Adile Ayda - Türklerin İlk Ataları

Page 1

TÜRKLERİN İLK ATALARI

Ankara 1987



'- ·�-'�' ��:rs.)

ADİLE AYDA ttalyan Devletinden Liyah.-at Nişam sahibi

TÜRKLERiN İLK ATALARI

Ankara

1987


© Kopya, çeviri ve adaptasyon hakları mahfuzdur.

Ayyı.ldız Matbaası A.Ş., Ankara


tÇtNDEKtI.ER 1

ôn söz

GiRiŞ

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

9

I

Tiirklerin ilk A

B

-

-

C-

atalnı·ı

Pelasglar . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . İskitler . . . . . . . ... . . . .. . . .. .... . . . . . . . . . . . . Konumuzla ilgili başka kavimler . . .

.

19 28 44

Il

Etrtiskler

A

Etrüsklerin göçleri . . . . . . . . .. . .. . . . . ltalya'da Etrüsk Çağı . . . .. . .. . . . . . C- Tarihi aydınlatacak yepyeni açık!·mnlar ve yorumlar .. . . .. . . .. ... .. .

124

verirken . .... . .. . . . . . . . . . .

161

B

-

.

-

.

Kitaba

sotı

60 75

EK . .. . . .. . . . .... . . .

165

tskitlerle Etrüskler arasındaki benzerlikler . . . . . . . .. . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . Tarihin şafağında iki Türk Devleti

186

1 - Pelasglar kim idiler? 2 3

-

-

Resimler

.

202 207



Önsöz 1971 de, adı som şeklinde olan "Le., Etrıısques des TurcsF" (Etrli.skler Türk mü ülilerF) .

etaient-ils

diye fransızca bir küçük kitap yayınlamıştım. Artık bugün,

16 yıl sürmüş çetin araştırmalardan sonra,

bıı kitaba ..Etrüskler Türk idiler" adını koymak su­

retiyle, kendi sorumu cevaplandırabileceğim kanaa­ tindeyim.

Elbette ki, "Etrüskler Proto-Tür1� idiler" demiş olsa idtm, daha ilmi bir deyim· kullanmış olurdum. Fakat gerek Türk ırkı, gerek Türk dili zaman içinde öyle bir süreklililc göstermişlerdir ki, sadece Yüzyıl­ lara değil, Binyıllara meydan okumuşlardır. Etrüsklerin Türkiye Türklerinin doğrııdan doğ­ ruya ataları olduklarını söylememiz şüphesiz müm­ kün değildir. Bununla öeraber, Etrüslclerle

bizim

müşterek atalara sahip olduğumuz da muhakkaktır. Beşiği Orta Asya olan bu müşterek atalara ben bu kitaptc: "Eski Türkler" adını verdim. Belirteyim ki, söz konusu Eski Türkler çok çok eYki Türklerdir. Onların dili Alman türkologlarının "a!ttürkisch" di­ ye adlandırdıkları dilin şeklini henüz almamıştı. Şu-

1


nu da SÖ'IJleyim ki, Anglo-sakson türkologların kul­ landığı, ne idüğü belirsiz "Turkic" kelimesini ben doğrudan doğruya yok farzediyorum. Etrüskler üzerindeki incelemelerimin daha ba­ şında, Fransız etrüskologu Raymond Bloch'un bir görüşü beni çok etkiledi, Herkesin arkeolojiye ve arkeologlura taptığı bir sırada, bu bilgin aşağıdaki isabetli sözleri söylemek cesaretini gösteriyordu :

"... karışık nitelikteki tarihi proi::ılemlerle kar­ şılaştığımız zaman, arkeolojinin sağladığı bilgileri yorumlamak ancak lengüistik

gibi,

dinler

tarihi

gibi bilimlerin yardımı ile mümkün olmaktadır. Şu veya bu kavmin özelliklerini ve başka kavimler ile ilişkilerini belirtmek için din ve dil alanındaki bilgi­ ler birinci derecede önemlidir" ("L'ancit:nne civilisa­ sion des Etrıısques", İngilizceye çevirisi, s. 71). Etrüsklerle Eski Türkler arasında yaptığım kar­ şılaştırmalı incelemeler sırasında, yukarıdaki satır­ lar bana kılavuzluk etti. incelemelerimin sonucu ola­ rak meydana gelen bu kitap iki bb1üme ayrılmıştır : Din ile ilgili bölüm, Dil ile ilgili bölüm. Kitaba bir de sanat ile ilgili üçüncü bb"lüm ek­ lemek, ,hayvan üslubunda olan Etrüsk sanatı ile ayni üsluptaki Orta Asya, özellikle lskit sanatı arasındaki çarpıcı benzerliği ortaya koymak büyiik isteğimdi. Bunu yaparsam kitabımın yayınlanmasının gecikebi­ leceği düşüncesi beni bu isteğimi yerine getirmekten alıkoydu. Onun için, bu ônsözfi,n ilk satırlarında söz konu­ su edilen küçük kitabın

2

1914 de yayınlanmış türkçeye


çevirisinin sonundaki resimleri bu kitaba da, kısa a­ çıklamalarla almış bulunuyorum. Bununla beraber, konu ile ilgilenenlere şu iki eseri tavsiye , tmek is­ terim: Etrüsk sanatı içinRaymond Bloch';.;.n "L'Art des Etrusques'' adlı eserini (il Parr.asso, Milano 1965), Türk sanatı için de, Gründ Kitabeui tarafın­ dan yayınlanmış bulunan "Le Tresor ties Scythes" (Paris 1969) adlı eseri. Etrüsklerin Türk soyundan olduklarına dair gö­ rüş yeni değildir. Yani bu görüşü ilk dır:fa ortaya atan asla ben değilimdir. Tarih ve tarihi araştırmalara merakı bulunduğu herkesçe bilinen, Cumhuriyetimi­ zin kurucusu Atatürk Etrüsklerin Türk S01JUndan ol­ dukları görüşünde idi. Fakat bu görüş, yani bu teori çok daha eski dönemlere dayanır. Söz konusu teori Ondokuzuncu yüzyılda Batılı bilginler tarafından CJT'taya atılmış­ tır. Ş urası gariptir ki, dünyanın Etrüskolr ji uzman­ ları bu bilginlerin adlarını da, eserlerini de anmamak için büyük özen gösterirler. Etrüsklerin Türk soyundan olduklar; >ıa inanan Batılı tarihçiler bir tane iki tane de dr.ğil<": r. Ben bu­ rada aralarından bir lngilizi, bir Fransızı, bir de bir Avusturyalıyı zikretmekle yetineceğim: "Etruscan researches" adlı eserin yazan lsaac Taylor, "La lan­ gue etrusque" in yazarı Baron Carra de Vau:e, bir de "Die Herkunft der Etrüskler"'in yazara Wilhelm Brandenstein. Ş unu kabul etmelc ldzımdır ki, Etrüsklerin Türk olduklarım söylemiş olan bilginlerin dayandıkları de3


Ziller her z�man pek sağlam değildi. ôzeRikle len­ güistik deliller ya yetersizdi, ya da yanlış bilgilere dtİyanmakta idi. Meselti, başkaca çok aydınlatıcı kar­ şılaştırmalar yapmış olan lsaac Taylar etriiskçe ile türkçe kelimeleri karşılaştırmağa ka&htığs

zaman,

doğrusu zayıf kalıyordu. Çünkü arada bir, türkçeleş­ miş olmakla beraber aslı arapça olan kelimeleri, bi­ rer türkçe kelime imiş gibi, öne sürmek hatasına dü·

şüyordu.

Evet, dediğim gibi, bu kitapta savunduğum tez bana ait değildir. Ancak bu tezi isbatlamak için ileri sürdüğüm delillerin hepsi bana aittir, ıenimdir. Bun­ lar sabırlı araştırmaların ve yoğun düşiinmelerin ürü­ nüdür. Bu eserde Etrüsk adlı Proto-Türklerin ltalya­ ya ne zaman, nasıl ve kaç dalga halinde geldikleri sorununu bir tarafa bırakmağı uygun gördüm. Bu sorun, Allah ömür verirse, bundan sonraki eserimin ko1t1LSU. olacaktır. Bununla beraber, şimdiden söyleye­ bilirim ki, Etrüsklerin ltalya'ya göç dalgalanndan biri Ege kıyılarından ve Ege adalarından gelmiştir. Çünkü Orta Asyalı olan göçebe Proto-Türkler, ltal­ ya'ya gelmeden önce bir kaç nesil boyunca Pelasg, Turhan veya Turhan-Pelasg adlarıyle oralarda ya­ şamışlardır (Pauly ve Wissoıca Ansiklopedisine ba­ kılsın). Bu kitabın yazılması ile sonuçlanan araştırma­ laT?m sırasında, bazı şartlar bana yardımcı olmuştur.

Bunların başlıcası, ayni zamanda tarihçi, dilci ve hu­

kukçu olan ve Etrüs1cleri inceleme1c için altmışından soııra italyanca öğreıımeğe başlayan rahmetli babam

4


Profesör Sadri Maksıuli Arsarın, sonuçlanmamış araştırmalannda, kullanmağa niyetli o'lduğu metodıı "bilmemdir. JJirbirinin zıddı diyebileceğim iki Türk lehçesi­ ni, modern Türkiye'nin dili olan lehçe ile Kazan leh­ çesini pratik 01.arak bilmem de işimi kolaylaştırmış­ tır. Elbette ki, başka Türk lehçelerini de incelemeğe özen göstermiş ve Yakut, Çavuş, Uygur, Kırgız söz­ lüklerini didik didik etmişimdir. Dört Batı dilinden başka, ldtince ·ve italyanca bilmem de, çalışmalanm sırasında çok yararlı ol­ muştur. Etrüskler hakkında ltalyan dilinde ne ya zılmışsa, aşağı yukarı gözden geçirmı§imdir. Dışişleri görevlisi olarak ltalya'da. geçirdiğim dört yıl içinde Etrüsklerle ilgili olarak görülecek ne varsa gördüm, gezilecek neresi varsa gezdim. Etrüskolojiko-türkolojik çalışmalarım onaltı yıl­ dan beri sürmektedir. Bu kitabı yazarken çektiğim. en büyük sıkıntı istediğim bazı kitap1.arı el altında bulunduramamnk, baş vurmak istediğim bazi eserlerden yararlanama­ mak olmuştur. .Ankara ile lstanbul'un hem kütüpha­ neleri, hem kitapçı mağazaları Etrüsk<Jloji gibi ko­ nular bakımından fakirdir. Dışarıdan kitap getirtmek ise, iA.lkemizde hem zor, hem de masraflıdır. .Allah'tan Roma kentinin zengin kütüphanelerinde çalıştığım sıralarda, bol bol not almışım ve isabet olmuş ki, Roma kitapçıların­ da Etrüsklerle ilgili olarak ne bulmuşsam satın al­ mışım.

5


Burada bu ayrıntılardan söz ediyorsam, bu, Ray· mond Bloch, Jacques Heurgon gibi Fransız etrllsko­ loglamıın eserlerinin orijinalinden değil de, ingilizce­ ye veya italyancaya çevirilerinden yatarlanmış ol· mamdan dolayı özür dilemek içindir. Şimdiye kadar apayrı iki dünya olan Etrllsko­ loji ile Türkoloji bilimlerini bu eser, konusu icabı, yakınlaştırmakta, birleştirmektedir. Çünkü şurası bir gerçektir ki, türkologlar genellikle etrüskoloji ile ilgilenmezler, etrüskologlar da, istisnalar bir tarafa bırakılırsa, dünyada türkoloji diye bir bilim bulun­ duğunu bilmezler. Bundan dolayıdır ki, kitapta de­ lillerimi sunarken, yaptığım bazı açıklamalar her iki alanın uzmanları için gereksiz gibi görülebilir. Her iki tarafın sabır ve hoşgörllsi.ınü rica ederim. Ekim 1984

Yukarıdaki satırlar 1985 yılının başında çıkan fransızca kitabım için yazılmış ônsöz'ün türkçeye aynen çevirisidir. Bundan sonraki satırlar ise, kita­ bın çevirisi sırasında, fasıl ve bö1ümlerde meydana gelen değişikliklerin sebebini anlatmağı amaçlıyor. Fransızca kitap çıktığı zaman, fransızca bildik­ lerini tahmin ettiğim bazı dost ve tanıdıklara birer tane göndermiştim. Aldığım teşekkür ..:e tebrik mek­ tup'larından ve başka reaksiyonlardan anladım ki, Türk aydını Etrüskler hakkında hiç bir şey bilmi­ yor. Sadece aydın'larmıV 'ttniversite Profesörleri de.


Zamanımızda uzmanlaşma felaket halini almış. Tarih profesörleri uzmanı olduklcİrı ta�hi dönemls ilgileniyor, o alanda allcime kesiliyor, fakat dünya ta­ rihini, insanlık tarihini bilmiyorlar. Bu yü::den ta­ rihi perspektiften mahrum oluyorlar. Bu gözlemimin etkisi ile, kitabtmın türkçeye çevirisine Etrüskleri, onların medeniyetini ve mede­ niyet tarihindeki rollerini tanıtan ve açıklayan bı1gi­ ler eklemeğe karar verdim. Bu bilgileri içine alan faslın adı olsa olsa Giriş olabilirdi. Nitekim öyle oldu. Adı "Les Etrusques etaient des Turca (Preuves)" olan fransızca kitabımı Mayıs 1985 te to7•!arıacak olan Etrüskoloji Kongresine yetiştirmek için acele yazmıştım. Kitap bir an evvel çıksın 1ıe bi,- an ev­ vel bazı bilginlere dağıtılabilsin diye, delil niteliğinde olmayan her şeyi bir yana bırakmıştım. Orıun için­ dir ki, ônsözde şöyle diyordum : "Bu eserde Etrüsk adlı Proto-Türklerin ttal­ ya'ya ne zaman, nasıl ve kaç dalga halinde geldik­

le.ri

sorununu bir tarafa bırakıyorum. Bu sorun, Al­

lah ömür verirse, bundan sonraki eserimin konusu olacaktır".

Aradan zaman geçti Bir az dcıha yqlandım. Kaderin bana o kitabı yazmağa ve bastırmaja fırsat vermeyeceğinden korkmağa başladım. Bu ser.ı'I'1e sin konusu kitap için yıllar boyunca top!adığım notlan ve bilgileri özetleyerek, bunlara kitabın türli:çesintle yer vermeğe karar verdim. Böylece ôn-bil:ıiler bö­ lümü ortaya çıktı. Bu bö1ümü Birintj Bölüm yaptım. Bu ônsöze son verme.den önce, şu açıklamada bulu.nmağa ihtiyaç duyuyorum : ..•

T


1961 yılının aonutıda, görevli olarak Roma'ya gönderilip de, orada turiBtlerin tıa8tl, gelir gelmez,

·

Etrüak mezarlaklanna koştuklannı, nasıl EtrilBk mü­ zelerinde Etrüsk sanat eserlerini seyretmeğe doya­

madıklannı görünce, şu zincirleme düşünceler ve

. duy!lf'lar geçti içimden :

Batılılar Etrüsklere büyük değer veriyorlar

•••

Batılılar Türklere 1ıiç değer vermiyorlar...

Ak, EtrilBklerin Türk oldukları isbat edilebilse! Görülüyor ki, Etrüsk muammasıM çözmeğe ve

kıdemli

diplomat iken, etrüskolog olmağa karar ve­

rişimde ilmi meraktan çok milli duygu etkili olmuş­ tur.

Ancak metodumun, kaynaklanmın, delillerimin

ilmi olma.sına büyük özen göaterdim. .

Eylül 1986


GİRİŞ Etrüsklerin menşei, asıl adı ve dili konusunda Etrüskoloji bilginleri arasında fikir aynlıkları bulun­ duğu halde, bir noktada hepsi ayni görüştedirler : O da, Etrüsklerin medeniyet tarihindr- önemli yeri olduğudur. Gerçekten, bugün İtalyan müzelerini, Lou­

vre Müzesini, British Museum'u dolduran Etrüsk sanat eserleri yüksek bir medeniyet seviyesini göste­ ren, inceliği, mükeminelliği ile göz kamaştıran eser­ lerdir. Bilindiği gibi, Batı medeniyetinin temelleri Yu­ nan ve Roma medeniyetleridir. Roma medeniyeti ise, bugünkü tarihi ve arkeolojik incelıı:;melerin kesin olarak isbat ettiğine göre, pek çok unsurum� Etrüsk­ lere borçludur. Misal olarak bazı alanlardaki Etrüsk tesirine işaret edelim : Romalılar siyasi ve idari kuruluş şekillerinin (;oğunu Etrüsk1erden almışlardır. Mesela, önce Eski Türklerdeki "Aksakallılar Meclisi" gibi bir Danışma müessesesi olup, daha sonra yasama yetkileri ka­ zanmış olan SENATO (Yaşlılar Mecliı:ıi) Romalılara Etrüsklerden geçmiştir.

9


Romalılar hem idari, hem ASKERi TEŞK1LA.T modelini Etriisklerden almışlardır. Onbaşılık, yüzba­ şılık, binbaşılık görev ve unvanları Etriisklerden Ro­ malılara, RomaWardan da başka batı milletlerine geçmiştir. RomaWardan evvel Etrüsklerin l�alya'da YOL­ LAR ve KöPROLER inşa etmiş oldukları bilinmek­ tedir.

Bataklıkları kurutma ve TOPRAOI SULAMA tekniğini Romalıların Etriisklerden öğrenmiş olduk­ ları ortaya çıkmış bulunmaktadır('). Ef'[.�sklL't. �l'L-cok ......., L';l-,,/"'-�.:J-� Batakbl'1arı 'kıırabaa .,,e 'l'OPRAGI SUiAMA telrniğif:ı.i R,gmaJll&l'lft EtmsklePıien eğf'eamiş elQQk­ tirdikleri sanat hazineleri ile t anınmaktadırlar. Ro­

ma kurulduktan sonraki ilk yıllarda Roma'yı, mey­ danlarını, binalarını, tapınaklarını hep hşka Etrüsk şehirlerinden getirtilmiş sanatçılar süslemişlerdir •

. RomaWar kuyumculuğu Etrüsklerden öğrenmiş­ ler ve daha sonra Batı milletlerine öğretmişlerdir. Avrupanın çeşitli müzelerinde bugün seyredilebilen Etrüsk mücevherlerinin güzelliği ve inceliği insanı hayran ve şaşkın bırakmaktadır. Fransız etrüsko­ loglarından Raymond Bloch diyor ki : (1) H.H.

Scullard,

"The Etruscan cltıes and Rome", Th&­

mes and Hudson, London 1987, s. &'l.

(2) Otto J. Brende!, "Etruscan art", Penguln Books, New­ York 1978.

10


"Bunların eşi bugün yapılamamaktadır. Bugün­

kü kuyumcular Etrüsklerin bu inceliği e'ldc etmeği

nasıl başarabildiklerine akıl erdirememektedirler"(')

.

Yukarıdaki bilgilere şunları da eklemem: ı yerinde olur: ·

Eski Çağın Homeros'tan (4) sonraki en büyük şairi Virjil'dir (Vergilius). Virjil bir Etrüsk idi(5). Eski Çağın en büyük matematikçisi olan Pita­ gor'un bir Etrüsk olduğu söyleniyordu('). (3) Raymond Bloch, ''The Etruscans", Thames and Hudson, Landon 1965, s. 184. (4) Homeros'un da soy yalı olabileceğini

bakımından bir Pe!asg veya Tro­

dOg!lnenler

vardır.

Bu

dügünce

ğıdakl sebeplere dayanır : 1.

aga­

Homeros nyada epopeslnde Pelasglardan daima sem­ pati ve hatta büyük hayranlıkla

söz

eder.

Onlar içbı

"114hl" sıfatını kUllanır.

2.

Yunanlılarla Troyalılar arasındaki savagı ar.labrkeb, Troyalılann

hepslnl

terir. Yunanlılar ise,

asil ruhu, cesur,

ııe,·ımll gös­

slnst, kurnaz, entrikacı , yalancı­

dırlar. Troyalıları silah ve savaş gücü Ue değil, hile ve yalan ile mağlup ederler. Bu epopeyl bir Yunanlının yazdığına inanmak güç. Hltıra

geliyor

ki,

galr

çok

iyi

yunanca

bilen

bir

Musyalı, Lukyalı, Karyalı da olrnug olabilir,

"La vlta quoUdlana degll F.truachl". 11 Sagglatore, Mllano 1967, s. 78,

(li) .Jacques Heurgon,

(6) Alaln Hus, "Les Etrusques, peuple secret", ıtalyancaya çevirisi, 1959 Pltagor

s. 187. , ayni zamanda

Yunanlılann

feJ..efeslnden

çok farklı, tasavvufa kaçan bir felsefeye sahip f(lnür idi.

bir dü·

11


Bize göre Pitagor ttalya Etrüsklerinden de­ ğildi, Sisam adasında doğmuş olduğuna göre, bir Pelasg idi. Fakat bu aynı hesaba geliyor. ÇilnkU Etrüsklerle Pelasglar aynı dili konuşuyorlardı. Bugün Avrupa müzelerinde eserlerinin canlılı­ ğı ile Phidias'tan ve Praksitelden daha çok hayran­ lık uyandıran heykeltraş Vulka bir Elrüsk idi (7).

Vulka'nın eserlerini seyrettikten sonra Phidias'­ inkilere göz atınca, insana öyle geliyor ki, bu hey­ kellerin temsil ettiği yaratıklar uykudadır. Etrüsklerin medeniyet ve kültür seviyesini gös­ termek için, zannedersem, yukarıdaki · misaller ye­ terlidir. özetle, Etrüskler Büyük Atatürk'ün Onuncu Yıl nutkunda sözünü ettiği "TORK'tlN UNUTUL­ MUŞ BüYüK MEDENi VASFI VE BüYüK MEDE­ Ni KABIL1YET1'' nin mükemmel temsilcileridirler. Değerli etrüskolog Christopher Hampton "The Etruscans and the survival of Etnır19." adlı eserin­ de şöyle der : "Etrüsk milleti ô1memiştir. Kültürünün yok edilişine, bu kültüre Romalılar tara/Mdan sahip çıBu bize gunu hatırlatıyor ki, bazılarına göre, Yuna­

nlstan'm yetiştirdiği 7 filozof ( "!es sept sages de la Gr�ce") arasında. Türk veya Proto-Türk olduklarını ıs. bat edeceğimiz lskitlerden olan Anacharsls de vardı. (7) Mıı.sslmo Pallotınc;ı "Etruscologla.", Hocpll, Mllano 1968, . s. 291.


kilmasına ve onyedi onsekiz yüzyıl müddetle. unutul­

muşluğuna rağmen, bugün artık Roma medeniyeti­

nin perdesi arkasında, gerçekte başka bir milletin

bulunduğuna dair emare ve deliller o-rtaya çıkmağa

başladı. Bu millet vasıf ve karakteri bakımından Ro­

malılardan (Latinlerden) tamamiyle farklı idi. Ro­ malılar Yunanlılardan ne kadar farklı ise, o kadar

farklı... Etrüskler Romalıların iftiralarına, toplum içinde

horlanmalarına,

Roma

imparatorluğu

bir

Hristiyan Devlet olduktan sonra hiç 1ı imse tarafın­

dan önemsenmemelerine ve kendileri ile ilgili bütün

tarihi ve edebi metinlerin yok edilmiş olmasına rağ­

ınen, hayatiyetlerini korumuşlardır"(').

Hampton'un "Etrüsk milleti ölmemiştir ... Et­ rüskler

hayatiyetlerini

korumuşlar.iu"

demekten

maksadı şudur : Miladdan sonraki Binyılın ortasından itibaren Avrupa üzerine çöken Ortaçağ karanlığından, tkinci Binyılın başında ilk sıyırılıp çıkan Etrüskler olmuş­ tur. Daha doğrusu, başka isimle, onların torunları

..•

Başka isim dedim amma, aslında başkalık yok­ tur, bozulma, deforme olma durumu vardır ortada. Yani telaffuzun değişmesi. Latinler Etrüsklere TUSKt derlerdi

(Latince

yazılışı TUSCt). Ortaçağ yüzyılları i!:inde, toptan La.tin dili bozulurken, "Tuski" kelimrsi TOSKA ol­ muş ve ayrıca sonuna bir N harfi gelmiştir. Böylece Etrüsklerin torunlarına TOSKAN denmiş ve Tos­ kanların oturdukları coğrafi alana TOSKANA adı (8) Victor Gollancz Ltcl, London

1969,

s. 248.

13


verilmiştir. Biz türkçede Toskanlann yaşadıkb.rı böl­ geyi esas alarak; İtalyanların "Toskani" dedikleri ve "Toscani" yazdıklan kelimeye TOSKANALI diyo­ ruz.

tşte ttalya'da ve bütün Avnıpa'da Ortaçağ u­ yuşukluğundan ilk uyananlar Toskanalılar olmuştur. ttalyan Rönesansını başlatanlar onlardır. Başka de­ yimle, ttalya'daki Proto-Türkler veya Türkler La­ tinleri yalnız bir defa (Eski Çağda) cahillikten ve ilkellikten çekip çıkarmış ve medenile�tirmiş değil­ ler, bunu Ortaçağın sonunda, ikinci d�fa yapmışlar­ dır. Ortaçağ yüzyıllan içinde ttalya':un başka böl­ gelerdeki şehirleri birer kasaba haline gelirken, Tos­ kana'daki Etrüsk şehirleri medeni sev!yelerini koru­ muşlardır ve hatta, Toskana'da bazı eski önemsiz şe­ hirler gelişmeğe başlamıştır : Mesela, Floransa. M.S. XIII. yüzyılda Floransa hem Toskana'nın, hem ttalya'nın kültür merkezi idi. Rönesans hareke­ ti Floransa'dan bütün ttalya'ya, daha sonra bütün Avnıpa'ya yayılmıştır. Rönesans çağının başında ye­ tişen büyük şair DANTE Floransalıdır, yani Etrüsk. . Sadece Rönesans döneminin değil, bütün zaman­ lann en· büyük heykeltraşı MtKELANJ Floransalı­ dır. Bütün zamanların en büyük ress!llnı LEONAR­ DO DA VtNCt Floransalıdır. Hesap edilmiş ve görülmüştür ki, ttalyan Rö­ nesansındaki şair, yazar ve sanatçılann yüzde dpk-

14


sanı Toskanalıdırlar. Toskana'da ve özellikle Floran­ sa'da medeniyet yeniden doğup gelişirken, biı harabe halinde olan Roma'da halk Papaların sefi:ı dikta­ törlüğü altında inliyordu. Toskanalılar arasında, sanat ve edebiyat ala­ nının dışında da büyük adamlar yeti;.miştir. NAPOLYON'a "Sen ki Korsikalısın..." dendiği zaman, çok kızarmış. Çünkü aslen Toskana'lıdır. Ailesi Floransa'dan Korsika'ya göç etmiş(9). Napolyon'un fatihliği ve Cihan Hakimiyeti ide­ aline tutkun oluşu acaba damarlarıntlaki Türk ka­ nından mı geliyordu? ( 10) Şunu hatırlatalım ki, Floransa t:.ugün de, bir bakıma ıtalya'mn kültür merkezidir; nasıl ki Tür­ kiye'nin kültür merkezi Ankara değil, lstan�ml'dur. lnsan düşünüyor: 1985 yılının ba:;ında Floransa ile tstanbul'un ikiz şehir ilan edilm.e<:ıi bir tesadüf eserimidir, yoksa kollektif şuuraltı denilen şeyin iki taraflı tecellisi mi?·

(9) ''Encyclopaedla Brltannlca", 1970, cilt s a. 898. (10) Kan çekmlg olacak ki, Napolyon bir aralık Osmanlı Padişahının hizmetine glrmeğl dilgilmnüg ve bu,ıa teşeb­ büs de etmiş. Fakat o sırada Parls"t.ı cerc)·an eden bazı olıı.ylar kendisini bu tasavvurdan vaz gcçirmlgtlr.

15


BiRİNCİ BÖLÜM Ön

Bilgiler

Türk ırkı, varlığım sürdürebilmek için göçlere başvurmak zorunda kaldığından, en eski zamanlar­ dan beri kollara ayrılmıştır. Bu kolların her biri, sapına kadar Türk kalmakla beraber, ayrı birer ad almıştır. Bu suretle, hem dini inanış ve töreler, hem dilin özellikleri kollar arasında bölünmüş ve dağıl­ mıştır. Bir kolun bağlı kaldığı belirli töre bir baş­ ka kol tarafından terkedilmiş, falanca kolun leh­ çesinde dipdiri kalan şu veya bu ketime bir başka kolun dilinde unutulmuştur. Bize göre, esas gövdeden tarih öncesi bir dö­ nemde ayrılmış bir dal olan Etrüsl:ler daha son­

raki döntmdt: bu gövdeden ayrılmış gıuplardan da­

ha zengin din ve dil mirasına sahiptiler. Bu se­ beple, karşılaştırmalarımızda, Etrüsklt"rin karşısı16


na tarihte ve coğrafyada bilinen bütün Türk züm­ relerini çıkarmamız gerekecektir. Arkeolojik

kazılar

sayesinde

gittikçe

tarihi·

Jeşen tarih-öncesi dönemlerde, Orta Asya ve Gü­ ney Sibirya gibi öteden beri Türklerin yaşadıkları ve bugün bile dağlarının ve ırmaklannın Türk adı taşı­ dıkları bölgelerde, çeşitli şekillerde adlandırılmış kül­ türler gelişmiştir:

CEYTUN,

ANAU, NAMAZGAH,

KELTEM1NAR, ANDRONOVO ve başkaları. Bugün Sovyet bilgin ve arkeologlanm� bu kül­ türlerin o zamana göre olgunluğu ve inceliği karşı­ sında; gözlerinin kamaştığı görülmektedir. Bunlar­ '1an ikisinin görüşlerini sunuyorum :

"... ôyle anlaşılıyor 1", Akemenid Şehinşah­

Zan orada (Orta Asyada) gak ilerlemiş bir medeni­

yetle karşılaşmışlardır. Gerçekten oraların yerli kül­

türleri, bir aralık, ş(SŞılacak bir seviyeye yülcsel­ mi)'tir".

Bu hayranlığın sebeplerini anlayabilmek için Altın-tepe denilen yerde yapılmış kazıların sonuç­ larına dair aşağıdaki satırlan okumamızda yarar vardır:

"... Altın-tepenin doğu tarafı refah ·izleri taşı­ maktadır... sokaklar kenti dört köşeli bloklara ayır­

maktadır... evler iki oturma odasından, iki veya üç

ek odadan, bir holden ve bir mutfaktan oluşuyor....

ôyle anlaşılıyor ki, Tunç devrinin ortasına doğru

yaşamış olan bu insanlar Kopet Dağından akan sel­ leri kttllanarak t�rlaları suluyorlardı... Genellikle el

sanatları ve özellikle seramik sanatı buralarda en

17


yüksek gelişme noktasına Tunç Devrinin ortCJ81nda yükselmiştir... Bu dönemde, aynı bölgede, madenci­ lik de büyük gelişme göstermiştir. O zamanlar ba­

kıra kurşun ile arsenik karıştınlmış r.lduğu da an­ laşılmaktadır ... altın ile gümüş dahil olmak üzere,

bütün kıymetli madenler kullanılmıştır... çeşit çeşit

mücevherler ve aüs eşyası imal edilmiş olduğu da

görülmektedir. En çok altından olmak üzere, yüzük­

ler, yuvarlak ve hafifçe konkav el aytııılan, bilezik­ ıer . ."(11) .

... Dört köşeli mahalleler... toprağ'ı sulama usul­ JerL. el aynaları... mücevherler... bütün bunlar et­ rüskologlara pek yabancı gelmemesi ge::reken şeyler. dir, zannedersem. Ve düşünün ki, burada söz konusu olan dönem Milii.ddan önceki ikinci Binyıldır.

(11) V. lılauon ıu:ıd V.l. Sartanıdl, "Central Asla" Thame.1 and HudaoD, Londra :.972, •. 11, 115-122, 18


1 Türklerin ilk atalan

A

-

Pelasglar

Bazı aydınlarımızın,

bu kitaba, belki adını bi­

te duymadıklan Pelasglardan başlamamı yadırga­ yacaklarını tahmin ediyorum. Onun için, Etrüskler bakkındalrj incelemelerimin ilk aşamaları üzerinde biraz durmam gerekiyor :

Bende

Etrüsklere karşı ilgi uyanıp da,

bu

eski millet hakkında araşbrmalarım.a. başladığım

zaman, büyük hayret içinde kaldım. Çünkü bugün­ kil tarihçilerin sadece Etriisk veya bu adın yu­ nancası olan Tyrr hen diye adlandırdıkları tarihi milletin eski Yunan yazarlarının pek �oğunun ese!'.· lerinde Tyrrhen-Pelasg veya Pelasg-Tyrrhen olarak t:ikredildiklerini gördüm. Bu Pelasg adı veya mil­ leti de nereden çıkıyordu? 19


Bu

sorunun cevabını Almanlann Eski Çağ

ile ilgili en ciddi ve önemli Ansiklopedisi olan Pauly ve Wissova'da buldum. Bu Ansiklopeaide deniyor ki:

"O zamanlar, büyük ölçüde, Tyrrhenlerle Pe-

7.asglar biribirleriyle kar-ıştırılırlardı"(11) . Başka deyimle,

Eski

Çağ yazarlarının çoğu

Tyrrhenlerle, yani Etrüsklerle Pelasgları bir tutu­ yor, onları ayni millet sayıyorlarmış. Ansiklopedilere göre, Pelasglardan söz eden ki Yunanlı yazarların başlıcaları şunlardır : Hezyod,

Hekate,

Herodot,

Tüsidid,

6!1-

Hellanik,

Kallimak, Strabon, Bizanslı Stefan(ll) Fransız ve lngiliz yazarları, nedense, Pelasglar­ la pek ilgilenmemişlerdir. ltalyanlar daha çok Pe­ lasg diye bir kavmin tarihte bulunmadığını, bunun Yunanlılann bir uydurması olduğunu iddia etmek için Pelasglardan _söz etmişlerdir. Pelasglar Uzerin­ de ciddi eserler vermiş Alınan bilim adamlarının başlıcaları ise şunlardır : Beloch, Fick, Treidler, Meyer, Ehrlich. Eski Yunan tarihçilerinin ve Alman araştın­

cılannın eserlerinde Pelasglar hakkında bulduğu­ muz bilgi v� neticeler şunlardır : (12) Pauly und Wlssowa, '"Realencyclopaedla der Altertuıns. wlssenschaft", Stuttgart 1949, Cllt VII A 2, •. 1909.

{13) Bu adların lmlAsı almancada başka, franıızcada bqka olduğu lçlıı bunları tOrkçe okunuıılanna göre yazmatı uygun eördUm.

20


1) Pelasglar kuzeyden gelip Yunanistan'da yerleşmiş bir kavim idi. 2) Bu kavim !iurmadan yer değiştirirdi, yani göçebe idi. 3) Pelasglar oturduklan bölgenin veya kendi­ lerini yöneten önderin adına göre, kolayca ad değiş­ tirirlerdi. 4) Pelasglar inşaatçı ve imarcı bir millet idi. Yunanistan'daki bir çok meşhur eski kentleri onlar kurmuşlardır.

5) Pelasglar M.ö. 3000 civannda Yunanistanı istila edip, oranın çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir�

Yukarıdaki beş noktaya tarihçiler tarafından işaret edilmeyen, fakat dilcilerin kef:lin bir şekilde isbat ettikleri şu gerçeği de ilave edelim : Etrüskçeye çok benzeyen pelasgca HINT-AV­ OLMAYAN, agglutinatif bir dil idi,

RUPALI

Pelasglann Türklerde de bulunan yakandaki özelliklerini öğrendikten sonra, onlar hakkındaki in­ celemelerimi derinleştirmek lfızumunu duydum. De­ rinleştirdikçe de bu kavmin Prote-Türk bir kavim olduğuna yeni deliller karşıma çıktı. Mesela, Limni adasında, Pelasglar tarafından bırakılmış, Hint-Av­ rupalı olmayan ve etrüskçeye çok ber:zeyen yazıtla­ nn bulunmuş olması... Ve, mesela, Latin bilim ada.mı Varron'un "Pelasglann dilinde küçük dağların adı TEPAE'dir" demiş olması(14). (14)

lııailc Taylor, "Ettu.scan

reseıirches", Macmlllan and

Co., London 1874, a. 330.

21


Yukarıdaki sebeplerle, 1970 yılının Mayıs ayın­ da Roma Arkeoloji Enstitüsünde verdiğim Konfe­ ransta Pelasglar üzerinde önemle durdum.

On yıl sonra, 1980'de, Belleten dergisine ver­ diğim "Pelasglar kim idiler?" başlıklı yazı, büyük gecikme ile, derginin Temmuz 1982 tarihini taşı­ yan sayısında yayınlandı. Söz konusu yazı bu kita.. bm sonunda okuyucuya sunulmuştur. 1985 yılının Mayıs ayında. Ankara'da toplan­ mış olan "Tarihte Türk Devletleri" Sempozyumun­ da okuduğum "Tarihir. şafağında iki Türk Devleti" adlı bildirimde de, kaynaklar göstererek, Pelasglar­ dan söz ettim. Bu bildiri de kitabın sonuna eklen­

miştir('5).

Pek tabü olarak, "Türk Devletleri" sempozyu­ mundaki bildirim çok kısadır ve özetlenmiş bilgiler vermektedir. Belleten'de çıkan yazım ise, daha kap­ samlıdır. Okuyucu bu faslı okumasına ara verip, söz konusu yazıyı okursa, aşağıdaki satırları daha iyi anlayacaktır. Pelasglar, yııkanda da belirttiğim gibi, aşağı yukan Miladdan 3000 yıl önce, Orta Asya'dan ge­ lip, Yunanistan'ı istila etmişlerdir. Nasıl ve hangi yollardan geçerek? Daha sonraki dönemlerde Hun(15) Sempozyum'un dilzenleylcllert,

milliyetçi

geçinen

bazı

Profesörlerde yaygın bir eğilim olan ANADOLUCULUK sebebiyle olsa gerek, tutanaklanıı basılmaııı aıraııında, benim blld.Jrlmln metDIDi yırtıp atmaktan çeldllmemlf­ lerdlr.

22


lar, Avarlar, Kumanlar, Pecenekler Balkanl;;.ra gel­ mek için hangi yollardan geçmişlerse, o yollardan geçerek... ( 16). Pelasglann Yunanistan'a Vardar ne.hı.

jn kı­

yılannı takip ederek girmiş olduklan anlaşılıyor. Çünkü ilk yerleştikleri bölge Tesalya'dır, yani bu­ gün Sel8.nik şehrinin bulunduğu havali. Çeşitli kaynaklara göre

Pelasglar, daha sonra,

şu bölgeleri işgal etmişlerdir : Beotya, Argr'is, At• tika ve Arkadya. Arkadyalıların Pelasg olduklarını Herodot da söyler. Bilindiği gibi, Yunanistan'm hemen kuzeyinde Makedonya vardır. Makedonya'ya eski Yunanlılar Pela(s)gonya derlermiş, yani Pelasglar ülkesi... öy· le anlaşılıyor ki, Pelasgların bir kısmı Yunanistan'a girip yerleşirken, bir kısmı da Makedonya'da kal­ mıştır

( 17).

Pelasglar Yunanistan'a gelirken elbette bir önderin, tek bir şefin kumandası Bunun

neticesi

sonra da,

olarak,

Yunanistan'a

merkezi bir idareye

bağlı

ki, tek

altında idiler.

yerleştikten bulunmuş ol­

duklarını düşünmek tabiidir. Herodot'un

"Bir za­

manlar Yunanistan'a PELASGIA denirdi" (11)

şek·

Ren� Grousset, "L'Emplre des Steppea". daıı Volktum der Komanen". (17) O Makedonya kl, orada Büyük lskender doğacak "" Yunanlılarla savaşıp, anlan esir hallne getlrecekUr, (18) "Herodotus", translated by .J. Enoch Powell, ClareııdOD Pren, Oxtord 1949, Cilt I. •. 75.

(16) a)

b) Mıırquart, "Über

23


Iindeki ifadesi ise, Pelasgların siyasi bakımdan

Yu­

nanistan'ın tamamına, hem de uzun yüzyıllar boyun­ ca, hakim olmuş olduklarını göstermo:ktedir. Bu se­ beple,

bir

Pelasg devletinden söz

devleti tarihteki ilk

bu

Türk

edebildiğimiz

gibi,

Devleti olarak kabul

edebileceğimiz de şüphesizdir. Bu konuda bir

ltalyan bilim adamı, bakınız, ne

diyor:

"Yunanlılar bu tarihi bölgelere geldiklerinde,

kendine mahsus dini olan ııe DEVLET OLARAK

ORGANiZE OLMUŞ, başka ırktan olanlarla (Pe­

Zasglarla) karştlaşmışlardır''(I').

Zira, M.ö. 2000 civannda, Yunanistan'a yine Kuzeyden, Hellenler gelir. Hellenler Pelasgların boş bıraktı.klan yerlere yerleşirler. Bu işgalin savaşsız olmuş olduğu zannedilmektedir.

Hellenler medenJ yet bakımından Pelasglardan Atinalılar. üzerinde henüz kur­ ban kesmeğe mahsus bir taştan başka bir şey yok­ çok etkilenm işlerdir

.

ken, Akropol'ün etrafına duvar ördürmek istemiş­

ler, bunun

için Pelasg müteahhitlere başvurmuşlar­

dır. Bu duvann bir parçası ve

hala yerinde durmakta turistler tarafından görülebilmektedir. Pelasg dilinden Hellenlerin diline pek çok ke­ Hint-Avrupalı olmayan bu kelim� bugünkü Batılı dilciler ne yapacaklarım bilemi-

lime geçmiştir, leri (19)

24

Glorglo Pasquall, "Paglne meno ııtrava,antı", Lansonl edltore, Flrenze 1935, s. 157.


yorlar. Başka çare bulamayınca, bu k�limelere uygu­

:tamak için, "pre-hellenique" (Hellen-öncesi), "medi­ terraneen" (Akdenizli), "asianique" (Anadolu'lu?) ,

"egeen" (egeli) gibi acayip ve anlamsız sıfatlar icad etmişlerdir.

"Egeli" sıfatını ic:ad eden Albert Severyns adlı Belçika'lı bilim adamıdır. Severyns, kullandığı bu an­ lamsız sıfata rağmen, bizim görüşümüzü doğrulayan aşağıdaki satırların sahibidir : ..Yunanlılar, Tcendileritıden daha kültürlü olan Egelilerden bronz, kalay, kurşun. demir ve hatta 14maden" anlamındaki kelimeleri almı.�lardır"(8).

Albert Severyns bu kelimelerin Hint-Avrupa'lı olmadığını söylemekten de çekinmiyor. Ayrıca, "egeli" &ıfatmdan arada bir vazgeçip, Paul Kretsch.mer'in 1925 den önceki görüşüne katıla­ rak, "pelasgique" sıfatını kullandığı da oluyor. Ve etrüskçenin Pelasg dilinin bir lehçesi olabileceğini ka­ bul ediyor(2'). Hammerström, Devoto, Charskin gibi dil bil­ �eri Yunan dilindeki Hint-Avrupalı olmayan· ke­ limeıeri etrüskçe kelimelerle karşılaştmnışlar ve bü­ yük benzerlikler bulmuşlardır(22). Hattl, bazı saf (20) "Gr�ce

et Proche - Orlent avant Hom�re", Presses UnJversitalres de Bruxelles (ikinci baskı), 1968, s. 41. 42. (21) Ayni eser, s. 43, 44. (22) A.J. Charskln "Zur Deutung etrUsklscher Sprachdenk­ maeler'', s. ıs.

25


araştırmacılar bundan Etrüsklerin Yunanlı olduk­ lan neticesini bile ·çıkarmağa kalkmışlard.ır(23). Yunan dilindeki Hint-Avrupalı olmayan keli­ melerin hepsi pelasgca'dır, yani proto .türkçedir. Bazı etrüskologlar. mesela Jacques Heurgon(!•),

Etruria'nın güneyinde Etrüsklerle kavnaşmamıŞ bir Pelasg toplumunun yaşamış olduğunu haber verir­ ler. Bunlar elbette Yunanistan'dan veya Ege adala­ nndan gelip, Pelasg lehçesini konuşanlarla bir ara­ da

yaşamağı

tercih

edenlerdir.

Kırım'dan

gelen

Tlirkleri.>:ı Eskişehir'de oturmağı, Rumeli'den gelen­ lerin Adapazar'ına yerleşmeği tercih etmeleri gibi.. Çünkü pelasgca ile etrüskçe arasında bir lehçe far ­ kı bulunmuş olduğu şüphesizdir. Fransa fransızca­ sı ile Kanada fransızcası, Bavyera almancası Hamburg almancası arasındaki fark gibi .

ile

Toplu bir Pclasg göçünden ne tarihte, ne da efsanelerde bir kayıt bulunmması gösteriyor ki, Pe­ lasglar ltalya'ya aile veya aileler, hatta tek kişi ha­ linde; tüccar gemileri ile- gelmişlerdir. Bu kitabın üçüncü Bölümünde, daha Roma ku­ rulmadan. Yunanistan'm Arkadya bölgesinden ltal-

(23) PlronU adh birinin 1934'de, '1talla letterarla" (Edebi ltalya) dergisinde yayınladığı "ll declframento dell'et­ rusco" baglıklı yazısı blllm ado.mlan araıımda tam bir tartışma fırtınası (''polemica etrusca") koparmıgtır, Toskanalı� Yunanlı olmak lstemlyllrlardı. (24) "La vıta quoUdiana değil Etruschi" 11 sagglatore, W­ lane 1967, s. 46.


ya'ya gelip yerleşmiş EVANDER ad!: çok kült� lü bir Pelasg karşımıza çıkacaktır. lleride yine Pelasglardan söz etmek üzere, bu fasıla son vermeden önce, Batılı bilim adamlanrun işbe gelmeyen bir sürü şey söylediği için, hiç bir zam.an adı anılmayan veya kendisine iftira aWmak için anılu, Ondokuzuncu yüzyıl etrüsl.. ologlarından Fransız Noel des Vergers'den bir cümle zik.redece­ ğim: "Gerek ltalya, gerek Yunanistan hakkında edi­ nebildiğimiz en eski bilgiler gösteriycr ki, bu iki ülkeyi_, ilk zamanlarda etkilemiş meden:leştirici dmıl Pelasglardır" (2'),

(26) "L'Etrurie et les Etrwıques'', Flnnin Dldot, Paris 188', •.

108 (dipnot).


B

-

lskitler

Batılı tarihçiler tskitlerin 8Jlcak bir bölümü­ ne Saka (Sace) dediklerinden, bu kavim için, şim­

dilik, tskit adını kullanmağı uygun gördüm. lleri­ deki sahifelerde "tskit" kelimesi tahlil edilecek ve bu kelimenin gerçek yüzü ortaya çıkacaktır. tskitlerin menşei meselesi Batılı bilim adam­

ları arasında

uzun tartışmalara yol açmıştır. Bu

kavmi inceleyenlerden biri olan

Ellis H.

Minns

şöyle der :

"Etnografya ile ilgili lıiç bir mesele belki de Jskitlerin soyu problemi kadar tartışılmamıştır"(16). Bununla beraber, lskitlerin lranlı olduklarını düşünen

Batılı

tarihçiler

çoğunluğu

oluşturmak­

tadır. Batılı tarihçiler lskitler konusunda geç kal­ mış

durumdadırlar.

