19 minute read

2. 1. 2. 2. 5. Diğerleri

TÜRK DİLİ TARİHİ 259

düşündü: Soyumu sopumu belirtip söylersem kardeşim ölür. Sonra, "doğuştan fakir ve dilenciyim" dedi. Sığırtmaç şehzadeyi evine götürdü, ailesine emanet etti. Sığırtmacın ailesi bir ay şehzadeye çok iyi baktı. Bir ay sonra sızlanmaya başladılar. Bunun üzerine şehzade gitmek istedi. Sığırtmaç kalması için ısrar ettiyse de dinlemedi; bir kopuz alarak şehrin ortasında, kalabalık bir yol ağzına oturdu. Tigin kopuzka ertiŋü uz erti. 71 Elgi kopuz ıtıgu, agzı yırlayu olurdı. Uluş bodun alku kuvradı; yırıg taŋlayu, esirkeyü, ıglayu tegre tolı tururlar erti. Küniŋe taŋ adınçıg tatıglıg aş içkü kelürüp tapınurlar erti. Takı ol ulusta neçe irinç yarlıg 72 koltguçılar bar erser alku anta kuvradı. Biş yüz koltguçı tigin anta igidti; alku meŋilig boltılar. Şehzade kopuzda çok usta idi. 71 Eliyle kopuz çalarak, ağzıyla şarkı söyleyerek orada oturuyordu. Bütün memleket halkı yığıldı; şarkısına hayran olup acıyarak ve ağlayarak etrafını çevirmiş duruyorlardı. Her gün nefis ve lezzetli yiyecekler ve içecekler getirip ona hizmet ediyorlardı. Ülkede ne kadar zavallı ve 72 sefil dilenci varsa, hepsi oraya toplandı. Beş yüz dilenciyi şehzade orada besledi; hepsi mes'ut oldular. [O sırada kaynatası olan hükümdarın bahçıvanı şehzadeyi gördü. "Sarayın bahçesindeki meyveleri kuşlar mahvediyor, bu yüzden devamlı cezaya uğruyorum; bu adam bahçeyi gözetsin" diye düşündü ve onu alıp götürdü. Şehzade, etrafındaki beş yüz dilenciye veda etti; "sizleri bir daha göremem, Burkan talihini bulursam hepinizi kurtarırım" dedi.] Ötrü 77 ol ödün ol biş yüz koltguçılar bu savıg eşidip ulıdılar, sıktadılar. Kaltı buzakusın intürmiş iŋek teg ulıyu inçe tip ötüntiler: Ögsüz ögi, kaŋsız kaŋı siz boltunguz: anıtı bizni irinç 78 Yarlıg kılıp kançı barır siz? Ol ödün tigin inçe tip yarlıkadı: Bu yirtünçü törüsi antag ol. Amrak yime adrılur, sevig yime serilür, tip tidi. Ötrü tigin ol bor (79) lukçı er birle bardı. Borlukta tegmişte borlukçı erke inçe tip tidi: Kaç kereklig yimiş sögütiŋ üze birer çıŋratgu asıŋ; bir sögüt üze birer çıŋratgu asıŋ; 80 ışıg baŋ; kamag ışıg başın birgerü bap miniŋ eligde urung. Kuş kuzgun konsa ışıgıg tartyag men, sögüt tepregey, kuşlar konmagay, yimişiŋiz artamagay tip tidi. 11 O zaman bu beş yüz dilenci bu sözü işitip uludular, feryat ettiler. Buzağısını indirmiş inek gibi uluyarak şöyle yalvardılar: Öksüzlerin anası, babasızların babası siz oldunuz; şimdi bizi zavallı 78 ve perişan bir vaziyette bırakıp nereye gidiyorsunuz? O zaman şehzade şöyle buyurdu: Bu yeryüzünün töresi böyledir. Sevgili ayrılır, seven sabreder dedi. Sonra şehzade o bahçıvan 79 ile gitti. Bahçeye vardıkları zaman bahçıvana şöyle dedi: Gereken meyva ağaçlarının üzerine birer çıngırak asm; bir ağaç üzerine

