TÜRK EFSANELE,RI
Kapak ve İç Resimler : Ressam Samim UTKUN
TAN GAZETESİ VE l\lATBAASI İST ANBUL-19G5
TURK EFSANELERi Yazan :
ENVE R BE HNAN ŞAP OLYO
-·;._
-:·
- ·
Üçüncü. Baskı
RAFET ZAİMLER KİTABE Vİ Babıali - Ankara Cad. No. 49 istanbul
G 1 L GAM 1 Ş
(*)
Kainat henüz yaratılmıştı... Yukarda gök, aşağıda yer da ha adsızdı. İlk varlık ve hepsinin yaratıcısı Apsu ve ana tan rı Timat yerin ve her mahlukun adını verdiler... Günler yayıl dılar,
yıllar uzadılar, bütün mahlli.klar vücutça ·büyüdüler ve
boy attılar. İnsanlar çoğaldılar. Nehir boyları bataklık içinde, henüz hiçbir gölgeli set yapılamamıştı. Tanrılar Tanrısı Apsu, yeni şehirler kurmak ve adına mabetler açtırmak istedi. Me zopotamyanın güneyinde Sinear bölgesinde Uruk şehrini kur du. Tanrı buyruğiyle, Orta Asyadan birçok Türk boyları, Boz kurd'un yol göstericiliği ile Uruk'a yerleştiler. Bu Türkler bu
rada Sümer adiyle Tanrı Apsu tarafından adlandılar. Bunların
başına Enmekar adında birisi hakan seçildi... Türkler Sinear'da mutlu yaşıyorlardı. Günün birinde Enmekar'ın kahini yanına geldi, Enmekar: - Ey yıldızların arkadaşı,
talihlerin
habercisi ne ha
ber? - Fena haberler! .. - Ne var? - Arslan yıldızın karşısına akrep yıldızı geldi. Böyle olursa ne olur? - Hakanım, bu faldan çıkan netice şudur: Pek yakında kızınız
Ninsun bir oğlan •Çocuk doğuracak,
bu çocuk arslan
yapılı olacak ve nihayet sizi öldürecek, bakanlığınızı elinizden alacaktır.
Gılgamış efsanesi Sümerlerin milli destanıdır. Bu destanın ilk (*) şekli (M. ö. 2000) yılına aittir. Bu destanı sonradan Kasıtlı bir ı;ıair olan (Sin-leke-unniniJ M. ö. 1300 tarihinde üzerinde iı;ılemiştir. Bu, efsane Sü mer Türklerinin ve cihan tarihinin ilk klasik destani bfr efsanesidir. Bu eser arkeolojik kazılar neticesinde tabletler halinde bulunmuştur. Bu tab letler filoloğ (Şot) un eseı;nde vardır. Ben de bu vesikaları i�ı:yı�reK l;ir · hikaye halinde yazc!ım. Ecebiyrıt tarih:m:z;!l bir �a:1eserid'.r,
TÜRK EFS:ANELERİ
6
Enmekar hiddetlenerek: - Buna çare? - Hakanım büyük bir zigurat şeklinde bir kule
yaptırı-
nız, onun yedinci kırmızı katına kızınızı hapsederek hiçbir er kekle temas_ ettirmeyiniz! Kahinin bu teklifi, hakanın hoşuna gitti, derhal ziguratın yapılmasını
emretti. Bu kule bittikten sonra·, zavallı kızı bu
kuleye \hapsettiler. Onun bir şeyden haberi yoktu. Burada an cak kulenin nöbetçisini görebiliyordu. Günün birinde dünya güzeli ·bu melek
yüzlü kız,
kule
nöbetçisi ile sevişti. Ondan gebe kalarak bir oğlan çocuk do ğurdu. Tanrı Apsu bu çocuğun adını Gılgam.ış koydu. Gılgamış'ın vücudu
ilahlar
etinden
yapılmış, varlığının
üçte biri insandı. Geniş omuzlu, ince belli, kolları ve bacakları pehlivanlar gibi sert adaleliydi. Yüzü tatlı tebessümlerle dolu, bir erkek güzeliydi. Dünyaya gelen erkeklerin en güzeli Gıl gamış idi. Annesi bu güzel yüzlü çocuğu öptü,
bağrına bastı. Fa
kat [babasının zulmünden korktu. Fakat bu kız,
bu kuleye ni
çin hapsedilmiş olduğunu öğrenmişti. Eğer bu çocuğu ortadan. kaldırmazsa·,
babası her ikisini de öldürtecekti. Nihayet ço
cuğu kuleden atmaya karar verdi. Bir gün göz yaşlariyle, yav rusunu kulenin penceresinden fırlattı, rek bayıldı. Gılgamış, havada iken, lannı doğru dan bir
yelpa:zeliyerek
kendisi de yere düşe
gökten bir kartal,
bir lburgu gibi bu
çocuğun
kanat üzerine
gelerek kaptı ve yükseldi. Bu kartal, sanki Tanrılar emir almış gibi, Gılgamış'ı Fırat nehrinin kıyıların
da koyu gölgeler
bırakan
bir
hurma
ormanının
içine bı
raktı. Gılgamış'a tuğrul kuşları Onu beslediler veı korudular. yunları otlatan bir çoban, alarak,
kanatlariyle
süt
taşıdılar.
Günün birinde bu ormanda ko
bu çocuğu gördü... Derhal buradan
kendi evine götürdü, kendine oğul edindi.
Gılgamış,
Tanrı
yardımiyle çarçabuk büyüdü.
dükçe bir dünya güzeli oldu. Bir zaman pehlivan haline geldi.
Ormanlara gider,
Büyü
geldi ki, adaleli bir vahşi hayvanlarla
TüRK EFSANELERİ boğuşurdu. Fırat nehrinde yüzer,
7
karşı yakaya geçerek av
lanırdı.
* Ormanlarda arslanlarla arkadaşlık eden Gılgamış'ın r u huna Tanrılar şu ilhamı verdiler: - Şehre gir, hakanı öldür, kral ol!.. Gılgamış derhal bu emri yerine getirdi. Bilmiyerek bü yük babasını öldürmüştü. Derhal kendisini Uruk sitesinin ha kanı ilan etti. Gılgamış,
bütün düşmanlara ve vahşi hayvan
lara karşı bütün tebaasını korudu. Gılgamış o kadar kuvvet li idi ki,
arslanları ·bile yeniyordu. Aynı zamanda çok akıllı
idi. O her şeyi
görmüş, her şeyi öğrenmiş, anlamış,
zekanın
bütün gizli sırlarını keşfetmişti. Uruk'un bir çoban kıralı olarak halkı, yurdu için çok ça lıştırdı. Setler yaptırdı. Bataklıkları kuruttu. Meşhur Eanna mabedini de kurdurmuştu. Halktan pek çok vergiler kesti ve onlara göz açtırmadı. Bunun üzerine halk mabutlardan Gıl gamış'ı kontrol edecek ve onu meşgul ederek kendilerini
elin
den kurtaracak bir rakip kral yaratmasını niyaz ettiler. Ma
butlar
halkın
bu
duasını
kabul
ettiler.
Bunun
Tanrı Apsu mabude Araru'ya Gılgamış'a
'bir
ratmasını
yıkadı
emretti.
Mabude Araru
ellerini
üzerine
rakip ve
ya son
ra bir parça çamur alarak yere koydu ve bir erkek mahlUk yarattı. Onun: bütün vücudu kıllarla örtülü idi. Saçlan da bir kadın saçı gibi uzundu. Bu mahliikun adam ormanlarda yaşar, lerle su içer,
adı (Enkidu)
ceylanlar gibi ot yer,
kırlardaki vahşi
idi.
Bu
yabani öküz
hayvanlarla 'beraber dolaşırdı.
İri vücutlu yenilmez bir kuvvete malikti. Enkidu'nun
adı
her bucağa yayıldı. Fakat hiçbir kimse onu görmeğe cesaret edemiyordu.
* Bir gün genç bir avcı,
ormanda va;hşi hayvan avlamak
üzere !bir tuzak kurmuştu. Fakat
ormanların içinden iri bir
TÜRK
8 adam çıkarak,
EFS'ANELER!
lbu tuzakları
bozdu. Hayvanlarla
ormanda dolaşmaya başladı. Avcı, müthiş dü.
surette
korktu.
beraber
bu arslan adamı görünce
Ormandan
kaçarak
evine
dön
Bu manzarayı babasına anlattı. Çocuğun ba·bası da bu.
vak'ayı Gılgamış'a
anlattı.
Gılgamış da avcının babasına:
- Gayet güzel ve hoppa· bir kadın bul, bunu ormana bı rak. Bu arslan adamı
kandırıp şehre getirsin! .. dedi.
Gılgamış'ın fikri. Enkidu'yu bu kadının güzel cazibesine kaptırarak, onun nüfuzu altında şehre getirtmekti. Ertesi gün avcı gayet güzel oynak genç bir kadın !bul du. Meseleyi bu kadına anlattı. Güneş,
ilk ışıklarını saçtığı
.bir sırada ormana ·beraberce gittiler. Bir müddet sinra Enkidu yanında birçok hayvanlar olduğu halde su başına geldi. Su yun
başında
sessiz,
sessiz
duran
kadına
hayretlerle
Kendisine benziyen bu kadının yanına gelerek onu
baktı.
yavaşça
okşadı .. Anlıyamadığı bir cazibeden dolayı kızın yanından ay rılamadı . Arslan adam,
bu kadı nla sekiz gün,
sekiz gece be
raber yaşadı. Uzun zaman !beraber yaşadığı hayvanları hatır lıyor,
koşup onların yanına gidiyordu. Fakat bu hayvanlar
artık ondan kaçıyorlardı . Zamanla bu kadın ona konuşmayı öğretti,
sakallarını
kestirdi,
yüzünü yıkadı,
bir
gün Enki
du'ya: - Gel şehre gidelim,
oradaki hayat çok güzeldir.
vahşi hayvanlar arasında yaşamak,
bedbahtlıktır.
Bu
Şehirdek�
insanlar evlerde otururlar, bun ların çeşit çeşit yemekleri var dır. Orada geceler bile aydınlıktır. Uruk şehrinde kahraman Gılgamış yaşıyor,
orada mesut yaşarız,
dedi. Nihayet Enki
du'yu kandı rmağa muvaffak oldu. Gılgamış o gece bir rüya görerek Enkidu'nun duyan
halk
geleceğini anladı.
sokaklara
Enkidu'nun geldiğini
koştu. Gılgamış da ona karşı çıktı.
Fakat bu iki arslan birbirlerine saldırdılar,
boğalar gibi bo
ğuşmaya !başladılar. Saatlecer bir savaşmadan sonra Gılgamış galip geldi. Fakat bu iki rakip birbirleriyle barışa·rak, samimi
bir
arkadaş
oldular. Aradan
bir
pek
müddet geçtikten
sonra Gılgamış Enkidu'ya: - Enkidu Sedir ormanlarında yaşıyan etrafa zulüm sa-
TÜRK çan bir (Hum Baba)
var,
EFSANELERİ
9
seninle bu ormana gidip bu devi
öldürelim, dedi: Enkidu gülerek: - Onu ben tanırım. O kolay kolay ölecek bir mahluk de ğildir! - Neden? - Onun korkunç sesi, ağzından çıkardığı alev insanı derhal mahveder: Gılgamış: - Ölüm insanlar ıçın korkulacak bir şey değildir.
İn
san, hayatta iken kahraman olarak yaşamalıdır. İyi insan do ğum ile
ölüm arasında milletine,
insanlığa hizmet
edendir.
Bir iz bırakmadan ölüp gitmek, lbu aleme gelmemek demektir. Ebedi insan, şan, şeref ve zafer için yaşıyandır. Ben de böyle olmak isterim! Bu sözler üzerine Enkidu razı oldu. Bu iki arkadaş si lahlarını aldılar.
Gılgamış hayatını Güneş Tanrısına emanet
etti. Bu iki kahraman beraber günlerce gittiler. Çöller, ler,
tepe
ırmaklar aştılar. Lübnan dağlarına yaklaştılar. Burada
selviler arasında uzayan bir yolu takip ettiler. Hum Baba'nın sarayı bir dağın yamacında olup,
içinde mücevher hazineleri
vardı. Koyu gölgeli bir orman içinde biraz yürüdüler. Birden bire Hum Baba'nın kükremesi, lar,
gökler inledi,
semad a
ortalığı !birbirine kattı. Dağ
şimşekler
çaktı.
Yer
depremleri
oldu. Hum Baba'nın ağzından alevler fışkırıyordu. Derhal · Gılgamış ve Enkidu,
kılıçlarını çekerek,
Hum
Baba'ya hücum ettiler. Bu sırada ne kadar Tanrı varsa,
bu
kanlı savaşı seyre gelmişlerdi. Gılgamış'ın dara geldiğini gö ren Güneş Tanrısı, Hum Baba'nın üzerine müthiş bir fırtına musallat etti.
Hum
Baba canavarı
yerinden kımıldanamaz
bu şiddetli
fırtınadan
bir hale geldi ve Gılgamış'a teslim
oldu. Fakat Gılgamış kılıciyle Hum Baba'nın korkunç başını yere serdi. İnsanlığa
zarar veren,
halkı soyan bu canavarı öldür-
TÜRK
10
EFSANELERİ
dü. Hazinesini alarak muzaffer bir kumandan g-iıbi Uruk şeh rine döndü. Bu hazineyi yurt işlerine sarfetti . Bir gün Gılgamış sarayında oturuyordu. Gözle rini Fırat nehrinin akıntısına, vermiş, dalgın,
dalgın düşünürke n,
mavi
gökte bir beyaz 'bulut hasıl oldu. Bu bulut, saraya doğru yak laştı. Tam pencerenin önüne geldiği zaman, içinden dünya gü zeli bir genç kız göründü. Bu melek yüzlü kız, güzellik Tanrısı (İştar)
idi. Ba.şında nergis çiçeklerinden bir çelenk ve üzerine
hafif bir tül, ve omuz başlarında iki beyaz ka:nadı vardı. Bu güzel kızı, Gılgamış derhal tanıdı. Bu,
ilahe İştar'dı. Bu kıza
kim 8.şık olur, - seni seviyorum! - derse, derhal orada ölür dü. Derhal Gılgamış kendi ni topladı. Fakat İştar, lerini Gılgamış'a dikti,
sehhar göz
tatlı bir tebessümle ona:
- Ey erkeklerin güzeli,
seni Hum Baba ile savaşırken
gördüm ve sana aşık oldum. Seni seviyorum,
gel benim ko
cam ol! Eğer beni seversen, sana altından lbir araba koştura cağım, tekerlekleri kehribardan olacaktır. Her gün ona küıhey lan atlar koşturacağım. Bu a,raba gideceğiz. Evizime girerken,
ile selvi kokulu yuvamıza.
eşik ve merdivenler
ayaklarını
öpecekler.. Prensesler ve huriler sana hizmet edecekler. Kral lar sana tabi olup, getirecekler,
dağ ve ova mahsullerini sana vergi ola·rak
mesut ya:ııyacağız! Seni seviyorum sen de beni
sev... Aşkını itiraf et! Gılgamış: - Hayır,
seni sevmiyorum!
İştar: - Neden? - Sana koca
olanlardan kim saadet
gördü! Dinle! ...
Aşıkla·rının hikayelerini sana anlatayım. Durumuzi adli genç, senin aşıkın idi. O sana sevgisini itiraf edince, onu kızlarına kırbaçla dövtürterek inleye,
inleye öldürttün.. Aillalu kuşunu
sevdin, bu da feryatlar içinde can verdi. Bir arslanı sevdin. Onu da yedi çukur kazarak,
içine attırdın. O da aşkının kur
banı oldu. Senin aşkına kapılanların hepsi bir felakete uğra mışlardır. Sevdiğin genç çobanı da biliyorsun.. Onu da: köpek lerine parçalattın. Hele o, genç bahçıvanı bir örümceğe çevir-
TÜRK EFSANELER!
11
din. Şimdi de bana musallat oldun, öyle mi? Benden bıktıktan sonra yapacağın lbu değil midir? Haydi, karşımdan defol! Gök tanrının kırbacı i le seni döve, döve öldürürüm. Seni sevmiyo rum! .. Deyince, İştar, fena halde müteessir oldu.
Dünyada bu
şekilde bir hakareti ona kimse yapmamıştı. Kanatlarını yel pazeliyerek ve göz yaşları dökerek,
uçup göklere
yükseldi ,
doğru babası Amu' ya ve anası Antu'ya giderek Gılgamışın ha karetlerini aynen anlattı ve Gılgamış'ı öldürecek, boğa· gibi kuv vetli bir mahluk yaratmasını da rica etti. Kızın yalvarması üze rine Tanrı Amu bir boğa yaratarak Uruk'a gönderdi. Boğa nın geldiğini duyan Gılgamış ile Enkidu,
bu mahlukun karşı
sına çıktılar. Müthiş bir boğuşma oldu. Enkidu boğanın kuy ruğunu yakaladı. Gılgamış da hançerini boğaya sapladı. Bo ğanın kalbini çıkarL'.rak,
göğe baktı:
- Ey İştar . Al aşıkının kalbini sana bir armağan olarak .
sunuyorum! . . Diyerek,
boğann kalbini. İştar'a fırlattı. İştar da Gılga
mış'a ağzına gelen en fena sözleri
söylüyordu. Enkidu:
- Ah seni de bir elimize geçirsek, boğa gibi merhamet sizcesine o, taş kalbini söker, güneş mabuduna armağan eder dik! Dedi . Bunun üzerine İştar, nın başına geldi; geçerken,
kızlarını yanına alarak, boğa
yas tuttular. Gılgamış, Uruk sokaklarından
halk toplanmıştı. Onlara sordu:
- İnsanlar içinde kahraman ve şerefli kimdir? Halk: - İnsanlara iyilik eden ve yurdu için ölendir! .. diye ba ğırdılar.
* Günler geçtikten sonra,
Gılgamış sadık Enkidu'yu kay
betti. Enkidu' nun ölümü için altı gün,
yedi gece matem tut
tular. Artık Gılgamış, Enkidu'nup ölümünden sonra, hiçbir şey-
TÜRK EFSANELERİ
12
den zevk almıyordu. Bu yalnızlık ona İştar'ı düşünmeye sevk etti. Bu dünya
güzeli mabude ile meşgfı.l olmaya !başladı. Gıl
gamış'ın kalbine aşk ateşi düştü. Fakat ona aşkını itiraf etse, derhal ölecekti. Bunu için yegane çare, ebediyet sırrını ara maktı. Hiç ölmeden, dünyada sonsuz olarak lştar'la bera·ber yaşamak istedi. Nihayet Ubbartudu'nun oğlu
(•) Utanapiş
dim'in yer yüzünde yalnız ebediyet sırrına kavuşmuş olduğu nu düşündü. Utanapişdimi bulmak, bu ihtiyar filozoftan ebedi hayata mazhar olmanın sırlarını öğrenmek istedi. Gılgamış, Utanapişdim'i bulmak üzere yola çıktı. Ay ma budesinin yardımıyle yoluna devam etti. Rastgeldiği orman larda arslanlarla çarpıştı. Maşu dağının eteğine geldi. Bu diyar güneşin battığı yerdi, burada akrep insanlar yaşıyordu. korkunç akrep insanlar,
Bu
Gılgamış Tanrılar etinden yapılmış
bir delikanlı olduğu için ona lbir şey yapmadılar. Ona yol gös terdiler. On iki saat zifiri bir karanlık içinden geçerek, ışık lı bir diyara geldi. Burada
çok güzel ve çok tatlı meyvalarla
dolu bir bahçe gördü. Burada Tanrılar ağacı bulunuyordu. Bu ağacın karşısında mabude Siduri'nin sarayı bulunuyordu. Bu mabude misafirseverliği ile tanınmıştı. Gılgamış bu mabudenin bulunduğu yere doğru yürüdü. Siduri bir göl kenarında· altın bir taht üzerinde yüzünde bir peçe, oturuyordu. Gılgamış bu malbudeye misafir oldu. Gılgamış derdini mabudeye göz yaşla rıyle döktü. O da şu sözleri söyledi. - Ebedi hayat! .. Doğum ile ölüm arasıdır. Bu iki nok ta arasında insanı üç şey bahtiyar eder: Ümit, iman, irade! İş te sonsuz hayat bu sırrın içindedir. Bu da insanın dışında. de ğil, içindedir. Hayaller alemindedir. Fakat bu güzel felsefi sözler, onu yolundan döndürmedi. Siduri'ye yalvardı. O da·: - Utanapişdimi bulmak için ölüm suyunu geçmek
la
zımdır! .. ,(*) Utanapişdim; ':ı:'evrat, İncil, Kur'anı Kerim gibi Tann kitap larına geçmiş olan (Hazreti Nuh'dur) . Bu efsanede (TQfan) efsanesi de bir pa�ça olarak yazılıdır. Nuh Tilfanı Efsanesi buradan bUtün dünyaya yayılmıştır.
TÜRK
EFSANELERİ
13
- Siduri, bana yol göster! - Utanapişiim'in sandalcısı Ur Şanabi'ye benden selam söyle! O, seni ölüm suyundan kolayca aşırır. Dedi. Gılgamış tekrar yola çıkarak ölüm suyuna
geldi.
O da bu kayığa bindirdi. Tam bir ay on beş gün ölüm suyu üzerinde yolculuk ettiler. Karşıda bir dağın yamacında bulunan b · ir mağaranın ö nünde ak sakallı, ve saçları bi:rlbirine karışmış iri başlı, tatlı bir ihtiyar, bir filozof ağırbaşlılığiyle oturuyordu. Yanında da karısı vardı. Gılgamış kayıktan atlıyarak, Utana·pişdim'in önü ne geldi ve selamladı. İhtiyar filozof: - Fani alemin çocuğu, ebediyet
diyarında· ne ararsın?
- Rulhumda ilacı bulunmaz bir yara açıldı! - Aşık mısın?.. - Evet!.. - Kime? - Güzellik mabudesi !ştar'a!. Utanapişdim gülümsedi: - Sana yazık olmuş... Benden ne istiyorsun? - Sizden ebediyet sırrını öğrenmeye geldim. lştara aşkımı itiraf edersem, öleceğim. Sonsuz yaşamak çarelerini arı yorum! - Kainatta hiç bir şey ebedi değildir. İnsanlar ölüm gü nünü de ·bilemezler. Ondan da kaçamazlar. Ölüm insanlara mu kadderdir: Gılgamış: - Utana·pişdim, sen nasıl ebedi yaşıyorsun? Deyince, Utanapişdim Gılgamış'a Tfı.fan efsanesini lattı
(•)
an
Gılgamış hayretler içinde Tufan efsanesini dinle
di. Tekrar yalvarmaya başladı. Bunun üzerine Utana·pişdim: - Ebediyet sırrını bulmak için şunu yapmalısın:
Yedi
·gün yedi gece uyumaman lazımdır. Dedi. Gılgamış: ('�) Din kitaplarına, dünya edebiyatına geçmiş olan TM'an efsa nesi, Gılgaml§ efsanesi içinde ayrı bir fasıldır.
14
TüRK
EFS:ANELER!
-Ben uykusuzluğa dayanınm!.. Dedi. Fakat 'bu yorgun delikanlı, derhal başını yere koy du, tam yedi gün uyudu. Utanapişdim'in karısı da ona yedi ekmek pişirdi. Uyuduğu günleri de duvara çizdi. Yedinci gün sonra Gılgamış uyandı. Utanapişdim: - Görüyorsun, ne senin ve ne de benim iradem uykuya bile mani olamıyor, nerede kalmış ölüme! .. Fakat Gılgamış durmadan yalvarıyordu. Bu ısrar rine, bu aşıka a·cıyan Utanapişdim:
üze
- Gılgamış, sana ebediyet sırrını öğreteceğim. Ölüm su yunun bekçisi Urşanayi'yi bul, o seni., ölüm suyuna daldıra cak, suyun dibine indiğin zaman mermer bir saray ve onun önünde de zümrüt gibi bir yeşil ot göreceksin, derhal onu ko parır, yukarı çıkar, sonra memleketine gider, orada bulunan bir ırmakta yıkanır, temizlendikten sonra da bu otu yutar sın. Bu zaman hep genç kalır, hem de sonsuz olarak yaşar sın. Bu sırrı öğrenen
Gılgamış, sevincinden deliye döndü.
Utanapişdim'in yli'zünü ve ellerini öptü, teşekkür ederek tekrar yola çıktı. Urşanayi'yi buldu. Utanapişdim'in selamını söyledi, bir kayığa bindiler, tam ölüm suyunun ortasına gelince, Gılga mış 'bu suya daldı. Suyun dibine doğru gitti, gitti. Bu suyun dibinde berrak ve aydınlık bir aleme rastgeldi. Burası yer yü zünden çok güzeldi. Bir mermer saray gördü; ona doğru gitti ve sarayın önünde zümrüt gibi yeşil (Sonsuz hayat) otunu derhal kopardı ve ayağını yere vurarak, dünya yüzüne çıktı. Gılgamış heyecan içinde bu otu alarak, Uruk'un yolunu tuttu. Artık Gılgamış bu otu yutacak, bu zaman genç olarak kalıp ebediyen yaşıyacak, ve mabude tştar'a sevdiğini söylediği hal de ölmiyecek, bu kızla mesut yaşıyacaktı. Gılgamış, Uruk'a yaklaştığı zaman, Fırat nehrinin kıyı sına geldi. Heyecanla soyundu, lbu hayat otunu da elbiseleri nin üstüne bıraktı. Bu akar suda yıkandı ve ota elini uzatıp alacağı bir sırada kumların arasından 'bir yılan çıkarak, !bir denbire bu hayat otunu yutuverdi. Gılgamış, bu manzara kar-
TÜRK EFSANELERİ
15
Gılgamış, bu akar suda yıkandı ve ota elini uzatıp, alacağı bir sırada: kumların arasından bir yılan çıkarak, birdenbire bu hayat otunu yutu verdi.
TÜRK EFSANELERİ
16
şısında donakaldı. Bin bir macera boşa çıkmıştı. O da her in san gibi ölecek, fani olacaktı. Bu zaman çok ağladı, sonra bütün insanları seven mabut Ea'ya yalvardı. Bu Tann ona mabude İştar'ı gönderdi. Bu anda güzellik mabudesi İştar, gökte, güneşin ilk ferini -andıran tatlı yüzü, ruh okşıyan tebessümleriyle
Gılgamış'a
göründü. Gılgamış sevgilisi İştar'ı görünce: - İştar !.. İş tar!.. Seni seviyorum!.. Demekten kendini alamadı. Bu zaman İştar kanatlarını Gılgamış'a doğru açtı. Tatlı tebessümleriyle yaklaştı. Gılga mış,
dudaklarını İştar'a döndürdüğü dakika derhal öldü. İş
tar'ın kolları arasındaı iher insan gibi fani oldu. M8Jbude İştar, Gılgamış'ı kolları arasına alarak mavi göğe doğru yükseldi. İkisi birdenbire bir bulut haline geldiler.
