18 minute read
2. 1. 2. Klasik Devir
422 Ahmet B. ERCİLASUN
Şiban Han 1451'de doğmuş, 1510'da ölmüştür. Hayatı Temürlüler ve Babür Şah ile mücadeleyle geçmiş; 24 Mayıs 1507'de Herat'a girerek Temürlü hanedanına son vermiştir. 1510 yılında Şah İsmail'le yaptığı savaşta ölmüştür. (Karasoy 1998: 4-13). Şiban Han'ın üç eseri vardır. Tek yazması Londra'da British Museum'da bulunan Bahru'1-Hudâ, di-nîahlâkî bir mesnevidir; 1508'de yazılmıştır. Fuat Köprülü'nün, "Çağatay Edebiyatı" maddesinde, hususî kütüphanesinde bulunduğunu söylediği fıkha ait eserin ise şu anda nerede olduğu bilinmemektedir (Karasoy 1998: 29). Şiban Han'ın en önemli eseri divanıdır. Tek yazma nüshası, İstanbul Topkapı Müzesi, 3. Ahmed Kütüphanesindedir. 196 varaklık yazmada 306 gazel, 8 mensur parça ve tevhid, nât, rubaî, tuyuğ gibi birçok şiir yer almaktadır (Karasoy 1998: 29-35). Eserin ilmî yayını Yakup Karasoy tarafından yapılmıştır: Şiban Han Dîvânı (İnceleme-Metin-Dizin-Tıpkıbasım), TDK, Ankara 1998. Muhammed Salih: Hüseyin Baykara'nın hizmetinde iken sonradan Şiban Han'ın hizmetine giren bilginlerdendir. Şiban Han'ın "emîru'l-ulemâ ve melikü'ş-şuarâ"sı olmuş 1538-1539 yılında Buhara'da ölmüştür (Eraslan 1986: 693).
Dönemin önemli tarih kaynaklarından biri olan manzum tarihi Yıldız Kocasavaş tarafından yayımlanmıştır: Muhammed Salih, Şeybânî-nâme (Gi-rişTıpkıbasım-Metin-Tercüme), İstanbul 2003. Bâbür Şah: Temür sülâlesinden Ömer Şeyh Mirza'nın oğlu olan Gazi Zahîrüddin Muhammed Bâbür; Afganistan, Pakistan ve Hindistan'da 1858'e dek hüküm süren Bâbürlü İmparatorluğunun kurucusudur. Hindistan fatihi Bâbür Şah tarihin en büyük hükümdarlarından biridir. 1483'te Fergana'da doğmuş, babasının 1494'te ölümü üzerine 12 yaşında Fergana tahtına oturmuştur. Hanedan kavgaları yüzünden zayıf düşen Temürlüler, kuzeyden gelen Şiban Han önderliğindeki Özbek-Kıpçak unsuruna dayanamamışlardır. Şiban Han'la yapılan savaşta mağlup olunca Bâbür, 1504'te Kâbil'e gitti ve orada Babürlü hanedanını kurdu. 1519'da Pencap'ı, 1526'da Delhi ve Agra'yı, 1528'de Luknov'u aldı, 1530'da vefat etti. Öldüğü sırada arkasında koca bir imparatorluk bırakmıştı. Bâbür Şah, imparatorluk kurucusu büyük bir devlet adamı, şair, tarih ve hatıra yazarı, edebiyat teorisyeni ve nihayet bahçe mimarı bir botanikçidir. Fuat Köprülü tarafından Çağatay edebiyatının "Nevaî'den sonra en mühim şahsiyeti" (Köprülü 1945: 315) kabul edilen Bâbür Şah'ın beş eseri vardır: Vekayi, Divan, Aruz risalesi, Mübeyyen, Risâle-i Vâlidiyye.
TÜRK DİLİ TARİHİ 423
En önemli eseri Bâbürnâme olarak tanınmış olan Vekayiidir. Sade ve samimî bir dille yazılmış olan bu eser Türk hatıra edebiyatının ve Çağatay nesrinin şaheseridir. Devrinin olayları hakkındaki en önemli tarih kaynaklarından biridir. Dönemin sadece siyasî olaylarını değil, sosyal ve kültürel hayatını ve dünya görüşünü de bu eserden anlamak mümkündür. Bâbürnâme 1857'de Kazan'da N. İlminskiy tarafından basıldı. 1871'de Paris'te Pavet de Courteille tarafından "Memoires de Baber" adıyla Fransızca tercümesi yayımlandı. Annette Susannah Beveridge, 1905'te Londra'da "The Babur-nama" adıyla Haydarabad nüshasının tıpkıbasımını; 1922'de "The Babur-nama in English " adıyla İngilizce tercümesini yayımlamıştır. Eser Reşid Rahmeti Arat tarafından bugünkü Türkçeye aktarılmıştır: Gazi Zahîrüddin Muhammed Babur, Vekayi, Babur'un Hatıratı I, TTK, Ankara 1943; //, TTK, Ankara 1946. 1969'da Jean-Louis Bacque-Grammont, Fergana bölümünün tenkitli metnini ve Fransızca tercümesini doktora tezi olarak hazırladı. 1993'te Mesut Şen de eser üzerinde doktora tezi yaptı: Gazi Zahirüddin Muhammed Babur- Baburname, Giriş-Metin (Kâbil ve Hindistan bölümleri)Açıklamalı Dizin, İstanbul 1993 (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, basılmamış doktora tezi). Babur'un divanının birçok nüshası vardır. 20. asrın başında Sir Denison Ross (1910) ve Samoyloviç tarafından (1917) yayımlanmıştır. Babur divanının Türkiye'de ilmî yayını Bilâl Yücel tarafından yapılmıştır: Babür Divanı (Metin-Gramer-Sözlük), Ankara. Klasik devrin Ubeydî (Şibanoğulları hanedanının dördüncü hükümdarı), Meclisî, Bayram Han (Babürlü Hümayun Şah ile Ekber Şah'ın oğlu) gibi daha başka şairleri de vardır.
