Bahaeddin Ögel - Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu

Page 1



TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE

DOÖU ANADOLU

Hazırlayanlar Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL

Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ Prof. Dr. M. Fahrettln

KIRZIOGLU

Prof. Dr. Mehmet ERÖZ Prof. Dr. Bayram

KODAMAN

Prof. Dr. Abdülhaluk M.

ANKARA 1992 -

ÇAY


iv

Gelenek ve Göreneklerde Birlik ...... ........ :.................. Tarih Boyunca Türklerde Bayramlar ................. 2.5.2. Türklerde Yılbaşının Tesbiti ........................... . 2.5.3. Nevruz (Ergenekon) Bayramı............................ 2.5.4. Koç Katılımı.................................................... 2.5.5. Düğünler......................................................... 2.5.6. Takvim............................................................ 2.5.7. Spot ve Oyunlar............................................... 2.6. Musiki Birliği ....................................."..................... 2.6.1. Doğu Anadolu Türk Musikisi..... r...................... 2.6.2. Tunceli Türk Halk Musikisinden Bazı Örnekler.......................................................... 2.6.3. Türk Musikisinde Nevruz Makamı..................... 2.7. Taş İşlemeciliği (Mezar Taşları)................................. 2.8. Halı ve Kilim Dokumaqlığı... ...... .............................. 2.5.

2.5.1.

.

.

3.

119 119 120 130 131 133 136 141 143 144

147 150 153 160

DOGU ANADOLU'YU BÖLME FAALİYETLERİ ........ 167 "Şark Meselesi" ........................... : ...................... ·....... 167 Kürtçülüğün Siyasi Bir Mesele Haline Dönüştürülmesi......................................................... 171 3.3. Bölücülerin' Tarih Tezi ve Gerçekler........................... 184

3.1. 3.2.

4.

SONUÇ.......................................................................... 191

Bibliyografya....................................................................... 195 Dizin .................. ........................ �. . ..... . .... .................... : 207 ..

.

.

.

.

.


v

ÖNSÖZ Yayınevimizin neşrini uygun gördüğü bu eser bir sen­ tez çalişması olup, giriş, üç ana bölüm ve sonuçtan ibarettir. · Birinci bölümde, XIX. Yüzyıl ortalarına kadar Batı Literatü­ ründe bile "Türkiye" ve "Türkmen-Ülkesi" olarak zikredilen bölgenin günümüzde bölücü un.s urlar tarafından Ermenis­ tan veya Kürdistan olarak nitelendirilmesinin ilmen müm­ kün olmadığı ortaya konulmuştur. İkinci bölümde "Kürt adı­ nın anlamı" üzerinde durulmuş ve bu terimin etnik bir an­ lam ifade etmediği gerçeği ortaya konulmuştur. Üçüncü bö­ lümde ise Türkiye'yi bölmeye çalışan faaliyetlerin tarihçesi, dayandığı tezler ve temelde yatan sebepler üzerinde durul­ muştur. Yayinevimizce dördüncü baskısı yapılan bu eser, mese­ leyi bir bütünlük içinde, ilmi veriler doğrultusunda ele ahın, gerçek dışı bilgilere dayalı iddialara itibar etmeyen, objektif bir çalışmadır. Yazarlarından Prof.Dr. Mehmet Eröz. Prof.Dr. Bahaddin Ögel, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Beylerin rahmete kavuştuğu bu eseri okuyucularımıza sun­ makla gurur duyuyoruz. Ve milli bir görevi yerine getirdiği­ miz inancındayız. Saygılarımızla .....

Boğaziçi Yaymları



vii

GİRİŞ Bugün insanlığın en buyük hedeflerinden birisi kavga­ sız, döğüşsüz, her insanın insanca yaşayabileceği bir dünya­ da yaşamaktır. Tarih boyunca zaman zaman çeşitli düşünür­ lerce de hayal edilen bu hedef ne yazık ki düşüncelerde, ha­ yallerde kalmaya mahkum olmuştur. Emperyalist emeller, insanlığı kendi sistemine mahkum eden ideolojiler, "Hayat sahası" safsatası ile dünya hegomanyası peşi,nde koşan dev­ letler insanlığı fela ketten fel:lkete sürüklemişlerdir. Günü­ m ü. zde de bunun kapalı-açık mücadelesi hem sıcak savaş ha­ linde hem de soğuk savaş halinde acımasızca deva m etmek­ tedir. Memleketimizin coğrafi, askeri ve ekonomik ba kım­ lardan sahip olduğu stratejik konum, ister istemez Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bu amansız mücadelenin içine çe­ kilmesi hususundaki emperyalist arzuları kamçılamaktadır. Beşbin yıllık pir maziye sahip ve bütün mazisi boyunca hür yaşamış Türk Milleti'nin en son kurduğu Türkiye Cum­ huriyeti, kurucusunun ağzından politikasını açıkca ortaya koymuştur. "Yurlta sulh; cihanda sulh". Ancak görülen o' dur ki Türkiye'nin açık politikası gene de yabancı emelleri üzeri­ ne çekmekten alıkoyamamıştır. Özellikle xıx. yüzyıl başla­ rından itibaren başlayan Türkiye'yi parçalamak, Türk mille­ tini bölmek çabaları günümüz Türkiye'sinde tekrar sahneye konularak özellikle Doğu Anadolu, Türkiye'den koparılıp bölgede emperyalist emellere �izmet edebilecek kukla bir devletçik yaratılmak istenmektedir. Günümüz Türkiye'sinde gerek dini gerekse etnik mahi-


viii

yetteki bölücülük faaliyetleri tama men dışarıdan kaynaklan­ maktadır. Özellikle Türkiye'nin jeopolitik durumu, bölgede hakim olmak isteyen süper güçlerin birtakım siyasi kombine­ zonlara girmelerine sebep olmakta ve Türkiye'nin bütün dostça çabalarına rağmen komşu ülkeler de bu emellere hiz­ met etmektedirler. Bilindiği gibi Türkler'in Ortadoğu'daki hakimiyeti böl­ ge insanlarının uzunca bir dönem, aşağı yukarı 700-800 yıl huzur içinde yaşamalarını sağlamıştır. 1. Cihan Savaşı sonra­ sında zatla koparılan bu ülkelere emperyalist devletlerce sözde bağımsızlık verilmiş, ke, n di devletlerini kendilerinin kurmaları sağlanmıştı. Ancak son 60-70 yıllık dönem bölge­ ye felaket getirmiştir. Günümüz Ortadoğu olayları da bu fe­ laketler zincirinin son halkasıdır. Ne yazık ki, asırlarca Türk idaresinin bölgede bir barış dönemini temsil etmiş olduğu gerçeğine hala gözlerini kapayan bazı komşu ülkelerin idare­ cileri, özellikle bölücülük hususunda Türkiye'yi hedef alan bir politikanın piyonları durumunu almışlardır. Ayrıca, "de­ mokrasi havarisi geçinen", bütün çağlar boyunca sömürgeci politikalarını insa nlığa karşı en acımasız bir şekilde uygula­ yan emperyalist Batı ve Doğu blokuna bağlı devletler, bu bö­ lücü çalışmalara yardımcı olmakta yarış halindedirler. Başta Erivan olmak üzere çeşitli Avrupa kültür merkez­ lerinde yapılan çalışmaların esasını, aralarında çeşitli şive farklılıkları görülen Doğu Ana dolu Türk Aşiretlerini, "Kur­ manç" ağzı etrafında birleştirerek bir millet haline getirmek teşkil etmektedir. Bu gayelerine ulaşabilmek içinde her tür­ lü tarihi, ilmi gerçekler bir tarafa bırakılmakta ve "gaye için her şey meşrndur" noktasından hareket edilmektedir. Başta B. Nikitin ve M inorsky olmak üzere çeşitli a raştı­ rıcılar açıkça Türk kültürü ve kültür unsurlarına dayanmak


ix

suretiyle bir ''Kürt kültürü" ve "Kürt adı verilen bir millet" ya­ ratmak çabasındadırlar. Ancak bütün gayretlerine rağmen tezleri, iddiaları, teorileri havada kalmaktadır ve kalmaya da mahkumdur. ' Bu araştırmamızda belirtilmeye çalışıldığı gibi Doğu Anadolu; tarih, etnoloji, kültür unsurları, dil, din v.b. gibi özellikleriyle Türkiye'nin bölünmez bir parçasıdır. Türk kul· tür bütünlüğü bütün Anadolu insanını kucaklamakta ve aynı dine inanan, aynı milletin çocukları olmaktan gurur duyan insanları bu tür bölücülük hareketlerinin karşısına tek bir vücut olarak çıkarmaktadır.



TÜ RK M İLLİ BÜTÜNLÜ(; Ü İÇERİSİNDE DOGL A:'\J\DOLL

1.

ANADOLU'NUN TÜRK YURDU OLUŞU 1.1. İ slamiyetten Önce Anadolu

1.1. 1. Türk Akın/an, Ana dolu, bilinen en eski çağlardan heri Asya ile Avru­ pa ar,asında hir köprü vazifesi görmüş, çeşitli ırklara m.en­ sup birçok kavimlere yurtluk etmiştir. Türk h<lkimiyet ine ka­ dar hu topraklarda çeşitli devletler kurulmuştur. M .Ö. 2000 yıllarından M .Ö. 3 . yy.'a kadar Hititler, Hurriler, Urwtular, İyonlar, Etrüskler, Frigler, Lidyalllar, Kimmerler ve Persler gi­ bi büyük çoğunluğu Ari ırktan çeşitli kavimler Anadolu'ya hakim olmuşlardı . Bunların hemen hemen tamamı Türk ha­ kimiyeti öncesinde artık tamamen kaybolmuş ve yokolmuş­ tu. Türkler'in Anadolu'ya geldiklerinde buldukları ırki yapı ise M.Ö. Ill. yy' dan M.S.I.y',a kadar deva m eden Helenis­ tik çağda şekillenmiştir. Eski Anadolu kavimlerinin hu dö­ nemde varlıklarını koruyabildiklerine dair bilgi mevcut de­ ğildir. Bu bakımdan bazı araştırıcıların Anadolu Türkü'nün yapısında hal a bu kavimlerin kalıntılarını hayal etmeleri il­ mi gerçeklere tamamen ters olup zorlamadan öteye geçe­ mez. M.S.I. yy.'dan itibaren Anadolu'da ha şlayan Roma ha­ kimiyeti ve onun devam ı olan Bizans imparatorluğu dönem­ lerinde Anadolu, doğudan gelen İran ve M üslüman Arap or­ duları ile Roma ve Bizans ordularının dttva mlı savştıkları bir savaş alanı olmuş, hu savaşlar Anadolu'nun Türk öncesi ırki yapısında pek etki yapmamışsa da, nüfusun hüyük ölçü­ de azalmasına sebep olmuştur. Diğer yandan Anadolu'ya Türk akınları ve bilhassa Do­ ğu Anadolu ile Kafkasya'da yurt tutma çabaları isJamiyet'-


2

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÔU /\N/\DOLU

ten çok daha eski tarihlere inmektedir. Bilindiği gibi M.Ö. 1000-500 yılları arasında Karadeniz'in kuzeyindeki Kıpçak Bozkırı Asya menşeli milletlerin yerleştikleri a lan olmuştur. Bunların çoğu Saka Türkleri'dir1. M. Ö. VII. >:Y. 'da Kafkasya, Azerbaycan ve Doğu Anadolu 'nun Sakalar'la Persler arasm­ da paylaşılamayan bir ülke olduğu görülür. Azerbaycan 'daki Saka topluluklanmn merkezi olan Sakasan şehri Uti vilayeti sınırları içindedir 2. Sakalar'ın efsanevi kahramanı Efrasi­ yab 'la ilgili hatıralara Azerbaycan'ın birçok bölgelerinde rastlamak mümkündür3. Kafkasya üzerinden Azerbaycan ve Anadolu'ya yapılan diğer bir Türk akını da Asya Hun Türkleri'nin 395 tarihli Anadolu seferidir. Don Nehri bölgesindeki Hun boyları Ba­ sık ve Kursık adlı başbuğlarının komutasında Erzurum üze­ rinden Karasu-Fırat vadisi boyunca Malatya ve Çukuro­ va'ya kad;ır inmişler, Urfa, Antakya, Sur şehirlerini muhasa­ ra etmişler ve Kudüs yakınlarına kadar ulaşmışlardı. Sasani­ ler'i dehşete düşüren bu sefer, Hunlar'ın gene aynı süratla ' Orta Anadolu üzerinden Azerbaycan'a ve oradan da üsleri­ ne dönmeleriyle sonuçlanmıştı. Üç yıl sonra 398 tarihinde buna benzer ikinci bir Hun seferi daha görülecektir4. İkinci büyük göç dalgası 466 tarihlerinde meydana gel­ miş ve Avrupa Hunları'na bağlı Ağaçeri Türk boyları Azer­ baycan'a ve Doğu Anadolu'ya yerleşmişlerdir. Sasani kay­ nakları bunlara Ak-katlan, Bizanslılar ise Akatzir adını ver1. İskillcr'in Hint-AVI"upa kavimlerinden olduğu iddialan varsa da bunu doğrulaya­ cak deliller yoktur. Fakat İskitler'in Saka adını taşıyan Türk ıopluluklan olması ihtimali daha kuwetlidir (bk. A.Zeki Velidi Togan. Bugünkü Türk.ili-Türkis­ tan ve yakın Tarihi, İsı. 1942-47, s. 86 vd. ). .2 A. Zeki Velidi Togan "Azerbaycan" İ.A , C. I. s. 97. 3.Togan, "Azerbaycan", s. 97. 4. İbrahim Kafcsoğlu, "Asya Türk Devletleri". Türk Dünyası El-Kitabı, Ank. 1976, s. 700- 701; Aynı yazar Türk Milli Kültürü, Ank. 1977, s. 53. •••


TÜRK M İ LLİ Büi·üNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

3

mek tedirler. Bu Ağaçeriler'in bir kısmı 1180-1412 yılları arasında Halep ve Şam taraflarına göç etmişler, bir kısmı da Güney Azerbaycan' da Erdebil ve çevresinde yurt tutmuş­ lardır5 . Türkler' in üçüncü göç dalgasını Sabırlar meydana getir­ miş, 515 yılında Derbent'i 527 yılında da Kür nehrini aşa­ rak Baku ile Kuba arasına ve Lenkeran'a yerleşmişlerdir. Sabırlar (Savar, Savır, Suvar veya Sibir)'la birlikte "Hazar" adı a ltında toplanan Bulgar ve Belencar Türkleri de Aran, Mugan, Gflan ve Lenkeran tarafına yerleşmişlerdir. Bu Türkler Hazar Türk Devleti'nin teşekkülünde oldukça önemli rol oynayac_ aklardır. Daha sonra bu Türk Devletinin adı Asya'nın en büyük gölüne ad olacaktır: Hazer. VII. yy/da yazılmış olan "Ağvan Tarihi" adil eserde Do­ ğu Anadolu ve bilhassa Azerbaycan arazisinde yurt tutmuş bazı topluluklardan bahsedilirken,· şu önemli bilgiler veril­ mektedir:

" Bu topluluklar uzun saçlı, mahir ok atan kimseler olup taştan koç, at vb. gibi heykeller yontmakta da oldukça usta idi­ ler. En büyük ilahlanna Khan-tangn derler" 6. Burada verilen bilgi, Selçuklu Çağrı Bey'in 1015/1016 tarihinde Doğu Ana­ dolu'ya yaptığı seferle ilgili olarak Bizans kaynaklarında ve­ rilen bilgilere oldukça yakındır. İran Sasani imparatorluğu'na son veren Araplar, Eme­ viler zamanında kurulan iki sugur (uç) vilayetinden (Tarsus ve Malatya) hareketle her yıl yaz ve kış seferleri yaparak Anadolu içlerine birçok a kınlarda bulundular. Zaman za­ man Marmara ve Ege kıyılarına kadar ulaştılar. Bu arada dört defa da İstanbul'u kuşattılar. Arap İslam orduları S. Togan, "Azcr\>aycan",

6. Rasim Efcndicv, ki, 1980, s. 9.

s.

9S-99.

Daşlar Danışır Neolit devrinden

XIX. Yüzyıladek, Kcnçlik Ba­


4

TLRK MİLLİ BÜTÜNLÜ(;ü i<;ERİSİNDE DüC"iL J\'.\ı\DOLL

Azerhaycan'a girdiği sırada merkez Ere.lehi) olmak üzere hu­ rası Hazar Hakan lığı ' na bağlı idi. Araplar, i stila sıra sında or­ dugah olarak Meraga'yı uygun görmüşlerdi7. Araplar'ın Do­ ğu Anadolu ve Azerhaycan'a girmeleri tam mana sıyla hir is­ tila şeklinde cereyan etmiş, birçok Arap kahileleri bölgeye yerleştirilmiş ve yerli halkın toprakları elerinden alınarak serfleştirilmiştir8. Bu arada İ slam orduları içinde müslüman çeşitli Türk toplulukla rının da Azerhayca n 'a geldikleri, hil­ hassa Ahhasiler zamanında (750-1258), Türk asıllı komutan­ ların hölgeye çeşitli Türk unsurla rının yerleştirilmesine öna­ yak oklukları görülür. Buraya yerleşen yeni Türk toplulukla­ rı, Ahhasi ordusunda· görev yapan Türk asıllı komutanlar için hüyük hir güven kaynağı idiler. Bu Türk emirlerinden Mübarek et- Türkf, Kazvin'in iç kalesini tamir ettirerek bura­ ya kendi adını vermişti. Diğer bir Türk komutan ı Zirek et-­ Türkf i se Halife Mütevekkil tarafından Merend 'de isyan eden Benu Bu'ays emirleri üzerine gönderilm işti (848). Daha son­ ra Muhammed b. Şul adlı diğer bir Türk komutanı da Azer­ bayca n valiliğine tayin olunmuştu9. Diğer yandan Türk emir­ lerinden Buga 'n�n 4.000 kişilik hir kuwetle Azerhaycan'a geldiği ve Şamhor'a 20.000 civarında Hazar ve Bulgar Tür­ kü yerleştirdiği de hilinmektedir. IX.yy'ın en önemli olayla­ rından birini teşkil eden Babek isya nı Azerbaycan'da patlak vermiş ve hu i syanın bastırılmasında Türk. komutanları ve Türk orduları oldukça etkili olmuşlardır. el-Bazz şehri mer­ kez olmak üzere isyan eden Babek, kısa zamanda Azerbay­ can, Isfahan, Hemedan ve Musul'a kadar hakim olmuştu (816/8 l 7). Halife Mu'tasım (833-842), i syanın bastırıl7. W. Barthold, " Azerbaycan ve Ermenistan", trc. İsmail Aka, Tarih Araştırmalan De�isi, Sayı: 14-23 (Ankara 8. Togan "Azerbaycan", s. 96.

1970-74)s. 77-78.


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÜÜ İÇERİSİNDE DOGü AN/\DOLL

5

ması için Türk komutanlarından el-Afşm Haydar b. Kavfıs'u görevlendirmişti ( 3 Haziran 835). Afşın, Erdehil'i ele geçir­ miş ve el-Bazz Kalesini zapt ve tahrip etmişti. Afşın'ın önün­ den kaçan Babek, Afşın'ın komutanlarından Ebu 's-Sac tara­ fından yakanarak (15 Eylül 837), Berzend'de Afşın'a teslim edilmiştir. Daha sonra Bahek, Halife'ye teslim edilmiş v� O'nun emriyle 4 Ocak 838 tarihinde idam edilmiştir 1 0• Araplar'ın Azerbaycan'a hakim olmalarıyla beraber Arab dili ve kültürü de bölgenin Araplaşmasında etkili ol­ muş, ancak bu kısa bir zaman sonra Farsça ve Fars kültürü içinde kaybolmuştur. IX. yy.'ın i kinci yarısından itibaren Ah' basi Devleti sarsılmaya başlamış ve yer yer, yerli sülaleler kendi bölgelerinde yarı bağımsız olarak hareket etmeye baş­ lamışlardı. Bunlardan birisi de Azerbaycan'a hakim olan Sac Oğulları sülalesidir11 • Ebu 's-Sac Divdad b. Yusuf Div­ dest 'in oglu Muhammed el-Afşin 'in kurduğu hu beylik (889/890-929) bölgede kurulan ilk yarı bağımsız Türk beyli­ ğidir. Sac Oğulları'ndan sonra Selçuklular'ın bölgeye girme­ sine kadar Azerbaycan'da çeşitli emirlikler hakimiyet kur­ m uşlardır12. 9. Togan "Azerbaycan", s. 100. 10. M. Nizamettin Tebrizli, Bugünkü Azerbaycan Davası, Esas Ve Sebt-pleri, İsi. 1946, s. 15- 1 6; Hakkı Dursun Yıldız "Abbasiler Devrinde Türk kumiındanlan, El-Afşın Haydar b. K.avOs" İ . Ü . E.F. Tarih Enstitüsü l>el'J,!isi, Sayı 4-5 (1973-1974), s. 12; Aynı yazar, "Azerbaycan'da Hüküm sürmü� bir Türk l laneda­ hı, Sac Oğulan 1., Ebu's-sac Divdad b. Yusuf Divdcst", ICEF Tarih lkrgisi, Sayı: 30 (Man 1976), s. 12. 11. Uşrusana menşeli olan Ebu's-sac, Afşın'in komutanlarından idi. Biibek isyanı­ nın bastırılmasında küçük bir birliğin başında görev almıştı (Bk. 1 l.D. Yıldız. "Ebu's-sac Divdad tı. Yusuf Divdcst," s. 110- 1 1 1 : Aynı yazar "Ebu Ubeydullah Muhammed el-Af�in," s 29; Aynı yazar, "Ebu-1 Kasım Yusur, s. 62). 1 2. Bu devirde Kafkasya'da altı müstakil sülale onaya çıkmışıır. Bunlar. sacoğulla-. n, uferiler, Şeddadiler, Haşimiler, Mazdeiler ve Sallaôler'dir.


TÜRK MİLLi RÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE OOGU ANADOLU

6

1.2. İ slamiyetten Sonra Anadolu 1.2.1.

Doğu Anadolu 'nun Siyasi Yapısı

Selçuklular'a bağlı Türkmenler'in Anadolu'da yurt tut­ masıyla başlayan Türkleşme hareketini üç safhada incele­ mek . mümkündür: XJ.yy'da başlayan yerleşme, XIIl.yy'da gerçekleşen Türkmen yerleşmesi ve Türkleşme, Osmanlı dö­ nemi. Bu safualardan ilk ikisi aşağı yukarı Anadolu'nun Türkleşmesi'ni tamamlamıştır. Osmanlı Devleti Anadolu'da bu Türkmen yerleşmesinin sonunda meydana gelen tarihin kaydettiği e·n uzun süreli ve en muazzam devletlerden birisi olmuştur. Dikkat edilmesi gereken bir husus da, Anadolu'­ nun Türkleşmeye başladığı ve Anadolu'dan artık 'Turchia " diye bahsedildiği bu dönemde ''Anadolu 'daki Türkiye 'nin ya­ nında Çin sınınndan Karadeniz 'e kadar uzanan sahada, boz­ kırlarda Türkistan denilen tamamen Türkler'le meskUn başka bir Türk yurdunun daha mevcut" oluşudur13. Anadolu'da Türk hakimiyetinin başlangıcı sayabileceğimiz Malazgirt Za­ feri (26 Ağustos 1071) öncesinde Kafkasya'da yukarıda açık­ landığ ı üzere oldukca önemli bir Türk unsuru bulunduğu gi­ bi, İran, Horasan, Kafkasya ve Bağdat'a hakim Büyük Sel­ çuklu Hanedanı bu Türkmenler'e dayanıyordu. Cahen, Ana­ dolu'nun XI. yüzyıl sonunda sebest bir Türk gelişme sahası olduğunu belirttikten sonra bunun sebeplerini şöyle açıkla­ maktadır: ''Xl.yy. 'daki Küçük- A sya 'nın antik çağdakine benze­ mediğini hatırlatmakta yarar var. Herşeyden önce iki husus iyi­ ce belirtilmelidir: Zayıf nüfus yoffemluğu ve halkın bir kısmının yeni menşei, unsurlanndan pek çoğunun Yunan/aşmamış ol­ ması. Küçük- Asya 'nın çevresindeki vadiler, özellikle, bir taraf13.

Claude Cahen,

''Le probleme

Paris 11/2 (1954), s.

ısı.

ethnique en Anatolie'; Cahiers d' Historie mondiale,


TÜRK M İ L.

BÜT ÜNL ÜÔÜ İ ÇERİS İ NDE DOÔ U ANADOLU

7

ta Ege ye doğru diğer taraftan Ermenistan 'da gayet kalabalık iseler de, Orta bölgenin yan çöl iklimli yayla/an seyrek bir nü­ fus veya siıdece nüfusun yoğunlaştığı birkaç noktadan ibaretti. Antik çağ sonunda kazanılmış olan halk zirai çalışmalar ve sulama işlerinde çalışmaya alışmış olduklanndan, çalışmalan­ na engel olacak istilii hareketlerinde özel ve nazik bir duruma sahiptirler. Halbuki bundan daha beteri başlanna gelmişti. Arap .istilası bir fetih ile sonuçlanmamış, Bizans ise bun/an ta­ mamen geri atamamıştı. Ülke üç asır boyunca <fkınlara ve kar­ şı-akınlara maruz kalmıştı. Halkın bu durumdan son derece fazla acı çektiklerini tahmin etmek hiç de zor değildir. Üstelik Bizans, yukan Fırat tarajlannı boşaltarak bölgenin ahalisini (bir hıristiyan tarikatına mensup olan Paulicienler) sistemli bir şekilde Trakya ya sürüyordu.. Cezire'nin Monofızistleri Malat­ ya bölgesine yerleşmişlerdi. Daha sonra Ermeniler, kalabalık bir şekilde ülkelerini terkederek Kapadokya, Ki,/ikya, Antakya ve Urfa taraflanna göç etmişlerdi:'. 14• Aynı yazar, Anado­ lu'da önemli sayılabilecek bir nüfus yoğunluğunun olmadığı­ nı bu şekilde açıklandıktan sonra mevcut nüfusun bir bütün­ lük arzetmediğine, Rumlar'ın şehirlere yerleşmiş küçük bir azınlık olduğuna ve Rumlar'la Ermeniler arasında devamlı bir çekişmenin mevcudiyetine de işaret etmektedir15• ..

Bütün bunları tamamlayan diğer bir hususiyet de Ana­ dolu'daki Bizans yönetiminin, hür köylüleri derebeylerin elinde sertleştirmiş olmasıdır. Bu bakımdan Anadolu'da bir dış müdahaleye karşı koymak için nüfus yoğunluğu yeterli olmadığı gibi milli ve etnik bir birlik de mevcut değildir.

ı4. C.Cahen, "Le Probleme ethnique en Anatolie", s. l52 15. C.Cahen, "Le Probleme ethnique en anatolie", s.

l53.


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLü(Jü İÇERİSİNDE DO(it; /\i'\i\DOLLi

8

1.2.�.

Anadolu'nun Fethi

Selçuklu dönemi ( 1071- 1 308), Anadolu'nun Türkleş­ mesinin tamamlandığı bir dönemdir. Bu dönem Anadolu' nun fethi ve Seçuklu hakimiyetinin tesisi olarak iki ayrı özel­ lik göstermektedir. Anadolu'nun fethi olayında Malazgirt za­ feri (26 Ağustos 1 07 1 ), Anadolu'da Seçuklu hakimiyetinin tesisinde ise Karamıkbeli/Myriokefalon ( 1 7 Eylül 1 1 76) zafe­ ri büyük rol oyna mıştır. 23 Mayıs 1 0 40 günü Dandakan sa­ vaşını kaza nan Tuğrul ve Çağrı Beyler, Selçuklular'ı Hora­ san ve İ ra n'da devlet olarak yükseltmişlerdi. Ancak kısa bir süre içinde anayurttan devam eden Türkmen göçü, Azerbay­ can' da büyük bir Türk nüfusunun birikmesine sebep oldu. Seçuklu politikasının esasını ise işte bu Türkmen topluluğu­ na yeni bir yurt bulunması teşkil etti. Tamamen bir mecburi­ yetten doğan bu siyasi durum Seçuklu sultanları'nı Batı'ya doğru harekete mecbur etti. Fetih dönemi olarak nitelendi­ rilebilecek bu dönemde (26 ağuston 1 07 1 - 1 7 Eylül 1 1 76) Anadolu'nun siyasi, ekonomik ve sosyal durumu da Türk ya­ yılmasını kolaylaştıracak mahiyetteydi. Bizans İmparatorluğu'nun Xl.yy.'ın başında Doğu Ana­ dolu'da yaptığı askeri faaliyetler bolgedeki etnik ve manevi birliği tamamen sarsmıştı. Bizanslı olmayan Ermeni, Sürya­ ni vb. gibi u nsurlar Bizans'ın A nadolu'yu Türkler'e karşı mü­ dafaa edemiyeceğini kesin olarak anladıktan sonra Türk ta­ rafını tutmayı tercih etmişlerdi. O güne kadar tamamen yer­ li ahaliye dayalı olan Bizans ordusu artık büyük bir bölümüy­ le paralı askerlerden teşekkül etmişti. Bizans ordusu yapısı itabariyle tamamen hafif süvari niteliğinde olan Türk ordu­ ları karşısında atıl bir durumda bulunmakta ve çareyi surla­ rın koruduğu kalelerin arkasına sığınmakta görmekteydi. Halbuki Türk kuvvetleri hiçbir zaman bu kalelerin önünde oyalanmadan süratle Anadolu'nun içlerine nüfuz etmekte


TÜRK MİLLİ DÜTÜNLÜGÜ İÇERİ SİNDE DOGU t\'.'lı\DOLL

9

ve uzun mesafeleri kısa zamanda katetmekte, Bizans nüfüz ve 9todtesine öldürücü darbeler vurmaktaydı. Malazgirt ve diğer savaşlarda da görüldüğü üzere sayıca üstünlük Bizans ordusuna hiç bir avantaj sağlamamaktaydı.

1.2.3. Malazgirt Zaferi ve Doğu Anadolu'da Türk Ata­ . beklikleri'nin Teşekkülü. Türkler'in sık sık Anadolu topraklarında görünmeleri Bizans'ı bazı tedbirler almaya zorlamış ve İmpara tor Roma­ nos Diogenes Türkler'e karşı harekete geçmişse de Sultan Alparslan 200.000 kişilik bu büyük Bizans ordusunu Mala·z ­ girt ovasında ağır bir yenilgiye uğratarak Bizans İmparato­ ru'nu da tutsak etmiştir (26 Ağustos 1 07 1 ). Bu zaferin kaza­ nılması Anadolu'daki siyasi durumu tamamen Türkler,' in le­ hine çevirmiş ve Anadolu'nun bir Türk Yurdu olmasına, Türk yerleşmesinin serbestçe sağlanabilmesine vesile teşkil etmiştir. Türk fetih hareketi 1071-1085 yılları arasında o ka­ dar süratle cereyan etmiştir ki, Türk orduları Adalar Denizi ve Marmara kıyılarına kadar u laşmışlardı 1 6. Orta Anadolu, Selçuklu hanedanından Kutlamışoğlu Süleyman Şah'ın idaresinde bir devlet olarak yükselirken Doğu ve G üneydoğu Anadolu, Kuzey Suriye ve M usul-Ker­ kük bölgesi Büyük Seçuklu sultanlığına bağlı Atabeklikler halinde birer yarı bağımsız devlet haline geldiler. Bu Türk­ men reisleri, kendilerine bağlı Türkmen topluluklarını, ha­ kim oldukları bölgede iskana tabi tutarak, kısa zamanda Do­ ğu ve Güneydoğu Anadolu'nun birTürk yurdu olmasını sağ­ lamışlardır. Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük pay sahibi olan bu Türk beyliklerinden de kısaca bahsetmekte yarar vardır 1 7• 16. O. Turan, Türkler Anad11lu'da, İstanbul 1973, s. 37.

17. Daha geniş bilgi için bk. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İ stan­ bul 1973.


1O

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜ GÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLU

Yukarı Fırat'ta Saltuklar (1072-1202) Bu beylik, Malazgirt Savaşma katılan Alp Arslan'm ku­ mandanlarından Ebu'/-Kasım Saltuk Bey tarafından Erzu­ rum merkez olmak üzere Bayburt, Tercan, İspir, Oltu, Micin­ gert ve Kaçmaz şehirlerini içine alan bölgede kuruldu. 1072-1202 yılları arasında varlığını devam ettiren bu beylik, Sultan Rükneddin Süleyman Şah tarafından Anadolu Sel­ çuklu Sultanlığına dahil edildi. Saltuklu hükümdarları, Köktürkler'den beri Türkler'de mevcut olan ''Yinanç/İnanç': ' Yabgu " ve "Alp" gibi ünvanla­ rı kullanmaya devam etmişlerdir. Bu husus bu dönemden kalan çeşitli mimari eserlerin kitabelerinde görülebilir. Erzurum'daki Tepsi Minare, Üç Kümbedler, Gümüşlü Kümbed, Karanlık Kümbed ile Tercan 'daki Mama Hatun Kervansarayı ve Türbesi, Saltuklu devrinden kalma abidevi eserlerdir.

Aşağı Fırat'ta Mengücekler (1080-1228) Beylik, Malazgirt savaşına katılmış olan Alp Arslan'ın kumandanlarından Mengücek Bey tarafından Erzincan, Ke­ mah, Divriği ve Şebinkarahisar şehirlerini içine alan bölgede kuruldu. Mengücekler'in i lk merkezi Kemah 'tır. İshak Bey'in 1142'de ölümünden sonra Mengücek Devleti, biri Ke­ mah-Erzincan, diğeri de Divriği kolu olmak üzere ikiye ayrıl­ dı. Bunla[dan Kemah-Erzincan Mengücekİeri İshak Bey oğlu Davud Şah tarafından yöneltildi. Bu kolun en önemli hü­ kümdarı Behramşah olup 60 yıl hükümdarlık yaptı. Bu de­ virde Erzincan önemli bir ticaret ve kültür merkezi haline geldi. Bilinen ilk Mengücek parası Behramşah'a ait olup 1167 tarihlidir. Behramşah .XII. yüzyıl sonlarında Selçuklu sultanlarını metbu tanıdı. 1225'd� Behramşah'ın ölümünü


TÜ RK M İ LLi BÜTÜ NLÜGÜ İ ÇERİS İ NDE DOG U ANADOLU

11

müteakip Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad 1228 yılında Mengücek devletine son verdi. Mengücekler'in Divriği kolu ise İshak'ın oğlu Süleyman Bey tarafından kurulmuştur. Mengücek beyleri de Orta Asya Türk hükümdarlarının kullandıkları "alp, kutluğ, uluğ, tuğrul ve tiğin " gibi ünvan ve lakaplar almışlardır. Divriği Darüşşifası, Mengücekler'den kalan abidevi eserlerden birisini teşkil eder. .

Bitlis ve Erzen'de Dilmaçoğullan Beyliği (1084-1393) Beyliğin kurucusu Dilmaçoğlu M ehmed Bey olup, Ma­ lazgirt meydan muharebesine katılmış Türkmen reislerin­ dendir. Dilmaçoğulları, Bitlis ve Erzen'de iki kol halinde Ti­ mur'un 1394 yılında yaptığı Anadolu seferine kadar hakimi­ yetlerini devam ettirmişlerdir.

Van Bölgesinde Sökmenliler (Ahlatşahlar) (11 10-1207) Tarihte "Sökmenliler" veya "Ahlatşahlar" adıyla anılan bu Türk beyliği Selçuklu emirlerinden Sökmen el-Kutbi tara­ fından 111 O yılında kurulmuş olup kısa zamanda, Malazgirt, Ahlat, Erciş, Adilcevaz, Eleşkirt, Van, Tatvan, Silvan ve Muş il ve ilçeleri (yan i Van gölü havzası) devletin sınırları içine alınm ıştır. Sökmenliler Beyliği zamanında Van gölü havzasında ti­ caret, ilim, sanat, imar ve kültür faaliyetleri çok yüksek bir düzeye u laşmış, dolayisıyla devletin başkenti olan Ahlat "kubbetü '1-islam = İsliımın kubbesi" sıfatıyla vasıflanmıştır. Hükümdarların geniş h imayeleri sayesinde, Mühezzebüd­ din, Ebü Ali, Ahlatlı Fahrüddin, Ahmet b. İbrahim, Yahya b. Ahmed vs. gibi t ıp felsefe, astronomi, kimya ve tasavvuf sa-


12

TCRK VIİLLİ BÜTL:'\LL(iL İÇloRİSİ:'\DL DO(iU ANADOLU

hala rında değerli bilim adamları, yetişmiş ve faaliyet göster­ mişlerdir. Bütün bunların bir sonucu olarak Van gölü havza­ sını oluşturan Sökmenli ülkesi, bu Türk devletinin yönetimi altında, yüksek bir uygarlığa erişmiş, zengin, bayındır, mut­ lu ve kültür ba kımından ileri bir ülke olarak tarihte devresi­ ni kapatmış, ancak o devirden bize, bugün çeşitli tabiat olay­ larının tahribatına rağmen hala azamet ve haşmetini koru­ yan birtakım değerli eserler kalabilmiştir. Diyarbakır'da Ymal Oğulları Beyliği ( 1098-1 183)

Bu beylik, Yınal Bey tara fından Amid (Diyarbakır) merkez olmak üzere Diyarbakır ve çevresinde kurulmuştur. Diğer bir Türk devleti olan Artuklular tarafından Yınaloğul­ ları'na son verilmiştir ( 1 1 83). Yına loğulları zaman ında Am id ( Diyarbakır) iktisadi ve kültürel sahalarda çok ilerledi, mühim imar faaliyeti oldu. 1 1 83 yılında Yınaloğulları'ndan kalma büyük servetler ya­ nında 140.000 ciltlik bir kütüphanenin bulunması, ilim ve kültürün gelişmesi bakım ından önemli bir hadised ir. Seyfed­ din Amidi gibi ilmi seviyede büyük mertebe katetmiş bir şahsiyet hu Beyliğin bünyesinden çıkmıştır. Harput'ta Çubukoğulları ( 1085-1 1 1 3)

Harput ve çevresi Büyük Selçuklu Sultanı Melik.şalı ta­ rafından, hizmetlerine karşılık, 1 085 yılında Diyarbekir fethi üzerine Çubuk Bey'e veril mişti. Çubuk Bey kısa zamanda oğ­ lu Mehmet ile Harput, Palu, Çemişkezek, ve A mhgir'e hakim olarak, "Çuhukoğlu BeylW" ni kurmuştur. 28 yıl devam eden hu beyl ik, Artuklu Belek Gazi, 1 1 D yılında, H arput ve çev­ relerini alınca, tarihe karışmıştır.


TÜRK M İLLİ BÜTÜNLüô q İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

13

Artuklular

Doğu ve Güneydoğu'da kurulmuş olan Türk beylikle­ rinden birisi de Artuklular'dır. Selçuklu beylerinden Ek­ sük-oğlu Artuk'un soyundan oldukları için kendilerine Artuk­ lular adı verilmiştir. Artukoğulları, XII. Yüzyıl ile XV. Yüz­ yıl arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hakim olmuş­ lar, Hısn-ı Keyfa ( 1 1 O 1 - 123 1 ), Mardin ( 1 1 08- 1 4 08) ve, Har­ put ( 1 1 85- 1 233)'da olmak üzere üç ayrı kol halinde hüküm sürmüşlerdir. Başlıca önemli yerleşme merkezleri Amid (Di­ yarbakır), Mardin, Hısn-ı Keyfü, Meyyafürikin (Silvan) ve Harput'tur. Selçuklular, Zengiler; Eyyubiler, Danişmedliler, Ahlatşahlar, Karakoyunlular hatta Timurlular gibi Türk dev­ letleri ile münasebeti olan Artuklular, özellikle Haçlılar'la büyük mücadelelerde bulunmuşlardır. Artuklu devlet teşkilatı, diğer Türk devletlerindeki ida­ ri sistemin küçük bir örneğini teşkil etmektedir. Artuklular, hakim oldukları bölgelerde gerek iktisadi bakımda n, gerek­ se imar yönünden oldukça m üs�et faaliyetlerde bulunmuş­ lardır. 1.2.4. Doğu Anadolu'da Türkmen Devletleri

XII. Yüzyıl sonlarına doğru bazı kıyı şeridi dışında Ana­ dolu tam anlamıyla bir Türk yurdu olmuştu. Artık Batı kay­ naklarında bu yüzyıldan itibaren Anadolu'dan "Türk ülkesi" anlamına gelen 'Turchia " adıyla bahsedilmektedir. Moğol­ lar'ın etkisiyle XII. yüzyıl sonlarında gelişen yeni bir Türk­ men dalgası Doğu Anadolu'nun sosyal yapısında oldukça önemli rol oynamış ve Türkleşme tamamlanmıştır. Özellikle arka arkaya Doğu Anadolu'da kurulan iki Türkmen Devle­ ti, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri Doğu Anadolu'ya siyasi, kültürel ve sosyal bakımlardan günümüzde de etkisi­ ni sürdürecek olan Türk karakterini kazandırmışlardır.


14

TÜRK M İ LLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGV ANADOLU

a. Karakoyunlular ( 1365-1469) XIV. yy. 'ın ikinci yarısından XY.yy.'ın son çeyreğine kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu,. Kafkasya, İran, Irak ve bir ara Hera·t bölgesine hakim olan Karakoyunlular, bün­ yesinde çeşitli Oğuz topl uluklarını birleştirmiş büyük bir Türkmen konfederasyonudur. Başlangıçta bir Türkmen top­ luluğuna ad olan Karakoyunlu adı, bilahare büyük bir impa­ ratorluğun ve bu imparatorluk bünyesindeki bütün Türk­ menler'in siyasi adı olmuştur. Karakoyunlu hükümdar a ilesinin kabile adı Barani (Ba­ ranlu )'dir. F. Sümer, bu adın büyük bir ihtimalle kişi adı ola­ bileceğini ve bu ailenin mensup olduğu kabilenin bilahare bu adla anıla geldiğini ileri sürmektedir 18, ki bu husus çok mümkün görülmektedir. Çünkü birçok Türkmen topluluğu beğlerinin adıyla anılagelmişlerdir. Hatta yurt tuttukları yer­ ler dah _ i bu şekilde adland ırılmıştır. İlhanlı hakimiyetinin iç kavgalar sonunda yıkılmaya yüz tuttuğu sırada Karakoyunlular'ın Akkoyunlular ile birlik­ te tarih sahnesine çıktıklarını görüyoruz. İ lhanl ılar zamanın­ da Doğu Anadolu birisi merkezi Ahlat olmak üzere Van böl­ gesi, diğeri M usul olmak üzere iki askeri bölgeye ayrılmış­ tır. Diyarbakır Valisi Sutay (Ölm. 1 3 32)'in oğlu H acı Tugay ile diğer oğlu Barımbay'dan olan torunu İbrahim Şah, Sutay zamanında Musul'dan Erzurum'a kadar genişlemiş olan eya­ leti ele geçirmek için birbirleriyle mücadeleye başladıkların­ da Karakoyunlular Hacı Tugay'ı Akkoyunlular İbrahim Şah'ı desteklemişlerdir. Bu taht kavgasını Hacı Tugay kay­ betmiş ve 1 343 yılında yeğeni tarafından öldürülmüştür. Bu mücadele sonunda Karakoyunlular, M usul, Van gölü çev18. F. Sümer, Karakoyunlular, C.I. Ankara 1967, s. 16-17.


TÜRK MjLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

15

resi ve Erzurum'a; kadar genişlemiş olan eyaleti ele geçir­ mek için birbirleriyle mücadeleye başladıklarında Karako­ yunlular Hacı Tugay'ı Ak.koyunlular İbrahim Şah'ı destekle­ mişlerdir. Bu taht kavgasını Hacı Tugay kaybetmiş ve 1 343 yılında yeğeni tarafından öldürülmüştür. Bu mücadele so­ nunda Karakoyunlular, Musul, Van gölü çevresi ve Erzu­ rum'a; Akkoyunlular ise Diyarbakır çevresine hakim olmuş­ lardır. İbrahim Şah'ın 1 350 yılındaki ölümü ve yerine geçen yeğeni, Hacı Tugay'ın oğlu Pir M uhammed'in, bir Türkmen emiri olan Hüseyin Bey tarafından öldürülmesi ile bölgede­ ki Moğol hakimiyeti sona erdi. Bu tarihten itibaren başla­ yan Türkmen hakimiyeti Hüseyin Bey' in 1 35 1 tarihinde Ka­ rakoyunlu Bayram Hoca tarafından öldürülmesiyle Karako­ yunlu oymağı çevresinde şekillenmeye başladı 1 9. Türkmenler üzerinde Karakoyunlu oymağının hakimi­ yetini kuran Bayram Hoca'dan 1365 tarihine kadar kaynak­ larda bilgi bulunmamaktadır. Ancak, bu tarihlerde Türk­ menler'in Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Musul ve çevre­ sine tamamen hakim oldukları daha sonraki olaylardan anla­ şılmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Azerbay­ can' ın Türkleşmesinde büyük rol oynayan Karakoyunlular, aynı zamanda Timur ordularına karşı Doğu Anadolu'nun dağlık bölgelerinde yaptıkları başarılı mücadeleleri ile tari­ he geçmişlerdir. Denilebilir ki büyük bir cihangir olan Ti­ mur'a karşı böyle bir mukavemet gösteren başka bir toplu­ luk çıkmamıştır 20. 19. F.Sümer, Karakoyunlular15; Aynı yazar, "Karakoyunlular", iA,C.VI. s. 292. 20. Bunun en güzel örneğini, 14 20 yı[ı içinde Karakoyunlu hükümdarı Kara Yu­ surun üzerine yürüyen Türkistan imparatoru Şahruh'un davranışı açıkça sergi­ lemekteydi. Şahruh bir yandan sulh için Kara Yusura elçiler gönderirken diğer yandan güzergahında bulunan bütün türbeleri ziyaret ediyor ve zaferin kendi­ sinde kalması için Tann'dan niyazda bulunuyordu. 200.000 kişilik Şahruh Ordu­ su en küçük erinden komutanlarına kadar endişe içindeydiler. Dunu kaynaklar açıkça yazmaktadırlar. Diğer yandan Memluklular'ın saldın hazırlıkları, Akko­ yunlu Türkmenleri'nin devam eden düşmanlıkları gözönüne alındığında Kara­ koyunlu Türkmen hükümdarının ne derece korkulu bir hasım olduğu, açıkça or­ taya çıkmaktadır.


16

TÜRK 'vtİLLİ BÜTÜNLÜÜÜ İ(FRİSİ'.\DlrDOCiü ,\'.\ı\DOLU

1 3 65- 1 469 yırları arasında bir imparatorluk haline ge­ len Karakoyunlular'ın belli başlı hükümdarları şunlardır: 1 . Bayram Hoca ( 1365 - 1 380?) 2. Kara Mehmed Bey Durmuş ( 1 380- 1 389 Nisanı): Bayram Hoca'nın oğlu veya kardeşi-oğlu veya kardeşi-oğ­ lu/yeğeni- olduğu konusunda çelişkili bilgiler, vardır.. Kesinlik kazanmamıştır. 3 . Kara Yusuf Bey Bahadır ( Nisan 1 389- 1 3/ 1 1 / 1 420): Kara Mehmed'in oğlu. 4. İskender ·Bey ( 13 / 1 1 / 1 420- 1/4/ 1437): Kara Yu­ suf un oğlu, 5. Sultan Muzafferiddün Cihan-Şah ( 1 /4/ 1 437 1 1 / 1 1 / 1 467) KJa Yusufun oğlu. 6. Sultan Hasan Ali ( 1 1 / 1 1 / 1 467; 1469 Nisanı): Cihan Şah'ın oğlu. Karakoyunlular'dan günümüze çok az eser kalmıştır. Bunun başlıca sebebi, Karakoyunlular döneminin, Türkmen­ ler' in bir yerleşme dönemi mahiyetinde oluşudur. Bir yan­ dan Timu roğulları ile yapılan mücadele, diğer yandan M e' m­ luklu Sultanlığı ile devam eden anlaşmazlıklara ilaveten Ak­ koyunlu Türkmenleri'nin düşmanlığı Karakoyunlu hüküm­ darlarının m imari faaliyetlerini önlemiş görünmektedir. An­ cak Karakoyunlular'ın büyük hükümdarı Ciha n-Şa h ( 1437- 1467) devrinden bazı eserler günümüze kadar gelmiş­ tir. Taht merkezi olan Tebriz'de Cihan-Şah adına yaptırılan Gökmedrese ve Muzafferiye medresesi ilk akla gelen önemli Karakoyunlu eserleridir. Karakoyunlu Kabilesinin Menşei ve Teşekkülü

Koyunun Türkler' de totem mahiyetinde bir ongun oldu­ ğu şeklinde iddialar varsa da bu kesinlik kazanmış değildir. Ayrıca Oğuz boylarına ait ongunların eti yenmeyen en yırtı­ cı kuşlar olduğu da gözönüne alındığında koyunun bir on-


TÜ RK M İ LLİ B Ü T Ü NLÜGÜ İ ÇER İ Sİ NDE DOG U /\N/\DOLU

17

gun olması düşünülemez. Çünkü ongun kabul edilen hayvan­ ların eti yenmez. Bu bakımdan Karakoyunlu adının bir on­ gun adı olmayıp, konargöçer bir Türkmen topluluğu olan ve iktisadi yapıları hayvancılığa dayanan Karakoyunlular'a bu adın besledikleri hayvanların renginden dolayı verilmiş ol­ ması kuvvetle muhtemeldir. Oğuzlar ve Karakoyunlu tarihiy­ le ilgili eser.ler vermiş olan F.Sümer de aynı kanaatta olup, bu adın besledikleri sürülerin 'renginden dolayı verilmiş ola­ bileceğin i ileri sürmüktedir 2ı. Geniş bozkırlarda ve yaylalar­ da kabilelerin ayrı renkte hayvanlar beslemeleri hem sürüle­ rin karışmasını önleyebileceği gibi, daha sonra sahip olduk­ hırı sürülerden dolayı bu kabilelere de ad olmuştur: Karake­ çililer, Karakoyunlular, Akkoyunlar vb. Karakoyunlular'ın hangi Oğuz boylarından olduklarına. dair bilgi Şükrnllalı'ın kaydı'nda açıkca görülmektedir. Buna göre Karakoyunlu ha­ nedanı Deniz-Han'ın evladından gelmektedir 22. Oğuz Kaan evladından Deniz-Han'ın oğulları ve bunların Oğuz boyları 21 . Geniş bilgi için bk. F. Sümer.Karakoyunlular, s. 45 vd.: İ . Hakkı Uzunçarşılı s. ıBO-ı 87; Zeyneloğlu Cihangir.Muhtasar Azerbaycan Tari hi İstanbul ı 92.ı. s. ,

82-96. 22. "Şöyle ki: 85 2/ı449 tarihinde merhum Sultan Murad il.. bu güçsüzü elçilikle Mir1.a Cihan Şah'a gönderdi. Vanp yumuşu yerine getirdik. nirgün şagavul geldi, "Mirza sizinle yalnız konuşacağından tek olarak gitmelisiniz" dedi. " İşittik ve baş eğdik" deyip gitıik. Konuşma sırasında buyurdu ki: "Sultan Murad benim ahret kardeşimdir. Bu kardeşlikten başka da akrabamdır." Akrabalığının sebe­ bi soruldu. Buyurdu ki, "Tarih okuyucu :vıevlana İ smail'i çağırsınlar ve Oğuz ta­ rihini de getirsinler" Mevlana İsmail geldi ve Moğol yazısı ile yazılmış bir kitap getirdi. O kitaptan anlaşıldı ki Oğuz'un altı oğlu olmu�tur. Adları. Gökalp. Ye­ ralp, Denizalp. Günalp, Ayalp, Yıldızalp. Mir1.a buyurdu ki: "Kardeşim Sultan Murad'ın nesebi Oğuz-oğlu Gökalp·e ulaşır. Gökalp oğulları. Kızıl Buga oğlu Kaya Alp oğlu Süleyman-Şah oğlu Ertuğrul'a kırkbe�inci göbekten erişmiştir. Kara Yusurun nesebi ise kırkbirinci göbekten Deniz /\lp'e eri�nıektedir. "Bu iki padişahın nesebi bilinince Mir1.a buyurdu: "Kardeşim Sultan Murad'ın nese­ bi bizim nesebimizden ağadır. Gökle denizin a rasında rark olduğu gibi". (Şük­ rullüh, "Behçetüıtevarih", Osmanlı Tarihleri 1. Haz. N. /\ısız, İ stanbul ı 975 , s. 51. Faruk Sümer'de bu ihtimali mümkün görmektedir (Dk. Karakoyunlu­ Iar,s.14).


18

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜ(iÜ İÇERİSİNDE DO(iU ANADOLU

içindeki içtimai yerinin (orun ve ülüş/-pay) destanda da be­ lirlendiğini görmekteyiz. Buna göre 23, Deniz-Han'ın oğulla­ rından ikisi İğdir ve Yıva/İva, idareci Oğuz boyunun ataları görülüyorlar. Diğer iki oğuldan Büğdüz; İğdir'e; Kınık ise Yıva ya bağlı Oğuz boyunun atalarıdır. Bunlara bağlı olup da Oğuz aslın­ dan olmayan Türk boylarından Karlık/Karluk 'lar İğdir'e; Kıp­ çaklar Yıva ya bağlıdırlar. Tarihi olaylar kadar Kafkasya, Do­ ğu ve Güneydoğu Anadolu, Kerkük-Musul bölgesi ve Kuzey� batı İran'da yaşayan Türk topluluklarının etnik yapıları da, Karakoyunlular'ın, büyük bir ihtimalle Oğuzlar'ın Deniz-­ Han evladından olduğu kanaatını kuvvetlendirmektedir.

Tezkire-i Devletfah24'da şair Katibi'den bahsedilirken Karakoyunlu soyu ile ilgili olarak bilgi verilmektedir. Kara Yusufun ikinci oğlu ve Karakoyunlu hükümdarı İskender ( 13. 1 l . 1 420-l.4. 1 437)'den bahseden bölümde, Karakoyunlu­ lar'ın Türkistan' dan Gazkırd bölgesinden Azerbaycan ve Bit­ lis'e geldikleri2.5 belirtilmektedir. Tezkire-i Devletşah 'da bahsedilen Gazkurd/Gazkırd, Oğuzlar'ın en eski yurdu olup Kara_çuk dağlarının bir bölü­ müne denilmektedir. Bu iki kaynak Karakoyunlular'ın Oğuzlar'dan olduğu­ nu kesin olara k ortaya koymaktadır. Diğer yandan Doğu ve , Güneydoğu Anadolu, Azerbaycan, Kuzey-Batı İran (İran Azerhaycanı) ve Kuzey Irak ve Türk topluluklarının yapısı 23. Bahaeddin Öğel. Türk Mitolojisi, C.l., Ankara 1971, s. 2ı5. 24. Devletşah Tezkiresi (fezkire-i Devletşah),(! Iaı.. l\ecaıi Lugal), C.I-IV, İ stanhul 19n, s. 676. 2.5. " İskender'in nesebine gelince: O, Kara Yusurun Kara Yusuf da Kara Meh­ med'in oğludur. Bunlann aslı Aksay-ı Türkistan'da Gazkırd dağlarındadır. Es­ ki zamanlarda Azerbaycan ve Bitlis'e nasılsa gelmişlerdir. Göçebedirler. (Bk. Devletşah Tezkiresi,C.111., s. 4.5&-457).


TÜ RK M İLLi 13 ÜTÜ NLÜÔÜ İ ÇERİSİNDE DOÔ U ANADOLU

19

incelendiğinde Yıva, Avşar, İğdir, Ağaçeri, Kıpçak, Döğer unsurlarını rastlıyoruz ki bu gerçek, Karakoyunlular'ın De­ niz Han oğullarından indiğini göstermektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da Yıva bo­ yunun damgasıdır. Reşid'ün-Din 'in Oğuz boylarıyla ilgili lis­ tesinde Yıva boyu damgası, koç-başı resminin piktogramı şeklindedir. Bu özelliği, Faruk S ümer 'in birer nakış olduğu­ nu söylemesine rağmen 26 Karakoyunlu paralarında da gör­ mek mümkündür.

Karakoyunlu Siyasi Teşkilatını Meydana Getiren Türkmen Boyları B ir boylar konfedarasyonu olan Karakoyunlu devletine \ Karakoyunlu kabilesi etrafında topldnan ve bugünkü Doğu Anadolu Türk' nün ataları olan bazı Türkmen toplulukları si­ yasi bir hüviyet kazandırmışlardır. Önemlerine göre bu Türkmen toplulukları şunlardır:

Karakoyunlu kabilesi:Karakoyunlu hanedanının çıktığı kabiledir. Sa 'dlu Kııbilesi: Karakoyunlular'ın en önemli kabilele­ rinden birisiydi. Karakoyunlu hanedanı ile akraba idi. Gü­ ney Kafkasya'da Sürmeli Çukuru, Erivan ve Nahçıvan bölge­ sinde yaşamakta idiler27. Duharlı Kııbilesi:Erzurum ve Bayburt bölgesinde otu­ ran bu kabile Osmanlı kaynaklarında Tokarlı olarak bilin­ mektedir28.

26. F. Sümer, Karakoyunlular, s.15; F. Sümer, otuzlar (Türkmenler, Tarihleri;Boy Teşkilatı

Destanlan,İstanbul 1980 (111. Baskı), Levha il.

n. F. Sümer Karakoyunlular s. 20-23. 28. F. Sümer, Karakoyunlular, s. "2f>.TI.


20

TLRK MİLLİ BÜTÜNLÜôl: İÇERİSİNDE DO G U t\Nt\DOLU

Karamanlı Kabilesi: Bu kabile adını Karakoyunlu hü­ kümdarı Kara Yusufun emirlerinden olan Emir Karaman'­ dan almıştır. Gence ve Berdaa bölgesinde yurt tutmuşlardır. Karakoyunlular'ın yıkılmasından sonra Akkoyunlular'a cep­ he almışlar ve Safevi hanedanının ortaya çıkmasında büyük rol oynamışlardır: Safevi hükümdarı Şah Abbas zamanında Yedi Kızılbaş teşekkülünden birisi olan Ustacalu/Ustaclu topluluğuna .bağlanmışlardır. Günümüzde Kuzey Azerbay­ can'da Gence ile Berdaa bölgelerindeki Karaman veya Kara­ . manlu şeklindeki yer adları bu kabilenin ha tıralarıdır 19 Çakırlı/Çekirlü: Erdebil bölgesinde yurt tutmuş olan bu kabileyi F. Sümer konar-göçer topluluklarından göstermiş olmasına rağmen, Z. Velidi Togan'ın belirttiği üzere Kıpçak Türkleri'ndendir](). Kıpçaklar, Gürcüler'in müttefiki sıfatıy­ la Kafkasya'ya girmişler ve Tebriz çevresine yerleşm işlerdi. Daha sonra İslamiyet'i kabul eden Kıpçak Türkleri, Şems 'üd-Din İl-Deniz 'in hükümdarlığında Azerbaycan'da bir Atabeğlik vücuda getirmişlerdi �1• Kengerlü, Karabörk, Karapapalı, Becenek, Koman, Komanlu, Çoruk, Çakır ve Ça­ kırlı kabileleri işte bu KıpçakTürkleri'nin bakıyeleridir. Balıarlu Kabilesi: Karakoyunlular'ın ikinci derecede önemli kabilesidir 32. Karakoyunlu kabilesi ile doğrudan ak­ rabaydılar. Hemedan bölgesinde yurt tutmuş olan Balıarlu kabilesi, Akkoyunlu hakimiyetinden sonra doğuya çekilmiş­ tir. Baharlu reislerinden Ali Şeker Bey in ahfadından Bay­ ram Han, Ekber Şalı ( l556-1605)'ın yakın adamlarından '

2'>. F. Sümer Karakoyunlular, s. 28-2'>.

](). Zeki Velicli Togan. "t\zerbayl'an Eınoğrafyasına Dair", Azerbaycan Yurt Bil�isi C.11., ( 1 933), s. ı 02- 1 03. 31. Bu beyliğe İ ldenizoğullan veya Şems'üd-Din İ ldeniz'in oğlu Cihan Pehlivan'dan dolayı Pehlivaniler adı da verilmektedir. 32. F. Sümer, Karakoyunlular, s. 23-25,26.


TÜ RK M İ LLi D ÜTÜ NL ÜGÜ İ ÇERİ Sİ NDE DO G U ANADOLU

21

idi. Ayrıca Dekken (Dahkan)'da Kutbşahiler devletinin kuru­ cusu olan Sultan Kulu (veya Kuli) de Karakoyunlular'dandı. Baharlu oymağından bir grup bugün Kazvin 'in batısındaki Hamse vilayetinde yaşamaktadırlar.

Alpağut Kabilesi: Karakoyunlu oymaklarından birisi olup, Kara Yusuf zamanında Hemedan bölgesi Alpagut Türk­ menleri 'nin elindeydi33. Safeviler devrinde Azerbaycan 'da Berdaa bölgesine, Sa'd Çukuru ve Şirvan taraflarına yerleş­ mişlerdir. Ayinli Kabilesi: Doğu Anadolu'da varlığı bilinen bu aşi­ retin nerede yurt tuttuğu kesin olarak tesbit edilememiştir. Faruk Sümer bu kabileyi de konar-göçerlerden kabul eder­ se34 de doğru değildir. Ağaçeri Kabilesi: Kafkasya üzerinden Anadolu ya vuku bulan Türk göçlerinden ikincisi Avrupa Hunları'�a bağlı olan Ağaçeriler'in eseridir. Sasani kaynakları bunlara Ak-­ katlan, Bizanslılar ise Akatzir adını vermektedirler. Azer­ baycan'a yerleşen Ağaçeriler'in bir kısmı ll80-l4 1 2 yılları arasında Halep ve Şam taraflarına yerleşınişlerdir35. Karako­ yunlular'a bağlı Ağaçeriler'den bir grup ise Xlll . yy.dan itiba­ ren Maraş bölgesinde yaşamaktaydılar. Karakoyunlu devleti­ nin kurucusu · Kara Mehmet' in Kızkardeşi Tatar Hatun 33. F. Sümer, Karakoyunlular, s. 27-28, 34 . F. Sümer, Karakoyunlular, s. 29-30; Ancak Osmanlı arşiv vesikalan incelendiğin­

de, Türk devletlerinin bu Konar- göçerlere bakış tarzı bir farklılık gösterme­ mektedir. Bu Konar göçerlerden bahsedilirken sık sık Türk Ekradı, Ekrad Yörükanı tabirlerine rastlandığı gibi, Karacakürd. Karacakürdlü. Karakürd. Karakürdlü, Despan denilen konar göçerler Türkmen taifesinden olarak zik­ redilmişlerdir (Geniş bilgi için bk. Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belge­ lerine Göre Osmanlı lmparatorlu�nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İst. 1979). 35. z. Velidi Togan, "Azerbaycan",. İA. c.ı.', s. 98-99.


22

TÜ RK Mİ LLİ BÜ TÜ N LÜ Ô Ü İ ÇERİ Sİ NDE DO G U /\N/\DOLU

bu Maraş Ağaçeri Türkleri'nin reisi ile evlendirilmişti. Bu­ gün İran'da Kuh-gilüye'de varlıklarını devam ettiren Ağaçe­ riler'in, Karakoyunlular'a bağlı bu Ağaçeriler'in a hfadı ol­ maları kuwetle muhtemeldir36. Hacılu Kabilesi: Döğer Türkmen topluluklarındandır. Kerkük-Erbil bölgesinde yurt tutmuşlardı37•

Döğer Kabilesi: Karakoyunlu siyasi faaliyetlerinde rol oynamış olmakla beraber Suriye'de ayrı bir teşekkül olarak kalmışlardı38• Avşar Kabilesi: Karakoyunlu Türkmen boyları arasında Avşar Türkleri'ne de rastlanmaktadır. Bayramlı Kabilesi: Hoy Beyi Bayram Bey'in reisliğinde bulunduğu Türkmen topluluğudur39• Diğerleri: Süleymani, Zırkı, Mahmudi vb. gibi Türk topluluklarıdır. b. Akkoyunlular (1469-1508): Xlll.yy. sonlarından itibaren Doğu ve Güneydoğu Ana­ dolu Bölgesinde varlıkları tesbit ed_ilen Akkoyunlular, 1469 yılından itibaren Karakoyunlu mirasına sahip olarak büyük bir imparatorluk haline geldiler. Akkoyunlu adı Karakoyun­ lular'da olduğu gibi küçük bir oymağın adı iken bilahare bü­ yük bir siyasi kuruluşun adı olmuş ve kurdukları bu kuruluş­ ta çeşitli Türkmen toplulukları yer almışlardır.

Akkoyunlu Kabilesinin Menşei ve Teşekkülü Konar-göçer bir Türkmen topluluğu olan Akkoyunlu­ lar'ın adlarının besledikleri sürülerden verilmiş olması kuv36 . F. Sümer, Karakoyunlular, s. 31. 37. F. Sümer, Karakoyunlular, s.30. 38. F. Sümer, Karakoyunlular, s.3ı. 39. F. Sümer, Karakoyunlular, s. 1 .

3


TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ

İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLC

23

vetle muhtemeldir. Çeşitl i Farsça ve Arapça kaynaklar, Ak­ koyunlular'ın menşe'lerinden bilgi ,vermeksizin , Seçuklu ve Artuklu beylerinden olduklarını ifade etmelerine karşılık bir Akkoyunlu tarihi olan Kitab-ı Diyarbekriye Akkoyunlu­ lar'ı Oğuz Han neslinden indirmektedir. Bu eserde Oğuz­ lar'ın Bayındır boyunun bir oymağı olan Akkoyunlular'ın peygamber devrinde (VII. yy.) Kıpçak ülkesine, oradan da Aran ovasına geldikleri, Seçukltilar döneminde hu devletin hizmetine girdikleri Ve Diyarbakır hölgesinin kend ilerine ik­ ta olarak verildiği kaydedilmekteuir40. Oğuzlar'ın Bayındır boyundan inen Akkoyunlular'ın ta­ rihi 1 300 yıllarından itibaren bilinmektedir. Akkoyunlular' ­ dan bilinen ilk tarihi sima Tur-Ali Bey 'dir. Karakoyunlu dev­ letini yıkarak ( 1 469) onun yerine büyük bir Türkmen devle­ ti haline gelen Akkoyunlular'ın bu tarihe kadar başlarında bulunan reisleri şunlardır:

Tur-Ali Bey (? - 1360):Babası Akkoyunlu beylerinden Pehlivan Bey'dir. Kendisine bağlı Türkmenler'le Diyarba­ kır'da yurt tuttuğu bilinmektedir. İlhanlı Gazan Han ( 1 284 12 9 1 )'a genç yaşta intisap ettiği ve O'nun' maiyetinde Suriye seferine katıldığı bilinmektedir. Fahrettin Kutlu Bey (1360 - 1389): Babası Tur-Ali Bey'den sonra Akkoyunlar'ın reisliğine gelmiştir. Devri ol­ dukça hareketli geçmiş, Sivas hakimi Kadı Burhaneddin, Trabzon Rum İmparatorluğu, M ısır Memluklu Sultanlığı ve amansız rakipleri Karakoyunlular'la mücadele etmiştir. 1389 yılında ölen Fahreddin Kutlu Bey'in mezarı Bay­ burt 'un Sinor köyündedir. Ahmed Bey (1389-1397):Fahrettin Kutlu Bey'in oğlu­ dur. Babasının ölümü üt.erine Akkoyunlular'ın reisliğine ge40, MÜkrimin Halil Yinanç, "Akkoyımlular", iA., C.I., s. 252.