Bu
iki sevgilinin göz yaşları her bahar bir yağmur olarak, yeryü züne yağmakta devam etti. Aşkın ebedi.. Fakat
hayatın fani
olduğunu, bu destan
insanlığa öğ
retti... ,
,,
İL L U YA N K A Ş
(*)
Anadolu'nun koruyucusu Tanrı Yantanuş.. Hayır, kanat larını bu insanlara germiş. Her türlü nimetlerini bol bol veri yordu. Tanrıların en büyüğü Yaştanuş, güneş mabudesi Arin na'ya emir vermiş, güneş altın ışıklarını her tarafa serpiyor. Neşvünema Tanrısı, Ana da toprağın feyzini bu insanlardan esirgemiyordu. İklimi sağlam, havası güzel ve kuvvetli olan Anadolunun
doğusunda �ğlar, daki
akbaşlariyle göklere yükseliyor, ıbatısın
sıra, sıra yeşil yüzlü dağlar, mavi renkli denizlere etek
lerini seriyordu. Orta Anadolu yaylaların en güzeli, geceleri berrak yıldızları gündüzleri, bol ışıklariyle güzel bir Türk yur du idi. Orta Anadolu'dan Kızılırmak, bir kız saçı gibi süzülerek akıyordu. Bu nehrin kıyılarında Hitit Türkleri Hatusas adlı güzel bir şehir kurmuşlar mutlu yaşıyorlardı.. Gök Tanrılar bu insanlara nimetlerini verirken, yeraltı fe nalık Tanrısı da zaman zaman zebanileri, ve bilhassa korkunç bir yılan olan İlluyankaş'ı gönderiyordu. Günün birinde hava Tanrısı Kiş-Kluşaş şehrine gelmiş dolaşıyordu. Bu şehir gü-
(*) Hititler Anadoluya Milattan önce 4000 tarihinde Orta Asya <lan gelen ilk Türklerdir. Hititlerin mitolojik edebiyatlan ve tarih yazı cılıkları Sümerler kadar eskidir. Yunan mitolojisi Sümer ve bilhassa Hitit mitolojisinden ilk tesirini alarak Atina sitesinde tekamlil etmiştir. Hitit mitolojisi henüz toprak tabakaları altındaki pişmiş tuğla tablet lerde yazılıdır. Boğazköy kazılarında Hitit hükümdarlarının saray kU tüphanesinin arşiv dairesinde Milattan evvel 1500 senelerine ait olan tabletler üzerinde tlluyankaş adlı bir efsane meydana çıkmıştır. Bu efsa neleri rahipler, diJ1i bayramlarda Hitit Tllrklerine okurlarmış. Bu tab letlerden aldığım bu efsaneyi, tanıtmak maksadiyle işliyerek sizlere armağan ediyorum. Yarınki TUrk umanizmi bu orijinal Anadolu mitolo jisinden doğacağına inandım, sizlere haber veriyorum.
TUrk Efsaneleri
-
F. 2
TÜRK. EFSANELERİ
18
zel bahçeleri, iri taşlardan yapılmış evleri, mabetleriyle tanın mıştı. Bir orman halinde olan bir .bahçede ha·va Tanrısı dola şırken 1birdenbire karşısına insanlara ve Tanrılara fenalık yap makla meşhur İlluyankaş çıktı ve dile geldi: - Ey mavi göklerin, bol yağmurlar yağdıran hava Tanrısı, yeryüzünde işin ne? Hava Tanrısı söyledi: - Nimetlerimin meyvalarını görmiye geldim. - Sen bakkını tecavüz ediyorsun! - Neden? - Göklere Tanrı Yaştanuş ile sen hakim isen, yeraltı ve yeryüzünün hakimi de benim. - Dünya bir bütündür, havasız yeryüzü, yeryüzsüz de sema olamaz .. Hem orada gezer, hem de yerde gezmekte ser bestim... - Olamaz .. Sen buraya ferdi
zevklerini tatmin etmek
için geliyorsun. Gökteki kandırdığın kızlar yetmiyor gibi, bir de yeryüzü güzellerine mi musallat olacaksın?
- Sen ne karışıyorsun. Ey fenalık timsali mahluk. llluyankaş kızdı: - Ben namuskar, ahlaklı, çalışkan insanların
düşmanı
değilim. Zalimlerin, mağrurların, insanlara haksızlık edenle rin yeryüzünde bir tek düşmanı benim. - O halde ben fena· bir mahluk muyum ki, karşıma çık tın? - Elbette fenasın. İstediğin zaman yağmur yağdırırsın, istemediğin zaman insanları açlığa
mahkum edersin.
Sonra
güzellerin düşmanısın. Diyerek, hava Tanrısına· hücum etti. Ve onu ısırıverdi. Onu öldürmek üzereyken hava Tanrısı büyük Tanrılara yal varmaya başlayıp, onlardan yardım istedi. - Ey büyük Tanrı Yaştanuş bana yardıma koş! İlluyan kaş beni zehirlemek üzeredir. Gel, gör, beni neyledi. Perişa nım. Dişlerini geçirdi, zehirini vücuduma salıverdi. Derhal gök gürledi, şimşekler çaktı, her tarafı seller bas tı. Bu gürültüler üzerine İlluyankaş korkup kaçtı. Büyük Tan-
TÜRK
EFS.ANELERl
19
rı, meleklerden birini gönderdi. Hava Tanrısına bir şurup i çi rerek;
onu muhakkak bir ölümden kurtardı. Hava Tanrısının
kızı mabude inaraş babasının bu felaketinden çok müteessir oldu. İlluyankaş'dan muhakkak bir intikam almayı kafasına koydu. Büyük Tanrıdan izin aldı, o da: - Her mahlfıka fenalık
eden lIIuyankaş artık cezasını
bulacaktır. İstediğin gibi hareket et, ben sana her zaman i çi n yardıma koşacağım. dedi. .. Bu söz üzerine İnaraş yer yüzüne i ndi. İnaraş, Hitit Ma budelerinin en güzeli idi. Onun ince vücudun un güzelliği
ve
dalga, dalga saçları dillerde dolaşır. Onu gören her genç derhal aşık olurdu. İnsanlar İnaraş için mabetler yapmışlardı. tıkba harda onun
namına ayinler
me rasimler
yaparlardı . İnaraş
göklerde altı beyaz atın çektiği bir sedef araba üzerinde gezin diği zaman, gökten verimli yağmurlar yağar, arkasından, gökte bir alaimisema doğardı. İnaraş gökten yere inerek Hatusas şehrinde büyük bir şö len verdi.
Bu
Her şey bol, konuldu,
emsalsiz ziyafete ·binlerce
insan davet edildi.
bol hazırlanmıştı. Sofralara türlü,
türlü i·çkiler
genç kızlar bu ziyafette fülüt ve davullar çaldılar.
Korolar halinde şa·rkılar söylediler. Burada bira ve şarap içil di. Gece Hatusastan, Yazıhkaya mabedine kadar devam eden surların üzerinde meşaleler yakıldı. Herkes güldü,
oynadı. Sa
bahleyin mabude İnaraş Hatusas şehrinden çıkarak yola dü züldü,
nihayet Ziggarattaş şehrine geldi. Burada gayet güzel
bir gence rastgeldi: Bu gencin adı Hupaşiya idi.
·
İnaraş bunu görünce, önünde durdu ve ona dedi ki: - Ey genç beni tanıyor musun ? Hupaşiya gülerek: - Güzellik mubudesi İnaraşsın ! . - Senin adın ne? - Hupaşiya! . - Bana yardıma gelir misin? - Gök Tanrı Yaştanuş izin verirse. - Ben onun yardımını istedim. Müsaade etti. - Sana ne şekilde yardım edeceğim. - Ben babamın düşmanı tııuyankaşla mücadeleye gidi-
TÜRK
20
EFSANELER!
yorum Ey Hupaşiya bak!. Ben şöyle, şöyle bir iş yapıyorum. Sen dahi iştirak et! Hupaşiya şöyle dedi: - lnaraş eğer beni sever, ve benim.le yatar ve kalbimin arzularını yaparsan, ben de senin dileklerini derhal yerine ge tiririm. İnaraş gülerek: - Nasıl olur? - İstersen. İnaraş razı oldu. Ve onunla geceyi bir arada geçirdi. Er tesi gün Hupaşiya bir ziyafet tertip etti ve yılan İlluyankaş'ı da bu ziyafete davet etti. Yılan deliğinden dışarı çıkarak bu davete geldi. Hupa·şiya yılan İlluyankaş'a dedi ki:
- Bu gün kutlu bir gündür, bir ziyafet tertip ettim, ye mek, içmek herşey bol. Bu eğlenceden sonra Tanrılara niyaz edeceğiz, bütün günahlarımız affolacaktır. İlluyankaş:
.
.
,
- O halde ben karımı çocuklarımı de getıreyım.
,,
Dedi. Hupaşiya : - Çok iyi olur, onlar da kutlu olurlar! İlluya:nkaş karısı ve çocuklarıyle
deliğinden çıkarak zi
yafete geldi. Yediler bol bol içtiler ve iyice doydular. tııuyan kaş ve çocukları o kadar çok yemek yemişlerdi ki deliklerine döndükleri zaman, deliğe sığamadılar. Bunun üzerine birden bire Hupaşiya yılana saldırdı, elindeki bir iple yılanı sıkıca
bağladı. Gayet güzel elbiseler giymiş olan lnaraş meydana çık tı: Bu zaman İlluyankaş bir tuzağa düştüğünü anladı. Yal varmıya başladı: - Ey güzeller güzeli, ahu bakışlı lnaraş /beni affet! İnaraş: - Seni nasıl affedeyim, balbama yaptığın fena:lığın ce-
zasını çekeceksin!
Bu esnada İnaraş göğe bağırdı: - Baba, baba gel, n1uyankaş'tan intikamını al! Bu sırada hava Tanrısı geldi. Bir çok Tanrılar da onunla beraberdi. Hava Tanrısı elindeki bir kargı ile yılana hücum et· ti ve onu derhal öldürerek, intikamını aldı. İnsanlar bu fena-
TÜRK
EFSANELERİ
21
lık eden yılandan kurtuldu. Mabude lnaraş taştan bir ev yaptırdı. Hupaşiya'yı bu taş
eve kapadı. Ona dedi ki:
- Ben kıra gidiyorum, sen burada kalacaksın, fakat pen cereden dışarı bakınıyacaksın, şayet dışarıya baka·rsan, ora da. karını ve çocuklarını göreceksin! Hupaşiya: �Peki!... Dedi. Fakat /başına geleceği de düşündü. Aradan yirmi gün geçmişti, fena halde içi sıkıldı ve pencereden dışarı bak tı. Fakat karşısında feci bir manzara gördü. Karısı perişan bir halde üstü başı harap, saçları birbirine karışmış, çocukları aç ve çıplak; annelerine sarılmış "anne karnımız aç" diye ağla
�ıyorlardı. Hupaşiya yaptığı fenalığı ancak o zaman idrak et
ti.
Aylardan beri evine bir gün dahi uğramamıştı. Mabude
1naraş ile yaşıyordu. Bir mabudeye ilanı aşk etmişti. Ailesine ve çocuklanna ihanet eden bu gence mabutlar düşman olmuş
lardı. Bir insan oğlu, bir mabudeye nasıl aşık olabilirdi.
Ona
fena halde kızmışlardı. Ailesi ·sefil, çocukları aç, bir köşede inlerken, lbu genç ferdi aşkı için her şeyi unutmuş, ailesine ihanet etmişti. Bu kabahatini anlıyan genç: - Ey İnaraş! Ben sana yardım ettim. Beni affet, bura dan kurtar, çocuklarıma kavuşayım! İnaraş: - Sus, sen artık temiz ailenin yanına varamazsın... Sen bir namus düşmanısın! Hupaşiya ne kadar yalvardı ise de para etmedi, nihayet İnaraş, bu gencin gözlerine mil çekti. Onu kör etti... -Hupaşiya feryatlar ve acılar içinde, ailesine yaptığı fenalığın cezasını çekti. Eline bir kalın sopa alarak bir dilenci kıyafetinde An kuvaya doğru ağır, ağır yürümeye başladı. Gökten İnaraş ona bağırdı: - Bedbaht genç! Gittiğin yerlerdeki insanlara şunu söy
le: Kalbin yalnız karın ve çocukların için çarpsın. Onlara iha net etme, sonra Tanrıların gazabına uğrar, benim gibi olur
sunuz!... Hupaşiya bu sözü tekrarlıyarak ağır, ağır ilerliyordu.
E T A N A V E
K A R T A L
(*)
Dünya kurulalı insanlar böyle büyük lbir felaket görme mişlerdi. Büyük sema Tanrısı Anu ve güneş Tanrısı Şamaş in sanların yeryüzünde ahlaksızlığa düştüklerini gördü. Tanrılar ne derlerse, bu insanlar aksini yaptılar. Dünya nimetlerine şük retmediler.
Büyükler küçükleri, sevmediler, küçükler de bü
yüklere saygı göstermediler...
İnsanlar dünyayı
aralarında
paylaşamadılar, birbirlerine girdiler, kan gövdeyi götürüyor du. Ana ve baba sevgisi, yurt sevgisi, Tanrı sevgisi ve insanlık sevgisi kalmamış, insanlar yalnız kendi menfaatlerinden baş ka bir şeyi düşünmüyorlar, nefsi nefsine kalmışlardı. Tanrılar, bütün bu ahlaksız insanları yeryüzünden kal dırmak, iyi ahlaklı insanlara bu dünyanın nimetlerinden isti fade ettirmeyi düşündüler. Tfıfan başladı. Gökler çıldırdı. Ne hirler coştu,
denizler delirdi. Gökten yerden günlerce sular
aktı, karalar kayboldu. Bu doymak bilmiyen, ahlaksız
insan
kalabalığı hodgamlıklarının cezasını !buldular. Tfıfandan sonra, yeryüzü
gene göründü.
Şehirleri
terk
eden ilahlar tekrar göründüler. Birbirlerini yiyen insanlardan eser yok.. Mahsulsüz kalan tarlalar tekrar yeşerdi. Kuzulamı yan koyunlar, tekrar kuzuladılar. Ağaçlar meyvalarını tekrar verdiler. Bütün bu batan şehirlerden sonra Tanrı Anu, Kiş şehrini kurdu, ahlaksızlığı getiren Sami kavimlerinden kimse kalma mıştı. Kiş sitesinde yalnız ahlakça yüksek temiz Türk ırkı bu lunuyordu. Halk, Kiş şehrine Etana'yı· kıral seçtiler. ( *) Sümerlilerin Gılgamıştan sonra ele geçen en meşhur efsanesi Etanadır. Etana, Sümerlilerin Kliş kıralı hanedanının on üçüncüsü olup (Çoban) unvaniyle anılır. Etana efsanesi çivi yazısiyle dört tablet ol mak üzere yazılmıştır. Bu tabletlerden ele geçen 40 satırdır. Birinci tablet noksandır. Son tablet de kırıktır. Ben bu tabletlerden istifade ederek Etanayı, bir efsane olarak yazdım.
TÜRK
24
EFS:ANELERİ
Etana, hem Tanrıların, hem de halkın sevdiği adaletli bir kıraldı. Bu adam mağrur değildi. İstidatlı ahlaklı ve kültürlü. insanlara bütün işleri taksim etti. Korkak ve tembel insanları en aşağı işlerde kullandı. Türk yurdu gene Gılgamış devrindeki Uruk şehri gibi mutlu günler: yaşıyordu. Halk rahat, şehirleri mamur, bütün Tanrılar da bu insanlardan memnundu. Herkes kazancına göre bir hayat seviyesi kurdu. Her nimete şükret tiler ve Türk milletini en yüksek tanıdılar.
* Kıral
Etana sarayında,
karşısında çok sevdiği
karısı
İsin'le konuşuyordu: Etana:1 - Tanrılara şükür, bizi tufandan kurtardı! Karısı: - Bizi niçin Tanrılar kurtardı? - Bütün siteler yabancı Samilerin tesiriyle, ahlaksızlığa düştükleri halde, biz milli ahlakımızı muhafaza ettik. Ata tö relerine saygı gösterdik. Hak yok, vazife var! .. düsturunu ka bul ettik.. Ne insanları soyduk, ne mallarını ellerinden aldık, ne de canlarına· kıydık. Yurtta ve komşularda lbarış esasını tuttuk. İyiliğe yaklaştık, kötülükten uzaklaştık. Faziletsizler den nefret ettik, fazileti esas umde
kabul etti.. Dünya nimet
lerine şükrettik. Tanrılar da bunu böyle istiyordu. Bizi muha faza ettiler. Ahlaksızları yer yüzünden kaldırdılar. İsin: - Etana seni Tanrılar nasıl kıral seçtiler? Etana anlattı.
(*)
- İkilik yapan, şehirlerden,
Tanrılar nefret
ettiler ....
Tanrılar birleştiler. Memleketlerin vaziyetini istişare ettiler. Her tarafta düşmanlık hüküm sürüyordu. Tanrılar ne dediy seler yapmadılar, Tanrılar, halkın hepsini evlerine kapadılar. Tufan oldu .. Kötüler öldü. İyiler kaldı.. Yeni Tnnrıl ar halka ( *)
Elana efsanesinin birinci tableti.
TÜRK
EFSANELER!
karşı kapadıkları kapıları açtılar. Daha henüz kırallık tacı, La.pis Lazoli asayı kimseye vermemişti.. Bu kırallık asasını bir çobana vermek için güneş Tanrısı Şamas bir kıra! arıyor du. Şamas göklerde sedef renkli kanatlarını
yelpazeliyerek
günlerce beyaz bulutlar arasında uçtu. Gök Tanrı Anu tahtın dan Şamasa bakıyordu. Ona beni tavsiye etti. Çünkü ben ya rıs ı Tanrı etinden yapılmıştım. Ben fena insan olamazdım. ln-·
sanlara iyilik etmeyi seviyordum. İyi insan olduğum için, in
sanları idare etmek hakkı bana verildi. Kendimi değil, in sanların refahını düşündüğüm için Gök Tanrı beni lşta·ra tav siye etti. Şamas beni lbuldu. Kiş sitesine hakan kıldı... Sen Kiş' te kıra! kaldıkça, kalelerinde Türk bayrağı dalgalansın, bütün dünya insanlarının idare dizginini sana verdim. Dünya mede niyeti Türk elinden, yeryüzüne yayılsın, dedi ve beni kral seç tiler.
Karısı: - Demek her şeyin üstünde bir tek şey .. O da ahlaklı ol mak. -Bana inanan fertler ve milletler, dünya durdukça me-·· sut yaşarlar!..
Kiş sitesi insanları ve kıra!
Etana mesut yaşıyorlardı.
Fakat, Etana'nın karısı bir derde müptela oldu. Karısı İsin'. gebe kalmış, ·bir türlü doğuramıyordu. Karısını delice seven Etana, bu ıstırabın karşısında ne yapacağını şaşırdı. Ellerini göğe kaldıra·rak
Güneş
Tanrısı Şamas'a yalvarmaya başla
dı: - Tanrı Şamas, esen rüzgarlardan kıskandığım ve de lice sevdiğim karım bir derde müptela oldu... Doğuracak, la kin doğuramıyor.. Karım iyi bir insandır. Ev işlerini hep o, tutar, kocasına sadıktır, bana çocuğu gibi lbakar. Evimin ve
namusumun yegane bekçisi odur. Onun başka erkeklerde gözü yoktur. O süsü sevmez, kanaatkardır, dünya nimetlerine şük- reder. Mabutlar ibadetten geri kalmaz. Her ana gibi bir çocu--
TÜRK EFSANELERİ
:26
ğa malik olmak istedi... Fa·kat doğuramıyor, ıstıraplar içinde kıvranıyor. Ey Tann Şamas, sen iyilerin koruyucususun. Kut lu elini ona uzat, onu kurtar. Tanrı Şamas gökten seslendi: - Doğum otunu bul.. - Nerede bulayım? - Sancar dağına git, bu dağın yolunu tut! Orada ka·rtalı bul, sana doğum otunu versin!
Tanrı Şamas'ın tavsiyesi üzerine Etana, bir çukurun iç in
da yaralı bulunan kartalı aramaya gitti. (*)
Etana günlerce yol aldıktan sonra, Şamasın tarifiyle kar
-talın düştüğü çukuru buldu.
Kartal yaralı yerde yatıyordu.
Etana: - Tanrı Samas'ın arkadaşı, ·beni sana yolladı. Karım ge be, bir türlü doğuramıyor. Bana doğum otunu ver! Kartal: - İyi insan, aşını, işini bilen ve sevendir. Bunların hepsi sen de var! Ahlaklı bir insan evini, yurdunu, insanlığı seven dir. Bunlaı r n hepsi sende var. Şu dağın içinde bir mağara var, orada bir pınar
ve pınarın berrak sularının içinde ıbir ot var.
O, doğum otudur. Otu kopar, karına ver. Onu yutunca der:hal doğurur, sonra tekrar bana gel!
Etana kartala teşekklür etti. Ma·ğaranın
pınarına girdi
burası cennet kadar güzeldi. Doğum otunu kopardı. Derhal ko şarak karısına geldi ve otu yutturdu. Kadının ağrıları kesildi ve nur topu gibi bir oğlan doğurdu. Çocuk doğar doğmaz, Eta na kartala koştu, müjdeledi, fakat kartal: - Etana ben sana iyilik ettim. Tanrı beni lbu çukurdan kurtardı. Dostum gel!.. Şimdi seninle büyük sema
Tanrısı
Anu'nun semasına çıkalım!.. Etana derhal razı oldu. ( * )
Kartal:
- Gel seni Anu'nun semasına yükselteyim. Sırtımın üs-
(*)
Bu parça (Yılan ile Kartal) efsanesidir, bu da ayrı bir sahnedir.
TüRK
EFSANELER!
27
-=' ----1
Etana ile Kartal beraberce göğe doğru yükseldiler. Bunlar yedi kat göğe çıkacaklar, beraberce en yukarda güzellik mabudesi İştar'ın sara yına misafir olacaklardı.
TÜRK EFSANELERİ
28
tüne göğsünü koy. Kanadımın üstüne de ellerini koy. Seni yo rulmadan taşıyacağım. Gidiyoruz. Uçuyoruz. Etana sıkı, sıkı kartala sarıldı. Beraberce göğe yükseldiler. Bunlar yedi kat göğe çıkacaklar.
doğru
Beraberce
en
yukarda güzellik mabudesi İştar'ın sarayına misafir olacak
lardı. Göğün yedi re:ngi var. Bütün bu katlara sırasiyle yük seliyorlar. Etana korkusundan titriyor, sıkı sıkı sarılıyordu. Etana: - Arkadaş korkuyorum. Kartal: - Cesur ol. Aşağı bak dostum, memleketine bak, nasıl? Dağlara, denizlere, bir göz at. Dağlar, denizler gibi mavi olu yor; dostum yeryüzüne bak! Etana ve kartal altı saat lbütün süratiyle yükseldiler. Kar tal: - Birinci kata geldik. Bu kırmızı kattır. Sema Tanrısı A:nu'nun katıdır. Bu katta kırmızının muhtelif derecelerinde dağlar, nebat lar, denizlere akar sular. Kırmızı kanatlı huriler şen kahkaha daha yükseldiler. Güneş lar atarak oynaşıyorlar. Altı saat
Tanrısı Şamas'ın katına geldiler. Burası sarı renktedir. Bu rada /her şey sarı. Mamur bir dünya. Nihayet yüksele yüksele yedinci yeşil kata geldiler... Burası mabude tştar'ın katıdır.
Kartal:
- Etana... Güzeller dünyasına, aşk diyarına, insanların yeryüzünde cennet diye andıkları aleme geldik. Burada çir kin ve ihtiyar
adam yok. Herkes yirmi yaşındadır. Burada
yoksulluk yoktur. Yiyecek ve giyecek ve mücevherler dünyası dır. Göklere hükmede:n İştar'ın huzuru na geliyoruz. Kendini '
koru!
Etana ve kartal, mabude İştar'ın huzuruna geldiler.. lştar,
yakışıklı ve genç kıral Etana'ya baygın, baygın baktı. Etana böyle bir
güzel daha hayatında görmemişti. Bu güzellik kar
şısında yeryüzünü, karısını ve yeni doğan çocuğunu da unut(3) Etana efsanesinin bu kısmı üçüncü tablettir. Etananın kar talla göğe uçuşu ve akıbetidir.
TÜRK
EFS:ANELERİ
tu. İştar'ın tatlı sözlerine,
işvelerine kendini kaptırdı.
29 Aile
yuvasından daha yüksek bir refahı ve zevki görünce ahlakı bozuldu. İştar'dan gözlerini ayırmadı. Nihayet lştar, her sev gilisine sorduğu suali sordu: - Beni seviyor musun? Etana dayanamadı, kansı ve çocuğunu bu anda unutarak: - İştar seni seviyorum!.. dedi. Fakat bu söz üzerine yedi kat gökten aşağı düşmeye baş ladı. Ne olduğunu şaşırdı. Çünkü her kim lştar'a seni sevi yorum derse, bedbaht olur ve ölürdü. Kartal Etana'yı tut muştu. Kartal ve Etana yere sukut ettiler. Bu zaman Etana' nın bir ayağı kırıldı. Topallıya, topallıya· evine döndü: Karısı: - Etana sana ne oldu?.. - Kansını ve çocuklarını unutarak, sahte aşklara inananların sonu budur. Ailesini sevmiyen, yurdunu da sevmez, nihayet ahlaksız bir insan olur. Onu Tanrılar da sevmez, be nim gibi Tanrının cennetinden kovulur. Kancığım beni affet! ... Ben ölüyorum. Çocuğum, ahlak yolundan ayrılmasın! ... Diyerek karısının dizleri önünde can verdi. Karısı ağlı ya·rak: - Bir kalbde, tek bir sevgi yaşar! .. Diye ölen kocasına, yıllarca ağladı! ..
KAR TAL
İLE
YI L AN
Tanrı Şamas bütün mahlukları yarattığı zaman
insanı
da yarattı ve onların ruhlarına iki de cibilliyet bahşetti. Biri melek ruhluluk, diğeri şeytani bir ruhtu. Melek ruhluların (Ümit, irade, iman) diye üç sihirli kuv lv'etleri vardı. Bunlar
karanlıkları
aydınlık
ediyorlardı. fa
kat mefkureleri yalnız iyilikti. Şeytan ruhluların ise (Gurur, haset, tefahür) diye üç kötü cibilliyetleri vardı. Çalışmadan rahat yaşamak çalışanları kıs kanmak, iyilere kötülük etmek bunların !birinci vazifeleri idi. Melek ruhlar, Güneş Tanrısı Şamas'ın diyarında bir kar
tal şeklinde göklerde uçuyorlardı. Şeytan ruhlular ise, bir yı
lan şeklinde yerde sürünüyorlardı. Biri iyilk timsali, diğeri de kötülüğün timsali idi. Günler, aylar, yıllar geçip,
dünya ihtiyarladıkça, melek
ruhlu insanların ruhu da taştan katı oldu. Dünya yalnız be nim için, ben yiyeyim, ben güleyim, ben rahat yaşıyayım. Ben den sonra tufan dediler. Tanrı Şamas bu insanların ruhlarının maddileştiğini, taş laştığını gördü, onlara acıdı. Onları idare edecek yarı ilah kı rallar, kahramanlar gönderdi. Fakat insan oğlunun iç dünya sı bozulduktan sonra, Tanrı kuvveti de bu işe kafi gelmiyordu. Kartal, mav i gökte, yalnız iri gözlerini dünya nimetlerine kar
şı fenalık etmek için dikmiş, çelik pençelerini fena işlere kul
lanıyordu.
Yerde yılan, kartallardan daıha iyi mahluk hayatı yaşı yor, kendine fenalık edeni öldürüyor, fakat kendine dokunmı yan bin yıl yaşasın diyordu. Tanrı, yılanı sevdi. Onu iyilik, kartalı da fenalık olarak tanıdı. Yılan, Gılgamış'ın sonsuz yaşamak otunu da Tann Şa mas'ın emriyle yutmuş, yeryüzünde ebedi hayata malik ol muştu.