2.1.3. KLASİK SONRASI DEVİR
Çağatay edebî dilinin klasik devri 1600'de sona erer. Son Şibanlı hükümdarları Abdullah Han ile oğlu Abdülmü'min'in 1598'de ölümü üzerine Türkistan'daki birlik sona erer; ülke parçalanır. Buhara ve Hive hanlıkları ve 18. yüzyılda da Hokant hanlığı kurulur. "Hanlıkların gerek kendi iç savaşları ve gerek birbirleriyle olan bitmez tükenmez kavgaları Orta Asya Türklüğünün kuvvetini kökünden sarsmış ve Rusların Türkistan'ı kolayca istilâsına yol açmıştır." Buhara 1868'de, Hive 1873'te, Hokant 1876'da Rus Çarlığına bağlanmıştır (Eckmann 1996: 208-209).
424 Ahmet B. ERCİLASUN
"17. asırda Kâşgar'da ve Fergana şehirlerinde Çağatayca", "resmî dil ve kültür dili olarak Farsçadan daha fazla" kullanılmıştır. Muhammed İvaz'ın yıldıznamesi ve bazı vakfiyeler bunu göstermektedir. 18. yüzyılda bu bölgede "basit dinî kitaplar, akaide ve fıkha ait tercümeler, tasavvuf ve ahlâka ait risaleler, menâkıp kitapları, halk hikâyeleri ve mahallî vekayinameler Çağatayca olarak telif veya Farsçadan tercüme edilmiştir." Muhammed Sadık, Muhammed Niyaz başlıca tarih yazarlarıdır (Köprülü 1945: 318). 17. yüzyılda Mâverâünnehir'de, yergi şiirleriyle tanına Turdî, "sûfıyane lirik şiirleri" ile tanınan Baba Rahim Meşreb, şöhreti İdil boylarına ulaşan, "hakkında birçok menkıbeler rivayet edilen" Sûfî Allahyar, Yesevî tarzını devam ettiren Kul Şerif, Hive'de Vefaî; 18. yüzyılda Mâverâünnehir'de Nevbetî, Abdullah Macid Harabatî, Gazı, Meşreb-i Sanî, Hüveydâ, Şeykalî, Hîve'de Mevlânâ Yahya, Seyyid Muhammed Ahund, Beyzâ, Pehlivan Kulı Revnak, Kadı Muhammed Neşatî, Molla Muhammed Niyaz Münşî (Köprülü 1945: 320-321) klasik sonrası Çağatay edebî dilinin başlıca temsilcileridir. Klasik sonrası devrin en önemli ismi hiç şüphesiz Ebülgazi Bahadır Handır. Ebülgazi Bahadır, 17. yüzyılın Hîve hanlarındandır. Çengiz Han soyundandır. Şibanlı sülâlesinin Yadigâr kolundandır (Köprülü 1945: 316). 16031663 yılları arasında yaşamıştır. 1620-1642 yılları kardeş kavgalarıyla geçti. Bu dönemde Ebülgazi çok hareketli ve maceralı bir hayat yaşadı; 10 yıl Safevîlerin yanında kaldı; Teke ve Mangışlak Türkmenleri arasında dolaştı. 1642'de Ürgenç'e, birkaç yıl içinde de bütün Harezm'e hâkim oldu ve Hîve tahtına oturdu. Çağatay Türkçesinin önemli nâsirlerinden olan Ebülgazi Bahadır Han Farsça, Arapça ve Moğolca bilmekteydi (Ergin ŞT: 10-11). Ebülgazi Bahadır Han iki eser yazdı: Şecere-i Terâkime, Şecere-i Türk. 1660'ta yazılan Şecere-i Terâkime, Oğuzname'nin Çağatayca varyantıdır. Oğuzname'nin 14. yüzyıl başlarında Türkmenler arasında yaşayan varyantı veya daha büyük bir ihtimalle Doğu Türkçesinde mevcut olan, fakat bugüne ulaşmayan bir nüshası Reşideddin tarafından Farsçaya çevrilerek "Târih-i Oğuzân ve Türkân ve Cihângirî-i u" adıyla Câmiü't-Tevârîh içine konmuştu. Ebülgazi Bahadır Han'ın bu eserden faydalandığı muhakkaktır. Fakat o, içlerinde yaşadığı Türkmenlerden de bazı rivayetleri eserine katmıştır. Bu bakımdan Şecere-i Terâkime, Reşideddin Oğuznamesiyle birlikte Oğuz Kağan Destanı'nın İslâmî rivayetinin en önemli kaynağıdır. Oğuz Ka-ğan'dan sonraki efsanevî Türk-Oğuz tarihi (sözlü tarih) de sadece bu iki eserden öğrenilebilmektedir. Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terâkime'yi sade bir Çağatay Türkçesiyle yazmıştır. Şöyle diyor: "Barça bilir] kim bizdin burun türkî târîh aytkanlar, Arabî lugatlarını koşup tururlar ve Fârisîni hem koşup tururlar ve