24

TLRK \1İLLİ nCTC:'\LC(; C İ Ç l c RİSİ:'\DE DOGL A'.\ADOLL

tirilmiştir. Uzun süre Kadı Burlıaneddin in yüksek hükimiye­ tini kabul etmek zorunda kalan Ahmed Bey, 1 397 yılında ' onun tarafından öldürülmüştür.

Falırüddin/Balıüddün Kara-Yülük Osman Bey ( 1 397- 1 435): Akkoyunlular'ın Doğu Anadolu' da hakimiye-­ tini perçinleyen reisleridir. Fahrettin Kutlu Bey'in oğulların­ dandır. Ağabeyi Ahmed Bey'i öldürten rakipleri, Kadı Bur­ lıaneddin 'i mağlup ve katletm iş, daha sonra Karakoyunlu Ka­ ra Y11.rnf'la Türkmenler üzerindeki hakimiyet ve Doğu, G ü­ neydoğu Anadolu'yu elde etmek için amansız hir mücadele­ ye girmiştir. Celalüddin Ali Bey (1435� 1438): Kara-Yülük Osman Bey ' in veliaht tayin ettiği oğlu, olup bahasının yerine Akko­ yunlu reisliğine getirilmiştir. Nunl.ddin Hamza Bey (1438- 1444): Kara-Yülük Osman Bey 'in diğer oğludur. Cihangir Bey (1 5/1 O/1444-1453 ): Cel{tfüddin Ali Bey 'in oğludur. Hakim olduğu Urfa'dan ha reketle Akkoyunlu Bey­ liği'ni tekrar toplamayı başarmıştır. Nusretiiddin Ebu-Nasr Uzun Hasan Bey (1453-6/ 1/1 478): Akkoyunlar' ı hir devlet haline yükselten, Akkoyun­ lu uzun Hasan Bey olmuştur. Kara koyunlular'ın hüyük h ü­ kümdarı Ci/ulnşalı 'ı (1467), Türkistan hükümdarı Ebu Sa­ id 'i (1469) ortadan kaldırarak bütün İran'la Irak'a, Kafkas­ ya'ya ve Doğu Anadolu'ya sahip oldu. Batı Anadolu'ya doğ­ ru olan hedefi Osmanlı hükümda rı Fatih Sultan Melımed (l-f.51-1481) karşısında aldığı Otlukbeli (1 1 Ağustos 1473)ye­ nilgisi ile neticesiz kaldı. Bu yenilgiye rağmen ayakta kalma­ yı başaran Uzun Hasan Bey, Orta ve Batı Anadolu'dan ta­ mamen elini çekmekle beraber Tebriz taht merkezi olmak


TL'RK MİLLİ BÜTÜ NLCGü İÇERİSİ:"iDE DOC'i L i\N;\DOLL

25

üzere diğer Akkoyunlu toparaklarını elinden hırakmad ı. 1478 yılında vefat eden Uzun Hasan, büyük devlet adamlığı vasfı yanında memlekette uzun süreden beri ihmal edilmiş olan imar faaliyetlerine hız verdi. Doğu ve Güneydoğu Ana­ dolu'yu harap eden aşiret kavgalarına, mera, otlak anlaş­ mazlıklarına son verebilmek için birçok kanunlar düzenledi. Bu kanunlar uzun süre bölgede, ''Hasan Padişah Kanun lan " olarak anılagelmiştir. Osmanlılar dahi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini ele geçirdikleri zamün bu kanunlarda çok az değişikliler yaparak yürürlükte bırakm ışlardır. Sultan Halil (6/1/1478- 15/7/1478): Uzun Hasan Bey oğlu. Sultan Yakup (15/7/1478-24/12/1 490): Uzun Hasan Bey'in diğer oğlu olup, son dirayetli Akkoywılu lıükümdandır. Ölümünden sonra devlet inkıraza yüz tutmuştur. . Sultan Yakub 'dan sonra sırasıyla Sultan Baysungur (24/12/1 490-1492 Mayısı), Sultan Rüstem (Mayıs 1492-1496 yılı başı) Sultan Diımiıt Ahmet Göde, -1ı (1496 ba­ şı-1498), Sultan Mehmed (1498-1500), Sultan Elvend (1500-1504), Sultan Murad ( 1504- 1508) hükümdarlık yap­ mışlardır. Akkoyunlu devletine diğer bir Türk teşekkülü olun Safevi hanedanı son vermiştir42.

Akkoyunlu Siyasi teşkilatını Meydana Getiren Türk­ men Boyları Bayındır Boyu: Akkoyunlu lıiınedamnuı çıktığı Oğuz top­ luluğudur. Pümek (veya Pomak ) Kabilesi: Akkoyunlular' ın güçlü bir oymağı idi. Halen günümüzde Selim 'in kuzeyinde varlık­ ları görülmektedir. Bu adı taşıyan bir köy de vard ır. 4 1. Fatih Sultan Mehmed"in kızı Gevher ilan Sulıan·ıa evlenen Akl..uyunlu 42.

Uğurlu Mchmed'in oğlu. Geniş bilgi için bk. Mükrimin Halil Y in an ç. "Akkoyunlular". İA., s. 2.53; İ smai l Hakkı Uzunçanşılı, Anadolu Beylikleri z. 183-198; Zcyneluğlu Cihangir, s. ••

97- 1 1 1.


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÜÜ İÇERİSİNDE DOG C ı\Nı\DOLt.:

26

Musullu Kabilesi:Akkoyunlular' ı n güçlü oymaklarının ikincisidir. Hanıza-hacılu, Kara-İıacılu, İzzeddin-hacılu; kabileleri ikinci derecedeki oymaklardandı43. Emirlü: Halep Türkmenleri:Bunların büyük bölümünü Afşar Türkmenleri teşkil etmekteydi. Bunlar arasında da bilhassa Mansur Bey 'e bağlı Afşarlar, Kutbegilüler adı verilen Afşar topluluğu ile Bayatlar'ı zikretmek gerekir. Akkoyunlular güçlendikçe konfederasyona çeşitli Türk­ men toplulukları da katılmışlardır. Bunlar arasında Dulka­ dırlı ulusu, Çepniler, Ağaçeri, Kaçar, Döğer topluluklarını sa­ yabiliriz44. 1.3.

Osmanlı Devrinde Doğu Anadolu'nun İ dari Durumu

/. 3. 1. Osmanlı Devleti 'nin İdare Anlayışı: 107 l 'den itibaren Türkler' in hakimiyeti altında bulu­ nan, Türkler tarafından iskan edilmeye başlayan ve üzerin­ de yine Türkler tarafından çeşitli adlar altında (Selçuklu, Saltuklu, M engüçek, Artuklu, Beylikler, Atabeylikler vs) pek çok Türk devletleri kurulan Doğu Anadolu bölgesi niha­ yet 1 5 1 4 Çaldıran zaferiyle yine bir Türk devleti olan Os­ manlı İmparatorluğu'nun sınırları içine dahil edilmiştir. Bu bölgede tatbik edilen idari ve siyasi statüyü izah etmeden önce, Osmanlı devletinin genel siyasetinin ne olduğunu gör­ mek gerekmektedir. Bilindiği üzere, imparatorluk dahilinde uygulanan siyasetin, genelde değişmeyen bazı temel prensip­ leri var idi. Bununla birlikte, bu siyasetin bölgelerin, top43. Kars'ın Ala-hacılu ve Kara-haculı köyleri Akkoyunlular'dandır (bk. K. Mehmet Ilgar, " Kars'ta Boy ve Oymaklardan Kalma Köy Adlan", Türk Kültürü,Sayı: ' 22 (Ağustos 1984), ; 197-199). 44. F. Sümer. "Oğuzlar ",s. 149, Mükrimin Halil Yinanç, "Akkoyunlular" İA., s. 253. .

••


TÜRK MİLLi nüTÜNLü(;C İÇERİSİNDE DOÔU /\N/\DOLlJ

27

lumların tabii ve içtimai yapısına, konjonktüre! değişiklikle­ rin seyrine göre çeşitlilik arz ettiği bilinmektedir. Osma nlı'­ nın değişmeyen siyasetinin kaynağı ve dayandığı hukuki te­ meli İslamiyetin getirdiği hükümlerdi. Osmanlı Devleti, ki­ tap ve sünnet yoluyla konan bu hükümlere uygun hir tarzda devlet hayatının sosyal, iktisadi ve idari yönlerini tanzim et­ meye çalışmıştır. Devletin farklılık veya çeşitlilik gösterebi­ len siyaseti ise örfe dayanmakta idi. Örfün kaynağını da m il­ li kültür, töre, gelenek, kısaca Türk devlet felsefesi teşkil et­ mekte idi. Her ne kadar örfi uygulamalar şer'iatla sınırlandı­ rılmış ise de, Osmanlı üleması şer'iata uymayan örfi uygula­ maları genell ikle şer'i hale getirmesini bilmiştir. Görüldüğü üzere, Osmanlı 'devleti dahili siyasetini şer'i ve örfi hakuk sistemleri çerçevesinde yönlendirmiş ve tan­ zim etmiştir. Böylece birinin yetersiz kald ığı konularda öbü­ rüne müracaat ederek, kendi kurduğu devlete ve müessese­ lerine işlerlik kazandırmaya çalışmıştır. Özellikle belirtmek gerekir ki, devlet yönetimine ve askerliğe ait hususlarda da­ ha çok örfi hukuka yer verilmiştir. Bununla birlikte Osmanlı devleti· her iki sistemi kaynaştırarak kendine has bir "Os­ manlı hukuku" meydana getirmeye çalışmıştar. Osmanlı siyasi ve idari sisteminin bir diğer özelliği de şudur: Osmanlı Devleti sahip olduğu topraklar üzerinde ya­ ni imparatorluk sınırları dahilinde ırka ve maddi sömürüye dayanan bir ayırıma gitmemiş olmasıdır. Gerçekten, Osman­ lı İmparatorluğu'nda Avrupalı devletlerde olduğu gibi bir ta­ rafta, "Anavatan, metropol" öbür tarafta sömürgeler, müs­ temlekeler,' deniz aşırı ülkeler, dominyonlar gihi ayırımlar söz konusu olmamıştır. Osmanlı'yı Avrupalı'dan ayıran en önemli farklardan biri budur. Osmanlı devlet anlayışında özünde sömürü, asimilasyon, yok etme ve emperyalist fikri


28

TC RK \1 İ LLİ BCTC � L (; (; (; İÇl 'RİSİ:\DL DOGL ı\:\/\DOLL

olan hir siyasete yer verilmem iştir. Zaten, Türk devlet felse­ fesinde ve İslam devlet fikrinde hu tür hir zihniyet yoktur. Bu bakımdan, Osmanlı Devlet i imparatorluk sınırları dahi­ linde bulunan toplumların, kendi özelli klerin i muhafaza ede­ rek sulh ve sükun içinde hayatlarını sürdürmeleri için gerek­ li tedbirleri almakta kusur etmem iş ve bunu prensip edin­ miştir. Nitekim, "Nasihat-mlmeler" de, "Siyaset-nflmeler"de, "Kanun-nfl meler"de devletin en çok adalet, harış, düzen, ahenk üzerim.le durmuş olması, bu zihniyetin ve davra n ışın fi ilen varlığını göstermektedir. Adalet, ha rış, düzen, ahenk, sağlamada haskı, zor, tahiatı hozma, insanı asliyetinden uzaklaştırma gibi metodlar yoktur. Bölgeler ve toplumlara göre idare tarzında meydana gelen çeşitlil ikler hu anlayışın en iyi somut del ilidir. Netice itibariyle, Osmanlı Devleti'ni, hu gün sahip olduğumuz fi kirlere ve içim.le bulunduğumuz şartlara göre değil, yeniçağ'ın şartları ve fikirleri çerçevesi içinde kalarak değerlendirmek ltızımdır. Bu yapıldığı takdir­ de yaşadığı devirde Osma nlı'nın niçin büyük olduğu ve nasıl büyük hir meden iyet yarattığı ve nasıl hir çok ve fa rkl ı toplu­ ma h<lkim olduğu, onları hir arada harış içinde tuttuğu daha kolay anlaşılır. 1 .3.2. Doğu Anadolu'da Osmanlı Hakimiyeti

Osma nlı Devletinin Doğu Anadolu ile ilgisi XV. yüzyı­ la kadar uzanırsa da, bölgenin tamamen imparatorluğa da­ h il edilmesi ve ida ri statüsünün teshiti Çaldıran zaferini ( 1 5 1 4 ) takip eden yıllarda olmuştur. Bil indiği üzere, Şah İs­ mail İran'da kısa hir zamanda fevkalade kuwetlenen Safevi devlet ini kura ra k. Doğu'da Osmanlı Devleti için hem siyasi hem de ideoloj i k (dini) tehl ike teşkil eder hale gelmişti45 . 45. Faruk Sümer. Sare,·i Devletinin Kuruluş '"e Gelişnıe�inde Anadolu Türklü�ü­ nün Rolü, ı\nkara 1976. s.4 vd.


TÜRK \1 İLLi BÜTC:'<LC(;ü İ(l '.RİSİ'.\iDE DOGL i\ :'\t\DOLL

29

Şehzade Selim, hu iki tehlikeyi daha Trabzon'da Sancak Beyliği yaparken sezmiş ve müşahade etmişti. Bunun üzeri­ ne, Seli m İstanbul'u ikaz etmiş ve tedbir alınmasını istemiş­ ti. Fakat il. Beyazıt zamanında tedbir alınmamış ve netice­ de Şah Kulu isyanın ın çıkmasına mani oluilamamıştı. Bu se­ bepledir ki, Yavuz Selim daha padişah olur olmaz İran'dan gelen iki tehlikeyi bertaraf etmek üzere hazırlıklara haşla­ mış ve neticede 1 5 1 4 tarihinde Çaldıran Zaferi ile Şah İ sm;l ­ il 'in Anadolu üzerindeki siyasi ve dini emellerine son ver­ m iştir46 Çaldıran Zaferi esnasında ve daha sonra büyük bir kısmı sünni olan halk ve mahalli beyler Yavuz Sel im tarafını tutmuş, başta Diyarhekir olmak üzere bir çok şehir kapıları­ nı Osmanlıla r'a açmıştır. Yavuz Selim, daha sonra Osma nlı hakim iyetinin bölgede, özeU ikle Siirt, Ma rdin ve M usul ta­ raflarında tam manasıyla tesisi için Diyarhekir Beylerbeyi tayin ettiği Bıyıklı Mehmet Paşa'yı ve meşhur füim İdris-i Bitlisi'yi görevlendirmiştir47. İdris-i Bitlisi Yavuz Selim'e İran seferi dönüşünde takdim ettiği bir arizada Diyarhekir, Mardin ve çevresinin de fethinin gerekli olduğunu telkin et­ m iştir. Çünkü hu havalide yaşayan halkın ve mahalli beyle­ rin çoğu sünni olmaları münasebetiyle Şii Safevi devletin­ den memnun değillerdi ve İran'a karşı isyan halinde idiler. Neticede İ dris-i Bitl isi'nin ya rdımı ile Bıyıklı M ehmet Paşa bölgenin fethini 1 5 1 5 'te tamamladı. Fet ihten sonra, Osma nlı Devleti bölgen in "ta hririni" başlatmış ve idari statüsünü belirleme çalışmalarını sürdür­ müştür. Bu işlerin yapılabilmesi için yine İdris-i Bitl isi'ye müracaat edilerek ya rdımı temin ed ilmiştir. Bunun üzerine, Yavuz Selim İdris-i Bitl isi'ye bölgenin meselelerinin halli 46. Şina�i i\ lıundağ. "Selim 1. Yavuz". j,ıanı An�iklopl'di,i, İ �ıanhul. l 'Xı7. cill.: 10.s. 42.1-4�.

47 .

idıis-i Bitlisi, devlet adafT!ı ve ıarihçidir. Şeyh Hüsameddin'in oğludur. Osman­ ıı·nın hi;:meıine girmiş. Iranlılar'a ka�ı Yavuz·u desıcklemiş ve Güney D o_ğu i\nadoluı·nun fethinde büyük rolü olınuşıur. ı520"de vcfaı cımişıir. Bakınız: "ld­ ris-i Dili.isi", i.A. cilt: 5 /ıt. s. 936.


30

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU Al\:ADOLU

için yetki vermiş, tuğralı ferman gönderek padişah adına ta­ sarrufta bulunmasını sağlamıştır48. Bu sebeple, bölgenin ida­ ri statüsünün tesbiti işlerinin ve ilk "Temessüklerin" hazır­ lanmasının İdris-i Bitlisi tarafından yürütüldüğünü söyleye­ biliriz. Nitekim, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Ira­ keyn seferinden önce bu bölgede yarı müstakil vaziyette ya­ şayan beylere yollanan bir "emr-i şerifte geçen" "kadimden temessükleri üzere" ibaresi idari statülerin Yavuz devrinde verildiğini doğrulamaktadır. Kanuni Sultan Süleyman bu emr-i şerif'te kısacası şöyle diyordu: "Yavuz za manında İran'a karşı cephe alarak hayırlı hizmetlerde bulunan ve şim­ di de devlete sadakatla hizmet ifa eden, bilhassa sefere katı­ laraka yararlık gösterene ötedenberi ellerinde ve tasarrufla­ rında bulunan yerler kendilerine temlik ve ihsan edimiş­ tir"49. Bundan da anlaşılacağı üzere KJnuni mahalli beylere yeni haklar ve 'mtiyazlar vermiyor, sadece babası zamanın­ da verilenlerin geçerli olacağını bildiriyordu. Nitekim, daha sonraki devirlerde de gönderilen fermanlarda ellerine veri­ len kadim temessükler mucebince denilerek "yurtluk ve ·ocaklık" yoluyla sancak ve dirlik tasa rruf edenlerin imtiyazla­ rı yenileniyordu. Bu şekilde imtiyazlara sahip olan bölge hal­ kı ve beyleri genellikle devlete sadık kalmış ve Osmanlı or­ dusuyla birlikte İran'a karşı sefere katılm ışlardır. Dolayısıy­ la imtiyazlı statüleri değişmeden devam etm iştir. İstanbul'daki merkezi otoritenin tanıdığı imtiyazlar sa­ yesinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun özel statüsü yani feodal karakteri ve padişah fermanlarıyla kendilerine yurt­ luk ve ocaklık yoluyla dirlik verilen beylerin hakimiyeti Tan48 . Hoca Sadeddin, Taeül Tevarih,C. 2. s. 322; M . Şükrü Sekban. Kürt Meselesi,An­ kara 1979, s. 131.

49 . Nazmi Sevgen.Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da Türk Beylikleri,(Yayına hazırla­ yanlar.Şükrü Kaya Seferoğlu-Halil Kemal Türközü), Ankara, 1982,

s.

42.


TÜRK M İLLi BCTÜNLÜGÜ İÇERİSİND I � DO(iU /\N/\DOLlıl

31

zimat devrine kadar deva m etti. B u devirde yapılan reform­ lar ve yeni düzenlemelerle Doğu Anadolu'daki geleneksel statülerin devam ı mümkün görünmüyordu. Çünkü , merkezi otorite güçleniyordu. 1 870'te kabul edilen Vilayet Nizamna­ mesi ile yeni bir düzenlemeye gidilmişti. Bu gibi tedbirler so­ nunda Doğu'daki mahalli beylerin hakimiyeti ve nüfuzları azalmıştır. Neticede, imtiyazlı statüler ortadan kaldırılmış ve beylik düzen ine son verilmiştir. Bu a rada Doğu Anadolu'da mahalli otoritelerin orta ­ dan kaldı rılmasıyla meyda na gelen otorite boşluğunu B<lh-ı Ali tam nanasıyla dolduramadığından, bölgede Ermeni faali­ yetleri a rtmış ve bazı huzursuzluklar olmuştur. Bu durumu gören i l . Abdülhamid, merkezi otoritenin gücünü takviye et­ mek ve Ermeni faaliyetlerini frenlemek için eski beylerin ve hanedanların rakibi durumunda olan bölgedeki Ralabalık ve güçlü aşiretleri teşkilatlandırma yoluna gitmiştir. il. Abdül­ hamid bu şekilde bir siyaset takip etmekle şu hususları temi­ ne çalışıyordu: Aşiretlere sahip çıkarak, onlara psikolojik olarak devletin kendilerini himaye ettiğini hisseti rmek. Aşi­ retleri ve reislerini hilafet ve Saltanat'a bağlamak ve sada­ katlarını sağlamak. Eski beylerin ve hanedanların, hu aşiret­ leri suistimal ederek eski nüfuzlarını yeniden temin etmele­ rini önlemek. Er� eniler'e karşı mahalli bir denge unsuru or­ taya çıkarmak. Nihayet merkezi otorite ile mahalli güçler arasında iş birliği sağlayarak iç ve dış tehlikelere karşı Doğu bölgelerinde d�vletin itibarını ve hakimiyetin tesis etmektir. Böylece eski sistem ve statüden tamamiyle farklı devlet ha­ kimiyetinin ağır bastığı kontrollü bir düzene geçilmeye çalı­ şılmıştır. Bu yeni düzenleme, Ermeni faaliyetlerinin arttığı, Rus ve İ ngiliz emperyalizminin bölgeyi imparatorluktan ayırma gayretlerinin doruk noktaya çıktığı şartlar içinde ma-


32

TÜRK M İ LLİ BCTCNLÜGC İÇERİSİ NDE DOGU ANADOLU

kul ve geçici hir tedbir olarak görülehilir5°. Nitekim, hu teh­ dit ve.tehl ikelerin kalktığı Cumhuriyet devrinde millet- dev­ let anlayışı içinde bölgenin idari statüsü diğer bölgelerden farksız olarak .düzenlenmiştir. Böylece, asırlardan beri feo­ dal beylerin hakimiyetinin söz konusu olduğu Doğu , Güney Doğu bögelerimiz milli iradeye müstenit bir idare tarzına kavuşmuştur. /. 3.3. Osmanlı İdari Sistemi İçinde Doğu Anadolu 'nun Statüsü Osmanlı Devleti'nin, mutlak bir merkeziyetçilik fikrin­ den tamamiyle uzak bir anlayışla , idaresi altına aldığı bölge ve toplumların hususiyetlerine göre çeşitli idare tarzları tat­ bik ettiği malumdur. Ancak, bu çeşitlilik şekilden ziyade muhtevada da kendini göstermiştir. Çünkü, Osmanlı idare sistemi ve idari taksimatı şekil olarak genelde Eyalet ve San­ cak temeli üzerine oturtulmuş, fakat bu Eyalet ve Sancak­ lar'ın İstanbul'la olan bağlarında bir takım farklılıklar oldu­ ğu için ayrı statüler altında ele alınması gerekmektedir. M e- . sela, ilk dönemlerde Eyaletler "Has" ve "Saliyane olmak üze­ re statü bakımından ikiye ayrılmışlardır5 1 • Aynı şekilde San­ caklar için de bir ayrım söz konusu olmuştur. Bu arada, Eya­ let ve Sancakların sayı ve nitelik bakımından za man içinde deşikliklere uğradığını unutmamak lazımdır. Osmanlı Devleti, Çaldıran zaferinden sonra söz konu­ su bölgede Diyarbekir merkez olmak üzere M usul, Bitlis, Mardin, Harput, Dersim ve Çapakçur'u da içine alan gayet geniş bir eyalet vücuda getirmiştir. Kanuni Süleyman devrin­ de yeni hir <.lüzenleme yapılarak Van'<.la ayrı bir eya let teş50. Bu konular için bakınız: Bay ra m KODAMAN. Şark Ml"sl"ll"si l}ıltında il. Ahılül­ hamid'in Do� Anadolu Politikası, Ankara ı987. 51. Şerafcıin Turan, "XVII. yüz.yılda Osmanlı İmparatorluğunun İdari Taksimatı",A­ tatürk Ünh·ersitesi 1961 Yıllıjtı, Erzurum. 1962. s. 20 1 .


TÜ RK M İ LLi BliTÜ:\"Ll:(; ü İÇERİSİNDE DOÜLJ J\NJ\DOLL'

33

kil edilmiştir. Sivas ve Erzurum konumuz dışında kaldığın­ dan hu iki eyalete temas edilmiyecektir. Van, Diyarhekir her ikisi de İra n sın ırında olmaları bakımında n hem ordu­ nun hareket noktası hem de önemli merkezler durumuna gelmişlerdir. Diyarbekir: a) İstanbul- Samsun-Amasya-Si­ vas-Malatya-Ha rput-Diyarbekir-M usul-Bağdat; b) Beyrut ve iskenderun-Halep-Antep-Urfa-Diyarbekir; Van: a) Trah­ zon-Erzurum-İran, h) Batum-Erivan-Van-Hakkari-Musul-­ Bağdat ticaret ve ulaşım yolları üzerinde bulunmakla önem­ li şehirler idiler. Özellikle Diyarbekir'de devrin pek mühim şahsiyetleri Beylerheyilik yapmıştır. Bunlar arasında sonra­ dan sadrazam olan ünlü vezirler de hulunmaktadır52. Eyalet­ lerden sonra sancaklar gelmektedi r. Esas üzerinde durmak istediğimiz idari hirim sancaklar olduğu için hu konuyu ayrı bir başlık altında ele almayı uygun bulduk. l.

Doğu Anadolu'da Sancaklar

Osmanlı idari teşkilatının esasını ve temel birimini san­ cak oluşturmaka idi. Sancak tahiri, Osmanlılar'dan önceki Türk-İslam devletlerinde belirli hir idari hölgeyi ifade et­ mekten uzak, daha çok hükümdarın hakimiyet semholleri arasında yer almıştır. Osmanlılar'ın ilk devirlerinde tuğ ve sancak, hatta davul hükümdarın temsilcisi durumunda olan kişilerin de semholü hal ine gelm iştir53. Kesin tarihini hilme­ mekle beraher, sancak tabiri za man içinde üzerinde da lga­ landığı araziyi ifade eder olmuştur54• Bu manayı kazanması muhtemelen XV. yüzyılda olmalıdır. Çünkü, imparatorluk müesseselerinin en mükemmel çağını yaşadığı XVI. yüzyıl­ da sancak teriminin yerleşmiş olduğunu görüyoruz. 52. M. 1 hılil Yinanç. "Diyarhckir". İ�lanı An�iklopl'dhi,cilı: 3. 53. i. Metin Kunt, Sancaktan Eyalete, 1550-16541 Arasında Osmanlı Ümerası ve İ l İdarl'si,İstanbul, 1978, s. 15. 54. J. Dcny, "Sancak", İA.,cilı: 1 0. s. ıss.


34

TÜRK M İ LLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERiSİ;\'DE DOGU l\Nl\DOLL'

İmparatorlukta, devletin vergi hasılatını belirlemek ve asker temin etmek maksadıyla yaptırılan tahrirlerde birim olarak sancak esas alınmıştır. Her sancağın kanun- namesi Tahrir Defterlerinin başına yazılmıştır. Aynı şekilde, merke­ zi hükümetten çıkan imparatorluğun idaresiyle ilgili bütün yazışmalarda da sancak idaresi esas olarak kabul edilmiştir. Gerçi, Ta hrir Defterlerinde bazı nahiyeler, cemaatler ve va ­ kıflar hakkında kanun-nameler yer almışsa da hu durum id;ı­ ri açıdan sancağın temel birim olmasına engel teşkil etmi ­ yordu. Diyarhekir ve Van eyaletlerinin teşkiJ inden sonra , fet­ hedilen her yerde olduğu gibi, tahrir işlemine başlanmış ve bir kaç sene içinde tamamlanmıştır. Osmanlı idaresinin prensiplerine riayet edilerek her bölgenin mahalli; coğrafi ve tarihi özelliklerine göre farklı teşkilatlanmaya gidilmiştir. Hatta, hu farklılık veya çeşitlilik sadece aynı eyalete bağlı sancaklar arasında değil, bazan aynı sancağa bağlı kaza, na­ hiye ve cemaatler için de söz konusu olabiliyordu. Bu yüz­ den her sancak için olduğu gibi farklı bazı nahiyeler ve ce­ maatler içinde kanunnameler düzenleme yoluna gidilmiş­ tir.Bu farklılıklardan ötürü, bazı sancaklar özell iklerine gö­ re değişik statülere bağlanmıştır. Farklı statülerin belirlen­ mesinde bölgenin fiziki yapısı, aşiretlerin nüfusu ve dağılı­ mı, Osmanlı öncesi idari, siyasi ve içtimai vaziyeti mühim rol oynamıştır. Fetihten sonra, Diyarbekir ve Van merkez olmak üzere teşkil edilen iki eyalet dahilindeki sancaklar, yukarıda belirttiğimiz ·çerçeveye göre sınıfla ndırılmışlardır. Bu sancakların statülerini izaha geçmeden önce, Van ve Di­ yarbekir eyaletlerinde bulunan sancakların adlarını ve statü­ lerini gösterir bir cetveli, Prof Dr. Şerafettin Turan 'ın yayın­ ladığı 1 63 1 - 1632 tarihli bir idari taksimat defterini esas ala ­ rak vermeyi uygun bulduk55. 55. Şerafettin Turan, Aynı Makale, s. 201-232.


TÜRK M İLLi BÜTÜNLÜÜÜ İÇERİSİNDE Dü(iU ANADOLU

35

Diyarbekir Eyaleti. a- Hükümet adı altında geçen sancaklar: 1- Hazzo Ocaklık 4- Tercil Ocaklık 2- Cizre Ocaklık 5- Palu Ocaklık Ocaklık 6- Genç Ocaklık 3- Egil b- Sadece Sancak (liva) adıyla anılanlar:

1- Çermik 2- Sağman 3- Hasankeyf 4- Pertek 5- Mazgirt 6- Cemişkezek 7- Harput 8- Siverek 9- Kulp 1 0- Atak 1 1- Ergani 1 2- M ihrani 1 3- Çapakcur 14- Siirt

Ocaklık Oca klık Ocaklık Ocaklık Arpalık Arpalık Ocaklık Ocaklık Arpalık Ocaklık Ocaklık Ocaklık

15- Görgil 1 6- Ağakis 1 7- M eyyafarikin 1 8- Bohtan Zilan Bespan 1 9- Nusaybin 20- Akçakale 2 1 - Sincar 22- Zaho 23- Hemkürdkan

Ocaklık Ocaklık Ocaklık

Voyvodalık

Ocaklık

Van Eyaleti a- Hükümet adı altında geçen sancaklar 1 - Bitlis Ocaklık 3- Hakkari Ocaklık 2- Hizan Ocaklık 4- Mahmudi Ocaklık b- Sadece Sancak (Liva) adıyla anılanlar: 1- Deriki Ocaklık 8- Kotur Ocaklık 2- Şervi Ocaklık 9- Esyabert Ocaklık 3- M üküs Ocaklık 1 0- Erçiş 4- Keşab Oca klık 1 1 - Adilcevaz 5- Şıtak Ocaklık 1 2- Bargiri Ocaklık 6- Kesan Ocaklık 13- Şikak Aşiretlik 7- Albak Ocaklık


36

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİ:\DE DOGU ı\:'oiı\DOLL:

Yukarıdaki tabloya göre idari taksimat ve statü açısın­ dan Diyarbekir ve Van eyaletlerinde genelde iki ana ayırım göze çarpmaktadır. B unlardan birincisi H ükümetler, ikinci­ si Sancak (Liva )'!ardır. Bu sonuncularda kendi aralarında farklılık arz etmektedirler. Buna göre, klasik Osmanlı sanca­ ğı statüsüne sahip olanlar ve Oca klık tarikiyle tasarruf olu­ nup, özellik arz eden sancaklar olarak bunlarda kendi arala­ rında iki kısma ayrılmaktadırlar. Özellik a rzeden bu sancak­ lara "Ekrad" sancakları demek de mümkündür. Netice itiba­ riyle Diyarhekir ve Van eyü letlerinde bulunan sancakları aşağıdaki şekilde üç başlık altında toplamak mümkün görün­ mektedir: 1 - Klasik Osmanlı Sancakları, 2- Ekrad Sancakları, 3- H ükümet Sancakları, a- Klasik Osmanh Sancakları: Bu sancaklar Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün bölgelerinde tatbik edilen ve ge­ çerli usule göre idare olunan klasik Osmanlı sancaklarından farklı değildir. Sancakbeyi doğrudan merkez tarafından ta­ yin edilmekte ve lüzum görüldüğünde derhal görevinden a lı­ nabilmektedir. Dolayısıyla herhangi bir imtiyaza sa hip değil­ dir. Sancakbeyi, sancak dah ilinde hem mülki hem de askeri yetkilere sahip bir amir durumundadır. Sancak t imar siste­ mi'n e dahil olup, vergileri yaptırılan tahrirlere, göre kanun­ lar çerçevesinde devletçe toplanır. Bu vergilerin mühim bir kısmı haslara ayrıldıktan sonra geri kalanı timar ve zeamet sahiplerine taksim edilmektedir. Diyarbekir ve Va n eyaletlerindeki bu tür sancaklar umumiyetle aşiret yapısının kuwetli olmadığı veya belirli bir aşiretin ekseriyete sahip olmadığı yerlerde teşkil edilmiş­ tir. Özellikle şehirleşmenin, yerleşik hayatın ve ziraat (ta-


TÜRK M İ LLi IlÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

37

rım) hayatının hakim olduğu bölgelerde bu sancakların hu­ ' lunduğunu gôrüyoruz. Bunların sayıları fazla olmamakla beraber, bulundukları yer ve merkezler açısından önem kazan­ maktadırlar. D iyarbekir eyaletinde, Harput, Hasankeyf (Hısnkeyf), Akçakale, Sincar, Zaho ve Bohtan-Zilan-Bes­ pan. Van eyaletinde ise, Erciş, Adilcevaz ve Kesan klc1sik statüye dahil sancakJardır. Arpalık yoluyla tasarruf olunan Siverek. Ergani ve Çemişkezek sancakları da hunlar arasın­ da yer almaktadır. Ayrıca, Diyarhekir "Paşalık Sancağı" ile Van " Paşalık Sancağı" da hu tür sancakların arasinda yer al­ maktadır. Böylece, iki eyalette klasik Osmanlı Sancak siste­ minin geçerli olduğu ondört sancağın mevcut olduğunu görü­ yoruz. Bu sancaklara tayin edilen Sancakbeyleri umumiıyet­ le bölgede tanınmış, nüfuzlu ümera arasından seçilmekte­ dir. M esela Çemişkezek Sancakbeyi Timurtaş'ın oğlu Kılıç Bey'in Harput Sancakbeyi olduğu görülmektedir�6.

b- Ekrad Sancakları: Bu sancakJar biraz ewel izah etti­ ğimiz klasik Osmanlı sancaklarından farkJıdırlar. Çünkü, bu sancakların idaresi genellikJe bölgeye eskiden heri hakim olagelen nüfuzlu, eski mahalli beylere ve hanedanlara mülki­ yet tarikiyle "Yurtluk ve OcakJık" olarak verilmiştir. Buna sebep, ewela bu beylerin fetih zamanında Osma nlı'ya ver­ dikleri hizmetleri ve itaatleri, sonra bölgenin özellikJeridir. Bu şekilde sancağa sahip olan beyler çoğunlukla ölünceye kadar Sancakbeyliğini yürütmekte ve 'ölümü halinde kaide-o­ larak oğlu veya akrabalarından biri yerin i almaktadır. An­ cak, ihanetleri halinde Sancakbeyi İstanbul tarafından der­ hal değiştirilmekte ve yerine yine oğlu veya hanedandan bi­ risin i tayin edebilmektedir. O halde ölüm ve iha net dışında Sancakbeylerinin değiştirilmesi söz konusu olamazdı. 56. Başvekiilet Arşivi, Mühimme 44, s. 132 (25 Zilhice 990 tarihli hüküm).


38

TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

Değişiklik teklifi, Beylerbeyinin "arzı" üzerine "Divan-ı Hü­ mayun" tarafından görüşülür, teklif edilen şahıs uygun görül­ düğü takdirde tayin edilirdi. Bu "Ekrad"sancakları da birer Tahrir Defterine sahipti. Yani, klasik Osmanlı sancaklarında olduğu gibi hunların ge­ lirleri ( Mahsulatı) de "tahrir-i defter" olunınakta, padişah ve sancakbeyi hasları çıktıktan sonra, geri kalan hasılat ze­ amet ve timar sahiplerine dağıtılmaktadır. Sefer zamanında Sancakbeyi askerleriyle birlikte Beylerbeyi'nin hizmetine girmekle mükellefdir. Yine hu tür sancaklara merkezden ka­ dı tayin edilmektedir. Bu kadılar mali ve hukuki konularda bazı yetkilere sahipti. Bu şekilde yani ocaklık yoluyla tasarrfu olunan "Ekrad" sancaklarının sayısı Diyarbekir eyaletinde onüç, Van eyale­ tinde ise dokuz olmak üzere toplam yirmi iki idi. Yalnız he­ men ifade edelim ki, bu rakamları kesin olarak kabul etme­ mek lazımdır, zira bunların sayısı devirlere, yıllara göre deği­ şebilmektedir. Kısaca, "Ekra,d" sancaklarının klasik Osmanlı sancaklarından farkı, ocaklık tarikiyle tasarruf edilmesi ve Sancakbeyi'nin sahip olduğu bir takım imtiyazlarla tayin ve azil şeklinden ileri gelmektedir. Hükümet sancaklarından ayrıldığı nokta da esas itibariyle bölgenin tahririnin yapılmış olması ve merkezden tayin edilen Osmanlı memurlarının bir takım yetkilere buralarda sahip olmasıdır.

c. Hükümet Sancakları: Hükümet olarak nitelendirilen bu sancakların sayısı kaynaklara ve devirlere göre değişmek­ le birlikte bizim yukarıda verdiğimiz tabloda Diyarbekir da­ hilinde altı, Van dahilinde dört olmak üzere toplam on ka­ dar olduğu görülmektedir. B u hükümet sancakları da "Ek­ rad" sancaklarında olduğu gibi sahiplerine "Hin-i fetihde hiz­ met ve itaatleri mukabilinde tefvız ve te.nlik olunmuşlar-


TÜ RK M İLLi B ÜT Ü NLÜÔÜ İÇERİSİNDE ooc"ic i\:\"ı\DOLU

39

dır". Yine, aynı şekilde ocaklık yoluyla mülkiyet şeklinde ta­ sarruf olunmaktadır. Sancakbeyleri "ellerine verilen ahidna­ meleri mücebince" "azl ve nasb" edilememektedirler: Bunla­ rın en önemli özellikleri "mefruz-ül-kalem" ve "maktuül-ka­ dem" olduklarından tahrir işlemine tabi tutulmamış olmala ­ rıdır. Böyle olunca, bu sancaklara "kalem erbabı" olan Os­ manlı memurları girmemiştir. Tahrir yapılamadığından ti­ mar sistemi de bu sancaklarda uygulanmamış, dolayısıyla "ü­ mera-i Osmaniye"den de kimse bu bölgelere gelmemiştir. Durum böyle olunca, adı geçen sancaklar Osmanlı memurla­ rının selahiyetleri ve nezaretleri dışında kalmaktadır. Diğer sancaklardan en büyük farkları. bu hususlar olmuştur. Hükümet sancaklarında yine sancakbeyler, ölümü ve ihaneti halinde, yerine evlatlarından veya akrabalarından bi­ ri tayin edilmek şartıyla değiştirilebilmektedir. Bu tür deği­ şiklikler "kadimden olageldiği üzere" kanunlaştırılmıştır. An­ cak Hükümet sancağına sahip olan aile tamamen yok olur­ sa, o takdirde normal sancaklarda olduğu gibi "ümera"dan bir kişi devlet tarafından oraya tayin edilebilirdi. Soy tüken­ medil:cçe hariçten bir kimse tayin eÖilemezdi. Mesela bu sta­ tüde olan Palu'da Yusuf Bey'in ölümü üzerine, onun yerine ümeradan Ahmet Bey'in tayin tayin edilmesi Beylerbeyi ta­ rafından teklif edilmişse de Divan-ı hümayun bu teklifi bey­ liğin "kadimden beri mutasarrıf olanların oğullarına verile­ geldiği" gerekçesiyle reddetmiştir5 7• ·

Hükümet sancağı tasarruf eden Beyler sancak dahilin­ de vergileri bizza t toplama hakkına sahip oldukları gibi, yar­ gı (kazai) yetkilerini de üzerlerinde bulunduruyorlardı. Her ne kadar Osmanlı kadısının teorik olarak yetkisi bütün 57. Başvekilet Arşivi Miihimme 46, s. 271.


40

TÜ RK M İ LLİ BÜ T Ü NL ÜGÜ İÇERİSİNDE DO G LJ ANADOLU

kazai işleri kapsıyorsa da pratikte Sancakbeyi söz sahibi du­ rumunda idi. Bu imtiyazlı durumuna rağmen hükümet san­ cakları da sefer zamanında kuvvetleriyle birlikte Beylerbe­ yi'nin emrine girmek mecburiyetindedirler. Askeri kuvvetle­ ri aşiretlerinin büyüklüğüyle doğru orantılı idi. Kısaca bu sancakların diğerlerinden ayrıldığı en mühim hususlar tah­ rir ve timar usulunün olmaması, Sancakbeyi'nin yetkilerinin " daha geniş bulunmasıdır. Yukarıda idari taksimat açısından üç bölümde incele­ meye çalıştığımız bu sancaklari tasarruf şekli açısından da bir sınıflamaya tabi tutmamız gerekirse, bu sınıflamayı aşağı­ daki tarzda yapmak mümkün görünmektedir:

1- "Ocaklık"lar.58. 2- Arpalıklar 3- Voyvodalık 4- Aşiretlik 5- Doğrudan devletin tasarrufundan olanlar. Özellikle "Hükümet" ve "Ekrad" sancaklarının tamamı­ nın ocaklık yoluyla tasarruf edildiğini görüyoruz. Her iki eyalette de bunların sayısı, ondokuz'u Diyarbekir'de, onüç'ü Van'da bulunmak üzere toplam otuz ikidir. Ocaklık tabiri genellikle bazı kaynaklarda "Yurtluk ve Ocaklık" şek­ linde geçmektedir. Her ikisi de bir yerin gelirinin birine tev­ cih edilmesi anlamında kullanılan birer tabirdir. Yalnız, "yurtluk" kayd-ı hayat şartıyla tasarruf edildiği halde; "yurt� luk ve ocaklık" şeklinde müştereken veya sadece "ocaklık" olarak irs yoluyla sürekli tasarruf edilirdi. Ocaklık yoluyla 58 . Mehmet Zeki Pakalın, "Yunluk ve Ocaklık", Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terim­ leri Sözlüğü, İstanhul ı955, cilt: 3, s. 639.


TÜRK M İLLİ DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGli i\Ni\DOLL

41

kendisine arazi geliri tevcih edilen kimse resmen o yerin sa­ hibi değildir. Araziyi satamaz, bağışlayamaz ve vakfedemez­ di. Sadece o yerin şer'i ve örfi vergileri kendisine ait olurdu. Timar'dan farklı bir sistemdi. En bariz fark, ocaklığın hiz­ met karşılığı olup olmadığına bakılmadan bir a ilenin sürekli tasarrufuna bırakılması, tasarruf edenin imtiyazlı hazı sela­ hiyetlere sahip bulunması ve bazılarında tahrir yapılmaması­ dır. Bu sistem daha çok Doğu Anadolu'da uygulanmıŞtır. Se­ bebi ise, fetihten önce bu bölgede müstakil veya İran 'a tahi beylerin fetih esnasında Osmanlı'ya vermiş oldukları hiz­ met, gösterdikleri sadakattır. Başlangıçta hizmet karşılığı ve­ rilmişse de sonraları ailelerin tasarrufuna bırakmak teamül haline gelmiş, hiç bir padişah da bunu değiştirmeyi düşün­ memiştir. Aşiretlerin veya bu sancakların sadakat ve itaatle­ ri devam · ettikçe ocaklık .sistemi de muhafaza edilmiştir. Tanzimat devriyle birlikte hu sistemden vaz geçilmeye baş­ lanmıştır. Arpalık, Osmanlı İmparatorluğu'na muhtelif zamarilar­ da muhtelif şekillerde bazı yüksek rütbeli devlet memurları­ na vazifede iken maaşlarına ilaveten, azil veya tekaüt halin­ de maaş kabilinden verilen tahsisat anlamına kullanılan bir tabirdir. Başlangıçta belirli kimselere verilmişken, zamanla muhtelif kimselere de verildiği görülür. Arpalık olarak bir sancak bazanda iki sancak tahsis edilebilirdi59. M ir Aşiretlikler sancak biriminin dışında tutulmuştur. Yine, "Hin-i fetihde hizmet ve itaatleri mukabilinde" kendi­ lerine "yurtluk ve ocaklık" tarikiyle dirlik verilen aşiretlere ve tasarruf ettikleri bölgeye "mir aşiretlik" adı verilmiştir. Zeamet ve timar şeklinde \'.erilen bu dirlikler "yurtluk ve 59. Arpalık hakkında bakınız: "Arpalık maddesi" İ.A., cilt: ki Pakalın, a.g.e. cilt: l.s.84. .

1,

s.

592-595; Mehmet Ze­


42

TÜ RK Mİ LLi DÜTÜ NLÜGÜ İ ÇERİ Sİ NDE DO G U ANADOLU

ocaklık" hükmünde olup, aşiret sahibi ölür veya hizmet et­ mezse dirliği yani mir aşiretlik oğluna veya akrabasına veri­ lirdi. Aşiretliğin reisin oğlu veya ailesi münkarız olmadıkça "ahara verilmek kanun değildir"6Cl. Görüldüğü üzere, Mir aşi­ retlik'ler de "Ekrad ve "Hükümet" sancaklarında olduğu gibi aynı haklara sahip bulumiyorlardı. Bizim tablomuzda, bu hakka sadece Van dolaylarında bulunan Şikak aşiretinin sa­ hip olduğu gösterilmiştir. Ancak, bazı kaynaklarda bunların mikarının, xvıı. yüzyıl başlarında 400 kadar olduğu ifade edilmektedir. Aşiretler için Tahrir Defterinde ayrı ayrı kanunname­ ler vazedildiği gÖ rülmektedir. Mesela 1540 (hicri 947) tarih­ li Diyarbekir vilayeti kanununda, "aşiret taifesi"ne ayrılan kı­ sımda aşiretlerden ne miktar ve ne şekilde vergi tahsil edile­ ceği etraflıca anlatılmaktadır. Bu aşiretlikler de sefer zaman­ larında kendi efradı arasından askeri birlikler teşkil ederek, Beylerbeyi'nin emri altına girer ve sefere katılırlardı. Tanzi­ mat'la birlikte, ocaklık tarikiyle sancak tasarruf eden mahal­ li bey ve hanedanların eski önemlerini kaybetmeleri ve nü­ fuzlarının azalması üzerine, bu tür aşiretler ve reisler il. Ab­ dülhamid'in tatbik ettiği siyaset sonucu teşkil edilen "Aşiret Alayları" sayesinde önem kazanmaya başlamıştır. Devletin teşebbüsü ile bu şekilde teşkilatlandırılan aşiretler, Ermeni mezalimi ve tehdidine karşı merkezi otorite tarafından hi­ maye edildiklerini görerek saltanat ve hilafet makamlarına daha fazla bağlılık göstermişlerdir. 163 1 - 163 2 tarihleri arasında Diyarbekir eyaletinde sa­ dece Nusaybin'de bulunan "Voyvodalık" sistemine gelince: Voyvoda İslavca bir kelime olup, ağa, reiS manasına gel6Cl. Başbakanlık arşivi,

Miıhimme 46,s. 271.


TÜ RK M İ LLi B ÜT Ü NL ÜGÜ İ ÇERİ Sİ NDE DO G U ANADOLU

43

1

mektedir. Osmanlılar'da valiler ve mutasarrıflar kendi eyalet ve sancaklarında bulunan kazalara bazan Voyvoda tayin ederlerdi . Voyvoda, ekseriya muteber memurlar veya hal­ kın isteğiyle mahalli ileri gelenler arasından tayin edilirdi. İş­ te bu şekilde idare edilen yerlere Voyvodalık deniliyordu. Voyvodalara merkezce mukataat hazinesi kaleminden "eva­ mir-i şerife" verilirdi. Zamanla Voyvodalar kaymakamlık va­ zifesin i yürüten kimsele·r durumuna gelmişlerdir. Timar ve zeamet usulunün geçerli olduğu yerlerde ise vergilerin tahsi­ li ile meşgul olmuşlardır61.

1.4. "Türkmenia" Ü lkesi Olarak Doğu Anadolu XI. yüzyılı n başlarında, Türkler'i n özellikle Doğu ve Güneydoğu A nadolu'da yurt tutmaya başlamaları sonunda, şehi r ve köylerde bir kısım h ıristiyan nüfus kalmakla bera­ ber, boşalan diğer sahalar, gittikçe çeşitli Türk boyları ile dolmuştur: Bu gerçek XII. yüzyıldan beri, çağın kaynakları­ na da aksetmiştir. Marco Polo, Anadolu'nun bu yörelerin­ den Türkomania yani Türkmen Ülkesi olarak söz etmekte ve meydan-a gelen yeni gerçeği aksettirmektedir62. Daha çok yayla ve dağlarla kaplı kalan bu vatan köşele­ rin nasıl Türkmen Ülkesi olduğunu anlamak da kolaydır. Anadolu'ya gelen yerleşik hayata alışık Türkler, kendileri için daha elverişli şartlar taşıyan Batı yöresine girmişlerdir. Oysa göçebe hayat süren ve daha ziyade hayvancılığa dayalı bir iktisadi hayata sahip Türkmen boyları için bu yörenin 61. Mchmcı Zeki Pakalın. Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İ stan­ bul. 1955, cilı: 3, s. 598 (Voyvoda maddesi). 62. P. Pcllioı, Notes on Marco polo, Paris 1963. il, 864: Ancak Pelliofa göre M. Po­ lo Turcomanie derken daha çok İ ç ve Doğu Anadoıu'yu kastetmiştir. Geniş bil­ gi için bk. Tuncer Baykara, "Doğu Anadolu Türkmenia" (Türkmen Ü lkesi), _At­ sız Annağanı,İsı. 1976, s. 61-66.


44

TL RK M İ LLi BÜTÜ!\LÜ(iÜ İÇERİSİNDE DOÔU /\N/\DOLU

yaylaları son. derece önemli idi. Doğu Anadolu dağlarının yaylak olması, aslında çok eski Türk efsanelerinde de görül­ mektedir. Oğuz Destanı'na göre Oğuz Han da, efsanevi de­ virlerde Alatağ ve Ağdıböri (Ağrı) dağlarında yaylamıştı63. Doğu Anadolu'ya Türkmenler' in yerleşmesi özellikle İl­ hanlılar çağında pekişti. Bu zamana kadar ıssız kalan bazı eski yerleşmelerde, ancak bu dönemde, xıı. yüzyılda iskan izlerine rastlanmaktadır64. Keban yöresindeki bu durum, şüphesiz bölgenin diğer kesimleri için de bir kıy� unsuru olabilir. Doğu Anadolu zaten İlhanlılar'ın yaylaları idi. İsim­ leri günümüzde de söylenen Gazan şehir ve yaylalarıfıS hatı­ ralarını, İ lhanlılar'ın ünlü hükümdarı Gazan Han'dan alsa gerekir. Malazgirt'teki Sütey Noyan bölgesi buna bir örnek olarak gösterilebilir. Cihannüma ya göre İlhanlılar'dan Ar­ gu.n Han, Alatağ'da bir saray yaptırmıştı66. Yörenin Türkleş­ mesi işte bu devirlerde tamamlanmış olsa gerekir. Doğu Anadolu Marco Polo 'dan önce Türkomania diye anılmaya başlamıştı denebilir. Bu yörelere Türkmen ülkesi denilmesi, özellikle XIV-XVI. yüzyıllardaki tarihi olaylarla da pekişmiştir. Zira bu dönemde gerçek birer Türkmen dev� Jeti olan Karakoyunlular'la Akkoyunlular Doğu Anadolu'ya hakim idiler67. Diyarbekir-Mardin'den Bayburt'a kadar uza­ nan yörelerde de bu Türkmen devletlerinin dayanakları olan aşiretler yaşıyordu. Bu Türkmen aşiretlerin önemli 63. Oğuz Destanı,Togan Tercümesi, İstanbul ım s. 30-32.

64. Keban Barajı gölü altında kalan iskan yerlerinde yapılan kazılarda bu durum gö­ rii lüyor. Mesela Korucutcpe'de M. Ö . 800' 1erde biten iskan ancak M . S ı200· ­ den sonra göriilüyor. Bk. Ö mer Bakırer, "The Excavaitons at Korucutepe . ' Joumal or Near Eastem Studies, 33/1 (Jaur. ı974) s. 96- l(ll <6. Tuncer Baykara. a.g.m., s. 62. 66. Katip Çelebi, Cihannüma, İ stanbul 1 145, s. 426. .

.•


nmK MipJ BÜTÜNLl:(;ü İ(ERİSİNDE Do(;u A>:/\DOLC

45

hir kısmı, daha sonraki yüzyıllarda da varhklarıni devam et­ tirmişlerdir68.

Marco Polo 'dan sonra bu yöreden geçenler de çevrenin Türkmenler'le dolu olduğunu görüp ülkeye Türkmenia de­ meye devam etmişlerdir. Osmanlılar'a karşı Akkoyunlu, hat­ ta Safeviler'le anlaşmaya giden Avrupalı elçiler de bu gerçe­ ği görmüşler ve eserlerinde nakletmişlerdir69. Bu gerçek daha sonraki yüzyıllarda, Avrupa bilim eser­ lerine, özellikle coğrafya kitaplarına da g�ı;miştir. Artı!< D0ğu Anadolu, Avrupalılar için, Türkmen Ülkesi yani Türkoma­ nia 'dır.

Aynca . ''Ekrad" diye tanıtılan aşiretlerin boy beyleri Bu­ dak, Timurtaş gibi, tamamen Türkçe isimler taşımaktad ı r­ lar. Urfa yöresinde XVI. yüzyılda yerleşmiş bulunan Döfcr­ ler'e mensup kişiler, Bayram, Gündo,�muş, Budak, Ya[;mur, Kaya, Tannverdi, Durmıq, Satılmış gibi isimler taşımala rına rağmen, "Kürt" olarak vasıflandırılmışl::rdır. Osmanlı Tah­ rir Defterlerindeki kayıtlara bakarak, aşiretleri veya müslü­ man toplulukları etnik bakımdan bir sınıflandırmağa giriş­ mek çok zordur. Bu örnek, insanın ister istemez bazı yanlış­ lıklara götürülebileceğini ortaya koymaya yeterlidir. Kaldı ki bizzat Cizre beyleri 'nin kendi ülkelerindeki köyleri veya ev­ leri basan aşiretleri veya .bunlara bağl ı kimseleri "ekrada ka­ nşmakla �suçlandırmaları, "kürt"deyiminin, o tarihlerde etnik bir anlamda kullanılmadığının delilidir.

67. Karakoyunlular için bk. F. Sümer, K."lrakoyurlolar, . C.I. Ankara 1967. Du devle­ tin coğrafyası günümüz Doğu Anadolu"sunıt tam olarak içine almaktadır. 68. Bazı Türkmen boylannın Doğu'ya İ ran'a gittiklerini biliyoruz. 69. Mesela J. Barbaro, Bu yöreden Tucho111:onai diye söz eder.


46

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERiSİNDE ooGu ANADOLU

xvn ı. yüzyıl sonlarında basılmış olmakla beraber, son derece dikkate değer kayıtlar sakhyan bu seyahatname külli­ yatına göre, Doğu Anadolu'daki durum şöyledir: "Bu bölge ülkeye adlannı veren Tükmenler'le meskUndur. Türkmenler, Tatarlar'dan olup, en eski atalan Hunlar'dır. Bunlar Tatar ül­ kesinin bir kısmı olan Türkistan 'da oturuyorlardı; burayı. X/. yüzyıla doğru başka yurtlar aramak için terkettiler. Fırat boyla­ nna gelip yerleştiler ve buraya adlannı verdiler"70•

XVI I I . yüzyıl Avrupa coğrafya kitaplarında Doğu Ana­ dolu' dan Türkmenia, Türkmen Ülkesi olarak bahsedilmesi hayli yaygın bir gerçektir. Bu durum özellikle umumi coğraf­ ya sözlüklerinde bütün açıklığı ile görülmektedir. Aynı yüzyı­ la ait, yazarı meçhul bir başka esere, yani ''Neuesie Reise­ beschreibung'a göre de Erzurum, Van yöresi Türkmenistan olarak anılmaktadır71. Son dönem yayınlarında "Büyük Er-. menistan " diye anılan bu ülke, kuzeyde Gürcistan, doğuda Revan, güneyde Diyarbekir ve batıda Anadolu ile çevrili idi. Böylece Türkmenistan günümüz Doğu Anadolu'sunun he­ men tamamını içine alıyordu. Doğu Anadolu'ya Türkmenia, Türkmen Ülkesi denilme­ si, özellik!� XVIII. yüzyıl sonlarında, Venedik'te bir matbaa tesis edip, kültürel faaliyetlerine hız veren Ermeniler tara­ fından iyi karşılanmıyordu. Onlar bu yöreye eski adının ya­ ni, Armenia teriminin verilmesini istiyorlardı. Ancak bu yö­ reye Türkmenia denilmesi XIX. yüzyıl başlarında da devam etmiştir72. 70. J. Grasseı et S. Sauveur, Enycylopdie des Voyages Asie, Paıis 1976, s. 9. 71. Neusle Reisebeschreibung durch die vornehmslen provinzen der Ollomannisc­ hen Pfooıe,Leipzig 1772, s. 40. 72. W. Guıhıie, A Geographical, Hislorical and Commercial Grammer, London 1819, s. 591.


TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ı\Nı\DOLU

47

Daha sonra Ruslar ve İngilizler bu yöredeki Türk haki­ miyetini kırmak için diğer azınlık etnik zümreleri ile de meş­ gul olmaya başladılar. Ruslar, özellikle 1 829 savaşından son­ ra, kendi sınırlarındaki Ermeni nüfusunu artırmak için bu yöreden bir kısım Ermeniler'i götürmüşlerdir. İngilizler'in faaliyet ise, özellikle Ermeni ve "Bölücü" grupların varlıkları­ nı belirtmek ve olduğundan fazla göstermek yolunda id i. İn­ gilizler'in bu yıllardaki bazı neşriyatında, bu yörey� kasıtlı olarak artık ''Amıenia " deniliyordu73. 1 830 yıllarında Erzurum'a gelen ve Kars yöresine de !;İ­ den Eli Smith adlı bir Ermeni'nin seyahatnamesinde d ikka­ te değer bilgiler vardır. Bu kişi, özell ikle Rusl:ı r'ın çekilme­ sinden hemen sonra geldiği için, enteresan mi.i�a hadeler nakletmektedir. Ona göre; "Kars yöresindeki Türkmenleı� Si­ vas tarafından çekilmişlerdir ve bu hava/ide Türkm en ler yok­ tur. Onun içindir ki A vrupalılar coğrafya kitaplarmda buraya verdikleri Türkmen iilkesi tabirini değiştirip Amıcnia koymalı­ dırlar. Üstelik bu isim Türkiye 'de bile kullamlmıyordu "7"'. Eli Smith'in bu sözleri Doğu Anadolu'nun hala 1 830'larda Türkmenia diye anıldığını da gösteriyor. Ateşli bir Ermen i olan Smith, bu yöreye kendi ırkının isminin verilmesini isti­ yordu ki, sonradan bu arzusunda başarı kazanacaktır. Oysa bu yörede önemli bir Türk nüfusu vardır ve bu Türkler , böl­ genin, bir Türkmen ülkesi olduğunu kesinlikle gösterı:ıeye yetecektir. Doğu Anadolu insanının tarih içindeki va rlığını göste­ ten istatistikler: Türkler'in büyük bir çoğunlukta okluğunu göstermektedir. Eski bilgiler bile, bu yöredeki Türk unsuru­ nun sanıldığından fazla olduğunu açık seçik göstermektedir. 73. Broken, Geographical Dictionnary, l.ondon 1815. 74. Eli Smith, Researches.. in Annenia...Boston 1833, s. 152.


48

TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

1838 yılında Muş yöresine giden H. Southgate'e göre, bu yıl­ larda Muş şehrinde 5000 kadar nüfus vardır. Bunun 3500'ü, müslüman yani Türk idi. Ancak bunlar kendilerini Osmanlı saymıyorlardı ve konuştukları Türkçe'de, İstanbul'dan çok Tebriz'e yakındı75. Bu gerçeklere ve tarihi isim mirasına rağmen Doğu Anadolu'daki adlandırma, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ar­ tık kesinlikle ''.4nnenia ''yapılmıştır. Aslında 1830 sonrası, ya­ kın tarihimizdeki büyük nüfus dramının da bir başlangıcıdır. Zira Batı Anadolu'nun Yunan'lılıkla hiçbir ilgisi olmayan hi­ ristiyanları, Yunanistan'dan gönderilen misyonerlerle Yu­ nan'laştırılmaya başlanmıştı. Aynı oluş, misyoner okulları ile Doğu Anadolu insanı için de yapılmaya başlandı. Erme­ niler şuurlandırıldı, Türkler'in bir kısmı da "Kürt" diye ad­ landırılıp ayrı tutulmak istendi. Bu faaliyetler her iki yönde günümüzde de devam etmekted;r. 1.5. XVI. Yüzyıl Tahrir Defterlerinde Doğu Anadolu Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran meydan muharebesini kazanması sonunda (15 14 ), Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. Daha doğru bir ifade ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki hakimiyet mücadele­ si iki Türk devletinden Osmanlılar'a nasip olmuştur. Diğer bölgeler de fethi takiben yazılan Osmanlı Tapu Tahrir Defter­ leri Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da da Çaldıran zaferi'n­ den sonra kısa zamanda tamamlanmış görünmektedir. Böl­ genin Osmanlı idaresine girmesi XVI. yüzyılda gerçekleş­ miş olduğundan, en eski Tapu Tahrir Defterleri de bu yüzyıla aittir. 75. H. Soutgate, Na"aıiı·e ıo a ıour. . Mesopoıamia,

London 1860, 1. ı94.


TÜ RK M İ LLi DÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

49

Tapu Tahrir Defterleri ihtiva ettiği hususlar bakımından oldukça önemli kaynaklardır. Bölgenin nüfusu, ırki özelliği, şahıs adları, aşiret adları, yer adları, vergi durumu vb. gibi hususlarda kesin bilgi verirler. Doğu ve Güneydoğu Anado­ lu'daki emellere en kesin cevabı teşkil edeceği düşüncesiyle Yavuz Sultan Selim zamanında tamamlanmış olan Diyarbe­ kir Eyaleti Mufassal Tahrir Defteri76 'nden bazı örnekler verece­ ğiz. a. Şahıs Adlarından Ö rnekler: Kiğı Sancağı'ndaki "Şadıllu Cemaati"nden Çavlu köyle­ rinden Türk Adları: 1 ) Ağa, 2) Allahkulu, 3) Başlamış, 4) Alman, 5) Bu­ dak, 6) Bahadur, 7) Bayram, 8) Göç-bek (göç sırasında do­ ğan), 9) Hüdaverdi, 10) Kara, 1 1 ) Karaca-Ömer, 12) Ka­ ra-Ali, 1 3 ) Kara-Hacı, 14) Keçilü, 1 5 ) Kılıç, 16) Korkmaz, 17) Kulu, 18) Kurt, 19) Şeyh Ali Tü�kmen, 20) Turalı, 2 1 ) Tutu, 22) Yağmur (Defter s. 744-745-747). '

Kiğı Sancağı 'nda, sonradan Desim (Dersim/Tunceli) bölgesine adını veren "Desirnlü Cerna'ati" nden Türk Adla­ rı: 1 ) Alpı, 2) Bayram, 3) Budak, 4) Dengiz (Deniz) 5) Durak 6) Gemrek, 7) Göç-bek 8) Khanibaba, 9) Kılıç, 1 0) Korkmaz 1 1 ) Kutlu-buğa 12) Mamlu 1 3 ) Melik-Kuş 14) Menteş, 15) Ulaş (Defter, s. 748-749). 76. Yavuz Sultan Selim devrinde oluşturulan Diyarbekir Eyalct' i kuzeyde Munzur dağlarından güneyde Sincar dağlarına kadar uzanmakta ve 12 sancağı ihtiva et­ mekte idi. H. 924 (15ı8 Eylül) tarihinde tamamlanan bu defter, İstanbul"da Baş­ bakanlık Arşivi Tapu bölümünde 64 sayıda kayıtlıdır.


50

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜ.GÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLU

Çemişkezek Sancağı 'nın Sağman Nahiyesi, Disünlü, Sür­ gücülü köylerindekilerden Türkçe Adlar::

1 ) Arduç, 2) Bayram, 3) Budak, 4) Doğan, 5) Duman, (sisli havada doğan), 6) Güvendik, 7) Khudaverdi, 8) Ka­ çar, 9) Korkmaz, 10) Kulu, 1 1 ) Saru-Bek, 12, Sevündük, 1 3 ) Şengeldi, 14) Tanrıvermiş, 1 5 ) Tatar, 1 6) Türkan, 17) Türkeri, 1 8 ) Yağmur, 19) Yol Kulu (Defter, s. 805-807). Bunlara, 1 578- 1596 yılları arasında, Bitlis'ten gönderi­ len anketlere göre, beğler ve ağalarından gelen ataların soy kütüklerine göre, yazılmış olana "Şerefname'deki, yüzden çok Türkçe erkek adlarını da katmak gerekir"77. b. Mahalle Adlarından Ö rnekler: Anadolu'nun ilk fethedilen ve Türkleştirilen bölgesi, Doğu Anadolu'dur. Türkler' in fethinden önce, Doğu Anado­ lu'daki Ermeni halkı, Bizanslılar, yani Rumlar tarafından göç ettirilmişlerdir. Bundan dolayı bu bölge adeta boş kal­ mıştı. Malazgirt zaferinden hemen sonra, tam olarak ele ge­ çirilen Doğu Anadolu'ya Türk halkı iskan edilmiştir. Yeni yeni Türk köyleri ve' kasabaları kuruldu. Eskiden varolan şe­ hirlerin, yeni kurulan mahalleleri ile birlikte, eski mahallele­ rine de Türkçe adlar verildi. Bu da, nüfus bakımından, ha­ kim çoğunluğun Türk olmasından ileri geliyordu. Malatya Mahalleleri: 1 . Cami-i Kebir 2. Tabanoğlu nam-ı diğer Çukur 77. Bk. Şerefname,III. Baskı, Tahran; Rusça tercümesi: "Şaraf-Name,

ı 967, " İndeks", s. 553-614.