260 Ahmet B. ERCİLASUN

bir çıngırak asın, 80 ip bağlayın, bütün iplerin uçlarını beraberce bağlayıp benim elime verin. Kuş kuzgun konunca ipi çekerim, ağaç sallanır, kuşlar konmaz, meyvalarınız çürümez, dedi. (Fransız Millî Kütüphanesi, 3509 numaradaki Pelliot metni burada biter. Çincesine göre hikâyenin devamı şöyledir:) Şehzade bir yandan ipi çekerek kuşları ürkütmeye, bir yandan kopuz çalmaya devam etti. Hükümdarın kızı bahçede dolaşırken şehzadeyi gördü ve ona âşık oldu. Babasına bu kör dilenciyle evlenmek istediğini söyledi. Hükümdar razı olmadıysa da kız ısrar etti. Bunun üzerine kör şehzadeyi saraya getirdiler. Kız, şehzadenin yanından hiç ayrılmadı. Bir gün kız, kocasının yanından ayrıldı; bir müddet sonra döndü. Şehzade, "niçin haber vermeden çıktınız, neredeydiniz?" diye sordu. Kız da saklayacak hiçbir şeyi olmadığını söyledi. Şehzade "o hâlde neredeydiniz?" diye ısrar edince kız şöyle dedi: (Hikâyenin Uygurca küçük bir parçası da British Muzeum'da Or.8212 (118) numarada bulunmaktadır. Bu parçaya göre bundan sonrası şöyledir:) "Eğer yanıldımsa gözünüz hiç iyileşmesin; fakat günahım yoksa bir gözünüz aydınlansın, gün görün". Bunun üzerine şehzadenin bir gözü açıldı. Kız, "şimdi inandınız mı?" diye sordu. Şehzade "inandım" dedi. Bunun üzerine kız, "siz ne kadar nankör bir insanmışsınız, ben bir han kızı olarak size hiç yüksünmeden hizmet ettim; fakat siz yalancı diyerek bana inanmadınız" dedi. Şehzade dayanamayarak kendisinin de Baranas hükümdarının oğlu olduğunu söyledi. Kız, "siz ne kadar aptalmışsınız; böyle sözler ağzınızdan nasıl çıkar? Baranas hükümdarının oğlu denizde kayboldu; siz nasıl o benim dersiniz?" diyerek şehzadeyi yine itham etti. Şehzade, "ben doğduğumdan beri hiç yalan söylemedim" diye cevap verdi. Kız "sizin yalan mı doğru mu söylediğinizi kim bilecek? Size hiç inanmıyorum" dedi.] (British Muzeum'daki parça burada biter. Çincesinde hikâye şöyle devam eder:) [Şehzade, "yalan söylüyorsam gözlerim asla iyileşmesin; doğru söylüyorsam gözlerim eski hâline dönsün" dedi. Bunun üzerine şehzade iyileşti. Kız durumu babasına anlattı. O da şehzadeyi görünce hayretler içinde kaldı. Baranas hükümdarının sarayında yabani bir kaz vardı. Bir gün hükümdarın karısı kaza "siz hep şehzadeyle beraber bulunurdunuz; şimdi öldü mü, kaldı mı belli değil, onu hiç düşünmüyor musunuz?" dedi. Kaz da "müsaade ederseniz onu arayayım" diye cevap verdi. Hükümdarın karısı,

TÜRK DİLİ TARİHİ 261

boynuna bir mektup bağlayarak kazı gönderdi ve ondan haber beklemeye başladı. Kaz denizler üstünde uçtu, her yanı aradı, bir şey bulamadı. Sonunla Li-şepa ülkesinden geçerken sarayın önünde şehzadeyi gördü ve yanma geldi. Şehzade mektubu okudu. Kendisi de başından geçenleri yazarak kazın boynuna bağladı. Baranas hükümdarı ve karısı mektubu alıp şehzadenin hayatta olduğunu öğrenince çok sevindiler. Bütün fenalıklara sebep olan Kötü Düşünceli Şehzade'yi kelepçeye vurarak hapsettiler. Li-şe-pa hükümdarına bir mektup yazarak niçin oğlunu alıkoyup kendilerini üzdüğünü sordular. Li-şe-pa hükümdarı korktu, hemen kızını nişanladı ve İyi Düşünceli Şehzade'yi törenlerle ülkesine yolladı. Annesi, babası ve bütün Baranas halkı şehzadeyi büyük törenlerle, sevinçlerle karşıladılar. Mihrace ve karısı süslü bir file binmişti. Çalgıcılar saz çalıyor, şarkıcılar şarkı söylüyordu. İyi Düşünceli Şehzade kardeşini sordu; "hapiste cezasını çekiyor" dediler. Onu görmek istedi. Kardeşinin zincirlerini çözerek mücevherin nerede olduğunu sordu. Kötü Düşünceli Şehzade, üç defa tekrarlanan soruya üç defasında da "herhangi bir yerde" cevabını verdi. İyi Düşünceli Şehzade babasının ve annesinin yanına gelerek "eğer bu mücevher insanı arzusuna hakikaten kavuşturuyorsa annemin ve babamın gözleri açılsın" dedi. Annesinin ve babasının gözleri açıldı. Ayın on beşinci günü sabahleyin şehzade, yıkanarak ve güzel elbiseler giyerek yüksek bir kuleye çıktı. Elinde bir buhurdan tutuyordu. "Bütün canlılara iyilik etmek için kıymetli mücevheri tedarik etmek üzere büyük zahmetlere katlandım" dedi. Tam bu sırada doğudan bir rüzgâr koptu; her taraf temizlendi; gökten güzel elbiseler, inciler, altınlar, gümüşler, canlılara gereken her şey yağmaya başladı. Bunun üzerine Burkan (Buda), Ananda'ya şöyle dedi: Bundan böyle büyük Baranas hükümdarı, benim babam Çudodana'dır. Karısı da benim annemdir. Kötü Düşünceli "Şehzade bundan böyle Devadatta'dır. İyi Düşünceli Şehzade de bugünden sonra benden başkası değildir.]

