9 minute read
Alp Er Tonga Destanı
TÜRK DİLİ TARİHİ 53
alındı. M.Ö. 209 yılında Şi huang-ti'nin ölümüyle Çin hanedanı sona erdi. Çin'de başlayan isyanlar M.Ö. 206'da Han hanedanının başa geçmesiyle son buldu. M.Ö. 209'da Hun tahtına da Motun geçmiş bulunuyordu. Çin yazısında Motun'un adını gösteren karakter eski Sinologlar (Çin bilimciler) tarafından yanlış olarak Mete okunmuş; Türk literatüründe de bu biçim yayılmıştır. Ancak Çince okunuş artık Mao-du(n)/Motun şeklinde düzeltilmiştir. Bu adın Türklerce nasıl söylendiği, yani özgün biçiminin ne olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. Kelimenin birinci hecesi Türkçede baga veya boga, ikinci hecesi -tur olabilir. Buna göre Motun'un Türkçe söylenişi Bagatur veya Bogatur olmalıdır. Motun gençliğinde, üvey annesinin teşvikiyle babası Tuman tarafından Yüeçilere rehin olarak verilmiş; fakat Yüeçilerin elinden kaçarak demir bir disiplinle büyük bir ordu kurmuş, babasına darbe yaparak onu ve üvey annesini ortadan kaldırmış ve M.Ö. 209'da tanhu unvanıyla Hun tahtına oturmuştur. Tanhu, Huncada "sonsuz genişlik, ululuk, imparator" demektir Kafesoğlu 1996: 61). M.S. 6. yüzyılda başlayan kağan unvanına kadar Türkler tanhu unvanını kullanmışlardır. Motun doğudaki Tunghuları (Tunguzlan), Kansu'daki Yüeçileri yendikten sonra M.Ö. 201'de 320 000 kişilik ordusuyla Çin'i de mağlûp ederek vergiye bağlamış; daha sonra kuzeyde ve Türkistan'da bulunan bütün boylan ve şehir devletçiklerini de Hunlara tâbi kılmıştır. M.Ö. 174'te öldüğü zaman ülke sınırları Kore ile Hazar denizi arasında uzanıyor, güneyde Vey ırmağına dayanıyordu (Kafesoğlu 1996: 59-60). Bütün Türk, Moğol ve Tunguz ka-vimleri Motun'a tâbi idi; Çin de Hunlara vergi veriyordu. M.Ö. 209-174 yılları arasında 35 yıl Türk devletini yöneten, "kuzeyde yay çeken bütün kavimleri birleştiren" ve bütün Türkleri bir bayrak altında toplayarak milletimize büyük bir şevket çağı yaşatan Motun, Türklerin hafızasından silinmedi. Çelik bir irade ve disiplinle Türk milleti ve Türk ordusunun âdeta yaratıcısı oldu. Köktürkler ve Uygurlar hep Motun'un Hunlarından inmiş kabul edildiler. Muazzam kudreti ve babası Tuman ile yaptığı mücadele dolayısıyla Motun, Oğuz Kağan destanının esas tabakasını oluşturdu. Oğuz Kağan adıyla, Selçuklu ve Osmanlılar dahil, sonraki bütün Türk hakanlarının efsanevî atası kabul edildi. Motun'dan sonra Hunların üstünlüğü 50 yıl kadar devam etti. Hunlar M.Ö. 119'da Ordos'ta Çinlilere karşı ağır bir yenilgiye uğradılar. Bundan sonra gittikçe zayıfladılar. M.Ö. 58'de devlet meclisini toplayan Hun hü-kümdarı Ho han-ye, Çin'in üstün gücü karşısında boyun eğmekten başka çare kalmadığını belirterek Çin himayesine girmeyi teklif etti. Ho han-ye'nin
54 Ahmet B. ERCİLASUN