1. Moskova


TÜRK MİLLI BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

3. Mescid-i Hacı Ali nam-ı diğer Kızlar Mescidi. 4. Hasan Beg Mescidi 5. Sepitros 6. Çermük 7: Zeki 8. Mescid-i Karahan 9. Mescid-i Kadı Mehmed 10. Mescid-i Hastek nam-ı diğer Baycı 1 1 . Mescid-i Durmelik 12. Mescid-i Pulluca nam:ı diğer Kadı Şafi 13. Mescid-i Nasır Beğ 14.- Mescid-i Baba Kulıoğlu el-ma'rufKöşker 15. Şeyh Ali Beg nam-ı diğer Hangah 1 6. Mescid-i Çarşu nam-1 diğer Alaca Mescid 17. Mescid-i Atabeğ 18. Mescid-i Hacılar 19. Mescid-i Til 20. Mescid-i Patı 2 1 . Mescid-i Hacı Yunus 22. Zaviye-i Kemahlu Baba 23. Mescid-i Monla İsmail 24. Mescid-i Baba Acem 25. Mukaddesi Ağazad 26. Gürci Palanı 27. Pulat 28. Çerkit

51


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU A NADOLU

52

Harput Mahalleleri: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8.

Cami-i Kebir Mescid-i seyyid Ahmed Mescid-i Ahi musa Mescid-i Metuna nam-ı diğer Kara Sulı Mescid-i Ortak Mescid-i Saray Hatun Mescid-i Zehiriyye. Mescid-i Alaca.

9. Meydan ıo. Arslaniye 1 1 . Mescid-i Müderris 12. Mescid-i Hoca 13. Mescid-i Ahmet Beğ 14. Gürci Beg 15. Nursız 16. Siyanut 17. Şehruz

Bilindiği gibi XIX. yüZyıI sonlarında H arput'un güne­ yinde Mezra köyünün gelişmesi ile Elazığ teşekkül etmiş ve bu şehre Sultan Aziz' in adına izafetle Mamuretül Aziz adı ve­ rilmiştir. Elazığ'ın kurulması ile Harput eski önemini kay­ betmiştir. H arput'un mahalleleri arasında kaydedilen mahal­ leye adını veren C(ımi-i Kebir şehrin Ulu Camisi olup Artuk­ lu emiri Fahrettin Karaaslan tarafından 1 1 57 yılında inşa edilmiştir. Cami�i Kebir mahallesi de bu tarihten sonra teşekkül etmiştir. ·

Tesbit edebildiğimiz diğer bir mahalle de Mescid-i Sa­ ray Hatun 'dur. Saray Hatun, Akkoyunlu hükümdan Uzun Ha­ san 'ın annesidir. Şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi Seya­ hatnamesi'nde adı geçen mescidi, Uzun Hasan 'ın annesinin inşa ettirmiş olduğu hususunda tereddüt ediliyordu. Evliya Çelebi'den bir asır önce tahrir defterine kaydedilmiş olan mescidin Saray Hatun'a ait olduğu kesinleşmiş bulunmakta­ dır. Çünkü Saray Hatun yaşadığı devirle, defterin tanzim edildiği zaman farkı bir asır kadardır. H arput, Akkoyunlu-


TÜRK MİLLİ BÜTÜ1':LC:üü İÇERİSİNDE DOGlJ ANADOLU

53

lar'm eline 1465 yılında geçtiğine göre adı geçen mescid de bu tarihten hemen sonra yaptırılmış olmalıdır. Bitlis Mahalleleri: 1. Parisi 2. Ayn-ı Berid (Soğuk Pınar anlamındadır) 3. İdrisli Şamlu 4. Mardini 5. Hoşder 6. Hacı Yar Ahmed 7. Kargeluh 8. Nağılyan (Bağılyan? Bağlıvan?) 9. Kuru Boğaz 10. Öncü (Uncu ? ) 1 1 . Döşik

12. Cani beg 13. Taş 14. Mardin 1 5. Şam 1 6. Rihat 1 7. Cad\n 18. Yahşi Beg \ 19. Demürci 20. Hoca Can 2 1 . Yakup Minancı (Menahi? ) 22. Nasreddin 23. Emir Dolu

Erzincan Mahalleleri: 1 . Halilullah Çelebi 2. Eski Şehir 3. Cami-i Kebir 4. Cemaleddin 5. Gök Budak 6. Şeyhi Çelebi 7. Hoca Bekiroğlu 8. Tur Begi 9. Hoca Ozan 0 10. Ça dırcı

11. 12. 1 3. 14. 1 5. 16. 1 7. 1 8. 19. 20.

Böcekoğlu Çukur Melik Hatun Süleyman Güzel Mizancı Sağnikoğlu Mervan Han Sevdi Tamgacı İvas Keyfi


TÜ RK MİLLJ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

54

Melik Hatun adı, Erzincan Mengücek hükümdarı Fah­ reddin Behramşah'ın zevcesine atfen verilmiş olabilir. Beh­ ramşah Selçuklu hükümdarı //. Kılıç Arslan 'ın kızı ile evlen­ miş ve 1 1 65-1225 yılları arasında altmış yıl hüküm sürmüş­ tür. Bilindiği gibi Behramşah'ın kızı Twan Melek Hatun 'da Divriği Darüşşifası'nı yaptırmıştır.

Erzurum Mahalleleri: Bab-ı Kan 2. Hoca İskender 3. Kırklar 4. Boyahane 5. Debbağan 6. Çifte Hamam 7. Halac Ahmed 8. Kırk Çeşme 9. Çahres Haddad 10. Anbar ı.

1 1 . Kara Kilise 12. Ağaç Minare 13. Bedendeli 14. Ali Ağa ' 15. Hasan Basri · 16. Köse Şeyh 17. Esiri 18. Darağacı 19. Deli Saltuk Gazi 20. Katip Nimet

Erzurum'da en eski mahalle Melik Mahallesi'dir. Saltuk Gazi Malazgirt Zaferinden sonra Erzurum merkez olmak üzere bir devlet kurmuş ve bu devlet 1202 yılına kadar de­ vam etmiştir. Saltuklu h ükün:ıdarlarından dördüncüsü de İz­ zeddin Saltuk adını taşıyordu. Sahuk Gazi, Erzurum'da bir zaviye yaptırmış ve buraya bağlı Keyvan köyünün melikane gelirini bu zaviyeye tahsis etmiştir.


TCRK M İLLİ nüTÜNLÜGÜ İÇERİSİ'.\DE Dü(iL l\'\/\DOLL

55

Kars Mahalleleri : 1. 2. 3. 4.

Cami-i Kebir Sağir Kale-i Ulya Cami-i Mahmut Paşa Cami-i İbrahim (Kethüda-i dergah-i dergah-ı ali-i sabık) 5. Cami-i Behram Paşa 6. Mescid-i Musa Miralay 7. Mescid-İsmail ez Zaim 8. Mescid-i Monla Mehmed (İmam-ı Cami-i Kebir) 9. Mescid-i Kara Beg 10. Mescid-i Cafer Yeniçeri (der kurb-ı Bab-ı Gürci) Doğu Anadolu'da mahalleler adlarını, çoğunlukla, ca­ mi ve mescidler ile tarihe iz bırakmış maruf kişilerin adl Jnn­ dan almıştır. XVI. yy. 'ın ikinci yarısında Doğu Anadolu'nun altı büyük şehrinde toplam 124 mahalle mevcuttur. Bu ma­ hallelerden 40'ı cami ve mescidlerin adını taşımaktadır. Türk-İslam şehirlerinin karakteristik özelliği, mahalleleri­ nin cami ve mescidlerin etrafında teşekkül etmesidir. Cami­ lerin en eskileri de Camii Kebir denilen Ulu Camilerdir. 124 mahallenin 39'u kişi adlarını taşımaktadır. Geri kalan diğer mahalleler han, hamam, çeşme gibi mimari yapılarla, boyahane, debbağhane, çadırcı, damgacı, demirci, keçeci gi­ bi bir meslek veya sanatın icra edildiği yerin adını, yahut da Şam, Mardin, Patisi (Farisi) gibi şehir ve ülkelerle, meydan, çukur, bab (kapı), Kuru Boğaz gibi mevki adlarını taşımak­ tadır.


56

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜ(iÜ İÇI '.RİSİNDE DOGU /\N/\DOLU .

Görüldüğü gibi Doğu Anadolu şehirleri mahalle adları­ nın hepsi XVI. yüzyılda dahi Türkçe idi. Bu husus XI. yüzyıl­ dan beri Anadolu'da nüfus çoğunluğunun Türk olmasının ta­ bii bir neticesidir. Nitekim yukarıda izah edildiği gibi Doğu Anadolu şehirleri mahalle adlarının tarihi XI.yüzyıla kadar uzanmaktadır. XVI. yüzyılda tahrir defterlerine kaydedilmiş olan Do­ ğu Anadolu şehirlerinin mahalle adları TürkJer elinde bulu­ nan Anadolu'nun tapusunun çok eski ve münakaşa edilme­ yecek kadar sağlam olduğunu ortaya koymaktadır 78 Tarih boyunca bir ülkeye nüfus bakımından hangi millet hakim ol­ muşsa, yer adları da o milletin dili ile ifade edilmiştir. Bu mahallelerden bazılarının adları Evliya Çelebi Seyahatname­ sinde de kayıtlıdır. 1 .6. Doğu Anadolu'daki Çeşitli Köy Adları

Mehmet Eröz' ün tespit ettiği belli başlı yer adları 79 aşa­ ğıdadır : Türkkaravenk/Aşağı Budak, Yukarıkaravenk /Yukarı Bu­ dak (Çemişkezek-Tunceli); Türkvartinik/Yukarı Demirbük, Aşağıvartinik/ Aşağı Demirbük (Çemişkezek-Tunceli); Türktamr (Hozat-Tunceli). Türdarlu/Aşağıdarıh (Bismil-Diyarbakır). Tirkiyan/Altınoluk ( Karakoçan-Elazığ). Tirkeşin/ Uğurveren (Gevaş-Van). 78 . Refet Yinanç."XVl.yüzyılda Doğu Anadolu Şehirlerinin Mahalle Adlan"Türk Yer Adlan Sempozyumu Bildirileri (11-13 Eylül 19114),Ankara 1985 79. Mehmet Eröz, Doğu Anadolu'nun Türklü�, İ stanbul 1982 il.Baskı, s.166 vd.


TÜRK M İ LLİ D ÜTÜ NLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

57

Türksöğütlü/ Söğütlü (Digor-Kars). Türkşen/Yiğitkonağı (Göle-Kars). Türkmeşen/Kırdarnı /Digor-Kars). Türkali/Dikendere (Eleşkirt-Ağrı; ayrıca Balıkesir'de de Türkali köyü vardır.) Öztürkan/ Atayolu (Diyadin-Ağrı). Tirikan/Dernirdöş (Kiğı-Bingöl). Türkan/Güleçoba (Diyarbakır). Balkar: Adıyaman/ Gölbaşı Çomak: İki tanedir. Biri Adıyaman'ın Besni' sine, diğeri Bin­ göl'ün Kiğı'sına bağlıdır. Karaçay: Erzincan'ın Tercan'ına bağlı, Karaçay Türkleri'nin adını alan bir köy. Halaç/Hallaç: Ağrı/Doğubeyazıt Hunan Kanhköy: Ağn/Doğubeyazıt Karlık: Malatya'nın Darende'sine bağlı, Karluk Türkleri'­ nin adını almış bir köy, Malatya taraflarında bir de "Karlık Dağı" vardır. Bektaş (Yeni adı Bektaşi), Hacı Bektaş Veli'nin adını alan pek çok şahıs ve köy vardır. Eski bir Türk ismidir. Bek­ taşilik Hacı Bektaş'ın Horasan'dan gelerek, İslamiyet içine soktuğu Türk Kültürü unsurlarına, Türklük pren­ siplerine verilen bir addır. Rumeli Aleviliğine, Kırşe­ hir-Tokat çevresi Aleviliğine "Bektaşilik" adı verilir. Yazıbeydili (Besni- Adıyaman). Bozan (İspir- Erzurum).


58

TL R K M İLLİ BÜTÜ:\LÜÜÜ İ ÇERİSİ1'DE DO(;ı_;

,\:\"i\l)()JL:

Canuşağı (Sivrke-Elazığ). Küçükcerit (Pazarcık-Maraş), Yumakhcerit(Pazarcık Ma­ raş) Ciritbelen (Darende-Malatya). Çadırh (Derik-Mardin), Bir Türkmen oymağının kurduğu köy olmalıdır. Çakalhçullu (Türkoğlu-Maraş), Çakalhhasanağa (Türkoğ­ lu-Maraş ),Çakallı(Halfeti-Urfa ), Çakalh(Bismil-D iyar bakır), Çakal (Yeniadı: Yarmakaya) (Adıyaman), Çakalh (Besni Adıyaman), Çakalhtorunlar. Çakırbey(Pa tnos-Ağrı), Çakırbey(Yan) Yukarıçakmak (Pasinler-Erzurum), Aşağıçakmak (Pasin­ ler), Çakmak (Kars),Çakmakh ( Ovacık-Tunceli), Çak­ mak ( Urfa), Çakmakh (Bozova-Urfa ), Çakmak ( H il­ van-Urfa), Çakmak (Hın ıs-Erzurum), Çakmak ( l\.forn­ diye-Yan) Çakmakköy Özalp-Yan). Çamurlu (Horasan-Erzurum) Çamuşlu (Arpaçay-Kars), Çamuşlu(Kağızman-Kars), Kü­ müşhan (Yazıhan-Malatya ), Çamuşlu (Besni Adıya­ man) Çayanyurdu (Pasinler-Erzurum) Çıplakh (Selim-Kars), Çıplak (Kızıltepe-Mardin). Bu köy­ ler halkının "Çıplaklı" Yörükleri'nden oldukları anlaşıl­ maktadır. Çıtak (Bitlis), Çıtak(Karakoçan-Elazığ), Çuvanbaluca (Viranşehir-Urfa) Danişment (Horasan-Erzurum), Yukarıdanişment (Pasin­ ler-Erzurum), Musadanışman (Aşkale-Erzurum).


TÜRK MİLLi BÜTÜ:'IJLÜÔÜ İÇLRİSİNDE DOÔU /\N/\DOLU

59

Köprüağzıdemirciler ( Pazarcık-Maraş). Demirci (Hınıs-Erzurum), Demirli (Derik-Mardin), Demi­ re (Kızıltepe-Mardin), Demirci (Korkut-Muş), Temür­ taht (Mazgirt-Tunceli), Demircik "(Urfa). Düger ( H ilvan-Urfa); Döğerhan (Bingöl), Düğeran (Çapakçur-Muş). Dündarköy (Karayazı- Erzurum). Eğin, Erzincan'ın bir kazasının eski adı da aynıdır. Elbeyi (Kiğı-Bingöl). Evci (Iğdır-Kars), Evcihüyüğü (Elbistan-Maraş) Eynir (Eymir) (Arabgir-Malatya )

.

Göğebakan (Darende-Malatya), Aşağıgöğlü (Halfeti-Urfa), Yukarrgöğlü (Halfeti-Urfa). Gökçeli (Iğdır-Kars). Gündemir (Varto-Muş). Aşağıgündeş ( Hanak-Kars), Yukarıgündeş (Hanak - Kars) Gündüzbey Bucağı (Besni- Adıyaman). Hive (Ardahan), Hive (Göle-Kars). Yukarrhorum (Horasan-Erzurum). İ spir (Erzurum'un kazası).

(.

Iğdır (Kars'ın kazası), Iğdır (Selim-Kars), Iğdır (Hekim­ han- Malatya ). l şıkh (Çukurca-Hakk:l ri). Kacaran ( M azgirt-Tunceli), Kaçarlar (Pertek-Tunceli), Su­ lucakacar (Bozova-Urfa), Kacar (Palu-Elazığ). Kalaycı ( Mazgirt-Tunceli)


60

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

Kalender (Eruh-Siirt), Kalender (Horasan-Erzurum), Ka­ lender ( Hanak-Kars). Kapanlı (Karayazı-Erzurum). Karalar (Besni- Adıyaman),Aşağıkarabey (Bitlis), Yukarı­ karabey (Bitlis), Karalu (Çınar-Diyarbakır). Karahacıh (Aralık-Kars). Karahan ( İspir-Erzurum), Karahan (Arpaçay-Kars), Kara­ han ( Malatya), Karahan (Dağbaşı Bucağı) (Siverek-Ur­ fa), Karahan (Tutak-Ağrı), Karahanköy (Diyarbakır), Karahan (Oğuzlar) (Bismil-Diyarbakır), Karahan (Muradiye-Van). Karakaya (Karayazı-Erzurum), Karakaya Muş).

(Malazgirt--

Karakoyunlu ( Iğdır), Karakoyun (Tuzluca-Kars), Karako­ yun (Siverek-Urfa) Karaman (Palu-Elazığ) Karatepe (Tekman-Erzurum), Karatepe ya), Karatepe (Urfa)

(Çolaklı-Malat­

Dedekargın (Yazıhan-Malatya), Kargıh (Bozova-Urfa), Kargın (Tercan-Erzurum). Kayık ( Lice-Diyarbakır ),Kayı köy( Refahiye-Erzincan). Keban (Olur-Erzurum), Keban İ lçesi (Elazığ) Keçili (Susuz-Kars), Keçili (Urfa), Keçikıran (Urfa), Keçi­ k.ıran (Siverek-Urfa), Keçigüden. Kekeç (Selim-Kars). Kelegercüş (Gercüş-Mardin), Keleköy (Baskil-Elazığ), Kele­ han (Siverek-Urfa)


TÜRK M İLLi BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

61

Keleş (Pazarcık-M araş), Keleşevleri(Çüngüş-Diyarbakır) . Kılıçcı (İspir-Erzurum), Kılıçlı (Tuzluca-Kars), Kılınçlı (Arapkir- Malatya), Kılıçcı ( Malazgirt-Muş). Kızık (Arguvan-Malatya), Kısık (Ovacık-Tunceli) Kızıluşağı (Arguvan-Malatya). Kızıl (Yeni adı: Boyaklı) (Derik-Mardin), Kızıluşağı (Bas' kil-Elazığ). Kızkapan (Pazarcık-Maraş), Kızkapan (Patnos-Ağrı). Koçardoğanşalı (Iğdır-Kars). Korkutköy (İspir-Erzurum). Koyunuşağı (Keban-Elazığ). Köseler (Ovacık-Tunceli), Köseköy (Urfa), Köseşahin (Bozova-Urfa). Kuşçu ( Keban-Elazığ). Kuyumcular (Türkoğlu-Maraş). Kuzugüden (Iğdır-Kars). Küçüklü (Doğanşehir-Malatya). Muratlı (Akçadağ-Malatya).

(_

Oğlaklı ( Viranşehir- Urfa). Okçuoğlu (Arpaça y-Kars,, Okçu ( Göle-Kars). Oyrath (Besni- Adıyaman). Pirinççi (Pertek- Tunceli). Polatküy (Arpaçay-Kars), Karapolat (Kiğı-Bingöl). Reyhaniye ( Yeni adı : Fesleğen) (Kızıltepe-Mardin).


TÜ RK VIİLl.İ BÜTLNLÜ(i Ü İÇERİSİNDE DO(iU /\N/\DOLL

62

Sağman ( Pertek-Tunceli), Sağmandersimi ( Pertek-Tunce-

li ). Sallak (Besni-Adıyaman). Salur ( Refahiye-Erzincan). Sarılar (Türkoğlu-Maraş). Sarban ( Refahiye-Erzincan). Sekman (Erzincan). Senek ( Pülümür-Tuncel i),

Şenikçi

(Besni- Adıyaman),

Sinikli (Arapkir-Malatya). Senemoğlu (Göle-Kars). Sağıruşağı (Arguvan-Malatya ). Sofular (Darende- Malatya'). Tacirli (lğpır-Kars), Tecirli (Yazıhan-M alatya ). Temük.lü (Darende -Malatya). Tekeli (Çemizgezek-Tunceli). Terekemecayış (Çıldır-Kars). Tilkiler (Pazarcık-Maraş), Tilkitepe (Mardin). Yağıbasan ( Yeni adı : Yağbasan) (Sarıkamış-Kars). Yağmurlu (Göle-Kars), Yağmurlu (Akçadağ-Malatya), Yağmurlu (Eleşkirt-Ağrı), Alayağmur (Ka rakoçan-Ela­ zığ), Yağmurcuk (I lıca- Erzurum). Yuvacık (Birecik- Urfa ).


TÜRK M İ LLİ BÜTl:NLÜ(iÜ İÇERİSİNDE DOGU A:'\/\DOLU

2.

63

TÜ RK K Ü LTÜ R B ÜTÜ NLÜGÜ İ Çİ NDE DOG U VE G Ü NEYDO G U ANADOLU

Toplumları millet yapa n, onların kendilerine özgü bir kültür yaratıcısı olmaları ve bu kültür sayesin<le hususi bir şahsiyet kazanmaları olgusudur. Bir m illetin ya ratma ve özümleme gücünün tarih boyunca hem mad<li hem de mane­ vi alanda ortaya koyduğu değerler sistemi o milletin kültürü­ nü meydana getirir. Değişik coğrafya ve değişik tarihi kontekstler içinde ha­ yatlarını sürdürmek zorunda olan insan toplulukları arasın­ da şüphesiz farlılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar kültür­ lerin yapısında da kendisini göstermektedir. Her milletin kültürü ayrı bir özellik taşır. Her biri kültür yapısının birer yapı taşı olan dil, din, aile, örf-adet, an'ane, tavır ve davra­ nışlar gibi m üesseselerin tarihi akışfçinde birbirleriyle kay­ naşması sonucu bir milletin en öneınıi unsurlarından biri olan kültür ortaya çıkmaktadır. Mümtaz Turhan bu hususta "Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut bir nev 'i bilgiyi, altıkaları, itiyat/an, kıymet ölçülerini umumi atitüt, görüş ve zihniyet ile her nev 'i davranış şekillerini içine alır. '80 şeklinde bir tarif ver­ mektedir. Gökalp, kültürü hars kelimesi ile manalandırmış ve tarif etm iştir. Gökalp: " Bir cemiyetin fertlerini birbirine bağlıyan yani aralarında tesanüdü husule getiren müesseler harsi müesseselerdir. Bu müesseselerin mecmuu o cemiye­ tin harsını teşkil eder" dedikten sonra, harsı şu şekilde ta80. Mümtaz Turhan : Kültür Değişmeleri,İsı,ı969,s.56.


64

TÜRK M İLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

rif etmektedir: Hars yalnız bir milletin dini, ahlaki, hukukf muakalevf, bedii, lisanf iktisadi ve fennf hayatlannm ahenk­ dar bir mecmuasıdır '81 . "

Kültürler bir millete zorla kabul ettirilemez ve milletle­ rin kültürleri zorla değiştirilemez. Kültür ancak kendi kendi­ ne, mensup olduğu milletin hususiyetlerine uygun olarak de­ ğişir, gelişme gösterir. Belirli toplulukların sosyal mirası olan kültürler mensup oldukları milletle beraber hayatiyetle­ rini devam ettirirler. Kültürlerin devamlılığı onların büyü­ me ve zenginleşme kaabiliyetleri ile sağlanır. Değişmeyen, ileriye doğru bir gelişme göstermeyen kültürlerin bu değiş­ mesinden, gelişme göstermesinden maksat mensup oldukla­ rı milletin karakterleri ve seciyeleri esas kalmak üzere kültü­ rü meydana getiren boyutlardan herbirinin yaratıcı dina­ mizm içinde bulunması manasına gelmektedir. Bir m illetin ortaya koyduğu kültür ne kadar sade olur­ sa olsun, o miJletin biyolojik, sosyal ve pisokolojik ihtiyaçla­ rına cevap verdiği gibi o milletin hayatında psikolojik yön­ den doğrudan doğruya etkilidir. Bir milletten ahlaki, felsefi ve güzel sanatlarla ilgili zevkleri, inançları, düşünceleri ken­ dine mahsusdur. Bu özellikler hiçbir zaman başka bir millet­ ten alınamaz, kopya edilemez. Çünkü bu özellikler milletin fertleri arasında bir duygu, bir düşünce birliğini sağlar. Kültür unsurlarının nesilden nesile ata mirası olarak in­ tikalı bir tabiat kanunudur. Bu hususta İbrahim Kafesoğlu, "Dil örf ve adetler, inançlar geçmiş yüzyıllardan akıp gelen içti­ mai değerlerdir. O halde kültür kadim (eski) olmak vasfına ha­ izdir. Bu *ültürün tarihiliğinin gerektirdiği bir karakterdir. Ce­ miyetler kadar eski olan kültür unsur/an nesilden nesile 81. Ziya Gökalp; Hars ve Medeniyet, Ank.1964.s.5


TÜRK M İ LLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

65

intikal eder'82 demektir. Bir milletin herşeyden önce kendi­ ne has bir kültürü vardır. Bu kültürün gelişmesi, yükselme­ si, siyasi alanda o milletin güçlü bir devlet kurmasını da sağ­ lar. Dünya tarihinde görüldüğü üzere büyük devletler, milli kültürleri yüksek olan milletler tarafından meydana getiri­ lir. Genel olarak kültürü, bir milletin ortaya koyduğu tama­ men orjinal niaddi ve manevi değerler olarak düşünüyoruz. Bu halde kültürün iki yönden ele alınması lazımdır veya baş­ ka bir deyişle iki türlü kültür vardır : Manevi kültür ve mad­ di kültür. Manevi Kültür: O millete mahsus dil, din, örf, an'ane adetler, dini inançlar vb. gibi özelliklerdir. Maddi Kültür : Bir milletin icat ettiği teknoloji ve onun ürünleridir: Kullanılan her tprlü alet, edevat, oturulacak ev, çadır vb. � ·

Kültür unsurları incelendiğinde doğusu, batısı, kuzey ve güneyi ile Anadolu Türk kültürünün, kökü mazide olan, halde yaşayan ve gelecekte de Türk milletinin varoluşunu sağlayacak olan bir bütünlük teşkil ettiği açıkça anlaşılacak­ tır. 2. 1 ."Kürt Adı Ü zerine Etimolojik Açıklama Türk kültür bütünlüğünü ortaya koymadan önce bölü­ cü unsurların etnik bir mana vermek istedikleri "kürt" sözü üzerine durmak gerekiyor83• Ancak görülmektec.lirki, Orta-­ doğu'da yaratılmak istenen sun'i bir millete ad olarak veri-

82. İbrahim Kafesoğlu; Türk Milliyetçiliği nin meseleleri, İsı. 197Q,s.56 : 83. Bk. Abdulhalük Çay, • Doğu Anadolu Türk Aşiretleri ve Gerçeklcr",Ankara Ay­

dınlar Ocağı Ocak-Haziran

1988,Sayı: l-2,s.24-34.


TÜRK :vıiı.ı.i BLTL"'.\1.C(; ('

66

İ<):RİSİ:'\DE DO(iL' ı\:\ı\DOLL

len "Kürt" teriminin açıklanması, hugüne kadar bu mesele­ nin ideologları tarafından dahi mümkün olamamaştır. Bu­ nun haşlıca sebehi, hu terimin, Kürt aşiretleri olarak iddia edilen Kurmanç, Giıran (Zaza), Liır ".e Kalbur ağızlarında bulunmamasındandır. Dolayısıyla terimin açıklanması z9ra­ ki olmakta ve hiçbir ilmi hükme d ayanmamaktadır. M inorsky'nin hir ilim adamı sıfatı ife belirtmiş olduğu :

" Pirensipte milletlerin menşe '/erini etimoloji ile i.\pat et­ mek telılikelidir. Bunun için tarihi ve coğrafi elemanlara da­ yanmak gerekir"-w sözlerine katılmamak mümkün değildir. Ancak, gene başta kendisi olmak üzere, konu ile ilgilenen Batılı ilim adamları ne yazık ki Kürt adı ve menşeini tehlikeli bir biçimde etimo­ lojik yolla izah etmeye çalışmaktad ırlar. Bu çalışmaların so­ nunda ilmi gerçeklere tama men aykırı çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bu iddiaları iki kategoride toplamak mümkün­ dür. Bunlar: 1 . Kürt adı altında topla nmak istenen cemaatler, tari­ hin derinliğinde kaybolmuş eski bazı kavim İ ere dayandı rıl­ mak istenmektedir. M esela hunlardan Ksenefon'un sözünü ettiği Karduk veya Kardu85'larla günümüzdeki hu Türk aşi­ retleri arasında hağ kurulmak istenmektedir. Ka rduklar'ın ülkesi olarak zikredilen bölge Dicle nehri (Tigre) ile Cudi dağı ( Djudi) arasında Beth-Quardu olarak bilinmekted ir. Ksenefon ( Xenophon)'da adı geçen Karduk­ hoi'lar bugünkü Bokhtan (eski adı Carduque) yataklarının bulunduğu bölgede yaşa maktadırlar86. !W. \'.\linorsı...y. "Le� Oriı;incs dcs Kun.lcs."Du XX e Conııre' lnlernaıienal Ik' Orientalistes,Brul\ccllcs,5- 1 0 Schıcnılıcr ı<J38,s. ı+ı. 85. Xcnophon. Anabasis (Onbinlerin Dönüşü), ı rc . l layr u llah Ö rs, İstanb u l 193<J,

s.105 vd.

86. W.Minorsl\y,a.g.m . . s. ı43, ı44


TÜ RK M İLLi BÜTÜNl .ÜGÜ İÇERİSİNDE DOÜU i\i\i\DOLC

67

Quardu kelimesi Sami menşeli olup "kuvvetli, kahra­ man" anlamındadır. V. Minorsky bu kelime ile Urartular'a verilen bir ad olan Qald ( Khald) ve Gürcü'lerin ataları ka­ bul edilen Kharthli adı ile de bağ kurulabileceğini ileri sür­ mektedir87 Ortaya atılan hu görüşler kısa sürede çüriHülmüştür. Th . Nöldeke, M . Hartma nn, Weishach gibi şarkiyatçılar, Kürt terimi ile Kardu terimi arasında etimolojik olarak her­ hangi bir bağ bulunmadığını ilmi olarak isbat etmişlerdir88• " Kürt" terimi ile adlandırılmak istenen toplulukların menşe'lerinin bağlanmak istendiği bir diğer topluluk da Kal­ deliler'dir. Dilcilerden F. Rödiger ve AF. Pott adı geçen dil­ ler arasında yaptıkları karşılaştırma sonunda "Kürtçe" adıy­ la yaratılmak istenen dilin Kaide menşe'li olm<ısı teorisini reddettiler. Ancak bu dilciler, l:m teorinin yerine başka bir teori ortaya attılar. Onlara göre� Kürtçe" adı verilen dil, İra­ ni menşe'lidir. 2 . F. Rödiger, A.F.Pott ve W.Minorsky gibi araştırıcıla­ rın "Kürt adı verilen toplulukların menşei meselesinde İran unsurunu aradıklarını ve bu görüşlerini yalnızca dilbilimi ile desteklemeye çalıştıklarını görüyoruz. Diğer iddiaların ge­ çersizliği karşısında yeni bir görüş olarak W.Minorsky, "Med-İskit nazariyesi"ni ileri sürmüştür89 Tarihi kaynaklara baktığımızda mesela çağdaş Asur sal­ namelerinde, ne Kardu, ne de Kürt kelimesine tesadüf edil­ mektedir. Asurlular bu adlarda herhangi bir millet tanıma­ maktadırlar. Bu sebeple, Kürt isminde bir ırkın mevcudiyeti iddiası teori olarak kalmaya mahkumdur. 87. W. Minorsky, a.g. e. , s. 144 88. Basile Nikitin,Les Kurdes, Etude Sodolıigique et Historique,Paris 1956,s.3-4 89. W: Minorsky, "Kürtler" İ slam Ansiklopedisi, C.Vl.s.1091


68

TÜRK MİLLi BÜTÜ!\'.LÜGÜ İÇERİSİNDE D O G U ANADOLU

İslam Kaynaklarındaki (Arap ve Fars) Anlamı İran ve Arap kaynaklarında "Kürt" terimi tam anlamıy­ la " göçebe" hayat tarzına verilen bir ad olarak görülmekte­ dir. İra nlılar bir yandan göçebe Deylem1iler .(Daylamites)'e "Taharistan Kürtleri" � demekte, diğer yandan göçebe Arap topluluklarını da aynı şekilde " Suristan Kürtleri" 91şeklinde adlandırmaktadırlar. İbn-i Rusta 92, Avrupa' daki Lombart topluluklarının ya­ . şama şeklini anlatırken, onların B. Latis(Pavie?) ovasında "aynen Kürtler gibi yaşadıklarını" vurgulamaktadır. Diğer yandan, ırki menşeleri belli bazı topluluklardan da sırf göçebe hayat tarzından dolayı " Kürt" terimi ile bah­ sedilmektedir. Bunlardan Kirman bölgesinde yaşayan Cufs (KOfic)'lar, İbn Hawqal'da Kürt grubu olarak gösterilmekte­ dir93. H albuki Muqaddasi bunların dillerinin Sindce olduğu­ nu belirtmektedir94. Tabari'deki bir kayıttan anlaşıldığına göre, Partlar'ın son hükümdarı Ardavan,Sasani İmparatoru Ardaşir'i sırf Fars göçebeleri ile birlikte yaşaması sebebiyle onu tahkir için "Kürtler'in çadırları altında büyütülmüş Kürt" şeklin­ de tasvir etmektedir95 . Yukarıdaki hususlar apaçık bir şekilde Kürt teriminin bir ırki yapıya ifadeden daha çok, sosyo-ekonomik hayat tar­ zını ifade ettiğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Stra­ bon'da geçen Persisli Kyrtioiler, Mardesler ve Ermenistan �- Hamza lsfahani (S. 15l)"den W.Minorsky s. 144. 91. Aynı yer. 92. İ bn Rusıa (s.128)'dan W.Minorsky,s.1.W. 93. İ bn Hawqal (s.22l)'den W.Minorksky,s. 144. 94. Muqaddesi (S.47l)'den, W.Minorsky s.144 95. Tabari'den W.Minorsky, s. 144.


TÜ RK M İ LLi BÜTÜNLÜGÜ

İÇERİSİNDE DOGU A'.\/\DOLLJ

69

denilen bölgedeki çeşitli grubların birbirleriyle herhangi bir ırki bağlılıkları olmadığı halde, yaşadıkları hayat tarzından dolayı Kürt olarak zikredildikleri bilinmektedir. Minorsky, bunların Kürtçe denilebilecek ortak bir dill e rinin olmadığını da itiraf etmek zorunda kalmıştır 96. Mesela bunlardan KO.h-GilO. ve Bahtiyar! göçebeleri Araplar'a göre " Kürt'e benzer aşiretlerden meydana gelmiştir " Ancak bilindiği üzere, bunların dill eri Kürtçe adı verilen herhangi bir dil ol­ mayıp Farsça'dır. .

Türkçe'de Terimin Anlamı : Varolduğu iddia edilen çeşitli aşiret ağızlarından veya menşe olarak iddia edilen Farsça, Ara'pça ve diğer dillerde "Kürt" terimi mevcut değildir. Halbuki Türkçemizde bu te­ rim mevcut bulunmakta ve ze�n karşılıkları ihtiva etmek­ tedir. Çeşitli kaynaklara göre �çıklarsak, bu manaları şöyle­ ce sıralayabiliriz : kar yığını, çığ, dallarından yay, kamçı, değ­ nek gibi şeyler yapılan bir çeşit kayın ağacı; ayva ağacı97, Kü­ rüd şeklinde yazılanı ise, merih yıldızı demektir 98• Uygur Türkçesinde de, manası anlaşılmayan bir Kürdüş kelimesi vardır 99• Beyşehir gölü kenarındaki "Kürtler Köyü"nde (Türkmen köyü) kelime. "süpürge otu" manasına gelmekte­ dir. Diğer Türk lehçelerinden Kazakça'da "Kürt" kelime­ si, "kalın karyığını";"Kürtük" yeni yağmış kar"; Şor Türkçesin­ de "Kürt" "çığ"; Tarançiler'de "Kürt" "yeni yağmış kar"; Ka­ zan Tatarcası'nda Kört", "kar yığını"; Çuvaşça'da "Kürt" " karların dağda teşkil ettiği saçak şeklindeki çıkıntı" veya 96. W.Minorı;ky,a.g.m.,s. 145. 97. Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lugat'it-Türlı, C. l.,llaz. Besim Atalay,s.343. 98. Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig, C.111., i ndeks,İstanbul 1979,s.303. 99. Ahmeı Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1968,s.123.


70

TÜRK :vı i u .i BLTC \LC(; C icyıüsi:'\DE DOCiL /\:'>i/\DOLU

"kar yığıntısı" Uygurca \la Körtük" "ka r denizi veya kar çö­ lü"; Teleütler'de "Körtük" kar yığını", Soyonlar'da "Kürtük veya börtük" kar yığını"; Karakırgızlar'da Körtük veya Kürt­ kü", "kar yığını"; Yakutlar'da "Kürçük", "kar yığını", anlamı­ na gelmektedir. Hatta Fin asıllı Çeramisler'e de "Kürt" teri­ mi aynı anlamda geçmiştir. ıoo Sir Gerard Clauson'un Etimolojik Türkçe Sözlüğü'nde ise ş u açıklamalar görülmektedir10 1 : � Kürt : Bir çeşit ağaç ; dağdaki kayın ağacı, beyaz ışıklı (gövdeli) ağaç; veya dağ gülü (?) Havas (?) bu kelimenin birçok şeyleri ifade için kullanılmış olduğunu söyler. Arabça , sözlükler bunun yay yapım ında kullanıldığı konusunda hem­ fikirdirler. Aşağıda da belirtildiği üzere, Xl.yy. 'daki Hakani dili; baston, kırbaç ve yay yapımında kullanılan dağ ağaçla­ rından birisi olduğunu söyler. Ayva'ya "kürt elması" denildi­ ği gibi 102. Kürtük : Kar sürüklemesi, derin kar veya benzerleri. İlk ses net değildir. Kuzey doğu dil grubunda ki>rtük, ki>r­ tik; merkez kuzey dil grubunda ki>rtük/kürtkü; kuzeybatı dil grubunda kürtik tarzında kullanılır. Kuzey-doğu lehçele­ rinde ise daha kısa olara k kürt tarzında kullanıldığı da görül­ mektedir. Sosyal Yapı ve Kültürel Değerler Bakımmdan Doğu Anadolu Aşiretleri'nin Durumu : Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere, kasıtlı ola­ rak araştırma yapanların havada kalan bütün iddialarına 100,Martıi Rasancn.

Versul"h eines etynıoloıı:ischen Wörterhul"hs der Türks Türks­ pral"hen,I lclsinki 1%9, s. 3 1 1 . 101. Sir Gerard Clauson, An Etymological of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Ox­ ford ım,s. 738-739. 102. Kaşgarlı Mahmud, DLT,C.III., İ stanbul 1 94ô,s.183.


TÜRK \ıl.İLLi BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

71

rağmen, ilmi bir yaklaşımla meseleye bir çözüm bulmak iste­ yenlerin ortaya koydukları husus, "Kürt" teriminin bir ırk ve­ ya m illet anlamını ifade etmediğini göstermektedir. Bu h tt sus bizi ister istemez Türk, Arap ve Fars kaynaklarında bu terimin ifade ettiği anlamı araştırmaya sevketmiştir. İlmi ne­ ticeler, bu terimin bazı Türk topluluklarının hayat biçimle.: rinden kaynaklandığını göstermektedir. Bilindiği gibi bir milletin dil, edebiyat, san'at, fen ve sosyal teşkilat gibi elde etmiş olduğu çeşitli müesseseler ka­ dar, o milletin hayat felsefesi, inançları, an'aneleri gibi ruhu­ nun akislerini bulabileceğimiz tutum ve davranışları, o mille­ tin kültürünü meydana getirir. Bu açıdan baktığımızda Do­ ğu Anadolu insanının,(fürk kültür bünyesinin ayrılmaz bir parçası olduğu görülür� Asya ve Avrupa'nın geniş bozkırlarında yüzyıllarca hü­ kümran olan Türk topluluklarında, hiçbir zaman gelişi-güzel bir hayat tarzı düşünülmemelidir. Orta Asya 'da ve Anado­ lu'daki konar-göçer Türk toplulukları, Afrika ve Avustral­ ya'da görülen geri kavimler gibi kültür ve medeniyet yoklu­ ğundan dolayı konar-göçerlikten vazgeçmemiş değillerdir. Türkler'i konar-göçerliğe zorlayan sebeplerin başında hay­ vancılığa dayalı Türk'ün sosyo-ekonomik yapısı gelir. Bu ya­ pıda kışlak hayatının da görülmesi sebebiyle Türk hayat ya­ pısı tam manasıyla bir göçebe hayatı olmayıp, yarı konar-gö­ çer, yarı yerleşik bir hayat tarzı üstQne kuruludur. Yüzyıllar­ ca Asya kıtasına hükümran olmuş Türk hanedanları çeşitli Türk boylarının, bir boyun etrafında meydana getirdikleri konfederasyonlar şeklinde kurulmuştu. Geniş bozkırlar çe­ şitli boylar arasında, boya ait araziler de o boya mensup soy ve daha alt bölümlerindeki gruplar arasında paylaşılmıştır. Bu araziler o boya, hakim hanedan tarafından ikta olarak


72

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜ(; Ü İÇERİSİNDE DOGIJ /\N/\DOLIJ

verilmiştir. Sınırları belirlenmiş hu otlaklar o boyun ortak malı olup, bütün boyun sürüleri buradan faydalanmaktaydı. Günümüzde de hu geleneğin, Anadolu konar-göçer Türk topluluklarında devam ettiği görülür. Bütün Yörük­ ler'in yayla larının aşiret hükmi şahsiyeti adına tapulu oldu­ ğu ve aşiretin zilyedliği altında bulunduğu teshil edilmiştir. Diğer ya ndan Sübüce yaylasında olduğu gibi yaylanın, aşire­ tin müşterek malı olduğu da görülür. Bu özellikler en eski devirlerden sonra Türkler ara sında genel bir mülkiyet anla­ yışının olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Yaşanılan hu konar-göçer hayat tarzı, bölgedeki kültü­ rel farklılaşmanın da en önemli sebeplerinden birisini teşkil eder. Aşiretler arasında mera, otlak vb. sebeplerle çıkan an­ laşmazlıklar, çatışmalar, bu tür hayat tarzını devam ettiren konar-göçer Türkler için bir çeşit hayat kavgasıdır. Büyük sürülerine otlak, mera bula mayan kona r-göçerler yok olma tehlikesi karşısında başka bir aşiretin sahasını ihlfü etmekte, bu ise iki aşiretin çatışmasına sebep olmaktadır. Tarihte .ve günümüzde konargöçer toplulukların bu özelliği aynen de­ vam etmekte olup, bu tür aşiret kavgaları ne yazık ki ancak aşiret mensuplarına zarar vermektedir. Konar-göçer hayat tarzı, kültür hayatında da oldukça etkili olmaktadır. Daha çok, taşınabilir maddi kültür unsur­ ları üzerinde faal olunmasına sebep olmaktadır. Gene bu maddi kültür unsurlarında yaşanılan hayat tarzına ait özel­ likler yansımaktadır. Mesela bugün Doğu Anadolu'da doku­ nan halı, kilim vb. maddi kültür unsurlarında hayvancılığı il­ gilendiren "koç koynuzu"motifi oldukça yaygındır. Kazak Türkleri'nde, "Td\emet",Kırgızlar'da "Koçkorog"adı verilen bu motif, Anadolu'da koç koynuzu, kısaca boynuz motifi adını alır. Gene Doğu Anadolu'da özellikle Kars, Erzurum,


TÜRK MİLLİ BÜlÜNLÜGÜ

İÇERİSİNDE DOGU i\Ni\DOLU

73

Van, Bitlis, Bingöl, Tunceli, Diyarbakır bölgelerinde koç ­ heykel mezartaşları yapılması, dikilmesi geleneği oldukça yaygın olup, bu anane dorudan doğruya Orta Asya Türk Kültürü ile ortaklığın en güzel örneğidir 103• Yayla hayatı, yaylaya çıkma zamanı, koç katımı, saya bayramı, nevruz bay­ ramı gibi önemli günler şehirde yaşayan insanlara farklı ge­ lebilir. Ancak bu gibi adetler konar-göçer Türk toplulukları­ nın kültür yapılarında çok önemli roller oynamaktadır. Çe­ şitli bölgelerimizde görülen koç halayı, sinsin oyunu, kara çarşamba geleneği, bunlar etrafında gelişen dil-edebiyat, sa­ nat, folklor, inançlar, Doğu Anadolu Türk Kültürünün te­ mellerini oluşturur. ( � Türk içtimai yap ısında tarih boyunca çatışmalara sebep olan bu iki hayat tarzı (şehirli ve konar-göçer), Türk kültürü·· nün iki ana kolda yürümesine de sebep olmuştur. İki zümre birbirlerinin hayat tarzını, kültürünü beğenmez ve aşağı gi'­ rür bir davranış içine itilmişlerdir. Tarihten buna birkaç ür­ nek vermek gerekirse, Timur-Beyazid çekişmesinde, Timur Osmanlı'yı Türkmen, Beyazid de Timur'4 Tatar olarak kü­ çük görmekte idiler. Fatih-Uzun Hasan çekişmesinde de yerleşik kültüre geçmiş Osmanlı hanedanı ile konar-göçer kültürün temsilcisi Akkoyunlular'ın birbirlerine tahakküm etme arzusu yatar. Genellikle yerleşik hayatı benimsemiş Türk toplulukla­ rı konar-göçer Türk topluluklarını, aşiretleri kendilerinden aşağı görmekte onları (Türkmen, Tahtacı, Yürük, Abdal, Kürt) gibi adlarla kendisinden ayırmaktadır. Aynı duygu ko­ nar-göçerlerde de hakimdir. Konar-göçerlerin şu tekerleme­ si hayat felsefelerini gayet güzel aksettirmektedir: 103. Daha fazla bilgi için bk.M. AbdülhalOk Çay, Anadolu'da Türk Damgası, Koç Heykel-Mezar taşlan ve Türkler'de Koç-Koyun Meselesi,Ankara 1983,s.34-46.


74

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DO(;U /\N/\DOLU

" Yapma bağ, bağlanırsan, Ekme, ekin, eğlenirsin, Çek deveyi, güt koyunu, Bir gün olur beğlenirsin!" Tunceli-Bingöl yaylarında yaylayan konar-göçer Şavak aşiretinde aynı Türk mantığını görmek mümkündür : " Cefa istersen ek-biç, Sefa istersen kon-g()Ç." Türk topluluklarında görülen hu iki ayrı sosyal ve kültü­ rel yapı temelde aynı gövdenin birer dalıdır. Ancak çeşitli si­ yasi, tarihi olaylar bu iki dalı birbirine, düşman hale getir­ miştir. Günümüzde millet olma vasfının hızlandığı bir ger­ çektir. Ancak bugüne kadar boy, aşiret duygusunun şiddetle görüldüğü Türk toplulukları arasında millet olma şuuru an­ cak Cumhuriyet döneminde hız kazanmıştır. Dolayısıyla bu­ güne kadar özellikle Doğu Anadolu bölgesinde çıkarılmaya çalışılan huzursuzlukların kaynağını eski sosyal, kültürel ya­ pıda aramak gerekir. Bu hayat tarzından dolayı Türkmenler'e, "Kürtler" de­ n ilmiştir. Çünkü, bu kelime bir çok yerde il göçehe" manası­ na geliyor. Gerçekten, Musul civarındaki "Karadağ" vadisin­ deki "Jaflar" da "Kürt" kelimesi, göçeheleri, kabile teşkilatı­ na sahip olmayan köylülerden ayırmak için kullanılır ve " ço­ ban" manasına gelir. Osmanlılar zamanında, konar-göçer Yörük-Türkmen oymakları arasında doğan anlaşmazlık ve meseleleri çözmek üzere, Çorum'da bir "Ekradhk Kadılı: ğı"(Kürtler, yani göçebelerle ilgili işler) kurulmuştu. Ko­ nar-göçer aşiretler . arasındaki çeşitli anlaşmazlıkları halle­ den bu kadılık müessesesi, 1950'li yıllara kadar Toros Türk­ menleri arasında devam etmiştir.


TÜRK M İ LLİ BÜl'ÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLU

75

Gerek devlet ve gerek halk, Kürt Kadıhğmı, "göçebele­ rin/konar-göçerlerin" İşlerine bakan bir müessese olarak kabul etmektedirler. Diğer yandan Osmanlı Adliye teşkila­ tında herhangi bir azınlığın veya etnik unsurun adli işlerine bakan bir kadılık olmadığı bilinen bir gerçektir. Yani Türk adliye teşkilatında, imparatorluk telıaasımlan olan çeşitli ırk­ ların işlerine bakan Arap, Rum, Yahı,ıdi . . . vs. gibi ayrı, özel bir adli müessese yoktur. Türkmenler arasında görülen ve geçimini tamamen aşiretlerin kendisine verdikleri hediyeler­ le karşılayan bu Ekrad kadıları eski Türkkr'de ve günümüz Orta-Asya topluluklarında görülen, aşiretin bu tür anlaşmaz­ lıklarını halleden "Aksakallı" lık müessesesinin bir devamından başk) bir şey değildir. ·

Tatİhi Kaynaklara Göre Terimin Mahiyeti

Bir uruk veya boy adı olarak,"Kürt "kelimesine tarihte ilk defa, Yenisey'deki Köktürk kitabelerinde (Elegeş Yazı­ tı'nda) rastlıyoruz. Bengütaşı"'ndaki kısa bilgiden anlaşıldı­ ğına göre, sözü edilen Türk uruğu, Köktürler içinde yaşıyor­ du ve beylerinin adı " Alp Urungu " idi 1°". İ ran'daki 55 uruk­ tan meydana gelen Kaşgay Türk topluluklarının urukların­ dan birinin adı da ·"Ali Kürdlü"d ü r . 105• Herat' tan üç fersah yuka­ rıda Herirud nehrinin sol sahilinde, Timuroğulları devrin­ de pek meşhur olan "Ulenknişin" yaylasının batısında bir köy vardır ki, adı Kürtnişin" dir. Bir Türk kültür merkezi olan

Görülmüştür ki," Kürt" adı verilen toplulukların dille­ rinde mevcut olamayan "Kürt" terimi, menşe olarak gösteril­ mek istenen İ rani unsurlarda ( Pers, Med, Sasani), Ari dilıoı. Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, C.111., İ stanbul 1940, s. 1 83. 1 05. Cengiz Orhonlu. "Kaşgaylar", Türk Kültürü", Sayı 54 (Nisan 1967),s. 424-425.

:


76

TÜRK M İ LLi BÜTÜNLÜGÜ İ ÇERİ Sİ NDE DO G U /\NJ\DOLU

!erde de yoktur. Arapça'ya ise hu terim Türkçe'den girmiş olup, Türk'ü n çoğulu Etnik nasılsa Kürt'ün çoğulu Ekrad da o şekilde alınmıştır. Kürt veya Ekrad olarak Arap kay­ naklarında görülen bu terim en eski devirlerinden itibaren Araplarca " gfiçebe/konar- g()çer" yerine kullanılmıştı,r. Bu­ nu konuya oldukça açıklık kazandıracak bir misalle belirt­ mek mümkü ndür. 45 1 yılında Kafkasya üzerinden Mu­ gan ' ın güneyinde yerleşmiş olan Akhun Türk toplukların­ dan X l l . Yüzyılda Harzemşah'lar döneminde Mugan Türk­ menleri olarak bahsedilmektedir. Halbuki. Bu Türkmenler Arap kaynaklarında "Ekrad-ı bila Sükkan"H16 yani " iskan edilmemiş Kürtler " olarak geçmektedir. Bu h usus açıkça Arap kaynaklarının yerleşik hayata geçmemiş Türkmenler'i, diğer Türk topluluklarından ayırdetmek için "Ekrad" adıyla belirttiklerini ve bunun herhangi bir ırki anlamı olmadığını göstermektedir. Osmanlı Arşiv belgelerinde görüldüğü üzere "Kürt" te­ rimi açıkça konar-göçer ve göçehe toplulukları ifade etmek­ tedir. Defteri Diyarbakır Nam-ı diğer Amid adlı defterin "Nahiye-i Ga rhi-i Amid" bölümünde (v.57 /h- 143 /h) " Muka­ ta'at-ı ekr;l dı aş;lyir ... " şeklinde haşlayan cümlede "ekrad-ı aşayir" terimi görülmektedir ki konumuza oldukça açıklık getirmektedir 107. Burada açıkça "Aşiretlerin Kürtleri" İfa­ desi yer almakta ve bu aşiretlere bağlı konar-göçerleri ifade etmektedir. Adı geçen bu Diyarbakır Defteri'nde Kürt ce­ maatlerinden sayılan " A l u c ı " cemaatinin adı özbeöz TürkIO<ı. A. Zeki Vclidi Togan. bu Türk gruplanndan "Ekrad-i nilasagun" olarak bahscı­

107.

nıektcdir. Teri min gerçekte. "Ekrad-ı bila sükl..a n" yani " iskan edilmemiş Kürt­ ler" anlamını.la kullanılnıış olması gcreknıckıcdir. Ekrad-ı Bilasagun için bk. • Azerbaycan Etnoğrafisine Dair" Azerbaycan Yurt Biı.isi , s.49. Defter-i Mufassal-ı Diyarbakır nam-ı rneer Amid. Tapu Kadastro Genel Md. Kuyud-ı Kadime Arşivi, Ne. 155,vr. 100/b.


TÜRK M İLLi BÜTÜNLÜÜÜ

İÇERİSİ!\'DE DO(;ı_; Al\'J\DOLU

77

çe olup, bu cemaatin reisi A y d o ğ m u ş N u r A l i adını ta­ şımaktadır. Defterde zikredilen mezra adları da Türkçe'dir. Bunlar arasında G ü z e l - a b d a l , Ü çv i r a n , D u t l u k , K a r a d a ğ , S ö ğ ü t l ü ' yü zikredebiliriz 108 Buna benzer diğer bir tabir de "Ekrad-ı Türkman" olup, "Türkmenler'in konar-göçerleri" anlamını ifade etmek­ tedir 109. Ekrad kelimesinin "konar -göçerleri" ifade ettiğine dair bir başka kayıt da, Tapu Kadastro Müdürlüğü'nde 1 7 1 numarada bulunan "Kilis Livası Mufassal Defteri" ' ndedir. Burada zikredilen Osmanlı Kanunnamesi'nde Kürt deyimiy­ le " Yürükler" anlaşıldığı açıkça görülür : " �krad taifesi kıl eviyle kadimi kışlak ve yurtları olan nahiye- � Con ve etrafında Halep ve Maraş eyaletlerinde va­ ki olaılyaylaklara kıl eviyle konar-göçer yürük makulesi ol­ .. duklarından . 1 10• Aynı defterde "Ekrad" adı verilen cemaat­ lerde, "Kulaksızoğlu" gibi Türkçe aşiret adları yanında, Ay­ dın, Bayındır, budak, Göçeri, Kokmaz, Tanrıverd i vh. gibi şahıs adlarının da çoğunlukta olduğunu görüyoruz.

H. 1 000 / M. 159 1 tarihli Erzurum Tahrir Defteri1 1 "nde mesela Kemah'a bağlı Gercanis'in "Kürtler" Köyünde şahıs adlarının özbeöz Türkçe olduğu görülmektedir : Aydın, Bay­ ram, Karagöz, Budak vh. Yukarıdaki açıklamalardan da an­ laşılacağı üzere bütün zorlamalara rağmen ırk, millet ve hat­ ta aşiret anlamında etnik manada bir "Kürt ırkından ba hset­ mek mümkün değildir. Bu hususta başta W. Minorsky, Basi­ le Nikitin, Martin V. Brunessen, Masignon gibi araştırmacımı. Aynı defter, vr. 123/h.

10'). Defter-i Mufassal-ı Canik-i Bayram,BA., No.13.

110. Kilis Livası Mufassal Defteri, Tapµ Kadastro Müdürlüğü,Nu. 171, Vr. 7/a. Ul. Defter-i Mufassal -ı Liva Erzurum(H.1000/m.1591), Tapu Kadastro Genel Md.

Nu. 41, vr. 93/b-198/b.


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

78

lar, değişik görüşler ortaya atmışlardır. Bütün bu araştırma­ cıların itiraf ettikleri diğer bir husus da, tarih, antropoloji, etnoloj i ve filolojinin böyle bir,ırkın mevcudiyetine ışık tut­ madığı gerçeğidir. Diğer yandan, terim olarak Kürt kelime­ sinin ortaya çıkışı X.yy. dadır. Onuncu yüzyıl coğrafyacıların­ dan Mesudi ilk defa Kürt terimini kullanmış, ancak bunu bir etnik zümre olarak değil, yaşanılan bir hayat tarzını ifa­ de için kullanmıştır. Onuncu yüzyılların bu ifadesine daha da açıklık getiren Ermeni kaynakları bulunmaktadır. Erme­ ni tarihçiler Kürt adı verilen bu toplulukların Hazar'ın doğu­ sundan gelen Türk toplulukları olduğunu kesin bir ifade ile vurgulamışlardır. Diğer yandan, coğrafi dağılımları itibariyle Kürt adı ve­ rilen bu toplulukl�r tarih sahnesinde çıktıkları onuncu yüz­ yıldan beri tamamen Türkler'le iç-içe, birarada yaşamışlar, hiçbir zaman Fars ve Araplar arasında görülmemişlerdir. 2.2.

Dil Birliği

a. Genel Esaslan : Doğu Anadolu'nun kültür bakımından Türk kültür bü­ tünlüğü içinde belli bir yeri vardır. Bazı bölgelerde, serpinti halinde bulunan ve farklı gibi görünen çeşitli ağızların varlı­ ğı, bölge kültürü üzerinde tarihi şartlar sebebiyle Fars ve Arap kültürü tesirinin biraz fazla olmasından kaynaklan­ maktadır. Bununla birlikte Farsça ve Arapça kökenli çok az bir söz hazinesine dayanan günlük konuşmalar, kültür sözle­ ri bakımından büyük bir çoğunlukla, Türkçeye dayanır. Ger­ çekler bu iken Doğu Anadolu Türk topluluklarının bu özelli­ ğinden dolayı Türkiye üzerinde bazı hesapları olan devletler ile bunların desteklediği bölücüler tarafından sun'i bir mil­ let yaratma gayreti ile bölge ağızlarının istismar edilmesine


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU A!'ı\DOLU

79

sebep olmaktadır. Bölgeler arasında mahalli şive farklılıkla­ rı dahi dikkate alınmadan bütün bölge insanlarını, "Kürtçe" adını verdikleri sun' i bir dil etrafında toplamak istemekte­ dirler. Birleştirilmek istenilen cemaatlerde ortak bir ağız ol­ madığı gibi, bu ağızların kendilerine has, orj inal kelimeleri de yoktur. Büyük bir yüzdesi Türkçe olmak üzere Farsça ve Arapça gibi komşu dillerden alınmış olan kelimeler, yer yer deforme edilerek mahalli şiveler ortaya çıkmıştır. Bu konu­ da yapılan ister ilmi neşriyatın incelenmesi veya maksatlı ya­ yınların iyi � iyetle gözden geçirilmesi neticesinde elde edile­ cek veriler ryı eseleyi açıkça ortaya koymaya yeterlidir. Kültürler arasındaki alış veriş kaçınılmazdır. Ancak, bu alış veriş daha çok yeni kültür ve medeniyet unsurlarını ifa­ de eden kelimelerde görülür. Fakat, en azından ikibin yıllık bir ikitisadi ve içtimai hayata ait kelimelerin dışarıdan alın­ masına imkan yoktur. Bu kelimeler, asli kelimelerdir ve o cemaatin aslını, ırki menşeini gösetirir. Göçebeliğe ve özel­ likle aile ve ziraat hayatına ait çok sayıdaki Türkçe kelime Doğu Anadolu aşiretlerinin Türk asıllı oluşunun delilleridir. Konuyla ilgili olarak iki ciltlik bir eser yazmış olan D. N. Mackenzie 'den 1 12 birkaç örnek naklederek meseleye açıklık kazandırabiliriz. "Min", ben benim ve "ım-im" anlamlarını veriyor. Azeri­ ler, Kazak'lar, Kırgız'lar, "Mm" yerine "Men" derler Tatar' lar "Mın'"ı aynen ve aynı anlamda kullanırlar. Mackenzie 'de anlatılan " Şalı İsmail ü Kamberta / Şalı İsmail ve Kambertay" adlı hikayede aşağıdaki sosyal yapıyla 1 12. D.N.Mackenzie, Kunlish Dialed Studies C.I., s.62-64, ı46-152.


80

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜÔÜ İÇERiSİNDE DOÔU t\Nt\DOLLi

ilgili Türkçe kelimelerin çokça kullanıldığına şahit olmakta­ yız 113 : "Bi" (bey), ':4y paşam '; ':4 ka " ve ':4 kay " (Sf 4); "Hatan ': ''Biçim " (sf 1 0); ''Baba '; ''Elçim '; ':4ğaçeri" (sf 12). Diğer yandan Diyarbakır ile Ergani arasındaki bölgede yaşayan " Neslihan Oymağı ''nda "Lor" kelimesi "Lor Peyniri" anlamına gelmektedir. Çin belgeleri bu kelimeyi eski Türk­ ler'in kullandığını gösteriyor. Eski Çin arşivlerini tetkik eden Eberhard, bu hususta şunları söyler : " Kaynaklardaki (lo) yahut (Nay-lo) işaretini ben burada (kımız) olarak tercüme ediyorum. Mamafih (lo) adı altında kı­ mızdan başka yoğurt cinsinden diğer maddeler de anlaşılır. Çinliler'in etnolojik kayıtlannda bu lo, yalnız Türk boylannda görülür" 1 14 " Kon " kelimesi Türkçede "çadır" anlamına gelir. Esa­ sen "çadır" Farsçadır. Kon, "konmak" mastarından yapılmış­ tır. Urfa'nın Bozovası'nda "Kongönnez" denen bir yer var­ dır. Kayalık hir yerdir ve oraya ''Konmak mümkün değildir, o yüzden Kongönnez, çadır kurulmaz '; iskan olunmaz anlamı­ na kullanılmaktadır. b. Kelime Hazinesi : A ş iretlerin kullandığı Türkçe kelimelerden bazılarını sı­ ralayalım : Boğa, dane (dana) , devey (deve), lok (Yörük­ ler'in lök dediği bir cins deve), "Devey Lok Yek" (bir lök de­ ve), torum (Yörükler'in, Türkmenler'in dorum dediği deve yavrusu), ödük (bir yaşlı dorum), Cıtlum (iki yaşlı deve), 113. D.N.Mackenzie C.11.,s.4, 10, 12. 114. W. Eberhard, Çin'in Şimal Komşıılan, trc. Nimet Ulu ğt uğ, Ankara 1942,s.92.


TÜ RK M İ LLi DÜTÜ NLÜÔÜ İÇERİSİ NDE DO Ô U ANADOLU

81

Menci (dişi deve), Beran ( koç) ve koçlu beran veya baran (boynuzlu büyük koç), Karakoyunlu hükümdarının bu ün­ vanla amldığı bilinmektedir. Kavır veya toklu (Yörükler'in toklu dediği bir yaşındaki koyun), havut (Yörükler'in deve­ nin semerine verdikleri isim), hatap (havudun üstündeki tahtaların adı. Yörükler'de ve Türkmenler'de aynen kullanı­ lır), kamış (havudun içine konan ot), tapan, ( deveiere takı­ lan büyük çan, karın altına asılır), kaşavi (kaşağı), zengi (ü­ zengi, gebre. kolon, torba), heybeci! (renkli kilim), halı, di­ bek, tave (�va), Kahve ocak (Kahve ocağının adı. Ocağa ar­ gon dedikl�ri halde, kahve ocağı için böyle söylenir. Kaldı ki, orgon da çok eski bir Türkçe kelimedir). Tave kahvi (Kahve tavası), tav (gök gürlemesine verilen isim), döşek (yatak, döşek), y01xan, helke (Yörükler'in helke adını verdik­ leri bakır bakraç), hırar ( Yörükler'in harar adını verdikleri büyük çuv'a l), teşi ( Yörükler'in iğ veya teşi adını verdikleri, yün eğirilen basit el aleti), toprak (çökelek), kaymak, keş­ kek (buğdayın kabuğunu çıkarıp ayranla yapılan çorbanın adı); tumas (çökelek üstüne ayran dökülerek yapılan yiye­ cek), çörek (fırında pişirilen el büyüklüğünde ekmek), kara sabanın parçaları'na verdikleri iki isim ok ve "kılıç ·: çatma (Yörükler'in çatma adını verdikleri üç ağaç parçasının birbi­ rine bağlanmasından meydana gelen, yağ çıkarmağa mah­ sus tulum-tuluğu asacak yerin adı), ejir (incir), erik, çay, şe­ ker vs.hatun, bey, ağa, oba gibi .... M. Şerif Fırat, Doğu Anadolu ağızlarında çokça gördü­ ğü Türkçe kelimeleri şöyle sıralamaktadır: "Satlık, sat, salık, kalınğ, yanık, çalık, karaç, kançık, kahbe, kop, koşma, kat, kab, kaz, kurnaz, kavaz, kayıs, sağdiç, dal, dalda, dalav, da­ mar, demli, dönek, maskara, üskere, tencere, tekere, çok, şor, bor, çeper, çığır, çığ, dernek, merak, tezek, ipek, kelek,


82

TÜRK MİLLi RÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLL

pertek, terek, ölçek, çuva, çavdar, ambar, boz, koz, söz, bo­ ra, hum, biçim, içim, seçim, sorgu, burgu, sürgü, suna, tur­ na, güvercin, ördek, gerdek, melek, yaman, sülük, şar, kent, gedik, hedik, cirit; cil, çil, çimen gibi ve hunlara benzer yüz­ lerce söz. " 1 15 Bütün bu gerçeklerin ışığında açıkça şu sonuç ortaya çıkmaktadır : Aşiret ağızları aslında tarihte var olan ve herhangi hir millete mahsus olan tarihi bir dil değildir. Bu ağızın aslı Türkçe olup ve ayrıca çeşitli milletlerin dillerinden toplan­ mış kelimeleri ihtiva eder. Sözlerin yüzde yetmişi, eski Asya ve İç Anadolu Türk­ çesidir. Bu ağızın yüzde otuzu, Fa rsça ve Arapçadır. Ancak aşiret ağızlarındaki Arapça, Türkçe ve Farsça kelimelerin yüzdeleri bölgelere göre farlılıklar gösterir. İçerisindeki Türkçe kelimelerden başka müşterek özel­ lik arzetmeyen çeşitli aşiret ağızlarına göre pek çok kelime­ nin deforme edildiğini ve bu kelimelerin aslında Türkçe ol­ duklarını ve son hecesinin Farsça veya Arapça olduğu görü­ lür. Türkçe yiğit kelimesi, çeşitl i aşiret ağızlarından " ağit" ve "igit", köpek kelimesi "küçik ve kütik" ateş, manasına ge­ len " od" kelimesi " agir ve adır" haline dönüşmüştür. Aşağıda bazı Türkçe kelimeler ve bunların aşiret ağızla­ rında aldığı şekil incelendiğinde, bölgede ayrı bir dil arama­ n·ın gerçeklere ne derece ters düştüğü açıkça anlaşılacaktır.