Hala bundan yiiz

yıl

önceki

bilgileri tekrarlayıp duruyorlar. tskitlt:rin Karade­ niz sahillerini işgal ettikleri dönemden kalma ya­

zıtların Fars

dilinde yazılı olması ve tskitlerde bir

(28) "Scythlana and Greekıı" , Unlyerslty Preas, Cambrldge 1913, 8. 35.

28


Ateş tanrıçasının bulunması gibi çürük delillere takılıp kalmışlardır. traıılılardan başka milletlerde ateşe· tapma ol­ madığını zannetmek saflık ve bilgisizliktir. lskitler­ den kalma Fars dilindeki yazıtlara gelince : Konya Selçuklularından kalma az mı farsça belge vardır? Buna dayanarak. Selçukluları lranlı mı. sayacağız? İskitler, Mil8.ddan önce yalnız Orta Asyayı değil, Küçük Asyayı da içine alan bir sa­ baya yayılmışlardı. Onlara tabi milletler arasında azınlıklar ve bu arada İranlı azınlıklar da, elbette, bulunacaktı. Batılı tarihçilerdeki, tskitleri lranlı sayma is­ ra.r ve inadı Sovyet bilim adamlarımn bile dikka­ tini çekmiştir. İtalyan tarihçi Mario Bussagli şöy­ le der : "'Scwyet bilim adamlan Batılılardaki IRANIZMl hem ölçüsüz, hem temelsiz bulmaktadırlar''(11).

Nitekim Mikhail Gryaznov adlı Sovyet bilim adamının aşağıdaki satırları kendisinin lskitleri pek tranlı saymadığını göstermektedir :

"'Eski Yunanlılar Karadeniz kıyılannda ve Or­ ta Asya'da yaşayanların hepsine lskit adını verir­ lerdi. lranlılar ise, sadece bizim "Saces" dediklerimi­ ze ·değil, tanıdıkları bütün çöl göçebelerine Saka der­ ler. Bugünkü bilim aıdamlannın da şöyle deyimler kullandıklan görülmektedir : Altay Sakalan, Altay lskitleri, Batı lskitleri ve saire..."(11) . (27) "Culture e clvllta deıl' Asia Centrale'', Torino 1970, ıı. 82. (28) "SiMr1e du Sud", E<Ltionıı Nagel, Gen�ve 1989, a. ı3�.

29


Batılı tarihçilerin, "tranizm"Ieri yüzünden, bir sürii çelişkilere düştüklerini görmek Adeta eğlence­ lidir. Mesela, "Çöl kavimleri" adlı eserinin bir ye­ rinde(zıı) "Sarmatlar da İskitler gibi İranlıdırlar" di­ yen Awstu.ryalı bilgin Kari Jettmar'ın, daha son­ raki sahifelerde, kendi iddiasım çürüten satırlarını gülümsemeden okumak mümkün değildir. Evet, durum da komiklik vardır : tskitlerin her çeşidine (Sarmat, Sace, Messaget) Saka adını veren ve "Sakalar bizden değildir, onlar Turanlıdır" diyen lranlı tarihçilere Batılı tarihçilerin "Hayır. hayır, onlar sizdendir, İranlıdırlar" demesi cidden hoştur. tskitlt:rin Türk olduklarına bir delil Home?"os'­ un ttyada'smda bile vardır. Bu epopenin XIII. Bölü­ münde, tann Zeus, a.Şağıya bakarak, Troya savaşı­ m seyrederken, bir arıİ.Iık bu manzaradan bıkıp, da­ ha. ötelere, "At-sütü- içenler" 'in ülkesine bakar. Fransızların Gallimard Yayınevinin Ilyada çe­ virisini yapan R. Flaceliere, Notlar bölümünde, ".At sütü içenler" kelimesi için şu açıklamada bulunuyor: tskit kabileleri (3°) •

Biliniyor ki, kısrak sütünden yapılan Kımızı da, yoğurdu da Türkler icad etmişlerdir. Şu halde, en basit muhakeme ile anlaşılıyor ki, Homeros zamanında Hippomolg denen ve Flacelie­ re'in tskit adını verdiği millet Türkltırdi. (29) !talyancaya ı;evlrlst : '1 Popoll delle Steppe". n Sag­ giatore, Jıılilano 1964, s. 117.

(30)

30

•. 9211.


Tıp

ilminin kurucusu

sayılan

Hippokrat

da,

havanın ve iklimin insan sağlığı üzerindeki etkisi ile ilgili bir eserinde, lskitlerden uzun uzadıya söz etmiştir (31). lskitlerin Türk soyundan olduklarına dair de­ liller Bizans kaynaklarında da vardır. Bu kaynakla­ nn en önemlisi, Bizans İmparatoru ikinci Justinus tarafından, M.S. 568 de, Batı Göktürk İmparatoru­ na Elçi olarak gönderilen Zemarkos'un yolculuğunu ve Türk İmparatoru tarafından kabul edilişini anla­

truı tarihçi Menander'in eseridir. Fransız bilim adamı

Edouard

Chavaıınes'iD;

bu kaynaktan yararlanarak, Batı Göktürkleri hak­ kında yazmış olduğu eserde, lskitlerle �ürklerin ay­

ni kavim olduklarını Bizanslılann gayet iyi bildik­ lerini gösteren cümleler vardır. Bunlardan ikisini misal göstermekle yetineyim : 1

-

Zemarkos. Bizansa döndükten sonra, kendi

İmparatoruna şunları söyler :

..Bugün Türk adın• verdiğimiz millete eskiden lskit denirdi".

2

-

Türk Hakanının Orhon harfleriyle yazıl­

mış mektubunu İmparatoruna sunarken de, Zemar­ kos şöyle der :

(31) Gerek Herodot•un, gerek Hlppokrat•ın hklU·· •111

ört

ve Adetleri hakkında söyledJkleri bugün Orta Aaya­ da yqayan bazı TürklerlnkJne tıpa tıp beD:' •mekte­ dlr. Bu sebepledir ki, Batılı bilginler, mllmkflıı ol.dutu kııdar, özelllkle Hlppokrat'tıui aöz etmemeğe gayret ederler.

31


"Bu mektup lskit harfleriyle yazılmıştır''(12).

BatıWarın lskitleri lranlı gibi gösterme gayret­ ieri yanında, bir de Rusların fskitleri kendi ataları gibi gösterme çabıJarı varclır. Bu bakımdan en (32) "Documents sur !es Tou-klue occldent:ıux", Maiaonneuve, Parls, s. 235. 240 237, 238. Burada, tamamen

konu dışı

olmasına rağmen.

Bizans Elçisi Zemarkos'un Türk Olkeslnde gördQklerlne dair Chavannes'ın bL· kaç satınm zikretmekten kendimi alamayacağım :

"Zemark�s Dlzd:ul'un

(Türk Hakanının)

yanma

vardığında, onu ota�da, altıı:: bir taht üzerinde buldu ... otağ ( çadır) rengA.renk ve güzel ipekli kumaşlarla, ce

bir zevke uygun şekilde

ın.

süslenmişti... daha başka

gQnler Romalılar (Bizanslılar) huzura kabul sırasında şunlan görmOşlerdlr : çadırlann birinde heykeller, rlnde Hakanın uzaı:n:ış bulunduğu

Qze­

altından karyola...•

zi­ tavua

aonra, albndan vazolar, ibrikler, fıçılar : bir başka yarette

ise, altın kaplı

sütunlar,

altından dört

ku§UD& dayalı, altm1a süslenmiş karyola: çadınn glrl­

glnde altın ve gQmü1 kap'arla dolu el arabalan, ki bu 1

kaplann Blzansta

görülenlerden.

aşağı

kalır

tarafı

yoktu." ...Bizanslılar, Rumlar, Yunanlılar derken, çağnŞlm neUceslnde, . hltızamda

uyanan

kaydetmek isterim : 1959 yulnda, AUna'da,

bir

Dünya

hAtırayı

burada

Kadınlar

Birliği

Kongresi toplandı. Türk delegasyonu üyeleri arasında ben de vardım. Bize eskiden kalma bir açık hava Uyat­ rosunda temsU verUdl. Piyes Arlstofan'ın bir komedisi idi. İşte

bu piyeste, İPklt rolilnde olan aktörlere "tUrk­

çe" konuşturuldu. MümkUndUr ki, bu, eski Yunanlı ya.. zarların başka piyeslerinde de yapılmaktadır. Demek istiyorum ki, lskitlerln Tilrk olduklan

ka­

naati veya bilgisi YunanWarın ;ıuuraltlarında bugQn bile yaşamaktadır.

32


,başta Samokvasof'un ismi zikredilmı:ılidir. Bir de, çok kimsenin İngiliz zannettiği, bir tngilizle evli Rus kadını vardır : Tamara Talbot Rice. Bu yazar 1957 de "The Scythians" adlı bir eser yay:nlamış ve bu eserinde, gayet sinsi ve dolambaçlı yollardan, tskit­ lerin Rusların ataları oldukları kanaatini uyandır­ mağa çalışmıştır. Bunun için de, Rusların güzel sa­ natlar alanında tskitlerin varisleri oldukları fikrini telkin etmeğe gayret etmiştir : yok Rusyanın filan bölgesinin halkı bugün bile, tskit motiflerini örtüler ve havlular üzerine işlerlermiş, yok falanca vilaye­ tin köylerinde, Rus köylüleri, tskit sanatını devam ettiren. tahtadan oyuncaklar yaparlarmış... Burada, "Etrüskler" faslımızla d:ı. ilgisi olan çok önemli bir açıklamada bulunmamıza sıra gel·

miştir :

Bir çok sanat tarihçisinin farkında olmadığı şu gerçek vardır ki, tskit sanatı, Batı · dünyasımn hayran olduğu ETROSK SANATI UP. tıpatıp ayni­ dir. Dikkat edilirse, "benziyor" demiyorum, "ayni" diyorum. Fakat uzmanlaşma belası yüzünden (83) , ne ı:ıtrüskologların bundan haberi vardır, ne de tskit sa­ natı uzmanlarının... Tahminime göre, bazı Rus bil­ ginlerinin haberi vardır amma. onlar da susmağı uy­ gun görmektedirler. (33) Bu konuda değerli tarihçi Yılmaz öztuna şöyle der : "Asrımızın

başında

tarlhçlllk

"Kompozisyon

ta­

rihçiliği" idi. Tarihin yanında pek çok �ey bilmek ve bu

bilgilerle

kompozisyona

gitmek

gerekiyordu.

Bu­

günün "Monografi tarihçiliği" değildi. Bir devletin ha­ yatının beş on yıllık döneminin içinde dönüp dolaşıp, bu dönemin öncesinden ve sonrasından habersiz olmak de­ ğildi"•

< "Terc!lman" ;azetesl. o& A::-alık ::.986)".

33


Elbette ki, Etrüskler, politik bağımsızlıklarını kaybettikten sonriı., sanat alanında da bağımsızlık­ larını kaybetmeğe ve Yunan sanatından etkilenmeğe başlamışlardır ("hellenistique" dönem) . Fakat o dö­ nemde LA.tinler de, her alanda, Yunanlıların etkisin­ de idiler. Evet, .Etrüsk sanatı ile tskit sanatı aynidir : Ayni "Hayvan üslubu", ayni konular, ayni motifler, ayni teknik, ayni realizm, ayni canlılik... Bu, Etrüsklerin Proto-Türk olduklarına en ö­ nemli delill erden biridir. Çünkü artık Türk oldukla­ rına şüphe olmayan Hunların sanatı fskit sanatı­ mn devamıdır. Garip. bir tesadüftür ki, Onsekizinci yüzyılın ba­ şında. ttalya'da Etrüsk sanatı incelt>!!meğe başla­ dığı sırada, Çar Birinci Petro'ya, Orta Asya'da ve Sibirya'da, içi hazine dolu mezarların bulunduğu haberi veriliyordu. Avrupa müzelerinin Etrüsk sanat eserleriyle dolmağa başladığı sırada, Petersburg'da­ ki Ennitaj müzesi de lskit sanat eserleriyle zengin­ leşmeğe başlamıştır. Şimdi Sovyetler bu hazineleri, dört beş yılda bir, Avrupa başkentlerinde ve Amerika'da sergile­ mekte ve lskit adı verilen Proto-Türklerin eserle­ rinden dolayı tebrik ve alkış toplamaktadırlar. İtalyanlar ise, 1985 yılını Etrüsk yılı i�ii.n et­ mek ve müzeler dışında, çeşitli kentlerde sergiler düzenlemekle, astronomik ölçüde Turizm geliri sağ­ lamışlardır (34) . (34 ) B:zlm Turizm Bakanlarımız da Turizm geliri sağlamağa ça!.ıaıyorlar. Bunu yaparken politik geleceğimizi tehll-

34


Bilincıiği gibi, Bizans lmparatorluğunun başlan­ gıçtaki adı Roma İmparatorluğu idi. Bu İmparator­ luk Etrüsk-Latin kanşımı bir millet tarafından ku­ rulmuş olan Roma tmparatorluğunun ikiye bölün­ mesinden meydana gelmişti. Doğu Roma İmparator­ luğu Bizans t.mparatorluğu adını aldıktan sonra da, bu İmparatorluğun yöneticileri kendilerine Romalı demeğe devam etmişlerdir. Araplar ve Farslar Ana­ dolu'ya Roma kelimesinin kısaltılmışı olan "Rum" adını veriyorlardı. Mevlana'ya verilen Cel8.lettin Ru­

mi adı "Anadolulu Celfilettin" m anasını ifade edi­

yordu.

Türkler ilk zamanlar Anadolu'ya "Rumu.i" de­ mişler. İstanbul fethedildikten sonra. Ege deaizinin ötesinde fethedilen topraklara bu ad verilmiş. Yunanistan'da yaşayan Yunanlılara Yunanlı de­ diğimiz halde, Anadolu'da yaşayanlara "Rum" de­ mişiz. Anadolu'da Eski Yunanlılardan kalma pek

sı­

nırlı sayıda sanat eseri bulunduğu ve kazılardan çı-

keye koyuyorlar. Neden ? Çünkü Batı dünyasındaki ber ortaokul çocuğu, esasen, Aııadolunun Eski ·�ağdaki coğrafyasını da, tarihlnJ de ezberliyor. Eı.l •rledlk­ çe de, gözünde Türkler "gasbedlcl" bir kimlik kazanı­ yor. Yakın komşulanmızın ve bölllclllerln faaliyeti de eklenlcce, "Anadolu'yu Türklerden geri almak" bir çok Batılının şuuraltında bir çeşit ideal oluyor. Tllrklye'den çok Türkleri tanıtmak IAzımdır. Turizm propagandasının amacı maddi mentaatUr, kArdır, yanJ ticarettir. Maddi çıkarlar için politik çıkar satılmama­ lıdır.

35


karılan eserlerin pek çoğu Romalılara. ait olduğu hal­ de, Batılı aydın, Yunanlılann etkisi ile, Anadolu'yu

eski Yunan toprağı zannetmeğe sürüklenmiştir. Hal­

buki Eski Çağda, bir iki Yunan kolonisi dışında, Anadolu'da Yunanlı olmayan kavimler yaşamışlar­ dır.

Ne olursa olsun, bugün Anadolu şoven Yunan­ lılar tarafından da, Batılı aydınlar tarafından da Türklere çok görülmektedir. lskitler meselesinde bu durtll!lun da etkisi vardır. Sebebi de şudur : lskitlerin Türk oldukları kabul edilirse, Türkler lehinde, Hukuk dilinde "müktesep hak" denilen şey doğmaktadır. Çünkü Yunanlı tarihçilere ve özelli.kle Herodot'a göre, M.ö. VII. yüzyılda İskitler Anado­ lu'yu fethetmiş ve

28

yıl boyunca yönetmişlerdir (35) .

28 yıl epeyce uzun bir zamandır. Acaba arke­ ologlarımız münasip yerlerde kazı yaparak, Anado­ lu'da hüküm sürmüş Iskitler'den izler bulamazlar­ mıydı ? Aslında, M.ö. VII . yüzyıl çok yakın bir tarihtir.

Gerilere gittikçe, Herodot'un sözünü ettiği istilanın ilk lsk.it istilası olmadığı görülmektedir. Mesela, Yu­ nan mitolojisinde bir "Amazonlar efsanesi" vardır. Güya bunlar toplumlarına, devletlerine erkek sok­ mayan savaşçı kadınlardı. Bu efsane gittikçe efsanelikten !:ıkıp tarihleş­ mektedir. Yani, bugün Amazonlar hakkında mitolo(35)

"Herodotua", translated by J.E. Powell, Vol. Press. Oxford 1949, ıı.

54.55.

1,

Clarcndon


jide söylenenleri efsane saymayıp, birer tarihi olay · sayan ve Ama:zonlan tarih konusu yapan bilim a­ damları vardır. Misal vereyim :

1986 yılının Eylül ayında, Anks.ra'da toplan­ mış Onuncu Türk Tarihi Kongresine sunulan bildi­ rilerden birinin adı şöyle idi : "AMAZONLAR ile Justinianus arasındaki dönem açısından Pontus böl­ gesi için bir arkeolojik atlas tasansı." Bu ad bile, bildiri sahibi Gilbert Argoud'nun Amazonların tari­ hi niteliğine inandığım göstermektedir. Bundan yetmiş şu kadar

yıl önce yayınlanmış

"The Amazons in Antiqbity and modern times" adlı eserin yazan Guy Cadogan Rothery de Amazonlar­ la ilgili söylentiyi efsane sayma.makta. Amazonla­ rın tarihi hüviyetini kabul etmekte idi. Rothery'ye göre, bu savaşçı kadınlann asıl vatanı Kafkas dağ­ lanmn doğusunda olmakla beraber, onlar Anadolu'­

nun batısına kadar gelmiş ve Efes ile tzmir şehir­ lerini k:urmuşlardır(36) .

Amazonların tarihiliğine inanan, yukanda ad­ lan amlmış biri Fransız, biri

lngiliz iki tarihçiden

sonra, bir Avusturyalı bilim adamından, Wilhelm Bandenstein'dan söz edelim : Brandenstein, Atatürk zamanında, lkinci Türk Tarihi Kongresine katılmış bir etrüskologdur. Bil­ dirisinin adı "Etrüsk meselesinin şimdiki durumu" idi (37) . Brandenstein, Amazonları 1skit

(36) F.

Griffiths, London 1910,

s. 54

_

değil, Et-

55.

(37) İkinci Tilrk Tarihi J{ongresi zabıtlan,

ıı.

311.

37


rüsk sayıyorsa da (ki bizim için her ikisi ayni mana­ ya geliyor) , zaman ve yer bakımından değerli bil­ giler vermektedir. Ona göre, Amazonlar tkinci Bin­ yılın başında, şimdi Kars'm bulunduğu . havaliden yola çıkarak, Anadolu'nun Batısını fetih ve işgal et­ mişlerdir. tzmir'i Murina adlı Amazon kraliçesi kur­ muştur. Başka kaynaklardan biliyoruz ki, tzmir'e adı­

m veren de söz konusu kraliçedir (lz-Myrina) . Amazonların devletini oluşturan toplum, elbet­ te ki, Yunanlılann masallarında olduğu gibi, sadece kadınlardan ibaret değildi. Aralarında erkekler de vardı. Yoksa bu toplum bir nesilde tükenir, yok o­ lurdu . Halbuki Amazonlar devleti uzun yıllar, bel­ ki yüzyıllar yaşamıştır. Amazonlarm devleti içinde erkekler ikinci de­ recede bir mevki'e sahip idiler. Egemenlik, yani devlet başkanlığı, ordu kumandanlığı kadınlann idi. Tahminimize göre, Amazonlar devletinde, erkeklerin vazifeleri ekonomik nitelikte idi. Mes,�rn.. bu vazife­ lerden biri avcılıktı. Çocukları ana doğuruyor, ba­ ba doyuruyordu. Amazonlarda aile babanın etrafında değil, an­ nenin etrafında toplanırdı. Baba önemli değil, anne önemli idi. Başka deyimle, kadının bir çeşit haremi vardı. Bu kitabın ilerideki fasıllarında görülecektir ki, bizim kanaatimize göre, çok eski zamanlarda (belki Miladdan önce beşinci, altıncı Binyıllarda) Proto-Türkler sosyal 38

bakımdan

Ana

Egemenliği


(Matriyarkat) rejimi altında idiler. Bunun hızı de­ lilleri vardır. tşte Amazonl:ı.r Proto-Türklerin öyle bir kolu­ dur ki, her hangi bir sebeple (belki Ergenekon gibi bir vadide sıkışıp kalmak yüzünden) öteki kollar Baba Egemenliğine (Patriyarkat) geçtikleri halde, Ana Egemenliğini muhafaza etmiştir. Bizim için önemli olan Amazon adlı Proto-Türk Devleti içindeki sosyal rejim ve aile hayatı değil­ dir. Amazonların daha tkinci Binyılın başında Ana­ dolu'nun Batısını ele geçirip, orasını Türk toprağı yapmış olmalarıdır. tskitlerle ilgili olaylar, nasıl Yunan efsaneleri­ ne ve mitolojisine malzeme sağlamışsa, İranlıların da tarihl rivayetlerine ve hatta edebiyatlarına da konu olmuştur. Firdevsi, Şehnamesini yazarken, çok eski zamanlardan kalmış rivayetlerden ve efsane­ lerden ilham almıştır. İranlılardaki efsane ve söylentiler içinde. özel­ likle tskit hükümdarı Afrasyab ile yapılan sa�·aşlar­ la ilgili olanlar meşhurdur. İranlılar için, sa ışılan millet Turanidir ve bu milletin ülke�inin alil Tu­ ran'dır. tskitlerin Türk veya Prototürk olduklanna yu­ kanda gösterdiğim delillere bir delil daha elı:leyece­ ğim. Bu, Etrüskler üzerindeki kütüph!l.De çal.·�mala­ nm sırasında ge-çirdiğim en heyecanlı dakı . .alann hikayesi olacaktır. Roma'dan ayrılmama yakın günlerden bir gün, Vatikan Kütüphanesinde, "fichier" dedikleri katalog

39


kutulannı kanştınrken, şu adı taşıyan bir eser çık­ u karşıma: MAGNt TAMERLANIB, SCYTHORUM tMPERATORtS VtTA. Latince olan bu eserin adının türkçesi şöyle : "tskitlerin İmparatoru Timurlenk'in hayatı". Ta­ bii eseri hemen istedim. Petrus Perondinus adlı biri tarafından 1553 yılında yazılmış, yani 400 şu kadar

yıl

önce ! O zamanki tskenderiye Patriğine ithaf edil­

m iş. Okumağa başlnyınca, gördüm ki, kitapta Timur­

lenk'e ve onun milletine bazen tskit, hazan Tartar dzniyor. Nasıl ki, Yıldınm Beyazid'e ve onun mil­

letine bazen Ottomani, bazen de Turci (Turki) adı veriliyor. tskit adı ile de Moğollar veya başka mil­ let değil, Orta Asya Türkleri kastediliyor. Bunun

delili kitabın 10 uncu sahifesindeki şu cümledir : "TEM/RUS GUTHLUS fuit appellatus, qucıe vo:ı: Scythica lingua fortunatu gladiu exp"fimit" Bu cümlenin türkçesi : "Ona Kutlu Temir den­ miştir ki, bu IBKtT DtLtNDE Kutlu Kılıç sahibi an­

lamını üade eder"(38) .

Kitap Timurlenk için bir medhiye olmaktan uzaktır. Fırsat düştükçe, onun zulmünden, acıma­ sızlığından söz ediliyor. Fakat Petrus Perondinus'un bu litince eseri bi­ zim için. her şeyden önce, şu bakımdan önemlidir : Onaltıncı yüzyıl Batılılanna göre, Orta. Asya Türk(38) Türklerdeki "Kutlu Kılıç"

kavramından, ileride, "Din

ile llgill Dellller" bdlUmUnde söz edilecektir.

40


lerinin adı tskit imiş. Kitap bunu şüphe götürmez bir şekilde isbat etmektedir (39) . Avnıpa'da "aryanizm" veya Hint-Avrupalılık kavramı ve taassubu doğduktan sonradır ki, bu ger­ çek gizlenmeğe başlanmıştır. . . . İskitler üzerinde fazlaca durduk. Çünkü bu kitabın ikinci Bölümünde, dint delillerimizi sunar­ ken, tskitlerle Etröskler arasında kıyaslamalar ya­ pacağız. Bu bakımdan, tskitlerin Türk olduklarını o­ kuyucunun bilinesi gerekiyordu. Aslında bu gerçeği, Türk Hukuku Tarihi uz­ manı olan Sadri Maksudi Arsal, daha 1930 da, en ilmi delillerle isbat etmiş(40) ve Türk Tarihini ts(39) Bu k itabın hayretle okuduğum bir sahifesi de 19 uncu sahifesidir.

Burada

Beyazld'ln

Yıldırım

tstanbul'u

zaptetme teşebbüslenrıden ve o dönemdeki tstaı:b ul 'd an, yıınl

Blzans'tan

söz

edi ldik ten

sonra,

Theodorus

Spanduginus adlı bir Bl.Zanslı yazann kitabına geçiliyor ve

bu kitabın Dominlcus Ludovicus tarafından

ÇEYE

çevrilerek, basbnlnuş

ne demekti ?

O

dönemde etrüskçe bin

beri ölü bir dil

idi. Acaba

ETR'OSK_

olduğu seyleniyordu. Bu

şu

kadar yıldan

XVI. yüzyılda

hangi dili

etrüskçe aayıyorlardı ? Elbette Petrus Perondlnus'un ki­

tabı fransızcaya

ve almancaya

falan çevirilmJş olmalı

idi. Bu çevirilerin dipnotlarında şüphesiz bu konuda

gt

bll­

verilmişti. Ne yazık ki, bunlan araşbrmağa vakit ve

l mk fı.n bulamadım." Bunu Türklye'de yetişecek etrüsko­ loglarm yapacaklarını umanın.

(40) (No. 5, s. 1-23 ) Sadti Maksud! Arsal'ın b u değerli yazısı Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından, "Türk Tarihi­ nin ana hatlannın müsveddeleri" çerçevesi içinde, sınırlı sayıda

bastın lmış olduğu için,

bugiln tBlll nmamakta,

okunmamaktadır.

41


kitlerden başlatmak gerektiği üzerinde durmuştu (41 ) . Tarihçi Zeki Velidi Togan da, "Umumt Türk Tarihine Giriş" adlı eserinin bir çok yerinde (42) , 1s­ kitleri bir Türk kavmi olarak kabul ettiğini açıkça belli etmiştir. İbrahim Kafesoğlu ise. "Reşit Rahmeti Arat için (armağan) " adlı ortak eserde, tskitlerin türk(41) Sadı.I Maksudi'nJn söz konusu yazısında ileri sürWmll§ olup, benJm delilleı:d1rdiğim bir teoriyi sunayım : Ukraynalılar, henüz İslAmfyetin ülkelerine ulaşma. mış olduğu bir dönemde, Bulgarlar gibi, Ortodoks dlnlnl kabul etmiş ve bu yüzden SLAVLAŞMIŞ 1SK1TLER­ DİR. Hiç değilse, İskıtıerln bir bölilmüdilrler. Delilleri de şunludır : 1) Hiç b i r Ukraynalı Ruslara karşı sempati ve yakın'ık duymaz. Bunu diplomatik hayatım sırasında, Rusya dış!Jlda yaJayan Ukraynalılarda da gördilm, New-Ycrk'ta, Birleşmiş MllleUer'e delege olarak gelen­ lerde de.. . 2) Ukraynalı romancıların eserleriDde, kahraman­ lann konuşmaların da, rusc;a ile ilgisi olmayan, türkçeye benzeyen veya tilrkçenJn tıpkıııı o'.an kelimeler geçer. Bu teori gereğince, Rusya•nın çekirdeği olan Klev Prensliği İsklt lerln torunlan tarafından kurulmuş bir devlet olmuş olması gerekiyor. Tamara Talbot Rlce'in İskit sanatım yaşatan Rus bölgeleri olarak gösterdiği yerler hep Ukrayna'da ve Dnieper nehri clvanndadır. Kazılan neticesinde tsldt eserleri bulan Danllevskl'nln kazı yerleri de Klev cıva­ nndadır ("The Scythlans", Thames :md Hudson, Landon 1958, s. 189 . 100). Böylece, Sadri Maksud! Arsal'ın teorisi Ta'bot Rlce"•u iddialarını da c;ilrütmilş oluyor. i42) Zeki Velid! Togan'ın İsldtlerın türklüğüne dair kanaa­ t!nl yansıtan sahifeler §Wllardır : 20, 21, 23, 28, 33, 34, 38, 405, 406. 407, 408, 409.


lüğüne inancını üade eden aşağıdaki climleleri kul­ lanmıştır : "... Eski /skitlerle ilgili bulunan Sak'lann bir Türk kolu o'ltluğunu kabul etmek icap eder... Af­ rasyab'ın bir Türk hükümdarı olduğu şüphes iz gibi görünmektedir... Selçuklu ailesi de Afrasyab'a bağ­ lanmaktadır... Afrasyab adb hükümdarın.

•.

büyük

bir Türk başbuğu olduğu ortaya çıkmaktadır"(41).

Fakat bugünkü tarihçilerimiz, Batılı tarihçile­ rin etkisi altında bulunduklanndan, Türk Tarihini lskitlerden başlatmağa henüz cesaret edememekte­ dirler (•• ) .

(43)

"Tarihte

Tilrk adı", Türk Killtilı11ı: il Araştırma Enatltil­

sil yayınlan. Ankara

1966.

Ne yazık ki, Kafe.soğlu, on yıl sonra, gerçet;e daha çok yakınlaşmış olma!lı gerekirken, "Tilrk Milli Killtilrll" adlı eserinde gerl!emlş ve şöyle cilmle'er kullanmıştır :

"2. Binin başlarında Orta Doğu'da görülen Eakalann Tilrklilk ile

l!glsl bulunmayan Hint-Avrupalı

olduğunl da belirtelim" s.

(40

kiltleler

52 (dipnot) .

Bu cesaretsizliğin tipik örneği değerli meslekda�ım KA­ muran Gilriln'iln dun:mudur. Yazarın, "Türkler ·•e Türk Devletleri Tarihi"

adlı eserinde İskltlerle ilgili olarak

kullandığı her cümle, vcrdlğ:I her misal kendisinin kitlerin

Türklüğüne yÇ.zde

yüz

inandığım

!a­

göstermek­

tedir. Gelgelellm, yazar Batılı bilim ıi.damlann•lan çe­ l:!:?dlğ:I için, kitabını İsldUerden bulamamaktadır.

başlatmak CL ,.aretinJ


C

-

Kon u m uzla i lgi l i baş ka kav i m l e r

Burada, elbette, bütün Türk kavimlerinin liste­ sini sunacak değiliz. Fakat Etriisklerle karşılaştır­ malarım.ız sırasında, kendilerinden söz edilecek Türk kavimlerini bir iki kelime ile tanıtmamız yararlı ola­ caktır. Tanıtmamız gereken Türk kavimlerinden biri HUNLAR'dır. Hunlar, Türk tarihine girmek için uzun

zaman beklediler. Osmanlı dönemi tarihçileri, bir zamanlar, Türk tarihini Kayı aşireti ile başla­ tırlardı. Ancak Yirminci yüzyılın başından sonra­ dır ki, Deguignes gibi bazı düriis t Batılı tarihçile­ rin etkisi ile, Hunlar Türk tarihçileri tarafından da atalığa kabul edildiler. Çin kaynakları Hunlara Hsyung-Nu veya Hyung-Nu der. Hunlar Miladdan şu veya bu kadar yıl önce yoktan var olmuş veya tarih sahnesine çık­ mış bir millet değil, isim değiştirmiş 1SK1TLER­

DtR (n) . (45) .Nitekmı değerli Türk sanatı tarihçisi Nejat Dlyarbekir11, Batılı tarihçilerin "İsklt sanatı'• dediklerine "Hun sanatı" demektedir ( "Hun sanntı", Devlet Kitapları, İstanbul 1972 ) .


Çinliler Çin seddini, M.ö. m. yüzyılın başında, Hunların saldırılarından korunmak için yapmışlar­ dır. M.ö. 209 yılında Hun Devletinin başına geçen Mete veya BAGATUR (•0) adlı büyük Hun hükümdarı Volga nehrinden hemen hemen Pasifik denizine ka­ dar uzanan bir imparatorluk kurmuştur. Bu ASYA HUN lMPARATORLUöU gerek askeri, gerek ida­ ri ve hukuki alanda sıkı bir disiplin ve teşkilata bağlı idi(47) . Bagatur Han kuvvetli kişiliği ve taı:fui rolü se­ bebiyle, Türk milletinin hafızasında yer etmiş ve Oğuz Han (41) adı ile destanlara konu olmuştur. Çe(46) Çinlilerin yazı ve lmldsı

kelimelerin

çeşlUi

geklllerde

okunuşuna elverişlidir. İlk Sinologlar büyük Hun hü­ kümdannın adını METE

MAOTUN

olarak okumuş iken, şimdi şeklinde okumağa. eğilim gösterilmektedir.

Su son adın, türkçedekl BAGATUR kelimesinin Çin ağzı ve

imlası

tarafından bozulmug

§ekli

olduğunda

güphe yoktur. Bugün bile bu kelime BATIR şeklinde bazı Tilrk lehçelerinde cesur, veya kahraman anlamın­ da kullanılmaktaöır. AbdWkadlr tnan•ın "Cultura tur­ clca" da (yıl 1966, sayı 2, s. 166) yayınlanmıg yazısı bu konuda aydınlatıcıdır. (47) Sadri Maksud! Arsal'ın "Türk Ta!'ihJ ve Hukuk" adlı eserinin 34 sahifelik bölümü ( 192 den _226 ya) .ABya

ve

Avrupa Hun DevleUerlnln tarihine ve teşkllA.tına ııy­ nlmıştır (İsmail Akgün matbaası, 1947 ) .

(48) Oğuz Han belki de, başlangıçta, yanı destanın sözlQ safhasında,

"Oğuzlann Hanı"

gekllnde

zikrediliyordu.

Bu uavıın dııhıı sonra Oğuz Han adına dönüşmüştür. Efsanenin farsça versiyonunun bulunduğu Caml-üt-te­ varlh'te söz konusu efsanenin adı "Tarih-1 Oğuzan-ı­ TilrkAn''dır.


şitli dil ve lehçelerde Oğuz-nameler vardır : uygur­ ca, çağatayca, farsça. Elbette ki, tarihi olaylan en iyi yansıtan Uygur lehçesinde, Uygur harfleriyle yazılmış olandır. Aslı Paris Milli Kütüphanesinde bulunan bu Oğuzname Dr. Rıza Nur tarafından fran­ sızcaya çevirilmiştir. lslimiyetten sonra yazılmış olan Oğuznam�ler­ de, mesela Reşidüddin tarafından özetlenmiş fars­ ça versiyonda pek çok uydurma ve anakİ-onik olay­ lar vardır : Oğuz Han yalnız bir fatih ve devlet adamı değil, ayni zamanda milletini hidayete erdir­ dirmek isteyen bir dini şeftir, tek tannh dinin, ya­ ni tsl8.mın. misyoneridir. Annesinin ve kanlannın

;nB.ki "ihlas" suresini okumalarını ister. Onun gi­ bi bir şey . . . Oğuz efsanesinden, ileride, hem Etrüsklerin sa­ vaş tanrısı, hem Tages adlı Peygamberleri dolayısıy­ le tekrar söz edilecektir. . . .

Miladdan önce Asya'da büyük l.mpınatorluk ku­ ran Hunlar, Miladdan sonra da Avrupa'da çok bü­

yük bir İmparatorluk kurmuşlardır. AVRUPA HUNLARI da, Asya Hunlan gibi, isim değiştirmiş tskitlerdir, yani SAKA'lardır ve

Asya Hunlannın torunlandırlar. Bunlar, bir kaç za­ man sonra, yine isim değiştirecek ve bir bölümü

VOLGA BULGARLARI adını alacaktır.

46


Batı Hun fatihlerinin en ünlüsü

AT1'1LA'­

dır(49) .

Fransızların Resimli Küçük Larousse adlı söz­ lükleri Volga nehri�den heman hemen Atlaııtik De­ nizine kadar uzanan bir İmparatorluk kurmuş olan Attila'nın askeri ba.ıarılannı şu kısa cümle ile özet­ lemektelir : "Hem Doğu, hem Batı Roma lmparatorluk'la­ nn' yenilgiye uğratmıştır''.

Yendiği İmparatorluklardan biri kendh ine 950 kilo, öteki 350 kilo altın olmak üzere, yıllık hııraç ödemekte idiler. Attila, Gallya'nın, Almanya'mn ve ıtalyı.'run ta­ rihlerinde, efsanelerinde, folklorunda, mimn risinde, sanatında derin izler bırakmıştır. Batı dünyasında, Attila'nın zulmünden söz edilerek, ona "Tanrının kır­ bacı" denmiş ise de. o aslında, dahi bir asker oldu­ ğu kadar, yufka yürekli, centilmen bir insandı. M.S. 451 yılında, Gallya'nın Troyes şel- ri civa­ rında, Romalı general Aetius'a karşı vereceğ i. savaş­ tan önce, söz konusu şehrin Lupus adlı Pi.« 1 . opos'u-

(49) AttilA adının bir takma ad olduğunu ve "a :lı" keli­ mesinden geldiğini düşünenler vardır. Çünkü iyi ata biner ve atını çek severdi. Fakat bazı Mac: . r tilrko­ loglanna gl:lre, AttllA adı Volga•nın eski t!i !'kçe adı olan ATİL kelimesinden gelmektedir, Çilnk J Atl:ilA Volga nehri civarında doğmuştur. Bazı Arap ve Fars kaynaklarında "Nahr-ı-Turıı.n", yani TÜRK NEHRİ diye zikredilen Volga ve havalisi, AttilA doğ· luğunda, bir iki yüz yıldan beri Hunlar tarafından fe• hedllml§ bulunuyordu.

4.1


nu n yalvarmalan üzerine, Troyes'yi yağmalamayar cağına söz vermiş ve sözünde durmuc;;tur.

452 de, Roma üzerine yüriiyerek, Batı Roma tm­ p aratorluğunun bu başkentini zaptetmek üzere iken, Papa Birinci Leon'un ayaklarına kapanması üzeri­ ne, şehri esirgemiş, oradaki medeniyet eserlerini or­ dusuna tahrip ettirmeğe kıyamamıştır. Bir aralık da, Attila, ordusu ile, Gallya içinde ile rlerken, o dönemde Lutetia adını taşıyan Paris'e yolu düşer. Büyük fati h şehre yaklaşırken, karşıdan gelen çok güzel bir kadın atının ayaklan altına ken­ dini atar. Attila'nın durması üzerine de, Paris'e uğ­ ramac!an yoluna devam etmesi için yalvarır. Attill, adi. Genevieve olan bu güzel kadının ricasını geri çevirmeğe kıyamaz, Paris'e girmeden yoluna devam eder. Katolik kilisesi Piskopos Lupus'u da, Papa Bi­ rinci Leon'u da. Genevieve'i de, diplomatik başan­ larından dolayı, aziz ve azize ilan etmiştir. Attili'nın centilmenliğine bir misal daha vere­ yim : Roma tmparatorunun öz kardeşi Prenses Ho­ noria, Attila'ya uzaktan 8.şık olup, ona yüzüğünü göndermek suretiyle, evlenme teklifinde bulununca, Attila Prensesin onurunu kırmamak için, bu teklifi kabul eder görünerek, sanki evlenmeyi tmparator engelliyormuş gibi, durumu idare eder. Çünkü Attila kendisi, onunı ve milletinin hay­ siyeti konusunda çok hassastı. Burada bir parantez 48


aşmak istiyorum. Çünkü lskitler'in Türk olduklan­ na dair bir delilimi burası için saklamıştım. Fransız tarihçisi A.medee Thierry'nin "Histoire d'Attila" adlı eserinde şu olay anlatılmaktadır : Attila ıtalya'da, Milino'yu zaptetti.kten sonra, bir turist gibi, şehri gezmeğe çıkar. Sokakları do­ laşırken, bir bina �erinde bir resim dikkatini çeker. Buradan itibaren Tbierry'den alıntı yapıyorum : "Tablo, sırtlartnda al cübbeleri ve başlann· da taçları ile, altın tahtlara kurulmuş iki impa·

ratonı(,.) temsil ediyordu. Onların ayaklan dibinde ise, ISKITLER... savaşta yenilmişler de merhamet diliyorlarmış gibi, yerlere kapanmış halde idiler. A ttild bu küstahça tablonun derhal imha edilmesi­ ni ve yerine şöyle bir tablo yaptlmasını .emreder : Attila kendisi, bir tahta oturmuş olacak, Roma lm­ ,aratorlan ise, sırtlan altın torbalan ile yüklü o1· duğu halde, Attild'nın ayak'lan dibine alttn döker durumda olacaklardır''(").

A. Thierry bu bilgi için kaynağım açıklamıyor. Fakat eserinin pek çok yerinde Vizigot asıllı LA.tin tarihçisi Jornandes'i zikrettiği için, burada da kay­ nağının aynı oldu�'ll düşünülebilir. (50) Parçanın devamı bunlann Doğu Rcma İmparatoru ile (51)

Batı Romn İmparatoru oldulkannı gösteriyor. Thlerry'nin kitabıııdaki bu parça '111stolres et Ugendes de la neme nntıque" adlı esere alınmıgtır (Tchou �diteur, Paris 1969, s. 217, 218). 49


Yukarıdaki parça gösteriyor ki, Attila zama­ nında Hunlar'a, Avrupalılarca lskit deniyordu. Muh­ temeien, Hunlar da kendilerine Saka diyorlardı. Attilii'dan pek kısa zaman sonra, Orta Asya'da yeni bir Türk İmparatorluğu doğuyor. Bumin Han tarafından kurulan bu İmparatorluk GöKTORK tM­ PARATORLUOU'dur. Gök-Türk'ler isim değiştire değiştire, TORK adına kavuşmuş atalarıroızdırlar. Çok şükür, bu atalarımız milli hayatlarının bir bölümü hakkında Yeniseyi ve Orhon nehirlerinin kı­ yılarında, dikili taşlar üzerinde yazıtlar bırakmL';l­ lardır. Onun için, Göktürkler hakkında, Çin kaynak­ lan gibi soğuk, donuk. telaffuzu bozuk bilgilerden başka, pırıl pırıl Türk kaynaklarından da yararla­ nabilmek mutluluğuna sahibiz. Türk yazıtları bizim için yaşayan, hayatın sı· caklığını taşıyan kaynaklardır. Onlarda sadece as­ keri ve politik olaylan değil, Göktürk adlı ataları· mızın ruhunu, kalbini, atan nabzını, henüz yabancı kelimelerin istilasına uğramamış Türk dilini, Tann birliği inancına yaklaşmış dinini ve Türklere mahsus ruhi özellikleri buluyoruz : anaya, babaya, amcaya saygı, kardeşler arasında sevgi, en gelişmiş şekli ile milli duygu... ·

Gö).ı::türkler. konusu "Onlar Türk mü idiler ? De­ ğilmi idiler?" gibi problemler taşımadığı için ve gerek Türk aydınlan, gerek yabancı türkologlar tarafından genellikle bilindiği için, üzerinde fazla durmayaca­

ğız. 50


Bu kitabın çeşitli bölümlerinde ALTAY TORK­

LERt ile Yakutlardan söz etmemiz gerekeceUir. Al­ tay dağları, denebilir ki, aşağı yukan Türklerin otur­ dukları bölgeleri Moğolların oturdukları bölgelerden ayıran bir dağ silsilesini oluşturur. Bugün oralar­ daki Türkler oldukça ilkel bir hayat sürmektedirler. Bunların bizim bakımımızdan önemleri şundan ile­ ri geliyor ki, bu Türkler, İslamiyetten önceki Türk �nin bugünkü kültür seviyelerine inmiş bir şek­ line bağlı bulundukları gibi, en eski Türk diline ya­ kın bir dild& konuşmaktadırlar.

YAKUTLAR'a gelince, bu kitapta onlara önem­ li yer verilmiştir. Sebebi de şudur : Coğrafi durum­

ları dolayısıyle, tsl8.miyet kendilerine ulaşamadığın­

dan, bu Türklerin diğer Türkler ile ilişkisi kesilmiş­ tir. Yakutlar, Altay Türkleri gibi, Rus bilginlerinin Şamanizm adını verdikleri ilk Türk dinine bağlı kal­ mışlardır. Diğer Türklerden ayn kalmalarının bir sonucu daha olmuştur : Dilleri Türk dilinin en eski ansui"lannı ve özellikle zengin kelime

hazinesini

mu­

hafaza etmiştir. Bu sebeple, Yakut lehçesir:n, gra­

mer ve fonetik bakımından bozukluklar g' sterme­ sine rağmen, Türk dilinin tarihten önceki en (·ski şek­ lini temsil ettiği söylenebilir. Bu bakımdan ctrüskçe ile karşılaştırılmağa elverişlidir. Eski çağın en medeni milletlerinden biri olan Etrüsklerin. Yakutlar gibi ilkel bir etnik topluluk ile karşılaştınlması, insana garip gelebilir. Fakat bugün bilim adamları gittikçe daha çok şunun far­

kına varıyorlar ki, Yakutlar, bir zamanlar ileri

bir

51


medeniyete ve gelişmiş bir dini edebiyata sahip

iınişler Coğrafi ve tarihi şartlar onların kültürünü .

geriletmiştir. Tıpkı Romalılann, yani Utinleıin, Bü­

yük Göçlerden ve ttalya'nın yabancı kavimler ta­ rafından istila edilmesinden sonra, medeniyetlerini kaybedip, okur yazardan da mahrum kalarak, Orta Çağın karanlık dönemini yaşamaları gibi. Son arkeoloji çalışmaları ve başka alanlarda

yapılan araştırmalar meydana koymuştur ki, Ya­ kutların asıl vatanı şimdiki vatanlarının çok güne­ yinde im.iş. Onlann ataları alfabe ve yazıya sahip imişler. Bugün bµe her kavramı ifadeye elverişli bir dile ve Böhtlingk, Okladnikof gibi bilim adılmıarı­ nın hayran olmaktan kendilerini alamadıkları

bir

milli epopeye ve şifahi edebiyata sahiptirler. Bu dediklerimizi matematik bir şekilde isbat et­ mek için, Chadwick'lerin bir ·eserinden bir iki satır alalım :

"Bir şamanm okuduğu. şiir ve i14hilerdeki ke­ limelerin top'lcımı 12.000 kadar tutar Halbuki ayni .•.

şamanın günlük hayatin.da kullandığı kelimelerin ao­ yı.sı olsa olsa 4.000 kadardır"(12).

Yakutların yanında, bir de ÇUVAŞLAR'ı zik­ retmeliyiz. Bunlar Ural dağlarının batısında yaşa­

yan bir Türk zümresidir. Çuvaşların diğer Türkler

ile kanşmayıp, tamamen ayn bir toplum halinde (52) H.

