Ahmet Gökbel - Kıpçak Türkleri

Page 1



..

.

KIPÇAK TURKLERI (Siyasi

ve

Dini Tarihi)

Doç. Dr. Ahmet Gökbel

[iJ ÖTÜKEN


YAYIN NU:474 KÜLTÜR SERİSİ: 191

ISBN 975-437-346-9

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş. İstiklil Cad. Ankara Han. 99/3 80060 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0212) 251 03 50 Faks: (0212) 251 00 12 İnternet: www.otuken.com. tr •

Kapak Düzeni: Ay� Kalyoncu Dizgi-Tertip: Ötüken Kapak Baskısı: Birlik Ofset Baskı: Özener Matbaası Cilt: Yedigün Mücellithanesi İstanbul 2000


İÇİNDEKİLER

Önsöz Kısalımalar Giriş 1 - Araştırmanın Amacı ve Önemi 2 - Araştırmanın Yöntemi 3- Kaynakların Değerlendirilmesi

..................................................................................................................

9

13 15 15 20 22

.......................................................................................................

........................................................ ..........................................................

.............................................................

....... . . ..................................................................

.............................................................

BİRİNCİ BÖLÜM KIPÇAK(KUMAN)LARIN SiYASİ TARİHİ VE YAYILDIKLARI ALANLAR

A- Kıpçak ve Kuman Kelimeleri

27 27 30 32 37 37 .40

....................................................................

1- Kıpçak Kelimesi 2- Kuman Kelimesi B- Kıpçakların Menşei C- Kıpçakların Siyasi Tarihi 1- Kıpçakların Ortaya Çıkışları 2- Kıpçakların Bağımsızlığı Meselesi 3- Karadenizin Kuzeyinde ve Kafkaslarda Kıpçakların Komşuları ile Münasebetleri a- Kıpçaklar ve Hazarlar b- Kıpçaklar ve Peçenekler c- Kıpçaklar ve Ruslar d- Kıpçaklar ve Gürcüler e- Kıpçaklar ve Harezmşahlar f- Kıpçaklar ve Selçuklular g- Kıpçaklar ve Moğollar 4- Doğu Avrupa ve Balkanlarda Kıpçaklar a- Kıpçaklar ve Macarlar b- Kıpçaklar ve Romenler c- Kıpçaklar ve Bulgarlar 5- Altınordu Devleti ve Sonrasında Kıpçaklar a- Altınordu Devletinde Kıpçaklar

......................................................................................

............................................•........................................

.................................................................................... ...........................................................................

.................................................................. .......................................................

41

.................................................................

....................................................................... ...................................................................

..........................................................................

41

44

.47 56 60

......................................................................

........................................................ ......

...................................................... . . . . . ........

........................................................

64

: .............69

..............................................

......................................................................

74 74 77 82 87 87

....................................................................

................. ..................................................... .........................................

......................................................


b- Altınordu Devletinin Çöküşüyle Ortaya Çıkan Hanlıklarda Kıpçaklar . . b.a. Kazan Hanlığı . b.b. Kırım Hanlığı . .. b.c. Astırhan Hanlığı . . b.d. Kasım Hanlığı b. e. Nogay ve Sibir (Sibirya) Hanlıkları 6 - Suriye ve Mısırda Kıpçaklar a- "Memluk Asker" Sisteminin Oluşumu ve Kıpçakların Mısır'a Geliş Şekilleri b- Mısır Türk Sultanlığı (Memlukler)'nın Kuruluşu ve Kıpçakların Rolü . c- Mısır Türk Memluklerinde Kıpçak Komutanlar ve Faaliyetleri . c.a. Kutuz c. b. Baybars I c.c. Kalavun 7- Hindistan'da Kıpçaklar a- Şemsiyye Hanedanı b- Balahan Ailesi D- Kıpçak Göçleri ve Yayıldıkları Alanlar . 1- Kıpçak Göçlerinden Önce İç Asya'da Coğrafi Durum 2- Karadeniz'in Kuzeyi, Doğu Avrupa ve Balkaniara Kıpçak Göçleri 3- Kafkaslara ve Diğer Bölgelere Kıpçak Göçleri 4- Günümüzde Kıpçakların Bulunduğu Yerler.. a- Türkistan'da Kıpçaklar b- İ dilUral Bölgesinde Kıpçaklar . c- Doğu ve Güney Doğu Avrupa'da Kıpçaklar d- Kafkaslarda Kıpçaklar . e- Anadolu'da Kıpçaklar .

90 90 ...................... ....... .............................................92 ................ .. ..................................................... 94 ............................................................................ 95 ................................. ........96 .................................................................97 ................... ..... ............................................

.................................................. ..........................

............................................................. .........

.

............................................................................

97

ıoı

............. ........................ .................................................

104 ! 05 ......................... .......................................................... 1 07 ...................................... ................................................ 112 ........................................................................ 116 ........................................................ ................. tl7 ........ ......................................................................... 122 . ............................... ................ 127 ..................... 127

.........................................................................................

............................................................................................

128 132 .................................... 135 ................................................................... 136 .... ................................................. .140 ............. ....................l46 ..................................

............................. ......................................

............................................. ................... . . . .

154 l59

İKİNCİ BÖLÜM KlPÇAKLARDA KÜLTÜR VE MEDENiYET

A- Kıpçakların Dili (Kıpçak Türkçesi) B- Kıpçak Türkçesi ile Yazılmış Eserler 1- Lügatler-Gramerler a- Karadeniz Kuzeyinde Yazılanlar . . b- Suriye ve Mısır Sahasında Yazılanlar 2- Fıkıh Kitapları 3- Atçılık ve Okçulukla İlgili Kitaplar

.................. ......................................

165

....................................................

.169 ........................................................ ...................... 170 ....... . . ..................... .................. .................

.

170

, ......................... 173 ................ ...... ..................................... ............................ 176 . . ........... ............... ............ ............. 178


C- Aile Yapısı ve Kadının Statüsü ............................................................... l81

ı- Aile Yapısı .......................... ................................................................. .. I81 2- Evlenme ve Düğün ...............................................................................183

3- Kadının Toplumdaki Yeri D- Sanat ve Mimarlık Anlayışı E- Ekonomik Durum .

. . .... . .

. . . .. . .

.

.......... ............. .... ... ................ ...........

........ .

.

... I86 ...

. ..... 189

. ................. . ........ ............... ...

..

....... ..................... ............... ... ............................

....

196

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KlPÇAKLARlN DiN[ TARİHİ

A- Geleneksel Türk Dini İçinde Kıpçakların Yeri . . . 203 1- Tanrı İnancı . . . .. . 203 2- Kutsal Kabul Edilenler . . . . . 209 a- Ay ve Güneş Kültü . . . . . 21 I b- Yıldızlar ve Gezegenler Kültü . .... .. . 213 . . . .. . .. 213 c- Yer-Su Kültleri c.a. Dağ Kültü .. . . . .. . . 214 c.b. Ağaç ve Orman Kültü .. ... . . . 217 c.c. Su Kültü .. ,..........221 c.d. Toprak, Taş ve Kaya Kül tü . . 223 c.e. Ateş Kül tü . . . . . . 225 . . .. . . 229 d- Atalar Kültü . 3- İbadet 236 a- Ayin, Tören ve Bayramlar . . 237 b- Kurban . . . . . .. 242 4- Ölüm ve Ölü Gömme İle İlgili İnanç ve Adetler . . . . 253 a- Ölüm ve Ölüm Sonrası .. .. . 253 . 256 b- Yoğ (Yuğ) Törenleri c- Ölü Gömme Adetleri ve Balbal Geleneği . 259 . . . 265 B- Kıpçaklar ve İslamiyet 1- Kıpçakların İslam Dinine Girdikleri Dönem ve Bu Dini Kabul Etme Nedenleri . . . .. .265 2- Kıpçaklar Arasında İslamın Yayılması ve Bu Dine Hizmederi . . . . ...... 272 a- idil-Ural Bölgesinde Müslüman Kıpçaklar . . 273 . . . . . . .. . 283 b- Kafkaslarda Müslüman Kıpçaklar c- Türkistan'da Müslüman Kıpçaklar ................................................ 286 d- Balkanlarda Müslüman Kıpçaklar ................................................ 289 e- Anadolu, Mısır ve Hindistan'da Müslüman Kıpçaklar . . 298 C- Kıpçaklar ve Hıristiyanhk ........................................................................303 1- Kafkaslarda Hıristiyan Kıpçaklar . . . . . . . . 308 .......... ........... ........... ..

................................... .. .. ...............................

...... .........

........... ................ ...... ............................ ...... .

........... ....... ..................................... ............. .

..... .............. . . . ... . ................. ....

...................... ....... ............ .....................

....................

. .............. ... .

... .......

....................... .. .........

.......... . ....... . . ............... ...... ......... ....

.................................................

.......................

............. ..................... .................

............... ............................... ... .... ... ................. ..

.... ............. ................ ...... . .......................... .. .........

..................................................................................................... ....... .............................................. .......

..... ............... ...... ... ........ ............................. ..................

..

.......... ...... ...... .. ...

..................................... . ..... . ........ ..........

....................................... ..............................

. ...................................

................ ................................. .... .....................

............................ ... ........................ .........

...

.................... ......................... ................... ... .....................

..

.......... ... ....... ............ . . .

. ....

....... ............ .............

.. ..... .......

... .. . .... .. ..... ........... ........ ............


2- Karadeniz'in Kuzeyinde ve Balkanlarda Hıristiyan Kıp. . . . çaklar a- "Codex Cumanicus"un Yazılı§ Nedenleri . b- "Codex Cumanicus"da Geçen Bazı Dini Kavramlar ve Dini Metinlerden Örnekler D- Kıpçaklar ve Yahudilik . . 1- Hazariann Yahudiliği Kabul Edişi... 2- Kıpçak.lann Yahudiliği Benimsernesi ve Karay Turklerinin Oluşumundaki Rolleri

.

.............. .......................... ...... ................... ............................. ...

312

320

............ .........................

...........................................................

.. . . ....

.............. .... ................................................

................................ .......... .

Sonuç Kaynakça İııdeks

... .

323

330

...

330

...................................................................

337

..............................................................................................................

.

. .

......... ............................................. .. .............................................

.

344

353

............................................................................................ ................

371


ÖNSÖZ Şuurun yapısında bir unsur olarak kabul edilen kutsal ve kutsalın tecrübesi olarak tanımlanan din, evrensel bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle sosyal, eko­ nomik ve siyasi yapılan ne olursa olsun bütün insan topluluk­ lannın mutlaka bir dini inanca sahip olduklannı ifade etmek abartı olmayacaktır. Başka bir ifade ile din, özünde beşer üstü aleme uzanan bir mahiyeti haizdir. Aynı zamanda o, insan ta­ rafından yaşanan bir şey olmak itibariyle de, tarihi ve toplum­ sal bir fenomendir.

Tarihi bir fenomen olarak din, her zaman araştınalann

dikkatini çekmiş olmakla birlikte, din konusuna tarihi perspek­ tiften bakan yaklaşımlann, modem anlamda bilimsel bir kimli­

ğe erişmesi ve bu amaçla ilmi metodolojilerin geliştirilmesi son

dönemlerde kendini gösterebilmiştir. Bu nedenle din konusun­ da, tarihi perspektiften bilimsel ve sistematik incelemelere an­ cak modern dönemde rastlanabilmektedir.

Çeşitli milletler ve toplumlarda gözlenen destani ve ro­ mantik tarih şuurunun yanı sıra, bilimsel planda objektif bir ta­

rih telakkisinin gelişmeye başladığını önemle vurgulamak gere­ kir. Özellikle XIX. yüzyıldan itibaren, bu bilimsel planda objek­

tif tarih telakkisi eğiliminin büyük bir aşama kaydettiği görül­ mektedir. Böylece, çeşitli milletler ve kültürler, varlıklannın ta­ rihi köklerini, efsanevi ve hatta hayali imajiann ötesinde, daha derinden ve sistematik bir bilimsel çerçevede tanımak ve bu yolla mevcut hayat potansiyellerini daha berrak bir biçimde ay­ dınlatarak geleceklerini onun ışığında kurmak imkanını buldu­ lar. Bu objektif tarih anlayışının, bilhassa XIX. yüzyılın son


1 O 1 KI PÇAK TÜRKLERİ

çeyreğinden itibaren, din konusunda da, bilimsel bir tarih anla­ yışı ve metodolojisinin gelişmeye başlamasına imkan verdiği görülüyor. Dünyanın en eski ve köklü milletlerinden biri olan Türk­ ler, çok renkli ve zengin bir tarih ve kültür mirasına sahiptirler. Türklerin tarihleri boyunca bir çok dini sistemi tecrübe ettiği ve onları kabullendiği; çoğu zaman da kabul ettikleri bu dine siya­ si destek sağlayarak gelişip yayılmasına katkıda bulundukları anlaşılıyor. Genel anlamda Türklerin veya bazı Türk topluluklannın dini tarihi konusunda, bu güne kadar şüphesiz çeşitli çalışma­ lar ve denemeler yapılmıştır. Ancak modem ve objektif anlam­ da, gerek genel olarak Türk din tarihini ve gerekse çeşitli Türk topluluklanrun dini tarihlerini sistematik ve bilimsel bir yakla­ şımla ele alan tarih araştırmalannın yetersizliği ortadadır. Oysa çok geniş bir coğrafyada, oldukça değişik kültürler, medeniyet,ler, toplumlar ve dünyanın büyük dini sistemleri ile temasa ·

geçmiş olan Türk topluluklannın dini yaşayışlan son derece zengin bir tarih ve kültür mirası olarak araştıolmayı beklemek­ tedir. İşte

XI

ve

XII.

yüzyıllarda Karadeniz'in kuzeyinde geniş

coğrafi bir alana yayılarak siyasi bakımdan etkili olan Kıpçak Türkleri, bu araştırma alanlanndan biridir. Onların, Müslüman­ lık, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi evrensel dinlerle tanışıp onla­ rı kabul etmiş olmaları ve ayrıca çeşitli milletler ile karşıtaşıp farklı kültürler ile tanışmaları,

araştırmanın önemini ortaya

koymaktadır. Genel olarak siyasi tarihleri incelenmemiş olan ve dini tarihleri konusunda da hiç araştırma bulunmayan bu Türk topluluğunun incelenip ortaya çıkanlması, hem Türk din tarihinin alt yapısının oluşmasına, hem de elden geldiği kadar bilimsel ve objektif bir yaklaşımla incelenmesi halinde, diğer Türk topluluklannın araştırılmasına örnek teşkil edecektir. İşte bu düşüncelerle, Kıpçak Türklerinin siyasi ve dini tarihlerinin bir arada araştıniması hedeflenmiş ve sonuçta bu eser ortaya çıkmıştır. Araştırmada görüleceği üzere Kıpçakların zengin tarihi ve dini kültür mirası, bilimsel ve objektif bir tarih perspektifinden hareketle ele alınıp değerlendirildiğinde milli ve kültürel varlığı­ mızı ve hayatımızın tarihi temellerini, gerçek boyutlan içerisin-


KIPÇAK. TÜRKLERi 1 11

de daha doğru bir biçimde aydınlatmaya yardımcı olacağı gibi, bugünkü hayatımız ve kültürüroüze de zenginlik katacakbr.

Üç

bölüm halinde sunacağımiZ araşbrmamızın birinci bö­

lümünde, Kıpçakların siyasi tarihi ve yayıldıklan alanlar üzerin­

de durulmuş olup bu çerçevede Kıpçakların menşei, komşulan

ile olan ilişkileri, göçleri ve günümüzde Kıpçaklann bulunduğu bölgeler aydıniablmaya çalışılmışbr. Kısa da olsa "Kıpçaklarda

kültür ve medeniyet" adlı ikinci bölümde de Kıpçakların dili, Kıpçak Türkçesi ile yazılmış eserler, Kıpçaklarda aile yapısı, kadının statüsü, ekonomik durum ile sanat ve mimarlık anlayı­ şı verilmeye gayret edilmiştir. Araştırmanın üçüncü bölümünde ise Kıpçakların dini tarihi, dört ana başlık halinde incelenip; "geleneksel Türk din tarihi içinde Kıpçakların yeri", İslamiyetle temaslan daha önce olduğu için "Kıpçaklar ve İslamiyet", ar­ dından "Kıpçaklar ve Hıristiyanlık" ve son olarak da "Kıpçaklar ve Yahudilik" �klinde ele alınmıştır. Araştırma konusunun seçimi ve araştıniması sırasında kıy­ metli fikirlerinden faydalandığım değerli hocarn Prof. Dr. Şa­ ban Kuıgun Bey'e ve yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen ve fikirlerinden her zaman istifade ebne fırsatı bulduğum kıy­

metli hocam Prof. Dr. Harun Güngör Bey' e şükranlarımı arz

ederim. Ayrıca gerek araştırma esnasında kaynak temininde, ge­ rekse çalışma sonunda sahalanyla ilgili bölümleri okumak sure­ tiyle katkılannı esirgemeyen Cumhuriyet Üniversitesi Fen Ede­ biyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bilal Yücel, Yrd. Doç. Dr. Doğan Kaya ve Yrd. Doç. Dr. Adnan Gürbüz beyle­ re ve yazımında emeği geçen araştırma görevlileri Abdullah Pakoğlu ve Ali Osman Kurt'a teşekkürü bir borç bilirim.

Sivas-2000

Doç. Dr. Ahmet GÖKBEL



KISALTMALAR AK. D: AK. M: A. Ü. E. F. AD: A. Ü. İ. F: b. B. M: bkz: C. C: çev: D. G. B. İ. T: D. i. B: D.T. C. F: DİA: E. Ü. S. B. E: E. Ü: G. D. A. A. D: haz: İ. Ü. E. F: Kül. Bak: M. E. B: M. Ü. F. E. F: M. Ü. İ. F: nşr: s: sa: T. D. A. V: T. D. A:

Azerbaycan Kültür Derneği Atatürk kültür Merkezi Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi bin Kitabü Biılgatü'I-Müştak fi Lugati't-Türk ve'I-Kıfçak Bakınız Codex Cumanicus ' Çeviren Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi Diyaneı İşleri Başkanlığı Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti­ tüsü Erciyes Üniversitesi Güney Doğu Avrupa Araştırmalan Dergisi Hazırlayan(lar) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kültür Bakanlığı Milli Eğitim Bakanlığı Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakül­ tesi Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Neşreden Sayfa Sayı Türk Dünyası Araştırmalan Vakfı Türk Dünyası Araştırmaları


T. D. E. A: T. D. E. D: T. D. E. K: T. D. K: T. D. T. D: T. D. V: T. F. A. Y: T. F. A: T. H. K. A. T. V: T. i. B. K: T. K. A. E: T. T. K: vb: vd: yay:

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi Türk Dünyası EI Kitabı Türk Dil Kurumu Türk Dunyası Tarih Dergisi Türkiye Diyanet Vakfı Türk Folkloru Araştırmalan Yıllığı Türk Folk.lor Araştırmaları Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıt­ ma Vakfı Türkiye İş Bankası Kültür Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Türk Tarih Kurumu ve benzeri ve devamı Yayınlan, Yayınevi


GİRİŞ 1-ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ Türkler, dünyanın en eski ve günümüze kadar varlığını sürdüren milletlerinden biri olup yakla§ık dört bin yıllık bir tarihe sahiptirler. Tarihçiler, Çin kaynaklarına dayanarak

Altay dağlarını Türklerin anayurdu kabul ederken sanat ta­

rihçileri kuzey-doğu Asya sahasını göstermi§ler, bazı dil

ara§tırıcıları da Altayların doğusunun veya Kingan silsilesi­ nin doğu ve batısının Türk anayurdu olması gerektiğini dü­ §ünmü§lerdir.1 Orta-Asya'daki anayurttan ba§layan sürekli

göç hareketleri, Türklerin aynı zamanda nüfusça kalabalık olduğunu da gösterir. Türklerin bu nüfus çokluğu ve faal durumları dolayısıyla dünya tarihinde önemli roller üstlen­ dikleri görülmektedir.

Orta-Asya'nın ve onun devamı olan Güney Doğu Av­

rupa'nın bozkırları ile bu bozkırları çevreleyen dağ silsileleri ve bozkırların kenarındaki dağların etekleri ziraate elveri§li

olduğu için, buralarda Türkler çok eskiden beri toprağa bağlanmı§ ve ilk devlet te§kilatlannı da bu topraklarda olu§­ turmu§lardır. Geni§ bozkırlar ise, daha ziyade hayvan besle­ rneğe ve dolayısıyla bozkır hayatına müsait olduğundan bu bölgelerde bu ya§am tarzı kısmen son zamanlara kadar mu­

hafaza edilmi§tir.

İnsanlık tarihinin her sahasında sayısız kültür eserleri

ortaya koyan ve dünyanın bugünkü nizarnında etkili bir rol oynamı§ olan Türk milleti, bugün de aynı salıayı kendi vata1

İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Külliirü, istanbul, 1993, s. 47.


16 / KlPÇAK TÜRKLERİ

nı olarak muhafaza etmektedir. Zaman zaman kurduğu mu­

azzam imparatorluklar ile bu sınırların dı§ına ta§an Türk milleti, hayat mücadelesinde bazan bizzat kendi vatanından

da bazı parçaları tamamen veya kısmen terketmek mecburi­

yetinde kalmı§tır; örneğin zamanla oralarda kurduğu dev­

letler ve yarattığı kültür eserleri bakımından Türk tarihinin §anlı

sahifelerini

canlandıran

batı

Moğolistan

ile

Gü­

ney-Doğu Avrupa'nın Kıpçak bozkırlarının bir kısmı bugün Türk ülkesinin dı§ında kaldığı gibi Kuzey Sibirya'da da bu­ gün Türkler ancak azınlık te§kil etmektedirler. Yakla§ık iki asır Karadeniz'in kuzeyi ve Kuban

Kafkas

sahasını ellerinde bulundurup Moğol istilasına kadar Avras­ ya step bölgesine hükmeden•Kıpçaklar, Orta ve Yeni Çağ'ın çe§itli Türk topluluklarının te§kilatlanmasında önemli roller üstlenmi§lerdir. Çevresinde bulunan

Macar, Romen, Bulgar,

ve Harezmşahlar ile yakın siyasi, iktisadi ve ictimai ili§kilere girݧip bu yerle§ik toplumlar üzerinde

Rus, Bizans, Gürcü

önemli etkilerinin olduğu görülmektedir. Ayrıca

Deşt-i Kıp­

çak'ta y<l§ayanlann Kıpçakla§masını sağlayan bu boylar, "as­

keri dağılma" kapsamında Moğol hakimiyeti altında olma­

yan Hindistan'da De/h� Suriye ve Mısır'da ise Memluk Türk Sultan/ıklannın kurulmasına büyük katkı sağlamı§lardır.2 ݧgal ettikleri Volga, Don ve Dnyeper gibi o devir ticaret münakalesinin can damarı mesabesinde bulunan bu üç neh­

ri ellerinde tutmaları, Kıpçaklara ayrıca cihan tarihine i§ti­

rak hakkını vermi§tir. Muhtemelen bu Türk kavmi kadar geni§ bir salıayı ݧgal eden ba§ka bir Türk boyuna da rast­

lanınamaktadır.

ݧte böylesine önemli bir Türk topluluğunun genel bir tarihi yazılmadığı gibi, dini tarihi konusuna hiç el atılmamı§­ tır. Şimdiye kadar Kıpçaklar hakkında yazılan yazılarda, ya

belli bir bölgedeki Kıpçaklar incelenmi§, ya da Kıpçakların her hangi bir özelliği üzerinde durulmU§tur. Bu nedenle bu

Türk topluluğunun dini tarihini ele alıp tanıtmaya çalı§ırken 2

Laszlo Rosanyı, Tarihte Türklük, Ankara, 1 993, s. 136-156; A. N. Kural, IV-X/11 YüzyıJJardıı Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972, s. 69-102; z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Girq, İstan­ bul, 1981, s. 159-166.


KJPÇAK TÜRKLERİ 1 ı1

onları genel olarak siyası tarih ve bazı kültürel özellikleri ba­ kımından da elimizden geldiği kadar tamtınaya gayret ede­ ceğiz. Öte yandan Kıpçakların siyasi tarihlerinin yanı sıra dini tarihlerinin araıjtınlıp ortaya çıkarılmasının önemini vurgu­ lamadan önce, genel Türk din tarihi hakkında bazı bilgiler vermek istiyoruz. Türk din tarihi veya Türklerin en eski devirlerinden gü­ nümüze kadar uzanan dini inanı§ları, uygulamaları ve ya§a­ yı§larının tarihi, tüm boyutları ile günümüze kadar bilimsel bir yakla§ımla ele alınarak incelenmi§ ve bir senteze eri§il­ ıni§ değildir. Hatta, özellikle son bir buçuk asırlık dönem içerisinde Batılı aral}tırıcıların veya onların yolundan giden­ lerin dinler tarihi alanındaki eserlerine baktidığı zaman, bu alanın en büyük otoritelerinin çalı§malarında bile, Türk din tarihine ya çok kısa atıflarda bulunulduğu veya hiç temas edilmediği görülmektedir. Bu da Türk din tarihinin, genel dinler tarihi sistematiği içerisindeki yerini henüz alamadığı­ nı, ba§ka bir ifadeyle layık olduğu ilgiyi görernediğini göste­ rir. Bunun gerçekle§mesi için her §eyden önce onun bilimsel altyapısının olu§turulması gerekmektedir. Bu da, önce ko­ nunun bilimsel olarak incelenmesine temel te§kil edecek malzemenin ve verilerin ortaya konulmasına bağlıdır. Nitc­ kim Batıda modern dinler tarihi ve hatta genel olarak din bilimlerinin geli§mesi, böylesine bir altyapının kurulması ve bunun için de öncelikle dünyanın çe§itli yerlerindeki kültür­ ler ve toplumların dini inanı§ ve uygulamalarına ait manağ­ rafik gözlem ve derlernelerin filoloji, etnoloji, antropoloji, folklor, tarih, sosyoloji, psikoloji ve arkeoloji vs. bilimlerin i�birliği sonucu ortaya konulmasıyla ba§lamı� bulunmakta­ dır. Ancak, gerçekte bu durum, dinler tarihi bilim dalı da dahil olmak üzere son birkaç yüzyılın içerisinde din sosyalo­ jisi, din psikolojisi, din fenomenolojisi, dini antropoloji ve ctnoloji gibi çe§itli bilim ve disiplinlerin yer aldığı, modern din bilimlerinin geli§mesi için varit değildir. Zira hemen he­ men bütün toplumlarda ve tarihin her döneminde, tüm bi­ limlerin geli§mesi ve büyük hamleler yapması, öncelikle bu


181 KIPÇAK TÜRKLERİ

§ekildeki bir temel altyapının ve bu amaca yönelik bir orta­ mın olu§umunun bir sonucu olagelmi§tir. 3 Bu altyapı yetersizliği ve bunu sağlayacak ortamın olu§­ mamı§ bulunması olgusu, kanaatimizce ülkemizdeki Türk din tarihi konusundaki bilimsel deneme ve gayretierin ka­ derini de belirlemi§ görünmektedir. Bilindiği üzere, bu ko­ nudaki ilk ciddi te§ebbüs, XX.yüzyılın ba§ında kendisini sosyolojiye vermi§ ve Türk tarihi ve toplumunun sosyolojisi­ ni gerçekle§tirmeyi amaçlamı§ bulunan Ziya Gökalp'ten gel­ mi§tir.4 Onun bu samimi gayreti, sosyoloji biliminin ülke­ mizdeki yeniliğinin yanı sıra Türk din tarihinin sözünü etti­ ğimiz bu temel altyapı eksikliğini de ciddi biçimde göz önü­ ne sermi§ bulunmaktadır. Türklerin dini tarihi konusunda, Ziya Gökalp'in- kin­ den daha önemli bir bilimsel te§ebbüs, Fuad Köpriilü'ye ait bulunmaktadır. Köprülü daha çok Türklerin dini tarihini İs­ lami dönemi ve özellikle de Türklerin müslüman olu§undan Osmanlıların yükselmesine kadar uzanan dönem ile bu dö­ nemdeki dini ya§ayı§ ve haraketler üzerinde eski Türk dini­ nin etkileri ve bu çerçevede Anadolu'da İslamiyet konuları üzerinde yoğunla§mı§ görünmektedir.5 Ayrıca kendisinin ic­ timai tarih ve özellikle de edebiyat tarihi alanında uzman­ la§mı§ olması, onun Türk din tarihi incelemelerinin, dinle­ rin genel ve sistematik tarihinin metodolojisi ve problemle­ rine sistematik bir biçimde açılmasına engel te§kil ettiği an­ la§ılmaktadır. 1997 yılında Ünver Günay ve Harun Güngör tarafın­ dan kaleme alınan "Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi" adlı çalı§ma, bu konuda daha önce yapılan ara§tır­ malardaki eksiklikleri büyük ölçüde gideren, sahasında bi­ limsel metodlarla hazırlanrnı§ en kapsamlı çalı§ma olmu§­ tur. Çalı§maya gösterilen ilgi neticesindedir ki, bir yıl sonra (1998) "Türk Din Tarihi" adıyla ikinci baskısı gerçekle§tiril3

Ünver Günay-Harun Güngör, Tiirk Din Tarihi, Kayseri, 1998, s. 1-2. Ziya Gökalp'in Türklerin dini tarihi konusundaki görü�leri için bkz: Türk Medeniye/i Tarihi, İstanbul, 1923. 5 Bkz: Fuad Köprülü, Türk Tarihi Dinisi, İstanbul, 1341; Türk Edebiyatında İlk Mutasavıflar, İstanbul, 1919.

4


KIPÇAK TÜRKLERİ / 19

mi§tir. Bu çalı§mada, Türklerin dini tarihinin, mevcut bilgi ve dökümantasyon ışığında, bilimsel ve objektif bir tarih an­ layı§ından hareketle, başlangıçtan günümüze uzanan, genel bir tarihi panoraması çizilmi§ veya en azından ana bölümle­ ri içerisinde tarihi bir profil çıkarılarak temel meseleleri be­ lirlenmeye çalı§ılmıştır. Aslında, bu çall§manın her bir bölü­ mü, uzun ve dikkatli ara§tırmalarla zenginle§tirilip derinle§­ tirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda Türk din tarihinin belli bir dönemi üzeri­ ne, bir çoğu deskriptif düzeyi a§amayan monoğrafik çalı§­ malar olmu§tur. Özellikle Türklerin Müslüman olu§undan önceki geleneksel dinleri konusu, XIX. yüzyılın ikinci yarı­ sından bu yana, Batılı ve Rus ara§tırıcıların dikkatini üzeri­ ne çekmi§tir. Türklerin İslam dinine giri§i ve Müslüman Türklerin dini tarihi konusu üzerinde de bir takım çalı§ma­ lar yapılmı§tır. Bu bağlamda Anadolu'daki İslamiyet ve tari­ katların da ilgi odağı olduğu anla§ılıyor. Buna kar§ılık Ana­ dolu'nun dı§ındaki Müslüman Türklerin dini tarihi konusu aynı ölçüde bilimsel ilgiye eri§mݧ görünmüyor. Aynı §ekil­ de, Türk din tarihine belli bir dönemden itibaren bir §ekilde damgasını vurmu§ bulunan İsHimiyetin dışındaki diğer ev­ rensel dinler de ara§tırıcıların yeterli ölçüde dikkatini çek­ mediği anla§ılmaktadır. ݧte bütün bu eksiklikler dü§ünülerek Türk din tarihi­ nin belli bir dönemini içeren ve bu konudaki bo§luğu doldu­ ran Şaban Kuzgun, 1985 yılında yayınlanan "Hazar ve Karay Türkleri" adlı çalışması ile Hazarların siyasi tarihinden bah­ settikten sonra, Hazarların Yahudiliği kabul etmesi olayını, Karaim mezhebi ve Karay Türkleri'nin olu§umunu ve Doğu Avrupa Yahudileri ile Hazarlar arasında bir ili§kinin var olup olmadığını en güzel §ekilde ortaya koymaktadır. Bu ça­ lı§ma *ördüğü ilgi sebebiyle 1993 yılında ikinci defa basılml§tır. . Biz de Türk din tarihinin daha net bir §ekilde ortaya çıkmasına ve bilimsel alt yapısının oluşturulmasına önemli bir katkı sağlayacağı düşüncesiyle, özellikle XI ve XII. yüz•

Bkz: Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara, 1993.


201 KIPÇAK TÜRKLERİ

yıllarda siyaseten etkili olan ve deği§ik bölgelerde Müslü­

manlık, Hıristiyanlık ve Yahudiliği benimseyip renkli bir di­

ni hayat süren K.ıpçakları, siyasi ve dini tarihleri açısından tanıtmayı amaçlıyoruz.

2- ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ Bilindiği üzere, daha Orta Çağ'dan bu yana din ilmi

metodolojisine hakim olan ve bugün mesela İslam dünya­

sında ve ülkemizde dini ilmler alanında kendini ağırlıklı ola­ rak hissettiren usul, filolojik yöntem olup bunun esasını da,

mukaddes dini metinlerin, ait oldukları dil ile ilgili kurallar

ve anlamlardan hareketle yorumlamaya çalı§ılması te§kil et­

mektedir.

Din bilimi ara§tırmalarında, özellikle yöntem açısın­

dan, XIXyüzyılın ikinci yarısının ortalarından itibaren ve

önceki dönemlerdeki birikimlerin bir sonucu olarak, ciddi

atılımlar kendisini göstermiştir. Esasen modern anlamda beşeri bit gerçeklik olarak dini yaşayı§ı deneysel, akılcı ve

objektif yöntemlerle inceleme konusu yapmak üzere bağım­ sız bir "din bilimi" veya "dinler bilimi" ana disiplinin ortaya

çıkması da bu dönemde olmu§tur. Bu ana disipline bağlı olarak kar§ılaştırmalı din bilimi, dinler tarihi, din sosyoloji­ · si, din psikolojisi, din fenomenolojisi, din antropolojisi, din etnolojisi ve dini falklor gibi alt disiplinlerin oluşumu ve

bunların her birine mahsus veya mü§tereken paylaşılan yön­

tem ve tekniklerin olgunla§tırılması zaman içerisinde geli§­

me yolunu tutan bir süreç olarak kendini göstermiştir.

Burada din bilimleri ve özellikle de dinler tarihi alanın­

da, yüzyıldan fazla bir zamandan beri ortaya çıkmı§ bulunan

çe§itli metodolajik akımların genel bir dökümünü ve değer­

lendirmesini yapmamız, bu çalı§manın sınırlarını a§ar kana­

atindeyiz. Fakat §Unu belirtmek gerekir ki, hangi din veya

hangi toplumun dini ya§ayt§ı, tutumları, davranı§ları, inanç­ ları, örf ve adetlerinin incelenmesi söz konusu olursa olsun,

modern din biliminin ve özellikle de dinler tarihinin meto­

dolojilerinin temelinde yer alan ana ilkelerden birisi

deney-


KJPÇAK TÜRKLERİ 121

sellik ise, bir diğeri de, k0nuya her türlü pe§in hüküm ve in­ di mütalalardan arınmı§ olarak, tam bir objektiflik/e yakla§­ mayı ba§arabilmektir. Ancak bu öyle sanıldığı kadar kolay­

Iılda uygulanabilecek bir prensip de değildir. Hele her insa­

nın ve §üphesiz bilim adamının da, her §eyden önce belli bir

toplumun, kültürün ve hatta dinin mensubu olması veya bu

konuda §U veya bu tavırlara sahip bulunması, onun zihni do­

nanımını ve dolayısıyla da olayları değerlendirme biçimini

az da olsa etkilediği göz önüne alınırsa, bu anlamda tam ob­ jektif davranmak güçle§mektedir. Özellikle din incelemele­

rinde bu güçlüğün daha da arttığını görüyoruz. Çünkü din, insanın her §eyden önce içtenlikle ya§adığı bir tecrübe ola­

rak kar§ımıza çıkmaktadır.7 Bu nedenle yapılacak ara§tır­

malar esnasında olaylara mümkün olduğu kadar tarafsız ba­

kıp o §ekilde aktarılması gerekir.

Şimdi burada dinler tarihinin, bizim konuya bakı§ açı­

mızdan hareketle bütün bir metodolojisini ortaya koymamız

söz konusu değildir. Ortaya koymaya çalı§tığımız tespitler

ve açıklamalar Kıpçaklarin siyasi tarihini ve dini tarihini in­

celerken takip etmemiz gereken yöntemin esaslarını belirle­

rnemize yardımcı olacaktır. Buna göre madem ki bu çalı§­

manın konusunu, bir Türk topluluğunun dini tecrübelerinin

tarihi te§kil ediyor, o halde konuyu tarihi yöntem le ele alma­ mız gerekecektir. Kıpçakların dini hayatını ilk dönemlerden itibaren çe§itli tezahürleri altında gözönüne serıneye çalı§ır­ ken ilk önce olayları mümkün olduğu nisbette tarihi geli§im

seyri içinde

deskriptif

bir yakla§ımla ortaya koymak bizim

için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Dini ya§ayı§ gerçeğini an­

lamamızda, olayların tarihi, tabii, coğrafi, sosyal, ekonomik,

siyasi, kültürel ve çevre §artları da belli bir ölçüde bize ı§ık

tutmaktadır. Bu sebeple dini ya§ayı§ı tarihi seyir içerisinde

ele alırken onu bu çerceveye oturtmamız gerekecektir. Ay­ rıca bu çalı§mada izleyeceğimizi ifade ettiğimiz tarihi yönte­

mi,

sosyolojik, psikolojik, fenomenolojik, karşılaştırmalı ve ti­ polojik metodlardan da faydalanarak tamamlamaya ve böy7

Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 7-8.


221 KlPÇAK TÜRKLERİ

lece konuyu imkanlar ölçüsünde

"disiplinler-arası"

bir yakla­

�ırnla ele almaya yönelmemiz bize metodolajik bir zaruret

olarak kendini göstermektedir.

3- KAYNAKLARIN DEGERLENDİRİLMESİ Kıpçakların siyasi ve dini tarihini belli ba�lı dönemleri

içerisinde ele almaya geçmeden önce, konu ile ilgili kaynak­

ların genel bir tahlili ve değerlendirmesini yapmamız yerin­

de olacaktır. Kıpçakların siyasi ve dini tarihini incelerken

onu genel Türk tarihinden ayrı ve bağımsız olarak dü�ün­

rnemiz mümkün değildir. Genel Türk tarihinin özellikle ilk

dönemleri olmak üzere bazı devirlerin karanlık kalıp hala

aydınlatılarnarnı§ olması, Kıpçakların ortaya çıkı§ları, rnen­

§eleri ve bir takım dini inanı§ları için de geçerlidir. Bu Türk

topluluğunun genellikle göçebe hayatı sürdürmesi, siyasi ve

dini tarihleri hakkındaki bir takım bilgilerin karanlıkta kal­ masına, bir takım bilgilerin ise medeni korn§ularının bu ka­

vim hakkında bize naklettiklerinden öğrerunemize yol aç­ rnı§tır. Kıpçakların dini tarihi konusunda günümüze kadar

müstakil hiçbir ara§tırma yapılmadığı gibi genel olarak siya­

si tarihleri de bir bütün olarak el alınmamı§tır.

X. yüzyılın ba§larından itibaren XIV. yüzyıla kadar çe­

§itli §ekillerde ve farklı bölgelerde, siyaseten etkili olduklan

halde, bağımsız bir devlet kurarnayan Kıpçaklar hakkında o dönemlerde yazılrnı§ eserlerde açık ve gerekli bilgileri bul­

mak güçtür. Ancak Oe§ti Kıpçak'ta XIV. yüzyılın ilk yılla­

nnda yazıldığı tahmin edilen ve Kıpçakça olan

manicus,

Codex Cu­

Kıpçakların dili ve kültür tarihi hakkında önemli

bilgiler vermektedir. Aslında birbirinden ayrı fakat daha

sonraları bir cilt haline getirilen iki bölümden ibarettir.

yanca Codex

İtal­

adı verilen birinci bölümde Kıpçak diline ait

çe§itli bilgiler ve kurallar, dini, ticari konular, ev yapımına,

zenaat ve esnafiara dair kelime ve deyimler ağırlıklı olarak bulunmaktadır.

Almanca Codex

diye bilinen ikinci bölümde

ise çoğunlukla Hıristiyanlığa dair Kıpçakça dua ve ilahiler

ile sayıları elliye yakla§an bilmeceler vardır. De§ti Kıpçak


KJPÇAK TÜRKLERİ / 23

bölgesinde yazılan tek Kıpçakça eser özelliğini ta§ıyan bu

lügatın içeriği ve yazılı§ nedenleri hakkında Kıpçakların dini tarihi bölümünde geni§ bilgi verilecektir.

Codex Cumanicus

dı§ında Kıpçak Türkçesi ile yazılan

diğer eserler Mısır ve çevresinde yazılmı§tır. "Memhik" ola­

rak bu bölgelere gelip kı§lalarda bir arada ya§ayan, bu yüz­

den de dillerini unutmayan Kıpçak Türkleri'nin bu bölgeye

hakim olması ve Kıpçakça'nın yerli halk tarafından öğrenil­

mesi gereği hasıl olduğundan burada kaleme alınan eserle­

rin çoğu lügat ve gramere yöneliktir. Bunlar "Kitabü '1-İdrak li Listini'l-Etrak", "Kitab-ı Mecmu-u Tercüman-ı Türki ve Acemi ve Moğolt, "Et-Tuhfetü'z-Zekiyye fi'l-Lügati't- Türkiy­ ye", "Kitabü Bulgatü'l-Miiştak fi Lügati't-Türk ve'/-Kıpçak", "El-Kavdninü '1-Kü//iyye li-Zabtı '/-Lügati 't-Türkiyye", "Ed-Dür­ retü'1-Mudia fi'l-Lügati't-Türkiyye" adlı eserlerdir. Bunların dı§ında Arapça'dan Kıpçakça'ya çevrilmi§ çe­

§itli fıkıh kitapları vardır ki, bunlar sırasıyla,

"Kittib fi'l-Fıkh", "Kitab-ı Mukaddime-i Ebu 'l-Leysi's-Semerkandi", ve "irşd­ dü 'l-Müluk ve's-Seldtin" adlı eserlerdir. Yazarı ve telif edildi­ ği yer belli olmayan "Kitab fi 'l-Fıkh bi'l-Lisani't-Türki" adlı eser de çe§itli fıkıh kitaplarından toplanan fetvalardan mey­ dana getirilerek Kıpçak dili ile yazılmı§tır.

Ayrıca atçılığa ve okçuluğa ait Kıpçakça yazılan veya

Kıpçakça'ya tercüme edilen eserler de mevcuttur.

Riytizdti'l-Hayl"

"Kitab fi

adlı eser at kullanma ile ilgili bilgiler ver­

mekte olup Farsça'dan Kıpçakça'ya tercüme edilmi§tir.

Memluk Kıpçak Türkçesinin askerlikle ilgili nadir eserlerin­

den birisi de

"Münyetü 'l-Guztit"dır. Bu eser Arapça'dan Kıp­ "Baytaratu'l-Vazıh" ve "Kitab ft ilmi'n-Nüşşab" adlı eserler Arapça'dan Kıpçakça'ya çevril­ mi§ önemli eserlerdir. "Kitab-ı Gülistem bi't-Türki'' adlı eser

çakça'ya aktarılmı§tır. Yine

ise Kıpçakça yazılan eserler arasında edebi eser niteliği ta§ı­ 8 yan tek kitaptır. •

Janos Eckman, "Die Kiptschakische Literatur", Philologiae Turcicae Fun­ damenta, Il, Wiesbaden, 1964, s. 300-304; A.Fehmi Karamanlıoğlu, Kıp­ çak Türkçesi Grameri, (T.D.K), Ankara, 1994, s. XXI-XXV; Recep To­ parlı, lrşlidü'l-Müluk ve's-Selôtin, Ankara, 1992, s. 9-36.


24/ KlPÇAK TÜRKLERİ

Eski Türk inançları ve dini örf ve adetlerinin tesbiti ba­ kımından Xl. yüzyıla ait (Kıpçaklarla çağdaş) Kaşgarlı

"Divan-ı Lügati't-Türk" adlı eseri ile Yusuf Has "Kutadgu Bilig"i ve nihayet "Dede Korkud" kitabının

Mahmut'un Hacib'in

önemine de işaret etmek gerekir. Araştırmamızda doğrudan faydalandığımız kaynakların başında Arapça eserler gelmektedir. Yararlandığımız Arap­

ça kaynaklar arasında İbn Havkal'ın Suretü '1-Arz'ı, Mes'udi' nin Murncü'z-Zeheb ve Meadinu '1-Cevher'i, Makrizi'nin Kita­

bü 's-Süluk li Ma'rifeti Düveli'l-Müluk'u ve Kitabü'l-Mevaiz ve'l-İ'tibar bi-Zikri'l-Hıtat ve'I-Asar'ı, İbn Tagriberdi'nin en-Nücumü'z-Zahire ft Müluk-i Mısır ve'l-Kııhire'si, İb­ nü'l-Esir'in el-Kamil ft't-Tarih'i, İbn Haldun'un Kitabü 'l-İber ve Divanü'l- Mübteda ve'l-Haber'i, İbn Batula'nın Rihle'si, Ebu'l-Fida'nın Takvimü'l-Büldan'ı, M.M. Remzi'nin Telfi­ ku'l-Ahbar ve Telkihu 'l-Asar'ı yer almaktadır. Kıpçakların gerek tarihi gerekse dini inanışları konu­ sunda

Batuta

Guillaume de Rubrouck, J.P. Carpin, İbn Faz/an, İbn ve Evliya Çelebi ni n yazdıkları seyahatnamelerde '

önemli bilgilerin yer aldığını belirtmek gerekir. Araştırmanın özellikle tarihi bölümünü yazarken Kıp­ çakların ilişki içerisine girdiği milletiere ait kaynakların bir kısmından doğrudan, bir kısmından ise başka dillere yapıl­ mış olan tercümelerinden faydalanma yoluna gidilmiştir. Örneğin Kıpçakların siyasi ve kültür tarihi konusunda S. M.

"Kıpçaki'' adlı eseri, Bizans Kıpçak ilişkilerin­ "Bizans Tarihi", Georg Ostrogorsky' "Bizans Devleti Tarihi", Niketas Khoniates'in "Historia

Ahincanov'un

de Auguste Bailly'nin nin

(lonnas ve Manuel Komnenos Devirleri)" ve Ş. Baştav'ın

"Bizans İmparatorluğu Tarihi" adlı eserleri; Macartarla ilgili F. Eckhart'ın "Macaristan Tarihi" ile S. Takats'ın "Macaris­ tan Türk Aleminden Çizgiler" adlı eserleri; Selçuklularla ilgi­ li, İbn Bibi'nin "el-Evamiru'l-Ala'iye fi'l-Umuri'l- Alaiye" adlı eseri; Moğol Tarihi ile ilgili, Maraja D'Ohsson'un "Moğol Tarihi" adlı eseri; Gürcülerle ilgili, M. Brosset'in ''Histoire de la Georgie" ve Harezmşahlarla ilgili Cüveyni'nin "Tarihi Ci­ han Güşa" adlı eserlerinden yararlanılmıştır. Bunların dışın­ da Y. Hikmet Bayur'un "Hindistan Tarihi", "Urfalı Meteos


KıPÇAK TÜRKLERİ / 25

Vekayi-Namesi ve Papaz Grigor'un Zeyli", AN. Kurat'ın "Rusya Tarihi" ve W. Eberhard'ın "Çin 'in Şimal Komşu/an" ve "Çin Tarihi" adlı eserleri ile "Eski Çin Kültürü ve Türkler" ve "Şato Türkleri'nin Kültür Tarihine Dair Notlar" adındaki makaleleri araştırmamız açısından önem arzeden kaynak­ lardır. Ayrıca Hazar-Kıpçak ilişkileri ve Karay Türkleri ile

"The History of the Chazars", Arthur Koestler'in "The Thirteenth Tribe" ve A. Zajaczkowski'nin "Karaims in Po/and" adlı eserlerinden Karaim mezhebi konusunda M. Artamanav'un

önemli bilgiler edinmek mümkündür. Kıpçakların siyasi ve dini tarihi ile ilgili yukarda belirt­ tiğimiz kaynaklar dışında ülkemizde veya dışarıda faydala­ nabileceğimiz bir çok ara§tırmalar yapılmı§tır. Bunların ta­ mamı eserin kaynakça kısmında verileceğinden biz burada ­ önemli gördüğümüz araştırmalardan bazılarını vermeyi uygun gördük. Rasonyi'nin "Tarihte Türk/ük" ve "Türk Devleti'nin Batı­ daki Varisieri ve İlk Müslüman Türkler" adlı eserleri ile "Tu­ na Havzasında Kumanlar" adlı makalesi Kıpçakların siyasi tarihleri ve Hıristiyanlıkları bakımından önemli bilgiler ver­

i. Kafesoğlu'nun "Türk Milli Kültürü"; B. Ögel'in "İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi", "Türk Kültür Tarihine Giriş", "Türk Kültürünün Gelişme Çağlan" ve "Türk Mitoloji­ si"; ve E. Esin'in "İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi ve İs­ lama Giriş" adlı eserleri genel olarak Türk Kültür tarihi açı­ mektedir.

sından önemli olduğu gibi Kıpçaklar için de önem arz et­ mektedir. F. Kırzıoğlu'nun

Boylannda Kıpçak/ar"

"Kars Tarihi"

ve

"Yukan Kür ve Çoruk

adlı eserlerinde Kıpçakların siyasi ta­

rihi, Doğu Anadolu ve Kafkaslardaki Kıpçakların dini yaşa­ yışları hakkında önemli bilgiler vardır. A. K. İnan'ın "Tarihte ve Bugün Şamanizm" ile "Eski Türk Dini Tarihi" adlı eserleri; i. Kafesoğlu'nun "Eski Türk Dini"; M. F. Köprülü'nün "Türk Tarihi Dinisi"; J. P. Roux'un "Türklerin ve Moğollann Eski Dini"; Ü. Günay-H. Güngör'ün "Türk Din Tarihi"; H. Tanyu'nun "Türk/erde Taşla İlgili inançlar", "İsldmlıktan Önce Türklerde Tek Tann inancı" adlı eserleri ile P.W. Schmidt'in "Eski Türklerin Dini" ve "Tu-


26/ KlPÇAK TÜRKLERİ

kue'lerin Dini"; V. Be�evliyev'in "Proto-Bulgar Dini"; L.N. Gumilev'in "Eski Türk Dini" adlı makaleleri Kıpçakların ev­ rensel dinler öncesi dini hayatları ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Öte yandan Cami'nin "Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler"; M. Eröz'ün "Hıristiyanlaşan Türkler"; M. Ekincik­ li'nin "Türk Orladokslan"; H. Güngör-M. Argun�ah'ın "Dün­ den Bugüne Gagauzlar"; Y. Aygil'in "Hıristiyan Türklerin Kı­ sa Tarihi'' adlı eserleri ile F. Psalty'nin "Türkelide Hıristiyan­ lık"; Z. V. Togan'ın "Oğuz/arın Hıristiyanlığı Meselesine Ait"; S.C. Neil'in "Christianity in Asia" adlı makalelerde de Kıp­ çakların Hıristiyanlığı ile ilgili açıklamalar bulmak mümkü­ dür. Bütün bunların dı§ında gerek Kıpçakların siyasi tarihi, gerekse dini tarihi için J. Marquart'ın "Uber das Volktum der Komanen"; Ş. Kuzgun'un "Hazar ve Karay Türkleri"; V.V. Barthold'un "Orla Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler"; A.N. Kurat'ın "Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletle­ ri", "Peçenek Tarihi"; A.Yu. Yakubovski'nin "Altın Ordu ve Çöküşü"; H.D. Yıldız'ın "İsltimiyet ve Türkler"; Z. V To­ gan'ın "Umumi Türk Tarihi'ne Giri§"; M. Kafalı'nın "Altınor­ da Hanlığının Kuruluş ve Yükse/iş Devirleri"; L. Ligeti'nin "Bilinmeyen İç Asya"; S. Akiner'in "Sovyet Müslüman/an"; W. De. Tiesenhausen'in ''Altınordu Devleti Tarihine Ait Me­ tinler";D.M. Dunlop'un "The H istory of the Jewish Hhazars", DevinDe Weese'in "İslamization and Native Religion in The Golden Horde" adlı eserleri önem arz etmektedir. .

·


BiJ<iNCİ BÖLÜM

KlPÇAK (KUMAN)lARIN SiYASi TARİHİ VE YAYILDIKlARI ALANlAR

A-Kıpçak ve Kuman Kelimeleri 1- KlPÇAK KELİMESİ

Kıpçak, bir Türk kavmi ve bu kavmin rehberliği altında kurulan kavimler birliğinin adıdır. Kelimenin asıl �ekli Kıv­ cak (Kıpçak) olup daha sonraları seslerin deği§mesiyle Kıf­ çak, Hıfçak; Hıfçah §ekillerinde söylenmi,ştir. Uygur vesika­ larında bir �ahıs adı olarak geçen bu kelime, Mahmud K�­ gari'de Kıvcak �eklinde geçmekte ve §U anlamlara gelmekte­ dir:1 1. Türklerden büyük bir bölük, 2. Bu bölüğün oturduğu bölge, 3. Ka�gar yakınında bir yer adı. Kutadgu Bilig de bu kelime dört yerde geçmektedir2 Radloffun da i§aret ettiği gibi burada bu kelime "kovı" keli­ mesi ile birlikte geçtiği için bu iki kelime arasında bir yakın­ lık dü§ünülebilir. Halk inanı�larında da Kıpçak kelimesi ko­ 3 vı veya kovuk kelimeleri ile birle§tirilmektedir • Örneğin '

1 2

Ka§garlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, (çev: Sesim Atalay), Ankara 1992, II, s. 276; III, s. 351. Yusuf Has Hacıö, Kııtadgu Bilig-1, Metin, (nşr: Reşid Rahmeti Arat, (Beyt:2477, 2639, 3407, 5133), Ankara-1 991, s. 261,277, 343, 512. G. Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedi.a of Islam, (New Edition), V, Le­ iden, 1 979, s. 1 25; Türk Ansiklopedisi, "Kıpçak", XXII, (M.E.B), Ankara, 1975, s. 40.


28 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

Oğuz Destanı'na göre, Oğuz Kağan'ın "İt Barak" ülkesini fethi esnasında beylerinden birinin karısı hamile kalmı§, ko­ cası da sava§ta öldürülmü§tü. Bu sava§ yerinde kadının do­ ğumu yakla§ınca yakınlardaki içi oyulmu§ olan bir ağacın içinde çocuğunu doğurdu. Durum Oğuz Kağan'a intikal et­ tirilince, Kağan ona Türk dilinde içi çürümü§ ve oyulmu§ ağaç anlamına gelen Kıpçak adını koydu4 .İranlı Tarihçi Re­ §idüddin Camiü 't-Teviirih adlı eserinde Kıpçak/kıwcak adını çürümü§, yıpranmı§ bir ağaç kovuğu §eklinde açıklayarak Kutadgu Bilig ve efsanelerde geçen anlamları teyid etmi§tir. 5 Ahmed Rıfat ise Kıpçak kelimesini bir kavim adı §eklinde değerlendirerek §öyle tarif etmi§tir: "Kazan, Volga ve Don nehirleri ile Kınm hava/isinde Cengizoğullannın bir şubesini oluşturan hükümete veya orduda bulunan tatar kavim/ere ve­ rilen isimdir. "6 Rasovsky de Kıpçak kelimesini bir Türk kav­ mi olan Kimekler'in bir kabilesinin ismi olarak değerlendir­ mi§ ve zamanla bu kelimenin bütün Kimekler'e §amil oldu­ ğunu belirtmi§tir.7 Kıpçak Türkleri'nin önem arz eden bir özelliği, tarihle­ ri boyunca bu kavmi tanımlamak için bir çok adın kullanıl­ ını§ olmasıdır. Pritsak, analiz amacıyla bunları ''yerli adlar" ve ''yabancı adlar" olmak üzere iki sınıfa ayırnu§tır. Yerli adlar: ı.

Kıpçak:

a. Müslümanlar ve İslami tarih ve coğrafya edebiyatın­ da kullanılmı§tır. (VIII.yy'dan itibaren b3§lamı§tır) • A. Zeki Yelidi Togan, Oğuz Destan�

"Rqideddin Oğuznamesi" Tercume ve Tahlili, İstanbul, 1982, s. 26; Mehmet Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, Ankara,1983, s. 14; Ebulgazi Bahadır Han, Şecere·i Terakime, (haz: Zü· hal Kargı Ölmez), Ankara, 1996, s. 238-239; Bahaeddin Öğel; Türk Mito­ /ojisi /, Ankara,1998, s. 185-1 86. � E. Bretschneider-M . D, Medieval Researches, II, London,l888, s. 68-69; Nevzat Özkan, Türk Diinyası (Nüfus-Sosyal Yapı-Dil-Edebiyat), Kayseri, 6

7

1997, s. 25. Ahmed Rıfat, Lügat·ı Tarihiyye ve Coğrafıyye V, İstanbul, 1300, s. 267. Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. 126; Laszlo Rasonyı, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/1 1-12, Ankara, 1939, s. 408.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 29

b. 1240 yıllarında Moğol metinlerinde geçmektedir. Moğollar Türklerden almıştır. c. XIII.yy'dan itibaren Çin metinlerinde görülmektedir. Çinlilere muhtemelen Moğollardan geçmiştir.

2. Kuman: Takriben 1080 yıllarından başlayarak genel­

likle Bizans yazarları tarafından kullanılmıştır.

3. Kun: Bu Macarlar'ın Polovetsler için kullandığı ad­

dır. 1086'dan itibaren kullanılmıştır.

Yabancı adlar:

4. Polovets: 1055'den itibaren eski Rus metinlerinde

geçmektedir.

5. Pallidi: Bremenli Adam tarafından "Gesta"sında

muhtemelen 1072-1076 yıllarında kullanılmı§tır. 6.

Valwen:

(Latincesi:Valvi,

Flavi/FalonesNaloni),

XIII.yy'ın ilk yarısındaki Orta, Aşağı Almanca (ve Latince) metinlerde görülmektedir.

7. Xarteks. Urfalı Mateos'un Ermenice yazılmış kita­

bında 1050/1051 olaylarında geçer.

8

Bu tasnife göre, bu boy için kullanılan yedi ad kronolo­ jik olarak; Kıpçak, Polovets, Kuman, Kun, Pallidi, Val­ wen/Falavi, Xarteks şeklinde sıralanabilir. Yukarıda zikredildiği üzere bu göçebe kavmin en eski Türkçe adı Kıpçaktır. Bu ad "kıp" köküne güçlendirİcİ "çak"ekinin verilerek isme dönüştürülmesinden meydana gelen Türkçe "Kıpçak" teşkilinden kaynaklanmaktadır. Bu ek Osmanlıca "kabıcak-kabucak"da da vardır. (kabık-ka 9

buk+ çak)

Netice itibariyle yukarıda belirtmeye ça,lıştığımız bütün verilerden bu kelimenin, bir Türk kavmi veya kavimler birli. Bu tasnif için bkz:Omeljan Pritsak., "Polovetsler ve Ruslar", (çev:E§ref Bengi Özbilen),T.DA, sa: 94 İstanbul, 1995, s. 153-1 54; Urfalı Mateos Vekoyi·Namesi ve Papaz Grigor'un Zeyli, (çev:Hrant D.Andreasyan), An­ kara,1987, s. 9 1 ; O. Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, (New Edition), Leiden, 1979, s. 373. • Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T.D.A , sa: 94, s. 154-163; Bretschne­ ider-M.D, s. 69; Kıpçak kelimesi hakkında daha geniş bilgi için bkz. Me­ lek Özyetkin, "Kı pçak (Kuman) Türkleri 1", Kmm Dergisi, 11!6, Ankara, 1994, s. 16-18. •


301 KJPÇAK TÜRKLERİ

ğine veya belli bir bölgeye verilen ad olarak algılandığı; içi çürüyüp bo§almı§ ağaç ve kovuk, bo§-ağaçsız çöl gibi anlam­ lara geldiğini göstermektedir. 2- KUMAN KELİMESİ

Dilciler, Kuman kelimesinin temelinde Türkçe(> Mo­ ğolca) kuba kelimesinin yattığı görü§ündedirler. Aslen Ha­ kas-Altay Türkçesi grubunda görülen bu kelimenin manası "soluk, solgun, sanmtrak"tır. Kelime Kaııgarlı'nın Divan'ında (1074-1076'da) görülmekte ve "kmnızı ile sarı arası bir 0 renk"olarak izah edilmektedir. 1 Şark kaynaklarındaki Kıpçakların adı Batı kavimlerin­ de ve Ermeniler'de farklı §ekilde geçmektedir. Bu bakım­ dan bozkırlı Türk toplulukları arasında istisna te§kil eder­ ler. Onlara Bizanslılar "Kıımanos, Kumanoi, Cumanııs, Ko­ mani", Ruslar "Polovets", Almanlar ve diğer bazı batılı mil­ Ietler "Fa/ben, Fa/ones, Valoni, Valwen, Pal/idi", Ermeniler "Xarteks", Macarlar "Kun" demiıılerdir. 1 1 Latin kaynakların­ da Bizanslıları takiben Kuman adı geçiyor. Türkçedeki Ku­ man adı ise Bizanstan ahnmııı olabilir. Ruslar, Almanlar, diğer Batılılar ve Ermeniler tarafın­ dan verilen isimler, aslında renk (sarı, sarımsı, açık sarı, sa­ man sarısı) ifade eder. Adlarının ilk defa geçtiği Rus Kroni­ ki'nde (1055-1056) Türkmen, Peçenek ve Tork (Uz)'Iarla aynı cinsten oldukları belirtilen Kumanlar 1 2, anlaıııldığına göre buralarda, daha ziyade dı§ görünüııleri ile tanıtılmak is­ tenmiııtir. Esasen doğulu ve batılı kaynaklar, Kumanlar'ın kumral saçlı ve sarıııın olduklarında fikir birliği içerisinde­ dirler. 1 3 1°

Kaşgarlı Mahmud, Divanü Liigati't-Türk, lll, s. 217; IV, s. 372 ; Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T.D.A, sa: 94, s. 156. ı ı Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. ı25-ı26; Rason­ yı,Tarihte Türk/ük, s. 136; Mustafa Uğurlu, Münyetü 'l-Guztit, Ankara, ı 987, s. 7; Şerif Baştav, Bizans İmparatorluğu Tarihi (1261-1461), Anka­ ra, ı 989, s. ı 1 . 2 1 Akdes Nimet Kural, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1 937, s. ı83. 13 Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of ls/am, V, s. 373; Kafesoğlu,Tıirk Milli Kültiiıii, s. ı75; Kurat, Koradeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 70-71 .


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 31

Pritsak, Kuman ve Kun kelimelerinin etimolojisi üze­ rinde durmu§ ve bu konuya yakla§ımı §öyle olmu§tur: Ona göre, Kuman kelimesinin sonundaki "n" harfi problem mey­

dana getirmektedir. Karl Heinrich Menges buna §U §ekilde

yakla§ır: "Bu nadir rastlanan bir isim eki, -n, veya daha ziya­ de eski tip bir çokluk eki

-an/-en olabilir. Mesela bu

Ka§gar­ 14

lı'da da er "erkek", çokluğu er-en "erkekler" olarak görülür.

Yine Pritsak, §imdiye kadar bilim adamlarının A­

rap-Norman coğrafyacı el-İdrisi'nin(1 154) naklettiği §ekiller

olan el-Kumanin (Kumanlar) ve Kumaniye (Kuman Ülke­

si)'ni dikkate almadıklarını belirtmekte ve bunların ikinci heredeki "a" harfinin uzun olduğunu açıkça gösterdiğini

açıklamaktadır. Ona göre bu da Kuman kelimesindeki "-n"

ekinin kaldırılamayacağı m anasına gelir. Geriye kalan tek

alternatif çokluk eki olan

-an' ekidir ki,

bu da, terim kollek­

tif bir boy konfederasyonunu tanımladığı için mantıkidir.

Böylece kelimenin Türkçe olduğu, gramer açısından (kuba

'soluk, solgun'

tanımlamasının) kollektif §eklidir ve "soluk 1

solgun (halk)" anlamına geldiği anla§ılmaktadır. 1 5

Nemeth ise, Kuman Kun kelimelerini, aynı kökten gel­

diği dü§üncesiyle bir arada izah etmi§tir. Nemeth'e göre,

Kuman kelimesi Kumanların kendi Türk isimleridir, bu ad

onlara herhangi bir yabancı millet tarafından verilmemi§tir.

Yabancı milletlerio Kumanlara verdiği ad, bu kelimenin tercümesidir. Bu nedenle, dört dilde aynı anlama gelen Xar­

teks, Po/ovtsi, Fa/ben,

Türkçe

kun

ve

kuman,

Kumanların

kuman

ve

halk ismidir. Zikredilen dört dilde de sarı, sarı§ın, soluk

renkli vb. anlam ifade eder. Ona göre

kun

keli­

meleri Türkçe sıfat olan Ku < Kub sarı, renksiz, uçuk renkli 1 kelimesinden türemi§tir. 6 Pritsak da bu görü§ü destekleye­ rek; bu iki kelimeyi, kuman ( < kiıba soluk, solgun) ve kı1n ( < ku), soluk 1 solgun (bozkır /çöl)'ün (halkı

� manasında

kabul edilebileceği §eklinde görü§ belirtmi§tir. 1 14

1�

16

17

Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T.DA, sa: 94,· s. 156. Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T.D.A, sa: 94, s. 1 56-157. Saadet Çağatay, "Codex Cumanicus Sözlüğünün Basılışı Dolayısıyla" D. T.C.F Dergisi, Il/1, Ankara, 1943, s. 760. Pritsak, "Polovetsler ve Ruslar", T.D.A , sa: 94, s. 1 57; Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 1 59.


32 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Kuman adının önce bir şahlS adı olduğu; daha sonraları ise bütün bir

kabileyi ifade eden bir ad

şekline geldiği konu­

sunda rivayetler söz konusudur. Ayrıca Rus vekayinamele­ rinde Kuman adını taşıyan bir baıjbuğun varlığından da bah­ sedilmektedir.

18

B- Kıpçakların Menşei Kıpçak ve Kuman kelimelerinin anlamları ve nereden geldikleri hakkında bilgi verdikten sonra şimdi de Kıpçak­ lar'ın kimliği ve men§eleri üzerinde durmaya çalışalım. Bir

iki görüş dışında bütün tarihçiler Kıpçaklar'ın olduğunda birleşmişlerdir.

bir Türk boyu

Kıpçak-Kuman kabilelerinin etnik menşei sorunu, Tür­ kolojinin en çapraşık problemlerinden birisidir. Bunların

menşeine dair ilk geniş araştırınayı yapmı§ olan Marqu­ 9 art'ın 1 Kuman'ları Uzak Doğu'da Amur Nehri dolaylarında yaşadığını ileri sürdüğü

"Kun"

"Murqa"

adlı bir Moğol kavminin

kabilesine bağlama iddiası, onun kaynaktaki bazı ke­

limeleri yanlı§ okuması (Örneğin "fırka" sözünü kavmin adı 20 Mar­

zannederek "Murqa") dolayısıyla kabul görmemiştir.

qoart'ın verdiğimiz örneğe benzer birçok yanlı§ı Pelliot ve Eberhard tarafından düzeltilmiş ve tarihçiler nezdinde Ku­ 2 man'ların Moğol'lara dayandığı fikri benimsenmemiştir. 1 Ayrıca "Kun" isminin, yine bir Moğol-Tibet karı§ımı

olan Tu-yü-hun kavim adından kısaltına olabileceğine dair G. Haloun'un düşüncesi 22de ikna edici görülmemiştir. Ne­ deni de beyaz ırkın seçkin vasıflarını taşıyan Kuman'ların çehrelerinde ve bedeni yapılarında hiçbir Moğol çizgisi bu18

Hazai, "Kıpçak.", The Encyclopedia of Islam, V, s. 125-126; Kurat, Peçenek Tarih� s. 184. 19 Marquart, J., Ober das Vo/kıum der Konıanen, Berlin, 1914. lll Marquart, J., s. 80. 21 Lazslo Rasonyı, Türk Devletinin Batıdaki Varisieri ve ilk Müslüman Türk­ ler, (haz: Ş. K. Seferoğlu-Adnan Müderrisoğlu), Ankara,1983, s. 28; Ku­ rat, Peçenek Tarihi, s. 184-185. 22 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 175.


KJPÇAK TÜRKLERI 1 33

lunmadığı gibi Kıpçak-Kuman dilinde de Moğolca unsurla­ ra rastlanmaması olabilir.23 Bütün bunlara rağmen, Kuman'ların ırki özellikleri ba­ zı ara§tırıcıları, onlarla Ari'ler (Hind-Avrupalılar) arasında ilgi kurmaya sevketmi§tir. Gerek soy, gerek kültür bakımın­ dan Türk'ü Moğol'dan pek ayıramadıkları bilinen Marqu­ art, Pelliot, Barthold ile aralarında Rassovsky'nin de bulun­ duğu' batılı bilginler, tam Türk olarak saymadıkları Kuman­ Kıpçak tipinin nihayet Moğol bölgesinde Türkle§mi§ bir Hind-Avrur,aiı kavimden ileri gelebileceği üzerinde dur­ mu§lardır. 2 Buna kar§ılık M.Ö. II. yüzyılda Tanrı Dağla­ rı'nın kuzey yamaçları ile Isık Göl dolaylarında oturan ve ba§buğları "Kun-mo" veya "Kun-mi" (Kun-beğ, Kun-bi) diye anılan Hun soyu ve kültürüne mensup ve Türklere mahsus bir kurt efsanesine sahip ve milattan sonraları da varlıkları­ nı sürdüren Wu-sun (veya U-sun) kavminin25 Çin kayıtların­ da kırmızı saçlı (kumral), mavi-ye§il gözlü olduğu ifade edil­ mi§tir. 26 Öte yandan İslam kaynaklanndan (Binlni 1050 sı­ raları, Mervezi XII. asrın ilk çeyreği ) anla§ıldığına göre Or­ ta Asya'da Kun adlı bir Türk kavmi, X. yüzyıl ba§ında Ku­ zey Çin'de kurulan Moğol K'i-tan devletinin bilhassa 936'da Çin'de Liao sülalesi olarak bütün kıtayı ele geçirme te§eb­ büsü kar§ısında, yerlerini terkedip "sarılar ülkesi" (Şari­ ya)'ne doğru çekilmi§tir.27 Bu "sarı"larla, adları aynı manaya gelen Kunlar'ın, men§e bakımından ilgisi ara§tırılmı§trr: Mervezi'ye göre kısmen Aral gölüne kadar çekilmi§ olan bu "sarı"ların ya "San-Uygur"lardan olabileceği 28veya "Sarı-su" ı.ı

24

ı.•

u; rı

211

Kural, Peçenek Tarihi, s. 1 <' � Bu konuda daha geni� bilgı ıçin bkz: Peter B. Golden, "Kıpçak Kabilele­ rinin Menşeine Yeni Bir Bakı�", Uluslarorası Türk Dili Kongresi (1988), Ankara,I996, s. 47-63; Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s_ 7 1 ; Kafesoğlu, Türk Milli Kiiltürü, s. 176. Bahaeddin Ögel, "Çin Kaynaklarına Göre Wu-sun'lar ve Siyasi Sınırları Hakkında Bazı Problemlef', D.T.C.F. Dergisi, VI/4, Ankara, 1948, s. 277-278. W. Eberhard, Çin'in Şimal Komşu/on, (çev: Nimet Uluğtuğ), Ankara, 1996, s. 1 04-105. Kafesoğlu, Türk Milü Kiiltürü, s. I76 . Minorsky, (çev.) Hudüd al-Alam, The Regions of the World, London, 1937, s. 317 .


34 1 KlPÇAK TÜRKLERi

ırmak isminde ve Türgi§ hakanının baıjkenti civarındaki (Çu'nun batısı) İbn Hurdadbih'in bahsettiği "Sarigh" kasa­ basında hatırası mevcut "Sarı Türgi§"lerle birle§tirilebileceği dü§ünülmü§tür.29 Ayrıca Kimek ülkes�ne uzandığı sanılan yol üzerinde Gerdizi'nin (Ulu Kuman) diye kaydettiği bir bozkır sahası bulunmaktadır.30 Kıpçak-Kuman-Kun meselesine dair son ara§tırmaları yapan Czegledy'e göre durum §U §ekildedir. Kumanların ba­ tıya göçünden önce Orta Asya'da İtil-Seyhun-İrti§ arasında Oğuzlar; Tobol, ݧim çevresinde Kıpçaklar bulunuyor, daha doğuda Nan-Şan bölgesinde (Mervezi'deki Şariya) Sa­ rı-Uygurlar yer alıyordu. Hoang-ho dirseği dolaylarında Nesturi (Hıristiyan) Öngütler vardı. ݧte bu Kun'lar da bu civarda bir yerde ya§amakta idiler.31 Bahaeddin Ögel, Kıpçak'ları Kuzey Türkleri'nden kabul eder. O'na göre, Kuzeybatı Sibirya'da İrti§ nehri ile Ural nehri arasında ya§ayan Türklere genel olarak Kıpçak adı kullanılmı§tır. O, Bulgarlar ve Macarların baıjlangıçta Türk tesirlerini, en çok Kıpçak'lardan aldığını ve VI. yüzyılda Bulgarlada Macarları bu bölgelerden kovan Sabır Türkleri­ nin de kök itibariyle Kıpçak'lardan olabileceği dü§üncesin­ dedir.32 Kaynaklarda Kimek, Kun gibi Türk zümreleri yanında zaman zaman Başkurt, Uz ve As gibi müstakil sayılan boylar da Kıpçaklar içerisinde veya onlarla birlikte zikredilmi§ler­ dir. Bazı tarihçilere göre de Kıpçak, Kanglı, Kimek ve Kun gibi kabileler geni§ anlamda Kıpçak zümresinin ayrı §Ubele­ rinden ibarettir.33Bir çok kaynağın Kıpçak-Kirnek ve Kıp·

29

Minorsky, Hudüd al-Alam, s. 284. Minorsky, Hııdüd al-Alam, s. 306,31 5. ·" Rasonyı, Tarihte Türk/ük, s. 1 37; Aynı yazar, "Kuman Özel Adları", Türk Kültürü Ara�tımıalan (1966-/969), Ankara, 1 973, s. 72; Melek Tekin, Tiirk Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, 1991, s. 147. ·'2 Bahaeddin Ögel, Tiirk Kültiin"inün Geli�me Çağ/an, Ankara, 1 979, s. 1 52. �� Hazai, "Kıpçak", The Encyclopedia of Islam, V, s. 126; Togan, Umumi Türk Tarihine Giri�, s. 1 59; Özyetkin, ll/6, s. 16.; Faruk Sümer, Türk Cumhuriyetiirini Meydana Getiren Eller ve Tiirk Destan/on, İstanbul, 1 997, s. 53-55. :ıo


KJPÇAX TÜRKLERi / 35

!J,

�·ak-Kanglı ili§kisinden bahsett ini görüyoruz. Genel kana­

ate göre Kıpçak'lar, Kimekler 'in büyük ve etkili kolların­ dan birini olu§turmaktadırlar. X. yüzyılda Kimek'lerin "İ mi", "İrnak", "Tatar", "Balandır", "Khıfçağ", "Lngaz" ve "Ec­ lad" ismindeki boylardan olu§tuğu anla§ılmaktadır?5 Rasovsky, IX ve X. yüzyıllarda İrti§ ve Ural arasındaki Kimek adlı Türk kavmini Kuman olarak değerlendirmekte­ dir. O'na göre bunların bir oymağı Kıpçak idi. X. yüzyıldan itibaren Kıpçak adı bütün Kimek'lere tedricen isim olmu§­ tur.36 Ka§garlı, Kimek (Yimek-İmek) kavminden ve bu ka­ vim Kıpçak'ların büyüğü sayıldığı halde Kıpçak'ların kendi­ lerini ayrı tuttuklarından bahseder.37 Bundan, Marquart'a göre, o sırada (Xl asrın son yarısı) ikili federasyon (Ki­ mek= İki Yimek, İki İmek) halinde yıuıayan Kimek'lerde idareciliğin Kıpçak kolunda olduğu anlruıılmaktadır.38 Kıpçak'ları Batı Göktürk topluluklarından bir kütle olarak görenler de vardır. Bunlar da Kıp�k'lan İrti§ boyla­ rındaki Kimek'lere dayandırmaktadırlar.3 Kıpçak-Kııng/ı ili§kisine gelince, Gök Türkler devrinde­ ki boylar arasında Kanglı adına rastlanmamaktadır. Kang­ lı'lann VI. yüzyılda Türkler tarafından hakanlığa itaat etti­ rildikleri ve 640 yılında batı Türk hakanlarından birinin Kanglı'lara kaçıp orada öldüğü rivayetler arasındadır.40 XII.

'4 Tarihte

·

·'·'

"' ·" .\8

'•

·

"'

geçen İmek ve Yimek'ler farklı boyları te�kil etmeyip Kimek'lerin devamı durumundadfrlar (Hasan Eren, "Kimek ve İmek Boy Adları Hakkında" Türk Dili Dergis� IV, sa:45, Ankara, 1955, s. 550-55 1.) Hazai, "Kıpçak", The Encyclcpediıı of Islam, V, s. 126; Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 69; Sümer, Türk Cumhuriyetiirini Meydana Getiren EUer, s. 53-55; Aynı Yazar, Eski Türklerde Şehirc:ilik, İstanbul, 1984, s. 62; Türk Ansiklopedisi, "Kimekler", XXII, (M.E.B.), Ankara, 1975, s. 109. Rasonyı, Tarihte Türk/ük, s. 139-140; Faruk Sümer, "Kimek", lA , VI, (M.E.B.), İstanbul, 1967, s . 809. Ka�garlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, III, s. 29; Ramazan Şeşen, is­ Mm Coğrafyacı/anna Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, 1985, s. 28. Minorsky, HudUd'ai-Aiam, s. 316; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 177. Cevat Hey'et, Türklerin Tarih ve Medeniyetine Bir Bakış, Bakü, 1993, s. 34-35; Kafesoğlu, Türk Milü Kültürii , s. 177. Türk Ansiklopedis� "Kangh", XX1, (M.E.B), Ankara, 1 974, s. 203.


36 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

yüzyıla geldiğimiz zaman Kıpçak'larla Kanglı'ların iç içe ol­ duklarını görmekteyiz. XII. yüzyılda kuvvetli ve kalabalık bir Türk kavmi olarak sahnede olan bu kavim, Kıpçak'lara mensup bir kol olarak mütalaa edilmektedir.41 Kaıjgarlı, kendi zamanında Kanglı adlı ünlü bir Kıpçak beyinin oldu­ ğunu belirtir.42 Kıpçak'lardan olduğu anla§ılan bu boydan bir bölüğün Kıpçak'larla beraber Mısır'a da gittikleri nakle­ dilmektedir.43 Mitoloji, her ne kadar bir tarih belgesi olarak kabul edilmese de milletlerin, kom§uları hakkında fikir ve dü§ün­ celeri aydınlatmaları bakımından bir tarihçi için büyük önem ta§ır. Türk mitolojisine göre K.ıpçaklar, Oğuz-Han'ın bir evlatlığı idiler. Oğuz-Han destaruna göre, Kıpçak'ın ba­ basını Oğuz-Han evlatlık olarak almı§ ve yeti§tirmi§tir. Son­ radan kuzey bölgelerini idare etmek için Oğuz-Han, Kıp­ çak'ı göndermi§ ve bu bölgeler Kıpçak'ın soylarından mey­ dana gelmi§ olan Kıpçak Türkleri ile dolmu§tur.44 Genel olarak Türk boylarının men§eleri hakkında söy­ lenen efsanelerde ağacın da önemli bir yeri vardır. Örneğin, Uygur efsanelerinde Uygur hakanlarının ağaçtan türedikle­ ri söylenir. Dede Korkut kitabında adı geçen bir kahraman (Basat): ''Atam adını sorarsan kaba ağaç, anam adını sorar­ san kağan arslan" diyor. Kıpçak boyunun men§ei hakkındaki rivayette de ağaçtan türerne efsanesinin izi mevcuttur.45 Ri­ vayete göre Oğuz-Han bir sef�rden dönü§ünde, savaıjta ölen bir askerinin e§i bir ağaç kovuğunun içinde bir oğlan doğurur. Oğuz-Han da bu çocuğu evlat edinerek ona Kıp­ çak adını verir.46 Netice olarak, çoğunluk tarafından kabul görmeyen bir iki rivayetin dı§ında bütün tarihçiler men§e itibariyle Kıp­ çak'ların Türk olduğunda hemfikirdirler. Baıjta Oğuz des41

42 0

44

•5

46

Sümer, Türk Cumhuriyetlerini MeydafUl Getiren Elhr, s. 73-75. K�garlı Mahmud, Divanü Lü.gati't-Türk, lll, s. 379. TürkAnsildopedisi, "Kanglı", XXI, s. 203. Ögel, Türk Kültüriiniin Geli§me Çağlan, s. 152- 153. Abdulkadir İnan, Tarihle ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1 986, s. 65. Bretschneider-M.D, s. 69; İnan, Tarihle ve Bugün Şamanüm, s. 65.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 37

tanları olmak üzere Türk Mitolojisi de bunu desteklemekte­

dir.

C- Kıpçaklar'ın Siyası Tarihi 1- KlPÇAKLARlN ORTAYA ÇlKlŞLARI Kıpçak kelimesinin

VIII.

yüzyıldan itibaren Türkler ve

islami tarih ve coğrafya edebiyatında, Kuman kelimesinin

1055'den itibaren eski Rus metinlerinde geçmeye ba§ladığı­ 7 nı belirtmi§tik. 4 Kıpçak ve Kıpçaklar için kullanılan diğer

kelimelerin kaynaklarda ilk rastlanılmaları tarih itibariyle

yukarıda belirtildiği gibi olsa da, bu kavmin tarih sahnesine

ne zaman çıktığı henüz tam netlik kazanmı§ değildir. Ünlü Alman bilgin_i Marquart, Kıpçak'lara dair uzun ve derin

ara§tırmalar yapmasına rağmen bunların Avrupa'ya gelme­

lerinden önceki tarihleri hakkında inandırıcı neticeler orta­ 48 ya koyamamı§ ve bu kavmin ilk olarak kendi adları ile 1 120-1 121 yıllarında tarih sahnesine çıktıklarını göstermeye

muvaffak olabilmi§tir. Fakat Rus kronikleri bu tarihten ön­

ce

Xl.

asrın ortalarından itibaren Kıpçak'ları zikretmeye 49 Bazı tarihçiler de Kıpçakların ilk ortaya çı­

ba§lamı§lardır. kı§larını

VIII.

Asrın sonlarına kadar götürmekte ve o dö­

nemde Kıpçakların merkezi Kazakistan çöllerinde ya§adık­

s3

larını belirtirler. Onlara göre o dönemde Kıp aklar, Kimek­

ler, Baıjkırlar ve Peçenekler ile kom§udurlar.

Kıpçak'ların tarih sahnesine çıkmalarını

IX.

yüzyıldan

itibaren baıjlatanlar da vardır. Bu görü§te olanlar §U tezi sa­

vunmaktadırlar: Kimek'lerin daha

IX.

yüzyılda dağılmaya

ba§ladıkları anla§ılıyor. Bu asırda bile Kıpçak'ların müstakil

bir Türk kavmi gibi zikrolunduğu ağırlıklı görü§ler arasında-

., Pritsak, "Polovets ve Ruslar", T.D.A, sa:94, s. 153; S. M. Ahincanov, Kııpçaku-Klpçaki, Almatı, 1995, s. 184. 48 Kurat, PeçeMk Tarihi, s. 184 49 Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of /slıım, V, s. 373; Ögel, İslDmiyelten Önce. Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1988, s. 290. ıo S. M. Ahincanov, Kapçaku-Klpçaki, s. 156.


38 / KlPÇAK TÜRKLERi

dır. Aynı asırda Kimek'lerden ayrılan Kıpçak'ların batıya

doğru göç ederek Oğuzlar'a kuzeyden kom�u oldukları be­

lirtilmektedir.51 Kıpçak'ların bir taraftan nüfuslarının çoğal­

ması, diğer taraftan muhtemelen Kimek'lere mensup diğer

bazı grupların katılması ile kuvvetlenerek X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Oğuzlar'ı sıkı�tırmaya ba�ladıkları ve

onların göçlerinde önemli bir etken oldukları görülmekte­

dir.52

X.

yüzyıldan ba�layarak XI. yüzyılda Kimek adının or­

tadan kalkıp Kıpçak adının yaygınla§tığını bütün tarihçiler . teyıt etmek ted"ırı er. 53 A. Nimet Kurat, Kıpçak/Kuman'ların Asya 'daki ilk va­

tanlarından batıya doğru hareketlerini

Çin'de te�ekkül eden

Kıtay devleti'nin

916

tarihinde kuzey

ortaya çıkmasına bağ­

lamaktadır. Ona göre gittikçe büyüyen Kıtaylar bazı Türk

kavimlerini batıya doğru itmiştir. Bunlar arasında Kıp­ çak'lar da vardı. Yine Kurat, X. yüzyılda İrtiş boylarında ya­

�ayan büyük bir Türk boyu olan Kimek'lerle Kıpçak ve Ku­

man'Iar arasında ta§ımı§ oldukları isimlerden ba§ka bir fark

olmadığını belirterek yukarıda (Kimek'lerle ilgili) bahsedi­ len görüşlere katılmaktadır. Aynı yazar, şark müelliflerinin

Orta Asya'daki kavimler hakkında bilgi verdikleri zaman

(IX.

asırda) İrti�'e yakın yerlerde Kıpçak'ların en kuvvetli

zümreyi olu§turduğunu ve bu adın oradaki diğer bazı g'u­

ruplara da isim olduğu üzerinde durmuştur. Daha sonra

(XI. asır ortalarında) bu kavmin Avrupa'ya giden kısmı·ora­

da Kuman adı ile anılmı§tır.54

Kıpçak'ların tarih sahnesine çıkması ve tarihteki rolleri

üzerinde derinlemesine çalışma yapan §ahsiyetlerden biri de Rasovsky' dir. Onun bu konudaki teorisini §U şekilde

s. 32; Türk Ansildopedis� "Kimekler", XXII, s. 109. Sümer, Ofuzkır, s. 32. Minorsky, Hudful'a/ Alanı, s. 305. Kuraı, Peçenek Tan'Jıi, s. 32; Aynı yazar, lvurıdeniz Kuzeyindeki Tiirk Ka­ vimleri, s. 72; Mustafa Safran, Yaşadıklan Sahalarda Yazdan Lügatiere Göre Kuman/Kıpçak'larda Siyasi, Iktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, An­ kara, 1993, s. lO.

�• Sümer, OfuzlDr (Türkmenler), Istanbul, 1 980, 51 ·'-' !14


KIPÇAK TÜRKLERİ / 39

özetlemek mümkündür: "IX

ve X yüzyılda İrti§ ve Ural ara­ sında Kimek adlı bir Türk kavmi yaşamıştır. Bunlar Ku­ man '/ardır. Bunların bir oymağı Kıpçak idi. X yüzyıldan baş­ layarak Kıpçak ismi yavaş yavaş bütün Kimek '/ere ad oldu. Uzak doğuda Kıtay devletinin kuntlıışu bozkır halklarını hare­ kete geçirdi. Kıpçak 'lar bu yolla güney ve batıya ulaştılar. Bu ilerleyiş Orta Ural ile Don-Dnyeper arasındaki geniş bir cephe­ de vukua geldi. Kendi önlerimieki Oğuzlar'ı kova/ayıp takip et­ meleri yaklaşık otuz sene devam etti. Kıpçak devleti İrtiş ve Balkaş gölü'ne kadar uzanır hale gelmişti. Kuzey sınırları Sibirya 'da 56-57 enlem dairesinde, kendileri için önemsiz olan orman bölgesine kadar ulaşıyordu. Avrupa 'da Kama nehri aşağı mecrası ve Bulgar devleti, kuzey­ de ise Ryazan, Novgorod-Syeversk ve Pereyaslavl Rus prenslik­ leri sınırdı. Güney sınırlan da Don mansabından Volga man­ sabına oradan da Hazar denizi ve Aral gölü kuzeyinde Ta/as ve Çu çevresinde Hvarizm komşusu olarak bulunuyordu. Bu fevkaldde geniş alanda kışın daha pk güneyde konaklıyorlar, yazın ise orman bölgesi kıyı/anna, Karpat'lann, Ural'ların ya­ maç/anna ve Volga 'nın batı kıytSındaki yay/alara çıkıyorlardı. Tam manasıyla birlik kurarnayıp ancak tehlike anlarında bazı kısımlannın bir araya gelebildiği Kıpçaklar beş bölükten iba­ retti: 1-0rta Asya, 2-Volga- Yayık, 3-Donyeç Don, 4-Aşağı Dn­ yeper, 5-Tuna Bölüğü. Batı tarafta bulunaniann içlerine daha sonradan karışan kavimler olduysa da onlar kısa zamanda Kıpçak/a§tılar. "55 Görüldüğü üzere Rasovsky'nin bu konudaki tezi Kıp­

çak'ların tarih sahnesine çıkı§larını içerdiği gibi daha sonra­ ki olU§turdukları siyasi birliğin sınırlarını da içermektedir.

Kıpçak'ların ortaya çıkı§larında genel kanaat bu §ekil­

dedir. Az da olsa,

VIII.

asırdan ba§layarak

IX. ve XI. asır ­

larda tedricen tarih sahnesinde görünmü§lerdir. Bizim ka­ naatimiz de bu yöndedir. Ancak bu görü§ler dı§ında, VI.

yüzyılda Bulgarlarla Macarları Karadeniz'in kuzeyinden ��

s. 139-140; Rasonyı, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 32-33; Ayrıca Kıpçaklar ile Kimekierin X. yüzyılda yerleşmi� oldu&u bölgeler ve Kıpçak-Kirnek yakınlığı için bkz. Ahincanov, s.

Rasonyı, Tarihte Türk/ük, 168-170.


401 KJPÇAK TÜRKLERİ

(Güney Rusya) kovan Sabır Türkleri'ni, kök itibariyle Kıp­ çak'lara dayayarak56 Kıpçak'ların ortaya çıkı§larını V. ve VI. yüzyıla kadar geriye çekenler olduğu gibi, bu kavmin daha I. yüzyıldan itibaren Kafkasya dağlarının kuzeyinde yer alan stepler ülkesinde oturduğunu ve bu bölgeye de "Kumanya" 5 denildiğini iddia edenler de vardır. 7 2- KlPÇAKLARlN BAGIMSIZLIGI MESELESi

Tarih itibariyle, ortaya çıkı§lannda or tak bir görü§ bu­ lunmayan Kıpçakların, XI. yüzyılın ortaJarından itibaren Ki­ yev Rus sınır boylannda ruhurundan Moğol istilasına kadar süren yakla§ık iki yüzyıllık bir süre Avrasya step bölgesine hükmettiği anla§ıhyor. Bu kavim birliği Orta ve Yeni Çağın çe§itli Türk halklarının te§kilatında önemli roller üstlendiği gibi, etrafında bulunan Macaristan, Bizans, Rus, Gürcistan, Harezm§ahlar devletleriyle sıkı siyasi, iktisadi ve içtimai ili§­ kilere girmi§ ve bu yerle§ik toplumlar üzerinde büyük tesir­ 58 ler yapmı§tır. De§t-i Kıpçak'ta ya§ayan bir kısım boyları Kıpçakla§tıran bu kavim, Cengiz oğullarının hüküm sürdük­ 9 leri Çin'de önemli memuriyetlere yükselmi§5 ve "askeri da­ ğılma" kapsamında Moğol hakimiyeti altında olmayan Hin­ distan'daki Delhi ile Suriye ve Mısır'daki Memluk Sultan­ lıklan içerisindeki önemli ba§arılara imza atmı§lardır. Kıpçaklar, belirtildiği üzere çe§itli bölgelerde ayrı ayrı etkili hamleler yç.pıp Türk tarihinde önemli bir yer tutmala­ nna rağmen büyük bir boy birliği olarak hiçbir zaman belir1i bir merkez e trafında toplanıp güçlü bir siyasi birlik meyda­ na getirememi§ler ve bağımsız bir Kıpçak (Kuman) devleti 60 kuramamı§lardır • Bunun en önemli sebeplerinden birisi, �.-

Abstracta, Iranica (Suppl. Studia lranica), XV-XVII, 1992-1993, Tehran, 1997, s. 95; Ögel, Türk Kültürünün Geli§me Çağ[fın, s. 152. 37 Yakup Aygil, Hıristiyan Türklerin KJsa Tarihi, İstanbul, 1995, s. 24. !IR Golden, s. 47. 311 Bahaeddin Ögel, Sino·Turcica·Cengiz Han ve Çin'deki Hanedanının Türk Müşa11irleri, Taipei, 1964, s. 275-292. 60 Seyf-i Sarayi, (Kitab Gülistan bi't -Türki)-Gülistan Tercümesi, (haz: Ali Fehmi Karamanlıoğlu), Ankara, 1989, s. XXV; Sümer, Türk Cumhuri­ yetlerini Meydana Getiren Eller, s. 63.


KJPÇAK TÜRKLERİ 1 4ı

Kıpçak boylarııun koyu göçebe olmaları yani göçebelik ge­

lenek ve usullerini titizlikle muhafaza etmeleridir. 6 1 Bu

özellik onların yerle§ik hayata geçememelerine, dolayısıyla

da hiçbir yerde tutunamamal arına önemli etken olmu§tur.

Kıpçakların ba§ka ülkelerde veya tabiiyetleri altına dü§tük­

leri zümrelerin baskısı ile yerle§ik hayata alı§abildikleri, da­

ha sonra da §U veya bu §ekilde eriyip gittikleri anla§ılıyor.

Bazı tarihçilere göre ise Kıpçaklar, bir deviet kurmayı

istememi§lerdir. Çünkü göçebelik için çok uygun bol otlaklı

yerlere sahip olup, yağmacılık ve ücretli askerlik vasıtasıyla gelirlerini artırabilen göçebe kavimler, devlet kurma yoluna az meyi11idirler. Bunun da iki sebebi olup; ya dı§tan bir as­

keri tehdide kar§ı koymak mecburiyeti ya da çoğu zaman

otlak darlığından çıkan iç kavgalardır. Kıpçakları, üyeleri

birbirlerine aykırı olup, farklı ama lar güden bir boy reisieri 6� Her boy, kendi hüküm­

ittifakı olarak görenler de vardır.

dar ailesinin rehberliği altında bulunup, kendi çıkarına göre

bir siyaset güderek, birkaç boyu içine alıp birle§tiren çe§itli alt birlikler te§kil etmekteydiler.

Ayrıca Kıpçak boylarının farklı devletler içerinde çe§itli

zamanlarda kar§ı kar§ıya gelip birbirleriyle sava§tıkları da görülmü§tür.

Kıpçaklar gibi Karadeniz'in kuzeyinde ya§ayan Peçe­

nekler ve Uzlar da müstakil bir devlet kurup siyasi hayatla­ rını bu §ekilde devam ettirememi§lerdir. Yine onlarda da en

önemli neden göçebe bir toplum olmalarının yanı sıra her boyun ba§ında bir bey bulunmasıdır.

3- KARADENiziN KUZEYiNDE VE KAFKASLARDA KlPÇAKLARlN KOMŞULARI İLE MÜNASEBETLERi a-Kıpçaklar ve Hazarlar Kıpçakların Hazarlar ile münasebetleri daha çok

zar/ann çökii§ dönemlerine rastlamaktadır. 61

61

Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 75. Golden, s. 5 1 .

Ha­


42/ KlPÇAK TÜRKLERİ

IX. yüzyıl ortalarında Hazar Kağanlığı'nın sınırları, do­

ğuda Yayık Nehri'nin ötesinde Aral Gölü kıyılarına kadar uzandığı gibi Mangı§lak üzerinden Harezm' e de yakla§mı§tı.

Orta İdil boyu da Hazarların hakimiyeti altında idi. Batıda,

�ağı ve Orta Don boyları ile Orta Dneypr sahası ve Kara­

deniz'in kuzeyi Azak Denizi çevresi ve Kuban boyunda ya­

§ayan Hazarlar da, Hazar Kağanı'na tabi idiler. Bu nedenle Hazarlar bu devrin en güçlü devletlerinden biri idi. Hazar­ lar bilhassa ekonomik faaliyetler bakımından IX. yüzyılın 63 en önemli devletlerinden biri sayılmaktaydı.

Bizans'ın politikasını deği§tirerek Hazariara kar§ı cep­

he alması, Rusların ve kom§U Türk boylarının saldırıları ve

iç ayaklanmalar, X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hazar

Devleti'nin iyice zayıflayıp çökmeye ba§lamasına neden ol­ mu§tur.

Önceleri Hazarların egemenliği altında bulunan Rus­

lar, Hazarların zayıflamasından faydalanarak onların bu

bölgedeki geni§ ticari imkanlarını ele geçirmek ve ticaret yollarını kontrolleri altına almak istiyorlardı. Ruslar bu

emellerine ula§mak için bir yandan kom§U Türk boylarını

Hazariara kar§ı kı§kırtırken, öbür taraftan o dönemin böl­

gedeki en güçlü devletlerinden biri olan Bizans ile i§birliği­

ne girmi§ ve onlardan yardım almayı ba§armı§tır. Hazarla­

rın aleyhine olarak ortaya çıkan bu üçlü ittifakın sonunda Hazar Devleti ortadan kalkmı§ ise de Ruslar umduklarını elde edememi§lerdir.

64

Hazar Devleti yılaldıktan sonra o

bölgeye Oğuz ve Peçeneklerin yanı sıra büyük ölçüde Kıp­ 65 çak Türkleri yerle§mi§tir.

Kıpçakların Yayık Nehri'nin batısında İdil istikametin­

de ilerleyi§i en geç Xl. yüzyıl baıjlarına rastlar. Bu hareket çok geni§ bir cephe üzerinde yapılrnı§tır. Kıpçakların bir

kısmı İrti§ boyundan Uralları aıjarak Kama-İdil sahasına soıı.'

Z.V.Togan, "Hazarlar", lA, (M.E.B), V, İstanbul, 1964, s. 402. 6-1 M.Artamanov, The History of The Cluızors, Leningard, 1962, ban Kuzgun, Hazor ve Ka ray Türlderi, Ankara, 1993, s. 64·68.

<t.<

s.

521; Şa­

Maraja D'Ohsson, Moğol Tarihi, (çev: Musıafa Rahmi), İstanbul, 1940, s. 155.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 43

kulmu§lar ve böylelikle İdil Bulgarları ile karı§mağa ba§la­ mı§lardı. Orta İdil boyunun Kıpçakla§ması bu §ekilde ol­ mu§tur. 66 Kıpçakların diğer zümreleri ise �ağı İdil boyuna girmi§ler ve Hazarların ortadan kalkmasında ba§lıca amil olmu§lardır.67 Kıpçaklar bu bölgede yakla§ık iki asır hüküm sürınܧlerdir. 68 Hazarların bağımsızlığını kaybetmesiyle, Hazar Devleti zamanında �ağı Volga bölgesinde kurulan §ehirler, §ehir­ lerin etrafında bulunan tarlalar ve nihayet yerle§ik hayat birdenbire kaybolmamı§tı. ݧte Güney Rusya'da yayılan Kıpçaklar böyle zengin bir miras üzerine konmu§lardı. Ka­ zan §ehrinden İran'a kadar olan ticareti ellerinde tutan Ha­ zar tüccarlarından Kıpçaklar çok §ey öğrenmi§lerdir. Hazar­ lar sayesinde yava§ yava§ bu hayatı benimsemeye ba§layan Kıpçaklar, dil ve kültür bakımından Hazarların Kıpçakla§­ masına neden olmu§lardır.69 Ancak Kıpçaklar bu bölgeye hakim olunca onların arasında Hazarların hemen erimedik­ leri, bölgede belli bir süre ikinci derecede hakim unsur ola­ rak varlıklarını sürdürdükleri görülmektedir. Hüsameddin Emir Çoban'ın Kırım'a yapmı§ olduğu sefer sırasında sava§­ tan canı yanan Kıpçakların §U sözleri o tarihte hala Hazarla­ rın varlığının hissedildiğini göstermektedir: "Esas suçlu olan Suğd ve Hazar halkı. Onların sebep olduğu bu karı§ıklığa bizim kar§ı gelmemiz gerekti. Fakat ݧ ݧten geçti. Şimdi bari aptallar ve budalalar gibi davranarak kellemizi kaybetmeye1.ım. "70 Hazarların yılalmasından sonra iki asır Kıpçakların elinde kalan Hazar ülkesi 1229 yılında Sübidey idaresindeki Moğol ordusu tarafından istila edilmi§tir.71

66

Kurat, Koradeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 72. Artamanov, s. 520; Togan, "Hazarlar", IA, (M. E.B), V, s. 402. 611 D'Ohsson, s. ı 55. 69 Ögel, lsltimiyetıen Once Türk Kültür Tarihi, s. 291. '" İbn Bibi, Hüseyin b. Muhammed b. Ali ei-Caferi er-Rugadi, 67

71

e/-E�'amitu 'l-Aia 'iyefi'l-Umuri'I-Aiaiye, ı, Ankara, 1956,

Kuzgun, Hazar ve Karuy Tıirkleri, s. 69.

s.

3 1 6-318.


44 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

b-Kıpçaklar ve Peçenekler Kıpçak-Peçenek münasebetlerini IX. asırdan itibaren ele almanın isabetli olacağı kanaatindeyiz. Araplar ve Kar­ luklar'ın 751 yılında Talas nehri boyunda Çiniileri yenmele­ rinden sonra, Karlukların Peçenekleri tazyik etmeye ba§la­ dıkları kuvvetli rivayetler arasındadır. Bu arada Karlukların kuvvetlenmesi Orta Asya Türk toplulukları arasında müca­ delelerin yeniden canlanmasına neden olmu§tur. İli, Çu ve Talas boylarındaki meralar yüzünden vuku bulan mücadele­ ler sonunda Peçeneklerin yenildiği ve Sır-Derya ve Aral Gölü civarına çekilmek zorunda kaldıkları görülmektedir. 72 Bu mücadelelerin yankısı X. asır İslam kaynaklarında da göze çarpar. Arap müelliflerinden Mes'udi o dönemde Pe­ çeneklerin dü§manları arasında Uz, Karluk ve Kimekieri (Kıpçakları) de zikretmektedir. Ba§ta Gerdizi olmak üzere bazı kaynaklar da IX. asrın sonlannda ve X. asrın ilk dö­ nemlerinde Kıpçaklar, Peçeneklerin doğu ve kuzey kom§u­ su olarak gösterilmektedir.73 Bu dönemlerde Hazarlarla Kama Bulgarları arasında sıkı§an Peçeneklerin doğuya kay­ malarına Kıpçaklarm ve Uzların izin vermedikleri belirtil­ mektedir.74 1030 tarihlerinde Kıpçakların İdil boyuna geldikleri ve batıya doğru ilerleyerek Uzları Don boylarından çıkardıkla­ n anla§ılıyor. Yerinden oynatılan Uzlar da Peçenekler üze­ rine atılarak Dnyeper nehrinin sol sahilini ele geçiriyorlar?5 Bu §ekilde yerinden oynatılan Peçenekler X. asırda bölgede ya§arken sekiz boydan olu§an ve daha sonra 13 boyu bulan büyük nüfusa sahip kalabalık bir topluluk haline gelmi§ti.76 72 73

74 1�

111

Kurat, Peçenek Tarih� s. 30-31. Sümer, "Peçenekler (IX-XII. Yüzyıllarda Yaşamış Ünlü Bir Türk Eli)", T.DA, sa: 94 (Şubat), İstanbul, 1995, s. 63; Kurat, "Peçenekler", lA, (M.E.B), IV, İstanbul, 1964, s. 537. Kurat, Peçenek Tarihi, s. 39. Kurat, Peçenek Tarihi, s. 128. Sümer, "Bayındır Peçenek ve Yüreğirler", A. Ü.D. T. C.F. Dçrgisi, XI, 2-4 sayılarından ayrı basım, Ankara, 1953, s. 323.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 45

Kıpçakların 1060'dan sonra Uzları takiben Tuna boyu­ na doğru süratle ilerledikleri, 1064'de Uzları Tuna'nın gü­ neyine attıkları ve aynı zamanda Kıpçak/Kumanların Tran­ silvanya-Macaristan istikametinde ilerlediideri anla§ılıyor. Böylelikle

XI.

yüzyıl sonlarında Karadeniz'in kuzeyindeki

bozkırlar tamamıyla Kıpçakların eline geçmi§ ve bu bölge şark kaynaklarında "Deşt-i Kıpçak" adını almaya ba§lamış­ 77 tır. Bu adın Moğol istilasından sonra umumile§tiğini görü­ yoruz. 1087'de Bizanslılarla Peçenekler arasında Derster (Si­ Iistre) yakınlannda vukubulan meydan muharebesi esnasın­ da, Peçenek baıjbuğu Tatu§, Tuna'nın doğu istikametinde bulunan Kıpçaklardan yardım istemiş, Kıpçak/Kumanlar da bu davete icabet etmişler ve yardıma gelmişlerdir. Bu suret­ le Kıpçaklara Tuna kıyısındaki zengin otlakları ve Balkan 78 yolunu gösteren Peçenekler olmu§tur. Hatta bazı rivayet­ lere göre Kıpçakların aynı yıl Peçeneklerle beraber Bulga­ ristan, Makedonya, Yeni Pazar, Kosova, Bosna ve Arnavut­ h.ık'u zapt ettikleri ve

baıjkenti Kumanova olan

"Ku­

man-Peçenek Türk Federasyonu"nu kurmaya muvaffak ol­ dukları bildirilmektedir. Böylece ilk defa Türk olmayan un­ surlara karşı bölgede milli birliğin sağlanması yönünde bir 79 adım atılmıştır. Silistre de Peçeneklerin Bizanslıları bozguna uğratma­ ları neticesinde bu sava§ta Peçeneklere önemli miktarda ga­ nimet kaldığı anlaıjılmaktadır. Peçenek baıjbuğu TatU§'un is­ teği üzerine yardıma gelen Kıpçaklarla Peçenekler arasında yukarıda zikredilen ganimetin payla!jımı problem olmu§tur. Peçenekler, ganimeti Kıpçaklarla e§it §ekilde paylaıjmak is­ temeyince Kıpçak-Peçenek topluluklarının arası açılmı§ ve bu yüzden iki kardeş kavim birbiriyle çarpı§m.ı§tır. Kıpçakla71

"lll

79

Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 73; Aynı ya­ zar "Doğu Avrupa Türk Kavimleri ve Devletleri", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 746. Kurat, Peçenek Tarihi, s. 175. Haza!, "Kuman", The Encyc/opedia of Islam, V, s. 373; Hüseyin Memi­ �ğlu; Bulgaristan'da Türk Kültürü, Ankara, 1995, s. 19.


46 1 KJPÇAK TÜRKLERİ

rıo galibiyeti ile neticelenen bu sava§ Peçenekler ile Kıpçak­ ların birbirlerine kar§ı yaptıkları ilk büyük mücadele mahi­ . de d'ır. BO yetın Çoğu tarihçiler Peçeneklerle Kıpçaklar arasında mey­ dana gelen ve iki kavmin aralarının açılmasına neden olan sadece bir ganimet payla§ımı olmayıp Bizans siyaseti yani Bizans'ın bir göçebe kavmi, öbürü üzerine dü§ürmekteki us­ talığının bir neticesi olduğunda birle§mektedirler. Bizanslılar Silistre'de Peçenekler kar§ısında aldıkları mağlubiyetin hemen akabinde Peçeneklerle onların yardı­ mına gelen Kıpçakların aralarını açmayı ba§arınca tekrar bir toparlanma imkanı bulmu§tur. 1089 yıllarında Peçeneklerin Trakya'ya akınları söz ko­ nusudur. Yine bu sıralarda Bizans'ın hem İznik Sultanı Kı­ lıç Arslan, hem de İzmir Beyi Çakan'ın hücumlarına uğradı­ ğı görülmektedir. Bu tehditler altında bunalan Bizans, Av­ rupa Hıristiyan devletlerinden tardım istemi§ ve bu suretle I. Haçlı seferi tertip edilmi§tir. 8 1090 sonlannda Bizans İmparatorluğu, tarihinin buh­ ranlı anlarından birini daha ya§ıyordu. Çünkü Peçenekler Anadolu'daki soyda§ları ile i§birliği içine girmi§lerdi. On yı­ la yakın bir zamandan beri kuvvetli donanınası ile adalar­ dan bazılarını fetbederek Ege denizine hakim olan Oğuzla­ no Çavuldur Boyundan, İzmir Beyi Çakan İstanbul'u fet­ hetmek üzere Peçenek komutanlar ile temas kurmayı ba§ar­ mı§tı. Ege'de Çakan'ın donanması, Marmara sahillerinde Selçuklular, Edirne'de Peçenekler tarafından üç ağızlı Türk kıskacı arasına alınmı§ olan Bizans'ın 1091 ilkbaharındaki durumu, Fatih'in İstanbul'u fethinden hemen önceki günle­ ri hatırlatıyordu.82 Bizans imparatoru Aleksios Batı Hıristiyan dünyasın­ dan zamanında yardım göremedi ise de imparatorluğunu bu ·

80 81 82

Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (çev: Fikret lşıltan), Ankara, 1981 , s. 330-332; Kurat, Peçenek Tarihi, s. 180-182. Auguste Bailly, Bizans Tarihi, Il, (çev: Haluk Şaman), İstanbul, Tarihsiz, s. 314. Rasonyi, "Tuna Havzası nda Kumanlar", Belleten, lll/1 1 - 1 2, s. 405; Kafe­ soğlu, Türk Müli Kültürü, s. I 73-174.


KıPÇAK TÜRKLERİ / 47

tehlikederi yine Türklerin eliyle kurtarınayı ba§ardı. Kıp­ çak/Kumanların Tugorkan (veya Tugor Han) ve Bö­ nek(Bonyak) adlı ba§buğları ile anla§arak onları, Çakan'ın salıiliere yana§masını beklemek üzere Meriç nehri kenarın­ da Lebunium(Omurbey Mevkiinde)'da karargah kurrnu§ olan Peçenek kuvvetleri üzerine saldırttı. Kırk bin Kıpçak süvarİsinin haskıruna uğrayan Peçenekler tamamen ezildi­ ler(29 Nisan 1091 ).83 Tarihi kaynaklar, bu iki akraba kavmin o dönemde birle§meleri halinde Avrupa'nın çoğunu i§gal edebileceklerini kaydetmektedirler.84 Siyasi tarihleri böylece sona ·eren Peçeneklerden arda kalanlar dağıldılar. Macaristan'a gidenler Peşte çevresinde ve Fertö vilayetinde yerle§tirildiler. Bir kısmı da Uzlar ve Kıpçaklada kan§tı. Balkanlarda kalanlar daha çok Vardar 85 nehri boyuna İskan edilmi§lerdir.

c-Kıpçaklar ve Ruslar Kıpçaklar tıpkı Peçenekler gibi müstakil bir devlet ku­ ramamı§lar ve dağınık kabileler halinde ya§amaya devam etmi§lerdir. Bazı komutanların büyük §Öhretler kazandığı bilinmekle beraber bunların nüfuzunun ancak kendi çevre­ lerinde geçerli olduğu anla§ılmaktadır. Karadeniz'in kuze­ yindeki bozkırların sahipleri olan bu göçebe Kıpçakların müstakil bir devlet kuramadıkları için devlet siyasetlerinin olmadığı a§ikardır. Rus Knezlikleri ile münasebetlerinde bu husus kendini belli etmektedir. Ruslara nazaran üstün aske­ ri güce sahip olmalarına rağmen hiçbir zaman Rus Knezlik­ lerini ortadan kaldırmak veya onlar üzerinde devamlı bir hakimiyet kurma yoluna gitmemi§lerdir. Rus arazisine yapı­ Jan Kıpçak akınları çoğunlukla geçici mahiyette olup belli bir menfaat sağlamaktan ileri gitmemi§tir; ya Rus köylerini '3

Ostrogorsky, s. 333; Baılly, II, s. 315-316; Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, s. 373; Cami, Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, is­ tanbul, 1338, s. 74; Kural, Peçenek Tarihi, s. 214-227; Özyetkin, 11!6, s. 19. "' Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 3 1 . ·� Baılly, I l , s . 3 16-320; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s . 1 74.


48 / KlPÇAK TÜRKLERİ

veya şehirlerini yağma ederek ganimet elde etmek ya da Rus K.nezleri tarafından esir tutulup hizmetçi olarak kulla­ nılan Kıpçakların köleleri sayılan çeşitli göçebe Türk toplu­ luklarını yakalayıp geri götürmekten ibaretti. 86 Kıpçakların Rus yurduna ilk gelişleri 1055 senesine rast­ ltır. Preyaslavl Knezliği steplere en yakın olması hasebiyle ­ Kıpçaklar önce buralara gelmişlerdi. Başlarında Bolıq adın­ da bir komutan vardı. Preyeslavl Knezi Vsevolod, Kıpçak­ lada barış yapmış ve onları hedi.felede tatmin ederek düş­ manca hareketlerini önlemişti.8 Bu kayıtlardan Ruslada Kıpçaklar arasındaki ilk ·karşılaşmanın anlaşma ile sonuç­ landığı anlaşılmaktadır. Kıpçakların Ruslada 1055 yılında yaptığı barış çok sür­ medi. 1061 yılında bu defa Kıpçaklar savaşmak üzere, Pre­ yaslavl Knezliğine hücum edip onları mağlup ettiler.88 Bu münasebetle Rus vekayinamesinde konuyla ilgili şunlar yaz­ maktadır: "1061 yılı Polovetsler ilk defa savaşmak üzere Rus yurduna geldiler. Vsevolod onlara karşı 2 Şubat tarihinde şe­ hirden çıktı ve savaş oldu. Vsevolod'u yendiler ve savaştıktan sonra geri gittiler. İşte bu murdar ve Allah 'sız düşmaniann Rus yurduna ilk kötülükleri idi. On/ann Beyi de İskal idi. "89 Kıp­ çakların Rus arazisine bu ilk saldınsı Preyaslavl Prensliği'ne idi. Kıpçak başbuğu "İskal"in adını "Sakal" diye okuyanlar da vardır. Bu arada Kıpçakların Peçenek ve Uzları takip ettikleri ve önlerinden kaçan bu Türk kavimlerinin önemli bir kısmı­ nın Rus sahasına iltica ettikleri ve Ruslar tarafından hizme­ te alındıkları anlaşılmaktadır. Bunun Kıpçaklar nazarında düşmanca bir hareket olarak görülmesi Kıpçakları 1068 yı­ lında tekrar Rus Preyaslavl Knezliğine hücuma sevk etmiş­ tir. Kiyef yakınlarında üç Rus prensinin birleşmiş kuvvetle86

87

88

89

Kurat, Karadeniz Kuzeyinde Türk Kavimleri, s. 75. Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, I, Ankara, 1981, s. 253. Hüseyin Namık, Türk Tarihinin Ana Hatlan Eserinin Müsveddeleri, No: 14 (Ba§vekalet Müdewenat Matbaası), Ankara, Tarihsiz, s. 94; Kafesoğ­ lu, Türk Müü Kültürü, s. 177. Kurat, Karadeniz Kuzeyinde Türk Kavimleri, s. 77.


KJPÇAK TÜRKLERİ f 49

g

rini ağır yeniı ye uğratarak Çernigov Prensliği'ne kadar ilerlemi§lerdir. Kıpçakların bunu müteakip o yıllarda her yıl veya her iki-üç yılda bir Ruslar üzerine hücum ettiklerini görüyoruz. Bunlardan kısa kısa bahsetmek gerekirse, Kıp­ çakların 1071 yılında Rostovtsev'e, 1078'de tekrar Preyas­ lavl Prensliği'ne, 1079 yılında Voin §ehrine, 1080 yılında Novgorod-Seversk bölgesine, 1083'de Goro§in sahasına, 1084'de Preyaslavl Knezliğindeki Prillut §ehri civarına, 1085'de Dnepr (Özü) Nehri'nin sağ sahillerine ve 1092'de ise yine aynı nehrin hem sa� hem de sol sahillerine akınlar düzenlediği belirtilmektedir. 1 Görülüyor ki Kıpçaklar, Rus sınırlarına geli§lerinden bu yana otuz yıl boyunca kısa ara­ lıklarla Rus §ehirleri ve çevrelerine akınlar düzenleyip yağ­ ma etmi§lerdir. Ancak 1090 yılına kadar yaptıkları akınlar Rus topraklarında belirli bir salıayı geçmemi§, Preyaslavl, Çernigov ve Kiyefin güney kısımları ilc sınırlı kalmı§tır. Kıpçakların 1090'lardan itibaren Rus topraklarında da­ ha geni§ bir sahada akıniara ba§ladıkları görülmektedir.

1090 ile 1110 yıllan Kıpçak/ann en kudretli dönemlerini teşkil eder. Bu dönemde Kıpçakların ba§ında Bönek (Bonyak), Tugorhan, Sanhan ve Altmoba gibi cesur ve kabiliyetli baş­

buğlar bulunmlllj tur. Özellikle bu dönemde Kıpçakların Ruslara kar§ı hareketleri daha çok Rus Knezlerinin kendi davetiyle olduğu gibi, Rus Knezlerinden "tahta çıkışları" münasebetiyle bir nevi bahşi§ kabilinden para, kıymetli ku­ maşlar veya davar istekleri şeklinde cereyan etmiştir. Örne­ ğin Kiyef tahtına yeni bir Knez çıkar çıkmaz Kıpçaklar he­ men bir takım hediye taleplerinde bulunmuşlar ve barışı ko­ ruma karşılığında altın, kumaş ve davar istemişlerdir. Knez­ ler de bunu yerine getirmek mecburiyelinde kalmışlardır. XII. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran ve o dönemin meşhur Rus Knezi Vladimir Monomach, çocuklarına hita­ ben bıraktığı "Nasihatler"inde, "Kumanlarla on dokuz defa barı§ akt ederek, onlara çokça davar ve kıymetli kumaş ver-

90

01

Kossanyi Bela, "Xl·Xll. Asırlarda Uzlar ve Komanların Tarihine Dair", (çev: Harnit Ko§ay), Belleten, VIII/29, (!!.Kanun), Ankara, 1944, s. 1 26; Heyet, s. 34. Gürün, s. 254.


501 KlPÇAK TÜRKLERi

diğini"92 kaydetmi§tir. Demek ki bu konudaki talepleri yeri­ ne getirilmediği takdirde Kıpçakların hemen atiarına bine­ rek Ruslar üzerine yöneldikleri anla§ılıyor. Netice itibariyle XI. yüzyılın sonlarından brujlayarak XII. Yüzyılın özellikle ilk çeyreğinde ba§ta Preyaslavl ve Kiyef Knezleri olmak üze­ re bazı diğer §ehir Knezleri menfaatleri icabı Kıpçaklarla iyi geçinmek zorunda kalmı§lardır. Bu maksatla onlardan'bazı­ larının Kıpçak Beyleri ile akrabalık kurmaya ve Kıpçak kız­ larını almaya ba§ladıkları belirtilmektedir. Bu arada §unu da belirtmek gerekir ki Rassovsky; XI. yüzyılın son dönemlerinde Rus, Bulgar, Alan, Burtas , (Mordva), Hazar ve Ulahların Kıpçak tabiiyetinde ya§adık­ ları ve Kıpçak ülkesinin be§ kısma ayrıldığını zikretmekte­ dir. Bunlar Orta Asya, Yayık- Volga, Don-Donetz, Aşağı Dnye­ per, ve Tuna 'dır. Buralarda Kıpçaklar her biri kendi ba§buğ­ larının idaresi altında olmak üzere ayrı bölükler halinde ya­ §ıyorlal3 ve her biri kendi bölgesinde farklı milletlerle mü­ cadele ediyorlardı. Bunların zaman zaman bir ikisinin bir araya gelerek hasımiarına kar§ı birlikte hareket ettiklerinin örneklerine rastlanmaktadır. 1091 yılında Peçenekleri Le­ bunium savrujında peri§an ederek Bizans'ı yok olmaktan kurtaran Kıpçaklar, Tuna bölüğünü olu§turan Kıpçaklar ol­ sa gerektir. Zaman zaman diğer bölüklerin katkısı olsa da Ruslara kaqı en çok harekette bulunan Kıpçakların Don-Dnepr sahasında ya§ayan uruğlar olduğu anlrujılıyor. Daha önce zikrettiğimiz gibi 1091 'de Peçenekleri boz­ guna uğratmakla Bizansı yok olmaktan kurtaran Kıpçaklar aynı yıl Macaristan içlerine kadar yürüdüler. 1092'de bir Kıpçak kolunun Lehistan'a sefere çıktığı, 1092/1093 yılında da diğer Kıpçak kollarının Bizans'ı yağma ettikleri yine ka­ yıtlar arasındadır. 1093'te Rus Kiyef tahtına yeni bir prens çıkınca, Kıp­ çaklar daha önce alı§tıkları üzere hediye talep ettiler. Prens 92

91

Kurat, Karadeniz Kuzeyinde Türk Kavimleri, s. 78; Ayrıca Rus Knezi Vla­ dimir Monomach ve dönemi için bkz: Kural, Rusya Tarihi (Başlangıçtan 1917'ye kadar), Ankara, 1987, s. 40-42. Rasonyı, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s, 33; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. ı 78.


KJ PÇAK TÜRKLERİ 1 sı

bu talebi kendinden öncekilerin aksine yerine getirmediği gibi, üstelik bir de Kıpçaklar üzerine sefere çıktı. Ancak üs­ tün Kıpçak güçleri kar§ısında direnç gösteremedi ve mağlup oldu. 1094 yılında Kıpçaklada Rus Knezleri arasında barı§ yapıldığı görülmektedir.94 Bu barı§ı diğer Kıpçak komutan­ lar ile birlikte dönemin en nüfuzlu Kıpçak ba§buğu Tugor Han imzalamı§tır.95 Bu barı§ çok uzun sürmedi ve Kıpçaklar Kiyef çevresini yeniden yağmaladılar. Bu yağmalamadan sonra yeniden ba­ rı§ yapmak için Kiyefe iki elçi gönderen Kıpçakların elçileri Ruslar tarafından öldürüldü. Bu sefer bütün Kıpçak beyleri çe§itli istikametlerde Rusların üzerine akınlar ba§lattılar. Ancak 19 Temmuz 1096 tarihinde yapılan kanlı çarpı§mada Ruslar üstün gelmi§ ve bazı Kıpçak komutanları öldürül­ mü§tür. Bu mağlubiyetin hemen ertesi günü Kıpçakların buna kar§ılık verip K.iyefe baskın yaparak bir çok ganimet 96 elde ettiği anla§ılmaktadır. Kıpçak-Rus münasebetlerinde zaman zaman Rus Knezlerinin birbirleri arasında ihtilafa dü§tüklerinde biri di­ ğerine kar§ı Kıpçaklardan yardım istediği gibi, Rusların ba§­ ka milletlerle sava§tıklannda da, Kıpçaklardan yardım iste­ dikleri olmu§tur. Bunun bir örneği 1099 yılında ya§anmı§ ve Kıpçaklar Rus prenslerinin Macarlara kar§ı yaptıklan bir sefere aniann yardımcısı olarak katılmı§lardır. Macarlara kar§ı zaferin kazanılması da Kıpçak ba§buğu Sonyak'ın sa­ yesinde mümkün olabilmi§tir. Bu zaferden iki yıl sonra 1101 'de Rus prensleri ile Kıpçaklar arasında yeniden barı§ 97 yapıldığı görülmektedir. Bu barı§ın da ancak iki yıl sürebildiği anla§ılıyor. Barı§ı ilk defa hangi tarafın bozduğu bilinmiyor. Şu bir gerçek ki, 94

9:!

911 97

Gürün, s. 254-255. Namık, s. 96-97; Kural, Karadeniz Kuzeyinde Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 80; Daha geniş bilgi için bkz: Fahrettin Kırzıoğlu, Yukan-Kür ve Çoruk Boylannda Kıpçak/ar, Ankara, 1992, s. 107-108. Kırzıoğlu, Yukan-Kür ve Çornk . . , s. 108; Türk Ansiklopedisi, "Kıpçak", XXII, s. 40. Rasonyi, Tarihte Tiirklük, s. 139; Kırzı oğlu, Yukan-Kür ve Çornk ... , s. 108-109. .


S2 / KlPÇAK TÜRKLERI

Kıpçak akınları kar§ısında devamlı sıkıntıya dü§en Rus Knezleri- vaktiyle Peçeneklere yaptıkları gibi- Kıpçakları durdurmak amacıyla sağlam §ehirler yapıyorlar veya kilo­ metrelerce uzanan hendekler, toprak tabyalar in§a ediyor­ lardı. Fakat bu müdafaa tertibatının Kıpçak hücumlarını durduramadığı zikrediliyor. Rus Knezleri bazen kar§ı hü­ cumlarla Kıpçakları zaafa dü§ürmek ve Rus topraklanna akınlarını önlemeye çalı§ıyorlardı. Vladimir Monomach'ın bu husustaki gayretleri vekayinamede özellikle belirtilmi§­ tir. Bu knezin özelliği, diğer knezleri de Kıpçaklara kar§ı sa­ Va§a katılmak için toplantılar tertip etmesiydi. Bu amaçla yapılan toplantılardan biri olan Dolob gölü yanındaki top­ lantıda, Kiyef Knezi Svyatopolk ile Kıpçaklara kar§ı bir se­ fer düzenlenmesi kararla§tırıldı. 1 103 yılında yapılan bu se­ ferde Kıpçakları ağır yenilgiye uğrattılar. Ruslar yirmi Kıp­ 9 çak büyüğünü öldürmü§ler ve birçok davar almı§lardı. 8 Kıpçaklar buna kar§ı fasılalarla §iddetli akınlar halinde ce­ vap verdiler. 1 105 ve 1 106 yıllarında Kıpçak ba§buğu Bon­ yak, Kiyef ve Prcyaslavl çevrelerini tahrip etti . Zaman za­ man Rus knezleri Kıpçaklara kar§ı üstün gelseler de Kıpçak akınlarından oldukça rahatsız olan Rusların durumu, Knez Vladimir Monomach tarafından §U sözlerle ifade edilmi§ti:

"Köylü tarlasına çıkıp tam sürmeğe başlarken bir Kuman/ı ge­ lerek onu okla vurur, atını alır, sonra köyüne giderek karısını, çocuklannı, varını yoğunu alır götürür"99 yani bununla göçebe

Kıpçakların Rus köylüsüne nasıl eziyet ettikleri aniatılmak istenmektedir. Bonyak 1 107 yılında Şamhan ve diğer Kıpçak beyleri ile birlikte Rus topraklarına yeni bir sefer ba§lattı. Fakat bu seferi Ruslar geriye püskürterek Sonyak'ın da biraderini öl­ dürmü§tü. Bunu müteakip Kıpçaklada Ruslar arasında ye­ niden bir barı§ yapılarak Kıpçak beylerinin kızları Rus Knezleri ile evlendirildiği belirtilmektedir. Çok uzun sürme­ yen barı§tan sonra 1 109 ve 1 1 1 1 yıllarında Rus Knezlerinin toplu olarak saldırdıkları ve Kıpçaklar üzerine ba§arılı iki "" Kural, Rıısya Tarihi, s. 40. "' Kural, Kııradeniz Kuzeyindeki Tiirk Kaı·imleri,

s.

82.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 S3

sefer yaptıklan anla§ılmaktadır. Görüldüğü üzere bu sıra­ larda Rus Knezleri Kıpçaklara kar§ı üstünlük elde etıni§ du­ rumdalar. 1 1 13 yılında Kiyef Knezi ölüp yerine Monomach knez olunca, Kıpçaklar usul üzere hediye talebinde bulundular. Yeni knez (prens) onlara hediye göndermek yerine büyük bir kuvvetle üzerlerine yürüdü. Kıpçaklar buna kar§ı koyma cesaretini gösteremeyip bozkırlara geri çekildiler. 1 1 16 yı­ lında Rus Knezlerinin Kıpçaklar üzerine bir sefer daha yap· tığı ve çokça esir ve davarta döndüğü vurgulanmaktadır. Bu son Rus hücumları Kıpçakların zayıfladığını gösteriyor. Şöy­ le ki, Kıpçaklara tabi durumdaki bir çok Peçenek ve Torklar ayaklanarak Rus Knezlerinin yanına kaçtılar; onlar, daha önce yerle§tirilen zümrelerle birlikte Rusların güney sınırla­ rının bekçisi olacaklar ve Kıpçak akınianna kar§ı set vazifesi 100 göreceklerdir. Netice itibariyle 1 109 yıllarında Kıpçak ba§buğlarının en kuvvetiisi olan Bonyak'ın Kiyef arazisindeki bir çarpı§mada ölmesi, Şaruhan ile Tugor Han'ın sahneden çekilmeleri ve 1 109, 1 1 1 1 ve 1 116 yıllannda Ruslar kar§ısında alınan mağ­ lubiyetler Kıpçak camiasının zayıflamasında önemli rolleri olan olaylardır. Rusların artan baskısı kar§ısında, Kıpçak ba§buğların­ dan Atrak, 1 118 yılında damadı Gürcü kralı David IFnin da­ veti üzerine büyük bir Kıpçak gurubu ile Gürcistan'a gitti. Gürcü kralı bu Kıpçaklardan kırkbin ki§ilik bir süvarİ gücü te§kil ederek, Türkiye Selçukluları'nın saldırılarına kar§ı koyduğu gibi, Şirvan, İran ve Ermenistan'a kar§ı b3.§arılı se­ 101 ferler yapmı§tır. Kıpçakların Doneç boyundan Gürcistan'a gitmeleri ile, Rus topraklannda Kıpçak akınları bir müddet için durakla­ mt§tı. 1 120 yılında Preyaslavl Knezi Aşağı Don boyuna bir sefer açtığı zaman orada Kıpçakları bulamamı§ ve eli bo§ geri dönmü§tü. Fakat 1 125'de Kiyef K.nezi Vladimir Mono100

101

Gürün, s. 225; Kırzıoğlu, Yukan-Kur ve Çornk . . ., s. 109-11 O. Kurat, Kııradeniz Kuzeyindeki Türk Kııvimleri, s. 83-84; Türk An.siklopedi­ si, "Kıpçak", XXII,(M.E.B) s. 40; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 1 79.


541 KlPÇAK TÜRKLERİ

mach'ın ölümünden sonra, Gürcistan'a giden Kıpçak Beyi

Atrak'ın tekrar kendi yurduna döndüğü belirtiliyor. Gürcis­

tan'a giden bütün Kıpçakların dönmediği, büyük bir kısmı­

nın Doğu Anadolu'daki Çıldır gibi değişik bölgelere yerleş. ı ı 102 tı"klen an aşı ıyor. Vladimir Monomach'ın ölümünden sonra Rus Knezle­

rinin aralarında başlayan iç mücadeleye, Kıpçak başbuğları da karıştırılmıştır. Daha önce belirtildiği üzere Çernigov ve

Kiyef Knezlerinin karıları Kuman kızları idi. İç çekişmeler

sırasında knezlerden bazıları, akraba oldukları Kıpçak baş­

buğlannı çağırarak, kendi pozisyonlarını sağlamlaştırıp ra­

kiplerini ezmek istedikleri görülüyor. Rus knezlerinin bir­

birleriyle mücadeleleri ve bu münasebetle Kıpçakları davet etmeleri neticesinde, güneydeki Rus knezlikleri mütemadi­

yen tahribata uğramıştı. Bundan en çok Preyaslavl, Çerni­

gov ve Novgorod-Seversk Knezlikleri zarar gördükleri gibi,

daha kuzeydeki bazı bölgeler de harabe haline getirilmişti.

Aynı şekilde Kiyef Knezliği de devamlı Kıpçak alanlarına sahne olmuştur.

Öyle ki

bu Kıpçak akınları yüzünden adı

geçen bu yerlerde insan kalmamış, köyler ve şehirler tama­

men boşalmış, halkın büyük bir çoğunıuğu Kıpçaklar tara­

fından esir edilmiş, öldürülmüş, geriye kalan kısmı da haya­ tını sürdürmek için daha emin olan kuzey Rusya'ya, Suzdal

bölgesine göç etmişti.

1 170 yıllarına doğru Kıpçaklar ile Ruslar arasındaki

karşılıklı akınlar ve çarpışmaların tekrar canlandığı göze çarpmaktadır. 1 1 70'de Kıpçakların başında

yak

Konçak ve Kab­

(Köpek-Kebek) adlı başbuğlar bulunuyordu. Bu iki baş­

buğun 1 1 7 4 yılında Preyaslavl Knezliğine yaptıkları akınlar geri püskürtüldüyse de, ı ı 77' de Ruslar tam bir yenilgiye uğ­

ratıldı.

ı ı 79

yılında Konçak yeniden Preyaslavl Knezliğine

girerek büyük tahribat yaptı. Seneler bu şekilde karşılıklı se­

ferlerle geçerken ı ı84 yılında Rus knezleri birleşerek Kıp­ 103 çaklar üzerine hücum edip yendiler. Bundan cesaret alan

ıır.ı Kırzıoğlu, Yukan Kür ve Çoruk .. , s. 1 1 6- 1 1 7. Namık, s. 108-109; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, 85-86.

10�

.

s.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 55

Rus knezleri, 1 185 yılında, Novgorod knezi İgor'un ön ayak

olmasıyla yeni bir sefer hazırladılar. Ruslar önce ilk çatı§­

mada üstün geldiler, Kıpçaklar çekildi. Cesareti daha da ar­ tan Ruslar takibe ba§ladılar. Ancak bu zaman zarfında Rus hareketi duyulmuıı ve diğer Kıpçak kabilelerine mensup in­

sanlar sava§ bölgesine gelmeye ba§lamı§lardı. Rus knezi

İgor kuwetleri A§ağı Don sahasındaki Kagalnik ırınağına

geldiklerinde Kıpçaklar tarafından sarıldı. Pek çok Rus as­ keri öldürüldü. Sefere katılan Rus knezlerinin hepsi esir alındı. Bu suretle Konçak bir önceki yılki mağlubiyetinin in­ tikamını alım§ oldu. Ba§ta İgor almak üzere bütün Rus knezlerine iyi muamele edildiğinden bahsedilmektedir. Bu

sav� Rusların me§hur milli destanı olan

İgor

Destanı'nın

yazılmasına sebep olmu§tur. Bu destan Rus edebiyatının en

büyük eserlerinden biri olarak kabul edilir. 104 İgor destanın­ da seferin ayrıntıları, tabiat, üzüntü, İgor'un hanımının fer­ 1 5 yatları ustalıkla anlatılmı§tır. 0 Bu tarihten itibaren Kıpçak-Rus sava§ları eski hızını

kaybetmi§tir. Hatta 1221 yılında Selçuklulara kar§ı Suğ­

dak'ta yapılan sav�ta Kıpçaklarla-Ruslar ittifak yapmı§lar­

dır.

106

Ayrıca 1223'de de Moğolların (Subutay-Batur ve Ce­

be Noyan kuwetleri) Ruslar üzerine hücumunda Kıpçaklar

Rusların yanında yer almı§lar, ancak Moğollara kar§ı mağ­

lup olmu§ladır. 107 Görülüyor ki 1 1 85 Kıpçak-Rus sava§ın­ dan sonra Kıpçaklada Rusların arasında ciddi bir sefer ve sava§ meydana gelmemi§ aksine üçüncü bir devlete kar§ı

birbirlerini desteklemi§lerdir.