TüRK
'32
EFSANELERİ
Kartal, yılanın bu m_utlu yaşayışını kıskandı. Gurur bü tün çirkinliği ile vücudunu sarmış, haset gözlerini bürümüş, tefahür bir hastalık halinde ruhunu kaplamıştı. Kartal zekile rin ve çalışkanların ümitli, iradeli ,imanlı hayatını hiç
çe
kemiyordu. Günün lbirinde kartal, yılanla dost oldu. Kartal gökte uçu yor, yılan da yerde sürünüyordu. Görünüşte kartal ve yılan birbirlerini seviyorlardı. Fakat kartal yılana fena bir fikir bes lemekte idi ( •)
Kartal yılana ağzını açıp söyledi:
- Haydi bir arkadaşlık yapalım. Sen ve ben dost olalım. ·Tanrının haram ettiği yemekleri yemiyelim. Haydi dikilip dağ dan inelim. Geniş arza yemin edelim! Şama·s'ın hududunu kim geçerse. Şamas onun elini kessin! Yılan: - Arz ve Şamas üzerine yemin ediyorum, şimdi seninle dostum. dedi. Bu suretle kartal ve yılan dost oldular. Kartal, yaıbani öküz ve yabani eşek avlıyor, yılan da bunları hem kendi yiyor, hem de yavrularına yediriyordu. Bazı günler de yılan gazal ve dağ keçisi avlıyor, bu defa kartal bunları yiyor ve yavrularına yediriyordu. Böylece günler geçip, yavrular büyüdü ve irileşti. Fa·kat günün lbirinde yılana, kalbinden fenalık niyet etti. Yılan bir gün
.ıvlanmaya çıktığı zaman, kartalın şaytani ruhu tekrar hare
kete geçti, zavallı yılanın yavrularını yedi. Yuvasını da altüst �ttikten sonra, sert kanatlarını çırparak göklere uçup
yük
seldi.
Yılan yuvasına geldiği zaman yavrularının kartal pençe siyle öldürüldüğünü ve yuvasının da tahrip edildiğini gördü. Çok müteessir olmuştu.
(1) Kartal ile yılan efsanesini kaydeden Yazılı Destan II inci tabletlerde aynı şekilde bir muhavere ile devam eder. Bunlar arkeolo jik kazılarda ele geçen, kırık parçalardan anlaşılmaktadır. Bunların bir kısmı Sümer mühürlerinde mevcuttur.
TÜRK EFSAıNELER.1:
33
Yılan yuvasından 'başım göğe dikti, iki çatal dilini dışarı <':ıkardı: - Ey güneş Tanrısı Şamas, insanlar birbirlerini sevme dikleri zaman,
yılan
gibi soğuk derler. Birbirlerine acı söz
süyleseler, yılanın zehiri gibi diye söylerler, gene birisi biri ne fenalık etmek istese, yılanı deliğinden çıkarma derler. Yı
lanın kuyruğuna basma, seni sokar derler. Ben daima- ölüm saçan zehirimle fena tarunınışıın, ben hangi gün bana dokun
mıyan
iyi insanlara ve hayvanlara fenalık ettim? Ben kızgın
kayalar, yeşil otlar arasında kendi alemimde mesut yaşarım,
daima fenalar beni bulur, .ben de o zaman onların fenalıkları na karşılık olsun diye keskin dişlerimi vücutlarına sokar, z::- hirimi onların kötü vücutlarına salanın ... Ey Şamas, bana acı! ... Yumurtalarından yeni çıkmış yav
rularımın intikamını,
sen 'bu vahşi gözlü,
sert kanatlı, çelik
pençeli, kartaldan al... Kötüler fenalık bulsun ki, fazilet yük selsin! ... Herkes fazilete tapsın! ... diye yalvardı. Bu sırada kartalın yavruları, bu acı feryadı duyup, baba farı kartala : - Baba, {;ocuklarını
niçin dost olduğun yılanın yuvasını
yıktın ve
öldürdün. Tanrı Şamas'ın gazabından korkmadın
mı?... dediler. Kartal: - Yılanı mesut gördüm, onun saadetini yıkma�, bedbaht yapmak için ona - hıyanet ettim! ... dedi. Çocukları: - Haset, gurur, tefahür!
..
Senin ruhunu sarmış, sen ha
yatında daha çok fenalık edecek . Sen menfur olarak yaşıya .
.
caksın ! ... dediler. Bu esnada yılanın arzdan göğe doğnı Şamas'a yalvanna
:sı devam ediyordu. Kartal avlanmak, gene mesut yuvalar yık mak için dağlara doğnı uçtu. Yılan: (•)
_<•,\
Sümerce yazı olan tabletlerde a.ym §eldlde devam eder. Türk
Efsaneleri
-
F. 3
TÜRK
34:
EFSANELERİ
- Ey kahraman Şamas, sana itimat ettim. Kartala: ben
iyilik hediye ettim. Şimdi benim yuvam ve yavrularım yoktur. Yavrularım mahvolmuş ... - Ey Şaınas! ...
Yapılan fenalıkları bilyorsun!
roas! Senin ağın geniş arzdadır. Senin
tuzağın
Ey
Şa
uzak semadadır.
Senin ağından kartal kaçamaz. Fenalık yapan, fenalık düşünen,. fenalık bulmalıdır. Tanrı Şam.as, yılanın bu yalvarmalarına daya·n amadı. Şa mas ağzını a·çıp yılana şöyle söyledi:
- Yola
yürü,
dağa yürü . . . Orada bir vahşi
ıboğayı
bağlı
yacağım.. Onun karnını aç ve içine girip otur. Bütün kuşlar ve karfal bu eti görüp, yemek için gelecek, burada bir tehlike ol duğunu hiç bilmiyecek ve eti hırsla yemek için boğanın içine girecek ... Dernal sen onun kanadını yakala·. Tüylerini yol, lrn. nadını ve pençelerini kes ! . . Ve bir çukurun içine at!... Açlık
ve susuzluk onu orada üldürsün!
Bu suretle Şamas, kötülük edenlerin ceza bulma;:;ım ar zu etti. Yılan Şamas'tan aldığı emir ve talimat üzere yolu tut
tu, dağı geçti ve boğayı bularak, üz.erine atlayıp, karnını aç tı, içine gizlendi. Boğayı gören sema kuşlarının birçokları a ..
inip, boğanın
şağı
etlerini yiyorlard1. Kuşların yere indiğini
gören kartal, yavrularına: - Haydi yavrularım! Aşağı inip, biz .de vahşi boğanın etlerinden yiyelim!.. dedi. Kartalın en küçük ve en akıllı yavrusu: - Belki yılan bu boğamn içindedir: Kartal, iboğayı yiyen kuşlara baktı, orada bir tehlike yok tu. Çocuklarına:
- Ben karnımı doyurmaya gidiyorum! Diyerek uçtu ve boğanın önünde durdu. Kartal;-ıaşenin. mı.ğmda ve solunda dolaştı. Sonra: içine girdi. Derhal yılan, kar talı kanadından yakaladı. Bu zaman kartal ağzını açıp yılana söyledi: - Ey yılan, beni bırak. sana en güzel hediyeler getire
jim! Yılan:
T0RK El<'SANELERl
35
- Sen fena bir mahlfıksun, sana bu cezayı tertip eden Tann Şamas'tır. Sen muhakkak fenalığının cezasını görecek sin ! Sen aç öleceksin ! diyerek kartala saldırdı : Kartal feryad etmeye, bağırmaya başladı. Boğanın böğ ründe bir mücadele başladı. Nihayet yılan kartalın·
göklc�·e
uçan kanatlannı, mahluklara fenalık eden pençelerini
kırdı
ve kartalı da fırlatıp bir çukura attı. Ka.rtal tanınmaz bir hale gelmişti. Tüyleri yok, kanatlan kesik ve pençeleri de yoktu. Yılan buradan süzülüp gitti. Kartal ağlıyor, Tann Şama::;'a yalvanyordu. Böylece günler geçti, kendisine ne bir lokma et veren ve ne de su veren vardı. Öleceğine yakın Şamas'a y:ıl vardı : - Ey
Şamas,
beni affet ! Artık kimseye fenalık etmiyc
ceğim, Tann sözlerinden çıkmıyacağım, dünya
nimetlerine
nankörlük etmiyeceğim . . . Çalışarak kazanmak en büyük mc:f kilrem olacaktır ! Seni elbediyete kadar yadedeceğim. Tanrı Şamas : - Sen kötüsün ! İçine kötülük] er doldurdun. Hep, TannJann haram ettiklerini yaptın. Kartal : - B�ni affet ! ... Artık ben
iyi
mahluk olaca-ğım ! . . .
Bu zaman Tanrı Şamas, nedamet eden kartala acıdı. Onun sağında ve solunda doğum otları ruı
bitirdi.
Bu esnada kıral Et:ı
doğum otu için yalvarıyordu. Tanrı
Şa
- Yolu tut, dağı geç ! Orada bir çukur göreceksin ! .
İçi
Şamas'a kansı
mas : ..
ne ne gir, orada bir perişan kartal göreceksin. . Ondan doğum .
otunu iste ! ... dedi.
Hemen kıral Etana buraya koştu_ Perişan bir halde kar talı buldu. Ondan doğum otunu istedi ve onu alarak kansına. götürdü, kansı kolayca çocuğunu doğurdu : Bu defa Tanrı Şamas, kartalın bir iyilik ettiğinden ; dün
yaya
yeni bir yavrunun doğmasına yardım ettiğinden onu af
fetti, ona tekrar tüy, ka·nat ve pençe verdi ve huzuruna çağır dı, kartal yükseldi, Şam.as'ın huzwıına geldi, Şam.as :·
36
TÜRK EFs:ANELER.t - Gunır, haset, tefahür gibi şeytani ruhlanndan sıynl! . . .
Sana dünya nimetlerimi tekrar vereceğim dedi. Kartal da Tanrıya söz verdi... Ve Tanrı da onu affetti. :Kartal, yeryüzünde tekrar bir insan olarak doğdu. Bu sihirli
}{artallardaa
iyi ahlaklı insanlar doğdu. Yeryüzünü kapladılar.
A LAS
Genç, ihtiyar, erkek, kachn, çoluk çocuk haykırarak ka -çışıyorlar ; karışan şehirin sokakla:n ana baba gününe dön müş, kızgın bir kül yağmuru bu insanlann üstüne bir ölüm perdesi örtüyordu.
Üç gündenberi süren zelzele, ·bütün vahşiliğini ele alınış,
iri
sütunlar, saçakları süslü binalar yıkılıyor, yıkılan sütun
ların altında kalanların iniltileri, uzaklardan
gelen yanarda
ğın boğuk, boğuk korkunç gürlemesine karışıyordu. Geniş bir meydanda saçları birbirine
karışmış
genç
bir
kadın perişan bir halde : - Yerbi ! Eder ! ... Diye feryat ediyor, sağa sapıyor, yıkılan evler yolunu ke siyor, sola koşuyor, yuvarlak iri sütunlar yol vermiyor, çılgın kadın, ölen insanlar içinde, çocuklan Yerbi ib
bu
Eder'i
arıyor, taş parçaları arasında kanlar içinde yatan bir çocuğ·u kucaklıyor, oğlu Yerbi olmadığını anlayınca yine bağırıyor. . . - Yavrum Yerbi, kızım Eder ! . . . Neredesiniz, kucağıma geliniz, sarılıp bera1ber boğulalım. Bu sırada meydanın ortasından süratle geçen bir atlı, bir hamlede bu çılgın kadını, ı:t.tının terkjsine aldı ... Kadın bayıl mıştı. Atlı var kuvvetile rüzgarın tersine olarak atını lbir yıl dırım süratiyle koşturuyordu. Nihayet yeni başlamış kül yağ murundan kurtuldular. Yeşil bir ovaya düştüler. Günlerce git tiler . . . Ne bu ihtiyardan ne de altlarındaki hayvandan hayır
kalmıı:-;tı. Vahşi yanardağı, boğacağını boğduktan, kanını dö keceğini döktükten sonra homurdana homurdana soluyan ağ zından son nefesini veren hafif bir duman çıkararak,
yerin
altına gizlendi. Bir daha alev saçan başını çıkarmadı.
Bu genç kadın ve :htiyat· Siyenpi denilen Türk kabileleriniıı
içine
düşmüşlerdi. Yüksek bir kayadan akan berrak bir suyun
kenarına
gidip, yosunlu kayalann üstüne oturdular. Bu ka-
TÜRK EFSANELERİ
38
bileler de kaçtıkları dağlardan iniyorlardı.
Felakete uğrayan
birkaç Ka:raşarlı daha bu şelalenin önüne birikmişlerdi. Hep sinin yüzleri simsiyah, toz içinde idi. Bu berrak sudan yüzle rini yıkadılar. Kana kana avuçlariyle hayat veren sudan içti ler. Kyenpiler bu felaket görm�leri, çadırlarında misafir et tiler... Bu ihtiyara ve genç kadına da lbirer çadı r gösterdiler.
Bu ge;1·ç kadına bir kaç kap kımız içirdiler. . Şaşkın, .
şaşkın
etrafına bakınıyordu . . .
İhtiyar sordu : - Kızım senin adın ne ? - Alas ! . - Başka kimin var ?
- Yerbi adlı bir
oğlum, Eder
adlı bir kızım var. Yerbi
dört yaşında, kızım Eder henüz iki yaşında . . . Ah yavrularım
size
doyamadan küller altına gömüldünüz.
Diye feryadı bastı. İhtiyar teselli etti : --- Ağlama
.
. K1zım .
biz nasıl kaçtıksa elbet onları da kol
ları arasında kaçıracak bir insan oğlu çıkmıştır. Alas ne yapsın ? Ağladı, ağladı günlerce göz yaşı döktü. Nih2.yet göz yaşları durdu. Alas bu felakette n bir sene evvel
de muharebe meydanında kaytolan kocasına iki acıyı. ancak,
Beşbalık şehrindeki
ağlamıştı. . . . Bu
akrabalannın
yanında
dağ·ıtabilecekti. İki gün sonra ihtiyara veda ederek Beş'balığa gitti .
* Alas,
zelrelenin şiddetinden kendini
toz dumandan mahallesini kaybetmişti.
dışarı
atmış, sonra
Yerbi kardeşi Eder'
in elinden tutmuş, kapının ağzında «Anne ! Anne» diye ba ğırıyordu. Orad an geçen bir demirci ancak Yerbi'yi kucak layıp kaçırab ilmişti . Eder ise kapın1n önündeki iki sütunun arasında kalarak, yaralı bir halde ağlıyordu. Eder'i de bir ka
dın kendi kızı zannederek kucaklamış, böylelikle Bu
mahf)er
ca"!l larım
yerinden kurtulanlar hep tesadüfü."1
ka·çırmıştı.
yardımiyle
şehirden dışarıya atmışlardı. Kül yağmuru pek
d::!v::ım e tmiş ti
.
az
Tüme
EFSANELERİ
Yeııbi'yi demirci kaçırdığı şehirde bir evıa.t gibi pek naz lı büyütüyordu... Çünkü demircinln kendi çoculdan zelzelede kaybolmu.şlardı.
Yerbi, anasız ve babasız bu demircinin yanın
da hem büyüdü, hem de iyi bir san'atkar oldu, yaptığı kılıçla rı,
en
büyük
kahramanlar alıyor, ellerindeki kılıçlan,
Yer
bi'den aldım diye iftihar ediyorlardı. Yerbi gittikçe irileşiyor,
·güzelleşiyordu. Bazı akşamlar ocağını söndürür, temiz elbiselerini giyer, bir beyaz at üzerinde bir tekin gibi, bu koca: sanatkar gezinir, bir dağın yamacındaki ardıç ağaçlariyle dolu ormanın içindeki su !başına giderdi. Burası bir mesire yeri idi. Şehrin en kibar aileleri buraya gelirlerdi. Ycrbi'yi bu ormana doğru. sürükleyen kuvvet, sarı saçlı , uzun baylu masum yüzlü bir kızdı. Bu kızın da delikanlıya der hal kanı kaynamış, içine bir sevgi ateşi düşmiiştu. Yerbi, ba zı günler buraya geldiği halde, bu kız hemen ıher akşam geli yor, ormanın kenarında beyaz atlının yolunu bekliyordu . . . Yerbi, b u kızın eski asil bir aileye mensup olduğunu tah kik ederek anlamıştı. Fakat çılgıınca sevdiği bu kızı bir demir ciye verirler mi idi ? Bu onu düşündürüyor, ümitsizliğe düşürü yordu. Fakat onu görmeden de yapamıyordu. Nihayet bu şid detli alaka her ikisini de ateşe düşürdü.
Bir gün Yerbi, tam bu sarışın kızın ya:nına geldiği
zaman
atını huylandırdı. At kudurdu Yerbi yere yuvarlandı. Kız çıl gınca bu delikanlıya koştu. Başından hafif bir kan akıyordu. Başını kucağına aldı, mendili ile başını, bağladı. Son:ra: ı;; i ni tutamıyarak
ağladı. Delikanlının boynuna
kendi
sarıldı, öptü,
kokladı. .. Ycrbi de bu vesile ile bu kızla tanıştı. Bu hadiseyi kızın ailesi duydu.
Babası büyük biı· kumandan, annesi
ise
�ok yakışıklı eski bir aileye mensuptu. Nihayet bu kızın an nesi, kızını ıbu delikanlıya vermeğe karar verd.i. Bir hafta sonra büyük bir düğün yapılarak bu iki genç birbirinin oldu. Aradan üç sene sonra biri kız, biri oğlan iki çocuklan oldu. Bu iki genç birbirlerini
deli
gibi seviyorlar,
gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlardı. Bir akşam üzeri idi.. Demircinin evi önünde üç atlı durdu.
40 Atın birisinde bir kadın vardı. Kapıyı çaldılar, Yerbi kapı�· aıçtı...
Önde bir ihtiyar kadın, vardı.
Kadın korkak, korkak:
bir şey söylemeden yukan çıktı. Diğer atlılar kaldılar ... Yerb}: ve kadın birbirlerine bakıştılar. Bir türlü laf söylemeğe cesa ret edemiyorlardı. Kadın : - Yavrum senin adın ne ? - Yerbi ! ... Kadın : - Ya... Babanızın adı ? Del'.kanh durakladı ... - Demirci Menkuç usta. - Oğlum bu s:nin asıl ba·ban mı ? - Hayır,
o beni büyük zelzelede sokakta bulmuş. Beni.
büyüttü. Babamla annemi hatırlamıyorum ! . . . Dediği zaman, kadın : - Yavrum Yerbi, ben senin ananım ! ... Diyerek ana evıa.t birbirlerine sarıldılar. Birbirlerini öpüyorlar, koklayorlardı. Alas : - Yerlbi acaba küçük kardeşin Eder ne oldu ? - Bilmiyorum anneciğim .. - Sen sağsın, o halde kardeşini de kurtarmışlardır. Onu da arayalım... - Nasıl bulabiliriz anne ? - Bütün öksüz çocuklar hakkında tahkikat yaparız! Bu teklifi Yerbi muvafık buldu . . Karısını annesine ta .
·
nıttı. Kadın bu kızı görünce kanı kaynadı. Yerbi artık annesi r.e de kavuşmuş mesut bir aile hayatı yaşıyordu ... Yerbi dur madan bütün öksüzleri taJhkik ediyordu. Fakat kendi karısımn r"a babMı ve annesi üvey idi. Bu kızı ihtiyar prenses zelzele de kayıp olan çocuğunu a-rarken, iki sütun arasında bulmuş .. . Bu çocuğu evlatlığa kabfıl ederek büyütmüştü. B u malUmatJ Yerbi annesine söylediği zaman, derhal lbaşı döndü, ve tahki kata kendi
girişti. Yerbi'nin
karısı
kendi
kızı Eder,
en büyük şahit Eder'in yanağındaki siyah bir ben idi.
buna Eğer
bunu çocuklanna haber verirse, dört cana birden kıyılacaktı� Arada iki çocuk var... Bu yuva bir facia ile perişan olacakh.
TÜRK
EFS:ANELERl
41:
Bir akşam Alas Yerbi ve Eder'i kucakladı, kokladı ; öptü, öptü, sonra erken yatacağını söyleyerek odasına kapandı,
ağ-·
!adı, ağladı, çırpındı. - Ben ne bahtı kara insannuşıın, kocamı cenk meydanın da, çocuklarımı yanardağ Şimdi
küllerinin
arasında
kayıp ettim_
de birbirini tanımıyan çocuklarım. karı koca olmuşlar,
iki de çocuk ! ... Zavallı Alas başını duvardan duvara vurdu...
* Saıbah oldu ... Saatler geçiyor, Alas uyanrrııyordu. Yerbi,. kapıyı vurdu, ses yok. Bağırdı yine ses yok. Nihayet odanın: kapısını kırdı. İçeri girdiği zaman, karşısında anneai Alas'ı o danın tavanında mosmor asılı buldlL Yerbi ve Eder bu intihara çok ağladılar, fakat bu intiha rın sebebi onlara meçhfil kaldı.
M E T E
Orta Asya... Bu diyarda bir atlılar ordusu vardı. Bura ·da gürbüz erkekler, yavuz delikanlılar, şahin bakışlı kadınlar kükreyen kısraklann üstünde dolaşıp dururlardı. Yürüyen bir ordu değil, medeniyet ışıklan saçan bir memleket, bir koca ilhanlık... Sonu görünmeyen bu ordudan dört bucak in.sanları ürkerdi. Bunlann adı Hundu. Hunla:nn Teoman atlı bir bakanlan vardı ... Teoma� za ferden zafere koşmuş, artık yorulmu.ştu. Son günlerini şölen yaparak hoş ge·çiriyor, ozanlann esrarlı nağmelerine kulağı nı vermiş, altın tastan kımız içiyor, eğleniyordu. Kansı öl müştü. Bu yorgun !baş kendine bir eş aradı buldu ve evlendi. Teoman'ın ilk kansından Mete a·dlı bir oğlan çocuğu ol muştu. Mete her!�esin sevgisini kazanmış, yiğit ruhlu bir deli kanlı idi. Üvey annesi bu genci çekemiyordu. Mete'yi bir hile ile memleketten atmak çarelBrini düşündü. Nihayet bu fikri ni ihtiyar Teoman'a kabfıl ettirdi. Mete'yi komşu Yoeşilere rehine kayarak verecekler, şayet Türkler Yoeşi!erle harp eder se Mete'yi öldüreceklerdi. Mete'ye sevdikleri, bu fena ka:ran bildirdiler, l\l'�te der hal kendisine dost bir kaç arkadaşiyle Orhun vadisinden uzak laştı : Mete, atına atladı. Gökte uçan kara kartallar gibi atını sürdü ... Dağlar tepeler hep arkada kaldı. Ta uzaklara kendini çok seven Boyların içine gitti. Boy halkı hep ayaklandı.lar. Coşkun bir sel gibi yaylalardan iniyorlar, bu şanlı yiğitin etrafına sevinç göz ya�lariyle toplanıyorlardı. Mete ba·bası gibi saltanat sürmeğe düşkün, haris bir adam değildi. Kendisinin ölümünü isteyenlere de hiçbir kini yok tu. Bir pınar !başında kurulmuş, bir çadıra misafir edilmişti. Mete gözlerini tann dağlarının mor gölgelerine dikti... Bu an-
TÜRK
44
EFSANELERİ
da ruhunda birdenbire bir ülkü ateşi parladı. Kuvvetli düş ıçm
manlarla kuşatılmış Türk ülkesini daha şanlı yaşatmak her
şeyden evvel,
hiçbir devlette eşi görülmemiş
ordu hazırlamağı düşündü.
bir
Fikrini Boy halkına açtı.
çelik Hepsi
birden : - BaşımlZ üstüne gözümüz üstüne ! ... Diyerek razı oldular. Derhal Boy'lara İllere haber saldılar ., On binlerce .
·
atlı'
Mete'nin çadırı etrafına toplandılar. Mete öten ok isminde bir ok icat etti. Derhal askerlerini talime başlattı. Birinci talim uçan kuşlara ok atmaktı. Kuşları vuran asker kalmak hakkını kazanıyordu. İkinci talim, canı gibi sevdikleri atlannın başı na bir levha koyarak nişan atmaktı.
Mete askerlerinin cesa
ret v3 dostluklannı daha iyi bir surette denemek üzere nişan, hedeflerini en çok sevdikleri kanlarının baş'na konulan levha lara attırmakla tecrübe etti. Ancak böyle müthiş emre itaat gösterenler orduya alındı... Bu suretle çelik ordu talimini bi- tirdi. On bin kişilik bir süvari alayı meydana geldi. Mete'nin ilk işi babasının hükfımet merkezini basmak ol- du.
İhtiyar Teoman bakanlıktan atıldı. Mete Türklerin devlet _
başı oldu. Mete memleketine büyük yardımlar etmeğe karar verdi. Cabucak bir kurultay kurdu. Töre mucibince şölen yapıla ra k, Sükük yenildi,
kımızlar içildi. Ozanların kopuzlan
dinlendi
...
Dundan sonra sürgün avı yapıldı. Müzakere başlıyarak mem
leketi bir kanunla idare etmek için yasa ı:neydana getirildi. Gütün Türkler, genç reislerinden çok memnun, canı gibi se viyorlardı. Mete Türk ülkesinin iyi olması için çalışa dursun. Fakat. hudut boylarındaki düşmanlar ise, bu genç reisin tecrübPsi7.li ğinden istifade etıneği düşündüler. Türklerin zengin ve mede ni memleketlerine girerek servetlerini ele gBıÇirmek istiyor lardı. Mcte'nin canından çok sevdiği bir beyaz atı
vardı.
Bunu
çok severdi. Bir gün Çinli bir elçi gelerek, Mete'ye bir mektup..
getirdi, içinde şunlar yazılı idi.
c:Beyaz atınızı derha:l elçiye teslim ediniz. Yoksa cenk ! .. > Mete bu işe şaşmaktan ziyade güldü. Çinliler bunu harbe vesi le addetmek istiyorlardı. �ete hemen kurultayı toplad.L Mete kürsiye çıkarak : - Memleket ihtiyarlan gün görmüş büyükler, eizdea bir şey soracağım ! ... Hepsi bağırdılar : - Soruniız! ... - Eski günlerimizdenberi düşmanımız olan Çinliler, bir elçi göndererek benim sevgili beyaz atımı istiyorlar. Vermez sem, harp edeceklermiş, ne dersiniz? Kurultay üyeleri köpürdüler. - Ne demektir ? .. Bir Türk hakanının atına Çinliler bine mez. Kan dökeriz yine atı vermeyiz. Kan dökmek 18.fına Mete kızdı. İri gözlerini kurultay üye lerine dikerek : - Ey ihtiyarlar ! ... Bu istenilen at, yalnız Mete'ye aittir. Fakat harp ise koca bir millete aittir. Bir adamın atı için, binlerce Türkün kanı dökülemez. Diyerek altından yapılmış i k i hvus kuşlu kürsüden indi. Bütün boy !beyleri şaşa kaldı h:- . Mete hemen atını Çinliye verdL Türk milleti hayrette, Çinliler ise sevinçte idiler. Fakat bu hadise, Çinlilerin cüretini arttırdı. Bir ay sonra yine ·bir elçi Mete'nin sarayı önünde gö ründii, yine bir · mektup, Mete okudu. «Karınızı göndermedi��i niz takdirde, ordularımız hududu aşacaktır.» Mete bu mektu bu okuduğu zaman bile, gönlünün bir tanesi olan kadınını bir an için düşünmedi. Yine milletini düşündü. Tekrar kurultay kuruldu. Mete kürsüde : .
