir. Bu felsefenin esası budur: "En celi hikmet: ezmeyen ez111r." Fakat, ey "İnsaniyet"ci, ey "Beynelmileli­

yet"ci efendiler! Hepiniz bir araya gelseniz bu­ nun aksini isbat edebilir misiniz? Tarih kanlı ve sayılmaz sahifeleriyle, hal; sükun bulmaz mücadeleleri, ihtirasları, garazları, hücumları ile birer mü cessem ve hakiki natıkalardır. Bel­

ki sizi tekzib eder. Sizin renkli ve aldatıcı ha­ yallerinize, afyon sarhoşluklanndan daha mü­ nasebetsiz olan köhne hulyalarıruza güler ve: - Yalan, yalan! Bunların hepsi budalaca yalanlar! diye haykırır. Siz bu kadar sarih ma­ nasızlık karşısında yine dönmez, anlamayanla­ rı. düşünmeyenleri iğfale çalışırsınız. Ve yazık o budalalara ki, sizin ham hayal­ lerinize, muhla hülyalannıza, sun'i ve gülünç peygamberlerinize aldanır, gizli cemiyetlerinize girer, kendinizce bile malum olmayan gizli ga­ yeleri

takip

Gustave

eder.

Biz,

Flaubert'in

şu

o

zavallıların

sözünü

haline,

hatırlayarak

müteaccip değil, fakat yalnız müteessif oluruz: " .. .İnsanların

hayvanlığına

tur."

35

nihayet

yok­


Bir İhtar Masonluğun aleyhinde yalnız biz bulun­ muyoruz! Bizden ewel de bazı gazeteler bu· yol­ da yazılar yazdılar. .. Fakat onların hücumda aldı.klan tavır. meslek ve mefkurelerden ziyade şahıslan düşürmek için bu cidale giriştiklerini gösterdi. Tekrar kariler1m1ze söyleyelim ki. biz avam mantıkçısı değiliz! Biz. gayeleri meçhul gizli ve beynelmilel cemiyetlerin vatan ve milli­ yet fikirlerine vuracağı darbeyi defetmek. onla­ rın memleketimize hazırladığı felaketlerden iç­ tinap etmek istiyoruz. Bu "BeynelınJlel" cemi­ yetlerin muzır gayeleri ne olduğunu bilmiyoruz! İhtimal ki zannettiğimiz kadar muzır ve mühlik değildir ve ihtimal ki zannettiğimizden daha muzır ve mühllktır! Biz. yalnız aşikar olarak aleme gösterdikleri "BeynelınJleliyet" gayesini bütün mazarratlanyla teşrih ve husule getir­ dikleri fırtınaları tetkik etmeğe çalıştık. Ve 'Va­ tan" fikrinin kuwetini muhafaza için bu gibi muzır tezahürleri ezıneğe daima çalışacağız. ..

Genç Kalemler Tahrir Heyeti 22 Temmuz 1 327 (191 1 ) SELANI K RUMELi MATBAASI (Genç Kalemler Tahrir Heyetinin, Ömer Seyfettin­ Ziya Gökalp-Afi Canip Yöntem'den oluştuğu san ılmakta­ dı r. )

36


MİLLİ TECRÜBELERİMİZDEN ÇIKARILMIŞ AMELİ SİYASET

M eşrutiyet'ten ewel derin bir uykuya dal­ mış olan Türkler On Tenunuzda şedid bir sar­ sıntı ile uyanınca şaşaladılar. Bu pek tabii idi. Saatlerce uyuyan bir adam daha uykusuna kanmadan uyandırılırsa ne yapar? Kendini toplayamaz. Sebepsiz bir korku ile ürker. Göz­ lerini oğuşturmak ve davranmak ister. Hasılı aptal bir mahmurluk ... On Tenunuzdan sonra geçen bir ay muvazenesiz bir sarhoşluktan başka bir şey değildir. Her sokak başında bir nutuk irad olunuyor, herkes "uhuvvet, müsa­ vit" şiarlarına sahih nazariyle bakarak söyle­ diğinin manasını pek iyi bilmeyen hatipleri bü­ tün kuwetleriyle alkışlıyorlardı. Mazi, tarih. örf, muhit, din, adet, ana'ne, temayül vesaire tamamiyle ihmal olunuyor, hatta en alimler bi­ le bu içtimai esaslan hatırlatmıyorlardı. İstib­ dat zamanında Avrupa'da çalışan Genç Türkler muvaffakıyet kazanmak için milliyetperverlikle­ rini saklıyorlar, Avrupa'nın ve Türk düşmanla­ rının pek hoşuna giden "Tanzimat" mevhume­ sine sarılıyorlardı. Yapılmak istenilen inkılabı sözde yalnız Türkler yapmıyorlardı; bütün Os­ manlılar . . . yani Rum, Bulgar, Sırb, Ulah, Ya­ hudi, Arnavut, Ermeni ve cttger Osmanlılar... On Tenunuzun adı "Osmanlı inkılabı" idi. Ar­ navutlar bu hareketten kendilerine yine milli bir şeref çıkarıyorlardı.

37


Meclis-i Mebusan açılınca milletin gönder­ diği adamlar görüldü. Bu bir papatya tufanı idi. Sarık, sarık . . . Fakat bu sarıkların sahipleri değişmişlerdi. Onlar da

"müsavit ve uhuvvet"

şiarını sahih zannediyorlar ve asla taassublan­ nı belli etıniyorlardı.

mevhumesi

"Tanzimat"

bütün gözleri kör, bütün kulakları sağır etmiş, vicdanları uyutmuştu.

lük, Türkiye"

"Türk, Türkler, Türk·

kelimeleri ağza alınmıyor. hatta

en muktedir muharrirler

ye Avrupalıların

"Memallk-i Osmanr• "Türkiye" dediğine kızıyor ve

Türkiye'de hiç Türk olmadığını iddia ediyorlar­ dı.

Uzun

bir

sekriyle

"Tanzimat"

uyumuş,

gayr-ı milli ve rerıksiz bir maarifle yetiştirilmiş halk ikiye ayrıldı: Muvafık, muhalif... Hiçbir emel. hiçbir mefkure yoktu. Taarruzi veya te­ dafüi hiçbir emelle, hiçbir fikirle birbirine bağlı olmayan Türkler ferdi arnularla harekete başla­ dılar. Meşrutiyet namı altında feci dramlar oy­ nanıyordu. Sırpların,

Halbuki

Rumların,

Ermenilerin,

Bulgarların,

Anıavutlann

milli

mefkureleri, milli edebiyatları, milli lisanları,

milli gayeleri , milli teşkilatlan vardı. Ve bu mil­ letler gayet ku rnazdılar.

"Biz samimi Osmanlı­

yız . . ." diye Türkleri kandırıyorlar, Türklere li­

sanlarını, edebiyatlarını, hatta fenni kitaplarını

bozduruyorlar, hatta coğrafya ve tarih kitapla­ rından

kelimelerini sildiri­

"Türk ve Türkiye"

yorlardı. Türkler kendi milliyetlerini inkar ede­ rek Osmanlılık mevhumesine düştükçe bilakis bu Hıristiyan unsurlar Patrikhanelerinin etra­ fında emsali görülmemiş bir salabet ve hami­

yetle toplanıyorlar ve milli vahdetlerine daha bariz bir şiddet veriyorlardı. Genç Türkler Hıristiyan unsurların bu iki yüzlülüğünü

sezmekte

gecikmediler.

seslerini çıkaramıyorlardı.

38

Boşo

ve

Fakat

Kozmopo-


ildi gibi zeki, kurnaz. yılmaz Yunan komiteci­ leıi Mebusan kürsüsünde fesat kopanyorlar,

zavallı Türkler de -onların mefkfırelerinden, gayelerinden gafil- bu din ve kan düşmanlarını alkışlıyorlar, alkışlıyorlardı. Halkın, avamın gafleti münevver kısmında da görünüyordu. Vakıaların lisanı ne kadar beliğdir! Balkan fe­ laketlerinin nasıl üzeıimize yıkıldığını, nasıl perişan olduğumuzu bir dakika düşünürsek hepsini anlarız. Genç Türkleri düşürmek için vasi l;ıir faaliyetle kuduran Boşo ve Kozmopo­

lldi Efendileri gayesiz, emelsiz, taassubsuz, mefküresiz Türkler gayet büyük vatanperverler gibi alkışlarlarken onlar hempalaıiyle beraber "Mukaddes Balkan İttlfakı"nı, bu son asır

"Sallblyiin" ittihadını teşkil ediyorlardı. Bizi Rumeli'de gafil avlayan bu uğursuz ittifakın te­ melleıinin Türkiye'de kurulduğunu felaketten sonra anladık. Evet bütün halk -yalnız hainler ve budalalar müstesna- beş senedir nasıl gaf­ let sahasında çırpındığını anladı. İhmal olunan milliyet, ihmal olunan din esaslarına doğru bir temayül baş gösterdi. Genç Türkler, mektepli­ ler, şairler milliyetlerinden, Türklüklerinden, mazinin şanlarından, asaletlerinden bahse başladılar. Hatta İzmir'de sırf milli Türk mek­ tepleri �esis olundu. ''Yeni Lisan" ceryanı ken­ di kendine ilerledi. Müesseselerin, cemiyetle­ rin, isimleri ve maksatları Türkleşti. Felah gü­ neşi görünüyordu. Napolyon'un darbesinden sonra Almanlar neye sarılmışlardı? Felaketle­ rinden sonra Avrupa milletleıi, sonra Yunanlı­ lar, Bulgarlar, Sırplar, Romanyalılar, Arnavut­ lar hangi bağa sarılmışlardı? Milliyet bağına. . . Türkler hatal arını anlamaya başladılar. Tanzi­ mat sarhoşluğuyla unuttukları milliyetlerini nihayet hatırladılar.

39


Milliyetsiz, Tanzimatçı. mefkuresiz politi­ kacılar Türklükte bir dinsizlik olduğunu fısıldı­ yorlar. gayr-i milli ulemanın garazını ve taas­

subunu kınuldatıyorlardı. Halbuki dinsiz bir mlllet olamazdı. Milliyet esasını kabul eden mutlaka din esasını da kabul edecekti. Din ve milliyet adeti birbirinin birer "14zım-ı gayr-1 müflrık"ı idi. Bu itirazlarının boşluğu­ nu, hiçliğini gören Tanzimatçı politikacılar bu sefer Türklüğü irtica farzetuler. Ve "Altaylara doğru . " diye eğlenmeye başladılar. Ve ne ga­ .

riptir ki Türkiye gibi filli bir Türk diyarında Türk tarihi gazetelerle inkar olundu. Fakat kurtuluş güneşi, boz bir kurt gibi, önümüzde yükseliyordu. Politikacılar milletin c1ni uyanışından ürktüler.

Hele "Osmanhhk" perdesi altında başımıza çorap ören hainler bütün bütün düşünceye daldılar. Uyanan Türklüğün kuvvetini onlar çok iyi biliyorlardı. Daima yokluğunu tekrar ederek yok etmek is­ tedikleri unsur "Ben varım" derse hainlerin kendi mefkfırelerine veda etmeleri icabediyor­ du. Bunların akıllılan:

- Ah kabahat bizde diyorlardı, b� bu ka­ dar milliyetimizde mutaassıp olmasaydık onlar yine eskisi gibi milliyetsiz ve gayesiz yaşayacak, dağılıp perişan olacaklardı. Fa­ kat bize baktılar. Onlar da milliyetlerinin et­ rafında toplanıp kuvvetlenmeye başladılar. Lakin, bizim Türklerin kendi milliyetlerine karşı bu iştiyak ve temayüllerine yine inanamı­

yorlar ve başlarını sallıyorlardı:

"Türkler (gel geçtir), bu milliyet sevdası da geçecek, biz yine aldatmak için karşımız­ da Osmanlı vatandaşlarımızı bulacağız ..." Şimdi başlarını sallıyor ve düşünüyorlar.

Gördüler ki milli cereyan. Türklü k hareketi pek

40


esaslı, pek ciddi, hatta pek ilmi ve halkidir. O kadar ki birkaç sene ewel olduğu gibi bir gü­ rültü, bir skandal çıkaramıyorlar: "Siz Türk olursanız biz de Osmanhlı.ktan çıkarız . . ." di­ ye çocukça tehditlere kalkışnuyorlar. •

Mevzuumuzu iyice izah için Türkiye'nin nüfusundan, Türkiye'de ne kadar Türk oldu.:. ğundan bahsetmek lazım geliyor. Düşmanları­ nuz sıkılmasalar: - Türklye'de hiç Türk yoktur, diyecekler. Fakat müesseseleri, Türkçe konuşan kalabalığı inkar etmek kolay mı? Nihayet Türkiye'de Türklerin nüfusunu beş altı milyona çıkarırlar ve dudaklarını bükerler. Ve bu azlığa Türkler de inaıunışlardır. Hatta bazıları:

- Biz Türklügümüzü lnkıtr etmesek, memlekette pek azız, halimiz ne olur? der­

ler. Fakat madem ki rakam vaTdır, düşmanları : mızın uydurduğu azlığa inanmamalıyız. Vakıa hükümetin resmi ve mükemmel istatistikleri yok. Amma bizim de gözümüz ve haritamız var. Türkiye'de kesif ve toplu olarak ekseriyeti iki millet teşkil eder: Türk. Arap. .. Bu iki milletin içinde adetçe en çoğu Türk­ tür. İstanbul, Edime, Bursa, Kastamonu, Kon­ ya, Ankara, Trabzon. Sıvas, Aydın, Adana vila­ yetlerinin ahalisi bütün bütün Türk Müslü­ mandır. Bu vilayetlerin hepsi birden hesap olu­ nunca yüzde beşi gayr-ı Türk ve Hıristiyan ahali çıkmaz. Mamfıretü'l-Aziz, Diyarbakır, Er­ zurum, Van, Bitlis vilayetlerinin ne kadar şehri varsa birçok köyleriyle beraber ırkça, lisanca, adetçe ve dince Türktür ve Türklerin adetleri bu dört vilayetteki bütün Ermenilerin adedin­ den çok, hem pek çok fazladır. 41


Çokluk ve kesafetçe ikinci derecede Arap

gelir: Halep vilayetinin yansından ziyadesi, hu­ susiyle

şimal

tarafları

tamamiyle

Türkoğlu

Türktür. Bunu kimse inkar edemez. Şam, Bey­

rut, Hicaz, Yemen, Bağdat, Basra, Musul vila­ yetleri Araptır. Fakat bu vilayetlerde de mühim bir Türk nüfusu vardır. Mesela Bağdat'ta hala Türkçe konuşup Araplaşmayan Türk mahalle­ leri vardır. Kerkük şehri ve köyleri tamamiyle

Türktür. Türkçe konuşurlar. Ve Türkçeden maada katiyen başka bir lisan bilmezler. Türk ve Müslüman olmayan unsurlar pek azdır. Bunlar da: Rum, Ermeni ve Yahudilerdir ki, son derece dağınık bulunurlar, Ermenilerin şark vilayetlerinde nisbeten kesafetleri varsa da yine Türklerden azdırlar. İstanbul'da ve Anadolumuzun sahillerinde biraz Rum bulu­ nur. Fakat bunlar son derece mutaassıp ve milliyetperver olduklarından gürültüleri ve id­ dialarıyla hakiki adetlerinin çok fevkinde görü­ nürler. Yahudiler İstanbul'da, İzmir'de ve diğer ba­ zı büyük şehirlerde ayn birer mahalle halinde yaşarlar. Bütün Türkiye'nin nüfusu -en az, en az­

otuz milyondan ziyadedir. Ahalisi en kalabalık olan vilayetler İstanbul, Edime , Adana. Bursa, Sıvas, Kastamonu, Ankara, Trabzon, Aydın

Konya gibi yüzde doksan altısı Türk olan vila­ yetlerdir. 1 İşte Türkiye'nin nüfusu:

1 ) Son coğrafya kitapları nda' Anadolu'nun Şimali l rak'la beraber nüfusu 1 9-20 m ilyon ve bütün Arabistan'ın 9-1 0 milyon gösteriliyor. Arabistan'da henüz nüfus tahrir olunmam ıştır. Ve bu m ümkün değildir. Çünkü ekseriyet hala bedevi ve kabile hayatı geçirir. Arabistan'da muhit ve arazi bu m illetin muasırlaşmasına manidir. (1 9 1 4 yılında) 42


1 6 milyon Türk 9 milyon Arap 1 , 5 milyon Rum 1 ,5 milyon Ermeni Yahudi. yanın milyon bile yoktur. Bundan başka Araplarda tahavvül kaabili­ yeti

pek

azdır.

Otuz

kırk

asırlık

ibtidai

an'aneleıini ve adetleıini hala büyük bir mu­ habbet ve taassubla muhafaza ederler. Bu rakamlar asgari br adet gösterir. Bir­ çok ecnebi coğrafya alimleri Türkleri on dört milyon olarak yadederler. Araplann kesif bulunduğu vilayetler: Suri­

ye, Filistin, Hicaz. Yemen. Bağdat ve Basra'dır.

Bu altı vilayetin nüfusu azami olarak 9 milyo­

nu geçmez.

Son derece hayalperver, fakat son derece

milliyetperver ve hama.setli olan Rumlara gelin­

ce, adet bahsinde bunlar hiç rakama ve istatis­ tiğe yaklaşmazlar. En insaflısı Türkiye'de on milyon Rum olduğundan bahseder ki, mübala­

ğanın bu derecesini salim bir akıl kabul ede­ mez. Rumların nisbeten çokluğu İzmir'de, İstan­ bul'da ve Adalardadır. Adalann mühim kısmım

kaybettik. Kalanlanyla İstanbul'un ve İzmir'in·

Rumları asla iki milyonu geçmez. İşte hükü­ metin, nüfus dairesinin istatistikleri. . . İsteyen gidip tetkik edebilir. Ve Anadolu şehirleıinde Rumlar bir veyahut ikişer mahalle halinde bu­ lunur ve

hepsi ticaretle

uğraşırlar.

Araziler

yoktur. Bizim memleketimizde çiftçi Rum sınıfı mevcut değildir. 2 Fakat yine tekrar edelim; Rumlar son dere-

2) Varsa devede kulak mesabesindedir. 43


ce milleyetpeıver. mutaassıp ve iddiacı olduk­ larından üç tanesi bir Türk köyüne. bir Türk şehrine gitseler hemen çocuklarını okutmak

bahanesiyle bir papaz getirtirler. Ve akıllan sı­ ra

"Büyük Bizans İmparatorluğu"nun

selah­

peıver pişdarları olurlar. Anadolu'nun içinde hatta bir tek Rum bulunmayan birçok şehir vardır. Ermenilere gelince: Bunlar Anadolu 'ya Rumlardan daha ziyade dağılmışlardır. Fakat adetleri asla iki milyonu geçmez. İhtilalcilerin

"Ermenlstan"

tesmiye ettiği yerlerde bile adet­

çe Türklerden azdırlar. Mantıken bu unsurun daima Türklerle bir olması icabeder. Çünkü Rumlar gibi Türkiye'nin haricinde "Milli

vatan"ları

yoktur.

blr

Rusya'daki kan kardeşleri

en müthiş i'tisaflar altında ezilir. Sibirya'da sü­ rünürler. Türkiye'dekiler son zamanlara gelin­ ceye kadar Türklere muhip bulundular. Adet­ çe , lisanca Türklüğe en ziyade karışan ve yak­ laşan Ermenilerdi. H atta

Moltke

İstanbul'a se­

yahatinde Türklerle Ermenilerin arasında hiç­ bir fark bulamamış ve Ermenilerin ayn bir mil­ let olacağına ihtimal verememişti. Seyahatna­

mesinde: "Türkler İslAm ve Hırlstlyan olmak üzere lld kısımdır. Hırlstlyan Türklere 'Er­ meni' nlmı veriyorlar'' diyordu. Zaman geç­

tikçe Hıristiyan ruhiyle Ermeniler de bizden ay­ nldılar. Bulgarları . Sırpları. Rumları. Arnavut­ ları taklit ettiler.

Bugün

Ermeni

ihtilalcileri

Türkiye'nin ve bütün dünyadaki Türklerin en korkunç ve mutaassıp düşmanına. Rusya'ya hizmet ederler. Meşhur Tü rk düşmanı İngiliz

Baldston

Makedonya'yı

bitirince Rumlar ve

Bulgarları bıraktı. Şimdi eline Ermenileri aldı. Hatta Rusya hududunda bir de seyahat yaptı. Ermenilerin Türkiye haricinde milli vatan44


lan olmadığından ergeç, yanı Türkler kuwetle­ nince bizimle birleşeceklerini , eskisi gibi sami­ mi vatandaş ve sarnımi dostumuz olacağını ümit ederiz. Şimdilik lafı uzatmayalım. "Zayı­

fın dostu olmaz." Türkiye'de ekseriyeti teşkil eden Türk. Arap unsurlarından ve azlığı· teşkil eden Erme­ ni, Rum, Yahudi unsurlarından başka pek az miktarda Boşnak, Pomak ve Arnavut da vardır. Fakat Türkiye'de resmen bu milliyetler yoktur. Ferden bir Boşnak Boşnaktır, bir Arnavut Ar­ navuttur. Tabü mensup olduğu ırkı inkar ede­ mez. Lakin Türk vilayetlerinde oturursa Türkçe konuşmaya. Türkçe okumaya. Türk beldesinin adetlerini kabul ve Türk mefküresini takip et­ meye mecburdur. Ne Boşnaklar, ne de Arna­ vutlar Türkiye'de kendi milliyetlerini iddia ede­ mezler. Şayet Boşnaklar Boşnaklığı seviyor ve "Boşnak" diye Türklüğün haricinde bir milliyet ve tarih yapmak istiyorlarsa mahalli vatanları­ na. Bosna - Hersek'e gitmeli, kendi vatanlanru zapteden Avustuıyalılara karşı bu milliyet gay­ retini gütmelidirler. Hele Türkiye'de kalan bir Arnavut mutlaka Türk emelini. Türk mefkü­ resini takibe mecburdur. Türkiye'de "Arnavut" diye ayn bir milliyet ve mefküre takip edemez. Eğer böyle bir iddiada ise burada. Türk ilinde hiç durmayıp müstakil Arnavut Krallığına git­ meli, kendi milliyetine orada hizmet etmelidir. Arnavutlar, Boşnaklar ve Pomaklar Türk muhabbetiyle kendi vatanlanru bırakarak Türk iline hicret etmişlerdir. Şimdiye kadar içlerinde hiçbiri Türk muhabbetinden. Türk mefküresin­ den ayrılmadı. Türklerle kız alıp kız verdiler. Türk maarifini kabul ederek ayrıca milliyetler ve maarifler çıkarmaya kalkmadılar. Anado­ lu'ya hicret edenler haberleri olmadan Türk ta45


rihine karışmak isteyen, Türk tarihini benim­ seyenlerdir. Türklükten ve İslfunlıktan başka düşünceleri olması mantıki olamaz. "O halde kendi vatanlarını niçin terk ettiler?" suali

varid olur.

Birinci

derecede

ekseriyeti

teşkil

eden

Türk unsurlariyle Arap unsurunun arasında ayrılmak için maddi ve manevi hi çbir sebep yoktur.

"Osmanoğullan"nın

hükumeti

bir

İslam

hükümetidir. Türkler gibi, Araplar da Müslü­ man olduğundan dince hiçbir farkları yoktur. Hükümet ve kanun karşısında Türklerle Arap­ lar tamamiyle müsavidir. Bunun aksini delille­ riyle iddia edemezler. Türklerin milli mefkuresi: Terakki edip, kan kardeşlerini kurtarmak ve nihayet "İttlhad-ı İslAm"ı, yani "İslam Beynel­ mllllyetl"ni vücuda getirip Müslüman milletle­ ri Hıristiyan milletlere karşı müdafaa etmektir. Arapların mefkuresi de bundan başka bir şey değildir. Türk ve Arap kuvvetlemnek için kendi milliyetlerini idrak ile teali etmeleri ve muasırlaşmaları lazımdır. Türkler kendi milli­ yetlerini ihya. kendi tarihlerini hatırlarlarken Arapların da içtimai ve milli tealilerini unutma­ dılar. Arap lisanını resmen kabul ettiler. Milli Arap maarifinin ta'mimi için büyük mektepler açtılar. Türklerin tealisi Arapların tealisi demek ol­ duğunu bilen birçok Araplar vardır ki, bugün bir Türkten ziyade Türkçüdürler. Türkler milli inkişafa mazhar olurlarsa eskisi gibi yine kuv­ vetlenecekler, bütün İslamların başına geçebi­ leceklerdir. Kürtlere gelince. bu unsur az olduğundan Türklerden ayrılığı şimdiye kadar aklına bile getirmemiştir.

Bulunduğu

46

muhit

itibariyle


· Türklerden ayrılırsa Ermenilere yahut Ruslara kanşmaları icabeder ki, böyle bir fikir onlarca en büyük bir hıyanet, en şeni bir cinayettir. Türkiye'nin varlığıyla samimi olarak Türk ve Arap unsurlarının alakası vardır. Türkler ve Arapların mefkurelerinde büyük farklar yok­ tur. Dilden sonra en mühim içtimai müessese dindir.

"Din"

müessesesi bu iki unsuru ayrıl­

maz bir tarzda bağlamıştır. Azlığı teşkil eden Rumların, Ermenilerin milli mefkureleri de gizli değildir.

Rumlann milli mefküresl: Yunanistan tarafından İstanbul zapt olundu kta.Il sonra es­ ki Büyük Bizans İmparatorluğu'nu teşkil ve Türkleri "Kızılırmak" nihayetinin sağ tarafına atmaktır. . . Milli edebiyatları, milli maartfleri, milli şarkıları, hatta bütün gazeteleri, risaleleri bu uzak hayali terennüm eder.

Ermenilerin milli mefküresl:

Adetçe azlı­

ğı teşkil ettikleri halde hayati bir cür'et ve ede­ bi bir maharetle "Ennenlstan" nanunı verdik­ leri şarki vilayetlerde Rusya'run muavenetiyle

"muhtariyet"

elde etmek ve Dikran'ın hükü­

metini teşkil ile Türkleri

"Kızılırmak"

nin sol tarafına atmaktır.

nihayeti-

·

İşte Türkleri en aşağı dokuz yüz, bin sene­ lik öz vatanları olan Anadolu'dan çıkarmaya çalışan iki emel, mefkure . . . Fakat biri Anado­ lu'nun ortasından geçen Kızılırmak'ın sağına, biri yine bu ırmağın soluna atmak istiyor. Bu iki mefküre hakikat olursa Garb Türkleri, yani Osmanlı Türkleri tamamiyle mahvolacaklardır. Yirminci asra

"Milliyet asrı"

diyorlar. Bu

ali cerayının darebanını kalbinde duymayan

"mağşiişü'l milliye" birtakım "sözde Türk­ ler" bu söylediğimiz mefkurelerin yalan oldu­ ğunu, bizim uydurduğumuzu iddia edecekler-

47


dir. Hayır. . . Bu mefkureler milli edebiyatlarla, kavmi iştiyaklarla. ali kahramanlarla, sayısız fedakarlıklarla teessüs etmiş tarihi ve siyasi mefkurelerdir.

Biz Türkler hala uyur, yani

mefkuresiz, taarruzi bir emelsiz yaşarsak. bu mefkürelerin yarın hakikat olacağı şüphesiz­ dir. Bulgar, Sırp, Grek, Arnavut mefkurelerinin nasıl bir hafta içinde hakikat olduğunu unut­ mak bunamak demektir. Yunanlılar Girit'i, Adaları. Makedonya'yı, güzel Selcin.ik'i aidılar. Sırplar asırlık mefkurelerine "Eski ve Büyük

Sublstan" hükümetine vücud verdiler. Bulgar­ lar yedi sekiz asır sonra yine Marmara sahille­ rine indiler. Biz mefkuresiz Türkler Rumeli'de bir sabun köpüğü gibi eridik. Taarruzi bir mefkureyi hedef ittihaz ederek milli inkişafa çalışmazsak, yarın Ermeni ve Rum mefküreleri bizi bir hafta içinde Kızılır­ mak'a dökerek tarihten adımızı silecektir. Türk ve Arap . . . Bu iki dindaş unsurun mefkurece ayrılmalarını icap ettirecek nasıl bir tezat yoksa, iktisatça da menfaatleri ayn ve as­ la birbirine zıt değildir. Çünkü Arabistan coğ­ rafi bir tesadüfle Türk ilinden ayrılmış ayrı bir kıt'a, ayrı bir yarımadadır. Arabistan'ın ayrı li­ manları. yolları, ticaretleri vardır. Ve asla Arap­ larla Türklerin arasında iktisadi bir rekabet ta­ savvur olunamaz. Türklerin zengin olması Arapların fakir kalması değildir. Kezalik Arap­ ların zenginleşmesi Türklere zarar vermez. Bi­ lakis bu iki unsur kendi büyük yurtlarında ik­ tisatça, servetçe yükselirlerse kuvvetlenip bir­ birlerine daha ziyade yaklaşırlar. Arabistan'ın coğrafi vaziyetini bilen Arap mütefekkirleri bu iktisadi hakikate iyice akıl erdirdiklerinden ta­ mamtyle Türk muhibbi olmuşlardır.

48


Bütün Arapların içinde Türkleri ve Türklü­ ğe karşı muhalif ve muanz kalan Amertka'da ve Parts'te hayatlarını geçirmiş birkaç Suriyeli Hıristiyandır ki, Araplık namına fuzuli bir mil­ liyet iddia ederek kubbede gürültüler bırakma­ ya çalışırlar. Arapçağız

Onlara uyan birkaç M üslüman

varsa

da

pek

azdır

ve

adetleri

malumdur. Türklerin milliyetlerini tanıması ve

yalnız Türklere ve Türklüğe mahsus bir milli maarif

(Culture Natlonale)

ibdama gayret et­

meleri Arapları kuşkulandırmaz. Arap müte­ fekkirleri her milletin kendi milliyeti ile, kendi lisanının içinde yaşayabileceğini pek iyi anlar­

lar. Türklerin Türklüğe sarılmaları onlara em­

niyet verir. Ve hiçbir iftiracı artık Araplara:

"Türkler sizi Türkleştirmek istiyorlar''

diyemez. Türkler, Arapların lisanını mahkeme­ lerde hile kabul etmişlerdir. Arapları kavmi ve lisani ihtiyaçlarından, maariflerinden mahrum etmemişlerdir. Türkler yalnız Arapların değil,

hatta kalil bir ekalliyette olan Rumların, Erme­ nilerin, Yahudilerin de kendi lisanlartyle oku­ malarına, kendi milliyetleri etrafında toplan­ malarına müsait davranmışlardır. Avrupa'nın, yani

yetl"nin

"Hırlstlyan Beynelmlll­l

yegane gayesi ve düşüncesi son İslam

hükümetl olan Türkiye'yi ve Türkleri mahvet­ mektir. Bunu anlamamak için tamamiyle kör ve duygusuz olmalı.

"Tamamlye-1 mllllye"miz

temin eden Avrupa'nın yalanlarına inanmak,

onların nazariyelerine itikad etmek -işte gayet doğru ve serbest söylüyoruz- eşeklikten başka

bir şey değildir. Düşmanımızın· emelini bilirsek kendimizi daha iyi müdafaa edebiliriz. Sonra hemşehrilerimiz Hıristiyanlar da Avrupalı Hı­ ristiyanların bu fikirlerini takip ederler. Bunu

anlamak için biraz onların arasında yaşamak

49


kifayet

eder.