104

Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleıen, I II/1 1 -12, s. 409; He­ yet, s. 35; Gürün, s. 255-256. ıu� Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. I 79. 106 A.Yakubovski, "İbn-i Bibi'nin XIII. Asır Başında Anadolu Türklerinin Suğdak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikaye­ si",(çev: İsmail Kaynak), D. T. C.F. Dergisi, XII, sa.!-2, Ankara (Mart-Haziran), 1 954, s. 207-226. 107 Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 92-96; Özyetkin, ll/6, s. 20.


56 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

d-Kıpçaklar ve Gürcüler

Brosset, Gürcü kroniklerine dayanarak M.Ö. IV. Yüz­ yılda Kur Nehri boyuna "Bun-Turki" ve Kıpçak isminde iki kavmin gelip yerle§tiğinden 108 bahsetse de M S XI. asrın son yıllarına kadar Kıpçak-Gürcü münasebetlerini ortaya koyacak herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Gürcülerle irtibat kuran Kıpçaklar daha çok Don ve Kuban bölgelerinde bulunan kabilelerdir. 109 Gürcü kralı Bağratlı David Il( 1088-1 125), Büyük Selçuklu İmparatorlu­ ğunun en kudretli çağına tesadüf eden hükümdarlığının ba§ları.nda, Selçuklu baskısına kar§ı durabilmek ve mümkün olduğu takdirde Aphaza ülkesini ve diğer Gürcü bölgelerini Selçuklulardan geri alabilmek için, Kıpçaklarla irtibata ge­ çerek askeri destek arama yollarına b�vurmu§tur. 1 109/1 1 10'da Gürcü Kralının ünlü Kıpçak komutanı At­ rak'ın kızı ile evlendiği1 1 0 ve ili§ki kurmak istediği Kıpçak­ larla Gürcüleri bu yolla yakınla§tırdığı anla§ılıyor. Don-Kuhan boyundaki Kıpçaklarla Gürcüler arasında olu­ §an bu yakınlığın 1 1 18'de meyvesini vermeye ba§ladığı gö­ rülmektedir. 1090 ile 1 1 10 yılları arasında en kudretli dö­ nemlerini y�ayan Kıpçaklar, 1 1 1 0 yıllanndan itibaren özel­ likle Rus knezleri kar§ısında birtakım yenilgiler almaya b�­ ladıkları görülüyor. 1 1 1 1, 1 1 13 ve 1 1 16'da Rus knezlerinin Kıpçak ordularına üstünlük sağlaması, Kıpçak ba§buğu At­ rak'ın 1 1 18 yılında damadı Gürcü Kralı David Il 1 1 1 'nin da­ vetini kabul etmesinde önemli etken olmu§tur kanaatinde­ yiz. .

.

·

108 M. Brosset, Histoire de la Georgie, Saint Petersburg, 1 849, I, s. 33; Fah­ rettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, İstanbul, 1953, s. 378; Türk Ansiklopedisi, "Gürcistan", XVlll, (M.E.B), Ankara, 1 970, s. 206. ıo9 Heyet, s. 35. 11 ° Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 1 79; Tekin, s. 150. 1 1 1 Fahrettin Kırzıoğlu, Gürcü Kralı David'i "Yukan Kür ve Çoruk Boylann­ da Kıpçak/ar" isimli kitabında (s. 1 12-120), David IV olarak, "Kars Tarihi r adlı kitabında (s. 376) David II olarak, "Gürcistan'da Eski Türk İnanç ve Geleneklerinin izleri" adlı makalesinde de David III olarak belirtip tam birlik sağlayamamıştır. David II doğrudur kanaatindeyiz.


KJPÇAK TÜRKLERİ / 57

Gürcistan'a giden Atrak'ın etrafında aileleri ile birlikte üç yüz bini a�an kalabalık bir Kıpçak kitlesinin bulunduğu zikrediliyor. ' 1 Kral, kayın pederi ve biraderlerini memleke­ tinin güzel bölgelerine yerleştirip onlardan kırk bin kişilik bir ordu kurarak askerlerini at, silah ve diğer malzemeler ile donatmıştı. Hatta beşbin Kıpçak çocuğunu da -Selçuklular­ da olduğu gibi- saraya alarak hıristiyan terbiyesi ile kendi muhafız kıtasını oluşturdu. Kral David ll, böylece Kıp­ çak-Gürcü ordusunun başında Azerbaycan'a, Karabağ'a (Erran), Şirvan'a ve Doğu Anadolu'ya akınlar yaparak Sel­ çuklulara karşı önemli başarılar sağlamıştır. 1 13 1120 yılında kral David II'nin oluşturduğu Kıpçak-Gürcü ordusu ile Gürcistan'da kışiayan Türkmenlere saldırdığı ve bu kalaba­ lık göçebeleri imha, esir ve kaçmaya mecbur ettiği anlaşılı­ yor. Böylece yaklll§ık dörtyüz yıl Müslüman Arap ve Türk Fatihlerinin elinde kalan, ilmi, dini ve hayır müesseseleri ile Türk-İslam medeniyet merkezlerinden birisi haline gelmiş olan Tif/is'i de 1 121 veya 1 122'de zapt ederek, burasını Gür­ . 1 14 cü Krallığının başşehri yapmıştır Yukarıda değindiğimiz üzere, Kral David II, Türklere karşı kazandığı zaferler ve başardığı önemli işlerden sonra, Karabağ ve Azerbaycan'a yönelmiş ve başında bulunduğu Kıpçak ordusu ile birlikte 1 124 yılında İspir ve Oltu'ya ka­ dar ilerleyerek Şirvan-şahları vergiye bağladığı gibi Saltuk­ lu, Sökmenli, Mengücekli, Artuklu Beyleri ve daha sonra da Azerbaycan Atabeyliği ile devamlı bir mücadelenin temelle­ rini atmıştır. 1 1 5 Bu arada Haçhlara karşı önemli başarılar el­ de eden Mardin Artuklu hükümdarı İl-Gazi'yi de Tiflis ya­ kınlarında büyük bir bozguna uğratmayı başaran (Ağustos 1 12 Kı rzıoğlu, Yuktın Kür ve Çoruk ... , s. 1 12. 1 13 Brosset, I, s. 362. 1 1 4 Urfalı Mateos Vekayi-Namesi (952-1135) ve Papaz Grigor'un Zeyli (1136-1162), s. 270; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk lslDm Me­ deniyeti, İ stanbul, 1993, s. 270. 1 15 Bu mücadeleler hakkında geni§ bilgi sahibi olmak için bkz. Osman Tu ­ ran, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarih� İ stanbul, 1980, s. 6 vd, 19 vd, 62, 91, 105, 148; Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu'dD Türk Beylikleri, Ankara, 1990, s. 15 vd., 28 vd., 54, 71 vd., 81, 82.


58/ KlPÇAK TÜRKLERİ

1 122) David II Kafkas geçitlerini de ele geçirmek üzere ha­ rekete geçmiş bulunuyordu. Ancak 1 124 Temürkapı (Der­ bent) kumandanı kendisine bağlı Kıpçaklar ile Kral David Il'nin karşısına çıkmıştır. Böylelikle karşı karşıya gelen iki Kıpçak ordusundan David Il'nin emrinde bulunan Kıpçak­ lar, karşı cephede bulunan soydaıjları ile savaşmak isteme­ yip isyan etmesi üzerine Kral David Il bozguna uğrayarak 1 geri çekilmek zorunda kalmı§tır. 16 Kıpçaktarla Gürcüler arasındaki bu ihtilaf; İbn'ül-Esir'de de geçmektedir. Ancak İbnü'l-Esir karşıdakiterin de Kıpçak askerleri olduğundan 1 17 bahsetmez. Bu arada Hartli'de kışlık mahaller inşa eden Kıpçakla­ on Kür ve Çoruh havzasında kı§layan Türkınenlere saldır­ dıklarını ve Ahılkelek (Akşehir)'i işgal ederek Oltu'yu yak­ tıklarını ve Kral David'in 1125 yılında öldüğünü görmekte­ 1 18 yiz. Öte yandan Rus Knezi Vladimir Monomach'ın aynı yıl ( 1 125)'da ölümünden sonra Kıpçak başbuğu Atrak'ın da­ madının daveti üzerine geldiği Gürcistan'dan tekrar kendi yurduna döndüğü anlaşılmaktadır. Ancak onunla birlikte gelen Kıpçaklardan büyük bir kısmının geri dönmeyerek orada kaldığı ve bugünkü Kür, Çoruk ve Çıldır gölü havali­ sinde yaşayan Türklerin atalarını teşkil ettiği anlaıjılmakta119 dır. Kral Giorgi III (1 156-1184) zamanında Gürcü askeri gücünü meydana getiren Kıpçaklar, 1 177'e asi ordu komu­ tanı İvane Orbelian'dan kralı himaye etmek suretiyle başko­ mutanlığı devralan ünlü Kıpçak başbuğu Kubasar ile haki­ miyeti tamamen ele geçirdiler. Anası tarafından Kıpçak olan güzel Kraliçe Thamora ( 1 184-1213) döneminde Gürcü devleti, kuzeyden Kıpçaklar başbuğunun kardeşi Sevinç ida­ resinde yeni Kıpçak kütlelerinin ülkeye gelmesi ile de (ikin­ ci büyük göç: "Yeni Kıpçaklar") askeri ve siyasi alanda tari116

B rosse t, a.g.e, I, s. 365 vd. 117 İbnü'l-Esir, El-Kamilfi't-Tarih, X, Beyrut, 1979, s. 615-616. 1 18 Brosset, I, s. 369-370. 1 1 9 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 84; Kırzıoğlu, Kars Tari­ hi, ı, s. 376-377.


KJPÇAK TÜRKLERİ 1 59

hinin en parlak çağını yaşamıştır.120 Ancak bu sırada Kara­ hıtay baskısıyla Türkistan'dan göçederek denizdeki kumlar misali Azerbaycan ve Karadağ'ı dolduran Türkmenler, Kıp­ çaklar eliyle gerçekleştirilen Gürcü yayılmasını önemli ölçü­ de durdurdukları gibi, bizzat bu krallığın tograklarına karşı da yeniden akınlar yapmaya başlamışlardı. ı ı Buna rağmen Gürcülerin Kıpçaklara dayanarak faaliyetlerini devam etti­ rip 1207 yılında Erzurum'a girdikleri gibi, 1210'da da döne­ min önemli Türk-İslam merkezlerinden birisi olan Ah/at ön­ 122 lerine kadar ilededikleri anlaşılmaktadır. Bu arada Sel­ çuklu döneminin tanınmış şahsiyetlerinden Azerbaycan Atabeyliği (1 146-1225)'nin kurucusu, İl-Deniz 123'in de Kaf­ kaslardan gelmiş bir Kıpçak Türkü olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bu faaliyetlerde gösterilen başarının temelin­ de yatan Kıpçak unsurunu görmek istemeyen Avrupalı ta­ rihçiler Türk-İslam dünyasını arkadan vuran söz konusu Gürcü taarruzlarını "Gürcülerin Haçlı Seferleri/La Croisade Georgiens" olarak nitelendirmektedirler. 124 Ancak 1225'de ölen Atabey Özbeg'in ülkesini ele geçirerek yeni bir devlet te§kil etmek için harekete geçen ve ilk iş olarak Gürcistan üzerine yürüyen Celaleddin Harezmşah karşısında, daha önce yakın ilişkilerin etkisiyle Gürcü ordusunda yer alan yirmi bin civarında seçme Kıpçak askerinin cepheden çekil­ mesi nedeniyle yaklaşık bir asır başşehirlik yapmış Tiflis'i dahi kaybederek (1226) Doğu Anadolu ve Azerba�can'daki Türk varlığı için artık bir tehlike olmaktan çıkan 1 5 Gürcüı.ıu

Brosset, I, s. 363 vd; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri, s. 38; Rasonyi, ''Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten /JI/11-12, s. 414; Salim Cöhçe, "Dpğu Karadeniz Bölgesinin Türkleşmesinde Kıpçaklann Rolü", l. Tarih B unca Karadeniz Kongresi Bildirileri (13-17 Ekim 1986), Sam­ sun, 1 988, 48 ı . 1 11 Turan, Selçu ular Tarihi ve Türk İstam Medeniyeti, s . 272, 272. ıı.ı Turan, Doğu dolu Türk Devletleri Tarihi, s. 107; Kırzıoğlu, Yukan Kür ve Çoruk . . . , s. 1 2. 11' Mirza Bala, "İl-Deniz", IA.(M.E.B), V/2, İstanbul, 1997, s. 96 1 -964. 1 14 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk istam Medeniyeti, s. 272. ıı• Alaaddin Ata Melik Caveyni, Tarih-i Cihan G(qa, (çev: Mürsel Öztürk), Ankara, 1999, s. 362-363; Aydın Taneri, Harezrrqahlar, Ankara, 1993, s. 65-68; Cöhçe, s. 481-482.


60 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

lerin yükseli§inde Kıpçakların oynarlıkları rolün önemini in­

kar etmek mümkün değildir.

Tiflis'in Celaleddin Harezm§ah tarafından zapt edilme­

siyle Gürcistan Harezm§ahların idaresine geçince haliyle

K.ıpçak-Gürcü münasebetleri de siyasi olarak sona ermi§tir.

e-Kıpçaklar ve Harezmşahlar Harezm'de hüküm süren hanedanların İslam öncesi

çağlardan beri ta§ıdıkları ünvana

Harezm§ahlar

sı, tarihte ilk ve son olarak Anuş

Tigin

denmekte­

dir. Fakat Harezm'in büyük bir imparatorluk merkezi olma­ (Tegin)'in çocukları

zamanına rastlar. Bu sebeple "Harezm§ahlar" adı bu Türk

hanedanının kurduğu devlete ad olmu§126 ve 1097 tarihin­ den itibaren Harezm§ahlar devri ba§lamı§tır.

Kıpçaklar ile Harezrn§ahlar arasındaki ili§kilerin aktif

olarak XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ba§ladığı gö­ rülse de Harezm bölgesine bir kısım Kıpçak kabilelerinin ·

daha önceden gelip yerle§tiği anla§ılmaktadır.

Harezm§ahların seçkin devlet adamlarından biri olarak

kabul edilen İl-Arslan'ın oğlu Alauddin Teki§

(1172-1200)

devri genel olarak taht kavgaları ile geçmesine rağmen dev­ letin sınırlan doğuya doğru gittikçe geni§leme göstermi§tir. Onun bu döneminde devletin en büyük vazifelerinden birisi •

"kafir"lerle sava§mak ve onları Islam'a kazanmaktı.

127

Teki§, küçük karde§i Sultan-Şah Mahmud ile uzun mü-'

cadelelerde bulunmu§ ve bu arada Karahıtayların yardımını

almı§tır. Ayrıca Teki§ döneminde Sir-Derya'nın kuzey-dogu

bölgesindeki ge ni§ bir sahada Kıpçak,

Kanglı, Yimek ve Uran

vb. kabileleri adı altında Kıpçak topluluklarını görüyoruz.

Bu Kıpçaklar, artık XII. asnn sonlarına doğru "De§t-i Kıp­

çak" bütünlüğü içerisinde siyasi kudrete sahip Kuman (Kıp­

çak) topluluğu kalmayınca doğu tarafa kayan gayri müslim 126

V.V. Barthold, Four Studies On The History of Central Asia, (Translatecl From The Russian: V. and T. Minorsky), 1, Leiden, 1956, s. 30-3� M.F.Köprülü, "Harizmşahlar", lA, V, (M.E.B), İ stanbul, 1964, s. 279;. Z.V.Togan, "Harizın", IA , V, (M.E.B), İstanbul, 1964, s. 250-252 m Kafesoğlu, HareZfTilahlar Devlet Tarihi, Ankara, 1984, s. 93.

,


KIPÇAK TÜRKLERİ / 61

kabilelerdir. ݧte bu Kıpçak bölgesinin Teki§ döneminde Harezm§ahların emri altına alındığı ve Harezm§ahlann bu

kalabalık Kıpçak topluluğundan hem iktisaden hem de in­

san gücü bakırnından büyük faydalar sağladığı zikredilmek­ 28 tcdir. 1 Harezm§ahlar arasında bu noktayı en iyi kavrayan sultan,

Tekiş olarak bilinir.

Selçukluların ba§langıcından beri önemi bilinen, daha

sonra da Teki§'in oğlu Nasiruddin Melik§ah'ın vali olarak bulunduğu Harezm§ahlar zamanında önemli bir sınır şehri

olan

şehri, artık müslüman-Türk devletlerini gayrı

Cend

müslim Türklerden ayıran müstahkem mevkii olmaktan çı­ karak iki Türk alemini birle§tiren bir merkez haline gelmiş­

ti. Bu arada Tekiş tarafından Gur hükümdan Gıyasüddin'e

yazılan "Ocak

1181" tarihli mektupta Kıpçak ülkesine gidile­

ceği ve o tarafın işinin halledileceği bildirilmi§ti. Ancak

"Mayıs

1 181"

tarihli ikinci bir mektup öncekinin aksine Ka­

rahıtaylara kaqı olmak üzere, Kıpçaklardan

Uran kabilesi

reisi Alp-Kara'nın kalabalık miktarda bir Kıpçak kuvveti ile

Ccnd sınırlarına gelerek Harezmşah'a hizmet arz ettiği ve

kendisinin en büyük yardımcısı oğlu Kıran'ı Yuğur oğulla­

rından bir grupla birlikte Gürgenç'e yollayıp bütün kavmiy­

le hizmete hazır olduğunu bildirdiği, ayrıca Harezm§ahdan hıı kış ne yapması lazım geldiğini, bir tarafa hareketi icap

edip etmeyeceğini sorduğunu belirtmektedir. 129

Harezmşah, iyi niyetlerini bildirmek ve gerekirse yar­

dım sağlamak için gelen Kıpçak misafirleri en

iyi

şekilde

kıırşıladıktan sonra, bunların yanına Harezm'in büyük ku­

ınandanlanndan on tanesini katarak Cend'e, oğlunun yanı­

llll gönderdi. Vali Nasıruddin Melik§ah'a da idaresi altında­

ki eyaJet n kuvvetlerini toplayarak bu kumandanlar ve Alp Kara ile irlikte Karahıtaylara ait topraklan ele geçirmesini ve o kafir

rin oradan tamamıyla sürülüp çıkarılmasını veya

Imha edilm

ini emretti

(1181).

Neticede Barçınlıg-kent,

'" Kafesoğlu, "Harezm�ahlar Devleti", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 877; Ka­ fcsoğlu, Türk Milli Kiiltiirü, s. 1 80. ıı• V. V. Barthold, Moğol lstilast/Ul Kadar Türkistan, (haz: Hakkı Dursun Yıldız), İstanbul, 1981, s. 423-424; Fuad Köprülü, "Uran Kabilesi", Be/le. fm, Vll/26, Ankara, 1 943, s. 235; Kafesoğlu, Harezmşahlar Devlet Tarihi, •

0"\


62/ KlPÇAK TÜRKLERi

Sığnak gibi §ehirlerin yanısıra Karahıtay topraklan Harez­ me bağlanmı§ oldu. 130 1182 Kasımında Irak'a gönderilen bir mektupta da Kıpçaklardan yeni birliklerin devamlı olarak Türkistan'dan gelerek Harezm§ah'ın hizmetine girdikleri13 1 ifade edilmek­ tedir. Bu mektupta Alp Kara için (Razzakahu Allah iz­ ze'l-İslam) denmesinden onun müslüman olmadığı anla§ıl­ masına rağmen Harezm§ah devletine, müslüman olmayan Karahıtaylara kar§ı bu derecede yardımda bulunması dikkat 1 2 . çekicı"d"ır. 3 Harezm§ahlar devletinin doğu taraflarındaki Kıpçak komutanlarından Katır Bugu ile Teki§, 18 Mayıs 1 195'te kar§ı kar§ıya gelmi§lerdir. Ancak Harezm ordusundaki Uran Kıpçakları kar§ı tarafta yer alan akrabaları ile sava§­ mak istemeyerek Katır Bugu ile anla§tılar. Sava§ esnasında Uranlar mevkilerini terkederek ordunun ağırlık ve levazı­ matını yağmaladılar. Müslümanlar (Harezm§ah ordusu) he­ zimete uğradılar. Aradan kısa bir müddet geçtikten sonra Şubat 1 198 yı­ lında Harezm§ah Teki§ tekrar toparianarak Nisabur valiliği ile bütün Horasan i§lerinin ba§ına getirmi§ olduğu oğlu Kutbüddin Muhammed'i derhal merkeze çağırıp onu da ya­ nına alarak Sirderya'ya doğru ilerledi. Cend civarında Alp Direk'in arkasından gelmekte olan Katır Bugu ile kar§ıla§tı­ lar. Bu çatı§mada Kıpçaklar ağır bir hezimete uğradı. Katır Bugu Kutbüddin tarafından esir edilerek sultanın huzuruna çıkarıldı ve hepsi Harezm'e sevk edildi. 133 Netice itibariyle, Harezm§ahlarla beraber temasa geçen Kıpçakların yukarıda belirtilen iki çatı§ma istisna edilirse, Harezm ülkesinde kendileri için çok müsait §artlar bulduk­ lannda §Üphe yoktur. Yine bu iki anla§mazlık bir kenara bı­ rakılırsa, bozkır sahası ile derinle§en iyi münasebet, bilhassa Tekiş'in bir Kıpçak prensesi olan Terken Hatun ile evlenme1 30 Kafesoğlu, Harezrrqahlar Devlet Tarihi, s. 94. 13 1 Barthold, Moğol İstilasına Kııdar Türldstan, s. 424. 132

133

Kafesoğlu, Harezl?ljah/ar Devlet Tarihi, s. 94. Barthold, Moğol Istilasına Kııdar Türkistım, s. 426.; Kafesoğlu, Harezm­ şahlar Devlet Tarihi, s. 130.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 63

si üzerine büsbütün artarak, kalabalık, Kangb-Kıpçak kütle­ lerinin Harezm§ahlar ülkesine akın etmesini sağlamı§tır. n ı Kıpçaklar bu dönemde Harezm§ahlar devletinin yüksek as­ keri mevkilerini i§gal ve ordunun çekirdeğini olu§turan bir unsur haline gelerek bu devletin en belirli damgalarından biri olmu§lardır. 135 Kıpçaklar, Teki§ döneminde devlet için bir kuvvet iken daha sonra idarenin en önemli zaaflarından birini olu§tunnuştur. Kıpçak komutanların, Teki§'in son dö­ nemlerinden itibaren devletin ba§lıca askeri dayanakları sı­ fatı ile sivil idareyi hiçe saymaları ve nihayet bunlara daya­ nan Terken Hatun'un Alaaddin'e kar§ı takip ettiği rekabet ve husumet siyaseti, idare mekanizmasının bozulmasına, nüfuzunu kaybetmesine sebep olmu§, zulüm ve suistimal al­ tında inleyen halk Harezm§ahlar sülalesine karşı derin bir nefret ve infial beslemeğe başlamı§tır. 136 Her §eye rağmen Teki§'in, çoğuuluğunu Kıpçaklardan olu§turduğu yüz yetmi§ bin civarındaki ordusu kendisinden sonra uzun bir süre sava§ kudretini kaybetmemi§tir. Bu gü­ cün belli bir süre korunup devam ettirilmesi Terken Hatu­ nun ihtimamı neticesinde olmu§tur. Kumanda heyetinin ço­ ğunluğunu kendi akrabalarından (Kıpçaklardan) seçen ve onları himaye eden Terken Hatun'un böylece devlette sul­ tan kadar nüfuzlu bir sima olu§una hayret edilmemelidir.137 Bu §artlar altında Teki§'in oğlu Harezm§ah Muhammed önemli ba§arılar elde etmi§tir. Nihayetinde Harezm§ahlar imparatorluğu Çu havza­ sından Hind sahillerine, Kafkas dağlarına ve Bağdad yakın­ larına kadar bütün ülkeleri ihtiva etmek üzere geni§lemesi­ nin son noktasına ulaşmı§tı. Sultan Muhammed Harezmı.l4

Barthold "Orta Asya'da Moğol Fütuhatına Kadar Hıristiyanlık" (Al· mancada Osmantıcaya çev: Köprülüzade Ahmed Cemal), Türkiyat Mecmua , I, İ stanbul, 1925, s. 93; Köprülü, "Uran Kabilesi", Bel/eten, VII/26, s. 36-237; Kafesoğlu, Türk Milü Kültürü, s. 180; Turan, Selçuklu­ lar Tarihi v Türk islôm Medeniyet, s. 267. ıJ� Togan, "Harizm", İA, V,(M.E.B), s. 250-253; Kafesoğlu, "Harezmşahlar Devleti", T.D.E.K, s. 878-879. ıJt> Köprülü, "Harizmşah!ar" İA, V, (M.E.B), s. 279. 1 17 Cüveyni, Tarih-i Cihan GUşa, s. 306-308; Kafesoğlu, "Harezmşahlar Devleti", T.D.E.K, s. 880.


64 / KlPÇAK TÜRKLERİ

§ah'ın diğer İslam ülkelerini de imparatorluğuna bağlayarak "en büyük sultan" olmak hatta Çin'i zapt etme emelini güt­ tüğüne ve Anadolu, Şam ve Mısır'ı ele geçirmek istediğine dair rivayetler söz konusudur. Örneğin Harezm§ahların nü­ fuz ve kudreti 1215 yıllannda Afganistan ve İran sahaların­ da geni§lemi§, Gazne ve havalisi Alaaddin Muhammed'in hakimiyeti altına girmi§ti. 138 1215 yılından itibaren Harezm§ahların ba§ında bu dev­ letin son hükürridarı olan Celaleddin Harezmşah'ı görmekte­ yiz. Bundan önce olduğu gibi bunun döneminde de Kıpçak­ Iann Harezm§ahlara önemli katkıları olmu§tur. Kısaca be­ lirtmek gerekirse, Moğolların hala doğuda uğra§tıkları bir sırada Güreiiieri etkisiz hale getirerek, Moğol tahribatı kar­ şısında Türkistan'dan kopan sel misali Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya akan Türk dalgalarının göç yollarını emniyete alan Celaleddin Harezm§ah'ın önce Hindistan'a sonra da Doğu Anadolu'ya sığınınası sebepsiz olmayıp büyük ölçüde bu bölgelerde yaşayan Kıpçaklar ile alakalıdır. Nitekim onun Hindistan'da olduğu gibi, Doğu Anadolu'da Kıpçakla­ ra dayanmaya çalıştığı gözden kaçmamaktadır. 139

f-Kıpçaklar ve Selçuklular

XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren direkt olmasa da dalaylı olarak Kıpçaklada Selçukluların kar§ı kar§ıya gel­ dikleri görülmektedir. 1065 yılında, Alp Arslan'ın hanedana ve devlete ait i§­ leri düzene koyduktan sonra büyük bir ordu Aral Gölü böl­ gesi ve Hazar denizinin doğu kıyılarını dola§arak Oğuzlar ve Türklerin bir yurdu olan "Mankı§lağ" yarım adasına varıp "gayri müslim Türkler ile birle§erek çevre bölgeleri ve tüc­ carları yağma eden" Türkmenlerin, Kıpçaklara kar§ı seferler düzenlediği bildirilmektedir. Bu seferler esnasında kar§ı ta­ rafın otuz bin ki§ilik ordusunu bozguna uğratmı§ ve Kıpçak­ lardan pek çok ki§i ailelerini bırakarak Hazar denizinde bir ı:\8 Taneri, n• Cöhçe,

Harezrn.şahlor, s.

s. 482.

36-37.


KlPÇAK TÜRKLERi / 65

adaya sığınmıştır. Kışı da orada geçiren Alp Arslan, "Cazıg" adlı Kıpçak boyu komutanı Kafşıt/Kafşut'u itaat altına al­ mı!jtlr. Bu arada büyük dedesi Selçuk'un mezarını ziyaret amacıyla Cend, Sabran (Savran) şehirlerine ve Sırderya boylarına varan Alp Arslan'ı, Selçuklulardan ve Yabgu­ Oğuzlarından sonra burada hüküm süren Cend Hanı (Kıp­ çaktır) uzak mesafeden değerli hediyelerle karşılamıştır. Alp Arslan'ın bu Kıpçak hanına dokunmadığı ve iyi mu­ amelede bulunduğu zikredilmektedir. 140 1071 Malazgirt muharebesinde ise, bazı Kıpçak boyla­ rının paralı asker olarak yine Alp-Arslan karşısında, Bizans imparatoru Romen Diyojen'in yanında yer aldıklarını görü­ yoruz. Selçuklular ile Bizansidar arasında geçen bu savaşta Bizans ordusunu kendi askerinden baıjka Bulgar, Alman, Frank, Gürcü, Hazarların yanı sıra, Peçenek, Uz, Kıpçak (Kuman) gibi şamani Türk ücretli askerleri olu§turuyordu. 141 XII. yüzyılın baıjlarında ( 1 109-1 1 10) Gürcü kralının ün­ lü Kıpçak komutanı Atrak'ın kızı ile evlenmesi neticesinde, Kıpçakları yanına çekmeyi b�ardığı ve bir türlü b� edeme­ diği Selçuklula,ra karşı Kıpçakların desteği ile karşı koyduğu tarihi kaynaklarca sabittir. Bu vesile ile de Kıpçakların Sel­ çuklulada kar§ı kar§ıya geldiği anla!}ılmaktadır . Gürcü kralı David II'nin daveti üzerine Gürcistan'a gelen bu yaklaıjık üç yüz bini aıjkın kalabalık Kıpçak kitlesinden kırk bin kݧilik bir ordu kurulmU§ ve askeri malzemelerle donatılmıştır. Böylece Kıpçaklardan büyük destek alan David II, onların desteğiyle Azerbaycan, Karabağ, Şirvan ve Doğu Anado­ lu'ya akın yaparak Selçuklutara karşı önemli başarılar el. r. 142 de etmı§ 140 Turan,

Se çuklu/ar Tarihi ve Türk lsUim Medeniyeti, s. 158-159 ; Kırzıoğ­ lu, Yukan-Kiir ve Çoruk . . . , s. 70. 141 Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İ stanbul, 1 993, s. 23; M. Altay Köymen, Alp Anlan ve Zomanı ll: "Selçuklu Askeri Teşkilatı", Ankara, 1983, s. 223-225, 239; Kırzıoğlu, Kars Tarihi, 1, s. 373. 142 Brosseı, 1, s. 362; K.ırzıoğlu, Kars Tarihi, 1, s. 376-377.


66/ KIPÇAK TÜRKLERİ

Gürcülere büyük destek veren Kıpçaklar, Gürcü ordu­ su ile yaptıkları ittifak neticesinde 1 12l'de Berduj (Borçalı) Çayı boylarını ele geçirerek Kür'den Bana (Penek)'ya kadar hakim oldular. Kıpçaklardan olu§an ordunun bir kolu Bar­ da (Berde) üzerine vardı. Tebriz'de oturan Selçuklu Melik'i ile Artuk oğlu İlgazi'nin ordusunu 18 Ağustosta Manglis (Tiflis'in batısında ve Algetsuyu ba§lannda) ve Did-Gorni' de bozguna uğrattılar. Kıpçak ağırlıklı bu ordunun daha sonra Tijlis'i alarak merkez yaptığı, Şirvan'ı' da istila ederek burada müslüman Şirvanlar hükümeti sülalesini haraca bağladığı zikredilmektedir. 143 . Daha sonra yeni gelen kuvvetlerle sayılan elli bini bu­ lan Kıpçaklar "Ran (Aran) Atabek"i olan Selçukluların Azerbaycan ve Aran emiri Ak-Sonkur idaresindeki orduyu yendiler. 1 124 babannda yeni bir hızla istila hareketlerine gırı§en Kıpçaklar, Nisan ayında Dmanis (Toma­ nus{fomanıs) şehrini alarak sırasıyla Somkhet (Da§ir) kale­ leri, Terunakan, Kavazin, Norberd (Yeni Hisar), Ma­ nas-Gommi (Manas-Komu/Kışlağı) ve Nalıncakar (Kalınca kaya) bölgelerini zapt ettiler. Haziranda ise Ahıl-Kelek ve Çı/dır bölgelerine yürüdüler, Buralan da ele geçirdikten sonra Kola (Göle) ile Erzurum'u İspir'e kadar alıp 0/tu'ya ulaştılar. ı44 Ol tu ve İspir bölgeleri ile Çoruk boylan Erzu­ rum Emirliği'nin elinden çıkınca, Kür ve Çoruk boylarında­ ki boşalan yerleri müslümanlara karşı gereği gibi koruyabil­ mek için Kıpçakların aileleriyle birlikte buralardaki kalelere yerleştirildikleri anla§ılıyor. Bu tarihlerden itibaren bu böl­ gelerin Kıpçaklara yurt olduğunu görmekteyiz. 145 Bazı Kıpçak gruplan Gürcülerle bera:ber olarak Sel­ çuklulara kaT§ı koyarken, o dönemlerde bir takım Kıpçak kabilelerinin de Selçuklular ve diğer Türk devletlerine yar­ dımlarının dakunduğu anla§ılmaktadır. Örneğin XI. asrın sonlarında Kirman Selçuklularında bir Kıpçak kumandanı 10

Kı rzıoğlu, Kars Tarihi, ı, s. 377; Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk lswm Medeniyeti, s. 239-240.

1� Brosset, ı, s. 362-369. ı•� Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 165-166; Kırzıoğlu, Yukan-Kür ve Çoruk . , s. 1 18-120; Kırzıoğlu, Kım Tarihi, ı, s. 379-382. . .


KlPÇAK TÜRKLERi / 67

rol oynuyor; Artuldu Devleti 1 120 yılında Meyyatarıkın'da bir Kanglı emirini vali bulunduruyordu. Musul havalİsinde Şehrizur kalesini merkez yapan Arslanta§ oğlu Kıpçak emiri de bu dağlık bölgede müstakil bir beylik kurmll§ ve Türk­ menler arasında da önemli bir nüfuza sahip olmu§tur. Mu­ sul atabeği "İmadeddin Zengi" ( 1 127-1146), onun hakimiye­ tine son vermek isteyince yakınları kendisine Kıpçak emiri­ nin kuvveti ve sıkı§ınca memleketini Selçuklu Sultanı Me­ sud'a teslim edebileceği fikrini ileri sümıü§ler. Bununla be­ raber Atabeg kararından dönmemi§; birkaç çarpı§ma so­ nunda 1 140 yılında teslim olmu§; emir Kıpçak ve evlatlan XIII. asrın ba§lanna kadar Atabegler hanedaruna hizmet etmi§lerdir. 146 Ayrıca son Selçuklu hükümdarı Sultan Tuğ­ rul'un ( 1177-1194) ordusunda on bin civarında Kıpçak süva­ risinin bulunduğu zikredilmektedir. Türkiye Selçukluların­ da, ordunun esasını toprağa bağlı sipahiler olu§turmakla be­ raber, ücretli Müslüman ve Hıristiyan askerlerin r,anında Kıpçak kıtalarının da varlığından bahsedilmektedir. 47 Yine Selçuklular döneminde özellikle XII. Asrın ikinci yarısında Kıpçak köle ve cariyeleri kuzeyden İslam ülkelerine sevk edilmi§ ve bu büyük yolun en önemli kav§ağını da Sivas olllljturmu§tur. 148 Ayrıca Anadolu'nun bazı §ehirlerindeki "Gulam-Juine"(köle mektep)lerde Selçuklu sarayı, ordusu, devlet büyükleri ve zenginlerin konaklan için sarı§ın Kıpçak çocukları tahsil ve terbiye görerek seçkin köle ve cariyeler yeti§tiriliyordu. 1 49 Öte yandan Karahıtaylar, Türkistan'ı ݧgal ve hakimi­ yetleri altınf alınca Türk göçlerinin sıkla§tığı görülüyor. Azerbaycaı;t ve Karabağ'da göçebe Türkmenler çoğabp Gürcistan'� kar§ı akınlar yapıyor; bazen galip bazen de mağlup ol ordu. Koffi§U Türk devlet ve beylikleri de Gür-

y

146 İ bnü'I-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, XI, s. 75-76. 1 47 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk ls14m Medeniyeti, s. 275; M. Altay Köy­ men, Tuğrul Bey ve Zamanı, İ stanbul, 1976, s. 105-1 15. 148 Claude Cahen, Osmanlılardan 6nce Anadolu'dıJ Türkkr, İ stanbul, 1994, s. 168; Turan, Selçuklular ve ls14miyet, İ stanbul, 1 993, s. 1 19-120. 149 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk ls/4m Medeniyeti, s. 273.


68 / KJPÇAK TÜRKLERİ

cü-Kıpçak istilalarına kar§ı birle§ip intikam alıyorlardı.

Anası tarafından Kıpçak olan güzel kraliçe Thamara zama­

nında

(1 184-1213) ovalar, yarıla ve dağlar denizdeki kumlar gibi Türkmenle doldu ta§tı. 1 0 Türkmenler Gürcistan'a de­ vamlı akınlar gerçekle§tirip esir ve ganimetler elde ediyor­ lardı.

Buna rağmen Gürcülerin Kıpçaklara dayanarak faali­

yetlerini bir süre daha devam ettirip 1207 yılında Erzurum'a, 1210 yılında da Ah/at önlerine doğru ilerledikleri anla§ıl­ maktadır. 1 5 1

Alaaddin Keykubat I zamanında Kıpçakları bir kez da­ ha Selçukluların kar§ısında görmekteyiz. Moğollar Türkis­ tan, İran, Azerbaycan ve Kafkasya'dan sonra Kıpçak ilini is­

tila edip Kıpçaklan imha te§ebbüsüne giri§ince, 1223 yılı ­ ba§larında Kırım sahilinde büyük ticaret §ehri Suğdak'ı 152 i§ gal ettiler. Halkın önemli bir kısmı dağıldı. Bir çok tüccar ve zengin, kıymetli e§yalarını ve servetlerini gemilere koyup Anadolu sahillerine çıkarak Selçuklulara sığındılar.

O

esna­

da kıymetli mallar ta§ıyan bir gemi de sahilde battı. Döne­ min hukukuna göre batan gemi ve içindeki mallar sahillere

sahip hükümdara ait olduğu için, sultanın bu suretle büyük bir servete kavu§tuğu rivayet edilir. 1 53 Suğdak §ehrinin bu is­ tila neticesinde perişan olması ve Moğolların buradan çekil­ mesinden sonra Selçuklulara tabi olan Rumların bu büyük ticaret §ehrine yerle§me faaliyetlerinde bulunmaları ile Kıp­ çak ve Ruslara ticaret için gidip de Karadeniz sahilinde çe­ §itli tecavüz, yağma ve bir takım çapulcu hareketlerden

muzdarip olan tüccarların durumlan Keykubad'ın kulağına

gidince, bu ticaret yolunu emniyete alıp oradaki sıkıntıları ·� Cöhçe,

s. 481. 1 � 1 Kırzıoğlu, Yukan-Kür ve Çoruk . . . , s. 102; Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 107; Sümer, Doğu Anadolu'da Türk Bey/i/deri, s. 71-82. 1'2 XIII. XIV. Yüzyıllarda önemli bir ticaret merkezi, münbit topraklı, ma· mur bir şehir olan Suğdak, gittikçe önemini kaybetmiş ve XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde sıradan bir yerleşim merkezi haline gelmiştir. (P. Minas Bıjışkyan, Karadeniz Kıyılan Tarih ve Coğrafyası, çev: Hrant D. Andreasyan, İstanbul, 1969, s. 98.) 1�3 İ bnü'I·Esir, el-Kamilfi't-Tarih, XII, Beyrut, 1982, s. 388.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 69

gidermek için Keykubad, deniz-aşırı bir sefere karar ver. dı. 154 Keykubad, bu sefere Kastamonu Uç Beyi Hüsameddin Çoban'ı görevlendirdi. Hüsameddin Çoban, kumandası al­ tında bulunan askerleri gemilere bindirerek Hazar Denizi­ ne (Karadeniz) açıldı. Türk donanrnası karşı sahile çıkarak Suğdak şehrini istila edip, Kıpçak ve Rus beylerini itaat altı­ na aldı. Kıpçak Hanı Türk ve Ruslardan oluşan on bin kişi­ lik bir ordu hazırlayıp karşı koymak istedi ise de bu fayda vermedi ve beş bin dinar "nal-baba" ücreti ile tabiiyeti kabul etmek zorunda kaldı. Bu $rumu öğrenen Rus prensi ken­ disinin de Selçuk ordusu ile başa çıkamayacağını anlayınca özel hediyelerle Hüsameddin Çoban'a bir elçi göndererek ı ss tabiiyetini bildirdi. Selçukluların Suğdak hakimiyeti Moğolların 1239 yılın­ da buraya tekrar gelişlerine kadar sürmüştür. 156 Daha önce­ leri olduğu gibi bu tarihten sonra da Selçuklular yıkılıncaya kadar, Selçuklu ordusunda Kıpçakların küçümsenemeyecek derecede önemli bir yere sahip oldukları anlaşılıyor.

g-Kıpçaklar ve Moğollar Gürcüler vasıtasıyla veya Rus baskısıyla Kafkaslan aşıp Karadeniz'in doğusuna ve Azerbaycan'a yerleşerek önemli hadiselere karışan Kıpçakların da Türklük alemi için büyük bir felaket haline gelen Asya'daki Moğol yükselişinden kısa sürede etki" le eye başladıkları görülmektedir. Cengi orduları daha Türkistan seferine başlamadan önce, İrtiş boyunda Kıpçaklada karşı karşıya gelmişlerdi. Askeri gü nün büyük bir bölümünü Kıpçakların meydana

ı'4

r

İ bn Bibi, I, s, 302-303; Dogıqtan Günümüze Büyük IsLam Tarihi, VIII, İstanbul, 1988, s. 288; Ya,ar Yücel, Çoban-Oğullan Candar-Oğullan Bey­ likleri, Ankara, I 980, s. 38. 1'' İ bn Bibi, I, s. 304,310-333; M. Altay Köymen, "Selçuklu Hükümdan Bü­ yük Aliieddin Keykubad ve Anadolu Savunması", Be/leten, LII/205, 1 988, s. 1 539-1547. ı� Doğuştan Günümüze Büyük İs/Dm Tarihi, VIII, s. 288.


70 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

getirdiği Harezm§ah kuvvetleri ile Cengiz arasında §iddetli çarpı§malar olmu§tu. İdil nehri, hatta daha da batıya uza­ nan bütün bozkırların kendi kontrolünde olmasını isteyen Cengiz, 1220-1221 yıllarında Türkistan'ın zapbnı tamamla­ dıktan sonra 1222 ilk babannda Harezm§ah Muhammed'i takip maksadıyla Subutay ve Cebe Noyan idaresindeki iki tümeni, Gürcistan üzerinden Kıpçaklara göndermi§ti. m Bu seferle ilgili Rus kaynaklannda geçen bilgi, AN. Kurat ta­ rafından §U §ekilde aktarılmaktadır: "Subıitay-Batur ve Cebe-Noyan 'un kuwetleri Kııfkııslarda Derbent geçidi çevresinde, galiba Alanlar ve Kumanlar (Kıp­ çak/ar) tarafından kuşatılmış/ardı. Bunun üzerine Moğol ku­ mandan/an Kıpçak başbuğlanna adamlar ve hediyeler gönde­ rerek Moğollarla Kıpçak/ann aynı soydan olduklannı dolayı­ sıyla Kıpçak/ann Alanlarla birlqmemeleri gerektiğini, Moğol­ lann Kıpçak/ara hiçbir şey yapmayacaklarını bildirmi§ler. Ku­ man/ann başında duran Konçokoğlu Yuriy de buna kanarak Alanlardan ayrılmış. Bunun üzerine Moğol/ar, Alanlara saldı­ np mağlup etmi§ler ve daha sonra da ileri hareketlerine de­ vamla Kuban boyundaki Kıpçaklar üzerine yürümüşlerdi. Konçak oğlu Yuriy bozkırlara kaçamayarak Moğollar tarafın­ dım yakalanmış ve öldürülmüştü. Kıpçak/ann Kebekoğlu Da­ nül adlı diğer bir başbuğlan da ele geçirilmi§ ve öldürülmüştür. Bunun üzerine Kııfkas eteklerindeki Kuman Urug/an arasında büyük bir telaş baş gösterdi ve Moğallar onları Azak denizi kı­ y�larına doğru takip ettiler. Alanlar, Ahazalar ve diğer Çerkez zümrelerinin hepsi de Moğol/ara inkıyad ettiler. Bunun üzerine Kuban bolsundaki Kıpçak/ann birçoğu kaçarak Rus arazisine 1 8 geldiler". Moğol önlerinden kaçıp Ruslara sığınan Kıpçak ba§­ buğları ve bilhassa bunlar arasında bulunan Katyan ve Bastı Han, Moğol tehlikesinin büyüklüğünü Rus prenslerine anla­ tarak Moğolların kısa bir süre içinde Rus topraklarını da i§­ gal edebileceklerini belirtmek suretiyle onları Moğollara 157

ı:<a

Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk lslôm Medeniyeti, s. 274. İbnü'I-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, XII, s. 385-386; Kurat, Karadeniz Kuze­ yindeki Türk Kavimleri, s. 92; Aynı Yazar, Rusya Tarihi, s. 63.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 71

kar§ı birlikte harekete te§vik ettiler. Durumdan ciddi §ekil­

de endi§e duyan Rus prensleri Kiyefte bir toplantı yaparak

durumu aralarında tartı§tılar. Kıpçakların tek ba§larına bı­

rakıldıkları takdirde Moğollara yenilecekleri veya onlarla birle§erek Rus yurdunu eskisinden daha kötü bir §ekilde

tahrip edecekleri konusunda görü§ birliğine vardıktan son­ 59 Rusların

ra, hep birlikte hareket etmeye karar verdiler. 1

bu kararı Kıpçaklar üzerinde büyük etki yapıp Kıpçak ba§­

buğlarını oldukça sevindirmi§tir. Bunun üzerine Kıpçak ba§buğu Bastı Han'ın hemen hıristiyan olduğu da rivayet 160 edilmektedir. Alınan bu karardan sonra Rus prenslerinin bir çoğu­

nun kıtalarının da katılmasıyla olu§an Rus-Kıpçak ordusu

Moğolların üzerine yürüdü. İki taraf kar§ı kar§ıya gelince

Rus prensleri hemen saldırıya geçerek Moğolları geri sür­

düler. Sabutay-Batur ve Cebe-Noyan kar§ılarında bu kadar

büyük bir kuvvet bulunca ciddi bir varlık göstererneden

Don istikametine doğru geri çekildiler. Ruslar ile Kıpçaklar

Moğolların korktuğunu dü§ünerek onları takibe koyuldular.

Halbuki Moğol komutanının planı dü§manı imha edebile­

cekleri elveri§li bir yere çekmekti. Be§ günlük çekili§ ve ta­ kipten sonra Kalka nehri boyuna gelinince Moğollar olduk­ ça yorgun dü§en Rus-Kıpçak ordusunun üzerine saldırdı.

Mayıs

1223

31

günü cereyan eden sava§ta yirmi bin ki§ilik Mo­

ğol kuvveti kendisinden kat kat üstün olan Rus-Kıpçak or­ dusunu büyük bir yenilgiye uğrattı. 1 61 Çarpı§ma esnasında altı Rus prensi ölmü§ ve sadece Kiyef prensinin askerlerin­

den on bin ki

·

öldürülmü§tü. Esir edilen Kiyef prensi ile di­

ğer prensle tahtaların altına kanarak büyük bir i§kence ile 162 öldürüldül r. Kaynaklar bu sava§ta Rus ordusunun sade­ ce onda

irinin geri dönebildiğini, Kıpçakların kaybının

Ruslar ka ar olmadığını, çünkü Kıpçakların Moğollar kar§ı­

sında mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunu anlamalarından 1 �9 İ bnü'I-Esir,

XII, s. 387.

160 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki

Türk Kavimleri, s. 93 ; Tekin, a.g. e, s. 152. İ bnü'I-Esir, XII, s. 387-388; Rasonyi, Tarihte Türk/ük, s. 141-142; Gürün, I, s. 257; Sümer, Türk Cumhuriyeılerini Meydana Getiren Eller, s. 66 . 162 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 94.

16 1


12 1 KJPÇAK TÜRKLER i

sonra Ruslardan ayrılarak hızla Kiyef prensi arazısıne ve Balkaniara yöneldiklerini kaydederler. Bu arada Kırım'a sı­ ğınan Kıpçaklar takip edildiklerini anlayınca me§hur ticaret §ehri Suğdak üzerinden deniz yoluyla

Sinop

Jimanına çıka­

rak Karadeniz'in güney kıyılarına yayılmaya ba§lamı§lar­ dır.

1 63 Bu

maktadır.

tarihten itibaren Moğolların geri döndüğü anla§ıl­

Moğol taarruzu Kıpçakları büyük ölçüde yıpratmı§tı.

Moğolların bu saldırı ile yetinmeyerek yeniden gelecekleri dü§üncesiyle, batıya doğru bir Kıpçak göçü ba§lamı§tı. An­

cak seneler geçip Moğollardan ses seda çıkmayınca Kıpçak­

lar arasında Kalka yenilgisinin hatırasının yava§ yava§ unu­ tulduğu görülüyordu.

1223 yılında ülkelerine geri dönmü§ olan Moğolların

1237 yılında tekrar sahneye çıktıkları görülmektedir. Bu kez. kumanda Cengiz'in torunu Batu Han'dadır. Batu Han'ın ilk

hedefi Kama

Bulgarlan idi.

1223'deki seferden dönü§te, Ka­

ma Bulgarları Moğol ordularına baskın yapmı§lardı. İlk ݧ olarak bunun intikamını almak için Batu Han kuvvetleri 1237 yazında Bulgar ülkesini tahrip edip, §ehirlerini toprak

yığını haline koyduktan sonra, aynı yılın aralık ayında İdil nehrini buzlar üzerinden geçerek, Rus yurduna girdiler.

1238'de Rusya'nın kuzey kısmı tamamıyla Batu Han'ın eline

geçti. Moğolların hedefi yalnız Rus sahasını değil a(enı za­ manda Kuman-Kıpçak illerini de itaat altına almaktı. 64

Batu Han'ın 1239 yılında Kipçaklarla me§gul olduğu

anla§ılıyor. Bu defa Moğol orduları Kıpçak (Kuman)ların ba§lıca yığmak sahası olan Don-Doneç sahasına doğru yürü­

düler. Kalka muharebesinde adı geçen Kıpçak ba§buğu Kö­

ten

(Rus yıllıklarında Kotyan) hala hayatta ve Kıpçakların

en önde gelenlerinden idi. Özellikle Köten komutasındaki Kıpçakların Moğollara kar§ı §iddetle kar§ı koyduğu ve bir müddet dayandığı belirtiliyor. Ancak Moğolların hem çok­ luğu hem de sava§taki maharetleri kar§ısında fazla dayana16' 164

Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İsllim Medeniyeti, s. 274. Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 95-96; Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller, s. 68-69; Ayrı ca doğudaki Kı p­ çaklarla ilgili kayıtlar için bkz: Ögel, Sino-Turcica, s. 275-292.


KJPÇAK TÜRKLERİ / 73

mayarak başta Köten olmak üzere kırk binden fazla Kıpçak

Macaristan'a kaçtı. 165 Macar kralı Bela'nın

�ekilde karşıladığı zikrediliyor.

Kıpçakları iyi bir

Moğolların Doneç havzasında Köten kuvvetleriyle sa­

vaştıkları sırada bazı Moğol birliklerinin de İdil boyunda hareket halinde bulundukları ve bunun neticesinde A§ağı

İdil ve Don Boyu'ndan bir çok Kıpçak unsurunun, Orta İdil

boyuna, yani Bulgar yurdundaki ormanlık sahaya sığındıkla­

rı biliniyor. Bu suretle Moğol istilası, eski İdil-Bulgar ülkesi­

nin tamamen Kıpçaklaşması sonucunu vermiş ve eski Bul­

gar dili yavaş yava ortadan kalkarak, yerini Kıpçak Türkçe­ } sine bırakmıştır.16

1240 yılında

Karadeniz'in kuzey bozkırları, Kırım yarı­

madası ve güney bozkırları tamamen Batu Han'ın eline geç­

mi§ti. Buralarda yaşayan Kıpçakların bir çoğu sava§lar esna­

sında ya öldürülmü§ ya da kaçmı§tı. Geride kalan ve Moğol

hakimiyetine giren kısım ise, yeni başbuğlar eline verilerek

yeni göç sahalarına gönderilmiş ve Kıpçak beyleri artık bu­

raların hakim zümresi olmaktan çıkarak, Altınordu'nun te­

mellerini oluşturmaya b�lamıştır. 167 Moğolların önünden

kaçan Kıpçakların bir kısmı daha önce belirttiğimiz gibi Macaristan'ın yanı sıra diğer Balkan topraklarına gitmiştir.

Bazı Kıpçak gurupları da Gürcistan ve İran taraflarına gide­ rek Kafkasların Türkleşmesinde önemli rol oynamı§tır. Bu­

nunla beraber Karadeniz kuzeyindeki geniş bozkırlar asıl

bundan sonra Deşt-i Kıpçak diye anılarak kadar bu adla yaşamıştır. İki yiız

tan Kıpça

mekteydi.

XVIII.

yüzyıla

kadar Karadenizin kuzeylerini ellerinde tu­

ın siyasi hayatları Moğollar vasıtasıyla sona er­

pçaklar her ne kadar yerle§ik bir step impara­

torluğu kıjıramamışlarsa da çeşitli ülkeler üzerinde büyük etkileri olmuştur. ıu

Brelschneider-M.D, s. 70-71; Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Js­ lıım , V, s. 373; Rasonyi, Tarihte Türk/ük, s. 142; Kural, Karadeniz Kuze­ yindeki Türk Kavimleri, s. 96-97. 166 Kafesoğlu, Türk Mü/i Kültürü, s. 181; Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 97; Gürün, I, s. 257. 167 Safran, s. 19.


74 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Bundan sonra da sırasıyla Balkaniara giden Kıpçaklar, Moğol hakimiyeti altına girip Altınordu Devletinde önemli roller üstlenen Kıpçaklar ve Suriye ile Mısır'a giderek Mısır Memlilkleri'nde önemli başanlara imzalar atan Kıpçaklar üzerinde duracağız. 4- DOGU AVRUPA VE BALKANLARDA KlPÇAKLAR

a-Kıpçaklar ve Macarlar

Kıpçakların Doğu Avrupa'da ilk görünmeleri, Rus kay­ naklarına göre 1030-1050 yıllarındadır. 168 1060 yılından son­ ra Uzlail takiben Tuna boyuna doğru süratle ilerlemişler ve 1064'de Uzları Tuna'nın güneyine kovalamışlardır. Aynı za­ manda Kıpçakların Transilvanya (Erdel)-Macaristan yö­ nünde de ilerlediideri belirtiliyor. Dolayısıyla XI. yüzyılın sonlarına doğru, Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlar tama­ men Kıpçak (Kuman)ların eline geçmi§ bulunuyordu.169 Bu arada bazı Kıpçak boylarının Macaristan kralı Laszlo (1077-1095) zamanında, Karadenizin kuzey bölgelerinden Karpatlar Havzası'na gelerek adı geçen Macar kralının hi­ mayesine girdikleri ve eski Macaristan'ın farklı bölgelerine yerleştirildikleri, sonra da Slovakya'da otuzun üzerinde köy kurduldan rivayet ediliyor. Bazılarının da Avusturya'ya veya Morova'ya geçtikleri belirtiliyor.1 70 XI. yüzyılın sonunda Güney Rusya, Moldava ve Eflak bölgelerini tamamıyla ele geçiren Kıpçaklar, takip eden yıl­ larcia Bizans'a, Macaristan'a, Güney Rusya prenslik toprak­ larına, hatta onların sınırlarını a§arak Lehistan'a akınlar et168 TürkAnsiklopedisi, "Kıpçak", XXII, s. 40. 169

Rasonyi, "Ortaçağda Erdelde Türklüğün izleri", ll. Türk Tarih Kongresi

(20-25 Eylül 1937), İstanbul, 1943, s. 577-581 ; Kurat, Karadeniz Kuzeyin­ deki Türk Kavimleri, s. 73; Baştav, s. XI. 17° F. Eckhart, Macaristan Tarihi, (çev: İ. Kafesoğlu), Ankara, 1949, . s. 36-37; Yusuf Blaşkoviç (Kumanoğlu), "Çekoslovakya Topraklarında Es­ ki Türklerin izleri", Reşid Rahmeti Arat için, Ankara, 1966, s. 344-345.


KlPÇAK lÜRKLERİ / 75

tiler. Bu dönemde bu bölgelerde aktif ve devamlı akıntarla uğra§anların büyük çoğunluğunu, Kıpçakların beş bölüğün­ den biri olan Tuna bölüğü Kıpçakları oluşturuyordu. 1091'de Macaristan'a akınlar düzenleyerek Macar top­ raklanna giren Kıpçaklardan171 Tuna bölüğüne mensup olanların bir kısmının XII. asrın ilk yıllannda Macaristan'da askerlik hizmetinde bulundukları belirtiliyor. 112 1099 yılında Bonyak (Benek) komutanlığındaki bir Kıpçak ordusu Rus prenslerinin Macarlara kar§ı yaptıklan bir seferde Ruslann yanında yer almış ve Rusların galip gel­ mesinde Kıpçak komutan Bonyak'ın büyük rolü olmuştur. Bu tarihlerden itibaren XII. Yüzyıl boyunca Kıpçaklar ile Macarlar arasında geçen olaylar fazla bilinmemektedir. Bu dönemde Kıpçaklar muhtemelen Dnestr boyları ve Tu­ na'nın a§ağı tarafianna kadar göç ederek normal hayatlarını devam ettirmi§lerdir. Bu sıralarda o bölgede Kıpçaklara baskı yapacak herhangi başka bir göçebe Türk boyu da kal­ mamı§tı. Daha önce de değindiğimiz gibi Kıpçaklardan bir çoğunun Macaristan'a gittiği ve Macar kralları tarafından çeşitli bölgelere yerleştirildiği biliniyor. Onlar, Macar kralı­ nın ordusunda atlı asker vazifesi görüyorlardı. Hatta 1132 yılında Çek kralının Alman imparatoruna İtalya seferi esna­ sında, Kıpçaklardan oluşan bir kıta gönderdiği malumdur. Bohemya'da Kıpçaklar bulunmarlığına göre, bu kuwetlerin Macar kralına ait olduğu anla§ılıyor. Çok daha sonraları, 1203'de Alman imparatoru Otto IV'nun Türingiye'deki kuwetleri arasında Kıpçakların bulunduğu belirtiliyor. Bun­ �arın da M ristan'dan gelmiş olmalan büyük ihtimaldir. 173 Işte bu §e lde Kıpçakların batıdaki kolları devamlı Maca­ ristan'a k ymlljlar ve orada kralların askeri hizmetine gire­ rek yerleş?k hayata geçmi§lerdir. 1239 fılında �oneç havzasında Batu �an önderliğinde­ ki. Moğol ordusu ıle Kıpçaklar arasındakı çarpışma sonu­ cunda, Kıpçak ordusu mağlup olmuş ve Kotyan (Köten)

?!

171

Kossanyı Bela, s. 127; Kafeso�lu, Türk Milli Kültürü, s. 178. Re§id Rahmeti Arat, "Kıpçak", lA, VI, (M.E.B), İ stanbul, 1967, s. 713-716; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 179; Safran, s. 15. 17.1 Eckhart, s. 48-49; Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 8 1 -85.

ın


76 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

ba§kanlığında kırk binin üzerinde Kıpçak Macaristan'a sı­

ğınmı§tı. Böylece Macaristan'a azımsanamayacak miktarda Kıpçak nüfusunun daha girdiği anla§ılmaktadır.174 Macaristan kralı Bela, Moğolların sava§ usullerini iyi

bilen Kıpçak hafif süvarisinden faydalanarak, Kıpçakları Moğollara kar§ı kullanmak istiyordu. Halbuki Moğol ordu­

suna Kıpçakların doğudaki üç veya dört grubundan binlerce

süvarİ katılmı§tır. Moğol ordusundaki süvarilerin Türkçe

bilmesi, Avusturya prensi Fridrik Badenberg'in Macarlar

tarafındaki Kıpçak Ham Köten'in Moğol casusu olduğu yo­ lundaki iddiasını destekliyordu. Galeyana gelen halk ma­

sum Köten'i parçaladılar. Bunun üzerine Kıpçaklar, Moğol­ lar ile Macarlar arasında vuku bulan büyük mücadeleden

önce Macar ordusundan ayrılarak Macaristan'dan Balkan­

Iara doğru çekildi ve Macar ordusu Moğollar kar§ısında yal­ nız kaldı. Macar ordusu eski süvari taktiğini unuttuğu için, hafif Moğol süvarİsinin ok yağmuru altında hezimete uğra­

dı. Büyük nüfus kaybına uğrayan Macaristan'ın yeniden

toplanmasında Kıpçakların büyük rolü olmu§tur. Çünkü Moğolların geri çekilmesinden sonra Macar kralı Bela hata­

sını aniayarak Kıpçakları memleketine tekrar kabul etti. 1 75

Özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren nüfusu

seyrekle§en Macaristan'da Kıpçaklar büyük askeri güç hali­

ne gelmi§lerdir. Ülkenin üçte biri Kıpçakların idaresi altına

geçmi§ti. Macaristan'a kabul edilmesinin ilk §artı Hıristiyan­ lığı kabul olduğu halde bu sözde kalmı§tı. Kıpçaklar eski

inançları üzere duruyorlardı. 176 Kıpçakların ülkedeki bu et­ kinliği kendilerini §ımartmı§tı. Mac�ar da bu durumdan

rahatsız oluyorlardı. Bu nedenle memleket içinde iç karı§ık­ lıklar arttı. Şu veya bu tarafı tutma §eklindeki iç çeki§meler

yüzünden memleketin Macar ve Hıristiyan karakteri tehli­

keye girrni§ti. Macarlar aleyhine batıda haçlı seferi hazırlık­ larına ba§lanıyordu ki,. Kral Laszlo

ten Han'ın torunu) içlerinde 1

74

IV. (ana tarafından Kö­ Uzur, Alpar ve Tolun un da bu'

Eckhart, s 49, 64-65; Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, III/11 -12, s. 41041 1 . m Rasonyi, Tarihte Türk/ük, s. 142; Eckhart, s . 49-50; Özyetkin, ll/6, s. 20. 176 Eckhart, s. 54-55; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdo/ci Vorisleri, s. 35.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 77

lunduğu yedi Kıpçak oymak başkanı ile toplanarak Kıpçak­ ların belli bir düzene sokulup bazı kurallar getirilmesi konu­ sunda anlaştılar. Bu anlaşma ve "Teteny Kurultayı" kararları uyarınca Kıpçaklar, Hıristiyan olmayı, göçebe hayatı bırak­ mayı, ev yapmayı, Hıristiyan esirleri serbest bırakmayı kabul ettiler. Bu anlaşma sırasında Kıpçaklar eski geleneklerine uyarak başlarını traş etme müsaadesi aldılar. Bu kanunla, Kıpçakların yerleşme alanı da Tuna ile Tisa nehirleri ve Maroş-Temeş ırmakları arası olarak tespit edilmiştir. Ka­ rarlardan memnun olmayan Kıpçaklar ayaklanarak Moldva

tarafından akın eden Oldamur Han'a tabi oldular. Olda­ mur'un akını başarısızlıkla sonu lanınca, Kıpçaklada ilgili alınan kararlar yürürlüğe kondu. 1 7

XV. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde hala bir kı­

sım Kıpçaklarda eski inançlarının devam ettiği anlaşılıyor. Ancak zamanla onların da Macar hayatına intibak ettiği an­ laşılıyor ve 1470'de Dnyester havalİsinden Macaristan'a ge­ len Kıpçak zümrelerinin de Macarlaştığı verilen bilgiler ara­ 178 sındadır.

XVI. yüzyıldan itibaren Kıpçakların tarihi Macar tari­

hine kanşmakta ve bu gün onlar köklü Macar olarak kabul edilmekte iseler de, onların işgal ettikleri sahalardaki yer adları, eski arşiv belgelerinden tesbit edilen şahıs adları ve hatta günümüzde kullanılan bazı soy adları onların Türk ol­ 179 duklarına şahitlik etmektedir.

(

b-Kıpçaklar ve RomenZer

p � karışık

Balk nlarda yaşayan milletler içerisinde komşularına oranla e

millet Romenlerdir. Bunların atalarının

Arnavutluk yakınından, Ohrid gölü çevresinden çıktıklan 177 Eckhart,

s. 65-66, 7 1 ; Tekin, s. 155-156; Rasonyi, " Tuna Havzasında Ku­ manlar", Belleten, lll, 1 1-12, s. 411-412 178 Rasonyi, Türk Devletinin &tıdaki Varisleri, s. 35-36; Aynı yazar, 'Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, l ll/11-12, s. 412. 179 Rasonyi, Tarihte Türlclük, s. 143.


78 1 KlPÇAK TÜRKLERI

sanılmaktadır. Arnavutlada akraba olan ataları, dillerindeki

Latin unsurları oradan almışlardır. O bölgeden Balkaniara dağıldıktan sonra, en son Tuna kuzeyine yerleşmi§lerdir. Bir kısım Romen bilim adamlan bu görü§e karşı çıkarak,

Dako-Romen

kavminin devamldığı tezini ileri sürerler. Bu

teze göre Romenierin atalan Dak (Daç)lar ile onları ezen Romalılardan oluşmaktadır. Ve bugünkü Erdel'de sürekli olarak oturmu§lardır. Ancak Roma'nın, Tuna kuzeyindeki ülkeleri terk etmesinden sonra bu bölgeleri sıra ile Gotlar, Hunlar, Gepidler, Avarlar i§gal ettiler. Romenierin atalan orada ya§ıyor olsalardı, dillerinde Got ve Gepid tesirleri gö­ rülmesi gerekirdi.

180

Eski çağlarda, bölgenin eski yer adları Türklere, Ma­

Erde/'de XIII. Yüzyıldan itibaren zikrederler. Bugünkü Romen ovası carlara ve Slavlara aittir. Kaynaklar Romenieri

Hunlardan itibaren, atlı Türk halklannın bir ülkesi idi. Slav­ lar güneye sızmaya ba§ladıklan zaman, Avarlar ve Bulgar Türkleri burada Slav hakimiyetinin te§ekkülünü önlediler. Ancak Bulgar Türkleri'nin kendileri de Slavlaştıklan za­ man, Romanya ülkesi de kuvvetli bir Slav tesirine maruz

kaldı. ısı

Romanya'da bilhassa son yıllarda arkeoloji, tarih, dil,

folklor ve etnografya alanJannda yapılan ara§tırmalarda Romenierin muhtelif asırlarda Türkler ve Türk medeniyeti ile temas halinde olduğu ve bu insanlardan etkilendikleri tespit edilmiştir. Moldavya, Eflak, Transilvanya (Erdel) ve Dobruca gibi Romen topraklan Türkler ve Türk Medeniye­

IX-XIII. yüzyıllarda bulunmu§lardır. Bazı Peçenek Türkleri Moldavya'nın gü­ neyine IX. Yüzyılın sonunda, bazılarına göre ise X. Yüzyılın ti ile ilk temasta

Romen tarihçilere göre

başında yerleşmişlerdir. Romanya topraklanna ilk yerleşen Türkler grubunu oluşturan Peçenekler,

1036-1048

yıllan

arasında Moldavya'nın kuzey kısmına yayılmışlar ve Ef­ Jak'ın bulunduğu bölgeye ancak 180 181

Rasonyi, Tarilı/e Türlclük, s. 147.

976-1000

yılları arasında

Gürün, s. 258; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Vıırisleri, s. 4 1 .


KıPÇAK TÜRKLERİ f 79

girmi§lerdir. Hemen hemen aynı dönemde Tuna nehrinin 2 güneyine de yayılmı§lardır. 1 8 Peçenek ve Oğuzlardan sonra Kıpçakların Xl. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Harezm'den Tuna nehri kıyısında­ ki "Demir Kapılar" mevkiine kadar uzanan geni§ bir ınıntı­ kayı zapt edip Dobruca'nın güneyine ve Karadeniz bölgele­ rine, Deli-Orman taraflanna kadar yerle§tikleri belirtilmek­ tedir! 83 Kıpçakların Karpat-Tuna bölgesindeki hakimiyeti büyük Moğol istilasına (1241) kadar, yani hemen hemen iki asır sürmü§tür. Kıpçak (Kuman)lar diğer Türk kavimlerinin aksine hakimiyetlerinin sonuna doğru kitle halinde Hıristi­ yan olmu§lardır !84 Ancak Dobruca bölgesindeki ve diğer Türk kavimJeriyle iç içe y�ayan Kıpçakları dı§anda tutmak gerekir kanaatindeyiz. Romenierin Balkanlarda ve bilhassa Eflak'ta ve Mol­ davya'da Peçeneklerle ve daha sonra da Kıpçaklada bir ara­ da y�adıklan kesindir. Kıpçaklann zamanında buralara "Kumania" denildiği bilinmektedir. Romen tarihçi Filitti, "Kumania"nın Kuman tabakası ile onlara tabi Romen topra185 ğı olduğunu kabul eder. Romenler tarafından i§gal olunan sahaların yerle§me tarihinde ve hatta Romen devletinin te§ekkülünde Türkle­ rin büyük rolü olduğunu Romen §ahıs isimlerinin incelen­ mesi teyit etmektedir. Eflak ve Boğdan ırmak adlarının bü­ yük kısmı Türkçedir. Bilindiği üzere yerle§me tarihi bakı­ mından ırmak adlan birinci derecede önemlidir. Ayrıca Ro•

ısz

f

Mehme :Ali Ekrem "Türk Medeniyetinin Romen Ülkelerinde izlerine Dair B Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildiri/eri, (Ankara, 1 1-15 E 'm1976), Ankara, 1983, lll, s. 1709. 183 Müste b Ülküsal, Dobruca ve Türkler, Ankara, 1966, s 15; Ekrem, VIII, Tim< Tarih Kongresi Bildiri/eri, s. 1709-1710; Müstecib Ülküsal, "Romanya Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1082 1114 Maria Lazarescu-Zobian, "Cumania as the name of thirteenth Century Moldavia and eastern wallachia", Jouma/ of Turkish StUdies (Tur/es, Hun­ garians and Klpcholu), VIII. Hardvard, 1 984, s. 265; Mihail Guboğlu, "Romen Ulusunun Eski Türk Kavimleri ile İli�kileri Hakkında", VIII. Türk Tarüı Kongresi Bildiri/eri, U, Ankara, 1976, s. 769-770. ıs� Rasonyi, Türk Devlerinin Balıdaki Varisleri, s. 42-43.


80 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

men tarihinin ba§ladığı yer "Curteo de Arges" Türkçe oldu­

ğu

�bi Romen devletini kuran §ahıs da Kıpçaklı bir Türk­

tür.

86

Moğol istilasından sonra bugünkü Romanya toprakla­

rında Romenler çok az olmasına kar§ılık Kıpçaklar önemli

bir role sahipti. Moğollardan sonra burada bir asır kadar sü­

kunet hakim oldu. 1330'lara gelindiğinde aniden bir Romen prensinin ortaya çıktığı ve askeri ve siyasi alanda ba§arılı ol­

duğu görülüyor.

Basaraba

adındaki bu §ahıs Romenierin ilk

Hükümdar sülalesi kurucusu oldu. 187 Ancak bir asır önce

"Kumania"

olan bir ülkenin aniden

"Romania"

oluvermesi

tarihçiler tarafından §a§kınlıkla karşılanmı§tır.

"Basaraba"nın Kıpçak Toktemir Han'ın oğlu olduğunu

söyleyenler 188 olduğu gibi onun bir Türk veya Türkle§mi§

Moğol olduğu üzerinde duranlar da olmu§tur. 189 Basaraba

ismi (basar + aba) o dönemde Türk bölgelerinde ve bilhassa

Altınordu'da moda idi.190 Aba (aga, Türkçe unvan) eki ile

yapılan adlar Oğuzlarda (Ay-aba, Boz-aba) ve Doğu ve Or­

ta Avrupa ve Mısır Kıpçak çevrelerinde (Altın-aba, To­ nuz-aba, it-aba, Arslan-aba vb) yaygındır. Romanya'nın ku­

zeyindeki Basarabya bölgesi de aynı adı ta§ır. 191 Moğol ha­

kimiyeti döneminde Türkçe konu§ulduğu ve halkın büyük çoğunluğunu Türklerin olu§turduğu gözününde bulunduru­

lursa, Basaraba, Türkle§mi§ Moğollardan olsa bile192 Türk Kültürünü · temsil ettiği ap açıktır. Rasonyi Macar arşivlerine

dayanarak bu bölgede Kıpçaklar ile Tatarların (Moğollar)

iç içe olduğunu göstermektedir. Şöyle ki, Basaraba'nın ba­ basının adının "Tokomer" olduğu bilinmektedir. Rus salna­

mesine göre, Basaraba'dan bir nesil önce, Basarabya'da ve 186

Zobian, s. 266-267; Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", BeUeten, III/Il -12, s. 418-419. 187 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 1 50. 188 Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedtınlar, lll, Ankara, 1990, s. 165; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 183; Heyet, s. 36. 189 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 150. 1110 Gürün, s. 259. 191 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 1 83-184. 192 Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 1 50.


KlPÇAK TÜRKLERİ

/ Sı

onun çevresindeki topraklarda "Toktomer" (Tok Temir) ad­ lı bir Tatar prensi ya§ıyordu. Cengiz'in oğlu Coci ailesinde iki yüzyıl zarfında dört defa Tok-Demir adının geçtiği bilini­ yor. Acaba Basaraba'nın babası olan Toktomer, Coci'nin oğlu Orda'nın torunu olan Toktomer ile aynı §ahıs mıdır, yoksa Tokta Han'ın oğlu İlbasar'ın karde§i olan Toktomer midir? Netice itibariyle hangisinin oğlu olursa olsun Cengiz Han'ın be§inci veya altıncı göbekten torunu sayılır. 193 Kıpçakların ve dolayısıyla Tatarların Romanya'da oy­ nadıkları bu önemli rolleri sadece "Basaraba" değil, diğer belgeler de teyit eder. XV ve XVI. yüzyıl belgelerinde belir­ tilen Romen devlet büyükleri ve soylu ailelerin adları ara­ sında, Akba§, Akku§, Bozdoğan, Bilik, Berendey, Barak, Bars, Bağbars, Buğa, Belçir, Kara, Kızıl, Kazan, Şi§man, Te­ mirta§, Tok ve Ötemi§... gibi bir çok Kıpçak adına rastla­ nır. 194 Romanya'daki pek çok köy adları arasında da bu gibi §ahıs adlarından esinlenmi§ olanlar mevcuttur. 195 XIV. yüzyılın ikinci yarısında, Dobnıca'da kurulan dev­ leti de Kıpçaklara bağlamak gerekir. Bir taraftan Bulgar, bir taraftan da Bizans iktidarlarının zayıf dü§tüğü bir dönemde, Bizans imparatoriçesi Anna tarafından yardımına müracaat edilen (1346'da) a§ağı Tuna bölgesi mahalli komutanlann­ dan Balika (Türkçe Bahk'tan)'nın oğlu Dobrotiç (Dobruca, buradan geliyor) 1354'1erden itibaren-daha sonra kendi adıyla anılacak olan bölgenin hakimi olarak 1385 yılına ka­ dar Balkanlar ve Karadeniz'de önemli siyasi rol üslenmi§­ tir. 196 D ruca devletini, 1354 yerine Dobrotic'in babası Ba­ lika dö miyle, yani 1320 yılında ba§latanlar da söz konusu­ dur. 197 . akır paraları ele geçmi§ olan Dobrotic'in oğlu İvan­ ko (V nko-Yanko) zamanında XIV. asrın sonlarına doğru bir ara Romen egemenliği altına girdiği tahmin edilen bu

m

Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, II 1/1 1 - ı 2, s. 4 ı 9-420. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 184; Öztuna, III, s. ı64. lU Zobian, s. 265-272; Rasonyi, "Kuman Özel Adları", Türk Kültürü Araştır­ malan (ı%6-1 969), s. 74. 196 Aurel Decel, "Dobruca", iA, lll,(M.E.B), İstanbul, 1977, s. 633. 1 97 Öztuna, III, s. 1 6 1 . 1 94


82 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

küçük

"Dobruca

Devleti"nin toprakları .

.

ıı ıann eı.me geçmı§tır.

198

1417

yılında Osman-

Günümüzde de Dobruca ve Deli-Orman bölgelerinde

Kıpçak nüfus bölgeye daha önce gelen Peçeneklerin yanısı­

ra Osmanlı hakimiyeti döneminde buraya hicret eden Ana­

dolu Türkleriyle tamamen karı§mı§ durumdadır. Esasen Hı­ ristiyan olmayan bu Türk kavimleriyle ili§ki kuran ve onlar­

la iç içe olan K.ıpçaklar, kimliklerini kaybetmeyip benlikleri­

ni devam ettirmektedirler. Hıristiyan olan ve büyük bir ye­

kun tutan Kıpçak topluluğu Macaristan'da olduğu gibi Ro­ manya'da da Türklüklerini kaybetmi§lerdir.

c-Kıpçaklar ve Bulgarlar Kıpçak-Bulgar münasebetlerine geçmeden önce, bu

bölgeye Kıpçaklardan önce gelen Peçeneklerin geli§ tarihle­

rini, daha sonra da onları takip eden Kıpçaklardan bahsede­ lim.

1018 yılında Peçenekler/e Bizans

arasındaki Bulgaristan

ortadan kaldırılınca Peçenekler Bizans ile kom§u oldular.

Artık Peçenekterin akın sahasını Tuna'nın güney kısımlan

ve dolayısıyla Bizans toprakları olu§turacaktı. ݧte bu or­ tamda

1026

yılında Peçeneklerin büyük bir akın gerçekle§­

tirdikleri anla§ılıyor. Bu vesile ile Bulgaristan'a giren Peçe­

nekler, Bizans askerlerinden bir çoklarını öldürmü§ler, ko­ 99 Peçeneklerin özellikle Kuzey

mutanlarını esir etmi§lerdir. 1

Bulgaristan'a

1026-1036

yılları arasında birkaç akın düzen­

lediği, bunların bazılarında ba§arılı, bazılarında mağlup ol­

duğu,

1 122 yılına

kadar da Peçenek akınlarının Kuzey Bul­

garistan ile sınırlı kalmayıp Trakya'yı kapiayarak İstanbul'a 200 dek yakla§tığı belirtilmektedir. Her ne kadar

1091

yılından sonra da Peçeneklerin Bi­

zanslılara kar§ı bazı akınları olmu§sa da, özellikle Keğen ve 1�8

Decel, "Dobruca", lA, III, s. 633. Osırogorsky, s. 345-349; Kurat, Peçenek Tarihi, s. 129. 100 M. Türker Acaroğlu, Bulgaristan'da Türkçe Yer Adlan Kılavuzu, Ankara, 1 988, s. 1 2. 199


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 83

Turak (Tirek) adlı ba�buğların etkisiyle ancak bu tarihe ka­ dar

(1091) Bulg::ı...;�t�n'a hakim olmu�lardır.

Peçenekleri da­

ha sonraları !�ıpçuk Türkleri takip etmi�tir.

201

Xl. yüzyılın

sonlarından ı ii�aren XII. yüzyılda Kıpçaklar Ukrayna ve Romanya üzerinden adeta bir kasırga gibi Balkaniara inme­ ğe ba�lamışlardır. İlk olarak. Kuzey Bulgaristan'ın

Tuna

bo­

yu ve Dobruca bölgelerine, daha sonra güneye doğru inerek Rodoplar ve Makedonya'nın doğu kısımlarına yerleşmişler

ve dağıldıkları yerle§im birimlerine de coğrafi isimlerini ver­

mi§lerdir. Örneğin, Makedonya'daki

Kumanova, Sofya'daki Kumantsi, Nevrokop'ta Kumança, Kesriye'de Kumaniçevo, Vidin'de Kumani adası, Niğbolu'da Komana, Lofça'da Ku­ manitsa gibi yer ve köy isimleri bütün onların eserleridir. 202 Şunu da belirtmek gerekir ki, Kıpçaktarla Bulgarların ilk te­

masını Kıpçakların bu bölgeye gelmesinden sonraya hasret­

mernek lazımdır. Çünkü l060'lı yıllarda A�gıl (lsgıl) Bulgar­ larının göç sahaları olan Don nehri civarında Kıpçaklar ile

temas ve ili�ki kurdukları, takip eden yıllarda da Cimc (Em­

ba) ve Yayık boyunda göç eden Oğuz ve Kıpçakların bir kıs­

2 3 mı ile ticari ilişkiler içerisine girdikleri 0 anla�ılıyor. Kıpçakların

1087 yılında Peçeneklerin

de desteğini ala­

rak Bulgaristan, Makedonya, Yeni Pazar, Kosova, Bosna ve Arnavutluk'u içine alan ve merkezi Kumanova olan

man-Peçenek Türk Federasyonu"nu

"Ku­

kurdukları ve böylelikle

de ilk defa Türk dı§ı unsurlara kaqı "milli birliğin" olu�ması yoluna

gittikleri rivayet edilmektedir. Ancak bu Kıp­ / birliği 1091 yılında politik fonksiyonunu kay­

çak-Peçene betmi�tir.

XI.

yüzyılın sonlarında bu bölgedeki Kıpçak et­

kinliği Bu garistan'daki Bizans hakimiyetini sona erdirmi§

201 Baılly, Il,

316; M. Abdulhaluk Çay, "Bulgaristan Türkleri", Türk Kültürü, XXIII/262, Ankara, 1985, s. 66. 202 Hüseyin Memi§Qğlu, Bulgaristan'da Türk Kültürü, Ankara, 1995, s. 18-19; A. Yakubovskiy, '1X ve X. Asırlarda İtil ve Bulgar'ın Tarihi To­ po�afisi Meselesine Dair", Belleten, XVI/62, 1952, s. 273-297. :m İlker Alp, "Bulgar Türk Devleti", Tarihte Türk Devletleri I, Ankara, 1987, s. 252-257; Kurat, "Bulgar", lA , II, (M.E.B), İstanbul, 1 970, s. 785. 204 Hazai, "Kuman", The Encyclopedia of Islam, V, 373; Memişoğlu, Bulga­ ristan'da Türk Kültürü, s. 19.


84 /K.J:I'IÇ.f&. TÜRKLERİ

� bölge insanma ·b.ir rahatlama sağlaınt§tır. Bu dönemde bu

bölgeye K:ıpçaklar ·büyük ölçüde Hıristiyanl�ıp Slav­ l�ml1br. 5 Brı ııekilde 'Batı Trakya, Makedonya ve Bulga­ ristan'm dağtık kesimlerinde kalmı§ olan pek çok Kıpçak Türlderi, daha soor.aları �ine Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kıpçak guruplan ve Osmanlılar döneminde Anadolu'dan gelen Türkler sayesinde kendilerini yeliiierne imkanı bul­ mU§ladır. XII. yüz)qlın sonlarına doğru gelindiğinde Kıpçaklann, RomenJerin ve Bulgarlann te§kilatlanmasmda ne .derece et­ kili olduklan daha iyi görülür. Vaktiyle Av.af"lann. lslivlan te§kilatlandmnası gibi, Kıpçak idarecilerinin de Ba:Ikaıılar­ da benzer büyük hizmetleri görülmܧtür. 1185-1237 yıllan arasında Tuna'nın güney bölgesinde kalababk halde yaşa­ yan Kıpçaklann Bizans'a kar§ı Bulgar İstiklal mücadelele­ rinde ba§lıca rolü oynarlıkları anla§ılmaktadır. Mücadeleyi kazanarak ll. Bulgar devletinin ba§ına geçen Çar Asen (1 187-1 196) Kıpçak meD§elidir.206 O dönemde Bizans'ın Anadolu Selçuklularıyla uğra§mak zorunda kalması, Asen'in ݧİni kolayla§brml§tır. Asen ile karde§i Peter komu­ tasındaki Kıpçaklar Bizans'ı ban§ yapmaya zorlamı§tır. Bizans'ın Haçlı seferleri sırasında Latinterin eline dܧ­ mesinden sonra İstanbul'daki Latin İmparatorluğunun yeni Bulgar Krallığına kar§ı açtığı sava§ da Edirne civarında tam bir bozgunla sonuçlandı (1205). İmparator Bulgar kralına 207 esir dܧtü. Böylece Latin imparatorluğu sarsıldı. Asen'in ikinci karde§i Kaloyan döneminde Bulgar kral­ lığı daha da güçlendi ve Kaloyan, Bulgar kilisesinin Roma kilisesiyle birle§mesini benimsedi. Böylece ba§ında bir Kıp­ çak Türkünün bulunduğu Il. Bulgar Krallığı, Avrupa Dev­ letleri arasında varlığını resmen tanıtmı§ oldu. Nihayetinde 3lJ l06

Çay, "Bulgaristan Türlderi", Türk Kidtüıü, XXIll/262, s. 66.

Niketas Khoniates, Hısıoria, (loannes ve Manuel Komnenos Devirleri), (çev: F. Işıltan), Ankara, 1995, s. 120-123; Rasonyi, Tarihte Türldük, s. 153-154; Zobian, s. 271; Kafesoğlu, Türk Milli Küllürü, s. 183. '11l7 Khoniates, s. 123-125; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdııki Varisleri, s. 48; Acaroğlu, s. 12-13; Nazif Kuyucuklu, "Bulgaristan" İA, (D.İ.A), VI, İs­ tanbul, 1992, s. 396.


KJPÇAK TÜRK.l.ERİ/85

Kaloyan, Boyarlardan Kıpçak asıllı biri tarafından öldürül­ dü.(1207). Yerine Boril geçti. 1218'den itibaren eski Asen'in soyundan olan ve Bul­ gar krallannın en büyüklerinden biri sayılan IL Asen ( 1218-1241) Sırp kralı ile sıkı dostluk ilişkileri kurdu. Gü­ neyde, Epir'deki Komnenoslara karşı kazandığı zaferle de (1230) krallığın sınırlarını oldukça genişletti. Meriç ırmağı ağzına kadar Trakya, Makedonya ve Arnavutluk'un tümünü krallığa dahil etti. I. Asen'in aksine Roma ile birleşme poli­ tikasından vazgeçerek İznik Rum kilisesi ile anlaştı. Bulgar kilisesini patTİklik haline getirdi. Kral Il. Asen, İstanbul'da zayıf bir Latin İmparatorluğunun bulunmasından yaralana­ rak Bulgar krallığını Balkanların en güçlü devleti haline ge­ tirdiği bir sırada, doğudan gelen Moğol orduları, Bulgaris­ tan kralhim büyük ölçüde sarstı ve krallık gerileme süreci­ ne girdi.2 1240-1241de Rus topraklannın ve Kıpçak bozkırlarının Moğollar tarafından istilaya uğraması sonucu Kıpçaklardan bir gurubun Aşağı İdil ve Don boyundan Orta İdil ve Bulga­ ristan'ın dağlık ve ormanlık alanlarına gelerek Balkanlarda­ ki Kıpçak nüfusunu artırdıkları görülüyor.209 Bu arada Bi­ zans imparatoru Johannes Vatatzes'in Balkanlarda tekrar etkinliğini artırdığı ve Moğollann önünden çekilen Kıpçak­ Iann bir kısmını toprak karşılığı askeri hizmet yükümlülüğü ile Trakya'da, Makedonya'da ve Batı Andolu (Menderes Vadisi, vb)'da yerleştirdiğeıo ve Bulgar krallığı içerisinde yoğun olarak bulunan diğer Kıpçak guruplanna karşı en iyi şekilde andığı anlaşılıyor. 128 'de Bulgar krallığının başına yine Kıpçak asıllı biri olan Te er'in geçtiği görülüyor. Terter döneminde Kıpçak .21 1 ileri gel nleri Bulgar krallığını tamamen ellerine aldılar Terter, izans'ın etkisine son verip Moğollann üstünlüğünü kabul etmiş ve kendisini de o dönemde Altınordu'nun batı-

2011

Acaroğlu, s. 13; bkz: Geza Feher, Bulgar Türkleri Tarihi, Ankara, 1 984. Ostrogorsky, s. 402-406; Kurat "Bulgaristan", lA, Il, (M.E.B), İstanbul, 1970, s. 799; Kur at, Karadeniz Kuzeyindeki Türk KJJ vimleri, s. 97. ııo Rasonyi, Tarihte Türldük, s. 154; Tekin, s. 1 57. ı ı ı Ba.ştav, s. 8; Acaroğlu, s. 14.

1V9


86 / KlPÇAK TÜRKLERİ

sında olan Nogay Han'a dayamı§tır. O sırada Bulgaristan'ın gerçek egemeni Nogay Handı. Bulgar krallarını o tahtan in. çıkarınakta ı' dı.' lll d.ırıp Terter'den sonra ba§a sırasıyla oğlu Svetoslav ve tarunu II. Terter geçmiş ve Terter hanedam yılına kadar ikti­ darda kalmıştır.213 yılından itibaren Bulgaristan'ın başında yine Kıp­ çak asıllı Şişman sütalesini görüyoruz. Mikhail Şişman da Nogay Han'ın isteğiyle bu göreve getirilmişti. Şişman döne­ minde Bulgaristan'da tam bir birlik söz konusu değildir. Şiş­ man'ın bizzat kendisi Vidin kentinin beyi olmuştu. Terter'in kardeşi Eltimir, Güney Bulgaristan'da Kızanlık bölgesinin egemeniydi. Yine aynı yüzyılda (XIV), daha önce de belir­ tildiği üzere, başka bir Kıpçak komutanı Balık da Dobru­ ca'da hakimiyet kurdu . Asıl Bulgar menşeli olanlar Güney Bulgaristan'a hakimdi. Nogay Han'ın yardımıyla Bulgaris­ tan'da birliği sağlama çabaları içine giren Şişman, bu konu­ da amacına ulaşamamıştır. Şişmandan sonra yerine Alek­ ve yine aynı hanedandan II Şişman sandır ivan geçmiştir. 1 4 yılından itibaren bölgede Osmarılı Türk hakimiye­ ti kurulunca II. Bulgar krallığı sona ermiş ve dolayısıyla Bulgaristan'daki Kıpçak egemenliği de bitmiştir. Sonuç iti­ bariyle II. Bulgar Krallığında Kıpçaklar büyük bir rol ayna­ mışlardır. Gerek kral hanedanları, gerekse yüksek soylu sı­ nıfı onlardan olmuştur. Aynı zamanda Moğolların ağırlığı ile kurulan Altınordu devleti hızla Kıpçaklaştığı için Nogay Han dönemindeki Tatar egemenliği sırasında da bu Kıpçak üstünlüğü sürüp gitmiştir.

1323

(133 1-1365)ı, (1365-1393) 1393

212 m

214

Acaroğlu, s. 1 4. Öztuna, s. 157.

Acaroğlu, s. 14-15.

1323


KIPÇAK TÜRKLERİ / 87

5-ALTINORDU DEVLETi VE SONRASINDA KlPÇAKLAR

a-Altınordu Devletinde Kıpçaklar Biz bu ba§lık altında Altınordu devletini ba§tan sona

anlatmaktan ziyade Kıpçakların bu devlet içerisindeki ko­ numu üzerinde duracağız.

XIII.

asırda Asya ve Önasya'yı sarsan Moğol istilasının

ortaya çıkardığı yeni siyasi olu§umlardan biri de Altınordu devleti olmu§tur

(1241-1502).

Bu devlet, Doğu Avrupa'da

ağırlık merkezi A§ağı İdil (Volga) boyunda kurulmu§ bir Türk-Moğol devletidir. 2 1 5 Altınordu devleti ba§ta "De§t-i Kıpçak"taki Kuman/Kıpçaklar olmak üzere Volga kıyıların­

daki Bulgar Türklerini, Hazarları, Slavları ve bunların dı§ın­ da bazı kavimleri de içinde barındırmı§tır. Bunların içerisi­ ne bu bölgeyi fetbeden ve

XIII.

yüzyılın sonlarına doğru

Türkler içerisinde kaybolan Moğolları (Tatarlar) da katmak 2 6 gerekir. 1 Görülüyor ki Altınordu devleti etnik yapı bakı­ mından bir birlik göstermez.

Deşt-i Kıpçak

adı Moğollar döneminde muhafaza edil­

mekle kalmayarak, o zamanki kültür aleminde Çin'den En­

dülüs'e kadar geni§ ölçüde yayılmı§tı. Batu Han ile beraber De§t-i Kıpçak'a önemli bir Moğol (Tatar) kütlesinin geldiği

ve göçebe halk arasında Moğolların çokluğu te§kil ettiği za­

man

özel!"

man ileri sürülmü§tür. Aileleri ve bütün malları,

e hayvanları ile beraber Cuci ulusuna gelen Moğol­

ları

sayıca az olmadıkları §üphesizdir. Ancak bu toprakla­

dܧ

�ülmemelidir. Moğolların çoğunluğunu olu§turan esas

rın i

aliyle sıkı sıkıya bağlı olan bu hareket, bir göç olarak

kitlesi Moğolistan'da kalmı§tı. Bu durum kar§ısında i§gal

2 15 Mehmet Saray "Aitınorda Hanlığı". lA, II, (D.İ.A), İstanbul, 1 9889, s. 538-540. 21 6 Janos Eckmann, "Die Kiptschakische Literatur", Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden, 1964, s. 275-276; Fuad Köprülü, "Altınor­ du'ya Ait Yeni Araştırmalar", Belleten, V/19, Ankara, 1 941, s. 397.


88 / KlPÇAK TÜRKLERİ

olunan memleketlerin (Kıpçak Bozkırlarının) Moğollaşma­ 217

sından söz etmek uygun değildir.

Güneydoğu Avrupa'da eski Türk unsurlarının kuvvetli

oldukları ve Kıpçakların De§t-i Kıpçak'ta esas göçebe kitle­

sini oluşturduğu Çağdaş Arap tarihçisi el-Ömeri'nin şu ifa­ delerinden anlaşılıyor: "Bu devlet (Altınordu) eskiden Kıp­

çakların yurdu idi. Lakin Tatarlar tarafından işgal edilince,

Kıpçaklar onlara tabi oldular. Sonra (Tatarlar) onlarla (Kıpçaklarla) karı§tılar ve akraba oldular. Toprak, onların (Tatarların) tabiat ve sayiarına galip geldi. Tatarlar tama­

mıyla Kıpçaklaştılar. Çünkü Moğollar (Tatarlar) Kıpçak topraklarında yerle§tiler, onlardan kız aldılar ve onların yurtlarında kaldılar". El-Ömeri'nin bu ifadesi bu bölgeye gelen Moğolların Türkleşmesi olayının çağdaş aydınlar tarafından çok güzel müşahede edildiğini gösteriyor. Moğolların Kıpçak

bozkır­

larında ya§ayan esas halk kitlesine oranla sayıca çok fazla olmadıkları görülüyor. Esasen bunun aksini dü§ünmek de doğru olmaz. Bu Türkleşme olayının ne kadar süratli ve ge­ ni§ olduğu,

XIV.

Yüzyılda Cuci ulusunda (Altınordu'da)

Moğolca yerine Türkçe bir edebi dilin teşekkül etmesinden anlaşılıyor. Buna karşılık Kıpçak bozkırlarında Kıpçaklar çoğunluğu oluşturuyordu.

218

·

Moğolların Türkleşmesi olayı öncelikle bozkırlarda ba§lamış ve diğer bölgelere yayılmıştır. Kurulu§undan kısa

Ş

bir süre sonra bu Mo ol şube devleti bir Türk devleti olarak 1 karşımıza çıkmıştır ? Bütün bunlardan anla§ılıyor ki Cengiz ailesi (Moğollar) Deşt-i Kıpçak bölgesinde kısa zamanda Türkle§mi§ ve Kıp­ çak kavimler birliğine katılarak bu şekilde hayatlannı sür­ dürmüştür. Bunu ispat için 1327'de vefat eden Arap tarihçi­ si Dımeşki (Dimi§ki)'den bazı cümleler nakletmek yerinde 217

A. Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, (çev: Hasan Eren), Ankara, 1992, s. 34; B. Y, Vladimirtsov, Moğollann lctimai Teıkilatı, (çev: A İnan), Ankara, 1995, s. 185. 218 Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s. 34-35. 219 Vladimirtsov, s. 184-185; Abdülkadir Yuvah, "XIII. Yüzyılda Önas­ ya'daki Siyasi Bloklaşma", Türk Ki.i/rurü, XXIII/262, Ankara, 1985.


KıPÇAK TÜRKLERi 1 89 olur. Dıme§ki Altınordu dönemi ile ilgili olarak §Unları bil­

dirmektedir: "Kıpçakların birçok oymakları vardır. Bunların

Bergü, To/csaba, İtaba, Barak, İleris, Burçoğlu, Konguroğlu, Yimek. Bunların daha sonra Havarizm'e yerle§­

hepsi Türktür:

tiği anla�ılmaktadır. Kıpçakların daha küçük boyları da var­

dır. Bunl�ır:

Tok, Başkırt, Kumandur, Berend� Beçene, Kara­ börklü, Uzun ve Çurlan vb.dir."220 Netice itibarıyla, Altınordu devletinin etnik yapı bakı­

mından bir birlik olu§turmadığı anla§ılmaktadır. Etnik yapı

olarak birliğin olmadığı bu ülkede, genellikle bozkırlarda olmak üzere Kıpçakların nüfus itibariyle önemli bir yere sa­

hip olduğu, hatta en kalabalık nüfusu bunların olu§turduğu

ortaya çıkmaktadır.

Kıpçakların, Altınordu'nun yönetim birimlerinde ve

genel ekonomisi içerisinde de etkin rol aldıkları görülmek­

tedir. Altınordu devletinde askeri kuvvetlerin kurulu§u

Cengiz Han ordusundan farksızdı. Bu orduda tümen beyle­

ri, bin beyleri, yüz beyleri, on beyleri vardı. ݧte bu mekaniz­

maya sahip olan bu devletin gerek askeri, gerekse yönetim

mekanizmasının önemli yerlerinde Moğolların yanı sıra 1 Kıpçakların da yer aldığı tarihi kaynaklarca sabittir. 22 Hat­ ta bazı tarihçiler Altınordu devletinden bahsederken

miktar Moğol kanı olan Kıpçak Türklerinin devamıdır" de ifadeler kullanmı§lardır.

1246

222

"Bir

§eklin­

yılında De§t-i Kıpçak'tan geçen Plano Carpini,

Kıpçak bozkırlarındaki göçebelerin zenginliğinden bahse­ der. Onun u cümlesi dikkat çekicidir: "Deve, sığır, koyun,

keçi ve a gibi hayvanları çoktur. Bütün dünyada bu kadar

çok yük

ayvanı bulunmadığını sanıyorum". Carpini, bu söz­

lerle he ne kadar De§t-i Kıpçak'taki Moğollan kastetse de

bölgede i göçebe ahalinin büyük çoğunluğunu Kıpçaklar olU§tur

aktadır. Dolayısıyla Carpini'nin bu sözlerinin Kıp­

çaklara da te§mil edilmesi yanlı§ olmaz. Altınordu devletin­

de, göçebeler, göçebe ekonomisi ve göçebe yaııayı§ının

220 Rasonyi, Tarihte Türk/ük, s. 145. 22 1 Yakubovskiy, A/tınordu ve Çöküşü, s. 64. 222 Öztuna, III, s. 165.


90 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

önemli bir yeri vardı. Göçebelerin ana kütlesini de Kıpçak­ lar oluşturmakta idi. 223 Dolayısıyla Kıpçakların devlet teşki­ latı ve yönetimdeki etkinliklerinin yanı sıra, Altınordu dev­ letinin ekonomik hayatında da belirli bir yere sahip olduğu göz ardı edilmemelidir. b-Altınordu Devletinin Çöküşüyle Ortaya Çıkan Hanlıklarda Kıpçaklar

Altınordu devletinin doğusunda Çağatay ulusunun par­ çalanıp yılalmasından sonra yerine Timur Devleti kurul­ muştu. Bir çok sebeplerio bir araya gelmesi ile gittikçe zayıf düşen Altınordu, Timur'un arka arkaya gerçekleştirdiği sal­ dırılarla tamamen sarsılmış ve çökme yolunu tutmll§tur.224 Gittikçe zayıflama sürecine giren Altınordu'nun hanlıklara bölündüğünü görüyoruz. İşte Altınordu topraklarında orta­ ya çıkan bu hanlıklar içerisinde Kıpçakların rolü ve etkileri­ ni vermeye çalışacaşız. Bazı kaynaklarda Kıpçak hükümet­ leri şeklinde geçen2 5 ve XV . yüzyılın yarısına doğru ortaya çıkmaya başlayan haniıldardan kurulU§ tarihleri baz alına­ rak bahsedilecektir. b.a. Kazan Haniıtı

Kazan Hanlığı, Altın Ordu hükümdarlarından Celaled­ din bin Toktamış(1337-1395)'ın oğlu, Uluğ Muhammed Han tarafından, İdil (Volgaı veya Kama Bulgarları ülkesinde 22 1337'de kurulmuştur. Bu hanlık, bugünkü Tataristan, Başkurdistan ve Çuvaşistan Cumhuriyetleri ile Vot (Ud­ murt), Mari (Çirmiş) muhtar ülkelerini, eski Simbir, Penza, Perm, Vyatka, Nijni-Novgorod, Samar, San-Tav (Saratov) 21.'

Yakubovskiy, Altınordu ve Çoküşü, s. 54-57. İ smail Aka, Tırnur ve Devleti, Ankara, 1991, s. 8·10; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 137. İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara, 1991, s. 8-10. 22.< Ziya Şakir, Mezhepler Tarihi, İ stanbul, Tarihsiz, s. 20-2 1 . 226 Nadir Devlet, "Kazan, Kasım ve Astırhan Hanlıkları", Tarihte Türk Dev· {etleri II, Ankara, 1987, s. 572; Kurat, "Kazan Hanlığı", D.T.C.F. Dergisi, XII/3-4, Eylül-Aralık, 1 954, s. 227 224


KıPÇAK TÜRKLERİ / 9ı

Sarı-Tin (Tsaritsin), Tambov ve Ryazan vilayetlerinin bazı kısımlarını içine almaktadır. 227

Kazan Hanlığı, tıpkı eski Bulgar devleti gibi çe�itli din

ve ırktan birçok kavmin bir arada y3.§adığı bir yer olmakla

beraber burada siyasi, ekonomik ve kültür hayatında üstün ve en etlçili unsur Kazan

Türkleri idi.228 Altınordu devletinde

önemli mevkiler işgal eden Kıpçakların İdil (Volga) Bulgar­ ları ve diğer Türk boyları ile karışarak Kazan Türklerinin etnik unsurunu teşkil ettikleri anla§ılmaktadır.229 Kazan

Hanlığı bünyesinde ya§ayan Türk asıllı kavimlere Kazan

Türklerinin yanı sıra zaman zaman Kazan

Tatarlan230 terimi

de kullanıla gelmi§tir. Son zamanlarda Kuman dili üzerine

yapılan ar3.§tırmalar, bu dilin şimdiki İdil Boyu (Kazan)

Türklerinin diline büyük benzerliğinin olduğunu ortaya çı­ karmı§tır. 231 Bu da bize Kazan Hanlığı'ndaki Kıpçak unsur­ ların ne derece etkin olduklarını açıkça göstermektedir. Ka­

zan Hanlığı'nı kuran Uluğ Muhammed Han Kazan'a geldiği

sıralarda burada Bulgar ve Kıpçak Türkleri yönetici konu­

munda idi. Kıpçakların etkinliklerinin hanlığın resmen ku­

rulmasından sonra da hissedildiği anlaşılmaktadır.232

Kazan Türklerinin büyük çoğunluğu köylerde yaşa­

makta ve esas meşgalelerini ziraat olW}turmakta idi. Orta İdil boyunca yerleşen Türk kavimlerinin, ta Bulgarlardan

itibaren ekin ektikleri ve ziraat kültürünü geliştirdikleri, ar227 Ahmet

Temir, "Kazan Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 933. Kurat, "Kazan Hanlığı", D. T. C.F. Dergisi, XII/3-4 s. 230. 229 Özyetkin, II/7, s. 29-30; Ahmet Temir, "Kıpçak Edebiyatı" T.D.E.K, An­ kara, 9 , s. 502; Kurat, "Doğu Avrupa Türk Kavi m · ve Devletleri", T.D.E. , s. 747. ZJO Ken lerine "Bulgarlı", "Kazanlı" veya "Müslüman " diyen bu hanlığın Türk enşeli insanları için "Tatar" adının ne zamandan beri kullanılma­ ya ba adıgı net olarak bilinmemektedir. Gerek genel olarak ::ı-atar" is­ mine, erek "Kazan Tatarları" söylemi için bkz: Bahaeddin Ogel, "Ta­ tar", İA, (M.E.B), XII, İstanbul, 1974, s. 50-56; Abdullah Battal Taymas, Kazan Türkleri, Ankara, 1966, s. 214-218; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 190-19 1 . Z.l ı Taymas, s. 17-18; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. ıııı

� t'

z:u

153-154.

Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 156.


92/ KlPÇAK TÜRKLERİ

keolojik ara§tırmalar münasebetiyle bol miktarda ortaya çı­

karılan ziraat aletleriyle sabittir. Ancak büyük ölçüde ziraat ile uğraıjan Kazan Türideri bünyesi içerisine çok miktarda Kıpçak unsurların kan§mı§ olmasıyla gelenek, örf-adet, gıda ve giyim konusunda göçebeliğin etkisinin bulunduğu da mu­

hakkaktır.233

b.b. Kınm IlaDhP

Karadeniz•in kuzeyindeki Türk devletleri arasında Kı­ rım Hanlığı önemli bir yere sahiptir. Her şeyden önce bu devlet, Altınordu kalıntısı diğer Türk devletleri ve zümrele­ rinden en büyüğü, devaınlısı ve en son olarak Ruslar tara­ fından ortadan kaldınlanıdır. Diğer yandan Kırım Hanlığı bir çok bakımdan Altınordu'nun devamı mahiyetinde olup eski Türk ve Moğol teşkilat ve etnik özelliklerini muhafaza etmiştir. Bu Türk Hanlığı, Osmanlı Devleti himayesinde ol­ ması ve Anadolu"ya coğrafi yakınlığı itibariyle, İdil boyun­ daki Türk kavimlerine oranla Osmanlı-Türk tesirine daha çok maruz kalmıştır. 234 Kırım Hanlığı'na coğrafi açıdan baktığınuz zaman esas merkezini Kınm Yanmadası nın oluşturduğunu görürüz. Ayrıca Azak Denizi çevresinden Tuna mansabına, A§ağı Don'dan, Orta Dnepr ile Turla (Dnest) nehirlerine kadar uzanan ve "De§t-i Kıpçak" adı ile bilinen Kıpçak bozkırları­ nı da içine alan bölge bu hanlığın sahası içine giriyordu. Öy­ le zamanlar olmuştur ki hanlığın Doğu Avrupa'nın iki mil­ '

yon kilometre kare kadar büyüklüğündeki toprağı içine al­

dığı görülmüştür. 235 Kıpçak Bozkırları XI. yüzyıl ortalanndan itibaren Kıp­ çakların eline geçince Kırım da Kıpçakların yurdu haline gelmiş ve bu bölgede Bizans faaliyeti gittikçe azalarak tarna

-

DJ

Kurat, "Ka.za12; HanlıtJ", D. T. CF.Dergisi, XII/3-4; s. 420. Muzaffer Ürekli, "Kırım- Hanlığı", Tarihte Tür.k Devletleri ll, Ankara, 1987, s. 565-567. D� Halil İnalcık, "Kınm Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 951; Türk An­ .ıiklopedisi, "Kınm HanlıtJ",(M.E.B), xxı.ı, Ankara, 1975, s. 56; A N. Kurat, Türkiye 11e ldil Boyu, Ankara, 1966, s. 83-86.

Z34


KlPÇAK TÜRKlERi / 93

men yok olm�tur. Karadeniz'in kuzeyi 1240'lı yıllardan iti­ baren tamamen Moğol-Tatar ve onlarla beraber gelen Kıp­ çak boylarnun eline geçip Altınordu devleti kurulunca Kı­ nm'ın daha da önem kazandığı belirtilmektedir. 236 Altınor­ du Devleti döneminde ticaret yollannın gÜVence alhna alın­ ması ile Azak �hrinin de ekonomik önemi hızla artmı§h. Bu defa hem Azak §ehri · hem Kefe §ehri çevresindeki göçe­ be Kıpçaklann yerli halk ile yakın temasa geçtikleri, onlarla sıkı ticaret ili§kisi kurdukları ve bu vesileyle kendilerinden önce burada ya�ayam -insanlann Türld�mesi yönünde önemli katkı sağladıkları kaydedilmektedir; 7 Kırım Hanlıti kurulduğu zaman hanlığa bağlı Kınm Yanmadası, Taman, Kıpçak ve Kabartay adında dört bölge­ nin olduğu ve bu bölgelerin hanlık yıkılıncaya kadar kendi farklı özelliklerini muhafaza ettikleri anl�lmaktadır.238 Esas itibariyle feodal karakterde bir kabile ar.istokrasisine bağlı olan Kırım Hanlığı'nda Kıpçakların önemli ·bir yere sahip olduklan ve dört önemli unsurdan birini o1u§turduk­ ları belirtilmektedir. Kıpçaklann dt§ındaki diğer önemli üç kabile Şınn/ar, Argınlar ve Bann/ardır. Bu dört boyun ba§ları "Karaçi" sıfatıyla hanlığın idaresinde büyük nüfuz sahibi ol­ mu§lardtr.239 Kınm Hanlığı Osmanlı Devleti'ne bağlandığı zaman da aralarında Kıpçaklann da bulunduğu bu dört bo­ yun temsilcileri Han'ın divanındaki yerini muhafaza etmi§­ lerdir. Kırım Hanianna ait narnelerin ve tarhanlık yarlıkları­ nın dilinin "Edebi Kıpçak Türkçesi" olması Kıpçakların Hanlık erindeki etkisinin ne derece önemli olduğuna en . . b"ır ıyı ıttır.240

:; 1

tl6 Kural,

\

Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 204; Kemal Çapraz, Sürgünde Yqeren Vatan Kınm, İstanbul, 1995, s. 4-5. ;p7 Müstecip Ülküsal, "Kırım Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1 1 42. ı.18 Halil İnalcık "Kırım Hanlığı", lA , (M.E.B), VI, İstanbul, 1967, s. 752. 1.'9 İnalcık, "Kırım Hanlığı", T.D.E.K, s. 951; Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 208; Ünver Sel, "Kırım, Kırım Tatarları ve Anadolu'ya Göç", Kınm Dergisi, IV/14, Ankara, 1996, s. 1 1 -12. lAO Kural, Karodeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 217-229.


94 / KlPÇAK TÜRKLERI

b.e. Astırhan Haıı1ıtı

Astırhan (Astarhan, Astrahan, Ejderhan) bölgesi, Orta Asya ile Güneydoğu Avrupa bozkırları arasında tabii bir ge­ çit teşkil ettiği için, asırlarca Türk kavimlerinin doğudan ba­ tıya doğru giden akınianna ve bunlar tarafından kuruJan çe­ şitli devlet teşkilatlarına sahne olmuştur. Bu bölgede V. Asırda Bulgarlar, VII-X. Asırlar arasında Hazarlar, X. Asır­ da Peçenekler ve XI. Asırda da Kuman/ar(KıpçakJar) görül­ mektedir. XIII. Asırdan itibaren bölge, Moğolların rehber­ liği altında kurulan Altınordu Devleti'nin toprakJan içinde yer alır. XV. Asrın sonlarına doğru, merkezi kuvvetin zayıf­ laması ile, dağılmak zorunda kalan Altınordu Devleti top­ rakJannda Kazan, Kırım ve Nogay HanlıkJarının yam sıra baş§ehri Astırhan olmak üzere Altınordu hükümdarların­ dan Küçük Muhammed'in tarunu Kasım Han tarafından bir de Astırhan Hanlığı kurulmu§tur (1446). Önemli ticaret yolu üzerinde bulunması ve zenginliği yüzünden komşu devletler ile göçebe kabileleri eelbederek bunların daimi hücumları­ na maruz kaldığı için bir türlü iç istikrarı sağlayamamı§tır. Bunda nüfusunun büyük bir kısmının göçebe olması ve bun­ ların merkezi hükümetten ziyade kendi beylerine bağlı kal­ maları da etkili olmuştur. Altınordu'nun yıkılışından sonra kurulan hanlıklar arasında tarihi az bilinen hanlık Astırhan Hanlığıdır.241 Bulgarlar, Hazarlar ve Peçeneklerden sonra XI. Asırda bölgeye gelen ve Altınordu Devleti içerisinde aktif roJ oyna: yan Kıpçakların, bu hanlık içerisinde de önemJi bir yere sa� hip olduğu kanaatindeyiz.

241

R. Rahmeti Arat, "Astırhan", lA (M.E.B); I; İstanbul, 1965, s. 680-682; Mehmet Saray, "Astırhan Hanlığı", lA, (D.İ.A), lll, İstanbul, 1991, s. 505; Şükrü Kaya Seferoğlu- Adnan Müderrisoğlu, Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1986, s. 1 18; R. Rahmeti Arat, "Astırhan Hanlığı", T.D.E.K, An­ kara, 1976, s. 938-939; Türk Ansiklopedisi, "Astrahan Hanlığı", III, (M.E.B), İstanbul, 1971, s. 499; Kurat, Karadeniz Kuzeyindekj Türk Ko­ vimleri, s. 274-280; Nadir Devlet, "Kazan, Kasım ve Astırhan Hanlıkları",

s. 580-582.


KJPÇAK TÜRKLERİ 1 95

b.d. KBBilD Hanlı� Kazan Hanlığı'nın kurucusu Uluğ Muhammed Han'ın

1445 yılında kurularak 1681' e kadar "Kasım Hanlığı", Doğu Avrupa'daki Türk dev­

oğlu Kasım tarafından sürmüş olan

letleri ile 'Slavlar arasındaki mücadelenin değişik ve kanşık bir safhasını oluşturur. Aslında Kasım Hanlığı, Kazan Ham, Uluğ Muhammed'in kendi oğlu Kasım idaresinde Moskova Knezliğinin iç durumunu kontrol altında bulundurmak ve

gerektiğinde hemen müdahale etmek imkanına sahip olmak amacıyla kurulmuştur. Kazan Hanlığı idaresindeki bazı sı­ kıntıların da etkisiyle Kasım Hanlığında icraatlar kuruluş amacının tersine gerçekleşmiştir. Böylece Kasım Hanlığı, Kazan Hanlığı'nın önemli bir vazifesini gören ileri karakolu olmaktan çıkarak Rusların Kazan Hanlığı'nın iç işlerine ka­ rışmasını sağlayacak siyasi bir aleti haline gelmeye başlamış­ t ır. Ruslar, Kasım Hanlığı'nın askeri bilgilerinden faydalan­ dığı gibi, diğer Türk-İslam devletlerine karşı onları siyasi bir 2 2 perde olarak da kullanmaya çalışmıştır. 4 Hanlığın özellikle son dönemlerine doğru Kasım Hanları, Ruslar tarafından

tayin edilen valiler vasıtasıyla kontrol edilmiş, hatta bir kı­ sım müslüınanlar hıristayanlaştırılarak Ruslaştırma yoluna gidilmiştir. Hıristiyan Ortodoksiuğu kabul edenler arasında bazı Kasım prens ve beylerinin varlığı da rivayet edilmekte­ . ı · 243 uır. Önemli bir amaçla kurulan, ancak daha sonraları Türk­ ler aley i

ve kon

kullanılan Kasım Hanlığı'nda Kıpçakların rolü

u hakkında net bilgiler mevcut değildir. Kazan

Hanlığı, nda gerek nüfuz gerekse idaredeki etkinlikleri bakı­

� ön plana çıkan

mında

parçası

bu kavmin, Kazan Hanlığı'nın bir

plarak kabul edebileceğimiz Kasım Hanlığı'nda da

belli bir yere sahip oldukları kanaatindeyiz. IAI

141

Ahmet Temir, "Kasım Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 940-941; Re­ �id Rahmeti Arat, "Kasım Hanlığı"; İA, (M.E.B), VI, istanbul, 1 967, s. 380-386.

Seferoğlu- Müderrisoğlu, s. 1 19.; Türk Ansiklopedi.si, "Kasım Hanlığı", XXI. (M.E.B), Ankara, 1974, s. 371-372.


96 / KlPÇAK. TÜRKLERİ

b.e. Nogay ve Sibir (Sibiey� Hanbkl•n

Adım Altınordu Devleti'nin büyük kumandanlarından olan "Nogay"dan (ö. l299) alan ve bu devletin çö�ünden sonra kurulan Nogay Hanlığı, Volga'dan İrt�'e ve Hazar Denizi'nden Aral Gölü'ne kadar uzanan sahalan içine alı­ yordu. Merkezi Yayıle nehrinin mansabındaki Saraycık §ehri idi. Hanlığı oiU§turan nüfusun esas unsurunu Kazan, Kırım ve Astırhan haniıkiarında olduğu gibi Kıpçaklara ait Türk 244 boyları olU§turuyordu. Bu bağlamda hanlığın yükünü bü­ yük ölçüde Kıpçakların çektiği söylenebilir. Bunu hem No­ gay Hanlığı içerisinde Kıpçak nüfusunun yoğunluğu hem de Kıpçakların idaredeki etkileri açısından dü§ünmek müm­ kündür. XIII. yüzyıldan itibaren Nogayların Kıpçak, Nayman ve Kanlı gibi boy adlarını pnümüze kadar t�ıyıp muhafaza 2 ettikleri bilinmektedir. 4 Ağırlıklı olarak Kıpçak Türkleri ve Moğollardan olu§up siyasi bir güç haline gelen bu birlik, sonraları etnik bir zümre §ekline bürünmü§ ve zamanımıza kadar da varlığını sürdürmܧtür. Öte yandan Nogay Türkçesinin ağız ve §İve bakımından Kıpçakça karakterini muhafaza ettiğini, fakat Kazak ve Ka­ rakalpak §iveleri ile birlikte kendine mahsus yeni bir grup 246 olu§turduğunu görüyoruz. Özellikle Batı Sibirya'da bulunmak üzere, Sibirya Han­ lığı topraklarında da önemli bir ölçüde Kıpçak nüfusunun varlığından bahsetmek mümkündür. Batı Sibirya eski za­ manlardan beri çe§itli Türk boylarına vatanlık yapmı§tır. Yukarı ve Orta İrti§ havzasının Kıpçak ve Kimek Boyları ta­ rafından i§gal edildiği XI-XIII. asırlarda bu boyların bir kıs­ mı Batı Sibirya'da bulunmu§lardır. Moğol istilasından sonra 244

Osman Bavbek, "Nogay Türkleri", Türk Külıürü, XXJV/275, Ankara, 1986, s. 160- 1 6 1 ; Ahmet Caferoğlu, Türk Kıı vimleri, Ankara, 1983, s. 45; Ahmet Temir, "Nogay Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1 976, s. 955-956; Ku­ rat, Türkiye ve /dil Boyu, s. 57-58. w Türk An.siklopedi.si, "Nogaylar", XXV, (M.E.B), Ankara. 1977, s. 31 1; Caferoğlu, Türk Kavimleri, s . 46. 246 Ahmet Caferoğlu, "Kafkasya Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1121.


KıPÇAK TÜRKLERi 1 9"1

bu bölgeye gelen Moğollarla karışan bu Türk boylarının Si­

birya Hanlığı dönemi de dah il olmak üzere uzun süre zira­ atçılık, çobanlık ve avcılıkla geçindikleri anlaşılmaktadır.

Ayrıca o dönemlerde dünyanın en meşhur kıymetli kililde­ 24 rinin bu bölgeden ihraç edildiği zikredilmektedir. 7

6-SURİYE VE MISIR'DA KlPÇAKLAR a- "Memluk Asker" Sisteminin Oluşumu ve Kıpçakların Mısır'a Geliş Şekilleri "Memluk" kelimesi sözlükte "sahibinin mülkiyet ve ta­

sarrufu altında olan şeyler" anlamına gelir. Ancak bu terim, özellikle "bir kimsenin mülkiyetinde bulunan esir" karşılığı

olarak kullanılmıştır. Başlangıçta bütün köleleri içine alan

"memluk" tabiri, eş anlamlı "abd" ve "rakik" terimlerinden farklı olarak "harplerde esir edildikten ya da tüccarlardan satın alındıktan sonra asker olarak yetiştirilen köle" mana­

sında kullanılır hale gelmiştir.

Daha sonraları memluk kelimesinin "halife, hükümdar

veya emirlerin köle olarak alıp özel bir eğitimle yetiştirerek 24 muhafız birliklerini oluşturdukları askerler" 8 olarak kulla­

nıldığını görmekteyiz.

Müslüman ülkeler içerisinde gerek idari görevlerde ge­

rek saray işlerinde ya da orduda, para ile satın alınan mem­

!Cık unsurunu istihdam eden, kuruluşundan itibaren yabancı unsura önem veren Abbasiler olmuştur. 249 Onlara gelinceye

� r, sadece hizmet a,( �

kadar köl

işleri, ziraat işleri ve benzeri

işlerde ç ıştırılıyordu. Abb si halifelerinin l}ahsi hakimiyetlerini pekil}tirmek

amacıyla \devamlı memllık satın alması ve valilerin de bulA'

Abdülkadir İnan, "Sibirya Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1272; Mehmet Saray, "Sibir Hanlığı", Tarihte Türk Devletleri /1, Ankara, 1987, s. 589-591. 2A8 Hakkı Dursun Yıldız, Islamiyel ve Türkler, İstanbul, ı 980, s. 80 vd. ı,ı9 D.G.B.l. T, VI, İstanbul, 1992, s. 434; Richard N. Frye-Aydın Sayılı, "Sel­ çuklulardan Evvel Orta Şarkta Türkler", Belleten, X/37, Ankara, 1946, s. ı 12-113.


98/ KlPÇAK TÜRKLERI

lundukları bölgelerde bağımsız olma arzulannı gerçekle§tir­ mek için tek dayanak olarak "memluklerden" olu§turulacak orduları görüp bu amaçla "memluk" satın almaları, kısa süre sonra bu memluklerin İslam Devleti'nin her yerinde yayıl­ masına sebep olmu§tur. Küçük ya§ta ülkelerinden getirilip efendilerinin lütfu ile hür olan bu memh1kler, zamanla nü­ fuzlarını artırarak, liyakat ve kabiliyetleri sayesinde, yeni va­ tan edindikleri topraklar üzerinde idareyi ellerine almaya ba§lamı§lardır. Göstermi§ oldukları ba§arının kar§ılığı ola­ rak çe§itli vilayetlere vali tayin edilen Türk komutanların bu yabancı topraklarda "memluk sistemi"ni maharetle tatbik ettikleri görülüyor.250 ݧte, İslam tarihinde "memluk asker" sisteminin en bariz örneklerine Mısır'da kurulan Tulunoğullan ve İh§idiler'de §abit oluyoruz. Halife Mu'tasım'ın Türk asıllı E§nas'ı 834 yı­ lında Mısır valiliğine atamasından sonra bu bölge, Anbese b. İshak haricinde, tamamen Türk asıllı valiler tarafından idare edilmi§tir. Bu valilerden Bayık bey, selefieri gibi ba§­ kentte oturmU§ ve Mısır'ı idare etmek için kendisine vekil olarak yine Türk asıllı olan Ahmet b. Tulun'u tayin etmi§tir. Abbasi halifesinin bir memluku olan Ahmet b. Tutun'un bu görevini Yargüç'ün valiliği sırasında da devam ettirdiği an­ la§ılmaktadır. 873 yılında Yargüç'ün ölümünden sonra Mı­ sır valiliğine asaleten tayin edilen Ahmet, kendisi gibi Türk asıllı olan memluklerinin yardımı�la Tolunoğulları Devle­ ti'ni kurmaya muvaffak olmu§tur. 1 Aynı zamanda Ahmet b. Tutun, çok sayıda memluk satın alarak Mısır ordusunda memluk unsurunu istihdam eden ilk vali olarak biliniyor.252 Satın alarak topladığı memluk sayısının yirmi dört bine ula§tığı nakledilmektedir.253 250

Kazım Yaşar Kopraman, "Mısır Türk Sultanlı�ı (Memliikler)", Tarihte Türk Devletleri, II, Ankara, 1987, s. 444. 25 1 Geniş bilgi için bkz: Hasan İ brahim Hasan, ls/Am Tarihi, IV, (terc: 1. Yi­ ğit ve arkadaşlan/. İ&tanbul, 1992, s. 26-33. 2.'2 İ smail Yi�it, Mam Tarihi, VII, İ stanbul, 1991, s. 13. 2.'13 İ bn Tağriberdi, Ebu'I-Mehasin Cemaleddin Yusuf, en-NücUrrıu 'z-Zdhire ft müLUk-i Mısr ve'I-Kahire, III, Beyrut, 1992, s. 26; Makrizi, Takiyyiıddin Ebu'I-Abbas Ahmed b. Ali, Kitabu'I·Mevaiz ve'l-/ıibQr bi·zilai'I-Huat ve'I-Asar, I, Beyrut, Tarihsiz, s. 94.


KJPÇAK TÜRKLERİ / 99

Tolunoğullan Devleti'nin yıkılmasından sonra Abbasi­

lerin hizmetindeki diğer bir Türk Memliiklunun oğlu İh§id

Muhammed b. Tuğc yine kendi Türk memliiklerine dayana­ rak, 935 yılında Mısır'da İslami-Türk devletlerinin ikincisini

(�idiler)

kurmu§tur.254 İh§idiler Devleti'nin ordusunda da

önemli ölçüde memliik unsuruna yer verildiği anlaıjılıyor. Mısır topraklan üzerine yönelen Fatımi taarruzlannı, sahip

olduğu memliik askerleri sayesinde ba§anyla püskürten ve onlara kar§ı büyük zaferler kazanan Muhammed b. Tuğç, o

dönemin Abbasi halifesi tarafından Fergana Türk hüküm­

clariarına verilen "İh§id" ünvanıyla taltif edilmi§tir. Onun topladığı Türk memliiklerinin sayısının sekiz bin civarında

olduğu zikredilmektedir. 255

969 yılında İh§idileri ortadan kaldırarak Mısır'ı ele ge­

çiren Fatımiler'in de saltanatlarını devam ettirebilmek için

ordularında Türk memliiklerine yer verdikleri görülmekte­

dir. Önceleri ordularını genellikle Berberi ve zencilerden

kuran Fatımi hükümdarları Mısır'daki hakimiyetlerini sür­ dürebilmek için Türk unsuruna başvurmu§lar ve onlardan birlikler kurmu§lardır.256

Bazı kaynaklar Tolunoğulları, İh§idiler ve Fatımiler

devletlerinin ordularında bulunan Türk memhlkler içerisin­

de Kıpçakların da bulunduğuna �air görü§ler belirtseler de

Suriye ve Mısır'da Kıpçak unsuruna XII. Yüzyılın yarısın­

dan itibaren ve ll 71 yıllarında kurulan Eyyubiler devleti'nde

rastlamak mümkündür. Gerek Eyyubiler Devleti'nin kuru­

cusu Selahaddin Eyyubi, gerekse haletlerinin orduya çok sa­ yıda meml

ne dܧen

aldıkları zikredilmektedir. Zamanla birbirleri­

yyubi emirler, gerek aralannda çıkan çatı§malar­

da gerek i ölgedeki diğer devletlere kar§ı yaptıkları savaıjlar­

da istihd� için memlılklerden daha çok yararlanmaya git­

mݧler ve\ bunlardan olu§an kalabalık birlikler kurmu§lar­ dır.257 Eyyubilerin son dönemlerinde(1240-1250) baıjta Kıpı.•4 D. G.B.İ. T, VI, s. 199-221. ı.'5 İsmail Yiğit, lsUim Tarihi, VII, İstanbul, 1991, s. 14. ı.16 Bernard Lewis, "Mısır ve Suriye (Fatııni Hilafetinin Sonuna Kadar)", İs­ Mm Tarihi Kültür ve Medeniyet� İstanbul, 1997, s. 195 vd. ı." D.G.B.I. T, VI, s. 436-437; İsmail Yiğit, lsUim Tarihi, VII, İstanbul, 1991, s. 1 4 .


ı 00 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

çak olmak üzere çe§itli Türk kavimlerinden olu§an birlikle­

rin etkisinin arttığı anla§ılıyor. Bilhassa Moğolların istilası­

na uğrayan Kıpçak bozkırlarından getirilen Kıpçakların hep

birlikte ayrı kı§lalarda tutuldukları için ana dillerini unut­

madıkları ve gittikçe devletin idari ve askeri mevkilerine ge­ 258

çerek etkili olmaya ba§ladıkları belirtiliyor.

XIII. yüzyılın ba§larından itibaren ba§layıp Eyyubiler

Devleti'nin son dönemlerinde daha yoğun bir §ekilde Mı­ sır'a rnernlfık olarak gelen Kıpçakların geli§leri

1250

yılında

Mernlfık Türk Sultanlığı'nın kurulu§undan sonra da devarn

etrni§tir. XIII. yüzyılda Suriye ve Mısır'a özellikle Kıpçakla­

rın çok gelmesinde Kıpçak Bazkırlarında ekonomik dururn­ larının bozulup, kıtlık ve hastalık epidernilerinin hayvanları­

nı yok etmesi etkili olrnu§tur. Bu sebeplerden dolayı Kıp­ çaklar da Rusların adetlerine uyarak gençlerini parayla sat­

mı§lardır. 259

Kıpçak köle ve cariyeleri, İslam ülkelerine Orta As­

ya'dan dola§an eski yoldan ziyade yeni açılan Anadolu yo­ lundan sevkediliyordu. Bu büyük ticaret yolu üzerinde

Sivas

ve Ha/ep §ehirleri önemli iki pazarı olu§turuyordu. Anado­ lu'nun bazı §ehirlerinde bulunan "Gu/am-Hane"(köle-mek­

tep)"ler Selçuklu saray ve ordusu ile devlet büyükleri ve

zenginlerin konakları için san§ın Kı

�ak çocuklarını

rek köle ve cariyeler yeti§tiriyorlardı.

İbn Bibi,

eğite­

1205 yılın­

da Trabzon Rumlannın Sinop ve Samsun'a varan yolu kara­

dan ve denizden kesmeleri dolayısıyla Kıpçak, Rus ve Rum­ Iarla ticaret yapan kafilelerin Sivas'ta izdiham halinde yığıl­

dıklannı, neticede de hal}Qn büyük zarara uğradığını ve bu­

nun üzerine Selçuklu Sultanı I. Keyhüsrev'in bir sefer açı.<B

İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Kitabü'I-İber ve Diva­ nü'I-Mübtedıı ve'I-Haber,V, Bey-rut, 1992, s. 432-438; Kurat, Karadenizin Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 99; Eckrnann, "Die Kiptschakische Litera­ tur", Philologiae Turcicae Fundamenta, II, s. 297. 2.<9 Janos Eckman, Harezm, Kıpçak ve Çağamy Türkçesi Üzerine Artı§tımıa­ ltır, (yay. haz: Osman Fikri Sertkaya). Ankara, 1996, s. 52, 67; Heyet, s. 35-36; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 181. 260 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İsldm Medeniyeti, s . 273.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 101

mak zorunda kaldığından bahseder.261 Aslında Sivas o dö­ nemde kuzey ve güney kavimlerinin bir mübadele merkezi idi. Kuzeyden gelen köleler, cariyeler ve kürkler İslam ülke­ lerine buradan dağılıyordu. Men§ei Kıpçak ve Kafkas ka­ vimlerinden olan Mısır Memluk Devleti orduları ve bir kı­ sım Selçuklu devlet adamlan olan köleler hep Sivas'ta satıl­ mı§, Sivas'tan götürülmü§tür. Bu münasebetle İlhani Hü­ kümdarı Abaga Han Memluk Sultanı Baybars'a yazdığı bir mektu ta "Sivas'ta satılmış bir köle" ifadesiyle onu tezyif et­ g6 mi§tir. 2 Bu yolda XIV. Yüzyılın sonuna kadar bu faaliyetin devam ettiği anla§ılıyor. b-Mısır Türk Sultanlığı (Memlukler)'nın Kuruluşu ve Kıpçakların Rolü

Türk askeri guruplarının Fatımİ ordusunda ve te§kila­ tında oynadıkları rolün kendi ırkd3§larının Mısır'a gelmele­ rine zemin hazırladıkları malumdur. Patımilerin hizmetinde bulunan Türk memluklerin hazırladığı ortamdan istifade ederek kolayca Mısır'ı ellerine geçiren Eyyubiler (1 171-1250) burada Oğuz-Türkınenlere dayanan feodal bir idare sistemi kurmu§lardır. Devletin kurucusu Selahaddin, Fatımİ ordusunda bulunan Zengiler ve Ermenileri ortadan kaldırarak onların yerine Türkmenleri ve kendi memlukleri­ ni ikame etti. Bu memluk gruplarına parelel olarak daha Xl. ve Yüzyıllardan itibaren Suriye'ye yerle§en Türk­ menler e Eyyubilerin hizmetine girmek suretiyle bu devle­ tin etn k durumunun deği§mesinde önemli katkı sağladıı 263 ı ar. 1 M� mltık gruplarının daha düzenli ve muntazam te§ki­ latlar h�linde ortaya çıkması, Selahaddin'den sonra Eyyubi­ lerin bR§ına geçen el-Melikü'l-Kamil Muhammed ve gayesi

t.I

26 1

.

İbn Bibi, /, s. 102-104. 262 Turan, Selçuklular ve lsllimiyet, s. 120; Yuvalı, s. 1 17-118. 26J M.C. Şehabettin Tekindağ, "Mısır ve Suriye'de Kurulmu� Türk Devlet­ leri", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 869-870; Kopraman, "Mısır Türk Sultan­ lığı", Tarihte Türk Devletleri, Il, s. 444-445.


1 02 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Mısır, Filistin, Suriye ve Irak'ı da içine alan bir devlet kur­ mak suretiyle Eyyubi Devleti'ni merkezile§tirmeye çalışan el-Melikü's-Salih Necmeddin Eyyub zamanianna rastlar.

Memhik satın alma i§ine özel önem veren Necmeddin Ey­

yub Moğol istilasının sebep olduğu karışıklık sırasında cesa­

retleri, binicilikleri, ok atma ve savaıımaktaki üstün vasıfları, vücut yapıları ve sadakatleri gibi özelliideri sebebiyle pek 264 çok Kıpçak satın aldı. Çoğunluğunu Kıpçak ve Harezmii­

Ierin olU§turduğu ayrı bir memhik grubu kurup bunları, Nil

nehri üzerindeki Ravza Adası'nın kara ile irtibatını keserek

müstahkem bir hale soktuktan sonra oraya yerleştirdi. 265Nil nehrine izafeten çoğunluğunu Kıpçakların meydana getirdi­

ği bu memluk grubuna Bahri Memlakler (Memali­ 266 ku'l-Bahriyye) ismi verildi. Bahri Memlukler baıılangıçta

Necmeddin Eyyub'u güçlendirmişse de zamanla memlukle­ rin çok kuvvetlenmesi Patımilerde olduğu gibi, Eyyubi süla­ lesinin de çökmesine sebep olmuştur.