bu teklifine kardeşi Çi-çi'nin cevabı, Türk tarihine altın harflerle yazılacak bir şeref levhasıdır: "Hunlar cesareti ve kuvveti takdir ederler. Bağımlı olmak ve kölelik onlara en adi bir şey olarak gelir. At sırtında savaşmak ve mücadele etmek suretiyle devlet kuruldu. Kavimler arasında kuvvet ve otorite kazanıldı. Yiğit cengâverler ölünceye kadar savaşmalı ki varlığımızı devam ettirebilelim. Şimdi iki kardeş taht için mücadele etmektedir. Sonunda ya büyüğü ya küçüğü devlete sahip olacaktır. Gerçi şimdi Çin bizden daha güçlüdür; fakat (bu durumda bile) Hun ülkesini ilhak edemez. Niçin kendimizi Çin'e bağımlı kılalım? Atalarımızın devletini (niçin) Çinlilere devredelim? Bu, ölmüş atalarımıza büyük hakaret olur. Böylece, komşu devletler arasında gülünç duruma düşeriz. Evet, bu suretle (Çin'e bağlanarak) sükûnet tekrar tesis edile-bilse bile, kavimler arasında yeniden üstünlüğümüzü elde edebilir miyiz? Biz ölsek de kahramanlığımızın şöhreti artacak. Oğullarımız ve torunlarımız daima devletin hâkimi olacaklar." (Koca 2002: 562-563). Ünlü Sinolog F. Hirth bu sözlerinden dolayı Çi-çi'yi "milliyet fikirlerini devlet siyasetine temel yapan ilk devlet adamı" kabul eder (Kafesoğlu 1959: 22). Müzakereler sonunda iki kardeş anlaşamaz; aralarında şiddetli bir taht mücadelesi başlar. M.Ö. 51'de Çi-çi, taraftarlarıyla birlikte batıya çekilmek zorunda kalır. Isık Göl ve Talas civarına yerleşir. Bölgedeki Türk kavimlerini itaat altına alarak güçlü bir hâkimiyet kurar. Talas ırmağı kıyısında, etrafı surlarla çevrili bir şehir kurarak başkent yapar. Ancak Çin bu güçlü oluşumu daha başlangıçta ezmek için harekete geçer. Vu-sunları ve Kang-kü devletini kendi tarafına çeker. Ho hanye'den de aldığı destekle Çi-çi üzerine 70 000 kişilik bir ordu gönderir. Hun başkentine ve saraya giren Çin kuvvetlerine karşı Çi-çi ve adamları sokak sokak, oda oda şehri ve sarayı savunurlar. "Çi-çi, oğlu ve hatunlar dahil, saray mensuplarından 1518 kişi ellerinde kılıç, devletleri uğruna hayatlarını feda" ederler (Kafesoğlu 1996: 63-64). Çi-çi'nin kendine bağlı kuvvetlerle Çu ve Talas ırmakları civarına yerleşmesi Hunların, Orhun vadisi ve Altay bölgesine göre epeyi güney batıda olan bir bölgeye ilk yerleşme idi. Pek çok tarihçi, Talas vadisindeki Çi-çi Hunlarını, M.S. 4. yüzyılın sonlarında İdil'i geçen Avrupa Hamlarının nüvesi kabul eder. Çi-çi'ye karşılık Ho han-ye Çin'e tâbi olarak hüküm sürmeye devam etti. Milât sıralarında Hunlan tekrar güçlendilerse de M.S. 48'de kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrıldılar. Kuzey Hunları bağımsız olarak yaşadılar. Moğolistan, Güney Sibirya, Yarış (Cungarya) ve Tarım havzasını ellerinde tuttular. Çin tarihinin en büyük komutanlarından biri olan Pan Çao, birinci yüzyılın sonlarına doğru Tarım havzasındaki şehirleri birer birer ele geçirdi.