Nitekim İzmir'de Hnistiyan bir

müessese yüzbinlerce liralık sermayesinden bir Türke ve bir Müslümana on para borç para vermeyeceğini resmen ilan etti. Bu nedir? On­ ların emellerini, hırslarını haykıran bir mana değil mi? İşte bu dahili ve harici, bu içli dışlı düş­ manlarımız iktisat ve ticaret aleminde ayağımı­ zın altına karpuz kabuğu koyarlarken aramıza fitne ve fesat tohumlarını ekmekten de geri durmazlar. Hükümeti sersemleştirmek için te­ şekkül eden

"mağşüşü'l-mtwye"

gruplar da

paraca muavenet ederler. Onların içtimaalannı taarruzdan masun ve teftiş olunmaz bir hale getirmek için kapitülasyonların bayrağını açar­ lar ve evlerinde muhafaza ederler. Avrupa, Türkleri mahv ve taksim etmek emelinde nasıl muvaffak olacak? Tarih teker­ rürden ibarettir. Başka bir devleti nasıl mah­ vetmişlerse bize de aynı o muameleyi yapacak­ lar. Tarihe bakalım.1 Avrupa nasıl "Lehistan" hükümeUni parçaladı. Bu gayet acıklı bir sahi­ fedir. Fakat ayniyle bize de tatbik olunuyor. Lehistan Cumhuriyetinin birkaç asır ya­ şında bir kanun-ı esasisi vardı. Ve bu gayet hürrtyetperverane idi. Ahali (Citoyen), yani her türlü siyasi hakka ve selahiyete malik

"vatani"

ler addolunuyordu. Bu vatanilerden başka asil­ ler de varrl.ı. Asillerle beraber bütün vataniler kralı intihap ederler, hatta kral intihap oluna­ bilirlerdi. Kral. ölünceye kadar, bir cumhuriyet reisi gibi memleketini idare ederdi. Fakat asil­ zadelerde başka ve fazla bir "muhalefet hakkı" vardı. Bunu kullanınca her şeye mani olabilir­ lerdi. On sekizinci asrın ibtidasında bu asiller çoğalmışlardı. Lehistan'la hudutları olan hükü­ metler. yani Rusya, Prusya. Avusturya terakki

50


etmiş,

hükümetleri

kuwetlenmiş,

yani fazla

zapt ve raht demek olan mutlakiyet usulü tees­ süs etmişti. Lehistan idaresizliğiyle , zaafiyle, zapt ve rabttan mahrumiyetle onların gözüne battı. Ve bu hükümeti tarihten ve haritadan silmeye karar verdiler. Hemen bu üç hükümet dalavere çevirmeye başladılar. Ruslar, Prusya­ lılar, Avustuıyalılar intihabata karıştılar. asillere mahdut

"muhalefet hakkı"nı

Ve

istimal

ettirmeye muvaffak oldular. Lehistan vatanper­

verleri, inkıraz uçurumunu görünce topl anma­ ya başladılar. Anarşiden kurtulmak için başla­ rına Saksonyalı bir kral getirdiler. Ve muhale­ fet hakkını lağvettiler. Varşova'da parlamento­ larını açacaklardı. Lehistan. Litvanya, Rusiyen kısımlarından samimi bir vahdet husule getir­ mek istiyorlar ve Lehistan'ı kuwetlendirmeye çalışıyorlardı. Bu hükümeti mahvetmek iste­

yen düşmanları fütur getirmediler. Hemen Av­

rupa efkarını Lehistan aleyhine galeyana getir­ diler. Sözde Lehliler. Lehli olmayan Ortodoks

ve Protestanlara zulüm ediyorlar, Lehlileştir­

meye çalışıyorlardı. Halbuki hiç böyle bir te­ şebbüs yoktu. Rusya. Avustuıya ve Prusya'nın parasiyle, teşvikiyle Ukrayna Ortodoksları ve şehirli Protestanlar ittifak ettiler. Fakat mak­ satlarını

gizliyorlar

ve

ittifaklarına

Lehis­

tan'daki Lehliler aleyhine yapılan bu hareket. başında

Lehliler

bulunduğu

için

maksadını

çaktımııyor, sözde lağvolunan muhtariyet hak­

kının tekrar kabulünü istiyordu. O vakit Lehli­ lerin

sanki gözleri kör olmuştu. Hiçbir şeyi an­

lamıyor, boşuboşuna bu hareketi alkışlıyorlar­ dı. Nihayet ne olduğunu bilmeden istedikleri şey oldu, vatanperverler Rus askerleri tarafın­ dan öldürüldü. Sözde Lehistan mahut kanun-ı

esasisi ve istiklali himaye olunuyordu. Ve bu-

51


nun için babalarının hayrına Rus orduları Var­ şova'da oturuyordu . Sonra birkaç politika oyu ­ nu daha. . . Lehistan haritadan silindi. Rusya,

Lehliliği öldüren muhaliflere bile zulümden çe­

kinmedi. Hatta mezheplerini bile kaldırdı. Bu Lehistan hikayesi. . . Gelelim Türkiye hi­ kayesine! Düşmanlarımız bize ne yaptılar? Ev­ vela içimize girdiler. Hıristiyan unsurlar, son­ radan İslam unsurları bizden ayırdılar. Hepsini ittifak ettirdiler. Ve "Hürriyet ve İtllAf' nanu altında Tüklere ve Türklüğe karşı bir harb açtı­ lar. Maksatları, Lehtstan'daki muhtariyet hak­ kı gibi sözde

merkeziyet"

"Meşrutlyet-1 Meşrua ve adem-1 idi. Düşman parası su gibi lstan­

bul'a aktı. Patrikhane Türkçe büyük bir gazete

çıkardı. Düşmanlarımız tesis ettikleri fırkanın

ve gazetelerin başına Lehlstan'da olduğu gibi hep Türk unsurundan budalaları getiriyorlardı.

"Hürriyet ve İtllAf'

Türklüğe karşı olan kastı­

nı saklamak için reisini, ikinci reisini, sonra

birkaç azasını Türklerden intihap etmişti. Yine bu bir korkuluk kadar boş ve vicdansız reisler

ve azcilar vasıtaslyle orduyu fesada verdiler. Sonra Arnavutları ayağa kaldırdılar.

Orduyu

Türkler aleyhine ayağa kalkmış Anıavut milli­

yetperverlertyle birleştirerek kesreti haiz kabi­

neyi devirdiler. Koca Meclis-i Mebusanı dağıttı­ lar. 1ürklerin Meclis-i Ayanında reis Türk düş­ manı bir Anıavut, Dahiliye Nazırı yine bir Ar­ navut oluyordu. En mühim bir nezarete:

"İnsa­ vatanı parasının bulunduğu bankadır'' diyen bir zat geçmişti. Hep bunlar sözde "Meş­ rutlyet-1 meşrua"yı kurtarmak için yapılıyor nın

ve bu kabineye de Türklerin felaketinden delice bir sevince tutulan gayr-i Türk muharrir tara­ fından

"Büyük Kabine"

tesmiye olunuyordu . . .

Türk düşmanları muvaffak olmuşlardı . Ar52


tık vakıaları tesri etmekten başka yapacak şey­ leri kalmamıştı. Düşmanlarımız kendi fırkalan. kendi para­ lan, kendi entrikalarıyla iktidara gelmiş olan

Büyük Kabineyi son dakikaya kadar aldattı­ lar. Avrupa: "Şayet Balkanlar Harbinde Tür­ kiye mağlup olsa bile bir kanş toprağını kimseye verdirmeyiz'' diye teminat veriyor ve Türk düşmanlarının iktidar mevkiine getirdiği Harbiye Nazın Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar, Yunanlılar askerlerini toplarken Türk askerle­ rinin ellerinden silahlanru alarak terhis ediyor, memleketine gönderiyordu. Sonra ani hücum . . . ani sukut. . . Ktmll Paşa'nın sadaret alayında halk "Mllle t kurtuldu" diye bağırıyor ve alkışlı­ yordu . Lüleburgaz hezimetinden sonra Türk düşmanlarının çıkardığı Türkçe bir gazete "Mu­

harebeyi kaybettik; fakat yine muzafferlz, İttihat ve Terakld'den millet kurtuldu" diyor

ve ordunun mahvolduğuna seviniyordu. Düş­ manlanrnız, planlarında o kadar muvaffak ol­ muşlardı ki, neticenin bu kadar çabuk ve ani olmasına kendileri de şaşıyorlardı. Bir an artık "Türkiye öldü " denildi. Fakat Avrupalıların dediği gibi "ölüp ölüp ölmeyen" Türklük yine bir hamlede hakkını hainlerin elinden aldı. ...

Türk ruhu uyandı. Ve dünyada emsali az görü­ len demir ve ateş gibi sert azmi ile mukaddera­ tını kendi eline aldı. Bu ruh, ikinci defa Türklüğü ve Türkleri, Türklerin vatanını ve istikbalini kurtaran "İtti­

hat ve Terakki"

Cemiyeti idi.

Edirne geri alındı. Düşmanlarımızla en muvafık ve hafif şartlar dahilinde muahedeler yapıldı. İttihat ve Terakki'nin en büyük muvaf­ fakıyeti dahildekı anarşiyi, Türklerin arasında­ ki nifak ve şikakı pek az bir zamanda kaldır­ ması idi. 53


"Bitirdik"

Düşmanlarımız

zannettikleri

Türkiye'nin yeniden canlandığını görünce yine faaliyete geçtiler. Ermenileri teşvik etmeye baş­ ladılar. Araplar Avrupa'dan ve Hıristiyanlıktan gelen teşviklere mümkün olduğu kadar sağır kaldılar. Amma Ermeniler büyük bir düşmanı­ mızdan aldıklan kumanda tle harekete başladı­ lar. Son intthabattakJ hareketleri tetkik ve te­ tebbu hayrete şayandır:

Düşmanlanmızın ümidi yine eski dramı, "Hürriyet ve İtlllf' oyununu oynamaktır. Bu oyunun plAnı şöyledir: 1 - Şarki vilayetleri fuzult bir "Ermentstan" adı takarak orasını Makedonya'ya çevtnnek . . .

2 - Genç Türklere muhalif bir parti teşkil ederek hükümete rahat vermemek ve daima bir anarşi tesis etmek.

3- Bu fırkayı gizli maksadında daha kolay muvaffak etmek içtrı

"Hürriyet ve İtlllf'

gibi

birtakım vicdanını, vatanını para ile satabtltr

"malşiişü'l-mllllye" Türklere

teşkil ettirmek.

4- Türklere teşkil ettirdikleri bu kuwete paraca muavenet ederek ve politika heyecanla­ n içtrıde yaşatarak memleketin bütün servet ve

ticaret menbalannı yağma etmek. ·

5- Eskiden "Hürriyet ve itilAf' Genç Türk­

lere muhalif olarak nasıl

"adem-i merkeziyet"

iddiasını zahiri bir siper yaptıysa, bu sefer de Türk milliyetperverliği ve Türk şovenliği baha­ ne edilerek liberal ve umumi bir Osmanlıcılık, ·radikal bir Tanzimatçılık iddia ettirmek.

6- Partiyi teşkil etmezden ewel "Muhale­

fetsiz meşrutiyet ohnaz"

fikrini yavaş yavaş

propaganda ederek Türkleri ikiye ayırmak ve muhalefete zemin hazırlamak. 54


Türkler Nasıl Bu Düşman Oyununa M�vemet Edeblllrler? 1 - Şarki vilayetlerde Ermeniler adetçe Türklerden çok azdılar. Türkler hariçten gelen teşviklere, fesatlara kapılıp parça parça fırkala­ ra ayrılmazlarsa hiçbir vakit orası

"Ermenls­

olmaz. Türkler bir gün gelir, iktisatça da hakimiyeti ve tefevvuku kazanırlar.

tan"

2- Biz İttihat ve Terakki'nin asıl fikirlerini

bilmiyoruz. Fakat zannederiz ki, Türklüğü kuv­

vetlendirmek. yükseltmek, düştüğü gaflet ve cehalet uykusundan uyandırmak, sonra "İs14m Beynelmllellyetl"ni teşkil etmek yegane mefkuresidir. Böyle muazzam ve mukaddes bir mefkure karşısında bizzat Türk olan bir fırka­ dan hangi vicdanlı Türk ayrılabilir? Türk ve Müslüman olduğu kadar böyle ali bir mefkureyi hakikat yapmaya çalışan milli bir fırkaya karşı muhalif bir fırka teşkiline kalkar? Kalksa bile bu kadar felaket ve bela derslerin­ den sonra kaç Türk onun arkasından gelir? Türkler Türklüklerini, dünya üzerindeki, vazi­ yetlerini unutmadıkça iki parça olmazlar ve düşmanların temenni ettiği "muhalefet" perde­ si altındaki anarşi ve rezalet de tekrar etmez.

3- Türklüğe, Türklerin siyasi müessesesi olan İttihat ve Terakki'ye muhalif bir fırkanın başına geçecek bir Türkün Türkiye'de hayat hakkı yoktur.

Çünkü

Türk Tanns ı" nın

"Türk lllnl esirgeyen

yıldırımları onun başına dü­

şer.

4- Muhal olarak birtakım alçak ve milliye­

tini inkar etmiş Türkler çıkıp da yalancıktan muhalif bir fırka teşkil etseler bile yine asla Türk azmini , Türk intiba.hını, Türk ticaretini kıramayacaklardır. Çünkü bu milliyet cereyaru 55


onlann zannettiği gibi birkaç adamın işi değil, büyük ve yaralı bir milletin büyük ve müthiş felaketlerle daldığı gaflet uykusundan uyanışı­ dır. Uyanan Türklük asla politika heyecanlany­ le birbirinin boğazına düşüp ticaretini, zıraati­ nı. servetini hainlere kaptınnayacaktır.

5- Eskiden "Hürriyet ve İtlllf' adem-i merkeziyet iddia ediyordu. Rumeli, Anıavutluk, Makedonya daha bizimdi. Türk kuvveti pek da­ ğınıktı. Zaten Bulgarlann, Sırpların, Rumlann, Karadağlılann mefkureleri İttihat ve Terakki'ce meçhul değildi. O zaman adem-i merkeziyet Türklüğün iflası demekti... Muharebede Türk düşmanı olan bu unsurların oturduğu yerleri kaybettik. Anıavutluk ayrıldı, krallık oldu. Ma­ kedonya'yı Yunan, Bulgar, Sırp yağma etti. Ve artık Türkiye'de Bulgar, Sırp, Anıavut unsurla­ n kalmadı. Türkler milli kesafetlerinin üzerine yıkıldılar. Anadolu'dak13 yerli Türklerin arasın­ da hemen hemen başka unsur yoktu. Şarki vi­ layetlerde bile ekseriyeti Türklerden ayrılmaz­ dı. Artık adem-i merkeziyetin bir tehlikesi kal­ madı. Ve adem-i merkeziyet verildi. Çünkü Arabistan'da keyfiyet ve kemiyetçe nasıl Arap­ lar faikse, Anadolu 'da keyfiyet ve kemiyetçe Türkler hakimdi. Diğer unsurlar devede kulak makamında kaldılar. Fakat düşmanlanmız bu sefer eski adetlerinden ·vazgeçiyorlar. Edebile­ cekleri bir iddia kalıyor: Türk milliyetperverliği ve aleyhtarlığı, liberal umumi bir Osmanlıctlık, radikal bir Tanzimatçılık... Fakat artık muvaf­ fak olabilecekleri pek şüpheli. . . 6 - Fırkayı teşkil etmezden evvel "Muhale­ fetsiz meşrutiyet olmaz" fikrinin yavaş yavaş propaganda yaparak Türkleri ikiye ayınnak ve 3) Anadolu'ya Türklerin kaç bin sene evvel geldiğini anlamak için "Amasya Tarihi"ni okuyunuz. 56


muhalefete zemin hazırlamak isteyecekler. Bu muhakkak. . . 1ürkiye 1ürklüğünün en barış­ mak bilmez, itilaf kabul etmez muhalifleri Hı­ rtsttyanlardır. Bunlar her ne kadar adetçe az olsalar da arkalarında müthiş bir "Hırlstlyan

Beynelmllellyetl" kuvveti, bir Avrupa vardır. Bir Hıristiyarun eline iğne basta Avrupa feıya­ da başlar. İçlerinde böyle tabu ve müthiş bir muhalefet varken 1ürklerin kısımlara ayrılma­ ya kalkarak parça parça olmalan kendilerini öldürmek istemelertrıden başka bir şey Jleğtl­ dir. Türkler ittthatlanru muhafaza ederek rntlli ve siyasi müesseselertrıden aynlrnazlarsa Tür­ kiye yaşar. Sarntrni, mefküre sahibi, yırtıcı Av­ rupanın cani emellerini hissetmiş bütün Arap mütefekkirleri 1ürklertrı siyasi müesseseleri olan "İttihat ve Terakld"den bir an ayrılma­ mışlardır. Ve asla ayrılmazlar da . . . 1ürk ve Arabın mefküresi birdir. 1ürk mefküresi aynı fikirle şarka doğru gitmek, As­ ya'yı kurtarmaktır. Arap mefküresi yine aynı fi­ kirle garba doğru gitmek, Afrika'yı kurtarmak­ tır. Asya ve Afrtka'daki esir İslam dünyasını ancak bu iki dindaş kavim kurtaracaktır. Bü­ yük mefküreler küçük emelleri, menfaatleri, şahsiyetleri unutturur. Halbuki coğrafi yurtları ayn olduğundan Türk ve Arap arasında iktisa­ di bir rekabet olsun tasavvur olunamaz . •

Bir 1ürkün İttihat ve Terakki'den ayrılması kat'i bir cinayettir. Çünkü 1ürkiye'de bir 1ürk bu milli müesseseden ayrılıp nereye gidecek. Bir kere düşününüz ve arayınız. Mutlaka Hür­ riyet ve İtilafçı muhaliflerin koştukları yere, Patrikhaneye değil rnt?

Ve böyle mllliyetlnl ayak albna almış 57


bir Türk, düşman kucağına düştükten sonra milli ve dini mefkuremize hlyanet ettikten sonra aramızda, bizim memleketimizde ya­ şamaya hakkı var mıdır? Hayır, asla ... Öyle bir hainin, Türklerden ayrılıp Hırlstlyanlara el uzatan, Hırlstlyanlann o korkunç ve ta­ mamlyle maliim olan emellerine hizmet eden bir hainin yaşamaya hakkı yoktur. Türklye'nln havası, suyu, ekmeği ona ha­ ramdır. Onu zehirler ... Bir Türk. Türk kardeşlerini terk ederse mutlak Rum ve Ermeni zümrelerine takılacak, onların mefkürelerine yardım edecektir. *

Türklerin milliyetperver olmalarında hiçbir tehlike yoktur. Bütün Türkiye'de kat'i ve mut­ lak ekseriyet Türklerdedir. Bu hakikati mebus­ larının adedi de gösterir. Türklerden sonra ikinci derece ekseriyete malik olan Araplara ge­ lince; onlar hiçbir vakit bizden ayrılmazlar. O halde bizim de Araplar gibi milliyetperver ol­ maklığımızda ne mahzur var? Birinci derecede bir Türk, ikinci derecede bir Müslüman İttihat ve Terakki'den ayrılırsa milliyetini müdrik insanlar nazarında haindir. Bir Türk ve Müslümanı İttihat ve Terakki'den asla bir prensip, bir tçtihad ayıramaz. Ancak şahsi ihtiras ve menfaatidir ki bir Türkü milli müessesesine hiyanete sevkeder. Türklüğün milli ve dini mefküresi haricinde hiçbir pren­ sip, hiçbir içtihad olamaz. Ve bu mefkürenin mabedi İttihat ve Terakki'dir. Türklük mefküresi haricinde bir Türkün hayal ve vehminde bir mefkuresi olursa. bu şahsi ve zati bir ar.wdan başka bir şey sayıla­ maz. Halbuki Türk cemaati içinde yaşayan her 58


fert mefkurenin verdiği mukaddes irade ile bir­ çok şahsi arzularından, ferdi heveslerinden vazgeçer. Şahsi ve ferdi arzularla yaşıyan

Türkler milliyetlerini idrak etmemiş birta­ kım hayvancıklardır. Bu hayvancıklar biraz düşünebilseler kendi milliyetlerini idrak ederler ve cemaatlerinin milli bağlanna sarı­ lırlar. *

Milli ve dini mefk.dreslne blgine kalan bir Türk ticaret ve iktisatça da muvaffak olamaz. Çünkü bir cemaat ruhiyle yaşayan in­

sanlardan ayrılmış bir fert her Türke muave­ netten mahrum kalır. Mesela Grek ve düşman emellerine hizmet eden, sonra bir Yunanlı ile ortak olan bir Türkün dükkanına kimse git­ mez. Milli ve dini mefkureden mahrum bir Türkte azim de olamıyacağından hangi işi tut­ sa muvaffak olamaz. Yeis içinde kalır. Siyasi ve içtimai müesseselerden uzak kal­ mış mefkuresiz Türklerin üç ruhi hastalığı var­ dır: ı - Bedkarlık 2- Bedhahlık 3- Bedbinlik

BedkArhk Bu güruhun milliyetten, dinden haberi ol­ madığı için kendilerinin şahsi ve ferdi menfaat­ leri için en mukaddes şeylerini ayaklarının altı­ na almaktan çekinmezler. Hayırsızlık ederler, adamlar öldürürler, şantaj yaparlar, en yüz ·kı­ zartacak namussuzlukları irtikap ederler. Ve yine insanların arasında rahat rahat gezmek isterler. Ve adaletin pençesine geçince darağa­ cına çıkarlar. Mahmud Şevket Paşa'run kaatil59


leıi gibi ! . . Kurnaz davranıp bu ali pençeden ya­ kayı sıyırabilirlerse soluğu hariçte alırlar.

Bec:lhAhlık Bedhahlann milli ve dini bir mefkfıreleıi olmadığı için Türkiye ile de alışveıişleıi yok gi­ bidir. Bunlar ferdi hayatlarını temin etmişlerse adeta bir sinema seyreder gibi vatanın felaket­ leıine bakarlar ve hiç müteessir olmazlar. Tür­ kiye'ye biraz ta.Iih tevcih etti mi canlan sıkılır. İsterler ki daima felaket yağsın. Her felaketi di­ ğer bir fela.ket takip etsin. . . En akla gelmez meş'um şaytalan bunlar çıkanrlar. Daima va­ tanın fenalığıru isterler. Bu hal onlann marazi bir ruhiyatlandır. Bu öyle bir his meselesidir ki, mefkuresizlikten başka bir şeyle izah oluna­ maz. Vatanın acıklı bir habeıi bir sükut, bir fe­ laket bedhahları adeta bir bayram kadar sevin­ diıir. Her faciadan sonra birbirlertnı tebıik ederler:

- Ben demedim mi idi? işte 1Afun çıktı. Daha neler göreceğiz bakalım . . . Ve gayet lezzetli bir şey içmiş gibi gülüm­ serler. Artık mesutturlar. Bu güruhun malumlannı hükümet tutunca müsamaha et­ mez. Bedhahlık devresini geçiren bir adamın si­ nirleıi bir gün bütün bozulacak, hissi daha be­ ter hastalanacak ve nihayet bir bedkar olacak­ tır.

Bedblnll.k Bunlar

da

birtakım 60

hastalardır.

Milli


mefkureyi idrak ebnek istidadında yaraWma­ dıklanndan kat'i bir yeis içinde yaşarlar ve her şeyi simsiyah karanlık ve berbat görürler. En iyi, makul hareketleri beğenmezler. Dalına mız­ mız, her yerde, her vakit, her şeyden şikayet edip dururlar. Teessüf olunur ki, adetlert çok olduğundan ve cürümleri farkına varılamaya­ cak derecede ince olduğundan hükiimet bunla­ ra elini uzatamaz. Bunlar yeni ve eski her şe­ yin aleyhindedirler. Mefkuresizlik, azimsizlik, milliyetsizlik en bariz sıfatlanndandır. Misal getirmeye hacet yok. Hepimiz bunlardan birka­ çını tanırız. "Bedblnllk" derecesinden sonra bir adam mutlaka ''bedhlhlık" marazına müptela olacaktır. Ve bundan içtinap kabil değildir. Mefkuresizlik ve iradesizlikten doğan bed­ binlikten bedhahlık, sonra bedhahlıktan da bedkarlık doğar. . . O halde bu üç mefkuresiz ruhi sınıfın cemaatımıza ve milliyetimize ma­ zarratları müsavidir.

Mefküreslz bir fertte azlnı, gayret, me­ tanet hatta namus ve fedak6rlık faziletleri bulunamaz. Çünkü mefküreslz bir insan lra­ deslzdlr. Türklüğe kasteden düşmanlar hain emellerine hizmet için hep böyle milliyet­ siz, arzularlyle yaşar, mukaddesat tanımaz, esaslarını lnk6r etmiş mahlukları arar bulur­ lar. Türklüğün siyasi müessesesini devirmek için yine şüphesiz bu gibi milliyetini, Türklüğü­ nü inkar etmiş mefküresizler toplanacaklar, yükselen milliyet abidesini yıkmaya çalışacak­ lardır. Bunu bekleyelim. Ve ilk sadasını çıkara­ cak adamın esaslarına, · milliyetine ne kadar ya­ bancı olduğuna dikkat edelim. Geçen muhalefette kalkan maske , "adem-l merkeziyet" nakarab idi. Bu sefer Türk düş­ manları zannedersek "Radikal bir Tanzimat61


çılık" nakaratını tutturacaklar. Türklük cere­ yanının fenalığından bahsedecekler. hatta Pe­ yim gazetesinin sahibi Ali Kemal ve Mihran isminde bir Ermeninin malı olan Sabah gazete­ si muharrirlerinden Mahmud S4dık (M.S.) gi­ bilerin bile aleyhinde bulunacaktır. Geçen felaketlerimizi ve bu fela.ketlerin se­ beplerini asla unutmayalım . . . Geçirdiğimiz ni­ fak günlerini hatırlayarak elimizi başınııza ko­ yalım. Türk kardeşlerimizden ayrılarak Patrik­ hanenin kucağına atılan. Arnavutlarla birle­ şen, hariçte ihtilal ve isyanlar yaptırıp meşru ve kanuni Meclisimizi tanımayan hain kuvvet­ lerin aldatıcı sözlerine kapılmayalını. 4 �k ol­

duğumuzu düşünerek Türklüğün milli ve di­ ni mefkuresini hayat ve irademiz için bir hedef, bir şiar edinelim. Bir Türkün ve bir Müslümanın "İttihat ve Terakki"den ayrılarak ve asla mantıki olmayan bir "şahsi içtlhld" davası çıkararak Patrikhaneciler grubuna ka­ tılması en affolunmaz bir cinayettir. Patrikha­ neciler grubuna katılmak demek Türk kuvveti­ tini inkısama uğratmak demektir. Türk ve Müslüm.an olmayan bir şahsın Türklük aley­ hindeki hareketi, Türklerin siyasi müessesele­ rine garaz bağlaması, kin beslemesi pek tabii bir şeydir. Fakat bir Türkün, Türklük inkişafı­ na çalışır milli ve siyasi bir müesseseye hücu ­ mu ve hiyaneti en adi ve b udalaca bir cinayet 4) Bunların rüesas ından bulunan Şerif Paşa'nın ida renin sükutundan sonra muzafferiyetten sermest olan Bal­ kan düşmanlarımızın Paris'te tertip ettikleri ziyafete iştirak etmek suretiyle vatanımızın felaketine güldüklerini, binler­ ce esirimizin Yunanistan'ın ıssız adalarında kasten öldü­ rüldükleri bir zamanda sahte Prens Sabahattin Bey'in Yu­ nan Kralının, Venizelos'un ayaklarına kapanmak suretiyle bu zavallı m illeti tefrikaya düşürmek için o ezeli düşmanla­ rım ızdan para dilendiğini unutmayınız. ·

62


tir. Beş senelik bir mazi bizim için en beliğ bir derstir.

YAZIK O M i LLETE K i FELAKETLER i NDEN B i R i BRET DERSi ALMAZ Mefküresiz ve milliyetsiz Türklerin tekrar toplaşarak vatana felaketler hazırlamalarına mani olmak bizzat İttihat ve Terakki'nin vazife­ sidir sanıyoruz. Türklerin ve vatanın mukadde­ nitı düşman kuvvetlerin eline geçmemelidir. Böyle gaddar ve renksiz bir kuvvet altı yüz se­ nelik bir hükümetl altı hafta içinde mahvetme­ ye kalkacak kadar kudurmuş bir hiyanet gös­ terdi. Türklerin bu büyük ve siyasi müessesesi her ne surette olursa olsun bizim ayrılmamıza. ayn ayn zümreler-e ayrılarak şahsi ihtiraslar peşinden koşmamıza, düşman entrikalanna alet olmamıza müsaade etmemelidir. •

Kanlı hitıralannı asla unutmayacağımız milli tecrübelerden artık ameli bir siyaset çıkıyor: işte bu, Türk ve Müslüman siyaseti­ dir. Türkiye ancak bu iki kuvvetin sayesin­ de yaşayacak, Türklük kuvvetlenip yüksel­ dikçe milli ve dini mefküreslne yaklaşacak ve her dakika kuvvet 14zım olduğunu ve kuvvetin de ancak lttlhattan doğacağını kuvvetlendikçe daha ziyade anlayacaktır. lstanbul, 1 91 2

63


YARINKİ TURAN DEVLETİ

Milletler Birbirleriyle Niçin Harbederler? Uzvi varlıklarda hayat nışanesi nasıl büyü­ mek, açılmak ise, içtimai varlıklarda da ayrıJyle öyledir. Yaşayarı milletin başlıca seciyesi nü­ fusça. medenıyetçe, ticaretçe, seıvetçe ve mef­ kürece büyümek ve genışlemektir. Büyümek ve genışlemek seciyesi az veyahut zayıf olan mil­ letlerin üzerine çullarıırlar, memleketlerini zap­ tederek içtimai varlıklarına nıhayet verirler. . . "İçttmatyat" ilmi müsbet usuller ve derin tetkikler neticesi olarak daha taayyün etmediği zamanlarda birçok alimler, hatta filozoflar mil­ letlerin içtimai ruhiyetlerini sezemtyorlar, haki­ katteu çok uzak felsefeler yapıyorlardı. Onlara göre harp fena idi. Vahşilik idi. Barbarlıktı. Sözde bir gün bütün insanlar kardeş olup barı­ şacaklardı. İçtimai hakikatleri içine alaınayarı zihinlerinJn hacİni pek küçüktü. Ve muharebe­ nin asıl en doğru sebeplerin! bilemedikleri için kendilerinden birtakım hayali sebepler uydu­ rurlar, mesela, hükümdarların hırslarını, şan, şeref arzularını esaslı aıntllerden biri sanıyor­ lardı. Halbuki hakikatte muharebe, milletlerin 64


başlıca hayat nişaneleri olan büyümek ve ya­ yılmak seciyeleri arasındaki içtinap olunamaz bir çarpışmadan başka bir şey değildir. . . Millet­ ler tabü hayatlarını yaşadıkça muharebe en za­ ruri ve mutlak bir h adise idi. İçtimai

müesseselerin

fertler

üzerindeki

mehip tahakkümünü duyamayan 'ewel zama­ nın masum ve şair filozofları "Ben-i adem aza.­ iyi yekdigerend" , "Milletim nev-i beşerdir, vata­ nım ruy-i zemin" diye haki.katı ihmal etmişler, kendilerinin marazi duygulanru hep sahih san­ mışlardır. Bu gaflet Avrupa'da "Antimilitartzm, Antipatrtatizın - Vatan ve askerlik aleyhtarlığı" gibi münasebetsiz ve manasız cereyanların dogmasına sebep olmuştur. Fakat daima içti­ mai hakikat galebe çalmış, fertlerin hususi nef­ ret ve feıyatlanna rağmen milletlerin büyümek ve zayıflamak seciyeleri birbirleri ile çarpışmış, muharebeler birbirlerini takip etmiştir.