Zira Slav, Macar ve Rumiara göre çoğunluğu oluşturan

Bahriye Memlukleri, kendi iktalarında yaljayan Eyyubi me­

liklerinin aralanndaki kavgalan sırasında ei-Melikü's-Salih Necmeddin Eyyub'e ve haletlerine bağlı kalarak nüfuzlarını gitgide artırmı§lar ve ismen saltanat süren diğer Eyyubi me­

lilderini hertaraf etmeyi başarmışlardır. Nitekim Kutuz,

Baybars ve Kalavun gibi Bahri memluk komutanlarının des­

teğini alan Melikü's-Salih, rakiplerine üstünlük sağlamış­ 267 Ancak Melikü's-Salih'in ölümü(1249) üzerine tahta

tır.

çıkan oğlu Turan Şah zamanında artık bu aileye kendilerini

bağlı sayamayan Oğuz-Türkmen grubu ile Bahri Memhik­

ler'i, Mansıira'da birlikte mağlup ettikleri IX. Louis ile ya-

266

Makrizi, el·Hıtat ve'l-Asar, ll, s. 236; K. Y. Kopraman, Mısır MemlWderi Tarihi, Ankara, 1989, s. 3; M. Çagatay Uluçay, /lk Müslüman Türk Dev­ let/m, Ankara, 1 975, s. 125-126. 315 D.G.B.İ. T, s. 438; Kopraman, Mısır Memblkleri Tarihi, s. 4. * Yi!it, ls14m Tarihi; VI, s. 16; Uluçay, s. 126. 11>1 Teki ndag, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T.D.E.K, s. 870-871; Kopraman, Mısır MemlUkleri Tarihi, s. 4.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 ıo3

pılan müzakereterin kendilerine danı�ılmadan yapıldığı id­ diasıyla Turan�ah'ı öldürdüler(1250).268 Onun ölümü Eyyu­ bilerin sonu demekti. Böylece Mısır'ın mukadderatı tama­ men Bahriye Memlıiklerinin eline geçmi� oldu. Turanşah'ın ölümü üzerine Mısır'da tek söz sahibi olan Kıpçakların ağırlığını olu.şturduğu Memlıikler, Meli­ kü's-Salih'in dul karısı Türk asıllı Şecerüddür'ü sultan seçti­ ler. Muhtemelen Kıpçak asıllı olan bu kadın, zekası, dirayeti ve cesaretiyle maruftu. Melikü's-Salih onu köle olarak satın alml§ ve hür yapbktan sonra evlenmi§ti.269 Şecerüddür'ün bu özelliklerinden dolayı bazı tarihçiler bu kadını Mısır'daki ilk memluk sultanı olarak zikrederler. Şecerüddür, kocası Melikü's-Salih'in son günlerinde kalabalık bir ordu ile Mısır'ı istilaya gelen Haçlı ordusu ku­ mandanı IX. Louis'i M;ı.nsıira'da yenip esir etmi§ ve Fransız komutanı ile kendisi ve diğer Haçlı esirlerinin kurtuluş ak­ çası olarak sekiz yüz bin dinar ödemeyi kabul etmesi ve Mı­ sır'dan çekilip giderek bir daha böyle bir sefere kalkışma­ ınayı kabul etmesi şartıyla anla§mıştı.270 Böylece kocasının son zamanlarında harici bir tehlikeye maruz kalan Mısır'ı kurtarmış olmasına rağmen tahtında çok rahat değildi. Çün­ kü, kendisi her şeyden önce bir kadındı ve müslümanlar bir kadının hükümdarlığına alışık değillerdi. Nitekim kendisi de bunu bildiği için, hutbe, sikke ve diğer resmi muamelelerde kocası vey oğluna olan nisbetlerini zikrediyor, kendi adını kullanını ordu. Ancak bu kafi gelmedi ve Suriye'deki Eyyu­ bi ailesi 'n ileri gelenleri b�kaldırdı.271 Öte yandan Bağdat Abbasi alifesi "Mutasım" da Şecerüddür'ün Mısır'ın başın­ da olm.ını tasvip etmedi. Halife, Mısır'a gönderdiği mek­ tupta şu me§hur cümleyi yazmıştı: "Orada erkek kalmadı ise :ı68

İbn Tatnberdi, en-Nücam, VI, s. 329-331; D.G.B./. T, VI, s. 440. İbn Haldun, el-İber, V, s. 443,444; Suy(ıti, Celllüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Ttirfhu'l-Hukfd, Beyrut, 1 989, s. 518-519. Z'll İbn Tağriberdi, en-Nücam, VI, s. 333-336; İbn Haldun, el-İber, V, s. 444,445. :m D.G.B.I. T, VI, s. 442; Kopraman, Mısır Memlıüderi Tarihi, s. 4-5.

269


1 04 / KlPÇAK TÜRKLERİ

bize bildiriniz, size bir tane gönderelim".212

Böylece Şecerüd­

dür içte ve dı§ta istenmeyen ki§i haline gelmi§ ve XII. yüzyı­

lın ikinci yarısından sonra nisbeten birlik içerisinde bulunan Mısır ve Suriye onun sebebiyle ikiye ayrılnu§tı. Aynca Şece­

rüddür'ün muarızları onu IX. Louis'nin salıverilmesinden sorumlu tutuyorlardı.273 Bütün bunların neticesinde Şece­

rüddür kendisini hal edip daha önce Bahriye Memlukleri tarafından

Atabekü'l-Asakir

seçilen

İzzeddin

et-Türkmani ile evlenerek saltanatı ona bıraktı

Aybek

(1250).

c-Mısır Tiirk Memluklerinde Kıpçak Komutanlar ve Faaliyetleri Mısırda kurulan Türk Memluk Devleti, Arapça kay­

naklarda daima

Türkiye Devleti

(Devletü't-Türkiyye) olarak

zikredilmektedir.274 Yukarıda da belirtildiği üzere Bahriye

Memlı1kleri'nin ilk sultanı Melikü's-Salih'in Türk asıllı karı­

sı Şecerüddür ile evlenen Aybek olmu§tur.275 Bazı kaynak­ lar Aybek'in Kuman-Kıpçak Türklerine mensup olduğunu

belirtseler de276 çoğunluğunun görü§ü bu komutanın Kıpçak 272

Makrizi, Takiyyuddin Ebu'I-Abbas Ahmed b. Ali, Kitabü's-Süllik li-Ma'rifeti Düveli'l-Mülük, 1/2, (Mustafa Ziyade neşri), Kahire, 1957, s.

368.

m Kopraman,

Mısır Memlükleri Tarihi, s. 5. Mısır'da 1250 yılından 1 5 1 7 yılına kadar hüküm süren Memliık Devle­ ti'nin tarihini sultanların menşeine göre ikiye ayırmak adet olmuştur. Bunlardan birincisi 1250-1382 tarihleri arasını kapsar. Bu dönemde Memliık sultanlarnun çoğunluğunu Türk asıllı olanlar oluşturduğu için bunlara "Memalikü't-Türkiyye" veya "Devletü't-Türkiyye" şeklinde isim­ ler verilmiştir. Yine bunlar, Nil üzerinde bulunan "Ravza Adası"ndaki kışlalarda oturmalan hasebiyle "Memalikü'I-Bahriyye" şeklinde de isim­ lendirilmiştir. İkincisi ise 1382-1517 tarihlerini kapsar. Bu devirde ise Memliık sultanlarının çoğunluğu Çerkez asıllı olduğu için bunlara da "Memilikü'l-Çerakize" veya Cebel Kalesi burçlannda ikamet etmeleri dolayısıyla "Memilikü'l-Burciyye" denilmiştir. Bu iki dönem bir bütün teşkil etmekle birlikte birbirinden farklı özellikler arz ederler. v� D.G.B.l. T, VI, s. 444 ; Tekindağ, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T.D.E.K, s. 871; Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul, 1996, s. 151. 276 Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 99.

v•


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 105

kökenli olmayıp Türk asıllı ba§ka bir kavimden olduğu yö­ nündedir. Bu nedenle çoğunluğun Kıpçak meD§eli olduğu­ nu kabul etmediği ve

1250-1257 yıllan

arasında ba§ta bulu­

nan ilk memh1k sultanı Aybek üzerinde durmayacağız. İster Bahri, isterse Burci memh1klerinde olsun, Kıpçakların dev­

letin idari ve askeri yapısında genel olarak etkili oldukları

ve önemli görevler üstlendikleri muhakkaktır. Ancak biz bu ba§lık altında her iki memh1k devletindeki Kıpçakların ge­

nel durumundan ziyade Türk Memh1k Devleti içerisinde ta­ rihe mal olmu§ olup önemli ba§arılar gösteren ve bizzat men§e itibariyle Kıpçak olan üzerinde duracağız.

Kutuz, Baybars I

ve

Kalavun

c.a. Kutuz Türk Memh1k Devleti'nin üçüncü sultanı olan Kutuz'un

men§e itibariyle Kıpçaklardan mı yoksa Harezmlilerden mi

olduğu konusunda net bir bilgi yoktur. Bazı kaynaklar onu Kıpçaklardan, bir kısım kaynaklar da onun Harezmlilerden m Bir rivayete göre bir sava§ esnasın­

olduğunu zikrederler.

da Moğollar tarafından yakalanarak Dime§k'e götürülmü§, burada Aybek tarafından satın alınmı§tır. Bu ilk memlfık hükümdan ile Kahire'ye

:B

elmi§ ve Sultan Aybek'in mem­ lfıkleri arasına katılmı§tır. 8 Kaynaklar Kutuz'un cesur, kahraman, tedbirli, dindar, iyilik sever ve Moğollar ile mücadelede ba§arılı bir sultan

olduğu

r:.

ile kıs

birle§mektedir. Kutuz, §ecaat, zeka ve kabiliyeti

zamanda varlığını hissettirmi§tir. Aybek'in oğlu Ali,

büyük, komutanlardan Kutuz'un niyabeti altında iki buçuk

ı

yıl sal anat sürdükten sonra tahttan indirilmi§, Kutuz sultan 271 Makrizi,

Kitabü's-Sütak, 1/2; s. 435; M.C. Şehabettin Tekindağ, "Kutuz", İA, VI, (M.E.B.), İstanbul, 1%7, s. 1057-1058; Kafesoğlu, Türk Mü/i Kü.l­ türü, s. 181; Tekindağ, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T.D.E.K, s. 871; Yiğit, /s/4m Tarihi, VII, s. 30; Ali Aktan, "Sultan Kutuz ve Aynu-Calut Zaferi", Atatürk Ün. ilahiyat Fak. Dergisi, sa.10, Erzurum, 1991, s. 187, 188. 278 Tekindağ, "Kutuz", lA, VI, s. 1057; Türk Ansiklopedisi, "Kutuz", XXII (M.E.B.), Ankara, 1975, s. 39�.


ı06/ KlPÇAK TÜRKLERI 2 olmuştur. 79 Kutuz saltanat naipliği sırasında, Muizzüer'le

birlikte hareket ederek Aybek'i hertaraf etmiş ve Bahriyeti­

lerin Mısır'a gelmelerini sağlamıştır. Bağdad'ı alıp Abbasi Hilafetine son veren Moğollann neden oldukları siyasi bulı­

ran sırasında ba§a geçen Kutuz, Bahriyelileri kendi tarafına

çektiği gibi, önemli bir manevi nüfuz kazanarak Gürcü ve Ermeni süvarİleri tarafından desteklenen Moğollan

Calut'ta müthiş bir hezimete uğratmıştır

(3

Eylül

Ayn 1260). 280

Memlukler için olduğu kadar bütün İslam alemi için Ayn Calut sava§ının maddi ve manevi sonuçları büyük olmuştur.

Bu zaferle, Moğolların Suriye'den sonra Mısır'ı da elde ede­

rek, Franklar ile işbirliği yapmalan önlendiği gibi, yerli hal­ kın da Memluklere karşı itimadının artması sağlanmıştır.

O

andan itibaren Mısır, Türkler sayesinde İslamiyet'in ve Mo­ 28ı ğollar önünden kaçan halkın sığınacak yeri halini almıştır. Kısa sürede gösterdiği ba§arılar sebebiyle tarihin büyük İs­

lam kahramanlarından biri haline gelen Kutuz'un yeni bir

memluk gurubu kurması aleyhine olmuş ve kendi cinsleri­ nin desteğini alan Baybars, Kutuz'u öldürüp

(22 Ekim 1260)

Bahriyelilerin yeniden iş ba§ına geçmelerini sağlamıştır.

Sonuç olarak Kutuz'un saltanatı on bir ay kadar sür­

müştür. Sultan Kutuz'un önemi, böyle çok kısa bir zaman içerisine bu derece hayati rol oynayan icraat ve başanlan sığdırmasıdır.

O

bu kısa süren sultanlığı döneminde önce

Memlukler arasında birlik ve beraberliği sağlamış, Moğolla­ ra karşı koymak için giderken Akka'daki Haçlılarla anlq­ mak suretiyle muhtemel bir Moğol-Haçlı ittifakını önleme

hasiretini göstermiştir. Harezm topraklarına girmesinden itibaren İslam ülkelerinde at koşturan Moğol ordusunu,

Ayn Calut'ta ilk defa olarak kesin bir yenilgiye uğratnuştır. m

Tekindağ, "Kutuz", İA, VI, s. 395.

1058; Türk Ansiklopedisi,

"Kutuz", XXII,

s.

2110 Makrizi, /(jtabü's-Sülük, 1/2, s. 429-431; Aktan, s. 195-196; Süleyman Öz­ bek, "Moğol İstilasının Durak Noktası Ayn-Cilut Savaşı ve Sonuçları•," Askeri Tarih Bülteni, XVU31, Ankara, 1991, s. 11-21. 28 1 Tekindağ, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T.D.E.K, s. 871; Bu konuda geniş bilgi için bkz: Makrizi, KiJDbü's-SüliJc, 1/2, s. 430-43 1.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 ı01

Böylece Mısır Türk Memlukleri, sadece kendilerini koru­ makla kalmayıp aynı zamanda Moğolların Irak'ta olduğu gi­

bi, Suriye'ye de yerle§mesine engel olmu§lardır. Yine bu za­

fer Mısır Memlukleri ile Suriye'deki Eyyubi melikleri ara­ sında taksim edilmi§ olan Mısır ve Suriye'nin eskiden oldu­

ğu gibi yeniden birle§mesi sonucunu doğurm�tur. c.b. Baybarıı 1

Bütün tarihi kaynaklar Baybars'ın Kıpçak men§eli oldu­

ğunda müttefıktirler. Memluk sultanlarının en seçkini ve

me§huru olarak kabul edilen Baybars, De§t-i Kıpçak'ta doğ­

ı

mu olup Kıpçakların Borçoğlu (Borlu) kabilesine mensup­ 2 2 tu. Esir tacirleri tarafından önce Sivas'a, sonra Halep ve Şam'a götürüldü. Önce Şamlı bir kuyumcuya satılan Bay­

bars, daha sonra Hama'da hapis olan Emir Alaaddin Ayte­

kin el Bundukdari es-Salihi tarafından satın alındı. Alaad­

din Aytekin el-Bundukdari, Mısır Eyyubi hükümdan Meli­

kü's-Salih Necmeddin tarafından affedilince Baybars ile bir­

likte Kahire'ye geldi. Baybars burada hükümdarın Bahriye 28 Memhik.leri arasına katıldı. 3 Uzun boylu, esmer, mavi göz­

lü,

gür sesli ve enerji dolu olan bu Kıpçak genci zeka ve ka­

biliyeti sayesinde kısa zamanda kendini göstererek komu­ tanlığa kadar yükseldi.

Sultan Aybek döneminde Mısır'dan ayrılan Baybars,

Kutuz döneminde tekrar Mısır'a dönüp Kutuz'un emrinde hizmet

tti. Kutuz, Moğollara kar§ı yapılan Ayn Calut mu­

hare esinde Baybars'ı memluk öncü kuvvetlerinin kumao282

İ n Şeddad, Bayban Tarihi, (çev: M. Şerafüddin Yaltkaya), İstanbul, 1?41, s. 12-13; Togan, Umumi Türk Tarihine Gilif, s. 159; M Fuad Köp­ rlilü, "Baybars 1", lA, Il, (M.E.B), İstanbul, 1970, s. 357; Seferoğ­ lu-Müderrisoğlu, a.g.e, s. 129; Kafesoğlu, Türk Milli KiUJürü, s. 181. 28) Köprülü, "Baybars I", lA, II, s. 357; Atilla Çetin, "Türk Asıllı Bir Mem­ lıik Sultanı: Baybars ei-Bundukdad", T.D. T.D, İstanbul, 1993, sa:79, s. 29-30; İnci Koçak, "Arap Kaynaklannda Türk Memlıik Sultanı Baybars", X Türk Tarih Kongresi Bildirileri (Ankara, 22-26 Eylül 1986), III, Anka­ ra, 1991, s. 1 101,1 102; Türk Ansiklopedisi, Baybars I, V, (M.E.B), İstan­ bul, 1967, s. 441.


108 / KlPÇAK TÜRKLERİ

dasına verdi. Baybars'ın Ayn Calut'taki Moğollara kar§ı el­ de ettiği ba§arıdan bütün kaynaklar övgü ile bahseder.284 Kutuz'un ölümünden sonra, Baybars 1260 yılında Mısır Türk Sultanhğı'nın dördüncü hükümdan olmu§tur. 1260-1277 yılları arasında 17 yıl kadar Mısır Memlfık tahtın­ da oturan Baybars'ın saltanatı, Eyyubilerin 1250'de tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, Mısır ve Suriye'de gerçek Memlfık hakimiyetinin kurulduğu bir devirdir. Baybars'ın sultan olarak tahta geçtiğindeki ilk icraatı, Kutuz'un Moğol sava§ına hazırlanmak amacıyla koymU§ ol­ duğu vergileri kaldırmak olmu§tur. Aynca dağılmı§ olan Bahriye memlı1kleri bir araya toplanmı§tır. Moğolların İsti­ lası sonucu Bağdad'tan Suriye'ye kaçan Abbasi halifesi Za­ hir'in oğlu Ahmed Kahice'ye getirilerek Baybars ona biat etmiş ve Abbasi Halifeliği yeniden kurulmuştur. Yeni halife "el-Muntasır Billah" lakabını almı§ ve Baybars'a da "Kasım ed-Dev/e" ünvanı ile ba§ta Mısır ve Suriye olmak üzere bü­ tün fetbeditecek ülkelerin hükümdarlığını vermiştir. 285 Sultan Baybars'ı sadece bir askeri kumandan olarak dü§ünmek yanlı§ olur. Zira o bir askeri komutan olmanın ötesine geçebiimiş bir liderdir. Onun, hükümdar olduktan sonra, orduyu yeniden te§kilatlandırdığı, deniz harp filosu kurduğu, Suriye'deki kale ve hisariarı onarttığı, ülkede sula­ ma kanalları açtırdığı ve Kahire ile Şam arasında posta te§­ kilatı kurarak iki §ehri dört günde birbirine ula§ılabilecek §ekilde birbirine bağladığı belirtilmektedir. Onun dönemin­ de Mısır-Suriye'yi içine alan bu Türk sultanlığında posta te§kilatı büyük geli§me göstermi§tir. Devlet hazinesi için ağır bir yük olmasına rağmen, Baybars'ın askeri ve siyasi ba­ §arılarında bu te§kilatın önemi büyük olmu§tur. Ayrıca yol­ larda emniyet tertibatı alınmı§, muntazam menziller kurul­ mu§, su ve yiyecek temini sağlanmı§tır. Böylece Kahire ile Şam arası karayolu üzerine in§a edilen posta istasyonlann284

Philip K. Hitti, Siyasi ve Kiü./Urel /sJQm Tarihi, Il, (çev:Salih Tuğ), İstan­ bul, 1995, s. 1054,1055; Koçak, s. 1 102. ııu ibn Haldun, ei-İber, V, s. 454, 455; Köprülü, "Baybars I", İA, Il, s. 358; Koçak, s. 1 102,1 103; Uluçay, s. 128.


KIPÇAK TÜRKLERİ t ı09

da hazır bekletilen deği§tirme atlarıyla dört nala diğer istas­ yona posta paketi götürülme imkanı getirilmi�tir. 286 Bay­ bars, yanına iki üç ki§i alarak posta atlarıyla bizzat Kahire ve Şam arasında bir çok kere giderek zamanın §airlerinin diline d�m�tür.287 Öte yandan Baybars'ın halkın faydalandığı bazı hizmet­ leri belli bir düzene sokarak camileri güzelle§tirmesi, vakıf­ lar kurması288, medreseler, hastahaneler gibi hayır kurumla­ rının açılmasına ön ayak olması, İslam büyükleri ile eski kahramanların türbelerini tamir ettirmesi ve yoksullara yar­ dım etme gibi faaliyetleri halkın sevgisini kazanmaya yet­ mi§tir.289 Baybars'ın özellikle Hıristiyan Haçlılara kar§ı düzenle­ diği seferleri ve elde ettiği zaferleri ününün bütün İslam dünyasına yayılmasına neden olmuştur. Baybars'ın başta ol­ duğu dönem, Hıristiyan-Müslüman çatışmalarının yoğun ol­ duğu bir döneme rastlar. Onun Haçlı Hıristiyanlarının dire­ nişlerinin kınlmasında önemli rol oynadığını öğreniyoruz. Kendinden sonra gelen Sultan Kalavun ve E§refin Hıristi­ yanlara kar ba§arılarının temelini, Baybars'ın seferleri ha­ � zırlamıştır.2 Baybars'ın nüfuzunun zamanla Nube(Nubya, Sudan) ve Arabistan'a kadar yayıldığı, ayrıca Suriye'nin ku­ zeyindeki dağlık bölgelerde hakim bulunan Batıniler (Haş­ haşiler) üzerinde egemenlik sağladığı görülmektedir.291 Haçlıları Ortadoğu'dan atma kararında olan Sultan Baybars, 1261 yılında Haçlıların elindeki Antakya'ya saldır­ dı. 1265'te Kayseri ve Aslis gibi kentleri aldı. 1266'da Ak­ ka'yı m asara etti. Aynı yıl, Ermeni kralı Hetum'un İlhan­ lılar il işbirliğine kızarak Kalavun kamutasında büyük bir ordu üzerine yollayıp Hetum'a büyük zararlar verdirdi. Yine emhiklerin Adana, Misis, Tarsus ve Mis'i yağmala-

l)l{ 1

286

Hitti, II, s. 1 092; W. Barthold-M. Fuad Köprülü, İslôm Medeniye/i Tarihi, Ankara, 1984, s. 334-335. ıs' Koçak, s. 104,105. 2118 Hitti, II, s. 1092. 2149 Köprülü, "Baybars I", İA, II, s. 360. 190 Çetin, s. 30. 291 Hitti, II, s. 1 092.


1 10 / KlPÇAK TÜRKLERİ

maları bu yıla rastlar.2921267'de Taberiye ve Akka tarafları­

na akınlar düzenlendiği, 1268'de Yafa'nın alınıp Antak­

ya'nın kısa bir süre zapt edilerek Haçlılann doğudaki ikinci prensliğinin ortadan kaldırıldığı anl�ılmaktadır. 127l'de

Trablus Hıristiyan prensliğinin üzerine gidilip bir çok kent

ve kalenin, müslümanların eline geçtiği belirtilmektedir.

Baybars'ın b�arılan, İngilizleri Haçlılarla Memlukler ara­ sında ban§ yapmak için harekete geçirmi§ ve on yıllık bir

barı§ antla§ması yapılmı§tır.293

.

Bu arada Anadolu'da Moğollar baskı ve zulmü artırdı­

ğından bazı Anadolu Selçuklu Devleti yöneticilerinin Bay­

bars'tan yardım istedikleri görülüyor. Baybars soyd�larını Moğollardan kurtarmak için Anadolu'ya bir sefer düzen­

ler(1275). Bu sefer sırasında Adana, Sis, Tarsus ve Ayas

yağmalanarak Kayseri'ye kadar gelinir. Elbistan'da ise Mo­ ğol ordularını ağır bir yenilgiye uğratır.294 Bu dönemde Bay­ bars'ın en önemli rakibinin İlhanhlar olduğu görülüyor. Bu

bağlamda XII. Yüzyılın ortalanndan itibaren Önasya'da nü­

fuz mücadelesi veren devletlerin menfaatleri doğrultusumla

bir blokl�ma içerisine girdikleri anl�ılmaktadır. İran, Irak,

Azerbaycan ve kısmen Anadolu, İlhanların, Suriye ve Mısır MemlUk Türk Sultanlığının, De§t-i Kıpçak Altınordu Dev­ leti'nin kontrolü altında idi. İstanbul ve Trakya'da Bizans,

Anadolu'da ise Selçuklular bulunuyordu. Bu devletler ara­

sında asıl çeki§me, Altınordu ile İlhanlılar arasında olup

Memluk Türk Devletinin Altınordu'nun yanında, Bizans

İmparatorluğunun da İlhanlılar safında yer aldığı görülür.295 Altınordu-Memluk i§birliği, Altınordu tahtına müslüman olan Berke Han'ın 296 geçmesi ve 1270 yıllarında bu devletin 292

Köprülü, "Baybars 1", lA, ll, s. 358; Çetin, s. 31 ; Memliık Ermeni ve Memliık Türkmen İlişkileri için bkz: Ahmet Gökbel, Anadolu Vanak/a­ ruuJa inanç ve Adetler, Ankara, 1998, s. 11,12. 293 D.G.B.İ. T, VI, s. 460-465; Çetin, s. 31. 294 Çetin, s. 31; Güngör, Tarihte Türkler, s. 153; Uluçay, s. 128. 295 Yuvah, "XIII. Yüzyılda Önasyadaki Siyasi Blokla§ma", Türk Kültürü, XXIII/262, s. 1 14. 296 M. Kafalı, Altınorda Hanlığının KundU§ ve Yükse/4 Devirleri, İstanbul, 1976, s. 54-59; Türk Ansiklopedis� "Berke", VI, (M.E.B), İstanbul, 1968, s. 178.

·


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 ı ı ı

İslamiyeti resmen tanımasıyla, daha da artmı§tır. Çünkü Al­ tınordu'nun resmen İslamiyeti benimsemesi, Bağdad Abba­ si Halifeliği ile diğer İslam ülkelerine kar§ı menfı bir tutum içerisinde olan İlhanlılarla arasının açılmasına sebep olmu§­ tur. Böylece İlhanlılara kar§ı, müslüman olan ve ba§ında bir Kıpçak Türkünün bulundu� Mısır Memlllk Devleti ile ya­ kın ili§ki içerisine girmi§tir. 7 İki Kıpçak devleti diyebilece­ ğimiz bu devletler arasındaki ili§ki, her iki tarafın da ısrarla istemesine rağmen fiilen gerçekle§ememi§tir. Gerçi her ikisi de ayrı zamanlarda Önasya'yı tehdit altında bulunduran İl­ hanlı hükümdan Hülagü Han'ı, Baybars Ayn Calut sava§ın­ da, Berke de Terek sava§ı'nda mağlup etmi§lerdir. Fakat iki dost Kıpçak devletinin ortak dܧman ettikleri Hülagü ve onun yerine geçen Abaka'ya kar§ı mü§terek bir cephe olu§­ turma imkanları olmamı§tır ?98

Bütün bunlardan anla§ılıyor ki, Memhikler çağının en parlak simalarından biri olan Baybars, o döneme her yönüy­ le damgasını vurmu§tur. Onun zamanında, sanatın, bilimin ve edebiyatın te§vik ve himaye edildiği, Mısır ile Suriye'nin o çağda uygarlık bakımından çok yüksek bir düzeye çıktığı görülmektedir. Baybars haçlılara kar§ı kazandığı zaferler ve Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısır'a girmesine engel olu­ §uyla Mısır Türk Memluklerinin temellerini sağlamla§tır­ mı§tır. Özellikle, Baybars'ın kahramanlıklannın efsanele§e­ rek halk hikayelerine konu olması, onun çok benimsenen seçkin bir sultan olduğunu göstermektedir. 1277 !ında B�bars'ın ölümü üzerine yerine oğlu Ber­ ke (Bet ke) geçti.2 Henüz on sekiz ya§ında olan genç ve l'l7

Süle man Özbek, "el-Melikü'z-Zihir Rukneddin Baybars Zamanı MemiQk Devletinin Dini Siyaseti", Türk incelemeleri Dergisi, IX, İzmir, 1994, sl 289-307; Abdulkadir Yuvalı , lUıanlılar Tarihi, I, (Kuruluş Devri), Kayseri, 1997, s. 183. m Yuvah, İlhanlı/ar Tarihi, s. 184; Bu konuda bkz: Rene Grousset, Bozlar Imparatorluğu (Atilla-Cengiz Han-Tımur), (çev: M. Reşat Uzmen), İstan­ bul, 1993, s. 346-350; Berke, Hülagu, ve Baybars ilişkisi için bkz: W. Barthold, "Berke", IA, (M.E.B), II, İstanbul, 1970, s. 553-555; Enver Ko­ nukçu, "Berke Han", IA, V, (D.İ.A), İstanbul, 1992, s. 506. 299 Makrizi, Kitabü's-Süluk, l/2, s. 514-516.


1 12 / KlPÇAK TÜRKLERİ

tecrübesiz sultan kısa süre içerisinde devlet ricalini birbirine

düşürdü. Tecrübeli ve yetenekli emirlerin yerlerine tecrübe­ siz ve genç insanlar getirdi. Önemli bir icraat yapmadan iki

yıl kadar başta kalan Berke, 1280 yılında saltanattan ayrıldı 00 ve aynı yıl Kerek'te vefat etti.3 Kalavun'a başa geçmesi

teklif edildi, ancak Baybars'ın soyundan birinin saltanatta

bulunmasını arzulayan Kalavun bu teklifi geri çevirdi ve

Baybars'ın henüz yedi yaşındaki oğlu Sütemiş sultan ilan 30 edildi. Kalavun ise ona Atabeg olarak tayin edildi. 1 Salta­

natta yaklaşık yüz gün kalan bu Kıpçak çocuğunun bu işi yü­

rütemeyeceği anlaşılmıştır. Zira bu süre içerisinde de bütün işleri Atabeg olan Kalavun üstlenmişti. Üst düzey devlet ri­

calini bir araya toplayan Kalavun devletin bu şekilde yürü­ tülemeyeceğini buna bir çözüm bulmak gereğini vurguladı. Bu toplantıdan Sütemiş'in azli ve onun yerine Kalavun'un

"el-Melik el-Mansur" ünvanıyla sultan ilan edilmesi çıktı. .ıoz

Böylece Baybars'dan sonra iki oğlunun da çok kısa süren sultanlıkları tamamlanmış oldu.

c.c. Kalavun Memlfık Türk Devleti'nin altıncı sultanı olan Melik

el-Mansfır Seyfeddin

Kalavun

el-Elfı, Deşt-i Kıpçak'ta doğ­

muştur. Menşe itibariyle Kıpçak Türklerindendir. Bu konu­ da bütün kaynaklar ittifak ederler. 303 Kalavun tıpkı B aybars

gibi genç yaşta Mısır'a getirilmiş ve yedinci Eyyubi Sultanla­ nndan Melikü's-Salih'e satılmıştır. Kalavun için bin dinar

gibi yüksek bir bedel ödendiği ve bu nedenle"Elfi" şeklinde isimlenciirildiği belirtilir. 304

1249

yılında kölelikten aziedilen Kalavun,

askerlik

mesleğine girerek kısa sürede ün yaptı. İzzeddin Aybek za300 Yiğit, /s/dm Tarihi, VII, s. 57; D.G.B.I T, VI, s. 467,468. 30 1 M akrizi, Kitabü 's-Süluk, 1/2, s. 656.

302 Makrizi, Kitabü's-SülUk, 1/2, s. 658. 303

İbn Haldun, el-iber, V, s. 468; Sobernheim, "Kalavun", İA, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967, s. 121 ,122; Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 179; Ka­ fesoğlu, Türk Milli KültüTÜ, s. 181. 304 Hi tti, Il, s. 10%.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 1 1 3

manında Suriye'ye kaçan Kalavun, Moğol-Memhlk sav3.§la­ rının başlamasından kısa süre önce Baybarsla birlikte Mı­ sır'a döndü. Baybars'ın saltanatı sırasında, sultanın en ya­ kınlan arasına girmeyi b3.§ardı. Baybars döneminde Moğol­ lar ve Haçlılara karşı yapılan sav3.§larda ön plana çıkıp ordu komutanlığı yaptı. Baybars'ın oğulları Berke ve Sülemiş'in sultanlığından sonra 1279 yılında Mısır Türk Memhlk tahtı­ na oturdu.305 Aslında Kalavun'un idareyi fiilen ele alması, Sultan Herke'nin tahttan indirilip yerine geçen yedi ya§ında­ ki karde§i Sülemi§'e atabeg tayin edilmesiyle b3.§lamı§tı. 306 Zira üç-dört ay gibi çok kısa bir süre b3.§ta kalan Sülemi§'in bütün iııleri Kalavun tarafından yürütülmü§tür. 1279 yılının Kasım ayında resmen sultan olan Kala­ vun'un tahta çıkması halife tarafından tasdik edildiği gibi Mısır'da da resmen tanınmıştı. Ancak Suriye ordusu tara­ fından Şam Sultanı görevine getirilen ve Baybars'ın oğulla­ rının yardımını alan Sungur, Kalavun'un sultanlığını kabul etmemi§ti.307 Bu nedenle Kalavun'un kar§ısına çıkan ilk problem Suriye meselesi olmu§tur. Sultanın Suriye mesele­ sini halletmek için birkaç defa Suriye üzerine ordu gönder­ diği ve sonunda Sungur'u hertaraf edip Suriye'yi kendisine bağlamasının belli bir süre aldığı anla§ılmaktadır. Suriye cephesini emniyete alan Kalavun, Ermeni, Frank ve Gregoryanların yardımı ile önemli bir güç elde eden Moğolların üzerine yöneldi. İki ordu Hıms'ta kar§ıla§­ tı. Moğollar önce üstün duruma geçmi§lerse de sav3.§ı Kala­ vun kaz�mı§ ve Moğol ordusu geri çekilmek zorunda kal­ mıştı..30!f'Kalavun, bu sav3.§ta Moğollara önemli ölçüde des­ tek ve n Ermenilerin yurtlanna girerek onlara büyük zayi­ at ver irip cezalandırma yoluna gitmi§tir.309 Bu sav3.§tan

* 4

Jtı.•

İbn Haldun, el-lber, V, s. 468-470; Makrizi, Kitabü's-Sülük, 1/2, 663-664. ""' Türk Ansiklopedis� "Kalavun", XXI, (M.E.B), Ankara, 1974, s. 129. Jtı' Makrizi, Kitabü's-Sülük, 113, s. 670. 1011 İbn Haldun, ei-İber, V, s. 472-473. 109 Sobernheim, s. 1 22.

s.


ı ı4 / KlPÇAK TÜRKLERİ

sonra Ortadoğu'ya inen Moğolların önemli bir bölümünün İslam dinini kabul ettiği belirtilmektedir.310

Kalavun, Suriye'de Sungur ba§kanlığındaki ayaklanma­

yı bastırıncaya ve Moğolların (İihanlılar) Suriye'ye kar§ı yaptıkları saldırıları hertaraf edinceye kadar Haçlılar ile

herhangi bir çatı§maya girmemeye özen göstermi§ ve i§leri­

ni yoluna koymak için onlarla on yıllık bir ban§ antl�ması

yapmı§tı. Suriye'deki sıkıntılan ortadan kaldırıp İlhanlı hü­

kümdarı Abaka Han'a kar§ı üstünlük sağlayınca, Haçlılar ile devam ettirmeye çalı§tığı barı§ ortamını bizzat kendisi

bozınuştu. Çünkü onun amacı bütün Suriye'yi hakimiyeti al­

tına alıp Mısır'a bağlamaktı. Bu amaçla Haçlılar üzerine yü­

rüyerek Markap kalesini ele geçirdi. 31 1 Bu sıralarda Suri­ ye'de bulunan Haçlılar, gerek kendi aralanndaki anl�maz­

lıkların artması, gerekse Avrupa'dan gelen yardımların sağ­ lıklı olarak sağlanamaması nedeniyle zor durumda idiler. Bu durumun farkında olan Kalavun, Suriye'deki haçlı kalın­

tılarına son vermek niyetiyle tekrar harekete geçerek Emir

Hüsameddin Toruntay komutanlığındaki bir orduyu Antak­ ya Haçlı Prensliği'nin son kalıntısı olan Lazkiye'ye gönderdi . ve burası da fethedilmi§ oldu.312

1289 yılında Prens VII.

Bohemond'un ölümünden son­

ra Trablus§am Haçlı Prensliği içinde de bazı anl�mazlıklar ba§ göstermişti. Prenslik içerisindeki bazı hizipler, civardaki

müslümanlara ait yerle§im birimlerine saldırıp yağmalama yaparken, bazıları da kendilerine yardım etmesi için Sultan

Kalavun'a haber göndermi§ti. Bunu fırsat bilen Kalavun,

Trablus halkının daha önce öngörülen antla§mayı bozduğu

gerekçesiyle Mısır'dan Suriye'ye doğru yola çıktı. Kısa süre · sonra bölgeye ula§an Kalavun şehri muhasara altına aldı.

Bir aydan fazla süren şiddetli çarpı§malardan sonra §ehri

ele geçirdi. 313 Bu sav�ta şehir önemli ölçüde hasar görüp

oturolamaz hale geldi. Kalavun, harap olan eski Trablus'un 3 0 1

H itti, II, s. 1097. İbn Haldun, el-lber, V, s. 474; Sobemheim, s. 122 3 12 D.G.B.İ. T, VI, s. 470-471 . 3 1 1 İbn Haldun, el-İber, V, s. 476-477; Makrizi, Kitabü's-Sülük, I/3, 746-747. 311

s.

··


KJPÇAK TÜRKLERİ / 1 15

yakınına yeni bir şehir inşa edilmesi emrini verdi.3 14 Bundan bir müddet sonra Haçhlar, Trablus Prensliği'ne bağlı Beyrut

ve Cabala gibi kaleleri de tahli e ettiler ve buralar da müs­ r lümaniann eline geçmiş oldu.3 1 Bu fetihlerden sonra bölge­

de haçlılann elinde sadece Akka, Sayda, Sur ve Aslis şehir­ leri kalmıştı.

Kalavun, ertesi yıl Haçlıların bölgedeki son başkenti

Akka üzerine gitmek için gerekli hazırlıkların yapılmasını

emretti. Çünkü Akka Frankları, müslüman yerleşim birim­

lerine saldırıyarlar ve oradan geçen ticaret kervanlarını yağ­

malama yoluna gidiyorlardı . Bölgede huzuru sağlamak ve Haçlıların önemli son kenti olan Akka'yı fethetmek amacıy­

la 1290 yılında Kahire'den ayrılan Kalavun, hastalanarak 6 yolda öldü.3 1 Sonuç itibariyle Kalavun, sultanlığı sırasında Suriye'de

Memliik

Türk

hakimiyetini

kuvvetlendirmiş

ve

Mo­

ğol(İlhanh) tahribatının doğurduğu zararları büyük ölçüde

telafi etmiştir. Sultan Baybars'ın dış politikasını aynen de­

vam ettiren Kalavun, Altınordu devleti ile yakın ilişkilerini

ve dayanışmayı sürdürmܧtür. Memliikleri arasından seçtiği Çerkez asıllı üç bin yedi yüz memliiğu, Kal'atü'l-Cebel'de

kale burçlarına yerleştirmiş ve bunlara burçlarda iskan edil­

dikleri için "el-Burciyye" adı verilmiştir. İşte bu Çerkez Mernliik grubu, Burcf Memluk Sultanlığı 'nı olu§turmuştur.

Onun sultanlığı sırasında imar i§lerine de büyük önem

verildiği görülmektedir. Onun yaptırdığı eserlerden en meş­

huru,

üp esiz ki, laboratuarları, mutfakları, erzak ve ilaç

ı,::

depolar

ile

büyük

koğuşların

hastalı

1283

bulunduğu

hastanedir.

adını ta§ıyan bu hastanede, çeşitli

flara mahsus özel bölümler vardı. Büyük bir bölümü �lında inşa edilip 1284 yılında tamamlanan bu eserin

"el-Md tan el-Mansun'"''

yanında bir cami, bir medrese ve bir de kendisi için türbe

yapılrnı§tı . Kalavun'un sultanlığı sırasında insan sağlığı üze­

rine o kadar çok ilgilendiği anlaşılıyor ki, onun ölümünden 114

İbn Tağriberdi, en-Nücum, VII, s. 272-274; Sobernheim, s. 123 T, VI, s. 471 . " 6 Sobernheim, s . 123 m D.G.B.İ.


116/ KlPÇAK TÜRKLERİ

sonra türbesindeki sandukası üzerinde serili hırkası, geri ze­ kalı çocuklar, kısır kadınlar ve çe§itli hastalıklara yakalan­

mı§ binlerce hasta veya sakat insan tarafından ziyaret edile­

rek, buna el sürütmesi halinde §ifaya kavu§acakları inancı

yaygın hale gelmi§tir.311

Kalavun, yaptığı arazi tahririyle de Mısır Türk Mem­

liikları Devleti'ne önemli bir hizmette bulunnm§tur. Zira, ümera, askere ait iktaların önemli bir kısmını kendi ellerine

geçirdiği için, hem askeri kuvvet zayıOamı§ hem de ülkede asayi§ bozulmu§tU. Bu durumu tabii haline sokmak isteyen

Kalavun, Mısır arazisini tahrir ettirerek, araziyi yirmi dört

birime ayırmı§, bunun dört birimini sultan haslan, on birimi ümera,

mi§tir.31

eriye kalan on birimi de asker iktaı olarak belirle­ f

Kalavun, Mısır Türk Memliiklannda ilk hükümdar sü­

lalesinin kurucusu olmU§tur. Ülkenin idaresi,

1382

yılında

torunlarından Melik Mansur (b. Sufyan Hüseyin b. Kala­ vun) atabeyi Çerkez Tenbuga Berkuk tarafından azledilin­

ceye kadar, yani bir asır kadar Kalavunoğulları elinde kal­

mı§tır.319 Bütün bunlardan §U sonuca varabiliriz ki, Sultan

Kutuz'dan ba§layarak Çerkcz memliiklarına kadar

(1382),

Mısır Türk Devleti'ni Kıpçak men§eli sultanlar yönetmi§tir.

Zira bu dönemde, Arapça konu§an yerli halkın dı§ında ka­

lanlar için dil Türkçe (Kıpçakça), kültür de Türk kültürü ol­

mu§tur. Bu sürecin Çerkez Memh1klan döneminde de bü­

yük ölçüde devam ettiği o dönem kaynaklarından anla§ıl­ maktadır.

7-HİNDİSTAN'DA KlPÇAKLAR Hindistan'da Kıpçaklar deyince akla ilk olarak Delhi

Türk Sultanlığı gelir. Biz çe§itli hanedan ve aileler tarafın-

317 Bu konuda geniş bilgi için bkz: Hitti, II, s. ı098. 318 Bkz: i. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı DI!Vlet Tqkilatına Medhal, Ankara, ı 988, s. 406-4 ı ı . 319 Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. ı79-ı80; Kafesoğlu, Türk Mi/a Kültürü, 1 8 1-182; Kopraman, Mısır Memluklan Tarihi, s. 7-8.


KJPÇAK TÜRKLERİ t ı ı 7

dan yönetilen bu Türk devletinin Kıpçakların etkili olduğu

(1211-1266) Şemsiyye Hanedam ile Balahan ailesinin (1266-1290) ba§ta bulunduğu dönem üzerinde duracağız. a-Şemsiyye Hanedanı Suriye ve Mısır'da önemli roller üstlenen

Kıpçaklar, di­

ğer bazı Türk kavimleriyle birlikte · XII. yüzyılın ikinci yan­

sından itibaren köle tüccarlarının elinde "memhik" olarak Hindistan'a girmeye ba§lamı§lardır. Memhikların değeri,

yaptıkları ݧ ve gösterdikleri etkinliklerle ölçüldüğü için, o sırada Türkistan ve Maveraünnehr'den getirilen genç Türk memhiklannın ünü o bölgeye yayılmı§tı.320 Bölgede uzun boylu, mavi gözlü kadınlarının güzelliği, erkeklerinin yakı­

§ıklıhğı ve çah§kanlıklarıyla me§hur Kıpçak kabilelerinden gelen memluklar daha da tercih sebebi idi.

XIII. yüzyılın ba§larında kurulan (1206-1290) ve

o yüz­

yıla damgasını vurup Hindistan'a Türk kültürünün ve İsla­

miyetİn yayılmasına önderlik eden Delhi Türk Sultanh­ ğı'nda321 Kıpçakların etkin bir §ekilde yer aldığı görülmek­ tedir. Özellikle Şemsiyye Hanedam ailesinin

(1266-1290)

(121 1-1266) ile Balahan

ba§ta bulunduğu dönemlerde devlet

bizzat Kıpçak men§eli sultanlar tarafından yönetilmi§tir.

Şimdi gerek devletin ba§ında bulunan gerekse idari te§kilat

ve orduda önemli yer tutan Kıpçakların ve onları destekle­

yen diğer Türk kavimlerinin faaliyet ve İcraatlarından kısa­ ca bahs t

ye çah§alım.

Del

Türk Sultanlığı'nın kurucusu Türk komutan Kul­

beddin ybeg dir.

'

Türkistan'da doğan ve muhtemelen Kıp­

çak ka ilelerinden birine mensup olan322 Aybeg, aynı za­ manda

\Hindistan'da

İslam idaresinin temellerini atan ilk

sultan olmu§tur. Delhi Türk Sultanlığı, Aybeg ile iyi bir ba§320

M.Aziz Ahmet, Siyasi Tarihi ve Müesseseleriyle Delhi Türk Imparatorluğu, İstanbul, Tarihsiz, s. 22-23. m İbrahim Kafesoğlu, ''Türkler", lA, XII/2, (M.E.B), İstanbul, 1988, s. 263. m D.G.B.I. T, IX, s. 375; Enver Konukçu, "Hindistanda Kurulan Türk Dev­ letleri", Tarihte Türk Devletleri /, Ankara, 1987, s. 350; N.R. Farooqi; "Delhi Sultanlığı", lA, IX, (D.İ.A), İstanbul, 1994, s. 130


118/ KlPÇAK TÜRKLERİ

langıç(1206) yapmı§, Hindistan'da güçlü bir merkezi idare ol�m� ve kurulan bu sistem uzun yıllar daha sonra gelen­ Iere hizmet etmi§tir.323 1210 yılında sultanın ani ölümü üze­ rine emir ve melikler Aram Şah'ı geçici olarak Delhi tahtına seçmi§lerdir. 1211 yılında Delhi Türk Sultanlığı'nın ba§ında Ay­ beg'in kölesi, aynı zamanda damadı olan ve Türkistan'daki Kıpçakların İlbari(Aip-Eri-Uluğ Borlı) kabilesinden olan Şemseddin İltutmufu (İ letmi§) görmekteyiz.324 Babası, adı geçen Kıpçak kabilesinden kendisine bağlı olanlar ve akra­ balannın çokluğuyla ün salmı§ Ayiarn Han'dır. İltutm�'un Kıpçak meD§eli olu§undan, ba§ta "Tabakat-ı Ndsın"'' ve "Fü­ tuhu's-Seldtin" olmak üzere konuyla ilgili olan bütün tarihi kaynaklar bahsetmektedir. İltutm�, küçük ya§ta zekası ve becerikliliği ile dikkat­ leri üzerine çekmesi sebebiyle karde§leri vasıtasıyla köle tüccarlannın eline dü§ürülmü§ ve o dönemin önemli mer­ kezlerinden birisi olan Buhara'ya getirilerek §ehrin dini re­ isine satılmı§tır. İ ltutm�. belirli bir süre o ailenin bir ferdi gibi yeti§tikten sonra, Hacı Buhara adlı bir tüccann hizme­ tinde iken köle tüccarı Cemaleddin Muhammed (Mehmet) Çust Kaba tarafından 1196 yılında Delhi'ye getirilerek bura­ da Aybeg tarafından satın alınıp Ser-Candar (özel muhafız alayı ba§kanı) olarak görevlendirilmi§tir.325 Bu süre içerisinde görevlendirildiği bazı seferlerde önemli ba§anlar elde etmi§ ve rütbesi artırılarak Emir-i Şi­ karlığa (Avcı ba§ılığa) yükseltilmi§tir. 1200 yılında Gval­ yor(Gwalior) kalesinin alınmasında gösterdiği ba§arı, onun Baran ve Badaun bölgesine vali tayin olunmasını sağlamı§­ tır. 1202 yılında Kalincar'ın fethinde Aybeg'in yanında yer alan Kıpçak komutan, 1205 yılında Gakhar kabilesini itaat altına almak için çıkılan seferde, Celam nehri kıyısında is­ yancılara kar§ı gösterdiği ba§arının bizzat dönemin sultanı 323 Aziz Ahmet, s. 141-160; Konukçu, "Hindistanda Kurulan Türk Devletleri", Tarihte Türk Devletleri /, s. 350-351 314 Aziz Ahmet, s. 165; Farooqi, s. 130. Jı.� Aziz Ahmet, s. 166-167.


KJPÇAK TÜRKLERİ / 1 1 9

Muizzeddin Muhammed tarafından görülmesi üzerine hil'at

ve taltif olunarak azat edilmi§ti. Aybeg'e "Sultan" ünvanının yanı sıra Hindistan i§lerini yürütme yetkisinin de verildiği bu seferden Delhi'ye dönüldüğü sırada Emirü'l-Ümeralığa

getirilen İltutmU§, Aybeg'in ismi zikredilmeyen bir kızıyla evlenmi§tir. 326 Yukanda da belirttiğimiz gibi

1210 yılında Aybeg'in ani

ölümü üzerine kısa bir süre ba§ta kalan Aram Şah'ın yerine

geçmesi için Badaun'dan Delhi'ye çağınlan İltutmu§, kuv­ vetleriyle birlikte gelerek §ehri zaptedip tahta oturmu§tur.

Aram Şah'ı mağlup edip tahta geçtikten sonra Şemseddin

ünvanı verilen İltutmu§ ile Hindistan'daki Türk hakimiye­

tinde yeni bir dönem açılmı§tır. O dönemin kaynaklarına bu dönem, "Şemsj;'an-ı Hind" veya "Selôtin-i Şemsr' §eklinde

geçmektedir. 3

,

Delhi Türk Sultanhğı'nın ikinci hükümdan alim Aram Şah idaresindeki merkezi hükümette sulh veya istikrar yok­ tu. Aybeg öldüğü sırada Hindistan'daki Türk hakimiyeti,

Sind, Multan ve Sivistan bölgesinde Nasıreddin Kabaca,

Bengal'deki Lakhnavti bölgesinde Kalaç Melikleri, Delhi

ba§ta olmak üzere Kuzey Hindistan'ın orta kesimlerinde

Aybeg'e bağlı emir ve melikler, Lahor ve civarında Aram Şah olmak üzere dört parçaya bölünmܧ durumda idi.

Aram şahın Delhi (Dehli) Türk sultanhğı tahtına oturması

diğer gurupları harekete geçirdiği gibi daha önce mağlup edilerek sindirilmi§ bulunan sınırdaki bazı Hindu men§eli

gurupların da tecavüzkar bir tavır içerisine girmelerine ne­ den ol §tu. 328 ݧte İltutmu§, böyle sıkıntılı bir dönemde

= i

tahta o

rmuştür.

de sahi

değildi. Bu nedenle ba§a geçer geçmez büyük ihsan

İlt 1 tmU§

Sultan Aybeg gibi Gurlu devletinin desteğine

ve lütu ar karşılığında bir kısım Türk emir ve melikleri ken326 D.G.B.J. T, IX, s. 378-379. m Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi /, Ankara, 1987, s. 277-278; Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1993, s. 322-323; A.J. Wensinck, "İitutmuş", lA, V/2, (M.E.B), İstanbul, 1977, s. 975; D.G.B.İ. T, IX, s. 379. 32B Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 323; D.G.B.J. T, IX, s. 379.


120 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

disine bağlayarak akıllı bir politika izlemeye baıjlarken diğer taraftan da hızla orduyu düzene sokmaya çalı§tı. Bu arada Aybeg'in ölümünden sonra taht iddiasında bulunan ve İltut· mu§'u epeyce me§gul eden Taceddin Yıldız ve Nasıruddin Kabaca ortadan kaldırılarak, Bihar, Ranthambhor, Man· dor, Lahor, Multan, Bengal, Bilsan ve Uccain zaEt edilmi� ve Kıpçak sultanın yeri daha da sağlamla§mı§tır. 29 Bir ta· raftan yeni fetihlerle devleti bölgede önemli bir konuma ge· tirmeye çalı§an İltutmu§, diğer taraftan Moğolların önün· den kaçarak Hindistan'a sığınmak zorunda kalan, ancak bu· rada bir devlet kurma niyetinde olan Harezm§ah sultanı Ce· laleddin Harezm§ah'tan da fazla zorluk çekmeden kurtul· masını bilmi§tir. Sultan Celaleddin, Delhi Sultanı kar§ısında tutunamayacağını anlayınca İran'a doğru çekilmek zorunda 330 . kalmı§tır.(1224) lltutmu§'un Celaledaın e sojuk davran· ması muhtemel bir Moğol tehlikesini önlemi§ti. 1 Bütün bu sıkıntıların üstesinden ba§arıyla gelen İltut· mu§'un bir takım önemli seferler sonucu hakimiyet alanını geni§lettiği ve sonunda Vindhya dağlarının kuzeyindeki bü· tün Hindistan'ı ele geçirdiği belirtilmektedir. O Abbasi hali­ fesi Muntasır Billah tarafından tanınan Hindistan'ın ilk Müslüman Türk sultanı olmu§ ve Halife ona "Nasır emir el-Müminun" lakabını vermi§tir.(1229). Bir ara İsmaililer'in onu öldürmeyi ve devleti ele geçirmeyi tasarladıkları ancak bunda ba§arılı olamadıkları rivayet edilmektedir(1234). Da­ ha sonra ülkenin uzak topraklarının merkeze bağlılığını güçlendirmek için ikta sistemini uygulamaya ba§layan İltut­ 3 mu§, 1236 yılında ölmü.§tür 32 Netice itibarıyla İltutm\llj, daha ba§langıçtan itibaren ülkeyi bölünme tehlikesinden kurtarmak ve mevcut olanı düzene sokup kuwetlendirme yönünde çaba sarf etmi§tir. Bunu baıjarmak için de kafasındaki planı her hangi bir endi­ §eye mahal vermeksizin uygulamaya koymu§tur. Kafasında­ ki planı çer�t;:>inde gerek devletin yerinin sağlamla§tırıl•

'

.

129 Farooqi, s. 1 30; Aziz Ahmet, 169-173. 330 Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarih� s. 323. 33 1 D. G.B.İ. T, IX, s. 381-383. 132 Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 323; Farooqi, s. 1 30.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 121

ması, gerekse geni§lemesi için Hindu veya Müslüman olma­ sına bakmaksızın önündeki bütün engellerle sava§mı§tır. Ba§a geçtiği dönemdeki karma§ık problemleri çözü§ündeki incelik ve ülkenin birlik ve beraberliğinin bozulmaması uğ­ runa gösterdiği yorulmak bilmez hareketlilik, askeri dehası­ 333 nın en büyük ba§arısıdır. Sultan İltutmu§ haklı olarak Delhi Türk Sultanlığı 'nın en büyük devlet adamı ünvanını almı§tır. Bazı tarihçiler onu Hindistan'daki Türk Sultanlı­ ğı'nın gerçek kurucusu olarak kabul ederler. İltutmu§'un

1236

yılında ölümünden sonra, Türk Sul­

tanlığı otuz yıl kadar süren siyasi karga§a ve karı§ıklık döne­

mi ya§amı§tır. O ölmeden önce oğullarının becerilcsizliği ve

eğlenceye dü§künlüğünü bildiği için çok istidatlı kızı Razi­

ye'nin kendi yerine geçmesini tavsiye etmesine rağmen, dev­

let büyükleri bu vasiyete uymayarak oğullanndan Rükned­ din Firuz'u tahta geçirmi§lerdir. Ba§arısız bir yönetim sergi­ leyen Firuz tahttan indirilinceye kadar, idareye annesi Ter­ ken Hatun hakim olmu§tur. Altı ay ba§ta kaldıktan sonra bir isyan sonucu tahttan indirilerek öldürülen Firu:z'un yerine çe§itli itirazlara rağmen İltutmU§'un kızı Raziye Sultan ilan edilmi§tir. İslam dünyasında hükümdarlık etmi§ ender ka­ dınlardan biri olan Kıpçak asıllı Raziye erkek karde§lerine nazaran daha ba§arılı bir yönetim sergilemi§ ve birçok zor­ lukların üstesinden gelmeyi ba§armı§tır. Yakla§ık üç buçuk yıl tahtta kalan Raziye

1240

yılında, İltutmu§'un diğer oğlu

Muizz · din Behram Şah'ın da içinde bulunduğu muhalif guru tan

n isyanı sonucu tahttan indirilip öldürülmܧtür. Sul­ ·ye'den

sonra

ba§a

geçen

gerek Behram

Şah

(124�-1242), gerekse ondan sonra tahta çıkan Alaaddin Me­ sud Şah (1242-1246) Raziye'den önce ba§a geçen Sultan Fi­

ruz gibi devleti idare edecek güç ve kudrete sahip olamadık­ Iarı için azledilmi§lerdir. Alaaddin Mesud Şah'tan sonra İl­

tutmu§'un en küçük oğlu Nasıruddin Mahmud, sultanlığa getirilmi§tir. Kibar ve dindar bir ki§iliğe sahip olan Mah­ mud Şah, Kıpçak men§eli bir memlfık olan Balaban'ı kendim

Aziz Ahmet, s. 184-185.


122 / KlPÇAK TÜRKLERİ

sine vezir tayin etmi§ ve böylece yirmi yıl bu görevde kal­ mı§tır.334 b-Balaban Ailesi

Delhi Türk Sultanlığı'nı Kutbiler (Kutbeddin Aybeg ve Aram Şah) ve Şemsiler (Şemseddin Iltutmu§ ve çocukla­ n)den sonra 1266-1290 yıllan arasında Balaban ailesi yönet­ mi§tir. Bu ailenin ba§ı GıyasUddin Balaban'dır. Balaban, Kıpçak kabilelerinden Alp-eri (İlbari)ye men­ suptur.335 Babası bu kabilenin on bin çadır halkından olu§an büyük bir bölümünün ham idi. Gençliğinde küçük karde§i ile beraber Moğolların eline esir dܧen Balahan önce Bağ­ dat'a, daha sonra da Gucerat'a götürüldü. Basralı Hoca Ce­ maleddin adında adaleti ve dürüstlüğü ile tanınan bir adam Balaban'ı satın alarak oğluymu§ gibi büyütüp terbiye etti. 1232 (1233) yılında Hoca Cemaleddin diğer kölelerle birlik­ te Balaban'ı Delhi'ye götürdü. Çoğunluğunu Türklerin olU§turduğu bu köle gurubunu Sultan İltutmu§'a sattı. Bu §ekilde Delhi'ye gelip İltutmU§'a satılan Balahan belirli bir süre sarayda yeti§tirildi.336 İnsan tanımada kabiliyetli ve tec­ rübesi olan İltutmU§, onu özel hizmetine alarak "kırklar" di­ ye anılan kırk büyük azatlı memlı1k emirlerinden biri yaptı. Balahan İltutmU§'un kızı Raziye zamanında (1236-1239) emir-i §ikarlığa getirildi. Behram Şah döneminde ise ona Hansi ve Ravari bölgeleri verildi. Alaaddin Mes'ud ba§a ge­ çince de ( 1241-1246) emir-i hacipliğe yükseltildi. 1245 yılın­ da Sultan Mes'ud'u ve emirleri te§vik ederek kumanda etti­ ği kuvvetli bir ordu ile Sind'i istila eden Moğolları bozguna uğratıp istilayı durdurdu. Böylece yalnız halk arasında değil, 334

İltutmuş ile Balaban arasındaki dönem için bkz: Aziz Ahmet, s. 187-235; Bayur, Hindistan Tarihi /, s. 281-296; Merçil, Mü.slümıın Türk Devletleri Tarihi, s. 323-324; D.G.B.I. T, IX, s. 389-407; Farooqi, s. 130. 33� M.Fuad Köprülü, "Balaban", lA, ll, (M.E.B), İstanbul, 1970, s. 263: Ka­ fesoglu, Türk Milli Kü/Jürü, s. 182; Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, s. 14; Orhan F. Kôprülü, "Balaban Han", lA, V, (D.İ.A), İstanbul, 1992, s. 3. 336 Aziz Ahmet, s. 237; Türk Ansiklopedis� "Balaban", V, (M.E.B), İstanbul, 1967, s. 103


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 123

Türk emirleri ve ordu arasında da büyük bir nüfuz kazanan Balaban, 1246'da ba§a geçen Nasıruddin Mahmud tarafın­ 337

dan vezir tayin edildi ve yirmi yıl bu görevde kaldı.

Gittikçe halk ve ordu nezdinde nüfuzu artan Balaban 1249 yılında Uluğ Han ünvanıyla Sultan Mahmut'un naibli­ ğine getirildi. Hemen faaliyete geçen Balaban, ülkenin çe­ §itli yerlerinde karı§ıklıklar çıkaran asi Hint kabilelerini ve özellikle Raca Çehar Deva olmak üzere diğer Hint racaları­ na ait orduları bozguna uğratarak 1252 yılında Delhi'ye gir­ di. Elde ettiği önemli ba§anlardan dolayı devletin üst ma­ karnlarında bulunanlar tarafından kıskanılıp kısa bir süre aktif görevden uzakla§tırıldı. Ancak onun yeri doldurularna­ yınca Türk emirler tarafından ikna edilen Sultan, Balaban'ı yeniden i§ba§ına getirmeye karar verdi. Balaban, rakibi Hind dönmesi Reyhan'ın azlinden sonra 1254 yılında Del­ hi'ye geldi. Onun 1246-1266 yılları arasındaki kudretli ida­ resi, Sultan Nasıruddin Mahmud dönernindeki iç tehlikeleri önlediği gibi Moğol istilalarına kar§ı da ba§arılı olmWjtur. Bu ba§arılı yönetimi saye:;inde, Sultan Mahmud'un ölümü 338

üzerine Gıyaseddin lakabı ile kolayca tahta geçti.

Sultan olur olmaz merkezi orduyu yeniden düzenlemek için kolları sıvadı. Yayalar ve atlılar eski olsun yeni olsun tecrübeli komutanların yönetimine teslim edildi. Bu komu­ tanlara geçim sıkıntısı çekmemeleri için çe§itli tırnarlar ve­

?:

rildi. Onun ikinci i§i hazineleri, filleri, atları, devletin kay­ naklarını ve diğer güçlerini Hindistan'ın §itti bölgelerin­ 33 den irterek merkezde toplamak oldu. Bu arada asayi§i boz n Hinduları ve Delhi civarını haraca kesen e§kıyaları §id etle cezalandırarak askeri ve ticari yolların emniyetini sa ladı. Tamamen bozulrnu§ olan ikta müessesesini düzeltip sa iplerini üçe ayırdı. Aslında o iktaların mülkiyet hakkını devlete ait olarak dü§ünüyordu. Fakat iktalarını ellerinden JJ?

İbn Batuta, Rıhle, I-IV, Beyrut, 1992, s. 436-438; O. F. Köprülü, s. 3; TürkAnsikWpedis� "Balaban", V, s. 103. ns İbn Batuta, Rı/ıle, I-IV, s. 436. Köprülü, "Balaban", İA, II, (M.E.B), s. 264-265; Aziz Ahmel, s. 238-241 ; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tari­ hi, s. 324-325. JJ• Aziz Ahmet, s. 253.


ı24 t KlPÇAK TÜRKLERİ

almak istediği ya§lı askerlerin kendisine müracaatı üzerine onların isteklerini kabul ederek bu yöndeki dii§üncesinden vazgeçti. Ancak bu tutumu bile emekli askerlerin nüfuzları­ nı kırmaya yetti. Aynı zamanda Şemseddin İltutmuş döne­ minden kalma "Kırklar" (mevki ve iktidar sahibi olan kırk Türk kölesinden oluşan gurup)'ın nüfuz ve kudretini azalt­ maya muvaffak oldu. Ayrıca kendine zararlı olabilecek ra­ kiplerini saf dışı etti. Bunlar arasında en büyüklerinden biri olan amca oğlu Şir Han hastalığı sırasında zehirlendi. Böy­ lece Sultanlık sınırları içerisindeki bütün rakiplerinden te­ mizlendi ve diğer Türk memh1klar da Balahan'ın gücünü kabul ettiler.340 Balaban, idaresi altında büyük bir ordu bulunmasına rağmen sultanlığın daha önce kaybettiği toprakları geri al­ mak için fazla bir gayret içerisine girmedi. Belki de bunda en önemli etken Moğol endişesi olmuştur. Çünkü onun tek düşüncesi sınırlarını tehdit eden Moğollara karşı hazırlıklı almaktı. Bu düşünce çerçevesinde Sind ve Batı Pencab'ın idaresini yeniden düzenledi. Bu bölgeye önce Şir Han, onun ölümüyle de oğlu Muhammed Han vali tayin edildi. Bala­ han'ın diğer oğlu Mahmud Buğra Han da bir ordu ile ku­ zeyde bulunuyordu. Bir ara Delhi Sultanlarının fil ihtiyacım karşılayan Bengal'in valisi Tuğrul Han, Balaban'a isyan ede­ rek bağımsızlığını ilan etti. Tuğrul Han'ın isyanının bastıni­ ması Balaban'ı belirli bir süre oyaladıysa da 1280 yılında Bengal bölgesi tekrar itaat altına alınıp Tuğrul Han Orissa ormanlarında öldürülmüş ve Sultan, Bengal'in idaresini kü­ çük oğlu Buğra Han'a bırakmıştır. 341 1285 yılında büyük oğlu Muhammed'in Moğollarla yaptığı bir savaşta ölmesi, Balaban'ı oldukça üzmüş ve sağlı­ ğının bozulmasına neden olmU§tu. Bunların neticesinde kü­ çük oğlu Buğra Han'ı yanına çağırarak devlet idaresini ken­ disine bırakacağını söyledi. Çünkü Buğra Han'ın ve ölen :wo O. F. Köprülü, "Balaban Han", s. 3; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 325. 341 Bayur, Hindistan Tarihi /, s. 296-298; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 325.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 125

Muhammed'in oğulları daha genç ve tecrübesiz idiler. Fa­ kat Buğra Han böyle bir mesuliyeti yüklenecek güçte değil­ di. Ba§kentte iki ay kadar kaldıktan sonra bir bahane ile ba­ basından izin almaksızın Lakhnavti'ye döndü.342 Buğra Han'ın ayrılmasına daha da üzülen Sultan, ağır bir hastalığa yakalandı. Tarunu Keyhüsrev'in kendisinin ye­ rine geçmesi vasiyetinde bulunarak 1287 yılında öldü. Böy­ lece Kıpçak bozkırlarında b�layan hayat Delhi'de acıldı bir §ekilde son buldu. Kısaca Balahan dönemini birkaç cümle ile özetlemeye çalı§ırsak, İltutmu§ gibi Kıpçak Türklerinden olan Balahan döneminde Türk idaresi, bir kere daha bütün gücü ve ener­ jisiyle yükselmi§tir. Onun anlayı§ına göre soylu ve asil de­ mek, Türk demekti. Hayatı boyunca Türk olmayanlara dev­ letin idari kademelerinde yer verınemeye özen göstermi§­ tir.343 Devleti yakla§ık kırk yıl süreyle idare etmi§ olan Bala­ han, yönetimdeki tecrübesi, iyi bir diplomat olu§u, cesurlu­ ğu ve samimi bir müslüman olmasıyla dikkat çekmi§tir. Tahtta bulunduğu dönem içerisinde büyük fetihler görül­ memekle beraber Moğol istilasına kar§ı koyup b�anlı bir siyaset izlemesi İltutmu§'tan sonra çökmeye yüz tutmll§ olan devleti yeniden kuvvetlendirip, daha sonraları Hindis­ tan'da İslam'ın iyice nüfuz etmesine yol açan fetibiere ze­ min hazırlaması bakımından Ortaçağ Türk tarihinin büyük hükümdarları arasında yerini almı§tır. aban ailesinin ikinci sultanı Muizzeddin Keykuba Delhi Türk Sultanlığı emirleri Balahan'ın vasiyetini ine Buğra Han'ın oğlu Keykubad'ı tahta geçirdilet.344 O sırada on yedi ya§ında olan Keykubad, dedesi Bala­ han'ın yerini dolduracak kapasitede değildi. Balahan'ın koy­ duğu ve katı olarak gördüğü bazı kurallan kaldırarak sefa­ hat hayatını tercih etti. Sıkı bir sosyal hayattan serbestliğe geçi§ toplumda etkisini göstermi§ ve hissedilir deği§iklikler meydana gelmi§ti. Devlet kademelerine tayin edilen kimse:wı Aziz :wJ

Ahmet, s. 263-265; D.G.B.l T, IX, s. 411-412,.

Aziz Ahmet, s. 268-270.

:w• İbn Batuta, Rıhle, I-IV, s. 437; D.G.B.i. T, IX, s. 412.


126 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

ler zayıf karakterli ve hasis kimselerdi. Naibü'l-Mülk Melik Nizameddin, kısa sürede sultanı etkisi altına alarak sarayda

kontrolü eline geçirmi§ti. Kendisine rakip olan diğer Türk

beylerini de deği§ik bahanelerle kimini öldürterek kimini de 34 gözden dü§ürerek uzak iktalara sürdürmܧtü. 5 Melik Ni­ zameddin Sultan Balahan'ın önem verdiği torunu Şehzade

Keyhüsrev'i de saf dı§ı bırakmak için planlar içerisine girmi§

ve Sultan Keykubad'ı devreye sokarak Keyhüsrev'in Del�

hi'ye gelmesini istemi§ti. Merkezde olup bitenlerden yeteri kadar haberdar olmayan Keyhüsrev, Multan'dan ayrıldıktan

sonra Delhi'ye gelirken tuzağa dü§ürülerek öldürülmܧ­ 346 Multan'daki otorite bo§luğu nedeniyle Moğollar Sind

tür.

üzerine saldınya geçti. Böyle sıkıntılı ve dağınık bir durum arz eden Delhi Türk Sultanlığı'nın ordusu Moğolları kolay­

lıkla püskürtmeyi ba§ardı.

347

Öte yandan devletin gidi§atın­

dan rahatsız olan Sultan Keykubad'ın babası Buğra Han oğ­ lu ile Ghagra (Gagra) nehrinde bulu§arak bazı nasihatlerde

bulundu. Babasının nasihatlerinden de fazla etkilenmeyen Sultan Keykubad ağır bir hastalığa tutulunca tahtan indin­

Ierek yerine küçük ya§taki oğlu Keyümers getirildi. Gittikçe

devlet kademesinde ağırlıkları artan Kalaç/ar (Halaciler) ve onların temsilcisi Firuz Şah i§e el koyarak çocuk ya§taki Sul­

tan Keyümers'i ve babası Keykubad'ı öldürterek Balahan ailesine aynı zamanda da Kıpçak idaresine son vermi§ oldu

(1290).

Böylece iktidar, özellikle Balabanlıların son zaman­

larında devletin askeri gücünde etkili olmaya ba§layan Ka­

laç Türklerine geçmi§ oldu. Gerek iktidan

arasında ellerinde

tutan Kalaç ailesi

1290-1320 yıllan

dönemi, gerekse

1321-1413 yıllannda ba§ta bulunan Tuğluk ailesi döneminde 34 olsun 8 Kıpçaklar devlet idaresinin bizzat ba§ında buluna­

madılarsa da devletin çe§itli kademelerinde ve ordu te§kila­ tında önemli görevler üstlenmeye devam etmi§lerdir.

345

D.G.B.İ. T, IX, s. 412-413. Aziz Ahmet, s. 274-275. 147 Aziz Ahmet, s. 276-277. :wıı İbrahim Kafesoğlu, "Delhi Türk Sultanlığı (1206-1413)", T.D.E.K, Anka­ ra, 1976, s. 865. :146


KIPÇAK TÜRKLERİ / 1 27

Aybeg'in güçlü, İltutmu§'un ince ve akıllı idare §ekli ve Balahan'ın demir eli artık yok olmu§tu. Büyük bir hızla bü­ yüyen Delhi Türk Sultanlığı Balahan'dan sonra süratle geri­ lerneye ba§lamı§tı. Balahan'dan sonra yerine geçen Keyku­ bad ve Keyümers ünlü Kıpçak komutanın hiçbir özelliğini ta§ımıyorlardı. Bu nedenle 1287 yılında Balahan'ın ölümün­ den itibaren üç sene gibi kısa bir sürede Kıpçakların ağırlık­ ta olduğu ve Memliik Türklerinin idaresinde kurulup büyü­ yen Delhi Türk Sultanlığı sona ermi§ ve yönetim el deği§tir­ rni§tir. Bazı tarihçilerin "Balaban'dan sonra Türk İmpara­ torluğunun ani çökü§ü, Orta Çağ tarihinin en acıldı konula­ rındandır" görü§üne biz de katılıyoruz. Verilen bilgilerden de anla§ılacağı üzere Kıpçak Türk­ leri Delhi Türk Sultanlığı'nda Şernsiyye Hanedam ve Bala­ ban ailesi adıyla bir asra yakın bir süre (1206-1290) bizzat devletin yönetiminde bulunmU§lar ve sultanlığın altın çağını ya§atmı§lardır. Kıpçaklar, sultanlığın etnik yapısını olu§turan yerli Hindular, Kalaçlar ve Orta Asya Hunları arasında önemli bir yere sahiptirler. Zira özellikle Kıpçaklar olmak üzere Kalaçlar ve Türgişler Hindistan'daki hükümet ve askerlik' i§­ lerinde en yüksek yerleri ݧgal etmi§lerdir.349 Nitekim çoğu tarihçi, 1526-1858 yılları arasında hüküm süren Babür İmpa­ ratorluğu 'na Delhi Türk Sultanlığının sağlam bir insan gücü ve Türk-İslam kültürü potansiyeli hazırladığı üzerinde ö durmaktadır.

1

D- Kıpçak Göçleri ve Yayıldıkları Alanlar I-KlPÇAK GÖÇLERİNDEN ÖNCE İÇ ASYA'DA COGRAFİ DURUM

Adlarının mana ve men§ei ile kavmi terkipleri uzun sü­ reden beri tartı§ılan Kıpçaklar, daha önce de belirttiğimiz

:>4• Seferoğlu-Müderıisoğlu,

s.

145-149.


128 / KlPÇAK TÜRKLERi gibi kaynaklarda çeşitli milletler tarafından farklı isimlerle zikredilmişlerdir. Bu bakımdan bozkırlı Türk topluluklan arasında istisna bir yer te§kil ederler. Kıpçakların gerek batıya, gerek diğer bölgelere göçle­ rinden önceki oturdukları yer ve İç Asya'nın etnografik ha­ ritası konusunda en tatmin edici bilgiye Czegledy ula§mı§tır. Czegledy, Minorsky tarafından yayınlanan Mervezi'nin "Te­ ba-i al-hayavan" adlı eserinden de yaralanarak bu konuda §U . görii§ e varmı§tır. Ona göre İdil, Sırderya ve İrtiş'in ortasına Oğuzlar yerle§mişti. Onların kuzeyinde Tobal ve ݧim nehir­ leri çevresinde Kıpçak oymak birliği bulunmakta idi. Kıp­ çakların doğusunda Altayiara doğru Kimekler, Isık Göl et­ rafında ise Karluklar yer alıyordu. Onların doğusunda Ka§­ gar'a kadar Karahanlılar devleti uzanmakta idi. Bölgenin daha da doğu kısmında yani Nan§an bölgesinde Sa­ rı-Uygurlar, Huang-ho nehri büyük kıvrımının doğusunda Türkçe konu§an Nesturi Hıristiyan Öngütler vardı. Bu sıra­ larda Hunlar da yeri tam tesbit edilmeyen bu civarda bir yer ı er.350 de ya§amakta ı"d"l 2-KARADENİZ'İN KUZEYİ, DOGU AVRUPA VE BALKANLARA KlPÇAK GÖÇLERİ Kıpçakların ana yurtlarını terk ederek Batı'ya doğru harekete geçmeleri X. yüzyılın ba§larında Çin'in kuzeyinde kurulan Kıtay Devleti'nin geni§lemesi ile ilgili olduğu anla­ şılmaktadır. Kıtaylar kuvvet kazandıkça, bazı Türk zümrele­ rini Batı'ya doğru itmi§ler, bu itişin neticesi Kıpçaklara da dokUtunU§ ve bazı Kıpçak boylarının yer değiştirmesine se­ bep olmu§tur. K.ıpçaların Yayık Nehri'nin batısında İdil istikametine doğru ilerleyişi en geç XI. yüzyıl ba§larına doğru gerçekle§· miştir. Bu hareketin çok geni§ bir cephe üzerinde gerçekle§­ tiği anla§ılmaktadır. Onların önemli bir kısmı İrtiş boyun­ dan Uralları a§arak Kama-İdil sahasına sokulmuşlar ve böy­ lelikle İdil Bulgarları ile karışmaya ba§lamışlardır. Orta İdil 3�

Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varis/eri.. , s. 28-29; Heyet, s. 176-177.

soğlu, Türk Milli Kültürü,

.

s.

34; Kafe-


Kl PÇAK TÜRKLERİ t ı29

boyuna gelerek Hazarların bir etnik unsur olarak ortadan kalkmasında önemli etken olmuşlardır. Kıpçaklar, Peçenek

ve Uzlardan boşalan yerleri de işgal ederek Ku­ zey-Kafkaslara, Kuban boyuna, �ağı Don boyuna ve ora­ dan da Özü istikametine gitmişlerdir. 35 1 Önlerindeki Uzla­ rın 1048'de Balkaniara çekilmesi üzerine, Kıpçakların Gü­

ney Rusya sahasına indiği ve bu suretle Rus Kroniki'nde

Kıpçakların ilk defa 1054 yılında "Polovetsi" adıyla geçtiği

görülmektedir . Hakimiyetleri Dnyeper'e kadar yayılan bu dönemde doğuda "Kıpçak" adı muhafaza edilirken Batı'da

daha önce zikrettiğimiz adlarla anılmaya başlanmı§lardır. 352

Kıpçakların Moğol istilasına kadar bir buçuk asırdan fazla bir süre Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırları hükümle­

ri altında tutuşları, Rus ve Balkanlar tarihinde derin izler

bırakmı§tır. 1055 yılında Preyaslavl Knezi ile bir anla§ma

yapan Başbuğ Bolu§'tan sonra Kıpçaklar 1061 'de Rusları yenip 1068'de kendilerinden kaçan bazı Uz ve Peçenek gu­

ruplarını hizmete aldığı bahanesiyle yine Preyaslavl'a gire­ rek Rus knezlerinin birle§ik ordusunu peri§an ettiler. Çerni­

gov knezliğine kadar sokuldular. 1071'de Rostovtsev, Niya­ tin bölgesine, 1079'da Voin kasabasına, ertesi sene Novgo­

rod sahasına akınlar yapan Kıpçaklar, 1080'li yıllarda haki­ miyetlerini Don-Dnyester ağırlık merkezi olmak üzere, Bal­

ka§ Gölü-Talas havalİsinden Tuna ağzına kadar yaymışlardı.

Kafkaslarda Kuban bölgesini de içine alan bu arazi, kuzey­

de Oka;Sura nehirleri boyuna, yani İdil Bulgarları sınırına uzan ordu. Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkır bölgelerinin

tam mını içine alan Kıpçak sahası o zamandan i tibaren İs­ la

kaynaklarında

"Deşt-i Kıpçak"(K.ıpçak Bozkırı)

adını al­

mı , batı kaynaklarında "Comania" (Komanya) §eklinde anılmı§tır. 353 Kıpçaklar konusunda önemli çalı§malar yapan Rassovsky, XI-XIII. yüzyıllarda Kıpçakların göçleri ve yayıl­

dıkları alanlar hakkında önemli bilgiler vermektedir. O, "1

Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 72-73. Mualla Uydu, İlk Rus Yıllıklannda Türkler, (Basılrnarnı§ Doktora Tezi, İstanbul Ün. Sosyal Bil. Enstitüsü), İstanbul, 1998, s. 31-32. m Uydu, llk Rus Yıllıklannda Türkler, s. 32-33; Kafesoğlu, Türk Millf Kültü­ rü, s. 1 77-178.

m


1301 KlPÇAK TÜRKLERi

Kıpçakların ya§adıkları sahaların sınırlarını çizrneğe çalış­

mışbr. Ona göre Kıpçaklar Aksu nehrinden batıya doğru gitmi§lerdir. XII. Asrın ortasından itibaren Tuna'ya doğru

giderek oradaki yerle§ik halkları sık sık rahatsız etmeye ba§­ lamı§lar ve sonunda Tuna boyuna yerle§mişlerdir. Özellikle Macarlar sınırlarını korumak için özel tedbirler almışlardır.

Kıpçaklar göçebe bir hayat tarzı yaşadıkları için yazın "yay­ lak" kışın da "kı§lık" olarak kullandıklan yerler zamana ve imkanlarına göre değişiklik arz eder. Kışın daha güneye

özellikle Tuna'yı geçerek Bulgar-Bizans sınırlarına geldikle­ ri, yazın ise Karpat Dağları'nın eteklerini tercih ettikleri gö­ rülür. Yine Kıpçakların Karpatlar boyunca uzunlamasına şimdiki Bukavina'ya kadar gittikleri ve XII. asrın sonuna

doğru Kiev ve Galiç knezliklerinin güneyindeki bütün boz­ kırların artık "Kıpçak toprakları" olarak bilinmeye başlandı­

ğı anla§ılmaktadır. Kıpçaklar Tuna'dan batıya doğru göç ederken güney sınırları Azak Denizi'nin kuzey sınırlanydı.

Ayrıca Kıpçakların Kırım ve Kırım'ın kuzeyine de göç edip

Moğolların gelmesine kadar ya§adıkları malumdur. Belli bir

dönem Kıpçak topraklannın sınırı Kafkas dağlarının etekle­ rinden A§ağı İdil ve Hazar Denizi'nin kuzey kıyılarına ka­

dar yayıldı. Ancak kaynak yetersizliğinden Kıpçakların Azak ile Hazar Denizleri arasındaki yaşadıkları bölgenin sı­ nırlarını tam olarak verebilmek mümkün değildir. Ras­

sovsky, Kıpçaklar üzerinde çalı§an çoğu araştırmacıların "onların genellikle 'merkezi' yerlerinin Azak denizi kıyılan

ile A§ağı Don olduğu" görüşüne karşı çıkar. Ona göre göçe­

be yaşayan bir milletin merkezi bir yeri olmaz. Kıpçaklar için "yazlık" ve "kışlık" yerleri tabirini kullanmak daha doğru

olur. Ayrıca Kıpçakların pek çok kavmi vardır. Bunların ya­ §adıkları yazlık ve kışlık bölgeler farklıdır. Rassovsky'e göre,

Rus, Bulgar, Alan, Burtas, Hazar ve Ulahların Kıpçak ege­

menliği altında yaşadıkları bu devirde Kıpçak ülkesini be§

kısma ayırmak mümkündür. Bunların birincisi "Orta Asya"

gurubudur ki XI-XIII. yüzyıllarda Doğu Avrupa'ya doğru göç edip buralara yerle§enlerle gitmeyerek yerlerinde kalan

Kıpçak kabilelerini içine alır. Bunların kışlıkları Tamı Dağ­ ları ile Altay'ın etekleri ve aşağı Sır-Derya, yazlıkları Batı


KlPÇAK TÜRKLERİ / 131

Sibirya ile Ural Dağları etekleridir. Geriye kalan guruplar ise Hazar Denizi'nin yanında ve Karadeniz'in kuzeyindeki

bozkırlarda ya§amı§lardır. Kıpçakların ikinci gurubu, İ dil ile Yayık nehirleri arasında ya§ayan "Volga-Yayık"dır. Üçüncü gurup "Don-Donets" §eklinde isimlendirilir. Bu guruba mensup olan Kıpçaklar İ dil ile Dnyeper, Don ve Donets ne­ hirleri arasındaki bölgede ya§ayan kabileleri olU§turur ki bunlar Rus knezlikleri ile en çok ili§ki kuran guruptur. Bu gurubun kı§lağı A§ağı Don tarafları ve Azak Denizi boyun­ ca olan bozkırlar ile kuzeyde Dnyeper boyunca Hortitsa Adası'nın yanında, Donets Havzası'nda Askold Nehri'ne kadar olan bölgedir. Yazlıklan ise Arel(Orel) ile Sarnar ne­ hirleri arasındaki geni§ bozkırlar ile Orta Donets bölgesidir. Kıpçakların dördüncü gurupları Dnyeper'in sağ tarafına göç eden ve Rus tarihçilerinin "Lukamor Polovetsler" diye ad­ landırdıkları "Azak Deniz Kıpçakları"dır (A§ağı Dnye­ 354 per). Kıpçaklar tıpkı Peçenekler gibi Dnyeper nehri sınır olmak üzere ikiye yani sağ ve sol kala bölünmü§lerdir. Do­ ğu yani sağ kol Don ve Donets havzasında bulunuyor ve bu­ radakilere

"Kara Kıpçak"

deniliyordu. Batıdaki zümre yani

"sol kol" Dnyeper ile Dnyester arasında olup buna da

Kıpçak" yurdu

''Ak

adı veriliyordu. Bu iki Kıpçak yerle§im saha­

sından batı'ya nazaran doğu kısmının göç sahası çok daha geni§ olmu§, kuzeyde Oka Nehri boyundan Ryazan Bölgesi ve Sura Nehri'ne yani Kama Bulgarları sınırına yakla§mi§­ 55 tı. pçakların be§inci gurubu ise A§ağı Tuna tarafından

ft:

gü ey Karpatiara ve Rus knezliklerinin sınırianna kadar ge­ 356 le Tuna grubudur. Rasonyi, Kıpçakların Tuna Havzasın­

d ba§ta Macaristan, Bulgaristan ve Romanya olmak üzere bu bölgede nasıl yerle§tikleri ve günümüzde buralarda on­ lardan kalan kültür bakiyeleri hakkında geni§ bilgi vermek­ 357

tedir. H4

Uydu, lik Rus Yıllıklannda Türkler, s. 32; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varis/eri. ., s. 32-33. m Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 74 3� Uydu, Ilk Rus Yıllıklannda Turkler, s. 32-33. m Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, 111/1 1-12, s. 410-422. .


132 / KJPÇAK TÜRKLERİ

Kıpçakların batıda hareket sahalarının geli§ip doğu Av­

rupa topraklarına girmelerini daha çok Peçenekleri takiben Tuna'yı geçerek Balkaniara adım ·atmaları ile ba§ladığını

belirtmek mümkündür. Bir yandan Balkaniara girerken bir taraftan da Donets Nehri'nin yukarı kısmına kadar sokul­

mu§lardır. Kıpçakların bu bölgelere girmeleri ya Rus knez­

lerinin hizmetinde yahut da Macarların daveti ile vuku bul­

mu§tur. Kıpçaklar birinci sİnıf atlı asker olmaları nedeniyle

kom§u devletler tarafından ücretli asker olarak sık sık davet

edilmi§lerdir. Onların bu sıfatla Lehistan, Macaristan ve Çek(Bohemya) ülkelerinde sava§ tıkları ve bölgelere bu §e­

kilde girdikleri belirtilmektedir. Ayrıca Kıpçakların sava§çı

hareket sahaları doğu Avrupa'da Lehistan ve Macaristan'a

kadar çok geni§ bir sahada cereyarı. etmi§tir. Zira Kıpçaklar

kadar ba§ka bir göçebe Türk boyunun bu kadar geni§ bir sa­

hayı i§gal etmi§ olduğu bilinmemektedir. Bu geni§ bozkır­ larda ya§ayan Kıpçak kabilelerinden çoğunun "koyu göçebe"

olmaları, yani göçebelik gelenek ve usullerini titizlikle mu­

hafaza etmeleri hasebiyle yerle§ik hayata geçmeleri oldukça zor olmu§tur. Bunların yerle§ik hayata geçmesi, ba§ka ülke­

lerde veya tabiiyyetleri altına dü§tükleri zümrelerin baskısı

ile mümkün olabilmi§tir. 358

3-KAFKASLARA VE DiGER BÖLGELERE KlPÇAK GÖÇLERİ Kıpçakların Kafkaslara ve Kafkasların güneyine inme­

leri Kıpçak-Gürcü yakınla§masıyla ba§lamı§tır. Gürcü kralı

David II (1088-1 125), Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun en güçlü dönemine rastlayan hükümdarlığının ilk yıllarında,

Türk-İslam baskısına kar§ı durabilmek ve mümkün olduğu takdirde Abhazaların ya§adığı bölge ile diğer Gürcü bölge­

leriDi Selçuklulardan geri almak için aralarında yava§ yava§

Hıristiyanlığın yayılmaya baıjladığı Don ve Kuban dolaylaJsa

Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 74-75.


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 133

rıodaki Kıpçaklarla yakın ili§ki kurarak güzelliği ile me§hur 359 bir Kıpçak prensesi ile evlenmi§tir. Akrabalığın da etki­ siyle Gürcülerle yakın ili§ki içine giren Kıpçaklar, Gürcü Kralı David II'nin daveti üzerine ı ı ıs yılında Kıpçak komu­ tan

Atrak

ba§kanlığında kırk bin aileden olu§an kalabalık

bir Kıpçak topluluğu Gürcistan'a girmi§tir. Bu kalabalık Kıpçak kütlesi Çoruk ve Kür dolayiarını görülmemi§ bir §e­ kilde canlandırnu§ ve Selçukluların emri altında bulunan 360 Şirvan ve Azerbaycan'a seferler düzenlemi§lerdir.

XII. asrın sonlarına doğru Gürcülere destek mahiyetin­ de ikinci bir Kıpçak kütlesinin Gürcistan'a girdiği bilinmek­ tedir. Gerek Gürcü Kralı David II döneminde gelen Kıpçak gurubu, gerekse daha sonra bölgeye gelen Kıpçakların bü­ yük çoğunluğu bu bölgelere yerle§mi§lerdir. Bu gün Kür, Çoruk ve Çıldır Gölü havalİsinde Kıpçak Türkçesine yakın bir dil konu§an insanların, buraya o dönemde gelen Kıpçak­ Iarla yakın ilgisi olduğu ve bölge halk edebiyatınca bazı mo­ 361 tiflerin o devir hatıralarını ta§ıdığı bildirilmektedir. Gür­ cistan yoluyla Kafkasların güneyine inen Kıpçakların dı§ın­ da büyük bir Kıpçak gurubunun da Kuban boylarından 've Kafkas Dağlan eteklerinden Dağıstan'a kadar sokuldugu, Dağıstan ve Terek ile Kuban çevresindeki Türk zümrelerin­ den bir çoğunun Kıpçak boylarının torunları olduğu kuwet­ 362 le muhtemeldir.

I. yüzyılda Azerbaycan bölgesine gelip yerle§en Türk kav·

leri arasında kuzeyden gelen Kıpçak kabileleri önemli bir yer tutuyordu. Zira Selçuklu İ mparatorluğunun parça­ la ması üzerine

1 146

yılında Azerbaycan'da istiklalini ilan

eden Atabey Sülalesi Kıpçak men§eli idi. PehlivanHer diye de adlandırılan bu sülalenin hüküm sürdüğü seksen bir yıl 359 Uydu, /lk Rus Yıliıldannda Türkler, s. 36; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 179 360 Kural, KDradeniz Kuzeyindeki Türk KDvimleri, s. 83-84. :ıı; ı Kırzıoğlu, KDrs Tarihi, l, s. 376-381. :ıı;z Kural, KDradeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 98.


ı34/ KlPÇAK TÜRKLERİ boyunca Azerbaycan ile Doğu Kafkasya'ya yeniden bir çok Türk kabilesi gelmi§ ve iskanları sağlanmı§tır.363 Anadolu'ya göçüp yerle§en Türkler sadece Oğuz Türk­ leri değildir. Karahıtayların Türkistan'a hakimiyeti ve Sul­ tan Sancar'ın tarih sahnesinden çekili§i, nihayet doğuda Türk-İslam nizarnının bozulması ile yalnız Oğuzlar değil, Karluk, Kanglı ve Kıpçak gibi diğer Türk kavimleri de XII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Irak, Suriye ve bilhassa Anadolu'ya göç ederek yayılmı§tır. 364 XIII. yüzyıl ba§larından itibaren dağınıklıkları ve gittik­ çe daralan imkanları nedeniyle hayat §artları zorla§an Kıp­ çaklar, özellikle kıtlık ve hayvan hastalıklarının ba§ göster­ diği yıllarda, De§t-i Kıpçak'ta İsiaviarın da etkisiyle eski ta­ rihlerden beri devam ede gelen bir geleneğe uyarak sıhhatli ve gürbüz çocuklarını para kar§ılı�ında ba§ka müreffeh ül­ kelere göndermeye ba§lamı§lardır. 65 Daha önce de kısmen temas ettiğimiz gibi Mısır'da Eyyubi devleti askeri gücünü yabancılardan sağlamak durumunda kaldığı zaman, De§t-i Kıpçak'tan ve Kafkaslardan getirilen Kıpçak, Oğuz, Çerkez gençlerini özel kı§lalarda eğitmi§lerdir. ݧte bu dönemden ba§layarak Suriye ve Mısır'a önemli ölçüde Kıpçak delikanlı­ sının girerek orduda görev aldığı anla§ılmaktadır.366 Nihayet bu bölgeye bu §ekildeki Kıpçak akını 125Ö yılında Mısır'da kurulan Memluk Türk Sultanlığı döneminde doruğa ula§363

Mehmet Emin Resulzade, Kafkasya Türkleri, (haz: Yawz Akpınar-İ . Murat Yıldırım-Selahattin Çağın), İstanbul, 1993, s. 6; Rauf A. Hüseyi­ nov, "Azerbaycan'daki Etnik Süreçlerin Tarihi Yönleri", Xl. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (5-9 Eylül 1990, Ankara), II, Ankara, 1994, s. 556,558. 364 Cahen, s. 308; Turan, Selçuklular Tarihi Ve Türk lslôm Medeniyeti, s. 265. :16.< Eckman, Harezm, Kıpçak ve Çağalay Türkçesi Ozerine Araştırmalar, s. 52; Kafesoğlu, Türk MiUi Kültütü, s. 181. 366 İbn Haldun, el-lber, V, s. 432-438; Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 99; M. F. Kırzıoğlu, "Kürtlerin Türklüğü" adlı eserinde konu­ yu tarih, dil, antropolji, etnografya, etnoloji ve falklor bakımından ince­ leyip Kürtlerin Türklüğünü ispatlamaya çalışarak XIII. yüzyılda Suriye ve Mısır'a giden Kıpçaklar arasında Kıpçak men�li olan Kürt adlı bey­ lerden bahsetmektedir.(M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, An­ kara, 1968, s. 3 1 .


KJPÇAK TÜRKLERİ / 135

mış ve bu Türk Sultanlığı'nda idare Kıpçakların eline geç­ miştir. XII. yüzyılın ikinci yarısından ba§layarak özellikle XIII. yüzyılın baıjlarında tıpkı Suriye ve Mısır'a gelen Kıpçaklar gibi Hindistan'a da köle tüccarları vasıtasıyla "memlOk" ola­ rak Kıpçak mefl§eli önemli ölçüde nüfus girrni§tir.367 Netice itibariyle §Unu söyleyebiliriz ki, belki de Türk men§eli kavimler içerisinde Kıpçaklar kadar böylesine geni§ bir coğrafya üzerine yayılan ba§ka bir kavim göstermek mümkün değildir. Kıpçakların siyasi tarihlerini ݧlerken za­ man zaman bu kavrnin gittiği bölgelere değindiğimiz için Kıpçak göçlerini verirken tekrardan kaçınmak için çok de­ taylanria İnınediğimizi vurgulamak isteriz.

4-GÜNÜMÜZDE

KlPÇAKLARlN BULUNDUGU YERLER

Genel olarak Türk tarihine baktığımız zaman Türk menşeli olup da Kıpçaklar kadar geniş bir sahaya yayılan ikinci bir Türk kavmi yoktur sanırız. Günümüzde Kıpçakla­ rın yoğun olarak yaşadığı ve bizzat Kıpçak ile Kuman adı al­ tında önemli bir şehir veya yerle§im merkezi yoktur. Gerçi Kıpçak veya Kuman adını taşıyan bazı yer isimleri varsa da bu isiınierin bulunduğu bölgeler bizim kastettiğimiz bir yer­ leşim birimi seviyesinde değildir. Böylesine geniş coğrafi bir ala a ayılan bu insanlar, daha önce de belirttiğimiz gibi tam ağımsız bir devlet kurarnayıp genellikle göçebe bir ha­ ya sürdürmeleri nedeniyle çeşitli bölgelerde yerle§tikleri ve a egemenlikleri altına girdikleri toplumların ve bölgele­ rin adları altında hayatlarını devam ettirdiideri anlaşılmak­ tadır. Bu nedenle bu gün Kıpçak menşeli insanların nereler­ de yaıjadıkları ve ne kadar nüfusa sahip olduklarını tesbit etmek oldukça zor bir i§tir. Biz burada Kıpçakların demog­ rafik yapısından ziyade siyasi tarihleri, göçleri ve günümüz yerel kaynaklarından da faydalanarak yaşadıkları bölgeleri çıkarmaya çalı§acağız. Bunu da "Türkistan", "İdil-Ural Böl-

)6,

Aziz Ahmet, s. 22-23.


136 / KlPÇAK TÜRKLERi

gesi", " Doğu ve Güneydoğu Avrupa", "Kafkaslar" ve "Ana­ dolu"da Kıpçaklar adıyla be§ ba§lık altında inceleyeceğiz.

a-Türkistan 'da Kıpçaklar Biz bu ba§hk altında Özbek, Türkmen, Kazak, Ka­

ra-Kalpak, Kırgız ve Afgarıistan Türkleri arasında Kıpçak Türkleri'nin var olup olmadıkları üzerinde duracağız. Bu gün Özbek ve Kı z/ar arasında Kıpçak adını ta§ıyan ·

[f,

küçük zümreler vardır .36 Fazla bir yekun te§kil etmeyen bu

guruplarıo miktarı hakkında elimizde net bilgi yoktur. An�

cak tarihi kaynaklar, Kazak Türkleri arasında Kıpçakların önemli bir yer tuttuğu gö�ünde birle§mektedirler. XIII. yüzyılda §imdiki Kazakistan topraklarının büyük ölçüde Kıpçaklar tarafından i§gal edildiği ve Moğol ordula­

rının bu alanda ilk kar ıla§tıkları dü§manın Kıpçaklar oldu­ � ğu kaydedilmektedir.36 Ba§kırt, Nogay ve Özbekler gibi Türk kavimler gurubu­ nun Kıpçak koluna dahil olan Kazak Türkleri'nin tarih sah­

nesine ilk çıkı§lan 1440 yıllarına rastlamaktadır. Kazaklar tarihin çe§itli dönemlerinde kuvvetli kavimlerin egemenliği

altında kalarak söz konusu tarihten önce adını duyurama­ mı§tır.370 XIV. ve XV. yüzyıllarda Özbek olarak adlandırı­ lan bu günkü Kazakistan'ın Kıpçak kavimleri ve onlarla ak­

raba olan oymak hanları diğer Özbek hanlarından ayrılarak Kazak olmu§lardır. Bu olaydan sonra Kazak sözü, bu hanla­ akların ve onlardan gelen Türkler'in adı haline ra bağlı o mı gelmi§tir. 71

XVII. yüzyılın ikinci yarısında Kalmuklarla sava§arak

yurtlanna istiklal temin edip bir bütün olarak tarihe geçme­

yi ba§aran Kazakların XVIII. yüzyılda bu birlik ve beraber· 368

Arat, "Kıpçak", lA, VI, (M.E.B), s. 715. Türk Ansiklopedisi, "Kıpçak", XXII, s. 41. 3 70 Zeki Yelidi Togan, Bugünkü Türk Ili Türki.stan ve Yalan Tarihi, İstanbul, 1981, s. 29; Layık Altınmakas, "Kazak Türkleri'nin Gelenekleri ve İslA­ miyet'in Etkisi", Türk Kültürü, XXII/250, Ankara, 1984, s. 121 . m ÖZkan, Türk Dünyası, s. 66; Türk Ansiklopedisi, "Kazak", XXI,(M.E.B), Ankara, 1974, s. 438.

36 9


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 137

liklerini koruyamayıp Ulu, Orta ve Küçük Cüz �eklinde bir­ birinden farklı üç parçaya aynidıkları anla�ılmaktadır.372 Bu §ekildeki bölünmü§lük Kazakların birliğini tehdit ettiği ka­ dar Rus ordusunun Orta Asya i§galini de kolayla§tırmı§tır. O dönemden itibaren kendini "Orta Cüz" içerisinde bulan Kıpçak men§eli kabileler, günümüzde Kırgız Stepi'nin ku­ zey-batısındaki Turgay, Ubagan, Tobol ve Uya ırmakları kı­ yıları ile Troystsk yöresinde ya§amaktadırlar.373 XIX. yüzyıl­ da bu Kıpçak topluluğunun Ton Aygır, Tuyu§ka-Kıtabek, Bultun, Kara Balık, KündUlen, Tama, Bu�a, Usun ve Kök Burun gibi ohalara aynldığını görüyoruz. 74 Kazakistan'ın bu bölgesinde yoğunla§an Kıpçakların diğer bölgelerde ol­ maması dü§ünülemez. Ancak az miktarda olduğu için ba§ka kavimler içerisinde eriyip gitmݧtir. Bunu teyit olarak A.N. Kurat Uralların güneyine yakın bölgelerdeki Kazaklardan bir kısmının kırmızımsı ve kumral saçlı olmalanndan dol�fs onların da Kıpçak kökenli olabilecekleri dü§üncesindedir. 3 5 Türkistan topraklan üzerinde ya§ayan Karakalpakların içerisinde de Kıpçakların varlığı uzun süre tartı§ma konusu olmu§tur. Karakalpak Türkleri'nin büyük çoğunluğu Özbe­ kistan'a bağlı Karakalpak Özerk Cumhuriyeti'nde ya§arlar. 1989 nüfus sayımına göre Bağımsız Devletler Toplulu­ ğu'ndaki Karakalpakların sayısı 423.426'dır.376 Bazı rivayet­ lere göre bu sayı 370.000 civanndadır.377 Bunun haricinde Mgani tan'ın kuzey bölgeleri378 ile Kazakistan ve Türkme­ nİst topraklan içerinde az da olsa Karakalpak men§eli in­ sa lar vardır.379 3 Ahmet Caferoğlu, "Kazak Türkleri" Türk Kültürü, III/29, Mart 1965, s. ' 303; Aynca Kazak Türkleri'nin Tarihi için bkz: Mehmet Saray, Koıak Türkleri Tarihi, İstanbul, 1993, s. 16-19. m Caferoğlu, Türk Kovimleri, s. 33; Saadettİn Gömeç, Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Konya, 1997, s. 61-62. 374 Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren EUer, s. 72. 375 Kural, Koradeniz Kuzeyindeki Türk Kovimleri, s. 71. 376 Özkan, Türk Dünyası, s. 79. m Mehmet Saray, Ozbek Türkleri Tarihi, İstanbul, 1993, s. 10-1 1 . 378 Mehmet Eröz, "Afganistan'da Türk Aşiretleri", Türk Kültürü, VII/83, Eylül 1969, s. 846. m Caferoğlu, Türk Kovimleri, s. 24. •


138 / KlPÇAK TÜRKLERI

XI.

ve XII. yüzyıllarda Rus yıllıklannda adı geçen ve

daha sonra XVI. yüzyılın sonlarına kadar ismine tesadüf edilemeyen Karakalpakların380 men§ei konusunda tam bir

netlik söz konusu değildir. Tartı§malar, Karakalpakların meD§einin Kıpçak, Peçenek veya Nogay olabileceği üzerin­

de yoğunla§ml§tır.381 Ancak daha önce de değiDildiği üzere

Kıpçak-Nogay .ili§kileri göz önüne alınır ve Nogayların da men§e itibariyle büyük ihtimalle Kıpçak olduğu dü§ünülür­

se Karakalpakları Nogaylara dayamanın anlamsız olduğu

ortaya çıkar..

öte yandan Arap tarihçil�rden en-Nuveyri (ö.l333),

Altınordu'da bulunan Kıpçak boylannın tasnifini yazarken, onbir boy arasında

varlığından

"Karabörklü" adında bir Kıpçak boyunun

bahsetmektedir. 382 Bunun dı§ında daha bir çok

kaynak Karakalpaklann men§e itibariyle Kıpçak olduğun­

dan bahsetmektedir.313 Bize göre bu konuda §Unu söylemek mümkündür� Tarihi kaynaklardan anla§ıldığına göre bazı Peçenek merujeli kabileterin kalıntıları ol an bir takım te§ek­ kiiller §U veya bu §ekilde sadece Kıpçaklar arasında kendile­ rini muhafaza etmi§lerdir. Bu nedenle Karakalpakların Kıp­

çaklar ile yakınlığını kabul etmemek eski Rus yıllıklarında geçen -Karakalpakların kastedildiği- "Çern1ye Klubuki"ler

ile ilgisinin olmadığını kabullenmek demektir. Şayet Kıp­

çaklar ile Nogaylar arasında hiçbir ilişki olmamı§ olsaydı o

zaman belki bu §ekilde düıjünülebilirdi. Gerçekte ise ağır­ lıklı olarak Türk-Moğol kabilelerinden olll§an Nogayların

önemli bir kısmını Kıpçaklar olu§turmaktadır.384

:180 Uydu, İlk Rus YdUklannda Türkler, s. 27-30. 38 1 Reşit Rahmeti Arat, "Karakalpaklar", İA, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967, s. 285; Caferoğlu, Türk Kııvimleri, s. 24; Yavuz Akpınar, "Karakalpaklar", T.D.E.A, V, İstanbul, 1982, s. 175; Özkan, Türk Dünyası, s. 79. 382 Marquart, J., s. 157; P.P İvanov, "Karakalpakların Tarihine Dair Mater­ yaller", Ülkü, XI/65, Tem-muz 1 938, s. 123; Abdulkadir İnan, Makaleler ve incelemeler, i, Ankara, 1987, s. 46; Gömeç, s. 154-155. 383 Togan, Bugünkü Türkili Türkistan... s. 30; Akpınar, "Karakalpaklar" T.D.E.A,V, s. 1 75; Türk Ansiklopedisi, "Karakalpaklar", XXI, (M.E.B), Ankara, 1974, s. 291. 38 4 Karakalpakların menşei ve tarihi hakkında geni§ bilgi için bkz: İvanov, ''Karakalpakların Tarihine Dair Materyaller", Ülkü, XI/65, Temmuz 1 938, s. 417-424; Ülkü, XI/66 Ağustos 1938, s. 539-543; Ülkü, XI/67, Ey­ lül 1938, s. 29-41.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 139

Sonuç olarak §Unu ifade edebiliriz ki; bu konuda yazı­ Ian kaynaklar Karakalpakların men§einin tam olarak tespit edilemediğini göstermektedir. Ancak gerek Rus yıllıklarının ve gerek Arap kaynaklannın bu konuda verdikleri bilgiler ile ya§adıklan bölgeler bize, bunların daima K.ıpçaklarla iç içe olduklarını, Karakalpakları Kıpçaklardan uzak tutmanın mümkün olmadığını ve mell§e olarak Kıpçak olmasalar bile nüfuslannın önemli bir bölümünü Kıpçaklarm olu§turduğu kanaatini veriyor. Güney Türkistan diye adlandırabileceğimiz

Afganis­

tan ın kuzey bölgelerinde ya§ayan Türk men§eli kabileler '

arasında özellikle de Belh, Çar§amba ve Keysar olmak üze­

re bazı yerle§im birimlerinde Kıpçak Türkleri ya§amaktadır.

1940'1ı yıllarda bu bölgedeki Kıpçak, Karluk ve Karakalpak­

ların toplam nüfusunun 300.000 civarında olduğu belirtili­ 385 yor. Günümüzde bu boyların nüfusunun 600.000 kݧiye ula§tığı kolaylıkla söylenebilir.

Türkmenistan'a gelince, bazı rivayetlere göre Kıpçaklar

ana yurtlarından batıya doğru hareket etmeye ba§layınca bir takım Kıpçak kabileleri de Türkmenistan topraklannın

önemli bir bölümünü olu§turan "Garagum" çôlüne gelip yer­ le§mݧIerdir. Zamanla bunların bir kısmı Ural ve Don böl­

gelerine göç etmi§ler, bazı kabileler de Türkmenistan'ın çe­ §İtli bölgelerine dağılmı§lardır. Günümüzde Türkmenis­ tan'ın doğu tarafına dü§üp, önemli yerle§im birimlerinden biri o ha

"Çarcov" §ehrinde ya§ayan "Alili"ler taifesinin yüz­

grubu içerisinde Kıpçak menıjeli insanlar vardır. Yine

d bu bölgede ya§ayan "Garvul" adlı boyun Kıpçak kültürüü en güzel §ekilde günümüze aktardığı zikredilmektedir. Ayrıca Türkmenistan'ın "Sara/es" bölgesinde de Kıpçak 386 men§eli insanların ve Kıpçak adında bir köyün varlığı bi­ linmektedir. :ıs�

Erdoğan Merçil, "Merkez ve Doğu Türkleri" T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1 1 58; Eröz "Afganistan'da Türk Aşiretleri", Türk Kültürü, VII/83, s. 846. :186 Mehmet Kılıç, Dünyadaki Türkmenler, Bursa 1997, s. 3; Özkan, Türk Dünyası, s. 59; ayrıca Türkmen tarihi için bkz: Mehmet Saray, Türkmen Tarihi, İstanbul, 1993, s. 12-75.


1401 KlPÇAK TÜRKLERİ

b-İdil- Ural Bölgesinde Kıpçaklar

Bu başlık altında Tataristan ve Başkurdistan bölgesin­ deki Kıpçakları tanıtmaya çalışacağız. Ayrica Kırım Tat� Türkleri arasında Kıpçak menşeli insanların olup olmadıği üzerinde de duracağız. Günümüzde coğrafi bir tabir olarak kullanılan "İdil-Ural" Ekim 1917'den Nisan 1918'e kadar İç Rusya v� Sibirya Müslüman Tatar Türkleri'nin tesis ettiği millet mec­ lisi tarafından kurulan İdil-Ural Devleti sebebiyle siyasi bir anlam kazanmı§tır. Türkler, daha önce bu bölgede İdil Bo­ yu Türk Bulgar Devleti (8-14.yy), Altınordu Devleti (13-15.yy) ve Kazan Hanlığı (1437-1552) gibi büyük devlet; ler kurrnuşlardır. İdil- Ural bölgesi bu gün Tatar, Başkurt ve Çuvaş Türkleri ile Ruslar ve Finliler'in ya§adığı Rusya Fe­ derasyonuna bağlı üç Türk devleti (Çuva§istan, Başkurdis­ tan ve Tataristan), üç Fin özerk cumhuriyeti ve on oblasttan meydana gelmektedir. 387 İdil-Ural bölgesinde Kıpçaklar deyince hemen akla Ta­ tarlar ve Başkurtlar gelir. Biz burada tarihi kaynaklarda çok tartışılan ''Tatar" te­ riminin tarihçesi üzerinde durmak istemiyoruz. Yalnız şu kadarına işaret edelim ki, ''Tatar" adı büyük ihtimalle Rus­ lar tarafından Kazan Türkleri'ne verilmiştir. Yoksa onların Tatar-Moğol menşeli oldukları için kullandıkları "tarihi " bir isim değildir. Ruslar XIII. yüzyılda Türk-Moğal istilasından sonra doğudan gelen her kavme "Tatar" demişlerdir. Moğol İmparatorluğu'nd'!-n sonra kurulan Altınordu, Astrahan, Kırım gibi Türk Hanlıkları da onlar için birer ''Tatar" devle­ ti ve halkı da "Tatar" dır. Ruslar bu adı, adı geçen hanlıklan istila ettikten sonra da bu ülkelerin halkalan için kullanma­ ya devam etmişlerdir. Görülüyor ki bu isim Ruslar tarafın­ dan hiçbir zaman "Moğol" anlamında kullanılmamıştır. Rusların kullandığı ''Tatar" tabiri, "Türk" terimi kar§ılığın387 Özkan,

Türk Dünyası, s. 133.


KJPÇAK TÜRKLERİ / 141

dadır.388 Acaba İdil boyu Türkleri etnik bakımdan Tatar mı­ ı..l ır? Değil midir? §eklindeki sorular anlamsızdır. Zeki V.

Togan bu konuya §U §ekilde açıklık getirmektedir: "Keza

Tatar ismi evvelce Moğollar hakimiyeti zamanında onlara iltihak eden kavimlere de itlak olunduğundan Kazan Tatarı,

Kırım Tatarı, Nogay Tatarı, Altay Tatarı ve Azerbaycan Ta­

tan gibi isimler hasıl olmu§tur. Bu isimler birer etnik müna­

sebete delalet etmezler. Mesela eski Bulgarların ve Kıpçak­

ların kan§masından hasıl olan Kazan Türkleri ile Tatarlar

arasında etnik münasebet yoktur. Bu Azerbaycan Türkleri

için de böyledir."389

Rus tarihçisi Aristov, İdilboyu Türklerinin etnik ba­

kımdan koyu bir conglomerat (çe§itli unsurlardan olu§an bir

küme) olduğunu iddia etmektedir.390 Çoğu tarihçiler de bu görü§ü teyit etmekte ve Kazan Tatarlarının men§eini büyük ölçüde İdil Bulgarları ile XII. ve XIII. yüzyılda böl eye ge­ ş len Kıpçakların olu§turduğunu vurgulamaktadırlar. 91 Bun­

ların içerisine yerli Finlerin Türkle§mi§ zümrelerinden de

katılanlar olmu§tur.392 Z.V. Togan, Kazan Tatarları arasın­

da Kıpçak men§eli olan Türklerin di erlerine nazaran ço­

ğunluğu olu§turduğu görü§ündedir.39

Şu halde İdil-Ural

bölgesinde ya§ayan Kazan Tatarlarının önemli bir bölümü Kıpçak men§eli Türklerden olu§maktadır. Ancak bunlar

Kıpçak veya Kuman ismiyle bilinmeyip tamamen diğerleri

ile karı§mı§ vaziyettedir. Kıpçakların da içinde bulunduğu

;(h met Temir "Kuzey Türkleri(İdii-Ural ve Yöresi)" T.D.E.K, Ankara, / 19_76, s. 1262-1263; Özkan, Türk Dünyası, s. 144; ayrıca Tatarlar ve men­

:188

/ §eleri konusu için bkz: Mustafa Kalkan, 'Türk Moğol Kavimleri Arasın-

/

da Tatarlar ve Men§ei Meselesi", Türk Kültürü, XXXIV/193, Ocak 1976, s. 1 1 -17. :ııı9 Togan, Umumi Türk Tarihine Gir-i§, s. 65-66; Özyetkin, 11/7, s. 29-30; Sel, s. 1 L )90Tayrnas, Kazan Türkleri, s. 217. )9 1 Kuraı, Kamdeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 71; Nadir Devlet, Çağ­ daş Türk Dünyası, İstanbul, 1989, s. 89; Temir, "Kazan Hanlığı", T.D.E.K, s. 935; Hamdi Özdamarlar, 'Tataristan", Avrasya Etüdleri, sa.2, yaz 19%, s. 73. 192 Tayrnas, Kazan Türkleri, s. 217. )9) Togan, Umumi Türic Tarihine Giriş, s. 66.


142 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

Kazan Tatarları, Tataristan nüfusunun yakla.§ık % 48'ini oluşturmaktadır. 1989 nüfus sayımına göre bu cumhuriyet içerisinde 1.817.000 Tatar bulunmaktadır. Çoğu Ba§kırdis­ tan'da olmak üzere idil-Ural bölgesindeki diğer özerk cum­ huriyetler i\erisinde de iki milyona yakın Kazan Tatarı ya­ şamaktadır. 94 Güney ve Orta Ural dağlarında ve bu dağ sıralarının doğu ve batı taraflarındaki bozkırlar ile ormanlık bölgeler­ de yaşayan Başkurt (Başkırt, Başkort)395 Türkleri de Kıp­ çaklar ile yakından ilgilidir ve arkeolajik kazılar bu görüşü desteklemektedir.396

Ba§kurt Türklerinden olan Z.V. Togan'a göre bu kav­ min aslı, Türkistan'ı terkederek kuzeye yönelen ve daha sonra batıya geçen Kıpçak Türklerine dayanmaktadır.397 Öte yandan Ebu'I-Gazi Babadır Han Başkurtların büyük çoğunluğunu Kıpçakların oluşturduğunu belirtirken Dıme§­ ki (ö. 1327), Moğallar zamanındaki Başkurtları Kıpçak boy­ ları arasında sayrnıştır.398 Günümüze baktığımız zaman önemli bir Kıpçak kabilesi olarak bilinen "Uran"lara ve uran ismine Ba§kurd kabileleri arasında rastlanmaktadır. 399 Yine Z.V. Togan, bu gün Ba!jkırdistan topraklarında Kıpçak­ Kanglı zürnrelerin, cumhuriyetin güney bölgelerinin yarısın­ dan fazlasını i§gal ettiklerini ve 13 Kıpçak, 12 tane de Kang­ lılara ait kaza veya nahiyenin bulunduğunu belirtmekte­ dir. 400 Bütün bu veriler bize Ba§kurt Türklerinin tamamı ol­ masa da önemli bir çoğunluğunun Kıpçak menşeli insanlar tarafından te§ekkül ettiğini göstermektedir. 394

Özdamarlar, 'Tataristan", Avro.ıya Etüdleri, sa:2, s. 70-71. "Başkurt" isminin menşei ve "kurd" ile ilgisi için bkz: F. Unnançeyev, "Orta Asya Türk Tarihi ve Folkloründe BoıJak Kurt"(çev: Mehmet Tez­ can), Kardaş Edebiyat/ar, sa: 7, Erzurum, 1983, s. 6-7. 396 Ahincanov, s. 169. m Mehmet Saray, "Başkırt", lA, (D.İ.A), V, İstanbul, 1992, s. 130-131; TürkAnsiklopedisi, "Başkurt",V, (M.E.B), İstanbul, 1967, s. 383-384. 398 Z.V.Togan, "Başkırt", lA, II, (M.E.B),İstanbul, 1970, s.328-329; Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, s. 30; Özkan, Türk Dünyası, s. 139. l99 Köprülü, "Uran Kabilesi", Belleten, VIU26, s. 241. 400 Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, s. 30. m


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 143

Günümüzde Ba§kurtlann nüfusuna gelince, 1989 nüfus sayımına göre Baıjkurt Türkleri Baıjkırdistan nüfusunun

%

22'sini olu§turmaktadır. Ba§kırdistan'ın 1989'daki toplam nüfusu

3.943.000'dir.

Baıjkurt nüfusunun Türklerinin

% 40

Ba§kurt Türkleri dünyadaki toplam

%

60'ını olU§turrnaktadır. Ba§kurt

kadan Baıjkırdistan'ın dı§ında, özellikle

Kazakistan ve Özbekistan olmak üzere Orta Asya'nın diğer 1

Türkçe konu§an cumhuriyetlerinde ya§amaktadır. 40

Ba§kurt Türkleri ile Kazan Tatarları içerisindeki Kıp­

çaklara kısaca değindikten sonra §imdi de

Kınm Tatar/an,

ba§ka bir deyi§le Kırım Türkleri içerisindeki Kıpçakların durumu hakkında bilgi vermeye çalı§alım.

Kırım yarımadası ve Karadeniz kuzeyindeki bozkırlar

en az bin be§YÜZ yıllık bir Türk yurdudur. Ancak son iki asır

içerisinde amansız bir yok etme politikası ile Türkler bu ha­

kim vasfını kaybetmi§tir. Şimdi biz burada Kırım'a Türkle­ rin ilk defa ne zaman geldiklerini ve bunların sırayla kimler olduğunu tartı§mak istemiyoruz. Konuyu Hazarların Kı­ rım'a geli§inden alarak kısaca özetleyeceğiz.

VIII. yüzyılın son çeyreğinde Kırım'ı ellerine geçiren

Hazarlar, burada §ehirleri ve ticaret merkezleri ile büyük

bir medeni varlık göstererek Kırım'da uzun süre kalmı§lar­

dır. Hatta Orta Çağda Kınm yarım adası, İtalyanlar arasın­ da "Hazarya" veya "Gazaria", Anadolu ise "Bilad-i Hazar " 2 §ekli e anılmaya ba§lanmı§tır. 40

Bölge Peçenekleri takiben Xl. yüzyıldan sonra Kırım'a

len ve kuvvetli bir Türk boyu olan Kıpçakların egemenliği altına girmi§tir. 1239 yılına kadar Kıpçak unsurların idare ettiği Kırım, bu tarihten itibaren Moğolların idaresi altına girince Kırım ve Kıpçak bozkırı, Altınordu İmparatorluğu içerisinde özel bir yer almı§tır.

XI.

ve XII. yüzyıllarda Kıp-

401 Harndi Özdamarlar, "Başkırdistan", Avrasya Etüdleri, sa: 2, yaz 1996, s. 86-87; Devlet, Çağdoı Türk Dünyası, s. 107-108; Özkan, Türk Dünyası, s. 140. 401 Süreyya Şap§apoğlu, "Kırım Karaİ Türkleri", Türk Yılı, I, Ankara, 1928, s. 591; Halil İnalcık, "Kırım Türk Vurdunun Yok Edilişi," Türk Kültürü, sa: 21 Ankara, 1964, s. 61; Mirza Bala, "Kınm" iA, VI, (M.E.B), İstan­ bul, 1967, s. 744-745.


144 1 KlPÇAK TÜRKLERi

çak Türklerinin hakimiyeti altında bulunan Kırım'ın ticaret, sanat ve kültür bakımlarından o döneme göre oldukça ileri bir seviyeye geldiği anla§ılmaktadır. Kıpçakların burada üst­ lendiği bir diğer önemli görev de kendilerinden önce bura­ da ya§ayan kavimleri eritip kayna§tırarak Türkle§tirmeleri­ dir. Kendileri de XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren As­ ya'dan gelen Moğol grupları ile karı§mı§lardır. Kırım'da ka­ lan Moğolların nüfus bakımdan önemli bir yekun olu§tur­ madığı için zamanla Türk kitlesi içerisinde eridiği görülü­ yor. Ancak siyasi hakimiyet "Tatar" adı ile bilinen Moğollar elinde bulunduğundan Altınordu'ya tabi bölgedeki Türkle­ re bu dönemde "Tatar" ismi verilmi§tir.403 Yukanda Kazan Tatarlarından bahsederken vurgulamaya çalı§tığımız gibi bu ad Kuzey Türkleri için ortak bir ad olarak yerle§ip kalmı§tır. O halde Kazan Tatarları gibi Kınm Tatarları da özel etnik bir kavim ismi değildir. Özellikle Moğolların Kırım'ı idaresi altına alıncaya kadar bu bölgeye gelip yerle§en Türk men§eli kavimlerine verilen ortak bir addır diyebiliriz. Bunu bu §ekilde belirttikten sonra Kırım Tatarları (Kırım Türkle­ ri) içerisinde Kıpçakların miktarı nedir? sorusuna cevap aramaya çalı§alım. Yukarıda anlattıklarımızdan öncelikle §U sonuca varabiliriz ki tarih boyunca Kınm üzerinde nüfuz sa­ hibi olan Türk kavimlerinden Hazarlar ve Kıpçakların bura­ da uzun süre kalıp her yönden damgalarını vurdukları anla­ §ılmaktadır. Bölge her ne kadar XIII. asrın yarısından itiba­ ren Moğolların, daha sonra da Altınordu'nun hakimiyeti al­ tına girse de gerek bu dönemlerde gerekse XVIII. yüzyılda Rus egemenliği altına girmeden önceki Osmanlılar döne­ mbde Kıpçak men§eli insanların, idari, askeri ve ekonomik yönden etkili oldukları görülüyor. Durum böyle iken Kınm Tatarları içerisinde Kıpçakların durumu ba§ka bir deyi§le Kırım Tatarlarının ne kadarını Kıpçakların olu§turduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Ancak bunu sayı olarak belirt­ mek oldukça zor bir i§tir. 40�

İnalcık, "Kınm Yurdunun Yok Edilişi", Türk Kültürü, sa:21, s. 61-62; Ül­ küsal, "Kınm Türkleri", T.D.E.K, s. 1 1 42; Türk Ansildoped.is� "Kınm", XXII, (M.E.B),Ankara, 1975, s. 52-54.


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 145

Kıpçakların Kırım Tatarları içerisindeki önemini bu §e­

kilde tespit ettikten sonra, XVIII. yüzyıldan itibaren bölge­

nin Rus i§galine uğramasıyla bu insanların nerelere göç et­

tiklerini de kısaca belirterek konumuzu bitirelim.

Kırım'ın Ruslar tarafından i§galinin ilk yıllarından iti­

baren Kırım Tatar Türkleri, Anadolu'ya ve o dönemde ta­

mamı Türk hakimiyetinde bulunan Balkaniara göçmeye ba§lamı§lardır. İlk göç dalgasında üçyüz bin Kırım Tatarı bölgeden göç etmi§tir. Bu sayı

XIX. yüzyılda bir

milyon iki­

yüz bini bulmu§tur. Bo§alan Türk köylerine Rus, Ukraynalı,

Alman, Yahudi ve Rum gibi farklı milletlerden insanlar yer­

le§tirilmi§, böylece Türk nüfusu genel nüfusun yarısına dü­

§ürülmܧtür.404 Bu göçler bir yandan Kırım'ın Balkanların

ve Kafkaslann nüfus yapısını bozarken; öbür yandan Ana­ dolu'nun Tükle§mesini olumlu yönde etkilemi§ ve Türki­ ye'deki Milli Mücadeleye büyük katkılar sağlamı§tır.

fa

1926 yılında ya ılan nüfus sayımına göre Kırım'ın genel

nüfusu 714.000 'dir. 05 Kırım Tatarları bunun ancak %25'ni

olU§turuyordu. İkinci Dünya Sava§ı sırasında, 1941 yılında

Almanların Kırım'ı i§gal etmesi üzerine, Alınarı i§galine uğ­ rayan diğer demir perde ülkelerindeki milletler gibi Kı­

nm'da kalan Kırım Tatar Türkleri de Almantarla Ruslar arasında kalmı§, Almanların sava§ı kaybetmesinin ardından 1944

to

ının Nisan ayında Kızılordu Kırım'a girince, bunlar

an Türkistan,

Sibirya ve

Urallar'a

sürülmü§tür.406

68-1969 yıllarında be§-altı bin kadar Kırım Tatarı Kırım'a

geri dönmü§tür. Geri dönenlerle bereber, günümüzde genel

nüfus içerisinde büyük bir

oran tutmasa da Kırım'da hala

Kırım Tatar nüfusu ya§amaktadır. 40ot

Devlet, Çağdar Türk Dünyası, s. 218; Özkan, Türk Di4/ıyası, s. 163; aynca Macaristan'a giden Kınm Tatarlan için bkz: Maria Ivanics, "Macaristan­ daki Kırım Tatarianna Ait Vesikalar", VII/. Türk Tarih Kongresi Bildirile­ ri, II, Ankara, 1981, s. 1049-1053. 40� R.A.K, "Türklerin Yaşadıkları Yerler ve Sayıları", Makaleler I, (haz: Os­ man Fikri Sertkaya), Anka-ra, 1987, s. 991 . 406 Ülküsal, "Kınm Türkleri", T.D.E.K, s. 1 1 52; Devlet, Çatdar Türk Dünya­ sı, s. 218-220.


1 46 / KIPÇA "" TÜRKLERİ

c-Doğu ve Güney Doğu Avrupa 'da Kıpçaklar

Biz burada Macaristan, Romanya, Polanya, Çekoslo­ vakya, Bulgaristan, Yunanistan ve Moldova toprakları içeri­ sinde men§e itibarıyla Kıpçaklara dayanan insanlar ve mik­ tarı üzerinde duracağız. Avar Türkleri nden sonra, Macar hükümdan Zsolt za­ manından (906-947) ba§layarak, Taksony (Zsolt'un oğlu, 947-972) ile kral I. lstvan (997-1031) ve I. Laszlo (1077-1095) zamanında büyük kitleler halinde Peçenek Türkleri gehni§, Macar kralından himaye altına alınmalarını rica etmi§lerdir. Bu Peçenek guruplar bugünkü Slovakya toprakları da dahil olmak üzere yerleştiriJdiler. Peçenekleri takiben Macar kralı Laszlo (1077-1095) zamanından itiba­ ren Karadeniz'in kuzeyinden Karpatlar Havzası'na Kıpçak Türkleri gelerek kralın himayesi altına girmi§lerdir. Bu Kıp­ çak/Kuman Türkleri Eski Macaristan'ın farklı farklı bölge­ lerinde yerle§tirildikten sonra Slovakya'da da otuzdan fazla köy kurmu§lardır. Bu gün Kıpçakların izlerine Slovakya'nın güney kesimlerinde rastlamak mümkündür. Hayvancıhğa elveri§li olması hasebiyle genellikle yerle§im yeri olarak ne­ bir, ırmak ve çay vadilerini tercih etmişlerdir.407 XIII. yüzyılın ortalarına doğru Moğol baskısına daya­ namayan önemli miktarda Kıpçak �ubunun Macaristan'a göç ettiğini daha önce belirtmݧtik.4 Kaynaklara göre kırk­ bin aileden ibaret olan bu Kıpçak göçünü XV. yüzyıla kadar diğer Kıpçak unsurlar az da olsa devam ettirdiler.409 Maca­ ristan'a farklı zamanlarda da olsa bu §ekilde akınlar olması­ na rağmen bu topraklarda Kıpçak/Kumanların adı bu güne kadar saklanmı§tır. Macaristan'da Kıpçakların yoğun olarak yerle§tiği bölgeye bu gün Nagykunsag (Büyük Kumanya) ve Kiskunsag ( Küçük Kumanya) adları verilir.410 '

407

Bla§koviç, s. 344-345. Rasonyi, "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, lll/1 1-12, s. 410. 409 Rasonyi, Türk Devletinin Batidaki Varis/eri . , s. 19. 4 1 0 TürkAnsiklopedis� "Kıpçak", XXII, s. 41.

408

..


KJPÇAK TÜRKLERİ / 1 4 7

Macarların başta Kıpçaklar olmak üzere devamlı Türk

kavimleri ile iç içe olup, nüfuslarının önemli bir miktarını

hu boylar oluşturmasına rağmen Türkçe konuşan bir kavim

olmayarak Finceye yakın dil konuşması, birliğe Türk unsur­

ların hep birden değil, parça parça katılmalarına bağlan­

ınaktadır.411 Buna rağmen Macar topraklarına yerleşen Kıpçak unsurlar dillerini XVI. yüzyılın başlarına kadar ko­

rumuşlardır.

XVI. yüzyılın başından itibaren Macaristan toprakları

iı;erisindeki Kıpçak/Kuman tarihi Macar tarihine karışmış,

hugün Kıpçak menşeli ve diğer Türk kökenli insanlar kim­ l iklerini

kaybetmiş

duruma

gelmişlerdir.

Ancak

Kıp­

çak/Kumanların işgal ettikleri sahalardaki yer adları, arşiv

hclgelerinden çıkarılan şahıs adları ve günümüzde kullanı­

lan bazı soyadları onların aslında Türk olduklarına tanıklık �.:tmektedir.41 2

Romen

etnik zümresinin oluşumunda da Kuman/ Kıp­

çakların önemli rolleri vardır. Bugünkü Romen Ovası Bun­

lardan itibaren atlı Türk halklarının beğendikleri bir bölge

halini almıştır. Moğol istilasından sonra bugünkü Romanya

sahasında Kıpçak/ Kumanların rolü Romenierden daha faz­

la idi. Çünkü XIII. yüzyılda bu topraklarda Kıpçaklar her

�eye hakimdi.

1330

yılından itibaren Basaraba isminde bir

Rumen prensinin başa geçmesi ile, bir asır önce "Kumania" ola� ll{enin ismi "Romania" oldu. XV. ve XVI. yüzyıl arşiv

)S

he elerinde belirtilen Rumen devlet büyüklerinin adları 3 :y-asında pek çok Kuman/Kıpçak adına rastlanır. 4 1 Bu ko­

nuda şunu ifade etmek gerekir ki, Peçenek-Kuman/Kıpçak

menşeli Türklerin askeri ve siyasi kabiliyeti, Rumenierin

devlet kurmaları ve tarihte rol almalarını sağlamıştır. Ancak günümüz Romanyasının etnik yapısına baktığımız zaman

XII.-XIIL ve takip eden yüzyıllarda Rumen topraklarında

'11

.

Rasonyi, Tarihte Türk/ük, s. 126. Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri . ., s. 36. m Mehmet Ali Ekrem, "Kırım ve Nogay Türklerinin Osmanlı Devrinde Dobruca'ya ve Tüm Rumeli'ye Geçmeleri ve Yerleşmeleri", Vl!J. Türk Tarih Kongresi Bildirileri ( 1 1 -15 Ekim 1976), III, Ankara, 1983, s. 1600-1 602 ; Rasonyi, Tarihte Türk/ük, s. 147-151 m


148 / KlPÇAK TÜRKLERİ

etkili olan Kıpçakların milli kimliklerinin büyük ölçüde kay­

bolduğu, bunda da Hıristiyanlığın önemli ölçüde etkili oldu­ ğu anla.!jılmaktadır. Bundan sadece Dobruca bölgesinde ya­ §ayan Türkler istisnadır. Bu gün Romanya Türkleri denilince akla üç çe§it Türk

gurubu gelir. Bunlar, Dobruca Türkleri (Kırım Türkle­

ri-Tatarlar), Gagavuzlar ve Anadolu'dan göçüp gelenlerdir.

Bunların tamamına yakını Dobruca bölgesinde ya§ama ta­ dırlar.4 1 4 Gagavuzlar'ın men§ei meselesine, Moldova' aki

Gagauzları i§lerken değineceğimiz için buradaki G

auz

Türklerine §imdilik değinmeyeceğiz. Anadolu'dan gelen Türklere gelince, bunlar

1263

yılında Sarı Saltuk t

afından

getirilen on ikibin civarJndaki Selçuk Türkü ile XV . asrın ilk çeyreğinde Osmanlılar döneminde getirilip buraya iskan 5 edilen Türklerdir. 41 ü ncü grubu da XI. yüzyıldan itiba­

Çü

ren bu bölgeye gelip yerle§en Peçenek ve Kuman/ Kıpçakla­

no torunları ile zaman zaman Kınm bölgesinden göç etmek

zorunda bırakılan Kırım Türkleri{fatarları'nın olu§turduğu 16 Türkler meydana getirmektedir.4 Kırım Tatarlarının genel etnik durumunu dü§ünerek Dobruca'ya göç eden bu Kırım

Türkleri içerisindeki Kıpçakları da göz önüne alır isek, üçüncü

grubu . olu§turan Türkler

arasında

Kıpçakların

önemli bir miktar te§kil ettiği kendiliğinden ortaya çıkar.