115. M. Şerif Fırat, Doğu i lleri ve Varto Tarihi, iV.Baskı, Ankara 1981, s.232.


TÜRK MİLLİ

BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

Türkçe Aslı

Aşiret Ağızlarındaki Karşılık

Ağabey Ağıl

Keko, Kek Çevirme

Ana Amaç

Ane Amaç

)

/

Amca

Aygır Baba

Apo

Balak Baldız Baykuş Yavru, bala Başlık Beşik Beygir Bey Boğa Boy Böcek Buzağı Cariye

Aykhır Bab, Bav, Bavo, Bavek Babik. Palkh Balduz, baltuz Bayekuş Bale, Başlıklı Beşik, pişik Alaşa Beg Bokhe Boy Bücek Bizav Karavaş

Ceylan Civciv Çadır, oba

Ceyhan, ceren Cucik, cuce Kon

83

Düşünceler Etrafı çit veya taş duvarla çevrilmiş yer Kök, kuyruk, menşey Sonundaki (Ç) sesi, Yenisey . ve Orhun yazılarında görülen eski Türkçedeki NÇ çift sesine verilmiştir. Köktürkler'de, Uygurlar'da, Selçuklular'da, Apa; Yakutlar'da Kazaklar'da, ve Kırgızlar'da Apağa.

Ayı yavrusu

Türkler'den Rusça'ya da geçmiştir.,

Göçebe birliği.

Başlarında kara örtü bulunmasından.

Çağatay ağzında "kon deyimi, mesken anlamındadır. Bu


84

TÜRK M İ LLi BÜTÜ NLÜGÜ İ ÇERİS İ NDE DO G U ANADOLU

Çatı,

tavan, Üst, Kat, dağ tepesi

Bani Ban

Çekirge Çocuk Dadı Dağ, tep Dede Dernek El, Oymak

Çekurge Çocukh Dadu,dadi. Çıya,çiye Kalik Dirnak, Dirnek Khel

günkü dilimizde konmak mastarının e m i r halini belirtir. Kon-mak, "kon-ak" kelime­ lerinde de geçer. Dede Korkut kitabı ile Akko yunlular'ın resmi tarihi olan Ki­ tab-ı Diyarb�riyye'nin ba§ında, Oğuzca bir deyim olarak "Doksan ba§lu ağ banev"i Kıpçak Kuman Türkleri'yle Macarlar'daki ulu, bey, yüksek hakim anlamında kullanılan "ban" ve çoğul eki 'banal" sözcükleri, yüksek, üstün ve yukarı anlamına gelmektedir.

Uygur ve Karakalpaklar'da Kağa. ·

Enik Erkeç Gelin

Enuk Erkeç Bük,buge

Geyik Güve Güvercin Hanımefendi Hanım İ nek

Kedük Güv Gogarçın Khatun Khanum,Khanim Çelenk,çelek

Çağatay ve Kazak Türkçesinde biyge, biğe, Kazan Türkleri'nde big, bika.

Yenek, Yinek sözcüklerindeki(y) İ le (Ç) ve (N) ile (L) Harflerinin değişmesiyle oluşmuştur.


TÜ RK M İ LLi BÜTÜ NLÜGÜ İÇE RİSİ NDE DO G U ANADOLU

Kahile

Halk

Karınca Katır Kaz Kedi Kelebek Kene Keşiş

Karkar

Ka ncı k

Kcyik

J

Kançukh

Kantır Kanz Pisik,Pişik Kepenek Gene Karabaş Küvik,küvig

/

Kırlangıç Kız, Kızan Kirve Koç, burulmuş Koyun Kök, menşe Köpek Kurbağa

Küçük Bitig

85

Köktürkçe keyik, yabani av hayvani ve geyik anlamındadır. Kaşgarlı Mahmut'da, yabani anlamda olduğunu bildirmekte ve keyik-sögüt; yabani söğüt anlamına geldiğini yazmaktadır

Kardekunç Hız,Hızan KirvafK.irvo Baran,beran Ana Kutik,kucik Bak

Kaşgarh Mahmut'ta 'bak"dır. Bu gün kullandığımız Kur-bağa, tos-bağa, kaplum-bağa, cırcırba. ğa sözcüklerindeki 'bağa,'' ekleri de Bak ile ilgilidir.

Küçck,Küçik,Kiçik, Giçik Betik,bitik,pitik Köktürtçe'de 'biıig" yazı ve yazı­ lı nesne anlamına gelmektedir. "Biti-mek, Bcıi-mck" de, yazmak ve kitap düzmek anlamındadır.

oba Palaz Peynir

obe pelez Torakh

Farsça'dan dilimize giren


86

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÜU ANADOLU

Pire

Burge

Serçe Soylu, Asilzade

Çivik Torin,torın

Teyze Turna Türkü

Khatun,Kahat i,Khat Durna Çer,cır

Tutun, Titun Tütün Tüyleri dökülmüş Tüle Ufuk, gaye, ermeç Ermanç

Yaşlı kişi Yaşlılık Yiğit Yoldaş

Kal/Kalo Kali Eğit,ağıt, Oldaş

peynir'in Türkçesi'dir. Avarlar ile Hazar Türkleri'nden Rusça'ya geçmiştir. Kaşgarlı Mahmut'un lügatında burge'dir. Kazakça'da çip-çip. Köktürkler'de ve Avarlar'da 'Tudun" yüksek rütbeli demektir. Uygurca'da ki "tüzün" Unvanı da tudundan gelmiştir ve aynı an­ lamdadır. Kazaklar ise "töre" demekte Kaşgarlı Mahmut, ta­ rım kelimesinin İskit soyundan gelen kadlnlara söylendiğini bildirmektedir.

Orta Asya Türkçesindeki, yırlamak sözcüğü, türkü söyleme anlamındadır. "yır" sözü Kıpçak, Kazak ve Dağıstan'daki "cer-yer" "cılkı-yılkı", "ceti-yedi" sözcükleri, y ve c değişimiyle oluşmuştur. Tülemekden tüyleri dökülmüş uyuz. Oğuzlar'ın dil özelliğinden olan (Ç) sesini (NÇ)'ye dönüştürül­ mesiyle yapılmıştır. •


TÜ RK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU c.

87

Fonetik Özellikler :

Diğer yönden Doğu Anadolu ağızları fonetik bakımdan incelendiğinde ortaya çıkan farklılıkların bölgede ayrı bir di­ lin unsurları olmadığını ilmi şekilde isbat edecektir. 1. Kelime başında y-düşmesi görülür: ardıni yardım, asağ yasak, avaş yavaş, ayla y'ayla, em yem, oncah yonca, or­ ga yorga. "'\ 2. Keliine başındaki ve içindeki ö'ler o'ya dönüşü r: gol göl, gazel gözal, koç köç, ardak ördük, dol döl, nobetçi nö­ betçi. 3. Kelime başındaki ve içindeki ü'ler u'ya dönüşür: tuk, tük, uto ütü, duz düz. 4. Kelime başındaki ve içindeki a'lar e'ye dönüşür: es­ lam aslan, delge dalga, pere para. 5. Azeri Türkçesinde kelime sonundaki g'ler kh h'ya dönüşür: alçah alçağ, ancah ancağ, alijih aylığ, çah çağ. =

6. Azeri Türkçesinde kelime sonundaki g'ler aşiret ağız­ larında q'ya dönüşür: qaçax qaçag, gayiş gayış qamçi gamçı. 7.Bazı kelimelerde sporadik ünsüzler görülür : armanç amaç, gantir gatır, gantirçi gatırcı. Ayrıca aşiret ağızlarında pek Çok kelimeye Türkçe mes� lek bildiren (-çi) eki getirilir: ambarçi, belatçi, defçi, daaçi, fallkçi, gasabçi. Aşiret ağızlarında görülen günlük konuşmalarda bazı kelimeler, Türkçe kelimelerle birlikte kulJanılır : "darağaç; Farsça dar + Türkçe ağaç Seqat: Farsça se + Türkçe kat


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDf ; DOÜU ANADOLU .

88

cerdbaşi: Aşiret ağzı cerd + Türkçe "haşı" serakbaşi : Aşiret ağzı serak + Türkçe "başı" tamtaş: Aşiret Ağzı tam + Türkçe "taş" d

Diğer Ortak özellikler

A- Köktürkçe ve Kaşgarlı Mahmut'a göre ND/NT,NC birleşik sesleri; eski Türkçe yazıtlarında ikiz N D/NT,NT,NC birleşik sesleri; Eski Türkçe yazıtlarında ikiz N D/NT ses i ve NC için ayrı harfler kullanılm ıştır. Türk dilinin yapısındaki hu özellik aşiret ağızla rında da vardır. XI. yüz yıl Türkçesinde "tuç" denen birleşik madde, Azerbaycan ve Türkiye'de "tunç" olmuştur. " Küç" (çöreko­ tu) da, "künç" olmuştur. Ayrıca Türkçe amaç/amanç, ermeç (ufuk, gaye)/ er­ manç, dilmaç/dilmenç, tıkaç/tekhanç, cirit/cirind,kalın (Kız haşlığı)/kalınd, katır/kantır, tutmaç (bir yemek)/tut­ manç, derece/ derence, fen/fend, fırsat/fırsant, asan (ko­ lay) hasant, kıl ıç/kılınç . . . gibi şekillere dönüşmüştür. B- X.yy'da Oğuzlar, bazı söz başlarındaki (y) sesini, yu­ tarak konuşurlard ı : "Eğit/agit(yiğit), engi (yengi, yeni), elek (yelek), em (yem ), eprakh (yaprak), emiş,(yemiş), once (yonca), urt (yurt), ilan (yılan), ol (mezhep, yol), oldaş (yoldaş) vb.

C- KAŞGA RLl 'nı n XI. yy'da belirttiği gihi Türkçede, şedde (ya ni ikilemeler ile Arapçaqaki "ayın, dat, th, zel ve boğaz seslerinden kalın "h") gibi sesler yoktur. Doğu Anado­ lu'daki bazı aşiret ağızlarında da böyledir: "Bekal(bakkal), Meke ( M ek ke), sinet (sünnet), Awdıla (Abdullah), Ala (Al ­ lah), kuvat ( kuvvet) . . . gibi.


TÜRK Mit�İ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLU

89

Ç- KAŞGARLI'nın örnekleriyle belirttiği gibi Oğuz Türkçesinde "ka" sesi, bazen "kh" ya çevrilerek söylenmekte­ dir. Bu özellikle, Doğu Anadolu ağızlarında da çok görülür : "Akhil /akıl) bukhavi (bukağı), çerdakh (çardak), er­ zakh (erzak), hkalin (başlık) kalın; yaylakh (yaylak), vakhit (vakit) . . . . gibi ".

Q- Gene Kaşgarlı'da belirtildiği üzere Oğuzlar bazen sözl � n başına gırtlar sesi "KH" yı ekliyerek, söylerlerdi. Çe­ şitli aşiretlerde de bu husus aynen mevcuttur. "Garzan (Siirt'te); Arzan (Van gölü'nde ada), Gadır/ Adır, Hamıd (Amid/Diyarbakır), Khel (el), heziz (Aziz), gur (guri oğul. anlamına/Un), harkh (ark), govant (uvant, düzgün), Yezidiliğin kurucusu olan ve Hakkari'de yatan Şeyh Hadi (Adi) yumuşak Çizme anlamına gelen Hedik (E­ dik), Hogeç (Öğeç), hagik (Akik) ... gibi." Doğu Anadolu Türk aşiretlerinde görülen bu ağızların yukarıdaki açıklamalar ışığında ayrı bir dil olmadığı kesinlik­ le anlaşılmış bulunmaktadır. Zaten Dr. Friç ve Veber "Kürt dili, bir dil hamuru değil bir söz yığınıdır" şeklindeki ifade­ leri ile bu gerçeği açıkça belirtmişlerdir. 2.3. Edebiyatta Birlik a. Efsane, hikôye, destanlar ve destan motifleri: Türk dilinin diğer önemli kaynaklarından birisi de Türk destanlarıdır. Destanlar, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış tarihi olayların, çağdan çağa gelişmiş ve halkın muhayyilesinden çıkan yeni unsurlarla zenginleşmiş, milli ülkülerle donanmış manzum eserlerdir. Destanların ne­ silden nesile intikali milli ruhun varlığıyla izah edilebilir.


90

TÜRK M İLLİ BÜTL!NLÜ(iÜ İÇf\RİSİNDE DO(i U i\Ni\DOLU

Oğuz Türkleri'nin Müslümanlığı kabul ettikleri X-Xl. 'yy'lara ait olduğu ve Doğu Anadolu ile Azerbaycan bölgesinde geçtiği bilinen "Dedem Korkud", üzerinde en çok durulan bir kültür yadigarımızdır. Dede Korkut hikayelerinden biri olan "Tepegöz" unsu­ ru, hikaye konusunda olduğu gibi aynı kanaatler, Doğu Ana­ dolu aşiretlerinde "sakar" ve " zarar verici" unsurlar için kul­ lanılmaktadır. Buna benzer bir şekilde "Köroğlu" motifi de, haksızlığı ifade için, "Koroğli-arşuni" veya "Korogl i-hlçeği" gibi deyim­ ler halinde aşiret ağızlarında yer almaktadır. Doğu Anadolu'da görülen daha ilgi çekici bir motif de "bulut ejderlıası "dır. Ejderha motifi bilindiği üzere aslen Uzakdoğu motifidir. Çinliler'den Türkler'e geçmiştir. Aynı motifin bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu aşiretlerinde görülmesi Türk kültür bütünlüğünün en açık bir örneğidir. Anadolu'da çeşitli aşiretlerde tesbit edilen ''Bulut ejderhası " motifi ile ilgili tesbitleri şöyle özetleyebiliriz: " Bulut-Ejderhası"nın, kışın altı ay boyunca yerdeki bir mağara veya derin ve büyük tahıl kuyusunda yattığına; ''gök­ teki meleklerin " günde bir_ defa getirdiği, ''koyun-kuyruğu " ile beslendiklerine inanılır. İlkbaharda, "meleklerin gökten sar­ · kıttığ� bir zincir"e tutunan bu ejderhanın göğe çekilip "bulut­ lar arkasında" yaşadığı söylenir. İnanca göre çekilen bu "bu­ lut-ejderluısı " nın gövdesinin alt yarısı, bulutlar altında görü­ lürmüş. Bu sırada köylü ve göçebeler fala bakarlar; eğer bu­ lut ejderi, doğudan görülürse, savaş olacağına kıbleden gelir­ se bolluk, batıdan gelir ise kıtlık olacağına inanılır. Bir Türk motifi olduğu, Türk ve Batılı ilim adamlarınca şüphe duyulmayan "Kurt, bozkurt, gökböri" motifi bugün ayrı


TÜRK MİLLİ llÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLL

91

bir ırk oldukları ileri sürülen Doğu ve Güneydoğu aşiretleri­ nin tamamında görülür. ''Kurd 'un uğurlu sayılması " gerek, "Oğuz-Kağan Desta­ m "nda, gerekse Köktürkler'de çok yaygındır. Dede Korkut ki­ tabı 'nda ''Kurdunyüzü mübarektir" denilmektedir. Bugün Do­ ğu Anadolu aşiretlerinde kurt tüğü veya kurt-büzüğü'nün bir m a ve nazarlık olarak taşındığını biliyoruz. Bu şekilde kö t gözden ve tehlikelerden ko � unulacağına inanılmakta­ dır. r

� �

Tunceli ve çevresinde Kara Çarşamba olarak kabul edi­ len Mart ayının ilk Çarşamba günü yapılan bir törende de kurt motifi yer alır. Bir yabani gül ağacı, iki ucu kesilmemek şartıyla ortadan yarılır. Sonra iki ucundan tutularak bastırı­ lır ve bir daire oluşturulur. Daha sonra önce hastalar olmak üzere herkes bu dairenin içinden geçerler. Bu şekilde hasta­ lığın geçeceğine, sıkıntı ve karanlıklardan kurtulunacağına inanılır. Bu tören sırasında söylenen şu dua da oldukça ente­ resanlar : " Bizi kurtardığm bugünün hünnetine hastamıza dtı şifa ver!" Bundan sonra elma ve diğer meyvalar yenir. Bunu eğ­ lenceler takip eder116. Bugün Tunceli bölgesinde görülen diğer bir adet de, "kurt ağzı bağlanması"dır. Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde de görülen bu adet Tunceli'de şu şekilde yapılmaktadır. Yi­ ne bir gül dalı alınır, buna bir çaput bağlanır. Bu sırada, "ey ulu rayber/rehber, yol gösterici! Bugünün yüzü suyu hümıetine sürülerimize dokunma!" şeklinde niyazda bulunulur. Bu su116. Naşit U fuğ, Tunceli Medeniyeti Açılıyor, İstanbul 1939,s.98; Edip Yavuz, Tarih Boyunca Türk Kavimleri,s.426.


92

TÜRK MİLLİ UÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOc"iU /\N/\DOLL

retle sürülerin kurt tehlikesinden korunmasına çalışılır117• Edip Yavuz haklı olarak bu geleneği, Türkler'deki Boz­ kurt motifi ile karşılaştırmaktadır. Bozkurt'un rehberljk mo­ tifi birçok Türk destanlarında çok sık görülen bir özelliktir. Burada da bu özelliğin değişik bir yansımasını görmekteyiz. Doğu Anadolu aşiretlerinden derlenen "Şah İsmail ü Kamberto "118 Şah İsmail ve Kambertay", Dede Korkut hika­ yelerinin pek az değiştirilmiş şeklinden başka birşey değil­ dir. Bir hükümdarın çocuğunun olmaması, üzülerek Allah'a yalvarması, sonra vezirini vekil tayin ederek kıyafet değişti­ rip yollara düşmesi, dağlarda bir dervişe rastlaması, dervi­ şin derdine derman olarak ona bir elma vermesi, "Elmanın yansını kendin ye, yansını kanna ver, kabuklannı kısragına ye­ dir. Erkek çocugun olacak, sakın ben gelinceye kadar, ona ad venn e"deyişi hunların aynen oluşu, kısrağın tay doğuruşu, ço­ cuğun arkadaşları tarafından "adsız" diye çağırılıp alaya alın­ ması vs. tıpkı Dede Korkut hikayelerinde işlenen konular­ dır. Gene aynı eserde gördüğümüz, ''Sultan Mahmud ü Reşs­ var"1 19 (Sultan Mahmud ve Kara Süvari) ve diğer hikayeler­ de birçok Türkçe kelimeler ve Türk gelenek ve inançları bol bol mevcuttur. Türkler'de görülen önemli folklor unsurlarından birisi de ''at motifi"dir . At motifi Manas, Oğuz Kağan, Dede Korl. 1 7. Edip yavuz, s 426; Bu gelenek Batı Trakya Türkleri'nde sürüden bir hayvan kay­

1 18. 1 19.

bolduğu zamanlarda yapılmaktadır. Böyle bir durumda bir ıas kızgın bir korun üzerine kapatılarak üzerine ağzı bir iple bağlanmış bir makas konulur. Böylece canavarların hayvanı yememeleri sağlanmak istenir. Sabahleyin tasın altındaki kor kömür haline gelmişse hayvanın kurtulduğuna inanılır ve hayvan aranmaya başlanır(Bk. Abdurrahim Dede, Batı Trakya Türk Folkloru, s . 125- 1 26). D.N. Ma�kenzie, C.Il.,s.4-32. D.N. Mackenzie, C.11.,s, 32-42


TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİ NDE DOGU ANADOLU

93

kut, Köroğlu, Hıdır-nebi gibi destan ve inançlarda, Orhun Abideleri gibi tarihi abidelerde, destani veya tarihi kahra­ manlarla birlikte görülür.

Batılı bilginler, Türkler'in medeniyetine "atlı kültür" mı vermişlerdir. Bu atın Türk hayatındaki önemini göste­ ri . Birbirinden çok uzak ülkelere yayılmış olan Türk devlet şkilatının düzen ve irtibatını sağlayan en hızlı taşıtlar, şüp­ hesiz ki atlardır. Nitekim, hüküm sürdükleri geniş coğrafya üzerinde kendilerine çok yararlı olan atı ilk evcilleştirenle­ rin de Türkler oldukları bilinmektedir. At, Türklüğün kutsal hayvanıdır. Beşikten ayrılan ço­ cuk, kız veya oğlan olsun, kendini at sırtında bulur. Türk, at­ lı m illettir. Bu hal Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde de sü­ rüp gelmiştir. Dede Korkut Oğuzları'nın atla nasıl haşır ne­ şir oldukları hikayelerin her satırından anlaşılır. Köktürk Ki­ tabeleri'nde atlardan bol bol bahsedilir. X. Yüzyılda, (98 1 -985) yılları arasında, Uygurlar'ın Tur­ fan ve Beşbalığ şehirlerinde bir gezi yapan Çin elçisi Vang Yen-tö ünlü Seyahatname 'sinde Türk kavimlerinde atın önemini belirtmiştir1 20• ·

Aşiret foklorümüzde atın önemli bir yeri vardır. At, destan kahramanlarının vefalı ve sevgili arkadaşıdır. Atı da kadın gibi, silah gibi namus bilen bir millet olarak Türkler) zafer yolunda uzakları yakın eden bu canlı vasıtaya tabii bir sevgiyle bağlanmışlardır. O kadar ki Orta Asya Türkçesi'n­ de, ava gitmek gibi, savaşa gitmeye de "atlanm.ak" deniyor­ du. 120.

Bahaddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çafıları, l. İst. 1971 s. 1 2 1; Türk­ ler'de atın önemi hakkında aynca bk. Faruk Sümer, Türkler'de Atçılık ve Bini­ cilik, İstanbul 1983.


94

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇER.İSİNDE DOGU ANADOLU

Sudan çıkan at motifi, Zeki Veli Togan 'ın söylediğine göre Türkler'e mahsustur. Milad yıllarında Çinliler'ce elde edilmesi bir muvaffakiyet sayılan bu su menşeli atlar, Türk­ ler'e komşu bütün kavimlerin aradığı atlardır. Abbasi halife­ lerinden ''Mu 'tasım, Vasık ve Mütevekkil zamanlarında (840-860) yılları arasında Arap devletlerinin idaresindeki Türk orduları büyük bir nüfuza sahiptir. Halifeler, eski adet ve an'aneleri içinde yaşayan Türkler'i aynı zamanda at yetiş­ tirmeye memur etmişlerdi. Bunlardan Kuttelan Bekleri at ye­ tiştirmekte meşhur olmuşlardı. Onların halifeler adına Bağ­ dat civarında yetiştirdikleri atların, göl aygırından türemiş olduklarına inanılıyordu. İbn Hordadbih 'in gölden çıktığını söylediği bu atları, El Birant de zikreder. Zeki Veltdt'nin söylediğine göre Amuder­ ya 'nın kollarından Vakfı havzasında, Rusta-Bik mevkiinde sudan çıkmış atlar hakkında hikayeler vardır12 ı . Milattan ön­ ce buralara gelen Çin seyyahları da bu rivayetleri kaydetmiş­ lerdir. Rusta-Bik atlan ile anılan bu atlar, dünyanın her tara­ fından Çin 'e ve Arabistan 'a yayılmışlardır122• Bir başka rivayete göre de : Kaf dağının altındaki Süt Gö­ lü 'nde hem uçan hemde yüzen atlar vardır ki bunların kü­ rekleri ve kanatları bulunur. Hızır, ölüme çare ararken bu atları görmüş, tutamamış, sonunda "Süt Gölü "ne şarap döke­ rek sarhoş etmiş dişi ve erkek bir çiftini tutarak kanatlarını koparmış. Efsaneye göre at nesli işte bunlardan türemiş­ tir. 123. Sudan çıkan bir at motifi bugün Anadolu'da yaşamakta­ dır. Kars'ın Şubatan köyündeki bir rivayete göre; dünya 121. Zeki Velidi Togan. L'munıi Türk Tarihine Giriş s. 16.103, 180; Şükrü Elçin, Halk Edebiyatı AraştırmalarıAnkara 1947,s.50 122. Şükrü Elçin, Halk Edebiyatı s. 50 123. Murat Uraz, "Türk Mitolojisinde ve Folklorunda Atlar", Türk Folklor Araştır· malan Dergisi, C. 18.Sayı; 348,s.8371. ••


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DO(iU ANADOLU

95

vaktiyle sularla kaplı imiş, sonraları sular çekilince atın ön ayakları gayet büyük iki tırnaklı ve yüzmeye elveriyle yüzgeç­ leri olan ahfadı karada kalmış ve iklim şartları değişince bu­ günkü şeklini almıştır ı 24. Bugün Azerbaycan ile Doğu Anadolu'da (Gence, Re­ van� Tiflis, Ahıska, Bakü; Kars, Erzurum, Bingöl, Malatya, M Jaş, Urfa ve başka illerde), 30'dan çok dağ gölü, halk ara­ sında olduğu gibi, haritalarda da ''.Aygır gölü " adıyla anılmak­ tadır. Deniz veyahut göllerden çıkan atlar üzerine bölge böl­ ge ve birbirine benzer efsaneler anlatılmaktadır. Urfa'nın Si­ verek ilçesinde ve Karacadağ üzerindeki ''Aygır gölü "nün bu­ radaki su aygırından alınan dölle bir köylünün kısrağından doğan cins tayı, ertesi yıl aynı kısrakla bu gölün kıyisına ge­ lip ikinci bir tay edinmek isteyen köylünün gözü önünde su­ dan çıkan aygırın ağzı ile kısrağı kapıp göle dalarak boğma­ sından su yüzüne yayılan kanlardan ötürü, aşiret ağızlarında 'Vola Gunin " (Kanlı Göl) diye anıldığı, yaygın olarak söylen­ mektedir 125, Kars'ın Boğa dağında bir ''Aygır Gölü " vardır. Rivayete göre su içmeye gelen kısrakları gölden çıkan bir aygır aşar. Erzurum'da Bingöl'den bir yıl doru, bir yıl kır olmak üzere çıkan bir aygırın dalaba gelen kısrakları aştığı söylenir. Ma­ raş'ta Göksu civarındaki Tekir suyiında birer aygırın bulun­ duğu ve karaya çıkarak kısrakları aştığı rivayetleri yaşamak­ tadır. 126• Yine Kars'ın Merkez Söğütlü köyündeki · aşiretler ara1 24. Şükrü Elçin, Halk EdebiyalL S.50. 125. M.Fahretıin J(Jrzıoglu, Kürtler'in Türklüğü, Ankara 1968,s.118, 1 19. 126. Şükrü Elçin, Halk EdebiyalL s.51. ••

••


96

TÜRK M İLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

sında söylenen bir diğer rivayete göre : Aygır Gölü, Küçük Zarşat bölgesinden Susuz nahiyesinde ve Kars-Göle şosesi ya­ kınındaki küçük, derin ve pek berrak bir göldür. Halk bu gö­ lün dipsiz olduğuna inandığı gibi, bu gölde en iyi cins atlann atası sayılan bir aygınn da yaşadığına inanılır. " Bu efsane Ela­ zığ' da da bilinmektedir. Türkler a rasında milattan önceki devirlerden bugüne kadar yaşadığını gördüğümüz atın bu su menşei destani eserlerde de dikkati çekiyor. Bazı destan kahramanlarının atları bu soydandırı27. Dede Korkut'taki Kanı Püre 'niiı Oğlu Bamsı Beyrek Destanında destan kahramanı Beyrek 'in deniz tayı Boz Aygır"dır 128. Köroğlu Destanında kahramanın atı, sulardan çıkan bir aygırın dölünden gelme bir kır taydır. Ka" natlanıp uçma yeteneği vardır129• İra.n'daki Mukri yöresinde­ ki göçebe Türk aşiretlerindeki meşhur "Koç Osman " desta­ nında ilgi çekici bir yarış atı vardır. Bu atın erdemleri des­ tanda sayıl ıp dökülürken, babasının bir c'ien iz aygın " olduğu belirtilir. Alman Doğu bilimcilerinden Oscar Mann tarafın­ dan derlenip yayımlanan bu destanın konumuzu i_l gilendiren şu parağrafını almakta fayda görüyoruz : '

"Dikkat edilecek olursa; efsanevi atlar, daha doğrusu Türk destan kahramanlarının atları genellikle beyaz renkli­ dir. Bunlar ya 'ak "ya"boz",ya da "kır" dırlar. Bütün Türk des­ tanlarında genellikle bu motif işlenmektedir. Mesela: Tadır­ gın- çor'un "Boz At"tır. İşbara Yamtar'ın ''Boz At"tır. Bayır­ ku'nun, ''Ak Aygır"dır. Kül Tiğin'in ''Boz At" ile ''Ak Atı " var� dır 130• 127.

Şiikiii Elçin, Halk Edebiyatı. s.51. 128. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, İst, ı971,s. 76: Aynca bk. Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkut Hikayeleri, İst. 1976,s. 7 1. 129. M. Necati Sepetçioğlu, Türk Desıanlan,İstanbul 1972,s.159. 130. Oscar Mann, Die Mundart der Mukr-i Kurden, Berlin 1909,s.353. .


TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE

DOGU ANADOLU

97

Zoya Tülek' in atı "Ak Tulpar" dır. Ay Böke'nin Ak Boz At"tır Kartaga Mergan'ın, "Kır At" tır rn . Manas'ın atı, "Ak Boz"dur Daha önce de belirttiğimiz gibi, Bamsı Beyrek'in " Boz Aygır': Köroğlu 'nun "Kır At" dır. Koç Osman 'ın "Kır ayır"dır Mem-i Alanın da " Boz Rahvan "dır. Bunlara benzer aha bir çok örnek verilebilir. .

;

.

.

Doğu Anadolu, Azerbaycan, Suriye, Irak ve İran bölge­ sindeki Türkmen, Azeri, konar-göçer veya yarı göçebe aşi­ retler arasında bilinen meşhur bir destan'da "Mem-i Alan " olup, bu desfanda da at motifi ön plandadır. Özellikle bölü­ cü ideologlarca istismar edilerek kullanılan bu destanın bir bölümünü aşağıda vermeyi uygun görüyoruz. MEM-İ ALAN DESTANI Halk arasında pek ünlü manzum bir eser ofan "MEM-İ ALAN DESTANI"nda sudan (denizden) çıkan at ile ilgili olarak malumat verilmektedir : "Bir gün gençler arasında deniz canavarları ve garibelerden söz açıldı. Bazıları devlerden söz ediyorlardı. Bazıları yılan hikayelerinden. Bazıları diyordu: Denizde, karadaki bütün hayvanların karşıtı var. Bazıları diyordu: Deniz dibinde bir hayvan var ki at bi­ çiminde, Bir yaşlı diyordu: Eğer Tanrı yiğidin bahtını açsa, Bir gün ele geçen o ata benzeyen canavar. 131. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri,

İst. 1973,s.26-27.


TÜRK MİLLJ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DO(;U ı\Nı\DOLU

98

Üstüne binesin ve inmeyesin günler, geceler boyu. Gide�, altı aya kadar hükmü vardır. Bazıları diyordu: Hükmü bir-iki yıldır. Küçük çocuklar yaşlılara kulak verdikçe. Göz altından gülüyorlardı, elleriyle işaretler yapıyorlardı. Diyorlardı: Hele bakın şu yaşlıların yalanlarına ! Deniz dibin­ de atların ne işi var ? O ne güçtür ki, yemeden ve içmeden bir-iki yıl gidebilsin? Bu büyük bir yalandır ki asla yatmaz insanın aklına! Böylece dağıldı delikanlılar medisi... Lafı uzatıp başınızı ağrıtmayayım, Mem'in yaşı erişti on beşine, Onu padişah yaptılar Mığriblilerin şehrine, Birgün Mem dört ayaklı tahtına oturmuştu, dağlardan yeni yükselen gün gibi. Yaşlı baba ve her iki kocamış amcanın buyruğuyla, çev­ resinde oturmuştu bin beş yüz delikanlı, bütün bey ve ağa çocukları. Bu gençlerin bir başkanı vardı, o da Mem'in teyze çocu­ ğuydu. Emer Beg'in dayı oğluydu. Mem onu geçlere baş yap­ mıştı. Adı "Bengin" di, yiğitlerin bir kurdu. Mem onu kendine ahret kardeşi seçmişti, candan ve gö­ nülden arkadaş O gün Bengin gördü ki, Mığribliler şehrinde büyük bir söylenti var. Herkes denize doğru koşmakta bir gürültü ve şamatay­ la. Bengin, birini deniz kıyısına gönderdi, dedi: Hele git bak, neyin nesidir bu ? ·


TÜRK

MİLLİ BÜJ'l' NLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGlJ i\;'l;i\DOl.C

99

Delikanlı az sonra döndü ve Bengin 'e bir şeyler anlattı. Bengin Mem'e doğru koştu, dedi: Kardeş, derler ki bir fela­ ket gelmiş balıkçıların başına.

)

Mem sordu: Neymiş? Ne felaketmiş?

Bengin dedi: ·Bugün balıkçılar atmışlar ağlarını. Deni­ zin birkaç yerine. Ağır bir şey takılmış ağlara. Şehir halkının hepsi asılmış urganlara. Bütün del ikanlıların ve erlerin çaba­ sına rağmen ne çıkıyor, ne de kımıkl ıyormuş. Mem hemen kalktı ve giydi ayağına papuçlarını. İndi avluya, deniz kıyısına gitti, yanında da öteki delikanlılar. Baktı ki, bal ıkçılarla birlikte çok kişi yapışmışlar ağların iple­ rine. Öyle bir çabayla ki hepsinin zordan elleri kan içinde. Balıkçıların gözü Mem-i Alan'a dokununca, dediler: Padişa­ hım ne yapalım, bu erlerin hepsi yorgundurlar. Bu meret ağ çıkmaz bir türlü. Ne de ipler kopuyor ki umudumuz kesilsin ağlardan. Hiç değilse sen yardımcı ol bize, belki senin nüfu­ zunla çıkaralım onları. Mem, Bengin'le haber saldı dayısı Emer Beg'e, geldi bütün yaşlılarla. Bengin geldi, bin beşyüz gençle iplere yapışmışlar. Çektiler ipleri dalgaların hofurtu­ su, şeritlerin ve iplerin şıkırtısıyla. Derken ağların altı çıktı meydana. Gördüler ki, ağların içinde bir canavar, at biçimin­ de. Tarri da yaşlıların a nlattığı kadar. O zaman Mem dedi ki: Yaşlıların sözü hep cevherdir, asla atılmamalı yabana, Yaşlılar bize, deniz dibinde bir canavar var, at biçimin­ de dedikleri zaman, biz diyorduk "yalan" inanmıyorduk o yaşlıların sözüne! " Destan b u şekilde devam eder. Mem, elde ettiği b u de­ niz atıyla birçok kahramanlıklar gösterir. Ata, ''Boz Rahvan " adını verir. Atından söz ederken, bazen "deniz tayı Boz Rah-


1 00

TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU J\NJ\DOLU

van •; bazende ''Boz At" demektedir 1 32. Mem-i Alan Destanı'nın menşei, diğer birçok Türk des­ tanları gibi milattan önceki tarihlere kadar iner. Kuşa)<.tan kuşağa aktarılan destan, İslamiyet'in kabulüyle "İslami" bir görünüm kazanmıştır. "Oğuz Kağan " ve "Cengiz Han 'a atfedi­ len destanların '1slamf" rivayetleri aynen mevcuttur. Bölge­ de yaşayan çeşitli Türk boyları arasında yaygın olan bu man­ zum destanın bazı derlemeleri; Albert Sacın, A. Van Le Coq, Oscar Mann, H ugo Makas gibi yabancı araştırmacılar tarafından da yayımlanmıştır. Ahmedi Hani 1 695 yılında "Mem-i Alan Des tanı '" ndan faydalanarak edebi bir dille "Leyla ile Mecnun" "Kerem ile Aslı", "Ferhat ile Şirin" gibi aşk hikayeleri tarzında aşiret ağ­ zı "Memiı Zin" isimli manzum bir eser yazmıştır133. Ayrıca Ahmet Faik tarafından Azeri ağzıyla "Mem o Zin"in Azeri Türkleri arasındaki rivayeti derlenmiş ve yayınlanmıştır ( 1 730)134. c. Atasözleri, Tekerleme, Bilmeceler, Türkü ve Maniler Edebiyatın diğer türlerinde de Türk kültür bütünlüğü il­ mi olarak ortaya kon ulabilir. Aynı ruhu, aynı inancı, aynı . mantığı taşıyan insanların sosyal hayatları kadar dünya me­ selelerine bakışları da elbette aynı olacaktır. Çeşitli edebi­ yat ve folklor araştırmalarında birçok örnekleri olmakla 1 32. I layri Daşbuğ "Kürt ve Zaza Türkleri'nin folklorunda Su Menşeli Atlar. Türk ·Kültürü, Sayı 242 (Haziran ı 983), S. 400 vd.; aynca geniş bilgi için bk. Mem-i Alan Destanı, İst ı978. 133. Ahmed-i Hani Mem-ü Zin (Hz. Mehmet Emin Dozarsan), İ st. ı975. 134. Ahmet Faik, Mem o Zin (Haz. Sım Dadaşbilge), İ st. 1 969.


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜ(; Ü İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

101

beraber, aşağıda bu düşünce yapısının ortaklığını ortaya ko­ yacak birkaç misalle yetineceğiz. Verilen örnekler bilmece, �asözü, tekerleme, türkü, mani gibi edebiyat türlerinde <jup Türk kültür bütünlüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

Bilmece : 1.

Dağda Süleyman gördüm Suda Suliman gördüm Yatır Koca taş gördüm. Tuzsuz bişen aş gördüm. (C. Koyun, balık, peynir, helva; Erzurum'dan).

2.

Dağda dileyman Suda Süleyman Ağır düşmüş taş Duzsuz bişmiş aş (C. Ayı, balık, ölü, helva; Azerbaycan'dan).

3.

Suvda Süleymanı kördim Köçadfı gfıdaymannı kördim Yumalap yatgan taşnı kördim Be tuz pişken aşnı kördim (C. Balık, tavuk, kavun, helva; Özbekler'den).

4.

Hırdan hıratman kördim Sudan Süleyman kördim Hayrılıp turgan tas kön.lim Tusuz pişken aş kördim.

(C. Değirmen, Un; Kazaklar'dan ).


1 02

TÜRK MİLLİ DÜTÜNLÜ(;ü İÇERİSİNDE DOCiLJ /\N/\DOLL'

Atasözü 1.

Azıcık aşım, kaygısız başım. (Erzurum/Şenkaya'da: Asacık aşım, kaygusuz başım.

Kars/Iğdır'da: Azacıh aşım, ayrımaz başım. Kumuk Türkleri'nde: Az aşım, aurumagan başım.)

Tekerleme 1.

Leylek leylek havada, Yumurtası tavada Çağırın gelsin et yesin Et yemezse der yesin Başın vurun kat yesin ( Erzurum, Alaca Köyü'nde).

2.

Leylek leylek avada Yumurtası tavada Aydi çağırın et yesin Et yemezse ot yesin ( Makedonya'da )

.

Türküler 1.

Elinizden elinizden Bir kurtulsam dilinizden Yeşil başlı ördek olsam Sular içmem gölünüzden (Kars/Tuzluca, Anadolu)

2.

Gidiyorum elinizden Kurtuluyorum dilinizden Yeşil başlı ördek olsam Su içmem gölünüzden ( Bulgaristan Türkleri'nde) .


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNQE DOGU ANADOLU

3.

l

1 03

Ç ıkayım elinizden Kurtulsam·dilinizden Yabani ürdek olsam Su içmem gö lünüzden ( Makedonya Türkleri'nde) .

!

Maniler: 1 . Meytup yazdım acele Al eline hecele Meytu p vehilim olsun Ay goynunda gecele ( Kars/Tuzluca) 2. Mektübimi yazdem acele Okuyamasen hecele Heceleyemesen Sok koynuna gicele (Yugoslavya/Ohri) .

3. Mektup Yazdim ecele At holuna ecele Mektup benim vekilim dir Al hoynuna gicele ( Kırım Tatarla rı'nda).

2.4. Din ve İnançlarda Birlik D in bir kutsal varlığa inanma ve bu kutsal varlık etrafın­ da meydana getirilen inançlar manzumesi ve ibadet şekill eri­ dir. İnsan düşüncesinin derinliklerine kök salmış kuwetli bir inançtan doğan din insanlığın bölünme z bir parçası ola­ rak gerek fertlerin gerekse düşünürlerin iradelerinin dışın­ dadır.


1 04

TliRK \1İLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

Kültür unsurlarından birisi olan din müessesesi, tarih boyunca etkisini göstermiştir. Bazen milletlerin hayatında tamamen yapıcı bir rol oynarken, bazen de milletler·din po­ tası içinde erimiş, benliklerini kaybetmiş, yok olmuşlardır. Din bir medeniyet unsuru olmakla beraber mille tlerin mane­ vi hayatında oynadığı yapıcı rol gözönüne alınarak kültür un­ surlarından biri olarak da kabul edilmektedir. Dinleri millet­ ler açısından milli dinler ile gayrımilli dinler olarak ikiye ayı­ rabiliriz. Milli dinler mensup oldukları milletlerin yükselme5inde büyük rol oynarlar. Milli olmayan dinler ise bir m ill e ti ümmet potası içinde eritir. Mesela Budizm Çin'de ki Tab­ gaç (To-pa) Türk hanedanının ve bir kısım Türkler'in Mani­ heizm Uygur hanedanının, Hıristiyanlık ise Türk'lerin Bul­ gar. Peçenek, Uzlar ve Kumanlar gibi büyük boylarının yok olmasına sebep olmuştur. İslamiyet ise Türk' tarihinde müsbet bir rol oynamıştır. Bunun Türkler'in büyük bir kitlesinin bir iki yüzyıl içinde Müslüman olması, Türkler'in İslamiyet'i kabul etmiş olan milletler arasında, devlet kademelerinde ön safa geçmeleri veTürk hanedanlarının hakimiyetleri kadar eski Türk inanç­ larıyla birçok ortak noktanın bulunmasıyla açıklayabiliriz. Birşeye inanmak insana güç verir, kuwet verir. H i<;bir insan, hiçbir topluluk herhangi birşeye inanmaktan vazgeçe­ mez. İnanç adeta bir tabiat kanunudur. Tarihte hiçbir dinsiz cemiyet göremiyoruz. Millet bağını kuvvetlendiren bir de­ ğer olarak din müessesesini milletler kendi dü�üncelerine, hayat felsefelerine, ruh yapılarına göre anlamı�lar, kendileri­ ne göre duymu�lar, kendilerine göre gerçekle�tirmi�lerdir. Bu suretle milletlerin hayatında yapıcı, etkili bir kültürel de­ ğer olarak devam edegelmişitir. Geçmişte İslamiyet, Türk mill i bütünlüğünün temel di­ reklerinden biri olmuştur. Günümüzde de İslam dininin


TÜRK

MİLLİ IlÜI'ÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOGt.: ANADOLU

1 05

esasları Allah inancı , Peygamber inanc ı, Kur'an-ı Kerim inancı, doğulusuyla batılısıyla bütün Türk milletini kucakla­ makta ve milli bütünlüğümüzün güvencesi olmaktadır. Türk kültürü yapısında eskiden beri varolan ve İslami­ yetle içiçe girmiş eski Türk inanç sisteminin birçok unsurla­ rı da milli bütünlüğü sağlayan gelenekleri oluşturmaktadır. Bu gelenekler Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki aşiretler ile Anadolu'nun ve hatta Orta Asya Türk toplumlarının ge­ lenekleri ile bir bütünlük arzederler. Bu bütünlük aynı kök­ ten gelen hir m illetin, sun'i çabalarla parçalanamayacağının ifadesinden başka birşey değildir. Bugün İslamiyet içine karışmış ve adeta islami bir hüvi­ yet kazanmış olan bu gelenekleri üç ana grupta toplayabili­ rız :

a) Atalar Kültü b) Yer-Su Kültü c) Ateş Kültü. a) Atalar Kültü Eski Türk inanç sisteminde atalar kültü, aile ocağı ve ateş kültü ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu üçlü birbirlerinden pek ayrılmazla r. Bilinen en eski devirlerden beri Türkler'in yap­ tıkları törenlerde ata ruhlarına tazim, oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Asya Hunları'nın, Lung-Ç'eng denilen yer­ de Haziran ayında yaptıkları törende135, Tabgaçlar'ın ilkba­ harın ilk ayında ülkenin doğu bölgesindek i taş ev de 136, Kök­ türklı:r'in "Atalar Mağarası1 37 nda yaptıkları törenlerde. ata ruhla rına kurbanlar sunulurdu. Türk kamları (şaman, haksı) -

'

'

115. i. Kafosoğlu. Türk Milli Küllürü,s. 289: W. Eberhard.Çin'in Şimal Kom�ula­ rı,s. 7tı:A İnan. Tarihte ve Buı=ün Şamanizm, Materyaller ve Ara�tırnıalar,An­ kara J'J<;-t,, 2. 180.

136. W.Fbcrh:m.L Çin'in Şimal Kom�uları,s.76 137. İ Kaf..: �nğlu Turk Milli Kultu�.289.


1 06

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

ata ruhları tara fından görevlendirildiklerine i nanırlardı138. Ö lmüş atalara duyulan bu saygı, onların hatıralarının yaşatıl­ ması hususunda Türkler'de değişik a detlerin meydana gel­ mesine sebep o lmuştur. Ma bedlere kadar giren " töz" ler bun­ lardan birisidir. Atalara ait hatıraların, eşyaların takdisi, ata ruhlarına duyulan saygı, Türkler'e has değişik bir evliya kül­ tünün � oğmasına yol aç mıştır139. Bugün Ana dolu' nun çeşitli bölgelerinde rahatça görülen evliya inan cının kaynağı, doğ­ rudan Türkler'deki atalar kültü il e ilgi lidir. Ö yle ki, Te­ ke-Ongun140 ve Konurbas Evliya gibi İsla m öncesi ulular, İş­ Iami devirde Koyun- baba, Koyuncu- baba Akkoyun-Baba gi­ bi adlarla devam etmiştir.

b. Ateş Kültü : Eski Türk inanç sisteminin belli başlı kültlerinden bi ri ­ si de ateş kültüdür. Tü rkler'de d ünyanın yar�·tılışı, bahar ve ateş arasında bir bağ kurulur. Bir şaman duasında görüldü­ ğü üzere bu üçlü birbirinden ayrı düşünülemez . Bu şaman duasında şöyle denilmektedir: " . . Yüce G ök- tanrı'nın ilk de­ fa gürlediği, yağız yer altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezen­ diği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve me­ lediği zaman sen yaratıldın!"141. Altay Türkleri' nde görülen bir efsanede de ateş, Tanrı Ülgen tarafından insanlara armağan edilmiştir. Bu bakım­ dan ateş kutsaldır 142. Yakut şamanistleri törenlerde kullanMircea Eliade, Shamanism, Arthak Tecnlques ol Ecstasy,Pıinceıon 1974,(11.­ Baskı), s. 1983,s.26 Yaşar Ocak, Bektaşi Menilubnimelerinde islim Öncesi inanç Motifleri, 139. A. İ stanbul, 1983,s.26. 140. A. İnan, Makaleler ve incelemeler Ankara, 1968,s.269. 141. A. lnan,Şamanlzın,s.70. ' 142. Bu Altay destanında Tann Ulgcn, kutsal ateşi çakmak taşı ile yakmış ve insanla­ ra armağan etmiştir(BkA.İnan,Şamanizm,s.66).

138.


TÜRK M İLLİ BUTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

1 07

dıkları ateşi çakmak taŞıyla elde etmeye çalışırlar. Bu ate­ şe, "eyi aut/mukaddes ateş"adı verilmektedir. Normal ateş ise 'nuçça out/Rus ateşi" adını taşımaktadır. Kuzey Altay Türkleri'nde gelin ile güvey gerdek gecesi ilk defa yaktıkları ateşi çakmak taşıyla elde ederler. '

-

Ateşin yeryüzünde güneşin tems�cisi olduğu kanaatı daha . yaygındır. Bunu Altaylı Türkler'de, "Kün ana körüp­ tür': Mişer Türkleri'nde "Kuyaştır and ediyorum ·: şeklinde yeminlerde, "Güneş ve aydan aynlmışsın!" şeklindeki şaman dualarında: görmek mümkündür. � Tanrı'nın bir armağanı olarak kabul edilen ateşe atfedi len bu kudsiyetinden dolayı gerek eski Türk toplulukların­ da, gerekse günümüz Türk topluluklarında ateşe tükürmek, ateşe küfr�tmek, ateşi su ile söndürmek, ateşle oynamak ke­ sinlikle yasaktır. İlbeyli Türkmenleri'nde ateşe işeyen çocuk­ lar azarlanır, hatta döğülür. Ocağa ayakkabısıyla basanlar azarlanır ı43. Doğu Anadolu Türk aşiretlerinde de aynı inanç­ ların dışında ocak etrafı devamlı temiz tutulur. Ateşin de­ vamlı yanması ve ocağın tütmesi için "kor" lar kül içinde sak­ lanır 144. Ateşin kötülükleri, hastalıkları kovduğuna, yok ettiğine de inanılırdı. Bununla ilgili olarak Bizans İmparatorları'n­ dan Justin 'in elçisi · Zemarkhos'un 568 tarihinde Köktürk­ ler'e elçilik görevi ile gittiği zaman karşılaştığı muamele ol­ dukça tipik bir misaldir. Türkler, Bizans elçilik heyetini yakı­ lan büyük ateşlerin alevleri üzerinde atlatmak suretiyle kötü ruhlardan tL :nizlemişlerdi 145. Buna benzer bir diğer olay da 143. Ali Rıza Yalman (Yalkın), Cenubta Türkmen Oymaklan,C.l.,Ankara 1977, s.61. ı44. �ahmut Rişvanoğlu, Dotu Aşiretleri ve Emperyalizm,İst. 1978,s.168. 145. 1. Kafesoğlu, Eski Türk Dini,lstanbul 1980,s.25;Ahmet Caferoğlu, • Azeri Lehçe­ sinde Bazı Moğol Unsurları I." AYB C. 1 (1 932), s.217. .

.


1 08

TÜRK MİLLİ DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

Plano dö Karpini'nin Kumanlar'a yaptığı elçilik görevinde meydana gelmiştir. Kuman Hükümdarı Bata'nın sarayına kabul edilmeden önce elçilik heyeti iki ta raflı yanan ateşler arasından geçirilerek kötülüklerden temizlenmişlerdir 146. Ergenekon/Nevrüz bayramı ve H ız ı r N ebi törenlerin­ de de bahsettiğimiz gibi Türkler arasında günümüzde de hayli yaygın olan ateş üzerinden atlama geleneği doğrudan doğruya ateş kültü ile ilgili olup, kötülüklerden temizlen­ mek gayesiyle yapılmaktadır1 47. Hastaların alazlanması, tüt­ sü yakılması, kurşun dökülmesi, üzerlik yakılması hastalıkla­

rı koğmak için yapılan adetlerdendir.

Ateşten atlatma geleneği hayvancıl ı kla meşgul olan Türk topluluklarında hayvanlara da uygulanır. Yayla zama­ nı sürüler teker teker ateşin üzerinde atlatılarak yola düşü­ 48 lür 1 . Ateş küllerinin evin içine veya evin içinden dışarı sü­ pürülmesi geleneği de doğrudan ateş kültü ile alakalıdır. İs­ tanbul köylerinden Değirmen/Gerrniyan köyünde Hıdırel­ lez sabahı evlerin çevresine kül dökülür. Bu adet, yılan, çı­ yan gibi zararlı hayvanların sokmaması için yapılmakta­ dır1.ı9. Mart ayının birinci gün ü ise Kırşehir'de, "Mart içeri, dert dışarı!" temennisiyle bir kürek kül sokağa atılır150. Kül dökümü ile ilgili değişik bir adet de Maraş'ın Elbis­ tan ilçesinin Maraba/Çatova köyünde görülmektedir. Aile 146. Ahmet Caferoğlu, "Azeri Lehçesinde Bazı Moğal Unsurları ı.·. s.217. 147. Ateşten atlama geleneği ile ilgili olarak bayram törenleri anlatılırken bilgi veril­ miştir. Aynca bk. \tahmut Rişvanoğlu. � A�irdleri ,�. 169; isparta i l Yılhjtı 1967, Ankara 1968,s. Hl!; Ali Rıza Yalgın. "Lludağ Türkmen Etnoğrafyası 4) Yerleşmeler, 5) lsı-lşık",T.F.A.Sa}ı 1 0 (\fayıs 1 950).s. 152: Selim Sami İşçiler, "Tekirdağ'dıİ Hıdırellez",T.F.A.Sayı: 47 (l laıiran 1953)s.747. 148. M. AbdulhalOk Çay, Anadolu'da Türk Daınga�ı..",s.93-94. 149. Nedim Orta, "Değinnen/Genniyan Köyünde Hıdırellez"TFA,Sayı: 130 (Mayıs 1960) s.2145. 150. Veysel Arseven "Kıqehir'de İnanmalar",TFA. Sayı: 81 (Nisan 1 956) s.2294. .•

,


TÜRK

MİLLi DÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOGL !\'.\!!\DOLt.:

1 09

reisi çok sevilen kız torununun saçından kestiği bir parça ile sığırların kuyruğundan kestiği bir parçayı bir · tütsü kabına . koyarak yakmaktadır. Bu sırada yılın bereketli geçmesi, in­ sanların ve hayvanların sağlığı için dua okunur ve etraf tüt­ sülenir. Daha sonra küller "Al hıdırellezini de ver yazımız ı ! " denilerek dışarı atılır 1 5 1 . Batı Trakya Türkleri'nde, Dobruca Türkleri'nin Hıdı­ rellez'i hıristiyanlardan önce karşılamak için yaptıkları ''Ya ­ vuryüzü " törenine benzer oldukça enteresan hir gelenek da­ ha vardır. Paskalya törenlerinden önceki gece. Türkler ol­ dukça büyük bir ateş yakarlar. Büyük küçük üzerinden atlar­ lar ve bu sırada şu tekerlemeyi coşkuyla söylemektedirler:

"Gavurun başı hamur, Türk'ün başı demir!"152 . Halk arasındaki rivayete göre bu tören Yunanlılar' ın kötülüklerinden korunmak için atalarından kalma bir <1det­ dir. Ateş kültü ile yakından münasebetinin olduğunu gördü­ ğümüz sinsin oyunu bize eski bir ayinin ba kiyesi gibi gelmek­ tedir. A. Yaşar Ocak 153'ın ''Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli"den naklettiği olay bu münasebeti açıkça ortaya koymaktadır. Menakıbname'ye göre Hacı Bektaş bir gün abdalları ile bir­ likte Hırkadağı'na çıkar. Emri üzerine çalı çırpı toplayıp bü­ yük hir ateş yakılır. Hacı Bektaş ayağa kalkıp semaa başlar. Müridler kendisini takip ederler. Tam k ırk kere semfüı y<1ni dua ve ilahiyle raks ederek ateşin etrafında dönerler. Aynı tarz semaa "Viltıyetname-i Otman Baba "da da tesbit edilmiş-

151. Bu bilgiler Elhisıanlı Al Akhaş'tan, dedesi Bayram Çavuş'un bahar başlangıcın­ da yaptığı bir adeti anlatması ile öğrenilmiştir. 152. Abdürrahim Dede, s. 127. 153. A. Yaşar Ocak, s. 186.


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

1 10

tir 154. c. Yer-Su

Kültü:

Eski Türk inancına göre her dağın, her pınarın, göl ve 55 ırmakların, ağaç ve kayaların"izi" (Sahipleri) vardır1 . Erge­ nekon/Nevruz törenlerinde su üzerinden atlama, birbirleri­ nin üzerine su serpme, nevruz' da soğuk su ile yıkanma, yeni­ gün suyu ile yüz yıkama, hayvanları sulama, su dolu-ana mo­ tifi bu eskrTürk inancının devamlığını göstermektedir. Tunceli bölgesinde Türk aşiretleri arasında su başında yapılan bir and töreni görülür. Aralarındaki a nlaşmazlıkları çözmek için aile reisleri bir su başında toplanarak suya oni­ kişer taş atarlar ve antlaşırlar1 56.

Dağbaşlanndaki Tillo, Munzur, Keloğlan ziyaretleri, Hunlar ve Köktürkler'deki gibidir. Dağıstan-Azerbaycan ve Türkiye'de de yüce dağbaşları ve tepeler üzerinde "Uğuz" denilen ve uzun boyluluğundan uzun mezarlarda yatan evli­ yaların vatlığına inanılır. Doğu Anadolu' da bu inanç ve gele­ nekler çok yaygındır:. Bu gibi "dağbaşı yatırları" nın mezarla­ rı başında koyun ve sığır sürülerini de dolaştırıp, kurbanlar keserler. Davul-zurna veya ağızdan söylenen türküler ile topluca kadın-erkek bir arada oynarlar. Topluca yemekler yiyerek şenlik ederler. Türkmen ve Yörükler'de de, bu gele­ nekler vardır. Diyarbakır yanında Til-Alo (Ali Tepesi), Tun­ celi'de "Munzur-Baba", Elazığ'da "Hazar Baba" ve Kars'ta Arpaçay'ın ilçe merkezi Zarşad'ın güneyinde Okçuoğlu kö­ yü tepesindeki, ( 1 877 den önceki "Erzurum Salnameleri'n­ de de anılan) "Keloğlan" adlı yatırlar çok ünlüdürler. 154. Aynı yer. 155. Abdulkadir İnan, Şamanizm, s.67; Aynı yazar, s.489. 156. Naşit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor,s.82.

Makaleler ve incelemeler,


TÜRK MİLLİ DÜTÜNLÜGÜ İÇERiSİNDE DOGlJ ANADOLU d.

111

Doğumla İlgili İnançlar:

Doğum sırasında ve sonrasında gerek anne için ve ge­ rek çocuk için en büyük tehlike olarak kabul edilen alkarası, al-bastı kötü ruhu ve bununla ilgili inanç; Türkler'in çok es­ ki devirlerden gü·n ümüze kadar gelen hata Anadolu ve Ana­ dolu dışı Türkler arasında yaşayan önemli bir folklor unsu­ rudur. Kırgız-Kazaklar'ın iki türlü albastı tasavvurları vardır: Sarı ve kara albastı. Bunlardan sarı albastı, hu Türk toplu­ luklarının inançlarına göre bazan bir kadın, bazan bir tilki ve bazan da keçi şeklindedir. Kırgız-Kazaklar'da görülen bu al!Jastı inancı Başkurt Türkleri'n de de aynıdır. Tuba-Uren­ ha Türkleri, albas adlı kötü ruhun hiç evlenmemiş bir kız­ dan doğduğuna ve keçi gibi bağırdığına inanmaktadırlar 157. Karakteristik bir Türk motifi olan al, albastı ruhu Orta ve Batı Türkleri'nde Albastı, Al-karısı; Osmanlı metinlerin­ de Albız; Urenha-Tuba Türkleri'nde Albıs; Altay Türkleri'n­ de Almıs; Yakut Tü,.kleri'nde Abası olarak bilinir. Baksı/Şa­ man/Kam'lar genellikle albastıyı keçi suretinde görmekte­ dirler. Bu inançla ilgili lohusa yanında çeşitli törenler yapıla­ rak albastı anne ve çocuktan uzaklaştırılmaya çalışılır. Miro­ piev'in teshit etmiş olduğu böyle bir törende baksı bir yan­ dan ilahi okur, diğer yandan bir koyun ciğeri lohusanın ciğe­ ri yerine albastıya verilir. Tesbit edilen bu baksı duası şu şe­ kildedir:

''Ey şeytanlar, şeytanlar, Bu ciğeri alınız. ı57. Abdülkadir İnan, Şamanizm,s. ı69,170,172.


1 12

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÔÜ

İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

Buna kanaat ediniz Bu kadını öldürmeyiniz Zarannızı dokundurmayınız. Koyun ciğeri size kafi. değil mi ? Bu koyun ciğerini ciğer saymıyormusunuz ? Eğer öyle ise, elime kılıç alınm Hesapsız ruhlanmla Size hücum ederim "158 Kırgız-Kazaklar'da keçi şeklinde görülen albız 'ın Uluğ Kem nehri civannda yaşayan Tuba-Urenha şamani Türkleri'n­ de keçi gibi bağırdığına inanılması ile Anadolu Türkleri 'nde al­ bızın fena sesle bağmnası "ı59 ve bu inançla ilgili törenler bü­ yük benzerlik arzetmektedir. Kısır kadınlarla ilgili·eski devirlerden beri bir takım ge­ lenekler vardır. Kırgız-Kazaklar'da kısır kadınlar bozkırda buldukları tek bir ağacın altında veya bir kuyu pınarı başın­ da koyun kurban ederek sabahlarlar ve Tanrı'dan çocuk di­ lerlertli ı60. Rus bilgini V.M. Sisoyev'in Azerbaycan'da bu­ nunla ilgili bir tesbiti şudur: "Nahçıvan'ın doğusunda eski mezarlık civarında kırmızı taştan yapılmış uzunluğu 150 cm. genişliği 40 cm. olan kıvrık boynuzlu bir koç heykeli vardır. Bölgede kim bu koçun ayakları arasından sürünerek öbür ta­ rafa geçerse mutlaka çocuğu olacaktır şeklinde bir şa iya ya­ yılmıştır. Çocuğu olmayan kadınlar sık sık buraya gelir­ ler"ı6ı. 158 . Abdülkadir İnan. Malıalaleler ve incelemeler s. 259-260

159. Abdülkadir İnan. Makaleler Ve lnı:elemeler, s. 261-262. 160. A. İnan , Şamanizm, s. 168. 161. R. Efendiyev,Daşlar Danışır s.20. ••


TliRK

\.fİI .Lİ BCiTÜNLÜGC: İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

1 13

İşte hu eski Türk inancı bugün de Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Nitekim Gaziantep çevresinde ki ve M�raş aşiretlerinden Rişvanlar'da bu ':.41 kansı " inancı hakimdir. Lohusa kadının yastığının altına bir demir parçası veya bıçak koyarlar. Çünkü yukarıda da izah ettiğimiz gibi Al karısı demirden korkar. Ayrıca bunun yanında içinde du­ alar yazılı ''Betik"veya muskalarda bulundurulur. Yine lohu­ sa kadın üstünde veya başında mutlaka kırmızı renkli bir yaşmak veya kumaşın bulunması ve kocasınında elbisesin­ den bir parça bulunmasının "Al karısına" karşı koruyucu bir tesiri olduğuna da inanılır. Lohusa, kırkıncı gününü tamam­ layıncaya kadar yalnız bırakılmaz. Doğan çocuk için yapılan adetlerde dikkat çekicidir. Doğan bebe'nin yüzüne sarı bir örtü örtülüp, "Alkarısının" çocuğu boğmasından veya kaçırmasından korunur. Çünkü Al karısının sadece lohusa için değil, çocuk için de tehlikeli ' olduğuna inanılır. Bebe kırkıncı günü tamamlayınca Riş­ van 'da ve Barak Türkmenleri'nde "Kırklama" diye özel hir hanyo yaptırılır. Şöyle ki: Bazı yerlerde tuz, şeker karışımı iyice un haline getirilir ve çocuğun üzerine iyice sürülür, da­ ha sonra "Kurt" başı banyo yapılacak su ile temas ettirilir, sonra bu su ile çocuk yıkanır. Bundan maksat da kurt başı ile temas ettirilen suyla bir çocuk yıkansa hasta olmaz inan­ cıdır (bu tip gelenekler özellikle . kent'lerde pek az yapılmak­ tadır). Çocuğa nazar değmesin diye beşiğin üzerine veya el­ bisesine mavi boncuk ve Kurt tüyü takılır. Anne adaylarıyla ilgili çeşitli inançlar da tesbit edilmiş­ tir. Bunla rdan birisi bir tekkeyi veya yatırı ziyaret eden müs­ takbel annenin eliyle yatırın neresine dokunursa, doğacak çocuğunun orasında bir "ben" veya "leke" olacağına inanılır. Bu inanç Amasya, Elazığ, Erzincan, Erzurum ve Tokat'ta


1 14

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

tesbit edilmiştir. Anadolu'da görülen diğer bir adette hami­ le kadına ölü yüzü gösterilmemesidir. Bu gelenek, do�acak çocuğun solgun yüzlü olmaması için konmuş görünmekte­ dir. Bu gelenek Tunceli-Pertek, Artvin/Borçka, Rize/Pa­ zar, Ordu/Perşembe, Kırklareli/Vize, Aydın/Bozdoğan gi­ bi bölgelerimizde yaygındır.

e. Ölümle ilgili İnançlar : Ölümle ilgili olan Türk inançları oldukça zengindir. Ko­ yun/koç motifi bu inanç şeklinde de büyük rol oynamakta­ dır. En eski Türk boylarından olduğu bilinen Ti-e-le'ler'de cenaze merasiminde koç kurban edilirdi. Bu kurbanın canlı olarak gömüldüğü bilinmektedir162• İslam öncesinde yoğ/­ yuğ denilen cenaze törenleri hakkında en fazla bilgiyi Kök Türkler'den toplayabiliriz. Kök-J'ürkler'de görülen Yuğ me­ rasiminde ölenin akrabasından her biri koç/koyun ve atlar kurban ederek, cesedin bulunduğu çadırın önüne getirirler­ di. Ölünün külleri gömüldükten sonra üzerine taşlar yığıla­ rak bir höyük yapılır, bu höyüğün başına da bir direk dikilir­ di. Direğe ise kurban edilen koç, koyun ve at gibi hayvanla­ rın başları asılırdı163. Kök-Türkler'de görülen bu gelenek es­ ki Chou Türk Devleti'nden beri bozkır Türk topluluklarında devam etmekte idi164. Bugün Türkmenistan ve Kazakistan'ın birleştiği Man­ gışlak bölgesinde yaşayan Türkmenler, bu geleneği devam ettirmekte ve mezarlarına koç başları koymaktadırlar. Türk­ menistan' da Türkmen Noh\ırlu aşiretinin mezarlığında cena­ ze gömüldükten sonra, mezarın üzerine koç boynuzu koyma 162. E.F.sin "İslimiyctıen Önce Türk Kültürü Tarihi ve İslama Giriş",Tiirk Kültiirii El-IÇitaba, Seri: 11,Cild:l/b, İstanbul 1978,s. 723. 163. A. İna n,Şamanizm,s. 1 78. 164. E. F.sin, a.g.m., s.111.


TÜ RK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

1 15

geleneği halen devam etmektedir ı6.5_ İslamiyet'ten sonra bi­ le Kırgız-Kazaklar'da beğlerin mezarlarının etrafına birkaç tane kesik koç kafası korlardı. Bu koç kafaları o mezarda önemli bir kişinin yattığını gösterirdi. Anadolu'daki koç/koyun mezartaşları ile ilgili olarak Dersim/Tunceli bölgesinde yaşayan Alevi-Zazalar ile Iğ­ dır'ın Karakoyunlu köyündeki yerli Şii Caferi Türkler'in, bu eski geleneğin bir devamı mahiyetinde ölülerin mezarları üzerine erkekse koç kadınsa koyun heykeli diktikleri bilin­ mektedirı66. Mateme iştirak hususunda Anadolu'da ölü evini yoklat­ ma adı verilen gelenek halen devam etmektedir. Konya ve Van'ın bazı köylerinde ölü evine koç, İmranlı ve Zara'daki Türk aşiretleri koyun göndermektedirler ı67.

f Yağmur Duası ve Cada/Yada-taşı inancı: İslamiyet öncesinde ve sonrasında Türkler'de mevcµt olan yağmur yağdırma duası gibi törenlerin en önemli unsur­ larından biri, eski kamların elinde yağmur yağdıran bir güç olarak cada/yada denilen taşın bulunmasıdır. Kırgızlar bu taşın koyunun karnında bulunduğuna inanrpaktaydılar 168. Yağmur yağdırma törenleriyle ilgili bir çocuk oyunu ni­ teliğinde olan Çömçe gelin/kepçe gelin oyununda çocuklar söyledikleri türkü ve ilahilerde kurban olarak koç/koyun 16.5. N. Diyartıekirli, Hun Sa nat ı, İ stanb ul ım,s. 94- 193. 166. M. AdulhalUk Çay, �runceli Mczartaşlan ve Türk Kültüründeki Yeri Türk Kültürü Araştınnalan XXIIl/1-2,l?ror.Dr.lbrahim Karesoğlu' nun Hatırasına Annağan,Ankara 1985, s. 153 vd. ı67. Müjgan Üçer,"Sivas'ta Yoklatma" l.Ul\lslararası Türk Folklor Kongm;i Bildi­ rileri,C.IV.,Ankara, ı976 s.364-36.5. 168. A. İ nan, Şamanizm, s. ı64,ı79; Hikmet Tanyu, Türkler' de Taşla ilgili inanç­ lar,Ank.1968, s.70. ".