TÜRK DİLİ TARİHİ 425
Türkîni hem sec' kılıp tururlar; özlerimi) hünerlerin ve üstâdlıklarını halkka ma 'lûm kılmak üçün. Biz munlarnıŋ hiç kaysısını kılmaduk. Anıŋ üçün kim bu kitâbnı okuguçı ve tıŋlaguçı elbette Türk bolgusı turur; bes Türklerge Türkâne aytmak kerek; tâ olarnıŋ barçasıfehm kılgaylar" (Kononov: 6). Bu parça Muharrem Ergin tarafından bugünkü Türkçeye şöyle aktarıl-
mıştır:
"Hep bilin ki, bizden önce Türkçe tarih söyleyenler Arapça lugatleri katmışlardır ve Farsçayı da katmışlardır ve Türkçeyi de seci kılmışlardır. Kendilerinin hünerlerini ve üstâdlıklarını halka malûm kılmak için. Biz bunların hiç birisini yapmadık. Onun için ki: Bu kitabın okuyucusu ve dinleyicisi elbette Türk olacaktır. Tabiî Türklere Türkâne söylemek gerek. Tâ ki, onların hepsi anlasınlar." (Ergin ŞT: 19). Şecere-i Terâkime'nin birçok nüshası vardır. Samoyloviç tarafından bulunan ve Rus İlimler Akademisi Kütüphanesine verilen Nuri İşan nüshası Türk Dil Kurumu tarafından 1937'de tıpkıbasım olarak neşredilmiştir. En eski nüsha olan Taşkent nüshası, yedi nüsha ile karşılaştırılarak 1958'de Andrey N. Kononov tarafından yayımlanmıştır: Rodoslovnaya turkmen, Moskva-Leningrad 1958. Kononov, karşılaştırmalı metin (Arap harfleriyle), Rusça tercüme ve eserin gramerini vermiştir. Muharrem Ergin 1970'lerde (tarih yok), Tercüman 1001 Temel Eser dizisinin 33. olarak Kononov metnini Türkiye Türkçesine aktarmıştır. Eserde Kononov metninin tıpkıbasımı da vardır. Şecere-i Terâkime üzerindeki son ilmî yayın Zuhal Kargı Ölmez'e aittir: Şecere-i Terâkime (Türkmenlerin Soykütüğü), Ebulgazi Bahadır Han, Ankara 1996. Bu çalışmada transkripsiyonlu metin ve gramatikal dizin vardır. Ebülgazi Bahadır Han'ın ikinci eseri Şecere-i Türk'tür. Bahadır Han bu eseri tamamlayamadan ölmüş, son kısımlarını oğlu Ebülmuzaffer ve Anuşa Muhammed Bahadır Han yazmıştır. Eser, esas itibariyle atalarının ve ayrıntılı olarak kendi döneminin tarihidir; fakat Türklerin efsanevî tarihlerinden de parçalar ihtiva eder. Eserinin girişinde Bahadır Han "bu târîhni yahşi ve yaman barçaları bilsün tip Türk tili birlen ayttım. Türkîni hem andak aytıp-men kim beş yaşar oglan tüşünür. Bir kelime Çagatay Türkîsindin ve Fârisîdin ve Arabîdin koşmay-men, rûşen bolsun tip" demektedir (Çağatay 1963: 229). Metni bugünkü Türkçeye şöyle aktarabiliriz: "Bu tarihi, iyi ve kötü, herkes bilsin diye Türk dili ile söyledim. Türkçeyi de öyle söyledim ki beş yaşındaki çocuk anlar. Bir kelime Çağatay Türkçesinden ve Farsçadan ve Arapçadan katmadım, açık olsun diye."