1956

yılı resmi nüfus sayımına göre içerisinde Kıpçak­

ların yoğun olduğu ve "Tatarlar" adıyla bilinen bu gurup yir-

4 14 Ülküsal, "Romanya Türkleri", T.D.E.K, s. 1082; Devlet, Çağdıış Türk Dünyası, s. 293. m Aurel Decel, "Dobruca", lA, III, s. 629-641 ; Ülküsal, "Romanya Türkle­ ri", T.D.E.K, 1082; M.F. Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkındıı Araş­ tırmalar, İstanbul, 1934, s. 294-295; ayrıca XVI. yüzyılda bu bölgelerde yapılan iskanlar hakkında bkz: Feridun M. Emecen, "XVI. Asırda Bal­ kanların Kuzey-doğu Kesiminde İskan Tipleri ve Özellikleri Hakkında Bazı Notlar", V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve lkıisat Tarihi Kongresi Tebliğleri (İstanbul, 21 -25 Ağustos 1989), Ankara, 1990, s. 543-549. 416 Mehmet Ali Ekrem, "Şamanhğın ve Eski Türk Kültürünün Dobru­ ca'daki Kırım Türkleri Folklorurıda izleri", /. Uluslarası Türk Folklor Kongresi Bildiri/eri, I, Ankara, 1 976, s. 109; Ülküsal, Dobmca ve Türkler, s. 15-16.


KJPÇAK TÜRKLERi / 149

417 mi bir bin ki§iden olu§maktadır. Bazı kaynaklar da Dob­ ruca'daki Türkler dı§ında Romanya'da ya§ayan Çangoların çevredeki diğer kavimlere göre sarı§ın olmaları, bazen ke­ ten gibi açık sarı ve kıvırcık, bazan de kırmızımsı saçlı ve gözlü olmaları hasebiyle Kı�akların halefieri olabilecekleri 18 görü§üne yer vermektedirler. Bulgaristan'da Klpçaklara gelince, daha önce de belirt­ tiğimiz gibi bunların günümüz Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya topraklarına Xl. yüzyılın sonlarından itibaren girmeye ba§ladığını görüyoruz. XII. yüzyıl boyunca bu böl­ gede zaman zaman Bizans'a akınlar düzenleyip Makedon­ ya, Meriç Ovası ve Trakya'nın bazı bölgelerine yerle§tiler. Bizans kronikleri de Kıpçakların Sofya'dan Meriç Irmağı boyunca Edirne'ye kadar olan bölgede yerle§tiklerini teyid eder. Xl. ve XII. yüzyıllarda, adı geçen bölgelere yerle§en Kuman/Kıpçak kabilelerinin Bulgaristan tarihindeki yeri ve önemini bütün tarihi kaynakların kabullendikleri görülmek­ 419 tedir. Romanya, Macaristan ve Çekoslovakya içlerine ka­ dar yayılarak Türk olmayan unsurların içerisindeki inançla­ nndan vazgeçerek kısmen Hıristiyanlığı kabullenip etnik varlıklarını kaybeden Kıpçakların durumu, Bulgaristan ve çevresinde de farklılık arz etmemektedir. Ancak Batı Trak­ ya, Makedonya ile Bulgaristan'ın dağlık kesimlerinde kal­ mı§ o n pek çok Kuman/Kıpçak Türk boyları, Selçuklu ve Os anlı Türklerinin Balkaniara göç etmesinden sonra tarih s nesine yer yer ve yeni yeni etnik halita boyları §eklinde 420 �')rtaya çıkmaya ba§lamı§lardır. Men§ei konusunda çe§itli lgörü§ler bulunup Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye'nin Batı Trakya üçgeninde ya§ayan Pomak Türkleri, sonradan olu§an bu boylar için en güzel örnektir. Bazı kaynaklar Po­ mak Türklerini men§e' olarak Slavlara dayandırmaya çalı§sa 4 17 Devlet, Çağdaş Türk Dünyası, s. 295. 4 1 8 Kurat, Karadenizin Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 71. 4 19 Baştav, Bizans imparatorluğu Tarihi (1261-1461), s . 8-9; Rasonyi, Tarihte Türk/ük, s. 152-154; Aynı yazar, Türk Devletinin Batıdaki Varisieri . . , s. 46-48; Acaroğlu, Bulgaristan 'da Tür/efe Yer Adlan J(Jlavuzu, s. 12-13. 420 Hüseyin Memişoğlu, Pomak Türklerinin Tarihi Geçmişinden Sayfalar, Ankara, 1991, s. 9-26. .


1501 KlPÇAK TÜRKLERİ

da çoğu tarihçiler bu görü§e katılmamaktadırlar. Bu konuda

iki görü§ vardır. Bir kısım tarihçiler Pornakların Peçenek ve Kıpçak Türklerinin torunları olabileceğini421 ileri sürerken

bazıları da XII. ve XIII. yüzyıllarda çe§itli sebeplerle Ana­

dolu'dan Balkanlar'a göçen Türkmen Yörük Türklerinin devamı oldukları görü§ündedirler. 422 Şunu belirtmek gerekir ki, Osmanlıların Balkaniara ya­

ni Avrupa'ya geçmelerinden, hatta Selçukl l r döneminde

bu bölgelere gelen Selçuklu Türklerinden öne

Balkanların

çe§itli bölgelerine (§U anda Pornakların bulu uğu bölgeler

de dahil) gelip yerle§en Türklerin varlığı

llinmektedir.

Durum böyle iken Pornakları sadece Ana olu'dan gelen Türklere dayandırmanın doğru olacağı kanaatinde değiliz.

Pomak Türklerinin etnik yapısında Xl. ve XII. yüzyıllarda

bölgeye gelip yerle§en, daha sonra gerek Bizans, gerek Umur Pa§a ve diğer Türk beyleri vasıtasıyla İslam dinini ta­ nıyarak kısmen kabul eden, XIII. yüzyıl ortalannda ba§la­ yan fetihle birlikte de bir bütün olarak bu yeni dine geçen,

eski Türk inançlarına mensup Peçenek ve Kuman/Kıpçak Türklerinin varlığı inkar edilemez. Bize göre Pornakların

esas men§eini Peçenek ve Kumanlar olU§turmaktadır. An­

cak daha sonraki asırlarda Anadolu'dan gelen Müslüman

Türkler bunlarla karı§arak hem Peçenek ve Kumanların müslüman olmalarını sağlamı§lar hem de günümüz Pomak­ larının olu§masına katkıda bulunmu§lardır.

XIX. yüzyılın sonlarına doğru (1874) yapılan istatistik­

lere göre Balkanlarda ya§ayan bu Pomak Türklerinin nüfu­ 23 su be§ yüz bine yakın bir seviyededir. 4 Bu gün Pornakların memleketi üç devletin siyasi hudurlları içerisinde yer almak­ tadır.

421 Halim Çavuşoğlu, Balkanlıırda Pomıık Türideri (Tarih ve Sol)'o·Kültürel Yapı), Ankara, 1993, s. 106. 422 Çay, "Bulgaristan Türkleri", Türk Kültürü, XXIII/262, s. 67; Özkan, Türk Dünyası, s. 275; Aynca Pornaklann men§ei hakkında bkz: Cevat Eren, "Pomaklara Dair", Türk Kültürü I/4, Ankara, 1963, s. 37-41 423 Eren, "Poniaklara Dair", Türk Kültürü, 114, s. 37; Ayrıca Pornaldar için bkz: A. Cevat Eren, "Pomaklar", İA, IX, (M.E.B), İstanbul, 1964, s. 572-576; Türk Ansiklopedi.s� "Pomaklar", XXVII, (M.E.B), Ankara, ı 978, s. 83-84.


Kl PÇAK TÜRKLERİ 1 151

Bulgaristan'ın ba§ta Deliorman bölgesi olmak üzere daha çok kuzey taraflarında Pomak Türklerinin haricinde, Anadolu'dan göçen Türkler, Tatarlar ve Gagavuzlar olmak 2 üzere üç guruba ayrılmı§ Türk toplulukları ya§amaktadır. 4 4 Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bu bölgelere göç eden Anadolu Türklerinin dı§ındaki diğer Türk gurupları içerisinde Kıpçak ve Peçenek men§eli insanların bulunması kuvvetli olasılıktır. Zira bu bölgelerde

XI ve XII.

yüzyıllar­

da Peçenek ve Kuman/Kıpçak Türklerinin yerle§tiği herkes­ çe malumdur.

Polanya (Lehistan) Tatarlan nı olu§turan Türklerin de

çoğunluk itibarıyla Kıpçaklara dayandığı ve Kıpçak men§eli

insaniann bu topluluk içerisinde ekseriyeti olU§turduğu be­ lirtilmektedir. Polanya Tatar Türkleri,

XIV.

Yüzyılda Lit­

vanya Prensi'ne yardım için gelen Kıpçakların torunlarıdır. O dönemde Kıpçaklar kuzey-doğudan gelecek tehlikelere

ve istilalara kar§ı bir set olmak üzere sınır boylarına yerle§­ 25 tirilmi§lerdir. 4 Altınordu Devleti'nde çıkan iç karı§ıklar nedeniyle zarar gören bazı küçük guruplarıo ve

XV.-XVI.

yüzyıllarda Kınm Hanlığı ile Litvanya arasında yapılan sa­ va§larda esir dü§enlerin de katılmasıyla buradaki Türklerin 26 .. sayısında artı§lar olmu§tur.4 Onemli bir kısmını Kıpçaklau§turduğu bu Türk boyları Litvanya'ya yerle§mekle

=

1

ki ve sosyal haklar elde edip 1566 yılından itibaren e§it

atanda§ statüsünü kazanmı§lardır. Kral Zygmunt August

· bir merasim sırasında bu Türk topluluğu için §U sözleri sar-

; fetmi§tir: "Onları ve dinlerini seviyorum, çünkü onlar ilme 427 ve ananeye dayanıyorlar".

XVI.

yüzyılın ikinci yarısından itibaren Polanya'daki

hayatiarına çe§itli kısıtlamalar getirilen bu Türklerin,

XVII.

424 Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Haklanda Araştırmalar, s. 294-300 425 Murat Yakupoğlu, "Polonya(Lehistan) Türkleri", T.D.A. sa . . 62, Ekim 1989, s. 212-216; Özkan, Türk Dünyası, s. 160. 426 Lucyna Antonowicz Bauer, "Polanya Tatarları"(çev: Nadir Devlet) lbra­ him Kafesoğlu Armağanı (Türk Kültürü Ara�tırmaları), XXIII/1-2, An­ kara, 1985, s. 191-192; Mahmut Tahir, "Polonyalı Tatarlar", Türk Kültü­ rü, XXII/250, Ankara, 1984, s. 1 10. 427 Yakupoğlu, "Polonya (Lehistan) Türkleri", T.D.A, sa: 62, s. 218.


1 52 / KIPÇAK TÜRKLERi

yüzyılda Osmanlı-Lehistan savaşları sırasında önemli bir 8 kısmı Osmanlı topraklarına göç etmişlerdir.42 Yazarı belli olmayan "Risale-i Tatar-ı Leh e göre, XVI. yüzyılın ortala­ rında Lehistan'daki Tatarların sayısı ikiyüz bine ulaşmıştır. Bu sayı biraz abartılmış olabilir. Çünkü XIV. yüzyılın sonla­ rında bunların sayısının kırk bin civarında olduğu anlaşıl­ maktadır. XVII. yüzyılda Osmanlı topraklarına göçlerinden sonra buradaki Tatariann sayısı on bine kadar düşmüştü .. 429 r. "

Birinci Dünya Savaşından sonra Doğu Avrupa harita­ sında esaslı değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler çerçevesinde Polonya-Litvanya Türkleri de Alerusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Litvanya ve Polonya sınırları içeri­ sinde kalmak suretiyle üçe bölünmüştür. O dönemde yakla­ şık on ikibin kişiden oluşan bu Türklerin altıbin beşyüz ka­ darı Polonya sınırlarında kalmıştır. Polonya sınırları içeri­ sinde kalan Türkler günümüzde Wilno, Balıstok ve Novog­ rudek vilayetlerinde yaşamaktadırlar. Bu bölşeler dışında çeşitli görevler vasıtasıyla bulunanlar da vardır. 30 Günümüzde Moldova başta olmak üzere Ukrayna, Ku­ zey Bulgaristan, Romanya (beş köy va�) ve Y!!goslavya (üç köy var) da yaşayıp dünyada toplam ntifusları üç yüz bin ci­ varısda olan Gagavuz/ar431 içerisinde de Kıpçakların varlığı tartışılagelmiştir. Bunların menşei hakkında bir çok nazari­ ye ortaya atılmıştır. Bulgar tarihçileri i. İvanov, G. Zanetov, i. Titorov ve A. Zaşuk Gagauzların Bulgar menşeli oldukla­ nnı, dillerini kaybetmelerine rağmen dinlerini muhafaza et428 Özkan, Türk Dünyası, s. 161. 429 Bauer, "Polonya Tatarlan" İbrahim Kııfe:roğlu Armağanı, s. 192. 430 Yakupoğlu, "Polonya (Lehistan) Türkleri", T.DA, sa: 62, s. 227. 431 Harun Güngör-Mustafa Argunşah, Dünden Bugüne Gagauzlor, Ankara, 1 993, s. 1-3; Stepan Kuroğlu, "Nerdesin Gök Oğuz" (aktaran, İbrahim Bozyel), Kıırdaş Edebiyat/ar, sa: 6, Erzurum, 1983, s. 10-16; Türk An.siklo­ pedisi, "Gagavuzlar", XVII, (M.E.B), Ankara, 1969, s. 1 10-11 1 ; TH. Menzel, "Gagauzlar", lA, IV, (M.E.B), İstanbul, 1964, s. 706-707; Öz­ kan, Türk Dünyası, s. 178; Harun Güngör, "Gagauzlarda Kurban Kültü", X Türk Tarih Kongresi Bildiri/eri, (Ankara, 22-26 Eylül 1986), III, Anka­ ra, 1991, s. 743.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 ı.53

tİklerini belirtmektedirler.432 Yunan ara§tırmacıları Arnan­ tas ve B. Lissofa göre ise bunların aslı Rumdur. Bu görü§ St. Georgescu, F. Kanıtz ve romen tarihçisi N. Iorga tarafın­ dan da kabul görmü§tür. 433 Bulgar tarihçisi G. D. Balasçev, Gagauzlann men§eini "Anadolu Selçuklu Sultanı Il. İzzeddin Keykavus'u (1261-1282) takiben Dobruca'ya yerle§en Selçuklu Türkle­ ri'nin torunlannın olu§turduğu" fikrini ilk defa ortaya atmı§­ tır.434 Anadolu Selçuklu tarihinin önemli kaynaklarından bi­ ri olan Yazıcıoğlu Ali'nin Selçuknamesi'ni inceleyen P. Wit­ tek, Gagauzların men§ei konusunda bu görü§ü desteklemi§­ tir. Gagauzların Anadolu'dan geldikleri ve Selçuklu Türkle­ ri'nden olduklan, O. Turan, H. İnalcık, K. Karpat, F. Sü­ mer, W. Zajacztowski ve İstovan Consizof tarafından da be­ nimsenmektedir. 435 Öte yandan Gagauzların, Peçenek ve Kuman/ Kıpçak­ ların veya sadece Kıpçakların bakiyeleri olduğu fikrini cid­ diyetle savunan ara§tırıcılara da rastlıyoruz. Cernouti Üni­ versitesi öğretim üyelerinden i. Nistor, Odessa Ü nivesitesi öğretim üyesi D. Grigorov ve Çek tarihçi Constantin Jire­ cek bunlardan bazılarıdır.4 Ba§ta Rus etnolog Mo§kov437 olmak üzere Z.V. Togan, A urat, Ai. Manof, i. Kafesoğlu, H.Tanyu ve Th. Men-

y

•;fı Mihail Ciachir, Besarobiela Gagauzlaran lstorieasa (Basarobyalı Gagauz­ / /ann Tarihi), (haz: Harun Güngör), Niğde, 1998, s. 4-5; Kemal H. Kar­

/

pat, "Gagauzların Tarihi Men§ei Üzerine ve Folklorundan Parçalar", I. Uluslararası Türk Falklar Kongresi Bildiri/eri, I, Ankara, 1976, s. 165- 166; Güngör-Argun§ah, Dünden Bugüne Gagouzlar, s. 4. .m Güngör-Argunşah, Dünden Bugüne Gogauzlar, s. 5 04 Harun Güngör, Türk Bodun Bilimi Ara�tımıalan, Kayseri, 1998, s. 367-380; Tuncer Gülensoy, "Gagauzlar", T.D.E.A, III, i stanbul, 1979, s. 268-269. m Güngör-Argunşah, Dünden Bugüne Gagauzlar, s. 5-6; Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, II, İ stanbul, 1993, s. 192; Faruk Sümer, "Gagauzların Aslı", T.D. T.D, sa: 52, Nisan 1991, s. 9-12; sa: Ma­ yıs 1991, s. 3-5. 4:ıı; Ciachir, s. 3,8; Güngör-Argunşah, Dünden Bugüne Gogauzlar, s. 6. m Ciachir, s. 8-9.


ı54 / KlPÇAK TÜRKLERİ zel gibi ara§tıncılar ise Gagauzları Oğuz Türkleri'nin Bal­

kanlardaki bakiyeleri olarak görmektedirler.438

Görülüyor ki Gagauzlar'ın men§ei konusunda çe§itli

görü§ler ortaya atılmı§, bu konuda fikir birliği olu§amamı§­ tır. Ancak ortaya atılan bütün bu görü§leri inceleyen Ko­

walski, bize göre diğerlerinden daha makul ve gerçekçi bir tez ortaya koymu§tur. Ona göre Gagauzlar, üst üste üç ta­

bakadan müte§ekkil bir maden filizi gibidir. O, en alt taba­ kayı kuzeyden gelen Türk topluluklarının, ikinci tabakayı

Osmanlılardan önce bölgeye gelen güneyli Türklerin, üçün­

cü tabakayı ise Osmanlı Döneminin Türk kolonistleri ve Türkle§mi§ unsurların olWjturduğu görü§ündedir.439 Yani

Kowalski'nin vardığı sonuç, Gagauzların sadece Karadeni­

zin kuzeyinden Balkaniara gelip çe§itli bölgelere yerle§en Peçeneklerin ve Kuman/ Kıpçakların torunları olmadıkları,

XIII. yüzyılda Anadolu'dan göç ederek Balkaniara yerle§ip Hıristiyanlığı kabul eden Anadolu Selçuklu Türklerinin to­

runları da olduklarıdır.

Sonuç itibariyle Xl. ve

XII.

yüzyıllarda Gagauzların ya­

§adığı bölgeleri hakimiyetleri altında bulunduran ve daha

sonraki yüzyıllarda da etkileri devam eden Kıpçakları, Ga­

_!!iç-il­

gauzlardan ayırt etmek veya Gagauzlarla Kıpçakların

gisinin olmadığını belirtmek büyük bir yanılgı olur kana­

atindeyiz. Bu gün bile Maldava'daki Gagauz yerle§im birim­

Ieri arasında Kıpçak adında bir köy vardır.

d-Kafkaslarda Kıpçaklar Kafkasya, tarih boyunca kavimler göçüne sahne olmu§

bir geçit bölgesidir. Dolayısıyla burada Türk kavimlerinden

Hun, Avar, Hazar, Peçenek, Kıpçak, Uz, Selçuk ve Osman­ lıların izleri vardır.

438

Togan, Umumi Türk Tarihine Giri§, s. 165; Kurat, Peçenek Tarihi, s. 151; Atanas Manof, Gagauzlar (Hıristiyan Türkler), çev: Türker Acaroğlu, Ankara, 1939, s. 35; Güngör-Argunşah, Dünden Bugüne Gagauzlar, s. 7. 439 Güngör-Argunşah, Dünden Bugüne Gagauzlar, s. 8.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 155

Bu gün Kuzey Kafkasya'da içinde bazı Türk boylarının

da bulunduğu otuz civarında halk ve millet yaşamaktadır.

Bunlardan Kumuklar, Nogaylar, Karaçaylar, Balkarlar ve

Karapapaklar Kuzey Kafkasya'nın Türk menşeli önemli

topluluklarıdır. Güney Kafkasya'da ise Azerbaycan Türkleri

ile Ermenistan ve Gürcistan'da yaşayan Türkler bulunmak­ 440 tadır. Biz burada Kıpçaklarla yakın ilgisi bulunan Kumuk­

lar, Karaçaylar ve Karapapaklann

kında bilgi vermeye çalışacağız.

Kumuklar,

menşei ve nüfusları hak­

Azeri Türkleri dışında, Kafkasya Türk boy­

larının en kalabalık Türk topluluğudur. Kuzey Kafkasya ile

Hazar denizinin batı kıyısı boyunca, Azerbaycan cumhuri­

yeti sınırlarından kuzeye doğru uzayıp muhtar Dağıstan Cumhuriyetine bağlı olan dar bir bölgede yaşamaktadırlar.

Babayurt, Kızılyurt, Hasanyurt, Buynak, Kayakent ve Kay­

tak gibi şehirlerde ağırlıklı olarak bulunurlar. Mohaç-Kale

çevresinde de altı Kumuk köyü vardır. Ayrıca azınlık halin­ de Derbent, Grozni, Bunyanak ve İzberbaş gibi şehirlere de

yayılmışlardır. 44 1

Kumukların menşei konusunda çeşitli görüşler vardır.

Bekir Çobanzade Kumuk adının kuma ve kama adından -ak ve -uk ekieri ile türediği, Kumuk Türklerinin ise Kara­ çay-Balkar ve Kuzey Kırım Türkleri'nden ayrılmış bir toplu­ luk olduğu fikrindedir.

Bazı araştırmacılar ise, Kumukların bu bölgede Türk­ lerden önce yaşayan bazı kavimlerin karışmasından veya ka­ 4 2 lıntılarından oluşan bir topluluk olduğu görü§ündedirler. 4 Öte

zandan Divanü Lügati't-Türk'de, Kumuk:

"Bir adamın

adı", 3 Komuk: "Bir zamanlar yanında bulunduğum beyler­ 44 den birinin adı"4 §eklinde özel olarak geçmektedir. Ancak 440

Devlet, Çağdaş Türk Dünyası, s. 184-185; Özkan, Türk Dünyası, s. 130-13 1 . 441 Mirza Bala, "Kumuklar", LA, VI, (M.E.B), İ stanbul, 1967, s . 986; Murat İ pek, "Dağıstan'da Bir Türk Boyu Kumuklar'', Karrlaş Edebiyat/ar, sa:15, Erzurum, 1987, s. 4. 441 Bala, "Kumuklar", iA , VI, s. 986. 443 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, III, s. 339. 444 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati'!-Türk, I, s. 383.


ı56 / KlPÇAK TÜRKLERi "Kumuklamak" sözünün "bir kimseyi Kumuk boyuna nisbet 5 etmek" §eklinde geçtiği görülmektedir.44 Bu açıklamalar­ dan Kumuk kelimesinin sözlük anlamının yanında, özel isim olarak da kullanılan, ancak

X.

yüzyılda bir boy adı olarak

mevcut olan bir kelime olduğu sonucu ortaya çıkabilir. Bu durum ise Kumuklar'ın Türklerden önce ya§ayan bazı ka­

vimlerin karı§ımı veya kalıntısı fikrini bo§a çıkarmaktadır.

Kumukların men§ei konusunda tarihçilerio çoğunun

kabul ettiği iki görü§ vardır. Birinci görü§e göre Kumuklar Kıpçak Türklerindendir,446 diğer bir görü§ ise bunların

Oğuzlar ile Kıpçakların bu bölgedeki kayna§ması neticesin­ de ortaya çıkmı§ bir Türk boyu §eklindedir.447 Öyle anla§ılı­ yor ki, Kumuklar Moğol istilasından önce Kıpçakların

Oğuzlar ile karı§masından olU§mU§tur. Daha sonraları diğer

Türk kavimlerinden gelip az da olsa bunlara katılanlar ola­

bilir. Aslında onların ya§ayı§ tarzları, bugünkü aile yapıları, §iveleri ve milli kültürleri bu tarihi geli§meyi doğrular mahi­ yettedir. dır.

1992

sayımına göre nüfusları üç yüz bin civarında­

Kuban ırmağı'nın kaynak havzasında ve Çerkesler ta­

rafından "Doğu Tatarı" diye anılan Karaçay

Türk halkı, 1992

yılında Sovyet idaresince muhtar olarak ilan edilen Kara­

çay-Çerkes eyaletinde ya§amaktadırlar. Tarihçiler ve Tur­

kologlar tarafından Türk boylarından biri olarak kabul edi­ len Karaçayların tarihi konusundaki yazılı belgeler

XVII.

yüzyıldan öncesini karanlıkta bırakmaktadır. Bu tarihten

önceki Karaçayların tarihi, topluluğun yüzyıllardır milli mi­

rasını olu§turan destanlar, efsaneler, kimi farklı görü§teki ara§tırıcıların hipotez ve yargıları ile açıklanmaya çalı§ıl­ maktadır.

1969

yılında Karaçay Türklerinden olu§an bir

ara§tırmacı gurup tarafından hazırlanıp Moskova'da basılan

44J Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-Türk, lll, s. 339. 446 Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 161-162; Türk Ansiklopedis� "Ku­ muklar", XXII, (M.E.B), Ankara, 1975, s. 351; Özkan, Türk Dünyası, s, 191; İpek, s. 4; Şerafeddin Erel, Dağıstan ve Dağıstan/ı/ar, İstanbul, 1 961, s. 48-49. 447 Caferoğlu, Türk Kavimleri, s. 51; Aynı yazar, "Kumuk Türkleri", Türk Kültürü, 11/17, Ankara, 1 964, s. 9.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 157

"Karaçay Halk Şarkı/an" adlı çalışmada, Karaçay-Balkar Türkleri'nin etnik kökeninin tam olarak ortaya konamadığı, ancak arkeolajik ve etnolojik çalışmalara göre Kara­ çay-Balkar boyunun Kuban yerlileri, Alanlar, Bulgarlar ile Kıpçak Türkleri'nden gelebileceği belirtilmektedir.448 Dille­ rinin Türk dillerinden Kıpçak dil gurubuna girdiğini belir­ ten Türkologlar ile çoğu tarihçiler etnik bakımdan Karaçay ve Balkarlar'ı birbirinden ayırarak Kara&ayların meO§einin Kuman/Kıpçak Türklerine dayandığını44 ve Hazar Deni­ zi'nin kuzeyinde kurulmuş olan Hazar Türk Devleti'nin Kafkasya'ya yayıldığı sıralarda bölgeye gelip Kumaola özdeş olarak "Kuman" adını verdikleri nehir vadilerine yerle§tiğini kabul etmektedirler. 1989 nüfus sayımına göre Karaçay Türklerinin sayısı 156.000 civarındadır. Kafkasların önemli Türk topluluklarından birisi de Ka­

rapapaklardır. Borçalı-Kazak boyundan gelen Karapapak

Türkleri, Kıpçak/Kuman ve Hazar Türklerinin Ön-Asya' daki torunlarıdırlar. Borçalı ve Kazak diye iki kala ayrılırlar. Bunlara "Kara-Papaklu" adından kısaltılmı§ olarak "Karapa­ pak" denilmesi, 1502'de Sunni Akkoyunlular'ın yıkılı§ı üze­ rine Şii Safaviler idaresinde Erdebil-Şialığının yayılmaya başlaması ile Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar'ın müridie­ rine giydirdiği (on iki imarnın adı yazılı on iki dilimli "Taç" adlı) "Kızıl-Kavuklar"ı giymeyip, (yani "Kızıl-Bll§" olmayıp Nakıjibendi tarikatı şeyhleri olup) Dağıstan'da oturan "Ka­ ra-Börklü" adlı Kuman/Kıpçak ve Komuk boyundan "Emir Şeyh'in müridieri gibi sünniliklerini belirtmek üzere ısrarla Karapapak giyinmelerinden ve Safeviiere bunun için

448

Hayati Bice, Kafkınya'dan Anadolu'ya Göçler, Ankara, 1991, s. 76-77; Ayrıca Karaçay ve Balkarlar'ın rnen§eine dair bkz: Mirza Bala, "Karaçay ve Balkarlar", IA , VI, (M.E.B), İ stanbul, 1967, s. 217-218; Ufuk Tavkul, "Karaçay Adının Kökeni", Kınm, IU6, Ankara, 1994, s. 23-25. 449 Caferoğlu, Türk Kavimleri, s. 48-49; Özyetkin, nn, s. 34-35; Türk Ansik­ lopedisi, "Karaçaylar", XXI, (M.E.B), Ankara, 1974, s. 265; Bice, Kaj1aıs­ ya 'dan Anadolu'ya Göçler, s. 77; Caferoğlu, "Kafkasya Türkleri", Türk Kültürü, IV/38, Aralık, 1965, s. 175; Soslan Bayçora, "Binyılların İ çinde Karaçay", T.D.A, (haz: Hasan Ülker), sa:94, Şubat 1995, s. 123.


ı SS / KlPÇAK TÜRKLERİ

"Resm-i Sünni'' adlı vergiyi vermelerindendir.45° Kendilerini aslen Borçalılı sayan Karapapakların men§e itibariyle Kıp­ çaklara dayandığı ve Karapapak ile aynı manaya gelen Ka­ rakalpak arasında bir münasebet kurmanın mümkün oldu­ ğu, dolayısıyla da Kıpçaklardan Karabörklü a§iretinin Kara­ papak ile bir arada mütalaa edilmesi gerektiği çoğu yerde vurguianmaktadır.451 1828 tarihine kadar kuzey Azerbaycan'ın Kazak- Şern­ seddin Hanlığında, Borçalı nehri kıyılarında yoğun olarak ya§amakta iken bugün Azerbaycan'ın güneyinde Sulduz bölgesinde, Türkiye'nin Kars ili ve ilçelerine bağlı yüz kırk köyde, Erzurum, Ağrı ve Sivas'ta, Ermenistan'ın Akbaba 452 nahiyesinde ve İran'da ya§amaktadırlar. Muhtemelen Türkmen kelimesi ile ilgili olarak Tereke­ me adıyla da anılmaktadırlar. Bu adla ilgili olarak Gürcis­ tan'ın doğusuna Terekeme Gürcistanı denmektedir. Top­ lam nüfusları hakkında net bilgi yoktur. 1910 yılında sadece Kars'ta 39.000 civarında Karapapak vardı. Kafkaslarda Kumuk, Karaçay ve Karapapakların dı§ın­ da bazı Türk toplulukları içerisine de Kıpçak men§eli insanlar karı§ıp kayna§mı§lardır. Örneğin Ahıska Türk •so

/e�/

M. Fahrettin Kırzıoglu, "Karapapak (Borçalı-Kazak) Uruğunun Kür-Aras Boylarındaki 1800 Yılına Bir Bakış", A. Ü.E.F.A.D, sa: 2, Nisan ı 971' s. 75-85. 4.11 Mirza Bala, "Kara-Papak", İA, VI, (M.E.B), İ stanbul, 1967, s. 330-331 ; Kırzıoğlu, "Karapapak (Borçalı-Kazak) Uruğunun Kür-Aras Boylann­ daki 1800 Yılına Bir Bakış", A. Ü.E.F.A.D, sa: 2, s. 75 -76; Ahmet Cafe­ roğlu-Talip Yücel, "Güney Azerbaycan ve İ ran'da Türkler", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1 1 18; Ahmet Caferoğlu, Doğu illerimiz Ağıztonndan Toplamtllor, l, İ stanbul, 1942, s. XIV-XVI. Bala, "Kara-Papak", İA, VI, s. 330; Caferoğlu, Türk Kavimleri, s. 69; Türk Ansiklopedisi, "Karapapaklar", XXI,( M.E.B), Ankara, 1974, s. 309; Öz­ kan, Türk Dünyası, s. 204. 4�3 Mustafa Kalkan, "Ahıska Türklerinin Menşei ve Tarihi Gelişim Seyirle­ ri", Bilig, sa: 7, Güz-1998, s. 160-170; M. Fahrettin Kırzıoğlu, "Ahıska Bölgesi ve Türklük", Türk Kültürü, VIII/87, Ankara, 1970, s. 203-206; Rasim Bayraktar, 21. Yüzyılda İnsanlık Dramı AHlSKA, İ hlas matbaacı­ lık, İ s-tanbul, 1999, s. 4-14.

m


KlPÇAK TÜRKLERİ / 159

.. 454 N ogaylar455 ve 1-ravan Turkien·456 arasında Kıpçakların varlığından çe§itli kaynaklar bahsetmektedirler. Ayrıca Azerbaycan ve Gürcistan'ın çe§itli bölgelerine de Kıpçakla­ rın deği§ik zamanlarda yerle§ip oradaki insanlarla kayna§tt­ 457 ğı kaydedilmektedir.

ça�lar,

e-Anadolu 'da Kıpçaklar

Kıpçakların Anadolu'ya ilk girmeye ba§ladıklan tarih hakkında tam bir netlik söz konusu değildir. Ancak §unu açık bir §ekilde söyleyebiliriz ki, Kıpçaklar Anadolu'ya hem Balkanlardan hem de Kafkaslardan farklı zamanlarda deği­ §İk vesilelerle gelmi§lerdir. Balkanlarda çe§itli tesirler altında Hıristiyanla§an Avar, Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman/Kıpçak Türkleri'nin özellikle Bizans Devleti'nin ordularında önemli hizmetler icra ettikleri anla§ılıyor. Bizans topraklarını korumak ama­ cıyla Anadolu'ya getirilip çe§itli yerlere iskan edilen bu Hı­ ristiyan Türklerin Anadolu'nun yerle§me tarihinde de önemli roller oynadıklarını görüyoruz. 1071'de Malazgirt'te yapılan savaıjta Alp Arslan'ın kar§ısındaki Bizans ordusu içerisinde önemli ölçüde Kıpçak ve Peçenek askerlerin var­ lığını ve bunların Bizans Ordusu'nu terketmelerini önlemek için, imparatorun onlara Türk töresine uygun bir §ekilde ant içirdiğini Bizans tarihlerinden öğreniyoruz.458 Netice iti­ barıyla Bizans devletinin ülkesini dı§ güçlerden korumak 4.'4

Caferoğlu, Türk Kavimleri, s. 67-68. "Kafkasya Türkleri", T.D.E.K, s. 1121 4.� M. Fahrettin Kırzıoğlu, "İ ravan/Revan Türkleri", Türk Kültürü, sa:l l, Ankara, 1963, s. 31-36. 457 Hüseynov, s. 553-562; Gömeç, Türk Cumhuriyetleri Tarihi, s. 14-16; Re­ sulzade, Kaflwsya Türkleri, s. 6-8; Cöhçe, s. 479-481 . 4�8 Ostrogorsky, s . 408-410; Franz Babinger-M. Fuat Köprülü, Anadolu'da islamiyet, İ stanbul, 1 996, s. 44; Osman Turan, "Selçuklu Devri Vakfıyele­ ri III", Belleten, XII/45, Ocak 1948, s. 67-71 ; M. Abdulhaluk Çay, "Ana­ dolunun Türkleşmesi, I, (Selçuklu Öncesi)", Türk Kültürü, XXI/239, Mart 1983, s. 1 86-187; Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, s. 2-3; Ahmet Bu­ ran, Dogu ve Güneydoğu Anadolu Üzerine Araştırmalar, II, (Ağızlar), An­ kara, 1 992, s. 25.

m Caferoğlu,


ı60 1 KlPÇAK TÜRKLERİ amacıyla bazı Türk kavimleri ile birlikte Kıpçak Türklerini sınır boylarına yerle§tirmesi ve Kıpçakların 1071'de Alp Arslanla yapılan sava§ta Bizans ordusu içerisinde yer alma­ ları bunların Anadolu'ya Oğuzlardan önce geldiği ihtimalini doğurmll§tur. Öte yandan Xl. ve XII. asırlarda oldukça kalabalık Hı­ ristiyan Kıpçak kitlesinin Kuzey Kafkasya'ya, Gürcistan'a, Doğu Karadeniz'e ve Doğu Anadolu'ya yerleştiği bilinmek­ tedir.459 Arsaklılar'ın ba§vezirleri soyundan Ortodoks Bag­ ratlılar ile onları koruyan Bizanshlar'ın elinden Alparslan 1068 yılında Ardahan ve çevresini Selçuklu topraklanna katmı§tı. 1080 yılına gelince Selçuklu komutanı Danişmend­ lü Emir Ahmet son Bagrath-Bizans müttefikleri ordusunu Posofun Kol Kalesi altındaki meydan sava§ında yenince Çoruk boylan da Müslüman-Oğuzffürkmenlerin yerleşim yeri halini almıştı. 1 123 yılında Kafkasların kuzeyinden ge­ len ve sadece atlıları kırk bin civarında olan Ortodoks Kıp­ çak Türklerinin bu düzeni bozduğu görülmüştür. Kıpçakla­ no gelmesi mezhepdaşları Bağratlıları canlandırmış ve on­ larla beraber hareket ederek Tiflis, Ardahan ile Çoruk böl­ gesini Selçuklular'a bağlı beyliklerden geri almışlardır. Sa­ Va§tan sonra uç bölgelerine tamamen Kıpçak aileler yerle§­ tirilmi§tir. Bu yüzden bugüne kadar, Ahılkelek, Ahıska, Ar­ dahan, Ardanuç, Oltu, Tortum, Şav§at ve Artvin yerli halkı­ nın konuştuğu Türkçe, Kıpçak ağzına dönmüş bulunuyor. Sarı saçlı, gök gözlü, uzun boylu ve insan güzeli olan Kıp­ çaklar, günümüzde bu yöre insanının kumral tipinde ya§a­ maktadır.460 ݧte bu Ortodoks Kıpçak Türkleri'nden Posofla Çataldere'nin birle§tiği yerdeki Çak-su üzerinde bulunan eski merkez Çak-Kalesi'nde oturan İlbeyleri, İlhanhlar dö­ neminde "Atabek" ünvanını alarak, Çoruk boyu ile Yuka­ n-Kür bölgelerinin yarı bağımsız hakimi olmuşlar ve 1267-1578 yılları arasında üç yüz on bir yıl, Ortodoks mez4.19

Eröz, Hıristiyanlaşan Türkler, s. 4. � İsmail Kayabalı-Cemender Arslanoğlu, "Osmanlıların Fethinden (1578) Önce Kuzey Doğu Anadolu Sınırlarımızdaki Ardahan-Çıldır-Posof ve Hanak Bölgesinin Türklüğü, Köyler ve Köylü Adlar", Türk Kültütü, Xl/126; Ankara, 1973, s. 375.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 161

hebinde ya§ayıp Anadolu'nun en uzun ömürlü Türk Beyli­ ği'ni kurm�lardır. 1578 yılında Osmanlıların hakimiyetine girip 1828 yılına kadar ikiyüz elli sene boyunca da Osmanlı­ ya bağlı beylik olarak, 1828 yılından 1878'de Ahıska'nın dü­ ŞÜ§üne kadar elli yıl, ayrıca 1918 yılından 1921 yılına kadar dört sene Milli Mücadele döneminde olmak üzere altı yüz onbe§ yıl Kuzey Doğu Anadolu'nun sınır boylarında Ana­ dolu'ya ve Anadolu Türklüğüne hizmet ettikleri kaydedil­ mektedir.461 Anadolu'ya Kafkaslar yoluyla gelen Kıpçakların çoğun­ lukla Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu'nun çe§itli bölgele­ rine yerleştikleri, kalan kısmının ise Orta Anadolu'nun bazı bölgelerine göç ettikleri anla§ılmaktadır. Anadolu'ya Balkanlar yoluyla gelen Kıpçaklara ise Bi­ zans devletinin aracılık ettiği görülüyor. Bizanslıların kendi­ lerini savunmak amacıyla kullandıkları Kıpçaklann geli§leri bir anda olmamı§tır. Bunun XI. yüzyıldan ba§layıp XIII. yüzyılın sonlarına kadar devam ettiği kaydediliyor. XIII. yüzyılda görev yapan Bizans imparatoru Vatatzes (1222-1254) zamanında on binin üzerinde Hıristiyan Kuma­ nın Trakya'dan getirtilerek Menderes vadisine, Frikya'ya ve 462 Kastamonu civarına yerle§tirildiği belirtiliyor. Öte yandan XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Al­ tınordu- Mısır Memlu ·· Devleti birlikteliği Anadolu üze461

İsmail Kayabalı-Cemende Arslanoğlu, "Atabeklerin, Anadolu'nun Ku­

"D!Y Doğu Sınır Boylannda Anadolu'ya ve Türklüğe Yaptığı Hizmetler",

Türk Kültürü, XI/126, An ara, 1973, s. 349; Yılmaz Akbulut, Bingöl Tari­ hi, Ankara, 1995, s. 83, 87; Doğu Karadenizdeki Kıpçaklar için bkz: Cöhçe, s. 477-484. 462 George Ostrogosky, Bizans Devleti Tarihi, (çev: Fikret Işıltan), Ankara, 1981, s. 409; Rasonyi, Tarihıı! Türlcliık, s. 154; Zeynep Korkmaz, Türk Dili Ozerine Araştımıalar, Ankara, 1995, s. 171-172; M. Eröz, ağırlıkla Ege bölgesinde oturan ve günümüzde de, yer isimleri devam eden, Tur­ gutlu (Manisa'ıun kazası), Turgutlu (Tire), Turgut (Seferihisar), Turgut (Marmaris), Turgutlar (Menemen), Turgutlar (Yatağan), Turgutlar na­ hiyesi (Yatağan-Muğla)'nin Kıpçaklara bağlı Turgutlar isimli boyun ve­ ya aşiretin yerleşmesi ile kurulan köy ve kasabalar olduğunu belirtmek­ tedir. (M. Eröz, "Ege Bölgesinde Yer (Köy ve Şehir) Adları", Reşid Rah­ meti Arat /çin, Ankara, 1966, s. 185.


1 62 / KıPÇAK TÜRKLERİ

rinden ticareti ve Deşt-i Kıpçak'tan köle akışını hızlandır­

mıştır. Z.

V.

Togan, Canik, Sinop, Kastamonu ve Marmara

kıyılarındaki ilk Türk-İsHim kolonilerini Mısır Memlı1kleri

ve Deşt-i Kıpçak ile olan münasebetlerde düğüm noktaları

olarak görmektedir . Bu konuda, Kastamonu'daki Çobano­ ğulları zamanında Kefe ile Kastamonu'ya bağlı Anadolu kı­

yı bölgeleri arasında kayıkçılık yapıldığı ve Deşt-i Kıp­

çak'tan Anadolu'ya on bin hanelik Kıpçak Türkü'nün geldi­ 6 ğine dair rivayetler4 3 bize Batı Karadeniz bölgelerine de önemli ölçüde Kıpçak nüfusunun yerleştiğini göstermekte­

dir. Zeynep Korkmaz tarafından Bartın ve çevresi ağızları

üzerine yapılan bir araştırma bu bölgede Kıpçak lehçeleri­

nin izlerinin açıkça görüldüğünü ortaya koyarak bu bölgele­ 64 re Kıpçakların yerleştiğini doğrulamaktadır.4 Mehmet Eröz'e göre Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde

Kıpçak/Kumanlara ait olup da adı değiştirilen bir çok köy vardır. Örneğin, Çankırı'ya bağlı "Kıvçak" köyü "Kıvcak"

olarak, Trabzon'a bağlı "A§ağıkumanit" köyü "Aşağıçavuşlu"

olarak, Diyarbakır'a bağlı "Gomaniayınbirlik"köyü "Çökek­

su", Muş'a bağlı "Gomagorgo" köyü "Dallıoz" olarak değişti­

rilmiştir . Daha önce Kuman/ Kıpçak ayınağı olup da isimle­ ri değiştirilenler de vardır. Aydın'a bağlı "Arpaz" ayınağı

"Esenköy" şeklinde, Tunceli'ye bağlı "Bornak" oymağı "Düz­

pelit" şeklinde, M ardin'e bağlı "Borsunca" oymağı "Cevizli"

Ş

şeklinde, Ankara'ya ba lı "Bursal" oymağı "Yaylabağ" şek­ 6 Iinde değiştirilmiştir.4 Ayrıca Malazgirt'in "Yaşaroğlu" 66 adındaki köyünün eski ismi "Koman"dır.4 Muş ve Bor

adıyla anılan köyterin de Kuman oymaklarından oldukları. . 67 na d aır rıvayetıer vardır.4

46.' Togan, Umumi Türk Tarihine Girq, s. 310-312; Korkmaz, Türk Dili Üze­ rine Araştırmalar. s. 173-174. 464 Korkrnaz, Türk Dili Üzerine Araşhmıalar, s. 130-132, 1 71-174, 177. 411� Mehmet Eröz, "Sosyolojik Yönden Türk Yer Adları", Türk Yer Ad/an Sempozyumu Bildiri/eri, Ankara, 1984, s. 43-53. 466 Tuncer Gülensoy, "Elazığ, Bingöl ve Tunceli İ lleri Yer Adiarına Bir Ba­ kış", Türk Yer Ad/an Sempozyumu Bildiri/eri, Ankara, 1984, s. 155. 461 Mehmet Eröz, Atatürk Milliyetçilik, Doğu Anadolu, İ stanbul, 1987, s. 276.


KIPÇAK TÜRKLERi / 163

Başta Balıkesir, Bursa, Eskişehir ve Ankara olmak üze­ re Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde bulunan ve Tatar adı verilen cemaatlerin aslının Kuman/Kıpçak, kısmen de Peçe­ nek Türklerine dayandığı belirtilmektedir. Çünkü bu oıı­ 4 makların aslını Kırım ve Kazan Türkleri oluşturmaktadır. Kıpçakların siyasi tarihine bakıtdığı zaman bu kavmin uzantılarının yukarıda sayılan bölgeler dışında Suriye,469 Mısır, Hindistan ve Altaylar'da da bulunması doğaldır. An­ cak bu bölgelere göç eden Kıpçakların torunlarının günü• müzde nerelerde ve ne kadar olduklarını tespit etmek ol­ dukça zor bir iştir.

468

469

Eröz, Atatürk Milliyetçilik Doğu Anadolu, İstanbul, 1987, s. 1 15,244. Bkz: M. Fatih Kirişçioğlu, "Suriye Türkleri", Avra.ıya Do.ıyası, 11/3, An­ kara, 1995, s. 131-141.



İKiNd BÖLÜM

KlPÇAKLARDA KÜLTÜR VE MEDENiYET

A- Kıpçakların [)ili (Kıpçak Türkçesi) Kıpçak lehçesine ait müstakil eserlerin yazıldığı ilk dö­ nemler, Türk dili için dönüm noktasıdır. Göktürk, Uygur, Karahanlı çizgisinde tek bir kol halinde gelen Türkçe, Ha­ rezm döneminde XIII. yüzyılda dalgalanmaya b�layıp XIV. yüzyılda artık belirgin koliara ayrılmı§tır. Aynı yüzyıl­ larda Harezm merkez olmak üzere kuzeyde Harezm-Altın­ ordu, Altınordu-Kıpçak, Kuman-Kıpçak isimleri altında ge­ li§meler görülürken aynı kola paralel bir geli§me de güney­ de o aya çıkıyordu. Güneydeki bu kol içinde ise asıl Mem­ luk Kı akçası, Oğuz ( - Türkmen)-Kıpçak karı§ımı ve asıl Oğuzca - Türkmence) farklıla§ması gözleniyordu. Aynı yüzyıllar a doğuda Kıpçak lehçesi ile aynı kaynaktan besle­ nen Do- Türkçesi ( - Çağatay Türkçesi) sahneye çıkarken Oğuz-Türkmen temeline dayanan Batı Türkçesi öteki üç koldan farklı olarak geli§imini devam ettiriyordu. Görüldüğü gibi, batı �ındaki kollarda Kıpçak lehçesi­ nin doğrudan bir ağırlığı vardır. Lehçelerin te§ekkülünde kesin tarih vermek ve coğrafi sınır çizrnek mümkün değildir. Ayrıca XIII. yüzyılda Çingiz ( - İlhanlı - Moğol) ve XIV. yüzyılda Timur ( - Moğol) akınlarını da hesaba katarsak ka­ rı§ık tabioyu dil-tarih-coğrafya açılarından tamamlamı§ olu­ ruz. ݧte bu yüzden XIII-XIV. yüzyıllarda yazılmı§ bazı eserler bilim adamları tarafından mü§tereken net bir yere konulamamı§tır.


ı66 /KIPÇAK TÜRKLERİ

Kıpçakların uzun süre Türkmenlerle birlikte y�amala­ Kıpçakçanın Türkmence ile yakın temasta bulunmasına neden olmu§tur. Bu yakınla§ma yüzünden Kıpçakça metin­ lerio dili, Türk dili tasniflerinde net bir yere konulamamı§­ tır. Genenikle kuzey grubuna giren Kıpçak lehçesi ile batı (- güney-batı) grubuna giren Türkmencenin kendi hususi­ yetlerini konu§ma dilinde muhafaza etmelerine rağmen, eserlerde farklı lehçelere ait özelliklerin yan yana bulunma­ sı bazı tereddütlerio dağınasına sebep olmu§tur. Kıpçakça denilen bazı eserlerin Kıpçak-Türkmen grubu ııeklinde ad­ landınldığına da rastlanmaktadır. Olayın aslına balaldığı za­ man bu kavimlerin tarim seyri de bu karı§ıklığın var olduğu­ nu göstermektedir. K�garlı'nın genellikle Oğuzca ve Kıp­ çakçayı birlikte zikrettiği görülüyor. Bundan da bu lehçele­ rio birbirinden çok farklı özelliklere sahip olmadıklan anla­ �ıbyor. Zamanla Oğuzlara dahil olan birtakım Türk kitlele­ rin güneye, Kıpçakların kuzeye göç ederek yerle§meleri bu iki lehçede tabiatıyla önemli bazı farklar ortaya çıkarmı§tır. Sonra tekrar özellikle Mısır'da kaderin bu iki Türk lehçesini birle§tirmesi, bu devir dil yadigarlarında Kıpçak ve Türk­ mence kelime ve özelliklerin kesin olarak tespit edilip orta­ ya çıkanlmasında güçlükler olu§tunnU§tur. ı 'Ü kadar ki, bir­ çok kelime ve ekin Kıpçakça mı, Türkmence mi olduğu hu­ susunda, bu eserler arasında bir birlik olmadığı gibi bazen de tezatlıklara rastlandığı belirlenm�tir.2 Hatta F. ·Koq'ın bunlardan "Tercüman" ve "el-İdrak"ı Türkmence üzerinde yazılan eserler olarak kabul etmesi ayıncı özeBilderin pek açık olmadığına delil olarak gösterilmektedir. Bir de bu eserlerde bahsedilen "Halis Türkçe" terimi ile neyin kastedildiği meselesi vardır. Örneğin bugün Türki­ ye'de Türkçe denilince Türkiye Türkçesinin kast edilmesi tabiidir. Bu eserlerde de bu değinilen hakim unsurdan Kıp­ çakların dili olan Kıpçakçanın kastedilmesi muhtemeldir. rı,

ı 2

Ali Fehmi Karamanlıoğlu, "Kıpçaklar ve Kıpçak Türkçesi" T.D.E.D, XII, İ stanbul, 1963, s.l 77. Abdülkadir İ nan, "XIII-XV. yüzyıllarda Mısır'da Oğuz-Türkmen ve Kıp­ çak Lehçeleri ve Halis Türkçe", Türk Dili Araflmna/an Yıllığı (Belleten), Ankara, 1953, s.54-58.


KlPÇAK TÜRKLERi / 167

Fakat Kıpçakça ile Türkmence'nin yan yana bulunması ve bütün eserlerin Kıpçakların hakim bulunduğu bir dönemde yazılmamı§ olabileceği, eserlerin bir kısmında Kıpçakçanın esas olmadığı kaydının olduğu halde bazısında olmaması, B. M.'in isminde ''Türkçe ve Kıpçak lügati " denilmesi, bu eser­ Ierin müelliflerince "Türkçe" veya "halis Türkçe", "Kıpçak­ ça", "Türkmence" terimlerini kullanırken neyi kast ettikleri, her zaman aynı şeylerin kastedilip edilmediği veya bu yazar­ ların hepsinin zikrettikleri Jelıçelere vukufları derecesinin bazı tereddütler uyandırdığı belirtilmektedir. Tercüman ya­ yımcısı Houstma'nın da işaret ettiği bu konu, A. İnan tara­ fından genel olarak ele alınmakta ve Divanü Lüga­ ti t Türk 'ün Sultan Baybars zamanında istinsah edilmi§ ol­ ması ve Kutadgu Bilig in bir nüshasının Mısır'da Türk emir­ ' -

'

lerinden Aydemir'in kütüphanesinde bulunması gibi neden­ lerle Kıpçakça eserlerdeki "halis Türkçe" terimi ile Ka§ga­ ri'nin "Hakaniye Türkçesi" terimi arasında ilişki kurulmakta ve Türk dünyası için ortak bir yazı dili fikri üzerinde durul3 maktadır. . Netice itibanyla bu konuda şunu belirtmekte yarar var­

(C.C.) ve Kıpçakça (diğer eserler) yırmak doğru değildir. İkisi de aynı lehçelerdir.

dır. Kıpçakçayı Kumanca §eklinde

Codex Cu

nicus

yer, zaman

ile diğer eserler arasındaki farkın sadece

muhit farkı olduğu zikredilmektedir. Çünkü

bu farkiara ra men ses ve kelime bilgisi özellikleri bakımın­ dan önemli a kadar farkın

ılıkların bulunmadığı görülür. Dilciler, bu İtalyan ve Alman bölüm­

Codex Cumanicus un '

leri arasında da bulunduğunu, bu tip farkiara aynı muhitteki (İslami) eserler arasında da rastlanabileceği noktasından hareketle ikisinin de "Türkçe" olduğunun batırdan çıkartıl­ maması üzerinde durmaktadırlar.

Kıpçak Türkçesi,

deği§ik

tasnif ve ba§ka isimler altında da zikredilmekle beraber ge­ nellikle orta dönem Türkçesinin batı gurubuna giren bir lehçe olarak kabul edilir. Kıpçaklar, kendilerinden önce ı

İnan, "XIII. ve XV. Yüzyıllarda Mısır'da Oğuz-Türkmen ve Kıpçak Lehçeleri ve Halis Türkçe", Türk Dili Araştırmalan Yıllığı (Belleten) Ankara, 1953, s. 60-62; A.Fehmi Karamanlıoğlu, Kıpçak Türkçesi Grameri, Anka­ ra, 1 994, s.XIX-XX.


ı 68 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Doğu Karadeniz'e göç eden bazı kavimleri de bünyelerinde toplayarak kuzey Türkçesinin batı kanadını olu§turmu§lar­ dır.4 L Ligeti, günümüzde Balkar, Ba§kırt, Karaçay, Kara­ im, Kara-Kırgız, Kazan, Kazak-Kırgız, Kınm, Kumuk, No­ gay, Mi§er, Özbek, Tobol ve Tura gibi kavimlerin Kıpçak §İ­ vesinde konU§tuklarını belirtmektedir.5 Kıpçakların siyasi tarihlerinden bahsederken bunların siyasi bir birlik kuramadıklarını, ancak geni§ bir sahaya yayı­ lan büyük bir kitle olduklarını belirtmi§tik. ݧte 1338 yılında Fransisken rabibi Pascal de Victoria, Kuman dilinin bütün Orta Asya'ya yayılan, Çin'e kadar her yerde anla§ılan ve Uygur harfleri ile yazılan bir dil olduğunu söylediği6 vakit, bununla aynı zamanda geni§ sahada ya§ayan Türkler arasın­ daki dil ve dolayısıyla kültür birliği hakkında da bir gerçe�i tekrarlamı§ oluyordu. Çünkü Güney Doğu Avrupa'ya gelen Türkler de aynı milletin ve aynı kültürün birer temsilcilerin­ den ba§ka kimseler değiller idi. Kıpçakçanın ses bakımından yapısı hakkında bizzat Co­ dex'te geçen yazılı§ ve tespit §ekillerinin oldukça açık fikir verdiği belirtilmektedir. Şöyle ki, Türk ağızlarının bir ço­ ğunda, haHi mevcut sekiz vokalin(sesli harf) yanında bir de varlığı uzun tartı§malara yol açan kapalı "e" ile uzun vokal bulunmaktadır. Örneğin "e§it-/i§it-, ber-/bir-, keçe-/kiçe-" kelimelerinde olduğu gibi.7 Kıpçakçada vokal sisteminin, eski Türkçeden beri en az deği§ikliğe uğradığı söylenebilir. Eski uzun vokaller, dağınık da olsa kendini muhafaza etmi§tir. Örneğin; "toodak- tô­ dak-todak" kelimelerinde olduğu gibi.8 4 Edward Allworth, Centrol Asia, (Columbia University Press), New York, 1967, s. 72-78; Karamanlıoğlu, Kıpçak Türkçesi Grameri, s. XIX-XX; Re­ cep Toparlı, Kıpçak Türkçesi, Erzurum, 1 986, s.3. ' Reşit Rahmeti Arat-Ahmet Temir, ''Türk Şivelerinin Tasnifi", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 314. 6 Allworth, s. 72-73; Arat, "Kıpçak", İA, (M.E.B), VI, s.715. 1 K. Grönbech, Kuman Lehçesi Sözlüğü (Codex Cumanicus'un Türkçe Söz­ lük Dizini), çev: Kemal Aytaç, Ankara, 1992, s. 29, 69, 95. 8 Geza Kuun, Code:c Cumanicus, Budapestını, 1981, s. 1 10; Grönbech, s. 193.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 169

Kıpçakça metinler, uzun veya kısa aralıklarla tespit edilmi� ve istinsah edilirken deği§melere uğramı�tır. Örnek: "küyegü-köyöv, igne-ine" kelimelerinde görüldüğü gibi.9 Kıpçak Türkçesi üzerine yazılan Arapça eserlerde Kıp­ çakça kelimelerin yazımında Arap harfleri kullanılmı§tır. Arap yazısının Kıpçakçada kullanılan bütün sesleri verrneğe yetmediği için, yazarlar P, ç, O, J gibi bir takım sesleri yaz­ mak üzere bazı çarelere ba§VUrmak zorunda kalrnı§lardır. Kıpçakça p sesi Arapça b veya f harfiyle yazılrnı§tır. Kıpçak­ ça ç sesi Arapça c bazen Farsça ç harfiyle gösterilmi§tir. J 0 sesi yerine ise n, nk ve ğ ve g harfleri kullarulmı§tır.1 Codex Cumanicus'ta Kıpçak kelimesi memleket ismi olarak geçer, buna kar§ılık eserin dili, esas, yani Türkçe me­ tinde 1 1 "Tatarça" ve "Tatar til" olarak gösterilmi§tir. Gerçek­ ten Codex C. 'daki dil malzemesi bugünkü eski Kıpçak top­ rakları üzerinde konu§ulan Jehçelerle, özellikle de Kazan Tatarcasıyla bir çok benzeriikiere sahiptir. Bu nedenle bazı 12 dilciler Kıpçakçaya Tatarca da demektedirler.

B-Kıpçak Türkçesi İle Yazılmış Eserler Tür erin belli bir dönemde ya�amt§ oldukları göçebe hayat tarz ve bunun doğal sonucu olan devamlı yer deği§tir­ me ve m ·· delelerden dolayı kendileri tarafından kaleme alınan fı · ve edebiyata dair eserlerin bazıları maalesef bi­ ze kadar intikal etmemi§tir. Bu durum sadece Kıpçaklarda değil, bu §ekilde hayat süren bütün bozkır kavimlerinde ay­ nıdır. O nedenle bunlarla ilgili bilgileri, bu kavirnlerin boz­ kır hudutlannda yerle§ik hayata geçmi§ olan zümreterin ya­ hut bunlar ile temasta bulunan kom§u kavimlerin kayıtların­ da bulmak mümkün olmaktadır. 9

10 11

12

Kuun, C. C, s. 102-1 14. Allworth, s. 77; Safran, s. 44. Kuun, C. C, s. 1 1 9,122. Annemarie Von Gabain, "Die Spreche des Codex Cumanicus", Funda· menta I, 1 959, s. 46-47.


ı 701 KlPÇAK TÜRKLERİ

Daha önce de değindiğimiz gibi tarihi gelişme içerisin­ de Türkçenin kuzey kanadını teşkil eden Kıpçak Türkçesi­ nin belli başlı eserleri, sahasından çok uzaklarda Mısır ve çevresinde meydana getirilmi§tir. Yerleşik bir devlet ve me­ deniyet kuramayan bozkır Kıpçaklarından elimizde eser olarak sadece Hıristiyan bir muhitte yabancılar tarafından yazılmış bir lügat ve derleme mahiyetindeki Codex Cumani­ cus kalmıştır. Kıpçak Türkçesinin bugün elimizde bulunan ürünleri­ nin büyük çoğunluğunu, Müslüman bir belde olan Mısır'da meydana getirilenler oluşturmaktadır. Memhik olarak kışla­ larda bir arada yaşayan, bu yüzden dillerini unutmayan Kıp­ çak Türklerinin bu bölgeye hakim olması, Kıpçakçanın yerli halk tarafından öğrenilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Çünkü Memhik Sultan ve Beylerinin bir çoğu okumuş de­ ğildi ve sadece Türkçe konll§uyorlardı. 13 Hatta, Sultan Ber­ kuk döneminde (1382-1399), hukuki meseleler bile Türkçe konuşulmakta idi. 14 Bunun için, kaleme alınan Kıpçakça eserler olarak ilk akla gelenler lügat-gramer kitaplarıdır. Ancak, dili öğreten bu kitapların yanında dini ve dünyevi konularda Kıpçak Türkçesiyle telif ve tercüme edilmiş eser­ ler de vardır. Dünyevi konularda ele alınan bu eserlerin başlıcalarını atçılığa, okçuluğa ait, esası askerliğe dayanan­ lar oluşturmaktadır. Zira çoğu tarihi kaynaktan Memlıikle­ rin sıkı bir askeri eğitimden geçtiğini öğrenmekteyiz. Şimdi, Kıpçakça yazılan bu eserleri kısaca tanıtmaya çalı§alım. 1-LÜGATLER-GRAMERLER a-Karadeniz Kuzeyinde Yazılanlar a.a-Codex Cumanicwı

Karadeniz'in kuzeyinde yazılan tek eser Codex Cuma­ ı� Uğurlu, Münyetü 'l Guzat, s. 10- 1 1 ; Ayrıca Memlüklerde Türkçenin öne­ mi için bkz: Faruk S ümer, "Memlükler", T.D. T.D, sa: 49, İ stanbul, Ocak, ı•

1991, s. 7. Tekindağ, "Mısır ve Suriye'de Kurulmuş Türk Devletleri", T.D.E.K, s. 874.


KlPÇAK TÜRKLERİ t ı71

nicus'tur. Kıpçakça yazılan bu eser, bu lehçenin şimdiye ka­ dar elimize geçen, en eski yadigarıdır. İtalyan tüccarlar ve Fransisken tarikatına mensup Al­ man rahipler tarafından yazılmış olduğu tahmin edilmekte­ dir. ıs Türk dili ve kültür tarihi açısından çok önemli eserler­ den biri olan Codex Cumanicus'un tek nüshası Venedik'in Saint Marcus kütüphanesinde saklanmaktadır. Vaktiyle şair Petrar�ue'a ait olduğu için "Codex Petrarque" adı ile de anıl­ mıştır. ı Eserin kütüphane kayıt numarası "Cod. Marc. Lat. DXLIX"dır.17 Şimdiye kadar Codex Cumanicus hakkında yapılan ça­ lışmalar farklı sonuçların elde edilmesine yol açmıştır. Özel­ likle eserin yazıldığı yer ve ortaya çıkarılış zamanı hususun­ da bir neticeye varılamamıştır. Venedik'teki nüsha l l. 7.1303 tarihini taşımasına rağ­ men bu tarihin, onun asıl nüshasına mı yoksa istinsah nüs­ hasına mı ait olduğu belli değildir. Samajloviç, eserin oriji­ nalinin 1294 yılına ait olduğunu savunurken Malov bu tarihi 1295-1296 olarak tespit etmiştir. Gyrörffy'e göre ise eser, 1330'dan sonra ortaya çıkmış ve bir de orijinal kopyasının olduğu belirtilmiştir. ıs Eserin nerede yazıldığı konusunda da değişik görüşler ortay atılmıştır. Jirecek, C. C.'un Kırım Yanmadasında ya­ zıldığı ı ileri sürerek geniş bir salıayı göstermiştir. Salaville, eserin aradeniz'de görevli olan Fransisken rabipleri tara­ fından y ldığını belirtirken, Rasovskiy eserin orijinalinin Kırım arımadası'nda Solhat'da oluştuğu kanaatindedir. 1' D. N, Mackenzıe, "Codex Cumanicus", Encyclopedia lranica, V, Costa Mesa, California, 1992, s. 885; M. Fuat Köprülü, "Trakya'da Kuman Türkleri", lkdom, sene 28, lO Şubat 1337 (1921); Karamanlıoğlu, ''Kıp­ çaklar ve Kıpçak Türkçesi", T.D.E.D, XII, s. 1 79; Toparlı, Kıpçak Türk­ çesi, s. 5. 16 Ludek Hrebicek, Dictionary of Oriental LiJeratures, (ed. Jiri Becka), III, London, Tarihsiz, s. 41-42; Annemarie V. Gabain, "Codex Cumani­ cus'un Dili", Tarihi Türk Şiveleri, (çev: Mehmet Akalın), Ankara, 1979, s. 73; Karamanlıoğlu, Kıpçak Türkçesi Grameri, s. XXI. 11 Safran, s. 28.. 18 Hrebicek, III, s. 41 -42; Mackenzıe, s. 885-886; Karamanhoğlu, "Kıpçak­ lar ve Kıpçak Türkçesi", T.D.E.D, XII, s. 1 79; Safran, s. 29.


1 n 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

Willi Bang ise, Latince-Farsça-Kıpçakça sözlüğün l l Tem­ muz 1303'de Volga nehir boyundaki Saray §ehri yakınlann­ da Saint Johannes manastınnda Fransız ke§i§ler tarafından yazıldığını ileri sürmektedir.1 9 Bu önemli eser, adından da anla§ılacağı gibi, çe§itli ya­ zılann toplamıdır, yani codextir. Esasta birbirinden ayrı fa­ kat sonralan bir cilt haline getirilen iki bölümden ibarettir. Birinci bölüm; Latince bir giri§le ba§lamakta ve l l Temmuz 1303 tarihini ta§ımaktadır. Coda'in bu bölümün­ de isim, sıfat, fiil, zarf gibi Kumaneaya ait gramer kaideleri, muhtelif cinsten mücerret kelimeler mesela, dini, ticari ko­ nular ile ev yapımına, zanaat ve esnafiara dair kelimeler grubunun mana nevilerine göre birer ba§lık altında yer aldı­ ğı görülmektedir. Bu kısımda Latinceden ziyade İtalyanca §ekiller hakim olduğundan, bu bölüme genellikle "İtalyanca CODEX" denilmesi uygun görülmü§tür. İkinci bölüm; çoğunlukla Hıristiyanlığa dair Kıpçakça dua ve ilahileri ve kırk yedi tane bilmeceyi içine almaktadır. Bunun ba§ kısmında Kıpçakça-Latince ve Kıpçakça-Al­ manca sözlük vardır. Ancak bu bölümdeki sözlük kısmı bi­ rinci bölümde olduğu kadar sistematik olmayıp dağınık bir haldedir. Bazı yerlerinde Kıpçakçaya ait gramer kaideleri de vardır. Bu bölümün karakteristik tarafı; Farsçayı içine al­ maması, lügat ve tercümelerin noksan olmasına rağmen, İtalyanca karı§ığı olmayan saf Latince olU§udur. Metinler Latin, Gotik ve bazen Yunan harfleriyle tespit edilmi§tir. Bazıları da ba§arı ile yapılmı§ tam ilmi transkripsiyonlardır. Almancanın ve Got harflerinin kullanıldığı bu bölümdeki Hıristiyan ilahilerinin Alman misyonerleri tarafından Kıp­ çakçaya tercüme ettirilmi§ veya edilmi§ oldukları tahmin edilmekte ve bölüme, ''Almanca CODEX'' adı verilmektedir. Bu bölümün çoğu Orta Çağ'ın nadir Hıristiyan ilahilerini içine aldığından, bilim adamları tarafından önemle üzerin­ de durularak mahiyeti araıjtırılmaya çalı§ılmı§tır.20 19

20

Mackenzıe, s. 885-886; Safran, s. 29-30. Aldo Gallotta, "Codex Cumanicus'un Yeni Bir Nüshası", Uluslıırarası Türk Dili Kongresi (26 Eylül 1992- I Ekim 1992), Ankara, 1996, s. 267-27 1 ; Saadet Ş. Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri, Ankara, 1963, s. l l l.


KJPÇAK TÜRKLERİ / 173

Birinci bölümü elli be§, ikinci bölümü yirmi yedi varak­ tan olu§an bu eserden ilk kez M.J. KLAPROTII bazı parça­ lar yayımlamı§ (1828), daha sonra da K Geza KUUN ese­ rin tamamını, 1880 yılında Latince tercüme ve izahlarla ne§­ retmi§tir. Son olarak Danimarkah Türkolog K Grönbeck tarafından bir cilt faksimile (1936), bir cilt de sözlük olmak üzere (1942) tam istifade edilebilir bir biçimde yayımlan­ mı§tır. RADLOFF, W. BANG ve T. KOWALSKİ gibi bilim adamları da eser üzerinde çe§itli ara§brmalar yapnu§lar­ dır.ıı b-Suriye ve Mısır Sahasında Yazılarılar b.a-lüt&bii1-İdrAk U Lidni1-EtrAk

Eserin müellifi Endülüs ilim adamlarından Esirüddin Ebu Hayyan Muhammed b. Yusuf'tur. Yazar aslen Berberi olup 1256 yılında Cranada (Gırnata)'da doğmU§ ve 1344 yı­ lında Mısır'da ölmü§tür. Türk diline kar§ı derin bir ilgi du­ yan Ebu Hayyan, Türk dilinin Mısır'da kazandığı önemi gö­ rünce, Türkçe bilmeyen Araplara Türkçeyi öğretmek ama­ cıyla, bilhassa Mısır'da konu§ulan Türk §iveleri üzerine dört kitap azmı§br. Memlılk Türkçesinin bilinen ilk grameri olup E u Hayyan tarafından Türk dili ile ilgili olarak yazı­ lan dört serden biri olan el-İdrak 1312 yılında bitirilmi§tir. Eser, alt: be sırasına göre biri lügat, diğeri de gramer olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. İki yazma nüsha­ sının v ığı bilinmektedir. Bunlardan birincisi İstanbul Be­ yazıt Genel Kütüphanesi Veliyuddin Efendi Bölümü'nde 28% numara ile kayıtlıdır. Bu nüsha 1335 tarihinde istinsah edilmi§tir. Tamann yüz otuz iki sayfadır. İkinci nüsha ise İs­ tanbul Üniversitesi kütüphanesi Arapça yazmalar kısmında olup 3856 nurnarada kayıtlıdır. 1402 yılında Ahmed b. Şafii tarafından Lazkiye §ehrinde istinsah edilmi§ olup doksan yedi varaktır. Ebu Hayyan'ın Türk dili açısından önemli 21

Mackenzıe, s. 885; Karamanlıoğlu, Kıpçak T�ui Grameri, parlı, Kıpçak T�eai. s. 5.

s.

XXI; To-


ı74/ KlPÇAK TÜRKLERi olan bu eseri ilk önce Selanikli Mustafa Bey tarafından Veli­ yüddin Efendi nüshasına dayanılarak İstanbul'da 1891 yılın­ da yayımlanmıştır. Daha sonralan ikinci nüshayı da göz önüne alan A. Caferoğlu, eseri 1931 yılında Türkiyat Ensti­ tüsü yayınları arasında tekrar ne§retmi§tir. 22 b.b- Kitab-ı Mecmu-u TercümAn-ı Türlô ve Acemi ve Mogoli

Halil b. Muhammed b Yusuf el-Konevi adlı Konyalı bir Türk tarafından istinsah edilen eserin yazarı bilinmemekte­ dir. Yazılı§ veya kopya edili§ tarihi 1343 'tür. Tek nüshası Leiden Akademi Kütüphanesindedir. Eser kelime çeşitleri­ ne göre hazırlanmış bir lügat-graıner kitabı olup yakla§ık iki bin kelime ihtiva eder. Yazma nüshası yetmiş altı varak olan eser, ilk önce Rollandalı müste§riklerden Martin Theodor Houstma tarafından 1894 yılında Leiden'de Almanc� olarak yayımlanmıştır. Daha sonra Kazak bilginlerinden Abjan Ku­ rişyanov eseri yeniden ele alarak 1970 yılında Alma-Ata'da yeniden yayımlamıştır. 23 b.c- Et-Tuhfetü'z.Zekiyye fi'l-Lügati't-Türkiyye Önsözünde Kıpçak Türkçesi ile yazıldığı belirtilen bu eserin müellifi bilinmemektedir. Yazdış tarihi hakkında da net bir bilgi bulunmayan eserin içerisindeki bazı ip uçlari onun 1425'den önce yazıldığını göstermektedir. Eser; biri gramer, diğeri de lügat olmak üzere iki kısımdan oluşup doksan bir varaktır. Eserin tek yazma nüshası İstanbul'da Veliyüddin Efendi Kütüphanesinde 3902 nurnarada kayıtlıız

z,

Eser hakkında geniş bilgi için bkz: Omeljan Pritsak, "Kıpçakça", Tarihi Türk Şiveleri (çev: Mehmet Akalın), Ankara, 1 979, s. 121-122; A. Cafe­ roğlu, Kitabü'l-ldmk li Lisani'l-Etmk, İstanbul, 1931 Toparlı, Kıpçak Türkçesi, s.6-1; Safran, s. 35-36.

A. Caferoğlu, " A. K. Kurisjanov'un fiİssledovanie Po Leksike Strokip­ çakskoga Pismenogo Pamyatnika XIII. Alma-Ata, 1970' Eseri Üzerine Bir Tanıtma Yazısı", Türkiyat MecmUDsı, XVII, İstanbul, 1972, s. 274; Safran, s. 33-34; Recep Toparlı, İrşadü'l-Müluk ve's-Selôtin, Ankara, 1 992, s. 9-10.


KıPÇAK TÜ RKLERİ J ı7S

dır. Tıpkı basımını T. yayımlamı§tır.

Halasi Kun 1942 yılında Budapeşte'de Besim Atalay da eseri Türkçe'ye tercüme

ederek 1945 yılında tekrar yayma sunmuştur.24

b.d- Kitabu Bulgatıi'l-Müştü li Lügati't-Türk ve'l-Kıpçak Asıl Kıpçak-Oğuz sahası Türkçesi için büyük önem ta­

§ıyan bu eser, adından da anlaşılacağı gibi Türk ve Kıpçak sahalarını kast ederek çağın Türkçesini açıklamak istemiş­

tir . Cemaleddin Ebu Muhammed Abdullah et-Türki tara­

fından yazılan eserin yazıldığı tarih bilinmemekle beraber,

eserde bulunan bir kayıttan 1451 yılından önce yazılmış ola­

bileceği tahmin edilmektedir. Eserin tek yazma nüshası Pa­

ris Bibliotheque Nationale'de bulunmaktadır. Seksen varak olan eser Arapça- Türkçe bir lügat görünümündedir. Ananı­

asz Zajaczkowski,

eserin isimler kısmını 1938, fiiller kısmını

da 1954 yılında Varşova'da yayımlamıştır. İsimler kısmı,

1958 yılında tıpkı basım olarak yeniden neşredilmi§tir.25 b.e- EI-.Kavıiııfııü'l·Külllye li Zabtı'l-Lügati't-Türkiyye Muhtemelen

XV.

asrın başlarında Kahire'de yazılan

eserin müellifi bilinmemekte olup tek yazma nüshası İstan­

bul S Ieymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa bölümünde

2659 n marada kayıtlıdır. Yüz altmış dokuz sayfadan ibaret olan es

bir gramer kitabı olup fıil bahsi diğerlerine oranla

daha gepiş tutulmuştur. Eser Fuad Köprülü'nün önsözü ile birlikteyiKilisli Rıfat Bilge tarafından Türkiyat Enstitüsü ya­

yınları arasında 1928 yılında ne§redilmiştir. Macar S. Teleg­ di, bu neşre dayanarak eserin bazı gramer özelliklerini ve 26 fihristini Almanca olarak 1937 yılında yayımlamıştır. '4

Sesim Atalay (çev), Et-Tuhfeıü'z-Zekiyye fi'l-Lügati't·Türkiyye, İ stanbul, 1945; Pritsak, "Kıpçakça", Tarihi Türk Şiveleri, s. 1 22. ı.< Toparlı, İrşadü'l-Müluk ve's-Seldtin, s. 12-13; Karamanlıoğlu, Kıpçak Türkçesi Grameri, s. XXIV; Safran, s. 38. ll> Rıfat Bilge, El-Kavaninü 'l·Külliye li Zabtı'l- Lügati't-Türkiyye, (Evkaf Matbaası) İstanbul, 1928, 94 s.; Karamanlıoğlu, Kipçak Türkçesi Grame­ ri, s. XXIV-XV; Safran, s. 39-41.


176/ KlPÇAK TüRKLERİ

b.f. Ed-Dürretü'l-Mudia fi'l-Lügati't-Türkiyye

Esere Türkiyat sahasında kayıp nazarı ile bakılıp bu se­ beple böyle bir eser tanınmarnakta iken Ananıasz Zajacz­ kowski tarafından 1963 yılında Floransa'daki Bibliotheca Medicea Laurenzia'da bugün Orient 130 nurnarada kayıtlı olarak bulunup ortaya çıkarılan eser yirmi dört varaktır. Yazarı bilinmeyen bu eser Arapça-Türkçe bir lügat niteli­ ğinde olup A. Zajaczkowski tarafından Rooznik Orientalist­ yozny derşisinde iki makale halinde yayımlanmı§tır (Var§o­ va 1965).2 2-FIKIH KiTAPLARI

a-Kitab fi 'l-Fıkh Arapça bir fıkıh kitabından satır altı olarak tercüme edilen eserin tek yazma nüshası İstanbul, Süleymaniye Kü­ tüphanesi, Ayasofya Bölümünde 1360 nurnarada kayıtlıdır. Tamamı iki yüz on altı varak olan bu yazmanın son tarafı eksik olduğu için mütercimi veya müstensihi, istinsah tarihi ile istinsah yeri hakkında herhangi bir bilgi edinmek müm­ kün olamamı§tır.28 b-Kitab fi'l-Fıkh bi'l-Lisani't-Türki Çe§itli fıkıh kitaplarından toplanan fetvalardan meyda­ gelen bu eserin müellifi, telif edildiği yeri ve telif tarihi bilinmemektedir. Ancak 1421 yılında vefat eden Sultan Ta­ tar'ın hazinesinde bulunmasından dolayı 1421 yılından daha önce yazıldığı anlaıjıbyor. Tek yazma nüshası İstanbul Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi bölümünde 1046 nurnarada kayıtlı olup dört yüz yirmi dokuz varaktır. Eser üzerinde İs­ tanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebina

n lll

Ananiasz Zajaczkowski, "Yeni Bulunmll§ Arapça-Kıpçakça Bir Sözlük",

Türk Kiüıürü Afflltıtmalan, III-Vl, Ankara, 1966-1969, s.181-197. 301; Jale De­ mirci, "Memlük-Kıpç:ak Edebiyatma Katkılar", Türkoloji Detgisi, XII, Ankara, 1992, s. 132-133; Safran, s. 46. Eckmann, "Die Kipthakische Literatur", Fundamerıta ll, s.


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 ı 77

yatı bölümünde yapılan bitirme tezleri haricinde her hangi bir çalı§ma yapıldığı sanılınıyor.29

c-Kitab-ı Mukaddime-i Ebu 'l-Leysi s Semerkandi '

-

Dini konuları ihtiva eden bu eserin Arapçasının yazarı Ebu 'l-Leys, Hanefi mezhebinin büyük fıkıh alimlerinden bi­ ridir. Kansu Gavri adına tercüme edilen bu eser, sonundaki ibareden anl3§ıldığına göre Esenbay b. Sudun tarafından is­ tinsah edilmiştir. Arapça'dan yapılan bir satır altı tercümesi olan eserin Memlılk Kıpçakçası özelliklerini ihtiva eden nüshası İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya Bölü­ mü'nde 1421 numara ile kayıtlı olup kırk yedi varaktan iba­ rettir. A. Zajaczkowski 1959 yılında eserin önce kısa bi' dil analizini, lügatini, Arap ve Latin harfleriyle yazılmı§ metni­ 30 ni, daha sonra da taksimilesini yayımlamıştır.(1962) d-İrşadü 'l-Müluk

ve 's-Selatin

Melik ve Sultaniara yol göstermek amacıyla Arap­ ça'dan satır altı olarak tercüme edilen eserin Arapça metni­ nin yazarı tespit edilememiştir. Bu metin, İskenderiye'de saltanat süren Seyfi Bacman'ın arzusu üzerine yazılmıştır. Es in istinsahı, Berke Fakih tarafından 1387 yılında İsken­ deri e'de tamamlanmı§tır. Eser; fıkha ait çe§itli konuları ih­ tiva en bir satır altı tercüme olup bir giri§, yirmi dokuz ki ­ tap, Ili altı bab ve doksan üç fasıldan olu§maktadır. Ayrıca so na kırk dokuz fıkhi konuyu ihtiva eden bir bölüm ek­ lenmi§tir. Eserin tek yazma nüshası İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya bölümünde 1016 nurnarada kayıtlı olup 498 varaktan ibarettir. 1981 yılında Recep Toparlı ta­ rafından eserin dili üzerinde çalı§ılarak doktora tezi yapıl­ mı§tır.3 1 29

ıo 31

Toparlı, I,.Gdü'l-Müluk ve's-Selıitin, s. 16; Demirci , s. 132; Safran, s. 46. Eckınann, "Die Kiptschakische Literatur", Fundamen/Q ll, s. 301-302; Safran, s. 46; Demirci, s. 132. Toparlı irştidü 'l-MüiUk ve's·Seltitin, s. 25-36 ; Demirci s. 131; Safran, s.

46.

,


t 78 /

KIPÇAK TÜRKLERi

e-Şerhu 'l-Mencir ve Mukaddemetü 'l-Gaznevi fi 'l-ibcidcit

Yakın zamanlara kadar Memlı1k-Kıpçak edebiyatının fıkıh ile ilgili eserlerinden yalnızca yukarıda belirtilen dört kitap biliniyordu. Yapılan son ara§tınnalar, Memlı1k-Kıp­ çak edebiyatma yeni fıkıh eserleri kazandırmı§tır. Eski Ana­ dolu Türçesinin ba§langıç dönemine ait karı§ık dilli eserler arasında değerlendirilen "Şerhu 'l-Menar"ın Mısır'da yazılan fıkıh eserlerinden olduğu ortaya çıkarılmı§tır. 32 Bir diğer ye­ ni eser ise Mukaddemetü'l-Gaznevi fi 'l-İbcidcit (Ziyciu'l- Ma­ 33 nevi) tercümesidir. Şerhu 'l-Menar, Bursa Orhan Kitaphğı-Haraççıoğlu 697 sayıda kayıtlı bir yazmadır. Eser 130 yapraktır. 1402 yılında Mısır'da yazılmı§tır. Eserde Arapça cümle ve ibarelerden sonra Türkçe tercüme ve §erh yer almaktadır. Asıl adı "Kita­ bü 'l-Menar fi Usuli'l-Fıkh" olan eser Nesefi'ye aittir. Türkçe §erh, Mukbil b. Abdullah tarafından yapılmı§tır. Mukadde­ metü 'l-Gaznevi fi 'l-İbadat ise, Cemaleddin Ahmed b. Mu­ hammed b. Said el-Gaznevi el-Hanefi tarafından Hanefi mezhebindeki ibadet §ekilleri üzerine yazılmı§ bir fıkıh kita­ bıdır. Daha sonra bu kitap üzerine yapılan §erh, Kıpçak Türkçesine çevrilmi§tir. Metinde tercüme edenin adı ya da tercüme tarihi ile ilgili bir kayda rastlanmamaktadır. Eserin XV . yüzyılın ilk yarısında yazılmı§ olabileceği tahmin edil­ mektedir. 34 3-ATÇILIK VE OKÇULUKLA İLGİLİ KiTAPLAR a-Kitab fi Riyazati 'l-Hayl

At kullanma ile ilgili küçük bir eser olan el-Hayl, Fars­ ça bir eserden tercüme edilmi§ olup mütercimi, tercüme edildiği yer ve tercüme tarihi bilinmemektedir. Eserin iki �2

Mertol, Tulum, "Şerhu'l-Menar Hakkında", T.D.E.D, XVI, İstanbul, 1968, s. 1 33-138. 11 Demirci, s. t 3 1 . 34 Demirci, s. 1 33-1 35.


ı<IPÇAK TÜRKLERİ / 179

nüshasının varlığı bilinmektedir. Birincisi İstanbul Bayezid Genel Kütüphanesi Veliyüddin Efendi bölümünde 3176 nu­ mara ile kayıtlı olan yazmanın 66b-102b varakları arasında bulunmaktadır. İkinci nüshası ise Paris Biblioteqhue Nati­ onal'in Türkçe yazmalar kısmında 197 numara ile kayıtlı olan yazmanın 63a-99b varakları arasındadır. İstanbul nüs­ hasına bakildığı zaman atın niteliği, hastalıkları, tedavi usul­ leri ve at terbiyesinden bahsedildiği anhı§ılmaktadır.35

b-Münyetü 'l-Guzat Memluk-Kıpçak Türkçesinin askerlikle ilgili nadir eser­ lerinden biridir. Eserin adı, "Gazi/erin arzu ettik/en· şey" anla­ mına gelir. Arapça bir kitaptan tercüme edilen eserin mü­ tercimi ile tercüme edildiği yer ve tercüme tarihi bilinme­ mektedir. Eserde binicilik, ok atmak, kılıç kullanmak gibi askerlikle ilgili işleri iyi yapmanın yolları teferruatlı olarak öğretilmektedir. Harp sanatıyla ilgili Türkçe yazılı kaynak­ ların en eskilerinden biri olu§u dolayısıyla eserin kültür tari­ hi açısından önemli bir yeri vardır. Ayrıca spor tarihi ile uğ­ r<l§anların da müracaat edebilecekleri kaynak eserlerden bi­ risidir. Bilinen tek yazma nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütü anesi lll. Ahmed kısmında 3468 nurnarada kayıtlı olup 15 varaktan ibarettir. Eseri A. Zajaczkowski, 1970 yı­ lında t anskripsiyonlu metin ve tıpkı basım şeklinde neşret­ miştir. Ayrıca Mustafa Uğurlu tarafından Türkçe transkrip. 36 sıyolil yapılarak yayımıanmı§tır.

c-Baytaratu 1- Vdzıh "Baytanit" adlı Arapça bir kitaptan, Memluklerin hiz­ metinde sultan nediıni olan Tolu Bey'in emri ile tercüme edilen bu eser, hayvan hastalıklarını ayrı ayrı vasıflandırmak için kurallar ortaya koyması, onların ilaçları için pratik öğütler vermesi ve baytarlığa ait değişik ilaç, hastalık ve tecls

:w;

Eckmann, "Die Kiptschakische Literatur", Fundamenta ll, Toparlı, JTJIİdu'I-Müluk ve's-Selôtin, s. 20. M. Uğurlu, (haz), Münyetü'I-Guzôt, Ankara, 1987.

s.

302-303;


1 80 / KIPÇAK. TÜRKLERi

rübeleri anlatması ile İslam tıbbına ait eserlerin enderlerin­ dendir. Eserin iki yazma nüshasının varlığı bilinmektedir. Birinci nüsha İstanbul, Topkapı Sarayı Revan Kö§kü Kü­ tüphanesi'nde 1695 numara ile kayıtlı olup 67 sayfadır. İkin­ ci nüsha ise Paris Biblioteque Nationale'de bulunmakta olup yüz kırk dört sayfadır. Eser Saadet Çağatay tarafından kısa bir dil analizi yapılarak ilim alemine tanıtılmı§tır. 31 d-Kitab fi İlmi 'n-Nüşştib Sultan Meliküddin Zahir Berkuk'un kölesi iken sonra­ dan yakınlan arasına kan§an Mahdum Tolu Bey'in isteği üzerine Arapçadan tercüme edilen bu eserin iki yazma nüs­ hasının varlığı bilinmektedir. Birincisi İstanbul, Bayezid Ge­ nel Kütüphanesi Veliyyüddin Efendi Bölümünde 3716 nu­ mara ile kayıtlı olan bu yazmanın lb-66a varakları arasında bulunmaktadır. Bu yazmanın müstensihi Hüseyin b Ahmed el-Erzurumi'dir. İkinci nüsha, Paris, Bibliotheque Nationale Türkçe yazmalar kısmında 197 numara ile kayıtlı olan bir yazmanın içindedir. Eserin, Paris nüshası A. Zajaczkowski tarafından 1956 yılında Var§ova'da, İstanbul nüshasını içine alan yazmanın tamamı 1944 yılında Nurettin Büngül tarafın­ dan Konya'da ne§redilmiştir. 38 e-Gülistan Tercümesi (Kitab-ı Gülistan bi 't-Türki) Kıpçakça yazılan eserler arasında edebi eser niteliğin­ deki tek kitaptır. Büyük İran §airi Sadi'nin Gülistan adlı ese­ ı;inin Türkçeye bilinen ilk tercümesi olan eser, kelime hazi­ nesi ve gramer özellikleri bakımından çok önemlidir. Eser Saraylı Seyfi tarafından tercüme edilmi§tir. Mütercim ken­ disinden de bazı §eyler ekleyerek eseri tercüme görünü37 Eckmann, "Die Kiptschakische Literatur", Furuhımenta Il, s. 302; Safran, 38

s.

48.

Toparlı /�dü'/-Mülak ve's-SeiDtin, s. 18-19; Eckmann, "Die Kiptscha­ kische Literatur", Fundamenta Il, s. 308; Temir, "Kıpçak Edebiyatı" T.D.E.K, s. 502-504.


KlPÇAK TÜRKlERİ t ısı

münden kurtarmaya çah§mı§tır. Tercüme i§i 1391 tarihinde tamamlanmı§tır eserin tek yazma nüshası Hollanda'nın Le­ iden Akademisi Kütüphanesi'nde 1553 nurnarada kayıtlıdır. Eserin tıpkı basımı bir önsöz ile birlikte 1954 yılında F. Na­ fiz Uzluk tarafından yayımlanmı§tır. Ali Fehmi Karamanlıoğ­ lu, Gülistan Tercümesi'ni doçentlik tezi olarak hazırlamı§br. Bu kitap 1978 yılında yayımlanmı§tır. Ayrıca eser, 1969 yı­ lında Macar Türkolog A. Bodrogligeti tarafından Budape§­ te'de, son olarak da Emir Nadjip tarafından 1975 yılında Al­ ma-Ata'da yayımlanmı§tır.39

C-Aile Yapısı ve Kıldının statüsü 1-AİLE YAPISI

Aile; aynı çatı altında birlikte ya§ayan ve çe§itli manevi, ekonomik, sosyal ve koruyucu faaliyetlerde, çocuklarının bakımında i§birliği yapan, çekirdeğini kan ve kocanın olu§­ turduğu temel sosyal birimdir. İnsan hayatında cemiyetin temelini te§kil eden aile, sosyal te§kilatlanmanın ana birimi­ dir. Bu nedenle aile temel sosyal müessesedir. Eski Türk cemiyetinde ilk sosyal birlik olan aile, bütün ictimai bünyenin çekirdeği durumunda idi. Türklerin, dün­ yanın d rt bir tarafına dağıimalanna rağmen varlıklarını ko­ rumaları aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten ileri gelir. Tü k dilinde, ba§ka milletlerde rastlanmayan zengin­ likle var lan akrabalık nüanslannı belirleyici kelimeler buna en I delil sayılabilir. Eski Türk ailesi geniş aile §eklinde görünmekte ise de aslında küçük aile tipinde kurulu bulunması akla daha yat­ kın gelmektedir. 40 Genellikle dı§tan evleomenin esas oldu­ ğu, velayete dayanan baba hukukunun geçerli bulunduğu

39 40

Seyf-i Sarayi, (Kitab Gülistan bi't-Türki') Gülistan Tercümes� (haz: A.F. Karamanho�u) Ankara, 1989. İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozlar Kükürü, (T.K.A.E yay),Ankara, 1987, s.16; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 215-216.


182 1 KJPÇAK TÜRKLERİ

Türk ailesinde oğullar, hisselerini alıp yeni bir aile kurmak

üzere çıkarlardı. Belirli toprak üzerinde kümelenip bir ara­

da oturmaya alı�ık olmayan Türklerin y�ayış şartları büyük aile kuruluşuna çok elverişli değildi.

Kıpçak Türklerinde aile bireylerini tespit etmek gere­

kirse, Kıpçakça lügatierden yararlanarak şu bilgileri vermek mümkündür.

Kıpçaklarda baba karşılığında

"ata'ı4 1

kelimesi kullanı­

lırken kadının ilk kocasından olan çocukların, analannın

sonradan evlendiği erkeğe üvey baba anlamında

denildiği anlaşılıyor. Günümüzde kullanılan Kıpçaklarda da aynen kullanılıyordu.43

"ana"

"atalıh"42 kelimesi

Türk aile hayatının temel felsefesi, çocuk sahibi olarak

nesli devam ettirmektir. Tarihi kaynaklar bu konuda bize

geniş malumat verir. Günümüzde bile çocuğu olmayan aile­

ler belki de bu geleneğin gereği olarak yadırganma ile karşı

kar§ıya kalmaktadır. Kıpçak Türklerini de bu geleneğin dı­ şında mill ahaza etmek uygun değildir.

Diğer Türk boylarında olduğu gibi Kıpçaklarda da er­

\ kız çocuğuna da "kız"45 denildiği gö­

kek çocuğuna "oğul"4

rülüyor. Günümüzde de aynı adların kullanıldığı malumdur. 4 Kıpçakların kardeş kelimesinin karşılığında "charandas" 6

47

kelimesi, ağabey yerine "aga" kelimesi, kız kardeş yerinde de "chez charandas"4 8 (kız karındaş= kız kardeş) kelimesini

kullandıkları anlaşılıyor.

Türk aile geleneğinde yaşlılara hürmet edilmesi kökleş­

miş geleneklerimizin başında gelmektedir. Geniş aile siste­

mi içerisinde aile fertleri içerisinde kabul edilen büyük ba­

baya Kıpçaklar 41

•z

43 44 ·�

46

47

48

49

"öbüge"49

demektedirler. Büyük anneye de

Kuun, C. C, s. 159. Grönbech, s. 1 5 ; Kuun, C. C, s. 142. Kuun, C. C, s.l 14; Grönbech, s. 8. Grönbech, s.l42. Grönbech, s.1 04; Kuun, C. C, s. 186. Kuun, C. C, s.1 14; Grönbech, s. 90. Kuun, C. C, s.l80; Grönbech, s. 2. Kuun, C. C, s. 1 1 4; Grönbech, s. 1 04. Grönbech, s. 149.


KJPÇAK TÜRKLERİ 1 183

"aba" veya "ebe"50 dedikleri

anlaşılıyor. Ailenin en büyükleri

olarak kabul edilen bu kişilerin ini"ye5 1 (torun) varıncaya "

kadar aile fertleri üzerinde söz hakkı vardır. Bunun bütün Türk boylarında yaygın olduğu görülüyor. Diğer akrabalara verilen isimlere gelince; babanın er­ kek karde§i amcaya

"abaqa"52,

atakarındaşı veya

"içi"53

gibi

adlar verilirken, annenin erkek kardeşine dayı anlamında "tagay"54 deniliyor. Kıpçaklar, teyzeye "anakanndaşı " ve

"aza"-"eze"

demektedirler

ki, bu gün bu tabir Anadolu'nun

bazı bölgelerinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Halaya ise "ata kiZ kanndaşı"55 , "eke" veya "ekeği"56 dedikleri anla§ılıyor. Netice itibariyle, Deşt-i Kıpçak sahasında Kıpçakların aile bireylerini ve akrabaları isimlendirmede kullandıkları

çoğu kavramların diğer Türk illerinde de muhafaza edildiği­ ni açıkça görmek mümkündür. Bazıları ise temelde aynı olup lehçe ve şive farkları sebebiyle çok az değişikliğe uğra­ yarak kan�ımıza çıkmaktadır.

2-EVLENME VE

DÜGÜN

Tarihe bakildığı zaman evleome konusunda Türklerin

zengin bir kültüre sahip oldukları görülür. Zamanla töre olarak yerleşen adetler asırlar boyu muhafaza edilerek gü-

niı

üze kadar gelmiştir. Böyle köklü ve zengin bir kültüre sahip olmamıza rağ-

men tarihi kaynaklar Kıpçaklar arasında vuku bulan evlen­

me m �

e düğün adetleri konusunda aydınlatıcı bilgiler verme­

tedirler. Deşti-i Kıpçak sahasında yazılan

Codex Cuma-

Caferoglu, Kitabü'l-İdrak li Lisani'l-Etrak, İstanbul, 1931, s. 1; Sesim Atalay, (çev), el-Tuhfetü 'z·Zekiyye fi'l-Lügati't-Türldyye, İstanbul, 1 945, s. 20. �ı Kuun, C. C, s.1 14; Grönbech, s. 83. �ı Grönbech, s. 1; Kuun, C. C, s. 1 1 4. <J Caferoğlu, Kitabii'l-İdrak li Lisani'l-Etrak, s. 37; "İçi", Divanü Lügati't-Türk'te kocanın yaşça büyük kardeşi olarak belirtilmektedir. 54 Kuun, C. C, s.1 14; Grönbech, s. 176. �� Safran, s. 55-56. � Kuun, C. C, s. 1 1 4; Grönbech, s. 59


1 84 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

nicus'ta da bu konuda bilinen ve beklenen çoğu kelimeye rastlamlmıyor. Codex Cumanicus'ta bu konuda bilinen bir çok kelimenin yer almaması, bu eserin Türk olmayan ve Türkçeyi çok iyi bilmeyen insanlar tarafından yazılmasına ve yazarların içlerinden çıktıkları toplulukların Kıpçaklada bu şekilde bir münasebette bulunmamalarına bağlanabilir. Kıpçaklarda evleome ve düğün konusu ile ilgili olarak ortaya çıkan çok sınırlı malzeme ile bu konu hakkında bazı ip uçları vermeye çalı§alım. 57 Evlenıneye karar verme işinin "kelin" adayının ve "chuyegu"58 (küyegü=güvey)'nün birbirlerini görüp beğen­ meleri suretiyle mi, yoksa ana-babanın beğenmesi ve uygun görmesi suretiyle mi gerçekleştirildiği hususunu tespit et­ mek mümkün değildir. 9 Kızım gelin olarak vermeye karar veren "esi"5 (kayna­ 60 na) ve "chain" (kayınbaba) ile güveyin ailesi arasında hal­ ledilmesi gereken ilk hususun erkek tarafından kız tarafına verilen "juluv"6 1 (brujlık parası) olduğu anlrujılıyor. Günü­ müzdeki anlamından farklı anlamlarda kullanılsa da Kıp­ 63 çaklarda "mihir"62 ve "ka/ıng" (kalın) kelimelerine rastlıyo­ ruz. Kıpçaklarda düğüne, bugün de olduğu gibi düğün de­ nilmekle beraber, Codex Cumanicus'ta düğün anlamında bir de "aser"64 kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Düğüne mahsus ne tür eğlence yapıldığına dair bilgiler yoktur. An­ cak düğünde toplananlara yemek verildiğine dair i§aretler " Kuun, C.C, s.145; Grönbech, s. 96; Atalay, (çev), eı-Tuhfeıü'z-Zekiyye fi'I-Lügati't·Türkiyye, s. 47; Caferoğlu, /(jfabü'l-ldrak li Lisani'I-Etrak, s. � !19

60 61

62

63

114

44

Grönbech, s. 129; Kuun, C. C, s.l 14; Caferoğlu, /(jtabü'l-ldrak li Lisani'I·Etrak, s. 56. Kuun, C.C, s.\15; Grönbech, s. 69. Kuun, C. C, s. I 14; Grönbech, s. 93. Kuun, C. C, s.206. Grönbech, s. 133. Kuun, C. C, s. 1 92. Grönbech, s. 87; Bazı Türk kavimlerindeki "kalın" geleneği için bkz:· Ab­ dulkadir inan, "Türk Düğünlerinde Exogamie ݧleri", Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar /, Fuad Köprülü'nün Doğumunun 60. Yıldönümü Amıagarn, (Toplayanlar: H. Eren-T. Halasi Kun), Ankara, 1950, s. l l l . Kuun, C. C , s.39; Grönbech, s . 13.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 18.5

vardır. Gelin yeni evine giderken çeyiz e§Yasının bir kısmını çevreden getirilen hediyelerin "bages"65 oluşturduğu anlaşılı­ yor. Kıpçaklar arasında düğünle ilgili olarak "satuç"66 sağ­ dış, "kertek"67 (gelin odası-gerdek) ve "erdeng"68 (bakire) gibi kelimelerin kullamldığı görülürken, dü�nü olmU§ yani ev­ lenmi§ erkek ve kadınlar için de "evli" (evli erkekler için) 10 ve "epçi" (kadın-ev kadını-e§) kelimeleri kullanılmaktadır. Özellikle kız ve kadın kavramlannın manalarının çok açık bir §ekilde ve zamanında izah edilmesi bir takım ahlaki ku­ ralların başta bekaret olmak üzere Türk toplumunda eski­ den beri mevcut olduğunu belirtınesi bakımından çok önemlidir. Günümüzdeki hamile kalma ve hamile karşılığında da Kıpçakların "ayli" ve ''yükli"71 kelimelerini kullandıkları anla­ şılıyor. Genel olarak Türk topluluklannda evlenmede "exoga­ mie" yasası geçerli olduğu kaydediliyor. İslamiyeti kabul edip yerleşik hayata geçmiş olan Anadolu'daki çeşitli Türk topluluklarının düğün adetlerinde eski göçebe hayatı devri­ ne ait exogamie geleneklerinin izlerini açık bir §ekilde gör­ mek mümkündür. Örneğin kızların türküleri ''yad e/lerden", "el oğlundan" §İkayetlerle doludur. XIII. ve XIV. yüzyılda K adeniz Kuzeyindeki Kıpçaklarda bu konuda elimizde M 66

K un, C. C, s.19 Grönbech, s. 20. ran, s. 51. 67 G ônbech, s. 99 ; bkz; Öğel, Türk Kültür Tarihine Giri§, VII, s. 273-276. 68 rönbech, s. 64. 69 Safran, s. 51. 70 Gröbech, s. 64; Kuun, C. C, s. 105. 71 Kuun, C.C, s. 215-216; Grönbech, s. 17; Safran, s. 51; ayrıca genel olarak Türk töresinin bu konudaki uygulamalan için bkz: Osman Cilacı, "Şama­ nizm'de Evleome ve Doğum Törenleri", Türk KiUtürü, Xl/123, Ankara, 1973, s.1 77-180; İnan, "Türk Düğünlerinde Exogamie izleri", Türk Dili ve Tarihi Al'altımuılar I, s. 1 13; Mehmet Ali Ekrem, "Nogay Türlderinde Kız isteme, Söz Kesme ve Dügün Gelenekleri", lV. Mület/erarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirüeri, IV, Ankara, 1992, s. 91-95; Tahsin Ce­ mil, "Dobruca Türklerinde Düğün", 1. Uluslararası Türk Folklor Kongresi . Bildiri/eri, IV, Ankara, 1976, s. 49-57.

�1


186 / KlPÇAK TÜRKLERi

net bilgiler bulunmamasına rağmen, Kıpçakların torunları olan Baıjkurtlarda günümüzde exogamie'nin geçerliliği hala

devam etmektedir. Bunlarda evleome yasak olan soy dairesi

en az yedinci göbek atanın erkek torunlarından teşekkül et­

miş soydur. Dağlı Başkurtların XIX. asrın baıjlarında bile bu 12

yasağa riayet etmeyenleri öldürdülderi belirtiliyor. Sonuç olarak bilhassa

Codex Cumanicus'u tarayarak

tespit edebildiğimiz sınırlı kelimelerle, Türk toplumunun

genel teamüllerini de göz önüne alarak evleome ve düğün

konusu hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır . Tespit edebil­ diğimiz kelime ve bilgilerin sınırlı olmasına karşılık Türk tö­ resinin bu konudaki temel prensiplerinin Kıpçak Türkleri arasında da mevcut olduğu ve temel kurallann geçerliliğini

muhafaza ettiğini söylemek mümkündür.

3-KADININ TOPLUMDAKi YERİ Gerek Kıpçaklardan bahseden tarihi kaynaklar, gerek­

se Kıpçaklada temasta bulunmuş olan milletierin birçoğu, onların çok

güzel bir ırka

mensup olduklarını, özellikle de

Kıpçak kadınlarının güzellikleri ile tarundıklarını kaydeder­

ler. Kaynaklar, Kıpçakların gayet yakışıklı olduklarından 7 bahsederken 3, bilhassa Kıpçak kadınlarının güzelliği birbi­ rinden farklı bir çok kaynak tarafından teyit edilmektedir.

Şair Nizami, Kuman/Kıpçak kadınlarının beyaz tenleri­

ne meftun olduğunu çeşitli vesilelerle yazmıştır. Şairin baıj­ ka milletlerden olan kadın kahramanlarının

güzelliğini kale­

me aldığında onları "Türk güzeli" diye adlandırması dikkat

çekicidir. Şöyle ki Arap kızı Leyla'yı, "Acem Türkü", Bizans

güzelini, "Rumi nesepli Türk", Hind güzelini; "Türk gözlü

Hintli nesepli ceylan", Slav güzelini; "Seglab §alımın kızı

Çinli Türk" vs. diye adlandırmaktadır. Şairi, her §eyden fazn

n

İnan, "Türk Düğünlerinde Exogamie izleri", Türk Dili ve Tarihi Araştır­ molar !, s. 106-108; Ekrem, "Şamanlığın ve Eski Türk Kültürün Dobru­ ca'daki Kırım Türkleri Folklorunda izleri", /. Uluslarası Türk Fo/klor Kongresi Bildiri/eri, 1, s. 1 16. Kur at, Koradeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 70-71 .


KlPÇAK TÜRKLERİ / ı87

la Türk kızlarının manevi zenginliği, temizliği, mücadelecili­

ği, ailesine ve sevgilisine sactakatı hayran bırakır. Şair bütün bunları sevimli zevcesi Kıpçak kızı "Appak"ın §ahsında gö­ rebilmi§tir.

Derbent §alıma

esir

dü§en Appak (Ağap­

pak= bembeyaz) adındaki Kıpçak kızı Şair Nizarni'ye hediye

olarak verilir. Otuz yaşındaki §air hayatında ilk defa bu Kıp­

çak kızı ile sevgiye doyar. O bu Türk güzelini kendi evine

esir, hizmetçi ve kul olarak değil meşru karısı olarak getirır. 74 •

Gürcü vekayinamelerinde ise Gürcü David II'nin karısı

olan Kıpçak men§eli hatunun güzelliği ile §öhret bulduğu

anlatılmaktadır.75 Tekke-halk geleneğimizde

ile Kral'ın San Kızı"

"Şeyh-Sanan

efsaneleri, radyolara bile geçen "sa­

rı-gelin" türküsü ile oyunu ve yanlı§lıkla Gürcü tabiri hep Gürcü-Kıpçaklarından zamanımıza hatıra kalmı§tır. Bu yüz­

den, eski "Türk güzeli" ve "Kıpçak güzeli"yerine "Gürcü gü­

zeli" tabiri dilimize yerle§mi§tir. Adı geçen efsanede kısaca Müslüman olan Şeyh Sanan'ın bir Kıpçak kızına aşık olup

onu almak için Hıristiyan olduğundan bahsedilmektedir.76

Öte yandan Rus vekayinamelerindeki kayıtlardan anla­

§ıldığına göre Kıpçak hanlarının Rus knezlerini elde etmek

amacıyla güzel kızları hediye olarak gönderdikleri anla§ılı­

yor. Kiyef knezlerinden bazılarının Kıpçak hanlarının kızla­

rı ile evlenmeleri yalnız siyasi maksatla değil, aynı zamanda

Kıp

k kızlarının güzelliği sebebiyledir.77 Örneğin 1 107 tari­

hine ait yıllıklarda §öyle bir kayıt bulunmaktadır: "Bu yılın

Ocak ayında Vladimir, David ve Oleg, Ayepe ve Ayapa'nın

yanın Yas

gelip onlarla bart§ yaptılar. Vladimir oğlu Yüri'ye

'in tarunu ve Y epiop'un kızını; Oleg ise oğluna Akas­ pid'in torunu ve Ayepe'nin kızını 12 Şubat'ta gelin aldılar.78 7'

Rüstem Aliyev, "Nizami'de Türklük Sevgisi" (aktaran: İ brahim Bozyel), Kardaş Edebiyat/ar, sa: 1, Erzurum, 1982, s. 9-10; Kırzıoğlu, Yukan-Kür ve Çoruk ... , s.l00-101. '·' Kural, Karadeniz Kuzeyindeki Türk KDvimleri, s. 71. 7 6 Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 379-380. 77 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk KDvim/eri, s. 71. 78 Uydu, İlk Rus Ydlıklonnda Türkler, s. 3 1 .


1881 KlPÇAK TÜRKLERi

Ayrıca Rus knez ailesine mensup bir kadının (Knez Vladi­

mir Monomach'ın torunu) Kuman Hanı Bll§kord ile evlen­ mek için Kiyeften kaçması 79 her halde Ba§kord'un yakl§ık­

lılığından dolayı olmU§tur. Bütün bu kayıtlar Kıpçakların

özellikle kadınları olmak üzere ırken çok güzel olduklarını

gösterir.

İbn Batuta, bll§ta Kıpçaklar olmak üzere Oe§t-i Kıp­

çak'ta kadının toplum içerisinde önemli bir yere sahip oldu­

ğunu, erkeklerin hantmlarına a§ırı saygı duyduklannı, bu

bölgede kadınların erkeklerden daha üstün görüldüklerini

ve bunun da kendisini §a§ırttığını ifade etmektedir. Ayrıca

buradaki kadınların yüzlerinin açık olduğunu, bu §ekilde

dola§tıklarını, erkeklerden kaçmadıklarını, bazı kadınların yanındaki köleleriyle beraber pazara süt, yoğurt getirip sa­

tarak kar§ılığında koku ve esanslar satın aldıklarını ifade et­

mektedir. Bazı kadınları da erkekleriyle beraber gördüğünü

ancak o zaman bu adamları kadıniann hizmetkarı zannetti­ 80 Ziya Gökalp de bu konu üzerinde

ğini vurgulamaktadır.

durarak Türklerin İsHim'ı kabul etmelerinden sonra, Ana­ dolu, De§t-i Kıpçak ve Irakeyn gibi bazı bölgelerdeki kadın­

lara göre erkeklerle e§it konumda, daha muhterem, daha

hür ve mesut bir hayat sürdürdüğünü belirtmekte, bunun nedenini de eski Türk aile geleneğinin devam etmesine bağ­ 8 lamaktadır. 1

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kıpçaklar da içinde ol­

mak üzere genel olarak Türk oymak ve obalannda kadınlar erkeklerle beraber ve bütün hayat safhalarının içindedirler.

Onların ev ve sokak kıyafetleri farklı olmakla beraber her 82 iki halde de yüzleri daima açıktır. Namus konusunda has­

sastırlar.

Zina

olayı hiçbir zaman iyi kar§ılanrnaz. Eski

Türklerde himmet yüceliği, namus ve ırz için ölmek, ideal

hayatın ancak cemiyet ve devlet hayatı olduğunu dü§ünmek,

19

80 81

82

Kural, Koradeniz Kuzeyinde/d TürkKavimleri, s. 71. Pannaksızoğlu, (çev), lbn Batula Seyahatnamesi'nden Seçmekr, s. 79-80. Ziya Gökalp, Türk Medeniyet Tarihi, (haz: İsmail Alea-Kazım Yaşar Kopraman), İstanbul, 1976, s.298.

Şerafetlin Turan, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1990, s.231 ; Alivey, "Niza­ mi'de Türklük Sevgisi", Kardaş Edebiyat/ar, sa: l,s. 1 ı .


KIPÇAK TÜRKLERi 1 ı89

güçlüklere kolaylıkla katlanmak, kadınların da ancak bu tip erkekleri sevrneleri ön plana çıkmıştır. Tatar ve Kıpçak halk edebiyatında da Türklerin bu çeşit hassasiyetlerinden çok söz edilir.83 Kıpçak kadınlannın zaman zaman devlet idaresinde de etkili oldukları görülmüştür. Buna XII. ve XIII. yüzyıllarda Deşt-i Kıpçak'ta rastlandığı gibi Altınordu, Mısır Türk Memluk Sultanlığı, Delhi Türk Sultalığı ve Kıpçakların göç­ tükleri diğer bölgelerde de rastlamak mümkündür. 84 Netice itibarıyla, Kıpçak kadını daima erkeğin yanında, hiçbir zaman horlanmamış, hayatın bütün safhalarında ken­ dini hissettiren ve toplumda önemli bir fonksiyon üstlenmiş durumdadır.

D-Sanat

ve

Mimarlık Anlayışı

Türklerde siyasi tarihe ait olayların derli toplu olması­ na rağmen sanat tarihi yeterince gelişme gösterememiştir. Türklerin ilk çıktıkları Altay ve Orhun sahaları, "As­ ya"run göbeğinde ve üç büyük kültür dairesinin, Çin, Hint ve Asya önündeki sahanın ortasında bulunmaktadır. Türk­ ler ilk ortaya çıktıkları bu yerlerden bütün dünyaya yayıl­ mışlar, Doğuda Çin'e girmişler, Güneyde Hint topraklarına u mışlar l ve en son Batı Avrupa'nın kapılarına ta Viyana ö erine kadar dayanmışlardır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda Naki - Szent­ Mi oş denilen topraldarda Attila Definesi adını taşıyan bir h ·nede bulunan yirmi üç adet halis altın vazonun üzerin­ deki bir takım özel işaretierin eski Türklere ait olduğu anla­ şılmıştır. Türklere ait olan bu vazoların üzerine nakşedilmiş olan çe§itli sanat dairelerinin muhtelif motifleri ve tezyin şekilleri Türklerde sanata verilen değeri göstermesi bakı­ mından oldukça önem taşır. Madenin bükülü§ü, satlım ge-

83

84

Togan, Bugiinkıi Türkili Türkistan ve Yalan Tarihi, s. 34. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, l, s. 406-407; Köprülü, "Harizmşahlar", İA, V, s.279; A.N. Kurat, "Altınordu Devleti", TDEK, Ankara, 1976, s. 930-931 ; Aziz Ahmet, a.g.e, s. 191-198.


190/ KlPÇAK TÜRKLERİ

reğinde bo§ bırakılması veya i§lenmesi gibi husustarla bu sa­ nat o kadar güzel ve ince bir tarzda ifade bulmu§tur ki, sa­ natın bu derecesine zamanımızda çoğu toplum ula§amamı§­ tır. Asırlarca devam edegelen bir kültüre dayanan bir sana­ tın hususi ifade kabiliyetini bu eserlerde gördüğümüz gibi aynı sanat kaidelerini Türklerin ya§ayı§ tarzı ile sıkı ve içten bağlantısı bulunan diğer sanat dallannda da bulmamız mümkündür. Türk, atını hiçbir zaman yanından ayırmadığı gibi, çadır da onun hayatında en çok önem verdiği bir nes­ nedir. Türkler arasında nesiç sanatının olağanüstü yayılmı§ bulunması, Türk çadırlannın son derece değerli ve zengin bir sanata dayanak olmasını ve zeminin daimi olarak halı­ larta örtüldüğünü çağn§tırmaktadır. Türklerin gösterdikleri sanat kudret ve becerikliliğini ve aksettirdiği Türk ruhunu mimaride de görmek mümkündür. Türkler bilhassa mimari­ de zaptetmi§ olduklan memleketlerin tekniklerini kullana­ rak kendi milli geleneklerini sanat eserlerinde canlı olarak 8 aksettirmeyi bilmi§lerdir. 5 Kısaca Türkler, milli özellikleri­ ni koruyarak daima kendi ruhlarını aksettirmekle birlikte hakim olduklan yerlerdeki mahalli sanatı, bütün güçleriyle yükseltmi§lerdir. Bu §ekilde genel bir giri§ yaptıktan sonra, elimizdeki materyaller ölçüsünde kısaca Kıpçak Türklerinin evleri, ça­

dır/an ve balbanarından bahsedeceğiz. Ayrıca Kıpçakların önderliğinde kurulan Mısır Türk Memlfıkleri dönemi ve sonrasında yapılan cami ve türbeter hakkında bilgi vereceğiz.

Tarihte, göçebe hayat y3§ayan Türkleri görmek müm­ kün olduğu gibi, yerle§ik hayata geçenleri ve bu hayat tarzı­

nın gereklerini en iyi §ekilde yerine getirenleri de görmek mümkündür. Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda ana küt­ lesi göçebe hayat tarzını benimsemi§ olan Kıpçakların bir kısmının §ehirlere yerle§erek ticaret vs. ile me§gul oldukları hakkında daha önce bilgi verdik. İşte §ehir, kasaba ve köyless

J. Strzygowski-H.Giück-Fuat Köprülü, Eski Türk Sanatı· ı>e Avıupaya Etkisi, (çev: A. Cemal Köprülii), T.İ.B.K. Yay. Ankara, Tarihsiz, s. 151-162; Vladimirtsov, s. 68-69; Fuad Köprülü, Türk Tarihi Dinisi, istan­ bul, 1341, s. 72-77.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 ı91

re yerle�enler bu yerle�ik tarzın gereği olan evlerde oturu­ yorlardı.

Çe�itli Türk topluluklarında farklı telaffuz şekilleri ile

söylenmekte olan ev'e Kıpçaklar bu günkü telaffuz �ekliyle "ev" di orlardı.86 Duvar örmede ta�ın kullanıldığı gibi "ker­ piç"in 8 de kullanıJdığı anl�ılıyor. Codex Cumanicus'da ge­

/

çen "bi mi§ kerpiç" tabiri de günümüzdeki �tuğla" anlamın­ dadır. 8 Türkler kerpiçten ev yapmayı çok eskiden beri bili­ yorlardı. Batı Türkistan'da yapılan ve I. ve Il. Yüzyıla ait ol­

duğu anlaşılan buluntular arasında kare kerpiçlerin mimari teknikte kullanıldığı tespit edilmiştir.89 Kıpçaklann evlerin

üzerini kapatmak için daha çok

"tacta"90

kereste kullandık­

ları anl�ılıyor. Pencere kar�ılığında "tünglük"91 kelimesi

kullanılmaktadır. Ocağın üstünden b�lamak üzere damın üstünde çıkıntı şeklinde dışandan görülebilen ve bugün ba­

ca dediğimiz, ate�in dumanını dı�an veren bölüme Kıpçak­ lar

"sufra" veya

"catro"92 demekte ve iki tabiri birlikte "sufra

ul catra" �eklinde kullanmakta idiler. İllljaat malzemesinde kullanılan tahtanın evin döşemesinde de kullanıldığı ve tah­ ta döşeme yerine gelmek üzere "tacta canga"93 denildiği gö­ rülüyor. Netice olarak, tespit edebildiğimiz kadarıyla, yerle­

�ik hayatı tercih eden Kıpçak kütlelerinin bu hayatın gereği

olan evi bu günkü şekline yakın bir şekilde yaptıkları göz­

lenmektedir.

Daha önce geçen konularda Kıpçakların ekseriyetinin

� 94 ön� mli bir bölümünü oluşturan bu kütle "cater" (çadırlar)

y rı yerleşik şekilde yaşadığını belirtmiştik. Kıpçakların d

aşıyordu. Çünkü yaşayış tarziarına en uygun sığınma ve

b

ınma ihtiyacını karşılayacak bir vasıta olarak çadırı bili­

y rlardı. 116

Kuun, C. C, s. 1 3, 89; Grönbech, s. 71. Kuun, C.C, s.l20. 811 Grönbech, s. 99. 119 Ögel, İsltinıiyetten Önce Türk Kültür Tan1ıi, s. 83. 90 Kuun, C. C, s. 106. 9 1 Safran, s. 105. 92 Kuun, C. C, s. 120; Grönbech, s. 171. · � Grönbech, s. ı n; Kuun, C.C, s. 120 .,. Kuun, C. C, s. 1 2 1 ; Grönbech, s. 48. �7

.


1921 KlPÇAK TÜRKLERi

Kıpçak nüfusunun önemli bir kısmının barınağı ve sığı­ nağı olan çadırın mahiyeti hakkında gerek Codex Cumani­ cus gerekse diğer Kıpçak lügatiarında hemen hemen hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Kıpçakların hayatında önemli bir rolü olan çadır ve müştemilatı konusunda Deşt-i Kıpçak sahasını XIII. ve XIV. yüzyıllarda geçen ve Kıpçaklann ya­ şadığı çadırları gören seyyahların gözlemlerine b� vuraca­ ğız. 1245-1247 yılları arasında Deşt-i Kıpçak'tan geçen P. Carpini "Derme Evler" olarak tabir edilen çadırları şu §ekil­ de tasvir etmektedir:

"On/ann ince çubuklardan örülen ve direklerden yapıl­ mış, yukanya doğru gittikçe daralan çadır biçiminde evleri var­ dır. En üstte ve tam ortasında yuvarlak bir delik açılmıştır. Bu bacadan içeriye ışık girer, aynı zamanda duman çıkardı. Ateş yeri veya ocak, her zaman çadınn ortasında bulunurdu. Kı§ın evin içinde, yerde tezek yakılırdı. Duvarlan ile çatısı, keçe ile kaplanmıştır. Kapılan da keçe ile örtülmi4tür. İçinde oturan­ Iann zengin veya yoksul olma/anna göre çadırlar küçük veya büyük olabilirdi. Bu yurtlardan bazı/an, hemen bir anda çözü­ lür ve sonra da kuru/urdu. Göçlerde de bunlar, yük hayvanla­ nyla taşınırdı. ''Araba çadır/an" ise çözülüp kurulamaz/ardı. Bundan dolayı da araba üzerinde taşınır/ardı. Küçük çadır arabalannı bir öküz bile çekebilirdi. Daha büyüklerini ise, ça­ dınn büyüklüğüne göre üç-dört veya daha çok öküz çekerdi. Nereye gitmek istiyor/arsa, ister savaşa, ister başka bir yere ol­ sun, her zaman bu kendi yurtlanyla birlikte giderlerdi". 95 1253-1255 yıllarında Kıpçak sahasını gezen G. Rubro­ uck da bu konu ile ilgili gözlemlerini aktarmı§tır. Rubro­ uck'a göre Kıpçaklar uyuduldan evlerini tekerlekler üzerin­ de yaparlardı. Birbirine geçmi§ çubuklar, bir merkezi çevre­ leyerek yukarıya doğru yükselir ve böylece baca oluşurdu. Daha sonra bu ağaçlar beyaz bir keçe ile kaplanırdı. Çoğu zaman görkemli ve §aşaalı görünmesi için kireçle, beyaz bir toprakla veya kemik tozu ile boyanırdı. Bu çadırlar bazan "" Kural, Karadeniz Kıızeyindeki Türk Kavimleri, s. l03; Bahaeddin Ögel, Türk Kültur Tarihine Giriş, VII, Ankara, 1984, s. 357; Safran, s. l l l.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 193

da kara keçe ile kaplanırdı. Ayrıca kapının üzerine gösteri§li bir deri asılır, keçenin üzeri de boya ile yapılmı§ üzüm, ağaç, ku§ ve dört ayaklı hayvanların resimleriyle süslenirdi. Ona göre Kıpçak çadırları oldukça büyük ve geni§ti. Bazı çadırların geni§likleri otuz kadem uzunluğunda olabilirdi. Rubruck, bizzat kendisinin bir evi ta§ıyan bir tek arabaya yirmi iki öküzün ko§ulmasını gördüğünü belirtiyor. O, ara­ banın dingilinin tıpkı bir gemi direği gibi büyük olduğunu, arahacı olarak tek bir ki§inin arabadaki evin önünde oturup öküzleri sürdüğünü naklediyor. Bunların dışında Kıpçakla­ rın çadırın önünde küçük bir kapı yaptıkları, bunu da siyah bir keçe ile kapladıkları, yağmur sızmaması için de üzerini iç yağı veya koyun sütü ile sıvadıkları kaydediliyor. Yine Rubruck'a göre keçenin üstü resimler veya işlemeler ile süs­ lenir, öküzler ve develerle çekilen araba çadırları birbirine birer iple bağlanırdı. 96 1334 yılında De§t-i Kıpçak'ı gezen İbn Batuta'nın da Kıpçaklarda yaygın olan ev arabaları hakkında §U bilgileri verdiği görülüyor.

"Deşt-i Kıpçak'da üzerinde seyahat yapılan araçlara 'ara­ ba' adı verilir. Kıpçak Türklerinde yaygın olan bu arabalann her birinin dört tane tekerleği vardır. Bu arabalarda koşum hayvanı olarak at, öküz ve bazen de deve kullarulır. Araba üzerinde, üstü bir kubbeye benzeyen ağaç çubuktarla yapılmış, i�ce deri kayışlarla bağlanmış, bir çadır veya yurt bulunur. Ko­ l��lıkla taşınan bu ywtlann üzeri keçe veya bezle kaplanmıştır. çadıriann (yurt) kafesli pencereleri bulunur. Bu pencereler­ n dışandakiler içeriyi göremez ama içeridekiler dışanyı göre­ irler. Konaklarda arabalann üzerindeki bu çadırlar aşağı in­ dirilir ve konak yerine yerleştirilir. "91

a

Her üç seyyahın da gözlemlerine balaldığı zaman, fark­ lı dönemlerde değişik ki§iler tarafından Deşt-i Kıpçak'a ya­ pılan seyahat sonucunda verilen bilgilerin temelde birbirine benzediklerini görüyoruz. Çadır, çadırın özellikleri ve çadır •

'17

Ögel, Türk Kültür Tarihine Girq, VII, s. 353-356. Parmaksızoğlu, (çev), İbn Batuta Seyahatnamesinden Seçme/er, s. 70-71 ; Ögel, Türk Külliir Tarihine Girq, VII, s. 357-359; Safran, s. 1 12-1 13.


194 / KlPÇAK TÜRKLERİ

hayatı konusunda verilen bu bilgiler, konunun doğruluğunu göstermesi bakımından önemli olup yoruma ve izaha ihtiyaç yoktur. Çadırın göçebe hayat tarzı yaşayan Kıpçak Türkleri­ nin her türlü barınma, yaşama ve göç etme vs, gibi ihtiyaçla­ rına cevap verebilecek özelliklerde yapılıp tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Kıpçaklarda olduğu gibi diğer göçebe Türk kavimlerinde çadır, bazen otağ, bazen bir saray, bazen de bir ordugah olarak Türk kültüründe önemli bir yer tutar. Türk hanları ve alpleri için mezarlar üzerine dikilen heykeller vardır ki bunlara "sın", "sıntaş", "taşnine" ve ''bal­ bal" ismi verilmektedir.98 Balbal dikme adeti VII. yüzyılda Bul§ar Türkleri tarafından Balkaniara kadar götürülmü§­ tür. 9 Rubrouck, XIII. yüzyılda Deşt-i Kıpçak'ta yaşayan Kıpçak Türkleri arasında mezar üzerine "balbal" yapma ge­ leneğinin yaygın olduğunu belirtmektedir. 1 00 Mezarlar üze­ rine yapılan bu ''balbal"ların başlarında serpuşlar, kulakla­ rında küpeler, ellerinde silahlar bulunurdu. Ayrıca heykel­ lerio kemerleri de dikkate değer niteliktedir. Bu kemer- ku­ şakların çoğu dört köşeli madeni Ievhacıklardan yapılmıştır. Balbalların kuşaklarında ufak eşya (çakmak-kav-muska) ta­ şımak için bir kese bağlanmıştır. Bazı balbalların bir eline 101 testiye benzer bir kap yapıldığı anlaşılmaktadır. Balballa­ 102 no yüzünün doğuya dönük olduğu kaydedilmektedir. 98

W. Barthold, "Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Da­ ir", (çev: A.K. İ nan), Belleten, sa: 43, Ankara, 1947, s.SlS-518. 99 Geza Feher, "Türko-Bulgar, Macar ve Bunlara Akraba Olan Milletierin Kültürü. Türk Kültürünün Avrupa'ya Tesiri", Ikinci Türk Tarih Kongresi (1937), İ stanbul, 1943, s.302; Ögel, İslômiyetten Önce Türk Külıür Tarihi, s. 260-265; Kafesoğlu, ''Türk Bulgarlarının Tarih ve Kültürüne Kısa Bir Bakış", G.D.A.A.D, sa: 1 0-1 1; İ stanbul, 1983, s. 1 15-1 16. 100 A.D. Graç, "Tuvada Eski Türk Heykelleri" (Tanıtma), Türk Kültürü, a: 47, Ankara, 1966, s. 1 076; İ lhami Durmuş, Iskiller (Saka/ar), Ankara, 1993, s. 56. 101 Graç, "Tuvada Eski Türk Heykelleri", Türk Kültürü, sa: 47, s. 1076; Fah­ rettin Kırzıoğlu, "Khazarlar'ın Borçalı ve Kazak Boyları'ndan Oluşan Karapapaklar'da Çağımızda İ nsan Heykeli Kabirtaşı Yapma Geleneği", Türk Kültürü, Araştımıalan (Ayn Basım), Ankara, 1995, s. 230. 102 Yakubovskiy, Altınordu ve Çöküşü, s. 13-14.


KlPÇAK TÜRKLERİ t ı95

XIII.

yüzyılda Kıpçak Memlfıklerin önderliğinde kuru­

Jan Mısır Türk Sultanlığı döneminde de önemli eserler yap­

tınldığı ve bunların bayındırlık açısından bu gün bile kendi­ lerini hissettirdikleri görülmektedir. Kahire'de bulunan ya­

pılann çoğu Memlfıkler devrinden kalmadır. Bu eserler ara­

sında ön planda türbeleri görüyoruz.

Memlfıklere kadar yapılan binalar, daha çok İran üslfı­

bunda yapılırken bu devir türbeleri yüksek kubbeleriyle,

Türk üslubunun Mısır'a girdiğini gösterir. Türk üslubu sa­ dece türbelerde değil, camilerde de etkisini göstermiştir.

Genellikle milırabın etrafındaki süslemeler Türk tarzı oldu­

ğu gibi, yapıların

ön tarafları da Anadolu Selçuklulan yapı­

ları örnek alınarak yapılmıştır. Gerçi mimarlık üslfıbu,

Memlfıkler zamanında aynı kalmadı. Fakat türbeler daima aynı biçimi korudu. Bunların Sultan Kalavun'dan sonra ya­

pıların "el-Mukattan" dağından getirilen sağlam kesme taş­

larla, Kuzey Mısır'dan temin edilen portir ve granit ta.§ların­

dan yapılmaya başlandığı anlaşılıyor. Bu taşlar sert ve daya­ nıklı olduklarından, eserler varlıklarını günümüze kadar ko­ ruyabilmiştir. Memlfıklerin

türbe, cami

ve sarayın yanı sıra

Moğollara karşı büyük şehirlerin kale ve surlarını tamamen

,.

yeniden yaptıkları belirtiliyor. Bunlara Kahire, Şam ve Ha­ Jep kaleleri en iyi örneklik teşkil eder.103

Tür leri

Aralarında Kıpçak Türklerinin yoğun bulunduğu Kınm erinin de (Kırım Tatarlan), Türkistan ile Anadolu

erinin ve Müslüman Arapların mimari tarzlarının etki­

ltında kalmalarına rağmen, kendilen·ne mahsus sanat

eserl ri meydana getirdikleri görülüyor. Bunlar arasında GÖ eve'de Mimar Sinan tarafından yapılan cami, Ke­ . fe'deki büyük cami ve Bahçesaray'daki han saraylarını saya­ biliriz. Gözleve'deki cami, müstahkem kaleler ve mazgallı

kulelerle çevrilmiş on dört kubbe ve minareden oluşmakta­

dır. Yine Kefe'deki cami en güzel sanat eserlerindendir.104 10]

Oktay Aslanapa, Türk Santllı, İstanbul, 1989, lüffllln Türk Devletleri, s. 140-141. 1 04 Ülküsal, "Kı nm Türkleri", T.D.E.K, s. ı 145.

s.

96-100; Uluçay, İlk Müs­


196 1 KIPÇAK TÜRKLERI

E-Ekonomik Durum Gerek Karadeniz kuzeyi Kıpçak sahasında gerekse Mı­ sır Memlılk döneminde tedavülde olan paranın ne olduğu­ nu, aynı dönemlerde kom§u ülkelerde kullanılan paralar hakkında bilgi edinmek suretiyle öğrenmek mümkün olabi­ lir. Türklerin İslamiyeti kabul döneminden itibaren, gü­ mü§ para yani dirhem "akça" olarak, altın para da "dinar" olarak isimlendiriliyordu. Orta Asya'da İdil Bulgarları ve Hazarların ticarette deri para kullandıkları belirtiliyor. XI. asırda Uygur hanlarının kumaş parçaları üzerine mühür ba­ sarak tedavülde kağıt para gibi kullandıkları naklediliyor. Kefe-Tebriz ticaretinin Kıpçaklar dönernindeki canlılığı göz önüne alınırsa İlhanlı başkentinde uygulanan para politika­ sının Kıpçakları etkilemediği düşünülemez. 105 Codex Cumanicus da geçen "acca" 106 (akça) tabiri muh­ temelen dirhem deni1en gümüş para için kullanılmaktadır. Bu noktadan hareketle Karadeniz kuzeyindeki Kıpçakların diğer Türk ellerinde kullanılan dirhem ve altın para "dinar"ı kullandıkları tahmin edilebilir. Kıpçak sahasındaki ticarette önemli bir paydaya sahip olan Cenevizlilerin Kırım'ın Kefe şehrinde bastıkları, ön ta­ rafında Janus'un arka tarafında da Tatar Ham'nın damgası bulunan gümüş sikkelere "asper", altın sikkelere de "livre" denildiği ve ticari önemi haiz Kıpçak �ehirlerinde bu parala­ rın geçerli olduğu belirtilmektedir. 07 Kıpçakların yoğun olarak bulunduğu Mısır Memlılk Sultanhğı'nda esas para biriminin daima dinar oldu�, diğer paraların da ona göre ayarlandığı anl�ılmaktadır. 08 Kıpçaklarca bilinen ve çeşitli yer ve şekillerde kullam­ Ian bazı kıymetli maddelerin b�ında altın 109 gelmekte idi. 1 10 Diğer bir kıymetli maden olan gümüş de para olarak kul­ lanıldığı gibi süs eşyası yapımında da kullanılıyordu. '

10�

Ul6

Safran, s. 1 43-144. Kuun, C. C, s. 91; Grönbech, s. 4.

107 Safran, s. 108

144-145.

D.G.B. I. T, VII, s. 40. 109 Ku un, C. C, s. 96. 1 1° Kuun, C. C, s. 96; Grönbech, s. 127.