- Arkadaşlar, Çinliler bu defa da sevgili karımı istiyor lar, ne dersiniz ? Kurultay kaynaştı. Gözler açıldı, hep birden bağırdılar: - Bu ne rezalettir ?.. Hatun, erinindir. Yabancı ele vermek ·�anımız değildir. Mete, gök gürültüsü gıbi inliyen sesler arasında bir ars lan gibi kükredi : - Ey Türk kavmi ! . .. nen gittiniz! ... geri gittiniz! Vardı-
TÜRK
46
EFS_.\.NELERİ
ğınız yerde, Türk'ün kanı sel gibi aktı. Kemikler dağ g:ıbi yığıl
dı. Beyzade oğullar bir zamanlar kul oldu. Temiz ru hlu kız lar, halayık oldu. İyiyi, kötüyü seçemediğimizden bu haller başımıza geldi. Ben iyi düşünüyorum. İyi düşüneceğim. Beni yerin, ve göğün tanrısı Kara Han ve Yerlik Han ... Türk'ün admı, yükseltsin diye Türklerin
hakanı
yaptı. Tanrı kutu oldum.
Türkün şanı için gece uyınnuyorum. Gündüz oturmc.yo-
rum, lhep sizin,
hep
Türk milletinin saadeti için çırpınıyorum..
Yalın �ıyaklıları çanklandm:lım,
açları
doyurdum.
Dargınları
barıştırdım, dullan barklandırdım, bütün Türkleri bir bayrak
Fakat şimdilik sulh halinde yaşamak istiyorum.
altındaı toplamak istiyorum. leriyle
Fakat badem gözlü, sarı insanları,
dört cihet millet
başlarında
çakacak
şimşeği beklesiiıler ! . . İstedikleri kadın yalnız Meteye ait. Mil .
letim
uğruna
karım da
feda oh:nın, ne çıkar ?
Diyerek k ürs üden indi ve kansını göz yaşlariyle Çinliye teslim ett i . Çinliler şımardıkça şımardılar. Nihayet üçüncü defa: bir elçi daha gönderdiler. Bu defa da hiç işe yaramıyan
taşlık
bir arazi istiyorlardı.
Fakat memleket müdafaası için
bu toprak çok n:iihimdi. Mete, t�krar kurultayı topladı. Fakat bugün pek asabi halde idi, kürsüden : - Ey büyük atalar ! Çinliler bu defa da vatan
'bir
par�asın
dan bir yer istiyorlar. Ne dersiniz ? Üyeler : - Bu araziyi vermemekte bir sebep yoktur. Burası çorak
ve taşlık bir lnun çölücfür. Verelim ne çıkar ? ::M:ete, birden coştu : - Ey ihtiyarlar ! . . . Bana bakınız, bu istenilen topra:k be
nim nefsime ait değildir . Bu atalardan kalan kutlu vatanın bir parçasıdır; Bu toprak bütün Türk'ün malıdır. Kendi atımı,. kendi karımı istediğim gibi kullanırım. Lakin milletime ait:
olan bir malı tasaITUf etmek hakkı bana ait · değildir. Ben ibir tek taşım bile yabancıya veremem. İşte ben cenge gidiyonım gelen gelsin, kalan katsın !
TÜRK EFSAlNELERİ
4T
Tllrk süvarileri, kara bulu� gibi dağlardan yükseldi. Dağlar inil� tozu dumana katarak günlerce yürüdWer. Çia ülkesbııit< baskına uğrattilar, bir ovada iki ordu çarpıııtı.
'!Ö)lere girlldi ;
T0RK
48
EFSA.NELER.t
Derhal dışarı fırladı. Atının üstüne binerek, etrafa top fanmış binlerce insana gözlerini dikerek : - Haydi beyler, Alaylarınızı hazırlayınız. Cenk var. He <definiz Çin ülkesi. Dedi, atını sürdü... Arkasından yüz bin atlı, Türk süva ·rileri, kara bulut gibi dağlardan yükseldi, dağlar inildi,
çöl-
Jere girildi, tozu dumana katarak günlerce yürüdiiler. Çin ül ·kesini baskına uğrattılar, bir ovada iki ordu çarpıştı. Çin or dusunun başında Han Siil3.lesinden Kao-ti
bulunuyordu.
Çin
�imparatoru yenilerek Peteng kalesine sığındı. Çin ülkesi zapt ,edilerek, bütün halk haraca !bağlandı.
Mete sevgili
kansını
·bağrına bastL Atım da aldı. Binlerce esir, pahası milyonlara varan mallar ellerine geçti. . Türk muzaffer oldu. Atını oyna
"tan Türk bir cl.aıha durmadı. Bundan sonra Türk oğlu üç büyük kıtaya
şattı.
akın
ederek yirmi alb hükfuneti bayrağı altında ya
G Ö K
B A YR A K
Tanrı dağının eteğinde, bulunan iri bir kayanın üstüne
-yağı.z bir delikanlı oturmuş... Karşısında duran geniş omuzlu
tolgalı beylere diyordu ki: - Alpler, Yabgular, Başbuğlar, Tekinler... Her taraf yı kılmış. Bu ne haldir? Bir zamanlar şu yeşil çayırlarda genç kızların, yavuz delikanlıların, güle eğlene şen kahkahalar at tı kları bu yerlerde şimdi onların kanlı vücutları yatıyor. Tür kün o şanlı günleri ne oldu. Hun devleti yıkılmakla, Mete öl mekle, bizim Ciicenlerc esir olmamız mı 18.zımdır? Kurtul mak ve yine Gök Bayrağı dalgalandırmak için ne düşünüyor sunuz ? Tekinlerden biri cevap verdi : - Bumin çok iyi bilirsin ki, Türkler başsız iş yapamazlar. Muhakkak önümüze bir yiğit düşmelidir. Bu zaman bize dünya yı zaptetmek az gelir. Hepsi birden bağırdılar : - Yer yuvarlağı değil, gökteki yıldızlara bile at koştu rur, cihana oklarımızın sesini duyururuz.
kırmı zı yüzlü, çelik
Bumin :
- O halde ben öne düşersem benimle beraber olur mu ımnuz ? - Oluruz ! .. Diye söz verdiler. Bu· esnada atlar kımıldadı, atların ara ı-:ından ihtiyar eski bir başbuğ göründü. Bumine doğru ağır ağır ilerlemeğe başladı. Herkes sustu. Başbuğ : - Ey delikanlı seninle bera-ber oluruz. Fakat memleket kurtuluş davas!na, sevda kanşırsa beklenilen gaye doğmaz. Dedi ve arkaya dönerek Tekinlere baktı : Buminin yüzü kıpkırmızı oldu, önüne baktıktan sonra : Tllrk Efsaneleri
-
F. 4
TÜRK
50
EFSA..�ELER!
- Gün gönnüş ihtiyarlar · vatan
aşkından
ve istiklal aşkı kadm.
çok yüksektir. Bunu sezenlerdenim, ıbana· emin ola
bilirsiniz. - Öyle amma, se n niçin, Cij.cen hakanının, sarayı etra
fında çok geziniyorsun ? - Etrafında değil,
hatta içinde
Tekinler birbirine bakıştılar.
bile geziyorum.
Kimi
asabileşti. Kimi hay
rette kaldı ... Acaba Bu m i n ferdi zevkleri için
memleketi bir felakete mi sürükliyecekti. Herkesin kalbine bir şüphe düştü. İhtiya:r :
- O halde sen onlardansın, aramızda işin ne ? Bumin, gayet sakin bir sesle : - Ben Cücen hakanı Anakuhinin kızı Asaı:ıayi seviyorum,. ondan.
Bir delikanlı bağırdı : - Bumin bu ne demektir. Bir düşman kızı sevilir mi ? - Ben Asanayi
seviyom m ,
çünkü o kız Asana
hane da -
nından bir Türk kızıdır. Memleket için en büyük acıyı duyan lardan biridir. Öne atılmak cesaretini ben o kızdan aldım. İhtiyar :
- O kız kurtuluş davamıza karışacak mıdır ? Bumin : - Nasıl
karışacak ? Asa.na ı.ıabasının c anavarlığın da n bılanışt ır. Babası bütün 'halka zulüm etmekle beraber ailesine de aynı suretle zaliµıdir. Sarayında bir kızı ve oğlundan başk a kimse kalmamıştır. Yakında Asanayi de Çinlilere dostluk hedi� yesi olarak gönderecektir. Kız gitmek istemiyor, Ata soyun dan birisiyle evlenmek istiyor. Thtiyar : - O
halde,
bu kız bize ne suretle yardım edecektir ?
- Onu, kale kapılanna dayandığımız
saat öğreneceksi -
nız . .. . .
'
Başbuğlar :
- Bumin, ya öğrenemezsek ! ... - Bana· emin olunuz... Bu yaşıma kadar aranızda
yaşadım
yiğit
ve yiğit öleceğim. Ben Altay maden ocağında çalışan
51
TÜRK EF'S:ANELER!
bir işçiyim. Yalan söylemem. Haydi gidiniz. Bir ay sonra ütü ken ormanında bütün kuvvetlerle birleşelim. Hepsi dağıldı, Cücenlerden intikam alarak, yeni bir dev let kurmağaı karar vererek yola düzüldüler.
* Fecrin solgun ışıklan: altında Tanrı dağlarının ak başlan yavaş yavaş beliriyor ; İzbe vadilerinde yüksek ağaçların loş gölgeleri
altında yalınız süvarilerin mızra·kları parıldıyordu.
Sabahın serin rüzgarı, süvarilerin ağır ağır söyledikleri vatan türkfu'.ünü vadilerin derinliklerine doğru alıp gidiyordu. Güneş lbu içten gel-:n, türküleri dinlemek için dağlar ara sından, başını kaldırıyor, bütün ışıklarını benek, benek orma nın gölguleri aırasınc'l,an , kurtuluş yoluna atılanlar�n üstüne serpiyordu. Yürüdüler. Tanrı dağlarıwn
doğru
berrak
ırmaklarına
yürüdüler, Ütüken ormanın !çindeki Kızılkaya mevkiine
geldikleri zaman... Bumin'i orman içinde tek başına
gözlerini
bu alaya dikmiş, gördüler. Bumin kimseye bir şey söylemeden, ha·reketb olan ala
yın önüne diiştü. Bu alay böyle heybetile tam iki gün yol aldı. Türklerin bu kaynaşmalarını, Cücen hakanı ha.bar almış, o da ordularının başında, Türklerle çarpışmak ÜZ?.re yola çıkmıştı. Bir öğle vakti iki ordu Havay Havang
•nnağ!
kenarında bir
birlerile karşılaştılar. Türk ordusunun önünde Türkün
Kurt
başlı sancağı dalgalanıyordu. Irmak boyunda !borular öttü. Davullar çalındı. Her iki or du okJarını çekerek birbirlerine hücum ettiler. Irmak boyu toz Muharebe bii.tün şiddetiyb akşama k1dar sürdü. Tükler galip bir vaziyette idiler... Nihayet Anakolh i n or duları Türkün kılıcı karşls•nda buz gibi eridi. Kaçan kaçtı. Ka dumana karıştı.
lanlar esir oldu. Havay Havang ırmağı
kızıl akıyordu. Göl{
Türkler kaçan Cücenlerin peşine takıldı. Fakat gece olmuştu. Türk alayları Bumin'in gösterdiği yollardan ilefıediler. Niha yet bir vadide pusuya yattılar. Cücenler hükiime t merkezleri olan şehirdeki kalelerinden
52
TüRK
EFSANELERİ
içeri girmişlerdi. Çok sağlam olan bu kaleyi zapt etmek
çok
müşküldü. Çünkü kat'i zafer bu kaleyi zapt etmekle elde edi lecekti. Bütün başbuğlar, Bumin'in yüzüne bakıyorlardı. Herkes beklenen saatin geldiğini
Bumin,
Burnin'e
gözleriyle a nlatıyorlardı.
alayın içinden ayrıldı ve arkada.�danna : «Saati bekle
yiniz» di) • -rek, yerde sürüne sürüne kalenin önüne doğru
iler
lemeğe !başladı. Nihayet kalenin duvarlarına yanaştı. Kalenin
bir mazyalında bir ışık yanıyor, sönüyordu. O tarafa yanaştı. Bumin bundan on beş gün ev vel, Cücen hakanının kızı ile an laşmıştı. Bumin askerleriyle kaleye yaklaşırsa, Asana bir maz galdan ateş yakacak ve Bumin buraya yanaştığı zaman kale nin anahtarlarını ona bir torba: içinde atacaktı. Bumin bu ya nan ışığın altına yaklaştı. Beş dakika sonra bir torba düştü. Bumin torbayı kaptı, göğsüne bastı. Heyecandan kalbi
çar
pıyordu. Fakat arkasından bir ok yağmuru başladı. Kaleden bir feryat işitiliyordu. Bumin bu zafer anahtarını kalbinin üstün den ayıramıyordu. Bu torbadaki anahtarlar ona çılgınca se vinç vereceğine, kendini boğacak gibi bir sıkıntı veriyordu. Sanki bu torba onun kalbini tırmalıyordu. Koştu, koştu, karan lık vadinin arasından koştu. Alayların yanına geldi : Kimse uyamamış, herkes zafer saatini bekliyordu. Bumini perişan ve solgun bir benizle gören askerler geri geri çekildi ler. Bumin göğsündeki torbayı sıkı sıkı tutuyordu. Buminin göğsünden akan kanlar bütün elbisesini kızıl bir renge bürü müştü. Herkes Buminin ağır bir yara aldığını anlamışlardı. Bumin alayın arasına girdi : - İşte size vaadettiğim saat geldi, zaptedemediğimiz kale nin anahtarları şu torbanın içinde ... Diyerek torıbayı açtı. Kesik bir kadın başı ! ... Bumin :
- Ah Asana, Beklenilen saat senin kesik başını mı gör mekti ? Diyerek kesik başın üstüne kapandı.
Cücen hakanı
kızının hiyanetini anlamış, onun başını aşıkına: anahtar
atmıştı. Arkadaşları :
diye
53
Bum.in alayın arasına girdi : - l şte size vaadettiğim saat geldi, zaptedemedltJmlz kalenin
tartan
§U torbanın içinde ...
Diyerek torbayı agb.. Keıılll bir kadın bqı! •.•
an�
54
TÜRK
EFgANELER.t
- Ha'Ydi Bumin ağlayacak zaman değil, intikam alına geldi ? Diyerek, gece yansı tekrar bir hücuma kalktılar. Kale nin önüne yanaşWar. Kanlı bir muharebe başlad1 • Bumin elin deki hançerini kal?nin duvarlarına saplaya saplaya bir mer diven yaparak kaleden içeri girdi. Kurt başlı sancağı kaleye dikti. Bu saatte güneş doğmu�tu. Cücenler de ka1eden kaçma ğa başladılar. .Askerler de içeri girdi. Y::ılnız hakanın oğ1u An lusin bir miktar asker1e arka kapıdan Çine kaçlı. Cücen ha cak zaman
kanı kaçamamış kendini sarayın bir odasına asmıştı.
Bu suretle Türk vatam kurtarıldı. Bumin Ütükeni mer kez yaparak Gök Türk devletini kurdu. Artık gök bayrak, ma vi gökte hür dalgalanıyordu.
A L AN G O V A
Bağa Tarhan adlı reis gür bir sesle : - Atları çayıra salın... Otağlar kurulsun ... Diye kükredi. Hep atlardan
indiler. Zümrüt yüzlü çayırlar
yiğitlerle
ıloldu. Gemleri c.özülen atlar, yaydan fırlayan bir ok giJbi hop l ıya, kişniye yaylaya yayıldılar. Çoşkmı bir sel halinde
köpüre köpüre akan bir
ırmağın
kenarına ak çadırlar öbek, öbek kuruldu. Ta karşı.da gC,1e ba.ı;ıın ı dayamış, Tanrı dağları ardından, � iineş
.•
i1k
1ş::k] arını yayhya serpiyordu. Akbabafa r karlı dağ
ların derin V8.dilerine, kartallar ise iri kanatlarını yelpazeliye, yclpazeliye
2.ğır
ağır yaylanın
ötesinden uçuyorlardı .
. Bağa Tarhan : - Çocuklarım, artık yılların yükü sırtıma çöktü,
ihti
yarladım. Baş!arı ak karlı dağlar gibi saçım ve sakalım ağar
tli, alnımın çizgileri birbiri iizerjne sıralandı. heni yalıyarak
Ölüm
fırtınalan
geçiyor. Yaşayış yolculuğunun sonuna
var
tlım. Şapolyo ve Tardu eğilmiş başlannı göğe diktiler. Sonra Şapolyo : - Baba . . . Baba· ! . . Yer ve gök Tanrıları iyilik kanatlarını .
ı;cnin üstüne girmiş...
Türk
milletinin şanı içfa seni bize ba
ı'!; ışlayacaktır. - Tabiat kanunları şaşmaz... O vazifesini herkesten
iyi
ibilir. Boş istekleri bırakınız... Eğer ben size son vazifeyi yap madan ölürsem,
koca bir il başsız kalacak. Başsız milletler
l>eyinsiz insanlara benzer. Şapolyo : - Yoksa bizi baş mı yapmak istiyorsun ?
TORK
56
EFS'.ANELERl
- Evet ! Tardu : - Beni de mi ? - Evet ikiniz de ! Şapolyo : - İki kişiye bir devlet ; bu nasıl olacak ? - Ataların töresi onu da düşünmüş. - Nasıl ? - Sabredin göreceksiniz. Bağa Tarhan ayağa kalktı, senelerdenberi reisin çadınn dan ayrılmayan iki tane ak ve kara kartal vardı. Bağa Tar han, kalın bir tünekte, ihtiyar iki arslan gibi :foran kartalları bir iki defa okşadıktan sonra, kartallan sol ve sağ bilekleri üstüne koydu : - Haydi yavrularım, kaya başına. . . Otağdan epeyce uzaklaştılar..
Bir kayanın başına geldi
ler. Karşıda !bir vadi derinlere doğru gidiyordu. Bağa Tarhan : - Şa·polyo, ak kartal senin ülkü yolunu çizecek, sağ ta rafa... Tardu, kara kartal da senin ülkü yolunu gösterecek,. sol tarafa.. Bu söz üzerine kartallann gözlerinden meşin örtüyü al dırttı. Ak kartalı sağa, kara ka·rtalı da sola saldı.. Çocuklarma ;
- Haydi gününüz aydın, yaşayışınız uzun olsun Şapol yo, sen sağ tarafta Türkü yaşat, sen de
Tardu sol tarafta
Türkün adını şanla doldur. Hep sarmaş dolaş oldular,
sonra.
iki genç atlarına atladılar, göz yaşlarile biri sağ tarafa diğ·eıi sol tarafa var hızla uçtular. Kartallann havadaki izleri üze rinde yürüdüler. Şapolyo gitti dar vadiler içinden !hep gitti.. Ak kartal ha vada ağır, ağır uçuyor, sanki bu delikanlıya yol gösteriyordu� Çok gittiler. Nihayet ak kartal dağlar arasında geniş bir va-· dinin üstünde uçmağa başladı. Bu vadi tabiatın bütün güzel liklerini toplamış, bir yerdi, çayırlar 13.le sümbül, fulyal arla
bezenmiş, berrak akarsular kenarında geyikler ince bacaklan
TüRK
EFSAiNELER.t
5'i'
üstünde, budaklı boynuzlannı sağa sola sallayarak koşuyor- lardı. Bu esnada ak kartal vadinin bir köşesindeki bir kayadaru . içeri girdi. Ta uzaktan göz alıcı bir ışık parlıyordu. Işığa doğ· ru yürüdü. Boğuk lbir ses : - Kimdir o ! .. Şapolyo şaşırdı. O da: Sen kimsin ?.. Dediği zaman, bir inilti halinde ince bir ses : - Ben Alangova .. Alangova ! .. Şapolyo : - Ey Alangova.. Bu mağarada ne araTsın ne iş görül"-.. sun ?. . -
- Baş olacaklara öğüt vermekten başka işim yoktur_ - Öğütlerin ne imiş, bana da söyler misin ? - Peki, dinle ! «Hakimiyet milletindir! > «Kanunsuz bir millet yaşıyamaz! > «İnsanlar hür doğar, hür yaşarlar ! > «İstiklalsiz bir millet olamaz ! » «Toprak b ir altın hazinedir ! » Ses kesildi. Şapolyo : - Ey Alangova ! .. Hepsi güzel, kabul ettim. Bir kene ken dini göster. O anda göz ahcı bir ışık içinde uzun san saçlı, mavi göz- lü bir kadın göründü.. Şapolyo baka kaldı. Biraz sonra : - Ey peri yüzlü güzel kadın, hoşça kal ! Diyerek Alangova'yı bıraktı. Atına atlıyarak bu güzel va dinin ırmak boylanna giderek, bura halkına kendini tanıttı. derhal bir kurultay toplıyarak bir yasa yaptırdı, hallan ha kimiyetini tanıdı, anlan hür olarak idare etti. Türk istikl8.li- ni müdafaa için çelik bir ordu hazırladı. Köylülere toprağın en değerli bir şey olduğunu a.nlattı, bu yüzden halk Şapolyo' yu çok sevdi, daima sevgileri üstünde yaşattı Şapolyo'nun ma nası Alp, ve kahraman demekti. Kardeşi Tardu ieeı sol cihett&
:'58
TÜRK
EFSANELERİ
kara kartalın yol göstericiliği.le bir mağara önünde atından jndi. Mağaraya gireceğine boy içine daldı.
Pınar yanın da bir
kız gördü. İlk işi onunla sevişmek oldu. Halk işile uğraşma yıp sevda işine düştü. Nihayet halk onu bir at kuyruğuna bağ layıp sürüye sürüye öldürdü. Şapolyo ise zaferden, zafere koşuyordu. Alaııgova'ya gök ·ten Bekeda, Yelkeda adlı bir mavi ışık düşerek onu gebe bırak ·mış, Ayşim adh bir kızı olmuştu. Alangova, bu güzel kızı Şapol yo'ya gönderdi. O da bu güzel kızla evlendi. Alangova'nın nesli •orta Asyaya hakim oldu ..
K U TEN
Kar lapa lapa yağıyor, her tarafta kar.. Beyaz oyaların üstünde yağ·z atlarla yürüyen büyük bir kafile İtil ırmağının buzlan üzerinden geçmiş, Avrupaya doğru göç ediyordu. Asyanın görmedik dört bucağını bırakmıyan Kuman Türk leri bir çığ gibi , bozkırların karları üzerinde izlerini bıraka rak yuvarlanıyor, yeni bir yurt arıyorlardı. �uzgun denizinden Macaristan ovalarına kadar at oyna tan Kumanlar, bu defa soydaşları olan Macarlarla bir yurtta birleşerek kuvvetli bir devlet kurmağı düşünmüşlerdi. Macur Kralı ile de anlaşmışlardı. Bu kafile ilerlerk2 n Macar Kr:ılı da ordusuyla Kumanlara sınır boyunda karşıcı çıkmıştı. Bir sabah kar durm�ş .. Güneş altın ışıklarını salk1m, sal kım karlar üzerine dökmüş, yerle gök aynı renkte ışıldıyor du. Kumanlann hakanı Kuten bağırdı : - Nöcet vurun .. karşıda kardeşleriniz sizi beklemekte. Trampet, flüt sesleri, ovaları inletti. Genç Türk kızları milli türküler söylemeğe başladılar. Kuman ve Macar Türkleri karşı karşıya ilerliyorlardı. Ku manlar pek heybetli idiler. fütşlarında Sorguçlu miğferler, gö ğüslerinde parlak birer çelik yelek, mızrakların uçlan havaya kalkmış, kükreyen atlar üzerinde maceralara doğru yaklaşı yorlardı. İki ordu karşı karşıya geldiler. Kuten : - Günaydın.. Diye yüksek bir sesle Macar ordusuna bağırdı. Karşı ta
raftan :
- Günaydın ..
TüRK
60
EFS'A�ELERt
Sesleri bir aksiseda gibi bu söze aynı dilden cevap verdi. Macar Kralı ve Kuten askerin önüne çıktılar. Atlann dan atlayıp birbirlerile omuz omuza sarmaştılar. Macar Kra lı : - Safa geldiniz, Yurdumuza şenlik getirdiniz. Bundan sonra iki kan kardeşi beraber ya şıyacağız. Yemin eder misin ?' Kuten işaret etti. İri bir asker iki hakanın ortasına bir köpek getirdi. Kuten belinden iri kılıcını çekti. Köpeğin ba şına bir kılıç vunnasile gövdeden ayırdı ve : - Eğer sizinle beraber olmaz, Macar Türklerine ihanet edersem bu köpek gibi başım gö\'demden ayn olsun, lt gibi. öleyim Türkler en büyük yeminlerini !böyle yaparlardı. Macar Kıralı da en büyük yemini iki ordu karşısında yaparak Ku- man Türklerine bağırdı : - Haydi kardeşler hudutlarımız size açık. Tuna boyla-· rının yeşil ovalan size de yurt olsun . Misafiretiniz kutlu ol- sun. ...
Her iki ordu ve arkadan Kumanlann kafileleri yürüyüşe geçtiler ve Macaristanın her köşesine dağıldılar. Bu günden öte, yıllar geGti. Bu iki cenkçi kavim birleşti ler. Bunların yurtlarına garptan hiçbir kavim akını olamadı. Bu kuvvetli devl2t her tarafa şan saçmıştı. Fakat orta Asya Ye Moğol orduları, kavimler kapısını aşmış, İtil boylarından. Maca·ristana doğru ilerliyordu. Kuten Moğolların hakanına adam gönderip, beraber ol duklarını, Macaristana akın etmemeleri için rica.da bulundu. Bunu haber alan Macarla·r Kumanlara bir anda düşman kesil diler. Kuten alayıhinde halk galeyanları başladı. Kuten bu ga leyanı anlayınca, Kuman büyüklerini başına topladı : - Arkadaşlar ! MacaTlar bize hiç yoktan yere düşman ol dular. Daima hazır bulununuz. Hep bağırdılar: - Kuma·nlar olmasa idi. )/[acar ülkesi müstakil bir dev let kalabilir miydi?
TÜRK EFSANELERl
61
Kuten : - Ne yapalım ki, iyiliğimizi anlayamadılar ...
- Kuten silahlanalım mı, ne dersin ?. - Daima hazır bulununuz. Ben büyük bir tehlike sezi-
yorum.
·
- Hazırız, gencimiz, ihtiyarımız onlarla yılmadan çarp:ış
mağa hazırdır. Bu söz üzerine başbuğl ar Kuten 'in yanın dan ayn ldılar.
Macar Kralı, Kuten'in başbuğlarile yaptığı toplantıdan müthiş sure tte kuşkulandı. O da kumandanlarını çağırarak '.t ir toplantı y aptı. Ve dedi ki : - Galiba Kuten Moğo llarl a birleşecek ve bütün Macar l arı kılıçtan geçirerek, bu yurda lbir başına hakim olacaktır. - Ne yapıl acak , Kuten'in vücudunu ortadan kaldırmak 1iızımdır.. Hepsi birden «pek fili» diyerek , Kuten'i öldürmeğe karar verdiler. Bir akşamdı.. Koyunlar ağıllarına:, kuşlar yu valanna in . ;anl ar evl erine dönüyorlardı.. Güneş kan renkli son ışıklannı batıya seryım i�, gn'k kı f.tl bir hale gelmişti. . Gün kararmadan, büyük bir insan kaiabalıpı gör.ilt.üler ·ı,., ell erind e baltalar ve kamalar sokaklarda «Kute11'in başı o rtadan kalkmalı dır. > diye feryat ediyorlardı. Kuten bu korkunç sesleri duyunca evinin pen ceresi n den
. t ı �an baktı . . Binlerce halk ve asker silfı.hlanm.1ş, çocuklarile haş başa tatlı günler yaşıyorken , bugün yuvası sa nlmıştı : Pa fabıyıklı bir adam : - Kuten aşağı in, s eninle p aylaşıla cak kozumuz var..
İçC'rdf'n ses yok . Bu sessizliğe kar!)ı kuduran MaC':ı.rlaı . ..