Burkancı veya Manici Uygurlardan kalan daha pek çok eser ve vesika vardır. Bize kadar ulaşan bazı mektup örneklerindeki "iyi misiniz, esen misiniz; biz esenlik ve selâmet içindeyiz" gibi ifadelerin bugünkü mektup ifade-

262 Ahmet B. ERCİLASUN

lerini andırması son derecede mühimdir. Uygurlardan kalma hususî mektuplardan başka resmî ve ticarî mektuplar da vardır. Astronomi, sağlık bilgisi konularında da Uygurlar bazı belgeler bırakmışlardır. Uygurlardan kalma birçok hukuk belgesi de bulunmaktadır. Sayıları 400'ü geçen hukuk belgelerini Arat, fertler arasındaki ilişkileri düzenleyenler, fertle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyenler olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Birinci gruba vasiyetname, vakıf senedi, arazi satışı ve kiralanması, hayvan kiralanması, köle alım satımı, evlâtlık verme, ortak işletme, ipotek etme gibi konularla ilgili belgeler; ikinci gruba nüfus sayımı, vergiler, iş mükellefiyetleri gibi işlemlerle ilgili belgeler girmektedir. Belgeler, bitig (belge), baş bitig, öŋ bitig, çın bitig (asıl belge), idiş bitig (geçici yararlanma belgesi), vuçuŋ bitig (aslın yerine geçen belge), ata bitigi (vasiyetname), ölüg bitig (dilekçe), yarlıg gibi adlar taşımaktadır. Bazı manastır vakıfları ağaç kazıklar üzerine yazılmış ve binanın temeline konmuştur. Bunların 8-9. yüzyıllara ait oldukları tahmin edilmektedir. Hukuk belgelerinde genellikle "tarih, anlaşma yapan kişilerin adları, anlaşmanın sebepleri, anlaşmanın konusu ve bedeli, bedeli ödemenin usul ve şartları, kefillerin belirlenmesi, anlaşmanın nasıl korunacağı ve anlaşmaya kimler tarafından itiraz edilebileceği, anlaşmayı bozmak isteyenlere karşı alınacak tedbirler, taraflar ve şahitlerin adları, metni kaleme alan kişinin adı, imza ve damgalar" bulunur (Arat 1987: 518-536). Aşağıda iki hukuk belgesinin metni ve bugünkü Türkçeyle karşılıkları verilmiştir. Köleler hakkında: / Bars yıl tokuzunç ay altı otuzka 2 biz Utuznuŋ Baltur atlıg temirçi 3 karabaş Toyınçuknuŋ Aysılıg 4 atlıg ebçi karabaş bözçi bu ikegu 5 begileriŋe ayıtmatın er ebçi 6 bolmışlar. Kin men Toyınçuk 7 utuz bilen eşitip atırmatın 8 Toyınçuknuŋ ebçi karabaşnıŋ 9 birtin Toyınçuk ok alır men. 10 Men Utuznuŋ temirçi karabaşnıŋ 11 birtin men Utuz ok alır men. Men 12 Utuz kulumnuŋ negü erser bar 13 tip Toyınçukka ebçike çam kılmaz 13 men. Men Toyınçuk meniŋ küŋnüŋ negü 15 erser bar tip Utuzka kulka 16 çam kılmaz men. Tanuk Sarig, tanuk Çaysu, 17 tanuk Ötüken, Temür. Bu tamga biz ikegül8nüŋ ol. Men Moŋul Buka ayıtıp bitidim. 1 Kaplan yılı, dokuzuncu ayın yirmi altısında, 2 biz, Utuz'un Baltur adlı demirci 3 kölesi ile Toyınçuk'un Aysılıg 4 adlı dokumacı kadın kölesi, bu ikisi 5 beylerinden izin almadan, koca ve karı 6 olmuşlar. Sonra biz, Toyınçuk ile 7 Utuz, bundan haberdar olunca, onları birbirlerinden ayırmadan, 8 Toyınçuk'un kadın kölesinin 9 vergisini ben Toyınçuk 10 ve Utuz'un demirci kölesinin 11 vergisini de ben Utuz almağa karar verdik. 12 Ben Utuz