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 197

XI-XIV. yüzyıllarda faaliyette bulunan önemli ticaret

yolları içinde Kuman/Kıpçak iskan sahasının önemli bir ye­ re sahip olduğu vurguianmaktadır. Hazarlardan ba§layarak Altınordu devrinin sonuna, ya­

ni VIII. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar Güneydoğu Avru­

pa'nın hayatında önemli rol oynayan

Volga ticaret yolu,

İtil'in Svyatoslav tarafından 965'te tahrip edilmesiyle kıs­ men zarar görmüş ise de, önemini Kıpçaklar döneminde de

sürdürmüştür. ı ı 1

Hazar devletinin merkezinin, Ruslar tarafından imha edilmesinden sonra,

Saksın

bu bölgenin birinci derecede

önemli şehri olmuştur. Volga nehrinin ağzında, bugünkü Ejderhan civarında bulunması muhtemel olan bu şehir Kıp­ çakların bir nevi ba§ şehri idi. Güney Rusya ticaretini elinde tutan Saksın, kuzeydeki Bulgar şehrine rekabet ediyordu. Bu bölgede Kıpçakların diğer önemli bir şehri de

Suğdak

idi. Yakın doğu ve Anadolu ile yapılan bütün ticaret bura­ 112 dan yapılırdı . Görülüyor

ki, Bulgar'ı

Volga yoluyla Saksın'a ve Hazar

ş.ibi

Denizi'ne bağlayan yol tamamıyla Kıpçakların elinde bulu­ nuyordu. Bunlar Hazarların yaptıklan

rinden ve kervanlardan vergi alırlardı . 1

3

ticaret gemile­

Bu yolla Kıpçak

hanlarının büyük gelir sağladıkları anlaşılmaktadır. pçaklar için önemli olan bir diğer ticaret yolu da Kı­ rımadası vasıtasıyla Kıpçaklara gelen dur.

Karadeniz yolu­

rım'a giden bu yol uzun bozkırlar içerisinden geçtiği

için " nemi Volga ticaret yolundan daha az idi. Yine de bu boz r yolunda geniş bir alım satım faaliyeti olurdu. Kırım ile

ir yandan Trabzon bir yandan da istanbul arasında bü­

yük ticaret gerçekleştirilirdi. Rus prenslikleri ile de ticaret

114 kuruı�uştu.

-------

1 1 1 Yakuoovskiy,Altınordu ve Çöküşü, s. 6. ı ı z Ögel, lsllimiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 291; Ayrıca Kıpçaklar ve bölgedeki diğer Türk topluluklarının ticaret için kullandıkları yollar ve bölgenin konumu için bkz. Ahincanov, s. 1 72. m Yakubovskiy, Aitınordu ve Çöküşü, s. 8-9. 1 1 4 Yakubovskiy, Alhnordu ve Çöküşü, s. 9; Öge), lsiOmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 291.


198 f KlPÇAK TÜRKlERİ

XIIL yüzyılda bir yandan Anadolu'nun, Suriye ve Mu­ sul'un Müslüman halkı ile Güney Rusya Kıpçak sakinleri arasında yoğun mübadele faaliyetinin olduğu anlaıjılıyor. Si­ vas'ta bulunan kervanlar buradan Selçuklu Sultanları'nın arazisinden geçerek veya Trabzon yoluyla, Karadenizden Oe§t-i Kıpçak'a varıyordu. Kırım ve Kıpçak halkı da

çoğu

zaman denizi geçerek Anadolu'ya güzel kürklerini götürü­ yorlardı. Eğer Kırım veya Anadolu'da ortaya çıkan bir savaıj olayı bunların ihracını geeiktirecek olsa, bu her iki tarafta gerçek bir §İkayet konusu oluyordu. Aynı asırda bir Kıpçak §ehri olan Suğdak Müslüman ve Avrupalı tüccarların §arkta önemli bir ticaret merkezi idi. Anadolu, Suriye ve Mezopo­ tamya ile De§t-i Kıpçak arasında büyük bir ticari mübadele olduğunu, Sinop'tan gemiye binen Türk tüccarlarının Suğ­ dak'a vardıklarını, pamuklu ve ipekli kuma§lar, baharat gö­ türüp kuzeyden kürk, köle ve cariye aldıklarını kaynaklar­ dan öğreniyoruz.

XIV. yüzyılın ortalarında, Florentinalı bir tüccar olan

Francesso Balducci Pegolotti'nin yazdığı

Mercatura"

"La Pratica della

adlı eserde De§t-i Kıpçak sahasındaki ticari fa­

aliyetler hakkında geni§ bilgiler verilmektedir. Pegolotti'nin kaydettiği Kırım bölgesine dı§arıdan gelen ve buradan diğer ülkelere giden ticari mallar

Codex Cumanicus ta da geçmek­ '

tedir. Buna göre De§t-i Kıpçak sahasında ihraç edilen ticari mallar arasında balahan (§ahin, doğan), baluç (balık), chr­ sak (tilki kürkü), bugday (buğday), teri (deri), bal (bal), tein (sincap kürkü), chaten (keten), arpa (arpa), catlauc (fın­ dık), tari (dan), caman (kimyon), eltiri (kuzu kürkü), cumis (gümü§), balaux (balmumu), börü (kurt pöstekisi), bager (bakır), savsar (sansar kürkü), choy suruchi (koyun derisi), kul (köle), chis (samur) ve cager (§arap) gibi e§yaları say­

mak mümkündür. ııs Bu bölgeden ihraç edilen malların ağırlıklı olarak ziraat, hayvancılık ve avcılığa dayandığı göze çarpmaktadır. Kürke dayalı ihracat maddelı�rinin diğerleri­ ne nazaran daha fazla olduğu gözlenmektedir. 11�

Kuun, C. C, s. 46, 90- 92, 95- 99, 105, 107, 1 12, 125, 1 2S L l l


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 199

De§t-i Kıpçak bölgesinin dışarıdan aldığı mallara gelin­

ce, bunlar genellikle marnuh (pamuk), acitas (§ap), §abur

(sarısabır), charabar (kehribar), corgasin (kur§un), nac (ipekli kum�). yalmas (elmas), fil tisi (fil di§i), raxiana (re­ zene-reçine), grandul (karanfil), nardan (nar), eastana (kes­ tane), ketanj (keten), noghuc (nohut), ghorma (hurma), te­ mir (demir), ingir (incir), sarmisoc (sarımsak), maajun (ma­ cun-ilaç), badarn (badem), caun (kavun), ypar (misk), cha­ geth (kağıt), chonasuj (civa), last (ham ipek), samurut (zümrüt), ypac (ipek), ymsiri (mumya), zeytinyağ (zeytin ya­

V

ğı), ingcu (inci), brinc (pirin •. catifa (kadife), choux (ke­ çe-kilim) ve yung (yün)dür. 1 1 Ithal edilen bu malların bir kısmının transit ticaret yoluyla Kıpçak sahasına geldiği ve bu bölgeden de ba§ka ülkelere nakledildiği gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekir. �ağı Volga Havzası'nı ve Volga ile Dnepr arasındaki bozkır alanlarını işgal eden Kıpçakların Hazarların mirasına konduldan ve Hazarlarda ya�gın olan ziraat ve çiftçilikle 7 Kırım bölgesinde de aynı

uğra§tıkları anla§ılmaktadır. 1

sosyal ve kültürel durum müşahede edilmektedir. Karade­ niz'in kuzey sahasına gelen Kıpçaklar, buralarda çok eski­

den beri yaşamış olan ve birbirlerini takip eden kültür ve medeniyetlerin kalıntılarını benimsemişler ve bazılarını da dev

ettirmişlerdir. Kırım'ın özellikle güney sahillerinin

bahçe "liğe ve sebzeciliğe elveri§li olması da yerleşik hayata geçen amil

Kıpçakların bunları kolaylıkla benimsemelerinde 1 11 lmWjtur. 1 Bunlardan da anJa§ılıyor ki, Deşt-i Kıp­

çak'{n coğrafi yapı itibariyle tarıma elveri§li bölgelerinde ya­

şayan Kıpçakların buralarda ziraatle me§gul oldukları ve ge­ çim kaynaklarından biri olan toprağı hububat, sebzecilik ve meyvecilik ile değerlendirmeye çalıştıklan muhakkaktır.

116

Kuun, C. C, s. 90-98, 106-109, 125-127, 131. Yakubovskiy, Altırwrdu ve Çöküşü, s. 6-7; Kural, "Kazan Hanlığı", D. T.C.F. Dergisi, XII/3-4, s. 240-241 ; Bala, "Kumuklar", J.A , VI, s. 988. 118 Kural, Kanıdeniz'in Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 017.

117


200 1 KıPÇAK TÜRKLERİ

Macaristan'a göç eden Kıpçakların özellikle bahçecilik olmak üzere zirai konularda öncülük ettikleri ve

XV.- XVI.

yüzyıllarda Türklerin bu konularda örnek alındığı kaydedil­ 119 mektedir. Oe§t-i Kıpçak sahasının hayvancılığa müsait tabii bir yapısımn mevcut olduğu bilinmektedir. Tarihin ilk devirle­ rinden beri buralara yoğun bir §ekilde gelen Türk göçebele­ ri için hayvan yeti§tirmeğe müsait bir saha olarak bu bölge­ nin önem arz ettiği muhakkaktır.

IX. ve

X. yüzyıllarda Ha­

zar ve Guzlann bu bölgede feodal §artlara uygun bir §ekilde yüz binlerce büyük ve küçük b� hayvana sahip olarak y�a­ 120 dıkları kaydedilmektedir. Aynı sosyal ya§ayı§ı sürdüren Kıpçakların da zengin bir

hayvancılık kültürüne sahip ol­

dukları kaçımlmazdır. Nitekim

1246

yılında Oe§t-i Kıpçak'tan geçen Plano

Carpini, bozkırlarda ya§ayan Türk ve Moğol unsurlarını an­ latırken, onların at, deve, sığır ve koyun sürülerinin bulun­ duğunu, belki de hayvan bakımından dünyanın en zengin 121 İbn Batuta da bu ko­

insanları olduklarını belirtmektedir.

nuya temas e�erek, zengin otlaklara sahip Oe§t-i Kıpçak sa­ kinlerinin hayret edilecek derecede çok hayvanları bulundu­ ğunu belirtmi§ ve kendi ülkesiyle kıyas yaparak, kendilerin­ deki koyun sayısınca burada at olduğunu, sadece bir Türk'te bile binlerce at olabileceğini, bu nedenle bu memlekette at­ ların fiyatlarının ucuz olduğunu zikretmi§tir. Ayrıca Türkle­ rin atlannı arpa ile beslediklerini belirterek, bunun nedeni­ ni de geni§ otlakların bulunmasına bağlamı§tır. 122

Plano Carpini ve İbn Batuta'nın ifadelerinden De§t-i

Kıpçak'ta büyük çapta

hayvancılık yapıldığı görülmektedir.

Öte yandan Kıpçakların "at"ı sürüler halinde besledikleri ve 119

S. Takats, Macaristan Türk Aleminden Çizgiler, (çev: Sadrettin Kara tay), İstanbul, 1992, s. 202-207. ı :ıo Yakubovski, A/tınordu ve ÇökiqU, s. 13. 11 1 Mustafa Kafalı, Altın Ordu Hanbgmın Kurulıq ve Yükselq Devirleri, İs­ tanbul, 1 976, s. 138. ın Parmaksızoğlu, (çev), ibn Batula Seyahatnamesinden Seçme/er, İstanbul, 1971 ' s. 76-77.


KıPÇAK TÜRKLERİ / 201

bu sürülere diğer Türk illerinde olduğu gibi

13 ''yılkı" 2 dedik­

leri anlaşılıyor. At'ı günlük hayatın birçok bölümünde kulla­ nan Kıpçakların onun sütünden kımız yaparak içtikleri, ay­ rıca spor ve eğlencelerde de attan çe§itli §eki llerde yararlan­ dıkları bildirilmektedir. Kıpçaklar atın dı§ında et, süt, yün ve derisinden fayda­ lanmak için

koyunculuk yaparlar, yine et, süt ve gücünden

yararlanmak için öküz ve inek, yük ta§ıma ve binit olarak kullanmak için de deve beslerlerdi.

124

Kıpçak Türk toplumunun iktisadi hayatında

avcılığın

önemli bir yer tuttuğu anl3.§ılıyor. Kıpçakların aynı yaşantıyı sürdüren diğer Türk topluluklan gibi aviarından hem gıda hem de deri ve kürk elde ettikleri, ayrıca bu avianmaların askeri bir mahiyet de t3.§ıdığı bilinmektedir. Y3.§amakta olduklan coğrafi sahanın av hayvanları ba­ kımından gayet zengin olduğu tahmin olunan bu Türk top­ lumunun bu zenginliği en iyi şekilde değerlenditip iktisadi bir gelir kaynağı olarak "kürk ticareti"ne önem verdikleri ve bu sahada gösterdikleri başarı ile Ortaçağ ticaret dünyasın­ da önemli bir yer işgal ettikleri görülmektedir.

Bütün bunların dışında Kıpçaklar arasında balıkçılık, demircilik, dericilik ve silah imalatçılığı gibi mesleklerin yay­ gın olduğu ve Kıpçak ekonomisine katkı sağladığı anlaşıl­ maktadır.

Jl.l

Vladimirtsov, s. 63; Grönbech, s. 229; Abdülkadir İ nan (çev), Manas M.E.B, Ankara, 1992, s. 70-71. 1 24 Ahincanov, s. 171; Safran, s. 169-173; Vladimirtsov, s. 64-65. Destanı,



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KlPÇAKLARlN DİNİ TARİHİ

A-Geleneksel Türk Dini İçinde Kıpçakların Yeri 1-TANRI iNANCI

Semavi bir Yüce Tann ya inancın genel olarak ilkel top­ lumlarda yaygın olduğu görülmektedir. W. Schmidt, bu va­ kıaya dayanarak, insanlığın dini tarihi içerisinde men§ei bir monoteizmin varlığını bilimsel olarak ispata çalı§mı§tır. Bu toplumlarda bunun dı§ında çe§itli inançların varlığını da ka­ bul etmek gerekir. Varolan bu inançlardan hangisinin di­ ğerlerinden önce veya sonra olu§tuğunu belirtmek de müm·· n değildir. Öte yandan bu inançlar tarihi süreç içerisinde b ı deği§ikliklere uğradığından, bunları men§ei ve saf §ekli alt nda gözlernek ve tesbit etmek imkanımız da bulunma­ m tadır. Tarih öncesi çağlardan beri, Türk kültürü ve dini, özel. e güneyden ve batıdan gelen etkilere maruz kalrnı§tır. Böylece Orta Asya'nın dini kültürü üzerinde Mezopotamya, İran, Çin, Hint, Tibet Lamaizmi, Nesturi Hıristiyanlığı, Mani Dini, İsllimiyet ve Ortodoks Hıristiyanlığının etkisi söz konusu olmWjtur. Bu dı§ etkiye rağmen Türklerin orijinal inanç ya­ pılarında çok deği§ikliğin olmaması kayda değerdir. Her ne kadar tarihe balaldığı zaman Türk dini tarihi ile ilgili bir ta­ kım karma§ıklıklar olsa da orada en eski devirlerden itiba­ ren Tanrı inancının kalıcı bir §ekilde yer tuttuğunu belirt­ mek gerekir. Her §eyden önce bu dini tarih içerisinde bili'


204 / KIPÇAK TÜRKLERİ nebilinen en eski terim "Tann"dır. Çin yıllıkları Hunlann bir Gök Tann 'ya inandıklarını haber veriyor. M.Ö. V. yüzyılda yaıjadığı bilinen Konfüçyüs'ün eserlerinde Tann'yı ifade et­ mek için onun Çince kar§ılığı olan Tien tabirinin kullanıl­ ması Çin'e "Kudretli Varlık" olarak Gök-Tanrı inancını

Türklerin soktuğu görü§leri yaygındır. Buna en büyük delil de ·o dönemin Çin kültüründe "Gök kültü "nün olmayı§ı gös­

terilmektedir. • B u v e buna benzer deliller, Türk din tarihi içerisinde Tanrı inancının eskiliği ve köklülüğünü göstermek bakırnın­ dan oldukça önem ta§ımaktadır aslında, Hunların yanı sıra Tabgaçlar, Göktürkler ve Uygurlar gibi Asya'nın doğu

ucundan Orta-Avrupa'nın içlerine kadar her yerde kendini gösteren bütün Türk topluluklarında Tanrı inancı hep mer­ kezi bir yer almı§tır. Öte yandan men§ei tam olarak biline­ meyen Tanrı kelimesi, çe§itli Türk topluluklarında her böl­

genin fonetik özelliklerine göre Tengri, Tengeri, Tingri, Tan­ 2 n, Tangara Tune Teri , İdi, Ugan, Çalap, Bayat, 3 Türk Tann­ sı, Kün Ay, Kün Tengri, Ay Tengri ve Kün-Ay Tengri 4 gibi §e­

killere bürünmesine rağmen, yine de asli formunu koruya­

rak Türklerin dahil olduklan bütün dini sistemlerde yerini almı§tır. Türklerin Müslüman olmasıyla da bu kelimenin "Allah" anlamında kullanıldığı görülmektedir.

Bazı farklı görü§ler ileri sürüise de Türklerde Tann ke­

limesinin sadece Gök-Tann'yı ifade etmek için kullanılmı§ olduğunu belirtmek gerekir. Esasen Türklerde Gök Tann telakkisinin semavi bir mahiyeti olup, toprakla bir ili§kisinin bulunmadığı; bu inancın yerle§ik kavimlerden ziyade avcı,

çoban ve hayvan besleyici toplurnlara mahsus olduğu, bu nedenle de men§einin Asya bozlarianna bağlanması gerekı Günay-Güngör, Tiirk Din Tarihi, s. 33-35. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, 1976, s.18; Hikmet Tanyu, lslômlıktan Önce Türklerde Tek Tann lnancı, İstanbul, 1986, 1.

l

7-14; Mehmet Aydın "Şamanizmin Eski Türk Dini Hayatı ile İli§kisi", X Türk Tarih Kongresi Bildirileri (Ankara 5-9 Eylül 1990), Il, Ankara,

1994, s. 494. Saadet Çağatay, "Türkçe Dini Terimler", Necati Lügal Amwğan� (TTK) sa: 50, Ankara, 1968, s. 191 vd. 4 Günay- Güngör, Tiirk Din Tarihi, s.37.

3


KlPÇAK TÜRKLERİ / 205

tiği, ara§tırıcılar tarafından umumiyetle kabul edilmektedir. W. Koppers bu inancın eski bozkır kavimlerinin sosyal ve ekonomik hayatları ile sıkı ili§kisini belirttiği gibi Eliade de Gök-Tann inancını Orta ve Kuzey Asya topluluklarının ka­ rakteristik bir sistemi olarak görmektedir. Türk tarih ve kül­ türüne dair arrujtırmaları ile bilinen R. Giraud ise Gök-Tanrı inancını doğrudan doğruya ayırt etmeksizin "Bü­ tün Türk topluluklarının ana kültü" olarak vasıflandırmı§­ tır.5 Biz de Tanrı inancı hakkında bilgi verirken Kıpçakları diğer Türk topluluklarından ayırma gereğini duymadık. Zi­ ra bunu ayırt etmek de kolay değildir. Kıpçaklarda tabiat kuvvetlerine inanma ve diğer kutsallıklar bakımından bazı Türk boylarından farklı inançlar bulunsa da, Gök Tanrı inancının bütün Türk topluluklarındaki inanç siteminin merkezinde yer aldığı a§ikardır. Türklerin yüce ve mücerret bir tanrı anlayı§ına sahip olduklan görülse de ba§langıçta Tanrı'yı yine de gökte te­ lakki ettikleri görülüyor. Nitekim Orhun Kitabeleri'nde "üze kök tengri" terkibinde Tanrı, aynı zamanda gök mana­ sını da muhafaza etmekte idi. Bu sebeple de tekamülcü bir yakla§ımla Türklerde Tanrı dü§üncesinin maddi gök yüzün­ den manada Ulu Varlığa doğru bir geli§rne gösterdiği belir­ tilmi§tir. Hatta Göktürk döneminde, dünyayı kaplayan yer yüzünde her §eyi hükmü altında tutan semanın bozkırlı gö­ zün e Tanrı kabul edilmi§ olabileceği dü§ünülmü§tür.6 Bu nede le de eski Türklerde bir ve büyük Tanrı hakkında va­ zıh b r inanç ve telakkinin mevcut olmadığı öne sürülmܧ­ tür. 7 Anla§ıldığına göre, yazılı belge ve kaynak noksanlığı, ar tırmacıları eski Türk dininde Tanrı inancı konusunda bu tür tereddütlü ve farklı yorumlara sürüklemi§tir. Nitekim bu konu üzerinde uzun süre durup kafa yoran Hikmet Tan­ yu, ara§tırmaları sonucunda konuya açıklık getirmi§tir. Ona göre, "Kök Tengri" teriminde Kök yani Gök Tanrı anlamında değil, ''yücelik" manasında sıfat olarak kullanılmı§tır. Du� İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara, 1980, s.55-56. 6 İbrahim Kafesoğlu, "Kültür ve Teşkilat", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 773; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 38. 7 İnan, Tarihte Ve Bugün Şamanizm, s. 26.


206 / KlPÇAK TÜRKLERİ

rum böyle olunca Gök-Tanrı'dan kendisine tapınılan mavi gök yüzü değil

"Yüce Tann'' anla§ılmalıdır. 8

Özellikle Türklerin imparatorluk dönemlerinden kal­ ma yazıtlarda Gök-Tanrı tüm azameti ile birinci planda yer almakta ve Türk dini her şeyden önce Gök-Tann inancı et­ rafında §ekillenmektedir. Metinlerde Gök- Tanrı, başka ka­ vimlerin semavi ilahlarında görülen ortak özelliklere uygun olarak kudretli ve a§lan, Yüce Tanrı §eklinde kendini göste­

riyor. Bu amaçla kİtabelerde

"üze" yani "aşkın", "kök" yani "semavi" veya ''yüce" ve "küçlü" terimleri yer alıyor. Ebedi artlarnındaki ''bengü" terimine Moğol döneminde rastlanı­

;

yor. Aynı şekilde ''yaratıcı" sıfatı ıa o açık bir biçimde ancak Altay ve Yakutlarda görülüyor. Bu bakımdan da Tann an­

layışında zaman içerisinde Türk topluluklarında belli bir ev­

rimin olduğu dikkat çekiyor. Kitabelerden, dünyanın ve toplumun organizasyonu­

nun ve insanın kaderinin Tanrı'ya bağlı olduğu anlaşılıyor. Bu bakımdan daha Göktürkler döneminde görülen §ekliyle,

Türklerde Gök-Tanrı telakkisinin en azından mefhum ola­ rak yaratıcı ve her §eyi düzenleyen bir tann §eklinde idrak edildiğini belirtmek gerekir. Nitekim böyle olduğu içindir ki, Türklerde siyasi iktidar ve hakimiyet, menşeini Tann'dan

almaktadır. Hakanlan tahta çıkaran, Türklere zafer kazandı­ ran, felaketlerden koruyan Türk Tannsı Gök-Tann'dır.10 Göktürklerin Çin'den ayrılarak müstakil bir devlet kurmala­

n

(680-682 yılları)

Tanrı'nın isteği ile gerçekleşmiştir. Ha­

kan Türklere "Tanrı" tarafından verilmi§tir, fakat halk haka­ nı terk ettiği için, "Tanrı" tarafındarı peri§arılığa sürüklen­ mݧtir. Yani

"Tann" Türk milletinin hayat ve islikitili ile ilgile­ nen bir " Ulu Varlık" durumundadır. Tonyııkuk'a da başarılan

için gereken bilgiyi ihsan eden O'dur. Sava§larda onun ira­

desi ile zafere ula§ılır. Şafak söktüren ve bitkiyi meydana

getiren "Ulu Tanrı'"dır. O hayat verici ve yaratıcıdır.11 8

9 10 11

Tanyu, İslômlıklan Önce Türklerde Tek Tann Inancı, s. tS. Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 39. İnan, Tarihle ve Bugün Şamanimı, s. 26. İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Din� s. 56-57.


KJPÇAK TÜRKLERi 1 2rfT

Bütün bunlardan Türklerin daha geleneksel Türk dini döneminde evrensel ve semavi dinlerin tek tanrı anlayışına yakın özelliklere sahip bir Tann anlayı§ına eri§tikleri sonu­

cuna varmak mümkündür. İnsanlara yol gösteren, onların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve mükafatlandıran bir

"Ulu Varlık�

anlayışı W. Schrnidt'i Türklerin daha Asya

Hunlan döneminde monoteizme doğru gelişmi§ gerçek bir

dine sahip olduklan kanaatine götürmü§tür. (Ona göre o

dönemde Türklerde insan hayatına tesir eden ulu bir varlık mevcuttur ve insanlar tarafından yapılan dua, kurban sun­

ma ve törenlerden kurulu bir din sistemi vardır).12 Kendisi­ ne itaat edilmesi gereken ve koruyucu bir kudret olan

Gök-Tann, aynı zamanda yüksek bir ahlaki karaktere de sa­

hiptir. Özellikle Göktürkler döneminden onun manevi bir

kudret haline yükseldiği anla§ılmaktadır.

X. yüzyılın ilk yarısında Oğuzlan

ziyaret eden İbn Faz­

lan, Oğuzların �bir tanrı" dediklerini haber vermektedir.

Onun naklettiğine göre Türklerden biri zulme uğrar veya

hoşuna gitmeyen bir işle kar§ılaşırsa başını göğe kaldırarak

"bir tann" der ki, bu "bir Allah"

demektir.13 İbn Fazlan'ın bu

müşahedesi bu inancın bu yüzyıllarda da devam ettiğini gös­ termektedir. Aynı müellifin

Başkurt/ann

dini hakkında ver­

diği bilgilerden anlaşıldığına göre bu Türk kavmi, kı§, yaz,

ya

r, rüzgar, ağaçlar, insanlar, hayvanlar, su, gece, gün­

düz, ··ıüm ve hayatın her birinin birer tanrılan olmak üzere

on ik inan

Tann'ya, göktekinin de bunların

en büyüğü

olduğuna

akta idi. Onlara göre gökte bulunan en büyük Tann,

diğ rleri ile anlaşarak hareket eder. Bunlardan her biri di­

ğerinin yaptığına razı olur.14

Öyle anlaşılıyor ki, menşe itibariyle Kıpçaklara daya­

nan veya Kıpçaktarla yüzyıllar boyunca beraber yaşayıp ka­

rışan Başkurtlardaki gökte bulunan en büyük Tann ile Oğuzların "bir tanrı" dedikleri Tanrı, aynı Tanrı'dır. ız 13

14

P. Wilhelm Schmidt, "Eski Türklerin Dini", T.D.E.D, (1964), XIII, (çev: Sadeddin Buluç), İstanbul, 1%5, s. 81-85. İbn Fazlan, Seyahatn4me, (çev: Ramazan Şeşen), istanbul, 1995, s. 35. İbn Fazlan, Seyahatn4me, s. 47; Türk Ansiklopedis� "Başkurt",V, s. 384.


208 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Nitekim Makdisi ve Süryani Mikael gibi yazarlar ile Rubrouck ve P. Carpini gibi Avrupalı seyyahlar De§t-i Kıp­ çak ve diğer Türk bölgelerinde, Tek Tanrı inancına tanıklık ettiklerini bildirmektedirler. Görülüyor ki, gerek Kuman-/Kıpçakların gerek diğer çoğu Türk topluluklarının, dini tarihlerinin belli dönemin­ den itibaren evrensel diniere girdiklerinde kendi Tanrı an­ layı§larını yeni girdikleri dinlerin evrensel Tanrısı ile kolay­ ca özde§le§tirmeleri ve Tann adını yeni dinlerin Tanrısı için de kullanmakta tereddüt göstermemi§ olmaları, onlardaki tek tanrı anlayı§ırun varlığını teyid etmektedir. XIII. yüzyılın sonları XIV. yüzyılın ba§larında ya§ayan Ebu'l-Fida, Takvimü 'l-Büldan adlı eserinde Kumanların yıl­ dızlara yakın ilgi duydukları, onlardan bazı hükümler çıkar­ dıkları ve yıldızlara taptıkları yönünde birtakım bilgiler ver­ mektedir. 1 5 Ancak XIV. yüzyılın ba§ında, yani aynı dönem­ de kaleme alınan ve Türkologlarca Türk dilinin "Divan-ı Lügati t Türk"ten sonra ikinci büyük abidesi olarak görülen "Codex Cumanicus"da yüze yakın yerde Tanrı anlamında kullanılan "Tengri", "Tengeri", "Tengerni" ve "Tengri" kullanıl­ maktadır. 16 Bunların dı§ında Kıpçaklar arasında "Tengrilik", "Tengrilik us" ve "Tengeri sözi" gibi Tanrı ile ilgili kavramla­ rın kullanıldığı anla§ılmaktadır. 17 "Codex Cumanicus"da ge­ çen bu kavramlar, Kıpçaklar arasında da Gök-Tanrı veya Ulu Varlık inancının varlığını en güzel §ekilde ortaya koy­ maktadır. Ebu'I-Fida'nın "Kumanların yıldızlara tapması" §eklinde verdiği bilgiler, onların yıldızları Tann olarak gör­ dükleri §eklinde değil, onları kutsal kabul ederek ululadık­ ları §eklinde anla§ılmalıdır . ' -

., Ebu'I-Fida, İsmail b Muhammed b. Anır, Takvimü'l-BU/dan, (n§r: M. Reinaud), Beyrut, 1840, s.205; Ayrıca Türklerin dini inanı§lan için bkz: Mahmut Doğrusöz, Ilk Dönem lslôm Tarih ve Coğrafyacılanno Göre Türklerin Dini lnafllllan, (VIII·XII. yüzyıl arası), Basılmamış Yüksek Li­ sans Tezi-E.Ü S.B .E Kayseri, 1994. 16 Kuun, C.C, s. 142, 144, 146, 147, 151, 158·167; Grönbech, s. 183-184. 17 Grönbech, s. 183-184. .

,


KJPÇAK TÜRKLERİ / 209

2-KUTSAL KABUL EDİLENLER Yukarıda verilen bilgilerden anlaşılıyor ki, eski Türk

dinindeki

Gök Tann, Aristo felsefesinden tanıdığımız, dün­

yayı bir kere yaratan ve daha sonra bir kenara çekilerek hiç­

bir müdahalede bulunmayan18 bir tür

"Demiurge"

19

değildir.

Aynı zamanda o, Sami kültür ağırlıklı dinlerin Tanrılarında

görülen ve doğrudan doğruya her şeye müdahale eden bir

Tanrı da değildir. Türklerin inandığı Gök Tanrı olaylara doğrudan olmaktan çok dolaylı bir biçimde müdahale edi­

yor görünmektedir. Gücünü ve yetkisini Tanrı'dan alan Ka­

ğan, onun adına ve onunla ahenk içerisinde olmak duru­ mundadır. Ayrıca Türklerde Tanrı, başka bir çok temsilciler

ve aracılar vasıtasıyla da emirlerini ve iradesini insanlara ulaştırabilmektedir. Savaşlar, tabii afetler ve diğer birtakım tabiat olayları, karta! gibi yırtıcı kuşlar, bozkurt gibi hayvan­

lar, semavi ışıklar, mucizevi kutlar ve gökten inen öteki kut­

sal aracılar bu dolaylı tecellilerin tipik örnekleridirler. Türk

mitolojisi ve destanları, Türk din tarihinin bu yönden olduk­

ça zengin ve tipik örneklerle dolup taştığını göstermektedir.

Türeyiş efsaneleri ve onlardaki bozkurt, geyik, ağaç, mağa­

ra... motiflerinin merkezi önemi yahut öteki Türk mitolojile­ rinde kartal ve geyik gibi birtakım hayvanların aynadıkları mu fizevi roller bunu açık bir şekilde izah etmektedir.

!

tİk

ma

ku

20

iğer taraftan dinler tarihi araştırmacıları bize, neoli­

ğdan beri kendini gösteren hakim Gök-Tanrıların za­

a daha dinamik, daha müşahhas ve insana daha yakın yetlerin belirmesine paralel olarak

"deus otiosus"

hali­

ne dönü§melerinin evrensel bir hadise olduğunu ·vurgula­

maktadırlar.21 Buna göre geleneksel Türk din tarihi içerisinıR 19 20 zı

Aristo'nun Tann anlayı§ı için bkz. Aristoteles, Metafızik, (çev: Ahmet Arslan), İstanbul, 1 996, s. 508-512. Dagobert D. Runes (editör}, Dictionnry of Philosophy, New Jersey , 1977, s. 75; Şinasi Gündüz, Din Ve Inanç Sözlüğü, Ankara, 1998, s. 93. Öge!, Türk Mitolojisi, I. Anka ra 1998; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 44-45. M. Eliade, Traite d'Histoire des Religions, Paris, 1974, s. 52-55; Mircea Eliade, Mit/erin Özellikleri, (çev:Sema Rıfat), İstanbul, 1993, s. 92-96; B u konu için ayrı ca bkz: M ircea Eliade, Kutsal ve Din Dışı, Ankara, 1991 , s.

,

100-104.


21 O 1 KJPÇAK TÜRKLERİ

de anla§ılan Gök-Tanrı da bu sürecin tamamen dı§ında kal­ mı§ görünmüyor. Deği§en tarih ve sosyo-kültürel §artların da bunda etkisinin olduğu anla§ılıyor. Bazı ara§tıncılar, ge­ leneksel Türk Din tarihinde Gök-Tanrı'nın dünyaya müda­ heleden uzakla§arak pasifle§rnesini ve böylece "deus otiosus" konumunu almasını, bu tarih içerisinde imparatorlukların kurulması ve dağılması olayıarına bağlı olarak tekrar eden bir süreç olarak görüyor. Örneğin Yakutların Gök-Tanrı'ya tekabül eden "Ürüng Ayı Toyon"u yedinci gökte oturmakta, her §eyi yönetmekte, ama sadece iyilik yapmakta, kötülükle­ re karı§marnaktadır. Aynı §ekilde Altay Türkleri'nde de Gök-Tanrı'nın rnukabili olan "Ülgen" veya "Bay Ülgen" yal­ 22 Öyle anla§ılıyor ki dinini muhafaza

nızca iyilik tanrısıdır.

eden modern Türk topluluklarında Gök-Tann, büyük ölçü­ de bir "deus otiosus" kimliğine bürünrnü§tür .

X.

yüzyılda Ba§kurtları ziyaret eden İbn Fazlan, onla­

rın on iki ilahının yanı sıra, ayrıca bolluk ve bereket ilahı §eklinde idrak edilebilecek olan

"fallus kültü"nden 23 bahset­

mektedir ki, §ayet bu inanç varsa, toprağa ve verimliliğe bağlı olan ve göçebeler için yabancı olduğu bilinen bu kül­ tün men§eini ba§ta Hindu olmak üzere dı§ etkenlerde ara­ mak gerekir. Ba§kurtlardaki on iki Tanrı'nın dı§ında bir de onların üstünde olan Gökte bir ilahın varlığı bilinmektedir

ki2\ bu yukarıda sözünü

ettiğimiz "deus otiosus" konurnun­

daki "Gök-Tanrı" olmalıdır. Kı§, yaz, yağmur, rüzgar, ağaç (orman), hayvan, insan, su, gece, gündüz, ölüm, hayat ve yer

ile ilgili varlıklardan her biri ile ilgili oldukları ifade edilen tanrılar ise, geleneksel Türk dinindeki, "Yer-su"lar ve "ata­ lar kültü"ne müteallik kudsiyetlerin, İbn Fazlan tarafından bir tür politeizrnle karıştınlma ihtimali vardır. Esasen İbn Fazlan'ın bir Türk'ün zulme uğradığı veya sevmediği bir §e­ yi gördüğü zaman ba§ını semaya kaldırıp ''bir Tanrı" dediği­ 25 ni belirtmesi , onun Türkler hakkındaki diğer gözlemleri ile çeli§ki olu§turrnaktadır. 22 21 u

2'

Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 45. Gündüz, Din ve lnallf Sözlüğü, s. 125-126. İbn Fazlan, Seyahatniime, s. 47. İbn Fazlan, Seyahatname, s. 35.


KlPÇAK TÜRKLERi 1 21 1

Nitekim dini inançlarda "uluhiyet" konusundaki ara§tır­ maları ile tanınan W. Schmidt'e göre Gök-Tanrı yalnız ken­

disine itaat edilmesi gereken, koruyucu bir kuvvet olduğu halde, diğer kutsal varlıklar (güneş, ay, yıldızlar, atalar, ve di­

ğer ruhlar) için önemli bir fonksiyon mevcut değildir. 26 Co­ dex Cumanicus da bir çok yerde Tanrı kelimesine rastlan­ ması da

27

'

Kıpçaklarda da durumun böyle olduğunu göster­

mesi bakımından önemlidir.

Çin kaynakları arasında Türk din tarihi açısından en

önemlilerinden biri olan Vey-şu'da, Türklerin �doğu" yönüne hürmet ettiği, Han'ın otağına doğu tarafından girdikleri,

her yıl ecdat mağarasına gidip orada kurban kestikleri, be­

şinci ayın ortasında ınnak kenarına giderek Gök Tann ya

kurban

sundukları ve

-

Bodin-inli

'

adlı dağın zirvesini ziyaret

ettikleri şeklinde bilgiler bulunmaktadır.

VII. yüzyılın ikinci

yarısına ait olan b.ir diğer Çin kaynağında da Türklerin şey­

tanlara ve ruhlara taptıklarından ve "Hu" denilen sihirbazla­ 8 ra hürmet ettiklerinden söz edilmektedir.2 Ayrıca Göktürk­

ler döneminde

VIII.

yüzyılda Orhun nehri kenarına dikil­

miş bulunan kİtabelerde

Tengri, İduk, Yer-Sub ve Umay gibi

2 eski Türk dini ile ilgili temel terimler yer alıyor. 9

Netice itibanyla bütün bu veriler, GökTanrı n ın '

otiosus"

"deus

haline bürünmesine paralel olarak, Kıpçaklar dahil

olmak üzere bütün Türk topluluklarının dini hayatında bazı

� � r kültünün yer aldığını belirtmemize yardımcı olmakta-

far ılıklarla birlikte tabiat güçlerinin kutsallaştırıldığı ve

ata

dır "

j

11

a-Ay ve Güneş Kültü

Türklerin dini tarihleri içerisinde eski dönemlerden iti­ baren tabiatta bir takım güçlerin bulunduğuna inandıklan ve onları kutsallaştırdıkları anlaşılıyor. 26 27

:ıs 29

Schmidt, "Eski Türk Dini", T.D.E.D, XIII, s, 81-85; Kafesoğlu, Eski Türk Din� s. 62-63. Grönbech s. 183-184. Lev Nikolayeviç, Gumilev, "Eski Türk Dini"(Aktaran: Harun Güngör), Türk Kültün'i, sa: 377, Eylül 1994, s. 520. Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 48-49. ,


212/ KIPÇAK TÜRKLERİ

Eberhard, eski Türk dinini, "güne§ ve ay kültlerinden müte§ekkil Türk Gök Dini" §eklinde tanırnlıyor.30 Hunlann güneşe ve aya tapıp onları ululadıklarını yine Çin kaynakları bize haber veriyor. Söz konusu kaynaklara göre Hun tan-bu'sunun her sabah çadırından çıkarak güne§i, geceleri de ayı tazim ettiğinden bahsediliyor?1 Etnolojik ara§tırma­ lar Yakutlarda da bu kültün varlığını kaydetmektedirler. Yakutlar güne§ ve ayı karde§ olarak telakki edip onlara tan­ rısal güçler izafe etmektedirler. Onlara göre kötü ruhlar gü­ ne§ ve ay ile mücadeleye giri§irler, zaman zaman onları ka­ ranlık dünyasına hapsederler. Anla§ılıyor ki güne§ ve ay tu­ tulmasının bu §ekilde meydana geldiğine inanılıyordu. Eski devirlerden beri bu durumlarda bağırıp çağırarak, davul ça­ larak, gürültü çıkararak veya göğe doğru ok yahut silah ata­ rak bir takım davranı§ların sergilenmesi, bu yolla da kötü ruhları korkutup kaçırma inancına dayandığı anla§ılıyor.32 Bu kül te Cengiz Han dönemi Moğonarında da rastlanılmak­ tadır.33 Keza buna Slavla§madan önceki dönemin Bulgarla­ rında, Kırgız/arda, XII. yüzyılda Kimekierde ve Kara Ritay­ Iarda da rastlanması34 bizi bu kültün Kimeklerle iç içe olan Kıpçaklar arasında da olabileceği inancına sürüklemektedir. Günümüzde yapılan bazı ara§tırmalar ay ve güne§ kültünün, tarihte Kıpçak/ann yoğun olarak ra§adığı Gürcistan'ın bazı bölgelerinde hala ya§ıyor olması 5 Kıpçaklar arasında bu kültün varlığını teyid etmektedir.

30 31 32

33 34 35

Eberhard, Çinin Şimal Kom§ulan, s. 93; Mehmet Eröz, Eski Türk Dini ve Alevilik BektOfiJik, İstanbul, ı 992, s. ı 08. Eberhard, Çinin Şimal Kom§ulan, s. 76; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s.

49.

İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 29. Schmidt, "Eski Türk Dini", T.D.E.D, XIII, s. 86. Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 50. Fahrettin Kırzıoğlu, "Gürcistan'da Eski-Türk İnanç ve Geleneklerinin izleri", /. Uluslararası Türk Fo/klor Kongresi Bildiri/eri, IV, Ankara, 1976, s. 156.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 213

b-Yıldızlar ve

Gezegenler Kültü

Güne§ ve ayın yanı sıra yıldızların ve gezegenlerin de es­

ki Türk dininde kutsalla§tırıldıkları anla§ılıyor. Hunlann bir

i§e ba§lamadan önce yıldızların ve ayın durumuna göre ha­ reket ettikleri bildiriliyor. 36 Öte yandan Kırgız/ann Venüs ve Satürn'ü ululadıkları, Mars'ı ise uğursuz saydıkları kaydedi­ liyor. Anla§ılan eski Türklerin çe§itli gök cisimleri arasın­ dan, güne§ ve aydan sonra en fazla kutsal sayıp dini bir an­ lam ve önem verdikleri Venüs yani Zühre (Çoban, Çolpan) veya Sabah yıldızı olmu§tur. Abakanlı Karnların ilahilerinde 7 Solhan veya Ço/pan yıldızı adeta ilahla§tınlmı§tır. 3 Güney Sibirya'da Zühre yıldızı atların ve at sürülerinin koruyucusu olarak görülmekteydi. Türkler arasında Zühre yıldızına at­ fedilen bu kudsiyet ve ona bağlı inançlar, bazı ara§tırıcılar tarafından Hindu akidesiyle irtibatlı olarak görülmü§Se de Hint kültürünün ata yabancı olduğu unutulmamalıdır. XII. ve XIII. yüzyıla gelindiği zaman yıldızların takdis edilip kutsal kabul edilmesinin Kıpçaklar arasında da yaygın olduğu anla§ılmaktadır. Ebu'I-Fida, Kıpçak Türklerinin i§le­ rinin yıldızlarla olduğunu, onlardan hüküm çıkardıklarını ve yıldızlara tapareasma onları ululadıklarını haber vermekte­ 38 dir. Öyle anla§ılıyor ki, Orta Asya'nın göçebe Türk kavim­ Ieliinde en azından miladın ba§langıç yıllanndan itibaren gö�, güne§ ve yıldızlar kültü varlığını göstermeye ba§lamı§­ tı 9 Mahiyeti tam olarak bilinememesine rağmen Kıpçak­ lar arasında da bu inancın varlığı açık bir §ekilde görülmek­ tedir.

d l

c-Yer-Su Kültleri Eski Türklerde, narurist inançlar, Orhun kitabelerinde

"Yer-Sub" tabiri ile ifade edilmektedir. Aynı inanı§a "Yir:16 Eberhard, Çinin Şimal Kofnlulan, s. 51. " İ nan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s . 29. lll Ebu'I-Fida, Takvimü'I·Büldan, s. 205. -•• Jean-Paul Roux, Türlderin ve Moğollann Eski Dini, (çev: Aykut Kazancı­ gil), İ stanbul, 1994, s. 104; Öge!, Türk Mitolojisi, ll, s. 187-207.


214 / KlPÇAK TÜRKiliRi

Suv" §eklinde Uygurlarda da rastlanıyor. Yer-Su'lar "lduk"

yani kutsaldırlar. Göktürk imparatorluğu döneminde Yer-su ruhlannın mahiyetini Orhun Kİtabelerinden anlamak müm­

kündür. Bu durum, kİtabelerde lduk Yer-Sub ( mukaddes

Yer-Su) deyimiyle tipi k bir �ekilde anlatılıyor. Her ne ka­

dar, eski Türk dininde natürist inançların Türklerin hayat

§artları ile fonksiyon el bağlarını tam olarak tesbit etmek mümkün görünmüyorsa da özellikle Yer-Sular söz konusu olduğunda bu kısmen kendini belli etmektedir. Anl3.§ıldığı kadarıyla, dağ, orman, ırmak vs. ile ilgili Yer-su inançlan Türklerde geli§erek "vatan

kültü "ne

dönü§mܧtür. "Eçümiz

apamız tutmı§ yer-sub" (atalarımızın idare ettiği Yer-su) ifa­

desi bunu en güzel §ekilde gösteriyor. Orhun Kitabeleri Yer-su'lardan iki tanesi üzerinde duruyor ki, bunlar Kağan­ lığın merkezi "lduk 6tüken" ve Tamer Suyu'nun kaynağı

"Tamlag ufuk baŞ"tır. Bu mukaddes Yer-su'lar Göktürklerin mukadderatını

belirliyorlardı.

Vatanın

korunmasında

Yer-su ruhlarının rolü Tonyukuk kİtabesinde açık bir §ekil­ de ifade edilmi§tir. Göktürklerin vatanına saldıran dü§man­ larm Tanrı Umay ve Yer-su'ların yardımıyla gafil avianarak 40 bastırıldıklan ifade ediliyor. Göktürkler ve Uygurlarda

Yer-su'lar §eklinde ifade edilen bu inanç, diğer Türk toplu­

luklarında da dağ, su, ırmak, gö� ağaç,

orman

ve

taş-kaya

külteri §eklinde kendini göstermi§tir.

e. a. Datı Kültü

Dikeyliğin

güçlü

simgesi olan dağ, ormanları ile, karla

kaplı oluşu ulaşılmazlığı ve gizemliliği; tepesi göklere varan

ve dolayısıyla onu tutan duru§u ile Türk efsanelerinde önemli bir rol oynamı§tır. Yerdeki herhangi bir toprak dü­ zeyindeki yükseli§i, ovaların bulunduğu bölgelerde basit bir tepe olsa ·dahi büyük anlam ta§ır. En azından yeryüzü çekir­

değinden göğe doğru bir yükseli§i temsil eder ve tırmanmak 40

i nan, Tarihte ve Bııgün Şamanizm, 42-43.

s.

48;

Kafesoğlu, E:rld

Türk Dini,

s.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 215

suretiyle onu Tanrı'ya yakla§tıran bir tür eri§me ifade eder. Dualar oradan daha iyi i§itilir, ölüler de sonsuz ikametgah­ larından, özellikle onu bulamadıkları zaman, daha az uzak­ la§mı§ olurlar. Türklerde Yer-su ruhlarının en önemli temsilcisi dağ­ dır. Esasen Türklerde "dağ kültü", Gök-Tanrı inancıyla ilgili­ dir. Hunlar eski vatanları olan "Yeni-si-§an" yahut "Şan-din-§an" sıradağlarındaki Han-yoan dağında her yıl Gök-Tanrı'ya kurban sunmakta idiler. Ayrıca Gan tsuan­ şan" dağı da Hunların mukaddes dağlarındandı. Hun ba­ kanları Çinle yaptıkları sözle§meleri Hundağı denilen bir da�ın tepesinde kurban keserek içtikleri antla teyit ederler­ di. 1 Eski Türkler muhtemelen dağları göğe yakınlığı sebe­ biyle, kutsal ve Tanrı makamı bilmi�ler ve Gök-Tanrı'ya kurbanlarını hep oralarda sunm�lardır. Orta Asya'da ya§a­ yan bütün Türk kavimlerinde bu ve buna benzer inancın yaygın olduğunu Çin kaynaklan haber vermektedir. Örne­ ğin Kuzey Çin'de kalan Şatolann Budizm'e şirmelerine rağ­ men bu kültü devam ettirdiideri görülüyor. 2 Orta Asya'da dağların adları mukaddes, büyük ata, büyük hakan gibi an­ lamları ifade eden Han Tanrı, Buztagata, lduk art, Kutlağ... gibi isimler ta§ıya gelmi§lerdir. Öte yandan Göktürklerin Bu­ dun İnli, lduk Ötüken, lduk Baş ve Tamag lduk adlı dağları ta dis ederek hepsine birden "lduk Yer-su"dedikleri belirtili­ ya 43 Kaynaklann kaydettiğine göre, eski Türklerde her re­ is v oymağın kendine mahsus bir dağı olduğu gibi boylar­ da kurulan büyük birliklerin de ortak mukaddes dağları b unuyordu. VII. Yüzyılda bütün Türk boyları ve Göktürk i paratorluğuna giren yabancı boylar için Ötüken dağının ve ormanlarının kült olduğu gerek Göktürk ve gerek Uygur yazıtlarından anlaşılmaktadır.44 Etnografik ara§tırmalar günümüz Altay kavimlerinde de "mukaddes dağ" inancının devam ettiğini ve böylece her "

41

-

İnan, Tarihte ve Bugün Şanıanizm, s. 48-49. W. E.berhard, "Şato Türklerinin Kültür Tarihine Dair Notlar", Belleıen, Xl/41, Ankara, 1947, s. 17·18. •> Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi Araştırma/an, Ankara, 1973, s. 30-31. 44 Roux, s. 125; İnan, Tarihte ve Bugün Şanıaniznı, s . 49.

•ı


216 / KlPÇAK TÜRKLERİ

bir boy ve oymağın kutsal dağının bulunduğunu göstermek­ tedir. Roux da bu görü§ü teyid eder bir biçimde §U sonuca varmı§tır: "Kutsal bir dağa sahip olmayan bir Türk veya Mo­ ğol kavminin bulunmasına imkan olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bazı dağlar, kendilerine evrensel bir ün kazandıran bir 45 şöhrete sahiptirler". Özel olarak Kıpçak Türklerinin dağ kültü ve kutsal ka­ bul ettikleri her hangi bir dağ ile ilgili elimizde bir kayıt ol­ masa bile bu Türk kavmini, bütün Türkler arasında yaygın olan dağ kültünün dı§ında dü§ünmek yanlı§ olur. Çünkü Türkler, kutsal dağ inancını göç ettikleri diğer ülkelere ve Anadolu'ya ta§ımı§lar. Hatta bu inançların Müslüman Türkler arasında ya§amaya devam ettiği yapılan çalı§malar­ dan anla§ılmaktadır.46 Aynı §ekilde dağ kültü ile ilgili inanç­ Iann Kıpçakların göç edip, günümüzde yoğun olarak ya§a­ dıkları bölgelerde yaygın bir §ekilde görüldüğünü yapılan ara§tırmalardan öğreniyoruz. Örneğin, IX. yüzyıldan beri İslamiyetİn nüfuzu altına ginni§ olan eski Bulgar toprakla­ rında ya§ayan Kazan Türklerinin (Kazan Tatarlan) "Hoca­ lartav" adındaki dağı kutsal kabul ederek, orada kurban kes­ tikleri belirtiliyor. Onlara göre bu dağı ziyaret, fakirierin haccı olarak kabul edilir. Yine Kazan 1ürkleri, bu dağın yüksek kısmını Arafat Dağı, Kızlar dağı denilen kısmını Ku­ beys Dağı, ba§ka bir tepesini Mina Dağı, pınarını da Zem­ zem olarak telakki ederler.47 Kıpçakların devamı olarak niteleyebileceğimiz Başkurt­ lar arasında da dağ kültünün devam ettiği anla§ılıyor. Ara§­ tırmalara göre, Ba§kurtlar, Altaylılar'ın bütün Altay dağları­ nı takdis ettikleri gibi, Ural dağlarını da mübarek saymakta­ dırlar. Bununla beraber bu silsiledeki bazı dağları da takdis ettikleri görülür. XVIII. yüzyılın ortalannda Ba§kurt ülke­ sinde seyahat eden Lepechin, Ba§kurtlann Tura-Tav adın4.'!

46

Roux, s. 125.

Ahmet Gökbel, "Varsak Türkmenlerinde Yer-Su inancının izleri", Din­ ler Tarihi Aroştınnaları /, (Sempozyum, 08-09 Kasım 1996 Ankara), Din­ ler Tarihi Dernegi Yay, Ankara, 1998, s. 259-261. 4 1 Tanyu, Dinler Tarihi Araştımıalan, s . 32.


KlPÇAK TÜRKLERİ t 2ı7

daki dağı tapareasma takdis ettiklerini, adak adayarak bu dağa çıktıklarını ve bu dağa hakaret edenlerin ba§larına çe­ 48 §itli belalar geldiğine inandıklarını nakletmi§tir. Öte yandan Kırzıoğlu'nun Gürcistan ile Kars bölgesin­ de ya§ayan ve aralarında Kıpçakların yoğun olduğu bölge­ lerde yaptığı ara§tırmalar yine dağ kültü ile ilgili inançların canlılığını koruduğunu göstermektedir. c.

b. Alaç ve Orman KQltü

Geleneksel Türk dini içerisinde, tabiat kuvvetlerine inanma çerçevesinde dağ kültünün yanı sıra "ağaç ve onnan kültü" de önemli bir yer tutmaktadır. Türk boylarının men§eleri hakkında söylenen efsane­ lerde ağacın önemli bir yer tuttuğunu görmekteyiz. Uygur efsanesinde Uygur hakanlarının ağaçtan türedilderinden bahsedilmektedir.49 Dede Korkut kitabında adı geçen bir kahraman (Basat), "atam adını sorarsan kaba ağaç, anam adını sorarsan kağan arslan" diyor. Ayrıca eski Türklerde §amanın, ''Ateş Tann ya §U §ekilde dua ettiğinden bahsedili­ yor: "Ey melikem, ey anam ateş! Sen Hangay ve Gur Hatu Han dağlannın tepesinde biten ak-kavak ağacından yaratıl­ mışsın. Gök yerden aynidığı vakit doğmuşsun. Sen atamız .Ötüken kavminden çıkmışsın Tannlar padişahı tarafından alk olunmuşsun. Anam ateş! Senin baban sert çelik. anan ymak taşı ve cedd-i aldiann ak kavak ağacıdır. "50 Burada çen ak kavak ağacının daha sonra Kırgızlar gibi bazı Türk kavimlerinden takdis edildiği belirtiliyor. Oğuz destanlarında Kıpçak boyunun men§ei hakkında­ ki rivayette de ağaçtan türerne efsanesinin izleri mevcuttur. Bu rivayete göre Oğuz Han bir seferden dönü§ünde, sava§ta ölen bir askerin e§i ağaç kavuğunun içinde bir oğlan doğu''

r., 48

49 !10

Tanyu, Dinler Tan"hi Aroştmnalan, s. 33-34.

Ögel, Türk Mitolojisi, l,.s. 73-92. Korkudun Kitabı, CIV.

Orhan Şaik Gökyay, Dedem

İstanbul,

1973, s. CCX­


ııB / KlPÇAK TÜRKLERİ

rur. Oğuz Han bu çocuğu evlat edinir ve Kıpçak (yani "ağaç kavuğu") adını verir.51

Eski Türklerdeki ağaç kültü ile orman kültünü birbiri­

ne kan§tırmamak gerekir. Ormanlardan uzaklarda olan ve­

ya sık ormanları tanımayan Türklerde ağaç kültünün varlı­

ğını görüyoruz. Çe§itli Türk kavimlerinin farklı ağaçları tak­

dis edip kutsalla§tırdıkları anla§ılıyor. Örneğin bazı Türk

toplulukları arasında çam ve benzeri bir takım ağaçlar kut­

sal olarak görülüyordu. Radloff, İnan, Roux ve Ögel gibi bi­

lim adamları, bütün Altaylı kavimlerde en çok çam ve kayın

ağacının takdis edildiğini, bunlardan sonra da servi ve çınar ağaçlarının kutsalla§tırıldıklannı belirtmektedir ler. 52

Öyle anla§ılıyor ki, eski Türkler arasında ön plana çı­

kan ve kutsal olarak kabul edilen ağaç "kııyın ağacı" olmu§­

tur. Eberhard, Tobaların, kuzey yurtlarından güneye göç ederken, "ta§ ev" içinde göğe, yere ve Hakan'ın soyuna kur­

ban kestiklerini, daha sonra da kayın ağaçları diktiklerini,

bunlardan "tanrılık" ve "kutlu orman" meydana geldiğini be­

lirtiyor.53 Karnların davullan üzerinde güne§, ay, yıldız, §im­

§ek sembollerinin yanında kayın ağacı da yer almakta ve bu

ağaç §aman ayinlerinde önemli bir yer i§gal etmektedir. Al­ layların duaları arasında ona "bay kayın" §eklinde hitap edi­ liyor. Beltirler ve Sagayların, Gök-Tanrı'ya kurbanı kayın ağaçlarının altında sundukları kaydediliyor.

S4

•.

Ote yandan

Yakut Türkleri'nde her bir §aman için bir kayın ağacının bulunduğu, §aman adayı olan gencin hemen bir ağaç diktiği,

ağaç büyüdükçe kendisinin de rütbesinin arttığı, §aman öl­ düğü zaman da ağacın kesildiğine dair bilgiler vardır.55 '1

Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terôkime, s. 238-239; Togan, Oğuz Des­ tanı, "Reşideddin C>guznamesi, Tercüme ve Tahlili", s. 24-26. '2 inan, Tarihte ve Bugün Şamıınizm, s. 64-65; Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menalabnomelerinde lslıim Öncesi Inanç Motifleri, istanbul, 1983, s. 86-87.

" Eberhard, Çinin Şinral Koft1.Jultın, s. 80-81. � inan, Tarihte ve Bugün Şamonizm, s. 64; Aynca kayın agacı için bkz: Ke­ rim Yund, "Türklerin Kutlu Ağacı Kayın (Hu§) Adı Üzerine" Türk Kül­ türü, X/120, Ankara, 1972, s. 1260-1264. '' Ögel, Tiirk Mitolojisi, I,

s.

93.


Kl PÇAK TÜRKLERİ / 219

Netice itibarıyla eski Türklerde ba§ta kayın ağacı ol­ mak üzere çam, servi ve çınar gibi çe§itli ağaçlar kutsal ka­ bul edilmi§tir Oğuz destanlarında men§eleri ağaçtan türerne

efsanesine konu olan Kıpçak Türklerinde de ağaç kültünün yaygın olduğu a§ikardır. Aralarında Kıpçakların yoğun ola­ rak ya§adığı Pomak Türkleri arasında, günümüzde "Akika"

veya "Harkeke" kurbanı diye adlandırılan ve yeni doğmu§

çocuklar için kesilen kurbanların kemiklerinin hiç kırılma­ dan toplanarak bir kayın ağacının altına gömülmesi olayı bu

bölgede kayın ağacının kutsal olarak görüldüğüne dair en güzel delildir. Ayrıca Batı Trakyalı bir Türk'ten nakledilen

§U olay buna en güzel örnektir: "Karaymiş Demircik 'te bili­ yorsun ben imamdım. Şimdi köyümüzü doludan, afetten, gö­ rünür görünmez kaza ve belalardan korumak için her sene bir tören yapanz. Köyün hocaları yaşlılan toplanınz. Küçük kü ­ çük ktiğıtlara ayetler yazarız. Bazılan şekiller de çizerdi. O sıra­ da hepimiz yanımıza birer burgu alırdık ve köyün hududuna giderdik. Orada iki guruba ayrılırdık ve ftrdolayı köyün hudut­ larını gezerdik. Köyün hudutlan boyunca karşılaştığımız �ın ağaç/anna bazen de meşe ağaçlannın gövdesine burguyla bir delik açardık ve o dyetlerin yazılı olduğu ktiğıtçıklan o deliğe sokardık. Kıymıklarla da deliği tıkardık. Fudolayı hudut bo­ yunca bunu bütün kayın ağaç/anna yapardık. Böylece köyü 56 korumaya alındığına inanırdık". Batı Trakyalı

�üzün

rk'ün anlattığı bu olay koruyucu ve merhametli Tanrı'ya tsal kayın ağacı vasıtasıyla ula§mak ve onun koruyuculu­

nu dilemek için sarf edilen bir gayreti hatırlatıyor.

Öte yandan Kıpçaktarla yakın ilgisi bulunan ve daima iç içe }'3§3ffit§ olan Başkurt, Kazan Türkleri ve Kılzaklarda da ağaç kültünün yaygın oluğu göze çarpıyor. Ba§kurtlarda ar­ dıç ağacı ile dalları ve kayın ağacı kutsal kabul edilmekte ve bu ağaçlarda izi(ruh)lerin varlığına inanılmaktadır.57 Bazı �

Abdürrahim Dede, "Batı Trakya Türklerinde Eski Türk Dini Şamanizm­ den Kalıntılar", IL Milldlerarası Türk Fo/klor Kongresi Bildiri/eri, IV, An­ kara, 1982, s. 98. � Hikmet Tanyu, "Türklerde A�açla İlgili inançlar", T.F.A. Y, Ankara, 1975, s. 1 32.


220 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

ara§tırmalardan da Ba§kurt, Kazak ve Kırgızların arazide

tek b�ına duran

ulu ve ya§lı çam, kayın, ardıç, servi ve çınar

ağaçlarına adak adadıkları, kurbanlar kestikleri ve birtakım

dualarla onlardan dilekte bulunduklannı öğreniyoruz. Şayet

bu kutsal olarak gördükleri ağaçlar kurumu§ olsalar dahi

onlara dokunulmamakta, adaklar ve kurbanlar sunulmaya

devam edilmektedir.58 Kazan Türkleri arasında da kayın ağa­

cı kutsal olarak kabul edilmekte ve onun kerametine inanıl­ maktadır.59

Eski Türklerde Orman Kültüne gelince, Ötüken or­

manlan'nın (Ötüken yı§) Göktürkler ve Uygurlar dönemin­ de bütün Türklerce mukaddes sayıldığını biliyoruz. İnan'a

göre Orman kültü ilkel toplulukların orman mahsulleriyle

ve avcılıkla geçindikleri devrin hatırasıdır. Zira atçı ve geni§

bozkırlarda çobanlık ile geçinen topluluklarda orman kültü önemini kaybetmi§ ve orman tanrıları kötü ruhlar olarak

görülmü§tür. Bununla beraber hayat şartları ve dini telakkİ­

leri bakımından önemli ölçüde geli§mi§ ve yükselmiş olan bazı topluluklar orman kültünü yeni dinlerine sakınayı ba­

§armı§lardır. Örneğin; İran'da Makii hanlığında yaşayan

Karakoyuolu alevi Türkmenlerde orman kültü

V.

Gordlevs­

ki tarafından tesbit edilmiştir. Bu ormana "Karaoğlan" der­

ler

.60

İnan'ın naklettiğine göre, Gordlevski tarafından tesbit

edilen bu Karakoyunlll ormanı hakkındaki "Karaoğlan" ismi

ve bu konudaki efsane dikkat çekicidir. Anadolu Türkmen­ leri'nin

ayıya "Karaoğlan" dedikleri bilinmektedir. Eski

Türk inançlarına göre ayı orman tanrısı-ruhunun timsalidir,

adı da tabu'dur. Eski Türkler özellikle ormanlarda ayının

adını söylemekten çekinirler. Kıpçaklar ise ayıya "aba" (yani "baba") derlerdi. İnan'a göre "Karaoğlan!" adı da, ayı adının

!S

Ocak, Beklaşi Menakibnamelerinıle İsfQm Öncesi İnanç Motijleri, s. 86-87;

"Aitınmakas 59

60

Kazak

Türkleri'nin Gelenelderi ve İslamiyet'in Etkisi",

Türk Kültürü, XXII/250, s. 124.

Tanyu, "Türlderde Ağaçla İlgili inançlar", T.F.A. Y, s. 1 32. İnan, Tarihle ve Bugün Şamanizm, s. 62.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 221

tabu olduğu eski devirden kalma bir hatıra olması kuvvetle muhtemeldir.61 Son zamanlara kadar avcılıkla geçinin Şor Türkleri'nin de orman ruhlarına çok önem verdikleri kaydediliyor. Şor avcılarının inançlanna göre bu ruhlar avcının temiz ve doğ­ ru sözlü olmasını isterler. Orman kültü, kuzeyli çağda§ avcı kavimlerde de önemli 2 kültlerden biri olarak yll§amaya devam etmektedir. 6 c. c.

Su Kültü

Yer-su teriminden de anla§ıldığı üzere, geleneksel Türk dini içerisinde su, önemli bir dini anlam ve mahiyete bürünmü§ ve bu çerçevede su kaynağı, pınar, ırmak ve göl gibi su ile aliikalı olu§umlar kudsiyet kazanmı§tır. Türk kültür tarihinde "su kültü" ile ilgili en eski kayıtla­ ra göre Hunlar döneminde su, Türler tarafından kutsal ola­ rak kabul ediliyordu.63 Eberhard, Hunların sulara ve ağaçla­ ra kurban kestiklerinden bahsediyor.64 Şato Türkleri'nin ''gök gölü" denilen dağ ba§larındaki kutsal göllere kağıttan yaptıkları deve ve at figürleri atmaları eski devirlerde gölle­ re sunulan . at ve deve kurbanlarının izleri olarak görülebil­ mekte ve bu göllerin kutsal sayıldığı anl<t§ılmaktadır.65 Orhun kİtabelerinin verdiği bilgilere göre VIII. yüzyıl­ d Göktürklerde "yer-su", devletin resmi kültlerinden biri o U§tur.66 Bazı kaynakların Kıpçakları bir kolu olarak gör­ diikieri İrti§ boyunda ya§ayan Kimeklerde, su kültünün yay­ ,gın olduğundan bahsedilmektedir. İslam müelliflerinden

t

61

İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 63. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 39-40. 6.1 Özkul Çobanoğlu, '7ürk Kültür Tarihinde Su Kültü", Türk Kültürü, sa: 361, Mayıs 1993, s. 288 . 64 Eberhard, Çin'in Şimal Kom§ulan, s. 69. 6.' Eberhard, "Şato Türklerinin Kültür Tarihine Dair Notlar", Belleten, XI/41, s. 1 8; Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnanç/anna 62

66

Bağlı Adak Yerleri, Sivas, 1996, s. 18. İnan, Makilleler ve incelemeler, I, s. 491 ; Gökyay, Dedem Korlrudun Kita­ bı, s. ccxcıı.


222 / KlPÇAK TÜRKLERi

Gerdizi, Kimeklerin İrti§ ırmağını büyük saydıklarını ona

tapıp secde ettiklerini ve

"su, Kimekierin tanrısıdır"

dedikle­

rini nakletmektedir . 67 İbnü'I-Fakih'in verdiği bilgiye göre ise Barshan ahalisi buradaki

"lsık-göl"ü

dolaşarak takdis ederlerdi.68 Birfıni de

senede bir törenle

"El-Asarü'l-Bakiye"

adlı eserinde Oğuzların çok bereketli bir

p kayaya tapıp secde ettiklerini kaydetmiştir.6

ınar yanındaki

Orta Asya Türklerinde, Oğuzlarda, Sibirya ve Altayla­

rın Türk topluluklarında suyu, ona tükürerek veya abdest bozarak kirletmek ve hatta bazen onu temizlik aracı olarak

kullanmak yasaktır. Örneğin, İbn Fazlan, O uzlann suyu te­

mizlik için kullanmadıklarından söz eder. 0Çin kaynakları

da Cücenlerin elbiselerini ve ellerini yıkamactıklarını bildiri­

yorlar ki, bunların su kültü ile ilgili olduğu dilijünülmekte. dır. 71 Öte yandan

XI.

yüzyılda

Kıpçak Türkleri

arasında ünlü

bir kahraman olarak bilinen Çora Batır ile ilgili şu rivayet söz konusudur: Bir rivayete göre onun ölümü denizde boğu­

larak vuku bulmuştur. Diğer bir rivayette de bu şahsın gö­

nüllü olarak kendisini ırmağa attığı ve bu şekilde ermiş mer­

tebesine ulaştığından söz edilmektedir.72 Kıpçaklada yakın

ilgisi olan

Başkurt/ar,

bir gölde veya ırmakta ilk kez yıkan­

mak isterlerse giyeceklerinden veya kuşaklarından bir iplik

koparıp suya atarlar. Yine Başkurt geleneklerinde bir kız eve gelin geldiğinin ertesi günü kadınlar tarafından tören

yapılır. Gelin köyün yakınındaki bir ırmağa veya göle götü­ rülerek su geline, gelin de suya gösterilir. Gelin,

kalan, su, analardan kalan su"

''Atalardan

şeklinde bir şeyler söyledik­

ten sonra, gelinin süslerinden bir gümüş koparıp suya atar­

lar ki buna Başkurtlarda "su gösterme" denit.73 Günümüzde 67

İnan, Makaleler ve Incelemeler, I, s. 491. Z.Velidi Togan, "İbnü'I-Fakih'in Türklere Xll/45, Ankara, 1948, s. 14. 69 İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 40. 70 İbn Fazlan, Seyahatname, s. 35.

68

71

Eberhard, Çin'in Şinıal Kom�ulan,

u

İnan, Makaleler ve incelemeler, I, s. 492.

72

s.

100.

Gökyay, Dedem Korkudım Kitabı, s. CCXCII .

Ait

Haberleri",

Belleten,


KIPÇAK TÜRKLERİ 1 223

gerek Anadolu'daki Türk toplulukları gerekse diğer bölge­ lerdeki Türkler arasında §ekil deği§tirerek "su kültü"nün de­ vam ettiğini görmemiz mümkündür. Öyle anla§ılıyor ki, geleneksel Türk dini içerisinde su, her §eyden önce temizlik ve safiyet sembolü olarak kar§ımıza çıkmaktadır. Türkler arasında suya kutsal bir anlam atfedil­ mi§; böylece bir kısım sular Türk din tarihinde "lduk" sayıl­ mı§tır. Verilen bilgiler, Kıpçaklar arasında da "su kültü"nün varlığını ve bu konu ile ilgili çe§itli inançlara sahip oldukla­ rını açık bir §ekilde ortaya koymaktadır. c.

d Toprak, TBf ve Kaya Kültü

"Yer-Su" terimi, dağ, ağaç, ate§ ve suyun yanı sıra top­ rağın ve aynı kategoriye dahil olmak üzere bir kısım taşlar ve kaya/ann da eski Türk dini içerisinde kutsal bir anlam ve öneme sahip olduklarını anlatıyor. Gerçekten de Orhun Ki­ tabeleri'ne bakıldığı zaman "mavi gök" ile "yağız yer"in iki ana kozmik alan olu§turduğu ve birbirlerini tamamladıkları görülür. Ayrıca Gök-Tanrı inancı dolayısıyla göğün bir an­ lamda kutsallık kazanmasının yanı sıra "lduk Yer-sub" teri­ minden de Türklerin yere de bir kutsallık atfettikleri anla§ı­ lıyor. Daha önceki konularda kısmen değindiğimiz gibi, Tarkler lduk olan yerlerin birer "izi"sinin bulunduğuna in�mı§Jardır. Öte yandan bir kısım kİtabelerin de "Yer-Su" te d minden bahsetmeksizin sadece "lduk yer"den söz etme­ leri yerin Türkler arasında kutsal olarak kabul edildiği görü­ §i/nü peki§tirmektedir. Eski Türk dini tarihine bakildığı zaman, lduk sayılan yerlerin Türkler tarafından koruma altına alındığı, oralarda avlanmanın, o yerlerin ağacını ve ormanını kesmenin, mah­ sulünü almanın ve hatta otunu koparınanın yasak olduğu kolaylıkla anla§ılır. Bazı ara§tırıcılar, Türklerde Gök'e kar§ı Yer'in ba§langıçtan itibaren başlı başına bir uluhiyet olu§­ turduğunu . ileri sürmüşlerse de eski Türk inancında "lduk Yer" telakkisinin ötesinde Yer'in uluhiyet derecesine yük­ seltilip Tanrı mesabesinde görülmesinin yanlı§ olacağı ka-


224 / KıPÇAK TÜRKLERI

naati hakimdir. Keza, kİtabelerde geçen Umay'ı da yerle ka­

rı§tırmamak gerekir. Umay'ın eski Türklerde bir

tür

koru­

yucu ruh olduğu ve özellikle de çocukların ve küçüklerin 74 hamisi §eklinde dü§ünüldüğü anl�ılıyor. Eski Türklerde birtakım taş ve kayaların da kutsal ola­

rak görüldüğü kaydediliyor. Türk kavimlerinden çok eski

devirlerden beri yaygın bir inanca göre, Tanrı Türklerin

cedd-i alasına yada (yahut cada, yat) denilen sihirli bir ta§

armağan etmi§tir ki, bununla istediği zaman yağmur, kar,

dolu yağdırır ve fırtına çıkarırdı. Bu yağmur ta§ı çe§itli Türk

lehçelerinde her lehçenin fonetik özelliklerine göre, muhte­

lif §ekillerde ifade olunur. Yakutça'da sata, Altayca'da ca ­ da, Kıpçak grubuna giren lehçelerde ise cay §eklinde söyle•

mr.

15

Ta§ların kutsallığına sadece Türklerde rastlanmamak­

tadır. İlkel inançlarda, bazı ta§ların kurban takdiminde özel bir kutsal mevki aldıkları bildiriliyor. Onlar ta§ın içinde bir kuvvet kaynağı, bir ruh, bir mana olduğuna inanıyorlar.

Animizm inancında ölümden sonra ruhların ikamet ettiğine 76 inanılan çe§itli yerlerden birisi de ta§tır. Yahudilik ve Hı­

·

ristiyanlığa baktığımız zaman da ta§ kültünün varlığını açık..

..

..

ça goruruz.

77

İnan, Türklerde sihirli ta§ hakkındaki ilk bilgiye Çin

kaynaklarında rastlandığını belirtiyor. Türklerin kullandığı bu sihirli ta§, İslam kaynaklarında geçmektedir.

''yağmur taşı"

§eklinde

XI-XIII. yüzyıllarda Kıpçak/ann hem siyaseten hem de

nüfus itibarıyla yoğun olarak bulundukları Karadeniz kuze­

yindeki bölgelerde Türkler arasında ta§la yağmur yağdırma­ 78 nın yaygın olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yada ta§ı . haricinde Orta Asya'da ve Türklerin ya§adığı diğer bölge- ·

74 Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 58. 7·' İnan, Tarihle ve Bugün Şamanizm, s.160; "Yada taşı" konusunda genit , bilgi için bkz: Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla ilgili inançlar, Ankara, 1987. 76 Annamarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955, s. 9,12; Tan­ yu, Türklerde Taşla Ilgili inançlar, s. 24. 77 Tanyu, Türklerde Taşla İlgili inançlar, s. 28-37. 78 Roux, s. 80; Tanyı.ı, Türklerde Taşla . . . s. 56-59.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 22S

lerde bir çok adak yerlerinin ta§ yığınlanndan olWjtuğu,

özellikle dağ geçitlerinden ve dağ bellerinden geçen yolcu­ ların buralarda bir kazaya, bir felakete uğramamak için yol

ve geçit iyeleri (ruhları)nin gönüllerini ho§ etmek amacıyla bir ta§ parçasını oraya bırakıp gittikleri kaydediliyor.79

Ara§tırmalar neticesinde Kıpçak mezarları üzerinde

yoğun olarak görülen ve diğer bir kısım Türk toplulukları

arasında da yaygın olan trujlardan yapılmı§

Türklerin kutsallık atfettikleri zikrediliyor. Uygurların ünlü "Kut

Oğuzların çok bereketli bir

Dağı"

balbaliara

da

efsanesi80 ve Binini'nin

ınann yanındaki kayayı ulula­ F dıkları, §eklinde verdiği bilgi 1 Türkler arasında kaya kültü­

nün varlığına dair en güzel i§arettir. c. e.

Ate11 Kültü

Geleneksel Türk dininde tabii kudretlerden olan

kültü

ateş

çok önemli bir yer tutar. Türkler, öteden beri ate§e

saygı gösterir, onda kutsal ve temizleyici bir güç olduğuna

inanırlar. Altaylılar ve Yakutlar ate§teki, bu kutsal ve terniz­

leyici güç ya da ruha "ot izi" (ate§ sahibi) adını vermektedir­

ler.

l.

Moğol §amanizmi üzerinde ilk ara§tırmalan ile tanınan

Qanzarov ate§ kültünün Moğollara Türklerden geçtiğini id­

l l

d a etmi§tir. Buna delil olarak Moğolca'da ate§e "gal'' denil­ d ği halde ate§ Tanrısına "Ot" denildiğini gösterrni§tir.82

1

Türkler arasında ate§in

gökten indiği

inancı yaygındır.

/ Bilhassa kötülüklerinden §Üphe edilenler için ate§, Türkler­ de bir

temizleme aracı olarak dü§ünülmekte idi.

Örneğin bir

kısım Türk topluluklarında ava çıkmadan önce, yakılan ate­

§in üzerinden atlamak suretiyle veya tütsüleme yoluyla elbi­

selerini ve silahlarını temizleme adeti mevcuttu. Özellikle 79 80 81

82

Yaşar Kalafat, Doğu Atuıdolu'do Eski Türk lnatıflannm Izleri, Ankara 1990, s. 39. Ocak, Bekıflji Menakıbnamelerinde... , s. 79. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 40. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 42.


226/ KıPÇAK TÜRKLERİ

kadınların, adet görme veya doğum sonrası dönemlerinde av silah ve araç-gereçlerine dokunmaları, mutlaka ate§le te­

mizlemeyi gerektiriyordu.83

Kötülükleri ortadan kaldırma gayesiyle ate§le temizle­

me uygulamasının Batı Göktürklerinde varlığından bahse­

dilmektedir. VI. yüzyılda Göktürklerin ülkesine gelen Bi­

zans elçisi Zeınarque ve elçilik heyeti hakanın huzuruna çıkmadan önce yanmakta olan ate§in etrafında döndürül­ mü§ler ve böylece kötülüklerden arınmı§ bir vaziyette Ha­ kanın yanına alınmı§lardır. Orta Çağ'ın Avrupalı seyyahları,

bu tip uygulamaların Moğollar döneminde de devam ettiği­

ni h9ber veriyorlar. Örneğin Plano Carpini, Batu'nun sara­ yına vardığında, kendisiyle beraber gelebilecek kötülükleri ortadan kaldırmak için iki ate§ arasından geçmesi istenmi§­ tir. Plano Carpini'ye göre Türkler her §eyin ate§le arındırıl­

dığına inanıyorlardı. Dolayısıyla, elçilerin, prensierin veya

herhangi bir yabancı ki§inin gelmesi durumunda, bu ki§ile­ rin ve getirdikleri hediyelerin tehlikeli olması, onların büyü

yapmaları veya zehir getirmeleri yahut herhangi bir kötülük yapmaları ihtimaline kar§ı, arınmalarını sağlamak için iki ate§ arasından geçirilmeleri sağlanırdı. 84

Türklerde ate§e bakıp kehanet etmenin çok eski bir ge­

lenek olduğu anla§ılıyor. A. İnan, Arap kaynaklarına daya­

narak bu konuda §U bilgileri vermektedir: "Türklerin büyük hükümdarlannın muayyen bir günü vardır ki, o gün kendisi için büyük bir ateş yakılır. Bu ateşe kurban sunulur ve dualar okunur. Bu ateşin üzerinde büyük alevler yükselir. Bu alev ye­ .şilimsi renkte olursa bereketli yağmur ve iyi mahsul olacaktır; kınnızı renkte olursa savaş olacaktır; san olursa hastalık ve salgın olacaktır; siyah olursa hükümdann ölümünü yahut uzak yolculuğu gösterir".85 Türk toplulukları arasında yaygın olarak uygulanmadı­

ğı anla§ılıyorsa da eskiden bazı Türk kavimlerinin öldükten sonra cesetleri yakıp kül haline getirdiklerine dair bilgiler var-

Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 55. Roux, s. 185-186. 8� İnan, Tarihte ve Bugün Şamonizm, s. 67. 83

84


KlPÇAK TüRKLERİ / 127

dır. Öyle anla§ılıyor ki , cesetlerin yakılmasındaki maksat

ateşin her §eyi temizleyeceği inancıdır. Türkler böyle bir ha­

reketi yapmakla

ölenlerin ruhlannın kötülüklerden kurtulaca­

ğma ve kötü ruhların ondan uzaklaşıp kaçacağına inanıyor­ lardı. Bu inancın

Göktürk, Hazar, Kırgız, Kuman ve Tuna Bulgar Türkleri arasında yaygın olduğu kaydedilmektedir.86

Eski Türkler ateşi kötülüklerden koruyucu ve temizle­ yici olarak gördükleri için ona karşı saygısızlığı hoş karşıla­ madıkları gibi gerekirse bu işi yapanları cezalandırmışlardır.

Türkler arasında ateşi sert şeylerle kanştınp incitmenin, su ile söndürmehin, ona tükürmenin, onunla oynamanın ve ona kö­ tü söz söylemenin i karşılanmayıp saygısızlık göstergesi ol­

duğu kaydedilİyor.

l}

Gerek ateş vasıtasıyla kötü ruhlardan temizlenme uy­

gulaması, gerek ateşle ilgili diğer birtakım inançlann, Türk­ lerin eski inançlarını bırakarak girdikleri yeni dinleri içeri­

sinde de devam ettirildiğine şahit olunmaktadır. Örneğin Başkurtlar ve Kazaklar islamı kabul etmelerine rağmen, has­ talan kötü ruhlardan temizlemek amacıyla

"alaslama" uygu­

laması yapmaktadırlar. Ateş yoluyla temizlemenin ve böyle­

ce ateşe kutsal ve temizleyici bir anlam ve önem atfetme uy­

gulamasının tipik bir örneğini de yine Türkler arasında ol­ d ça yaygın olan, hastalan, evleri, ölüleri "tütsü/erne" uygu­

la

asında bulmaktayız. Daha önce bahsettiğimiz üzere Kıpçakların aralannda

yo un olarak bulunduğu Dobruca'daki

Kınm Türkleri (Kı­

mn Tatarları) hakkında yapılan bir araştırma, bu bölgedeki

Türkler arasında da ateş kültünün değişik şekillere bürüne­ rek devam ettiğini göstermektedir. Buradaki Türkler ara­ sındaki "şamanlatmak" veya ''şam at/atmak" geleneğine göre,

burada yaşayan Türk aileleri, sadece ilkbaharda, bilhassa

Hıristiyanların Paşte (Paskalya) adını verdikleri yortu günü sabahleyin bütün aile üyeleri evin avlusunun belirli bir ye­

rinde yakılan ateşin üstünden atlar. Bu işi yaparken de

"avurluğum yavurga, cengilliğim özüme" derler. Bunun anla-

86

87

Kalafat, Doğu Anadolu'da ... , s. 52.

Ögel Türlc Milolojisi, ll, s. 519-520.


228 / KlPÇAK TÜRKLERİ

mı §Udur: "Bütün hastalıklarım ve kırıntılarım gavurlara git­ sin, sağlamlık ve saadet kendime kalsın". Ate§ kültünün iz1erine Dobruca'daki Kırım Türkle­ ri'nin yas törenlerinde de rastlamak mümkündür. (Genel olarak bu törenler İslami usullere göre yapılmaktadır.) Ör­ neğin cenazenin yıkandığı yer (köylerde) çevrelenir ve kırk güne kadar, her ak§am bu yerde küçük bir mum yanar. Merhumun ocağında ise yedinci gününe kadar sürekli ola­ rak büyük mum yakılır. Kınm Türklerine göre ölen bir kim­ senin ruhu, cenazesinin yıkandığı yeri kırk güne kadar, oca­ ğını ise yedi güne kadar zaman zaman dola§maktadır.88 Eski Türklerde var olan ate§ kültünün bir devamına da Batı Trakya'da bulunan Pomak Türkleri arasında rastlamak mümkündür. Yi,ne burada yapılan çah§malar bize, buradaki Türkler arasında"'da bu kültün deği§ik §ekillere bürünmü� halde canlılığını koruduğunu göstermektedir. 89 Ate§ kültü konusunda aktarmaya çalı§tığımız bu bilgi­ ler bize bu kültün diğer Türk toplulukları arasında oldl!ğu gibi Kıpçaklar arasında da yaygın olduğunu açık bir §ekilde göstermektedir. Öte yandan Türklerde ate§ kültünün "aile ocağı kültü" · ile yakından alakah bulunu§u da kayda değerdir. Aile ocağı, kültü ise büyük ihtimalle atalar kültü ile alakah olup orada değerlendirilmesi daha doğru olur kanaatindeyiz. Son olarak §Unu da belirtmek gerekir ki, bazı ara§tır­ macılar, Türk din tarihi içerisinde ate§in mahiyetini iyice, anlayamadan onu Mazdeizm'e dayandırmak istemi§lerdir. Oysa Türklerdeki ate§ kültünün Mazdeizm ile bir ilgisi bu-. lunmamaktadır. Çünkü ortada ciddi bir fonksiyon farklıla§· ması söz konusudur. Gumılev'in de dediği gibi Zerdi4tlükıf 88

Mehmet Naci Önal, Romanya-Dobruca Türkleri, Ankara, 1998, s. 252·vd; Ekrem, "Şamanlı� n ve Eski Türk Kültürünün Dobruca'daki Kınm Türkleri Folktorunda izleri", /. Uluslararası Türk Fo/klor Kongresi Bildiri­ leri, I, s. 1 1 1-1 13; Aynı yazar, "Dobruca'daki Tatar Türklerinde Nevnıa Gelenegi", Bilig, sa: 8, Kı� 1999 89 Dede, "Batı Trakya Türklerinde Eski Türk Dini Şamanizmden Kalıı:ib­ lar", JJ. MiUetlerarası Türk Fo/klor Kongresi Büdirileri, IV, s. 99-103.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 229

ateş tapınmanın objesini olWjtururken, Türklerde o her şeyden önce temizlenme vasıtasıdır.90 d-Atalar Kiiltıi Geleneksel Türk dini tarihinin en önemli unsurlann­

dan birini de ölmü§ ataları ta'zim ve onlar için kurbanlar

sunma inanç ve adeti olu§turmaktadır. Aslında atalar kültü,

tıpkı tabiat güçlerine inanma yani natürizm gibi dinler tarihi

içerisinde çok çe§itli toplumlarda görülen bir vakıadır. Hat­

ta bazı din ara§tırmacıları onu dinin kaynağı §eklinde gör­

mek istemi§lerdir.91 Genel kanaat, Atalar kültünün özellikle

patnarkal aile tipinin hakim olduğu toplumlarda görülen bir dini vakıa olduğudur. Buna göre ölen ataların ve özellik­

le babalann ruhlarının geride kalanlara iyilik ya da kötülük­

lerinin dokunabileceği inancı ve onlara kar§ı duyulan min­

net hissi, atalar kültünün temelini olu§turmaktadır. Burada

§Unu da belirtelim ki, atalar kültünde ölen her atanın ruhu

ve dolayısıyla da mezar kült konusu olmamakta, sadece say­

gı değer olanlar buna eri§mektedirler.92 Bu anlamda ölüler kültü ile atalar kültünü birbirinden ayırmak gerekir. \

Eski Türklerde atalara kar§ı saygı duyulur, sözlerine

kulak verilir ve tecrübelerinden yararlanılırdı. Aile düzenin­

* ata/baba, otoriteyi, gücü ve koruyuculuğu ile soyun ço­

�almasını ve büyümesini sağlardı. Devlet hayatında babanın

rolünü Kağan yüklenirdi. Nitekim Bengü Ta§ kitabelerinde, Kağanların

az milleti çok, aç milleti tok etmek için gece

gündüz durmadan çalı§tıklarından bahsedilmektedir.93

Türkler, insanı beden ve tın §eklinde dü§ünüyordu. İn­

sanın bedeni ölünce "tın" yani ata ruhu ya§amaya devam

ediyordu. O çoğu zaman aile üyelerinin yardımına yeni biçi­

miyle de ko§uyordu. Bu sebeple eski Türkler, hayatta oldu90

Gumılev, s. 531 . Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara, 1997, 28-29; Şaban Kuzgun, Dinler Tarihi Der:sleri, Kayseri, 1993, s. 37-38. 92 Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s.46; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 59. 9J Kalafat, Doğu Aruıdolu'da , s. 57. 91

..

s.


2301 KlPÇAK TÜRKLERI

gibi, ölümden sonra da onlan kızdırmaya ve onların öf­ 114 kesini üzerlerine çekmeye korkarlardı. Bu nedenle onları

ğu

memnun edip yardımlarını alabilmek için bazı işler yapma­ ya çalı§ırlardı. Ara§tırmalara göre hemen hemen bütün Kuzey ve Or­

ta Asya Türk kavimlerinde bulunduğu anla§ılan ve ata erkil aile yapısının bir sonucu olarak yorumlanan atalar kül tü, en

eski Türk topluluklanndan biri olan Hunlar zamanında tes�

r

bit edilmektedir. Hunlar yılda bir kere ma s ayının ortala­ ' nnda atalann ruhiann a kurban sunarlardı . Onlardan önce de muhtemelen bu kültün varlığını tespit etmek mümkün� dür. Göktürkler ve Uygurlar da Hunlar gibi yılın beşinci ayında mukaddes dağ üzerinde toplanmakta; Tann'ya ve atalara kurbanlar sunmakta idiler. X. yüzyılda Orta Asya'daki çeşitli Türk topluluklan arasında dola§an Ebu Dülef, Kıpçaktarla içi içe olan /(jmek­

lerde de bu kültün varlığından, hatta Kimekierin

seksen ya­

§ına giren ancak bunamayan suçsuz ya§lılara ibadet ettikle­

rinden bahsetmektedir.96 le anla§ılıyor ki, hemen bütün Türk kavimleri, tarih­

Öy

leri boyunca büyüklere saygı göstermi§ ve

çoğu zaman,

öl­

mü§ atalannın ruhları için kurbanlar suna gelmişlerdir. Hat­ ta Türklerin ölülerini kıymetli eşyalan ile birlikte gömmele­ ri, zamanla hırsızların

mezarlan tahribine sebebiyet vermiş­

tir. Bu tahribi de büyük saygısızlık sayan Türkler, bunu sa­

Va§ sebebi olarak görmܧIerdir. Buradan §U sonuca da varabiliriz ki, islamı kabul etme­ lerinden sonra Türkler arasında görülmeye b3§layan ve di­

ğer Müslüman milletlerinicinden bazı farklılıklar gösteren evliya kültünün menşeini atalar kültünde aramak gerekir. Günümüzdeki Kıpçak Türklerinin yaşadığı bölgelerde de durum farksızdır. Atalar kültü ile

ilgili olarak Türklerde ataların tasvirle­

rinin yapılıp saklandığına dair kayıtlara da rastlanmaktadır.

94

95 116

İnan, Es/d Tiirk Dini Tarihi, s. 93-97. Köprülü, Tiirk Tarih-i Dinisi, s. 45-46. İbn Fazlan, Seyahai1Uime, s. 90-91 .


KlPÇAK TÜRKLERİ / 23ı

Orta Asya Türkleri arasında görülen ve bazılan keçeden, paçavradan, kayın ağacı kabuğundan, bazıları da hayvan de­

"töz", Yakutların "tangara" dedikleri malumdur. Bunlar genellikle duvarlara

rilerinden yapılan sembollere Altaylıların

asılır veya torbalarda saklanarak önemli bir yolculuğa yahut ava çıkarken üzerlerine saçı saçılır ve ağızlarına yağ sürülür­ dü. Moğollann "ongon" dedikleri töz veya tös kelimesi an­ lam itibariyle "asıl, menşe, kök" manasma gelmekte olup Uygur ve Hakaniye lehçelerinde de kelime aynı anlamda kullanılmı§tır. Bu sembollere töz ve tös denmesi ise, bunla­ rın atalannın ruhunun hatırası alarak yapıldığını göstermek­

"bu baba­ tözü", "şu anamın tözü" gibi ifadelere yer verdikleri kay­

tedir. Nitekim Altaylı Türklerin bunlar hakkında

mın

dediliyor. Ayrıca, bu Türk kavimlerinde, büyük ve ünlü karniann ruhlarına izafe edilen tözler de vardır. Moğolların

ongon kültü üzerinde incelemeler yapan B anzarov, bu kül­ tün büyük ata (cedd·i ala) ve ölüler kültü ile bağlantılı oldu­ ğu kanaatine varmı§tır. Altaylıların "töz"leri üzerinde yapı­ lan ara§tırma ve incelemeler de Banzarov'un iddiasını teyit 97 etmı§tır. •

XIII. yüzyılda Rubrouck, Budist Uygurlann tapınağın­

da rastlanan tözlerin Tanrıların tasvirleri olarak değil ölen )lakınlannı temsilen ve onların hatırası olarak yaptıklannı ·

o dü§ünceyle tapınaklarda sakladıklarını nakletmektedir.

I Gazi Babadır Han da tözlerle ilgili olarak bir kimsenin

nı öldüğü zaman onun suretini yapıp evinde sakladığını 98 haber vermektedir. Bu ifadeler Türklerde, tözlerin ölen yakınlan veya atalan temsil ettiği sonucuna götürüyor.

ll

Öte yandan Moğolların "ongon" kelimesini Türkçe'deki "ıduk" kelimesinin kar§ılığı olarak kutsal bilinen her §eY için kullandıklarını belirtmekte fayda vardır.

99

Ongon ya da töz

veya töslerle ilgili olarak üzerinde durulması gereken husus­ lardan biri de, gerek Moğollarda ve gerekse Türk topluluk97 !M

99

İ nan, Tarihle ve Bugün Şamanizm, s. 42-43; Emel Esin, istamiyeııen Ön­ ceki Türk Kültür Tarihive İstama Giriş, İstanbul, 1978, s. 91-94. İnan, Tarihle ve Bugün Şamanizm, s. 43. Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 13.


232 / KlPÇAK TÜRKLERİ

larında bunların genellikle

tavşan, ayı, karta/ ve sincap

.

. gibi

zoomartik ııekiller altında dü§ünülmü§ olmaları ve bunlara kar§ıhk olan "tilek", "kazan", "aba", "bürküt" ve "tiyin" gibi

isimlerle anılmı§ olu§larıdır. Zira eski Türk dininde ruhun tasavvuru konusunda zoomorfızm yaygın bir karakteristik olarak dikkat çekmektedir. Örneğin, Türklerde aynı anlam­

daki "aba" yahut "apa" aynı zamanda baba, ata manalarma

da gelmektedir. Bütün eski Türk lehçelerinde ayıya gerçek adı olarak "azığ" denildiği halde Xl. yüzyılda Kıpçaklar ve

bir kısım Altaylı Türkler ona "aba", Yakutlar ise "ese", "ebe", "ebüge" demi§lerdir

ki, bunların hepsi "ata" anlamındadır.100 kuş ve daha ziyade karta/

Yakutlar, tözlerini, en çok

sembolü

altında tasawur etmi§lerdir. Onlara göre ilkbahar

ve güz mevsimleri kartalın temsil ettiği ruhun iradesine bağ­ lıdır. Kartat kültü ile iJgili gelenekıerden anla§ıldığına göre

eskiden bu ku§ güne§ ve Gök Tanrı'nın sembolü sayılmı§­

tır.ıoı

Re§idüddin'in naldettiği Oğuz menkıbesine göre, yirmi

dört Oğuz boyundan her dört tanesini bir ku§ sembolize et­ mek üzere, §ahin, karta}, tav§ancıl, sungur, üçku§ ve çakır

ku§u ongonları bulunmaktadır. Me§hur Cengiz-name'ye gö­

re de Cengiz Han Orta Asya Türklerinde on iki Türk boyu­

na ni§an olarak birer ku§, damga, uran (sava§ parolası) ve

ağaç tayin etmi§tir. Men§e olarak Kıpçaklara dayandığını

tesbit ettiğimiz Ba§kurtlar arasında, ağaç, damga ve ku§ ge­

leneğinin son zamanlara kadar muhafaza edildiği belirtili­

yor. Mehmed Selim Mirza Ümidbayoğlu'nun

"Yadigar"

adlı

eserinde, Rustarla Ba§kurtlar arasında devam eden orman

ve toprak davası anlatılırken nakledilen §U hikaye kayda de­

ğerdir: "Rus memurlan ile Başkurtlardan İbrahim ve Tokuç oğuUan büyük bir meşe ağacı altında istirahat ediyor ve konu­ şuyorduk. ... Ah Allah'ım, Kılat ormanı da elimizden gidecek demiştim. Bu sözleri söyler söylemez meşe ağacı üzerinde otu­ ran karakuş (karta/) yere düşerek ölüverdi. Orada toplanmq 100

İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 45-46; Tarihi, s. 61. 101 Kafeso�lu, Eski Türk Dini, s.ı 1-12.

Günay-Güngör, Türlc Din


KlPÇAK TÜRKLERİ / 233

olan gençlere şöyle dedik: Yıllardır şu Kı/at ormanı için uğraş­ tık. Kartalın ölüp yere dii§mesi ormammiZm elimizden çıkaca­ ğına altimettir. Çünkü babalanmıza Maykı Bey bu ormana ni­ şan olarak kartal vermi§ti. Bu gün kartalın ölmesi ormanımı­ 102 zın elden gideceğine kat'i altimettir dedik ve üzüldük". Nakledilen bu hikayeden anlaıjılıyor ki, karta) yalnız bir "ni§an" değil, aynı zamanda bu ormanın ruhunu (izini, sahi­ bini) temsil eden bit "töz-ongon" idi. Bu "ongon", bütün Kıpçak boylarının ilk ataları sayılan efsanevi Maykı Bey ta­ rafından verilmişti. A. inan, konuştuğu, Bulatlı köyünden (Ekaterinburg kazasına bağlı) kendisi de bir Baıjkurt olan Konakoğlu Bayram ağanın, "o bölgede her kabilenin müba­ rek bir kuşu ve ağacı olduğunu" söylediğini nakleder .103 Bu rivayete göre, "on iki bavlı" (on iki bağlı yani on iki kabile) Baıjkurtlann her "bavu"nun mübarek bir ldı§ ağacının oldu­ ğu anlaşılıyor. Bu rivayetteki "on iki kabile ve on iki kU§" hi­ kayesi İbn Fazlan'ın haber verdiği "on iki tanrı"ya ve bazı ku§lara tapan Ba§kurtları hatırlatmaktadır.104 A. İnan, aslında oldukça yaygın olduğu anla§ılan ve gü­ nümüzde de örneklerine sık sık rastlanan ağaçlara paçavra, kıl ve tüy gibi bazı şeyleri bağlama adetinin menşe olarak bu tip tözlere dayadığını ifade etmektedir.105 Eski Türklerde atalar kültü meselesi bizi tözler konuodan men§e efsanesine götürmektedir. Eski Türk dini erinde ara§tırrnalarıyla tanınan Gumilev, Türklerde ata­ kültünün en büyük delili olarak Bozkurt'a duyulan saygı­ göstermekte; hatta bütün Türk hükümdarlarının kendile/rini ".A§ine =Asena" soyuna bağlamak istemelerini bunun en büyük delili olarak görrnektedir. 106 Göktürkler, kurt men§e efsanesi'ne bağlı olarak, büyük dini merasimlerini, demirci­ lilde uğra§tıldarı Altay dağlarının bir vadisinde, beyterin ve asillerin iştiraki ile yapıyorlardı. Çin kaynaklarında "ecdat

f lDl

İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 47. İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 47.

ıo) 104 .

lbn Fazlan, Seyahatndme, s. 47. İnan, Tarihle ve Bugün Şanıanizm, s. 4 7. 106 Gumilev, "Eski Türk Dini", Türk Kültürü, sa: 10�

377, s. 524-528.


234 / KlPÇAK TÜRKLERİ

mağarası" olarak bildirilen bu yer, Türk ananesinde Ergene­ kon adını almı§tır. Kurtla ilgili men§e efsaneleri hep yok ol­ ma tehlikesiyle kar§ı kar§ıya kalan Göktürk soyunun bekası­

m bir bozkurtun sağladığı ve bu nedenle Türklerin onu ata

sayarak ona saygı duydukları teması etrafında toplanmakta­

dır. ı07

Türk dünyası foIkiorunda olduğu gibi Kıpçak folklorun ­

da da "kurt"un yarı tann bir yeri vardır. Kıpçaklar kurdu iyi­

lik müjdeleyicisi olarak kabul ederlerdi yani kurdun uğur 108 getirdiğine inanırlardı. XII. yüzyılın ba§larında Balkanlardaki Kuman/ Kıpçak Türkleri'nin komutanlarından Bönek'in idaresindeki küçük bir Kuman süvarİ müfrezesi, Macar ağır techizatlı süvarile­ rini, ustalıkla tuzağa dü§ürerek Przemysl Kalesi altında yen­ mi§ti. Burada Kumaniann dini, totemistik inanı§ını göster­ mesi bakımından §U hadise çok dikkat çekicidir. Hücumdan önce komutan Bönek geceleyin, kurt ulumasını taklit ede­ rek kurtların kar§ılıklı ulumasından sonra kendisinin cenkte muvaffak olacağını anlamı§tır. ı09

Kurda hürmet etme, ona kudretli ve bilinen manada ilahi bir varlık olarak davranı§ tarzı Ba§kurt folklorunda da

yaygındır. A.H. Kireev, bu konuda §unları söylemi§tir: "İlgi çekici hususlardan biri de bir kısım tarihçi ve etnograflann nBaşkurt" isminin menşeini bile, bir çok Türk kabileleri arasın­ da yayılmış bulunan totemleri olarak kurda saygı duymalan eski adeti ile alakalı göstermeleridir. Güneydoğu Başkırdis­ tan 'da yaygın olan bir destona göre efsanevi kurt(kendi dille­ rinde "kurt veya kort") bunlann güney Urallara yerlefimeleri devrinde Başkırt kabilelerinin reisi idi. " Kreev'in Ba§kurt Türklerinin kurdu "kurt" veya "kort" §eklinde isimlendirdik­

lerine dair verdiği bilgi hayli ilgi çekicidir. Nitekim Gord­ levskiy, "Ba§kir-Ba kort" isminin Kıpçaklara ait olduğu so­

nucuna varmı§tır. ı ı

107 Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 62-63. 1011 Urınançeyev, "Orta Asya Türk Tarihi ve Folk.lorunda BoıJAk. Kurt", Kardaş Edebiyat/or, sa:7, s. 4. 109 Rasonyi, '"funa Havzasında Kumanlar", Belleten, III/1 1-12, s. 406. 110 Urınançeyev, "Orta Asya Türk Tarihi ve Folklorunda BoıJAk Kurt",

Kardaş Edebiyat/or, sa:7, s. 6-7.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 235

Daha sonraki dönemlerde başta Başkurtlar olmak üze­

re bazı Türk kavimlerinde Kurda hürmet duygusunun yay­

gın olduğu kaydediliyor. Ba§kırdistan'da önceleri kabile re­ isleri, daha sonralan XVIII. yüzyılda hanlar ve zaman za­ man da

küçük yerle§im birimlerinin ileri gelenleri, idare ha­

kimiyetlerinin bir sembolü olarak kurt-başı tasvirJi bir ni§an ta§ımakta idiler.111

Günümüzde aralarında

Kıpçak

nüfusun yoğun olarak

bulunduğu Dobruca'daki Kınm Türkleri arasında da kurt

kutsal olarak görülmeye devam etmektedir. Bir yere gitrnek üzere yola çıkanlar önlerinden kurt geçerse "uğurun yürüye­

cek" derler. Kurdun di§lerini, tüylerini ve öldürülen kurdun

kulak uçlannı hasta çocuklann boynuna muska halinde tak­

mak yaygın bir adettir. Dobruca'daki bahis konusu olan bu toplumda bir nevi ayı kültüne de rastlamak mümkündür.

Tıpkı kurt gibi ayının sırtından kopardıkları tüyleri tütsüle­ yip çocuğa teneffüs ettirirler özellikle güz mevsiminde köy­ leri sık sık dolaşan ayıcı kafilelerinin ayılannın yattıkları

ahırlan dolaştınrlar. Böylece evlerini hastalıklardan koru­ duklarını, hastalarına ise sıhhat getirdiklerine inanırlar.1 12

Bütün bu veriler, gerek İslam öncesi olsun gerekse İs­

lam sonrası olsun kurdun

Kıpçak Türkleri

arasında önemli

·r yere sahip olduğunu göstermektedir. Diğer Türk kavim­

ı inde de görüldüğü gibi Kıpçaklar arasında

sa 'gı değer k

kurt aziz

ve

bir malıluk sayılmasına rağmen, hiçbir zaman

disine tapılmamı§tır.

Kayda değer hususlardan birisi de §Udur ki, genellikle

'hayvan ata efsanelerinde

kutsal mağara

motifinin de yerini

aldığını görüyoruz. Nakledilen bir efsaneye göre, Türklerin

ilk atası olan "Ay-ata"nın bir mağarada meydana geldiği dü­

§Ünülmekte ve

mağaraya "ana rahmi"

fonksiyonu yüklen­

mektedir. 113 Araştırmacılar, mağaraların Türkler tarafından 1 11 ııı

11 3

Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, s. CDXLVIII.

Ekrem, "Şamanlıtın ve Eski Türk Kültürünün Dobruca'daki Kırım Türkleri Fol�orunda izleri", /. Uluslarası Türk Falklor Kongresi Bildirile­ ri, ı. s. 1 13.

Ögel, Türk Mitolojisi, ı, s. 22.


236 / KIPÇAK TÜRKLERİ

kutsal sayılmasının asıl nedeni olarak Türklerin mağaraları

yer altı dünyası ile yeryüzüne bağlayan birer kapı olarak görmelerine bağlamaktadırlar. Çin kaynaklan, Büyük Hun Devletinde bir ata mağara­ sının bulunduğunu haber veriyorlar. Bu kutsal mağaraya yalnızca karnlar veya sıradan ki§iler değil, devlet erkanının

da saygı gösterdiği ve senenin belli aylarında orayı ziyaret

ettikleri belirtiliyor. Tabalar'ın da kayaları ata mabedi §ek­ linde oydukları ve mağaraya benzer bu yerlerde göğe, yere ve han · soylannın ruhlarına kurbanlar sundukları kaydedili­ 114 yor. Göktürk men§e efsanesinde ise dݧi kurdun çocuğu mağaraya götürdüğü ve Göktürklerin orada türediği bu ne­

denle de Göktürk Kağaru'nın senenin belli zamanlarında maiyyetiyle birlikte ecdat mağarasına giderek kurbanlar sunduğu anlatılıyor. Kırgızlara gelince kendilerini kurttan

türeyen Türklerden ayırmak istemi§ olacaklar ki, ba§ka bir men§e efsanesine bağlanmı§lardır. Onlar kendilerinin ilk

atalannın bir Ata Mağarası'nda bir inekle ya§adığına inanı­ yordu. 1 15 Orta Asya Türk boylarının mağara kültünün bir

devamını Bulgar Türklerinde bulmaktayız. Bulgarların dini merkezi olarak bilinen Madara'daki kayalıklarda mağara ta­ 1 16 Kıpçaklarda mağara kültünün pınaklara rastlanmaktadır. varlığı ile ilgili olarak elimizde kesin deliller bulunmamak­ tadır. Ancak bu kültün genel olarak bütün Türk toplulukla­ nnda yaygın olarak görülmesi hatta belli bir dönem aynı

toprakları payla§tıkları Bulgar Türkleri'nde bu kültün varlı­ ğı Kıpçaklarda da büyük ihtimal olacağına i§arettir.

3-iBADET Ara§tırmalar, özellikle Antik Çağlarda, semavi ilahia­ nn bariz karakterlerinden birinin de, onların kültürel fakir­

Iiklerinde tebarüz ettiğini ortaya koymaktadırlar. Pek çok durumlarda, bu terimlerle ilgili olarak düzenli bir kutsal 114 115

116

Eberhard, Çin 'in Şimal Korrqulıın, s. 80.

Öge!, Türk Mitolojisi, I, s. 21. Öge!, İslamiyeilen Önce Türk Kültür Tarihi, s. 265.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 237

ayinler takvimi olu§mam�tır. Pestazzoni, kendisinde hiçbir ayin ve ibadetin yapılmadığı veya yalnızca birkaç kültürel unsura sahip bulunan ilkel ulıihiyetlerin bir listesini sun­ mu§tur. Schmidt'in ara§tırmaları sayesinde de bu liste dü­ 117 zeltilerek tamamlanmı§ bulunmaktadır. Ancak bu duru­ mun normal karşılanması gerekir. Zira Tanrı inancı bölü­ münde de kısmen belirttiğimiz gibi bu ilkel semavi ilahlar, zamanla "deus otiosus"a dönü§mü§ler ve yerlerini büyük öl­ çüde, insanlara daha yakın yeni kutsallıklara bırakmı§lardır. Eski Türklerdeki Gök Tanrı'nın da bir ölçüde bu sürecin dı­ §ında kalmadığı, ancak yine de onun asli formunu bir bakı­ ma koruduğu göz önüne alınırsa, bu durumun eski Türk di­ ninde ona yapılan ibadet ve ayinler konusunda da kendini göstereceğini anlamak kolayla§acaktır kanaatindeyiz.

Bu §ekilde kısa bir giri§ten sonra ibadet konusunu iki

ba§lık altında inceleyeceğiz. Birinci kısımda genel olarak es­ ki Türklerde ve Kıpçaklarda yapılan dini ayin, tören ve bay­ ramlar, ikinci kısımda ise eski Türklerde ve Kıpçaklarda ca­

ri olan kurban ibadeti üzerinde duracağız.

1 n

ı

a-Ayin, Tören ve Bayramlar Kaynaklar, eski Türklerin özellikle imparatorluk dölerinde her yıl düzenli olarak yapılan, resmi dini tören­ en söz ediyorlar. Bunların ilk bahar ve güz dönemlerin­ düzenlenmelerinden, mevsim deği§ikli.kleri ile ilgili ol­

, dukları anla§ılmaktadır. Çin kaynakları Hunlann, yılın be­ §inci ayında "Lung Çıng" şehrinde toplanarak atalanna. Gök Tann'ya ve Yer-su'larına kurbanlar sunduklarını kay­ dediyorlar. Ayrıca her yılın ba§ında hakanın karargahındaki

tapınakta toplamhp ayin yapıldığı, bu ayine yirmi dört bo­ yun ba§buğlarının katıldığı, Hunlann kurban için özel evler in§a ettikleri bildiriliyor. Bu tip uygulamaların, Vu-Huanlar,

Tabalar ve Göktürklerde de devam ettiği anla§ılıyor. 111

118

Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 73. Eberhard, Çin'in Şimııl Konqulan, s. 76 vd.

118


238 / KIPÇAK TÜRKLERİ

Kaynaklarda tapınaklardan söz edilmesi dikkate değer­ dir. Örneğin Hunlarla ilgili olarak hakanın karargahındaki tapınaktan ve kurbanlar için ill§a edilen evierden bahsedil­ mektedir. Tobalar için de içerisinde kurban kesilen bir ta§ evden söz ediliyor. Ayrıca Göktürklerde "Fu-yun-se" adı ve­ rilen bir tapınak veya ibadethanenin varlığı kaydediliyor.

Öte yandan Kazvini, Yedisu havalİsinde Karluklara ait bir

ibadethane bulunduğundan ve içinde eski hükümdarların resimlerinin yer aldığından söz etmiştir. 119 Eski Türk dinin­ de tapınak hususunda bu tip bazı ip uçları elde edilmesine rağmen, düzenli ibadethaneterin ve oralarda yapılan sistem­

Ii ibadetlerin varlığı konusunda açık bilgiler mevcut değil­ dir. V arlığından haber verilenler de muhtemelen yabancı ve bilhassa da Budist etkilerle zaman içerisinde ortaya çıkmış olabilirler. Öyle anla§ılıyor ki, geleneksel Türk dininde ec­ dat mağaralan, mukaddes dağlar ve Yer-su 'lar, hakanın otağı ve obalar, önemli dini merasimterin yerine getirildiği me­ kanlar olmuşlardır. Bilhassa kutsal dağların semavi ilahların mekanları addedilmesini, dinler tarihi çok çeşitli örnekleriy­ le bize sunmaktadır. Bununla birlikte steplerdeki her çe§it yükseltileı:. özellikle oba kültü nedeniyle bu görevi üstten­ mݧ görünüyorlar. Bunlara ilaveten abidevi mezarların, evin yahut Türk çadınnın dini merasim icra edilen mekan göre­ vini üsttendiğini kaydetmekte yarar vardır. Sonuç olarak bu

konuda §Unu ifade edebiliriz ki, Eski Türklerde Gök Tanrı

için, evrensel dinlerde görülen, kurumsalla§mış ve yaygın ibadethanelerin henüz ortaya çıkmadığı anla§ılmaktadır. Geleneksel Türk dininde tapınaklarta ilgili genel bilgi­ ler verdikten sonra §imdi de genel olarak Türk toplulukla­ nnda geçerli olan ve Kıpçaklann icra ettikleri ayin ve tören­ lerden bahsetmeye çalışalım. Türk kavimlerinin ayin ve tö­ renlerini genel anlamda iki kısma ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi belirli zamanlarda yapılması gereken ayin ve törenler, ikincisi de tesadüfi olaylar nedeniyle yapılan özel ayin ve törenlerdir. Belirli zamanlarda yapılan ayinler ilkbaıı9

Günay·Güngör, Türk Din Tarihi, s. 73-74.


KlPÇAK TüRKLERİ / 239 har, yaz ve güz mevsimlerinde yapılan ayinlerdir ki, bunla­ rın çok eski devirlerden beri yapıla geldiği anla§ılıyor. Yu­

karıda da belirttiğimiz gibi, eski Türk imparatorlukları dev­ rinde bu ayinler devletin resmi dini bayramları §ekline dö­ n�m�tür. Bilhassa ilkbahar ve güz bayramlannın Hunlar döneminden beri kutlandığı herkesçe bilinmektedir.

İlkbahar ve güz bayramlarını Moğollar, devletin dini

bayramlan haline getirmi§lerdir. İlkbahar bayramına "örüs sara" (sürüleri otlatmaya çıkarma ayı) denir ve bu bayram 9

Mayısta yapı1ırdı. Güz bayramına da "sağan sara" (ak ay) bayramı denir, ve bu da 28 Ağustosta icra edilirdi. 1 20 Kıpçaklar arasında ilkbaharda yapılan bayram büyük önem arz ediyordu. Mayıs ayının sonunda yapılan bu kımız bayramı

"Kımız Munmduk" adı

He anılırdı. B�ta Kıpçaklar

olmak üzere çe§itli Türk topluluklannda bu bayramın özel bir önemi ve §enlik1eri olduğu anl�ılıyor. Fergana bölgesin­ de Kıpçak, Kırgız, Kazak ve diğer Türk topluluklarında kut­ lanan kımız bayramı mayıs sonlarında ba§lar ve bir hafta sü­ rerdi. Bu bayrama önce en iyi kımız yapma yan§larıyla ba§­

lanırdı. Herkes en uzak yerlere kadar sevdiklerine, bayrak gününe yeti§mek üzere deriden yapılmı§ kaplada kımız gönderirdi. Çe§itli adlarla isimlendirilen türlü at yan§lan ılır, destanlar okunur ve azanlar kopuz çalarlardı. Bu tö­ re ler geceleyin ate§ çevresinde icra edilirdi. Küpler kırılır,

fe erler uçurulur; kımız türküleri ve övgüleri söylenirdi.

Kı çak ve Kırgızlarda bu bayramın, ba§ka hiçbir dini bay­

r mla ölçülemeyecek derecede önemi vardı. Kımız üzerine

pek çok övgüler, ııiirler söylenrni§, destanlar ve bilmeceler uyduruJmll§tur. Ate§in çevresine toplanan halkada, önce

"töre" yahut "aksakal" kutsal kımız tasını doldurur ve onu havaya kaldırarak dua eder, daha sonra bu tası yiğidin biri­

ne sunardı. Yiğit bundan bir yudum aldıktan sonra sol ya­

nındakine verir, böylece bu tas, durmadan halkayı dolaııır. Adet gereğince tas dokuz defa doldurulup bo§altılırdı. ݧin en meraklı ve en heyecanlı yönü ilk yudumu içenle son yu­ dumu içen arasında olurdu. Her tas bo§aldıkça içenler orta-

120 İnan, Tarihte ve Bugün Şamonizm, s. 97.


2401 KIPÇAK TÜRKLERİ

ya geçerler ve artık içmeye katılmazlar idi. Bunlardan biri kız öteki delikanlı ise, bu büyük bir uğur sayılarak, bu çiftler 2 birbirleriyle evlenir idi. 1 1 Kıpçakların hayatında "and içme" olayının da önemli bir yer tuttuğu anlqılıyor. And içme olayı §U §ekilde gerçek­ le§irdi: And içenler toprak bir kabın içerisine §arap doldu­ rup kanlarını bunun içerisine karı§tırırlar. Bu kan§ımı �and içenler" içtikleri gibi orada bulunan ileri gelen ki§ilere de ik­ ramda bulunurlar. Bu merasimin, İskitler, Hunlar ve Ma­ carlarda da aynen görüldüğü naklediliyor. 1 22 Kıpçaklar and içtikten veya ahitle§tikten hemen sonra kılıcı çıkararak yan­ lamasına önlerine korlar. "Bu gök kirsin, kızıl çıksın" derler ki, sözümde durmazsam kılıç kanıma bulansın demir ben­ den öcünü alsın, demektir. Kıpçakların demiri anmalannın nedeni onu kutsal kabul etmeleri dolayısıyladır. 1 23 Öte yarı­ dan içlerinde Kuman/Kıpçakların da dahil olduğu bazı Türk topluluklannın yemin törenlerinde kurban sunmaya da rast­ lanılmaktadır. Yemin esnasında bazı Türk topluluklan be­ yaz bir at kurban etmeyi tercih ederken, Bulgar, Macar ve Kumanların and içme töreni sırasında köpek bedenini orta­ sından ikiye ayırdıkiarı kaydediliyor. 124 Kaynaklar, Türk topluluklan arasında "kan kardeşliği" olayının yaygın olduğundan ve bunlar için önemli merasim­ ler düzenlendiğinden bahsetmektedirler. Kan karde§liği olayı akrabalıktan (nesil yakınlıgı) ba§ka bir hadisedir. Kan karde§liği, aynı oymaktan iki Türk veya farklı oymaklardan olan §ahıslar ve gruplar arasında gersekle§irdi. Bazen de ay­ nı ulustan olmayıp da birbirlerini takdir ederek kan karde§­ liği yoluyla dostluk kuranlara rastlanırdı. Bu olayın §öyle gerçekle§tiği naklediliyor: Taraflar §ahitler önünde kollann111

Gökyay, Dedem Korkudun /(jtobı, s. CDXIII-CDXIV; Türklerde bahar bayramlan hususunda geniş bilgi için bkz: Eröz, Eski Türk Dini ve Alevt­ ük BektoşUik, s. 90-93. ıııourmuş, Is/dtler (Sokıılar), s. 54_ 123 Abdülkadir İnaıı, "Türlderdc Demircilik Sanatı", Türk Kültürü, IV/42, Ankara, 1966, s. 543; İnan, Malaıleler ve incelemeler, 1, s. 319. 124 Roux, s. 191; P. Whilhelm Schınidt "Tukuc1crin Dini" (çev: Sadettin Buluç), T.D.E.D, XIV, istanbul, Temmuz 1966, s. 72.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 241

daki her hangi bir damarı kılıç ucuyla delerek kanlarını bir fincana veya toprak bir kaba veyahut da kafatasından yapıt­ mı§ bir kupanın içine akıtırlar. Bazı Türk boyları bu kının içine süt veya kımız katıp karı§tırırken Kumanların, Bulgar­ lar'ın, Macarlar'ın ve İskitler'in kana §arap katarak karı§tır­ dıkları anla§ılıyor. Daha sonra da bu kar§ımın yansını taraf­ lardan birisi öbür yansını da diğeri içer. Bu andan itibaren bunlar "anda" yani kan kardeşi olurlar. Kumanların da için­ de bulunduğu bazı Türk topluluklannın bu karı§ım içine bir pala birkaç ok ve bir balta daldırarak dua ettikten sonra ön­ ce kendilerinin içtikleri daha sonra da oradaki ileri gelenle­ re ikram ettikleri kaydediliyor. 125 Türklerde özel bir mera­ sirole gerçekle§tirilen bu hal taraflan tabii karde§ haline ge­ tirirdi. Bunlar kabileleri ve akrabaları arasında diğer çocuk­ lardan farksız bir hal alırlar, aynı imtiyaz ve hukuka mazhar olurlardı. İki kan karde§i farklı iki kabileye ba§buğ olsalar hayatları boyunca aralarındaki karde§lik ve samirniyet de­ vam eder, birbirlerine kar§ı asla dü§manhk göstermezlerdi. Halbuki asıl karde§ler arasında zaman zaman sava§ ve an­ la§mazlıkların vuku bulduğu herkes tarafından malumdur. Kıpçakların dini hayatında görülen bu tip ayin ve tö­ renlerin dı§ında, genel olarak Türk topluluklannda icra edi­ l�n bir çok özel ve küçük ayinlerin bu Türk boyunda da ge­ �rli olduğu tahmin edilmektedir. Bunlar hastalığı ba§ka bir nJ sneye veya hayvana "göçürme", yağlı bir paçavrayı ate§te y;Üap "alazlama","uçuklama" ve bir ruhun adına yeni bir "on. gon-töz" yapma gibi aile ba§kanı §aman veya bu i§lerden an­ layan koca kanların önderliğinde yapılan ayinlerdir. Türk­ lerde özel ayinlerin en önemlisi ruhlardan birine "ıdık" (ıyık-IZik) bağı§larken yapılan tören ve ayindir. Örneğin, AJ­ taylılar ıdık olarak at baği§larlar. At ıdık, at sürülerini koru­ yan ruhlara bağı§landığı gibi bazı hastalıkları gönderen ruh­ 126 lara da bağı§lanır. IZ.<

M. Şemseddin, Maziden Aliye, (Kanaat Matbaası), İstanbul, 1339, s. 268; 9urın�, Iskit/er (Sokıılar), s. 88. 116 İ nan, Tarihte ve Bugün Şomanizm, s. 107.


242 / KIPÇAK TÜRKLERİ

Su eskiden beri Türklerin hayatında hayatın ve bereke­ tin kaynağı olarak görülmilijtür. Bu nedenle kutsal olarak görülen §eyler arasındadır. Bunun bir ifadesi de, onun bu­ gün de Türk hayatında "rahmet" sıfatı ile anılmasıdır. Türk dünyasının hemen her yerinde yağmur yağıyor yerine "rah­ met yağıyor" denir. Böylece, onun, Tanrının bir iyilik bağı§ı olduğu vurgulanır. Eski Türkler, yağmur yağmadığı zaman "Yada Taşı" adı verilen bir ta§ vasıtasıyla istedikleri zaman

yağmur yağdırırlar ve bulutları hareket ettirirlermi§. Kıp­ çaklar arasında da "cay" diye adlandırılan bu taşla yağmur yağdırma adetinin varlığı kesindir .127 Ancak bunu ne §ekilde

yaptıkları hakkında elimizde detaylı bilgi yoktur.

b-Kurban Geleneksel halk dinlerinde çoğunlukla ibadetler, mü§­ terek merasimler §eklinde yapılır. Bir ölçüde eski Türk dini de bunun böyle olduğunu bir önceki konuda belirttiğimiz örnekler göstermektedir. B azı ara§tırmacılar, ferdi ibadetin bu halk dinlerinde mevcut olmadığını belirtiyorlarsa da kay­ naklar, eski Türk dininin az da olsa ferdi dualara yer verdi­ ğini haber veriyorlar. Hun Tan-hı,ı'sunun her sabah doğuya yönelerek doğan güneşi ve geceleyin ayı ululadığı kaydedili­ yor. Hsiyung-nuların Tien-§an dağlarını geçerken atların­ dan inerek dua ettikleri belirtiliyor. Bazen ferdi dua uygula­ malanna Göktürklerin de yer verdiklerinden söz ediliyor.

XIII.

yüzyılda Kırgızlann, güney yönüne doğru yönelerek

dua ettikleri haber veriliyor. Bununla birlikte eski Türkler­ de ibadetin, öncelikle Gök-Tanrı'ya yöneldiği anla§ılmakta­ dır. Ancak bu tür ibadet ve duaların yeri ve zamanı geldikçe yapıldığı; yıllık veya mevsimlik törenierin ötesinde günlük, haftalık veya aylık vs şeklinde eski Türk dininde periyodik ibadetlerin bulunup bulunmadığı konusunda açık ve net bil­ 12c

giler yoktur.

127 Tanyu, Türlerde Taşla ligili İnanç/ar, s. 48-49; İnan, Tarihte ve Bugün Şa­ manizm. s. 160-165. 128 Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 75-75.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 243

Geleneksel Türk dininde türleri açısından ibadet konu­ suna baktığımızda orada periyodik resmi ayinlerin ferdi ya­ hut toplu ancak arizi duaların yanı sıra "saçı" adı verilen sungu]ann,

''ya/ama" denilen ve

ağaçlara yahut şaman davu­

luna bez veya paçavra bağlanmasından ibaret olan uygula­ manın ve nihayet kurbanın büyük bir yer tuttuğunu görmek­ teyiz. Geleneksel Türk dininde kurbanı

kanlı

ve /cansız ol­

mak üzere iki şekilde ele almak gerekir. Türkler genel olarak ata ruhlarını, muhtelif fonksiyon­ lar yüklenen iyeleri ve Tamıyı memnun etmek, onun rızası­ nı kazanmak ve istediklerini ona kabul ettirmek için kurban keserler ve saçı yaparlardı.

129

Kıpçaklar dahil genel olarak bütün Türk toplulukların­ da görülen

/cansız kurban, saçı, saçu, saçılga

veya

çaçılga

şeklinde geçmektedir. Saçı, her kavmin kendi emeği ile ka­ zanıp kıymetli ve mübarek saydığı nimetlerden biri olabilir. Dinler tarihi bize bunun birçok kavimde çeşitli örneklerini

sunmaktadır.

vimlerde

Göçebe kavim/erde, süt, kımız, yağ; çiftçi ka­ buğday, dan, şarap; tüccar kavimlerde ise paranın

1 saçı unsuru olarak girdiği görülür. 30 Göktürkler döneminde

turfanda ürünlerin saçı yapıldığı belirtilmekte ve özellikle kıın veya kısrak sütünün yere, ata, ocağa ve dört ana yöne

pildiği anlaşılmaktadır. Etnologlar ve seyyahlar, Avarlar,

vaşlar, Kırgızlar ve Yakutlarda suya, ateşe, toprağa, yıl­ ara ve ağaçlara saçı uygulamasının bulunduğuna, özel-

H

,- kle evlenme törenlerinde ateşe üç parça kuyruk ya ı atma uygulamasının yaygın olduğuna işaret etmektedirler.

31

Eski Türk dininde önemli yer tutan dini merasimlerden biri de ölülere saçı olarak sunulan yiyecek ve 129

içecek

takdim-

Roux, s. 200-203; İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s, 46-54; Mehmet Eröz, '7ürk Boylarında Kansız Kurban Geleneği", Türk KiUJürü, XVIIIJ 211-214,Ankara, 1980, s. 211-216; Türklerde kurban inancı hakkında ge­ niş bilgi için. Bkz: Ahmet Gökbel, '7ürk Halk İnançlannda Din ve Din Anlayışı (Kurban Kültü Örne�)" adlı tebliğ, Cumhuriyetin 75. Yılı Miuuı ­ sebetiyle Dinler Tarihi Açısından Din ve Din Anloyqı Sempozyumu, (20-21 Kasım), Konya, 1998. 130 Eröz, Eski Türk Dini ve Alevilik-Bektaşilik, s. 90-93. nı Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 76.


244 / KlPÇAK TÜRKLERİ

\eridir. Ölünün yiyecekler ve içkilerle beraber gömüldüğüne dair önemli malumatlar vardır. Hiyong-nular hükümdarları­ nın cenaze merasimi esnasında na§ına şarap ve pirinç tak­ dim ederlerdi. Plano Carpini Moğol mezarlarında ölünün karşısına bir masa üzerinde et dolu tabak, kısrak sütü dolu bir küp konulduğunu kaydeder. Öte yandan Rubrouck, ''Ta­ tarlar, ölünün mezarına ieınesi için kımız, yemesi için de yi­ yecek koyarlar" der. Aynca İbn Batuta, "ellerinde içki dolu

vazolar tutan dört güzel kız ve altı köle ile birlikte gömüldü­

le.r" demektedir.

132

Kansız kurban inancına farklı bir şekilde de Prota Bul­ garlarda rastlamaktayız. Bunlarda yeni mahsulü ve e§yanın ilklerini kurban vermek adeti vardı. Bu çe§it kurbanla in­ sanlar kendilerine iyi bir mahsul, feyizli bir av, vs. b�etmi§ olan tannya teşekkür ederlerdi. O nedenle ilk mahsuller, hayvanlar vs hep ona sunulurdu. Daha çok çiftçilik ve hay­ vancılıkla geçinen milletlerde rastlanan bu tip kurban çeşi­ dine, Çuvaşlarda da rastlanır.1 33 Ayrıca İslam öncesi bazı Türk kavimlerinin bahar bay­ ramında ilk otu

ve taze kısrak sütünü

saçı olarak sunduklan,

çocuk sahibi olmak isteyen annelerio kutsal kabul edilen ağaçlara ve ata mezariarına saçı ve kurban sunarak çocuk istedikleri rivayet edilmektedir . 1 34

Netice itibariyle kansız kurban geleneğini farklı şekil­ lerde de olsa bütün Türk topluluklarında görmek mümkün­ dür. Kıpçakların neleri saçı olarak sunduklanna dair net bil­ gilere ulaşılamamaktadır. Kıpçaklar konusunda elimizde en çok bilgi, onların ölüm ve ölü gömme adet ve gelenekleri hususundadır. Yukarıda belirttiğimiz P. Carpini'nin Moğol­ lar, Rubrouck'un Tatarlar hakkında verdikleri bilgilerin benzerlerini Kuman/Kıpçaklarda da bulmak mümkündür. Yani Kıpçakların kımız, süt (kısrak) ve §arabı saçı yaptıkları büyük ihtimaldir. Ancak Bulgar ve Çuva§larda görülen yeni 132

133 134

İbn Fazlan, Seyahotnôme, s. 132. V. Be�vljyev, "Proto-Bulgar Dini", (çev: T. Acar�lu), BeUeten, IX/34,

�kara, 1945, s. 244-245. Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 90-91 .


KıPÇAK TÜRKLER İ / 24S

mahsulü ve e�anın ilklerini

kurban verme adetinin Kuman­

Iarda olup olmadığı konusunda elimizde kesin deliller yok­ tur.

Kansız kurban hakkında vermeye çalı§tığımız bu bilgi­

Ierden sonra, §imdi de İslam öncesi Türk kavimlerindeki

kanlı kurban

inancına değinm�ye çalı§alım. Çe§itli toplum­

larda, saçı gibi kansız kurban uygulamalarının ekonomik

deği§ikliklere paralel olarak gerçekle§tiği; çoğunlukla hay­

van yeti§tiricisi göçebe topluluklar olan Türklerde ise en es­ ki ibadet usulünün

tayılga

veya

hayılga

denilen135 kanlı hay­

van kurbanından ibaret olduğu anla§ılmaktadır. Eski Türk­ lerde hayvan kurbanının en eski örneklerine M.Ö. binli yıl­

larda Çin'de hüküm süren Choularda rastlamaktayız. Chou

hanının merasimle avladığı geyikleri ataların tapınağına kurban olarak sunduğu kaydediliyor. Kağnılı Türk boylann­

da ve daha sonra Tabgaçlarda kötü ruhlardan arındmimak istenen yerlere kurban kesildiği, kesilen hayvanın gömüldü­

ğü, üzerinin çiçekli sazlar ve söğütlerle örtülüp kımız dökül­ düğü ve özellikle Tabgaçlarda törenle ağaç dikildi ve bu

ye§illiğin hakan soyunu simgelediği anla§ılmaktadır. 36 Kan­ lı kurban usulü Hunlarda atalara, Gök-Tanrı'ya, yer-su ruh­ Iarına,137 Kitanlarda yer ve göğe,138 Göktürklerde Tanrı'ya,

atalannın mağaralarına ve ruhlara, 139 Kırgızlarda Tanrılara,

ruhlara, sulara ve ağaçlara, 140 Altaylılarda ruhlara ve Tan­

/

rı' a 41 İskitlerde Tanrılara142 ve tesbit ettiğimiz kadanyla Kı

klarda Gök Tanrı'ya, atalara ve sulara sunularak diğer

bü ·· n Türk boylarında da devam ettirilrni§tir. Bu nedenle

ge el olarak bütün Türk topluluklannın dini yapısı içerisinibadetin en daimi tezahür biçimlerinden biri kanlı kur­

ban usulü olmu§tur.

L'5 inan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 53-54.

ı:w; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 76.

m

Schmidt, "Tukue'lerin Dini", T.D.E.D, XIV, s.72-73; İnan, Eski Türk Dini Tan"hi, s. 3 138 Ögel, Türk Mitoloji.si, l, s. 550. 139 İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 6-8. 140 İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 10-11. 141 İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 48-49. 142 Durmuş, lskitlıır (Sakalor), s. 86.


246 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

Eski Türk yazıdannda ölmeyi ifade etme anlamında

kergek

kelimesi kullanılmaktadır. Yakutçada kullanılan ve

muhtemelen bu kökten geldiği anla§ılan "kereh" kelimesi

kurban anlamına gelmektedir. Kırgız ve Kazakların kurban

kelimesinin Farsça'dan geldiği kuv­ için kullandığı kuda r: vetle muhtemeldir.1 3 Göktürk kitabelerinde yer alan ve

kutsal anlamını ifade eden ıduk kelimesi Ka§gari'de "sahibi­ nin yaptığı bir adak için saklanarak yünü kırkılmayan, sütü sağılmayan, yük vurulmayarak başı boş bırakı/'e salıverilen her hayvana verilen ad" §eklinde geçmektedir. 1 4 lduk keli­ mesi ıtık, ızık, ıyık gibi çe§itli telaffuzlar altında Altay Yeni­ sey ve Yakut Türklerlıı.de de muhafaza edilmi§tir .14s İslam öncesi Türkler arasında tatbik edilen bu ıduk kurbanının en

çok Moğollar döneminde yaygın olduğu anla§ılıyor.146 Ka§­

gari ayrıca kurban edilen hayvanı ifade etmek üzere

yağış Tapıg kelimesinin de kurban anla­ mına geldiği ve kanlı kurban törenlerine "yağışlıg tapıg" de­ nildiği naklediliyor.147 Elimizdeki bilgiler XIV. yüzyıl öncesi kelimesinden bahsediyor.

Kıpçak/Kumaniann kurban için hangi terimi kullandıklannı tesbite imkan vermiyor.

nnda kaleme alınan

Ancak XIV. yüzyılın hemen ba§la­

Codex Cumunicus'dan Kıpçakların, gü­

nümüzde kullanılan kurban kelimesini bildikleri ve kullan­ dıklan anla§ılıyor. 148

Türklerde kanlı kurbanın en önemlisi at kurbanıdır. At

iskeletlerine bozkır Türk kavimlerinde sıkça rastlanır. Ayrı­

ca Asya Hun imparatorlarına ait Kurganlarda ve orta Avru­ pa'da Hun ve Avar çağı mezarlarında bol miktarda at iske­

Ieti bulunmU§tur. 149 Türkler atın dı§ında sırasıyla koyun, sı­

ğır ve deveyi de

kurban etmi§lerdir. Türkler arasında bunla-

143 inan, Tarihte ve Bugün Şanuınizm, s. 98; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi,

s.

77.

144 Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lügati't Türk, ı, s. 65. 145 Ögel, Türk Milofojisi, ı, s. 431. 146 İbn Fazlan, Seyaluıtnôme, s. 132. 147 Kaşgarlı Mahmut, Divan-ü Lügati't Türk, lll, s. 10. 148 Kuun, C.C, s. 199; Grönbech, s. 125. 149 Kafesoğlu, Türk Mil/1 Kültürü, s. 294; Türklerde atın önemi hakkında bkz: Faruk Sümer, Türklerde Atçıbk ve Binicilik, İstanbul, 1983.


KJPÇAK TÜRKLERİ / 247

50 rm erkekleri daha makbul sayılmı§tır. 1 Nitekim Dede Kor­ kut hikayelerinde, Oğuzların kurban olarak attan aygır, de­ veden buğra ve koyundan koç, sığırdan boğa ve keçiden te­ ke kestikleri ifade ediliyor. Kırgız Kazak destanlarında da aynı motifler göze çarpmasına rağmen akboz kısrak'ın ter­ 151 cih sebebi olduğu naklediliyor. Türk boyları Asya'nın da­ ha kuzey bölgelerine gidince atın yerini ren geyiği almı§­ 5 tır. 1 2 Asya'nın kuzey bölgelerinde yer alan Kuman/Kıpçak

ve Proto Bulgarlar arasında geyiğin yanı sıra köpeğin de 53 kurban edildiğinden söz edilmektedir. 1 Kumanların and

içme merasimlerinde köpeği ortadan ikiye bölüp kurban olarak sunduklarını daha önce belirtmi§tik. Burada §Unu hemen belirtelim ki Kıpçaklar kurban olarak sadece geyik ve köpek sunmamı§lar genel olarak Türk topluluklarında kurban olarak sunulan hayvanlar ve

bu hayvanların erkeklerinin tercih edilmesi gibi hususlar Kıpçaklarda da bulunan §eylerdir kanaatindeyiz. Ancak Proto Bulgarlarda ve Kıpçaklarda görülen köpek ve geyik gi­ bi hayvanların kurban olarak sunulması diğer çoğu Türk boylarında olmayabilir. Kurban konusu ile ilgili olarak, özellikle atalar kültü­

nün, bir çok eski kavimlerde (örneğin Keltlerde, Sogdlarda, 'de, Çin'de ve Sami kavirnlerde) olduğu gibi Türklerde nsan kurbanına imkan ve fırsat verdiğinden bahsedenler 1 U§tur. 54 Bazı kaınaklar, İskit/er, Göktürkler, Heftalitler, zlar, Kumanlar1 5 ve Prota- Bulgarlar156 gibi bazı Türk mlerinde insan kurbanının çok yaygın olduğunu; cenaze /merasimleri esnasında sadece balbal olacak insanların değil,

$

ı>ıı İbn Fazlan, SeyahatnatM,

s.131;Roux, a.g.e, s. 201; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 294. ısı Gökyay, Dedem Korkulun Kitabı, s. CCC; Ögel, Türk Mito/Djisi, I. s. 513-514. ı�ı Roux, s. 201-202. 133 Ro\ıx, s. 201-202; Be§evliyev, s. 245; Ögel, lslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 266 . u4 Schimmel, Dinler Tarihine Giri§ , s. 62,63, 103; Eberhard, Çin'in Şimal Korrqulan, s. 17; Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Talihi, s. 296-297 ıss Roux, s. 228; Sümer, Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller, s. 69. ı 016 Be§evliyev, s. 245-246.


248 / KlPÇAK TÜRKLERİ

aynı zamanda cariyelerin, hizmetçilerin, aşçıların ve atların kurban edildiklerini, bazen bunların sayısının yüz binlere ulaştığını kaydediyorlar. 1 57 Makdisi, Cüveyni ve hatta İbn Batuta gibi Müslüman seyyah ve yazarlarda da benzeri kayıtlar göze çarpmaktadır. Bu konuda Makdisi'de "Türklerden bazı kabileler ölü ile be­

raber diri diri hizmetçilerini ve kölelerini mezara gömerler" şeklinde ifadeler geçmektedir. Ayrıca Moğollar döneminde hanların ölümü üzerine onlara hizmet etmeleri için bir çok kölenin ve carirenin de kurban edilerek gömüldükleri riva­ yetleri vardır. 15 Hatta İbn Batuta "ölen hanın mezara, yeğen­

lerinden, yakınlanndan, gözdelerinden seçilen yaklaşık yüz kurban ile dört esir genç kız ve en ileri gelenlerinden altı gu­ lamla birlikte gömüldüğü" bir cenaze töreninden bahsetmek­

tedir. Mesudi, Hazar Denizi kıyılanndaki kavimlerde erke­ ğin ölümü halinde eşinin kendisi ile birlikte yakıldığını, an­ cak kadının önce ölmesi halinde kocasının aynı akıbete u�ramadıgını b'ld' ı ırmekted'ır. 1 59 Öte yandan Çin kaynaklarında, Asya Hunları'nın cena­ ze merasimlerinden bahsedilirken, yakınlarının ölüyü takip etmelerinden söz edilmesi, ölünün arkası sıra yakınlarının da kurban edildikleri şeklinde yorumlanmıştır. Aynı zaman­ da Göktürklerin, deniz tannçası ile münasebette bulunan dedelerinden birinin avda geyik öldürmesi üzerine, kabile mensuplarının kurban olarak insan göndermek zorunda kaldıkları şeklinde kayıtların olduğu anlaşılıyor. Bunlara, Asya Hunları'na sığınan bir Çinli kumandanın kurban edii­ diğine dair haber, Attila'nın ölümü münasebetiyle bir çok kimsenin öldürülerek gömüldüğü kaydı160 ve Göktürklerin esir aldıkları düşman başbuğlannı hanlarının mezarları ba­ şında kurban ettikleri şeklindeki iddia ilave edilebilir.161 �

m İbn Fazlan, Seyahatname, uıı

1�

160

161

s 128; Roux, s. 228.

İbn Fazlan, Seyahatname, s. 128.

Roux, s. 228; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 79. Eberhard, Çin 'in Şimal Kof111ulan, s.16, 86,

ni,

s.

51.

V.V.

94; Kafesoğlu, Eski Türk Di­

Barthold, Orta A.ıya Türk Tarihi Haklanda Derskr, (haz: Kazım

Yaşar Kopraman-Afşar İsmail Aka), Ankara,

1975, s. 21.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 249

İçlerinde Kıpçakların da bulunduğu bazı Türk kavimle­

rindeki uygularnalardan örnekler gösterilerek İslam öncesi

Türklerde insan kurbanının varlığına dair haberler, Türk

Kültür Tarihi üzerinde önemli araştırmalar yapmış olan bir­ takım bilim adamları tarafından inandırıcı bulunmamakta­ dır. Örneğin yukanda sıralamaya çalıştığımız bilgilerden;

Asya Bunları'na ait kayıtların tam netlik arz etmediği, ölü­

yü akrabaların nasıl takip ettiklerinin Çince metinde iyi

açıklanmayıp tercüme esnasında yorum yapılarak böyle bir

zanna vanldığı belirtilmektedir. Keza, Göktürklerin, deniz tanrıçası ile münasebette bulunan dedelerinden birinin av­

da geyik öldürmesi üzerine, kabile mensuplannın insan kur­

ban göndermek zorunda kaldıkları şeklindeki rivayetler de

§Üphe ile karşılanmaktadır. Zira; Türklerde görülmeyen ge­ yik motifi ve deniz tanrıçası burada kuzeyli ve Ural bölgesi

halklarının bir geleneğinin Türklerinki ile karıştınlmasına

yol açtığı kanaatİ ağırlık kazanmaktadır. Esasen Göktürk­ lerle ilgili çağda§ Çin kaynaklarında böyle bir rivayetten hiç

bahsedilmeyip konu daha sonraki kaynaklarda yer almış­ 1 2 tır . 6 Attila'nın ölümü üzerine bir çok kimsenin öldürulüp

gömüldüğü haberine gelince, burada da tam bir netlik ol­ mayıp bunun, mezarın yerini gizlemek amacıyla mı yapıldı-

i-

yoksa gerçekten insan kurbanı adeti sebebiyle 1 3 susu açıklığa kavu§turulamamı§tır . 6

mi

olduğu

Netice itibariyle Türklerde insan kurbanı meselesi, açık

Je net olmayarı bir takım rivayetlere dayanmaktadır. Esasen insan kurbanı dinler tarihi içerisinde bozkır kültürünün de­

ğil, ziraat kültürünün bir belirtisidir.164 Bu noktayı dikkate

alan ünlü kültür tarihçisi Eberhard, bozkır kültürüne dayalı

Türk toplulukları için insan kurbanı iddiasını reddetmekte,

162 Eberhard, 16.1

164

52.

Çin'in Şimal Korrl§ulan, s. 86-87; Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s.

Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 52.

Schmidt, "Eski Türklerin Dini", T.D.E.D, XIII, s. 87;

Tarihi, Ankara, 1987, s. 61.

W.

Eberhard, Çin


ıso 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

hatta insan kurbanı adetinin bazı yerlerde Türkler tarafın­ 165 dan yasaklandığını bildirmektedir. Görülüyor ki, ba§ta Eberhard olmak üzere bazı kültür tarihçileri, eski Türklerde insan kurbanının olamayacağına dair deliller getirerek görü§lerini ortaya koymağa çalı§mı§­ lardır. Ancak bu itirazi görü§ler, çeşitli Türk kavimlerinde insan kurbanın varlığını bildiren bütün rivayetleri kapsama­ maleta ve bu konunun derinlemesine ineelenmediğini gös­ termektedir. Bu konu hakkında yukarıda belirttiğimiz Mak­ disi, Cüveyni ve İbn Batuta'nın verdiği bilgiler ile diğer bü­ tün rivayetler baıjtan ele alınarak bir sonuca varmanın mümkün olacağı kanaatindeyiz. Örneğin, Proto Bulgarlar ile Kuman/Kıpçaklarda insan kurbanının varlığına dair önemli rivayetler söz konusudur. Bizans tarihçisi Nikita Akominat, Kumanlarda insan kurbanının varlığı konusunda §U olayı nakleder: "1205 yılında Edirne dotaylannda Baldu­

in'e karşı kazanılan zaferden sonra Kaloyan Han en güzel esir­ leri astınnak suretiyle ilahianna kurban etmiştir." 166 Yine Ro­ ux,

Joinville'nin ölen bir Kumaola birlikte sekiz soylu gen­ cin gömüldüğünden söz ettiğini nakletmektedir. 167 Kuman­ lar ile Bulgarlar hakkında bunun dl§ında insan korbanına dair bazı kayıtlara da rastlanıyor. Öyle ise bütün eski Türk topluluklannı içine alacak bir tarzda, "Türklerde insarı kur­ banı yoktur" §eklinde kesin bir hüküm vermenin yanlı§ ola­ cağı kanaatindeyiz. Baıjta Kuman/Kıpçaklar ve Bulgarlar ol­ mak üzere diğer bütün Türk toplulukları incelenip insan kurbanının olup olmadığı derinlernesine ara§tırılmalı ve in­ san kurbanı görülen Türk kavimleri varsa bunun mahiyeti açığa çıkarılmalıdır. Türklerde insarı kurbanının var olup olmadığı konu­ sunda bu §ekilde bilgi verdikten sonra §imdi de kurban edi­ len hayvanlar üzerinde yapılacak i§lemlerden bahsedelim.

165 W.Eberhard, "Eski Çin Kültürü ve Türkler", D. T. C.F Dergisi, 1/4, Anka­ ra, 1943, s. 21 vd; Schmidt, "Eski Türklerin Dini",

Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 54-55. 166 Beşeliyev, s. 246.

167

Roux, s. 228.

T.D.E.D, XIII, s. 87;


KJPÇAK TÜRKLERİ / 251

Geleneksel Türk dininde kurban edilen hayvanlar konusun­

da çe§itlilik mevcutsa da, kurban edilen hayvanın kanının

akıtılmaması hususuna dikkat edildiği anla§ılıyor. Eski Türk inancına göre ruhun ikamet ettiği en önemli yerlerden birisi

kandır. Onlara göre

mak haramdı.

168

kurbaniann -ve hayvaniann kanını akıt­

Radloffun verdiği bilgiye göre, Altaylılar ve Teleüt'ler

kurban edilen atın bir damla kanını akıtmaksızın, çe§itli me­

totlarla öldürme i§ini bitirirler. Sonra derisini bütün olarak çıkarırlar. -Bu deriyi Tükölö veya Taskak denilen kurban sı­

rığının üzerine asarlar. Daha sonra etini ve kemiklerini ze­ 9 delemeksizin parçalara ayırırlar.16 Yine kanın akıtılmaması

için Oğuzların hayvanları ve kurbanları ba§lanna darbe vur­

mak, Moğollann da hayvanın kalbini sökmek suretiyle öl­

dürdükleri rivayet edilmektedir. Herödot ise İskitlerde kur­

banın kanı dökülmeden boğulmak suretiyle öldürüldüğünü 1 0 nakleder. 7 Türklerde bunların dı§ında kurbaniann kılıç darbeleriyle veya bıçağı hayvanın kalbine sapla arak öldü­ 1 .fı rüldüğü §eklinde rivayetler de söz konusudur. 1 Kurbanın kanının dökülmemesi konusunda, Cengiz Yasası'ndaki §U

yargı ve yasak dikkat çekicidir; "Bir hayvan yemek için öldü­

rülürse ayaklannı bağlamak, karnını açmak ve kalbini hay­

van ölünceye kadar elle sıkmak lazımdır. Ancak bu §ekilde

!

yenir. Eğer bir kimse hayvanı Müslümanların kestikleri

i keserse, idam edilmelidir. "1 72 Görülüyor ki, Türkler

.

rbanı hangi metotla öldürürlerse öldürsünter tamamının le§tiği nokta kanının akıtıimamasma özen göstermeleri­

dir. Kıpçaklar da dahil olmak üzere hiçbir Türk topluluğun­

da hayvam boğazından keserek kanının akıtılmasına rast­ lanınamaktadır.

Türklerde ruhun kandan sonra ikinci ikametgahı ke­

miklerdir. Eski Türk inançlannda kemiğin manası büyüktür. 168

İbn Fazlan, Seyahatndme, s. 1 29. W, Radloff, Sibirya'dan (seçrneler), (çev: Ahmet Temir), istanbul, 1976, s. 245-249. 170 İbn Fazlan, Seyahatndme, s. 129. 171 Roux, s. 203-204. 172 Eröz, Eski·Türk Dini ve Alevilik Beklaşilik, s. 43.

169


·

252 / KIPÇAK TÜRKLERİ

Avcı topluluklarda, hem insan, nem de hayvan kemikleri hayatın sonuncu kaynağını te§kil ederler. Bunlarda av hay­ vanının kemikleri kırılmaz. Geleneğe göre bir araya getirile­ rek, ya toprağa gömülür, ya da toprağın üzerine veya ağaca bırakılır. Hayvanın canının kemikler içinde barındığına, ke­ mikleri larmarnakla hayatın yeniden ba§layacağına inanılır. Eski Türkler arasında kemiği koruma usulleri konusunda bazı farklı uygulamalar bulunsa da genel olarak kurban edi­ len hayvaniann kemikleri kırılmamakta, köpeklere verilme­ rnekte ve ate§te yakılmamaktadır. Bazı özel ayinlerden son­ ra kurban kemikleri toplanıp bir kaba konularak kayın ağa­ cına asılmakta, 173 at kurbanlarının kafa tası bir sırık üzerine konmaktadır. Altaylılar ve Yakutlar, kurban olarak kestik­ leri atın derisini bir sırığa geçirip tıpkı at §eklinde asmakta­ dırlar. Altaylılarda buna "baydara", Yakutlarda ise "tabık" denmektedir. X. yüzyılda İbn Fazlan Oğuzlarda, XIII. yüz­ yılda ise Roubrouck Kıpçaklarda bu uygulamayı gördükleri­ ni, haber vermektedirler. Roubrouck'a göre Kıpçaklannki Altay "baydara"larına benziyordu. Muhtemeledir ki, Kıp­ çaklarda buna "baydara"demi§lerdir. Çünkü Mısır Kıpçakla. . rmda baydara ısmı geçmekte d'ır. 1 74 Yukarıda kısmen değinildiği üzere geleneksel Türk di­ ninde kurban çe§itli amaçlarla uygulanmı§tır. Tapınma, dua, §ükür ve ölüm gibi olaylar vesilesiyle düzenlenen kurban merasimleri mevcuttur. Zafer veya ban§ isteği, ban ittifak­ ların tesisi, kuraklık döneminde, yağmur yağması ve hasta­ lıklara §İfa bulma hallerinde kurban uygulamasına gidildiği anla§ılmaktadır. Kıpçakların kurbanla ilgili inançlarına ha­ kıldığı zaman genellikle kurbanlarını bu amaçlar doğrultu­ sunda kestikleri kolaylıkla anla§ılır. Şunu da belirtmek gere­ kir ki, Kıpçaklar içinde olmak üzere bütün Türk kavimleri kurbanlarını öncelikle hiç §Üphesiz Gök Tanrı'ya sunmll§­ lardır. Bunun yanında diğer kutsal §eylere de sundukları gö­ rülmektedir. m

Eröz, Eski Türk Dini ve Alevilik Bektaşilik, s. 45; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 78. 174 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 101-102.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 2S3

Kurbaniann nerelerde sunulduğuna gelince, eski TÜrk­ ler kurbanlarını genellikle kutsal yerlerde sunmu§lardır. Ör­ neğin, Hunların eski vatanı olan "Şan-din-§an" sıra dağların­ daki "Han-Yoan" dağı bu kavmin her yıl Gök-Tanrı'ya kur­ ban kestikleri dağ idi. Yine Hun bakanları, Çinle yaphklan sözleşmeleri Hundağı denilen bir dağın tepesinde kurban keserek antla teyit ederlerdi.175 Ayrıca Altaylı Şor ve Beltir­ lerio kurbanlarını Gök-Tanrı'ya yüksek dağ tepesinde sun­ duldan ve bu ayine "tengere tayıg" (Gök Tanrı kurbanı) de­ dikleri, Sagaylarda ise buna "tag tayanı" (dağ kurbanı) adı­ nın verildiği belirtilmektedir. 17 Türkler kurbanı, dağiann dışında kutsal saydıklan ormanlar, nehirler ve kurban için belirledilderi diğer yerlerde de sunuyorlardı. Bu konuda Kıpçakların uygulamaları diğer Türk topluluklannın uygu­ lamaları ile örtüşmektedir. Günümüzde Kıpçak ve Peçenek­ lerio torunları olan Pomak Türkleri'nin kurbanlarını "Kara­ oğlan" ormanında kestiklerini öğreniyoruz. m

4-ÖLÜM VE ÖLÜ GÖMME İLE İLGİU İNANÇ VE ADErLER

a-Ölüm ve Ölüm Sonrası Eski Türklerde can ve ruh kavramları "tin"(nefes) söz­ cüğü ile ifade edilmekte idi. Codex Cumanicus'ta ruh kar§ı­ lığı olarak "tın" kelimesinin kullanılması 178 Kıpçaklarda da bunun bu §ekilde olduğunu göstermektedir. Ölüm, ruhun bedeni kesin olarak terk etmesi §eklinde görülmekte idi. Aslında, eski Türk1ere göre ruh, yalnızca ölüm anında değil, uykuda ve hastalıklar esnasında da geçici olarak bedeni terk m Tanyu, 176

Dinler Tarihi Araştırma/an, s. 38-39. S.D. Maynagaşev, "Beltir Türklerinde Gök Tanrıya Kurban Töreni",

(çev: A. İnan) T.F.A. XV/305, Aralık,

Tarihi Ara§tırmalan, s. 39, 42.

177 Dede,

1974, s. 7174-7178; Tanyu, Dinler

"Batı Trakya Türklerinde -Eski Türk Dini Şamanizm'den Kalıntı­

lar", II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV, s. 96-97. 178 Grönbech, s. 187.


254 / KlPÇAK TÜRKLERİ

edebilmekle idi. Bunun dı§ında sadece insaniann değil, hay­

vanların hatta bütün varlıkların ruhlannın bulunduğu inancı

vardı. Bu nedenledir ki, örneğin Altaylılar, ruhla ilgili ola­

rak çe§itli kategoriler ayırt etmi§ bulunmaktadırlar. Buna

göre "tin" bütün canlı varlıklarda bulunan ruhu ifade eder­

ken, "sune"nin yalnızca insanda ve "kut"un her §eyde bulun­ duğu ve onlara kutsiyet verdiğine inanmakta idiler . 1 79 Mo­ dern etnografik ara§tırrnalar, Türk topluluklannda ruhun

,

dünyada bir insan bedeninde tecessüt etmeden önce, gökte, ku§ §eklinde İkarnet ettiğinin dܧünüldüğünü ortaya koy­

maktadır. Orhun Kitabelerinde Bilge Kağan ve Kültigin için "uçtu" tabirinin yer aldığını görüyoruz. Kağan ve beylerin

ölümleri halinde ruhlannın bir ku§ gibi uçarak göğe Tan­ rı'nın yanına gittiğine inanılıyordu Bu nedenle "uçmak" ke­ limesi, İslami dönemde Türkler tarafından cennet anlamın­ da kullanılmı§tır. Divon-ı Lügati't-Türk'de cennet anlamına 180 kullanılan "uçınak" tabirine Codex Cumanicu.fta da rast­ 8 lamakta ve aynı anlama kullanıldığına §abit olmaktayız.1 1 Görülüyor ki, eski Türk topluluklannda olduğu gibi Kıpçaklarda da ölümün bir son olmadığı ve ölümden sonra bir hayat ve ahiret inancının varlığına inanılmaktadır. Üste­ lik bu inancın Türklerde dini tarihin çok eski dönemlerine kadar uzandığı kaydediliyor. Türklerin çok eski dönemler­ den beri atlan ve silahları ile birlikte gömülmeleri, bu hay­ vana binerek cennete gideceklerine dair bir inancın netice­ sidir. Esasen eski Türklerin hayatında ve cihangirliklerinde büyük bir rol oynayan atın semavi bir men§eden geldiğine ve mukaddes olduğuna inarolmakta idi. Bu inanç ve defin adeti özellikle Hunlar, Göktürkler, Oğuzlar ve Kıpçaklarda 82 mevcuttu.1 Eski Türk dinine göre ölümden sonra insanlan .

bu dünyadakine benzer bir hayat bekliyordu. Onlar o alem­

de bu dünyadaki gibi yiyip içec�"kler, eğlenecekler, e§leri,

hizınetçileri, sürüleri olacak, gerekirse dܧmanlarıyla muham İnan, 180 181

182

Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 176-177.

Ka§garlı Mahmut, Divan-ü Lügati'!-Türk, I, s. 1 18-119.

Kuun, C.C, s. 186, 191; Grönbech, s. 204. Turan,

Türk Cihan Hakimiyet Mefkuresi Tarih� I,

nay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 85.

s. 1 14-115; Gü­


KlPÇAK TÜRKLERİ / 2.5.5

rebelere giri§eceklerdir. Bütün bunlar için gerekli şeylerin

buradan mezara götürülmesinin gerekliliğine inanılırdı. Bu dünyadan oraya götürülmeyen §eye ölümden sonraki hayat­ 183 ta sahip olunamayacaktı.

Türklerin geleneksel dinlerinde, Sami dinlerde olduğu gibi bir peygamber, kutsal kitap ve hatta melek kavramı olu§mamı§; sadece Umay gibi koruyucu bazı ruh ve varlıklar

kendilerini göstermi§lerdir. Türklerde ölümden sonra hayat ve ahiret kavramlarının eskiliğine kar§ılık, cehennem kavra­ mının daha sonraki dönemlerde yeraltına yerle§tirildiğine inanılıyordu. Bununla birlikte, Türklerde, ruhların iyi ve kö­

tü ruhlar §eklinde ayırımı daha eskilere uzanıyor görünmek- · tedir. Cehennem yerin altına yerle§tirilince, kötü ruharın da oraya gidecekleri tasavvuru kendini göstermi§ ve cehenne­

me "tamug" denmi§tir. Codex Cumanicus'da da cehennem kar§ılığında, "tamu, tamuk, tamuh" tabirleri geçmektedir ki, buradan eski Türk dinindeki cehennem inancının Kıpçak­ larda da aynen geçerli olduğunu anlıyoruz1 84 Öbür dünya

veya ölümden sonraki hayat ve cennet kavramlarının eskili­ ği, §üphesiz eski Türk dininde ölümden sonra bir hesap ta­ savvurunun varlığını akla getirmektedir. Ancak bu konu ha nd �ki i giler bize ne tli sağlam amak��d� r. _ _ _ _ .. Netıce ıtıbarıyla, eski Turk dınındeki ıyı ve kotü ruh

��

.

ı ile ölümden sonraki hayat ve iyilerin göğe yükselmençlannın oldukça eski olduğu anla§ılıyor. Buna kar§ılık si ce t, cehennem ve hesap gibi dini kavramlar, kanaatİmizce zaman içerisinde ve yabancı dinlerin de etkisi altında ge­

ay

li§me göstermi§tir. Bu bağlamda eski Türk dinine mensup deği§ik Türk topluluklarının, tarih içerisinde dini tasavvur­ lar ve kavramların geli§mesi konusunda, farklı gelişme çizgi­

lerine sahip olduklarına da önemle ݧaret etmek gerekir. Ancak Türk topluluklarının çeşitliliklerinin yanı sıra, onla­

rın ya§adıklan bölgelerin ve ülkelerin temas ettikleri kültür­ ler, medeniyetler ve dinlerin ve nihayet tarihleri ile hayat tarzlannın farklılıkları göz önüne alınırsa, dini kavramlar ve 181 184

İbn Fazlan, Seyahatname, s. 137-138. Kuun, C. C, s. 141, 167, 206, 209; Grönbech, s.

1 77.


256 / KlPÇAK TÜRKLERİ tasavvurların gelişim çizgilerindeki bu farklılaşmalan anla­ mak da kolaylaşmaktadır. Bir Türk kavmi olan Kıpçaklar bu konuda en güzel örnektir düşüncesindeyiz. Çünkü Kıpçak­ lar kadar geniş coğrafyaya dağılmış, çok çeşitli kültürlerle karşılaşmış, çeşitli diniere girmiş başka bir Türk kavmi y,oktur sanırız. ·

b-Yoğ (Yuğ) Törenleri Yoğ terimi eski Türkçede matem anlamına kullanılmış­ tır. Yoğ terimine ve bundan türetilen "yogla" ve ''yogçı" keli­ melerine ilk defa Orhun Kitabelerinde rastlanılmaktadır.1" Divanü Lügati't-Türk'de "yog", matem, yas; ölü gömüldük­

ten sonra üç veya yedi güne kadar verilen yemek şeklinde izah edilmektedir. Aynı eserin başka bir yerinde "yogladı" kelimesi "ölü için aş verdi" diye açıklanarak "Türklerin göre­ neği böyledir" diye ilave edilmiştir. 186 Codex Cumanicus'da ''yog" kelimesine direkt rastlanmamakla beraber, "aş tini ki toydrir" (ruhu doyuran yiyecek)187 ifadesi geçmektedir ki, bu bize diğer Türk topluluklarında var olan bu geleneğin Kıpçaklar arasında da yaygın olduğunu göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki, aş törenini en eski devirlerden beri

din ayrılıkiarına bakmadan bütün Türk toplulukları devam ettirmişlerdir. Bu törenin en iptidai şekli ormanlı bazı Altay

oymaklannda görüldüğü gibi doğrudan doğruya ölünün kendisine "aş-yemek" vermek olmuştur. Daha sonraları ölü­ nün ruhuna kurban sunmak ve ölünün ruhunun da iştirak ettiği tasavvur edilen ziyafetler tertip ederek kurbanlar kes­ rnek şeklini almıştır. Bu ziyafetler devletin ve boylann

kül­

tür seviyeleri ve servetleriyle orantılı bir biçimde geli ıni3 Ja çok zengin boylarda muhteşem bayram şeklini almıştır. 1 Eski Türklerde cenaze merasimlerinin ölümden ne ka­ dar sonra yapıldığı hususunda çeşitli müddetler verilmekte­ dir. Muhtemelen bu müddet tören için yapılacak hazırlıklaıu İnan, 186

Tarihte ve Bugün Şamıznizm, s. 1 92.

Ka§garlı Mahmut, Divanü Lügaıi't-Türk, III, s. 143, 309. 187 Kuun, C.C, s. 194; Grönbech , s. 14. 188 İnan, Tarihte ve Bugün Şamıznizm, s.192·193.

·


KlPÇAK TÜRKLERİ J :m

ra, dini §artlara ve ölen ki§inin önemli bir §ahsiyet olup ol­ madığına bağlıdır. Ölen kimse bir boyun komutanı veya bir hükümdar ise çevreden gelecek davetliler ve mezarın ta­ mamlanmasını beklemek gerekirdi. Şayet bu süre uzun bir zaman dilimi olursa ölü geçici olarak bir yere gömülür veya mumyalanır, sonra merasimle nakledilirdi. İbn Fazlan'ın verdiği malumata göre, O ar "ölü a§ı" için yüzden iki yüz 8 ba§a kadar at keserlerdi. 1 Öte yandan eski Türklerde genellikle ölüm olayı kar§ı­ sında duyulan acıyı büyük bir teessürle dı§a vurma yaygın ve mܧterek bir tavır olarak kendini göstermektedir. Çin kay­ naklan yas tutanların bağıra çağıra ağladıklarını, saçlarını ba§larını dağıttıklarını ve elbiselerini yırttıklarını haber veri­ yor. Göktürklerin yas tutarken saçlannı kestikleri, kulakla­ rını biçtikleri ve yüzlerini bıçakla çizip yaraladıklarını Külti­ gin ve Bilge Kağan'a düzenlenen matem törenlerinin tasvir­ lerinden öğreniyoruz. 190 Yo� törenlerinde yüksek sesle ağla­ mayı İdil-Bul�ar Türkleri19 ile Hazar ötesi Türklerinde de 1 2 görmekteyiz. Eski Oğuzların yas adetleri ile ilgili olarak Dede Kor­ kut hikayelerinde anlatılanlar da bunu teyit etmektedir. Ge­ nellikle Kırgız-Kazaklarda yas tutma töreni ve adetleri öktürkler ve Oğuzlardakine benzemektedir. Kazaklarda as adeti yalnız öl� çıkan aile ile sınırlı kalmayıp bulunduğu ymağı kapsar. 193 1slam öncesi Kıpçaklarda yas ve matemle­ , n nasıl olduğuna dair detaylı bilgiler yoktur. Ancak onlarla çağda§ ve aynı bölgeleri payla§mı§ Bulgar Türkleri, Hazar­ lar, Oğuzlar ve Kazaklardaki uygulamaların benzerlerinin de Kıpçaklarda uygulandığı muhakkaktır. İslamdan sonra, aralannda Kıpçakların da ya§adığı Kırım Türklerinin bu ko­ nudaki adetleri, bu kavme mensup insanların ölümden son­ ra yüksek sesle ağladıklan ve özel ağlayıcılar getirttikleri

Juzi

i

189İbn Fazlan, Seyahatnô�. s. 40.

ı!JO Günay-Güngör, 191

192 19J

Türk Din Tarihi, s.

İbn Fazlan, Seyahatnôme,

s. 67.

87.

İsmail Aka, "Hazar Ötesi Türklerde Din ve Dini İnanışlar", Türk Kültü­

rü, XVIII/21 5-216, Eylül-Ekim, 1980, s. 307-311. İnan, Tarihte ve Bugün Şanuınizm, s. 196-197.


258 / KIPÇAK TÜRKLERİ

şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 194 Örneğin 1184 yılında Tif­ lis'te ölen Gürcü kralı III. Görgi'nin Kıpçak asıllı kızı Ta­ mar Hatun'a kraliçe unvanı verilmi§ti. Tarnar Hatun, Tiflis yakınındaki isan Kalesi'ndeki sarayında bulunuyor; eğlen­ celer ve musikiyle vakit geçiriyordu. Birgün babasının ölüm haberini alınca, Kıpçak töresine göre saçlannı yoldu. Ayrıca elleriyle yanaklarını tırmaladığından, göz yaşiarına kan izle­ ri karı§tı. 195 Bu da bize genel olarak diğer Türk toplulukla­ nnda görülen yas ve matem' §ekillerinin Kıpçaklarda da ol­ duğunu, ancak İslamla tanıştıktan sonra şekil değiştirerek biraz daha hafifleyip devam ettiğini göstermektedir. Yas alametlerinden biri olan saç kesme adetinin eski Türklerde yaygın olduğu görülüyor. Örneğin, Orhun yazıt­ ları, bu adetİn Göktürklerde olduğunu bize haber vermek­ tedir. Ayrıca kaynaklara baktığımız zaman, Hunlar, İskitler, Sagaylar, Kırgızlar, Kazaklar ve Aydınoğulları gibi Türk topluluklarında bu adetin yaşanmı§ olduğunu kolaylıkla an­ layabiliriz. 196 Bunların haricinde saç kesme geleneğinin XII-XIV. yüzyıllarda Karadeniz'in kuzeyinden Suriye ve Mısır bölgesine Memluk olarak gelen Türkler arasında ve Karakalpaklar (Karapapak)da da varlığı rivayet edilmekte­ dir.197 Kıpçaklarda ölüm olayından sonra saç kesme adeti­ nin olup olmadığına dair elimizde kesin bilgiler yoktur. An­ cak bu adetin Kazaklarda, Karakalpaklarda ve içlerinde Kıpçakların yoğun olarak bulunduğu Suriye ve Mısır bölge­ sine gelen "Memlôkler" arasında görülmesi, bunun genel olarak bütün Kıpçak Türklerinde de olabileceğine en büyük kanıttır. Eski Türkler arasında görülen yas adetlerinden biri de ölenin bindiği atın kuyruğunun kesilmesidir. Yine yas esna­ sında ağıt söylerken ters oturma ve elbiseyi ters giyme Türk194

Altan Araslı, "Kazan ve Kırım Türklerinin Folklor ve Musikisi", Türk Kültürü, Xlll/156, Ankara, 1975, s. 352-353. 19� Kırzıoğlu, Yukan-Kür ve Çoruk. . , s. 131. 196 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 197. 197 İbn Fazlan, Seyahaf!ame, s. 1 46. .


KlPÇAK TÜRKLERi / 2S9 ler arasında sık görülen yas tutma geleneklerindendir. 198 Kıpçak Türklerinin de matem sırasında elbiselerini ters giy­ diklerine dair işaretler vardır.

c-Ölü Gömme Adetleri ve Balbal Geleneği Eski Türklerin ve diğer Orta Asya kavimlerinin defin törenleri hakkında verilen ilk haberlere Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Çin kaynakları, daha M.Ö. III. yüzyılda Hunların ölülerini tabuta koyduklarını, bunların iç ve dı§ ol­ mak üzere iki katlı olduğunu, tabutlann altın ve gümüş işle­ meli kuma§ ve kürklerle örtüldüğünü bildirmektedirler. Ay­ m kaynaklarda, Göktürklerin defin töreni hakkında daha geni§ bilgi bulmak mümkündür. Buna göre Göktürklerin ölüyü çadıra koydukları, ölen şahsın yakınlarının, atlar ve koyunlar keserek çadırın önüne dizdikleri ve ölü bulunan çadınn etrafında at üzerinde yedi defa dolaştıkları, kapının önünde yüzlerini bıçakla keserek kanlı ya§lar akıttıklan an­ la§ılıyor. Göktürklerde ölümü izleyen bu yas töreni yedi kez tekrar edilmekte, daha sonra ölünün bindiği at ve bütün eş­ yası ölü ile beraber ateşte yakılarak külü yılın belli bir mev­ si i de mezara gömülmekte idi ki, gömme i§lemi genellikle i/kb har ve güz mevsimlerinde gerçekleştiriliyordu. 199 Diğer tara tan evrenin küçük bir modeli, bir tür mikrokozmos ola­ rak adır, Türk mimarisinde hem evin hem de mezarın mo­ d ıni oluşturmuştur. Nitekim çadır formunun, Selçuklu kümbetleri ve Osmanlı türbeterinde de şeklini muhafaza et­ tiği görülüyor. Kazakistan'da ve Kırgızistan'da b�n dahi 2 mezariann çadır formunu koruduğu kaydediliyor.

198

Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, s. CCCXCII; İnan, Tarihte ve Bugün Şa1711lnizm, s.199; Türklerde "Yog törenleri" hakkında geni§ bilgi için bkz: Ethem Ruhi Fığlalı, Geçmilten Günümüze Halk inançlan İtibanyla Alevilik-Bektaşilik, Ankara, 1994, s. 52-58; Kalafat, Doğu Anadolu'da Es­ ki Türk Inançlannın Izleri, s. 109-116. 199 İnan, Tarihte ve Bugün Şa1711lnizm, s.1 77-178; Dertold Spuler, "Göktürk­ lerin Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildiri/eri, II, Ankara, 1 981 , s. 660. 200 N. Diyarbekirlioğlu, "İslamiyetten Önce Türk Sanatı", Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Ankara, 1993, s. 36.


2fıD 1 KlPÇAK TÜRKlERİ

Göktürkler çoğu zaman ilkbahar ve yazın ölenleri gü­ zün; güz ve kı§ mevsiminde ölenleri de ilkbaharda defne­ derlerdi. Defin gününde öh1nün akrabası, tıpkı öldüğü gün­ de yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keserek ağ­ larlardı. Definden sonra mezar üzerine kurulan yapının du­ varlarına ölünün resmi ve hayatında yaptığı sava§ları resme­ dilirdi. Bu ölü ömründe bir adam öldürmll§ ise mezar üzeri­ ne bir ta§ konurdu. Bazı ölülerin mezarına konulan taşların yüze hatta bine ula§tığı görülürdü. Kurban edilen atların ve koyunların kafaları da kazıklar üzerine konurdu.Z01 Bazı Türk topluluklarında ölüm olayı ile defın tarihi arasındaki zamanın uzunluğu, bunları, ölüleri güvenle muhafaza dü­ §Üncesi, diğer bir çok toplumlarda görüldüğü üzere mumya­ lamaya götünnii§tür. Ancak Türklerde bu mumyalama ola­ yının ölüm ve defin tarihleri arasındaki uzun zaman farkı sebebiyle cesedi güvenle muhafazanın ötesinde bir dini an­ lamının olup olmadığı hususunda kesin bir bilgi yoktur. İbn Fazlan'ın verdiği bilgiler IX. yüzyılda Oğuz boyları­ nın defın töreninin Göktürklerink.ine çok benzediğini orta­ ya koymaktadır. Oğuzların defm törenlerini İbn Fazlan §U §ekilde anlatıyor. "Oğuz/ardan biri hastalanınca, o kimsenin

car.iyeleri ve köleleri kendisine hizmet ederler. Ev hallandan ba§ka h�bir kimse ona yakla§amaz. Çadu evlerinden uzakta onun �in bir çadır kurarlar. Ölünceye veya iyi o/uncaya kadar onu o çaduda bıralcular. Şayet bu kimse fakir veya köle olursa onu sahraya atıp giderler. . Onlardan biri ölürse onun için evgi­ bi büyük bir çukur kazarlar daha sonra cesedini alıp hırkasını (elbisesini) giydirerek kuşağını ve yayını kuşandınrlar. Eline, �inde nebiz olan ağaçtan bir kadeh verip, önüne içinde nebtz bulunan ağaçtan bir kap koyarlar. Sonra bütün şahsi eşyasını getirip onunla birlikte bu oda gibi çukura koyarlar. Daha son­ ra ölüyü çukurda oturlup üzerini tavanla örter/er. Mezann üze­ rinde çamurdan kubbe gibi bir tümsek yaparlar. Bundan sonra ölünün hayvanlannın yanına vanp miktanna göre, birden yüze veya iki yüze kadannı kurban olarak öldürür/er. On/ann et/eriJrıı

Schmidt, "Tukue'lerin Dini", T.D.E.D, XIV, s. 74-75; İnan, Tarih�

lJugün Şanumizm, B. 178.

ııt


KlPÇAK TÜRKLERİ / 261

ni yerler. Başlannı, ayaklannı, derilerini ve kuyrnklannı bir ta­ rafa ayınp, bunlan kesilmi§ ağaçlar üzerine kabrinin başına asarlar. Bunlar-ölünün cennete giderken bineceği hayvanlar­ dır-der/er. Eğer ölen kimse sağlığında insan öldürmüş kahra­ man biriyse öldürdüğü insaniann sayılan kadar, ağaçtan suret yontup bunlan kabrinin üzerine diker/er. "Bunlar onun hiz­ metçi/eridir, Cennet'te ona hizmet edecekler." derler.202 XII. ve XIII. yüzyıllarda Kıpçaklar arasında görülen de­ fin olayının Göktürkler ve Oğuzlardaki uygulamalara yaki­ nen benzediği görülmektedir. örneğin me§hur seyyah Rub­ rouck, Kuman/Kıpçak definleri hakkında bize §U bilgileri vermektedir: "Kuman/ar ölülerine büyük bir tepecik yaparlar ve onun üzerine de bir insan heykeli diker/erdi. Heykelin yüzü daima doğuya doğru çevrilirdi. Heykel elini göğsünün üzerine götürerek bir kadeh tutardı. Zenginler büyük bir ehram yaptı­ nrlardı. Bu bir nevi küçük bir eveikten ibaretti. Tuğladan evle­ re rastladığım gibi, bazen de o civarda hiç taş bulunmadığı halde taştan yapılmış kuleler gördüm. Henü:L ölmüş birinin mezannm etrafına dikilmi§ yüksek sınklann üzerine on altı at derisi asılmıştı. Onlann her biri, ayn bir cihet gösteriyordu. Mezara ölünün içmesi için kımız, yemesi için de et koymuş/ar­ dı. Bundan başka hatırasını yad etmek için de bir şeyler söylü­ yo rdı. Halbuki bu mezardaki ölü Hıristiyan sayılırdı. 203 Do­ ğu önünde başka mezarlar da gözüme çarptı. Yuvarlak ve dö köşe taşlarla örtülmüş olan bu alan, dört yöne yöne/tilmiş da uzun taşla san/mıştır. Biri hasta diqtüğü zaman yatağına er ve hiç kimsenin gelmemesi için evine bir i§aret koyar. Bundan dolayı, hastayı hizmetkılrlanndan başka hiç kimse zi­ yaret etmez. Bir komutan veya önemli bir şahsiyet hastalandığı takdirde, onun oturduğu sarayın etrafında bekçiler bekler, hiç kimsenin içeri girmesine izin vermez/er. nkü ziyaretçi ile kö­ tü ruhiann içeri gireceğinden korkarlar."

202 İbn fazlan, Seyahatrıômt!,

203

s. 40.

Barthold, '"I'ürklerde ve Mtııollarda Defin Mera&imi Meselesine Dair",

Be/Jeten, XI/43, s. 515-517; İnan, Tarihte 11e Bugün Şamanizm, s. 179; Ögel, isldmiyetten 6nce Türk Kültür Tarihi, s. 295-296; Durmu§, Iskit/er (Sakalıır), s. 56. 204 Yakubovskiy, A/trn Ordu ve Çöküfü, s. 14.


262 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Altıncı Haçlı seferine çıkan Fransız kralı IX. Louis'in tarihini yazan Joinville, 1251-1252'de tanık olduğu bir Ku­ man cenaze törenini §U §ekilde aktarıyor: "Kibar bir Kuman öldü. Büyük bir çukur kazdılar. Ölüyü süslü bir şekilde giydire­ rek ve sandalyeye oturtarak mezara koydular. Yanına en iyi atını ve en iyi silahtantu diri olarak koydular. Silahtar çukura gömülmeden önce Kuman kralı ve baş beyleri ile veda ediyor­ du ve veda/aşma esnasında onlar kuşağına altın ve gümüş ko­ yarak şöyle söylediler: "Eğer bir zaman ben öbür dünyaya ula­ şırsam benim şimdi sana verdiğim şeyi sen bana orada tekrar iade et. " Bunun üzerine o şu cevabı verdi. "Memnuniyetle ya­ pacağım." Kumaniann baş kralı ilk kralianna yazdığı bir mek­ tubu ona teslim etti. Bu mektupla bu iyi insanın takdire şayan bir şekilde yaşadığını ve iyi hizmet ettiğini bildirdi ve onun mü­ kafatlandınlmasını rica etti. Bunlar vuku bulduktan sonra si­ lahtan beyin yanına canlı atıyla beraber koydular ve çukuru tahta ile kapadılar. Ondan sonra orada bulunan bütün Ku­ man ordusu oraya yürüdü ve taşı ve toprağı mezar üzerine koydular. Gömülenterin hatırası için büyük bir tepe hazırla­ nıncaya kadar yatmaya gitmedi/er. "205 Gerek Rubrouck, gerekse Joinville'nin verdikleri bilgi­ ler, bize Kuman/Kıpçakların ölüm adetleri ve definlerinin ne §ekilde gerçekle§tiğini en güzel §ekilde gözler önüne ser­ mektedir. Nakledilen her iki rivayette de zikredilen "yüksek tepe" (kurgan)206, İbn Fazlan'ın Oğuzlarda gördüğü "kubbe gibi dö§eme"ye benzetilmektedir. Türklerde mezar kelimesini ifade etmek üzere çe§itli kelimelerin kullanıldığını görmekteyiz. Bunlar Kereksür, kegür, kurgan, oba, bark, kümbet ve türbe... dir. Codex Cu­ manicus'a baktığımız zaman mezar kelimesini ifade etmek için "kurgan" kelimesinin kullanıldığını, "oba" kelimesinin de tepe anlamında ifade edildiğini görüyoruz.207 Mısır Kıpçak­ larının dilinde tesbit edilen ve "mezar kubbesi" (höyüğü) an:ııı� 206

Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 1 54-155. Aynı yazar, Türk Devletinin Batula-

ki Varisleri, s. 49-50.

Kurgan, Kıpçakça "mezar höyüğü" anlamına gelmekte ve Codex Cuma­ nicus'ta da geçmektedir.(Grönbech, s. 125). m Görnbech, s. 125, 142.


KlPÇAK TÜRKLERi / 263

larnma gelen "kurgan" kelimesinin "De§t-i Kıpçak"tan geti­ rildiği dü§ünülmektedir. Bu kelime Orta Asya'da, Orhun yazıtlarında olduğu gibi, kale ve müstahkem mevki anlamı­ na kullanıldığı halde, Bozkır Kıpçaklarında mezar üzerine ta§ veya topraktan yapılan tepeye denilmi§tir.208 Rubrouck'un Kuman/Kıpçakların, mezarların üzerine yüksek tepe yaphklannı ve üzerine yüzü doğuya dönük bir heykel diktilderi hususundaki ifadesini belirtmi§tik. Heyke­ lin doğuya dönük olarak dikilmesi ve doğunun kutsallığı di­ ğer Türk kavimlerinde de göze çarpmaktadır. 209 Kıpçaklar­ da adı geçen bu heykelin bir balbal olup olmadığı tam ola­ rak anla§ılamamaktadır. Bununla beraber Kıpçak bozkırla­ rında ve Rus arkeoloji terimiyle "kammeniya baba" (ta§ ni­ ne) denilen heykellerden hiç olmazsa bazılarının balbal ol­ duğu ı;nuhakkaktır. Bu heykellerden §air Geneeli Nizarnİ de bahsetmektedir. O, XII. yüzyılda Kıpçak bozkırlarında top­ rağa oklar gibi saplanmı§ sayısız kazıklardan söz etmektedir ki, bunların İbn Fazlan'ın sözünü ettiği ağaçtan balballar ol­ maları gerekir.21 0 Bahsedilen bu balballar Kıpçaklar tarafın­ dan kutsal kabul edilmekte ve onlara kurban kesilmekte 2 idi. 11 Türk hanları ve alpleri için, mezarlar üzerine dikilen h eUere "sın", "sıntaş", "taşnine" ve "balbaf' adı verilmi§­ tir.2 2 Yalnız ''balbal" ile" "sin", "sinta§" ve "ta§nine" tabirleri­ ni irbirinden ayırmak gerekir. Türklerde "balbaf', ölen bir ki senin mezarının üzerine o kimsenin hayatta iken öldür­ d · ğü dii§manları temsilen ağaçlardan veya ta§lardan yapıl­ mı§ heyketlerdir. Türkler, bu balbalların temsil ettikleri kݧİ-

lll8

İnan, "XIII.ve XV. yüzyıllarda Mısır'da Oğuz-Türkmen ve Kıpçak Leh-

çeleri ve Halis Türkçe", Türk Dili ArQltımıalan Yıllığı (&Ileten), s. 55.

:ıw Orhan

Tuncer, "Doğu Yönünün Türk Kültüründeki Yeri ve Mezar Mi­

maıimize Etkisi". VIII. Türk Tarih I<Dngresi Bi/.dirileri, ll, Ankara, 1976, s.

915-919; M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarih� İstanbul, 1986, s. 16. Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 97. 211 İnan, Tarihte ve BugWı Şanıanizm, s. 179. 110

212

Barthold, ''Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair",

Belleten, XI/43, s. 515-519; Mehmet Eröz, "Türk Topluluklarının Ölüm Adetleri Üzerine Bir Deneme", T.D.A, sa: 35, İstanbul, 1985, s. 58-59; Ecöz, Atatürk Milliyetçilik Doğu Anadolu, s. 283.


264 ! KlPÇAK TÜRKLERİ

lerin ölümden sonraki hayatta ölen ki§iye hizmet edecekle­ rine inanırlardı. Balbalların sayısı mezardaki ölünün hayatta iken öldürdüğü dܧmanlannın sayısına göre deği§ir, bazan yüzleri bulurdu. "Balbar kelimesi meO§e itibariyle Türkçe değildir. Codex Cumanicus'ta da geçmemektedir. Bu keli­ menin Çince'den geçmiş olması muhtemeldir. "TIJlnine" (Kammeniya baba=Kamannaya baba) ve "sınta§"lara gelin­ ce bunlar, men§e itibariyle Türkçe olup ölen kimselerin me­ zarlannın üzerine ölenleri temsil için yapılan heykellere ve­ rilen adlardır. Bu "sınta§" veya "ta§nine"ler ölüyü temsil etti­ ği �alde, balballar ölünün hayatta iken öldürdüğü insanları temsil etmektedirler. 21 3 "Sın" kelimesi Kıpçakça olup yazılı mezar ta§ı ve suret anlamlarına gelmektedir.214 XIII. yüzyıl­ dan itibaren Gürcistan ve Doğu Anadolu'da yoğun bir §ekil­ de ya§ayan Kıpçaklardan özellikle Kars ve çevresinde birta­ kım geleneklerin devam ettirildiğini görüyoruz. XX. yüzyıl­ da Kars'ın Arpaçay ilçesinde ya§ayan Karapapaklarda (ha­ nefı/Sünni oldukları halde) insan heykelli kabir ta§ları ya§a­ tıla gelmi§tir. Bunların en belirgin örnekleri Arpaçay (1927'den önceki "Zaqat") ilçesindeki Vanaza (1960'tan sonraki ismi) Tomarlı köyünde bulunuyor.m Kuman/ Kıp­ çak mezar §ekillerinin izlerini bugün ba§ta Romanya, Bul­ garistan ve diğer Balkan ülkelerinde de görmek mümkün­ 16 dür.2 213 Roux, s. 216-217, 229-234; Barthold, Orta A.ıya Türk Tarihi Haklanda Denler, s. 21 -22; Aynı yazar, "Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", Belleten, Xl/43, s. 515-522; Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk lslôm Medeniyeti, s. 392; Eröz, "Türk Topluluklarının Ölüm Adetleri Üzerine Bir Deneme", T.D.A, sa: 35, s. 58-60. 114 Grönbech, s. 165. ıu I<ırzıoğlu, "Khazarlar'ın Borçalı ve Kazak Boylanndan Olupn Karapa­ paklarda Çağımııda İnsan Heykeli Kabirtaşı Yapma Geleneği", Türlc 116

Kültürü Artqtımıalon, s. 248-249.

Ekrem, "Şamanhğın ve Eski Türk Kültürünün Dobruca'daki I<ınm Türkleri Folklorunda izleri", l Uluslararası Türk Fo/klor Kongresi Bildiri­ leri, I, s. 1 10-11; Ekrem, "Türk Medeniyetinin Romen Ülkelerindeki iz­ lerine Dair Bazı Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildiri/eri, lll, s. 1710-171 1; Guboğlu, "Romen Ulusunun Eski Türk Kavimleri ile İli§kile­ ri Hakkında", VIII. Türk Tarih Kongresi Bi/diri/eri, ll, s. 770-771.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 265 Eski Türkler ölümden sonra, insanın bu dünyadaki ha­ yata benzer bir hayat süreceğine, orda yiyip içeceğine, muha­ rebeler yapacağına ve eğleneceğine inanıyorlardı ki, öldük­ ten sonraki hayatında gerekli olan §eyleri beraberinde gö­ türmesi gerekirdi. Bunun için, ölü ile beraber öbür dünyada ona gereldi §eylerin beraberinde gömülmesi veya sonradan kurban olarak gönderilmesi icap ediyordu. Arkeolajik kazı­ lar kurganlarda erkek cesetlerinin yanı sıra kadın, çocuk ve çok miktarda at cesetlerinin bulunduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca kurganlara bir çok e§Yaların konulmu§ olması da dikkat çekiyor. Elbiseler, halılar, mücevherler, kılıç, ok, içe­ cekler, at takımları, ipekli kuma§lar, kartal pençesi, geyik di§leri vs. bunlar arasında yer alıyor. Anlaşılan ölü için öteki hayatta gerekli olan 'her §ey oraya konmuştur. Yiyecek ve içecek konulan toprak kaplar ve kadehler de Pazırık kur­ ganlanndan çıkan e§Ya arasında yer almaktadır.217 Yukarıda Kıpçaklar hakkında verilen bilgiler, ölü ile beraber kurgan­ lara konulan §eylerin çoğunun Kıpçaklar için de geçerli ol­ duğunu göstermektedir. Öte yandan kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla bazı Türk topluluklarında görülen ölüleri yakma adetine Kıpçak1a a rastlanılmamı§tır. Kıpçaklarla ilgili elde var olan bilgi­ le yakma geleneğinin bu Türk kavminde olmadığını göste­ riy r.

1

1

B-Kıpçaklar ve İslamiyet 1-KIPÇAKlARIN İSlAM DİNİNE GiRDİKLERi DÖNEM VE BU DİNİ KABUL ETME NEDENLERİ

Türkler İslamiyetle ilk kez VII. yüzyılın birinci yansı henüz dolmadan İran'ın Arap ordularınca fetbeditmesini 217

Rowı, s. 226-227; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 95; Aynca bu ko­ nuda geni� bilgi için bkz;. A!>dulkerim Rahman, "Uygurlann Defin Me­ rasimleri", lll Milletlerarası Türk Folldor Kongresi Bildirileri IV, Ankara, 1987, s., 307-318; Abdülkadir İnan, "Altay Dat]annda Bulunan Eski Türk Mezarları", Belleten, Xl/43, Temmuz 1947, s. 569-570; Kurat, Kora­ deniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 105-107.


266 ! KlPÇAK TÜRKlERİ

(642) izleyen yıllarda temasa geçmi§lerdir. Bu temas sonun­ da bir kısım Türkler İslam dinine peyderpey girrni§ olmakla birlikte, onların büyük kitleler halinde bu dine girmelerine

�hit olabilmek için X. yüzyılı beklemek gerekir. Ba§ka bir ifadeyle, Türklerin İslam dini ile ilk temaslarından sonra

önemli bir miktarının bu dini benimserneleri en az üç yüz yıl gibi bir süreç içerisinde gerçekleşmiştir. Burada §unu da be­ lirtmek gerekir ki, X. yüzyılda Türklerin İslamiyete büyük kitleler halinde girmeye başladığı zaman henüz Türklerin büyük bölümü İslami�et dairesinin dışında kalmakta idi. X. yüzyılda yoğunl�an Türlerde İslamiaşma hareketi XIV. yüzyılda büyük ölçüde gerçekle§miş, ancak tamamlanma­ rnı§tır. Bu süreç az da olsa müteakip yüzyıllarda devam et­ mݧ, hatta XVIII-XIX. yüzyıllarda bile Müslümanlığı kabul eden Türk zümrelerine rastlanmıştır. O halde olaya bu perspektiften baktığımızda Türklerin İslaml�ması hadisesi bin yıldan fazla bir zamanı kapsayan bir tarihsel süreçte gerçekleşmiş bulunmaktadır. X. yüzyılın Türklerin İslamiaşması açısından bir dönüm noktası oluş­ turması, bazı araştırmacıları Tütklerin İslamiyetle temasları ve Müslümanla§ması olayını, X. yüzyıldan önceki ve sonraki dönem §eklinde ikili bir tasnif yapmaya götürmü§tür. X. yüzyıl hem Türklerin çok büyük kitleler halinde İslam dini­ ne girmeye ba§lamalarına sahne olmuş, hem de Türklerin bağımsız devletler şeklindeki siyasi hakimiyetleri bu yüzyıl218 da ger çekleşmıştır. .

.

Türklerin İslamiaşma süreci içerisinde X. yüzyıla kadar

olan dönemi tarihçiler kendi arasında üç safhaya ayırmakta­

dırlar. Bunları; 640'1ı yıllardan başlamak üzere 751 yılında cereyan eden Talas savaşına kadar olan evreye Türklerin is­ lamiyetle temasa geçtikleri, 751 yılından b�layarak 868 yı­ lından itibaren siyasi hakimiyet kurmaya başlamalarına ka­ darki evreye İslamiyetle tanıştıkları ve nihayet 868 tarihin­ den X. yüzyılın ortalarından itibaren bağımsız Müslüman

Türk devletlerinin görülmeye başladığı zamana kadarki ev­ reye de İslamiyeti kabule hazırlandıldan dönem şeklinde sı-

218 Turan, SelçuklulaT\ie Jsldmiyet, s. 10-12.


KlPÇAK TÜRKlERİ / 267

ralamak mümkündür. Zira asıl geni§ çaplı ihtidalar X. yüz­

yıldan itibaren gerçekle§mi§tir. Yukarıda da kısmen değin­ diğimiz gibi, esasen X. yüzyıl, Türkler arasında İslamiaşma olayının hızlandığı ve aynı zamanda siyasi hakimiyetin ba­ ğımsız devletlere dönüştüğü devre olarak kendini göster­ mektedir. XII. ve XIII. yüzyıllarda önce Kara-Hitayların, daha sonra da Cengiz Han komutasındaki Moğolların haki­ miyeti, Türkler arasındaki İslamla§mayı Icsmen de olsa olumsuz biçimde etkilemiş ve bu durumdan ümitleneo Hı­

ristiyanların bazı gayretlerine §abit olunmll§sa da, XIV. Yüzyıldan itibaren özellikle Osmanlılann geli§mesine para­ 21 9 lel olarak, İslamla§manın kesin şeklini aldığı görilimii§ tür . Türklerin İslamlaıjma süreci konusunda çizdiğimiz bu genel çerçeveye rağmen, yine de bölgelere, ülkelere ve çe­ şitli Türk topluluklarına göre sürecin farklı §ekiUerde sey­ rettiğini belirtmekte yarar vardır. Nitekim Kıpçak Türkle­ rinde İslamiaşma sürecinin yukarıda çizilen çerçeve dışında gerçekle§tiği görülmektedir. Konunun b8§ında da belirttiği­ miz gibi bazı Türk toplulukları VII . Yüzyılın birinci yarısı­ nın sonlannda İslamla temas kurarken Kıpçakların İslamla temas ve tanı§ması ticaretle birlikte İslam dininin güney ve doğudan Deljt-i Kıpçak'a nüfuz etmesiyle ba§lamı§tır. Volga avzası şehirlerinin ticari önemi dolayısıyla ilk İslaml8§ma areketinin buralarda görüldüğü muhakkaktır. Örneğin, X. ılda Bulgar'ın çoğunlukla bir Müslüman şehri olduğu elirtilmektedir. İtil'e gelince X. yüzyıl Arap coğrafyacıla­ rından İbn Havkal'ın ifadesine göre, İtil'de otuz cami bu­ lunmaktadır.220 Menşe olarak Kıpçaklara dayanan Başkırt­ ··

ların da İslamla tanışması ve yava§ yavaş Müslüman olmaya b8§lamalan yine X. yüzyılda Bulgarların Müslümanlığı ka­ 22 bul ettikleri sırada meydana gelmiştir. 1 Görülüyor ki, Kıp­ çakların İslamla tanışmalan ve peyderpey Müslüman olma­

ya ba§lamaları X. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. An­ cak bunlardan islamı seçenlerden büyük çoğunluğunun İsGünay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 221-222. Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşii, s. 9; Taymas, Kamn Türkleri, s. 217-218. 22 1 TürkAnsiklopedis� "Başkurt" (M.E.B.), V, s. 384.

219 220


268/ KlPÇAK TÜRKLERİ

lam medeniyetini tamamen kabul edip gönülden bağlanma­ lan XIII ve XIV. yüzyıllarda gerçekle§mi§tir. Kıpçak kabile­ lerinin islama giri§ tarihleri ve bu dine hizmetleri göç ettik­ leri bölgelere göre farklılık arz etmektedir. Kıpçakların İslamla tanl§ma süreci hakkında bu §ekilde bilgi verdikten sonra §imdi de bunlardan Müslüman olania­ nn İslam dini ile tanı§tıklan zaman bu dini kolaylıkla be­ nimsemelerinin nedenleri üzerinde durmaya çalı§alım. Bu konuya açıklık getirirken de genel olarak bütün Türk toplu­ luklarının islamı kabul etme nedenlerinden bunu ayn müta­ laa etmek uygun olmaz kanaatindeyiz. önemine binaen, daha önce de kısmen wrgulamaya çalı§ttğımız gibi, ilk planda geleneksel ve milli bir dine sahip olan ve daha sonra da dünyanın evrensel karakterli büyük dinleri ile temasa geçen Türkler, sonunda büyük çoğunluk itibariyle İslam dininde karar kılmı§lardır. Hatta Türk din tarihine baktığımız zaman belki de dünyada böylesine zen­ gin ve çe§itli dini tecrübelerle temas halinde bulunma imka­ nını elde etmi§ ba§ka bir millet yoktur. Esasen din deği§tirme olayı kݧisel planda olduğu kadar toplumsal ve kültürel planda da sanıldığından daha önemli­ dir. Özellikle bütün bir toplumun din deği§tirmesi olayının sosyolojisi, ihtida olaylan içerisinde mahiyetine en az nüfuz edebildiğimiz dini-toplumsal vakıalardan birisidir. Ancak, bu konu üzerinde duran bir çok ara§tırmacılar gibi, bizim de, Kıpçakların İslamla§masına ba§larken, önce genel ola­ rak Türk topluluklarının niçin ve nasıl Müslüman olduklan­ na kısa da olsa değinip daha sonra bu çerçeve içerisinde Kıpçakların Müslüman olması olayına değinmemiz yerinde olacaktır. Önce §unu belirtmek gerekir ki, İslam dininin diğer bir çok toplumlardaki yayılı§ §ekli, Türklerin arasındaki yayıl­ ması ile pek çok bakımlardan paralellikler arz etmektedir. Bu benzerlikleri Türklerin arasında öteki evrensel dinlerin yayılma yolları ve vasıtaları ile İslam muhiti arasında da bul­ mamız mümkündür. Her halükarda, ilk planda fetihler vası­ tasıyla İslam dini ile temasa geçen Türklerin ülkelerinde Müslümanlık, daha önce diğer evrensel büyük dinlerin ora-


KlPÇAK TÜRKLERi 1 269

larda yayılmaları esnasında izledikleri büyük ticari keıvan yollarını takiben ilerlemi§ ve böylece onun yayılmasında ııe­ hirler aras1 ticari münasebetler ağı, ana mihverleri oluııtur­ muııtur. Bununla birlikte coğrafi, siyasi ve ekonomik faktör­ ler dini-tasavvuti etmenlerle �birliği halinde Türk topluluk­ lannın İslAmlaıjmasında etkili olmU§Iardır. Bir çok durum­ larda hakanlıuın, bey/erin veya öteki önderlerin İsMm dinini kabulleri, halkın da onlann yolunda gitmelerinde etkili ol­ lllU.itur. Bu faktörlerle, o dönemde İslam dünyasının maddi ve manevi medeniyet bakımlanndan, diğer kültür ve mede­ niyetiere olan üstünlüğünün cazibesini de eklemek gere­ kir.222 İslimiyet, diğer evrensel dinlerden farkli olarak ferdi misyonerlik anlayı§ına pek yer vermediğinden bu dinin ilk planda yayılmasında, İstarn devletinin savaıj ve bart§ halle­ rinde Türklerle olan münasebetlerinin etkili olduğunda §üphe yoktur. Bununla birlikte, İslıim.iyet genil} anlamda Türk ülkelerini fetbe muvaffak olamailll§tır. Zira Türkler, İranlılardan farklı olarak, Müslüman Araplann fetihlerine kar§ı olağanüstü bir gayretle direnmi§ler ve belirli ölçüde onları durdurmayı baıjarnu§lardır. Barthold, İslam dininin Türkler arasında esaslı bir ııe. de yayılmasında bu dinin diğer diniere nazaran çok daha c· TLiümül bir karaktere sahip olmasının çok önemli bir ro­ lün"" n olduğunu belirtiyor. O, Müslümanların sayısının Bu­ dis ve Hıristiyanlara nazaran az olmasına rağmen bugün bi­ le slam dininin hakiki anlamıyla cihan§umül bir din özelli­ ni, yani yayılı§ı yalnız bir ırka veya bir medeniyete mensup kavimlere mahsus olmayan bir dini özeiJiğe sahip olduğunu kaydediyor. Ona göre zaman zaman diğer dinler İslimiyete nazaran bu hususta daha büyük baıjarılar göstermi§ iseler de, bu bqarılar geçici olmu§ ve İslamiyet gibi daimi netice­ lere ula§amamı§lardır. Yine Barthold, özellikle VII. ve VIII. yüzyıllarda Mani dini ve Hıristiyanlık Müslümanlığa göre, Türklerin arasında daha çok mensup elde etmi§ olw

m

Barthold, Oruı A.tya Türk Tarihi HakJcuıdıJ Denkr,

s.

93-94; Gü-

oay-Güngör, Tür#c Din Tarihi, s. 226-227; Ş. Turan, Türk Kiihür Tarihi, s. llO-l l l .


270 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

makla birlikte, daha sonraki yüzyıllarda bu dinlerin İsHhrun

ilerlemesi kar§ısında orada tutunamactıklarını ifade etmek­ tedir. Hatta Barthold'a göre, örneğin Hıristiyanlık genellik­

le Avrupa'nın medeni kavimlerinin dini olarak kalmı§; bu nedenle de önceleri Türkler arasında taraftarlar kazanmı§ olmasına kar§ılık, neticede İslfuniyetin kar§ısında tutunama­ mı§tır. Aynı nedenler, "milli bir Çin Hıristiyanlığı" te§ebbü­

sünün de sonuçsuz kalmasına sebebiyet verdiği gibi, Afri­ ka'da da İslam dini Hıristiyanlığa üstün gelmi§; orada milli

bir Hıristiyan dini olu§umuna muvaffak olan Habe§liler ara­ sında bile İslam propagandası

edebilmi§tir. Bu bakımdan

XIX. yüzyılda ba§arılar elde Barthold, önceden Budist veya

Hıristiyan olup da sonradan İslam dinine geçen kavimterin örneklerinin çok olduğunu, buna kar§ılık Müslüman olduk­

tan sonra Hıristiyanlığa veya Budizm'e geçen kavim örneği­ ne rastlanmadığına ݧaret etmektedir. m

Birçok din bilgini, dܧünür ve ara§tırmacı, Türklerin İs­

lam dinini kabulünde, İslamiyet gibi Türklerin de gelenek­ sel dinleri itibariyle Tek

Tanrı ya veya Gök Tann ya inanma­ '

'

larının önemli rolünün bulunduğunu ifade ediyorlar. Aynı

§ekilde Türklerin eski dinlerinin İslamiyette olduğu gibi Tann'ya ibadet konusunda kurbana yer vermesinin, yine es­

ki Türk dininde ruhun ölmezliği ve ahiret inancının bulun­ makta olu§unun, ayrıca İslamiyetİn ahlaki koidelerinin eski Türklerin "alp"Iik anlayı§ına,

adalet

kavramının eski Türk

"töre"sine uygunluğunun ve İsHimiyetteki

cihad

anlayı§ının

Türklerin fütuhat ve cihan hakimiyeti dü§üncesine benzeyi­

§İnin genel olarak bütün Türk topluluklarında bu dinin be­

nimsenmesinde etkili olduğu anla§ılmaktadır.224

Genel olarak verdiğimiz Türklerin islamı kabul edip

benimseme nedenlerini, küçük ayrıntılar dı§ında

Kıpçak

Türklerinde de görmekteyiz. Yukanda da belirttiğimiz gibi

Kıpçaklann İslamiyetle ilk tanı§ması Volga havzasına gelen 223

22<1

Barthold, Ona A.!)'a Türk Tarihi Haklanda Dersler, s. 64, 95, 96. M. Şemseddin, Maziden Atiye, s.1 16-126; Turan, Selçuklular ve lslômiyet, s. 13-14; Aynı yazar, Türlc Cihan Hakimiyeti Meflaıresi Tarihi, I. s. 146-156; Rıza Karda§, "Türk Cemiyetinde Dini Hayat", T.D.E.K, Anka­ ra, 1976, s. 1406-1408; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 228.


KıPÇAK TÜRKLERİ / 271

Müslüman tüccarlar vasıtasıyla ba§lamı§tır.

Özellikle

Bulgar

ve İtil gibi büyük merkezler olmak üzere bu bölgenin İslam­ Iaşması buraya kütle halinde gelen ve hatta bu alana yerle­

şen tacir ve esnafların eseridir.225 Kıpçaklar, İslamiyet ile bu

şekilde tanışlıktan sonra özellikle bu kavim arasında İs­

lam'ın XII. yüzyılın ikinci yarısından başlamak üzere XIII. ve XIV. yüzyıllarda hızla yayılmasında Hoca Ahmed Yesevi

ve onun tasavvufuna mensup halifelerin önemli katkılan ol­ muştur. 226 Yesevilik "Hoca Ahmed"in ölümünden sonra he­

nüz daha yarım asır geçmeden "Harizm" sahasına, oradan da kuzey batıya doğru Kıpçak havalisine hızla yayılmaya

başlamı§tır.227 Hüsamüddin b. Şerafeddin'in Hicri da yazmış olduğu

992 yılın­ "Risale-i Tevarih-i Bulgariyye" adlı eserinde

Hoca Ahmed Yesevi'nin Kıpçak Türkleri arasında büyük bir §öhrete sahip olduğu ve Deşt-i Kıpçak'ta bir çok halifesi­ 8 nin İslam'ı tebliğ etmek için bulunduğu belirtilmektedir. 22

Çoğu Türk topluluğunun Müslümanlığı kabul etmesin­

de etkili olan başlarındaki hakanların, beylerin veya diğer

!

önderlerin Müslüman olması ve arkasından da halkın İs­ lam'ı seçmesi gibi olaylara Kıpçaklarda da rastlanmaktadır.

örneğin, nüfusunun önemli bir bölümünü Kıpçakların olU§­ turduğu Altınordu devletinde, Cengiz Han'ın torunlanndan

o n Berke Han'ın Müslüman olması Kıpçaklar da içinde ol­

m k üzere halkın İslam'ı seçip benimsemesini hızlandırmış­ tır.

Yukarıda Barthold'dan naklettiğimiz, İslam dininin

T rkler arasında yayılmasında bu dinin diğer diniere naza­

ran çok daha cihanşümul bir karaktere sahip olmasının çok

22-' Yakubovskiy , Alım Ordu ve Çökiqü, s. 9-10. 226

Eckmann, "Die Kiptschakische Literatur" Phüologiııe Turcicae Funda­ menta II, s. 275-276; Fuad Köprülü, "İslam Sufi Tarikatlerine Türk-Moğol Şamanlığının Tesiri", (çev: Yaşar Altan), A. ü.I.F. Dergisi,

127 228

sa: 18, Ankara, 1970, s. 142-143.

KöPrulü, Türk Edebiyatı Tarih' · s. 194.

Fu ad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutllsawıjlar, Ankara, 1984, s. 44-45. 229 Jean Richard, "Berke Han'ın İslam'a Giri�i ve Altınordu Hanlığında İs­ hi.miyetin Yayılı�ı", (çev: Abdülkadir Yuvalı), Türk Kıl/türü., XXVI/306, Ekim, 1988, s. 634-642.


272/ KlPÇAK TÜRKLERI

önemli rolünün olduğu görilijünü Kıpçakların dini tarihinde net bir §ekilde görmemiz mümkündür. İleride üzerinde du­ racağımız gibi, Kıpçaklar tarihleri boyunca ba§ta İslamiyet olmak üzere Hıristiyanlık ve oran bakımından çok az da ol­ sa Yahudilik'e girmi§lerdir. Elde ettiğimiz bilgilere göre İs­ lam'ı kabul eden Kıpçaklar arasından kendi isteği doğrultu­ sunda bu dinden aynlıp ba§ka bir dine geçene rastlanılma­ mı§tır. Ancak daha önce Hıristiyanlığı seçtiği halde İslam'la tanı§tıktan sonra Hıristiyanlığı terk edenlere çokça rastla­ mak mümkündür. örneğin, XII. yüzyılda Kür ve Çoruk boylarına gelerek Gürcülerle ittifak kuran Kıpçak Türkleri, Hıristiyanlığı kabul etmi§ler, ilerleyen yıllarda topraklarım geni§letip Doğu Anadolu'nun da bir kısmını içine alan "Or­ todoks-Kıpçak Atabekler Hükümeti"ni kurmU§lardır. 1267 yılında kurulan bu hükümet 1578'de tamamen Osmanlılann hakimiyeti altına girineeye kadar Hıristiyan-Ortodoks ola­ rak kalmı§tır. Osmanlı hakimiyetinden sonra, bu beyliğin tc� melini olu§turup beylik içerisinde egemen güç olan Kıpçak� lar, Ortodoksiuğu terk ederek İslam'ı seçmi§lerdir. 230 Yine birçok ar3§tırmacı tarafından ileri sürülen ve ge-­ nel olarak Türk topluluklannın İshim'ı kabul etmesinde e� ken olarak gördükleri ve Kıpçaklarda da görülen Gök Tann inancının varlığı, ibadetlerinde kurbanın önemli bir yer tut­ ması, yine bu kavimde açıkça görebildiğimiz ruhun ölmezli­ ği ve ahiret inancının bulunması ayrıca fütuhat ve sava§ dü­ §Üncesinin ön plana çıkması, Kıpçak Türklerinin İslam dini­ ni kabullenmelerinde önemli etkenlerdir. 2-KIPÇAKLAR ARASINDA isu\MIN YAYILMASI VE BU DİNE HİZMETLERİ

Biz bu ba§lık altında farklı bölgelere göç etmݧ olan bu insaniann islam'ı hangi şartlarda ve nasıl kabul ettikleri, varsa mezhepsel farklılıklan ve bu dine hizmetleri üzerinde duracağız. Bunu yaparken de konunun daha iyi anla§ılmasa .l.>O

Kımoğlu, Yuluın·Kürve Çoruk

...

, s.

105-182


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 273 ve karga§alığa neden olmamak için olayı bölge bölge incele­ yeceğiz.

a-İdil-Ural Bölgesinde Müslüman Kıpçaklar Bu bölge, coğrafi açıdan tanıtılacak olursa; Kazan §eh­ rinin kuzeyindeki Fin asıllı Komi, Ud ve Viyatka bölgesin­ den güneyde Astrahan'a ve Hazar denizine kadar, batıda Sura nehrinden doğuda Ural dağlarına kadar uzanan saha­ dır. Burası farklı adlar altında Türk boylarının ya§adığı bir yer olarak bilinmektedir. Xl. yüzyıldan itibaren de Ku­ man/Kıpçak Türklerinin yoğun olarak bu bölgeye gelip yer­ le§tikleri daha önceki konularda geni§çe bahsedildi. Cengiz imparatorluğu zamanında, 1224'ten itibaren Türk-Moğal orduları da buraya nüfuz etmi§ler, 123 1-1246'da Bulgar ül­ kesini, sonra da Rus topraklannın çoğunluğunu ele geçir­ mi§lerdir. Moğol imparatorluğunun parçalanması sonucun­ da, 1255'ten i tibaren İdil-Ural, Batı Sibirya ve Karadenizin kuzey bölgesini de içine alan sahada Altınordu devleti te­ §ekkül etmݧtir. Daha önce belirttiğimiz üzere Müslüman olmalan X. yüzyıldan itibaren ba§layan Kıpçak Türklerinin yoğun bir §ekilde İslamla§ması XIII. ve XIV. yüzyıllara, do­ layısıyla Altınordu devleti dönemine rastlamaktadır. ݧte bu ba§l k altında Altınordu devletinin sınırları dahilinde Kıp­ çak ürklerini ilgilendiren İslami geli§melerden bahsedece­ ğiz. III. yüzyıl ortalarına doğru Moğolistan'a giderken a Havzasından geçen Rubrouck, "Bulgar" hakkında §U ları söylüyor: "Muhammed'in dinini buraya hangi §eyta­ nın getirdiğine §a§ıyorum". Volga Havzasının, özellikle Bul­ gar ve İtil (sonraları Saksın) gibi büyük merkezlerin- İslam­ la§masının, bu bölgeye kitle halinde gelip bir kısmı yerle§en tüccarlardan kaynaklandığından daha önce bahsetmi§tik. Volga Havzasının İşlamla§ması, yalnız halife Muktedir'in 921-922'de Bulgar emirine gönderdiği resmi elçilik heyetine atfolunmaması gerekir.23 1 Çünkü gerek Bulgar gerekse Sak2.l l

Yakubovskiy, Altın Ordıı ve Çökü§ü, s. 9.


274 / KlPÇAK TÜRKLERİ

sın §ehrinin bu sıralarda önemli ölçüde Kıpçakların hakimi­ yetinde olduğu bilinmektedir. İslamiyetİn

Urallar ve Sibirya çevresine 940-950 yılların­ XII. yüzyılda ise Orta As­

dan itibaren yerle§meye ba§ladığı,

ya' da hakim din haline geldiği kaydediliyor.232 Genel hatla­

Kıpçak Bozkır/annın İslôm­ laşması X yüzyılın ikinci �ansından itibaren ba§lamı§, XIV. yüzyılda tamamlanmı§tır. 33 rıyla §Unu söylemek gerekir ki,

Halkının bir kısmı

X.

yüzyılın ilk yarısından itibaren

Müslüman olan Altınordu'da Cengiz Han'ın torunlarından olan ve Batu'nun küçük biraderi Berke Han'ın

(1255-1266)

Müslümanlığı kabul etmesiyle, buradaki Müslümanlar daha fazla itibar görmeye ba§lamı§ ve ülke, tam manasıyla bir Türk-İslam devleti olma yoluna koyulmu§tur.234

922

yılın­

dan itibaren İslam kültürünün yava§ yava§ yayıldığı bu böl­

gede, Saray §ehri kurulup da Türkistanla ticaret münasebet­

leri tekrar kuwet bulduktan sonra, Altınordu'da Müslüman

tesirinin birden bire di

f

r etkili unsurlara galip gelmeye ba§ladığı görülmektedir. 5 Berke'nin bu konudaki gayret ve

çabası kısmen de olsa ba§arıya ula§tı. Fakat bundan sonra

ba§a geçen hanlardan bazıları İslamiyet'e meyletmediler, bazıları da siyaset icabı İslam'a kar§ı bir sempati beslemele­

rine rağmen onun yerle§mesi ve yayılması konusunda hiçbir harekette bulunamadılar. Ancak Özbek Han

(1313-1342)

zamanında İslamın yayılı§ı tekrar hızlandı. Özbek Han'ın gençliğinden beri inandığı İslamiyet'in kendi milleti arasın2.1z 2ll

Hikmet Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, İ stanbul, 1978, s. 128. İ nan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 206. Zl4 W.De. Tiesenhausen, Altınordu Devleti Tarihine ait Metinler, (çev: İ smail Hakkı İ zmirli), İ stanbul, 1941, s. 353; Richard, s. 636, 642; Kafalı, s. 54-59; Kural, "Altınordu Devleti", T.D.E.K, s. 929; Müstecib Ü lküsal, KJ­ nm Türk Tatar/an, İstanbul, 1980, s. l l ; Altınordu devletinin İslamiaş­ ması ve İslam öncesi İ dil-Ural bölgesindeki toplulukların inanç yapıli hakkında daha geniş bilgi için bkz: Devin De Weese, lslıımization and Native Religion in The Golden Horde, (Pennsylvania state University Press), United States of America, 1994. 215 Kuraı, "Aitınordu Devleti", T.D.E.K, s. 929.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 275

da yayılması için büyük gayret sarf ettiği anla§ıhyor. 236 Özel­ likle onun döneminde Saray §ehri, diğer İslam ülkelerinin büyük §ehirleri gibi camiler, medreseler ve tekkelerle süs­ lenmeye ba§landığı belirtiliyor. Yine onun döneminde hü­ kümdar sarayında bilim adamları, §eyhler, seyyitler itibar 23 görmü§ler ve medreseler ve mektepler açılmı§tır. 7 İbn Batuta Saray §ehri hakkında bilgi verirken §Unlara yer vermi§tir. O Saray §ehrinde Cuma namazını kılmak için on üç adet caminin bulunduğunu, diğer camiierin ise sayısı­ nın çok yüksek olduğunu ve bu §ehirde çe§itli milletlerden insanların ya§adığıru, bunların da bir kısmının Hıristiyan bir kısmının da Müslüman olduğunu belirtmektedir. 238 XIII. yüzyıldan ba§layarak Altınordu'da İslamla§ma hareketi ve İslam medeniyetinin tesirinin önemli ölçüde art­ tığı anla§ıhyor. Ancak bütün bunlardan XIII. ve XIV. yüz­ yıllarda Altınordu topraklarında ya§ayan insanların tama­ mının Müslüman olduğu ve her yönüyle bir İslam ülkesi ha­ line geldiği anla§ılmamalıdır. Çünkü bu ülke topraklarında İslamın lehinde olan bu geli§melere rağmen Türk-Moğol ananeleri, önemini korumaya devam etmi§tir. Aynı zaman­ da Hıristiyanlığın da küçümsenemeyecek bir etken olduğu unutulmamalıdır. Netice olarak Altınordu'da din deyince akla İslômiyet, G ··k Tann inancı ve Hıristiyanlık gelmelidir. Şimdi de Altınordu'nun mirası üzerinde hayatlarını de­ va ettiren ve aralarında Kıpçak Türklerinin yoğun olarak ya§ dığı, aynı zamanda günümüzde farklı bölgelerde de olsa ne llerinin devam ettiği Kazan Türkleri (Kazan Tatarları), Ba§kırtlar ve Kırım Türkleri'nin İslamla§ma süreci üzerinde duralım. Altınordu devletinin siyasi etkisinin kaybolmasıyla or­ taya çıkan haniıkiardan birisi Kazan Hanlığı olmu§tur. Ka-

D6

Barthold, Orta A.ıya Türk Tarihi Haklanda Dersler, s. 240-241; Özalp Gökbilgin, "1313-1357 Yıllan Arasında Altınordu Devleti", A. Ü.E.F.A.D, sa : 4, Erzurum, 1972, s. 10.14. Z17 Kurat, "Altınordu Devleti" T.D.E.K, s. 929. l.'l! Gökbilgin, "1313-1357 Yılları Arasında Altınordu Devleti", A. Ü.E.F.A.D, sa: 4, s. 43.


276 / KlPÇAK TÜRKLERI

zan Tatarlan dediğimiz grup bu hanlık içerisinde kalmı§tır. Kaynaklar, Kazan Türkleri(Tatarları)nin o bölgedeki Fin kavimlerinden ve çevredeki diğer Türk men§eli kavimler­ den daha medeni olduklannı belirtmektedirler. Bunda İs/ti­ miyetin X. yüzyıldan itibaren benimsenmi§ olmasının ve İs­ lam, medeniyetinin katkı payı büyüktür. Orta İdil boyunda, eski Bulgar ve Altınordu devrinde Türkistanla yakın müna­ sebetin tesiri üzerine yayılan ve kökle§en tasavvuf hareketi, Kazan Hanlığı'nda ve dolayısıyla da Kazan Türkleri arasın­ da devam ettirilmi§tir. Bilhassa bu bölgede Nakşibendi tari­ katı'nın rağbet gördüğü kaydediliyor. Ayrıca Kazan Hanlı­ ğı'nda çoğunluğu olll§turan Kazan Türkleri ile diğer azınlık­ lar arasında tam bir uyum ya§andığı üzerinde duruluyor. 239 Kazan Hanlığı'nın siyasi hakimiyeti ortadan kalkıp Ka­ zan Türkleri'nin Rus hakimiyeti altında kalmasından sonra bu insanların tedricen baskıya tabi tutulup islamı ya§amala­ n engellenıneye çalı§ılmı§tır. Kazan Türkleri üzerinde uygu­ lanan bu haskılann hepsini tek tek verme yerine bir iki ör­ nekle bu olayı aktarmayı yeterli görüyoruz. örneğin, I. Pet­ ro, 1713 tarihli bir emirle Kazanlı Müslüman illecariann im­ tiyazlı durumunu ortadan kaldırrnı§, ancak Hıristiyanlığı ka­ bul edenlerin eski imtiyazlı durumlarını muhafaza edecekle­ rini ilan etmi§tir. 1731 yılında çıkan yeni bir emirle, Hıristi­ yanlığı kabul edenler askerlikten ve vergiden muaf tutula­ rak bunların vergisi, Müslümanlıkta ısrar edenlerin üzerine yüklenmi§tir. Türkleri Hıristiyanla§tırmak için kurulan vaf­ tiz dairesi'nin emrine askeri birlikler de verilmi§ olup, bun­ lar Müslümanlar üzerinde ağır baskıda bulunmu§lar, bir köyde birkaç Hıristiyan bulunduğu halde dahi bunlara Müs­ lümanlardan zarar gelir bahanesi ile bütün Müslümanlar köyden kovulmu§, Müslüman çocukları zorla Hıristiyan ya­ pılmak üzere toplattırılmı§tır. Vaftiz dairesinin faaliyeti ne­ ticesinde sadece Kazan ve civarında 546.camiden 418 tanesi tahrip edilmi§tir.240 XVIII. yüzyılda yapılan bu baskılar daha :1.19

2AO

Kurat, "Kazan HanlılJ", D. T. C.F. Dergisi, Xll/3-4,

s.

"Kazan, Kasım ve Astırhan Hanlığı", a.g.e, Il, s. 572 vd.

240, 242; Devlet,

Temir, "Kuzey Türkleri (İdil-Ural Yöresi)", T.D.E.K, s. 1253.


KlPÇAK 1ÜRKI.ERİ 1 T17 sonraki yüzyıllarda da, devam etmi§tir. 1930'la yıllarda Ka­

zan gibi önemli miktarda Müslüman nüfusa sahip olan ve

Kazan Tatarlan'nın milli ve dini merkezi sayılan bir §ehirde

sadece bir iki mescit ibadethane olarak bırakılmı§tır.241 Ka­

zan Tatarları arasında Kazan Hanlığı dönemindeki Nak§i­

bendi tarikatının kabul görmesi Rus hakimiyeti altında de­

vam etmi§tir.

Günümüzde Tataristan Özerk Cumhuriyeti içerisinde

bulunan ve bu bölgeden ba§ka bölgelere sürgün edilen Ka­ zan Tatarlarının tamamı

sünni'dir.242

Hanefi

mezhebine mensuptur ve

Men§e itibariyle bir çok ara§tırmacı tarafından Kıpçak­

lara dayandınlan

Ba§kurtlann

İslamla§masından bahsede­

cek olursak, bunların da İslamla ilk tanı§masının

X. �zyılın

ilk yarısında olduğuna daha önce temas etmi§tik. 3 Ba§­

XIII.

kurtlar,

yüzyılda Altınordu idaresi altına girmi§ler ve

özellikle Berke Han ile Özbek Han dönemlerindeki İslami

geli§meler sayesinde tamamen Müslüman olmu§lardır. Altı­

nordu'nun çökü§üyle Kazan Tatarları gibi bunlar da Kazan

Hanlığı içinde ya§amı§lardır. Kazan Hanlığı'nın ortadan

kalkmasıyla bu iki kavim Rus istilasının acısını birlikte çek­ mi§ler, rnü§terek dü§manları Ruslara kar§ı beraber mücade­

le et

'§lerdir. Ara§tırmacılar, dört asırlık bir devirde Kazan

Tata arı ile Ba§kurtların birbiriyle tamamen kayna§tıkları­

nı, di

'

ahlak, örf, adet, gelenek, dil ve kültür bakınundan

birbiri · önemli ölçüde etkilediklerini belirtmektedirler. Bu kayn ma ve kar§ılıklı tesirler sonucunda ortak yazı dili ve edebıyatı geli§mi§, fıkir ve bilim adamları medreselerde

okuyanlar arasından yeti§mi§tir. Kazan ilindeki medreseler­

le, Ba§k:urt ülkesindeki Orenburg, Kargalı, Ufa, Troyskiy ve

İsterliba§ gibi §ehir ve kasabalardaki medreseler arasında eğitim ve · öğretim usülleri bakımından hiçbir fark yoktu. 24 1

Akdes Nimet Kurat-Ahmet Temir, "Rusya'da Türklük ve İslamiyet",

T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1293. 242 Shırin Akiner, Sovyet Müslüman/an, İstanbul, lar, "Tataristan", Avnı.ıya Etüdleri, sa: 2, s. 73.

24� Togan, "Başkırt", İ.A, (M.E.B), Il, s. 329.

1 995, s. 62-63; Özdamar­


278 / KIPÇAK TÜRKLERİ

İmamlar ve müderrisler arasında Kazan Tatarları bulundu­ ğu gibi, bir çok B�kurt da bulunuyordu.244 Özellikle XVIII., XIX. yüzyıllarda Kazan Tatarları'na Ruslar tarafından yapılan sindirme ve İ slamdan uzaklaştır­ ma hareketleri aynen B�kurtlar için de uygulanmıştır. Rus­ ların Başkurtlara Hıristiyanlığa girmeleri için yaptıkları bas­ kılar neticesinde çok az miktarda Başkurt bu haskılara bo­ yun eğdiyse de baskı kalkınca İslamiyete tekrar dönmül}ler­ dir. XVII. yüzyıldan 1917'ye kadar süren Hıristiyan/aştırma çabalarına ve daha sonraki ateizmi propaganda eden yayın ve konferansiara rağmen B�kurt Türklerindeki İ slam inan­ cını silmek mümkün olmamıştır. Başkurtların başkenti Ufa Rusya'nın Avrupa bölümü ve Sibirya Müslümanları'nın ro­ hani merkezi olmuş,245 günümüzde de kısmen bu görevi de­ vam ettirmektedir. 1989 sayımına göre bir buçuk milyona ulaşan Başkurt­ lar Hanefi mezhebine bağlı Sünni Müslümandırlar.246 Aralarında Kıpçakların da bulunduğu çeşitli Türk ka­ vimlerinden oluşan Kırım Türkleri(Kırım Tatarları)nin İs­ lamlaşmasını ise XI. yüzyıldan itibaren b�latmak gerekir. Ancak Kırım ve çevresine gelen Kıpçakların XIII. yüzyılın birinci yarısından itibaren Müslüman olmaya başladıklarını söylemek daha doğru olur kanaatindeyiz. Buna en güzel şe­ kilde delalet etmesi açısından İbn-i Bibi'nin naklettiği hika­ yeyi kısaca aktarmak gerekir. Alaaddin Keykubad tarafından Suğdak seferine gönde­ rilen Melik'ül-Ümera Hüsamettin Çoban, Suğdak'ı teslim aldığı zaman halk eman dilemişti. Hüsameddin Çoban; Suğ­ daklıların eman dileyerek af istediklerini Sultan Alaaddin Keykubad'a bildirince, Sultan; Suğdaklıların af edilmelerine müsaade etti. Ancak put ve can yerine mihrap ve minberin namus ve faziletini ve ulo peygamberin şeriatını ikame et­ mek l}artını ileri sürerek Allah'ın kendilerini esirgemesini 244

Devlet, Çağdal Türk Dünyası, s. 106. Özk-an, a.g.e, s. 139; Özdamarlar, '7ataristan", Avrasya Etüdkri, sa: 2, s.

245 246

88.

Akiner, Sovyet Müslüman/an, s. 70-77; Özdamarlar, "Başkırdistan", Av­

rasya Etüdkri, sa: 2, s. 87-88.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 279

temenni etti. Bu önemli haberler Hüsameddin'e ula§ınca, o, Sultan fermanının halka duyumlmasını ve ordunun geri dönmesi için gerekli hazırlıklara ba§lanılmasını emretti. Or­ du tazim resmi için hazırlandı. Çok güzel süslenmi§ bir min­ her yapıldı. Altın tabak içine konulmu§ bir Kur'an-ı Kerim'i Hüsameddin ba§ı üzerine koyarak eline Sultan sancağını al­ dı. Böylece ihti§amla §ehre girdiler. Şehrin yüksek bir yerin­ de müezzin ezan okudu. Hıristiyanların çanları kırıldı ve iki haftadan az bir müddet içinde mükemmel bir cami in§a 7 edildi. Şehre müezzin hatip ve kadı tayin edildi.24 Bilindiği üzere bu sefer 1221-1222 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti'nin Suğdak Seferi olarak tarihi kayıtlarda 248 yer alrnaktadır. İbni Bibi'den naklettiğimiz bu hikaye §U hususları belirtınesi açısından kayda değerdir. Hikayeden anladığımız kadarıyla seterin yapıldığı tarihte Suğdak şehri­ nin hakimiyeti Kıpçaklar elindedir. Halkın dini Hıristiyanlık­ tır. Bu konu hikayede çok açık ve net olarak görülmektedir. Antla§ma ile de olsa Suğdak halkı Müslüman olmayı kabul etmi§tir. Öyle anla§ılıyor ki XIII. yüzyılın ba§larında bu bölgede­ ki Kıpçaklar arasında İslamiyet yok denecek kadar azdır. Olsa da halkın geneli değil ferdi Müslüman olmalardır. XIV. yüzyılın ba§ında yazıldığı anla§ılan Codex Cumanicus adlı eserden, daha Moğol istilasından evvel Hıristiyanlık te­ sirle · ne maruz kalan Kıpçaklar arasında Moğol istilasından sonra da "Fransisken rahipleri" tarafından "Katolik" Eropa­ ganda ına devam edildiğini anlamak mümkündür. 9 Ibn Batut 'nın Kırım'da ve Saray §ehrinde gördüğünü bildird Hıri tiyan Kıpçaklar, bu propagandanın canlı delilleridir. Bütün bunlar, bu bölgedeki Kıpçakların XII., XIII. hatta XIV. yüzyıllarda Hıristiyanlık propagandaları ile kar§ı kar­ §ıya olduklarını göstermesi açısından dikkate değerdir. An-

l4'

Yakubovskiy, "İbn-i Bibi'nin XIII.Asır Başında Anadolu Türklerinin Suğdak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıklan Seferin Hikaye­ si", D.T.C.F. Dergisi, Xll/1-2, s. 210-211 . l4B Safran, s . 72. z49 Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 300-301 . Z."' Parmaksızoğlu, (haz), ibn Batııto Seyahotniinıesinden Seçme/er, s. 67-68.


280 1 KlPÇAK TÜRKLERI

cak §Unu da belirtmek gerekir ki, buradaki Kıpçaklar ara­

sında daha önceleri İslamla§ma olayı çok az görülse de

Anadolu Selçuklularının Suğdak'a yapmı§ olduğu sefer,

Kıpçakların islamı benimsernelerine bir hız kazandırdığım

söylemek mümkündür.

Altınordu devletinin kurulmasıyla bu devletin toprakla­

rı içerisinde kalan Kırım ve çevresindeki Kıpçakların, ora­ daki diğer Türk kavimleriyle beraber Berke ve Özbek Han­

lar dönemlerinde Hıristiyanlığı büyük ölçüde terk ederek islamı seçtikleri 25 1 ve bu dönemlerden itibaren buradaki Kıpçaklar arasında İslam dininin hakim din haline geldiği

anla§ılmaktadır. Öte yandan 1287 yılında Kırım'daki Sulhat (Salkat) §ehrinde in§asına ba§lanan ve Mısır Memlı1k Sulta­

nı El-Melik el-Mansur tarafından finanse edilen caminin yapılmasına Kıpçaklardan izin alınarak ba§landığı kaydedil­

mektedir.252 Altınordu devletinin dı§ ülkelerle bağlantısı Kırım yolu

ve aracılığı ile yapıldığından, merkez bu eyaJetine çok önem veriyor ve buraya en kuwetli valilerini tayin ediyordu.

Kı­

rım sahillerinde koloniler kurınu§ olan Cenevizliler ve Ve­ nedikliler Altınordu merkezi ile bu yoldan görü§üyorlardı.

Hanlar Müslümanların halifesiyle de Kırım yoluyla haberle­ §iyorlardı. Bu dönemde Mısır ve Arabistan'dan gelen Müs­ lüman uleması merkeze hep Kırım üzerinden ula§ıyor, bazı­

ları da Kırım'da erle§erek islamiyetin yayılmasına katkıda r bul un uyarlardı. 25

Gerek Müslüman Arap seyyahları, gerek Batı'nın Hı­

ristiyan seyyah ve diplomatları Altıordu'nun ve Kırım Han­ lığı'nın kültür ve medeniyet alanlarında o dönemin ileri de­ recelerine eri§mi§ olduklan hususunda ittifak etmektedir­ ler. Müslüman olan Kırım hanları ve Türkleri, uzun zaman,

Osmanlılar ve İran Müslümanlan ile Hıristiyan Rusya, Po­

lanya ve Litvanya arasında, coğrafi durumlarının elveri§liliği

ve kültürlerinin yeterliliği sayesinde köprü vazifesi görmü§:m

Tiesenhausen, Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler, 386. ı.<ı Ü lküsal, Kınm Tiirk· Tatarları, s. 1 1-12. ı.•., Ülküsal, "Kırım Türkleri", T.D.E.K, s. 1 142- 1 1 43.

s.

359, 360, 372,


KJPÇAK TÜRKLERi / 281

lerdir. O dönemde Kırım'da her köyde bir sıbyan mektebi (ilkokul), büyük §ehirlerde de on-onbe§ köye hitabeden medreselerin varlığından, bu nedenle okuma yazma oranı­ nın yüksekliğinden, Kırım kadınlarının diğer Müslüman ül­ kelerdeki kadınlar gibi ba§tan a§ağı örtünmeyip sosyal, kül­ türel ve hatta siyasi i§lere karıştıklarından bahsedilmekted.ır. 2S4 önce Altınordu Devleti'ne bağlı olan ve daha sonra Osmanlı hakimiyetine giren Kırım Hanlığı, dolayısıyla Kı­ nm Türkleri, XVIII. Yüzyılda Rusların hakimiyeti altına geçineeye kadar medeniyet açısından o dönemin §artları çerçevesinde önemli bir seviyeye gelmi§lerdir. Ancak Rusla­ rın egemenliği altına girince bunlar da Kazan Tatarları ve Başkırtların akıbetine uğramışlar, bunlara da İslamdan uzaklaştırma ve Hıristiyanlığı kabul ettirme doğrultusunda baskılar yapılmıştır. örneğin camilere, medreselere ve bun­ lar gibi kamu yararianna bırakılmı§ olan vakıf topraklarının da dörtte üçüne el konulmU§tur. 1783 yılında 457.800 hekta­ rı bulan vakıf topraklannın toplamı 1917 milli kurtuluş hü­ kümeti zamanında 95.499 hektara düşmüştür. Bir çok bü­ yük ve küçük camiden bazıları kiliseye, depoya, mağazaya çevrilmiş ve bazıları da tamamen yıkılmıştır. Aıimler, imam­ lar iğer din adamlarından çoğu hapsedilmiş veya sürgü­ ne g ·nderilmiştir. Örneğin Kıpçakların yoğun olarak yaşa­ dığı S ğdak şehrinde ve Tarnan'da büyük birer cami Orto­ doks "lisesine çevrilmiştir. Arşiv vesikalanna göre, 1805 yı­ lında rım bölgesindeki camiierin sayısı 1558 iken 1914 yı­ lında 726'ya d�m�tür. Aynı yılda 5139 müezzin, imam ve hatip varken bunlann sayılan da 942'ye inmi§tir.255 Kırım Türkleri üzerindeki Rus baskıları o hale gelmişti ki, adeta Ruslar Kırım Türklerini ya ortadan kaldırmak ve­ ya bu bölgeden tamamen sürme niyetini taşıyorlardı. Nite­ kim 1897 yılında Kırım Türkleri 188.000 nüfusla genel nüfu­ sa oranla % 3S'e, 1926'daki nüfus sayımına göre genel nüfu-

ll<!

A.S.Cafer, "Kınm Türkleri", Türk Yılı, I, İstanbul, 1928, s. 563; Ülküsal, "Kırım Türkleri", T.D.E.K, s. 1 1 44-1 1 45; Sel, s. 1 1 -12. ı.<s Ülküsal, "Kırım Türkleri", T.D.E.K, s. 1 148.


282 / I<IPÇAK TÜRKLERİ

256 II. Dünya Sava­ sun % 25'ni teşkil eder hale gelmişlerdir. şı'nda Almaniarta işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Kırım Türkleri'nin tamamına yakını Kırgızistan ve Özbekistan topraklarına sürgün edilmişlerdir. Bu zorla yapılan nakil ha­ reketi Sovyetler Birliğinde Müslümanlara reva görülen en 257 büyük zulümlerden biri olmuştur. Kınm Türkleri (Kırım Tatarları) Hanefi mezhebine bağlı olup sünnidirler. Şu anda büyük çoğunluğu Orta Asya ve Kazakistan Din İşleri İdaresi'ne bağlıdırlar.258 Kıpçakların siyasi tarihi bölümünde değindiğimiz üze­ re, Kıpçaklardan bazı kabileler de çoğunluğu batı tarafları olmak üzere Sibirya topraklarına göç etmişlerdi. Batı Sibir­ ya, Altınordu Devleti döneminde, bu devletin bir bölümünü oluşturuyordu. İslam dünyası ile batı Sibirya arasında kala­ balık Şamanist Kıpçak-Kanglı boyları bulunduğu için, bura­ ya İslam dini girememi§ti. 13 13 yılında Özbek Han'ın çaba­ larıyla Batı Sibirya'da İslam dini yavaş yavaş yayılmaya baş­ ladı. Dolayısıyla Sibirya taraflarında bulunan Kıpçaklar XIV. yüzyılın ilk yarısından itibaren İslamla tanışmışlar ve 25 Müslüman olmaya başlamışlardır. 9 Yine Moğol istilasına kadar Kıpçakların merkezi sayılabilecek yerlerden birisi olan Sığnak şehri ve çevresinde oturan insanlar islamı önemli ölçüde XIV. yüzyılın ortalarında benimsemişlerdir. Bu konuda şunu da vurgulamak gerekir ki, Sibirya'da bulu­ nup da islamı kabul etseler bile eski Türk inancının tesirin­ den kurtulamamışlar ve bu inançları önemli ölçüde devam 260 ettirmişlerdir. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda bu bölgelere Kazan Tatarlan'ndan nakiller yapıldığı ve onlarla dini etki­ leşim içerisine girdikleri anlaşılmaktadır. Sibirya toprakla­ rında yaşayan Kıpçaklar da Kazan Tatarları, Kırım Tatarları ve Başkurtlar içerisindeki Kıpçaklar gibi Sünni-Hanefi mez­ hebine mensupturlar ?61 2.<6

Devlet, Çağda§ Türk Dünyası, s. 218-219. 2.'17 Kurat-Temir, "Rusya'da Türklük ve İslamiyet" T.D.E.K, s. 1295. :ısıı Akiner, Sovyet Müslüman/an, s. 83. ı.•• Abdülkadir inan, "Sibirya Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1 976, s. 1272- 1274. � İnan, Makaleler ve incelemeler. II. s. 273-279. 261 Akiner, Sovyet Müslüman/an, s. 85; Öz.kan, s. 132.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 283

b-Kafkaslarda Müslüman Kıpçaklar Bu baıjlık altında Kafkaslardaki Türk toplulukları ara­ sında men§e olarak Kıpçak Türklerine dayanan veya daha sonraları Kıpçaklarla karı§arak aralarında Kıpçak men§elİ insanların yoğun olarak ya§adığı Kumuklar, Karaçaylar ve Karapapaklar'ın İsliimla§ması hakkında bilgi verilmeye çalı­ §ılacaktır. Men§e itibariyle Kıpçaklara dayanan veya Kıpçaklar ile

r ve XV.

Oğuzların kayna§ması sonucu olu§an Kumuklar arasında İs­

lamiyetin IX. ve X. yüzyıllarda yayılmaya ba§ladı

yüzyılın sonlannda kökle§tiği

kaydedilmektedir. 26 Kumuk­

ların islama giri§lerini XI. yüzyıldan itibaren ba§latan riva­ 263 İslam öncesi Kumoklara baktığı­

yetler de söz konusudur.

mız zaman diğer Türk kavimlerinde olduğu gibi Gök Tan­ rı'ya inandıkları görülüyor. Bunların bir kısmının İslamla ta­ ni§rnadan önce Budizm ve Hıristiyanlığa girdiği anla§ılıyor.

Ancak XV. yüzyıla varıncaya kadar bu dinleri kabul eden

Kumukların isiann tamyıp büyük ölçüde İslamla§tıkları be­

lirtilmektedir. Günümüzde Kumukların ya§adığı tüm bölge­ lerde camiler vardır. Bazı veriler Kumukların

%

80'in üze­

rinde Müslüman olduklarını göstermektedir. Şu anda Mokale'de Kumukların Özerk Kumuk Ulema İdaresi mev­

a

cu ur. İslamiyeti tanıyıp tamamen benimsedikten sonra

Ar

alfabesini kabul eden Kumuklar,

alfa esine,

1939

1929

yılında Latin

yılında da Kiril alfabesine geçmi§lerdir.

ak bugün Kumuk Türkçesi Eğitim dili olarak kulland­

ınamaktadır. 264

Kafkasya Türk ve Müslüman camiası içinde, Avrupa kültürü ile daha önce temasa geçmi§ olmaları ve diğer Da­ ğıstan kabilelerine nisbetle önemli bilim ve devlet adamı ye262

Kamil Aliyev, "Kumukların Tarihi ve Günümüzdeki Sorunlan ", Avra.ryO

Etüdleri, ll/2, Yaz 1995, s. 71. 26 3 Akiner, Sovyet Müslüman/an, s. 129. 264

Aliyev, "Kumuklann Tarihi ve Günümüzdeki Sorunları", Avra.ıya Etüdle­

ri, II/2, s. 71 -72; Özlam, a.g. e, s. 192.


284 / KlPÇAK TÜRKLERİ

ti§tirmeleri Kumukları ön plana çıkarllll§tır. Kumuklar,

Sünni Müslüman olup Şafii mezhebine mensupturlar.Z65 Kafkaslarda Kıpçaklada yakın ilgisi bulunan Karaçayia­ nn İslamla§ması diğer Kıpçak kavimlerinin Müslüman ol­

malarından daha sonraki dönemlere rastladığı rivayetleri ağırlık basmaktadır. Bazı kaynaklar Karaçayların İslamla§­

masının XVII.

yüzyıldan çok önceleri gerçekle§tiğini266 be­

Iirtseler de bu fikri destekleyecek net bilgiler yoktur. XVII.

yüzyılda bölgeye yapılan Nogay göçü ve Kınm Tatarlanyla

gerçekle§tirilen temaslar Karaçayiann islamı tanımalanna

yardımcı olmu§tur.267 Ancak Karaçaylar konusunda mevcut en eski yazılı kaynak olan

da Karaçay Türkleri'nin

J. Von Klaproth'un gezi notlann­

1782

yılında Bab-ı Ali'nin etkisin­

deki Kabartay asıllı Hoca İshak Efendi vasıtasıyla İsUimiyeti

benimsediği belirtilmektedir.268 Karaçaylar arasında anlatı­ lan bir menkıbeye göre de bunlann İslam'a-diğer rivayetle­

rin aksine- Türkistan'dan gelen Buharalı Şeyh Abdullah va­ sıtasıyla girdikleri nak.Iedilmektedir. Nak§ibendiyye gelene­

-ğinin

dünya üzerindeki en önemli merkezlerinden biriyle

Kafkasya arasında doğrudan ili§kiyi ifade eden bu menkıbe,

İslam'ın yayılmasında tarikatların konumu göz önüne alın­

dığında anlamlı bulunabilir. Gerçekten de bugün Kara­

çay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti'nin büyük yerle§im yerlerin­ den Teberdi'de Şeyh Abdullah Buhari'ye izafe edilen türbe, kutsal bir makam olarak ziyaret edildiği kaydediliyor.

1B42'den itibaren Kuzeybatı Kafkasya'ya gönderilen

Şeyh Şamil'in naibleri vasıtasıyla tasavvufi geleneğin Kuzey

Kafkasya'da ve bu arada Karaçay bölgesinde de yayıldığı bi­ linmektedir. Günümüze kadar intikal edebilen bu geleneğe

göre Karaçay Türkleri'nin "Bayram keçe = Bayram gecesi"

adını verdikleri Cuma geceleri evlerde, mescit ve medrese· lerde toplanılır, sohbetten sonra toplu halde ibadet ve zikir

ıM

Akiner, Sovyet Müs/Wnanlım, s.132. Bice, Kafkasyo'don Anadolu'ya Göçler, s. ı08. M7 Akiner, Sovyet Müslümıın!Dn, s. ı72. 168 Devlet, Çagdaş Türk Dünyası, s. 132-133; Akiner, Sovyet Müslümıınln ll , s. ı 72; Bi ce, Kafkasya 'dan Anadolu 'ya Göçler, s. ı 08.

2166


KlPÇAK TORKLERi / 285

yapıhrdı.

1943 sonu ve 1944 bll§lannda yurtlarından koparı­

larak Türkistan'ın Kırgız ve Kazak Türkleri'nin yll§adığı ku­

zey bozkırlarına sürülen Karaçay-Balkar ve Çeçen-İnguııla­

rın o zamana kadar bu uzak bölgelere ulaşamamı§ olan

Nak§ibendi ve Kadiri tarikatlarını oradaki Türkler arasında

yaydıkları Rus kaynaklarında geçmektedir. Bu bilgiler bize tasawufun Karaçay Türkleri arasında önemli ölçüde yerle§­

tiğini göstermektedir. Yine Klaproth'un gezi notlarından,

Karaçayların Sünni akideye inanan, namaza ve oruca büyük önem veren, domuz etini yemeyi yasaklayan, sert alkollü iç­ kilerin içilmesini kısıtlayan, önemli kararlarını mescitlerde

toplanan saygın yll§lılar tarafından alınan ve çocukların eği­

timini mollalar tarafından yürüten bir topluluk olduğu anla­ §ılmaktadır. Karaçaylar arasırıda herhangi bir kadının na­

musu kirletilirse, bunu duyan Karaçaylar suçlunun da götü­ rüldüğü bir camiye toplanırlar. Ya§lılar meclisi suçluyu Ka­ raçay'ı terketmekle cezalandırır. Suçlu geri dönecek olursa bunu hayatıyla öder. Olaya adı karışan kadın da babası veya kocası tarafından evinden çıkartılarak cezalandınlır. Ayrıca Karaçaylar arasında önemli bir şeye karar verileceği zaman

yll§lılar mescide toplarur. Eğer bir anlll§ma yapılacaksa ta­

raflar §ahitler huzurunda yemin ederler. Şayet taraflardan biri yeminini yani anla§mayı bozarsa bu tekrarlanır. Yemi­ nini ikinci kez bozana §imdiye kadar rastlanmamı§tır. Ye­ mi edilirken Kur'an'a el koyan taraflar Allah'ın kendileri­ 29 ne bit olmasını isterler. 6 Karaçaylar arasında görülen bu

� �

ti i ançlar daha çok XIX. yüzyıla aittir. Rusya'daki Müslü­ ma lar ve Türk boyları ile ilgili genel yayınlardan anl3§ıld �ğı

k

anyla XX. yüzyılda yetmi§ yıllık Rusla§tırma ve Is­

lam'dan uıaklll§tırma gayretleri, Karaçaylar arasından İs­

lam'ı ve Türk kültürünü alamadığını göstermektedir. Günü­

müzde hala Nak§ilik ve Kadiriliğin etkilerinin devam ettiği Karaçaylar Hanefi mezhebine mensupturlar.270

2<19

27"

Bice, Kafkıısya'dan Anadolu'ya Göçler, s. 109-113. Akiner, Sovyet Müslümonum, s. 177.


286 ! KlPÇAK TÜRKLERi

Kıpçakların ve Hazariann torunları olarak kabul edilen

Karapapaklar ile Gürcistan bölgesine gelen diğer Kıpçak ka­

bilelerinin büyük çoğunluğu XVI. yüzyılın ikinci yarısına ka­ dar Hıristiyan olup Osmanlı hakimiyeti altına girdikten son­ ra İslam'ı kabul etmi§lerdir. Gürcistan ve Azerbaycan böl­ gesine gelen bu Kıpçak kitleler XVI. yüzyılın ikinci yansm­ dan itibaren İ ran'ın etkisiyle İran Şiiliği'ni benimsemi§ler, 1587 yılında Osmanlı hakimiyeti altına girince ba§ta Borça­ lı/Kazaklar (Karapapaklar) olmak üzere diğer Türk boyları sünniliği benimsemi§lerdir. Zira, Borçalı/Kazaklar, Şeyh Haydar'ın müridierine giydirdiği 12 imarnın adı yazılı olan "Kızıl-kavukları" giymeyerek Kızılba§lığa tepki göstermişler ve Nakıjibendi tarikatı §eyhleri olup, Dağıstan'da oturan "Kara-Börklü" adlı Kıpçak/Kuman-Komuk boyundan olan Emir Şeyh'in müridieri gibi sünniliklerini belirtmek amacıy­ 271 la "Kara-papak" giyinmişlerdir. Bugün İran topraklarında kalan Karapapaklar şii, diğerleri yani büyük çoğunluğu sün­ ni Müslümandır. Bunlar arasında az da olsa Mürüt (eski Türk dini ve İslami unsurların karı§tığı bir inanç) olanlar da 272 vardır. Öte yandan aralarında Kıpçak kabilelerinin de yer aldığı Ermenistan ve Kars bölgesinde yer alan Revan Türk­ 213 leri de Şii-Caferi mezhebine mensupturlar. c-

Türkistan'da Müslüman Kıpçaklar

Daha önce de bahsettiğimiz gibi Türkistan bölgesinde� ki Kıpçaklar büyük ölçüde Kazak Türkleri ve Karakalpaklar arasında toplanmıştır. Özbek, Kırgız veTürkmenistan top� raklarında da çok az da olsa Kıpçak nüfusunun varlığından bahsetmiştik. Adı geçen yerlerdeki Kıpçakların tamami Müslümandır. Şimdi bunların İ slamiaşma sürecinden lasa�

271 Kırzıoğlu, "Karapapak (Borçalı·Kazak) Uruğunun Kür-Aras Boylanaiı.

daki 1800 Yılına Bir Bakış", A. Ü.E.FA.D. sa: 2, s. 80-85; Aynı yazar, "Gürcistan'da Eski Türk İnanç ve Geleneklerinin izleri", /. Vluslarrut Türk Fo/klor Kongresi Bildiri/eri, IV, s. 150-151. 272 Özkan, s. 204; Akiner, Sovyet Müslüman/an, s. 217. m Kırzıoğlu, "İrevan/Revan Türkleri", Türk Kültürü, sa: ll, s. 32.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 W

bahsetmeye çalışalım. Ancak Türkistanın çeşitli bölgelerin­ de az sayıda bulunan Kıpçak kütlelerini'n ayrı ayrı İslamlruj­ masından bahsetmek eldeki veriler bakımından oldukça zor bir iştir. Biz burada Kıpçakların aralannda bulunduğu Türk topluluklannın genel olarak İslamiaşmasını verip dotaylı olarak Kıpçakların durumunu ortaya koymuş olacağız. Bazı kaynaklar, yerleşik hayat yaşayan Kazak Türkleri arasında İslamın VIII. ve IX. yüzyıllarda yayılmaya başladı­ ğını274 belirttikleri halde bazı kaynaklar da İslamın Kazakis­ tan'ın yerleşik veya yan yerleşik halkının yaşadığı güney bö­ lümlerine (Kızıl-Orda, Cambul ve Çimkent) Xl. yüzyılda girmeye başladığını kaydetmektedirler. Bugün bu bölgeler Kazakistan'ın en dindar yöreleri sayılır ve ı;:n çok cami de Cambul, Kızıl-Orda, Türkistan, Çimkent ve Alma-Ata gibi şehirlerinde bulunur ki bu bölgeler Kazakistan toprakların­ da Kıpçakların daha yoğun olarak bulundukları yerlerdir. Kazakistan'ın batı, orta ve kuzey kısımlarındaki bozlariarına İslamiyet çok daha geç dönemlerde XIV. yüzyılda girmiştir. Üstelik bu bölgelerde İslamiyet tam anlamıyla hakim ola­ mamış, ancak feodal aristokrat sınıfı İslami kaideleri uygu­ lamışlar, göçebe halk daha çok eski Türk inançlarını devam ettirmişlerdir. Nihayet XV. ve XVI. yüzyıllarda başta Yese­ vilik olmak üzere Nakşibendi tarikatının dervişlerinin tesiri ile amın yavruj yavaş kök saldığı kaydedilmektedir. Kaza­ kista 'ın XVIII. yüzyılın sonlarında Rusya'nın hakimiyeti altın girmesinden sonra İdil boyu Tatar tüccarlarının Ka­ za r arasında camiler inşa etmeleri ve Kuran okulları aç. 275 m arı da Islamın yayılmasına yardımcı olmuştur. Kazaklar arasındaki Kıpçak Türklerinin İslamiaşmasını da bu çer­ çeve içerisinde düşünmek gerekir. Kazakistan'da yaşayan Müslümanlar Hanefidirler. Türkistan bölgesinde aralarında Kıpçak nüfusunun yo­ ğun olarak bulunduğu bir diğer Türk topluluğu da Karakal­ pak/ardır. Tamamen Sünni (Hanefi) olan Karakalpaklariri islamı ne zaman kabul ettikleri tam olarak bilinememekte-

274

Akiner, Sovyet Müslüman/an, s. 247. Çağdo!j Türk Dünyası; s. 154; Özkan, s. 71.

m Devlet,


288 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

dir. Fakat farklı bir etnik grup olarak ortaya çıktıklan X. yüzyılda islama girmeye ba§lamaları ve XIII. �zyılda ise ta­ mamen bu dini benimserneleri muhtemeldir. 76 Karakalpak Özerk Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği döneminde en dindar bölge olarak ün yapmı§tır. Burada ba§ta Kübrevi olmak üze­ re Nak.şibendi, Yesevi ve Kalanderi tarikatlarının etkili oldu­ ğu gözlenmektedir. Rus ara§tırmacı Bazarbaev, Karakal­ paklar üzerinde yaptığı sosyolojik ara§tırmasında Karakal­ pakları dini inanç yönünden çe§itli kategorilere ayırmı§tır. 1973 yılında yapılan bu ara§tırmaya göre, Bazarbaev, Kara­ kalpakları, katı inançlılar (%1 1.5), geleneksel dindar olan­ lar (%14.5), İslam'ın sadece dı§ görünܧü ile ilgilenenler ve onun kurallarını milli bir gelenek olduğu için yerine getiren­ ler (%13.5), sünnet, namaz ve oruç gibi :slami adetleri yeri­ ne 8etirenler (%39) ve ateistler (%21.5) §eklinde ayırmı§· tır. 2 7 Netice itibariyle §Unu söyleyebiliriz ki, Karakalpaklar sünni Müslümandır. Sovyetler Birliği döneminde yapılan propagandaların etkisi ile aydınlar arasında ateizm yayılmı§ olmakla beraber, halkın tamamma yakınmda sünnet, cenaze merasimi ve birtakım dini gelenekler bütün canlılığı ile de­ vam etmektedir. Öte yandan Özbek ve Kırgızlar arasında Kıpçak adını ta§ıyan küçük zümreler kimliklerini günümüze kadar muha­ faza etmi§lerdir. Buralardaki Kıpçak Türkleri de içlerinde ya§adıkları Özbekler ve Kırgızlar gibi Sünni (Hanefi mezhe­ bine mensup) Müslümandırlar. Sovyetler Birliği döneminde İslamile§me ve İslamiyet meselesinde merkezi bir konum arz eden Özbekistan'ın Buhara ve Semerkand civarında az da olsa §ii nüfus mevcuttur. Ancak, Kıpçaklar arasında Şii olup olmadığı hakkında bilgiye sahip değiliz. Türkmenistan'ın "Çarcov" ve "Saraks" gibi bazı yerle§im birimlerinde ya§ayan Kıpçaklar ile Kuzey Afganistan'ın Belh, Çar§amba ve Keysar olıiıak üzere çe§itli yerle§im bi­ rimlerinde bulunan Kıpçaklar da bulundukları bölgelerin 276 277

Akiner, Sovyet Müslüman/on, s. 295. Devlet, Çağdaj Türk Dünyası; s. 173·174.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 289

insanlarından farklı bir inanca sahip olmayı� hepsi Sünni (Hanefi mezhebine mensup) Müslümandırlar. 78 d-Balkanlarda Müslüman Kıpçaklar Bu ba§lık altında aralarında Kıpçakların da yer aldığı "Dobruca" bölgesindeki İslamla§ma süreci ve dini yapı ile Kıpçakların ve Peçeneklerin torunları olarak kabul edilen "Pomak Türkleri"nin İslamla§ması üzerinde durulacaktır. Ayrıca nüfusunun önemli bir bölümÜnü Kıpçakların olu§­ turduğu Polanya (Lehistan) Tatarlan'nın Müslümanlığı ka­ bul etme süreçleri ve bugünkü durumlarından söz edilecek­ tir. Dobruca'daki Türk menşeli nüfusu genel anlamda üç gruba ayırmı§tık. Bunlar Dobruca Türkleri, (XI. yüzyıldan itibaren bu bölgeye göç edip yerle§en Peçenek ve Ku­ man/Kıpçakların torunları ile daha sonraları Kırım'dan göç etmek zorunda kalan Kırım Tatarlarından olu§an grup), Gagauzlar ve Anadolu 'dan göçüp gelenler idi. Biz burada iç­ lerinde nüfus itibariyle yoğun olarak Kıpçakların yer aldığı birinci grubu olu§turan Dobruca Türkleri'nin İslamiaşması üzerinde duracağız. Ancak bu, genel olarak Dobrucadaki İsla a§mayı değerlendirmekle mümkün olur düşüncesin­ deyiz. B ı kaynaklar Dobruca'daki İslamla§ma sürecini XI. ikinci yarısından itibaren ba§latırlar. Anadolu'dan göç e n Müslüman Türkler, Rodoplar, Makedonya, Trak­ ya, eliorman ve Dobruca bölgelerinde yaşayan Türk ka­ vimleri (Peçenekler-Kuman/Kıpçaklar vs.) arasında İslami­ yetİn yayılmasında etkin rol oynamı§lardır. Ayrıca bu Müs­ lüman Türk gruplarının hareketleri sırasında, bir çok Türk­ men Babası, Şeyh, Derviş ve Abdal gibi İslam misyonerleri durumunda olan kimseler bu bölgelere gelip İslam'ın pro­ pagandasını yapmı§lardır. Arap coğrafyacılarından el.:'Be­ kir'e göre, 1059 yılında bir İslam mürşidi Peçeneklerin ara­ sına giderek bunlardan on iki bin ki§iyi Müslüman yapmı§· .vs

Özkan, s. 59-64, 103-106.


2901 KlPÇAK TÜRKLERİ

tır. Dolayısıyla XI. yüzyıl sonlannda Dobriıca;ya yayılan Ku­ man/Kıpçaklann bir kısmı Müslüman Peçenekler vasıtasıyla 279 islamı tanıma ve bu dine girme fırsatı bulmu§lardır. Dob­ ruca'ya İslamın girmesi konusunda ba§ka rivayetler de söz konusudur. Bir rivayete göre İslamiyet bu bölgeye, XIII. yüzyılın ikinci yarısının ilk yıllarında Müslüman olan Altı­ nordu'nun ba§ında bulunan Berke Han zamanında Kıpçak­ lar vasıtasıyla girmi§tir. Bir ba§ka rivayete göre de Dobru­ ca'nın İslamla§ma süreci 1263/64 yılında Anadolu'dan Dob­ ruca'ya on iki bin Selçuk Türk'ü ile gelmi§ olan San Saltuk Dede tarafından ba§latılmı§tır.280 Görülüyor ki, Dobruca'ya İslam, Osmanlı ordularının bu bölgeyi 1386 yılında ele ge­ çirmesiyle beraber girdiğini belirtenlerin281 aksine daha ön­ celeri girmi§ ve Osmanlı buralara gelmeden önce Dobru­ ca'da önemli ölçüde Müslüman nüfus olU§IDU§tur. Bulgar Türkologlarından P. Miyatev'in Dobruca'nın bugünkü Jıg­ lartsi köyündeki caminin 1299 yılında Dervi§ Bey tarafından yapıldığını tespit etmesi282 bu kanıyı kuvvetlendirmektedir. Dolayısıyla Dobruca bölgesindeki Kıpçak Türkleri'nin İsli­ mı tanıyıp benimsernelerini Osmanlı öncesine götürmek ko­ laylıkla söylenebilir. Dobruca'nın Osmanlı hakimiyetine girmesinden itiba­ ren bilhassa XVI.-XVIII. yüzyıllarda bu bölgeye gerçekle­ §en göçler nedeniyle hem Müslüman Türk nüfusu artmı§ hem de İslamiyet burada gittikçe kökle§mi§tir. Bu arada özellikle Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren Bekta§i din adamlarının da bu bölgeye gelip etkin olduklan ve onla­ rın etkisiyle kurulan köy ve diğer yerle§im merkezlerine ait adların günümüze kadar geldiği dikkat çekicidir.283 m 2110

Ülküsal, Dobruca ve Türkler,

tüıü, s. 23.

s.

51; Memişoğlu, Bulgaristan'da Türk Kill­

Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Haklanda Ar�tımıalar, s 293-310; Ülkü­ sal, "Romanya Türkleri", T.D.E.K, s. 1082. 28 1 Aleksandre Popovic, Balkanlarda İsldm, (çev: Komisyon), İstanbul, 1995, s. 123. 282 Memişoğlu, Bulgaristan'da Türk Kültürü, s. 24. 281 Ahmet Hezarfen, "Dobruca ve Deliorm:ın'da Alevi-Bektaşi Tekkeleri", I. Türk Kültürü ve Hacı Bekı� Veli Sempozyumu Bildirileri (22-24 Ekim 1998), Ankara, 1999, s. 155-164.


KlPÇAK TÜRKLERİ tı!}l

XVII. yüzyılda Evliya Çelebi'nin "Seyahatnanusi"nde görülen Dobruca'ya dair bilgiler, bu bölgenin İ6lami yapısı hakkında önemli ip uçları vermektedir. Örneğin, Evliya Çe­ lebi Silistre'den bahsederken buranın mahalleleriilin on ta­ nesinin Hıristiyan, bir tanesinin Yahudi, diğer malıailelerin tamamının Müslüman olduğu üzerinde durur. Aynca Dob­ ruca'da bir çok tekkeden bahseder. Örneğin,. Delior­ man'daki Küçük-İlıanlar'da Bekta§i Mustafa Baba tekkesi, Silistre'de nak§ibendi tarikatinden Üsküdarlı· Mehmet Efendi ziyaretgahı, Kaliakra'da tamamıyla efsanevi mahi­ yette tekke-i Keligra Sultan, Mangalya yakınında Muhar­ rem Baba ziyareti tekkesi ve Balçık civarında Batova salıra­ sında Aleyazılı ziyaretgahı vardır. Mekteplere gelince Silİst­ re'de 40 mekteb-i sıbyan, Hacıoğlu-Pazarcığı'nda ll, Baba­ dağı'nda 20, Mavgalya ve Karasu'da 7'§er mektep vardır.284 XVIII. ve XIX. yüzyıllarda meydana gelen Türk- Rus sava§ları Dobruca'daki Müslüman Türk unsurları olumsuz yönde etkilemi§, yapılan her sava§, arkasında gittikçe büyü­ yen, bir bo§luk bırakmı§tır. Silistre valisi Said P3§a'nın çiftliklerini idare eden Ro­ men İonescudela Brad, 1850 yılında Dobruca ve çevresini gezerek bu bölgedeki etnik yapıyı ortaya çıkarmı§tır. Onun tespitine göre, bu bölgede ya§ayan 15.692 aileden 4800'ü Türk, 25'i Tatar, 1092'de Kazak'dan olu§an toplam 8.177 aile Tür men§elidir28s ve bunlar buradaki Müslüman nüfu­ su olu§ rmaktadır. Bi nci Dünya Sava§ına kadar Dobruca'daki Müslüman Türki re Romenler siyasi hak tanımamı§lardır. Bu hak Türklere I. Dünya Sava§ından sonra verilmi§tir. Bunun dı­ §ında dini ve cemaat te§kilatlarına, milli okullarına, dernek­ ler yoluyla gerçekle§tirdikleri bir takım kültürel haklara sa­ hip olmu§lardır. Dobruca Müslümanlarının dini te§kilatl�ı, müftülük, kadılık kurullan ve camilerdeki hocalardan olu­ §uyordu. Merkezi Köstence'de olmak üzere bir Ba§müftü-

234

28�

Decel, ''Dobruca", İ.A, III, s. 640. Popovic, Balkanlarda lslôm, s. 124; Decel, "Dobruca", f.A, lll, s. 640-641.


292/ KJPÇAK TÜRKLERİ

lük, Silistre, Pazarcık ve Tulça sancak merkezlerinde birer müftülük ve birer kadılık vardı. Kadılıklar 1935 yılından sorıra kaldırılmıştır. 1940 tarihine kadar Pazarcık müftülü­ ğüne bağlı 55, Köstence müftülüğüne bağlı 1 14, Tulça san­ cağında 32, Silistre sancağında 72 hatip, imam ve müezzin bulunmakta idi.286 Romanya'da 1944 yılında komünist rejimin b�lamasıy­ Ia, özellikle 1970'Ii yıllara kadar Dobruca'da yaşayan Müs­ lüman Türkler için sürgünterin ve idamların yaşandığı, okulların, gazetelerin, derneklerin kapandığı ve Romen. ce'den başka bir dilin konuşulmasının yasaklandığı sıkıntılı yıllar olmuıjtur. Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz ki, aralarında Kıp­ çakların da önemli bir yekun teşkil ettiği bilinen Türkler XI. yüzyıldan itibaren kademeli olarak İsliimı tanıyıp benimse­ mişlerdir. Buradaki İslamla§mada tarikatierin katkısı bü­ yüktür. Diğer tarikatıerin yanı sıra Bektaşi din adamlarının buradaki faaliyetleri kısmen Alevi-Bektaşi görüşlerinin de yayıldığını göstermektedir.287 Ancak bu görü§lerden oradaki Peçenek ve Kıpçakların torunları olan Türkler ile Kı­ rım'dan gelen Kırım Tatarları'nın ne kadar etkilendiği bilin­ memektedir. Günümüzde, özellikle Kırım Tatarları olmak üzere Dobruca'daki Türkler üzerinde yapılan araştırmalar bura­ daki Müslüman Türkler arasında İslami prensipierin yanı sıra geleneksel Türk dinine ait bir çok inancın da devam et­ tiğini göstermektedir.2811 2116

Ülküsal, "Romanya Türkleri", T.D.E.K, s. 1084; Devlet, Çagda� Türk Dünyası, s. 295-296. :ZST Balkanlara, özellikle de Dobruca bölgesine Bekta§i ve Kızılba§ Türkleri• nin yerleşmeleri ile bunlann inanç, örf ve adetleri için bkz: S. S. Bobçev. "Deliorman Türkleri Hakkında", Ülkü, XVI/93, Ankara, İkinci Te§rin 1940, s. 245-258; Nejat Birdogan, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerlq­ mesi, İstanbul, 1992. :zss Bkz: Ekrem, "Türk Medeniyetinin Romen Ülkelerindeki izlerine Dair Bazı Mülahazalar", V/ll. Türk Tarih Kongresi Büdiril.?ri, lll, s. 1709-1722; Cemi!, "Dobruca Türklerinde Düğün", /. Uluslarurası Türk Fo/klor Kong­ resi Bildiri/eri, IV, s. 49-57; Ekrem, "Şamanlığın ve Eski Türk Kültürünün Dobruca'daki Kınm Türkleri Folklorunda izleri", I. Uluslarorası Türlc Kongresi Bildirilen, I, s. 109-1 17.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 293

Kıpçakların, Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya topraklanna XI. yüzyılın sonlarından itibaren girmeye b�­ ladığından ve XII. yüzyıl boyunca Makedonya, Meriç Ovası ve Trakya'nın bazı bölgelerinde yerle§tiklerinden bahset­ mi§tik. Ayrıca Batı Trakya, Makedonya ve Bulgaristan'ın dağlık kesimlerinde kalan Peçenek, Kuman/Kıpçak zümre­ leri ile daha sonraları buralara Selçuklu ve Osmanlı Türkle­ ri'nin göç etmesiyle meydana gelen yeni olu§umun Pornak­ ları ortaya çıkardığından söz etmi§tik. Kaynaklara göre, Osmanlı imparatorluğunun Balkanla­ n fethinden önce yani XI. yüzyılın sonlanndan itibaren XIV. yüzyılın yansına kadar yüz elli ile iki yüz bin arasında Müslüman Türk Anadolu'dan getirilerek Batı Trakya, Ro­ doplar ve Makedonya'ya yerle§tirilmi§tir. Anadolu'dan geti­ rilen bu insanlar, bölgedeki Kuman, Peçenek ve diğer Türk topluluklarıyla kısa zamanda ilgi kurup kayna§mı§lardır. Dolayısıyla Anadolu'dan göç eden Müslüman Türkler ku­ zeyden gelip daha önce yerle§mݧ olan soyda§larının gele­ neksel Türk dinine ait inançları bırakarak islamı kabul et­ melerinde önemli rol oynamı§lardır. ݧte bu dönemde gelen çok sayıda Türkmen babası, tarikat §eyhi ve dervi§i sayesin­ de Rodoplar ve Pirin Makedonya ile diğer bölgelerdeki ba§­ ta Kuman ve Peçenekler olmak üzere eski Türk inançlarını ya§a n Türk topluluklarının islamla§ması bu dönemde b�­ lamı§, 1358'de ba§layan ; Osmanlı fethi il.e de tamamen İs­ lamla ucakl�mı§lardır.289 Bu §artlarda Islamı kabul eden eski T" rk dinine mensup Türk toplulukları günümüz Po­ mak T�rkleri'nin atalanndan ba§ka kimseler değillerdir. Pomak Türkleri'nin atalarını olu§turan Peçenek ve Ku­ man/Kıpçak Türkleri, yüzyıllarca Bizans'ın, daha sonra da Bulgarların sayısız baskı, zulüm ve i§kencelerine maruz kal­ mt§lardır. Ancak bu zulünı ve baskıların daimi ve uzun süre devam etmesi, geleneksel dinlerine ait tören ve ritüeU!r!i tam olarak uygulama imkanını kaybetmelerine neden ol­ mu§tur. Zorla kabul ettirilmeye çalı§ıldığı için de Hıristiyan­ lığın hiçbir mezhebi bunlar üzerinde kalıcı olmamı§tır. ݧte

289

Çavu§Oğlu, Balkımlarda Ponıak Türkleri, s. 63-64.