Muharebe içtimai bir müessesedir. İlim ve fen ne kadar terakki ederse etsin milletler ve yine milletlerden teşekkül eden zümreler içti­ mai hayatlarını sürdürdükçe esasi seciyeleri olan büyümek ve yayılmak arzusu da yaşaya­ cak ve bunun neticesi olarak harp de yaşatan ve kuwet veren bir müessese halinde payidar olacaktır.

il

Bugünkü Muharebelerin Sebebi Bugünkü muharebelerin sebebi iki yüz se­ neden bert Avrupa muhitinin büyümek, yayıl­ mak seciyesinin İslam dünyasına teveccüh et-

65


miş olmasıydı.

Çünkü karadan ve denizden

hudutları hep bu dünya iledir. "İtilaf-ı Müsel­ les" İslam memleketlerini zapt ve istila ederken karşısında bütün Müslümanlar namına kılıç sallayan Türklüğü gördü . Kendi büyümek ve yayılmak seciyesini tatmin etmek için Türkle­ rin namına tarihten silmeğe kalktı. Rusya bizimle on bir defa muharebe etti. Çünkü büyümek ve yayılmak seciyesi bu mille­ ti bizim üzerimize atıyordu . Deli Petro'nun va­ siyetnamesi bu tehalükün ezeli bir lisanıdır. Bu meşhur vasiyetnamesinin birkaç maddesi­

ne bakınız:

Sekizinci Madde

-

Şimalen Bahr-i Bal­

tık'ın ve cenuben Karadeniz'in sahillerine gün­ begün Rusların yayılmaları.

Dokuzuncu Madde

-

İstanbul'a ve Hindis­

tan'a mümkün olabildiği kadar yaklaşıp İstan­

bul'a hülmıeden bütün cihanın hakiki hüküm­ darı olabileceği kaziyesiııe binaen kah Osman­

lı, kah İran devletine mütemadi muharebeler ihdas olunarak Karadeniz'de tersaneler peyda

olması için adım adım bu denize gitmek ve ke­

zalik maksadın iyice husulüne çok lazım bir mevki olması hasabiyle Baltık Denizini zapt ve Basra Körfe-.Line kadar gidebilmek zımmında İran devletinin zeval-i intihatmı tacil ile müm­ kün olduğu halde şarkın eski ticaretini Berrü Şam tarikiyle iade ederek cihanın ambarı me­ sabesinde olan Hindistan'a kadar gidilmesi. . .

On Birinci Madde

-

Türklerin Rumeli kı­

tasından tard ve teb'ide Avusturya hanedanını tahsis edip İstanbul'un zaptında dahi ve ilh . . . 66


İşte hep yayılmak ve büyümek temayülü . . . İngilizler Hindistan'a, Mısır'a el atıyorlar, Belücistan'ı, Basra Körfezini, hatta Irak'ı be­ nimsiyorlardı. Ve bu tabii temayülün sarhoşlu­ ğu

ile

bütün

sersemleşip

gavurlaşıyorlardı.

Başvekilleri Gladston ehl-i salip devrini açıyor. milletlerinin meclisine bir elinde Kur'an ile ge­ lerek: - Bu kitap dünya yüzünden kaldırılmadık­ ça bize rahat yok, diyordu . Fransa Tunus'u, Cezaytr'i, Fas'ı yuttuktan sonra gözünü Suri­ ye'ye dikmişti. Oraya terbiyesini soktu, "Cebel-i Lübnan" namiyle kendine bir şato yaptı. Nihayet emelleri ve tabii temayülleri bir olan bu üç devlet birleştiler. itilaf ettiler ve "İti­ laf-ı Müselles" zümresi halinde hareketlerine germi verdiler. Yirminci asır ehl-i salibi başladı. Fakat ya­ vaş yavaş ilerliyordu. Rusya Deli Petro'nun va­ siyetnamesini yerine getiı;iyor. Türklüğü doy­ maz bir hırsla evvela parçalıyor ve sonra yutu­ yordu.

Beş milyona yalnıl Türk nüfusu

ile

meskün olan Azerbaycan'ı yutmak için İran'ın aşağısını müttefiki İngilizlere verdi. Sonra Ru­ meli'yi yavrularına kaptırarak aralarında pay etti. İtalya'yı da kendi ehl-i saliplertne solmıak hülyasiyle Trablusgarp'a karşı teşvik ve teşbi etti. Rusya. İngiltere ve Fransa bir emel üzerin­ de anlaşıyor ve birleşiyordu : Zaptettikleri yerle­ rin Müslüman ahalisini ümitsiz esir sürüleri haline koymak için İslam hilafetini kaldırmak, hilafetin sahibi olan Türkiye'yi mahvetmekti. . . "İtilaf-ı Müselles", bu yayılmak ve büyü ­ mek kuvvetinin olanca şiddetiyle İslam alemine ve bilhassa hilafet sahibi olan Türklüğe saldı­ rırken Avrupa'nın merkezi muhasarada kalı67


yordu. Rus, İngiliz ve Fransız devletlert Alman­ lığı ortalarına almıştı. Almanlık büyümek ve yayılmak ihtiyacını tabiattyle bulunduğu yerde tatmine başladı. Ve bunun için son senelerde Avrupa'nın merkez kısmı ile rnuhif kısmı ara­ sında dehşetli bir düşmanlık başgôsterdi. Al­ manlık müttefiki Avusturya ise gittikçe büyü ­ yor, kuwetlendikçe kuwetleniyordu. "İttlaf-ı Müselles" kuşkulandığı bu kuwetin daha ziya­ de artrn�_sına müsaade edemezdi. İlle fırsatta dağıtmak ve parçalamak için üzerine atıldı. Ve toplar patladı . . . Bizimle beraber bütün İslam alemi de artık duramazdı. Alınanlarla aynı düşmanlara malik olduğumuz için aramızda tabii bir ittifak doğ­ du. Nihayet ordularımız Kafkasya ve Mısır'a yürüdü. "'

Bu muharebenin sebebi Avrupa merkezi­ nin muhite doğru nüfusça, ticaretçe büyümesi­ ni "İtilaf-ı Müselles"in çekememesidir. Dernek esas cihetiyle bu harbin menşei bir dereceye kadar iktisadidir.

III

MWetlerln Mefkilrelerl Bir insanın nasıl ruhu. hissi ve vicdanı varsa milletlerin de içtimai ruhları. hisleri ve Vicdanları vardır. Ve mefkureler rnilletlertn bu vicdanından doğar. Asla birkaç kişinin esert değildir. Her milletin kendi varlığını mukaddes bir hale içinde duyması ateşin bir idraktır ki buna mefkure derler. Mefkuresi olmayan bir 68


millet ölmüş demektir. Çünkü bu suretle fert­ ler milletin varlığını duymuyor ve canını onun uğrunda fedaya hazır bulunmuyor demektir. Bir cemaatin mefküresi diğer cemaata göre şüphesiz taarruzidir. Tedafüi bir mefküre hatta tahayyül bile olunamaz. Bugün milletlerde ırk esası aramak "El­ kimya" ile meşgul olmaktan ziyade gülünçtür. Millet: Bir lisan konuşan, bir din, bir terbiye, bir maarifle birbirine merbut insanların mev­ cududur. Bir milleti siyasi hudutlar asla ayıra­ maz. Dikkat edersek anlarız ki: Milletlerin mefküreleri lisan. din, terbiye, can ve his kar­ deşlerini birleştirip hepsini siyasi bir hudut içinde toplamak ve her türlü menfaatlerini te­ min etmekten başka bir şey değildir. Pancermenizm, Panislavizm, Panelenizm nedir? Cerman ve İslav mefküreleri malüm. . . Cemiyetçe dünyanın en küçük milleti olan Rumluk'un mefküresine bakalım. Bu hemen hemen tekamül etmiştir. Dünyada ne kadar Rum varsa hepsi bir lisanla konuşur. Edebi­ yatları birdir. Dinleri birdir. Terbiye ve mef­ küreleri birdir. Bugün, bir Atinalı, bir Giritli, bir Maralı, bir Adalı. bir İstanbullu , bir Trab­ zonlu . bir Filibeli Rumun ruhları, hisleri, dü­ şünceleri bir ve aynıdır. Panelenizm mefküresi; yüzlerce maddi, coğrafi ve etnografi manalara rağmen yalnız bu milli ittihat ile kanaat edemez. Kuvvetsizliğine, vasıtasızlığınii bakmadan bütün Rumları siyasi bir hudut içinde birleştirmeğe, İstanbul'u zap­ tedip eski Rum-Bizans İmparatorluğunu teşkile çalışır. Mektep kitapları, şairlerinin nağmeleri, 69


ediplerinin kalemleri hep bu emeli tekrarlar. Orada resmi hükümet bile bu mefkurenin ha­ dimidir. Krallan Konstantin'i Bizans İmparato­ ru addeder. Bizans İmparatorluğu 'nun merasi­ mini yapar ve Bizans hanedanını devam ettir­ mek fikriyle yeni hükümetlerinin ikinci kralına "On İkinci Konstantin" derler. Sonra İtalyanların "İrredantizm"i nedir? Bulgarlar niçin Makedonya'ya ah çekerler? Bir millet lisan, din ve terbiye kardeşlerini siyasi bir hudut içinde birleştirdikten sonra yi­ ne mefkuresi iflas etmez. Belki daha ziyade bü­ yür, manevi bir haşmet kesbeder. Terakkisi, kuvveti, saadeti , medeniyeti artar. son derece­ ye yaklaşır. İşte buna Alınanlar bir miscildir. Rusya'nın ve İngiltere'nin emperyalizmi as­ la tabiata ve hakikate muvafık bir mefkure sa­ yılamaz. Türklerin mefkuresi milliyet gayesini ihmal eden kör ve aç, akur ve zcilim bir emperyalizm bir cihangirlik değildir.

Türklerin .Mefkdresl Asya'da birbirine bitişik olarak yayılmış olan Türk illerini Osmanlı bayrağının gölgesine toplayarak büyük ve kuvvetli bir "İLHANLIK" teşkil etmektir.

IV

Çin Ve Hind Yolliltı, Türk Mefkuresinin İktisadi Ve Siyasi Cihetleri Eski Tanzimat maarifiyle yetişmiş olanla­ nn asla inanmıyacaklan şeylerden birisi de 70


Türk milletinin nüfusudur. Avrupalılar. bilhas­ sa "İtilaf-ı Müselles" alimleri ve onlara iman eden Tanzimatçılar, Türkleri keyfiyetçe küçül­ tüp alçalttıkları gibi kemiyetçe de küçültür ve ehemmiyetsiz bir dereceye indirmek isterler. Dünyanın hangi dersanesine gitseniz ırk nazariyesinin red edildiğini görürsünüz. Fakat milletler vardır. Milletlerde lisan. terbiye. maa­

rif ve din gibi vahdetlerin toplandığı mecmua vardır. Mesela Fransız milleti . . . Fransızların bir ırktan olmasını iddia etmek büyük bir hatadır. Devirler ve asırlar içinde Fransa'dan altmış ka­ dar ırk gelip geçmiş ve bazısr orada kalmıştır: İşte onların lisan ve terbiye. örf ve adet. din gi­ bi müesseseleri müşterek bir cemaat haline gelmişler. ! Ve Fransız milletini teşkil etmişler­ dir. Almanlar ve İngilizler saf ve müstakil bir ırktan değildirler. Başka başka ırklardan kopan fertlerin ve zümrelerin bir lisan ile konuşarak bir terbiye , bir an'ane. bir ırk etrafında birleşmelerinden teşekkül etmişlerdir. İspanyol. İtalyan. Macar, Bulgar. Rum milletleri de böyle . . .

O halde biz de ''Türk" derken ırk ve kan ci­ hetlerini derin derin araştırmaınalıyız. Bir fer­ din Türk olmak için Türkçe konuşması. Müslü­ man olması. Türk terbiye ve örfünün içinde ya­ şaması kafidir ve Anadolu'da Türkçe konuşan

1 ) Avrupa'da üç ırk vardır: "M ustatilü'r-re's" - "kum­ ral" "Mustatilü'r-re's" - "esmer" "Arizür-re's" - "esmer" Al­ ma �ya'da, l ngiltere'de, Fransa' da asri Avrupa'nın bütü � ül­ kelerinde bu üç ırka m ensup muhtelif nisbette fertler mev­ cuttur. Alfred Fubiyen'in "Avrupa kavimlerinin Ruhiyat Tas­ lağı" namındaki eserinde bu h usus, mükemmelen izah edilmiştir. Kamil Jülyan kablettarih devirde bile ırkın mev­ cut olmadığ ı n ı , Hind-i Avrupai ailesinin bir ırk değil, gayet kadim bir zamanda millet hayatı yaşam ış lisani bir zümre olduğunu meydana koyuyor. 71


on dört. on beş milyon Müslüman vardır ki hepsi Türktür. . . Anadolu'dan sonra Azerbaycan . . . Burada dört buçuk, beş milyon Türkçe konuşan Müs­ lüman ve Türk vardır. Kafkasya'da - Çerkezler Müslümandır ve Türkçeden başka hiçbir lisan bilmezler. Kafkasya'dan sonra büyük Türk dünyası başlar. Buhara, Semerkant. Taşkent, Kaşgar, Yarkent, Hotan, Aksu , Turfan. hasılı ta Kara­ kurum'a kadar, Mançuri içlerine kadar bu ge­ niş yerler hep Türk milletiyle doludur. Hepsi Müslüman olduğu gibi lfsanlan da Türkçedir� Buralara TÜRKİSTAN denir. Bütün Türkis­ tan'ın lisanı o kadar saf ve mükeınınel ve saf bir Türkçedir ki şivece bile İstanbul lehçesiyle büyük bir fark göstermez.2 Taşkent'te çıkan

"SadA-yı Türkistan" ve

gazetelerini okuyup da anlamayan var mıdır?

"Sadl-yı

Fergane"

İstanbul'da

Sonra Şimal Türkleri. . . Kazan ve Ufa'ya kadar Volga boyunca yayılmış kardeşlerimiz ki bunların lisanları Türkçe olmakla beraber pek yukarılarda şivece biraz bizim lehçernizdcn ay­ rılır. Tatar şivesi de umumi Türk edebiyatı sa­ yesinde İstanbul lehçesine yaklaşacaktır. Musa Begef vesaıre gibi millet ruhunu id­ rak etmiş alimler eserlerini hep İstanbul'da ko­ nuşulan Türkçe ile yazarlar. Kınm'ın Tercü­

man gazetesindeki Usan İstanbul'unkinin ayru­ dır ve merhum İsmail Beğin şiarı hemen bütün şimal kardeşlertınJzin mefküresidir. Dilde. işte , fikirde birlik . . .

2) Halbuki mahalli şivelerin h ududu, Fransa'da bile asla kilometreyi geçemez. Lisaniyatçı millet bir Normandi­ yalı ile bir Frans-Konteli Fransızın konuşurlarsa anlaşamı·· yacaklarını anlatıyor. 72


Sonra Sibiıya ve Altay etekleri . . . Sonra Pamir . . . Altaylara doğru ve yakında bir seyahat yapan arkadaşımız "H. S . " beğ ora­ lardaki halkın hep Türk olduğunu ve hepsiyle konuşup anlaştığını söylüyor. Keza Parnir'de seyahat eden arkadaşımız "F. " beğ de oradaki Türklerin kendi iptidai teşkilatları ile yaşadık­ lannı, Türkçeden başka hiçbir lisan bilmedik­ lerini, Osmanlı Türklerini mukaddes addettik­ lerini, h akanlarımızı kendi halife ve padişahları gibi tanıdıklarını anlatıyor. Hasılı aralarında hiçbir yabancı ve kesif millet bulunmayan yet­ miş milyonlu k · saf Türk milleti şarktan garba doğru Asya'nın ortasını kaplıyor. Bir kısmı Çin'in, bir kısmı Rus'un idaresinde, bir kısmı da hala kabÜeler halinde hür ve serbest. Lisanı ve dini bir olan yetmiş milyonluk bir millet zekaca, tarihçe. şanca, şerefce kendin­ den aşağı olan Rus ve Çin gibi iki medeniyetsiz devletin esiri kalabilir mi? Bundan başka Türk mefküresinin taayyü­ nüne elli asırlık bir tarih de yardım etmiştir. Türkler varlıklarını ve milliyetlerini idrak edip eski azarnetlerini ve servetlerini hatırlayın­ ca mazideki şan ve şereflerini arayıp bulmakta gecikmediler. Eskiden Venedik hükümeti hiçbir hinter­ landı yokken büyük ve kuvvetli bir hükümetti. Çünkü Akdeniz'e ve Adriyatik yollarına hakim­ di. Bugünkü ordusuz ve askersiz fngiltere'nin bir asırdır dünyaya hükmetmesi ticaret ve ikti­ sat yollarına hakimliğinden başka bir şeye at­ folunarnaz. Tıpkı bunun gibi Türk milleti de es­ kiden Pekin ve Roma yoluna hakimdi. Steple­ rin, çöllerin sahibi idi. Şark ile garbın arasında kervanlar işletti. Yalnız mal değil ilim ve irfan dışarı çıkardı. Ve Pekin-Roma yoluna hakim ol-

73


mak onu tarihte en büyük milletler arasına koymakla kalmadı hatta cihangir etti. Pekin ve Roma yolundaki coğrafi, içtimai şartlar Tük milletine saf ve sağlanı bir ahlak, demir ve çelikten bir seciye kazandırdı. Bu se­ ciye

sayesindedir ki Asya'nın bütün tac ve

tahtları Türklerin oldu. Kezalik yarım asır evveline gelinceye kadar Hindistan ve Avrupa yolu Türklerin, bizimdi. Osmanlı hükümetlnin seıvetini bu yol teşkil ediyordu. Nihayet Pekin ve Roma yolu gibi onu da kaybettik. Fransızlar, Süveyş kanalını açtı ve İngilizler zaptetti. İstanbul-Bağdat şimendi­ fer hattı yapılınca Süveyş de bizde kalmak su­ retiyle yine Hindistan ve Avrupa yolunu elimize geçirdik sayılabiliriz. Bu muharebede Ruslar tamanıiyle peıişan idiler ve Ukrayna da istiklali kazanırsa Kafkas­ ya şüphesiz bizim olacaktır. Artık asıl Türkis­

tan ile aramızda yabancı bulurunayacak, Hazar

Denizinden gemileıimizle , H azar Denizinin ce­ nup sahilinden geçireceğimiz bir demiryolu ile anavatana. TURAN'a gidecek. lisanımız gibi, o emelleıimizi ve vicdanımızı birleştireceğiz. Gobi Çölüne kadar uzayan Türkistan Türkleıi bizim­ le münasebete başlayınca Çin ve Rus hüküme­ tinin memurları pek çabuk kaçacaklar ve ayyıl- . dızlı

al

bayrağımız

büyük TURAN'ın

bütün

kıt'alannda dalgalanacak. . . Turan rnefküresi feyiz buldukça milli maa­

rif ve iıfanımız da teşekkül ve tekamül edecek, Türkçeleştiıilmemiş hiçbir köşe . hiçbir mües­ sese kalmayacaktır. Bu seferki şark ve garp yo­ luna hakimliğimiz eski asırlardaki gibi yalnız keıvancılık

ve

akıncılık

olmayacak.

İstan­

bul'dan kalkan şimendiferleıimiz Erzurum'dan, Tebriz'den. Merv'den. Buhara'dan geçerek Ka-

74


rakurum'a, Pekine gidecek, şarkın servetini garba, garbın irfan ve fennini şarka götürecek, yine büyük, ali bir Türk medeniyetinin kavi ve muhteşem temelleıini kuracaktır.

v Turan Cemiyeti Bütün Müslümanlann ve bilhassa bütün Türkleıin düşmanı olan "İtilaf - ı Müselles" hü­ kümetlerine açtığımız bu harp ewela bir din muharebesidir. Çünkü galip gelirsek Irak'ı, Mı­ sır'ı, Hindistan'ı, tngilizleıin; Tunus'u, Fas'ı, Cezayir'! Fransızlann kahrından kurtaracağız. Oradaki din kardeşlerimiz olan Araplar esirlik­ ten çıkarak milli ve dini hüviyetlerini kazana­ caklar, kendi kendilerini idare ederek milli me­ deniyetlerine yeniden hayat verecektir. . . B u harp saniyen bir millet ve mefkure mu­ harebesidir. Ve yine böyle olmakla beraber ay­ nı zamanda din muharebesidir de... Çünkü ev­ vela Rusların zulmü altında yıllardan bert din ve dil kardeşlerimiz olan Türkleri kurtararak siyasi hududumuzun içine alacağız. Ruslardan ilk hamlede Kafkasya'yı zaptedip yavaş yavaş anavatanımız olan Türkistan'a yürümeğe baş­ layacağız. Kalemle, fikirle, edebiyatla bomba gi­ bi büyük bir mefkure muharebesi açılacak. ·

Dünyada artık esir Türk olmayacak. Tu­ ran'daki yabancı Rus ve Çin memurları kovula­ cak. İlk devrede alacağımız Kafkasya ile on dört milyon Türkçe konuşan Türk ve Müslü­ man ahaliye sahip olan Osmanlı devletinin mil­ li kuweti hemen bir misli daha büyüyecek. Os­ manlı hükümeti ytnni beş milyon Türkçe ko·

75


nuşan Türklerin müessesesi olacak. Ve bir gün -bu mukaddes gün o kadar yakın ki- Orta As­ ya, Türkistan ve Cenubi Sibirya, Pamir de bi­ zim siyasi hudutlarımız içine girince Garp Türklerinin hükümeti artık Osmanlılıktan ta­ marniyle çıkıp hakiki ve büyük bir Türk ve Müslüman hükümeti bir TIJRAN devleti ola­

caktır.

Osmanlıların hakanı ve bütün Müslüman­ ların halifesi olan zat bütün arz üzerindeki Türklere hükmettği vakit, hakanlıktan çıkacak, hakanlar hakanı yani, "İLHAN" nanunı alacak­ tır. D ünyadaki bütün Müslüman Türklerden teşekkül eden Turan hükümeti dindaşları olan Arapların, Farslar'ın, Berberilerin Hıristiyanlar tarafından esir ve perişan edilmelerine müsaa­ de etmediği gibi kendi de onların milliyet ve hürriyetlerine asla dokunmayacaktır. Turan devletinin muazzam ilhanı bütün dünyadaki Müslümanların da h alifesi olacak, Türk milleti gibi her Müslüman milletin milli­ yet ve istiklaline, milli ve dini medeniyetinin te­ kamül üne çalışacaktır . •

Ey bu küçük kitabı okuyan! Sen eğer milletinin ne kadar büyük ve kuvvetli olduğunu bilmeyen bir zavallı isen, eğer milli ve mukaddes mefkfırenin hayat veri­ ci nurlan senin ruhuna aksetınemişse mutlaka gülecek ve: - Hakikatten ne uzak bir hayal . . . diyecek­ sin, fakat emin ol ki yanılıyorsun. İhtimal se­ nin duymadığın ilahi bir nefes, ürperten ve uyandıran hararetiyle bütün Turan'ı sarıyor. . . Muhitindeki değişikliği, hareketi görmüyor mu76


sun? istersen bu hayat ve halas alametini ha­ yal farzet. Lakin bütün hakikatlertn evvela bir hayal ve tasavvur derecesi geçirdiğini unutma. Ve hatırla ki fülin meşimesi fikirdir.

lstanbul, 1 91 4

77


TÜRKLÜK MEFKURESİ

Mefküre Nedir? Elinizde birçok kitaplar var. Onlan okuyor ve faydalı şeyler öğreniyorsunuz. Lakin bu ki­ taplar bizim, yani Türk milletinin uyuduğu za­ manlarda yazıldığı için size "mefküre"nin ne olduğunu öğretemez. Mesela tarih , coğrafya. hendese. hesab , resim vs. öğrenirsiniz. Ama Türklük nedir? Türklüğün maksadı. istikbali nedir? Bunlardan haberiniz olmaz. İşte bu kü­ çük kitap size o ali ve mukaddes şeyin büyük­ lüğünü tarif edecek. Mefküre . . . Bu kelime daha yenidir. Eski­ den Türkler gaflet uykusuna dalmışlardı. Mefküreleri olmadığından bu manayı eda ede­ cek bir kelimeleri de yoktu. Uyanırken bu keli­ meyi de buldular. Bugün hala uyurnayanlar­ dan başka bu kelimeyi bilmeyen yoktur. Mefküre . . . bunu tekrarlayınız. Ve dikkat edi­ niz; bakınız o nedir? Biz insanlarız; doğarız. büyürüz ve ölürüz. Ne kadar çok yaşasak öm­ rümüz yüz seneyi geçmez. Bu bizim şahsi ha­ yatımızdır. fanidir. Akıllı olan bu fani hayata o kadar çok ehemmiyet vermez. Şahsi hayatımız­ dan başka bir de umumi ve milli hayatımız vardır ki, o ezelidir. Milliyetimiz bozulmazsa hiç ölmez. Dünyalar durdukça durur. İşte bu mensup olduğumuz milliyet "Türklük"tür. De­ rnek Türklerin iki türlü hayatları vardır: 78


1 - Şahsi : Yani her Türkün ayn ayn hayatı.

2- Umumi: Yani bütün Türklerin hep bir­ likte geçirdiği millet hayatı, Türklük. . . İşte b u umumi hayatı kuvvetlendirmek, dünyadaki galiblerin üstüne çıkarmak, ona yı­ kılmaz bir istikbal hazırlamak "Türklük

mefküresl"dir.

Başka Milletlerin de Mefkür'elerl Var mıdır? Buna hiç şüphe etmemeli! Nerede bir mil­ let varsa, orada bir de milliyet mefkuresi var­ dır. Mesela dünyada bütün İslav milletine mensup olan insanların mefkuresi "Pan İsll­ vlzm, yani, İslAvlann blrllğl"dir. Rusya'da. Sırbistan'da. Bosna'da. Bulgaristan'da ne ka­ dar İslav varsa bu ali emele çalışırlar. Bir İslav çiftçi çiftini sürerken, bir İslav tüccar alışveriş ederken. bir İslav şair şiirini yazarken. bir İslav asker nişan talimi yaparken hep bu büyük emeli düşünür. Kendi şahsi hayatının fani ol­ duğunu bilir, kıymet vermez. Fakat ezeli olan milletinin hayatını sever ve çok kıymet verir. -

Ve ölümsüz hayata. bu manevi varlığa adeta o aşıktır. Onun cananı kendi milliyetidir. Canın­ dan ziyade onu sever. Çünkü canı geçici, milli­ yeti ebedidir. Her Alınanın milli mefkuresi "Pan Cermelilzm, yani Alınan blrHğl" dir. Zaten -

hemen bütün Almanlar birleşmişler, daha ya­ nın asır evvel darmadağın iken bugün toplana­

rak büyük ve milli bir "Alman İmparatorluğu" yapmışlardır. Bu altmış milyonluk imparator­ luk bütün dünyayı titretip duruyor. 79


Büyük milletler gibi küçük milletlerin de mefkUreleri vardır. Mesela Yunanlıların, yani Rumlann hepsinin milli mefküresi "Pan Ele­ nlzm, yani, Rum Blrl.lğt"dir. Onlar da son mu­ harebelerde bizi mağlup ederek mefkürelerinin hiç olmazsa yansını hakikat haline getirdiler. Selanık'i, Makedonya'yı, Akdeniz'in zengin ada­ larını, güzel Girit'! bizden wrla aldılar. Ne saye­ sinde? Çünkü Rumlar çoktan uyanmışlar ve bir millet haline geçmişlerdi. Millet haline ge­ çincç millet mefküresi ile düşünrnege başla­ mışlar ve durmadan çalışmışlar, adetlerinin az­ lığına nisbet büyük bir kuvvet toplamışlardı. Yunan mefküresinin temeli: "İstanbul'dan bizi kovup eski büyük Bizans İmparatorluğu'nu tekrar kurmak ve bütün Marmara sahillerini ve İzmir vilayetini zaptetmek"tir. Rumlar, Yu­ nanlılık mefküresinin bundan ibaret olduğunu hiç saklamazlar. Butün mekteb kitaplarında, şarkılarında, şiirlerinde , bu mefküre yazılıdır. -

Hasılı, her milletin bir milli mefküresi var­ dır. Milli mefküresi olmayan millet bir hayvan sürüsünden başka bir şey değildir.

Mefküreler Nasıl Doğar? Bir milletin fertleri dağınık ve perişan kaldı mı mefküresiz kaldı demektir. O milletin başı­ na her türlü felaket gelir. Vatanını ecnebiler, yani komşu milletler gelip zapteder. O millet artık esir olur, adetlerine, an'anelerine tecavüz ederler. Böyle esir olan millet evvela lisanını, sonra dinini, daha sonra adetlerini kaybederek dünya yüzünden adı kalkar. 80


Felaket ve mağlubiyet zamanlarında gaflet uykusuna dalmış millet birden uyanır. Bütün fertleri bir emel etrafında toplanırlar. hepsinin kalbi bir heyecan ile çarpar. İşte bu umumi ve mukaddes heyecandan milli mefküre doğar. Macarlar, Bulgarlar, Sırplar. Ulahlar, Alman­ lar, İtalyanlar, Yunanlılar hep böyle mağlubiyet ve esirlik felaketlerinden sonra birleşmişler, mefküreleriyle düşünerek milletlerinin varlığını kurtarmışlardır.

Mllly l et Nedir? Türklük mefküresinden evvel milliyetin ne demek olduğunu anlamanız lazımdır. Türklerin, Araplann, Hindlilerin, Acemle­ rin, Afganlılann. Berberilerin, Cavalıların ve Boşnak, Arnavut gibi kavimlerin dinleri İslam olduğundan hepsi bir "ümmet" addolunur. Hepsi din kardeşleridirler. "Muhammed Ünune­ U" diye Hıristtyanlığa karşı bir "İslam beynelmi­ leliyeti'' teşkil ederler. Dinleri bir olmakla beraber lisanlan da bir olan bütün insanlara "millet" adı verilir.

"Türkçe konuşan bütün Müslümanlar Türk mWetlndendlrler ." Demek, milliyet "din ve dil" birliği olan bir halkın adıdır. Türkiye'de, Acerntstan'.da, Afga­ ntstan'da, Türkistan'da, Buhara'da, Kaşgar'da, Çtn'de. Mançuri'de. Kafkasya'da. Kınnı'da, Rusya' da ne kadar Türkçe konuşan Müslüman varsa bizim milletimizdir. Ve onlann oturduk­ ları yerlerin hepsine birden "Turan" denir ki, '"Türk Vatanı" manasınadır. 81


Anadolu Turan'ın bir parçasıdır. Oraya ge­ len muhacirler hep Türkçe konuşurlar. Yavaş yavaş Türklüğe karışırlar. Millet, ümmet, devlet: Bu üç kelimenin manalarını açıkça bilmelisiniz. İşte yazıyorum, dikkat ediniz ve aklınızda tutunuz: Millet: Bir lisanla konuşan ve dinleri bir olan bütün insanlar. . . Ümmet: Ayrı ayrı lisanlarla konuşan fakat dinleri bir olan bütün insanlar. . . Devlet: Lisanları ve dinleri, yani ümmetle­ ri ve milletleri ayrı ayrı olan insanları bir top­ rakta idare eden bir müessesedir. Biz Türk milletinin, İslam ümmetinin, Os­ manlı devletinin fertleriyiz. Milletiniz, ümmetiniz, devletiniz için ayrı ayn vazifeleriniz vardır.