TÜRK DİLİ TARİHİ 263

kulum hakkında Toyınçuk'a ve 13 kölesine karşı herhangi bir iddiada bulunmam. 14 Ben Toyınçuk da kölem hususunda Utuz'a ve kölesine 15 karşı herhangi bir iddiada bulunmam. 16 Şahit Sarig, şahit Çaysu, 17 şahit Ötüken, (şahit) Temür. Bu mühür bizim 18 ikimizindir. Ben Mongul-Buka sorup yazdım. (Arat 1987: 559-560). Nüfus (vergi) sayımı hakkında: 1 Iduk kut teŋrikenimizke 2 ülçi 3 tümen ilçi beglerke 4 men Sevinç bitig birür men. 5 Ulug tefterete bitidmiş 6 negü kimimtin taş negüme 7 yok bar tip ayıg önüp sözi 8 çın bolsar öz başım ölür men. 9 Bu nişan meniŋ ol. 10 Yılan yıl üçünç ay tokuz 11 yaŋıka. 1 Iduk Kut hazretlerine 2 ülçi 3 bütün elçi beylere 4 ben Sevinç senet veriyorum. 5 Büyük defterde yazdırılan 6 kimselerimden başka herhangi bir 7 var yok diye lâf çıkar ve bu söz 8 doğru olursa, kendi ölümüme razıyım. 9 Bu nişan benimdir: 10 Yılan yılı üçüncü ayın 11 dokuzunda. (Arat 1987: 560-561).

2.1.3.HRİSTİYAN ÇEVREYE AİT METİNLER

Uygurlar arasında Burkancılık ve Maniheizm'den başka Hristiyanlığın Nesturi kolu da göze çarpar. Turfan çevresinde İncil'den Uygurca'ya çevrilmiş bazı parçalar bulunmuştur. "Aziz Georg'un çektiği ölüm acılarını anlatan bir parça Le Coq tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca Yedisu bölgesinde bulunan ve 13-14. yüzyıllardan kalan bazı mezar taşlarında da Süryanî yazılı Türkçe satırlar yer almaktadır (Tezcan 1978: 305).

2.1.4.MÜSLÜMAN ÇEVREYE AİT METİNLER

13. yüzyıldan itibaren Hoço ve civarında Müslümanlığın yayılmaya başladığını biliyoruz. İşte bu Müslüman Uygurlardan da bazı şiirler kalmıştır. Reşid Rahmeti Arat'ça Eski Türk Şiiri 'nde neşredilen bu şiirler, şekil bakımından Manici ve Burkancı şiirlerden daha mazbuttur. Bir kısmında mısra başı kafiyesi bulunmaktadır. Kıt'aların benzer yapıdaki mısralarla birbirlerine bağlanması, mısra sonlarındaki ahenk unsurları ve bilhassa 4 + 4 veya 4 + 3'lük hece vezinleriyle bu şiirler, Divânü Lûgati't-Türk'teki şiirlere paralel bir görünüş arz ederler. Konularının ahlâkî ve beşerî olması dolayısıyla da Manici ve Burkancı Uygurların dinî konulu şiirlerinden farklıdırlar (Arat 1965: 245-267). Bu şiirlerden ikisi aşağıda verilmiştir.

264 Ahmet B. ERCİLASUN

Ağıt

Aklar bulıt örlep kükirep Alkuka mu kar yagurur? Ak bir saçlıg karı anam Açıyu mu yaşların akıdur? Ak bulutlar çıkıp gürleyip Her yana mı kar yağdırır? Ak saçlı ihtiyar anam Acıyla mı yaşını akıtır?

Karalar bulut örlep kükirep Kar mu yagmur ol yagurur? Karı yaşlıg ol anam Kayguda mu yaşın akıdur? Kara bulutlar çıkıp gürleyip Kar mı yağmur mu yağdırır? Kocamış yaşlı anam Kaygıda mı yaşını akıtır?

Yazkı bulut yaşlap kükürep Yagmurlar mu olyagudur? Yaşı kiçig alganlarım Yaşların mu akıdur? Yaz bulutu çakıp gürleyip Yağmurlar mı yağdırır? Yaşı küçük aldıklarım Yaşlarını mı akıtır?

Küzki bulıt kükürep örlep Köp mü yagmur ol yagıdur? Köŋül taşım iki kiçig Köz yaşların mu ol akıdur? (Arat 1965: 248)

TÜRK DİLİ TARİHİ 265

Güz bulutu gürleyip çıkıp Çok mu yağmur yağdırır? Gönüldaşım iki küçük Göz yaşlarını mı akıtır?

Ayrılış

Adaylarım kaçma kulun Atam kayda ter mü erki? Amrak togmış ini kelin Agam kayda ter mü erki? Yavrularım, kaçak kulun, Babam nerede der mi ki? Sevgili doğmuş, kardeş, gelin Ağam nerede der mi ki?

Belde turgan biş on oglan Begim kayda ter mü erki? Bezeklikte kızlar kırkın Berter mü köŋülin erki? Belde duran elli yiğit Beyim nerede der mi ki? Haremde kızlar, cariyeler Gönlünü paralar mı ki?