426 Ahmet B. ERCİLASUN
Şecere-i Türk, 18. asırdan itibaren Batı'da ve Rusya'da tercüme edilip yayımlanmıştır. Türkiye'de 1864'te Ahmed Vefık Paşa tarafından, 1925'te Rıza Nur tarafından yayımlandı. Saadet Çağatay 1963'te, eserden bazı parçalan transkripsiyonlu olarak "Türk Lehçeleri Örnekleri I'de neşretti. Şecere-i Türk üzerinde Selçuk Üniversitesinde Kâzım Karabörk tarafından bir doktora tezi yapılmıştır: Şecere-i Türk Üzerinde Bir Sentaks Çalışması, Konya 1995. Transkripsiyonlu metni de ihtiva eden bu çalışma henüz yayımlanmamıştır. 19. yüzyılın başlıca edebî merkezleri Hive ve Hokant'tır. Hive'de Munis Harezmî (1778-1829), Âgehî (1809-1874), Kâmil Harezmî (1825-1899), 19. yüzyılın ikinci yarısında Muhammed Rahim Han (Fîrûz), Tabîbî, İvaz Otar gibi şairler yetişti. Muhammed Rahim Han'ın yazdığı ve 1909'da Hive'de taş baskısı olarak basılan Mecmûatü'ş-Şuarâ-i Fîruzşâhî adlı antolojide 33 şair, her şairden seçilmiş 101 ve toplam 3333 şiir vardır. Eckmann bunlardan bazılarının isimlerini verir: Âciz, Âkil, Beyanı, Esed, Gazî, Hakîrî, Kemalî, Racî, Sadık, Sadî, Sultanî, Şinasi, Ümidî (Eckmann 1996: 210-216). Hokant'ta 1810-1822 arasında hanlık yapan Ömer Han kendisi şair olduğu gibi, sarayında da 70'ten fazla şair vardı: Nemenganlı Fazlî, Gülhanî, Hâzık, Mahmur, Mücrim. Ve üç kadın şair: Mahzûne, Üveysî, Ömer Han'ın karısı Nadire. Hive'de olduğu gibi Hokant'ta da bir antoloji hazırlanmıştır. Fazlî'nin yazdığı Mecmûa-i Ömer Han'da 75 Ferganalı şairin şiirleri yer almaktadır. 1822-1842 arasında hanlık yapan Ömer Han'ın oğlu Muhammed Ali (Madali) Han da şairdi (Eckmann 1996: 217-228). 19. yüzyılın ikinci yarısında Hokant'ta ceditçi şairler de yetişti: Mukî-mî, Furkat, Zevkî, Zari. Janos Eckmann'ın son devir şairleri hakkında malûmat veren ve bazılarının şiirlerinden örnekler sunan yazısı önemlidir: "Çağatay Edebiyatının Son Devri (1800-1920)", TDAY Belleten 1963, Ankara 1964. Gönül Alpay da "XIX. Yüzyıl Özbek Edebiyatı" adıyla (TDAY Belleten 1973-1974) bu dönem üzerinde bir inceleme yayımlamıştır. Bu incelemeden de 19. yüzyılın ikinci yarısına ait birkaç ismi ilâve edebiliriz: Almaî, Muntazır, Nimetullah oğlu Mîrî, Kâmî.
2.2. ÇAĞATAYCA SÖZLÜKLER
Ali Şir Nevayî ile Çağatay Türkçesinin kazandığı itibar, özellikle onun eserlerini anlamak üzere sözlükler düzenlenmesine de yol açtı. Türkistan, Hindistan, İran, Azerbaycan ve Anadolu'da birçok sözlük yazıldı. Ahmet Caferoğlu, "bu lugatler sayesinde Ali Şir Nevaî'nin "Orta Asyalılıktan"
TÜRK DİLİ TARİHİ 427
çıkıp "yakın Şark ülkeleri Türklüğünün en mümtaz düşünürü" hâline geldiğini belirtir. Caferoğlu'na göre bu sözlükler bir ekol oluşturmuştur ve bu ekolün adı "Çağatay Türkçesi Leksikografı Mektebi'dir (Caferoğlu 1984: 223). Çağatay Türkçesi leksikografı (sözlükçülük) mektebinin özelliklerini Caferoğlu şöyle sıralar: 1."Her sözün kendi öz manası dışında, muhtelif Çağatay şairlerindeki nüanslarını ve semantik manalarını belirtmek"; bunun için de "mukayeseli metoda başvurmak"; 2.Arapça, Farsça kelimelere yer vermemek; 3. Zaman zaman "Anadolu Türkçesinden, Azerbaycan'dan, Türkmenceden" örnekler almak. Caferoğlu, "estetik bakımdan" da "Çağatay lugatlerinin en ağır basan noktası"nın "Mir Ali Şir Nevaî'nin şiir ve lugat dehasını" belirtmek olduğunu bunlara ilâve eder (Caferoğlu 1984: 223-224). Başlıca Çağatay sözlükleri şunlardır.
Abuşka Lugati
16. yüzyılın başlarında Anadolu'da yazılmıştır. Yazarı belli değildir. İlk maddesi abuşka (yaşlı kadın) olduğu için bu adla tanınmıştır. "Lugat-ı Nevaî" olarak da bilinir. Pek çok nüshası bulunmaktadır. En eski nüsha 1560 tarihlidir (Caferoğlu 1984: 224-225). 2000 kadar kelime ihtiva eder (Eckmann 1996: 189). 1862'de A. Vambery tarafından, örnekleri konul-maksızın Macarcaya (Budapeşte) çevrilmiş; 1868'de Vel'yaminov-Zernov tarafından Türkçe metnin tamamı Fransızcaya çevrilerek St. Petersburg'da yayımlanmıştır. Eserin ilmî neşrini Türkiye'de Besim Atalay yapmıştır: Abuşka Lugati veya Çağatay Sözlüğü, Ankara 1970.
Bedâyiü'1-Luga
Hüseyin Baykara zamanında İmanî mahlâslı Tâlî tarafından yazılmıştır. Petersburg Devlet Kitaplığında bulunan tek nüshası 1705-1706 yılında istinsah edilmiştir. Borovkov tarafından 1961'de Moskova'da tıpkıbasımıyla birlikte yayımlanmıştır (Caferoğlu 1984: 225).