Türldye'de Ne Kadar Türk Vardır? Turan'ın bir parçası olan Türkiye'de ne ka­ dar Türk olduğunu sizin coğrafya kitaplarınızın hiçbirisi doğru yazmaz. Zira hepsi Türk düş­ manı olan Hıristiyan Avrupalıların lisanların­ dan tercüme olunmuştur. Türk düşmanları Türkiye'yi parçalamak ve Rumeli gibi araların­ da taksim etmek istediklerinden yurdumuzda hep bizi az göstermeğe çalışırlar. Birçok ihti­ yarlar ve yaşlı Türkler Türkiye' de adetçe en çok olan milletin Türk milleti olduğunu bilmezler. Ne · vakit onlar uyanıp etraflarına bakarlarsa Türklerin ne kadar çok olduğunu anlayacak­ lar. Osmanlı devletinde büyük bir İslam üm­ meti vardır. Bu İslam ümmeti iki büyük millet82


ten teşekkül eder ki, bunlar da: Türk ve Arap­ tır . . . Osmanlı devletinin şimal tarafı, yani Ana­ dolu hep Türklerle doludur. Ona 'Türk Yurdu" denir. Anadolu'nun Kerkük ve Halep hududu­ nun aşağısı Araplarla doludur. Buraya da Ara­ bistan. yani "Arap Yurdu" denir. l Türk yurdunu teşkil eden İstanbul, Eclir­ ne, Bursa, Kastamonu, Aydın, Konya, Adana, Sıvas, Diyarbakır, Trabzon. Erzurum. Van, Bit­ lis . Ma'muretül-Aziz vilayetleriyle . Halep ve Musul vilayetlerinin şimal cihetleridir. Türk yurdunun sahil taraflarında gayet az Rum var­ dır. Onlar da hicret edip gidiyorlar. Erzurum, Van, Bitlis gibi şark vilayetlerinde Ermeni mil­ leti toplu bulunmadığı gibi oradaki Türklerden adetçe pek azdırlar. Türk yurdundaki Hıristiyanlar, yani Rum­ lar ve Ermeniler adetçe iki buçuk milyon kadar vardırlar. Halbuki Türk yurdunda, vakit vakit düş­ man ellerinden göçüp ve Türklüğe karışan mu­ hacirleri de sayacak olursak, on beş on altı milyondan ziyade Türk vardır. Osmanlı devletinin Bağdat. Şam, Beyrut vs. gibi vilayet merkezleri olan büyük şehirler müstesna tutulursa Arap milletinin çokluğu çöllerde ve vahalarda kabile hayatı geçirir: Nü­ fusları henüz tamamiyle yazılmamıştır. Arap milletinin de Türk milleti gibi terakki etmesi için hükümetimiz onlann lisanlarını mahalli dairelerinde. muhakemelerde, mektep­ lerde resmen kabul etmiştir. . Osmanlı hükümetinin idaresinde yaşayan Arapların nüfusu fazla fazla sekiz milyonu geç1 ) Bağdat vilayetinde ve Kerkük'ün cenubunda dört kaza vardır ki, kam ilen Türklerle doludur; Hankin, Yakube, Badire, Mendli kazaları. 83


mez. Yemen. Hicaz. Irak. Suriye kıt'alarının nüfusları ancak ikişer milyondur.2 •

Türklerin nüfusunu az göstermek isteyen­ ler milletim.izin düşmanı olan birtakım yalancı­ lardır. Osmanlı devleti içinde nüfusları malum olan unsurları çoğaltıp Türkleri az göstermek isteyenlere inanmayınız. Onları okurken şu su­ alleri kendi kendinize sorunuz: 1 - Bu kitabı bir Türkçü gibi mi yazmış? 2- Eğer Türk yazdı ise bakalım milletini se­ ven bir Türk müdür; yoksa hangi millete men­ sup olduğunu bilmeyip şahsi menfaati ve poli­ tika düşünceleriyle milliyetini saklayan bir adam mıdır? 3- Türklerin nüfusundan bahseden bu adamın fikrince milliyet neye derler bakalım. Bu adam bütün dünyanın kabul ettiği "milli­ yet" tarifini kabul edtyor mu? 4- Bir lisanla konuşan. bir dinle yaşayan bütün insanlar bir millet demektir. Türkleri az gösteren adam bunu biliyor mu? 5- Türkleri az. diğer unsurları çok gösteren adam hangi istatistikten, hangi kitaptan bu malümatı almış? Hasılı çocuklanm, küçük bir tetkik ve dü­ şünmek neticesinde Türk düşmanlannın yala­ nı ve maksadı meydana çıkar. Bütün dünyada lisanları Türkçe, dinleri İs­ lam olmak üzere yüz milyon Türk vadır ( 1914

yılında.)

Bu yüz milyonluk Türkün lisanlarında yal­

nız şive farkı vardır. Fa\tat konuşurken yine

anlaşırız. Fakat şu kitapta okuduğumuz lisan

2) Mekke, Medine, Şanı , Haleb, Bağdat, Musul şehir­ lerinde ekseriyetler Türkçe konuşurlar, binaenaleyh bura­ larda birçok Türkler vardır. 84


umumi edebiyat şivesidir. Anadolu'daki ve Tu­ ran'ın her tarafındak1 1ürk gazeteleri mümkün olduğu kadar lisanlarını bu İstanbul şivesine yaklaştırıyorlar.

Türklüğün İstlkball Dünyada istikbali en parlak millet Türk milletidir. Çünkü: 1 - Yüz milyonun esas lisanı birdir, 1ürkçedir. 2- Bütün Turan da çokluğu teşkil eder. Aralarında başka büyük milletler yoktur. ls­ tanbul'dan kalkan bir adam Azerbaycan, Kaf­ kasya, 1ürkistan yoluyla ta Mançuriye kadar 1ürklerin arasında, Türkçe konuşurak gidebi­ lir. 3- Dini ve lisariı bir olan Türk milletini içki illeti çürütmemiş, milli kuvvetleri sarf olına­ nuştır. 4- Dince ve lisanca olduğu gibi coğrafyaca dahi hiçbir millet 1ürkler kadar "topluluk" saa­ detine mazhar olınanuştır. 5- Şimdiye kadar birbirinden uzak bir üm­ met hayatı süren Türkler maarif ve medeniyet sayesinde birleşmeğe, dilde, işte , fikirde birlik yapmaya başlanuşlardır.

TÜ RKLÜ K MEFKÜ R ESI NEDi R?

Asırlardan beri Türkler milli mefkuresiz yaşıyorlardı. Bunu ben size iyice anlatmak için 1ürkiye'deki Osmanlı devletinin idaresindeki 1ürklerin eski hayatlarını anlatacağım. 85


TürkJye'deki Türkler kendi milliyetlerini in­ kar ederek "Osmanlı" adını takınmışlardı. Hal­ buld. dünyada "Osmanlı" naıru altınqa bir mil­ let yoktu . "Osmanlılık" Türk olan Osmanoğul­ lannın kurduğu hükümete verilen bir namdı. Kayıhan kabilesi Altundağ'dan Anadolu'ya göçtüğü zaman on beş, on altı milyonluk bir Türk halkının içine düştü. Türk Selçuki devleti bozuluyordu. Bozulunca Anadolu Türk beyleri büyük bir kurultay, yani meclis kurarak Er­ tuğrul'un oğlu Osman Bey'i kendilerine "ha­ kan" intihab ettiler. itaat etmeyen Türk beyleri de zorla bu Türk birliğinin içtne alındı. Osman Bey kabilesini bırakarak Anadolu 'daki Türk milletinin başına geçmişti. Bıraktığı aşiret hala Söğüt ve civarında oturuyordu . Anadolu Türk­ lerini nizam altına alan Osmanlı hakanlan bu Türklerle Rumelt'yi zaptetmişler ve ta Viya­ na'lara kadar gitmişlerdir. Tarih gösteriyor ki, Osmanlı devletinin bü­ tün muharebelerini Türkler yapmışlardır. Bir­ kaç tane sonradan Türk milltyetini ve İslam di­ nini kabul eden kumandanlar varsa da, bunlar beş yüz senelik şanlı tarihte devede kulak ma­ kamındadır. Gel zaman git zaman 'Tanzimat" ilan olu­ nuyor. Yeniden açılan mek:teblerde çocuklara milletleri ve milliyetleri hakkında vazifeleri öğ­ retilmiyor. Sonra o mtlliyetsiz ve yalnız hükü­ mete memur yetiştiren mekteblerden çıkan ço­ cukların hepsi milliyetlertni inkar ediyorlar. H ürriyet ilan olunduğu zaman her millet lisa­ nıyla, edebiyatıyla, müesseseleriyle , mekteble­ riyle meydana çıkıyor. Fakat görülüyor ki adet­ leri en çok olduğuna inat, Türkler meydanda yok ! . . . Felaketler başlıyor. Bosna-Hersek'i, Şar­ kı Rumeli'yi, Trablusgarb'ı, nihayet Makedon­ ya'yı, Trakya'run yansını, Anıavutluk'u, Epir'i, 86


adalan, Girtt'i kaybediyoruz. Çünkü her millet, millet haline geçmiş .. milli heyecanlarla. milli mefkürelerle üzerimize yürüyor. Halbuki bizim milli bir mefküremiz yok. . . Niçin. kimin için. nerede muharebe edeceğimizi bilmediğimiz gibi milletçe ne yapmak istediğimizi de bilmiyor­ duk. Hükümetin fikri; rahatça yaşayıp. etrafla hoşgeçinrnek ve terakki etmek idi. . . Buna mefküre

denmez.

Miskinlik denir.

Milletlerin mefkürelert dalına taarru zidir. Sa­ vunmadan kalan ve korkak düşünceler mefkü­ re sayılmaz. Bir milletin taarruzi ve milli bir mefküresi olmazsa o millet korkak ve emelsiz­ dir. Zayıftır. Allahın kanunu cezasını vertr. O kanun da: Ezmeyen ezilir . . . düsturudur. Başkalarını ezmeyen milletlert di­ ğer milletler ezer. Bütün umumi tarth bu ka­ nunun şahidi ve isbatıdır. Başka milletlerden ülke zaptetmek istemeyip kendi hudutları için­ de nihayete kadar oturmasını düşünen korkak ve miskin bir millete komşu milletler asla rahat vermezler.

Birleşir,

üzertne

saldırırlar.

Bize

yaptıkları gibi, memleketlertni yağma ederler. Muharebeden sonra bu hakikatlan gören Türkler. milliyetlerini hatırladılar. Eski tarihle­ rtne .

an'anelerine sarıldılar. Ve bütün Türk

milletinin ruhunda çoktan bert uyuyan büyük emel.

büyük mefküre

doğmaya başladı.

Bu

mefküreyi henüz ruhunda duymayan pek az miskin kalmıştır. O mefküre nedil'? Bakınız:

1 - Lisan muhabbeti. 2- Millet ve din muhabbeti, 3- Vatan muhabbeti. 87


Lisan Muhabbeti Eskiden milliyetlerini unutan Türkler ko­ nuştuklan lisana da ehemn'ıiyet vermiyorlar, Arapça ve Acemce terkipler düzerek bir marifet yaptık sanıyorlardı. Eski Türk muharrirlerinin yazılarını Türk milleti anlamıyordu. Çünkü bil­ mediği ecnebi lügatlar, ecnebi saıf kaideleriyle yazılıyordu. Türkler uyanınca eğlencelerden, sefahetten bahseden eski edebiyat lisanını be­ ğenmediler. Gördülür ki , şimdiye kadar yazıl­ mayan konuştuklan lisan daha tatlı, daha can­ lı, daha güzel. . . Artık bu lisanla yazmağa baş­ ladılar. Yani söz söyledikleri gibi belki söyledik­ lerinden daha güzel yazıyorlardı. Konuşma li­ sanını yazmak için: 1 - Arapça ve Acemce terkip ve cem'i kaide­

lerini kullanmamak. (Tabii ilim ve fendeki ıstı­ lahlar müstesna.)

2- Türkçeye girmeyen, Türk halkının ma­ nasını bilmediği yabancı kelimeleri kullanma­ mak. . . İcab ediyordu. Bu iki noktaya dikkat eden pek güzel konuşulan Türkçeyi yazabiliyor ve yazdığını herkes gibi kendisi de anlıyordu. Her millet kendi lisanında yaşar. Lisansız bir millet çobansız bir sürü gibidir. Türkler varlık­ larının umumi ve carılı bir lisanla kaim olduğu­ nu anlayınca lisarılannı dünyada her şeyden mukaddes ve kıymetli gördüler. Onu edebiyata geçirmeye karar verdiler. Artık siz yetiştiğiniz zaman asla o eski divanlardaki Arapçalı, Acem­ celi. kanşık edebiyat lisanını kullanmayacak ve kullanarılan milliyetinizi tahkir etmiş sayacak­ sınız . . . İşte konuşulan Türkçeınizi sevmeye. b u li­ sanı edebiyatta kullanmaya "lisan muhabbeti" 88


derler. Lisan, milletin manevi vatanıdır. Manevi vatana istihkam yapılmaz ve müdafaasına gay­ ret olunmazsa maddi vatan da yaşayamaz. Li­ sanlarını seven, kendi kelimelerini, kendi kai­ delerini terk etmeyen milletler kurtulmuşlar­ dır. Almanlar. Macarlar vb. gibi. . .

Millet ve Din Muhabbeti Her millet kendi millettaşlannı sever. Tür­ kiye'de bazı Türkler şahsi ve politika menfaat­ lanyla hudut haricindeki millet taşlarını inkar ederler. Onlara bakmamalı. Onlar "hod-perest" lerdir. Milliyetini duyan bir adam bütün dün­ yada Türkçe konuşan insanları Türk bilir. Ve hiç ayırdetmeden hepsini sever. Türklerin hep­ si Müslümandır. Türklüğü sevmek, Müslü­ manlığı da sevmek demektir. Türk milleti uyanır ve birleşirse Müslü­ manlık filemi yüz milyonluk kuvvetli bir hadim kazanmış olur . . . Müslümanlık ancak Türklerin ve Türklüğün uyanmasıyla esirlikten kurtula­ caktır! Milliyet ile dinin de farkı yoktur. İkisi bir­ birinden ayrılamaz. Milletsiz bir din olmadığı gibi, dinsiz bir millet de olmaz. Türklerin hepsi Müslümandır. Türkçe konuşan bütün Müslü­ manlar Türktür. . . Türkçe konuşmayan diğer Müslüman milletler Türklerin din kardeşleri­ dir. Türklük mefkuresi, kendini kurtardıktan sonra diğer milletlerden olan Müslüman din kardeşlerine de imdada gitmelidir. Milliyetini seven dinini de sever. Dinini seven milliyetini de sevmelidir. Çünkü din ruh ise, milliyet vü­ cuttur. Vücut sağlam olursa ruh rahat eder.

·

89


Vatan Muhabbeti Bizim üç türlü vatanımız vardır. Vatan de­ rnek, yalnız hükürnetirnizin sahip olduğu yerler dernek değildir. Türklerin, yani bizim vatanımız şunlardır:

1 - Milli vatan, 2- Dini vatan, 3- Fiili vatan.

Milli vatan:

Türkçe konuşan bütün Müs­

lümanların oturduğu yerlerdir: Bunlara Turan denir. Hangi devlet idaresine girerse girsin, Tu­ ran Türklerindir. . . Anadolu Turan'ın bir parça­ sıdır. İstanbul dünyada bir tanecik olan Türk hakanlığının merkezidir. istanbul'un şivesini bütün Turan halkı umumi lisan olarak kabul etmiştir. Milletini seven milli vatanını sever. Mllli vatanının hudutları etnografya (kavmiyat) haritalarında çizilidir. İstanbul'daki Türk haka­ nını manevi olarak bütün Türkler tanır ve se­ verler.

Dini vatan: Müslümanız.

Biz Türk olmakla beraber Turan'la beraber bütün başka

mllletlerden olan Müslümanların oturduğu yer bizim

dini

vatanımızdır.

Padişahımız

bütün

Türklerin hakanı olduğu gibi, bütün Müslü­ manların da halifesidir. İstanbul Türk hakanlı­ ğının ve Türklüğün merkezi olduğu gibi, Müs­ lümanlığın ve hilafetin de merkezidir. Bütün Müslümanların gözü İstanbul'dadır. Mefküre­ mizin ikincı safhası milli vatanımız gibi dini va­ tanımızı da esirlikten kurtannaktır.

Fiili vt.'.:an:

Osmanlı devletinin idare ettiği

bütün Türkiye bizim fiili vatanımızdır. Türkle­ rin hakanı ve Müslümanların halifesi olan zat

90


Osmanlı devletinin tebaası için de bir hüküm­ dar. bir padişahtır. Türkiye'de Türklerin üç türlü vatanların­ dan birer parça vardır. Anadolu bütün Türkler­ le dolu olduğundan milli vatanın bir parçası­ dır. Anadolu'daki Türklerle Arabistan'daki Arap milleti Müslüman olduğundan bütün Türkiye bizim dini vatanımızdır. Türkiye'de siyasi ve fiili hakimiyetimiz ol­ duğundan fiili vatanımız da burasıdır. *

Cahil milletler toplanamaz. Birlik yapa­ maz. Mahvolur. Türkler de okuyup bilgi ve fen öğrenmezlerse milletlerini anlayıp terakki ede­ mezler. Ve düşmanlara esir olurlar. Onun için her tür ilme. fenne. son derece ehemmiyet ver­ melldir. Her Türk okuyup yazma öğrendikten son­ ra sanata, ticarete girmeli. milleti için zengin olmalıdır. Alim milletler zengindirler. Fertleri ayn ayn zengin olan milletler en kuvvetli mil­ letlerdir. Türk milliyeti iyice uyarımak ve parla­ mak için: 1 - Milli ve umumi bir Türk edebiyatı. 2- Türklükte güzel sanatlar (musiki, resim, heykeltıraş , tiyatro vs . . . ) . 3- Türklükte fen ve büyük sanatlar (fabri­ kalar. ihtiyacımız olan makineler. elektrik inşa­ atı vs . . . ) .

4- Türklükte ticaret ve iktisat. lazımdır . . . Soma canlanan ve zenginleşen mil­ let mefkuresini kendi kendine duyar. O mefku­ re de budur: Kan

"Büyük mllletler gibi tera.kld etmek . . . ve din kardeşlerimizi sırasıyla esirlik91


ten kurtarmak... Türk nlmmı tarihte tekrar parlatıp Türklükle beraber Müslümanlığa da eski ehemmiyetini verdirmek."

BiR ÇOCUK NASIL TÜ RK MILLIYETPERVERI OLUR?

1- Konuştuğu Türkçeyi sever. Konuştuğu lisanı yazar. Ve bu güzel İstanbul Türkçesinf herkese öğretmeye çalışır. 2- Dini gibi milliyetini de sever ve mukad­ des bilir. Türklüğün aleyhinde bulunanlara karşı Türklüğü müdafaa eder. Milliyetine lakır­ dı söyletmez. Türklüğün dünyadaki milletlerin hepsinden daha necib ve cesur olduğunu ha­ tırdan çıkarmaz. Hangi milletten olursa olsun Türkçe öğrenip Türk milliyetine karışan muha­ cirlere tıpkı eski kan kardeşi imiş gibi muame­ le eder.

3- Her fırsatta Türklüğü medheder, Türk­ lüğe kıymet verir. Her fırsatta Türk tarihini, Türk cihangtrlerini, Türk alimlerini anar.

4- En büyük cihangirlerin çıktığı gibi İbni Sina ve Uluğ Beğ gibi en büyük alimlerin de Türk milletinden geldiğine iman eder. 5- Her şeyden ewel Türk tarihine vukuf peyda eder. Türklüğe dair yazılan edebi ve fen­ ni şeyleri diğer mütalaalara tercih eder.

6- Askerlik. tüccarlık. sanatkarlık. memur­ luk, haıınlı hangi meslek için hazırlanırsa hazır­ lansın en başta gelen emeli. Türklüğe. Türk mefkuresine hizmet etmek olur.

7 Şahsi hayatının fanı. fakat milliyetinin, -

92


Türklüğünün ebedi olduğunu aklından çıkar­ maz. Herkes mezara girecek ve ölecektir. Tari­ he giren kahramanlar ölmezler. Milletlerinin kalbinde yaşarlar. Milliyetperver olmak istiyen her çocuk da nasıl olursa olsun iyi bir nam ile Türk tarihine girmeğe çalışır. Dünyada tarihe girip şanlı bir hatıra bırakmak kadar ali ve gıb­ ta olunacak bir şey yoktur. Ruhunda büyüklük ve yükseklik meyli olan çocuk mutlaka Türk rnilliyetperveri olur. Her yerde , her vakit ve her işte birinci olrnağa çabalar. Yorulmaz, bıkmaz, üşenmez. Vücudunu izcilikle ve idmanla, fikri­ ni bilgi ile fenle, ruhunu milli mefküre ile kuv­ vetlendirir. Bilgisiz bir kuvvet ve cahil kafa al­ tında sağlam bir vücut hiçbir işe yaramayacağı gibi, mefküresiz bir ilim, mefküresiz bir alim de hiçbir işe yaramadıktan başka Türklük cemaa­ tine tarif olunmaz zararları dokunur. •

Ey Türk çocukları! Siz hem kuvvet, hem bilgi , hem de mefküre sahibi olunuz. Büyük muvaffakıyetler1n1z narnıruzı tarihe geçirecek ve sizi bu fanı hayatın fevkindeki o ebedi ve ölümsüz hayata nail edecektir. 1 91 4

93



İkinci Bölüm YAZILAR



TÜRKLERİN MİLLİ BAYRAMI

Yenlgün: 9 Mart Her milletin hatırası kendi tarihine, kendi eski

an'anelerine

dokunan

milli

bayramları

vardır. Biz Türkler milliyetimize ait ne varsa kalbimizde bir acı duymadan unuttukça milli bayramım ızı da muhafaza edememişiz. Türkle­ rin milli bayramım Acemler benimsemişler ve "Yenigün" tabirini "Nevrfız"a çevirmişler. Bu nasıl olmuş? Karilerime uzun ve sıkıcı tafsilat vermekten vazgeçerek Necip Asım Beyin tarihi­ ni

açmayacağım.

Yalnız "Küçük Türk Tari­

hi"nden birkaç sahife . . . İşte ayniyle yazıyorum: " . . . Her kavmin masalları vardır. Türklerin de kendilerine mahsus ve babadan oğula geçen masalları vardı. Bu masallar hep muharebele­ re, kahramanlıklara dairdi. Türk masallarında kendisinden

en

çok

bahsedilen

kahraman

Oğuz Han'dır. Bütün Türklerin babası TÜRK' adında birisi idi. TÜRK, İsigöl yakınına yerleş­ miş ve orada onun oğullan ve torunları hüküm sürmüşlerdi.

TÜRK'ün

oğullarından

Alınca

Han'ın ikı oğlu vardı. Tatar ve Moğol. . . Moğol Han dört evlat bırakarak ölmüş ve yerine bü­ yük oğlu Karahan geçmişti. Karahan, Karaku ­ rum taraflarında otururdu. Karahan'ın bir oğlu doğmuş ve kendi adını kendi koymuş:

97


- Benim adım Oğuz Hakandır. . . demişti. Bu Oğuz, padişah olup babasının yerine geçince. Tatar ve Moğol Türklerini birleştinniş, bütün Asya'yı ve

Mısır'ı zaptetrnışti. . .

Oğuz

Han, Şarn'da bulnuyordu. Kendisi artık ihtiyar­ lamıştı. Bir gün hizmetkarını çağırarak eline bir altın yay ve üç tane de altın ok vermiş; yayı. ucu görünecek surette gündoğusu, oklan da günbatısı cihetine gönunesini tembih etmişti. Hizmetkar gidince Oğuz Han altı oğlunu çağır­ mış ve av getirmek üzere üçünü gündoğusu ve üçünü de günbatısı cihetine göndermişti. Bir müddet sonra oğullan avlarla dönmüşler ve ay­ nı zamanda buldukları oklarla yayı da getir­ mişlerdi. Oğuz Han yayı kırarak parçalarını üç bü­ yük oğluna, oklan da üç küçük oğluna vermiş, yayı alanlara: Yüzok', oklan alanlara " Ü çok" demişti. Ok, yaya tabi olduğu için Üçok soyu­

nun Yüzok soyuna itaat etmesini de aynca na­ sihat etmişti . . .

"

Türkleri ve Türklüğü inkar etmekte garip ve marazi bir lezzet duyan hasta bir kısım, ihti­ mal şu kıymetli tarihçinin diğer büyük tarihler­ den hulasa ettiği tafsilata: - Efsane ! Efsane ! . . diye gülecekler, dudaklarını bukeceklerdir. On­ larca mesela Yunanlıların bı1tı1n esatir ve ta­ rihleri mukaddestir, muhteremdir. . . Hatta. bel­ ki hakikattır. Lakin Türklerin tarihi bile yalan­ dır. Fakat halis Türkler kendi tarihlerine inanır ve· asla onu unutmazlar. Misal olarak büyük ve şanlı adı biz garp Türklerine alem olan ve bu ­ günkü devletimizi kuran Osman Gazi'yi yad edeceğim. Onun meşhur şiirini hangi Türk bil­ mez? Osman Gazi, bu şiirinde kendi milliyeti98


ni. babasını . dedesini, soyunu tanır ve onlarla iftihar eder bir er olduğunu gösteriyor: Kurt olup gel gir sürüye. Arslan ol, bakma geriye, Çar edüp haydi çermiye, Dil geçidinJ hisar yap. Dedikten sonra bakınız aslıyla, nasıl gururlanıyor:

esasıyla

Osman Ertuğrul oğlusun. Oğuz Karahan neslisin, Hakkın bir kemter kulusun, İstanbulu aç gülizar yap. Evet birkaç asır ewelki babalarımız soyla­ rını. tarihlerini, an'anelerini bizden çok iyi ta­ nır ve kendi asıllarıyla iftihar ederlerdi. "Küçük Tfırk Tarthi"nden bir sahife daha yazayını: 'Türkler ve Çinliler. - Türkler beş kabile idiler: Kıpçak, Uygur, Kanıglı, Kalaç ve Karlık. . . Bu adları muharebeleri esnasında Oğuz Han vennişti. Türkler en ziyade Çirılilerle uğraşır­ lardı. Çinliler Tfırkleri hiç sevmezler, onlara 'Hiyon-tu' yani 'Söz dinlemez hizmetçi' derlerdi. Çok defa Tfırk kabileleri Çin'e dalarlar, baştan aşağı Çin'i, yağma ederlerdi. Çirıliler anlan ko­ valamaya cesaret edemezlerdi. . . Nihayet bu ar­ dı arası kesilmiyen hücumlardan kurtulmak için Çin'in etrafına kalın bir duvar bile çekme­ ye kalkıştılar . . . Bu duvar bugün hala duruyor. Adına 'Sedd-i Çin' derler . . . Fakat bu duvar da Çin'i Türk hücumundan kurtaramadı. Bunun üzerine Çin, son bir çare aradı. Çin padişahla­ rından birisi bütün Çin askerlerini topladı, Çin hududundaki Türkleri de ordusuna ilave etti. 'Hiyon-tu'lara hücum ve orılan fena halde mağ99


lup etti . 'Hiyon-tu' Türk kabilelert kuvvetli Çin ordusunun hücumu karşısında birleşmediler. Hele kardeşlert Tatar ve Uygur Türklert de Çin'e yardım edince büsbütün şaşırdılar, pert­ şan oldular. Bir kısmı .çöllere dağıldı, Kırgız­ Kazan oldu. Bir kısmı da Altay Dağları yanında 'ERGENEKON' Vadisine düştü . " Evet "PANÇAU" adlı Çin serdanrun ku­ mandası altında Çinliler, Sibirya'nın şimalinde­ ki Tongozlar, garpta ve cenuptaki Acemlerle ve Afganlarla birleşerek ansızın 'Türk Yurdu"na baskın vermişlerdi . Tabii geçen sene Balkan milletlertnin yaptıkları gibi. . . Türkler korkma­ dılar ve şaşırmadılar. Bir ianesi yüz düşmana karşı koydu . Hepsi vuruştu, hepsi öldü. Yalnız "NOHOZ" ve "KAYAN" adındaki iki hakanzade ile iki kız kurtulabildiler. Dereler aştılar. Tepe­ ler aştılar. Karanlıklarda yürüdüler. Nihayet bir sabah önlertnde bir iz gördüler. Bu bir in­ san izi değildi. Koştular, izin üzertnde saatlerce koştular. Kızın birtsi sevinçle: - işte . . . diye haykırdı. Bu bir Alageyik idi. Kovalamaya başladılar. Yol pek dar ve pek sarptı. Nefes ne­ fese koşarlarken dik bir yardan aşağı yuvarlan­ dılar. Kendilertne geldiklert zaman şaşırdılar. Burası yeşillik ve ağaçlık bir yerdi. Güzel çiçek­ ler açılmıştı. Renkli kelebekler uçuşuyor, kuş­ lar ötüyordu . Gezdiler, dolaştılar. Burası adeta cennetti. Öyle bir cennet ki kapısı yok . . . Hiç in­ sana rastgelmediler Başlarını yere eğdiler, ümitlertni kestiler, "Yine bir gün olur elbet bir yolunu bularak bu mahbesten kurtulur, vata­ nımıza kavuşuruz . . . " diyorlardı. Akşama doğru Alageyik göründü. O da bir çukurda yalnız kal­ mıştı. Şimdi kaçmıyor, hatta onlara sokuluyor­ du. Kızlar bu geyiği okşadılar, kendilertne alış1 00


tırdılar. Nohoz ve Kayan'la beraber sütünü içe­ rerek karınlarını doyurdurlar. Tam dört yüz sene etrafı büyük ve geçil­ mez Kafdağları ile çevrilen bu gizli yurdun için­ de geçti. Bağ artık tamamiyle şenlenmiş, Türk yavruları çoğaldıkça çoğalmış, geyikler artmış­ tı. Ve herkes iş bulmuştu . herkes çalışıyordu. Turan'la ve dünya ile münasebetlerini kesen bu gizli yurttan artık kurtulamıyacaklarına hükmeden Türkler yine asla me'yus olmuyor­ lar. yine Tura.Iı'a kavuşmaktan ümitlerini kes­ mtyorlardı. Bir gün bu gizli yurtta bir kurt gö­ ründü ve geyiklerden bir tanesini parçalıyarak kaçtı. Bir çoban bu kurdun nereden girdiğini merak etmişti. Arkasını bırakmadı ve küçük bir delikten çıktığını gördü. Koşa koşa yurda döndü. Gördüğünü anlattı. Hepsi birden deli­ ğin başına geldiler. Bu delik dardı. Uğraştılar, uğraştılar. Bir insan geçemtyecekti. Nihayet iç­ lerinden bir demirci çıktı. Ocak yaktı. Örs kur­ du. Çekici örse vurarak taşları parçaladı ve yol açtı. Bu küçük dünyaya dört yüz sene içinde çoğalarak sığmıyan Türkler birdenbire taştılar. en önden. elinde bayrak, deliği açan demirci Türk çıktı. Türkler bugüne çok sevindiler, tekrar Tu­ ran'a kavuştukları için "YENİGÜN" diye bu çı­ kışlarını bayram addetttler ve deliği açan de­ mirciyi , 'YÜZKURT' namını vererek, kendileri­ ne han yaptılar. 'Yüzkurt" kelimesini Moğollar kendi lisanlarına tercüme ederek "Börteçene" dediler ve bu milli bayramı onlar da tanıdılar. Artık her yıl 'YENİGÜN"de demir ayini yap­ mak kaide haline girdi. "YENİGÜN"de hakan milli ocağın önüne gelir, bir demir parçasını kızdırır. sonra örs üzerine koyarak çekiçle dö1 01


verdi. Eski Türk tarihleri YENİGÜN'den, demir ayininden bahsederler. 1 Ergenekon'dan2

kurtuluş

hatırası

eski

Türklerde demir ayinine esas ve sebep olmuş­ tur. Ve bu milli ayinin serpintileri bugüne ka­ dar bizim aranuzda kalmış, hatta tstanbul'da hala devam etmekte bulunmuştur. Nazar de­ genlere günlük yakmak, hastalara kurşun dök­ mek, lohusalara ve çocuklara demir parçalan takmak şüphesiz İslcllnlıktan gelen şeyler değil­ dir. Bunu bütün ulema tasdik eder. Hep unu­ tulan YENİGÜN'ün, milli bayramın. Ergenekon mahbesinden kurtuluşun, demir ayininin, mu­ azzez ve eski bir an'anenin bakiyeleri. . . İşte Türkler davullarla, ciritlerle, oyunlarla bu 'Yenigünü" takdis ve ta'ziz ederlerken Acemler de onlardan imrendiler. bu bayramı

1 ) "Ergenekon"dan çıkışı Ebulgazi şöyle tarif eder: "Günninin ve ayninin saatini kurup taşgari çıktılar. Andan­ beri mefuninin resmi türür, şal günü iyd kılurlar. Bir pare temürni uşaga salıp kızıl kılıyorlar, ol Han inur birlan te­ mürni tutup sendan ve üstünda koyup çöküç birtan urar. Andan sünün binları ol günü acayip aziz tutarlar". Maden yani demirin anasırı hamsei-mukaddeseden olduğu unu­ tulmamalıdır. Miladın 568 senesi imparator Jüsten'in sefiri (Zemark) Türk hududuna vasıl olduğu vakit hudut muha­ fızları kendisine demir takdim etmiş, günlük yakmış ve kendisini ateş üstünden atlatmıştılar. Nazar değmemek için hala alev üzerinden atlatmak Anadolu'da cari olduğu gibi hatta lstanbul kadınları bile çocuklarını nazardan sak­ lamak için ateŞ.e üzerlik tohumu atarak: "Attım üzerlik, gel­ sin güzellik! Uzerliksin güzelsin. Her evlerde gezersin. Hangi evde gezsen kaza, bela savarsın. Ak göz, mavi göz, ela göz, tirşe göz, darı göz, kara göz, altmış, yetmiş, çıkmış, gitmiş," celcelütiyesini okurlar. Türk Tarihi - Necip Asım 2) Ergene; Dağ sırtı, Kon; Konak demektir. D iyarba­

kır'daki "Ergani" kasabası bir dağ sırtındadır.