1 16

TÜRK MİL.Li BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÜU ANADOLU

adağını d ile getirirler169• Gaziantep çevresinde 1 70 çömçe ge­ lin törenleriyle ilgili olarak şu türkü tesbit edilmiştir :

"Çömçe gelin ne ister, Çömçe gelin su ister, Ver Alltıhım! ver! Yağmur ile sel... Koç koyun kurban Göbekli harman. . . Yaz yağmuru yalancı, Gavur kızı dilenci, Bir buğdayı beş etmiş, Altmış kazan aş etmiş, Ver Al/ahım! ver! Yağmur ile sel ! Koç, koyun kurban, Göbekli harman.. " Bu çömçe gelin türküsünün çeşitli varyantlarında da aşağı yukarı tem'a aynıdır. Mesela:

Çömçe gelin çöm ister Allah 'tan yağmur ister, Beğlerdeİı para ister, Hanımlardan yumurta ister. " (Erciş'te söylenen dua) ****

"Godi godi gördünmü Godiye selilm verdin mi ****

169. A. İnan. Şamanizm, s.164.

170. A . İnan Makaleler ve incelemeler, s.400.


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

117

Godi sizden ne ister, Bir sulu yağmur ister Yağsın yağsın gÖl olsun Dört yanımız sel olsun" ... Amin (Kars Söğütlü köyündeki söyleyiş). ****

"Çömçeli gelin ne ister Allah 'tan rahmet ister, Bir kaşık yağ ister. Bir kaşık bulgur ister. Ver !)ilahım ver Yağmuruna sel. . . (Gaziantep Aşiretlerinde). ****

Irak/Musul Türkleri'nde bunun bir eşi görülmektedir. Bu törene orada Çemçeli-kız denilmektedir. Musul'un Tela­ fer ilçesinden derlenen aşağıdaki türküde de koç/koyun kur­ ban vaad edilmektedir 1 7 1 •

''Alla bir yağış ola, Kare aba yaş ola, Paşaoğlu geçende, . Kundurası yaş ola..

Hey çemçele çemçele Çemçe/em yağış ister, Hüseyni yağlamaya, Beşiği bağlamaya ****

Verene Alla versin Venniyene de versin Oğlu küreden dursun Kızı hellıele versin

Ver Al/ahım ver! Yağmurunnan sel, Koç koyun kurban Kübegli hannan. "

171. Ata Terzibaşı, "Irak Türkmenleri Arasında Yağmur Duası Törenleri",l Ulusla rarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri,C.IV.,Ank,1976, s.300. .

­


1 18

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

Yağmur yağdırılması törenleriyle ilgili olarak Ürgüp'te hata yaşayan iki gelenek tesbit edilmiştir. Bunlardan biri Çömçe Gelin adetine benzemekte ve . Yağmur Gelin adıyla bilinmektedir. Genellikle fakir kızlar arasından seçilen ya·ğ­ mur gelin, yanında bir arkadaşı ile birlikte mahalleleri ev ev dolaşarak şöyle bir tekerleme söylemektedir1 72 :

"Yağmur gelini yağ ister, Telaıede hamur, Bir batmanak bal ister Tarlada çamur, Koyun kuzu ot ister, Ver Al/ahım ver, Öksüzler ekmek ister, Bir sulu yağmur... " Bu tekerlemeyi duyan ev sahipleri bir desti suyu kalbur üstünden dökeder ve yağmur gelinine bulgur, yağ vb. gibi yi­ yecekler hediye ederler. Ürgüp'teki yağmur yağdırılması ile ilgili ikinci gelenek ise "koyun-kuzu meletme"dir. Halk kasabanın önünde geç­ mekte olan dere kenarında toplanırlar. Derenin bir kenarı­ na kuzular, diğer kenarına 'da koyunlar getirilir. Kuzular ve koyunların suyu geçerek birbirlerine girmeleri çobanlar tara­ fından engellenir. Analarına kavuşmayan kuzular, yavruları­ na kavuşmayan koyunlar bunun üzerine melemeğe başlar­ lar. İşte bu sırada orada hazır bulunan Hoca, ''Yarabbi bizim yüzümüze bakıp yağmur venniyorsun, bari şu ağızsız, dilsiz hayvanlann yüzüne bak da. yağmur ver on/an otsuz, kuzulanm sütsüz bırakma " şeklinde dua eder, daha sonra bir muska ya­ zılarak dereye bırakılır ı 73. Konya'da da yağmur duası ve çömçe-gelin geleneğine rastlanmakta olup, mahalli olarak çocukların oynadıkları oyuna ''kelis adı verilmektedir174 1 72. Mahir Öı.sağdıç, "Ü rgüp"te Yağmur Duası",T.F.A..Sayı: 193., (Ağustos 1%5), s. 3815-3816. 173. Mahir Öı.sağdıç, "Ü rgüp'te Yağmur Duası", 3815-381 6. 174. Mehmed Halid Bayri, "Konya'da Yağmur Duası,"Tanndağ,Sayı: 10 (10 temmuz 1942),s.9. ·


TÜRK MİLLi DÜTCNLÜÜl: İÇERİSİ:'\DE DO(iL l\:'\ı\I H l l .L

1 19

2.5. Gelenek ve Güreneklerde Birlik 2.5 . 1 . Tarih Boyunca Türkler'de Bayramlar Bayramlar her millete görülen ve toplumun bütün fert­ leri tarafından benimsenen ve gününde bütün imkanlarıyla halkın katıldığı ortak adetlerdendir. Bütün bayra mların dini veya milli bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir ha­ tıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatta n doğduğu bilinmektedir. Her dinin ve özellikle Türkler'de milli bir din haline gelen isl<i m iyet'in eski hayra nı ve ayinleri paga n dö­ nemi gelenekleri ola rak kabul etmesi tabiidir. Ancak İsl[ı m i­ yet'i sathi biçimde kabul etmiş olan ilk M üslüman konar-gö­ çer Türk Toplulukları, sürgün avı, toy, şölen, yuğ vh. gibi adetleri İslamiyet'e rağme n bu dinin yeni bir unsuru olarak devam ettirmişlerdir. Bu an'aneler çeşitli Türk topl ulukların­ da birbirlerinden çok az farklarla günümüz Türk dünyasına bir kültür mirası olarak intikal etmiştir. Özellikle yeni-yıl, yıl­ başı, yeni-gün gibi adlarla ifade olunan bahar bayramları ve adetleri Türkler arasında coşkunlukla kutlanıla gelmiştir. Bu bayramlar, çeşitli Türk topluluklarında değişik adlarla anılmışlarsa da, ancak kutlama törenlerindeki an'a neler, inanışlar, törenler, küçük farklılıklarla bir bütünlük göster­ mektedir. Bayram teriminin anlamı DLT'de, "Bedlırem, lıalk ara­ sında gülme ve sevinme, hir yerin ışıklarla ve çiçeklerle hezcn­ mesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesidir" 175 şeklinde veril­ mektedir. Sevinçli günler yani bayramlar oldukça çeşitlidir. Bayramları genel olarak ferdi, dini ve milli bayra mlar ol­ mak üzere üç ana kategoride toplayabiliriz. Ferdi bayram­ lar arasında çocuğun doğması, sünnet düğünü, evlenme sayı­ labilir. Dini bayramlar toplumun bütün fertlerine malolmuş 175. Kaşgarlı Mahmud, Divani Lü�at-it Türk,çev, Besim /\talay, 1939), s.263,484; C.IIl.,(/\nkara 1941), s. 176.

C.L.(/\nkara


1 20

T L R K \!İLLİ BLTÜ :--.J L C (; C

İ<,'l ·: RİSİ:\DL DO(iL J\:\/\DOLL

hayram l a rd ır. M üsl ümanlar'ın Ramaza n ve Kurhan bayra m­ ları H ıristiyanların Noel hayram la rı hu t ü rden bayriı mlar­ dı r. B ir de hunların dışında h a l k ı n haya t ından, hayat felsefe­ sinden, v icda n ından doğmuş hayra m la rla tabiat ı n değişme­ sinden kaynaklanan, toplu m a malolmuş m illi hayramlar var­ d ı r. M illi bayra mlar ya hel l i zama nla rda yapılan ayin ve tö­ renlenJen iharettir veya tesadüfi olayla r dolay ısiyle ortaya çıkmış bayram la rdır. Belli zamanla rda yapılan ;iyin ve tören­ ler genel l i kle ilkba har, yaz ve güz m evsimlerinde ya pılan bayra mlard ı r. Eski Türk i mparatorlukları devrinde i lkhahar ve güz bavra m larının devletin resmi havra mı olduğuna dair çeşitl i Çi � kaynakları şa h i t l i k yapmakt;;d ır 1 76. Bun ların için­ de h iç şüphesiz, kışın soğuğu ndan, karından kurtuluş; yeşe­ ren. ca n hulan tahiata duyulan sevgin in şekillendird iği "ba­ har hayranı/arı " oldukça öneml·id ir. Baharın gelmesi şüphe­ siz her toplumd;ı büyük sevince sebep olur. Bu ha k ımdan her m i l let haharın gel işiyle ilgili ayrı törenler yapa rlar. Deni­ lebilir k i ta hiattaki değişiklikler tarih boyunca her m i lletin hayatı nda birer dönüm noktası olmuştur. M evs imlerin baş­ langıcı veya bitimi hu hayra m ların temelini oluşt urmakta­ dır. Bu şekilde hayranı günlerinin zamanla teshitinden son­ ra insa n l ar bu günlerde çeşitli törenler, ayinler ve eğlence şe­ kil leri ortaya koym uşlard ır. B u rada, m illi ve d ini· hayra mlar d ışında ta mamen eski Türk geleneklerinden kaynaklanan bayra mlara yer verilmiştir.

2.5.2. Türkler'de Ytlbaşmm Tesbiti Türkler'de yılbaşı ha h a r m evs i m i n i n ilk ayındadır. Bu­ n u n teshiti için önce hah a r m evsim i n i n girişi ile ilgili bazı fıdetleri, törenleri, inançları açıkla m a m ız gerekmektedir. Kış m evsimi çeşitli hölgelerimizde k ısaca "çile/çille ayı " ola­ ra k i fade ol unmaktadır. Aras hoyunda ise kış mevsimi üç 176. /\bdulkadir İ nan. Şanıaniznı,s.97; /\ynı yazar, faki Türk Dini, İ sıanbul 1976. s.-Mi.


TLRK VI İLLİ BLTL:\LC(; ü İÇERİSİ :\DL DOCi li i\'\,\ D O l . L

121

dönemde düşünülmekte, hunlara hüyük çile, küçük çile ve hayranı ayı gibi adlar vermektedirler. a. Büyü� Çile Gecenin en uzun olduğu 2 1 Aralık'tan sonra gelen 40 güne "büyük çile "denilir . Takvim bilgisi hakım ında 2 l Ara­ l ık-30 Ocak günleri "erbain" olarak adla ndırıl ır177. Kışın en uzun, soğuk ve sert geçtiği bu dönem "zemheri" adıyla da ifa­ <.fe olunmaktadır. Uzun kış geceleri genell ikle mahalli hir ta­ kım eğlencelere de sahne olmaktadır. h. Küçük Çile Büyük çilenin, erba in'in bitiminden sonra gelen 20 gü­ ne "Küçük Çile" adı verilmektedir. Genelde 30 Oca k'tan ha­ harın başlangıcı tarihi olan 22 Mart'a kadar olan süre "ham­ sin" olarak hilin ir178. Kışın oldukça sert geçt iği hir devred ir. Kars ve çevresinde hu dönemle ilgili olara k, 'Tendirden hese­ rem, küfleden çıkarsan der küçük çile, O 'na senin dalan ya::­ dır, der büyük çile" şeklinde hir darbımesel söylenmekte­ dir 1 7'J. Küçük çilenin son üç günü Iğdır ve çevresinde, Azer­ baycan 'da, Tunceli ve çevresinde oldukça yaygın bir inanç vardır. Bu "Hıdır/Hızır-nebi"in a ncıdır. Bir b,akıma hu. ba ha r törenlerinin başlangıcı sayılabilir. c. Hızır Nebi: H ızır inancı Türkler'de doğrudan doğruya ha harın gel­ mesi merasimi ile i lgili bir inançdır. Bu hususta oldukça ge­ niş hir a raştırma yapan Mirali Seyitoğlu/Seyiuov, yazın gel­ mesinin ister konar-göçer olsun, ister çi ftç ilikle uğraşan bü1 77. ·ı tini. Rumi. Miladi Yıllar ve Yılhaşı . ."Pirelli,Sayı : 52 ı78. Aynı yer.

ı 79.

(<kak l'J<ı'J). s. 7.

Nizamcttin Onk, "Aras Doyu örr ve İı.dclleıi; i\"cvrüz Bayramı", Tüı·k Kül­

tür,Sayı l 19 ( Eylül 1972) s. ı209.


1 22

TL RK MİLLİ BÜTÜ N LÜÜL İÇERİSİNDE DO(iU i\Ni\DOLU

tün Türk toplulukları için olsun hir hayat meselesi olduğunu belirterek havanın, toprağın ısınmasının mühim bir olay ol­ duğunu ifade etmektedir. Ona göre o yılın bereketli olabil­ mesi için özellikle iki hususun Türkler'ce afsunlanması ge­ rekmektedir. Bu iki unsur ''lw va"ile ''sudur"180 • İşte bu sebep­ le çeşitli Türk topluluk/an, yazı, önce karşılamak için çeşitli tö­ renler yapmaktadırlar. Böylece ağaçlann, bitkilerin, çiçeklerin yeşennesi, lıayvanlann kuzulaması, tabiatın canlannum, yeni bir hayatın başlaması mümkün olabilecektir. Bütün bunlara can verecek ise sıcaklıktır. Seyidov,

"Hızır, Hızır hız getir, Var dereden od getir.. Hızır'a Hızır deyirler, Hızır 'a çırağ koyurlar. " manisinden hareketle halkın H ızır'dan ne isteyehileceğini araştırma kta ve hunu "ateş kızgınlık, coşkunluk, kuvvet, kut" olarak açıklanmaktadır ı8 1 . H avaların ısınması, sıcaklık, o yı­ lın bereketli olmasına klifi değildir. Bereket için gerekl i olan ikinci unsur sudur. Se:y idov bunu da İ lyas'la açıklamak­ tadır_ Türk tefekkürünün ateşi yani sıcaklığı temsil eden H ı­ zır Nebi'yi karşılama törenleri yapmayı adet haline geti rmiş­ tir. Azerbaycan'da bu gelenekle ilgili olara k söylenen aşağı­ daki maniler bu anlamı açıkça ortaya koyabilmektedir182: 180. Mirali Scyidov. Azerbaycan :\l i:1k Tefekkürünün Gaynaııları,Bakü 181. 182.

1983. s. 1 03: Mirali Scyitoğlu/Scyidov. "Türk Boyları·nda I lıı.ır İnancı l" . . .Anrbaycan, Sayı: 239 (\1ayıs 1982).s. 10. Mirali Scyidov, Azerbaycan Milik..s. 104, 106, 107, Aynı yazar, " Türk Boyları·n­ da .... s. 10- 1 1. Mirali Scyidov, Azerbaycan Mifik.., 1 09-11 0; Aynı yazar, Türk Boylarında . s.

1 2-1 3.

.


TLRK �!İ LLİ OÜTÜ :'\LÜÜÜ İÇERİSİ�DE DOÔlJ i\Ni\DOLL

1 23

Hızır, Hızır hız getir, Var dereden od getir, Men Hızır'm neyiyenı, Birce bele tay 'ıyenı, Ayağının nalıyım, Başımn torbasıyam, ' Hızır'a Hızır deyirler, Hızır'a çırağ koyurlar, Hızır'a pay yığnıağa, Biz gelmişik hayman, Hızır battı palçığa, Çıkarttılar haraynan, Hızır-Nebi Hızır-İlyas, Bitti çiçek, oldu yaz. Men Hızır'm kuluyam, Boz atının çuluyam, Hızır gitti haynan, Bir kulanca tay 'man, Tay 'ı palçığa battı, Hızır yanmda yattı, Hızır Nebi, Hızır İlyas, Bitti çiçek, oldu yaz. Anadolu'da H ıdır/H ızır Nebi günü genellikle Zemhe­ ri'nin 27 si ile Şubat/Gücük ayının 3'üne kadar olan günler arasında kabul edilir. Iğdır ve çevresinde gündüz kavrulan buğday ezilerek bir tepsiye konulur. Bu tepsi sonra kimse­ nin girmeyeceği bir odaya yerleştirilir. H ızır Peygamber ge­ çerken atının ayağı değer, eve bereket girer şeklinde bir inanç hakimdir"!J. Gene bölgede bu inançla ilgili başka bir tören daha tesbit edilmiştir. Buna göre son harman buğda183. Nizamcııin Onk, "i\ras Doyu", s. 1209.


1 24

TC RK \I İ l .l .İ BCTC '\ l .C(; C İ (V Rİ Sİ '\ D I ' Do(iL A'\ADOl .L

yından tandır üzerinde saç konula rak boka kavu rga yap ılır. Kavu rga olarak yen ilecek ise, çok kavurulur. A nca k bundan pekmez ve şerbetle yoğrula ra k kavut yapılaca ksa daha az kavrulur. Kavu rga k i rkire denilen el ueğirmeninde çekile" rek kavut için ayrılır. Kavut temiz bir odaya bak ır bir tas içinde konulur. Yanında boş bir leğen, bir ibrik dolusu su, h iç kulla n ı lma mış bir havlu, bir ayna, bir t a ra k, küçük bir maşraha ve bir ka şık bıra k ı l ır. İ n a nca göre H ızı r bu eve gel­ d iğinde leğende abdest alacak, ibriğin suyu n u dökecek, hav­ luyla sil in ecek, aynaya bakacak, tarakla saka l ı n ı tarayaca k, tasdak i kavuta el i ni basacak, içine su döküp kaşıkla karıştı­ raca ktır. B u gelenek daha çok perşembeyi cumaya bağlayan gece ya şlı kadınlarca yapılmaktadır. Kavru l a n buğday ekim zamanında buğdayın içine karıştırılara k mahsülün bereketli ol ması temenn isinde bulunulur 1 8-t. H ızır'ın bir cuma gü n ü atına binip başka bir cuma günü a t ından inmesiyle ilgi l i olara k, son cu m a oruç, dil ek vb. gibi <l detler de görülür 185 . H ızır Nebi günlerinde "kos-kosa", "Ko­ sa gel i n" gibi eğlendirici oyunlar oynan ır. 20 Şubat'tan it iba­ ren Kars'ta " çile ç ıka rma" geleneği yaygı n dı r. Bugünlerde n iyet oyu n u n u n da oyna ndığı görülmekted ir 1 8('. Tu ncel i bölgesi Türk aşiretlerinde de 1 7 Şuba t H ızır bayra m ıdır. B uğday kavurma, kavut yapma geleneği burada da görü lür. H ızır Nebi gü n ü a kşa m ı m ezar z iyareti yapılır. Bu sırada çörek ve ekmek götürülür. Çörekler fak i rlere da­ ğıtılır. Ekmek ise köpeklere doğra nır. H erkes kendi a ile me­ zarlığına bir m u m d ikerek ayrılır. Eve c.kin üşte, evdeki yiye­ ceklerin üzerleri düzelt ilir 1 87. 18-l. Se rer Taslııwa. " (jii lyüzü Köyünde l lıdırcllcz". Kars Eli, Sayı: 5') ( 1 laziran ı 'Xı'i). s. 1 2. 185. \1 usıafa Turan. "Hıdır- Ellc1. (l lızır-İlyas)"" Kars Eli, Sayı 24 (l'enımuz 1966) .

1 8'ı. 1 87.

s 1 4. 1 l a yri Öıcl. Kars·ı a Çile Çıkarma". TFA.,Sayı: 2.�2 (l"enımuz ı970)., s.5672. '\a�iı Cluğ. Tunceli Medeniyeti Açılıyor, s.99 "


TL RK :YI İ LL İ B Ü T li:'\L L(; ü İ ÇER İ Sİ '.\DE DOCi L ı\ '.\,\DOLC

1 25

Van çevresinde ise Şuha t ' ı n ilk haftasından 27 Şubat'a kadar üç hafta süren törenler yapıl ır. Buna H ıdı r N ebi tö­ renleri den i r. Belirtilen günlerdeki ça rşa mbalara ayrıca önem veri l i r. Çarşam ba a kşamları buğday kavrulur, kavut yapılır. Buna ka raçörek otu karıştırılarak yen il ir. O geceler h i ç konuşmaksızın yatılır. Ertesi gün rüyada görülenler ta­ bir edilir, hayra yorulur. Ayrıca kavuttan yapılan çörek " çö­ .çe" dama kon u r. Çöçe'ği bir karga görürse, n iyetli n i n isteği olaca k demekt ir 188. d. Saya Bayramı : Kona r-göçer Türkmen toplulu klarının önemli günlerin­ , den birisi koyun u n doğum u sırasında ya pılan şenl iklerdir. Anadolu'da ve Azerhayca n 'da hu şen l i kler saya bayramı. sa­ ya k utluğu bayramı veya k ısaca saya olara k bilinir. Şükrü Elçin, saya geleneğini, uğur ve bereket i n temsili hir oyun olarak n itelendirm ektedir189. iju oyu n A nadolu'da çeşitli adlarla a n ıl m a ktadır: Saya, sayu, saytl, saya gezme, kö­ se oyunu ve kuzunun tüyü bitti gibi ı cxı. Saya bayramı, genelli kle koç-kat ı m ı'ndan son rak i 1 00. günde olur, B u da şubat başı veya orta larına rastlamaktadır. Çobanlar çeşitli hayvan kıl ıklarına sokularak, oha oha dola­ şır. Saya ile ilgili türküler söylen i r. Çobana her çadırdan he­ diyeler verilir. O gece topla nılara k yenilir. içi lir, eğlenil ir. Saya geleneği Kırgızla r'da da görülür ve bu bayra mla ilgili türkülere Koyucu batası c.len i r ı 9 1 . Orta Anadol u \la bu bayra­ ma oğla n . ca nla d ı tabiri de kullanılır. Ta klit develer yapı1 88. V a n i l Yıllıf!ı - 1 9<>7, An i.ara 181J. Şükrü 1 :k:in. l'JO. Ş ü l. rü L k:i n .

Anadolu

l 'Xı8. s. 81. Kii) Orta O)·unları (Kiiy Ti� atro,u),,\ ıık. ı•x..ı.s. 32-.H

' · 'J..12.33. l '> l . :vı. Fahrc l l i n Kı r11nğlu. " Koyuncu Tii rklcr"dc Saı a Sc ıı l i �i "' Kar,· ıa f \c rlı:­ ncn Sayacı Tii rl.ük ri".T.F•. \. Sa) ı : 1 15 (�ulıaı l'J5'J). '· 1 84 7- 1 84'1: ,\. Cı l c n ı�l u. " Azeri l lall. b lcbiyaıında Sayacı Sfül c ri " . AYH. Sayı: 35-3<ı ( i l . Tcsriıı - 1 . K;i­ nun l'JJ.t ). s. 153 vd.: Pertev '.\ aili Bor�ıav. " Saya- J\nadıı l u ve :\ıcrlıavraıı Türkle ri'nin Bir Yörük Bayram ı " , f"olklora Dof!ru, Sayı �2 ( Lyl ü l - l ' h i ııı ı•ıı:; ) . trc. Vedat Aydınoğlu. ' s. 3-5


1 26

TCRK VI İ l . Lİ B LTC '.\LC'(i C İC.,BlİSİ:\'DE DO(iL J\;\:ı\DOLL

b ra k veya develer süslenerek hayra m yapı lı r 1 'J2. Tokat ve ha­

va l isinde saya hayra mı davar yüzü veya koyun yüzü adıyla hi­ lin ir. A nadolu'nun çeşitli hölgelerinde Saya · bayram ı dolayı­ s ıyla söylenen türkülerden de m isaller vermek\isteriz. Arpaçay-Göle hölgesindeki Borçal ı Kazakları (Tereke­ meler ) ' n ın Azeri şivesiyle söyled ikleri Saya Türküleri 193 :

Salam-aleyk be,qler, Birbirinden yeğ beğ!er, Saya gelmiş sayanda, Sizden umar pay beğler,

A ç gitsin avanmız . Tok gelsin çovanmız Bolal.mı yağ, katığımz Olmasın yavammz,

Sayacıyı gördünüz mü ? Say yerine vard11ıız mı? Alnı tepe/ bir toklu Sayacıya verdiz mi?

Küresini koyunun Keresini koyunun A cımızdmı gezerik Çöresini koyunun

Saya saya sayadan Damızlığm mayadan Yaz gele, tez kurtula ?örnek, sürü yayadan,

Bu saya ya/ışı saya Bakar ü/kere, aya, Tanrım bereket versin Hem yokw/a lıem baya. .

Saya geldi gördünüz Safa olsun yurdwıuz Hak saklasın kem gözden, Ulanuı.rnı kıırdumız. 192 . M. Abdııllııı !!k

Çay, Anadolu'da Türk Danıııası, s. W. 193. \1. Fahrcııin Kımoğlu " Koyuncu Türkler"dc Saya Şenliği ve Kars· ta Derlenen S;.ıy;.ıcı Türhileri.11", TFA., Sayı: 1 17 ( l\"isan 1959). s. 1881-1885.


TLRK :vt İ LLİ IlÜTÜ i\"LLGl: İÇERİSİi\"DE Do(;t_; /\:\,\DOLL

c.

1 27

Cemreler :

Baharın gelmesi halk arasında ateş ve ısınma anlamına gelen "cemre" ile de ifade olunmaktadır. Cemre 20 Şubat'ta havaya, 27 Şubat'ta suya, 6 Mart'ta toprağa düşer ı'>-t. Bu sı­ rayla_ havanın, suyun ve toprağın ısınmaya başlaması anlamı­ na gelir. Bütün bu tesbitlerden sonra Türkler'de yılbaşı gününü, baharın başlangıcında aramak l<lzım gelmektedir. Gene tes­ bitlerimize göre ilkbaharın başlangıcı, mart ayıdır. DLT'de, Oniki hayvan l ı Türk Takvim i'nde yılbaşı 2 1 Mart yani Nev­ rCız'dur. Türkler bugüne "yengigün" demekted irler ı•ı5_ K.K. Yudahin'in eserinde 196 Kırgızlar'da "Nouruz"(Nevruz) günü­ nün Mart ayında olduğu ve yen i yılın ilk günü anlamına gel­ d iği ifade edilmektedir. Stanislas Julien'in 557-58 1 tarihleri olaylarını ihtiva eden ve Tchou Chai'dan aldığı notlar, yılba­ şının tesbiti bakımından oldukça önemlidir. Kaynakta veri­ len bilgiye göre, "Tukyular'ın takvimleri yoktu, yılları ağaçla­ rın yeşillenmesiyle hesap ederler" 197 idi. Bu bilgi açıkça Türkler'ce yeni yılın, tabiatın yeşermesiyle başlatıldığını gös­ termektedir. 843 yılı Mart ayında Çin İmpara toru Wu-t­ sung, Kırgız Kağanı'na gönderdiği mektubunda şöyle de­ mektedir: "şimdi ilkbahar mevsimindeyiz" ı98• Bu ifade Mart ayının baharın başlangıcı olduğunu göstermektedir. ı94. "Hicri Rumi, Miladi Yıllar ve Yılbaşı", s. 7; İ smet Konur. " Cemreler" i nanç, Sa­

yı: 23-25 (Ocak-Şubat 1939), S. 19; Azmi Güleç, " İ klim ve İ klime dair Atasözle­ ri, Dcyimler",TFA.,Sayı: 252 (femmuz 1970), s. 5676. 195. DLT,C.l.,s 347. 196. K.K. Yudahin. Kırgız Sözlüğü, ırc. Abdullah Battal Taynıas, /\nkara l<)..15, s.585. 197.St. Julicn "Documcnts sur les Toukioue", Journal Asiatique, C.III. ( 18<>-I). s.336. ·

198. Tsai Wen-Shen, Li Te-Yü'nün Mektuplarına Göre Uygurlar (840900).Taipei 1967, s. 155.


1 28

TLRK :\1 İ l .l .İ BLTl: !" Lt::: (i Ü İ(ERİSİ:'\DE DO(il'. A:'\;\DOl .L

Uygur Tü rkleri yeni y ı l ı n ilk ayına ''.4ram -ay "veya"ra m" adını vermektedirler 1 9'J_ Bu, Altınonlu ya rlıkla rında "M u h a r­ rem" ayı ka rşıl ığında kull a nılma ktadır. Çuvaş Tü rkleri'nde de "Naurus", "Nourus Oyıx" M a rt ayında olup, yeni yılı n i l k gün ü anlamına gel mektedir200. E s k i kayıtları nda görül­ düğü üzere Kırgız Tü rkleri ( H o-ku-ssu)'nde yılh<�şı, terim

(;�

olarak mevcuttur. W. Eherhard ' ı n "yeni yıl" olarak n itelen­ dirdiği " M ao-shih-a i / Mov-şı-ay"20 1 ı n tam karşılığı kana a t i­ m izce, Tsai Wen-Slıen 'in vurguladığı "Baş-ay"202 olmalıdır. K ı rgızlar'dan i nd i k.leri hilinen " H a kas" adı verilen Tü rk top­ lulu klarında hu ad, "Mao-şi-ay" ya n i "Mus ay/Buz ay" şekli n­ de yaşama kt<idır203. Azerhaycan 'da da 20/2 1 Şuha t-20 M a rt günlerini ihtiva eden ay "Boz-ay/ Buz ay" olarak hilinmekte­ d ir2oı.

-

Koç burcun u n (2 1 M a rt- 20 Nisa n ) İ lkba harın başlangı­ cı olduğu Kutadgu Bilig'de de belirtilmekted ir: "Kozı yazkı yulduz basa ud kelir" i fa desi hu n u açıkça ortaya koymakta­ d ı r 205. O. Tura n çeşitli m isaller vermek suretiyle yılbaş ının 2 I . 1 1 . Ka nun/Ocak ile 20 Şuhat a rasında olduğu nu belirt­ mekte ve DLT' deki "Yılbaşı n evruz (yen i gün ) ile başlar." ifa desine itibar etmemektedir. Kaşga rlı Mahmud'un kaydet­ t iği "Oğlak-ay': "Uluğ oğlak ay" gibi tabirleri n de m'evzil bir halk takviminin bahse konu ed i ldiği kanaatındadır. O 1 ura n hundan başka, Türkler'i n ay yılı esasına gÖre kullandığı ay 199. Ahmet Careroğlu. E�ki Uy,,.r Türkçesi Süzlüj';i, s. 18. 1 91. 1 950. s. W: Ahmet Carcroğlu. lar'da Ay Adları". Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: 0 (Mayıs ı93 1 ), s. 1 8 1 . 2 201. W Eberhard. Çin'in Şimal Kom�uları, s 67. 202. Tsai Wen Shen. s. 37. 203. W. Radloff, Sihil)'a'dan, trc. Ahmet Tem ir. C.1./x. İsı. 1 95·t s. ı38. 200. il. Paasonen. Çuvaş Siizlü�ü, İstanbul

"Çuvaş-

20t. Eh liman Ahundov, Azerbaycan Halk Yazını örnekleri, Haz. Semih Tezcan, An­

205.

kara ım, s. 434 Kutadgu Bilig, 1. Metin, neşr. Reşit Rahmeti Arat. İstanbul ı947. Beyit 139.


TLRK M İ LLi BÜTÜi'\LÜ(;(; İÇERİSİ!'\DE D0 (1U /\:\/\DOl.L

1 29

adları yanında, güneş yılı esasına göre ay adlarını da kullan­ dığını kabul etmekte, ancak hunların mevzii olduğu idd iasında ısrar etmektedir206. ·

İbrahim Hakkı "Maarifetnanıe" sinde yılbaşını güneşin koç burcuna gird iği gün olarak teshil etmişt i r 207. Ayrıca İs­ lfı rri k a y n a kl a rı O. Tura n ' ı n ' da bel i rt t iği üzere, yen i yılı '(lelvjkova " burcu ortalarından başlatırlar ve Türk mevsimle­ rinin, Arap mevsimlerinden hirbuçuk a y sonra olduğu n u kaydetmektedirler. Bu kayda rağmen, O. Tura n, yılbaşı gü­ nünü, Ocak sonları ile Şubat başlarında aramaktadır. Halbu­ ki kova burcu bilindiği gibi 2 1 Ocak-20 Şubat dönemidir. Arapların yıl başısı bu ayın ortalarında olduğuna göre, Türk­ ler' in yeni yılı bundan 1 ,5 ay sonra olacaktır. Bugün de an­ cak Mart ayının ikinci yarısına tekabül eder. Diğer yandan yeni yıl Gaziantep ve çevresinde M art ayında olup, hu aya "Azer" ad ı verilmektedi r208. R ıza N ur\la baharın ilk ayı olarak Mart ayı karşılığında "Azer" adını ka­ bul etmekted ir209. E rzurum ili Şenkaya ilçesine bağlı Örtülü köyünde de teshitlere göre yen i yıl, M a rt ayında başlamakta

ve hu aya mahall1 olarak 'llöldökümü " denilmekted ir2 10 . Kars ili v e çevresinde, K ü r boylarında, Erzurum ve Çoruk havzasında kullanılan ''çoban takvimi" ne göre yeni yılın ilk 206 . O. Turan , Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, isı. 1941, s. 29. 35-36. 1 22. 207. İhrahim Hakkı. '.\1aariretnanıe, İst. 1981. s. 131: Hat t a İbrahim Hak k ı . Ncvrfız güneşinin mezarının üzerine düşehilmesi için türhesinin tc pcsiııılc hir pencere açtırmı� ve yılıla tıir ılefa güneş ışığının orada dik olarak mezarına u l a� m asıııı h e sa p laya ra k �ağlmnı�tır. 208. Ce m i l Calı i ı ( iüıdhey. ( iazianıep'ıe Halk Takvimi ile ilgili Töreler". TFA., Sa­ "

20'J. 2 1 0.

yı: Jtlı ( \fa \ " 1'17X) s.8J l 'I. Rıza :\ u r. .. Türk Takvimi". Türk Yurdu,· C.IV . . Sayı: ı9 (/\ ğusıos 1 '>26). s. 'J. VI. Fahreddin Kımoğlu. "Erı.urum'un Şenkaya İlçesi Merkez ·Köyü Ö rıülü'de llalk Takvimi. Çevre Ağlı. Yemiş, Ağaç ve Ot Adları"., Tlo'A., Sayı: 262 (Mayıs

197ı). s. 5950


1 30

TL R K \1İ LLi BÜTÜNLÜÔ Ü İÇERİSİNDE DOt.V A'.'\ADOLV

ayı "döldökümü/kuzuayı" ya n i M a rt'tır. B u n:ı ')•a: haşı " da den i l i r2 1 1 .

ry

2. 5. 3. Nevmz Bayramı (Er

ıekon Bayramı) :

Türkler' in önemli bayra mlarından hirisi olan Yılbaşı, Nevroz Bayra m ı, hugü n Türk . dünyasında "Sultan-Nevruz" a d ıyla kutla n m a ktadır. hir ha h a r ve kurtuluş n itel iğinde olan hu hayranı, Ehulgazi Bahadır Han'ın, " Şecere-i Türk" adlı eserinde naklettiği Ergenekon menkıbesi ile ilgili olup, eski Ç i n kayna kla r ı n ı n verdiği tarihi hir olayın ya nkı sıdır. İ ş­ te ogü n y<iıı i 2 1 M a rt günü, "kurtuluş günü" Türkler' de böy­ le hir ha h a r bayra m ı geleneğin i n doğmasına sebep olmuştur 21 2• Nevruz a d ı n ı n Farsça olması, aynı gün ü n Fa rslar'da, Hindula r'da bayra m olara k kutlanması, hu Türk geleneği gerçeğini değiştiremez. Özell i kle Türk kültür unsurla rı üze­ rinde şüpheler ya ra t m a k isteyen bazı çevreler, 1 <J7() yı/111da devrin Irak lıiikümeti ile Molla Mustafa Barzanl liderliğindeki Irak Kiirdistmı Demokrat Partisi arasmdaki anlaşmaya daya­ narak, giiniimii:de hugünün " İyd-i Kürt "ylini Kiirt hayramı ol­

B il indiği gibi, I ra k hür kümeti şa rtların zorlaması ka rşısında Barzani'ye verd iği bü­ tün tavizlere, 1 974 sonunda son vermiş ve Barza nl tekrar bü­ yük bir hüsrana uğram ıştır. Özellikle Türk iye a leyh ine bu­ gün avrupa 'da faa l iyet gösteren hazı çevreler, İşte bu tarih­ lerde ki I ra k geleneği n i deva m ettirme çabasındad ırlar. B:ı­ zı çevrelerin kendilerine ı rk, tari h, dil, edebiya t, kültür duğu propagandas1111 yapnıaktadtrlar.

211. M. Fahrc t t i rı Kı ı?.ınğlu, " 1 2 A y Üzerine Dönen Yıllar v e Tü rkl:c ay Adları " . Tf.'� ., Sayı: 1 1 ( l l ;11 i ra n l'J50). s . 1 7 1 ; M . Fahreddin Kı ı?.ıoğlu. "Kars İ l inde Y e r­

li l la l J.. Takvi m i Deyi mleri (!ze ri ne", Folklor PostaM. Sayı: ') ( l laıirarı 1 1!�5). s.9. 2 12. Daha raıla lıil�i il:in bk. \1 . Abdulhalfık Çay, Türk J.:rııenekon na�r:ınıı (\;ev­ ruz). ,\ n k a ra 1'!8'!. 1 1 1. Baskı. Tü rk K ü l t ü rü Ara�tı rnıa l '.nst i t üsü yayı n ı .


TÜRK M İ LLİ BÜTÜl\LÜÔÜ İ ÇERİSİ:"\DE DOGC A'\ADOI.L'

1 31

yaratma çabalarının bir parçası olan Nevruz geleneğine sa­ h ip çıkma gayretleri, bölgede sun'i olarak bir millet yarat­ mak isteyen emperyalist güçlerin bir oyunundan başka bir şey değildir. Nevruz terimini bir gelenekten de öte, kişi adla­ rında, yer adlarında, bitki adlarında hatta aşiret adlarında kullanan Türk M illeti, bu gelenekle ilgili olarak, başka mil­ letlerde görülmeyen edebiyatta, saray çevrelerinde ve halk arasında çeşitli yeni yeni gelenekler yaratmıştır. Binlerce yıl­ dan beri Türk Hakanları ve halk bugünü örs üzerinde çekiç­ le demir döverek kutlamaya başlarlar ve bayram süresince güreş, yarış, cirit gibi spor oyunları, halk oyunları ve mahalli gelenek haline gelmiş eğlencelerle coşku içinde kutlarlardı. 2. 5. 4.

Koç Katımı :

Saya gibi, koç-katımı da bir bayram şenliği içinde yapı­ lır. Divan-ı Lı1gat'it-Türk'te "koy kögi boldu " yan i "koç katı­ mı oldu" şeklinde geçmekte olan bu geleneğin2 1 3, çok eski­ den beri konar göçer Türkler'de mevcudiyeti bilinmektedir. Çukurova ve Iğdır gibi sıcak bölgelerde Eylül ve Ekim, Di­ yarbakır ve çevresinde 1 0 Kasım, Erzurum ve Kars bölgele­ rinde 20 Kasım, Uludağ ve çevresinde ise Ekim ortalarına doğru koç-katımı yapılır. 20 gün kadar süren koç-katımı sı­ rasında k ınalanmış, süslenmiş koçların etrafı koyunlar tara­ fından çevrilir. Koçlar arasında döğüşler olur ve bu olay bir bayram şenliği içinde sürü sahipleri, çoluk çocuk, kadın-er­ kek herkes tarafından seyredilir ve ·kutlanır2 1.ı. Sivas, Şarkış­ la, Tunceli, Erciş gibi bölgelerde bu sırada koç halayı oyna­ nır. 213. DLT., C. III., s. 13 . 2 2ı4. Ali Rıza Yalgın, "Uludağ Türkmen Eınoğrafyası 2) Hayvancılık, 3) Beslenme­ ler" TFA., Sayı: 9 ( Nisan ı980), s. 1 36, 137.


1 32

Tl:RK \I İLLi BÜTÜi\Ll:(iÜ icyıüshDE DO(iu /\]'�,\DOLL

Koç katımı sıra sında oynanan Koç halayında dörtlükler arka arkaya sıralanır gider. B unlar arasında derlenen koç halayı türküsünden bazi dört fu kleri şunla rdır:

Koçlan vurdum dereye, Öldüm araya araya, Terzi kollann fanya215. İçlik yare dar gel�vor. .

Koç koça koçlar katıldı, Bal ile şeker kanldı Yar yare işmar edince, O yar, o yel.re satıldı.

Dar geliyor, dar geliyor Bu iş bana zor geliyor.

Yar satıldı, yclr satıldı, İki can ccl.ne katıldı. ***

Koçlan koştum döğene, Klzlar gidiyor kevene21 6 Ergen ergene sanlmış Birbirin seven sevene.

Koçlara kma yakıldı Boynuna çanlar d:ıklldı, Yll.rim ak çadırdan r.;:k:ı. Ba[(rınıa hançer çakıldı.

Yar seviyor, yar seviyor, Yüre,�im yağı eriyor.

Alı yakıldı,

valı yakıldı! O yar fikrime dakıldı.

***

Koçlan saldlm dereye Öldüm araya araya Cam dibindeJl yola çıktım, Yar gördü, sordu: Nereye?

Koçları vurdum dereye, Öldüm araya araya Terzi kolların kınlsm Yelek yare dar geliyor.

Yay dereye, ay dereye Öldüm "yar!" deye deye...

Dar geliyor, dar geliyor Bu iş bana zor geliyor.

215. Çürüye anlamındadır. 216. Bir kır dikeni,


TÜRK M İ LLİ BÜTÜl'\LÜÜÜ İÇERİSİ'.\iDE DOÜU /\i'i/\DOLL

Gidersen göndereyim, Kunduram döndereyim, Ya kendini bile217götür, Ya kendimi öldüreyim,

Gel sana elma verelim, Kapına köle olalım, Havalar ayaz üşüdüm, Aç da koynuna gireyim.

Dar geliyor, dar geliyor, Bu iş bana zor geliyor.

Dar geliyor, dar geliyor, Bu iş bana zor geliyor.

1 33

***

Bagçelerde var kuşbumi, Dibinden verir ışkini Yari elinden aldımıış Al/ahın şu kör Şaşkını. . .

Bağçesiz, harsız bu adanı, Havansız, narsız bu adam, Kalaysız kaba benziyor Bu dünyada yarsız atlıım.

Dar geliyor, dar geliyor, Bu iş bana zor geliyor.

Dar geliyor, dar geliyor Bu iş bana zor geliyor18.

2. 5. 5. Düğünler: Türk toplumunun temel taşı Türk a ile yapısıdır. Aile­ nin meydana gelmesinde ilk adım "evlenme" dediğimiz tö­ rendir. Evlenmede, karşı cinslerin birbirlerini karı-koca ola­ rak kabul etmesi kadar toplumun bu birleşmeyi kabul etme­ si ve a ile hukukuna saygı göstermesi de önemlidir. Evlenme olayı tari h in eski devirl � rden beri Türkler'de birçok satha­ lar göstermektedir. H er safhanın da kendine mahsus tören ve sathasında koç/koyun kurbanı çok eskiden günümüze ka­ dar az çok değişikliklerle gelmiştir. 217. Birlikte a nlamındadır. 218. Mahmut R. Gazimihal, " Koç Halayı" TFA., Sayı: 126 (Ocak 1960),s. 2061-2062.


1 34

TÜRK \ll İ LI .İ BÜTÜNLL(i Ü İÇERİSİNDE DO(i li ANADOLU

d

Evliliğin ilk satbası da (görücü gönderilmesi veya dü­ nür düşülmesi) halledilmesi gereken en önemli husus erkek tarafm m kız tarafına ödeyeceği mal veya paradır. Bu mebla­ ğa eskiden "Ka lın"21 9, günümüzde Anadolu'da genelde baş­ lık denilmekte ise de Doğu Anadolu aşiretlerinde Tunce­ li'de olduğu gihi hu eski Türkçe terim "kalın" kullanılmaya devam etmekted ir. Eskiden kalın/haşl ık olarak at veya ko­ yun, kıymetli madenler (altın veya gümü� gihi) verili rd i. Radloffun Kırgızla r'dan saydığı Hakaslar'da ka lın olarak at veya koyun 220, Anadolu'da genellikle para ve hazen Kayseri Gülveren köyümle olduğu gibi paraya ilaveten koyun, öküz, arazi parçası v.b. verilir22 1 . Kazak Türkleri'nde kız ve erkek bahaları anlaştıkl.a rı takdirde, eski bir Türk geleğinin devamı olarak o akşam, ke­ silen koçun haş, göğüs kısmı, kuyruk ve ciğerini yerler222. Niş<l n veya düğün ku rban hayra nı ma rastladığı zaman Anadolu'da devam eden hir geleneğe göre erkek tara fı kız tarafına koç hediye eder. Gönderilen kurbanlık koç kurdele­ lerle süslenir, kınalan ır, üzerine altın vs. ta kılır, bazen de al­ nına ufak bir ayna konmaktadır223. Baz ı hölgelerde224, gel in alma sıra sında koç kaldırma geleneği de görülür. Erzincan çevresinde gelin at üzerinde damad evine giderken, yol u kesilir. Bu arada yolu kesen2 ı 9. Kök-Türk yazıtlarında. "kalin" (bk. I l üseyin Namık Orkun. Eski Türk Yazıtla­ rı, C.I., s. ıs<ı: Divan"ı Lugaı'iı-Türk"ıe "Kalıng" bk. C.1 1 1., s.371-372). 220. Radloff. Sihiryadan, C.1/a.s. 139. 22 1 . i\crmin En.lcntuğ. wl'ürkiyc Geleneksel Toplumlarında Başlık", I. Uu,larara'ı Türk Folklor Bildirileri, C. iV .. Ank. l'J76. s. 9-l-96.

222. Radloff. C. 1/h. s. <l&ı. 223. Ali Rıza Yalkın, Cenupta Türkmen Oymakları, 1. Ank. ·

1977, s. 79; Kenan Ak­ yüz. "Yozgaı'ıa Evlenme Adetleri", 1. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bil­ dirileri, C. IV., s. 17. 224. Ali Kemali. Erzincan,? - ı 932, s. 279.


TL RK M i ı .Li nüTüi'\LCC;C içr:Risi:\iDL no(a_;

A'\i\noı.L

1 35

lerden birisi gelin alayının önüne hir koç çı b r ı r. Gelin tek eliyle bu koçu kaldırmaya çalışır. Kaldıramazsa koçun bede­ li, koç sahihine verilir. Eğer gelin koçu kaldırırsa, alır, götü­ rür. Türk düğünlerinde davul, zurna geleneksel çalgılardır ve halay yanında çeşitli mahalli oyunlar oynanır. Bu gelenek Doğu ve Güneydoğu'nun her köşesinde yaygındır. Davul ve zurna, Türk düğünlerinin tuzu hiheridir. Türkler'den başka herhangi hir toplulukta mesela Arap ve İ ranlılar'<.la hu gele­ nek kesinlikle görülmez. Türk düğünlerinde görülen hakim unsurlardan birisi de 'saçı " geleneğidir. Gelin damalın evine ind iğinde. gelinin ba­ şına çeşitli şeyler serpilir. Mesela Söğüt'de (para-şeker); Tunceli Pertek'te (buğday ile karıştırılmış para serpilir); Tunceli/ Bingöl mıntıkalarında yaylayan Şavaklar'<.la (elma. kuru üzüm, şeker); Tekirdağ'da (şeker, fı ndık, para ); Ela­ zığ'da (buğday); Ağrı'da (Çerez ve Elma), Ke maliye'de ( Buğday, elma, para); Dobruca'da (kuru yem iş, boz u k para, yağda kızartılmış ufak lokmalar); Türkiye'ye göçeden Afga­ nista nlı Türk göçmenlerinde yağda kızart ılmış yer fı stı ğı ser­ pilmektedir. Bu eski Türk geleneği bütü n bölgelerde uğur addedilerek uygulanmaktad ır. M. Eröz'ün Toros Yörük ve Türkmenleri'nde tespit et­ miş olduğu bir gelenek de ind irmelik adını taşımaktadır225• Buna göre, gelin kocasının yurt (çadır)una geld iğinde attan inmez. Kayınhabası ile gelinin akrabalarından hiri (del i l ) arasında yapılan pazarlığı takiben gelin attan inerek yurda girer. Bu pazarlıkta geline genellikle at. koyu n. sığır ve tarl;ı gibi mallar verileceği vaad edilmektedir. 1

225. Mehmet Eröz, Evlenme ve Düğün Töre�i ile İlgili Türk Gelenekleri". Tiir�. Sayı: 27 ( Ağustos 1973). s. 25. "


1 36

TL RK :VI İ L Li BCTC :'\ L C (; C İ (l ' R İ S İ '.\Dl' DOCi L ,\:'\i\DOLL

2.5.6. Takvim :

Halk takvimi ile güneş, ay ve yıldızlar üzerine gelenek­ ler, inanışlar, Türkler'e a it hir gelenektir. Köktürk yazıtların­ da da kulla nılan, Uygurca hütün metinlerde görülen Tuna-­ Bulgarları: Gazneliler, Selçuklular, Cengizli ler, Temürlüler gihi Türk devletlerince de resmen kullanıldığı hilinen "Oni­ ki-lıayvanlı Türk Takvimi 'nde her yıl, hir hayvanın adı ile anı­ lırdL Sıçan Yılı 'nda haşlayıp, Domuz Yılı 'nda hitince, yen i­ den 1 2 hayvanın sıra ile adını alırlardı. Doğu ve Güneydoğu aşiretlerimizde çoha n ve yaşlı kişilerince de hu takvim kulla­ nılır. Her yıl "o yıla ad veren hayvan 'a göre" holluk, kurak­ lık, savaş veya harış olacağı, hir gelenek olara k kestiril i r. İ ranlı ve Sami-Ara plar gihi Doğu Anadolu aşiretlerim ize komşu yahancı kavimlerde, hu gelenek yoktur. Kırzıoğlu'nun Kars-Ardahan-Çoruk hölgesinde yaptığı teshitler eski Türk takvim ine uygunluk göstermektedir221'. Kars/ Merkez Söğütlü köyünden derlenen hilgiler ise sıra la­ maya uymamaktadır. Ancak hugün Kurmanç topluluğundan "Cemaldini ve Dilkhiri" oymaklarından meydana gelen köy­ ue 12 Hayva nlı Tü rk takviminin varl ığı · kesin olarak teshit edilmiş hulunmaktadır227. Diğer yanuan Mara ş-Türkoğlu arasında ki küylerue yer­ leşmiş hulunan Çaka llı aşiretinue de hu takvimin va rlığı hi­ l inmektedir. Bu köylerin bir kısmı aynı aşirete mensup ol­ malarına rağmen Türkçe, bir kısmı ise aşiret ağızlarıyla ko­ nuşma ktauırlar. Hepsi de sünnldir. Her yıl hir hayva nın adıyla anılmaktadır. Koyunculukla uğraşa n hu aşiret in tak­ vim hilgisi gerçekten şaşırtıcı olup, yine eu in ilen hilgilere 226) :vt. l'ahrc t ı i n Kı moğlu. "Kars ilinde Yerli l lalk Takvimi Deyimleri Czcrinc". Folklor Postası, Sayı: 9 (1 Iaziran 1945) s. 9: i\ynı Yazar. "12 i\y Üzerine Dönen Yıllar ve Türkçe i\y adları", T.F.A., Sayı: il (Haziran 1950), s. 171. 227) Mahmul Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, S. 233.


TÜ RK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DO(iU i\:'\i\DOLU

1 37

göre aşiret halkı hayvancılıkla ilgili bütün işlerini hu eski Türk takvimine göre yapmaktadırlar228• 12 Hayvanlı Türk takvim i229 güneş yılına göre hesaplan­

mıştır. Bir yıl dünyanın güneş etarafındaki hareketiyle veya güneşin oniki burcu devrederken geçiş süresine denilmekte­ dir. Bu da 365 gün, 5 saat, 50 dakika, 47 saniyedir. Kesin he­ saba göre Türk takvimi 2 dakika, 2 saniyelik bir fazlal ık gös­ termekte, bu da 720 yılda bir güne tekabül etmektedir. "Burç" karşılığı olarak DLT ve Altay Türkleri'nde de bazı ay­ lar tesbit edilmiştir. Ancak bunların gün olarak çeşitlilik gös­ terdikleri sanılıyor. Bunlardan: Haziran ayı

: İzü-ay/ ıssı-ay

Mayıs ayı

: Küükay

Nisan ayı

: Erenisay

Mart ayı

: Tulagan ay

Kanun

: Kuragan-ay

1.

i l. 1.

Kanun

Teşrin

il.

Teşrin

: Çaga nay : Kiçi Ürgen : Ulu ürgen

Eylül

: Sığın ay gibi adlar bilinmektedir230• 228) Du hilgiler Maraş·ıan Sayın Avukat Yusuf Özbaş tararından ilcıilmişıir.

2.. "'9) 12 Hayvanlı Türk Tat.v imi için aynca hk. Divan-1 Lô1?at'it-Türk. CI.. s. 45. �. 346. 347. 43!1. 5 13: C. 111 .. s. 7. 30, 142. 363; R ıza Rur. wrürk Takvim i". s. 2.3: İvan Manolof. "Türk Takvimi", Türk Yurdu, Sayı: 25/219 (Ocak 1930). s. 45: L. Ligeti, Bilinmeyen iç Asya C.11., trc. Sadrctıin Karaıay, İst. 1970, s. 13!1 vd. 230. O. Turan, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, s. 51-52.


TÜRK M İ I.Li BLTÜNI .Ü(iÜ İÇLRİSİNDL DO(iL /\:'\ ı\DOLL

1 38

Türkler zamanla İslamiyet'in etkisi ile hazı Arapça ad­ ları da kullanmışlardır. Ancak hütün bunların yan ında ma­ halli olarak ve tamamen Türkler'in y<\şayışlarından kaynak­ lanan çeşitli ay adları da Türk kültüründe yerin i almıştır. Bu adlar incelendiğinde genelli kle hayvancılık ve çiftçilikten kayna klandığı anlaşılır. Folklorcularımızın çeşitli hölgeler­ den derledikleri bu ay adlarını aşağıda bölgeleriyle verece­ gız23ı . - ·

Ocak ayı

·

:

Zemheri ( Erzincan), Zemheri (Giresun, Kars, Çorum, Tunceli, Erzurum/Şenkaya), Kanun-! Sani ( Muş, Van/Erciş), Örta Kara­ kış (Malatya/Darende), Karakış ( Kars, Van/Erciş), Denğ/Dongay (Posof, Şavşat), Çileler-ayı ( Posof, Şavşat).

Şubat ayı

Gücük/Gucuk (Kars, Ardahan, Şavşat, Erzu­ rum/Şenkaya, Kandıra, Giresun/Alucra, Ma­ latya/ Dfıren<le, Sinop), Son Karakış ( Malat­ ya/Darende), Yağar (Gaziantep).

M art ayı

Adar ( M uş), Berdelacuz (Kars), Döldökümü (Kars, Pasinler, Erzurum/Şenkaya, Oltu),

lJ luğ. Tuneeli Medeni­ yete Açılıyor, İsıantıul ı939, s. ı9 ı; Ali Rıza Yalman (Yalkın), Cenupta Türk­ men Oymakları, C.I.. Haz. Sabahat Emir. Ankara 1977. s. 54; M. Kemal Özer­ gin. "Halk Takviminde Aylar". TFA, Sayı: 2111 (Ma yı s 1969). s. 5275-5277: Adli Eğiıe r. "Karkas rolklorundan Ö rnekler: Lezginka ve :\evrüz". lla)at Tarih, Yıl: 6 Sayı: 1 (1 Şutıaı 1 970. s. &5: M ü rse l Köse. "Kars·ıa Kot an L.". TFA., ım (Ağustos ı'Xı3). s. 3 1 4: Cemil Cahil Güzelhcy. "Gazianıcp·ıe l lalk Takvimi ile İ lgili Töreler". TFA., Sayı :Wı (Mayıs l 'J78). s. 83 1 9: M. Fahreııin Kırnoğlu. "Kars İ liml e Yerli l lalk T<1kvimi Deyimleri L zerine". Folklor Po,ta", Sayı: 9 ( Hazi ran 1945). s. 9: Aynı yaza r, 12 ay üzerine Dönen Yıllar ve Tü rkçe Ay Ad­ ları", TFA., Sayı : 1 1 (Haziran 1950). s. 171; aynı yazar. "Er1.urum'un Şenkaya İ l­ çesi Merkez Köyü Ö rıü l ü'de Halk Takvimi, Çevre Ağzı, Yemiş, Ağaç ve Ot Ad­ ları" TFA., Sayı: 262 (Mayıs 1971), s. 5950.

23 1 . ı\nadolu"daki Mahalli ay adları ile ilgili olarak tık. Naşiı

.

"

,


T C RK Mİ LLİ BÜTÜNLC G C İÇERİSİNDE DOGC /\N/\DOLL

1 39

Kuzu-ay (Kars, Pasinler, Ardahan, Oltu), Yaz-başı (Kars, Arpaçayı ve Aras boyu, Pa­ sinler, Oltu), Beşe/Deli Beşe (Gaziantep, İl­ beyli Türkmenleri) . Nisan ayı

Lisan (Malatya/ Darende), April/Abril Eb­ ru!/Abrul/Ahral/ İbril ( Erzincan, Muş, Gazi­ antep, Giresun/Alucra, Kandıra), Yağmur-a­ yı (Kars, Posof, E rzurum/Şenkaya ), Yağar-a­ yı (Posof), Çift ayı ( Erzurum/Şenkaya).

Mayıs ayı

Gulan/Gülan ( Muş, Van/Erciş), Çift çıkar­ ma ( Kars), Çiçek-ayı (Kars, Ardahan, Kağız­ man), Tut/dut ayı ( Kağızman).

Haziran ayı : Kiraz/Kirez ayı (Giresun/ Alucra, Kars, Ar- dahan, Kağızman, Erzurum/Şenkaya), İlk te­ mus ayı ( Malatya/ Darende), Ekim ayı (Kars), Orak-ay (Gazia ntep), Yay/Yayla ayı/ Yaz ( Kağızman), Yayın önayı (Tunceli). Temmuz ayı : Orak-ayı (Giresun/ Alucra, Kağızman), Orta temus ayı ( M alatya/ D<irende), Ot hiçimi (Kars, Pasinler, Oltu), Kotan ayı (Kars, Ka­ ğızman), Harman (Gaziantep), Orağ ayı (Ar­ dahan, Şavşat), Vartever/Vartiver (Erzu­ rum/Şenkaya), Çayır-ayı ( Erzurum/Şenka­ ya, Kars, Pasinler, Oltu), Yayın orta-ayı (Tunceli). Ağustos ayı

:

Tabak ayı ( Muş), Son temus ayı (M alatya/­ Darende), Arpa hiçimi ( Kars), Ot biçimi (Kars), Çürük ay ( Erzurum/Şenkaya ), Biçim ayı (Posof, Şavşat, Arda han, Kars), Mey­ ram/Mayram ay ( Posof, Şavşat), Yayın geri ayı (Tunceli).


1 40

TL RK \1 İ LLİ BÜTC!'LC(;( İ(LRİSİ :\Dlc DOc"il! /\:\'/\DOLU

Eylül ayı :

H aç ayı (G iresun/ Alucra). İ lk güz ayı (M alat­ ya/D<1 rende, Gaziantep), Harman ( Kars, Po­ sof, Şavşat), Böğür/ Bogrum ay (Kars, Posof, Şavşat, Ardahan), Kagos/Kagus ( Erzurum), Güzün önayı (Tunceli).

Ekim ayı :

Havara/ Avara ( Erzincan, G iresun/ Alucra ), Teşrin-i Ewel ( M uş, Van/Erciş), 1 . Çirin (Muş), Ortagüz ayı (M alatya, Darende, Gazi­ antep) Dendöğümi (Kars), Sultanay (Arda­ han, Posof. Şavşat), . Değirmen ayı (Ardahan, Posof, Şavşat), Kharman/Harman ayı ( Kars, Erzurum/Şenkaya ), Şarap ayı ( Kars, Arda­ han, Posof. Şavşat), Üzüm ayı (Kars), G üzin orta ayı (Tunceli).

Kasım ayı :

Koç ayı (Erzincan, Giresun, Kars. Posof, Şav­ şat, Erzurum/Şenkaya). Koçkatımı ( Kars, Erzurum/Şenkaya, Posof, Şavşat), Teşrin-i sani ( M uş. Van/ Erciş), i l . Çirin ( M uş). Son güz ayı ( M alatya/Dürende, Gaziantep), Ge� ne) ayı ( Erzurum/Şenkaya ), Yaprak dökü­ mü ( Erzurum/Şenkaya), Güzün geri ayı (Tunceli).

Aralık ayı :

Karakış/ Gara kış (Tunceli, Kars, Erzincan, Giresun/ Alucra, Pasinler, Oltu, Erzurum/ Şenkaya, Gaziantep), Kanun-i ewel ( M uş. Van/ Erciş), İ lk karakış ( Malatya/ Daren­ de), Na khır kovan ( Kars, Pasinler, Oltu).


TÜRK M İ LLi BÜTÜ:\LC(; (; İ ÇERİ Sİ:"iDE DOG U /\:\J\DOl.L

141

2. 5. 7. Spor ve Oyunlar Aşık Oyunu :

Türkler'de çocukların en severek oynadıkları oyunlar­ dan birisi de "aşık oyunu"dur. Çocuklar aşık kemiği ile as­ kercilik, kale-savaşı oyunları gibi oyunlar oynarlarken bü­ yükler de fal veya kumar şeklinde oynarlar. Bu gelenek İ ra n­ lı ve Arap topluluklarında mevcut değildir. Aşık oyunu ile il­ gili terimler tamamen Türkçe'dir. Aşığın "alçı" gelişi uğur ad.edilir. Bu özellikle Oğuzlar'da da görülür. Meset.1 Dede Korkut'da "altın aşık oynayan beğlerden" bahsed ilir. Fa lla il­ gili olarak Uzun H asan Bey'in Diyarbakır ( Kara Amld)'den çıktıktan sonra mehter alayını durdurması ve deve üzerinde­ ki kösün üzerinde aşık atarak savaşın sonucu hakkında tah­ minde bulunması buna tarihi bir örnek teşk il eder. Aşıkla il­ gili bütün gelenekler bugün de devam etmektedir. Cirit Oyunu :

Cirit oyunu da Türkler'de çok eskiden beri bilinen ve oldukça sevilen bir spordur. Azerbaycan'da bu oyuna "crdıra çıkma" denilmektedir2:l2. Cirit Ergenekon/ NevrCız bayra mı­ nın birinci günü yapılan en önerriti spor karşılaşmalarından birisidir. Oyuna adını veren cirit bir metre boyunda kurutulmuş meşe veya soyulmuş hurma dalından yapılmış bir sopadır. Oyun at üzerinde oynanır. Oyuncular karşılıklı olarak 1 00 m. kadar bir mesafede at üzerinde dikilirler. Ta kımlardan bir oyuncu atını karşı gruba doğru sürerek, rakip oyuncular­ dan birini adı ile çağırır ve ciritini ona doğru savurur ve da­ ha sonra süratle kendi grubuna doğru kaçar. Adı çağırılan 232. Aziz Alpagut, "Bozkurt Bayramı", Çınaraltı, Sayı: 79 (27 Mart ı943), s. 6.


1 42

TLRK \1 İ l .1 . İ ncn:: :--; ı .C (; C İ (.:L RİSİ'\DL ()O(iL ı\:'\,\DOLL

ra kip ta kım oyuncusu kendisine savrulan ciritle vurulmama­ ya çal ışılır. Diğer takımdan bu sefer başka bir oyuncu bu oyuncuyu karşılamaya ça lışır. Ciriti ata vurma k yasaktır. Ci­ riti ata vuran oyuncu oyun d ışı ka lır. Oyunculara yapılan isabetli atışlar takımlara puan ka­ zandırır. Oyunun bitiminde en fazla isabet kaydeden taraf oyunun gal ibi ilfın edilir. Cirit oldukca· tehl ikeli bir oyundur. Ölüm olayları dahi vukuhulahil ir. Bu bakımdan zaman zaman yasaklanmıştır. At üzerinde büyük maha ret iseter. At hakimiyeti kadar vü­ cut k ıvra klığı, zeka, kuwet bu oyunun en öneml i özelliğidir. Adeta bir muharebe, bir tatkik savaşıdır diyebil iriz. Bu milli sporumuz h:ı len Ağrı; Erzurum, Konya. Uşa k illeri ve çevre­ lerinde oyna nma ktadır. Eyl ül ayında Söğüt kasabamızda ya­ pılan Ertuğrul Gazi'yi anma törenlerinue Ka rakeçili Türk­ menleri son za manlara kadar bu oyunu oynama kta idiler. Türk halkındaki ina nca göre hu milli oyun sırasında ölenler şeh id added ilmektedirler. Sinsin Oyunu :

Oyun genişçe bir meyuanda oynanır. Meydanın. ortası­ na büyükçe bir ateş yak ılır. Ateşin etrafınua gençler genişçe bir daire meydana get irirler. Davul-zurnalar sinsin havasını çalmaya başlarlar. Bunun üzerine gençler birer i kişer ortaya çıkar, müziğin ritmine uygun olarak önce beller elde, seke­ rek oynanır. Sekişler, gittikçe sıklaşır, kollar havada kavisler çizmeye haşlar. Oyun bu şekilde Jevam ederken, daireden yeni kişi veya gruplar oyuna ka tılırlar. Bu yeni oyuncular ilk grubu sırtla rına yumruk vurarak oyunda n çıkarırlar ve ken­ dileri oyuna devam ederler. Oyun çeşitli figürlerin gösteril­ mesi ile daha sonrak i grupların da sırayla katılmasıyla de-


TCRK \1İLLİ BLTL'\LC(;C İÇERİSİ:\'DE DO(ilJ A'\ADOLC

1 43

vam edip gider. Oyun Çorum çevresinde "sinsin" Amas­ ya 'da " simsin"233Gaziantep ve çevresi ile Doğu Anadolu'da Sinsine2J..I olarak bilinmektedir. Bu oyunun Türkler'deki es­ ki ateş kültü ile ilgili bir <iyin olması büyük bir ihtimal ola­ rak görünmektedir. 2.6. Musiki Birliği M üzikoloj i, Türkiye'mizde henüz gelişmemiş bir ilim dal ıdır. Ancak Anadolu Türk halk müziğinin b.ir doğu uza n­ tısı olan Azerbaycan 'da özellikle Baku konservatuvarında bu konu, çok derin olarak incelenmiş ve önemli sonuçlara varılmıştır. Doğu Anadolu'da, Azerbaycan Türk kültür çev­ resi ile akrabalık bağları içindedir. En iyisi, son zamanlarda ideolojik ve siyasi amaçlar için yapılan demogoj i ve spekü­ lasyonları, Baku konservatuvarının ulaştığı ilmi ve gerçek so­ nuçlarla çürütmektir. Üzeyir H acıbeyli ile M .S. İsma ilov'un Azerbaycan Halk Musikisi" üzerinde yazdıkları eserler bize göstermekte­ dirler ki. Doğu Anadolu ile Azerbaycan, Ortaasya halk musi­ kisi ile ya kından irtibattadır. "

Doğu Anadolu'da, Yukarı Fırat ve M urat vadileri, halk musikisi bakımından bir birli k gösterirler. Bu bölgelerde ezan, kur'an ve mevlid, hu yerli makamlarla okunur. Murat vadisi, Van 'dan Malatya ve Sivas 'a kadar Türk halk müziği­ nin, tabii bir kültür çevresini oluşturur. Fırat havzasından, Enwum yaylalarından Sivas'a doğ­ ru, göklerde uçuşan ilahi bir ses gibi, bir diğer müzik akımı vardır. Emrah, Pir Sultan A bda/kır ile kaynaşıp, Kırşehir'e 233. 1973 Amasya i l Yıllıj!:ı, Ankara?, s. 125- 129; Amasya İ l Yıllıj!:ı, 1967 s. 15:>- 155. 234. Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, s. 169.