Katta turgan kaç ol oglan Kayda begim ter mü erki? Kaguşgulug künni küsep Kaygu erki? (Arat 1965:252) Katımda duran yiğitler Nerede beyim der mi ki? Kavuşma gününü özleyip Kaygı (geçer) der mi ki?

266' Ahmet B. ERCİLASUN

2.2. UYGUR METİNLERİNİN BULUNMASI VE ÜZERLERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR

Yıl 1890. Doğu Türkistan'ın Kuça şehri. Türkistanlı iki Türk köylüsü, üzerinde yazılar bulunan bir kayın ağacı kabuğunu Kuça'daki İngiliz subaylarından Bower'e satarlar. Bu küçük kabuk üzerindeki yazılar Sanskritçedir ve milâdın 4. asrına aittir. Japonya'da 609 senesine ait küçük bir yaprak istisna edilirse en eski metinleri bin yıllarına kadar gidebilen Sanskritçeyi birden bire 600 yıl geriye götüren bu keşif, şarkiyatçıları fevkalâde heyecanlandırmıştı. İki yıl sonra Fransız seyyahı Dutreuil de Rhin, Hotan şehrinde, bu defa milâdın 2. asrına ait bir yazma eser bulur. 1897 yılında Paris'teki Müsteşrikler Kongresinde, 2. asra ait Haroştu yazısıyla yazılmış, bu eski Hint dilli yazma tanıtılınca, şarkiyatçılar ve Hint-Avrupa dillerinin köklerini arayan Avrupalı bilginler gözlerini Doğu Türkistan'a çevirirler (Arat 1987: 508). Bu iki tesadüf; Doğu Türkistan'da binlerce san'at eserinin, tablonun, heykelin, yazma ve basma kitabın bulunmasına yol açar. Birbirinden farklı 17 dil ve 24 alfabe ile yazılmış binlerce yaprak, 15-20 yıl gibi kısa bir zamanda ilim dünyasının önüne yığılıverir (Ligeti II 1970: 41). Lâvlar altında kalmış Pompei gibi, çöl kumları altında kalmış şehir harabeleri, dağlardaki mağaralar içine inşa edilmiş manastırlar, manastırlardaki gizli duvarlar ardında bulunan kütüphaneler, bin yıldan beri el değmemiş sandıklar içinde tomar tomar kitaplar... İşte bunlar arasında Uygur Türkçesi ile yazılmış binlerce varaklık yüzlerce eser de vardır. Doğu Türkistan'a yapılan ilk seferler Finlilere ve Ruslara aittir. 1898 yılında bir yandan Otto Donner başkanlığındaki Fin heyeti, bir yandan da Klementz başkanlığındaki Rus heyeti Doğu Türkistan'da araştırmalar yapmışlardır (Arat 1987:509). Daha sonra Macar asıllı İngiliz araştırıcısı Aurel Stein Doğu Türkistan çöllerine daldı. Stein 1900 yılının 29 Mayısında çıktığı ve Yarkent, Hotan gibi şehirleri dolaştığı bu ilk seferinden bir yıl sonra 12 sandıkla döndü. Sandıklar el yazmaları ve antika eserlerle doluydu (Ligeti II 1970: 27). Hamburg Müsteşrikler Kongresinde Stein, bu seyahatiyle ilgili raporunu ilim âlemine sununca Almanlar hemen harekete geçtiler. Albert Grünwedel başkanlığındaki Alman heyeti 1902 Kasımı ile 1903 Martı arasındaki ilk Turfan seferinden 46 küçük sandıkla döndü. Almanların bu ilk seferi kısa sürmüştü ve daha çok bir keşif mahiyetindeydi. Yine de birçok kıymetli eserle dönmüşlerdi. 1904 yılında, bu defa Albert August von Le Coq'un başkanlığında ikinci bir sefer düzenlediler. 1905 yılında Grünwedel de bu heyete katıldı. Von Le Coq 1906'da, Grünwedel 1907 Haziranında geri döndü. Bu seferde pek çok Uy-