428 Ahmet B. ERCİLASUN
Fazlullah Han Lugati
17. yüzyıl başlarında Hindistan'da yazılmıştır. Yazarı, Babürlü hanedanına mensup Fazlullah Handır. Eserine Lugat-ı Türkî adını vermesine rağmen sözlük, yazarının adıyla tanınmıştır. Sözlüğün birinci kısmı fiiller, ikinci kısmı isimler, üçüncü kısmı sayı, hayvan, bitki vb. kavramlara ayrılmıştır. 1825'te Kalküta'da basılmıştır (Caferoğlu 1984: 225).
Kitâb-ı Zebân-ı Türkî
Çağatayca-Farsça bir sözlük olup 17. yüzyılda Hindistan'da yazılmıştır. Yazarı Muhammed Yakup Çingî adlı bir bilgindir. Eserde gramer bölümü de vardır. Tek nüshası Londra'da British Museum'dadır (Caferoğlu 1984: 226).
Senglâh Lugati
Mirza Mehdî Han tarafından 1758-1760 yılları arasında yazılmış Çağatayca-Farsça sözlüktür. Mirza Mehdî Han, Nadir Şah'ın vak'anüvisidir. Başında Mebâniül-Luga adlı bir gramer de bulunan eserin dördü Londra'da, biri Paris'te, biri Tahran'da altı nüshası vardır. Sadece gramer kısmının biri Tahran'da, biri Süleymaniye Kütüphanesinde olmak üzere iki nüshası daha vardır. Sözlükteki kelime sayısı 6000 civarındadır (Eckmann 1996: 187-189). Mirza Mehdî Han'ın Heratlı Talî, Feragî, Tahir Herevî, Nasr-Ali, Mirza Abdülcelil Nasirî gibi Çağatay sözlüğü yazanlardan bahsetmesi (Caferoğlu 1984: 226) önemlidir. Demek ki Nevaî devrinde yazılmış olup bugüne ulaşmayan birçok sözlük vardır. Yukarıdaki isimlerden sadece Heratlı Tali'in sözlüğü bilinmektedir. Senglâh Lugatinin gramer kısmı olan Mebâniü'1-Luga, Denison Ross tarafından 1910'da Kalküta'da yayımlanmıştır. Aynı bölümü 1942-1947'de, Budapeşte'de J. Eckmann da işlemiştir. Besim Atalay ise Mebâniü'l-Luga'nın Süleymaniye nüshasının tıpkıbasımını 1950'de yayımlamıştır. Gramer bölümünü 1956'da Karl Menges de işlemiştir. Senglâh Lugatini tam olarak neşreden Sir Gerard Clauson'dur: A Persian Guide to the Turkish Language by Muhammad Mahdî Xan, London 1960. Çalışmada giriş, tıpkıbasım ve indeks vardır.
Hulâsa-i Abbasî
Mehmed Hoyî tarafından 19. yüzyılın ilk yarısında yazılmış ve İran şahı Fethali Kaçar'in oğlu Abbas Mirza'ya ithaf edilmiştir. Üç nüshası vardır (Caferoğlu 1984: 227).
TÜRK DİLİ TARİHİ 429
El-Tamga-yı Nâsirî
19. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış Farsça-Türkçe sözlüktür. Nasirüddin Şaha (1849-1896) ithaf edilmiştir (Caferoğlu 1984: 227).
Fethali Kaçar Lugati
Fethali Kaçar Kazvinî tarafından 1862'de yazılmış Farsça-Türkçe sözlüktür. İran sahasındaki Çağatayca sözlüklerin en büyüğüdür. İki nüshası bilinmektedir (Caferoğlu 1984: 227-228). Eser, Jozsef Thury tarafından "Behcetü'l-Lugat" adıyla 1903'te Budapeşte'de yayımlanmıştır.
Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî
Özbekler tekkesi şeyhi Süleyman Efendi tarafından yazılmış ve 1882'de İstanbul'da yayımlanmış Çağatayca-Osmanlı Türkçesi sözlüktür. 7000 kadar kelime ihtiva eden (Eckmann 1996: 190) sözlük, I. Kunos tarafından kısaltılarak Almancaya çevrilmiş ve 1902'de Budapeşte'de yayımlanmıştır (Eren 1950: 146).
Üss-i Lisân-ı Türkî
Mehmed Sadık tarafından hazırlanmış ve 1897-1898'de İstanbul'da yayımlanmıştır. Martin Hartmann tarafından ilâvelerle Almancaya çevrilmiş ve 1902'de Heidelberg'de yayımlanmıştır.
Çağatay Türkçesinin modern gramerleri Janos Eckmann tarafından yazılmıştır: Janos Eckmann, "Çağatay Dili Hakkında Notlar", TDAY-Belleten 1958, Ankara. Janos Eckmann, "Das Tschaghataische", PhTF (Fundamenta) I, Wiesbaden 1959. Bu yazı Mehmet Akalın tarafından Türkçeye çevrilmiştir: "Çağatayca", Târîhî Türk Şiveleri, Ankara 1979. Janos Eckmann, "Küçük Çağatay Grameri", TDED, X, İstanbul 1960.
430 Ahmet B. ERCİLASUN
Janos Eckmann, Chagatay Manual, Bloomington 1966. Çağataycanın en ayrıntılı ve planlı grameri olan bu eser Günay Karaağaç tarafından Türkçeye çevrilmiştir: Çağatayca El Kitabı, İstanbul 1988. A. M. Şerbak'ın Rusça gramerinde "Eski Özbek Dili" terimi tercih edilmiştir: Grammatika starouzbekskogo yazıka, Moskva-Leningrad 1962.