1 02


kabul ettiler ve hatta ''Yentgün" ismini keltınesi keltınesine tercüme ederek "NEVROZ" dediler. Acem tarihinde "NEVRÜZ"a esas ve sebep ola­ bilecek bir vak'a, bir masal. bir an'ane, bir ri­ vayet yoktur. Halbuki Türk tarihinin, Türk an'anesinin bugüne kadar devam eden akisleri Acemlerin "Nevruz" dedikleri şeyin tamamıyle bizim ''Yentgün"ümüz olduğunu iddiaya değtl. hatta tsbata kafidir. ''Yenigün" biz Türklerin milli bayramıdır. Tarihimiz, maztıniz, masallarımız, an'aneleri­ miz ve nihayet Ergenekon ve demir ayini bu milli bayramımızın bir efsane değil, milli ve içti­ mai bir hakikat olduğunu meydana çıkarır. Yüzkurt . . . Türkleri Ergenekon'dan kurta­

ran ilk hakana verilen ad . . . Sonra deliği Türk­

lere gösteren kurt . . . Bu vak'aıun izi bugün dili­ mizde capcanlı duruyor: Kurtarmak Kurtulmak Kurtuluş Kurtarıcı keltınelert mu?

hep

"Kurt"

cevherinden

çılmuyor

Türklerin sadrlannda ve hatırlarında yaşa­ yan ve yaşayacak olan "Ergenekon" hatırasın­ dan ilham alan bugünün şairleri var. Son Bal­ kan felaketleri nihayet Bergos'tan Ergene'nin öbür tarafına kovuluşumuzu yadederek milli ve şuurlu rübabını çalan soydaşımız, Türklü­ ğün bütün zafer ve azaınetlerini söyledikten sonra: Fatih aldı İstanbul'u. Babur Hinde eğdi yolu , Nadir sarstı sağı solu . . . Oldu yer son taslağımız!

1 03


•••

Bundan sonra talih döndü, Yıldızımız yine söndü , Karşımızda Rus göründü . . . Kesildi yurd ortağımız! •••

Kırım, Kazan heder oldu ! Tuna. Kafkas yeter oldu! Türkistanda neler oldu? İşitmedi kulağımız! •••

Yurt girince yadeline. Ergenekon oldu yine!.. Çıkmaz mı bir Börteçene Nurlanmaz mı çerağımız? diyor . . . Bugünkü Türklüğün perişan ve esir halini tıpkı "Ergenekon"a benzetiyor. Bir kurta­ rıcı, bir bozkurt, bir Börteçene temenni ediyor. Onun heyecan ve ümidini biz Türkler kalbimiz­ de duyarsak pek çabuk milli mefküremizi kuv­ vetlendirecek, mefküresizliğin verdiği yei'sten, örfsüzlükten, iradesizlikten, seciyesizlikten bir anda kurtulacağız. Asıllarını seven Türk genç­ leri bu yüz milyon Türkün milli bayramına ya­ bancı kalmamalı, 9 Mart gününü en muazzez günlerin sırasına koymalıdır. İstanbul'un, milliyetini idrak etmiş şuurlu gençlerinin, İdman Yurdu ve Türk Gücü'nün azalan milli bayramımızı, Yenigünü, 9 Martı3 tes'id edeceklerini işittim. İsterdim ki bütün İs'­ tanbul ahalisi kendi milliyetlerinin hususi bay3) Dokuz adedi de Türklerce mukaddes addolunur: Buna dair diğer bir makalemizde tafsilat vereceğiz. 1 04


ramına kayıtsız kalmasın. . . Ah fakat ne diyo­ rum? "Yavaş. yavaş . . . " değil mi? • •

Bundan başka Türkler Ergenekon'dan kurtulmalarına sebep olan kurt olduğundan bayraklarına altundan bir kurt başı asarlardı. Bu , tarihçe sabittir. Demek kurt adeta bizim milli bir "Alamet-Embleme"miz sayılır. . . Yeni­ günü. dokuz martı. alkışlayan şuurlu gençler milli alamettmizi de ihmal etmemeliler. Mesela kravat iğnelerimiz küçük altundan bir "Kurt başı" olabilir. Bastonlarımızın. silahlanmızın saplan, ve kılıçlarımızın kabza başlan bu ala­ met için ne mükemmel yerlerdir. . . Nişanlılan­ mıza hediye olarak. Türklerde ismet ve güzellik timsali olan. küçük ve altun geyik başını hamil iğneler, yüzükler. bilezikler vermeli. bize her an mazimizi, millettınizi, aslımızı. esasınuıı hatır­ latacak milli alametleii gözümüzün önünden ayırmamalıyız . . . • •

İstiklal şenliğimizde olduğu gibi şüphesiz 'Yenigün"ümüze de itiraz olunacak ve bu gü­ nün tam martın dokuzunda olmadığı isbata kalkışılacaktır. Bu neye benzer biliyor musunuz? Mukad­ des tanıdığımız bayrağın adi bir bezden ibaret olduğunu, ona atfedilen ehemmiyetin mevzu' ve hayali olduğunu iddiaya. . . Halbuki ne kadar mantık yapılırsa yapıl­ sın, bayrak mukaddestir. her milletin bezden bayrağı gibi mekandan ve zamandan da bay­ rakları vardır. Mekandan timsaller milli Ka'belerdir. . . Zamandan mukaddes timsaller de milli bayramlardır. Noktası noktasına hesap 1 05


doğruluğu arayacak olursan yalnız biz değil bütün milletler bayramsız kalırlar. Milli bay­ raınlann kıymeti taıihi bir timsal, bir an'ane, mukaddes ve uzak bir yad olmalarındadır. yok­

sa mevzu' ve müesses bir takvime göre doğru olmalarında değil . . . Ve

milletleri

canlandıracak.

yükseltecek

mefkureleri doğuran masallar herhalde mef­ küreyt öldüren tarihlerden daha iyi ve daha kıymetltdir.

(Tanin gazetesi, sayı: 1 879 5 Mart 1 330 - 1 8 Mart 1 91 4)

1 06


BÜYÜK TÜRKLÜGÜ PARÇALAYAN KİMLERDİR?

Eskiden Türk milletini parçalayan iki kuvvet vardı.

1 - Rus pençesi, 2- Milli gaflet. Birinci kuvvet artık kırıldı. Fakat ikinci kuvvet hala duruyor. Bu kuvvete karşı uğraş­ mak, bugün bütün milliyetini idrak etmiş Türkler için bir farzdır. Türk alimleri, Türk edipleri, Türk şairleri, Türk sanatkarları bu gaflet kuvvetine karşı bir­ leşmeli, onu öldürmeli . . . Fakat hücumdan evvel düşmanın vaziyeti­ ni anlamak lazımdır. Türklüğü parçalamak is­ teyen bu "gaflet kuvveti" nedir? Nereden çıkmış ve nereden gelmiştir? Bunu anlamalıyız. Haki­

katını anlamak için evvela bazı malumat ister: Millet nedir? Bugün.

bütün dünya "dini

bir,

dili bir

olan" cemiyete "Millet" der. Dinleriyle lisanları bir olan bir cemiyet bir tek millet demektir. Me­ sela Almanlar, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve ilh . . . bir millettir. Dinleri bir (mezhepleri de­ ğil) , dilleri birdir. Misal olarak Almanları ala­ lım.

Bütün Almanların edebiyatları,

harslan

birdir. "Hars - Culture" bir milletin dini, bedii, ahlaki duygularının mecmuuna derler. Fakat

1 07


bütün Almanların dilleri harfi harfine bir değil­ dir. Şimal, Cenup, Garp, Şark Almanlarının dilleri arasında bir "lehçe" farkı vardır. Her kıt'arun ayn bir şivesi vardır. Ama bütün Al­ manların "İlim ve Edebiyat" lisanları birdir. Harsın lisanı birdir. Ruhlarının lisanları birdir. Fransızların da öyle . . . Faskot, Narman, Franşi­ konte ve ilh . . "lehçe"lert vardır. Fakat edebi, il­ mi lisanları birdir. Dinleriyle dilleri bir olan Türkler de bir millettir. Türk milletının elini İslamdır. Dili Türkçedir. Fakat her millet lisanı gibi Türkçe­ nin de muhtelif "lehçe"leri, muhtelif "şive"lert vardır. Gafiller bu lehçe farklarını ayn ayn dJl­ ler sanıp ulu bir milleti parça parça etmeye kalkarlar. Türk. Tatar. Mişer, Tiyeter, Başkırt. Kazak ve ilh . . gibi en aşağı kırk elli parçaya ayırırlar. Türklere "lehçe" farklarını "lisan farkı" zannet­ tiren Rus siyasetidir. Ruslar büyük bir milletin harsça birleşmesini istemiyorlardı. Şimal Türk­ lerine: - Siz Tatarsınız! diyorlardı. Halbuki 'Tatar" Iısanı Türkçeden taınaınıy­ le ayndır. 'Tatar", Türkten başka bir kavimdir kJ henüz bakiyesine Kafkasya'da rastgeliriz. Çeçenler, Lezgiler vesaire gibi. Şimal Türkleri kat'iyyen Tatar değillerdir. Tatarlık Rusların iftirasıdır. Bir siyasettir. İs­ tanbullular, Anadolulular ne kadar Türkse Bu­ haralılar, Semerkantlılar. Türkistanlılar, Kaş­ garlılar, Kafkasyalılar ne kadar Türkse şimal Türkleri de o kadar Türktür! Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Türkler, bir vakitler "Milli gaflet" neticesi olarak "Devlet"i "Millet" tanıyorlardı. Halbuki "Devlet" başka "Millet" yine başka bir şeydir.


Devlet: siyasi bir cemiyettir! Millet: Harsi yani dini, lisani. ahlaki bir ce­ miyettir! Daha uyanmadan biz de kendimize devletimizin ismini veriyor, "Osmanlı" diye di­ ğer Türklerden ayrılıyorduk. Sonra gördük ki devlet, millet demek değildir. Devlet ismi, millet ismi olmaz. Nitekim Belçika, İ sviçre Fransızla­ rı, Fransa Fransızları gibi Fransızdır. Aynca bir Belçika milleti. bir İsviçre milleti yoktur. Belçi­ ka. İsviçre devletleri vardır ve fakat ayn ayn milletleri yoktur. Belçika'daki Fransızlar, İsviç­ re'deki Fransızlar hep Fransızdır. Hakikat bizde de böyle: Bir Osmanlı devleti vardır. Bu devletin fertleri olan Anadolulular, İstanbullular halis Türktürler. Osmanlı devletindeki Türkler arala­ rındaki "Lehçe" farkı için birbirlerini yabancı saymazlar. Anadolu'nun her vilayetinde ayn bir lehçe. ayn bir şive vardır. Ama kimse "Kas­ tamonu milleti", "Konya milleti", "Erzurum mil­ leti". "İstanbul milleti" demez. Hepsinin ilmi, edebi lisanı birdir. Devlet içinde nasıl böyle bir "birlik" varsa dışında da vardır. Türklerin muhtelif ülkeleri , muhtelif dev­ letleri olabilir. Fakat lisanları. dinleri, milliyet­ leri birdir. 'Turan" bir devlet değil harsi, milli bir vatandır. Türklerin oturduğu. ekseriyet teş­ kil ettiği yerler hep Turan'dır. Siya.si hudutlar büyük Turan'ı parçalayamaz. Bu hakikatları birkaç sene evvel biz yazar­ ken karşunıza birtakım gafiller çıkıyorlar, Os­ manlılığın Türklükten ayn bir milliyet olduğu­ nu ortaya sürüyorlardı. Artık bugün Türkiye'de böyle gafiller kalmamıştır. Herkes milletini, milliyetini tanımıştır. İsmail Bey merhumun "Dudukuşu lisanı" dediği eski Arapça, Acemce


terkipli edebiyat lisanını da bıraktık. Bugün ye­ ni yetişen genç şairler, edipler konuştuğumuz tabii Türkçe ile yazıyorlar. Dillertnde milli Türk sarfından başka hiçbir lisanın kaidelerini kul­ lanmıyorlar. Darülfünunumuz milli lisana ta­ raftardır. "Dilde, fikirde, işte birlik" şiarıyla bütün Türk milletinin birleşmesine çalışan İsmail Gaspirenski Efendi de vaktiyle Turan'da anla­ şılmanuştı. Şimal Türkleri "Nur" gazetesiyle ''Biz Tatarız!" diye bu büyük adama itiraz edi­ yorlar, onun milli hakikatını idrak edemiyorlcµ-­

dı. Zaman geçti. Hakikat ilerledi. Bu hakikatı tutmak isteyen el kırıldı. Şimdi bütün Türkler bunu bilmelidir:

1 - Dünyada "dini, dili bir'' büyük bir Türk milleti vardır.

2- Ayn ayn 'Türk devletlert" olabilir. Kının, Kafkasya, Buhara, Türkistan ve ilh . . Fakat ayn ayn Türk milletleri olamaz.

3- Ayn ayn 'Türk lehçeleri" olabilir. Kasta­ monu, Erzurum, Azerbaycan, Bakü , Kazan , Hokand, Kaşgar ve ilh . . lehçeleri gibi! Fakat ay­ n ayn Türkçe olmaz. Umunü Türkçe birdir.

O

da en büyük Türklük merkezinin, hakanın, ha­

lifenin oturduğu, Türk Darülfünununun bu­ lunduğu yerin lisanıdır! Yani "İstanbul Türkçe­ sidir. " Büyük İsmail Bey Tercüman'ını bu umu­ mi lisanla yazıyordu. Bugün Türk milletinin bir mefkuresi var­ dır. O da "Harsça, yani lisanca birleşmektir. " Ayrı ayn Türk devletlert olsun. Bunun zararı yok. Fakat ayrı ayn lisanlar bizi mahveder. Ulu bir milleti yine düşmanlara esir yapar. Medeni­ yet kafilesine insan gibi karışamayız. Terakki edemeyiz, kuvvetlenemeyiz!

1 10


"Lisanca birleşmek" gazeteler. kitaplar va­ sıtasıyla olur. Her Türk İstanbul Türkçesiyle yazmayı bir "HaınJyet" bilmelidir. Turan'ın bü­ tün gazeteleri, İsmail Bey merhumun Tercü­ man'ı gibi, bir lisan kullanmalı, mahalli lehçe­ leri uğruna· rnılletlrnizin müşterek lisanını öl­ dürmemelidir! Lisaru ve harsi Türk birliği için şimdilik ya­ pılacak şunlardır: ı - Gazeteleri, kitapları İstanbul Türkçesiy­ le çıkannak, Kırım 'Tercüman" gazetesinin lisa­ nını her tarafa neşretmek!

2- Türklerin Tatar olmadığını ve Tatarların Şimal Türkleri filan olmayıp başka bir kavim olduğunu ilimle isbat etmek. Eski Rus propa­ gandasını iflas ettınnek. 3- Turan'ın her tarafından, her vasıta ile İstanbul'a gelmek. İstanbul milliyetperverleriy­ le temasta bulunmak.

4- Zenginler çocuklarını tahsil için İstan­ bul'a göndermeli. 5- İstanbul'un milli gazeteleriyle milli neş­ riyatıyla gayr-i milli ve muzır gazetelerini, milli­ yete muzır kitaplarını ayırt etmek. (Çünkü İs­ tanbulda hala Arapça. Acemce terkipli ve rnılli lisana taban tabana zıt bir ifade kullanan kü­ çük bir hizip vardır. Bunlar Türklüğün harsen birleşmesine alenen itiraz etmezlerse de, konu­ şulan tabii Türkçeye muhalif neşriyatları bu emelde olduklarını isbata kafidir. Bunlar ma­ nasız ve gayr-ı varid bir "devlet" asabiyyetlyle "millet" mefküresine kindar olan birtakım gafil­ lerdir. Parlayan hakikat güneşi bir gün şüphe­ siz onları da uyandıracaktır. ) * *

111


Türklerin lisanca birleşmesi , bütün Tu­ ran'ın birleşmesi demektir. Kınm'ın büyük ev­ ladı İsmail Bey son nefesine kadar bu ali mefkureyi hakikat haline getirmeye çalıştı. Hatta biz Osmanlı Türklerim bile uyandınnaya uğraşıyordu . Turan halkı onun sözlerini dinle­ mediği için ne kadar geri kaldı. Bugün talih bi­ ze yardım etti. Rus devi öldü. Allah bize hürri­ yet ni'metini verdi. Şimdi bundan istifade ede­ rek eski hatalarımızı düzeltelim. "Dilde, fikirde, işte birlik! " bayrağı altında yürüyelim. Büyük Türklüğü parçalayan "gaflet" karanlığını aydın­ latalım. Biz Türklerin "dilde. fikirde, işte" bir­ leştiği zaman büyük İ smail Beyin ruhu kim bi­ lir ne kadar şadolacaktır. (Kırım mecmuası, sayı: 1 , lstanbul , 30 Nisan 1 91 8)

1 12


İSTANBUL TÜRKÇESİ

''Yeni lisan" ve "Güzel Türkçe" hareketle­ rinde deniliyordu ki: "Gerek Türkiye'de ve ge­ rek hariçteki bütün Türklerin umumi ve edebi bir lisanı vardır. Bu da İstanbul Türkçesidir. Çünkü Türklerin dini. milli, harsi merkezleri İstanbul'dur. Çünkü İstanbul'da konuşulan Türkçe son derece incelmiş, güzelleşmiş ve zenginleşmiştir. " Fakat bu hakikat o vakitler iyice anlatılamadığından birçok muhterem ve değerli gençlerin şüpheli bir tavırla: - İstanbul Türkçesi hangi lisandır? diye gülümsedikleri görüldü. Ve meselenin her nasılsa uzun ve sarih bir tarzda izah edileme­ mesinden cesaret alan bir Arap ve Acem Türki­ yatçısı: - İstanbul Türkçesi mi? diyordu , işte o bi­ zim yazdığımız lisandır. Bizim terk.iplerimiz. bi­ zim vasf-ı terkiplerimizdir. Halbuki bu eski edebiyat lisanına karşı büyük bir iftira idi. O lisanı dünyada hiç canlı bir fert konuşmadığı gibi İ stanbul halkının ya­ nsından ziyadesi de okuyup anlayamazdı. - İstanbul Türkçesi hangisidir? diye gülümsiyenlerin bir parça haklan vardı. Evet. İstanbul büyük bir şehird i . Hatta bir şe­ hir değil. büyük olan üç büyli"ı k şehirdi. I Artık 1 ) Yalnız Kadıköy bile Bükreş'ten çok büyüktür. 1 13


burada konuşulan lisan tek bir lehçe olabilir miydi? Hayır. * *

Her büyük şehir, her payitaht gibi İstan­ bul'da da muhtelif sıruflar vardır. Bu sınıflar­ dan maada Ermeni, Rum, Yahudi hemşerileri­ miz vardır ki konuştukları Türkçeyi kendi milli lisanlarının ahenk ve tecvidine, hatta biraz sar­ fına uydurarak adamakıllı bozarlar ve gayet tu­ haf lehçelerin teessüsune sebep olurlar. Naşit Bey gibi san'atkarlanmız, meddahlar gayr-i Türk hemşertlerimizin bu tuhaf Türkçelerini kendilerine sermaye yaparlar, ve cidden takdir olunacak incelikler gösterirler. Naşit Bey'in, bir Ermeni mektebi müdürü tarafından tevzi-i mü­ kafat esnasında irad olunan ve "Çursun sene­ ler mukaddem . . . " diye başlıyan meşhur nutku hakikaten nefis bir eserdir. İstanbul'daki gayr-i Türk hemşerilerirnizin lehçeleri şüphesiz doğru bir Türkçe sayılmaz. Sınıflara gelince bunlar eski mahalleleri­ mizdeki ahşap evler gibi o kadar sıkışmış ve karışmıştır ki, birbirlerinden ayırt etmek pek güçtür. Zaten " İş bölümü" de içtimai hayatı­ mızda büyük ve derin çizgiler henüz çizemedi­ ğinden mevcut sınıfların lehçeleri arasında da pek büyük ve derin farklar peydah olmamıştır. Biz şimdilik İstanbul halkının lehçece şöyle bir tasnifini tecrübe edelim: 1 - Ulema ve medreseliler, 2- Terkipçiler. 3- Münevver sınıf.

4- Eskiler. 5- Alımler, 6- Şairler, 1 14


7- Avam ve külhanbeyleri, 8 - Münewer kadınlar. 9- Gayrimünevver kadınlar. - 1 Ulemamız ile medreselllerimizin tahsil li­ sanları münhasıran Arapçadır. Hayatlarının en uzun ve mühim kısımlarını büyük lisanın tah­ sili ile geçirirler. İnsan çok uğraştığı şeyi çok sever. Medreseliler de bu çok iştigal neticesi olarak Arapçayı kendi ana lisanlarından ziyade bilirler ve severler. Lisan hakkında ne düşün­ seler bu Arap zihniyeti iledir. Hatta Türkçenin sarfı bile vaktiyle Arapça bilen ulemamız tarafından Arap sarfını takli­ den tasnif ve tertip edilrniştir. 2 Arap uleması medreseliler, Arapça muhabbeti ile, Arapçanın tecvidini, inşadını, tertibini konuştukları ve yazdıkları Türkçeye karıştırmışlardır. Esk.J ders k.Jtaplannın çok atf-ı tefsirli tercümelerdek.J üs­ lup ile meramlarını anlatırlar. Kimse onların söyledikleri söze İ stanbul Türkçesi diyemez. Çünkü Arapçanın, k.Jtabın karışıp doğurduğu bir lehçedir. -2Arapça, Acemce terk.Jplere bilhassa o mahut ve manasız ve klişe vasf-ı terkiplere bü­ yük bir kıymet veren, edebiyatı ancak bunlar­ dan ibaret zannedenler de konuşurken ağızla­ rından tek tük terkip kaçırırlar, ve: - Müzeyyen, müzehhep, ali bir lisan konu­ şuyoruz derler. Laflarını kimse anlamaz. Ter­ kiplerle, yangının nerede olduğunu sorunca 2) Henüz bir alimimiz çıkıp Türkçenin sarfını bulamadı. 1 15


uşağının anJamayaralt aua zannedip "Amin. . . " diye mukabele ettiği efendi, bu zavallı sınıfçağı­ zın tam bir erunüzecidir. -3-

Tahsil gören münevverler. . . Ki memurlar ve muallirnlerdir, lisanları biraz kitabet lisanı­ na çalar. Fikirlerini oldukça tabiileştirdikleri kitap üslubu ile ifade ederler. İfadelerinde çok klişe bulunur ve hiç hararet. telatum, anat yok gibidir. Bu da tam İstanbul Türkçesi sayılamaz. -

4

-

Eskilerin konuşuşu şimdikilerden pek farklıdır. Bu lisanın tahriri nümunesi Memduh Paşa'run son neşrettiği eserlerdir. Onlar konu­ şurken tuhaf bir tedai sizin hayalinize çubuk, nargile , enfiye ve İstanbulin gölgeleri getirir. 'Vay efendim, keyfiniz mütenehnih mi. mütenehnah mı hazret! . . " gibi sözleri kaç İs­ tanbullu söyler. -5Alimlerin ifadeleri çok ıstılah ile dolu, cüm­ leleri nesirvari ve gayrttablidir. Dikkat olunur­ sa anlaşılır. Çünkü onlar süs için, gösteriş için lisanlarını değiştirmezler. Belki zaruri bir mec­ buriyettir ki onlara böyle kesif ve ağır bir lehçe kullandırır. İstanbulluların bu lehçeyle hiç alışverişleri yoktur. -6Şairlerimizden bahsetmiyeceğim. Fakat es1 16


kilerinin "Perestide-i kalbim ve İlh . . . " gibi o ka­ dar soğuk sözleri vardı ki işitenleri dondurur­ du. -

7

-

Bizim avamımızın bizden pek ayrı bir leh­ çesi yoktur. Kelimelerimiz hep birdir. Cfımlele­ rimizin teşkilatı da keza. . . Yalnız onların fikir­ leri basit olduğu için ifadeler de bizimkinden daha basit ve babayanicedır. Ve uzun uzadıya tetkike layıktır. İki fıç satırın içinde anlatıla­ maz. iki fıç bakışla anlaşılmaz. İhtimal ki lisanı vicdanın asıl sahipleri onlardır. Onlar Arapça ve Acemce kelimeleri bilhassa terkipleri bozar­ lar. Tfırkçenin selikasına. tecvidine uydurur­ lar. Onların yaptığı bu tabii hareketi münev­ verlerin mfıtemadiyen tashih etmeye tehalük göstermeleri lisanımıza giren kelimelerin tama­ miyle Tfırkçeleşememelerine başlıca bir sebep olmuştur. Sonra bizde ayrı ve mfıhim bir kfılhanbeyi argosu da yoktur. Kfılhanbeylerin "dalavere, uclandım, imanım. uç babatorik . . . " gibi yirmiyi otuzu geçmez tabirleri vardır ki azlıkları için tetkike bile değmez sarunm. Bazı Rumca keli­ melerin karıştığı balıkçı ve tulumbacı Türkçesi­ nin göze çarpan en bariz noktaları da kelimele­ ri. cümleleri değil; yalnız edalarıdır. -8-

Okumuş mfınewer kadınlar da bir derece­ ye kadar münewer erkekler gibidirler. Tema­ yfılleri kitap lisanınadır. Bildikleri bir ecnebi li­ sanının şivesini haberleri olrr.adan taklit eder­ ler. Yazılarında da bu temayfıl görii nfır. Eğer 117


kitap lisanının tesiri altında kalmasaydılar on­ ların lisanı şüphesiz en nefis Türkçe olurdu .

-9Az okumuş, az münevver kadınlara gelince işte asıl lisarunuzın vicdanı onlardır. Onlar hiç­ bir kitabın, hiçbir suniliğin tesiri altında olma­ yarak altun gibi bir Türkçe konuşurlar. Ecnebi kelimeleri bozar bizim milli tecvidimize uydu­ rurlar. İstanbul Türkçesinin ahengi onların du­ daklarında, lisanımızın sarfı onların sinelerin­ dedir. Eski milliyetperver muharrirlerden İz­ mirli merhum Nevzat, on yedi sene evvel Türk­ çe yazmaya çalışıyor, yazdıklarıiun Türkçe olup olmadığını anlamak için evvela az münevver olan annesine okuyor, onun anlamadığı keli­ meleri çıkarıyor, beğenmediği cümleleri tekrar düzeltiyordu . Nevzat'ın bu usulü hakikaten il­ mi idi. Çünkü kendi bildiği lisan, kitaplardan öğrendiği tahsil lisanı idi. Tabü Türkçeye pek benzemiyordu . Halbuki yazmak istediği tabii Türkçeyi bilen, ancak tahsil lisanının tesiri al­ tına girmemiş olan annesi idi. • •

Eğer biz bugün hakiki ve tabii İstanbul Türkçesini arayacaksak Ne\Tzat'ı taklit etmeli­ yiz. Tahsil üslubunun, kitap lisanının tesrin­ den uzak kalmış İstanbullu kadınların lehçesi tam İstanbul Türkçesidir. Onların konuştukla­

rı kitap dili değil hayat dilidir. Ve büyük mille­ timizin "lisanı dehası" onların selik_asında te­ bellür eder.

(Turan gazetesi, sayı : 1 451 1 0 Kasım 1 91 5) 1 18


'TÜRKÇÜLER VE MUHAREBE"

Bu müthiş günleri geçirdiğimiz sırada ma­ ziyi kurcalamaktan zevk alanlar zınuü bir ifade He "Bizi muharebeye sokan, milliyet cereyaru­ dır!" demek istiyorlar. Halbuki hakikat tama­ men bu bühtanın zıddıdır. Milliyetpeıverlerin bu muharebeyi ne ka­ dar istemediklerini göstermek için evvela. losa­ ca şu noktalan tenvir edelim:

1 - Mill1yetpeıverler kimlerdir? 2- Umdeleri. gayeleri nedir? 3- Memleketteki siyasi, içtimai vaziyetleri ne merkezdedir?

.!. 1 Yedi sekiz sene evvel "sırf ilmi bir mahiyet­ te" Türkçülük başladı. O vakit devletin siyaseti "İmparatorluk Siyaseti" idi. Maarifin, harsın. müessesatın damgası "Koyu bir Tanzimatçılık" idi. Milliyetpeıverler evvela "lisan. sanat. edebi­ yat" meselesini ele aldılar. Hükümet. hareketle­ rine mecburiyet tahtında göz yumuyordu. Çün­ kü yalnız fıkir sahasında çalışıyorlar, fll liyata geçmiyorlardı. İşleri, güçleri ortaya "nazariye" atmaktı. Ekserisi muharrtrlerden. muallimler­ den, mektep talebelerinden idi. Beyazıt'ta bir mahfelleri vardı: "'Türk Ocağı!" Türk Ocağı'run en birinci mesleği "Kat'iyyen siyasiyata kanş-

1 19


maınak" idi. Bir kısmı Ocak'ta toplanan milli­ yetperverler, idaresi altında yaşadıkları hükü­ metin umdelerine ma'nen muhaliftiler. Fakat fiiliyattan uzak yaşamak, yalnız ilmi, yalnız na­ zari kalmak mesleklerinin esası olduğu için hiçbir itiraza kalkmıyorlar, kendi fikirlerinin, kendi nazariyelerinin yayılmasına çalışıyorlar­ dı. Bununla beraber "Milliyetperverlik" tebellür edemedi. Fiiliyata intikal edecek lovanu bulma­ dı. Tesiri yalnız lisanda, edebiyatta, san'atta görülebildi. Siyasetimiz bu cereyandan hemen hiç müteessir olmadı, denilebilir. Milliyetperverler "dini bir, dili bir" cemiyeti bir millet sayıyorlar, İstanbul'da, Trakya'da Anadolu'daki halka 'Türk" diyorlardı. "Osman­ lılık" onlarca yalnız devletin ismi idi. "Bilatefrtk cins-i mezhep" yani 'Türk, Rum, Arap, Ermeni, Yahudi. . . " milletlerinin mecmuundan hasıl ol­ ma sun'i bir "Osmanlı Milleti" kabul etmiyor­ lardı. Buna Tanzimatın bir hülyası nazarıyla bakıyorlardı. Halbuki hükümet daha düne ka­ dar, Tanzimatın bu hülyasını yaşıyor, beyan­ namelerinde halka "Ey Osmanlı Milleti! . . ." diye hitap ediyorlardı.

-2Mllliyetperverlerce her millet bir millettir. Muhtelif milletlerin mecmuundan mürekkep bir millet olmaz. Türk, Türktür; Arap, Araptır. Rum, Rumdur; Ermeni, Ermenidir. Yahudi de Yahudi. . . Milliyetperverlik yalnız bir milliyete taraftar olmak değildir. Bütün milliyetleri tas­ dik etmek, müsavi tutmaktır. Türkçüler, Türki­ ye'deki milletlerden hiçbirini temsil ·etmek iste­ miyorlar, yalnız 'Türkler"i şuurlu bir hale getir­ meye uğraşıyorlardı. Orılann itikadı kuwetli idi. "Allah esir bir millet yaratmamıştı!" Her

1 20


millet kendi mukadderatını tayin etmek hakkı­ na tabu surette malikti. "FUliyat" sahasına hiç­ bir an geçemedikleri için yalnız nazariye halin­ de kalan siyasi fikirleri, siyasi mefkfıreleri şun­ lardı: A- Türkiye'yi iki kısma ayırmak! Türklerle meskun cihete yani Anadolu'ya 'Türk Yurdu" demek, Araplarla meskun kısımlarına muhtari­ yet, -hatta bazı müfritlertnce- istiklal vererek "Arap Yurdu" diye ayırmak! B- Türk Yurdu 'nda Türklerin arasında ekalliyette kalan Rum, Ermeni, Yahudi gibi milletlere de "harsi bir muhtariyet vermek", serbest inkişaflarını temin etmek, Türklerle noktası noktasına, her hakça müsavi tutmak. . . Memleketimizin "fikir sahası" da hürriyet nimetinden mahrum olduğu için bu umdeler, bu gayeler böyle vazıh bir surette ortaya aWa­ mıyor, bin türlü dolambaçlı yollarla, adeta ede­ bi bir kaçakçılık halinde, ilmi makalelere sıkış­ tırılıyordu. Türkçüler, devletin eski imparator­ luk gailelerinden kurtulup Türk Yurdu'nda ra­ hat kalınca terakki edeceklerini, Türkiye'de in­ kişaf edecek harsın. irfanın nurlarıyla, dünya yüzündeki bütün Tfırklerin cehalet karanlığın­ dan kurtulacaklarını ümit ediyorlardı. Hasılı faaliyetleri yalnız hars, yalnız edebiyat, yalnız ilim sahasına münhasırdı. -3Çünkü evvela bir kere son derece azlıktı­ lar. Memleketin bütün münevverleri Tanzimat martfiyle yetiştikleri için onların temayülleriru anlamıyorlar, kabul edemiyorlardı. Herkes Ba­ bıali'nin fikrinde idi: Siyaseti hiç değiştirme­ mek! Araplarla meskun mahalleri yine elde tut­ mak. Hükümetin dini şeklini muhafaza ederek 121


İslamların beyninde "Milliyet cereyanlan"na manı olmak. Hatta bu tabii temayülü hıyanet addetmek! Milliyetperver Türk gençleri gibi, milliyet­ perver Arap gençleri de faaliyetten men' olunu­ yor. - Siz İslamsınız! İslamların mJlliyeti yok­ tur. deniliyordu . Sonra Türkçülerin muntazam teşkilatlan, muntazam neşriyatları yoktu . Hatta bu cere­ yan henüz daha çocuktu . Tam Türkçü pek na­ dirdi. Karakterslzliğimiz, yani "telif'çillğimJz bu sahada görünüyordu. Bir adam hem Türkçü , hem lttUıad-ı İslamcı, hem emperyalist olabili­ yordu. Umdelerle hudutları çizilmemişti. Her harekete Babıa.It'nin damgası yapışıveriyordu. Tam Türkçüler, yani dar Türkçüler. Türk­ lerin nüfusunu , bomboş, vasi arazilerden daha ziyade düşündüklerinden katlyyen muharebeyi istemıyorlardı. Hele Suriye, hele Irak gibi Arap yurtları için Türk karu dökülmesine, Türk pa­ ralan sarfolunrnasına hiç akıl erdiremiyorlardı. Tam Türkçülerden hiç kimse ne Mebusan'a, ne hükümet mahfillerine, hasılı hiçbir yere gire­ memişti. En kabadayısı nihayet bir lise mualli­ mi idi. Biraz sesini yükseltse o saatte susturu­ labilirdt. İşte Türkçüler hiç istemedikleri muharebe­ nin ilanını hayretle karşıladılar. Hasıl olan he­ yecandan yine milliyetperverlik nokta-i nazarı­ na göre istifadeye kalktılar. Çanakkale ile ifti­ har ettiler. Fakat Irak'ta. Suriye'de dökülen karılar için teselli kabul etmez matemler tuttu­ lar. Bir kere muharebeye girilmişti. İstiklali ka­ zanan diğer mJlletler gibi Kafkasya Türklerinin 1 22


de hürriyetini istediler. Vukuunda taksirleri ol­ mayan bu muharebede işte Türkçülerin yegane istediği şeyi Ne elhan, ne hayt, ne temsil. . . Yal­ nız her mJllete mev'ud hürriyetten Türkler için de bir hisse . . . • •

Milli hürriyet için büyük muharebelere lü­ zum yoktu. Bunu tam Türkçüler biliyorlardı. Yalnız şuura, harsa, irfana, ilme , tealiye ihtiyaç vardı, kılıçla alınan h ürriyet zincirli idi. Fakat rüşde erilerek kendi kendine yavaşça kazanıla­ cak hürriyet ebedi bir hakikattı. Toptan, tüfekten. ateşten. demırden ewel darülfünun, mektep, muallim, edebiyat, san'at. ilim lazımdı. Bunlarsız ordu, bunlarsız muha­ rebe kat'i bir felaketti. Muhakkak bir hezimetti. Fakat dertlerini kimseye anlatamadılar. (Akşam gazetesi, 20 1 0.133411 918)

1 23


TRABLUS MUHAREBESİNİN trı1FAK VE

lTiLAF-1 MÜSELLES

KUVA-YI

ASKERİYESİNE DAİR

Son zamanlarda Osmanlı-İtalya muhare­ besinin gerek Avrupa'da, gerek Balkanlar'da ihtilafat zuhuruna sebebiyet vereceği mevzuu­ bahs edilerek, halen İtalya'run mağlup olduğu bu harbe bir nihayet vemıek için birçok teşeb­ büsatta bulunulduğu havadisi rüz-merre cüm­ lesindendir. İtalya'ca dermeyan olunan şerait dairesinde bir sulhün derece-i imkanı bittabi ihtisasımın haricinde olduğundan bundan bahsetmek vazifemizin haricindedir. Ancak bu sulhün bey-i hak akdi hususu­ nun büyük bir hararet ve şiddetle arzu edilme­ si Balkan umürunda ve bunun netice-i, tabiiy­ yesi olarak Avrupa'da birçok ihtilafat-ı siyasi­ yenin zuhurunu icabedeceğinden korkulduğu­ nu sarahaten göstermektedir. Balkan umüru­ nun adeta kördüğüm denecek derecede karışık olması ve birçok menafi-1 müzadenin o sahada çarpıştığı nazarı dikkate alınırsa bu ihtilafa.tın silahla halli lüzumu meydana çıkar. Trablus Muharebesi'nden evvel İttifak-ı Müselles ve İ'tilaf-ı Müselles kuva-yı berriyyesi arasında şayan-ı dikkat bir muvazenet mevcut idi. Binaenaleyh silah kuvvetiyle bir meseleyi halletmenin her iki tarafın menafiine muvafık olanuyacağı aşikar idi. Çünkü, bugünkü Avru1 24


pa harplerinde tetavvu k-ı aaeaı en ouyuK arnıı hükmündedir.

Filhakika Avrupa

ordularının

teçhizat ve teslihat nokta-yı nazarından hiçbir farkları olmadığı gibi talim ve terbiye-i askeriy­ yeleri arasında sebeb-i tercih olacak bir fark bulmak müşküldür. Böyle bir tesvi tefavvuk-ı adedinin derece-i ba.Iaterinini husule getinniş­ tir. Trablusgarp Harbi'nde İtalyanların düçar oldukları mağlubiyetler kuva-yı ma'neviyyenin en büyük bir te'sir icra edeceği fikr-1 kadimi musibinin kat'tyyetinde şüphe bırakmıyorsa da Avrupa orduları ve Avrupa'da vukubulacak bir sefer hakkında yürütülecek mütaleat sırf nazaıi olduğu gibi kuvvet ve haddizatında muhtelif hükümet askerlerinin kuva-yı-ma'neviyyesi ara­ sındaki muvazenetl bulmak pek müşkül oldu­ ğundan harbin hemen yegane amili olan kuvve­ yi ma'neviyyeyi de ancak hesabat-ı kat'iyye neti­ cesinin sonunda dahil-i hesap edeceğiz. Kariin-i kiramın bu hususta daha kat'i bir fıkir edinmeleri için şunu da zikredelim ki: Tefavvuk-ı adedi ta'biri alelitlak mesela Al­ manya 4 milyonluk ve Fransa 3 - 3,5 milyon­ luk bir ordu çıkarır. Binaenaleyh tefavvuk Al­ manya'dadır edilmez.

suretinde

Sevkülceyş

hesap

ve

cüz'itarnları

münakaşa bu

bapta

esastır. Sevkülceyş cüz'itamı diye kendisine ita olunacak bir vazife-i harbiyyenin her türlü ed­ varını ifa edebilecek sunüf ve esliha-yı muhteli­ feye malik olan hey'et-i askeriyyeye ıtlak olu­ nur, ki zamanımızda "KOLORDU"dur. Binaena­ leyh bugün kürre-i arzın mukadderatını baziçe ittihaz eden. kendi menafii için diğerlerin zara­ rını

husule

getiren

iki hey'et-i düveliyyenin

kuvvasını bu suretle yani cüz'itarn hesabıyle münakaşa etmek iktiza eder.

1 25


Almanya'nın bugün, vakt-ı hazırda 23 ko­ lordusu vardır ki bunlardan ikisi üçer fırkalı olduğundan 24 kolordu hesap edilebilir. Avu sturya'nın, kıtaat-ı müstakıllesiyle be­ raber 1 6 kolordusu vardır. İtalya'nın Trablus'taki kuvvetleriyle beraber on iki kolordusu vardır. Bunların mecmuu 52 kolordu eder. Bir de İ'tilaf-ı Müsellese bakalım: Fransa'nın Cezayir kolordusu da dahil ol­ mak üzere 2 1 kolordusu, Rusya'nın Avrupa'da Kafkasya ordusu da­ hil olmak üzere 28 kolordusu vardır. Buna fngiltere'nin Avrupa'da işbu kuvvete ilave edebileceği dört kolordu da ilave edilirse: İ'tilaf-ı Müsellesin minhayselmecmu' 53 kolor­ dusu vardır. Bu ufak hesap aynen gösteriyor ki : Os­ manlı - İtalya muharebesinden evvel iki hey'et-i düveliyyenın kuva-yı askeriyyesi arasında bir muvazenet-i tarnrne var idi. İtalya'nın Trablus­ garp gailesini başına satın alması müttefikleri olan Almanya ve Avusturya'yı da Avrupa'daki mevkileri itibariyle gayet müşkül biz vaz' ve mevkie ilka eyledi. İtalya hükümetinin şimdiye kadar Trablus­ garp ve Bingazi mıntıkalarına sevkettiği cüz' !tamların adedi üç kolordudan ibaret olduğun­ dan İttifak-ı Müsellesin kuva-yı mecmuasının miktarı 49 kolorduya tenezzü l eder. Halbuki İtalya, mütearnz mevkide olup bu üç kolordu ile Trablus ve Bingazi'de ancak işgal ettiği me­ vakıi muhafaza etmekle iktifa ettiğine bakılırsa taarruzu ileriye götürmek ve maksad-ı harp olan işgali mevkii-fi'le koymak için en emin ve kısa vasıta olan orada kuva-yı Osmaniyyeyi mağlup etmek mecburiyyetinde olduğundan ekalli daha iki kolordu sevketmek mecburiyye1 26


tinde bulunacaktır. O halde 47 kolorduya te­ nezzül edecek olan İttifak-ı Müselles kuva-yı umümiyesine mukabil 53 kolordu ile ve 6 fazla ile İ'tilaf-ı Müselles kuvveti adet itibariyle tefav­ vuk-ı temin etmiş addedilir. Böyle bir harpte tefawuk-ı adedi kadar ha­ iz-i ehenuniyet ve netice itibariyle -Velev mu­ vakkaten olsun işbu tefavvuk-ı te'min eden­ bırtakım avamıı vardır ki bunlann başlıcası te­ cenunü' ve seferberlik sür'atidir. Bu hususta Almanya ordusu birinciliği ihraz eder. Sefer­ berlik ve tecenunü' hususatı gayet dakik hesa­ bata ve alelhusus şimendüferlerin kesret . ve kabiliyyet-i nakliyesine tabi olduğundan şi­ mendüferce birinci derecede bir mevki ihraz eden Alrnanya'nıri bu husustaki mevkii adeta layetezelzeldir. Filhakika birer ihtiyat fırkası ile takviye edilmiş olacak olan bir Alman ordusu seferberliğin on beşinci günü 1 . 2 50 . 000 kişilik mehip bir orduyu Fran!:ia hududunda tenıa­ men tecenunü ' ettirip o günü harekat-ı taarru­ ziyyesine mübaşeret edebilir. Ancak muhare­ bat-ı hazıranın esliha-yı cedidenin te'sirat-ı fev­ kaladesi, kazma ve küreğin, mevani-i, fer'iyye­ nin bugünkü meydan muharebelerinde ifa etti­ ği pek mühim roller hasebiyle şimendüferlerin noksanından dolayı hasıl olan bu teahhur bir miktar kan bahasına telafi edilebilir. Ma'haza bugünkü İtalya muharebesi müt­ tefik-! muazzama-nın bu istifade-i azimesini de takip ettiği emperyalist politikası ile feda etmiş­ tir. Fransa hükümet-i askeriyyesi sür'at-! te­ cenunudaki noksanı nazar-ı dikkate alarak ve italya'nın düştüğü bugünkü hali-za'ftan istifa­ de ederek iki hey'et-ı düvelliye arasında vukuu mefruz bir harpte cenub-ı şarkı düşmanına 1 27


karşı terk edeceği kolordulardan bir kısmını şark komşusunun hudutlarına doğru yaklaş­ tırmaya başlamıştır ki Fransa ordusunun mer­ kez-! sikleU tamamen "MUZ" vadisine nakledil­ mekte olmakla Fransa ordusu komşusunun seferberlikte tekaddüm-i rüçhanım bertaraf et­ miş olur. Şu kısa mütaleat bugünkü Osmanlı-İtalya Harbi'nde itufak-ı Müselles hey'eti-nin ne dere­ ceye kadar zarardide olduğunu sarahaten gös­ termekte olup Almanya ve Avusturya'nın bil­ hassa sulhu fevkalade aızu etmelerinin eshab-ı esasiyyesinden biri bedahata çıkar. Düvel-i sagire-yi sfilrenin orduları şayan-ı münakaşa ise de düvel-i muazzamanın siyaseti ile bunların arasındaki muvazenet o suretle hasıl edilmiştir ki bunlardan birinin herhangi bir hey'et-i düveliyyeye iltihakı, başka birisinin mukabil hey'et-i düveliyyeye iltilıakını icabe­ deceğinden büyük bir te'sir hasıl etmesi muh­ temel değildir. (Zeka dergisi, sayı : 3, 2 Nisan 1 328/1 91 2)

1 28


MÜRfECİLER KARŞISINDA DİN

Son günlerde Ziya Gökalp Bey'in ''Yeni Ha­ yat" unvanlı bir kitabı çıktı. Bu kitap asla bir şiir mecmuası değildir! Bu kitap milletimizin vicdanında yaşayan canlı mefkurenin formülle­ ridir. . .

Ecnebi kitaplarından alınan malümatla­ nyla, şahsi birsamıanyla düşünenler değil; mil­ letinin samimi duygularına aşina olanlar bu ki­ tabı ruhlarına hiç yabancı bulmazlar! Cemiyet, mürekkep bir şe'niyettir. Fertlert muhtelif te­ lakkilerle hayata bakarlar. Ancak bu görüşler­ deki tehalüftür ki bir cemiyetin hayatiyyetini, kuvvaniyetini idame eder. Fertleıi umumiyetle bir türlü gören, bir türlü sezen, bir türlü düşü­ nen bir cemiyet ölmüş demektir. Şüphesiz bi­ zim içimizde de başka başka düşünen, gören. sezen adamlar olacak. Bunlara hürmet etmeli. Fakat doğru görenlerle yanlış görenleri, normal düşünenlerle anormal düşünenleri objektif bir surette birbirlerinden ayırmalıyız . . . İlmi, edebi , hususi mahfellerde Ziya Bey'in kitabı hakkında birçok şeyler söyleniyor. İtiraz edenlerle müdafaaya kalkanların münakaşaları bir "netice" doğurmuyor: Çünkü karşı karşıya gelenlerin "düşünüş sistemleri" ayn ayndır. Hatta bazılarının hiç sistemi yoktur. Sistemleri ister olsun, ister ol­ masın biz "düşünüş tarzlan"na bir vakıa gibi 1 29


bakarak. cemiyetimizin bütün münewer fertle­ rtni yine mantıki bir tasnife tabi tutabilir1z. Bizde -dar, geniş, kat'i, reybi, te'lifçi, dogmatik, inhisarcı, teşm1lci ve Hh . . . nevileri olmak üze­ re- mütefekkirler dört büyük cinse ayrılabilir. Şöyle: ı-

Mürteciler,

2- Muhafazakarlar, 3- Liberaller, 4- Radikaller.

Her düşünen mutlaka bu dört cinsten biri­ nin nevi'lertne dahildir. Bu dört cinsin haricin­ de düşünmek imkansızdır. Hepsinin mebadi­ siyle, umdeleriyle, mefhumlarıyla düşünüp bir "terkip" yapmaya kallanak safsata olur. Çünkü bu tarzlar birbirleriyle i'tilaf kabul etmez bir halde tearuz üzre bulunur. Safsatacılar her sistemden fantazilerine uyan kısımlan alarak tenkitler yapmaya kal­ karlar. Bunların ilimce hiçbir ehemmiyeti yok­ tur. Lafları birbirini tutmaz. Mesela bir an için pragmatist iken "ilim, ilim içindir," iddiasına da başlayıverirler. Ne müdewenatın, ne ilmi hare­ ketlerin nazarlarında hiç kıymeti yoktur. Biz safsatacılan en nihayete şimdi bırakarak mür­ tecilert, muhafazakarları , liberalleri, radikalleri ele alacağız. ''Yeni Hayat"ın. 'Yani Mefküre" mizin karşısındaki vaziyetlerini tayin edeceğiz . • •

Mürteciler. devrini bitirmiş, ölmüş, müste­ hase · haline geçmiş sistemin bugüne "Artaka­ lanları - Survivant"ıdır. Tarihe bir göz atarsak, cemiyetlerin "Aşiret, kavim, ümmet. m1llet" de­ virlerine -merhale merhale tekamül ederek­ girdiklerini görürüz. Bu giriş, her cemiyet için 1 30


ayrı ayrı vakıalarla tecelli eder. Fakat esas hep birdir. Türkler de uzun seneler bir "ümmet" ha­ linde yaşadılar. Edebiyat. idare, teşkilat. telak­ kiler, gayeler, mefküre, hissiyat, hasılı her şey dini idi. Her şey !skolastik idi. Durmayan za­ man yürüdü. Garp medeniyetinin tazyiki ewe­ la marazi tedahüllerle bu sistemi incitmeye başladı, nihayet Tanzimat bütün bütün zayıf­ lattı. Mefküre tekaülünde devam etti. Telakki ­ ler değişti. Bir gün geldi ki ümmet sistemi anormal oldu . Fakat fikren hala bu sistemin içinde yaşayanlar vardı. Hala da vardır. . . işte bunlar mürtecilerdtr. Tekamül hakikatını ka­ bul etmedikleri için hayatın yürüyüşünü boz­ maya. "maziyi olduğu gtbi iade etmeye" çalışır­ lar. Onlarca edebiyat kaside, gazel. na't, terkip, tercih, vesairedir. Lisan; üç ayrı lisanın kaide­ leri, saıiları. nahivleriyle yapılmış sun'i biİ- şey­ dir. Hakiki Türkçeye akıl erdirmezler. Şe'ni li­ sanın vücuduna bile ihtimal vermezler. Nazar­ larında vezin, ancak Acem aruzudur. Milli ve­ zinleri "parmak hesabı" diye tahkir etmeye yel­ tenirler. Türkçenin, konuşurken kullandığımız kelimelerin onlarca hiç ahengi yoKtur. Ewela "Yeni Hayat" kitabının lisanından fena halde nefret ederler. Milli vezinlere düşmandırlar. Münderecatına gelince. . . Her parça onların ömürleriyle taban tabana zıttı. ''Yeni Hayat" li­ beral bir nasyonalizmin, şe'ni bir mefkürenin vecizeleridir. Din, ilim, vatan, millet, ahlak, va­ zife , lisan. medeniyet ve ilh. telakkileri mürteci­ lerin telakkisinden pek uzaktır. Mesela liberal mefküreci: Benim dinim ne ümittir. ne korku : Allahıma sevdiğimden taparım! Ne cennet, ne cehennemden bir korku Almaksızın vazifemi yapanın. • 1 31


der. Mürteci bu serbest. bu hakiki mezhebi kü­ für saymakta gecikmez. Kılavuzu olan nakli­ yattan deliller getirip itiraza kalkar. Vecdin coşkun samimiyetini duymaz. "Ham zühd"e o din nazarıyla bakar. Hücumcu mürtecileri de iki nev'e ayırabiliriz:

1 - Samimiler.

2- Riyakarlar. Samimi mürteciler. sırf bir "geri kal­ ma"nın, geri zihniyetin kurbanıdırlar. Nakliyat girdabına dalarak şe'niyeti satırlarda ararlar. Bunlar katılmış, doıunuş idrakleriyle yine mü­ fekkirelerinde bir şeye imanda kusur göster­ mezler. Müfekkirelerindeki cihanın, şe'niyetle tearuzunu göremiyecek derecede masumdur­ lar. "Yeni Hayat"a karşı itiraza bile' lüzum gör­ mezler. Kendi umdelerinin mantıkıyle yaptıkla­ rı hücumlar da mertçedir. Fakat riyakarlar . . . Bunlarda asla hakiki bir iman yoktur. Milletin mefkuresine hücum ederken sözde ellerine ilim, felsefe silahlan al­ maya kalkarlar. Savletlerini asri. yeni umdele­ rin arkasına saklarlar. Samimi mürteci, üm­ met sisteminin yaşamadığı vatanı istemez. Ri­ yakar mürteci ise daha nasıl bir vatan istediği­ ni bile bilmez. Milletin 'Vatan" telakkisine, en basit san'at kaidelerini bilmez gibi saldırır. Me­ sela Türkün vatanı şu değil mi: Bir ülke ki camiinde ezan okunur/ Köylü anlar manasını namazdaki duanın . . . /Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur/Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın . . . - Vay, Türkçe ezan okunur mu? diye ayağa kalkar. Buradaki 'Türkçe ezan"dan maksat ne olduğunu pekala bilir. Fakat iş hü­ cumda! "Zikr-icüz" , "irade-i kül" edebiyatta en

1 �?


malum bir san'at iken bilmiyormuş gibi davra­ nır. Evet şüphesiz Türkçe ezan okunamaz. Her milletin sembol halindeki duaları milli lisanla değildir. Mesela birçok Hınstiyan milletler bir­ çok dualarını manasını bilmedikleri Latince li­ sanıyla okurlar. Türkün vatanında ezanın sem­

bol mahiyetindeki kelimeleri Arapça kalacak,

fakat din millileşecek; Türkün idrakine, vicda­ nına hülül ederek Türkçeleşecektir. Köylü etti­ ği duanın manasını bilecektir. Bundan tabii bir hak olabilir mi? İşte "Ezan" diye timsal olarak

kast olunan dindir, dinin asıl kendisidir. Türk­ çeden maada bütün Avrupa lisanlarına büyük

bir

dikkatle

harfi

harfine

tercüme

olunan

Kur'an'ın, asıl salikleri, mü'mirıleri olan bizle­

rin lisanına hala naklolunrnaması layık mıdır? Şüphesiz bir gün gelecek her Türk dininin kita­ bını kendi ana diliyle okuyabilecektir. Mürteciler, "millet, milliyet" telakkisinin de

düşmanıdırlar. "Millet" ile "kavim, aşiret, kabi­

le. soy ve ilh . " arasındaki farkları bilmedikleri

için: "İslamiyette milliyet davası yoktur!" derler. Kardeş bir cemiyet içinde, kardeş kabilelerin

vesairelerin birbirleriyle uğraşarak büyük kuv­ veti zayıflatmalarını İslamıık hakikatan menet­ miştir. Fakat İslamlık aynı zamanda "Örf'ü tebcil ile "maruf'u emretmiştir. Milliyet demek insanların arasındaki "li­

san, hars ve ilh." farktır ki, bu farkların hepsi "örf' içinde toplanır. Türkler hiçbir vakit örfleri­

ni u nutmamışlar, örfleriyle tearuz eden en ağır sistemler altında yaşarken bile· Türklüklerini hatırdan çıkaıinamışlar. . . Vicdanını. şuurunu kaybeden millet tarihten de kaybolur. Bugün­ kü varlığımız gösteriyor ki biz milli benliğimizi hiç ka etmemişiz. Milli hars, şuursuz bir hal­

yt

de ölmeden yaşamış. Anadolulu "milliyet" hu-

1 33


dudunu iskolastik alirnlertnden daha derin bir surette tanır. Der ki: "Dini dinime uyan, dili dilime uyan!" Türk dini tsıam olanlarla Türkçe konu­ şanları kendi milletinden sayar. Ziya Bey bunu hayalinden. zihninden icat etmiyor. Milletin vicdanındaki bir hakikatı satıra geçiliyor. süs­ lemeden. değiştirmeden . . . Olduğu gibi . . . Millet Sorma bana oymağımı. boyumu . . . Beş bin yıldır millet gibi yaşanın, Sorma bana ailemi, soyumu . . Soyum Türklük soy büyüğüm Hünkarım. Süngü beni ayırsa da vahdetirnl unutmam. Dilde, dinde müşterekiz. hep gelmişiz bir [ilden. Mürteci millet mefhumunu idrak etmediği için şe'niyetin timsali olan bu hakikatlan bir bid'at sayar. Vazife, ahlak, medeniyet ve ilh. te­ lakkilert de başkadır. Eski ümmet sistemini ia­ deye çalışan mürtecilerin mefkuresi "İslam itti­ hadı" olabilir. Türk milliyetperverlert bunun aleyhinde bulunmazlar. Fakat meşru, makul, mantıki yollardan gitmek şartıyle. . . Evvela dünyada bütün İslamları lisanca. adetçe , hars­ ça birleştirmek imkan hartcindedlr. Hiçbir mil­ let. diğer milletin lisanını olduğu gibi kabul edemez. Bahusus ayrı ülkelert. birbirlerini ayı­ ran hudutlan varken . . . Bir Cavalının, bir Fij la­ dalırun, bir Afgmistanlırun. bir Magnbinin, bir Zencinin, bir İstanbullunun, tek bir lisan öğre­ nip konuşması , anlaması. anlaşması hakika­ ten gayet ham bir hayaldir. Hayatın , şe'niyetin lisanı bu ham hayali şöyle tashih eder: 1 34


İslam İttihadı Sanmayınız: Halife bir "Hükümdar-Papa" [dır. Ne de Papa kisvesini giyinmJş bir (hükümdar. Biliniz ki: bu serdar ne bir (Dalaylama) dır. Ne Çar gibi (Sen Sinod) üzerinde bir [cebbar! Bütün İslam bir devlet, Halife'dir hakanı Her müstakil hükümdar ona tabi bir (Han'dır; Hem hükümde hep İslam sultanların [sultanı Hem fiilde Türkiye ülkesinde sultandır. "İslamların birliği!" bunun için iptida, Kazarunalı istikla.I her Müslüman [memleket; Sonra bunlar umumen HalJfe'ye iktida Eyliyerek kurmalı sırf siyasi bir vahdet. Bu mümkün mü? Bugünlük değil iş [durmalı, Bırakmalı Halife öz mülkünü düzeltsin! Önce asri bir devlet esasını kurmalı, Bir devlet ki hakkını kuvvetlere dinletsin! Beynelmilel cihanda yoktur acze (merhamet. Her il görür kemali nisbetinde bir hürmet. Evet. evvela her İslam memleket istiklcilini kazanmalı. Bu da ancak bir harsi istiklal saye­ sinde olur, harsi istiklal ise millet haline geç­ mekle mümkündür. Demek ki "İslam ittiha­ dı"na en büyük mani "mJlliyet"in ihmali imiş. . . ''Yeni Hayat" kitabının "HalJfe ve Müftü" 1 35


parçası da mürtecilerin asri. esasi, doğru teşki­ lata itirazlarına bir cevaptır. Mürteciler üırunet sisteminin devletini isterler. Asri devlete akıl erdiremezler. Yeni hayatın devletini de şüphe­ siz anlıyamayacaklar: Kur'an diyor: "Eyleyiniz itaat Hakka, sonra Peygambere, Devlete . . . " Vicdanımın bütün hissi sadakat Kanunlara, hadis ile ayete . . . ibadetle itikatta daima Kitap ile sünnet benim rehberim; Bu işlerde şüphem varsa, mutlaka Müftülerin fetvasını dinlerim . . . Lakin hukuk dinden ayrı bir iştir. Bırakılmış ü lülemre , devlete. "Hukuk örfe uymayınca değiştir, Örfe uydur! " demiş Tann millete! Devletimde halkın örfü hakimdir, Başka kuvvet onu tahdit edemez. Kanun hakka: hakim değil hadimdir. Sebep yokken ferdi takyit ed�mez! . . . Ümmet sisteminin Tanzimattan sonra de­ vamı müesseselerde görülür. Mesela Evkaf ve­ saire gibi. . Yeni bir sistem yaşanırken eski sis­ temden arta kalan her şey anormaldir. Vücut­ taki fazla uzuvlar gibidir. Vazifeleri yoktur. Mutlaka zevale mahküm olan sönük bir mev­ cudiyetleri vardır. Mürteciler son bit ümitle bu müstehasseleri canlandırmaya, şenlendirmeye çalışırlar. Yaşanan sistemin taraftan olan libe­ ral mefküreciler bu yadigarların ilgasını düşü­ nürler. Mesela, Vakıf meselesi, bu nedir? Asri 1 36


hayat içinde ne faydası, ne vazifesi vardır? ''Ye­ ni Hayat" sanki bir mürteciye hitap eder gibi der ki: Her vakıf bir h üdaşahi h ükümet. Var kanunu , memurları, bütçesi . . . Bu divanda değişemez bir hizmet, Mürakıbı bir ölünün pençesi. . . Niçin bilmem dirilerin verilmiş: Dizginleri ölülerin ellne! Evet, böyle, bir "Dur!" emri verilmiş Yürümeyi seven bir Türk iline. Baba demiş: Oğlum satar bu malı; Vakfedeyim kalsın daim soyumda. . . Çalışmasın soyumun hiçbir dalı, Yaşasınlar hep ni'mette, doyumda! Bu fikirden doğmuş bütün vakıflar Yapmış halkı tevek.külcü, kaderci . . . Manastıra dönmüş bütün sakaflar Ki beklerler aharından haberci . . . .

İslamiyet iğrenirken Ruhbandan Vakıf ona rahipliği öğretmiş Harabeler mahrum kalmış ümrandan İmaretler tembelliği üretmiş En azimli bir milleti bu bid'at Kılmış böyle iradesiz kötürüm . . . Bizi derviş yapan değil tarikat, Ben Tekke'de mürşit: Vakfı görürüm. Samimi mürtecilerin ''Yeni Hayat" içinde beğenecekleri bir satır bile yoktur. Hele "Mes­ lek kadını", kadının iktisadi, resmi, ilmi, edebi, bedii ve ilh, hayata girmesi onların kabul ede­ bilecekleri şeylerden değildir. Yeni Hayat, yaşa1 37


nan bir mefkurenin esaslarını nazın ettiği için "arta kalanlar''ın alacağı vaziyetten müteessir olmaz. Fakat riyakar mürteciler aynı zamanda, tekamülün icaplarını kabul etmiş gibi görüne­ rek asri umdelerle tenkide özenirler. Fakat söz­ leri, tarzları kendi umdelerini yıktığının farkına varmazlar. Bugün bakarsınız "milli mefkure", yarın bakarsınız yalnız "mefkure" düşmanı gö­ rünürler. Doğrudan doğruya milliyete hücum­ dan vazgeçerler. Ele ''mefkure"yi alırlar. Evvela "kelime"nin gayet çirkin; hatta iğrenç olmasın­ dan bahsederler. "İdeal" kelimesinin bu kadar iğrenç telakki olunmasına aklınız ermez. Çün­ kü mefkure Türkçe bir kelime değil ki . . . Mürte­ ci neye hiddetleniyor? İşte Arapça bir lafz . . . Derken öyle beğenilmez bir iddianın karşısında kalırsınız ki . . Hayretten mutlaka cevap vere­ mezsiniz. "Mefkure bir milleti mahveder!" Evet, ku­ laklannıza inanınız. Bu iddiayı işitirsiniz. Riya­ kar mürteci yeni bir tabya yaparak der ki: - Mefkure ne olursa olsun muzırdır. Mef­ kureler memleketine bakınız, ne oldu? Berbat. perişan oldu. Elhazer! Halka böyle mefkure tel­ kin edenler büyük bir hıyanet yapıyorlar. Ve .

llh . . .

Milli mefkurenin inkişafını çekemiyen, mil­ li lisana, milli edebiyata, darülfünuna, milli harsa faydasız. tesirsiz hücumlarla hızını ala­ mayan mürteci, Rusya'nın adlna "Mefkureler memleketi" demiştir. Halbuki hakikatta Rusya "Mefkuresizler memleketi"dir. Hem sırf mefkü­ resizlik yüzünden perişan olmuştur: Mefkure: "Emperyalizm, küçük büyük komşu mılletlere tahakküm, her milletin harsını, lisanını. istik­ lalini mahvetmek değildir. " Mefkure: "Her milletin evvela kendi millet1 38


taşlarıyla lisanını. edebiyatını. harsını munta­ zaman birleştirmesi, bütün millettaşlanru asıi­ leştirip ayni harsi medeniyete sokması. en ni­ hayet coğrafi vahdetin icabettirdiği siyasi vah­ deti de yavaş yavaş fiil mevkiine getinnesidir." Varlığını bilen her millet için bu adeta ilahi bir ilham, şu ursuz bir temayül, hemen hemen bir sevkitabii hamlesidir. Hangi millette bu tabii "birleşmek, toplaşmak" mefkuresi yoksa yaşa­ maya layık değildir. "Mefkure memleketi" Rus­ ya değil Almanya'dır. Bütün Almanlar lisani, edebi, harsi, ilh ve hidddetleıine çalışırlar. He­ men hemen siyasetçe de birleşmişler, bugünkü azametleıini kesbetmişlerdir. Almanya bir "Mefkure" neticesidir. Bir "Mefküre"nin fille in­ kılabıdır. Bu mefkure bugün yaşıyor. Her Al­ man bugün bu mefkure için çalışıyor? "Her şe­ yin fevkinde Almanya" hepsinin şian! Rusya'ya gelince: Ruslar kendi milletleriyle hiç uğraşma­ mışlardır. Mujikler sefalet. cehalet içinde puyandır­ lar. Çarlık, yalancı. sahte bir "Panislavizm" si­ yaseti tutturmuştu. Halkın bundan haberi yok­ tu. Çarlık Ukrayna. Lehistan. Türkistan. Kının, Kafkasya ve ilh . gibi ülkeleri almış zulmediyor­ du. Bu zulüm yetişmiyormuş gibi daha yeni ül­ keler almaya. Boğazlan ele geçirmeye çalışıyor­ du. Bu hırs şüphesiz normal bir hırs değildi. Her anormal hamle gibi nihayet Çarlık da iflas etti. Halkın tabii mefkuresi uyanmış bulundu­ ğundan bir hercümerçtir başladı. Evet Rus hercümercinin sebebi mefkureler değil. mefküresizliktir; M efkurenin yaptığı harika Al­ manya'dır. Her milletin vicdanı altında gizli olan temayül de bu mefkuredir. Mefkure bizim ferdi arzularımızın fevkinde ve ciddi bir kuwet­ tir. Devletimizin ruhudur. Mefkurenin biraz 1 39


unutulduğu zamanlar hemen felaketler başlar. Bir cemiyet hangi içtimai sistemin içinde ya­ şarsa yaşasın bu "ilahi temayül" ruhunu dol­ durur. Aşiret, kavim kendi gayelerine yürürler. Bir ümmet dini ittisama çalışır. Millet benliğini tebellür ettirerek toplanmaya. kuvvetlenmeye. yine ittisa etmeye çalışır; Cemiyet yaşadıkça nasıl merhale merhale tekamül ederse umumi mefkuresi de öyle tekamül eder. Onun ezelliyet gibi başı sonu yoktur. Yalnız devamı vardır. Ye­ ni bir mefkure yaşarken eski bir mefkureyi ida­ me ise irticaın ta kendisidir. Çünkü mefkfıre­ nin ilk şartı hayatın şe'niyetine uygun bulun­ masıdır. Samimi mürtecilerin düşman oldukla­ rı şey. kendi ruhlarında eserini duydukları bir hissin mütekamil. canlı bir şeklidir. Dikkat et­ seler bunu anlarlar. Esasen irtica ancak bir ge­ riliktir. Fikrimizin hayata uymayıp eski umde­ lere bağlı kalmasıdır. Halbuki umdelerde ya­ şarsa. mutlaka değişir. Hayatın bu hakikatını duyamıyan mürteciler bir nevi "zihni sakatlar'' dır. Ne kadar izahat verilse yeni hayatı anlıya­ mazlar. Öyle ise bunların yeni hayata itirazları­ nı gayet tabii görmeli. Fakat muhafazakarlar. . . ?* Zeka mecmuası, sayı : 3, 2 Nisan 1 328/1 91 2 (Milli Talim ve Terbiye mecmuası, C.I, No: 5, A{lustos 1 334/1 91 8)

Ayas imzası ile yayımlanan bu yazının "mabadı" {devam ı) bulunamam ıştır. •

1 40


HiLAL-1 AHMER

"Falan adam bu kadar servete malik olduğu halde yi­ ne fıkaraya bakm ıyor, yine para sarfetmek istemiyor, ben onun yerinde olsayd ı m , mektepler, hastaneler açar ve da­ ha birçok şeyler yapard ım, ne faide ki elimde bir şey yok (Allah ekmeği kimlere verir, iştihayı kimlere!)"

Bu ve buna mümasil sözler. iddialar daima insanlar arasında var olacaktır. Suret-i zahirde dahi akla, mantıka muvafık birtakım tenkitler ve iddialardır. Halbuki biraz ta'mik olunursa işin şekli büsbütün değişmiş olur. Ufacık bir mukayese ile gerek gani, gerek fakir hep bir kapıdan çıkmış olur. Mesela, fakir yani bütçesi pek zayıf bir adamın cebinde iki yüz kuruşu olur da yüzde ikisini umür-ı hayriyeye sarfetmek zihniyeti varsa mutlaka iddiası arzusu gibi olur. Yani er­ bab-ı yesardan olursa servetine göre sarfeder, mektepler, hastaneler açar. ona mümasil daha birçok efal-i hasenede bulunur. Yok, yalnız tenkide, tahassüre, arzuya kalırsa hiçbir fay­ dası olmayacağı gibi batıl bir iddiadan ibaret olur. Muharrir-i aciz bile, hasbelbeşertye hazan bu gibi iddialarda bulunduğum vardır! "Ah ne olurdu benim de servetim, iktidarım olsaydı, öksüzlere mektep açardım, şüheda evladına bakardım, din ve vatan uğrunda başlan elle­ rinde, düşmanlarla çarpışan millet ordusuna 141


bir grup tayyare yaptırıp ismimi dahi o çelikten ma'mfıl murg-ı asumanın sinesine hakkeder­ dim." Dikkat buyuruluyor mu? Bu güzel haya­ lat. bu kutsi tasavvurat hep benim gibi elleri, cepleri boş olanlar tarafından zuhura gelir. Lakin yine kendi kendime: - Pekala. sen mektep te'sisine muktedir değilsin; lakin bir öksüzün yalnız bir gece ol­ sun yavan ekmeğini temin edemez misin? Sen, hastane açamazsın. bari kimsesiz, ga­ rip bir hastanın reçetesini bir defa olmak üzere eczanelerden yaptıramaz mısın; Sen. alelumum şüheda evladına bakamazsın; lakin bir şehit yavrusuna iki arşın gömleklik de mi tedarik edemezsin? Sen orduya tayyare yapmak iktidarına ma­ lik değilsin; Mehmetçiklere beş çift ham çarık yaptırmaktan da mı acizsin! . . İşte yukardan aşağıya mülahazat-ı mes­ rfıde beni yalnız iddiakar bir vaziyette bulun­ duruyor. Bugünlerde. Adana'mızda cemiyet-! mu­ kaddesemiz olan "HiLAL-i AHMER"imize mua­ venet için her tarafta faaliyet görüyorum. İnşal­ lah sair teşebbüsatlanmız gibi hararet zail ol­ maz. kuvveden fiile gelir ben de kendi içtihadı­ mı tashih ederim. Yalnız burada fikrime gelen gayet sade ve basit ayru zamanda pek faydalı bir nazariyatı söylemek isterim, şöyle ki: Ada­ na'mızda umum esnafın. tüccarın. sarıatkarla­ nn vesair müesseselerin ·şüheda kanlarının renginde bir HiLAL-1 AHMER kutusu olursa. her bir dükkancı ve işçileri tarafından haftada beş kuruş (bir kahve parası) o mühürlenmiş kutuya atılır. otuzuncu gün o kutu açılır, muh1 42


teviyatı sayılır ve aynı zamanda, aynı günde umum esnaf, tüccar, sanatkar tarafından bu muamele icra olunursa, mesela on beş kutu­ nun hasılatı ne oldu, 1 500 kuruş değil mi? He­ men o parayı postaya verip Ankara Hiı..AL-1 AHMER merkezine gönderilirse , acaba iyi ol­ maz mı dersiniz? Yahut bunda dahi bir oyun bozanlık nu olur! Din ve millet uğruna fedakarlıkta bir mü­ sabaka açılırsa Adana'lılarin birinciliği ihraz edeceklerine kaviyyen kani olanlardanım. Yal­ nız iki şart ile: 1- İyi bir müdür, 2- Mütefekkir bir saik.

Hayatını, seıvetini, tamam-ı mevcudiyetini vatan yolunda sarfeden bir vilayet ahalisinin haftada beş kuruş vermemek hassesinde bulu ­ nacaklarına hiçbir vakit za.hip olamam. Yukardaki nazariyata biraz daha vüs'at vermiş olursak, erkekli, kadınlı beş bin kişi bu emr-ihayre (dalıni surette) teşebbüs ederlerse her ay 25000 kuruş cem'i ile senede 300.000 kuruş olur ki bu da az bir para değildir. Artık çok tasdi' etmek istemiyorum ve bu meselenin teşkilat-ı resmiyesini selahiyettar ze­ vata, daha doğrusu vatan gençlerine bırakıyo­ rum. Adana'da suret-i resmiyede böyle bir ce­ miyet teşekkül etmiş olsa bile yine bizim naza­ riyatımızın imkanı zail olmaz kanaatındayım. Geliniz efendiler, geliniz aziz kardeşler; ve­ riniz, yardım ediniz, düşününüz, bugün Ana­ dolu 'da yarım milyon kadar yurtsuz, aç çıplak öksüzlerimiz, dullanmız, gaddar düşman mer­ mileri ile sineleri parçalanan mecruhlanmız vardır. Bakınız, onlara bakınız, senelerdenberi 1 43


yorulmak bilmeyip geceli gündüzlü vatan yo­ lunda uğraşan, hiçbir fedakarlıktan çekinmi­ yen 'HiLAL-1 AH MER" cemtyet-1 mukaddesesi­ ne muavenet ediniz, onlar bizim yaralılanmızın yaralarını sarsınlar biz de orılann yüreklerinde müşahedat-ı fecayt ile açılmış olan derin yarayı saralım ve bu yolda birbirimize sanlalırn olmaz mı? (Milli MefkOre dergisi, sayı: 4 30 Haziran 1 334-1 3 Temmuz 1 91 8)

1 44


DENİZDE TÜRKLER

Çaka Bey ve İlk Muharebe Topal Timur'un mutaassıp eliyle dağılan Osmanlı hükümeti muharebelerle hala kardeş kanı döküyor, bir mefkure, bir emel üstünde toplanamıyordu . Selçuk hükümetinin ölümün­ den sonra bütün Anadolu beylert kurultay ku­ rarak Osman Beyi hakan intihap etmişlerdi. Lakin bu birliği istemeyenler de vardı. Onların eline şimdi fırsat geçmişti. Anadolu'nun yansı, Anadolu'nun yansına hücum ediyordu . Kan ve din kardeşi olan bir millet birbirtni kırıyordu. O vakit bir güneş doğdu. Kılıç kuvvetiyle ifti­ rakçileri, fitnecilert, muhterislert ezdi. Ortalığı temizledi. Bu, Çelebi Mehmet Hakan'dı . Kah­ raman Yıldınm'ın bu en küçük oğlu bir hart­ kaydı. Çok güzeldi. Çok kuvvetli idi. Daha şeh­ zadeliğinde "Pehlivan Çelebi" diyorlardı . Anado­ lu Türklertni toplayıp dedelerinin hakanlığını kurmak için kılıcı kadar siyasi maharetini kul­ landı. Rum Kaysert Manuel'e: - Sen benim öz babam gibisin. Sana hür­ met ve muhabbette kusur etmem . . . vaadini ve­ riyor, Ceneviz'den, Venedik'ten, Mora prenslik­ lerinden gelen elçilere ilmi sevdiğini, rahat ya­ şamak istediğini söylüyordu . Fakat kardeşi Musa Han ile Rumeli'nde uğraşırken Karama.

1 45


noğlu Mehmet Beyle Cüneyd Bey uslu durma­ mışlardı. Bu iki Türk. Çelebi Mehmet Han'ın en korkunç düşmanlarıydı, o babasının hükü­ metini telcrar toplamaya, Türkleri birleştirmeye çalışırken bunlar dizgini azıya alıyorlar, Türk­ lerin arasına fitne sokuyorlar, Türkleri dağıt­ mağa çabalıyorlardı. Hele Karamanlı Mehmet, daha ileriye gidiyor, Bursa'da kahraman Baya­ zıt'ın mezarını açtırıyor, kemiklerini yaktırıyor. bu mübarek mezarı pisletiyordu . Bu kadar re­ zalet ve vicdansızlığa rağmen Çelebi Mehmet Han yine bu herifi affetti. Birkaç defa affetti. Lakin o, her defasında yine isyan etti. Cü­ neyd'in elinden İzmir'i aldıktan sonra artık ha­ kan tahtına daha rahat ve emin oturmuştu . O vakitler İzmir'in sahilleri, adalar küçük küçük hükümetlerle dolu idi. Açıkgöz bir serseri ken­ dine göre ufak bir taç edinebiliyordu . Zaman buna müsaitti. Çünkü, Şark İmparatorluğu ar­ tık bitmiş sayılırdı. Venedik'ten, Ceneviz'den, İtalya'dan, Fransa'dan, İspanya'dan sökülüp gelen birtakım korsanlar sahillere hücum edi­ yorlar, adalarda ufak tefek hükümetcikler tesis eyliyorlardı. Bunların içinde en ehemmiyetlileri Rodos şövalyeleri idi. Osmanlı hakimiyetine mukavemet edemeyeceklerini anladıkları halde hediye ile, vergi ile varlıklarını yaşatmak isti­ yorlardı. Çelebi Mehmet Han'a müracaat etti­ ler. Lütuf dilediler. Mehmet Han: - Ben kimsenin hakkına tecavüz etmek fikrinde değilim. . . diye onları sevindirdi. Resmen tahta ç ı ktıktan sonra vaktin kuv­ vetli hükümeti olan "Venedik" de, tebrik için el­ çiler göndermiş, Süleyman Sultan ile yaptığı muahedeyi tazelemişti. Fakat, adalarda hükümet süren korsanlar­ dan Naksos Dükası, Osmanlı gemilerine ve Os1 46


manlı sahillerine sarkıntılık etmekten vazgeç­ miyordu . Çelebi Mehmet Han buna kızdı. Ve bu arsız deniz haydutlarını tedibe karar verdi . Şimdiye kadar Türkler hep karada muharebe etmişlerdi. Kılıçlarının parlaklığı denize akset­ memiş ve Türk kanı daha denize akmamıştı. Emretti. Gelibolu'da bir donanma hazırlandı. Bu, ilk Türk donanması idi. Donanmanın ku ­ mandanı Çaka Bey oldu. Bu zat kara muhare­ belerinde yetişmiş idi. Hakikaten kahraman idi. Fakat biraz ihtiyardı. Titiz, asabi bir ihti­ yar. . . Kumandası altındaki ilk Türk donanması seksen tane küçük gemiden ibaretti. Bir sabah Çanakkale Boğazı'ndan çıktı. Vazifesi Naksos korsanlarını perişan etmekti. Çaka Bey, Adalar Denizi'ne çıkınca bunu unuttu. Tam eski ve mutaassıp bir Türk gibi düşünüyordu. Önüne gelen gemiye tecavüze başladı. Yüreğinde genç­ lik ateşi yanıyordu . Bütün dünyayı düşman farzetmek ve saldırmak istiyordu . Trabzon'dan yüklenip dönmüş olan Venedik gemilerine rast­ ladı ve hemen düşünmeyerek hemen hepsini zaptetti. Meğerse o sıralarda Venedik Cumhuriyeti de Çelebi Mehmet Hakan'a bir elçi heyeti gön­ deriyormuş . . . Ve kuvvetini Türklere göstermek için yeni icad edilmiş toplarla teçhiz olunmuş on beş tane büyük fırkateyni de elçilerin peşine takmış . . . Bunlara tesadüf eden Çaka Bey do­ nanmasıyla beraber Gelibolu'ya bizim donan­ mamızın yanına demir attı. Bu donanmanın kumandanı meşhur Amiral Loredano idi. Bir fi­ lika ile zabitlerinden birisini Çaka Beye gönder­ di. Bu zabit bizim gemide nazikane kabul olun­ du. Ve dedi ki: - Biz düşman değiliz. Buraya dost olarak geldik. Sizin sularınızda misafiriz. . 1 47


Sonra, yine kendi gemisine döndü . Fakat. ertesi günü uzaktan bir Ceneviz gemisi geçiyor­ du. Venedik Amirali Loredano bunu tanıdı. Her vakitki gibi Venedik yine Cenevizlilerle dargın idi. Yine aralarında muharebe vardı. Dayana­ madı. Ceneviz gemisinin tutulması için emir verdi. Halbuki, bizim Çaka Bey Venediklilerin kovaladığı bu gemiyi bir Türk gemisi zannet­ mişti. Fena halde hiddetlendi. Dün gelip dost olduklarını söylemelerini hile addetti. Kovala­ nan Türk gemisini kurtarmak mertliğin başlı­ ca bir vazifesi idi. Lakin maiyetindeki donanma küçücük idi. Düşrnanınkiler büyüktü ve yeni icad toplarla dolu idi. Ama, Çaka Bey ölümün­ den hiç korkmayan bir Türktü. Türk gemisi zannettiği mahut Ceneviz gemisini batmaktan kurtarmak için Venedik filosuna hücum etti. Amiral Loredano şaşaladı. Mukabeleye kalktı. Yeni icad toplarını ateşledi. Sekiz saat kadar süren kanlı ve korkunç muharebede bizim do­ nanma, bizim ilk donanmamız tamamıyle peri­ şan oldu. Yinni beş gemlmizi zaptettller. Bir çoğu da battı. Sahiller de harap oldu. Lapse­ ki'de Süleyman Paşa'nın yaptırdığı kale yıkıldı. Amiral Loredano. zaptedilen gemilerin hemen hepsini: - Bunlar hiçbir işe yaramaz . . . diye yaktırt­ tı. Esirlere gelince: Arslanca düşmanlarına sal­ dıran bu zavallı Türklerin birtakımı gemllerin direklerine asıldı. Gelibolu'daki kardeşleri, on­ ların iplerde sallandıklarını gördüler. Birtakımı da Eğriboz'a, Girit'e gönderildi ve her gavur eli­ ne giden Türk esiri gibi bir . daha kurtulup va­ tanlarına kavuşamadılar. • •

*

Bu fela.ketten, ilk deniz kuvvetimizin böyle1 48


ce mahvından sonra yanlışlık anlaşıldı. Gelibo­ lu 'daki elçiler Edime'ye çağrıldı. İtJzarlar edildi. Barışıldı. Halbuki, zaten bir dargınlık yoktu. Şehit olan. asılan, Eğriboz'a, Girtt'e gönderilen zavallı Türkler hemen unutuldu . 1 . İki taraf büyük rütbeli kumandanları yerlerine iade edecekler. 2 . Korsan gemisi olduğu takdirde hangi bayrak olursa olsun tecavüz ve zapt edecekler. 3. Ticaret himaye edilecek. . . gibi maddeler üzerine bir muahede daha yapıl­ dı ve bu muahedeyi Venedik'e bir çavuş götür­ dü : ki Avrupa'ya ilk defa ayak basan Türk elçi­ si işte budur . . . (Donanma dergisi, No: 1 5, 63, 1 2.1 0.1 914)

1 49


TÜRK MİLLİYETPERVERLERİ Milliyet cereyanını. fırsatı ganimet bilerek İttihatçılıkla beraber ortadan kaldırmayı ku­ ranlar şöyle bir masal uydurmuşlar: 'Türkçüler birtakım aç, çıplak dalkavuk­ lardı. Hepsi Ziya Gökalp'ın etrafında toplan­ mışlardı. Maksatları külah kapmak, para ka­ zanmak. devlet memuriyetlerini ellerine geçir­ mekti . . . " Ben, Türk milliyetpeıverlerinin içinde böyle adi mahluklar bilmiyorum. Vakıa Ziya ilmiyle, tetkikatıyla, tatbikatıyla milliyet cereyanının tamimine çalışmıştı. Fa­ kat, büyük milliyetperverler onun etrafında d'e­ ğildiler. Meşhur eski Türkçülerden birkaç mi­ sal getireceğim. Herkesin bildiği gibi, iki türlü milliyetçilik vardır. Biri yalnız lisan, sanat, edebiyat. hürri­ yet sahasında uğraşanlar. . . Diğerleri Türklü­ kün menfaatine muvafık ameli, asli bir siyaset teıvicine çalışanlar! . . Birincilere "Nazari Türk­ çüler", ikincilere "Ameli Türkçüler" diyebiliriz. Ameli Türkçülerden hiçbiri, kendisi İttihatçı ol­ duğu için Ziya Gökalp'la . anlaşamamışlar, İtti­ hat ve Terakki'ye ta sonuna kadar düşman kal­ mışlardır. Kütahya Meb'us�ı sabıkı Nazır Ferid Bey, hayatının en kıymetli bir devrini, sırf Türkçülüğünden sine-i menfalarda geçirdi. Meşhur milliyetpeıver Akçoraoğlu Yusuf Bey, iktidarına rağmen. Darülfünundan kapı dışarı ·

1 50


edildi. Az buçuk daha, Türklüğün metropoli­ dinde aç kalacaktı. Mustafa Suphi Sinop'a sü­ rüldü. Zavallı, karanlık bir taliin içinde kaybo­ lup gitti. Halide Hanım. memuriyetinden çıka­

nldı. Şair Mehmet Emin Bey, bir daha olunma­

mak üzere valilikten azledildi. Çünkü , hepsinin siyasi temayülleri İttihat ve Terakki'nin "İtti­ had-ı İslam" mevhumesine uymuyordu.

Nazari Türkçüler içinde vakıa sürülenler, iğtisabata maruz kalanlar yok. Fakat, bir kü­

lah kapmış, meteliksizken İttihatçılar sayesin­ de milyoner olmuş da yok. Ameli Türkçüler. Zi­ ya Gökalp'ın faydasından uzak yaşadılar. 'Tu­ ran" gazetesi, parası ile Avrupa'dan kağıt ge­ Urtmedi, mecburen kapandı. Hele, dalkavuk olmadıklan için, efendiler de. eyyam ağalanndan hiçbirine yaranamadı­ lar. İçlerinde ne umumi yağmaya iştirak eden var. ne de açıktan milyonlara gark olan . . . İttihatçılar zamanında milliyetperverlerin ekserisi muallirnlikle muharrirliğe kuvvet laye­ mut yaşıyorlardı. Yine öyle yaşıyorlar. İdealist bir insan için hürriyet kadar büyük bir nimet

var mıdır?

Kimsenin lütfuna olına talip, Bedel-i cevher hürriyettir. Ancak,

cevherin kıymetini

bilen

hakiki

Türkçü sayılabilir. Vakıa bu Büyükada alemle­ rinde , kulüp bahçelerinde Ziya Gökalp'ın etra­ fında çöreklenmiş bir "hilkaten cehle" vardı.

Fakat,

bunlar

''Türkçü"

değildiler.

Bu nlan

Türkçülerle karıştırmamalı. Bunlara "Ada Ya­ ranı"

derler, ki kimler olduğunu İstanbul'da

bilmeyen pek azdır.

itham, 22 Eylül 1 335 (1919)

-

1 51


MEFHUM BUHRANI

Bizim kafalarımız karpuz değildir. Çünkü, henüz hamdır, "kelek" halinde. Bir keleğin için­

de nasıl çekirdekler falan teşekkül etmemiş ise bizim kafalanmızda da mefhumlar öyle kemale ermemiştir. Bizde her şeyin ismi vardır, ama hayalimizde bu ismin "cisim hududu" yoktur.

Ben. "kelek" diye münevverleri kastediyorum. Yoksa, halk artftir, her şeyi öğrenmeden bilir.

Münevverlerimizin en kabadayılan bugün evve­

la milliyetlerini, hatta "milliyet" ile "ırk"ı birbiri­ ne kanştınyorlar. Irkı milliyet. milliyeti ırk sa­ nırlar. Halbuki "ırk" başka. "milliyet" başka bir şeydir. Aralannda dağlar kadar fark vardır. "Irk". bugün bir mevhume. "milliyet" ise bir ha­ kikattır. Milliyet kanda değil candadır. Milliye­

tin hududu "lisanla hars"tır. Ana dili Türkçe olan. Türk mefkuresi . Türk terbiyesi. Türk his­ siyatı içinde büyüyen her Müslüman halis muhlis Türktür. Aralannda birinin başka bir millete mensup olması hiçbir ehemmiyeti haiz değildir.

Mesela,

benim

bir

dostum var

ki

üçüncü ceddi Büyük İhtilal sırasında Türki­ ye'ye kaçıp Müslüman olmuş, Türkleşmiş bir Fransız asılzadesi, tarihe geçmiş meşhur bir konttur. Bu zata "ırk" mevhumesine göre Fran­ sız demekliğimlz ıcabeder. Bu münikün mü? Bir kelime Fransızca bilmez.

O kadar Türkleş­

miştir ki . . . Ne ruhça. ne hissiyatça bir Anado­

luludan farkı yoktur. Münevverlerimiz milliyet ile ırkın ilmi mahiyetinden haberdar olmadıkla-

1 52


n

için birçok millettaşlarıru,

uzak cedlerine

nisbet ederek Türklüğün hududundan dışarı çıkanrlar.

Arnavutça bilmeyen,

Arnavutluk'a

gidip Arnavut milliyeti için, Arnavut harsı için çalışmayan,

Türkiye'de

mukim

bir Arnavut,

Türk sayılır. Çünkü , fiilen Türkleşmiştir, Türk­ çe konuşur, Türkçe yazar, Türk milletinin har­ sı için çalışır. Türk devletinin hadirnJdir, Türk mefküresine uymuştur. Türkiye'de doğup bü ­ yümüş cedlerinin milliyeti muhitine dönmeyen Çerkes. Arap İlah. her Müslüman da Türktür. Türk milliyetini harsan, fiilen temsil edip de yalnız lafzan ayrılık iddia eden kardeşlerimi­ zin

hareketi

manasız.

mantıksız bir şeydir.

Türkiye'de doğup Türkiye'de büyüyüp, Türkçe okuyup Türkçe yazan, Türkçe düşünen bir Çerkes, ancak şimdi KafkaSya'ya gidip oradaki dedelerinin milliyeti, harsı, lisanı uğrunda öm­ rünü vakfederse Türklükten çılanış, "hakiki bir Çerkes milliyetperveri" sanılabilir. Surda, laf­ zan değilse bile herhalde fiilen Türktür. Cedleri Türk olmayıp da lisan, terbiye, hars itibariyle Türklüğü temessül eden gayr-ı Türklerin asıl ruhça, hisçe asıl Türklerden hiç farkları yok­ tur. Bunlar, bu

"filli Türkler"dir. Münevverlerimiz

muhterem mille ttaşlarımızın,

falanın bü­

yükbabası Arnavuttu , falanın annesi Çerkesti, falanın bilmem nesi Araptı diye nihayet lafzan mahiyetlerini tağyire muvaffak olabilirler. Fa­

kat. onların fiili, hakiki vaziyetleri asla değiş­ mez, yine Türk kalırlar. • •

Milliyetin, ırkın, harsın mahiyetini bilme­ yen münevverlerimiz "devlet, hükümet, millet" mefhumlarına da, zihinlerinde içtimai hakikate uygun bir şekil verememişlerdir. Devletin ismi-

1 53


ni milletin ismi, hükümetin idaresindeki fertle­ ri de "bilatefrik cins ve mezhep". yani din ile dil kaydını nazar-ı itibare almadan hep bir millet addederler. Devletimizin ismi bugün müessisi­ ne nispeten "Osmanlı"dır. Bu devletin içindeki fertlerin tam kat'i ekseriyeti Türktür; Rum da, Ermeni de , hasılı ecnebi yerli gayr-i Türk fert­ ler de vardır. Bu gayr-i Türkler -ecnebi değil­ lerse- Osmanlı devletinin, hükümetinin idare­ sinde yaşamakla "Osmanlı tabiiyetini" haizdir­ ler. Fakat. aslı "Osmanlı" milletinden değildir­ ler. Hepsinin kendi husu si milliyeti vardır. Bir ferdin iki milliyeti olur mu? Mesela, 'Yorgi İs­ tanbulludur, Osmanlı devletinin tebaasından­ dır. Milliydi Rum, dinJ Hıristıyandır" deriz. Eğer, 'Yorgi, Osmanlı milletindendir" dersek onun Rumluğu ne olacak? İşte. münevverleri­ mizin zihinlerinde lafızların, mefiıumlann man­ tıki hudutları teşekkül etmediği için içtimai ha­ kikatla taban tabana zıt telakkileri de böyle te­ ammül edebilirler. Fakat, mevhumeleri daima kağıt üzerinde kalır. Halk, millet kendisinin is­ mini, milliyetini, dinJni pekala bilir. Geçen gün bir Anadolulu neferle şöyle konuştum: - Oğlum, sen hangi dindensin? - Müslümanım elhamdülillah. - Hangi millettensin? - Türküm. - Devletimizin adı ne? - Osmanlı devleti. - Memleketimizde Türkten başka milletler de var mı? - Vardır ya. - Kimler gibi mesela? - Rumlar, Ermeniler falan gibi. - Onlar Türk değil midir? - Hayır . . 1 54


- Ya nedir? - Rum Rumdur, Ermeni Ermenidir. . . Münevverlerin içinde, "dini dinime, dili di­ lime" uyan cümlesiyle içtimai hayatının mahi­ yetini bir anda icmal eden bu köylü kadar va­ zıh, ciddi, hakiki meflıumlara sahip bir adam rastgelmedim. Münevverlerimizin gafleti, yalnız · içtimai meflıumlann sahasına münhasır değildir. İsim zikretmeyeceğim, alimlerimiz vardır ki �ren. ilim, felsefe" arasındaki bariz hudutları hiçbir vakit görememişlerdir. Öyle meşhur şairlerimiz vardır ki, edebiyat, lisan, edebi nev'iler hakkın­ da ilmi hiçbir fikir edimnemiş, her şeyi daima en zıddı ile karıştırmış, aynı gibi görmüş, hatta görmekle kalmamış, hem de göstermeğe çalış­ mıştır. Cilt cilt eserleri olan münekkidlerimizin, ıruharrtrlerirnlzin arasında, "hikaye ile nuvel arasında fark nedir?" diye gayet adi, mübtezel bir müsabaka açsak, acaba bir cevap alabilir miyiz? • •

Evet, biz münevverler milletten evvel ken­ dimizi tenvire çaltşmalıyız. İnsan, düşünen bir mahluktur. Fakat, düşünmek de meflıumların sayesinde vaki olan bir hadisedir. Meflıumlar ise muayyen şümulleriyle, tazammunlarıyla bir h akikatı tesbit eden hudutlardır. Halbuki biz, bugün bir meflıum buhranı içinde yaşıyoruz. Kafalarımız henüz olmamış birer karpuz, ham bir kelek ki, içindeki çekirdekler daha teşekkül etmemiş. Bu kelek ne vakit kemale erecek? lfham, 3 Teşriııisani 1 335 (1919)

1 55


BİR MEKTUP

Sebllülreşad Mecmuası İd.Arehlneslne Muhterem efendim, 375 numaralı nüshanızda bana "Çerkes" di­

yorsunuz. Ben mlWyetl "ırk" diye anlamam. Mllllyet "dln, ilsin, ırk" birliğidir. Bununla beraber "Çerkes" değillm. Pederim Sarı­ yar'da Hüseylnağa Mahallesinde 38 numara­ lı hlnede müklm plylde binbaşılığından mü­ tek.A.lt Ömer Şevki Efendl'dlr. Kendisi bir ke­ lime Çerkesçe bilmez, Kafkasyalı bir Türk­ tür. Gidip bizzat tahkikat yaparsınız. İstanbullu olan annem de meşhur Hase­ ki Mustafa'nın torunudur. 24

teşrlnevvel 1918 Ömer Seyfettin

(Sebilülreşad dergisi; sayı: 376, 31 Teşrinievvel 1 334-1 3 Kasım 1 91 8)

1 56


SÖZLÜK

A Adab-ı münazara : tartışma kurallarına uygunluk, karşılıklı konuşma d üzeni Adem-i cevaz: izin vermeme, müsaade etmeme Adem-i merkeziyet: her 0rgütün kendi kendini yönetmesi, merkezden buyruk almadan yönetim Adet : gelenek, töre, alışkanlık Ahkam: hüküm ler, yarg ı lar Ahkam-ı şer'iye : dinsel yarg ılar, dinsel buyruklar Akval-ı hükema ve felasif: bilginler ve filozofların sözleri Alamet (embleme): amblem, belirge, simge Alem: bayrak Aleyh-i rahmet-Ol bari: Tanrı'nın rahmeti üzerinize olsun Ali: yüce, ulu Ameli: uygulamalı Amil: neden, etken An'ane: gelenek, söylenti Anasır-ı hamse-i mukaddese: kutsal beş öğe Anat: anlar, zamanlar Arif: bilgili, kültürlü Asabi: sinirli Asabiyet : kendi değerlerini sevme ve üstün tutma Asgari : en az Asır: yüzyıl Asri: çağdaş, modern Atf-ı tefsiri : yorumlama bağlant ısı Avam: h erkes, ayaktakımı, cahil halk 1 57


Avamil: nedenler Ayat: Kur'anın tümceleri, ayetler Azimet: gidiş, gitme B Bab : bölüm, elverişli Badettahrir: yazımdan sonra Badi: neden, ilk başlangıç Batıl: boş, yalan, çürük Baziçe : oyun, eğlence, oyuncak Bed : başlama, başlayış Bedbinlik: karamsarlık Bedel-i cevher: cevher bedeli Bedevl: göçebe, çölde yaşayan Bedha h : herkesin fenalığ ı n ı isteyen Bedhahlık: herkesin fenalığını isteme durumu Bedkarlık: işi ya da hareketi kötü olma durumu Beliye (beliyye): felaket, tasa, keder Bey'i hak: haklı, haklı olma Beyn: ara, aralık, arada Beynelmileliyet: uluslararası olma durumu Bid'at: dinde peygamber zamanından sonra ortaya çıkan söz ya da düşünce Bidayet: başlama, başlangıç Bihakkın : haklı olarak Bilatefrik: ayırmadan, ayrı m yapmadan Bilkırae: okuyarak Binaen: dayanarak, -den ötürü Birsam: varsan ı Bittahsin: güzelleştirerek, överek Bühtan: yalan, iftira Bürhan: tanık, delil c

Canan : sevgili, gönül verilmiş Cebbar: becerikli, zorlayıcı, zorba 1 58


Cebrilik: fatalizm, kadercilik Celalet: büyüklük, ululuk Celceletiye: gürültücülük Cefi: belli, ortada Celil-i müddet: zaman uzunluğu, ululuk Cem'i kaidesi : toplama kuralı , toplamla ilgili kural Cemiyet : topluluk Cemme-i müctehidin : yorumcuların birleştiği görüşler Cenup: güney Cesr-i ergene: Edirne yöresinde bir kent adı Cidal: savaş Cihangir: dünyayı ele geçiren Cihet-i cevaz: izin verme yönü, izin verilen yön Cüz-itam: birim ç Çaka Bey: Osmanlı donanmasını kuran ve denizlere ilk açılan komutanlardan biri Çar: Rus ya da Bulgar kralı Çar: dört, dört yön; umar Çerm : insan ya da hayvan derisi D Dahil-i hesap: hesabı n içinde olma, içine katma Dahili: içsel, içle ilgili Dahiliye Nazırı : içişleri Bakanı Dalaylama: Tibet'in en büyük dinsel lideri Dareban (Daraban) : çarpıntı, vurma, vuruş Dekayık (Dakayık): ince ve anlaşılması güç ve dikkat isteyen şeyler Dekayık-ı ahkam-ı diniyye : dinin buyruklarının ince yönle(i, dikkat isteyen yönleri Derece-i bala-ter : çok yüksek derece, çok yükseklik Dermeyan (dermiyan): ortada, arada Dermiyan etmek: ileri sürmek, ortaya fikir atmak 1 59


Dibace: önsöz, başlangıç Duçar olmak: tutulmak, yakalanmak Düvel-i muazzama: büyük devletler (Almanya, ABD, l ngiltere, Fransa gibi) Düvel-i sagire-i saire : başka küçük devletler Düveliyye (düvefi): devletlerle ilgili E Ebedi: sonsuz Ecnebi: yabancı Eda etmek: yerine getirmek, bir borcu ödemek Edi-yı salat: namaz kılmak Edvar: duvarlar Edyan-ı saire : başka dinler Ef'al-i hasene : iyi işler, iyiliğe dönük işler Efdal: iyilikler, ihsanlar Efkar: fikirler, düşünceler Ehidis-i nebeviyye : peygamber hadisleri, peygamber sözleri Ehl-i imin: inanç sahibi, l slama inanmış kişi Ehl-i silip: Haçlı lar, H ı ristiyanlar Ehemmiyet: önem Ekalli: en az, az Ekalliyet: azınlık Elhan: ezg iler, nağmeler Elhazer: sakın, sakınalım . Emr-i hayır: iyilik, iyilik buyruğu EnmQzeç: örnek, nümune Enva-ı tazimat: saygı biçimleri Enzar: bakışlar, bakmalar Erbab-ı yesar: varlık sahipleri, varlıklılar, zenginler Erkan-ı harp: kurmay Esıimi-i kütüb: kitap adları Esasi: asal Esbib-ı esasiyye: temelle ilgili nedenler, temel ne­ denler Esbib-ı nüzu l : inme nedenleri, konaklama neden!eri 1 60


Eser-i telif: yaz ı l m ış yap ıt, özgün yapıt Es'ile-i dakik: ince sorular Esir : tutsak Eslaf-ı uzma : ulu atalar, büyük cetler Esliha-ı cedide: yeni silahlar Esliha-ı muhtelife : çeşitli silah Esma-ı hasen : iyi haberler, iyilik haberleri Esni-yı tilavet: konuşma anı, Kur'an ı güzel sesle okuma an ı Esrarcılık: tasawuf, gizemcilik Etno{Jrafya : budunbilim Evahir: sonlar, son günler Evasıt : orta zamanlar, orta günler Eyyam: günler Ezdad: karşıtlar, zıtlar Ezen: öncesiz F Fahr-ı kainat: Hazreti M uhammet, l slam Peygamberi Fani : ölümlü, sonu olan Fasile: soy, tür Fecr (fecir) : tan aydınlığı Fem-i saadet: m utluluk yolu Felah: kurtuluş Fevk : üst Fırka: parti Fikdan : yokluk Fikr-i kadim-i musibOn : yan ılmayan eski düşünceler Fi-1-cümle: sonunda Filvaki : gerçekten Fuzuli: yersiz, gereksiz, boş yere Fütür: zayıflık, gevşeklik Fütür getirmek: u m utsuzluğa kapılmak, gevşemek G Gani: zengin varl ıklı, doygun, çok 1 61


Gayr-ı milli: ulusal olmayan Gayr-ı tabii: doğal olmayan, doğal dışı Germi: sıcaklık, çalışma hızı GOni (güne): yol, gidiş Güruh : takım, topluluk, cemaat H Habib : sevgili, dost Hadim: yarayışlı Hafi: gizli Hakayık: gerçeklikler Hiki olmak: öykülemek Hakketmek: oymak, oyma işi yapmak Halis: kurtuluş Halki: yaratılışla ilgili Hamaset: kahramanlık Hamd ü seni : Tanrı'ya şükran ve övme duyguların ı bildirme Hamiyet : ulusal onur ve h�ysiyet Harici: dışsal, dışla ilgili Hasbelbeşeriyye : insanlık gereği olarak Hasret: özlem Hisse : duygu Haşmet: büyüklük, heybet Hatm-i kelim: söze son verme Hayalit: düşler Hayalperver: düşcül Hayt: iplik, tire, tel Hempa : kötü işlerde arkadaş, omuzdaş Hendese : geometri Hesabat-ı kat'iyye : kesin hesaplar HeyOli : madde, cisimlerin ilk maddesi (atom) Hicret: göç Hilal-i ahmer: Kızılay H ilkatencehle: yaratıl ıştan bilgisizlik durumu Hilm: insan doğası ndaki yum uşaklık, yavaşlık Hinterland: yöre, ekonomik bölge, iç taraf ·

1 62


Hizip (hizb): bölük, taraftar Hod-perest: kendini beğenmiş Huzü: gönül alçaklığı, alçak gönüllülük Hüda-şahi: Kur'an, doğru yol gösterici Hürriyet ve ltilif: Meşrutiyet döneminde k.urulmuş

bir siyasal parti

ıstılah: terim ltlak : salıverme, koyuverme

iblhicilik: haram şeylerin yapılmasını doğru bulan anlayış (lbahiyye) ibda: yeni ve güzel bir yapıt ortaya koyma lbraz-ı fasahat: güzel konuşma örneği verme lbraz-ı teveccüh : ilgilenme örneği lbtidai: ilkel lcra-yı ibadet: tapınma, tapınış içtima: toplanma içtimai: toplumsal içtimaiyat (sosyoloji): toplumbilim lçtihad: gr ,i içtinap : çekinme lçtinab etmek: çekinmek lddiakir: davacı, bir şeyi iddia eden idrak etmek: anlamak lgtisiblt: zorla almalar igfal: aldatma, aldatılma lhfa: gizleme, saklama ihraz etmek: kazanmak lhtilatat: karışmalar, katışmalar ihya: diriltme, canlandırma ikmi: kandırma, inandırma lktidi : uyma, birine bağlı olma lktidar-ı kalemiyye : yazma gücü 1 63


llka eylemek : bırakmak, terketmek iltihak: katılma inkar etmek: yadsı mak inkıraz: tükenme, bitme inkısam: bölünme, ayrılma inkıyad : başeğm e inkişaf : gelişme, açılma insaniyet : insancıllık, insana yakışır davranış intibah: uyma, uygun gelme intac: sonuçlandırma intihabat: seçimler lntihab etmek : seçmek intişar etmek: yayılmak, yaymak lrid olunmak: söylemek, söylev çekmek lride-i kül: Tanrı lrşad : uyarı, uyarma lrtikab : yiyicilik, rüşvet, kötü bir iş yapma ismet : temizlik, haramdan çekinme, günahsızlık lstifade-i azime: en büyük ölçüde yararlanma istihkam: sağlamlık, güç, sağlam siper istikbal : gelecek istima l : kullan ım, kullanma istismar: söm ürme istimlak: kamulaştırma lştibah : kuşkulanma, şüphelenme iştiyak: göreceği gelme, özleme ita : verme itikat: inanış, i nanma itila: yükseliş, yükselme itilaf: uyuşma, anlaşma ltilaf-ı müselles : üçlü anlaşma ( l ngiltere, Fransa, Rusya) ltisaf: yolsuzluk etme, doğru yoldan ayrılma ittihat: birlik, birleşme lttihad ve Terakki: Meşrutiyet döneminde kurulmuş ve uzun süre Osmanlı yönetimini elinde tutmuş parti ittihaz etmek: kurmak, kullanmak lttisa : genişleme, bollaşma 1 64


lyd (id): bayram izhar: gösterme, ortaya çıkarma, yalandan gösteriş lzhar-ı belagat : güzel söz söyleme gösterişi izmihlal: yok olma, yok olup gitme K Kabl-el-tari h : tarihten önce, tarih öncesi Kadim : eski Kaide-i lazime: gerekli kurallar Kaim olmak: bir şeyin yerine geçmek Kalil: çok olmayan, az Kanun-ı Esasi: Anayasa Kapitülasyon : Osmanlıların yabancılara verdiği bazı haklar Ka'ri : okur, okuyucu Ka'riin-i kiram: sayg ın okurlar Kavi: güçlü, kuwetli, güvenilir, sağlam KaviyyOn : güçlüler Kavmiyyat: budunbilim Kaziyye : sorun, önerme, iş Kelam-ullah: Tanrı sözü Kema l : olgunluk Kemal-i hulOs: gönül temizliğinin en üst noktası , ululuk Kemmiyet: nicelik Kemter : köle Kesafet: yoğunluk Kesif : yoğun Kesret : bolluk, çokluk Keyfiyet : nttelik Kıssa-i Yusuf: Peygamber Yusuf'un öyküsü Kıtaat: bölümler, bölükler, parçalar Kıyama durmak: namazın iftitah tekbiriyle rükO ara­ sındaki ayakta durma bölü müne geçmek, ayaklanmak Kifayet etmek: yeterli olmak, yetmek Kisve : giysi 1 65


Kozmopolit: ne olduğu belirsizlik, işine gelen kalıba giren kişi

Kutsl: kutsal Kuvva : kuwetler, güçler Kuvva-yı askeriyye: asker güçleri Kuvva-yı berriye: kara ordusu güçleri Kuvvaniyet: dinamizm, hareketlilik KOrre-1 arz: yeryüzü, dünya L Liteşblh: benzetmesiz, benzetme olmasın LiyemOt: ölmez, ölümsüz Uıyetezelzel : sarsılmaz Uızım-ı gayr-ı müfirık: çok gerekli, onsuz olmayan Levanten : lslam ülkelerinde yaşayan batı kökenli kişi M Maillyet: ululuklar, yüksek ve derin fikirler Maarif: kültür Mibad·i tabilyye (mi·ba'd-et-tabliyye): fizikötesi Ma§şuş-01 milliye : ulusallık karışıklığı, uluslar karışımı

Mah: ay Ma'haza: bununla birlikte Mahdut: sınırlı MahOd : SÖZÜ geçen Mahbil: toplantı yeri, camilerde parmaklıklarla ayrılmış özel yer

Mamul: imal edilmiş, yapık Mamuretül-Aziz: bugünkü Elazığ kenti Mina : anlam Mina-yı mezkOr : an ılan anlam Marazi: hastalıklı, hastalıkla ilgili Ma'ref: yüzün açık görünen bölümü Ma'rife: anlamı ve kavramı belirtilmiş olan söz Marlz: hasta, hastalıklı


Masdur: yollanmış olan şey Masun: saklanm ış, korunmuş, sağlam Mazhar olmak : erişmek Meini (maini): anlamlar Mebidi: ilkeler, başlangıçlar Mebihis: bir şeyin sözkonusu edildiği yerler Mebini: yapılar, temeller Mecid : büyük, ulu Meclis-i Ayan : Senato Meclis-i Meb'usan: Milletvekilleri Meclisi Mecruh: yaralı Medeniyyet: uygarlık Medh ü s-"a : övme ve göklere çıkarma MefkUre : ülkü Mehaz: kaynak, başvurulacak yer Mefruz: ayrılm ış, bölünmüş Mehib: heybetli Mekirim-i ahlaki: iyi ahlaklılar Makisi (Makasid): maksatlar Memba: kaynak MenAfi: çıkarlar, yararlar Menifi-i müzide: artırılmış çıkarlar Mençurl: Moğolistan Memalik-1 Osmanl: Osmanlı ülkeleri Menkul ve mervi : ağızdan ağ ıza geçmiş ve söylenmiş Mensup: i lgili Merbut: bağlı Mesibe : derece, rütbe, kadar Mesiil: sorunlar Mesill-i diniyye : dinsel sorunlar Meşime: dölyatağı , bağ ır, sine Meşrutlyet-i meşrua: yasalara uygun meşrutiyet Meş'um : uğursuz Mevadd-ı mühimme: önemli maddeler Meviki: mevkiler, yerler Mevini-1 fer'lye: ikincil engeller Mevhuma: kuruntular 1 67


MevrCıd : gelen, gelmiş Mev'Cıd : söz verilmiş Mezaya : meziyetler, üstün vasıflar Mıntıka: bölge Millet: ulus Milli: ulusal Milliyet: ulusallık Min-hays-el mecm u : toplam olarak Misl-i min h : birden dokuza kadar Muahede: antlaşma Muarız: taş atan , aksi düşüncede olan . Muasırlaşma: çağdaşlaşma Muaşaka : sevişme Muavenet: yard ım Muazzez: sevgili Mugayir: aykırı, uymaz Muhabbet (do{lrusu mahabbet): konuşma, sevgi Muhal: mümkün olamayan, olanaksız Muhacir: göçmen Muharrik: kışkırtıcı, ayartıcı , ayartan Muharrir: yazar Muharrir-i aciz: yeteneksiz yazar Muhif : korkunç, korkutucu Muhip: seven, sevgi besleyen, dof.t Muhid: çevre Muhtariyet: erkinlik, kendi kendine yönetilebilme Muhtemelat-ı &dide : birçok olasılıklar Mukadderat: alınyazısı Mukaddes : kutsal Mukim: oturan, ikamet eden Mukteza : gerekli olan Muradullah: Tanrı'nın isteği Murad etmek : istemek, dilemek Murg-ı asOman : gökyüzü kuşu Mutavassıt: aracı Muvazenesiz: dengesiz, sözüne güvenilmeyen Muvazenet : denge Muvazenet-i tamme : tam dengeli 1 68


Muzaffer: üstün, üstünlük kazanmış Muzafferiyet: düşmana üstün gelme, bir işi gereği gibi başarma Mübaşeret : bir işe girişme, başlamc:. Mücerret : soyut Müctehid-i ahar: başka yorumcu Müctehidin-i uzzam: büyük yorumcular Müddet-i medide : pek çok zaman Müdevvenat : bir araya getirilmiş yapıtlar Müdür (müdir): yönetici Müdrik: anlamış, aklı ermiş Müessese: kurum Müfekkire: düşünme gücü Müfessir: yorumcu, bir şeyi genişleterek anlatan Müfret: tekil Mühlik: öldürücü Müla hıiıziıt-ı mesrüde: söylenmiş görüşler, düşünceler MülOk: melikler, egemen kişiler MülOk-ı arz: yeryüzünün egemen kişileri Mü lük-ı mevcuda: yaşayan egemenler Mümasil : benzer Münevver: ayd ın, aydı nlatılmış Mürettep : önceden düzenlenmiş Mürevvec : yeğlenmiş, revaçland ırılmış Mürteci : gerici Müsellem-i enam: yaratıkları yaratıp veren, Tanrı Müstahese: taşıl Müstait: anlayışlı, yetenekli Müstear: takma Müsteşrikin : doğubilimciler Müşahedat-ı feciıyi : kötülükleri gözlemleyenler Mütearız: saldıran, sataşan MOtecaviziıne : saldırganca Mütefennin : bilgi nler Mütefekkir : düşünürler Mütekaid : emekli Mütemadi: sürekli ·

1 69


Mütenehna h : itina eden, özen gösteren ; h ırılt ısız, iyi Mütenehnih: özen gösterilmemiş, h ırıltılı, kötü Müzehhep: yaldızlan m ış Müzeyyen : süslenmiş Müsavat: eşitlik Müşarünileyh: adı geçen, adı anılan (Tanzimattan sonra, sözü edilen en yüksek rütbe için bu sözcük kullanıl­ m ıştır) N Nahiv (nahv): sözdizimi Naşir: yayımcı, yayan Necib: soylu Nesirvirl: düzyazı gibi Netice-i tabiiyye: doğal sonuç Nlfik: arabozuşukluk Nizim: düzen Nişine: belirti Nordov felsefe (Normand felsefe): çok kapalı ve anlaşılmaz, her yana çekilebilecek düşünce Nukat: noktalar Nüfuz: sözü geçme; içine geçme Nüksetmek: depreşmek o On Temmuz: Meşrutiyetin açıklandığ ı gün, ( 1 0 Tem­ muz 1 324 - 23 Temmuz 1 908)

p Piyldir (piy-dir): sürekli, sa!)lam, iyice yerleşmiş Piy-ı taht: başkent Perestide: sevgili, sevilen kişi Pişdir: öncü, önde giden Pılya n : koşan 1 70


R Radikal: köktenci, asal Rahne: gedik, yırtık, yara, zarar Reiyi : egemenlik altındaki halk Rediet : kötülük, fenalık, bayağ ılık Refetmek: kaldırmak, hükümsüz bırakmak Reis : başkan Rengin : renkli Reybi: kuşkuculuk (scepticisme) Rey O eki : görüş ve akıl Risale: küçük oylumlu kitap Rivayet: söylenti ROz-ı merre: gündelik ROcO : geri dönme, cayma Rüesa: başkanlar ROkO : öne eğilme, namazda dizlere tutunarak vücu­ dun belden yukarısının yere koşut gelecek biçimde eğilme devinimi s

Saade t: mutluluk Saded: konuşulan konu, asıl konu Sadr: göğüs, sine Sahibe-1 gOzln : Hazret-i M uhammet'in sohbetlerinde bulunmuş seçkin kişiler Sahibe-i kiram: peygamber soyundan gelenler Sahih: doğru, tam SAik : sevkeden, götüren Sakibet salibiyyOn : Haçlılar Silim: s�. sağlam, eksiksiz Sarf kaidesi: dilbilgisi kuralı ·savlet: saldırma Sa'yetmek : çalışmak Seciye: ıra Sekr: sarhoşluk Senka: güzel söz söyleme ve yazma

1 71


Senek: Seneca Serdar : kom utan Serfürü : söz din leme, baş eğme Sermaye-i ma-bilül ifti har: övünme payı Sermest: sarhoş Sevk-ülceyş: strateji Silk-i ali: yüksek yer, yüce iş _ Sine: göğüs Sine-i menfa : sürgün yeri Suküt: düşme, düşüş Suret-i resmiyye: resmi görüş Suret-i zahir: görünen görüntü, dış görünüş Suret-i kat'i : kesin görüş Suret-i gayr-ı meşru : yasal olmayan görüş Sülük: bir yola girme, tarikata girme Sünnet: Hazreti M uhammet'in sözleri ş Şad : sevinçli Şahsi: kişisel Şark: doğu Şayan-ı dikkat: dikkat çekici Şekime (karakter) : ıra Şedid : şiddetli Şehmused (şedövr): başyapıt, şaheser Şe'niyyet : gerçek, gerçeklik Şiar: ayırıcı im, ayırıcı iz Şikak: uyuşmazlık, bozuşma, anlaşmazlık Şika r : av Şimal: kuzey Şurut-ı mutebere : geçerli koşullar Şuur: bilinç Şüheda : şehitler Şürü : başlama Şüyü : duyulma, yayılma, bilinme 1 72


T Taaddüd-i zevcat : birden çok kadınla evlenme Taaffün etmek: çürüyüp kokmak, kötü k.oku çıkarmak Taarruzi : saldırmayla ilgili sald ırı Taayyün etmek: ortaya çıkmak, belli olmak Tibi: bağlı Tibir : deyi m Tabirat: deyimler TAcil etmek: h ızland ırmak, ivedilemek TAciz etmek: rahats ız etmek, can ını s ıkmak Ta{Jyir etmek: değiştirmek, bozmak Tahakküm : zorbalık etme Tahassür : özleme, çok istenilen ve ele geçirilemeyen şeye üzülme Tahawü l : değişim, başka biçime g irme Tahdit: s ı nı rlama Tahkir : aşağ ılama, hor görme Tahrir: yazma, bir şeyi kaleme alma Ta'mik: derinleştirme, özüne varacak biçimde araştı. . p inceleme Takdis : kutsama Taksir: kısaltma, bir işi noksan yapma, kusur etme Takyit: kayıtlama Tamam-ı mevcudiyet : varlığın bütünü Tamamiye-i milliye: ulusallığ ın bütün tümü Tamim: genelge Tard : çıkarma Tarik: yol Tazavvurat: tasawurlar, zihinde kurmalar, istekler Tasd i : can s ıkma, baş ağrıtma Tatmin : insan yüreğini rahatlatma, doyurma Tayyare: uçak Ta'ziz: kutlu kılma, onurlandırma Teali : yükselme, ululanma Teb'id : uzaklaştırma, sonsuzlaştırma Tecelli : görünme, belirme; kader, talih 1 73


Tecemmü : toplama Tecvid : bir şeyi güzel yapma, Kur'anı yöntemine bağlı kalarak okuma Teçhiz: donatım Tedafüi: savunmaya dönük Tedai : çağrışım Tedib: haddini bildirme, terbiyesini verme, cezalandırma Teeddüb: edeplenme, utanma, çekinme Tefevvuk: üstün olma, üste çıkma Tefevvuk-ı adedi: sayıca üstün olan Tefrik : ayırı m Tefrika: sürdürüm Tefsir-i kebir: Kur'anı en iyi yorumlama Tehalük: can atma, istekle atılma Teheyyüc: coşma, heyecanlanma Tekaddüm-i rüçhan: üstünlükte öncelik Tekamül: olgunlaşma Tekzib: yalanlama Telatum : çarpışma, çok dalgalanma Telif: birleştirme, uzlaştırma Telifci: uzlaştırıcı Temayül : eğilim Temhidiıt-ı muhakkikane ve müdekkikane: soruşturucu ve inceleyici ifadeler; ağız yapmalar Tenvir: ayd ınlatma Terakki: gelişme, gelişim Terbiye: eğitim Terennüm: şakıma, yavaş ve güzel sesle şarkı söyleme Terkip: birleştirme, karıştırma Terviç: destekleme, bir şeyin değerini artırma Teshil: kolaylaştırma Tes'it: kutlama Teslihat: silahlanma Tesmiye : adlandırma Tesri etmek: hızlandı rmak, çabuklaştırmak Tesvig : cevaz verme, uygun bulma 1 74


Teşbi: karn ını doyurma, açlığı n ı g iderme Teşevvüş: karışıklık, karışma Teşkilat-ı resmiyye : resmi örgütler Teşmilci : yayan, içine aldıran Teşrih: açma, iyi yorumlama Tetebbu: çalışma, biçimlendirme Tevellüd : doğum Tevil : söze başka bir anlam verme Tevkifi: alıkoyucu, durdurucu Tevlit: doğurma, ortaya çıkarma Tezahür: belirme, ortaya çıkma Timsal: simge, örnek u

Uhuvvet: kardeşlik Ulah: Romen U lülemr: padişah, yasa koyan kişi Ulema-yı i'lim: anlatı bilginleri, hocalar Umde: ilke Umumi: genel Umur: işler, şeyler Umur-ı hayriyye : hayır işleri Uzvi: organsal, organik Ü Ü mmet: bir dille konuşan insanların tümü, bir pey­ gambere inan ıp bağlanan topluluk v

Vahdet: birlik Vahşilik: duygusuzca davranış Vakt-ı hazar: barış zaman ı Varid : geçerli, gelen, erişen Vasati Asya : Orta Asya Vasf-ı tefsiri : yorumlama sıfatı Vasıl : erişen, ulaşan 1 75


Vas i : genış, açık, enli Vatani: vatanla ilgili Vecize : özdeyiş Vukuf: bilme, öğrenme, haberli Vürüd : varış, varma, ulaşma Vüs'at: genişlik, bolluk Yakin � sağlam bilgi, iyi ve doğru bilgi Yegane: tek, biricik z

Zabit: subay Zahiri: görünüşteki, görünürdeki Zahip olmak: kapılmak, öyle düşünmek Zail olmak: sona ermek, sonlanmak, bitmek Zarardide: zarara uğram ış, kayıplara uğram ış kişi Zat-ı kuddus-i süphaniye: peygamberin kutsal kişiliği Zat-ı mensub-i cemal: güzelliklerle ilgili kişi Zeva-i inhitat: gerilemenin sona ermesi, çöküntünün bitmesi Zımni: üstü kapalı, örtülü Zihni itiyat: zihinsel alışkanlık Zikr-i cüz: insanı anma Zuhur: görünme, ortaya çıkma Zühd : her türlü zevke karşı koyarak kendini tapınışa verme



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.