TÜRK DİLİ TARİHİ 267

gur yazması ele geçirilmişti (Ligeti II 1970: 40-41). Burkan mehdisi Maitreya hakkındaki Maytrisimit adlı büyük eser de bu seferde bulunanlar arasındaydı (Ş.Tekin 1976: 27). 1906-1907 yıllan, Doğu Türkistan'daki araştırmaların en yoğun ve Uygurca eserler bakımından en verimli devresidir. Bu yıllarda Doğu Türkistan'ın kumlarla çevrili vahalarında birbirinden ayrı üç heyet dolaşmakta, şehir harabelerini ve Budist mabetlerini didik didik etmekteydi. Alman heyeti daha dönmeden 1906 yılında Stein ikinci seferine çıkmıştı. Aynı yılın 15 Haziranında yola çıkan Paul Pelliot başkanlığındaki Fransız heyeti 1 Eylülde Kâşgar'a varmış ve oradan Kuça yolu üzerindeki Tumşuk harabelerine dalmıştı. Daha 1879'da Kont Szechenyi başkanlığındaki bir Macar jeoloji heyeti Kansu bölgesinde araştırmalarda bulunurken Tun Huang'daki Bin Buda mağaralarına rastlamıştı. Heyetteki profesörlerden Loczy, Stein'e bu mağaraların varlığından ve hayranlıkla seyrettiği Budist tablolardan bahsetmişti. Daha sonra Pŋevalski de aynı mağaraları görmüş ve ilim âlemine duyurmuştu. İşte Stein ikinci Doğu Türkistan seferine bu mağaraları görmek arzusuyla çıkmıştı. Tun Huang, Çin'in Kansu eyaletinde idi ve 15 kilometre ötesinde de Bin Buda mağaraları vardı. Türkistanlıların Ming Öy dedikleri dağlara o-yulmuş altlı üstlü beş yüzü aşkın mağara. Ve bu mağaralar içine oyularak inşa edilmiş manastırlar. Stein 1907 Martında Bin Buda mağaralarına gelmiş ve mağaralardan birinde duvarla örülü bir hazine bulunduğunu duymuştu. Manastırların koruyucusu Vang adlı Çinli bir dav-şı (Taoist rahip) idi. Vang dav-şı Stein'e önce eski bir el yazması vermiş, fakat sonra duvarın aralıklarını tamamen sıvayarak gizli kütüphaneyi iyice saklamıştı. Stein bin bir türlü dil dökerek Çinli rahibi sonunda ikna etti. Örülü duvar açıldı ve esrarlı kütüphaneye girildi. 1907 Mayısının sonlarıydı. Çinli rahibin elinde tuttuğu yağ kandilinin loş ışığında Stein'in gözleri hayretle açıldı. Gayrimuntazam bir şekilde yerden tavana kadar dizilmiş el yazmaları bütün odayı doldurmuştu. Odanın içinde kıpırdayacak yer bile kalmamıştı. Stein ne büyük bir hazineyle karşılaştığını eserleri incelemeye başlayınca anladı. Köktürkçe, Uygurca, Soğdakça, Toharca, Tibetçe binlerce parça. Üstelik, yırtılmamış, parçalanmamış ve yıpranmamış. Acaba bunları ülkesine götürebilecek miydi? Vang dav-şı buna bir türlü yanaşmıyordu. Hattâ bir gün mağarayı yeniden duvarla örmüş ve kaybolmuştu. Sonra tekrar gelmiş ve Stein'e istediği eserleri götürebilme müsaadesini vermişti. Nihayet Stein eserlerden ancak bir kısmını, 24 sandığa doldurarak ülkesine götürebildi (Ligeti II 1970: 99-104). Sekiz Yükmek, Irk Bitig, Huastuanift gibi önemli Uygur eserleri ve "Anı Teg Orunlarta" ile PratyaŞiri'nin manzumeleri de dahil olmak üzere pek çok Uygur şiiri Stein'in Bin Buda mağaralarında bulduğu eserler arasındadır.