1 44

TÜRK \'1 İ LLİ BLTL'\LL(i C: İC,'UlİSİ'\DI ' DO(i L ı\:\;\ ] ) 0 1 . L

kadar uza nır. Ancak çukurova 'dan gelen bozlak ve varsağıla­ rm tesiriyle uçları ve in işleri kırılır.

Harpıtt- Diyarhaktr- Urfa-Kerkiik mih veri, önemli hir di­ ğer kültür çevresini oluştururlar. Bu Türk c;evresinin oluşma­ sında, Türkler'in Anadolu'ya gelişlerinde izled ikleri yol da önemli rol oynam ıştır. Ayrıca Artukoğulları, Su riye Selçuk­ luları ile (Ahlatşahlar) Sökmen oğulları'nın, Anadolu'da kurdukları uzun süreli hüyük siyasi birlikler de hu Türk kül­ tür birliğinin pekişmesini sağla mıştır. Harput-Malatya-Sivas arasında kuru lan Türk kültür mihveri de ihmal edilmemelidir. Çünkü hu yolla, Orta ve Batı Anadolu ile de bir birlik kurulmuştur. Şimdilik huna, Harput peşrevi ile Sivas halayını örnek ola rak verip, konuya girelim : 2.6.1 . Doğu Anadolu Türk Musikisi

Bu kitapta konuları, çok kısa ve ana özleriyle ele alıyo­ ruz. Kürt m usikisi d iye bir musiki var mıdır? Geçen yüzyıl­ da Ortaasya'da gezi yapm ış olan araştırıcıların kitaplarında­ ki bilgiler ve resimler, bizim sazımızın, zurnamızın, kabak ile kemençemizin nereden geldiğini, açık olarak göstermek­ tedir. Son zamanlarda yapılan maksadlı ve siyasi yayınları, sadece hir resimli helge hile çürütmekted ir. Yassı davul ken­ dilerininmiş, Türkler'in davulu uzunmuş gihi teorilerin üze­ rinde bile durmağa değmez. Bu konuda, Ortaasya ve Os­ manlı minyatürlerine şöyle bir göz atmak, bize yeterli bilgiyi verecektir. Avrupal ılar, yassı ve büyük davula Türk davulu derler. Çünkü onlarınki, trampet şeklinde, küçük ve uzun davuldur. Üzeyir H acıbeyli, İ smailov, Kasımov ve diğerlerinin çiz­ dikleri Azerbaycan Halk Müsikisi nin güney sınırları, Heme'


TÜ RK \1 İ LI .i BLTCi\JC(; (; İ('ERİSİ 'fü l '. DO(i L ı\:'\,.\DOl . L

1 45

kadar uzanır. Şiraz'dan ya ni güneyden de Kaşgayi Türk Halk M usikisi, hu bölgeleri tesiri altında tutmaya haşlar. Bu tesirler üzerinde, Nikitin de durmuştur.

dan ı ·e Kermanşalı 'a

Batı İ ran'ı diğer yandan da, Kerkük ve Erhi/ Tiirk Kültü­ rü çevresi zorlamağa haşlar. B u üç hüyük Türk kültür çevre­ sinden, Zağros ve Süleymaniye'de " Kürt" oldukları iddia edilenlere he kalıyordu? Bunu, kendilerinin göstermeleri ge­ reklidir. Bir kaç Türkçe şarkıyı haşka d ile çevirerek musiki ilmi yapılamaz. Musiki, ses düzeni, makam ve ritim ilmidir. İ lk önce vuka rıda adlarını - andığımız H acıbevl i. İsmail Bev ..... ve Kası moğlu'nun kurdukları Azerbayca n-Tü rk düzenlerini tenkid etmeleri gereklidir. Eğer va r ise kendi m illi musikile­ rini, ses düzeni ba kımından ayırd etmelidirler. �

_,

...

Kürdi, hir makam değil; hir ses dizisidir. Umıevi gibi çok eski musiki kitaplarında hu ad görül müştür. H acıheyl i de kitabında kürdi diye bir makam üzerinde durmuyor hat­ ta kürdi dizisin i ağzına bile almıyordu. İsma il Bey ise "Kürt-Kaçar" Kürt-A vşar" gibi Türkmen dizilerinden söz açı­ yor ve Kürt-Şehnaz'ın, şur ve rast makamları içinde bulun­ duğunu söylüyordu235. Görülüyorki Anadolu Türkü 'nden so­ yutlan mış İstanbullu aydın hestekarlarda çok görülen kürdi birleşik makamı, Azerbaycan gihi doğudaki Türk ülkelerin­ de anca k hir çeşni olara k kullanılıyordu. En eski Aryani, Fars ve Zerdüst ateşperest kökenleriy­ l e bir Kürt kültürü v�ya m usikisi bulmak ise, mümkün değil­ dir. Selçuklu, İ lhanlılar'ın gelişi ve Türkleşme ile eski Arap 235. 13u konuda şu eserlere başvurulabilir: Lzeyir (iaribe kov. Aı.eı·hayran Halk \lu­ 'il.,binin E,a,Jarı, Baku l 'J5U: \1.S. i,ııı<ıi lov. Aı.erha�t"an Halk \lu,iki,inin Janrları, Baku l 'JW. . s. 87: Ferruh /\ rsunar, Elaı.iı. Halk Tiirkiil .. ri ,.., ()�·unla­ rı, İstanbul. ı9J6. : ! '. /\ rs u n a r. Tum·eli- l>er,inı Halk Türküleri, isıanhul. ı937; F. Arsunar Bakır Madeni (Ergani) Halk Türküleri, İst. 1937: Yaşar Do­ ruk. Una Türküleri, Ankara 19TI: Ata Terzibaşı. Kerkük Havaları, İsıanhul 1980.


1 46

TÜRK MİLLİ BÜTÜ:\'LÜ(;C İC.,' ERİSİ:\"DE DOCi L J\:\J\DOLL

Fars musikisi ortadan kalkm ış; yan ızca makam adları kal­ mıştır. M .S. İ smailov, bu konuda şöyle diyordu:

''XIV. asır ahırlanna doğru baş veren, içtimai-iktisadi ve siyasi değişiklikle alakadar olarak, hu muhteşem (Arap-Fars) musikisi "binasının " duvar/an evveller çatlamış ve sonralar ise büsbütün uçup dağılmıştı ''. Ayn ı teori İ stanbul khisik ve dini musikisi için de geçer­ lidir. Doğu Anadolu'dan Anadolu'ya yayı lan Türkler, kendi musikileriyle gelmişlerdir. Bu akım ı, iki tabaka ile incele­ mek gereklidir. Birincisi, Ortaasya \lan Türk aydınlarıyla bir­ l ikte gelen tekkeler ile musikileri, Doğu Anadolu'dan batıya doğru yayılmışlardı. Örnek olarak, Tunceli ile çevrelerinde Ahmed Yasevi'ye a it makamların bulunması; Ergani çevrele­ rinde de, Hacı Bektaş tesirlerinin görülmesi, ayrı bir değer taşırlar. Sonrad�ın Nesinıi de bu bölgeleri tesiri altında tu­ tar. Ayn ı gelişme, Azerbaycan'da da görülür. Bunların ya­ nında, ikinci sırada sayacı ve halk aşıkları da yer alıyorlardı. İsmail Bey bunları, Ortaasya'daki Özbek Türkleri'nin "bah­ şı" ve Kırgız Türkleri'nin de "akuı " adl ı halk aşıkları ile bir­ leştiriyordu. Aslında tekkelerde söylenen ilahilerin makam ve ses dizileriyle, halk aşıklarının söyledikleri eserler a rasın­ da büyük bir ayrılık yoktu. Anca k, aşıklarda, çok eskilerden gelen bir üslCıp değişikliği vardı . İstanbul'un fethi ile bunlar oraya da geçmiş ve yeni bir üsluba bürünmüşlerdi. Görülüyor ki Türk musikisini, şu veya bu millete veya kültüre mal etme, kolay bir iş değile.lir. Doğu Anadolu'da ki hayvancı aşiretler, uzun havaları devam ettirm işlerdir. Bu hava lar, Doğu Anadolu şeh irlerinde de söylen miştir. ayn ı zevk, aynı duygu, aynı ses düzeninden yeşerip gelişerek, bu güne kadar devam edip gelmiştir.


Tl: RK VI İ LLi BCTC !\LC(; (; İ(.TRİSİ'.\!DL no(;ı_; ,\:\i\DOLL:

1 47

2.6.2. Tunceli Türk Halk Musikisinden Bazı Örnekler

Türk Müzik dünyasının gösterdiği bu bütünlüğü Tunce­ li yöresinden alınmış bir kaç örnekle m isalleyelim. Bağlama akordu, şeklinde de görüleceği gibi, Türkü söylen irken bağliıma ile refa kat eden bir bağlamacı, tezene­ yi tellere akort tarzında vurarak iştirak eder. Bu tarzda en ziyade kulağa gelen a kord beşli veya dört­ lü çok duyulur. Arada bir de üçlü ses yaparla rsa da, en ziya­ de önce a rzedilenler ha kimdir. Bir türküye ya tonik veya beşinci ve yedinci perdeden haşlanır. Bir türkü çalınırken evvela bir (ayak) uvertür yapılır; türküyle giriş perdesi gösterilir. Bu perde uza r ve ondan son­ ra müteakip türküye girilir. Türkü söylenirken kendilerine mahsus bir armoni işitilmektedir. Katiyen söylenen melodi ile ün ison tar2:ımla çalmazlar. İşte onlar böylece, dağlarını, çiçeklerini, aşklarını, ken­ di duyuşları ve kaahiliyetleri nishetinde karşısındaki dinleyi­ . cilerine terennü01 ederler. H içbir bilginin veya öğretmenin bilgisine ihtiyaç h isset­ memişlerdir. Çağrılan türkü, sonunda kaldıkları karar per­ desinde çok uzun bir inilti ile, gitgide hafifleyerek kaybolur ve bu suretle biter. Etarafı M unzur, Karaoğlan dağlarıyla çevrilerek orta­ da kalan, sanki Anadolu'nun bir taraçası hissini veren, ismi gibi küçük bir ova merkezi olan Zeran ik; başı karlı Munzur dağının eteklerine yaslanan küçük bir kasaba . Sekiz on kola ayrıJarak aktp bu ovayı yeşile boyayan ( Munzur) suyu ki .. akışı dolayısıyla daimi bir iniltidir; içinde bulunan sakinleri-


1 48

TLRK Mİ LLi B Ü l'l:NLC(;(; İÇERİSİ:\DE DO(iL ı\:\ı\Dül.L

ni tamamen kendi musikisine uydurmuştur. Burada söyle­ nen türkü ler, Hozat türkülerinden daha ziyade halka yakın gözükmektedir. Bu da, ovanın enginlerinde tabiat ve seslerinin, halk du­ yuşlarında yer ettiğini pek güzel ifade eder. Buranın müziği her ne kadar vakalar üzerine çıkarılırsa da melod ileri. güzel tabiat görünüşleri kadar saf ve temiz bir kara kter ifade eder­ ler. Tunceli türkülerinden örnekler:

Köroğlwıun bir atı var dırahşan, Benim adımı sorar Huri şan, Bolu beyi ben Köroğlu değilim, Elli, yüz yaşma girsem babalı enıirem! ******

Köroğlwıwı bir atı var doğri Bahamuwı adım sorarsm Ali. Va!lah billliJı ben Köroğlu değilim, Elli, yüz yaşma girsem babalı enıirem. Halk Türküsü; Köroğlu il

Her zaman zari kılıp ben bir yar isterem, Ben bu hüsnün aşıkıyım, bakmaya didar isterem! Elin elime aldım, ahdi peyman eyledim... Alemde bir ve/adar yar isterenı! ******

İlmi tevhidin binası hattmva bilir! Ben bu ilmin aşıkıyım, kendinden haberdar yar isetenn ! Sanmayın ki herkes gibi alemde murdar isterem!.... ******


1 49

TLRK \1 İ Ll .İ l l LTC :\LC(;C İ C_ T RİSİ:\DI DO(iL ı\:\ı\ DOLL

Hidmetine he/ hağlamışam, hakka yaranmak için; Şu alemde hakka yarar her ne ki var isterenz. . . Gele gele her Nesimi ahd iken dilin eyleme hilaf! Yarın hakkın divmwıda senden ikrar isterenz. H a l k Tü rküsü : Nesi mi. Bu t ü rkü yüz yaş ı n da olan Seyid H asan'dan notaya a l ın­ m ıştır. ili

Çuşa geldi nehri dil, kanadı sengü huhap; Çün deranüm hanesinde çalmdı çengi def ribap. Seyrede gördüm vücudum hanesinde ta görem, kim ne der işu işret sürdüler, demler acep ·can anımı! Vardım o demde otumııış kırk vücut aşıklar tamam. Ellerinde camı haki rakseder dunnaz şarap ! Hamdiihillillı dedim ol dem onlara sürdüm yüzüm, Sundular cami visali olnuşam sennesti harap! Mesti ltiyakıl gezerdim bu vücudun mülkünü Oğradım bir yerde dahi yedi şahsa bihesap! Anlar dahi yedi ytldır bilesince devreder, Hükmedip Kaftan kafa amlara peyk olmuş şahap.' Hu dedim!. . ya lıu dedim!. . . anlar da kıldım sefer, Seyrederken nagihan guşüme erdi bir hitap : Gel!. . dedi; vardım otumıuş anda üç padişah, Tevhit olmuş dillerinde dön kitap... · Dediler; "Hoş geldin! ey dürlü vücıulıı bir deve, Ta/ün mesut imiş, [{ı havf olup çekme azap... "

Halk türküsü; Virani Baba


1 50

TÜ RK '.\1 İ LLİ BÜTÜ '\LÜ(;(; İ ÇERİSİ'\DI ' DO(il.i ı\ '\,\DO LL.i

2.6.3. Türk Musikisinde Nevruz Makamı

Nevruz'la ilgili olarak Türkler'de çeşitli gelenekler yer­ leşmiştir. bunlardan birisi de Türk musikisinde görülür. Nevruz makamı Türk musikisinin en eski makamların­ dan biridir23<'. Yediyüz yıldan fazla bir mazisi vardır. İ l k de­ fa bu makam Urmiyeli Safiyuddin (Ölm. 1 293) tarafından kullanılm ı şt ı r. Y.Öztuna'nın verdiği bilgiye göre tiz durakta yani acem (fa) perdesinde kalan Acem-Aşirfın maka mına "nevriız makamı" denilmektedir. Bu makamdan elimizde 20'nin üzerinde makam bulunmaktadır. X I X . yüzyılın sonla­ rında İsmail Hakkı Bey, bu makamı yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Y. Öztuna'nın tesbit ettiği bu makamlar şunlar­ dır237. Nev r u z - B a y a t i : Türk musikisinde en az 5,5 yüzyıl­ lık mürekkep bir makamdır. Zamanımıza bir örneği gelme­ miştir. N e v r u z - B u s e l i k : Osmanlı Hükümdarı Sultan i l . Murad ( 142 1 - 1 45 1 )'ın yaptırdığı yüzlerce makamdan biri­ dir. Zamanımıza bir örneği gelmemiştir. N e v r u z B ü z ü r g : Osmanlı Hükümdarı Sultan i l . Murad'ın yaptırdığı mürekkep makamdan biridir. Zamanı­ mıza gele� örneği yoktur. N e v r u z - H i c a z : Türk musikisinde Sultan i l . Mu­ rad'ın yaptırttığı yüzlerce mürekkep makamdan biridir. Za­ manımıza gelen örneği yoktur. N e v r u z - H ü s e y n i : Türk musikisinde Sultan i l . 236. M . Hakkı Ti.ırkekul, "Azerbaycan Klasik Musikisi Hakkında" Azerbaycan Yurt Bil�isi c.ıv . . s. 34, s. 33. 137. Yılmaz Özıuna, Türk Musikisi C.11., ( 1. Kısım) İsı. 1974. s. n- 78: ismet Par­ maksızoğlu Nevruz" Türk Ansiklopedisi, c. 25. s. 2ı9-220. •


TÜRK M İ LLi BÜTÜ:'\LÜÜC İ(ERİSİ'.'iDE Do(;ı_; ı\:'\ı\DOLL

151

Murad'ın yaptırttığı yüzlerce mürekkep makamdan hiridir. Zamanımıza gelen örneği yoktur. N ev r u z - I r a k : Türk musikisinde Sultan i l . M urad'ın yaptırttığı yüzlerce mürekkep makamdan hirisidir. Zaman ı­ mıza gelen örneği yoktur. N e v r u z - I s fa h a n : Türk musikisinde Sultan i l . Mu­ rad'ın yaptırttığı yüzlerce mürekkep makamdan hirisidir. Zamanımıza örneği gelmemiştir. N e v r u z - K u ç e k : Türk musikisinde Sultan i l . Mu­ rad'ın yaptırttığı yüzlerce mürekkep makamdan hirisidir. Zamanımıza örneği gelmemiştir. N e v r u z - N ev a : Türk musikisinde Sultan i l . Mu­ rad'ın yaptırttığı yüzlerce makamdan hirisidir. Zamanımıza örneği gelmemiştir. · N e v r u z P e r d e s i : Konuk'un dik acem perdesine verdiği addır. N e v r u z - R e h a v i : Türk musikisinde Sultan i l . Mu­ rad'ın yaptırttığı yüzlerce mürekkep makamdan hirisidir. Zamanımıza örneği gelmemiştir. N e v r u z - S a b a : Türk musikisinde Fatih Sultan Meh­ med zamanında ( 1 45 1 - i 48 1 ) yapılmış mürekkep bir makam­ dır. Zamanımıza örneği gelmemiştir. N e v r fı z - U ş ş a k / N e v r fı z - ı U ş ş a k : Türk musiki­ sinde Sultan il. M urad zamanında yapılmış bir makamdır. Zamanımıza örneği gelmemiştir. " Aşıklann bayramı " anla­ m ında mürekkep bir makamdır. N e v r u z - Z e n g u l e : Türk musikinde Sultan il. Mu­ rad zamanında yapılmış yüzlerce mürekkep makamdan biri­ sidir. Zamanımıza örneği gelmemiştir.


1 52

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ

İÇERİSİNDE DOÔU ı\�ı\DOLU

N e v r fı z - ı A c e m / N e v r u z - ı A c e m i 238:Türk musi­ kisinde mürekkep bir makamdır. Sultan il. M urad zamanı­ na ait oduğu sanılıyor. Ali Hoca'nın ''peşrev" ve " Saz sema­ isi" ile " La bir Nakış Yürük Semai" bu makamın elimizdeki örnekleridir. Makam acem (fa) perdesine.le kalmaktadır. bu ba kımda n asıl Nevruz maka mının diğer bir adı okluğu da ih­ timal dahil indedir. N e v r fı z - ı A r a b 239 : Türk musikisinde mürekkep bir makamdır. En az 6,5 yüzyıllık olduğu sanılıyor. Zamanımı­ za örneği gelmemiştir. N e v r u z - ı A s i : Nevrfız'un diğer bir adı. N ev r fı z - ı H a r a : Türk musikisinde mürekkep bir makamdır. Sultan II. Murad ve Sultan il. Mehmed zamanın­ dan kaldığı zannedilmektedir. Zamanımıza örneği gelme­ miştir. N e v r u z - ı R a s t : Çağdaş Arap musikisinde Nevruz Rast makamına verilen addır. N e v r u z - R a s t : Türk musikisinde, Sultan i l . Murad zamanında yapılmış mürekkep bir makamdır. Zamanımıza örneği gelmemiştir. Yeni Arap musikisinde de kullanılmış­ tır. N e v r O z - ı R O m i : Türk musikisinde m ürekkep ma­ kamlardan birisidir. Sultan il. Murad zamanından kalma­ dır. Anadolu Nevruzu olarak da bilinir. N e v r Cı z - ı S u i t a n i : Türk musikisinde mürekkep bir mak_a mdır. "Nevruz-rast" makamına XVI I I . yüzyılda bu ad verilmiştir. Zamanımıza gelen bir örneği yoktur. 238. Köscmihalzade Mahmut Ragıp, "Azerbaycan Musikisi", AYB, C.I., s. 316; M.

Hakkı Türkekul, s. 33.

239. Kösemihaıziide mahmut Ragıp. s. 316;

M. Hakkı Türkekul, s. 33.


TÜRK M İ LLİ DÜTÜNLÜ(iÜ İÇLRİSİ NDE DOÜL /\N/\DOLC

1 53

N e v r O z - ı T e r k i p : Kösem ihalzfide, telli aletler ses ve diğer aletlerde kullanılan nağmeler ve l<lhinler arasında NevrOz-ı Terkip'i de zikretmektedir. Günümüzde kuilanıl­ maktadı�. 2.7. Taş İşlemeciliği ( Mezartaşları) 2· H Türk hayvan üslObu'nun e n güzel misallerini koç-koyun veya dağ-teke/dağ keçisi şeklindeki mezar taşlarında görebi­ liriz. Bu mezartaşları doğuda Japon denizinden Ön Asya 'da Yukarı Fırat boylarına kadar geniş bir alanda Türk mezar­ l ıklarında zamanın ve tabiatın tahribatına karşı üzerinde bu­ lunduğu toprakların Türklüğü'nün simgesi olara k karşımız­ da durmaktadır. M.Ö. 1 000. yılla rda ölen alplerin mezartaşlarına dağte­ kesi ve koç/koyun tasvirlerinin resmedildiği bilinmekted ir. Hunlar'a ait Pazırık korganlarında lahitler üzerinde ba kır­ dan yapılmış dağ tekesi aplikleri bunun güzel örnekleridir. il. Pazırık karganından çıka rılan ba kır bir lahit süsünde si­ metrik olarak yerleştirilmiş dağkeçileri bulunmaktadır2..ı2. Gerek Kül-tiğin bengütaşında243 v� gerek diğer Kök­ Türk mezarlarında ko� heykelleri bulunmakta idi. Kırgız Türkleri'ne ait VI I-IX. yy. dan kalma 1: Kapçal ve Uybat 240. Kösemihalzade Mahmut Ragıp.

s. 324. 241. Daha geniş bilgi için bk. M. Abdulhahik Çay, Anadolu'da Türk Danı�ası Koç Heykel-Mezartaşları ve Türkler'de Koç-Koyun Meselesi, An kara l 'J83. s. XI-LX. 242. E. Esi n Türk Kosnıolojisi (ilk De,·ir (zerine Ara�tımıalar), İ sı a nh u l l 'J'7'J. Türk Külıürü El-Kiıahı Seri l l'yc ek. s. 125.: '.\ Diyarhck i rli. Hun Sanalı s. 'J7.. 243. Lunı i r J i sl . "Kül-Tcgin A n ı t ı nda l 'J58'dc Yapılan /\rkcolo.i i Ara�tırnıalarıııııı Sıı­ nuçl a rı Deliden, C. XXVII. Sayı : 107 (Tcnınıu1. 1%3). s. 3'1 1 : İ. 1'afc,u�J u . Türk Milli Kültürü, Ankara 19n, s. 289; R. Efcndicv. Da � lar Danı�ır, s. 23: Deyhan Karamağralı. Ahlat Mezarta�ları, Ank .. 1972. s. 26: :\. Diyarhc h i rl i . "Orhun' dan Geliyorum". Türk Kültü rü Sayı: ı98- !99 (:\'isan-\layıs 1'17'1). ,

"

,

s.336.


1 54

TÜRK MİLLi BÜTÜ NL Ü ÔÜ İ ÇERİS İ '.\DE DO (i U ı\!\ı\DOLL'

korganlarında çok miktarda koyun heykelleri de ortaya çık­ m ıştır244. Bunlardan Kapçal korganlarının· alplere ait oduğu bilinmektedir. Askıs nehri ağzlnın 'biraz kuzeyinde, bir me­ zar üzerinde kaba bir biçimde işlenmiş bir koyun heykeli bu­ lunduğu gibi, eski Türk merkezlerinden M inusinsk'te koç başlı mezar heykelleri görülmektedir2.t5. Altay bölgesinde Yll-YII l .yy. l<ırdan kalma ilgi çekici bir mezartaşı bulunmuştur. Uybat ve Bria nehirleri arasında­ ki Çakmak bölgesinde bulunan bu mezartaşının üzerinde bir yüzünde bir yılan resmi, diğer yüzünde bir koç başı ka­ bartması işlc;nmiştir246. Hazar Denizi'nin doğu k ıyısında Çileken yarımadasın­ da XIX.yy. ait koç boynuzu biçiminde iki mezar taşı H ora­ san Türkmenleri'ne a ittir247.

1 978 yılı eylül ve ekim ayları içinde Moğolistan'a bir se­ yahat yapan ve seyahat notlarını yayınlayan Nejat Diyarbe­ kirli'nin verdiği bilgiye göre:ııs Ulan Batur Tarih ve Güzel Sanatlar M üzesi'nde Tonyukuk bengütaşla rından getirilmiş bir koç hey�eli bulunmaktadır. Türkmenistan'da Nohudu Türkmen aşiretinin devam ettirdiği bir gelenek vardır ki bu taştan koç heykelinin daha basit şeklinin devam ından başka birşey değildir. Bu, Nohur244.

Bahaeddin Ö gel., İslamiyetten Önre Türk Kültürü Tarihi, Ankara 1962. s. 2 1 2; Il. Karamağralı, s. 28. 245. il. Karamağrah. s. 29; Moğolistanlda Ohun Türkleri'ne ait çok sayıda koç hey­ kelleri bulunmuştur. Ongin anıtında, Şivvet-Ulan harabelerinde ve bu harabele­ rin yakınlarında koç heykelleri onaya çıkarılmıştır. (Bk. h.lward Tryjarski. "Es­ ki Türklerin Moğolistan·daki Arkeolojik Eserleri l: zerine". Türk Kültürü Ara�­ tırmaları, Yıl : XVl/1-2 (Ankara ı9n- 1978), s. ı63. 246. B. Karamağralı, s. 76. 247. N. Diyarbekirli, Hun Sanalı, s. 197. 248. N. Diyarbekirli, Orhon'dan Geliyorum, s. 338.


TÜRK \1İ LLİ BLTÜ?\LÜ(;ü İÇERİSİ!'\DE DOÜL J\:\J\DOLLJ

1 55

lu Türkmenleri cenaze gömüldükten sonra mezarın baş kıs­ mına koç boynuzu koymaktadırlar. Bu geleneğin izlerini Anadolu'da görmek mümkündür. Koç ve koyun mezartaşları bilhassa Doğu Anadolu'da çok sayıda bulu nmaktadır. Batı Anadolu'da ise çok az saya­ dadır. Anadolu'daki koç ve koyun heykel leri genellikle ayak­ ta ve yere çökmüş hir şekilde yapılmıştır. Sade bir şekilde iş­ lenmiş hu heykellerin hir kısmının üzerinde çeşitli eşyalara a it kaba rtma figürler görülür. Bunlar ara sında kıl ıç, bıçak, çevga n, kalkan, hançer, dokuma tezgahı, şis, herek, çatal, çe­ şitli hayva n ve hitki figürleri249 oldukça boldur. R. Efendiev bu figürlerin yalnızca hezek olarak değil, oraya defnolun­ muş şahsın cinsi, hayatı ve mesleğini de belirttiğini ileri süre­ rek : " ekseri mezar taşları üzerinde, gençliği, şecaati göste­ ren kılıç, kalkan, at, koç, kastaıa; hürmetli büyük hir şahsın veya din adamm ın mezar taşında ise teshih, kandil vb. gihi eşyanın; kadınlara ait mezar taşlarında ise iğne, sap, küskü gihi resimlerin yapıldığını"2.5(1ıelirtmektedir. Bu mezartaşla­ rı, defnolunmuş şahsın cemiyetteki mevkii ile de sıkı sıkıya alakalıdır. Beylere ait mezartaşları daha bezekli ve zarif iş­ lenmekteydi. H atta denileb ilir ki hu tip mezartaşları, aşiret oymak veya boy beyleri ile yakınlarına dikilmiş o1abilir25 ı . Anadolu'd�ıki koç/koyun mezartaşlarının Xll.yy.'dan itibaren Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenleri'nin hakim oldukları sahada görünmeleri bu tip mezartaşlarının Akko­ yunlu ve Ka rakoyunlu Türkmenleri'ne ait hir gelenek oldu­ ğu kanaatını uya ndırmaktadır. Kur'an da açık ve kesin hir B. Karanıağralı. s. 21. 23. 29. 30: R. Ucndiev, Daşlar Danı�ır., S. 1-l: Tuncer Baykara, "Mirseyit{fanır Köyü Mezarlığı", Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fak. Dergisi, Sayı: 4 (Nisan ı972). s.53. 250. R. Ercvdiev, a.g.e.s. 14. 251. B. Karanıağralı, s. ·2ı,30; R. Efcndiev, s. 14, T. Baykara. "Mirseyit .. ", s. 53. 2-l'J.


1 56

TÜRK :vt İ LLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLL

hüküm olmamakla heraber süslü ve dikkat çekici mezarlar hele heykel mahiyetindeki mezarlar h içbir zaman hoş karşı­ lanmamıştır. Bu devirdeki Türkmenler'de mevcut dini tole­ rans, alevilik, vb. gibi inançların güçlü mevcudiyeti, Türk­ Jer'deki hu eski milli geleneği tekra r canlandırmıştır. Ayrıca hu geleneğin tekrar ortaya çıkışında devrin örf ve adet, dini inançları kadar, Türkmenler'in iktisadi ve sosyal yapıları da etkili olmuştur. Batı Anadolu'nun birkaç yerinde bulunan bu tip mezarların Karakoyunlu veya Akkoyunlu Türkmenle­ ri'nden bazı aşiret v.e oymakların bu bölgelere göç ve yerleş­ meleri ile açıklanabilir. Türkiye'de bulunan koç/koyun mezartaşlarının belli başlılarını aşağıda Batı'dan Doğu'ya doğru sıralayacağız. Akşehir'in Maruf, Afyon'un Künbet, Seyidgazi'nin Ay­ valı köylerinde birer koç h�keli bulunmuştur252. Bu heykel­ lerin buralara gelip yerleşen Karakoyunlu veya Akkoyunlu Türkmen oymaklarına a it olduğu ihtimal dahilindedir. Erzurum'un Hınıs ilçesinin Mirseyit/Tanır köyünde 5 adet koyun, koç heykeli bulunmaktadır. Bunlardan en eskisi 1243 ( 1 827-28) tarihlidir. Diğerleri 1 2Ş5/ 1 839.? /?, 1 292/ 1 9021 tarihlidir. Köy halkı arasında yaptığı araştırma­ da Tuncer Baykara253 köy sakinlerinin Tunceli taraflarından buraya göç etmiş Beyhan aşiretlerinden ve bu aşiretin bili­ nen en eski atasının Haydaranlı Bıyıklı Ahmet olduğunu tes­ bit etmiştir. Bunların bir kısmı Tunceli tarafında bir kısmı ise Tercan'da yaşamaktadır. Aşiret mesupları birbirlerini zi252. B. Karamağralı. s. 2(.-27; Bunlardan Afyon" u n Kümhet köyünde bulunan koç heykelinin başı kopmuştur. Bu heykel halen İ sıaohul Türk ve İslam Eserleri :vt üzesi"nı.le korunmaktadır. Heykelin sol yanında figürler seçilcmcmckle bera­ ber. sağ yanında ellerinde şahin tutan iki atlı figürü net bir şekilde görülmekte­ dir. 253. Tuncer Baykara, "Mirseyit.. . s. 53-55. ",


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOGU ı\Nı\DOLU

1 57

yaret ettikleri gibi, ara larındaki rivayete göre de A kkoyunlu Türkmenleri'nden inmektedirler. · Malatya Ulucami'nde bulunan bir mezartaşında üç ma­ dalyonun üzerinde oğlak, boğa ve halık figü rleri bulunmak­ tadır. Ancak buradaki figürlerin eski gelenekten kaynaklan­ mayıp muhtemelen burçları ifade ettiği zannedilmekte­ dir2.5-t. Ahlat'ın 24 km. doğunda bulunan Adilcevaz'ın eski me­ zarlığında iki koç heykeli bulunmuş ve kasabaya nakledilmiş­ tir. Erciş'in tarihi mezarlığında aşınmış bir koç heykeli bu­ lunmaktadır. Van müzesinde bulunan iki koç heykeli nden birinin yanında hançer, diğerinin sağlı sollu iki yan ında han­ çer ve kılıç resimleri bulunmaktadır. Anca k bu iki heykelin nereden getirildiği teshit edilememiştir. lğdır'ın Karakoyunlu köyünde; Bingöl'ün Kuzik/ Gör­ gü, Caraseran/Dağc ılar, Şaman/Taşlıyayla, Siğiran/ Dikte­ peler, Köşk<1r/Yarlısu, Keşan/Seki, Gülükler; Kars ili Göle İ lçesinin Karavenk/ Köprülü; Çıldır'ın Koçtaş köyleri ile Yan ili E rciş. ilçesine bağlı Çalebibaba nahiyesinde koç/ ko­ yun heykelleri bulunmaktadır. Ayrıca Çıldır'ın Kevenk/Köp­ rülü köyü mezarlığında mezar taşlarına koç motiflerinin iş­ lenmiş olduğu görülür. Erciş'i n M erkez M ezarlığında bulunan ve daha sonra Yan müzesi'ne nakledilen koç heykelinin sol yanında kılıç, sağ yanında da bir sadak ve çevgan değneği işlenmiştir255. Ahlat'ta Ortaokul bahçesinde h. 803 ( 1 400- 1 40 1 ) tarihli, 2.5-t. ll Karanıağaralı. s.21-22.

255. Bu koç nıczarlan üzerinde "l lazih ve Kahr'ül-said ve cş-şchid el merhum. el muhtaç ilii rahmet-Ü ı\llah Mevlana Ya r ı\li. Tevaffa ri şehri Ramazan fi ıarih sene sclase ve semanimiet 803" yazılıdır (Bk. Beyhan Karamağaralı s.2<ı)


1 58

TÜ RK :vt İLLİ BÜTL:\LLGL ic,:rn..i S İ:'\DE DO(;t; /\:-1/\DOLt:

Bitlis Kız Enstitüsü bahçesinde 804 ( 1 40 1 - 1 402) tarihli koç heykeli muht.l'melen Karakoyunlular'dan kalmadır. Ahlat'ın Taht-ı Süleyman Kabrista n ı'nda da bir koyun heykeli bulunmuş olup256 XIV.yy.dan kalmadır. Erzurum m üzesinde boyunlarının altında veya alınların­ da haç bulun<ı rı ko\'.. !... oy un lll'ykelleri de dikkati çekmekte­ dir25 7. Türkler Ana dol u'y:ı gt.:lnı eden önce bölgede hakim olan Bizans! ılar'ın böyle bir gt·leneği mevcut c.leğilc.lir. Diğer yandan bölgenin eski toplulukla rından Gü rcü ve diğer hıris­ tiyan unsurlarda böyle bir gelenek yoktu. Bu tip mezartaşla­ rı büyük bir ihtimalle Türkler'in tesiriyle hıristiyanlara geç­ miş veya hıristiyan olm uş ancak mim kültürünü kaybetme­ miş h ıristiya n Türkler'den de kalmış olabilir. "Tunceli-Dersim Coğrafyası" adlı eserin sahibi Ömer

Kemal Ağar, Dersimliler ' in meza rlarında koç resmi bulun­ duğunu258, mezarl ıklara ko�· başı, koyun resm i ve heykelleri­ nin yapılmasının bir gelenek halinde olduğunu ve bu koyun heykellerinin her iki tarafına mezarda ya tan kişinin hayatta iken yaşayış ı n ı ca nland ıran şekiller yaptıklarını yazmakta­ dır. Bu şekillerin kılıç, at, tüfek, o kişinin yiğitliğini ibrik ve kpsi gibi şekiller ise cömertliğin i ifade ettiğin i kaydetmekte­ dir259. Tunceli bölgesindeki koç/koyun mezarla rıyla ilgili ola­ rak i lhan Ak,· ;ıy'ın Pertek kazasının Til köyünde yaptığı araştırma da 1-.ayda değer. Bülg.edeki bu mezartaşlarının Oğuz Türkle r i " rı i n :\nadolu'ya gelişlerinin bir hatırası oldu­ ğu kana a ı ı rıda olan y. ı ı . ı r, Çemizgezek'in Oğuzlar ve Hıdroz 256. il Karanıağ.ı.tlı s. 34. 257. B. Karanıağralı �- 27. 258. Ömer Kemal Ağar, Tunceli-Dersim C�raryası,İst. ı 940. s. 25 . 259. a.g.e. s. 45.


TÜRK VI İ l Lİ BCTL :\' L G (; ü içı:RİSİ:\'DE DOÜL ı\:\'ı\DO L C .

1 59

(Hıdır Oğuz) Köylerindeki mezarlıklardan alınan pa rçalar­ dan birinin Çemişgezek parkında, 3 tanesin in Harput müze­ sinde ve diğerlerinin ise mahallinde olduklarını2(ı() belirtmek­ tedir. Keban bölgesindeki mezarlıklarda oldukça çok sayıda koç koyun heykeli mecut olup, Dersim bölgesinde hu tür meza rların Türkmenler'in Anadolu'ya yerleşmelerinden iti­ baren hir gelenek halinde yapıldığı hil inmektedir2M. Bu muhtemden Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenleri'nin Anadolu 'ya getirdikleri hir adetti. Erzincan 'da biri Askeri Hastaluıne 'de ikincisi · Haşhaşi köyünde, üçüncüsü ise Memleket Ba hçesi'nde olmak üzere üç koyun heykeli bulunmuştur. "Erzincan Ta rihi" yaza rının yanlış hir hükmü olarak hunların H it itler'e a it olduğu ileri sürülmüşse de262 hu meza r heykellerinin Erzincan'ın eski hir Akkoyunlu ili olması hasebiyle Akkoyunlu Türkmenle­ ri'ne a i ı olduğu muha kkakt ır.

Kars'ın Sünneli Çukuru nda ve Ara s boylarında koç ve koyun heykeli dikme adeti. XV-XYl .yy.larda bölgeye hakim olan Ka rakoyunlu ve Akkoyu nlu Türkmenleri'nden kalma bir adt'l ti2('�. '

Karakoyunlular, karakoç ve karakoyun, Akkoyunlular akkoç, \'e akkoyun heykeli d ikerlerd i. Çıldır'a bağlı Koçtaş Köyü sakinleri meza rlıkta bulu nan koç heykelini hir Ziya_ret yeri ka hul etmiş olup. halkı Terekeme Türk topluluklarıdır. 2(ı(). İlhaıı . \k�ay. "'Kehan Baraj ı n ı n '.\1cy<.lan get i r<.liği göl sahası için<.lc kalacak olan Tür� '"'e rle ri iizerin<.le yerin<.le yapılan bir (Ağu''' '' !9<16) s.

261. i\a�ıı

2 1'J.

a raşt ı rma

"

Türk Kültürü, Sayı:

.ılı

l l uğ. Tunn�li \ledeni�·eıe Açılı�or. s.(ı8. 1 10: ı\y�egiil Demirhan nıakale­ sin<.lc ı... c tıan Bölgcsin<.lc l.. i hu tip heykelleri kuwet sembolü olarak nitclcn<.lir­

"'Prehistorik ve İ l kçağlarda Tıp tarihine genci b i r bakış ve Çağlardan kaynağını Alan Milli bir İ lacımız: Mesir" Türk Dünya�• Araştımıaları Dergisi, Sayı: 1 1 (i\:isan ı 981 ). s.213"te 3. Resinı). 262. Ali Kemali, Er.dncan, s.47. mişıir (bk.


1 60

TÜRK MİLLi 13ÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ı\Nı\DOLU

Koç-�oyun heykeli mezartaşı dikilmesi ananesi bugün hata Tunceli başta olmak üzere Kars, Bingöl ve diğer Doğu ve Güney Doğu Anadolu Türk aşiretlerinde devam etmekte­ dir. Bu mezartaşların üzerinde daha da çarpıcı olarak "ay-yıl­ dız" motifinin işlenmiş olması, Doğu ve Güneydoğu Anado­ lu Türk aşiretlerinin milli benliklerinin en güzel ifadesidir. 2.8. Halı ve Kilim Dokumacılığı:

Doğu ve batı Anadolu halılarında "Gördes" düğümü kullanılır. İran'ın "sena" düğümü, Anadolu halı düğümlerin­ den ayrılır. Doğu Anadolu'daki desen adları Türkçedir. A nadolu'daki desen adları Türkçedir. Türkmen "aynalı" ve "madalyonlu" halıları Doğu Anado­ lu'da da yaygındır. "Koç boynuzlu" halılar, Ortaasya ve bütün Anadolu'da görülür. Halı tezgahlarındaki "atkı" ve "çözgü" adları, Doğu Ana­ dolu'da da Türkçedir. Halı ipliklerinin 1:-...ızırlanışı ile aletlerin adları, Doğu ve Batı A nadolu ile Türkmenler' de, aynıdır. a. Düğüm: Doğu Anadolu köylerimizde dokunan bütün halılarda Türk "Gördes" düğümü kullanılmıştır. Düğüm ile ipliğinin çözgü iplikleri etrafında değişik sarma yöntemleri ile yapı­ lır. En çok kullanılan düğümler İ ran (Sena) ve Türk (Gör­ des) düğümüdür. "Gördes" Manisa'nın bir ilçesidir ve Ana­ dolu'nun bir halı merkezidir264• Birbirinden fa rklı olan bu 264. Geniş bilgi için bk. Neriman Görgünay, Do� Anadolu Köy Halılannın Kalite

ve Desenleri, Ank. 1984, s. 18; Hennann Haack, Oriental Rugs, London 1960, s.24.


TÜ RK M İ LLİ 13ÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

1 61

düğümlerden Türk düğümünde, ilme ipliğinin iki ucu, her iki çözgü ipliğinin etrafından geçirilerek bu çözgü iplikleri­ nin ortasından çıkarılır. İ rap düğümünde ise; sadece ilme ,ip­ liğinin bir ucu bir çözgü ipliğini tamamen sarar. Bu düğüm şekilleri, yerli ve ya hancı bütün literatürlerde bu isimlerle bi­ linir. Pazırık halısında Türk düğümü kullanılmış265 ve Pazı­ rık halısından heri Türkler'in, Türk düğümü kullandıkları anlaşılmıştır266. h. Desen Adlan: Bölge halılarının zemin ve bordürlerinde görülen de­ sen ve motifler, geometrik veya bitkisel şekillerdir. Bitkisel motifler natürel veya stilizedir. Geometrik ve bitkisel motif­ ler arasında insan ve hayvan figürleri bulunduğu gibi, sem­ bolik süslemelerde yer alır. Dokuyucular örnekleri, genellik­ le kend i henzetişlerine ve modelin alındığı yere <T,öre adlan­ dırırlar. Bingöl'de görülüp Tunceli'de kullanılmış bir desene "Bingöl ömeği" adını verdikleri görülmüştür. .Örümcek kafa­ sına benzetilen bu örneğe "örümcekli halı " denildiği gibi kur­ bağaya benzettikleri bir modele de ''Kurbağacık " adı ver-il­ miştir. c.

Halılarda Kullanılan Renkler:

Aslanapa ve Durnl ' u n belirttiği gibi, Türk halılarında daha çok kırmızı renge önem verilmiştir. Hemen hemen bü­ tün Türkmen halılarının zeminleri kırmızı olma kla beraber, kırmızı, çeşitli aşiretler tarafında ayrı tonlarda kullanıl265. J.İıen Mars, Türki�h Carpt'ls Office du Livre Gcrmany.

1977, s.2�; Şerare Ycı­ kin, 1 lisıorical Turkish Carpets İst. 1981. s.12; Josef Günther Leıtenmair, Das Grasse, Orientteppich Buch, Munchen 1977, s.24. 266. Oktay Aslanapa ve Yusuf Durul, Selçuklu Halıları, İst. 1973, s.56.


1 62

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE D0(1U ANADOLL:

m ıştır. Ersan ve Teke Türkmenleri'nde egemen zemin ren­ gi açık ve mora kadar giden kırmızı, Salur Türkleri'nde ise zemin parlak kırmızı ve mavi beneklidir.

Doğu Anadolu'da dokunan köy halıları üzerinde yapı­ lan araştırmada da zemin renginde ve genelde kırmızının di­ ğer renklerden daha çok kulla nıldığı teshit edi lmiştir. Şöyle­ ki; incelenen halılarda en fazla kulla nılan rengin %48.07 ile kırmızı olduğu, hunu sırasıyla ; yeşil, siyah, bordo, bej, turun­ cu, beyaz, kahverengi, gri, sarı ve diğer renklerin takip ettiği görülmüştür. d. Türkmen Aynalı Sekizgen Madalyonlu Halılar. Türkmen aynalı halıların Doğu Anadolu'da M alatya, Muş ve Tunceli köylerinde dokunduğu tespit edilm iştir. XV. yüzyıl Anadolu halıla�ında Hollandalı Ressa m Hans Nemling'in tablolarında görülen267 ve daha sonra Kaf­ kas hal ılarında sık sık rastlanan "Türkmen aynaları" XVI I XVIIL yy.'a ait bir Anadolu Bergama halısında2<ı8, l 883'de yapılmış- Kazak halılarında269 yine XIX. yy. Çanakka le-Ezi­ ne' de dokunmuş bir halı d:ı270 görülmüştür.

Luciano, Türkmen aynaları 'nın Kazak bölgesinde yay­ gın olduğunu; H. Ropers, bunun tipik bir Kafkas motifi oldu­ ğunu ileri sürmüştür. Arseven, "Türkmen aynası" motifleri­ nin eski Türk halılarında ve süsleme sanatında kullanılan başlıca karakteristik motiflerden biri olduğunu bel irtmiş ve "ejder ayakları" ile çevrili orta motifi olarak isimlendirilmiş­ tir271 . En eski Türk motiflerinden biri olan hu motif Türk267. Kurt Erdmann. Europa und Dn Orientteppirh, Bcrlin 1 %2 s . <ı2. 26R. Kurt Erdmann. Siebenhundnt Jahre Orientteppİl'h, l lcrford J9<ı<ı. s.3. 136. 269. Luciano Coen and Lousie Duncan, The Orienıal Rug,. :\cw York 1'>78; E.Ar­ men Hangeldian, Les Tapis D'Orient, Paris 1949. s.11- 12. 270. J. İ ten Maıitz, s.95. 271. A.Achdjian, A. Fundamenta (Art of Rug)., Paıis 1949, s.283.


TÜRK M İ I .l .i BÜTÜNLÜ(;(; İÇERİSİ:\DI '. DO(iL /\:\/\DOl.L

1 63

ler'in asırlar boyu göçlerinin hal ı deseni üzerinde nasıl güç­ lü etkisi okluğunu göstermektedir. Halen Konya Mevlana M üzesi'nde bulunan XVIII. yüz­ yılda dokunmuş bir Anadolu halısında da, Türkmen aynah.­ rı görülmüştür. e.

Yıldız Madalyonlu Halılar:

Bu grup halılar, incelenen hal ıların % 7.72'sini oluştu­ rurlar. Yıldız madalyonlu halılara Malatya, Tunceli, Ağrı, Adıyaman ve B itlis köylerinde rastlanmıştır. Bu grup halılar­ da madalyonları oluşturan yıldız motifleri Coen ve Dun­ can272 R uedin273 ve H angeldian274'a göre "lesghi yıldızı" ola­ rak bilinmektedir. Ruedin; hu yıldız motifin sembolik köke­ nin, yıldızlara ışık tanrıçaları gibi tapıldığı zamanl;,ıra, Antik Çağa kadar uza ndığını bel irtm iştir. Arseven, hu motifin Türk süsleme sanatında kullanılan başlıca sembolik motifler­ den biri ve 4 bölgeden meydana gelen Haç figürünün deği­ şik şekli olduğunu vurgulamıştır275 . 1 850 yılında dokunmuş Şirva n hal ısında aynı motif işlenmiştir. Şirvan halılarında gö­ rülen hu lesghi yıldızı halılarda, yıldızların araları, hayvan fi­ gürleri ve geometrik şekillerle dolguludur. Şirvan halılarında sık sık rastlanan, Doğu Anadolu'da görülen hu yıldız madalyonlar Doğu Anadolu ve Marmara arasında dolaşan Yörükler'in XIX.yy. halılarında da görül­ müştür276. Çanakkale çevresinde benzeri kompozisyonda ha­ lılar dokunmaktadır. 272. Neriman Görgünay. s.40. 273. /\ynı yer. 274. E. /\rmen J langeldian. Les Tapis D'Orient, s. 1 1-12. 275. Celal Esaı Arseven, Türk Sanatı, İst. 1973, s.208-209. 276. L. Knuı, Rugs and Carpets or the Orient, London 1978, s.66.


TÜRK MİLLi llÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÜU ANADOLU

1 64

f.

Koç Boynuzu Motifi:

Orta Asya Türkleri'nde dokunan akrep ve koçboynuzu, çok eski Türkmen oymaklarına ait halıların bordürlerinde yaygın şekilde kullanılır. Çengelli baklava biçiminde olan ak­ rep motifi, stilize büyük bir akrebi temsil eder. Bu motif de akrep Orta Asya halılarında sıklıkla görülür277. Koç boynuzu motifi, yüzyıllar boyu Türk toplulukları ta­ rafından halı, kilim, keçe ve diğer yaygılarda beğenilerek kullanılmıştır. Pazırık keçe halılarında yaygın hir şekilde ya­ pılan dağ tekesi motifi daha sonraki yıllarda Türk halıları­ nın başlıca motifini oluşturmuştur. Koçbaşı ve boynuz olarak bilinen bu motif: Oğuzlar, Avarlar, Kırgızlar, Çuvaşlar, Bul­ garlar, Türkmenler ve Doğu Anadolu Türk aşiretleri'nde be­ ğenilerek işlenmiştir.' Dokuma tekniğinde daha köşeli ve ge­ ometrik bir biçim alan bu motife, gerek Anadolu'da ve ge­ rekse Anadolu dışındaki Türk topluluklarında ''lwç boynu­ zu " adı verilmektedir278. Doğu Anadolu halılarında ayrıca bordürler Kafkas şeri­ di adı verilen kırmızı-beyaz renkl i şeritle279 çevrilmiştir. Ço­ ğu halılarda bu kırmızı-beyaz Kafkas şeritlerine, i k i taraflı si­ yah renkte, birer çizginin eklendiği görülmüştür. Bu beyaz-­ kırmızı renkli ince şeritler Ezine ve Ayvacık halılarında da görülür. Doğu ve Batı Anadolu köy halıları karşılaştırıldığında; halıların bordür ve zeminlerinde eş desenlerin kullan ıldıkla­ rı tespit edilmiştir. g. Hail/arın Atkı ve Çözgü/eri: Doğu Anadolu bölgesinde çözgüye, uzatma eriş, arış; atkıya ise geçme, masur, atma ve argaç adı verilir. Anado­ lu'nun çeşitli bölgelerinde de hu adlar kullanılmaktadır. 277. L. Knuı, s.66. 278. M . Abdülhaluk Çay, Anadolu'da Türk Damgası, s.29.


TÜRK M İ LLi BÜTL:'\LÜGÜ İÇERİSİNDE DOÜL /\N/\DOLU

1 65

Çanakkale bölgesinde yapılan bir araştırmada da halı dokuyanlar tarafından çözgüye arış, atkıyı argaç denildiği tesbit edilmiştir. Ayrıca Orta Anadolu'da da atkı ve çözgü için argaç ve eriş deyimi kullanılır. Birçok Türk toplumund� bu deyim ge­ çerlidir. Y ugoslavya Türkleri'nde de argaç ve arış deyimleri­ nin kullanıldığı öğrenilmiştir. Türkçe sözlükte de "argaç" do�umada enine atılan ip­ lik, "arış" ise; tezgaha uzunlamasına gedlen iplik olarak ta­ n ımlanmaktadır. Türk Dil Kurumu Tarama Sözlüğü'nde ar­ gaç ve arış'ın XIV. yüzyıldan bu yana aynı anlamda kullanıl­ dığı belirtilmektedir. XV. yy. 'da Cıhanü'l-Cenan adlı eser­ den alınmış bir yazıda şöyle denilmektedir. \

.

"ipek ile iplik kanşık olsa, argacı iplik, anşı ipek olan haramdır. A nıma arışı iplik olsa helaldir. " Kaşgarlı Malınıut 'un Divanu Lugdt-it Türk 'ünde de anş, eriş, arkag ve argaç kelimeleri geçer. Bunlar çözgü ve atkı an­ lamındadır280. h. İpliğin Hazırlanışı: Halı dokumasında kullanılan yünün dokuyucu tarafın­ dan hazırlanması geleneği Orta Asya Türkleri'nde yaşayışla­ rı gereği asırlar boyu süregelmiştir. Türkmen kadınları ken­ di koyun sürülerinden elde ettikl�ri yünleri kendileri yıkar, tarar ve boyarlardı. Boyalar indigo bitkilerinden ve kasaba pazarından elde edilirdi281. Bütün halı teknikleri. asırlar bo­ yu kuşaktan kuşağa geçtiği gibi, yünün dokuyucu tarafından hazırliın ışı da bugün Anadolu'nun birçok köylerinde devam etmektedir. 279. l'\crinıan Görgünay. s. 47.

280. J\:crinıan Görgünay, s. 281. Aynı yer.

ı7.


1 66

TÜRK MİLLi l3ÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

Doğu Anadolu bölgesinde de halı dokuya nlar ipliği ken­ dileri hazırlar, yünü tarar, çıkrık ve teşi ile eğirir ve meyda­ na gelen ipliği de kendileri boyarlar. Evde hazırlanan yün ip­ liklerinin % 90,57'si teşi, % 9,34'ü çıkrıkla eğrilmiştir. Çanakkale çevresinde yapılan bir ara Ştırmada da halı dokuyan köy kadınlarının dokudukları halıların yünlerini ev­ lerinde kendilerinin hazırladıkları tespit edilmiştir. Çanak­ kale bölgesinde de Doğu Anadolu bölgesinde olduğu gibi ka­ dınlar yünlerini "iğ" ve "çıkrık"la eğirirler. Doğudaki teşi, bu bölgede iğ adını alır. Teşi ile iğ yapı bakımından birbirinin aynıdır, kullanılış farklıdır. Eğirirken biri başaşağı, diğeri başyukarı tutulur. Türk halılarının en belirgin özelliği, ilme ipliğinin kök boya ile boyanmasıdır. Eskiden halılarda kulla nılan iplikler kök boya ile boyanırdı. Bu boyama usulleri yüzyıllar boyun­ ca gelenek halinde yaşamış, Anadolu halıcılığının renk ka­ rakterini muhafaza etmiştir. Yörük ve Türkmenler asırlar boyu halı ve kilimlerinin yünlerini kendileri boyamışlardır. Bugün kök boyaların yerini anilin boyalar alm ıştır. Doğu Anadolu köylerinde de yün ipliğinin kadının ken­ disinin boyadığı, fakat sentetik boya kullanıldığı tespit edil­ miştir. Kök boyayı eskiden yaşlı büyüklerinin kullandıkları­ nı belirten bölge halkından hatta bugün yer yer eğirip hazır­ ladıkları ipliği şehre götürüp boyattıran köy kadınlarına rast­ lanmaktadır. Çanakkale yöresinde de halı dokuyan kadın, halısının yününü kendisi boyar. Bu çevrede önceleri kök boya kullanı­ lırken, son 40-50 yıldır kök boya yerini, diğer bölgelerde ol­ duğu gibi, sentetik boyaya bırakmıştır. Ancak son birkaç yıl içinde DOBAG projesi ile bölgede halle, yün�erini kök boya ile boyamaya başlamıştır.


TÜRK M İ LLi BÜTÜNLÜÔÜ İ ÇERİSİNDE DO(iU ANADOLU

1 67

3. DOGU ANADOLU'YU B ÖLME FAALİYETLERİ 3.1. Şark Meselesi Günümüzdeki bölücülük meselesi Hıristiyan Avrupa için ciddi ve çok yönlü bir anlam taşıyan ve dünya tarih lite­ ratüründe, "Şark Meselesi n282 adıyla geçen (günümüzde Orta Doğu, Petrol, Lübnan, İsrail, Filistin, Arap meseleleri ola­ rak yansıyan veya öyle görünen) m illetlerarası meseleler di­ zisinin bir parçasından ibarettir. Başka bir ifade ile bölücü­ lük meselesi sömürgeci Avrupa devletlerinin Osmanlı İmpa­ ratorluğuna karşı uygulamak istedikleri genel politikanın sa­ dece Doğu Anadolu bölgesinde sahneye konulan kısmını teş­ kil etmektedir. O halde "Şark Meselesi" nedir? Daha ziyade XIX. Yüzyılda politik bir terim olarak ifa­ de edilmeye başlanan "Şark meselesi"nin tarihi menşei ol­ dukça eskidir. Zaman ve mekana bağlı olarak çeşitli görü­ nümde ortaya çıkan ve değişik şekillerde tarif edilen ''Şark Meselesi"nin temelinde Hıristiyan-Müslüman veya Avru­ pa-Türk (Osmanlı devleti) münasebetleri yatmaktadır. Teri­ min Avrupa'da ortaya çıktığı dikkate alınırsa, ''Şark Mesele­ si"nin esasen Avrupa'nın haçlı zihniyetiyle üzerine eğildiği ve kendi menfaatlerine uygun bir biçimde halletmeye çalıştı­ ğı bir mesele olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Avrupa'yı fazlasıyla meşgul eden "Şark Meselesi"ni iki kısımda mütalaa etmek mümkündür. Birincisi 107 1 - 1 683 ta­ rihleri arasındaki "Şark Meselesi"dir. Bu safhada, Avrupa sa­ vunmada Türkler taarruz halindedir. Yukarıda belirtilen ta­ rihler arasında Avrupa için "Şark Meselesi"nin esasını ve 282. Bayram Kodaman, Şark Meselesi Işılı Altında Sultan 11.Abdulhamid'in Dop

Anadolu Politikası, İst. ı983, s. ı62 vd.


TÜRK \1İLLi BÜTL:\LL(; C İÇLRİSİ:\DF DO(iL ı\ :\/\DOLL

1 68

safhalarını şu şekilde özetleyehiliriz.

Şark Meselesinin 1 inci Safhası: a. Türkler'i Anadolu'ya sokmamak. TürkJer'i Anadolu'da durdurmak. c. TürkJer'in Rumeli'ye geçişini önlemek. d. İstanhul'un TürkJer tarafından fethini engellemek. e. Türkler'in Balkanlar üzerinde Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak. h.

Şa rk M eselesin in kahul edilen hu hedeflerine rağmen Türkler Anadolu'ya girmiş, Rumeli'ye geçmiş, Balkanlar'ı tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar ilerlemişler­ dir. Fakat 1 683 tarihinde Türkler'in Viya na'da mağluhiyete uğra masıyla "Şark Meselesi"n in ilk sathası bitmiş, ik inci saf­ hası haşlamıştır. Bu safhada Türkler savunmada Avrupa ta­ arruzdad ır. 1 920 yılla rına kadar deva m eden hu safhada "Şark M eselesi"nin gel işmesi şu ta rzda olmuştur. Şark Meselesinin İ kinci Safhası:

a. Balkanlardaki hıristiyan milletleri Osma nlı h<lkimiye­ tinden kurtarmak. Bunun için hıristiyan toplumları isyana teşvik ederek eweıa onların muhtariyetini, sonra istiklfılleri­ ni temin etmek. h. Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse, hıristiyaiılar için reform istemek ve onların lehine Bah-ı fıli nezd inde müdaha lelerde hulunma k. c. Türkler'i Balkanlar'da n tamamen atmak. d. İsta nhul'u Türkler'in el inden geri almak. e. Osmanlı Devleti'ne Asya toprakları üzerinde yaşa­ yan hıristiyan cemaatler (azınlıklar) lehine reformlar yaptır­ mak, onlar için muhtariyet elde etmek veya m ümkün olursa


TLRK VIİLLİ BL'TL:'\ LC:(;(; İ C,T R İ Sİ :" D I Do(;L ,\:'\,\DOLL

1 69

istiklfülerine kavuşturmak. f. Anadolu'ya paylaşmak ve Türkler'i Anadolu'dan çı­ karmak. Görüldüğü üzere bölücülük meselesi "Şa rk Meselesi"­ nin Osmanlı İmparatorluğu'nun Asya toprakları üzerindeki uzantısıdır. Bilhassa ikinci saflıada uygulanmak istenen Ana­ dolu'daki hıristiyanları kurtarma gayretlerinin veya kısaca "haçlı zihniyetinin" XIX. yüzyılın son çeyreğinde Doğu Ana­ dolu'da tezahürüdür. Bu ba kımda n "bölücülük" ve "Ermeni Meselesi"nin temelinde Avrupa'nın dini şuurla heslenen si­ yasi ve m illi tahrikleri yatmaktadır. Şark Meselesinin Uygulanış Biçimi:

Osmanlı İmparatorluğunda, XIX. yüzyılın ikinci yarısın­ dan açıkça ortaya çıkan ''Şark Meselesi"n in seheplerinin bir diğeri ve en önemlisi de Avrupa'nın kolon iyalist yayılma ve ekonomik emperyalizm politikasıdır. Avrupa emperya list ve koloniyalist politikasının gelişme sebeplerini üç ana başlık a ltında toplamak mümkündür.

Maddi Sebepler: XIX. yüzyılda Avrupa, dünyanın sana­ yi, sermaye ve .üretim merkezi durumundadır. Bu ha kımdan Avrupa 'nın sanayii için hammaddeye, üretimi için pazarla­ ra, sermayesi için emeğin ucuz olduğu, tekniğin ve sanayiin bulunmadığı ülkelere ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaçları Avrupa kı­ tasında karşılamak, uygulanan h imaye politikası yüzünden zordu. O halde Avrupa dışında yayılma 1<1zımdı. Böylece, emperyalizm ve koloniyalizm Avrupa'nın "emniyet sübabı " durumuna geldi. Stratejik Sebepler: Kolonileri, pazarları, etki sahalarını korumak ve irtibatı temin etmek için stratejik mevkileri ele geçirmek veya tesir sahası içine almak lazımdı.


1 70

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLLJ

Psikolojik Sebepler: B ilindiği gibi emperyalizm ve kolo­ n iyalizm sadece ekonomik ihtiyaçları gidermez. Onlar aynı zamanda ruhi ihtiyaçları da tatmin eder. Devletin prestijini artırma, büyük millet ve devlet olma arzularının yanında Av­ rupa'lı beyaz insanın diğer ırklardan üstün olma h issi ve hı­ ristiyanlık şuuru emperyalist ve koloniyal yayılmanın motor unsurları olmuşlardır. Bunlara bağlı olarak, Avrupalı kendi dışında ki dünya milletlerini ve halklarını uyandırmak, me­ denil eştirmek, hıristiyanlığı yaymak, başka devletlerin sınır­ ları içinde bulunan hıristiyanları ve diğer unsurları kurtar­ mak gibi bir görevi kendi işi kabul ediyordu. Bu üç unsur Avrupa emperya}izminin umumi esaslarını teşkil etmekle birlikte, ayrıca her büyük devletin kendine has koloniyal ve emperyalist politikasının itici gücünü ve ge­ rekÇesini oluşturmaktaydı. Bu ise, büyük devletler (Düvel-i fyf uazzama) arasında rekabeti ve çelişkiyi artırmıştır. Milli his ve m illi menfaatler arasında bu çelişki devletten devlete (veya m illetten millete) şüpheleri ve düşmanlıkları, diploma­ tik mücadeleler yoluyla iyice tahrik etmiştir. Avrupa 'nın emperyalist ve koloniyalist politikasıyla "Kürt" ve "Ermeni" meselesi arasındaki m ünasebete gelince; bu konuda herşeyden önr;:e, XIX yüzyıldan itibaren Osmanlı İmpa�atorluğu'nun pek çok yönden Avrupa emperyalizmi için cazip bir bölge olmaya başlamış olduğu söylenebilir. An­ cak, Avrupa; Osmanlı İmparatorluğu'nda; Amerika kıtasın­ da, Avustralya ve Yeni Zelanda'da tatbik ettiği nüfus ihracı yoluyla kolonizasyon veya Afrika k ıtasında uyguladığı fiziki, beşeri ve mane".i tahribata dayalı ·gerçek bir sömürge politi­ kası tatbik edememiştir. Zira Osmanlı İ mparatorluğu ne Amerika, Yeni Zelanda vs. gibi nüfusu, az , boş bir toprak parçası, ne de Afrika gibi siyasi ve sosyal m üesseselere sa-


TÜRK M İLLİ 13ÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

171

hip olmayan ilkel kabilelerin oturduğu bir bölge idi. Buna karşılık, Osmanlı toplumu oturmuş siyasi\ sosyal müessesele­ riyle Avrupa toplumundan daha eski bir yapıya ve tarihi geç­ m işe sah iptir. Bunun da ötesinde Türk-İslam toplumu psiko­ lojik yönden kendisini Avrupalıdan üstün görüyordu. Bu yüzden Avrupa Osmanlı İmparatorluğu'na başka yollarla nü­ fuz etmeye çalışmıştır. Bu nüfuz yollarının başında "ticari ve mali anlaşmalar" ve imparatorluktaki ''gayr-i müslimler" gel­ mekteydi. Avrupa özellikle bu iki yoldan adım adım Türk devletini parçalamaya yönelik bir politika takip etmiş ve XX. yüzyıl başlarında Osmanlı İ mparatorluğu'nu yıkmak he­ define ulaşmıştır. Ancak imparatorluk enkazı üzerinde kuru­ lan genç Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa'nın "Yeni Şark Mese­ lesi" politikasıyla karşılamakta gecikmemiştir. Yeni Şark Meselesini, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin büyümesinin, güç­ lenmesinin durdurulması şeklinde özetleyebiliriz. Takip edi­ len politika ise gene Ermeni Meselesi, Yunan Meselesi, Bul­ gar Meseiesi ve bölücülük meselesidir.

3.2.

"Kürtçülüğün" Siyasi bir Mesele Haline Dönüş­ türülmesi

3.2 . 1 . Kürtçülük Hareketinin Tarih Sahnesine Çıkanl­ ması283: XIX. yüzyıl başlarından beri yürütülmeye çalışan "Kürt­ çülük ideoloj isi" birtakım aşiret ve oymaklara "Kürt" oldukla­ rı propaganda edilerek, Türk'ten ayrı bir ırk oldukları şuuru­ nun verilmeye ve Türkiye, İran ve Irak topraklarında müs283. M.Abdulhalılk Çay, "Türkiye'ye Yönelik Bölücü Faaliyetlerin. Sebepleri Kay­

naklan, Tarihçesi, Anarşi ve Teröre Karşı Atatürkçülük'te Bütünleşme Sem­ pozyumu Bildirileri,Selçuk Ü niversitesi, (18-19 Nisan 198.5 Konya).


T C RK 'v1 İU.İ BCIC :\LC(;(; İÇI :RİSİ:\DE DO(;ı..; ANADOLU

1 72

takil bir Kürdistan devleti kurulması esa sına daya n makta­ dır. Bugün e ka dar yapılan Kürtçül ü k faa liyetleri içinde yer a lanla r. geneli ikle ortaya çıkacak bölünmeden menfaat, mevki ve ikbal bekleyen k işi ve zümreler teşkil etmiştir. Geç­ mişteki ol ayla r ise. Aniıdolu'nun di ğe r kısımları ndan farklı olmayıp ye n i l iklere karşı tepkiden ve menfaatlerin bozulma­ sından oluşm u ştur. Bu olayla ra . içerden fanatikler, dışardan ise çıkar çevreleri ideoloj i k m a h iyet vermeye çalışmışlardır. Anadolu"nun bu bölgesinde meydana gelen olaylar her ne kadar d ıs tahrik !!Örm üsler ve ide rine sız a n fanatiklerce ""S' )

......

_,

siyasi m a h iyet verilmek istenilm işl erse de bunlar çıkış sebepleri ve m a h iyetleri i t iba r ıyla Anadolu'nun diğer yörelerde çı­ kanlardan fa rklı değildirler. Bunlarda genelde bir mensuhi­ yet duygusundari kaynaklanma kara kteri yoktur. B u hareket­ lerin haşında çok kere dini l iderler olm u�tu r . Bu olayla ra , bugün m a rksistler tarafından sa h nelencn c�k iy;ı l ığın geçmiş­ teki olayla rı güzü ile de bak m a k hatad ır. Bunlarda n; Eru h lu Yakup Ağa serpuş yerine şapka giyilmesine, Dersim olayları, Tu ncel i bölgesine Dördüncü genel müfet t işliğin kurulmasına, H azza

o layla rı

Hükümetin isk a n uygulamasına,

1 934 deki Şe rif Ahmet Han olavı, vergi verilmesine, Bed irhan olayları h ü k ü mete a sker verilmesine, Şemdin<l n olayı, H oca olayı, Reşkota n olayı, Raman olayı. J i l yani ı Resul Ağa olayı, j a ndarma n ı n kaçakçı t a k ihi­ ne tepki olara k baş göstermiştir. Şeyh Sa i t 'i n 1 3- 1 4 Şubat 1 925 tarihinde başlattığı olay­ lar ın 25 Kasım 1 925 tarihinde Rize ve Of da şapka kanuna ,


TÜRK :vt İ LLİ

nürü:xu::: ô ü İ Çi �RiSİ;\;DE DOGU A'.\ADOLL

1 73

muhalefet, 1 Şubat 1 933'de Türkçe ezan okunmasına muha­ lefet, 22 Aralık 1 930 tarihinde cereyan eden M enemen ola­ yı ve nihayet İskilip olaylarından karakter bakımından farkı yoktur. Doğu'da devlete karşı girişilen harekata katılan aşiret­ lerin bir kısmı, olayların belli bir döneminden sonra asilere karşı çarpışmışlardır. Bir olayda asi olan aşiret diğer bir olayda devlet güçlerinin safında yer almıştır. 1 800'lü yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu döne­ , minde oniki, Cumhuriyet Türkiyesi'nde 25 toplu olayların meydana geldiği Türkiye-İran-Irak üçgenindeki Kürt mese­ lesi ile Avrupalı emperyalist devletlerin ilgilenmeleri de aşa­ ğı yukarı aynı tarihlere rastlamaktadır. Bölgedeki çıkarları bakımından Avrupalı emperyalist devletlerin, "Kürt" diye­ rek ayırmak istedikleri doğulu Türk aşiretlerini, menfaatleri doğrultusunda yönlendirme çabaları günümüzde de' devam eden "kürtçülük meselesi'ni ortaya çıkarmıştır. a.

İngiltere 'nin Rolü:

Kürtçülük hareketi içinde İngiltere çok defa Çarlık Rusya'sı ile işbirliği yapmış olmakla beraber meseleyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye en çok muvaffak olan devlettir. Çıkar çatışması sebebiyle zaman zaman Rus­ ya'ya karşı da tavır almaktan çekinmemiştir. Öyle ki, İngilte­ re'nin bölgedeki etkinliği il. Cihan Savaşı sonrasında yerini ABD'ye terkedinceye kadar devam etmiştir. İngiltere 1 800 yıJlarından itibaren bölgeye gönderdiği m isyonerler ve siyasi şarkiyatçılar vasıtasıyla "kürtçülük" me­ selesine eğilmeye başlamıştır. İlk olarak East J mlia Com­ pany (Doğu H indistan Şirketi)'nin Bağdat'ta bir şubesinin açılmasıyla, 1 806 yılında İngiltere bölgede faaliyete geçmiş-


1 74

TLRK MİLLi

DÜTÜNLÜ(iü İÇERİSİ NDE DOÔU ANAD OLU

tir. Bu şubenin başına getirilen Rich ve Heine adlı iki İngiliz ile Basra'da görevli İngiliz istihbarat görevlisi Kolkhan ve Hindistan'da M idran şehrinde görevli İngiliz subayı Mcdo­ nald bölgedeki ''Kürtler" ve "Enneniler"le ilgilenmişlerdir. 181 7-1 820 yıllan arasında bölgede oldukça faaliyet gösteren Heine, Brotlıer ve Riclı adlı İngilizler bilhassa 1 8 1 5 yılında Yan-Bayezid bölgesinde meydana gelen karışıklıklarda etki­ li olmuşlardır . Bu olayda Türk aşiretleri kışkırtılmaya çalışıl­ . mıştır. İ ngiltere 182 1 - 1 822 yıllarından itibaren Anadolu'nun dışındaki İ ran ve I rak'daki bu aşiretlerin uzantıları ile de il­ gilenmeye başlamış, Frazier adlı bir istihbarat elemanı İran'a gönderilirken, bir grup İ ngiliz subayı da Süleymani­ ye'de aşiretlere farklı milliyet şuuru vermek üzere eğitime başlamışlardır. ·

Ortadoğu'da 1 828 ve 1 832 yıllarında uzunca bir seya­ hat yapan .Radon Cissini, 1 835 yılındaki seyahati sırasında yanında götürdüğü bir heyetle Dicle-Fırat arasındaki bölge­ de yeraltı zenginliğini tesbit etmek üzere faaliyet göstermiş­ tir. M isyoner faaliyetlerin a rkasında da ilk defa olarak ge� ne İ ngiltere yer almıştır. 1 820 yıllarında Türkiye'de açılma­ ya başlayan misyoner okulları, oldukça geniş bir kadro ile fa­ aliyet göstermişlerdir. 1 877- 1 878 Türk-Rus savaşı sırasında, İngiltere bölgedeki çıkarlarını korumak üzere bazı subay ve sivil elemanları Türkiye'ye göndermişti. Bunlar arasında bil­ hassa General Bikker, Fırat-Aras bölgesinde görev alarak aşiretlerimiz üzerine incelemeler yapmıştır. Bun'dan başka İ smail Hakkı Paşa'nın müşaviri Tirotir, Sivas Konsolosu Wi/­ son, Yan Konsolosu Klayton, ayrıca Wil/iams ve Visan adlı siyasi şarkiyatçılar Doğu Anadolu'da oldukça geniş fa aliyet­ te bulunmuşlardı.


TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLlJ

1 75

İ ngiltere'nin bölgedeki tesiri özellikle 1 . Cihan Savaşı sonrasında gözle görülür hale gelmiştir. Rusya'nın 1 9 1 7 Ko.ıı münist ihtilalin i müteakip çekilmesi, savaş galibi İtilaf Dev­ letleri'nin patronu durumunda ola n İngiltere'ye, bölge coğ­ rafyasını istediği gibi tesbit etme imkanını vermişti. İ ngilte­ re, bu hakkı adeta kendisinde görmekte idi. ingiltere'nin bu tarihlerde bölgede pervasızca takip ettiği politikaya bir mi­ sal olmak üzere Şeyh Mahmud olayını zikredebiliriz. 1 Kasım 1 9 1 8 tarihinde I rak'ta Şeyh Mahmud liderliğin­ de kurulan kukla devletin, Şeyh M ahmud'un İngiliz çıkarla­ rına ters düşmesi sebebiyle bizzat İ ngiltere tarafından orta­ dan kaldırılmasında tereddüt gösterilmedi. Ancak İngiltere bölgedeki "Kürt" adı verilen unsurları, çıkarları doğrultusun­ da kullanacağı hususunda henüz ü mitsiz değildi. Gene bu ta­ rihlerde İ ngiltere için en önemli konuyu Osmanlı İmparator­ luğu'nun tasfiyesi teşkil etmekteydi. İşte bu sebeple 30 Ocak 1 9 1 9 tarihinde L/oyd George, Paris Konferansı'nda Küı't meselesini gündeme getirerek, konferans metnine; '. .. Emıenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan, Filistin ve Arabistan Osmanlı (Türk) İmparatorluğu 'ndan tamamen ay­ n/malıdır. " maddesini koydurdu. Lloyd George 'un bu teşeb­ büsü, 1 0 Ağustos 1920 tarihind.e imzalanan Sevr Antlaşma­ sı'nın 62,63 ve 64. maddelerinde daha da belirginleşti. Böy­ lece bölgede kukla bir "Kürt devleti"nin kurulması için önemli bir adım atılmış oldu. İngiltere'nin savaş sonrası bu faaliyetleri, ele geçirdiği Mezopotamya bölgesi, daha doğru­ su Musul petrol sahası ile Türkiye ve Rusya arasında tam­ pon devlet yaratma gayretlerinden başka bir şey değildir. İn­ giltere, bölgede kurulacak kukla "Kürdistan" ve "Ermenis­ tan" devletleri ile, Irak'taki yen i sömürgesinin kuzeyden ge­ lebilecek tehlikelere karşı emniyetini sağlayabilecekti. '


TC RK \1 İLLİ ÜCTC:'\ LC(; C İCLRİSİ '\ DI : DO(iL ,\:'\,\ DOLL

1 76

Mütareke sonrasında ve M illi Mücadele yılla rında İngil­ tere'nin Kürtler'le ilgili sürdürdüğü yoğun faaliyet Robeck ·­ nin Lord Curzon'a gönderdiği raporlarda açıkça görülür. Diğer yandan Se)yid A bdıılkadir başka nlığında merkezi İstanhul'da olmak üzere kurulan Kürt Teavün ve Terakki Ce­ miyeti İ ngiltere tara fından finanse edilmiş. gene İstanhul'da Türk aydınları ara sında sempatizan toplayabilmek amacıyla "İngiliz Mıılıihler Cemiyeti", Ermeni- Kürt işhirl iği'ni sağlaya­ bilmek amacıyla "Hoyhon Cem iyeti" gihi legal kuruluşlar İ n­ giltere'nin teşvik ve yardımları ile faaliyete geçm işlerdir. Ay­ rıca Hiirr(vet ve İtilaf Fırkası 'nın hazı şu heleri ne ve mensupla­ rına da el atılara k, hunla r da İngiltere hesabına kazanılmış­ tır. Kürt Teavün ve Tera kki Cemiyeti başlangıçta merkezi otoriten in sarsılması üzerine İstiklfıl Savaşı arifesinde Ana­ dolu'nun muhtel if yerleri nde kurulmuş olan ve istil<I on.lula­ rına karşı bölgesel savu nmaya matuf faa liyetlerde bulunan diğer milli cemiyetlerden fa rklı değildi. Cem iyet in ism inde­ ki "Kiirt" kelimesi hir milliyet tanımla mıyor. l:>ölgenin Türk halkı kastedil iyordu. Bu kuruluşun içerisindeki fanatikler, ihanetlerini daha sonraki faal iyetlerinde de gösterdiler, mil­ li birlikten ya na olanlar Atatürk'ün safında yer aldılar2B-1. Diğer yanda n İ ngiltere, gerek M illi Mücadele yılların­ da ve gerek Cumhuriyet döneminde çeşitli bölgelerde çıkan karışıkl ıkların çoğunda menfi hir rol oynam ıştır. Bunlar ara ­ sında l 1 Mayıs 1 9 1 9 tarih inde M idyat, N usaybin ve Ömer­ kan hülgeleri nde çıkan Ali Batı; 1 920 yılında çıkan Koçgiri, �s.ı llu

" u runıları a rasınua ye r alan llahanzaue Şiikrü. Dr. Şiikrü Sekban. <;;ı i ll - i :'\ u rsi Jalıa sonra C u m h u riyet y ı l l a rınJa. Cenı i yc ı i n yıkın l"aa l iyetlc­

n: ın i , c ı iıı

�c) h

r i ııJcıı " c n J i k riıı i uzak t u t m u�laruır. l laııa Dr. Şükrü Sckhan

meseleyle ilgili

olara" � aıJığı hir cseruc. " Kürtçülük" meselesinin hayalden ö t e hir şey olmadı­ ğın ı \ u rgulaını�ı ı r (hk: Şiikrü Mehmet Şc k ha n . Kürt Sorunu, 4. Daskı, Ankara I'� TK,\ L yayı n ı ).


TLRK \! İ LLİ BLTL '\ LC(;C i<. 1 . RİSİ. '\ DI '. DO(i L ,\'\. \DOLL

1 77

aynı yıllarJa lrak'ta patlak veren Şeyh Mahmud Barzani, Musul meselesinin görüşü lmesi sırasında 1 924 yıl ında Ça l. Oramar, Çölemerik ve H ahur suyu hölgelerinde. 1 925 yılın­ Ja Raçkoyan ve Raman. 1 925 yıl ında çıkan Şeyh . Sa it ve 1926- 1 930 yıllarında süren Ağrı isya nlarını sayahil iriz.

b. Rusya mn Rolü Rusya 'nın da Doğu Anadolu'nun Türk aşiretleriyle ilgi­ lenmesi tarihi, 1 805 yıllarına kadar inmektedir. Özellikle Rusya'nın Doğu vilayetlerimizde görevlendird iği konsolos­ lar, bir yandan ilmi çalışmalar yaparlarken diğer ya ndan kış­ kırtıcı faaliyetlerde de hulunmuşlardır. Bu Rus görevl ileri arasında Diyarhakır Konsolosu Yakimaniski, Tehriz Konso­ losu Bonafiyd, 1 853 Türk- Rus Savaşı ( Kırım Savaşı) sırasın­ da Binbaşı Loris Malakof ile General Bahatov, 1 856 yılında Erzurum konsolosu Alexandre ]abayı zikredehiliriz. 1 829 Türk- Rus savaşları sırasında Botan, Reva ndiz. Bo­ Jinan ve Hakk<lri maha lli heyleri, Doğu\la Türk kuvvetleri­ nin yeoilgisinue en öneml i rolü oynamışlardı. Erzurum üze­ rine yürüyen Rus ordusu komutanı Genera l Korgmıof, Zey­ lani aşiret reisi Siileyman Ağa ile Sepki aşireti reisi Süley­ man Ağa'nın tara fsızlıklarını maddi çıkar ve Rus Ça rı ta ra ­ fından kendil_e rine bir ünvan verilmesi karşıl ığında satın al­ ın ıştı.

Alexmıdre Jaba, Petersburg İlimler Akademisi incel �me programı gereği Erzurum ve çevresinde faa liyet gösterm iş, temas kurduğu aşiret ağızlarının kelimelerini teshite ça lış­ mıştır. Jaba 'n ın hu faa liyetleri sonunda Ruslar, ilk def;,ı ola­ rak Kürtçe bir lugat hazırlad ılar. Ruslar'ın hunJan sonraki pol it ikalarına esas teşkil eden bu lugatın hazırlanmasını taki­ ben onlarca Kürt adı verilen bu unsurların ayrı dile ve ayrı


1 78

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

ırka mensup oldukları ileri sürüldü. Birbirinden tamamen ayrı özellikler gösteren bu aşiret ağızlarını, m üsta kil bir dil . gibi gösterme gayreti içine girildi. Aynı Rus Akademisi da­ ha sonra Şerefname 'nin Farsça aslını yayınladı ( 1 860- 1 862). Şerefname 1 868- 1 875 yıllarında ise tahrif edilerek ve Ruslar tarafından bazı ilaveler yapılmak suretiyle Fransızca olarak neşredildi. Rusya, bölgenin sosyo-ekonomik yapısını incelemek üzere faaliyetlerine daha da hız verdi. 1 924 yılında Rus poli­ tikacısı Wladimir Minorskyi, "Kürtler" adıyla bir eser yayınla­ dı. Encylopedia of İslam ( İslam Ansiklopedisin)'deki ''Kürt­ ler" maddesi de gene aynı Rus yazarı tarafından kaleme alın­ mıştır. Erivan Üniversitesi'nde bir ''Kürt Enstitüsü " açan Rus.. ya, Revandiz'de de bir Kürt koleji kurmuştur. Rusya bu politik amaçlı kültürel faaliyetler yanında böl­ gedeki isyanlara da önayak olmuştur. Osmanlı İ mparatorlu­ ğu'nun parçalanması, Rusya'nın sıcak denizlere inmesi an­ cak bölgede kurulabilecek uydu bir "Kürt devleti" ile müm­ kün olabilecekti. Rusya, bu koridoru oluşturabilmek amacıy­ la, İ ngilizler'le zaman zaman çıkar çatışmasına girmesine rağmen çoğu defa bu devletle ortaklaşa olarak "Ermeni" ve "Kürt" fanatiklere destek olmuştur. Kırım Savaşı sonrasında Hakkari bölgesinde çıkartılan Bedirhanoğullan 'dan Şir Yezdan isyanı, 1877-78 Türk-Rus savaşları sırasında gene Bedirlıanoğullan 'na çıkarttırılan is­ yan ile 1 880 yılındaki Şeyh Ubeydullah isyan ı doğrudan Rus teşvik ve yardımlarıyla vuku bulmuştur. 1 906 yılından sonra Barzan aşireti ile temas kuran Rusya bu ilişkisin i halen sür­ dürmektedir. 1 908 yılında Barzan Şeyhi Abdüsselim olayı iie 1 9 13 yılındaki Bitlis olayları gene Ruslar'ın tahrik ve deste­ ği ile meydana gelmiştir.


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDEDOGU ANADOLU

1 79

Bilhassa il. Cihan Savaşı sonrasında Ortadoğu mesele­ lerine Rusya büyük ölçüde karışmış ve özellikle Barzani aşi­ reti piyon olarak kullanılmıştır.

c. Fransa 'nın Rolü Fransa Ortadoğu'da Osmanlı mirasından daha fazla pay alabilmek için sömürdüğü Ermeni meselesi ile birlikte suni Kürt meselesini de istismar etmiştir. 1893- 1 897 yılların­ da hazırlattığı bir kitapla bölgedeki azınlıklar hakkında çeşit­ li bilgileri bir araya toplatan Fransa, İngiltere ve Rusya'nın aksine, meseleye bir başka açıdan yaklaşmıştır. Bu fransız politikası, Ermeniler ile Turani bir unsur olan Doğu Anado­ lu Türk aşiretlerinin ari ırktan oldukları, köklerinin bir oldu­ ğu iddiasına dayanmaktadır. Ortadoğu'daki İngiliz-Rus poli­ tikası karşısında fazla birşey yapamayan Fransa, Hatay me­ selesinde Türkiye'nin başına bir gaile olarak çıkan 1 936 Dersim olaylarına büyük ölçüde �anşmıştır. Daha sonraki yıllarda İngiltere ve Amerika'nın arkasından, bölgedeki poli­ tik dengede yerini almıştır. Halen Fransa'da Fransız hükü­ meti tarafından kurulan "Comite de solidarite a la Revolution Kurd" adlı cemiyet faaliyet göstermektedir.

ç. ABD 'nin Rolü Ortadoğu'da ABD'nin faaliyetleri, 1 8 1 0 yıllarına kadar iner. Daha çok misyoner faaliyetleri şeklinde görülen bu ABD politikası, "American Boanın müessesesi tarafından desteklenmiştir. Başlangıçta Amerikan misyonerleri, bölge­ de Rus ve İngilizler'e yardımcı olarak faaliyet göstermişler­ dir. Mesela, 1880 yılında Şeyh Ubeydullah olayında RusJ lar'a, l887'de ise İngiliz Lash 'ın Musul bölgesindeki çalışma­ larına yardımcı olmuşlardır. ABD'nin Ortadoğu'daki etkinli­ ği daha çok İkinci Dünya Savaşı'ndan sonradır. Özellikle


ILRK \ I İ I Lİ BCTL :'\LC(; C İl. 1 1 ; 1 -, i·, ı ı ı no(il ,\:'\,\DOLL

1 80

İ ra n faktörü A BD'nin Ortadoğu politika sın� b önemli bir un­ sur olmuştur. d.

İran Faktörü ve Ortadoğu 'da Süper Gii(la 'i11 Karşılıklı Politika/an

Ortadoğu'daki Kürtçülük meselesinin alevlenmesinde oynadığı meş � m rol bakımından İra n devletinin ve özellikle hu devletin son 50 yılına hakim olan Pelıleı-i ha nedanı'nın pol iltikasını ta m ola rak ortaya koyma k zoru ndayız. Haneda­ nın kurucu olan Rıza Şalı, asıl kadı Savad Kıılı olup, Mazen­ dera n l ı fakir bir Fars a ilenin çocuğudur. Gençlik yılları zaru­ ret içinde geçen Rıza Han gençliğinde, İ ran'da bulunan Al­ bay Liyanof kumandasındaki Rus gönüllü a layına yazılmış iyi hizmetinden dolayı zamanla genera ll iğe kadar yükselme­ yi başarmıştı. Nihayet İ ngilizler'in de dikkatini çekmeyi ha­ şa nı n Rıza Han, İ ngil izler'i n desteğini sağlaya rak Türk Ka­ ça r H a neda nı'nın son hükümdarı Ahmet Kaçar Han ( 1 909- 1 925)'ın yerine İ ra n tahtına geçti. Hı Aralık 1 925 tari­ hinden itibaren haşlayan hu yeni dönem. daha sonra Rıza Han'ın benimsediği Pelılevi soyadına istinaden Pelılevi döne­ mi olara k bilinmektedir. Rıza Han kendisin i tahta çıkaran İ ngil izler'e vefa borcunu ödemekte gecikmedi. M usul mese­ lesi Türkiye ile İ ngiltere <ır<ısında ihtilaf konusu iken, İran Şahı Rıza Han İngiltere'yi desteklemeye ve hunun için Tür­ kiye ile İra n arasında bir Kü rt devletin.in kurulmasına gay­ ret sa rfetmeye haşladı. Rıza Şah'ı böyle bir politikaya iten sebepler çoktu. Bunlar içinde en önemlisi İran'ın etnik yapı­ sıdır. İ ra n'ın 0t50'den az olmayan Türk unsuru, hin yılı aş­ kın İ ran'tlaki Türk hanedenlarının hükümdarl ığı, komşu Türkiye Cumhuriyeti'nin demokrasiyle yönetilen hür bir ül­ ke olması ve bunun İranlı aydı nları etkileyebileceği tehlike­ si, bazı Türk topluluklarının (Azeri, Türkmen, Kaşgay vb. )


TÜ RK \.I İLLi BÜTL?\LUiC İÇERİSİ:\DE DOÜC ı\:\ı\DOLL

1 81

yönetime bir türlü haş eğmemelerini sayabiliriz. Bu ve huna benzer faktörler Rıza Şah'ı, Ortadoğu politikasını teshite zorlamıştır. Neticede Şah, İran Nijad Kavimleri Mektehi 'ni himayesi­ ne alarak ari-ırk (aryanilik) politikası takip etmeye ve "Kürt­ ler"inde aynı ırktan oldukları propagandasını yürütmeye haş­ ladı. Bununla da yetinmeyen İran Şahı, 1 925 Raman ve Rec­ ko, 1 925 Şeyh Sait , 1 926 Koçuşağı, 1 926-30 Ağn, 1 928 Sa­ son, 1930 Zeylan Deresi ve Şemdinli olayla rında Rusya ve İngiltere'nin yanında bölgede Türkiye aleyhtarı hir politika takip etti. Bilhassa Ağn olaylarından sonra Türk kuvvetleri­ nin önünden kaçan isyan elehaşlarına sığınma hakkı tanı­ makta gecikmedi. Ancak Rıza Şah'ın il. Cihan Savaşı yıllarında Almanya yanlısı bir politika takip etmeye başlaması, ABD, Rusya ve İngiltere'yi harekete geçirmiş ve hu üç devlet İ ran'ı 25 Ağus­ tos 1 94 1 tarihinde işgal etmişlerdir. Tahttan feragat ettiri­ len Şah Rıza, Morris Adası 'na sürgüne gönderildi. Rıza Şah'ın yerine büyük oğlu Şahhur Muhammed, 27 Eylül 194 1 tarihinde İ ran tahtına geçirildi. İran'da bu siyasi mücadelenin altında yata'n gerçek se­ bep, bu tarihlere kadar imtiyaz hakkı İngiltere'nin elinde bu­ lunan Irak ve İran petrollerinin imtiyaz hakkının ele geçiril­ mesi kavgasıdır. Özellikle il. Cihan Savaşı sonrasında A BD. İngiltere ve Rusya arasında bölge petrolü imtiyazı için kıya­ sıya hir mücadele başladı. Bu mücadelede İ ran ile birlikte I rak'ın kuzeydoğu, Türkiye'nin Hakkari Vilayeti ve İ ran'da Urmiye gölünden Türkiye'ye kadar uza nan geniş sahada ya­ şamakta olan Barzanlılar aşiret oldukça önemli rol oynamış­ lardır.


1 82

TÜRK M İLLİ BÜTÜNLÜGC İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

l 94 l yıllarında müşterek düşman Almanya karşısında birbirlerine oldukça yakınlaşan ABD ile Rusya, bölgedeki İngiliz çıkarlarına karşı ortak bir mücadele yürütmekte ge­ cikmediler. Moskova yanlısı İran Tudeh Partisi, Kürt Kawa teşkilatı , ABD desteğindeki Komala Kürt Teşkilatı, Irak ve İran'dak i İngiliz Petrol Şirketi Shell'e karşı ortak bir müca­ dele yürüttüler. İşte bu m ücadeleyi, bölgede, bu devletler adına genç İ ran Şahı Muhammed Rıza üstlenmiştir.

Molla Mustafa Barzani 'nin Irak'taki isyanı, Irak krallığı ve İngiltere tarafından ortaklaşa bastırıldı. İran'a sığınan Molla Mustafa Barzani kurucuları arasında Azeri Türkü ile Türkmenler'in de bulunduğu ve Mahabat'ta kurulan Kürdis­ tan Demokrat Partisi 'nin genel sekreterliği görevini üstlendi. Diğer yandan Barzani, Tudeh ile de temas halindeydi. Maha­ bat'a bağlı olarak Irak Kürdistan Demokrat Partisi de 1 946 yılında faaliyete geçti. Ancak iki süper güçten ABD'yi tercih eden İ ran Şahı, bu devletin politikasına uygun olarak Kürdis­ tan Demokrat Partisi 'ni kanun-dışı ilan etti. Daha sonra Ma­ habat ve Rızaiye üzerine sevkettiği kuwetlerle 1 3 Aralık 1 946 tarihinde bu şehirleri ve civarlarını ele geçirdi. Molla Mustafa Barzani ve peşmergeleri Rusya'ya sığındılar. Rus­ ya, bölgede petrol imtiyazları üzerindeki çıkar çatışmasını kaybetmişti. 21 Ekim 1 954 tarihinde kurulan konsorsiyom, İran petrollerini 5 ABD, 1 İngiliz, 1 Fransız ve 1 Hollan­ da-İngiliz şirketinden oluşan şirketler topluluğuna bıraktı. Böylece İran'ın milli petrolü bizzat İ ran Şahı tarafından ars­ lan payı ABD'nin olmak üzere Bat�ı devletlere peşkeş çekil­ mişti. M illi petrolünü yabancılara peşkeş çeken İran Şahı bu defa da Irak'taki İ ngiliz şirketi Shell'in elinde bulunan pet­ rol imtiyaz h akkını, ABD'nin Standart Mobil Oil Şirketi adı-


TÜRK MİLLi

13ÜTÜNLÜ(; (; İÇERİSİ:\"Dl� no(;u ı\:\ı\DOLC

1 83

na ele geçirmek için harekete geçti. 14 Temmuz I 958'de iktidara gelen General Kasını, İ hti­ lali takiben genel bir af çıkarmış ve aftan yararlanan Molla Mustafa Barzani 1 2 yıldan beri sığındığı Rusya'dan lrak'a dönmüştü. Bu arada Molla Mustafa Barzani nin ağabeyi Şeyh Ahmed de hapisten çıkarılmış, bunun yanında Kürdis­ tan Demokrat Partisi nin Irak' ta 1 4 kadar şube açmasına da müsaade edilmiştir. '

'

Irak'taki bu gelişmeler Rusya'yı oldukça ümitlendir­ mekteydi. Ancak Rusya'nın hesaba katmadığı husus Musta­ fa Barzani faktörü idi. Oniki yıl gibi uzunca bir zaman Rus­ ya'da kalan Molla Mustafa Batzani, R usya'dan istediği yardı­ mı alamamaktan doğan bir hayal kırıklığı içindeydi. Bunun sonucu olarak politikasını tamamen değiştirmişti. A BD'nin desteği ile bölgede muhtariyet elde etmeyi ü mit ediyordu. Ancak parti içinde gittikçe kuvvet kazanan Celal Ta/abani Moskova yanlısı politikasının devamı hususunda Môlla Mus­ tafa Batzani'ye tehlikeli bir rakip olarak ortaya çıkmakta ge­ cikmedi.

Kürdistan Demokrat Partisi ve Irak Komünist Partisi, 1959 Şubatında Arap m illiyetçisi General Abdulvalıab Şev­ vaf komutasındaki isyanın bastırılmasından sonra Musu/'da binlerce M ill iyetçi Ara;.,'ın öldürülmesine önayak oldular. Daha sonra bölgede Kürt emellerine en büyük engel gördük­ leri Irak Türkleri'ne karşı Kerkük'te 14 Temmuz 1959'da bü­ yük bir katliama giriştiler. A ncak bu iç mücadele General Kasım yönetimini zayıf düşürmüştü. Bu durumdan faydala­ nan Molla Mustafa Batzani otonomi isteğiyle I ra k h ükümeti­ ne karşı isyan etti. Taraflar arasında mücadele devam eder­ ken, Irak'ta yönetim 8 Şubat 1 963 darbesi ile tekrar el değiş­ tirdi. İş başına bu defa General Abdüsselam Arif ve Baas mensubu Hasan el-Bekr gelmişti. Diğer yandan Barzani-Ta-


1 84

TL RK \1İLLİ BÜTÜNLCGC İÇERİSİ7\DE DO(;ı_; ,\i'\ı\ DOLL

/abani çekişmesi had saflıaya ulaşmış, Barzani karışısında tu­ tunamayan Talabani İ ran'a sığınmak mecburiyetinde kalmış­ tır. l 964

yılında meydana gelen hu Barzani-Talabani ayrılı­ ğı, İ ran istihbarat Servisi Savak 'ın teşebbüsleri sonunda ta­ rafların barıştırılması ile sonuçlandı ve Talabani barışmayı müteakip tekrar İran'a döndü. Irak hükümeti Kürt liderler arasındaki bu çekişmeden azami derecede istifade ederek l 965 - 1 970 yılları arasında Ta/abani 'yi desteklemişti. Gene Irak hükümeti'ni Kürt l iderlere yaptığı muhtariyet vaadi 1 970- 1 974 y ılları arasında taraflar arasındaki çatışmalara son vermiş Ta/abani, Suriye'ye sığınmak mecburiyetinde kalmıştı. Ancak A BD'nin de aracılığı ile I rak ve İ ra n, Ceza­ yir'de sulh masasına oturmuşlar ve görüşmeler 1 1 Mart 1 975 tarihinde anlaşma ile sonuçlanmıştı. İ k i devletin anlaş­ ması tarafların birbirine karşı koz olarak kullandıkları Bar­ zani 'ye duyulan ihtiyacı da ortadan kaldırmış, I ra k, Barzani ve tara ftarlarına yaptığı bütün vaadleri hir kenara bırakm ış­ tı. Zor durumda kalan MolJa Mustafa Barzani, gene A BD'­ nin isteği ile İ ra n'ın kendisine sığınma hakkı tan ıması üzeri­ ne intihar eden peşmergelerini geride bırakarak İ ra n'a sığın­ dı. ,

Süper güçler arasında cereyan eden ve başta Molla Mustafa Barzani ve huna bağlı Kürt kabul edilen aşiretlerin Ortadoğu petrolleri uğruna nasıl kullanıldığının tipik örneği­ ni gördüğümüz bu olaylar siyasi kürtçülük meselesinin altın­ daki gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.

3.3. Bülücülerin Tarih Tezi ve Gerçekler Bir milletin meydana gelmesinde en öne mli rol oyna­ yan faktörlerden birisi bilindiği üzere mill i tarih şuurudur. İ şte bu noktalardan hareket eden bölücü teşkilatlar ve onla­ rın idelologları kendilerine bir milli tarih yaratma çabasına


TÜRK

MİLLİ DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİ:'\DE DOGU A'ii\DOl.L

1 85

girmişlerdir. Kendilerini tarihin karanlıklarına karışmış esk i Karduk, Med, Kaide vb. gibi topluluklara bağlama çabaları­ nın ilmi yetersizliği karşısında, son zamanlarda bazı devletle­ rin birer ''Kürt Devleti" oldukları iddiaları ileri sürmektedir­ ler. Bu de :letlerden birisi Mervaniler diğeri de E}yubiler'dir. Dünya tarihi ve ilmi gerçekler, tarihte herhangi bir Kürt adı verilen devletin olmağın ı açıkça ortaya koyma ktadır. Suni olarak yaratılmak istenen bir m illete bir tarih şuuru vermek amacından kaynaklanan bu çabaların ilmi olmadığını aşağı­ da tarihi gerçekler açısından belirtmek yerinde olacaktır.

3.3.1. Mervaniler Tarihi kaynaklarda Mervanoğullan veya Mervaniler adıy­ la zikredilen bu küçük M üslüman emirlik, Büveylıoğullan ve Hamdani devletlerinin üzerine, m iladi 948 yılından sonra. şakilik yapmakta olan BM (Baz) adıyla tanınan Ebu Abdul­ lah Hüseyin b. Dustek tarafından Diyarbakır ve yörelerinde kurulmuştur. Tarihlerinin hiç bir devresinde, bağımsız bir idare kura­ mamış olan Mervanoğullan, siyasi varlıklarını koruyabilmek için Abbasi halifeliği, Büveyhoğulları devleti, Bizans İmpara­ torluğu, M usul Arap Ukayloğulları emirliği ve Büyük Sel­ çuklu İmparatorluğu'na tabi olarak, adlarına para bastırıp hutbe okutmak, yıllık vergi vermek ve gerektiğinde askeri yardımda bulunmak ve onlara tabi olmak durumunda kal­ mışlardır. İslam fethinden önce, hıristiyan halk arasında yazı dili olarak, genellikle Süryani dili kullanılan D iyarbekir bölgesin­ de, İslam fethinden sonra ise Bekr b. Vail ı·e Tağlih gi b i göçe­ be Arap kabilelerinin kesif bir şekilde yerleşmeleri sonucun­ da, Mervanlı ailesine ait birtakım kabilelerin yurt tutmaları­ na rağmen, Arapça hakim bir. dil olarak revaçta i d i . Bunun tabii bir sonucu olarak Ebu '/-Hasan Ali, Ebu '/ Kasım Ubey-


1 86

TLRK Mİ LLi

BÜTÜM ,(;(;(

İÇERİSİ!\DE DOÜli ANADOLC

dul/ah, Ebu Abdul/alı el-Beredani, Mulıanınıed b. Ali, İbn Nubata, İbnü 'tarif vs. gibi pek çok Arap şair, edip ve ilim ·. �dmları, bu bölgede öğretim, eğitim ve kültür faaliyetlerin­ de bulunmuşlardır. Mervanoğulla rı emirliğinin bütün idare adamları Arap asıllı şahsiyetlerdir. Bu cümleden olarak Falırüddin b. Cü­ lıeyr, Mağnblı Ebu 'l Hasan, Ebu Salim, Ebu A t; el-Hasan, Şaştı Ebu Bekir, Ebu 'l Ganfıinı ve daha bir çok şahsiyetler, vezirlik, kadılık ve diğer idari görevlerde bulunmuşlardır. Mervanoğulları ailesinin idaresi altındaki topraklar, Sultan Melikşah devrinde, Elcezire ve Kuzey-Suriye bölgele­ rinin idari bakımdan da Türkleşmesini sağlamak amacıyla, Temmuz/Ağustos 1 084 tarihinde, Büyük Selçuklu İ mpara­ torluğu'nun sınırları içine alınmış ve dolayısıyla bu vasal sü­ lalenin bölgesel idaresine son verilmişti. Malazgirt savaşından sonraki yıllarda, Selçuklular'ın Anadolu'ya bir m ilJet hal inde gelip yerleşmeleri sırasında, kesif Türkmen boy ve oymakları, özellikle Diyarbekir bölge­ sinde yurt tutmuşlardı. Bunun sonucunda, Diyarbekir ve Van gölü bölgelerinde, İ naloğulları, DilmaçoğulJarı, Artuko­ ğulları ve Sökmenliler (Ahlatşahlar) adlarıyla Türk devletle­ ri kurulmuş ve siyasi varlıklarını asırlarca devam_ ettirmişler­ dir (Mesela bunlardan Artukoğulları devleti, üç asır devam etmiştir). Bu devletler, bugün hala bütün güzellik ve inceliği ile ayakta duran ve Türk sanat özelliklerini yansıtan sosyal nitelikte pek çok eserler (kaleler, surlar, burçlar, hanlar, ha­ mamlar, çeşmeler, camiler, mescidler, hastaneler, medrese­ ler ve kervansaraylar) meydana getirmişlerdir. D iyarbakır ve Van gölü bölgeleri asırlarca Türk devlet­ lerinin hakimiyetleri altında yüksek bir medeniyete ulaşmış, kültür bakımından ileri, zengin, müreffeh ve bayındır bölge­ ler olarak tarihteki yerini muhafaza etmiştir.


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLC

1 87

3.3.2. Eyyiıbiler Hanedana ( 1 1 7 1- 1252) Tarihte Türkler'in kurdukları hanedanlardan birisi de Eyyubflerdir. Hanedanının kurucusu Selahaddin'in babası­ nın adından dolayı tarihte Eyyubfler olarak bilinen bu Türk devleti, günümüzde bölgede sun'i olarak yaratılmak istenen bir millete, olmayan tarihinin yerine ikame edilmeye çalışıl­ maktadır. Bunun başlıca sehehi E))'Uh'un babası Şadi 'den önceki ailenin soyunun, tesbit edilememiş olmasıdır. Bu se­ beple bazı tarihçiler, Selalıaddüı"in hemen ölümünden son­ ra ( 1 1 93 ), bu hanedanı Ara plaştırmaya uğraşan devrin Arap asıllı tarihçilerinin etkisinde kalarak, Selahaddin Eyyu­ bi'nin menşeini Araplaştırmaya çalışmışlardır. Diğer yan­ dan özellikle bölücü unsurlar ve bunların ideologları da, ken­ dilerine yeni milli tarih yaratmak gayesiyle, bu hanedanın Türk'ten ayrı başka bir millete ait olduğunu iddia etmekte­ d irler. Tarihi gerçeklere baktığımızda, bu iddiaların hiçbir ge­ çerli tarafının olmadığını görürüz. Devletin kurulduğu coğ­ rafya �lgesi Mısır ve çevresidir. Halkın büyük çoğunluğu Arap olmakla beraber, ,ordu ve idareci zümre Türk çoğunlu­ ğun kontrolündedir. Ay·nı bölgede daha önce Tolunoğlu Ah­ met kendi hanedanını kurmuş (875) ve bu hanedan 905 yılı­ n a kadar devam etmişti. Daha sonra yine başka bir Türk ko­ mutanı Toğacoğlu Muhammed Ebu Bekir, tarihte /Jışıd adıy­ la anılan hanedanı kurmuş ve bu hanedan (935-969) yılları arasında bölgeye hakim olmuştur. H er iki Türk haneda nı, Abbasi halifeliğinin bir politikası gereği olarak Türk komu­ tanları ile Türk askerlerine, orduda büyük yer vermelerinin sonucunda doğmuştur. İ hşidiler'i 969 yılında yıkan Şii Fatı­ mi devletine de Selahaddi n EyyCıbi, Musul Atabeki Nured­ din Mahmud Zengf'nin bir Türk komutanı olarak M ısır'a gel-


1 88

TLRK M İLLİ nCıC:-;u::: (; (; İ C J ' RİSİ:'\DE DOGU /\N/\DOLC

miş ve son vermiştir ( 1 1 7 1 ) . Bağlı bulunduğu Nureddin Mahmut'un ölümüne kadar ( 1 1 74 ) Nureddi n M ahmud'un bir valisi olarak heraket eden Selahaddin bilahare istiklalini itan etmiştir. Eyyfıbi Türk devletine son veren ve yerine Türk M emlük devletini kuran İzzeddin Aybeg de, M ısır'daki Türk ordusu komutanlarından birisidir. Bu tarihi gerçekler, halkın çoğun luğu nun Arap olmasına karşılık, ordunun ve ha­ nedanın Türkler\le kaldığını. açıkça gösteqnektedir. .

Eyyfıbi hanedanı üyelerinin büyük çoğunlunun adları. en eski Türk adlarıdır. Selahadd in'in ağabeyinin �ıdı Turan­ şalı 'tır. Kardeşlerinin adları ise, Tuğtekin ve Börid i r . Sela­ hadd in 'in dayısının adı, Şihabeddin Mahmut b. Tüküş idi. Se­ lahaddin 'in annesi ise Özbeöz Türk 'tür. Gene SelalıaddiJ; 'i11 lıanımlamulım birisi olan Unar Bey kızı İsnıatüddin Amine Türk'tür. İ ki en iştesi de Türk'tür. Bunlardan hirisi, Unaroğ­ lu Sadeddin Mesut; diğeri ise Muwjferiiddin Gökbörü idi. Eyyfıbi hanedanının bir Türk hanedanı olduğunu en açık delillerinden biriside, devrin şairlerinden İbn Senaiil-­ mülk'ün H a leh' in Selahaddin tara fından alınmasından son­ ra yazdığı medhiyesidir. Bu medhiyenin bir beyitinde şair şöyle demektedir:

''Arap milleti; Türklerin devletiyle yüceldi. Elıl-i Salip (Haçlı) clııvası E;.)'iib 'un oğlu taraf111clı111 perişan edildi. " Eyyfıbi hanedanının devlet teşkilatı, Kara ha nlı ve Gaz­ neli Türk devletlerinde haşlayan ve Selçuklular'la gelişen teşkihitın ayn ıdır. Sult�m, Divan, Meşvered yani Kum/tay, Ü.'i­ tazüdd!ir (saray idaresi, şarapdarlık, çeşnigirlik gihi görevlai yürüten kişi), Hcidblik, Silcilıdarlık, Emiralııırluk, davcidar/ık, el-nıükebbis, taşdlırlık, çavuşluk gihi saray teşkilatı, Türk-İs­ lam devletlerinin bir devamıdır. Adliye işlerine bakan kazas-


TÜRK \1 İ LLİ BÜTÜNLC:Gü İÇERİSİNDE DOGU A:'\ADOLIJ

1 89

kerlik müessesesi bilindiği üzere Osmanhlar'da da devam edecektir. Eyyubi ordusunun temelini ve büyük çoğunluğunu Ta­ vaşi adı verilen Türk mem!Uklau teşkil etmekte idi. Bu Türk ordusu, bağlı oldukları komutanların adlarına göre el-Nuriyye, el-Esediyye, el-Necmiyye, el-Sa/ahiye gibi adlarla anılırlardı. Selahaddin devrindeki bu Türk Memluklu ordu­ su komutanları arasında Bahaeddin Karakuş, Şerefeddin Ka­ raküş el-Takavi, İzzettin Cavlı, Şarimüddin Kutluoba, Hüsa­ meddin Sungur el-Ha/ati gibi Türkler bulunmakta idiler. Hakimiyet alametlerinden birisi de bil indiği üzere bay­ raktır. Eyyubiler'in bayrağı sarı renkte idi. Amblemi de kar­ taldı. EyyCıbi hanedan ı Türk geleneklerine uya rak, açık sa rı rengi kendi hakimiyet rengi olarak kabul etmişti. Ayrıca bay­ rağına, bir Türk amblemi olarak kartalı koymuştu. Karta l. EyyCıbiler'den başka Selçuklular, Artuklular ve Mengücek­ ler'in de devlet sembolü olmuştur. Türk hakimiyet sembollerinden birisi de mehterdir. Ey­ yubi sarayında da Türk geleneklerine göre yer alan mehter, nevbet vurur ve büyük saygı görürdü. Hatta Selahaddin. göz­ de cariyelerinden birisini, sarayın yüksek memurlarından bi­ risi olan mehterbaşı ile evlend irerek, bu kuruluşa verdiği de­ ğeri göstermiştir. Selahaddin'in hayatta bulunduğu sürede, büyük bir Türk-İslam devleti özelliğini gösteren Eyyubi hanedanı, Se­ lahaddin'in ölümünden sonra, oğulları ve ·kardeşleri arasın­ da paylaşılmıştır. Mısır'daki son EyyCıhi hükümdarı Turan­ şalı, Türk Memlük komutanlarından Aybeg tarafından orta­ dan kaldırılmıştı ( 1 250 ) .



TÜRK MİLLi flÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

1 91

SONUÇ

Genellikle millet tarifinde aynı soydan gelme duygusu, kültür birliği, tasada ve sevinçte ortaklık, tarihi değerler bü­ tünlüğü ve vatan adı verilen aynı topraklarda yaşamak gibi özellikler aranır. Bu ortak özelliklerin tamamını ancak Türk, Çin, Japon, Hind gibi büyük bir tarihi geçmişe sahip m illetlerde görmek mümkündür. Milletlerin birbirlerinden farklılık göstermesinde fiziki yapıları kadar ruhi yapıları da büyük rol oynamaktadır. Mesela Akdeniz çevresinde yaşa­ yan milletler gerek yapı bakımından gerek ruhi ba kımdan ne kadar birbirlerinden farklı iseler bir Batı medeniyeti çev­ resindeki milletler de o derecede birbirlerinden farklıdır: Tarihi, sosyolojik ve hukuki bakımdan ilmi gerçekler bu olmakla beraber günümüzde yaşanılan soğuk harpte he­ def alınan toplumlar, çeşitli u nsurları istismar edilmek sure­ tiyle parçalanmak istenmektedir. Coğrafi konumu itibariyle dünyanın en stratejik noktalarından biri olan Türkiye, bu özelliği dolayısıyla yüzyıllardır gizli ve açık saldırılara hedef olmuştur. Özellikle 1 9 1 7 yıllarından itibaren Türkiye'yi he­ def alan Marksist ideoloji; mücadelesini zaman zaman le­ gal, zaman zaman illegal olarak yürütmüş ancak Türk mille­ ti bu ideoloj iye itibar etmemiştir. G ünümüzde ise Marksist propaganda geçmişteki bu başarısızlıkları dikkate alarak bü­ tün gücüyle bölücülük meselesine eğilmiş olup bulabildiği hainlerle Türkiye'de bir etnik mesele olduğu tezini dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalışmaktadır. Irak, Suriye, Türkiye ve İran devletlerin in sın ırları çev­ relerinde yaşayan bir takım Türk aşiretlerine "Kürt" adı ve­ rilmek suretiyle hu toplulukların ayrı bir millet oldukları propagandasına bazı Batılı ülkelerin de çeşitli politik endişe­ lerle katıldıkları görülmektedir. Bu araştırmamızda açık ve


1 92

TÜ RK M İ LLİ llÜTÜ "\LÜ(il: İÇERİSİ"\DE DOGU ANADOLL

net bir şekilde belirtmeye çalıştığımız üzere hu propaganda­ lar ve iddialar, ilmi bakımdan h içbir zaman geçerli olmam ış­ tır ve olmayacaktır. Çünkü kendilerinin Türk soyundan gel­ diklerine inanan bu aşiretler kendilerine yakıştırılmak iste­ nen "Kürt" adını kabul etmedikleri gibi "Biz Horasan erleri­ yiz!", "Biz Akkoyunlu Uzu n H asan Beğ'in buraya yerleştirdi­ ği Oğuzlar'ız!" şeklinde, gerçekleri her zaman ve herkese adeta haykırmaktadırlar. Gene hu araştırmamız da ortaya koyduğumuz kültür unsurları hu toplumların Türk milleti­ nin bölünmez bir parçası old uğunu açıkça ortaya koymakta­ dır. Başta B.Nikitin, Minorsky ve Martinus Yon Burinessen gibi bölücülerin iddialarına mesnet yaptMarı yazarlar dahi "Kürt ırkı diye bir ırkın mevcudiyeti" konusunda kat'i konu­ şamamakta, delil ileri sürememektedirler. Diğer yandan tarihi gerçeklere baktığımızda Türkler'in Anadolu'da yurt tutmaları dönem inden beri bir Türk olara k yaşayan b u aşiretler arasında, bölücülerin istisma !" konusu yaptıkları bazı farklılıklar bu toplulukların ayrı bir ırk olduk­ larını da ispa tlamaktan uzaktır. Çünkü bölgede hin yılı aş­ kın bir zaman meydana gelen siyasi ve tarihi olaylar kadar coğrafi şartlar mahalli bir takım gelişme farklılıkları ortaya çıkarmıştır. Ancak bu farklılıklar ayrı bir ırki veya kültürel farklılıklar olmayıp sosyoloj ik olarak açıklanabilecek "kültü­ rel değişim"lerdir. Cumhuriyet Türkiyesi ta M illi Mücadele yıllarından iti­ baren hiç bir zaman bir Kürt-Türk ayırımı yapmadığı gibi Kürt adı verilen aşiretleri Türklüğün dışında düşünmemişti. Bunun en açık misali Türkiye ile İ ngiltere arasımla büyük bir mesele olan Musul meselesinde, İngilizler'in Türkiye'nin teklif ettiği plebisit yapılmasına karşı çıkmasıdır. Bir yandan bölgede Kürt adı verilen unsurların çoğunlukta olduklarını


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

1 93

iddia etmekte diğer yandan da plebisite karşı çıkmakta idi. Türkiye ise Kürt adı verilen unsurların kendi parçası olduğu­ nun rahatlığı içinde bölgede halk oylamasını talep edebihıı iş­ tir. Bütün tarihi ve ilmi gerçeklere rağmen bugün Türki­ ye'ye karşı yürütülmek istenen bölücülük propagandasının temelinde emperyalist güçlerin Ortadoğu'ya hakim olma ar­ zusu yatmaktadır. Gün geçtikçe güçlenen, büyüyen Türkiye emperyalistlerin bu emellerine her geçen gün daha büyük bir engel teşkil etmektedir. G üçlenen ve büyüyen Türkiye, diğer yandan Ortadoğu'da ve Doğu Akdeniz' de büyük bir is­ tikrar unsurudur ve olmaya da ?evam edecektir.



TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGli ANADOLU

1 95

BİBLİYOGRAFYA Achdjian, A., Fundamema, Paris, 1949. '

�ar, Ömer Kemal, Tunceli-Dersim Coğrafyası, İstanbul 1940. Ahmet Faik, Mem O Zin, Haz. Sım Dadaşbilge, İstanbul 1969. Ahmed-i Hani, Mem-ıl Zin, Haz. Melımet Emin Bozarslan, İsı. 1 975. Ahundov, Ehliman, Azerbaycan Halk Yazmı Önıekleıi, Haz. Semih Tezcan, Ankara 1978. Akçay, İlhan, "Keban Barajının Meydana Getirdiği Göl Sahası İçinde Ka­ lacak olan Türk Eserleri Üzerinde Yerinde Bir Araştırma, Türk Kül­ türü, Sayı: 46 (Ağustos 1966), s. 918-922. Akyüz, Kenan, "Yozgat'ta Evlenme Adetleri", /. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C.IV., Ankara 1976, s 13-28. Ali Kemali, Enincan, ?- 1932. Alpaut, Aziz, "Bozkurt Bayramı", Çınaraltı, Sayı =19 (27 Mart 1943), s. 16. Altundait, Şinasi, "Selim I.", İslam Ansiklopedisi, C.10, s. 423-434. Amasya İl Yıll ıitı- 1967, İzmir?, Arat, Reşit Rahmeti, Kutadgu Biliğ 111. İndeks, İstanbul 1979. Arseven Celal Esat, Türk Sanatı, İstanbul 1973. Arseven, Veysel, "Kırşehir'de İnanmalar", T.FA., Sayı = 81 (Nisan 1956), s. 2294-2295. Arsunar, Ferruh, Elaziz Halk Tüı*üleri ve Oyun/an, İsı. 1936. Arsunar, Ferruh, Tunceli-Dersim Halk Tü1*üleri, İst. 1937. Arsunar, Ferruh, Bakır Madeni (Elgwıi) Hail< Türküleri, İstanbul 1937. Arvasi, İbrahim, Tarihi Hakikatler, Ankara 1960. Aslanapa, Oktay-Yusur Durul ,Selçuklu Halı/an, İstanbul 1973. Bakırer, Ömer, 'The Excavations at Korucutepe. . .", Joumal of Near Eas­ tem Studies, 33/1 (Janv. 1 974), s.96- 108. Barthold, W., "Azerbaycan ve Ermenistan",. trc. İsmail Aka, Tmilı Araştır­ ma/an De11Jisi, Sayı = 1 4-23 (Ankara 1970-1974),s. 77-87.


1 96

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU /\N/\DOLU

Başbu�, Hayri, "Kürt ve Zaza Türkleri'nin Folklorunda Su Menşeli Atlar" 1iirk Kültülii, Sayı = 242( Haziran 1983).

Başvekiilet Arşivi, Mühimme 44. Başvekalet Arşivi, Mühimme 46. Baykara, Tuncer, "Mirseyitffanır Köyü Mezarlıjtı", A tatiil* Ü11i11ersitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:4 (Nisan 1972), s. 53-55. Baykara, Tuncer, "Doğu Anadolu = Türkmenia (Türkmen Ülkesi) '/lt­ sız-Amıagaııı, İstanbul 1967, s. 61-66. Bayrı, Mehmet Halid, "Konya'da Yağmur Duası", Taımclag, Sayı = · 10 ( 10 Temmuz 1942), s. 8-9. Boratav, Pertev Naili, "Saya-Anadolu ve Azerbaycan Türkleri'nin Bir Yö­ rük Bayramı", Folklora Dogııı, Sayı: 42 ( Eylül-Ekim 1975), trc. Ve­ dat Aydınoğlu, s. 3-9. Broken, Geogmplıical Dictio1111aıy, London 1 8 1 5. Cafero�lu, Ahmet, "Çuvaşlarda Ay Adları'', //alk Bilgisi llalıedeli, Sayı =20 (Mayıs 193 1 ) , s. 180-182. Caferoıtlu, Ahmet, "Azeri Lehçesinde Bazı Moğol Unsurları, I.", A YIJ, C.I ( 1932), s. 215-216. Cafe�lu, Ahmet, faki Uygıır Türkçesi Sözliigü, İstanbul 1968. Cahen, Claude, "Le Probleme cthnique en Anatolie", Calıien:s d 'llistoıie Mvncliale, Pmis, 11/2 ( 1954), 347-362. Clauson, Sir Gerard, An Etymological of Pır- Tlıiıteentlı Ceıııwy 7111*islı, Oxford 1972. Coen, Luciano and Duncan, Louise, Tlıe Oıiental Rııgs, Ncw York 1978. Çay, M. Abdulhal iı k,"Ort adoğu da Yaratılmak İstenen Sun'i Millet", Türk Kültürü, sayı = 220 (Mayıs-Haziran 1981), s. 303-3 1 l . '

Çay, M. Abdulhaluk,"11 Meşrutiyet Sonrası İ hanet Şebekeleri 1 . Kürt Te­ ali ve Teavün Cemiyeti", Türk Kültürü, Sayı = 223-224. (Kasım-Ara­ lık 198 1 ), s. 84-88. Çay, M.Ahdulhaluk, 'Türkiye ve Meseleleri 1. (Türkiye'nin Geopolitiği), Tiirk Kültüıii, Sayı = 238 (Şubat 1983), s. 105-107. Çay, M.Ahdulhaluk, "Anaclolu 'cla Tü1* Damgası, Koç Heykel-Mezar Taşlan 11e Türkler'de K<X,·-Koyun Meselesi, Ankara 1983. ·


TÜRK

MİLLİ BÜTÜi\LÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

1 97

Çay, M. Abdulhalük, "Anadolu'nun Türkleşmesi, 1 ., ( Selçuklu Öncesi)", Türk Kültürü, sayı = 239 ( Mart 1983), s. 183-188. Çay, M. Abdulhaluk, "Anadolu'nun Türkleşmesi, il. (Selçuklu Dönemi) ",Tiirk Kiiltürii, Sayı = 241 (Mayıs 1983), s. 270-279. Çay, M. Abdulhaluk, Baskı.

Türk Ergenekon Bayramı (Newuz),

Ankara 1989., il.

Çay, M. Abdulhaluk, 'Tunceli M ezartaşları ve Türk Kültüründeki Yeri",

İbrahim Ankara 1985, s. 153- 169.

Tiirk Kültür Araştımıalan, Yıl XXII/1-2, ProfDr.

111111 llatıras111a Annagan,

Kafesoglıı '-

Çay, M. Abdulhaluk, "Doğu Anadolu'da Türk Aşiretleri ve Gerçekler", Ankara Ayd111/ar Ocagı, Ocak-Haziran 1988, Sayı = 1-2, s. 24-34. ' Dede, Abdurrdhim, Batı Tra/..ya Tüm Fo/k/01ü, Ankara 1978.

"Derter'i Mufassal-ı Canik-i Bayram", BA, No:l3 "Dcfter-i Mufassal-ı Diyarbakır Nam-ı diğer Amid", Mel. Kuyııd-ı Kadime Arşivi. No. 155.

Tapu Kaılastm Genel

Demirhan, Ayşegül, "Prehistorik ve ilkçağlarda Tıp Tarihine Genci Bir Ba­ kış ve Bu Çağlardan Kaynağını Alan Milli Bir İlacımız: Mcsir'', Tiirk, Dünyası Araşıınnalan Dergisi, Sayı = 1 1 (Nisan 198 1), s. 159-220. Devleışalı Tezkiresi (Tezkire-i Devletşah ),

Haz. Necati Lugal C. 1-IV, İstan­

bul 1977. "Diyarbakır Eyaleti Mufassal Tahrir Defteri", BA, Tapu Bölümü, No. 64. Diyarbekirli, Nejat, l/1111 Sanatı, İstanbul 1972. Diyarbekirli, Nejat, "Orhon'dan Geliyorum", Türk Kültüıii, Sayı: 198-199 (Nisan-Mayıs 1979), s. 321-384. Doruk, Yaşar,

Uıfa Tiirkleıi; Ankara

1977.

Eberhard, W, Çin 'in Şimal Komşu/an, trc. Nimet Uluğtuğ, Ankara, 1942. Efendiev, Rasim, Daşlar Damşır Neo/it Devrinden XIX. Yiizyıladek, Kcnçlik Baki, 1980. E�iter, Adli, "Kafkas Folklorundan Örnekler: Lezginka ve Nevruz", Hayat Tarih, Yıl:6, Sayı:! ( 1 Şubat 1970), s. 82-86. Elçin, Şükriı, Halk Edebiyatı Araştınnalan, Ankara 1947. Elçin, Şükrü, Anadolu Köy Orta Oyunları (Köy Tiyatrosu), Ankara 1964.


TÜRK M İ LLİ BÜTC N l .Ü(iÜ İÇERİSİi"" D E DOÜU J\!\i/\DOLU

1 98

ımade, Mircea, Slıamanism, Aırlıaic Terniqııes Of Ecstmy, Princeıon 1974 ( i l Baskı). Erdentuğ, Nermin, ''Türkiye Geleneksel Toplumlarında Başlık "/. U/ııslammsı Türk Folklor Kongresi Bildilileıi, C.IV., Ankara 1976, s. 93-99. Erdmann, Kurt, Ewvpa 111ıd Der Oienteppidı, Bertin 1962. Erdmann,

Kurt, Siebeıı/ıımdeıt Jalırr:

Oıientteppidı,

Hcrford

1966.

Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, İstanbul 197 1 . Eröz, Mehmet, Evlenme v e Düğün Töreni ile ilgili Türk Gelenekleri", Tiiır:, Sayı:27 (Ağustos 1973), s. 21 -26. Eröz, Mehmet, Doğıı A11adolıı'111111 7lirk/i(�ii. İstanbul 1982, 1 1 . Baskı. Eröz, Mehmet, llıistiyanlaşan Türkleı; Ankam 1984. Esin, Emel, "İslamiyetten Önce 1 ürk Kültür Tarihi ve İslama Giriş", Türk Kültürii El-Kitabı, Seri: il, Cild: l /b, İstanbul 1978, s. 1-360. Esin, Emel, Türk Kosmolojisi ( İlk Devir Üzerine Araştırmalar), İstanbul 1979, Türk Kültürü El-Kiıabı Seri ll 'ye ek. Eli Smith, Researrlıes... in Amıenia. . . Boston 1833. •·ırat, M. Şerif, Do,�u İlleıi ve Vmto Tmilıi, iV. Baskı Ankara 198 1 . Gacihekov, Üzeyir, Azerbaycan Halk Müsikisinin Esasları, Dakü 1950. Gazimihal, Mahmut R., "KO(; J/alayı '', T F.11., Sayı: 126 (Ocak 1 960), s. 2061-2062.

Göktürk, H ilmi, Kü11leıi11 Su_ Kütüğü

ve

Boy Taıilıi, İstanbul 1978.

Gtikyay, Orhan Şaik, Dede Korklll llikayeleıi, İstanbul 1976. GCi�ünay, Nermin, Do,�u Anadolu Kiiy Jlalılamwı Kalite ve Desenleıi, �n­ kara 1984. Gtiyünç, Nejat, "Kanuni Devri Başlarında Güney-Anadolu'', T T K. Atatürk Konfemn<lan. V. Ankara 1971-1972, s. 60-74. Grasset, J. et Sauveur, S., Encyclopedie cfes Voyages Asie, Paris 1976. Gurthrie, W., A.Geogmplıical, J/istmical and Co111111elt'ial Gmmmeı; Lon­ don 1819. Güleç, Azmi, "İklim ve İklime Dair Atasözleri, Deyimler", T.FA., Sayı = 252 (Temmuz 1970), s. 5675-5679.


TL RK M İ LLİ BÜTÜNLÜ(iÜ İÇERİSİ!\DE DOGU /\!'l/\DOLL

1 99

Güleıısoy, Tuncer, "Elazığ, Tunceli, Bingöl ve D iyarbakır Yörelerindeki Boy, Soy, Oymak ve Aşiret Adları Üzer i ne", 1. Milli '/ürkoloji Kmıg­ rı:si, İstanbul 1 983. Güzelbey, Cemil Cahit, "Gaziantep'te Halk 'fak-vimi ile ilgili Töreler", T F.A., Sayı ; 346 (Mayıs 1978), s. 83 18-8321 . Haack, Hermann, Oıienıal Rugs, London 1960. Hangeldian, E. Armen, 1.es

Tcıpis D 'Oıienı,

Paris 1959.

"Hicri, Rumi, M i ladi Yıllar ve Yılbaşı..", Pirelli, Sayı: 52 ( Ocak 1%9). 6-7. Hoca Sadeddin,

Tacii 'ı- Tevaıilı,

s.

C.2, Ank:.ıra.

Ilgar, K. Mehmet, "Kars'ta Boy ve Oymaklardan Kalma Köy Adl:.ırı" Tiirk Kiilıiiıii, Sayı:22 (Ağustos 1984), s. 197-199. İbrahim Hakkı, Maarifeıname, İstanbul 198 1 . İnan, Abdulkadir, Tarihte ve Bııgiin Şamanizm, Maıeıyaller ı•e A mşıımıalaı; Ankara 1954. İnan, Abdulkadir, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968. İnan, Abdulkadir, Eski Türk Dini, İst:.ınbul 1976. İsmailov, M.S., Azerbaycan Halk Mii.çikisiııiıı Jaıırlcın, Bakü 1%0 /.ıpmtcı İl Yıllığı 1967, Ankara 1968. İşçiler, Selim Sami, 'Tekirdağ'da Hıdrellez", T F.A., Sayı:47 (HazitJn 1953), s. 746-747. Jisl, Lumir, "Kül-Tegin Anıtında 1958'de Yapılan Arkeoloji Araştırmaları­ nın Sonuçlan", Belleıeıı, C.XXVII, Sayı: 107 (Temmuz 1963), s. 387-410. Julien, St. "Documents Sur !es Toukioue", Joıınıal A siatique, C.III ( 1864), 325 vd. Kafesojtlu, İbrahim, Tiirk Milliyeı�·iliğiııiıı

Mesele/eli,

Katesojtlu İbrahim, "Asya Türk Devletleri", 1ürk ra 1976.

İstanbul 1970.

Diiııyası U-Kiıcıhı, Anka ­

KafesoAlu, İbrahim, Türk Milli Külıürü, Ankara 1977. KafesoAlu, İbrahim, Eski Türk Dini, İstanbul 1980.