1 >aha ziy ade ortalığı gürültüye vermeğe başladılar.. .
Kuten'in hayatı tehlikeye gi rmi9tir. Türk _,llerir.de kılıç · ·a! lamıEJ. ülke!er kazanmış fr.tiyar Kuten'in, ba.şı ü st ünde öliim
f : rtınalan esiyor. Ak sakalı temiz kı:ı.nivle kızıla bovan:ı.cak, tıir kılıçla yere yuvarl ana ca ktı . Bu adam Macarlara ne yap ııııştı. Kabahati ne idi ? Türkün adını bütün İtil'e ve Avrupa or-
TORK EFS:ANELER1
62
talarına tanıtmış bir Türk kahramanı idi. Şimdi ona layık g5-· rülen ölüm niçindi ?.. Gürültüler gittikçe artıyor... Evinin demir kapıları balta larla kırılıyor, pencerelerine halatlar atılıyor... Muhasarada. kalmış son düşman neferini boğmak için hücum eden askerler gibi, Macarlar Kuten'in kanına susamış vahşi canavarlar gibi saldırıyorlardı .. Güneş iyice kana boyanmış, gök ufak her yer kan, tngin de kızıl.. Bütün tabiat susmuş, Kuten'in temiz kanım dökmek. isteyenler bağırıyordu. Bu esnada Kuten'in kansı perişan bir halde Kuten'in bulunduğu odaya girdi : - Kuten bizi düşmanların kirli ellerine bırakma.. Beni öldür. Senin gün görmüş k!lıcınla öleyim.. Nam�sum ellerin.. oyuncağı olmasın .. Kuten gözlerini açtı.. Kansına bir adım attı. Dışarıdan. gürültüler fazlalaşınca geri çekildi. Kansı : - Korkak ! .. Diye bağırdığı zaman, zavallı kadının kanlı başı tahtala rm üzerine yuvarlandı.. Bu esnada Kuten'in iki çocuğu kapı dan girerek :
- Baba, baba !.. Diye feryat ediyorlar.. Sanki çocukları «Annemizi nıçın kestin ? » diye babaianm boğrnı:ı.ğa geliyorlardı. Bu esnada kan lı kılınç tekrar oynadı iki masum ya·vruyu da kanlar içinde· analarının temjz kucakları üstüne cansız düştü. Kuten çocuklarının üstüne kapanarak : - Ta.'lrım . Sana ne günah ettim de bu kanlı sahne ile be ni ölüme mahkum ettin ... KaJbahatim Türkün adını dört b!l- cakta dolaştırdığım için mi, bu hayatı bana reva gördün ? Diye hıçkıra, 'iııçkıra ağlarken, demir kapılar baltala.da. kırıld1. Macarlar kudurmuş bir halde Kuten'in odasından içe- ri girdiler. Bu kanlı sahneyi görünce, Kuten'e hücum ettiler Kuten aya·ğa kalktı. nk içeri giren iki askerin başını da yere· yu varladı... Macarlar büsbütün kudurdular, nihayet Kuten'i de kanlar içinde yere serdiler. .
..
T0RK
EFSANELERi
Der!:ıal Kuten'in başını keserek, evinin penceresinden so kağa toplanmış olan halkıJ?- önüne attılar. Halk Kuten 'in ba şını alıp, intikam diye feryat ederlerken, Kuten'in çocukları nı n başlan da kaldırım ta�lan üzerinde yuvarlamyordu, /
B U A R I K
- Biz kadınlar ; erkekleri kadınlaşmış olarak görmek is t em e yiz Erkekle kadının farkı birinin bıyıklı diğerinin bıyık .
mz oluşu değil, ruhlarının ayrı ayrı heyecanlara sahip olması
.da
buluruz. Vural, Buarık'ın bu sözlerine karşı gülümsedi ve elindeki
si yah astragan kalpağını parlak çizmelerine vurmağa başladı. :Sonra başını kaldırarak : - Bu ruhtaki ayn heyecanlardan ne kastediyorsun ? .. - Ne mi ? . .
- Evet .. Buank çayırların arasından bir mor çiğdem kopardı. Bir ıiki defa kokladıktan sonra :
- Erkek denilen ma'hluk, ilk insandan bugüne kadar ruhu nedir, anlıyamamıştır, ve anlıyamadan
dın
ka
gidecektir,
dedi. Vural : - Niçin ?. - Kadın etle kemiğin meftunu değil, erkekliğin aşıkıdır. s:z kendinizi kazandığınız para ve
kolunuzdaki· kuvvetle
öl
<�er ve kadınları bu iki kuvvetle esir etmek sevdasına düşersi · niz. Ne yazık ki n e paranız v e ne de kuvvetiniz, gönül bağına !.ı i r zincir vurabilir. Para saadet getirmez, kuvvette gönüle ha i�i m olamaz.
Vural güldü ve : - Kadınların istediklerini pek iyi bilirim o
da
üçtür.
Buank :
- O üç
şey nedir ?
- Para, şöhret, güzellik.. Buarık kendini alamadı.. Kahkahalarla güldü : Türk
Efsaneleri
-
F. 5
TÜRK EFS'.ANELER!
66
- Vural yanılıyorsun, kendini bilen bir kadın ne paray�
..
ne şöhreti, ne de güzelliği esas tutar.
- Ekseri kadınlar böyle değil midir ? - Hayır değildir. Senin söylediğin kadınlar şehvet mecnunlarıdır. O tip kadınfa.r parayı yabancı erkeklerin meclisi ne girerek, sarhoş göğüslerinde dişlenmek için isterler. Şöh reti de bu arzularına varmak için kullanırlar. Güzel erkekleri. de aşıklarına nisbet vermek i.çin yanlarında taşırlar. Bir aile kadını ne parayı, ne şöhreti, ne de kadın kadar güzel erk:kleri . ister. Ah . Vural, hakiki Türk kadının aradığı tip başkadır. - Buank, ne ise onu söyle ! - Temiz bir kadının ruhunda gizlenen hayaller nelerdir ?· Ah, onların ruhuna nüfnz etsen ve bir anlasan, bütün kiiçük-· Iüklerinizden utanır, kendinizden nefret edersiniz. Kadın, erkek ruhunun meftunudur. Onlar da şunlardır. Vekar, alaka, cesaret .. - E bunlardan ne çıkar? - Ne mi ?. Vekarı olmıyan bir erkek haysiyetsizdir. Ve. bence köpeklerden alçaktır. Ki�enin yanında bir kıymet de-· ğildir. Bir muhitte lnymet. olmıyacak insanlar etle kemikten başka bir şey değildir. Alakası olmıyan erk2kler ne işini se ver, ne de maddi fötiyaçları için bir kazancı olur. Erkek aynı zamanda ailesinin, cemiyetin mu.1ıafızıdır. Kadınlardan korkak bir erkek ne yuvasına ve ne de ka nsına ve ne Cle m-:nsup olduğu milletini yaşatmak kudretine hakimdir. Cesur erkekleri bulunmıyan milletler cemiyetlerini müdafaa edememişler, bütün milleti sefaleta ve esarete sürük lemişlerdir. .
Vural biraz ciddileşti : - Bu saydığın şu üç meziyet bugünün erkeklerinde yok mu ? Buarık yerinden fırladı : - Yok ! Vural : - Neden yok? - Şundan yok ki, düşman sınır boylarına geldiği halde
TORK
EFS;.\NELER!
67
bizim boylarda hi.çbir hareket yok .. Vural ·bu söz üzerine ayağa kalktı. Müthiş asabileşmişti. - Vural kızma, cesaretini denemek istiyorsan. Git ken dine arkadaş topla, cenk meydanına koş ! Bak düşman sınır boyunda bütün Sa·bir kabilelerini kı lıçtan geçiriyor. Persler alaylar teşkil edtrek Türkün ülkesini zaptediyor.
Hani Türk erkekleri ? Böyle mi
olacaktı. N.i.çin
bir cesur yiğit delikanlı çıkmadı ?. Adım, adım düşman ilerli yor, birkaç gün sonra da
kasabamız,
düşmanın
lolıçlanna.
boyun eğecek, yani Sey ve Obi ırmakları Türkün kanile boya nacaktır. Git kasabaya söyle . . . Onlan cenge davet et ! .. Vural Buarık'ın yamndan ayrıldı, koşa, koşa, kasabanın meydanına
gitti.
- Pers süvarileri, lbütün Sibirya'yı istilıl edecek, buz de nizine kadar at koşturacak .. Ne duıuyorsunuz, haydi düşman la çarpışmağa gidelim ! .. Vural bağırırken iki kalın sütun arasından Şaman elin deki bakır zilleri birbirine vurarak yersular,ı topluyor,
sihir
bazlığa başlıyordu. Halk cenk teklifine sırt vererek, Şaman'm sihirli mabedi ne doğru ilerliyordu.
- Yurt
gidiyor, naydi
yiritler cenge ! Güneşin doğduğu
Binlerce insanda ses yok.
tarafa kolla
rını uzattılar ve sonra dizleri üzerine çökerek , toprağa
kapan
dılar .. Şamanlar gökteki V3 yer altındaki Tanrıları t opluyor
.
bu tembel insanla·ra nimetlerini dağıtması için yalvarıyordu.. Buank, Vural'ın teklifine kulak asmıyanlan görünce keneli
ortaya atıldı ; kau.n ses� : - F.u
leri
de
bu yere kapanmış binlerce hallon arkasında bir
vııtıı ..., rl ı> Rhr ! . Düşman ilerliyor. .
alacak .. Haydi cenge !
..
Bu kadın sesinin acı feryadı bütün
kaldırdı ve ona diktmli ... Buarık :
Elinizdeki nimet
eğilmiş b8.§lan yerden
T0RK EF�LERt
68
Şamanlar
gökteki
ve
yer altındaki
Tanı,lan
fn:;anlara n'metlerini d:ığıtma�;ı için yalvarıyordu.
to;Jlııyor.
bu
U-.m l:ıcl
TÜRK
EFSANELER.1
69
- Ne duruyorsunuz ? Bu afyonu size kim içirdi, niçin kı mıldamıyorsunuz ? Başlar tekrar yere kapandı, yere eğilmiyen yalnız ka
dın başları oldu, bu manzarayı gören Buarık : - Haydi kadınlar, lbenim1� olunuz. Yurdu
kurtarmağa
gidelim. Sabir vatanı için vuruşacak erkek yoksa·, erkek
ruh
lu kadınlar var ! . Mabedin
önünden bütün
kadınlar
kalkblar.
Evlerine
giderek, kocalarının silahlarını takındılar ve atlarına atladı lar, binlerce kadından bir ordu yaptılar, Bua_rık arkaya ba ğırdı : - Eğer düşmanı yenersek, bu yurtta yine erkek ok·rak
mı gezeceksiniz ?. Buarık bu kadın alaylarını aldı, bir glin bi r gece
yürü
yüşe geçtikten sonra Perslerin büyük ordularına rast geldi ler .. Ertesi
gün,
düşmanla çarpıştılar. Fakat düşmanı yene
mediler. Yalnız kadınla·rdan toplu olan bu ordunun peşine Pers ler takıldılar. Buarık düşmanı
bozkırlara döktii ve ordusunu
bir vadi içine sakladı. Düş�an bir bataklık içine düşmüş, sa ğa sola bakıyordu, bu şaşkın ve yorgun Perslerin üzerine Bu arık en şiddetli !bir hücumunu yaptı, binlerce kadın hep bir ağızdan bağırıyorlar ve havada kılıçlarını sallıyarak düşma·· na saldırıyorlardı.
Düşman ne olduğunu şaşırdı, geri kaçmağa başladı,
bir
kısmı bataklığa battı, bir kısmı Obi ne'hrinin içine düş-:rek bo ğuldu. Buarık'ın kadın alayları, düşmanı kılıçtan geçirdi. civardaki Türk boyhrının delikanhla"ı da
Ve
bunlara karıştı.
Düşmanı öne kattılar ve niıhayet krallarını da
yakalıyarak
esir ettiler. Sibiryayı istila eden Persler bu suretle Türk ka dın cenkcilerin3 esir ve mağlup olmuşlardı. Buarık, yüzlerce esirle Kutlu Balık şehrine büyük bir za fer alayile girdi. Uyumuş ve cesaretini ka·ybetmiş erkeklerin önünde bir geçit resmi yaparak kendini Sibiryanın hakanı ilWı ettirdi. Civardan bütün haylar
gelerek
kahraman
yeni devletine and içerek buyruğuna baş eğdiler.
Buarık'm
TÜRK EFSANELER!
70
Buank alt1n tahta oturdtio ÖU gün esir Pers kıralının
ka
fatasına şarap dolduru1arak kendisine sunulunca : - Bu, içi şarap dolu esir başını alınız. C: nkten kaçıp ke silen, korkak erkek başlannı n
yanına gömünüz, dedi.
Bundan sonra Buank Sibirya'daki Türklerin en namlı bir
hakanı oldu
ve büyük ülkesine Sibirya adı verildi.
G t! L T E K İ N iri kaya parça�arından yapılmış, duvarları isli bir taş o d:ının altına ceylan derileri serilmiş, karşıda bu tavanı ba
sık odaya hapsedilmiş gibi duran bir zenci yüzü gibi kapkara bir ocak , çılgınca yanan gürgen kütüklerinin çıkardığı. alev, ::ıanki oda içindekileri boğmak için homurdanıyordu. Ocağın kızıl alevlerile bütün çehreler ham lbir bakır ren gine bürünmüştü. Hepsinin halinde bir yorgunluk vardı. Dışarıda delice esen bir rüzgar, çam kütüklerile örülmüş kapının aralığından içeri sızıyordu. Bu odada beş kişi idiler... Üçü başlarını duvara. dayamış lar, uyukluyorlar. İkisi de ocak başında konuşuyorlardı : Bir tanesi : - Gültekin . .
.
Sen;
Kutluğ gibi Türk tarihinin büyük kur
tarıcılarından birinin oğlusun, ba·ban paylaşılmış bir devleti düşman elinden kurtararak yeni bir getirdi..
Sen
Türk devleti m�ydana
böyle bir !babanın oğlusun.. Bu, böyle olduğu haJ
tle senin niçin bu kadar düşmanın var ?. Gültekin güldü : - Benim düşmanlarım, memleketin ne halk kısmı ve ne d� orta sınıftır. Benden hoşlanmıyanlar asılzadelerdir, bunlar az iş görerek, çok paraya malik olmak istiyenlerdir. Bu insan
l ar devirlerinin kan emici vampirleridir. Ben daima onlan mahvetmek isterim, çünkü çalışanlar rahat ve mesut yaşasın
lar, azlığ·ı
az himaye etmek , çokluğu kuvvetli müdafaa
etmek
ylğitlerin şanındandır: Karşısındaki delikanlı : - Gültekin, ha·kan olabilmek imkarun varken, niçin is yan ederek amcan
Meço'nun çocuklarını
Ve kardeşin Bilge hanı tahta geçirdin.. - Niçin mi?.
kılıçtan
geçirdin ? ..
72
TüRK
EFSANELERİ
- Evet.. - Sen bunun sebebini şimdiye kadar öğrenmedin mi ? __.: Bilmediğim kısımları da var ... - Amcam Meço , babam Kutluğ gibi kahramandı, Çin ül kesinde kılıç salladı. Türkeş ve Karluklan önüne sürdü, gö türdü. Fakat çocukları ise, babasının kazandığı şöhretlerden istifade ederek aç gözlü birer sefih oldular, Zevke ve sefaya... daldılar. Tatlı canına düşenlerden memleket istifade etmez Eğer bunlar başa: geçse idiler, vah zavallı milletin başına ge lenler. Ben bunu sezdim, onları içki masasında cariyelerin kol lan arasmda bastırdım ve tatlı canlarına bir çelik parçasile kıydım... Memlekete hizmet edeceğinden emin olduğum, kar deşim Bilge'yi başa çıkardım... - Amma, koca kahraman çok ta düşman kazandın .. - Dağlar başı dumansız, yiğit başı belasız olmaz.. lyi insanın düşmanı kötülerdir. Onlardan korkmak ta: acizdir. - Öyle amma, bak şimdi de Oğuzları üzerim.ize luşkırt tılar. - Fena mı oldu, paslanan kılıçlarımız kınından çıktı .. - lyi oldu amma, Oğuzlarla başa çıkmak pek de kolay değilmiş. çarpışmaktadır ... yoksa acizleri - Yiğitlik, yiğitlerle herkes yener.. · Bu esnada yine fırtına kudurmuş, dışanda inliyordu. Ge. ce yansı olmuş '.herkes uyukluyordu.. Gültekin ayağa kalk
_
.•
tı :
- Siz, bu sıcak odada yatınız... Ben çadırıma gidiyorum. Diyerelr odadan çıktı.. Rüzgarın estiği tarafa doğru iler-· l <?di.. Karanl:kta biraz yürüdükten sonra çadııına girdi. Ça dırın direkleri sallanıyor, ipleri koparmak istiyordu .. Gültekin elbisesile bir halının üstüne uzandı, belinden ne kılıcını ve ne de yanından oklarını ayırdı.. Ve uyumağa başladı. Yağmur !başladı, biraz sonra da rüzgar durdu, bir saat sonra çılgın bulutlar da çekilmiş, göğe serpilmiş yıldızlar, sa birkintilerinde gölgeler yapıyordı. Gültekin 'in altı saat kadar çarpıştığı Oğuzlar, daha cenkten yorulmamışlar, Gültekin'iı
.TORK EFS.AN'ELERt anyorlardı..
Uzak tepelerden bir
takım
;m�leler yanıyor,
sayısı belirsiz bir süvari alayı geliyordu, bu lerinin kararg8.hlarma bi r
yaklaştığı halde
alay
Gök Türk
Gültekin
tarafından
hareket yok, yalnız bir horlama işitiliyordu. Altı
saat
cenk etmiş olan Gültekin'in askerleri yorgun düşmüşlerdi. Oğuz kafileleri iyice çadırlara yaklaşınca Gök Türkler de -çadırlarından fırladılar. Oğuzlarla kapıştılar.. Gültekin de iri palasını çekmiş, çadınna hücum edenlerle arslanca çarpışıyordu.
Gültekin'in
çadırına
yanaşamıyorlar
dı. İlk önce atılan bir Oğuzun başı bir anda arkadaşlarının ö nüne kanlı bir kaya parçası gibi yuvarlandı. Diğerleri
hücum
ettikleri çadınn Gültekin'e ait olduğunu derhal anladılar. - Gültekin burada, yetişin ! .. Gültekin bir türlü çadırından dışan çıkamıyordu önüne in.san alaylarından bir kale örülmüştü, azmış gibi,
bu kadar
kalabalık
imdat istiyorlardı.. Gültekin bu kalabalığı yara
rak atına bir atla.sa ona kuşlar bile yetişemezdi .. Gültekin'e tekrar hücum ettiler. Gültekin kılıcını çekerek. binlerce insanın üzerine atıldı,
artık her taraf birbirine ka-·
rışmııştı. Gültekin'in kılıcı elinde bir fınldak gibi
işliyordu.
Gültekin tam dokuz adam öldürdü, birçok yaralar alarak niha yet kanlar için&� yere yuvarlandı .. Oğuzlar da, Gök Türklerin
çadırlarını
yağma ettikten
sonra atlanna atlıyarak gittiler. Gök Tüklerinin takibinden bir an evvel kurtulmak üzere yola düzüldüler... Sabahleyin güneş doğmuş, kızgın
ışıklarile
Gültekin'in
henüz soğumamış kanını yeniden ısıtıyordu. Her tarafta öfü ı er ve yaralıla·r dolu idi. Bu gece !baskınını haber alan
şehir
halkı atlarına atlıyarak vaka mahalline koştular. Giiltekin yedi �ekiz yerinden yara almış. Önünde de dokuz ölü cesedi etra fında halka olmuştu. Hemen Gültekin'i memişti, fakat
kaldınp
çadınna yatırdılar,
yaralan ağırdı.
Yaralarım
ağır kendine geldi. - Düşman nerede ? Kılıcımı veriruz. Diyerek irkildi. Arkadaşları :
daha
sardılar ve
öl
ağır
74 - Oğuzlar kaçtılar. Gültekin : - GaHp kaçar mı ? Bir yaralı :
- Kaçmıyan yiğitler, gün aydınlığında kılı.nç sallıyanlardır. Gültekin' in b:ışı düştü, hafifçe : - Anlıyorum, yaralanın ağır, Tanrı bunu böyle istiyor,
bir iki saat beraberiz.
D:diği
zaman herkes a·ğlamağa başladı. Türkün büyük
bir kahramam
sönüyor, bir daha
gelmemek üzere kayıp olu
yordu ! Gültekin'in bütün akrabaları geldiler, sağında solun
.da dizi çöktüler. Gültekin hafif bir sesle : - Üstümde mavi gök, altımda
toprak ... İkisi
arasında
kişi oğfa doğuyor, büyüyor, ölüme doğru gidiyor. Ecdadımdan
-Bumin İstemi han da böyle oldu. Dört cihet düşmanla dolu idi. O hepsini yendi, ben de onun gibi Türkün adını yüksoelttim. Cenk etmese idim, bey oğullan kul, bakir kızlar cariye olacaktı.
Ey Türk milleti.. Gök batmayınca, aşağıda yer çökmeyin ce ülkeni, kanununu bozma. Ey mukaddes Ötüken ormanı kav
mi. heri gittiniz, geri gittiniz. Varanlarınız vardığı yerde ka·n lan su gibi' aktı. Kemikleriniz dağ gibi yığıldı. Bir çoklannız
kul oldu. Gece uyumadım, gündüz durmadım. Kardeşim Bil
·ge ile durmadan çalıştım ;• çıplak milleti esvaplı, fakirleri zen gin ettim. Az kavmi çok ettim, bak başımda gören _gözüm, gör mez oluyor, a·nlar kafam, anlamaz oluyor. İşler kalbim dur mak üzere. İnsan oğlu, ölmek üz".!re yaşamıştır. Şimdi bir tek göz yaşını geldi. Vücuduma, gönlüme sıkıntı geldi.
Ben
ölür
sem yuğ etmeyin. Çalışın, Türkün adını dünya durdukça yaşa tın. Hepiniz Tanrıya emanet...
Dedi
ve bir daha gözlerini açmamak
üzere ka·padı .. Ç"a
dınn içi feryatlarla doldu. Gültekin ölmüştü. Gültekin'in ölümü, dört cihete yayıldı. İrandan, Çinden
"U7.ak,
yalwi Türk
kavimlerinden yuğ yapmak için adam geldi
TÜRK
EFS.AıNELERt
75
Gültekin , koyun senesinin on yedisinde öldü. Büyük bir
ı:
cena
ze alayı yaptılar.
Gültekin'in cesedini
çadırına yatırdılar,
bütün
a kraba
laı, at kurban ettiler. Sonra atlarına binerek çadınn etrafında ellerinde bıçaklar yüzlerini çiurek, akan kanlar gözyaşlarına karışarak yedi defa çadınn etrafında feryatlarla dolaştılar.
Gültekin'in her zaman !bindiği kıldı.
«
Şalcu adlı bir kır atı ya
Bütün kıymetli eşyasile beraber
atının külü ve k.:ndi
toprak altına, toprak olmak üzere bırakıldı, mezar
örtüldü.
Mezann etrafı atlarla yecil defa dolaşıl dı. Kurbanlar kesildi. Gültekin muharebelerde kaç adam kadar balbal denilen taşlar,
öldürmüşs:ı,
mezaruı üzerine
o'.l:lun
dikildi,
adedi
büyük
k ahraman ölürken söylem.iş olduğu sözleri de kardeşi «Yuluğ ·rekin» Orhun vadisine bir taş diktirip
bir kitabe
Gültekin'in adını sonsuz olarak yaşattı .
yazdırarak
KUTLUG
kudurmuştu. Sanki yeryüzü goge, gökler yer yüzüne kanşmıştL Fırtına çılgın bir boğa gibi bağınyor, ö nünden kum dağlan sıra, sıra çölün üstünden kayıp gidiyor du. Köyler, şehirler yedi kat yerin altına çöküyor, insanlar diri diri hep beraber lbir mezara gömülüyordu. Bu kudurmuş, çölün her zamanki adeti idi. Kıskanç bir sevgili gibi, orta Asyadaki Türk medeniyetini kendi bağnna gizliyordu. Bütün ordu darına dağın olmuş, Tuman beyleli bağınyor lar, atlar acı a cı kişniyorlardı. Ölen ölmüş, kalan kalmıştı. Artık gök yanldı. Güneş turuncu bir renkte kum çölünü yanp içine babyordu. Tozlu havanın loş gölgeleri altında va lıalara sığınanlar şaşkın, ş aşkın reislerini arıyorlardı. Bu vah �i kasırgalar Çinlilere yaramıştı. Kum hücumuna uğra� . ı ı fürk ordusu dağılmış, Çinliler muntazam bir halde Türkün ülkesinde ancak bu suretle ilerliyebiliyorlardı. Ütügen şe'hıi bu kasırgadan kwtulmuştu. Ana ve babalar yollara düşmüş, bu tufanın içinden yar bekliyorlar, Çocukla rını gözlüyorlardL Ne yazık ki, düşman oku değil, taıbiatın · insafsız arzusu, bütün Türk yiğitlerini bozmuştu. Tek tük gelenler ise çamur <lan yapılmış bir heykele benziyorlardı. İnsanlıktan çıkmış J ardı San insanlar, bir buğday yığınına hücum eaen kannca 'l ar gibi iki sıra, yerle göğün birleştiği yerden kopup geliyor brdı. Yine Türk hazineleıi yağma edilecek, genç kızlar kul Y-me çöl
..
.
<ılacaktı.
Çinliler, başaklanmış bir tarlaya çöken, çekirge sirüsü Türk eline girdiler, bir şey bırakmadılar, yıktılar, yaktı lar, talan ettiler. Gök Türk devletini boyunduruklanna alhföi
78 dıktan sonra fakir gelip, Sa·rı ve
Gök ırmak boylarına zen.giı:r.
döndüler. Türk, hiç boyunduruğa girer mi ? Onun parlayan alnında.. kirli esaret hiçbir zaman yazılı değildi. Bu milli felaket pek. az sürdü.
Ötügen
silablan
sokaklarında bir söz dolaştı. Yedi atlı
mış .. Bu söz, Türkün kaynaşması için kafi idi.
Bir akşam.. ötügen birdenbire karıştı . . Bir meydanda i::ı- · sanlar birbirine sıkışmış. . H�p başlar gökte.. Ses yok.. At üs-· tünde tunçtan bir adam görülüyordu.
- Ey Türk milleti ! nür dağ başlarında hür
yaşamak is-
terseni z ! Altay dağlarına .. Boynunda demir ·bir tasma, efendi S İ:1J.de n ekmek bckliyen köpekler gibi yaşamaktansa
şanla ölü
me rıza göstermek üstündür.
- 'l'ürk, hür yaşamıştır .. Hür yaşıyacaktır !.. Sesleri göklere doğru yükseldi. O adam yine bağırdı : - Artık bu ülkede Türk
·
orduları cenk meydanlarmdaı.
at koşturamıyacaklar mı ?.. Kurt başlı gök .bayrak dii.,. "ffil a nı.
ülkelerinde daJgalanmıyacak mı ?.. İnsan kalabalığı fırtınaya uğramış ulu bir deniz
gibi dal-
galanmağa başladı. Kalabalığın arasından bir adam : - Türke vurulacak zinciri da-ha. demirciler döğmedi ! . Bu, insanları coşturan adam Kutluğ adında bir
adam dı..
Kutluğ tekrar coştu :
- Biz yedi k�şi, Ç.'nlilerden öc almak için and içtik. Eğer bizimle b8raber gelmiyecekler varsa, va·rsınlar köpek gibi
esir
olarak yaşasınlar. Hür yaşamak isteyenler ise bizimle beraber"
gelsinl:: r ! .
