1 minute read
Sıfatlar isimlerden önce gelir
SÖZ BAŞI
Moğolistan ve Çin içlerinden Orta Avrupa'ya, Sibirya'dan Hindistan ve Kuzey Afrika'ya kadar geniş bir alanda varlık gösteren bir dilin tarihini yazmak kolay değildir. Binlerce eser, anıt, yazıt ve belge bırakan Türk dili bugün de Türkistan, Azerbaycan, Anadolu, Balkanlar ve Avrasya bozkırlarında kullanılmaya devam etmektedir. 20. yüzyılda ortaya çıkan ulaşım ve iletişim imkânları Türk dilini bugün ana ve ata yurtlarından da dışarıya taşırmış; Avrupa, Amerika ve Avustralya'da yaşayan Türkler vasıtasıyla dilimizin kullanım alanı dünyanın her tarafına yayılmıştır. Hazırladığımız Türk Dili Tarihi, sadece Türkiye Türklerinin değil bütün Türklerin dillerinin tarihi olduğundan sayısız malzeme ve araştırmaya ulaşmak gerekmiş; mümkün olduğu kadar, yayımlanan metinlerin ve yapılan araştırmaların hepsi görülmeye çalışılmıştır. Şüphesiz bunda muvaffak olduğumuz söylenemez. Hele araştırmaların İngilizceden Rusça ve Çinceye, Lehçeden Japoncaya kadar çok farklı dillerde yapılmış olması, herhangi bir araştırıcının bütün bu çalışmalardan yararlanmasını imkânsız kılar. Son yıllarda Türkiye'de ve dünyada Türk dili araştırmalarının büyük bir artış göstermesi de zorlukların bir başka yönüdür. Ancak alanın genişliği, malzemenin bolluğu, araştırmaların çokluğu böyle bir çalışmanın yapılmamasını gerektirmez. Vaktiyle, Türk dilinin büyük emektarı Ahmet Caferoğlu'nun cesaretle adım attığı bu sahaya ondan 50-60 yıl sonra ben de adım atmaya cesaret ettim ve diyebilirim ki sadece adım attım. Tarihsiz, Türk dili tarihi düşünülemez. Hangi tarih ve coğrafyanın eserlerini araştırmaya giriştiğimizin belli olması için her dönemin tarihî ve coğrafi zemini ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun için tabiî ki araştırmalardan faydalandık; ancak özellikle atalarımızın bıraktığı eserler, tarihin ortaya konulmasında birinci derecede kaynak olarak kullanılmıştır. Bu arada destanların da tarihî bir kaynak olarak değerlendirildiğini belirtmeliyim. Tarihî zeminin ortaya konmasında daha çok başlangıç dönemleri ve kökenler üzerinde durulmuştur. Bilinmeyen dönemlerde mümkün olduğu kadar ayrıntıya gidilmiş; bilinen dönemlere yaklaştıkça ayrıntıdan kaçınılmıştır. Çünkü maksadımız bilinen dönemlerin tarihini yazmak değil daha çok karanlık dönemleri ve kökenleri aydınlatmak olmuştur. Türk dilinin tarihî dönemlerinde de aynı yol izlenmiştir. Köktürk döneminde görülen ayrıntılar, elbette Osmanlı ve Çağatay dönemlerinde yoktur.