2.3. ÇAĞATAY TÜRKÇESİNİN DİL ÖZELLİKLERİ
Çağatay Türkçesini kendinden önceki devirlerden ayıran dil özellikleri Janos Eckmann tarafından net bir şekilde belirlenmiştir. Eckmann'ın "Çağatay Dili Hakkında Notlar" adlı makalesinden yararlanarak bu özellikleri aşağıda belirtiyoruz (Eckmann 1996: 139-144):
2.3.1. SES ÖZELLİKLERİ 1. İlk hecede yaygın bir e>i değişmesi vardır: min<men, sin<sen, ni<ne, kil-<kel-, biyik<bedük, dik<teg, kiç-<keç-, siv~<sew. 2. İkinci hecede ü bulunması hâlinde ilk hecedeki e, ö'ye döner: öçkü<eçkü (keçi), öksük<eksük, ösrük<esrük, örük<erük, töşük<teşük. 3. Harezm Türkçesinde dudak ve diş-dudak ünsüzlerinden sonra görü len yuvarlaklaşmalar Çağatay Türkçesinde yoktur: anamnuŋ değil anamnıŋ, sabrum değil sabrım, tapup değil tapıp, imâmluk değil imâmlık. Çağataycada sadece v ile biten fiil köklerinden ve -av ses grubu bulunan Arapça kökenli kelimelerden sonra yuvarlaklaşma vardır: kavup, kavuş-, sivdüm, sivün, cavruŋ, davruŋuz, şavkum. 4. Nevâyî'den itibaren üç kelimede p>f değişmesi vardır: tofrak<toprak, yafrak<yaprak, ofrak<oprak (elbise). 5.Karahanlı Türkçesindeki çift dudak v'si (w) Çağataycada diş-dudak v'si olmuştur: iv<ew, tavar<tawar. Fakat su<suw. 6.Şu kelimelerde t->d- değişmesi olmuştur: dagı<takı (ve, dahi), di<ti-, dik<teg (gibi), digrü/tigrü<tegürü (-A kadar), diginçe/digünçe (-A kadar), -dur/durur<turur. Fakat turmak. 7.Diş arası d, y olmuştur: ayak<adak, kiy-<ked-, ayır-<adır. 8. -AgU ses grubu -Av olmuştur: kırav<kıragu, birev<biregü, altav<altagu (altısı birden), küyev<küdegü. 9. Birden fazla heceli kelimelerin sonundaki ince ve kalın g'ler tonsuzlaşıp k olmuştur: uluk<ulug, sank<sang, katık<katıg, boyluk<boylug, ölük<ölüg, yüzlük<yüzlüg. Bazen -k'ler de -g'ye döndüğünden sondaki g-k
TÜRK DİLİ TARİHİ 431
konusunda Çağataycada bir karışıklık ortaya çıkmıştır: ayak~ayag, ak~ag, bulak~bulag.
2.3.2. BİÇİM ÖZELLİKLERİ
1.İlgi hâli ekinde yalnız düz biçimler vardır: yolnıŋ, köŋlümniŋ. 2.-nln yanında -nl ilgi hâli eki de vardır: Afrâsiyâbnı oglı. 3. Hâl eklerinden önceki zamir «'si kullanılmamaktadır: başıda, başıdın, atasıga. 4.menim, bizim yerine meniŋ, biziŋ kullanılır, maŋar (bana), saŋar, muŋar gibi r'li biçimler kalkmıştır. 5.İsim çekimi m in, sin, dur/tur, biz, siz, durlar/turlar ile yapılır. 6.-dAçI, -dUk, -glI Sıfat-fiil ekleri kullanımdan kalkmıştır. 7.-mlş sıfat-fıil ekinin yerini -gAn almıştır. 8.-yU zarf-fıil eki -y olmuştur: diy<tiyü, yıglay<ıglayu (ağlayarak). 9.Zarf-fıil eki -glnçA, yuvarlaklaşarak -gUnçA olmuştur.
10.-mAdln zarf-fıil eki -mAyln veya -mAy olmuştur. 11.-sUn, -sUnlAr yanında, sık kullanılmayan -dik, -dikler emir eki de ortaya çıkmıştır: aldik (alsın), sordikler (sorsunlar). 12.-A, -y + dur + şahıs eki kuruluşunda şimdiki zaman kipi oluşmuş tur: aladur min, başlaydur sin. 13.-(X)p + (dur/tur) + şahıs eki kuruluşunda geçmiş zaman kipi oluş muştur: körüptur min (gördüm), okup sin (okudun). 14.-(X)p + i(r)di (olumsuzda -mAy + dur + irdi) kuruluşunda öğreni len geçmiş zamanın hikâyesi oluşmuştur: kılıp irdim (kılmıştım), kalmaydur irdi (kalmamıştı). 15.Yeterlik fiili al- ve bil- ile kurulur: okuy almas (okuyamaz), köre bilmedi (göremedi).
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
0. BATI TÜRKÇESİ
Batı Türkçesi, 11. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasında Kuzey ve Güney Azerbaycan, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye, Anadolu, Kıbrıs, Ege adaları, Balkanlar, Kırım Hanlığı ve Kuzey Afrika'da kullanılan dildir. Başlangıçtan bugüne kadar Batı Türkçesinin kesintisiz olarak kullanıldığı sahalar Anadolu, Balkanlar, Kuzey ve Güney Azerbaycan, Kuzey Irak ve Kuzey Suriyedir. Kırım Hanlığında Batı Türkçesi 16. yüzyıl başlarından 20. yüzyıl başlarına dek yazı dili olarak ve Kırım sahil şeridinde konuşma dili olarak kullanılmıştır. Kıbrıs'ta 16. yüzyıl sonlarından bugüne dek Batı Türkçesi yazı ve konuşma dili olarak kullanılmıştır. Kuzey Afrika'da da, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla dek Osmanlı Türkleri Batı Türkçesini yazı ve konuşma dili olarak kullandılar. Kuzey-Doğu Türkçesini Batı Türkçesinden ayıran tabiî sınırlar Karadeniz, Kafkas Dağları ve Hazar Denizidir. Güney Azerbaycan'ın doğusundaki Fars halkı da beşerî bir sınır oluşturmaktadır. Maamafıh Safevîler devrinde ve hatta bugün Orta ve Güney İran'da da Batı Türkçesi kullanılmıştır ve Türk asıllı halk tarafından kullanılmaktadır. İran'ın Kuzey-Doğusundaki Horasan ve Türkmen bölgesiyle Türkmenistan Türkmenlerinin de konuşma dili Batı Türkçesidir. Türkmenistan'da 20. yüzyıl başlarından beri, Batı Türkçesi aynı zamanda yazı dili olarak kullanılmaktadır. 19. yüzyıl başlarına dek Balkanların Dobruca bölgesinde iken 1810'larda Moldova'nın Bucak bölgesine göçen Ortodoks Gagavuz Türkleri de Batı Türkçesini konuşma dili olarak, 1950'lerden itibaren aynı zamanda yazı dili olarak kullanırlar. Önceleri konuşma dili olarak kullanılan Oğuz ağzı 13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu'da yazı dili hâline gelmiştir. Batı Türkçesi yazı dili, 13. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına dek Azerbaycan, Anadolu, Irak, Suriye ve Balkanlarda tek yazı dili olarak kullanıldı. Bu döneme araştırıcılar çeşitli adlar vermektedirler. Başlangıçta özellikle bazı Avrupalı bilginler Altosmanische (eski Osmanlıca) terimini kullandılar. Türkiye'de Eski Osmanlıca terimi Saadet Çağatay tarafından kullanıldı (Çağatay 1944, 1947). Ancak bu terim yaygınlaşmadı. En yaygın terim Eski Anadolu Türkçesi terimidir. 15. yüzyıldaki Balkanlar sahasını içine almadığı için bu terime Faruk K. Timurtaş itiraz etti ve 15. yüzyılın gramerini yazdığı eserinde Eski Türkiye Türkçesi terimini kullandı. Biz Azerbaycan'ı dışarda bıraktığı için bu terime de itiraz ediyor ve Eski Oğuz Türkçesi terimini teklif ediyoruz. Oğuz Türkçesinin yazı dili olmadan önceki dönemine de Ana Oğuz Türkçesi demek yerinde olacaktır.
434 Ahmet B. ERCİLASUN
Eski Oğuz Türkçesi, Azerbaycan ve Anadolu'nun (14. yüzyılın ortalarından sonra aynı zamanda Balkanların) ortak yazı dili idi. Ancak 13, 14 ve nispeten 15. yüzyıllardaki Batı Türk yazı dili, oturmuş bir yazı dili değildi. Aynı işlev için farklı morfo-fonolojik biçimler(örnek olarak teklik birinci şahıs için — vAn, -vAnln, -vAm, -Am, -In) kullanılabildiği gibi yazardan yazara değişebilen biçimler de kullanılabiliyordu. Söz gelişi Sivas'ta yazan Kadı Burhaneddin'de, sonradan Azerbaycan yazı dili için standartlaşacak biçimler ağırlıkta iken daha doğudaki Erzurumlu Darir'de sonradan Osmanlı sahasında standartlaşacak biçimler ağırlıktaydı. Bu özellikleri dolayısıyla Eski Oğuz Türkçesini Azerbaycan yazı diliyle Osmanlı yazı dilinin ortak atası kabul ediyoruz. Eski Oğuz Türkçesinde her iki yazı dilinin filizleri yeşermekteydi. Karakoyunlu-Akkoyunlu-Osmanlı siyasî ayrılığı dolayısıyla 15. yüzyılda ayrışma sürecini yaşayan Eski Oğuz Türkçesi, 16. yüzyıl başında Safevî Devletinin kuruluşuyla Azerbaycan ve Osmanlı yazı dillerine ayrıldı. Batı Türkçesi, aralarındaki çok küçük farklılıklarla 16. yüzyıldan bugüne iki yazı dili hâlinde ulaştı. 20. yüzyılda bunlara Türkmen ve Gagavuz yazı dilleri de eklendi. Azerbaycan yazı dilinin ilk dönemi 16. yüzyıl başlarından 19. yüzyıl ortalarına dek süren Klâsik Azerbaycan Türkçesi dönemidir. Şah İsmail Hatayî, Fuzulî, Habibî, Molla Penah Vâkıf...bu dönemin başlıca temsilcileridir. 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın 30'lu yıllarına kadar bir geçiş dönemi yaşayan Azerbaycan yazı dili 1930'larda Bugünkü Azerbaycan yazı dili dönemine girmiştir. Geçiş döneminin başlıca isimleri Mirza Fethali Ahuntzâde, Hasan Bey Zerdabî, Mirza Elekber Sâbir, Hüseyin Câvid, Mehemmed Hâdi, Celil Memmedguluzâde'dir. 16. yüzyıl başlarından 20. yüzyıl başlarına dek Osmanlı İmparatorluğu sahasında kullanılan yazı dili ise Osmanlı Türkçesi veya kısaca Osmanlıca terimiyle ifade edilir. Burada Osmanlıca'nın bir dilcilik terimi olduğunu, kullanıcılarının kendi dillerine Türkçe, Türk dili, Türkî (bazen zebân-ı Türkî veya lisân-ı Türkî) dediklerini hatırlamak lâzımdır. Azerbaycan'da da 1930'lu yıllara kadar Türkçe ve Türk dili tabirleri kullanılmıştır.