Fakat gelmiyenler şunu iyi bilsinler ki, biz Türk'ün istiklalini kazandı,ğını.ız gün, onların hepsini kılıçtan geçireceğiz ! ... Hep yiğitler birden ibağırdılar:
- Kutluğ· yolunda.. can vermeye hazırız ! Bu EÖZ üzerine Kutluğ ve yedi arkadaşı atlarım, Orhm:ııı vfi.disind� n Altay dağlarına doğru sürdüler. Bunları binleree, atlı takip etti.
79
Bu kaynaşmadan ürken Çinliler, kurtuluş yoluna çıkan ların peşine asker gönderdiler. Kutluğ Türk ülkesini paylaşanlara isyan bayrağını · aç mıştı. Çinlilerin dalaverelerine kanan zengin sınıfına da kılıcını göstermek istiyordu. Kutluğ'un istiklal yolunda cenk ed�ceği ni işiten bütün Türk boylan, atlanna atlayarak Kutluğ'un bayrağı altında toplandılar. Bir iki hafta içinde on bin atlı dan mürekkep bir istiklfil ordusu .hazırlanmış, Kntluğ'dan e mir bekliyordu. Bütün Türk ülkesinin demircileri kılıç, kal kan, ok yaptılar. Kadınlar kucaklarında dağlaraı silah taşı <War. Bir yaz sabahı idi. Güneşin ilk ışıklan altın parmaklariyle· Altaylan tanyor, kara tarlalar yeşilleniyor, nehirler çağlı yor, kuşlar yuvalarından kanatlanıyordu. Hür dağlann ardın-·· da g-:rilmiş bir yay gibi bekliyen Türk erleri Kutluğ'dan hü cum emrini aldı. Altay'lardan yuvarlanan bu çiğ Çinlilerin, karargahlanna birden bask!n etti. Çinliler ne olduklarını bilem�diler. Ötüge:c;·. �lırinin sokaklarında saçları havada lbir daire çizen Çin as-· kerleri, bağırarak kaçıyorlardı. Kutluğ'un askerleri, Çinlileri Gobi çölünün çorak yolla rına döktü. Yansı çölde mahvoldu. Kurtulanlar da başlarım Çin S..,ddine çarparak, ikinci bir set yaptılar. Kutluğ, Türk ülkesini Çin boyunduruğılndan kurtardık tan sonra ötügen şehrine gelerek, Doğu Gök Türklerin:n ha- kanı olduğunu her bucak Türküne bildirdi. Büyük bir kurultay kurarak yeni bir anayasa yapt:rdı. O gün kurultayda altını bir kürsü üzerine çıkarak bağırdı : - Türk ülkesine, yalnız Türk hakimdir !. Hep bağırdılar : - Kutluğ, kw-duğun devlet kutlu olsun!.
B l.İ G tl G
İdi Kut şehrinin gençleri geniş bir meydanda her akşam beden hareketleri yapıyorlardı. Yüzlerce genç yan çıplak, yo rulmadan saatlerce, vücutlarını kuvvetlendiriyorlar, güzel lcştiriy<?rlar, daha büyüdükleri zamanlar da cirit ve ok talim leri yapıyorla-rdı. Bu güzel vücutlu insanlarda güzel sanatlar da o derece yükselmi:,,ti. Resim, 'heykel ve mimari eserlerile bütün şehirleri ı.;üslemişlerdi. Bir günı Kanata adlı bir heykeltraş, cirit atan lbir heykel y:ıpmak istemişti. Gençlerin beden hareketleri yaptıkları bu meydana geldi. Gürbüz ve güzel vücutlu delikanlıların . oyun larını seyretti. Esasen her gün gelir, bu meydanda vücutları )ı..�yreder, birçok heykeller yapardı. Bu ihtiyarın yaptığı hey lc .' ller bütün Türk şehirlerini ve mabetlerinin içini süslerdi. Bir gün, yine gürbüz vücutlu bir delikanlı gözlüyordu. Ni hayet binlerce genç i·çinden birisinin vücudunu beğendi.' Bu nun heykelini yapmak istiyordu. Kanata aradığını bulmuştu. l•'akat onunla tanışmak ve günlerce atelyesine gelerek mo dellik etmek iradesini bu gencin göstermesi lazımdı. Cirit oyunu bitti. Kanata, atının dizginlerini kollarına takmış olan gence yanaştı : - Genç sporcu.. Müsaad� eder misin, seninle tanışmak istiyorum. Genç baktı. Bu ihtiyar üstadı der.hal tanıdı : - Emredersin üstad Kanata. İhtiyar gülümsedi : - Demek lbeni tanıyorsun, adımı da biliyorsun ? - Sizi tanımamak olur mu ? Biz sizin gibi ustadları daima· kalbimizde taşırız. Tilrk Efsaneleri F. 6 -
82
TÜRK EFSANELERİ
Bir gün Kanata adlı bir heykeltraş, cirit atan bir heykel yapmak istemişti. Gençlerin b<!den harekttleri yaptıkları bu meydana geldi. Gür büz ve güzel vücutlu delikanlıların oyunlarıııı seyretti.
83
TÜRK EFSANELERİ - Teşekkür ederim, sizin adınız nedir ? - Bügüg ! . - Çok güzel. . Bügüg sordu : - üstad benimle ne konuşmak istiyorsunuz ? Kanata : - Gel, şu taşın üzerine oturalım. On dakika konuşalım ! Bügüg· ve Kanata bir taşın
üstüne
oturdular.
Bügüg'ün
atının dizginleri kolunda idi. Kanata
söze
başladı :
- Bak yavrum ; insanın bir hayvan, bir de melek kısmı vardır. Hayvan kısmımız yer içer, uyur, kalkar. Melek kısmımız ise, bizim iç dünyamız, hayaller alemimiz dir. Biz bu hayallerimizle tabiatın bütün güzelliklerini sezer, . onu sesle, boya: ile, taşla canlandırırız.
Buna güzel sanatlar
alemi diyoruz. Ecdadımız içinde ne güzel mimari eserleri ve
çok
bedii heykel!er yapanlar vardı. Fakat biz Uygur Türkleri
onların zevkleri üstüne çıktık. Daha mükemmel heykeller, bi nalar yapıyoruz. Bügüg : - Bilhassa sızın gibi
üstadlann sayesinde, Türk zevki
yükseldi. Bakın şu meydanda: çocuğuna meme veren heykeli niz ne güzeldir ! .
- Evet, o heykeli gençken yapmıştım .. - Üstad arzunuz ! . - Arzum şudur : Bu meydandaki gençleri seyrettim. En bedii vücutlu sizi gördüm. Cirit atan ibir genç heykeli yapmak istiyorum. - Emrediniz. - Emir değil, bir rica ! Benim �
atelyeme bir müddet de-
vam etmenizi rica edecektim. Bügüg ayağa kalktı :
- Sizin gibi bir üstad benim heykelimi yaptıktan sonra hen memnuniyetle bu, arzunuzu kabul ederim. - Teşekkür ederim. Yarın
rim.
sabah sizi
atelyemde bekle
84
TÜRK
EFSANELERİ
- Baş üstüne . . Kanata v e Bügüg birbirinden ayrıldılar.. Ertesi sabah Bügüg, Kanata'nın atelyesine geldi. İri mer mer sütunlu bir kapıdan içeri girdi. Karanlık bir koridordan sonra tavandan ışık alan lbir odaya girdi. Kanata çamur ka rıştırıyordu. Bügüg : - Günaydın ! büyük üstad ! - Neşe getirdin, küçük arslan. Gel bakalım. Bügüg : - Uzun lafın kısası. Ben derhal model durayım. Şu daki kada işim.ize başlıyalım. Bügüg model masasının üstüne çıkt,ı. Üstad Kanata da çamurlarını alarak'. 'heykeli yapmağa başladı. Bügüg'ün model durması uzun sürmedi. On beş gün kadar devam etti. Son gün Kanata : - Çok teşekkür ederim evladım. Heykel tamam olduğu gün ben sana haber ederim. Bügüg, üstadı selamladıktan sonra gitti. Günler geçti. Bügüg sabırsızlanıyor, Üstaddan haber bek liyordu. Hala bir haber çıkmıyordu. Ne olursa olsun, üstadı rahatsız ederim diyerek, atelyesine gitti . Kapılar kapalı, kim seler yok. Üstadın talebelerinden birini bularak sordu. Evinde ağır hasta· olduğunu söyledi. Derhal evine gitti. Yukarı çıktığı Za.man başında iki tal€ib esi.. Ağlıyor .. Ailesinden kimseler yok. Kanata ölmüştü. Bügüg ağlamıya başladı. Ertesi gün büyük bir merasimle Türkün yetiştirdiği bu ihtiyar sanat dahisini gömdüler. Bir gün sonra Kanata'nın son eseri.. Büyük bir merasim le ziyaret edildi .. Koşan bir at üzerinde, cirit atan bir genç .. O kadar büyük sanat eseri idi ki.. Ziyaretçiler ·bu heykelin önünden saatlerce ayrılamadılar .. Bu heykelin şehrin �n bü yük meydanına dikilmesine karar verdiler. . Bir hafta sonra 'hey kel dikildi. Herkes bu heykele model olanı soruyordu. Esasen cirit oyunlarında daima muvaffak olan ve alk�larla karşılanan Bügüg'ü herkes tanımıştı. Ni'hayet Bügüg, bu üstadın sanatı
TÜRK
EFSANELERİ
85
sayesinde kahramanlık şöhretine malik oldu.. Bügüg de bu şöhretin hakkını verdi. Bir gün Uygur Türkleri ülkesi üzerine Kırgız Türkleri hü cum ediyordu. Uygurlar ecdadı gibi büyük cenkler yapmış, ül keler zaptetmş değildiler.. Vüc�tları güribüzleştirmeği cenk için değil, güzel olmak için yetiştirirler, daha ziyade güzel sanatlarda ileri gitmişlerdi. Fakat düşmanın istilasına da bo yun eğemezlerdi. İşte Uygurların önüne Bügüg düştü .. Büyük süvari alaylarile Kırgızların üstüne yürüyerek onları yendi.. Şöhreti bir kat daha arttı. Alaylarile dönerken Loyang şehri üzerine yürüyerek şehri derhal zaptetti. Loyang şehrinde dört Mani dinine mensup rahiple tanıştı.. Bunları beraberinde ala rak İdi Kut şehrine geldi. . Bu r�hiplerin teşvikile Uygur Türk lerinin !hakanı oldu. Esasen halk da Bügüg'ü seviyordu. Bü güg, Kara Huço şehrini merkez yaptı. Uygur Türkleri Bügüg hana kadar Buda dininde idiler Bügüg bu rahiplerin tesirile Buda dinini terkedere_k Manihei zim dinini kabul etmeğe karar verdi . Çünkü Buda dini Türkle ri dünya işlerinden uzaklaştırıyor, ahret işlerine sürüklüyor ' du .. Kimse evlenmiyor, herkes rahip olmağa çalışıyor ; bu se beple Türkün nüfusu azalıyor, eski kanındaki ateşin ruhu · kay boluyordu, bu sebeple eski dinlerin karışmasından hasıl olan bu yeni dini kabul etti.. Bügüg Kara Huço şehrinin meydanında mermerden ve du varları renkli boyalarla ve güzel heykellerle süslü bir mabet yaptırdı. Etraftan Maniheizim dininde rahipler geldiler : Bü güg 'han altından tavus kuşlariyle süslü bir şöhret kazandıran Kanata'nın adını da sonsuz yapmak istedi. Yaşadığı zamanın ı·n büyük heykeltraşlarına bir Jıeykelini ya·ptırarak, kendi heykelinin karşısına diktirdi .. Ve altına şu cümleleri yazdırdı : «Sanatkarlar bir kurtarıcı yetiştirmeğe kadirdir. Bir mil letin varlığını san'at ebedileştirir. » Günler, gelip geçti. Kanata gibi Bügüg han da fani oldu. l•'a:kat Türkün adı bu sanat abidelerile ebedileşti..
O G U Z
Gök karardı, Kara bulutlar birbirini kırbaçlıyor. Yıldı rımlar birer altın ok gibi dağlara saplanıyordu. Sanki gök yı kılıyor, her tarafta lbir tfıfan var, ırmaklar çıldırmış, ovaları boğmaya geliyor, bulutlar yağmaktan bitmiş, yer yüzü büyük bir denize benzemişti. Bütün Türk illeri, Altaylara kaçıyor, gökte mabutlarm en büyüğü
Arttiyona
yalvarıyorlar,
onun
insanlara her zaman verdiği iyiliklerini bekliyorlardı. Akşama doğru gök morardı. Güneşin yalnız kızıl rengi görünüyordu. Ortalık kararmadan güneşin solgun ışıkları ıs lak dağları aydınlatıyordu. Ay hilal şeklinde ortasında bir parlak yıldız vardı. Herkes göğe bakıyordu. Bu hilalin önün deki yıldız kaydı. Dağlara tufandan kaçmış insanların ortası:qa düştü. Bu sihirli yıldız (Gün ana) isminde genç bir kızın çadırına bir mavi ışık ha:linde değdi. Gün ana derhal gebe kaldı. Tiifandan dokuz ay sonra Gün ana Oğuz adında lbir ·çocuk doğurdu. Oğuz doğduğu zaman gözleri mavi, ağzı ateş gibi kırmızı, gözü, saçı ve kaşlan siyah bir dünya güzeliydi. Annesinin memesin den ilk sütü emdikten ı;onra bir daha emmedi. Pek çabuk büyüdü. Lakırdı söylemeğe koşup oynamağa başladı. Herkes Oğuz'un iri ayaklarını
ata,
vücudunu kurda göğsünü de arslana benzetiyordu. Böğürleri kıllı idi. Çok cesurdu. Büyüdükçe güzelleşti, irileşti bir erkek gü ;ı;cli oldu. Yılla·rdanberi kahraman bir hakana malik olamamış Türkler, seviniyorlar, bu delikanlıdan çok şeyler bekliyorlar
dı. Oğuz, at sürüsü güder, beygire
korkusuz binerek
avla
:ııırdı. Günler geceler geçti. Artık Oğuz, yiğit bir delikanlı ol-
88
TÜRK
EFSANELERİ
muş, herkesin gözleri onun üstünde idi. Herkese kendini sev- dinnişti. Bu zamanlar bunları n oturdukları ülkenin yanında ıbü yük bir orman vardı. İGinden dereler, ırmaklar aka·rdı. Hay vanlar, kuşlar pek çoktu. Fakat bu güzel ormandan kimse is tifade e demiyordu. Bu orman bir' hal almıştı. Çünkü orman�a vahşi bir canavar türemiş, ava gidenleri derhal parçalıyor du. Bu canavarın yıllardanberi insanlara yaptığı zararlar ar tık dillere destan olmuştu. Bu ormanın adı anıldığı zaman, herkesin tüyleri ürperirdi. Her akşam bu canavarın parçala- dığı insanların acıklı vak'aları anlatılır, yuğ yapılırdı. Hele Türkün gözbeıbeği gibi sevdiği kısrakların, canavar ağzında çırpınan bir kuş gibi parçalandığını göz yaşlariyle söylerlerdi. Bu facialar bitmez tekenmezdi. iHerkesin en büyük ümidi, gürbüz vücutlu, gözüpek, çe vik olan Oğuz'da idi. Bu canavardan onları ancak o, kurta·ra caktı. Bir gün Oğuz avdan gelmişti. İihtiyarlar Oğuz'un başına toplandı.Jar. Bu canavardan kurtarmasını, Oğuz'a söylediler. Oğuz yalvarmağa meydan vermeden : - Tan yeri ağarırken... Ben onun işini tamam eder size kafasını getiririm, dedi. Oğuz'un bu kadar kuvvetle söylediği bu işin pek kolay olmadığını herkes biliyordu. Ne yapsınlar, son ümit Oğuz'un yavuzluğuna kalmıştı. Oğ'uz sabahleyin ku:ş cıv:ıltılarile ·1gözi.ler:ini 1açtı. Yayını omuzuna, kılıcını beline, eline tunç kalkanını, bir eline de mız .rağını aldı .. Atına atlıyarak bir ok gibi fırladı. Gitti, dere, tepe düz gitti karşısına· korkunç orman çıktı. Bu karanlık ormanın ıssız köşelerinde dolaştı. Karşısına bir geyik çıktı. Bu geyiği bir kement atarak boğazından diri ola rak yakaladı. Bu geyiği bir av kırbacıyle sıkı sıkı bağladı. Ve geri dönerek çadırına geldi. Herkesde bir merak vardı. Oğuz'a kimse bir laf söylemeğe cesaret edemiyor, neticeyi bekliyordu. Oğuz gün doğarken tekrar ormana geldi. Ağaca bağlı geyi ği canavar parçalamış, yemişti. Oğuz ormanı n içinde dolaş.
TÜRK
EFSANELERİ
89
mağa başladı. Karşısına: bir boz ayı çıktı. Ba ayıyı da bir ke ment atarak yakaladı , ayıyı altın işlemeli kemeriyle bir ağaca bağlıyarak tekrar çadırına döndü. Ertesi sabah yine atına atlıyarak ormana geldi. Canavar bu defa da ayıyı yemiş, bitinnişti. Oğuz, artık canavarı günlerce ormanda aramıyacak, onu pusuya düşürecekti. Bu gece Oğuz çadırına gitmedi ormanda yatacak, ·bu va:hşi canavarlB( başbaşa çarpışacaktı. Oğuz, ağa ca dayandı, kalkanını göğsüne siper etti. Mızrağını da öne sürdü. Oğuz,; !bütün gecenin ıssız ve korkunç karanlığ·ında, cana varı bekledi. Gece canavar görünmedi. Sabaha: doğru ormanın yeşil yaprakları arasından parça, parça ışık, ormanı aydınla tırken, ormanın derinliklerinden, gök gürlemesi gibi bir ses iştildi. Işte canavarın sesi... Oğuz kendini topladı. Ormandaki ağaçların dallan kınlıyor, ağzından ateş saçan, hayvan başlı, insan ayaklı bir canavar, keskin tırnaklı pençelerini Oğuz'a doğru uzattı.. Oğuz, var kuvvetile bir bağırdı. Orman inledi.. Hücum eden canavar ürktü ve geriledi. Sonra kafasını eğerek, Oğuz'un kalkanına başını vurdu. Oğuz ve a·ğaç yere devrildi. Canavar da 1 baş aşağı düştü. Çevik olan Oğuz, birdenbire yer ı' canavarın gözlerine sokarak den fırladı. b. kör etti. Canavar hiçbir tarafı görmüyor, kudurmuş bir hal de, sağa sola dönerek bağırıyordu. Oğuz, keskin kılıncını ca navarın göğsüne dayadı. Bu korkunç hayvan boğuk boğuk ses ler çıkararak yere yuvarlandı. .. Bir kılınç vurmasiyle canava rın kafasını gövdesinden ayırdı. Atına atladı. Bir akba·ba ağaç ların üstünden uçarak canavarın bağırsaklarını yemeğe gel mişti. Bir okla da onu canavarın yanına serdi. Atını ormandan ısürdü. Oğuz'un doru atının dörtnala geldiğini görenler, şaşa kal dılar. Bütün köy halkı etrafında toplandı. Oğuz canavarın ke sik başımı halkın önüne, kanlar, içinde attı. Herkes canavarın kesik başından bile ürkerek geri kaçtı... Oğuz'a dua ettiler. Bu kahraman arslan onları canavardan kurtarmıştı. Oğuz'un canavarı öldürmesinden az bir zaman sonra bir •• _
TÜRK EFSANELERİ
'90
ağacın dibine Gökten bir mavi ışık düştü. Güneşten ve parlaktı. Oğuz bu mavi ışığa doğru gitti. Bu ışığın
aydan
ortasında
dünya güzeli bir kız oturuyordu. Başında Kutup yıldızı gibi par layan bir işaret vardı. Bu
�ız o
kadar güzeldi ki, güldükçe mavi
gök de gülüyor, ağladıkça mavi gök de ağlıyordu. Oğuz bu kızı görünce akl ı başından gitti. Bu kızı derhal sevdi, kucaklıyarak ; çadırına getirdi.
Oğuz' a
bu Tanrının bir armağanı idi.
Günler geceler geçti, Oğuz'un bu kızdan üç oğlu oldu. Adı nı (Gün, Ay, Yıldız) koydu. Artık Oğuz evlenmiş. Çoluk çocuk sahibi olmuştu. Bu defa kahramanlığını mağa karar verdi.
«Türk çadırda
düşmanlarına
doğar, at üzerinde
tamt
ölür ! »
diyerek atma atladı, hayatının sonuna kadar atından inmedi. Hep düşmanları yendi. Oğuz'un adını bütün yer yuvarlağı ta nıdı. Onun kahramanlıklarını ozanlar, destan yaparak kopuz larla çaldılar.
A YT E K
Oğuz doru atına atladı, yayını omuzuna astı. Yine ava gi decekti. Karısı VB üç oğlu çadırın önünde duruvorlardı. Gün dedi ki : - Baba bana bir kartal getir. - Ak kartal mı, kara kartal mı ? - Ka·ra kartal ! . Oğuz peki diyerek, atına atladı. Yolları toz dumana ka tarak bakır renkli güneşin doğduğu tarafa tunç renkli atiyle yürüdü. Doğlar mor ! . Ovalar yeşil.. Gök mavi.. Şahlanan atını bunlara doğru sürdü. Dağlar kaçtı. Ovalar çiğnendi, Oğuz ma vi gökte uçan kuşlar gibi uçuyordu. Karşısına gök gibi mavi bir göl çıktı, burada durdu. Yoksa daha gidecekti. At gölün su yuna boynunu eğdi, kana kana su içerken Oğuz gözlerini, av gözleyen lbir kartal gilbi ileri dikti. Gölün ortasında bir yeşil top ağaıç .. Üstünde dünyada bir daha benzeri olmıyan bir kız, gölgesi suya vurmuş, mavi su da pembe çizgiler halinde sıra, sıra akıyordu. Oğuz'un coşkun kalbinde bir ateş yandı. Kız da gözlerini Oğuz'un gözlerine dikmiş, sanki bu yiğiti günlerdenberi bekli yordu. Bu kızın adı Aytek idi. Oğuz dayanamadı. Derhal atını suya sürdü. At yüzdü, sular köpürdü, soluya-n at ağacın di bine kadar geldi. Aytek gülümsedi. Lepiska saçları, billur omuzlarını örtüyordu. Oğuz daha yakın geldi. Kız güldü. Boy nunu büktü, Oğuz'un daha yaklaştığını görünce kollarını açtı. Tabiatın pek az yarattığı bu güzel, kızı Oğuz ağacın üstünden aldı. Oğuz bu kıza derhal gönül vermişti. Kızı atına aldı. Atı nı geri döndürerek mavi gölün kumsalına çıktı. Dört nala atı nı koşturarak, yurduna getirdi. Gün, Ay, Yıldız adlı oğulları bir kartal yerine , yeni bir anne kazanmışlardı, sonraları, Oğuz'-
TÜRK
92
EFSANELERİ
un bu kadından üç oğlu daha oldu, onların adını da Gök, Dağ, Deniz.. koydu.. Bir yaz sabahı, Oğuz bir şölen verdi, ·bu milli Türk
bay
ramına her taraftan geldiler, Ozanlar türkü söyledi, kopuzlar çalındı, kınıızla·r içildi, eğlence bitmişti, bu neşeli toplanışın içinden Oğuz'un gür sesi işitildi : - Ben artık devlet reisiniz oldum, benimle beraber ça lışacaksınız. Çünkü
ben kendi dostlarımı
değil bütün Türk
milletinin saadetini düşünmeği bir vazife edindim vazifeyi her türlü hakların üstünde görüyorum, ülküm Türk milletini en büyük bir hale sokmaktır. Ta uzak boylara da halber salaca ğım, benimle olanlara 1hediyeler verip dost olacağım. Olmıyan ları düşman bileceğim. Bu söze hep birden : - Oğuz hep seninle beraberiz. Dediler. O zamanlar sağ tarafta Altın Kaan adında bir reis vardı. Oğuzla beraber olduğunu söyledi. Oğuz'a altın tabaklar gü müşlü ve zümrütlü eşyalar gönderdi. Sol tarafta Urum Kaan adlı çok mağrur bir hakan vardı. Bu adam büyük ordulara me deni şehirlere malikti.
Urum Kaan
Qğuz'un
dileklerini ka
bul etmedi. Oğuz derhal binlerce yiğiti başına topladı. Sancağın ı ça dırının önüne dikti, atlılar meydana doldular. Oğuz atına· at layıp, ileri sürdü, !bir şimşek ç akar gibi ,atlılarla uçtular. Kırk gün sonra boz dağ eteklerine geldiler, burada bir kaynağın etrafında oturdula·r. Bir sabah tanyeri ağarıyor, bütün hayvanlar uykuların dan uyanıyorlar, serin bir rüzgar yeşil çayırları okşıyarak, Al tay dağlanna tırmanıyordu. Güneşten evvel kızıl bir ışık Oğuz'un çadırının içine girdi. Bu ışığın içinden boz yeleli bir kurt göründü., Oğuz'a yol göstermek istediğini söyledi. Oğuz derhal atına atladı. atlıların önünde,
bütün
atlılar, Oğuz'un arkasında
Kurt
günlerce
dağ, tepe demediler, yürüdüler. Nihayet kurt İdil Moran deni-
TÜRK
EFSANELERİ
93
len bir ülkede durdu, burada geniş bir nehir ve nehrin içinde siyah bir ada gördüler. Oğuz'un atlıları sulan yararak, bu adaya hücum ettiler,. burada o kadar büyük ıbir cenk oldu ki, bu nehrin suları kan damarı gibi kıpkınnızı aktı. Oğuz'u tanımıyan Urum Kaan atına atlayarak kaçarak canını kurtardı, bütün ülkesi ve hazineleri Oğuz'a: kaldı. Fa kat Urum Kaan'ın Urus bey adlı bir kardeşi Tarang Moran denilen etrafı surlarla çevrili bir dağda oturuyordu. Urus bey Oğuz'u tanımadı Oğuz bu şehre doğru yürüdü. Fakat Urus beyin oğlu şu 'haberi gönderdi : - Bizim saadetimiz s2nin saadetindir ! Tanrı bu toprağı sana bağışlamış, ben sana başımı verir saadetimi feda ederim ! dedi. Oğuz ona Soklap adını vererek bu ülkenin reisi yaptı. Or du !buradan daha ileri gitti. İdil nehrine geldiler, büyük bir kalabalık Oğuz'u karşıladı. Buranın hakanı etraftaki ormanlardan odun kesti ·b ir sal ' yaparak Oğuz'un askerlerini karşı yakaya geçirdi. Oğuz salın üstünde iken, suyun akıntısı hoşuna gitti. Buranın İşbuteng adlı hakanına bağırdı ! .. - Sen de benim gibi bir ülke reisi ol ! Sana Kipcak de nilsin ! .. Yoluna devam etti. Tekrar Kurt Oğuz'un önüne düştü. Bir çöle geldiler. Oğuz burada atından indi ve bir aygıra bin di. Fakat sevdiği atı çöle doğru kaçmağa başladı. Ta uzakla ra tepesi her zaman karlı olan boz dağına kaçtı. Oğuz atının kaçmasından çok acı duydu. Ordusunda cesur bir Tekin vardı. Derhal kaçan atın peşine düştü.: Dokll2J gün atın peşinden ay rılmadı. Nihayet atı tutup Oğuz'a getirdi. Oğuz bu Tekin'e birçok hediye verdikten sonra : - Sen buraların reisi ol, adın Karluk olsun , dedi. Oğuz gene yürüdü. . Bir akşam... Çölleri geçmişler, bir vadiden içeri girmişlerdi. Uzakta bir ev göründü, bu evin damı altından , pencerelerinin kenarlan gümüştendi. Kapısı demirden ve kilitli idi. Analı-
94
TÜRK
EFSANELERİ
tarı bulamadı. Oğuz bu kapıyı kim açacak, dedi. Orduda: Du kagul adlı açıkgöz bir adam vardı : - Ben açarım ! dedi. Oğuz : - Dukagul ! Burada kal, aç sonra orduya gel, senin adın da Kalaç olsun ! .. Dedi. Tekrar yola düzüldüler. Boz Kurt tekrar göründü. Çorçit adlı gayet güzel bir ova ya geldiler, bura ahalisi çok zengindi,. birçok beygirleri, sı ğırları, eşekleri va-rdı, bir çok ta albn ve elmaslara sahiptiler. Fakat bW'anın halkı Oğuz'un ordusunu görünce oklarla hü cuma başladılar Bu yeşil tarlalar arasında büyük bir muha rebe oldu. Oğuz bunları da yendi, birçok malları eline geçti. Fakat, bunları nasıl götürecekti. Yük ·hayvanları pek azdı. Or duda Cüzdum Bilik adlı akıllı ihtiyar bir adam vardı. Hemen bir kağnı yaptı, malla:rı bu kağnıya doldW'du, hayvanları da bu kağnıya koştu. Herkes onun gibi arabalar yapıp . eşyasını yüklettiler, bu ilk arabayı icat eden adama Oğuz : - Ey Cüzdum Bilik, senin adın da Kınık olsun, buralara ihakhn ol, dedi. Sonralan Selçukiler bu Kınık'tan türediler. Buradan sonra Oğuz vahşi hayvanların gezdiği Baçak ülkesine geldi , buradan sonra Mezar adlı lbir hakanın siyah renkli in sanlarına rastgeldi, bunları da mağlfı.p etti. Yirmi altı hüku meti bayrağı altına topladı, bu Urum Kaan seferinden sonra her ülkenin hakanlarını kendi seçti. Bunlara idareyi bıraktı ve sonra vat:mı olan Altaylara döndü. En sonra bu bakanlara şu haberi saldı : - Türk'ün adını yer yuvarlağı durdukça yaşatın ! ..