TÜRK DİLİ TARİHİ 55
Böylece ipek yolunun sağladığı geliri kaybeden Kuzey Hunları, doğudan da Siyenpilerin hücumuna uğradılar. M.S. 155'te Kuzey Hun devleti son buldu. Hun halkı, daha önce Çi-çi'nin çekildiği Talaş ve Çu vadilerine göçtü. Güney Hunları Çin'e tâbi olarak yaşadılar. M.S. 216'da Çinlilerce ortadan kaldırıldılar (Kafesoğlu 1996: 64-66). Hunların çağdaşı olan Han hanedanı da 220'de son buldu ve Çin "On Altı Devlet" dönemine girdi. 4. yüzyıl ile 5. yüzyılın ilk yarısında Kuzey Çin'de kısa süreli Hun devletleri kuruldu. 338-557 arasında hüküm süren Tabgaç devleti de Türklerce kurulmuş, fakat sonradan Çinlileşmiştir. Köktürkler çağında Çinlilere Tabgaç denilmesinin sebebi budur. Yalnız Tabgaç devleti değil, milâtten önceki ve sonraki yüzyıllarda yüz binlerce, belki de milyonlarca Türk, Çin potası içinde eriyip gitmiştir. Bu sebeple Kuzey Çin halkı, asıl Çinlilerle Altay kavimlerinin karışmasından oluşmuştur dense yanlış sayılmaz. Hunların Türk olup olmadığı batı dünyasında tartışılmıştır. J. De Guignes (1757), J. Klaproth (1825), F. Hirth (1899), J. Marquart (1903), P. Pelliot (1920), O. Franke (1930), Gy. Nemeth (1930), McGovern (1939), R. Grousset (1941), W. Eberhard (1942), B. Szasz (1943), L. Bazin (1949), F. Altheim (1953), H. V. Haussig (1954), W. Samolin (1958), O. Pritsak (1959), G. Clauson (1960) Asya Hunlarını, en azından hâkim unsurlarını Türk kabul ederler. A. Gabain'e göre ise Hunlar Türk-Moğol karışımı olmalıdır(Kafesoğlu 1996: 56-57). H. W. Bailey (1938), Maenchen-Helfen (1961), E. G. Pulleyblank (1962) gibi bilginler Hunların Türklüğünü kabul etmez. Bailey, bazı Hunca özel isim ve kelimeleri İran diliyle; Pulleyblank ise Yenisey Ket diliyle açıklamak eğilimindedir (Golden 2002: 46-47). P. Golden ise Hunların "biraz Avrupai karışımı olan Moğolsu nüfus"tan doğduğunu düşünmektedir (Golden 2002: 46). Z. V. Togan, İ. Kafesoğlu, B. Ögel gibi Türk tarihçileri ise Hunların Türk olduğundan şüphe etmezler.
OĞUZ KAĞAN DESTANI
Asya Hunlarının Türk kültüründeki en önemli mirası Oğuz Kağan Destanı'dır. Çok eski destanlar tarihin tek bir dönemini, tek bir dönemin şahsiyetlerini, tarihteki tek bir olayı yansıtmazlar. Birbirinden farklı ve uzak dönemlerde geçmiş olaylar, farklı dönemlerin kahramanları destanlarda tek bir kahraman etrafında birleştirilebilir. Bu durum destan araştırmalarında katman (tabaka) sözüyle ifade edilir. O hâlde eski bir destanda farklı dönem ve kahramanları yansıtan çeşitli katmanlar bulunabilir. Hatta yalnız tarihî dönem ve kahramanlar değil, bir milletin mitolojisi, kozmogoni (yaratılış) ile ilgili inançları da destanın en eski katmanlarını oluşturabilir. İşte Oğuz Ka-
56 Ahmet B. ERCİLASUN
ğan Destanı da böyle bir destandır. Kanglı, Karluk, Kıpçak boylarının ortaya çıkışı ve Oğuz Kağan tarafından onlara bu adların verilişi destandaki tabakalaşmayı (katmanlaşmayı) çok açık bir şekilde yansıtır; çünkü anılan boyların her biri farklı zamanlarda oluştuğu hâlde destan bunu Oğuz Kağan'ın şahsında aynı zamanda birleştirmiştir. Türk mitoloji ve kozmogonisi bu destanın ilk katmanını oluşturur. Oğuz Kağan'ın gökten gelen ışık içindeki kızla evlenmesi ve bu evlilikten Kün (Güneş), Ay, Yıltız hanların doğması göğün yaratılışını temsil eder. Hem ışık gökten gelmiştir; hem de güneş, ay ve yıldız gök (uzay) cisimleridir. Oğuz Kağan'in göl ortasında bulunan ağaç kovuğundaki kızla evlenmesi ve bu evlilikten Kök (Gökyüzü), Tağ ve Teŋiz (Deniz) hanların doğması ise yeryüzünün (yer-su) yaratılışını temsil eder. Gök (atmosfer), dağ ve deniz yeryüzüne ait cisimlerdir (Ögel 1971: 139-140). Bu simgeleştirme Köl Tigin bengü taşındaki "üze kök tengri - yukarıda mavi gök, asra yagız yir kılındukda - aşağıda kara yer kılındığında" ifadesine tam tamına uygun düşmektedir. Öte yandan Oğuz Kağan Destanı'nın 17. yüzyıl varyantı Şece-re-i Terâkime'nin bir yerinde Türk'ün oğlu Tütek'in, bir başka yerinde ise Oğuz'un Keyûmers zamanında yaşadığının belirtilmesi (Ergin: 24,55) ö-nemlidir. Keyûmers, İran efsanesine göre ilk insandır; bir nevi Farslann Âdem'idir. Onunla çağdaş olan Oğuz da Müslümanlıktan önceki Türk anlayışında ilk insan kabul edilmiş olabilir. Oğuz Kağan Destanı'nın ikinci katmanı, İskit hükümdarları Bartatua Maduva (=Alp Er Tonga = Afrâsiyâb) ve onların Ön Asya seferleridir. Gerçekten Bartatua ve oğlu Maduva nasıl Kafkasları aşarak Anadolu, Suriye ve Filistin'e dek uzanmışlarsa Oğuz Kağan da Kafkasları aşmış ve aynı bölgelere seferler düzenlemiştir. Oğuz Kağan Destanı'nın üçüncü katmanının asıl kahramanı olan Motun'un ise hiçbir zaman Ön Asya seferi olmamıştır. O hâlde Oğuz Kağan Destanı'ndaki Ön Asya seferleri Alp Er Tonga (Maduva) ile ilgilidir ve bu seferler, destanın ikinci katmanını oluşturur. Oğuz Kağan Destanı'nın Reşideddin varyantını yayımlayan Zeki Velidi Togan bunu kesin şekilde ortaya koymuştur. Ziya Gökalp da daha 1331 yılında Oğuz Han, Afrâsiyâb ve Şah İsmail'in, "aynı menkabenin muhtelif şekilleri gibi" göründüğünü tespit etmiştir (Gökalp 1977: 49).
Oğuz Kağan Destanı'nın üçüncü ve en önemli katmanı, M.Ö. 209-174 arasında Hun yabgusu olan Motun'la ilgilidir. Destan kahramanı Oğuz Kağan ile tarihî şahsiyet Motun'un aynı kişi olduğu, en eski Sinologlardan Joseph de Guignes'den (1757) beri ileri sürülmüş ve bilim dünyasında genel kabul görmüştür. Ziya Gökalp da 1925'te basılan Türk Medeniyeti Tarihi adlı eserinde Mete (Motun) ile Oğuz Han'ın aynı şahsiyet olduğunu çeşitli
TÜRK DİLİ TARİHİ
57
karşılaştırmalar yaparak kabul eder (Gökalpl976: 58-59). Gökalp'tan sonraki Türk bilim adamları ve edebiyat tarihçileri de Oğuz-Motun aynılığını genellikle kabul etmişlerdir. Oğuz-Motun ayniyetinin temel motifi baba-oğul mücadelesidir. Bu sebeple Motun'un, babası Tuman ile mücadelesini, en eski Çin tarihlerinden biri olan Han Şu'dan aynen aktarmak yerinde olacaktır: "(Tou-man) Çan-yü'nün Mo-tu (Motun) adlı (bir) veliahtı vardı. Sonradan sevdiği (bir) Yen-cı'dan oğlu olmuş ve Tou-man, Mo-tu'yu uzaklaştırıp (bu) küçük oğlunu başa geçirmek istemişti; bu sebeple Mo-tu'yu Yüe-cı'lara rehin olarak göndermişti. Mo-tu rehin bulunduğu sırada Tou-man, Yüe-cı'lara ani (bir) saldırı düzenlemişti. (Bunun üzerine) Yüe-cı'lar Mo-tu'yu öldürmek isteyince, Mo-tu onlardan cins (bir) at çalıp kaçarak (ülkesine) geri dönmüştü. Tou-man onu çok güçlü ve cesur bularak on bin atlının komutanlığına getirmişti. Bundan sonra Mo-tu öten oklar yaptırarak atlılarını okçu olarak eğitmiş ve (şöyle) emretmişti: 'Öten okumu attığım yere (ok) atmayanların başı kesilecektir.' (Sonra) ava çıkarak öten okunu attığı (yere) nişan almayanların derhal başını uçurtmuştu. Bundan sonra Mo-tu cins atını oklamış, yanındakilerden bazıları (bu hedefe) ok atmaya cesaret edemeyince hemen (onların) başını vurdurmuştu. Kısa bir süre sonra yeniden öten okunu sevdiği eşine atmış, etrafındakilerin bir kısmı korkup ok atmaya cesaret e-demeyince onların da başını vurdurmuştu. Kısa bir zaman sonra Mo-tu ava çıktığında öten okunu Çan-yü'nün cins atına atınca çevresindekilerin hepsi de (aynı hedefi) vurmuştu. Böylece Mo-tu yanındakilere güvenebileceğine kanaat getirmiş ve babası Tou-man'la birlikte ava çıktığında, Tou-man'a ok atınca çevresindekilerin hepsi de (onu) izleyip Tou-man'ı hedef alarak öldürmüşlerdi. Sonra (Mo-tu) üvey annesini, kardeşini ve kendisine itaat etmeyen ileri gelenleri öldürtmüştü. Böylelikle Mo-tu kendini Çan-yü ilân ederek başa geçmişti (M.Ö. 209)" (Onat vd. 2004: 5-6). Çin tarihindeki bu anlatım, efsaneyle karışmış olsa da olayın çekirdeğini meydana getiren baba-oğul mücadelesi gerçek olmalıdır. Yukarıdaki metnin kaynağı olan Çin tarihi Han Şu, Pan Ku (M.S. 32-92) tarafından yazılmıştır. Motun'un ölümünden 250 yıl kadar sonra yazılan bu tarihe bazı olay ve motiflerin efsaneleşerek yansımış olması tabiîdir. Söz gelişi Motun'un atını ve eşini öldürterek askerlerini eğitmesi, M.Ö. 209 tarihi için bile kabul edilmesi güç bir olgudur. Türklerdeki bir âdet Çinliler tarafından anlaşılmamış veya rivayet zaman içinde değişikliğe uğramış olabilir. Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lügati't-Türk'üne göre Türkler atına, kızına ok yarışı yaparlardı. Ol mening birle ok attı kızlaşu cümlesi, kızlaşu kelimesine örnek olarak verilmiştir (DLT II 1941: 221); "o, benimle kızına (kazanan kızı -cariyeyi- almak üzere) ok yarıştırdı" demektir. Divan'daki ol mening birle ok