268 Ahmet B. ERCİLASUN

Bu sıralarda Turfan civarında dolaşmakta olan Pelliot da keşfi haber almıştı. Fransız heyetinin başkanı olan Paul Pelliot, Çin ve Doğu Türkistan dillerinin en büyük mütehassısı idi. Başka araştırıcılar uzun incelemelerden sonra, hattâ ülkelerine dönüp de ilgili mütehassıslara incelettikten sonra buldukları eserlerin mahiyetini anlayabilirken Pelliot daha ilk bakışta eserin ne olduğunu anlıyordu. Hangi dilde, hangi alfabe ile yazılmış olursa olsun ve hangi çağa ait bulunursa bulunsun bütün yazmalar, Pelliot'ya sırlarını hemen oracıkta döküveriyorlardı. İşte bu büyük âlim de Stein'den sonra 1908'in 3 Mayısında Tun Huang'a geldi. Vang dav-şı ile uzun müzakerelerden sonra Pelliot paha biçilmez değerde eserlerle Paris'e dönmüştü. Bu eserler arasında meşhur Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin (Prens Kalyanamkara ve Papamkara) hikâyesi de vardı. Başından ve sonundan eksik olan bu eserin bir yaprağı da Stein tarafından Londra'ya götürülmüştü. Yalnız Pelliot'nun incelediği yazma sayısı 15 bin civarındaydı. O, derin bilgisinin verdiği yetkiyle bunların mühimlerini ayırmış ve Paris'e götürmüştü. Ancak arkada yine mühim bir hazine kalmıştı. Stein ve Pelliot'dan sonra Japonlar da Tun Huang'a Kont Otani başkanlığında bir heyet gönderdiler. Kont Otani de topladığı bir takım yazmaları Kyoto'ya götürdü. Daha sonra Pekin hükümeti durumu öğrendi ve bütün yazmaların Pekin'e getirilmesi talimatını verdi. Fakat yazmaların pek çoğu yollarda kaybolmuş, bulanın elinde kalmıştı. Bunların bir kısmını da Vang dav-şı kendine ayırmış, Stein'in üçüncü seferinde ona satmıştı (Ligeti II 1970: 37, 104-106). Tun Huang M.Ö. 111 yılında Hun akınlarına karşı yapılmış müstahkem mevkilerden biriydi. Bin Buda mağaraları ise Budist hacıların bağışlarıyla 5.-11. yüzyıllar arasında dağlara oyulmuş Budist manastırlarıydı. Yol üzerinde bulunmadıkları için iyi korunmuşlardı. 11. yüzyıldaki Tangut istilâsı sırasında Budist rahipler kıymetli yazmaları manastırlardan birine taşımışlar ve kapısını duvarla ördükleri bir odaya gizlemişlerdi (Ligeti II 1970: 100-101). İşte 900 yıl kadar sonra Stein'in açtırmaya muvaffak olduğu oda burası idi ve her biri en az bin yıl öncesine ait olan muhtelif dil ve yazılarda binlerce yazma ile doluydu. Bunlar arasında Uygurca olanlar da mühim bir yekûn tutmaktadır ve pek çoğu hâlâ işlenmemiştir. 1909-1911 yılları arasında Rus bilginlerinden Malov da Doğu Türkistan'a gider. Malov, Kansu'da Sarı Uygurlar arasında dolaşırken 1910 yılının 3 Mayısında Şaçou şehrine yakın Wun-fı-gu köyü etrafındaki Buda mağaralarında yapılan ayine katılır. Bir Buda heykelinin altında "tertipsiz, lüzumsuz ve faydasız" kâğıt parçaları bulur. Bu tertipsiz parçalar, Uygurcaya çevrilmiş dev eserlerden biri olan Altun Yaruk'a aitti. Aynı yılın Ekim ve Aralık aylarında Malov, Altun Yaruk'un diğer parçalarını da bulur ve Rusya'ya götürür. Bu nüsha 1687 yılında istinsah edilmiş oldukça geç bir nüshadır. Eserin di-

TÜRK DİLİ TARİHİ 269

ğer nüshalarından bazı parçalar, Almanlar'ın Turfan seferinde bulunup Berlin'e götürülür (Çağatay 1978: 345-350) 1913-1914 yıllarında Doğu Türkistan'da yine birkaç ilmî heyet dolaşmaktadır. A. von Le Coq başkanlığındaki Alman heyeti 1913 başında Turfan'a gitmişti. Bu sıralarda hem Avrupa'da siyasî durum gerginleşmiş, hem de Doğu Türkistan'da karışıklıklar başlamıştı. Ruslar'dan binbir güçlükle müsaade alan Alman heyeti 1913 yazında Kuça'da araştırmalar yaparken Doğu Türkistan'da isyanlar başlamıştı. Türkler istiklâl istiyordu. Le Coq bütün isyan ve karışıklık haberlerine rağmen büyük bir sükûnetle kazılarına devam ediyordu. Fakat artık kazılarda çalıştıracak işçi bulamaz olmuştu. Nihayet 156 sandıkla Kâşgar'a geldi. Neredeyse Birinci Dünya Savaşı patlamak üzereydi. Eğer von Le Coq, bir hafta daha gecikmiş olsaydı bu sandıkları Rus sınırından Almanya'ya geçiremiyecekti (Ligeti II 1970: 41-44). 1913 Haziranında üçüncü seferine çıkan Stein'in de başına bir sürü işler gelmişti. Bu defa yine bütün Tarım havzasını önce güneyden doğuya, sonra kuzeye ve batıya giderek dolaşan bu gözü pek araştırıcı bir ara, ürken atının ayaklan altında ezilmiş, haftalarca yatmış, fakat sonra hiçbir şey olmamış gibi yine araştırmalarına devam etmişti. Stein bu son seferinden 1914'te 182 sandıkla dönmüştü. Bunlar arasında Tun Huang mağaralarından arta kalan beş sandık da vardı (Ligeti II 1970: 30-36). 1914'ten sonra artık Doğu Türkistan seferi yapılamaz oldu. Birinci Dünya Savaşı batılı âlimlerin elini kolunu bağlamıştı. Çin'de de ihtilâl meydana gelmiş, yeni hükümet yabancı araştırıcılara ve Çin'deki eserlerin yurt dışına çıkarılmasına müsaade etmez olmuştu. Ancak 1927-1929 arasında İsveçli Sven Hedin, sevimli şahsiyeti ve cana yakın davranışlarıyla Çin'de dolaşabilmiş, topladığı eser ve malzemeleri Stockholm'e getirebilmişti. 1914'ten sonra Çinliler de Doğu Türkistan'da bulunan birçok eseri Pekin'e taşımışlardır (Ligeti II 1970: 44-47).