200

TÜ RK MİLLi DÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

Karamal:ralı, Beyhan, Ahlat Mezaı1aşla11, Ankara 1972. Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügat'it- Tiid' Tercümesi, C. 1-111. Çev. Besim Atalay, İstanbul 1939-1941. Kaşgarlı, M. Ak.tok, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Uygarlıgına Giriş, Anka­ ra 1984. Katip Çelebi, Cihannüma, İstanbul 1 145. KırzıoAlu, M.Fahrettin; "Kars İlinde Yerli Halk Tak"Vimi Deyimleri Üzeri­ ne", Folklor Postası, Sayı:9 (Haziran 1945), s. 9, 19. KırzıoAlu, M. t'ahrettin, "12 Ay Üzerine Döı;ıen Yıllar ve Türkçe Ay Adla­ rı" T.FA., Sayı : l l (Haziran 1950), s. 170-172. KırzıoAlu, M. Fahrettin, "Koyuncu Türkler'de Saya Şenliği ve Kars'ta Der­ lenen Sayacı Türküleri, il", T.FA., Sayı: 1 17 (Nisan 1959), s. 1881-1885. KırzıoAlu, M. t'ahrettin, Kiiıtlerin Türkliigü, Ankara 1968. KırzıoAlu, M. t'ahrettin, "Erzurum'un Şenkaya İlçesi Merkez Köyü Ônü­ lü'de Halk Takvimi, Çevre Ağzı, Yemiş, Ağaç ve Ot Adlan" T.FA., Sayı = 262 (Mayıs 1971), s. 5950-5953. Kilis Uvası Mufassal Defteri, Tapu Kadastro Müdürlüğü, No. 171.

Knut, Larson, Rugs and Carpets of the Orient, London 1978. Konur, İsmet, "Cemreler", İ11a11ç, Sayı:23-25 (Ocak-Şubat 1939), s. 18-19. Köse, Mürsel, "Kars'ıa Kotan, I.", T.FA., Sayı = 169 (Ağustos 1963), s. 3147-3149. Kösemihalzade, Mahmut Ragıb, "Azerbaycan Musikisi", A. Y.B. C.I., (1932), s. 316-325. Kunt, İ. Metin, Sancaktan Eyalete, 1550.1650 Arasında Osmanlı Ümerası Ve İl İdaresi İstanbul 1978. Kutadgu Bilig 1. Metin, neşr. Reşit Rahmeti Arat, İstanbul 1947.

Luttenmair, .Joser Günther, Das Grasse, Orientteppich Buch; München 1977. Ligeti, L., Bilinmeyen İç Asya, C.I I I . trc. Sadrettin Karatay, İstanbul 1970. -

,


TÜRK

MİLLİ BÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOI.U

Mackenzie, D.N., Kurdish Dialect Studies, C. 1-11, Oxfonl

201

1962.

Mann, Oscar, Die Mundart der Mukri-kurden, Bcrlin 1909. Monolof, İvan,Türk Takvimi" TUrk Yurdu, Sayı = 25/219 (Ocak 1930), s. 44-46.

Marits, J. İten, TUrkish Carpets, Office du livre Gennany, 1977.' , Minorsky, V., "Kürtler", İA, C.VI. Minorsky, W., "Les Origines des Kurdes" Du

XX e Congres İntemational

Des Orientalistes, Bruckcelles, 5-10 Sebtembcr 1938. Neuste Reisebeschreibung durr:h die vomehmsten provinzen der Ottomannic­ hen pfoote, Leipzig 1772.

Nik.itin, Bazil, fes Kurdes,

Etude Sociologique et Historiqııe, Paris 1956.

Noyan, Bedri, "Ata Armağanı Türk Klasik Musikisinde Türklerle ilgili Ma­ kam Adlan ve Hususiyle "Kürdi" ile Bunun Birleşik Makamları", ıTürk Kültürü, Ağustos 1983.

Nurbaki, Halôk, Türlcistan'dan Tilrkiye'ye Anadolu Mucizesi, Ankara 1984...

Ocak, A. Yaşar, Bektaşi Menakibncimelerinde İs/cim

Öncesi İnanç Motifleri,

İstanbul 1983.

Onk, Nlzamettin, "Aras Boyu Örf ve Adetleri; Nevnlz Bayramı" türü, Sayı: 1 19 (Eylül 1972), s. 1208-1216.

Orhonlu, Cengiz, "Kaşgaylar",

Türk Kül­

Türk Kültürü, Sayı: 54 (Nisan 1969).

Orkun, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, C.1-IV., İstanbul 1936-1941. Orta, Nedim, "D<tirmen/Genniyan Köyünde Hıdırellez" 130 (Mayıs 1960),

Ölel, Bahaeddin,

s.

T.FA., Sayı =

2145.

Türk Kültürünün Gelişme Çattan, 1 . İstanbul 1971.

Otel, Bahaeddin, İslamiyetten

Önce Türk Kültür Tarihi. Ankara 1%2.

Ögel, Bahaeddin, Türk mitolojisi, C.I., Ankara 197 1 . Ö7.el, Hayri, "Kars'ta Çile Çıkarma", T.FA., Sayı = 252 (Temmuz 1970), s. 5672-5673.

Ö7.ergin, M.Kemal,

"Halk Takviminde Aylar", T.FA., Sayı = 238 (Mayıs

1%9), s. 5275-5277.


TLRK M İ LLİ BLTÜ1\LC(;[ İÇI :RİSİ '.\: IW no(;L ı\'.\/\DOLL

202

Özsaj!dıç, Mahir, " Ü rgü p'te Yağm u r Duası", T F./I., Sayı = 1 93 ( Ağust os 1 965), s. 381 5-38 16. Öztuna, Yılmaz, Türk Paasonen, H.,

Mıısikisi, C. il.,

Çuvaş Siizliiğü,

İstanbul 1 950.

Pakalın, Mehmet Zeki, Osman lı C.111, İstanbul 1955. Parmaksızoj!lu, İsmet, Pelliot, P.,

( 1 . Kısım), İstanbul 1974.

Tmilı Deyim/eli

ve

"N<..-vrlız", "Hirk /lıısiklopeclisi C.

Notes 011 Maıro Polo,

Teıimleıi Sjjzfii,�ü.

25,

s.

2 1 8-2 19.

Paris 1 963.

Radloll', W., Sibirya'dan trc. Ahmet Tcnıir, C. 1/X, İ st anbul 1 954. Rasonyi, L.,

Tm ilı ıe 1iirk/iik, Ankara

1 97 1 .

Rasanen, Martti, Versııclı lıen, Helsinki 1 969.

eines eıy1110/ogisdıe11 Wii11erhııdıscler Türksprac­

Rıza Nur, Türk Takvimi", s. 1 - 1 7.

Türk Yurdu, C. i V . , S ay ı

Riş\·anoıtlu, Mahmut

Do,�ıı /lşin·ıh'ıi ı•e J;mperyC1liz1 1 i,

Sefero�lu, Ş.Kaya, "Kürt Türklerine Dair", 'Jiirk Sekhan, M. Şükrü,

Kün Aleselesi.

Sepetçio�lu, M. Necati, '/ürk Se,·gen, Nazm i, Sevgen, Nazmi, 1 982.

= 19 ( Ağu stos 192(>), İ st a nb u l 1 978.

Külıiiı ii SC1y1

=

242.

Ankara, 1 979.

Dcsıa1 1/C11 1,

Do/t.ıı 'cla Kü11 11ıcsdcsi,

İstanbul 1 972.

İ st a nbul 1970.

Doğu ve Giineyclo,�ıı /111aclolıı '/iirk /Jeylikleıi,

Seyidov, Mirali, AzedJaycan

Mifık Tefekkiiıii11ii11 <iay11aglan,'Bakü

Seyidov/Seyito�lu, Mirali, Türk B oyları nda Hızır İnancı, 1, Sayı = 239. (Mayıs 1982), s. 10- 15.

Ankara 1983.

Azeıiwycan,

Soutgate, H., Narrativc to at tour. .. Mcsopotamia, London 1860. Sümer, Faruk, Safevi Devleıi 'nin Kwulıış ğü '1 1ü11 Rolü, Ankara, l 976.

ı•e <lelişmesi11cle Anaclolıı 1 iir klii -

Sümer, 1-·aruk, "Karakoyunlular", İA, C. V I ., s. 292-305. Sümer, 1-"aruk, "Karakoyunlular", C . I . , Ankara 1 967. Sümer, Faruk, Oğuzlar (Türkmen/eı), tanbul 1980, III. Baskı.

Tarilıleri-Boy Teşkilatı Destan/an,

İs­


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGu' A?\ADOLLJ Sümer, Faruk, Şaraf-Name,

Türkler'de Alplık l'e Binicilik,

203

İstanbul 1 983.

Moskova 1967.

Şimşir, Bilal, "Araplar ve Kürtçülük", Fomm, Sayı: 1 15 ( 1 5 Aralık 1958). Osmanlı Taıi/ıleıi /., H az . N .

Şükrullah, "Behçet'üt-Tcvarih" bul 1947.

Atsız, İstan-

Taneri, Aydın, Kiiıtler, Ankara 1983. Tanyu, Hikmet,

Tiirkler'de Taşla İlgili ;nançlm;

Ankara 1 968.

Taşlıova, Şerer, "Gülyüzlü Köyünde Hıdırellez", ran 1969), s. 12. Tebrizli M. Nizamettin, Bııgiinkii Azerbaycan tanbul 1946.

Kars Eli, Sayı:

59 ( H azi­

Dal'ası, Esas "e Se/ıepleıi,

Terzibaşı, Ata, "Irak Türkmenleri Arasında Yağmur Duası Tören leri", Uluslararası Tiirk Folklor Kongresi Bildiıileıi, C.IV, Ankara 1976, 305 -314. Terzibaşı,

Ata, Kerkiik Jlal'alan,

İs­ /. s.

İstanbul 1980.

Togan, A. Zeki Velidi, "Azerbaycan Etnoğrafyasına Dair", Azerlıaycaıı Yıı11 Bilgisi, C.11. ( 1933) . Togan, A . Zeki Velidi, "Azerbaycan" İA, C . I . T�an, A . Zeki Velidi, bııl,

/Jııgiinkü Tiirkili- Tiirkistan Pe Yakm T(//i/ıi,

1942- 1947.

Togan, A. Zeki Vclidi, Toplu, Abdulhadi,

Umıımi Türk Taıi/ıine Giıiş,

İsıan-

İstanbul 1970.

Türk Milliyetçiliği 11e Karşı İdeolojileı;

Ankara 1977.

Tryjarski, Edward, "Eski Türkler'in Moğolistan'daki Arkeolojik Eserleri Üzerine" Tiirk Kiiltiiıü Araşıımıalan, Yıl: XVI/1�2 (Ankaırı

1977-1978),

s.

Tsai Wen - Shen, Li ipci 1967.

151- 184.

Te- Yii 'niin Mektııplamı a Göre Uyg1111ar

Turan, Mustara,"H ı.dır-Ellez ( H ızı r İ lyas)", 1966 ) , s. 14.

Kars Eli,

Turan, Osman,

Oniki I/ayPanlı Türk Tak11imi, İstan b ul

Turan, Osman,

Türkler Anadolıı 'da,

Turan, Osman, Doğıı Anadolıı

(840-900), Ta­

Sayı: 24 (Temmuz 194 1 .

İstanbul 1973.

Türk De11letleıi Taıilıi,

İstanbul 1973.


204

TÜR� MİLLİ RÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

Şerafettin Turan, "XVII . Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İdari Tak­ simatı", Atatürk Üniversitesi 1961 Yıllığı, Erzurum 1962. Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1969. Türkay, Cevdet, Başbakanlık Ar�Jvi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorlu­ ğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979. Türkdo�an, Orhan, Doğu ve İnsan Sonınıı, Erzurum 1974. Türkdo�an, Orhan, "Doğu Anadolu'da Ana-Çocuk Bakımı ile İlgili Kül­ tür Kalıpları", Türk Kültütü, Eylül 1982. Türkekul, M. Hakkı, "Azerbaycan Klasik Musikisi Hakkında", Azerbaycan Ywt Bilgisi,i C. iV. Sayı = 34 (Şubat 1954), s. 32-36. Türközü, M.K., 'Türk Sakalar (İskitlcr)'in Batıya Göçleri ve Künlerin Ön-Asya'da Dağılışları", Türk Kültütü, Sayı = 226 (Şubat 1982). Türközü, M.K., Türkmen Ülkesi ( =Doğu Anadolu), Adı ve Emperyalizmin Etkileri, Ankara 1985. Ulu�, Naşit, Tunceli Medeniyete A çılıyor, İstanbul 1939. Uraz, Murat, 'Türk Mitolojisinde ve Folklorunda Atlar", T.FA., C.18, Sa­ yı: 348. Uzunçarşılı, i . Hakkı, Anadolu Beylik/eli ve Akkoyımlıı, Karakoyımlıı Dev­ let/eli, A nkara 1969. Üçer, Müjgan, "Sivas'ıa Yoklama" 1. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildin"/eıi, C. i V., Ankara 1976, s. 363-367. Van İl Yıllığı- 1967, Ankara 1968. Yalgın, Ali Rıza, "Uludajt Türkmen Etnojtrafyası, 2) Hayvancılık, 3) Bes­ lenmeler", T.FA., Sayı: 9 (Nisan 1950), s. 136-138. Yalgın, Ali Rıza, "Uluda� Türkmen Etnolrafyası, 4) Yerleşmeler; 5) Isı-I­ şık", T.FA., Sayı = 10 (Mayıs 1950), s. 151-152. Yalgın (Yalman), Ali Rıza, Cenupta Türkmen Oymak/an 1., Hazırlayan: Sa­ bahat Emir, Ankara 1977. Yavuz, Edip, Taıilı Boyunca Türk Kavimleri, Ankara 1968. Yavuz, Edip, Doğıı Anadolıı 'da Dil-Onomastik Üzerine Bir Deneme, Anka­ ra 1981. Yetkin, Şerare, Historical Tıırkish Carpets, İstanbul 1981.


TÜRK M.İLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

205

Yıldız, Hakkı Dursun, "Azerbaycan'da Hüküm Sürmüş Bir Türk Haneda­ nı, Sac Oğullan 1., Ebu's-Sac Divdad b. Yusuf Divdest", İ. Ü.E.F. Ta­ lih Dergisi, Sayı:30 (Mart 1976), s. 107-118.

Yıldız, Hakkı Dursun, "Abbasiler Devrinde Türk Kumandanları, E l-Afşin Haydar b. Kavus", İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı = 4-5 (1973-1974), S'. 1-22. Yinanç, Mükrimin Halil, "Akkoyunlular", İA, C.l., s. 251�270. Yinanç, Mükrimin Halil, "Diyarbakır" İslam Ansiklopedisi, C.III. Yinanç, Refet, "XVI. Yüzyılda Doğu Anadolu şehirlerinde Mahalle Adla­ rı'', Türk Yer Adlan Sempozyumu Bildirileri ( i ı-13 Eylül 1984), Ankara 1984, s. 225-232. ·

Yudahin, K.K., Kırgız Sözlüğü, trc. Abdullah Battal Taymas, Ankara 1945. Xenopnon, Anabasis (Onbin/erin Ricatı), Çev. Hayrullah Örs. İstanbul 1939. Zeynel�lu Cihangir, Muhtasar AzerlJaycan Tarihi, İstanbul 1924. Ziya Gökalp, Hars ve Medeniyet, İstanbul 1984.



TÜ RK Mİ LLİ BLTL;\iL(;(;ü İÇERİSİNDE DOÜU t\:'\i\DOLL

207

DİZİ N

I. KİŞİ ADLARI A

-

­

Abdu laziz ( Sultan): 52. Abdulhamid( l l ): 3 1 , 42. Abuulvahab Şewar: 183. Abdüsselilm Arif: 1 83. Abdusselim: 1 78. Ağar, Ö.Kemal: 1 58. Ahlatlı Fahrüddin: 1 1 . Ahmet Bey: 29 Ahmed Bey (Akkoyu nlu ): 23, 24. Ahmed b. İbrahim: 1 1 . Ahmet Faik: 100. Ahmet-i Hani: 100 . Ahmet Kaçar Han: 1 80. Ahmet Yesevi: 1 46. Akçay, İl han: 1 58. Alaaddin Kı..'Ykubat: ı ı . A l i Baıı: 1 76. Ali Hoca: 1 52. Ali Şeker Bı..y 20. Alparslan 9, 10. Alp Urungu: 75. Ardaşir: 68. Ardavan: 68. Argun Han: 44. Arseven, C., 1 62, 1 63 . Asla napa, O . : 16 l .

Atatürk: 1 76. Aydoğmuş Nur Ali: 77. -8-

Babatov: 177. Bii.bek: 4, S.

Bad/Baz bk. Ebu Abdtıllah Hüse­ yin b. Düstck. Bahaddin Karaklış: 189. Barımbay: 1 4. Basık: 2. Bata: 108. Bayezid ( 1 . ) : 73. Beyazıu ( i l . ) : 29. Baykara, Tu n ce r: 156. Bayram Bey: 22. Bayram Han: 20. Bayram Hoca: I S, 1 6. Bedirhan: 1 72, 1 78. Bchramşah: l ll Belek Gazi: 1 2. Bıyıklı Ahmet: 1 56. Bıyıklı Mehmet Paşa: 29. Bikkcr: 1 74. Boncıfiyd: 1 77. Biiri: 1 88. Brother: 1 74. Buruinessen, Martin Van: 77, 1 92. Buga: 4. Büğdüz: 18. -C-

Cahen, Claudc: 6 Celal Talabani: l lU , 1 84 . Celalüddin Ali Bı..-y: 24, 26 Cengiz H a n : 100. Cihangir Bey: 24. Cihanşah: 16, 24. Clauson, Sir Gerad: 70.


208

TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

Coen: 163 -ÇÇağrı Bey: 3, 8. Çubuk Bey: 12. Çubukoğlu Mehmet Bey: 12. -

D-

Davud Şah: 10 Dede Korkut: 84, 90, 9 1 , 92, 93, 96, 141. Dengiz: Bk. Denizhan. Deniz Han: 17, 18, 19. Dilmaçoğlu Mehmed Bey: 1 1 . Diyarbakırlı, Nejat: 154. Duncan: 163. Durul, Y.: 161.

El-Afşın Haydar b. Kavfıs: 5. El-Biruni: 94. Elçin, Şükrü: 125. Emir Karaman: 20. Emrah: 143. Eröz, Mehmet: 56, 135. Ertuğrul Gazi: 142. Evliya Çelebi; 52, 56. Eyyfıb: 187, 188. -1''-

Fahreddin Behramşah: 54. Fahreddin Karaarslan: 52. Fahreddin Kara-yülük Osman Bey: 24 Fahreddin Kutlu Bey: 23, 24. Fahrüddin b. Cüheyr: 186. Fatih Sultan Mehmed: 24, 73, 151, -E­ 152. ' Eberhard, W.: 80, 128. Fırat, M.Şerif: 8 1 . Ebfı Abdullah el-Beradani: 186. Frazier: 174. · Ebfı Abdullah Hüseyin b. Düstek: . Frıç, D r.: 89. 185. Ebu Ali: 1 1 . -GEbfı Ali el-Hasan: 186. Gazan Han 23, 44. Ebfı Said: 24, 25. Ebfı'J-Ganaim: 186. Ebulgazi Bahadır Han: 130. -HEbu'! Hasan Ali: 185. Hacı Bektaş Veli: 57, 109, 1 46. Ebu'l-Kasım Saltuk Bey: 10. Hacı Tugay: 14, 15. Ebu'! Kasım Ub<..-ydullah: 185, 186. Hacıb<..-yli Üzeyir: 143, 144, 145. Ebfı Salim: 186. H:ıngcldi:ın:· 163. Ebu's-Sac Divadad b. Yusuf D iv­ Hart m:ınn, M . : 67. dest: 5. Hasan cl-Bckr: 183. Efendiycv, R.,: 155. Heine: 174. Efrasiyab: 2. H üsameddin Sungur el-Halfüi: 189. Ekber Şah: 20. Hüseyin Bey: ıs. Eksükoğlu Artuk: 13.


TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU

-

1-

lva bk. Yıva

-i­ İbn Hawqal: 68. İbn Hordadbih: 94. İbn Nubiita: 186. İbn Rusta: 68. İbn Scnilül-mülk: 188. İbnü'tarif: 186. İbrahim Hakı: 129. İbrahim Şah: 14, 15. İdris-i Bitlisi: 29, 30. İğdir: 18. İldeniz: 20 İshak Bey: 10, 1 1 . İskendcr Bey: 16, 18. İsmail Hakkı Pa§3: 174. İsmailov, M.S.,: 143, 144, 145, 146. İsmatuddin Amine: 188. İzzeddin Aybeg: 188, 189. İzzeddin Cavlı: 189. İzzeddin Saltuk: 54. .

-JJaba, Alexandre: 177. Julicn, Stanislas: 127. Jusıin: 107. K

-

-

Kadı Burhaneddin: 23, 24. Kafesoğlu, İbrahim: 64. Kanuni Sultan Süleyman: 30, 32. Kara Mehmet Bey Durmuş: 16, 21. Kara Yusuf Bey Bahadır: 16, 18, 20, 21, 24. Kasım: 183. Kasımov: 144, 145.

209

Kaşgarlı Mahmut: 85, 86, 88, 89, 128, 165. Katibi (Şair): 18. Kılıç Arslan (il.): 54. Kınık: 18. Kırzıoğlu, M.F.: 136. Klayton: 174. Kolkhan: 174. Korganof: 177. Köroğlu: 148. Kösemihalzade, M.R.: 153. Ksenofan: 66. Kursık: 2. . Kutlamışoğlu Süleyman Şah: 9. Kül Tigin: 96, 153. -LLash: 179. Cog, A.Van: 100 Liyanof: 180. Lloyd George: 1 75. Lord Curzon: 176. Loris Malakof: 177. Luciano: 162. Le

-M-

Mackenzie, D.N.,: 79. Mağrıbl.ı Ebu-1-Hasan: 186. Makas, Hügo: 100. Mama Hatun: 10. Manas: 92, 96. Mann, Oscar: 96, 100. Mansur Bey 26. Marco Polo: 43, 44, 45. Masignon, Louis: 77. Mcdonald: 174. Melik Hatun: 54. Melikşah: 12, 186.


TÜRK :vtİLLİ BÜTÜI\Ll:(;(; İ(l :RİSİNDE DOG L ı\Nı\ DOl .L

210

-P-

Hl.

Mengücek Bey:

Mesudi: 78 . Minorsky,

W.,: 66, 67, 69, 77, 1 78,

192.

Pehlivan Bey. 23 . Pir M u hammed: 1 5 . P i r Sultan Abdal: 1 43 .

M irop i ev : 1 1 1 .

Molla M usıara Da mı n i : 1 30, 1 82,

1 83, 1 84.

Plano u i i Karp i n i : 1 08. Poıt. A . F. : 67.

-R-

M u ham med b. A l i : 1 86.

W.: 1 34.

M u lı a m ıııe<.I Rıza: 1 8 1 , 182.

Ra<.ll olT,

M u ha m med b. ŞCı l : 4.

Resul Ağa ( J i l ya n l ı ) : 1 72.

M uhammed el-Afşi n : 5.

R e ş i u ' üd-Di n : 1 9 .

M uqaddesi:

68.

Rıza Ş a lı : 1 80, 1 8 1 .

Murad i l . : 1 50 , 1 5 1 , 1 52.

R i c h : 1 74.

Mu'ıası m: 4, 94.

Robeck: 1 76.

Muzafferüddin Gökbörü: 1 88.

Rodon C i ssi n i : 1 74.

M ü barek et-Türki: 4.

Roıııanos D i ogenes: 9.

Müzehhebü ddin: 1 1 .

Ro pe rs H . : 1 62.

M ü t evek k i l : 4, 94.

Rüdiger,

F.:

67.

Ruedin, E . G . , : 1 63 .

-N-

Rükneddin Sü leyıııanşfılı: 10.

N e m l i ng, H ans: 1 62.

-S-

Nesi ıııi: 1 46, 1 48 . N i k i ı i n , B.:

77, 1 45, 1 92.

Saltuk Gazi: 54.

N ii l <.lc ke, Th . : 67.

Saray H a t u n : 52. _ Savad Kulı bk. Rıza Şah.

Nur, R ız a : 1 29.

Selahaddin Eyyuhi: 1 8 7, 1 88, 1 89.

N u rlıddi n H a mza Bey: 24 N u reddin

M a lı m u <.1

Zcngi:

1 87 ,

Seyfedd i n A midi:

12.

1 88.

Seyid Abdulkadir: 1 76 .

Nusret üddin Eblı-N:ısr Uzun H a­

S ey id H asan: 1 49.

san Bey bk. Uzun H as:ın Bey

S eyi dov

-

0-

Ocak, A . Y:ı�ar: 1 09 . Oğuz Kağa n :

lllO.

1 7, 23 , 4 4 , 9 1 , 92,

1 2 1 , 1 22.

S isoyev. V . M . : 1 1 2. Socin Alberı : 1 00. Sout hgate H . : 48.

Sökmen el-Kutbi: ı ı". -

Öztuna,

M, i ra l i :

S m i t h , E l i : 47.

Ö

-

Y ılm az: 150.

Strabon: 68. Sultan Baysu ngur: 25.


Tl'RK VI İ LI .İ 13ÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİ!\DE DO(;U J\'\J\DOLL

Sultan Damad Ahmed Giidc: 25 . Sultan Elvend: 25. Sultan Sultan Sultan Sultan Sultan

Halil: 25. Hasan Ali: 16. kuli bk. Sultan Kulu Kulu: 20. Meh med: 25.

Sultan M u rad: 25. Sultan M uzzafferiddün Cihan Şah bk. Cihan�iih. Sultan Rüstem: 25. Sultan Yakub: 25. Sutay: 14, 40. Süleyman Ağa: 177. Süleyman fü.y 1 1 . Sümer, Faruk: 1 4, 1 6, 19, 20, 2 1 . Sütcy, Noyan: 44.

-ŞŞadi: 1 87. Şah Abbas: 20. Şah Kulu: 29. Şahbur M u hammed: 1 45, 1 46. Şah İsmail: 28, 29. Şarimüddin Kutlu-aba: 189. Şaşlı Ebu Bekir: 186. Şerefeddin Karakuş el-Takavi: 189. Şerif Ahmet Han: 1 72. Şı..-yh Ahmed: 183. Şeyh Hadi: 89. ŞLj'h M ahmud Hart.ani: l 75, l 77. Şeyh Sait: 1 72, 1 77, 1 8 1 . Şfyh Ubeydullah: 1 78, 1 79. Şihabeddin Mahmud b. Tüküş:

-T-

Tabari: 68. Tadırgan Çor: 8 1 . Tatar Hatun: 2 1 . Tchou Choi: 127. Timur: 1 1 , 15, 75. Timurtaş-Oğlu Kılıç Bey: 37. Tirotir: 1 74. Toğaçoğlu Muhammed Ebu Bekir: 1 87. Togan, Zeki Vel idi: 20, 94, 99. Toluntığlu Ahmed: 187. Tonyukuk: 1 54. Tsai Wen-Shen: 128. Tuğrul Bey: 8. Tuğtekin: 188. Tur-Ali Bey: 2'. Turan Melek Hatun: 54. Turan, Osman: 1 28, 1 29. Turan, Şerafeddin : 34. Turanşiih : 188, 1 89. Turhan, M ümtaz: 63. -U -

Unar Bey: 1 88. Unaroğlu Sadaddin Mesut: 1 88. Urmevi: 145. Urmiyeli Safiyı1ddin: 150. Uzun Hasan Bey: 24, 52, 73, 141, 192. -V-

Şir Yezdan : 178.

Vang Yen-Tii: 93. Vasıl\: 94. Veber: 89. Virani Baba: 149.

Şükrullah: 1 7.

Visan: 174.

188.

21 1


212

TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANAD9LU -W-

Weber: 89. Weisbach: 67. Williams: 174. Wilson: 174. Wu-tsung: 127.

-Y­ Yahya b. Ahmed: 1 1 . Yakimaniski: 1.77. Yakup Ağa: 172.

· Yavuz, Edip: 91. Yavuz Sultan Selim: 29, 30, 48. Yıva: 18. Yudahin, K.K.,: 127. Yusuf Bey: 39. -Z -

Zemarkhos: 107. Zirek et-Türki: 4. Ziya Gökalp: 63.


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOG� ANADOLU

il.

213

DEVLET, M İ LLET, BOY VE AŞİ RET ADLARI A

-

-

Abbasi, -ter: 4, 5, 94, 185, 187. Abcfal,-lar: 73. Afşar,-lar bk. Avşar Ağaçeri,-ler: 2, 3, 19, 21, 22, 24, 27. Ahlatşahlar bk. Sökmenliler Akatzir bk. Ağaçeri. Akhun,-lar: 76. Ak-katlan bk. Ağaçeri Akkoyunlu,-lar: 13, 14, 15, 16, 17, 20, 22, 23, 24, 25, 26, 44, 45, 52, 73, 84, 155, 156, 157, 158, 192. Ali Kürdili: 75, Alman,-lar: 96. Almanya: 181, 182. Alpagut,-lar: 21. Altınordu: 128. Amerika Birleşik Devletleri: 173, 179, 180, 181, 182, 183, 184. Anadolu Selçukluları: Bk. Türkiye Selçuklu lan Arab,-lar: 1, 3, 4, 5, 7, 68, 69, 70, 71, 75, 76, 78, 79, 82, 87, 88, 94, 129, 135, 136, 137, 141, 145, 146, 152, 167, 183, 186, 187, 188. Artuklu,-lar: 12, 13, 23, 26, 144, 186, 189. Asur,-lar: 67. Asya Hun Türkleri Bk. Asya Hun­ ları Asya Hunları: 2, 21, 46, 105, 1 10, 153. Avar,-lar: 86, 164.

Avşar: 22, 26, 145. Ayinlu: 21. Azerbaycan Türkleri: 79, 87, 97, 100, 126, 180, 182. Azeri'-ler: bk. Azerbaycan Türkleri -8-

Baharlu: 20, 21. Bahtiyari,-ler: 69. Barak,-lar: 113. Barani: 14. Baranlu bk. Barani Barzanlı,-lar: 178, 181. Başkurt,-lar: 1 1 1 . Bayat,-lar: 26. Bayındır: 23, 25. Bayramlu: 22. Becenek: 20. Bekr b. Vail: 185. Belencar: 3. Bemi Bu'ays: 4. Beyhan: 156. Borçah Kazakları bk. Terekemeler Bizans,-lar: 1, 2, 3, 7, 8, 9, 21, 50, 107, 158, 185. Bulgar,-lar: 3, 4, 104, 136, 164, 171. Büveyhoğulları: 185. Büyük Selçuklular: 6, 9, 12, 185, 186. -CCemaldini: 136. Cengizli,-ler: 136. Chou: 1 14. Cuf: 68, 74.


214

TL RK \ll İ l .Lİ BCTC :\ LC(;C İ<,;ERİSİ:\DI'. Do(; L J\ :'\ADOIL

-ÇÇağatay: 70, 71 . Çakallı: 1 36.

Çakır: 20. Çakırlı: 20. Çavlu: 44. Çckirlü bk. Çakırlu Çcpni,-lcr: 26.' Çcramislcr: 70. Çıplaklı Yörükleri: 58. Çoruk: 20. Çin,-li,-lilcr: 6, 80, 90, 93, 94, 102, 1 20, 1 27, 1 28, 139: 1 9 1 . Çubukoğu lları: 1 2. Çuvaş,-lar: 69, 128, 1 64.

-DDfınişmend,-liler: Ll Desimlü Cemfıaı ı: 49. Dilkhiri: U<ı. Dilmaçoğu lları: 1 1 , l &ı. Diiğcr,-ler: 19, 22, 26, 45. Du harlu: 19. Dulkadırlu u lusu: 26. ' L..' -r

Ekrfıd bk. Kürt,-ler Emcviler: 3. Emirlü: 26. Ermcni,-lcr: 7, 8, 3 1 , 42, 46, 47, 48, 50, 78, 1 69, 1 70, 1 7 1 , 1 74, 1 76, 1 78, 1 79. Ersarı,-lar: l <ı2. Et rüsk,-ler: 1 . Eyyübi,-lcr: 13, 1 85, 1 87, 1 88, 1 89. -

Fars bk. İranlı

··-

Faıımi,-lcr: 1 87. Finliler: 70. Fransız,-lar: 1 79, 182. Frig,-ler: 1 . -G-

Gaznclilcr: 1 36, 18K C i ü rdi,-lcr: 20, 67, 1 58. C i u rfı n bkz. Zaza -H -

Hacılu: 22. H akaslar bk. Kırgızlar. Hamdani,-ler: 185 . Hamza H acılu: 26. Har1:enı�ahlar: 76. Hazar Hakanlığı bk. H azarlar H azar Türkleri bk. Hazarlar Haı.ar.-lar: 3, 4, 86. H indlı,-lar: IJO, 1 9 1 . Hiı iı,-ler: 1, 1 59. H u-ku-ssu bk. Kırgızlar H ollanda : 162, 182. Hu n,-lar bk. Asya Hu.rı ları H urri.-lcr: 1 . -1-

I h�idiler: 187. I rak: 182, 184, 1 9 1 . -

i

-

İğdir: 20. 26. İ l beyli Türkmenleri: 107, I J9. İ lhanlı,-1:.ır: 14, 2J. 44, 1 45. İnaloğulları : 189. İ ngiliz,-ler: 3 1 , 47, 1 73, 1 74, 1 75, 1 76, 178, 1 79, 1 80, 1 8 1 , 1 82, 192. İ ranlı,-lar: 1, 5, 67, 68, 69, 7 1 , 78,


TCRK :\tİLLi nCIC:\L((;C İÇERİSİNDE DOÜL A:\ADOLL

79, 80, 82, 85, 87, 1 30, 13.5, 136, 140, 1 45, 1 46, 1 80, 1 8 1 , 182, 191. İ skit,-ler bk. Sakalar İyon,-lar: 1 . İ zzeddin Hacılu: 26.

-J-

215

153, 1 64. Kimmcr,-lcr: 1 . Koçgiri: 1 76. Koçuşağı: 1 8 1 . Koman: 20, 104, 108. Komanlu: 20. Köktü rk, l cr: Hl, 75, !U, 85, 88, 93, 105, 107, 1 lll , 1 14, 127, 136, 1 53. Kulaksızoğlu: 77. -

Japon,-Lar: 191 . Jilyan: 1 72.

Kuman,-lar bk. Kıpçaklar

-KKaçar,-lar: 26, 145, 180. Kaldeli,-ler: 67, 1 85. Karabörk: 20. Karaçay,-lar: 57. Kara Hacılu: 26. Karahanlı,-lar: 188. Karakalpak,-lar: 84. Karakeçili,-ler: 1 7, 1 42. Karakırgız,-lar: 70. Karakoyunlu,-lar: 13, 1 4, 1 5, 16, 17, 18, 19, 20, 2 r , 22. 23, 24, 44, 81, 1 55, 1.56, 1 58, 1 59. Karamanlu: 20. Karapapah: 20. Kardu: Bk. Karduk. Karduk: 66, 67, 185 Karlık bk. Karluk Karluk,-lar: 18, 57. Kaşgay,-lar: 75, 1 45, 180. Kazak,-lar: 69, 72, 79, 83, 86, 1 0 1 , i l i , 1 1 2, 1 1 5, 134, 1 62. Kc ngc rl ü: 20. Khanli: 67. Kıpçak,-lar: 1 8, 19, 20. K.ırgız,-lar: 72, 79, 83, 1 1 1 , 1 12, 115, 125, 127, 128, 134, 146, .

Kumuk,-lar: 102.

Kuıbegi!Qlcr: 26. Kutbşahilcr: 2 1 . Kürt,-lcr: 45, 65. 66, 67, 68, 7 1 , 73, 75, 76, 77, 78, 79, 89, 1 70, 1 7 1 . 1 72, 173 I H 1 7.5, 176, 177, 178, 1 79, 180, 1 8 1 , 1 82, 1 83. 184, 185, 1 9 1 . 192. Kyrtioi: 68. ,

-L-

Lidya,-lılar: 1 . Lombard,-lar: 6/l. -M -

Macar,-lar: 84. Mahmudi: 22. Mardes,-ler: 68. Mcd,-lcr: 67, 75, 1 85. Mcmh1klfı Sultanlığı: 1 6, 23, 1 88, 1 89. Mengücekler: 10, 1 1 . 26, 54, IK9. Mervanilcr: 1 85, 1 86. M işerlcr: Hl7. M oğol,-lar: 13, 15. Monofizisı,-lcr: 7. Musullu: 26.


216

TÜRK MİLLİ BÜl'ÜNLÜÔÜ İÇERiSİNDE DOGU ANADOLU -S-

-NNesliharı Oymağı: 80. Nohudu Türkmenleri: 1 14, 155.

154,

-0-

0ğuz,-lar: 14, 16, 17, 1 8, 19, 23, 25, 84, 86, 88, 89, 90,, 93, 141, 1 58, 164, 1 �2. Osmanlı,-lar: 6, 19, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 32, 33, 34, 36, 37, 38, 39, 4 1 , 43, 45, 48, 73, 74, 75, 76, 77, 93, 1 1 1 , 1 44, 150, 167, 168, 169, 1 70, 1 7 1 , 173, 175, 1 78, 179, 189. '

-Ö­ Özbek,-ler: 1 0 1 , 146. -P-

Pan,-lar: 68. Paulicienler: 7. Peçenek,-ler: 104. Pehleviler: 180. Pers,-ler: 1, 2, 75. Pomak bk. Pürnek. Pümek: 25. -RRişvanlar: 1 13. Roma: 1. Rum,-lar: 7, 50, 75. Rus,-lar: 3 1 , 47, 83, 84, 1 12, 1 73, 1 74, 175, 1 77, 178, 1 79, 1 80, 181, 182, 183.

-QQald: Bk. Urartu.

·

Sabır,-lar: 3. Sac-oğullan: 5. Sa'dlu: 19. Safevi,-ler: 20, 2 1 , 25, 28, 29, 45. Saka,-lar: 2, 67, 86, . Salur,-lar: 162. Saltuklular: 10, 26, 54. Sasani,-ler: 2, 3, 21, 68, 75. Savar bk. Sabır Savır bk. Sabır Selçuk,-lar: 3, 5, 6, 8, 9, 10, 1 1, 13, 23, 26, 54, 83, 93, 136, 144, 145, 1 86, 188, 189. Sepki: 177. Sibir bk. Sabır Soyonlar: 70. Sökmenli,-ler: 1 1 , 12, 13, 144, 186. Suvar bk. Sabır. Süleymani: 22. Süryani,-ler: 8, 185. - ŞŞadıllu: 49. Şavaklar: 74, 135. Şi.kak: 42. Şor Türkleri: 69. -T­

Tabgaç,-lar: 104, 105. Tağlib: 185. Tahtacı,-lar: 73. Tarançi,-ler: 69. Tatar,-lar: 46, 69, 73, 79, 103. Teke,-ler: 162. Telefıt,-ler: 70. Temfırlüler: 136.


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU J\NADOLU Terekemeler:

126, 159. 1 14. Tirnurlu,-lar: 13, 16, 75. Tie-le-ler:

Tirnuroğullan bk. Tirnurlular Tokarlu bk. Düharlu To-pa bk. Tabgaçlar

Trabzon Rum İmparatorluğu: 23. Tukyular bk. Köktürkler

1 , 2, 3, 4, 5, 8, 9, 10, 1 1 , 12', 13, 1 5 , 16, 18, �o. 21, 22, 26, 27, 28, 32, 39, 43, 44, 47, 48, 49, 5o, 55, 56, 57, 63, 65, 66, 69, 10, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, %, 100, 102, 103, 105, 106, 107, 108, 109, 1 10, 1 1 1, 1 12, 1 13, 1 14, 1 15, 1 17, 1 19, 120, 121, 124, 127, 128, 129, 130, 131, 133, 134, 135, 136, 137, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 150, 151, 152, 153, 154, 156, 158, 159, 160, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 171, 1 74, 176, 177, 178, 180, 181, 183, 186, 187, 188, 189, 191. Türkiye Cumhuriyeti: 171, 1 73, . 1 79, 180, 181, 191, 192, 193. Türkiye Selçuklular: 10, 1 1 . Türkmen,-ler: 6, 8 , 9, 1 1 , 13, 14, 15, 16, 17, 19, 2 1 , 22, 2.l, 24, 25, Türk,-ler:

217

26, 43, 44, 45, 46, 47, 58, 73, 74, '75, 76, 77, 80, 81, 97, 107, 1 10, 1 13, 1 14, 125, 145, 154, 155, 156, 157, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 180, 182, 186. ' -U­ Ukayloğullan:

185. 1, 67. Usıacalu: 20. Urartu,-lar:

Ustaclu bk. Usıacalu Uygur,-lar:

69, 70, 83, 84, 86, 93, 104, 128, 136. Uz,-lar: 104. -YYahudi,-ler:

75. . 70, 83, 106, 107, 1 1 1 . Yezidi,-ler: 89. Yınaloğullan: 12. Yıva: 19. Yugoslavya: 132. Yunanlı,-lar: 6, 48, 109, 1 7 1 . Yürükler: 58, 72, 73, 74, 77, 80, 81, 1 10, 135, 163, 166. Yakut,-lar:

-ZZ;ıza,-lar:

1 15. 13, 88. ZeyHini: 177. Zırki: 22. Zengi,-ler:


218

TÜRK \1İLLİ BÜTÜ:\LÜÜC İÇERİSİ:\DE DOÜL /\N/\DOLLJ

111. A

-

COG RAFYA ADLARI

-

Adalar Denizi: Bk. Ege. Adıyaman: 57, 58, 60, 6 1 , 62, 163. Adilcevaz: 1 1 , 33, 37, 157. Afganistan: 135. Afrika· 71, 1 70. Aryon: 1 56. Ağakis: 35. Ağdıböri: bk. Ağrı Dağı. Ağrı: 57, 58, 60, 6 1 , 135, 142, 163, 1 77, 18 1 . Ağrı Dağı: 44. A hıska: 95. Ahlat: l 1 , 14, 1 57, 1 58, 1 59. Akçadağ: 6 1 , 62. Akçakale: 35, 37. Akdeniz: 1 9 1 , 1 93. Akşehir: 156. Alaca Köyü: 1 02. Alatağ: 44. Alayağmur: 62. Albak: 35. Almanya: 1 45. Altay,-lar: 106, 1 07, 1 1 1, 137, 154. Altınoluk: 56. Alucra: 138, 139, 1 40. Amasya: 3J. 1 1 3. 143. A merika Kıtası: 1 70. Amid bk. Diyarbakır. Amuderya: 84. Amıdolu : 1, 2, 3, 6, 7, il, 9, 1 1 , 13, 2 1 , 24, 43, 46, 48, 50, 56, 65, 7 1 , 72, 82, 90 , 91, 94, 102, 105, 106, ı ı 1, ı ı2, 1 13, 1 14, ı ı5, 122,

125, 1 26, 134, 143, 144, 145, 147, 1 52, 1 53, 1 55, 1 56, ! Sil, 1 59, 1 60, 1 62, 1 63, 1 64, 161l, 1 69, 1 72, 1 74, 176, 1 86, 1 92. Antak)'a: 2, 7. Arabgir: 1 2, 59, 6 1 , 62. Arabistan: 94, 1 75. Aralık: ()0. Aran: 3, 23. Aras: 120, 139, 1 59, 1 74. Ardahan: 59, 136, 139, 140. Arguvan: 6 1 , 62. Armenia bk. Ermcnisıan Arpaçayı: 58, 60, 6 1 , 1 10, 1 26, 139. Artvin: 1 14. Askıs: 1 54. Asya: 1, 2, 3, 71, 82, 1 61l, 169. Aşağı Budak: 56. Aşağıçakmak: 58. Aşağı Darılı: 56. Aşağı Demirbük: 56. Aşağı Göğlü : 59. Aşağı G ü ndeş: 59. Aşağı Karabey: 60. Aşağı Varıinik bk. Aşağı Demirbük. Aşkale: 58. Atak: 35. Aıayolu: 57. Avrupa: 1, 2, 2 1 , 27, 44, 45, 47, 7 1 , 144, Hı7 , 1 68, 1 69, l 70, 1 7 1 , 1 73. Avustralya: 71, 170. Aydın: l l4.


T L' RK M İ LLİ n üT l: NL ü ô ü İ ÇER İ Sİ NDE oo(;c A'.'l/\DOLC

Ayvacık: 164. Ayvalı: 1 56.

Borçka: 1 1 4. Botan: 1 77.

Azerbaycan : 2, 3, 4, 5, 1 5, 18, 20,

Bohtan: 35, 37, 66. Boyaklı: 6 1 . Bozan: 57. Bozdoğan: 1 1 4. Bozova: 58, 59, 60, 6 1 . 80.

2 1 , 88, 90, 95, 97, 101, l lll, 1 12, 1 2 1 , 122,

125,

1 28,

141,

1 43,

144, 1 45, 146.

8-

-

Bağdaı : 6, 33, 94, 1 73. Baku: 3, 95, 1 43. Balkanlar: 168. Balkar: 57. Bargiri: 35. Baskil: 60, 6 1 . Basra: 1 74. Batı Tral)'a: 109. Batum: 33. Bayburt: 10, 1 1 , 23, 44. Bayezid: 174. Bektaş: 57. Berdea: 20, 2 1 . Beria: 1 54. Bergama: 162. Berı:end: 5. Besni: 57, 58, 59, 60, 61, 62. Bcspan: 35, 37. Bcşbalığ: 93. Bcıh-Quardu: (ılı. Dcyşehir gülü: 69. Bı.;rrut: 33. Bingöl: 57, 59, 6 1 , 72, 95, 135, 1 57, 1 60, 1 6 1 .

Birecik: 62. Ilismil: 56, 58, 60. Bitlis: 1 1 , 18, 32, 35, 50, 53, 58, 60, 72, 158, 163, 1 78.

Boğa Dağı:

95.

Bulgaristan: 102. -C-

Canuşağı: 58. Careseran bk. Dağcılar Cezayir: 184. Cezire: 7. Ciriıbclen: 58. Cizre: 35, 45. Con: 77. Cudi Dağı: 66.

-Ç Çadırlı: 58. Çakal bk. Yarmakava. Çakallı: 58. Çakallıçullu: 58. Çakallıhasanağa: 58. Çakallı torunlar: 58. Çakırbcy: 58. Çakmak: 58, 1 54. Çakmakkiiy: 58. Çakmaklı: 58. Çal: 177. Çaldıran: 26, 28, 21.J, 32, 48. Çamurlu: 58. Çamuşlu: 58. Çanakkale: 1 62, l <ı3, 165, l <ı6. Çapakçur: 32, 59. Çatova: bk. Maraba: 89. Çayanyurdu: 58.

219


220

TÜ RK MİLLi UÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔU ANADOLU

Çelebibaba: 157. Çemişkezek: 12, 35, 37, 50, 56, 62, 158, 159. Çermik: 35. Çıldır: 62, 1 57, 159. Çınar: 60. Çıplak: 58. Çıplaklı: 58. Çıtak: 58. Çileken: 154. Çolaklı: 60. Çomak: 57. Çoruk: 129, 136. Çorum: 74, 138, 143. Çölemerik: 177. Çukurova: 2, 7, 131, 144. Çuvanbaluca: 58. Çüngüş: 61 . -DDağbaşı: 60. Dağcılar: 1 57. Dağıstan: 86, 1 10. Dahkan bk. Dekken. Dandanakan: 8. Danişmenı: 58. Darende: 57, 58, 59, 62, 138, 139, 140. Dedekargın: 60. Değirmen köyü: 108. Dekken: 2 1 . Demirci: 59. Demirli: 59. Dcmirdöş: 57. Demire: 59. Demircik: 59. Derbent: 3.

·

Derik: 35, 58, 59, 61. Dersim bk. Tunceli. Desim bk. Tunceli. De}rlem: 68. Dicle: 66, 174. Digor: 57. Dikendere: 57. Diktepeler: 157. Disünlü: 50. Divriği: 10, l 1 , 54. Diyadin: 57. Diyarbakır: 1 2, 13, 14, 15, 23, 29, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 40, 4 1 , 42, 46, 49, 56, 58, 60, 61, 72, 76, 80, 89, 1 10, 14 l, 144, 1 77, 185, 186. Dobruca: 109, 135. Doğanşehir: 6 l . Doğu Anadolu: 1 , 2, 3, 4, 6, 8, 9, 13, 14, 15, 19, 21, 22, 24, 25, 26, 28, 30, 3 1 , 32, 33, 4 1 , 42, 44, 46, 47, 48, 49, 50, 55, 56, 63, 70, 7 1 , 72, 73, 74, 78, 79, 81, 87, 88 , 90, 91, 92, 95, 97, 105, 107, 1 10, 134, 136, 143, 144, 146, 155, 160, 162, 163, 164, 166, 167, 169, 177, 1 79. Doğu Bayezit : 57. Don Nehri: 2. Döğerhan: 59. Dutluk: 77. Düğer: 59. Düğenın: 59. Dündarköy: 59. , .[.

Ege: 3, 7. Eğil: J5 .


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU Eğin: 59. Elazığ: 52,

-G· 56, 58, 59, 60, 61, 62,

96, 1 10, 1 13, 135.

EI-Baız: 4, 5. Elbeyj: 59. Elbistan: 59, 108. Elcezire: 186. Elegeş: 75. Eleşkirt: 1 1 , 57, 62. Erbil: 22, 145. Erciş: 1 1 , 35, 37, 1 16,

131, 138, 139,

Erdebil: 3, 4, 5, 20. Ergani: 35, 37, 80, 146. Erivan: 19, 33, 95, 178. Ennenistan: 6, 46, 47, 48, 68, 175. Eruh: 60, 172. Erzen: 1 1 . Erzincan: 10, 53, 54, 57, 59, 60, 62, 1 13, 134, 138, 139, 140, 159. 2, 10, 14, 15, 19, 33, 46,

47, 54, 58, 59, 60, 61, 62, 72, 77, 95, 101, 1 1 1, 1 13, 129, 138, 139, 140, 142, 143, 156, 158, 177.

Esyaben: 35. Evci: 59. Evcihöyüğü: 59. Eymir: 59. Eynir bk. Eyınir. Ezine: 162, 164. -···

Farisi bk. İ ran. Fesleğen: 6 1 . Fırat: 2, 7, 10, 44, Filistin: 167, 175. Fransa: 143, 144.

Garzan: 66, 75. Gazan (§ehir ve yayla): 44. Gaziantep: 33, 1 13, 1 16, 1 1 7,

129,

138, 139, 140, 143.

140, 157.

Erzurum:

221

143, 153, 174.

Gazkırd bk. Gazkurd Gazkurd: 18. Gence: 20, 95. Genç: 35. Gercanis: 77. Gercüş: 60. Germiyan Köyü bk. Değirmen Köyü Gevaş: 56. Gilan: 3. Giresun: 138, 139, 140. Göğebakan: 59. Gökçeli: 59. Göksu: 95. Gölbaşı: 57. Göle: 57, 59, 61, 62, 96, 1 26, 157. Gördes: 160. Görgil: 35. Görgü: 157. Güleçoba: 57. Gülükler: 157. Gülveren: 134. Gündemir: 59. Güneydoğu Anadolu: 9, 13, 14, 18, 22, 24, 25, 30, 32, 48, 49, 63, 90, 105, 160.

Gündüzbey: 59. Gürcistan: 46. Güzelabdal: 77. -H·

Habur:

177.


222

TL RK \ll İLLi BÜTC::\ LC(; C İ(ERİSİ:\DI � DO(iL ı\I\ı\DOLL

Hakkari: .1 3, 3S. S9. 89. 1 77. 1 78, 181.

1 3 1 . 1 57. I l ıca: 62.

H a l a ç: 57.

I ra k : 1 4, 24, 96, 97, 107, 130, 1 7 1 ,

H a l ep: 3, 2 1 , 26, 33, 77, 1 88.

1 73,

H a l feti: 58, 59.

1 83 .

1 74,

Hamse: 2 1 .

Isfaha n : 4 .

H a nak: 59, 60.

Işıklı: 59.

1 75,

Harp u t : 1 2, 1 3 , 32, 33, 35, 37, 52, 144.

Hasan keyf: 13, 35. Haşhaş!: 1 5 9 . H a t ay : 1 79 .

1 77,

181,

182,

-iİ ın rn n l ı : 1 1 5 . İ n gi lt er e : 1 45. İ ra n : 3, 6, 8, 1 4,

1 8 , 2 1 , 24, 28, 29,

30, 33, 40, 75. 97, 1 45, 1 60, 1 6 1 ,

Hazar: 78. H aza r Giilü ( de n izi ) : 3, 1 54 .

H azzo: 35, 1 72.

1 7 1 , 1 73, 1 74, 1 82. İ skenderu n : 33. İ sk ilip: 172.

H ek i m h a n : 5 9 .

H e nıeda n : 4, 20, 2 1 . 1 4-1, 1 45. H e nı k ü rd k f üı : 35,. Hera t : 1 4 , 75.

Herirud nehri: 75 .

İ spir: LO, 57, 59, 60, İ sra i l : 1 67. İ st a n bu l : 3, 29, 30,

61. 32, 33. 37, 48, 1

1 -15, 1 46, 1 68, 1 76.

J-

Hıdı roğuz: 1 58.

-.

H ıdroz bk. H ı d ı roğ u z. H ı nıs: 51( 59, 1 56 .

Japon D e niz i : 1 53.

-K-

H ı rka Dağı: 1 09. H ı sn-ı Keyfil bk. Hasankeyf

Kaçar: 59, 1 1 7.

H i lvan : 58, 59.

Kaçaran: 59.

H i n dist a n : 1 73, 1 74 .

Kaçardoğanşa l ı : 6 1 .

H ivc: 59.

Kaçarlar: 59.

Hizan: 35.

Kaçmaz: L O.

Horasa n: 6, 8, 57, 58, 59, 60, 1 5-1,

Kafkasya: l , 6, 1 3 , 1 4 , 1 9, 20, 2 1 .

H oy: 22.

Kağ ı z m a n : 58; 1 .W.

H ozat: 5(ı, l -18 .

Kalaycı: 59.

1 92 .

24, 76. 1 62, 1 6-1.

H u n an: 5 7 .

Kalender: 60.

-1Iğdır: 59, 60, 6 1 , 62, 1 1 5, 1 2 1 , 1 22,

Kandıra: 1 38, 139. Kanl ıköy: 57. Kapadokya: 7.


Tl:RK MİLLi DÜTÜNLÜGL İÇEİlİSİNDE DOGU ANADOLU Kapanlı: 60. Kapçal: 1 53, 1 54 . Karacadağ: 95. Karaçay: 57. Karaçuk Dağları: 18. Karadağ: 74, 77. Karadeniz: 2, 6. Karahacılı: 60. Karahan: 60. Karahanköy: 60. Karakaya: 60. Karakoçan: 56, 58, 62. Karakoyun: 60. Karakoyunlu: 60, 1 15, 157. Karalar: 60. Karalu: 60. Karaman: 20, 60. Karamanlu: 20. Karamıkbeli: 8. Karaoğlan Dağı: 147. Karasu: 2. Karapolat: 6 1 . Karatepe: 60. Karavenk bk. Köprülü Karayazı: 59, 60. Kargılı: 60. Kargın: 60. Karlıkdağı: 57. Karlıkköy: 57. Kars: 47, 54, 57, 58, 59, 60; 6 1 , 62, 94, 95, 96, 102, 103, 1 10 , ı ı 7. 12 1 , 124, 129, 1 3 1 , 1 36, 138, 139, 140, 157, 159, 160.

K:ıyık: 60. Kayıköy: 60. Kayseri: 134. Kazakistan: 1 14.

223

Kazan: 69, 84. Kazvin: 4, 2 1 . Keban: 44, 60, 6 1 , 159. Keçigüden: 60. Keçikıran: 60. Keçilü: 60. Kekeç: 60. Kclegercüş: 60. Kelchan: 60. Keleköy: 60. Keleş: 6 1 . Keleşc.-vleri: 6 1 . Keloğlan: 1 1 0. Kemaliye: 135. Kemah: 10, 77. Kerkük: 9, 18, 22, 144, 145, 1 83 . Kermanşah: 1 45. Kesan: 35, 37, 157. Keşab: 35. Keşan bk. Seki. Kevenk bk. Köprülü Keyvan Köyü : 54. Kılıççı: 6 1 . Kılıçlı: 6 1 . Kılınçlı: 61. Kıpçak Bozkırı: 2, 23 . Kırdamı: 5 7 . Kırım: 103, 1 77, 1 78. Kırklareli: 1 14 . Kırşehir: 5 7 , 1 08, 143. Kısık: 6 1 . Kızık: 6 1 . Kızıl bk. Boyaklı Kızlltepe: 58, 59, 6 1 . Kızıluşağı: 6 1 . Kızkapan: 6 1 . Kiği: 49, 57, 59, 6 1 .


TÜRK MİLLİ BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANA'DOLU

224

Kilik)'a bk. Çukurova Kilis: 77. Kirman: 68. Koçıaş. 157, 159. Konya: 1 1 5, 1 18, 142, 163. Korkut: 59. Korkutköy: 6 1 . Kotur: 35. Koyunuşağı: 6 1 . Kömüşhan: 58. Köprüağzı Demirciler: 59. Köprülü : 157. Köseköy : 6 1 . Köseler: 6 1 . Köseşahin: 6 1 . Köşkar bk. Yarlısu Kuba: 3. Kudüs: 2. Kuh-gilCıye: 22, 69. Kulp: 35. Kuşçu: 6 1 . Kuııelan: 94. Kuyumcular: 6 1 . Kuzik bk. Görgü Kuzugüden: 6 1 . Küçükcerit: 58. Küçük Asya bk. Anadolu Küçüklük: 6 1 . Kümbed: 156. Kür nehri: 3. Kü rdisıan: 1 7 1 , 175, 182. Kürtler: 77. Kürtler köyü bk. Türkmen köyü Kürtnişin: 75. -L

Lenkeran:

3.

,

Lice: 60. Lung-Ç'eng: 105. Lübnan: 167. M Mahabat: 182. Mahmudi: 35 Makedonya: 102, 103. Malatya: 2, 3, 33, 50, 57, -

-

58, 59, 60,

6 1 , 62, 95, 138, 139, 140, 143, 144, 157, 162, f63.

Malazgirt:

6, 8, 9, 10, 1 1 , 44, 50,

54, 60, 6 1 , 186.

Mamuret'ül Aziz bk. Elazığ Mangışlak: 1 14. Manisa: 160. Maraba: 108. Maraş: 2 1 , 22, 58, 59, 61,

62, 77,

95, 108, 1 13, 136.

Mardin:

13, 29, 32, 44, ·55, 58, 59,

60, 6 1 , 62.

Marmara: 3, 9, 165. Maruf: 156. Mazanderan: 180. Mazgirt : 35, 59. Menemen: 172. Meraga: 4. Merend: 4. Mı.,-yay fiirikin bk. Silvan. M ezra Köyü bk. Elazığ M ezopatamya: 175. M ısır: 23, 187, 188, 189. Micingert: 10. Midran: 174. M idyad: 176. M ihrani: 35. M inusinsk: 154. M irseyit bk. Tanır.


TÜRK MİLLi BÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU ANADOLU Moğolistan: 154. Morris Adası: 181. Moskova: 182, 183. Mugan: 3, 76. Mukri: 96. Munzur: 1 10, 147. Muradiye: 58, 60. Murat: 143. Muratlı: 6 1 . Musadanışman: 58. Musul: 4, 9, 14, 15,

181, 193.

Otlukbeli: Oyrath:

18, 29, 32, 33,

1 1 , 48, 59, 60, 61, 138, 139,

140, 162.

Müküs: 35. Myriokefalon bk. Ka·ramıkbeli

Nahçıvan: Nusaybin:

N-

19, 1 12. 35, 42, 176.

-0-

Of: 172. Oğlaklı: 6 1 . Oğuzlar: 60, 158. Ohri: 103. Okçu: 6 1 . Okçuoğlu : 6 1 , 1 10. Oltu: 10, 138, 139, 140. Olur: 60. Oramar: · 177. Ordu: 1 14. Orkun: 83, 93. Orta Anadolu: 2, 9, 125, 144, 165. Orta Asya: ı ı , 71, 75, 86, 93, J05, 143, 144, 146, 160, 164, 165.

Orta Doğu:

61.

-Ö-

187, 192.

-

24.

Ovacık.:58, 6 1 .

Ömerkan: 176. Önasya bk. Anadolu Örtülü: 129. Özalp: 58. Öztürkan bk. Atayolu

74, 1 17, 177, 179, 180, 183, 186,

Muş:

225

65, 167, 174, 179, 180,

-P­

Palu: 12, 35, 39, 59, 60. Paris: 175. Parisi bk. İran Pasinler: 58, 138, 139, 140. Pavie: 68. Patnos: 58, 61 Pazar: 1 14. Pazarcık: 58, 59, 61, 62. Pazırık: 153, 161, 164. Persis: 48. Perşembe: 1 14. Pertek: 35, 59, 61, 62, 1 14, 158.

Petersburg: 177. Pirinıtci: 6 1 Polatköy: 6 1 Posof: 138, 139, 140. Pülümür: 62. -R­

Raman: 172, 177, 181. Refahiye: 60, 62. Reşkotan: 172. Revan bk. Erivan Revandiz: 177, 178.

135,


226

Tl: RK \1 İ LLi BÜTl:'.'i LÜ(; l: . İ ÇERİSİ'.\iDE DO(Jc /\l'\/\DOLC

Rcyha niye bk. Fesleğen . Rızaiyc: 1 82. Rize: 1 14, 172. Rumeli: 57, 168. Rusta-Bik: 94.

-SSa'd çukuru : 2 1 . Sağıruşağı: 62. Sağman: 35, 50, 62. Sağmandersim i : 62. Sakasan: 2. Sallak: 62. Salur: 62. Samsun : 33. Sarhan: 62. Sarıkamış: 62. Sarılar: 62. Sason: 1 8 1 Sekman: 62. Selim: 25, 58, 59, 60. Senek: 62. Senemoğlu : 62. Sevr: 1 75. Seyidgazi: 1 56. Siğiran bk. D iktcpelcr. Siirt: 29, 35, 60, 89. Silvan: 1 1 , U, 35. Sinop: 138. Sincar: 35, 37. Sinor köyü: 23 . Si nikli: 62. · Sivas: 2J, 33, 4 7, 1 3 1 , 143, 144, 1 74. Si,·erek: 35, 37, 60, 95. Si:vricc: 58. Sofular: 62. Söpücc yaylası: 72.

Söğüt: 1 35, 1 42. Söğüt lü: 57, 77, 95, 1 1 7, 136. Sur: 2. Sulucakacar: 59. Suriye : 9, 22, 23, 97, 1 44, 1 75, 184, 186. Surisıan: 68. Susuz: 60, %. Sülcymaniye: 1 45, 1 74. Sü rgücü lü: 50. Sürmeli: 19, 1 59. -ŞŞam: 3, 2 1 , 55. Şaman bk. Taşlıyayla Şamhor: 4. Şarkışla: 13 1 . Şavşat : 1 38, 1 39, 140. Şebinkarahisar: Hl. Şemdinli: 1 72, 1 8 1 . Şenikçi: 62. Şenkaya: 1 29, 1 38, 139, 1 40. Şitak: 35. Şikak: 35. Şiraz: 1 45. Şirvan: 2 1 , 1 63. Şubaıan: 94.

-TTabarist a n : 68. Tacirli: 62. Tanır: 1 56. Tarsus: 3 . Taşlıyayla: 1 57. Taıvan: 1 1 . Tcbriz: 1 6, 20, 24, 48, 1 77. Tecirli: 62. Tcmüklü: 62. Temürtahı: 59.


TÜRK '.\1İLI J lJÜTÜNLÜGÜ İÇERİSİNDE DOGU J\?\J\DOLL Tekeli: 62. Tekir: 95. Tekirdağ: 135. Tekman: 60. Teliifer: 1 1 7. Tcmüklü: 54. Tercan: 10, 57, 60, 156. Terci!: 35. Terekemccayış: 62. Tinis: 95. Til: 1 58. Tillo: 1 lll . Tilkiler: 62. Tilk.itepe: 62. Tirkiin bk. Demirdöş. Tirkeşin bk. Uğurveren. Tirkiyiin bk. Altınoluk. Tirkeşin bk. Altınoluk. Tokat 57, 1 1 3, 1 26. Toros,-lar: 74, 135. Trabzon: 29,33. TrakJ'a: 7. Tuba: 1 1 1 . Tuna: 136. Tunceli: 32, 49, 56, 58, 59, 61, 62, 74, 9 1 , 1 10, 1 14, 1 15, 1 2 1 , 124, 13 1 ,

134,

1 46,

147, 1 48, 156,

135, 138, 139, 158,

1 7 1 , 1 73, 1 74, 1 75, 1 86.

Türkler Köyü: 60, 66. Türkmenia bk. Doğu Anadolu. Türkmenistan: 46, 1 14, 1 54. Türkmenköyü: 69. Türkmeşen bk. Kırdamı Türkoğlu: 58, 6 1 , 62, 136. Türksöğütlü bk. Söğütlü Türkşen bk. Yiğitkonağı. Türktanır: 56. Türkvartinik bk. Yukarı Denıirbli k . -U-

Uğurveren: 5(>. Ulan Batur. 1 54. Ulcnknişin yaylası: 75. Uludağ: 1 3 1 . Uluğ Kem: 1 1 2. Urcnha: 1 1 1 , 1 1 2. Urfa: 2, 7, 24, 33, 45, 58, 59, 6 1 , 62, 80, 95, 144 . .

Urıniye: 1 8 1 . Uşak: 142. Uti: 2. Uybat: 153, 154 . Uzakdoğu. 90.

140, 159,

160, 16 1 , 162, 163, 172, 179.

Turchia bk. Türkiye Turfan: 93. Türkali bk. Dikendere. Tutak: 60. Tuzluca: 60, 61, 1 02, 10.l Türdarlu bk. Aşağı Darılı. Türkan: bk. Gülcçoba. Türkkaravenk bkAşağı-budak. Türkistan: 6, 18, 24, 44. Türkiye: 88, 130, 135, 143, 1 56,

227

-Ü Üçviran: 77. Ürgüp: 1 18. V-

-

Vakh: 94: Van: 1 1 , 12, 1 4, 15, 32, .U, 34, 36, 37, 38, 40, 4 1 , 46, 58, 72, 89, 1 1 3,

125,

138,

157, 174, 186.

Varto: 59. Venedik: 46. Viranşehir: 58, 6 1 . Viyana: 168.

139,

1 40,

ı ..ıJ,


228 Vize:

TÜRK MİLLi DÜTÜNLÜÔÜ İÇERİSİNDE DOÔlJ J\Ntd)OLU 1 1 4.

-Y-

Yağbasan: 62. Yağıbasan bk. Yağbasan Yağmurcuk: 62. Yağmurlu: 62. Yarlısu: 1�7. Yarrtıakaya: 58. Yazıbeydili: 57. Yazıhan: 58, 60, 62. Yenisey: 75, 83. Yeni Zclanda: 170. Yiğit Konağı: 57. Yugoslavya: 103, 165. Yukarı Budak: 56. Yukarı Çakmak: 58. Yukarı Danişment: 58:

Yukarı Dcmirbük: 56. Yukarı Göğlü: 59. Yukarı Gündcş: 59. Yukarı Horum : 59. Yukarı Karabey: 60. Yukarı Karavenk bk. Yukarı Budak. Yumaklıcerit: 58. Yunanistan: 48. Yuvacık: 62. -Z-

Zağros: 145. Zaho: 35, 37. Zara: 1 l 5 . Zarşat: 96, ı ıo. Zeranik: 147. Zeytan deresi. 1 8 1 . Ziliin : 35, 37.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.