2941 KlPÇAK TORKLERI

bu §artlar altında Anadolu'dan gelen Müslüman Türkler yo­ luyla İslam'ı tanıma imkanı bulmu§lar ve bu dine girmeyi kabul etmi§lerdir. Bölgenin Osmanlı hakimiyeti altına gir­ mesiyle de bunlar üzerinde İslam dininin tamamen kökle§ti­ ği anl�ılmaktadır. Günümüz Pomak Türkleri'nde y�amın her alanında dini duygu ve inancın ne kadar güçlü olduğunu görmek mümkündür. Her Pomak Türkünün amacı çocuğuna Kur'an okumayı ve namaz /almayı öğretmektir. Yine her Pomak Türkü'nün içinde yanan en ate§li arzusu hacca gitmek ve bu suretle sayılıp sevilen biri olmaktır. Hacca gitmeye karar ve­ ren birisi bu yolculuktan bir ay önce hiçbir vakti aksatma­ dan namazlarını camide kılar, Pomak Türkleri, insanın öl­ dükten sonra dirileceğine ve ahirette hesap vereceğine ina­ nırlar. Onlar, öldükten sonra ruhun vücuttan aynldığına ve y�ayanların hareketlerini kontrol edebileceğine, bazen çe­ §itli §ekillere bürünerek insanlara göründüğüne inanırlar. Pomak Türkleri'nde Hıdrellez canlı bir §ekilde kutlan­ maktadır. Onların inancına göre, iki karde§ olan Kasım ile Hızır İlyas o gün bulU§mu§lardır. Onlar bugün kırlara çıka­ rak piknik yapar, §arkı ve mani söyler, çiçek toplar, ağaçlara salıncak kurarak sallanırlar. Pomak Türkleri arasında Erge­ nekon'dan çıkı§ bayramı olan Nevruz da kutlanır. Nevruz günü (25 Mart) köy meydanlannda ate§ler yakılır ve elde ısırgan otlarıyla üzerinden atianarak "Türk'ün ba§ı demir gi­ bi Gavur'un b�ı hamur gibi" ve "cinler çarpmasın" §eklinde tekerlerneler söylenir. Tütsülenen ısırgan otları, kötü ruhla­ ra kar§ı bahçe ve ev kapılarının üzerine asılır. Pomak Türkleri'nde ailede kadının değerinin birinci öl­ çütü; doğurgan olması, ikincisi ve onun kadar önemlisi de dünyaya erkek çocuk getirmesidir. Ailede evin reisi erkek­ tir. Ailesinin gücünü, etkisini, saygınlığını gösteren, sahip olunan erkek çocuklannın fazlalığıdır. Pomak Türkleri ara­ sında özellikle köylerde uygulanan bir doğum metodu ile doğum §U §ekilde gerçekle§tirilir. Anne veya yakını hamile kadına ayakta durmasını söyler, arkasına geçerek iki koluyla sarılır ve karnma bir masaj uygular. Karın bölgesini çeki§ti­ rerek aniden bırakır ve bunu hızlı bir ritimle sürdürür. So-


KIPÇAK TÜRKLERİ / 295 nuçta, çocuk hacakları açık ve ayakta dik duran annesinden bu yöntemle doğar. Doğum sırasında evde ailenin tüm fert­ leri de bulunabilir. Dağuma yardım etmesi gerekmeyenler, doğum sırasında doğumun kolay ve acısız gerçekle§mesi için dua eder, Kur'an ok.urlar. Şayet doğum sırasında baba evde ve doğan çocuk erkek ise, onu kucağına alır ve bir anlamda varisini orada bulunan herkese göstermi§ olur. Pomak Türkleri arasında çocuğun bir an önce Müslü­ man kimliğini kazanması için erkenden sünnet ettirme gele­ neği yaygındır. Akraba evliliğinden kaçınır/ar. Türk ve Müs­ lüman olmayana kız vermezler. Bunlar arasında kızın baki­ re olması esastır.290 Balkanlarda aralarında Müslüman Kıpçakların da yer aldığı Dobruca bölgesindeki Türk topluluklarının ve Po­ makların Müslümanhğı konusunda elimizdeki veriler ölçü­ sünde bilgi vermeye çalı§tık. Şimdi de Polonya Tatarlan'nın İslamla§ması hususunda bilgi vermeye çalı§alım. XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde (1319) Litvanyallların Altı­ nordu Devleti ile sava§ durumlarında yardımla§ma anla§­ ması imzalamı§lar ve böylece Tatarlar Litvanya tarafında sava§lara katılmaya b�larnı§lardı. ݧte bu dönemde Litvan­ yallları destekleyen Tatarlar Müslüman idiler.291 Ancak da­ ha önce XIII. yüzyılda bu bölgeye gelmi§ olan Tatariann Müslüman olup olmadıkları hakkında net bilgiler yoktur. ğunluğunu Kıpçak Türklerinin olu§turduğu ve "Po­ tarları" adıyla anılan bu Müslüman nüfus XIV. lanya Yüzyıl sonlarına doğru buranın daimi sakinleri olmaya ba§lamı ardır. Ancak 1386 yılında Yagiello'nun Polanya devle sınırları içinde herkesin Hıristiyan olma mecburi­ yetini getirmesi Tatarları zor durumda bırakmı§tır. Onlar ya Volga(İdil) boyundaki topraklarına geri dönme, ya da Hı­ ristiyanhğı kabul etme gibi iki seçenekle kar§ı kar§ıya kal­ mı§lardır. Özellikle Xlll. yüzyılda Polonya(Litvanya) top­ raldanna gelenler olmak üzere bir kısım Tatar nüfus ikınei· 190 Günümüz

Pomak Türkleri'nin örf, adet ve inançları için bkz: Balkanlarda Ponıak Türkleri, s. 1 30-1 78. :19ı Tahir, "Polonyalı Tatarlar", Türk Külıürü, XXII/250, s. I 10.

Çavuşoğlu,


296 / KıPÇAK TÜRKLERi

şıkkı seçerek Hıristiyanlığı kabul etmişler ve asker olarak gelen Tatarların çoğu İslamın Müslümanların Hıristiyanlar­ la evlenmelerini yasaklamadığı için Hıristiyan kadınlarla ev­ Jenmişlerdir.292 Bu Hıristiyanlaştırma dayatması ve Müslü­ man Tatarların Hıristiyan kadınlarla evlenmesi bir kısım Tatar Müslümanın Hıristiyantaşması ve benliklerini kaybet­ melerine neden olmuşsa da, Tatarların çoğunluğu, İslami kimliklerini devam ettirmeyi ba§armışlardır. XIV. yüzyılın sonJanndan itibaren XV. yüzyılda Altı­ nordu'da meydana gelen iç karışıklar nedeniyle Polonya'ya aralarında Kıpçak Hanı olan Şidnat ve bütün ailesi>ıin de yer aldığı önemli miktarda Müslüman göç etmiştir. Bunla­ rın göçü, Polanya'daki Tatarlar arasında İslamın gittikçe kökleşmesine yardımcı olmuştur.293 Kütlevi olmamakla bir­ likte XVI. yüzyılda da özellikle Kırım Hanlığı'nda buraya Müslüman Türk göçlerine rastlanmıştır. XVI. yüzyılda, toprak ihtilafının mahkemesi dışında Polanya Tatarları'na kendi hukukları çerçevesinde idare hakkı tanınmıştır. Hallinde sıkıntı çekilen bazı meselelerde halk, Osmanlı İmparatorluğu'na baş vurur ve oradan gelen fetvalara göre hareket ederdi.294 XIX. yüzyılın başlarından itibaren Çarlık döneminde bunların Kınm Müftülüğü'ne bağlandıklarını görüyoruz. Polanya Tatarları, çeşitli sebeplerden (maddi yetersiz­ lik, sava§, uzaklık vb) dolayı Müslümanlarca kutsal kabul edilen Arap topraklarına gidemedikleri zaman kendilerince kutsal addedilen yerleri ziyaret ediyorlardı. Örneğin, No­ vogrudok bölgesindeki Loweyzce'deki çoban Konrus'un mezarlığı (inançlarına göre Kontus ilahi bir güçle her iba­ dette Peygamberin mezarına gidebiliyordu) veya Sieniawka mezarlığı (burada bazı mucizeler gerçekleşmekte idi) gibi yerlere hacca gidiliyordu. Polonya Müslümanları fakiriere yardımın dışında, cami ve müştemilatının inşası veya tami292 291

Bauer, "Polanya Tatarları",

lbrahim KııfesoğbJ Armağanı,

XXIII/1-2,

190-191; Tahir, "Polonyalı Tatarlar", Türk Kiiltürü, XXII/250, s. l l l .

s.

Bauer, "Polanya Tatarları", lbrahim Kafesoğlu Armağanı, XXIII/1 -2, s.

1 92-193.

29-0 Yakupoğlu,

"Polanya (Lehistan) Türkleri", T.D.A, sa: 62, s. 218-219.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 297

ratı için de kendi aralarında para toplarlar, bu paralar çoğu zaman imam ve müezzinler tarafından gerekli yerlere har­ carurdı. Özellikle XVI. ve XVII. yüzyıllarda büyük camileri

için Kırım gibi yakın bölgelerden imamlar getirtildiği riva­ yetleri vardır. Cuma günlerinde camiye gitmek, Rama­ zan'da oruç tutmak Polanya Tatarlarının yaptıklan öriemli dini görevlerin ba§ında geliyordu. İslam'ın emrettiği diğer prensipiere bunlar kadar önem verilmiyordu. İslam gele­ neklerinin bazılarının yerini, bir kısmı kendileri tarafından ve bir kısmı da yerli Hıristiyan halktan alınan inançlar al­ mı§tı. Ara§tırmacı Benedykt Dybowski, Polanya Tatarları'nı

çok dürüst, yalandan nefret eden, arkadaşlarına kar ı çok 29 açık, sadakatli ve cömert insanlar olarak tarif ediyor. Birinci Dünya Sav�ından sonra Polanya ve Litvanya Rusya'dan ayrılarak bağımsız iki devlet durumuna gelince

buradaki Tatarlar da ikiye bölündüler. Dolayısıyla da Kınm müftülüğüne bağlılıkları son buldu ve Tatarlar kendi müftü­ lüklerini kurdular. Kurulan bu müftülük yava§ yavaş dini ki­ taplar yayınlamaya, imamların bilgi seviyelerini yükseltıneye ve yeni imamlar yetiştirmek için b�ta Kahire'deki el-Ezher üniversitesi olmak üzere İslam üniversitelerine öğrenci gön­ 296 dermeye başladılar. Polanya devletinin

1939 yılına

kadar, yani bağımsızlığı-

kaybedene kadar, Polanya Tatarları'nın dini ihtiyaçlan iç yılda yetmiş bin zloti verdiği kaydediliyor. İkinci Dünya Sa aJiından sonra Polanya'nın sınırları batıya doğru kaydın­ lın ya

Tatarlar Bialystok vayvodalığında kalınışlardır. Palon­ atarlan Sünni olup, Hanefi mezhebine bağlıdırlar. Günümüze kadar,

"kitab" ve "hamaif' adını verdikleri

dua kitaplarında, Arap yazı geleneğini muhafaza etmişler­ dir. Arap harfleriyle yazılmış Polo

a Tatarları'na ait yazma eserler günümüze kadar gelmiştir. 7

29' 296

Bauer, "Polanya Tatarlan",

s.194-19S.

lbnıhim Kııfe.roğlu Armağanı, XXll.L(l:2.

Yakupoııu, "Polonya (Lehistan) Türkleri", T.DA, sa: 62, s. 228; Tabir, "Polonyalı Tatar lar", Türk .Kiillürü, XXll/250, s. 1 12. 297 Ananıasz Zajaczkowski, "Polonya'da Türk Men§Cli Etnik Unsurlar", (çev: Zeynep Kerman), T.D.E.D, XIX; istanbul, 1971, s. 36.


298 / KIPÇAK TÜRKLERİ

e-Anadolu, Mısır ve Hindistan'da Müslüman Kıpçaklar Kıpçakların Anadolu'ya hem Balkanlardan hem de Kafkaslardan olmak üzere farldı zamanlarda ve deği§ik ve­ silelerle geldiklerini belirtmiştik. Balkanlar üzerinden gele­ rek Bizans ordulannda önemli hizmetler icra eden ve Bi­ zans topraldarını korumak amacıyla Anadolu'ya getirilip çe­ şitli yerlere İskan edilen aralarında Kuman/ Kıpçakların da bulunduğu Türk topluluklarının

XI. yüzyılın sonlarına ka­ 1071 yılında

dar Müslüman olmadıkları anlaşılıyor. Çünkü

Malazgirt'te yapılan sav�ta Alp Arslan'ın karşısındaki Bi­ zans ordusu saflannda önemli ölçüde Kıpçak ve Peçenek askerlerinin varlığını Bizans kaynaklarından öğreniyoruz. Bu nedenle Balkanlar üzerinden Anadolu'ya gelen Kıpçak­ ların İslamiaşmasını XII. ve XIII. yüzyıldan itibaren başlat­ mak gerekir düşüncesindeyiz.

Öte yandan Xl. ve XII. yüzyıllarda oldukça kalabalık Hıristiyan Kıpçak kitlesinin Kuzey Kafkasya'ya, Gür'cistan'a, Doğu Karadeniz'e ve nihayet Doğu Anadolu'ya yerleştiği ma­ lumdur. Ortodoks mezhebine mensup bu Kıpçak Türklerin­ den Posofla Çataldere'nin birleştiği yerdeki Çak-Su üzerin­ de bulunan eski merkez Çak-Kalesi'nde oturan İlbeyleri, İl­ hanlılar döneminde "Atabek" ünvanını alarak Çoruk ,boyu ile Yukan-Kür bölgelerinde "Ortodoks Atabekler Hüküme­ tini"kurarak 1267-1578 yılları arasında Anadolu'nun en uzun ömürlü Türk Beyliğini oluşturmU§lardır. Böylece XVI.

yüzyılın sonlanna kadar Doğu Anadolu'ya yerleşen bu kala­ balık Kıpçak grubu Müslüman olmamıştır. 1578 yılından iti­ baren Osmanlı hakimiyetine girince islamı iyi bir §ekilde ta­ nıma imkanı bulmuşlar ve XVII. yüzyılda büyük ölçüde 298 Müslüman olmuşlardır. ve

Ayrıca özellikle XIII. yüzyılda Karadeniz yoluyla Sinop Kastamonu çevresine önemli ölçüde Kıpçak nüfusunun

gelip yerleştiği üzerinde durmuştuk. Atıadolu'nun bu bölge298

Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran S�vasl Münasebetleri (1578-1612), İstan­ bul, 1993, s. 39-52; Bayraklar, s. 20-22.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 299

lerine gelen Kıpçaklarm buraya gelmeden önce De§t-i Kıp­

çak'ta mı yoksa geldikten sonra nu Müslüman oldukları ke­ sin belli değildir. Ancak Anadolu'ya geldikten sonra Müslü­ man olma ihtimalleri daha çoktur. Netice itibariyle Anadolu'ya çe§itli zamanlarda gelip deği§ik tarihlerde İslanu seçen Kıpçak menşeli Türk toplu­ luklannın tamamına yakını günümüzde Sünni Müslüman olup Hanefi mezhebine mensupturlar.

Suriye

ve Mısır'a gelen Kıpçakların durumuna gelince,

bunların bu bölgeye XII. yüzyılın yarısından itibaren ve has­ saten Eyyubiler Devleti döneminde gelmeye başladıklan ve bunun XIII. yüzyıl boyunca devam ettiği kaydedilmekte­ 299 dir. Moğol akınları ve Kıpçak bölgelerini istilalan Kıp­ çaklan ve diğer Türk men§eli kavimleri, Selçuklulara ve Mı­

sır Türk Memluk Sultanhğı'na hızlı bir §ekilde iltica etmeye itmi§tir.

Suriye ve Mısır'a deği§ik şekillerde gelen Kıpçakların

bir kısmının özellikle Xlll. yüzyıldan itibaren gelenlerin is­ lamla daha Orta Asya'da iken tanışmış olduğu, bir kısmının

da bu bölgeye, geldikten sonra tanıyıp Müslüman olduğu an­ laşılıyor. Ancak §Unu belirtmekte fayda var ki, buraya gelen

Kıpçaklar ister Müslüman olarak gelsinler isterse sonradan burada Müslüman olsunlar, beraberlerinde Bozkır gelenek­

lerini ve eski tarihi hatıraları ta§ımışlardır. XV. yüzyılda ya­ zı dığı tabmin edilen

"Et-Tuhfeti'z-Zekiyye"de Altay şamaniı­

ğı

anlamına gelen "çalu", Kırım Türkçe­

put,

'"sanem"

si'n e put anlamına gelen "abak" kelimeleri bulunmaktadır.

Div nü

Lügati't-Türk'de "çalu" kelimesi için; "içerisine ot

;Ja.."çalu" adı verilen

dol urulmuş hayvan derisi" geçmektedir. Şamanist inançla­ ra ahip Altaylılar arasında da "tös" v

putların da böyle yapıldığı belirtiliyor.

Oyle anlaşılıyor ki,

Mısır ve Suriye Kıpçaklarında tesbit edilen "çalu", "sm", "abak", "baydara" kelimeleri Kıpçakların Orta Asya'dan ge­ tirdikleri kelimelerden bazılarıdır.

l99 İbn Haldun, ei-İber, V, s. 432-438; Yitit, lsMmTarihi, VII, s. 14. )(J(J İnan, "XIII.-XV. Yüzyıllarda Mısır'da Oğuz-Türkmen ve Kıpçak Lehçe­ leri ve (Halis Türkçe)", Türk Dili Araştımıalan Yıllığı (Belleten), 1953, s. 54.


300 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

Suriye ve Mısır'a gelen Kıpçaklar üzerinde ana yurtları olan Deşt-i Kıpçak'ın etkileri devam etmiş ise de kuruluşun­ da Kıpçakların önemli katkısı bulunan ve Kıpçak menşeli komutan ve sultanların idare ettiği "Mısır Türk Sultanlığı" dönemi, İslam dini ve İslam medeniyeti açısından önem arz eder. Mısır Türk Sultanhğı, Eyyubiler'in Sünni siyasetlerini devam ettirrniştir. Bağdat'ın Moğollar tarafından istilası sı­ rasında Şam'a kaçan Ahmed Baybars tarafından Kahire'ye getirtilerek ona biat edilmi§ ve halifelik yeniden canlandınl­ mıştır.301 Türk Memlıik Sultanlığı tarih sahnesinden çekileli asırlar geçmi§ olmasma rağmen onların Arap, İslam ve Türk tarihi bakımlarından ifa ettikleri hizmetler günümüze kadar devam etmiştir. K.Y. Kopraman Mısır Memlıik Sultanhğı'nın İslam dünyası için önemini şu §ekilde özetiemektedir: "Onlar saye­

sindedir ki, Suriye ve Filistin'in sahile yakın yerlerindeki Haçlı kalıntılan temizlenmiş,· ve Kilikya Rumen Krallığına son veril­ miştir. Keza Kıbns Adası fethedilerek burasının fanatik di­ ni-askeri korsaniann yatağı olmasına mani olunmU§tur. Hala­ gü'nün idaresindeki Moğollar Ayn Calut'ta bozguna uğratıla­ rak Orta-Doğu üzerindeki Moğol tehdidi nihai olarak önlen­ miştir. Aynca Batı Avrupa 'dan Akdeniz yoluyla Mısır'a yapı­ lan hücumlar püskürtülerek başta İsltimiyetin mukaddes yerle­ ri olmak üzere bütün Arap Yanmadası muhafaza edilmiş. ıı302 tır. Türk MemlUk Sultanlığı döneminde, Mısır ve Suriye,

ekonomik açıdan refaha kaVWjtuğu gibi büyük kültür ve sa­ nat geli§melerine sahne olmu§tur. Bu dönemde ba§ta Kahi­ re ve Şam olmak üzere ülkenin bir çok yerinde din� ictimal ve ilmi: pek çok eserler in§a edilmi§, ilim adamları himaye ve te§vik edilerek İslami ilimlerin çe§itli dallarında pek çok eserler vücuda getirilrni§tir. Örneğin, kendisi bir Kıpçak 301

Koçak, "Arap Kaynaklarında Türk Memluk Sultanı Baybars", X TUrlc Tarih Kongresi Bildiri/eri, III, s. 1 102-1 103. ;oı Kopraman, "Mısır Türk Sultanlı�ı(Memlukler)", Tarihle Türk Devletleri ll, s. 447.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 301

Türk'ü olan ve Mısır Türk Sultanlığı'nın ve aynı zamanda bütün İslam dünyasının kabul ettiği önemli bir hükümdar olan

Baybars Fin samimi bir Müslüman olduğu, İslfuni hü­

kümlere riayete çok titizlik gösterdiği kaydedilmektedir. Ül­ ke genelinde içki içmeyi ve fuh§u yasaklamı§tır. Şeyhlere ve din adamlarına kar§ı hürmet ve saygı göstermi§, bazı me§­ hur §eyhler için tekkeler yaptırmı§tır. Baybars, §eyh ve der­ vi§leri ülkede hakim olan kutsal cihat fikrini, geni§ halk ta­ bakaları arasında yaymak için birer propaganda vasıtası ola­ rak kullanmı§tır. Yine Baybars, medrese, imaret ve hastaha­ ne gibi dini ve hayır müesseseleri kurmak, İslam büyükleri­ nin ve kahramanların türbelerini tamir et.mek, dervi§lere, din adamlarına ve yoksullara yardımda bulunmak suretiyle halkın sevgisini kazanmı§tır. Ayrıca kendi döneminde Altı­ nordu ve İlhanlı topraklarından gelen Türk ve Moğol toplu­ lukları arasındaki davalar ve miras meselelerinin Türk- Mo­ ğol hukuku veya örtlerine göre halledilmesi için bir özel te§­ kilat kurdurmu§tur. 303 Suriye ve Mısır'a gidip buralara yer­ le§en Kıpçak Türkleri'nin tamamı Sünni Müslüman olarak

ya§amı§lardır.

Hindistan'a İslamiyetİn tam olarak girmesini, araların­

da Kıpçak Türklerinin de bulunduğu Türk Memhiklerin Kuzey Hindistan'a gelmeleriyle ba§latmak yerinde olur dü­ § - · cesindeyiz. Çünkü İslamiyetİn Hindistan'a girip geni§ öl­ çü yayılmaya ba§lamasından önce Hindistan'a girmi§ olan Tür erin (İskit, Hun, Saka, Gucar, Turu§ka, gibi) inançla­ nyl

Hindu dini arasmda problem olu§turacak sıkıntılar ya­

§

amı§tır. Bu nedenle buraya gelen Türk kavimlerinin

inançları, Hinduizm kar§ısında varlık gösterememi§ ve az sayıda da olsa gelen Türkler Hindu "Kast" sistemi içerisine dahil olri"J.U§Iardır. 304

XII. yüzyılın sonlarına doğru Memhik olarak gelen ve Müslüman olan Türklerin Delhi ve çevresine yerle§mesf< İs­ Himın bu bölgede yava§ yava§ tanınmasına sebep olmu§ ve

XIII. yüzyılın ilk yıllarında (1206) Kıpçak men§eli Türk :ıoo

:ıo.ı

Köprülü, "Baybars 1", i.A, (M.E.B), II, s. 360-361. Bayur, Hindistıı n Tarihi, I, s. 351 .


302 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Memh1klerin sevk ve idare ettiği Delhi Türk Sultanhğı'nın kurulması İslamın benimsenmesini hızlandırmı§tır. Delhi Türk Sultanlığı kurulduktan sonra Moğol istilası sebebiyle Harezm§ahların yıkılmasıyla Harezm§ahların ordularında hizmet eden ba§ta Uran olmak üzere diğer Kıpçak kabilele­ ri büyük zayiata uğramı§lar ve bunların önemli bir kesimi Delhi'de kurulan Sultanlığa iltica etmi§lerdir. Bu §ekilde ge­ len Kıpçaklar ve bunlarla beraber gelen diğer Türk toplu­ luklarının önemli bir kısmı Hindistan'a gelmeden önce isla­ mı kabul etmi§ler bir kısmı da burada Müslüman olmu§lar­ dır.305 Moğol istilası neticesinde Delhi Türk Sultanlığı'na sı­ ğınanlar arasında istila nedeniyle bölgelerini terk etmek zo­ runda kalan Müslüman alimlerinin Türk Sultanlığı merkez­ Ierine yerle§mesi, İslam'ın yerli halk arasında kolaylıkla ya­ yılmasına neden olmu§tur. Yerli halk için islamı Türkler ge­ tirmi§ olup Türk adı onlar arasında Müslüman manasma kullanılmaya ba§lanmı§tır.306 Cengiz Han'ın özellikle Semer­ kant ve Buhara gibi önemli Türk kültür kentlerini ele geçir­ mesi, buradaki bilginierin bir çoğunun da Delhi Türk Sultan­ lığı na sığınmasına neden olmU§tur. Dolayısıyla XIII. ve XIV. yüzyıllar bunlann da etkisiyle Delhi'nin en büyük kül­ tür merkezi olduğu devir olmu§tUr.307 Burada §unu belirt­ mekte yarar vardır. XIII. yüzyılda Hindistan'da İslamın bu §ekilde süratlice ye§ermesinde Delhi Türk Sultanlığı'nın ba­ §ında bulunan Kıpçak men§eli Şemsiyye hanedanının ve Ba­ laban ailesinin payı belki de en büyüktür.308 Delhi Türk Sultanlığını kuran Kıpçak Türkleri ile Hin­ distan'daki diğer Müslüman Türkler ve Müslüman olan yer­ li halk sünniliğe ve Hanefiliğe bağlı idiler. '

lM

Köprülü, "Uran Kabilesi", Belleten, VII/26, s. 235-241. Emel Esin, "Sind, Bengale ve Hindistanda İlk İslami Devir Türk Devlet­ leri", Tarihte Türk Devletleri, ı, Ankara, 1987, s. 329. Jll7 Bayur, Hindistan Tarihi, 1, s. 359. 308 Aziz Ahmed, s. 144·147, 156-160, 164-165, 265-270. 306


KIPÇAK TÜRKLERİ / 303 C-KlPÇAKLAR VE HIRİSTİYANUK Türklerin dini tarihlerinin belli bir döneminden itiba­

ren temasa geçtikleri evrensel ve büyük dinlerden biri de

Hıristiyanlıktır. Hatta, Türlderio evrensel ve büyük dinlerle olan bu temaslan sonucunda çoğunluk itibariyle karar

kıl­

dıkları din Müslümanlık olm�sa, ondan sonra ikinci sırada

Türklerin arasında taraftar bulan din de Hıristiyanlık ol­

mu§tur. Gerçi Türkler hatta

Musevilik

Budizm, Mani Dini, Zerdüştil/ik

ve

gibi dinlerle temas halinde olmU§lar ve bu

dinler az çok rağbet görerek bazı Türk topluluklan arasında kendi cemaatlerini olU§turmayı ba§armı§lardır. Bununla bir­

likte bunların hepsi zamanla İslamiyetİn Türklerin arasında

yaygınla§masına paralel olarak girebildiler. Bir Jasnu bazı izierin ötesinde tamamen tarihe gömüldü. Bazılan çok

kü­

çük cemaatlar halinde kalabildiler. Buna kar§ılık Hıristiyan­

lık, Türklerin arasında adı geçen diniere nisbetle çok daha

kalıcı dini cemaatler olu§turmayı ba§armı§tır.

Türklerin Hıristiyanlıkla temasının tarihi çok eskilere

uzanmakta olup ilk temasların ba§langıcı konusundaki bilgi­

ler tam netlik arz etmemektedir. Bununla birlikte Barthold,

Maniheizm'in Orta Asya'da Hıristiyanlıktan önce III. yüz­

yıldan itibaren yayılmaya ba§ladığını dü§ünmektedir.309 Or­

ta

a'da Hıristiyanlığın varlığı ile ilgili bilgiler ise IV. yüz­

yıldan daha gerilere gitmemektedir.

· klerin Hıristiyanidda olan temasları daha çok doğu

kilisele · vasıtasıyla olmu§tur. Bu çerçevede

Ortodoksluk bi­

rinci s ayı almaktadır. Böylece Orta Asya söz konusu oldu­

ğund , Bizans kilisesi değil de, Sasaniler döneminde onun

yakın takibine uğrayan Nesturilik, önce İran'a sığınmı§; daha

sonra Türklerin arasına girmi§tir. Daha doğrusu, Hıristiyan­

lığın ve özellikle de Nesturiliğin Orta Asya'da Türklerin

arasında asıl yayılma gayretleri ve ba§arıları, Sasani devleti­

nin yıkılarak, VIII. yüzyılda Asya'da İslamiyetİn siyasi hald! miyetinin etkisini gösterdiği bir zamanda olmU§tur.310

309 Barthold,

310

Ona A.l)'a Türk Tarihi Haklanda Dersler, s. 19. s. 179.

Günay-Güngör, Türk Din Tarih�


304 / KıPÇAK TÜRKLERİ

Orta Asya'da Nesturiliğin tarihi,

Si-ngan-fou

781

yılında dikilen ün­

kİtabesiyle b3.§latılabi1ir. Bilindiği gibi bu ki­

tabe, Nesturi din adamı ALo-Pen'in 635 tarihinde Çin'e ge­

lݧinden, kİtabenin dikildiği zamana kadar, Çin'deki Nesturi kilise tarihini anlatmaktadır. Nesturiliğin İran'a geçi§İ ve di­

ğer ülkelere yayılı§ı gibi, Orta Asya'ya giri§i de büyük oran­ da ticaret yollarıyla olmu§tur. Ön Asya'dan ba§layarak, Ma­

veraünnehrin Baykent, Buhara ve Semerkant gibi önemli

§ehirlerinden geçen milletlerarası ticaret yolu, bir taraftan ekonomik geli§meyi sağlarken, diğer taraftan bir çok din ve

kültürleri beraberinde getirmi§, bölgedeki Türklerin bu ma­ nevi unsurlarla temas etmelerine sebep olmu§tur .311 Maveraünnehr, bütün yabancı din, kültür ve medeni­

yetlerin her türlü istila ve tesirine açık bırakılmı§, bu neden­

le misyonerler büyük bir serbestlik içinde kendi dinlerini

yaymaya çalı§mı§lar ve bu faaliyetlerinde önemli ba§arılar

elde etmi§lerdir. Böylece Orta Asya'nın bütün §ehirleri, çe­ şitli milletlerden meydana gelmiş ahalisi ve karışık sosyal sı­

nıfları ile çeşitli din, ideoloji, meslek ve mezheplerin adeta

bulu§ma yeri olmuştur. 31 2

Böylece Orta Asya'ya gelen Çinli ve Hintli din adamla­

rı Nesturi Hıristiyanları, pek çok Türk'ün bu dini tanıması­ na ve bazılarının da benimsemesine yol açmı§lardır. 3 13 IV. yüzyılda Maveraünnehr'e giren Hıristiyanlık, Zerdü§tlük ve Budizm arasında yıllardır süren mücadelelerden de yararla­

narak, rahat bir §ekilde yayılma imkanı bulmuş ve kısa za­

manda o bölgede hakim bir din haline gelmiştir.314 Nitekim daha 332

ılında Merv'de bir Hıristiyan piskoposa rastlan­ 5 maktadır. 1

311

Togan, Bugünkü Türk /li Türkistan ve Yakın Tarihi, s. 94; A. Va hap Taş­ tan, Nestiui MisyoMrlerin Orta Asya ve Çevresindeki Faaliyetleri, (Yayın­ Ianmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri , 1986, s. 40. 312 Zekeriya Kitapçı, Orta Asya 'da İslômryetin Yayılışı ve Türkler, Konya, 1994, s. 57-70. 313 Mustafa Ekinci Idi, Türk Ortodok.slan, Ankara, 1998, s. 45. 314 Leon Cahun, Introduction a l'Histoire de L 'Asie, Turcs et Mongols, Paris, 1895, s. 123. m Barthold, "Orta Asya'da Moğol Fütühatına Kadar Hıristiyanlık", Türki­ yat Mecmuası, I, s. 58.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 305 Türkler, kültür seviyesi yüksek olan Maveraünnehr

bölgesini etkileyen bu dinlerden hiçbirisini kitle halinde ka­

bul etmemi§lerdir. Bununla birlikte Hıristiyanlık, gayretli misyonerler sayesinde ve "Nesturilik" adı altında Orta As­

ya'da yayılmış, çeşitli bölgelerde teşkilatlanarak, Maveraün­ nehr'e İslamiyetİn girmesinden sonra bile varlığını devam

ettirmiştir. Nesturi misyonerierin gerçek faaliyet alanlarının

Orta Asya olduğu bu bölgelerdeki teşkilatlı kuruluş ve kili­

selerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Orta Asya göçebeleri için

yerleşik kilisenin yanı sıra göçleri esnasında yer değiştiren 16 "çadır kiliseleri"nin de mevcut olduğu kaydediliyor 3 Tarihi kaynaklara göre din meselesinde çok hoşgörülü

olan Uygurlar arasında Gök Tanrı inancının yanı sıra Mani­

heizm , Budizm ve Hıristiyanlık da yayılma imkanı bulmuş­ tur. Uygurların sağladığı bu hoşgörülü zemin içerisinde di­

ğer dinler gibi Nesturiler vasıtasıyla Hıristiyanlık da yerleş­ miştir. Ünlü seyyah Rubrouck, XIII. yüzyılda Uygurlar ara­

sında bütün bu dinlerin İslamiyetle birlikte bir arada ve ahenk içinde varlıklarını devam ettirdiklerini nakletmekte­

dir.317 Aradan geçen zaman içerisinde Hıristiyan Uygurların

Müslüman olan Uygurlardan etkilendikleri ve Hıristiyanlı­ ğın bilhassa İslamiyet karşısında eriyip gitmesini önlemek için

akid lukl

Tür

esturi din adamlarının çocuklara Hıristiyanlığın temel ini ve ineili öğrettikleri belirtiliyor.318

ıristiyanlık faaliyetlerinin etkili olduğu Türk toplu­

ndan birisi de Hazar/ardır. Tarihi kaynaklarda eski

dinine inanan Hazariara Yahudilik, Hıristiyanlık ve

Müslümanlıktan hangisinin daha önce girdiği hakkında bir açıklık yoktur. Hazarlar arasına Hıristiyanlık muhtemelen

Yahudilikten daha önce girmiştir. Hazar ülkesine Hıristi­

yanlığın Arranlılar vasıtasıyla sokulmaya çalışıldığı ve Arran Metropoliti İsrail

(677-703)'in Hazarlar arasında Hıristi:t,.an­

lığı yayma faaliyetlerinde oldukça ba§arılı olduğu kaydedi fl:

316 m m

Taştan, s. 45.

Ekincikli, s. 46.

Barıhold, Moğo/ İstilasına Kadar Türkistan, s. 481 -482.


306 1 KIPÇAK TÜRKLERİ

yor.319 Hazar ülkesinde muhtemelen Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman misyonerlerinin kendi dinlerini yayma faaliyetle­ ri aynı yüzyıl içinde meydana gelmi§tir.320

Hıristiyanlığın Orta Asya'daki Türkler arasındaki faali­

yetleri Kerait

Türkleri il<! Öngütlerin bir kısmının Hıristiyan­

la§malarına da yol açmıştır. Kerait Türkleri, hükümdarının

1009 yılında Aziz Serkis'in bir mucizesi ile Hıristiyan olduğu

rivayet edilmektedir. Öte yandan Avrupa'daki "Rahip Yu­ hanna" efsanesi Kerait sülalesinin, Togrıl gibi Türk adları yanında taşıdıkları Hıristiyan isimlerinden doğmu§ olması

muhtemeldir.321 Kuzey Moğolistan;ın en kudretli kavimle­

rinden biri olarak bilinen Kerait Türkleri, Oran ve Kerulan nehirlerinin yukan mecrasında ve Tuzla nehrinin kenannda

oturmakta idiler. Nesturi tüccar ve misyonerlerinin faaliyet­ leri sonucu Kerait Türkleri Hıristiyanlık propagandaları ile karşı karşıya kalmış ve bu propagandalar sonucunda Hıristi­

yanlığın kabul görmeye ba§lamasıyla Meru Metropolidi Ke­ rait

rensini vaftiz edip Moğolistan'a bir rahip göndermi§­ g tir.3 Bu aşamadan sonra Nesturi Hıristiyanlığın bu bölgede rağbet gördüğü anlaşılıyor.

Hıristiyanlığın etkisi altında kalan Türk toplulukların­

dan birisi de Öngütlerdir. Keraitlerden sonra Hıristiyan Türklerin başlıca merkezlerinden biri Öngüt boylarının yo­

ğun olduğu Tendük ili olmuştur. 323 Ketaitlerde olduğu gibi, .

Öngütler arasında da Nesturiliğin yerle§tiği belirtiliyor. Bil­ hassa Moğol çağında buna dair bilgiler mevcuttur. XIII. yüzyılda, Öngüt sarayında, Hıristiyanlığa ait eserlerden olu­ Ijan bir kütüphane kurulmuştur. Öngütlerin Moğol sarayın­

da da etkili olduğu anlaşılıyor. İlhanlılar döneminde Öngüt­

lerin Azerbaycan'da Nesturi manastın kurduğu kaydedil319

M. Murat Remzi, Teljiku'l-Ahbar ve Telkihu'l-Asar, I. Orenburg, 1908, s. . ' 192; Togan, "Hazarlar", I.A, (M.E.B), V, s. 400. 320 Kuzgun, Hazar ve Karay Türlcleri, s. 12�. 321 L.Ligeti, Bilinmeyen İç A.ıya, (Macarcadan çev: Sadettin Karatay), T.D.K, Ankara, 1998, s. 298-299; Esin, İslamiyetten önceki Türk... , s. 13�. 322 Ligeti, s. 299-300; Cari Brockelmann, /s/ôm Milletleri ve Devletleri Tarihi, (çev: Ne§et Çağatay), Ankara, 1964, s. 228. 323 Esin, Is/arniyetten Önceki Türkler. . ., s. 135; Ligeti, s. 300.


K1PÇAK TÜRKLERİ 1 307

mekte ve XIII. )'!izyılda bunların Roma kilisesine bağlandığı

belirtilmektedir.324

Barthold, "Orta Asya'da Hıristiyanlık" adlı makalesin­

de, Selçuk Bey'in oğullarının isimlerinden hareket ederek Oğuz/ann Hıristiyan olduklanndan bahsetmektedir. 325 Z.V. Togan ise, Mikail, Yunus, Davud vb isimlerio aynı zamanda

Müslüman adları olarak da kullanıldıklarını belirttikten

sonra Oğuzların Hıristiyan olmadıklarını kabul etmektedir.

Oğuzlar hakkında İbn Fazlan'ın verdiği bilgilerden sonra

Hıristiyan olmadıkları kesinlik kazanan bu Türk boyunun Hıristiyanbğı hakkındaki iddiaların Zekeriya Kazvini tara­

fından uydurulduğu adı geçen makalede açıklanmaktadır.326 Diğer taraftan Ebu Dülefin nsalesinden öğrendiğimize gö­ re Çiğil Türklerinin arasında az miktarda da olsa Hıristiyan

olduğu anla�ılıyor.327 Fakat Barthold'un belirttiği kadar, Hı­ ristiyan misyoner faaliyetlerinin netice verdiğini gösteren

bir harekete Orta Asya Türk toplulukları arasında da �abit olunmarnı§tır.

Görülüyor ki, Orta Asya Türk toplulukları arasında Hı­

ristiyan misyonerierin faaliyetleri Hıristiyanlık açısından ba­

şarılı olamarnış ve bu dinin buradaki Türk toplulukları üze­

rinde kalıcılığını sağlayamamı§tır. XIV. yüzyılın başlarından itibaren İslamın bu bölgeye tamamen yayılıp bölge halkınca

lJ

la

imsenmesiyle Hıristiyanlık yava� yava§ kaybolmaya b a�­

ıştır.

Orta Asya'nın aksine Hıristiyan misyonerierin Rusya, Ku ey Kafkasya, Hazar Ülkesi ve Balkanlardaki çalı§maları

so, uç vermi§ ve bazı Türk topluluklan Hıristiyanl3§rnıştır.

Bu bölgelerdeki Hıristiyanlrujtırrna olayında Bizans irnpara-

)l4

S.C. Neil, "Christianity in Asia", The Encyclopedia of Religion, (Ed. Mir· cea Eliade), lll, London, New York, 1987, s. 418; Ligeti, s. 300-303; Esin, Is/arniyetten Önceki Türk.. ., s. 135. lZ.' Barthold, "Orta Asya'da Moğol Fütuhatına Kadar Hıristiyanlık", Türki­ yat Mecmuası, 1, s. 47-100; Ayrıca Türklerin Hıristiyanhğı kabuiü"'k'tıhu­ su için bkz: Francis Psalty, "Türkelide Hıristiyanlık", ikinci Türk Tarih Kongresi (20-25 Eylül 1937), İstanbul, 1943, s. 887-895. )26 Z. Yelidi Togan, "Oğuzlann Hıristiyanlığı Meselesine Ait", Türkiyat Mecmuası, II, İstanbul, 1 928, s. 61 -67. m İbn Fazlan, Seyahatniime, s. 88. ·


DA/ KlPÇAK TÜRKLERi

torluğu, Rus devleti, kilise ve bölge ülkelerinin rolleri bü­

Kıpçaklann Hıristiyanlığına da XI. yüzyıldan itibaren Kafkaslar, Karadeniz'in kuzeyi ve Balkanlarda rastlanmakta­ yüktür.

dır. Şimdi Kafkaslar ve diğer bölgelerde Kıpçakların Hıristi­

yanlığı kabul etmelerinden günümüze kadarki süreci iki ba§lık altında i§lemeye çalı§alım.

!-KAFKASLARDA HIRISTİYAN KlPÇAKLAR Daha önce belirttiğimiz gibi Kıpçakların Don ve Kuban bölgelerindeki kabileleri Gürcülerle irtibat kurup, Gürcüler vasıtasıyla veya daha sonra Moğolların baskısıyla Kafkasla­ rın güneyine geçerek Azerbaycan, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinin kuzey kesimlerinde derin tesirler bı­ rakmı§lardır. Çoğunluğunu Don ve Kuban bölgelerinde ya§ayanlar oiU§turmak üzere Kıpçakların Kafkaslara ve Kafkasların gü­ neyine inmeleri Kıpçak-Gürcü yakınla§masıyla başlamıştır. Gürcü kaynakları Kıpçakların bu bölgelere gelmeden önce aralarında Hıristiyanlığın yavaş yava§ yayılmaya ba§ladığını ve Hıristiyanlıkla ilk defa Kafkaslarda karşıla§madıklann­ 328 dan bahsetmektedirler. Bu da bize Kıpçakların Hıristi­ yanlıkla en azından Xl. yüzyıldan itibaren kar§ıla§ıp temasa geçtiklerini göstermektedir. Çünkü Kıpçaklardan küçümse­ nemeyecek derecede bir topluluk, Gürcü kralı David II'nin daveti üzerine XII. yüzyılın ilk çeyreği içerisinde Kafkaslara gelmi§tir. Kıpçakların daha Gürcistan bölgesine gelmeden önce Hıristiyanlıkla tanı§malannda ve bir kısmının da kabul et· mesinde yine o dönemin Hıristiyan Ortodoks Gürcü krallı· ğının etkili olduğunu görüyoruz. Xl. yüzyılın son zamanları ve XII. yüzyılın ilk yıllarında Gürcü kralı

David II.

Bulgar

§ehrinden Kafkaslara kadar etkili olan Kıpçaklar arasına, Hıristiyan

J2l<

misyonerler

Brosset, I, s. 362.

göndererek

Ortodoks-Hıristiyan


KlPÇAK TÜRKLERi / 309

mezhebiniJ'aymaya çalışmış, bunda kısmen de olsa ba§anlı olmu§tur. 3 Selçuklutara karşı kendisini sağlama alıp bazı yerlerin Selçuklulardan alınmasını arzu eden Gürcü kralı David II.'nin Kafkasların kuzeyindeki geni§ bozkırlarda yaşayan Klpçaklarla dostane ilişkiler kurması ve ünlü Kıpçak komu­ tan Atrak'ın kızı ile evlenmesi, Kıpçakların Gürcü krallığına yakınlaşmasını sağlamı§tır. Bu yakınla§ma, 1 118'de David II'nin daveti üzerine Kaflcaslara gelen büyük Kıpçak toplu­ luklarının Hıristiyantaşmasını hızlandırmıştır. Saray muha­ fız ordusunu Kıpçaklardan olU§turan David Il, ayrıca bu ka­ vimden olll§an kırk bin kişiJik bir ordu kurmU§ ve kendi kuvvetlerirle birlikte Selçuklutara karşı önemli zaferler ka­ zanmı§tır. 30 Bu dönemde Kafkas bölgesine kırk bini asker olmak üzere üç yüz bin civarında Kıpçak nüfusun geldiği kaydedilmektedir.331 Klpçak-Gürcü ittifakı, 1 12l'de Borçalı çayı havalİsini ve 1123'de Tiflis'i alıp 1 124'de İspir ve 0/tu'ya kadar ilerle­ diler. Belli bir dönem Müslümanların hakimiyeti altında ka­ lan bu bölgeler tekrar Hıristiyanların idaresine geçmi§tir. Klpçak-Gürcü ittifakı ile ele geçirilen bu bölgelere büyük ölçüde Kıpçak Türkleri yerleştirilmi§tir. Tiflis, Anı, Cava­ ket, Ardahan ve çevresinde bulunan Gogar/Çin-Çavat/ Ga­ gavan soyundan gelen eski Ortodoks-Hıristiyan yerlilerle bu dan olup Müslümanlığı henüz iki nesil önce kabul et­ mi§ ulunanlar eski dinleri olan Hıristiyanlığa döndürüldü­ ler. ogar (Yukarı Kür Boyları) ve Taok(Çoruk boyları) ahat' i ile sarışın, güzel, ak tenli, gök gözlü ve uzun boylu Kl�klar karı§ıp kaynaşarak bu gün adı geçen ve çevre böl­ gelerde yaşayan insanların atalarını olU§turmu§lardır332• Kral Giorgi III. (1 156-1 184) zamanında Gürcü askeri gücü­ nü meydana getiren Kıpçaklar 11 77'de ünlü Kıpçak başbu­ ğu Kubasar'ın ba§kumandanlığa geçmesiyle idareye tama­ men hakim olmu§lardır. Vezir konumundaki Kutlug-Arsltlı ·

l

329

Brosset, I, s. 362-363. Turan, Doğu Anadolu Türk Dl!llletleri Tarihi, s. ı 49. 331 Kırzıoğlu, Yu/can Kür ve Çoruk . . , s. ı 15. 332 Kırzıoglu, KDrs Tarihi J, s. 377-379; Aygil, a.g.e, s. 27. 3�

.


llO/ KlPÇAK TÜRKLERİ

gibi Kıpçak beylerinin idaresinde başlayan, anası tarafından Kıpçak güzel kraliçe Thamara

(1184-1213) devrinde

Gürcü

devleti, kuzeyden Kıpçaklar başbuğunun karde§i Sevinç ida­ resinde yeni kütlelerin ülkeye gelmesi(l 195) ile de (ikinci

büyük Kıpçak göçü-"Yeni Kıpçaklar" askeri ve siyasi alan­ da tarihin en parlak çağını yaşamıştır.

33

XII. yüzyılın son on

yılı içerinde Kafkaslara gelen bu ilcinci Kıpçak topluluğu da 1 118 yılında gelenler kadar kalabalıktır ve bunlar da Hıristi­ 334

yanlığı kabul etmişlerdir.

Yeni Kıpçaklar Lore hakimi ve Başkumandan (A­ mir-Spasalar) olup, eski Kıpçaklı Kubasar ile 1 1 77'den ön­ ceki Orbelyanlı hanedanının yerini alan ve "Atabek" ünva­ nıyla da anılan "Kürt Babırakan Eli(Oymağı) kökünden Ko­ Iuuzunoğlu (Gürcüce: Mkhargrdzelidze) hanedam ülkesine yerle§tiklerinden onların Başkumandanlık-Bayrağı altında hizmet edip, bütün Yukarı-Aras, Orta-Aras boylarını ve Gence kapılarına vannca Orta-Kür kesimini zaptettiler. Bu yeni Kıpçakların çoğu malda bidikte,

bir

Gürcü-Ortodoks

kısmı

Anı-Şeddatlı Emirliğindeki

.

. ı

d"

gırmı§ er ır.

335

1924'den

da

kilisesine bağlı ol­

1200 yılında fetbedilen

Gregoryan Ermeni

Mezhebine

itibaren Leninakan (eski adı Gümrü) adıyla

anılan yerle§im biriminin güneyinde ve Elekez (Arakaz) da­ ğının kuzey batı eteğine düşen Ertik kasabası yanında yılında

1908

nüfusa sahip olan "Kıpçak" adında bir Ermeni 336 bulunması ve burada asıl adı "Kıpçak-a­

808

köyünün

Vank"(Kıpçak Manastın) olup "Harıc-a-Vank" da denilen XIII. yüzyıldan kalma çok güzel bir külliye sayılan sanat de­

ğeri yüksek üç kubbe ve ana yapıda, iki insan ve bir kanatlı arslan kabartması bulunan bir tapınağın varlığı, bize az da olsa Kıpçakların bir kısmının Gregoryan mezhebine girdiği�

ni doğrulamaktadır. Ayrıca Elegez güneyinde, yine XIII. 333

.Brosııet, l, s. 363 vd.; Kafesoğlu, Türk Milli Kiütürü, s. 180. :D4 Kırzıoğhı, Yukan Kür ve Çornk..., s. 1 29, 134.

335

336

Kırzıoğlu, Yukan Kür ve Çornk... , s. 135, 1 36. Rene Grousset, Histoire de Amıenie des origine 26-30.

a

1071, Paris, 1 947,

s.


KIPÇAK TÜRKLERİ / ll l

yüzyıldan kalma "A§tarak/E§terek" kasabası kilisesi (muhte­ melen bu isim Ba§kırt boyu "E§terek/He§terek/ݧterek" ko­ lunun Kıpçaklar ile buraya gelen topluluğundan kalmadır) ve Iğdır'da (1918 yılında boşaltıtıp ıssız kalan) bir "Ku­ çakh"(Kıwçak) köyünün varlığı, Yeni Kıpçakların Elegez dağı çevresine ve Aras'ın sağ taraflarına yayıldığını gösterir. Yine Doğu Anadolu'daki bir çok yerle§im birimi Hıristiyan Kıpçakların buralara yerle§tiğine en güzel delil olU§turmak­ tadır.337 Diğer Türk topluluklarında olduğu gibi kaynaklar, Or­ todoks Kıpçakların da din konusunda baskıcı olmadıklarını, bu bağlamda XII. yüzyılın ba§larından David II dönemin­ den beri, Tiflis, Tumanıs Anı ve daha sonra da Sürme­ li/Surmari ile Düvin'de yerli Müslüman halkın serbestçe ya­ §ayıp, kendi hukukları ile ݧlerini yürütmelerine müsaade et­ tiklerini kaydetmektedirler.338 1267 yılında, 1 1 18'de Gürcü kralı David II'nin daveti üzerine Kafkaslara gelen Kıpçaklar, (eski Kıpçaklar) kendi beyleri idaresinde, İlhanlılara tabi ve Bağratlılar'dan ayrı bir "Ortodoks Atabekler Hükümeti" .kurdular. Bu "Atabekler Hükümeti", Bayburt, İspir, Tortum, Livana (Yusufeli ile Artvin), Oltu, Ardanuç ve Şav§at gibi bütün Yukarı ve Or­ ta-Çoruk boyları ile Kür boyunun Göle, Ardahan, Ahıska v ılkelek ile Azgur kesimlerini içine almakta idi. Az­ gu 'daki Ortodoks-Katolikosluğu, kendi ülkelerinde bulun­ du - ndan din adamları ve aydınlarıo yazı dili, Kartel-Kilise dili larak devam ettiği anla§ılıyor.339 XV. yüzyılın ikinci yarısının ilk yıllarından itibaren . . Atabekli-Kıpçak Hükümeti, XIV. Yüzyılın yarısından beri Kartel Bağratlı Krallığı'na riıanen bağlı ve yardımcı iken bu bağdan Akkoyunluların yardımı ile kurtulmU§tur.340

lJ'

3 38

,� f(f -

Kırzıoglu, Yu/can Kür ve Çoruk.u, s. 136, 137·139.

Brosset, II, s. 237-243. 339 Kırzıollu , OsmDnbltır'ın KıJfkııs EUerini Fethi, Yukan Kiir ı-e Çoruk. . , s. ıso. 340 Brosset, I, s. 685-688; II, s. 207-208. .

Ankara, 1976,

s.

85, 86;


312 / KIPÇAK TÜRKLERİ

1477'den itibaren Hıristiyan-Ortodoks Kıpçakların kur­ duğu "Atabekler Hükümeti"nin be§ beyliğe ayrıldığı belirtil­ mekte, XV. yüzyılın son yıllanndan itibaren de Osmanlıla­ rın etkisiyle bu Hıristiyan Kıpçakların arasına İslamiyetİn girmeye ba§ladığı nakledilmektedir. 1535 yılından itibaren büyük bir bölümü, 1578 yılında da tamamı Osmanlıların ha­ kimiyeti altına giren Hıristiyan Kıpçak Türklerinin341 XVII. yüzyılın ba§larından itibaren Hıris anlığı terk ederek Sun­ ni Müslüman oldukları anla§ılıyor. 2 Ancak günümüzde ge­ rek Gürcistan, gerekse Ermenistan'da Hıristiyanlığını devam ettiren Kıpçaklann varlığı da bilinmektedir. Netice itibariyle, XII. yüzyılda Kafkaslara ve güneyine göçen Kıpçakların büyük çoğunluğu be§ yüz yıl boyunca Or­ todoks-Gürcü/Kartel Kilisesine bağlı kaldıkları halde, kim­ liklerini kaybetmeden XV. yüzyıldaki Osmanlı fetihleri so­ nunda; önce Atabekli hanedamndan her sancağın yerli bey­ leri, sonra da Osmanlı idaresinde baskı olmadan Müslüman olup milli benliklerini koruya gelmi§lerdir. Öte yandan 1944 yılında Ruslar tarafından Ahıska ve çevresinde bulunan ve Gürcü ve Rusların "Meskhet Türkleri" veya "Gürcü Türkleri" diye adlandırdıkları 200.000'den fazla nüfusa sahip olan ve dokuz asırlık yurtlarından zorla koparılıp Orta Asya'ya sü­ rülen Sünni Müslüman Türkler, Kıpçakların torunlandır.

2-KARADB'ÜZ'İN KUZEYiNDE VE BALKANLARDA HIRİSTİYAN KJPÇAKLAR

Gerek Balkanlar gerekse Karadeniz kuzeyine gelen Kıpçaklar Hıristiyanlıkla Xl. yüzyılın ikinci yarısından itiba­ ren tanı§maya ba§lamı§lardı. Daha önce de belirtildiği gibi Kıpçakların Rus topraklarına ilk geli§leri 1055 yılından iti341

Kırzıoğlu, Osmanlılar'ın Kofkns Ellerini Fethi, s. 121 -389; XVI. yüzyılda adı geçen bölgedeki Kıpçakların büyük ölçüde Hıristiyanlığını korudu­ ğuna dair bkz: Kayabalı-Arslanoğlu, "Osmanhların Fethinden Önce Ku­ V!y Doğu Anadolu Sınırlarırnızdaki Ardahan-Çıidır-Posaf ve Hanak Bölgesinin Tiirklüğü, Köyler ve Köy Adları", Tiirk Kıilliirii, Xl/126, s.

:<ıı

374-383.

Kırzıoğlu, Yukan Kiir ve Çonık

...

, s.

167.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 313

baren ba§lamı§tır. Kıpçaklar, yakın olmaları hasebiyle en çok münasebeti Kiyef, Preyaslavl ve Çemigov Rus Prenslik­

leriyle kunnu§lardır. XI. yüzyılın yarısından itibaren yakla­

ljık iki asır iyi veya kötü birbirlerini etkilemi§lerdir. Örneğin,

Rus askeri te§kilatında, Rus ya§ayı§ tarzında ve Rus dilinde

Kıpçakların önemli tesirleri olmllljtur. Rusların Kıpçakları

etkilediği en önemli nokta ise din olmU§tur. Bu bölgeye ge­

lip Ruslar1a temasa geçen Kıpçaklar ilk defa Ruslar vasıta­

sıyla Hıristiyanlığı tanıma fırsatı bulmu§lardır. Rus yüksek tabakasından bir çoğunun Kıpçak kızları ile evleomeleri ve

Kıpçakların çoğunun Rus arazisinde kalmaları Kıpçaklar­

dan bir kısmının Hıristiyanl�masına neden olmu§tur. Yine

Rusların yerle§ik bir hayat sürüp yazılı kaynaklara sahip ol­

ması da Kıpçaklar üzerindeki etkenlerdendir.343 Uzun

zaman

Karadeniz'in

kuzeyindeki

steplerin

(De§t-i Kıpçak) tek hakimi olan Kıpçaklar, Moğol istilasm­

dan çok önce Rusların yanısıra, özellikle Kırım'da Cenovalı

ve Venedikli Katalik misyonerler ile Fransiskan rahipleri­ nin gayretleriyle Hırkistiyanlık telkinlerine maruz kalmı§lar­

dır. Bunların bir kısmı Kato/ik Hıristiyan olurken, diğer bir

kısmı da Rusların etkisiyle 011odoksluğu benimsemi§lerdir.

Me§hur Kıpçak beyi Konçak'ın oğullarının "Yuriy" ve "Da­

niil" adlarını almı§ olmalan onların da Ortodoksiuğu seçtik­ le · ni gösterir.344 İbn Batuta'nın Kırım'da ve Saray §ehrinde gör üğünü bildirdiği Hıristiyan Kıpçaklar345, bu bölgedeki

Hıri tiyanlık propagandasının canlı delilleridir. XIV. Yüzyı­ lın i k yıllannda Hıristiyan misyonerlerce, Kıpçakları Hıris­

tiy nla§tınnak amacıyla kaleme alınan

"Codex Cumanicus"

adlı eser de bu bölgedeki Hıristiyanla§tınna faaliyetlerinden

biridir.

Ruslar, diğer Türk kavimlerine yaptıkları gibi Kıpçak­

ların İslam'a girmemeleri ve girenleri de İslam'dan soğutup

Hıristiyanlaştınnak 343

ve

Ruslaştınnak

için ellerinden gelen ...-, .

Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 76. Harun Güngör, "Gagawzlann Hıristiyanlığı Kabülü ve inanışlanndaki İslami Unsurlar Meselesi", T.D.A, sa: 27, istanbul, 1983, s. 250. 34� Parmaksızoğlu, (haz), /bn Batııla Seyahatnlımesi'nden Seçmeler, s. 66-70. :ı44


3141 KlPÇAK TÜRKLERİ

gayreti sarf etmişlerdir.

Kazan

Türkleri'nin Rusla§tırılması

buna en güzel örnektir. Altınordu devletinin yıkılmasıyla yerine kurulan hanlıkları bir bir eline geçiren Ruslann, bu hanlıkların içerisinde bulunan Müslüman Türklere zaman zaman soykırım uyguladıkları bilinmektedir. Aralarında Kıpçak nüfusun yoğun olarak yaşadığı Kazan Tatariarına kaqı Ortodoks kilisesinin yoğun baskı yaptığı, başta cami, medrese, imaret vb. dini ve milli eserlerin yerle bir edildiği, ayrıca Türk ileri gelenlerinin, asillerinin zorla veya onlara bir takım menfaatlerini muhafaza etmek hakkı vadedilerek bütün çevresi ile birlikte Rusla§tırılıp Hıristiyanlaştınldığı kaydedilmektedir. Bu gün Ruslar arasında bir hayli Türk soyadının yaşaması bu gerçekle izah edilebilir. Ruslar, Hı­ ristiyanlaşmakla Ruslaşmayı eşit görüyorlardı. Zira Müslü­ manlığını kaybeden, kendi dil, kültür ve örf-adetini de kay­ bediyordu. Çarlık rejimi zorlama metoduyla istediği netice­ ye ula§amayınca

XVIII ve XIX.

yüzyıllarda başka metotlar

denemeye b8§lamış, İlminskiy gibi me§hur misyonerler Rus-Tatar okulları açarak her boya Rus Kiril harfleri esas alınarak alfabeler olU§turulma yoluna gidilmiştir. Bu meto­ dun Sovyetler Birliği döneminde ba§arıyla uygulandığı gö­ rülmektedir.346

XI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Balkanlarda da

bazı Kıpçak topluluklarının, Hıristiyanlıkla değişik şekiller­ de temas kurup yava§ yavll§ Hıristiyan olduklarını görüyo­

ruz. Bu tarihten itibaren Hıristiyanlığı tanımaya ba§layıp bu

dini kabul eden Kıpçaklar Romanya, Bulgaristan ve Maca­ ristan topraklannda yoğunluk kazanmıştır. Şimdi sırasıyla buradaki Hıristiyan Kıpçaklardan kısaca bilgi vermeye çalışalım.

XI. yüzyılın sonlarına doğru Karpat-Tuna bölgesinde Peçeneklerin yerini Kuman/Kıpçaklar almışlardır. Kıpçakla· 346

Nadir Devlet, "Rusla§tınnada

Kazan Türkleri Örneği", Türk Kültürü, 29-36; Saray, Kamk Türkleri Tarihi, s. 53-SS; İbrahim Yarkın, "Batı Türkistan", T.D.E.K, Ankara, 1976, s. 1211 vd. XXI/237, Ankara,

Ocak

1983,

s.


KlPÇAK TURKLERİ / 315 rm buradaki hakimiyetinin, Moğol istilasına kadar (1241)

yani yakl�ık iki asır sürdüğünü görüyoruz. Romen ·etnik

zümresinin te§ekkülünde Kıpçakların rolü son derece bü­

yük olmu§tur. XI. yüzyılın sonlarına doğru Romen toprakla­ rına yerle§en Kuman/Kıpçaklar

XII.

yüzyılın ilk yıllanndan

itibaren az da olsa Hıristiyanlığa girmeye başlamı§lar ve di­

ğer Türk kavimlerinden farklı olarak hakimiyetlerinin sonu­ na doğru

(XIII. yüzyılın ba§larında)

kitle halinde Hıristiyan­

lığa geçmi§lerdir. Bu bölgedeki Kıpçakların çoğunluk itiba­

riyle Hıristiyan olmaları, onlar için Bağdan vilayetinin Ba­

cau §ehrinde 1227-1228

masını zorunlu kılmı§tır.

ıllarında bir "Piskoposluk" kurul­ � 7 Ancak kurulan bu Piskoposluk,

Orta Asya'daki Nesturi ve Ortodoks Piskoposluğun aksine

Kato/ik tir.

Buna bağlı olarak Romen-Katalik misyonerler İncil'i

ve Katalik tinsel ezgilerini Türkçeye çevirirler. Böylece Ro­ men-Katolik olan Kıpçaklar Papalık nezdinde de kıymetli

görülür. Roma Piskoposu (Papa) Greguar'ın 1234 yılında Kumaiı/Kıpçak Piskoposuna yazdığı bir mektupta, ona "Say­

gıdeğer Karde§im" §eklinde hitap ettiği ve aynı mektupta

Kuman Piskoposunun yoJladığı din adamlarını kabul etme­

yen "ismen hıristiyan" Ulahlar'dan yakındığı tarihi kayıtlar­ da belirtilmektedir. Kuman Piskoposluğu daha sonralan Mo

sind tün

etnik

llarca yıkılmı§tır.348 Bu gün Romanya toprakları içeri­

Dobruca'daki Müslüman Kıpçakların haricindeki bü­ pçak men§eli insanlar Hıristiyan olup büyük ölçüde "mliklerini kaybetmi§lerdir.

ukarıda da belirttiğimiz gibi

XI.

yüzyılın ikinci yarı­

sından itibaren İtil (Ural) ve Yayık (Volga) nehirlerini ge­ çip Avrupa'ya gelen Kuman/Kıpçaklar, çeyrek asır içinde

Tuna'ya kadar uzandılar. 1091'de Peçenekler'den bo§alan

yeri daldurarak esas ülkesi Ukr a olan doğu Avrupa � Türk Bakanlığı'na hakim oldular. 9 Bu arada XI. yüzyılın 347

348 :w9

�4ıt"·

Guboğlu, "Romen Ulusunun Eski Türk Kavimleri ile İli§kileri Hakkında", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Il, .s. 769, 770; Rasonyi, Türk Devletinin Batıdiıki Varisleri... , s. 40-46.

Aygil, s. 25.

Özıuna, Devletler ve Hanedonlar, III. s. 163.


3ı6/ KlPÇAK TÜRKLERİ son yıllannda

Macar kralı Lazslo (1077-1095) zamanında

önemli ölçüde Kurnan Türkü'nün kralın himayesine girdik­

leri ve eski Macaristan'ın deği§ik yerlerine yerle§tikten son­

ra Slovakya'da otuzdan fazla köy kurdukları kaydediliyor.

Bu dönemde Avusturya'ya göç eden Kuman rnen§eli insan­ lardan da bahsediliyor ki bütün bu bölgelere bu dönemde

göçen Kuman/Kıpçakların Hıristiyanlığı kabul ettikleri an­ 3 la§ılıyor. 50 XII. yüzyılın ilk yınarında yine Doğu Avrupa'ya Kıpçak rnen§eli insanların girdikleri bilinrnekte, hatta az da olsa bu yüzyıl boyunca bu göçlerin devam ettiği belirtilmek­ tedir. Xl. ve XII. yüzyıllarda Anadolu'dan Balkaniara göçen

Müslüman . Türklerden etkilenerek Müslüman olan bir kı­

sım Kıpçak Türkü'nün haricinde XII. yüzyılın sonuna kadar ba§ta Macaristan olmak üzere Çekoslovakya ve Avustur­ ya'ya gelen Kıpçakların tamarnı Hıristiyanlığı kabul etmi§· ler dir.

Kıpçakların Macar topraklarına göçleri .esas olarak XIII. yüzyılın ilk yarısında Moğollar kar§ısında bozguna uğ­

ramasıyla gerçekle§mi§tir. Örneğin,

1239

yılında Moğollar

kar§ısında ikinci kez yenilgiye uğrayan Kıpçaklardan kırk bin atlı Macaristan'a sığınmı§tır. XIII. yüzyılda Macaris­

tan'a gelen Kıpçaklar öncekilere nazaran daha fazla yekün tutması hasebiyle eski Türk inançlarını bırakarak hemen Hıristiyanlığı kabullenip benimserneleri kolay olmarnı§tır.

Nitekim 1278 yılında, Macar kralının önde gelen Kıpçak ko­ mutanlarla yaptığı anla§ma gereğince Kıpçaklara göçebe

hayat tarz.ım bırakıp yerle§ik hayata geçerek HıristiyanhAt 35 tamamen kabul etmeleri §art ko§ulmu§tur. 1 Anla§rna §art­ Jarını büyük ölçüde kabul eden Kıpçaklar, Hıristiyan olma­

yı, göçebe hayatını bırakmayı, ev yapmayı ve Hıristiyan esir­ leri azat etmeyi kabullenmi§lerdir. Bu anl3§ma sırasında Kıpçakların, eski inançlarının bir gereği olan ba§larını

350

tr�:

Bla§koviç, "Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerin izleri", Rqli

RahmetiArat Için, s. 345; Eckhart, s. 48-49. 351 Eckhart, s. 64-65; Grousset, Bozkır İmparatorluğu, s. 257-259; Kural, Ka­ radeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. %-97; Arat, "Kıpçak", I.A, ' (M.E.B), VI, s. 715.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 317

etme müsaadesi aldıkları ve bu anla§madan uzun süre ho§­ nutsuzluk duydukları anl3.§ılıyor. 352 Macaristan'a özellikle XIII. yüzyılda gelen Kıpçakların adeta bir dayatma yoluyla Hıristiyanla§tınlmaları dolayısıyladır ki uzun süre Hıristi­ yanlığı tam benimseyemedikleri ve XVI. ve XVII. yüzyıllara kadar eski geleneksel inançlarından bazılarını devam ettir­ diideri belirtilmektedir. Macaristan'a çe§itli nedenlerle fark­ lı zamanlarda göç eden ve Hıristiyanlığı kabul eden Kıpçak­ lar, çoğunluk itibanyla Kato/ik mezhebi'ne dahildirler. Bulgaristan'a gelen Kıpçakların durumuna gelince; bu ülkede Türk kültürünün izleri Türk topluluklarının buralara ilk akın ettiği dönemlere kadar uzanmaktadır. Bu toprakla­ nn IV. yüzyıldan itibaren sırasıyla Hunlar, Avarlar, Bulgar Türkleri, Peçenekler ve Kuman/Kıpçakların akıniarına sah­ ne olduğu görülmektedir. Bu bölgeye XI. yüzyılın ikinci ya­ rısından itibaren son olarak Kıpçakların geldikleri kaydedil­ mekte ve burada Bizans imgaratorluğu ile ilk temaslarını kurdukları belirtilmektedir. 3 Dolayısıyla Bizanslılar vasıta­ sıyla Hıristiyanlığı tanımaya başladıkları anlaşılmaktadır. Öte yandan arkeolajik buluntular Tuna Bulgarları'nın dinini, kendilerine özgü alfabesini, on iki hayvanlı takvimini ispatlamakta, Türk varlığını ve Türk kültürünü ortaya çıkar­ maktadır. Ancak Tuna Bulgarları'nın Türklüklerini ve kül­ türle · ni IX. yüzyılın ikinci yarısına kadar koruyabildikleri kayde ilmektedir. Bundan sonra Hıristiyanlığı kabul eden Bulga Türkleri yüz elli yıl içerisinde kendi din, dil ve kül­ türleri i değiştirerek, bugünkü Slavla§mış Bulgar ulusunu olu§t rmuşlardır. Bulgar Türkleri arasında Hıristiyanlığın yayılıp derin kökler salmasına, Bulgar toplumunun politik ve sosyo-ekonomik gelişmesi ve yaygın Bizans kültürü ze354 . h mın azırıarnı§tır. XI.-XIII. yüzyıllarda Bulgaristan'ın siyasi ve kültürel hayatına damgasını vuran Peçenekler ve Kuman/Kıpçaklar

m

�iı!'!o

Eckhart, s. 65-71 ; Rasonyi, Türk Devletinin &hdııki Varisleri .. , s. 34-36. m Baştav, Bizans lmparatorlutu Tarih� s. XI-XII, Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk IslAm Medeniye� s. 267, 268. '� Memişoğlu, Bulgaristan'da Türk Kültürü, s. 44-46; Turan, Türk Kültür Tarihi, s. 106-108. .


318 / KlPÇAK TÜRKLERİ

da aynı akıbete uğramı§lardır. Peçenek ve Kıpçaklann da Çoğu, diğer Türk kavimleri gibi

Hıristiyanlığı

kabul ederek

milli benliklerini kaybetmi§lerdir.

XII. ve XIII. yüzyıllara bakıldığı zaman Kıpçakların

Bulgar idaresindeki etkin rollerinin yanı sıra Hıristiyanlık açısından da önemli hizmetlerde bulundukları göze çarp­ 355

maktadır.

Etnik yapısını olu§turan kavimler arasında Kıpçakların da bulunduğu

Gagauzlar,

tamamen Hıristiyan olup bunların

men§eini olu§turan Türk topluluklannın Hıristiyanlığı kabul 356 etmeleri XIII. yüzyıldan itibaren brujlamı§tır. Gagauzların Hıristiyanlığın

Ortodoks mezhebi'ni kabul etmeleri, onlar arasında Ortodoks misyonerierin faaliyetlerinin yoğunluğu

ve ili§ki içerisinde bulunduklan Bizans, Rus, Yunan ve Ro­ menlerin Ortodoks olmaları ile izah olunabilir. Zira, 1812 yılından ba§layarak 1878 yılına kadar Basarabya'nın her ya­ nına hakim olan Ruslar, Ki§inev metropolitliğini ele geçir­ mi§, bölgeye yerle§tirdikleri Rus kolonizatörleri ve papaz sı•

Ş

nıfı ile bir yandan bölge halkını Ortodoks mezhebine bağla­ maya çah§ırken, di er yandan onları Slavla§tırma gayreti 35 içine girmi§lerdir. Günümüzde Gagauzların tamamı Or­ todoks mezhebine mensuptur.

Polonya Tatarlan

arasında yoğun bir §ekilde bulunan

Kıpçakların çoğunlukla Müslüman olduklarını daha önce

belirtmi§tik. Bunların bir kısmı XIV. yüzyılın son çeyreğin• den itibaren Polanya devletinin zorlaması ve bir kısım Kı� çak'ın Hıristiyan kızlarla evlenmeleri neticesinde Hıristiyan.! 3S8 lığı kabul etmi§tir. Hıristiyan olanlar çoğunluğun içerisin..t de eriyerek hem dillerini hem de milli kimliklerini kaybet· mi§lerdir.

3�� Baştav, Bizans imparatorluğu Tarihi, s.4-27; Rasonyi, Türk Devletinin Ba· tıdaki Varisleri ... , s. 46-49; Acaroğlu, Bulgaristan'da Türkçe Yer Ad/an �­ lavuzu, s. 1 1-15. 3�İbn Bibi, s. 637-638. m Güngör, "Gagavuzlann Hıristiyanlığı Kabülü ... " T.D.A, sa: 27, s. 251; Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Ara�tımuı/ar, s. 309-3 10 . 3� Bauer, s. 190, 191; Tahir, "Polonyah Tatarlar", Türk Kültürü, XXII/250;

s. 1 10, ll ı .


KlPÇAK TÜRKLERi / 319

Netice itibariyle Karadeniz'in kuzeyinde, Balkaniara ve Doğu Avrupa'daki (Dobruca bölgesindeki, Pomak Türkleri ve Polanya Tatarlan içerisindeki Müslüman Kıpçaklar ha­ riç) Kıpçaklar Hıristiyanhğı kabul etmişler ve Doğu ve Orta Avrupa ile Balkaniara bin yıl zarfında yayılan pek çok Türk kavmi gibi bunlar da din, dil, kültür ve milli benliklerini kaybedip yerli kavimlere kanşmışlardır.

XI.

yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitli şekillerde

Anadolu'ya giren Kıpçakların daha önce belirttiğimiz üzere önemli bir kısmı çeşitli zamanlarda Müslüman olurken özellikle Balkanlar üzerinden XI. ve XII. yüzyıllarda Trak­

ya'ya ve daha sonra da Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yer­ leştirilen Kıpçaklar Bizanslılann etkisiyle Hıristiyan olmuş­ lardır. Peçenekler ve Uzlarda olduğu gibi Kıpçakların Hıris­ tiyanlığı da daha Anadolu'ya gelmeden Balkanlarda gerçek­ 359 Ieşmiştir. Balkanlarda çe§itli tesirler altında Hıristiyanla­ şan Kıpçaklar özellikle Bizans ordusunda önemli görevler üstlenmişlerdir. Bizanslılar tarafından İqınlılara, Ermenile­ re ve Araplara karşı Bizans topraklarını korumak üzere Anadolu'ya getirilip çeşitli yerlere iskan edilen Hıristiyan Kıpçaklar (bunlara Peçenek ve Uzlar da dahildir), Anado­ lu'nun iskan tarihinde de önemli rol üstlenmişlerdir. Bunlar Oğ

ürklerinden önce Anadolu'ya getirilip yerle§tirilmi§­

tir.

adolu'nun çeşitli yerlerine yerleştirilen bu Türk top­

lulukl

ının kendileri Hıristiyan oldukları için Hıristiyan

Rum v Ermenilere karşı da bir yakınlık hissi duyup intibak 360 etmed sıkıntı çekmedikleri belirtilmektedir. Daha önce Kafkaslarda daha çok Gürcülerin etkisiyle Hıristiyan olup �59

Cami, s. 1 1 0 v.d; Eröz, HıristiyanlafDn Türkler, s. 2-4, 25-29; Köpıiilü, "Trakya'da Kuman Türkleri", ikdam, sene 28, 4 Şubat 1921; 10 Şubat 1921. 360 Ostrogosky, a.g.e, s. 409; Orhan Tiitkdo�an, Etnik Sosyoloji, İstanbul, 1998, s. 164, 226, 227, 265, 545; Erol Cihangir, Papa Eftim'in Muhtını�"" ve Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi, İstanbul, 1996, s. III-VII; M. F. Köprülü, "Anadolu'da Hıristiyan Türkler", ikdam, sene 28, 19 Haziran 1921(1337 Kanun-i Sani); Ayrıca Oğuzlardan önce Anadolu'daki bazı Hıristiyan gruplann Türk olduğu hakkında bkz: Hasan Fehmi, "Anado­ lu'da Gregoriyen ve Ortodoks Türkler", Ülkü, IV/21, Ankara, İkinci Te§­ rin 1934, s. 175-183. ·


31JJ / KlPÇAK TÜRKLERİ

Doğu Anadolu'ya gelip yerle§en Hıristiyan Kıpçakların Os­ manlı hakimiyeti altına girdikten sonra XVI . yüzyıldan son­

ra İslam'ı kabul ettikleri üzerinde durmll§tUk. Balkanlarda Hıristiyanlığı Bisans'ın etkisiyle kabul edip Anadolu'nun çe­

§itli yerlerine yerle§tirilen Kıpçakların da zamanla aynı dili

konu§tukları diğer Müslüman Türk topluluklarından etkile­

nerek bir kısmının islamı kabul ettikleri kaydedilmektedir.

Kıpçakların Hıristiyanlığı ve Hıristiyan Kıpçakların ya­

§adığı bölgelerden bu §ekilde bahsettikten sonra, §imdi de

Hıristiyan Kıpçaklar için misyonerlerce kaleme alınan "Co­ dex Cumanicus" adlı eserin yazılı§ nedeni ve bu eserde yer alan dini metinler üzerinde durmaya çalı§alım.

a- "Codex Cumanicus "un Yazılış Nedenleri Daha önce

"Codex Cumanicus"u

içerisinde sıfat, fıil,

zarf gibi Kıpçakça'ya ait gramer kaideleri ile muhtelif cins­ ten mücerret kelimeler gurubu bulunan

"İtalyanca CODEX"

ve çoğunlukla Hıristiyanlığa dair Kıpçakça dua ve ilahiler,

47 tane

bilrnece ile yine Kıpçakça'ya ait bazı gramer kaide­

lerini içine alan

''Almanca CODEX' §eklinde iki bölüme ayı­

rarak tanıtmaya çalı§mı§tık. Burada bu eserin yazıldığı yer

ve zaman, eserin içeriği ve eser üzerinde yapılan çalı§malar­

dan ziyade eserin yazılma nedeni ve bu konuda söylenenleri

belirtmeye çalı§acağız.

Ara§tırmacılar Codex Cumanicus'un yazılış

nedeni ko-

nusunda farklı görü§ler sunmaktadırlar. Bu eser, bazılarına

göre dini, bazılarına göre ticari, bazılanna göre de, üç dilin de yürürlükte olduğu bir yerde

günlük hayatın icabettirdifi'

pratik bilgileri elde etme gibi bir amaçla yazılrnı§tır.

; 1 •.

Bunları kısaca açmaya çalı§ır isek, dini bir amaçla yazıl­

dığını ileri sürenlere göre, daha Moğol istilasından önce

Hı­

ristiyanlık tesirlerine maruz kalmı§ olan "Kıpçaklar" arasın­

da Moğol istilasından sonra da "Fransisken" rabipleri tara­

fından "Katolik" propagandasına kesintisiz devam edildiğini 36 bu eserden çıkarmak mümkündür. 1 Onlara İbn Batuta'nın :ıoı

Gabain, "Die Spreche des Codex Cumanicus", Fundomenta. ı, s. 46 vd; Mackenzie, a.g.m, s. 885; Gallotta, a.g.m, s. 267-268; Köprülü, Türk Etk· biyatı Tarihi, s. 300-301.

'


KlPÇAK TÜRKLERİ / 32ı

K.ınm ve Saray §ehrinde gördüğünü naklettiği Hıristiyan K.ıpçaklar362 bu propagandanın canlı delilleridir. Dolayısıyla bu eserin diğer amaçlardan ziyade sadece dini propaganda gayesiyle yazılması büyük muhtemeldir. Çünkü eserin bü­ yük bir kısmım te§kil eden "Latince-Farsça-Kıpçakça" lügat­ ler ticaret konularına ait olmaktan ziyade dini ve mücerret mevzulara ait bulunuyor. İki bin be§ yüz civarında kelimeyi ihtiva eden bu önemli lügatçenin dı§ında Kıpçakça'ya ait bazı sarf ve nahiv (gramer) bilgileri, İncirden tercümeler, bazı katalik ilahilerinin Türkçe tercümeleri ve Kıpçaklara ait bir takım darb-ı meseller ile bilmeceler de yer almakta­ dır.363 Bazılarına göre ise bu eser, Karadeniz'in kuzeyinde bu­ lunan ticaret merkezlerindeki tüccarlara, münasebette bu­ lundukları halkın dillerini öğretmek yani o bölgede yoğun olarak bulunan Kıpçaklar ile ticari münasebeti kolayla§tır­ mak amacıyla yazılmı§tır364• Öte yandan "Codex Cumanicus"un hangi amaçla ve ne­ rede tertip edildiği konusunda Rasovskij'nin çok kafa yor­ duğu ve ar�brmaları sayesinde bu konuda §imdiye kadar ortaya atılmı§ görü§lerin belki de en isabetlisini ortaya koy­ du nu söylemek mümkündür. Ona göre eserin "İtalyanca dediğimiz birinci bölümü ne İtalyan tüccarlan tara­ C fında ticaret ihtiyacı için meydana getirilmi§, ne de ba§ta W. B ng gibi bazı ar�tırmacıların öne sürdüideri Fransis­ ken r hip misyonerler tarafından Hıristiyanlığı yaymak için bir anastırda yazılmı§hr. Aksine üç büyük dilin de yürür­ lükte olduğu bir yerde ve sadece dini maksatla değil, günlük hayatın gerektirdiği pratik bilgileri elde etmek için yazılmı§­ tır. Rasovski, bu fikirlerini eserde görülen kelime hazinesi ile ispat etmektedir.365 "

362 Parmaksızollu,

(haz.), lbn Batuta Seyahatnamesinden Seçme/er, s. 68-6_ı Mackenzıe, a.g.m, s. 885; Çagatay, "Codex Cumanicus Sözlügünün Bası� lı§J Dolayısıyla", D.T.C.F. Dergisi, 11/1, s. 761 , 762; Köprülü, Türk Edebi­ yatı Tarihi, s. 301. J64 Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, s. 100-101; Arat, "Kıp­ çak", İ.A, (MED), VI, s. 715; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 301. 36 � Togan, Umumi Türk Tarihine Girq, s . 163; Çağatay, "Codex Cumanicus Sözlügünün Basılı§J Dolayısıyla", D. T.C.F. Dergisi, 11/1, s. 763. YL'


322/ KıPÇAK TÜRKLERİ

Codex Cumanicus da yabancı kelimeler bulunduğun­ '

dan daha önce bahsetmi§tik. Bunların bir kısmını Arapça,

çoğunluğunu Farsça olu§turmaktadır. Bu yabancı kelimele­ rin o bölgedeki Kıpçaklar arasına İslfuniyetle birlikte girmi§ olabileceği büyük ihtimaldir. Zira Müslüman olan Türkler­ de Arap ve Farsça kelimelerin varlığı pek tabii bir .§eydir. Farsça'nın Arapça'ya nisbeten daha çok olmasının nedeni Rasovskij'nin üzerinde önemle durduğu ticaret merkezleri ile bağlı olan bir yerde olU§turulmU§ bir eser olmasından ileri gelebilir. Buna rağmen Müslümanlar arasında geçerli olan bu dillerden alınan kelimelerin Hıristiyanlıkla yani Co­ dex Cumanicus'un daha çok ikinci bölümünde Hıristiyan

366 Acaba İncil'den metinlerinde birle§mesi dikkat çekicidir. alınan vaazlar, günah çıkarma metinleri, dualar ve ilahiler

Müslüman olan Kıpçak Türkleri için mi yoksa islamı kabul 367 eden Türklerin Hıristiyanla§ması için mi hazırlanmı§tır. Codex Cumanicus'un çıktığı yer nazariye halinde kalıp net­ le§mediği sürece bunun cevabını kesin olarak vermek müm­ kün değildir kanaatindeyiz. Sonuç olarak, kimler tarafından, nerede ve ne zaman yazıldığı hakkında kesin bir görü§ bulunmayan ve ar3.§tırma­ cılann bu konularda farklı görü§ler ileri sürdükleri bu önemli eserin niçin yazıldığı hakkında da kesin bir §ey söy­ lemek mümkün görünmüyor. Eserin tek bir elden çıkınayıp farklı §ahıslar tarafından bölümler halinde yazılarak daha sonra bir araya getirildiği büyük ihtimaldir. Durum böyle olunca ·bu eserin yazılma sebeb ini, yukanda izah etmeye ça­ h§tığımız görü§lerden her hangi birisine hasretmek doğru olmaz. Muhtemelen her bir bölümü deği§ik amaçlarla yazı­

lan bu eseri, bir bütün olarak dü§ünecek olursak hem ticari, hem de dini amaçla yani yazıldığı bölgede hayatın gerektir­ diği pratik bilgileri elde etme gibi bir gayeyle yazıldığı kana­ atine vannz. 366

Mackenzie, s. 885-886; Namık, s. 1 15-123, Çağatay, "Codex Cumanicua Sözlüğünün Basıh§ı Dolayısıyla", D. T.C.F. Dergisi, 11/1, s. 768. :16? Annemaric Von Gabain, "Die Komanische Literatur", Plıüologiage Tw­ cicae Fundamenta ll, Wiesbaden, 1964, s. 243-245.


KlPÇAK TüRKLERİ / 323

b-"Codex Cumanicus "da Geçen Bazı Dini Kavramlar ve Dini Metinlerden Örnekler Codex

Cumanicus'un yazılı§ nedenlerinden bahseder­

ken belirttiğimiz gibi, bu eserin her bir bölümünün farklı amaçlarla yazıldığını belirtmi§tik. ݧte bilinen eserin

Il.

bölümünde

"Almanca Codex" diye Hıristiyanlık/a ilgili dua, vaaz,

günah çıkarma ve ilahi/erin önemli bir yer tuttuğunu görüyo­ ruz.368 Kısaca Hıristiyanlığa ait dini metinlerin ağırlıkta ol­

duğu bu bölümün dini propaganda amacıyla yazıldığını söy­ lemek mümkündür. Bu nedenle burada, özellikle eserin ikinci bölümünde yer alan Hıristiyanlık motifleri ile ilgili konular ve yer aldıkları sayfaları vereceğiz.

Konu

Orijinal C.C.

Kuun C.C.

Tövbe duası; Günahların affı konusunda bilgiler; Kutsal Stefan günü; Epifani (Haçın suya atıldığı) günü; İ ncilden alınan çeşitli veeizeler ve Kilise Azizlerinden İktibaslar; Cüzzamh'nın Hikayesi; Ineilden a nmış vecizeler; Karnaval'da sora gelen ilk Cuma Va'zı; Peder Nester; Ave Maria; Ölümle ceza ndırılan yedi günah;

s. 61 a, st 1·10 s. 61 a, st. 1 1-28 s. 6 1 b, st, 12-21 s. 61 b, st. 31-40

s. 157 s. 158 s. 158-160 s. 161

s.

62 a, st. 10 s. 62 b, st. 1-24 s. 62 b, st. 25-39

s. 162 s. 163 s. 164

s. 63 b, st. 27-32 s. 63 b, st.27-32 s. 63 b, st. 33-35 s. 66 b, st.1

5.165-167 s.168-169 s.169-1 73 s. 184

iLAHİLER Ave Porta Paradisi; Jesu, nostra redemptio; Bir ilahiye ait mısra; A Salis artus cardina; İsa'nın İnsan olu§una dair derlemeler;

:168

s. 96 a s. 72 b, st. l l s.73 b s. 76 a s. 80 a

s. 186-206 s. 206-207 s. 208 s. 215-217 s. 209-220

Gabain, "Die Komanische Literatur", Fıındamenta, II, s. 243, 244.

-� ..


324 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Codex Cumanicus da Hıristiyanlılda ilgili yukanda ge­ çenlerin haricinde geçen kelimeler Kıpçakça olarak u §e­ A kilde ifade edilmi§lerdir. Hırist an kelimesi "kristian" 9, ki­ 370 lise "klisia" , Papa-rahip "pap" 1, Melek ''Frista"312, Katalik "katolik"313, vaftiz leğeni "/ahan"374, vaftiz "baptisma"315, ha­ 77 vari 'j4&ostol"316, Havva, aziz, kutsal "Ave"3 ve takdis etme "algi§" §eklinde geçmektedir. Ayrıca bu eserde Allah manasında Türklerin eskiden beri kullandıklan "tenş:j"379, Tann seni affetti anlamında "tengri seni soy�adi" 80 denilmektedir. Pe;ıXşamber "Pey­ gambar" ve "elzi" §eklinde, oruç ve kurban aynen, sada­ ka ise "sadaga"383 §eklinde kullanılmaktadır. Eserde Cennet yerine "ucmag"384, Cehennem yerine "tamu-tamuk-tamuh"JM kelimeleri geçmektedir. Günah ve günahsız için 'yaz� ya­ zuglu, yazugsuz"336, günah çıkarma için 'yazuk aytmak" 7 de­ yimleri kullanılmakta, helal anlamında bu gün olduğu gibi 88 aynı §ekildeki söyleyi§le "menim hallal hatunum"3 ifadesi­ ne yer verilmekte olup, "haram"339 yine bu günkü aynı anla• nu ifade etmektedir; §eytan kar§ılığı için de "Şaytan"390 ifa­ desi yer almaktadır. '

·

369

Grönbech, s. 123. Grönbech, s. 1 13. 371 Ku un, C.C, s. 153; Grönbech, s. 155. 372Kuun, C.C, s. 77; Grönbech, s. 73. 373 Kuun, C.C, s. 212. 374 Grönbech, s. 130; Kuun, C. C, s. 182. 315 Kuun, C. C, s. 212; Grönbech, s. 23. 376 Ku un, C. C, s. 201, 212. m Grönbech, s. 16; Kuun, C.C, s. 188. 318 Grönbech, s. S; Kuun, C.C, s. 197. 379 Kuun, C.C, s. 77. 380 Kuun, C.C, s. 215. :�aı Kuun, C. C, s. 77, 105. :�a2 Grönbech, s. 125, 147. :1113 Kuun, C. C, s. 77. :1114 Grönbech, s. 204; Kuun, C.C, s. 78. 38� Grönbech, s. 177. 386 Kuun, C.C, s.78; Grönbech, s.224 :1117 Grönbech, s.224 w Kuun, C.C, s. l l S 389 Kuun, C. C, s.183 390 Grönbech, s. 174 370


KlPÇAK TÜRKLERİ / 32S

Görüldüğü üzere

Codex Cumanicus'da yer alan dini ıs­

blabların bir kısmı Türkçe olmakla beraber, bir kısmı Arap­

ça ve Farsça olarak kar§ımıza çıkmaktadır. Bu husus Kara­ deniz kuzeyindeki Kıpçakların yoğun olduğu bölgelerin dini alanda oldukça tesir altında kaldığını göstermesi bakımın­

dan önemlidir.

Tarihi kaynaklara dayanarak daha önce sık sık vurgula­

dığımız gibi ve

Codex Cumanicus'da geçen kelime ve deyim­ lerden anla§ıldığı kadarıyla Müslüman veya Hıristiyan olan

Kıpçakların uzun süre eski Türk dini inancındaki ya§antıyı

sürdürdükleri muhakkaktır. Özellikle Hıristiyan olanlar bu dini benimsernede zorlanmı§lar ve asırlarca bu dini kabul

ettikleri halde eski inançları üzerine devam etmi§lerdir. Ör­ neğin Codex Cumanicus'da eski Türk inançlarında geçen bir

çok dini terimin yer aldığını görüyoruz. Bunlardan bazılan­ nı yukarıda belirtmi§tik. Diğer Türk Kavimlerinde olduğu gibi Kıpçakların da dini ayin ve törenlerini yapan ve ruhlar­ la insanlar arasında aracılık eden ki§iye kam dedikleri anla­

§ılmaktadır ki bu kelimeye yoruz.39ı

Codex Cumaniscus'da da rastlı­

Şimdi de G. Kuun'un yayımladığı nüshayı esas alarak bu nüs n 186 ile 217. sayfaları arasında yer alan ilahiler­ den örn er verelim. Alınan metinlerin üzerine Kuun nüs­ hasını gö ermek üzere

"Codex Cumanicus" ve sayfa numa­

rası konu du. Ayrıca Kemal Aytaç'ın çevirisini yaptığı K. Grönbec 'in

"Kuman Lehçesi Sözlüğü" verilerinden faydala­

nılarak metinler günümüz Türkçesine çevrilmi§tir. AVE PORTA PARADİSİ "CeMetin Kapısına Selam" (Codu Cumanicus, s. 186 v.d)

Ave uçmakning kabagı tirilikning agacı yemişing bizge teyiniing Y esus'nı kaçan tuurdung

Selam sana cennetin kapsı!

Di� (Hayat) a�cı Ün1nünü bize ulaşbrdın İsa'yı ne zaman ki doğurdun

:wı Kuun, C. C, s. 9; Grönbech, s. S7-88.


326/ KlPÇAK TÜRKLERI

Ave Maria kim bizge tuurdung bu cehanda anı kim tengri tuurur psalmo neçik aytıp turur

Selam sana Meryem! ki sen bize Bu dünyada de$Jrdun Ki onu sadece Tann de$Jrur Mezmurda belirtildigi gibi

Ave kız ldm küsenç öze kışkınp sen tengrige soyurgatıp işitlirding sözln tenge blrikörding

Selam ey erden! ki isteAinle Seslendin sen Tann'ya Merhamet ettirip Şittirdin Onun sözünü özi.inle birleştirdin

Ave Maria canıngnı yanttı ata nun yüzüning yanklıhından blzge teyir onglık nişan

Selam Meryem, senin canını! Baba'nın ışığı nurlandırdı Yüzünün ışığından (nurundan) Bize ulaştır kurtuluş ni§arunı

Ave Tengrining sen övi yazuklınıng sığınçı ol kuttulur sanga kertlep kim sığınır yek tu§mandan

Selam sana ey Tann'run evi! Günahlılann sığınağı Sana içtenlikle yaJ.Jaşan kurtulur Şeytan düşmandan sakınan kimse

Ave Hristus'nıng anası ağnkımımıng tirnan ağnğımmıznı ongaltgıl kaygımıznı sen targatgıl

Selam Mesih'in annesi! Ağnlanmızın ilacı Ağnlanmızı iyileştir Kaygılanmızı sen dağıt

Ave Maria içrixing tengri tintese hem boyıng barçalardan artuk an seni tabuptur hem sili

Selam Meryem! içini Tann araştınp aynca bedenini Herkesten daha temiz Seni buldu tertemiz

Ave kız kimning C$11, bizni tiley yarh boldı kökni yemi yarataçı barçalarnı erksindeçi

Selam ey erden! senin oğlun Bizi dileyip yoksul oldu Göğü yeri yaratan Herşeyin egemeniydi

Ave bizni çığanpturgan ölümning kabakından Syonda biz kim turalım öygünç irinsaa ayttalım

Selam, ey bizi çekip çıkaran (Meryem)! Ölümün kapısından Cennette yaşayalım Sana övünç ilahileri söyleyelim

Ave an tınrung övi kayda beymiz Hristos kondı yaridarga andan bahmış yanlgamakga yöpsinmiş

Selam ey Kutsal Ruh'un övgüsü! Ki orada beyimiz Mesih banndı YoksuDara öyle acıdı ki Onlan kurtarmaya karar verdi


KlPÇAK TÜRKLERİ / 327

yetti otda çırugıpturgan mateliemi barça açgan

Selam ki onun konuşması! Gümüşün sesine benzer Yedi ateşte denenmemiş olan Gizemterin hepsini çözen

Ave kız kimning tugan iç közimizning yangı erip azamnı kutkardı ölüminde uyutmadı

Selam ey erden! senin çoc:ugun İçimizdeki gözün aydınlıgıdır Ki O ulaşıp insanlıgı kurtardı Ölümüyle bizi uykuya terketmedi392

Ave kimning sözlemeki

erür komişning avazı

JESU NOSTRA REDEMPTİO "İsa Bizim Kurtuluşumuzdur" (Codex Cumanicus, s. 206 v.d) Yesu bizim yulugnamız söyüşlixning tuttrukamız kökni yemi sen yaratbng song zamanada kişi holdıng

lsa bizim kurtulmalıgımız Karşılıklı sevgideki dayaı'ıaAJmız Göğü yeri sen yarattın Son zamanda insan oldun

Murvatinge sen yendirip yazıhımıznı kötirding kattı ölimge kirip ölimden bizni çıgardıng

Mürüwetini sen yenip Günahlarımızı götürdün Kötü ölümle ölüp Ölümden bizi kurtardın

Tam abamnı buzup tutgu arnı sen kutkardıng tuşma ı yendeçi bolup atanga tengdeş olturdıng

Cehennem kapısını mnp Tutsaklan sen kurtardın Düşmanını yenerek Baba'na eşit oturdun

oş ol rahminge köre

yamanımıznı keçergil muradimizge teyire yüzing körgüzüp teydırgıt

Herkese acımana göre Günahlanmızı bağışla Muradımıza erdirip Yüzünü gösterip doyur

senden Yesus söünçimiz bolsun kim sen karovımız ol canda, mengilüke koanahm dideringe

Sendendir İsa, sevincimiz Sen ol bizim annışımız O canda, ebediliğe Sevinelim yüzünün ışığıyla

392

Bu ilahi grubunun tamamı 77 dörtlük olup buraya sadece 12 dörtlüğü alınmıştır.


32B 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

<Jöke yükselen İsa'yı Baba Tann övgüyle ulaştırdJ Sana, Ona, Kutsal Ruh'a ÖVgümüz her üçünüze ulaşsın

Kökge agıngan Yesus'ge övdü teydi tengri ata sanga, anga, an tınga bir yügünç teysin siz üçövge

VERBUM CARO FACTUM EST "(İsa) Meryem'den Beden Aldı" (Codex CU171Qnicus, s. 207 v.d)

Söünç bizge bolupturur dünyege ürelik berilipturur Hristus bizge t�pturur an kız Marlamdan

Sevinç bize ulaştı Dünyaya ya� verildi İsa bizim için do§du Erden Kız Meryem'den

çohrah öz özinden el Uçun ahaturur yazuhın buzadurur an kız Marlamdan

Kaynak kendili!)inden Başkalan i9n akıp durur Günahı yok eder Erden kız Meryem'den

yulduz kuyaşnı togurdı kuyaş örelilmi ketirdi erdeng eksik bolmadı ara kız Manarndan

Yıldızı, güneşi d�rdu Güneş yaşamı getirdi Erden kızlıgı(bakireli!)i) yok olmadı Erden kız Meryem'in

·

er yazuhın bUmein bürlendi kuru 9buh bitti alQ�ilı oAui an kız Marlmdan

Çifdeşme olmadan Fıli.zlendi kuru çubuk Yeti§ti Kutsal OguJ Erden kız Meryem'den

adam yazuhı üçun ölümluh bolduh edi Hristus yarigap medet etü an kız Marlamdan

İnsanın günahı yüzünden Ölümlü olmu§ ldik İsa acıyıp yardım etü Erden kız Meryem'den

o el alQ�ilı hatun kimden beymiz t�ı dünye yazuhın yuldı an kız Marlamdan

Ey halkın övdü� kadın! Ondan ki Rabbimiz do§du Dünyanın gQnahını yok etü Erden kız Meryem'den

bu beyimizni ögeJim sıy tabuhnı kılalım bahadur sen degelim an kız Marlamdan

Bu Rabbimizi övellm O'na ibadet edelim Yi!)it sensin diyelim Erden kız Meryem'den


KlPÇAK TÜRKLERI / 329

Hristusnıng al�lı kanı yazulumıznı yuldı barçaga tzınglançıh bok:lı an kız Marlamdan

Mesih'In kutsal kanı Ganahlanmızı yok etti Herkese mucizeler oldu Erden kız Meryem'den

REMİ Nİ SCENS BEATİ SANGUİ Nİ S "Mutlu kanını hatıriayarak (Mukaddes şölene dair)" (Codex Cumanicus, s. 213 v.d)

sağınsamen bahasız kanını kim Hristoz tôktü sôüp kuluru byalman ya§ımnı kim unutgay munça yigilikni kim içip tattlı çokrak suunı toydırdı canını

Düllinürsem yüce d� kanını Ki Mesih döktü, sevip kulunu Gôzyaşlanrru tutarnıyorum Kim unutur bunca (büyük) iyillQi O ki içip tatlı pınar suyunu Doydurdu canını

Yezuz tattlı eç yamansız egeç te laynarsen eç yazıksız egeç öz nezik boyungnı men karakçı sen kök hanı egeç men yamanlı sen ayıpsız egeç eltirsen haçımnı

Tatlı İsa hiç yaniışı olmayan Ne üzgü verirsin, hiç günahı olmayan Kendi nazik bedenine Ben dilenci, sen göklerin kralı iken Ben günahlı, sense kusursuz iken Benim çarmıhımı taşıyorsun

eç bolmaçı nemege nek bercling unça ulu baha nek tölednig e omart hangınam tay köp söümekten · g kim haçka minmege adıng e tattlı beyginem

Böyle çok önemsiz bir şey için Niçin bu denli yüksek de§er lO.tfettin Ey eli açık laralım Bu kadar çok sevmekten Sarhoş oldun, öyle ki çanruha çıkmaya Utanmadın, ey tatlı Rab'bim

Minding haçka kim bizde mineli söüding blznl kim bizde söeli dünyeni unutup kanıng töktüng kim biz yuunalı emgek tartbng kim bizler annalı yazıkiarnı koyup

Çıkbn çarmıha bizim de çıkmamız için Sevdin bizi bizim de sevmemiz için Dünyayı unutup Annmamız için kanını döktün Eziyet çeldin ki bizler de annalım Günahlanmızı bırakarak

yürüp yügrüp armaın yetmege uçmaktagı elbek mengü toyga boluş kim baraJı.

Hızlı koşup amaca ulaşmak içtır Cennetteki zengin sonsuz şölene Gibnernize yardım et. Amin

�­


3301 KlPÇAK TÜRKLERI

D-Kıpçaklar ve Yahudilik 1-HAZARLARIN YAHUDiLlGi KABUL EDİŞI Türk topluluklan içerisinde Yahudiliği resmi din ola­

rak kabul eden tek Türk devleti Hazarlar'dır. Göktürk dev­ letinin batı parçasını olu§turan Hazar ülkesi Don-Volga­ Kafkas üçgenini içine alıyordu. Hazarların,

627-628

yıllannda Bizans'ın müttefiki ola­

rak Perslerle sava§ıp galip geldikleri, bunun neticesinde Kafkasya'yı i§gal ederek Tiflis'i aldıklan görülmektedir.

651-662 yıllannda

Araplada kar§ıla§an Hazarlar Selman b. Rebia komutasındaki Arap ordusuna yenilmi§Se de bu dö­ nem kısa sürmܧ ve Hazar devleti, önceden Göktürk İmpa­ ratorluğu'nun bir uç Yabguluğu iken X. yüzyılda Derbend'e

kadar uzanıp Arap halifeliği ve Bizans İmparatorluğu kar§ı­ sında büyük devlet otoritesini korumayı ba§3rmı§tır.393 Ha­ zarlann bağımsız bir devlet olmalannı VII. yüzyılın ilk çey­ reğinin bitiminden itibaren ba§latacak olursak, bunların X. yüzyıla kadar en parlak dönemlerini devam ettirdiklerini söyleyebiliriz. Daha sonra Hazar devleti yıkılsa da XI.-XIII. yüzyıllarda nüfuzları ve varlıklannın kısmen devam ettiği, bir kısmının Avı;ı:p a'ya bir kısmının Asya'ya doğru yayıldığı anla§ılmaktadır. Hazarların dini durumuna göz attağımız zaman onların tek bir dine mensup olmadıklarını, Hazar ülkesinde bir çok dinin bir arada ya§adığını kolaylıkla görürüz. Hazar ülkesin­ de bulunan engin din hürriyetinin bir sonucu olarak çe§itli dinler, bu ülkede misyonerlik faaliyetine giri§mi§ler ve inançlannı yaymaya çalı§mı§lardır.395 Hazarlarda Yahudili­ ğin yanı sıra Hıristiyanlık, Müslümanlık ve eski Türk Dini gi­

bi dinlerin mevcut olduğunu görüyoruz. Bu dinlerin en eskil'}]

Rasonyi, Tarihte Tü.rklü.k, s. 1 14-115; Aync:a Arap-Hazar münasabetleri için bkz: Michael Kmosko, "Araplar ve Hazarlar", (çev: A. Cemal Köp­ rülü), Türkiyat Mecmuast, lll, İstanbul, 1935, s. 133-1 55. J94 Tanyu Türklerin Dini Tarihçesi, s. 33; Kuzgun, a.g.e, s. 56-58. J9� Ananiasz Zajaczkowski, Karainıs in Poland, Warszaw, 1961, s. 18.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 331

si, eski Türk dini inancı olup daha sonra bu ülkeye giren Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığa bu inançtan bazı adetlerin girdiği anla§ılıyor.396 Hazarlar, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi se­ mavi dinleri kabul etmeden önce yine tek Tanrı'ya inanıyor ve ona ibadet ediyorlardı. Bu dinler Hazar ülkesine geldik­ ten sonra dahi, Hazarlardan bir kısmının eski inançlarında kalmaya devam ettiklerini kaynaklardan öğreniyoruz. Bir kısım ara§tırmacıların belirttiği gibi Hazarların eski dini, ne Şamanizm397 ne de putperestliktir.398 Onlar, genel olarak di­ ğer Türk topluluklannd örülen Gök Tanrı inancı adı veri­ � len bir inanca sahiptiler. Önceleri eski Türk dininde olan Hazarlar, Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi kitlelerle temas ettikçe bu kitlelerin dinlerine ilgi duymaya ba§lamı§lar ve bu ilginin sonucu ola­ rak çe§itli gruplar halinde İslamiyeti, Hıristiyanlığı ve Yahu­ diliği kabul etmeye ba§lamı§lardır. Hıristiyanlık, Hazar sarayına devletin son zamanianna kadar girememi§tir. Ancak, ferdi olarak bir kısım insanlar çok önceleri Hıristiyanlığı kabul etmi§lerdi. Hazarlar ara­ sında Hıristiyanlığın yayılmasına tesir eden faktörlerin baa, onların Bizans ile münasebetleri gelmektedir. Herac­ ıamanında ba§layan Hazar-Bizans diyaloğu, kar§ılıklı ak iki taraftan heyetierin gidip gelmesi ile daha da sık­ mı§, Hazar ülkesine gelen Bizans heyetindeki bazı ki§iler manla burada Hıristiyanlık propogandası yaparak dinleri­ ni yaymaya çalı§ınt§lardır.400 Kaynaklar, Hıristiyanlığın Hazarlar arasında IX. yüzyılın yarısından itibaren önemli ölçü­ de yayıldığı üzerinde durmaktadırlar.

l 396

İ bn Havkal Ebu'I-Kasım en-Nasibi, Sıiretü'l An, Topkapı Sarayı Kütüp­ hanesi, A. 3346 Nurnarada kayıtlı el yazması, s. 212; A. Yakub:>vskiy, "IX. ve X. Asırlarda İtil ve Bulgar'ın Tarihi Tomoğrafisi Meselesine Da­ .....'F ir", Belleten, XVI/62, Ankara, 1952, s.275-276. 391 Arthur Koestler, The Thirteenth Tribe, New York, 1976, s. 59; Rasonyi, Tarihte Türldük, s.115 m Herman, Rosenthal, "Chazars", The Jewish Encyclopedia, IV, New York, 1903, s. 2; Remzi, a.g.e, 1, s. 192. 399 Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, s. 9-12. 400 Zajaczkoski, Kıımims in Po/and, s. 18.


332 1 KıPÇAK TÜRKLERİ

Hazarlar arasında

İslômiyet,

bu Türk topluluğunun

Araplarla temasa geçmesi ile birlikte ferdi olarak görülme­

ye ba!jladığı anla!jılmaktadır. Hazar-Arap münasebetleri

VII. yüzyıldan itibaren ba§lamasına kar§ılık,

Araplann Ha­

zarlara İslamiyeti nasihat yolu ile kabul ettirme yerine sa­

va§la zorla kabul ettirme yolunu seçmeleri, İslamiyetİn Ha­

zarlar arasına girmesini geciktirmi§tir. Bütün zorlamalara

rağmen İslamiyeti kabul etmeyen Hazarlar, Mervan b. Mu­ hammed'in

737 yılında ba§kent İtil'i zaptetmesi üzerine Ha­

zar Hakan'ı Halifeliğin yüksek hakimiyetini tanımak zorun­ da kalmı§ (İslamiyeti kabul eder görünmܧ) ve bu sayede

j

tahtını korumu§tur. Ayrıca iki İslam bilginini İslamiyeti ö ­

retmek amacıyla Hazar ülkesine almayı kabul etmi§tir.

1

Ancak Mervan'ın ölümü üzerine Hazar Hakanı'nın İslami­

yeti terk ettiği ve eski dinine tekrar geri döndüğü rivayetleri

vardır. Abbasilerin iktidara gelmesinden sonra İslam devleti

bütün cephelerde olduğu gibi Hazar cephesinde de taaruzi politikayı terk etmi§ ve Hazarlar ile dostane münasebetlere girmi§tir. Bu geli§melerden sonra Müslümanlar ile Hazarlar

arasındaki sava§larm §iddetini kaybetmesi ve hatta tama­

men ortadan kalkmasıyla daha önce zayıflamı§ olan ticari

faaliyetler hız kazanmı§ ve böylece Müslüman tüccarların Hazarlar arasına girme imkanı oiU§mU§tur.402 Netice itiba­

riyle IX. yüzyılın ortalanndan itibaren Hazar ülkesinde Müslümanlığın yavalj yava§ taraftar bulmaya ba!jladığım

söylemek mümkündür. X. yüzyılın ba§lanna gelindiği za­

man Hazarlar arasında İslam dininin epeyce taraftar ve kuvvet kazandığı görülür.403 Hazarlarda

Yahudilik ve

bunların Yahudiliği benimse­

rnesi olayına gelince; bu Türk topluluğunun bir kısmının Musevi olU§u, herkes tarafından §a§kınlıkla kar§ılanmı§tır. Yahudiliğin Hazar ülkesine ne zaman geldiği konusunda

401 D.M, Dunlop, The History of the Jewish Klulzon, v.d. 402

Princcton, 1967, s. 80

Hakkı Dursun Yıldız, "Hazarlar Arasında MüslümanlıiJn Yayılması", 1981, s. 856-858. 403 Yıldız, "Hazarlar Arasında Müslümanlığın Yayılması", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildiri/eri, II, s. 859- 860. VIII. TürkTarih Kongresi Bildiri/eri, II, Ankara,


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 :m

deği§ik görü§ler ortaya atılmı§tır Harkavy, Hakan Yusufun mektubuna dayanarak Yahudiliğin Hazar ülkesine 620'li yıllarda yani Hazar devletinin bağımsızlığını kazandığı sıra­ larda geldiğini iddia ederken404, R.S. Kar8§emsi, 670 yılında Sakarya'dan Hazar ülkesine göçeden İshak Sangari isimli bir Yahudi'nin Hazar Hakanı'na Yahudiliği benimsettiğini belirtmek:tedir.405 Artamanov, Hazarların Yahudiliği 730 yıllarında kabul ettiklerini söylerken, bazı Yahudi kaynakla­ nnda da bu tarih 740 olarak geçmektedir.406 İslam kaynak­ lan ise, Hazarlann, Halife Harun Re§id döneminde 785 yıl­ lannda Yahudiliği kabul ettikleri üzerinde durmaktadır­ lar.407 Verilen bu tarihlerden birini seçmek ve Yahudiliğin hangi tarihte Hazar ülkesine geldiğini ve bunlann Hazarla­ ra hangi tür bir Yahudiliği benimsettiğini, bu tarihlerden yola çıkarak net ortaya koymak zor bir i§tir. Ancak kaynak­ ların çoğunluğunun bu konudaki görü§ü, Hazarlar arasına Yahudiliğin 750 ile 790 yıllan arasında girmi§ olduğudur. Muhtemelen Yahudi bilginler 750 yıllarında Hazar ülkesine gelmi§ler, Hakan'ın sarayında taraftar topmaya ve kendi inançlarını onlara benimsetmeye ba§lamı§lardır. Onlann taaftar toplama çalı§masını Hakan'ın sarayında yoğunla§tırlan, Bizans'tan ve diğer yerlerden gelen Yahudi göçmen­ ler sempati toplama amacına yönelik olmalıdır. Yapılan i§­ ke celer yüzünden Bizans'tan kaçan din karde§lerini Hazar to raklarında barındırabilınek için her §eyden önce Ha­ kan'a ve onun çevresindeki ileri gelen devlet adamlarına Yahudiliği benimsetmek için çaba harcamı§lardır. Bu gay­ retli çalı§malar sonucunda birkaç yıl içinde Hazarlardan bir çok insanı kendi inançlanna çevirmeye muvaffak olmu§lar­ dır. Muhtemelen 78 lından önce Hakan ve çevresi Yahu­ diliği kabul etmi§tir.

2ıt

.ıl4 Kuzgun, Hazıır ve Karay Türlderi, s. 130. �' Reşit Saffet Karqcmsi, Hazar Türkleri, İstanbul, 1934, s. 17-18. .aıı Kuzgun, Hazıır ve Karay Türkleri, s. 130. 407 Mes'iıdi, Ebu'I-Hasen b. EI-Huscyn, MıuUcü'z·ZeMb ve MeDdi­ nu'l-Cevher, I, Beyrut, 1956, s. 200-201. .os Hazarlar arasına Yahudiliğin girişi konusunda detaylı bilgi için bkz: Kuzgun, Hazıır ve Karay Türkleri, s. 131-132 •.....


334 / KlPÇAK TÜRKLERİ

Hazar Hakanı ve çevresinin Yahudiliği kabul ediş se­ bepleri hakkında değişik görü§ler ortaya atılmıştır. Yahudi kaynaklar, Yahudiliğin diğer dinlerden üstün olması ve üç ilahi din temsilcisi arasında yapılan mönazarının Yahudi bilginler tarafından kazanılması nedeniyle hakan ve çevresi­ 09 nin bu dini kabul ettiği üzerinde dururken4 , Zajaczkowski, Hazarların daha önce tek Tanrı'ya inanmı§ olmalarının on­

ların Yahudiliği kabul etmelerine tesir ettiğini ifade etmek­ 1 tedir.4 0 Bazı ara§tırmacılar ise, Hazar Hakanı ve çevresinin Yahudiliği, gerçekten inandıklarından değil, bazı siyasi ne­ denler dolayısıyla kabul etmiş olabilecekleri üzerinde dur­ maktadırlar. Onlara göre, ilahi dinler kaqısında kendi eski dinini yeterli bulmayan Hakan, Müslümanlığı kabul ettiği takdirde bu dinin temsilcisi durumunda bulunan Arapların vesayeti altına gireceğini, Hıristiyanlığı kabul ettiği takdirde de Hıristiyanlığın temsilcisi durumunda olan Bizans'ın vesa­ yeti altına gireceğini düşünmüştür. Bu nedenle bu iki dini de kabul etmeyerek hem ilahilikte İslamiyet ve Hıristiyanlı­

ğa denk hem de Kur'an ve İncil gibi bir kitabı bulunan Ya­ hudiliği seçmi§tir. Bu yolla da herhangi bir devlete bağımJı 411 hale gelme�iştir. Netice itibariyle, kabul edili§ nedeni n e olursa olsun

belirli bir dönem Hazarlar arasında eski Türk dini de dahil olmak üzere dört dinin bir arada ya§adığını görüyoruz. Kay­ naklar, bu dinler arasında zaman zaman bazı sürtüşmeler görülmesine rağmen bunların büyük bir serbesti içinde yan­ yana ya§adıklarını vurgulamaktadırlar. Bütün bunlar o dö­ neme göre Hazar devletinin liberal ve son derece müsama­ 412 Bu dinlerin bakar bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. bir arada yaşadığı Hazar devletinde yedi tane kadı bulundu­ ğu, bunlardan ikisinin Müslümanların, ikisinin Hıristiyanla-

409

Koestler, s. 78. Zajaczkowski, Karaims in Poillnd, s. 18. Koestler, s. 59; Zajaczkowski, Karaims in Poillnd, s. 19; Şerif Ba§tav, "Hazar Kağanlığı Tarihi", Tarihte Türk Devletleri, ı, Ankara, 1987 s. 169. 412 A. Zajaczkowski, "Hazar Kültürü ve Varisieri (çev: Çağatay Bedii), Bel­ leten, XXVIJ/107, Temmuz 1963, s. 479; Baştav, s. 167; İ smail Berkok, Tarihle Kafkasya, İ stanbul, 1 958, s. 1 99.

410 4ll


KIPÇAK TORKLERİ / 33.5

no, ikisinin Yahudilerin ve birinin d e diğer geri kalanıann davalanna baktığı bildirilmektedir.413 Kaynaklar, Hazar ül­

kesindeki bu dinlere mensup insaniann nüfus oranları hak­

kında bilgi vermemektedirler. Ancak Hakan ve çevresinin Yahudi olması nedeniyle iki kadı tayin edildiği, yoksa Ya­

hudiliğin hem Müslümanlardan hem de Hıristiyanlardan

oran itibariyle az olduğunda birleıımekte ve muhtemelen o

dönem Yahudilerinin Hazarların

duklarını belirtmektedirler.414

%

20'si kadarını oluııtur­

Yahudiliği kabul eden Hazarların Talmudist Yahudili­ ği mi yoksa Karai mezhebini mi benimsedikleri üzerinde uzun tartııımalar yapılmı§ ve Hazarlar arasında

hebi"nin yayıldığı genel kabul görmü§tür.415

"Karai mez­

Bilindiği gibi "karai" kelimesi Arapça "kıraat" yani "okuma" ile alı'ikalı olup, Yahudilikle karİler Musa'nın �eri­

atma bağlı olan ve Tevrat'ın dı§ında, daha sonraki hiçbir yo­ rumu kabul etmeyen bir akımı temsil etmektedir. Bu akımın kökleri, Yahudi tarihi içerisinde oldukça gerilere gitmekle birlikte, Abbasiler döneminde

Anan Ben David

tarafından

hareket sistemle§tirilmi§ ve ilk Karai cemaati de bu §ekilde

kendini göstermi§tir. Bu arada ba§ta Iraktakiler olmak üze­

re Talmudist Yahudilerin §iddetli itirazlarına sebebiyet ver.§ ve VIII. yüzyılın ba§larından itibaren Kudüs, Filistin, S riye, Kuzey Afrika, Bizans, İran, Ermenistan, Kafkasya, Kı ım gibi birçok yerde Karai cemaatleri kendini göstermi§­ tir

li

·, bunlardan birisi de Hazar ülkesidir.416 Gerçi Yahudi­

ilk planda İsrail'in milli dini olmu§ ve günümüzde de o,

bir ölçüde bu görüntüsünü muhafaza etmektedir. Bununla

birlikte, M useviliğin tarih içesinde zaman zaman evrensel

41 3 Mes'udi, Munkü'z-Zdıeb, 1, s. 201-202; A. Yakubovskiy, "IX. ve X. Asırlarda İtil ve Bulgar'ın Tarihi Tomoğafisi Meselesine Dair", Belleten,

XVI/62, s. 286-287.

m

Barthold, Orta A.ıya Türk Tarihi Haklanda Dersler, s. 86; Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, s. 142-144; Günay-Güngör, Türk Din Tarihi, s. 208. 415 Hazarların ne tür bir Yahudiliği kabul ettiğine dair tartı§malar içinbft: Süreyya Şapşapoğlu, "Kırım Karai Türkleri", Türk Yılı, l, s. 575-615; Za­ jaczkowski, Kıımims in Polond, s. 49-51; Kuzgun, Hamr ve Kııray Türkle­ ri, s. 145-165. 4 16 Kuzgun, HOZDr ve Koray Türlderi, s. 194-220; Şapşapoğlu, s. 580-605.


336 / KlPÇAK TÜRKLERI

ve yayılınacı temayüller gösterdiği de bilinmektedir. Bu çer­

çevede Barthold, -Yahudiliğin geni§ ölçüde dini propaganda ile me§glll olduğunu ifade etmekte ve gerek tarihçilerio ve

gerekse

İncil metinlerinin Yahudilikteki bu eğilimin eskili­

ğini gösterdiğini belirtmektedir.417

Nitekim tarihen, İsraillilerin dışında ba§ka milletlerden

Yahudi cemaatlerinin var olduğu da bilinmektedir. MS. VII. yüzyılda

Himyerli Araplardan bir kısmı ba§ta kralları

"Zü-Nüvas" olmak üzere, Yahudiliği kabul etmişlerdi. Yine

K Kerim'in ve diğer İslam kaynaklannın verdiği bilgilere

göre Süleyman Peygamber, İsrail ırkından olmayan Yemen Melikesi Belkıs'a Yahudi dinini benimsetmiş, Belkıs ile bir­ likte bir grup Yemenli Yahudi dinine girmişlerdi.418 Muhte­

melen Yemen Yahudileri o dönemden kalma ve en azından bir kısmı Arap asıllı olan bir topluluktur. Arapların yanı sıra Rabeşlilerden bir kısmı da Yahudi inancını benimsemişler­ dir. "Falata" adıyla anılan Habeş Yahudileri, İsrailli tipinden çok Habeş tipini andırmaktadırlar.

Günümüzde sayılan yüzbinleri bulan

·

Hindistan Yahu­

dileri vardır. Bunlar da tip olarak İsrail kökenli Yahudiler­

den çok Hintlilere benzemektedir. Hint Yahudileri'nin ne

zaman bu dine girdiği tam olarak bilinememektedir. Ayrıca bazı kaynaklar, Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Güney­

batı İran arasındaki bölgede ya§ayan az sayıda da olsa /(jirt

Yahudileri'nden bahsetmektedirler. Kaynaklara göre, bir

kısmı İsrail'e göç etmiş olan bu Kürt Yahudileri tip olarak

diğer Yahudilerden farklıdır. Bunların milattan önceki dö­ nemde Yahudi dinini tanıyıp kabul ettikleri ve o zamandan

beri bu dine tabi oldukları rivayet edilmektedir.419

Bu saydığımız ırkların dışında da şüphesiz ki Yahudili­ ği kabul edenler vardır. İsrail asıllı olmayan ırklardan Yahu­ diliği benimseme konusunda en göze çarpan ırk

Türk ırkıdır.

Ba§ta Hazar ve Karay Türkleri olmak üzere sırasıyla Klp417 Barthold, Orta Al}'a 418

Türk Tarihi Hakkuıda Der.sler, s. 86. Kur'an-Kerim, Nemi, 18-42; Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, s. 36-37. 419 Kuzgun, Hazar ve Karay Tıirkleri, s. 37.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 337

çak, Kaliz, Kabar, Kazak v.b. birtakım Türk boylarından in­

sanlar Yahudi inancını kabul etmi§ ve bu dine girmi§lerdir. Türkler genellikle Talmudist Yahudilikten ziyade Tevrat Yahudiliği'ni kabul etmi§lerdir. Ancak son zamanlarda Kı­ nm'da "Kırımçaklar" adı ile bilinen ve sayıları iki bin be§ yüz civarında olan Talmudist bir Türk Yahudi topluluğunun varlığından söz edilmektedir. Bunlar Türkçeden ba§ka dil bilmemektedirler. Uzun süreden beri Rusların yönetimi al­ tında kalmalarına ve ibadetlerini İbranice yapmalarına rağ­ men Türkçeyi unutmamı§lar ve gelenek-göreneklerini mu­ hafaza etmi§lerdir.420

2-KIPÇAKLARIN YAHUDİLİGİ BENİMSEMESİ VE KARAY TÜRKLERİNİN OLUŞUMUNDAKi ROLLERİ Hazarların Yahudiliği hakkında bu §ekilde bilgi verdik­ ten sonra §imdi de Hazarların topraklarını ݧgal edip onla­ rın mirasına konan ve uzun yıllar onlarla iç içe ya§ayan Kıp­ çakların Yahudiliğinden bahsedelim. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizans'ın politika c;leği§tirerek Hazariara kar§ı cephe alması, Rusların ve kom­ �u Türk boylarının saldırıları ve iç ayaklanmalar sonucu Ha­ zar Devleti iyice zayıflayarak ortadan kalmı§tır. Hazar Dev­ leti yıkıldıktan sonra o bölgeye Oğuz ve Peçenekerin yanı sıra büyük ölçüde Kıpçak Türkünün yerle§tiğini öğreniyo­ ruz.421 X. yüzyılın sonlarında ve yüzyılın ba§larında Kıp­ çaklann bir kısmının Kama-İdil sahasına ilerleyerek Orta İdil boyunun Kıpçakla§masına, diğer Kıpçak zümrelerinin de .A§ağı İdil boyuna gelerek Hazarların ortadan kalmasına neden olduklannı ve Kıpçakların Hazar bölgesinde yakla§ık iki asır hüküm sürdüğünü daha önce belirtmi§tik.

X.

XI.

'20

V.l. Filolenko, "Kınmçak Etüdleri", (çev: Hacali Necefo#lu-Ali Hay'8'!t' Bayat), Türk Kültürü, XXX/352, A�ustos 1992, s. 474-485; Ayrı ca Kınm­ çaklann men§ei, tarihi ve inanç yapısı için bkz: Harun Gürgör, Türk Bo­ dun Bilimi AfTlltımuılon, s. 259-269. •ıı D'Ohsson, Moğol Tarihi, s. 155.


338 / KIPÇAK TÜRKLERİ

Kıpçaklar, Hazar ülkesinde dini etkilenmenin yanı sıra,

Kazan §ehrinden İran'a kadar olan ticareti ellerinde tutan

Hazar tüccarlarından çok §ey öğrenmi§lerdir. Ayrıca dil ve

kültür bakımından Hazarların Kıpçaklaıjmasına neden ol­ mu§lar422 ve XII., XIII. yüzyıllara gelindiğinde Hazarlardan hemen hemen hiç söz edilmez hale gelmi§tir.423

XI. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Hazar ülkesine ge­

len Kuman/Kıpçaklar, oradaki Hazar unsurları absarbe et­

mi§lerdir. Daha Hazarlarla karı§madan önce Kıpçaklar ara­

sına giren Karai misyonerleri, Kıpçakların bir kısmına Kara­

iliği kabul ettirmeyi ba§armı§lardı.424 ݧte Kıpçaklar arasın­

da eriyen Karai inancındaki Hazarlar ile daha önce az da

olsa Kıpçaklar arasında yayılmı§ olan Karailiğin de tesiri ile

Kıpçak Karaileri'nin kayna§ması daha kolay olmu§tur. Bu §ekilde meydana gelen yeni toplumun içinde önceleri iki ay­ rı Türk §ivesi, yani Kıpçakça ve Hazarca konu§ulmakta idi.

O sıralarda çe§itli dillerin etkisi altında kalan Hazareaya gö­ re Kıpçakçanın daha saf ve sağlam durumda olması ve Kıp­

çakların bölgede hakim unsur olarak bulunmaları, yeni olu­

§an Kıpçak-Hazar Karai toplumunun diline Kıpçakça'nın

hakim olmasına neden olmu§tur.425 İki Türk topluluğunun meydana getirdiği bu yeni Karai olu§umunda Kıpçakların

mı yoksa Hazarların mı oran olarak çok olduğu net belli ol­ mamakla beraber Hazarların daha fazla olması muhtemel­ dir.

Kıpçakça ile Hazarcanın karı§masından meydana gelen

bu yeni §iveyi kon�an Karai inancındaki topluluk, zamanla

öyle bütünle§mݧtir ki, bir süre sonra bu topluluğun, Kıpçak

ve Hazar isimlerini tamamıyla terkederek içinde bulunduğu mezhebin adını kendisine isim olarak seçtiği ve

Türkleri" veya bugünkü

kullanıldığı §ekli ile

"Karaim "Karay Türkleri"

ismini aldığı anla§ılıyor. Hazar Devleti'nin yıktimasından sonra olu§an bu topluluğa o bölgede ya§ayan diğer millet-

422

Öge!, 1slfimiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 291. 42.' Yakubovskiy, A//ınordu ve Çöküşü, s. 5-6. 424 Zajaczkovski, Koraims in Polond, s. 16, 36; Simorl Şi§man, "İstanbul, Ka­ rayları", İstanbul Enslitiisii Dergisi, III, İstanbul, 1 957, s. 98. m Kuzgun, Hazar ve Koray Türkleri, s. 300.


KlPÇAK TÜRKLERİ 1 339

lerden ufak tefek katılmalar olmu§sa da bu durumun toplu­ luğun Türk karakterini deği§tirmediği anla§ılmaktadır. XV.

p

yüzyılın ba§ında bu to luluğa İran ve Ermenistan Karaile­ 4 rinden bazı gru ların 2 , XX. yüzyılda da bazı Rus köylüleri­ 42 yine bu olu§umun Türk karakterinin deği§­ nin katılması

p

mesine yetmemi§tir.

Güney Rusya steplerinde önceleri dağınık halde ya§ayan Kırım çevresinde

Karay Türkleri, XII. yüzyıldan itibaren

toplanmaya ba§lamı§lardır. Moğol istilası ve Altınordu Dev­

letinin kurulması ile birlikte daha çok Kırım'a çekilen bu

topluluktan bir grup, XIV. yüzyılda Vitold tarafından v

anya 'ya

Lit­

götürülmü§lerdir. Bazılarına göre Litvanya'ya gö­

türülmesi Vitold'un zorlaması ile olmu§ ve Karaylar oraya 4 8 esir olarak gitmi§lerdir. 2 Bazı ara§tırmacılara göre de Ka­

raylar, bu bölgeye zorla ve esir olarak değil kendi istekleri

ile gitmi§ ve orada, kendilerini ora a götüren Vitold'a ülke 42 savunmasında yardım etmi§lerdir. 1441 yılında Casimir Jagellonid zamanında o bölgede

ilk imtiyazları alan bu topluluk, önce Trakai ve çevresine

yerle§mݧ, zamanla hudut boyundaki Salaty, Birze, Kara­ imszki, Powsol, Pompiany, Upita ve Kronie gibi yereler da­ 430 ğılmı§lardır. Daha sonraları bunların Luck, Lvov ve Ha­ licz gibi yerlere de yerle§tikleri anla§ılmaktadır. XVII. yüz­

yılın sonlarına doğru

Litvanya

ve Polanya'da otuz iki tane

Karay cemaatinin olduğu kaydediliyor. Bugün bu bölgede

Luck, Halicz, Panevezy, Trakai ve Vilno'da halen Karaylar 431 Kırım Tatarları gibi Kırım'dan bu bölgeye

ya§amaktadır.

gelen Karaylar, Kıpçak lehçesini buralara getirmi§lerdir.

Ancak Tatarların aksine dillerini unutmamı§lardır. Son za426

Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, s. 76. Şapşapoğlu, "Kırım, Karai Türkleri", Türk Yılı, I, s. 595. 428 Koestler, s. 149. 419 Zajaczkowski, "Polonya'da Türk Menşeli Etnik Unsurlar", T.D.e.D., ""' ··· XIX s. 36, Aynı yazar, a.g.e, s. 64. 430 Zajaczkowski, Karaims in Po/and, s. 64; Şapşapoğlu, "Kın m Kara i Türk­ leri", Türk Yılı I, s. 599. 4J1 W. Zajaczkowski, "Karaites", Erıcyclopedia of İslam, IV, Yersiz, 1975, s.

417

608-609.


3401 KlPÇAK TÜRKLERİ

manlara kadar hem gündelik hayatta, hem de dini törenler­ de kullandıklan belirtilmektedir. Bu son durum (Karaim

Türkçesinin ibadetlerde ve İncil tercümelerinde kullanılma­ sı) inkar edilemez bir §ekilde bu dilin günümüze kadar ya§a­ ması üzerinde kesin bir tesiri haiz olmu§tur.432

Kırım'da kalan Karaylar, 1420 yılında Giray Hanedanı­

nın ba§a gelmesinden sonra, Menkub, Çift (Çufut) ve Sol­ kat kalelerine çekildiler. Bu dönemde Karay ileri gelenleri­

ne Tahranlık payesi verilmi§tir. Gözleve'de kendilerine ait 33 bir mahkemesi bulunan Karayları4 , Evliya Çelebi XVII. yüzyılda görmü§ ve onlar hakkında bazı bilgiler vermi§tir. Evliya Çelebi'nin gözlemlerine göre; Menkub kalesinin bü­ tün Yahudileri Karai mezhebindedirler. Diğer Yahudiler bu mezhebe mensup olan Yahudileri sevmezler, bunlar Ya­

hudilerin Kızılba§larıdırlar. Bunlar Tevrat ve Zebur okurlar, fakat İbranice bilmezler. Bunların hepsi Tatarca konu§ur­ lar, §apka giymezler, Tatar kalpağı giyerler. Bu Karaİ Yahu­ dileri, Menkub ve Çufutkale'de otururlar, ancak bunların dükkaniarı Bahçesaray'dadır. Bahçesaray'a sabahleyin gi­

der, ak§ama kadar ticareıle uğra§ır, akşamleyin geri döner­ 34 ler.4 1770'li yıllarda gerçekle§en Rus istilasına kadar Kı­

rım'da çok rahat bir hayat süren Karaylar, Rusların bu böl­ geyi ele geçirmesi ile rahatlarını kaybetmeye ba§ladılar. Bu

tarihten sonra birçok Kınmlı Karay Türkü İstanbul'a göç et­ mi§tir.435 Rusların Kınm'ı ele geçirmeleri ile beraber ortaya

çıkan Ortodoks Kilisesi'nin koyu taassubu, hem Müslüman­ ların hem de Yahudilerin üzerine bir kabus gibi çökünce

Karayların Kırım'da rabatı kaçmı§br. Kırım Karaylan, ken­ dilerini bu baskılardan kurtarabilmek için, kendi atalarınuı Kırım'a Milat öncesi' yıllarda geldiklerini, dolayısıyla Hz. İsa'yı çarmıha geren Yahudilerle kendilerinin hiçbir ilgileri-

432

Şapppoğlu, "Kınm Karai Türkleri", Türk Yıh I, s. 599-600. Kar&§emsi, "Hazar Türkleri", s. 45. 434 Evliya Çelebi, Mehmet Zılli b. Dervi�, Evliya Çelebi Seyahatruımes� VII, İstanbul, 1928, s. 583 v.d. 43� Şişman, s. 101-102.

433


KlPÇAK TÜRKLERİ / 34ı

nin bulunmadığını söyleyerek436 baskıdan kurtulma yollan

aramışlar, fakat aradıkları huzuru bir türlü bulamamışlar­

dır. Birinci Dünya Sava§ından sonra Kınmlı Karaylardan

bir kısmı da Avrupa ülkelerine özellikle Fransa'ya göç et­ miştir.437 1917 yılından itibaren Rusyjl'da yönetimi ele geçi­

ren Komünistler Müslüman Türklere karşı gerçekleştirdik­

Ieri her türlü zulmü, Karay Türklerine de uygulamı§lar ve diğer Türkler gibi Karaylar da Sibirya'ya sürgün edilmişler­

dir. Sibirya' a sürülen Karay Türklerinin sayısı otuz bin ci­ t varındadır.4 Sürgüne gönderilmekten kurtulabilenlerin ço­

ğu da Avrupa ülkelerine ve Amerika'ya kaçmışlardır.

XVIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Kırım'dan ge­

len Karaylar ile çeşitli zamanlarda Balkanlardan gelen Ka­ rai inancına mensup insanlar İstanbul'daki Bizans dönemin­ den kalma Karai cemaatini büyütmüştür.

1918

yılına kadar

Hasköy'de toplu halde ibadethanelerinin etrafını çevreleyen Karai Mahallesi olarak adlandırılan yerde oturmakta idiler. 1918 yılında çıkan Hasköy yangınından sonra §ehrin diğer semtlerine dağılmışlardır. O tarihten bu güne kadar dağınık

olarak yaşamaları yüzünden ananelerinden büyük bir kısmı

kaybolmuş ve gün geçtikçe de unutulmaya yüz tutmuştur.439 Günümüzde Azerbaycan'da da Karailer var olup "Dağ Ya­ hudileri" adı altında bilinmektedir.440 Bu gün dünyada yaşayan Karaylar, diğer Yahudiler gibi

büyük imkanlara sahip değillerdir. Mezhebin ortaya çıktığı

ilk devirlerde Karaiter kendilerine "Siyon için yas tutanlar"

diye isim vermelerine rağmen, günümüzde Karayların Siyo­

nizm fikri ile hiçbir ilgileri yoktur. Bu yüzden dünyadaki

Yahudi örgütleri, onlara sahip çıkmamakla ve bu yüzden

cemaat olarak varlıklarını güçlükle devam ettirebilmekte-

4·16

Kuzgun, HOZDr ve Kııruy Türkleri, s. 303. W. Zajaczkowski, "Karaites", Encyclopedia of İslôm, IV, s. 609. -.. � · 08 Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, s. 77-78. 4.'9 Çaıatay Bedü Avramotıu, "İstanbul Karai Türlderinde Ni§an ve Düğün Adetleri", Türk Yıırdu, 11/12, İ stanbul, 1961, s. 33. 440 Azerbaycan'daki Karai Cemaati için bkz: Mehmet Öztürk, Azerbay­ can'daki Koruim Cemaati Ozerine Bir Aru1tırmo, (Basılmamış Yüksek Li­ sans Tezi) , Kayseri, 1994. 07


342/ KlPÇAK TÜRKLERİ

elirler. Karay Türklerinden Türk bölgelerini terk edenler,

özellikle de Amerika'ya gidenler yava§ yava§ Rabhani top­ luluğa karı§maya, onlara benzerneye ve onlarla kaynaşmaya

ba§lamı§tır. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan ve

küçük topluluklar halinde ya§ayan Karay Türkleri, milli kimliklerini kaybetme tehlikesi ile kai§ı kar§ıyadır. Palon­

ya'daki Karayların diğerlerine göre milli kimliklerini ve kül­ türlerini daha iyi koroyabildikleri belirtilmektedir.441

Karay Türkleri,

gerek inanç esasları ve gerekse ibadet

esasları bakımından temel prensiplerde diğer Karailere

benzerler. Örneğin, inanç yönünden diğer Karaİler gibi Tal­

mud'a muhalif olan Karay Türkleri,

Tevrat'ı şeriatın tek kay­ nağı ve Hz. Musa 'yı şeriat sahibi en büyük Peygamber olarak kabul ederler. ibadetlerini sabah ve akşam olmak üzere di­

ğer Karailer gibi günde iki defa olarak yaparlar. Karay

Türkleri ibadetlerin büyük bir kısmını

Türkçe

olarak yapar­

lar. Karaylarda ayin ve ibadetlerin Türkçe olarak yapılması

prensibi onlara Hazarlardan kalmı§ olması gerekir. Öte yandan Karaylar

Hz. Musa 'nın

peygamberliğinin yanı sıra

Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in Peygamberliklerine de inanır­ lar. Onlar

Tevrat'ı

ilk olarak

XVI.

çevirmi§lerdir. Karaylar özellikle

yüzyılda kendi dillerine

"Rabbinik Literatür"

adı

verilen sözlü rivayetleri reddederler. Ayrıca meleklere ve ahiret gününe inanırlar ve kendilerini kurtaracak bir Me­ sih'in geleceği akidesine sahiptirler. Bunlarda Ruhhan sınıfı

yoktur; oruç, zekat ve hac ibadetleri mevcuttur. Sünnet ade­ ti de sıkı biçimde varlığını korumaktadır.442

Karaylar dini terminoloji açısından da Talmudist Ya­

hudilerden farklıdırlar. Örneğin Sinagog yerine

Hahamba§ı yerine

"Gahan"-"Gazan",

"Kenasa",

Yehova yerine de

"Tenkri =Tenri =Tanrı" demektedirler. Bu durum bize sade-

441 Kuzgun, Hazar ve Koray Türkleri, s. 304; Akiner, Sovyet Müslüman/an, s. 364-365.

442

Karay inanç ve ibadet esasları, Ş. Kuzgun'un "Hazar ve Koray Türkleri" adlı eserinde geniş olarak verilmesi hasebiyle biz çok kısa tuttuk. Bu ko­ nuda geniş bilgi için bkz: Kuzgun, Hazar ve Koray Türkleri, s. 274-288, 320-328; Şapşapoğlu, ''Kırım Karai Türkleri", Türk Yılı, I, s. 599-610; Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, s. 71-76.


KIPÇAK TÜRKLERİ / 343 ce Müslüman Türklerde değil, aynı zamanda Musevi Türk­

lerde de dini terminolojinin 1 •azı kavramlarının ve özellikle

de

Tann kelimesinin devamlılığını göstermektedir.

Eu kalıcı

ve temel kültürel bağlanışın dini alandaki yansımasının ör­

neğini, özellikle

Tann

kelimesi söz konusu olduğunda, Hı­

ristiyanlığa giren bir kısım Türk topluluklarında da görmek mümkündür.


SONUÇ

Türk tarihini değerlendirirken onu hem zaman, hem

de coğrafi bakımdan diğer toplulukların tarihinden ayıran

bazı özelliklerinin göz önünde tutulması gerekir. Genellikle diğer milletierin fertleri toplu olarak bir arada bulunduğu için, onların herhangi bir süre içindeki du­

rumunu açıkça tespit ve tetkik etmek mümkündür. Halbuki

dağınık §ekilde ya§ayan Türk kitleleri birbirinden farklı ge­ li§me yolları takip ettiğinden Türk tarihini belirli zaman ke­ siminde bir bütün halinde değerlendirmek kolay olmamak­ tadır. Tarihleri, belli bir coğrafi çevre içerisinde cereyan eden diğer milletierin yayılmaları da, deği§meyen vatan toprakla­ n çevresinde olU§urken, çeljitli Türk kütleleri asırlarca yeni iklimler ve yeni yurtlar aradıklarından tarihleri deği§ik böl­ gelerde geçmi§tir. Bu bakımdan her devirde ayn yerlerde ·ba§ka ba§ka Türk toplulukları ile Türk idare ve devletlerini görrnek mümkündür. Bu nedenle Türk tarihi denilince bir tek topluluğun belirli yerdeki tarihi değil, Türk adı ile veya hususi adlarla anılan ve ayn hükümdar ailelerinin idaresin­

de görünmekle beraber dili, dini, töresi ve gelenekleri ile aynı milli kültürün bamili olan Türk zümrelerinin çe§itli

bölgelerde ortaya koyduğu tarihierin bütünü anla§ılmalıdır.

Coğrafi ve siyasi bölünme neticesi olarak bir kısım Türk toplulukları bozkırlı tipinde ya§amı§, diğer bir kısmı yerle§ik

hayata bağlanmı§, bir bölgede siyasi nüfuzunu kaybederken diğer bölgelerde iktidarın zirvesine ula§an Türk kütleleri

aynı zamanda mevcut olmlllj tur.


KlPÇAK TÜRKLERI / 34S

Siyasi ve dini tarihini ele alıp ortaya çıkarmaya çalı§tığı­ Kuman/Kıpçaklar'ın ana kütlesinin, siyasi ve sosyal ha­ diseler neticesinde İrtiş Nehri boylarında, Karadeniz'in ku­ zey sahasına uzanan coğrafi sahada büyük ölçüde tarihi rol oynadığı görülmüııtür. Kıpçakların siyasi tarihine geçmeden önce Kıpçak ve Kuman kelimeleri üzerinde durarak Kıpçak kelimesinin; bir Türk kavmi veya kavimler birliğine verilen ad, belli bir böl­ geye verilen isim, içi çürüyüp boııalmııı ağaç ve kovuk, boıı-ağaçsız çöl gibi anlamlara geldiği, Kuman kelimesinin ise önce bir §ahıs adı olduğu, daha sonraları da bir kabileyi ifade eden bir ad ııekline geldiği, aynca Rus vekayinamele­ rinde Kuman adını ta§ıyan bir b3§buğun varlığından bahse­ dildiği ve çoğunluk tarafından kabul görmeyen bir iki riva­ yetİn dı§ında bütün tarihçilerin, menııe itibariyle Kıpçakla­ rın Türk olduğunda hemfikir oldukları tespit edilmi§tir. Tarihçiler arasında genel kanaatİn Kıpçakların IX. yüz­ yıldan b3§layarak X. ve XI. yüzyıllarda tamamen tarih sah­ nesinde göründülderi §eklinde olduğu, ancak bunu V. yüz­ yıldan hatta birinci yüzyıldan baıılatanların da bulunduğu ve bu Türk kavminin tarih sahnesinde görünmesinden itibaren çe§itli bölgelerde ayrı ayrı etkili hamleler yapıp Türk tari­ hinde önemli bir yer i§gal etmesine rağmen, büyük bir boy birliği olarak hiçbir zaman belirli bir merkez etrafında top­ lanıp güçlü bir siyasi birlik meydana getiremedikleri, yani bağımsız bir Kıpçak/Kuman devleti kuramadıkları görül­ mü§tür. Karadenizin kuzeyi, Kafkaslar, Doğu Avrupa ve Bal­ kanlardaki Kıpçakların tarihi kronolojik çerçevede Hazar­ mız

lar, Peçenek/er, Ruslar, Gürcüler, Harezmşah/ar, Selçuklular, Moğollar, Macar/ar, Romen/er ve Bulgarlar ile ili§kileri, im­ kanlar ölçüsünde belirtilmeye çalı§ılmı§tır. XIII. yüzyılda Moğol saldırılarına uğrayan ve siyasi et­ kinlikleri büyük ölçüde ortadan kalkan Kıpçakların, 1� ­ lında kurulan ve XVI. yüzyılın ba§larına kadar siyasi hayatı­ nı devam ettiren Altınordu devletinde, Moğol nüfusunu Kıp­ çakla§tırmanın yanı sıra bu devletin yönetim birimlerinde, askeri te§kilatında ve ekonomisi içerisinde etkin rol aldıkla-


346 / KlPÇAK TÜRKLERI

rı tespit edilmi§tİr. Ba§ta Kazan ve Kırım Hanlıklan olmak üzere Altınordu'nun zayıflamasıyla ortaya çıkan bütün han­ lıklarda da etkilerinin devam ettiği görülmii§tür. Bazı Türk men§eli topluluklarla beraber Kıpçakların Suriye ve Mısır'a hangi yollardan ne §ekilde geldikleri orta­ ya konularak Mısır Türk Sultanlığı'nın kurulu§unda üstlen­ dikleri etkin roller üzerinde durulmu§tur. Daha sonra Mı­ sır'da kurulan Türk Memliik Sultanlığı'nın ba§ına geçen en önemli komutan (sultan)larından Kutuz, Baybars I ve Kala­ vun'un Kıpçak men§eli oldukları ve bunların Moğollar ile Haçlılara kar§ı önemli zaferler elde ettikleri tespit edilmi§­ tir. Çe§itli Kıpçak men§eli kabilelerio Suriye ve Mısır'a git­ tikleri gibi Hindistan'a da gittikleri, çe§itli hanedan ve aile­ ler tarafından yönetilen Delhi Türk Su/tanlığı nın belli bir dönem ba§ında bulunan Şemsiye hanedam (1211-1266) ile Balahan ailesinin ( 1266-1290) men§e itibariyle Kıpçaklara dayandığı ve bunların Hindistan'da İslam'ın yayılmasında büyük paylarının olduğu ortaya koyulmu§tur. Kıpçakların göçleri ve siyasi tarihlerini belirttikten son­ ra, günümüzde bu Türk topluluğunun torunlarının ya§adık­ Iarı yerlerin, Türkistan, İdii-Ural Bölgesi, Doğu ve Güney Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Anadolu olmak üzere be§ bölge olduğu tespit edilmi§tir. Kıpçak dili (Kıpçakça) hakkında bilgi verdikten sonra Kıpçak Türkçesi ile yazılmı§ eserler, lügatler-gramerler, fı­ kıh kitapları, atçıhk ve okçulukla ilgili kitaplar §eklinde bö­ lümlere ayrılarak tek tek bilgi verilmeye çah§ılmı§tır. Kıpçaklarda aile yapısı, ev/enme ve düğün ve kadırun toplumdaki yeri üzerinde durularak Türk aile hayatının te­ mel felsefesi olan "çocuk sahibi olarak nesli devam ettirme" geleneğinin Kıpçaklar için de geçerli olduğu, De§t-i Kıpçak sahasında Kıpçakların aile bireyleri ve akrabalarını isimlen­ dirmede kullandıkları çoğu kavramların diğer Türk boyla­ rında da muhafaza edildiği, bazılarının ise temelde aynı olup lehçe ve §İve farkları sebebiyle çok az deği§ikliğe uğra­ yarak kar§ımıza çıktığı tespit edilmi§tir. Evlenme ve düğüne gelince, tespit edebildiğimiz kelime ve bilgiler sınırlı olması'


KJPÇAK TÜRKLERİ / 347

na rağmen, Türk töresinin bu konudaki temel prensipleri­

nin Kıpçak Türkleri arasında da geçerli olduğu görülmü§­ tür. Kıpçaklar arasında kadının önemli bir yere sahip oldu­

ğu anla§ılmı§t1r. Gerek Kıpçaklardan bahseden tarihi kay­

naklar, gerekse Kıpçaklarla temasta bulunmu§ olan millet­

lerden bir çoğunun, Kıpçakların çok güzel bir ırka mensup olduklarını, özellikle de Kıpçak kadınlarının güzellikleriyle

tanındığını vurguladıklarına §ahit olunmu§tur. Ayrıca Kıp­ çak kadınlarının erkeklerle beraber bütün hayat safhaları­

nın içinde olduğu, ev ve sokak layafetlerinin farklı olmasına rağmen her iki halde de yüzlerinin daima açık olduğu, Kıp­ çakların

namus

konusunda hassas oldukları,

zina

olayının

hiçbir zaman iyi kar§ılanmadığı, Kıpçak kadınlarının zaman

zaman devlet idaresinde etkili oldukları, kısaca Kıpçak kadı­ nının daima erkeğinin yanında, hiçbir zaman horlanmamı§,

hayatın bütün safhalarında kendini hissettiren ve toplumda önemli bir fonksiyona sahip olduğu tespit edilmi§tir. Kıpçakların önemli ticaret yolları üzerinde bulunmaları

hasebiyle canlı bir

ekonomik yapıya

sahip oldukları, bazı

Kıpçak kabileleri ziraat ve tarımla uğra§ırken, genel olarak Kıpçaklar arasında hayvancılığın yaygın olduğu, iktisadi ha­

yatlarında avcılığın önemli bir yer tuttuğu, bütün bunların dı§ında Kıpçaklar arasında balıkçılık, demircilik, dericilik ve

silah imalatçılığı gibi mesleklerin yaygın bulunduğu tespit edilmi§tir . O dönemin §artlarına göre Kıpçaklar arasında

sanat ve mimarlığın ileri bir seviyede olduğu görülmü§tür. Kıpçakların dini tarihine gelince, geleneksel Türk dini

içerisinde önemli bir yere sahip oldukları ve eski Türk dini içerisinde bulunan inanç ve uygulamaların çoğunun Kıpçak­

larda da geçerli olduğu tespit edilmi§tir. Örneğin Eski Türk dininde yer alan

Tann inancı nın '

Kıpçaklarda da yer aldığı,

evrensel diniere girdiklerinde kendi Tanrı anlayı§larını yeni

girdikleri evrensel dinin Tanrısı ile kolayca özde§le§tirdikle­

ri ve Tanrı adını yeni dinlerin Tanrısı için de kullan� tereddüt etmedikleri görülmü§tür.

Evrensel dinlerle kar§ıla§madan önce diğer Türk ka­

vimlerinde kutsal olarak kabul edilen §eylerin Kıpçaklar arasında da kutsal olarak görüldüğü tespit edilmi§tir. Örne-


348 1 KlPÇAK TÜRKLERİ

ğin ay ve güneş kültünün yanı sıra Kıpçaklar arasında yıldız­ ların takdis edilip kutsal kabul edilmesinin yaygın olduğu, Yer-Su kültleri dediğimiz dağ kültü, ağaç ve orman kültü, su kültü, toprak, taş ve kaya kültii ve ateş kültünün de o dönem­ de canh olarak y�adığı tespit edilmi§tir. Geleneksel Türk diru tarihinin en önemli unsurların­ dan birini olu§turan

atalar kültü,

yani ölmii§ ataları tazim,

onlar için kurbanlar sunma inanç ve adetleri ile ilgili örnek­ lere Kıpçaklar arasında da rastlanıldığı, hatta Kıpçaklada iç içe olan Kimekierin 80 ya§ına giren ancak bunamayan suç­ suz ya§Jılara ibadet ettikleri tespit edilmi§tir. Eski Türklerin icra ettikleri

ayin ve törenierin Kıpçaklar

arasında da görüldüğü, Gök Tanrı için, evrensel dinlerde görülen kurumsalla§mı§ ve yaygın

ibadethane/erin

olmadığı,

ecdat mağara/annı, mukaddes dağ/an, Yer-Su'lan, hakanın otağı ve obalan önemli dini merasimleri yerine getirdikleri mekanlar

Kıpçaklar da dahil olmak üzere Türk topluluklarının,

olarak gördükleri tespit edilmi§tir. Türk topluluklarında ge­

çerli olan ayin ve törenierin belirli zamanlarda yapılanlar Vl: tesadüfi olaylar nedeniyle yapılanlar §eklindeki durumun K.ıpçaklar için de geçerli olduğu ve Kıpçaklar arasında

baharda yapılan bayramın

ilk­

büyük önem arz ettiği ortaya ko­

yulmu§tur. Kıpçaklar arasında

"and içme" ve "kan kardeşliği"

için yapılan törenierin de çok önemli olduğu görülmü§tür. Ayrıca Kıpçakların dini hayatında görülen bu tip ayin ve tö­ renlerin dı§ında genel olarak Türk topluluklarında İcra edi­ len bir

çok özel ve küçük ayinlerin bu Türk boyu

için de ge­

çerli olduğu tespit edilmi§tir.

Eski Türk dininde en önemli ibadet olan Kurbanın Kıp­

çaklar için de geçerli olduğu ve bunun da

kanlı

ve

kansız

kurban §eklinde uygulandığı görülmü§tür. Diğer Türk ka­ vimlerinden farklı olarak Kıpçakların

venin yanı sıra geyik ve

köpeği

at, koyun, sığır ve de­

de kurban olarak sunduldan

tespit edilmi§tir. Ayrıca diğer Türk kavimlerinde görülmedi­ ği halde Proto Bulgarlar ile Kıpçaklarda

insan kurbanının

da varlığına dair önemli rivayetlerin olduğu tespitler arasın­ dadır.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 349

Eski Türklerde görülen

ölüm

ve

ölü gömme

ile ilgili

inanç ve adetlerin büyük ölçüde Kıpçaklarda da var olduğu görülmüştür. Örneğin eski Türk dininde var olan

''yug tören­

leri"nin bütün canlılığı ile bunlarda da uygulandığı ve diğer bazı Türk topluluklannda görülmeyen mezarlar üzerine

"balbal"

dikme geleneğinin Kıpçaklarda çok yaygın olduğu

tespit edilmiştir.

Evrensel dinlerden İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudifiği benimseme açısından diğer Türk toplulukları içerisinde Kıpçakların özel bir yere sahip olduğu görülmüştür. Bazı

Türk topluluklan VII. yüzyılın birinci yansının sonlarında İslam'la temas kurmaya başlarken Kıpçakların İslamla ta­

ruşmalarının ve peyderpey Müslüman olmaya başlaınaları­ nın X. yüzyılın ilk yarısında başladığı, ancak bu Türk kav­

minden İslam'ı seçenterin büyük çoğunluğunun İslam me­ deniyetini kabul edip gönülden bağlanmatarının XIII. ve XIV. yüzyıllarda gerçekleştiği tespit edilmiştir. Kıpçaklara İslamiyetİn Volga havzasına gelen Müslüman tüccarlar vası­

tasıyla girdiği ve XII-XIV. yüzyıllarda

Yesevi tarikatının etki­

siyle hızla yayıldığı sonucuna varılmıştır. Yine Kıpçaklarda

inancının varlığının, ibadetlerinde kurbanın önemli bir yer tutmasının, nthun ölmezliği nin ve ahiret inan­ cının bulunmasının, ayrıca fütuhat ve sava§ dü§üncesinin ön

Gök Tann

plana çıkmasının, bunların İslam dinini kabullerinde önemli etkenler olduğu görülmüştür. Kıpçakların nüfus itibariyle çoğunluğunun islamı kabul ettikleri, Müslüman olan Kıpçakların İdil-Ural bölgesi, Kaf­

kaslar, Türkistan, Balkanlar, Anadolu, Mısır ve Hindistan'da

bulunduklan ve kendi bölgelerinin §artlarına göre bu dine hizmet ettikleri tespit edilmi§tir.

Kıpçakların İslamiyetten sonra, çoğunluk bakımından ikinci sırada kabul ettikleri dinin

Hıristiyanlık olduğu ve ilk Kafkaslar, Ka­

Hıristiyan Kıpçaklara XI. yüzyıldan itibaren

radenizin kuzeyi

ve

Balkanlarda

rastlandığı görülmü�.

Don ve Kuban bölgesinde yaşayan Kıpçakların Gürcüler va­ sıtasıyla Kafkaslara gelip orada Hıristiyanlığı kabul ettikleri ve XVI. yüzyılın sonlarına kadar Doğu Anadolu'nun bir kıs­ mının da içinde bulunduğu Ortadoks Atabekler hükümetini


3501 KlPÇAK TÜRKLERİ

kurdukları, Osmanlıların hakimiyetine girineeye kadar Hı­

ristiyanlıklarının devam ettiği, Osmanlı hakimiyetinden son­

ra da İsiarnı kabul ettikleri tespit edilmi§tir. Karadenizin ku­ zeyinde ve Balkanlardaki Kıpçakların Hıristiyanlığa giri§ini

Xl. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ba§latmanın doğru

olacağı, uzun süre Karadenizin kuzeyindeki steplerin tek

hakimi olan Kıpçakların, Moğol istilasından çok önce Rus­

ların yanı sıra özellikle Kırım 'da Cenovalı ve Venedikli Kato­ lik misyonerler ile Fransisken rahiplerinin gayretleriyle Hıris­ tiyanlık telkinlerine maruz kaldıkları, bunların bir kısmı Ka­ tolik olurken, diğer bir kısmının da Ruslar'ın etkisiyle Orto­

doksiuğu kabul ettiği belirlenmi§tir. Öte yandan Xl. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Balkaniara inen bazı Kıpçak kabi­ lelerinin de Bizanslıların etkisiyle Hıristiyanlığı benimseme­

ye ba§ladıkları tespit edilmi§tir. XIII. yüzyıla gelince bu böl­

gedeki Hıristiyan Kıpçakların çoğalmasıyla 1227-1228 yılla­

rında Bağdan vilayetinin Bacau §ehrinde Kıpçaklar için bir

"Piskoposluk" kurulduğu da tespitlerimiz arasında yer almı§­

tır. Ayrıca Doğu Avrupa ve Balkanlarda o dönemlerde Hı­

ristiyanlığı kabul eden Kıpçak men§eli insanların torunları­

nın günümüzde Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Çekos­ lavakya gibi ülkelerde ya§adığı ancak Polonya'da, Dobru­ ca'da ve Yunanistan'da (Pomak Türkleri) İslii.m'ı kabul

edenlerin dı§ındakilerin tamamının milli kimliklerini kay­

bettikleri belirlenmi§tir ..

Muhtemelen İtalyan tüccarlar ve Fransisken tarikatına

mensup Alman rahipler tarafından yazılan ve Türk dili ile

kültür tarihi açısından çok önemli eserlerden biri olan Co� dex Cumanicus'un yazılı§ nedeninin çok amaçlı olup bunla­ nn ticari, dini ve yazıldığı bölgedeki hayatın gereği olan pra­ tik bilgileri elde etme gayesiyle olabileceği sonucuna varıl­ mı§tır.

Kıpçaklar arasında, İslamiyet ve Hıristiyanlığa nazaran

benimseyenler çok az olmasına rağmen, Yahudiliğin de

be·

nimsendiği, bunun da X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha Hazarlarla karı§madan önce Karai misyonerleri tara­

fından sokulduğu ve XI. yüzyılın ilk yarısından sorıra Hazar


IGPÇAK TÜRKLERİ / 351

topraklarına giren Kıpçaklar arasında Yahudi Hazarların

etkisiyle bu dine girenierin fazlala§tığı belirlenmi§tir.

Hazar Devletinin yıkılmasından sonra Kıpçakça ve Ha­

zarcanın karı§masından meydana gelen bu yeni §iveyi konu­ §an topluluğun zamanla bütünle§erek Kıpçak ve Hazar

isimlerini tamamıyla terk edip içinde bulunduğu mezhebin adını kendisine isim olarak seçtiği ve bugünkü kullanıldığı §ekli ile

Karaim Türkleri veya Karay Türkleri ismini aldığı

tespit edilmi§tir. Güney Rusya steplerinde, önceleri dağınık

halde ya§ayan Karay Türkleri'nin XII. yüzyıldan itibaren

Kırım çevresinde toplanmaya ba§ladıkları, Moğol istilası ve

Altınordu devletinin kurulması ile birlikte Kırım'a göç ettik­

leri, XIV. yüzyıldan itibaren de Litvanya ile İstanbul ba§ta

olmak üzere dünyanın çe§itli yerlerine dağıldıkları sonucu­

na varılmı§tır.



KAYNAKÇA

ABSTRACfA IRANICA, (Suppl. Studia Iranica), XV-XVI, 1 992-1993, Tehran, 1 997. ACAROGLU, M. Türker, Bulgaristan'da Türkçe Yer Aditın KJ/avuzu, An­ kara, 1988. AHİ NCANOV, S. M, KJpçaki (Kııpcaku), Almalı, 1995. AKA, İ smail, "Hazar Ötesi Türklerde Din ve Dini İ nanı§lar", Türk Kültürü, XVIII/215-216, Eylül-Ekim 1980. ; Tırnur ve Devleti, (T.T.K.), Ankara, 1991. AKBULUT, Yılmaz, Bingöl Tarihi, (Kül. Bak. yay), Ankara, 1995. AKİ NER, Shirin, So�et Müslüman/an, ( İ nsan yay), İ stanbul, 1995. AKPlNAR, Yavuz, "Karakalpaklar", T.D.E.A, V, istanbul, 1982. AKTAN, Ali, "Sultan Kutuz ve Aynu-Calut Zaferi", Aliltürk Üniversitesi Ilahiyat Fak. Dergis� sa:10, Erzurum, 1991. ALİ YEV, Kamil, "Kumukların Tarihi ve Günümüzdeki Sorunları", Avrasya Etüdleri, 11!2, Yaz 1995. ALİ YEV, Rüstem, "Nizami'de Türklük Sevgisi", (aktaran: İbrahim Bozyel), Kordaş Edebiyatlar, sa: 1, Erzurum, 1982. ALLWORTH, Edward, Central Asiıı , (Columbia University Press), New York, 1%7. ALTINMAKAS, Uyık, "Kazak Türkleri'nin Gelenekleri ve İslamiyet'in Etkisi", Türk Kültürü, XXII/250, Ankara, 1984. ALP, İ lker, ''Bulgar Türk Devleti", Tarihte Türk Devletleri, I, Ankara, 1987. ARASLI, Altan, "Kazan ve Kırım Türklerinin Folklor ve M'usikisi", Tlirk Kiiltürü, XIII/156, Ankara, 1975. ARAT , Re§it Rahmeti , "Astırhan Hanlıgı", T.D.E.K., Ankara, � 976. --; "Astı rhan", I.A, I, (M.E.B), İ stanbul, 1965. ; "Kasım Hanlığı", I.A, VI, (M.E.B), İ stanbul, 1967. ; "Kıpçak", I.A., VI, (M.E.B.), İ stanbul, 1967. --; "Karakalpaklar", i.A, VI (M.E.B), İ stanbul, 1 %7. ARAT, Re§it Rahmeti-Temir, Ahmet, ''Türk Şivelerinin Tasnifi", T f>.E.K., Ankara, 1976. AR İ STOTELES, Metafizik, (çev: Ahmet Arslan), Sosyal Yay., i stanbul, 19%. ARTAMANOV, M., The History of The Chazars, Leningrad, 1962. ASLANAPA, Oktay, Türk Sanatı, (Remzi Kitabevi), İstanbul, 1989. "Astrahan Hanlığı", Türk Ansiklopidis� II I (M.E.B), İ stanbul, 1971. ATALAY, Besim, (çev.), Ettuhfetü'z-Zekiyye fi'l-Lügati't-Türkiyye, İ stanbul, 1945. --

---

,

•·


354 / KJPÇAK TÜRKLERİ

AVRAMOÖLU, Çağatay Bedii, "İstanbul Karaİ Türklerinde Nişan ve Dü­ ğün Adetleri", Türk Yurdu, II/12, İstanbul, 1961. AYDIN, Mehmet, "Şamanizmin Eski Türk Dini Hayatı İle İlişkisi", X. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (5-9 Eylül l990), Il, Ankara, 1994. AYGİL, Yakup, Hıristiyan Türkler'in Kısa Tarihi, (Ant yay.), İstanbul, 1995. BABİNGER, Franz-M.Fuat Köprülü, Anadolu'da lslômiyet, (İnsan yay), İstanbul, 1996. BAILLY, Auguste, Bizans Tarihi, (çev: Haluk Şaman), İstanbul, Tarihsiz. BALA, Mirza, "Kırım", }.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. "İL-DENİZ", İ.A, (M.E.B.), V/2 , İstanbul, 1 977. "Karaçay ve Balkarlar", i.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. "Kara-papak", İ.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. "Kumuklar", İ.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. "Balaban", Türk ansiklopedisi, V, (M.E.B), İstanbul, 1967. BARTHOLD, V. V -M.Fuad Köprülü, İs/dm Medeniyeti Tarih� (D.İ.B yay), Ankara, 1984. BARTHOLD, V. V., Four Studies on the History of Central Asiıı, (Transla­ ted from the Russian: V. and T. Minorsky), I, Leiden, 1 956. ; "Berke", I.A, II, (M.E.B), İstanbul, 1970. ; Moğol İstikisına Kadar TÜRKİSTAN, (haz: Hakkı Dursun Yıldız), (Kervan yay), İstanbul, 1 981. --; Orta Asya Türk Tarihi Haklanda Dersler, (haz:Kazım Yaşar Kopra­ man-Afşıır İsmail Aka), Ankara, 1975. ; "Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair", (çev: A.K.İnan), Belleten, Xl/43, Ankara, 1947. --; "Orta Asya'da Moğol Fütühatına Kadar Hıristiyanlık", (Aiman­ ca'dan Osmarılıca'ya çev: Köprülü zade Ahmed Cemal), Türkiyat Mecmuası, I, İstanbul, 1925. "Başkurt", Türk Ansiklopedisi, V, (M.E.B), İstanbul, 1967. BAŞTAV, Şerif, Bizans imparatorluğu Tarihi (1261-1461), (T.K.A.E), An­ kara, 1989. --; "Hazar Kağanlığı Tarihi", Tarihte Türk Devletleri, I, Ankara, 1987. BAUER, Lucyna Antonowicz, "Polonya Tatarları", (çev: Nadir Devlet), Türk Kültürii Ara�tınnalan-ibrahim Kafesoğlu Armağanı, XXIII/1-2, Ankara, 1985. BAVBEK, Osman, "Noğay Türkleri", Türk Kültürü, XXIV/275, Ankara, 1986. "Baybars 1", Türk Jnsiktopedisi, V, (M.E.B) İstanbul, 1967. BAYÇORA, Soslan, "Binyılların İçinde Karaçay'', T.D.A, (haz:Hasan Ül­ ker), sa:94, Şubat 1995. BAYRAKTAR, Rasim, 21. Yüzyılda İnsanlık Dramı AH1SKA, İhlas Mat­ baacılk, İstanbul, 1999. BAYUR, Y. Hikmet, Hindistan Tarihi, 1, (T.T.K), Ankara, 1987. ---

--


KlPÇAK TÜRKLERi 1 3!13' BELA, Kossanyi, "XI-XII, Asırlarda Uz'lar ve Koman'lann Tarihine Dair" (çev: Harnit Ko§lly), Be/leten, VIII/29, Ankara, l944. "Berke", TürkAnsiklopedisi, VI; (M.E.B), İ stanbul, 1968. BERKOK, İsmail, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958. BEŞEVLİ YEV, V., "Prota Bulgar Dini", (çev: T. Acaroğlu), Belleten, I)U34, Ankara, 1945. Bİ CE, Hayati, Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler, (T.D.V yay), Ankara, 1991. B İJİ ŞKYAN, P. Minas, Karadeniz Kıyılan Tarih ve Coğrafyası, (çev: Hrand D. Andreasyan ), ( İ . Ü .E.F yay), İ stanbul, 1969. B İ LGE, Rıfat, ei-Kavaninu 'I-Külliye li-Zabtı'I-Lügati't-Twkiye, (Türkiyat Enstitüsü yay-Evkaf Matbaası), İstanbul, 1928. Bİ RDOGAN, Nejat, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerlqmesi, (Alev yay), İstanbul, 1992. BLAŞKOVİ Ç, (Kumanoğlu), Yusuf, "Çekoslovakya Topraklarında Eski Türklerin izleri", Reşit Rahmeti Arat Için, (T.K.A.E.), Ankara, 1966. BOBÇEV, S. S, "Deliorman Türkleri Hakkında", Ülkü, XVI/93, İ kinci Teş-­ rin 1940. BRETSCHNEİ DER, E.-M. D, Medieval Researr:hes, II, London, 1888. BROCKELMANN, Cari, İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi; (çev: Neşet Çağatay), Ankara, 1964. BROSSET, M, Histoire de la Georgie, I, Saint Petersburg, 1849; Il, 1956. BURAN, Ahmet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Üzerine Araştırmalar, ll, (Boğaziçi yay), Ankara, 1992. CAFER, A. S, "Kınm Türkleri", Türk Yılı, 1, İstanbul, 1928. CAFEROGLU, Ahmet, Türk Kavimleri, (T.K.A.E.), Ankara, 1983. ; Kitabu'I-İ drak li Lisani'l-Etrak, İ stanbul, 1931. ; Doğu lllerimiz Ağızlanndan Toplama/ar, I, İ stanbul, 1942. ; "AK. Kari§ianov'un lssledovanie Po Leksike Strokipçakskoga Pismenogo Pamyatnika XIII. Alma-Ata, 1970. Eseri Üzerine bir tanıt­ ma yazısı", Türkiyat Mecmuas� XVII, İ stanbul, 1972. --; "Kafkasya Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976. ; "Kafkasya Türkleri", Türk Kültürü, IV/38, Aralık 1965. ; "Kazak Türkleri", Türk Kültürü, I ll/29, Mart 1965. ; "Kumuk Türkleri", Türk Kültürü, II/17, Ankara, 1964. CAFEROGLU, Ahmet-Talip Yücel, "Güney Azerbaycan ve İ ran'da Türk­ ler", T.D.E.K, Ankara, 1976. CAHEN, Claude, Osmanh/ardan 6nce Anadolu'da Türkler, (E. Yay), İ s­ tanbul, 1994. CAHUN, Leon, introduction a L'Histoire de L'Asie Turr:s et Mongols, Paris, 1895. ;.,..•. CAM i , (Abdulkadir Baykurt), Osmanh Ülkesinde Hıristiyan Türkler, İstan­ bul, 1338. ---

--

--

--

--


356 / KlPÇAK TÜRKLERI

CEMİL, Tahsin, "Dobruca Türkleri'nde Düğün". I. Uluslammsı Türk Folk­ lor Kongresi Bildiri/eri, Ankara, 1976. CİACHİR, Mihail, Besombiela Gagauzlaran lstorieosa (Basarabyalı Gaga­ uzlann Tarihi), (haz: Harun Güngör), Niğde, 1998. dHANGİR, Erol, Papa Eftim'in Muhtımlan ve Bağımsız Türk Ortadok.s Patrikhanesi, (Turan yay), İstanbul, 1996. CİLACI, Osman, "Şamanizm'de Evlenme ve Doğum Törenleri", Türk Kül­ türü, Xl/123, Ankara, 1973. CÖHCE, Salim, "Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleşmesinde Kıpçak'ların Rolü", I. Tarih Boyunca Kamdeniz Kongrtsi Bildirileri (13-17 Ekim 1986), Samsun, 1988. CÜVEYNi, Alaaddin Ata Melik, Tarih-i Cihangüşa, (çev: Mürsel Öztürk), Kül. Bak. Yay., Ankara, 1999. ÇAGATAY, Saadet, Türk LehÇeleri Örnekleri, Ankara, 1963. "Codex Cumanicus Sözlüğünün Basıhşı Dolayısıyla", D.T.C.F. Dergisi, Il, sa:1, Ankara, 1943. "Türkçe Dini Teriml'!r", Necati Lügal Armağanı, (T.T.K), sa:50, Ankara,

1968.

ÇAPRAZ, Kemal, Sürgünde Yeşeren Vatan Kuım, (Turan yay), İstanbul,

1995.

ÇAVUŞOGLU, Halim, &1/uın/nr'da Pomak Türkleri (Tarih ve Sos­ yo-Kü/Jürel Yapı), Ankara, 1993. ÇAY, M. Abdulhaluk, "Anadolu'nun Türkl�mesi I (Selçuklu Öncesi)", Türk Kü/Jürü, XXI/239, Mart 1 983. "Bulgaristan Türkleri", Türk Kü/Jürü, XXIII/262, Ankara, 1985. ÇETİN, Atilla, "Türk Asıllı Bir Memluk Sultanı: Baybars el-Bundukdan , T.D. T.D, sa:79, istanbul, 1993. ÇOBANOGLU, Özkul, "Türk Kültür Tarihinde Su Kültü", Tiirk Kültürü, sa:361, Mayıs 1 993. D'OHSSON, Maraj11, Moğol Tarihi, (çev: Mustafa Rahmi), İstanbul, 1940. DECEL, Aurel, "Dobruca", I.A, III, (M.E.B), İstanbul, 1977. DEDE, Abdürrahim, "Batı Trakya Türklerinde Eski Türk Dini Şama­ nizm'den Kalıntılar" , //. Mi/Jetleramsı Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV, Ankara, 1982. DEMİRd, Jale, "MemlOk-Kıpçak Edebiyatma Katkılar", Türkoloji Dergisi, X/1, Ankara, 1992. DEVLET, Nadir, Çağdaş Türk Dünyası, (M.Ü.F.E.F yay), İstanbul, 1989. "Ruslaştırmada Kazan Türkleri Örne�·. Türk Kültürü, XXI/237, Ankara, Ocak 1983. "Kazan, Kasım ve Astırhan Hanhklan", Tarihte Türk Devletleri, II, Ankara, ...

1987.

DE WEESE, Devin, lslamization and Native Reügion in The Golden Horrh, (The Pennsylvania State University Press), United State of America,

1994.


KlPÇAK TÜRKLERİ / 357

DİYARBEKİRLİOGLU, N., "lslimiyetten Önce Türk Sanatı", Ba§langı­ cındt�n Bugıine Türlc San��ıı, Ankara, 1983. DOGRUSÖZ, Mahmut, Ilk Dönem IsiJim Tarih ve CoğrofyacılaTIIIIJ Göre Türklerin Din1 1Mfllllım , (VIII-XII. yüzyıl arası), Basılmamı§ yüksek lisans tezi, E.Ü.S.B.E, Kayseri, 1994. Dol�tan Günümüze Büyük İslim Tarihi, V.VI.VIII, (çal yay), istanbul , 1992. DUNLOP, D. M, 11ıe History of The Jewish Hhllzo�. Princeton, 1967. DURMUŞ, İlhami, Jskil/er (Sakli/ar), (T.K.AE. yay), Ankara, 1993. EBERHARD, W. Çin'in Şimol KofTilulan, (çev: Nimet Ulu�tuğ), (T.T.K), Ankara, 1996. --; Çin Tarihi, (T.T.K), Ankara, 1987. --; "Eski Çin Kültürü ve Türkler", D. T.C.F. Dergisi, I/4, Ankara, 1943. --; "Şato Türkleri'nin Kültür Tarihine Dair Notlar", &lleıen, XI/41, Ankara, 1947. EBU'L-FİDA, İsmail b. Muhammed b. Amr, Takvimü'I-Büld4n, (D§l: M. Reinaud), Beyrut, 1840. EBULGAZİ, Babadır Han, Şecere-i Tmikime, (haz: Zühal Kargı Ölmez), (Simurg yay.), Ankara, 1996. ECKHART, F., Macaristan Tarihi, (çev: i. Kafesoğlu), T.T.K, Ankara, ·

1949.

ECKMANN, Janos, Harezm, Kıpfak ve Çataıay Türkfesi Ozerine Ara�tır­ mo/ar, (yay. haz: Osman Fikri Sertkaya), Ankara, 1996 . "Die Kiptschakische Literatur", Philologüıe .Turr:icae Fundllmenta, II, Wies­ baden, 1964. EKİNCİKI..İ, Mustafa, Tilrk Ortadokr/an, (Siyasal Kitabevi), Ankara, 1998. EKREM, Mehmet Ali, "Nogay Türkleri'nde Kız isteme, Söz Kesme ve Düğün Gelenekleri", W. MiUellerarası Türlc Halk Kiiltürü Kongresi Bildiri/eri, IV, Ankara, 1992. --; "Kırım ve Nogay Türkleri'nin Osmanlı Devrinde Dobruca'ya ve Tüm Rumeli'ye Geçmeleri ve Yerle§meleri", VIII. Türlc Tarih Kong­ . resi Bildirileri(IJ-J5 Ekim 1976), III, Ankara, 1983. --; "Şamanlıpn ve Eski Türk Kültürünün Dobruca'daki Kınm Türkle­ ri Folklorunda i zleri", /. Uluslanırası Türlc Falklor Kongresi Bildiri/eri, I, Ankara, 1976.

--

; "Türk Medeniyetinin Romen Ülkelerindeki izlerine Dair Bazı Mülahazalar", VIJJ. Türlc Tarih Kongresi Bildirileri, (Ankara, 1 1-15 Ekim 1976), III Ankara 1983. ELİADE, Mircea, Kutsal ve Din D�ı, (Gece yay), Ankara, 1991. --; Mit/erin 6zeUilcleri, (çev:Sema Rıfat), (Simav yay), İstanbul, 1993. EMECEN, Feridun M, "XVI Asırda Balkaniann Kuzeydoju KesimttıW İskan Tipleri ve Özellikleri Hakkında Bazı Notlar", V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve iktisat Tarihi Kongresi Teblilleri (/stanbut 21-25 Atusfos 1989), Ankara, 1990.


ıss 1 KıPÇAK Tü:a.ıa.ERi

EREL, Şerafeddin, Da�utan .ve Dıığıstatılılıır, İstanbul, 1961. EREN, A. Cevat, "Pornaklar", tA, I:X, ,(M.E.B), istanbul, 1 964. ; "PomaJdııra Dair", Türk KU/üirü, 114, Ankara, 1963. EREN, Hasan, "Kimek ve İmek Boy Adlan Hakkında", Türk Düi•Dergi.si, IV, sa: 45, Ankara, 1955. ERÖZ, Mehmet, 'Türk Boylarında Kaosız Kurban Geleneği", Türk Kü/Jü­ rn, XVIII/21 1-214, Ankara, 1980. ; "Afganistan'da Türk A§iretleri", Toiitk Kültürü, VII/83, Eylül 11969. ; "Ege Bölgesinde Yer (Köy ve Şebir1) Adları", Rqid Rahmeli.J4.rrıt Için, Ankara, 1 966. ; "Sosyolojik Yönden Tiirk yer Adlan", Türk Yer Ad/an SempoZJUf�f�ı Bildirile,ri, Ankara, 1984. --; 'Türk Topluluklannın Ölüm Adetleri Üzerine Bir Deneme", T.D.A, sa: 35, İstanbul, 1985. ; Atatürk, Milliyetçilik, Doğu Anadolu, (T.D.A.V), İstanbul, 1987. ; Es/cj Türk Dini ve Alevilik ve Bektoşilik, (T.D.A. V), İstanbul, 1992.. --; Hıri.stiyatıloşan Türkler, (T.K.A.E ),Ankara, 1983. ESİN, Emel, "Sind, Bengale ve Hindistanda İlk İslAmi Devir Türk Devlei­ leri", Tarihte Türk Devletleri, I, Ankara, 1987. lsl4miyetten Önce/cj Türk Kültür Tarihi ve İsliima Giriş, İstanbul, 1.978. EVLİ YA ÇELEBİ, Mehmet Zılli b. Derviş, Evliya Çelebi Seyafwtnamesi, VII, İstanbul, 1 928. FAROOQI, N.R, "Delhi Sultanlığı", i.A, IX (D.İ.A), İstanbul, 1994. FEHER, Geza, Bulgar Türkleri Tarihi, Ankar, 1984. ; 'Türko-Bulgar, Macar ve Bunlara Akraba Olan Mitletlerin Kültii­ rü. Türk Kültürünün Avrupa'ya Tesiri", İ/cjnci Türk Tarih Kon&"s� (20-25 Eylül 1937), İstanbul, 1943. FIGLALI, Ethem Ruhi, Geçmilten Günümaze Halk İnançlan Itibariyle Ale­ vilik-Beklalilik, (T.H.K.A.T.V. yay), Ankara, 1994. FİLOLENKO, V. i., "Kırımçak Etüdleri", (çev: Hacali Neoefoğlu-Aii Hay­ dar Bayat), Türk Kültürü, XXX/352, Agustos 1992. FRYE, Richard N- Sayılı, Aydın, "Selçuklulardan Evvel Ortaşarkta Türk­ ler", Belleten, X/37, Ankara, 1946. GABAİN, Annemane Von, "Codex Cumanicus'un Dili", Tarihi Türk Şive­ leri, (çev:Mehmet Akalın), Ankara, 1979. --; "Die Spreche des Codex Cumanicus", Fundomeilla I, 1959. --; "Die Komanische Literatur", Philo/ogiııge Turcicae Fundomenta ll, Wiesbaden, 1 964. GALLOTTA, Aldo, "Codex Cumanicus'un Yeni Bir Nüshası", Uluslararası Türk Dili Kongres� (26 Eylül 1992-1 Ekim 1992), Ankara, 1996. GOLDEN, Peter B., "Kıpçak Kabilelerinin Menşeine Yeni Bir Bakı�", Uluslararası Türk Dili Kongresi (1988), Ankara, 1996. GÖKALP, Ziya, Türk Medeniyeti Tarihi, (haz:İsmail Aka- Kazım Yaşar Kopraman), (Kül. Bak. yay), İstanbul, 1976. --

---

--

--

--

--


KıPÇAK TÜRKLERİ / 359

GÖKBEL, Ahmet, ''Türk Halk İnançlarında Din ve Din Anlayı§ı (Kurban Kültü Örneği)" adlı tebliğ, Cumhuriyetin 75. Yılı Münasebetiyle Dinler Tarihi Açısından Din ve Din Anlayqı Sempozyumu, (20-21 Kasım), Konya, 1998. ; ''Varsak Türkmenleri'nde Yer-Su inancının izleri", Dinler Tarihi Araştırma/an, ı, (Sempozyum 08-09 Kasım 1996 Ankara), Dinler Ta­ rihi Derneği yay), Ankara, 1998. ; Anadolu Var.saklannda Inanç ve Adet/er, (A.K.M), Ankara, 1988. GÖKBİLGİN, Özalp, "1313-1357 Yılları Arasında Altınordu Devleti", A. Ü.E.F.A.D, sa: 4, Erzurum, 1972. GÖKYAY, Orhan Şaik, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul, 1973. GÖMEÇ, Saadettin, Türk Cumhuriyetleri Tarihi, (Kömen yay), Konya, 1997. GRAÇ, A. D, ''Tuvada Eski Türk Heykelleri", (Tanıtma), Türk Kültürü, sa: 47, Ankara, 1966. GROUSSET, Rene, Bozkır İmparatorluğu, (Aıtila-Cengiz Han-Tinıu.r), çev: M. Re§at Uzmen, (Ötüken yay.), İstanbul, 1993. ; Histoire de I'Armenie des Origine a 1071, Paris, 1947. GRÖNBECH, K., Kuman Lehçesi Sözlüğü, (çev:Kemal Aytaç), (Kül.Bak.Yay.), Ankara, 1992. GUBOÖW, Mihail, "Romen Ulusunun Eski Türk Kavimleri ile İlişkileri Hakkında", V/ll. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Il, Ankara, 1976. GUMİLEV, Lev Nikolayeviç, "Eski Türk Dini", (Aktaran: Harun Güngör), Türk Kültürü, sa:377, Eylül 1 994. GÜ LENSOY, Tuncer, "Elazığ, Bingöl ve Tunceli İ lleri Yer Adiarına Bir Bakış", Tüdc Yer Ad/an Sempozyumu Bildiri/eri, Ankara, 1984. ; "Gagauzlar", T.D.E.A, III, İstanbul, 1979. GÜNAY, Ünver- Güngör, Harun, Türk Din Tarihi, (Laçin yay), Kayseri, 1998. GÜND Ü Z, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, (Vadi yay), Ankara, 1998. GÜNGÖR, Erol, Ttuilııe Türkler, İstanbul, 1996. GÜNGÖR, Harun , Türk Bodun BilimiAroştırmalan, Kayseri, 1998. --; "Gagauzlar'da Kurban Kültü", X. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (Ankara 22-26 Eyliil 1986), III, Ankara, 1991. ; "Gagavuzların Hıristiyanlı�ı Kabulü ve i nanışlarındaki İslami Un­ surlar Meselesi", T.D.A, sa: 27, İ stanbul, 1983. GÜ NGÖR, Harun-Mustafa Argunşah, Dünden Bugüne Gagauzlar, Anka­ ra, 1993. "Gürcistan", TürkAnsiklopedisi, (M.E.B.), XVIII, Ankara 1970. GÜ R ÜN, Kamuran, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, ı, (Karacan yay), 1tJ\ı:.­ kara, 1981. HASAN FEHMİ, "Anadolu'da Gregoriyen ve Ortadoks Türkler", Ülkü, ıV/21, Ankara, İkinci Teşrin 1934. --

--

--

--

--


3601 KlPÇAK TÜRKLERİ HASAN İBRAHiM HASAN, ls/Am Tarihi, I V, (terc:İ . Yiğit ve Arkada§la­ n), İstanbul, 1992.

HAZAI, G., "Kıpçak", The EncyclopediD of Islam, (New Edition), V, Le­ iden, 1979.

--

; "Kuman", The EncyclopediD of Islam, (New Edition), V, l..eiden,

1979.

HE'YET, Cevat, Türklerin Tarih ve Medeniyetine Bir Bo/aş, Bakü,

1993.

HEZARFEN, Ahmet, "Dobruca ve Deliorman'da Alevi-Bekta§i Tekkele­

ri", I. Türk Kültürü ve Hacı Beklllş Veli Sempozyumu Bildiri/eri, (22-24 Ekim I998), Ankara, 1999. HİTTİ, Philip K., Siyasi ve Kültürel islAm Tarihi, Il, (çev: Salih Tuğ), (M.Ü.İ.

F), İstanbul, 1995.

HREBICEK, Ludek, DictiofiiJry ofOriental Literatures, (ed. Jiri Becka), London, Tarihsiz.

III,

HÜSEYiN NAMIK, "Türk Tarihinin A111J Hat/an" Eserinin Müsveddeleri, No: 14, Bqvekalet Müdevvenat Matbaası, Ankara, Tarihsiz.

HÜSEYNOV, Rauf A, "Azerbaycan'daki Etnik Süreçlerin Tarihi Yönleri",

Xl. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, (Ankara, 5-9 Eylül 1990), II, An­

kara, 1994. IVANICS, Maria, "Macaristan'daki Kınm Tatarianna Ait Vesikalar", VIII.

Türk Tarih Kongresi Bildirilen, II, Ankara, 1981.

İBN BATUTA, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed et-Tanci, Rıhle, İBN

1-11, Beyrut, 1992. BİBİ,

Hüseyin

b.

Muhammed

b.

Ali

ei-Caferi

er-Rugadi,

el-Evamiru'l-Aia'iye fi'I-Umuri'I-Aiaiye, I, Ankara, 1 956. İBN FAZLAN, Seyehotnôme, (çev:Ramazan Şe§Cn), İstanbul, 1995. İBN HALDUN, Abdurrahman b. Muhammed, Kilabü'I-İber ve Diva­ nü'I-Mübteda ve'I·Haber, V, Beyrut, 1992. İBN HAVKAL, Ebu'I-Kasım en-Nasibi, Suretü'I·Arz, Topkapı Sarayı Kü­ tüphanesi, A. 3346 Nurnarada kayıtlı el yazması. İBN

TAGRİBERDi,

Ebu'I-MehAsin

Cemaleddin

Yusuf,

en-Nücümü'z·Zahire ji MülUk·i Mısır ve'l·Kahire, III, Beyrut, 1992. İBN·İ ŞEDDAD, Baybars Tarihi, (çev: M. Şerafüddin Yaltkaya), (Maarif Matbaası), İstanbul, 1941.

İBNÜ'L-ESİR,

lzzuddin el-Cezeri C§-Şeybani, el-Kamil Fi't-Tarih, X-XI-XII, Beyrut, 1979, 1982. İNALCIK, Halil, "Kınm Hanlığı", i.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. "Kırım Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1976. "Kırım Türk Vurdunun Yok Edili§i", Türk Kültürü, sa:21, Ankara, 1964. İNAN, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, (Kül. Bak. yay), İstanbul, 1976. --; Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1986. ; Makaleler ve Incelemeler, 1-11, Ankara, 1987. ; "Kırım Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1976. --

--


KJPÇAK TÜRKLERİ / 361 --;

·

"Altay Dağlannda Bulunan Eski Türk Mezarlan", Belleten, XI/43, Ankara, 1947. --; "Sibirya Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; "Türk Düğünlerinde Exogamie izleri", Türk Düi ve Tarihi HakJandil Arııliırma/ar 1 (F. Köprülü'nün Doturounun 60. Yıldönümü Ar­ maıanı), Toplayanlar: H. Eren-T. Halasi Kun, (T.T.K), Ankara, 1950. --; "Türklerde Demircilik Sanatı", Turk Kiilmrii , IV/42, Ankara, 1966. --; "XIII-XV. Yüzyıllarda Mısır'da Otuz, Türkmen ve Kıpçak Lehçeleri ve -Halis Türkçe-", Türk Dili Araştımıalan Yıllıfı (Belleten), An­ kara, 1953. --; (çev), Manas Destam, M:E:B, Ankara, 1992. İPEK, Murat, "Datıstan'da Bir Türk Boyu Kumuklar", Kılrd01 Edebiyat/ar, sa : 15, Erzurum, 1987. tvANOV, P.P, "Karakalpaklann Tarihine Dair Materiyaller", Olkü, XI/65,66,67, Ankara, 1938. KAFALI, Mustafa, Altın Orda Hanlıfınrn Kurulıq ve Yükseliş Devirleri, istanbul, 1976. KAFESOGLU, ibrahim, Eski Türk Dini, Ankara, 1980. --; Türk Bozkır Kiiltürü, (T.K.A.E.yay), Ankara. 1987. --; Türk Milli Kültürü, (Bo!aziçi yay.), İstanbul, 1993. --; Harezn!lahlar Devleti Tarihi, (T.T.K.),Ankara, 1984. --; "Türkler", I.A, XII/2, (M.E.B), İstanbul, 1988. --; "Kültür ve Teşkilat", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; "Türk Bulgarlann Tarih ve Kültürüne Kısa Bir Bakış", G.D.A.A.D, sa:10-ll, İstanbul, 1983. --; "Delhi Türk Sultanlı!ı (1206-1413)", T.D.E. K, Ankara, 1976. --; "Harezrnşahlar Devleti", T.D.E.K., Ankara, 1976. KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu'da Eski Turk Inançlannın Izleri, (T.KAE yay), Ankara, 1990. "Kalavun", Türk Ansiklopedisi, XXI, (M.E.B), Ankara, 1974. KALKAN, Mustafa, "Ahıska Türkleri'nin Menşei ve Tarihi Gelişim Seyir­ leri", Bilig, sa:7, Güz-1998. --; "Türk-Moğol Kavimleri Arasında Tatarlar ve Menşei Meselesi", Türk Kültürü, XXXIV/393, Ocak 1996. "Kanglı", TiirkAnsiklopedisi, XXI , (M.E.B), Ankara, 1974. "Karaçaylar", Türk Ansiklopedis� XXI, (M.E.B), Ankara, 1974. "Karakalpaklar", TürkAnsildopedis� XXI (M.E.B), Ankara, 1974. KARAMANLIOGLU, Ali Fehmi, "Kıpçaklar ve Kıpçak Türkçesi", T.D.E.D, XII, İstanbul, 1963. Kıpçak Türkçesi Grameri, (T.D.K), Ankara, 1994. "Karapapaklar�, Türk Ansiklopedisi, XXI , (M.E.B), Ankara, 1974. KARAŞEMSİ, Reşit Saffet, Hazar Türkleri, İstanbul, 1934. KAR DAŞ, Rıza, "Türk Cemiyetinde Dini Hayat", T.D.E.K, Ankara, 1976. -

�·


362/ KıPÇAK TÜRKLERİ

KARPAT, Kemal H, "Gagauzların Tarihi Menşei Üzerine ve Folklorun­ dan Parçalar", /. Uluslararası Türk Fo/klor Kongresi Bildiri/eri, I, An­ kara, 1976. "Kasım Hanlığı", Türk Ansiklopedisi, XXI, (M.E.B), Ankara, 1 974. KAŞGARLI MAHMUD, Divanü Lügat-it-Türk, I; II, III, (çev: Besim Ata­ lay), (T.D.K), Ankara, 1992. KAYABALI, İsmail- Cemender Arslanoğlu, "Osmanlıların Fethinden (1578) Önce Kuzey doğu Anadolu Sınırlarımızdaki Arda­ han--Çıldır-Poı;of ve Hanak Bölgesinin Türklüğü, Köyler ve Köylü Adlar:i", Türk Kültürü, XI/126, Ankara, 1973. --; "Atabekler'in Anadolu'nun Kuzey Doğu Sınır Boylarında Anado­ w'ya ve Türklüğe Yaptığı Hizmetler", Tiirk Kültürü, XI/126, Ankara, 1973.

"Kazak", TürkAnsiklopedisi, XXI (M.E.B), Ankara, 1 974. KHONİATES, Niketas, Historia (loannes ve Manuel Komnenos Devirleri), (çev: E Işıltan), Ankara, 1995. KILIÇ, Mebmet, Düttyatlaki Türlr.men/er, {Öaan matbaacılık), Bursa, 1997. "Kıpçak", TürkAnsildopedisi, XXII, (ME. B), Ankara, 1975. KIRZIOÖLU, M. Fahrettin, OsmanlıJar'ın Kafkas Ellerini Fethi, (Atatürk Üniversitesi yay), Ankara, 1 976. -· -; Kan Tarihi, l, İstanbul, 1953. ; JWrtler'in Türldüğü, (Atatürk Ün. Ziraat Fak. Talebe Derneği yay), Ankara, 1968. ; Yukan-Kiu ve Çoruk Boylan'nda Kıpçak/or, (T.T.I<-), Ankara, 1992. "İravan/Revan Türkleri", Türk Kültürü, sa: 1 1 , Ankara, 1963. ; "Gürcistan'da Eski Türk İnanç ve Geleneklerinin İıJeri", L rarası Türk Fo/klor Kongresi Bildiri/eri, IV, Ankara, 1976. ; "Khazarlar'ın Borçalı ve Kazak Boylan'ndan Oluşan Karapa k­ lar'da Çağımııda İnsan Heykeli Kabirta§ı Yapma Geleneği", ürk Kültürü AraştU11'Ullan, (ayrı basım), Ankara, 1995. --; "Karapapak (Borçalı-Kazak) Uruğunun Kür-Aras Boylarındaki 1800 Yılına Bir Bakı§", A.Ü.E.FA.D, sa:2, Nisan 1971. ; "Ahıska Bölgesi ve Türklük", Türk Küllürü, VIII/87, Ankara, 1970. "Kimekler", TürkAnsildopedisi, XXII, (M.E.B), Ankara, 1975. KİRİŞÇİOÖLU, M.Fatih, "Suriye Türkleri", Avra.sya Do.syası, 11/3, Ankara, 1995. KİTAPÇI, Zekeriya, Orta A.sya'da lslômiyetin Yayı/ışı ve Türkler, Konya, 1994. KMOSKO, Michael, "Araplar ve Hazarlar", (çev: A. Cemal Köprülü), Tür­ kiyat Mecmuası, lll, İstanbul, 1935. -

--

--

--

--

--


KJPÇAK TÜRKLERİ 1 363

KOÇAK, İnci, "Arap Kaynaklarında Türk Memluk Sultanı Baybars", X Türk Tarihi Kongresi Bildirileri (Ankara 22-26 Eylül J986), lll, Anka­ ra, 1991. KOESTLER, Arthur, The Thirteenth Tribe, New York, 1976. KONUKÇU, Enver, "Berke Han", I.A, V, (D.İ.A), İstanbul, 1992. --; "Hindistanda Kurulan Türk Devletleri", Tarihte Türk Devletleri, ı, Ankara, 1987. KOPRAMAN, Kazım Yaşar, Mısır Memlukleri Tarihi, (Kül. Bak. yay.), An­ kara, 1989. -; "Mısır Türk Sultanlığt (Memlükler)", Tarihle Türk Devletleri, II, Ankara, 1987. KORKMAZ, Zeynep, Türk Dili Üzerine Arrl§tırmalar, (T.D.K), Ankara, 1995.

KÖPRÜLÜ, M. Fuad, Türk Tarih-i Dinisi, İstanbul, 1341. �; Türk Dili ve Edebiyatı Halekında Arrl§tımıalar, İstanbul, 1934. �.; Türk Edebiyatı Tarihi, (Ötüken yay), İstanbul, 1986. �; TürkEdebiyatmda lik Mutasawıj1ar, Ankara, 1984. --:•uran Kabilesi", Belleten, VII/ 26, Ankara, 1943. �:·Walaban", İ.A, U, (M.E.B), İstanbul, 1970. --; .�adolu'da Hıristiyan Türkler", İkdam, sene 28, 19 Haziran 1921 (13307 Kanun-i Sani) -; ''Ba_ybarsl", I.A.,II, (M.E.B), İstanbul, 1970. -; "İırlim SUfi Tarikatlerine Türk-MQğol Şamanlığının Tesiri", (çev: ·Yaşar.A.ltan),A. Ü.İ.F.. Dergisi, sa: 1 8, Ankara, 1970. -; '7ııakya'da Kuman Tü�eri", lkdam, sene:28, 4, 10 Şubat, 11337(19Zl ). ----;---: "Altın Ordu'ya Ait Yeni Araştırmalar", Belleten, V/19, Ankara, ,11141.

KiÖPR'f.Lü, QIJan F., "Balaban Han•, l.A, V, (D..İ.A), İstanbul, 1992. WYMB'J, M. ;\.ltay, Alp An/tu& \!e üımaru II: Selçuklu Askeri Tqkilatı, Ankara, 1913. ·

-; !T9ııl Bq ve Zamonı, İstanbul, 1976.

--; "Sdçuklu Hükümciarı Büyük Aıaeddin Ke�ubat ve Anadolu SavunDWill", Belleten , LU/205, 1988. "Kuınuldar'\ TürkAIISik.lopedisi, XXII, (M.E.B), Ankara, 1975. KUR•AN-1 IERİM KURAT. Ak4es Nimet, IV-XVIII. Yüzyıllama K.rfldeniz J<Jızeyindeki Türk /Vwimletıi ve Devletleri, (T.T.K.), Ankara, 1972. --; Rusya Torüıi (/Ja§Jongıçtan 191 7'ye Kadar), (T.T.K.),Ankara, 1987. ,.� •. --; Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937. --; Tfirlciye ve }dil Boyu, (D.T.C.F. yay.), Ankara, 1966. --; "Bulgaristan", İ.A, Il, (M.E.B), İstanbul, 1970. --; "Altın Ordu Devleti", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; "Bulgar", İ.A, I l , (M.E.B.), İstanbul, 1970.


364 / KlPÇAK TÜRK.I..ERi

; "Doğu Avrupa Türk Kavimleri ve Devletleri", T.D.E.K, Anlara, 1976. ; "Kazan Hanlıi!", D. T.C.F. Dergisi, Xll/ 3-4, Eylül-Aralık, 1 974. KURAT, Akdes Nimet-Ahmet Temir, "Rusya'da Türklük ve İ slAmiyet", T.D.E.K, Ankara, 1976. KUROGLU, Stepan, "Nerdesin Gök Oğuz", (aktaran: İbrahim Bozyel), KortÜJl Edebiyat/ar, sa:6, Erzurum, 1983. "Kutuz"; TürkAnsiklopedisi, XXII, (M.E.B), Ankara, 1975. KUUN KONT, Geza, Codex Cumanicus, Budapestini, 1981. KUYUCUKLU, Nazif, "Bulgaristan", I.A, VI, (Dİ A), İ stanbul, 1992. KUZGUN, Şaban, Dinler Tarihi Dersleri, (E.Ü yay), Kayseri, 1993. ; Hazar ve Koray Türlcleri, Ankara, 1993. KÜTÜKOOLU, Bekir, Osmanlı-Iran Siyasi Münasebetleri (1578-1612), (İs­ tanbul Fetih Cemiyeti), İ stanbul, 1993. LEWİ S, Bernard, "Mısır ve Suriye (fatimi Hilafetinin Sonuna Kadar)", ls­ lıim Tarihi Küllür ve Medeniyeti, I, İstanbul, 1997. Lİ GETİ , L., Büinmeyen Iç Asya, (Macarcadan çev: Sadrettin Karatay), T.D.K, Ankara, 1998. MACKENZIE, D. N., "Codex Cumanicus", Encyclopedi.a lranica, V, Costa Mesa, California, 1992. M. AZiz AHMET, Siyasi Tarihi ve Müesseseleriyle De/hi Türk Imparatorlu­ ğu, (Tercüman 1001 Temel Eser), İ stanbul, Tarihsiz. MAKRİ Zİ , Takiyuddin Ebu'I-Abbas Ahmet b. Ali, Kiwbü's-Suluk li­ ma'rifeti Düveü'I-Müluk, l/2, (Mustafa Ziyade neşri), Kabire, 1957. ; Kilabü'I-MevtJiz ve'l-l'tibtir bf-Zilai'l-Hilat ve'l-Asar, I-II, Beyrut, Tarihsiz. MANOF, Atanas, Gagauzlar (Hıristiyan Türkler), (çev: Türker Acaroğlu), Ankara, 1939. MARQUART, J., Uberdas Volk/um der Komanen, Berlin, 1914. MAYNAGAŞEV, S. D, "Beltir Türklerinde Gök Tannya Kurban Töreni", (çev: A. İ nan), T.F.A, XV/305, Aralık 1974. MEMİ ŞOOLU, Hüseyin, Bulgrıristan'dD Turk Kültürü, (T .A.E.), Ankara, 1995. ; Pomak Türkleri'nin Tarihi Geçmillerilukn S 'lllar, Ankara, 1991. MERÇİ L, Erdo�an, "Merkez ve Doğu Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; Miislüman Türk Devletleri Tarihi, (T.T.K), Ankara, 1993. MES'ÜDİ, Ebu'I-Hasen b. ei-Huseyn, MıufJcü'z-Zeheb ve Me4dinu'l-Cevher, I, Beyrut, 1956. MINORSKY, V., (çev.), HudUd'al-Alam, The Regions of the World, Lon­ don, 1937. NEİ L, S. C, "Christianity in Asia", The Encyclopedia of Reügion, (Ed. Mir­ cea Eliade), III, London, New York, 1987. "Nogaylar", TürkAnsiklopedisi, XXV, (M.E.B), Ankara, 1977.

--

--

--

--

--


KIPÇAK TÜRKLERİ / 365

OCAK, Ahmet Yaşar, Bektaıi Menakıbnômelerinde lslôm Öncesi inanç Motifleri, (Enderun Kitabevi), İstanbul, 1983. OSTROGORSKY, Georg, Bizans DtNieti Tarihi, (çev: Fikret l§ıltan), (T.T.K), Ankara, 1981. ÖGEL, Bahaeddin, İslamiyetten Önce Türk Kühür Tarihi, (T.T.K.), Ankara, 1988. --; Türk Kültürünün Gef4me Çağ/on, (Kömen yay.), Ankara, 1979.

--; Sino Turcica, Cengiz Han ve Çindeki Hanedanının Türk Mii§avirleri, Taipei, 1964.

; Türk Kültür Tarihine GiriJ, VII, Ankara, 1 984. ; Türk Miıolojisi, 1·11, (T.T.K.), Ankara, 1998.

--

--

; "Çin Kaynaklarına Göre Wu-sun'lar ve Siyasi Sınırları Hakkında Bazı Problemler", D. T.C.F. Dergisi, VI/4, Ankara, 1948. ; "Tatar'', i.A. (M. E. B), XII, İstanbul, 1974. ÖNAL, Mehmet Naci, Romanya Dobruca Türkleri, (Kül. Bak. yay.), Anka· ra, 1998. ; "Dobrucadaki Tatar Türklerinde Nevruz Geleneği", BUig, sa: 8, Kış 1999. ÖZBEK, Süleyman, "el-Melikü'z.:zAhir Rukneddin Baybars Zamanı Mem­ lılk Devletinin Dini Siyaseti", Tarih Incelemeleri Dergisi, IX, İzmir, 1994. --; "Moğol İstilasının Durak Noktası Ayn-Calüt Savaşı ve Sonuçları", Askeri Tarih Biilıen� XVI/3 1, Ankara, 1991. ÖZDAMARLAR, Hamdi, "Başkırdistan", Avra.ıya Etüdleri, sa:2, yaz 1996. --; "Tataristan",Avro.ıya Etüdleri, sa:2, yaz 1996. ÖZEN, Kutlu, Sivas ve Divrigi Yöresinde Eski TÜRK Inanç/anna Bag/ı Adak Yerleri, Sivas, 1996. ÖZKAN, Nevzat, Türk Dünyası (Nüfus-Sosyal Yapı-DU-Edebiyat), (Geçit yay.), Kayseri, 1997. ÖZTUNA, Yılmaz, DtN/etler ve Hanedanlar, III, (Kül. Bak. yay), Ankara, 1990. ÖZTÜRK, Mehmet, Azerbaycan'daki Karaim Cemaati Üzerine Bir Arıqtır· ma, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, 1994. ÖZYETKİN, Melek, "Kıpçak (Kuman) Türkleri 1", Kınm Dergisi, 11/6-7, Ankara, 1994. PARMAKSIZOÖLU, İsmet (Haz), İbn Batula Seyehatnamesi'nden Seçme­ ler, (M.E.B), İstanbul, 1971. "Pomaklar", Türk Ansiklopedisi, XXVII, (M.E.B), Ankara, 1978. POPOVİC, Aleksandre, Balkanlarda islam, (çev: Komisyon), İnsan yay, İs· tanbul, 1995. PRITSAK, Omeljan, "Kıpçakça", Tarihi Türk Şiveleri, (çev:Mehmet Ata� lın), Ankara, 1979. --; "Polovetsler ve Ruslar", (çev: Eşref Bengi Özbilen), T.D.A, sa:94, İstanbul, 1995. --

--

--


366 / KlPÇAK TÜRKLERİ

PSALTY, Francis, 'Türkelide Hıristiyanlık", İkinci Türk Tarih Kongresi (20-25 Eylü/ 1937), İstanbul, 1943. R.A.K, "Türkler'in Ya�adıkları Yerler ve Sayılan", Makaleler /, (haz: Os­ man Fikri Sertkaya), (T.K.A.E yay), Ankara, 1 987. RADLOF, W., Sibirya'dan (Seçme/er), (çev:Ahmet Temir), (Kül. Bak. yay), İstanbul, 1976. RAHMAN, Abdulkerim, "Uygurların Defin Merasimleri", lll. Milletlerara­ SI Türk Falklor Kongresi Bildiri/eri, IV, Ankara, 1987. RASONYI, Laszlo, Tarihte Türk/ük, (T.K.A.E.), Ankara, 1993. --; Türk Devletinin Batıdaki Varisieri ve Ilk Müslüman Türkler, (haz: S. K. Seferoğlu-Adnan Müderrisoğlu), (T.K.A.E ), Ankara, 1 983. ; "Tuna Havzasında Kumanlar", Belleten, lll, sa: l l-12, Ankara, 1939. ; "Ortaçağda Erdel'de Türklüğün izleri", ll. Türk Tarih Kongresi (20·25 Eylü/ 1937), (T.T.K.), İstanbul, 1943. ; "Kuman Özel Adları", Türk Kültünt ArQjtımıalan (1966-1969), An­ kara, 1973. REMZİ, M. Murat, Telfiku'l-Ahbar ve Telkihu'l-Asar, l, Orenburg, 1908. RESULZADE, Mehmed Emin, Kafkasya Türkleri (haz: Yavuz Akpınar-İ. Murat Yıldırım-Selahattin Çağın), İstanbul, 1993. RIFAT, Ahmet, Lügat-I Tarihiyye ve Coğrafiyye, V, İstanbul, 1300. RİCHARD, Jean, "Berke Han'ın İslam'a Giri�i ve Altınordu Hanlığında İslamiyelin Yayılı§ı", (çev: Abdulkadir Yuvalı), Türk Kültürü, XX­ VI/306, Ekim I 988. ROSENTHAL, Herman, "Chazars", The Jewish Encyclopedia, IV, New York, 1903. ROUX, Jean-Paul, Türklerin ve Moğollann Eski Dini, (çev: Aykut Kazancı­ gil), (İ� ret yay), İstanbul, 1994. RUNES, Dagobert D (editör), Dictionaty of Philos hy, New Jersey, 1977. SAFRAN, Mustafa, Yaşadıklan Sahalar® Yaz Lügatiara Göre Kuman/Kıpçak/ar® Siyas� İkisad� Sosyal ve Kültürel Ya,ı-ayq, (T.K.A.E.), Ankara, 1993. SARAY, Mehmet, Kazak Türkleri Tarihi, (Nesil y), İstanbul, 1993. ; Özbek Türkleri Tarihi, (Nesil yay), İstanbul, 1993. ; Türkmen Tarihi, (Nesil yay), İstanbul, 1 993. --; "Astarhan Hanlığı", İ.A, III, (D.İ.A), İstanbul, 1991. --; "Altın Orda Hanlığı", İ.A, ll, (D.İ.A), İstanbul, 1989. ; "Ba§kırt", l.A, V, (D.İ.A), İstanbul, 1 992. --; "Sibir Hanlığı", Tarihte Türk Devletleri ll, Ankara, 1987. SCHİMMEL, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955. SCHMİDT, P. Whilhelm, "Eski Türklerin Dini", T.D.E.D, (1964), XIII, (çev:Saadettin Buluç), İstanbul, 1965. --; "Tukue'lerin Dini", (çev: Saadettin Buluç), T.D.E.D, XIV, İstan­ bul, Temmuz 1966. --

--

--

--

--

--

2


KlPÇAK TÜRKLERİ / 367

SEFEROGLU, Şükrü Kaya-Adnan Müderrisoğlu, Türk Devletleri Tarih� (A.K.D. yay)., Ankara, 1986. SEL, Ünver, "Kırım, Kırım Tatarlan ve Anadolu'ya Göç", Kınm dergisi, IV/14, Ankara, 1996. SEYF·İ SARAYi, (Kitlib Giılistan bi't· Tiırki)· Gülistan Terciımesi, (haz: Ali Fehmi Karamanlıoğlu), (T.T.K.), Ankara, 1989. SOBERNHEİM, "Kalavun", i.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. SPULER, Bertold, iran Moğollım, (çev. Cemal Köprülü), Ankara, 1987. ; "Göktürklerin Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar", VIII. Türk Tarih Kongre�i Bildiri/eri, ll, Ankara, 1981. STRZYGOWSKİ, Jozef-Heinrich Glück-Fuat Köprülü, Eski Türk Sanatı ve Avrupa'ya Etkis� (A.Cemal Köprülü), (T.İ.B.K yay), Ankara, Ta· rihsiz. SUYUTİ, Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut, 1989. SÜMER, Faruk, Eski Türklerde Şehircilik, (T.D.A.V ), istanbul, 1984. ; Selçuklulılr Devrinde Doğu Anadolu'da Türk Beylikleri, Anka­ ra.1990. ; Oğuzkır (Türlanenler), İstanbul, 1 980. ; Türk Cumhuriyetlerini Meydana Getiren Eller ve Türk Destalıln, İs· tanbul, 1997. --; Türklerde Atcılık ve Binicilik, (T.D.A. V), İstanbul, 1983. "Memlülder", T.D. T.D, sa:49, İstanbul, Ocak, 1991. "Bayındır Peçenek ve Yüreğirler", A. Ü.D. T.C.F. Dergisi, Xl, 2-4 sayılardan Ayrı Basım, Ankara, 1953. "Gagauzlar'ın Aslı", T.D. T.D, sa:52,53, Nisan-Mayıs 1991. "Kimek", i.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. "Peçenekler (IX-XII. yüzyıllarda Yaşamış Ünlü Bir Türk Eli)", T.D.A, sa:94, (Şubat), 1995. ŞAKİR, Ziya, Mezhepler Tarihi, İstanbul, Tarihsiz. ŞAPŞAPOGLU, Süreyya, "Kırım Karai Türkleri", Türk Yılı, I, Ankara, 1928. ŞEŞEN, Ramazan, islam Coğrafyacılılnna Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, (T.K.A.E.), Ankara, 1985. ŞİŞMAN, Simon, "İ stanbul Karayları", istanbul EnstiJüsü Dergisi, lll, İstan­ bul, 1957. TAHİR, Mahmut, "Polonyalı Tatarlar", Türk Kültürü, XXII/250, Ankara, 1984. TAKATS, S, Macaristan Türk Aleminden Çizgiler, (çev:Sadrettin Karatay), (M.E.B), İstanbul, 1992. TANERİ, Aydın, Harez�Tqahlılr, (T.D.V.)., Ankara, 1993. T ANYU, Hikmet, Türklerin Dini Tarihçesi, İstanbul, 1978. ; Dinler Tarihi Araştırmaları, (A.Ü.İ.F. yay), Ankara, 1973. --

--

--

--

--


368/ KIPÇAK TÜRKLERI --; /slômlıkla� 6nce Türklerde Tek Tann inancı, (Boğaziçi yay), İstan-

bul, 1986.

--; Türklerde Taşla ilgili Inançlar, (Kül. 8ak. yay), Ankara, 1987.

--; "Türklerde Ağaçta İlgili inançlar", T.F.A. Y, Ankara, 1975. TAŞTAN, A. Vahap, Nesturi MisyoMrlerin Orta A.ıya ve Çevresindeki Faaliyetleri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, 1986. TAVKUL, Ufuk, "Karaçay Adının Kökeni", Kınm, 11!6, Ankara, 1994. TAYMAS, Abdullah Battal, Kazan Türkleri, (T.K.A.E.), Ankara, 1966. TEKiN, Melek, Türk TarihiAnsiklopedisi, (Milliyet yay.), İstanbul, 1991. TEKİNDAG, M.C. Şehabeddin "Mısır ve Suriycde Kurulmuş Türk Devletleri", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; "Kutuz", i.A, VI, (M.E.B), İstanbul, 1967. TEMİR, Ahmet, "Kıpçak Edebiyatı", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; "Kasım Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; "Kazan Hanlığı", T.D.E.K., Ankara, 1976. --; "Kuzey Türkleri (İdil-Ural ve Yöresi)", T.D.E.K, Ankara, 1976. --; "Nogay Hanlığı", T.D.E.K, Ankara, 1976. TİESENHAUSEN, W. De, Altmordu Devleti Tarihine Ait Metinler, (çev: İs­ mail Hakkı İzmirli), Maarif Matbaası, İstanbul, 1941. TOGAN, A. Zeki Velidi, Bugünkü Türk İli Türkistan ve Yakın Tarih� (En­ derun Kitabevi), İstanbul, 1981. ; Oğuz Destanı "Reşideddin Oğuznamest' Tercüme ve Tahlili, (Enderun Kitabevi),İstanbul, 1982. --; Umumi Türk Tarihine Gifil, (İ.Ü.E.F.), İstanbul, 1981. --; "Harizm", J.A. V, (M.E.B.), İstanbul, 1964. --; "Hazarlar", İ.A, (M.E.B), V, İstanbul, 1964. --; "İbnü'l-Fakih'in Türklere. Ait Haberleri", Belleten, XII/45, Ankara, 1948. --; "Oğuzlann Hıristiyanlığı Meselesine Ait", Türkiyat Mecmuası, II, · İstanbul, 1928. --; "Başkırt", i.A, ll, (M.E.B), İstanbul, 19 O. TOPARLI, Recep, i1J{idü'l-Mü1Uk Ve's-Selôtin, (T.D.K), Ankara, 1992. --; Kıpçak Türkçes� Erzurum, 1986. TUNCER, Orhan, "Doğu Yönünün Türk ıtüründeki Yeri ve Mezar Mimarimize Etkisi",Vl/1. Türk Tarih Kongresi Bildirikri, Il, Ankara, 1976. TULUM, Mertol, "Şerhu'l-Menar Hakkında", T.D.E.D, XVI, 1968. TURAN, Osman, Türk Ciluın Hakimiyeti Me.flwresi Tarihi, Il, İstanbul, 1993. --; Selçuklular ve Jslômiyet, (Boğaziçi yay), İstanbul, 1993. --; Selçuklular Zamanında Türkiye, (Boğaziçi yay),İstanbul, 1993. --; Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, (Nakışlar yay), İstanbul,1980. --; Selçuklular Tarihi ve Türk İs/dm Medeniyeti, (Boğaziçi yay), İstanbul, 1993. --


KJPÇAK TÜRKLERİ / 369

; "Selçuklu Devri Vaktiyeleri III", Be/leten, XII/45, Ocak 1948. TURAN, Şerafettin, Türk Kültür Tarihi, (Bilgi yayınevi), Ankara, 1990. TÜMER, Günay-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, (Ocak yay), Ankara, 1997. TÜRKDOGAN, Orhan, Etnik Sosyoloji, (Timaş yay), İstanbul, 1998. UGURLU, Mustafa, Münyetii 'l-Guzüt, ( Kültür Bak. yay.), Ankara, 1987. ULUÇAY, M. Çatatay, Ilk Müslümtın Türk Devletleri, (M.E.B), Ankara, 1975. Urfalı Mateos Vefaıyi-Namesi ve Papaz Grigor'ım Zeyli, çev: Hrant D. And­ reasyan, Notlar: Edouard Dulaurer, (çev: M. Halil Yınanç), (T.T.K.), Ankara, 1987. URMANÇEYEV, F., "Orta Asya Türk Tarihi ve Folklorunde Boz/Ak Kurt", (çev: Mehmet Tezcan), Kardaş Edebiyat/ar, sa:7, Erzurum, 1983. UYDU, Mualla, /lk Rus Yıllıklon'ndo Türkler, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Ün. Sosyal Bil. Enstitüsü),. İstanbul, 1998. UZUNÇARŞILI, i. Hakkı, Osnuınlı Devlet Tqkilatına Medha� (T.T.K.), Ankara, 1988. ÜLKÜSAL, Müstecib, Kınm Türk Tatar/an, (Baha Matbaası), İstanbul, 1980. ; Dobruca ve Türkler, (T.K.A.E.), Ankara, 1966. ; "Romanya Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976. ; "Kırım Türkleri", T.D.E.K, Ankara, 1976. ÜREKLI, Muzaffer, "Kırım Hanlığı", Tarihte Türk Devletleri ll, Ankara, 1987. VLADIMIRTSOV, B. Y., Moğollonn lctimô.i Tqkiloll, (çev. A. İnan), T.T.K, Ankara, 1995. WENSİNCK, A.J, "İitutmuş", /.A, V/2, (M.E.B), İstanbul, 1977. YAKUBOVSKİY, A. J, "IX ve X. Asırlarda İtil ve Bulgar'ın Tarihi To­ motrafisi Meselesine Dair", Belleten, XXVI/62, Ankara, 1952. YAKUBOVSKİY, A. Yu, Altın Ordu ve Çöküşü, (çev. Hasan Eren), (T.T.K).,Ankara, 1992. --; "İbn-i Bibi'nin XIII. Asır Başında Anadolu Türklerini Sutdak, Po­ lovest (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikayesi", (çev: İsmail Kaynak), D.T.C.F. Dergisi, XII, sa 1-2, Ankara, (Mart-Haziran), 1954. YAKUPOGLU, Murat, "Polonya (Lehistan) Türkleri", T.D.A, sa: 62, Ekim 1989. YARKIN, İbrahim, "Batı Türkistan", T.D.E.K, Ankara, 1976. YILDIZ, Hakkı Dursun, Isitirniyet ve Türkler, (Çağrı yay.), İstanbul, 1980. "Hazarlar Arasında Müslümanlığın Yayılması", VIII. Türk Tarih KfNIITesi Bildiri/eri, ll, Ankara, 1981. Yİ GİT, İsmail, İslam Tarihi, VII, (Kayıhan yay), İstanbul, 1991. --

--

---


3701 KlPÇAK TÜRKLERİ

YUND, Kerim, "Türklerin Kutlu Ağacı Kayın (Hu§) Adı Üzerine", Türk Kültünl, X/120, Ankara, 1972. YUSUF HAS HACİB, Kutadgu Bilig I Metin, n§r: Re§id Rahmeti Arat, (T.D.K), Ankara, 1 991. YUVALI, Abdulkadir,· /Uıanhlar Tarihi I (Kuruluş Devri), (E.Ü. yay),Kayseri, 1997. ; XIII Yüzyılda Önasya'daki Siyasi Blokla§llla", Türk Külıürü, XXIII, sa. 262, Ankara, 1985. YÜCEL, Yapr, Çoban-Oğullan Candar-Oğullan Bey/ik/eri, (T.T.K.), An­ kara, 1 980. ZAJACZKOWSKİ, Ananıasz, Kamims in Poland, Warszaw, 1961 --; "Polonya'da Türk Men�li Etnik Unsurlar", (çev: Zeynep Ker­ man), T.D.E.D, XIX, İstanbul, 1971. --; "Hazar Kültürü ve Varisleri", (çev: Çağatay Bedii), Belleten, XXVII/107, Temmuz 1%3. ; "Yeni Bulunmu§ Arapça-Kıpçakça Bir Sözlük", (çev: Ç. Bedii İbra­ himoğlu), Türk Kültürü Araştımıalan, III-VI, Ankara, 1 966-1969. ZAJACZKOWSKİ, Wlodzimierz, "Karaites", Encyclopedio of İslôm, IV, Yersiz, 1975. ZOBIAN, Maria Lazarescu, "Cumania as the name of thirteenth Century Moldavia and eastern Wallachia: Some aspects of Kıpc­ hak-Rumanian Relation", Joume/ o[ Turkish Studies (Turks, Hungari­ ans and Kıpchaks), VIII, Harvard, 1984. --

"

.

--

·

)


İNDEKS

(Kıpçak ve Kıpçak Tiirkleri tabirleri eserin tamamma yaygın oldu{Jundan aynca indekse abnmajla gerek görülmemiştir) Abaga, 101 Abazalar, 70 Abbasiler, 97; 99; 332; 335 Adana, 109; 1 10 Afganistan, 64; 136; 137; 139; 288 Ahıi-Kelek, 66 Ahılkelek, 58; 160; 311 Ahincanov, 24 Ahıska, 158; 160; 311; 312 Ahıska Türkleri, 158 Ahlat, 59; 68 Ahmet b. Tulun, 98 Akbq, 81 Akka, 106; 109; 1 1 5 Akk11§, 8 1 Alaaddin Aytekin e l Bundukdari, 107 Alaaddin Keykubat 1, 68 Alaaddin Mesud (Şah), 121,122 Alaaddin Muhammed, 64 Alan, 50 Alanlar, 70; 127; 157 alaslama, 227 Alauddin Teki§, 60 alazlama, 241 Aleksandır İvan, 86 Aleksios, 46 Algetsuyu, 66 Alma-Ata, 174; 181; 287 Almanca Codex, 22; 172; 320; 323 Alrnanlar, 30; 145; 282 Alp Arslan, 64; 65; 159; 298 Alpar, 76; 160 Alp-eri, 122 Altay, 15; 30; 128; 130; 141; 163; 1 89; 206; 210; 215; 216; 218; 222; 224; 225; 231; 232; 233; 241; 245; 246; 251; 252; 253; 254; 256; 299 Altay dağları, 1 5; 233 Altay Tatan, 141

Altay Türkleri, 210 Altınoba, 49 Altınordu, 26; 73; 74; 80; 85; 86; 87; 88; 89; 90; 91; 92; 93; 94; 96; 1 10; 1 15; 138; 140; 143; 144; 151; 161; 165; 189; 197; 271; 273; 274; 275; 277; 280; 281; 282; 290; 295; 296; 301; 314; 339; 345; 351 Anadolu, 18; 19; 25; 46; 54; 57; 59; 64; 65; 67; 68; 82; 84; 92; 100; l lO; 134; 136; 143; 145; 148; 150; 151; 153; 154; 159; 160; 161; 162; 163; 178; 183; 185; 188; 195; 197; 198; 216; 220; 223; 264; 272; 279; 280; 289; 293; 294; 298; 299; 308; 31 1 ; 316; 319; 336; 346; 349 Anbese b. İshak, 98 Anı, 309; 310; 311 AnU§ Tigin, 60 Aphaza, 56 Arabistan, I 09; 280 Arafat Dağı, 216 Aral gölü, 33; 39; 42; 44; 64; 96 Aram Şah, 118; 1 19; 122 Araplar, 44; 173; 195; 269; 319; 330; 332; 334; 336 Ardahan, 160; 309; 3 1 1 Ardanuç, 160; 3 1 1 Argınlar, 93 Arnawtluk, 45; 77; 83; 85 Arpaz, 162 Arthur Koestler, 25 Artuklu, 57; 67 Artvin, 160; 311 Asena, 233 Asiis, ı 09; 115 Astırhan, 94; 96 Astırhan Hanlığı, 94 Astrahan, 94; 140; 273


372/ KlPÇAK TÜRKLERİ �a, 1S; 26; 33; 34; 38; 39; 44; 50; 69; 87; 94; 100; 127; 128; 130; 137;

Balka§ gölü, 39; 129 Barak, 28; 81; 89

143; 144; 1S7; 168; 189; 196; 203;

Baran, 118

204; 207; 213; 21S; 222; 224; 230; 231 · 232· 236· 246· 248· 249· ıs�

;

Barda, 66

; � m; 303; 304; 305;

Bannlar, 93

263 274 28

Ban, 81; 222

306; 307; 312; 31S; 330

Basanba, 80; 81; 147

Aptı Dnyeper, 39; SO; 131 Aptı Don, S3; SS; 92; 129; 130 �Aı İdil, 43; 73; 8S; 130; 337

Basarabya, 80; 318 Basrah Hoca Cemaleddin, 122

Bastı Han, 70

AtaiJçaYU§IU, 162

BB§kırdistan, 142; 143; 234; 23S

AtaAıkumanit, 162

Bqkırlar, 37

Atabekü'l-Asakir, 104

BB§kırt, 89; 136; 142; 168; 234; 267;

Auguste Bailly, 24 Avar Türkleri, 146

Bqkort, 142; 234

Atrak, S3; S4; 56; S7; SS; 6S; 133; 309

275; 281 ; 3ll

BB§kurdistan, 90; 140

Avarlar, 78; 84; 243; 317

BB§kurt, 34; 140; 142; 143; 186; 207;

Avrasya step, 16; 40

210; 216; 219; 222; 227; 232; 233;

Avusturya, 74; 76; 189; 316

234; 23S; 277; 278; 282

Ay Tengri, 204

BB§kurı Türkleri, 142; 143; 234; 278

Ay-ata, 23S

Batı Göktürk, 35; 226

Aylam Han, 118

Batı Sibirya, 96; 129; 273; 282

Azak Denizi, 42; 70; 92; 130

Batınner, ı 09

Ayn Calut, 106; 107; l l l ; 300

Batı Trakya, 84; 149; 219; 228; 293

Batu Han, 72; 73; 75

Azerbaycan, 57; 59; 64; 65; 66; 67; 68; 69; l lO; 1 33; 141; lSS; 158; 1S9;

Bayat, 204

286; 306; 308; 341

Baybars, 101; 102; lOS; 106; 107; 108;

Azgur, 3ll

109; 110; l l l ; 1 1 2; 1 13; 1 1 5; 167;

300; 301; 346 Bayburt, 3 l l

Babadagı, 291

baydara, 252; 299

Babayurt, ISS Babür İmparatorlugu, 127

Baykent, 304 çe ne, 89 la, 73; 76

]

Badaun, 118; 1 1 9 Bagbars, Bl

lçir, 81

Bagdad, 63; 106; 108; l l 1

Bahçesaray, 19S; 340 Bahri Memlfıkler, 102

Bahriye Memlfıkleri, 103, 107; 108

/

/

Balaban, 1 17; 121; 122; 123; 124; 125; 127; 302; 346

/

lh, 139; 288

Benek, 49; 7S Bengal, 119; 120; 124 Berduj, 66 Berendey, 81

Balandır, 35

Berendi, 89

balbal, 190; 194; 225; 247; 263; 349

Bergü, 89 Berke, 1 10; l l l ; 1 13; 177; 271; 274; 277; 280; 290 Berke Han, ll O; 271; 274; 277; 290 Berkuk, 1 16; 170; 180 Be�liyev, 26

balballar, 190; 194; 225; 263 Balika, 81 Bahstok, 152 Balkar, 155; 157; 168; 285 Balkarlar, 1S5; 157


KlPÇAK TÜRKLERİ / 373 Beyrut, 1 1 S Bihar, ı20 Bilad-i Hazar, ı43 Bilge KaAan, 254; 257 Bilik, 81 Bilsan, ı20 Bizans, 16; 24; 29; 30; 40; 42; 4S; 46; SO; 6S; 74; 8ı; 82; 83; 84; 8S; 92; 1 10; 130; ı49; ısO; ıs9; ı60; ı6ı; ı86; 226; 2SO; 293; 298· 303 · 307· 317; 318; 319; 330; 331: 333: 334: 33S; 337; 34ı; 3SO ' ' ' Bodin-inli, 21 1 Bohemya, 7S; 132 BolU§, 48; 129 Bonyak., 47; 49; 51; 52; S3; 75 Bor, 66; 85; 107; 1 18; ı57; ı58; 162; 286; 309 Borçalı, 66; 157; ı58; 286; 309 Borçoğlu, ıo7 Bornak., ı62 Borsunca, ı62 Bosna, 4S; 83 Bozdoğan, 8ı Bönek., 47; 234 Budapeşte, 175; 181 Budist, 231; 238; 269 Budizm 2ıS; 270; 283; 303; 304; 305 ! Budun lnli, 215 Buia, 8ı; 137 Buğra Han, ı24; 125 Buhara, ı ı8; 284; 288; 302; 304 Bulgar-/lar, ı6; 26; 34; 39; 43; 44; 45; SO; 6S; 72; 73; 78; 81; 82; 83; 84; 85; 86; 87; 90; 91; 94; 128; 129; 13ı; 140; ı4ı; 146; ı49; ı51. ıs2· 153; 157; 159; 194; 196; 197 212 216; 227; 236; 240; 241; 244; 247; 250; 257; 264; 267; 271; 273; 276; 290; 293; 308; 314; 31 7; 3ı8; 345; 348; 350 Bulgar Devleti, 84 Bulgar Türkleri, 78; 236; 317 Bulgaristan, 82; 83; 85; 86; t3ı; 149; 293 . Bun-Turki, 56 Bunyanak, ı 55

;

;

Burci Memlük Sultanlığı, 115 Burçoğlu, 89 Bursal, 162 Bunas, 50; 130 Buynak, 155 Buztagata, 215 Cabala, l l S Camiü't-TevıJrih, 28 Canik, 162 Cavaket, 309 cay, 69; 93; 1 14; 144; ı 72; 183; 224; 242; 260; 262; 283; 338 Cebe-Noyan, 70; 71 Celaleddin Harezm�h ' 59:• 60·• 64·• 1 20 Celim nehri, 1 ı8 Cemaleddin Muhammed, 1 18 Cend, 61; 62; 65 Cenevizliler, 196; 280 Cengiz Han, 81; 89; 212; 232; 267; 271; 274; 302 CengizoAulları, 28 Codex Cumanicus, 22; 23; 167; 169, 170; 171; 183; 184; 186; 191; 192; 196; 198; 208; 2 1 1 ; 253; 255; 256; 262; 264; 279; 313; 320; 321; 322; 323; 324; 325; 328; 329; 350 Coda Petrarque, ı 71 Comania, 1 29 Cumanus, 30 Curteo de Arges, 80 Cüveyni, 24; 248; 250 çaçılga, 243 Çakan, 46; 47 ÇBk-Kalesi, 160; 298 Çalap, 204 Çar Asen, 84 Çarcov, 139; 288 Çekoslovakya, ı46; ı 49; 316 Çerkesler, 156 Çerkez, 70; 1 1.5; 116; 134 Çerkez Memlüklan, 1 16 Çemigov, 49; 54; 129; 313 Çıldır, 54; 58; 66; 133

;..'A,


374 / KIPÇAK TÜRKLERİ Çimk.ent, 287 Çin, 15; 25;

29; 33; 38; 40; 44; 64; 87;

128; 165; 168; 186; 189; 203; 206; 211; 212; 215; 222; 224; 233;

236;

237; 245; 247; 248; 249; 253; 257;

259; 264; 270; 304; 309

I>nyeper, 16; 39; 44; 50; 129; 131 Dobrotiç, 8 1

Dobruca, 78; 79; 81; 82; 83;

86; 148; 290;

149; 153; 227; 228; 235; 289; 291; 292; 2!15; 315; 319; 3SO Dobruca Türkleri, 289 Doğu Avrupa Yahudileri, 19

Çobanoğullan, 162

Doğu Karadeniz, 160; 161;

Çora Batır, 222 Çoruh, 58

Çoruk, 25; 58; 66; 133; 160; 272; 298; 309; 311

168; 298;

308 Dolob gölü, 52 Don, 16; 28;

39; 42; 44; SO; 53; 55; 56; 92; 129; 131;

71; 72; 73; 75; 83; 85;

Çökeksu, 162

132; 139; 308; 330; 349

Çu, 39; 44; 63

Doneç, 72

Çufut, 340

Don-Kuban, 56

Çurtan, 89

Donyeç Don, 39

Çust, 1 18

Düzpelit, 162

Çuvaıj, 140; 243; 244

Çuvaşistan, 90

Eberlı.ard, 25; 32; 212; 218; 221; 249; DaAıstan, 133; 155; 157; 283; 286 Dako-Romen, 78

Eckhart, 24

Dallıoz, 162

Eclad, 35

Daniil, 70; 313 David

Il, 53; 56; 57; 58; 65; 132; 133;

187; 308; 309; 3 1 1 Dede Korkud, 24

),

Delhi, 16; 40; 116; 117; 1 18; 119; 120; 121; 122; 123; 124; 125; 127; 189; 301; 302; 346

Delhi Türk SultanlıAı, ll 7; 126; 302 Deliorman, 151; 289; 291 Deli-Orman, 79; 82 Demiurge, 209 Derbent, 58; 70; 155; 187 Dersler, 45 Deşt-i Kıpçak, 16; 22; 87; 88; 89;

250 Ebu'I-Fida, 24; 208; 213

40;

92; 107; ll

4 •

134; 162; 183; 188; 189;

El-Asarü'l-Bokiye, 222 Elegez dağı, 311 el-idrak, 166; 1 73

ei-Mansur, 112; 1 1 5; 280 el-Melik., 101; 102; 1 1 2 Erde!, 74; 78 Ergenekon, 234; 294 Ermenistan, 53; 155; 158; 286; 312; 335; 339 Erzurum, 59; 66; 68; 158; 180 Esenköy, 162

60; 73;

1 1 2; 129;

192; 193;

194; 198; 199; 200; 208; 263; 267; 271 ; 299; 300; 313; 346

Eflak, 74; 78; 79

eski Türk Dini, 330 Eşnas, 98 Eıjterek, 311 Evliya Çelebi, 24; 291; 340 EyyubTie� 99; 100; 101; 102; 103; 299

deus otiosus, :209; 210; 237 Did-Gorni, 66

Fakih, 177; 222

Dımeşki, 88; 142

Falben, 30; 31

Dmanis, 66

fallos kültü, 210

Dnepr, 49; 50; 92; 199

FatımTier, 99; 101; 102

Dnestr boylan, 75

Fergana, 99; 239


KlPÇAK TÜRKLERİ / 375 Fertö, 47 Filistin, 102; 300; 335 Firuz Şah, 126 Frank, 6S; 106; 1 13; 1 15 Fransisken, 168; 171; 279; 320; 321;

350 Fransisken rahipleri, 171; 279 Fridrik Badenberg, 76 Frikya, 161 Fu-yun-se, 238 Fültlhu 's-Selatin, 1 18 Gagauzlar, 26; 148; 151; 1S2; 153;

1S4; 289; 318 Gan-ısuan-§an, 21S Garagum, 139 Gazaria, 143 Gepidler, 78 Gerdizi, 34; 44 Ghagra, 126 Gıyasıiddin Balaban, 122 Gomagorgo, 162 Gomaniayınbirlik, 162 Gotlar, 78 göçürme, 241 gök gölü, 221 Gök Tann, 204; 205; 209; 232; 237;

238; 24S; 252; 253; 270; 283; 305; 331; 348; 349 Göktürk, 3S; 165; 204; 20S; 214; 215; 220; 221; 226; 233; 236; 237; 238; 242; 246; 247; 248; 249; 2S4; 2S9; 260; 261; 330 Göle, 66; 3 1 1 Gözleve, 195; 340 Gregoryan, 1 13; 310

272; 27S; 206; 227; 243; 257;

211; 230; 24S; 258;

Gregoryan Ermeni Mezhebi, 310 Grozni, Gulam-hine (köle mektep), 67; 100 Guniilev, 26; 233 Güney Doğu Avrupa, lS; 168; 346 · Güney Rusya, 74; 197 Gürcistan, 40; 53; S4; S7; 58; S9; 60;

ıss

65; 67; 70; 73; 133; ISS; 1S8; 1S9; 160; 212; 217; 264; 286; 298; 308; 312

Gürcü-/ler, 16; 24; 53; S6; S7; SS; S9;

60; 64; 65; 66; 67; 68; 69; 106; 132; 133; 187; 258; 272; 308; 309; 310; 311; 312; 319; 345; 349 Güreti Türkleri, 312 Gvalyor, 1 18 Halep, 100; 107; 195 Halife Mu'tasım, 98 Han Tanrı, 215 Han-yoan, 215; 253 Harezm§ahlar, 16; 24; 40; 60; 61; 62;

63; 64; 302; 345 Hartli, 58 Hasanyurt, 155 hayılga. 245 Hazar-/lar, 19; 25; 26; 39; 41; 42; 43;

44; SO; 64; 65; 69; 87; 94; 96; 130; 143; 144; 154; 155; 157; 197; 199; 200; 227; 248; 257; 286; 305; 307; 330; 331; 332; 334; 335; 336; 337; 338; 342; 350; 351 Hazar denizi, 39; 64; 131; 155; 273 Hazar Devleti, 42; 43; 330; 333; 337; 338; 351 Hazar Kağanı, 42 Hazar Kağanlığı, 42 Hazarya, 143 Heftalitler, 247

129; 196; 273; 333; 345; 248;

334;

Hetum, 109 Hıdrellez, 294 Hıfçah, 27 Hıfçak, 27 Hindistan, 16; 24; 40; 64; 1 16; 1 17;

1 19; 120; 121; 123; 125; 127; 135; 163; 298; 301 ; 302; 336; 346; 349 Hinduizm, 301 Hint, 123; 186; 189; 203; 213; 247; 304; 336 Hıristiyan Kıpçaklar, 279; 31 1; 1ı� 313; 319; 320; 3�1; 349 Hıristiyan Türkler, 26; 159; 306 Hıristiyanlık, 20; 25; 26; 269; 272; 275; 279; 303; 304; 305; 306; 307; 308;


376 / KlPÇAK TÜRKLERİ 312; 313; 314; 318; 320; 322; 324; 330; 3.3 1 ; 349 Hoca Ahmed Yesevi, 271 Huang-ho, 128 Hun-/lar, 33; 78; 127; 1 28; 147; 204; 207; 212; 213; 215; 221; 236; 237; 238; 239; 240; 242; 246; 248; 249; 253; 254; 258; 301; 317 Hül:i.gü Han, 1 1 1 Hüsameddin Çoban, 69; 278 Hüsameddin Toruntay, 1 14

323;

1 54; 230; 245; 259;

İbn Batuta, 24; 188; 193; 200; 244; 248; 250; 275; 279; 313; 320 İbn Bibi, 100 İbn Fazlan, 24; 207; 210; 222; 233; 252; 257; 260; 262; 263; 307 İbn Haldun, 24 İbn Havkal, 24; 267 lbn Hurdadbih, 34 İbn Tağriberdi, 24 İbn'ül-Esir, 58 Idi, 204 !dil, 43; 44; 70; 72; 73; 85; 90; 91; 92; 128; 1 29; 135; 1 40; 141; 196; 257; 273; 276; 287; 295; 337; 346; 349 İdii-Ural, 140; 141 lduk, 2 1 1 ; 214; 215; 223; 231; 246 lduk 83§, 215 lduk Ötüken, 214; 215 lduk Yer-su, 215 İgor, 55 igor Destanı, 55 İh�idiler, 98; 99 l l . Asen, 85 II.Terter, 86 İlbari, 1 1 8; 1 22 İlbasar, 81 İl-Deniz, 59 İleris, 89 İlhanlılar, 109; 1 10; 1 14; 160; 298; 306; 31 1 İltutmu�. 1 1 8; 1 19; 1 20; 121; 1 22; 124; 125; 127 İmadeddin Zengi, 67 İmak, 35

İran, 28; 43; 53; 64; 68; 73; 1 10; 1 20; 158; 180; 195; 203; 220; 265; 269; 280; 286; 303; 304; 319; 335; 336; 338; 339 iravan Türkleri, 159 irti§, 34; 35; 38; 39; 42; 69; 96; 128; 222; 345 iskal, 48 iskitler, 240; 241; 245; 247; 251; 258 İslamiyet, 18; ı 9; 25; 26; 106; l l l ; 1 17; 185; 196; 203; 216; 265; 266; 269; 270; 272; 274; 275; 276; 278; 279; 280; 283; 284; 287; 288; 289; 290; 300; 301; 303; 305; 312; 322; 331; 332; 334; 349; 350 İspir, 57; 66; 309; 3 1 1 İsterlibll§, 277 l§ık göl, 128 ݧim, 34; 128 it Barak, 28 İtaba, 89 italyanca Codex, 22; 172; 320; 321 itil, 34; 1 97; 267; 271; 273; 315; 332 IX. Louis, 102; 103; 262 İzzeddin Aybek, 104; 1 1 2

J. P. Roux, 25 J.P. Carpin, 24 Kabarıay, 93; 284 Kaçarlar, 159 Kadiri, 285 Kafkas-/lar, 16; 25; 40; 58; 59; 63; 68; 69; 70; 73; 101; 1 29; 132; 133; 134; 136; 145; 154; 155; 157; 1 58; 159; 160; 161; 283; 284; 298; 307; 308; 309; 310; 31 1 ; 312; 319; 330; 335; 345; 346; 349 Kafkasya, 155; 284 Kaf§ıt, 6S Kaf§ut, 65 Kahire, 24; lOS; 107; 108; 1 15; 1 75; 195; 297; 300 Kalaç Melikleri, 1 19 Kalaçlar, 126; 127 Kalenderi, 288


KlPÇAK TÜRKLERİ / 377 Kalatü'I-Cebel, ı ı5 Kalavun, ıoı; 105; ı09; 1 1 2; 1 13; 1 14;

1 15; 1 16; 195; 346 Kaloyan, 84; 250 Kama nehri, 39 Kama-İdil, 42; 128; 337 kammeniya baba, 263 Kanglı, 34; 35; 36; 60; 63; 67; 134; 142; 282 Kanlı, 96; 245 Karaba& 57; 65; 67 Kara-Börklü, 89; 138; ı 57; 158; 286 Karaçay, ı55; ı56; ı58; ı68; 283; 284 Karaçay Türk halkı, ı56 Karaçay Türkleri, 156; 284 Karaçay-Balkar, ı55; ı 57; 285 Karaçaylar, ı 55; 1 56; 283; 284; 285 Karada�, 59 Karahanlı, ı28; 165 Karahıtay, 59; 60; 61; 62; 67; ı34 Karai Mahallesi, 34ı Karai mezhebi, 335 Karai misyonerleri, 338; 350 Karai Yahudileri, 340 Karaim, 19; 25; ı68; 338; 339; 351 Karaim mezhebi, 19; 25 Karakalpak, 96; 136; 137; ı 38; 139; 158; 258; 286; 287 Kara-Kırgız, ı68 Karao�lan, 220; 253 Karapapaklar, ı55; ı57; 158; 264; 283; 286 Karasu, 29ı Karay Türkleri, ı9; 25; 26; 336; 338; 339; 341; 342; 351 Kargalı, 277 Karluklar, 44; 128; 238 Karpat-/lar, 39; 74; 79; 130; 146; 153; 314 Karpatlar, 74; ı30; 1 46 Kasım ed-Devle, 108 Kasım Han, 94; 95 Kasım Hanlı�ı. 95 Kastamonu, 69; 1 61 ; 162; 298 KB§garlı Mahmut, 24 Katır Bugu, 62

Katolik, 279; 31 1 ; 313; 315; 317; 320;

324; 350 Katolik misyonerler, 313; 315; 350 Kavazin, 66 Kayakent, 155 kayın, 57; 184; 218; 219; 231; 252 Kaytak, 155 Kazak-/lar, 37; 96; 136; 137; 143; 157;

ı58; 1 68; 174; 219; 227; 239; 246; 247; 257; 258; 259; 282; 285; 286; 287; 29ı; 337 Kazakistan, 37; ı36; 137; 143; 259; 282; 287 Kazak-Kırgız, 168 Kazan, 28; 43; 81; 90; 91; 94; 9S; 96; 140; ı4ı; 143; 144; ı63; 168; 169; 216; 2ı9; 273; 275; 276; 277; 278; 281; 282; 3ı4; 338; 346 Kazan Hanlığı, 9ı; 95; 276; 277 Kazan Tatarı, ı4ı; ı42 Kazan Tatarları, 141; 277; 282 Kazan Türkleri, 9ı; 92; ı41; 2ı6; 220; 276 Kefe, 93; ı62; 195; ı96 Ke�en, 82 Kerait Türkleri, 306 Kerek, 1 12; 262 kcrgek, 246 Keysar, 1 39; 288 Kcyümers, ı26 Khıfçağ, 35 Kıfçak, 27 Kılıç Arslan, 46 lGiisli Rıfat Bilge, ı 75 Kimak, 34 IGmek Boylan, 96 Kimckler, 28; 35; 37; 44; ı 28; 212;

221; 230; 348

Kımız Murunduk, 239 IGngan, ı 5 Kıpçak dili, 23; 346 Kıpçak Türkçesi, 23; 73; 93; 133; 165;

167; 1 69; 170; 174; 178; ı79; 34& • Kıpçakça, 22; 23; 96; 1 16; ı65; ı66;

167; 168; ı69; ı70; 171; ı 72; 177; ı80; 182; 264; 320; 321 ; 324; 338; 346; 351


378 / KıPÇAK TÜRKLERİ Kıpçaki, 24 Kıran, 61 Kırgız-(lar, 136; 137; 168; 212; 213; 21 7; 220; 227; 236; 239; 242; 243; 245; 246; 247; 257; 258; 259; 282; 285; 286; 288 Kırım, 28; 43; 68; 72; 73; 92; 93; 94; 96; 1 30; 140; 143; 144; ı45; 148; 151; ı55; 163; 168; ı 71; 195; 196; 197; 198; 199; 227; 228; 235; 257; 275; 278; 279; 280; 281; 282; 284; 289; 292; 296; 297; 299; 313; 321; 335; 337; 339; 340; 341; 346; 350; 351 Kırım Hanlığı, 92; 93; 151; 280; 281; 296 Kınm Karayları, 340 Kırım Tatar Türkleri, ı 45 Kınm Tatan, 141; 145 Kırım Türkleri, 143; ı44; 148; 228; 28ı Kırım Yarımadası, 92; 93; 171 Kırımçaklar, 337 Ki§inev, 318 Kıtay devleti, 38; 39; 128 Kıvcak, 27; 162 Kiyef, 48; 49; SO; 5ı; 52; 53; 54; 71; 187; 313 Kiyev, 40 Kınl, 81; 145; 155; 157; 286; 287; 340 Kızıi-Orda, 287 Kızlar dağı, 216 Kobyak, 54 Koman, 26; 30; 83; 129; 162 Komana, 83 Komani, 30 Konçak, 54; 55; 70; 313 Konguroğlu, 89 Kosova, 45; 83 Kotyan, 70; 72; 75 kovı, 27 Köstence, 291 Köten, 72; 73; 75; 76 Kuban, 16; 42; 56; 70; 129; 132; 133; 156; 308; 349 Kubasar, 58; 309; 310 Kuçakh, 3 1 1

kudayı, 246 Kudretli Varlık, 204 Kudüs, 335 Kumanlar (Kıpçaklar), 25; 27; 29; 30; 31; 32; 33; 34; 35; 37; 38; 39; 40; 45; 47; 49; 52; 54; 60; 63; 65; 10; 72; 74; 79; 80; 83; 87; 89; 9ı; 94; 104; 1 35; ı41; 146; 147; 148; 1 49; 150; 151; 153; ı54; 157; 159; 161; 162; 165; 167; 168; 1 72; 186; 188; 197; 208; 227; 234; 240; 241; 244; 245; 246; 247; 250; 261; 262; 263; 264; 273; 286; 289; 293; 298; 314; 315; 317; 325; 338; 345 Kuman Piskoposluğu, 315 Kumança, 83 Kumani, 79; 83; 147 Kumania, 79; ı47 Kumaniçevo, 83 Kumanitsa, 83 Kumanoi, 30 Kumanova, 45 Kumantsi, 83 Kumuk, 155; 156; 158; 168; 283; 284 Kumuklar, 155; 156; 283; 284 Kun, 29; 30; 31; 32; 33; 34; 175 Kur Nehri, 56 kurgan, 262; 265 Kılr, 58 Kut Dağı, 225 /(ıdadgu Bilig, 24; 27; 28; 167 Kutbeddin Aybeg, 1 17 Kutbiler, 122 Kutbüddin Muhammed, 62 Kutlağ, 215 Kutuz, 102; 105; 106; 107; 108; 116; 346 Kuzey Afrika, 335 Kuzey Bulgaristan, 82; 83 Kuzey Türkleri, 34; 144 Kübrevi, 288 Kültigin, 254; 257 Kün Ay, 204 Kün Tengri, 204 Kün-Ay Tengri, 204 Kür, 25; 58; 66; 133; 160; 198; 272; 298; 309; 310; 311; 336


KlPÇAK TÜRKLERİ / 379 Kürt Yahudileri, 336 Uıhor, 1 19; 120 Uıkhnavti, ı ı9; 125 Lamaizmi, 203 Lazkiye, 1 14; 173 Lebunium, 47; SO Lehistan, SO; 74; 132; 1Sl; ıs2; 289 Litvanya, 1S1; 1S2; 280; 29S; 297; 339; 35ı Livana, 311 Lngh, 35 Lung Çıng, 237 Macar-/lar, 16; 24; 29; 30; 34; 39; 40; 45; 47; 50; 5ı; 73; 74; 75; 76; 77; 78; 80; 82; ı 02; 130; 13 ı; 132; ı 46; ı47; ı49; ı75; ı81; ı89; 200; 234; 240; 241 ; 314; 3ı6; 345; 350 Macaristan, 24; 74; 75; 76; 77; ı32; 146; 3ı6 Mahmud Buğra Han, 124 Mahmud K.a§gari, 27 Mahmud Şah, ı2ı Makdisi, 208; 248; 250 Makedonya, 45; 83; 85; 149; 289; 293 Makrizi, 14 Manas-Gommi (Manas-Komu' Kı§la-

�), 66

Mandor, ı20 Mangı§lak, 42 Mani Dini, 203; 269; 303 Maniheizm, 303; 305 Mankı§lağ, 64 MarO§-Teme§, 77 MaYeraünnehr, l ı 7; 304; 305 Mavgalya, 191 Mazdeizm, 228 Melik Mansur, 116 Melikü's-Salih, 102; ı03; 104; ı07; 112 Memlılk Türk SultanhAı, ıoo; 1 10; 134 Memliık-/ler, 16; 23; 74; 101; 102; ı03; 104; 106; 107; 1 15; 165; ı 70; ı 73; ı77; ı 78; 179; 189; 190; ı 95; ı96 Menıliık Türk Sultanlıkluı, 16

Mengüceki i, 57 Meriç Ovası, 149; 293 Merv, 33; 34; ı28; 304; 332 Meskhet Türkleri, 312 Mes'iıdi, 24 Mezopotamya, ı 98; 203 Mis, 109; 307 Mısır, 16; 23; 24; 36; 40; 64; 74; 80; 97; 98; 99; 100; 101; 1 02; 103; 104; 106; 107; 108; 1 10; ı ll; 1 12; 1 13; 1 14; 1 16; 117; 134; 135; 161; 163; 166; 167; 170; 1 73; ı 78; 189; 190; 195; 196; 252; 258; 262; 280; 298; 299; 300; 346; 349 Mısır Memliıkleri, 107 Misis, 1 09 Mi§er, ı68 MoAol-/lar, 16; 23 ; 24; 25 ; 29; 30; 32; 33; 40; 43; 45; 55; 64; 68; 69; 70; 71; 72; 73; 74; 75; 76; 79; 80; 85; 86; 87; 88; 89; 92; 93; 94; 96; 97; 100; 102; 105; 106; 1 07; 108; 1 10; 1 1 1 ; 1 13; 114; 1 15; ı 20; 122; 123; ı24; ı25; ı26; 129; 130; ı36; 138; 140; 141; 142; 143; 144; 146; 147; ı56; ı 65; 195; 200; 206; 2ı2; 216; 225; 226; 23 1; 239; 244; 246; 248; 251; 267; 273; 275; 279; 282; 299; 300; 301; 302; 306; 308; 3ı3; 315; 316; 320; 339; 345; 346; 350; 351 Mogolistan, 16; 87; 273; 306 Mohaçkale, 283 Moldava, 74; 154 Moldarya, 78; 79 Moldova, 146; 148; 152 Morova, 74 Muhammed b TuAç, 99 Muizzeddin Keykubad, 115 Muizzüddin Behram Şah, 121 mukaddes dag, 215 Multan, 1 19; 120; 126 Muntasır Billah, 108; ı20 Musevilik, 303 Musul, 67; 198 Mu§, 162 Müslümanlık, 20; 268; 276; 303; 305; 330


3801 KıPÇAK TÜRKLER İ Nak§ibendi, 157; 276; 277; 284; 285; 286; 287; 288 Naqibendi tarikatı, 157; 276; 286 Nalıncakar (Kalınca kaya), 66 Nasıruddin Kabaca, 120 Nasıruddin Mahmud, 121; 123 Nayman, 96 Nemeth, 31 nesiç sanatı, 190 Nesturi, 34; 128; 203; 303; 304; 305; 306; 315 Nevruz, 294 Nijni-Novgorod, 90 Nil, 102 Nisabur, 62 Nogay-/lar, 86; 94; 96; 136; 138; 141; 155; 1 59; 168; 284 Nogay Han, 86; 94; 96 Nogay Hanlığı, 96 Nogay Tatarı, 141 Norberd (Yeni Hisar), 66 Novgorod, 39; 49; 54; 55; 90; 129 Novogrudck, 1 52 Novogrudok, 296 Nube, 109

otuz Destanı, 28

Oğuz Kağan, 28 Oğuz sahası, 1 75 Oğuzlar, 26; 34; 38; 39; 46; 64; 65; 79; 80; 128; 134; 156; 160; 166; 207; 222; 225; 247; 25ı; 252; 254; 257; 260; 261; 262; 283; 307 Ohrid, 77 Oldamur Han, 77 Oltu, 57; 58; 66; 160; 309; 311 ongon, 231 ; 232; 233; 241 Orcnburg, 277 Orta Asya, 15; 26; 33; 34; 38; 39; 44; 50; 94; ı 00; 127; 130; 1 37; 143; 168; 196; 203; 213; 215; 222; 224; 230; 231; 232; 236: 259; 263; 274; 282; 299; 303; 304; 305; 306; 307; 312; 315 Orta Avrupa, 80; 319 Orta Dnepr, 92 Orta Dneypr, 42

Orta Donets, 131 Orta İ dil, 42; 43; 73; 85; 91; 128; 276; 337 Orta Ural, 39; 142 Ortodoks Atabekler Hükümeti, 298; 311 Ortodoks Bagratlılar, 160 Ortodoks Hıristiyanlığı, 203 Ortodoks Kıpçak Türkleri, 160 Ortodoks mezhebi, 318 Ortodoks-Katolikosluğu, 311 Ortodoksluk, 303 Önasya, 87; ı ı O Öngütler, 306 örüs sara, 239 Ötüken ormanları, 220 Özbek, 136; ı37; 143; 168; 274; 277; 280; 282; 286; 288 Özbekistan, 288 Özü, 49; 1 29 Pallidi, 29; 30 Pazarcık, 292 Peçenek, 26; 30; 37; 41; 42; 44; 45; 46; 47; 48; 50; 52; 53; 65; 78; 79; 82; 83; 94; 129; 131; 132; 138; 143; 146; 147; 148; 150; 151; 153; 154; 159; ı 63; 253; 289; 292; 293; 298; 314; 315; 3 17; 319; 337; 345 Pclliot, 32; 33 Penza, 90 Preyaslavl, 39; 48; 49; 50; 52; 53; 54; 129; 3ı3 Perm, 90 Pe�te, 47 Piskoposluk, 315; 350 Polonya, ı46; 151; ı52; 280; 289; 295; 296; 297; 318; 319; 339; 342; 350 Polovets·/ler, 29; 30; 48; 129; 131 Polovtsi, 31 Pomak Türkleri, 149; 150; 151; 219; 228; 253; 289; 293; 294; 295; 319; 350 Posof, 1 60; 298 Pritsak, 28; 3 ı Proto, 26; 244; 247; 250; 348 Przemysl, 234


KlPÇAK TÜRKLERİ / 38ı Ranthambhor, ı20 Ravza Adası, ı02 Raziye, ı2ı; ı22 Re§idüddin, 28; 232 Revan Türkleri, 286 Rodoplar, 83; 289; 293 Romania, 80; ı47 Romanya, 78; 80; 81; 82; 83; 13ı ; ı46; ı47; ı48; 149; ı 52; 264; 292; 3ı4; 31.S; 350 Romen-/ler, ı6; 65; 71; 78; 79; 80; 8ı; 84; ı47; 29ı; 292; 315; 318; 345 Rubrouck, 24; 192; 194; 208; 231; 244; 252; 261; 262; 263; 273; 305 Rus-/lar, ı6; ı9; 25; 29; 30; 32; 37; 39; 40; 42; 43; 47; 48; 49; 50; 5 1 ; 52; 53; S4; SS; 56; SB; 68; 69; 70; 71; 72; 74; 75; 80; 85; 92; 95; 100; 129; 131; 132; 137; 138; 139; 140; 141; ı 44; 1 4S; 153; ı87; 197; 198; 232; 263; 273; 276; 277; 278; 280; 281; 285; 287; 288; 29ı; 297; 307; 312; 313; 314; 3ıB; 337; 339; 340; 345; 350; 35ı Rus kronikleri, 37 Rükneddin Firuz, 12ı Ryazan, 39; 91; 1 31 Sabraiı, 65 Sabutay-Batur, 71 saçı, 23ı; 243; 244; 245 saçılga, 243 saçu, 243 Sagaylar, 218; 253; 258 sağan sara, 239 Sakal, 48 Saksın, 1 97; 273 Saltuklu, 57 Samar, 90; ı 3 ı Saraks, 139; 288 Saray §ehri, 172; 274; 275; 279; 3ı3; 32ı Sarı Saltuk, ı 48; 290 Sarı han, 49 Sarı-Tav, 90 San-Tin, 9ı Sayda, l l S

Selahattin Eyyubi, 99 Selanikli Mustafa Bey, ı 74 Selitin-i Şemsi, ı ı9 Selçuklu Türkleri, 150; 153; 1 54 Semerkant, 302 ; 304 Ser-Candar, 118 Seversk, 49; S4 Seyhun, 34 Sibirya, ı6; 34; 39; 96; ı29; ı40; ı4S; 213; 222; 273; 274; 278; 282; 341 Sibirya Hanlığı, 96 Silistre, 4S; 46; 29ı; 292 Simbir, 90 Sind, 1 ı9; ıız; ı24; 126 Si-ngan-fou, 304 Sinop, 72; ıOO; ı62; ı98; 298 Sinop limanı, 72 sınta§, ı94; 263 Sır-Derya, 44; 130 Sivas, 67; 100; ıo7; 1S8; 198 Sivistan, 1 19 Slav-/lar, 78; 84; 87; 9S; 102; 149; 186; 212; 317; 318 Slovakya, 74; 146; 3ı6 Sofya, 83; ı 49 Somkhet, 66 Sökınenli, S7 su kültü, 22ı; 222; 223; 348 Subutay, SS; 70 Suğd, 43; S5; 68; 69; 72; 197; 198; 278; 279; 280; 281 Suğdak, 68; ı98; 278; 279 Sultan-Şah Mahmud, 60 Sungur, 1 13; 1 1 4 Sura Nehri, 131 Suriye, 16; 40; 74; 99; ıoo; ıoı; 102; ıo3; 106; 1 07; 108; 109; 1 10; ı l l ; 1 13; 1 14; 1 1 5; 1 17; ı34; l3S; ı63; ı 73; ı98; 258; 299; 300; 335; 346 Suzdal, 54 Sülemi§, 1 12; 1 1 3 Svetoslav, 86 Svyatoslav, ı 97 Syeversk, 39 Şah İsmail, 157 Şam, 64; 107; 108; 1 13; 195; 300


382/ KlPÇAK TÜRKLERİ Şamanist, 282; 299 Şamanizm, 25; 331 Şan-din-§an, 215; 253 Şaruhan, 52; 53 Şato Türkleri, 25; 221 Şa�at, 160; l l l Şecerüddür, 103; 1 04 Şehrizur, 67 Şemsiler, 122 Şemsiyan-ı Hind, 1 1 9 Şemsiyye Hanedanı, 1 17 ; 127; 302 Şeyh Haydar, 157; 286 Şeyh Sanan, 187 Şeyh Şamil, 284 Şir Han, 1 24 Şırınlar, 93 Şirvan, 53; 57; 65; 66; 133 Şor Türkleri, 221 Tabgaçlar, 204; 245 tabık, 252 Taceddin Yıldız, 1 20 tag tayanı, 253 Talas, 39; 44; 129; 266 Talmudist, 335; 337; 342 Tamag lduk, 215 Taman, 93; 281 Tarnar Hatun, 258 Tambov, 91 Tamlag ıduk bB§, 214 tamug, 255 Tangara, 204; 231 Tan-hu, 242 Tanrı, 25; 33; 130; 203; 204; 205; 206; 207; 208; 209; 210; 211; 214; 215; 217; 218; 219; 223; 224; 225; 230; 231; 232; 237; 238; 242; 243; 245; 252; 253; 254; 270; 272; 275; 283; 305; 324; 326; 328; 331; 334; 342; 347; 348; 349 Tapıg, 246 Tarsus, 109; 1 1 0 ta§nine, 1 94; 263 Tatar, 35; 80; 81; 86; 87; 88; 90; 91; 93; 140; 141; 143; 144; 145; 148; 151; 152; 156; 163; 169; 176; 189; 195; 1 96; 216; 227; 244; 275; 276;

277; 278; 281; 282; 284; 287; 289; 291; 292; 295; 296; 297; 314; 318; 319; 339; 340 Tatar Türkleri, 140; 145; 151 Tataristan, 1 40; 142 Tatu§, 45 tayılga, 245 Teba-i al-hayavan, 128 Tebriz, 66; 196 Teki§, 60; 61; 62; 63 Temürkapı, 58 tengere tayıg, 253 Tengeri, 204; 208 Tengri, 204; 205; 208; 2 1 1 ; 326 Terek, 1 1 1 ; 133; 158 Terken Hatun, 62; 63; 121 Terter, 85; 86 Terunakan, 66 Teteny Kurultayı, 77 Thamara, 68; 310 Thamora, 58 Tibet, 32; 203 Tien-§an, 242 Tiflis, 57; 59; 60; 66; 160; 258; 309; . 31 1 ; 330 Timur Devleti, 90 Tingri, 204 Tisa, 77 Tobal, 128; 218; 236; 237; 238 Tobol, 34; 137; 168 Tokomer, 80 Toksaba, 89 Tokta Han, 81 Toktemir Han, 80 Tolun, 76; 98; 99 Tortum, 160; 311 tö z, 231; 232; 233; 241 Trablus, HO; 114 Trabzon, 100; 162; 197; 198 Transilvanya, 45; 74; 78 Troyskiy, 277 Tugor Han, 47; St; 53 Tugorhan, 49 Tugorkan, 47 Tuğluk, 126 Tuğrul Han, 124 Tulça, 292


KıPÇAK TÜRKLERi / 383 Tuluno�ullan, 98 Tuna, 25; 39; 45; 50; 74; 75; 77; 78; 79; 81; 82; 83; 84; 92; 129; 132; 227; 314; 315; 317 Tune Teri, 204 Turak, 83 Turan§llh, ı 03 Tura-Tav, 216 Turgay, 137 Turgi§, 34 Turla, 92 Türgi§ler, 127 Türk Ortadoksları, 26 Türk Tanrısı, 204; 206 Türkistan, 59; 62; 64; 67; 68; 69; 11 7; 1 18; 134; 135; 136; 137; 139; 142; 145; 191; 195; 274; 276; 284; 285; 286; 287; 346; 349 Türkmen-/ler, 30; 57; 58; 59; 64; 67; 101; 102; 136; 137; 139; 150; 158; 160; 165; 166; 167; 220; 286; 288; 289; 293 Türkmenistan, 139 tütsüleme, 225; 227 Ubagan, 137 Uccain, 120 uçuklama, 241 Ufa, 277; 278 Ugan, 204 Ukrayna, 83; 145; 152; 315 Ulah, 50; 130; 315 Ulu Varlık, 206; 207; 208 Ulu� Muhammed Han, 90; 91; 9S Umay, 211; 214; 224; 255 Ural, 34; 35; 39; 42; 128; 131; 135; 137; 139; 140; 141; 142; 145; 216; 234; 249; 273; 274; 315; 346; 349 Uran, 60; 61; 62; 1 42; 302 Urfalı Mateos, 29 Uya, 137 Uygur, 27; 33; 34; 36; 128; 165; 168; 196; 204; 214; 215; 217; 220; 225; 230; 231; 305 Uz-/lar, 30; 34; 41; 44; 45; 47; 48; 65; 74; 1 29; 154; 159; 181; 319 Uzluk, F. Nafiz, 181

Uzak Doğu, 32; 39 Uzur, 76 Uzun, 89 Ürüng Ayı Toyon, 210 Valani, 30 Valvi, 29 Valwen, 29; 30 Vardar, 47 Vaf§Ova, 175; 176; ıso Venedik, 171; 280; 313; 350 Vey-§u, 211 Vindhya, 120 Vladimir Monomadı, 49; 52; 54; 58; 188 Voin, 49; 129 Volga, 16; 28; 39; 43; SO; 87; 90; 91; 96; 131; 172; 197; 199; 267; 270; 273; 295; 315; 330; 349 Volga-Yayık, 39 Vsevolod, 48 Vu-Huanlar, 237 Vyatka, 90 Wilno, 152 Xarteks, 29; 30; 31 Yabgu, 65; 330 Yada TB§ı, 242 yağı§lıg tapıg, 246 Yahudilik, 224; 272; 305; 330; 331; 332; 335; 337 Yakut, 206; 210; 212; 218; 224; 225; 231; 232; 243; 246; 252 Yargüç, 98 YB§Broğlu, 162 Yayık Nehri, 42; 128 Yemen Yahudileri, 336 Yenisey, 246 Yer-Sub, 21 1; 213 Yesevilik, 287 Yesevi, 271; 288 Yimek, 35; 60; 89


3114 / KlPÇAK TÜRKLERI

Yir-Suv, 214 yogçı, 256 yogla, 256 Yugoslavya, 152 Yunanistan, 146; 149; 293; 350 Yuriy, 70; 313

Zengiler, 101 Zerdü§tilik, 303 Zerdü§tlük, 304 Zsolt, 146 Zygmunt Augusı, 151



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.