Doğu Türkistan'daki keşif ve araştırmalara Japonlar da ilgisiz kalmamışlardı. Onların ilgisinin önemli sebeplerinden biri de kendi dinleri olan Burkancılığın tarihiyle ilgili çok önemli eserlerin bölgede bulunmasıydı. 19021904 arasında Kont Otani başkanlığında; 1908-1909 ile 1910-1914 arasında Taçibana başkanlığında bölgede adaştırmalar yapan Japon heyetleri buldukları pek çok eseri Kyoto'ya götürmüşlerdi. Özellikle Tun huang ma-ğaralarındaki eserlerin keşfinden sonraki ikinci Japon sefer heyeti, Stein ve Pelliot'dan sonra buradaki birçok eseri Japonya'ya taşımışlardı (Ligeti II 1970: 38; Özönder2002: 471). Doğu Türkistan'a yapılan ilmî sefer ve seyahatler dışında başka yollarla da yurt dışına çıkan Uygur yazmaları vardır. Berlin'de öğrenim gören Doğu

270

Türkistanlı bir öğrenci 1930'lann başlarında ülkesinden eski bir yazmayı Berlin'e getirir. Yazmayı inceleyen Arat, eserin Küentso'nun (Hüen-tsang'ın) biyografisine ait olduğunu anlar. Eserin satın alınması için Türkiye'ye müracaat edilirse de bir sonuç alınamaz ve yazma Paris Millî Kütüphanesine satılır (Arat 1987: 512). İstanbul Üniversitesi Kütüphanesine Yıldız Sarayından gelen yazmalar arasındaki birkaç Uygurca hukuk belgesi de 1940'larda Osman N. Tuna'nın haber vermesiyle Reşid R. Arat tarafından keşfedilmiştir. Belgelerin Yıldız Sarayına ne zaman ve ne şekilde geldiği belli değildir.(/Arat 1979: 1 8)

Uygur metinleriyle ilgili ilk neşriyat Rusya'da ve Almanya'da başladı. İlk Turfan seferleri sonunda St. Petersburg'a ve Berlin'e getirilen metinler hemen tasnif ediliyor ve neşir işine girişiliyordu. Klementz'in 1898 Turfan seferinden getirdiği metinleri Radloff 1899'da neşretti. Çinceye ve Budizme hâkim olan F.W.K. Müller'in 1908'de başlattığı Uigurica adlı bir seri, dört cilt tuttu ve dördüncü cildi 1931'de Gabain tarafından tamamlandı. Radloff da 1909 yılında St. Petersburg'da bir seri başlattı: Alttürkische Studien (Eski Türkçe Çalışmaları). 1912'ye kadar devam eden bu seri altı kitaptan meydana gelmiştir. Turfan seferlerine bizzat katılan ve Alman heyetine başkanlık eden A. von Le Coq'un 1911'de başlattığı Türkische Manichaica aus Chotscho (Hoço'dan Türkçe Mani Metinleri) adlı seri, maniheist Uygur metinlerini içine alır. Üç ciltlik seri, 1922'ye kadar sürer. Stein'in Bin Buda mağaralarında bulduğu Köktürk harfli Uygur metinleri ve bunlar arasındaki Irk Bitig Vilhelm Thomsen tarafından 1912'de JRAS'da yayımlanır. Fransız heyetinin başında Tun Huang'a giden ve Bin Buda mağaralarında Prens Kalyanamkara ve Papamkara hikâyesinin Uygurcasını da bulan Paul Pelliot bu eseri 1914'te neşreder. Malov'un Sarı Uygurlar arasında bulduğu Altun Yaruk (Suvarnaprabhâsa) da 1913-1916 yıllarında Radloff ve Malov tarafından neşredilir. 1915'te Tôru Haneda Japonya'da Sekiz Yükmek'i yayımlar. Birinci Dünya Savaşı ve Çin'deki iktidar değişikliği, batılı ilim adamlarına 1914'ten sonra Doğu Türkistan'ın bütün kapılarını kapamıştı. Alman bilginleri savaştan sonra bütün güçlerini Turfan seferlerinde elde edilen malzemenin neşrine verdiler. Önceleri Alman dil bilimi üzerinde çalışan Willy Bang daha sonra Türkolojiye yönelmiş, Uygur metinlerinin neşrinde bir "ekol" meydana getirmiş ve sonradan Uygurcanın en büyük mütehassıslarından biri olacak olan öğrencilerinden Annemarie von Gabain ile birlikte Türkische Turfantexte (Türkçe Turfan Metinleri) serisini başlatmıştı. Uygur-

This article is from: