Atıf Kahraman - Koca Yusuf

Page 1

KÜLTÜR V E T U R İZM BA KAN LIĞ I Y A Y IN LA R I : 828

•îiKa^usuf

A tıf KAHRAMAN

TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ : 56



KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 8 2 8

KOCA YUSUF BÜYÜK TÜRK PEHLİVANI

A tıf KAHRAMAN

TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ ; 56


Kapak Düzeni : Saim ONAN

ISBN 975-17-0095-7 (ğ) Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987

Onay : 6.10.1987 tarih vc 928.14083 sayı Birinci baskı, 1987 Baskı sayısı: 15.000 Sevinç M atbaası — ANKARA


İÇİNDEKİLER Başlangıç .....................................................................................

V

Koca Yusuf Adı ve Doğum Yeri ........................................... Güreşe Başlaması ...................................................................... İlk İdm an .................................................................................... Koca Yusuf Kel İsm ail’in Çırağı ...........................................

1 2 18

T o rlak ’ta Hafız Pehlivan ile Yusuf’un Güreşi ................. Koca Y usuf’un Oluklulu Kel Mehmed ile Güreşi ............ Koca Yusuf K ırkpınar’da ....................................................... Sarayiçi Güreşi ........................................................................... Koca Yusuf Pom ak O sm an’la Beraber ............................... Koca Yusuf Küçük Y usuf’u Çırak Alıyor .......................... Adalı Halil ile İkinci Güreş ................................................... 1885 Yıh Kırkpınar Güreşleri ................................................ Koca Y usuf’un Şum nu’daki Bazı Güreşleri ....................... Koca Yusuf'un Deli İsmail ile Güreşi ..................................... Koca Y usuf’un Kuru Rüstem ile Güreşi ............................. 1886 Yılı Kırkpınar Güreşleri ................................................

25 41 58 86 89 99 116 124 127 128 134 140

5

Yusuf’un Ram i’de M ümin Pehlivan’a Yenilişi ................. 143 Ç ardak Güreşi ........................................................................... 149 Koca Yusuf’un F ransa’ya Gidişi ........................................... 158 Koca Y usuf’un A m erika’ya Gidişi ...................................... 204 Ernest Roeber ile Birinci Güreş ............................................ 206 Yusuf’un Menejeri A. Pierri'den Ayrılışı .............................. Y usuf’un Roeber ile İkinci Güreşi ........................................ Y usuf’un Diğer Güreşleri ....................................................... Yusuf’un A m erika’dan Ayrılışı ve Denizde Boğuluşu ............................................................................. Koca Y usuf’un Çocukları ....................................................... Kaynakça .....................................................................................

207 209 210 214 221 223


BAŞLAN G IÇ “G ökte nasıl ki güneş birtaneyse, yeryüzünde de Y u su f Pehlivan birtanedir” diyerek Avrupah güreşçileri küçük gören Koca Yusuf, gerçekten eşsizdi ve dünya güreş âleminde de hâlâ böyle bilinmektedir. Bu söz, uydurulmuş değildir. Koca Y u su f’un, K araA hm ed’ in, Filiz N urullah’ın, Adalı H alil’in amansız rakibi, birinci Ci­ han Pehlivanlığı’nın şam piyonu Fransız güreşçisi Paul P ons’un yazmış olduğu “Güreş-La L u tte ” isimU kitabından alınmıştır.C^ Paul Pons, Koca Y u su f’un güreşlerini anlatırken onun k i­ şiliğinde Türk güreşinin büyüklüğünü ve Türk pehlivanının ka­ rakter yüceliğini o kadar güzel anlatıyor ki; bir Türk olarak gu­ rurlanmamak m üm kün değildir. Bu sebeple, Koca Y u su f’un ha­ yalını yazarken, Paul P ons’un anlattıklarını aynen alacağız. Koca Y u su f hu sözü şüphesiz ki genelde Avrupulı pehli­ vanları Türk pehlivanı önünde küçük görmenin verdiği bir d u y­ gu ile söylüyordu. Çünkü o, haklı olarak T ürkiye’nin başpehli­ vanıydı. Çünkü o, “Esiregon kafası göl başı d u ra k..” diyen R u­ meli akıncılarının soyundan geliyordu.

( I) P a u l Pona, L u Lu lle . P a ris I 9 I 2 S. 32 8 P a u l P o n s ’un b u kiiabını 196 7y ılın d a M illi K ıU U p h an e M ü d ü r ü Sa yın M ü jga n C u n b u r ’un aracılığı ile F r a n s a ’d a n ge iiru im . M i k r o f il m i M illi K ü tü p h an e luru/ından alındı, h a k : iM . t '. A . \ n . ıH ı ! 9 } ı


KOCA YUSUF ADI VE DOĞUM YERİ Koca Yusuf’a yeni yetiştiği çağlarda ilk önce “ Karaladı Yu­ suf” , daha sonraları “ Şumnulu Yusuf” denilirdi. 1896 yılından itibaren çırağı Eriklili Küçük M ehm ed’e “ Küçük Y usuf” denilmiye başlanınca, ona da “ Büyük Y usuf” denildi. Yusuf Pehlivan’a “ Koca Yusuf” diyen ilk kişi. Şair, filezof, sporcu ve yazar Rıza Tevfik (Bölükbaşı) dır. Rıza Tevfik 1900 yılında yayınlanan “ Güreşte Avrupa Usulü İle Türk Usulü A rasındaki Fark ve M üşahebet” başlıklı yazı­ sında bu ismi şu cümle içinde kullanmış : “ Birçok denemelerime dayanarak söylüyorum ki, KOCA YUSUF, Aliço gibi olağanüstü pehlivanlardan tutunuz da yeni taslak delikanlılara varıncaya kadar muayene ediniz adaleli ve büyük pazulu kol görem ezsiniz...” (*) Koca Yusuf, 1878 yılma kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı olan Bulgaristan’ın Şumnu kasabasının Karalar (Kara-Alicr) köyün­ de 1858 yılında doğdu. Babasının adı İsnıail'dir. Şumnu Deliorman’ın (Ağaç Denizi) merkezi yerinde önemli bir şehirdir. Deliorman bölgesindeki Türkler, Bulgarlardan ön­ ce bu bölgeye gelip yerleşmiş olan Peçenek Türkleri’dir. Selçuk­ lular zam anında Türkm enler ve daha sonraları O sm anhlar Ru­ meli’ye geçince de yine göçebe Türkmen aşiretleri (Yörükler) bu­ ralara yerleştirildi. (-) (1) Nevsal-ı afiy et, 1316 (1900) S. 471-489 (2) D elio rm an köylüleri yarış a lın a “ Y ü rü k ” derler. Ş üphesiz ki bu söz­ cü k , A n a d o lu 'd a n b u ray a getirilen y ürüklerden kalm adır. Evliya Ç etebi’nin bil­ di rdiuı ne gorc. K ıınıcli'dckı (^i) \ uı uklic> r ın ıı hu k ) 't a n h o lu 'd a o n u lu sciVug id erk en (535) Y ürük genci götürürm üş.. (S cv ah ain âm c. İstan b u l 1314 C' 3 s (394),


Koca Yusuf, beş altı yaşlarındayken Bulgarlar’da yeni yeni millivetçilik hareketleri başlam ıştı. Bu hareketlerin öncülüğünü de Rakovski, Hacı Dim itar ve Hacı Stavri ve Hacı Karaca yapı­ yordu. Hacı Stavri 1862 yıhnda hazırladığı çetelerle Bulgaristan’a gelerek yerli Bulgarlardan da çeteler oluşturup Türk köylerini basmıya, Türkleri öldürmiye başladı. Türkler de kendilerini koruyabilm ek için, çeteler oluştur­ dular. B unların başlıcası H aşan ve Aliş pehlivanların çeteleriydi. (2) GÜREŞE BAŞLAMASI Koca Yusuf’un çocukluğu işte böyle bir ortam içinde geçi­ yordu. Her Türk çocuğu gibi o da önceleri dedesiyle boğuşma­ ya, beş altı yaşma gelince de, akranlarıyla güreşmeye başladı. Yusuf’un dedesi de babası da pehlivandı. Zaten Deliorman köylerinde .sağlıkh olup da güreş tutm am ış erkek yok gibidir. Buğday unu nasıl ki ekmeğin ham urunu oluşturursa, güreş de yi­ ğidin ham urudur. Yeter ki o ham uru iyi yoğuracak ve iyi pişire­ cek usta olsun. Dedesi ve babası ise Y usuf’un gönlündeki ha­ m ura pehlivanlık mayasını atıp onu yoğuran ilk usta oldular. İşte bu şekilde güreşe başhyan Y usuf’un, yedi sekiz yaşma gelince pehlivan olacağı anlaşılmıştı. Yapısı uzun ve geniş, bil­ hassa kolları, parm akları kahn ve uzundu. En önemlisi de güre­ şe karşı duyduğu aşk derecesine varan sevgisiydi. Zaten bu sevgi A yrıca b ak : A kdes N im et K u ra t. "P e ç e n e k T a r ih i" Istan b u l l'^37’de Bi­ zans prensesi A nna K om nena’nın “ De A dm inistarando İm perio” isimli tarihinden P eçen ek lerin R u m eli'd ek i y aşan tıla rı k o n u su n d a ilgini; bilgiler v erm ektedir. (1) Bilâl N ,Ş im şir, R um eli’den T ü rk G öçleri, A n k a ra , 1970 s. LX11I ( 2 ) B i l a l !şi ın>i r. a . i : . y .

1. X I V

v.e { . ' \ X X V I


olmadan güreşin zorluklarına katlanmak m üm kün değildir. Çün­ kü, güreş bütün sporlardan daha çok yorucu, yıpratıcı ve sakatlayıcıdır. Ayak parmağının ucundan kafaya kadar bütün organ­ ların kuvvetli ve idmanlı olması gerekir. H alta güreşte bu da ye­ terli değildir. Zeki ve kurnaz olmak da başarının birinci şartı­ dır. A tletde, yüzücüde, binicide, haltercide hatta boksörde bile böyle değildir. Atalarımız “ Aşk olmazsa meşk olm az” demişler. Çok doğ­ rudur. Güreşçi olacak bir kişinin evvelâ güreşi sevmesi gerekir. Ondan sonra yürekli olması, yani hasmmdan korkmaması, hırsh olması gelir. Güreşe çıkınca yenileceğini düşünen, hasmım ken­ disinden üstün gören daha güreşin başında insiyatifi hasmma ver­ miş sayılır. Bu da güreşi yarı yarıya kaybetmesi demektir. Yusuf, on beş yaşma gelince artık güreşten başka birşey dü­ şünmez olmuştu. İkide bir babasına, “ Baba bana bir kisbet al!” deyip duruyordu. Babası İsmail ağa da güreş yapmış olduğu için, Y usuf’taki bu gelişme ve güreş sevgisiyle yakından ilgileniyor­ du. H atta köylerinin baş pehlivanı olup birkaç sene önce yaşlı­ lığı nedeniyle güreşi bırakm ış olan Dursun Pehlivan’a, Y usuf’u yetiştirmesi için ricada bulunm uş, o da : “ Kabul ederim am a benim de senden istediklerim var. Onları yapmıya söz verir­ se n ...” demişti. İsmail Ağa hiç tereddüt etmeden; “ Olur pehlivan ağa ne istiyorsan söyle yerine getireceğime söz veriyorum ..” deyince : “ Bak İsmail ağa, sen de pehhvansın iyi bilirsin pehlivanlık yalnız vücud iriliğiyle, güreşi sevmekle ve ustayla da olmaz. Ben Y usuf’un güreşlerini birkaç kere seyrettim. Bu çocuk hakikaten başpehlivan olacak yaradılışta a m a ...” “ Aması da ne usta? İşte sana çırak. İstediğin gibi çalıştır, başpehlivan yap. Ben Y usuf’dan iş güç istemiyorum. Bundan sonra o benim oğlum değil senin oğlun.”


Dursun Pehlivan : “ Bu kadarı yetişmez İsmail Ağa. Ben emeğimin boşa git­ mesini istemem. Y usuf’u Şum nu’nun başpehlivanı görmek iste­ rim . Onun için de yalnız benim çahştırm am yetmez. Senin de onun boğazına bakm an lâzım. Ben onu öyle idm an ettireceğim ki eve geldiği zam an danalar gibi yiyecek. Niye demişler sam an­ lığı tüketen danadır diye. D ana yer boğa olur, kızan yer pehli­ van olur. Yemezse ileri gideceğine hepten geri gider ve yazık olur kızancağıza be ağa ” dedi. Bu söz üzerine Y usuf’un babası ayıkmıştı. Dursun Pehli­ van doğru söylüyordu. Hemen sordu : “ Ne yapalım abe pehlivan ağa?” “ Yapacağın şu. Yusuf tam büyüm e çağında. Üstelik ağır idm anlara da başladı mı çok kuvvetli gıda alması gerekir. Kuv­ vetli gıda deyince aklına yalnız et, m akarna, pilâv gelmesin. Bilhassa bol peynir, süt, yoğurt, sebze, çeşitli meyva, ceviz, bal ve pekmez yemesi şart. Bunları temin edeceğine ve yedireceği­ ne söz verirsen ben de yarından tezi yok oğlunu çalıştırmaya baş­ larım ...” İsmail Ağa sevinçle : ” Kabul. Zaten bu dediklerinin çoğu bizde var. Olmıyanları da gider Şum nu’dan alırım. H aftada bir de kuzu keserim .” Deyince D ursun Pehlivan ekledi : “ D ur hele İsmail Ağa. İki şey daha unuttuk. Pehlivan kisbetsiz olur mu hiç. Bir de kisbet lâzım. Şimdilik senin kisbetini giyinsin, onunla idm anlara başlıyahm . İkincisi de yarın Şumn u ’ya inince, bir teneke zeytin yağı da almayı unutm a. En iyi­ sinden olsun. Yağlı güreş oyunlarının inceliği kuru öğretilmez. M utlaka yağlanmak gerekir. Hele birkaç h afta böyle çahşalım, o zam an ben ehmle Y usuf’u Şum nu’ya götürür kisbetini dikti­


ririm . Sen şimdi git Y usuf’a m üjdeyi ver. Y ann hayırlı gün cu­ m adır. Sabahleyin yalnız tarhana çorbası içirip bizim harm an yerine getir.” (i)

il k id m a n

1874 yıh nisan ayının bir cuma günüydü. Yusuf babasının kisbetini giyinmiş, eline de bir şişe zeytinyağı almış olduğu hal­ de babasıyla D ursun Pehhvan’ın harm an yerine geldiklerinde, Dursun Pehlivan’ı kisbetini giyinmiş bekler buldular. Babası, Y usuf’un elinden tutarak Dursun Pehlivan’a: “ İşte Y usuf’u getirdim. Bu günden sonra benim oğlum de­ ğil senin oğlun. Sözünü tutm az, bir terbiyesizlik yaparsa evlâ­ dın gibi dövebilirsin..” dedikten sonra Y usuf’a : “ Oğlum bu günden sonra baban da anan da ustan Dursun pehlivandır. Pehlivan olacağım deyip dururdun. Pehlivanlık ken­ di kendine öğrenilmez. M utlaka bir ustaya ihtiyaç vardır. D ur­ sun Pehlivan’m ustahğı ise herkesçe bilinir. Gerçekten iyi bir peh­ livan olm ak istiyorsan, onun sözünden çıkmıyacak, her dediği­ ni m utlaka yapacaksın. Şimdi öp ustanın elini.” Yusuf iki eliyle D ursun Pehlivan’m elini tutup öptü ve b a­ şına götürdü. Dursun Pehlivan içi su dolu büyücek bir tencere hazırlamış­ tı. Y usuf’un getirdiği zeytin yağını bu suyun içine boşalttılar, ve usta çırak karşı karşıya geçip yağlanmaya başladılar. Nasıl yağlanılacağım, ilk önce nereden başlanacağını Dursun Pehli­ van söylüyor, önce kendisi yapıyor sonra da Y usuf’a yaptınyor(1) Y ağlı g ü reş yalnız zeytinyağı ile yağ lan ılarak y apılır. B a şk a yağ h a tta asid i y ü k se k zeytin yağı bile ku llan ılm az. Ç ü n k ü asit g özleri y a k a r. E n ço k (1.5) asit o lm alıd ır.


du. Yağlanma bittikden sonra, D ursun Pehlivan Y usuf’un ba­ basına : “ İsmail Ağa, gel bızı salâvatla” deyip Y usuf’un elinden tu ­ tarak kıbleye doğru yöneldi, sanki ciddi güreş yapacaklarmış gibi hafifçe öne eğilip durdular. Gerçekte idm an güreş yapıhrken böyle dua okunm az. Deliorm an’da yapılan güreşlerde bile yalnız başpehlivanlar için dua okunur. A m a ustası Y usuf’a idm anın da ciddi olması ge­ rektiğini anlatm ak ve nasıl güreşe başlanılacağını göstermek için böyle istemişti. Babası, arkalarına geçip, bir elini D ursun Pehlivan’m , bir elini de Y usuf’un sırtına koyarak şu duayı okum ıya başladı : Besmele ile çiKin meydana Uymayın bir vakit kör şeytana Bu au n y a K aım am ı^ır n a z re i-ı S üleym an’a. Sizlere de kalm az, bizlere de pehlivanlarım. H ani AH hani Veli... D ua bitince ikisini de ileri doğru itip m eydana saldı. Yusuf, bu güreşin idm an ve karşısındakinin de kendisinden kat kat üstün bir pehlivan olduğunu biliyordu. A m a yine de heyecanhydı. Peşreve başladılar. Ustası yan gözle onun nasıl peş­ rev yaptığını izliyordu. Beş on adım gitdikten sonra, diz çöküp yerden tem enna ettiler ve kalkıp dolaşm aya başladılar. Kısa bir süre sonra, ustası elini dizine vurup, Yusuf’a doğru yürümeye başladı. Yusuf da döndü ona doğru yaklaştı. Ustası tokalaşm ak için elini uzattığında, yine iki eUyle sarıhp öptü b a­ şına götürdü. Dursun Pehlivan Yusuf’un terbiyesinden memnun olm uştu. O da çırağının alnından öptü. İkinci ve üçüncü elden sonra Dursun Pehlivan’m :


“ Haydi be kızan” diyerek el çırpmasıyla güreşe girdiler. Yusuf, ilk elde yenilip m ahcub olm am ak için, çok dikkatli ve biraz eğik vaziyette ustasına yaklaştı. Ense bağladılar. Fakat ne olduysa işte o anda oldu ve Y usuf bir elenseyle kendisini yü­ zü koyun yerde buldu. Toparlanıp daha dizleri üstüne gelme­ den ustası arkasına geçip beline sarılmıştı bile... Yusuf, gençliğin verdiği çeviklik ile hemen ayaklanıp kalk­ maya çalıştı. A m a farkında değildi. Onun kalkm asına ustası da yardımcı oluyor, bastırm ak için kuvvet sarfetm iyor ve ağırhğını sırtına vermiyordu. Y usuf, henüz toy olduğu için bunun farkında değildi. Tam doğrulm uştu ki ustası Y usuf’un belinden sıkıca kavrayıp kuca­ ğına alarak bir bohça taşır gibi ayaklarını yerden kesti ve güreşi seyretmekte olan babasının yanm a kadar götürüp orada yere bıraktı. Yusuf daha ilk elde yenilmiş, ağlam akh olm uştu. Bu halini gören ustası onu teselh etti : ’ “ Sakın üzülme ve m aneviyatın kırılmasın. Ben sende kabi­ liyet görmesem hiç çırak alır mıydım. Benim sana vereceğim ilk ders b u ... Belki sen kendini pehlivan sanıyordun am a, görüyor­ sun ki hiç birşey bilmiyorsun. Eğer pehlivan olm ak istiyorsan şu andan itibaren hiç birşey bilmediğini bilecek ona göre gözü­ nü dört açıp, benim göstereceklerimi, benim bütün hareketleri­ mi dikkatle izliyecek ve ona göre güreşeceksin. Şimdi sana niçin hafif bir elense ile yere kapaklandığını göstereceğim.” Güreş ye­ rinin ortasına gidip Y usuf’u karşısına aldı ve : “ Elense deyip geçme. Elense güreşin besmelesidir. Nasıl ki besmele çekilmeden hiç birşey yapılmazsa, elense bilmeden de pehlivan olunm az. Çoğu pehlivan elenseyi güreşi bağlam ak, sa­ vunm ak için yapar. H albuki elense en yenici oyundur. Yeter ki


ne zam an, nasıl çekileceğini bil. Şimdi sana nasıl elense bağla­ nır, nasıl çekilir, onu göstereceğim ” diyerek Y usuf’un ensesi­ ne yapıştı. Yusuf da ustasının ensesinden tuttu. Ustası : “ Şimdi ayaklarım a bak. Nasıl birini ileride öbürünü geri­ de ve birbirinden açık tutuyorum . Sen de öyle yap. Sakın ayak­ ların birbirine yakın gelmesin ve sakın ileri geri giderken iki to ­ puğun bir hizada bulunm asın” deyip dengeli durm ayı göster­ dikten sonra devam etti : “ Şimdi dikkat et. Ensenden çekip seni ileriye doğru adım attırm ak isteyeceğim. Bu vaziyette sen, ya gerideki ayağını öne atacaksın veya geri gitmek için öndeki ayağını geriye çekecek­ sin. Hangisi olursa olsun bir an tek ayak üzerinde kalacaksın. Bu an belki de bir saniyenin yarısı kadar bir süredir. İşte tam hasmm bir ayak üzerinde kaldığı o an, ensedeki elinle boş tarafına doğru çekeceksin. Hasm ın yere düşerken hiç vakit kaybetme­ den arkasına geçip sarmayı vuracaksın.” *'* Diyerek hafifçe bir elense çekti. Y usuf sendeleyip ileri doğ­ ru adımını atarken ikaz etti : “ Bak sağ ayağını ileri atıyorsun. İşte şimdi bir an sol ayak üzerinde kaldın” dedi ve ikinci am a kuvvetli elenseyi bu sefer Yusuf’un geride kalan sağ ayağı önüne doğru çekerek onu tek­ rar yüzü koyun yere düşürdü. L a h a sonra bu oyunu Y usuf’un yapmasını istiyerek, defalarca tekrarlattı. O gün hep ayakta elense bağlamanın ve elense çekmenin in­ celikleri üzerinde durulup öğle edildi. (1) K oca Y u su f A v ru p a ’ya gidince hiç bilm ediği g rek o ro m en güreşinde en çok b u o y u n u y a p a ra k hiç tehlikeye düşm eden hasım larm ı kolayca a lta alm ıştır. B u k o n u d a yağlı güreşin en teknik güreşçilerinden o iu p “ T ü rk G ü reşi” isimli eserin y a z a n m erh u m İrfa n D ergin de geniş bilgi v erm iştir. (T ü rk G üreşi, İsta n ­ b u l, 1950, s. 15) A y rıca b ak : İsm ail H a b ib S evük, “ T ü rk G ü reşi” , İstan b u l, 1948, s. 48.

8


Dursun Pehlivan Yusuf ile bir gün oyun uygulayıp idman yapıyor, ertesi gün yalnız başına koşturuyordu. Bu koşu çalışinası şöyle oluyordu : Köy yakınındaki yamaçları dik bir derenin bir yamacından, derenin içine doğru yavaş yavaş koşarak iniyor, öbür yam acın­ dan yine koşarak çıkıyordu. Bu iniş ve çıkış, her gün bir sayı artırılıyordu. Koşu bittikten sonra biraz dinlenip yaş ağaçlara elense çekmeye ve birkaç adım geriden hız alıp sağ ve sol omuz­ la yüklenme idm anları başlıyordu. On, on beş santim kalmhğmdaki gövdesi budaksız ağaca bir kere sağ, bir kere sol om uz­ la yüklenerek eğmiye çalışmak da her gün biraz daha artınhyordu. îdm an bunlarla da bitmiyordu. Keçi kılından dokunm uş ve içi toprak doldurulmuş bir çuvalı kucaklayıp harm an yerinde do­ laştırıyordu. Bu dolaşm a da haftada bir sayı artırılıyordu. En sonra da, önceden hazırlanmış balçık çam uru ham ur yuğrulur gibi parm aklar ile mıncıklanıyordu. Bu çam ur idm anı hem p ar­ makları irileştiriyor, hem de derisini sertleştiriyordu. Ç ünkü cı­ lız, kuvvetsiz parm aklarla kisbetin paçasına girmek, girilse de silkmelerde zabt edebilmek m üm kün değildir. Koca Yusuf, bu idm an sayesinde daha sonraları çok kisbeti yırtmıstır. Günlük idm anlar bu şekilde öğleye kadar sürüyor, sonra da eve giderek anasının hazırladığı bir çamaşır kazanı sıcak su ile güzelce ovuna ovuna yıkanıyordu. Sonra da öğle yemeğini yeyip m utlaka uyuyordu. Uykudan kalkınca evin görülecek ne işi varsa onu yapıyordu. Koca Yusuf’un köyü K aralar’a 15 kilometre uzaklıkta bu­ lunan Kalaycık köyünde 1912 yılında doğup, K ahire’d e C a m i’ül Ezher’de okuduktan sonra Bulgaristan’a dönüp Şum nu’da Nüvvâb okulunun m üdürlüğünü ve hocahğmı yapmış olan Ahmed Davudoglu, Karalarh ihtiyarlardan dinlediği Yusuf ile il­ gili şu olayı yazıyor :


‘ ‘Koca Yusuf m erhum a bizim taraflarda sadece Yusuf Peh­ livan derler... K aralarhlarm rivayetine göre, küçüklüğünde de­ desinin eşeğini kucağma alır, çeşmeye sulamıya götürürmüş. De­ desi görürse: Sen hayvana eziyet ediyorsun diye kamçı ile ken­ disini koğalarm ış.” Ç ok değil, bir ay geçmeden Y usuf bam başka bir hale gel­ di. Ciğerleri açılmış, vücudu ayaklarınm üzerinde sanki hafifle­ miş gibiydi. Uçm ak, m andalara, boğalara saldırmak istiyordu. C iddi bir güreş tutm aya can atıyordu am a, ustası bu gelişmeyi çok az buluyordu. Beş ay hiç ara vermeden ve hiç ciddi güreş yapm adan böylece idm an yaptılar. Eylül ayı gelince Yusuf, ustasıyla ciddi cid­ di güreşe başladı. Bu arada Şum nu’ya d a gidip (Kılâk) çarşısın­ daki saraç Nuri Pehlivan’a güzel bir kisbet ısm arladılar. A rtık ustasına kolay kolay yenihniyordu. Tek kusuru vardı, o da oyun­ ları biribiri peşine, ara vermeden uygulayam ıyordu. U stası b u ­ nu da altı aydır beraber çalışm anın neticesi olarak görüyor, ya­ bancı ile güreştiğinde şimşek gibi göz açtırm adan oyun uygula­ yabileceğini ümid ediyordu. O yıhn (1874) harm anları kalkm ış, düğünler başlamıştı. Ö dülü bol ilk güreşli düğün de Oluklu köyünde yapıldı. Oluklu köylüleri yeni yetişen pehlivanları Kel Mehmed ile övünüp onun ileride D ehorm an’ın başpehlivanı olacağım ümid ediyorlardı. Ustası ve babası, Yusuf’u bu Oluklu güreşinde denemek is­ tiyorlardı. Bu amaçla güreşin yapılacağı günün sabahı erkenden onbeş yirmi ath Yusuf ile beraber yola çıkıp Oluklu’ya gittiler. Oluklu, civar köylerden hatta Şum nu’dan gelen satıcı ve se­ yircilerle âdeta bayram yerine dönm üştü. Bir eve konuk edildi-

(1) A h m ed D av u d o ğ lu , Ö lü m D a h a G ü zeld i, İsta n b u l, 1979, S. 20

10


1er. Öğleden sonra d a ağaçlık ve çimenlik bir yerde davul zurna eşliğinde güreşler başladı. Yusuf, heyecandan tir tir titriyordu. Ustam acaba hangi bo­ ya çıkaracak diye düşünüyor, herhalde ortaya çıkarım diye ha­ yaller kuruyordu. Seyirciler güreş yerini çepeçevre doldurunca, düğün sahi­ bi, yanında güveyi, yaşlı pehlivanlar ve ağalar ile gelip kilimler üzerine serilmiş döşeklere oturdular. Alh, m orlu, sarılı, renk renk, beşer arşın uzunluğundaki donluklar, ağaçtan ağaca bağ­ lanmış iplere asılmış, altına da bir keçi, bir koç ve alacalı Dır to ­ sun bağlanm ıştı. Yusuf, bu ödülleri görünce daha da heyecanlandı. Acaba hangisi kendisine kısmet olacaktı? Biraz sonra ihtiyar bir cazgır ortaya çıkıp : “ Güreş başlıyor, önayak’a çıkacaklar soyunsun” deyince her taraftan kimi pırpıtlı, kimi donunun paçasını bağlamış, en büyüğü 12-13 yaşında küçük çocuklar meydanı aolduruverdiler. (2)

(1) A ta la rım ız g ü reşd ek i “ B oy” u insan v ü c u d u n a b enzeterek d ö rt b ö lü ­ m e ay ırm ışlar ve in sa n d a o ld u ğ u gibi a şa ğ ıd a n y u k a rıy a d o ğ ru “ ö n a y a k ” , “ A y a k ” , “ O r ta ” ve “ B aş” ad ın ı verm işler. E sa sın d a b u d ö rt b o y O ğ u zların 24 b o y u ile ilgilidir. O ğ u z H a n ’ın h e n o ğ lu n a 4 boy verm esinin süregelen so n u c u d u r. (2) Pırpıt, eski giysi dem ektir. G üreşte kullanılan pırpıt keçi kılından veya sağ lam b ezd en y ap ılır. Keçi kılı eğ rild ik ten so n ra kızlar ta r a fın d a n el ile ö rü le ­ re k p ırp ıt y ap ılır. B a c a k la ra gelen kısım b o y u n a , bele gelen kısım (k a sn a k ) en i­ n e ö rü lü r. B a cak k ısım ları tek k a t, k a sn a k kısm ı d a çift k a t ip lik tir. B azılarının a r k a k ısm ın a m avi n a z a r b o n cu ğ u d a tak ılır. B ezden y ap ılan p ırp ıtın k asn ak ve p a ç a k ısım ların a d eri dikilir. D a h a sağ­ lam ve sert o lu r, k o lay tu tu lm a z .

11


Cazgır bu küçük pehlivanları sıraya dizip boylarına, vücud yapılarına bakarak eşlendirdi ve hepsine birden şöyle bir dua okuyup m eydana saldı. Allah Allah illallah. M uham m eden resulullah. Yirmi yiğit çıktı m eydana, Biri birinden m erdane. A nalar çeker zahmeti, Babalar bilmez kıymeti. Boğa olur danadan. Yiğit olur anadan. Küçük görmeyin bu kızanları, O nlar yarının başpehlivanları. Pirimiz Burya-yi Veli aşkına M aşallah diyelim bu küçük pehlivanlara. Hasmını yenip birkaç kuruş alabilm ek için birbirlerine yıl­ dırım gibi saldıran, yenildiği halde yenilmedim diyen veya bir daha güreşmek için ağlıyan bu küçük pehlivanların güreşleri ger­ çekten görülecek güzellikteydi. Yenen çalım sata sata düğün sa­ hibinin Önüne gehyor pat çakıp bahşişini alıyor, tekrar m eyda­ na gelerek ilk galip gelecek ile güreşmek için bekliyordu. Kıran kırana şeklinde yarım saat kadar devam eden önayak güreşlerinde birinciliği alanın boynuna bir donluk sarıldı. Al­ kışlar, aferinler arasında babasının yanm a gitti. Önayak güreşleri devam ederken, Yusuf’un ustası güreşe ge­ len pehlivanları sorup soruşturunca, daha büyük ve tecrübeli peh­ livanlar geldiği için, Kel M ehm ed’in yine o rta boya çıkacağım öğrenmişti. Bu durum da Y usuf’u daha ilk güreşinde üç dört se12


nedir ortayı alan ve Y usuf’tan 4-5 yaş büyük Kel Mehmed ile güreştirmesi doğru olmazdı. Ç ünkü Kei M ehmed gerçekten çok iyi bir güreşçiydi. Yusuf’un bu ilk güreşinde yenilerek köye dön­ mesi maneviyatını kırar, güreşten soğutabilirdi. Onun için bu düğünde “ Deste” ye güreştirmeye karar verdi. Cazgır : “ Deste pehlivanları ortaya çıksın” diye bağırınca zaten kisbetini giyinip gömleği sırtında hazır bekliyen Y usuf’a ; “ Haydi Yusuf, gömleğini soyun. Bismillah deyip çık ortay a” dedi. Yusuf, sevinçle gömleğini çıkardı. Ustası kendi eliyle paça­ larını sıkıca bağladı ve tem bih etti : “ Allah yüzünü kara çıkarm az inşallah. H asm m dan kork­ m a, am a öğrettiğim gibi ilk hamleyi bırak hasm ın yapsın. İkin­ ciyi sen yap ve oyunları peş peşe uygulıyarak sonuca git” Yusuf, ayak parm aklan ucunda keklik gibi seke seke mey­ danın ortasına yürüdü. Kendisinden başka yedi pehlivan daha çıktı. Cazgır Y usuf’u, kısa boylu, tıknaz bir çocukla eşlendirdi. D uadan sonra davul zurnanın çaldığı güreş havasıyla m eydana yürüdüler, (i) (1) Y u rd u m u z d a çeşitli güreş h a v a la n çalın ır. Bu h a v a la r genellikle N ikriz, Z av il, U şşak , K arcig ar, H üseyni ve G ü lizar m ak am ların ın çeşnileri içinde gezi­ nir. U su lü y o k tu r. Rum eli güreş havası dediğim iz ezgiler, T ra k y a , Rum eli B atı A n ad o lu ve K ırkp ın a r ’d a çalın ır. E stre g o n ’u d u r a k yeri y ap an akm cı serd en g eçtilerin içli d u y ­ g u ların ı y an sıtır. A n a d o lu havası dediğim iz h a v a la r d a , o r ta , d o ğ u , kuzey, güney ve g ü n ey ­ doğu A n a d o lu ’d a çalınan K öroğlu v aryantları ile Sepetçioğlu varyantlarıdır. R u­ m eli v a ry a n tla rın a o ra n la d a h a h a re k e tli, d a h a g ü rü ltü lü ve co ştu ru cu bir ritm ile çalın ır. K astam o n u yörelerin d e çalm an güreş h a v aların ın m ak am ı genellikle U şşa k ’tır. Bu y ö ren in güreşçileri R um eli h avası ve K ö ro ğ lu h avası ile g ü reş y a ­ p a m a z la r. K astam o n u yöresinin güreş havasm ı en güzel H a şa n Ö z tü rk çalard ı. Ü n lü T aty o s E fe n d i’n in U şşak p eşrevinin, b u y ö ren in güreş h a v a sın d a n esinle­ nerek bestelendiği söylenir. T aty o s E fe n d i’n in K a sta m o n u lu olm ası ve peşrevin h a k ik a te n g ü reş h a v a sm a ço k benzem esi b u tezi d o ğ ru la r.

13


Elleşmeler biter bitmez güreşe girdiler. Hasmı, Yusuf’un bo­ yunun uzun olmasmı fırsat bilip hemen tekten kapm ak istedi. F akat Yusuf, hasmmm ne yapm ak istediğini daha önceden se­ zinlediği için, o ileri eğilince ustasm m öğrettiği gibi bir elense çekip yüzü koyun yere düşürdü ve şak kündesiyle hemen aşırıp yeniverdi. Yenilen çocuk da nasıl yenildiğini anlıyam amıştı. Çünkü herşey bir an içinde olup bitmişti. Yusuf hemen galibiyet temennasm ı çaktı. Zavallı hasmı hâlâ yerde alık alık gerçekten yenil­ dim mi diye bakınıp duruyordu. Cazgır d a böyle bir galibiyet olabileceğini aklının ucundan bile geçirmediği için, Yusuf’un na­ sıl yendiğini görememişti. Am a seyircilerden görenler : “ Aferin sarı oğlana. Maşallah yıldırım gibi, ne güzel de oyun yaptı. Güreş dediğin işte böyle o lm ah ...” “ Allah nazardan esirgesin, ne güzel de bembeyaz vücudu v a r...” gibi sözlerle takdirlerini belirttiler. Yusuf, hâlâ şaşkın şaşkın yerde oturan hasm m m ehndentutarak kaldırdı ve hakem heyetinin önüne giderek bahşişini aüp babası ile ustasının yanm a geldi. Ustası : “ Aferin Yusuf, tam istediğim gibi güreştin. A m a ikinci gü­ reşinde daha dikkatli oî ve yine hasmını yere düşürür düşürmez kündeye geç. Aşıramazsan bir daha dene. Yine olmazsa hemen sarm aya geç beklemeden çevir. Eğer hasm m m aklı başına gelir ne yapacağını anlarsa işin zorlaşır...” dedi. Yusuf, o gün bütün basım larını böylece kolay kolay yenip desteyi kurtardı ve üç doniukla ödül olan keçiyi aldı. Hiç yorul­ mamıştı. Ustası m üsaade etse orta boya bile çıkabilirdi. Güreşlerin orta boyunu yine Oluklulu Kel Mehmed, başı da Bıyıklı köyünden bir pehlivan aldı.

14


Güreş biter bitmez, atlara binip köye dönm ek üzere yola çıktılar. Y usuf un kazandığı donluklar aüm n başına bağlanmıştı. M übarek at d a sanki binicisinin sevincine katılırm ışçasına ke­ yifli keyifli başını sallayarak gidiyordu. Bir delikanlının atlılardan ayrılıp, kese yoldan köye gittiği­ ni kimse fark etmemişti. Bu giden köye varıp Y usuf’un anasına müjdeyi vererek bahşişini alınca, bütün köy, haberi duydu. Kara la r’daki davulcular da davullarını boyunlarına asıp zurnacı­ larla birlikte atlıları beklemeye koyuldular. Yarım saat sonra Yusuf ile birlikte gelen athlar uzaktan gö­ ründü. Yüksekçe bir yere çıkmış olan davulcular ve köy halkı serhad havaları çalarak gelenleri karşıladılar. A rtık kendi köy­ lerinin de övünebilecekleri ve geleceği parlak bir pehlivanları ol­ duğu için sevinç içindeydiler. Yusuf, kış gelinceye kadar yakın köylerde yapUan bütün gü­ reşlere ustası ve babasıyla gidip katıldı. Kiminde ortaya kimin­ de yine desteye güreşti ve hiç yenilmedi. Güreşe gitmediği gün­ ler yine eskisi gibi idm anlara arahksız devam etti. O kışı bazan içeride bazan dışarıda idm an yaparak geçirdi­ ler. B aharla beraber tekrar sıkı idm ana başladılar. A m a artık Yusuf bam başka bir Yusuf olm uştu. Boyu uzamış, kasları ge­ lişmiş, erkek güzeli, kızların gönlüne girecek tam bir delikanlı ol­ m uştu. A m a onun gönlünde tek bir sevgi vardı o da güreşmek ve Deliorm an’ın başpehlivanı olm ak. Bundan başka henüz baş­ ka bir şey düşünem iyordu. 1875 yıhnın yaz mevsimi gelip de düğün güreşleri başlayın­ ca, bu sefer ortaya soyunuyor ve kolayca ortayı kurtarıyordu. Kel M ehmed ise, o d a başpehlivanlar arasına katılmıştı. İşte o yıhn temmuz ayında, Şumnu kaymakamı Daniş Efen­ di, belediye başkanı A hm et Razi Efendi m aarif m enfeatine b ü ­ 15


yük bir at yarışı ve güreş düzenlediler. K azananlara ödül olarak para verileceği ilân edildi. Civar kasaba ve köylere de duyuruldu. Güreş haberini işiten birçok pehlivan, yarışm a gününden önce Şum nu’ya gelip hanlara yerleştiler. Y usuf’un köyü Şumn u ’ya 20 kilometre uzaklıkta olduğu için, yine ustası ve baba­ sıyla bir gün önceden gelip bir tanıdığa m isafir oldular. Güreşler m aarif yararına olduğu için seyircilerden giriş üc­ reti alınacaktı. Bunun için de büyük askerî kışlanın orta bahçe­ si uygun görülm üştü. Seyircilerin rahatça izliyebilmelerini sağ­ lam ak amacıyla askeriyenin çadırlarından yararlanılm ıştı. Çok pehlivan geleceği düşünülerek, boylar çoğaltılmış, bü­ yük ortaya ve baş altına da ödül konulm uştu. Kel M ehmed baş altına çıkacaktı. Y usuf’u da ustası ilk defa burada Büyükortaya çıkardı. Büyükortaya Yusufla beraber beş pehUvan daha soyundu, bu pehlivanlar içinde en genci Y usuf’tu. Hiç kimse diğer tecrü­ beli pehlivanlar arasından bu çocuğun sıyrılabileceğini tahm in etm iyordu. H atta yazık olacak bu gence, daha.henüz çocuk sa­ yılır, bunun babası da, ustası d a mı y o k ...” diyorlardı. A m a ustası çırağını iyi bildiği için yine yüzünü güldürece­ ğinden emindi. Soyunup ortaya çıkarken: “ Oğlum Yusuf, bu pehlivanların senden yaşça büyük ve tec­ rübeli oldukları m uhakkak. A m a pehlivanhk yaşla, başla olmaz. O Allah vergisidir. Hiç korkm a senin pehhvanlığın da kuvvetin de onlardan hiç de aşağı değil. Üstelik sana öğrettiğim güreş tarzı göreceksin bunların hiç birinde yoktur. Bu pehhvanlar hep ya­ vaş yavaş güreşmeye ahşıktırlar. Senin hızlı güreşine ayak uy­ duram azlar. Yeter ki benim sana öğrettiğim gibi gü reş...” diye nasihatta bulunup cesaretini, inancını artırdı.

16


Yusuf yine hasımlarmı çabuk çabuk yenip büyük ortayı kur­ tardı ve sanki hiç yorulm am ış gibi giyinip babasının ve ustasınm yanm da diğer güreşleri seyretmeye başladı. îşte bu sırada yanlarına başpehlivanlardan Nasuhçulu (Nasıfçılı) köylü İsmail pehlivanın geldiğini görüp yer gösterip bu­ yur ettiler. İsmail Pehlivan Şum nu’nun başpehlivanları arasında özel­ likle oyunbazlığı, ellekliği ile ün yapmış bir pehlivandı. N asuh­ çulu köyü K aralar’ın 30 kilometre kadar tam kuzeyine düşerdi. Şum nu Silistire şosesi de her iki köy arazisinin yakınından geçi­ yordu. Bu yüzden İsmail Pehlivan’ı tanıyorlardı. İsmail Pehli­ van hemen söze başladı : “ Kim bu kızanın babası ve ustası?” Babası : “ Ben babasıyım, ustası d a bu D ursun Pehlivan” “ Allah nazardan esirgesin m aşalah çok iyi yetiştirmişsin Dursun Pehlivan. Böyle korkusuzca güreş atan, böyle şimşek gibi dalışlar yapan çok ender yetişir. Zeki bir kızana da benzi­ yor. İnşallah ileride çok büyük bir pehlivan olur. A m a bunun için de güreş kovalaması lâzım. Köyünde oturm akla bu kızan daha ileri gidemez. Verin onu bana, bundan sonra benimle be­ raber güreş kovalasın. Benden artık güreş geçmek üzere. Üç beş seneye kalm az güreşi bırakırım . Hiç olmazsa ustası Nasuhçulu köylü İsmail Pehlivan diye adımı y aşatır..” “ Doğru söylersin be pehlivan ağa am a, bize m üsaade et dü­ şünüp güreşlerin sonunda kararımızı sana bildireUm.” Kel İsmail pehlivan : “ Hayırlı ise olur inşallah” diyerek yanlarından ayrıldı. O gidince, üçü baş başa verip tartışm aya başladılar. D ur­ sun Pehhvan :

17


“ Kel İsmail doğru söylüyor. Ben Yusuf ile arkadaş olup köy köy güreş kovalıyamam. Güreş kovalam ak için ise arkadaş is­ ter, ona yol gösterecek, koruyacak bir büyük ister. Bunca emek­ ler verdik, yetiştirdik. Bakarsm bir yerde şıvğara getirir ezerler. Kızancağıza yazık olur, sakatlarlar. B ana kalırsa Kel İsmail Peh­ livan m adem ki Yusuf’u beğendi, ilk Önce o çırak olarak almak istedi, elbette bunda bir hayır vardır. Verehm Yusuf’u ona. Be­ raber güreş kovalasın, kışın d a köye gelsin, yine benimle idman yapsın.” “ H akhsın D ursun Pehlivan am a bakalım Y usuf ne diyor, anası ne diyecek?” Y usuf hiç itiraz etmedi ve “ Ben pehlivan olm ak istiyorum . Siz uygun görürseniz İs­ mail Pehlivan’a çırak olur onunla güreş kovarım . Anam da siz uygun gördükten sonra ses çıkarm az ” dedi. O gün baş birinciliğini Kel İsmail Pehlivan kazandı. Güreş­ ten sonra kendisini tebrik etmek için yanına gittiklerinde : “ Pehlivan ağa, tebrik ederiz. Biz kararımızı verdik. Yusuf’u sana çırak olarak vereceğiz. Bu günden sonra size emanettir. Yal­ nız bize m üsaade et, köye gidelim anasıyla, kardeşleriyle helâllaşsın, çamaşırlarını alsın. Biz senin köyüne bir hafta sonra ge­ tirir ehmizle teslim ederiz ” dediler.

KOCA YUSUF KEL İSM A İL’İN Ç IRA Ğ I Osm anh sarayındaki san’atkârlar için tutulm uş defterler­ de, güreşçilerin de san’atkârlar sınıfına dahil edilip diğer spor­ culardan ayrıldığı görülür. Osm anh çağı tarihçileri ve yazarları 18


d a aynı şekilde güreşçileri san’atkâr olarak tanım larlar. Çünkü her san’al türünün pîri olduğu gibi güreşçilerin de pîri vardır. Bu pîrin adı, “ Hazret-i M ahm ud Burya-yi veli Pehlivan” dır. Cündilik, cirid, gürzbazlık... gibi sporların pîri olmadığı için bu sporlar san’al olarak kabul edilmemiştir. Bu sebeple pehlivanlı­ ğın da diğer san’atlarda olduğu gibi çıraklık, kalfahk ve ustalık dönemleri vardır. Yusuf pehlivan, ilk önce Dursun Pehlivan’dan çıraklık ders­ lerini aldı, desteyi kurtarm akla kalfalığa yükseldi, orta boya çıktı. Şumnu güreşiyle de kalfahktan ustalık sınıfına yükselip Nasuhçulu köylü İsmail Pehlivan’dan ustalık eğitimine başlamış oldu. Gerçekte ustalığın da ustalığı vardır. A m a o rütbeye çok az pehlivan erişebilmiştir. 1800 yılından çağımıza kadar bu sınıfa geçip de “ Ustaların U stası” payesini verebileceğimiz yağh güreş pehlivanları şunlardır : Suhan îkinci M ahm ud pehlivanlarından “ D obrucah” Sul­ tan Abdülaziz dönemi pehlivanlarından K astam onulu” Arnavud Oğlu Ali Pehlivan” , “ K ara İbo Pehlivan” , “ Aliço” , Sul­ tan A bdülham id çağı pehlivanlarından Kavalah “ Molla M ümin Pehlivan” , “ Zeytinburunlu Ali Ahm ed Pehlivan” , M eşrutiyet ve Cum huriyet dönemi pehlivanlarından EdirneU “ K ara Emin Pehlivan” Cum huriyet çağı pehlivanlarından “ Koç AhmedH asan Koç Pehlivan” lar “ Ustaların ustası” yani “ P rofesör” ünvanm a lâyık pehlivanlardır.(2)

(1) T o p k a p ı S arayı M üzesi arşivinde 16 ncı yüzyıla a it “ D efter-i ehli h ire f” d e “ C eraeat-ı k üştigiran” diye yazıb. b ak . (D. 6503, Y p .), (D. 9612, S . 15, yp.9b) ve (D .9 7 0 6 /1 , y p . 23a) (2) B u p eh liv a n la rd a n “ D o b ru c a lı” n u n güreşleri “ S u ltan M a h m u d ’un B a şp eh liv an ları” isim li k ita b ım d a , A rn a v u d o g lu A li, K a ra İ b o . M o lla M ü m in , A liço ve K a ra E m in ’in h a y a tı ve güreşleri de y ay ın a h a z ır o la n “ C u m h u riy ete K a d a r T ü rk G ü re şi” isimU k ita b ım d a an latılm ıştır.

19


Şumnu güreşinden bir h afta sonra, babası ve ustası Yusuf’u Nasuhçulu köyüne götürüp yeni ustası Kel İsmail Pehlivan’a tes­ lim ettiler, (i) Birkaç gün İsmail Pehlivan’d a misafir kalıp K aralar’a dön­ düler. O nlar gidince İsmail Pehlivan, bir h afta kadar Yusuf ile sıkı idm an yapıp çırağını denedi. Beğenmişti. Kisbetlerini zenbillere koyup at ile Silistire’ye doğru yola çıktılar. R uslar’ın, Bükreş’te üstlendirip eğittikleri Bulgar kom ite­ cileri, o günlerde gizlice T una’yı geçip Rusçuk, Tırnova ve Şumn u ’ya gelerek isyan çıkarm ak istemişlerse de, Deliorm an halkınm yüzde sekseninin Türk olması sebebiyle başarılı olamayıp ya­ kalanm ışlardı. Bu başarısızlık sonucu, İstanbul’daki Rus elçisi general İğnatief, sadrazam M ahm ud Nedim P aşa (Nedimof) yı sıkıştırarak başansızhğa sebep olan başarılı T ürk yöneticilerin­ den başta M ithat P aşa’mn dam adı Filibe m utasarrıfı Tosun Paşa olm ak üzere birçok T ürk yöneticisini değiştirdi. Üstelik hapse­ dilen komiteciler serbest bırakılıp canını, malını ve Türklüğü ko­ rum ak için silâha sarılmış olan T ürk çetecileri hapse atıldı. (2) (1) Bazı güreş yazarları Kel İsm ail P e h liv a n ’ın k ö y ü n ü “ N asçı” diye y a ­ zarlar. Ş u m n u ’d a “ N asçı” diye b ir köy y o k tu r. “ N asuhçulu-N asıfçılı köyü olup, Ş u m n u ’n u n ku zey inde ve S ilistire’ye g id en şosenin 45 nci k ilo m etresin d en 10 kilom etre bandadır. Em berler köyüne h uduttur. 1874 yılında 80 hanelik olup, ahalisi ta m a m e n T ü rk ’tü r. 1290 yılı T u n a V ilâyeti S alnam esinde Ş u m n u ’y a uzaklığı 9.5 sa a t gösterilm iştir. N asçı k ö y ü E sk ic u m a ’y a b a ğ lıd ır. D in a rh M e h m ed ’in ve o n u n b ab ası Y u ­ s u f H ü sey in P e h liv a n ’ın k ö y ü d ü r. S u ltan A b d ü la z iz ’in p e h liv a n la rın d a n İsm ail P e h liv a n d a b u k ö y lü o lu p , Y u su f H ü sey in P e h liv a n ’ın d ayısıdır. K oca Y u su f’ u n u stası değ ild ir. (2) F azla bilgi için b a k : Bilâl N . Şim şir, a .g .y . C . II. s. L X X 1X — L X X X V E m . G en eral H a lil Sedes, O sm an lı O rd u su S av a şla n -B o sn a H ersek ve B ul­ g a rista n İh tilalleri ve Siyasi O lay ları, İkinci b asım 1. K ısım S. 202-249, İs ta n ­ b u l. 1946

20


Deliorman da Bulgarlar’m başarılı olm aları m üm kün de­ ğildi. A m a her an bir Bulgar çetesiyle karşılaşm ak ihtim ali kar­ şısında, Türk köylüleri de bir yerden bir yere giderken yalmz git­ m iyor ve yanlarında da bıçak ve silâh bulunduruyorlardı. Yusuf da, küçüklüğünden beri kuşağı içinde bir bıçak taşıyordu. Köylerde konaklaya konaklaya ve güreş olursa güreş yapa­ rak Sihstire’ye geldiler. B urada hemen her cuma günü P aşa Ç a­ yırı, Karaağaç ve N am azgâh... mesirelerinde güreşler oluyordu. D obruca’dan, R om anya’dan hatta Kırım ’dan pehlivanlar gelir bu güreşlere katılırlardı. İsmail Pehlivan, işte bu nedenle Yusuf’u denemek ve tecrübesini artırm ak için ilk önce Silistire’ye getirmişti. Bir hana eşyalarım bıraktıktan sonra, İskender Paşa ham a­ m ına gidip güzelce yıkanarak yol yorgunluğunu attılar. Silistire şehri Osm anh Devleti’nin önemli bir askerî üssü ve iskelesiydi. Arazisi verimh olduğu için köylüleri zengin olup, gü­ reşe de m erakhydılar. Yaz günleri her cum a, Paşa çayırı. K ara­ ağaç ve Namazgâh mesirelerinde güreşler yapılırdı. Bu yüzden Silistire ve Dobruca yöresinde çok ünlü pehlivanlar yetişmiştir. Avrupa’dan Sihstire’ye kışın gelen sirklerde de çoğu zaman Türk, Romen ve A vrupah pehlivanlar arasında güreşler yapıhrdı. Kel İsmail ve Yusuf bir ay kadar Silistre ve köylerinde gü­ reş yaptılar, hiç yenilmeyip bolca ödül ve para topladılar.

A b d u lazız m p a d işa h lık ta n indirilm esi ve H üseyin A vni P a s a ’n ın te k ra r sp ra sk e r o lm asıy la etkisi k ırılan İğ n a tiy e f bu sefer 1877 - 78 O sm anii R us savası m n çık m asın a ve so n u n d a d a b u yerlerin bizden ay rılm a sın a sebep o ld u M ac

» ' ‘«‘yük

21


Yusuf ilk defa buradaki Kızılcık köyünde başa soyundu. Kı­ zılcık köyü Silistire’nin 30 kilometre doğusunda dört mahalleli büyücek ve halkı zengin bir köydür. Bir m ahallesinin adı Gö­ çenler olup, halkı 400 sene önce Konya taraflarından gelip yer­ leşmiş yürüklerdir. M eşhur Kızılcıklı M ahm ud Pehlivan (d. 1879-Ö. 3. Şubat 1931) bu mahalledendir. Diğer mahallelerin adı, C errah, Çavuş ve P aşa mahallesidir. O günlerde Göçenler’den M ahm ud Ağa onbeş sene İstan­ bul’da Süleymaniye Medresesi’nde okuyup köye dönm üş bulu­ nan oğlu Salih Efendi’yi evlendiriyordu. Büyük bir düğün ve gü­ reş düzenlemişti. O) Kızılcık köyünün başpehlivanı da Yusuf gibi yeni yetişen Adil pehhvandı. Silistire yöresinde bazan ortaya bazan da başa çıkıyordu. Kel İsmail ve Yusuf, güreşlerden birkaç gün önce Kızılcık’a gelip konuk oldular. Güreş günü çifte davul zurna esliğinde gü­ reşler başladı. Sıra (Baş) a gelince İsmail Pehlivan soyunmayıp Yusuf’a “ Sen güreşeceksin” dedi.

(1) Salih E fe n d i, Kızılcıklı M a h m u d P e h liv a n ’ın b a b a s ıd ır. M a h m u d P e h ­ livan 1879 y ıh n d a b u k ö y d e d o ğ d u . A h m ed ve M ehm ed ism inde iki ağabeyi. Ş erife ism in d e b ir kız k ard eşi o lu p an n esin in ad ı G ü lsü m H a n ım ’d ır. U sta sı b u g ü reşte b a şa çık an A dil peh liv an d ır. M a h m u d P e h liv a n Silistire y örelerinde b a ş­ p eh liv an o ld u k ta n so n ra 1901 y ılın d a ilk d e fa T ü rk iy e ’ye geldi, o çağın b a ş p e h ­ liv an larıy la pek ço k yağlı güreş y a p tı. 1905 y ıh n d a İsm ail P eh liv an ın kö y ü N asu h ç u lu ’n u n 8 K m . g ü n e y -d o ğ u su n d ak i E m b e rler k ö y ü n d e B üyük Y u su f’un çı­ rağı K üçük Y u su f ile y aptığı güreş so n u cu K üçük Y u su f k a lp te n ö ld ü . Ü ç defa A m e rik a ’y a gidip g ü reşti. 3 Ş u b a t. 1931 ta rih in d e E sk işe h ir’de z atü rre d en ö l­ d ü . M ezarı E skişehir-B ozüyük y o lu ü zerindeki ilk kö y ü n m ezarh ğ ın d a tam yol ü zerin d ed ir.

22


Y usuf’tan başka, Adil Pehlivan, Silistire köylerinden Deli M urad ve bir de Dobruca köylerinden gelmiş Tatar pehlivanı çık­ tı. (1) Cazgır Yusuf’ ile Adil Pehlivan’ı, Deli M urad ile de Tatar pehlivanını eşlendirdi. Y usuf ilk defa soyunduğu (Baş) da yüzü ak çıkabilmek için büyük bir heyecan içindeydi. Hasm ınm ensesine yapışıp şöyle bir iki sarsınca, ayaklarının dengesinin bozulm asından tecrübe­ li olmadığım anlayıp içi rahatladı. Yine de ustasının öğrettiği gibi ilk hücum u bekledi. Adil Pehlivan Y usuf’un çekindiğini sanıp, cekden kapm ak için eğildiğinde, sıkı bir elense çekip yere kapaklandırdı. O kalkacağım diye dizlendiğinde de ayak kündesiyle aşırıp yeni­ verdi. A m a bu ani yeniliş karşısında şaşıran Kızılcıklılar : “ Olm adı, tam açılmadı, tut bırakm a Adil Pehlivan” diye bağırm ıya başladılar. Y usuf temennayı çakmış ustasının yanına doğru yürüm üş­ tü. Cazgır, Adil Pehlivan’ın yenildiğini görm üştü am a ne yapa­ b ilird i? Yenilen düğün sahibinin köylüsü ve b u ra n ın başpehlivanıydı. İsmail Pehlivan da güreşi dikkatle izlemişti. Yusuf’un ilk ön­ ce hasmım enseden yoklayıp m ahsusdan hücum a geçmediğini o

(1) ik i “ D eli M u r a d ” v a rd ır. Birisi P o m a k D eli M u ra d , diğeri de b u ra d a g ü reşen S ilistireli Deli M u ra d ’d ır. 1877-78 R us sa v aşın d an so n ra İ s ta n b u l’a göç ed erek “ O sm an b ey M a tb a a sj’n d a kapıcılık y ap tı. A ra sıra d a k isbej giyinip g ü ­ reşiy o rd u . G ü reş çevresinde sevilip sayılıyordu. G ü reşler de org an ize etti. (B ak S ab ah G azetesi, 17. T eşrinievvel. 1909) A y rıca b ak : İsm ail H a b ib S evük, T ü rk G üreşi, İsta n b u l 1948, S. 153-155 K ara A hm ed ile el ele çekilm iş kisbetli bir resmi İstanbul’da T aksim 'deki Ata­ tü rk k itap liğ ın d a b u lu n a n alb ü m d e g ö rü ld ü .

23


da görm üştü. Çırağı tam istediği ve öğrettiği gibi güreşmiş ve iıakkiyle yenmişti. Adil, teknik bakım dan da, kuvvet bakım ın­ dan da Y usuf’tan az bir pehlivandı. Tekrar güreşseler yine Yu­ suf yenebilirdi. O nun için ayrı bir ders olur diye düşündüğün­ den yanına gelince : “ Yusuf, madem itiraz ediyorlar, yine tut. A m a bu sefer çift paçaya dal ve sırt üstü yen.” Dedi. Yusuf : “ Baş üstüne usta ” deyip m eydana tekrar geldi. Zaten o da bu kısa süren güreşten pek birşey anlam amıştı. Am a ustası müsaade etmeden tekrar tutam azdı. Yeniden tutuştular. Adil Pehlivan şimdi daha dikkatliydi. Elense yemiyeyim diye bu sefer dikelip duruyordu. Yusuf, uzun kollarıyla yine enseden sarsmıya başladı. Adil dikeldiği bir an­ da, paçalara inip omzuyla da yüklenince bu sefer daha kısa bir süre içinde sırt üstü kalıbı kalıbına yere düşüp yenildi. Yusuf da üzerine abandığı için, yerden kalkm ayıp öylece kaldı. Koca meydanı dolduran yüzlerce seyirciden bir an hiç ses çıkmadı. Neden sonra sağdan, soldan birkaç kişi : “ Aferin delikanlıya, hakkiyle yendi.” “ Maşallah kızana, hiç itiraz etmeden ikinci defa tuttu. Peh­ livan dediğin işte böyle olm alı...” diyerek takdirlerini belirttiler. Öbür tarafta güreşen Deli M urad da, T atar pehlivanını ye­ nince Yusuf ile Deli M urad eşlendirildi. Deli M urad gerçekten deh dolu, cesur ve atılgan bir genç irisiydi. Ama pehlivanhğı iyi değildi. Güreş başlar başlamaz dolu dizgin elenselerle güreşe girdi. Sağlı sollu elenseler çekip Şumnuluyu yıldırmak, iyi bir ders vermek istiyor gibiydi. Yusuf fır­ satı kaçırmadı. Deli M urad elini havaya kaldırdığı anda tek çap­ raza girip M urad’ı birkaç adım sürer sürmez çengelleyip sırt üs­ tü yere vurup yendi. Böylece yüzünün akıyla (baş) ı kurtarm ış, ödülü hak etmiş oldu. 24


Hasmım yerden kaldırıp kucaklaştıktan sonra, gelip ustası­ nın elini öptü. Kızılcık köyü güreşinden sonra, tekrar Silistire’ye döndüler. Amaçları 1 Ekim 1875’te başlayacak ramazan ayına kadar gü­ reş yapm aktı. R am azandan sonra kış geleceği için, güreşler de olm ayacaktı. Silistire’ye gelince atlarını pazara götürüp sattılar. Ertesi gün gelen bir Avusturya gemisine binerek R uşcuk’a gittiler. Bir süre de orada güreş kovaladıktan sonra, Razgrad’a gitmek üzere ara­ bayla yola çıktılar. O zam an Rusçuk -Şumnu- Varna tiren hattı yapılmıştı. A m a onlar yollardaki köylerde güreş olursa güreş­ mek istediklerinden kara yolunu tercih etmişlerdi. K ara yolu. Torlak köyünün içinden geçiyordu. Buraya ge­ lince iki Şumnulu pehlivanın geldiği haberi, hemen köylüye ve T o rlak’ın başpehlivanı Hafız Pehlivan’a ulaştırıldı.

T O R L A K T A H A FIZ PEH LİV A N İL E YUSUF’UN GÜREŞİ Razgrad ve çevresi pehlivan yatağıydı. Hele yeni türemiş T orlakh Hafız diye bir pehlivan vardı ki, o sene K ırkpınar’da (Küçük-orta) yı kurtarm ış ve ünü şimdiden Şum nu’ya kadar yayılmıştı. T orlakhlar, İsmail ve Yusuf pehlivanların gehşini fırsat bi­ lip, H afız 1 yaşı geçkin Kel İsm ail’in karşısına çıkararak dene­ mek istediler. Kısmet ayaklarına gelmişti. Hemen köy ağaları bıraraya gelip birer ikişer altın vererek bir güreş düzenlediler. Civar köylere de haber salıp, cuma günü T orlak’ta ödülü bol bi’ güreş yapılacağını duyurdular. 25


Nihayet cuma günü geldi, sabahtan itibaren davul zurna çal­ m aya başladı. Yakm köylerden gelip akşam köylerine dönm ek istiyenler oiur diye de cum a nam azm dan çıkar çıkmaz güreş ye­ rine gidildi. Güreş haberini işitip güreşmek ve seyretmek için civar köy­ lerden hatta trenle R azgrad’dan ve Rusçuk’tan gelenler bile var­ dı. Böyle gelenler arasında, T orlak’m iki saatlik güneyindeki U m ur deresine adını veren U m ur köyünden Uzunlarm Ali Ağa da vardı. Ali Ağa, güreşe çok merakh olduğu için beraberinde beş ya­ şındaki oğlu A hm ed’i de getirmişti. Ahm ed, esmer tenli, ablak yüzlü, tos toparlak, yaşıtlarından daha iri, şeytanca gülen göz­ leriyle sevimli, cin gibi zeki bir oğlandı. Güreş haberini du­ yar duymaz babasını eline yapışmış : “ Baba ne olur beni de götür” diye yalvarıp durm uştu. O da sırtında götürecek değildi ya, bir eşeğe bindirip gelmişlerdi. Hem T orlak’ta kızı Sıdıka’nın sözlüsü vardı, onları da görmüş olurlardı. Köy ağaları topladıkları paraların 5 lirasını bir yağlığa sa­ rıp, önlerine dikdikleri sırığın ucuna bağladılar. Bunu; başı ala­ cak pehlivana vereceklerini de halka duyurdular. Diğer parala­ rı, desteyi ve ortayı alacak pehlivanlara vereceklerdi. Baş’a 5 lira gibi büyük bir ödül koym alarının amacı, çok güvendikleri ve Kırkpınar (Küçükorta) birincisi Hafız’ın nasıl olsa kazanacağını üm it ettiklerinden, onu sevindirmekti.

(1) 1899 y ılın da P a r is ’te C ih an P e h liv an lığ ı’m k a z a n a n m e şh u r K a ra A h ­ m ed , işte b u ç o cu k tu r. 1895 yıhnda K oca Y usuf 37 yaşında K ara A hm ed d e 24-25 y a şla rın d a ik en P a ris ’teki K ışlık S irk (C ırq u e D ’ H ıver) de Y u su f’u n k arşısın a çık ıp g ü reş istem esi ileride a n la tıla c a k tır.

26


Desteyi Ezelce köylü cılız am a sırım gibi İbrahim isimli bir çocuk aldı.(O O rta güreşleri bitip de sıra (Baş) a gelince cazgır : “ Baş’a çıkacaklar soyunsun. K azanana tam 5 lirayı Osmani verilecek. Duyduk duym adık demeyin. Kaybedenlere bir bar­ dak soğuk s u ...” diye bağırdı. İsmail Pehlivan, bu güreşe kendisi de çıkmaya kararlıydı. Çünkü, H afız ne de olsa K ırkpınar’da (Küçük-orta) yı alacak kadar tecrübeli ve iyi bir pehlivan olduğuna göre, Yusuf’u onun karşısında yalnız bırakm ak hem doğru olm az ve hem de ödülü kaçırabilirlerdi. Eğer Hafız Yusuf’a yenilirse, çok büyük birdenemeyi kazanmış olacaktı. Çünkü bir dahaki sene, olmazsa öbür sene m utlaka Y usuf’u K ırkpınar’a götürmeyi düşünüyordu. Bu nedenle Y usuf’un yapacağı bu güreş, onun için çok önemliydi. Ö nde İsmail Pehlivan, arkasında Y usuf m eydana çıktılar. Doğruca yağ kazanının başına gidip, yağlanmıya başladılar. Bi­ raz sonra d a alkışlar arasında H afız, çalım sata sata, şirazelerini savura savura yanlarına gehp : ’ “ Hoş geldin İsmail Pehlivan. İnşaallah rahat ettirm işlerdir sizi?” dedi. A m a soruşunda başka bir anlam var gibiydi. Yu­ suf’a selâm bile vermedi.

(1) E zelce, T o rİa k ’ın 5 k ilo m etre d o ğ u su n d a R uscu k -R azg rad şosesinin g ü ­ n ey in d e b ir k ö y o lu p , T o rlak -E ze lc e-U m u rk ö y - h u d u ttu r. D esteyi k a z a n a n bu cılız çocuk d a K ara A h m e d ’in u stası m eşh u r H ergeleci İb ra h im P eh liv an d ır. D e­ desi M e h m ed Ali P eh liv an ın İb ra h im ’in ilk ustası o ld u ğ u söylenir. İb ra h im bu g ü reş y apıldığı z a m a n hen ü z 13 y aşların d ay d ı. K a ra A h m e d ’i y etiştirip b ü y ü k p eh liv an y ap ın ca, b e ra b e r 1895 a ra lık a y ın d a P a ris ’e g ittile r.İs ta n b u l’a d ö n ü n ­ ce d e L e n in g ra d ’a (S t. P ete rsb o u rg ) gidip g üreşler y a p tıla r. 1917 y ıh n d a İz m it’ in S arı-m eşe k ö y ü n d e ö ld ü . M ezarı u sta sı T o rla k lı H a fız p e h liv a n ’ın m ezarın ın y a n ın d a d ır.

27


İsmail Pehlivan feleğin çemberinden geçmiş, en az 20 sene bu m eydanlarda naralar atm ış, nice gün görm üş, kocalık m er­ tebesine ermiş bir kurt idi. Toy H afız’m ne demek istediğini an­ lamıştı. Hafız : “ Nasıl olsa ihtiyar, seni yeneceğim. Yenilince bana iyi bak­ m adılar, iyi istirahat edemedim gibi bahaneler bulm a.” demek istiyordu. Hemen karşılık verdi : “ Kendi köyümüzde bile böyle rahat edemezdik.Allah için çok iyi ağırladılar. Altımıza çifte döşek serdiler, bol bol yedi­ rip, içirdiler. Aksini söylemek nankörlük o lu r.” Bu konuşm alar olurken, Ezelce köylü bir pehlivan daha ge­ lip selâm vererek yağlanm aya başladı. D ört pehhvan olm uşlar­ dı. Başka çıkan da yoktu. H afız, kisbetinin paçalarının altına çok dikkatlice keçeleri sardı, paçaların üzerinden sıkıca bağladı, sonra da her yerini çok dikkatlice yağladı. İsmail Pehlivan H afız’ın her hareketini göz ucuyla izliyordu. Beğenmişti. İçinden : “ Kim yetiştirmişse Allah için iyi yetiştirmiş bu pehlivanı. Ne güzel, ne de dikkatU, paçalarını, kisbetinin kasnağını yağhy o r...” diye düşündü. Aynı zam anda göz ucuyla d a Y usuf’a : “ D ikkat et, bak nasıl yağlanıyor...” diye işaret etti. Yağlanmalar bittikten sonra, m eydana yürürken yavaşça Y usuf’a ; “ Eğer H afız’ı sana eş verirlerse, çok dikkatli ol iyice tart, birkaç el güreşe girme, elenselerle uzak tut. Ben sana gir işareti verince hiç çekinmeden çift dal, tekten kap kündele. Sakın çap­ raz gireyim deme. Boyu senden kısa, çaprazı tam dolduram az yanbaş’la açık düşersin...” tem bihinde bulundu.

28


Kıbleye doğru yüzlerini çevirip yan yana durunca; cazgır yanlarına gelerek, İsmail Pehlivan’la Ezelceliyi, Yusuf ile de Hafız’ı eşlendirdi. Sonra çok güzel bir dua okuyup m eydana saldı. H afız, gerçekten çok kıvrak bir peşrev yapıyordu. Ellerini oyluklarına vururken sağa sola selâm verir gibi başını çeviriyor gâh ileri, gâh geri adımlarıyla ahenkli ahenkH çırpımyordu. Onun bu güzel peşrevi, İsmail Pehiivan’m da hoşuna gitmiş, kendi peş­ revini kısa kesip seyretmeye koyulmuştu. Elleşmeler bitip güreşe girdiler. İlk önce saldırıya geçen H a­ fız oldu. Yusuf un kendisinden uzun boyunu çapraz girmiye çok uygun görüp : “ H aydaaa te be pehlivan” diyerek Y usuf’un üzerine atıl­ dı. Yusuf zaten böyle bir hücumu beklediği için, yanbaşla sa­ vuşturdu, am a H afız’ı düşüremedi. Tekrar ense enseye geldik­ leri zam an, bu sefer onun çapraz girmesine fırsat vermeden Yu­ suf o m eşhur uzun kollarıyla elense çekmeye başladı. H afız bir ara düşer gibi oldu am a, atik davranıp toparlan­ dı. U zaktan Y usuf’un gözlerine bakarak'yaklaştığı sırada ani­ den paçalara dalması Y usuf’u hiç de şaşırtm adı. O, zeki pehli­ vanların böyle hileler, kurnazlıklar yapacağını bildiği için, elen­ se mesafesine girer girmez çok kuvvetli bir elense çekip, yere dü­ şürdü. A m a künde alam adı. H afız emekliyerek kaçıp kurtuldu. Buna biraz da Y usuf m üsaade etmişti. Çünkü, bu pehlivan ger­ çekten çok iyi bir pehlivana benziyordu. Böyle olm asa hiç Kırkpm ar’da küçükortayı alabilir miydi? Hemen üzerine gidip bastırsa belki de alttan bir oyunla kendisi yenilebilirdi. En iyisi ayak­ ta güreşi uzatarak ustasının işaretini beklemekti. Ö bür tarafta İsmail Pehlivan, işi yavaş alıp ense bağlıya­ rak güreşe girmeden göz ucuyla çırağının güreşim izliyordu. Kar­ şısındaki pehlivan, İsmail Pehlİvan’ın ününü duymuş otuz yaş-

29


larm da tecrübeli bir pehlivandı. O d a güreşi uzatıp bu meşhur Şumnuluya kısa zam anda yenilmek istemiyordu. Böylece ayakta on beş yirmi dakika geçti. Bu zamanı İs­ mail Pehlivan yeterU görüp aniden tekten kaparak hasmını ko­ layca bastırdı ve sarmayı vurdu. A m a kündeye geçmeyip bekle­ meyi uygun gördü. Amacı Y usuf’un güreşini rahatça izlemekti. İşte bu sırada babasının önünde oturan küçük Ahm ed, b a­ basına dönüp : “ Baba bizim pehlivan hangisi?” diye sordu. Babası Ahm ed’in ne demek istediğini anlam ıştı. Torlaklı pehlivanı soru­ yordu. A yakta güreşenleri göstererek : “ Beyaz vücudiu, uzun boylu, sarışın olan yabancı. Esmer ve kısa boylu olan d a burah yani bizim pehlivan H afız” dedi. Ahm ed hiç ses çıkarm ayıp, dikkatle onları izlemeye koyul­ du. O anda babası A hm ed’in bu soruyu niçin sorduğunu hiç dü­ şünmemişti. Çocuk değil mi öğrenmek istiyordu işte... Güreş başlıyah yarım saat olm uştu. H afız hâlâ Şumnuluyu yenememişti. Kendi kendine : “ Korkuyor benden, güreşe gir­ miyor. Kolları uzun olduğu için beni kendine yaklaştırm ak is­ tem iyor, am a elbet bir kere altım a alırsam ona elense nasıl çeki­ lirmiş gösteririm...” diyerek hâlâ saldırı üstüne saldırı yapıp, çap­ raz toplam aya çalışıyordu.. Bu sırada Yusuf ustasına bakm ış, “ Güreşe gir” işaretini al­ mıştı. H afız’ın yine paçaları yakalam ak için eğilip daldığı sıra­ da, o meşhur elensesini “ Küçük başı” na vurunca Hafız pehli­ van yüzü koyun kapaklandı ve hemen dizlenip ileriye doğru kaç­ mak istedi. Y usuf’un da beklediği an işte bu andı. Hemen arka­

30


sına geçip (Şak) ı tutarak onu başı üzerinden aşırarak sırt üstü yendi. Bu ani yenilişin nasıl olduğunu H afız d a seyirciler de anla­ yamamıştı. Am a tecrübeli cazgır güreşi çok dikkatle izlediği için,, Y usuf’un ustasına baktığını, onun d a işaretini görm üştü. Yusuf (pat) 1 çakıp hasm m ın yerden kalkmasını ve kendisi­ ni kucaklam asını bekledi. Yanına gelen cazgır : “ A ferin oğlum, ustan iyi yetiştirmiş. Allah nazardan esir­ gesin, kolayca yendin H afız’ı” deyince Yusuf : “ Hayır usta, m aşallah H afız pehlivan çok iyi güreşiyor. Bir tesadüftür oldu. Kısmet bizeymiş. O da beni yenebilirdi...*’ kar­ şılığını verince cazgır : “ Yok, yok evlâdım, ben bu saçı değirmende ağartm adım bu m eydanlarda ağarttım . Ustanın sana nasıl işaret verdiğini ve se­ nin de işareti alır almaz saldırıya geçtiğini pek alâ gördüm. Haydi git dinlen bakalım ustan ne yapacak ” dedi. Yusuf’un galip geldiğini ve kimsenin itiraz etmediğini gö­ ren İsmail Pehlivan, hasm m ın dış ta ra fta k i ayağını içeri doğru büküp, önce kıçı üzerine oturttu, sonra d a omzu tarafına vücu­ dunun bütün ağırlığını vererek kolayca yaydı. Bir an nefeslenip rakibinin doğrulamadığını görünce, tek kapan takıp sırt üstü çe­ virerek yendi.

(1) “ K ü çü k b a ş ” deyim ini b en eski b aşp e h liv a n la rd a n B a b an ak k aşlı E yub (P a çacı, Deveci ve S akallı E y u b d a denilir) p e h liv an d an d u y m u ştu m . N e o ld u ­ ğ u n u so ru n c a d a , en sen in y u k arısm d ak i şişkin kısım o id u ğ u n u ve p a ç a la ra d al­ m a k istediği z a m a n , o ra y a eliyle b astırıp h asm ı ö n e çekince d a h a k o lay eğdiği­ ni, k arşısın d ak i d e eğilm em ek için dikeldiğinde veya a n id en bıraktığı zam an açık k a la n p a ç a la ra eğilip y ak alad ığ ım ve işte b u o y u n u ço k yaptığı için de kendisine “ P açacı E y u b ” denildiğini söylem işti.

31


iki Şumnulunun iki Ruscukluyu yenmesi seyircileri çok üz­ m üştü. Am a en çok üzülen de küçük Ahm ed idi. H ıçkıra hıçkıra : “ Baba bizim pehlivanlar yenildi, baba bizim pehlivanlar ye­ nild i..” diye ağlıyordu. Ali Ağa şaşırıp kalmıştı. Torlaklı yenildi diye Um urköylü’ nün ağlaması mı gerekirdi? Hele Ahm ed gibi beş yaşındaki bir çocuğun bu kadar üzülüp duygulanm asının sebebi ne olabilir­ di? A hm ed’in ruhundaki hiç kimsede bulunm ayan bu duyguyu anlam ası elbette m üm kün değildi. H albuki Ahmed bam başka yaradılışda bir çocuktu. Pehlivanhk onun doğuştan ruhunda var­ dı. O hiçbir zam an yenilmeyi kabul etmez ve teham m ül de ede­ mezdi. Torlakh H afız’ı kendi köyünün pehlivanı gibi bildiği için, onun yenilmesine sanki kendisi yenilmiş gibi üzülmüştü. Um urköylü küçük Ahm ed, işte o gün karar v e rd i: “ Büyü­ yünce çok güçlü bir pehlivan olacağım ve pehlivanlarımızın in­ tikamını Şum nulular’dan alacağım .” (i) (1) K ara A h m ed gerçekten çoğu p eh liv an ım ızd an b a m b a ş k a y a ra d ıh şta bir pehlivandı. Başpehlivanhğında bile yenilince çocuk gibi ağladığı söylenir. Bu yüce, b u asil d u y g u y la A v ru p a ’d a g ü reşirk en , sa n k i R o m alılar z a m a n ın d a b ir b iri­ n in can ın ı alan g la d y a tö rle r gibi h asm ın a sa ld ırırd ı. A llah d a o n a işte b öyle bir duy g u verm işti. Ö lü m ü n e de b u yüce du y g u sebep o ld u . K alb in d en h asta o ld u ­ ğu h a ld e T ü r k 'ü n g ü cünü y abancı p e h liv a n la ra k a n ıtla m a k için, M ü n ih ’te gü­ reşirk en ra h a tsız la n d ı, h a stah an ey e k a ld ırıld ı. D o k to rla rın sö z ü n ü dinlem e­ y ip yine g ü reşti ve n ihayet 25 M ayıs 1902 g ü n ü k a lp te n ö ld ü . R ahm etli Y aşar D oğu d a tıpkı K a ra A h m ed gibiydi. O d a yenilgiyi asla k a ­ bu llen em ezd i. İsveç’te ilk k alp krizi geçirip y u rd a d ö n ü n ce güreşm em esi gere­ k irk en , o h alâ yeni yetişenlere birşeyler öğreteb ilm ek için m in d ere çık ıy o rd u . Bir g ü n G ö lbaşı G ü reş S a lo n u ’na g itm iştim . B aktım ki Y aşar N uri A yva ile id­ m an y ap ıy o r. K endisine : “ Y aşar, sen deİi m isin, m in d ere niçin çık ıy o rsu n , y a r­ dım cı olacaksan soyunm adan o l...” deyince b an a ; “ H em şehrim atın ölüm ü arp a­ d a n o ls u n ...” karşılığını verdi. O d a 8 O cak 1961 g ü n ü k a lp te n öldü. O n ları peh livan y ap an d a , şa m p iy o n eden d e, ö lü m e g ö tü re n de y ü rek le­ rin d ek i o tü k en m ez güreş ve v atan aşk ıv d ı. O aşkı çeken bilir. Ç ekm eyene o duy­ gunun nasii olduğunu kelim eler ile anlatabilm ek m üm kün değildir. N ur içinde y atsm lar.

32


Şum nulular’m galib gelmesine üzülenlerden birisi de, des­ teyi kazanan Ezelçeli sığırtmaç İbrahim idi. O d a bu Şumnulular’a sanki düşm an olm uştu, (i) Torlaklı ağalar pehlivanlarının yenilmesine üzülmüşlerdi am a, “ El elden üstündür, ta arşa kadar” atalar sözündeki hik­ meti hatırlayıp teselli bulmıya çalıştılar. Şum nulular d a bu vatanın evlâdıydı, onlar d a T ürk, onlar da M üslüm an idiler. Garipler pehlivanhk aşkıyla dağ tepe de­ m eden yayan yapıldak dolaşıp güreş kovalam ışlar, haklı olarak gahp gelmişlerdi. Yapacak başka birşey yoktu. O nlara düşen ve yakışan bu garipleri Tanrı m isafiri sayıp hoşnut ederek uğurla­ m aktı. Öyle de yaptılar. İsrarla birkaç gün daha kalm alarını ri­ ca ettilerse de, İsmail Pehlivan : “ A ğalar Allah sizden razı olsun, ram azan yaklaşıyor m ü­ barek ayı köyüm üzde geçirmek isteriz. Hem başka gidecek ye­ rimiz de var. Hakkınızı helâl edin, yarın yola çıkalım ” diyerek ertesi sabah kisbet zenbillerini om uzlarına alıp R azgrad’a git­ mek üzere bir arabaya binip yola çıktıiar. R azgrad’a gelince bir hana gidip odalarm ı ayırttıktan son­ ra Paşa H am am ı’nda güzelce yıkandılar, temiz çamaşırlarım gi­ yindiler. R ahatlam ış, hafiflemiş iki ayın yorgunluğunu üzerle­ rinden atmış gibiydiler. Sonra da kannianm doyurup uyudular.(2)

(1) T o rla k ’t a 1875 y ılın d a b a şlay an b u k in senelerce h a tta K o ca Y u su f ö l­ d ü k te n so n ra d a K a ra A h m e d ile K üçük Y u su f a ra sın d a d ev am etti. K a ra A hm ed m in d e r g ü reşin d e rak ib sizd i a m a y ağlıda K ü çü k Y u su f ile g ü reşm ek ten d e ­ fa la rc a k açın m ıştır. Bu k o n u için b a k : İk d am G azetesi 0 8 , 24, 26, 27, 29, 30 T eşrinievvel. 1900) (2) Bazı p e h liv an lar sıcak su ile y ık an m am n id m a n ı k açıracağ ın ı sa n ıp so ­ ğ u k su ile y ık a n ırla r. H a lb u k i, keselenip k iri a tm a k la v ü c u d d a k i ince delikler açılm ca d a h a r a h a t güreş y apılır. A m a, h a m am d an çık d ık tan so n ra m u tlak a yağ­ la n ıp h av lu ile silinm ek lâzım d ır. K oca Y u su f A v ru p a ’d a ik en A v ru p a h güreşçi­ ler g ibi h e r g ü reşten so n ra , sıcak su ile y ık an m ad ığ ı için eleştirilm işti.

33


Sabahleyin uyanınca giyinip dışarı çıktılar. İsmail Pehlivan daha önce R azgrad’a defalarca geldiği için, pehlivanların kah­ vesini biliyordu. O raya gittiler. D aha kapıdan içeriye girer gir­ mez, kendisini tanıyanlar : “ İsmail Pehlivan hoş geldin, sefa geldin. Şöyle buyur, bir kahvemizi, çayımızı iç ...” diyerek yer gösterdiler ve hemen ek­ lediler : “ M aşallah senin çırak T orlakh’yı kolayca yenmiş” “ Öyle kısmet oldu” deyip şu ricada bulundu : “ Ağalar benim Demir B aba’ya bir adağım var. O raya gi­ dip adağımı eda etmek istiyorum . Buraya d a onun için geldim. Demir B aba’ya buradan nasıl gideriz. Bizim köyden gider gelir­ dim. B uranın yolunu bilm iyorum ” Dinliyenlerden birisi : “ Pehlivan, benim de bir adağım var. Yolu biliyorum, be­ raber gideriz, size arkadaş olurum . A t için ise hiç tasalanm a onu da ben tem in ederim ” dedi. Y usuf, bu konuşm aları ustasının arkasına oturm uş sessizce dinliyordu. Kimdi bu Demir B aba, ne idi ustasının adağı? Bu güne kadar ustası ona hiç bunlardan bahsetm emişti. Zaten İs­ mail Pehlivan, pek konuşkan bir adam değildi. Az söyler öz söy­ lerdi. O, Y usuf’a hiç sorm adan kararını verir, sonra da emre­ derdi. (1)

(1) Y u su f d a U pkı u sta sın ın h u y u n u a lm ıştı. A z k o n u şu r, yalnız k a r a r v erir v e e m red erd i. P a u l P o n s şöyle y a z ı y o r : “ Y u su f a n c a k b ild iğ in i, d ü şü n d ü ğ ü n ü y a p a r v e b u n la rd a n b aşk asın ı d a y a p m a z d ı. H iç b irisi (N u ru lla h , K a ra O sm a n ve M ehm ed) kendi düşüncesine ay k ın düşünceyi asla k abul etm iyecek olan m üthiş ark ad aşla rın ın fikrine b o y u n eğm ekten b a şk a b ir şeyi d ü şü n e m iy o rlard ı...” (P aul P o n s . a .g .y . S. 352)

34


Demir B aha’ya gitmek isteyen ile, ertesi gün sabah namazm da Kanuni Sultan Süleym an’m Sadrazam ı D am ad thrahim Paşa’m n yaptırdığı camide buluşm ak ve nam azdan sonra yola çıkmayı kararlaştırıp ayrılmak istediklerinde : “ Yok İsmail Pehlivan, misafirimizsiniz, bırakm ayız. Gel­ mek sizden, göndermek bizden. Hele bir yemek yiyelim, sonra­ sını konuşuruz” diye ısrar edilince çaresiz kabul ettiler. Yusuf, R azgrad’a ilk defa geliyordu. Şehri görm ek isterdi. Bunu düşünen ustası, yaşıtı bir pehlivana : “ Evlâdım , Y usuf buraya ilk defa geliyor. Sen arkadaş ol, Razgrad’ın görülecek yerlerini, camilerini göster, akşam a da ha­ n a getir” diyerek ağalarla yalnız kaldı. O günlerde hep konuşulan konu, Bulgarların kıpırdanm asıydı. A caba Osm anh Devleti ne yapacaktı. Rusya ile yoksa yi­ ne mi bir savaş olacaktı. İşte bu konu üzerinde konuşarak akşa­ mı ettiler. İsmail Pehlivan, hana geldiğinde Yusuf’u bekler buldu. H a­ fif birşeyler yeyip odalarına çekildiler. Yatm ak için soyunup ya­ taklarına uzandıklarında ustası : “ Bak oğlum Y usuf, seni görünceye kadar A llah’a “ Ya R abbim , b an a yetiştirip adımı sammı yaşatacak bir çırak nasip e t” diye niyaz ederdim. Eğer bu dileğim kabul olunursa. Demir Baba’ya gidip kurban keseyim diye adakda bulunm uştum . Şumn u ’da güreşini görünceye kadar, hiç kimseyi beğenmedim. Ki­ minin pehlivanlığına, kiminin terbiyesine, kiminin vücud yapı­ sına, kiminin kaşına, gözüne bir bahane bulup ısınamadım. Ama seni görünce, işte tam yetiştirip başpehlivan yapabileceğim ve emeğimi boşa çıkarmıyacak kızan b u ” diyerek gelip seni baban­ dan istedim. Allah için bu güne kadar sen de benim yüzüm ü k a­ ra çıkarm adın. Allah d a senin yüzünü daim a ak etsin.A rtık kö­ 35


ye dönüyoruz. Belki de buralara bir daha yolum uz düşmez. O r­ talık karışıyor. Ölmeden adağımı yerine getirmek isterim. Şim­ di buradan Demir B aba’ya gideceğiz. O radan tekrar buraya dö­ nüp Şum nu’ya varır seni babana teslim eder, ben de köyüme giderim .” Yusuf ustasmı sessizce dinliyordu. İlk defa bir soru sordu : “ Usta kim bu Demir b ab a ?” Abe kızan sen ne biçim Deliormanlısın? Hem de pehli­ vanım diye gezersin.Pehlivan olup da D eliorm an’a pehlivanlı­ ğın tohum unu atan Demir H aşan Pehlivan B aba’yı bilmezsin. Hepten şapşalmışsın sen b e ...” Diye çıkışınca zavalh Yusuf kızardı, bozardı, sorduğuna da soracağına da pişm an oldu. Usta, bilmemek ayıp değil, sorup öğrenmemek ayıp diye sen söylerdin d e ...” Y usuf hakhydı. Ustası da böyle yersiz çıkıştığına üzüldü. “ Abe kızan hepten üzülürsen be. Kırk yılda bir şaka yapa­ lım dedik, onu da beceremedik. Üzülme be kızan. Ben de kim olduğunu iyi bilmiyorum. Gidince tekkenin şeyhine sorar öğre­ niriz. Sen anlat bakalım nereleri gezdin, Razgrad’ı beğendin mi?” diye lâfı değiştirip Yusuf’un gönlünü aldı. Demir H aşan Baba tekkesi R azgrad’dan, Tuna kenarında­ ki Tutrakan’a giden şosenin 35. nci kilometresinden 5 kilometre doğuda Demir Baba Deresi adıyla anılan dere kenarında bulu­ nuyordu. Yol m untazam olduğu için at ile rahat rahat 8 saatte gidilebilirdi. Sabah nam azından sonra yola çıkıp su başlarında konaklıya göçe, akşam a doğru tekkeye vardılar. Tekke çok güzel bir yere kurulm uştu. Ö nünden çağhyarak büyük bir su akıyordu. Üstü kurşunla örtülm üş yüksek dıvarlı 36


cami, sivri külâh biçimi çatılı türbe, misafirhane, m utfak ve mi­ safirlerin hayvanlarını koym ağa mahsus ahır, yüksekliği 50-60 m etre kadar olan dağ ile dere arasındaydı. Türbe ile dağ ta ra ­ fındaki yam açta Demir H aşan B aha’dan sonraki tekke şeyhle­ rinin m ezarları vardı. Çevredeki ulu çınar, meşe ve kaym ağaç­ la n bu görünüm ü daha d a güzelleştiriyordu. Tekkeye giden yol üzerinde üstü açık uzun ağaç terazili bir kuyu bulunuyordu. Ko­ nuk evinin yanında da etrafı çit ile çevrili bir küçük bahçe, tek­ kenin görünüm ünü tam am lıyordu. (D Ziyaretçi geldiğini gören bakıcı, kendilerini güleryüzle kar­ şılayıp, m isafirhaneye buyur etti, atlarını ahıra çekti. O zam an tekkenin şeyhliğini ve caminin hatipliğini Ahmed Baba yapıyordu. Ahm ed Baba’dan önceki Şeyh, Seyyid Hüse­ yin Baba, 1868 yılında çocuksuz ölünce, yapılan imtihanda başa­ rılı olduğu ve askerlik yapam ıyacak kadar yaşh bulunm ası se-

(1) 1932 ve 1952 y ılla rın d a b u tekkeyi gezip fo to ğ ra fın ı çeken Ş u m n u lu O s­ m a n K esk io ğ lu , ay rıca şu bilgileri v eriy o r. “ B a b an ın p irin ç te n yapılm ış b ü y ü k a y a k k a b ıla rı, kılıcı, sancağı, b ü y ü k b ir çakısı tü rb e n in için d ed ir. Ö n ü n d e bir k işin in z o r k ald ıracağ ı a ğ ırlık d a bir ta ş v a rd ır ki b u , B a b a ’m n fın d ık k ırm a ta ­ şıym ış. Ö n ü n d e dilek n am azı k ılın an biryer m evcud. T ü rb e n in ö n ü n d e soğuk b ir k a y n a k p ın a r v a rd ır. Su ta ş ta n ç ık ar. R ivayete g ö re B a b a elini d ağ a so k m u ş p a rm a ğ ın ın y erin d en su fışk ırm ış. Y am acın y u k a rısın d a b ir hacet taşı v ard ır. İçi d elik tir. O n d a n g eçerler. T a şla rd a B a h a ’n ın ay ak izleri, lia tta av köp eğ in in izleri v a rd ır. T a şla rd a böyle izler eksik o lm az. D em ir B a b a h a lk ın ço k h ü rm e t ettiğ i b ir z a ttır. H e r m evsim de ziyaretçiler eksik o lm az. A levi, sü n n i hepsi ak ın a k ın g elir, k u rb a n la r kesilir, dilekler dilen ir, a d a k y erin e g e tirih r... B u lg arlar 1925’te n s o n ra b u ra n ın A s p a ru h ’u n m ezarı o ld u ğ u n u id d ia y a k a lk ıştıla r. K e­ m aller k asab asın a İsp erih ad ın ı verdiler, zabt ettiler. R azgrad Islâm cem aatı d ava aç tı. Bazı k a y ıtla r b u lu n d u , m ezarın A s p a ru h ’a ait o lam ıy acağ ı b ilir kişice tesb it ed ild i. D av ay ı C em eat-ı Islâm iye k a z a n d ı. R usçuk m eb u su H a fız S â d ık ’ın y a rd ım ı o lm u ştu r.. (O sm an K eskioğlu. B u lg aristan ’d a T ü rk V ak ıfları ve BaU E fen d in in V a k ıf P a ra la r H a k k ın d a Bir M ek tu b u , V ak ıflar D ergisi, IX , S. 87-89) A y rıca b a k : M . N ecm eddin D elio rm an , B u lg aristan T ü rk le ri Y ak ın T a rih ve H a tıra la r, İsta n b u l, 1971, S. 64)

37


bebiyle Silistire Evkaf M üdürlüğü’nün teklifi üzerine Sultan Abdülaziz tarafından Ocak 1869 (Şevval 1285) de bu göreve atan­ mıştı. (O Ellerini, yüzlerini yıkayıp yol yorgunluğunu attıktan son­ ra, tahtadan yapılmış yuvarlak sofranın çevresine oturup akşam yemeğini yemeye koyuldular. Ahm ed Baba, İsmail Pehlivan’ı önceden tanıyordu. Hem yemek yeniyor, hem de tath tatlı konuşuyorlardı. Bir ara Ba­ h a ’ya : “ Şeyhim, benim çırak bu tekkeyi yapan Pehlivan De­ mir H aşan B aba’yı m erak etmiş. B ana sordu ben de iyi bilme­ diğim için anlatam adım , tekkeye gidince Ahm ed Baba anlatır dedim. Kim imiş bu m übarek zat. A nlat da biz de öğreneUm. Dedi. Ahm ed Baba : “ Olur anlatayım. Dem irHasan Baba aslen Deliorm anh çok ünlü bir pehlivandır. Üstadı, Edirne’deki güreşçiler tekkesinde mezarı bulunan Er Sultan’dır. Sarı Saltuk erenlerindendir. “ Z uhrul-ârifin” (Bilginlerin en yücesi) olup pek çok keram etle­ ri görülmüştür. Hacı Bektaşi Veli halifelerinden olup M anastır’da Eğribucak köyündeki Memi Baba’dan izin ve türbesinde gördü­ ğün cihazı almıştır. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, şeh­ zadeyken T rabzon’dan gemilerle Rum eli’ye geçtiğinde, Demir B aba ona yardım etmiş. Yavuz Sultan Selim, babasından padişahhğı alınca Demir H aşan Pehlivan huzurda Şah İsmail’in dört arslanı ile arbede edip öldürm üş. P adişah da onun bu hizmet ve başarılarına m ükâfatan İstanbul’d a Zeyrek’den Küçük P a­ zar’a doğru inen yokuşun düze indiği yerde bir güreşçiler tekke­ si yaptırıp Demir B aba’yı şeyhliğine atam ış. Ayrıca İstanbul’­ daki bütün pehlivanların “ Serçeşmesi” yapmış. Süleymaniye ca­ mi ile Eskisaray (Üniversitenin yeri), arasm daki küçük meyda(1) O sm a n K eskioğlu, a .g .y , S. 89

38


m da, tekkesindeki pehlivanların yaz günleri idm an yapması için tahsis etmiştir. H âlâ o yer (Pehlivan Demir H aşan Meydanı) di­ ye anılır. (O Demir H aşan Pehlivan Yaşlanıncaya kadar İstanbul’daki tekkesinde şeyhlik yapdıktan sonra Kanuni Sultan Süleym an’ın Sadrazam ı Razgradlı Dam ad İbrahim P aşa’nm sedaretinde (1523-1534) D eliorm an’a dönüp bu tekkeyi açmış. Tekkemizin vakfedilmiş orm anı, çayın, iki değirmeni ta r­ laları var. Padişah değiştiğinde fermanlarımız yenilenir. Bu gör­ düğünüz binaların onarım ını en son İbrahim P aşa (Pehlivan Baba-i alem) yaptırmıştır. Demir B aha’nın kerametleri o kadar çoktur ki anlatm akla bitm ez... Geçen sene buraya bir A lam an geldi. Sultan Abdüla(1) 1 E vliya Ç elebi, S ey eh atn am e, İsta n b u l, 1314, C . 1. S. 131, 156, 583 ve C . 3. S. 473 ve C . 5. S. 579 (2) D a m a d İb ra h im P a ş a , R a zg rad d a b ü y ü k b ir cam i ve külliyesini de y a p ­ tırm ıştır. 6 N isa n 1534 de ö ld ü rü ld ü . (3) İb ra h im P a şa “ P eh liv an B a b a ” “ B aba-i â le m ” diye de a n ılır. R u slara k arşı y ap tığ ı sav aşd aki k a h ra m a n lık la rıy la ü n y a p tı. 1766’d a d o ğ d u . Ö n ce T irsin ik li İsm ail A ğ a y a n m d a o ö lü n ce A le m d a r M u sta fa A ğa (P a şa ) n ın em rinde b u lu n d u . Bu sıra d a S ilistre’n in d o ğ u su n d a k i K uzgun k ö y ü n ü üss y a p tı, 63 o d ah k o n ağ ın ın e trafın ı kulelerle ta h k im e tti. 1809’da vezir o ld u . R us sa v aşm d a esir o lu n ca (1812). R usya’ya g ö tü rü ld ü . E saretten so n ra valilik y ap tı. 1821 yılında öl­ dü. İzzizade’nin yazdığı özel tarihi Bursa İl K ütüphanesi’ndedir. (No. 83) A şık KUşâdi d e s ta n ın d a n : A li P a ş a k a p ısın d a sü rd ü m d ev ran ı, T irsin ik li k ap ısın d a açtım m eydanı. K en d im e b e n d ettim D elio rm an ı, V a ru b d a K u z g u n ’d a tu tm u ştu m m ek ân . F itn elik edenler b u lsu n d erm an ı. K u rta rsın k â fird e n D eh -o rm a n ı, Y ine geldi P a d iş a h ’m ferm an ı, Benim m a ’m u r dünyam o ld u T u tra k a n ... (P ro f. F u a t K ö p rü lü , T ü rk S az Ş airleri, C . 3. A şık K üşadi)

39


ziz’in fermanını getirdi. Demir Baba’nm mucizelerine hayran kal­ dı. Tekkemizin ve faizlerin resimlerini y ap tı.” (O Şeyh Ahmed Baba, Demir H aşan Baba hakkında o kadar m üthiş mucizeler anlatıyordu ki, Y usuf bunları dinledikçe Ba­ banın büyüklüğü kafasında daha da yüceleşiyordu. Am a bu m u­ cizelerden B aha’nın 400 sene önce yaşadığı halde Sultan Mahm ud zam anında (1829) ki Rus savaşında tekrar dirilip keram et­ ler göstermesi inanılır gibi değildi. (2) Yusuf, “ A llahın keram etinden sual olunm az. O her şeye kaadirdir” diye düşünerek içinden : “ Ben de bir gün Kırkpınar’da başpehlivan olursam buraya gelip kurban keseyim.” Dileğinde bulundu. Bu düşüncelere dalıp yemeği unutm uştu ki İsmail Pehlivan’ın : “ Abe susak ağızlı, Hüsm en A ğa’nın üküzü gibi ne düşü­ nür durursun, hepten aç kalacaksın be. Yesene yemeğini be” de­ mesiyle kendine geldi ve yemeğe devam etti. O gece geç vakitlere kadar tath tatlı sohbetler edip, Saru Saltuk ve Demir H aşan B aba menkıbeleri anlattılar. Ertesi gün

(1) A h m e d B a b a ’m n A la m a n dediği, 1874 de b u ray ı gezen F . K an itz, dir. B ak : D o n a u B ulgarien U n d D er B a lk a n , L eipzig. 1882 C . 3, S. 327-333 (2) A lım ed B a b a sınav y a p ıla ra k b u göreve getirilm iş a m a D em ir B a b a ’yı a k lısıra y ü celtm ek ve b u n a h alk ı in a n d ırm a k için o k a d a r in a n ılm a z k eram etler söylem iş ki; b u n la rı a y n en k ita b ın d a y azan F . K an itz şöyle d e m ek ten kendini ah k o y am am ış: “ Bu sa çm alarla d o lu efsaneyi b elk i k ab u llen eb ilirim a m a D em ir B a h a ’n ın 400 sene so n ra 1829 yılındaki R u s sa v aşın d a te k r a r o rta y a çıkışını k abullenem e m ...” (C . 3. S. 330) F . K a n itz , 1877-78 O sm an lı R us sa v aşın d a “ A u g u sb u rg e r Z e itu n g ” gaze­ tesin in savaş m u h a b iri o la ra k te k ra r b u r a la ra gelip gazetesine resim ve h ab erler g ö n d e rd i. (B ak . E m . G en eral. H alil Sedes, 1877-78 O sm a n h R us ve R o m en S a­ v aşları, C . X III, S. 265, K .K ., y ay ım , İsta n b u l, 1955)

40


İsmail Pehlivan’ın ve Razgradiı’nm aldığı koçları keserek etini tekkeye bıraktılar, ayrıca hizmet edenlere de bahşişler verdikten sonra, tekrar Kazgrad’a döndüler. O gece yol arkadaşlarında mi­ safir kalıp ertesi gün Şum nu’ya gitmek üzere trene bindiler. İki saatlik tren yolculuğundan sonra köylerinin istasyonu Şeytancık’ta trenden indiler. O radan iki saatte Erikii köyüne, o radan da bir saatte K aralar’a geldiler. Y usuf Pehlivan’ın dönüşü anasını ve babasını olduğu ka­ dar bütün köyü sevince boğdu. O çağlarda gazete yoktu am a iki ayaklı haberciler olayları bir köyden öbürüne çabucak ulaş­ tırıyordu. Y usuf ile ustasının yaptıkları çoğu güreşin haberi on­ lardan çok önce köye gelmişti. İsmail Pehlivan, birkaç gün Y usuflar’da m isafir kaldıktan sonra, baharda kendisi K aralar’a gelip idm an yapm ak ve daha sonra Edirne taraflarında güreş kovalam ak karar ve dileği ile ayrılıp köyüne gitti.

KOCA YUSUF’UN OLUKLULU KEL M EHM ED İL E GÜREŞİ O kış (1875-1876) Sırp ve Bulgar komitecileri Cenevre ve Bükreş’deki üslerinde iki toplantı yapmış, 1876 baharında ya­ pılacak ayaklanm anın pilânmı hazırlamışlardı. Bu pilâna göre B ulgaristan’daki ayaklanm a 15 Mayıs 1876 günü Filibe’nin ku­ zeyindeki dağ köylerinde başlatılacak, Türk köyleri yakıhp yı­ kılacak, sonra da Rus birlikleri celb edilecekti. Bulgarlar bu şekilde hazırlanırken. Sadrazam M ahm ud Ne­ dim P aşa hâlâ İstanbul’daki Rusya büyükelçisi General İğnati41


ef’in tavsiyesine uyarak, “ Bulgaristan’a asker gönderilmesi Rus­ y a’yı gücendirir, B ulgarlan’da isyana sevkeder...” düşüncesiy­ le askeri tedbir alm aya yanaşm ıyordu.(•> Nihayet 15 Mayıs’ta başlatılm ası kararlaştırılan isyan bazı sebeplerle 1 Mayıs 1876 günü Avretalan köyünde başlayıp Fili­ be’ye kadar yayıldı. 12 Mayıs 1876 günü Sadrazam M ahm ud Nedim P aşa azle dilerek M ütercim Rüştü P aşa Sadrazam , Hüseyin Avni P aşa da Serasker (Genelkurmay Başkanı) oldu. İsyanı bastırm ak görevi de Filibe’nin Ç ırpan köyünde doğmuş M üşir Abdülkerim N a­ dir P aşa’ya verilerek asker şevkine başlandı. Otlukköy, A vratalan, Yeniköy, Praçkova, Prasdim , Prostençe, B atakköy, Dreova, Trevna. İslimiye. Boyacıköy, Kızanlık’ta yapılan çarpışmalar 9 Haziran 1876’ya kadar sürüp asiller yok edildi.(2) Filibe yörelerinde bu olaylar olurken, Deliorman bölgesi nisbeten sükûnet içindeydi. A m a R uslar’ın T una’nın öbür tarafın­ da yığınak yapmış olm aları, buradaki Türkleri de endişelendiri­ yordu. H atta, Tuna lim anlarından gemilerle İstanbul’a göçler bile başlamıştı.

(1) E m . G nl, H alil Sedes, a .g .y , B aşlangıç 1. K ısım , S. 200 (2) F a z la bilgi için b a k : Bilâl N . Ş im şir, a .g .y . C . 2, S. L X X X V I — CXXXV11I Kom itecilerin bu başarısızlığı R usya’yı d ah a da cür’etlendirdi. İngiltere, F ra n ­ sa, A v u stu ry a ve A lm a n y a ’n ın d a katılm asıy la O sm anlı D evleti sıkıştırılıp B ul­ g a r çeteciler a f, T ü rk le r h ap sed ild i. 26 E ylül 1876 d a R u sy a, B o sn a-H ersek 'in A v u stu ry a ta ra fın d a n , B u lg aristan ’ın R usya ta ra fın d a n ve B o ğ a zlar’ın d a m ü ş­ terek en işgal edilm esini b u ülkelere te k lif e tti. A y rıca 31 E k im 1876 g ü n ü R us elçisi O sm a n h H ü k ü m e ti’ne bir n o ta v ererek 24 sa a t içinde S ırb ista n ’d ak i h a re ­ k âtı d u rd u rm a sın ı istedi ve n ihayet 12 K asım 1876 gün ü de seferberlik ilan etti.

42


İsmail Pehlivan, Nisan sonlarında K aralar’a geldi. Ancak, o günkü durum içinde ortalık düzelinceye kadar, Edirne yörele­ rine gitmekten vaz geçip, yakm köylerde güreşmeye karar ver­ diler. (i> O yıllarda sarayda Kavasoğlu Koca İbrahim Ağa, Kara îbo (İbrahim ), M akarnacı Halil, Nasuhçuköylü İsmail, Aliço gibi ünlü pehlivanlar vardı. Bu pehlivanlardan bilhassa Aliço her sene K ırkpınar güreşlerine gider, (baş) ı m utlaka alırdı. Bu sene de gitmiş (Baş) ı aldıktan sonra Pilevne’ye gidip (Ozikovica köyün­ deki ailesini Edirne’nin İpsala kazasının Koyunyeri köyüne yer­ leştirip saraya yeni dönm üştü. 30 Mayıs 1876 salı günü sabahı Beyazıd’daki Seraskerlik bi­ nasına gizlice götürülen Şehzade M urad’a orada “ b iat” edile­ rek Beyazıd kulesine bayrak çekildi. Bu işareti gözleyen donan­ m a ve kara topçuları da top atışı yaparak A bdülaziz’in tahttan indirilip Sultan Beşinci M urad’m padişah yapıldığını İstanbul halkına duyurdular. Suhan Abdülaziz’in tahttan indirîlişine en çok üzülenlerden birisi de Rus elçisi İğnatiyef idi. Ç ünkü o bir süre sonra Mahm ud Nedim P aşa’nın tekrar Sadrazam olacağını üm id ediyor­ du. A rtık o üm it kapısı tam am en kapanm ış savaş kapısı aralanm ıştı. (1) K o ca Y u su f’a g a d d a r, c a n i, eşkıya d iyen A v ru p a lIla r Y u s u f’u n b u şa rt­ la r için d e b ü y ü d ü ğ ü n ü d ü şü n m ü y o rla rd ı. İşte b u se b ep lerd e r ki Y u su f içindeki o h ın çla sa n k i savaş a la n ın d a im iş gibi g ü reşiy o r, b asım ların ı yere serm ekle b i­ razcık teselli b u lu y o rd u . B u ra d a 1874-1878 y ılla n a ra sın d a k i siyasi o la y la ra ve B u lg aristan p a n a ro m a sm a y er verm em izin sebebi de b u d u r . B u n ları y azm am ak B u lg aristan T ü rk ü ’n ü n çektiği a c ıla n u m u rsa m a m a k o lu r, T a rih i g erçeklere de ters d ü şe rd i. K u rld ere li M e h m ed , P e tr o f ’la danışıklı güreşip d isk alfiy e ed ild i­ ler. 1900’d e Berlin d e eline geçirdiği P e tro f’u yine yenem edi. A m a Y u su f’u n karşısm a o B u lg ar çıkm ıya b ile cesaret e d em ed i. İşte K o ca Y u su f’u y ü celten , ö lü m ­ sü zleştiren ve sem b o lleştiren de b u d u y g u larıd ır.

43


işte Y usuf böyle bir dönem de sanki hiçbirşey olmıyacakmış gibi idm anlarına ara vermeden, daha iyi olm ak, daha ileri­ ye gitmek için çahşıyordu. Pehlivanhk öyle bir san’atdır ki, ufacık bir İhmal küçük bir tedbirsizlik, hasmı küçük görm ek veya yerini bilmeyip yüksek­ lere göz dikmek felâket doğurur. Bir anda sakatlanır bütün emek­ ler boşa gider. Ç ünkü güreşçinin tezgahı, aleti, edevatı ve m al­ zemesi gücü, kuvveti, eli ayağıdır. İşte bunun içindir ki genç ve tecrübesiz pehlivanları koruyacak, onları tehlikelerden masun kılacak bir ileri görüşlü ustaya ihtiyaçları vardır. U sta, çevrede­ ki güreşçilerin başarılarım uzaktan İzler, yabancı pehlivanların huylarını, karakterlerini, güçlerini, kuvvetli ve zayıf taraflarını öğrenir, çırağı ile karşılaştıkları zam an ona göre çıkacağı boyu seçer, öğüt (taktik) verir. Bu sebeple; bir pehlivanın bulunduğu il içindeki, hatta komşu illerdeki bir birine rakib olabilecek peh­ livanlar, daima bir birinin güreşlerini ve idmanlarım gizliden gizhye izlerler. Yusuf, bir sene önce Şum nu’da hiç yorulm adan (Büyükorta)yı kazandığı zam an, işte bu sebeplerden ötürü o zamanki us­ tası Dursun Pehhvan onu (Başaltı)na çıkarmamıştı. Çünkü (Başahı)nda senelerce bu boyda güreşmiş pehhvanlar olduğu gibi bir iki senedir yıldızı parlayan ve istikbal vaad eden Oluklulu Kel M ehmed Pehlivan da vardı, (i) (1) Bu Kel M ehm ed P eh liv an , d a h a so n m k i y ıllard a gelişip bü y ü k pehlivan o lm u ştu r. 1894 y ılın da Y u su f’ta n ö n ce A v ru p a ’ya gitm iş L o n d ra ’d a güreşler y ap m ıştır. 1972 yılında E sk işe h ir’de k o n u ştu ğ u m Ş u m n u ’n u n G rad iç köyünden Veli Z o rlu P eh liv an , Y u su f ile P a ris ’e giden K ara O s m a n ’m kendisine söylediğ m e g ö re : “ O lu k lu k ö y ü n d en m eşh u r Kel M ehm ed P eh liv an A v ru p a 'y a bizden evvel g i t t i ...” D e lio rm a n ’d a söylenen d u a la rd a n b irin d e ad ı şöyle an ılıy o r : H a n i A li, h an i Veli H a z re ti H a m z a ’d ır peh liv an ların piri. O lu k lu ’d a v ard ı b ir Kel pehlivan H asm ın ı g ö rd ü m ü o lu rd u b ir p erv an e B u n a g ö re b u lu n m azd ı bir d e n k p e h liv a n ...

44


Kel M ehmed Pehlivan 20-21 yaşında, çok çevik, çok ellek ve kurnaz, aynı zam anda kuvvetli bir gençti. Yusuf, onun ya­ nında ne de olsa daha körpe filiz gibiydi. A m a bir sene içinde gelişmiş, T una boylarında yaptığı güreşlerde de tecrübe edinmişti. 1876 yıh eylül ayı ortalarında O luklu’da büyük bir düğün güreşi oldu. Y usuf ile ustası d a bu düğüne okundular. Bu özel surette okunm anın anlam ını çözmek zor değildi.OIuklulu ağalar, kendi pehlivanlarıyla Karalarh Y usuf’u kar­ şılaştırmak istiyorlardı. M ehmed artık başpehlivanlığa adım at­ mış olduğu için, nasıl olsa Y usuf’u yener, gözünü yıldırır diye düşündüklerinden hiç endişeleri yoktu. Böyle düşünm ekte de haklıydılar. İsmail Pehlivan d a böyle bir güreşi istiyordu. Bu güreş Yu­ suf için başpehlivanlığa yükselen merdivenin son basam akları ve aynı zam anda kalfalıktan ‘ ‘U sta” lığa yükseliş imtihanı da sayıhrdı. A m a yabancı bir köyde kimlerin, güreşe geleceği, Wmin kim ile güreşeceği önceden biHnmezdi ki. Bakarsın hiç akla gel­ m edik yerden biri çıkar gelir. D üğün sahibi, seni biz çağırm a­ dık, sen güreşemezsin diyemezdi. Böyle bir şey pehlivanlıl: ku­ rallarına da Türk töresine de aykırıydı. Bu yüzden çok iyi düşü­ nüp karar vermek gerekiyordu. Öyle de yaptılar. Y usuf’un babası : “ İsmail Pehlivan, bu güreşe gitmeyelim. Bu sene yeteri ka­ dar güreştiniz. A llaha çok şükür hiç yenilmeden sağsalim köye döndünüz. O rtalık iyice karışıyor. Gel bu sene bukadarla yeti­ nelim ...” diyerek gitmelerine pek taraftar olm adı. F akat İsmail Pehlivan’m nedense pehlivanhk duyguları kabarm ıştı. Gitmez­ lerse sanki Yusuf, Oluklulu Kel M ehm ed’den kaçmış gibi ola­ cak, bu haber Şumnu köylerine yayılacaktı. Bunu da ustahğına 45


gururuna yediremiyordu. Evet Mehmed iyi pehlivandı am a, Yu­ suf’a da güveni vardı. Ezilmesine ezilmezdi am a, ya Kel yener de Yusuf’un şanına gölge düşer diye endişeliniyordu. Babasına : “ Bir de Y usuf’a soralım . Bakalım o ne diyor.” Y usuf : “ U sta hiç m erak etme. O kadar iyiyim, o kadar hırslıyım ki karşıma m anda çıkarsanız vallahi güreşirim. İdmanım var iken kaçmıyahm. Allah yenilmek kısmet ettiyse ne yapabihriz. Am a bana öyle m alum oluyor ki. Ben o Kel’i yeneceğim.” Dedi Bu söz üzerine İsmail Pehlivan : “ Evlâd sende bu iman, bu cesaret varken, inşallah sırtın hiç yere gelmez. G idiyoruz...” Diyerek karanm ı verdi. Ertesi sabah erkenden atlara bine­ rek orm an içinden Oluklu köyünün yolunu tuttular. Oluklu köyü, K aralar’ın batısında 3.5 saat uzakhkda 55 ha­ nelik küçük, am a şirin bir orm an köyü idi. Köye geldiklerinde öğle olmamıştı. Düğün sahibi kendilerini davul zurna ile karşı­ layıp konuk kalacakları eve gönderdi. Kel İsmail Pehlivan’ın çırağı ile geldiği, köyde hemen duyul­ du. Buna ençok sevinen de Kel M ehmed oldu. Çünkü Yusuf’u yenmekle şanını ve şöhretini birkat daha artıracaktı. Öğleye doğru büyük bir atlı ve araba kafilesi halinde Razgradhlar da geldi. İçlerinde geçen sene Y usuf’a yenilen Torlaklı Hafız da bulunuyordu. Belli ki, yenilginin acısını çıkarmak am a­ cıyla gelmişti. Biraz sonra güney yolundan beş on atlı daha göründü. D a­ vulcular onları da karşıladılar. İsmail Pehlivan, Yusuf’un babası ve Yusuf, konuk edildik­ leri evde sohbet ederken, bir çocuk koşarak içeri gidip :

46


“ Padişah pehlivanı gelmiş” deyince herkesi bir telâş ve me­ rak aldı. Kim olabilirdi bu padişah pehlivanı? İsmail pehlivanın neş’esi kaçtı. Bir yakınına: “ G it öğren bakalım kim imiş şu padişah pehlivanı” Dedi. Karalarh delikanh hemen yerinden fırladı, odadan dışarı çı­ kıp herkesin m erakla toplandığı eve giderek çocuğun padişah pehlivanı dediğinin, gerçekten Sultan Abdülaziz’in pehlivanla­ rından Eskicum a’nın Nascı köyünden İsmail Pehlivan olduğu­ nu öğrendi. Suhan Abdülaziz tahttan indirilip saraydaki pehli­ vanlar köylerine gönderihnce, o da memleketi Eskicum a’ya gel­ miş. Oluklu’da bir güreş olduğunu öğrenince de : “ Ç oktandır köy güreşi yapm adık, haydi gidip görelim, belki bize de bir h a­ sım çıkar” diyerek kalkıp gelmişler. Karalarh, bu haberi alınca bir de kendi gözüyle görmek için evin içine sokulup m isafir odasının kapısından içeri baktı. Tam karşıdaki sedire çok temiz ve çok güzel pehlivan giysisi giyinmiş iri yarı 30-35 yaşlarında bir pehlivan oturm uş, saraydan, İstan­ bul’dan anlatıp duruyordu. Haberin doğru olduğunu anlayıp he­ men İsmail Pehlivan’ın yanına gelerek : (2) (1) Bu N asçı köylü İsm ail P e h liv a n , D in arlı M e h m ed (Savaş) diye ü n y a ­ p a n p eh liv an ın b ab ası Y u su f H üseyin peh liv an ın d ayısıdır. H ü sey in P eh liv an , T ü rk S p o r derg isinin 14 B irinci teşrih 1933 ta rih ve 3-210 n u m a ra h sayısından itib a re n y a y ın lan an h a tıra la rın d a “ P e h liv an lık bize dedelerim izden in tik a l e t­ m iştir. D ayım İsm ail P eh liv an zam an ın ın en iyi pehlivanı olan M a k a rn a c ı’yı ye­ nerek sa ray a g irm iş ve S u ltan A b d ü la z iz ’in g özde p ehlivanı o lm u ş tu r ...” diyor. (2) Y alnız Rum eli pehlivanlarının özel giysileri vardır. A n adolulu pehlivanlar m a h a llî giysi giyinirler. R um eli peh liv an giysisjne ö rn ek o la ra k A ğ u sto s. 1900 d e İ s ta n b u l’a g elen F iliz N u ru lla h ’ın giyinişini a n la ta n S a b a h g azetesinin şu y a ­ zısını ay n en y azıyoruz; “ Siyah şa y a k ta n b ir p o tu r, m avi ç u h a d a n b ir m in ta n , yeşilli k ırm ızılı b ir R um eli k uşağı, b ir göm lek, bir de b a s m a e n ta ri, b a şın d a b e ­ yaz fes gibi b ir serp u ş, ü zerin d e tem iz aln ın ın yarısını ö rte n m o r ren k li benekli b ir b u rm a sa rık , ay ağ ın d a bir y ü n ç o ra p , bir de sivri b u ru n lu yerli işi ökçesiz p a b u ç (S a b ah . 25 A ğ u sto s. 1900 S a. 1. S ü. 6

47


“ Pelvan ağa be, doğru sülemiş kızan. H epten kocam an bir p elv an ...” deyince Kel İsm ail’in yüzü de kel kafası da kızardı. Kalbi küt küt atm aya başladı. Tanıyordu bu Nasçılı îsm ail’i. Çok seneler önce daha ortaya güreşirken yenmişti onu. A m a sonra­ ki yıllarda o üste koyup K ırkpınar’a gitmiş oradan da Aliço sa­ raya almıştı. Şimdi m utlaka başa soyunacak hasım isteyecekti. Karşısına çıkmasa bile köylü bırakır mıydı hiç. Kisbetini getir­ memiş olsaydı, belki “ hastayım seyir için geldim kisbetimi bile getirm edim .” diyebilirdi. A m a şimdi köylüye güreş olsun, sey­ retsin de kim yenilirse yenilsin. Hele padişah huzurunda güreş­ miş Nasçıh İsmail Pehlivan’ı görm ek istemezler miydi? Güreşler öğleden sonra başladı. Desteye çıkanlardan Ezelceli İbrahim burada d a kolayca desteyi kurtardı. O rtaya Karalarlı Yusuf, Torlaklı H afız, O luklulu Kel M ehmed ve Karacaat1ar köyünden kuru yüzlü ince yapılı Rüstem isimli bir pehlivan çıktı. Cazgır pehlivanların yanına gelince, Torlakh H afız : “ U sta Y usuf’la ben tutacağım . O nunla görülecek hesabım var” diyerek Y usuf’un yanına durdu. Bunu gören Oluklulu Kel M ehmed hemen itiraz etti : “ H ayır Y usuf’la ben tutacağım ” Bu durum karşısında gün görm üş tecrübeli cazgır : “ Durun bakalım. Yusuf ikinizle birden güreşemez. Allahın günü çok. Y usuf ilk önce kimi yendiyse hak onundur. Söyleyin bakalım , Y usuf hanginizi ilk önce yendi?” H afız hemen karşı­ lık verdi : “ T orlak’ta geçen sene beni yendi. Onun peşinden ta bu­ ralara kadar geldim. H ak benim dir. Bırakm am o n u .” Cazgır Kel M ehm ed’e sordu : “ Seni ne zam an yendi?” M ehmed : 48


“ îlk defa karşılaşacağız u sta.” Cazgır : “ Öyleyse Y usuf ile Torlaklı H afız tutacak. Sen de Rüstem ile” deyip bu şekilde eşlendirdi.(^) Geleceğin baş pehlivanı olacak bu dört genç; işte bu şekil­ de 1876 yılının bir sonbahar günü Şum nu’nun Oluklu köyünde böylece karşı karşıya geldiler. Bu dö rt genç arasında en küçüğü olan Rüstem ’in, ortaya soyunması büyük cesaret işiydi. Henüz 16-17 yaşında ancak var­ dı. Ç ünkü Hafız da, Y usuf da Kel M ehmed de birkaç senedir ortaya güreşen 19-20 yaşlarında gençlerdi. Güreş başlıyalı yarım saate yaklaşmıştı ki; Yusuf o uzun ko­ luyla H afız’ın ensesine yüklenip, ileri çekmek istedi. H afız da bu baskıdan kurtulm ak için başını yukarıya doğru kaldırdığı an, sağ eliyle H afız’m sol paçasına parm aklarını geçirdi. H afız tek ayak üzerinde sekip duruyordu. Yusuf öbür ayağına bir çengel takınca H afız yan üstü düşüp açıldı. (2) Y usuf patı çakıp usta­ sının yanına geldi. Y u su fu n galip geldiğini gören M ehm ed de çaprazla Rüstem ’i yendi. (1) B u ra d a a d ı geçen R ü stem P e h liv a n , 1896 yılın da B u rsa Y en işeh ri’n in M ah m u d iy e k ö y ü n e göç ed ip “ K oca R ü stem ” v eya “ K u ru R ü ste m ” diye a n ı­ lan başp eh liv an lardan m eşhur R üstem P ehlivandır. 1896 d a n ö nce Ş um nulu R üs­ tem diy e d e a n ıla n g erçek ten K a ra A h m e d ’i üç d e fa yenecek k a d a r iyi b ir pehliv am m ızd ı. F a k a t göç ve y o k lu k genç y aşd a (1901) y iim d a o n u d a a lıp g ö tü rd ü . M ezarın ı B u rsa K ö y H izm etleri 17 nci B ölge M ü d ü rlü ğ ü y a p tırm ıştır. T o ru n u b u k u ru lu ş ta çalışm a k ta d ır. (2) Ç a rd a k lı cazgır A li R ıza Ç u b u k ç u (d. 1905-Ö. ?) 1934 y ılında T e k ird a ğ ’ m d a H a fız P e h liv a n ’ı g ö rm ü ş. H a fız o z a m a n 85 y a şla rın d a v arm ış. A . R ız a ’n ın Ç a rd a k lı o ld u ğ u n u ö ğ ren in ce “ D ay m Z eybek M u s ta fa P e h liv a n ’la R u m e­ li’d e ço k g ez d ik ” d em iş. E ğer A . R ıza Ç u su k ç u n u n T e k ird a ğ ı’n d a k o n u ştu ğ u b u H a fız ise so n ra d a n S a n m e şe k ö y ü n e gelip b u ra d a ö lm ü ş ve çırağı H ergeleci İb ra h im P e h ü v a n ’m m ezarı y a n m a g ö m ü lm ü ş o lu y o r.

49


Yusuf ile Oluklulu M ehm ed’in galip gelmeleri seyircileri iyice heyecanlandırdı. Şimdi düşündükleri gibi iki hasım karşı karşıya kalmışlardı, iki rakip köy arasındaki güreş, acaba han­ gisinin üstünlüğü ile sonuçlanacaktı? Yusuf ilk defa heyecanlıydı.Çünkü çok iyi biliyordu ki (Baş) a giden yol bu güreşe bağhydı. Hasm ım yenebilirse baş altı ba­ sam ağına ayağını atmış olacaktı. Yenemezse Kel M ehmed’i yeninceye kadar onu kovalaması gerekiyordu. Çünkü pehlivanlıkta yenilen kovalar. Kendini yeneni yenemedikçe üstünlüğünü ispat edemedikçe ondan ileri boya güreşemezdi.(^) Bu sebeplerle ustasının öğüdüne ihtiyacı vardı. Y anına ge­ lince : “ U sta nasıl güreşeyim M ehmed P ehhvanla?” diye sordu. Ustası da : “ Yusuf, M ehmed bu köylü olduğu için galib gelmek am a­ cıyla seni m utlaka yarım d a olsa açık düşürüb yendim diyebilir. Çok dikkath ol, ilk ellerde o sana hücum etsin ve seni savunm a­ da kalacağını, korktuğunu sanip açıklar versin. Kuru Rüstem ile güreşirken dikkat ettim , oyun alam ayınca sinirleniyor. H al­ buki güreşirken sinirlenmek bir pehlivan için kötü bir şey­ dir.O yun vermeyip bir süre güreşi bağlarsan o daha da hırçınla­ şır, gözünü ara sıra bana çevir, ben sana işaret verince tekten kap ve hemen şak ile kündele. Sırtını da iyice yere getirmeden sakın bırakm a. Çok pehlivan aşırınca açık düşürdüm sanar, hasmını bırakır. H albuki yarım açılmıştır. Tam göbeği açılmadığı

(1) P eh liv an lar A llah ’ın h a k k ı ü ç tü r d erler. B u d em ek tir k i, yenilen kendisi­ ni y en en d en iki d e fa d a h a güreş istey eb ilir. E ğ er ik isin d e d e yine yenilirse o p eh ­ liv an , k en d isin i y enen ile b ir d a h a k a rşılaşm az. H asm ın m ü stü n lü ğ ü n ü k ab u l ed er. B erab ere k alırla rsa üç yenilgi o lu n cay a k a d a r karşılaşab ilirler. Ü ç d e fa ye­ nilen te k ra r tu tm a k isterse y enen güreşm iyebilir.

50


için yenik sayılmaz. Hele o pehlivanın kendi köyünde isen. Şimdi git güzelce yağını tazele, kisbet kasnaklarını bol bol yağla. İn­ şallah bunu da yeneceksin...” Pehlivanlar 15-20 dakika dinlendikten ve yağlarını tazele­ dikten sonra ortava gelip yan yana durdular. Cazgır d a arkalan n a gecİD elindeki çubuğu ikisinin omuzuna koyarak şu eüzel du­ ayı okuyup İKİ peniivanı d a sırtından iterek m eydana saldı.

Besmeleyle çıkın m eydana, Uymayın hiçbir vakit kör şeytana. Bu dünya kalm am ıştır Hazret-i Süleymana, Size de kalm az pehlivanlarım. Bu dünyanın işi öteden beri haraptır harab, Gözümüzü gönlüm üzü bürüm üştür kan ile türab. K af’dan K af’a hükm ederdi Parm aksız A rab, Ona da kalmadı, bu dünya size de kalmaz pehlivanlarım. H ani Ali? H ani VeH? H azret-i H am za’dır pehlivanların piri. A rpa ektim kılçıklı, Sovan ektim pürçekh, T una vilâyetinde çıktı bir Zıpçıklı O na da kalm adı bu dünya size de kalmaz pehhvanlarım . Bu pehlivanhk dediğin bir merak. O nlara lâyık değil harm anla orak. Aç gözünü pehlivanım kendine eş seçmiye bak. Z ira hasm ın gahptir gaüb. H er biri eşini alta getirmiye talib.

51


A lta geldim diye yerinmeyin, Üste çıktım diye sevinmeyin. Hasm ınız karınca dahi olsa, Karıncadan edna tutun kendinizi pehlivanlarım. Pehlivanlara sıkça dökün yağı, Pehlivanlar gözetsin zengince ağayı. O da sizin m enfaatınızadır pehlivanlarım. Z avud’d a vardı bir peMivan ona derler Deli Yahya, Başı sıkılan pes etsin gitsin tarlaya. Bu cemiyet toplanm ış pehlivanları seyretmiye buraya Pehlivanların işine kimse karışm asın otursun oraya.(O Peşrevleri kısa sürdü. Arkasından “ Helâllaşma” , “ Elleşme” ve “ Kucaklaşmamdan sonra hem en güreşe girdiler. îlk hücum u Kel M ehmed yaptı. H iç kimsenin beklemediği bir anda, elense çekecekmiş gibi yaparak tekten kapıp Yusuf’u altına alıverdi. Doğrusu bu dalışı Y usuf’da beklemiyordu. Çok ustaca yapılmıştı. A m a Y usuf da dikkatli bulunduğu için, ça­ bucak dönüp kendini yere attı. Sarm a taktırm am ak ve künde aldırm am ak için de kıç üstü oturup şakı tutm asına engel oldu. Y u su f un bu şekilde oturması nedeniyle sarma, künde, paçakasnak gibi oyunları yapam ayan M ehm ed, bu sefer içpaçakasnak alm ak istedi. Y usuf da M ehm ed’in içkasnağm dan tutarak diznelip ayağa kalkm ak istedi. Yusuf içkasnaktan tutup diz üstüne geldiği zaman öbür eliy­ le de M ehmed’in paçasına parm aklarını geçirince, biraz önce ha­ kim durum da olan M ehmed şimdi çok tehlikeh durum a düştü. M ecburen Yusuf’un paçasını bırakıp kendi paçasını d a silkerek ve Yusuf’un kasnakdaki elini budayarak kurtulm ak istedi. Ama ne m üm kün, Y usuf’un parm akları şirazelerden içeri girmişti. (1) O sm an K eskioğlu, T ü rk K ültürü D ergisi, A ğustos. 1985, S. 268

52


Y usuf bu anı kaçırmadı ve bir ayağı ile içten hasmının yere basan topuğunu köstekleyince Kel M ehmed sırt üstü yere dü­ şüp yenildi. Davul zurna sustu. Y usuf, Mehmed Pehlivan’m elinden tu­ tarak ayağa kaldırdı, kendisini kucaklayıp “ tartsın” diye bek­ lerken, M ehmed üzgün üzgün dönüp yerine giderken, cazgır : “ M ehmed Pehlivan üzülm e, kısmet bu gün Y usuf’unmuş bidakine de sen yenersin. Yenildim diye darılmak olmaz, kucakla hasm ını.” deyince çaresiz, dönüp Y usuf’u kucaklayıp kaldırdı. Sonra da Y usuf M ehm ed’i tarttıktan sonra parsalarını toplayıp, ustasının yanm a geldi. Önce babasının elini öpm ek istediğinde : “ Oğlum önce ustanın elini öp, hak onundur” dedi. Yusuf eğildi ustasının elini, o da Y usuf’un alnından öptü ve: “ Aferin Y usuf, çok güzel, tam istediğim gibi oyunları peş peşe yaptın. Kendini hasmma teslim etmedin. Şimdi anladın mı çamurla parm aklan kuvvetlendirmenin faydasını? Koca Kel M ehmed parmaklarını ne kasnaktan ne de paçasından sökebil­ d i.? ” Sıra başpehlivanlara gelmişti, Cazgır : “ Başa çıkacaklar soyunsun” diye bağırınca zaten kisbetini giyinmiş durumda bekliyen İsmail Pehlivan, uzun göm leğini çı­ karıp “ Bismillah” diyerek meydana yürüdü. Kel İsmail ile A bdülaziz’in pehlivanı Nascılı İsm ail’in gü­ reşi yarım saat kadar sürdü. Nascılı gerçekten her bakımdan çok değişm iş, saraya lâyık bir başpehHvan olm uştu. Her gün im pa­ ratorluğun en acar, en teknik pehlivanlarıyla idman yapa yapa ve sarayın o nefis yemeklerini yiye yiye sanki canavarlaşmış gi­ biydi. Kel İsmail canını dişine takmış, bütün ustalığını ortaya koymuş bu yaman pehlivana yarım saatten beri karşı koymıya çalışıyordu. A m a ne de olsa hem daha yaşlı ve hem de N ascılı’

53


ya göre idmansız sayılırdı. Sonucun kendi aleyhine olacağını an­ layınca : “ İsmail Pehlivan Allah için çok üste koymuşsun. Allah na­ zardan esirgesin, gerçekten padişahlara lâyık pehlivan olmuşsun. Biz buralarda körelmişiz. Bana bu kadar güreş yeter..” diyerek güreşi N ascıh’ya bıraktı. Bu güzel sözler karsısında Nascılı da kendisinden daha yaşh olan İsmail Pehlivan’ın elini öperek : “ Ustaların ustası, biz pehlivanlığı sizlerden öğrendik. Sizin gibi pehlivanların sayesinde pehlivanlık yaşıyor...” diyerek karşıhk verdi. Kei İsmail de N ascılı’mn eskiden yenilmiş olm ası sebebiyle bu güreşte de almadan efendice güreşip kendisini övmesinden ve elini öpm esinden çok duygulandı. Gözleri yaşardı alnından öperek kucaklaşıp alkışlar arasında ayrıldılar. Düğün sahibi o gece Nascılı İsmail Pehlivam da Nasuhculu Kel İsmail’i de konuk etti, gitmelerine müsaade etmedi. Akşam yemeğinden sonra misafir odasını dolduran yüzler­ ce köylü, İsmail Pehlivan’ın padişah, saray ve İstanbul konusunda anlattıklarını dinlediler. H oşça vakit geçirdiler. Ertesi sabah at­ larına binip Oluklu’dan ayrılarak Karalar’a geldiler. İsmail Pehhvan bir gece Karalar’da kaldı. O gece geç va­ kitlere kadar yaptıkları güreşleri, Y usuf’un durumunu ve gele­ cek yıl yapılacak güreşleri konuştular. İsmail Pehlivan düşün­ celerini şöyle söylüyordu : “ Y usuf 18 yaşına girecek. Maşallah ümit ettiğimiz gibi ge­ lişiyor. Boyu uzun, her ne kadar henüz yapısı ince ise de yirmi yaşından sonra kemikleri sertleşir, kasları kalınlaşır ve ilikleri dolar. İşte o zaman tam bir başpehlivan gibi olur. Bilhassa bu kiş çok iyi yemesi ve hiç ara vermeden şimdiye kadar yaptığı id­

54


manlara devam etmesi gerekir. Ayrıca haftada bir yağlamp bir­ kaç kişi ile de boğuşm ası şart. Boğuşma dedimse itişip kakış­ mak değil. Gösterdiğim oyunları peşi peşine karşısındakilere uy­ gulayacak. A m a ciddi tutmayacak. Karşısındakini yıldırmaya­ cak, ezm eyecek. Yoksa boğuşacak kimseyi bulamaz, idmansız kalır. O adamlara biraz para, biraz ekmek aş verirseniz daha istekle gelirler.” “ Bulgarlar iyice azıttı. Korkarım savaş çıkacak Bizim Osmanh A nadolu’dan asker getirip yığıyormuş. Eğer savaş çıkar­ sa kimin ne olacağı, nereye gideceği beili olm az. Ben bugüne ka­ dar elimden geleni yaptım , bildiklerimi öğrettim. Kel M ehmed’i yenm ekle de buralarda artık korkusuzca başa çıkabileceğini isbat etti. Bu günden sonra Y usuf, usta bir pehlivan sayıhr. Ben beiki bir sene daha güreşebilirim. Yaşlandım artık. A m a elimle Yusuf’u Kırkpınar’a götürüp orada güreştirmek isterim. Kırkpınar’daki güreşler bura güreşlerine hiç benzemez. Rodoplardan, Rum eli’den, Arnavudluk’tan, Gostivar’dan, Sırbistan’dan, Ka­ radağ’dan, A nadolu’dan, İstanbul’dan yüzlerce pehlivan gelir. Onun içindir ki Kırkpınar’a “ Pehlivanın harman olduğu yer” derler. Orada başı alan Osmanh îm paratorluğu’nun başpehli­ vanı sayılır. Buralarda başa güreşen orada ancak büyükortaya veya başaltına çıkabilir. En yaman pehlivanlar da Gostivar’dan ve Pom aklar’dan çıkar. A llah için çok sağlam çok mertçe güre­ şen pehlivandırlar. Hele Pom aklar, pehlivanlığı hakkiyle bilen ve yapan dini bütün insanlardır. Onların güreşi de bizimkinden biraz farklıdır. M eselâ hasım paçalara dalmadan da aşırma bo­ yunduruk çekerler, pes edinceye kadar bırakmazlar. Kendileri­ ne özel kündeleri vardır... Velhasıl iyi bir başpehlivan olmak için Pom aklarla da çokça güreşmek şarttır. A m a başpehlivan ola­ bilmek için bir şart daha vardır ki o da başpehlivan oluncayakadar evlenmemek ve eline beline diline sahip olup Tanrı yo­ lundan ayrılmamak. A bdestsiz kisbet giym em ek.”

55


Benim Y usuf’a çok güvenim var. Bu sözlerimi aynen uygulıyacagından hiç şüphem yok. İnşallah Kırkpınar’da da baş­ pehlivan olub Dehorm an’ın adım yüceltir. Beni de “ Ustam İsmail Pehlivan” diye anarsa ruhum şad olur.” “ Diyeceklerim bu kadar. Hakkım anamın sütü gibi helâl olsun, sız de hakkınızı helâl ed in .” İsmmi Pehlivandın bu konuşmasım hiç ses çıkarmadan dinledıler. Konuşması bitince sanki bir daha görüşemiyeceklermiş gibi üzüntülüydüler. Y usuf ağlayacak gibiydi. Çünkü ustası ko­ nuşmasının son cümlelerinde sesi titriyerek boğulur gibi olm uş­ tu. Belki de o da içinden ağlıyordu. Ertesi sabah İsmail Pehlivan’ı Nasuhcular’a yolcu ettiler. Y usuf 1876/1877 kışım ustasm ın dediği gibi idman yapahT

u *'

*’

«eliyordu. Rusya’mn haRusya’mn istediği şekilde Türkiye deki Hıristiyanlarm refahım temin edecek, ısla­ hat yapacak, topladığı askeri terhis edecek, bunları yapmazsa Rusya orduları ile Türkiye’ye saldırabilecekti. ... S"'.'**™ hepsi birer bahaneydi. Çünkü Osmanh Devle­ ti ndekı Hırıstıyanlan tahrik eden Ruslar’dı. Osmanlı Devleti’ne yaparsa yapsm, Rusya D eli P etro’nun çizdiği am aca ulaşabil­ mek ıçın Turk olm ayan milletleri ayaklandırmaktan geri dur­ m ayacaktı. Bu durum karşısında da Osmanh Devleti askerleri­ ni terhis etmeyecek ve yine Rusya’nın savaş isteği tahakkuk edec e k t| Protokolü Avrupa devletlerine imza ettirmekten amaç da, kendini haklı göstermek içindi. işte böyle savaş hazırhkianmn yapıldığı günlerde Y usuf bir­ kaç ay sonra istilaya uğrayacak Bulgaristan’ın Deliorm an bölp sın d e k ı köyünde korkulu günler yaşıyor, bir taraftan da çalışmalarını aralıksız sürdürüyordu.

56


OsmanlI Devleti ordusunu dağıtmayınca Ruslar da 24 N i­ san 1877 günü savaş ilân edip, 2 1 /2 2 Haziran gecesi M açin’den 2 6 /2 7 Haziran gecesi de Z iştova’dan Tuna’yı geçip Türk topraklanna girdiler. Balkanlar’daki Osmanlı ordusunun başında, tecrübeli, bil­ gili, vatansever kumandanlar vardı. Ancak, Sultan Abdülhamid Serdar Abdülkerim P aşa’ya güvenemediği için, azlederek yöne­ timi Yıldız Sarayı’nda oluşturduğu "Askeri M eclis” e verdi. Bu meclisin başında kız karaeşinin kocası Mahmud Celâleddin P a­ şa bulunuyordu ki; bu paşa da diğer üyelerin çoğu gibi askeri okullardan ve ordudan yetişm e paşa olm ayıp, kendi nişanları ile paşa ünvanmı alan sivil idi. Kendisini yönetecek dirayetli bir başkumandandan yoksun Balkan orduları. Plevne de Gazi Osman Paşa’mn tek başına ka­ zandığı zafere rağmen yenildi. Ruslar Yeşilköy’e kadar geldiler. (24 Şubat 1878) İngiliz Donanm ası da 13 Şubat 1878 günü, İs­ tanbul limanına girdi. Şark cephesinde de yenilmiştik. Suiü anlaşması yapıldı. Kars, Ardahan ve Doğubeyazıd Ruslara bırakıldı. Bulgaristan’a muhtariyet tanındı, Rom anya, Karadağ ve Sırbistan istiklâlleri­ ni ilân ettiler. Ayrıca da harp tazminatı ödedik. (O Bu acıkh işgal günlerinde şüphesiz ki Şumnu yöresinde de eski güreşli, at yanşlı düğünler yapılamadı. Yusuf ve babası, ana-

( i j T arih im izd e “ D o k sa n ü ç H arD i” diye geçen b u acı so n u ç lu sa v aşla ilgili resim ler A v ru p a g azete ve dergilerinde y ay ın lan m ış. Ö zellikle b a k ; (L ’l ’llu stratin J o u r n a l Ü niv ersel) 1877-1878 sa y ıla rm d a R um eli T ü rk ’ü n ü n çektiği zu lü m a çık ça b elirtilm iştir.

57


yurda göç etmeyip, köylerinde kaldılar. 1882 yılma kadar tam dört sene (1878,1879,1880 ve 1881) yılları Kırkpınar güreşleri de yapılamadı, (i)

KOCA YUSUF K IRK PINAR’DA Ustası İsmail Pehlivan’dan 1876 senesinin Eylül ayı ortala­ rında ayrılmıştı. İsmail Pehlivan o kışı köyünde geçirdi. Am a 1877 nisanında Ruslar Tuna’yı geçince, artık güreşi düşünecek durumda olm adığından, çoluk çocuğunu toplayıp önce Varna’ ya oradan da gemi ile İstanbul’a göç etti. Köyden ayrılırken gön­ derdiği selâmından başka bir haber alınamadı. Y usuf’da ustasız, arkadaşsız yalnız başına kaldı. Sulh anlaşması gereğince Deliorm an Bulgaristan’da kalın­ ca, Y usuf çarasiz tek başına güreşe devam etti. Artık 20 yaşın­ da az çok pehlivanhğın sırrına ermiş, yan olgunlaşmış kendi ba­ şına güreş kovahyabilecek duruma gelmişti. Göçler dolayısıyle artık D eliorm an’da eskisi gibi güreş de olm uyordu. Çaresiz, istilâ görmemiş İstanbul, Bursa tarafları­ na gitmeyi düşünürken o sene (1882) Kırkpınar güreşlerinin ya­ pılacağı haberini aldı.

(1) E d irn e G a z e te si'n in 9 C em aziyelevvel 1299 -m ilâd i 29 M a rt 1882- ta r ih ­ li sayısı (S. 4 , S ü. 4) n d a şu ilân v a r : “ O rta k ö y kazası d ah ilin d e k â in K ırkpın a r n a m m ah ald e m in elk ad im ruz-ı b ız ırd a n ik i g ü n evveı k u ru lu p üç gün iratid a t eden ve istilâdan beri m u attal k a la n h ay v an v e eşya-yı şâire p an ay ırı b u sene-i m ü b a re k d e n itib are n k em âfis-sab ık k ü şa d edileceği D im e to k a m u ta sa rrıflığ ın ­ d a n b ild irildiğinden cüm lenin m a ’lu m u o lm a k üzere ilân ı keyfiyete ib tid a r o lu n ­ d u .”

58


o zaman ki Kırkpmar panayırı ve güreşleri rumî takvime göre 20 Nisan günü (Milâdi 2 mayıs) açılıyor, 21-23 Nisan (3-5 mayıs) günleri güreşler ve diğer yarışmalar yapılıyordu. Daha iki ay vardı. Bu süre az değildi. Zaten kış çalışmalarını hiç ak­ satmadığı için, idmanlı saydırdı. Edirne’ye gidinceye kadar da yol boyunca rast geldiği yerlerde güreş olursa güreşir iyice idmanlanmış olurdu. (^) Bu düşüncesini babasına açıp rızasını aldıktan sonra, kisbet zenbilini ve çamaşırlarını om zuna atarak Şum nu’ya geldi. Eşyalarını bir hana bırakıp pehlivanların oturduğu kahveye git­ ti. A m acı nerelerde güreş olduğunu öğrenmekti. Kahve, Klak çarşısmdaki kisbet ustası saraç Nuri Pehlivan’ın dükkânının bitişiğindeydi. Kapıdan içeri girince, “ Selâmın aleyküm ” der dem ez, hemen tanındı. Yer gösterdiler, ha! hatır sorup çay kahve ısmarladılar. Pehlivan kahvesinde ne konuşu­ lur? Güreş, güreş.. Y usuf’a da hemen sordular : “ Pehlivan hayırdır inşallah, bir yerde güreş mi var?

(1) P an ay ır kelimesi R u m ca’dır. T oplu alış veriş yeri, p azar dem ektir. T ürkler A n a d o lu ’y a gelince, R u m la r’m b u geleneğini b en im se d iler. D a h a so n ra k i yıl­ la rd a , R um eli’ye de yerleşince p anayırlarda davul z u rn a ile y apılan güreş, a t yarışı ve k o şu gibi y a rışm a la r d a d üzenleyerek k lasik Y u n a n p a n a y ırla rın a b u g ü n k ü g ö rü n ü m ü v erd iler. E sk i K ırk p m a r p a n a y ırı. E d irn e -O rta k ö y y o lu ü zerindeki S im av in a ve S a n h ız ır k ö y leri a ra sın d a b u lu n a n “ K ırk lar Ç eşm esi” n in y a n ın d a y ap ılırd ı. K an aa tim izce b u p a n a y ırd a ilk d e fa g ü reşlerin yapılm ası B a b a îly as H o ra sani h alifelerin d en S aru S altuk B a b a ’n m , T ü rk m en leri k a tliam eden Ü çüncü Gıy a se d d in ’in k o rk u su n d a n R u m eli’ye geçip 40 sene E d irn e ’de p a y id a r o ld u ğ u 1263-1303 yılları a ra sın d a d ır. S aru S altu k b ir alp -eren o lm ak la b e ra b e r, peh liv an id i. B u sebepledir ki R u ­ m e li’d e o k u n a n g ü reş d u a la rın d a : “ ... A n k a r a ’d a E r y a ta r, R u m ’d a M ehm ed B u h a rı S aru S altu k , to n giyer tu m a n ç e k e r ....” diye söylenir. (E vliya Ç elebi, a .g .y . C . 1, S. 254)

59


“ Yok ama dört senedir şu M osk of yüzünden sıkı güreş ya­ pamadık. Pehlivanların kimi öldü, kimi güreşi bıraktı kimi de Türkiye’ye göç etti. Ben de Edirne taraflarına gidip kısmet anyacağım. Belki de Kırkpınar güreşlerine katılırım .” İhtiyarlar’dan birisi söze karıştı : “ Pehlivan kiminle gidersin, arkadaşın kim ?” “ Arkadaşım yok, yalnız giderim .” “ A be pelivan hepten delisin sen be. Yalnız başına dışarı­ larda, hele yurt dışında güreş kovabilir misin? Ustan Kel İsmail sana böyle mi öğretti pelivanlığı b e .” “ U stam a söz yok. Öldüyse A llah rahmet eylesin, ölmediyse uzun ömürler versin. O bana yalnız gidümiyeceğini öğretti ama Deliorman’da kimse kalmadı ki arkadaş edineyim. Bildiğin varsa söyle arkadaş olahm . Zaten buraya gelişim in bir sebebi de bu. Belki bir arkadaş bulurum diye geldim .” ‘Sen de haklısın Y usuf Pelivan. Pelivan kalmadı Delior­ m an’da, kökü kuruyacak vallahi.” İlk önce konuşan ihtiyar : “ Kim demiş kökü kuruyacak. Abe burası Deüorman be Ni­ çin demişler buraya Deliorman veya Ağaç-denizi? Ormanaaiı bir ağaç kesersin bin fidan yetişir. Denizden balık tutmakla Dahk tü­ kenir mı? Siz, şehir çocuğundan başpehlivanlığa çıkmışını hiç gördünüz mü? Olmaz be. Çünkü şehirliler günün yirmi dört sa­ ati biribirinin nefesini ciğerlerine doldururlar. Halbuki biz Dehormanlılar mis gibi pelit, meşe ve çam havası alır onların kö­ künden süzülerek çıkan buz gibi suları içeriz. Yetişmiş pelivan1ar Türkiye’ye göç etti diye üzülmeyin. Üç beş seneye kalmaz göreceksiniz yeni yeni fidanlar yetişecek. Yeter ki bizler destek olahm , kalan pelivanlar çırak yetiştirsinler” derken Y usuf’un da yüzüne manalı manalı baktı. Bu bakışıyla :

60


“ Yusuf Pelivan, Deliorman’ın adını devam ettirmek size dü­ şüyor. Görevini unutma. Nasıl ki, Kel İsmail Pehlivan seni yetiştirdiyse, sen de birkaç çırak yetiştir ki Deliorm an’ın pehlivan yatağı olduğunu duymıyanlar da duysun.” Y usuf da ustası gibi az konuşurdu ama, çok zekiydi. İhtiya­ rın ne demek istediğim anlamıştı : “ Merak etme ağam. Haklı söylersin. Bundan sonra D eli­ orm an’ın şanını yüceltm ek, onu dünyaya duyurmak ve devam ettirmek elbette bize düşer. Bizden önceki ustalar nasıl görevle­ rini yapıp bizi yetiştirdilerse, ben de elimden geleni yapıp bir­ kaç çırak yetiştireceğim ...” D edi. Bu söz. bütün dinleyenleri sevindirdi. Konuşmalar akşama kadar bu şekilde uzayıp gitti ve Yusuf Pehlivan ertesi gün saban namazını Klak Cam ii’nde kılıp başarılı olm ası için dua ve niyazda bulunduktan sonra Varna’ya gitmek üzere Bulanak yoluyla M adara’ya geldi. Madaralılar güreş meraklısıydılar. İyi pehlivan da çıkardı. Belki güreş yaparlar diye düşünüyordu. Yanılmamıştı. Y usuf Pehlivan’m geldiğini duyan ağalar, hemen bir güreş düzenleyip başa da bir tosun koydular. O zamanlar, bir köye veya kasabaya böyle garip bir pehli­ van geldi m i, o köyün ağaları, zenginleri veya belediyesi yardım olsun diye güreş düzenlemeyi kendilerine bir görev sayarlardı. Bu töre yakın zamanlara kadar süre gelmiştir. Güreşte Y usuf’a çıkan olm adı. Ortayı kazanan genç pehli­ van ile, 15-20 dakika oynaş yapıp, başa konulan tosunu aldı.

61


Ayrıca da bolca parsa topladL(i) " ■ • I'.y ';

Koca Y usuf, Madara gürelinden sonra, Kaspican istasyo­ nundan trene binerek Varna’ya geldi. ^ Varna’ya gelmesinin başlıca sebebi, burasının büyüle bir şe­ hir ve halkının da zengin oluşuydu. Hem Varna’da tanıdıkları da vardı. Bir hafta kadar tanışlarında misafir kalıp, civar köy­ lerdeki güreşlere katıldı. Her güreşte de kolayca baş’ı aldı. Varna’ya gelişinin sekizinci günü, Köstence’den gelen bir gemiye binerek Burgaz’a geçti. Burada bir hafta kalıp güreş yap­ tıktan sonra, Y anbolu’ya geldi. Y anbolu, Edirne’ye kuzeyden geieh bütün yolların kavşak yeriydi. Buradan sonra yol Tunca Nehri’nin geçtiği vadiyi takip ederek Edirne’ye ulaşırdı. Kırkpınar’a giden pehlivanlar, hep bu yolu izler ve Y ânbolu’y a gelince de nietlaka birkaç gün burada kalıp idmaft yaparlardı. ' "

(1) P a r s a kelim esi F a rsç a ’d ır. G enellikle aç ık yerlerd e y ap ılan orta-oyunu-, ho k k ab azlık , canbâzlık ve güreş gibi gösterilerde oyuncuların seyredenlerden to p ­ la d ık ları p a ra d ır. B u gelenek yalnız T ü rk le r’e m ah sû s d eğ ild ir. B atı ü lkelerinde d e b u çeşit s a n ’a tk â rla r p a rsa to p la y a ra k geçim lerim sa ğ lıy o rlard ı. , . G ü reşte, yalnız b aşp eh liv an lar güreşe b a şla m a d a n ö n ce, d iğer boy güreşçi­ leri.ise g ü reştik ten s o n ra p a rsa toplarlar;- P a r s a to p la m a k b ir çeşit y ard ım de­ m e k tir. B izim g ü reşte, yenilen ö d ü l alam ad ığ ı için, yenileni de sevindirm ek ve y a ra rla n m a sın ı bv şekilde sağ lam ak ici'n verilir. F a k a t el açıp seyirciden b ir yi­ ğ id in ü ç beş k u ru ş istenlesi o n u r k ırıcıd ır. M aâles^f-güreşçilerim izin h i ç b i r 'S ^ y al güvencesi olm adığı için* h a lâ d a bazı gü reşlerd e uyg,u lan m ak tad ır. , ;;?J K ızılcıklı M a h m u d P ehlivan, A m e rik a ’d a n A n to in e P ierri ile İsta n b u l’a g e­ lince A ğ u sto s 1910’d a A n a d o lu H isa rj’n d a düzenledikleri yağlı ve m inder.güreş y a n ş m a la n n d a ilk d e fa p a rsa td p la n m ıy a c a ğ m ın gazetelerle d u y u ru ld u ğ u g ö ­ rü ld ü . ' ' •' . (S a b ah G azetesi, 13 A ğ u sto s İ910, S. 4, S ü. 3)

62


Y anbolu’da, Silistireli pehlivanlarla karşılaştı. Onlar da Kırkmar’a gidiyorlarmış. İçlerinde vaktiyle yendiği Deli Murat da vardı. N e de olsa komşu ve tanış sayılırlardı. Arkadaş olup, gü­ reşlere birlikte gitm eye başladılar. Böylece Kırkpınar güreşleri­ ne üç gün kala, Edirne’ye geldiler. Y usuf Edirne’yi ümit ettiği gibi bulmadı. Edirne’yi daha gü­ zel, daha bakımh bir şehir olarak düşünüyordu. Halbuki Edir­ ne, Rus istilasından sonra eski önemini kaybetmiş, terkedilmiş bir şehir görünümündeydi. Padişahların sarayları tamamen yan­ mış, o güzelim bahçeleri harabezara dönmüştü. Bu yıkıntılar için­ de yalnız Mimar Sinan’ın yaptığı Selimiye Camii, imparatorlu­ ğun muhteşem geçmişini tek başına temsil eder gibi, dimdik du­ ruyordu. 0) Y usuf, Edirne’ye gelince Silistreliler’den ayrıldı. Ustasın­ dan adını işittiği hancı Mestan A ğa’yı aradı buldu. Ustasından daha yaşh, iri yan bir ihtiyardı. Selâm verip, Şum nu’dan Kırkpınar’da güreşmek için geldiğini, boş oda varsa bu handa kal­ mak istediğini söyledi. H ancı : “ Yalnız mı geldin pelivan? Arkadaşın yok m u?” “ Yalnız geldim baba.” “ Ustan da mı yoktu? Niçin seni yalnız gönderdi? “ Ustam vardı.ama Türkiye’ye göç etti. Olsaydı beraber ge­ lecektik. Kısmet değilm iş.” (1) Y u su f’u n E d irn e ’ye gelişinden 45 sene ö nce (1. H a z ira n 1837 g ü n ü ) Saray içi’ni gezm iş o la n A lm an M a raşalı H elm u th M olteke, izlenim lerini şöyle a n ­ latıy o r : “ B urası T u n c a k e n a rın d a m u azzam ç ın a rla r ve k ara a ğ a ç la rla gölgelen­ m iş m u h teşem b ir çay ırlık tır. -Burası insanı bir çad ır k u rm a ğ a d av et eder. F ak at asla b ir ev y ap m ıy a değil. Kışın çepeçevre her yanı su b a sa r ...S a ra y ın bu kıs­ m ın d a şim di b ir geyikten b a şk a b a rın a n y o k . O d a ziyaretçileri p ek ters k arşılı­ y o r ....” (M em alik-i Ş ah an e M e k tu p la rı, T ercüm anı H a k ik a t G azetesi, 26 T eşri­ ni evvel 1898)

63


“ Kim idi ustan, adı ne?” “ Nasutıçulu İsmail Pelivan derlerdi.” Hancı bu ismi duyunca birden bire yerinden kalkıp Y usuf’a doğru yürüdü ve gözleri yaşlı, sordu : “ Ne dedin ne? İsmail mi dedin?” “ Evet baba lâkabıyla meşhur Kel İsmail Pehlivan” Benim adımı sana İsmail mi verdi be?” “ Evet baba dört sene önceleri Tuna boylarında ustamla do­ laşırken arasıra hep an latırd ı: “ Kırkpınar’a seni götürürsem şu bizim M estan’ı da görürüm ..” derdi. Tamrmıydm ustamı?” “ Nasıl tanımam be o benim küçük kardeşimin süt kardeşi­ dir. Anam ikisini de emzirmişti. Benim de kardeşim sayılır.” “ Hiç süt kardeşi olduğundan bahsetmemişti. Adınız aklım­ da kalmış. Edirne’ye gelir gelmez sordum soruşturdum. Halâ aynı hanı çalıştırdığınızı öğrenince doğru buraya geldim .” “ Çok iyi etmişsin. Dünyalar kadar sevindirdin beni. Sanki İsmailimi görmüş gibi oldum . Zavallı kim bilir simdi nerelerde­ dir. Sağ mı öldü mü A llah bilir. “ Ahh nerede olduğunu bir bil­ se m ...” Y usuf hem üzülmüş hem de memnun olm uştu. Üzülmüştü çünkü Mestan A ğa göz yaşlarını tutamamış ağlıyordu. Bu göz­ yaşları biraz geçmişin acı günlerini hatırlamaktan, biraz da süt kardeşinden bir haber almış olm asından ileri geliyordu. Bir sü­ re böylece sessiz kaldılar. N eden sonra hancı Mestan A ğa ses­ lendi : “ Ulan Çopur, çabuk gel buraya. Benim odanın yanındaki boş odada bu pehlivan yatacak. Başka kimseyi de yanına almıyacaksm. Bu pehlivan benim oğlum sayılır. Ne isteği varsa ya­ pacak, bir dediğini iki ettirmiyeceksin, yokş^gebertirim seni”

64


Çopur eşyaları aldı odaya götürdü. M estan A ğa Y usuf’u yanına oturtarak : “ Bak oğlum sen mademki İsm ail’imin çırağısın, benim de oğlum sayılırsın. İsmail ile Kırkpınar’a geldikçe görüşürdük, on sene var ki gelm iyor. Hep o gelecek diye bu odayı boş tutarım Çünkü geldikçe bu odada yatardı. Bu sene de belki gelir diye­ rek kimseye vermemiştim. Kısmete bak hey Allahım . O gelmedi çırağı geldi. Sahi hiç sormadım. Sen ne pehlivanısın? “ Şum nu’da (Baş) a güreşirdim Mestan Baba” “ Yaa demek İsmail seni (Baş) a kadar çıkardı?” “ Öyle oldu. Ustam la en son Oluklu’ya güreşe gittiğimizde ben ortayı aldım o (Baş) a çıktı. Nasçılı İsmail Pehlivan ile gü­ reşti. Ondan sonra da bir daha birbirimizi göremedik. Beni kendi eUyle Kırkpınar’a getirip güreştirmeyi öyle istiyordu k i...” “ Peki burada hangi boya çıkacaksın?” “ Ustam olsaydı her halde Büyükortaya çıkarırdı. Ben de o boya güreşmeyi düşünüyorum ” • “ A ferin iyi edersin. Burası Şumnu’ya benzemez. Çok ya­ man pehlivanlar gelir. Hadi sen git yıkan, yorgunsundur. İsti­ rahat e t,” Güreşlere daha üç gün vardı. Mestan A ğa’nm tanıştırdığı Anadolulu bir pehlivanla birlikte camilerden başhyarak şehri gez­ meye koyuldular. O arkadaşıyla bir kere de Sarayiçi’ne gidip id­ man yaptılar. Güreşlerden bir gün önce hamama gidip güzelce keselendi. H ana gelince de arkadaşına bütün vücudunu yağla­ tıp sonra da bir havlu ile silindi ve yatıp uyudu. 21 Nisan Çarşamba günüydü. (3 Mayıs 1882) sabah er­ kenden kalkıp abdest alarak Eskicam i’ye sabah namazını kılmıya gitti. Nam azdan sonra akşama kadar bir şey yemiyeceği

65


için yalnız çorba içdikten sonra Kırkpmar’a giden yaylılardan birisine binerek Karaağaç yoluyla güreş yerine geldi. Kırkpınar panayırının yapıldığı yer, Edirne’den Ortaköy’e giden şose üzerinde, Edirne’ye 20 kilometre uzaklıkta çayırlık düz bir yer idi. Buraya 3.5 saatte gittiler. Arabadan kisbet zenbili elinde inince, yanm a gelen bir görevli : “ H oş geldin pehlivan, buyurun sizi ağanın yanına götüreyim ” diyerek, önüne düşüp yerden bir metre yükseklikte yapılmış geniş çardakta oturan Körmutlu köylü Halil A ğa’nın yanm a götürdü. A ğa, Y usuf’a; “ H oş geldin pehlivan. Nereden geliyorsun? diye sordu. Y usuf : “ Ağam Şum nu’dan geliyorum ” dedi. “ A ğa, “ Pehlivanlar için oturacak ve yatacak çadır hazırladık. İs­ teyen çadırlarda kalır, isteyen akşam araba ile Edirne’ye gider, yarın yine gelip güreşebilir. Burada kaldığın sürece bizim hazır­ ladığımız yemekten yiyebilirsin. Kusurumuz olursa onuda hoş g ö r.” dedi. Kahve geldi, Edirne’nin meşhur badem ezmesi ikram edil­ di. Sonra ağa : “ Pehlivan, size çadırınızı göstersinler.Uzak yerlerden gel­ diniz, yorgunsundur, istirahat edin” deyince önüne düşüp yol gösteren görevliyle pehlivanlar için ayrılmış çadıra gelerek çimen­ ler üzerine serilmiş hah üzerine uzanıp öğleye kadar dinlendi. Güreşlerin yapılacağı yer, çok güzel geniş bir çayu-hktı. Mey­ danın etrafı çadırlarla çevrih olup, hayvan ahş verişi yapılan yer güreş alanından ayrıydı. Güreş meydanı o kadar genişti ki, 15-20 çift pehlivan rahat rahat güreşebilirdi. Bugüne kadar böyle ça­ yırı uzun ve geniş güreş meydanı hiçbir yerde görmemişti. Ya

66


on çıtt davul zurna; öyle de güz;el çalıyorlardı ki, pehlivan ol­ mayan insanın bile soyunup g;üreş edesi geliyordu. Kalabalık gruplar halinde gelen kOy ağalarını bizzat ağa, boynuna kırmızı bir puşo bağh çok güzel erkek tay ve davul zurna ile karşılıyordu. Böyle kalabalık gçİenîeri görüp işaret yermesi için de, Selim Mezarı denilen tepe üzerinde bir gözcü bulundu­ ruluyor, o bayrak sallayarak işaret verince, ağanın haberi olu­ yordu. bu şekilde köylerinin pehlivanlarıyla toplu halde gelen köy ağaları da, gelirken mutlaka Kırkpınar ağasına hediyelik koç, koyun, sığır, tay gibi hayvan getirip hem bu kadar insanin yi­ yip içmesine, hem de verilecek ödüle katkıda bulunarak Kırkpınar töresini yaşatıyorlardı. , Güreşler her gün öğleden sonra saat 13.00 de başlıyor, ak­ şama kadar bütün boy pehlivanlarından isteyen güreşiyordu. Ka­ zananlara ödüller veriliyordu. A m a en önemli güreş yani başpehhvanhğm yapıldığı güreşler Hıdırellez günü (23 Nisan-m ilâdi 5 M ayıs günü) yapılan güreşlerdi. O gün birinci olanlara daha bü­ yük ödül veriliyor, başı kazanan da, Kırkpmar-başpehlivanı ünvanm ı alıyordu. (>) Y usuf, ilk defa Kırkpmar’a geldiği için, ne de olsa çekini­ yordu. böyle düşünmekte de haklıydı. Çünkü, hiç tanımadığı, güreşini bilmediği yüzlerce pehlivan başka başka yerlerden gel­ m işti.K endine yol gösterecek, hangi boya soyunacağını bildire­ cek bir büyüğü yoktu. D esteye çıkanlar içinde bile çok güzel güreş yapan çocuk­ lar vardı. A m a daha küçüktüler. On beş on altı yaşlarında 15^20 çift çocuğun sanki bir başpehlivan gibi peşrev yapıp kıran kıra­ na güreşmeleri, Y usuf’un çok hoşuna gitm işti. Nerede yetişmiş-

( I ) 1900 ta rih in d e n s o n ra R u m î 23 N isan , 6 M ayıs g ü n ü n e te s a d ü f eder.

67


ti bu kadar çocuk ... Hele içlerinde Kara Halil denilen ablak yüz­ lü, tom bulca iri bir çocuk vardı ki, her haliyle yarının başpehli­ vanı benim ” der gibiydi. O gün destenin birinciliğini o aldı. Y usuf küçükorta güreşlerini de seyretti. Bunlar Şum nu’da başaltı ile orta arasında dolaşan pehlivanlar ayarındaydı. Kara­ rını v^rdi, büyükortaya çıkacaktı. Başaltına çıkmaya korkuyordu. Güreşleri 30-35 yaşlarında gür sesli Sadık H oca isminde bir “ dellâl” idare ediyordu. (2) Küçükorta güreşlerinin bitmesine az bir zaman kalınca, del­ lâl : “ Büyükortaya çıkacaklar meydana gelsin.” diye bağırınca göm leğim çıkarıp yürüdü. Silistreh D eli Murad da Büyükorta’ya çıkmıştı. Y usuf bü­ tün rakiplerini kolayca yenerek o gün büyükortayı aldı. Giyin­ mek üzere elbiselerinin bulunduğu çadıra gelince ağanın bir ada­ m ı gelip : “ Pehlivan üstünü giyinince ağanın yanma gel, seni istiyor” dedi. Yusuf, yağım bir havlu ile güzelce silip giyindi ve Kırkpınar ağasının oturduğu çardağa gitti. A ğa Y usuf’u güler yüzle

(1) Bu K ara H a lil, E d irn e ’n in A d a iç i b u cağ ın ın Kiliseli k ö y ü n d e 1866 y ılın­ d a d o ğ m u ş o lan m eşhur başjjv' ' v ,ın la n m ız d a n A d alı H alil diye ü n y a p a n pehlivam m ızdır. O d a ilk defa b u sene u staları B oğça köylü H üseyin ve A h m ed isimli iki k a rd e ş p eh liv an la gelm işti. (2) E d irn e ’liler cazgıra “ D ellâl” d iy o rla r. Bu S ad ık H o c a E d irn e ’li olup 1847 d o ğ u m lu d u r. O zam an E d irn e ’n in A y şe-k ad ın sem tin d ek i G öl m ah a lle sin ­ d e o tu ru y o r v e A yşe K adm cam iinin im am lığını y ap ıy o rd u . Sesi g ü r ve güreşe d e çok m erak lı o ld u ğ u için “ D ellâl” lığı y a p m a k ta n zevk alırd ı. 1942 yılında ö ld ü . K ardeşi A h m ed Bey d e kisbet ustasıydı. S adık H o c a ’nın o ğ u lla n H alit A tıl­ g a n ve H acı AJi A tılg an o lu p b u aileye “ Y eni zen g in ler” den ilir.

68


karşılayıp tebrik ettikten sonra, yanında oturan iri yapılı asık suratlı ve uzun yüzlü kel bir adama : “ A liço Pehlivan, büyükortayı kurtaran Şumnulu Y usuf iş­ te bu pehlivan” deyince, Yusuf adı dillerde dolaşan padişah peh­ livanı ve Kırkpmar’ın meşhur başpehlivanı Pilevneli A liço Peh­ livan olduğunu anlayıp hemen elini öptü. A liço da : “ Aferin pehlivan, beğendim güreşini. Sen kimin çırağısın?” “ İsmail Pehlivan’ın çırağıyım usta.” “ Hangi İsmail? Şu bizim Nasçıköylü İsmail mi, yoksa Nasuhçulu köylü Kel İsmail mi? Yusuf “ Kel İsmail” diyemedi. Çünki A liço da “ Kel A liço ” diye anıldığı için, utanıp ancak “ Nasuhçulu İsmail Pehlivan’ın çırağıyım” karşılığını verdi. Aliço yine o asık suratıyla : “ Biliyorum, iyi tanırım ustanı. Çok değerli pehlivandır. Sağ mı şim di?” “ M oskof savaşından önce Türkiye’ye göç etti. Nereye yer­ leşti, ne oldu bir haberini alam adık.” , Kırkpınar ağası H alil A ğa adamlarından birisine : “ Oğlum, Y usuf Pehlivan’ın ödülünü verin” dedi. A ğa çardağının arka tarafında bağh bulunan ödüllerden gü­ zel bir tosunu Y usuf’a verdiler. Yusuf, tosunun ipini eline alın­ ca bir an şaşırdı. N e yapacaktı şimdi bu hayvanı. Köy yakın de­ ğildi ki köye götürsün. Birden aklına geldi. Niçin bir az ileride­ ki hayvan pazarına götürüp satmıyordu? Öyle de yaptı. Pazara götürerek ilk çıkan müşteriye satıp parasını cebine koydu. Yusuf, Kırkpınar’dan pek hoşlanmıştı. Yarın da güreşir yine alacağım ödülü hemen satarım diye seviniyordu. Acıkm ıştı. Etrafda yüzlerce kuzu çevirenler ve çadırdan ya­ pılmış önü söğüt dallarıyla gölgelendirilmiş ahçı dükkanları var­

69


dı. Birisine gidip güzelce kuzu kızartması yiyerek karnını doyur­ duktan sonra, tekrar çadırına gelip güreşleri seyretmiye koyul­ du. Onun asıl merak ettiği şu A liço denilen ünlü pehlivanın gü­ reşiydi. A m a A liço o gün güreşmedi. Güreşler akşama doğru bitti. Silistreliler gece çadırda kal­ dılar. Y usuf çadırda yatm ıya alışık değildi. Belki üşütür, hasta olurum diye korkuyordu. Tedbirli olm ak lâzımdı. Mestan A ğa’nın hanında nasıl olsa yeri hazırdı. O rahatlık bırakıhr çadırda kalınır mıydı? Hem M estan A ğa da güreşlerini çok merak etmiş olacağından ona müjdeyi vermeli, adamcağızı sevindirmeliydi. Karar verdi, hana gidecek rahat rahat uyuyacaktı. Hem en bir yaylıya binerek Edirne’ye gelip M estan A ğa’ya müjdeyi vererek yatıp uyudu. Ertesi sabah yine erkenden kalktı. Sabah namazını bu se­ fer ÜçşerefeU cam i’de eda etdikten ve bu gün de gaUp gelmesi için A llah’a dua ve niyazda bulunduktan sonra çorbasını içip Kırkpmar’a geldi. O gün de güreşler öğleden sonra saat 13.00’de başladı. Sıra Büyükorta ya gelince, soyunup cazgırın çağırmasını bekledi. Bi­ raz sonra da küçükorta güreşleri bitti ve cazgır : “ Büyükorta’ya çıkacaklar meydana gelsin” der demez göm ­ leğini torbasına yerleştirip, meydana yürüdü. Yağ kazanma doğ­ ru giderken, arkasından biri seslendi ; “ Y usuf Pehlivan, Y usuf P eh livan .” D önüp baktı, cazgır Sadık H oca idi. “ Buyur usta, birşey mi var?” “ Pehlivan sen bugün büyükorta’ya güreşmiyeceksin” “ Nedenm iş o? A be burası güreş meydanı değil m i?” Niçin güreşmiyecekmişim? ’’

70


“ Pehlivan yanlış anlama. Elbette güreşeceksin. A m a büyükorta pehlivanları;” Y usuf Pehlivan bizden fazla, biz onun ile güreşemeyiz. Onun hakkı başaltı, oraya çıksın” diye itiraz etti­ ler. Hakemler de senin başaltı’na çıkmanı uygun gördüler. Ba­ şaltına çıkacaksın, boşuna yağlanm a!” Yusuf kızardı, sinirlendi, yağ kazanının başında topluca du­ ran pehlivanlara hışım la baktı. Silistreli D eli Murad kıs kıs gü­ lüyordu. A nladı ki, bu iş onun deli kafasından çıkm ış.. N e ya­ pabilirdi. Çaresiz, “ Kısmet ne ise o olur” deyip çadırına döndü. A m a o kadar kızmıştı k i... Üzgündü, ne ummuş ne bulmuştu? Bu gün de kolayca ödülü alıp giderim diye düşünmüştü. Çadıra gelince, gömleğini giyindi büyük-orta güreşlerini sey­ retmeye koyuldu. O sırada 38-40 yaşlarında pehlivan kılıklı biri­ sinin biraz yakınında oturduğunun farkında bile değildi. Akh hep şu Deli Silistreli’deydi. İçinden “ Ey Murad seni bizim ora­ larda elbette bir daha elime geçiririm” diye düşünürken, o yaşh pehlivan Y usuf’a : “ Pehlivan, niye güreştirmediler seni?” diye sordu “ Ben başaltı pehlivanıym ışım , onun için güreştirmediler. A m a şu D eh Murad da benim akran, onu niçin güreştiriyorlar. Hani Kırkpınar’da haksızhk olm az denirdi. Yalnızım diye böy­ le yapıyorlar.” “ Senin hiç mi arkadaşın veya ustan yok burada?” “ Y ok. Y alnızım .” “ Nerelisin?” “ Şumnuluyum.” “ Niye ustan ile gelm edin?” “ U stam savaştan önce Türkiye’ye göç e tti.” “ Kimdi ustan, adı ne?”

71


“ Kel İsmail Pehlivan derlerdi, Nasuhçular k öylü.” “ İşittim admı. Allah için iyi yetiştirmiş seni. H iç üzülme oğlum . Sen gerçekten büyükorta pehlivanı değilsin. Yerini yanhş seçmiş, oraya çıkmışsm. Sen tam bir başaltı pehlivanısın. Hat­ ta iyi bir usta pehlivana arkadaş olursan iki seneye kalmaz başa bile çıkarsın. Görüyorum ki biraz da başaltı pehlivanlarından çekiniyorsun. Bu işler yalnız olm az, korkmakta haklısın. H ak­ kını yedikleri gibi, ikisi üçü bir olur şıvgara getirip seni sakat­ larlar b ile.” “ Doğru söylersin usta. Am a ne yapabilirim. M oskof sava­ şından sonra Deliorm an’da pek pehlivan kalmadı. Ben de işte bu yüzden buralara kadar yalnız geldim .” “ Pehlivan oğlum , sana bir tekUfte bulunacağım. Benim adım Pom ak Osm an’dır. Kırkpınar’a son bir defa daha güreş­ meye geldim. Artık yaşlandım , güreşi bırakacağım. Dün senin güreşini gördüm. Çok iyi bir vücud yapın var. Kabiliyetlisin, bu­ ralara kadar da yalnız geldiğine göre, hem cesur hem de kendi­ ne güveniyorsun demektir. Bir pehlivanda aranan özelliklerin ba­ şında bunlar gelir. A m a dediğim gibi yalnız başına yapamazsın. Yazık olur ustanın emeklerine. Sakın bana kimse birşey yapa­ maz deme, sakın kendine o kadar güvenm e. Tahminime göre 21-22 yaşında var yoksun. İnan ki seni küçük görmüş olmak için söylemiyorum. Benim gözüm le sen daha çocuksun. Güreşi biüyorum sanıyorsun ama pehlivanlığın çok şeyini bilmiyorsun. Gü­ reşi bilmek başka pehlivan olm ak başkadır. Eğer kendine iyi bir usta, iyi bir arkadaş istiyorsan, düşün taşın, sor soruştur, yarınki güreşimi izle ve bana yarın akşam kararını bildir. Senin hatırın için çok değil iki sene daha güreşir, sana Pom ak güreşi nasılmış, pehlivanlık ne imiş bütün incehklerini öğretirim. A l­ lah’ın izniyle de iki sene sonra şu Kel A liço yok m u, onu bile zorlarsın”

72


Bu son söz, Y usuf’un kulaklarında çın çın çınladı. “ Aliç o ’yu bile zorlarsın, A liço’yu bile zorlarsın” Yusuf boynunu bük­ tü ve : “ Düşüneyim usta” demekle yetindi. Onlar böyle konuşurken epeyce vakit geçmiş, cazgır : “ Başaltı pehlivanları soyunsun” diye bağırıyordu. Pomak Osman Pehlivan : “ Y usuf pehlivan, hiç çekinme, sen, evvel Allah başaltı peh­ livanlarını da yenecek güçtesin. Bunu sana cesaret vermek için söylem iyorum . 25 senedir bu meydanlardayım. A liço, Kara İbo Kavasoğlu Koca İbrahim ... ile çok güreş yaptım. O tecrübeme güvenerek söylüyorum . Sen bu gün başaltını da kurtaracaksın. Haydi Allah yardımcın olsun. Bismillah de, göm leğini çıkar.” diyerek sırtım sıvazladı ve içinden bir dua okudu. Yusuf, besmele çekip ayağa kalkktı, o da ustasmın öğretti­ ği duayı okuyarak kazan başına doğru yürüdü. Sadık H oca çok iyi kalpli bir adamdı, ilk defa Kırkpmar’a gelen bu genç Şumnulu’yu büyükorta pehlivanlarının yukarı bo­ ya çıkarışlarına kızmış, acımıştı. A m a o da ne yapabilirdi? Fa­ kat şimdi zayıf bir eş vererek kolayca ilk güreşini kazanmasını sağlayacak, bu suretle birazcık içi rahatlamış olacaktı. Başaltına üç çift pehlivan çıktı. Bunların içinden yeniciliği olm ayan, yaşh Yanbolulu bir pehlivanı Y usuf’a eş olarak ver­ di. Diğerlerini de eşlendirip kıbleye döndürerek şu duayı okumıya başladı : Allah Allah İllallah. Erler çıktı meydane, Biri birinden merdane. Biri ak biri kara,

73


M evlâm her birine kuvvet vere. Bu meydan er meydanıdır, Kırklar, yediler seyranıdır. N ice koç yiğitler bu meydandan geçti, A cı tatlı suyun içip göçtü. Atlar gibi tepişelim, Arslanlar gibi kapışalım. Ya M uhammed, ya Ali, Pehlivanların piri Hazret-i H am za-yı veli. Dellal çıksın aradan. Hepsine kuvvet versin yaradan, (i) Y usuf biraz heyecan ve korkuyla güreşe başladı. Ne de ol­ sa İlk defa Kırkpınar gibi D ır yerde pehlivanlık derecesini, şöhre­ tini ve huyunu bilmediği başaltı pehlivanlarıyla güreşecekti. Hasmıyla ense enseye geldiği zaman, Pom ak Osman Pehlivan’ın bi­ raz önce söylediği: “ Hiç korkma sen evvel Allah başaltı pehli­ vanlarını da yenecek güçtesin...” sözü hatırına geldi. Bu eski peh­ livan şüphesiz ki kendisinden çok daha bilgili,daha tecrübeliy­ di. Gerçeği görmese niçin yalarf söylesindi o halde çekinmesine hiç de sebep yoktu. İçi biraz rahatladı. Baktı ki hasmı da güreşe girmiyor, çe­ kingen davranıyor. Hemen saldırıya geçmeye karar verip sağ eliy­ le bir “ Kel İsmail elensesi” çekiverdi. Adam cağız dizledi. Tek(1) Bu d u a , b izzat S adık H o c a ta ra fın d a n y azılm ış ve senelerce yine kendisi ta ra fın d a n K ırk sp ın a r’d a o k u n m u ştu r. 1973 yılına a jt “ E d irn e Y ıllığı” nm 169 n cu sah ifesin d e yazılıdır. S ad ık H o c a ’n m cazgır için “ D ellâl” dem esi ilginçtir. A d alı H alil de 1924 senesinde E d irn e ’ye gelip kendisiyle k o n u şa n R esim li G aze te’n in m u h ab iri İb ­ rah im A la e d d in ’e (G övsa) “ P eh liv a n la rın biri H a z re ti H am zay ı V eli, deliallan n yani jü rin in piri de H ay d ar M a h m u d ’d u r” dem işti. (Resimli Gazete, 9 A ğustos 1924)

74


rar kalkıp Y usuf’un karşısında ense bağlayınca, bu sefer öbür taraftan yine elense çekince bu sefer yüzü koyun yere yapışıverdi. Bu işe Y usuf da şaşırmıştı. Nasıl oluyordu da Klrkpmar gi­ bi yerde başaltına çıkan bir pehlivan elense ile yere düşebiliyor­ du. İçinden: “ Bunda bir iş var. Bu adam yaşlı olduğu için mah­ sustan yerden güreşmek için düşüyor. Ben üzerine yükleniverince de alttan bir oyunla beni yenecek” düşüncesine kapıldı. Gerçekte böyle düşünmekte haklıydı Yusuf. Hasm ı, bu genç pehlivamn büyükorta’daki güreşlerini görmüş, ayaktan yenilme­ m eyi, yerde savunm ada kalıp ustaca bir oyunla alttan yenmeyi tasarlamıştı. A m a Y usuf, onun bu niyetini anlayıp üzerine var­ mayınca, mecburen ayağa kalmıştı. A m a bu sefer elense yem e­ mek için, hem geri geri kaçıyor ve hem de dikeliyordu. Böyle bir anda Y usuf, meşhur oyununu yaptı. O uzun koluyla hasmı öndeki ayağını henüz geriye çekmeden uzanıp tekten kaptı ve elleri yere değmeden de kündeyi alıp aşırarak yeniverdi. O kadar sevinçliydi ki, ustasının öğüdünü unutup, hasmı yerden kalk­ madan elini dizine vurub galibiyet tenlennasmı yapıverdi, (i) Hasm ım yendiğini gören cazgır Sadık H oca, Y usuf’un ya­ nm a gelip bir kolunu havaya kaldırarak : “ Şumnulu Y usuf Pehlivan hasmım künde ile yenmiştir” di­ ye bağırdıktan sonra, Y usuf’a da: “ Aferin Yusuf Pehlivan, kolay bir galibiyet kazandın. Am a ikinci güreşinde çok dikkatli ol, öbürleri bu yendiğine benzemez” diye nasihatte bulunmaktan kendini alamadı.

(1) T em en n a el ile selâm v erm e d em ektir. G alip gelen peh liv an sağ dizini y u ­ k a rı k a ld ıra ra k sağ elini dizine v u ru p b aşm a g ö tü re re k , h a lk a selâm v erir. B u­ n u n an lam ı “ A llah ım b en i galib g etird iğ in için sa n a şü k re d iy o ru m ” d em ek tir.

75


îşte bu söz üzerine Y usuf, cazgırın yeniciliği olm ayan bu yaşlı pehlivanı bilerek kendisine eş verdiğini anladı. Tabiî sevi­ nerek yerine gelip, Pom ak Osman Pehlivan’ın yanına oturdu. Osman Pehlivan da, çırağı olacağını ümid ettiği bu delikan­ lının başarısından çok sevinçliydi :

“ Tebrik ederim Yusuf Pehlivan. Ben sana demedim mi sen başaltı pehlivanlarını da yenersin d iy e...” “ Y ok usta bir kazadır oldu. A m a öbürleri hiç de yendiğim gibi değilm iş.” “ Oğlum sen kime tere satıyorsun? Ben anlamaz mıyım na­ sıl güreştiğini. Bilerek, düşünerek yaptın ve hakkıyle yendin. Di­ ğerleri bundan daha genç ve acar am a, göreceksin onları da ye­ necek ve başaltı birinci olacaksın.” “ Kısmetse u sta.” Y usuf’un gahp geldiğini gören diğer çiftler, güreşi hızlandırmıya başladılar. Çünkü, güreşleri uzarsa dinlenmiş olan Yu­ su f’la tutmak zorunda kalacaklardı. Bir süre sonra, diğer iki çiftten birisi sonuçlandı. Yenen 15-20 dakika dinlenip, yağını tazeledikten sonra Y usuf’la eşlen­ di. Yusuf bu hasmı ile yarım saat güreşdikten sonra, bunu paçakasnak oyunuyla yendi. Öbür çift halâ yenişemem işdi. Belliydi ki yorgun yorgyn bu yam an D eliorm an’lı karşısına çıkıp yenil­ mek istemiyorlardı. Güreşleri böylece uzayıp sıra başpehlivan­ lara gelince onları berabere ayırıp ödülü Y usuf’a verdiler. Bu günkü ödül daha değerli bir tosundu. Onu da satıp parasını aldı. A liço o gün de güreşe çıkmadı. Ertesi gün, Kırkpmar güreşlerinin üçüncü günüydü. Esas güreşler o gün yapılacaktı. O gün güreşler sabahtan başlıyor ve

76


ödüllerin en değerlileri de o gün veriliyordu. Yarın, daha zorlu pehlivanların karşısına çıkması muhtemeldi. Bu sebeple, erken­ den yatıp iyice dinlenmesi lazımdı, (i) Dünkü gibi güzelce kızarmış kuzu etiyle pilâv yedikten son­ ra, müjdeyi bir an evvel M estan A ga’ya ulaştırmak için özel bir yaylı tutup Edirne’ye döndü. M üjdeyi verip, odasına çekilip yattı. (2) O seneki Kırkpınar güreşlerinin üçüncü günü cumaya tesa­ d ü f etm işti. Gün doğm adan kalktı. Abdestini alıp Eskicam i’ye giderek, Edirne’de cülûs eden padişahlara “ biat” edilen yerde

(1) 1910 senesi K ırk p ın ar ağası S im avna köylü M ehm ed A ğ a , sp o r gösterile­ rin in gelirini “ D o n a n m a -i O sm a n i M uav en et ve M illiye C em iyeti” n e verm işti. C em iy et d e y a rışm a la rın p ro g ra m ın ı ve verilecek ödülleri g azetelerle önceden d u y u rd u . B u p ro g ra m a g ö re, birinci g ü n b a şı k a z a n a n a 5 O sm an lı a ltın ı, ikinci g ü n k a z a n a n a 7 a ltın lira ve ü çü n cü g ü n b aşı k a z a n a n a d a 9 a ltın lira verileceği b ild iriliy o r. (Serveti F ü n u n , 7 N isa n 1326, S ayı 983, S. 168-20. N isa n ) (2) B a şk a şeh irlerde ve ü lk elerd e yarışm a y a p a c a k sp o rc u la r için u y k u ço k ö n em lid ir. Bu ö nem i b u r a d a k ısa c a a n la tab ilm ek m ü m k ü n d eğ ild ir. K ısacası, h e r g ü n m u n ta z a m şekilde y a tıp k a lk a n , ay m a tm o sfe r basıncı a ltın d a -antrenm a n y a p a n b ir s p o rc u n u n , b a ş k a şehre gitm esi, y atağ ın ı değiştirm esi o sp o rc u ­ n u n v ü cu d u ve k o n d isy o n u üzerin d e b ü y ü k e tk i y a p a r. E ğ er o sp o rc u b ir d e r a ­ h a t u y u y acak b ir y a ta k bulam azsa, o sp o rcu d an eski re k o ru n u ve b aşarısını b ek ­ lem ek b o ş u n a d ır. D ü n y a ve O lim p iy at şa m p iy o n a la rın d a y a n ş a n sp o rcu ların y a n ş m a y a b aşh y acağ ı z a m a n k o n sa n tre o lab ilm ek için seyredenlere t u h a f ve gü­ lü n ç gelen el k o l h a re k e tle ri ve m im ik le r y a p tık la rın ı telev izy o n d a g örm ekteyiz. A ta la rım ız ü n lü a tıc ıla ra v e p e h liv a n la ra ç o k h ü rm e t ed er değer verirlerdi. İd d ia lı ik i ra k ip o la n atıcı Ş ü c a ’ ile T o z k o p a ra n İsk en d er için İsta n b u l h a lk ı ve D ev let k u ru lu şla rı İkiye b ö lü n m ü ştü . İsk en d er sağ o m zu ü zerin e y a tıp l a iyi atış y a p a m a z diy e Y eniçeri k ışlasın d a y a ta n İsk e n d e r’in b aşı u c u n d a s a b a h a k a d a r n ö b etçi bek letilirm iş. E ski h an cılar d a p eh liv an lan m ıza ço k y a r d ım a o lu rla rd ı. 1945 v e 1946 K ırkp m a r güreşlerin e ilk gittiğim seneler t anıdığım otelci F ed ai B ey, b ü tü n p eh li­ v a n la rın “ F ed ai A m c a ” diye sevdiği gerçek g ü reş sever b ir kişiydi. H a lâ küçükb o y g ü reşçilerin y a ta c a k yer b u lm a k ta zo rlu k çekm eleri üzülecek b ir k o n u d u r.

77


sabah namazım kıldı. A llaha şükür ve niyazlarda bulunduktan sonra, Kırkpmar’a geldi. Güreşler yeni başlamıştı. Başaltı güreşlerine sıra, ancak öğ­ leden sonra gelirdi. Pehlivanlara ayrılmış çadıra oturup güreş­ leri seyretmeye koyuldu. Sıra başaltı pehlivanlarına gelip de cazgır : “ Başaltına çı­ kacaklar soyunsun, o n a y a g elsin ...” diye bağırınca para kese­ sini bir mendile sarıp kisbetinin içine koyarak yağ kazanına doğru yürüdü. Yine altı pehhvandılar. Am a dün güreşenlerden ikisi bu gün yoktu. Belli ki onlar yine yenileceklerini anlamış bu gün güreşe çıkmamışlardı. Yeni çıkan iki pehlivanı da ilk defa görüyordu. Bunlar her halleriyle hem kuvveth ve hem de iyi pehlivan olduklarmı belli ediyorlardı. Yağlamrken Y usuf dikkat etti, ilk defa bu gün güreşe çı­ kan o iki pehlivan, biribirlerini yağlıyor, samimi samimi konu­ şuyorlardı. Belli ki arkadaş idiler. Yağlanma bittikten sonra, cazgır pehlivanları ortaya çağır­ dı.O yabancılardan birisini, Y usuf’a eş verdi, diğerlerini de eş­ lendirip kıbleye döndürerek duasını okuyup meydana saldı. Yusuf, bu günkü güreşin hiç de dünküne benzemiyeceğini daha “ çıkış” da anlamıştı. Rakibi olan pehlivan, çok güzel peş­ rev yapıyordu Allah için.. Her haliyle peşrevin de üstadı oldu­ ğunu isbat ediyordu. Yusuf, ilk defa böyle güzel peşrev yapan

78


birini gördüğü için, göz ucuyla onu izliyor, birşeyler öğrenmeye çalışıyordu.(^) Nihayet peşrev ve elleşmeler bitti ve güreşe girdiler. Y usuf çok dikkatli ve tetikteydi. Saldırıların hasmından gelmesini bekliyecekti. Böylece 15-20 dakika biribirlerini deneyerek geçti. Kar­ şısındaki de saldırıya geçmiyor, oyuna girmiyor elense değişti­ rip duruyorlardı. Birara Yusuf, tekten kapmak istedi. Hasmı çok ustaca elense çekip boşa çıkardı. Çapraz girmek istedi, yine bir­ kaç adımdan fazla süremedi. Kuvvetli, dengeli ve sağlam yapılı bir pehlivandı. Hangi oyuna girdiyse karşılığını yapıp oyununu boşa çıkarıyordu. A m a kendisi de oyun yapmıyordu. Bu arada güreştiği pehlivanın arkadaşı hasmmı yendi. Bi­ raz sonra öbür çift de yenişince iki galip eşlendirildi. Yusuf güreşe başhyah yarım saati çoktan geçmiş olduğu hal­ de ne kendi hasmmı alta alabilmiş ve ne de hasmı Y usuf’u ... iyice sıkılmaya başladı. N e oluyordu? Y oksa hastalanmış mıydı? Kendini yokladı öyle bir durumu yoktu. Fakat bu karşı­ sındaki pehlivanın bambaşka bir güreş tarzı vardı. Ne güreşe girip (1) B ir y a b a n c ıd a n , “ p eşrev ” in ne a n la m a geldiğini ö ğ ren m ek ilginç o lu r b izim için. H ele o a n la ta n C ih a n Ş am p iy o n u P a u l P o n s o lu rsa d a h a d a e n te re ­ sa n b ir şey o lu r. P a u l P o n s bizim peşrevim izi işte şöyle ta n ıtıy o r : “ P eşrev o l­ d u k ç a k arışık b ir selâm şeklidir ve iki b ö lü m d ü r. T ü rk g üreşçilerinin m im ikleri Jap o n laru ık in d en d ah a vakarlıdır. Ja p o n lan n k in in tu h a f ve gülünç b ir hali vardır. F ra n sız u su lü esk irim ve b o k su n d a b aşlan g ıcın d a tu h a f ve gU ldürüçcü halleri v a rd ı. Şim di İngiliz b o k su n a a h ş tı|ım ız için b u h arek etleri g ö rem iy o ru z. G ü re ş­ te n ö n ce ra k ib g ü reşçiler y an y a n a dizlerinin üzerine eğilerek sol elleri b ellerin ­ d e ve sağ ellerini tıp k ı F ra n sız ask erin in selâm v erm esinde o ld u ğ u gibi ah n ların a g ö tü rü r, s o n ra d a sağ elleriyle y erd en to p r a k a iır g ibi y a p a ra k k a lb in e , ağzı­ n a v e te k ra r a ln ın a g ö tü re re k b u selâm lam ayı ta m a m la r. B u h a re k e tle rin a n la ­ m ı : ‘ ‘A y ağ ım n b astığ ı to p ra ğ ı a lıy o ru m , k alb im e ve ağ zım a g ö tü rü y o ru m ve A l­ la h ’a g ö n d e riy o ru m ...” dem ektir. B u aynı zam an d a T ü rk le r’in birbiriyle k a rşı­ laştık ları z a m a n z a rif b ir şekilde ve şa rk v ari b ir güzelliğe sa h ip selâm şeklidir, (a .g .y . S. 379)

79


yenici oyun alıyor ve ne de oyun veriyordu. Y usuf’un her saldı­ rısını çok kolayca karşılayıp bozuyordu. Bir ara yağının azaldığını düşünüp yağ tazelemek için ka­ zan başına doğru yürüdü.Üzerine yağ sürerken, birden bire ya­ nında Pom ak Osman pehlivan görünüverdi. Sevinmişti. Pomak Osman : “ Merhaba Y usuf Pehlivan nasılsın bakalım ?” “ U sta iyi değilim. Bu pehlivana güreş tutturamıyorum.” “ Elbette tutturamazsın. Çünkü o da Pom ak ve ilk galip ge­ linin arkadaşıdır.” “ Anlam ıştım arkadaş olduklarını.” “ Şimdi beni iyi dinle. Buna meşhur kündeçi Pom ak Mahmud Pehlivan derler.Arkadaşı ilk galip geldiği için bu da seni yenm eye çahşacak, yenem ezse güreşi böylece uzatacak. Tekrar tutuştuğunuz zaman çok dikkatli ol. O yine savunmada kala­ cakmış gibi yapıp ve buna seni inandırıp birden bire paçalarına dalarak seni alta alacak ve hiç vakit kaybetmeden de o meşhur Pom ak kündesini atacak. Bu güne kadar onun kündesinden kur­ tulan az olmuştur. U zun boylu olduğun için, sana atacağı kündede belki boşa gitm ez. Sakın gafil olm a. Paçalarına dalacağını hissettiğin an elenselerle yere düşürmeye bak. Seni yenerse bu sefer öbür arkadaşı güreşi hızlandıracak, hasmmı yenmiye çalı­ şacak. O da yenerse ikisi arkadaş oldukları için, biri öbürüne pes edip ödülü paylaşacaklar. Yenemez ise, bu sefer o güreşi uza­ tıp seni yenene hasmmı yorgun yorgun teslim edecek. O zaman da bu onu yeneceği için yine ödül onların olacak .” Osman Pehlivan, Y usuf’a bu şekilde öğütler verirken orta yerde dolaşan hasmı, Pom ak Osman Pehlivan’ın Y usuf ile birşeyler konuştuğunu görüp, o da yağ tazelemek bahanesiyle yan­ larına doğru gelince, Osman Pehlivan :

80


“ Y usuf, dediklerimi anladın değil m i?” “ Anladım usta, sen hiç tasalanm a” “ Allah yardımcın olsun evlâdım. Hiç çekinmeden güreş, in­ şallah yüzün ak çıkacaksın bu güreşten d e .” Hasmı yanlarına yaklaşınca Yusuf, Osman Pehlivan’dan ayrıhp meydana doğru yürüdü. Ortaya giderken tesadüfen cazgı­ rın yanından geçiyordu. Birden akhna geldi. Sadık H oca’ya ; “ U sta ayıp olm azsa sana birşey soracağım?” “ Sor Y usuf Pehlivan niçin ayıp olacakm ış?” “ Pom ak Osman Pehlivan’ı tanır m ısın?” “ Tanımaz olur muyum. Çok doğru, çok namuslu sapma kadar pehlivan bir P om ak’tır. A liço bile onu bu meydandan zor çıkarır. Niye sordun?” “ Beni yamna arkadaş almak istiyor da... Burada sizden baş­ kasını tanımadım. Kimseye de sormaya cesaret edem edim .” “ İyi ettin bana sorduğuna. Hiç düşünme eğer o teklif et­ tiyse, hemen elini öp kabul et.G örüyorsun ki buralarda arka­ daş olm adan güreş kazanılm ıyor.” “ Teşekkür ederim usta.” deyip ayrıldı. Hasm ı da yağını tazeleyip ortaya gelince, tekrar güreşe baş­ ladılar. Pom ak Osman Pehlivan’m dediği gibi, hasmı yine çe­ kingen çekingen duruyordu. Y usuf da sağ elini hasmının ense­ sine, sağ dirseğini de om uz başına dayamış onun paçalara dala­ cağı anı gözlüyordu. Nihayet Pom ak, Y usuf’un da güreşe gir­ mediğini anlayınca kendisinden çekindiğini sanıp sabrı tükene­ rek çift paça daldı. Y usuf da zaten böyle bir anı bekliyordu. Hem en bütün gü­ cü ve ustalığı ile “ Kel İsmail elensesi” çekip Pom ağı dizletti ve

81


daha ayaklanmadan da şakı alıp kündeden aşırarak sırt üstü yere vurup yendi. Bir anda davullar sustu. Güreşen diğer Pom ak, yan gözle bakınca arkadaşını yerde yatar görüp şaşırdı. H iç de böyle bir yenilgi beklemiyordu. Yusuf, galibiyet temennasını çakıp dinlenmek için çadırına geldi. Osman Pehlivan çok sevinçliydi. Doğrusu bu kadarını o da ümit etmiyordu. İçinden : “ Bu çocuk gerçekten çok iyi bir kabihyet. Onu ikna edebihrsem birkaç seneye kalmaz yaman bir başpehlivan olur ve Kel A liço dan da öcümü almış olurum .” diyşe düşünüyordu. Y usuf yanına gelince : “ Aferin Yusuf. Çok güzel güreştin. Ben bile bu kadar ça­ buk yeneceğini hiç beklem iyordum .” “ Kısmetmiş usta” “ Öbürlerinin güreşi belki uzayabilir. Onlar yenişinceye ka­ dar üşürsün. Gömleğini giyin, vücudun sıcak kalsın” diyerek Yu­ su f’a göm leğini giyindirdi. Yusuf, Osman Pehlivan’m bu hareketlerinden çok memnun olm uştu. Sanki yeni bir güç kazanmış gibi cesareti artmış, ken­ dine güven gelmişti. Bu sevinçle Osman Pehlivan’a; “ Usta, ben kararımı verdim. Şu andan itibaren senin çıra­ ğın olacağım. Ver elini öpeyim ” diyerek Osman Pehlivan’m elini öpüp başına götürdü. Osman Pehlivan da: “ Oğlum Yusuf, sen de bu terbiye bu kabiliyet varken A l­ lah ikimizi de utandırmaz” dedi ve sırtını sıvazladı. Güreşmekte olan Pom ak, arkadaşının yenildiğini görünce güreşi hızlandırdı. Aldığı bir çaprazla ayaktan budayıp hasmını yendi. Biraz dinlendikten sonra yağlarını tazeleyip ikisi, başal­ tının son güreşini yapm aya başladılar. A m a bir saat kadar gü­

82


reştikleri halde, yenişemediler. Sonra da berabere ayrılarak iki­ si de ödül aldılar. Pom ak Osman başa soyundu. A liço da çıkmıştı. Osman pehlivan başpehlivanların içinde vücudca en ufağıydı. En irisi de A liço. Osman Pehlivan o gün gerçekten çok güzel güreşler çıkar­ dı. Bütün ustalığını, bilgisini ortaya koydu. Y usuf dikkatle bu güreşleri izliyordu. O da Aliço da basımlarım yendiler ve sonunda başpehlivanhk için karşı karşıya geldiler. A liço bu güne kadar başpehlivanlığı kimseye vermemişti. Bu güreşte de vereceğe benzemiyordu. Çünkü Pom ak Osman A liço ile hemen hemen aynı yaşta olm asına rağmen kendisin­ den 15-20 kilo fazla ve bakımlı koca Aliço ile başa çıkması müm­ kün değildi. Ustahğm ın “ Kara İbo dan da üstün” olduğunu id­ dia edenler gerçekten doğru söylemişler. Şimdi burada güç ile teknik yarışıyordu. A liço kazanırsa güç, Osman kazanırsa teknilj, gahb gelmiş sayılacaktı. A liço ile Osman pehlivan yarım saat kadar başabaş güreş­ tiler. A m a yarım saat sonra A liço ağır gelmeye başladı. Güreş’in yükünü Osman pehlivana çektiriyordu artık. Zaten A liço’nun güreş stili de hep böyleydi. Saatlerce hiç yorulmadan güre­ şir, güreşin hammallığım karşısındakine yaptırır, sonunda ya yener ya da pes ettirirdi. Bu gün de öyle oldu. Kurnaz A liço güreş yarım saati geçtiği halde sanki yeni güreşe çıkmış gibiydi. Os­ man Pehlivan da A liço ’nun bu güreş taktiğini bildiği için ilk el­ lerde birşeyler yapabilirim ümidiyle saldırı üstüne saldın yapıp bütün bilgi ve tekniğini ortaya koym uştu. A m a o koca herife birşey yapamamıştı.

83


Osman Pehlivan A liço’yu senelerden beri tanıyordu. Şim­ di o , elenselerle saldırıya geçecek, kendisini ezmeye iflahını kes­ m eye çalışacaktı.(O Osman Pehlivan bir süre daha A liç o ’yu yenmek için uğraş­ tı ama yine güç tekniği yendi ve Osman pehlivan “ P es” ederek meydanı da başpehlivanhğı da A liço ’ya bıraktı. Bu suretle Aliço 1882 yıh Kırkpmar güreşlerinde bir daha Türkiye’nin başpeh­ livanı olduğunu ispatladı. Güreşlerden sonra Pom ak Osm an’la beraber bir arabaya binerek Edirne’ye geldiler. Kisbetlerini hana bırakıp, doğruca A li Paşa hamamına gidip güzelce keselenip yıkandılar. Akşam yatarken Osman Pehlivan, Yusuf’u ova ova güzelce yağladı. Son­ ra da temiz bir havluyla üzerini sildi. Y usuf rahatlamış bütün yor­ gunluğunu üzerinden atmış gibiydi. Yataklarına uzanınca Os­ m an Pehlivan : “ Y usuf nasılsın bakalım? Yarın güreş olsa güreşebilir mi­ sin?” “ Yarın da güreş mi var usta? Çok iyiyim, sanki hiç güreş yapmamış g ib i...” “ İşte buna sevindim. A liço ile de güreşebilir m isin?” “ Yok usta o kadar da değil. Ben haddimi bilirim. Aliço kim ben kim ?”

(1) P a u l P o n s, L a L u tte ’de A liç o ’yu ta n ım la rk e n aynı özellikleri taşıyan C em il isim li b ir p eh liv an d an b ah sed iy o r, bizim k a n a a tim iz e g ö re C em il A liço ’n u n ta k en d isid ir. M u tla k a b ir isim yan h şh ğ ı yapm ış o lm alıd ır. P o n s şöyle d i­ y o r : “ C em il k u v vetli idi, ço k kuvvetli ve eşine ç o k az ra st gelinir b ir m u k a v e ­ m ete sa h ip ti. Y alnız kendisi için pek iftih a r edilm iyecek b ir huy u v ard ı, g a d d a r­ d ı. K endisine b iraz fazlaca k arşı k o y an ra k ib in e h e r tü rlü nizam i o lm ay an a l­ çak ça b ir o y u n u ra h a tlık la u y g u lard ı. G a d d a rlık ta v a ta n d a şı Y u su f kendisine ra h m e t o k u ta c a k tır .” (S. 311)

84


“ İnşallah o günler de gelecek. Hele sen bu gece rahat rahat uyu. Yarın ne olacağı belli olm az. Pehlivan olan her an güreşe hazır bulunm ah.” “ U sta A llah aşkına söyle. Yarın güreş mi var?” “ Bilmiyorum ama, Edirne’nin beyleri ağaları güreşe çok merakh oldukları gibi çok da zengindirler. Her sene Kırkpmar gü­ reşlerinden sonra m utlaka Sarayiçi’nde bir güreş yaptırırlar. Bu sene de belki olur diye söylüyorum . ” (^) Ertesi sabah hakikaten dellallar, “ Pazar günü Sarayiçi’nde güreş var. Başa 5 lira verilecek duyduk duymadık dem eyin..” diye bağırmıya başladılar. Güreşleri belediye düzenlemişti. (2)

(1) S aray içi, ism i 1877-78 T ü rk R us sa v aşın d an so n ra söylenm eye b a ş la n ­ m ıştır. S av aştan ö nce S arayiçi denilen yer Y enisaray’m bahçesiydi. R u slar E d ir­ n e ’ye y ak laşm ca m ü sta h k e m m evki k u m a n d a n ı A h m ed E y u b P a şa (1833-1893) sa ra y y a k ım n d a k i cephaneliği y a k tırd ı. Ç ık a n ateş y a n ın d a k i saray ı d a ta m a ­ m en y ak ıp k ü l e tti. K o ca sa ra y d a n yalnız C ih a n n ü m a k a s rın ın b irin c i k atı ile hasb ah çed ek i A d alet k ö şk ü n ü n d ıv arları k ald ı. R uslar çekilip gittik te n so n ra da (1879) E d irn e h alk ı h asb ah çey e “ S arayiçi” ad ım Vferip m esire yeri y a p a ra k hı* d ırellez eğlenceleri için b u ra y a gelm eye b aşlad ıla r. O sene d e (1882) K ırk p m a r’a gidem iyen E d irn e h a lk ı, öğrenciler ve ask er, S aray içi’ne gelip k u zu yediler, eğ­ len d iler. H a tta v ah K ad ri P a şa d a gelip ask eri b a n d o n u n çaldığı H am id iy e m a r­ şıy la k arşılan d ı ve ask erlerle b irlik te k u zu yedi. (2) E d irn e belediyesinin 1880 y ılından itib a re n S aray için d e K ırk p a n ır so n ­ rası g ü reşler d ü zenlem esinin b irk a ç sebebi v ar. a — K ırk p m a r p an ay ırın ı ve güreşlerini D im eto k a M u ta sa rrıflığ ın a bağlı O rta k ö y k ay m ak am lığ ı d ü zen liy o rd u . E m niyetini sağ lam ak d a yine o n la ra a it­ ti. E d irn e lile r’in b öyle b ir güreş y a p tıra m a m a la n o n ları ü zü y o rd u . b — K ırk p m a r, E d irn e ’ye d ö rt sa atlik m esafedeydi. Ç o lu k çocuk her gün o ra y a g id ip g üreşleri se y rettik ten so n ra y a tm a k için te k ra r E d irn e ’ye dönm eleri ertesi g ü n te k ra r gitm eleri zor o ld u ğ u n d an güreşleri g ö rem iy o rlard ı. H a lb u k i S a­ ray içi şeh re h em y ak ın ve hem de ağaçlık b ir yerdi. c — K ırk p ın a r’a h e r yerd en p eh liv an geliy o rd u . E d irn eli p e h liv an lar K ırk p m a r ’d a k a z a n a m a y ın c a ö d ü ld en o lu y o rla rd ı. O n ları b u ra d a te k ra r g üreştirip ö d ü l ve p a rs a ile m e m n u n etm ek ti.

85


SARAYİÇİ GÜREŞİ Sarayiçi, çimenlik ve ağaçlık çok güzel bir yer olduğu için, Tunca kenarında gölgelik bir yer kapabilm ek amacıyla Edirne halkı ta sabah erkenden oraya koştular. Boyların birincilerine verilmek üzere değerli ödüller konul­ m uştu. Am a bu güreşlerde Aliço’nun güreşmesini istemiyen Be­ lediye başkanı ve eşraf, Aliço’ya : “ Pehlivan, sen başa çıkınca düzen bozuluyor. Başpehlivan­ lar başaltına, başaltı pehlivanları da ortaya iniyor. Yetişmesini is­ tediğimiz deste pehlivanları da kendilerinden büyükler İle güreş­ mek zorunda kalıyor. Biz seni m em nun edeceğiz. Güreşe çıkma hakem o l.” Ricasında bulununca, Aliço da kabul etti. Kırkpmar’da deste boyu birinciliğini kazanan Kara Halil bu­ rada o rta boya çıktı ve üstün yeteneğini burada da göstererek birinci oldu. Hemşehrilerini sevindirdi. Edirne’liler bu 16 yaşın­ daki iri karaoğlanı yarının başpehlivanı olup Aliço’nun yerini alacak diye çok seviyorlardı. (O Yusuf ve ustası başa çıktılar. Aliço soyunmadığı için usta ve çırak basım larını yenerek en son karşı karşıya kaldılar. Şumnulu Y usuf’un P om ak O sm an’a çırak olduğunu kim ­ se bilmiyordu. Aliço da bu Şum nulu karşısında hiç sevmediği Pom ak O sm an’ın yenileceğini göreceğim diye seviniyordu. Cazgır Sadık H oca burada da cazgırhk yapıyordu. Son gü­ reş için ikisini de ortaya çağırdı. Yağlarını tazeleyip yanyana gel­ dikleri zaman, Sadık H oca Y usuf’a ; (1) “ Kiliseli” köyü E d irn e’nin güneyinde, M eriç nehrinin B osnaköy’den son­ ra ikiye a y n h p k ırk k ilo m eire ileride b irleşerek b ü y ü k b ir a d a yaptığı ve b u se­ beple S u ltan B irinci M u ra d z a m a n ın d a n b eri “ A d a ” v eya “ A d a iç i” diye anılan yerd e b ir k ö y d ü r. Bu sebeple H alil P e h liv a n , ‘‘A dalı H a lil” diye an ılm ıştır.

86


“ Y usuf Pehlivan, Osman Pehlivan m teklifini kabul ettin m i” diye sordu. Y usuf da : “ Ectim, usta çırak olduk. Ben ciddi tutamam ustamla. N a­ sıl olacak şim di?” “ Haklısın. Biraz güreşin, halk sizi seyretsin. Ben zamanı gelince güreşinizi durdurur ilân ederim. Sen de ustanın elini öper güreşi ona bırakırsın.” “ Olur usta. Nasıl icab ediyorsa öyle ya p .” Cazgır, Y usuf ile Pom ak Osman’ı kıbleye döndürdü ve iki­ sini de öven çok güzel bir dua okuyup meydana saldı. Ç ok güzel bir peşrev yapıp, karşı karşıya gelince tokalaşır­ ken Y usuf eğilip ustasının elini öptü. O da Y usuf’un alnından öperek karşılık verdi. Bunun ne demek olduğunu A liço bile anhyamamıştı. O, Pom ak Osm an’ı yaşh, Y usuf’da henüz genç o l­ duğu için hürmeten yapılıyor sanmıştı. Onbeş yirmi dakika, oyundan oyuna geçerek seyircileri he­ yecana düşüren güzel bir güreş yaptılar. A liço da güreşi dikkat­ le izliyordu. İşte o zaman kurt AHço’nun kel kafasında şimşek­ ler çaktı, kendi kendine : “ A be bunlar güreş yapmıyor, oynaşıyorlar. Bu ne biçim gü­ reş...” diye homurdandı. Tam cazgıra seslenecekti ki cazgır, da­ vulcuları susturup, güreşi durdurdu ve yüksek sesle : “ Ey ahali. Y usuf pehlivan Osman Pehlivan’ın çırağı ve ar­ kadaşı olmuştur. Bu yüzden ciddi güreş yapamıyacaklarını söy­

87


lediler. Y usuf güreşi ustasına bırakıyor” , (i) D eyince, Sarayiçi’ni dolduran binlerce seyirciden bir uğul­ tudur yükseldi. A liço kıpkırmızı olm uştu. Y usuf gibi bir kabili­ yeti şu P om ak’a kaptırmıştı ona mı yansın, baş ödülünü Edir­ neliler kaçırmıştı ona mı yansın... Velhasıl olacak iş değildi. H o ­ murdanarak Belediye başkam na : “ Beyim gördünüz mü yaptığınızı. Beni güreştirmediniz eli­ nizle ödülü Şumnulu’ya verdiniz. Edirneli pehlivanlar da avuç­ larını yalasın şim di.” A liço doğru söylüyordu. Belediye reisi yanılmıştı. Neden sonra : “ Üzülm e A liço pehlivan, onlar da M üslüman, onlar da bu vatanın evlâdı. Y usuf’u çırak olarak Pom ak Osman aldıysa sen •de şu bizim Karaoğlan’ı (Adah H alil) çırak al yetiştir.” diye çok güzel ve yerinde bir cevap verdi. Bu söz üzerine A liço ayıktı. Bu güne kadar kendisini bir defa bile yenemiyen Pom ak Osm an, başaltında çok güzel gü­ reşler çıkaran Şumnulu Y usuf’u çırak alıp yetiştirecek ve yarın kendi karşısına çıkaracaktı. O da niçin Kiliseli köylü Kara H a­ lil’i çırak alıp yetiştirmesindi. Kendisi artık Edirneli sayılırdı.

( I ) P a u l P o n s, “ L a . L u tte ” isim li e serinde K o ca Y u s u f d a n n ak le n P o m a k O sm a n P eh liv an için şu n ları y azıy o r : “ E sasen h ay atım çok d alg alı geçti, ta ki P o m a k O s m a n ’a r a s t gelene k a ­ d a r. P o m a k O sm an ’ı hiç tanım ıyorsunuz değil m i? B u güreşçi K ara tb o ’n u n p a r­ la k z a m a n ın d a a rtık yıldızı sönm eye b aşlam ış b ir m e şh u r p eh liv an d ı. O sm an b ü y ü k ç a p ta b ir p eh liv an d ı. B en ken d isin i ta n ıd ığ ım z a m a n , o a r tık g üreşten elini eteğim çek m ek ü zerey d i. O s m a n ’ın K a ra I b o ’d a n d a ü stü n o ld u ğ u id d ia ed ilir. K a ra İ b o ’n u n güreşini g ö rd ü m h a y ra n o ld u m a m a b irşey a n lıy a m a d ım ... B a n a güreşi P o m a k O sm a n ö ğ re tti a m a ız d ıra p çekm esini ö ğ r e tm e d i....” (P . P o n s. L a . L u tte , P a ris , 1912, S. 328)

88


Böyle bir iş yaparsa Edirne eşrafını da memnun etmiş olur, iti­ barı bir kat daha artırdı. Karar verdi Kara H alil’i çırak alıp ye­ tiştirecek, Şum nulu’ya rakip yapacaktı, (i)

KOCA Y U SU F PO M AK O SM A N ’LA BERABER Sarayiçi güreşinden sonra, bir süre Edirne, Dim etoka ve İs­ tanbul yörelerinde yapılan güreşlere katıldılar. Pom ak Osman Pehlivan, pehlivanlığın bütün inceliklerini, bir başpehlivanda bu­ lunm ası gereken san’atkârhk ve insanlık ahlâk ve terbiyesini öğretti. Pom ak O sm an’a göre; güreş bir san’at türüdür. Kimi dül­ ger, kimi ahçı, kimi terzi, kimi canbaz, kimi berber... olduğu gibi kimi de Tanrı’nın verdiği kuvvet, yetenek ve güreş sevgisiy­ le güreş san’atım seçer. Geçimini bu san’atı yaparak temin eder. Bu san’atı yapana da “ Pehlivan” veya “ Güreşçi” denilir. Her san atta olduğu gibi, pehlivanlıkta da san’atını sev­ meyen A llah’ın verdiği yetenekleri en iyi yolda ve şekilde kul­ lanmayan, Allah’m gazabına uğrar, basına felâketler gelir ve adı kötüye çıkar, m esleğinde başarılı olam az.”

(1) A d alı H alil P eh liv an 1924 senesinde R esim li G azetenin m u h ab irin e y ap ­ tığı a ç ık lam ad ı, ilk u sta la rın ı v e gençliğini şöyle a n la t m ış : ‘‘A d alı H a lil’in u s ta ­ ları B oğça k azalı H ü sey in Ve A h m e t isim li iki k ard eş p eh liv an im iş. G ü reşe 16 y aşın d a b aşlam ış. O z a m a n E d irn e d v a n n d a (başaltı) n a g ü reş tu ta rm ış . F a k a t b ir cem iyet olm uş, b aşa çık an u stalarını hariçten gelen p ehlivanlar yenince. A dalı H alil b u d e fa u sta la rm ın galipleriyle tu tu şm u ş ve k azan m ış. İşte ilk ş ö h re ti b ö y ­ le b aşlam ış. (9.8.1924) İle n d e görüleceği g ibi E d irn e güreşiyle başlıyan b u re k a b e t Y u s u f ile A Iiço v e çırağ ı A d alı a ra sın d a ö m ü rle ri b o y u n c a devam etm iştir. A liço güreşi b ıra k ­ tık ta n so n ra , A d ^ ı H alil K atran cı ve K u rtd ereli ile a rk a d a ş o lu p d a im a K oca Y u su f’u y enm ek için u ğ ra şıp d u rm u şla rd ır.

89


“ Bu sebeple, her usta pehlivanın, kendisine çırak yapacağı gencin bütün huylarını bilmesi şarttır. Kötü huyu olan çok kabi­ liyetli olsa da, kimse çırak olarak yanına alm ak istemez. Usta­ nın ve çırağın huy ve karakterleri biribirine uyması şarttır. H at­ ta aynı yemekleri sevip sevmemeleri bile çok önem lidir.” “ Büyüklerimiz, “ El elden üstündür taa arşa kadar” demiş­ ler. Bunun a n la m ı: Bir gün seni de yenecek birisinin çıkacağını hiçbir zam an aklından çıkarmayacaksın ve bunun için de her an güreşe hazır bulunacaksın demektir. H ayatı boyunca yenilme­ miş pehlivan çok azdır. İşte bundan ötürü yine atalarımız: “ Hasm m karınca dahi olsa, karıncadan küçük bil kendini” demiş­ lerdir. Am a hasım la güreşirken de acımasızca tutacaksm .” “ Bizim meslekte en kötü şey, ister para karşılığı, isterse acı­ yarak olsun hasm a m ahsustan yenilmektir. Bunu yapanın na­ m usunu para ile satan kadından hiç farkı yoktur. ” Ken­ dinden zayıf veya yaşlı bir pehlivana acımak, onun da üç beş kuruş kazanmasını sağlamak büyüklüktür. A m a bu yenile­ rek olmamalıdır. Böyle durum larda ya o güreşe gitmemek veya gidilmiş ise güreşe çıkm am ak lâzım dır. Çıkm ak zorunda kalın­ ca da, yenilmeden o ihtiyar meslekdaş pehlivanın onurunu kır-

(1) P a u l P o n s, b n k o n u d a Y u su f ve b e rab erin d ek ile r için ay n en şu n la rı y a ­ zıyor; - h r a n s a ’ya geldiklerinden çok sonra, A vrupa’nın çeşitli şehirlerinde kum ­ panyalarla dolaştıkları vakit seyirciye seyretm e zevkim verm eyi ve güreşleri u zatm ay ı k a b u l ettiler. F a k a t T ü rk le r’d en “ O m z u n u b o rç v e rerek ” yenilm ele­ rin i istem ek d ü şünülecek şev değildi. O m u zu b o rç v erm ek y am p a r a karşılığı y enilm ek şu dem eK tlr. N o rn .a l şa rtla rla ğüreşildiği z a m a n h içb ir şekilde yenemiyecek b ir güreşçiye m ahsustan seyirciyi çekm ek için yenilm ek dem ektir. T ürkler h içb ir zam an h içbir yerde b u n a y an aşm ad ılar. H ele ilk d efa gelenler (Y u su f, N uru lla h K ü çü k M ehm ed-K üçük Y usuf- ve K ara O sm a n ) so n ra d a n gelenlerin gös­ terd iğ i an layışı d a g ö ste rm e d ile r...” (P . P o n s. a.g .y . S. 341)

90


mıyacak şekilde berabere ayrılmak en doğru hareket olur. (•) 1882 yılı sonbaharına kadar böylece güreş kovaladılar. Gü­ reş olm ayınca idman yapıp, güreşin bütün teknik inceliklerini, oyunların çeşitli karşıhklanm Y usuf’a öğretti. Havalar soğuyup panayır ve düğün güreşleri bitince, Pom ak Osman Uzunköprü yakınındaki köyü M andıra’ya Y usuf da Şum nu’ya gitti. Ertesi sene Kırkpınar güreşlerinden bir ay önce Edirne’de Mestan A ğa’nın hanında buluşacaklardı. 1883 senesi baharında Y usuf, Edirne’ye gelerek ustası P o ­ mak Osman ile buluştu. O sene Kırkpmar’da Y usuf yine başal­ tına çıktı ve kazandı. A liço herzamanki gibi son gün soyunup başpehlivanhğı yine aldı. Çırağı Adalı H ahl’i de bu sene Küçükorta’ya çıkarmıştı. O da küçükortayı kurtardı. Kırkpınar güreşlerinden sonra, geçen sene olduğu gibi, köy köy şehir şehir dolaşarak güreş kovaladılar. Bir gün yolları Alpu yakınındaki Pom ak köyü Büyük M andıra’ya düştü. Burada da bir düğün güreşi vardı. Yusuf, Sultan Abdülaziz’in başpehlivanlarından meşhur Kavasoğlu Koca İbrahim ve Kara îb o pehhvanlan ilk defa burada gördü. İkisi de bu köylü idi. Çoğu zaman İstanbul’da oturan Kara îb o da düğün dolayısıyle köyüne gelmişti. (2)

(1) Bu şek ild ek i gü reşe K u rtd ere li ile A dalı H a lil'in İn g iltere’n in M ancheste r şeh rin d e y ap tık ları yağlı güreş ço k güzel ö rn e k tir.B a k . 1. H a b ib S evük. a.g .y . S. 210-214 (2) K av aso ğ lu İb ra h im ve K a ra îb o , aslen L o fç a ’n ın L esniça k ö y ü n d en d ir1er. S u lta n A b d ü laziz ta h tta n indirilip a rk a sın d a n R us savaşı ç ık ın ca, b u ra y a göç ed erek y erleştiler. 1827 d o ğ u m lu o la n K avasoğlu İb ra h im b u k ö y d e Ş u b at 1908’d e ö ld ü . M ezarı k öy cam isin in içinde o lu p , k itabesi şu d u r.

91


Y usuf, bu meşhur saray pehlîvanlanm görmeyi çok istiyor­ du. Ustasm dan rica etti. Kalkıp K avasoğlu’nun evine gittiler. Kavasoğlu İbrahim Pehlivan (ağa) Pom ak pehlivanlanmn en şöhretlisi, Sultan Abdülaziz’in başpehlivam ve “ Ser ıbnktar” ı olm ası dolayısıyle çok hürmet görürdü. Kavasoğlu o zaman 56 yaşında idi ama A liço’dan iri, halâ dinç, gücü kuvveti yerindeydi. Çocuğu olmamıştı. Eşi Havva ha­ nımla beraber oturuyordu. Tesadüf, Kara îb o da oradaydı. Osman Pehlivan önde Y usuf arkasında selâm vererek otur­ dukları odaya girdiler. Y usuf küçük olduğu için ileri geçip ikisi­ nin de elini öptü. Osman Pehlivan’ı eskiden beri tanıdıkları için onu görünce : “ A be Osman Pehlivan, niçin bizi unuttun. Padişahımız tah­ tından indirildiyse biz de mi tahttan indirildik ki hiç hal hatır B eni k d m a ’fire t ya R a b b i y ezd an Bi H a k k ın arş-ı azam n u r-ı k u r ’a n G elip k a b rim i ziy aret eden ihvarf E d erler r u h u m a b ir fa tih a ihsan. L o fç a m u h acirlerin d en B ab a-i a tik kazaU M a n d ıra k ary esin d en C e n n e t m ek â n S u ltan A b d ü laziz H a n h azretlerin in B aşp eh livanı m e rh u m ve m a ğ fu r K avas O ğ lu İb ra h im A ğ a b in i İb ra h im r u h u n a fa tih a . K avasoğlu İb ra h im P e h liv a n ’m Ç e rk esm ü slim köylü P o m a k H a lil P eh li­ v an ve d iğer bazı kişilerle b irlikde eşkiyaya y ard ım su çu n d an E dirne divan-ı h arbi ta ra fın d a n altı sene ceza alıp S in o p h ap ish an esin d e kaldığı ve (o cak , 1897)de cezasını ta m am lay ıp “ a ff-ı âliye ye m a z h a r” o ld u k la rı K astam o n u gazetesinin (6. K ân u n -ı sâni 1897 ta rih li 1171 n u m a ra h sayısında g ö rü ld ü , (s. 2 , S ü . 5) K a ra îb o d a sa ra y d a n a y rılm a d a n ö nce b u köye ailesini getirip y erleştir­ m iş. A razi alm ış. A razisi A lp u ’d a n köye g id en y o lu n sol ta ra fm d a d ır. A n cak K a ra îb o yazı İs ta n b u l’d a kışı d a k ö y ü n d e geçirirm iş. B ir sa ray h y a aşık o lduğu sö y len ir. K ızı H a c e r 1930’d a ö lm ü ş. H a c e r'in to r u n u H a y ri G ü n d o ğ a n D evlet D em ir y o lla rın d a n em ek lid ir. K a ra İ b o ’n u n ne z a m a n ve nerede ö ld ü ğ ü b ilin­ m iy o r. 1895’dek i k o le ra sa lg ın ın d a ölm üş o lab ilir.

92


sormıya gelmezsin? Düşenin dostu olmaz dedikleri doğruym uş.” Estağfurullah pehlivan A ğa o nasıl söz. Sen bizim her za­ man başımızm tacısm. Yolum uz bu taraflara düşmedi de gele­ medik. İşte bak köye geiir gelmez hemen yanmıza koştuk” “ Şaka söylerim Osman. Bilirim bizi sevdiğini, kim bu yanmdaki pehlivan?” “ Arkadaşım pehlivan A ğa, Şumnulu Y usuf derler. Üç se nedir Kırkpınar da başaltım kurtarır.” “ Üç senedir başaltım kurtarıyor da niçin baş’a çıkm ıyor?” “ Pehlivan A ğa bilmez misin baş’da Koca A liço var!” “ Ne olm uş A liço varsa. Hepten gözünüzü korkutmuş bu Pilevneli b e .” “ İnşallah bidaki sene usta. D aha genç, hem A liço da biraz daha ihtiyarlamış o lu r.” Bu söz üzerine Kavasoğlu kahkahayı bastı : “ Vallahi şu bizim Kel yaman korkutmuş sizi. A h İbo ah. Hadi ben yaşlandım , sen A liço yaşıtısın «niye güreş kovalamazsm. Bak meydan Kel’e kaldı. Bizim Pomakları hepten yıldırmış. A liço ihtiyarlıyacakmış da Y usuf pehlivan o zaman başa çıka­ cakm ış. Bana bak Osman, benim bildiğim Kel öyle inatçıdır ki ne padişah tanır hâşâ ne de Allah. Onun tek bildiği güreştir. Kar­ şısına babası çıksa insaf etmez. Eğer A liço ihtiyarlıyacak diye beklersen, daha çok beklersin. O herif ölünceye kadar güreşir.” Bu şekilde konuşulurken odaya elinde kahve tepsisiyle ince yapıh, uzun boylu, saz benizh 8-10 yaşlarında bir erkek çocuğu girip misafirlere kahve verdi. Kavasoğlu, kahveyi getiren çocu­ ğa : “ Yaşar oğlum bu pehlivanları A liço korkutmuş, çabucak büyü pehlivan ol da A liço ’yu bari sen yen. H em o zaman A liço

93


iyice ihtiyarlamış olur.” diyerek tekrar kahkahayı bastı. (O Güreş ertesi gün yapıldı. H akem yerinde Kavasoğlu, Kara İbo ve Osman pehlivanlar bulunuyordu. U stası Y usuf’u bura­ da baş’a çıkardı, kendisi güreşmedi. Y usuf baş’ı kolayca aldı. Son hasmmı da yenince hakem heyetinin yanma gelip önce Kavasoğlu’nun, sonra Kara İbo’nun ve en sonra da ustasının elini öptü. Kavasoğlu Y usuf’un güreşini de terbiyesini de beğenmişti. Osman Pehlivan’a : “ Osman, beğendim bu genci. Kim yetiştirmiş senden önce ?”

“ Şumnulu Kel İsmail Pehlivan yetiştirmiş A ğam ” “ İşitmiştim Kel İsmail Pehlivan’ı. Kendisini görmedim ama iyi pehlivan olduğu Y usuf’u yetiştirmesinden belli oluyor. H e­ lal olsun emeklerine. Kaç senedir seninle dolaşıyor? “ İki senedir pehlivan ağa.” “ İki senedir senin yanında ise, senden de Pom ak güreşini öğrenmiştir. Pom ak güreşini öğrenen tam pehlivan olm uş sayı­ lır. H iç korkma Kel A liço ’nun karşısına bidaki Kırkpmar’da çı­ kar. Ezilmek şöyle dursun göreceksin Kel’i zorluyacak b ile.” “ Kısmet ise İbrahim A ğa” U ) Y aşar ism in d ek i b u ç o c u k , K av aso ğ lu ’n u n k ızk ard eşin in o ğ lu d u r. 1874 y ılın d a L esn iça’d a d o ğ m u ş, k u c a k la ik en M a n d ıra k ö y ü n e getirilm iş. K avasoğ­ lu ’n u n ço cu ğ u o lm ad ığ ı için o b ü y ü tm ü ş, peh liv an y a p m ıştır. 1895 den so n ra “ B ü y ü k Y a ş a r” diye a n ıla n v e b a şa g ü reşen p eh liv an b u d u r. K o ca Y u su f, K ara A h m e d , A d alı H a lil, H ergeleci İb ra h im ve E re n k ö y lü O sm a n , K atran cı M ehm ed ve K ıyıcı O sm a n gibi ü n lü p e h liv a n la rla güreşleri v a rd ır. 1903 y ılın d a ve­ rem d en ö lü n ce M a n d ıra k ö y ü n ü n m e z a rh ğ ın a g ö m ü ld ü . S o n ra d a n b u m ezarlık k ö y çam lığı o lu n c a k em ik lerin in n ereye g ö m ü ld ü ğ ü b ilin m iy o r. Ç a tık kaşlı, gür siy a h bıyıklı im iş, {K avasoğlu, K a ra İ b o v e Y a şa r h a k k m d a k i b u bilgileri 27 Ş u ­ b a t 1979 g ü n ü M a n d ıra k ö y ü n d e , 1906 d o ğ u m lu M u s ta fa A lb a y ra k ’d a n aldım .

94


Bu konuşmalar olurken köyün ihtiyarlan Kavasoğlu’na : “ İbrahim A ğa, çoktandır sizlerin güreşine hasretiz. Genç­ liğinizde saraya girdiniz, köyüm üze dönünce de güreşi bıraktı­ nız. Şurada kaç günlük öm rümüz kaldı ki. ölm ed en güreşinizi bir daha görmek istiyoruz. Bakın burada yüzlerce kadın seyirci var. H epsi de sizlerin anası, teyzesi, bacısı. Onlar da son bir de­ fa daha sizleri seyretmek isterlermiş. Ricamızı kırmayın şöyle beş on dakika Kara İbo da hazır buradayken oynaş yapın” “ Kavasoğlu, “ Ağalar iyi güzel söylersiniz ama, ben bilirsi­ niz ki sarayda “ Serıbrıktar” olunca güreşi bıraktım. Belki 15 senedir hiç güreşmedim. A m a Kara İbo halâ zevk için istediği zaman güreşiyormuş. Hazır Osman Pehlivan da burada. Onun­ la oynaş yapsınlar” deyince Kara İbo : “ Ben oynaş bilm em . Tutarsam Osman Pehlivanla ciddi tutarım” diyerek Osman Pehlivan’a meydan okudu. Osman Pehlivan’ın kisbeti yanındaydı. Çaresiz kabul etti. Birisi koşup Kara tb o ’nun kisbetini evinden getirdi ve soyunup meydana çıktılar. Kara İbo gerçekten hâlâ yakışıklı, hâlâ dinç ve hâlâ güreşe­ bilecek durumdaydı. Dualarını Kavasoğlu yaparak meydana saldı. A m an A llahım o ne güzel peşrev, o ne güzel çırpınıştı. Yu­ su f şaşırmış hayran hayran seyrediyordu. Ömründe bu kadar ahenkli peşrev görm em işti. İçinden : “ Dem ek ki huzur peşrevi dedikleri bu im iş. Yıllarca çalışsam yine de bu kadar güzel yapam am ” diye düşünüyordu. Kara Ibo’nun peşrevini hayran hayran seyreden yalnız Yu­ su f değildi. Kavasoğlu’nun dizi dibinde oturmuş olan küçük Ya­

95


şar da kendinden geçmiş İbo Pehlivan’ın çırpınışlarım seyredi­ yordu. O) Kara İbo’nun Osman Pehlivanla nasıl güreşdiğini anlatmak için hayal kurmıya hiç de gerek yok. Paul Pons, onun nasıl gü­ reşdiğini o kadar güzel anlatıyor ki, Osman Pehlivanla da aynı şekilde güreştiğinden asla şüphe edilem ez. Paul Pons şöyle ya­ zıyor : “ Kara İbo’nun en çok hayret edilecek tarafı, çalışmasıydı. Güreşirken gayet zevkli ve incelikle güreşirdi. Rakiplerini ilk el­ de yenmek istemezdi. Çünkü, hiç kimse kendisine uzun süre karşı durabilecek kudrette değildi. O rakiplerini evvelden tasarladığı ve gayet dikkatle konbine ettiği bir oyunla yenerdi. Hasmmı ev­ velden hazırlamış olduğu bu oyuna getirecek şekilde ayarlardı. Kendi jan ’mda bir artist idi. Bütün yaptıklarını yalnız kendisi için yapardı. H iç bir zaman seyirciyi düşünmezdi. Esasen onun için galip gelmek pek önemh değildi. Çok gözde ve eşine az rast­ lanır bir güreşçi olarak tanınmasına rağmen, gurur duymazdı. Va­ tandaşı Y usuf’un (Koca Yusuf) kendisine verdiği kıymet ve gu­ rurun aksine Kara İbo gayet alçak gönüllü bir ad am d ı...” (2)

(1) D ah a ö nce de belirttiğim iz gibi bu k ü çü k Y aşar so n ra d a n b aşp eh liv an ­ lar a ra sın a k atılan B üyük Y aşar P eh liv an o lu p g üreşlerinden ço k peşrevlerinin güzelliği ile ü n y ap m ıştı. O k a d a r güzel peşrev y ap arm ış ki çoğu güreşseverler sırf o n u n peşrevini seyretm eye giderlerm iş. H er h ald e Y aşar d a böyle güzel peş­ rev yap m ay ı K ara İb o ’yu seyrede seyrede ö ğrenm iş olm alıd ır. B üyük Y a şa r’a “ B ü y ü k ” d enm esinin sebebi yeğeni Y aşar ın d a pehlivan olu^;undandır. O n a d a “ K üçük Y a şa r” d en ird i. B üyük Y aşar, 1900 şu b a tm d a İsta n b u l’a gelen B ulgar P e tr o f ’u A laca H a m a m ’d ak i L eblebici h a n ın d a b irk aç d a k ik a içinde ü ç d e fa yenince H ü s m e n ’i de y a n m a a la ra k ö nce R u sy a ’ya o ra ­ d a n B erlin’e ve o ra d a n da P a ris ’e g ittiler A m a g ü reş m evsim i geçtiği için, Berlin ve [’a ris 'te güreş y a p a m a d ıla r. K ara A h m ed ve Kıyıcı O sm a n ile b erab ere k ai­ mi !ir. (B ak . İrfa n D ergin, T ü rk G ü reşi, İstan b u l 1950 S a. 10) •‘ l) P a u l P o n s, a .g .y . Sa. 309

96


Yine P . P ons, Kara İb o’nun güreş yapmaktan nasıl zevk aldığını ve san’atının inceliklerini göstermekten hoşlandığı­ nı şu cümlelerle anlatıyor : Kara Ibo güreşirken her zaman yeni yeni oyunlar tat­ bik eder, yeni buluşlar öğrenir ve ancak yaptığı güreşten yeni bir ders alırsa tatmin olurdu. Herzaman daha iyi olm a isteğinde bulunan ve bütün güreşçilere üstün gelen Kara İbo’nun nasıl bir ruh haleti içinde olduğunu anlıyabilmek için, onun kişiliğini ve düşünce tarzını da göz önünde tutmak lâzım dır.” “ Böyle bir m uamma içinde yaşıyan ve ortalıktan kaybolan Kara İb o’nun gerçek bir kültür seviyesine ulaşmış olduğu şüp­ hesizdir. O , kendisine dünyadaki zevklerden yalnız güreş zevki­ ni tatmayı müsaade etm işti. Hakiki bir sportmence yaptığı g ü ­ reşlerden hayatta alabileceği en büyük zevki tadıyordu. ” (i) Paul Pons en son Kara Ibo için şunları yazıyor : “ Fransa’da azıcık adı duyulan meşhur Türk güreşçilerinin ilk üçü Kara İbo, Ağlizi ve C em il’dir. Onların iyi zamanlarında bizde henüz turnuvalar ve milletler arası şampiyonalar tertip ede­ cek büyük organizasyonlar yoktu. Bu namdar güreş mütehas­ sısları dünyaya biraz erken gelm işlerdi.” (2) Kara İbo’nun Osman Pehlivan ile nasıl güreştiği, kimin galip geldiği bundan daha güzel anlatılamaz. İşte Koca Yusuf’un, “ Ka­ ra îb o ’nun güreşini gördüm , hayran oldum ama bir şey anlıyamadım. Eğleniyor, ciddî güreşmiyordu. Ben onun zamanında

(1) P a u l P o n s, a .g .y . Sa. 310 (2) P a u l P o n s, a .g .y . S a. 314

97


yetişseydim Kara İbo’yu da yenerdim ...” dediği güreş herhalde bu güreş olmahdır.(l) Mandıra köylüler, Kara İbo’nun güreşini bir daha gördük­ leri için m em nun, Y usuf da ömründe ilk defa böyle peşrev böy­ le güreş seyrettiği için şaşkmdı. A m a yine de buraya gelmesi ve bu ünlü pehlivanlarla tanışması onun için çok yararh olmuştu. Güreşlerden sonra Kara İbo’nun evine gittiler. Akşam ye­ meğini onun evinde topluca yeyip geç vakitlere kadar saraydaki hayatlarından ve güreşlerinden, hele Karakucak güreşinde bü­ tün saray pehlivanlarım yenen Tokath KeçeciH Şeyh Kasım peh­ livandan uzun uzun bahsettiler. (1) P a u l P o n s, a .g .y . S a. 309 P . P o n s, b u bilgileri her h a ld e y a K o ca Y u su f’ta n veya 1906 y ılında (E kim ) İ s ta n b u l’a gelip B eyoğlu’n d a k i H alep çarşısın d a b u lu n a n V aryete tiy a tro s u n d a y ap ılan gü reşlere katıld ığ ı z a m a n ö ğ ren m iş o lm alıd ır. P . P o n s 1864 y ılın d a M a rsily a’d a d o ğ d u . 1898’d ek i B irinci C ih an P eh li­ vanlığı y a rışm a la rın d a b irin c i o ld u . 1 899'da C ih a n Ş am p iy o n u o lan K ara A h ­ m e t’i yenem edi 1912’de (L a. L u tte ) isim li k itab ım y ay ın lad ı. O sene içinde de ö ld ü . B oyu 197 cm . ağırhğı 126 k ilo ve g ö ğüs çevresi 121 cm . idi. P . P o n s ’u n tek k o rk tu ğ u güreşçi F iliz N u ru lla h ’dı. N u ru lla h P o n s ’u n p e ­ şin d en A m e rik a ’ya gitti (N isan-M ayıs 1901) a m a ne k a d a r u ğ raştı ise de güreşi k ab u l ettirem ed i. Ç aresiz k a la n P o n s d a , güreşlerini b ıra k ıp P a ris 'e d ö n m ek zo­ ru n d a k ald ı. (4 .6. 1901) T a b ii N u ru lla h d a p eşin d en geldi. Y ine de P o n s ile h iç­ b ir z a m a n k arşılaşm ad ı. (2) K asım P e h liv a n , 1828 y ılın d a Keçeci k ö y ü n d e d o ğ d u . O ra d a k i B ektaşi tek k esin in şeyhi id i. A m a m ü th iş k a ra k u c a k ç ı o lu b K av aso ğ lu ’n d a n d a iri ve b o y lu y d u . 27 Ş u b at 1979 g ü n ü M a n d ıra k ö y ü n d e 1322-1906 d o ğ u m lu M u sta fa A lb a y ra k ’ın b a n a b ild ird iğ in e g ö re, Keçecili K asım K av aso ğ lu ’n d a n 3 p a rm a k d a h a u zu n m u ş. Y ine o n u n dediğine g ö re y ağ h g ü reşte K avasoğlu K eçecili’yi 9 d a k ik a d a yenm iş. C a n b azb aşı R ıza Bey’in b ild ird iğ in e g ö re , k a ra k u c a k güreşim bilen A rn av u d o g lu ’nu Keçecili ilk elde a y a k la rın d a n y ak alay ıp b a ş ın ın ü zerin d en aşıra ra k yen m iş. K a ra İb o ile K ağ ıth an e’de y ağh id m a n ı y a p a rk e n ç o cu k gibi sırtın a a la­ ra k k a ld ırm ış... (B ak. T ak v im ül E b d a n li S ıh h a tü ’l İn san . İstan b u l, 1324-1908. S a. 41)

98


Ertesi gün Alpu istasyonundan trene binip Uzunköprü’ye kadar ustasıyla beraber gittiler. Orada ayrılıp Osman Pehlivan köyüne, Y usuf da Edirne’ye gitti. Edirne’de Mestan Ağanın mi­ safiri olup yaptığı güreşleri anlattı. Birkaç gün sonra da araba ile Şum nu’ya geldi. KOCA YUSUF KÜÇÜK Y U SU F ’U ÇIRAK A LIY O R 0> Koca Y usuf, Şum nu’ya varıp arabası han içinde durunca, sevinçle karşılandı. Geldiği haberi Klak çarşısındaki pehlivan­ lar kahvesine çabucak ulaşm ıştı. Haberi alan kahvedeki güreşsever ve pehlivan kim varsa hepsi koşup yanına geldiler. Sevinçle başarılarını tebrik edip D eliorm an’ın adını yücelttiği için teşek­ kür ettiler. Şumnu eşrafı da Y usuf’u ertesi gün köye bırakmayıp bir­ kaç gün misafir ederek yaptığı güreşleri dinlediler. Ancak iki gün sonra köyüne gidebildi ve davul zurna île karşılandı. Bütün köy onu övüyor, onunla övünüyordu. Köye geldiğinden bir hafta sonraydı. Erikli köylü Haşan A ğa, yanında 17 yaşmdaki oğlu M ehmed ile Karalar’a gehp Yu­ su f Pehlivan’dan, oğlunu çırak almasını rica etti. Y usuf yanına bir çırak almayı zaten düşünüyordu. Ustası Pom ak Osman artık iyice ihtiyarladığı için çoğu zaman güreşle­ re çıkmayıp kendisini çıkarıyordu. Fakat, Eriklili M ehmed’i ne­ dense gözü tutmamıştı. U fak tefek, sarışın, ama cin gibi bakışlı bir çocuktu. Babasına :

(1) K ü çü k Y u s u f’u n asıl ad ı M e h m ed ’d ir. S o n ra d a n “ K ü çü k Y u su f” de­ n ilm iştir. H a tta 1894’de P a ris ’e g ittik leri z a m a n b ü tü n P a ris gazeteleri “ K üçük M e h m ed ” diy e y azm ışla r. Bu k o n u y a ileride değinilecektir.

99


“ Haşan ağa, buralarda ortayı alıyor dersin ama, bunun ne­ resinden pehlivan olur. Benim gittiğim yerlerde vallahi oğlunun kemiklerini kırarlar. U facık bir şey .” dedi. “ Y usuf Pehlivan, oğlum un ufaklığına bakma. Şahin de ufaktır ama turnayı gökten indirir. Hele sen zahmet et bir kere dene. O zaman kararını ver.” “ Olur Haşan A ğa. Madem ki buraya kadar gelmişsiniz ha­ tırın için bir deneyim. H em ben de idm an yapmış oiurum .” de­ yip biraz dinlendikten sonra güreşmeye karar verdiler. M ehmed kisbetini de getirmişti. Y usuf da kisbetini giyinip köy çayırhğına doğru yürüdüler. Onların idman yapacağmı işi­ ten bütün köyün erkeği, kadını ve kızı, kızanı işini bırakıp, çayırhğa, Y usuf’u görmeye koştular. Y usuf ile Mehmed yağlanıp kıbleye dönerek yan yana dur­ dular. Yaşh bir köylü dualarını okudu, davulsuz zurnasız idman güreşine başladılar. Yağlı güreşte idman güreşi de ciddî tutulur. Ancak oynaş güreş olursa ciddî olm az. Bu sebeple Y usuf ile M ehmed ciddî güreşeceklerdi. Elleşmeler bitip, güreşe girmek üzere ense bağlıyacakları za­ m an Y usuf : “ M ehmed ciddi güreşeceğiz ona göre sıkı dur” diye hatırlattı. “ Yusuf, M ehm ed’in yanında hem uzun ve hem de iri vü­ cuduyla bir heykel gibi görünüyordu. Karşısındaki ne de olsa çocuk sayılacak yaşta bir gençti. Heyecandan daha da eğik du­ ruyor, büsbütün küçük görünüyordu. M ehm ed’in ensesine yapıştı. Şöyle hafifçe bir yokladı. A m an Allah bu çocuk insan değil sanki bir ateş parçasıydı. O

100


kadar atik, o kadar çevikti ki, Y usuf’un her hamlesini her ufak hareketini ön ced en sezin liyor ustaca hareketlerle boşa çıkarıyordu. Birkaç hamle daha yaptı. M ehmed yine çevik hareketlerle kurtulmasını bildi. Y usuf tabiî ki fazla ciddî tutmuyordu ama, ne de olsa karşısındaki gençti ve heyecanlıydı. Bu heyecanın ne demek olduğunu kendisi de çok iyi biliyordu. Çünkü vaktiyle o da tatmıştı bu heyecanı. Böylece yarım saate yakın güreştiler. M ehm ed’in güreşçiHğini de kuvvetini de beğenmişti. U faktı ama pire gibiydi. Zekiy­ di, kurnazdı. Vücudu daha da büyür ve gün geçtikçe kuvveti de artardı. Kendisi de öyle değil miydi? Yarım saat geçince M ehm ed’de yorulm a belirtileri görün­ m eye başladı. Y usuf da biraz idman yapmış saydırdı : “ M ehmed bu günlük sana bu kadar yeter.” diyerek güreşi bıraktı. Mehmed Yusuf’un elini öptü ve başına götürerek hemen sor­ du : “ Y usuf Pehlivan beni yanma çırak alacak m ısın?” Yusuf, “ Güreşini beğendim. Am a daha kararımı vermedim. Bir süre seni denemem, huyunu suyunu öğrenmem gerek” dedi. M ehmed m ahzun m ahzun : “ Sen nasıl istersen öyle olsun usta. Kölen olayım beni de pehlivan yap. Çok hevesim var. Seni mahcub etm em ” karşılığı­ nı verdi. Y usuf o kışı M ehmed ile idman yaparak geçirdi. 1884 yılı nisan ayının ilk haftasında M ehmed ile Şumnu’dan ayrılıp Edir­ ne ye geldiler. Ustası Pom ak Osman da, bir gün önce gelmişti.

101


Kırkpmar öncesi Trakya’nın köy ve kasabalarında güreş ek­ sik olm azdı. Hele Kavala, Gümülcine taraflarının halkı tütün­ cülükten çok zengin olduğu için, güreşlerde çok değerli ödül ve bol bol bahşiş verirlerdi. Bu sefer de o taraflara gidip güreşti­ ler. Gittikleri yerlerde Y usuf ile Pom ak Osman başa, Mehmed yerine göre desteye veya ortaya çıkıyordu. M ayısın başına kadar buralarda dolaşıp epeyce para yaptı­ lar. Osman Pehiivan’ın almış olduğu karar gereğince, parsalar herkesin kendisine kalıyor, ödüllerden bütün yiyecek ve yata­ cak ve yol masrafı çıkarıldıktan sonra geri kalan eşit olarak bölüşülüyordu. O sene de Kırkpmar panayırı Rumi nisan ayının 20nci (M i­ lâdi 2 M ayıs 1884) cuma günü açıldı. Cumartesi günü de öğle­ den sonra güreşler başladı. Y usuf’un çırağı Eriklili M ehmed, o gün yani güreşlerin bi­ rinci günü desteye soyundu ve fırtına gibi güreşler çıkarıp bü­ tün rakiplerini yenerek ödülü aldığı gibi seyircilerinde gönlünü kazanarak bolca parsa topladı. A liço o kış boyunca çalıştırdığı çırağı Adalı H ahl’i birinci gün, büyükortaya çıkardı. Adah hakikaten bir kış içinde inanılmıyacak kadar gelişm iş, üstelik ustasından da çok şeyler öğren­ m işti. Kolayca büyükortayı kurtardı. O gün, Y usuf’da soyun­ madı. İkinci gün, M ehmed yine desteye soyundu ve ödülü aldı. Y usuf da A liço da soyunmadılar. A iiço ikinci gün, çırağını baş­ altına çıkardı. Adalı epeyce zorlandı ve başaltını Filibeli Kara Ahmed ile berabere bitirdi. (1) C a n b azb aşı R ıza Bey Filibeli için şu n la rı y azıyor : “ G ay et çevik ve k av iy ü laza (kuvvetli kaslı) m eşh u r b ir p eh liv an idi. G uly ab â n i n a m p eh liv am H acı H üseyin b a ğ ın d a k i bir güreşinde y arım sa at so n ra p es ettirm iş, esm er-elvan (esm er renkli) b ir a d a m idi. H ic a z ’d a v e fa t etm iştir, (a .g .y . S. 45)

102


ü çü ncü gün (23 N isan 1300-m. 5 Mayıs 1884) pazarertesi güreşler sabahtan başladı. Eriklili Mehmed güreşe de, parsaya da, ödüle de doym am ıştı. Onun için güreş olsa hık edemeden güle oynaya çıkar güreşirdi. Bu gün de desteyi kurtarıp ustası­ nın yüzünü güldürdü. Başaltı’nda Adah H alil, bugün de çıkıp güzel güreşler çı­ kararak o da ustası Aliço'nun gülmiyen yüzünü güldüremedi ama neşelendirdi. AIiço çırağından daha hareketli bir güreş tarzı bekhyordu. Halbuki çırağı da tıpkı kendisi gibi kuvvete dayanan, çapraz, elense gibi oyunlardan başka oyunlara iltifat etmiyordu. Koca AIiço, Y usuf’un birinci ve ikinci gün güreşe çıkmayışmın sebebini anlamıştı. Üçüncü gün ustası Pom ak Osman ile baş’a soyunacaklardı. İçinden : “ Abe Pom ak bu güne kadar sen bana ne yapabildin ki çırağm yapacak. Hele bir elime geçsin, ber\ ona AIiço kimmiş gös­ tereyim ...” diye homurdanıyordu. Nihayet başaltı güreşleri de bitti. Adah bütün rakiblerin iyenerek başaltı’nı kurtardı. Cazgır : “ Başa çıkacaklar meydana gelsin” diye bağırınca : Pom ak Osman önde, çırağı Y usuf arkasında yağ kazanına doğru yürüdüler. Şumnulu Y usuf’un baş’a çıktığını gören seyirciler “ Bu gün çok cümbüşlü güreşler olacak” diye heyecanla biribirleriyle konuşuyorlardı.

103


Baş’a dört pehlivan çıktı. A liço, Pom ak Osman, Koca Yu­ suf, Hançoğlu Halil. Cazgır Sadık H oca, Yusuf ile H ançoglu’nu, Aliço ile de Os­ man Pehlivan’ı eşlendirdi. Aliço güreşe her zamankinden daha hızh ve sert başladı. Belü ki Y usuf’un baş’a çıkmasına kızmıştı. Zaten yaşh olan Osman Pehlivan, A liço’nun bu hızlı güreşine yine yarım saat kadar da­ yanabildi. Çaprazla yenildi. Y usuf da Hançoğlu H alil’i yenince, Aliço ile Yusuf ilk defa olarak karşı karşıya geldiler. Yusuf ile A hço’nun güreşi o gün üç saatten fazla sürdü. Yir­ mi senedir Kırkpınar başpehlivanhğmı kimseye vermiyen Koca A liço, şu genç Şumnulu karşısında ilk defa zorlanıyordu. Akşam olmuş neredeyse'hava kararmak üzereydi. Meydan­ ların kocamış arslanı hâlâ Yusuf’a elense çekiyor, çapraz giri­ yor, tekden yakalamak istiyor ama yine de Y usuf’u yenemiyor-

(1) H an ço ğ lu (P a n çao ğ lu ) H alil P eh liv an L o fçalıd ır. 1877-1878 R us sa v a­ şın d a T ü rk iy e ’ye göç ed erek H a y ra b o lu ilçesinin Ç erk esm ü slim k ö y ü n e yerleş­ ti. D a h a ö n ce S u ltan A b d ü laziz’in p eh liv an ları a ra sın d a b u lu n u y o rd u . S ultan A b d ü laziz ta h ta n indirilince bu d a k ö y ü n e geldi. 1850 d o ğ u m lu d u r. 1900 sene­ lerin e k a d a r g ü reşti. S a b a h g azetesinin 5 M ayıs 1901 tarih li sayısında S öğütlülü M o lla İb ra h im ’in ve çırağı M a d a ra h A h m e d ’in m atb a a y ı ziyaretleri an latıh rk en şöyle d en iliy o r : “ H a y ra b o lu ’d a m a a rif idaresi m e n fa a tin e y ap ılan güreşlerde A h m ed P eh liv an S evindikli K a ra M u sta fa , G öçerlerli İbrahim ,. P açalı S aüh peh ­ liv an ları y enerek başı k azan d ığ ı ceb in d en çık ard ığ ı b ir belgede yazılı idi. H a y ­ r a b o lu ’d a K a tra n c ı, H a n ço ğ lu H alil gibi b ir ço k m e şh u r a d a m la r d a b u lu n d u ­ ğ u h ald e b u n la rla g ü reşm ey jrek b a ş ’ı A h m e d ’e terk etm işlerd ir.” deniliyor. Kav asoğlu ile S in o p h asiphanesinde altı sene y a ta n Ç erkesm üslim köylü H alil P e h ­ livan b u olab ilir.

104


du. A llah ona öyle bir güç ve öyle bir inat vermişti ki, değil üç beş saat yedi sekiz saat de olsa güreşebilirdi. (i) H iç kimsenin ve A liço nun da beklemediği bir anda Yusuf çok ani olarak çift paça daldı ve bütün hızıyla da yüklenerek Koca A liço ’yu sırt üstü yere düşürüp yenmek üzereyken, tecrü­ beli A liço, dönerek kendini yere atabildi. Y usuf da hemen ar­ kasına geçip, o uzun ve kuvvetiyle meşhur koluyla, dış kazığı vurdu. Aliço ilk defa alta düşüyordu. Yağh güreşte, alta düşen peh­ livan m utlaka yenilir diye birşey olam azdı. Çünkü, kol basdı, alttan dolu kalkma, sarmadan dönm e, alttan paça-kasnak, kıl­ çık, bilek kapıp kolbastı, topuk ellem e, alttan ayakla iç çengel .... gibi pek çok oyunla üste çıkmak hatta altta iken yenmek de mümkündü. Hele alttaki A liço olursa.. İşte bu anda inanılm az ve sebebi anlaşılamaz bir şey oldu. Y usuf pehlivan A liço ’yu bırakıp doğruldu ve : “ U sta pes idirim” dedi. A liço inanam am ıştı. Olacak iş değildi. Bu şahane dalıştan ve kendisini alta aldıktan sonra üste kazık vurmuşken “ P es” et­ mek. Bu güne kadar ne görülmüş ve ne de işitilmişti. Başını çe­ virdi Y usuf’a hışımla baktı ve : “ Ne dedin be. Pes mi edirsin?” “ Evet usta pes idirim ver elini öpeyim .” A liço ayağa kalktı, o daha elini uzatmadan Y usuf uzanıp A liço ’nun ehni öptü ve başka bir şey demeden dönüp ustasının yanm a doğru yürüdü. (1) C a n b azb aşı R ıza Bey, b u k o n u d a şöyle y azıyor : “ G ay et k u v vetli b ir peh liv an idi. Sekiz sa a t g ü reş etse y o ru lm a k ne idügün ü h a tırın a b ile g etirm e z” (a .g .y . S a. 45)

_105


Güreşi yakından izleyen cazgır Sadık H oca konuşulanları duymuştu. A liço ayağa kalkınca kolundan tutarak galibiyetini ilân etmek istedi ise de A liço kolunu sertçe çekip homurdana hom urdana çadırına doğru yürüdü. O giderken Sadık H oca da: “ Y usuf Pehlivan pes ettiğinden, A liço Pehlivan baş birin­ cisi olm uş ve başpehlivanlığı kazanm ıştır.” diye bağırıyordu. Y usuf çadırına yaklaşınca ustası hem en ayağa kalkıp kar­ şılayarak : “ Y usuf oğlum birşey mi oldu niye güreşi bıraktın?” “ Birşeyim yok usta” “ Öyle ise altına almışken niçin pes ettin. Doğru söyle hasta­ landın m ı?” “ Hayır, hasta da değilim. İçimden öyle geldi, A hço ustaya güreşi bıraktım. Kötü birşey mi ettim ?” “ Etmedin ama hiç olm azsa berabere ayırırlardı sizi.” “ Kısmetse bidakine.” deyip silinmeye başlayınca Osman pehlivan da daha fazla üzerine düşm edi. Soranlara da hiçbirşey dem edi. Kim ne diyebilirdi. Güreşen o değil miydi. Fakat seyircileri bir meraktır aldı, kimi : “ Yenileceğini anladı da ondan pes etti.” kimi : “ Hastalanmış olm ah, yoksa başabaş güreşiyordu...” kimi de : “ A liço ’ Pehlivan’a bu kadar dayanmayı kendine şeref say­ d ı.” Bazıları ise, “ Y usuf isteseydi A liço’yu yenebilirdi. Yaşma, geçmişine hürmeten yenmedi. A ferin Şum nulu’ya. Pehlivan dediğin işte böyle olm ah. N asıl olsa bu gün değilse yarın, yarın da olmazsa öbürgün Kırkpınar başpehlivanı olacak. Kırk yedi yaşındaki Aliç o ’yu yenmek ona şeref mi kazandırır.” Bazısı da :

106


“ A liço, Y usuf’u öbürleri gibi edemedi. Ne derecede pehli­ van olduğunu anladı. Bir daha karşı karşıya gelm ezler..” diye tahminler yürütüyorlardı. Yusuf, pes etmesinin gerçek sebebini açıklamadı ama, onun almış olduğu terbiye ve daha sonraki yıllarda kendisinden yaşh Türk pehlivanlarına gösterdiği saygı, gözönünde tutulursa, “ P es” etm esinin tek sebebi şu idi : “ Şu er m eydanı Kırkpınar’da 20 senedir başpehiivanhğı kimseye vermeyip halâ 47 yaşında olduğu halde içindeki pehli­ vanlık aşkı ve ateşi bir parça olsun eksilmemiş bu Koca yiğit ile üç saattten fazla başabaş güreş çıkarmak benim için en büyük şereftir. Bu yaştaki ünlü geçmişi olan bir pehlivanı yenmek, ba­ na şeref değil küçüklük getirir. Ben bu güreşimle ustaların usta­ sı A liço ’dan hak ettiğim notu ve dereceyi aldım. Bu bana ye­ te r ...” diye düşünüp pes etmiştir. A liço çok zeki adamdı. Ömrü er meydanlarında geçmişti. Elbette Şumnulu Y usuf’un pes etmekle ne demek istediğini pek alâ anlamıştı. Y usuf eğilip elini öpm ek,isteyince hiçbir şey de­ meden ve karşı koym adan elini öptürdü ve giyinmek üzere ça­ dırına gitti. Kırkpmar ağası Y usuf’un bu hareketinden memnun olm uş­ tu. Ona da değerli bir ödül vererek sevindirdi. Böylece 1884 yılı Kırkpmar güreşleri de yine A l i ^ ’nun başpehlivan olm asıyla sonuçlandı. Kırkpmar güreşlerinden sonra, daha önceki yıllarda oldu­ ğu gibi Edirne belediyesi 9 M ayıs 1884 cuma günü bir güreş dü­ zenledi. Bu güreşin yapılmasındaki başhca amaç, A dah H alil’i Şumnulu Y usuf’un karşısına çıkarmaktı. Adalı Halil 1924 senesinde Edirne’ye gelen ve kendisiyle gö­ rüşen Resimli G azete’nin başmuhabiri İbrahim Alaeddin Bev’e

107


(Gövsa) hayatını anlatırken Y usuf ile yaptığı bu ilk güreşte ken­ disinin 19 yaşında. Y usuf’un da 28-30 yaşında olduğunu söylü­ yor. Adalı Halil kendi yaşını doğru söylem iş ama Y usuf’un ya­ şını iyi tahmin edememiş, biraz büyütmüş. Çünkü Y usuf bu gü­ reş olunca 26 yaşındaydı. Güreş yine Sarayiçi’nde oldu ve vali Kadri Paşa da geldi. O zaman Adah Halil iyice gelişm iş, boyu Y usuf’un boyuna ki­ losu da kilosuna eşit duruma gelmişti. Boyları 185-187 cm. Ağır­ lıkları 100-110 kilo olan birbirine denk iki pehlivan idiler. Yal­ nız Y usuf’un kolları ve parmakları A dah’nmkilere oranla epey­ ce uzun ve kuvvetliydiler. Yine de kuvvet bakımından eşit sayıhrlardı. (2) Aralarındaki en belirgin fark, Y usuf’un beyaz tenli, Adalı’nm esmer ve Y usuf’un nisbeten yum uşak huylu, A dalı’nın ise kavgacı bir karakterde oluşuydu. Diğer güreşler bitince sıra baş’a geldi ve A dah Halil ile Ko­ ca Y usuf soyunup meydana çıktılar. Başka çıkan da olmadı. Güreş saatlerce sürdü. Genç Adah, gerçekten tecrübeli hasmı karşısında çok güzel denk bir güreş çıkarıyordu. Güreş bir

(1) Resim li G A zeie, 9 A ğ u sto s 1924 (1340) (2) A d a lı’n ın kuvveti k o n u su n d a , P a u l P o n s şöyle y azıyor : “ A d a h H a lil’ in h akiki değerini anhyabilm e im kânı b u lu n am am ıştır. A lm a n y a ’d a b ir hayli g ü ­ reşti. K endisini o ra d a n ta n ıy a n F ransız p ro fesy o n el güreşçiler, A d alı H a lil’de ik in ci b ir Y u su f k uvvet ve k u d reti g ö rd ü k le rin i sö y le m işlerd ir.” (a.g .y . S. 362) P a u l P o n s ’u n A d a h ’yı iyi tanıy am am ış olm ası h a y re t edilecek şey, Ç ü n k ü A d ah H alil N isan , 1901 de V iy an a’d a P . P o n s ’u 43 d a k ik a d a yendi. (3) Bu iki p ehlivanım ız so n rak i y ıllard a A v ru p a ’ya gidince K arakterleri t a ­ m am en ters d o n d u . Y usuf y ab an cılara k arşı acım asız ve kavgacı, A d a h ise d a ­ h a an lay ışh uysal o lm u ştu r. P . P o n s şöyle d iy o r : “ A d a h H ali! b ir filo z o f idi. R a h a tç a y aşam ak ve gelecekte sık ın tıy a d ü şm em ek için p a ra b irik tirm ek am acı­ nı g ü d ü y o r d u ...” (a .g .y . S. 362)

108


ara sertleşti ve Yusuf A dalı’yı altına alıp çitf kapan takınca, Edir­ neli seyirciler meydana yürüyüp Y usuf’u dövm eye kalkıştılar. Araya polis ve jandarma girerek kavgacılan yakaladı. A m a, Sul­ tan A bdülham id’in bu gibi kavgalı güreşlerden hiç hoşlanm adı­ ğını bilen vali Kadri Paşa da, güreşi devam ettirmeyip dağıttı. Yusuf, polis korumasında kaldığı hana getirildi. Bu yüzden, A da­ lı H alil ile Koca Y usuf’un ilk güreşi de sonuçlanamadı. Y usuf, Sarayiçi güreşinden sonra Şum nu’ya döndü. Yine sevinçle karşılandı. O günlerde Şumnu köylerinde hep Karalar’h Yusuf’un yap­ tığı güreşler dillerden dile söyleniyordu. Nereye gitse büyük iti­ bar ve hürmetle karşılanıyor, ağırlanıyordu. Konuşma konusu da hep güreş ve onun sem bolieşm iş güç ve kuvvetiydi. Şumnulular’m gözünde o kadar büyümüştü ki, dünyada Y usuf’u ye­ necek başka bir pehlivan olabileceğini kabul etmiyorlardı. Bir gün köyde yine böyle konuşulurken, Y usuf Edirne, İs­ tanbul ve Selânik taraflarında birkaç arkadaş olm adan dolaş­ manın güçlüğünden, hele Kırkpınar güreşlerine her boya gire­ cek üç dört pehlivan ile gidilmesi gerektiğini söylüyordu. Orada bulunanlardan birisi, Bıyıkh köyünde çobanlık yapan Nurullah isminde bir çocuğun kendisinden de iri vücudiu olduğunu ve gü­ reş te yaptığım söyledi. Merak eden Y usuf ertesi gün haberi ve­ ren köylüyü ve M ehm ed’i de yanına alarak Bıyıklı köyüne gittiler. Nurullah 18 yaşında gerçekten Y usuf’tan daha uzun boylu bir gençti. O gün de köyün koyunlarmı otlatıyordu. Ü ç athmn “ Selâm ünaleyküm ” deyip yanında durduğunu görünce saf ba­ kışlarıyla “ A leyküm selâm ” diye karşılık verdi. ( !) Bazı k a y n a k la r b u g ü reşten so n ra Y u su f’u n b ir d a h a E d irn e ’de güreş y ap m ad ığ ım , b a zıları d a vali K ad ri P a ş a ’n ın Y u su f’u n b aşın a b a s to n la v u rd u ­ ğ u n u y azarlar.

109


Yusuf ve arkadaşları attan inip dizginleri bir ağaca bağla­ dıktan sonra, halâ şaşkın şaşkın bakan Nurullah’a : “ Oğlum senin pehlivan olduğunu söylediler. Hakikaten peh­ livan m ısın?” “ Pehlivan” sözü Nurullah’m çok hoşuna giderdi. “ Elbette pehlivanım ” “ Şu küçük delikanh ile de güreşir m isin?” Nurullah M ehmed’e şöyle bir baktı, kendisinden küçük gö­ rünce : “ Bu da pehlivan m ı” diye sordu. Y usuf : “ Biraz güreş yapmış. G özün kestiyse azıcık tutuşuverinde seyredelim .” “ Olur ağam benim için hava hoş. Ya o güreşmek ister mi?” “ İster ister. Yeter ki sen kabul e t.” “ Ettim etmeyi a m m a..” “ A m m a sı da ne pehlivan?” “ Ya sakatlanırsa?” “ Daha iyi ya. Bir daha pehlivanım diye dolaşm az.” Nurullah da M ehmed de giysilerinin üstünü çıkardılar. Yu­ suf dualarını okudu, güreşe başladılar. Yusuf, bir ara M ehm ed’e : “ Şunun kuvvetini, pehlivanhğını bir deneyelim, oyun ver, hatta yenil sonra itiraz et tekrar tutunca ciddi tutarsın. Önce­ den sevinsin biraz.” demişti. Nurullah Mehmed’i elenselerle bir iki yokladı, çok zayıf bul­ muştu. Hem en çapraz toplayıp birkaç adım sürerek altına aldı. Am a Mehmed kolayca kurtulup ayağa kalktı. Tekrar ayakta kar­ şı karşıya geldiler.

lîÖ


Nurullah, boyu kendisinin ancak göğsüne kadar gelen bu gencin kolayca kurtulm asına kızmıştı. Tekrar çapraza girdi ve yine altına aldı. M ehmed bu sefer de kurtulup kalktı. Böylece 15-20 dakika güreştiler. Nurullah iri vücuduyla hep çapraz alıp M ehm ed’i sırt üstü yenmek istiyordu am a, bir türlü de çengeli yetiştiremiyordu. iyice kızmıştı bu sefer, yine bir çap­ raz doldurdu, birkaç adım sürdü ve çengeli takıp sırt üstü yen­ di. Sevinçle galibiyet temennasını çakarak : “ Pehlivanınız çok kuvvetsiz. Bu nereye güreşiyor? diye sor­ du. Y usuf : “ K üçükorta’ya” karşılığını verince N urullah : “ Abe bu ortaya güreşirse ben baş’a güreşirim be” diye safça gururlandı. O sırada M ehmed itiraz etti : “ Yenilmeyi kabul etmiyorum. Ayağım çukura düştü de >l nildim. Bir daha tutacağım .” N urullah kendinden emindi. Zaten bu güreşten o d a birşey anlam amıştı. Nasıl olsa yine yenerim düşüncesiyle : “ Tutalım be. İstersen bir değil on defa tu tah m .” Diyerek tekrar güreşe başladılar. A m a M ehmed hemen de­ ğişmişti. Şimdi ciddi tutuyordu. Daha ilk elden tekten kapıp Nurullah’ı altına aldı ve elleri yeri bulm adan o uzun bacakları ha­ vada sallanmıya başladı. A m a aşırmadı. Sanki aşıramıyormuş gibi yere bıraktı. N urullah da bu fırsattan yararlanarak kurtu­ lup ayağa kalktı. A yakta tekrar karşı karşıya gelince M ehmed bu sefer usta­ sından öğrendiği “ Kel İsmail elensesi” çekip zavalh N urullah’ı o koca vücuduyla boylu boyunca yere kapakladı. M ehm ed’in bastırıp oyun almadığını görünce de kendiliğinden ayağa kalktı. 111


N urullah şaşırmıştı. Ne olm uştu birden bire bu küçük ada­ m a. Kızdı hemen bütün gücü ve ustalığıyla bir çapraz daha top­ layıp M ehm ed’i sürmiye başladı. O iri vücudunun bütün gücü­ nü ve ağırlığını M ehm ed’in göğsüne dayamış sürüyordu. Ama yine bir türlü çengeli yetiştiremiyordu. Çayırlığı böylece boydan boya gittiler. Tam düzlük bitm ek üzereydi ki M ehmed bir yanbaş yaptı ve zavallı N urullah hemen sırt üstü açık düşüp yenildi. N urullah çok üzgündü bu küçücük adam a yenildiğine. Ağ­ layacakmış gibi bir hali vardı. Ayağa kalktı. Temiz kalpli iyi yü­ rekli, terbiyeli ve uysal huylu bir çocuktu am a kendisine oyna­ nan bu oyunu anlıyacak kadar da zekiydi. M ehm ed’in daha ön­ ce m ahsustan yenildiğini sezinlemişti. Y usuf’a dönerek : “ Ağam bu çocuk hepten pehlivanmış, benimle niçin zevk­ lenirsiniz?” diye boğuk bir sesle üzüntüsünü belirtti. “ Yanlış anladın N urullah. Biz seninle zevklenmedik, M eh­ med bu sene K ırkpm ar’da desteyi alan Eriklih M ehmed Pehli­ vandır. Ben de K aralar’h Y usuf Pehlivan’ım. KuvvetU olduğu­ nu işittik. Seni denemek için buraya geldik. Güreşi henüz bilmi­ yorsun. Bunu sana gösterm ek için M ehmed birinci tutuşunuzda yenildi. A m a m aşallah kuvveth ve tam başpehlivan olacak ya­ pıdasın. Eğer arzu edersen seni yanım a çırak olarak alıp yetiş­ tirm ek istiyorum .” “ N urullah bu söze sevindi. Yüzündeki o üzgün hal gitti v e : “ Pehlivan ağa ben isterim am a anam razı olm az ki” “ Neden olmazmış? Birkaç seneye kalmaz güreşi öğrenir ba­ şa soyunacak kadar pehlivan olursun. İki sene önce M ehmed de senin gibi acehıiydi. H a tta senin bildiğin kadar bile güreş bilmi­ y o rd u .” “ Ben güreş kovalarsam kim çobanlık yapacak? A nam a kim b akacak?”

112


“ üzü lm e biz orasını hallederiz. Senin baban kim ?” “ Babam ben küçükken ölm üş” “ Öyle ise anan ile konuşuruz” diyerek N urullah’ın yanın­ dan ayrıldılar. Yusuf, N urullah’m yapışım, kuvvetini beğenmişti. Zeki, ter­ biyeli ve sevimliydi. H areketleri biraz ağırdı am a onun d a irili­ ğinden ileri geldiğini tahm in ediyor ve zam anla daha çevik, d a­ ha atik olur diye düşünüyordu. (O Bıyıkh, komşu köy olduğu için, Yusuf pehlivan, m uhtarı da köy ağalarını da tanıyordu. M uhtarın evine gittiler. M uhtar bu sene K ırkpınar’d a Aliço ile başabaş güreş yapan Y usuf pehliva­ nı karşısında görünce dünyalar kadar sevindi. O nurlandı ve b ü ­ yük bir hürm etle içeri buyur etti. Y usuf Pehlivan’m geldiği hemen köye yayıldı. Köy ağala­ rına haber salındı, onlar da geldiler. Yusuf, ağalara durumu şöyle açıkladı : “ Bakın ağalar, bu sene K ırkpm ar’da Aliço ile başabaş gü­ reş attım . Am a yine o koca adamı meydandan çıkaramadım. Bir hafta sonra Sarayiçi’nde çırağı Adalı H alil’i karşım a çıkardı. Gerçekten iyi yetiştirmiş. Kuvvetli, benim kadar iri, kavgacı ve gözü pek bir pehlivan. O nu yenebilirdim am a Edirneli’ier kav­ ga çıkardılar. Bidaki sene K ırkpınar’a gitsem de yine başı ala­ mam . Ç ünkü bu sefer hem Aliço ile hem de çırağı ile boğuşmam gerekecek. Böyle güreşler tek başına kazanılmıyor. M utlaka bir

(1) K u rtd ere li M e h m ed P eh liv an N u ru lla h ’ın b u özelliği için şu bilgiyi veri­ y o r : “ Ç o k şen ta b ia tlı id i. B ü tü n b aşp eh liv an lar o n u severdi. O h erk esin “ Filiz A ğ a ” sı id i. İd m a n g ü reşlerim in y üzde d o k sa n ın ı h ep F ilizle y a p a rd ım . Y alnız şa k acı değil, ak ıllıydı d a . S o n ra A v ru p a ’ya g iderken o d a b eraberim izdeydi. G ir­ ginliği ve b ecerikliliği o k a d a r işim ize y a ra d ı ki s o rm a .” (İsm ail H a b ib Sevük a .g .y . S. 280)

113


kaç arkadaşın olacak. Eğer D eliorm an’ın şanını düşünüyorsa­ nız, şu sizin köylü N urullah’ı da yanım a alıp pehlivan yapm ak istiyorum. “ Anam bırakm az” diyor. Fakirmiş, çobanlık ediyor­ muş. Anasını çağıralım, siz de konuşun, versin N urullah’ı b a­ na. Belki o zam an Edirneli’ler ile baş edebiliriz..” İhtiyarlardan birisi : “ Doğru söyler Yusuf Ağa. Tek başına Aliço ve çırağı ile nasıl baş edebilir. Ya Filibeliler, ya Pom aklar, ya Razgradlılar, ya A nadolu’lar... Yusufcağız hangi biriyle güreşsin be. Yenince övünüyoruz da yenilince kanım ıza dokunm az mı? Sen hiç tasa­ lanm a Yusuf Pehlivan. Biz şimdi anasını çağırır gerekeni yapa­ rız. Kadıncağız hakikaten fakir. Kocası son Rus savaşı sırasın­ da öldü dul kaldı. Köylünün yardımıyla geçiniyor. Sen Nurullah’ı alır pehlivan yaparsan biz de anasına bakar, bütün ihtiyacmı temin ederiz.” Biraz sonra N urullah’ın anası geldi. Durum u ona da anlat­ tılar. Ne de olsa Deliorman kadınıydı. Oğlunun başpehlivan ola­ cağını işitince sevindi. O da Yusuf Pehlivan’ın adım şöhretini duvm uştu : “ Ağalar siz ne derseniz öyle olsun. N urullah benim oğlum değil sizin oğlunuz.” diyerek razı oldu. Yusuf iyilik sever, gözü tok insandı. Kadının bu uysallığın­ dan çok memnun olm uştu. Fakiri sevindirmek için kesesini ku­ şağının arasından çıkarıp bir altın verdi. O gece Bıyıkh köyünde misafir kalıp ertesi gün Nurullah’ı da alarak Karalar’a döndüler.

114


A rtık üç kişiydiler. Evvel Allah önüm üzdeki yıllar Kırkpınar güreşlerinde birincilikleri Deliorm an’lılar kolay kolay baş­ kalarına vermiyecekti.(i) K aralar’a gelir gelmez, hemen daha o gün idm ana başladı­ lar. N urullah kısa zam anda gelişti, güreşin inceliklerini öğren­ di. Tek kusuru kuvvetinin cüssesine göre az, huyunun yumuşak ve temiz kalpü saf oluşuydu.

(1) F iliz N u ru lla h , 1911 seneside T a k sim ’deki sirk te g ü reşirk en T e rc ü m a n - 1 H a k ik a t gazetesine Y u su f’a çırak o lu şu n u şöyle an latıy o r : “ R um eli d ah ilin d e Ş u m n u k azasın ın Bıyıklı k ö y ü n d e, aslını a ra rsa n ız D e­ lio rm a n ’d a d o ğ d u m . Ş im di 45 y aşm dayım . P ek k ü çü k y aşım d a n beri p eh liv an ­ lığa m eraklı idim . B abam ın babası pehlivan idi. A na ta rafın d an sülâlem hep p eh ­ liv an d ır. İk i o ğ lu m v ar. K üçüğü 11 y aşın d a o da benim gibi iri v ü cu ttu olacak ve b en im ü m id im o n d a . O n altı y aşın d a (1882) kisbet giydim . Ü stad ım K aralarlı m eşh u r K o ca Y u su f’tu r. A ltı sene k a d a r s a n ’a tı tah sild en so n ra 22 yaşm d a (1888) P a ris ’e g ittim . (28 y aşın d a g itti) (T ercü m an ı H a k ik a t, 31 A ğ u sto s 1911) (2) N u ru lla h h a k ik a te n y u m u şa k huylu ve tem iz kalpU ydi. K oca Y u su f de­ n izde b o ğ u ld u k ta n so n ra b az a n tek b aşın a b az a n d a K üçük Y u su f (M ehm ed) ile P a r is ’e g itti. V ü c u d u n u n iri o lm asın ı b ah a n e ederek güreşlere çoğu k ere ah n m a d ı. O d a b ü tü n d ü n y a p e h liv an ların a m ey d an ok>!du. Ş u b at 1900’de K ara A h m ed , Filiz, R um P ierri, Filiz’in yeğeni D ıdan köylü Selim , güreş yaptılar.Ö nce N u ru lla h ile C ih an Ş am p iy o n u K a ra A h m ed 4 Ş u b a t, 1900 tarih in d e VVagram sa lo n u n d a y ap ılan yağlı g ü reşd e ik i sa at güreştikleri h ald e yenişem ediier. N uru lla h ’ın kisb eti y ırtıldığı için so n u ç la n a m a d ı. A h m et ço k y o rg u n d ü ştü . N urullah ı yenem iyeceğini söyledi. 11 Ş u b a t g ü n ü K a ra A h m e d ’i yağsız serbest güreşte 17,5 d a k ik a d a yendi. H a lk A h m e d ’i sevdiği için itiraz ettiler te k ra r tu ttu “ b u d e fa b ir eseri h atır o l­ m ak ü zere y en ilm iştir.” (S a b ah gazetesi, 25 Ş u b a t 19(X), S. 2) N u ru lla h b u g ü reşleri yaptığı z a m a n 157 kilo, K a ra A h m e d de 105 kilo idi. C ih a n Ş am p iy o n u ü n v am n ı k azan m ış o lan K ara A h m e d ’e h a tır için yenildiği şü p h e sizd ir. G ü reşin a y rın tıla rı d a b u n u d o ğ ru lu y o r.

115


A D A Lİ H A LİL İLE İK İN Cİ GÜREŞ 1884-1885 kışını hiç A ksatm adan m untazam an idm an ya­ parak geçirdiler. Y usuf artık m em nun idi. Ç ünkü, Mehmed id­ m an için az geliyordu. Nurullah d a gelince M ehm ed’i bırakıyor. N urullah’ı tutuyordu. N urullah’ın pehlivanlığı az idi am a ağır­ lığı kendisi kadar olduğu için idm ana çok yararh oluyordu. Evin m utfak masrafı artmıştı am a, çok şükür Yusuf’un mali durum u iyi olm akla beraber köy düğünlerinden aldıkları ödül­ ler de et ihtiyaçlarını gideriyordu. Kış boyunca yaptıkları idm anlarla iyice zağlanmış balm u­ m u gibi sararm ışlardı. A m a atalarım ız : “ Su uyur düşman uyum az” demişler. Bu sözdeki gerçek gibi öbür tarafta Aliço ve çırağı Adalı Halil de boş durm uyordu. O nlar da geçen senekinden daha idmanlı, daha kuvvetli olm ak için kış boyunca so­ ğuk ve kar demeden çahşıp duruyorlardı. Nihayet 1885 yılının b ah a n geldi. H er zam anki gibi Nisan ayı başında Yusuf ustası Osman Pehlivan ile buluşmak için Edir­ ne’ye geldi. M estan A ğa’nm hanına varınca, ustasının hasta ol­ duğunu ve bu sebeple Edirne’ye gelemiyeceğini öğrendi. Çok üzüldü. Kolu kanadı kırılmış gibiydi. Osm an Pehlivan’ı çok sev­ mişti. Onun sayesinde gerçek başpehlivan olm uştu. O olm asay­ dı, tek başına K ırkpm ar’da ne yapabilirdi. Hiç vakit kaybetme­ den U zunköprü’ye gidip ustası ölm eden helallik almalıydı. Ka­ rar verdi yarın trenle Uzunköprüye, oradan da M andıra köyü­ ne gidecekti. Şumnulu Y usuf Pehlivan’ın E dirne’ye geldiği daha o ak­ şam duyulm uştu. K ırkpm ar’a 20 gün vardı. Edirneli zenginler Ahço ile Adalı H alil’i Edirne’ye getirtmişler, Cezzarzade M eh­ med Bey’in çiftliğinde yeyip içip idm an yapıyorlardı.

116


Koca Y usuf un geldiği haberini alan E dirne’nin güreşsever eşrafı, bu fırsatı kaçırm am ak istediler. Hemen o akşam Y usuf’ un kaldığı hana gidip K ırkpınar’dan önce A dah Halil ile güreş­ mesini, ortaya d a değerli bir ödül koyacaklarını bildirdiler. Yu­ su f : Beyler kesin söylüyorum, ben Edirne’de güreşmeye tövbeliyim. Geçen sene az kaldı A d ah ’yı yeniyorum diye beni öl­ dürecektiniz. Valiniz bile kafam a bastonla vurdu. Kusura bak­ m ayın'artık bundan sonra E dirne’de güreş yapm am . İlle Adalı ile E dirne’de güreşmem şart mı? Adalı ile başka bir yerde her zam an güreşe hazırım. A m a ustam Osman Pehlivan ağır hasta imiş. Ölmeden yanm a gidip helallaşmak isterim . Kusura bak­ mayın yarın sabah trenle U zunkörü’ye, oradan da M andıra kö­ yüne gideceğim. Ne zam an dönerim , oradan nereye giderim Al­ lah bilir.” Yusuf’un haklı olduğunu Edirneliler de biliyorlardı. Kendile­ rini m azur göstermek için : “ Pehhvan, sana karşı m ahcubuz. Bunu telâfi etm ek istiyo­ ruz. Üç beş edepsiz yüzünden bütün Edirneliler’e küsme. Kırkpın ar’d a belki biribirinizle eşlenemezsiniz ve belki de böyle bir güreşi sen de istersin diye düşündük. Kırm a b izi...” diye kara­ rından vaz geçirmeye çalıştılarsa da Yusuf çok k a t’i konuşuyor­ du. H akkı da yok değildi. Zaptiyeler yetişmeseydi adamı az kal­ sın üç beş edepsiz iyice döveceklerdi. Birisi şöyle bi öneride bu­ lundu : Pehlivan, Ktrkpınar’dan önce Uzunköprü panayırı var. Biz A dah’yı oraya gelirsek sen de gelir m isin?” Y usuf bu soruya hayır diyemedi. Dese, korktu diye ütün memlekete yayacaklardı. Çaresiz : “ Ben güreş yapm ak için köyüm den kalktım buralara k a­ d ar geldim. Kimseden de korkum yok. A m a dediğim gibi, her

117


şeyden önce ustam ın yanına gidip helallaşm am lâzım. Söz ver­ miş olmayayım am a çok önemli bir engel çıkmazsa Adalı Halil Pehlivan ile güreşmek için U zunköprü panayırına gelirim. Y usuf’un karakterini çok iyi bilen Edirne eşrafı, sözünden dönmiyeceğini ve onun da Adalı'dan intikam almak için bu fır­ satı kaçırmıyacağmı iyi biliyorlardı. A m açlan hemşehrileri Adalı Halil’in Yusuf’u yendiğini görmek ve böyle önemli bir güreşi sey­ retmek değil miydi? Hem U zunköprü de uzak sayılmazdı. Tre­ ne bindim i iki saatlikti. Bu işi de böylece halletmenin sevinciyle hemen Adalı’ya haber göndermek için Y usuf’un yanından ayrıldılar. Yusuf, ertesi günü M ehm ed’i ve N urullah’ı da yanına ala­ rak trenle U zunköprü’ye, oradan da M andıra köyüne gitti. O sm an Pehlivan gerçekten ağır hastaydı. Y atakda yatıyor­ du. Kışın idm an yaparken üşütmüş ateşlenmişti. H alâ ateşi de­ vam ediyordu. Bu durum da K ırkpm ar’a değil, U zunköprü p a­ nayırına bile güreşini seyretmeye gelemezdi. Osman Pehlivan Yusuf’un, hastahğını duyar duym az ko­ şup gelişine çok sevinmişti. Helâllaştılar. Ustasına Adalı ile U zunköprü panayırında güreşmek istediğini söyleyince : “ Oğlum yusuf, öyle sanıyorum ki Kel Aliço daha uzun se­ neler Kırkpınar başpehhvanhğını başkasına vermeyecek. Adalı H alil’i de bu am açla yetiştirdi. B undan sonra senin işin daha da güç. Yalnızsın, pehlivanhk yalnız olmaz. A m a kendine senin gibi güçlü, kuvvetli bir iki arkadaş bulursan, belki Kırkpınar başpehlivanhğını alabilirsin. Bu gençlerin yetişmesi için seneler lâzım. Allah yardımcın olsun. Git güreş. P om ak Osm an şimdiye ka­ dar kimseden korkup kaçmadı ki onun çırağı kaçsın Evvel Al­ lah sana güvenim var. Eğer yalnız Adalı ile tutarsan onu yene­ bilirsin. A dah’yı yenince karşına Aliço çıkarsa işin kötüdür. O zaman hiç çekinme bir süre güreştikten sonra pes et. Yoksa o

118


ku rt herif seni m utlaka ezer. Öyle inatçı bir keldir ki o kimsenin kendisine rakip olmasmı istemez. Çok zavallı genci ezip pehli­ vanlıktan etm iştir...” “ Ustam sen hiç üzülme aynen dediğin gibi yaparım . Edir­ neli beyler karşım a yalnız Adalı H alil’i çıkaracaklarını söyledi­ ler. Böyle anlaştık. Usta çırak çıkarlarsa birinden birini tutarım , ikisiyle değil. Ya ustası Aliço çıkar veya Adalı Halil. Ben hiç şıvgara düşer m iyim ?” “ Aferin Yusuf. M ademki beylerle böyle anlaştınız, sanı­ rım yalnız A dah’yı çıkarırlar. Yine de sen güreşe çıkm adan ön­ ce hakem heyetiyle bu konuyu iyice sağlama bağla. Ya Aliço ya A d ah .” Yusuf ustasının evinde Uzunköprü panayırına kadar misa­ fir kaldı. Bu süre içinde her gün Mehmed ve Nurullah ile idman yaptı. Nihayet güreş yapılacak gün geldi çattı. M andıra köylü­ lerle birlikle kalkıp topluca U zunköprü’ye gittiler. rd irn cli beylerle birlikte Aliço ve Adalı da gelmişti. Güreşler başladı. Deste boyunda öyle güzel güreşler oldu ki. seyredenler hayran kaldılar. Yarının büyük pehlivanı olacak bu küçüklerin güreşi, büyüklerininkinden her zaman zevkh ve heyecanlı oluyordu. Ç ünkü onlar hem çok hırsh, hem de çok hareketli güreşirler.(>)

( i ) D este p eh liv an ların ın bu tü r g üreşine aynı p a n a y ırd a am a Y u su f’u n g ü ­ reşin d en 50 sene so n ra yapılm ış b ir güreşi ve pehlivanı ö rn ek göstereceğiz. 1934 yılı U z u n k ö p rü p a n ay ırın d a deste b o y d a Ç erkesm üslim kö y ü n d en S ü ­ ley m an isim li 15 y aşm d a k ü çü k b ir ço cu k b ü tü n ra k ip le rin i k ısa süre içinde ye­ n erek d este b irinciliğini k azan d ı. G üreşleri izleyen “ T ü rk S p o r” dergisinin m u ­ h ab iri dergisine çektiği telg rafd a bu çocuk için ; “ G üreş F ed erasy o n u n u n nazar-ı d ik k a tin i celb ed erim . B u ç ocuk ih m al edilecek bir k u d re t ve kıym et d e ğ ild ir...” d iy ö rd u . (T ü rk S p o r, 12 M ayıs 1934, Sayı 33-240)

119


Sıra baş’a gelince yalnız Yusuf ile Adalı Halil çıkanidı. Çün­ kü böyle konuşulm uştu. Edirneliler de Aliço da A dalı’nm Yu­ suf’u yeneceğinden yüzde yüz emindiler. Ç ünkü Adalı kış bo­ yunca Aliço gibi bir ustaların ustasıyla idm an yapmış daha genç olduğu için de üste koymuştu. Güreş önceleri başabaş denk gitti. Adalı hızlıydı. Y usuf’u alt edeceğine iyice inandınlm ıştı. Ustasından aldığı taktik gere­ ğince Y usuf’u yenmeyecek hızlı hızlı güreşmeye zorlayarak sa­ atlerce uzatacaktı. Kış boyunca bu taktiği uygulam ak için böyle çalışmışlardı. Yusuf’un yorulduğunu görünce de yine yenmeye­ cek, ezecek ezecek bitkin birhale getirip ustası işaret verince de yenecekti. Eğer bu güreş yapılmayıp K ırkpınar da eşlenirlerse aynı taktiği uygulayıp ustasının eline perişan yorgun bir Yusuf çıkarmıya çahşacaktı. Am a aldanıyorlardı. Ç ünkü Yusuf da kış boyunca idman yapmıştı. M ehmed’i bırakıp, N urullah’ı tutm uştu. O da bu se­ ne Kırkpm ar’da başına gelecekleri çok iyi tahm in ediyordu. Hiç Yusuf gibi anadan pehlivan olarak doğmuş bir yiğit, kendine gü­ venmese ta Şum nu’dan kalkıp Aliço ve çırağı ile güreşmek için E dirne’ye gelir miydi?

G ü reş fed erasy o n u belki de bir d ü n y a şa m p iy o n u olabilecek b u ço cu k la il­ g ilenm edi. A m a o , yağlı g ü reşte çalıştı çab alad ı 1944, 1947 ve 1950 yılların d a üç d efa K ırk p ın ar B aşpehlivanlığını, k a z a n d ı. 1934 deki o k ü çü k ç o cu k H ayrabolulu Süleyman E rtaş'dan başkası değiidi. 1945 K ırkpınar güreşlerinde sıtm adan d u d ak ları çatlam ış olduğu halde, k en ­ d isin d en 30 kilo fazla A fy o n k ara h isarlı Y arım d ü n y a S üleym an ile y aptığı g ü re­ şi hâlâ hatirlanm . A m a biz ne yaptık o d ü n y a şam piyonu olabilecek kabiliyetteki S üleym an’a? M indere çekem ediğim iz gibi h a s ta lık ta n ve y o k su llu k ta n güreşi b ıra k m a k z o ­ ru n d a k alan b u yiğide İstan b u l belediyesinden istediği geçim ini sağlıyacak k ü ­ çük b ir görev bile verem edik.

120


Güreş başlıyalı bir saati geçmişti. Yusuf birden bire paça­ lara dahp iki paçaya da parm aklarını geçirdi. Adalı da hemen boyunduruğu vurup Y usuf’u olanca kuvvetiyle boğm aya başla­ dı. A m a senelerden beri, çam ur yoğura yoğura çelik gibi sert, aslan pençesi kadar kuvvetli parm aklarını A dalı’nm paçaların­ dan içeri geçirmişti. Adalı eğer bir iki saniye daha geç davran­ saydı şüphesiz ki sırt üstü yenilecekti. Bunu anlayınca boyun­ duruğu bırakıp hemen kendini yere attı. Yusuf, hasmı yere düşer düşmez, kaçırm am ak için, sarm a­ yı vurup bekledi. H albuki bütün güreşlerinde böyle paçalara da­ lınca ya ayaktan yener veya yere düşerken şak kündesine ahrdı. Nedense bu sefer hiç böyle birşey yapmayıp sarmayı vurarak bekledi. Birkaç dakika sonra hasmını yaymak için A d ah ’nın sırtına yüklendi. Adalı bütün gücüyle direndi ise de olm adı, yan üstü yattı. Yusuf da önce sarm a vurduğu taraftan kurtkapanm ı tak ­ tı. A dah yeniliyordu. A m a Yusuf nedense bütün gücüyle yükle­ nip çevirmedi. Sonra öbür taraftan da kapan takıp çiftkapan vur­ du. İşte o zaman ne yapm ak istediği anlaşılmış oldu. “ Siz misiniz beni Sarayiçinde dövdüren? Siz misiniz beni ezmek isteyen? Şimdi ben seni ezeyim de K ırkpm ar’da güreşe­ cek halin kalm asın...” demek istiyordu Yusuf. Bütün ağırlığını A dah’nm beline yüklemiş çift kapanla göğ­ sünü ve yüzünü çayırlara sürüb duruyordu. Böylece 10-15 dakika A dah’yı ezdi. A dah da bu oyundan kurtulm ak için var gücüyle çırpınıp duruyordu. Nihayet bir fır­ satını bulup dizlendi ve kalçasını sağa sola sallaya sallaya Yu­ suf’u başı üzerinden kaydırarak önüne düşürdü. Am a Yusuf atik

121


davranarak ayağa kalktı. Zaten Adalı da Y usuf’u yakalayacak hal kalmamıştı. Adalı ayağa kalkınca yağım tazelemek için yağ kazanm a doğru yürüdü. Fakat Yusuf kolundan çekerek bırakm ayıp en­ sesine yapıştı. Adalı da mecburen tekrar tutm ak zorunda kaldı. Şimdi güreş daha da kızışmıştı. Her ikisi de elense tırpanla biribirini sanki dövüyordu. Adah zor durum daydı. Sinirlenmiş, elense yerine yum ruk­ la karışık elenseler atmıya başlamıştı. Zaten onun adeti hep boyleydi. Yenemiyeceğini anlayınca m utlaka kavga çıkarırdı. Edirneli beyler, ağalar da güreşin ümit ettikleri gibi gitme­ diğini görüyorlardı. Ama ne yapabilirlerdi. Aliço varken onla­ ra hiç, am a hiç söz düşer miydi. Aliço, Adalı’nm ustasıydı, ama o herşeyden önce pehlivan oğlu pehlivandı. Böyle güreşlerden hoşlanırdı. Şimdi de A dah’nın, kendi çırağı olduğunu unutmuş heyecanla zevkten kendinde;! geçmiş bu acımasız güreşi seyre­ diyordu. Belki de sarayda M akarnacı ile yaptığı güreşleri hayal ediyordu. A dah’nm güreşi kaybedeceğini Aliço da sezınlemişti. Ç ün­ kü Adalı Halil kavga çıkarınca daha çok açık verirdi. Bu onun en büyük zaafıydı. Güreşirken kızm ak, kendini kaybetmek de­

r i ) A d alı H alil PehÜ van’ın çırağı o lan K ara E m in (1882-1941) de çok pehli­ v an ın y ap am ad ığ ı b u o y u n u güzel y ap arm ış. K ara E m in ’in çırağı o lan P o m a k İb rah im P ehlivan (B iriken) 12 M a rt 1967 gün ü Y enidoğan’dakı evm de b a n a b u ­ nu şöyle a n la ttı : “ A ta tü r k ’ü n 13 K asım 1931 ta rih in d e A n k a r a ’d a y aptırdığı yağlı g ü reşlerd e K ara E m in 49 y aşın d a o ld u ğ u için güreşlere k a tılm a m ıştı. A rna g üreşlerin a ra sın d a Yenici M ehm ed, p eh liv an ile bir o y n aş güreşi y a p a ra k yağh g ü reşin b ü tü n inceliklerini g ö ste rirk en , h iç k im senin y ap am ad ığ ı çift sa rm a d a n k alçaları o y n a ta o y n a ta hasm ı beli üzerine a lıp so n ra da ileri k a y d ıra ra k b aşı­ n ın ü zerin d en aşırm a yapıp a ltın a a lm a o y u n u n u uyguladı ve yağh gureşdekı u s­ talığ ın ı isb a t e t t i ...”

122


mektir. Şuurunu yitiren pehlivan da, hem açık verir, hem de ne yapacağmı bilemez. Yusuf bu fırsatı kaçırmadı. Adalı’nm dolu dizgin elense çek­ tiği bir anda tekrar paçalara indi ve iki paçayı da yakalayıp asıl­ dı. A dah bu sefer boyunduruk da yapamayıp yüzü koyun dön­ mek istedi, am a dönemeyip yan üstü düşüp açıldı. A m a Yusuf, galibiyet tem ennasını yapmayıp A dah’mn üzerine yüklendi. Y usuf da A d ah ’nın yenildiğini biliyordu. F akat tam açık seçik sırt üstü düşmediği için, itiraz olur, yine elimden alırlar di­ ye düşünm üştü. Haklıydı, Çünkü öyle yapmış olsaydı Edirneli beyler ve ağalar itiraz edecekler, sonra da bir bahane bulup gü­ reşi ayırabileceklerdi. A m a Yusuf, güreşe devam edince onlar d a böyle bir fırsatı uygulayamadılar. Adalı Halil yere düşünce, Yusuf, arkasına geçip kemaneye aldı. Şimdi de kemane çekerek ezecekti. i

Bu sırada Adalı ustasından işaret mi aldı, yoksa kendi ken­ dine mi karar verdi bihnmez, alttan Y usuf’a : “ Yusuf pehlivan açık düştüm yenildim” diyerek kisbetine vurm aya başladı. Bu durum u gören cazgır da yanlarına gelince, A d ah ’nın güreşi Y usuf’a bıraktığım anlayıp Y usuf’u galip ilân etti. Yusuf bu şekildeki bir galibiyetten memnun olmamıştı. Kaş­ ları çatılmış, suratı asık, üzgün üzgün mecburen galibiyet temen­ nasını çaktı. Biribirlerini kucaklayıp kaldırdılar. Koca Y usuf ve A dah H alil’in ikinci güreşi de bu şekilde so­ nuçlanmış oldu.

123


1885 YILI KIRKPINAR GÜREŞLERİ

1885 yılı K ırkpınar panayırı her seneki gibi Rum i 20 Nisan 1301 (Milâdi 2 Mayıs 1885) cum artesi günü açıldı. Güreşler 3,4 ve 5 Mayıs günleri yapıldı. Filiz Nurullah ilk günkü güreşlerde desteye soyundu. Bu bo­ ya çıkanlar her ne kadar kendi yaşıtı idiyse de, boyca ve kiloca hepsinden çok uzundu, ilk defa böyle bir güreşe katıldığı için, heyecanlıydı. Yağlı güreşi de üç beş aydır yapıyordu. Birkaç hasmmı yendi ise de birinciliği alam adı. İkinci gün yine birinci olam adı. A m a üçüncü gün yani ger­ çek şam piyonluğun yapıldığı gün, heyecanı gitmiş, kendine gü­ veni artm ıştı. Şansı da iyi gitti ve deste birinciliğini kazandı. M ehmed de her üç gün güreşe çıkıp K üçükorta’yı kurtardı, birinci oldu. Seyircilerden de bolca parsa topladı. Y usuf birinci gün baş’a soyundu ve birinciliği kazandı. O gün A dah d a Aliço d a soyunm adılar. İkinci gün Y usuf da soyunm adı. Amacı yarın çok çetin gü­ reşler yapacağı için dinlenmekti. O gün Aliço da çırağı Adalı H a­ lil de güreşe çıkmadılar. Güreşlerin üçüncü günü (5 Mayıs 1885) öğleden sonra Edir­ ne valisi Hacı İzzet Paşa d a güreşleri seyretmeye geldi. İzzet Paşa t d ı r n e ’ye bu sene vali olm uştu. Bu onun ikinci Edirne valiliği idi.O rtaköy’de 30 odalı büyük bir hüküm et konağı ile bir de ca­ mi yaptırıyordu. Bir gün önce inşaatı kontrole gitmiş, Edim e’

124


ye dönüyordu. Güreşi de çok sevdiği için yolu üzerinde bulu­ nan K ırkpınar’a uğrayıp seyretmek istemişti. (O Sıra baş güreşlere gelince, cazgır Sadık H oca : “ Başpehlivanlar m eydana gelsin ” diye bağırdı. Aliço önde, Adalı Halil arkasında bir azam et bir gurur ile ve alkışlar arasında m eydana çıktılar. Yusuf da gömleği sırtında onların peşinden “ Bismillah” deyip m eydana doğru yürüdü. O zam anki K ırkpm ar güreşlerinde başpehlivanların kisbetin üzerine giyindikleri dizlere kadar uzun beyaz gömlek ile or­ taya gelmeleri adet idi. B unun başlıca sebebi, başpehlivanların güreş yapm adan önce parsa toplam alarıydı. Gömlek hem kisbeti giyinirken önü örter ve hem de parsa toplarken verilen p a­ ralar gömleğin ön kısmı sol el ile tutularak içine parsa konulur­ du. P arsa toplam ası bittikten sonra çadırına gelir paralarını bı­ rakıp gömleğini çıkararak kazan başına giderdi. O gün de başa çıkan bütün pehlivanlar aym geleneği uyguladılar. Sonra da göm­ leklerini çıkarıp kazan başına geldiler.

(1) H acı A h m ed İzzet P a şa , E rzincanlI H acı H aşim P a ş a ’n ın oğlu o lu p , b a ­ b ası G irit v alisi ik en 1803 y ılın d a o ra d a d o ğ d u . B irinci E d irn e valiliğinde D e­ m iry o lu E d irn e ’ye g eldi. İk in ci valiliğinde (1884-1893) O rta k ö y h ü k ü m e t k o n a ­ ğı, cam i v e E d irn e sa a t kulesi gibi işler y a p tı. 1877-78 sa v aşın d a o rd u y a 10.000 altın v erm iştir. Bu h ay ırlı hizm etlerine k a rşıh k 1886 y ılın d a “ M u ra s sa ’ İm tiy az n iş a n ı” ile ö d ü llen d irild i. T u h a f h u y ları v ard ı. B a z ıla r ı: H e r ak şam k u lâh ın ı h a v a y a a tıp b a ş ın a ge­ çirm edikçe u y um am ası, kirli çam aşırlarım E rzincan’daki kız kardeşine E d irn e’den y ık an m ası için gön d erm esi, b e k â r y aşam ası, açık b ırak tığ ı u çk u ru n u g ö rü b ikaz ed en E rm e n i m u ra h h a sın a “ A fe rin m u ra h h a s b ey d o st b a ş a d ü şm a n ay ağ a b a ­ k arm ış sen ik isin in o rta sın a b a k tın dem esi, A m asy a’d a n g eçerken S ad razam Şirv a n iz a d e ’n in b a b a s ın ın m e z a rın a u z a k ta n fa tih a o k u m ası ve Ş irv a n iz ad e azle­ d ilince d e y in e ay n ı y erd en geçtiği z a m a n “ G eçti o g ü n le r” deyip fa tih a o k u m a ­ d a n g eçm esi... A . İzzet P a ş a 1 M ayıs 1893 de E d irn e ’de ö ld ü ve Ü ç şerifeli cam i av lu su n a g ö m ü ld ü .

125


Birkaç yerde yağ kazanı vardı. Adalı ile ustası Aliço bir ka­ zan başındaydılar. Y usuf onların yanına gitmeyip başka kaza­ n a gitti. Yağlanmalar bitip de yan yana durunca, Adalı cazgıra : “ Abe dellâl, Şumnulu Y u su fu benimle eşlendir. Onunla gö­ rülecek hesabım v ar.” diyerek gelip Y usuf’un yanına durdu. Sadık H oca A dalı’nın bu em ri Aliço’dan aldığını tahm in ettiği için, sesini çıkaram adı. Çaresiz, “ Y usuf da istiyorsa öyle olsun” dedi. Yusuf, A dah’nm kendisini istemesine itiraz ede­ cek yaradılışta olmadığı için, sesini çıkarm adı. Baş’a yedi pehlivan çıkmıştı. İçlerinde en yaşhsı Aliço ol­ duğu için, onun yaşına hürm eten cazgır Aliço’yu tek bırakıp, diğer altı pehlivanı birbiriyle eşlendirdi. Önce kim galip gelirse Aliço onunla tutacaktı. Adalı ile Yusuf o gün dört saate yakın güreşdikleri halde yenişemediler. Öbür tarafta Aliço diğer çiftlerin galiplerinin iki­ sini de yenerek 1885 yılı K ırkpınar güreşlerinde yine başpehli­ vanlığı kazandı. Y usuf üzgündü. Başka ne yapabilirdi. Kurallar böyleydi. Altı yüz yıldan beri uygulana gelen K ırkpınar kurallarını değiş­ tiremezdi ki... Yapacağı tek şey çalışmak, daha çok çalışmak ve K ırkpm ar’da kendisine destek olacak birkaç arkadaş bulup bir­ likte gelmekti. Kaderine boyun eğip köyüne döndü.

126


KOCA YUSUF’UN ŞUM NU’D A K t BAZI GÜREŞLERİ Koca Yusuf, köyüne dönünce Şumnu yörelerinde yapılan güreşlere de katılıyordu. Bu güreşlerin tarihleri bilinm iyorsa d a yapılmış olduğu kesindir. Y usuf’un köyü K aralar’ın do­ ğusunda bulunan Kalaycık köyünde 1912 yılında doğmuş bu­ lunan m erhum Ahm ed Davudoğlu bu tür güreşlerinden bazıla­ rını Yusuf’un köylülerinden dinleyerek yayınlamıştır. Anlatılan güreşlerden üçünü aynen alıyorum :

Koca Y usuf’un Boğa İle Güreşi “ Koca Y usuf’un bir boğa güreşi hikâyesi vardır. H atta ga­ zeteler hayali bir resmini neşrettiler. Y usuf Pehlivan, sivri boy­ nuzlu bir boğanın boynuzlarından tutm uş vaziyette duruyor. Bu bir efsane değil hakikattir. Olay bizim orm anda geçmiştir. Güreş­ tiği hayvan da m anda boğasıdır. Bize beş altı kilo m etre uzak­ lıkta “ Yörükler” denilen bir köy vardır. (2) Bu köy kâmilen o r­ m an içindedir. Vaktiyle yörük köyü imiş. Bulgaristan olunca yö­ rükler Türkiye’ye hicret etmişler... îşte tam Koca Yusuf’un peh­ livan olduğu yıllarda Yörükler’de bir m anda boğası türemiş. Bu hayvan o kadar azmış, o kadar insan düşm anı olmuş ki; küçük çocuklara bile saldırır, kızılcık toplam akta otan kadınları yere düşürm ek için ağaçlara hücum ederm iş... Bir gün m andalar (1) A h m ed D av u d o ğ lu , Ö lü m D a h a G üzeldi, İstan b u l, 1979 ilâvell 2. Baskı. (2) Y ö rü k ler k ö y ü , K a ra la r’m 14 K m . d o ğ u su n d a d ır.

127


“ Sarıçalı” dediğimiz orm anda iken uzaktan bir araba sesi du­ yulur. Boğa sesi işitir işitmez hemen arabanın geldiği tarafa doğru koşm ağa başlamış. Biraz sonra araba ile karşılaşmış. Meğer Yu­ suf Pehlivan Deliorm an’ın bir köyüne güreşe gidiyormuş. M an­ danın halini görmüş niyetini anlamış ve “ Er m eydanından kaç­ m ak olmaz ” diyerek arabadan atlam ış. A rabadakiler “ D ur” diyecek vakit bile bulam am ışlar. Hayvan olanca gücüyle Yusuf Pehlivan’m üzerine hücum etmiş. F akat, koca pehlivan m anda­ nın boynuzlarından yakaladığı gibi başını öne doğru yere eğme­ sini becermiş. Bu vaziyette hayvan yere çakılmış gibi kalır, kıpırdıyamaz. Boğa da öylece kalmış. Koca Y usuf bundan yarar­ lanarak hayvanın başını bir sağa bir sola kuvvetle bükm üş ve m anda yere yuvarlanmış. Ayağa kalktığında Yusuf Pehlivan gü­ reşe devam vaziyetinde durm uşsa da m anda yavaşça seslenmiş ve kuyruğunu şiddetle savurarak uzaklaşm ış. Bir daha da insa­ na saldırmamış. Babam rahm eth bu hikâyeyi anlatırken: “ Hay­ van yenildiğini anlamış Ahm ed ” der idi. (i)

KOCA YUSUF’UN D ELİ İSM AİL İL E GÜREŞİ Deh İsmail Pehlivan, Yenipazar kasabasının 12 kilometre doğusundaki “ Türk A rnavudlar” köyündendir. Ahmed Davudoğlu öğrenciyken bu köyde bir sene vâizUk etmiş. Halkı fakir am a çok cana yakın insanlarm ış. Eskiden iyi pehlivanlar da çı­ karm ış. Bu köy halkının, Ahm ed D avudoğlu’na vaiz iken an­ lattıklarına göre Deli İsm ail’in bilhassa parm akları çok kuvvethymiş. Bir güreşde meşhur Koca M urad pehlivanı yenmiş. Ko­ ca M urad buna çok üzülmüş ve Deli İsm ail’i öldürmeye karar (1) A h m ed D av u d o ğ lu , a .g .y . S. 21, 22

128


vermiş. Ancak kıyamamış. Koca M urad, bu olaydan sonra T ür­ kiye’ye göç etmiş. Yıllar sonra M alkara’da karşılaştığı bir hem ­ şehrisine, Deli İsmail PehUvan’ın sağ olup olm adığını sormuş. O da Deh İsmail’in öldüğünü söylemiş ve “ Niçin Deli İsmail Peh­ livanı soruyorsun da Karalarlı Yusuf’u sorm uyorsun?” diye sor­ duğunda : “ Yusuf pehlivanı bilmem am a, ben Deh İsm ail’in pençele­ ri gibi demir pençeyi hiçbir pehhvanda görm edim ” demiştir. Deli İsmail hakikaten deliymiş. 75 yaşında iken iyice aklı nı oynatıp çıplak gezmeye başlamış. Bu durum u görüp üzülenköylüleri yakalayıp elbise giydirmek için ahi kuvvetli pehlivanı aralarıdan seçip, yanma göndermişler. Bu gidenlerden Emin Pehhvan, olayı Ahm ed Davudoğlu’na şöyle anlatm ış : “ Bizi görünce gülmeye başladı. A rada bir aklı başına geli­ yor, sonra yine kendinden geçiyordu. Bize bir gösteri yapm ak akhna gelmiş olacak ki, duvardaki şu çivilerden birini iki p ar­ mağı ile bir hamlede çıkardı. G örüyorsunuz ki çiviler el ile yap­ m a döğme çiviler. Bunları bir ağaca kakm ak güçtür. Hele çı­ karm ak hemen hemen m üm kün değildir. İsmail Pehlivan onla­ rı iki parmağının arasına kıstırarak rahatlıkla çıkarıp üstelik gü­ lüyordu. Bize niçin geldiğimizi so rd u .” Seni giydirmeye geldik pehlivan ağa. Bak buradan çoluk çocuk ve kadınlar geçiyor. Böy­ le çıplak durm ak hem ayıp oluyor hem de g ü n a h ...” dedik. “ Ben de biliyorum oğlum ama, canım sıkıhyor ne yapayım duram ıyorum . Ancak böyle rahat ediyorum. Ben elbise giyem em ...” dedi. Baktı ki biz halâ duruyoruz derhal niyetimizi anladı ; “ Zorla giydirmek isterseniz buyurun” dedi ve iki kolunu açtı.

129


Biz hemen üçüm üz bir koluna üçüm üz de diğer koluna ya­ pıştık zorla elbisesini giydirecektik. İhtiyar pehlivan sakin sa­ kin duruyor engel olm uyordu. Meğer fırsat kolluyorm uş. Tam kollarını dirseklerden bükerken öyle bir serpti ki üçüm üz bir ta ­ rafa, üçümüz öbür tarafa adetâ elektrik ceryanm a tutulm uş gi­ bi serpildik. Ayağa fırladığımızda korkudan kapıya tıkandık kal­ dık. Hepimiz birden çıkm ak istiyorduk. Koca pehlivan da bize kah kah gülüyordu. İşte Deli İsmail bu idi. Bu Deli İsmail Pehlivan Yusuf’un yeni yetiştiği çağlarda yaşhymış. Yusuf güreşlerini hep dışarılarda yaptığı için köylüleri peh­ livanlarının bir güreşini görebilmek için büyük bir sünnet düğü­ nü yapmışlar ve T una’ya kadar bütün m eşhur pehlivanları da davet etmişler. Bir davetiye de T ürk A rnavutlar köyündeki Deli İsmail Pehhvan’a göndermişler. Bu güreşi de bizzat seyretmiş olan O rm anköylü Em in Ağa, Ahm ed Davud oğluna şöyle an ­ latmış : “ Köyümüz K aralar’a bir saat m esafededir. Güreşe ben de gittim. A m an yarabbi kıyamet kopm uş. Kalabalıktan K aralar’ m içine girilmiyor. İğne atsan yere düşmez, m ahşer mi m ahşer... Bir taraftan narin vücudlarıyla uzaklardan gelmiş yürükler (ya­ rış atları) sülünler gibi süzülerek gezdiriliyor. Sahiplerinin be­ nizleri heyecandan sapsarı kesilmiş, bir taraftan tunçtan heykeller gibi iri vücudlarıyla sıra sıra dolaşan pehhvanlar Beyaz sakalh vakur ihtiyarlar, zıp zıp sıçrayan gürbüz çocuklar, kıyıdan ke­ nardan geçen yaşmaklı kadınlar dikkati çekiyordu. “ Şum nu’nun bütün şekercileri şerbetçileri gelmiş. Düğün değil adeta panayır... Bir kül halinde hareket eden bu mahşeri kalabalık yavaş yavaş m er’anm yolunu tuttu. Önde zurnalar ar­ dından pehlivanlar ve ahali güreş yerine geldiler. Evvelce işaret­ lenmiş büyük dairenin etrafına oturm uş ağalar ve hakem heyeti için çardak kurulm uştu. Biraz sonra onlar d a geldiler. Yürükle­

130


re (atlar) önceden talim at verilmiş olduğundan onlar m er’aya gelmeden hedeflerine gitmişler. Az sonra elinde değnek, belin­ de şal cazgır ortaya çıktı ve yüksek sesle : “ Deste pehlivanları soyunup m eydana çıksınlar.” diye b a­ ğırdı.... U zaktan da bir tahka (araba) belirmişti. “ Deli İsmail Pehlivan geliyor” ... sedaları yayıldı. Meğer gelen araba İsmail pehlivanı getiriyormuş. Yusuf Pehlivan’a baktım evvelâ limon gibi sapsarı kesildi. Az sonra ağlam ağa başladı. Çocuk gibi ses­ le ağlıyordu. A ğalar derhal yanına koşuştular ve neye ağladığı­ nı sordular. H ıçkıra hıçkıra : “ Ben size ne yaptım ki, beni yen­ dirm ek için uzaklardan pehlivan getiriyorsunuz” diyebildi. A ğalardan biri : “ A m an oğlum ağlam a, ayıptır. Biz se­ nin mürüvvetini görmek için bu düğünü tertip ettik, inşallah onu da yeneceksin. Yenemezsen de bundan senin şânın düşmez ki, gelen de pehlivandır, din kardeşindir. Elbet de ikinizden biriniz yenilir. Bu tabii bir şeydir. Biz senin yenmeni veya yenilmeni de­ ğil, güreşini görmek için to p lan d ık ...” dedi. “ Bunun üzerine Yusuf pehlivan, biraz kendini topladı. Yü­ zünü gözünü mendille sildi. Az sonra talika alayı yararak pehli­ vanların arasından hakemlerin önüne geldi...” “ ... Herkes biliyordu ki Koca Y usuf’la İsmail Pehlivan tu ­ tacak. Öteki iki pehlivan ister istemez birbirleriyle tutacaklar. Fakat ortad a güreşin merasimi vardı, bu m erasim “ Kurd Duasını” okum ak ve pehlivanların peşrevi idi. Evet bizde peş­ rev ve dua yalnız baş pehlivanlara m ahsus bir imtiyaz idi. Baş pehhvanlar sıra halinde rükûa eğihr gibi eğihrier, sağ ayaklarını ileri sol ayaklarını geri basar ve sağ dizlerinin üzerine ellerini bir biri üzerine koyarak cazgırın duasını dinlerler. Cazgır sağ tarafta duran pehlivanın arkasından kisbetini tutar duasını okur. Duâ bitince pehhvanı hafifçe ileriye iter ve peşrev başlar. O rtada bek­

131


leyen pehlivanlardan Deli İsmail sağda, onun solunda Yusuf peh­ livan onun solunda da diğer iki pehlivan yer almışlardı. Cazgır pehlivanları rükûa eğiltti ve arkadan İsmail pehlivanın kisbet kas­ nağından tutarak duâya başladı. Duâ kafiyeli ve seci’li olup met­ ni şudur :

Besmele ile çıkın m eydâna, Uymayın bir vakit kör şeytâna. Bu dünya kalm am ıştır Hazret-i Süleymana, Sizlere de kalmaz bizlere de pehlivanlarım . Hani Ali hani Veli, Hazret-i H am za’dır pehlivanların piri belU. Onlara kalmamış bu dünya sizere de kalmaz pehlivanlarım Bu dünyanın işi öteden beri haraptır harap. Yüzümüzü gözümüzü bürüdü kan ile turâp, K af’dan K af’a hüküm etti parm aksız A rap, Onlara kalmamış bu dünya sizlere de kalmaz pehlivanlarım A lta geldim diye yerinmeyin, Üste çıktım diye sevinmeyin. Hasmmız karınca ise, Karıncadan küçük tutun kendinizi pehlivanlarım. Bu gün sünnet düğünüdür düğünüm üz, H âsılar’lı kara kısraktır baş yürüğüm üz, İşte bu yiğitlerdir bizim baş pehlivanlarımız. Bunlara hep beraber diyelim m aşallah. Bunlarla bitiririz baş güreşi inşaallah.

132


“ D ua bitince cazgır İsmail pehlivanı hafifçe ileriye itti. O anda peşrev başladı.” “ Bu yüce pehlivanların peşrevi de yüce ve hakikaten görü­ lecek şeydi. Güreşten anlayan birçok ihtiyar daha şimdiden ağ­ lamağa başlamışlardı. A m a güreşin bundan sonraki safhası daha ağlatıcı oldu. Koca Yusuf’la deh İsmail ahırdan salınmış iki dinç m anda gibi birbirlerine girdiler..” “ A rtık heyecandan ben de ağlıyordum. Nihayet Koca Yu­ suf: “ Haydi bire pehlivanlar pehhvanı.” diye bir nara atarak şimşek gibi hasm ına öyle bir çift-paça daldı ki bir anda İsmail Pehlivan’ın kisbetinin kasığına kadar yarıldığı görüldü. Müba­ rek adam ın sanki elinde bıçak varmış.. P açadan yakalayınca yedi kat sicimi kestikten m aada koca meşini kasnağına kadar yardı ve gahbiyet tem ennasını çekerek yürüyüverdi. A laturka güreşte avre m ahaüi açılınca pehhvan yenik düşer. Deh İsmail de bunu bildiği için, hiç itiraz etmedi. Boynunu bükerek melûl melûl m eydandan ayrıldı. Bu güreş de böyle bitti. Şurasına ha­ lâ şaşarım ki Y usuf pehlivan Deli İsm ail’in kisbetini yırttı, fa­ kat dizini bükem edi. Zaten kisbetin yırtılması dizin bükülmem esindendir. Em in A ğa’nm hikâyesi burada bitti. Bu güreşin insanı düşündüren tarafı şudur: Koca Y usuf’un kuvveti dillere destan olm uştur. Onun dünyanın gelmiş geçmiş bütün insanla­ rı içinde en kuvvetli olduğu bütün dünyaca itiraf edilmiştir. Avrupahlar’a Türk gibi kuvvetli sözünü darb-ı mesel yaptıran Türk pehlivanlarının başında o vardı. F akat onunla saatlerce güre­ şip yine de sırtı yere gelmeyen İsmail Pehlivan’a ne demeli? Hem o devirde Y usuf pehlivana nisbetle bir hayU yaşh imiş. Bu m üt­ hiş pehlivam yalnız o devrin Deliorman halkı bilir. Bilenler dün­ yadan gidince koca pehlivan d a tam am en nisyâna bürünm üş­

133


tü r. Şimdi İsmail Pehlivanm kim olduğunu d a bildiğim kada­ rıyla ben an latayım ...”

KOCA YUSUF’UN KURU RÜSTEM İL E GÜREŞİ Koca Yusuf, 1885 K ırkpm ar güreşlerinden sonra Şum nu’ ya dönünce o kış daha fazla çalışıp m üm künse Deliorm an’lı bir kaç başpehlivanla ertesi bahar K ırkpınar’a gitmeye karar verdi. O yaz, Ova Söğütlüsü köyünde büyük bir düğün güreşine davet edildi. Bu Şum nu’nun 15 kilometre kuzey doğusunda, Ye­ nipazar bucağına bağlı çok güzel, zengin ve pehlivan çıkaran bir köydü. (2) Düğünden iki gün önce Karalar’h ağalarla birlikte at ve ara­ balara binilip düğün evine götürecekleri hediyeleri de alarak ön­ ce Kalaycık köyüne gitiler. K alaycık,K aralar’ın 6-7 km. doğu­ sunda olduğu için, arazileri bitişikti. Tamamen Türk olan bu köy halkı, Karalar ile kom şu oldukları için Y usuf’u kendi pehlivan-

(1) A h m et D av u d o ğ lu , a .g .y . S. 23-29 S ay ın A h m ed D av u d o ğ lu ile 1982 senesi K ırk p m a r güreşlerini seyrederken tan ıştım , sp o r tarihim izle ilgimi öğrenince, yazm ış olduğu ‘ ‘Ö lü m D a h a G üzeldiH a tır a la r ” isim li k ita b ın d a K o ca Y u su f’d a n d a b ah settiğ in i söylem işti. S o n ra ­ d a n gönderdiği m ek tu b u n d a : “ Size fay d ası o lu r ü m idiyle ‘H a tıra la r’ a d h eser-i acizim i ta k d im e d iy o ru m . K o ca Y u su f gibi b a z ı p eh liv an lar h a k k ın d a o rijin a l m a lu m a tı hav i o ld u ğ u İçin işinize y a n y a c a ğ m ı z a n e d e r im ...” d iy erek b ir ta n e d e k ita b ın d a n gö nderm iş. K a tk ıların d an d o lay ı b u ra d a m e rh u m u m innetle an ı­ y o ru m . (2)

Ş u m n u ’n u n 9 k m . k uzey b a tıs ın d a K a b u k lu S ö ğ ü tlü sü (B ab a S öğütlü)

d iy e b irk ö y d a h a v ard ır.

134


la n gibi bilir ve severlerdi. Bir gece burada kalıp, ertesi gün Kalaycık’dan d a düğüne gidecek yürük atlan ve genç pehlivanları d a alarak büyük bir topluluk halinde davul zum a çala çala yola çıktılar. Kızılkaya köyünden D oruklu’ya çıkıp, dağın eteğinde bulunan Söğütlü’ye indiler. Güreş köyün önündeki düzlükte, çayırlık, çimenlik ve su­ lak bir yerde yapılacaktı. A t yarışları da A boba köyünden baş­ layacak, güreş yerinde bitecekti. Öğleden sonra davul zurna önde olduğu .halde, bütün köy halkı; genci, ihtiyarı, kızı, kadını güreş yerine gittiler, ö n c e kü­ çüklerden başlandı. Desteyi Kayacık köylü Salim isminde ince yapılı bir çocuk aldı, d) O rta boyu d a Sögütlüler’in “ Üç beş sene sonra Karalarh Y u su fa rakip...” diye Övündükleri İbrahim Pehlivan kazandı. (2) Filiz N urullah ve M ehmed B üyükorta’ya çıktılar. Bu boy­ d a birinciliği M ehmed kazandı.

(1) B u S alim , 1900 y ılın d a P a ris ’te y ap ılan Ü çü n cü C ih a n P eh liv an lığ ı gü­ reşlerine Filiz N u ru llah ile gidip, Filiz’in k abul edilm ediği yarışm alarda ağır siklette g ü reşen K o c a S alim d en ilen p e h liv a n d ır. 1868 d o ğ u m lu d u r. 1900 y ılın d a kilosu 100, b o y u d a 190 cm . id i. 28 K asım 1900 gecesi F ra n sız B u isso n ile g üreşirken k a b u rg a sı k ırılıp g ü reşlere d ev am edem edi. ik d a m g azetesinin bildirdiğine göre yağlı güreşte F ilizN uruU ah’ı, K üçük Y u­ s u f ’u ve K a ra A h m e d ’i yenm iş. (İk d a m , 23 T erin isan i, 1900 S . 3. S ü. 4,5) G ra d iç k ö y lü V eli Z o rlu ’n u n b a n a bildirdiğine g ö re; D u ra n k ö y ü n d e Filiz ile g ü reşirk en N u ru lla h ’ı a lta a h m ş a m a çevirem eyince “ Seni A lla h bizim b aşı­ m ıza b elâ diye m i g ö n d erd i” deyip güreşi bırakrm ş. 1915-1916 y ü larm d a köyünde ö lm ü ş. (2) Bu İb ra h im , d a h a sonraki yıllarda “ M olla lb ra h îm -“ S ofu İb ra h im ” diye b ilin en p eh liv an d ır. M e şh u r M a d a ra lı A h m e d ’in d e u sta sıd ır. B a şa k a d a r ç ık a ­ r a k ü n lü p eh liv an larla güreşti. 1865 yılında d o ğ d u . 120 k ilo a ğırlğında o lu p 1905 C ih a n Ş a m p iy o n a sın d a b a şa rılı güreşler y ap tı, (B oyu 183 cm )

135


Sıra baş güreşe gelmişti. Y usuf’un karşısına çıkacak acaba var mı diye m erak ediliyordu. Yakın köylerden bilinen bir baş pehlivan yoktu. Yusuf soyunm uş, m eydanın ortasında hasım bekliyordu. İşte bu sırada ark a taraflardaki ağaçlar altında kisbetini giyinip kalabalığa doğru yürüyen bir pehlivan görün­ dü.A m a kimse bu pehlivanı tanım ıyordu. Y anında d a elbisesini tu tan yalnız bir arkadaşı vardı. Seyirciler açılıp yol verdiler. Yabancı pehlivan ortaya doğ­ ru yürüdü. Herkeste bir fısıldam a başladı : “ Kim bu kara kuru çelimsiz pehlivan?” “ Yahu bu adam akhnı mı kaçırmış. K aralar’h Y usuf Pehlivan’m K ırkpınar’d a Aliço ile başabaş güreştiğini hiç mi duy­ m am ış?” gibi konuşm alar yapıhrken o sessiz sessiz ve sanki bir suç işlemiş gibi m ahcup m ahcup yağ kazanının yanında dimdik kendisine bakan Y usuf Pehlivan’a doğru yürüdü ve : “ Selâmünaleyküm Yusuf Pehlivan” dedi. Yusuf da kısaca : “ Aleyküm selâm pehlivan” diye karşıhk verip başka bir şey söylemedi. Yusuf d a m erak etmişti bu yabancı pehlivanı. Kimdi bu yabancı? H albuki Y usuf’un da tanıyam adığı bu yabancı pehlivan, 9 sene önce Oluklu güreşinde Kel M ehmed ile eşlenip o n a yenilen R üstem ’den başKası değildi. Bu sırada cazgır yanlarına gelip yabancıya : İb ra h im p eh liv an ın 1898 de F ra n s a ve İsv içre’ye de gittiği ve b u ra d a adı geçen R ü stem p eh liv an ı ik i d e fa y endiği S a b a h g azetesin in 21 T eşrin i evvel 1900 ta rih li sa y ısın d a b ild iriliy o r. A y rıca b a k : S a b a h , 5 M ayıs 1901, İk d a m 7 M ayıs 1901 S. 3 , S ü. 3, P aris J o u r n a l. 1 2 -N o v em bre-v.d., 1905 S a b a h , 3 T eşrin isan i-v .d . 1905 1909 yılı ra m a z a n ın d a (E ylül) İ s ta n b u l’a çırağı A h n je d ile geldi, G ed ik paş a ’d a k i m eşh u r S ilistreli D eli M u r a d ’ın o rg an ize ettiğ i g ü reşlerd e g ü reşti (SA b a h , 30 E y lü l 1909 17 T eşrin i evvel 1909) 1917 senesinde k ö y ü n d e ö ld ü .

136


“ P e h liv ^ hoş geldin. Nerelisin, adın ne?” diye sordu. O da : “ K aracaatlı’dam m . adım Rüstem ” karşılığını verdi. Başka çıkan olmadığı için, iki pehlivanı kıbleye döndürüp el ele tu ttu rd u ve Önce Y usuf’u öven çok güzel bir dua okuyup sırtlarından iterek m eydana saldı. Davul zurna da çalmaya başladı. îlk defa birbirleriyle güreşecek bu iki pehlivan, bir an evvel ense enseye gelmek için peşrevi kısa kesip güreşe başladılar. Y usuf kendisine karşı çıkan bu yabancıyı; elbette Kırkpın a r’da yaptığım güreşleri duymuş ve bilhassa benimle güreşmek için buraya gelmiş diye düşünüyordu. Bu yüzden dikkatli ve endişeliydi. Ense enseye geldikleri zam an, RütemMn hiç de yabana atı­ lır bir pehlivan olmadığını hemen anladı. Ç ünkü yaptığı ufak bir saldırıyı, önceden sezinliyor ona göre karşı hareket ve oyun­ lar yapıyordu. Demek ki tecrübeli, iyi yetişmiş bir pehlivandı. Aym zam anda kendisinin kuvvetli taraflannı da öğrenmiş ohnah ki, paçalarını kaptırm am ak için ayaklarını uzak ve dengeli tu t­ m aya çalaşıyor, bunda da başarıh oluyordu. Yusuf ne kadar uğ­ raştı ise de hasm ım n ayakların dengesini bozup ne elense çeke­ rek düşürebildi ve ne de paçalardan yakalayabildi. Birkaç defa tekten kapm ak istedi ise de, o zaman d a elense çekerek geri geri gidip boşa çıkardı. Güreş yarım saati geçtiği halde ikisi de bir üstünlük sağlıyam adılar. Bu sırada Rüstem Y usuf’a bir çapraz topladı ve halkm üzerine doğru sürmiye başladı. M eydan küçüktü. H alk pehlivanlarm kendilerine doğru geldiğini görünce, kaçıştı. Rüstem halâ çaprazı bırakm am ış, çengel yetiştireceğim diye bütün gücüyle sürüyordu. A rkalarında bir azm a vardı. İkisi de bura-

137


ya düştüler. Düşer düşmez de birbirlerini bırakıp ayrıldılar. Yu­ suf çamurların içinden yürüyerek öbür tarafa çıktı. H er yanı ça­ m urlu su olm uştu. Rüstem in de Y usuf’dan geri kalır yeri yok­ tu . îkisi de birbirinin haline bakıp gülüyorlardı. Bu durum u izliyen köylüler hem gülüyor, hem de : “ Yamanmış şu K aracaath pehlivan be” diye takdirlerini belirtiyorlardı. Su getirildi, pehlivanların üzerindeki çam urlar, pis sular yı­ kandı, tekrar yağlanıp güreşe başladılar. A m a Y usuf bu K ara­ caath pehlivanı takdir etmekle beraber, iyiden iyiye kızmıştı. M utlaka yenmeli, üstün olduğunu göstermeliydi. Ç apraz öyle yapılmaz böyle yapılır der gibi o uzun kolla­ rıyla bir çapraz topladı ve birkaç adım sürer sürmez, çengeH ye­ tiştirip sırt üstü düşüreceği zam an, Rüstem çok ustaca bir dö­ nüşle yüzükoyun kendini yere attı am a Y usuf hiç vakit kaybet­ meden kündeyi alıp aşırarak su t üstü yendi. Rüstem terbiyeli efendi pehlivanmış. Y usuf’u kucaklayıp kaldırdı ve : “ Yusuf pehlivan hakkıyla yendin beni. Allah nazardan esir­ gesin, Kırkpm ar’d a Aliço’ya karşı koymuş olduğunu işitmiştim, demek ki doğruym uş, ” diyerek tebrik etti. Yusuf Karacaat’lı Rüstem pehlivanın bu güzel sözlerle ken­ disini övmesinden çok duygulandı, memnun oldu. O d a Rüstem’i kucaklayıp kaldırdı ve : “ Rüstem Pehlivan bu gün galibiyet bana kısmet oldu. Al­ lah için sen de her zam an beni yenebilirsin. Seninle tanıştığım a ve güreştiğime çok mem nun oldum . İnşallah Kırkpm ar a Önü­ müzdeki yıl beraber gider, şu Edirneliler’den başpehlivanlığı alır, Deliorm an’a getiririz.” deyince, Rüstem Yusuf Pehlivanın ken­ disini tanıyamadığmı anladı. 138


“ Y usuf Pehlivan galibe beni tanıyam adın?” “ Evet tanıyam adım . Başka yerden de mi tanışıyoruz?” “ Dokuz sene önce O luklu’d a Kel M ehmed pehlivan ile ben eşleşmiş, sen de Hafız isminde birisiyle eşleşm iştiniz...” deyin­ ce Y usuf o güreşi hatırladı : “ Kusura bakm a Rüstem pehlivan o kadar değişmişsin ki vallahi tanıyam adım . O zam an 16-17 yaşında çocuktun. M aşal­ lah şimdi tam bir başpehlivan olm uşsun” “ Y usuf Pehlivan sen de çok üste koym uşsun. O zam an ki Y usuf’tan , m aşallah çok pek çok farklısın.” “ Peki b u ralara güreş için mi geldin?” “ Evet senin Kırkpınar’daki başarüannı duydum, burada gü­ reş olduğunu işitince de belki karşılaşır bir güreş atarız diye kal­ kıp geldim .” Yusuf, “ Ç ok iyi etmişsin. Şimdi bizim köye gideceğiz be­ nim misafirim olacaksın. Beni kırmazsan mem nun olurum ” de­ dikten sonra R üstem ’in koluna girerek “köylülerinin yanına gö­ tü rd ü . O nlarla tanıştırdı. Seyirciler de bu güzel güreşten çok m em nun olm uşlardı. H a tta Y usuf ödülü alm ayıp Rüstem ’e verince, kabul etmediler. R üstem ’e ayrıca bir ödül verip onun d a gönlünü hoş ettiler. D ü­ ğün sahibi de böyle iki başpehlivanm düğünün şereflendirme­ sinden sevinçliydi. (*)

(1) K aracaatlı R üstem Pehlivan, sonradan “ B ursalı K oca R üstem ” , “ Ku­ r u R ü ste m ” diy e ü n y a p a n p eh liv an d ır. 1896 y ılın d a göç ed erek B u rsa Y enişe­ h ir ’in in M ah m u d iy e k ö yüne yerleşti. 1860 d o ğ u m lu d u r. M em leketinde fakirm iş, b ir d e göç y a p ın c a geçim ini yalm z g ü reşlerd en sağlar o ld u . B u sebeple Y enişe­ h irli E th e m Bey’in h im ay esin e girdi. 90-95 k ilo lu k u s ta b ir peh liv an d ı.

139


Yusuf, Söğütlü güreşinden sonra Rüstemle K aralar’a gel­ di. Şimdi dört arkadaş olm uşlardı. O sonbahar ve kış yapılan güreşlere hep beraber gidip, N urullah desteye, M ehmed ortaya, Rüstem başaltına Yusuf da başa çıkarak hem idman yaptılar hem de b o k a ödül topladılar.

1886 YILI KIRKPINAR GÜREŞLERİ 1885-1886 kışım yine idm an yaparak geçiren Y usuf ve ar­ kadaşları, her zam anki gibi Nisan başında Edirne’ye geldiler. Ustası Pom ak O sm an’ın o kış vefat ettiğini, burada hancı Mesta n A ğa’dan öğrenince çok üzüldü. K ırkpınar güreşlerine kadar Kavala Serez taraflarında do­ laşan Y usuf ve arkadaşları K ırkpm ar’dan birkaç gün önce Edir­ ne’ye geldiler.

1894 A ğ u sto su n d a Ç a rd a k ’d a M evlevi şeyhi M u s ta fa D an iş E fe n d i’n in y ap ­ tırd ığ ı d ü ğ ü n d e K a ra A h m ed , M em işle b era b e r b a ş a ltın a çıktı. K ara A h m ed Mem iş’e d ışk azık v u ru b b a ş k a o y u n a geçm eyince A h m e d ’e kızıp M e m iş’i pes etti­ re re k kendisi tu ttu ve h em en te k te n k a p ıp a ltın a a h r alm az k ü n d e ile A hm edi y en d i. K a ra A h m e d ’in b u yenilişten ç o k ü z ü lü p çocuk gibi ağladığı söylenir. R ü stem P e h liv a n ’m d a h a ö n ce d e K a ra A h m e d ’i B u rsa ’d a ik i d e fa yendiği S a b a h g azetesinin 16 K ân u n u m evvel 1313-1897 tarih li sayısında y ay ın lan an gbir o k u y u c u m e k tu b u n d a yazılı. 1897 A ra h k a y ın d a B u rsa ’d a A ra b A li’yi y en d i, K ü ta h y a h K a fa A li ile yenişem edi. 1901 y ılm d a M a m u d iy e ’de ö ld ü . Kızı H a tic e ’d e n o lm a to ru n la rı M u sta fa B u ra n , Ş erife B eyazıt, A h O sm a n B u ra n , R ü stem B u ra n ve E m in e M e m iş’tir. E m ine M em iş’in oğlu C em il M emiş halen K öy hizm etleri 17 nci Bölge M üd. A n b ar m e m u ru d u r. M ezarı K öy hizm etleri 17.nci Bölge M ü d ü rlü ğ ü n ce şa n ın a lâyık bir şek ild e y ap tırılm ıştır.

140


1886 Kırkpınar güreşleri her zamanki gibi 20 Nisan (2 M a­ yıs) günü açıldı. Bütün boy güreşleri yine birinci, ikinci gün öğ­ leden sonra, üçüncü gün de sabahdan başladı. Yusuf yalnız üçün­ cü gün soyundu. Diğerleri birinci ve üçüncü gün m eydana çıktı­ lar. N urullah küçükortayı, M ehmed büyükortayı Rüstem de ba­ şaltını kazandılar. Üçüncü gün (5 Mayıs) Rüstem de baş’a çıktı. A m a Aliço’dan bu yıl da başpehlivanlığı alam adılar. Koca Yusuf Pehlivan’m Kırkpm ar’da Aliçlo’yu yenipde baş­ pehlivan olduğuna dair m aalesef hiçbir belge yok. Eğer bu m üm kün olmuşsa ancak 1890 yıh ile 1894 yıh arasında olm uş­ tur. Çünkü bu yıllarda Şumnulu Filiz Nurullah, M ehmed, Rüs­ tem Salim ve İbrahim iyice yetişmiş başa soyunabilecek kadar pehlivan olm uşlardı. Aliço da elli yaşın üzerine çıkmıştı. A rka­ daşı yalnız bir Adalı Halil vardı. Koca Yusuf A dâh Halil ile yaptığı bütün güreşlerde ondan yarım gömlek üstün olduğunu her seferinde kanıtlam ıştır. K ırkpınar güreşleri konusunda bilgi' bulabilmek amacıyla “ E dirne” gazetesinin Edirne İl K itaphğı’ndaki koleksiyonunu taradım . M aalesef bu konuda yani güreşler konusunda hiçbir bilgi yazılmamış. Yalmz panayırın açıhş ve kapanışı “ Saye-i asayişâne-i hazret-i padişahide herkes kemal-i emniyetle yerli ye­ rine avdet eylem iştir...” gibi Sultan A bdülham id’i öven cümle­ lerle bildirilmiş, (i) (1) E d irn e g azetesi, 3 M a rt 1305 (15 M a rt 1889) N o . 446, S. 2 31 M ayıs 1306 (12 H a z ira n 1890) N o . 509, S. 1, S ü. 4 9 M ay ıs 1307 (21 M ayıs 1891) S. 2. S ü. 1 6 M ayıs 1309 0 8 M ayıs 1893) S. 2 . S ü. 1 28 N isa n 1310 (10 M ayıs 1894) S. 1. S ü. 4 29 N isan 1314 â o M ayıs 1898) S, 1. S ü. 2 3 M ayıs 1317 0 6 M ayıs 1901) S. 1, S ü. 5 2 M ayıs 1318 (15 M ayıs 1902) S. 1, S ü . 5

141


A m a şu bir gerçek ki, A vrupa’ya gidip orada Türk pehli­ vanlarının şan ve şöhretini, T ürk’ün güç ve kuvvetini bütün dün­ yaya kanıtlamış olan Kara Ahm ed, Kurtdereli M ehmed, Adalı Halil, Filiz Nurullah, Küçük Mehmed (Küçük Yusuf) Tevfik Ali, Molla İbrahim, Madaralı Ahmed, Kızılcıkh Mahmud, Yusuf H ü­ seyin... gibi pehlivanlarımız batı basınına verdikleri açıklam a­ larda Koca yusuf’un Türkiye’nin en büyük pehlivanı olduğunu kendilerinin Yusuf’tan sonra geldiğini açıkça söylemişlerdir. Hiç birisi de, o tarihlerde Yusuf ölmüş olduğu halde “ Ben vaktiyle Yusuf pehlivan’ı yenmiştim” bile diyememiştir. Bu da gösteri­ yor ki. Koca Y usuf’a o zam anlarda “ Büyük Y usuf” denilmesi­ nin bir sebebi de gerçekten kuvvetçe, ve pehlivanhkça bütün yağh güreş pehlivanlarımızdan üstün ve büyük oluşundandır. Kara Ahm ed, 1899 Cihan Pehlivanlığı’m kazandığı, Paul Pons ile berabere kaldığı ve Rus güreşçisi Pytlasinski’yi üçüncü güreşinde yalnız 53 saniyede yendiği halde, İstanbuldaki gaze­ telerin bir türlü kendisini başpehlivanlar arasında saym am ala­ rına ve Türkiye’nin ikici sınıf pehlivam kabul etmelerine çok üzü­ lüyordu. Bu üzüntüsünü belirtm ek için gittiği SabaW gazetenin basımevinde kendisine Koç M ehm ed’in kim olduğu sorulmuş, Ahm ed de : “ Koç M ehmed Razgradh’dır. Vaktiyle ben R azgrad’da Bü­ yük yusuf ile güreştiğim zam an, Koç M ehmed de H afız isminde birisiyle güreşerek galip gelm işti...” diyor. (^) Kara Ahm ed’in bu açıklamasmdan, kendisinin yeni yeni ba­ şa güreştiği 1892-1894 yıllan arasında Razgrad’da Koca Yusuf’un karşısına çıkmış olduğu anlaşıhyor.

(1) S a b a h G azetesi, 20 K ân u n u sa n i 1901, S. 3, S ü . 2

142


Kara A hm ed’in yalnız “ güreştim ” demesinden, Koca yusuf’a yenilmiş olduğu d a belli oluyor. Çünkü; K ara Ahm ed, be­ rabere bile kalmış olsaydı bunu övünerek söylerdi. Ölümünden sonra Avrupa’da, Amerika’da hatta Türkiye’de Koca Yusuf bütün pehlivanlar için kıyaslanacak bir ölçü olarak kullanılmıştır. K ara A hm ed’in sözünde de, bu kıyaslama var. Ahm ed; “ Ben vaktiyle Razgrad’d a Büyük Yusuf ile güreştiğim zam an ..” demekle de kendisinin Büyük Yusuf ile güreşebilecek kadar pehlivan olduğunu anlatm ak istemiştir. Razgrad güreşi konusunda, K ara A hm ed’in bu açıklam a­ sından başka bir şey bilmiyoruz. Ancak, bu güreşten üç dört se­ ne sonra, 1895 yıhnın A ralık ayında, Yusuf P aris’te önüne çı­ kanı yendiği zam an, Rum Pierri, K ara Ahm ed ile ustası Herge­ leci İbrahim Pehlivan’ı P aris’e götürüp, Y usuf’un karşısına çıkardı. Bir gece K ara Ahm ed, yanında menejeri A. Pierri olduğu halde Y usuf’un güreşmekte olduğu Cirgue D ’ Hıver (Kışhk Sirk)e giderek, kisbetini giyinip ortaya çıktı ve Y usuf’la güreş­ mek istedi. Aklısıra vaktiyle Razgrad’daki yenilginin acısını b u ­ rada greko-rom en yaparak Y usuf’dan çıkarm ak istiyordu. YUSUF’UN R A M İ’DE M ÜM İN P E H L ÎV A N ’A YENİLİŞİ 1890-1894 yılları arasındaki güreşleriyle büyük ün yapan Kavalalı M olla M üm in Pehlivan (Çolak Molla) 1894 yılı yazında Suyolcu M ehmed Pehlivan’ın davetini kabul ederek İstanbul’a gelmişti. (1) Bu o la y ın a y rın tıla rı, Y u su f’u n A v ru p a ’d a k i g üreşleri b ö lm ü n d e a n la tı­ lacağı için b u ra d a k ısa ca değinildi.

143


M üm in Pehlivan, ağırlığı 90 kiloyu geçmediği halde Adah H alil Pehlivan’ı daha önce üç defa yenmekle büyük bir pehli­ van olduğunu kanıtlamıştı. Böyle ünlü bir pehlivanın İstanbul’a gelişi güreş çevresinin geniş ilgisini uyandırdı. Güreş severler bu ünlü pehlivanın güreşini görebilmek arzusundaydılar. Ancak o günlerde İstanbul’d a yalnız Yusuf peh­ livan ile arkadaşları Rüstem, M ehmed ve N urullah vardı, (i) M üm in Pehlivan’ın pehhvanhğım anlam ak amacıyla Rüs­ tem Pehlivan ile H acı Hüseyin Bağı’nda bir idm an güreşi yaptı­ rıldı. Bu güreşte yenişlik olamadı. Saraya m ensub bazı güreş m eraklılarının Yusuf ile Mümin Pehlivan’m sarayda Abdülham id’in huzurunda güreşmesini dü­ şündükleri, ancak padişahın bunu kabul etmediği söylenir. Bu yüzden Yusuf ile M üm in pehlivanların R am i’de güreşmesi ka­ rarlaştırılır. (2) Yakın güreş tarihim iz konusunda bilgiler vermiş bulunan rahm etli Celal Davud Arıbal (d. 1874-Ö. 1955) bu güreşi bizzat seyrettiğini ve şöyle sonuçlandığını yazıyor : (3)

(1) o d önem in b aşpehlivanlarından K atrancı M ehm ed’i o b a h a r yenen K urtdereti M ehm ed B alıkesir’d e, H ergeleci İb ra h im ile çırağı K ara A hm ed B u rsa y ö ­ relerinde B üyük Y aşar, Kıyıcı O sm a n , E ren k ö y lü O sm a n ... ise h en ü z b aşaltı peh­ liv an ı idiler. (2) S am i K arayel, “ Ç o lak M o lla” İsta n b u l, 1942 S. 48-56 (3) C . D av u d A n b a l, “ Ç o lak M olla” isim li k itab ın d a 20 A ğustos 1290 (1874) y ıhnda B ulgaritan’d a doğduğun uyazıyor. D em ek ki b u güreş olduğu zam an 19-20 y aşın d a im iş. Yine ay n ı eserinde b u güreşi h ak e m y erin d en seyrettiğini söylü­ y o r. S o lu n d a H ergeleci İb ra h im , sağ ın d a S uyolcu M ehm ed pehlivan varm ış. Ü n S alm ış T ü rk P eh liv an ları, Ç o lak M o lla, A n k a r a , 1951 S. 26

144


Yusuf kızmıştı. Dönüpte çengelden kurtulur kurtulmaz gök gürler gibi bir nara attı. Yıldırım gibi Çolağın üzerine atıl­ dı. Şaşkınlıktan daha kurtulam am ış ve sağ kolu açık duran Ço­ lağa bir çift çapraza girdi, doldurdu sürmeye başladı. Ç olak pehlivan Y usuf’un kolları arasında göm ülmüştü. A deta görünm üyordu. Y usuf pehlivan hem sürüyor, hem ayak çengelini tak arak M üm in pehlivanı sırt üstü vurm ağa çalışırken nerdeyse kendisi yenilecekti. M ümin Koca yusuf’un sürmesine yardım ediyor, onu daha çok hızlandırıyordu. Çolak böyle böyle yirmi adım kadar gerisin geriye gitti. Koca Y usuf bir türlü çen­ gel yetiştiremiyordu ve hızla giderken ayak da değiştiremiyordu. Çolak manevrasını yapmış, birden Yusuf’un kolları arasın­ dan sıyrılarak yere çöküvermişti. Koca Y usuf eğer ağır vücutlu bir pehlivan olm asaydı, yahut yerinde başkası olsaydı m utlaka Çolağın üzerinden takla atar sırt üstü önüne serilirdi. F akat ağır vücutlu olmasına rağmen Y usuf Pehlivan çeviklikle bu tehlike­ yi atlattı, yüzüstü yere kapaklandı ve M üm in’in toplanm asına meydan vermeden emekleyerek uzaklaştı! M olla tekrar çapraza düşünce birden bire döndü, kendini yere attı. Yusuf çullandı, sarm ağa vakit bulam adı. M üm in H o ­ ca yakalamıştı. Y usuf’un kendisini yaym ağa uğraşmasını tam zam anında yakaladı m üthiş bir (Kıç kılçığı) ile Y usuf’u yan ta ­ ra fa düşürdü. Bu sefer de Yusuf altta kalmış M olla üste çıkmış-

C elal D av u d A rıb a l ile ölm ed en b ir iki sene ö n ce H ace ttep e U n iv ersitesi’n in y a n ın d a k i cam in in k a rşısm d a b ir evde o tu ru y o rd u . İri y arı gerçek ten peh li­ v an y ap ılı b ir ih tiy ard ı. Y azd ık ların d an hangisini b izzat g ö rm ü ştü r, hangisi h a ­ yal m ah su lü d ü r ay ırm ak güç. 20 y aşındaki b ir gencin A liço’n u n y a n ın d a h ak em y erin d e o tu ra c a ğ ın a in a n m a k ise d a h a güç. Y azd ık ların ın d o ğ ru lu ğ u k o n u su n ­ d a “ D em o k ra t E sk işe h ir” g azetesinde 1956 y ü ın d a y a y ın lan an “ S ultan A ziz B a şp eh liv an ” te frik a sın ı o k u m a k yetişir. B u g üreşi diğer k a y n a k la r d a ay­ nı şekild e an la ttık la rı için a lm a k ta m a h zu r görm ed ik .

145


tı. Kurnaz M olla bir saniye bile kaybetm edi, bir bel kündesine geçti, doldurdu ve havalandırdı. Koca Yusuf’un ağır vücudu ta ­ mam en aktarılm asına m ani oldu. H afifçe sol omzu üzerine düş­ tü . Çolak M olla sıçradı, hakem heyetine doğru dönerek galibi­ yet temennasını çaktı ve kendi çadırına doğru y ü rü d ü ...” “ ... Koca Yusuf hakem heyetinin karşısına dikildi. Heye­ tin başkanı ve bütün pehlivanların baş ustası Aliço’ya sordu : “ U sta oldu m u?” Binlerce insan sanki nefes alm ıyordu. Herkes sade kulak kesilmiş Aliço’nun vereceği k aran , söyleyeceği sözü bekliyordu. Aliço ne sağındakilere ne solundaki Suyolcuya bir şey bile sorm adı, fikrini alm adı ve : “ Abe Yusuf Ağa. Te bu MoUacık seni bu kadar yener?” dedi. Yusuf pehlivan m ahzun halde m eydandan çekilirken, bu mağlubiyeti kabul etmeyenlerin protestosu Rami meydanını çın­ latıyordu. Fakat neye yarar, terbiyeli afif pehlivan Koca Yusuf pehlivanların bu en büyüğüne itiraz etmeyi terbiyesine aykırı bul­ muş : “ Peki U sta dem işti.” Sami Karayel de bu güreşi Celal Davud A rıbal’m anlattığı gibi yazdıktan sonra şunları bildiriyor : “ Rami güreşi etrafında söylenenlerin hepsi bir taraflıdır. Güreşi gözü ile görenler benim yazdığım gibi anlatıyorlar... Ba­ zıları da tarafgirlik ediyorlar. Allah her ikisine de rahm et eyle­ sin.” “ M olla’nın Rami güreşinde kasıklarının çıktığını ve bun­ d an sonra güreş tutam adığını da söyleyenler var. Sözde Koca

(1) C elal D av u d A ra b a l, a .g .y . S. 25-33

146


Y usuf’u künde ile aşırırken kasıkları çıkm ış... Ben bu taratım çok araştırdım ise de bir türlü hakikate varam adım ... Belki Moila’nın kasıkları çıkmıştır. Ç ünkü Yusuf çok sallı ve ağır adam dı... M üm in Pehlivan’ın İstanbul’a bu gelişinde çekilmiş iki fo­ toğrafı var. Birisi elbiseli tek çekilmiş. Başında m ollalara m ah­ sus biçimde sarık, sırtmda camedan, boynunda köstekli saat asılı, belinde kuşak, ayağında potur ve üzerine çekilmiş beyaz yün ço­ rap ve ökçesiz siyah ayakkabı. İkinci fotoğraf Suyolcu M ehmed pehlivan ile birlikte kisbeth çekilmiş. H er ikisinde de M ümin pehlivan’ın 28-30 yaşla­ rında olduğu açıkça belh oluyor. Bu yaş, bir pehlivanın en hızh zam anıdır. Y usuf ise o zaman 35 yaşında idi. Yağh güreş için bu yaş da fazla sayılmaz. Olgunluğun doruğa eriştiği bir çağdır. Kısacası, M üm in olgunluk dönüm inin birinci basam ağında Yu­ suf ise son basam ağında demektir;

(1) S am i K aray el, a .g .y . S. 56 S am i K arayel, pehlivanlarım ızm h ay atların ı k ita p h alinde yayınlıyan ilk y a ­ zard ır. G ençliğinde B eşiktaş Jim nastik K u lü b ü ’n d e A hm ed Fetgeri, İsm ail H akkı V efa, Sezai, Şevket ve Sevaşi beylerle g ü reş y a p tı. E ylül 1911 de T a k sim ’deki sirkde y ap ılan a m a tö r gtireş y arışm alarına katıldı. S p q r öğretm enliğinden em ekli o ld u . Ö zellik le b u k o n u d a k i yazılarıyla ta m n d ı. A n c a k o d a gerçeğe a y k ırı y az­ m a k ta n k en d in i ala m a d ı. S u ltan A b d ü laziz’i p a d işa h ik en g ü reştird i. B u n a Su­ y o lcu M eh m ed P e h liv a n ço k kızardı. Sam i K aray el, B ab an ak k aşlı E y u b P e h liv an ’m h ep yenildiğini y azdığı için, E y ü b P e h liv a n ü z ü lü rd ü . E y u b P e h liv a n ’m d ileklerini ve selâm ım iletm ek üzere 1944 y azında gittiğim A rn av u d k ö y ’ündeki evinde tam şu k . K o n u şm a lan n d an onun d a pehlivanlarım ızı ü ç beş k uruş için istism ar ettiği sonucuna vardım . H ergeleci’yi an latırk en “ Ensesi o k a d a r nasır tu tm u ştu ki o zam an kolayca y an an kibritleri en­ sesine sürerek y a k a rd ı...” dem işti. B altaoğlunu nereden d u y d u n so ru m a d a “ Sivas d a ö ğ retm en ik en ih tiy a rla rd a n işitm iştim A m asyah im iş.” karşıhğım verdi. B a­ b a m ın dedesi o lan ü n lü cirid oyuncusu B altaoğlu A b d u llah (K ah ram an )ı d a R u ­ m eli d e g ü reştird i. A m a y in e de güreş tarih im ize ço k y a ra rlı o lm u ştu r.

.147


H er iki pehlivan da işte böyle bir çağda iken Yusuf gibi onurlu, geçmişi çok parlak ve çok temiz bir pehlivanm M üm in’e yenik sayılması şüphesiz ki onun hazmedemiyeceği bir şeydir. M üm in Pehlivan da, karakteri icabı ikinci bir güreşten kaçacak tiynette bir pehlivan değildir. Pehlivanlığm her türlü âdabını hakkıyle bilen, uygulayan dini bütün bir kimsedir. Böyle olunca, akla şü dört soru geliyor? 1 — Rami güreşinden sonra, Ç ardak d a 23 Ağustos 1894 günü Mevlevi şeyhinin yaptırdığı güreşe M üm en Pehlivan niçin gelmemiştir? 2 — Rami güreşinden sonraki yıllarda neden M üm in hiç­ bir yerde güreşmemiştir? Mesela 1896 yılında Selânik’te ki Mem­ leket Bahçesi müsteciri İpekçi İsmail Bey, K ara A hm ed’i İstan­ b u l’dan getirtip Dıramalı M olla Ali ve yine D ıram ah G ula Sü­ leyman ile güreştirdiği halde Molla Mümin niçin çağ»rdmamıştır? 3 — İpekçi İsmail Bey’in yaptırdığı bu ilk güreşten sonra, yine İsmail Bey gazetelere ilân ve pehlivanların adreslerine telg­ raflar göndererek “ Şumnulu Yusuf, Şum nulu Rüstem , Bursa’d a Katrancı, Balıkesir’de Kurtdereli Mehmed, Edirne’de Adah Halil ve Küçük Yusuf, İstanbul’d a K ara Ahm ed, HergelecikU H am lacı, Dıramalı M olla Ali ve Süleyman pehlivanlar davet olunm uştur” diyerek bütün pehlivanları davet ettiği halde Kavala’daki şöhreti bütün yurda yayılmış bulunan, iki sene önce Koca Y u su f u yenen M olla M üm in Pehlivan’ın adı niçin anılm am ıştır? (i) 4 — 1900 senesi kurban bayram ınıı^dördüncü günü 5 Ni­ san 1900 cum a günü Kavala’d a yapüan güreşlerde, küçük kar­ deşi ile oynaş yaptığı halde niçin diğerleri ile ciddi tutmadı?(2) (1) S ab ah gazetesi, 6 T em m uz 1312 (18 T em m uz 1896) S. 3, S ü. 3 v e 5 A ğıısto s 1896 S. 3 S ü. 4 (2) İk d a m gazetesi 22 N isan 1900 S . 2 , Stl. 3

148


Bu soruların cevabsız kalışının iki sebebi var : 1 — Sami Karayel’in yazdığı gibi M üm in Pehlivan gerçek­ ten Y usuf’u kaldırırken kasıkları çıkmış olabilir. 2 — Y usuf yenik sayıldıktan sonra M üm in pehlivanın peşi­ ni bu-akmayıp ikinci bir güreş yapmış ve bu güreşte M üm in’i sa­ katlam ış olduğu için, M üm in bir daha ciddi güreş tutam am ış­ tır. (1)

ÇARDAK GÜREŞİ Ç ardak, Gelibolu’nun karşısında, Anadolu sahilinde küçük bir kasabadır. 1900 yıhndan önce iskeleden şehre giden yolun solunda yüksek ağaçların bulunduğu büyük bir bahçe, bahçe­ nin içinde de üç katlı 15-20 odalı kırmızı bir konak vardı. Renginin kırmızı oluşundan ötürü “ Kırmızı K onak” diye anılan bu konak, 1894 yılında Gelibolu Mevlevi dergâhı şeyhi “ Fuzalâ-i asrın ser-âm edanm dan” M ustafa Daniş Efendi (Ö. Mayıs 1896) nin idi. (2) M ustafa Daniş Efendi 1894 yılında oğlu Burhaneddin Efend i’yi sarayh Neviyye isimli ham m la evlendirirken düğününü bu (1) N akkaşlı Eyub pehlivanla b ir gün H adım köy’den İstanbul’a gelm iştik. B en F a tih G ü reş İh tisa s K lü b ü n d e a n tre n m a n y a p a c a k tım , önce o ra y a gittik. H o cam ız K oç A h m e d (H a şa n K oç) N a k k aşim m çırağı im iş. U sta sın ı g ö rü n ce sevindi, elini ö p tü . A n tre n m a n d a n s o n ra V ezneciler’d e b ir d ü k k â n a g ittik . E yub P e h liv an b u ra d a n k asık bağı ald ı. N e y apacağını so rd u ğ u m d a “ fıtığım v a r on u n için a lıy o ru m . Ben Y ıldız g ü reşin d e (7 A ğ u sto s 1909) Kızılcıkii M a h m u d ile iki sa a t b ö y le fıtık lı fıtık h b o ğ u ştu m ” dedi. (2 )S erv et-i F ü n u n , 30 M ayıs 1312, sayı 247, T ev cih at ve h av ad is kısm ı S. 108, S ü . 3

149


bahçede yaptırdı. Bu düğün için de Türkiye’nin en ünlü pehli­ vanları düğün güreşine davet edildi, (i) G ü.eşler yine aynı yerde bulunan A lyanak Çeşmesi’nin ge­ risindeki yüksek çam ağaçlarının altında yapıldı. Düğün gününden önce, gelecek m isafirleri ve pehlivanları yatırm ak ve yedirip içirmek için her türlü tertibat alınmış, yi­ yecekler hazırlanmış ve bu gibi işleri noksansız yapabilm ek için d e Gelibolu halkı çoluk çoçuğu yardım cı olmuştu. Düğüne ve güreşlere Aliço da davetliydi.Aliço bu güreşte de Şumnulu Y usuf ve A dah H alil’e halâ Türkiye’nin başpehlivam olduğunu kanıtlam ak amacıyla özellikle hazırlanmıştı. Koca Yusuf İstanbul’da M olla M üm in i!e güreştikten son­ ra bir süre daha îstanbul yörelerinde dplaşıp Gelibolu’ya geldi. Yanında M ehmed (Küçük Yusuf) ve Rüstem Pehlivanlar bulu­ nuyordu. N urullah bir iş için Şum nu’ya gitmişti. Güreşten birkaç gün önce Gelibolu, memleketin en meşhur pehlivanlarıyla dolm uştu. Adalı Halil, Hergeleci İbrahim , çıra­ ğı K ara Ahm ed, Şumnulu Büyük Yusuf, Mehmed, Rüstem, P a­ mukçu Osman, Kazandereli Memiş, Çandırh Arab Hüseyin, Kat­ rancı Mehmed, arkadaşı Kurtdereli M ehmed, küçüklerden Se-

(1) B u rh an ed d in E fe n d i’n in N eviyye H a n ım ’d a n D an ış, A li İzzet ve H üsam e d d in ism in d e ü ç o ğ lu o lm u ştu r. (2) fia?» güreş y azarları A d a iı’m n , ustası A liço ’d a n güreşlerini ay ırm alan o ı isted iğ in i, A liço ’n u n d a “ Ş eyhin d ü ğ ü n ü n d e a jir a lıın ” d iyerek ik i ö k ü zü iıd en b irin i kesip, kesilen ö k ü zü n yerine kendisi k o şu la rak karısının d a dehliyerek hem çift s ü rd ü ğ ü n ü v e h em de id m a n y ap tığ ın ı y a z a rla r. D o ğ ru o lab ilir. B enim G eli­ b o lu ’d a 1966 y ılın d a y ap tığ ım a ra ş tırm a la rd a , A liço ’n u n güreş için geldiğini, ih tiy a rla rın d a m eydana gençlere b ıra k m a sı için kestiği ö k ü z ü n y erin e b ir ö k ü z v ererek ric a d a b u lu n d u k la rın ı ve bö y lece A liç o ’n u n g ü reşten vaz geçip h ak em o ld u ğ u n u tesb it ettim .

ISO


beblili Hüseyin, Gelibolulu Kovalak Hüseyin., hep Gelibolu so­ kaklarında dolaşıp duruyorlar güreş gününü bekliyorlardı. Güreşler 23 Ağustos 1894 Perşembe günü sabahtan başla­ dı. Baş hakem Aliço, cazgır da Ç ardakh Çubukçuoğlu Mehmed Pehlivandı. Güreşleri saraydan, gelinle beraber gelen kadınların da sey­ retmeleri için ağaçların üzerine çardaklar yapılmış, etrafı d a ka­ feslerle kapatılmıştı. Küçük boy pehlivanları güreştikten sonra, ortayı Tophane­ li Yusuf kazandı. İkinciliği de Sebeblili Hüseyin aldı. Sıra başaltına gelince, hakem Aliço, hepsi de yerine göre b aş’a güreşmiş olan bu pehhvanlarm içinden Büyük Y usuf’u, A dah H alil’i, Katrancıh M ehm ed’i ve Şumnulu Rüstem ’i ayıra­ rak diğerlerinin başaltı’n a güreşmesini uygun gördü. Bu karar, o zam anlar Türkiye’de baş’a güreşen pehlivan­ ların aynı derecede olm adıklarım belirtmesi ve özellikle en yet­ kili kişi olan Aliço tarafından verilmiş olması l/akım ından bü­ yük önem taşır. D aha sonraları A vrupa’ya giden bu pehlivanla­ rımızdan bazılarının “ Ben Türkiye Başpehlivanıyım” veya “ Ben şu pehlivanı yendim” diye övünmelerini okurken m utlaka bu “ Çardak Güreşi’nin sonuçlarını gözönünde tutm aları gerekir. (2) A liço’nun bu kararm a Kurtdereli M ehmed karşı çıkıp : (1) Ç u b u k ç u o ğ lu M e h m ed P e h liv an b u ta rih d e (65) y a şla rın d a idi. K ırkpın a r ’d a b a ş a ltın a k a d a r güreşm iş b ir p eh liv an d ı. O ğ lu S ü ley m an d a n o lm a t o r u ­ n u A li R ıza Ç u b u k ç u (d. 1905-Ö. ?) her sene y a p ılm a k ta o lan geleneksel Ç a rd a k g ü reşlerin in u z u n sen eler cazgırlığını y ap m ıştır. (2) P ehlivanlarım ızın, A v ru p a’y a gittiklerinde gazetelerde yayınlanan b u tü r a ç ık la m a la rı b ira z d a bOgileri d ışın d a o lm u ştu r. O n la rı g ö tü re n m en ejerler re k ­ lâm o lsu n diy e b u tü r g erçek dışı şeyleri söylem ekten çekinm em işlerdir.

151


“ Ben de baş’a güreşeceğim” diye ısrar etti. Bu durum da Aliço d a Şum nulu Rüstem ’in başaltı’n a inmesini istedi. Bu se­ fer de Rüstem arkadaşı ve hemşehrisi Büyük Y usuf’u yalnız bı­ rakm am ak için, başa’da güreşmekte İsrar etti ise de Aliço kabul etmediğinden, başaltı’na güreşmek zorunda kaldı. Başlatı’na ayrılan pehlivanlar şu şekilde eşlendirildi : Şum nulu Kuru Rüstem — Pam ukçu Osman Razgradlı Kara Ahm ed — Kazandereli Memiş Şumnulu M ehmed — A rap Hüseyin İlk galibiyeti, Rüstem, Pam ukçu O sm an’ı yenerek aldı ve sırtına bir havlu örtünerek kendisine eş olacak ikinci galibi beklemiye başladı. K ara Ahm ed kendisinden 12 yaş daha büyük olan Kazan­ dereli Memiş pehlivanla hızh bir güreşe girdi. Genç ve acar Ka­ ra A hm ed’e, ilk ellerde yenilmek istemiyen tecrübeli Memiş alt­ ta savunm aya geçti. Ahm ed de dışkazık vurup (Kisbet sıyırma) oyunu yapm ak istedi. Aliço birkaç defa. K ara A hm ed’i uyardı, başka oyuna geç­ mesini istedi. F akat Kara Ahm ed, biraz gençliğin, biraz d a “ Paşamn pehlivanı” olmasının verdiği toylukla aldırış etmeyip “ kis­ bet sıyırm a” oyununu bırakm adı. Memiş Pehlivan’ın kisbeli sıyrılıp kıçı görünürse pehlivanhk adına d a çirkin bir durum olacaktı. Ç ünkü güreşi yakından izleyen pekçok kadın vardı. Bir erkeğin kıçının görünmesi özel(1) D ış-k azık v u ru lu p k ol aşağı d o ğ ru itilince eğer a ltta k i p eh liv an ın kisbeti v ü c u d u n a geniş v ey a k asn ağ ı sert y ap ılm am ış ise k a lç a la rd a n aşağı in e r. B u d u ­ ru m d a d a a ltta k i p eh livanın kıçı g ö rtin ü r. Y ağlı g ü reş k u ra lla rın a g ö re b öyle b ir d u r ^ yenik lik sayılır. 1987 yılı K ırk p ın a r gü reşlerin d e b a şp e h liv a n la rd a n İ b ­ ra h im G ü m ü ş, A h m ed G ü n eş ile g ü reşirk en içk azık v u ra ra k A h m e d G ü n eş’in k isb etin i çık arıp galip gelm iştir.

152


likle pehlivanları çok üzecekti. Bu duruma yani Kara Ahm ed in İlle de kisbet sıyırmada İsrar etmesine sinirlenen K uru Rüstem, Aliço’nun yanına giderek : “ Abe Usta, Ahmed’in doğru güreşmesi için neden söyle­ m ezsin..” deyince Aliço da : “ Memiş de pehlivan ise kisbetini çıkarttırm asın.” karşılı­ ğını verince Rüstem : “ Ben şimdi o kızana kisbet nasıl çıkartılırmış gösteririm ..” diyerek hırsla Aliço’nun yanından ayrılıp Memiş Pehlivan ın ya­ nına gelerek : “ Memiş Pehlivan pes et. B e n Ahmed’e kisbet nasıl çıkartı­ lırmış göstereyim ...” dedi. Memiş de pes edip güreşi ahm ed’e bıraktı. Kara Ahmed de Rüstem Pehlivan’m bu hareketine çok kız­ mıştı. Zaten Şumnuluları hiç sevmezdi. Rüstem’den eski yenil­ gilerin de acısım çıkartmak amacıyla çabucak yağını tazeleyip Rüstem ’in ensesine yapıştı. Güreş başlar başlamaz, Rüstem hemen elense tırpan ile gü­ reşe girdi. Böylece bir süre Ahmed’i dikĞİtip çok ani olarak tek­ ten kaptı ve elleri daha yere değmeden (şak)ı alıp sırt üstü bir­ kaç adım ileriye atıverdi. Rüstem : “ Ben adam ı kisbet çıkartarak değil işte böyle pehlivanca yenerim ...” der gibi çırpınıp galibiyet temennasını yaparken Ah­ med de düştüğü yerde ellerini dizlerinin üzerine koymuş çocuk gibi ağlıyordu. Büyük Yusuf Ahmed’in bu perişan halini görerek acıyıp te­ selli için yanm a geldi; “ Abe kızan, ne ağlarsın be. Seni yenen bu güne bu gün bir başpehlivandır. O bana bile Şumnu’da m anda azmağı yardırdı b e ...”

153


Diyerek A hm ed’in kolundan tutup yerden kaldırdı, yerine gönderdi. Rüstem Kara A hm ed’i de yendikten sonra Eriklili Mehmed ile eşlendirildi. M ehmed Rüstem ’i yenerek başaltı birincisi ol­ du. (1) Aliço baş’a çıkan dört pehlivanı şu şekilde eşlendirdi. Şum nulu Büyük Y usuf — Kurtdereli Mehmed A dah H ahi — Katrancılı M ehmed Koca Yusuf, Kurtdereli M ehm ed’in birkaç ay önce Mürvetler köyünde K atrancıh’yı yendiğini işitmişti. Ne de olsa genç hırsh bir güreşçi olduğu için saldırıları KurtdereU’nin yapacağı­ nı üm it ediyordu. Öyle de oldu, Kurtdereli M ehmed hemen bir çapraz toplayıp Y usuf’u sürmeye çahştı. A m a tecrübeli Yusuf bunu kolayca boşa çıkardı. Kurtdereli bu sefer paçalan inmek istedi, Y usuf boyundu­ rukla karşıladı. Bu ana kadar saldırıları hep Kurtdereli yapm ış­ tı. Y usuf’un kendisinden çekindiğini sanıp saldırı üstüne saldırı yapıyordu. H albuki tecrübeh Y usuf hasm ının bir anlık gafleti­ ni bekliyordu. Elense çekecekmiş gibi o uzun kollarını Kurtdereli’nin ensesine uzattığında, K urtdereh’nin dikeldiği an paça­ larına indi ve arslan pençesi kuvvetindeki parm aklarını paçalar­ d an içeri geçirip çekmeye başladı. Kurtdereli de hemen boyun­ duruğu vurub ayaklarını gerdi, geriye doğru uzattı.

(l) Bu g ü reşd en so n ra B üyük Y u s u f’u n çırağı E riklili M e h m ed ’e T ürkiye d e “ K ü çü k Y u su f” d enildiğini g ö rü y o ru z . A m a aynı sene so n u n d a P a r is ’e g it­ tik lerin d e P aris gazetelerine ve güreş o rganizatörlerine yine gerçek ism i o lan M eh­ m ed diy e ta n ıtıld ı. H a tta , v ü cu d ca h ep sin in u fa ğ ı o ld u ğ u için F ra n sız gazeteleri o n a h e p “ K ü çü k M e h m ed ” dem işlerd ir.

154


iki eşsiz kuvvetin boğuşması m üthiş oldu. H er iki kuvvet de biri birine üstün gelemedi am a arada olan Kurtdereiinin d a­ na derisinden dikilmiş kisbetine oldu. Kisbet dize kadar yırtılıp bir parçası Koca Y usuf’un elinde kaldı. Kurtdereli, kuvvetimle paçalarım ı Y usuf’un pençesinden kurtardım diye sevinerek çırpınırken, arkasından Y usuf : “ M ehmed kisbetinin parçasını a l...” diye bağırıyordu. Neden sonra aklı başına gelen Mehmed, paçasına baktı ki dizine kadar yırtılmış. Y usuf’un pençesine BalIkesirli Telaşeli M ehm ed U s ta ’n ın ö zen erek d ik tiğ i k isb et b u k a d a r dayanabilmişti. Güreş m eydanlarında böyle bir olay ender görülen şeyler­ dendi. Kisbetin paçasının yırtılması yağh güreş kurallarına göre yenilik sayılmıyordu. Yenilik sayıİabilmesi için dizden yukarıya kadar yırtılmış olması gerekir. KurtdereU M ehm ed’e başka bir kisbet giydirilip güreşe devam edildi. Kurtdereli Koca Y usuf’un dillere dest^an kuvvetini görünce daha dikkatli güreşmeye karar verdi. Ç ünkü kisbetin yırtılması onu m uhakkak b ir yenilgiden kurtarm ıştı. Şimdi daha dikkatliydi. Saldırıyı bu sefer de Y usuf yapı­ yordu. Yusuf’un tek dalışım başından iterek karşılamış, paçası­ nı kurtarınca da bir an arkası Y usuf’a dönük şekilde kaçarken bu ânı fırsat bilen Yusuf arkasından yetişip beline o kuvvetli kol­ larıyla sarılarak kucağına alıp ayaklarım yerden keserek beş on adım yürüm üştü. Yağlı güreş kurallarına göre ayakları bu şekilde yerden ke­ silip yarım daire şeklinde döndürülen veya üç adım ileri götürü­ len pehlivan yenik sayılır. Kurtdereli de çocuk gibi kucakta ta­ şınarak yenilmişti. Böyle bir yeniliş de pehlivanlıkta üzücü bir yeniklik şeklidir. 195 cm. boyunda, 110 kilo ağırhğında koca

155


Kurtdereli çok m ahcub ve çok üzgündü. Yine de terbiyesini boz­ m adı. H ürm etle eğilip Y usuf pehlivanın elini öptü. O da kurtdereli’nin alnm dan öperek : “ Üzülme M ehmed, böyle şeyler gençlikte her yiğidin başı­ n a gelir. Sen daha çok gençsin, tecrübesizsin, yetişip büyük peh­ livan olacaksın...” diye teselli etti. Adalı Halil ile Katrancıh M ehmed denk bir güreş yapıyor­ lardı. Bu güreş akşam a kadar sürdü. N ihayet A dah Halil par­ mağı sakatlanmış olduğu halde K atrancıh M ehm ed’i künde ile yendi.

(1) K ü rtd ere li so n ra k i y ılla rd a , a lü n c ı d ö n e m H a k k â ri m illetvekili S ındırgılı A li R e şad B ey’e b u güreşi ve Y u su f’u şöyle a n la tıy o r : “ K o ca Y u s u f y alm z ço k kuvvetli değil, ço k y iğ itti d e. K a tra n c ılı’n m evvel­ ki yıl y ap tığ ı g ibi b en i ezip ö ld ü rm iy e k a lk m a d ı. H a tta Ç a rd a k ’d a k i ö d ü lü n iki beşib irliğ in i b a n a v erd i. P e h liv an ca b ir ç o k a ğ a b e y n a sih a tla rıy la b en i h im aye­ sine a ld ı. N iek im y ak ın c iv ard ak i ikinci b ü y ü k g üreşe m a h s u s, gelm eyerek m ey­ d an ı b a n a b ırak ü ğ ı için b e n d e o sayede b a şa k o n a n tü y lü deveyi k a zan d ım . E vet K o ca Y u s u f y iğ it a d a m d ı. (İsm ail H a b ib S evük, a .g .y . S. 277) 1900 senesinde P a r is ’de H in tli G ü lâm R ü stem ile g ü reşm ed en ö nce F ra n sız gazeteleriyle k o n u şu rk e n de Y u su f h a k k ın d a ay n en şu n la rı söylem iştir: “ B eni m a ğ lu b ed ebilm iş b ir p eh liv an v a rsa o d a y aln ız Y u su f p eh liv an d ır. O n u n d a h ak lı o la ra k y enip yenm ediği şü p h e lid ir. G erçek o la n b irşey v a rs a o d a Y u s u f P e h liv a n ’m b ir d a h a b en im le güreşm eğe cesaret ed em em esid ir.” (S a b ah gazetesi 12 A ğ u sto s 1900 S. 3) K u rtd ere li 1931 senesinin k asım a y ın d a A t a tü r k 'ü n A n k a r a ’d a yaptırdığı güreşlere geldiğinde d e şu açıklam ayı y ap ıy o r : “ E d irn e ’de (G elibolu’d a o lacak) K o ca Y u su f ile g ü reşd im . O b iz d e n ü s tü n b ir p e h liv a n d ı.” (H a v a c ıh k ve S p o r, 30 T eşrin i san i 1931 Sayı 60) “ Y u su f b ü y ü k p eh liv an d ı. B oyca b e n d e n k ısa o lm a k la b e ra b e r iri kem ikli, iri v ü cu tlu ve tasav v u r o lu n am ıy acak derecede ku v v etli id i. K endisiyle b ir tek d e fa g ü reştim . Ç o k gençtim 20 d a k ik a k a d a r u ğ ra şd ık ta n s o n ra neticesiz ayrıl­ d ık . B ir d a h a d a b u lu şm a d ık ” (H ak im iy eti M illiye, 22 T . san i 1931, S . 1) (2) B a k . R esim li G aze te 9 A ğ u sto s 1924

156


Adalı H alil’in 15 dakika dinlenmesi ve yağını tazelemesi hakkıydı. A m a Adalı, K atrancılı’yı yenince doğru hakemlerin yanına gidip A hço’ya : “ U sta akşam oldu. M üsaade et Yusuf ile güreşimizi yarın ayıralım ” dedi. Aliço düğün sahibi M ustafa Daniş Efendi’nin güreşlerin m utlaka bu akşam bitmesini arzu ettiğini bildiği için : “ Olmaz Halil, m utlaka güreşinizi bu gün yapacaksınız. Bu kadar halk sizin için yarını mı bekliyecek? Uzak yerlerden ge­ lenler var. Nerede yatıp kalkacaklar. Güreşmezsen ödülü Yu­ suf’a veririm ” deyince A dah sinirlendi ve yüksek sesle. “ Kime verirseniz verin. Ben para için değil şeref şan için güreşirim. Y usuf’u yenersem anam müjdeyi götürene sizin ve­ receğiniz 5 beşibirUkten fazlasını bahşiş diye verir.” karşılığım verdi. Bu söz doğrudan doğruya M ustafa Daniş Efendi’ye haka­ ret idi. Aliço’nun yanında oturan Şeyh Efendi A dah’m n bu kor­ kusuzca sözlerini işitince çok sinirlendi. Adam ları A dah H alil’i dövmek istedilerse de, kendi düğününde böyle bir ^eyin olması padişah Suhan A bdül H am id’i de kızdıracağından çok müşkil bir durum da kalacaktı. Bu sebeple engel olup : “ Uzaklaştınn şunu buradan” diyerek Adah Halil Pehlivan’ı yenik, Y usuf’u d a galip saydılar ve ödülün tam am ını Koca Yu­ suf’a verdiler. Adah Halil hakhydı. Ç ünkü, karşılaşm alar akşam a kadar uzarsa m eydan aydm latıhp güreş sabaha kadar devam ettiriHr diye bir kural yoktur. Hele birisi saatlerce dinlenmiş diğeri ak ­ şam a kadar güreşmiş pehlivanları meş’ale yakıp da güreşe zor­ lam ak insafla, insanlıkla badaştınlam az. D üğün sahibinin yatı­ racak yeri yokmuş veya köylü köyüne geç kalacakmış diye Tan-

157


n m n ender yarattığı böyle bir yiğit seyir zevki için yok edilemez, ezdirilemez. K ırkpm ar’d a bile akşam a kadar yenişemeyen ba$pehlivanlann ertesi günü tekrar güreştirildiği olm uştur. (O

KOCA YUSUF’UN FRANSA’YA GtDtŞt Ç ardak güreşinden sonra Büyük Yusuf, Rüstem ve Küçük Yusuf İstanbul’a döndüler. Am açlan İstanbul, Bursa yörelerinde kışa kadar güreş kovalam aktı. Yusuf ve arkadaşları 1894 yılının eylül ve ekim aylarını bu şekilde geçirirken, aym günlerde Sofya’da (Chofa) bulunan Fran­ sız panayır tiyatrocusu, akrobat ve güreşçi D oublier’in şuh ve güzel kansı işveleriyle seyircileri tiyatroya celbetmiye çalışıyordu. Seyircilerin içinde Türkler de vardı. Bir gün bu Türkler’ den o yörede zengin ve sözü geçer tanm an biri, D oublier’in ka­ rısına sarkıntılık etti. Kadın da bu T ü rk ’e şiddetli bir to k at attı. İşte bu to k at T ürk güreşçilerinin batı dünyasında tanınm asına ve halâ övündüğümüz “ Türk gibi kuvvetli” sözünün tekrar dün­ yaya yayılmasına ve Fransız güreşçisi Birinci C ihan Şampiyonu P aul P ons’un meşhur kitabının yazılmasına sebep oldu. Şimdi sözü P aul P o n s’a bırakalım , onun görüşüyle ve k a­ lemiyle T ürk güreşçilerinin başına gelenleri okuyahm .

(1) 1964 yılı K ırk p ın ar güreşlerin d e so n a k a la n M eh m ed A li Y ağcı ile Ş a­ b a n F iliz p a z a r g ü n ü a k ş a m sa a t 21.00 e k a d a r g ü reşd ik leri h a ld e yenişem edi1er. H a k e m hey eti güreşe p azartesi g ü n ü 10.30 d a d ev a m edilm esine k a ra r ver­ d i. E rtesi g ü n g ü reşin 17 nci d a k ik a s ın d a F iliz’in k isb e ti y ırtıld ı. S ab ri A c a r’ın şeh ird ek i kisb eti 14 d a k ik a d a getirilerek Ş. F iliz’e g iydirildi ve g ü reş te k ra r de­ v a m e tti. 65 nci d a k ik a d a M . AU Y a ğ a Ş a b a n F iliz’i te rs p a ç a ile y en erek b a ş ­ p eh liv an o ld u .

158


iyi Esinlenmiş Menejer Doublier : l ü rk güreşçilerinin F ransa’ya gelişlerini hikayesi oldukça ilgi çekici ve tu h aftır. Bu geliş, güreş sahnesine şimdiye kadar rast geldiğimiz en muazzam birini çıkarır. Ne yazık ki bu m uaz­ zam ve eşsiz adam ı d a vakitsiz kaybetmiş bulunuyoruz. Burada Y usuf’dan söz açmak istiyoruz, bununla beraber Yusuf T ürki­ ye’nin bize gönderdiği en büyük pehlivan değildir. Yusuf’un ölü­ m ünden birkaç sene sonra gelen K ara Ahmed Y usuf’dan daha usta ve daha teknik birisi olarak telakki edildi. Biz işe ta başından başlayahm . Yirmi sene evvel belki de biraz daha evvel, Doublier isminde güreşçi, canbaz, akrobat ve panayır tiyatrocusu velhasıl elinden her meslek gelen ve F ran­ sa’nın her tarafını dolaşarak az bir kazançla geçinen bir adam yaşıyordu. Bu adam ın, halkı eğlendirmek için yaptığı bütün gösterile­ ri pek göz alıcı ve ilginç olmadığı için, fa^la bir kazancı yoktu. Bu zavallı Doublier, eyaletlerdeki köy ve kasabalarda didinip duruyor ve bunca çabasına ve didinmesine rağm en de fazla bir kazanç tem in edemiyordu. Doublier bütün bu sıkıntılarına rağ­ men bir yuva kurdu. Eşi de canbazdı. H alkada ve trapezde gös­ teriler yapıyordu. H ayatlarım ve sefaletlerini birleştiren bu iki insan afişlerin dediğine göre görülmemiş bir num ara hazırladı­ lar. F akat buna rağm en yine servet yanlarına sokulm uyordu. Fransa’da sürünm ekten bıkan Doublier çifti, nihayet mem­ leketi terk etmeye karar verdi. Biraz Berlin’de ayakta durabil­ diler, İtalya’d a süründüler, A vusturya’da kıt kanaat geçindiler ve nihayet T rakya’ya ulaştılar. T u h af bir düşünce, çünkü T rak­ ya hiç bir zam an altın üzerinde yüzm üyordu. D aha doğrusu

159


Trakya akrobatlar için bir cennet değildi. A m a ha orada, ha bu­ rada hayat onlar için kötü olduktan sonra ne fark vardı ki.(i) T arkya’da şehirden şehire dolaşan D oublier’ler şart ve te­ sadüflerin neticesi C hofa’ya düştüler. Bunun sebebini bilmek m üm kün değil. A m a tesadüf onları işte C hofa’ya getirdi. Çok İyi Atılmış Bir Tokatm Umulmayan Sonucu : Bir gün Doublier, istemeyerek hiç de hoş olmayan bir olay ile karşılaştı ve hemen bulunduğu yeri palas pandıras terk et­ mek zorunda kaldı. Çünkü bu yerin ileri gelenleri m isafirper­ verliği başka türlü yorum luyorlardı. V ak’a şöyle oldu : Genç madam Doublier çok gönül çekici bir kadındı. Bir gece şehrin ileri gelenlerinden birisi Fransız akrobatına pek lâubali şekilde gerek oyununa ve gerekse m üstesna şahsına olan hay­ ranlığını kulis arkasm da hoyratça gösterm ek istedi. Ağa ölçüyü kaçırınca genç Fransız kadını kabalığa kadar varan hayranının

(1) İsm ail H ab ib Sevük, F ransız yazarı D esb o n n et’in “ Les R ois de la L u tte ” “ G ü reş k ır a lla n ” isim li k ita b ın d a n n a k le n D o u b lie r’in F ra n s a ’y a T ü rk güreşçi­ si g ö tü rm e sin e b ir k in in sebeb o ld u ğ u n u şöyle açık lıy o r : “ L iy o n lu D o u b lier şa m p iy o n lu k için g üreşecek. K arşısın a F e rm a n d Sabes ç ık a r. F ra n sız h alk ın ın ço k sevdiği B o rd e a u x ’lu p eh liv an fa z la en d am h ve göv­ deli değil, b o y 171, k ilosu 88 fa k a t ço k çevik. İşte b u Sabes D o u b lie r’yi de ye­ n in ce güreş k ra h o ld u . A rtık L iy o n lu ’n u n k in in e so n y o k . Bu k in le T ü rk iy e ’ye gelip Y u su f’la iki ark ad aşın ı (Biri Filiz N u ru lla h , ö tek i Filibeli K a ra O sm a n ) P a ­ ris’e g e tird i.” (T ü rk G ü reşi, İsta n b u l 1948, S. 130) İsm ail H a b ib S ev ü k ’ü n y az d ık la rın d a ik i y a n h şlık v ar. B irisi Y u s u f ile b e ­ ra b e r P a ris ’e K ü çü k M ehm ed (K üçük Y usuf) g itti. İkinci yanlışhk. K a ra O sm anFilibeli değil Ş u m n u ’n u n U zu n lar k ö y ü n d e n d ir. F ilibeli o la n K a ra A h m e d ’d ir. A v ru p a ’y a giden üç K a ra A hm ed v a rd ır. B u n la rd a n b irincisi R a zg rad lı C ihan Ş am p iy o n u o la n K a ra A h m e d , diğeri de V a rn a ’nm F ra n g a k ö y ü n d e n o la n K ara A h m ed d ir ki 1910-1911 de A v ru p a ’d a id i ve o ra d a ö ld ü . Ü çü n cü K a ra A h m ed ise Filibeli K ara A h m e d ’d ir. B u A v ru p a ’ya gitm em iştir.

160


hareketini çok yerinde tantanalı bir tokatla m ükâfatlandırdı. Bu şekilde bir cevap, o yerin alışık olmadığı bir şeydi. Rezalet m üthiş oldu. Bazı ileri gelenler şimdiye kadar hiç görülmemiş bu cür’et karşısında galeyana geldiler ve hemen tokatı atan hanım ın üzerine atılarak onu hırpalam ak istediler. Olay yerine D oublier’in gelmesi işin yönünü değiştirdi. Sal­ dırganların en cür’ethsinin hesabını hemen gördü am a işler de daha çok kötüleşti. D oublier’lerin biriki meslekdaşı tiyatronun m üdavimi olan azgınların şerrinden onları kurtardı. H er tara f­ ta, kaçmıya m uvaffak olan D oublier’leri harıl harıl arıyorlardı. F akat kovalam a neticesiz kaldı. Bulgar P etro f’dan başkası olmayan bir ağırlık jonglörü bu­ rada num aralar yapıyordu. Kendi locasından D oubher’leri dı­ şarı çıkardı. Kendisi de onlara katılarak tanıdığı m ert bir kim ­ senin evine götürdü. D oubher çifti burada saklandılar ve emni­ yette oldular. Fakat Türkler anlaşmaya yanaşmıyorlardı. Ne p a­ hasına olursa olsun kaçakları bulup intikarri alm ak istiyorlardı. Ertesi gün yine Türkler takibe çıktılar. Bu durum u k açak­ lara bildirmek ve ortadan kaybolm alarını tem in etmek lâzımdı. P etro f bu işe koyuldu. Ertesi gece bir araba ile gelerek kaçakla­ rı 20 kilometre uzakdaki emin bir yere yerleştirerek C h o fa’ya geri döndü. D oublierler’den dayak yiyenler, Fransızların kaçarak kur­ tulduklarını anlayınca yedikleri tokatı sineye çekerek sakinleş­ tiler am a, Doublier ve karısı neleri varsa bütün materiellerini şe­ hirde bırakm ışlardı. Şimdi ne yapacaklardı? Olayın çıktığı müessesenin m üdürü daimi m üşterilerine yapılan bu m uameleden ötürü ve başına gelen sıkıntılara karşılık bunların bütün eşyala­ rına el koydu. Bu yüzden Doublier ve karısı çok acı ve sıkıntılı günler yaşadılar. U fak bir hah num arası yaparak kıtkanaat ge-

161


çinmiye çalıştılar. Nihayet oradan oraya gide gide İstanbul’a geldiler. İstanbul’da biraz tutunm ak veya Fransa’ya dönebilmek im­ kânlarını aram aya başladılar. Sultamn im paratorluğu onlara ar­ tık bir şey söylemiyordu. Tesadüfen Bulgar P etrofda o sırada İstanbul’da bulunuyordu. Bir gün rıhtım da bu iki adam karşı karşıya geldiler. Doublier’in Bulgar P etro f’a çok büyük bir şük­ ran borcu duyduğunu söylemiye hacet yok. Bir birlerine sempa­ tilerini izhar ettiler. Esasen saklayacakları bir şey de yoktu. Pe­ rişan hallerini giyim kuşam ları gayet açıkça gösteriyordu. Doublier çifti ile P etrof sefaletlerini paylaşm aya karar verdiler. Bu anlaşm anın şartları hemen konuşuldu. Şöyle ki : Doublierler bu ortaklığa yokluk ile katılıyorlardı. P etrof da aynı sermaye ile iştirak edivordu. Yalnız, iyi niyetleri eşit idi. Sonra genç idiler, ümitsizliğe kapılm aya nıç sebep yoktu. Am a evvelâ yaşamak, sonra d a felsefe yapm ak lâzım geldiğinden, fi­ ziki enerjilerini kullanm ak için rıhtım da yükleme ve boşaltm a işlerinde çalışmaya başladılar. A kşam lan d a bol bol konuşup vakit geçirdiler. T ürk taşaronlannın hayatına intibak ettiler ve onlarla ar­ kadaş oldular. D aha çekingen olan P etro f arkadaşını yalnız bı­ rakm ıyordu. Bir gün, İstanbul yakınlarında yapılan bir güreşe götürüldüler. Türk Güreşçileri İle îlk Karşılaşma : Doublier evvelce biraz güreş yapmış ve güreşi seven bir in­ sandı. P e tro f a gelince, Türkiye’de bir hayli sürtmüş olduğu için, bildiği ve gördüğü T ürk güreşini bir daha görmeye pek hevesh değildi. Buna rağmen D oubher’i takib ederek F ransa’da güre­ şin m oda olmasına ve senelerce sevilip revaç bulm asına öncü oldu.

162


D oublier’in nazar-ı dikkatini celbeden şey, T ürkler’in gü­ reş tarzı değil, korkunç kuvvetleriydi. Bununla beraber bu adam ­ ların zekâlarını d a kullanarak güreştiklerini anladı ve eğer Türk güreşçileri Fransız usulü güreş yapmayı öğrenirlerse, rahat ra­ hat Fransız şam piyonlarının karşısm a çıkabilirlerdi. Doublier, Fransız seyircisinin yabancı güreşçilerle yapıla­ cak karşılaşm alara büyük rağbet göstereceğini derhal düşündü. Yapılacak iki şey vardı : 1 — Fransa’ya götürülecek Türk pehlivanlannm çok iyi bir reklâm ını yapm ak, 2 — Bu pehlivanlann, yapılacak reklâm ların doğruluğunu m inderde isbat etmeleri. A bdal olm ayan P etro f d a sefalet ortağının tasarladığı h a­ yali kom binezonun kendilerine tem in edeceği refahı anlam akta zorluk çekmedi. F akat bu hayalleri nasıl gerçek yapm ah ve na­ sıl kendilerine m enfeat sağlamalıydı? D oublier Türkiye’de epeyce dolaşm ış,o lduğu için, bu gör­ dükleri pehlivanlardan kat kat üstün pehlivanlann bulunduğu­ nu izah etti. Kendisinin artık büyük biriş adam ı olduğuna kani oldu ve ne pahasına olursa olsun Paris’in m eşhur sahnelerinin birisinde profesyonel Fransız güreşçilerinin karşısına çıkacak dört T ürk pehhvanı ile bir kum panya kurm a fikrini kafasına yerleş­ tirdi. Yalnız bu iş için para lâzımdı. Fakat, gerek Doublier ve ge­ rek P etro f kıt kanaat geçinebiliyor ve meteliğe kurşun atıyor­ lardı. Parayı nereden bulacaklardı? F ran sa’da music-hall num aralarında güreşe yer verilmedi­ ğinden herhangi paralı birisinin bu işe sermaye yatıracağı da şüpheliydi. Doublier projesinden vaz geçmek üzereydi ki, Allah karşı­ sına tesadüfen birisini çıkardı. Hızır gibi yetişen bu insan, Mar-

163


silyalı nam uslu bir Fransız tüccarıydı. Marsilyalı tüccar, T ürki­ ye’ye yerleşmeden önce de güreşle bir hayli ilgilenmişti. Rıhtım ­ da bir kahvede oturup konuşurlarken talih kuşu başlarına kondu. Konuşmalarımn konusu güreşti. Bu konuşmayı dinliyen baş­ ka birisi de lafa karıştı. O gün yalnız hep güreş ve güreşçilerden söz edildi. F akat birkaç gün sonra üçü de aynı yerde tekrar bu­ luştular. Bu sefer Doublier projesini açıkladı ve parasızlıktan Ötü­ rü projeyi uygulayamadığını söyledi. Koyun tüccarının hali vakti ve işi çok iyi idi. Gençliğinde biraz yaptığı ve çok zevk aldığı güreş için D oublier’in tasarladığı projeyi hakikat yapm ak zev­ kini kendi kendisine bahşedebilecek parası vardı. D oublier ve P etro f’u hem en himayesine aldı ve işlerini bı­ rakarak ertesi günü gideceği Anadolu’ya beraber gelmelerini söy­ ledi ve hayvan ahm işi için daha sonra Şum nu’ya d a gidecekle­ rini bildirdi ve “ Ben size Şum nu’da birisini göstereceğim ki, dün­ yada onu kimse yenemez” dedi. Kırksekiz saat sonra Şum nu’ya gitmek üzere bu üç ahbab yola çıktılar. O rada kendilerine N urullah’ı tanıştırdı. Nurullah Şumnu civarında çobanlık y a p ı y o r d u .0 ) Dev nurullah’ın boyu 2 metre, ağırlığı 162 kilo idi. Doubher’in ağzı açık kaldı. Fransız güreşinde böyle bir devin yenilme-

(1) P a u l P o n s b u ra d a y an ılıy o r. Ç ü n k i 1894 y ılın d a F iliz N u ru lla h ço b an değil yetişm iş peh liv an dı. 28 y aşın d ay d ı. 1911 senesinde T ercü m an ı H a k ik a t ga­ zetesinin y azarı C elal B ey’e h ay atın ı a n la tırk e n “ 45 y aşındayım . P ek k ü çükyaşım d an beri p eh liv an h ğ a m erak lıy d ım . B a b am ın b a b a s ı peh liv an id i.A n a ta r a ­ fın d a n sü lâlem h ep p e h liv a n d ır.. 16 y a şın d a k isbet giydim , ü sta d ım K aralarlı m eşh u r K o ca Y u su f’d u r. A ltı sene k a d a r s a n ’a tı ta h s ild e n so n ra 22 y aşın d a (?) P a ris ’e g ittim ..” D iy o r (T ercü m an ı H a k ik a t 31 A Ğ u sto s 1911) B u y azıd an d a açık ça belli o lu y o r ki Filiz N u ru lla h 1866 d o ğ u m lu d u r ve 16 y aşın d a güreşe b aşlam ıştır. Ü sta d ı d a K oca Y u s u f d u r. Ç o b a n lık y ap ark en 28 y aşın d an so n ra güreşe başlam ası m ü m k ü n değildir. G erçek yazdığım ız gibidir.

164


si imkânsız idi. A yakların karıştığı T ürk güreşinde de dev Nurullah’ı yenmek imkânsız gibiydi. Şimdi vatandaşım ız Doublier eline m uazzam cüssesine eşit bir kuvvete sahib emsalsiz bir peh­ livan geçmişti. Yalnız bir tane kâfi değildi. Başkalarını da bul­ m ak lâzımdı. Hiç olmazsa dört tane olmalıydı. Bu dört pehlivan bir araya toplanınca doublier de talebelerine Fransız usulü gü­ reş yapm a derslerine başlıyabilirdi. A m a şimdilik kum panyada ancak çoban NuruUah ve Bulgar P etrof vardı. Petrof da çok kuv­ vetli bir kimse idi. Aynı zam anda pekala Fransız şam piyonları­ nın karşısına tehlikeli bir rakip olarak çıkabilirdi.

Meşhur Yusuf’un Ortaya Çıkışı : B urada Doublier, N urullah’dan kendisinden daha yam an ve korkunç birisinin mevcud olduğunu hayretler içinde öğren­ di. Bu yam an ve korkunç pehlivan yakın bir köyde oturan Yu­ suf idi. Fevkalâde müşekkel olan Yusuf vatandaşı N urullah’dan boyca kısaydı am a akla hayale gelmez bir kuvvete m ahkdi. O n­ dan korkulmasımn bir sebebi de çok gaddar ve insafsız olmasıydı. Hiç vakit kaybetmeden bu yam an Y usuf’ü aram aya koyul­ dular. Fakat onu bulm ak d a kolay olm adı. Ç ünkü Y usuf gezi­ ciydi. Bu gün burada yarın başka yerdeydi. Nerede iş bulursa orada konaklıyordu. Y usuf hakkında çok m asallar uydurulm uştur. Meselâ birhırsız çetesinin reisi olması gibi. H albuki bunun hakikat ile ilgi­ si olmadığı gibi, Y usuf’un yüz kızartacak hiç bir vakası da yok­ tur. A m a haşin ve gaddar bir karaktere sahib olması sebebiyle bazı vurm a, kırm a, h atta vahşet denilebilecek kadar ileri gittiği geçici olaylara sebebiyet vermiştir. Kendisine mukavemet edilmesine asla göz yumamazdı. Cebi p ara dolu Doublier, bir yerden öbür yere bilgi ala ala koşmuş

165


ve nihayet Y usuf’u aklın alacağından çok daha tenbel olduğu için koyu bir sefalet içinde İstanbul’d a ele geçirmişti.(i) Fransız Doublier m üstakbel öğrencisine işi anlattı. Yusuf yalnız kazanacağı parayı düşünüyordu. Türkiye’de güreş yapa­ rak şöyle böyle bir şeyler kazanıyordu am a D oublier’in yaptığı F ransa’ya gitme teklifini kabul ettiği zam an erişeceği refah ve kavuşacağı paralar öyle iştah açıcı idi ki, teklifi hemen kabul etti. Yakın dostu N urullah’ı da bulacağı için her şey yolunda demekti. Doublier, Yusuf’u Şum nu’ya getirdi. Doublier Türkçeyi iyi konuşamıyordu. Halbuki P etrof istediği gibi Türkçe konuşuyor­ du. Şumnu’ya giderken yoldaki konuşmaları lisan yüzünden pek enteresan olmadı. Yusuf esasen konuşkan bir adam değildi. Ken­ disinden çok az lâf alınabileceği sözünü bu yol arkadaşlığı doğrulamıştı. Gülmiyen yüzü, sert bakışları ve sevimsiz konuşm alarıyla Y usuf tıpkı bir zalime benziyordu. O, ne fazla hassasiyet ne de fazla dürüstlük altında eziliyor gibiydi. F akat, korkunç bir kuv­ vete m alik olduğu beUi oluyordu. İstanbul’da yükleme ve bo­ şaltm a işleri ile uğraşan ham m aiların dedikleri de N urullah’ın dediklerini doğruluyordu.

(1) K o ca Y u s u f 1894 yılında T ü rk iy e ’n in ö n d e gelen b aşp eh liv an ların d an dı. H ele Y u su f gibi b ir b aşp eh liv an ın güreş yaptığı sü re içinde se falet denilecek bir yaşantı içinde o lm asına hiçbir T ü rk inanam az. Bu görüş tam am en P a u l P o n s’u n k a s ıth ve a b a rtılm ış ifad esid ir. K o ca Y u su f aynı sene içinde b irk a ç a y önceki Ç a rd a k g ü reşin d e ö d ü l o la ra k aldığı 5 beşibirliğin 2 tan esin i K u rtd e re h ’ye ver­ m iş h a tta b a şa b ir deve k o n u la n b a ş k a b ir güreşe de s ır f K u rtd ere li alsın diye m ah su s g itm em iştir. A c a b a P a u l P o n s Ö m ründe h iç b öyle b ir an lay ış gösterm iş m id ir? Ç o k İyi b iliy o ru z ki o böyle b ir in sa n lık yap m ad ığ ı gibi katıld ığ ı tu r n u ­ v a la rd a d a im a T ü rk le r’d en d a h a ço k p a ra a lm a k için gizlice an la ş m a la r y a p ­ m ıştır. H a tta b irinciliğini bile g a ra n tiy e b ağ lam ıştır.

166


T ürk güreşçilerinin F ransa’ya gelmelerinin başlangıç hikâ­ yesini biraz kısa keselim. Doublier, şimdi üç seçkin elemanının başm da idi. NunıUah, Y usuf ve sadık P etrof. A m a b u kadarı d a k âfi değildi. F akat bundan sonra başkalarını bulm ak çok kolaydı. Y usuf bütün T ürk güreşçilerini biliyordu. D aha uzağa gitmeden D oubher T ürkler’in zekâ derecelerini ve Fransız güre­ şinde ne yapabileceklerini sınam ak istedi. İlk derste Nurullah ve P etrof da bulunuyordu. Doublier gös­ teriye Y usuf’dan başlam ak istedi. Koyun tüccarı d a efsane ol­ muş bu deneme dersinde hazırdı. Ders her zam an görülen bayağı bir ders değildi. Türkler e ilk öğretilecek şey F ransa’da yapılan güreşte ayaktan tutm ak ve ayak oyunları yapm anın yasak olduğunu anlatm ak idi. Buna T ürkler hayret ettiler ve hayretlerini de saklam adılar. Fransız güreşinde bir insanın nasıl yenik sayılabileceği on­ lara anlatılınca, şaşırdılar ve Fransız güreşinin tu h a f kuralları olduğunu söylediler. Doublier’in talebelerine Fransız güreşinin kurallarım öğret­ mek için çok sabır etmesi gerekti. M ütemadiyen nasıl?, niçin? lere cevab vermek zorunda kalıyordu. İçlerinde zekâ bakım ın­ d an en gerisi dev N urullah idi. N urullah’a Tanrı vergisi kuvvetinden yararlanarak rakiblerini acı kuvvetiyle yenmesi yetecekti. Öyle oyun, teknik filân öğrenecek durum da değildi. Ders gösterilerine Y usuf’tan baş­ landı. İlk ders D oubiier’in akhndan hiç çıkmıyacak şekilde ol­ du. Doublier, öğrencilerinin antranörü olarak teoriden pratiğe geçti. Y usuf’a savunm a durum a aldırdıktan sonra, kol kopm a oyununu gösterdi ve işte böyle yapılır dedi. Fakat Yusuf hiç zah­ met çekmeden D oubher’in tuttuğu kolunu kurtardı. Sonra da D oublier’i yakaladı ve “ Öyle değil böyle kol kapılır.. diyerek

167


D oublier’in kolunu o kadar sıkı tuttu ki, Fransız, elinin T ürk’ün sıkması ile kırıldığını zanetti. İşaret ile bırakmasını anlattı. H aki­ katen çok acı çekiyordu. Yusuf’a yaptıklarmın bir oyun gösterme olduğunu ve bu kadar kuvvetli sıkmamasını söyledi. Y usuf da “ Bizde böyle yalancıktan tutm a yoktur. Ya tutulur ya hiç tu­ tu lm az...” dedi ve tekrar D oublier’in elinden tutup çekerek birkolu ile de belinden yakaladı. Sonra da çok sert bir şekilde yere attı. Doublier acıdan bağırm ak zorunda kaldı ve bitab bir halde olduğu yere yıkılıp düştü. Y usuf onun yerden kalkm asına güle­ rek yardım ederken : “ Yusuf işte böyle g ü reşir...” dedi. Bu durum , Doublier’in pek hoşuna gitmedi. A m a Fransız güreşçilerinin karşısına çıkaracağı korkunç kuvveti gördüğün­ den dolayı da m em nun oldu. Y usuf da bir daha hocasına böyle bir azizlik yapm adı. . Türkler’e ayak oyunlarının yapılmasını unutturm ak çok zor oldu. F ran sa’da eğer ayaklar kullanılırsa diskalfiye edilecekler ve bütün emekleri boşa gidecekti. Ne pahasm a olursa olsun bu­ n a engel olmak lâzım geliyordu. D oublier “ Şumnu Fransız Güreş O kulu” adını verdiği bu öğretime, bir an evvel nihayet vermek istiyordu. Koyun tüccarı bütün m asrafları karşılıyordu am a, D oubher bir an evvel öğren­ cileriyle para kazanm ak arzusundaydı. Y usuf’un teklifiyle kum panyaya K ara Osman ve fizikman onlardan daha az kuvvetli, fakat Fransız güreşini en iyi öğre­ nen M ehmed de katıldı, (i)

K m .,k u zey b a tısın d a b u lu n a n U zu n lar k ö y ü n d e 1865 y ılında d o ğdu. 180 cm . b o y u n d a 100 k ilo ağırlığında b ir güreşçidir. K ırk p ın a r’a K o ca S alim ile gidip b a ş a ltın a k atıld ı.

168


Fransız güreşinin inceliklerini P etro f ile M ehmed çok iyi kavradılar. Doublier, ilk önce Yusuf’un, sonra da Kara Osm an’­ ın üzerinde duruyordu. Şüphesiz ki bu kadar kısa bir zam anda Fransız güreşinin inceliklerini öğrenmek imkânsız idi. Yusuf halı üzerinde yapılan güreşi sevdi ve yerde yapılan boyunduruk oyu­ nunu iyi uyguluyordu. Y usuf’un elense oyunu da korkunçtu. Elenseyi her çekişte rakibini yere düşürüyordu. Kimse Y usüf’un elense oyunu kar­ şısında dayanam ıyordu. T ürk ekseriya o karşı durulm az elense oyununu uyguluyordu. Doublier de bu oyun üzerinde durdu. Yusuf, kendisine yapılacak bütün saldırıları boşa çıkarm a­ nın kolayını gayet ustaca bir şekilde çabucak buluyordu. Evve­ lâ rakibinin b ir kolunu yakalıyor, öteki eh ile de ensesinden çe­ kiyordu. Y usuf’un öyle kuvveth parm akları vardı ki kendisini rahatsız eden bir hamleyi kolaylıkla dağıtabiliyordu. F ransa’da güreşirken, bizim güreşin inceliklerini bilememesinden ötürü bir

1894 y ılın d a D o u b lier, d ö r t p eh liv an g ö tü rm e k te İsrar edince, K o ca y u su f o n u d a y a n ın a a ld ı. F a k a t Y u su f, K a ra O sm a n her b a k ım d a n tu tu m lu olm adığı için h o şla n m a z d ı. B u y ü zd en Y u su f’u n d ik ta tö rc e b a şk a n lığ ın a ta h a m m ü l ede­ m eyip ay rıld ı. T ek b a ş ın a tu rn u v a la ra k atıld ı. İn g ilte re ’^ gitti. R u m P ie rri, A m e rik a d a A d alı H a lil ile geçinem eylnce b u se fer K a ra O s­ m a n ’ı ö n ce İn g iltere’ye so n ra d a A m e rik a ’y a g ö tü rd ü . (E k im 1899) 1909 ra m a z a n ın d a İ s ta n b u l’a geldi. G a la ta ’d a k i A ra b cam ii y a n ın d a b u lu ­ n a n Ç eşm e M e y d an ı’n d a v e G edik P a ş a d a k i eski tiy a tro y erin d e güreş y a p tıra n D eli M u r a d ’m o rg an ize etliğ i güreşlere k atıld ı. 1911 ra m a z a n ın d a y in e İ s ta n b u l’a geldi ve T a k s im ’d ek i sirk te g ü reşti. 130 k ilo o lm u ştu . M a k s’a 25 d a k ik a d a , D o b rev iç’e 4 d a k ik a d a yenildi. E d irn e ’d e A d a lı’yı yendiği P ie rri ta ra fın d a n re k lâ m edilm iş ise de 1909’d a İs ta n b u l’d a çık a n ila n la rd a güreştiği yazılı. 1950’li y ılla rd a k ö y ü n d e evinin a v lu su n d a o tu ru rk e n ö ld ü .

169


tehlikeye düştüğü zam an, gayet çabuk hareketlerle kurtulm ası­ nı biliyordu. Fransız güreşi biraz öğrenilince, Doublier kum panyası P a ­ ris’e harekete karar verdi. Ne yazık ki, başlarına hiç bekleme­ dikleri bir hal geldi. P ara babaları olan koyun tüccan bir alış veriş gezisinde aniden öldü. A rtık parasız kalm ışlardı. Ancak beş öğrencisi ile kendisi­ ni P aris’e kadar götürebilecek parası vardı. D urum o kadar da ümitsiz değildi. P aris’te bir müzik-hol ile yaptığı m ektublaşm a neticesi kendisine iyi şartlarda 20 günlük bir kontrat tem in et­ miş bulunuyordu. Fakat, işe başlama tarihine kadar daha üç haf­ ta vardı. Bu zam ana kadar ne yapacaktı? Hiç tereddüt etmedi ve beş öğrencisiyle beraber P aris’in yolunu tuttu. P aris’e yanında beş adam ı ve cebinde on santimi ile ulaştı. Esas olan, şampiyonlarının P aris’e gelmiş olmasıydı. Üst ta ra ­ fına Allah kerimdi. Elbette bir çaresini bulacaktı. İhtiras, İhtiras : Y usuf Paris’e giderken ileride servete kavuşacağı bir mem­ lekete gittiği için midir, yoksa reisleri Doublierin hoşuna gitsin diye mi bilinmez, bir az daha açıldı ve neşelendi. Böylelikle de Doublier şampiyonunun ölçüsüz gurur ve ihtirasım anlamış oldu. Yusuf, kendi fiziki kudretine sanki tapıyordu. Hiç sakla­ m adan bu hislerini de açıklıyordu. “ Ben anlatıldığı gibi hiç bir zam an hırsız çetesinin reisliğini yapm adım . Kimse de karşım da böyle bir itham da bulunam az. Bazan kızışmış işlere biraz karış­ tığım oldu. Bu doğrudur am a, bunları d a hayatımı kurtarm ak için yaptım . Tabii ki işlerin karışm asında ve hadise çıkm asında günahsız değilim diyemem, fakat ben ancak kendi hayatım ı ko­ rum ak için bazı olaylara kanştım . Hepsi bu k ad a r...” derdi, ve :

170


“ Naslİki güneşin parlaklığını bazan bir bulut gölgelerse, be­ nim de hayatım ı gölgeleyen bazı bu gibi olaylar başım a geldi. Esasen hayatım çok dalgalı geçti. Taa ki P om ak Osm an (Pamongki O sm an)’a rast gelene kadar. Pom ak O sm an’ı hiç tanı­ mıyorsunuz değil mi? Bu güreşçi Kara İbo’nun en parlak zamanlarm da artık yıldızı sönmeye başlamış bir ünlü pehlivan idi. Os­ m an büyük çapta bir pehlivandı. Ben kendisini tanıdığım zaman, artık o güreşten elini eteğini çekmek üzereydi.” “ O sm an’m K ara İbo’dan da üstün olduğunu iddia edenler vardır. Kara îb o ’nun güreşini gördüm , hayran oldum am a bir şey anhyam adım . Eğleniyor, ciddi güreşmiyordu. Ben onun za­ m anında yetişse idim, Kara İbo’yu da yenerdim ...” diye böbürlenmekten kendini alam ıyordu, ve : “ Gökte nasıl ki güneş bir taneyse, yer yüzünde de Yusuf Pehlivan bir ta n e d ir...” diye övünürdü. Y usuf önemli ve kendisince çok mühim zannettiği şeyleri anlatırken, karşısındakine “ sen” diye hitab ederdi, ve ; “ Bana güreşi Pom ak Osman öğretti anla ızdırab çekmesi­ ni öğretmedi. Ben acı çekmesini kendi kendime öğrendim ve baş­ kalarına da acı çektirmeye m uvaffak o ld u m ...” derdi. B ütün canını sıkan, Fransız güreşinde ayak oyunlarının uy­ gulanmaması idi. Her zaman : “ Kullanılmıyacak olduktan sonra Muhammed (Allah olm a­ lı) niçin ayakları verm iş...” diye sözünü bitirir ve m em nuniyet­ sizliğini açıklardı, ve : “ A yaktan tutm ah ve direnirlerse kırm alı” diyordu. Bu sportif felsefî düşünceler, D oublier’i fazlaca ilgilendir­ miyordu. Kendisini, Yusuf’un Fransız güreşi hakkındaki düşün­ celerinden daha önemli m addi problem ler, zorluklar ilgilendiri­ yordu. D oublier’in karşılaştığı iki önemli problem vardı. Birin­

171


cisi ki; çözümü o kadar zor değildi. A dam larının P aris’te güre­ şe başlayana kadar yiyip içmeleri ve yatm aları idi. İkincisi çok daha zor ve istikballerinin anahtarı olan bir m es’ele idi. O da, Fransız güreşinin kurallarından hiç haberi olm ıyan şam piyon­ larının, karşılarına çıkacak pehlivanlara ne yapacakları idi. Ya­ pılacak karşılaşmalarda çoğunlukla galip gelirlerse problem yok­ tu. Eğer yenilirlerse ve göz dolduram azlarsa her şeyin sonu gel­ miş ve bütün üm itlerinin iflâsı demek olacaktı. İşte o zam an ye­ ni angajm anlar yapamıyacak, ve hayal ettiği A vrupa turnesi de suya düşmüş olacaktı. Memleketlerine döndürm ek mecburiye­ tinde olduğu beş adam la yüz üstü kalmış olacaktı. Bunun için­ dir ki, Y usuf’un anlattıklarına pek kulak asmıyor mütemadiyen geleceği düşünüyordu. P aris’e varınca, reis (Doublier) yatacak bir yer ile karınla­ rını doyuracak lokanta tem in ettikten sonra, gözönünden uzak bir antrenm an salonu bularak adam larını çalıştırm ak istedi. Da­ h a sonra da bazı Fransız profesyonel güreşçilere, T ürkler’e id­ m an vermeleri için ricada bulundu. Kendisine bu konuda yar­ dım edecek pehlivanlar onda bir oranında da olsa yine bulun­ du. Fransız güreşçileri, Türkler’in Fransız güreşi hakkm daki bil­ gilerinin hiç denecek kadar az olduğunu hemen anladılar. Ama, bu bilgisiz güreşçileri yenmek de imkânsız gibi bir şeydi. Hepsi dev yapılı Nurullah’m yenilmesinin m üm kün olmadığı konusun­ da birleştiler. K ara Osman ile M ehm ed’in zekâları, Fransız gü­ reşini öğrenmeye en uygun olanıydı. Bir de Y usuf’a idm an ver­ mek meselesi geliyordu. Gerek Yusuf ve gerekse öteki Türkler idm an denilen şeyi hiç bilmiyorlardı. Birisinin karşısına çıkın­ ca, ahbap işi, çahşma, antrenm an filân anlam ıyor ciddi olarak m üsabaka yapıyormuş gibi tutuyorlardı, ü) (1) Y ağlı gü reşd e geleneksel id m a n (A n tre n m a n ) m in d er g ü reşin d en fa rk lı­ d ır. Isın m ak için k ü ltü rfizik h arek etleri y apılm adığı gibi y u m u şa k tu ta r a k oyu n

172


ilk idm anı verecek pehlivanı o kadar sert ve hızlı bir şekil­ de yere vurarak yendi ki; işler az kalsın arap saçı gibi karışacak durum a geldi. Yaptığı iş ne T ürk güreşi ve ne de Fransız güre­ şiydi. Acı kuvvetine güvenerek çok sert bir şekilde ve rakibini acemice yere vurdu. Yenmek için iki om uzun birden yere değ­ mesi icab ettiği kuralım hiç nazar-ı dikkate alm adı ve neden gaUb sayılmadığını bir türlü anlayam ıyordu. Galib sayümayışma fena halde sinirlendi ve F ransa’ya kendisini aldatm ak için getir­ diklerini bağıra bağıra anlatm aya çalıştı. D oublier’in otoritesi lâf anlam az bu kızgın T ü rk ’ü zor tes­ kin edebildi : “ Bana karşına çıkarılan pehlivanı devireceksin dediler, ben de işte deviriyorum. Daha ne istiyorsunuz...” diyordu. D aha zeki olan K ara Osman ve M ehmed epeyce zahmet çekerek Yusuf u yatıştırm aya m uvaffak oldular. Folies-Bergeres de yapılan ve her ta ra fta duyulmuş olan o meşhur güreşlerden evvelki idm an seansları daha sakin oldu. Bu sükûnet tabii bir kaç gün sonra m eydana gelebildi. H er şeyde olduğu gibi, bu hazırhklann da kom ik tarafları oldu. Şöyle k i : Hiçbir kültürü olm ayan ve diplom atik bir kuruluşun ne ol­ duğunu bile bilmiyen Yusuf, P aris’te bir T ürk sefirinin olduğu­ nu ve “ C onsül” dediği ve P aris’de bulunan Türklerin çıkarları­ nı koruyan bir konsolosun bulunduğunu biliyordu. Bu anlattı­ ğımız olay çıkınca Y usuf kendi çıkanarınm T ürk konsolosu ta ­ rafından korunm asm ı istedi. A rtık Y usuf’ta bir konsolos fobisi alıp verm e d e o lm az, m üsabaK a yapıyorm uş gibi güreşilir. İd m an d a yenışlik olursa te k ra r tu tu lu r id m a n süresi b u şekilde ta m a m la n ır. K o ca Y u su f id m a n d a d a ol­ sa y enilm eyi asla k a b u l etm ey e alışık olm adığı için b u o lay çık m ıştır.

173


başladı. Olmayacak her iş için “ Konsolosu isterim, konsolosu isterim ...” diye tuluruyordu.<D Bazan yum uşak, bazan otariter, bazan korkulm ağa kadar giden, bazan da yalvaran haller ile hep konsolosu istiyordu. Lâfm kısacası, herkese hayatı zehir etti. Yalnız kendisini bir köpek sa­ dakatiyle izleyen Nurullah hariç. O da Yusuf ile bir oluyor ve “ Evet konsolos, evet konsolos...” diye tekrar edip duruyordu. Nihayet, kendisini ikna için Paris'te yaşıyan lurklerden yararlanmayı düşündüler. Ancak, bundan sonradır ki Yusuf yola geldi, sakinleşti ve kurallara uym aya başladı. Folies-Bergeres deki meşhur güreşlerden bir hafta evvel Piazza Cimnastik Salonu’nda iyi bir antrenm an yapıldı. Bu an t­ renmanda Türk güreşçileriyle karşılaşan profesyonel Fransız gü­ reşçileri, güreşimizi şimdilik hiç biimiyen Yusuf’un yenilmesi­ nin güç olduğunda ve altı ay sonra da karşısmda durabilecek peh­ livanın bulunmayacağı fikrinde birleşmiş idiler. Nurullah ile belki berabere kalmak m üm kün olabilirdi. O, güreşi iyi bilen bir gü­ reşçiyi yenemiyeceği gibi, korkunç kuvveti ve dev cüssesi saye­ sinde de onu kimse yenemiyecekti. Nurullah dev gibi iri idi. Onun üzerine gitmek kayaya çarpm ak gibi bir şey olurdu. Eğer yen­ mek için uğraşıhrsa o zam an da takattan düşülür ve avantaj NuruUah’ta kalırdı. Kara Osman ve M ehm ed’e gelince, bu iki güreşçi iyi güreş­ mek istediklerinden, belki ince bir oyunla mağlub edilmeleci m üm kün idi. Bütün bunlara hakim olan şey, Yusuf’un akıllara

(1) K o ca Y u su f ve a rk a d a şla rı P a ris ’e g ittik le rin d e P a ris sefiri E sat P aşa idi. 1895 d e Y u su f Z iya P a şa sefir o ld u . 1896 yılında d a S alih M ü n ir Bey (P aşa) sefirliğe atan d ı. Salih M ünir Bey bu görevde M eşrutiyetin ilânından sonraya kadar (1909) k ald ı. G üreşçilerim izi y a k ın d a n izledi ve A b d ü lh a m id ’e ra p o rla r g ö n d e­ rird i. İs ta n b u l’a gelince de h u zu ra alınınca şifahi o la ra k bilgi verirdi.

174


durgunluk veren kuvvetiydi. Bu görüşüm üzün doğruluğu ileri­ de gerçek oldu. D oublier’in Türk pehlivanlarmm ilk güreşlerinin hikâyesi­ ni yazacak değiliz. Ancak, bir özetini vereceğiz. Yusuf’un karşısına ilk çıkan güreşi, f ransız Fenelon oldu. Fenelon, 89-90 kiloluk vücuduyla rakibinden daha hafif \e kü­ çüktü. Fakat, çok namlı ve usta bir pehlivandı. B ordcau\ şehri­ nin tanıdığı en usta pehlivanlardan birisiydi. Aynı zamanda for­ m unda bulunuyordu. Fakat, o üstün tekniği ile T ürk'ü hiç birtehlikeli durum a sokam adı. Bütün oyunları boşa gitti ve yenil­ m ekten de kendisini kurtaram adı. Fenelon. her saldırıya geçi­ şinde, duvara çarpmış gibi oluyor ve Türk kendisini yendikten sonra : “ Böyle sıkıldığımı, zorlandığımı şimdiye kadar asla görme­ d im ....” diye dert yanıyordu. Ertesi akşam, Yusuf’un karşısına biraz hafif olan fakat for­ m unun zirvesinde bulunan Berm and ve’ P retro Dalmass gü­ reş okulunun en iyi temsilcisi olan Paul Fournier çıkarıldı. Doublier, bu Fournier’den çekiniyordu. Güreşten önce, ken­ disini sahnenin arkasına çekerek : “ Aman Yusuf’u sakın yenme, sonra perişan olurum ...” diye ricalarda bulundu. Fournier ise : “ Sür’atli bir oyuna getirebilirsem yenerim getiremezsem yenemem. Onun görülmemiş derecedeki kuvveti, her saldırıyı dur­ durm ağa kâfi geliyor ve karşısm dakinin gücünü tü k etiy o r...” diye karşılık verdi. Doublier bu sefer de Y usuf’a giderek : “ Bu akşam ki rakibini yenersen, istikbal bizim dir...” dedi.

175


Fournier akla gelmedik ince oyunlarla, T ürk’ü yenmeye ça­ lıştı. F akat, kırılması m üm kün olm ayan bir m ukavem et göste­ ren T ü rk ’e bir şey yapam adı. Yusuf çok kuvvetli olan kollarıy­ la bütün oyunları bozuyordu. Ona, bir oyun uygulanınca hemen kuvvet zoruyla yapılan oyunu boşa çıkarıyor ve bir daha da ay­ nı oyuna düşm üyordu. Y usuf’un bir oyuna ikinci defa düştüğü görülm em iştir. Oyunları gayet iyi aklında tutuyordu. Yusuf hasm m a oranla uzun boylu olduğundan, güreşe he­ men hakim oldu. Sevdiği ve çok yaptığı elense oyunu ile Fournier’i mindere düşürdü. Sonra, onu öyle sıktı, öyle sıktı ki; Fo­ urnier hiç bir oyun uygulayam adan yenildi. Fournier’in düşüncesi de, diğer güreşçilerimizinkinden farklı değildi: “ T ürk, bizim güreşi hiç bilmiyor am a, m üthiş fiziki kuv­ veti karşısında boyun eğmekten başka yapılacak hiçbir şey yok. Oyunları ve güreş tekniğini çabucak öğrenecek ve fiziki kudre­ tine olan inancı sayesinde şimdiye kadar gösterdiği soğukkanlı­ lığım da kaybetm iyecek...” dedi. Y usuf’u belki de, kendi boyunda, çok kuvvetli, çevik, çok m ahir ve soğukkanlı birisi yenebilir. Fakat, her şeye rağmen Yu­ suf eşi az görülür bir seviyede pehlivandı. En zayıf tarafı sü r’atli olmamasıydı. Fakat, onda öyle bir pehlivanlık cevheri vardı ki, bu eksikliği asla beUi olm uyordu. H)

(1) B u rad a P a u l p o n s’un bilm ediği şu gerçeği açıklam ayı gerekli görüyorum ; T ü rk iy em izd e yağlı g üreşin d ışın d a çeşitli b ölgelerde çeşitli k u ru güreş y a ­ p ılır. H e r tü r güreşin de kendisine özel o y u n ları v a rd ır. M a raş, E lb istan H atay b ö lg elerin d ek i güreş tü rü n ü n k endine özel ço k ince ve a y a k ta n yenici oyunları o ld u ğ u gibi, Y usufeli yöresi g üreşlerinin de b a şk a y erlerd e yapılm ıyan çok g ü ­ zel yenici o y u n ları v a rd ır. Bu o y u n la rd a n şim diki g ü reşte p u a n alm ay a elverişli o lan ların ı uygu lay ab ild iğim iz a n , d a h a başarılı so n u ç la r alabiliriz.

176


D aha ertesi gece, Bordeaux şehrinin en acar ve gözde gü­ reşçisi Sabes, Fransız güreşçileri içinde en oyunbaz, en m ahir, güreş bilgisi çok ve çabukluğu dillere destan bir güreşçiydi. Yus u fd a onun böyle bir güreşçi olduğunu anlam akta gecikmeye­ cekti. İki güreşçi karşı karşıya geldiler ve âdet olduğu üzere el sı­ kıştılar. Hakem in düdüğü çalar çalmaz, Sabes yıldırım hızıyla güreşe girdi ve hasm ınm belinden yakalıyarak yere vurdu. Yu­ suf daha ne olduğunu anlayam adan iki om uzu yere gelecek şe­ kildeyken can havliyle sahnedeki dekorlara dayandı ve kurtul­ masına im kân olmadığı sanılan m uhakak bir yenilgiden kurtul­ du. Halkın heyecanı sonsuzdu. T ürk’ün m utlak bir yenilgiye git­ tiği şüphesizdi. İki omuzu üzerine gelecek ve bal gibi yenilecek­ ti. Am a niçin o dekora tutundun denilebilir mi?

K o ca Y u su f k en d i bildiği yağlı güreş o y u n ların ı g rek o -ro m en e u y gulaya­ ra k b aşarılı o ld u . Bu o n u n p ratik zekâsının bir so n u c u d u r. İyi güreşçi de işte b u d u r. B ir o y u n a ikinci bir d efa düşm em ebi ve o y u n ları ço k iyi a k lın d a tutm ası d a Y u su f’u n ü stü n b ir zek â ve güreş tekniğine erişm iş o ld u ğ u n u gösterir. B ir ö nem li n o k ta d a , yağlı güreş y a p a n ın m in d er güreşini k o lay ca ö ğ ren e­ bildiği h ald e, m in d er güreşçisinin yağlı güreşi çok zor öğren ebilm esidir. Ç ü n ­ k ü , yağlı güreş çok denge ve incelik ve d ik k a t isteyen bir g ü reştir. İşte bu sebep­ ledir ki yağ lıd an p ek ço k D ü n y a ve O lim piyat şa m p iy o n u çıkardığım ız h ald e, m in d erd e yetişip so n ra d a n yağlı yapm ış o la n la rd a n an c a k b irk a ç ta n e K ırkpın a r şam p iy o n u çık arab ild ik . S enelerce m in d erd e serbest ve g rek o -ro m en y a p tık ta n so n ra yağlı güreşe de heves ettiğ im zam an , yağlı güreşi ö ğ renm enin çok güç o ld u ğ u n u bizzat görerek sö y lü y o ru m , güreşim izi y ö n eten ler yağlı g ü reşten K orkm asınlar. O T ü rk güreşi­ nin tem eli ve k ö k ü d ü r. O tem eli ve o k ö k ü sarstığınız ve kestiğiniz a n T ü rk g ü ­ reşi de k u ru b ir ağaç o lu r. B ü tü n g ücünü ve güzelliğini kaybeder. Bence güçlü kuvvetli bir erkeğe yakışan sp o rların b aşın d a, v ü cu d a en elve­ rişli sp o r yağlı g ü reştir. O çiçeklerle bezenm iş çim enler üzerinde ve davul z u rn a ­ nın çaldığı Rum eli akıncılarının içli havalarıyla güreşm ek anlatılm ası güç bir zevk­ tir. 1945 yılı K ırk p ın ar güreşlerini seyre gittiğim de K ırk p ın ar ağasının israrm a rağm en m ey d an a çıkıp da güreşm eye cesaret edem ediğim e hala y an arım .

177


Bu tutunm a ile Yusuf m uhakkak bir yenilgiden kurtulm uş­ tu. Bu durum karşısm da Yusuf, ya diskalfiye edilecek veyahut da yenik sayılacaktı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Şiddetli münaşakalar oldu ve nihayet m üsabakanm bir akşam sonraya bırakılmasma karar verildi. Doublier bu m ünakaşalarda çok efendice hareket etli. M ü­ nakaşaya karışmadı. Durum un m uhakem e edilmesini ve çözü­ münü başkalarına bıraktı. “ Ama, eğer Yusuf dekorlara tutanm asa idi. belki de om uzu tutunduğu o dekora dayanacak yine de tuş olm ayacaktı...” diyordu. Bu Doublier’in şahsi görüşü idi. Asla unutulmıyacak bu güreş sahnesinden 48 saat sonra, iki peh­ livan (ckrar karşı karşıya geldiler. Sabes için belden yakalam a oyunu artık ölmüştü. Tekrar aynı oyunu Yusuf’a yapmanın im­ kânı yoktu. Sabes de aynı oyunu tatbik etmeye yeltenmedi. Doublier, “ Ben Yusuf’un bu kadar kızdığım ilk defa görüyorum ” diyordu, ve : “ Sabes gibi küçücük (bu söz Y usuf’un deyimidir) bir ada­ mın Koca Y usuf’u tehlikeli durum a düşürmesini kabul edemi­ yordu. ve ; “ İntikamımı alacağım ...” diye yemin ediyordu. Her halde intikamını alamıyacağı da pek düşünülemezdi.

(1) K oca Y u su f ve a rk a d a şla rın ın F olies-B ergere dek i güreşleri ilk d efa 10 N isan 1895 tarih li S a b a h ve İk d am gazetelerinde yay ın lan d ı. O n la rın d a “ K arşı gazeteler” den aldığını sanıyorum . D ah a sonra, P aris gazetelerinden çeviri yaptılar. S a b a h ve İk d aim 'ın, b u y azıların d a M e h m ed ’in (29 M a rt 1895) gecesi R um P ierri ile y ap tığ ı ve 40 d a k ik a d a yenişem eyip b e ra b e re k ald ık ları g ü reş an latıh y o r. Ö n em li b ir h ab er de, p eh h v a iila n m ız ın ilk güreşlerine kisbet ile çık m aları. F ra n sız güreşçileri so n ra d a n itiraz edince d iğer güreşlere k isb e te benziyen uzun fan ila d o n ile çıkm ışhr. B ak ; S ab ah , 10 N isan 1895 S. 2, S ü. 2 İk d a m , 10 N isan 1895 S. 3, S ü. 3

178


Doublier takımının o günkü şansı da pek iyi gitmemişti. Nurullah nihayet yenilebilmiş Kara Osman zorlukla berabere ka­ labilmiş ve M ehmed de pek önemi olmıyan bir galibiyet kazanmıştı. Sabes ile Y usuf’un ikinci karşılaşması m üthiş bir kalabalık seyirci huzuruda oldu. Sabes’in yeni ve başka bir oyunla kor­ kunç T ü rk ’ün sırtını yere getirmesi bekleniyordu. Am a bu sefer Yusuf gafil değildi. Bizim Sabes’in sür’atli bir oyun tatbikine fırsat vermedi. Sabes de bir açık bulup amacına erişmek için gay­ retini esirgemedi. Yalnız Yusuf uyanıktı, dikkatliydi ve Sabes’ in çabukluluğu m ahvına sebeb oldu. Y usuf’un kaptığı bir bel oyunu neticesi yenilmekten kendisini kurtaram adı. Diğer tara f­ tan şimdiye kadar hiç yenilmemiş olan Türk (Yusuf) güreştiği Fransız pehlivanlarından oyunlar öğreniyor ve bu suretle her gü­ reş onun için bir ders oluyordu. İlk zam anlardaki acemiliği de yavaş yavaş kayboluyordu. Fransız güreşinin inceliklerine vâ­ kıf olam am ıştı am a, şimdi daha iyi savunma yapıyor ve daha dikkatli güreşiyordu. Dolayısı ile de her geçen gün Yusuf’un ye­ nilmesi imkânı uzaklaşıyordu. Doublier, işlerinin iyi gitmesinden m em nundu. Öğrencile­ rinin gittikçe ilerlemesini takdir ediyordu. Bu ilerleme, diğer öğ­ rencilerde de görülüyordu. Yusuf için dediğimiz şu sözü, diğer T ürk pehlivanları için de söylüyebiliriz : “ T ürk güreşçilerine bir oyun ancak bir defa tatbik edilebi­ lir. İkinci defa aynı oyunu tatbik etmeyi düşünm ek bile boşu­ n a d ır...”

(1) Y u su f v e N u ru lla h ’m tek m ağlubiyetleri P a u l P ö n s ’a karşı o lm u ştu r. P a u l P o n s iki sene so n ra C a sın o de P a ris de C ih a n Şarrvpiyonluğu’nu d a alm ış­ tır. (E d itö rü n n o tu )

179


Fransız güreşçilerinin uyguladıkları oyunlara T ürk güreş­ çileri, çok dikkat ediyorlardı. Hep çalışıyor ve ne pahasına olursa olsun, başarıya ulaşm ak için hırsla, inatla Fransız güreşini öğreniyorlardı. Burada, kombinezonlardan bahsetmeden geçemiyeceğiz. Ek­ seriya güreşlerin neticesi evvelden hazırlanır ve daha ziyade pa­ ra getirecek durum lar düşünülür. Fakat, bu gibi haller turnuva­ lardan ve şam piyonalardan ziyade tem aşa yerlerinde tertip edi­ lir. Şike yapm ak ve halkı eğlendirmek yönü tercih edilir. Türk1er Paris’e geldiği zaman, onlara asla danışıkh güreş yapma teklifi yapılam am ıştır. Tek şey biliyorlardı, o da önlerine çıkanı yen­ mek ve ona yenilmemek. Başka bir şey anlam ıyorlardı. Doublier’in getirdiği Türk pehlivanları erkekçe ciddi olarak güreşmiş­ ler ve eğer yenildikleri olmuşsa hakh olarak yenilmişler ve danı­ şıklı güreş tutm am ışlardır. Yusuf, Nurullah ve Küçük Mehmed denilen (Boyu 175 cm.) pehlivanlar D oublier’in emri ile hareket ederlerdi. D oublier’in istediği pek basitti. Acımak yok ve en kısa zam ada neticeye ulaş­ m ak ... Sahneye çıkm adan evvel, D oubher öğrencilerine şu öğü­ dü veriyordu : “ Ç abuk, çabuk — Tcham ouk, tcham ouk “ Yani tuttukları basımları çabuk çabuk yenmelerini söylerdi. Daha son­ raları Türkler’ijı şöhreti çoğalınca, bu sefer de onlara, seyircile­ rin eğlenmek, vakit geçirmek için para ödeyerek geldikleri, bu­ na karşılık da uzun zam an güreş seyrederek zevklerini gidermek isteyecekleri, bu sebepten güreşleri daha uzun sürdürm ek icab ettiği çok zor, am a pek çok zor anlatılabildi. Ç ünkü Y usuf ve arkadaşlarının karşısında bir iki dakikadan fazla dayanabilecek pehHvan da çıkarılamıyordu. Çabuk biten güreşler, seyirciler için pek basit ve zevk ver­ mekten uzak oluyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar güreş biti­ yor, seyir de sona eriyordu. Bunun için, güreşin biraz uzun sür­

180


mesi isteniliyordu. Bunda İliç bir hile ve aldatm aca da yoktu. Güreşin sonunda yine en iyi güreşçi kazanıyor, seyirci de verdiği paraya karşılık uzun m üddet güreş seyrederek eğlenmiş oluyor­ du. M utlaka galip gelecekleri bilinen T ürkler’den istenilen tek şey, güreşin biraz uzun sürmesi, rakibin oyunlarından ve tehli­ keli durum lardan kurtulm ası ve sonunda güzel ince bir oyunla galibiyete ulaşm aları idi. Yani lâfın kısacası seyirciye iyi vakit geçirtmeleri tavsiye ediliyordu. Organizatörlerin tek isteği, seyirciye güreşin bütün inceHklerini, bütün zevklerini, bütün oyunlarını göstermek idi. İşte bun­ ları Türkler’e anlatmak bir devlet işi halletmek kadar zordu. Şüp­ heci, hırslı ve gururlu olan Türkler, kendilerinden istenilen bu işi bir türlü anlamak istemiyorlardı. Hele Yusuf’a menajerleri ile olan para konusundaki m ünakaşalarından sonra, en basit ve en tabii şeyler bile anlatılam ıyordu. Yusuf’un menajeri ile vuku’ bulan tartışması şu şekilde ol­ du. T ürkler’in paraya karşı büyük bir zaafları var. Doublier ile aralarında bir sözleşme ve bu sözleşme gereğince her gün verile­ cek para miktarı da tesbit edilmiş bulunuyordu. Fakat, Türk gü­ reşçileri Doublier’in kendi sırtlarından çok para kazandığını öğ­ renince, ifrite döndüler. Türkler dört kişi idiler ve bir azıcık p a­ ra karşılığı her gün güreş sahnesine çıkıyorlardı. Buna karşılık, Doublier’in büyük paralar kazandığını öğrenince, Yusuf çok kız­ dı am a pek de belli etmedi. Pastanın çok güzel ve hem de pek nefis olduğunu ve hissesine düşenin de ahnm ası gerektiğine ka­ rar verdi. M üsabakadan sonra Doublier’in inanacağı ve hemen soyunma odasına geleceği bir şey uydurarak D oublier’i yanm a çağırdı. Doublier odaya girince Yusuf hemen kapıyı kilitledi, ko­ nuşmaya başladı ve ötekine cevap verme fırsatını vermeden üze­ rine çullandı, cebinde bulunan 1200 frangı alarak kendi cebine indirdi.

181


Y usuf hakkın yerini bulmasını isteyen ve kendi hakkını da almasını seven bir insandı. İşte bu hadise D oubüer ile şampiyo­ nun ayrılm alarının başlangıcı oldu. Çok sükse yapmış olan Türkler, her taraftan isteniliyordu. Dolayısiyle de Doublier’in şartlarından daha iyi şartlarla baş­ kaları ile çahşmıya başladılar. Türkler’e bir güreşçiyi hemen yen­ memenin bir zaaf olmadığı ve olamıyacağı çok zorlukla ve za­ manla anlatılabildi. “ Çabuk-tcham ouk” yerine güreşi biraz uza­ tarak “ Yavaş-Yavasch” yenmeleri anlatılam ıyordu. D aha son­ raları acele etmeden yavaş güreşmiye ikna edildiler am a yine de onların yavaş güreşmeleri bir iki dakikayı geçmiyordu. O n­ lar bu bir iki dakikalık uzatm ayı kafi görüyor ve hemen dala­ rak rakiplerinin sırtını mindere yapıştırıp güreşi bitiriyorlardı. F ransa’ya geldiklerinden çok sonra, A vrupa’nın bazı şehir­ lerini çeşith kum panyalarla dolaştıkları vakit, seyirciye temaşa zevkini vermeyi ve güreşleri uzatmayı kabul ettiler. Fakat, Türkler’den “ Omuzlarını borç vererek yenilmelerini istemek (Para karşılığı yenilmelerini istemek)” düşünülecek bir şey değildi. “ Omuzunu borç vermek-para karşıhğı yenilmek” şu demek­ tir. Norm al şartlarla güreşildiği zam an, hiç bir şekilde yenemiyecek bir güreşçiye m ahsusdan seyirciyi çekmek için yenilmek dem ektir. Türkler hiç bir zam an hiç bir yerde buna yanaşm adı­ lar. Hele ilk defa gelenler, sonradan gelenlerin gösterdiği anla­ yışı da göstermediler. A vrupa şehirlerinin music-hollerinin sahneleri, Y usuf’un, Kara Osm an’ın ve M ehmed’in, ün kazanm alarından sonra bun­ ları sahnelerine çekmek için yanş ediyorlardı. Sultanın bir tem ­ silcisi bulunmayan turnuvalar, şampiyonalar pek sönük geçiyor­ du. H er hangi bir sahnede güreş tertip edene sorulan ilk soru : “ Aralarında Türk Var mı? ” sofusu idi. Halk ne pahasına olur­

182


sa olsun, m üsabıkların arasında m utlaka bir T ürk’ün bulunm a­ sını arzu ediyordu. T ürk’ten sonra revaçta olanlarda siyahilerdi. Nihayet korkulan şey başa geldi. Büyük müesseseler nam yapmış 3-4 seçkin pehlivanı tekeline alınca, ortaya kıymet­ lendirilmesi gereken düşük seviyede ikinci sınıf güreşçiler çıktı. İşler şöyle oluyordu : Bir insan hem Türk ve hem de güreşçi olabilir am a pehli­ vanlık derecesi o rta derecede olabilirdi. Türkiye, bütün kuvvet­ li i n s a ı ^ n tekeli altına almış bir memleket değildir. Ba>ka memleketlerde de kuvvetli insanlar vardı. O rta kali­ tedeki Türk güreşçileri yenilmeyi arzu etmeyen bazı rakiplere bo­ yun eğmek zorunda kalıyorlardı. A m a bütün seyircilerin alâka­ sını çeken Türk güreşçilerinin güreşlerini de uzatm ak, devam et­ tirm ek, çabucak bitirmemek kum panya organizatörlerinin menfeati icabıydı. Türk güreşçilerinin, turnuvanın veya şam piyona­ nın ilk gününde yenilip elenmesi pek istenmiyordu. Türk güreş­ çisi nasıl olursa olsun, m utlaka onun finale kalmasını temin et­ mek gerekiyordu. Aksi takdirde halk “ Bu hakiki Türk değil, bizi Türk pehlivanı diye kandırıyorsunuz” diye bağırıp çağırıyor, gü­ rültü çıkarıyor, protestoda bulunuyor ve salonu terk ediyordu. Bir daha da güreşleri seyre gelmiyordu. Ö zam an güreşler boş sıraların önünde yapılacak idi ki, direktörler hiçbir zam an böy­ le bir şeyi kabule yanaşm ıyorlardı. Bunun için T ürk güreşçileri­ nin kıymetlendirilmesi, güreşlerin uzatılması ve neticenin hemen alınmaması zaruri oluyordu. F ransa’d a işler böyle olmadı. Çünkü, Fransa’ya gelen Türk pehlivanları hep seçme ve birinci sınıf güreşçi idiler. Fransız se­ yircisi hiç bir zam an, kıymetlendirilmesi gereken Türk güreşçi­ sine rast gelmedi ve böyle bir Türk güreşçisi de seyretmedi. H atta bunun aksine T ürk pehlivanlarından güreşlerini uzun sürdürme­ leri istenildi. Yoksa T ü rk ’e kafa tutacak karşı koyabilecek peh­ 183


livan pek yoktu. F akat, gerek Alm anya, gerek A vusturya ve ge­ rek İtalya’da Türk güreşçilerine m üsam aha edilmesi geleneği bü­ tün şaaası ile yerleşti. D oublier’in getirdiği dörtlü takım , önüne geleni hiç acım a­ dan çarçabuk yenmek amacıyla gelmiş bulunuyordu. Bu Türk1er öteki memleketlerin güreşçilerinin yaşayışlarına, adetlerine ve güreşlerine pek yabancı idiler. Çok sonraları Türkiye’den gelen profesyoneller diğer ülkelerden gelen rakip güreşçilerin yaşayış­ larına ayak uydurdular. T ürk güreşçilerinin bu ahşkanlığı maalesef T ürkler’in aley­ hine bir yolda gelişti. Sonradan A vrupa’nın büyük şehirlerinde güreşmek için gelen Türk profesyonel güreşçileri Y usuf’un, Nurullah’m, M ehm ed’in ve K ara O sm an’ın karakterleri arasında çok büyük farklar vardı. İlk gelenlerin tutumluluğu şaşılacak de­ recedeydi. Hiç şarap ve içki içmiyorlardı. İçtikleri yalnız su idi. Külbastı, kızartılmış et, yağsız sebze, az ekmek ve çok çok üzüm yerlerdi. Y usuf günde yalnız başına 7-8 kilo beyaz üzüm ü rahat rahat yiyordu. Çok dindar idiler. Ne sebeple olursa olsun hiç bir zam an ağızlarına bir lokm a dom uz eti koym adılar. Bu adet­ leri az kalsın D oublier’in hayatına mal oluyordu, buna da sebe­ biyet veren Doublier idi.

( I) Bazı g üreş y azarlarım ız m aalesef Y u su f’u n b u am ansız rak ib i P a u l P o n s k a d a r d ü rü s t k a ra k te rd e o lu b d a gerçeği yazac ak ları yerde o n u n hiç y apm adığı b azı u y g u n su z şeyleri y azm a k ta n çekinm ediler. K u rtd ereli M ehm ed P eh liv an , G u lâm R ü stem ile P a ris ’de g ü reşd ik ten s o n ra İ s ta n b u l’a d ö n ü n ce bu k o n u d ak i b ir so ru y a şöyle cevap veriyor : “ V aktiyle K oca Y u su f P a ris’de L o n d ra ’d a F ra n sız ve Ingiliz k ızlarıyla hayli aşin alık kesbetm iş, siz de P aris güzellerini nasıl b u ld u n u z? Y ok Y ok. Y u su f için söylenenler iftirad ır. P eh liv an lar hiç böyle şey y a p a r m ı? ayaliyle ik tifa etm iştirk a n s ıy la y etin m iştir” (S a b ah , 4 E y lü l 1900)

184


'71

Olaya şu adı verebiliriz “ M ükemmel bir ziyafet, doym ayan T ürk ve dom uz pirzo­ lası.” İşte olayın hikâyesi : Olay basit ve önemsiz bir olaydır. Am a, sonucu ve sebebi­ yet verdiği olaylar şaşırtıcı ve güldürücüdür. T ürkler’in sırtın­ dan çok para kazanan Doublier, keyifli olduğu bir zaman, Türkler’e şaka yapm ak istedi. A m a ne şaka? Akılsız olm asına rağ­ men, etrafındaki Türkler’e, bu oyunun sonunda, başına ne gele­ ceğini hiç düşünm eden hazırladı. DoubHer, Türkler’in aksine pek Allah’a inanmıyordu. Türk1er, dinlerine çok bağh idiler. Yusuf ve arkadaşlarım dom uz eti yememek için gösterdikleri inanca, Doublier gülüyordu. Bunu, büyütülmüş bir şey ve gülünç buluyordu. Aklına; şunlara bir do­ muz eti yedireyim diye koydu. Dom uz etini yedireceği T ürkler’ in hiç bir şeyin farkına,varm ıyacaklarm a da emindi. DoubHer’in dini bir inançla ve samimi olarak dom uz eti yemiyen bu insanlara dom uz eti yedirmekle ne zevk alacağı da pek anlaşılam am ıştır. Pek çocukça bir zevk olsa gerek. Ne ise, bir gün menajer efendi adamlarını bir öğle yemeğine davet etti. Bir­ çok yemeklerle beraber dana eti diye takdim ettiği bir et yeme­ ğini de sofraya çıkardı. Bu yemek bal gibi domuz etinden yapıl­ mış bir yemekti. Gayet iyi pişmiş ve tanınm am ası için de nefis bir salça içine saklanmış dom uz etini önlerine koydu. A dam la­ rının iştahını bildiğinden Doublier, her şeyi bol bol yaptırdı. O gün Türkler günlük yemeklerinin temelini teşkil eden ızgara et­ lere iltifat etmediler. D oublier’in hazırlattığı yemek, o kadar nefis idi ki, T ürk­ ler tekrar tekrar bu yemekten istediler ve bir lokmasını bile bı­ rakm adan hepsini kemal-i afiyetle yeyip bitirdiler.

185

L mİ


Y usuf bu güne kadar hayatında böyle nefis bir yemek ye­ medim dedi. Yemek bitince. Yusuf niçin daha çok yemedim di­ ye üzülüyordu. Kumpanya müdürü, adamlarmm sonsuz bir zevk ve doyurulması güç bir iştiha ile dinlerince kötü tanm an bir eti yediklerini zevkle seyrediyor ve kendi kendine : “ Zavallı şeytanlar, yuttuğunuzun ne olduğunu bir bilseniz” diyordu. Bir müddet sonra Nurullah, yedikleri yemeğin tadı ağzın­ da kaldığı için ; bu yemeğin tekrar yedirilmesini istedi. Doublier bu isteğe kaçam ak cevaplar verdi. Oyunu bir daha tekrarla­ mak arzusunda değildi. Sonra, Yusuf da istekle bulundu. Doublier onun da isteğini yerine getirmedi. Fakat Türkler bu ka­ dar hoşlarına giden yemeği m utlaka bir daha yemek istiyorlar ve her gün D oublier’e İsrar ediyorlardı. Bir gün, Paris’te oturan ve güreşleri m untazam an izliyen bir T ü rk ’e, menajerlerinin kendilerine harikulâde bir et yemeği ye­ dirdiğini fakat, bütün İsrarlarına rağmen o yemeği tekrar yedir­ meğe yanaşmadığını ve o yemekten bir daha yiyelim dedikleri zam an, işitmemezlikten geldiğini anlattılar. Mehmed F ransa’­ da oturan Türkler’in bu nefis Fransız yemeğinin ne olduğunu her halde bileceklerini tahm in ettiğini söyledi ve ilâve etti : Bu yemeği yalnız Doublier’in bilmiyeceğini ve herhalde baş­ ka bir yerde de bu nefis yemeğin bulunabileceğini söyledi. P aris’te oturan Türk, mes’eleyi öğrenmeye karar verdi ve araştırm aya başladı. Vatandaşlarına ikram edilen etin, domuz eti olduğunu öğrenince hayretler içinde kaldı. Bunu nasıl anladı? Bu da başka bir soru. Herhalde D oub­ lier’in hizmetçisini gözetledi ve ahşverişe giderken Türkler’i mem­ nun eden o yemeğin, ustaca hazırlanmış dom uz eti olduğunu öğrendi.

186


Y usuf’un ve arkadaşlarının bilmeyerek de olsa büyük bir günah işlediklerini kabul etti ve deliye döndü. Yapılan şaka pek kötü olduğu için, bunu M ehm ed’e haber vermeyi uygun buldu. M ehmed işi duyar duymaz, kaşlarını çattı ve hiçbir şey söyleyemeden hemen secdeye kapanarak, Allah’a yalvarmıya, günahı­ nı affettirm ek için duaya başladı. Sonra Nurullah ile dışarı çık­ mış olan Yusuf’a başlarına geleni anlattı. Yusuf bütün arkadaş­ larının itimadım kazanmış olanı idi. Başlarına ne gelirse hemen Yusuf’a ulaştırırlar, o da kendine has sert ve korkutan otorite­ siyle işi yoluna koyardı. Sonsuz bir güven besledikleri Doublier’in oynadığı bu oyun ve tuzak, Yusuf’a anlatılınca kendilerine fenalık etmek için ya­ pıldığına kani oldular. Yusuf ve arkadaşları daha evvel, Doublier’e dom uz eti yemenin Peygamber tarafından men edildiğini, yiyenin dünyada lânetleneceğini ve ölünce de büyük cezalara çar­ pılacağım defalarca anlatm ışlardı. B una rağm en Doublier, bu oyunu bilerek kasden yapmış olmalıydı. A rtık Y usuf’un gaza­ bının hududu yoktu. Bir insanın çok kızması, küplere binmesi düşünülebilir. Ama Yusuf’un kızmasının istisnai ve tehayyülü imkânsız biriıali vardı. Yusuf kızınca çok korkunç olurdu. Kendisine karşı duran herşeyi kırar geçirir, buna kimse engel olamazdı. O öyle bir yaratık idi ki, böyle anlarda merhamet nedir bilmezdi. Yusuf, bütün ha­ yatı m üddetince m erham eti ne bilmiş ve ne de tanım ıştır. Hemen bıçağına sarıldı. Bundan dolayı da kendisine çok tehlikeli bir insan şöhreti verilmiştir. Bulunduğu her yerde, korku hüküm sürer ve herkes onu kızdırm am ağa dikkat ederdi. Çok korkunç ve gaddardı. Hile ile kendilerine oynanmış bu oyunu Mehmed’den öğrendiği zaman, Yusuf işte bu halet-i ruhiye içinde bulunuyordu.

187


Esasen Yusuf, tedbir düşünecek bir adam da değildi. İlk dü­ şüncesi suçluya lâyık olduğu cezayı vermek idi am a, D oublier’e karşı bir arkadaşlık hissi de m evcuttu. O Türkiye’de bulunduğu k ötü şartlardan bu günkü refaha, D oublier’in sayesinde ulaşa­ bilmişti. Bir an tereddüt eder gibi oldu. A m a yine dini duygula­ rı galebe çalarak ve her türlü borçluluk duygularım bir tarafa bırakarak, onun yapmış olduğu bu kötülüğün cezasını vermek için ileri atıldı. Y usuf’un ileri atılması da kararı gibi korkutucuydu. Yu­ suf, çok kuvvetli kolu ve gayet iyi kullandığı geçmişi oldukça yüklü bıçağı elinde ilerledi. Bu dram a engel olm ak imkânsızdı. T ü rk ’e F ran sa’da böyle hesaplaşmanın. Sultan’m memleketin­ de olduğu gibi yapılamıyacağı ve hesabım kendi kendine göre­ nin işlediği suça göre ceza verileceği, boş yere anlatılm ak isten­ di am a,hakarete uğramış, dini inançları zedelenmiş Yusuf, suç­ lunun canını cehenneme göndermeden teskin olacağa benzemi­ yordu. Suçlu da kendilerini alçakça kandıran Doublier’den baş­ kası değildi. Y usuf’u kararından vazgeçirmeye kalkışm ak, büyük tehHkeye atılm ak olacağından, bu da hiç kimsenin göze alacağı yi­ ğitlik değildi. Yapılacak yegâne şey, Türk’ün kızgınlığı geçene ka­ dar, Doublier’in ortadan yok olması için ona haber göndermek­ ten ibaretti. İşi zamana bırakarak T ürk’ün biraz sükûnet bulmasını bek­ lemek ve ondan sonra yapılacak işi düşünmek gerekiyordu. Eğer korkunç Türk tam olarak sükûnet bulursa belki Doublier de tek­ rar ortaya çıkabilirdi. Bu zam ana kadar, D oublier’in ortalıktan tam am en kaybolması elzemdi. D urum dan haberdar edilen D o­ ublier, yemek şakasının o kadar eğlenceh bir şey olmadığını anladı.

188


Y usuf’un ne mal olduğunu herkesten daha iyi kendisi bil­ diği için, hiç vakit kaybetmeden ve lâfm sonunu bile dinleme­ den hemen evini terk etti. M üthiş T ürk, düşm anı D oublier’in evi önüne gelince. Ka­ palı bir kapı ile karşılaştı. Yusuf, öyle akim a koyduğundan ca­ yacak yaradılışta insan değildi. Doublier’i daha o gece kıstırmağa yemin etti. Çünkü, Doublier’in o akşam “ Cirque D ’ Hıver” (Kış­ lık Sirk) m üdürü M. F ranconi’nin yanında olacağını ve onunla bir iş konuşması yapacağım biliyordu. Yusuf,Kışlık Sirk’in yolunu tuttu. O raya daha evvel bir ke­ re gitmişti, am a yine de nereden gidileceğini bilmiyordu. Sora sora cambazhaneyi buldu ve Doublier’i sordu. Kendisine, bek­ lenildiği halde gelmediği cevabı verildi. Saat 22.30 olmuştu. Do­ ublier’in geleceğinden emin olan Yusuf, beklemeye karar verdi. Kendisine cambazhanedeki numaralan seyretmesi teklif edil­ di am a o bu teklifi öyle bir inatla reddetti ki, yapılacak başka bir şey kalmadı. Çünkü, o Doublier’in elinden kaçacağından kor­ kuyordu. D oublier’in kabul edileceğini sandığı oda içinde bek­ lemek için İsrar etti. O zam an D oubher’in m üdür odasında k a­ bul edileceği, fakat hürm et ve saygıya lâyık Yusuf’un menajeri­ ni bu odada bekliyemiyeceği, m üdürün m akam ında yalnız kal­ mayı arzu ettiği nezaketle anlatıldı. O zam an m üdür odasının kapısı önünde DoubHer’i beklemeye karar verdi. Saat 23.00 oldu, 23.30 oldu ve 24.00 oldu program bitti, lâmbalar söndürüldü. Y usuf a da canbazhanenin kapanacağı an­ latıldı am a, Doublier gelmedi. Doublier, arkadaşlarının yanına sığınmış, tir tir titriyordu. Bir yere gidemeden fırtınanın geçmesini bekliyor am a; T ü rk ’ün de kızgınlığı geçmiyordu. H atta D oublier’e haber verildiği, ka­ çırıldığı ve kendisini bir daha görüp intikam ım alamıyacağı en­

189


dişesiyle hiddeti büsbütün artıyordu. Alam adığı intikam ı ve ha­ leldar olan m addi menfaati Yusuf’u daha da çileden çıkarıyordu. Doublier, Y usuf’un gözünde bereketli bir insan gibiydi. O nun sayesinde paraya kavuşm uşlardı. D oublier demek, para dem ekti. P aranın da Yusuf’un yanında yeri pek büyüktü. Y usuf iki zıt düşünce arasında bocalayıp duruyordu. Şöyleki : Eğer D oublier’i lâyık olduğu şekilde cezalandırır ve canım cehenneme gönderirsem , Allah yediğim dom uzun günahını af eder. Am a, ulaşm ak istediğim servete de elveda demek lâzım ge­ lecek.... diye düşünüp duruyordu. Yusuf, bir taraftan m enfeatinin, diğer taraftan dini inançlanm n çatışması problemine bir hal çaresi bulamıyacağım anladı. Bir birine zıt bu iki düşünceyi bir hal çaresiyle birleştirecek ve doğru yolu gösterecek kimseyi nerede bulmahydı? Yusuf, Doublier’in kendisi için ebediyyen kaybolmuş oldu­ ğunu bilmesi gerektiğine inandırılınca, artık intikam ını alamıyacağım anladı. O zam an günahını A llah’a affettirebilm ek için kendisini ibadete verdi. Bu anlattıklarımızın güreşle hiç bir ilgisi yoktur. Fakat, gü­ reş dünyasında gelip geçmiş ve büyük rol oynamış güreş şam pi­ yonlarını anlatan bir kitapta m utlaka yeri olması da lâzımdır. O nun çağında yaşamış bütün profesyonel güreşçiler, yapa­ bileceği ve kazanabileceği bütün başarıları dünyaya göstereme­ den vakitsiz ölen Yusuf gibi eşsiz bir pehlivana ait her şeyin, güreş şampiyonlarım anlatan böyle bir kitapta yazılm adan geçilemiyeceği görüşünde birleşmektedirler. Eğer Yusuf’un öm rü, Fransız güreşinin bütün oyunlarının inceliğini öğrenmiye m üsaade etseydi ne olurdu?

190


Demek ki nam dar Yusuf, İstâmiyetin men ettiği dom uz eti yemenin kefaretini nam az kılmak ve A llah’a dua etmekle ödüyordu. Bir taraftan A llah’a dua ediyor, diğer taraftan d a Doublier’in kaybolmasıyla içine düştüğü para sıkıntılarmı acı acı düşünüyordu. P aralan yok değildi. Ücretleri muntazaman ödenmişti. Pan­ siyon paraları da verilmiş bulunuyordu. A m a Yusuf un T ürki­ ye’den ayrılırken hayal ettiği bu değildi. Onun akh fikri hep ufak bir servet toplam ak idi. F akat, işlerin aldığı şekle göre de bu ha­ yallerin hakikat olması gittikçe güçleşiyordu. Talihleri sıkı sıkıya Yusuf’a bağlı olan öteki Türkler, ne ola­ caktı? Onlar şarkvari bir sükûnet içinde geleceğin çizeceği ve gös­ tereceği sonucu sabırsızlıkla bekliyorlardı. Gelecekleri tam am en inandıkları, şeflerinin elindeydi. O ne yaparsa m utlaka en iyisi­ ni yapmış olurdu. Buna karşı denilecek ne bir söz ve ne de yapı­ lacak bir şey olabilirdi. Yusuf, hepsinin adına hareket ediyordu. Doğruyu söylemek lâzımsa NuruUah ile Mehmed bu işi, Yu­ suf’un büyüttüğü gibi büyük ve önemli görm üyorlardı. Ama, arkadaşları Y usuf’u d a istediği gibi hareket etm ekte serbest bı­ rakıyorlardı. Ç ünkü, onların susm aktan başka yapacakları bir şey yoktu. Y usuf ancak bildiğini, düşündüğünü yapar ve bun­ lardan başkasını da yapmazdı. Hiç birisi, kendi düşüncesine ay­ kırı düşünceyi asla kabul etmeyecek olan m üthiş arkadaşlarının fikrine boyun eğmekten başka bir şey düşünem iyorlardı. Yusuf, bir taraftan vicdanı, diğer taraftan cüzdanı arasın­ da ve devamlı dua etmesine rağmen alam adığı intikam ının ağırhğı altında bocalayıp duruyordu. Böylece aklını d a kaybetti. Bu zor durum içinde kendisinin kaybolduğunu zannediyordu.

191


Dinî ve malî zorlukların giderilmesi için, kendisini ve arka­ daşlarını Türkiye’nin resmi temsilcisinin himayesine koymayı dü­ şünüp kararım verdi. Bunun için de sefir konsolos, konsolos m u­ avini, küçük ve büyük kâtiplerden kim olursa olsun getirilmesi için yaygarayı bastı. Paris’te bulunan Türkler, Türkiye sefirinin, Doublier’in on­ lara oynamış olduğu oyunu ve sonucunu elbette duymuş olaca­ ğını, fakat sefirin bu işle ilgilenmiyeceğini boşu boşuna anlat­ m aya çalıştılar. Bu mesele için, kendisini kabul edemiyeceğini tekrar tekrar anlattılar. Diğer taraftan Doublier de, ortalıkta gö­ rünmemesine rağmen, bağlı bulunduğu kontratın bütün malî hü­ kümlerini eksiksiz yerine getiriyordu. F akat Yusuf, tehditler sa­ vuruyor ve memleketimin müemessiline anlatacağım da anlata­ cağım diyor, başka bir şey demiyordu. Bu durum ların doğurduğu sahneler bazan çok gülünç olu­ yordu. Yusufdaki bu azgınlık bazan yerini duaya bırakı­ yor ve hemen secdeye kapanarak çok samimi bir şekilde ve ken­ dinden geçercesine dualar ediyor ve daha sonra da kendisine lâf anlatm ak isteyenlere, D oublier’i koruyorsunuz diye küfretm e­ ye başlıyordu. Onun için herkes,kalleş ve vefasız idi. A rtık bü şüpheciliği dayanılmaz bir durum yaratıyordu. Nihayet, birisi işin hal şeklini buldu. P aris’te hukuk tahsili yapan bir T ürk’ün babası, bulundu. Yusuf bu adam ı tanım ıyor­ du. Y usuf’a bu bey’in Türk sefiri değil de Türk konsolosu ol­ duğu söylendi. O zam an Yusuf yatıştı, çok sevimli bir insan ol­ du. Bu konsolosa gayet sakin bir halde, dertlerini söyledi. Sö­ züm ona bu konsolos efendi : “ Vaziyetin o kadar ümitsiz olmadığım, dom uz etini bile­ rek ve istiyerek yemediği için günahı olmıyacağım, A llah’ın ke­ rim olduğu için bu günahları affedeceğini, çünkü hakikaten Yu­ suf’un bir günahkâr değil aldatılmış bir kurban olduğunu ve bu­

192


nu d a A llah’ın elbette bildiğini, günah işliyenlerin cezasını Al­ lah’ın vermeye m uktedir bulunduğu, eğer bu işe sebep olanlarbir ceza vermek lâzımsa bunu A lah’m vereceği.” Anlatıldı . A llah’ın yapacağı bir işi kendisini onun yerine koyarak yapm a­ m ası gerektiği de izah edildi. Bütün bu iyi nasihatlar, Yusuf’un akhm başına getirdi. Son­ ra, “ Ticari ve mali işlerinde düşm anlarıyla anlaşması gerekti­ ğ i...” söylendi, T ü rk ’ün hayal ettiği altınlara ancak Doublier ile attlaşm ak suretiyle kavuşabileceği, aksi halde o paralara kavuşamıyacağı bildirildi. Bu iyi ve inandırıcı sözlerden sonra Doublier ile Yusuf, ko­ layca anlaştılar. Bu kom edya sekiz gün sürdü. Bu kadar anlattığım ız yeter, h atta çok bile oldu. Doublier, Y usuf ile aralarında yapmış oldukları sözleşme­ ye rağmen başkalarının Türkler’i elinden alacağından korkuyor­ du. Esasen bu korku yukarıda anlattığımiz ve bağların kopm a­ sına çok az kalmış olaydan bir m üddet sonra gerçekleşti. Bir kır­ gınlık ve bir yanlış anlam a dört T ürk’ü darm adağın etti. Y usuf’u cok kıskanan ve onun otoritesine taham m ül ede­ meyen Kara Osman, tek başına ayrıldı. Mehmed Almanya’ya git­ ti. Sadık N urullah arkadaşının yanında kaldı ve bu suretle bağ­ ların kopm asından daim a korkan pehlivan ihtilalcisi D oublier’in de korktuğu başına geldi. Böylece Y usuf un Folies-Bergeres de göz kamaştırıcı güreşler yapan Y usuf’un F ransa’daki ikam eti­ nin birinci fash kapandı. (i> (1) M e h m ed P e h liv a n , Y u su f’u n ilk çırağı E rik lili M e h m ed ’d ir. 1894’den so n ra T ü rk iy e ’d e “ K ü çü k Y u su f” diye ta n ın d ı. B u n u şu ilânı açık ça k a n ıü ıy o r :

193


H er taraftan angajm an teklifleri yağıyordu. P aris’de bulu­ nan Türkler de Y usuf’a ve arkadaşlarına bir menajere ihtiyaç­ ları olmadığını, çünkü böyle birisinin kazançlarına Kolaylıkla or­ tak olacağını anlattılar. B urada ikinci bir olaydan söz açacağız. Bu olay, bütün ra­ kiplerinin çekindiği ve korktuğu Y usuf’un sert ve amansız ka­ rakteri hakkında bir fikir verecektir. Bu da Cirque D ’ Hıver (Kışhk Sirk) olayıdır. Sporu çok seven Kışhk Sirk m üdürü M. Franconi, Y usuf’ un P aris’de bulunm asından bilistifade, sirkinde bir T ürk güreşi yaptırm ayı düşündü. Yusuf’un karşısına Türkiye’de bulunan pehlivanların en iyisi Kara Ahm ed’in çıkarılmasına karar verildi. Türkiye’de namı bü­ yük olan ve Doublier tarafından F ransa’ya getirilmiş bulunan Yusuf’un sırtını yere getirebilecek tek insan olarak düşünülen Ka­ ra Ahm ed, ona rakib olarak seçildi. îş K ara A hm ed’in P aris’e gelmesine kalıyordu. Kara A hm ed’in de böyle bir güreşten d a­ ha iyi bir isteği yoktu. Hangi sebeplerden ise, kara Ahm ed P aris’e gelemedi. Bu sorunun cevabını hiç bir zam an k a t’i olarak öğrenmek m üm kün “ P a ris ’d e b u lu n a n N u ru llah P e h liv a n ’d a n b ir te lg ra f aldım . O k u ttu m . G ü ­ reşe g irm e k için ben i o ra y a çağ ırıy o r. M u k a v ele şa rtla rım b ild irm iy o r. B u n u n için h em en o ra y a gidem iyeceğim . in şa lla h p a z a r g ü n ü T av şan cıl güreşinde b u ­ lu n d u k ta n s o n ra m em leketim o la n Ş u m n u ’ya gitm eyi ta s a rla d ım . B a n a güreş için y azm ak istiy en ler.artık o ra y a bild irsin . (Ş u m n u lu K üçük Y u su f — M e h m ed P ehlivan) (İk d am gazetesi. 27. T eşrinievvel. 1900. S a. 4. S ü. 1) Y ine İk d a m ’ın (9. T eşrin isan i. 1900) ta rih li say ısm d a: “ B u, a h ire n D ersaad et dek i güreşleriyle bü y ü k b ir n a m ve şö h ret k azan m ış o la n K üçük Y u su f M eh­ m ed P eh liv an olsa g erek . K üçük Y u su f P e h liv a n ’m P a r is ’deki u n v an ı K üçük M e h m ed P e h liv a n d ır...” (Sa. 3, S ü. 3) A y rıca b a k ; İk d a m , 23. T eşrin isan i. 1900 Sa. 3. S ü. 4,5

194


olam adı. K ara A hm ed ise, gelmesi arzu edilen tarıhden uç gun sonra gelebildi. Büyük propagandalarla ilân edilen maç, dört gözle bekle­ niyordu. M üsabakayı geri bırakm ayı düşünmediler. Esasen Ka­ ra A hm ed’den de hiç b ir haber alınmamıştı. Gelip gelmiyeceğı de şüpheliydi. M üsabaka sabahı, Kara Ahmed’in yerine Kara Osman’ı Yu­ suf’un karşısına çıkarm aya karar verdiler. K ara O sm an’d a va­ tandaşı Y usuf ile güreşmek ve onu yenmek arzusundaydı. Eğer b u n a m uvaffak olabilirse, tehlikeli bir rakibinin şanm a ve şöh­ retine gölge düşürm üş olacaktı. Ç ünkü, bütün menajerler çok parah tekhflerini Yusuf’a yapıyor, diğerleri daha ucuza tutula­ cak onun arkadaşları olarak kabul ediliyordu. Y usuf da, Kara O sm an’a iyi bir ders vererek T ürk pehlivanlarmm en iyisi oldu­ ğunu ispatlayacak b u fırsatı ehne geçirdiği için m em nundu. İki T ürk pehlivam arasındaki bu güreş, m üsabakasını, o günkü gazeteler uzun uzadıya tafsilatıyla yazdılar. Bu güreş P a ­ ris’te şimdiye kadar görülmemiş bir vahşet sahnesiydi. Y usuf, K ara O sm an’ın kendisini yenmek için her şeyi ya­ pacağım hemen anladı. K ara Osm an’m karşı koymaları Y u su f u daha d a kızdırdı. Ağır siklet olan K ara Osman da, yabana atılır bir rakip değildi. S onra T ürk güreşini de çok iyi biliyordu, ih ti­ m al ki K ara Osm an T ürk güreşini Y usuf’ta n d a iyi biliyordu. K ara Osm an başlangıçta çok iyi güreşti. Y usuf’un şöhreti dolayısiyle neden rakibim çabucak yenemeyişi sorulan sorulmaya başladı. Güreş uzuyor ve Y usuf hâlâ hasmım yenemiyordu. Ka­ ra Osm an da çok ihtiyatlı güreşiyor ve üm idini kesmediği gali­ biyet im kânını verecek bir açığı gözlüyordu. Güreşin uzadığım gören Yusuf, sabırsızlanmağa başladı. Çok sert idi am a daha sonra b u sertliği kırıcılığa ve son haddine

195


kadar götürdü. Nihayet güreş m üsabakası hakiki bir savaş şek­ lini aldı. Saldırılar bir birini takip etti ve sonunda K ara Osman alta düştü. Y usuf eline geçirdiği böyle bir fırsatı kaçırm adı ve he­ men hasmımn üzerine çullandı. Güreş öyle bir vahşet sahnesi ha­ lini aldı ki, seyirciler m üdahale etm ek mecburiyetinde kaldılar. Yusuf, K ara O sm an’ı yere düşürünce, alttan kaldırm am ak için üstüne yüklendi ve sonra T ürk güreşinin kuralları gereği açık düşürmeye çalıştı. F akat, K ara Osm an d a üstün bir şekilde kar­ şı koyuyordu. İşte bu sırada Yusuf, büyük im kânları kullanm a­ ya karar verdi. H asm ınabir “ Şak kündesi” vurdu. Bu öyle hun­ harca ve merhametsizce uygulanmış bir “ Şak Kündesi” idi ki, İsrar ettiği takdirde rakibini m utlaka sakatlıyabilirdi. Yusuf oyu­ nunda İsrar etti. K ara Osm an bir m üddet karşı koydu ve sonra canının acısından korkunç bir çığlık attı. F akat, Yusuf hiç orah olm adı ve oyununa devam etti. Bu durum da bile bile hasmmı bırakm ak akhndan geçmiyordu. K ara O sm an’ın hahne üzülen seyirciler, görevh polis komiseri ile beraber bu vahşet sahnesine son vererek rakipleri biri birinden ayırm ak için sahneye f ı rladı1ar. (1) (1) P a u l P o n s, Y u s u f’u n aldığı o y u n u n a d ım g erçek ten “ Ş ak K ü n d esi” di­ y o r. Y ağlı g ü reşd ek i “ Ş ak -k ü n d esi” a ltta k i güreşçiyi b a ğ ırta c a k k a d a r ezici bir o y u n o lm ad ığ ı gibi h a s m ın üzerine y ü k len erek d e y ap ılm az. Y u su f y a o tu ra k k ü n d esin d e b ir eli ile ş a k ta n , diğer eliyde d e d ış k a s n a k ta n tu ttu k ta n so n ra asırm ay ıp k a s n a k ta n tu ta n elin dirseği ile de h asm ım n b elin e tazy ik etm iş o lab ilir v ey a ç ift sa rm a d a k u rt k a p a n ı a la ra k K a ra O s m a n ’ı ezm ek istem iştir. H e r ik i o y u n d a h asm ı ezm ek için yapılır. B ilhassa şakı tu ttu k ta n s o n ra k as­ n a k ta n tu ta n elin d irseği ile bele tazy ik y a p ılır ve v ü c u d u n ağırlığı d a hasm ın ü zerin e v erilirse b elin kırılm ası m ü m k ü n d ü r. A m a h er iki d u ru m d a d a eğer K a ra O sm a n b ağ ıracak k a d a r zor d u ru m a düş­ m ü şse p es e d erek g ü reşi Y u s u f a b ıra k a b ilird i. P es etm ediğine g ö re d e b u d u ru ­ m a k a tla n m a s ı lâzım d ır. B izim yağlı g ü re şin k u ra lla rı d a b ö y led ir. P a u l P o n s ’u n a n lay ışın a g ö re değil.

196


Y usuf hiç bir şey anlam ıyor ve hasmını ezmekte de devam ediyordu. Zavallı K ara O sm an’ın yüzünden çektiği m üthiş ızdırab belli oluyordu. Y usuf’a söz ve tehdit tesir etm iyor ve halâ oyununa devam ediyordu. Böyle tehlikeli ve sert bir oyunda ısrar etmesi seyirciyi iyice kızdırdı ve netice olarak d a bir sürü baston Y usuf’un sırtına indi. Yusuf’un sırtı kırmızı kırmızı çizgilerle süslendi. Yusuf hiç ses çıkarm ıyor ve inip kalkan sopaların altında kahram anca işi­ ne devam ediyordu. H er şeye tahammül ediyor, fakat oyununu yine de bırakm ıyordu. K ara Osm an ise, ızdırabdan fenalık geçiriyordu. Nihayet yırtıcı canavar’m elinden K ara O sm an’ı kurtardı­ lar. Yırtıcı canavar deyiminden başka bir sıfat da kullanılam az. Seyirci T ürk’ü, çok çok fena yapabilirdi. A m a yine onu hal­ kın galeyanından zorlukla uzaklaştırabildiler. Yusuf, güreş yap­ tığını, başka bir şey yapm adığını ve : “ Nasıl gökte bir güneş varsa, güreşte de yalnız Yusuf v ardır” cümlesini tekrar edip duruyordu. Bu olay Y usuf’un P aris’teki güreş hayatına paydos dedirt­ ti. Ç ünkü, hiç bir m üdür artık böyle birisini sahnelerine çıkar­ m ayı akıllarından bile geçirmiyorlardı. ” (i)

(1) İsm ail H a b ib S evük b u g ü reşin H ergeleci İb ra h im ile yapıldıgm ı yazı­ y o r. (B ak . a .g .y . S . 117-120) H a lb u k i P a u l P o n s ’u n yazdığm ı d o ğ ru la y a n b ir belge d e V elo g azetesinin 1 Ş u b a t 1900 ta rih li sa y ısm d a K a ra A h m e d ile N u ru lla h a ra sm d a k i y ağ h güreşd e n b a h s e d e rk e n v erdiği şu b U g id ir; “ 1896 d a K ış S irk i’n d e m e şh u r Y u s u f P e h ­ liv an ile K a ra O s m a n a ra sın d a v u k u a gelen a la tu r k a g ü reşlerin k o rk u n ç g ö rü n ­ tü lerin i h a tırh y a n la r, N u ru lla h ile K a ra A h m ed a ra sm d a k i gü reşlerin h e derece h ey ecan v erici o lacağ ını ta h m in e d e rle r.” (İk d a m G azetesi, 8 Ş u b a t 1900, S. 2, S ü. 6)

197


Koca Y usuf ve arkadaşlarının F ransa’d a yaptıkları güreş­ ler hakkında P au l P ons’un yazdıkları burada bitiyor. A m a bel­ geler bize Koca Y usuf’un bu güreşden sonra da Kışlık Sirk’de güreştiğini gösterm ektedir. Nitekim bir süre sonra P aris’e gelen K ara Ahm ed, bu rada Y usuf’u n hasım istediği bir gece aniden karşısına çıkıp yusuf’a meydan okum uştur. İstanbul gazetelerinde, Koca Y usuf ve K ara O sm an arasın­ daki bu yağh güreş hakkında bir haber bulam adık. A ncak Sa­ bah gazetesi “ P aris’de Pehlivan K ara A hm ed ve Y usuf” başhğı altında bir haber veriyor. Bu haberden anlaşıldığına göre P aul P o n s’un da dediği gibi K ara A hm ed P aris’e özellikle Y usuf ile güreşmek için getirilmiştir. G etirten de Rum P ierri’dir. Kışhk Sirk’de Koca Y usuf ile K ara A hm ed arasındaki ola­ ya gelince, bu her bakım dan çok ilginç ve önem lidir. Bizim için en önenüi yönü de, haberi Paris’den gönderenin güreşleri ve ola­ yı bizzat seyreden bir T ürk m uhabir oluşudur. Sabah gazetesinde çıkan bu haber, güreş tarihimiz bakımın­ dan önemli bir belge olduğu için, bu günkü dile çevirerek aynen yazmayı uygun gördüm . “ P aris’de Mösyö Doublier adında bir adam vardır ki, özel surette Osm anh ülkesinden getirtmiş olduğu Y usuf adında bir pehlivanı bir zam andan beri halkın önünde güreştirerek pek çok para kazanm akta olduğunu gören Mösyü Pierri adında bir adam da geçende özel surette İstanbul’a adam göndererek K ara A h­ m ed adında bir pehlivanı bulm uş ve bununla yapm ış olduğu k ontrat üzerine kendisini P aris’e aldırm ış idi. Mösyö Doublier, kendi pehlivanına böyle bir rakip oldu­ ğunu görünce, Paris gazetelerine bir ilân vererek Pehlivan Yu­ suf ile güreşecek bir pehlivan bulunacak olursa 1000 frank ile bahse girmeye hazır olduğunu bildirmiş olduğundan M ösyü Pi-

198


erri dahi Pehlivan K ara A hm ed’i beraberine alarak geçen gece Pehlivan Y usuf’un güreşmekte olduğu (Cirque D ’ Hıver) tiyat­ rosuna gitmiştir. Pehlivan Y usuf ile güreşmek üzere İstanbul’dan yeni bir pehlivan gelmiş olduğu Paris halkı arasm da duyulunca o gece Cirque D ’ Hıver tiyatrosuna her zam ankinden fazla olarak bir­ kaç bin seyirci gelmişti. Derken Pehlivan Y usuf ortaya çıkarak, meydan okum aya başladı. O vakte kadar besbelli ki bir köşede elbisesini çıkarıp kisbetini giymekle meşgul bulunan Pehlivan K ara A hm ed bir­ den bire seyirciler arasından ortaya çıkıp m eydana gelince, P eh­ livan Y usuf dona kalmış. Vaktiyle bir iki defa güreşip de mağlub olmuş bulunduğu ve derece-i m aharet ve kuvvetini takdir et­ miş olduğu Pehlivan K ara Ahm ed ile uğraşamıyacağmı anlayıp halkın önünde m ağlup olm aktan ise güreşmemek yolunu tercih edip, K ara Ahm ed ile yalnız söz kavgasıyla vakit geçirmiş. Yu­ suf’un yeni pehlivan ile güreşmekten kaçmması seyirciler ara­ sm da duyulunca bir fısıltıdır çıktı. Nihayet herkes ^üreş göremiyeceğini anlıyarak üzüntü ile ayrılm ak zoruda kalm ışlardır. Nihayet Kara A hm et’i Paris’e getirten Mösyü Pierri Yusuf’­ un güreşmekten kaçınmasıyla Kara Ahm ed’in üstünlüğü belli ol­ duğundan Mösyö Doublier ta:rafından verileceği ilân edilen 1000 frankın kendisine ödenmesini istemiştir. Bu konudaki anlaşmaz­ lığı her halde m ahkem e çözebilecektir. ” (i) Bu belgedeki önemli noktalardan birisi, haberi gönderen ki­ şinin T ürk güreşini ve güreşçisini bilmeyişidir. Çünkü, K ara A h­ m ed yağh güreşte Koca Y usuf derecesinde bir pehlivan değildir. İkinci hatta üçüncü derecede bir pehlivandır. H atta Küçük Mehm ed (Küçük Y usuf)dan bile çekinir, onunla güreşm ekten kaçı( ! ) S a b a h g azetesi, 14 K ân unuevvel 1895

199


m rdı. Bu bakım dan Koca Y usuf’un K ara A hm et’den çekinmesi söz konusu olamaz. M inder güreşinde ise Koca Y usuf daha önce P aul Pons ile üç defa güreşmiş berabere kalmışlardı. Bu da onun greko-romen güreşindeki derecesini göstermeye yeter. K ara A hm ed ise 1895 yılında yeni yeni greko-romen öğrenmeye başlamıştı. Vücud ya­ pısı bu güreşe çok elverişliydi am a, Koca Y usuf kadar da kuv­ vetliydi diyemiyeceğiz. Fakat niçin Yusuf güreşmeyi kabul etme­ di? ŞimdUik bu konuda bilgimiz yok. İkinci önemli nokta da Rum güreşçisi A ntoine P ierri’nin menajerliğe başlam asıdır. Ç ünkü, T ürk güreşçilerinin dünyaya açılm asında önemli payı olan bir kişidir. D aha sonraki yıllarda Koca Y usuf’u, Adalı H alil’i, K ara O sm an’ı, Kızılcıkü Mahm ud’u, Kurtdereli’yi Koç H asan’ı, ve Neşet’i hep o Am eri­ k a’ya götürm üştür. Koca Y usuf’un F ransa’daki güreşlerini burada bitirmeden önce Servet-i fünun dergisinin Paris m uhabirinin gönderdiği bir m ektubun özetini de vermeden geçemiyeceğiz. Bu m ektup bize, Koca Yusuf ve arkadaşları hakkında çok değerli bilgiler vermek­ tedir. M ektup özetle şu : “ Paris 16 Nisan 1311 (28 Nisan 1895)” “ Geçen haftaki m ektubum da P aris’te bulunan Osmanlı pehlivanlarından bahsedeceğimi yazmıştım. Değerli okuyuculara bunlar hakkında etraflıca bilgi vermek için, bir ayhk olayları özetlemek istiyorum. “ Kırk günden fazla bir zam andan beri, P aris’te yayınlanan gazetelerin hepsinde Osmanlı pehlivanlarından başka bir şeyden söz edilmiyor. A vrupa’nın her yerini dolaşarak nihayet P aris’e gelen ve şimdiye kadar m ağlup edilemiyen Mösyü A ntoine Pierri isminde bir Y unanh’nm bütün Fransızlara meydan okudu­

200


ğundan ve kendisine karşı hiçbir kimsenin çıkmaya cesaret ede­ mediğinden bahsedilip duruyor idi. H albuki bu Y unanh’nın sırtmı yere getirecek Türkler’den başka kimse bulunmayacağını dü­ şünen Floies-Bergeres tiyatrosu, Osmanh bahadırlarından dört kişiyi buraya getirtm iştir. Sürekli olarak yaptığı ilânlar ile bu Türk pehlivanlarınm yakm da A ntoine Pierri ve diğer Fransız Mösyü Fournier ile güreş sahnesini çıkacaklarım halka duyurduysa da kahram anhklanyla ün yapmış T ürkler’e karşı bu iki pehlivandan birisi bile çıkmaya cesaret edemez. Nihayet Mösyü Fournier ile A ntoine’nin birbiriyle güreşmelerine karar verilir. “ Güreşlerin yapılacağı akşam Folies-Bergeres tiyatrosuna git­ tim. Gittiğimde henüz kapıların açılmasına on beş dakika oldu­ ğundan beklemiye başladım. Erken gittiğim iyi olmuş. Ç ünkü sokağın karşı tarafındaki bir kahvenin önüne yığılmış olan hal­ kın neye bakm akta olduklarım m erak ederek ben de aralarına sokuldum . Meğerse bizim pehlivanları seyrediyorlarmış. “ K ahram an pehlivanlarımız gerçekten bakılmaya, seyredil­ meye değer idiler. D uram adım ben de hemen içeriye girdim ve selâm verip yanlarına oturunca şaşırdılar. Hiç ümit etmedikle­ ri bir zam anda hemşehrilerini gördükleri için, son derece sevin­ miş olm ahlar ki, üçü de gelip elimi sıktılar. Sözüm de çok az da olsa abartm a yoktur. Ben ömrümde bu kadar iri yapıda adam görmemiştim. En irileri bulunan N urullah’ın, orta boylu bulun­ duğum halde asla başımı eğmeksizin koltuğu altından geçebili­ yorum . Kendisi sandalyede oturduğu ve ben ayakta durduğum halde hemen hemen boyum uz eşit gehyor. “ Mösyü A ntoine’ye kat kat hak verdim. Ç ünkü böyle ba­ hadırlara karşı çıkmak için akhnı yitirmiş ojm ak lâzım .” “ Kendilerine dedim ki: Sizin A ntoine ile güreşeceğinizi ga­ zetelerde okuduk. Halbuki sonradan vazgeçmişler sebebi nedir? Karşıhk olarak:

201


“ Yunanlı bizi gözüne kestirememiş. Başkaları ise yanımıza bile sokulm uyorlar, sebebi b u d u r.” dediler. “ iyi am a şayet onlardan birisi el çabukluğu ederek size ga­ lebe edecek olursa utanıp üzülmez misiniz? dediğimde: “ Sen korkm a hemşehrim. Biz sağ ellerimizi bağlasak evvel Allah yine haklarından geliriz.” karşıhğm ı verdiler.” “ Koca adam ların yiğitlikleri ve pehlivanhklan görünüş ve hareketlerinden hemen belli oluyordu. P aris’ten m em nun olup olm adıklarını ve ne tarafta oturduklarını sordum : Pek o kadar m em nun değillermiş. Taram vay yolunun üst başında oturuyorlarm ış. Şu tarif hiç de fena değildi. P aris’te tram vay yolunun üst başm da Pehlivan Y usuf’u bulm ak için en az üç sene ara­ m ak gerekir. Çünkü, tramvaylı sokak sayıya gelmez. D aha fazla konuşm aya vakit kalm adan kapıların açıldığım bildiren ziller çalm aya başladı. Kalktım üçüne de A llah’a ısm arladık diyerek tiyatrodan içeriye girdim. “ Folies Bergere bizim Beyoğlu’ndaki K onkordya tiyatrosu gibi. F akat daha mükemmel ve d ah a süslü bir oyun yeri. Şan­ tözler, usta akrobatlar, cambazlar hep burada gösteri yaparlar. İşte ben de bu gece saat 23.00’e kadar bunları seyrederek vakit geçirdim. Nihayet sabırsızlıkla beklediğim saat geldi. Perde açıl­ dı. Seyircilere pehlivanlarımız tamtüdı. Herkes alkışladı. îlk önce güreşecek olan bir Rum ile (Antoine Pierri değil) en küçükleri M ehmed m eydana çıktılar.” “ Okuyucularımızdan Türk güreşinin nasıl yapıldığım bilen­ ler, yani bazı kere Cündi M eydanı’n a veya H astahane Ç ayın’ n a (Yenibahçe) gidenler varsa pehlivanların güreşmeden önce yaptıkları şeyleri yani yere diz çökm ek, üç defa tem enna etmek, e! çırpm ak gibi usulleri bilir. îşte bu gibi şeyleri aynen burada da yaptılar. Hiç kimse bir şey anlam adı. Ben de kendimi tutam ıyarak güldüm. M ehmet ile Rum güreşçisi bir biriyle çok uğ-

202


Taşmadılar. Hemen bir dakika sonra Mehmet Rumelili Hıristi­ yan pehlivanı yendi.” “ Bunların güreşinden sonra. Mösyö A ntoine ile Fournier seyirciye tanıtıldı. H er kisinini hali görülmeye değerdi. Yunanh ’nm kuvveti, Fransız’ın çevikliği, güreşin 45 dakika sürmesi­ ne sebep oldu. Bu süre içinde yenişemediklerinden berabere ay­ rıldılar.” “ Folies-Bergeres yöneticileri tarafından gazetelerde yapılan ilânlar sonucu, F ransa’nın her tarafından pehlivan gelmeye baş­ lamış. H atta özellikle T ürk pehlivanlarıyla güreşmek için Am e­ rik a’dan gelenler bile varmış. Bunların hepsi de ilk önce 1000, 2000 ve 5000 bin frank bahis koyuyorlar, sonra d a N urullah’ı uzaktan bir kere gördü m ü, paralarım ceplerine koyup savuşup gidiyorlarm ış.” “ E n kuvvetlileri bulunan Yusuf, şimdiye kadar yalnız sah­ neye çıkıp kendisini gösterdi. Kimse onunla güreşmeye cesaret edemiyor. Geçen akşam Orleans’lı bir plehlivan Y usuf’la güreş­ m ek üzere karar verdiğini işittim. O gece yine Folies-Bergeres’e gittim . Zavallı Odleans’h neye uğradığını bilemedi. Son gayreti ele alıp, var gücünü bazuya vererek ettiği saldırıya karşılık, Yu­ suf tarafm dan gösterilen ufacık bir itme ile yerlere yuvarlandı. İshk sesleri, aferin diye bağırm alar göklere çıktı.” “ Bundan sonra Küçük M ehmed ile diğer bir Fransız güreş­ tiler. M ehmed Pehlivan hasmmı hemen ilk hücum da koltuğu­ nun altına alıp herkesin önünde gezdiriyordu. H atta ertesi gü­ nü (Le P etit Journal) ın ilâvesinde resimleri bile çıktı.” “ P aris gazetelerinden birisi bunlardan birinin tarafını tu ­ tuyor. Meselâ Le Fıgaro gazetesi M ehm ed’in L ’Echo De Paris Y usuf’un methiyle sütunlar doldurm aktadır.”

203


“ ikinci defa gittiğim akşam , pehlivanlarımızla yine görüş­ tüm . Buraya gelmelerine aracı olan kişi ile (Doublier) yemek iç­ mek, yatıp kalkm ak dahil olm ak şartiyle ayda beşer yüz franga sözleşmişler. H albuki bu sözleşmelerine ne imza koymuşlar ve ne de parm ak bastırm ışlar. Folies-Bergeres’in direktörü Mösyö R. Richer kendilerinden son derece m em nun olduğu için söz­ leşmeyi uygulatm am ak ve bundan sonra her birisine 1400 frank yani 60 liradan ziyade bir aylık verecekm iş...” d)

KOCA YUSUF’UN AMERİKA’YA GİDİŞİ Paul P ons’un, “ Yırtıcı C anavar” dediği Y usuf’un elinden K ara Osman kurtarılınca, Paris seyircisi Y usuf’un güreşlerini artık sevmez olmuştu. Gazino ve tiyatro yöneticileri de, böyle birisini sahnelerine çıkarm ak istemiyorlardı. Bir süre Bordeaux’da ve diğer birkaç şehirde güreşler yaptı. Y am nda yalnız N urullah bulunuyordu. Bordeaux’da Nurullah ile yaptığı yağh güreşde N urullah’ı yendi. F ransa’da güreş mev­ simi geçtiğinden 1896 yıh baharında Şum nu’ya döndüler. 1896 ve 1897 yıllarında Yusuf’un Türkiye ve Bulgaristan’­ da kimlerle güreştiği konusunda bir bilgimiz yok. Selânik’te Memleket Bahçesi’ni çahştıran İpekçi İsmail Bey’in 28 ve 30 Ağustos 1896 günleri yaptırdığı güreşlere, ismi gazetelerdeki ilâ­ nın en başında yazılarak davet edildiği halde katılm adı.(2) 1897 yılının Ocak ayında, Rusya’nın Petersburg (Leningrad) şehrinde büyük bir güreş turnuvası düzenlenmişti. Kara Ahmed ile Hergeleci İbrahim Pehhvanlar bu güreşe gittikleri halde, Yu­ suf buna da gitmedi. (3) (1) Servet-i F ü n u n , 28 N isan 1311 (10 M ayıs 1895) Sayı, 217, S. 138 (2) S a b a h G azetesi 5 A ğ u sto s 1896 S. 3, S ü . 4 A s u r G azetesi 5 E ylül 1896 S. 3, S ü. 5 (3) ik d a m G azetesi, 12 K ânunısani 1897, S. 2 , S ü. 5

204


1897 yılının yaz ve sonbahar aylannda Rüstem’i, Küçük Yu­ suf’u ve Filiz N urullah’ı İstanbul ve Bursa yörelerinde güreşir­ ken görüyoruz. A m a Koca Y usuf yine yok. B unlardan da an­ laşılıyor ki, Koca Y usuf, Nisan 1896’da Şum nu’ya döndükten sonra, Ekim 1897’ye kadar tam bir buçuk sene köyünden uzak­ lara gitmeyip, dinlenmiş ve çoluk çocuğu ile hasret gidermiştir. Y usuf’u, 1898 yılı Şubat ayında A ntoine Pierri ve eski İn­ giltere şam piyonu Tom C annon ile birlikte A m erika’d a görü­ yoruz. Antoine Pierri ile Tom C onnon, 1888 yılında A m erika’da birlikte güreşler yapmış, oradan arkadaş idiler. Tom vücudca ağır, teknik ve tecrübeli bir eski güreşçiydi. İngiliz olduğu için serbest güreşi de biliyordu. Bu sebeple Y u su f a hem güreş id­ m anı verebilir ve hem de greko-rom enin inceliklerini öğretebilirdi. Sonraki yıllarda birbirlerini sahtekâr diye itham eden bu iki arkadaş, Amerika’da çok para ve şöhret kaz^acag ın a Koca Yu­ suf’u inandırm ış olm ahlar ki, önce İngiltere’ye oradan d a üçü birlikte A m erika’ya gittiler. Yusuf, Am erika’ya gittiği zaman (38) yaşındaydı. Boyu 187 cm. ağırlığı da 113 kilo idi. Önce ünlü organizatör William A . Brady ile anlaşm a yaptı­ lar. Bu anlaşm aya göre Yusuf, W . B rady’in her istediği yer ve zamanda karşısına kim çıkarılırsa onunla güreşmeye zorunlu olu­ yordu.

(1) G ra e m e K en t, A P İc to ria l H isto ry o f W restlin g , L o n d o n 1967, S. 143 (2) S p o r A lem i m ecm u ası, 29 T eşrin isan i, 1337 1921, S ayı. 4, S. 2, 3

205


ERNEST ROEBER İLE BİRİNCİ GÜREŞ Am erika greko-rom en şam piyonu Ernest Roeber ile ilk gü­ reş, New-York’daki M adison Square G arden tiyatrosunda 26 M art 1898 gecesi yapıldı. O gece tiyatroya on bin den fazla se­ yirci gelmişti. E. Roeber güreş yapacakları ringe çıkınca, durduğu yerden ringin çevresini bakışlarıyla kontrol etti. Ringin etrafına çekil­ mesi gerekli olan iplerin ve köşe direklerinin bulunmadığını gör­ düğü haide hiç sesini çıkarmadı. Çünkü, önceden düşünülen plân gereğince bunlar m ahsustan konulm am ıştı. Yusuf, her zamanki gibi gülmeyen yüzü ve sakin duruşuy­ la, güreşin başlamasım bekliyordu. Nihayet hakemin düdüğü çal­ dı. İki hasım ortaya gehp el sıkıştılar. A m a, Roeber Y usuf’un üzerine gideceği yerde, hemen kendisini halının dışına attı. Yu­ suf d a Roeber’i yakalamak için, kovalam aya başladı. Yusuf, ya­ kalam ak için üzerine gittikçe,. Roeber gerisin geriye kaçıyordu. Köşe direklerinin ve iplerin konulm am asm m sebebi anlaşılmış­ tı. Roeber çok sıkışırsa ringten atlayıp kurtulacaktı. Güreş başlıyalı henüz 1.5 dakika olm am ıştı ki, hâlâ Roe­ ber halıdan içeri girmeyip dışında bulunuyordu. Bir ara Roeber yakalanacağını anlayınca, gerisin geri kaçayım derken, ringten aşağı düştü. Menajeri M artin JuUian, hemen yanma koştu ve sa­ katlık num arası yapmasını söylemiş olacak ki, Roeber yalancık­ tan kıvranıyordu. Oysa Yusuf tarafından aşağı itilmediği gibi, düştüğü yerde de çarpacak sandalye gibi şeyler yoktu. Roeber, soyunma odasına götürüldü. Sözde doktorlar m u­ ayene etmişler, güreşemeyecek derecede sakatlanmış. Hakem bu sakatlığa sebep olan düşmenin, Y usuf’un itmesiyle olduğu ge-

206


Tekçesine dayanarak, Y usuf’u diskalifiye edip yenik saydı. Ka­ rar seyirciye bildirilince, bir gürültüdür koptu. Bu sırada hasmını ringin ortasında ayakta durarak bek' yen Yusuf, protestoların kendisine yapıldığım sanarak sir ı lendi ve yağlı güreşte olduğu gibi sağ elini dizine vurarak halka m eydan okuyor sahneye güreşe çağırıyordu. Güreş yapm aktan ziyade, tam bir kovalam aca halinde ge­ çen bu karşılaşm a, Y usuf’u n yenik sayılmasıyla böylece sonuç­ landı. YUSUF’UN M ENAJERİ A .P İE R R İ’DEN AYRILIŞI Yusuf, Roeber güreşinde, ringe iplerin çekilmemesinden, kö­ şe direklerinin konulm am asm dan ve önceden planlanan dala­ verelerden A. P ierri’nin de haberi olduğunu bilm iyordu. H al­ buki Am erikah organizatörlerin tek am açlan, halka güreş sey­ rettirm ekten ziyade para kazanm aktı. Buna Y usuf’un menejeri A . Pierri ve Tom C annon’da dahildi. Karşılaşm alardan ön­ ce A . Pierri gazeteler vasıtasıyla Y usuf hakkında gerçek dışı ve­ ya abartılm ış açıklam alarla halkın gözünde Y usuf’u fazlasiyle büyütm üş ve seyircinin Yusuf lehine bahse para yatırmasım sağ­ lamıştı. Sonuçta Roeber galip ilân edilince, A .Pierri de Roeber üzerine para yatırdığı için çok para kazanm ışlardı. Şüphesiz ki P ierri’nin çevirdiği bu dalaverelerden Yusuf’un en ufak bir h a­ beri yoktu. Zaten böyle şeylere aklı ermez, karakteri icabı ah ­ lâksızlık sayar ve dini inanışlarına aykın bulurdu. Roeber güreşinden sonra Philadelphia’da, B altim or’da ve B oston’da bazı önemsiz sayılacak rakiplerle güreşler yaptı. Tom C annon’un d a dediği gibi Yusuf, bu sahtekâr Rum P i­ erri’nin karşı ta ra f ile anlaştığını nihayet öğrendi ve ilk fırsatta Pierri ve Tom Carm on dan ayrılıp Jam es William Brady ile an­ laşm a yaptı.

207


Pierri buna çok kızdı. Bu sırada Jam es Willi B rady’e Am e­ rikalı diğer güreşçilerle Yusuf’un güreşmesi için teklifler gelmeye başladı. Çıkarının elden gittiğini gören Pierri bu sefer gazetele­ re beyanatlar vererek Y usuf’u küçültücü uydurm a şeyler söyle­ meye başladı. Sözde Türkiye’de Y usuf’u yenecek başka pehli­ vanların d a bulunduğunu, en kısa zam anda onları A m erika’ya getirip Y usuf’un karşısına çıkaracağını söylüyordu. A .Pierri dediğini yaptı da. A m a o d a çok iyi biliyordu ki Türkiye’de, h atta bütün dünyada Yusuf’u yenecek tek kişi yok­ tur. Am a, amaç Türk güreşçisinin sırtından para kazanmak değil mi? O halde Pierri için her yalan m übahtı. Y usuf’a yenilmiş ve onun üstünlüğünü hiçbir zam an çeke­ memiş pehlivanlarm başında da 1882’de Torlak’d a yendiği Hafız Pehlivan’ın çırağı Hergeleci İbrahim ile onun d a çırağı Kara Ahm ed ve nihayet Ç ardak güreşindeki hasm ı Adalı H alil geliyçrdu. Bir de üç sene önqe P aris’deki Kışhk Sirk’de ezerek perişan ettiği K ara O sm an vardı ki; Y usuf bunu hiç sevmez ve daima “ K ara Köpek” diye çağırırdı. Pierri bunlardan Adalı Halil ile anlaştı am a Y usuf Atlantikde boğulduktan iki ay sonra Eylül 1898’de New-York’a gele­ bildiği için Yusuf’un Adalı ile karşılaşması m üm kün olamadı^^)

(1) K ara O sm an ile 1945 yılında U zunlar köy ü n d e g örüşm üş b u lu n a n “ ö lü m D a h a G ü zeld i” k itab m ın y a z a n A h m ed D av u d o ğ lu ’n u n b a n a b ild ird iğ in e göre K o ca Y u su f A v ru p a ’d a ik en K ara O s m a n ’ı h e p “ K a ra K ö p e k ” diye ç ağırırm ış. B u n u A . D av u d o ğ lu b izzat kendi ağ zın d an işitm iş. (2) A . P ie rri’n in sah tek ârlığ ın ı A d a h H a lil d e an lam ış olm alı k i, o d a Ş u ­ b a t 1899 d a P ie rri ile o lan a n laşm asın ı b o z d u , P ie rri b u sefer d e yine T ü rk iy e ’ye k o ştu v e Ş u m n u lu K a ra O s m a n ’ı A d a lı H a lil’in k a rşısm a ç ık a rm a k için A m eri­ k a ’y a g etird i. Bu se fer de geç k alm ıştı. A dalı H alil de G ü n ey A m e rik a ’ya g it­ m ek ü zerey d i. {Ekim 1899) B ak : M u sav v er F en ve E d eb M e cm u ası, 10 N isa n 1900 (27 M a rt 1316) S a­ yı 32, S. 127

208


YUSUF’UN ROEBER İLE İKİNCİ GÜREŞİ Ernest Roeber ile Y usuf’un ikinci güreş 30 Nisan 1898 gü­ nü gecesi New-York’daki M etropolitan O pera H ouse’da yapıl­ dı. Bu güreş de greko-rom en stilde oldu.(^) Roeber, 174 cm. boyunda 85 kilo ağırlığında toparlak bir pehlivandı. Güreş başladığı zam an Roeber yine kaçm aya başla­ dı. Am a bu sefer ringin etrafına ip çekilmişti. Güreşi hakem Wolf yönetiyordu. Kovalamaca iki dakika kadar sürdü ve Yusuf, Roeber’i ya­ kalayıp altına aldı. Roeber ancak köprü kurarak kurtulabildi. Tekrar ayakta güreş başlayınca Roeber gen geri kaçıyor Yusuf’d a kovalıyordu. Bu kovalam aca ve kızgınhk sonucu Yusuf yorulur gibi oldu. Y usuf’un halini fark eden Roeber, saldırıya geçti. Yusuf d a hasm m m saldınlarım durdurm ak için elinin aya­ sıyla Roeber’i göğsünden itince, Roeber sendeledi. Bu hareketi fırsat bilen menajeri JuIIian, R oeber’e yum ruk vur deyince Ro­ eber Y usuf’a yum ruk attıysa d a isabet ettiremedi. Y usuf bu İkinci güreşin de sonuçianmıyacağmı çok iyi bili­ yordu. Bunun için bir olaya sebep olmamak amacıyla soğukkan­ lılığım sürdürüp karşıhk vermedi. A m a R oeber’in adam ları ka­ rarlıydılar. Yusuf’un menajeri Brady’in ringe çıkmasını fırsat bi­ lip onlar d a topluca ringe fırlıyarak adamcağızı hırpalıya hırpahya ringden aşağı indirdiler. ( i ) S a b a h g azetesi b u güreşi N ew -Y o rk E vening J o u rn a l gazetesinden n a k ­ len 14 M ay ıs J8 9 8 ta rih li sa y ısın d a S . 4 , S ü. 1 de veriyor. M e tro p o lita n O p e ra b in ası N ew -Y ork u n 39 n c u so k a ğ ın d ay d ı. 1883 yılın­ d a y ap ıld ı ve ilk tem sil 22 E k im 1883 gecesi verild i. 1892 y ılm d a b ir y an g ın ge­ çird i ve o n a rıld ı. G ö rü n ü m itib ariy le tiy a tro d a n ziyade b ir b a n k a y a b en ziy o r­ d u . O tu ra c a k 3600 yeri o lu p 600 k işi de a y a k ta seyredebiliyordu. 16 N isa n 1966 ta rih in d e b u b in a d a so n tem sil v erildi. T iy a tro L in c o ln C ente r’d ek i yeni b in a sın a ta şm d ı.

209


Gürültüler devam ederken, Y usuf sakin sakin olayları iz­ liyordu. Polisler kavgacıları ringden alıp götürdüler. Hakem W olf da bu şartlar içinde güreşin devam edemeyeceğini bildirdi­ ğinden ikinci Roeber güreşi de sonuçsuz kaldı. Yusuf üçüncü önemli maçını Tom Jenkins ile (Cleveland) d a yaptı. Tom Jenkins (catch-as catch-can) güreşinde dünya şam­ piyonu olup çok çevik ve aynı zam anda kuvvetli bir güreşçiydi. Tom Jenkins Y usuf’a karşı iyi bir güreş çıkardı. Birinci tuş 60'ncı dakikada oldu. Beş dakika dinlenildikten sonra ikinci tuş için tekrar güreşe başladılar. Bu sefer Jenkins ancak 11 dakika dayanabildi. O da yenilmişti. A m a Roeber gibi kaçarak hi­ le yaparak değil, pehlivanca güreşerek yenilmişti. (O

YUSUF’UN DİĞ ER GÜREŞLERİ Jenkins güreşinden sonra, Y usuf önemli bir güreş olan Strangler Lewis güreşine kadar mühim sayılacak güreş yapamadı. A m a çok ilginç olayh güreşleri de oldu. Y usuf’un o müthiş kuvvetinden korkan Am erika güreşçi­ leri, ciddi güreşi kabul etmiyorlardı. Bu yüzden menajeri J. William Brady, Yusuf’un karşısına çıkıp da 15 dakika içinde yenilmiyene 100 dolar vereceğini ilân etmeye başladı.

(1) A m erik a’d a g erek serbest v e gerekse g re k o -ro m e n stild e o lsuıviki g ü reş­ çid e n b irisin in galip sayıiabilm esi için iki tuş^ y ap m ası gerek ir. B irinci tu şu y a ­ p an ik in ci dev red e yenilirse ü çü n cü d e fa güreşilir. B u ü çü n cü devrede kim tuş y a p a rsa o ik i d efa yen m iş o ld u ğ u için galip sayılır. Je n k in s k a ç a k g üreşm ediği ve b ir sa at d ay an d ığ ı için Y u su f g ü reş y ap ab il­ m iş o lm a k ta n m e m n u n d u . İşte b u y ü zd en Je n k in s’i ço k ta k d ir etm işti.

210


Bu ilânı okuyanlardan kuvvetine, çevikliğine ve pehlivanlı­ ğına güvenen pek çok kişi m üracaat etmeye başladı, ö y le kim­ seler başvurdu ki, bunların içinde Y usuf’un yansı ağırligmda olanlar bile vardı. Y usuf dengi olmıyan bu kişilerin karşısma çıkarılm asına kı­ zıyor ama menajerinin kendisine ücret ödeyebilmek için para ka­ zanm ak zorunda olduğunu ve yapmış olduğu sözleşme gereğin­ ce de her karşısına çıkanlanla güreşmekle yükümlü olduğunu dü­ şünerek kabul ediyordu. İşte bu şekilde Y usuf ile güreşmek istiyenlerden birisi de Türkiye’den Am erika’ya göç etmiş bir Ermeniydi. Ermeni Türki­ ye’de iken güreşmiş, A m erika’ya gelerek bir fabrikada işçi ola­ rak çalışıyordu. Ne kadar güçlü olursa olsun, 15 dakika içinde yenilmeyeceğini sanıyordu. Y usuf Ermeni*yi öyle bir yeniş yendi ki bir daha mindere çı­ kamadığı gibi işqlik de yapamadığmdan bulunduğu fabrikada an­ cak kapıcıhk yapmıya başladı. O günden sqnra da o fabrikada çalışan Türk işçilerine kapıdan girip çıkarken hakaret etmiye baş­ ladı.

(1) B a n a b u olayı E sk işe h ir’d e yerleşm iş b u lu n a n eski yağlı g ü reş b a şp eh li­ v a n la rın d a n C e m a l G ü ç lü ’n ü n (d. 1900-Ö. 1965) yiğeni güreşçi M u z a ffe r G ençy ılm az 18 T em m u z 1972 g ü n ü a n la ttı. K endisi 1944 yılında E sk işe h ir S eker f a b ­ rik a sın d a çalışırk en , E la zığ ’ın K ü tlü ğ ü n (Şeyh A li) k ö y ü n d e n D ü z g ü n isim li iş a rk a d a ş ı v arm ış. D ü zg ü n 1912-1936 yılları a ra sın d a A m e rik a d a b ir fa b rik a d a işçi o la ra k b u lu n m u ş. O z a m a n b u fa b rik a n ın E rm en i b ir k apıcısı D ü z g ü n ’e ve d iğ er T ü rk işçilere ç o k k ö tü d a v ra n ır, h a k a re t ederm iş. K endisi genç v e ace­ m i o ld u ğ u için b u n a b ir a n la m verem ez a m a ço k k ızarm ış. E sk i b ir A m erik alı işçi b u d av ram şın sebebini şöyle a ç ık la m ış: Y u su f A m erik a’ya gelince b u E rm eni o n u n la g ü reş y ap m ış. Y u su f E rm eniyİ öyle h ırp a la m ış öyle yenm iş ki zavallı o g ü n d en so n ra b ir d a h a g ü reş y a p a m a z o lm uş. Biz b u n u iyi b iliy o ru z. İşte b u E rm en i siz T ü rK ler’e o yenilginin acısm ı ç ık arm ak ö c ü n ü a lm a k için k ö tü d a v ra n ıy o r” dem iş.

211


Yusuf son günlerde sıtm adan rahatsızdı. Ancak sözleşme süresi henüz bitmemişti. Am erika’daki son önemli güreşini “ Bo­ ğucu Lewis” diye ün yapan Evan Lewis ile yapıp yurda dönecekti. Koca Y usuf’un Evan Lewis ile güreşi C hicago’daki Tattersall salonunda yapıldı. Bu güreşin ayrıntılarım müsabakayı biz­ zat seyretmiş olan bir Türk, seneler sonra 1921 yıhnda Kızılcıklı M ahm ud Pehlivan’ın Chicago’ya gelmesi dolayısıyla hatırlıyarak, Spor Âlemi dergisine bir m ektupla şöyle bildiriyor : “ T ürk güreşçisi M ahm ud Y usuf’un (Kızılcıkh M ahmud) A m erika’ya tekrar gelişi bize, 1898 yılında Bourgogne vapuru kazasm da boğulan meşhur ve m üthiş T ürk güreşçisi Yusuf’u ha­ tırlatıyor. Bu münasebetle yazıma eski T ürk güreşçisinin de bir tarihçesini ilâve ediyorum .” “ Yusuf büyük bir hüner, dev gibi kuvvetli pek büyük bir güreşçiydi... Yusuf’u Am erika’ya eski güreşçi Antoine Pierri gçtirm işti. O zaman sporla daha ziyade ilgilenen William Brady ayda 1500 şiHng vermek üzere Y usuf ile bir kontrat yaptı. Bu sözleşme gereğince Yusuf B rady’in her istediği yer ve zam anda herhangi biriyle güreşmeye m ecburdu.” “ îlk maç, M adison Square’de Ernest Roeber ile yapıldı. M üsabakayı düzenleyenler, güreş sahnesinin etrafını ip ile çe­ virmeyi ihmal etmişlerdi. O n dakika sonra Türk hücum ederek hasmmı ahalinin içine fırlattı. F akat hakem kendisini bu yaptığm dan dolayı diskaUfiye etm işti.”

Y ine D ü zg ü n ’ün M u z affer G ençyılm az’a b ildirdiğine g ö re, B oston şehri ya­ k ın ın d a tre n yolu k e n a rın d a b ü y ü k b ir ta ş üzerin d e K oca Y u su f’u n heykeli v a r­ m ış. H eykelin o ray a k o n u lm asın ın sebebi de 1898 yılında hırsızların soygun için tre n y o lu n a k o y d u k ları b ü y ü k b ir taşı Y u su f tek b a ş ın a k ald ırıp yolu açtığı için yap ılm ış.

212


“ Bundan sonra Chicago’da Boğucu namiyle m eşhur Evan Levvis ile güreşmeye karar verildi. Yusuf Chicago’ya gidinceye kadar Rockester, Buffalo ve Cleveland’da üç adam ı yendi. Evan Levvis ile Y ûsuf’un güreşine yirmi bin seyirci gelmiş ve menejeri Brady 15.000 şiling kazanmıştı. O vakte kadarki m üsabakala­ rında hiç bir zam an boğm a hünerini gösterememişti. Lewis’in bu özelliği sayesinde galip geleceğine kani olan halk, Y usuf’un aleyhine binlerce dolar bahse girmişlerdi. F akat üç dakika son­ ra, T ürk Lewis’i çok kötü bir vaziyete soktu. Am erikalı’yı galip getirmekten başka hiç bir m aksatla hareket etmiyen hakem , Yu­ suf’u kural dışı hareket etti diye diskalifiye etti. Bu açık haksızhğa göz yummayan ahali,, başka bir hakem ile güreşe devam etirmişlerdi. Bu sefer de T ürk on dakikada hasmmı mağlub etti.” “ Yirmi dört saat istirahatten sonra, m eşhur Charley Witm an ı da yere sermişti. Bu da bitince Ernest Roeber ile bir daha güreşmek üzere New-York’a döndü. Fakat mağlub olacağını gö­ ren Ernest hasmı Y usuf’u yum rukla karşıladı. Tiyatro birbirine girerek müthiş kavgalar olduysa da Amerikalımn T ürk’ten kork­ tuğu anlaşıldı.” “ Y usuf tu h af tabiatlıydı, kuvvetine itim adı vardı. Şarap­ tan nefret eder, parasını hiç bir yere sarf etmez ve dehşetli de bir iştihaya malikti. La Bourgogne gemisi Fransa kıyılarında bat­ tığı zam an talihsiz Yusuf’u da parasıyla beraber sonsuzluğa gö­ tü rd ü .” “ İşte aram ızdan silinen bu zavalh Y usuf’un nammı arka­ daşı M ahm ud Yusuf’un alacağını zannederiz. ” (>)

(1) s p o r  lem i m ecm uası, 29 T eşrin isan i, 1337-1921 S ayı. 4, S. 2,3

213


YUSUF’UN A M ERİK A ’DAN AYRILIŞI VE D EN İZD E BOĞULUŞU

Yusuf, menajeri William B rady’den de Am erika seyircisin­ den de m em nundu. H er ikisi de Y usuf’a cömertce davranmış, yıkanırken bile belinden ayırmadığı kemerini altın ile doldurmuş­ lardı. Hele William Brady, sivri kafalı, şaşı gözlü, hileci Rum P ierri’ye hiç am a hiç benzemiyordu. Menajeri de kendisi saye­ sinde çok para kazanmıştı am a, gözü tok, kibar ve doğru bir adam dı. Bu yüzden B rady’i sevmişti. Belki de onu sevmek ve ona inanm aktan ötürü çocuklarını gördükten sonra tekrar Ame­ rika’ya dönmeyi bile düşünüyordu. Sözleşme süresi bitince, yenilemedi. Ç ünkü, memleketine dönmeye kararlıydı. New-York’da bulunuyordu. O günlerde Bourgogne gemisi New-York’a gelecekti. Geminin bağlı bulundu­ ğu Com pagnie Generale Transatlantique kum panyasının acentasm dan A vrupa’ya döneceği 2 Temmuz 1898 cumartesi günü için üçüncü mevki bir bilet alındı. Y usuf cumartesi günü Öğleden sonra, menajeri Brady tara­ fından Bourgogne’ye bindirilerek uğurlandı. Bourgogne, kaptan M. D upont yönetiminde norm al rotasmı takip ediyordu. Yusuf gemide Türkçe konuşan tek kişi de­ ğildi. Osm anh vatandaşı, M usa oğlu Raşid, İshak oğlu Salome, kardeşleri Michael, Jevaki, Jubil ve Sfephen, Kazazyan, Yakob Tunusi, Michael H uri ve M arderos grbi birkaç kişi daha vardı. O gün akşam a kadar bu OsmanFı vatandaşlarıyla sıkılmadan va­ kit geçirdi. H atta daha bazı kişiler, bu heybetli, çatık kaşh milli giysili adam ın gazetelerin “ The Terrible T ürk, M üthiş T ürk”

214


diye yazdıkları güreşçi Y usuf olduğunu öğrenince daha çok il­ gilendiler. (1) N orm al zam anlarda Yusuf erken yatar erken kalkardı. A n­ cak A m erika’da güreş m üsabakaları gece yapıldığı için, gece ya­ rısından sonra yatıp gündüz öğleden sonraya kadar uyumak zo­ runda kalmıştı. Bu yüzden hem yorgun ve hem de rahatsızdı. Akşam yemeğini yedikten sonra, kam arasına çekilerek hemen yatıp uyudu. Ertesi gün, 3 Temmuz pazar günüydü. H ava ve deniz çok güzel olduğu için, bütün yolcular neş’eliydiler. Y usuf akşam a kadar kendisiyle konuşm ak istiyenlerle konuşup vakit geçirdi. O akşam da yemeğini yedikten sonra yine erkence yattı. 4 Temmuz 1898 pazartesi günü sabahı saat 04.00.04.30 arası Bourgogne, Halifax limanının doğusundaki küçük Sabel Island adasının 60 mil açığında giderken çok kesif bir sis içine girdi. K aptan M. D upont geminin sür’atini azalttı ve düdük ça­ larak sinyal vermeye başladı. Aynı anda yine sis içinde, F ran­ sa’nın Dunkerque lim anından Philadelphie lim anına kireç gö­ türen, kaptan M. Henderson yönetimindeki İngiliz bandırah 1554 tonilotoluk küçük Crom artyshire yelkenlisi de saatte 4 mil sür’atle çan çalarak ve havai fişenk atarak seyretmekteydi. Yelkenlinin kaptanı ve eşi bu sırada üzerlerine gelen koca­ man bir gemiyi gördüler. Kaptanın eşi, o sırada uyum akta olan iki çocuğunu acele giyindirip güverteye çıkardığı zam an, Bourgogne’nin o rta kısmı yelkenlinin burun kısm ına şiddetle çarptı. Ç arpışm a sonunda, iki gemi de birbiriden ayrılıp sis içinde gö­ rünmez oldular.

(1) S ervet G azetesi, 12 T em m u z 1898 S. 1

215


Yeikenlinin büyük direği kırılmış uç kısmı da hasara uğra­ mıştı. K aptan, Bourgogne’nin kendilerine yardım edeceğini sa­ nıyordu am a, Bourgogne’den hiç ses yoktu. (*) Öbür tarafta Bourgogne, gövdesinde açılan büyük delikten çok m iktarda su alm aya başlamıştı. Bu sırada erken uyanmış birkaç yolcu ye ekserisi İtalyan olan gemi personelinden başka bütün yolcu kam aralarında uyu­ m aktaydılar. Çarpışm adan doğan sarsıntı ve gürültüden uyanan yolcular, güverteye koşuştular. A ncak, durum un çok kötü ol­ duğunu anlayan tayfalar, kurtarm a sandallarını indirip içine bi­ nerek kendi canlarını kurtarm ak istediler. îşte bu sırada akşam erken yattığı için nam az kılmak am a­ cıyla uyanık olduğunu tahm in ettiğimiz Y usuf Pehlivan da, gü­ verteye çıktı. Batılı gazetelerin yazdığına göre, gemi personeli­ nin gemideki çocukları ve kadınları bile düşünmeyerek yalnızkendi canlarını kurtarm a gayretinde olduklarını görünce : “ Canını kurtarm ak için, kuvvetini kullanmaktan başka çare olamayacağını anlayarak, bir sandala kendisi ve yalvaran kadın­ ları bindirmiş ise de sandal denize indirildiği sırada, daha önce denize düşmüş ve boğulmak üzere olan birçok kişi Yusuf’un karşı koym asına rağmen can havliyle sandala sarılmışlar. Bu yüzden sandal devrilmiş, içindeki Yusuf ve biçare kadınlar ve çocuklar denize düşm üştür. K arada olsa dağları devirecek kuvvete sahib Yusuf Pehlivan, deniz içinde kuvvetini kullanm aya im kân bu­ lamayıp yüzme de bilmediğinden başka, denizde çırpınan kadın­ lar Yusuf’un boynuna ve beline sarıldığından biçare pehlivan on-

(1) S ervet G azetesi, 11 T em m u z 1898, S. 4 , S ü. 3 B ak . S ab ah g azetesi, 12,13,15,18 ve 21 T em m u z 1898 tarih li say ıları. D iğer b ü tü n gazetelerin d e aynı ta rih li sa y ıla rın d a h a b e rle r gü n lerce yay ın lan d ı.

216


larla beraber boğulm uştur... Bir söylentiye göre de Y usuf pehli­ van Am erika şehirlerinde yaptığı güreşler sayesinde birkaç bin lira kazanmış idi. Boğulurken bu paralar üzerinde bulunduğun­ dan kendisiyle beraber sonsuzluğa gitm iştir.” Bourgogne gemisi 20 dakikada sulara gömüldü. Bu kısa süre içinde yolcuların acıklı halini belirten ve temsili olarak görüntü­ leyen resimler Am erika’nın ve A vrupa’nın bütün gazete ve der­ gilerinde yayınlandı. Bizim Serveti F ünun ve M alum at gazetele­ ri de onlardan alıp bu resimleri yayınladılar. (2) Sis saat 05.30 da dağıldı. îşte o zam an yelkenlinin kaptanı, olayın m üthiş m anzarasıyla karşılaştı. Yüzme bilenler yüzerek kurtulm aya çahşıyordu. Hemen yardım a koştular. A kşam a ka­ dar denizden ve sandallardan 200 kadar adam ı kurtarıp yelken­ lilerine aldılar. A jansların verdiği bilgiye göre, yalnız birisi kadın olmak üzere 61 yolcu ve 104 gemi personeli kurtuldu, 667 yolcu da bo­ ğularak öldü. Boğulanların çoğunluğunun, o saatte kam arala­ rında uyum akta olan birinci ve ikinci me’I'ki yolcuları olduğu belirtildi. Koca Y u su f un boğuluşunun gerçek hikâyesi böyledir. Ama, başta bizim spor yazarlarımız olm ak üzere Y usuf’a : “ Vahşi” , “ Gaddar” , “ Canavar” , “ Eşkiya” , “ D okham m ah” dyerekhm çlannı alm ak istiyen batının sportm en (?) güreşçileri ve yazarla(1) T erc ü m a n ı H a k ik a t G azetesi, 14 T em m u z 1898, S. 3 . S ü . 2 S ervet-i fü n u n d erg isi, 14 T em m n ? 1898 N o . 383 T ev cih at kısm ı S. 150 ( 2 ) L ’lIlu stra tio n d erg isin in 16 T em m u z 1898 tarih li 2890 n u m a ra lı sayısım n 36 ve 37 nci sah ifesin d e bilgi ve C ro m a rty sh ire ’in k a p ta m n ın ve k arısın ın fo to ğ ra fla rı b u lu n m a k ta d ır. Y ine ay n ı sayının 40 ve 41 nci sa h ifelerin d e B ourg o g n e’n in b atışı k ay ık lard a biribirini denize a ta n la rın resm i b u lu n m a k ta d ır. 101 nci sa h ifed e d e, y elk en linin ç a rp ışm a d a n ö n cek i ve so n ra k i d u ru m la rın ı g ö ste­ ren fo to ğ ra fla r y ay ın lan m ıştır.

217


n , onun hakkında inanılmayacak kadar küçültücü ve kötüleyi­ ci hikâyeler uydurdular. Batüı yazarların yalancılığını ve uydurm alarını belki haklı görebiliriz. A m a bizim yazarlara ne demeli? B urada isim belir­ terek o yazarlarımızın söylediklerini sergilemeyi lüzumsuz gö­ rüyoruz. Ç ünkü, bunların çoğu nasıl hayal etmiş ise Öyle yaz­ mıştır. Hiç bir zam an da o zam anki gazeteleri ve dergileri açıp okum ak zahmetine katlanm am ışlardır. Dolayısıyle de birinin yazdığı öbürünkıni tutm am aktadır. A m a ortada belgelere dayanan bir gerçek var. Bourgogne gemisi ne buzdağına çarparak batm ış ve ne de kasden batırıl­ mıştır. H atta Koca Y usuf’un kolunun baltayla kesildiği hikâye­ si de bu yalanlardan biridir. L ’İIlustration dergisindeki temsih resimde, denizden kayı­ ğı eliyle tutm uş bir adam ve bu adam ın eline kayık içinden uzun bıçağa benziyen bir şeyle vurm ak istiyen başka bir kimse görün­ m ektedir. Eline vurulan denizdeki adam ın Yusuf olmadığı giy­ silerinden, saçından apaçık belli oluyor. Resmi yapan ressam o adam ın Y usuf olduğunu düşünerek yapsaydı elbette giysisini de bizimkine benzetirdi. Kaldı ki, bu şekilde denizden kurtarm a san­ dallarına binmek isteyenlerin zaten ağzına kadar dolm uş kayık­ lara İtalyan tayfalar tarafından ahnmadtğmı ve itildiğini batı ga­ zeteleri de tafsilâtıyla ve resimleriyle yayınlamıştır. Gerçek böyle olunca, bizim Y usuf hakkında uydurm a hi­ kâyeler yazmam ızdan ne kazancımız olacak anlam ak m üm kün değil. Bu gibi hikâyeler za*en her geçen gün biraz daha yok olan ve unutulan spor tarihimizi büsbütün karanlığa gömer ve bir gün

( ! ) L ’İIIu stratio n , 16 T em m u z 1898, Sayı 2890, S. 40, 41

218


inanılm az durum a getirir. Birbiriyle güreşen kırk peiılivanm da güreşirken öldüğü için K ırkpm ar denildiği efsanesine inandığı­ mız gibi, böyle yalanlara da inanırsak gerçekten övünülecek re­ korlarla, başarılarla dolu şanlı spor tarihimizi tam am en efsane haline getirmiş olmaz mıyız? Batı spor dünyasmda Koca Yusuf Türk güreşinin, Türk kuv­ vetinin, T ürk spor ahlâkının sembolü ve ölçüsü olm uştur. Onu olduğundan daha fazla göstermeye hiç de ihtiyaç yoktur. O, dün­ ya spor tarihinde hem de batının en büyük otoritelerinin kale­ miyle ölümsüz yerini almıştır. Onu d ah a da büyüteceğiz diye ef­ saneleştirmek yarar değil, zarar verir. Yusuf A vrupa’ya ve Am erika’ya güreş yaparak para kazan­ m ak için gitti. Am a hiçbir zaman da parayı birinci plânda tu t­ madı. Pek çok defalar çabucak yenmemesi için para teklif edil­ diği halde, o yine bildiğini yapmış, tuttuğunu acımasızca çabu­ cak yenmiş ve yenmeye gayret etmiştir. A ntrenm anlarında bi­ le.müsabaka yapar gibi tutması, onun bu özelliğinin en güzel be­ lirtisidir. Bu sebeple, Yusuf için, güreşi dini kadar kutsal bilmiş, Türklüğünü sevdiği kadar sevmiş, pehlivanlığın şerefine kendi şerefi kadar değer vermiştir diyebiliriz. Şunu da yeri gelmişken açıkça behrtelim ki. Koca Yusuf, hakikaten en talihsiz güreşçimizdir. Çünkü : 1 — Y urduna, çoluk çocuğuna kavuşam adan boğulduğu yetmiyormuş gibi, şanına lâyık bir güreş salonu yapam adık. Ölüm gününde anm aya vesile olacak bir güreş m üsabakası düzenliyemedik. Gençlik P arkı’na heykelini dikemediğimiz gibi A n­ k ara’da bir sokağa, adını bile veremedik. 2 — Özbeöz Türk olan Koca Y usuf’a Bulgarlar sahip çıkmıya kalkıştılar. 1969 yılında Türkiye’ye göç eden torunu Yu­

219


suf Durm aztürk şöyle diyor : “ Bulgarlar dedemi kendilerine maletmek isterler. F akat biz özbeöz T ü rk ’ü z ...” (i) 3 — Bütün bu talihsizlikleri az imiş gibi, Gençlik ve Spor Bakanlığı’mız, 1973 yılmda Azor adalarm da göm ülü bir Hıris­ tiyan gemicinin kemiklerini. Koca Y usuf’un kemikleri diye T ür­ kiye’ye getirtmeye kalkıştı. (^) Böyle bir faciayı düşünmek bile insanın tüylerini ürpertiyor. Atlas O kyasunu’nun haritasına bakıhrsa, Bourgogne gemi­ sinin battığı yer olan Sabel İsland adası ile okyanusun ortasın­ daki Azor takım adaları bir birinden en azından 3000 kilometre uzakhktadır. New-York’dan Le Havre lim anına giden gemile­ rin rotası da o yönde değildir. H atta o tarafa akıntı da yoktur. Nasıl oluyor da 10 gün içinde bir cesed 3000 kilometre uzağa sağlam olarak gidebiliyor.

(1) H ü rriy e t G azetesi, 10 E k im 1969 (2) T e rc ü m a n G azetesi’n in 26 M a rt 1977 ta rih li sa y ısm d a G ençlik ve S por B ak an lığ ı’n m D ışişleri B a k an lığ ı’n a b u iş için yazdığı 21 N isan 1973 tarih li yazısm m fo to k o p isi de y ay ın lan m ıştır. Bu yazıda ; “ 1902-1903 yılları ara sm d a M eksiko isim li b ir gem i ile A m e rik a ’d a n yola çık a n .. G em in in b a tm a s ın d a n o n gün s o n ra A z o r ta k ım ad aları k ıyısında b u lu ­ n an o n cesetten b irin in K oca Y u su f’a ait o ld u ğ u a d a kilisesi p a p azın ın ta k rib e n 1965 y ılların d a W esteley isim li dergideki b e y a n a tın d a n an laşılm ıştır. D a h a önceki y ıllard a da b ir güreş tefrik ası y a z a n R e isicu m h u r C em al G ürsel’d en K o ca Y u su f’un kem ik lerin in getirilm esi için ken d isin in A z o r a d a la n n a gönderilm esini istemiş C em al G ürsel’de “ Bu işin resm i yollarla yapılm asının daha çab u k so n u ç vereceğini d ü şü n ü p , özel k â tib i Semil^ A k b e l’i ç a ğ ıra ra k , P o rte k iz elçim ize b irm e k tu p yazılarak b u işle ciddi su rette ilgilenm esini e m re tm iş ..” (T er­ c ü m a n , 1,5 M a rt 1973) (3) Bu k o n u için b ak : A tıf K a h ra m a n , “ K oca Y u su f’u n M ezarı A z o r A d a ­ la rın d a m ı S ab le A d a sın d a m ı? (A d alet, 5 M a rt 1977)

220


B ütün bu yanlışlıklar, spor tarihimizin hâlâ yazılamamış ol­ m asından ileri gelmektedir.

KOCA YUSUF’UN ÇOCUKLARI Koca Yusuf’un eşi Refiye’den iki og!u olmuştu. Birisi Mehmed, diğeri Hüseyin. Mehmed babası gibi güreşe heves etti güreşçi oldu. Am a ba­ bası kadar olam adı. 1928 yılında Aydoslu Yenici M ehmed P eh­ livan ile İstanbul’a gelip Saraçhanebaşı’ndaki İbrahim Paşa ha­ m amının karşısında bulunan güreş yerinde, Manisah Rıfat, Gostivarlı Mülayim, Arnavud Abdullah, Bandırmalı Kara Ali (Acar) Alemdağlı Eşref, M andıralı Ç oban M ahm ut, M andıralı Pom ak Ahm ed, İstanbullu Koç Ahmed (Haşan Koç)... pehlivanların da katıldıkları başpehlivanlık yarışm alarında güreşti. ^2) Diğer oğlu Hüseyin, güreşe hiç heves etmediği gibi 1930 do­ ğum lu oğlu Y usuf’u d a güreşçi yapm adı. ’ Y usuf dedesi Koca Yusuf gibi, iri vücutlu olup, boyu 1.86 cm. ağırhğı da 100 kilodur. 1969 yılında Türkiye’ye göç ederek M anisa’ya yerleşti ve “ D urm aztürk” soyadını aldı. Üç kız, bir erkek, dört çocuğu vardır. (^)

(1) 23.-27 E k im 1982 ta rih in d e y ap ılan 1. M illi K ü ltü r Ş u ra sı’n a su n d u ğ u m b ild irid e : “ D ü n y ad a sp o r tarih in i bilm eyen ve yazm am ış b izd en b a şk a hiç bir m iü et y o k tu r. S p o r A k em edilerim izde bile bu dersi o k u ta c a k ö ğretm enin ve ki­ ta b ın b u lu n m ay ışı b u gerçeği açık ça b e lir tir ...” (1. K ü ltü r Ş u ra sı-K u ru m ve K u­ ru m T em silcisi B ildirileri Kişisel B ildiri Ö zetleri, 6 .9.1982 itib ariy le S. 206) (2) M iiliyet G azetesi, 17 M a rt 1928, S. 5, S ü. 1 (3) H ü rriy et G azetesi, 10 E k im 1969 tarih li sa y ısın d a E d irn e ’ye gelişini re­ sim li o la ra k b ild irm ek ted ir.

221



KAYNAKÇA Alm anca : 1 — F. Kaniîz, D onau Bulgarien Und Der Balkan, Leipzig, 1882 C. 1,2,3 (Kitab) Fransızca : 1 — Paul Pons, La Lutte, Paris, 1912 (Kitab) (Milli K ütüphane M ikro Filim Arşivindeki M ikro filim) 2 — Le Journal gazetesi Paris (Büyük Millet Meclisi Kütüphanesindeki koleksiyon) 3 — L ’İllustration gazetesi (Milli K ütüphane’deki koleksiyon)

İngilizce : 1 — Graem e Kent, A Pictorial History o f Wrestling, London. 1967

Eski Harfli Türkçe : 1 — Nevsal-ı afiyet, 1316, İstanbul 2 — Defter-i ehli hiref’ler (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Elyazması) 3 — Evliya Çelebi, Seyehatname, İstanbul. 1314 C. III, 1314, C.V. 4 — îzzizade Abdüllâtif, Vekayı-ı Baba Paşa fi el Ta­ rih (Yazma-Bursa İl Kütüphanesi) 5 — Rıdvan Nafiz, Vekayı-ı Baba Paşa fi el Tarih (M akale, H ayat Mecmuası, 1927 Sayı. 61, 62, 63) 6 — T una Vilâyeti Salnamesi (h. 1290 v.d.) 7 — Edirne Vilâyeti Salnamesi (Yılhklar-h. 1285 v.d.)

223


8 — Edirne gazetesi, (Edirne İl Kütüphanesindeki icoleksiyon) 9 — Sabah gazetesi İstanbul, (Milli Kütüphane’de-

ki koleksiyon) 10 — Tercüman-ı Hakikat gazetesi, İstanbul (Milli KütüphüneMeki koleksiyon) 11 — Resimli gazete, İstanbul. (Milli K ütüphane’deki koleksiyon) 12 — İkdam gazetesi, İstanbul (Milli K ütüphane ve Büyük M illet Meclisi K ütüphanelerindeki koleksiyonlar) 13 — Bursa-Hüdavendiğar gazetesi, Bursa (Bursa İl Kütüphanesindeki koleksiyon) 14 — Servet gazetesi, İstanbul (İstanbul Belediye Kü­ tüphanesindeki koleksiyon)

15 — Servet-i Fünun mecmuası İstanbul (Milli Kütüphane’deki koleksiyon) ı6 — M alum at gazetesi, İstanbul, (Milli K ütüphane’deki koleksiyon) 17 — Asır gazetesi, Selânik (İstanbul H akkı T an k Us Kütüphanesindeki koleksiyon) 18 — Alemdar gazetesi, İstanbul (Milli Kütüphanedeki koleksiyon) 19 — S p o r A lem i m ecm u a sı, İs ta n b u l (M illi Kütüphane) 20 — Musavver Fen ve Edeb gazetesi, İstanbul (Milli Kütüphane) 21 — Rıza Bey-Canbazbaşı-Takvimü’l E bdan li Sıhh a tü ’l İnsan, İstanbul. 1324 - 1908 - (İstanbul Millet Kütüphanesi) 22 — M illiyet G azetesi, İsta n b u l. 1928 (M illi Kütüphane)

224


Yeni Harfli Gazete ve Dergiler : 1— 2 — 3 — 4 —

H avacıhk've Spor mecmuası, A nkara. 1931 H ürriyet Gazetesi, İstanbul. 1969 Tercüm an gazetesi, İstanbul. 1973,1979 Adalet gazetesi, A nkara, 1963-1968 (Milli Kütüphane) 5 — T ürk Spor mecmuası, İstanbul. 1933-1934

Yeni Harfli Türkçe Kitaplar : 1 — Bilâl N. Şimşir, Rumeli’den T ürk Göçleri, A n­ kara. 1970 2 — İsmail H abib Sevük, T ürk Güreşi, İstanbul. 1948 3 — Ahmed Davudoğlu, Ölüm D aha Güzeldi, İstan­ bul. 1979 4 — Halil Sedes, Osmanlı O rdusu Savaşları, İstan­ bul. 1946 5 — M. Necmeddin Deliorm an, “ Bulgaristan Türkleri Yakm Tarih ve H atıralar, İstanbul. 1971 6 — F uat Köprülü, T ürk Saz Şairleri, İstanbul. 1940 C . III 7 — Celal Davud Arıbal, Çolak Molla, Ankara, 1950 8 — Sami Karayel, Çolak M olla, İstanbul. 1942 9 — İrfan Dergin, Türk Güreşi, İstanbul. 1950

225


Yeni Harfli Makaleler : 1 — Osman Keskioğlu, “ Bulgaristan’da Türk Vakıf­ ları ve Bali Efendi’nin Vakıf P aralar H akkında bir M ektubu” , Vakıflar Dergisi, Sayı. 9 2 — Osman Keskioğlu, “ Bulgaristan’da Türk İslâm Eserleri” , Vakıflar Dergisi, Sayı. 17 3 — Osman Keskioğlu, “ B ulgaristan’da Türk Kül­ tü rü ” , Türk Kültürü Dergisi, Ağustos. 1985

226


Aâ


G üreşe küçü k y aşlarda başlam ış olan K oca Yusuf, kısa sü­ rede ü n kazanm ıştır. Uzun zam an K ırk p m ar başpehlivanlığı yapan AIiço ile g ü r e ş e K oca Yusuf, Adalı H alil’i de iki defa a rk a arkaya yenm iştir. 1897'de A vrupa’ya gitm iş Belçikalı B eck-O lsen, F ran­ sız Paul Pons, F ransız F ournier ve M acar Sebes gibi A vrupa’nm en ü nlü güreşçileri karşısında b a ş a n kazanm ıştır. D aha sonra A m erika'ya gitm iş o rad a yaptığı b ü tü n güreşleri kazanm ıştır. 1898 m ayısm da T ürkiye’ye dönm ek üzere Fransız bandıralı b ir gem i ile yola çıkm ış, gem inin O kyanus’ta b atm ası Koca Yu* su f’u n hazin sonu olm uştur.

Fiyatı 1.150.- Tt,. ISBN 975-37-0082-5


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.