P O YZ A N
Poyzan ile Tuğrul bir Huş ağacının gölgesinde
oturuyor
lar. Tanuola dağlarından gelen tatlı bir rüzgar Poyzanın sarı saçlarını Tuğrul'un yüzüne dağıtıyordu. Poyzan : - Tuğrul, gözlerini gözlerimden ne zaman ayıracaksın ? Tuğrul : - Ne yapayını şöyle böyle derken, gönlüm bir esin olup enginlere daldı. - Gönlünü gaip olacak güzelliklere kaptırma .. Kadınların penbe renkleri gülün ömrü kadar az olur. - Az da olsa .. İnsanın bir bahara ihtiyacı var. Poyzan güldü : - Tuğrul, Tuğnıl
yanılıyorsun.. Ferdi aşkiar
aşkların
pıhtılı kana boyanmış bir şeklidir. - Sen .. benden hangi aşkı bekliyorsun ? - Ülküler içinde durmadan kaynayan sonsuz bir
aşkı
bekliyorum . . . Tuğrul'u b u söz daldırdı v e başını Poyzan'ın
başından
ayırdı. Karşıda yorgun akan bir ırma:ğın kenarından bir sı ğır geçti, dalgın gözler bu tarafa dikildi. Biraz sonra beraberce kalktılar,
Poyzan elindeki
sümbülü yeşilliklere fırlattı, yürüdüler derin bir yar'ın rına geldikleri zaman,
akan bir su gibi
bir süvari
mor kena
alayının,
geçtiğini gördüler. Bu iki yiğit ruhlu insan, avını bekliyen bir kaplan gibi solumağa başladılar. Vatan şarlası söyliyerek alay bunların önünden bir geçit resmi yapmıştı. Muhakkak kızılca bir gün vardı. Poyzan ve Tuğrul atlarına atladılar. Dağlardan yuvarlanan bir çığ gibi, bu alaya yetişmek üzere dar yollardan·. ovaya indiler.
96
TÜRK
EFSANELERİ
Alayın önünde Oğuzhan arkasında binlerce yiğit ilerli yorlardı, herkes bu alaya katılıyordu. Esasen kaç yıldır Türk durgun bir deniz gibi sessiz sessiz duruyordu. Bu alaya genç kız ve yiğit delikanlı da karıştı. Oğ·uz, bütün bu insan kalabalığını bir ayak görüşmesi için toplamıştı. Oğuz söze şöyle ıbaşladı : - Atlarımız yıllarca şu gök kubbenin altında durmadan bir aşağı bir yukarı akmışlardı, oklarını güneş, yaylarını ay beğenmiş.. Fakat bu gün ok atanlar kılıç kullananlar durmuşlar Türkünı coşkun ruhu uyuyor. Ozanların sesi işitilmiyor, artık kopuzlar cenk türküleri çalmıyorlar. Bu yiğit ruhları ayaklan dırmak için ne lazım ? Bu söz üzerine hep birden bağırdılar : - Oğuz sen emret kurultay kurulsun... Şölen olsun ! Oğuz : - Yarın, tan yeri ağarırken ulu çadır kurulacak ? , Ertesi gün , güneş erguvani renklerile bir altın tepsi gibi mor da·ğlardan mavi göğe yükseliyordu, boy beyleri ve bütün hallf toplandılar. Oğuz'un emrile altın sırmalı yüce bir çadır kuruldu. Bu altın sırmalı çadırın sağ tarafına kırk kulaç uzunluğunda bir direk dikilerek tepesine altın bir tavuk, direğin dibine de, ak koyun ıbağlandı. Yine altın sırmalı çadırın sol tarafında kırk kulaç uzun luğunda bir direk dikilerek tepesi.ne gümüş bir tavuk , dire ğin dibine de kara bir koyun bağladılar. Bu zaman kır atlar kurban edildi. Meşin havuzlara şa rap ve kımız dolduruldu. Ozanlar eski Türk matutlarmın ruh larını coşturacak destanlar söylediler. Kopuz sesleri, bu kala1'Jalığı içinden oynatıyordu. Bu zamanda Oğuz'un yanına be yaz sakaUı akıllı bir ihtiyar yanaştı bu adamın adı Uluğ idi. Oğuz'a : - Ey Türklerin büyüğü, bu gece rüyamda bir altın yay ve üç gümüş ok gördüm, lbu altı� yay doğudan, batıya kadar uzanıyor. Üç gümüş ok ise gece tarafına uçuyordu.
TÜRK
EFSANELERİ
97
Oğuz : --- Bu rüyanın manası ne ? .. Uluğ : - Oğuz artık yurdun u oğullarına paylaşdır... Dedi ve Şöleni bırakıp gitti. Bunun üzerine Oğuz, altı oğlunu yanına çağırdı : - Gün,
Ay, Yıldız, siz güneşi n doğduğu tarafa ! .
G�k,
Dağ, Deniz ! . Siz de güneşin battığı tarafa ... Atlarınızı sürü nüz ... Bulduğunuz şeyi bana getiriniz ! Bu altı kardeş doğuya batıya at koşturdular . . . Herkes baka kaldı. Aradan iki saat geçmişti. Ovalar toz dumana karıştı. Giün, Ay, Yıldız, bir altın yay bulmuşlardı. Bu altın yayı babalarına getirip_ verdiler, biraz
sonra batı
tarafı
gene toz dumana karıştı .. Gök, Dağ, Deniz göründüler, bun lar da bir gümüş ok bulmuşlardı, babalanna verdiler. Oğuz yayı üçe ayırdı : - Ey üç kardeş, Yay sizin olsun ... Yay gibi oku göğe fırlatınız ! . Bu defa Oğuz gümüş oku üçe ayırdı :
- Ey
üç kardeşler, ok sizin olsun ! .. Yay oku atar sizde
ok giıbisiniz .. Daima oklarınız havada dolaşsın ! . Bunun üzerine toplanan binlerce halk ikiye bölündü. Bir kısmı
ak koyun bağlı direğin dibine, bir kısmı da kara koyun
bağlı direğin dibine toplandılar ! . Oğuz bağırdı :
- Ey oğullarım, çok yaşadım, mızrakla çok cenk ettim ! . Çok o k attım, çok aygırlara bindim, düşmanları ağlattım dost ları güldürdüm, bu toprak için her şeyi feda ettim. Size de yurdumu veriyorum. Sağ taraftakilere
(boz ok) sol tarafta
kilere (Üç ok) denilsin .. Daima galip olunuz. Bu söz üzerine Oğuz çadırına girdi, boz okları n reisleri
bağırdı ..
- Haydi kardeşler,
yurdu zorlıyan düşmanlarla cenge :
Bu kalabalığın arasında gözleri parlıyan Tuğrul nişan lısı Poyzan'ın gözüne baktı. Bu yiğit kadın zaten bugünü bekli-
Türk Efsaneleri
-
F. 7
98
TÜRK EF'.SANELERİ
yordu. Sarmaş dolaş oldular.. Atlılar sınır boyuna yollanmışlar dı. Tuğrul da bu atlılara kanştı. Düğünleri cenkten sonra ya pılacaktı.. Poyzan evine döndü.. Yeni kurulacak bir aileye ne lazunsa onun 'hazırlığıyla meşgul oldu. Yiğitler Çin hududuna dayan mışlardı .. Tuğrul bir alay beyi olmuş, ön safta arslanlar gibi çarpışıyor. At üstünde ok atıyor, en ileri gitmişti. Nişanlısı Poy .zan her sabah, cenkten gelenlerden haber bekler, Tuğrul'un kahramanlıklarını dinlerdi. İşte Poyzan'ın istediği hakiki aşk bu idi ... Bir gün gene Çinliler vadide Tuğrul'la çarpıştı. Tuğrul'un kuvvetlerinden Çinliler on defa çoktu, Tuğrul Çinlilerle kan lı savaşlar yaptı. Fakat ağır yaralı düştü. Onu bir at üzerine koyarak, nişanlısının çadınna getirdiler. Poyzan Tuğrul'a sa nldı. Öptü, öptü sonra sanlı olan çuhayı üstünden kaldırdı ğı zaman .. Tuğrul iki ayağını kaybetmişti. Poyzan ağladı, fa kat Tuğrul'a aşkı hiç eksilmedi. Onu daha çok sevdi. Cenk olduğu zaman bu kır atın8i atlıyarak, o giderdi.. Yıllarca üç oklarla beraber yaşadılar.
O Z A N
Ülkeden ülkeye at salan Türk ; Oğuz öldükten sonra ne şesini kaybetmiş, kalblere bir ıssızlık çökmüştü : Yalnız bu durgun insanlar içinde Anuş Tekin isminde lbir delikanlı, her akşam içer, içer coşa:rdı. Şehrin ortasında eski ozanların kopuz çaldıklan bir kır bahç::si vardı .. Anuş Tekin her akşam buraya gelir, toprak kapla okka, okka şarap içerdi. Bahçeyi tutan kız mahallenin en güzel kı� idi. Çok çap kındı, Ruhlarına acı çökmüşlere, o kız eski kahraman destan larından parçalar okuyarak, bu durgunlaşanların ruhunu çıl dırtmağa çalışırdı. Anuş Tekin 'bu kızı onun için severdi. Bir gün yine kır balhçesine girmişti, kıza: bağırdı : - Vereceğin şarap dudaklann gibi kızıl, kendin gibi ateşli, dedem gibi ihtiyar olsun ! Kız güldü, mahzenden yıllanmış bir şarap doldurup, Anuş Tekin'e verdi. Delikanlı birden şarabı dikti.. Sonra etrafına hüzün saçanlara, bağırdı. - Ey Türk delikanlıları, size ne oldu .. Niçin ruhlannız bu kadar ıssız, neşenize ne oldu ? Eskiden Ozanlar çalar, deli , kanlılar oynardı. Şimdi eski zevkleri heyecana getirmek için ne lazım !. Meyhaneci kız bağırdı : - İçmek, çalmak, oynamak .. Anuş Tekin şa-rap dolu kadehini kaldırdı. - Haydi kardeşler ! .. Şarap içelim, öküzler gilbi su içmi yelim ! .. Bu delikanlının neşesi ,herkesi coşturdu. Eski Ozanlar bu ne�yi gördüler, kopuzlariyle bahçeye gelip çal.mağa başladı lar. Ortaç denilen ülke bu gece inliyordu. Bu neşe meyhane den taştı, sokaklara kadar yayıldı. Sanki bir bayram vardı.
100
TÜRK
EFSANELER!
Ortaç elini bedbin eden, korkak bir hakandı. Cenge gitmez, halkı düşünmez, milli bayramlara hiç ehemmiyet vermezdi. Bu coşkunluğu görünce, adamlarile l\ır bahçesine haber gön derdi. İri bir adam bahçeden içeri girdi. - Hakan, artık uyuyacaktır. Gürültünüzü kesiniz ! . Anuş Tekin, yerinden fırladı : - Git, hakana söyle ... Bizi buradan ancak kılıç kuvve ti çıranr .. İri adam gitti, Anuş yine coştu.. - İçin, eski heyecanları bulmak için, için ! İçmek bizim ihtiyacımız.. İçelim, içelim şarap içelim.. Ortaç eli ışıldasın. Hakan sesini çıkaramadı. Bu kadar sene sesi çıkmıyan insanlar, acalba bugün neden coşmuşlardı. Bir türlü mana ve remiyordu. Nihayet uyuya kaldı .. Gece yarısı geçmişti. Kır bahçesinden içeri, bir kız girdi : - Ba:bam .. ha·stadır, gürültüden uyuyamıyor ! . Anuş Tekin, ayağa kalktı. Boynunu yere eğdi, sonra ;, - Haydi arkadaşlar, dağılın ! . Hep dağıldılar Ertesi gün Ortaç elini, güneş uyandırıyordu. Hakan da uyandı. Adamlarına Anuş Tekin'i bulup getirmelerini söyle di. Anuş Tekin'i bir çeşmede yüziinü yıkarken buldular. Ha kanın yanına götürdüler. Hakan : - Anuş Tekin ! .. Dün geceki neşenizi, her gün bulmak için ne yapmalı ? .. - Emrediniz bütün Budun toplansın, bir şölen kurul sun ! . Ertesi gün derhal kurultay kuruldu, herkes şölene gel di. Ozanlar kopuzlarını vurdular, Oğuz'un kahramanlık des tanlannı anlatmağa başladılar. Yine tunç yüzlü cenk erleri nin gözünde, dört bucağm uzun kirpikli, beyaz tenli kızları canlandı. Herkes eski ruhunu, coşkunluğunu duymak üzere idi. Halkın üstünde birdenbire zümrüt gibi yeşil lbir kuşun uçtuğunu gördüler. Hakan, okçularına, kuşu vurmalarını söy-
TÜRK
EFSANELERİ
101
lcdi. Zümrüt kuşun arkasından on iki ok attılar. Kuş güneşin altın ışıkları arasına karıştı. Görünmedi. Anuş 'I:ekin yerinden fırladı, uzaktaki sazlığın olduğu ta rafa koştu. Zümrüt kuşun biraz evvel üstüne konduğu uzun kamışı, belindeki kılıçla kesti.
Hakanın karşısına geldi.
Ka
mışın kesik tarafını ağzına aldı ve öttürmeğe başladı. Bu si hirli kuş uçmuş. Fakat ruhları yeniden
coşturan nağmelerini,
bu kavme hediye etmişti. Hakan şaştı : - Çal ! . Anuş Tekin, çal ! .. Issız kalan bu yurdu, bari sen bu kaval ile coştur. Anuş Tekin, bugünkü çobanların kavalına benziyen kamı şı öttürdü. Şölende bulunanlar tekrar eski 1heyecanlannı bul dular. N�esini kaybeden bir millet bir taze hayat kazandı. Artık Türk elinin ozanları kopuzla beraber kaval da ça lıyorlar. Bu sihirli kamışın içinden Türkün kahramanlık des tanlarını, halka anlatıyorlardı.. Ertesi dırının önüne bir bayrak lar Anuş Tekin'i
gün,
Anuş Tekin ça
dikmiş, bir ata binmişti..
�likanlı
at üzerinde görünce, derhal atlarına atla
dılar, yurdun dört tarafını sarmış olan düşmanların üstüne saldırdılar. Düşmanlan yendiler. Altın
hazinelerini
kendileri
ne mal ederek, geri döndüler. Uzun zamanlar Ortaç'ın bağlan bozulmuş, evler harap olmuş .. Çeşmelerin gür akan suları bu lanmış.. Zenginler fakir olmuştu. Atlılar saldılar.
ordusu, zaferden
Yoksul evlerine
dönüp
altın
kısraklarını
çayırlara
külçelerile döndüler .. Yurda
eski neşe tekrar geldi.. Ortaç, tekrar yeşillendi.. Kısraklar sıç rıyor, yamaçlarda çam dalları üzerinde öten kuşlann nağme leri bile bu insanlara rekabet ediyordu. Ortaç elinde, ozanlar bu defa bu kamışlarla destanlar ya parak, Ortaç'ın kurtuluşuna
havalar
çaldılar..
Orta
Asya,
türkü neşe saçarak, bu şen yurdu, Türkün vicdanında yaşat tılar.
102
TÜRK
EFSANELERİ
,·
1 ----
-. ,,,,
�
---
- ----
Ertesi gün, Anu§ Tekin çad .rının önüne bir bayrak dikmiş, bir ata binm'i§ti... Delikanlılar Anuş Tekin'i at üzerinde görünce derhal atlarına atladılar.
TEPEGÖZ
Pınarın lberrak sularına: kızıl dudaklannı değdlımiş içi yor, içtikçe göğsü iniyor, çıkıyordu. Bir at kişnemesi, suya kapanmış
başı
yukarı
dikti..
Pınarın
soğuk
sularından
morarmış, dudaklarını beyaz dişleri arasına alarak emdi, em
di sonra yavaşça dizlerine dayanarak ayağa kalktı. Sanki bu Hclvi boylu kız, pınann billur sularından hasıl olmuş bir mah lfıktu. İ ri avuçları içine meşin dizginleri almış, bir delikanlı kir piklerinin gölgesinden bu güzel kıza bakıyordu. Henüz on al t ı sına girmiş Nalyan, bir delikanlıya, bir de önüne
baktıktan
��onra keklik gibi sıçraya, sıçraya uçtu. Karşıdaki bol ağaçlı b:ıhçeni n yeşilliklerine gömüldü. Basat : - Bir dakikalık seyri ci'hana bedel ! Diyerek, atını sürdü. Demir ocaklarına doğru yollandı. Ora
dan madencilerden demir alacak, kendisine kılıç kalkan yapa caktı. Basat, kuyumcunun kızı Nalyan'ı sevmiş bir senedir için
iı;ln onun sevgisiyle yanıyordu. Fakat kızın babası, kızının daha k ü çük olduğunu bahane ederek, kimseye vermiyordu. Kasaba nın en güzel kızına çok talip delikanlı çıkmıştı. Fakat ihtiyar k uyumcu kızını kimseye vermiyordu. Basat bunu bildiği için
Jıu
kızı babasından istememişti. Kızın gönlünü kendine bağla
mak için her vasıtadan istifade ediyor, her rastgeldiği yerde
ona manalı bakışlar saça·rak yoluna devam ediyordu. Bu ala ka Nalyan'ın gözünden kaçmıyordu. Basat da henüz on dokuz yaşında, geniş omuzlu, iri siyah ı�özlü bir delikanlıydı. Henüz terleyen bıyıkları beyaz yüzüne ı:ok yakışıyordu. Basat'ın 1h ayatta en büyük arzusu milli bir kahraman ol maktı. O, bu emeline vasıl olduktan sonra, kız da, her şey
1 04
TÜRK
EFSANELERİ
onundu. Esasen kendisinde kahraman olmak hasletleri vardı.. O zamanını bekliyordu. O zamanlar, Oğuz'un bıraktığı Ortaç yurdu, korku için deydi. Her gün \bir hadise oluyor, analar, babalar feryat için de kasabaya gelerek bir canavarın yaptığı fenalıkları göz yaş-· larile anlata, anlata bitiremiyorlardı. Bir gün yine kasabanın meydanlığında bir adam bu canavarı şöyle anlatıyordu ; - Bu canavarın adı Tepegöz'dür. Diyar, diyar dolaşır� her girdiği memlekete felaket getirir. Tepegöz'ü tanımıyan yoktur. Bu kalabalığın arasında Basat ta vardı. Hayretle sordu :. - Bu, bir insan mı, hayvan mı, nedir ? İhtiyar adam : - Yok evladım : Bak sana bunun efsanelere karışmış ha yatını anlatayım : Bir gün çobanın biri uzun pınara gitmiş ti. Birdenbire koyunlar ürküp kaçıyorlar. Sarı çoban kavalını çam dibine bırakıp kalktığı zaman, bir de ne görsün ? Bir ta kım çırçıplak periler, bu pınardan su içiyorlar. Hemen çoban giderek bir peri kızının belinden tutar, fakat kız çırpınarak kaçar .. Sonra çobana dönerek : «Mademki ey çoban bana dokun dun, sana bir çocuk yapmağa borçluyum» der. Bir kuş gibi kanat açarak, beyaz bulutlar arasına karışır. Çoban gider, aradan bir sene geçer, çoban yine uzun pınarın kenarında otu rur, bu sırada peri kızı tekrar görünür : «Ey Çoban, sana bir top getirdim, her gün hopla, bununla oyna ! » Yine uçup gider. Çoban topu eline alarak bu ga·rip topu evirir., çevirir, sonra eline bir taş alarak, topa vurmağa başlar ve top yarı lır, içinden bir çocuk çıkar, fakat gözü tepesinin üstünde bir garip mahluk. Çoban bağırarak kasabaya koşar. Bayındır ismindeki köy beyine 1haber verir, bey de adamlarına emir ve rerek bu garip çocuğu beye getirirler. Bayındır bu çocuğa bir süt nine tutar, lbu garip ·çocuk memeyi emmesiyle kadının sütünü bitirir. İkinci çekişinde kanını getirir , üçüncüde süt ninenin canım alır. Nihayet bu çocuğa günde bir kazan süt verirler, bu çocuk büyüdükten sonra:, sokaktaki çocukların burunlarını, kulaklarını yemeğe başlar. Bayındır bundan kor-
TÜRK
EFSANELERİ
105
kdrak sokağa atar.. Nihayet Tepegöz Kanhkaya adlı bir dağa çıktı, bir mağarada yatıyor, günde yüz koyun yiyor, bazen günde altmış insan ı yemekle doyuyor. Derisi demirden, göv desi mermer parmakları hançer, Tepegöz'ü ne ok delermiş, ne de kılıç kesermiş. İşte peri kızından bu korkunç Tepegöz doğ muş. Şimdi ihtiyardır. Eskisi gibi çok ziyan vermiyor, fakat önüne çıkan kurtulmuyor ?. Basat bu hikayeyi dinledikten sonra : - Ben gider, onu öldürürüm ?. Diye bağırdı. Herkes bu arslan sesli delikanlıya baktı, hem de içlerinden güldüler. Basata, kahramanlığını isıbat için bu en büyük bir vesile idi.. Atına atladı ; evine geldi. Annesine : «Ben Tepegöz'ü öl dürmeğe gidiyorum, bu altın ok sende kalsın, ben ölürsem bu nu Nalyan'a hediye et» dedi. Sonra annesinin elini öperek yola düzüldü. Annesi arkasından ağladı, ·bu hadise her tara fa yayıldı. Nalyan da Basat'ın bu korkunç işe girişmesine şaş tı, fakat neticeyi bekledi. Eğer Basat, Tepegöz'ü öldürürse muhakkak ona varacaktı .. Basat günlerce gittikten sonra Kanlıkayaya yaklaştı, Te pegöz sırtını güneşe karşı vermiş, başını bir kayaya dayamış, uyuyordu. Önünde kocaman bir de ateş yanıyordu. Buna ok atsa işlemiyecek, kılıçla vursa bu iri adamı öldürmenin im4a nı yok.. Nihayet şunu düşündü ... Kayanın arkasından yavaşça giderek, Tepegöz'ün gözüne ok atmak, eğer bir okta Tepegöz' ün, tek gözünü kör ederse, onu öldürmek ihtimali çoktu. Ya vaşça kanlıkayanın üstüne çıktı, okunu Tepegöz'ün gözüne doğru çekti. Tepegöz öyle bir haykırdı ki, dağlar, tepeler in ledi. Basat da korkmuştu. Tepegöz : Bu kadar" - Yıllarca yaşadım .. Günlerce acı çektim.. kötüsünü görmedim.. Beni kim kör etti ?. Ses ver.. Basat bağırdı : - Ben ! .. - Sen kimsin ? - Uruz'un oğlu Basat'ımL
TÜRK
106
EFSANELERİ
- Benim a:zrailim sensin iha ! . Bunca sene biriktirdiğim
hazinelerim sana kısmetmiş öyle mi ? Kanlıkayanın içinde ha zinelerim var .. Meğer bunlar sana nasip imiş ! Dedi, doğrulup sesin geldiği tarafa koşmak istedi, fakat kalkamadı.Yere yuvarlanıp son nefesini verdi. Basat gelerek kılıçla Tepegöz'ün kafasını kesti. Atına atlayarak Tepegöz'ün başını, sevgilisi Nalyan'ın evinin önüne fırlatıp attı. Bütün ka saba halkı Nalyan'ın evinin önüne doldular.. içinde bu kesik başı seyretti ve Arslan
Herkes korku
Basat'ı tebrik
ettiler.
Nalyan biraz ötede duran Basat'a doğru koştu, boynuna sa rılarak, Basatı öpmeğe başladı. Basat da onu öptü. Kız Basatı
evine götürdü. Basat kızın babasının elini öptü. Nalyan'ın ba bası bu kahraman gence derhal kızını verdi ve birbirlerinin oldular.
D U M R U L
Zümrüt yüzlü bir ovanın ortasından köpüre, köpüre çıl gın bir dere akardı. Bahar geldiği zaman şahlanarak gelen, beyaz yeleli bu su bütün köprüleri yıkarak önüne katar, uzak iara parçalarını götürürdü. Bu dereye ne kadar köprü kur dularsa para etmedi. Yapılan bütün köprüler yıkıldı. Hiçbir yolcu yoluna: devam edemezdi. Halk hayırsever bir adamın lıltfunu bekliyordu. Alaçam kasabasında Dumrul adlı bir de likanlı vardı, !bunun babası çok zengindi, bir gün babasına : - Baba.. Yine akbaşlı dağlar, göz yaşlarını dökecekler, ırmaklar ·çağlıyacak, inleyerek akacak, önüne ne gelirse kıra cak dökecektir. Yine bizim köyün köprüsü dalgaların tokatla rile parçalanacak, bu işe bir son vermek lazım. - Ne yapmak lazım ? - Ne yapmak mı ? - Evet... - Baba, bu dereye taştan bir köprü yaparak bu derenin azgınlığından kurtulmak.. - Peki Dumrul ! . Sen yaptır, ben parasını veririm. Dedi. Dumrul ba:basının bu hayırlı işini bütün kasabaya bildirdi, herkes bu 'hayırlı işe seviniyordu. Nihayet ıbir ay için de Dumrul köprüyü ya·ptırdı. Dumrul her sabah tan yeri ağarırken, köprünün başına gelir, köprüden geçenlere : - Baç.. Derdi. Geçenler : - Ne baçı ?. Dediği zaman Üzerlerine saldırır, sille tokat köylüleri dö ğer ve köylülere bağırarak : - Köprü parası vermeden öte tarafa geçmek yok.
108.