0.1. BATI TÜRKÇESİNİN DOĞUŞU
11. yüzyılın başı, yani bin yıllan civan, Türk tarihinin ve sonuçlan bakımından dünya tarihinin dönüm noktalarından biridir. 999 yılında Karahanlıların, Sâmânoğulları saltanatına son vermesi, İran'da siyasî bir boşluk doğurmuş ve Seyhun boylarında yaşayan, kuzeylerindeki Kıpçaklarca tazyik edilen Oğuzların önce Mâverâünnehir'e, sonra İran'a akarak bu boşluğu doldurmalarına yol açmıştır. Selçuklu ailesinin önderliğinde kuvvetli bir siyasî
TÜRK DİLİ TARİHİ 435
teşekkül hâline gelen Oğuzlar; 1064'ten itibaren Kars'a ve Kuzey Azerbaycan'a; 1071'den itibaren de Anadolu'ya girmeye başlamışlardı. Malazgirt'in hemen akabindeki yıllarda Marmara ve Adalar denizine dayanan Oğuz Türkleri, Haçlı seferlerinin başlamasıyla gerilemişler; ancak Orta ve Doğu Anadolu'ya sahip olabilmişlerdi. 11. yüzyıl, Haçlılara ve Bizans'a karşı çetin savaşlarla geçti. 1176'daki Miryakefalon savaşında II. Kılıç Arslan'ın Bizans'ı ağır bir yenilgiye uğratması, Anadolu'daki Türk'ün kaderini tayin eden önemli bir hadisedir. Bu zaferle, hem Türk'ün Anadolu'da kalacağı kesin olarak anlaşılmış, hem de Batı Anadolu yollan açılmıştı. 13. yüzyılın ortalarına doğru "kuzeyde ve güneyde denize ulaşılmış ve batıda da Denizli ve Kütahya ötesine kadar gidilmişti." 13. yüzyıl başlarında Çengiz'in zuhuru, doğudan batıya doğru, bütün dünyayı sıkıştırırken, Türkistan'da kalmış diğer Oğuzları da Azerbaycan'a ve Anadolu'ya atıyor, böylece bu iki ülke, önlenemez şekilde ikinci bir Türk ana yurdu hâline geliyordu. Çengiz ve çocuklarının baskısı, Anadolu Selçuklularını zayıflatmış; fakat Anadolu'daki Türk nüfusunu birden bire hızla çoğaltmıştı. 1243'teki Kösedağ bozgunu ile Anadolu Selçuklularının otoritesi kırılır ve Moğol hâkimiyeti başlarken yeni gelen kalabalık Oğuz nüfusunun da tesiriyle Anadolu'da birçok beylikler ortaya çıkar. 1256-1336 yıllarında Anadolu, İlhanlılara bağlı beyliklerce idare edilir. 1336'da İlhanlıların yıkılışıyla beylikler istiklâl kazanır. 1243'te Moğollara tâbi olan Anadolu Selçukluları ise gittikçe zayıflayarak 1308'de son bulur. Kısaca özetlediğimiz bu tarihî olayların neticelerini birkaç madde hâlinde yazmak faydalı olacaktır. 1.İkinci binin başlarına kadar yüzlerce yıl Türklüğe kapalı olan İran, Azerbaycan ve Anadolu açılmış; Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlar Türk yurtla rı hâline gelmiştir. 2.Seyhun boylarında ve Aral'ın doğusunda yüzlerce yıldan beri yaşamakta olan Oğuzlar; 11-13. yüzyıllar arasında buradan ayrılarak Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlara yerleşmişlerdir. 3.Bin yıldan beri Balkanların ve Orta Doğu'nun en büyük siyasî gücü olan Doğu Roma yıkılmış, yerini Türk gücü ve onun doruk noktası olan Osmanlı almıştır.
4.Orta Doğu ve Balkanlardaki bugünkü Türk varlığı ve Türkiye Cumhu riyeti bu hadiseler sonucu ortaya çıkmıştır. 5.Ve nihayet bu hadiselerin en büyük sonuçlarından biri de Türk dilinde görülmüş, Orta Doğu ve Balkanlarda, Oğuz ağzına dayanan ikinci bir Türk yazı dili doğmuştur.