Munroe Chadwick and K l{ersho.w Chadwlck, "'The � ot llterature", Cambrldge 1940. Vol. m., s. 199.


yaşam.alan dini sebeplerden ileri gelniektedir. Çün­

kü tarihin akışı onlara lsliı:niyeti kabuı etmeğe fır­

S'a.t vermediği gibi, vatanlannm Ruslar tarafından zaptedilmesinden sonra, hristiyanlığı kabul etmeğe de zorlanmışlardır. Bununla beraber, Çuvaşlar bu­ gün resmen hristiyandır amma, eski Türk dininden pek çok inanış ve adet muhafaza etmişlerdir. Bü­ tün bunlar Çuvaşların Müslüman Türk zümreleri ile temaslarınllı kesilmesine sebep olniuştur. Bunun ne­ ticesinde de, dilleri donmuş kalmıştır. Yani bu dilin . daha doğrusu lehçenin (SJ) gelişmesi durmuştur. Bu sayede, Çuvaş lehçesi, Yaku,t lehçesi gibi, en eski türkçeye yakınlığını korumuştur. Hatta, Gombocz gi., bi bazı . dilcilere göre, çuvaşça ana-türkçeye en ya­ kın olan lehçedir. Fakat çuvaşça Miliddan dört beş bin yıl önceki ana-türkçenin, yakutçzı.dan farklı doğ­ rultuda gelişmiş bir dalını temsil eder. Yakutça ile (53) Bize göre Reglt RahmeU'nln ve onun öğrencisi olan dil

bilginlerimizin "lehçe-şive-ağız"

şeklindeki

sınıflandır­

ması gerçek durumu yansıtmayan., TUrklye'nin kü coğrafi sınırlarını

esas

alan, sun•ı

bir

bugün­

sımflandır­

Orta Asya'dakl bazı lehçeler Anadolu'­ bazı ağızlardan daha çok bl.rlblrlne yakındır. Hem şive ile ağız bilhassa tel4ffuz ile tlglll geylerdlr. Şem­ eetUn Sami "şive" kelimesi için şöyle der : "tarz, tavır, QslQp, glvel lisan, naz, lŞve, eda : "lşvel dilber". Görilldüğ(l gibi, türkeçlnln büyük ustası §ive i çin mııdır. . Mesela,

dald

"lehçenin bir dah" demiyor. "Şlve-1-llbaD" burada ko­

nu§tlla tarzı demektir. Lehçe gramer ile, §ive fonetik ile ilgllldlr. "Ağız" ise, lengulstlk açısından, şive ke­ limesinin türkçeııldlr.

Biz Tilrk dilinin bugünkü bütün

dallarına lehçe dc­

meğl terclli ediyoruz.

53


çuva.şça.nm müşterek köklerinin, araştırmalar ya­ pılırsa, etıiiskçede bulunabileceğini zannetmekteyim.

Bazı tarihçilerin, özellikle dilcilerin Türklerle kanşbrdıklan MOOO�LAR hakkında da burada bir kaç söz söylememiz yerinde olur. Türklerle Moğollar biribirlerinden tamamen ayn iki millettir. Etnik bakımdan Fransızlarla Almanlar arasında­ ki ilişki ne ise, Türklerle Moğollar arasındaki ilişki de odur. Bilindiği gibi, Fransızlarla Almanlar arasın­ da ırk birliği yoktur, amma, aralarında ortak olan bir şey vardır : gerek fransızca, gerek almanca Hint Avrupalı dillerdendir. Aynı şekilde, türkçe ile moğol­ ca arasında ortak olan şey, her iki dilin Ural - Altay dillerinden olmasıdır. Böyle bir dil ailesi var ise... Son zamanlarda •·Altay dilleri" etiketi altında türkçe ıile moğolcayı birleştirmek moda olmuştur. Çünkü Altay dağlannın bir tarafında Türkler, bir tarafında Moğollar yaşar. Bu fransızca ile İspanyol­ cayı "Pireneli diller" etiketi albnda birleştirmeğe benzer. Yüzyıllar boyunca komşu halinde yaşamış olan Türklerle Moğollar arasında, pek tabii olarak, kültür ilişkileri olmuştur. Fakat bu ilişkiler hemen her za­ man tek yönlü idi. Türklerin kültürü her dönemde daha yüksek olduğu için, Moğollar durmadan dil, din, fıdet, efsane alanlannd:ı Türklerden kültür unsurları aşırmışlardır. 54


Fransız türkologlanndan Jean-Paul Roux, "La Religion des Turcs et des Mongols" adlı eser· :ıde bu konuda şöyle der : "Moğollara gelince,

•.•

onlar Tukyu'lann (Türk­

lerin) esas dini inanışlannı almışlar ve mu hafaza etmişlerdir, yani kendilerine malatmişlerdir. Orta­ daki çarpıcı benzerlikler kalmamaktadır

..•

karş1sında1 şüpheye

yer

Moğol dini haline gelen Türk dini

Moğollar tarafından dünyaya tanıtıldı... Lengüistik incelemeler

ba,arı

ile isbat ediyor ki, Şamanizm

Moğollara Türklerden geçmiştir. Cüveyni bu dinin

Uygurlarda çok geliştiğini ve Moğolların Uygurlar­ dan çok etkilendiklerini söylerken, bunu demek is­ tiyor. Moğollar Uygurlardan pek çok şey ve lıu ara­ da alfabelerini de almışlardır"(54).

Moğollar ile ilgili olarak, iki karışık konu veya mesele vardır. Bunlann birincisi, bir Moğol kabilesi­ nin adının yanlış telaffuzu olan "Tatar" (u) k limesi­ nin, Moğol yayılmasından sonra, halis Türk ziimrele­

rine bulaşıp kalmış olması, bu kelimen.in onlara ad olarak verilmiş bulunmasıdır. Bu Wihsiz ve mantık­ sız olayın içyüzünü lnglıizlerin Britannica An:•iklope­

disi şöyle açıklıyor : (M ) Payet, Parls, 198�. s. 35, 64. (55) Batılı tarihçller bu kelimeyi, "barbar" kelim•_ ofne uy­ sun

diye,

"Tarlar"

şekline

sokmuşlardır.

Jhzılarına

göre ise, Mitolojide Cehennemin adı olan "Tnı tar" ke­

Av­ ve dehget uyandırdıklıın için, "ce­

limesi bu deformasyonda etkili olmugtur. Moğo llar rupalılarda korku

hennemden çıkrnıg" sayılmıglardır.

56


"ôyle anlaşılıyor ki, bu ad beşinci yüzyılda, kuzey batısında yaşayan TATA veya Moğolistanın ' DADA kabilesinin adından gelmektedir. Jhtildlden önce bu ad Ruslar tarafından, Rus imparatorluğun­

da yaşayan Türk kavimlerinin çoğuna, Azerbeycan

ve Kafkasyadakilere bile, verilirdi. Hatta, Tatar ad• Rusyada yaşayan bütün Müslümanlar için kullant­

lırdı ... Eskiden Tatar denilen kavimlere artık bu ad verilmiyor ve öyle anlaşılıyor ki, bu kavimler esa­ sen kendilerine bu adı vermemişlerdir"(96) .

Moğollarla ilgili b!r başka mesele Cengiz Han'ın soyu meselesidir. Eserlerinde Cengiz Han'm adını bile anmayan tarihçilerimiz bulunduğu gibi, bu M0ğol tmparatonınun aslında bir Türk olduğunu isbata çalışan tarihçilerimiz rle vardır. Her iki taraf bir ta­ kım delillere dayanmaktadır. Ben, meseleyi bam't:�ka açıdan ele alacağım. ( 56 ) Ansiklopedinin 1964 baskısı. Çarlar dönemlndeld Türk medreselerinde, ders prog_ ramlaruıda, dini bilgilerin · yanında, şu dillerin öğreni­ mi yer alırmış : Arabi, Farisi, 'l'Qrkt... Yani, Rusya Türkleri kendi dillerine TÜRK! derlennl§... Fakat Rus­ lann, öze11lkle Kının ve Kazan Türklerine ısrarla Ta­ tar demeleri ve bu adın idari dilde, yani RESMİ YA­ ZIŞMALARDA kullanılması sonucunda, Kınm ve Ka.­ z:ı.n �lrklerl, maalesef, kendileri de, bu adı kabullen­ mişlerdir. Bu acayip ve anlamsız durum şuna benzer : Gü­ nün birinde Alman topraklannm Fransızlar tarafın· dan işgal edildiğini farzederek, Almanlann Fransız­ lar tarafından, k-endllerl için kullandıklan aşağılayıcı "Bochc" adını, "Bosch" 1Jekllnde Jrullanmağa razı ola­ bileceklerlnl tasavvur ctmeğe ..


M.S. XIII. yüzyıla kadar Moğollar, adı dünyada.

duyulmamış bir milletti. Derken, Orta Asya'mn hayli dcJğusunda yaşayan bir Moğol kabilesi içinde TiMU­ ÇiN adlı biri çıkıyor, etrafındaki, kendi dilini konuşan kabileleri bir araya getirdikten sonra, bir kurultay toplayarak, bu kurultayda bir türkçe ad ile bir türkçe unvan seçip, kendisini CENGtz HAN (") ilan ettiri­ yor. Ondan sonra. başlıyor, önce Türk ülkelerini, daha sonra başka ülkeleri fethetmeğe... O zamana kadar Moğollarda görülmemiş bir dinamizm Cengiz Hanın

oğullarında ve torunlarında da kendisini gösteriyor. Hepı:.i birer fatihtir. Fakat bir iki nesil içinde bu aile tükenince, Moğolların dinamizmi de tükeniyor. Dönü­ yorlar, milletçe, eski uyuşukluklanna. Aralarında ne yeni bir fatih yetişiyor, ne de herhangi alanda ismini dünyaya duyuran milletlerarası bir şahsiyet... Diğer taraftan, Türkler, Mete, Attila ve Timur' dan(68) başka, çeşitli gönemlerde , iki elin parmak­ Iaının sayamayacağı kadar

çok fatih ve İmparator

yetiştirmişlerdir. OsmanWardan

öncekiler, Osmanlı

dönemindekiler: Osmanlar, Orhanlar, Muratlar, dün­ ya tarihinde yeni çağ açan İkinci Mehmetler, Muhte­

şem Süleymanlar, Yavuz Selimler...

Denebilir ki, Fatihlik ve İmparatorluk Türklere

has bir meslektir.

(57) Cengiz eski tilrkçedekl "tenglz" kelimesinin moğolca telı\ffuzudur. "Tengiz" fse "deniz" kellmesinln eski şeklidir. (58) Bazılan Tlmurlenk'l Moğol zanneder. Çilnkü kendisi de Çengiz Hen'm oğlu Çağatay ile akrabalık lddfa etmlş­ tlr. Tlmur zamanında henilz Moğolların itlbıı.n yük­ sektl

57


Hem Türkler sadece

askerlik

alanında

değil,

başka a1anlarda da milletlerarası şahsiyetler, dahiler yetiştirmişlerdir : Farabi'ler, tbn Sina'lar, Uluğ Bey' ler, Mevlana'lar... Bütün bunlan hatırlayınca, Cengiz Hanın damar­ larında (meşru veya

gayri meşru

yoldan

gelmiş)

TORK KANI bulunmuş olduğuna, kendisinin, yakın

veya uzak, bir TORK ATAYA sahip bulunduğuna nasıl hükmetmeyelim ? Esasen, Cengiz Han'ın atalannın, "kocasız bir kadından gelmiş" ( 69) oldukları bilinmiyor mu? Cengiz Hanın damarlarında Türk kanı olmamış olsa idi, evlat ve torunları bu kadar çabuk ve kolay türkk-şirlermi idi ? Hindistan fatihi Babür Şah gibi,

h3.tıralannı yazmak isteyince, kendi dilini r.eğil, Türk dilini kullanmağı tabii bula�k kadar... Batılıların "Büyük Moğol" diye andıkları Babür Şah, ruhu ve bedeni ile, yüzde yüz türkleşmiş bir in­ sandı, yüzde yüz Türk't.ü. Moğollan göklere çıkaran Alman tarihçi Walther Heissig, Cengiz Han hakkında şöyle der :

"... bir kabileden bir süper-devfot çıkaran ve bilinen

dünyanın

yarısını

hükmü

altına

alan

adam.. .' ( •0 ) (59) Bahaeddin öge!, "Türk killtürilniln gelişme

çağları"', Kcmen yayınları, Ankara 1979, lklncl Baskı, s. 189. (60) "The Mcngols redJııcovered" (almancadan çeviri) Tha­ mes and Hudson, London 1966, s. 21.


Evet, amm a hangi ordularla ? Moğollar kalabalık v e çoğalan bir millet li "ğil, az nüfuslu bir millettir (u1 ) . Moğolların başlangıçtaki cı­ lız ordulan Türk ülkeleri ele geçirilip, Türkler katıl­ dıktan sonra güçlendi. Moğol ordularında ba� : . a un­ surlar da bul unmakla beraber, Moğollar her zaman azınlıkta, Türkler çoğunlukta Hindistan'ın kuzeyini

idi.

fetheden

Moğol ordusu

türkç;e konuşurdu. Omm içindir ki, bugün Pakistan' da konuşulan dile "Ordu" dili deniyor (&2) . Moğollar, yandan fazlası Türklerden oluşan or­ dularla, yani Türk orduları ile dünyayı fethettiler. Denebilir ki, Cengiz Han Asyanın Napolyon'udur. Napolyon Fransız olın:ıdığı halde, bir Fransız İmpa­ ratorluğu kurdu. Cengız Han (bize göre) Moğol ol­ madığı halde bir Moğol İmparatorluğu kurdu.

(61) BugUn yeryüzUndckJ TUrklcr 100 milyon kııdur olduk­ ları halde, Moğollar dört beg milyondan fazla değildir. (62) Tabii, bu dile zamanla, pek çok arapçıı, farsça ve lı1D­

duca kelimeler kan!p'llıgtır,

59


il Etrüskler

A

-

Etrü s kleri n göçleri

"Pelasglar" faslında gö�üş bulunduk ki, eski

Yunanlıların gözünde Pelasglarla Etrüskler ayni mil­

let idi. Yunanlılar bu millete bazen Pelasg, bazen Tyrrhen, çoğunlukla da Tyrrhen-Pelasg derlerdi. Bu bakımdan, ıEtrüsklerin tarihi Pelasglann tarihinin devamından başka bir şey değildir ("3) .

Yu.kanda görüldüğü gibi, M.ö. 3000 civarında Pelasglar Yunanistan'ı istila edip, bu yarımadada egemenliklerini kurmuşlardı. M.ö. 2000 civarında da, Hellenler gelmiş ve Pelasglann boş bıraktıklan bölgelere yerleşmişlerdi. Amazonlar münasebetiyle yukanda adını andı­ ğımız Awsturyal.ı etrüskolog Wilhelm Brandenste( 63) Hugh

Hencken

Pelasglann

Eski

AKRABA

Yunanlılara

( "Tarqulnla and Etnıscan orlgins'',

60

göre,

olduklarını

a.

Etl'Qııklerle

nçıkca

142 ) .

söyler


·in'in, lkinci Türk Tarihi Kongresinde okuduğu bil·

dirinin yine bir bölümünü alıyorum: 11Meçhul sebepler dolayısıyle, Etrii.skler bura­ dan

(Orta

Asyadan)

Anadolu.ya

geldiler. tJçün­

cü Binyılın sonlanna doğru buralara gelip, Kara­

denizin şark sahiline çekilmişlerdir. Aşağı yukan ikinci Binin başlannda, yani Hititlerin Anadoluya ginneleri dolayısıyle huaııle gelen o vakitki kavim­ ler göçü yüzünden olsa gerek, Etrü$kler bir az gar­ ba, takriben bugünkü Samsun civarına gelmişler­

dir. Bir iki yüzyıl sonra, yexi hddiseler Etrü.skleri burasını da terke icbar ediyor. Bu hareket, zaman bakımından, Hitit imparatorluğunun çökmesiyle ala· kadar olsa gerek. Etrilskler garba doğru göç etme­ ğe devam etmişler, Karadeniz sahili boyunca ileri· ·Zeyerek, Anadolunun garp sahillerine yerleşmişler· dir(•').

Bu, Proto-Türkler tarafından Anadolunun, özel­ likle Batı Anodolunun, tarihteki ikinci fethedilişidir: .Malazgirtten üç Bin yıl önce! Birincisi, yukanda gördüğümüz gibi, Amazonlar zamanında olmuştu. · Brandenstein'� sözünü ettiği Etrüskler Ana­ doluya nasıl gelmişlerdi ? Denizden mi, yoksa Kaf­ kaslari aşarak mı ? Anlaşılan ikisi d e değil. Orta Asyadan gelen­ lerin henüz denizci bir millet olmadığına hükmet­ mek gerekiyor. Yoksa, Sam.sun'dan Ege sahillerine {8') il. Türk Tarthl Kongresi zabıtlan, sahife 211 den itiba­ ren.

61


denizin kenanndan yürüyerek değil, gemilere bine­ rek gelirlerdi. AnaCloluya gelmeleri de aynı şekilde olmuş olsa gerek : bugün Batum'un bulunduğu sa­ hili takip ederek... M.ö. 1200 civarında Yunanistan Hellenlerin so­ yundan olan Doryenler tarafından istila edilir. Bu istila Yunanistan'da hayli değişiklik ve karışıklık­ lar meydana getirir. Bu dönemde bir kısım Pelasg­ lann da, Yunanistam bırakıp Anadolunun Batısına göç ettikleri zannedilmektedir. tkinci Binyılın ikinci yansı Ege'de ve Akde­ niz'de önemli olaylann geçtiği, hareketli bir dö­ nemdir. ikinci Binyılın sonuna doğrudur ki, Akalarla Troyalılar arasında on yıl süren savaş cereyan eder. Bu savaşın başlangıçı olarak bazı tarihçiler M.ö. 1290 yılım, bazıları 1250 yılını gösterirler. ikinci Binyılın sonuna doğrudur ki, Girit me­ deniyeti doruğuna çıkar ve Miken medeniyeti gelişir. Bir de M.ö. XIIl. yüzyılda, bizim bakımımı?'.­ dan önemli bir olay olur: Pauly ve Wissowa An­ siklopedisine göre, Karadenizden (11), muhtemelen: Kırımdan gelen yeni bir Proto-Türk dalgası Ege ve Akdeniz dünyasına gelip çarpar. Gelen kavim, bazı Akdeniz kavimleri ile- birleşir ve hep birlikte Mısır'a saldırırlar. Bu saldın Mısır'Warm yazılı bel{85) "RealencyclopaedJa", Stuttgart 1948, maddesi.

62

s.

1909, "Tyrrhen"


gelerinde "Deniz kavimlerinin saldınsı" adı ile ka­ yıtlıdır. Karadenizden gelen kavimin adım bazı bil­ ginler "Tereş", çoğunluk ise "Tursha" okur . akla­ dır. Deniz kavimlerinin saldırısı Mısır'lıliir tarafın­ dan püskürtülünce, öteki deniz kavimleri Akdeniz­ deki vatanlarına dönerler. Tursha'lar ise, gidip Ba­ tı Anadolu sahillerine yerleşirler. Fransız bilgini Rene Dussaud Tursha'larla Et­ rüsklerin ayni millet olduğuna inanmaktadır ( 0•) . Batıda Etrüskler hakkında yazılan kitapLr ge­ nellikle ttalyadalti Etrüsklerin menşeine dair üç teorinin anlatılması ile başlar. Bu teoriler ı;:u gö­ rüşleri sergiler : 1 Etrüskler hiç bir yerden gelmemiştir. Onlar Italya'nın yerlisi olan bir kavimdir. -

2 Etrüsk milleti hiç bir yerden gelıueyip, Italya toprağı üzerinde oluşmuştur. -

3 Etrüskler başka yerden veya yerlerden gelmişler ve ttalya'da yerleşmişlerdir. .-

Bu üç görüşün birincisi, yani "yerlilik" ; eorisi Miladdan az önce Roma'da yaşamış Yunanlı t arihçi H8.Iikarnaslı Dionysos tarafından ifade edilmiştir. Bu tarihçinin itimad cdilmeğe layık, dürüst bir bil(66) "Prtilydlens, Hittltes, AcMens", �ditlons Paut r.oether, Parls 1958, s. 21.

63


gin olmadığını bu kitabın sonundaki "Pelasglar kim idiler ?" başlıklı yazımda isbat etmiş bulunuyorum.. Bugün Dionysos'un görüşünü tam olarak kabul eden etrüskolog yok ise de, her biri Dionysos'.un adını mutlaka zikreder.

ikinci görüş, yani "Oluışma teorisi" birinci teo­ rinin hemen hemen aynıdır ve Massimo Pallotino gibi şoven ıtalyan bilim adamlarının yazılarında ve . eserlerinde ifadesini bulmuştur. Buna göre, Etrüsk­ ler ltalyadaki çeşitli etnik unsurların bir araya gel­ mesi sonucunda oluşmuşlardır. Hem Etrüsk milleti önemli değildir. önemli olan Etrüsk medeniyetidir. Bu görüş bugün ltalya'nın resmi görüşüdür. Oluşma teorisini yabancı etrüskologlar arasında, Alınan Franz Altheim dışında, hemen hemen ciddiye alan yok gibidir. Ancak, ıtalya'da kazı yapabilmek için, ltalyan Hükümetine hoş görünmek gerektiğinden, bu görüşü kabul eder gibi davranmak modası etrils­ kologlar arasında yaygındır. Etrüsklerin ıtalya'ya başka yerden veya yerler­ den göç etmiş olduklarına dair üçüncü görüş bugün etrüskologlarm benimsedikleri görüştür. Fakat bu · görüşü kabul edenler arasında da, şu konularda tartışma vardır: -Etrüskler ltalya'ya Adriyatik yolu ile gelmişlerdir- Hayır, Tiren Denizi yolu ile... -lki si de yanlış : Etrüskler Italya'ya, Alp dağlarını aşıp, Kuzeyden gelmişlerdir...

64


1

-

Birinci

Göç

XIX. yüzyılın ortalarına kadar, etrüskologlar

Etriisklerin tarihini M.ö. VIII yüzyılda başlatıyor­ .

lardı. Daha önceki dönemlerde geçmiş, Etrüsklerle ilgili olaylar efsane olarak kabul ediliyordu. Etrüsk­ lerin yaşadı.klan coğrafi alan olarak ise, Orta ıtal­ ya'daki Tiber ile Arno nehirleri arasında bulunan alan gösteriliyordu. Derken, 1853 de, ttalya'nın kuzeyindeki Bolon­ ya kentine yakın olan Villanova kasabasında, Et­ rüsklerinkine çok benzeyen sanat eserleri kazılardan çıkarıldı. Bunlar M.ö. VIII yüzyıldan daha öncesine .

aitti. Söz konusu sanat eserlerini bırakanlann Et­ rüskler olabileceğine ihtimal vermeyen etrüskolog­ lar bu yüksek sanat ve medeniyetin sahiplerine Vil· lanovalı (Villanovien) dediler. Gelgelelim, bir müddet sonra, daha da eski dö­ nemlere ait '!lanat eserleri ortaya çıktı. Bunlan ya­ ratanlara "Pre-Villanovien" veya "Proto-Villanovi­ en" dendi. Onların, Alpleri aşarak, kuzeyden gel­ diklerine inanıldı. Bazı etrüskologlara, mesela, Hugh Hencken'e göre, Villanovalılar Macar ovasından ge­ çerek Italya'run kuzeyine gelmişlerdir. Buna bir ta­ kım deliller vardır (87 ) . Bugün

etrüskologların

çoğu

Villanovalılann

Etrüsklerden başkası olmadıklarına inanmaktadır­ lar. Pallotino bile şöyle der : (67) ''Tarquinia and Etruscan Orlgins", Thames aı:.d Hudson. Nljmegen 1968, s. 1', 75


.. Villanovalılar dediklerimizin, tarihi gelişmeleri çağındaki -Etrüskler olduklar1nı kabul etmemek arttk mümkün değildir''(••) .

Bu dolambaçlı cümle acaba Etrüsklerin ttaıya­

nın Kuzeyinde oluştukları anlamına mı geliyor ? R.

Bloch'un Villanovalılardan "Proto-Etrüskler" diye söz etmesi (00) ) ve, H. Hencken'in "Etrüskler Vil­ lanovalıların devamıdır" demesi C:0) ise, Kuzeyden gelen göçün Italyaya gelen ilk toplu göç olduğu ma­ nasını ifade etmektedir. Ancak etrüskoloji uzman­ larının çoğunun bu görüşe aykın düşen kronolojik bilgiler verdiklerini söylemeliyim. Villanovalı denilen Etrüsklerin önemi özellikle şundan ileri geliyor ki, bıraktıkları eserler arasında demirden eşya da vardır ve bu eşyanın bulunduğu yerleşim alanlarının ya.kınında işletilmiş demir ocak­ ları bulunmuştur. Kısacası, Villanovalı Etrüskler ttalya'da De­ mir Çağını başlatmışlardır. Bilindiği gibi, Orta As­ yada Demir Çağı ikinci Binyılda başlamıştır. Demek istiyorum ki, Villanovahlar, hiç şüphe­ Orta Asyadan çıkıp, geleneksel göç yollarını ta­ kip etmiş ve bir az daha ilerleyince, Alplere gelip dayanmış ve bu sıra dağlarını da aşmaktan çekin­ memiş Proto-Türklerdi. siz,

(881 ''The Etruscaııs", Penguln bookB 1975, s. 84. (6BJ '"l"he ancient civ111:.r.aLon of the Etruscans", Nagel, Geneva 1969, s. 71. (70) "Tarqulııla and Etru•ıcan orlginıı", Thameıı eı:d Hudson, London 1968,

66

s.

25.


2

-

İkinci Göç :Ie-

"Tarihin babası" unvanını kazanmış rodot'un ünlü eserinde, bir başka göçün

kfıyesi

yer almaktadır. Hikaye şöyle : Anadolunun Lydia adlı bölgesinde, kral Atys'in zamanında,

bir

aralık şiddetli

açlık

başgösterir.

Kral, ahalinin açlıktan kırıldığını görerek, L?illetini kur'a ile ikiye ayırır ve Tyrrhenos adlı oğlunu çağı­ np, şu mealde konuşur : "Açlığa karşı göçte•1 başka çare kalmadı. Sen ahalinin yansını alıp göç ede­

cek, başka bir vatan arayacaksın. Böylece, burada kalanları doyurmak daha kolay olacak".

Tyrrhe­

nos, baba sözü dinleyip, ahalinin yansını alır, on­ larla tzmir'e gider, orada lüzumu kadar gemi inşa edip, denize açılır. Kafile Adriyatik yolu ile Ital­ ya'nm doğusundaki Umbriyanın sahillerine yanaşır ve göçmenler orada yerleşirler. Herodot, hikayesine şu bilgiyi de ekliyor: Lid­

yalılar Italya'ya varınca, Lidyalı adım bırakıp, ken­

dilerine önderlik etmiş olan Tyrrhenos'un adım be­

nimsemişlerdir ve böylece onlara "Tyrrhen-i" den· miştir ( 11) •

Burada bir açıklamada, daha doğrusu hatır­ latmad·a bulunmamız gerekiyor : Doğru okunuşu LUDYA olan ve bugünkü Tilr­ kiye'nin aşağı yııkarı Manisa ve Izmir illerinden iba(71) "Herodotus", tramılated by J. Pre&11, Oxford 1949, s. 50.

Enoch

Powell, C..."lareııdoD


ret bulunan Lidya, ancak kral Lydus'tan sonra bu

adı almıştır. Daha önceki adı Meonia idi. Bu bölge

tarihte sırasıyla lyonyalıların, Kimerlerin, tnmlıla­ nn,

Romalıların

işgaline uğramış bir geçit yeri,

bir koridordur. Bir Lidyalı milleti ve Lidyalı dili

yoktur. Gerçi Lidyada hüküm sürmüş bazı sülile­ lerin ve hükümdarların adları bilinmekte, fakat bun­ ların hangi ırka, hangi millete ait olmuş olduklan bilinmemektedir. ünlü dilci Georges Dumezil şöyle der:

"Düşünülebilir

ki,

Lidyalı

adı "hittitleşmiş"

eski Anadolu ahalisi ile Hint-Avnıpalıların istilti­ sından öncesine ait dilleri konuşan halktan oluşm� bir karışıma verilen etiket idi" ( 11 ) . Bize göre, Lidya "bir zamanlar kral Lydus'un yönetmiş olduğu coğrafi bölge" demektir. O kadar. Onun içindir ki, bizce, Herodot'un sözünü et­ tiği dönemde Lidya'nın Proto-Türklerin egemenliği altında bulunmuş olduğu şüphesizdir. Eski Çağın ünlü yazarlarından Plütark da, esasen, "Romülüs'ün hayatı" adlı eserinde, Etriisklerin, ıtalya'ya gelme­ den önce, bir müddet Lidyada yaşamış olduklarını yazar. Yani, sözünü ettiğimiz Etriisk göçü ile ilgili

kaynaklar biribirini tutuyor. Hem unutmayalım ki, yukarıda gördüğümüz gibi, Proto-Türkler, Pelasg, Amazon, Tursha, Tyrr­ hen adlan ile, Lidya'mn bulunduğu Batı Anadoluya, çeşitli dönemlerde gelip yerleşmişlerdi. (72) "La Rellgion romalrı., archalque", Payot, Para 1986,

l500,

68.

ıı.


Etrüsklerin Lidyadan IWyaya gelişi hangi yüz­ yılda olmuş olabilir? Villanovalılara Proto-'.Etrüsk dendiğine göre, bunun kuzeyden gelen göçten sonra olmÔş olması gerekir. Bununla beraber, bu göç ola­ yının tarihini M.ö. XIII. yüzyıl olarak gösteren bil­ ginler de vardır (13). Şurası bir gerçektir ki, Romalılar Herodot'a yüzde yüz inamyor ve Etrüsklerin Lidya'dan ltal­ ya'ya göçünü bir tarihi olay olarak kabul ediyorlar­ dı. O kadar ki, bazı Latin şair ve yazarlar eserle­ rinde lWya'daki Etrüskler için bile "Lidyalı" adım kullanmışlardır. Etrüsklerin bir kaç nesil Anadoluda yaşadık­ tan sonra ltalya'ya gelmiş olduklarını antropolojik incelemeler de isbat etmektedir. Carleton Stevens adlı Amerikalı Antropolog'a göre, Etrüsk mezarlarından çıkarılmış kafatasları Akdenizin Doğusunda, yani Anadolunun Batısında yaşamış insanların kafatasiarı ile benzerlik göster­ mektedir ( H ) . Kan tahlili bakımından da bugün Toskana'da, yani eski Etruria'da yaşayanların durumu Toskana dışındaki komşu halkın durumundan farklıdır, fa(73) Raymond

Bloch,

"'l'he

o.nclent

Etruscans", Nagel, Ge�e 1969,,

clvlllzatıon •.

18:>.

ot

theı

Bljwank, "La proveuance anatolienne dea Etrusques" (Beglncl Tllrk Tarihi Kongresine sunulmuıı

(74) A.W.

bildiri ) , Tutanaklıı.rd.'l s. 167.

69


kat Anadoludaki bazı bölgelerde yaşayanlann duru­ muna yakındır ps) .

s

-

Vcüncü Göc

' Romalılarda şu ciddi inamş vardı ki, Troya sa­ vaşı sonunda, yenilgiye uğrayan Troyalılarm bir kısmı, Enea adlı soylu bir kumandanın idaresi al­ tında ltalya'ya, Tiren denizi yolu ile gelip yerleş­ miş ve önemli şehirler kurmuşlardır. Çünkü Enea efsanesi denilen bu efsane genellikle bir Latin efsa­ nesi sayılmaktadır. Fakat U.tinler, Etrüsklere ait her şeyi benimsedikleri gibi, bu efsaneye de sahip çıkmışlardır. Yani, Litinler Troyalıları kendilerinin ataları yapmışlardır. Halbuki arkeolojik kazılar sayesinde, Troya ef­ sanesinin bir Latin efsanesi değil, bir Etrüsk efsa­ nesi olduğu gerçeği kesin bir şekilde ortaya çık­ mıştır. Etrüsk bölgelerinde yapılan kazılarda, Enea'­ yı tem.şil eden heykelcikler, el aynalannın arkasında Enea efsanesi ile ilgili resimler bulunmuştur. Bugünkü etrüskoloji uzmanlan Troyalılarm ve Etrüsklerin etnik menşei konusunda çelişkiler için­ dedirler. Bir bakarsınız onları ayrı millet, bir bakar­ sınız aynı millet sayarlar. (75) Clba llAc; firmasının da böyle incelemeler yapbrdığı bi­ linmektedir, 1958 de ''Medical Blolo� and Etnısca.n orlglna" koııulu bir 8.?mpozyum dQzenlemlgttr (Maaslmo P�otıno, "Etruscolı.>gla", Heopll, Mllano 1968, 11. 88 )

10


Etrüsklerle Troyalıları aynı millet sayanlar­

dan Bulgar

bilim adamı Vladimir Georgiev şöyle

der: "'Enea ile Troyalılar, ltalya'nıt, batısına yanaşıp, orada, Titus-Livius'a göre, "Yeni Troya'yı kurdular. italik kavimlerden · lıangisi batı ltalya'da yerleşmiş Her lıalde Latinler veya Osko-Umlniyalılar

tir?

değil. Çünkü onların kültürü batı Anadolunun kül­ türünden tamamen farklı idi. Burada ancak Etrü.sk­ ler söz konusu olabilir. Çünkü Herodot, Strabon, Ser­ vius, Seneka, Solinus, Tacitus, Plütark, FestWJ ve başkaları onlann Batı Anadolu menşeli olduklannı söylemişlerdir. Romalılar, zamanla, Etrüskleri eritti­ ler ve onların menşei ile ilgili olarak efsaııede yer alan gerçeği kendilerine malettiler. (Buna rağmen) Mekena gibi, SEZAR GiBi soylu Etrüsk ailelerin­

den gelen adamlar çekinmeden, Troyalı soyundan ol· du.klarını söyleyebiliyorlardı. Enea efsanesi Virjil'in ve Titus- Livius'un uy­ dtırdukları bir efsane değildir. Bu efsane

onlardan

çok evvel çeşitli Yunanlı yazarlar tarafındcın zikre­ dilmiştir... Bu arada Lesbos'lu Hellanikos Roma'y a "'Yeni Troya" adını verdiği gibi, Romalıları Troya­ Zıların tanıtılan saymaktadır... Bu efsanenin içinde önemli bir tarihi gerçeğin çekirdeği

yatm aktadır :

Etrüaklerin Troya'dan gelıniş olduklannm Mtıra­

M"(1•). (76) "Troer und Etruske:- (Der h!storlsche Kem der EDea.9 Sage) ) ", Wleııbaden, Bouderdnıck

aua

BaDd 118).

'll


Bilindiği gibi, Sezar Gallia'nın, yani bugünkü Fransa'nın fatihidir. Fransızlann Mecene dedikleri Mekena ise, Batılılann dilinde adı bir genel ad ha­ line gelmiş olan enteresan bir tiptir. Daha doğrusu, nıilletine ihanet etmiş bir adamdır. Kendisi bir Et­ rüsk olduğu halde, Etrüsk düşmanı lmparator Au­ gust'un Etrüskler aleyhindeki politikasına hizmet et­ miştir. Çok zengin, fakat çok haris olan bu adam lm­ paratora dalkavukluk ederek, Kültür Bakanlığı gibi bir göreve getirildikten sonra, zamanının şair ve ya­ zarlanna bol paralar dağıtarak, onlann çalışmala­ rını August'un istediği doğrultuda yönetmiştir Bu­ gün Batı dillerinde bir "sanat ve edebiyat hi.misi" demek için bir Mecene denilmektedir. Günümüzde adı "Mesen" şeklinde okunan Meke­ na'nın, kendisi gibi bir Etrüsk olan Virjil üzerinde bü­

yük etkisi olmuştur. Mesela, lmparator August Vir­ jil'e, Enea efsanesini bir Latin efsanesi haline so­

karak, Homeros'un llyada'sı ile yarışabilecek ve Ro­ ma'nın şevketini yükseltecek bir epope yazmasını teklif " " i.iği zaman, Mekena şairin tereddütlerini yenmek için elinden geleni yapmış, lmparatorun ar­ zusunu bir emir sayması gerektiği üzerinde durmuş­ tur. Böylece, Virjil onbir yıl çalışarak ve bol maaş­

la ve armağanlarla beslenerek, sipariş edilen epope­

yi, "Eneid" adı ile meydana getirmiştir.

Ancak, hayatının sonuna doğru, eserini tamam­ ladı ktan sonra, milli vicdan azabı duyarak, onbir Yi lını verdiği bu eseri yakmağa kalkmıştır. Yakın­ l annın buna engel olmaları üzerine de, henüz ço­

ğaltılmamış 72

ve tek nüsha h:ılinde olan epopenin im-


ha edilmesini vasiyet etmiştir. Durumdan haberdar edilen lmparator, tabii, bunu engellemiştir (") . Evet, Georgiev'e göre ( ") , Etrüsklerle Troya­ War aynı millet idiler. ttalya'ya aynı yerden (u) , fakat ayrı ayrı yollardan gelmişlerdi. Romalılar da, Enea efsanesini, bir efsane olarak değil, , bir tarihi olay olarak kabul ediyorlardı. (77) BrltannJca

(78)

1970,

Cilt 23, a. 35.

Vladlmlr Georgiev, , fıJn zamanlarda

başka teoriler de

ortaya atmıgtır: Mesela., etrilskçe ile hitUtçenln aynı dil olduklarına dair bir garip teoriyi..• Hlttit dlllnln bir Hint-

, Avrupalı dil olduğu, Etrllsk dWıılD ıae, Hint-Avrupalı ol­

madığı blllndlğine ı;öre, Georglev'ln bu görü§Ünü pay­

laşmak mümkün degildir. Yok, Bulgar bilgini HitUt değil de, HATl'İ'lerden söz etmek isUyorsa,

iş tıımaıniyle

değlgmektedlr. Blllndiği gibi M.ö. 2000 yılında Anadoluy:ı. gelml§ olan Hitt!Ue!." Hint-Avrupalı bir mlllettır. · Onlar­

dan önce, Orta Anadoluda . Hattiler Hattilerln medeniyetine

Hattl ayınmını yapmıyor. Bizim varsa yoksa,

HlttıtlPrle

vardı.

Hlttıtler

konmU§lardır. Georgıev Hittit ­ hlttitologlarımız da,

ilgileniyor ve

uğraşıyorlar.

Hattilerle uğraşmağa gerek görmüyorlar. Hattiler hangi soydandı ? Dilleri ne idi ? Bu problemler onlar için önem­ li değildir. Georglev"h:ı 'İ'roya ile Hlttıt dill eri

arasında

gördüğü yakınlık hakkındaki göril§il büsbütün saçma ola. mayacağına göre, benim şahsen

aklıma gelen şudur:

Hlttıtler Hattilerden, t.aşka medeniyet unsurları ara81n­ da, elbette dil unsu!'!arı, yani

kelimeler de almışlardı.

Georglev'ln Troya dilindeki kelimelerle karşılaştırdığı va aralarında benzerlik bulduğu

kelimeler sakın buı:: lar

olmasın... Bu ihtimal göz önünde tutularak, araşbrma­ lar yapuması gerekmLktedlr.

(79) Lldyalılar gibi, Troy:ılılann da, 1zmır limanından den!ze

açılmış olmaları mQmkQadilr.

73


Troyalılar hakkında başka söylenti ve görüş­ ler de vardır. Mesela, bazı kaynaklara göre, Bizans­ lı aydınlar ve bilginler Türklerin Troyalıların to­ runları olduklarına inanırlarmış.

lbrahim Kafesoğlu'nun "Tarihte Türk adı" baş­

Wdı yazısında aşağıdaki cümleleri okuyoruz : ..Bizans literatüründe, Türklerin eski Troyalı­ larla münasebete getirilmiş olması dikkat çekicidir. Bu husus, lstanbul'un fethinden sonra ltalya'ya gi­ den Bizanslı Tlı. Gazes ile ltalyan hiimanisti F'. Filelfo arasında

teati

edilen mektupUırda görülü­

yor. Bu mektuplardan anUışılıyor ki, XV. asır Türk­ leri eski TroyalıUırın neslinden sayılmaktadır,· Türk­ ler Bizans başkentini zaptetmek suretiyle, Troyay• hile ile ele geçiren Greklerin tonınUırından atala­ rının intikamını alm'§lardır" ('0).

Reşit Saffet Atabinen'in de Troyalılar konusu ile ilgilenmiş olduğıınu (11) ve Moravczik'in eserle­ rinde Bizanslılardaki rivayet ile ilgili ayrınWar bu· lunduğıınu bilmekteyiz. Ancak ben şahsen bu meseleyi esaslı şekilde incelemek fırsat ve imkanuu bulamadığım için, bu konuda herhangi bir şey söyleyemeyeceğim. Benim çalışmalarımı devam ettirecek olan genç bilim adam­ larımızın Etriiskolojinin bu yan meselesini derinle­ mesine inceleyeceklerini ümid ediyorum. (80) "Rqlt Rahmetl içlu", Türk KWUlrilnü arqbrma En.aUtUııü yayınlarından, Seri I, �yı A 2; Ankara 1966,

•. 312 ve 314. '(81) "Türklerin Avrupalılarla · maaterek Troya meııııelert et. ıanesl üzerinde araştırma", lstanbul 1951.


B

-

ltalyada Et rüsk çağı

ttalya'da Etrüsk çağı ne zaman başlar, ne za­ man biter? Yukarıda da gördüğümüz gibi, etrüsko­ loglar göçler içtn kesin tarihler veremediklerinden, bizim de ttalya'daki Etrüsk çağının başlangıcı için bir tarih göstermemiz mümkün değildir. Bununla beraber, tarihçilerin Lidya'dan gelen­ ler için, az çok emin olarak, gösterdikleri tarih XIII. Yüzyıldır ( 82) . Troyalılann ıtalya'ya gelişinin ayni yüzyılda olmuş olması gerekiyor. Çünkü, biliniyor ki, onlar Batı Anadolu'dan Troya savaşından sonra ayrılmışlardır. Kuzeyden gelen istilacılann gel ·şi ta­ rihinde pek kesinlik yok ise de, ttalya'daki Etrüsk çagını M.ö. XIII. yüzyıldan başlatabileceğimizi zan­ nediyorum. Söz konusu çağın sonuna gelince, bunun için gös­ termemiz tabii olan tarih Romalıların son bagımsız Etrüsk şehri olan Volsini'yi yenilgiye uğratıp yıktık­ ları M.ö. 265 tarihidir. Yani, M.ö. III. yüzyıldır. Gö­ rüldüğü gibi, ttalya'daki Etrüsk çağı Bin yılı kap­ sayan bir dönem oluşturmaktadır. (82) Rnymond Bloch, '"nıe anclent clvlllzatlon of the Etruır­ cans", Nagel Publlshers, Landon 1969,

s.

65, 71.

'15


1

-

Büyük

Etrüsk Devleti

Etrüsk çağımn başında, ltalya'nın ne halde ol­ unu ünlü Fransız tarihçisi Amire Piganiol'ün aşa­ ğ ciu ğıdaki cümlesi açıkça göstermektedir : "Etrııria'da, VAIIŞI ve FAKIR yerli halkın ya­ tıı nda, Tuna civarından gelmiş istilacılar, bir de iki

dalga halinde, denizaşırı ülkelerden gelip orada yer­ leşmiş olanlar vardı" (ız).

Bu üç taraftan gelen göçmenler birbirlerine kar­ şı nasıl davrandılar? SavaşWar mı ? Yoksa iki bin fiU kadar yıl sonra, M�uazgirt't-a olacağı gibi ("" ) , ay­ nı d il i konuştuklarını görerek, bir buluşma, kardeşe kavuşma havası ve sevinci içinde kaynaştılar mı ? Etrüsklerin kendi milli hayattan hakkında yaz­ mış oldukları ve Latinlerin "Tuscae historiae" adım verdikleri kitaplar August ve ondan sonra gelen im­ paratorlar tarafından imha edilmiş olmasa idi, yu­ karıdaki sorulara kolayca cevap verilebilirdi. Giriş faslımızda zikrettiğimiz Christopher Hamp­ sözlerinden de anlaşıldığı gibi, Latin İm­ paratorlar tarafından, Etrüsklerin tarih kitapları da,

ton'un

vekayinameleri de yok edilmiştir. lmparatorlann bı­ raktıklannı da, daha sonra, Papalar yakmıştır. Çün( 83 ) "La conquete romalıı e", Presııes Unlvenıltalres, Parls 1940, s. 61. l 84 l Dillman ordusu zannettikleri orduda kendi dillerinin ko­ nuşulduğunu gören Kumanlar ve Peçenekler, Bizans or­

dusunu bırakıp karşı tarafa geçınJşlerdlr.

76


k!i Papalarda, Etrüsklerin dine dayalı sosyal kural ve ii.datlerinin Hristiyanlığın yayılmasını engelleyebi­ ·

leceği korkusu vardL

Bu arada, Latin yazarlar tarafından yazıldığı halde, Etrüsklerin dininden söz eden kitaplar da yakılmıştır.

Mesela, ünlü bilgin Varron'un, adını "Etrüsklerin tanrılar hakkındaki inanışları" diye çe­ virebileceğimiz eseri de, Etrüsk kaynaklarına da­ yandığı için, Kilise tarafından imha edilmiştir (0) . Burada ilgi çekici bir durumu zikretmeliyim : Roma tmparatorluğunun çok karışık bir politik dönminde, Roma'nın Yeniçerileri diyebileceğimiz Sa­ ray muhafızlan, Claudius adlı birini seçip tmpara­ torluk tahtına oturturlar (M.S. 41 de) . Claudius bir Etrüsktür. . Hem de milli şuur sahibi bir Etrüsk ... Devlet işlerini yardımcılanna bırakıp, oturur 20 bö­ lümden oluşan bir "Etrüsk tarihi" :tazar. Her halde, kendisinde gizli olarak alıkonulmuş "Tuscae histo­ riae" de vardı. Suetonius'a göre, Claudius zamanında, onun yaz­ mış olduğu tarih kitabı, tskenderiye'nin meşhur kü­ tüphanesinde, konferans şeklinde, yılda bir defa, bir kaç seferde, başından sonuna kadar, halka okunur­

muş (88) .

Bugün Claudius'a. "tarihteki ilk etrüskolog" ün­ vanı verilmektedir. (85) James Wellard, "The searche tor the Etruscans'•, '11ıo­

mas Nelson and sona ltd. Landon 1973, ı. lM, (86) Christopher Hampton, zlkredilmlt eser, •. 2G3.

77


Gelgelelim, Claudius ölür ölmez, onun eseri de ortadan kaldırılmıştır. Alınan etrüskologu Otto-Wilhelm von Vacano'­ ya göre, ltalya'daki Etrilskler arasında ortak olan üç şey vardı : "dil, yazı ve kutsal bir idari teşkilata sahip olma kanaati" (") . Ne idi bu idari teşkilat? Bazı Latin yazarlann, sonradan imha edilen Et­ rüsk

Tarih

kitaplarını okuyup da, o kitaplardan ken­

di eserlerine aktardıkları parçalar ve cümleler saye­ sinde, Etrüsklerin sosyal hayatı ve idari teşkilatı hakkında bugün bir şeyler bilinmektedir. Etrüsk devleti 1talya'nın kuzeyinde, ortasında ve güneyinde olmak üzere, 12 şer boydan ibaret üç Boylar Birliğinden oluşan bir Demokratik Federal Devlet idi Massimo Pallotino'ya göre, Etrüsklerde 12 sa­ yısının dint bir anlamı ve önemi vardı. Aslında bu sayı eski çağ milletlerinin çoğunda k;:tsaldı. Yahu­ diler 12 kabile idiler. Yunanlılarda Dodekapolis adlı 12 siteden oluşan siteler birliği vardı. Olabilir ki, bu, kosmik b:r sebebe bağlı idi. Bir yıl içinde ay 12 defa küçülüp büyüdüğü için, belki 12 sayısının Tan­ rının seçtiği ve beğendiği bir sayı olduğu düşilnll­

lürdil. Etrüsk devletindeki Kuzey Boylar Birliği Po nehrinin vadisinde yerleşmiş bulunuyordu. Merkezi (87) "'The Etruacans Ilı the A.ııclent World" çevlrl) , lndlaDa O'ıılverslty Premı, 1965,

'l8

•.

(almaııcadaD

41.


Boylar Birliği Amo nehri ile Tiber nehri ara sındaki bölgede idi. Güneydeki Boylar Birliği ise, Kan�panya adı verilen coğrafi alanı işgal ediyordu. lnsan, ister istemez, bu durum ile Etrüsklcrin ttaıya'ya üç ayrı göç halinde gelmiş olmaları ara­ sında bir ilişki kurmak eğilimini duyuyor. Fakat kay­ naklarda böyle bir ilişkiyi isbatlayacak bilgi yoktur. Şunu da ekleyelim ki, eldeki sağlıun bilgiler özellik­ le, Arno ile Tiber arasındaki Boylar Birliği hakkın­ dadır. Kuzeydeki ve Güneydeki Boy Birlikleri hak­ kında pek bir şey bilinmiyor. "Etruria" kelimesi kul­ lanıldığı zaman, genellikle, ortadaki Boylar Birliği­ nin işgal ettikleri bölge kastedilmektedir. B::nunla beraber,

etrüskologlar

"Po vadisindeki Etruria",

"Güney Etruria" gibi deyimler de kullanmaktadır­ lar (18) .

Her Birlikteki boylar, yılda bir kere, ortak me­ seleleri görüşmek üzere, Kurultay halinde to�Jlanır­ lardı. Kurultay sırasında, dini törenler yapılı r , dua­

lar okunur,· kurbanlar kesilir ve sonunda at yanş­ lan, güreşler, şenlikler, ziyafetl�r düzenlenirdi.

Yıllık

Kurultaylar dışında da, gerektiği nc�e me­ .

seli yeni bir Birlik Başkanı, yan i yeni bük ümdar

seçmek için, Kurultay toplanırdı. Hükümdar halkın oyları ile tahta çıktığı içindir ki, yukanda ��trüsk devletini Demokratik Devlet diye niteledik . Etrüsklerde hükümdann (kralın) askeri ·.-e ida­

ri yetki ve görevlerinden başka dinl görevleri • .

de

(88) Maıııılmo Pallotlno, "Tbe Etrusca.na"", Penguln book8, 1975, s. 97, 127.

79


'\·ardı. Kral, aynı zamanda Başrahipti. Ayrıca, üze­ ri nd e adli yetki ve görevler de vardı. Eski yazarlar­ Jan Macrobius'a göre, Etrüsk kralı, haftada bir giin, anlaşmazlıklara, davalara bakar (••) , hüküm ve-­ rirdi.

Etrüsk kralı başına taç giyer, elinde bir asi. bulundurur ve bir taht üzerinde otururdu (00 ) . Bir de, kral yolda yürürken, önünde, kuru dal­ lard an yapılmış bir demet taşıyan 12 kol"!-1ma görev­ lisi yürürdü ki, bunlardan herbiri ayrı bir boy ta­ rafından seçilip kendisine gönderilirdi. Bu görevli­ ler boylardan her birini krala bağlayan birer bağ gibi idiler. Titus - Livıus'a göre, bütün bunlar, Et­ rüsklerden Romalılara da geçmiştir (•1 ) . Krala, yöne­ timde yardımcı olan "Yaşlılar Meclisi"de öyle... Kral, Kurultay tarafından seçilmekle, Etruria'­ daki 12 boyu yönetme yetkisini kazanıyordu. Bu yet­ J:i dini niteLkte idi ve kutsaldı. Çünkü krala, halk ara­ cılığı ile, Tann tarafında.o verilmişti. Latinlere, yani Romalılara �çmiş olan şu demokratik slogan Etrüsklere aittir : "Vox Populi vox Dei" ( Halkın sesi Tanrının sesidir) . Etrüsk kralının kut­ sal. "Yönetme yetkisi" Imperium adı ile Romalılara da geçecekti. Etruria'nın başkenti TARQUlNlA şehri idi. Ri­ vayete göre, bu şehir J;trüsklerin bir kısmını 1talya'­ ya getirmiş olan Tyrrhenos tarafından kurulmuştu. ·

( 89 ) Pallotino, "The Etruscans", s. 129, (00) Bu taht Osmanlı döneminde zengin evlerlııd e kullanılan cinsten, sedef kakma koltuk idi. (91) Llvy,

"The early lılstory of Rome", Penguln Booluı,

1960, s. 26.

80

·


Boylar Birliği içinde 12 sayısı nasıl korunuyor­ du'? Yani, biri çıkıp, arkadaş ve adam toplayarak 13. bir boy kuramaz mı idi ? Ya da, boylar arasında sa­ vaş çıkıp, bir boyun başka bir boyu kendi egemenliği altına alması sonucunda, Birlik içindeki boyların sa­ yısı onbire düşemezmiydi ? Bu konularda kaynaklarda somut bilgiler yok ise de, bazı efsane ve söylentilerden ipuçları çıkarı• labiUr. Bir kere, boyların, ileride göreceğimiz gibi, birer şehir-devlet oluşturduğu dönemde, kurulmakta olan şehir-devlet için Tarkinia tarafından bir "va­ si-şehir" veya "abla-şehir" (0: ) tayin edildiği anlaşı­ lıyor. Böylece, ki.ınılan şehir ile ona kurulmağa yar­ dım eden şehrin bir müddet için bir idari bütün oluş­ turduğu düşünülebilir. Roma şehri, bir Etrüsk şehri olarak kurulduğu sırada, Veyi şehrinin bu yavru şehire her bakımdan yardımcı olduğu, mimarlar, heykeltraşlar, din adanı­ lan, hatta tiyatro oyuncuları göndermiş olduğu bi­ linmektedir. Hoş Roma, sonraları, nankörlük göster­ miştir ya .... Boylar arasında çıkan savaş veya düşman sal­ dırısı gibi bir sebep neticesinde bir boy merkezi olan çehir yıkıldığında ise, her halde, kurulmakta veya gelişmekte olan bir şehir onun yerini alıyordu. (92) Burada "abla" kelimesini kullanıgımm sebebi bazı ya­ zarların "Lavlnlum" gehrl için Roma•nın "anne.annesi" demeleridir. Belkl bu, 18.tlncedekl "Urbs"

(gehlr)

ke­

limesinin, gramer bakımından, digl blr kelime oluşun­ dan dolayıdır.

81


Etrüsk toplumu Büyük Aile üzerine kurulu idi. Büyük Ailelerin yaşlıları geniş otorite sahibi idiler. Bunlara Baba veya Soy Başı denirdi ( 98 ) . Bu Baba­ lar veya soy başları "Yaşlılar Meclisi" üyesi idiler. Onların evlatlarına "babaoğullan" denirdi (0�) . Yani, Etrüsklerde bir çeşit soylu sınıfı vardı. Soylulardan sonra halk sınıfı gelirdi ki, bu sınıf özgür vatandaş­ lardan oluşurdu. Halk, kralı seçmek gibi, bazı politik haklara sahipti. Etrüsk toplumunun en alt basama­ ğında da,

o dönemde her toplumda olduğu gibi,

KöLE ("") sınıfı vardı. Köleler genellikle savaş esir(93) Llvy, zikredilmiş eser, s. 27. (94) Ayni eser, ayni sahife.

(95) Burada, Türklük şuurundan ve gururundan doğmuş olan bu kitapta, çocukluğunda yabancı egemenliğinin daya­ - nılmaz acısını tatmış bir insan sıfatiyle, olan

bir

konuya

değinmeden

içimde yara

edemeyeceğim:

Tarihte

Attll!'nın, Kanuni Silleyman'ın ordulan , EFENDİ ol­ mak için Avrupa•ya gitmişlerdir. Bugün ise, "gurbetçi"

adını verdiğimiz vatandaşlanmız "kölelik" etmeğl gö­ ze alarak Avrupa•ya gitmektedirler. Evet, ondokuzun­ cu yüzyılda sona ermiş olan kölellk rejimini biz (kıs­ men Yunanlılar, İtalyanlar, İspanyollarla birlikte) di­ riltmiş bulunuyoruz. Avrupalılar, özellikle Almanlar, çöpçülük, süpürücülük, maden işçiliği, tuvalet temizle­ yiciliği gibi "aşağılık" işleri yapmak istemeyecek kadar k!barlaşmışlardır. Bizim gurbetçiler

ise,

para,

DÖVİZ

hatın için bu işleri yapmağı kabul etmektedirler. Işın acı tarafı, Türk vatandaşlarının bu işleri yapmasından çok, Alman patronları tarafından köle muamelesi gör­ meleri ve bu muameleyi sineye çekmeleridir, Wallraff'ın ideolojisi ne olursa olsun, "En alttaki­ ler'• adlı kitabında bir gerçeği yansıtmıştır. Ben ken­ dim,

82

Münlch

garında,

aralarında

türkçe konuşan

lld


teri idiler. Onlara aileler ve toplum içindeki

en

ağır

işler gördürülürdü, Bunlar savaşta ölümle güzgöze gelmiş ve ölümden kurtulmuş insanlar olduklar için, ses çıkarmadan, her işi yapmağa hazır idiler. irnle1er alış veriş konusu, yani satılık mal idiler.

Etrüsk toplumunda kadının yüksek mevkii var­ dı. Etrüsk kadını eve kapanmış bir yaratık değildi . Dini törenlere, yarışlara, temsillere, ziyaretlere, ko­ cası ile birlikte giderdi. Buna başka milletler, mese­ la Yunanlılar, çok şaşardı. Etrüsk toplumu içinde din, güzel sanatlar, mil­

li töre büyük rol oynardı. Bununla beraber, Etrüsk1er, maddi hayat bakımından da, akla gelmeyecek in­ celiklere sahip idiler. Mesela mayalı h!l.ID.uru iyice kabartmak için, hamur teknesinin karşısına geçip flüt çalarlardı. Etrüsk boyları arasındaki bağlar bazı dönem­ lerde gevşemiş, bazı dönemlerde, özellikle dış tehli­ ke olduğu zamanlar, sıkılaşmıştır. Esasen, çok son­

ra, feodalite sonunda da olacağı gibi, M.ö. VIII. ve

VII. yüzyıllarda, bütün dünyada S1TE, yani şehir

medeniyeti gelişmiştir. Etrüsk boyları da, bir şehir etrafında toplanmışlardır. Böylece, VIII . yü "" yılda, Roma'nın kurulacağı sırada, Etrüsk Devleti TarkiTürk çöpçüsünden birinin na:sıl bacağına tekmr

yedl­

çare imiş! İşsizlik Fransa'da, İngiltere' de de vardır. Frn ı , sızlar, t'inl,

kahrolarak

görmüşümdür. . .

İşsizliğe

İngilizler gelip Almanlara köle oluyorlar

mı ? Hükü­

metlerimiz Türklere Türklye'de iş sağlamalı, dövizi de ba�ka yerden bulmalıdırlar.

83


1

nia kralına tabi üç kere 12, yani 36 zengin şehirden veya

ilden

oluşuyordu.

Otto-Wilhelm

von

Vaca­

rıo Etrüsk boylan arasındaki dini, politik, kültürel ve idari BtRLtK üzerinde özellikle durmaktadır ( 08 ) . ünlü hatip ve ya� ar Katon da şöyle der : "Hemen bütün Jtalya Etrüsklerin egemenliği al­ tında idi" (91). Etrüsk devleti M.ö. VI. ve V. yüzyıllarda, Ak­ deniz dünyasında, iki süper-devletten biri idi. Etrüsk Devleti milletlerarası mevkiini deniz gücüne borçlu idi. İngiliz bilim adamı James Wellard'a göre (98) , Etrüskler Akdeniz'iıı Batı kısmına Demir Çağından beri egemen idiler. Yani, !kinci Binyılın sonundan �eri... Yunanlılar kendi ticaret gemilerine yol açmak için, Etrüsklerin bu egemenliğini yıkmak azminde idiler. tşte uğraşıp da, bu egemenliği yıkamadıkları sıralardadır ki, bir çeşit ümidi kesme sonucunda olsa gerek, Yunanlılar, Akdeniz'in Batısına Tyrrhen yani Etrüsk Denizi adını koymuşlardır. Esasen, Akdeni­ ıı:in Doğusu da bir Etrüsk limanı olan Adria'dan adı­ m

almakta idi. Yunanlılarla Etrüskler arasındaki deniz savaşı

yüzyıllarca sürmüştür. Bu savaş, o dönemde her yer­ de olduğu gibi, daha çok korsanlık şeklinde cere­ yan ederdi. Etrüsk donanmasının başlıca görevi kendi ticaret filolarını korumaktı.

·

(96) . "The Etruscans in the Ancient World", s. 38. (97) Massimo Pallotlno, zlkredllmig eser, s. 91. (98) "The search for the Etaruscans", Thomas Nelson and Son·s, lr.>ndon 1973, s. 109. 84


Etrilsklerle Yunanlılar arasındaki deniz savaşı bazen bir tarafın, bazen öteki tarafın zaferi ile so­ buçlanırdı. Bu arada Etrüsk gemileri tspanyıı:'nın güney sahillerine kadar uzanmış ("") ve benim tah­ minime göre Cebel-üt-Tarık boğazını da geçip, At­ las Okyanus'una kadar varmışlardır. Bana bunu dü­ şündüren şudur : Söz konusu boğazı geçer geçmez, Fas'ın Batı sahilinde, bizim Tanca dediği,miz bir li­ man vardır. Bu limanın adını Fransızlar "Tanger" yazarla:r, "Tanje" okurlar. Miladdan önceki VI. yüz ­ yıla ait coğrafi durumu gösteren bazı haritalar­ ı:Ia (100) , bu liman TtNGtS adı ile gösterilmiştir. Es­ ki Türklerde, Yunanlıların TlNGtS . şeklinde işitmiş olacakları TENGiZ kelimesi hem göl, hem deniz, hem de Okyanus anlamına gelirdi. Bugün Etrüsk adını verdiğimiz Proto-Türklerin, Okyanusun kıyısında kurdu�ları

limana

TENGiZ

adını vermiş olmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Peki, "Tengiz" kelimesi sonralan nasıl "Tenger" veya "Tanger" kelimesine dönüşmüştür ? Bunu da ancak Türk fonetiği açıklayabilir. Çünkü Türk dili­ nin tarihinde R'lerin Z'ye, Z'lerin R'ye dönüştüğü çok defa görülmüştür. Bu fonetik gerçeği, bir tarihçimiz şöyle açık­ lıyor : (99) Masslmo Pallotıno, zikredilmiş eser, s. 83. ( 100 ) Meselli, "Atlas hlstorlque'• (Llbralrie Stock, Parla 1968, s. 34) , mesela., italyanca "Atlante storlco" (Ni ­ coln Zanichell! editore, Bologna 1966, s. 7 ) .

85


"Oğur adı, her halde, türkçedeki Oğuz'dan baş­ ka bir şey değildir. Çiinkü Güney Rusya Türkleri Z

harfini, sözlerin sonlarında, R'ye çeviriyorlar ve

öy­

le söylüyorlardı. Nitekim Orta Asya türkçesindeki

"öküz" kelimesi onlarda "ökür" şeklin e girmişti. Bugün bile bu Türk ağzını konuşan Rusyalı Türkler

hald yaşamaktadırlar" ( 101) .

Tahmin ediyorum ki, Tengiz'i Tenger veya Tan­ ger'e çevirenler de, ltalya'da bin yıl yaşamış olan bizzat Etrüsklerclir. Fas'ın Ankara Büyükelçiliğinden aldığım bil­ giye göre, Tanca'nın Eski Çağdaki adının TtNGtS olduğunu Fas'ta her kes bilirmiş, çünkü bu,, okul ki­ taplannda yazılı imiş. Etrüsklerin Yunanlılara karşı en ünlü Deniz za­ feri M.ö. VI. yüzyılın ikinci yarısında kazanılan Ale­ ria zaferidir (1 02) . Bu zafer sonucunda Etrüskler hem Elba adasına, hem Sardinya'ya, hem de Korsika'ya egemen oluyorlar. Etrüsk devletinin şehir-devletlerden oluştuğu­ nu, bu şehir-devletlerin de Takinia kralına. tabi ol­ duğunu yukarıda gördük. Yunanlılarla deniz savaşı sırasında Etrüsk devletinde, sıkı bir merkezi idare bulunmuş olduğu anlaşılıyor. Yoksa, güçlü bir Et(101) Bahaeddin

ögel ,

'Tllrk Kültürünün gelişme

çağlan",

Kömen yayınları. !kinci baskı, 1979, s. 154. (102) Bazı taı·ihçiler buna "Alalla ıı:aferi" der. Tarih ola­ . rak da, bazıları M.ö. 535 i, bazıları ise M.Ö. 540 ı gösterir.

86


rüsk donanması olabilir miydi ? Esasen, deniz "ava­ şının çok kızıştığı sırada, Başkent Tarkinia Kuzey­ deki Boylar Federasyonunu da, Güneydeki Huylar Federasyonunu da harekete geçirmişti. Çünkü her iki Federasyon veya Birlik M�rkezi Etruria'ya tabi idiler. Nasıl ki, Bin şu kadar yıl sonra, Göktürkler­ de (10• ) , istemi Han'ın yönettiği Batı Boylar Birliği Bumin Han'ın yönettiği Doğu Boylar Birliğine tabi olacaktı po.) .

(103) "Göktürk" kelimesinin yanlış bir ad olduğunu eöyle­ yen ünlü türkologlar vardır : Orhon ya.zıtlanm ç.özen Thomsen gibi, Radloff gibi. ... Bununla beraber, bu kelimenin ifade ettiği mana, dönemi de kapsadığından kullanılmasında bir re.hat­ lık vardır. · ( 104 ) Sadri Maksud! Arsal, ''Türk Tarihi ve Hukuk" , İs­ tanbul üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınlarından, İstanbul 194.7, s. 236, 237.

87:


2

-

Roma'da Etrüsk lualları

Roma kim tarafından, nasıl kuruldu ? Her iki

50ruyu cevaplandırmağa çalışalım : ROMA'NIN KURULUŞU hakkında bugünkü ologlarda da, onların dayandıkları eski tarih­ üsk etr çil erde de, o kadar çok çelişki vardır ki, bunların için den çıkmak meseledir Niçin ? Çünkü Etrüskler tarafından yazılmış yok edilmiş olması yetmiyormuş gibi, rihlerin ta August dönemindeki tarihçilerin çoğu, lmparatoru memnun etmek için, Roma tarihini bile bile değiş­ tirmişler, bu tarihe uydurma olaylar eklemişlerdir. Bu hazin gerçeği Christopher Hampton şöyle açıklar :

"Roma devletinin şan ve şerefini yükseltme gayreti ile, . Romalı tarihçi ve propagandacıların KASDEN yaptılcları TAHRIFLER yüzünden, Roma tarihi, yüzyıllar boyunca, YANLIŞ bilinmiş, yanlış tanınmıştır"('0' ) . Fransız etrüskologu Alain Hus ayni gerçeği şöyl e üade eder :

" (Etrüsklerin) epopeleri, efsaneleri, gelenekle­ Romalı tarihçiler tarafından Romalılara maledil­ miştir'' ( ıos ) .

ri

(105) Zikredilmiş eser, s. 21. ( 106 ) "Gll Etruschi, popolo segreto"

( eserin fransızcada.D

ltalyancaya çeviris i ) , 1959, s. 137.


Romanın en eski tarihi hakkında bilgi veren es­ ki tarihçiler şunlardır : Halikarnaslı Dionysos, He­ rodot, Tukidid, Sirakuzalı Antiokos, Timeos, Katon, Polibius, Eski Plinius ve Servius. Fakat bu konuda klasik sayılan eser Titus-Livius'un eseridir. Bugünkü bazı tarihçiler sos'a önem yerir amma, ben güven duymuyorum. Sebebini daki "Pelasglar kim idiler?" lattım.

Halikarnash Diony­ şahsen bu tarihçiye de bu kitabın sonun­ başlıklı yazımda an­

Titus-Livius'ta da hayali, uydurma olaylar bu­ luninakla beraber, doğru olduğu hissini veren değer­ li bilgiler de bulmaktayız. Bu tarihçide, konumuzla ilgili olarak, şu satırları okuyoruz : ·

"Enea ve adamları•.. sahile yanaşıp karaya çıkınca, istilacılardan kendilerini korumak isteyen silahlı yerlilerle karşılaştılar... Hikayenin burasında iki rivayet vardır: Birine göre, iki taraf arasında savaş oluyor ve yerlilerin kralı Lcitinus . yenilgiye uğruyor. .. ôtelci rivayete göre ise, daha savaş ba.ş­ lamadan, Latinus Enea'ya doğru yürüyerek, ona uz­ laşma teklif ediyor, aynca yabancı şefe kızını ver­ meği · vadediyor.•." •..

Bir iki satır atalyıp, okumağa devam edelim

:

"iki taraf arasında barış anlaşması yapıldı. . .. Troyalilar kendileri için bir yerleşim yeri (yani şe­ hir) kurmağa başladılar. Enea bu şehire, karı.<Jı La­ vinia'nın adından dolayı, Lavinium adını koydu. Çok geçmeden, bu evlilikten bir erkek çocuğu doğdu. Bu çocuğa da Askan (ius) adı verikli... TroyalıZarla


Latinler, bu sırada, kendilerini, müşterek bir düş­ mana karşı savaş �çimle buldular. Enea gelmeden önce, Lcitinus'un kızı Lavinia Rütül milletinin kra­ lı Tiknüs ile nişanlanmış

bulunuyordu.

Türnüs,

kendisin e bir yabancının tercih edilmiş olmasını ha­

karet sayarak Enea'nın da, Ldtinus'un da ordularına saldırmıştı

..•

Bir de, zengin ve güçlü Etrüslclerin kra­

lı Mezentius'un yardımını istemişti. Troyalıların kur­ dukları şehrin gelişmesinden ve 'Troyalıların ordu­ sunun güçlenmesin.den en.dişe duyan Mezentius te­ re,ddiitsüzce Rütüllerin yardımın a koşmuştu...

Bu

tehlikeli durum karşısında, ENEA, yerlilerin adı olan LATiN adını KENDi MiLLET/NE DE VER­

Di

..•

ve b öiflece, çok güçlü olan Etrüsk milletine sal-

dırmak cesaretini buldu"('"')

·

Yukandaki satırlan basit bir taiııilden geçire­ lim ve Virjil'in Eneid'i ile karşılaştıralım. Gerçi Ti­ tus-Livius'un eseri bir tarih, yani bilim eseri olmak iddiasındadır. Virjil'in eseri ise, bi.r edebi eserdir. Edebi eserde hayale geniş hak tanınır. Fakat yapa­ cağımız karşılaştırma bazı önemli gerçekleri ortaya çıkaracaktır.

1 ) Bir kere, Latinlerin kralının, tam da Enea' nın geldiği sırada, Latinus adlı olması bu adın uy­ durma olduğunu göstermektedir. Bu uydurma adı Virjil'de de buluyoruz. 2) Titus"Livius'un rivayetlerden biri olarak gösterdiği olay, yani Troyalıların Latinlerle savaş( 107) Zikredilmiş eser,

90

s.

20.


mış olması, besbellidir ki, tarihi gerçektiı . Titus­ Livius bu savaşı yarım cümle ile geçiştiriyor. Buna karşılık, Livius Troyalıları Etrüsk­ 3) lerle dövüştürüyor. Virjil'in ise, Troyalıları �trü:;k­ Jerle dövüştürmeğe gönlü razı olmuyor ve ustaca bir çare bularak, onlan sadece Etrüsk kralı ile dövüştürüyor. Bu şöyle oluyor: Virjil farzediyor ki, Etrüsklerin kralı zalim bir diktatördür. Etrüsk mil­ leti onun zulmüne uzun yıllar tahammül ettikten sonra, isyan etmiş ve kralı ülkeden kovmuştur. Me­ zentius da Rütüllere sığınmış ve Rütül ordusunda vazife almıştır. tşte Virjil'in eserinde, Troyalılar bu krala karşı dövüşüyorlar. Etrüsklerin yeni kralı ise, Virjil'e göre, TARKHON'dur.

4) Enea'nın Lavinia'dan doğmuş oğlunun adı Aakanius olamaz. Çünkü Enea'nın, daha Trcya'dan ayrılmadan, Askan'ius adlı oğlu vardı. Bu çocuğun annesi ve Enea'nın ilk karısı olaıi Kreusa Troya yangını sırasında kaybolmuştu. Virjil Askanius'u Enea'nın Troya'dan gelmiş oğlu saymaktadır. Ti­ tus-Livius da, zaten, daha sonraki sahifelerde, As­ kanius konusundaki kendi çelişkilerinin farkına var­ maktadır. 5) Titus-Livius'daki Troyalılann Latin adını almağı kabul ettiklerine da.ir iddia, her halde tm­ parator'un veya Mekena'nın ilham veya ta-. 3iyesi­ nin sonucu idi. Titus-Livius bunu savaşın başına koymuş. Virjil'de ise, ayni iddiayı savaşın ve hat­ ta eserin sonunda buluyoruz. Başka fark : Titus­ Livius bunu .Eneanın bir kararı olarak, Virjil ise, tanrıça Junon'un, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği

91


bell i olmayan arzusu ve dileği olarak göstermekte­

did'o") 6)

·

Virjil'de, Titus-Livius'ta bulunmayan ba.-ş­

ka b ir şey vardır : Virjil farzediyor ki, meşhur Evan­ der ülke ve ordu sahibi bir kraldır. Enea Rütüllere karşı verdiği savaşta onun yardımını ister. Evan­

der de- bu yardımı vadeder. üstelik Virjil Evander'i bir Yunanlı

olarak kabul etmektedir. Halbuki o

peJoponez'in Arkadya bölgesinden, bfr isyan suçu sonucunda, kaçarak, tek başına (daha doğrusu bir kahin veya kadın şaman olan annesi Kannenta ile birlikte) gelmiştir (10•) . Evander bir Yunanlı değil, bir Pelasg'dır. Herodot Arkadyalılann Pelasg ır­ kından oldu:klannı açık açık söyler ( 110) . Evander ne Arkadya'da iken, ne de ttalya'ya geldikten sonra, kral falan değildi. Titus-Livius'ta Evander hakkında şu satırlan buluyoruz :

"O dönemde, Evander, o bölgede sözü geçen bir adamdı. Peloponez'den gelen bir göçmendi. Oto­ ritesi politik gücünden çok şahsi nüfuzundan ileri geliyordu!' ( 111) . ---- -- - - - --

--··

· · ···- ·

--

·--

-- --··-

( 108) Hatırlatalım ki , Troyalıların torunlarınıiı torunların­ da, Sezar zamanında, yani bin yıl sonra bile, Troyalı olma şuu ru va rdı. (109) Azra Erhat, "Ovldlus'un Fastl adlı eserinde dualar".

"KIAsik Filolojl · ara.ştırmalan" dergisi, 1940-1941, Dil

ve Tarih-Coğrafya FakUltesi n2şriyatı, s. 605. ( 1 1 0 ) Z i kredil m iş eser, s. 75. (11 1 ) L!v y "'llıe early hlstory" of Rome", Penguln book.8 , 1960, s. 25.

92


Hem Virjil kendisi de, ıEvander münasebetiyle, . ; , fakir" kelimesini kullanmakt.adır : "burası Evan­ . der'in fakir ikametgahı · idi" ( 112 ) Eneid'de dikkati çeken bir nokta da, ikide bir­ de, Troyalılardan "Frikyalı" diye söz edilmesidir. 7) tşin tuhafı şudur ki, tıpkı Homeros'un llyada'sında olduğu gibi, hem Titus-Livius'un ki­ tabında, hem Virjil'in Eneid'inde, Troyalılardan ve Troya'nın geçmişinden büyük saygı ve hayranlıkla söz edilmekte, ' Yunanlılara ise, hiç önem verilme­ mektedir. Hatta, sırasına göre, onlar hakkında o­ lumsuz sıfatlar kullanılmaktadır. Mesela, "hain Mycenes" denilirken ( 11 3 ) , burada "Mycenes" kelime­ si ile Troyaya saldırmış bütün Yunanlılar kasdedil­ mektedir ( 114 ) . (112) Maurlce Rat çevirisi, VIII. Bölüm. (113) Eneld, VII. Bölüm. (114) "'I1ıe

loom of Hlstory" adlı eserin yazan Herbert Muller, bir adı İL olan (çllnkü "lon;• eki bir Yu­ nan ekidir) bugünkü bir ilimizi oluşturan ve Yu­ nanlılarla dövüşmüş bulunan TROIA•ya Eski Çağda Homeros'un hayranlarının gösterdikleri ilgiyi şöyle be. lirtıyor : "İl (!um) için yeni dönem JuUus Sezar'dan son­ ra başladı... Homeros•un ve Büyük !skender'ln ha­ raretli hayranı olan Sezar, ailesinin Enea'mn oğlu Yul'dan (Askan-lus'dan) geldiğini iddia ediyordu. Se­ zar ( P..oma İmparatorluğunun bir parçası olan ) Tro­ yaya bağı msızlık verdiği gibi, onu vergiden de muaf tuttu. Hatta, bir aralık, bu kenti bütün Roma İmpa­ ratorluğunun Başkenti yapmağı düııünd!I. Sonunda, (bakımsız ve harap bir hale gelmiş olan) Troya, k!l­ ç!lk de olsıı, bir "site" olabildi ( Troya IX ) . Daha

93


Virjil'in epopesinde, Enea Rütüllere karşı zafer kazandıktan ve Türnüs'ü kendi eliyle öldürdükten sonra, eser sona eriyor. Titus-Livius'ta ise, Enea Etrüsklere karşı za­ fer kazanıyor ve çok geçmeden kendi de ölüyor. As­ kanius'un o sırada tahta geçmek için henüz çok kü­ çük olduğunu söyledikten sonra, Titus Livius şu sempatik ve namusluca cümleyi kullanıyor :

"Bu benim sözünü ettiğim Askanius mu idi, yoksa Troya'nın yağmalanmasından önce, (Enea'­ nın ilk karısı Kreusa'dan) doğmuş olup, yanmakta olan şehirden kaçtıkları sırada babasının yanında bulunan Askanius mut' ..." Hangisi olursa olsun (110) , tarihçiye göre, bun­ lardan biri,. Lavinium şeluini idare etmeği annesine sonra, Augustus, Troyadakl Atena tapınağını yeni baştan inşa ettirmek suretiyle, bu kente şeref verdi. Sonraki dönetn!erde, iyi kalpli Hadrlan'dan ahlaksız Caraoo.lla•ya kadar bir çok Roma İmparatoru KUT­ SAL ŞEHRİ ziyaret etmişlerdir. Caracalla Doğu ta­ raflanna bir sefere çıkmadan önce, Bilyilk İskender'l taklld ederek, Troya şehrine (bir tann imiş gibi ) kur­ banlar sundu. Bu tarihten kısa zaman sonra, Troya şehri Gotlar tarafından yağmalandı. Fakat... BUyilk Konstantin, Trcyayı !mparatorluğUnun Başkenti yap­ mağa karar verip, şehri imar etnieğe başladı. Neden sonra, !stanbul'un bu iş için daha elverişi! olduğunu görerek, !stanbul'da yerleşmeğe karar verdi" (Mentor Books, New-York 1961, s. 12ı ) (115) Tuhaftır ki, Vlrjll hep Askanlus diye Enea•nın Troya­ dan gelmiş oğlundan söz eder. Bazen de, özellikle BABA-OCUL ilişkiler! söz konusu olduğu zaman, ona YUL adını verir.


(veya üvey annesine) bırakıp, Lavinium'un kurulu. şundan 30 yıl sonra, gider, başka bir şebiı kurar. Uzunca bir dağın sırtında kurulduğu için buı J. Lzun Alba, Alba Longa denmiştir. Askanius bu .1ehirde yerleşir, çoluk çocuğa karışır. On onbeş nesil sonra, şöyle bir durum olur : Amulius ile Numitor adlı iki kardeş taht kavgası halinde iken, Amulius ötekinin Remus ve Romulus adlı ikiz torunlarını Tiber nehrine attırır. Nehrin sularının çekilmesi ve bir dişi kurdun kendilerini beslemesi sayesinde, ikiz bebekler kurtulurlar (11•) . Büyüyünce, ölmeğe bırakılmış olup da kurtulmala­ rına sahne olan yerde, yeni bir şehir . kurma heve­ sine kapılan ikizler bir takım arkadaşlarını ve baş­ ka cesur delikanlıları peşlerine takıp yola çıkarlar ve bugi.in Roma'nın kurulu bulunduğu yere gelince de orayı beğenirler. Ancak yeni şehri kurmak için kardeşlerden biri bir tepeyi, öteki başka tepeyi be­ ğenir. Kardeşler tanrıların fikrini almağa, yani kuş falına baş vurmağa karar verirler. Her biri beğen­ diği tepeye çıkıp, tanrılardan mesaj bekler. O sıra­ da, Remus'a 6 kuş, Romülüs'e 12 kuş görünür. Böy­ lece, Romülüs yeri seçme ve şehri kurma hakkını kazanmış olur. Burada bir an duralım. Bu faslın başınd;t, ken­

di kendimize sormuştuk : Roma kim tarafından ku­

ruldu ? diye. Görüyoruz ki, Titus-Livius'a göre, (Plütark'a göre de) Roma Troyalıların toruniarının ( 116)

bunlar "Din anlatılacakt1r.

Burada başlca ayrıntılar d a vardır nmma,

lle ilgili

Dellller" bölilmün<le

95


torunu Romülüs tarafından kurulmuş oluyor. tşte burada, yukarıda sözünü ettiğimiz çelişkilerden bi­ rinin karşısında bulunmaktayız. Çünkü belli başlı etrüskologlar "Roma Troyalılar tarafından kurul­ du" demiyorlar. Ya ne diyorlar? Aşağıda zikredilen s özleri söylüyorlar : Alain Hus :

"Roma, başlangıçta, BiR ETRVSK ŞEHRi idi ve yüzyıldan daha uzun bir zaman içinde de bundan başka bir şey deği'ldi"(m) . ·

Raymond Bloch :

"Etrüs7clerin Roma'sı Güney Etruria'daki di­ ğer ETRVSK ŞEHiRLERiNDEN FARKSIZ IDI'' (ll8) . H.H. Scullard :

"Roma bir Etrüslc şehri sayılabilir" (,,. ) . Christopher Hampton :

"Gerçekte, 250 yıllık ilk döneminde, Roma BiR ETRVSK ŞEHRi JDJ"(m) . Peki bundan ne netice çıkarabiliriz ? Zanneder­ sem Titus-Livius'un iddia ettiği gibi ve Virjil'in is( 117) "Gll Etrusch1, popolo segreto"

(fransızcadan çeviri )

s. 149. ( 118) "Originıı of Rome", Il Sagglatore, Mllano 1961, s. 17. ( 119) "The Etruscan cltıes and Rome", Thames and Hud­ son, London 1967, s. 247. (12 0 ) Zlkredllmlş eııer, s. 30.


temeye istemeye ifade ettiği gibi, Troyalıların la­ tinleştiği DEC1L, onlann ETRüSKLEŞTtct netice­ sini... Ya da, esasen Etrüsklerle Troyalıların aynı ırktan iki millet olduklarını ... Roma NASIL kuruldu ? Bu konuda Plütark'ta çok önemli bilgiler bulmaktayız. Tarihçi diyor ki :

"Romülüs bundan sonra, şehrin kuruluşu ile ilgili işlerle meşgul oldu. Bunun için ETRURIA'DAN adamlar GETiRTMiŞTi. Bunlar Romülüs'e, şehri kurarken uyulması gereken formülleri ve yapılması gerelcen törenleri ôCJRETTILER" (,., ) . ••..

Kaynağını ( 122) bildirmeyen Agnes Carr Vaug­ han'ın Etrüsklere dair kitabında ise, değişik, fa­ kat daha da önemli .bilgileı.- vardır. Kitaptaki satırlar şöyle :

"Tarkinya kralı kendisinin... (Roma'nın ku­ ruluşu lconusunda) FiKRiNi ALMACJA GELEN bir heyeti memnuniyetle huzuruna lcabul etti. Taht üze­ rinde bir tanrı heybetiyle oturan krala, heyetin söz­ cüsü yeni bir şehir 1,urmak istediklerini ve şehir kurma ile ilgili usul ve kuralların kendilerine öğre­ tilmesini dilediklerini söyledi"("') . .••.

Bu cümlelerde sadece usul öğrenme değil, 1Z1N isteme havası da vardır. Aynca, Tarkinya'ya bağlı bir Etrüsk şehri kurma isteğ�. de sezilmektedir. ( 121) "Hlstoires et l�gende-s de la Reme antıque", s. 39 . ( 122) Belki Halikarnaslı Dfonysos'tur. (123 ) "Those mysterious Etruscans", Robert Hale, London 1966, 122-123.

97


Attilio Gaudio, "Les Etrusques, une civilisation retrouvee" adlı kitabında, Roma'nın VI. yüzyılda, Tarkinya'nın hakimiyeti altında bir şehir olmuş ola­ bileceğini söylemektedir (124 ) .

Titus-Livius'un Roma'nm nasıl kurulduğu hak­ kında bir

şey

söylememesi tabiidir.

Söylediği ve

anlattığı takdirde, onun kitabını yazdığı dönemde, her kes : "Aa... bu Etri.isk usulüdür" diyecekti. Hal­ buki Livius Romülüs'ün atalarını Etrüsklere dil'ş­ man göstermişti. Eski tarihçiler de, bugünkü etrüskologlar da Roma'nın "ıETRUSCO

RiTU", yani "Etrüsk töresi­

ne göre" kurulmuş olduğunu itiraf etmek mecburi­ yetindedirler. Peki, Roma kurulurken, Etrüsk töresine göre, neler yapıldı ? önce kurulacak şehrin merkezi belir­ tildi . Burada derin bir çukur kazıldı ve bu çukura yeraltı tannlan için çeşitli armağanlar atıldı. Çu­ kurun ağzı dua ve törenlerle kapatıldıktan sonra, bu çukur merkez sayılarak, kurulacak şehrin sınır­ ları çizilmeğe başlandı. Bunun için, bronz bir sa­ pana bir öküz ile bir inek . koşularak, Romülüs ta­ rafından

geniş

bir

daire

çizildi.

Çizgi

üzerinde

ileride şehrin surlan bulunacaktı. Etrüsklerde sı­ nırlar pının

ve

surlar

kutsallığı

kutsaldı.

Onun

olmadığından,

içindir

ileride

ki,

ka­

şehrin

ka­

pılannın bulunacağı yerlerde sapa)l havaya kaldırı­ larak, sonra tekrar indiriliyordu. Sadece sınır çizgi­ si değ·il, sapan ta.rafından kaldırılan toprak da kut1124 )

98

Gerard et

Co,

Vervlers

1969, s. 160.


&al idi . Onun için, sınır çizme törenine katılan hal k . sapan geçtikçe kabaran toprağı, belirli duaları m rıldanarak, sınırın iç tarafına atıyordu. İşte bu sırada Romulüs'ün kardeşi Remus tö­ reye aykırı bir şey yapıyor : Kapılar için bırakılan yerden değil de, çizginin üstünden, içeriye doğru at­ layıveriyor. Romülüs buna o kadar kızıyor ki, ora­ cıkta kardeşini öldürüyor ve şu meşhur sözü söylü­ yor : "Bu kutsal sınırlara kim saygısızlık gösterir­ se, böyle ölecektir". Roma'nın kuruluş yılı kesin olarak belli değil­ se de (125) , kuruluş günü bellidir :

21 Nisandır.

Roma Papalığın da Başkentliği vazifesini gör­ düğü irin, Kilise, Ortaçağ döneminde,

21 Nisanı kut­

sal gün ilan etmiştir. Bugün Roma Belediyesi de, her yıl,

21 Nisan gününü, Kuruluş günü olarak, bü­

yük törenlerle kutlamaktadır.

753 den M.ö. 509 244 yıl Roma'da hüküm sürmüş­

ETRüSK KRALLARI, M.ö. yılına kadar, yani lerdir

Elbette ki, bu kralların adları Latinler tarafın dan deforme edilmiş, latinleştirilmiş, bunun için de.. sonlarına US veya S ekleri ilave edilmiştir. Ayrıca, Roma tarihinde, Romülüs dışındaki kralların adla­ rına, bir ikinci ad veya 18.kap eklenmiştir ki, bun hmn çoğu latincedir.

( 1.25) M.Ö. 747 yılını gösteren tarihçiler var ise de, çoğun­ luk M.Ö. 753 yılını kabul etmektedir.

99


Roma'nın, ayni zamanda kurucusu olan Birinci kralının adını ele alalım. Bu ad Latinlerden sonra da bozulmağa devam etmiştir. Bir kere, biz Türk­ ler,

Fransızlara uyarak, bu krala

Romülüs

demi­

şiz. Çünkü fransızcada U sesi için bir harf yoktur,

U harfi ise, ü okunmaktadır. Latinler bizim Romü.. lüs

dediğimiz adı Romulus tel8.ffuz ederlerdi. Bu

adın sonundaki S harfini atarsak, kalıyor ROMU­ LU. Fakat Etrüsklerde O harfi yoktu. Buna göre, Roma'nın kurucusunun Etrii sklerdeki şekli, her hal­ de, RUMULU idi. İtalyanlar bu krala ROMOLO der­ ler. Burada başka bir mesele vardır : Titus-Livius tahmin ediyor

ki,

Roma şehri adını kurucusunun

adından almıştır. Biz bunun tam tersini düşünüyo­ ruz.

Bize göre, . Roma'nın kurucusunun dalia önce

başka adı vardı da, Roma'nın kuruluşundan sonra kendisine Rumulu 18.kabı verilmiştir. Zamanla da, asıl adı unutulmuştur. Nasıl

ki,

ancak tstanbul'un fethinden

sonra,

II. Mehmed'e Fatih lakabı verilmiştir. Zamanla, asıl adın yerini lakap almıştır. Bugün Mehmed · derne­

ğe

gerek görmeden, Sultan Fatih veya sadece Fa­

tih diyoruz. "Rumulu"

adının "Romalı"

kelimesinin

2.250

yıl önceki Türkler tarafından telaffuz edilen şekli olması mümkündür (128 )

. Tarihteki Türklerde de, bu-

( 126) Etrüskologlar etrüskçcdc "Roma'lı" demek için "Ru­ makh" dendiğini tahmin ediyorlarsa da, çok defa ol­ duğu gibi, yanılmaları milmkündür ( Masslmo Pallotl­ no, zikredilmiş eser, s. 3 1 ) .

100


günkü Türklerde de görülen bazı fonetik eğilimler­ den ilerideki sahifelerde söz edilecektir. Yukarıdaki açıklamalar gerekli idi. Fakat biz, dil alışkanlığı ile,

aşağıdaki satırlarda, Roma'nın

birinci kralının da, sonraki krallarının da gelenek­ sel adlannı kullanmağa devam edeceğiz. Şüphesiz ki Roma, kurulduğu sırada, bir kaç yüz kişiden oluşan ufak bir köy veya kasaba idi. Ne var ki, o dönemde, küçük büyük her devlet- şe­ hirin yöneticisine kral denirdi. Roma'nın birinci kralının karakterindeki bazı özellikler Roma şehrinin ve devletinin kaderini et­ kilemiştir. Genç kral çok zeki, cesur ve enerjik idi. Ayni zamanda mağrur, başkasını kırmaktan, düşman ka­ zanmaktan çekinmeyen, kimseye danışmayan, bildi­ ğini yapan bir insandı. Gerçi geleneğe uyup bir Da­ nışma Meclisi (Yaşlılar Meclisi)

kurmuştu

amm a,

bu Meclise pek danıştığı yoktu. Roma'yı kurduktan ve ahalinin barınacağı bir iki kulübe yaptırıp, tanrılara kurban sunarak, di­ ni görevlerini yerine getirdikten sonra, genç Ro­ mülüs'ün ilk işi, başka Etrüsk şehirlerinin kralları gibi , başına taç geçirip, kırmızı kenarlı cübbeye bü­ rürı,mek ve eline :Krallık asasını almak oldu: Bu ara­ da, Tarkinya kralını kızdıran bir şey yapmaktan da çekinmedi : Yürüyüşlerinde

başka şehir-devletlerin

kralları gibi, bir tek koruma görevlisi kullanmakla

101


yetinmeyip, Tarkinya kralı gibi, 12 koruma g'örev­ lisi kullandı (121) . Bildiğimiz gibi, Roma Etrüsk adet ve kuralla­ rına göre, "etrusco ritu" kurulmuş bir şehir idi. Kuruluşu sırasında Federasyon Başkanı olan Tarkinya kra}ının fikri alınmıştı. Elbette ki, şu ve­ ya bu şekilde bir anlaşma da. yapılmıştı. Roma'nın genç kralı bu anlaşmaya uymak konusuna da önem vermedi. Romülüs'ün sonralan beklenmedik sonuçlar do­ ğuran bir hatası da şu oldu : sınırlarını çizdiği yeni şehir-devleti çabuk alıali ile dolmuş görme sabırsız­ lığı içinde, gelip Roma vatandaşı olmak isteyen her kese SICINMA HAKKI (asyl-um) tanıdığım ilan etti. Gerçi sığuianlar, Roma dışında, özel bir yerde, karantinaya alınıyor, hastalıkları olup olmadığına bakılıyordu. Fakat Romülüs'ün "sığınma halrkı" ilan etmesi sonucunda, Roma Latin ve Sabin çapul­ cularıyle doldu . Bir iki yüz yıl sonra Roma'da Etrüskler azınlıkta kalacaktı. Etrüsk, Latin gibi millet adlan da kalkacak, her kes Romalı olacak­ tı ( 1!8 ) . Bununla beraber, Romülüs kendisiyle birlikte gelip, Roma'nın kuruluşuna yardımcı olanlara bir ' ayrıcalık tanıdı. Onlara KURUCU (Quiris) (KU­ RUCULAR = Quirites) ünvanım verdi. Bir de, şeb( 127) Bunun

politik anlamını yulcarıda görmüştük.

( 128) Bu, bütilıi Fransızlara "Parlsll" demek gibi manasız ve mantıksız bir §eydi.

102


rin merkezi bir yerinde, yalnız Etrüsklerin 0tura­ bileceği bir yeri ayırdı. Bu aristokratik mahalle, İm­ paratorluk döneminde

bile,

Latinler

taraf1 ndan

"Tuscus victus" diye tanınıyordu. Roma'nın nüfusunu çoğaltmak arzusu Romü­ lüs'e bir yanlış daha yaptırdı. Romülüs'ü üzen du­ rum şu idi : Alba Longa'dan kendisine katılıp ge­ len arkadaşları da, sığınma hakkından yararlanıp Roma'ya yerleşenler de, bekar idiler. Roma ahalisi bir nesilde tükenecek, yok olacaktı. Romi.ilüs, çok parlak bulduğu bir fikri uygulamağa karar verdi

:

Bazı milletlerde, bu arada Pelasglarda ve tskitler­ de ( '2') bazen uygulanan "toptan kız kaçırma" ade­ tini bilirdi. Buna baş vurmağı aklına koydu. B i :: di­ ni bayramı fırsat bilerek, en yakın bir komşu millet olan Sabinleri, ziyafet ve gösteriler olacağını bildi­ rerek, aileleriyle birlikte davet etti. Ziyafet boyun­ ca Romalı

delikanlılar beğendikleri

Sabin

kızları

gözlerine kestirdiler. Ziyafet sonuna doğru ise, bun­ ların her biri, · aniden harekete geçti ve beğendiği kızı kucaklayıp evine götürdü. Neye uğradıklarını

şaşıran ana-baba ise, Roma'nın dışına çıkarıldı. Pek tabii olarak, bu olay yüzünden Romalılar ile Sc:.bin­ ler arasında savaş çıktı. Fakat savaş sona erdikten sonra bile, Sabin kadınlar hallerinden memnu!1 ol­ duklarından,

ailelerine

dönmeğe

razı

olma<"'ılar.

Fransız trajedi yazarı Corneille, "Horace" adlı ese­ rinde bu olaydan ilham almıştır. (129) Yunan tarihinde Brauron•dakl toptan kız kaçırm:ı ola­ yı

meşhurdur.

Bazı Yunanlı tarihçilere

yapanlar Pelasglar idi,

göre,

bunu

bazılanna göre İskitlcrdl.

103


Sabinlerle savaşı başka komşu milletlerle sa­ '/Mlar takip etti. Romülüs'ün krallık ettiği 37 yıl ·ç inde Roma barış yüzü görmedi. En sonunda, yani Yaşlılar Meclisi üyeleri Romülüs'li, etli bir fırtına sırasında öldürtüp, cesedini yok d sid

�atörler, �ttil er.

Se­

Romülüs'ün meziyetleri de yok değildi. Sinsi ve iki yüzlü değil, içi dışı bir olan bir insandı. Yap- . tıkl arını iyi niyetle yapıyordu. Sonra, demokrattı. panışma Meclisine pek danıştığı yoktu amma, hal­ kı sık sık toplayıp, ona danışıyordu. Onun için halk da, ordu da kendisine tapıyordu. Yaşlılar Meclisi üyeleri, halk içinde şüpheler uyanmağa başladığını görerek, Romülüs'ün ölümün­ den bir iki gün sonra, Prokülus adlı birini şöyle konuşturmuşlardır: "Bu sabah, gün doğarken, Ro­ mülüs, gökten inip, benim karşıma çıktı ve benimle konuştu. Sizlere selamı var. Dedi ki, ben gökte, tan­ rılar arasındayım. Gün gelecek, Roma sadece ıtal­ ya'nın değil, dünyanın başkenti olacaktır". Halk inandı veya inanır göründü (1 30) . Roma'nın !kinci kralına geçmeden önce, Titus­ Livius'un da, modern tarihçilerin de garip bir tu­ tumuna işaret etmek istiyorum : Roma'da hüküm sürmüş krallar arasında, nerede sönük veya sevim( 130) İ'la'nın ölUmünden epey sonra, Şam yolunda, lsa ile konuştuğunu iddia eden Tarsuslu Saül (Salnt-PaulJ belki de bu olaydan ilham alnuştı.

104


siz kral varsa, onlara göre Etrüsktür, nerede başa­ rılı, eser · bırakmış kral varsa, Latin veya Sabin­ dir. işte onun için, Roma'nın ikinci kralı NUMA Pompili (-us) da Sabin sayılmakbdır, çünkü ikinci gruptandır. Seçildiği andan itibaren, Etrüsk adet­ lerinin uygulanmasında israr eden, Etrüsk dinine son derece bağlı olan ve Roma kralı olduktan son­ ra, başka Etrüsk şehirlerinden yeni Etrüsk .Metle­ ri, yeni Etrüsk kuralları getiren bu kralın bir Sa­ bin olduğuna delil ne imiş ? Kendisinin bir Sabin şehri olan Kures'de oturması .... Tarihçiler unutu­ yorlar ki, Numa'nın kral seçildiği sırada, Etrüsk­ lerle Sabinler arasında bir Dostluk ve işbirliği anlaş­ ması vardı. Yüzlerce Sabin Roma'ya taşınmıştı. Bir Etrüsk'ün Sabin toprağında bir ev beğenip satın almış olmasında bir anormallik olabilir miydi ? Hem Numa, halk tarafından ''oybirliği ile" se­ çilmişti. Kendisi bir Etrüsk olmasa idi, Romadaki Etrüskler ona oy verirlermi idi ? Allahtan, gerçeği gören, tarafsız tarihçiler de vardır. Alman etrüskologlarından Otto-Wilhelm von Vacano, "Eski Çağ dünyasında Etrüskler" adlı ese­ rinde şöyle der :

"Numa

....

tipik bir Etrüsk idi"(13J) .

Aslında Numa, Romülüs öldükten hemen son­ ra seçilmemiştir Etrüsk geleneğine göre, bir kral .

(131)

(E.serin inglllzceye çevlriei ) , İndlana Üniverslty Press ,

Bloomlngton 1960, s. 50.

105


ölünce, ancak bir yıl sonra yeni kral seçilirdi. Bu adetin, kim bilir, belki de siyasi ve psikolojik yarar' · ları vardı. Yeni kral

seçilinceye kadar,

Yaşlılar Meclisi

üyeleri nöbetleşe işleri yürütürlerdi . Numa, Roma halkı tarafından kral seçilince, se­ çim.in tanrılar tarafından onaylanmasını istedi. Bu münasebetle, bir Etrüsk rahibi tarafından,

·

Etrüsk

dinine ve geleneğine göre yapılan, tan�ılardan mesaj isteme törenini, Titus-Livius bütün ayrıntıları ile an­ latmaktadır. Halkın arzusunun "GöCüN ARZUSU" olduğu anlaşıldıktan sonra, Numa bir yandan krallık vazi­ felerini yerine getirirken, bir yandan da Roma'nın

dini teşkilatında bir takım reformlar yapmağa baş­ lar. Numa'nın düşüncesine göre, Roma kurulur ku­ rulmaz savaşa giriştiği için ve yıllarca savaştığı için, bir barış, bir nefes alma dönemine ihtiyacı vardı. Savaşta, zaptedilen şehrin yağmalanması gibi du­ rumların maddileştirdiği, tandaşının

medenileşmesi,

kabalaştırdığı Roma va­ manevileşmesi

lazımdı.

Onun içindir ki Numa, komşu milletlerle iyi geçin­ meğe, barışı korumağa ve Romalılarda dini duy­ guları güçlendirm.eğe önem verdi. Bu maneviyatçı kral, başka Etrüsk şehirlerindeki örneklere uyarak, Roma'nın dini kuruluşlarına yenilikler getirdi. Bu arada,

ateş,

ocak ve

aile tanrıçası olan Vesta'ya

önem vererek, Roma'da onun kültünü yaymak için çaba gösterdi.

43

yıl süren krallığı döneminde hiç

s avaş çıkmadı. Roma'da fikri ve dini hayat gelişti. 106


Numa'nın ölümünden sonra, yine bir yıl bek. lendi. Daha sonra, Sabinlerle savaş sırasında büyük şöhret kazanmış bir generalin torunu olan Tullu.s Hostilius kral seçildi. Bu kralın etrüskçe adı şüphe­ siz TULLU idi. Yeni kral, Numa'nın aksine, savaşı seven bir genç adamdı. Fakat düşmanını isabetsiz yerde seçti : Yoktan bir sebeple, Romülüş'ün atalarının şehri olan Uzun Alba'ya saldırdı. Titus-Livius, bu münasebetle, şöyle der : "Romalılar da, Albalılar da TROYALI idiler. Lavinium Troyalılar tarafından, Alba ise Lavinium' lıılar tarafından kıırulmuştu. Roma'nın kurucuları da, krallarının neslinden idiler. Romalılar ile Alba­ lılar arasındaki savaş baba ile oğul arasındaki b ir savaş gibi olacaktı".

Roma kralı Albahları yenilgiye uğrattı. Alba ahalisini Roma'ya taşıntnağa . zorladı. Alba'yı yerle bir etti. Titus-Livius, bu münasebetle düşüncesini şöy­ le ifade ediyor : "Dört yiiz yılnı eseri olan Alba bir saat içinde yok edildi".

·

Tullus, Albalılardan sonra, Sabinlere saldırdı. Onlara karşı da zafer kazandı. Fakat bütün bu zaferler kendisine uğurlu gelmedi. önce Roma'da korkunç bir salgın hastalık çıktı. Kral kendisi de hastalandı. Daha sonra, Sarayına yıldırım düştü. Bina yanmağa başladı. Tullus alevler içinde can verdi. 32 yıl hüküm sürmüştü. 107


Yine bir yıl beklendikten sonra, krallığa Nu­ ı:na'nın bir torunu olan ANKU (s) Martius seçildi. .ı\Jlkus'un kişiliğinde, Livius'un deyimi ile, "Numa' ya benzeyen taraflar da, Romülüs'e benzeyen taraf­ l ar da vardı". Anku3 daha çok Latinlerle savaştı. Onun za­ ınanında ekonomik alanda bazı gelişmeler oldu . Dış Ticaret için Ostia limanı kuruldu. Tuz işletmelerin­ dek i çalışmalara hız verildi . Ankus'un krallığı 24 yıl sürdü. Ankus'dan sonra halk TARKHU!N (us) Pris­ . kus adlı birini krallığa getirdi (1 32) "Tarkhuin" kelimesi, hiç şüphesiz, Türklerde önemli bir Unvan elan ve Çin kaynaklarında da "Ta­ kan" şeklinde zikredilen "Tarkhan" kelimesinin Et­ rüskler dönemindeki tel8.ff'9zundan başka bir şey değildir. Onun için, "Tarkhuin" adlı Etrüsk kral­ larına dilimizin daha alışık olduğu "Tarkhan" adı­ nı vermekte bir sakınca görmüyorum. Birinci Tarkhan bir Romalı değildi. Tarkinya' dan gelip, Roma'da yerleşmişti. Babası ise, daha uzaklardan ttalya'ya gelırıişti. Adı DEMARAT (us} idi . Tarihçiler bu adamı Yunanlı sayarlar. Çünkü Yunanistan'ıri Korint şehrinden Tarkinya'ya gel­ rnişti (132) Aslında, halkın seçlmJ Yaşlılar Meclisi tarafından da onaylanmalı idi. Bu Meclis, her zaman, halkın se­ çimine saygı

108

göstermiştir.


ad

Dil bilginleri ise, Demarat adının yıınanca bir olmadığını söylerler. Hatta, bu kelimenin Hint­

Avrupalı bir kelime olmadığını da ilave ederler. Diğer taraftan, Yunanistan'daki ve Anadolu'­ daki yer adları arasında 1NT, INT ekleri ile son

bulan ('33)

toponimik kelimelerin d� Hint-Avrupalı

olmadığı bilinmektedir. Bütün bu bilinen şeylerden sıyrılıp ortaya çı­ kan ve karışık görünen tablo bizim için apaçıktır. Korint şehri Pelasglar tarafından kurulmuş bir şehir idi. Demarat (belki Demirat) bu şehirden kal­ kıp Tarkinya'ya gelmiş çok zengin bir Pelasg idi (1:ı-t) . Oğlu Tarklıan,

Tarkinya'dan gelip

Roma'ya

yerleşince, ikramları ve bolca dağıttığı hediyeler sa­ yesinde, pek çok dos t edinmiş, kralın bile dostlu­ ğunu kazanmıştı.

Onun . içindir ki,

Tarkha:n, An­

kus'un ölümünden sonra, geleneksel bekleme müd­ deti geçince, krallığa adaylığını kaymağa cesaret et­ miştir. (133) Bilindiği gibi,

Tilrk dilindeki KIRİNTI, SERPİNTİ ·gibi kelimelerin sonunda gördüğUmüz ek için Orhon yazısında ayn bir hart bile· vardır.

(134) Atatilrk

dönemi

tarihçilerinden Yusuf Ziya Bey bu

gerçekleri bulanık bir şekilde sezinlemiştir. Fakat ka­ fasındakini "Yunanlılar Türk idi" şeklinde ifade edin­ ce. Türk aydınında tepki uyandırmış ve "YUNANLI­ LAR TÜRK İSE, BEN TÜRK OLMAK İSTEMİYO­ RUM" dedirtmiştir. Bugünkü aydınlarda gördüğilmnz ETRÜSKLERE KARŞI ALLER.Jİ'de bunUD payı var.

dır.

109


Fakat Roma'da doğmuş

bir vatandaş

olma­

dığı isin, keneli propagandasını kendi yapmağa da lüzum görmüştür. Titus-Livius'a göre, Tar-khan, se­ çimden önce, bir meydanda miting düzenleyip, hal­ kın karşısında konuşma yapan µk kraldır, yani ilk ·

ki'allık adayı...

Burada, Tarkhan ile karısının, Roma'ya geldik­ leri ilk gün, başlarından geçmiş bir olayı anlatayım : Kan koca, açık bir arabada, şehri dolaşırlarken, bir kartal,

havadan

aşağı

ınıp,

bunların

arabası

na doğru gelmiş ve Tarkhan'ın tepesindeki başlığı kapıp tekrar havalanmış, fakat bir az sonra, yine inip başlığı Tarkhan'ın tepesine yerleştirmiştir. . Tarkhan'm Tanakvil adlı karısı Tarkinya'nın soylu bir ailesinden olan, yüksek öğrenim görmüş bir kadındı. O dönemde yüksek okullarda öğretilen en önemli bilgiler dini bilgiler ve olayları yorumla­ yarak, geleceği keşfetme sanatı idi. Kartal olayı üzerine, Tanakvil kocasına şöyle demiştir :

"Kartal Tatırının terasilcisidir. Senin tepende­ lci başl1ğı, yani seni göğe çıkarıp indirdi. Bu, Tann­ nın seni kral yapacağına işarettir''. Bilindiği gibi, Orkhon yazıtlarında Tı:ı.nn hep Kaganlan, tepelerinden tutup, tahtın üzerine otur� tuyor. Bu münasebetle, okuyucuyu bir az güldürmek için, bir tarihçimizin eserindeki şahane bir cümleyi (veya cümleleri) burada zikredeceğim :

110


"Türkler uzun 3aç bırakırlardı. Tanrı. ll-Teri� Kagan ile Hatununu yükseltirken, onların rla tepel e. rinden tutmuştu. Amma Tanrının onların saçların. dan mı, yoksa başlarından mı tuttuğunu, �ab-ii ola. 1·ak, iyice bilemiyoruz".

Saflığın bir azı sempatik bir şeydir amma, bu kadarı ... Konumuza dönelim : Tarkhan'ın krallığa aday­ lığını koymasmda, kartal olayı münasebetiyle kan­ sının söylediklerinin de şüphesiz etk1si olmuştur. Titus-Livius'a göre, Tarkhan seçimi "l iJyük ço­ ğunlukla" kazandı. Birinci Tarkhan'ın ilk seferi Latinlere karşı ol­ muŞtur. Seferden o kadar çok ganimet ile dönmüş­ tür ki, zafer münasebetiyle, halkın gözünü kamaştı· ran şenlikler düzenlemiştir. Halkın bunlardan çok hoşlanması üzerine, her yıl böyle şenlikleri:ı düzen­ lenmesine karar vermiştir.

Oyuncular,

güreşçiler,

hatta atlar hep Etrüsk şehirlerinden getirtiliyordu. Romalıların yüzyıllarca gurur duymalarına sc· bep olmuş bir çok meşhur binaların temdleri Bi· rinci Tarkhan zamanında atılmıştır. 38 yı ı hüküm süren ve bütün ömrü boyunca şanslı ve mdlu olan bu kralın ölümü etrafında esrar perdesi vardır. Ti­ tus-Livius'un dediklerinden çıkarılabilecek versiyon ı,;udur : Daha önceki kral olan Ankus'un oğul lan bü­ yümüşler ve krallığın verasetle değil, seçir:ı.le elde edildiğini unutarak, Tarkhan'ın kendilerinin hakla-

111


rım yediğini düşilnmeğe başlamışlardır. tki gencin krala düşmanlığı gittikçe artmış ve iki adam bulup, Tarkhan'ı öldürtmüşlerdir. Osmanlı tarihinde de, bazen olduğu gibi, Tark­ han'İn ölümü halktan gizlenir. Daha doğrusu, bir çeşit Kösem Sultan olan kraliçe Tanakvil buna ge­ rek görür. Bir yandan da, Sarayda . büyümüş ve kendisi­ nin manevi evladı saydığı Servius Tullius adlı bir genç adamı çağırtır ve onu tahtı işgal etmeğe ik­ na eder. Fakat çeşitli haberler duyan halk sokaklara dökülmüştür. Heyecanli dalgalanmalar, hatta çatış­ malar olmaktadır. Bunun üzerine, Tanakvil Sarayın en üst katına çıkar ve pencereden halka, aşağı yu­ karı şöyle hitap eder

:

"Kral çok hafif yaralanmış­

tır. Fakat hızla iyileşmektedir. Hepinize selamları, sevgileri var. Kendisi iyileşinceye kadar, çok itirııad ettiği biri olan Servius TuZUus'un işleri yürütmesi­ ni kabul etmenizi rica ediyor".

Böylece, Birinci Tarkhan'dan sonra

Servius

Tullius kral olur. Kendisinin krallığı ancak bir müd­ det sonra halkın onayına sunulur. Ve büyük çoğun­ lukla onaylanır. Birinci Tarkhan'dan sonra Roma tahtını işgal eden bu kralın birinci adı şüphesiz bir Latince lakap idi. Çünkü bu kelimenin latincedeki "servus" (esir) kelimesi ile ilgisi olduğu düşünülüyor. Kendisinin et-

112


riiskçe adının (1"") Tulli veya TULLU olduğu tahmin edilebilir. Bu bakımdan kendisine :tkinci Tutlu demek de mümkündür. Görüldüğü gibi, Tarkhan'ın krallığı ile Tullu' nun krallığı arasında geçen dönem karışık, karan­

lık bir dönemdir. Bu dönemde geçen olaylar hakkın­ da çeşitli şeyler bilinmekte, fakat kesin olarak hiç

bir şey bilinmemektedir. Bu sebeple ben, Tullius hak­

kindaki hem efsaneleri, hem bilgileri aşağıda sırala­ makla yetineceğim. Efsaneler

1)

:

Tullius bir kralın oğlu idi.

Romalıların

kralı Tarkhan bu kral ile savaştı. Tullius'un babası savaşta öldürüldü. Fakat anp.esi, savaş esiri ola­ rak, Roma'ya getirildi ve pazarda satılmayıp, Sara­ ya alındı. Kadın hamile idi. Tullius Sarayda doğdu ve Sarayda . büyüdü. Kraliçe . Tanakvil çocuğu çok sevmişti . . Tarkhan'ın yaptığı savaşlar arasında ·en çetin ve uzun olanı Latinl�le yaptığı savaş olduğu için, pek tabii olarak, Tullius'un bir Latin prensi olduğu akla geliyordu ve La.tin tarihçiler bunun böyle olmasını. istiyorlardı. ·

2)

Tullius'un annesi, kocası öldürüldüğü sı­

rada, hamile falan değildi. Roma'da savaş esiri ola(135) Tullius adının etrilskçedeı:i geldiğini biliyoruz. Bak: D!ctionnaire �tymologique de la fangue latine" (A. Ernout ve A. Meillet tarafından) , Editlons Klincksleck, Parls, l 979, s. 706), ·

113


bulunduğu kral sarayında, bir gün, ocağın ate­ şini seyretmeğe daldığı sırada, alevlerin ışığından hamile kaldı ve Tullius sarayda doğdu. rak

Bilindiği gibi, Orta .Asya'da da, ışıktan hamile kalma efsaneleri vardı. Mesel!, Moğol tarihinde, Alan.kova adlı bir kadın ay ışığından hamile ka­ byor(ıa•) . Bilgiler : 1) Etrüsk soyundan olup, bir Etrüsk tari­ hi yazmış olan İmparator Klaudius'tan yukarıda söz etmiştik. Onun zamanında Roma İmparatorluğunun bir parçası olan Gallya'nın ( Fransa'nın) Lyons şeh­ rinde, bu İmparatorla ilgili bir belge bulunmuştur : Bu, üzerinde yazılar bulunan bir bronz tablettir. J

öyle anlaşılıyor ki, Klaudius, İmparatorluk için­ de yaptığı bir gezi sırasında, bir rivayete göre do­ ğum yeri olan Lyons (o zamanki adı ile Lugdunum) şehrine de uğramış ve orada bir konuşma yapmış­ tır. Lugdanum'lular bu konuşmayı bronz tabletlere kazdırmışlardır. tşte bulunan belge bu tabletler· den biridir, yani Klaudius'un konuşmasının bir bö­ lümüdür. Konuşmanın bu bölümünde, Klaudius, ne­ dense, Servius Tullius'tan söz etmekte ve onun bir Etrüsk olduğunu, gerçek adının �STARNA oldu­ ğunu söylemektedir. 2) XIX. yüzyılda, Vulki adlı Etrüsk şehrin­ de kazılar yapılırken, çok zengin aile mezarları bu­ lunmuştur. Bunlardan birinin duvarları fr�sklerle (136) Bahaeddin Ögel, "Türk Mitolojisi" a. 132.

1 14


süslüdür. Bu fresklerde bir · yandan mitolojik sah­ neler, bir yandan da Vulki şehrinin geçmişi ile il­

gili sahneler vardır. Bunlardan biri bir savaş . daha doğrusu dövüşme sahnesidir: Bir tarafta bir. onun karşısında üç olmak üzere, dört kişi kılıçla d3vüşü­ yorlar. Fresk üzerinde bu 4 kişinin, Etrüsk harfle­ riyle adlan yazılıdır. Tek olanın adı "Tarkhunies", üç olanlardan biri "Avle Vipenas", ikincisi "Kaile Vipenas", üçüncüsü MAKSTRNA. Roma'mn eski dönemleriyle ilgili efsan elerde ve hatta bazı ya.zarların eserlerinde, Roma'yı zap­ tetmeğe çalışmış "Vibenna kardeşler" in adı geçer.

Ya onların yanında Makstrna'mn işi ne idi ? Çünkü,

elbette, buradaki Makstrna Klaudius'ün sözünü et­ tiği Mastarna'dan, yani Tullius'<lan başkası değildi. Kral Tarkhan'a düşman prenslerin buldukları ka­ tiller Vibenna kardeşler miydi ? Bu prenslerin ar­ zusu kral olmak değildi de, sadece Tarkhan'chn in­ tikam almakmıydı? Prensler Vibenna'lara : ' Tark­ han'ı öldüriin de,

kimi kral yapacaksanız yap; !l"

dediler ? Vibenna'lar da hemşehrileri, yani Vulki'li

Makstrna'yı mı seçtiler? Tarkhan,' resimde, Roma ordusunu temsil eden, sadece bir sembol müdür?

Vibenna'lann, girişimlerinde başarılı o!r:lukla­ n şundan bellidir ki, arkeo�ojik kazılar sır:': sında.

Veyi adlı bir Etrüsk şehrinin bir tapınağında, bir vazo parçası bulunmuş, o parça üzerinde, bu vazo­

nun Vibenna kardeşlerden biri tarafından su nulan bir şükran armağanı olduğunu gösteren yazı görül­ müştür.

115


Buna göre, Servius Tullius Roma tahtına krali­ çe Tanakvil'in himayesi ile değil, silah gücü ile mi oturmuştu ? Bu soruya da, yukarıdaki öteki sorula­ ra da cevap vermek bugün için mümkün değildir. II. Tullu'nun ilk işi Toprak Reformu yapmak

olmuştur. Kral başkalarının, yani zenginlerin top­ raklarım işleten çiftçilere toprak dağıtmıştır. Bir de, Romada Nüfus Sayımı yaptırmış, bunun sonu­ cunda,

M.ö. 577 yılında, Romada, 800.000 özgür va­

tandaş (ıll• ) bulunduğu anlaşılmıştır.

Tullu özgür vatandaşlan, servetlerine göre beş sınıfa ayırdı ve buna göre, savaşla da, barışta da ödenecek adil bir vergi koydu. Ordu yeni baştan teşkilatlandırıldı. Zenginlerin,

kendi

masraflarını

kendi görecekleri şekilde. süvari bölüklerini oluş­ turacaklarına, orta hallilerin ve fakirlerin, piyade olacaklarına ve onların masraflarını devletin göre­ ceğine karar vefildi. Ro:ına'mn sokaklarına, ilk defa, Tullius zama­ nında kaldırım döşenmiştir. Roma'nın sınırlan geniş• letilmiş ve yeni baştan surlar inşa edilmiştir. Bu sur­ ların bazı kısımlarını, bugün bile, Roma'nın şu veya bu köşesinde henüz görmek mümkündür.

tkinci Tul­

lu'nun krallık dönemi �4 yıl sürniüştür. Bu yıllar

hakkında Titus-Livius şöyle · der

"Bu

:

·

dönem iyi bir dönemdi. Tullius'dan sonra

kim gelse, yapacakları bakımından, onunla yarı:ja­ mazdı". (137) E3irler insan sayılmazdı.

UG


il. Tullu'dan sonra, Roma tahtına, Roma'nın '

son kralı olan II. Tarkhan geldi.

Bu kral LA.tinler tarafından tahtından indirilip, Roma'dan kovulduğu için, Latin tarihçiler onu ka­ ralamağı vazife bilmişlerdir. Bu tarihçilerin iftira kokan suçlamalarına inanmamağı tercih ediyoruz. Ancak kendisine hangi sebepten dolayı Mağrur Tark­ han denmiş olduğunu açıklamağı gerekli buluyoruz. Titus-Livius'a göre, II. Tarkhan, daha önce im­ zal anmış bir anlaşmanın uygulanması ile ilgili me­ seleleri görüşmek üzere, Latin büyüklerini Roma dışında bir yerde toplantıya çağınnıştı. Latinler gel­ miş, Roma kralı gecikmişti. Beklemekten sinirleri

bozulan Latin şeflerinden biri Tarkhan'ı çekiştir­

meğe başlar ve şöyle der :

.

"Biliyormusunuz? Bunu mahsus yapıyor. Bizi

küçük gördüğünü belli etmek için; .. Kendini beğen­ miş, MA(}RUR TARKHAN!'• O günden sonra, Latinler ondan hep Mağrur

Tarkhan diye söz etmişler. Lakap, daha sonra, hal­ ka da yayılmış.

Bir de, balkın krala karşı ayaklanmasının se­ bebini, daha doğrusu puna yol açan bahaneyi anlat­ malıyım. Bahane kralın kendisinin değil, oğlu Sekstus' un işlediği bir suçtur: Genç prensin bir kadının if­ fetine tecavüz etmiş olması.

II. Tarkhan' a karşı komployu hazırlayanlar o­ nun ailesini lekelemeğe karar vermişlerdi. Buram 117


ıçın kralın ailesinden de bazı kimselerin yardımını sağla.ıruŞlardı. Yakın hedef olarak, kralın oğlu Prens Sekstus seçilmişti. Düşünün ki, kadının kocası prensin karşısına geçip, şu sözleri söylüyor :

"Yer yüzünde benim

karım kadar güzel kadın yoktur. Hele yatak odasın­ daki halini bir görsen ! Şurası şöyle güzel, burası böyle güzel...''. Koca prensin karısını yakından görmesini de sağlar. Ondan sonra, kadını evde bir iki esir kadın­ la yalnız bırakıp, kendisi şehrin dışına çıkar. Pren­ sin bunu bilmesi için, icabına bakar. Eh, bir gece

prens kadının evine gelir ve olan olur. O zaman da rezil koca, komployu hazırlayanlarla birlikte, Ro­ ma'yı velveleye verir.

O sırada ordusu ile, Roma'nın dışında bulwıan kral, döndüğünde, �ehrin kapılarıiıı kapalı bulur. Çünkü Yaşlılar Meclisinde bir LA.tin çoğunluk elde edilmiş ve �eclis kral hakkında sürgün kararı ver­ miştir (138)

II. Tarkhan, Roma'da, 25 yıl krallık etmiştir.

Etrüsk kralına karşı tuzağı tertipleyenler gö­ rünüşe göre Latinlerdir. Fakat asıl tertipçiler baş­ kadır. ( 138)

118

Tarkhan'ın geleneğe, hukuka, Devletin meşru Mecli­ sine ve zamanın Anayasası demek olan Töreye giSB­ terdiği saygıya dikkati çekerim: Töreye göre, bfr. şeh­ rlıı kendi ordusu şehrin içine giremezdi. Ta.rkhan, ba­ şında bulunduğu askerlerle Roma•nın kapılannı zor­ layabllfrdi. Töreyi çiğnemektense, bir başka Etrüsk ljehlr-devletine sığınmağı tercih etti.


.... Proto-Türklerin ve Türkl�rin, bu arada Et­ rüsklerin ezeli düşmanı olan Yunanlıların, ttalya'­ nın güneyinde Kume adlı bir kolonileri vardı. 05un­ lar, bir Etrüsk şehri olan Roma'nın büyümesiı:Jen, gelişmesinden rahatsız olmak.ta idiler. Gizli düş­ manlığa rağmen, Roma ile Kume arasında ticari iliş­ kiler vardı. Yunanlılar tüccar kimliği ile Roma'ya girip çıkıyor, entrikalar çevirmeğe imkan ve fırsat buluyorlar�. Etrüsk kralının ailesini lekeleyip, ken­ disini Roma'dan kovmak için hazırlanan plan, el­ bette, Troya atı fikrinin de sahibi olan Yunanlıla­ rın kafasından çıkmıştı. Komployu Yunanlıları!l finanse etmiş oldukla­ rı muhakkaktır, Böyle durumlarda adet olduğu üze­ re, bir güzel kadın da kullanılmıştır. Bu gerçeği, genellikle, tarihçiler pe� ort aya koymazlar. Onlara göre Latinler milli bir dtı ygu ile (138) veya Cumhuriyet rejimi aşkı ile(189) Tark­ han'ı Roma'dan kovmuşlardır. Fakat gerçeği bilen ve söyleyen tarihçileT de vardır. Mesela, Attilio Gaudio, şu ifadeyi kullaiıır : "509 da, YUNANLILAR TARAFINDAN des­ teklenen bir nasyonalist Latin ayaklanma Etr:ısk­ lere Roma'yı kaybettirdi"('�0 ) .

( 139) Mesela Fre.nsız etrilskologu Al a.l.n Hus•e göre. (140) Mese!A, Fransız yazan Fusteı de Coula.Dges'a <,'"Öre.

( 141) Zikredllml§ eser

s.

34.

119


3

-

Etrüsklerin mirası

Roma'yı kurmuş, onu büyütmüş, geliştirmiş olan Etrüsk kralları ayrıldıktan sonra da, her alan­ da, Etrüsklerin etkisi yüzyıllarca sürdü. Bir kere, o dönemde, Etrüsk ailelerinin çocuk­ ları gibi, Latin ailelerinin çocukları da Etrüsk okul­ larına devam ederlerdi. Be..'.;! yüz yıl sonra, Titus-Livius şöyle diyecek­ tir : "(0 zaman) genç Romalılar ETR VSKÇE OKU­

YUP YAZMAOI öğrenirlerdi. Nasıl ki, bugün genç­ lerimiz

yunanca

okuyup

yazmağı

öğrenmektedir­

ler''(US). Roma'nm ve Roma İmparatorluğunun tapı­ naklannda, yüzyıllar boyunca, Etrüsk din adamla­ rı, ETRüSK DINI'ne göre, Etrüsk dilinde dualar okuyarak, görevlerini yerine getinneğe devam etti­ ler_

MüZtK, Etrüsklerin hayatında büyük rol oy­ nardı. Etrüskler hem müziğe çok düşkün idiler, hem de müzikten bir çok alanlarda yararlanırlardı. Mü­ ziğin mutfakta ne işe yaradığını daha önce anlat­ mıştım. Romalılar, Etrüsklerden müzikten avda da yararlanmağı öğrendiler. Hayvanlar müziğin etkisi ile kendilerinden geçip inlerinden çıkıyor ve kolay­ ca yakalanabiliyorlardı (143) . (142) Jacques Heurgon, "La vita quotld1ana degll Etruııch!"

n Sıı.ggiatore, Milano, 1967, s. 322.

(14.3) otto - Wllhelm von Vaçano,

"The Etruscaııs in the

Ancient World", Indiana U.P. 1965, s. 5.

120


Zengin Etrüsklerin verdikleri büyük yemek zi­ yafetlerinde mutlaka çalgıcılar ve dansözler bulu­ nurdu. Dini musikinin ve dini raksİn da yeri başka idi. Etti.isk mezarlarının duvarlarında pek çok dans sah­ nelerine rastlanmaktadır. Etrüskler, çok dindar bir millet olmakla bera­ ber(1H) , iyi yiyip içmeği, dünya nimetlerinden fay­ dalanmağı da severlerdi. Yüksek bir refah seviyesine eri�miş!erdi ve yaşamalarında inceliği, kibarlığı ararlardı. ·

Meşhur Sicilyalı Diodor onlar. hakkında hayret­ le şunları yazar : "Etrüskler günde iki defa çiçekli sofra · örtü­ leri üzerine, en ince bir zevke uygun şekilde, mü­

kellef sofralar kurdururlar ve sofrada kendilerine, bir sürü esir hizmet eder... Bu Mzmetkarlar biribirin­ den degişik ve lezzetli yemekleri, gümüş kap ve ta­ baklar içinde; sofradakilere sunarlar''(1�•).

Hayat seviyesi, lüks, ihtişam bakımından, iEt­ rüsklerin M.ö. VI. yüzyılı Osmanlıların Kanuni dö­ nemi ile kıyaslanabilir •

. Etrüsklerin GüZEL SANATLAR, Resim, Hey­ kelcilik, Kuyumculuk gibi alıı.nlardaki ustalığından (144) FrRnsız etrüskologu Ala.in Hus diyor ki, Eski Çağ ye.­ ze.rlanna göre, Etrüskler dünyanın

en

dindar millet­

lerlnden biri idi ("Gli Etruschl, popolo segreto", s. 206 ) . ( 145) J . Heurgon, zikredilmiş eser,

s.

61.

121


bu kitabın bir kaç yerinçle söz ettik. Bu ustalıklar­ dan bazıları, bugün bile, Toskanada, devam etmek.­ tedir.

·

Etrüsklerde SAHNE SANATLARI da çok ge­ lişmişti. Roma kurulduktan sonraki ilk dönemler­ de, sahne oyuncuları hep Etrüsk şehirlerinden ge­ tirilirdi. Bunu Titus - Livius bile yazar; ltalyanlardaki, Türk . Orta Oyununa benzeyen "Comınedia dell'arte'' tarzı onlara Etrüsklerden mi­ ras kalm.ıştır (1'8) . İtalyanların sahne tiplerinden ARLEQUlNO, Etrüsk tiyatrosundan kalma, sivri başlıklı, Etrüsk kiyafetinde bir tiptir ( 1•1 ) . SPOR çeşitleri de Romalılara Etrüsklerden mi­ ras kalmıştır. Etrüskler en çok At yarışları ile Gü­ reşe meraklı idiler. Her dini ve milli Bayramda at yanşları. ile güreşler yapılır, bunların sonqçlan bü­ yük birer milli olay sayılırdı. "Etrüsklerin Dünyası" adlı eserin sahibi Aldo Massa şöyle bir deyim kullanır :

"Etrüsk milletinden haya�iyet fışkırıyordu (m). .•

İngiliz romancılarından, Etrüsklere tutkun olan D. H. Lawrence'ın "Etruscan Places" adlı eserinde de şu satırlan okuyoruz : _

( 146) Jacques Heurgon, zlkredilm1ş eser, s. 290. (147) Ayni eser,

s.

288.

(148) Edltions Minerva, S.A.,

122

<?en�ve

1973,

s.

65.


"Bu hayat dolu mizacın derininde bir hayat /el. sefesi vardı... bu dansları.n arkasında bir dünya görü. şü ve hatta bir yaşama sanatı gizli idi. Etrüsklerin Ev·ren ve bu Evren içinde insana aynlm1 yer ve rol hakkındaki inanışları, onları olanca y. •.çleri. ile y�'>amağa itiyordu"e�•). •

(149) D.H. La:wreııce, 1971, s. 146.

"Etruscaıı Places", Penguiıı BookB,

123


c

- TA R İ H i AY D I N LATACA K Y E PYE N İ AÇ I K LA M ALAR V E YORU M LA R

Kitabımızın şüphesiz en önemli faslı olan bu faslında FONE'I'lK OLAYLAR'dan söz edilecektir. Dünyada insanın damağı, dişleri, dili ve dudak­

ları ile ilgili bir takım gerçekler vardır ki, insan hayatının her yönü ile ilgilenmesi gereken tarihçiler

bu gerçeklere gereken önemi vermezler. Esasen, uz­ manlaşma denilen şey yüzünden, tarih bilginleri Fo­ netik diye bir şey bilmezler. Dilciler ise, Sesbilimini tarihe uygulamağı düşünmezler. Halbuki, fonetik olaylara değer verilip, bunlar ele alındığı ve incelendiği zaman, çok önemli so­ nuçlar elde etmek mümkündür. Tıpkı eşya gibi, milletlerin

dillerindeki

sesler,

harfler, kelimeler de, zamanla aşınır, solar, eskir, de­ l inir.

124


Bazı milletlerin ağız yapısı bazı harfleri telB..f­

fuz edebilecek durumda değildir. Çinliler R'li, Yu­

nanlılar Ş'li kelimeleri söyleyemezler.

Biz Türkler kelime veya hece başında yan yana yer alan iki sessiz harfi telB..ffuz edemeyiz. Fransız­ lardan aldığımız "station" kelimesinin başına bit

t getirip, "1,stasyon" yapmışız (1�0) .

Orta Asya Türkleri, Anadolu halkı ve Fransız­ lar hece sonlarındaki N harfini NG · gibi, naza! ola­ rak (burundan) söylerler : Senin (g) atan ( g) , Niye

gelmiyon ( g ) ?, Un ( g) bon (g) garçon (g) . Bir de eğilimler vardır. Ruslar O'ları A'ya çe­ virmeğe eğilim duyarlar :

Komünist'e

Kam.ünist,

Komitet'e Kam.itet, Bolşoy'a Bal·şoy derler. İngilizler bazen A'ları E'ye dönüştürürler: Ha­

nım anlamındaki Lady'nın okunuşu Ledi , tembel

anlamındaki Lazy'nınki Lezi, bebek anlamındaki Baby'ninki de Bebi'dir. Bu yukarıdılki. kelimelerin �ınması, eskimesi değil de nedir ? .

·

Doğrusunu söylemek 18.zım geli.1-s e,

bugün

tıi­

giliz imlası ile �gil.iz telB..ffuzu arasında bir ilişki

kalmanilştı:r. İngilizler "Riıssfa"· · yazılan kelimeyi "Röşe", "cough" yazı lan kelimeyi de "koaf)J okurlar. (150) Bazen de, iki

sessiz

harfin arasına bir seBll

tınnz. Türkçede Spor

kelimesi Spor

harf

sıkı§­

yazılır amma,

Türklerin yilzde doksanı bunu "Slpor" teltifuz eder.

125


Bazı Türk lehçelennde de A'ları O'ya çevirme eğilimi göriilmektedir. Mesela, Yakut Türkleri Kay­ mağa Koymokh, derler ; Özbek Türkleri de mem­ leketlerine "özbekiston" (1 01) derler. Bazı milletlerde O'lan U'ya dönüştürme eği­ limini görüyoruz. İngilizler "iyileştirmek" anlamındaki "improve" kelimesini diye tel

(ki bir zamanlar, her halde, "improv"

3:ffuz

ederlerdi)

bugün "impruv11 şeklinde

söylerler. Bazı Türk lehçelerinde "orman"· kelimesi "urman" tel8.ffuz edilir. La.tinlerin C harfinin başına gelen pek acayip olaya da delinme diyebiliriz.

Bu

harf

Miladdan ·

önceki dönemde her zaman K sesini verirdi. Bü­ yük Göçler ve Ortaçağ'm kanşık döneminden sonra

C harfi dejeı;ıerelik göstererek, bazı hallerde göre­ vine ihanet etmeğe başladı. Şöyle ki, bugün bu harf A, O ve U'dan önce eskisi gibi K sesini verdiği hal­

de, E, t ve Y den önce, fransızcada S sesini, italyan­ cade. Ç sesini vermektedir. Bunun sonucunda, Roma­ lı hukukçu ve hatip KlKERON'un adı, Orta.çağ yüz­ yıllarından beri, Fra.nsızlar tarafından StSERON, ltalyanlar tarafmdall ÇlÇERON olarak biliiımekte­

dir (u2) .

Y haıfinin de eski çağlardaki fonetik macera­

ları enteresandır.

(151) Alexandre Bennigsen et Chantal Lemercler-Quelquejay,

"Le soufi et le commissire",

(Les confrı6rles musul­

manes en ·URSS) Editionıı du Seull, Parls 1986, s. 214. (152) Bizim "köfte" sırpçada "çofte" olmuştur.

126


Bilimi.iği gibi, Yunan medeniyeti Yunanistan'da değil, Batı Anadolu'da doğmuştur. Yunan debiyatı. nm ilk büyük eserleri Yunanlıların Batı An ıdolu'da. ki kolonilerinde yazılmıştır. Yunan mee ıiyetiniı:ı. Atina'da gelişmesi, Etrüsklerin ttalya'ya ', _.rmasın. dan yedi sekiz yüzyıl, Roma'nın kuruluşu"ldan iki yüzyıl sonradır. Eski Yunanlılar ayn lehçeler konuşan ayrı gruplar oluşturuyordu. Batı Anadolu'da koloniler kurmuş olanlara tYONYALI denirdi ( 103 ) . Yunan dili tarihçilerine göre, Yunan alfabesi­ kullanan ilk Yunanlı gruplarda Y harfinin büyü­ ğü de, küçüğü de U sesini verirdi (1,.. ) . ni

Atina Yunanlıları, bu haıfin Baş -harfini kuy­ ruklu olarak, küçük harfini ise, kuyruksuz olarak alfabelerine aldılar. Ancak Atinalının ağzında bu harf hemen dejenere olmağa başladı. F.lasik Çağa, yani V. yüzyıla doğru artık bu haıf U sesi ni değil, ü sesini veriyordu. Yunan alfabesinde OPStLON adı­ nı taşıyan (1oı;) bu haıfin görev değiştirip, U değil ·

(153) Başka milletler Yunanlılara GREK veya HEI...LEN de­ dikleri halde, biz, Araplara uyarak, Yunanı:

deml1jt:ı:.

Araplar Yunanistan Yunanlılanndan önce, coğra.tt kınlık

dolayısıyle,

tyonyalı

Grekler!

tanımışlar

ya· ve

tYONYA kelimesinden, kendi dillerinin kurallanna g!l·

re

YUNAN kelimesin! çıkarmışlardır.

(154) Ben vaktiyle bu meseleyi, Belleten dergislniı: 155, yısındıa, ayrıntı ile anlatmıştım.

sa-

.

(155) Yunan alfabesinde her harfin bir adı vardır. Birin ci harfin adı ALPHA, ikinci harflıı

adı BE TA . dır, Bu iki

121


de, ü sesım vermeğe başlaması üzerine, bu sefer Aİina Yunanlıları, U yazmak gerektiği zaman üp. silon'un önüne bir O getirmeğe mecbur olmuşlardır. Nasıl ki, bin şu kadar yıl sonra, Fransızlar ayni şeyi yapacaklardır. yor.

. . . Y harfinin macerası bu kadarcıkla kalını-

Etrüskler millet olarak erimeğe, yok olmağa başladıktan sonra, M.ö. II. yüzyılda, Romalılar Ati· na'yı da ele geçirirler. Yunan kültürü ile yakından temasa gelince, bu kültüre büyük hayranlık duyar­ lar ve vakityle Etrüskleri taklid ettikleri gibi, bir çok alanlarda Yunanlıları taklide başlarlar. Bu ara­ da Yunan dilinden kendi dillerine bir çok kelime de aktarırlar. Alman kelimeler arasında bazıları üpsilon ile yazılan kelimelerdir. Latin alfabesinde ise, bu harfi karşılayan, yani O sesini veren harf yoktur. Alfabede O harfi olmadığı gibi, Latin dilinde de ü sesi yok­ tur, Yunancadaki Opsilon'u olduğu gibi alsalar ? Fa­ kat bu harfe benzer bir harf zaten Latin alfabesin­ de vardır. üstelik bu harf iki ayn görev yerine ge­ tirmektedir : Hem U sesini veriyor, hem V sesiİıi. Bir de üçüncü bir görev mi üzerine alsın ?

Fakat Latinlerin dil bilginleri biliyorlaxdı ki, vaktiyle, bazı Yunan gruplarında, üpsilon'un yalnız harfin adının birleşmesinden ALPHABET kelimesi doğ. muştur. Nasıl ki, arapçadaki ELİF ve BA kelimele­ rinin birleşmesinden ELİFBA kelimesi doğmuştur.

128


büyüğü (Başharf olanı) değil, küçüğü de kuyruklu

içli (Y-y ) . Gerçi bunlar U sesini veriyordu. Fakat ni­

çin bunları ü niyetine kabul etmemeli ? Nitekim et­ tiler. Problem de o zaman başladı. Niye ? Çünkü La­ tinlerin ağız yapısı o Şekilde idi ki, ne zaman Yunan­

lılardan alınmış kelimelerdeki üpsilon'u tel§.ffuz et­ mek isteseler, ağızlarından

ü yerine t sesi çıkıyordu.

Mrsela. "su" denen şeyin şairane adı olarak kabul ettikleri ve Yunanlıların Lümfa tel§.ffuz ettikleri ke­ limeyi "Lympha" yazdılar, fakat

"limfa" telaffuz

ettiler. . Problemin katmerleşmesine Fransızlar sebep ol­ du. Bilindiği gibi, Fransızlar, Romalıların egemenli­ ği sırasında kendi dillerini kısmen kaybedip, latin­ ce konuşmağa başlamış ve bu latinceyi de deforme etmiş, Franklarla karışık Gallyalılardır. ü harfini mükemmelen telaffuz edebilmekte idiler. Buna ra�·­ men, Utinlerin YunanWardan aldıkları üpsilon 'lu kelimeleri fransızcaya naklederken, sözkonusu har­ fi

İ

olarak naklettiler. üstelik alfabelerde, imlada,

tarihte bin bir karışıklıklar, yanlışlıklar, anla1maz­ . lıklar doğuracak olan bir şeyi yaptılar : Y harfine YUNAN t'si (t gr�c) dediler. Bu, koca bir yalandı : Y harfi Yunanlılarda hiç bir zaman t olmamıştır, an­ cak Latinlerde

t telaffuz edilmiştir. Bu yalan veya

yanlış ifade yüzünden, az mı tarihçinin, az mı dilci­ nin kafası karışmış, az mı yaniıŞ tarih, lengüistik, edebiyat kitaplarında ve sözlüklerde yer almıştır.

129


Yukarıda bazı fonetik olaylar hakkında bilgiler verdik. Bu bilgilerin ışığında, bizi ilgilendiren bazı adların ve kelimelerin, deforme olmadan önceki şek­ lini, yani ASLINI bulup çıkarmağa çalışalım. ·

1

-

:ü:SKiT

Biz Türkler, bu kelimeyi ne Fransızlardan, ne de Almanlardan almışız. Fransızlar kelimeyi "Scy­ thes" yazarlar, bildiğimiz sebepten dolayı SlT okur­ lar. Her konuda ilmi olmağa çalışan Almanlar bu adı "Skythe" yazarlar, SKOT okurlar (106 ) . Biz kelimeyi SKiT olarak belki Araplardan al­ mışızdır. Belki de hem fransızca, hem almanca bi­ len bir tarihçimiz, hem Fransızlardan, hem Alman-' lardan yararlanarak, bu melez kelimeyi uydurmuş­ tur. Zamanla da, "istasyon" da olduğu gibi, biz bu melez keİime�in başına bir 1 getirmişizdir. İskitler hakkındaki en eski tarihi belgeler Yu­ nan dilinde olduğuna ve bu millete ilk defa Yun:ınlı­ lar ad koyduğuna göre, bu ad önemlidir. Yunanlı tarihçiler, Herodot ve diğerleri, iskitlerden han­ gi adla söz ederler? Elimizdeki yıinanca Herodotta, Yunan harfleriyle yazılmış şu şekli buluyoruz :

SKOTHA1 (107) . (lf.6)

İngilizler kelimeye bir ek eklemotı uygun görmüşler­ dir : "Scythlan" yazıp, SİTYlN okurlar.

( 157) Tabii alfabemizde '!1I'in karşı.lıi;'1 ol::ır:ı.k tek harf ol­ madığından, yunancadaki sesi vermek için iki harf lrnl­

_laıııyoruz. Yunancada bu

130

·ses

iç:n tek harf vardır.


bugünkC yunan­ bu kelimeyi tahlil edelim. Kelime üç bölümd,en oluşmakti:idır . Birinci hece, SKü, kelimenin köküdür. Sondaki A! eki yu. n anc a çoğul ekidir. Ya ortadaki TH harfi ()".ınanca. da tek harf) nedir? O da, telaffuzu k olaylaştırmak için, kelimenin içine sıkıştırıl mış bir harf, bir çe­ çit motor yağıdır. Çünkü Skü-ai şeklindeki bir ke. limenin telaffuzu güçtür. Klasik Çağ yunancasmda da,

ca.da da tskitler anl amına gelen

"Sküthai" kelimesini önemlisi2

oluşturan üç unsurdan en bizim için, kelimenin kökü olan ''Skü" dür.

Burada kelimenin aslını, yani en eski şeklini ara­ hatırlamamızda yarar vardır : Biliyoruz ki, yunancada ü sesini vc!"E!n üpdığımıza göre, bir noktayı silon daha önce bir

U idi. Şu halde SKü'yü eski

şek­

linde yazmak istersek, şöyle yazmalıyız : SKU.

Evet, Yunanlıların Iskitlere, en eski zamanlar­ idi. Ancak burada ıir nok­ tayı daha hatırlatmam gerekiyor : Herodo� İskitle­ rin hepsine "Sküthai" demiyor, bir bölümüne SA­ KA! diyor. Bu kelimeyi Fransızlar, Latinluin ara­ cılığı ile aldıkları için, "Saces" yazarlar, "Sas" okur­ lar. Almanlar ise, doğrudan doğruya Yuna11lılardan aldıkları için "Sak-en'2 yazarlar ve "Sak-en" okur­ da verdikleri ad "Sku"

lar.

"Sku" kelimesini incelemeğe devam edelim : ------ - · - - - --- ·

TH'ın temsil ettiği ses pek az milletin dilinde var·

dır

:

Bizim bildiğimize göre, yunancada, ar:,rço.da ve ingllizcede. Yunancada olduğu gibi, arapçada da, bu

ses için özel harf vardır.

131


Yukanda A'lann O'ya, O'lann U'ya dönüşme eğiliminden söz etmiştik. Bazı sesli harflerin yutul­ ınası ise, her dilde göriilen olaylardandır( 1•8 ) . Şimdi, dolambaçlı yollara sapmadan, sözü uzat­ ınadan. önemli BULUŞUMUZU ortaya koyalım : Yunanlıların SKU'su

SOKO'nun, Soko da SA­

KA ' nın bozulmuşundan başka bir şey d eğildir. A'lan A telaffuz eden İskitler, yani SAKALAR, kendilerini Yunanlılara tanıtırken (belki de sağ el­ leri ile göğüslerine vurarak) : BEN SAKA demişler. Yunanlılar bunlara SAKAt adını vermişler. Latin­ ler kelimeyi SACAE, Fransızlar da SACES (SAS) yapmışlardır. A'ları O telaffuz etlen tskitler, yani SAKALAR ise, kendilerini tanıtırken , "BEN SOKO" demişler. Çok kapalı bir O kullandıkları için, Yunanlılar bu­ nu "BEN SUKU" şeklinde işitmişler. "Suku" adını çoğullaştırmak isteyince, önce SUKU-At;, daha son­ ra SUKUTHAI demişler. Derken, birinci U kaybol­ muş, kelime SKUT.HAt şeklinde kalmış. U harfinin dejenere. olup,

ü'ye dönüşmesi üzerine de, kelime

SKü-TH-At haline gelmiştir. Şimdi SKüTHAt kelimesinin kökünü oluşturan SKü veya SKU'nun SOKO'dan geldiğini bizzat

He­

rodot'tan bulup çıkardığım bir delil ile isbat ede­ ceğim. Bunun için bir az Fonetik bilimini bir tarafa bırakıp, Psikoloji biliminin yardımından faydalan· mamız gerekecektir. ( 1158) "Sütlü

aş"

kelimesinden bozma "Sil'laç''da

harf birden yutulmuştur.

132

iki

se5ll


. . . Biz, bugünkü insanlar tarihi şahsiyetleri de, eski

tarihçileri

de

gözümüzde

büyütüyor,

onları

olağanüstü varlıklar olarak kabul ediyoruz. Onlar­ da da insani zaaflar bulunabileceği, yanılmak, unut­ mak, boş bulunmak, dalgınlık göstermek gibi şey­ lerin, tıpkı bizim gibi, onların da başına gelebileceği aklımızdan bile geçmiyor. Halbuki onlar da insandı .. ; . . . Biliyoruz ki, Herodot, İskitler hakkında bil­ gi toplamak için, ahalisinin yarısı Yunanlı, yansı tskit olduğu, Olbia adlı sınır şehrine kadar gitmişti. Elbette ki orada, ya yunanca bilen Sakalardan, ya da sakaca bilen Yunanlılardan bilgi aldı. Olabilir ki, bunların tercümanlığı ile, nesilden nesle geçmiş söz­ lü milli tarihi bilen yaşlı ve bilgili Sakaları konuş­ turdu ve aldığı bilgileri unutmamak için, (ne üzeri­ ne yazdı ise, ne ile yazdı ise) bir takım notlar aldı. Bütün

bunları

niçin mi anlatıyorum ?

Hero­

dot'un kitabının bir sahifesindeki iki satırcık müna­ sebetiyle anlatıyorum : Herodot, çeşitli tskit grup­ larını sıraladıktan sonra, şöyle der :

"Ve hepsinin birden adı SKOLOT'dur. Halbuki Hellenler onları Sküthai diye adlandırırlar' ' (169 ) . En ufak şüphe yoktur ki, Herodot.'a bilgi veren, A'lan O telaffuz eden Saka ona şöyle dem.iştir : (159) a) "Herodotos"

erklli.rt

von

Helnr1ch

Steln, · Weid­

mannsche Verlagsbuchhandlung, Berlin 1963, Zwei­ ter Band, Buch iV. s. 8-9.

b) "Herodotus", translated by J. Enoch Powell, Cla­ rcndon Press, Oxford 1949, Book IV. s. 275.

133


"Hepimizin birden adımız SOKOLOR'dın:-" Herodot ya yanlış işitti, ya da kelimeyi yanlış not etti. Her halde, tskit diye de, Scythes diye de, Skü­ thai diye de bir kavim yoktur. SOKO-lor, yani SAKALAR vardır.

2

-

CHOU

"Chou" kavminin, bu kitabın konusu olan Et.. rüsklerle doğrudan doğruya ilgisi yoktur. Fa.kat Et­ rüsklerle Chou'lar arasında şu benzerlik vardır ki, nasıl Etrüskler ıtalya'ya MEDENİYET denilen şeyi getirmişlerse, Chou'lar da Çin'de medeniyeti başlat­ mışlardır .

Bu kavim hakkında ünlü Alman sinologu Wol­ fra.m Eberhard'ın ''Geschichte Chinas" adlı eserinin bir kaç önemli satırını türkçeye çevirerek aşağıya alıyorum : "Daha önceki Shang süldlesi ("0) dönemindeki kültürde, Çin medeniyetinin tipi� unsurları sayılan bazı şeyler henüz eksikti. Her şeyden evvel, aile sis­ temi daha sonraki Çin medeniyetinin özelliğini olu.'}­ turacak olan Baba egemenliği rejimine kavuşmamış­ tı. Çinlilerin dini de, bazı zıt tesirlerin izini taşımak­ la beraber, her şeyden evvel bir tarım ve bereket dini idi. Feodal sistem ise, gelişmesinin henüz baş( 160) Çln'ln bilinci sültı.lcsl.

134


langıcında idi. Bütün bu eksikler Ohou sii 1.azesi za..

manında tamamlandı... Ohou'lar, daha Sh! ng sülô,.. lesi zamanında, Batıda Shensi bölgesinin , >rta kıs­ mında, küçük bir devlet kurmuşlardı. . M.ô. XI. yüz. .

yılın başında, başka kavimlerin, belki de Türk ka..

vimlerinin baskısı ile, Chou'lar Doğu Sh'en" i'ye itil­

miş olsalar gerektir

.•.

Hem anlaşılıyor ki, Chou sü­

lalesi, başından beri bir

TtJRK StJLALESI idi. M.ô. .•

1050 yılında Ohou'ların "Savaşçı kral" lakabını ta. şıyan Wu-wang

(?)

adlı başbuğları Doğuya yönel.

miş ve Orta Honan'a kadar ilerlemiştir... SJuıng hil­ kümdarını yakalamış ve onu öldürmüştür. BÖ'ylece

Ş

Ohou, sülalesi kurulmu tur. Biz Çin'in gerçek tari­ hinin bundan sonra başladığını kabul etmekteyiz ... Fatihler Çin'in aile hayatına kendi toplw·-ılarnıda uygulanan Baba egemenliği rejimini ve Göle dinini getirmişlerdir.

..

Bu din

TtJRK KABILELBRJNJN

DiNi ile pek yakın akraba idi ve menşei onlara da­ yanmakta idi... Ohou'lar ·insan kurban etme adetini resmen ka1ilırmışlardır... Bu sülale zamanında, Çin'­ de, çöl kavimlerine mahsus, tepecik şeklinde mezar­ lar yapılmıştır"(16' ) .

Görüldüğü gibi, Çin'i b ir Devlet haline getirip, Çin medeniyetinin temellerini atanların Türkler ol­ duğunu ıEberhard açık açık söylemektedir. Çin üze---- ------- ----

( 161) Wolfram

Eberhard,

"Geschlchte

Chlnas"

ı Voo den

Anfaengen bls zur Gegeowart) , Alfred Kröne!" Verıag, Stuttgart 1971, s. 28, 31, 32, 34,


rinde egemenlikleri uzun yüzyıllar süren bu Türkle­ re, Alman bilginin verdiği ad CHOU'dur (182 l . Şimdi b u adı tahlil edelim : Bende, Chou'lar hakkında bilgi sahibi olduktan sonra, uyanan izlenim şu olmuştur ki, bunların adı Yunanlıların eski zamanlardaki SKU'sunun yumuşa­ mışıdır : S yumuşamış, C olmuş ; K yumuşamış , H olmuş; U da OU diftonguna dönüşmüş. Yukarıdaki cümlem, belki de kronolojik bakım­ dan yanlıştır. Çünkü Sakalara "Sku" diyen Yunan­ lılar M.ö. Birinci Binin başında, onlara "Chou" di­ yen Çinliler ise, daha önce, M.ö. tkinci Binin so­ nunda yaşamışlardır. Buna göre, yukarıdaki cümle tersine mi çevrilmeli ? Yani, S sesi C sesine dönüş­ müş değil, tersine, C sesi S sesine mi .dönüşmüş, de­ meliyim ? Yunanlılarla Çinliler arasında hiç bir kar­ şilıklı etki olmadığı için, hayır! Fakat, her halde, (162) Çin imlası çeşitli

telaffuzlara

elverl§li

Eberhard'ın sözünü ettiği kavmin başka şekiiler de

almaktadır.

Stock yayınevinin "Atlas

olduğu için,

adı, Batı dillerinde,

Mesela,

Fransız'Iıı. rın

historique" 'inde

yazılışına rastlamaktayız (Paris

1968,

s.

'l'CHEOU 37) . Bizde bir

slnolog sayılan Bahaettın Öge! kararsızdır. "Türk Mi­ tolojisi" adlı eseıindc

ihtiyatlı

bölümünde COV, metinde ise

davranmış,

"İndclts"

CHOU imlasını kullanmış­

tır. Bu sebeple ben, söz konusu adın okunuııu hakkında uzun zaman

tereddüt

etmişimdir:

Chou kelimesi

türkçe imiş gibi mi okunacak, yoksa Fransız'lann

la­

hanası gibi mi ? Bereket versin, Eberhard'ın "Çin Ta­ rihi" nin son baskılanndan verilmekte ve

CHOU

okunacağı anlaşılmaktadır.

136

birinde, bu konuda bilgi

kelimesinin

türkçe

imiş gibi


şöyle demem gerçeği yansıtacaktır : Çin'e medeniyet getiren Türkler de kendilerine SOKO diyen Sakalar­ dı. Yunanlıların komşusu olan TÜ rkler de kendileri­ ne SOKO diyen Sakalardı. Yunanlıların SKU'su ile Çi:clilerin CHOU'su arasında biri diğerini doğurma ilişkisi değil, ayni kaynaktan, SOKO'dan doğmuş bu­ lunma. bu bakımdan da eşdeğer olma ilişkisi var­ dır : S = C

K = H u = ou Evet, İskitler gibi, Chou'far da Sakalardı.

3

-

YAKUT

öyle anlaşılıyor ki, Eski Çağda ve Ortaçağda, tarih ve coğrafya bakımından Yunanlılardan etkile­ nen bazı milletler (Jermenler, Slavlar) Yunanlıları n Sakalar için kullandıkları SKüTHAi adını kullan­ mışlar, kullanmağa uzun zaman devam etmişlerdir. Belki Yunanlılann çoğul

eki olan Ai'yi kaldırıp,

kendi çoğul eklerini koymuşlardır. Zamanla bu ke­ lime, bu milletlerin dilinde aşınmıştır.... Çünkü S harfi ile başlayan kelimelerin, bazı milletlerin ağzında aşınması olayına Fonetik tari­ hinde rastlanmaktadır : S harfi

:t, Y veya ıE harfine

dönüşür. Mesela, Türk dilindeki YER kelimesinin en es­ ki şekli

sın imiş. önce "yir'' olmuş, daha sonra

"yer".

137


İngilizcede SP1NACH, almancada SP1NAT şek­ linde olan, "ıspanak" anlamındaki kelime, fransız­ cada aşınıp, EPlNARD olmuştur. Ya, bazı milletlerin, Yunanlılardan alıp Saka­ ları adlandırmak için kullandıkları Sküthai veya SKUT kelimesi nasıl aşınmıştır? öyle anlaşılıyor ki, önce Y1KUT, daha sonra YAKUT şeklini alarak.... Ve. . . Kırım.'daki, Doğu Avrupa'daki, Orta As­ ya'daki Sakalar, yani Türkler, yeni yeni adlar al­ dıkları için, eridiler, yok oldular zannedilirken, de­ forme bir ad olan Yakut adı, nedense, sadece çok çok Kuzeye çekilmiş veya itilmiş olan Sakalara ve­ rilmiştir. Zira, Yakut Türkleri kendilerine asla Yakut de­ mezler, SOKO derler. Onlara Yakut diyenler Rus­ lardır.

4 - BASK Bask milleti Fransa'nın Güneyi ile tspanya'nın Kuzeyi arasında sıkışmış, Hint-Avrupalı olmayan, bağımsızlıktan yoksun bir millettir. Bask'ların dilini çeşitli milletlerden bir çok bi­ lim adamı, netice almaksızın, yani herhangi bir dil ailesine bağlayamaksızın, incelemişlerdir. Türkler arasında Bask'lar ile ilgilenmiş, onla­ rın dilini incelemiş olan bilim adamı tarihçi ve ar­ keolog Himit Zübeyir Koşay'dır.

ı 3s


H.Z. Koşay'ın, bu konuda çeşitli tarihlerde ya. yınlanmış yazıları şunlardır : a) "Bask dili ile türkçe arasında ler" (163 ) .

r:ıasebet.

r

b ) "Dil mukayeselerine göre Basklarla Türklerin temasları, göç yolları ve zamanı hakkında" (1.. ) .

c)

unünyada bir Bask davası var" (10•) .

d)

"Türk dili ile ilgili prehistorik izler" (16<1 ) .

Hamit Zübeyir Koşay, Bask dilinde 100 den fazla türkçeye benzeyen veya türkçenin aynı olan kelime bulmuştur. Bir iki misal verelim : baskça

türkçe anlam•6

her dei

biricik demek gelmek

hel

kıskın oiher

kızgın

aykırı

Bu son kelimeyf Koşay'ın yazılarındr. 11 birin­ de okurken, zihnimde şi.İn.şek çaktı : Sakın Basklar da A'ları O telaffuz edenlerden olmasın? . Ve, Ko­ şay'm yazılarını tarayarak, fikrimi güçlendiren bir sürü misal buldum. Bunların üçünü aşağıya alıyo­ .

.

rum : (163) "Türk Yurdu" dergisi, 1954,

s. 205

(164) "Belleten" dergisi, Ekim 1957, s. 521.

( 1 65 ) "önasya" dergisi, 1970, s. 4.

( 166) "Belleten" dergisi, Ocak 1972, sayı 141, s. 75.

139


baskça

türTı:çe

sogir

sağır

zori

san

sokor

sığır( '67)

H.Z.

Koşay ttalyan dil bilgini Trombetti'nin

baskça hakkında şöyle dediğini hatırlatır:

"Baskça rer"(168 ) .

paleo-asiatik

diller

zümresine

gi­

Bize göre buradaki "paleo" (eski) kelimesi ge­ reksizdir. Çünkü bugün baskça da, türkçe de, ya­ şayan birer dildirP09) . Koşay Belleten 1957 deki yazısının sonuna bir ingilizce özet eklemiştir. Bu özetin son bölümünden bir parçayı türkçeye çeviriyorum :

"Netice: Basklar Orta Asya men.şelidir... Türk­ lerle Basklar arasında ırk bi:-li.ği olup olmadığı, ancaTc şimdiden sonra yapılacak ciddi araştırmalar neticesinde belli olacaktır(1'0) . Basklar, Orta Volga ( 167) Belleten, Ocak 1972, s. 75, 77. < 168) "ônasya" dergisi, sayı6 4, s. 4. ( 169) "Burada yeni yetişmekte olan türkologlanmıza bir tavsiyem vardır: Bask di!lnl inceleslı::ler, tasltça uzma­ nı olsunlar. Baskça sayesinde Etrilsk dilin! benim yap­ tığım gibi kısmen değ!!, tamamen çlizmeleri müm­ kiln olacaktır. Benim elime geçmiş yan baskça, yarı franııızca bir dergide, Bask dilini konuşanlann gittik­ çe azalmakta olduğu, bu dilin yakın bir gelecekte ölil bir dil olabi:leceği yazılmaktadır. ( 170) H.Z. Koşay burada ANADOLUCULAR'dan çeklner11k, ihtiyatlı bir dil kullanmaktadır. Onil ç yıl sonra, Önasya dergisinde, çekinmeğe gerek görmeksizin, AKRABA'lık.. tan söz edecektir. ·

140


bölgesinde, Türklerle bir arada yaşadıklar-ı sırada­ dırki, onlardan ayrılmt.şlardır. Aşağı yukarı 17 yüz­ yıl boyunca da, artık aralarında temas olmamıştır. Yani, Basklarla Türlcler M.S. 111. yüzyılda biribir­ lerinden ayrılmışlardır. Bu incelememize esas olan Bask ve Türle dilleri arasındaki MtJŞTEREK KELi­ MELER en az 2000 yaşındadır. Bunlar çeşitli Türk kavimlerinin lehçelerinde bugün de kullanılmakta... dır". Ve

H.Z. Koşay yukandaki satırlara çok önemli

bulduğumuz aşağıdaki cümleyi ekliyor :

"Benim şahsi eğilimim şudur ki, Baskların menşei meselesinin çözümü ISKITLERIN menşei meselesi ile YAKINDAN BA<}LANTILIDIR".

re]�

H.Z. Koşay, gerek Belleten'deki yazısında , ge­ _ "önasya" dergisindeki yazısında, aşağıdaki

cümlesi ile, bize çok önemli bir islami kaynağın var­ lığını da haber vermektedir:

"Mesudi, Nurucü El-zehep-'te, ispanyanın KU­ zeyinde Araplarla mücadele eden kmJimlerden bir bölümünün ISKJTLER olduğunu kaydeder".

Burada şunu söylemeliyim ki, nasıl Yakutlar kendilerine Yakut demiyorlarsa, Basklar da kendi­ lerine Bask demezler( m ) . Basklann, kendi dillerin(171) Buradan itibaren Hamit Zübeyir Kogay'ın Bask mese­ leslncleltl ilmt katkisı sona ermekte, ben;m şahsi açıkla­ ma ve yorumlanm başlamaktadır.

141


de konuşurken, kendilerine verdikleri ad EUSKO'­ dur (1'12) . Bu kelimeyi tahlil ederek, aslını bulı:n,ağa ça­

lışalım: Yukarıda, H.Z. Koşay'ın verdiği bilgilerden ya­ rarlanarak, Bask milletinin (istisnalar bulunmakla beraber) A'lan O telaffuz eden bir millet olduğu neticesini nasıl çıkardığımı anlatmış ve görüşümü destekleyen misaller vermiştim. Aşağıdaki satırlar bu buluşumun doğruluğunu isbat edecek yeni bir misal ve delili karşımıza çı­ karacaktır. Baskların kendileri için kullandıkları EUSKO adı başka milletlerin ağzında Bask şeklini veya başka şekilleri nasıl almıştır? Baskların en ya.km · komşuları, daha doğrusu efendileri olan lspanyollar onlara Bask demez, VAS­ CO (Vasko) derler. Görülüyor ki, Baskların bask­ ça adlanmn sonunda olduğu gibi, İspanyolca adla­ rının sonunda da bir O vardır. Bu O başka millet­ lerin Basklara verdikleri adlarda kaybolmuştur. Almanların Basklar için kullandıkları ismin başında da V sesi vardır. Almanlar bu ses için, ya­ zıda, çoğunlukla W harfini kullanırlar: Wask. (172) Bu ad bazen EUZKO şeklinde de yazılır. Faltat şunu elı:lemeliyim ki ispanyolcadıı. Z harfi Z sesini vermez, İngilizlerin "batlı" gibi bir ses

142

verir.

(banyo) kell.ıncsirun sonundaki TH


Diğ'er taraftan V harfi de, W haıfi de, ko. laylıkla U ya dönüşür. Latin yazısında, V ıçın de, U içfr. de, aYltı harf kullanılırdı. İngilizler ise, "su" aı; mına ge. len kelimeyi "Water" yazarlar amm a "UATER" okurlar. Demek istiyorum ki, "Eusko'' kelimesi "Bask" a dönüşürken, g�irdiği şekillerden biri şüphesiz UASK idi. UASK ise, kolayca UESK şekline gire­ bilir. Çünkü E sesi aslında A'nın küçüğüdür. Ağzı. nızı az açarsanız E oluyor, çok açarsanız A oluyor. Bu son şekle evvelce kaybolan O yu eklersek UESKO · kelimesini elde ediyoruz.

,

Baskların kendilerine vardikleri EUSKO adı ile UESKO kelimesi arasında ne fark vanlır? Baş­ taki iki sesli harf, kelimelerden birinde EU, öte­ kinde UE :;:eklinde sır�lanmıştır. Yani, ter� yüz du­ rumundadırlar. Kdimeler

içinde

harflerin

yer

değiştirmesi

Fonetikte çok rastlanan bir olaydır. Bu daya len­ güistik ilminde "metathese" denir. Böylece EUSKO kelimesinin hangi r,şamalar­ dan geçip BASK haline geldiğini, aşağıd · ;n yuka­ rıya çıkmak suretiyle, görmüş olduk. Şimdi şu soruyu kendi kendimize sı::ı·ab!liriz : Bugün Baskların kendilerine verdikleri EUSKO adı yüzyıllar önce de aynı mı idi ?

143


Mantık, sezi ve ilham birleşip bana diyorlar

ki : Hayır, aynı değil, bugünkü küçülmüş, büzülmüş şeklinden farklı idi.

Ya nasıldı ? Kelimenin ortasında bir harf,

harfi vardı :

.EUSKO = EUS ( O ) KO

=

O

EUSOKO

Bu kelimenin iki ayrı unsurdan oluştuğu göze

çarpmaktadır :

EU-SOKO Birinci

Kısmın eski baskçada hangi

anlama

geldiğini bilmemiz, tabii mümkün değildir. Fakat biliyoruz ki, SOKO demek SAKA demektir.

Şu halde, Bask me!:clcs!ni tskit meselesi ile

"bağlantılı" gören H.Z. Kcşay'ın önsezisi yerinde

imiş. Basklar SOKO'lardır, yani SAKA'lar, başka

deyimle Türklerin kardeşleri...

5 - PELASG İngilizlerin

"Pelasgians"

"Britannica"

maddesinin

Ansiklopedisindeki

yazarına

büyük

minnet

borcum vardır. Çünkü, bilmeyerek ve şüphesiz is­

temeyerek, bir gerçeğe gözümü açtı. Bu bilim ada­ mı,

maddenin

sonunda,

kelimenin

yıınanca

çekli

olan "Pelasgoi"yi ikiye ayırıp, G'yi K'ya çevirmese idi, bu satırları y::..z amazdım.

Britannica'daki "Pelasgians" maddesinin sonu­

na doğru, şu cümleyi okuyoruz :

1 44


"

filologlar tarafından, PELAG-SKOJ eti-

violojisinin, lengüistik açısından, mümkün olduğu ileri sürülmüştür."

Madde yazannın kelimeyi ayırışına göre, ikin­ ci kısmı oluşturan SKOt hakkında tereddüde yer yoktur : Yunanca çoğul eki olan Ot çıkarıldıktan sonra kalan SK hiç şüphesiz SAKA'nın kısaltılmışı , büzülmü�üdür. Başka deyimle, Pelasglar da SAKALAR idi. Fakat Pela (1•3) cinsinden Sakalar idiler. Nasıl ki Basklar EU cinsinden Sakalardı. Pelasglar tarihte bilinen en eski Sakalar, yani en eski Türklerdir. Nitekim, tsa'nın doğumu sıralarında yaşamış olan Bizanslı c�ğrafyacı ve tarihçi Strabon onlar hakkında şöyle der : "Her kesin fikrine göre, Pelasglar,

bir zaman­

lar bütün Yunanistana yayılmış, fakat özellikle Te­ salyada yaşayan ÇOK ESKi BiR IRK veya millet idi"(m) .

Aynı Strabon'un kitabında şu sabrlan da oku­ yoruz : (173) Eski Yunanlı tarihçiler arasında. bir gülllnç teori vardı : Sllzde Pelasglar göçebe oldukla-n için, Yunanlılar onla­ rı

Icylcklcrc

beı:ızetmişlcrdir,

YW'lancada.

leylek

"Pelargos" dur. Apaçıktır ki, bu göril§ zoraki, temelsiz ve ciddiyetsiz bir görüşUir.

(174) "CMographie de

Strabon",

traduction

nouvelle

par

Amcdce Tardleu, Ha.ebette, Parls 18i7, s. 366.

145


"Antiklides'in ( m) kanaatine göre, LIMNI ve IMR08 <ıdalarıyle o civardaki başka adaları işgal edip, rYralarda iLK DEFA oturmuş olanlar Pelasif lardır"('76).

Bilindiği gibi, 1885 yılında Limni adasında, Pelasg dilinde yazıtlar bulunmuştur. Gerek bu ya­ zıtlarda kullanılmış harflerin, gerek metindeki di­ lin etrüskçeye çok benzemesi bilim dünyasını şaşırt­ mıştır. Söz konusu yazıtların Pelasg adlı Sakalara, yani :Proto-Türklere ait olduğu apaçık iken, Pelasg­ ların Yunanlı olmasını isteyen bazı etrüskologlar Limni yazıtlarına Etrüsk ya.zıtlan demekte israr etmektedirler (177) . Yukarıda görmüştük ki, Herodot'a göre, bir zamanlar Yunanistana "Pelasgia" denirdi ( 178 ) , Pelasglar Yunanistandan ve Ege adalarından başka, Batı Anadı:ılunuri bazı bölgelerini de işgal et­ miş ve oralarda yüzyıllar boyunca egemen olmuş­ lardır. ·

Tarih Pelasgların ıtalyaya bir toplu göçünü kaydetmiyor. Fakat Pela-Sakaliı.rm ufak gruplar hal:nde . ıtalyaya da göç ettikleri anlaşılmaktadır. -----------·-

· ------

( 17i:i) Eski Çağ yazarlarından. (176) ZH{redllrniş eser, s. 3G7. (177) 1986 yılında, bir İstanbul gazetesinde Limnı yazıttan hakkında biı· kaç hafta süren bir tartı'.'ma olmuş ve bu tartııımaya şaşılacak kadar bllgı:ı;z Üniversite hocaları katılmıştı, (178) ''Herodotus", translated by J.E. Powel, Clareı:ıdon Press, Oxford 1949, s. 136.

146


Mesela, sonraları Caere adını alarak, Strüsk­ lerin en büyük limanlarından biri olacak olan Agylla (Agulla)

nın böyle bir Pelasg kolonisi tarafından

kurulduğu bilinmektedir. ıEtrüsklerle Pelasglar aynı dilin,

yani proto­

tüt-kçenin biribirine pek yakın iki lehçesini konuş­ tuklarından, eski Yunanlıların onları biribirleriyle . karıştırdıklarını daha önce de söylemiştim. Bu bakımdan, Strabon'un, başka Yunanlı' ya­ zarlar tarafından Lydialı diye nitelenen Proto-Türk­ leri

Pelasg

diye nitelemesi

bizce

çok

önemlidir.

Straben şöyle der :

"Söylendiğine göre, Pelasglar arasından Atys oğlu Tyrrlıen adlı biri çıkmış, kendisine bir takım arkadaşlar bulmuş ve onlarla birlikte Jtalyanın yo­ lunu tutmuştur".

Bu,

bildiğimiz efsanenin hayli· değişik bL

şekli­

dir. Bu şekil tezimizi zayıflatmıyor, aksine �:-üçlen­ diriyor :

Lidyadan kalkıp ttalyaya gelenlerle ilgili

olarak şu ger�ek ortaya çıkmış bulunuyor : tster Etrüsk densin, ister Pelasg, Liayalılar

Proto - Türklerdi. Ve, her halde, Pelasc-lar SAKA­

LAR idi.

6 - TUR Türklerin bir adı Saka ise, bir adı da Tur'dur. Bu adın geçtiği ilk tarihi belge İranlıl ardaki Zerdüşt dininin kutsal kitabı Avesta'dır. Şunu ha-

14f


tırlatalım ki, Zerdüşt'ün yaşadığı dön�m M.ö. VIlI. veya VIl. yüzyıldır, yani Herodot'tan çok öncedir. Bu dönemde artık iki komşu millet olan tranlılar ile,

bunla.mı TUR ( ııoo) veya. TURA diye adlandırdıkları Türkler arasında ilişkiler başlamıştı. Bu ilişkiler düş­ manca idi. Yani iki millet devamlı savaş halinde idi. Bu savaşlardan bazılarını

Firdevsi

Şehnamesinde

anlatmıştır. Fransız bilim adamlarından J. Blochet "Revue de l'Orient Chretien" dergisinde (18ı ) yayınladığı uı..e nom des Turcs dans l'Awesta"

başlıklı

yazısı ile

Avesta'da geçen Tur ve Tura kelimelerinin Türk anlamına geldiğini isbat etmiş bulubm.aktadır. Marquart adlı ünlü türkologa göre, ilk defa kendilerine Tura adını verenler tskit (Salta) men­ şeli Messaget'lerdir. O Messaget'ler ki, Batılı ta­ rihçilerin çoğu İranlı sayarlar. Tura veya Tur adı çok daha eski dönemlerde de vardı. M.S. XV. yüzyıl Bizans aydınlarının zannet­ tikleri gibi, Troyalılar Türk ise, Etrüsklerin Tro­ ya şehrine wrmiş oldukları TRUlA adı ile ( 18! ) İran( 180) Farsça'da TURAN heın 'Turlar'', hem de "Turların ül­ kesi" demektir. ( 181) Yıl 1927,, sayı XXVI, Sahife 128-200. ( 182) Etıilsk mezarlarında bu!unmug bazı sanat eserleri üze­ rinde, Etrüsk hnr!lert ile yazılmış ve Troya anlamında olduğıı apaçık olan TRU!A adı okunmaktadır.

148


Iılann Türklere vermiş olduklan TURA adı ara­ s.mda bir ilişki olmuş olabilir (311) . Biz kökü

"Tur'•

olduğu

kelimesinin '4Türk" kelimesinin de kanaatindeyiz.

"Türk"

ikinci harfinin uzak geçmişte bir

kelimesinin

U

olup, daha son· ra ü'ye dönüşmüş olduğu düşüncesindeyiz. "Türk" kelimesinin menşei hakkında teoriler ileri süren türkologlar unutuyorlar ki, Türkiye leh­ çesi dışındaki bütün Türk lehçelerinde, bu kelime

TüRüK veya TÖ· RöK (1a. ) . Bu adın en eski telaffuzu şüphesiz TU· RUK idi ('�•) .

iki hece halinde telaffuz edilir :

TUR OK ek.inin ne olduğunu

"Türk" kelimesinin menşeini bulmak için kelimesine eklenmiş UK veya aramak lazımdır. (160) .

(183) TURA'nın TRUİA'ya dönüşmesinde hem "m�tatMse", hem "epentMse" (yeni bir harfin araya sıkıgması) de­ nilen fonetik olayların yer almıı;ı olması mümkündür. Nitekim fransızca İslam Ans!klop_edislne g�re ( "Turan" maddesi ) , Avesta'mn XVII. Y�t·ıncıa geçen, Türk an. lamındakl TUİRYA sıfatı üzeı1nde bu türlü fonetik olayların izleri görülmekteclJr. (184) Bizi ve adımızı çok eskiden beri bilen Macarlar da bize

böyle der.

( 185) U'nun Ü'ye dönüşmesine misaller gördük, daha dı:ı. g�

receğiz.

bunun kabile e.nlamında olan olabileceğini. telkin etmek isteriz,

{186) Biz, israr etmeksizin,

"ok" (uk) kelimesi

·

149


7

-

TYRRHEN

"Tyrrhen" kelimesi, Latihlerin Yunanlılardan al­ dıkları Üpsilon'lu kelimelerden biridir. Latinler, ken­ dileri Etrüskler için başka ad kullandıkları halde, "Tyrrhen" adını da, Etrüskleri adlandırmak için al� mağı uygun görmüşler, fakat başka "y" li kelimeler­ de de olduğu gibi, �u işi yüzlerine gözlerine bulaştır­ mışlardır. Yukarıda gördük ki eskiden U olan (187) ve daha sonra ü'ye dönüşen üpsilonu Latinler, ü niyetine al� dıJtları halde, teliiffuz edemiyorlardı. .Ağızlarından Ü yerine t çıkıyordu. Netice şu idi ki, Latinler Etrüskler için kullanmak istedikleri adı T!RHEN teiaffuz ediyorlardı. Halbuki Yunanlıların Etrüsk­ ler için kullandıkları nd bambaşka idi. Bu ad veya kelimenin yazılışı TüRREN, t<::laffuzu ise TüRHEN idi. Neden ? ·

Çünkü Yunan fonetiğinde şöyle bir kural vardır ki, bir kelimede iki R yan yana gelirse, ikinci R sanki (187) Bunu bildiği. içindir ki, M.S. IX. yüzyılda Sld:v millet­ leri arasında Ortodoltsluğu yaymak amacı ile, onlar için bir alfabe yapan Selanikli papaz Cyıil! {Kurll) Y har­ fini İ olarak değil, U olarak kabul etmiştir. Bugün Rusların, Sırpların ve Bulgarlann Sirilllk diye adlan­ dırılan alfabelerinde Y harfi U okunur. Bizim 1928 de kurulan Hart Encilmenl ya bunu bilmiyordu, ya da biliyordu da Fransızlara, İngillzlere uymağl uygun g!irdll.

150


H

imiş gibi okunur ve bu ikinci . R'ye nef, sli R de.

nir ( ' &s ) .

kelimesini f anki yu. nanca kelimede yan yana üç R varmış gibi , hem iki Dikkat edilirse, Latinler

alırken, bir yanlış da burada

"Türren"

yapmışlar ;

R, hem de bir H kullanınl§lardır. Her ne ise, Latinlerin dili de, imla ve telaffuz yanlışları da bizi doğrudan doğruya ilgilendirmiyor. Bizi, Etrüskler dolayısıyle

ilgilendiren, Tüı·ren adı­

nın eski şeklidir, aslıdır.

Yukarıda dediğimiz gibi,

yunancada

TORREN

yazılan kelimenin telaffuzu şöyle idi TORHEN Fakat biliyoruz ki, klasik çağdan sonra Ü telaf· fuz edilen Üpsilon daha önceki dönemlerde

U

telaf­

fuz ediliyordu. Öyle ise, düzeltelim ; TURHEN !kinci hecedeki E de yozlaşmış bir harftir.

Çün­

kü Yunan alfabesinde iki türlü E vardır. EPS1LON

adını taşıyan kısa E, ETA adını taşıyan uzun E (1•• ) . Yunan dili

tarihçileri

bize diyorlar

ki,

uzur.

E'lerin hepsi eski A'lardır : deforme olup, E'ye

dö­

nüşmüşlerdir. ( 188) Adolphe Kaegl, 'Grammalre abregee la Iangue grecque", Ec:Utlons Vlctor Attınger, Paris, s. 3. (189) Zafer Taslıklıoğlu, "Eski yunancada ilk adımlar", İs­ tanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlarııı.da.tı. 1948, s. 2.


O halde, eski şeklini aradığımız kelimeyi düzel­ telim : TURHAN

Evet, Yunan

dilinin

tarihine dayanan ilmi

tahlil

ve incelememiz gösteriyor ki, Yunİı.nlılann Etrii sklere verdikleri

en

eski ad "Turhan"idi.

Vardığımız

neticeye göre,

Etriiskleri Anadolu­

dan İtalya'ya götüren prensin adının "Turhan" ol­ muş olması gerekmektedir. Bu lider bir prens olma­ yabilir de. Yukanda Strabon'dan onu, bir Kral oğlu olarak değil,

yaptığımız

alıntı

halk içinde yetişmiş

bir şef olarak gösteriyor. Herodot, Etriisklerin ltalya'ya

vardıktan sonra

Turhan adını almış olduklarını zannediyor. Bu mu­ hakkak değildir. Eğer sahiden ltalya'ya gidecek olan­ lar için kur'a çekilmiş ise, daha kur'a çekilmesi sıra­ sında, Turhan'ın �inden gidecek olanlara : "Bunlar Turhan'ınkiler" denmiş olabilir. Kur'a çekilmemişse bile, hayli uzun sürmüş ol­ ması gereken gemi inşa ettirme ve sefere hazırlık sı­ rasında, göç edecek olanlara yine

"Turhanm'kiler''

veya sadece "Turhanlar" denmiş olabilir. Her halde, Etriisklere, daha

ıtalya'ya varmala­

nndan önce, henüz Anadolu'da bulundukları sırada, Turhan denmiş olduğuna emareler vardır. Ben şahsen, yalnız ltalya'ya göç edenlere değil, Ege'de kalanlara da Turhan denmiş olduğuna kaniinı. Neden ? Şu sebeple :


Homeros zamanında

yazıldığı

tahmin edildiği

için, "Homeros şiirleri" ( Poemes homeriques) deni­ len· şiirlerden birinde, Turhanlardan söz edilmekte ve

onlar Ege Denizinde dehşet saçan korsanlar olarak gösterilmektedirler ( 1110 ) . Şu da var ki, Homeros dönemi Batı Anadoludaki 'Tıırhanlarm

M.ö.

IX yüzyıldır.

ltalya'ya

gelişi !ise,

çok daha önceki bir dönemdedir.

TURHAN kelimesi

!talyadaki

Etrüsklerin bir

çok efsanelerine, deforme şekiller alarak, karışmıştır. Bakınız, Strabon ne diyor :

"TVRHEN ( ,., ) ltalya sahillerine yanaştı. Ay­ nı bölge içinde oniki şehir kurdu. Bu bölgeye TVR­

HENIA dendi. TVRHEN bu oniki şehrin yönetimini bir tek şefe (krala) verdi. Bu şefin ad:� TARKllON idi: Bu ad, söz konusu oniki

şehirden

biri

olan

TARKHINJA adına benzemektedir. TARKHON ad­ lı şef, daha çocukken, ak'lllılığı üe etrafını şaşırt­

tığı için, efsanede beyaz saçla doğmuş gosterilmek­ tedir'' (in).

(190) Pauly ve Wlsslwa Ansiklopedisine göre (Tyrrhen mad­ desi ) , en eski

ad,

Yunanlılann EtrUsklere verdikleri

lehçelere göre , şu

4

şeklt alıyordu: Turhen,

Tursen, Tursan. Öyle anlaşılıyor

nanlar Ş harfini S telAffuz

Turha.n,

ki, nası bugünkü Yu­ da

ediyorlarsa, o zaman

bazı Yunanlılar H'yı S te!Affuz ederlermiş. ( 191) Burada bu adı Strabon'dakl

imlAya

göre yazıyorum.

Fakat ortaya koymuş bulunduk ki, bu adın

aslı TUR­

HAN'dır. Onun için bundan sonraki sahifelerde, doğru­ (192)

dan doğruya TURHAN şeklini kullanacağım. "La CUographle de Strabon'', Hachette, Parla 1867, 363.

e.

153


Ünlü İtalyan

tarihç.i Luigi Pareti'nin

"Le origini

degli Etruschi" adlı kitabında, işler daha da kanşık­

tır. Tari)ıçi, beyaz saçla doğan ve bizim fransızca kitabımızda TARKHET (Tages) adı ile sözünü et­ tiğimiz efsane kahramanı

üzerinde

uzun

uzadıya

durduktan sonra, şöyle dez: :

"Bütün bunlara parallel olarak, Telefo adlı bi­ rinin oğlu olan TARKHON ile ilgili metinler de ,var­ dır. Bu Tarkhon Bizanslı Stefana göre TARKHJN­ yA şehrine adını vermiştir; Yine bu Tarkhon Vir­ jil'e göre, Etrüsklenn Lidya menşeli şefidir ve Enea'­ mn mfi,ttefik,i.dir; Lilwfronos'a göre, o Enea'nın çağ­ daşı olmakla beraber, TURHAN'ın da kardeşidir ve Herkül'ün torunudur; Tzelze'ye göre Tarkhon TUR­ HAN'ın kardeşi, Telefo'nun oğlu, Herkül'ün yeğeni­ d-ir; Katon'un dayandığı bir kaynağa göre, TURHAN'ın oğludur ve Pisa şehrinin kurucusudur; Gallius'a göre, Etruria kral'lilır; Servius'a göre TURHAN'm kardeşidir ve Mantua şehrinin kurucu-: su.dur..." ('" ) . •.•

Pareti böylece devam edip gidiyor. Pareti'nin de­ diklerine biz de şunlan ekleyelim a)

:

Romanın Etrüsk krallarindan ikisinin adı ve­

ya lakabı TARKHUtN idi. b)

Türk · tarihinin çeşitli dönemlerinde TARK­

HAN diye bir idari unvan kullanılmıştır. c)

Türk tarihinin bazı dönemlerinde TURHAN

adlı şahsiyetlere rastlanmaktadır. (193) Bempora4 e . filio, Firenze 1926,

154

s.

15,


Jti un­ meydandadır :!) TUR veya TAR ;2) KHAN, KHON KHUN veya KHU!N şekli11de bir Biri birine benzeyen yukandaki adların

surdan oluştuğu ,

kelime veya hece.

TUR Türklerin geleneksel bir adıdır. TA;

_

dö­

a

nüşmi.İ,'l olması veya dönüşmesi mümkünmü ? Yoksa TAR ile başlayan ad veya unvanlarda "Yer,

toprak".

anlamına gelen türkçe kelime mi söz konusu ? Bu iki soruyu burada cevapsız bırakmamın daha dürüst

bir

davranış olacağını düşünüyorum. Çünkü bu konuda bir neticeye ve karara varmış değilim.

8

-

HUN

Görüldüğü gibi, Pareti'nin kitabında biribirine benzer adların ikinci hecesi

veya

KHUtN şeklindedir.

Türk dilinde KAN, KAGAN,

sıralanan

KHAN, KHON,

HAKAN şekillerini

de alabilen bir kelime vardır ki, hükümda!, kral, efen­ di anlamlarına gelir. Tarihte Türkler, bir aralık Saka

adını bırakıp,

HUN adım alırlar. Veya başka milletler onlara bu adı verirler. Belki de Türkler bu milletler üzerinde ege­ menlik sahibi oldukları için, kendilerine

EFENDİ ma­

nasında HUN denmiştir. Çünkü kanaatimce Türk di­

linin M.ö. altıncı, beşinci yüzyıllardaki aşamasında KHUN şeklinde idi. Bugün Çuvaş Türklerinde hlfila o şekildedir. Martti R..san'in HAN kelimesi

"Versuch eincs

etymologischen

Wörterbuch

der

Türksprachen" adlı sözlüğüne bakılsın(1°• ) . -- - - ------

( 194) Helsinkl 1969, s. 230.

-------

(Kan maddesinde) .

155


Evet, bu da buluşlarımızdan biridir: Hun keli­ ınesi Han kelimesinin değişik telaffuzlarından biridir.

9

-

TURSHA

Tursha'lar M.ö. İkinci Binyılın ikinci yansında Mısır'a saldırmış, Mısırlıların Deniz kavimleri de­ dikleri kavimlerden biridir. Adları Mısır belgelerin­ de geçmektedir. Tarihçilerin çoğu bunların Etrüsk­ lerle akraba oldu.klan kanaatindedirler. Batılı bilginlerin TURSHA şeklinde okudukları adı tahlil etmeğe kalkmayacağım. Çünkü eski Mısır dili ve Mısır yazısı hakkında bilgi sahibi değilim� An­ cak bildiğim bir şey vardırki o da şudur : Tursha adı ikiye ayrılmalıdır : TUR + SHA. Birinci kısım Tilrklerin (onlara 1ranlılann da, Yunanlıların da verdiği) geleneksel addır. !kinci kı­ sım ise, SAKA kelimesinin karşılığıdır (SHA SKA SAKA) . Yaııi Tursha, Tursaka'nın deforme bir şeklinden başka bir şey değildir. =

=

Eski Mısır dilini ve yazısını bilmediğim halde, burada şunu vurgulamaktan çekinmeyeceğim : Mısır yazısında SH'nin karşılığı tek harf veya işaret ise bile, o harf S ve K'nin birl�mesi ürünüdür.

Bunu söyleyebilmek için de şundan cesaret al­ maktayım : 1ranlılann kutsal kitabı Avesta, sanskrit­ çeye çevirildiği zaman, çeviride, Avestadaki Tur adı­ nın karşılığı olarak, TURUŞKA kelimesi kullanılmış-

i56


tır ( 198 ) . Bu gösteriyor ki, belirli bir zamanda

Hintli­

ler ·de Sakalara Tursaka demişlerdir. Her halde, ister aynı dönemde olsun, ister ayn dönemlerde, "Tursaka" adını hem MısırWarda, hem de Hintliler

için

yazılmış bir belgede bulmaktayız.

Aşağıda göreceğiz ki, Türklerin

iki geleneksel

adını .birleştiren "Tursaka" adı daha da yaygındı.

Her halde, Mısıra saldırmış Deniz kavimlerinden olan Tursha'lar (100) A'ları

A telaffuz eden SA.KA­

LAR'dandı . .

10 Tusc

-

TUSC

yazılan, Tusk okunan kısacık kelime Latin­

lerin Etrüsklere

vermiş

olduklan

Etrüsk : Tusc-us. Kadın Etrüsk:

Tusc-i.

addir.

Erkek

Tusc-a. Etrüskler:

Etrüskler ıtalyada yüzyıllarca bu adı taşımışlar, onlardan tir (m.) .

Latin edebiyatında

bu ad ile söz edilmiş­

Ancak şu var :

Umbriyanın İguvium denilen yerinde, aşağı yu­ karı yüzyıl kadar önce bulunmuş bronz tabletlere da(195) "Encyclopedie de l'İslam", 1934 baskısı, Turan mad­ desi, s. 925. 1(196) Da.ha liı:ıce de silyedfğimiz gibi, Tursha'lar, Mısır'a ne­ ti'cesız saldırıdan sonra, geldikleri yere dönmezler, Batı Anadoluda yerleşirler. M. ö. İkll'lcl Binin ikinci yarısın­ da, Proto-Türklec Batı Anadoluda tıka basa d0lu idiler. (197") Latin yazarların ve özellikle §alrlerl:o, bazen Lydlalı veya Tyrrhen adlarım da kullandıklarını daha önce söylaml§t!m.

15'1


yanarak, zamanımızın etriiskologlan isbat ediyorlar ki, Etrüskler Adriyatik yolu ile Umbriyaya gelince, yerliler onlara TURSC-1 (Tursk-i) demişlerdir (188 ) . Görülüyor ki, Latinler kelimedeki R harfini yok etmişler, yutmuşlardır. Bu bakımdan, denebilir ki, Çlııliler gibi davranmışlardır. Fakat..; tam olarak belirleyemediğim bir tarih­ te ( 1•9 ) , Etrüsklerin latinl�şip, dillerini kaybetmeleri­ ne yakın bir sırada, iki doğrultuda gelişme olmakta­ dır. Bir yandan, Orta 1talyadaki Etrüsk bölgesinde oturmakta olup, dillerini unutmak üzere olanlann adına AN eki eklenerek, onlara TOSCAN (t) deniyor. Bir yandan da tarihte gömülü ka:lmış, yani Toskan­ lann ataları olanların adlannda da bir gelişme olu­ yor. Vaktiyle Latinler tarafından atılmış R, nereden dönüyorsa dönüp geliyı:>r ve TUSC kelimesinin içine yeniden yerleşiyor. Fakat yanlış yere... Evet, eski­ den olduğu gibi U harfinin sağına oturacağına, solu­ na oturuyor. Geçmiş zamanların Etrüskleri oluyor: TRUSC-i C

Tjrusk-i ) (200 ) .

B u kelimenin başında iki sessiz harfin yanyana

gelişi Ll.tinlerde veyrı. Etrüsklerde ------- ·----

(ToskanaJılar-

- - - - - - · - - - - -------

-

(108) W. Deecke, "Etrilslclsche Forschur;:gen", Vlertes Heft,

Stuttgart 1883, s. 184. (199) Her halde, Milliddan sonra.

(200) Buna benzer foı:ıetilt olaylara sık rastlamr. Bugünkü Bursa şehri B:tinyıı.nuı Bıı§kenti iken PRUSA idi. Os­ manlılar tarafından fethedildikten sonra, Osmanlıların ağzında oldu: BURSA.

158


da) (�01) telaffuz güçlüğü

yarattığından dolayı olsa

gerek, çok geçmeden, tarihi

Etrüsklere

verilen bıı

adın başına, bir E kendiliğ!nden gelip k' · " · 1 · '.yor \re

bu ad şu şekli alıyor : ETRUSC-1 (Etnısk-iJ .

Miladdan önce I. yüzyılda yaşamış olan Straboıı

bu adı bu şekli ile zikrediyor.

Fakat biliyoruz ki, bundan sonraki bir dönem de

Latinlerin C harfi (1 den önce geldiği zaman K

sesi'.

ni vermekten vazgeçip) S sesini vermeğe başlıyor. Bir çare

bulunmazsa

"Etrusci"

yazılan

"Etrussi" okunacak.

C

kelime

İşte o zaman , akıllı olan biri nin sağına bir H yerleştiriyor ve latbleş!p dilini

kaybeden milletin adı oluyor : ETRUSCHİ Bu ad bu­ gün İtalyanlarda da böyledir.

Fransızlar bu adı İtalyanlardan alıp E'T11USQUES

kılığına sor.muşlar . ve u harfini Ü te!affı z etmişl er·

dir. Biz de, her zamanki gibi, Fransızlar: · uymuşuz. İtalyayı fethedip, orada büyüh: bir medeni: et kurmuş olan Prcto-Türklere ETRÜSK demişiz.

Şunu da ilave edelim : Etrüsklerin, b;,· zamanl ar

bütün İtalyayı idare ettikİeri halde, öze�li l:le ken dile·

rinin oturdukları bölgeye Latinler TUS•...;tA di_, .)r·

lardı. Bu ad TUSC'dan farklı değişmelerden geçmiş·

t!r : önce ETRUStA, daha so:ı:ıra ETRUR1A olmuş· tur(2•2 ) .

·-·--··--

(201) Belki, bizim gibi Etrüskler ve o zamanki ToskanaJıJa.r da, hece ba§ındakl iki sessiz harfi

lardı.

tela.ffıız edemiyor·

(202) A. Ernout et A. Mcillet, "Dlctlonnalre �tyınologlque de la langue !Atine", Edıtions Kllncksicck.

709.

Parls 1979,

s.


Görmüş bulunuyoruz ki, Etrüsklerin bugünkü adı aşınmaların bozulmaların ürünüdür. Bu adın en az bozulmuş şekli, şüphesiz etrüskologla.rın 1GUV1UM (Gubbio ) tabletlerinden çıkardıkları TURSC (Tursk) şeklidir. Ya bunun aslı nedir? Daha önceki açıklamalarımın etkisi ile, okuyu­ cunun söyleyeceklerime hazır olduğunu seziyorum. Evet, Etrüskler de, Chou'lar gibi, Basklar gibi, Tursha'lar gibi SAKALAR idiler: TURSAKALAR. Esasen TURSK adının TURSHA adından pek fazla farkı da yoktur. Olsa olsa K sesi Mısırlılar· da, Çinlilerde olduğu gibi, . yumşamış, H'ya dönfur müştür. Esasen, Tursha'lann Mısır'a saldırışı ile Tursk'larm 1talyaya göç etmesi aşağı yukarı aynı dö­ nemdedir. A'lan A telaffuz eden Sakalardan oldukları an­ laşılan TUR.SAKALAR da adlarında Türklerin (•08) iki geleneksel adını birleştirmekte idiler. Çünkü Tursakalar TORK 1D1LER. .

. .

Yukarıdaki ilmi gerçekler hemen hemen yirmA yıl sürnlüş yo� araştırmaların ve yoğun düşünme­ lerin ürünüdür. Batırun bilim adamları (belki bizim­ kiler de) bu gerçekleri ge� ve gü� içlerine sindirecek­ lerdir. Fakat sonunda sindireceklerdir ve Türklüğün tarihteki önem.ini ve şanını kabul edeceklerdir. (203) B;r Balkan milleti vardır ki, bugür.kU Türkler için bile TURSAKA'mn

kıooltılmış

şeklini

kullanmaktadır.

Evet, Sırplar Türklera TURSl{ (İ) demckhc(jirler.

100


Kitab a son verirken ônsözden anlaşılacağı üzere, b u kitap 1985'de yayınladığım

"Les Etrusques etaient des Turcs

(Preuves) " acllı fransızca kit�bımın türkçeye çevi­ risi olacaktı. Ancak; kitabın başına bir yeni Bölüm eklenecekti. Yiice Tanrı bu planı değiştirdi. Bir müddet önce geçirdiğim ciddi . bir sağlık kr1zi sebebiyle, doktorlar "tam dinlenme" tavsiye ettir

ler. Baskı falan ile

uğraşma, prova düzeltme gibi

işler bile yasak edildi. Bereket versin, çeviriye ek olacak olan ve as­

lında yepyeni bir esr::r oluşturan Bölümün basılması bitmiş gibi idi. Fransızca kitabımın çevirisini

(ki adını "Et­

rüskler Türk idiler (100 delil) " koyacak{ım) ba..<ı­ tınııağı ileriye veya varislerime bırakarak, basılmış

161


Bölümü ayrı kitap halinde ç-ıkarmağa karar verdim. Buna mecbur oldum. Bunda da hayır vardır elbet. Çünkü önemli bulduğum bilgileri ve buluşları içine alan bu Bölüm, yani kitap, konu bakımından bağımsız niteliktedir. Ek bölümündeki yazılara gelince, bunlardan ki­ tabın metninde söz edildiği ve ayrıca sunulacağı bil­ dirildiği için, ilave edilmeleri gerekiyordu. ônsözde sözü geçen Resimler için de ayni şeyi söylemeliyim. "Türklerin ilk ataları" adını koyduğum, Türk tarihinin geriye doğru sınırlarını geni.'}leten bu ki­ tap Türk aydınlarına ve Türk tarihçilerine olduğu kadar,

türkologlara da hitap

etmektedir.

Falcat

Türkleri sevmeyen türkologlara değil, çünkü öylesi de var

..•

Ve Türk tarihinin Orhon yazıtları ile baş­

ladı�ını zanneden tarihçilere değil. Bu kitaba bugün değer verilmese bile, ileride, bir gün, büyük değer verileceğini kesin olarak bil­ diğim için, milletime, soyuma, ırkıma hizmet etmiş olma duygusu ve vicdan rahatlığı içindeyim.

162


E K



Pelasglar kim idiler ? (Belleten'in Temuz 1982 sayıs-ında yayınlanm� yazı)

Son yüzyıllarda yapılan arkeolojik kazılar Eski Çağa mensup yazarların ve özellikle Herodot'un il­ mi değerini azaltmak şöyle dursun, tersine, onla­ rın anlattıklarını teyit etmiştir. Görülmüştür ki, o çağın gerek tarihçilerinin, gerek şairlerinin yazdık­ lan, önemsiz ayrıntılar bir tarafa bırakılırsa; şaşıla... cak derecede tarihi gerçeklere uymaktadır. Yüzyıl­ lar boyunca efsanevi ve hayali bir şehir bilinen Tro­ ya'ıun keşfedilişi Schliemann'ın Homer'e olan güve­ ninin yerinde olduğunu göstermiştir. Bundan dolayıdır ki, bugünkü tarihçiler için Eski Çağa ait kaynaklar değerlerini kaybetmemiş­ tir. Hele Herodot, özellikle tran'ın tarihi ve Mısır'ın örf ve adetleri bakımından 8.deta İncil gibi kabul edilmektedir. Bununla beraber, bu durumun bir istisnası var­ dır : Herodot'un "Pelasgoi"' adını verdiği, eserinin bir çök yerinde sözünü ettiği, göçlerini anlattığı, örf ve ii.detleri hakkında bilgi verdiği bir milleti bugünkü tarihçiler ve özellikle Latin ülkelerin ta165


rihçileri yok farzetmek hususunda sözbirliği etmiş gibidirler. Zamanımızda Yunanistan'm tarihi de, tarihön­

cesi de, Pelasglardan söz edilmeden yazılabilmekte­ dir.

Sadece bazı sözlüklerle bazı ansiklopedilerde

onlar hakkında bir iki satır bulabiliyorsunuz. Stock Yayınevinin 1968 de yayınladığı ''Tarihi Atlas" gi­

bi bir eserde, Pelasg kelimesinin ne metinde, ne de Notlarda görülmem�si bugünkü tarihçilerin tutumu­

nu oldukça iyi yansıtmaktadır. Bir yandan bu durum varken, bir yandan da, şurada burada, Luigi Pa.reti (1) , Massimo Palloti­ no (2) , ttalyan Ansiklopedisindeki Pela.sg maddesi­ nin yazarı ( •) gibilerin Pelasg milletinin tarihi var­

lığını inkar eden sesleri yükselmektedir. Bunlar es­

ki yazarları geri-zekalı gibi göstererek, onlann Pe­ lasglar bak.kında saçmaladıklarını, yer isimlerindeki benzerlikler yüzünden aldandıklarını, yanlış muha­ kemelere, katmerli faraziyelere ve "Yunanlılara mah­ sus fantezilere" kapılarak "Pelasg mitini" yarat­ mış olduklarım iddia edebilmektedirler. Soğuk kan­

lılıktan bu· derece yoksunluğun ve ilmi objektiflik­

ten bu kadar uzaklığın sebebini insan kendi kendi­ ne soruyor. öyle sanıyorum ki, okuyucu bu gara­ betin sebebini y8.zımızın sonuna doğru anlayacak­ tır. ( 1 ) Luigi Pareti, ''Le Or1glıı.l degli Etruschl", Bemporad e tıgllo, Firenze 1926, salılfe 23. (2) Massimo Pallotlno, ''Etruscologia", Hoepll, Ml1aDo 1968, · sıı.hlfe 92, 94. (3) "En.clclopedia ltaııana" Roma 1935, Cilt XXVI, l!Bhife 808, 609.

166


Şimdilik bugünkü tarihçileri bir tarafa b:rakıp, eski tarihçileri serin kanlılıkla inceleyelim. Fakat asıl tarihçilere geçmeden önce, belki de Homer dö­ nemindeki Yunanlılara göre Pelasglann

n&>ıl

millet oldukl arını ve llyada yazannın onlar:'.

bir

.�·.ngi

gözle baktığını ortaya koymak faydalı olacaktır. Büyük şair eserinin II inci BÖiümünde, eski A:r­

gos şehrinden söz ederken, bu şehri "pelasgik" ( •)

diye nitelemektedir. Elbette ki, bunu "Pelasglar ta­ rafından kurulmuş" anlamında kabul _etmek gerek­ mektedir. Homer daha sonra, Yunanlılar karşısın­ da yer almış olan Troya ordusunun "katalcgunu" yaparken, "Larissa şehrinin beslemiş olduğu, sağ­ lam süngülü Peasg kabilelerinden" söz eder (•) . Bil­ diğimiz gibi, Larissa Tesalya bölgesine ait bir şe­ hirdir. llyada'nın X uncu Bölümünde Pelasg ke: ;mesi­ nin aşağıdaki olayların hikayesinden sonra zi',:redil­

diğini görüyoruz : Troyalı kumandan ve kahraman Hektar, Troya karşısında

yer

almış Yunan donan­

masının durumu hakkında bilgi edinmek üzere, Do­ lan adlı birini keşfe gönderir. Adam Yunanlılar ta­ rafından yakalanır ve sorguya çekilir. işte o zaman müttefiklerini sayarken, Pelasg­ ları da zikreder, fakat dikkate değer nokta şudur ki, bu adın yanına "tanrısal" sıfatını ekler. Bunun

Dolan, Troya'nın

pelasg şeflerinden birinin sözde ilah torunu oluşun­ dan ileri geldiğini sanmak yeterli olmasa gerek. (!) "İlllade-Odyss�e", Editlon de la Pl�lade Par:ls 1965, sahife 127. (6) Aynı eser, L 132.

(GaWmard,

161


XV inci Bölümde Yunanlı kahraman Akhillos arkadaşı Patrokl'u savaşa gönderirken, onun sağ salim dönmesi için dua eder. Duasını hangi tanrıya hitaben etse beğenirsiniz ? Söyleyelim : Pelasglann Baştannsına. Yani, Yunanlıların düşmanı Troyalı­ ların müttefiki olan Pelasgların tanrısına .. · Bunun yorumu ancak iki şekilde mümkündür : Ya o dö. nemdeki Yunanlılar her alanda Pelasglann üstün­ lüğünü kabul ediyorlardı veya Yunanlıların meşhur kahramanı Pelasg soyundan idi. .

Odyssea'da Pelasglann adı Girit adasında otu­ ran milletler arasında yer alır. Burada da Pelasg­ lar "tanrısal" diye nitelenmiştir (0) . Homer'in Pe­ lasglara derin hayra�ık beslediği muhakkak gibi görünmektedir. Şunu da belirtmeliyiz ki, tıyada'nın elimizdeki Plfilade baskısının Notlarında ve açıklamalarında bazı çelişkiler vardır. Mesela, cildin tamamının En­ deksinde Pelasglar kelimesinin tarifi şöyledir: "Bir Anadolu kavmi". Odyssea kısmının imzasız olan, fakat şüphesiz bir Eski Çağ uzmanı tarafından yazılmış bulunan önsözünde ise, şu satırları oku­ yoruz : "Nausithoos'un ttalya'dan Skerya'ya dönüşü daha sonraki bazı yazarların sözünü ettikleri olay­ lar çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu yazarlar ttalya­ ya gitmiş olan Pelasglann bir kısmının Ege dün­ yasına dönmüş olduklarını belirtmektedirler" (•) . ( 6 ı Aynı eser, s. 808. ( 7 ) Aynı eser, e. 989.

183


Şimdi de Herodot'un Pelasglann dili, dini, göç­ leri ve saire hakkında dediklerine bakalım : l

-

Dtt. :

Herodot'a göre,

"Tyrihenlerin

yukarısındaki

Kreston şehrinde. .. ve aynca Çanakkale Boğazı ci­ varında, Pl akya ve Skulaka şehiilerinde oturan Pe­ lasg kalıntısı

ahalinin diline bakılırsa,

Pelasglar

barbar bir dil konuşurlardı" (8) . Herodot dönemin­ de Yunanlıların dilinde "barbar'' kelimesi, bilindiği gibi, yunanca olmayan demektir. Herodotun bu cümlesi münasebetiyle, Eski

Çağ

uzmanları arasında bitip tükenmez bir tartışma baş­ lamıştır ve bugün de devam etmektedir. Yok Kres­ ton şehri aslında Kroton şehri değilmi im.iş ? "Tyrr­ henlerin yukarısında" tabiri Yunanistan 'daki Tyrr­ henler için mi, yoksa ttalya'daki Tyrrhenler, yani Etrüskler için mi

kullarulınış ?...

Bizi bütün bun ­

ların pek ilgilendirdiği yok. Bizi ilgilendiren Pelasg­ Iann yunancadan başka dil kullanmış olmalarıdır. önemli bulduğumuz bir nokta da, Herodot'un Kres­ ton'daki Pelasglarla Çanakkale'dekilerin, yani ayn ayn coğrafi bölgelerde oturan bu iki grubun aynı

dili konuştuklarını söylemesidir. Tarihçi üçüncü bir grup olarak Atinalı Pelasg­ lardan da söz eder, ki bunlar soy bakım.lodan Pelasg oldukları halde, Yunanlılarla yakın komşuluk dola­ yısıyla, yunanca konuşmağa başlamışlardır. Şu hal( 8 ) ''Herodotua", translated by :r. Press, Oxford 1949, sahife 28.

Enoch

Powell, Clarendon

'169


de, bu grubu oluşturan Pelasglar, Roma hakimiyeti altına girdikten sonra Latin dilini kabul etmiş Daç­ ya'lılar, yani Romanyalılar gibi veya Türk soyun­ dan olup, adları da bir Türk adı olmasına rağmen, ortodoks olduktan sonra slavca konuşmağa başla,. yan Bulgarlar gibi idiler. 2

-

DİN :

Pelasgların dini hakkında Herodot şunlan söy­ ler: "Eski zamanlarda Pelasglar kurban kesme tö­ renlerinde tanrılara dua ederler... fakat bu tanrıla­ ra ad veya la.kap vermezlerdi" (") Şu halde, en eski zamanlarda Pelasgların dini bir çeşit Animizm idi. Bilindiği gibi, bir çok millet­ ler tarihlerinin ilk döneminde tabiat kuvvetlerine tapmışlar ve tanrılanna "dağ tanrısı", "orman tan­ nsı", "sabah tannçası", "Gecenin ruhu", "eşiğin ko­ ruyucusu" gibi adlar vermiŞlerdir. Pelasglann eski dininde Romalıların Penat'lan ve Lar'Jan, Araplann cinleri, Ortaçağın perileri gibi yan-tanrıların da bu­ lunmuş olduğu düşünülebilir. Esasen Herodot, Pe­ lasglann elini tarihi

ile ilgili olarak,

bir başka dö­

nemden de söz eder ki, bu Mısırlılarla temasa gel­ melerinden sonraki dönemdir. Herodot şöyle der : "... Fakat çok sonra, onlar Mısırlılardan tanrıların adlarını öğrendiler... ve bu tann adları hakkında Dodona'daki kutsal falcının fikrini sordular... falcı (Pelasglara) bu tanrılan benimseyebileceklerini söy­ ledi . O günden sonra, onlar kurban kesme törenle·

(9) Aynı eser, s. 134.

170


rinde bu tanrıların adlarını kullandılar ve daha son­ ra bu tanrıları Yunanlılar Pelasglardan S

-

aldılar''.

GÖÇLER :

Herodot, eserinin Birinci Bölümünde, metne ek­ lediği bir notta, Yunanistan'da biri Yunanlı, diğeri Pelasg olmak üzere, iki ırk bulunduğunu, birincisi­

nin vatanından hiç ayrılmadığını, ikincisinin ise gö­

çebe olduğunu söyler ('") . Şu halde, Pelasglar göçe­

be bir millet idiler. Bunların sadece belirli bir kıs­

mını ele alacak olsak bile şunu görüyoruz : Samot­

rake adasında oj:uran Pelasglar önce Attika'ya göç etmişler ( 11 ) . Sonra,

oradan kalkıp Himet

dağının

eteğindeki topraklara gidip yerleşmişler. Daha son­ ra orayı da bırakmışlar, Ege Limni

adasına

gidip,

bu

Denizi adaya

adahnndan yerleşmişler.

Fakat M.ö. 510 de, General Miltiade'nin zaferi üze­ ri:ee,

kendileri

de adadan ayrımlak zorunda kal.

mışlar. Pelasgların sırasına göre daha uzak diyarlara doğru maceraya atılmak.tan çekinmediklerini yuka­ nda gördük. Tarihte Pelasglara dolu'da da rastlanma.k.tadır ( 12 ) .

(10) Aynı eser,

s.

ttalya'da da, .Ana­

25.

kl göç edenlerin peş!Dden gltm• · vtp AtU­ kada kalanlardır ki, diller.ini. unutup yuna.ı:ılılaşmı§lardı.r.

( 1 1 ) Şüphe yoktur

{12) Herodot, Kzerkses'l:n .Anadolu

seferini ve Troya bara..

belerine doğru yürüYܧÜnü anlatırken, "Antandros" d.Jye

bir §ehirden söz eder ve bu §ehrln Pelasglara ait oldu­

ğunu söyler.

171


4.

-

YUNANİSTAN'IN ESKİ ADI :

Herodot'ta Pelasglar hakkında bulduğumuz bil­ gilerin en önemlisi şüphesiz şudur : Bir kadının esir olarak saWdığı yerden söz edilen bir cümlede, Herödot kendi zamanında Yu­ nanistan (Grekya) olarak bilinen ülkenin daha ön­ ceki adının "PELASG1A" ('3) olduğunu söyler. He­ rodot'un bu cümlesi bize aşağıdaki neticeleri çıkar­ mağa hak vermektedir : a - Pelasglar Yunanistanın ilk ahalisi ve ilk sahipleridirler. b - Pelasglar yer yer bütün Yunanistanı işgal etmişlerdir. . c - Herodot'un Yunanistan'ın eski adının Pe­ lasgia olduğunu söyleyiş tarzından, bu gerçeğin o dönemde herkesce bilindiği anlaşılmaktadır. 5

-

PELASGLARIN YUNANLILAR 1'ZERİNDEK1 ETKİSİ

Yukarıda Yunanlıların bazı tanrı adlarını Pe­ lasglardan almış olduklarını gördük (ki, Pelasglar kendileri de bunları Mısırlılardan almışlardı) . He­ rodot aynca, Yunan mitolojisinin Heziyod ve Homer tarafından Pelasglardan alınmış tanrılardan yarar­ lanılarak oluşturulduğunu söyler ('1') . Pelasglann sadece din alanında değil, mimari alanında da Yunanlılara hocalık ve öncülük ettiği (13) Ayni eser, s. 136. (14) Ayni eser, s. 135.

1'12


anlaşılıyor. Herodot eserırun VI ncı Bölümünde A�ina'lıların Akropol'ün etrafını duvarla çeyirmeğe karar verince, bunun için Pelasglara baş !vurmuş olduklarını tarihçi Hekateos'u kaynak göstererek söyler. Pelasglar da oyle bir sağlam duvar yapar­ lar ki, bunun bir parçası "pelarjik duvar" adı ile bugün, 20 nci yüzyılın sonunda bile yerinde dur­ makta ve turistler tarafından görülebilmektedir. Herodot'a göre Yunanlılar büyük millet ha­ line gelmiş olmayı da Pelasglara borçludurlar. Tarihçi Yunan milletinin aslında "zayıf bir millet" olduğunu, ancak barbar milletler ve "bil­ hassa Pelasglarla karıştıktan sonra büyük millet ha­ line geldiğini" soyler (1• ) . Herodot'tan sonraki tarihçilerin eserlerinde dik­ kati çeken nokta bunlann açıkça veya zımnen Pe­ lasglarla Etrüskleri aynı millet saymaları ve isim değişikliklerine göçlerin sebep olduğunu söylemele­ ridir. Mesela, Hellanikos'a göre Pelasglar ltalya'ya yerleştikten sonra Tyrrhen (Etrüsk) adını almışlar­ dır. Lesboslu Myrsilos'a göre ise, Tyrrhenler vatan­ larından ayrıldıktan sonra Pelasg olmuşlardır ( 16 ) Hekateos'a göre Brauron'da Atinalı kadınlan kaçı­ ranlar Pelasglardır, Philocoros'a göre ise, Tyrrhen­ lerdir(1') . Bu sebeple, Aristofan gibi, Sofokles gibi (15) "Herodotus", tre.nslated by Powell, sahife

26.

(lG) Noel des Vergers, "L'Etnırie et Ies Etnısques",

Flrm.ln

Didot, Parts 1862, p, 109. (17) Pauly.Wlssowa, Realencyclopll.die der klasslschen Al ­ tertwnswissenshaft, Stuttgart 1948, sahife 19i0,

173


yazarlar Pelasg-Tyrrhenler şeklinde bir birleşik ad kullanmağı daha pratik bulmuşlardır (18 ) . Bütün bunlar Pelasglarla Tyrrh�nlerin, yani Etrüsklerin aynı dili konuştuklarını ve aynı örf ve adetlere sahip olduklarını Yunanlılann açıkça gör­ meleri neticesi olmayıp da ne olabilir ? Tek geçerli izah budur. öyle zannediyorum ki, bazılannın Palasglara karşı allerji duymalarının sebebini okuyucu anlama­ ğa başlamıştır. Pelasglar Tyrrhen, Tyrrhen'ler de Etrüsk olunca, Etrüsklerin İtalyanın yerlisi olduğu­ na dünyayı inandırmağa çalışan etrüskologların du­ rumunu düşünün ! Pelasg diye bir milletin hiç bir za­ man mevcut olmadığını iddia etmekten başka çareleri varını ?

Burada bir parantez açmak mecburiyetini duyu­ yorum. Çünkü bazı etrüskologların büyük değer ver­ dikleri, fakat İtalyanın eski tarihini çekinmeden ve bile bile karışık hale getiren bir tarihçinin eserleri yüzünden ortada dolaşan ·bazı fikirlerin yerli yerine konması gerektiğine kaniim. Kendinden söz etmek is­ tediğim tarihçi Halikarnaslı (Bodrumlu) Dionysos'­ tur. Dionysos Yunanlı olduğu halde, Romada, İmpa­ rator August'ün himayesinde, Sa.ray �vresinde ya­ şamıştır. Greko-romen diye niteleyebileceğimiz bu zat, tsa'nın doğuşundan bir iki yıl önce "Roma an(18) H.H. Scullard, The Etrusean clties and Rome", Thames and Hui:ıson, Landon 1967, sahife 311�

174


tikitesi" adı ile bir eser

yayınlamıştır.

·

E.serin adı

"Roma tarihinin eski dönemi" şeklinde anlaşılmalı­ dır. Tarihi gerçek açısından ziyade politik

n1 ülahaza­

larla yazılmış olan bu eser bugün bile baz.ı �t.ı..rihçi­ leri etkisi altında bırakmakta ve bir takım

yanlış

fi­

kirlerin yayılmasına sebep olmaktadır. Dionysos :için tek önemli şey imparator- :n gözü­ ne girmek ve Mekena'nın aracılığı

ile lutuf' arından

faydala:nmağa devam etmekti. İmparator August ise, Romanın kudret ve azameti fikri ile dolu bir hüküm­ dardı. En büyük politik amacı da Roma hakimiyeti altında bulunan milletleri

eritmek,

Iatinleştirmekti.

Bu milletler arasında özellikle şanlı bir tarihe sahip olan Yunanlılarla

Etrüsklerin milli gururla ·ını kır­

mak emeii idi. Romalıların millete borçlu olmalan

medeniyetlerini bu iki

August'un

co.nını

sıkıyor­

du (1•) . Şu halde, August'ün hoşuna gitmek için yapıla­ cak iş Romalıların ve İtalik

kavimlerin

g;�çmişini

Etrüsklerinki nden ve Yunanlıların.kinden da'.ı.a şanlı göstermekti. Dionysos

ıi.ki

yoldan bu amaca v 1.l'abile­

ceğini düşünmüştür : a - Et'rüsklerin İtalyanın yerlisi olduğuiiU iddia ederek, onlan Latinlerin hemen hemen kard eşi gibi göstermekle, b - Yunanistandakıi. ha.kim Romalılarla mahkUın Yunanlıların aynı ataların

torunları olduklarını, bu

ataların Pelasglar olduğunu ileri sürmekle. ( 19) Etrllsk site - devletleri Ogüst devrinde orta.dan kaldınl­ mıg ve "B!Slge" adı ile RomaillD idari çerçevesi içine ahn­

mıgtır.

175


İki bin. yıldan beri pek çok

tarihçi

Hali.karnaslı

Dionysos'un ard niyetli iddialarına safça inanmışlar­

dır. Bir kısmı da, işlerine geldiği için inanmış gibi görünmüşlerdir. Fakat, bilhassa

Anglo-saMon ya­

zarlar arasında Dionysos'un

sam·imiyetsizliğini sez­

miş olanlar vardır. Londra

Üniversibcsi Eski Çağ

Tarihi Profesörü rını

H.H. Scullard'ın aşağıdaki satırla­

buna misal olarak gösterebiliriz :

"Merkezi ltalyanın Pelasglar tarafından istila edildiğine dair geleneksel söylenti Halikarrıaslt. Dionysos için BiR PROBLEM TEŞKiL EDiYORDU. Bir yandan Etrüsklerin otokton ve Pelasgların Yu­ nanlı olduklarına inandığına göre(10), Etrüsklerle Pelasgların aynı millet olduklarını iNKAR ETME­ C::E MECBURDU. Diğer taraftan, Pelasgların rolü­ nü küçümsemek de iŞiNE GELMiYORDU. Sebebi de şu idi ki, Roma'nın geçmişine dair eserini yaz­ maktaki MAKSADI Roma devletinin barbar bir devlet olmadığını, aslen Yunanlı bir devlet olduğunu Gt:JSTERMEKTI. Çünkü . Roma'nın eski ahalisi ka­ dar "eski ve yunanlı bir milleti dünyada bulmak mümkün değildir'' şeklinde iddialar ileri sürmekte idi... Böylce, Dionysos'un Etrüslclerin otokton bir kavim olduğuna dair iddiası başlca bakımlardan tar­ tışılabilse bile, her halde Pelasglar hakkındaki hikd­ yeleri bu iddiaya inanırlık kazandırmamaktadır "(n) ..

"Encyclopedia

Americana"nın

PELASGLAR

maddesini yazan bilgin de, Halikarnaslı Dionysos'un (20) Bize göre, inanmaktan ziyade inandırmağa çalışıyordu. (21) Dip Not 18 de zikredilen eser, sahife 37-38.

176


iı.macının ilmi

değil, politik olduğunun farkına. varmış­ 'Ansiklopedide şunları okuyoruz : "Onun başlıca amacı Roma'nın hakimiyetini ve boyunduruğunu Yunanlılara hoş göstermek ve Yu­ nanistanı fethedenlerin şöyle iyi, böyle iyi insanlar olduğunu ispat etmeldi"(12). Bu biraz da Halilcarnaslı Dionysos'un kendi mil­ letinin duygularına ihanet etmekten çekin»Mmıiş ol­ duğu anlamına ge.liyor. tır.

işte adam böyle bir adamdı. Bununla beraber, eserinin her satın bir takım hesaplara dayanan bu adam, istemeyerek bizim tezimizi kuvvetlendiren bir gerçeği ağzından kaçınnışhr. Bu şöyle olmuştur: Herodot'un bir parçası vardır ki, her etrüskoloji kitabında muhakkak zikredilir. Herodot bu parçada Lydiaya ha.mim bir kralın Tyrrhenos adlı oğlunun ne gibi şartlar neticesinde, ülke ahalisinin yarısı ile bir­ likte İtalya.ya göç ettiğini anlatır. Halikarnaslı Dion�sos Etrüsklerin otokton olduğunu iddia. ettiği­ ne göre, Herodot'un hikayesini kabul etmesi mümkün değildi. Bu hikayeyi veya olayı reddedebilmek için, dalkavuk tarihçi, Herodot'un bahsettiği Lydialılarm tlönemi ile kendi dönemi arasında 1300 yıl geçmiş ol· duğunu dikkate almayarak, kendi zamanındaki Lydialıların dili ile Etrüsklerin dilini karşıl aştırma­ ğa kalkıyor. Ve işte o zaman şöyle diyor: "Etrüsk· !erin dili Lidyalıların dilinden daha çok Pelasgların diline renziyor" (N) . Bize 18.zım olan da bu idi. (22) 1970 baskısı, Cilt 21, sahife 482, (23 ) Denys d'Halicarnasse, "Antıquit�s romaines", Françols de Jay çevirisi, Paris MDCCXXII, s. 30.

177


Bu yazının başlığını "Pelasglar kim idiler?" şek­

linde koymuş bulunuyoruz. Evet, Yunanlıların Etrüsk­ Ierle karıştırdıkları bu Pelasglar kim idiler ? Onların etnik asılları ne idi ?

1nsari ırklarından

hangisine

mensup ddiler? Eski tarihçiler sayesinde, onlar hakkında. elde ettiğimiz bilgileri özetleyelim : a - Pelasglann dili yunancadan farklı bir dildi. b - Pelasgla.r Yuna.nistana kuzeyden gelmlşlerdi.

c - Göçebe idiler

.

i

d - Yerleşik oldukları dönemlerde de en sevdik­ leri şey inşaat yapmak, şehir kurmaktı (Argos, La­ rissa., palarjilı: duvar) Pelasglann etnik menşeini tayin edebJmek için yukandaki dört .şarta uygun bir millet bulmak zo­ rundayız. Bu dört şartı tekrar ele alalını : 1

..

Pelasgların ·dili yunancadan farklı bir dil idi.

Eskilerin verd:ği bu bilgiye bu�ü lengüistler şu hususu ekliyorlar. ki, o da pe1asgcanın hint-avrupalı ·

bir ·dil olmadığıdır.

Çünkü hayli zamandan beri pelasgca bir metin eline. geçmiş bulunmaktadır. 1885 yı­

bilginlerin

lında Atina'daki

Fransız

Okulu

(Enstitüsü) nun

gayretleriyle, Limni adasının Kamina adlı köyü ci­ varında bir "ste�a" bulunmuş ve bunun üzer;nde ka­ bartma b:r resimle birlikte, , etrüskologların etrüsk­ çeye çok ben.rediğini söyledikleri

bir dilde yazıtlar

görülmüştür. Fazla olarak, bu yazıtların M.ö. VII nci

178


ytizyıla ait oldukları tesbit edilebilmiştir ki, o dönemde

Limni adası Pelasgların elinde idi. Adanın Yunanlı.

ların eline geçmesi M.ö. 510 yılındadır. Limni'de bulunan pelasgca

yazıtlar hakkında

Raymond Bloch adlı büyük etrüskolog şunları sey­

ler: " ... Kamina yazıtlan gerak morfoloji, gerek lek­

sikografi bakımından etrüskçeye çok

yakın özellik­

ler taşımaktadır. Burada gördüğümüz kelime sonla­ rındaki ekleri, kelimelerin yapılışındaki şekilleri ve hatta belirli tabirleri aynen bizce bilinen etrüsk me­ tinlerinde de bulmaktayız" ( z-ı ) Bir de şu var : Dilcilere göre Etrüsk dili Avrupa dilleri gibi "bükümlü" (tasrifi) olmayıp, , ; bitişken" (iltisaki) bir dildir ve ses eğilim göstermektedir(2• )

uyumu

Fakat gerek bitişkenlik, gerek Altay

dillerinin özelliklerinden�ir.

lasglann kim olduklarını

kanununa açık

ses uyumu Ural Şu

halde,

Pe­

anlamak _için sfo konusu

dilleri konuşan mill etlerden birine bakmamız gerekc­ cektir (u) .

Raymond Bloch, "Les Etrusques", Presses Universita!res, Paris 1968, sahife 17. (M) Aynı yazar, "The Etruacans", Thames ani Hudson , London 1965, sahife 75. Massimo Pallotino, yukandıı. ' zikredilen eser, sahife 391. (26) Ler..gülstık ile yakından llgllenmem!ş okurlar için aıı :a.­ ğıda bükümlil ve biti§k�n diller hakkında bazı bilgi ve misaller veriyoruz : 1. Bilkliimlil diller isimlerin veya fiillerin çekim ı gibi hal­ lerde kellmeleri bükerek ııeklinl bozuyorlar. Fı aıısızlarıD (24)

179


Bu dilleri konuşan . milletler arasında seçim im­ kanlarımız sınırlıdır. Tıınguzlarla Samoyed.Ieri bir tarafa bırakırsak, elimizde kalan milletler şunlardır: Macarlar, Finler, Moğollar ve Türkler. Bu milletler arasında hem lengüistik şartı, hem diğer şartları dolduran millet Türklerdir. Şöyle ki : Küçük

La.rousse

sözlüğilnde,

lengüistik

anlamda

"büküm" olayı haklunda şunları okuyoruz: "Bir kelime­

nin, cümle lçlnde oynadığı. role göre, son hecelerinde ge­ çirdiği değişikliklerin toplamı" :Misaller.

Le trav-ail Les trav-aux

işler

v-enlr

gelmek

je V-iendrai

geleceğim

the g-oose _

kaz

the g-eese

kazlar

İngilizce

to br-ing

getirmek

I br.ought

getirdim

<!er Kn.opf

düğme

die Kn-öpfe

düğmeler

d-enken

düşünmek

İch d-achte

düş(lndüm

yaum

gün

Arapça ayyam

günler

takkallum

konuşmak

mutakkalllm

konuşo.n

2. Bitişken diller isimlerin veya flilleri11

çekimi veya

çoğulların yapımı için, kelimenin şeklim bozmadan ek­ leri kelimeye bitl§tlren dillerdir. Küçük Larousse bu ko.

nuda şöyle der : " (bu diller) cümle içindeki çeşitli iliş-

180


2 - Pelasglar gibi Türkler de Akdenize Kuzeyden gelıpi.ş, hem de bir defa değil, tarihte bir çok defalar, çeşitli adlar altında gelmiş bir millettir. 3 - Türkler tarihte hep oradan oraya göçmüşler ve bugün bile, gerek Orta Asyadaki, gerek Anado­ ludaki Türkler mevsim göçebeliğinde bulunmakta, yani yazın yayla�a çıkmaktadırlar.

4 - Türklerin imarcı bir millet olduğunu hatır­ lamak iç"in Bizansı çeşitli mimari eserleri ile ne ka­ dar güzelleştirmiş olduklarını hatırlamak yeterlidir. kileri ifade etm,ek için, kelimeleri bozmayıp, Ural-Altay dillerinde olduğu gibi, köklerle ekleri yan yaJ:La getiren dillerdir''. Misaller: Türkçede

göz göz.ler gel-mek gel-dlm

Etrııskçede : Burada etrüskologlann nezdinde büyilk rağbette olan bir misali alalım : "Takhnalthi" kelimesini .. . Uz­ manlara göre bu kelime ''Tarkinyada" anlamına geliyor. ''Tarkhnal" Etruryanın Başkenti olan Tarıdnyanın etr!lskçes!, "thi" eki de tilrkçedeki de, te, da, ta eklerinin kaqıılığldır (Raymond Bloch, "!es Etrusques" Presses unlversitaires, sahüe 59. ve Massimo Pallotlno, Etrus­ cologia" sahife 403 ) . Halbuki, bilindiği gibi, tilrkçedeki de , te eklerinin etrüskçedekl "thl" ekin.in anlamını vermek içln Hint Avrupa dilleri kelimenin önüne bir başka kelime getirir. MeaelA, "Parlste" demek için A Parls Fransızca l:ııgile lzc ln Para V Parlji Rusça

Farsça

Der Parla

denir.

181


Ya bütün Anadoluyu ve hatta bütün Orta Do­

ğuyu dolduran Türk mimari eserleri ! . Orta Doğunun Başkentlerini gezen turistler çok

iyi

manasını

sözlerimin

anlayacaklardır.

Şu halde, tarihi ve lengii'istik

gerçekler kadar

saf mantık da bizi şu neticeye götürüyor. Pelasglar Proto-türk idiler ve başka

şey olmuş olmalan müm­

kün değildir. Biliyorum ki, bir Batılının kafası için bu netice tatsız bir paradoks gibi gelebilir. Bunun

şahsi tec­

rübeme dayanan bir delilini sunmak iste:rıim. Benim

1971 yılında "Etrüskler Türk mi idi ?" adlı fransızca kitabım çıktıktan sonra bundan

bir tane

değerli

etrüskolog Mr. Christopher Hampton'a da gönder­ miştim. Mr. Hampton uzun ve nazik mektubunda şu

itirafta bulunuyordu :

"Çoğumuz Türltleri Isldmiyetin ve Muhammed'­ sonraki Anadolu tarihinin çerçevesinde düşünü­ rüz. Halbuki sizin teziniz onların ataları ile ilgilidir... den

Yukarıdaki satırlar isbat ediyor

ki,

Batıda. sa­

dece orta aydınlar değil, bilginler bile, İslamiyetten

öncekıi. Türkler hakkında

çok az ş-ay biliyorlar. Bu

sebeıXe, Pelasglann Proto-türk oldukları hakkında yu­

karıda ifade ettiğim gerçeği dudak

bükerek karşı­

laya.cak okuyucuyu Dünya tarihine göz atmağa da­ vet ediyorum. Çünkü, Türkler veya Proto-Türkler Yunanistanı tarih-öncesi devirde Pelasg adı

ile istila etmekle ye­ bir çok

tinmemişler, bunu daha sonraki devirlerde de, defalar yapmışlardır.

182


Türklerin Yunanistanı Osmanlı adı altında işgal edip,

15 inci yüzyıl ile 19 uncu yüzyıl arasınd� 400 yıl

boyunca idare etmiş olmalarını

haydi saymayalım.

Fakat daha önce, başka başka isimler taşın', ' ) .b ulu­ nan ve bugünkü Türklerin ataları olan milletler_n, yani Hunların, Avarların, Kumanların, Paçeneklerin Yuna­ nistarun kuzeyini işgal etmiş olduklan gerçeğini unu" tabilir miyiz ? (•7)

Fiziki coğrafya

bakımından, yer

yapısı, yani dağfar, vadiler,

yuvarlağının

geçitler son dört veya

beş bin yıl içinde pek değişmediğinden

ve Tü -klerin

de mizacı ve onları Orta Asyadan kaçıran iklimle il­

için­ Türk kabileleri veya orduları, ikide birde Yuna­

gili sabepler hep aynı olduğundan, tarihin akışı

de

nistamn kuzeyine, dalga

halinde

gelip

çarpmıştır.

Aynı sebepler ayın neticeleri doğurmuş ve tarih tek­ rarlanmıştır. Hazar Denizi civarında

yaşayan

veya oradan

geçen Hunlar, Avarlar, Kumanlar, Peçenekkr hep aynı yolu takip etmişler ve Yunanistanın k1� :eyine, yani Trakya ve Mekedonya'ya gelip dayanmı�lardır, o Mekedonya ki, eski Yuna1'1ılar ona Pela(s) gonia, yani Pelasglann ülkesi derlerdi.

Pelasglar Yunanistanı etmişlerdir ? "Larousse du

ne zaman istila ve lşgal ieme siecle" adlı Ansik­

xx

Jopedi'ye bakılırsa bu M.ö. 3000 yılına doğru olmuş-

( 27 ) Ren� Grousset, "L'Emplre des Steppes." ve M.a.rqaart, ''Über das Volktum der Komıuıen" aerlln 1914.

183


tur(28) . Bununla aşağı yukan mutabıkız. Şu halde, Pelasglar Yunanistanı Yunanlı'lardan bin yıl kadar önce işgal etmişlerdir. Yunanlılar geldikten sonra da Yunan yarımadasının bir şatranç tahtası haline geldiği, yani Yunan kabile gruplan ile Pelasg kabile gruplarının şurada .burada yan yana yerleştiği ve yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu durum tarihi devirlere kadar devam etmiştir. Çünkü "Dictionary of Ancient Greek civilization" adlı sözlükte ddkkate değer bir �çıklama bulmaktayız. "Larissa" maddesinde (ki, Homer sayesinde bunun bir Pelasg şehri olduğunu biliyoruz) sözlük şöyle der: "Larissa tarihi devirler­ de Tessalya'nın en önemli şehri idi ve Aleuadae sül§... lesinin hüküm sürdüğü bölgenin başkenti idi. Pinda­ ros, Hippocrates ve Platon gibi bazı meşhur adam­ lar . bu şehirde, yan barbar prenslerin misafiri ola­ rak kalmışlardır" (29 ) . Burada "Yarı barbar" tabirini tahlil etmemiz ge· rekiyor. Barbar kelimesi "yunancadan başka dil ko­ nuşan" anlamına geldiğine göre, "yan barbar" olsa olsa "ana dili olarak yunancadan başka bir dil konuş­ tuğu halde, yunancayı da konuşabilen kimse" anla­ mını ifade edebilir. Şu halde, Platon'un zamanında bile, yani M.ö. iV. yüzyılda, henüz Yunanistanda, Pelasglarm Mki­ Oıiyeti altında bulunan bölgeler vardı. Ve demek ki, bu bölgelerin prensleri, yani hükümdarları Yunan (28) Şüphesiz ki Orta Asyadan Anau (Turkm6nlstan) kül­ tUrü.ı:İün unsurlannı getiriyorlardı. (29) Methuen and Co, Ltd. London 1970, sahife 264.

184


dünyasının kültürel hareketlerini takip ediyor ve ya­

yµılanan gerek edebi, gerek ilmi eserlerden haberdar oluyorlardı. Yoksa, bu hükümdarlar neden Pindaros gibi bir şairi, Hippokrates gibi bir bilgini

ve Platon

gibi bir filozofu yakından tanımak ve. onları misafir etmek arzusunu duysunlar ? Burada Meillet ile Cohen

tarafından

yazılmış

"Dünya Dilleri" adlı eserden bir cümleyi zikretmenin lam sırasıdır. Bu eserde şöyle deniyor :

"Pelasg dili M.ô. 5 nci yüzyılda bile, Trakya sahillerinde, Propontid'in (311) güneyinde ve lmros ile Limni adalarında konuşulmakta idi"(31) . Ne yazık ki, bu cümle Pelasglan hayali bir mil­ let sayan tarihçilerin ve etrüskologların gözüne iliş­ memiştir ! Pelasglarm tarihi bir millet olduklarını Atina'­ daki duvar parçası, Llmni'de bulunmuş yazıtlar ve

birçok eski tarihçinin yazılan isbat ettiği gibi, onla­

rın Türk olduklarını da, ayrıca,

bir Romalı bilginin

bıraktığı lengüistik delil tartışılmaz bir şekilde isbat

etmektedir. Adı Varron olan bu büyük bilgine göre, TEPAE kelimesi Pelasg dilinde TEPE demektir (3") .

Türkçede olduğu gibi, ... Türkçedeki tepe kelimesinin manasını ise. dünya arkeologlarının hepsi iyi bilirler : Altın-tepe,İkiz-tepe, Kara-tepe, Kül-tepe yüzünden...

(30) Yani Marmara Denizi

{31) Pariıı 1924, ııahlfe 48. (32) lsaac Taylor, "Etruscan researches", Mac Millan and Co., London 1874, sahife 330.

185


lskitler/e Etrüskler · arasında benzerlik/er (Bu yazı 1976 yılının Eki.m ayında Ankaratda toplan­ mış olan VIII. Milletlerarası Türk Tarihi Kongresine sunulmuş bildirinin gen·işletilmişidir) Etrüskler deyince bir Bablının zihninde, Roma· Warın medeniyetini doğurmuş, veya hiç değilse bu medeniyetin doğm�sına katkıda bulunmuş ince bir medeniyete sahip bir millet kavramı doğar. Bunun aksine, İskitler deyince çok kimsenin aklına ilkel örf ve adetlere sahip, parbar bir millet gelir. Buna rağ· men, eski Yunanlı tarihçileııin merak ve ilgisini çek· miş olan İlkçağa ait bu iki millet arasındaki ortak yanlan araştırmak bana çekici geldi. Aşağıdaki kıyaslamada (') , objektif ve tarafsız bir şekilde, iki millet arasındaki menşe, giyiniş, örf ve adetler, sanat ve din bakımından benzerlikleri or( 1 ) Etrüsklerin menşei hnkkındaki fikrimizi "Etrilskler Türk mü idiler?" adlı küçük kitabımızda ifade e�tilL (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınlan, An­ kara 1974)

186


taya kcymağa çalıştım. Böylece, iki millet arasında

20 noktada benzerlik bulup çıkardım. Bu no'.üaların her biri bir yazı konusu olacak nitelikte olduğundan, hepsi hakkında kısa bilgiler sunmakla yetiniyorum. 1

-

l\IENŞE :

Gerek tskitlerin, gerek Etrüsklerin

menşei so­

runu bilginler arasın�a uzun zamandan beri tartışı­ lan ve bugün de tartışılmakta olan bir

ilmi sorundur.

tngiliz tarih bilgini E!Ms Minns İskitler hakkın­

da şunlan söyler :

"Etnografya biliminin belki hiç bir meselesi ts­ ki.tlerin etnik akrabal·ığı meselesi kadar tartış'llma­ mıştır" (2) . Ger!:;ekten, tarihçiler önyargılarına veya kapris­ lerine göre, İskitler için birbirinden uzak

ve

en bek­

lenmedik menşeleri gösterirler. Mesela, !skWer Mül­ lenhof için İranlıdırlar, Neumann iç.in Moğol, Samok­ hsof için Slav, Fiesel için

Jermen, Geza

Türktürler, Etrüsklere gelince,

biliniyor

ki

N:ıgy için

onlar, Arnavut­

lardan tutun da Hititlere varıncaya kadar akla ge­ lebilecek her milletle akraba gösterilmiştir. Bir İn­ giliz bilgini durumu şöyle özetler :

" ... gerek eski, gerek yeni tarihçilerin hepsi Et­ rüsklerin hangi ırktan ve hangi ülkeden geldikleri hakkında ayrı fikirdedirler ııe uzmanlardan her biri, (2) Ellis H. Mlnns, "Scythians and Greeks", Press, Combridge 1913, s. 35.

Ün!versitY

187


fikirlerini ifade ettikten sonra, sonuç olaralc bütün tartışmaların ölü noktada bulunduğunu itiraf etmektedirler''(3). 2 - AD

İskitler - de, Etrüskler de kendilerine, başka mil­ letlerin onlar için kullanmadıkları adlar verirlerdi. ts­ kitlere Yunanhlann verdiği isim SKUTHAİ idi. Fa­ kat Herodot'a göre, onlar kendilerine "SKOLOT" (") diyorlardı. Diğer taraftan, bilindiği gibi, Etrüsklere Roma­ lılar TUSCt, Yunanlılar ise TyIThenoi veya Tyrsenoi

diyorlar�. Halbuki tarihçi Halikarnaslı

Dionysos'a

göre, onlar kendilerine RASENNA diyorlardı. S

-

TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞ :

Bir millet için doğmak veya tarih sahnesine çık­ mak bir edebi metinde veya vekayinamelerde zikre­ dilmek demektir. İskitler ile Etrüskler ise, ayni za­ manda, hatta, denebilir ki, yanyana tarih sahnesine

çıkmışlardır. Çünkü tskitlerden ilk defa Yunanlı şair Hezyod'un "ݧler ve günler" adlı eserinde söz edil­ mektedir. (') . Etrüskler de, ilk defa olarak, "Tyrse­ noi'' adı ile ayni eserde zikredilmişlerdir (•) . (3- Jarnes Wellard, ''The Search for the Etruscans" Thomas Nelson and sons, Lan.don 1973, s. 21. ( 4) "Herodotus" Translated by J. Enoch Powell, Clarendon Press. Oxford 1949, Vol. I, s. 275. (5) La. Grande Encycloplidle, Cilt. 29. S. 851. Rome", Thames !6) H .H. Scullard, ''Etruscan cltles and and Hudson, Landon 1967, s. 34.

188


c,

-

POLİTİK GtJÇ VE MEDENİYET :

!skitlerin askeri ve politik güçleri

M.ö.

VII. yüz­

yılda zirvesine çıkıyor. Anadolunun Kuzeyini boyunca işgal etmeleri . bu döneme

28 yıl

tesadüf ediyor.

Onların med·aniyet ve sanat bakımından en çok yük­ seldikleri yüzyıl ise,

M.ö.

VI. yüzyıldır ( 7 ) .

Diğer taraftan, Etrüsklerin ttalya'daki hakimi­ yeti ve Etr üsk sitelerinin gelişmesi M.ö. VII. yüzyıl­ da kendini göstermektedir. (•). Etrüsk sanatının en çok geliştiği dönem ıise, M.ö. VI. yüzyıldır (9) . Şu halde, bu iki milletin doğuşunda da, büyümesinde de şaşılacak bir paralellik vardır. 6

-

ORTAK DUŞMAN :

!skitlerin de, Etrüsklerin de tarihlerinin ıilk dö­

dönemlerde rakipleri ve düşmanlan Yunanlılardı. Bir çok eski tarihçiye

neminde ve hatta tarih-öncesi

göre, Yunanlılar tarihlerinin şafağında tsldtlerle çe­ tin

savaşlar yapmışlardır. Sonralan, efsane ve mi­

toloji konusu halini alacak olan bu savaşlar bazen "Centaure"lara, bazen de "Amazoİı"lara karşı idi, Halbuki "centaure'' lar ilk defa gördükleri atlı tskit askerleri idi ( 10) , "Amazon"lar ise, tskıit soyundan olan Kadınlar ordusu idi (11) . (7) "Les Tresors d'art des Scythes", Gründ, Prague 1968, s. 13. (8) Attlllo Gaudlo, "Les Etrusques, une ctvillsa.tlon retrouvee, Edltlons Glrard et Co, Vervlers 1969, s. 14l . {9) Ra.ymond Bloch, "L'art des Etrusques", n Parna.sso, Milano 1965, s. 28-29. (10) "L'Art barbare Scythe" Editıons Cercle d'Art, Parla . 1971, s. 97. {11) Guy Cadogan Rothery, "The Amıızoıı.s i.n Antıqulty", London 1910, s. 9.

189


Diğer taraftan, eski tarihçiler gerek Yunanistan Yunanhlarınm, gerek Ege Denizinde yerleşmiş Yu­ nanlıların Tirhen (Etrüsk) korsanları ile savaşlarını anlatır dururlar. Bu korsanlar cesaretlerini o nokta­ ya vardırmışlardı ki, günün birinde Yunanlılann tan­ hsı Dionyzos'u bi�e kaçırmağa cesaret etmişlerdi (ıa) . Bu Tirh-3nler, bazı eski ve yeni tarihçilere göre İtalya Etrüsklerinin Ege Denizi kıyılanndaki ataları idiler. Fakat efsane dönemine ait bu karşılıklı kor­ sanlıkları bir tarafa bırakacak olsak bile, italya'daki Etrüsklerin Yunanlılara karşı savaşlarını görmemez­ likten gelemeyiz. Bu iki milfat arasındaki mücadelenin iki önemli noktası Etrüsklerin· M.ö. 535 de Foça Yu­ nanlılarına karşı Aleria savaşı ve M.ö. 474 de Sira­ kuza Yunanhlarına karşı Cumes savaşıdır (13) . 6

-

COCRAFYADAKİ lZLEB :

Etrüskler gibi İskitler de, Coğrafya terimlerin­ de siyasi hakimiyetlerinin izlerini bırakmışlardır. Bir zamanlar '1skit Okyanus"u denilen bir demz (14 ) , "İskit körfezi" denilen bir körfez (") vardı. Diocletien zamaninda ise, Roma imparatorluğunun bir vilaye­ tine "Küçük İskitya" adı. verildiği g:bi, Filistin'in bir şehrine "Scythopolis" (iskit kenti) denirdi. (12) Pauly, "Realencyclopadie der

klasslschen

·Aıtertums.

wissenschaft".

(13) Werner

Keller, "Dann sie entzündeten das Licht" Drömer, MÜnchen-Zürich 1970, s. 160, 214, 215, 216.

( 14) Larousse du XX e si�cle, Vol. VI. s. 263. (15) Talbot Rice, "The Scythians" Thames London 1961, s. 35.

190

and Hudson,


Diğer taraftan, bugün bile coğrafyada 'Lir Tiren Denizi, yani Etrüsk Denizi bulunduğu bilinnwkteclir. '1

- DIŞ GöRVN:0Ş .1

iskitlerle Etrüslderin dış görünüş baLunından benzerlikleri, gerilere gittikçe daha çok dikkati çe­ ker. Mesela, iskit erkeklerinin uzun saçlı ve genellikle Arkaik dönemde sakallı olduklarım biliyoruz ( 16) Etrüskler de öyle idiler(1.') . Söz konusu bP11zerliğin farkına varmak için Cerveteri'de bulunmuş -nermer­ den tabut üzerindeki şefkatli koca ile Kul-Obıı.'da bu­ lunmuş meşhur vazodaki diz çökmüş dişçiyi karşı­ laştırmak yeterlidir. •

8 - BAŞLIK :

tskiUer tepesi sivri ve kulaklıkları olan bir baş­ giyerlerdi. Kulaklıklar çok defa çenenin altında birleştiı:ıil:p bağlanırdı. Bunun delilleri sadece Pa­ �ınk'ta bulunmuş giyiqı eşyası ve vazolar ili.erindeki resimler değil, ayni zamanda Persepolis'teki kabart­ ma heykellerdir de. Çok ilginçtir ki, _bütün Batılı ta­ ı:ühçiler tskitlerin bu başlığından söz ederken, aynen bu türkçe kelimeyi kullanırlar, fakat bunu l: ir rusça kelime zannederler ve "bashlyk" şeklinde yazarlar. lık

Etrüsklere gelince, biliniyor ki, onlar da, Os­ manlıların kavuğuna ve külahına benzer teı,esi sivri (16) Ellis H. Mlnns, zikredilmiş eser, s. 57. ( 17) Massimo Pallotino, "Etruscologia'' Hocpli, Mi' :ıno 1968, s. 339. {18) Jacques Heurgon, "La Vie quotldienne chez ıe, Etrusrıu­ es", İtalyancaya çevirisi, 11 Sagglatore, Milaııo 1967, s. 43.

191


bir başlık giyerlerdi. Romalılar buna "tutul-us" adııu

verirlerdi ( 1•) . Benim bildiğime göre, bu başlığın çe­ nenin

altından

bağlandığına hiç bir

Romalı yazar

işaret etmemiştir. Bununla beraber, biliyoruz ki, Et­ rüsklerin geleneksel ve hiç bir zaman Yunan moda­ sından etkilenmemiş luyafeti "augur'lann ve "ha­ ı:uspis"lerin kıyafetidir. Etrüsklerin bu tam mana­ siyle milli ve şüphesiz çok eski zamanlardan kalına kıyafetini· bugün Vatikan müzesinde bulunan küçük bir bronz heykelcikten görüp anlıyoruz. Bu heykel­ ciği İtalyan etruskologu Massimo Pallotino" Etrus­ cologia" adlı eserinde §Öyle tanıtıyor : "Karakteristik kıyafeti ile bir haruspis'i temsil eden, bronzdan heykelcik" (1 9) . Bu heykelciğin sivri başlığında da çene altından bağlanan bir kısım var­ dır. Tıpkı !skitlerinki gibi. Esasen, çene altından bağ­ lanan

b aşlık giymiş "augur"lann resmini Etrüsk el

aynalarının arkasında da görmek mümkündür (20) . 9

-

ASKERİ VASIFLAR

!skitlerin

askerlikteki

.1

ustalığından

Herodot

şöyle söz eder : ". • . bu alanda (askerlik alanında) işi öyle idare ederler ki, onlara saldıranlar hiç bir zaman ellerin­ den kurtulamaz. Halbuki, kendileri saldırıda bulun­ dukları zaman, onları yakalamak imlronsızdır'' (21) .

( 19 ) Massimo Pallotino, zikredilmiş eser. Tavola XXXI. (20) Agnes Carra Vaughan, "Those mysterious Etruscans'. ', Robcrt Hale, London 1966, s. 81. (21) ''Herodotus'• J. Enoch Powell çevirisi, Clarendon Press, Oxford 1949, s. 290.

192


Yunanlı tarihçinin kitabının IV üncü bölümünün

bir çok yerinde de

İskitler

hakkında "yenilmeSiİ.

güg", "yenilmez" deyimleri geçer. Diğer yandan,

M.ö. Birinci · yüzyılda yaşamış

olan Sici lyalı Diodorus, Etrüsklcrin eski dönemlerde­ ki askeri meziyetlerini şu şekilde över :

'Etrüskler son derece cesur idiler. Onlar büyük fatih millettir "(22). ...

, 10

-

POLİTİK ÇÖK'ONTtl' SONUCUNDA KENDİNİ SALIVERME .1

Milli hayatlarının şanlı dönemlerinde güçlü, ha­

reketli ve çevik olan İskitler zamanla tembel ve ha­

yatın küçük zevkleriyle yetinen hantal adamlar ha­ line gelmişlerdir. Hippokrates'in dediğine göre, onlar yemek, iç;mek ve dans sahneleri seyretmekle vakdt­

lerini geçirirlerdi (ıt3) ,

Sicilyalı Diodorus da Etrüskler hakkında hemen

hemen ayni şeyleri söylüyor:

"... onlar eski.den dillere destan olan güçler·ini kaybetmişlerdir... Bunun sebebi bitip tükenmez zi� ya/etler ve erkekleri kadınlaştıran cinsten zevklere düşkünlük idi"(24). (22) Alain Hus, "Les Etrusques, pcuple secret" ltalyancayıı çevirisi s. 175. (23) Talbot Rice, "The Scythlans" s. 63. (24) J. Heurgon., zikredilmiş eser, s. 45, 61.

193


11

-

SANATIN VASIFLARI .

. tskitlerin de, EtrüsklerJn de sanatı "hayvan üs­ lfıbu" denilen üsluptadır. tskitlerin sanatını sovyet bilgini M.t. Artamanov şöyle vasıflandırır :

"ALTAY bölgesinin eski sanatında görülen süs­ leyici motifler geniş ölçüde o bölgedeki hayvanların gerçek şekillerinden esinlenmiştir... Bu şekiller ve hayvanların dövüşmesini gösteren sahneler KARA­ DENiZ sahillerinde yaşayan iskitlcrin de kullandık­ ları hayvan üslubu ile akrabalık göstermektedir"('2). Raymond Bloch ise, "L'art des Etrusques" adlı güre! eserinde Etrüsklerin sanatı hakkında şunları söyler :

"Etrüsklerin sanatta hayvanları temsil etme eğilimi genellikle hiç bir zamaH kaybolmamıştır. He­ m.en Tın yüzyılda meydana getirilmiş (daha önceki gibi taştan değil) bronzdan ve balçıktan şaheserler bu orjinal eğilimin parlak' delilleridir"(21'). llı:i milletin sanatı arasındaki benzerlik hakkın­ da fikir edinmek isteyenlere şu karşılaştırmayı yap­ malarını tavsiye ederim : Karı Jettmar'ın "Bozkır kavimleri" adlı eser;nde resimlerini görmek mümkün olan altın levhalar üzerindeki hayvan dövüşleri ile Raymond Bloch'un "The Ancient civilization of the (25) "L'art barbare scythe" Editions 1971, s. 12. (,2 6) tı Parnasso, Milıuıo 1965. s. 53.

194

Cerclc d'art,

Parlıı


Etruscans" adlı kitabında detaylan görülebilen meş. Etrüsk tripodundaki hayvan dövüşlerini . .. ( 21 ) .

hur

,12

- KUYUMCULUK

Bilindiği gibi, İskitler her türlü mücevhere düş­ kün id iler (2•) . 1975 de Sovyetlerin Pariste "tskitlerin altını" eti�ti altında düzenledikleri sergideki eşyanın büyük kısmı ·'Leningrad'ın "Ermitage" müzesinden çıkarılmış ve çok ince işçilik ürünü olan mücevherler­ den ibaretti. İskitler özellikle "granulation" denilen sanatın büyük ustası idiler. Etrüsklere gelince, burada onlar hakkında da Raymond Bloch'dan bir iki satır almakla yetinece­ ğim : "Filigran ve granülasyon adlı iki çeşit sanat on­ lara (Etrüsklere) , o azaman da, bugün de başka mil­ letler tarafından seviyesine �'1ilememiş ustalıkta kuyumculuk ürünleri yaratma imkanını vermiş­ tir"(29) . 1.S - EL AYNALABI :

Giyim kuşama düşkün milletlerin kendilerini ay­ nada seyretmekten hoşlanmış olmaları tabiidir. (27) a) Karı Jettmar, '1 Popolt delle steppe'', Milano 1964, s. 199, 203.

İl Saggiatore.

b) Raymond Blocb, "The Aııclent clvlllzatıon ot thll

Etruscs.ns", Resimler: 12, 13. (28) Ell!s Mlruıs, zikredllmlg eser, s. 62-63. . (29) "The Etruscans", The.mes and Huclson, s. lM.

Landon 1965,

195


İskitler hakkında, kcı<:arnan bir eser olan "L'art

barbare scythe" de şunları okuyoruz :

"/skit mezarlarında b.:ulunmuş el aynalan. son derece süslüdür. Fakat asıl insanı şaşırtan şey bun­ ların sayısıdır. Ve merale uyandıran nokta <la, bu el aynalarının sadece kadın mezarlarında değil, er­ kek mezarlarında da bulunmasıdır " (30) . •.•

Bu son sözler

bize tskitlerde aynaların dini bir

manası ve önemıi olmuş olabileceği fikrini vermek­ tedir. Aynanın Etrüsklerdeki önemi ve Etrüsk bö�gele­ rinde yapılmış

kazılarda

meydana çıkan el aynala­

rının büyük sayısı herkesçe bilinen bir şeydir. Bu ko­

nuda, özellikle Alman etnıskologları tarafından ya­

zılmış bir çok eser vardır. Bu bilginler Etrüsk ayna­ larının

dini bir mana taşıdıkları sonucuna varmışlar­

dır. 14

-

MADENC.lLtn:

İskitlerin madencilikteki büyük ustalığını Hero­ dottan öğreniyoruz. Tarihçiye göre bazı İskit kabile­ leri yalnız bronz üzerinde çalışırdı. Bazıları ise de­

miri · de kullanırdı (31 ) . Arkeolojik kazılar Herodot'un dediklerini doğrularnıştır. · Demirin Minusinsk'te M.ö. ; 1100 den beri işlendiği bilinmektedir. ·

Etrüsklerle az çok

ilgilenmiş

herkes

bilir ki,

Etrüsklerde madencilik çok gelişmiş bir sanatb: (30) ''L'art barbare scythe", s. 94. (31 ) Talbot-Rice, "The Scythians" s. 135, 128.


� - ATALAR KtiLTtl :

.

tskitlerjn de, Etrüsklerin de manevi ve d.ini ha­

yatlarına hakim unsur "atalar kültü" ddi. Herodot'a göre tskitlerin kralı

tdanthyrsos'un

Pers'lerin kralı Dara'ya gönderdiği bir cevap şöyle­ dir

"Bi.zi savunma savaşına iten atalarımızın mezar­ ları ve ırkımızın bıraktığı izletdir"(32), Diğer taraftan, Etrüsklerin dininde atalar kültü­ nün ne kadar büyük yeri

olduğu

bilinen bir şey­

dir (33) . Bir Römülüs'ün, bir Sezar'ın sonra tanrılaştırılması bu kültün

ölümlerinden

sayısız tezahürle­

rinden biridir. En önemli beldrtisi de mezarlann inşaa­ tına gösterilen özendir. 16 ,;,__ D1Nl FALCILIK :

Biliyoruz ki, İskitlerin dininde dini falcılık önem­ li yer tutuyordu. !skitlerdeki

d.ini falcılığın şekilleri

hakkında Herodotta pek çok ayrıntı buluyoruz. Ta� rihçiye göre İskitlerin

dini falcılıkla görevli rahiple­

rin.in adı ENARES idi (34 ) . Bu

kelimeden

yunanca

bir ek qlan son iki hariii çıkarırsak ENAR kalır. Etrüsklerin din.inde de dini falcılığın çok önemli yeri vardı. Bununla görevli

rahiplerin adı AUGUR

(32) Herodotus, zikredilıniş eser, s. 822. (33) Mary A, Johnston "The Etruscan life in Olschki, Florence 1964. (34) "Herodotus" Zikredilmiş eser, s. 297-298.

Perugia"

197


(ES) eli tık bak�ta "Enar" ile "Augur" kelimeleri birbirinden çok farklı gibi görünür. Halbuki her­ bangıi dilciye sorulursa, diyecektir ki, bu iki kelime arasında akrabalık vardır. Çünkü lengüistikte sesli harfler birbirinin yerini ııJmakla kalmaz, N harfi de NG den geç.erek G harfine dönüşebilir (ENAR -

ENGAR - UNGUR - AUGUR)

1'1

-

BAŞLICA TANRI :

Herodot'a göre tskitlerin en önemli tanrısı TABtTt idi. Tarihçi bunu Yunanlılann a� tanrıça­ sı HESTfA.'ya benzetmektedir. (8') . Bilindiği gibi, Romalılar ateş tanrıçası VESTA'yı Etrüsklerden alni.ışlardır. Fakat bu tanrıçanın etıiisk­ çe adı şüphesiz başka idi. Hiç bir kaynak Vesta'nın Etrüsklerde en önemli tanrıça olduğunu söylemiyor. Bununla beraber, Roma devletinin protokolünden bu mana çıkmaktadır. Utin kaynaklarından öğreniyo­ ruz ki, Vesta tanrıçasının Vestal adını taşıyan ra­ hibeleri dini ve içtimai hiyerarşi içinde, kraldan son­ ra en yüksek mevkiye sahip idiler. Bu rahibelerin sahip oldukları ayrıcalık gösteriyor ki, bir zamanlar Etrüsklerin Vesta'sı da :tSkitlerin "Tabiti" si gibi, en önemli tanrıça idi. Bugün bazı yazarların öztürkçe olarak, "mabud" yerine TAPIT kelimesini kullandıklarını hatırlamak da yerinde olur. (30) ''Herodotus" zlkredilm.llj eser,

198

s.

294-295.


18

-

KILICA TAPMA :

İskitlerde savaş tanrısını yere çakılmış '.)ir kılıç temsil edercli (C16) . Bu kılıç'a kırın ortasında tai..JL. ::..on, ne gibi hazırlıkların yapıldığını Herodot uzun uzadı­ ya anlatmaktadır. Diğer taraftan biliniyor ki, Romalıların Etrüsk­ lerden aldıkları savaş tanrısı Mars için tapınaklar da.dma şehir dışında inşa edilmiş ve ayrıca kırlarda Mars'a adanmış bir alan bulundurulmuşt,ur. (Cham;p de Mars) . İŞ bununla bitmiyor. Meşhur Plütark "Komü­ lüs'ün hayatı" adlı yazısında şöyle bir cümle sarfet­ mektedir ki, !skitlerle uğraşmamış olanlara mana.sız gelebilir.

"Eskiler Regia binasında saklanan bi·· sün­ güye Mars adını verirlerdi". Dinler tarihi ızmanı Georges Dumezil'in dayandığı kaynaklara gö"e ise : "Başlangıçta tanrı Mars bir süngüden başka bir şey değildi"("). Söylemeğe lüzum yoktur ki, kılıç, süngü, hançer ayrı ayrı silahlar olmakla beraber, sembolik ve mitik açıdan ayni manayı taşımaktadırlar. 18

-

KAHRAMAN ATA VE EFSANE KAHRA MANi :

Herodot hilcliriyor ki, İskitlerin efsanelerine gö· re onların atası tanrı Zeus'den ve tanrıça YER'den (36) Herodotus, s. 296. (37) "La Rellglon romalne arch'atque", Payot, Paris 1966,

s.

37.

199


doğan bir kahramandı. Pek açıktır ki, tarihçi burada

Zeus kelimesini GöK yerine kullanmaktadır. Şu hal­

de, 1skitlerin atası GöK tanrısının hamile bıraktığı

YER'in karnından çıkmıştı. Daha sonra Gök torun­

larma bazı faydalı hediyeler de göndermişti ki, bun­ ların arasında altından sapan da vardı. Açıkça görülüyorki,

İskitlerde

!Ik Ata'nın ve

çocuklarının hatırası TARIM kavramına bağlı idi Söz konusu ata'rıın adı da TARG1TA-OS idi (38) . Şimdi Etrüsklerdeki duruma bakalım : Onlarda Latin kaynaklannın Tages

adını ver­

dikleri bir efsanevi kahraman vardı ki, etrüskçe adı

TARKHEI' idi (j9) . Bu kahraman, bir Etrüsk çiftci tarlasını sürerken, YERDEN ÇIKMIŞ idi. Tarkhet Etrüsk milletine hem dini esaslan, hem de Tarım'm sırları gibi fayd:'.ılı bilgiler öğretmişti. 20

-

UNUTULUP TEKRAR TARiH 'SAHNESiNE

ÇIKIŞ :

Bu iki milletin kaderindeki

son

paralelliğe de

işar�t edelim. Her

ikıi millet tarih sahnesinden

aşağı yukarı

aynı zamanda çekilip, yüzyıllar boyunca unutulmuş olarak kalıyorlar. İçlerinde sakladıkları hazineler ba(38) "Herodotos" erkliirt von Helnıich Stein, Weldmannsche Buchhandlung, Berlin 1896, Zweiter Band, s. 7. (39) Otto-Wilhelm von Vacano, "The Etruscans in the Ancient World", İndiana Ünlvcrsity Press, Washington 1965, s. 45.

200


kımından birbirlerine çok benzeyen lskit ve Etrüsk mezarları bütün Ortaçağ boyunca mezar soyguncula­ tına yem olduktan sonra, modern çağlarda aydın ki­

şilerin dikkatini çekmeğe başlıyor. İskıit mezarların­ dan çıkarılmış

hazineler

Büyük Petro'ya sunulur­

ken (<0) Avrupada sanat amatörleri arasında "Etrüsk vazosu" ilgi k_onusu olmağa başlıyor.

Nihayet,

19

uncu yüzyılda, gerek tskit mezarları, gerek Etrüsk mezarları, arkeologlar tarafından açılıp incelenince,

ayni inanışlara ve ayni sembollere dayanan birbiri­ ne benzer iki medeniyet ortaya çıkıyor.

(40) Mlkhail Gryazııov, "SiMrie du SUd". Editions Nageı, Geneve 1969, s. 15-16.

201


Tarihin §Ofağında iki TUrk. devleti (20-22 Mayıs 1985 tarihinde Ankara'da toplanan Türk Devletleri Sempozyumunda okunmuş bildiri)

Ben sizlere Eski Çağa ait iki Türk veya Proto Bunların birincisi Türk devletinden söz edeceğim : bazı Batılı tarihçilerde allerji uyandıran Pelasg dev­ leti, ikincisi ise, bazı Türk tarihçilerinde allerji uyan­ dıran EtrUsk devletidir. Her iki devlet tarih-öncesi ile tarihln başlangıcı arasında yaşamış güçlü devlet­ lerdir. Pelasg devleti

M.ö. 3000

civarında bugünkü

Yunanistanın toprağı üzerinde kurulmuştur. Etrüsk devletine gelince, bu devleti ile

M.ö. aşağı yukarı 1300

1000 arasında ttalyaya bir kaç dalga halinde göç

eden Proto-Türkler kurmuşlardır. Tarih-öncesi dönemde .birer geniş ve güçlü dev­ let oldukları bir çok delillerden anlaşılan bu iki dev­ leti tarihin şafağında sitelere, müş olarak görmekteyiz.

202

devletçiklere bölün­


Batılı tarihçiler Pelasglara karşı niçin allerji du­ yarlar ? Hint-Avrupa şovinizminden dolayı olsa ge­ rek. Çünkü Pelasgların

Hint-Avrupalı

anlaşılmıştır. 1885 yılında

Limni

olmadıkları

adasınır: bir kö.

yünde bulunmuş bir dikili taşın üzerindeki y azıt is­ bat etmiştir ki, Pelasg dili Hint-Avrupalı dill erden değildir. Bu dil Hıint-Avrupalı diller gibi "flexionnel", yani bükülen değil, "agglutinant", yani bitişken bir dildir. Bugün Batılı tarihçilerin çoğu Yunanistanın ta­ rihini yazarken, Yunanistana Yunanlılardan 1000 öce gelip yerleşmiş

vıe

yıl

orada hakimiyet sürmüş olan ·

Pelasglardan söz etmezler. Peld, ben Pelasglan nereden

bulup çıkardım ?

Bizzat Eski Yunanlıların büyük şaıiri Homeros'�an ve tarihçilerin piri sayılan Yunanlı tarihçi Herodottan. . . Homeros tıyada a dlı

eserinin b ir çok

yerinde

Pelasglardan, daima olumlu olarak söz eder. Hero­ dot ise, meş�ıur eserinin hemen

hemen dörtte birini

Pelasglara ayırmıştır.

Şimdi önemli bir nokta üzerinde duraca:1:ım ki, o da şudur: Eski Yunanlı

yazarlar

eserleı :nde hep

Pelasglarla Etrüskleri birbirleriyle karıştır:- 1şlar, bu iki mill eti kardeş millet, hatta ayni mille'.

saymış­

lardır. Alman Ansiklopedilerinden Pauly ve \Vissowa' nın

meşhur "Realencyclopaedia der "ltlassischen

tertumswissenschaft"

adlı

eseri

Al­

bu bakır:.ıdan mi­

sallerle doludur. Yunanlı yazarlann Pelasglarla

Etrüs�Jeri ayni

mille t saymakta haklı olduklarını gösteren delil de

203


yine bir az önce s�zünü ettiğim, Liınni adasında bu­

lunmuş, M.ö. VII. yüzyıla ait dikili taştır. O dönemde Limni adası Pelasgların egemenliği altında idi. Ç ün­ kü adanın ancak M.ö. 510 yılında Yunanlıların eline geçtiği bilinmektedir. Bütün Etrüskologlara göre, Limni'de bulunan dikili taşın üzerindeki yazıtın dili ile etrüskçe ara­ sında çok büyük benzerlik vardır. Aradaki fark bir lehçe farkı niteliğindedir. Pelasg dilinin bir Türk veya Proto-Türk dili ol­ duğuna !ise, !resin ve reddedilmez bir delil vardır : La­ tin yazarlarından Varron, eserlerinden birinde,

Pe-.

lasglann küçük dağlara TEPE dediklerini söyler. Bu bilgiyi !saac Taylor'un

"Etruscan researches" adlı

eserinde bulmaktayız.

Şimdi geçelim Etrüsk devletine. Bu devlet site­ lere bölünmeden önce o kadar güçlü bir devletmiş ki. Fenikelilerle birleşerek, uzun zaman Yunanlılara Ak­ denizde nefes aldırmamıştır. Akdenizin Batı kısmı bile Tirhen, yani · Etrüsk Denizi adını taşımaktadır. Buradaki T1RHEN kelimesi Etrüsklerin yunanca adı­ dır ve doğru okunuşu TURHAN'dır. Çünkü eski yu­ nancada Y harfi U telaffuz

tılılar kelimeyi bozmuşlardır.

edilir ve okunurdu. Ba­ .

Burada Etrüskler hakkında söyleyeceklerim, is�

ter istemez, 198,5

yılının

sızca kitab_ımın özeti "Les Etrusques

başında yayınlanmış fran­

olacaktır. Bu

etaient des Turcs.

kitabımın adı Preuves" d.ir.

Yani : "Etrüskler Türk idiler. Deliller"


Kitabımda ortaya koyduğum delillerin yansı DİN ile, yansı D!L ile ilgilidir. Kitapta aşağı yukarı 100 delil sıralanmıştır. Bunlardan size bir ikisini sunmakla yetineceğim : Etrüsklerin Proto-Türk olduklanna kesin de­ lillerden biri hem Etrüsklerde, hem Eski Türklerde kurtla ilgili efsanelerin bulunmasıdır. Bu münase­ betle şunu söyleyeyim ki, Roma kurdu denilen meş­ btir antik heykel hiç de Roma Kurdu değildir : Bugün Romamn Konservatörler Müzesinde bulunaD bu hey­ kel Romalılar tarafından savaş ganimeti olarak bir Etrüsk şehrinden Romaya getirilmiştir. Heykeli ya­ pan Etrüsk heykeltıraşın adı bile bilinmektedir. Eski Türklerde hem erkek kurtla, hem dişi kurtla ilgili efsaneler vardı. Ayniyle, Etrüsklerde (ve hemen bütün medeniyet ve kültür unsurlannı Etrüsklerden almış olan Latin Romalılarda) hem er­ kek kurtla, hem dişi kurtla ilgili efsaneler vardı. Romanın kuruluşu ile ilgili efsanelerden birinde Türklerin Oğuznamesindeki Gök-börü veya Bozkurd'a bile rastlanmaktadır. Yani, orduya kılavuzluk eden bir kurda... Başka bir misal, yani delil göstereyim :· Bugün Türklerin eski dini olan Şemanizme bağlı kaldıklan için, İslamiyetten önceki bütün Türk ef­ sanelerini muhafaza etmiş olan Yakut Türklerinin Milli Destanının bir yerinde şöyle bir olaydan söz edıilir : Büyük yararlıklar göstermiş olan bir kahra­ manı mükafatlandırmak için, bir tanrıça ona, emsin diye, çıplak sağ memesini uzatır.

2()5


İster

inanın,

ister

inanmayın,

bundan 2500

kadar yıl önce Etrüskler bu sahneyi bir değil, bir kaç el aynasının arkasında 1,eri Alman etrüskologu

resimlendinnişlerdir. ResimGerhard'ın

"Etrüskische

Spiegel" adlı eserinde görmek mümkündür. ... Tarihte Türk Devletleri sayılırken, Proto-Türk­ ler tarafından Yunanistanda kurulmuş Pelasg Devleti de, tt�ya'da kurulmuş Etrüsk Devleti de sayılmalı­ dır. Bu, Türk Tarihinin geriye doğru sınırlarını geniş­

letecek, geçmişimizi zenginleştirecektir.

206


RESÄ°MLER



�.

Bu.günldi. R1 rgı.z ve Başkırt kıyafetlerine l>eıızeıJen en eski Et riisk lnyafetleri. Louvre Müzesi, Paris.

209


Etrüsk rahibinin geleneksel kıyafetini gösteren bronz heykel. Gregoriano Müzesi, Roma.

210


Kul-Oba kazılarında bulunmuş bir altın vazo ilzerinde görülen kıyafet (Başlık Etriisk rahibininki yibi ku­ laklıkla tııtturulmuştıır). Ermitaj Miizesi, Leningrad.

21 1


Vçkenlerle süslenmiş Etrüsk vazosu. M.ö. Vll. Yüz­ yıl. TFrrqııinia Müzesi . tfnlyn.

212


üçke11 lerle süsleırnıiş olup. eski Türk yurdunda Mi­ ııussiıısi.' ) lmlıı11m 11.-:;

t'rı z ı ı .

Erm. ita.i Miizes i .

f,eııiııy nırf.

:! ı :ı


Bir Etrüsk

ların

mabedini

süsle'!Jen çift at

(baş ve ayak­

dıtrnfctna dikka.t) M.ô. IV. Yüzy ıl. Tarqu inia

.lliiZ€Sİ. italya.


Altaylarda bulunmuş bir altın kem er üzerinı1eki çifi at (baş ve ayaklann duruşııncı dildıcıt ) . M.ö. i 'J. Yüz· yıl. Erm ituj Müzesi , Leningrad.


Etrüslderde ku tsal say ılan lı:eçiye ait bir

kel.

216

M .ö

V T.

Yiizyıl.

F111 rn n s11 .

bronz hey­

A rl>rnlo ji Müzes i .


Kuban'da bulunmuş bir keçi başı (Yedi_ Kardeşle.r kazısı.nda, .; üncü Kurgan) . Ermita.j Müzesi, Leııin grad.

217


Bir Etrüsk kemeri üzerinde, sürü halinde arslanlar.

M.ô. VII.

218

Yüzy'll, Villa Giulia Miizes i , Roma.


sürü ha­ Lenhıgraıl.

Kazakistan'da bulunmuş bir kap üzerindeki

linde arslanla r. Rrmitcıj

Miize.-,. i ,

219


Etrüsklerde kutsal sayılan k,U§lar.

llf.ô. VI. Yüzyıl. Tarquinia, Jtalya.

220

(Bir freslden)


Eski Türklerde Kuşlar (tpe1cli iizerine işleme) M.ô. veya TTT. yüzyıl. Paz-ırılı:, Altay. Ermitaj Müzesi, Leningm.d. 1'.

221


EtrĂźsklerde

gri/fon"

denilen

hayali

hayvan

( Bir

mermer tabut iÄązerinde ) . Tarquinia Miizesi, ltalya.

222


Kul-Oba'ela

bulunmuş

bir

gfüııiiş

vazo

i; :;;e rindeki

"gri/fon" /cır• . (Bir boğaya saldırış halinde). Ermi taj Müzesi, Leningrmi.


. -..

· �., . -

Etriisklercle balta. M.ô. VI. Yüzy1l. Floransa Arke­ oloji Müzesi.


ffelcnııcs'dc bulunmuş altın saplı balta. Birinci Kur­ yaıı . Rrnı i t rı,i Müzes i , Leningracl.

')') ·__ . ı


EtrĂźsklerde ayn a . Gregoriano MĂźzes i , Vatikan.

226


_.--- .

Eski Türklerde ayna. Pazarık il , Ermituj

M.ö. V. veyu VI. Yüzyıl , A ltay . Müzes i , Len in yrad.

227


Bu Dişi. Kurt h eykeli bugün Rmna.'rla, Kavitol tepesi iizerirıdeki /{rmserı,atörler Müzesinde lm lumııa.ktadır.

228


Hıı rada rrımı i yiirüleıı

re

yaıılış ula rcı k "R.0 11111

Kurd u " diye tanınan Dişi Kurt lıeykelinin Rom a ile lı i ç bir ilgisi yoktur.

"Türk Devletleri"

sempozyumunda

yavtığırn

l.:rı ıııı ş mada belirttiğim. gibi . eski Türle efsanelerin­ deki. lıMıı A ta - kurdu, hem urduya yol gösteren Boz­ kurdu, hem de insan yavrusu emziren Dişi Kurdu

a.ym:n Etrüsk efsanelerinde de bulmaktayız. Bu ef­ saneleri . hiç şüphesiz, Orta Asya'dan doğrııdatı doğ­ ruya gelmiş ve kendilerine Villanovalı adı ver·ilmiş olan Proto - Türkler ttalya'ya geti.rmi.şlerdir.

K<, ııservatörler Müzesindeki. meşhur Dişi Kurt lıeykeli . La.tin dönem.inde, bir Etrüsk şehrinden . sa­ ı:aş gaıı imeti olarak Roma'ya getirilmişti.r. M.ô. 295

yılı.nda . lıakiki bir kurt sayesinde bir savaşın kaza­ nılnuısı üzerine, 1Jir az mantıksızca olarak, Dişi. Kurt heykelinin altına, Romalıla.r tarafından Remü.<ı ve

Ru ınii.liis'iin hey k elleri. il<ive edilm iştir. Bugiin 1ıeykel lıu ilavelerden arınmıştır.

229



Adile Ayda'ııııı eserleri

Frunsız<:a : Racine et l ' İnconscient

( 1951 )

L'inf;uence de V. Hugo sur S. Mallarme Le dramc interieur de Mallarme Les sources d'Herodiade

( 1 956 )

( 1955 )

Les ,Etrusques etaient ils des Turcs ?

( 1953 1

( 1971 ı

Les Etrusques etaient des Turcs. Preuves

(

1985 )

Türkçe : Güneş - kral nezdinde bir Türk diplomatı

(1956 )

Yahya Kemal'in kendi ağzından fikirleri ve sanat görüşleri

( 1962 )

Yahya Kemal'in fikir ve şiir dünyası Böyle idiler yaşarken

( 1984)

( 1979 )

�azete ve dergilerde yayınlanmış 100 den fazla yazı.



''Les Etrusques etaient des Turcs. Preuves" adlı fransızca kitabın

tçtNDEKlLER önsöz Giriş

B1RlNC1 BÖLÜM

Din ile ilgili deliller 1 Evrenin

yapısı

(Eski Tiirklerde de, Etrüsklerde de, Göğü?ı ve Yeral­ tının kapısı sayılan deliklerin varlığına inanıldığı an­ latılmaktadır) II

Dünyanın doğuşu (Gerek Etrüsklerin, gerek Elski Türklerin inanışına göre, Dünya Gök, Deniz ve Toprağın birbirinden ay­ rılması ile meydana gelmişti) ·


m

Tanrılar (Etrüsklerdeki Baştanrı, Ana tanrı, Savaş tanrısı ve �<ıka tanrıların bugünkü Şamanist Türklerdeki tan­ rılara benzerliği)

IV Din adamJa.rı

(Hem Eski Türklerde, hem Etrüsklerde Din adam­ larının başlıca vazifes·i dini falcılık idi) v

Dini törenler (Bir çok törenler ve özellikle at kurban etme töreni Etrüsklerde ve bugünkü şamanist Türklerde aynıdır) VI

Dini kurallar ve töre (Etrüsklerin töresi ile Eski Türklerin töresi, özel­ likle yerleşim ve sınırlar konusunda, ayni idi) VII

Ölüm ve ölüler (Eski Türklerde de, Etrüsklerde de ölüler kültü dı ve gömme adetleri ayni idi)

var­


tlONCt BÖLÜM: Dil ile ilgili deliller I Alfabe (Bazı etrüskolog1.ara göre, Latinler al/abelerini Et­ rüsklerden almış olduklarından, Etrüsk alfabesi ile Orhon alfabesinin karşı1.aştırılması ve sayısız ben­ zerliklerin ortaya konması) II

Fonetik

(Bugünkü italyancanın, fonetik açısından, latince­ nin etrüsldeştirilmesinden başka bir şey olmadığının isbatı ) m

Yıi.zı (Orhon yazısı gibi sağdan sola okunan Etri�k ya­ zısının, sesli harfler bakımından, Orhon yn.zısının ııyduğıı kurallara uyması) IV

Sözler ( 40 a.ded etrüskçe kelimenin türkçe etimolojisi gös­ terilmektedir) v

Gramer (Etrilsk gra.merinin hemen hemen tıpatıp Türk gra­ merine benzediği isbat edilmektedir) .Son söz


A ılile Ayda ilk

, , ı 'fıı

L'e

öğrenimini

Berlin ve Paris'te,

lise öğrenimi Jstanbul'da, Notre Dame de

." iuıı Fransız lisesinde yapmıştır. Ankara Hukuk Fa1. ii ltesiııi bU ird i kten sonra. ayrıca , Dil ve Tarih-Coğ­

;ııJ.ıı ıı

fl'akültesinin l<'ransız Dili ve Edebiyatı Bölü-

1iı ii11den mezun olmuştur. 15 yıl süren akademik, 20 .a ı l s iireıı diplomatik karyeri vardır. Tiirkiye'nin ilk kadın diplomatı olan Adile Ayda Rii! ıiikelçiliğe terfi edeceği sırmlu , zamanın Oumhur­ /ııı şl,wıı

Kontenjan Senatörü karyerinden ayrılmıştır.

tarafından

ıli1ılu111 a tik

('iizii m bekleyen

seçilerek,

problem lere. merakı olan Ad-ile

A yıla, 1 9<i8 yılmdan beri,

Etriis k esrarı", yani Et­

"

riisklcriıı efııi1..· menşei iizerhıde çalışmaktadır. 1985

ılı· /rn ıısızı:a olarak yayınlanmış "Les Etrusques etaicııt des Turcs. Preuves" li/lrr)

ııdlı

(Etrüskler 'Türk idi.

De­

eseri ve onu tama m layan bu eseri ile Et­

riisldcrin menşei pro blemini kesin o"larak çözmüş ve Tiirk tarihine par"la1..· bir fasıl eklemiştir•

..4 el ile Ayda, Etrüsklerüı -izini takip ederken,

Tiirk lcriıı başka atalarına ve başka kardeşlerine de

nıstlamış ve tarihte yeni çığırla r açmıştır.

Fiatı

:

4.800 TL.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.