TÜRK
EFSANELERİ
Derdi, bu hayırlı işin şekli kötü bir çığır almıştı. Herkes Dumruldan bıkmış ona «Deli Dumrul ! . » adını vermişlerdi. *
Bir gün köprünün yamacında bir Türk obası yurt kurmuş batıdan esen bir rüzgar, çadırların direklerini sarsıyor, yor gun atlar, kemikleri çıkmış katırlar dereye boyunlarını uzat mış, su içiyorlar, okları bitmiş, mızrakları kırılmış delikan lılar bitkin bir halde çadırlarına giriyorlardı. İpek işle meli ıbir ak çadırdan, uzun boylu, mavi gözlü bir kız, elinde bir bakraç dereye doğru geldi. Dumrul, köprünün başında bekliyordu. Kız derenin karşı yakasına geçerek s�ğ bir yerden su doldurmak üzere köprüye doğru yürüdü, Dumrul : - Ver haçını, köprüden öyle geç. Deyince, kız güldü. Ve para vermeden köprüyü geçiyor du. Dumrul, üstüne yürüdü. - Para vermeden bu köprüyü geçmek yasaktır, bu köp rüyü ben yaptırdım. Dedi. Kız : - Hayrattan para alınmaz .. Dedi, fakat Dumrul kızın önüne durdu. Salmadı, kız geç mek istedi. Dumrul, kızın üzerine yürüyünce, kız : - Baba ! .. Baba ! .. Diye feryat etti. Bütün çadırlardan delikanlılar dışarı fırladı, reislerinin kızı, karşısında yabancı bir adam... Derhal koştular ve Dumrul'u, sille tokat reislerinin çadırına getirdi ler, Reis : - Sen, benim kızımdan ne istiyorsun ? - Ne istiyeceğim, köprü parası. - Ne parası ?. - Bu köprüyü ben yaptırdım .. Diyerek reisin üzerine saldırdı, fakat Deli Dumrul'u tut tular, ellerini ayaklarını bağlayarak bir kazığa bağladılar. Dumrul bu kazıkta sabahi adı. İşin korkunç olduğunu anlayın ca yalvarmağa başladı. Çünkü Dumrul bu işi ölümle ödeye cekti. Nihayet reis dedi ki :
TÜRK
EFSANELERİ
109
Canına bir bedel bulursan, seni ancak bu suretle affe derim, yoksa canına kıyarım ... Dumrul bu işe razı oldu , ellerini çözdüler, yanına iki as ker kattılar. Dumrul önce babasının yanına geldi : - Baba, ben bir aşiret kızını döğdüm ve baıbasına da kar şı koydum, beni öldürecekler. Onlara yalvardım. Fakat ben den canıma mukabil bir bedel istediler. Baba bana canını feda et, sen ihtiyarsın, ben daha gencim. Yaşamak istiyorum. - Ey gözümün bebeği her ne malım varsa sana vereyim. Fakat can pek tatlıdır, ben canımı veremem, ben de yaşamak isterim, benden sana yakın annen var. Şefkat onun lborcudur, ona git, yalvar ... Dumrul ağlayarak babasının yanından ayrıldı ve annesi nin yanına geldi. - Anne bir kusur işledim, beni affetmiyorlar, öldüre cekler. Canıma bir bedel istediler, sen ihtiya·rsın canını ver, kurtulayım... Annesi : - Ey bahçemin çiçeği, sana canımı nasıl vereyim .. Gün görmedim, yaşamak istiyorum, babana git.. Askerler annesinin de razı olmadığını görünce Dumrul'u zorladı lar. Dumrul : - Müsaade ediniz bir de karımı göreyim ... Dumrul karısına koştu .. Meseleyi anlattı.. Karısı boynu nu büktü : - Dumrul ağlama. Tanrı beni ölmek için yarattı. Ben senin yerine bedel olacağım. Oğullarım sana emanet kalsın. Ne çıkar, ben öleyim, yıkılmasın obamız, çocuklarım babamız var desinler .. Bu sözlerden iki asker ve Dumrul ağlamağa başladılar. Askerler Dumrul'u aldılar, kadın da peşlerine takıldı. Reisin karşısına çıktılar, kadın : - Kocamın bir kusurundan dolayı, pek insafsızca bir karar vermişsiniz.. Ona ben bedel olacağım. Çocuklarım ba-
110
TÜRK
EFSANELERİ
basız kalmasın, bir dul kadın sonra çocuklara nasıl baksın ? Ben öleyim, çocuklarım ve kocam sağ kalsın ... Oba reisinin, bu fazilet karşısında gözleri yaşardı. De. di ki : - Biz Dumrul'un halka yaptığı zulümleri çok duymuş tuk, ayni şeyi bize de yapmak istedi, bu kötü huyundan onu vaz geçirmek için bunu yaptık.. Haydi delikanlı yuvana git lbu mert kadınla yaşa, hayırlı işlerden para alma ! . Bu köp rüden herkes geçsin .. Kadın ve Dumrul obala!'ına dönerek, çocuklarına ve yuva larına kavuştular. Dumrul baç almaktan vazgeçti. Karısı ile mesut yaşadı...
B O GAÇ
Üç atlı yayından fırlıyan bir ok gibi, bir dere ·boyundan dört nala uçuyorlardı. Bir top ağacın dibine geldikleri za man durdular, atlarından atlayıp ağacın gölgesine oturdu lar. Demirtaş : - Bilge, her yıl Bayındır han şölen verirdi. Fakat bu günlerde bir şey işitmedik. Acaba ne var ? .. . Bilge : - Bu sene mühim bir kararı olduğunu Kınık boyu beyine söylemiş, lakin bu kararı nedir bilmiyoruz.. Şahin : - Bu günlerde hanın ne kararı olabilir ? Yiğitlerin kı lıçları düşman başı kesmekten körlendi.. Yayların · oku tüke nip, kirişler gevşedi. Ok seslerinden gökte kuşlar uçamaz ol du. Kanı dökülmedik yiğit kalmadı.. Bu vaziyüte yeni ne karar verecek ?. Tekrar cenge mi gidecek ?. Deınirtaş : - Biz hangi gün Hakanlann şahsi keyifleri için düşma na kılıç salladık. Düşman lbize saldırdı, biz yurdun müdafaa sına kpştuk.. Bizimle dost kalan, hangi milletin yurdunu ha raca kestik ? .. Şahin : - Evet, sözlerin çok doğru, dosta dostlukla, düşmana dehşetle şan verdik.. - Öyle ise ? - Düşmanlar yüzünden attan inmedik.. Kanlarımız sel gibi aktı. Kemiklerimiz yığın teşkil etti .. Memlekette nüfus azaldı .. Bu kadar az insanla bu geniş ülke nasıl müdafaa edi lir? - Öyle ise ne yapmak lizım ?. - Herkesin çok çocuk yapması lazım.
112
TÜRK
EFSANELERİ
Bilge söze karıştı : - İşte arkadaşlar. Bayındır hanın bu sene yeni kararı ; nüfusu çoğaltmak için çare aramasıdır. Hep' birden : - Bu kararı hayırlı olsun.. Ayağa kalktılar ve çok çocuk yapmağa: karar verdiler : Demirtaş: - Yalnız sözle olmaz, andiçelim. Hepsi söz verdiler. Kol ların ı açarak birer damla kan akıttılar Demirtaş 'heybesin den tunç bir tas çıkardı, içine tahta bir tes�iden kımız koy du. Şölen çağı gelmişti, Bayındır han altın otağı kurdurdu. Yerlere ipek halılar döşetti. Beylere haber saldı. Bütün boy beyleri yanlarırıa birer alay alarak derhal yola düzüldüler. Bayındır han, eski Türk Töresini bozarak bir otağ yerine üç otağ kurdurdu. Kızıl, ak, kara .. Bayındır: yol başlarına ça vuşlar diktirdi. Boy beyleri alaylarile otağa yaklaşınca çavuşlar her toyu adıyla çağırıyordu, ve şöyle bağırıyordu . . - Kızı olan beyler kızıl otağa, oğlu olanlar akçılotağa hiç ·çocuğu olmayan beyler kar� otağa konsun. Üç oklardan Alayuntlu boyu mırıldandı, bu görülmemiş bir şölendi. Kızı ve Oğlu olanlar sevindi. Fakat Alayuntlu bo yu beyi «Derse» hanın ne kızı ne de oğlu vardı, Demirtaş, Bilge, Şahin bu boydan idiler. Birbirlerine bakışarak gülüş tüler... Derse han kara otağa yürüdü. Çocuğu olanlar akçıl ve kızıl otağlara kondula·r : Hiç çocuğu olmayan Derse Hanın bu karardan fena halde canı sıkıldı. Büyük bir kabahatli gibi boynu bükük, kara otağın içine girdi.. Derse hanı bir kara posta oturttular. . Şölen devam ederken Derse hana kara ko yun, eti verdiler. Bayındır Han, milli ziyafeti verdikten sonra misafirleri ne şunları yüksek sesle söyledi : - Ey Oğuz Hanın Bozoklardan Günhan, Ayhan, Yıldız han, boyları .. Ey ! Üç oklardan Deniz, Gök, Dağ şöleniniz kut lu olsun.. Hangi boy beyinin Tanrıdan bahtı ak değilse bu ilde bir altın tahtı olamaz.
TÜRK
EFSANELERİ
113
Kızsız ve oğulsuz bir bey yalnız Derse Hlan v� rdı. Çadırda ağladı , göz yaşları göğsüne döküldü. O gece acılar içinde Kara otağda uyudu : Sabahleyin tan rüzgarı salkım, salkım, eserken, bağrı gü
zel dağ yamaçlarına gün yor ,
vurmuştu .. Atlar
çayırlarda
Kişni
kuşla·r kanat vurarak ilk ışıklara , doğru uçuşuyor�ardı.
Derse Han uyandı. Kimseye görünmeden atına atlayarak, evi
ne döndü. Karısı «Burla Hatuna» meseleyi anlattı .. - Karıcığım .. Söyle biz niçin kısır kaldık ?
Ne
kızımız
var, ne oğlumuz. Kadın giildii : - Ey bahtımın a:l tın tahtı. . Sen hangi gün evinde kal dın ? . At üstünde cenk meydanlarında dolaştın. Benden bir ço cuk istemedin ki.. Derse Han düşündü, kabahatin kendisinde olduğunu an ladı. Tanrıya dua ettiler ve lbir erkek çocuk istediler. Derse Hanın arzusu yerini buldu. Burla Hatun ertesi se
ııe nur topu gibi bir oğlan doğurdu. O
gün
Der<,e Han kendi
boyuna bir ziyafet verdi. Yüz havuz şarap, yüz havuz kımız, t epeler gibi et yığdı. Saatlerce içlti içildi. Şen �aatler geçiril di.
Derse Hanın oğlu büyüdü. Büyüdükçe kuvvetlendi. Han da'ha oğluna bir ad koymamıştı. Bir gün kudurmuş bir boğa, :'ehrin sokaklarında
koşuyor, önüne rastgelen insanları
l ıoynuzda yere seriyordu. Halk bağıra·rak
bir
kaçıyor.. Anneler
lıabalar çocuklarını evlerine kaçırıyorlardı. Derse Han da oğ l unu aramak üzere sokağa fırlamıştı, oğlunu arıyordu. Bir de ııc
görsün, oğlunun elinde kendisinin harbte kullandığı iri· pa
la ile sokağın başında bekliyordu.
Birdenbire s:ıkaktan boğa
g-öründü, herkes kaçıyordu. Derse Hanın oğlu kudurmuş bo �·:ının üstüne saldırdı, bu m anzaryı görenler feryadı bastılar. Lakin Derse Hanın oğlu bir arslan yavrusu gibi boğanın kar ı-ıısına çıktı. Boynuna elindeki bıçağı sapladı, boğa kanlar içinde yere yuvarlandı, halk çocuğun etrafına toplandı :
.
- Bin yaşa, ey meydan eri. Sen bugün gen�liğe büyük şan kazandırdın. Oğuz kavmi yeni bir kahraman kazandı Sen bü yürsen bu yurda kimse giremez. Türk
Efsaneleri
-
F.
8
114
TÜRK EFSANELERİ
Dediler. Derse Han, oğluna atıldı, alnından öperek : - Ananın sütü helal olsun .. Türk ülkesine hayırlı bir ev lat ol. Senin kahramanlığından milletin yüzü gülsün. Türkler yiğitsiz olamaz. Ömrün uzun olsun. Halk, bu genç kahramanın etrafında toplanmıştı. Halkanın arasından şehrin tanı:nmış ihtiyarlarından biri ortaya atıl dı : - Derse Han. Kutlu olsun. Canlara kıymış olan bu iri boğayı oğlunuz yendi. Adını ben vereyim : Boğaç olsun. Dedi. Herkes bu sözü alkışladı. Derse Han : - Ben de Boğaç adını kabul ettim. - Derse Han, oğlunu kendine tekin yap. Şimdiden bir bürü koyun ve sığır ver.. Dedi. Senelerce durgun hayat Bayındır beyinin verdiği kararla tekrar canlanmıştı. Yıllar geçti, ihtiyar öldü. Boğaç binlerce atlıyla hudut boylarına akın etti, komşu milletler Türke boyun eğdiler. •
S A L U R
Bahar gelmiş, Altay vadileri yeşile bürünmüş, her taraf ta yaseminler, çiğdemler, 18.leler , renk renk açmıştı. Kayalar arasından beyaz köpüklerle akan akan şelaleler, coşkun dere ler yaparak, ovalara
kıvnm kıvrım örgülü bir kız saçı gibi
dağılıyor, mavi göllere doğru koşuyordu. Bu yeşil ovalarda tiftik keçileri, beyaz yapağılı koyunlar dağılmış, meleyerek ot luyorlar, gürbüz kısraklar hoplaya, sıçraya oynaşıyorlardı . Baharın !böyle bir gününde Bayındır hanın güveğisi Sa lur adındaki Türk hakanı, doksan yerde çadır kurdurmuş dok san yere ipek halı döşemişti. Çadırların önünde sofralar ku rulmuş, altın ayaklı billur sürahilere
kımız ve şarap doldu
rulmuştu. Misafirler hizmetine doksan kara gözlü,
gül
yüzlü saçı
ardından örgülü, göksu kızıl düğmeli, belleri şallı kızlar diz çök müş olarak misafir Oğuz beylerine şarap sunuyorlardı. Ozanlar
kopuzlannı çalıyorlar, türküler okuyup ruhları
coşturuyorla·rdı. Bu zevk alemleri, her mevsimde aynı şekil de oluyor, at üstünden inmiyen cenkçiler bile şarap masaları başından kalkınıyorlar, genç kızların elinden şarap içiyorlar, zevk içinde günlerini geçiriyorlardı. Türk ili böyle sefahate az düşmüştü. Her boy gün geç meden 'Toy veriyor , şölen yapıyordu. Gene bugün, . durmadan içiliyor,
kahkahalar
atılıyordu.
Bu esnada Salur hakan zevkeden beylere : - Yata yata yanmıız. ağrıdı, dura dura belimiz kurudu. Hep kalkalım, sürgün avı yapalım. Ormanlarda gezelim , av lanalım, av kuşlarile geri dönelim, gene içelim, zevkedelirn. Selçuk oğlu Deli Dündar ile Karagün oğlu oğlu bu teklifi kabul ederek : - Hay, hay .. Biraz avlanalım !
Kara
Budak
TÜRK EFSANELERİ
116
Fakat bir köşede sessiz, sessiz oturan bir ihtiyar vardı.
O
bu sefahat hayatına alışmamış, · bu içkili günlerin tbir acı gü nü olduğunu seziyor, müteessir oluyordu. Bu adam iki dizi üzerine çökmüş
Uruzkoc'.l
adlı bir es
ki boy beyi idi ve şöyle ba·ğırdı : - Ey Salur hakan ! Biz her şeyi unutmuş, durmadan içi yoruz, fakat hudut boylarında düşmanlar ayakta bizi bekli yor, yüzlerce boy beylerini alıp, ormana gideceksin, fakat yur dwı üstüne kimi bırakacaksın ?. Derhal Salur : - Üç yüz yiğit ile oğlum Uruz yurdu muhafaza etsin, biz ava gidiyoruz. Salur bu sözden sonra atına atladı. Salur'un arkasından sayı ile tükenmiyen koç yiğitler atlarına bindiler. Günlerce sürecek olan ava çıktılar. Memleket henüz genç olan Uruz'a kaldı. Yıllardanberi fırsat bekliyen hudut lboylal_'ındaki düşman lar gözlerini Türk yurduna diktiler, bir gün birdenbire Türk yurdu istilaya uğradı. Türk ordusu başsızdı, bütün Türk ku ·mandanla:rı hakanla
av
eğlencesine :gitmişti. Salur'un oğlu
Uruz düşmanlarla çarpışırtağa başladı. Fakat bu genç ve · gör güsüz delikanlı büyük ordulara ne yapabilirdi. Nihayet ordu su bozuldu. Düşmanlar her tarafı istila ettiler, Salur'un bütün altın hazineleri düşmanın eline geçti. Saray baştan başa yağ ma edildi. Salur'wı oğlu Uruz, annesi Buda Hatun ve kırk ince bel li diğer karıları
da
esir düştü.
Düşma:n Uruz'wı ellerini ve üçyüz yiğit arkadaşının da boyunlarını lbağlıyarak harp esiri olarak götürdü. Yalnız eski bir ihtiyar kumandan olan İlik Koçaoğlu Sa rı Kılamış düşmanla çok çarpıştı ve nihayet şehit düştü. Bwıdan sonra düşman, Salur'un otlaklarına girmek ve on !bin koywıwıu almak için, altı yüz süvari gönderdi. Koyunların çoban ı olan Karacuk
çoban
düşmanın
gel
diğini görünce, yanındaki arkadaşlariyle, süvarilerin üzerine sapanlarla taş yağdırmağa başladı. Düşman süvarileri yayla-
TÜRK
EFSANELERİ
117
Koyunlann çobanı olan . Karacuk, düşmanın geldiğini göriince, yanındaki arkadaşlariyle, düşma:'.lın üzerine taş yağdırmaya başladı.
118
TÜRK EFSANELERİ
ya yanaşamadılar ve nihayet bozulup kaçtılar. Fa kat çobanın iki kardeşi de muharebede öldü. Bir ateş yaktı ve kayaya otu rarak bu felaket Oğuz kavminin başına: niçin geldi diye ağ lamağa başladı. Çobanın daha göz yaşları dinmemişti. Ufuktan Salur ha kanın beyleri, eğlencelerinden avlariyle birlikte dönüyorlar dı. Çobanın kara köpeği havlıyarak, bu atlıların geldiğini haJber veriyordu .. Salur 'hakan, " çobanın yanına yaklaştı. Et rafta vurulmuş insanların, kanlı cesetlerini gördü, şaşa kaldı. Çoban ağlıyordu. Sordu : - Ey çoban ? .. Bu yerde kanlar içinde yatanlar kim ve sen niçin ağlıyorsun ? Çoban başını kaldırdı : - Salur hakan, Türk yurdu çiğnendi. Genç kızlar esir, delikanlılar kılıçtan geçirildi. Altın hazinelerin, kann ve ca riyelerin düşmanın kolları arası�da kaçırıldı. - Ne diyorsun çoban ! .. Yurdum esir mi edildi ?. - Evet ! . - Düşman nerede ?. - Avlandığınız, ormanların ardında. Hakan derhal suçlandı, çobana ·bir şey yapamadı. Onu bir ağaca bağlatarak düşman tarafına yollandı. Fakat ıbiraz sonra arkasına baktığı zaman, çobanın sır tında ağaç kendisini takip eder bir halde gördü, bu manzara hoşuna gitti ve bu kahraman çobana bir şey yapmadı. Düşman zafer sevinci içinde şenlikler yapıyordu. Hüküm darları büyük bir ziyafet hazırladı. Bu ziyafette Oğuz Türk lerinin hakanı Salur'un karısı Burla Hatuna şarap dağıttır mak istiyordu. Fakat Türk sarayından ince belli kızıl düğ meli, örgülü saçlı ahu .bakışlı kırk kız esir edilmişti. Bunla rın içinde Salur'un karısı hangisidir, bunu tanımıyordu, bu kırk kızı karşısına topladı : - Salur hakanın karısı hanginiz?. Hep birden cevap verdiler. - Hepimiz !
TÜRK EFSANELERİ
119
- ,Kırkınız da mı ? - Evet, kırkımız da . . Hükümdar bir türlü, Salur'un karısını bulup, ziyafette şa rap dağıttıramadı. Ve nihayet şunu düşündü. Salur'un esir düşen oğlu Uruz'u keserek, bu kırk kıza yedirmeğe karar ver <li. Adamla·rını çağırdı. - Uruz'u kesin etinden kavurma yapınız. Bu kırk kıza yrdiriniz. Eğer içinden hangisi onu yemez ise, o kızı alıp ba na getiriniz. Adamları : - Baş üstüne ! . ıJıyerek Uruz'u aramağa başladılar v e nihayet yakala dılar. Kesmek üzere şehrin dışında bir ovaya götürdüler. Dü�an hükümdarı, her hangi kız, bu etten yemez ise, Burla hatun onun olduğunu anlıyacak iŞarap dağıttıracak kendi hizmetinde kullanacaktı. Burla hatun bu feci karan duyduğu zaman, düşündü ve ı:ok ağladı. Bir düşman hükümdannın �er emrine itaat etmek tense, oğlunun ölümünü daha doğru buldu. Namusu ve şerefi uğruna esir oğlunun her halde bir gün kesileceğini düşünerek Hcsini çıkarmadı ve neticeyi bekledi. Ertesi sabah, Uruz'u cellatlar aldılar, şehirden dışarı çı kardılar. Uruz lbir tek kelime bile söylemiyordu, bir saat kaaar ' · '":Y� gıttiler, uzaktan bir ses: - Uruz !. Uruz ! . Uruz v e cellatlar karşı tepel•e baktılar, Salur hakan or dularile ilerliyordu. Düşmanlar dona kaldılar yapacakları ci nayeti ifa edemediler. Salur'un, yanında giden kahraman Karacuk çoban, elin deki meşinli sapanın içine iri kayalar koyarak, cellatların iistüne fırlattı, ilk taşta birini yere serdi. Ve cellatlar kaç1 ılar ve doğru şehre giderek, Oğuzlann ordularile ilerledikle l'ini 'haber verdiler. Bu esnada davullar, ziller, borular çalındı ve her iki ordu ()Vada çarpıştılar. Salur düşman hükümdarının annesini iste-
120
TÜRK EFSANELERİ
di, vermediler. Nihayet büyük Oğuz orduları gün görmüş ku mandanlarile zaferi kazandılar, Türk eli kurtuldu. Salur'un oğlu ve Burla hatun ve diğer kızlar da kurtulup, zafer mani leri söyliyerek yurtlarına hep birlikte döndüler.
K A R A H AN
Gök ucsuz
bucaksız karanlık bir boşluktu. Altın
saçlı
güneş, gümüş yüzlü ay, ışıl, ışıl ışıldayan yıldızlar, yer yu varlağı . . . İnsanlar, hayvanlar, nebatlar hiçbir şey yoktu . . ' Ancak bu boşluğun içinde yaratıcı bir varlık vardı, o da Karahan ... Artık Karahan yalnızlıktan usanmıştı. Kainatı ya ratmak istedi. Bu anda gök kızıl alevlere lbüründü. Göğün ko yu karanlığı, kızıl renkler içinde asırlarca yandı. Nihayet bu çılgın ateş, koca· bir kaya doğurdu. Bu kayanın yarığından berrak bir su köpüklü çağlıyanlar yaparak günlerce aktı. Her tarafı su kapladı, bu zamanda Karahan'dan
başka göre, su
dan başka görünen yoktu. Kainatı yaratan Karahan bu defa, kendi gibi gören, bi len, yapabilen bir varlık meydana getirmeyi
diledi.
Yeda ta
şını ikiye böldü. Sağ parçasından bir erkek sol parçasından bir dişi yarattı. Bu taşlardan demir gagalı, demir pençeli ada ma benziyen Esatiri Tuğrul adında iki kuş çıktı, bu iki Tuğ rul gökte günlerce dolaştılar konacak /bir kaya parçası ara dılar. Nihayet çoşkun denizlerin ortasında Kut dağı denilen büyük bir kayaya rastgeldiler.
Bu kayada denizlere
su
ve
ren pınar vardı. Tuğrullar gelip bu kayaya kondular. Tuğrul yumurtladı. Derhal
Kırılınca
çok tüylü Barak atlı bir
köpek çıktı.
anası gibi kanatlandı, uçtu uçarken deniz dalgalan
dı. İçinden Yak adında bir öküz çıktı, başı öküz, kuyruğu at şeklinde idi. Yak da uçtu gitti. Tuğrul : - Bunun adı da Kutlu Mural olsun. Dedi. Bir gün Tuğrullar, denizlere '.h akim olmak istediler. Birdenbire gökten mavi bir ışık bunları denizin koyu derinlik leri içine düşürdü, bir taş parçası gibi aşağı iniyorlardı, bu teh likeli anda tanrılar tanrısı Karahan'a yalvardılar, aflarını is tediler.
122
TÜRK EFSANELERİ Karahan, bunlara deniz dibinden bir avuç toprak alıp yu
karı
çıkınca denizin yüzüne atmalarını ilham etti, bu
anda
Kara!han deniz dibinden bir yıldız yükseltti. Tuğrullar, bu yıl dızdan birer avuç toprak aldılar, suyun yüzüı:ıe doğTu yük selmeğe başladılar. Tam suyun yüzüne çıktıkları zaman mavi gökte parlayan
güneşi
gördüler.
Kendilerine
yardım edeni
güneş zannederek ona teşekkür ettiler, birer avuç toprağı da suyun yüzüne serptiler. Toprak suya değince, deniz çıldırdı, sular göğe fışkırdı. Güneş, altın saçlarını bunlara dökmüş, bir kız
edasile gülümsüyor, yükseldikçe denizler çekiliyor, Kut
dağının eteklerine g€Jiyordu. Ufukla birleşen mavi denizin orta sında büyük bir kıt'a meydana geldi.. Asya . . . Karahan Kainatı, dünyayı,
Asyayı yarattıktan
sonra,
·buraları canlı mahluklarla süslemek istedi. Tuğrul yükseldi, sonra yere indi. Altı yumurta bıraktı. Yumurtala r çatladı. Şa hin, Kartal, Tavşan, Turna, Ala Karga, Sungur bir de Çakır çıktı. Bu kuşlar uza·kta bir mermer saray gördüler. Kimi ora ya uçuştu, kimi koşup gitti. Burada dalgalar hasıl olmuş bir göl incisi, bir de seraplardan vücuda gelmiş bir çöl incisi buldu lar .. Kuşlar çöl incisinin bulunduğu denizlere uçtular. Hayvan lar da göl incisinin bulunduğu saraylara koşarak her ta rafa yayıldılar. Bir gün gökte mavi bir ışık yere indi. Değdiği yerde bir Huş ağacı yükseldi, bu ağacın dokuz dalı vardı. Bu dallar bi rer meyve verdiler. Bu meyvalardan dokuz ırk doğdu. Bu ağa cın :b irinci dalından hasıl olan adamın adı (Türk)
dü. Türk
beyaz tenli , ela gözlü, samur saçlı, gürbüz ve işler zekalı idi. Öbür dallarda sarı, siyah, kırmızı, esmer, uzun ve kısa boylu insanlar hasıl olmuş,
kendi dalları gölgesinde oturuyorlardı.
Karahan, bu adamların idaresine Türk'e verdi. Türk bun lara iyi yaşamağı yeryüzünün nimetlerinden iyi istifade et meği anlatırken, karşısına Erlik Han adında insanları doğru yoldan şaşırtan birisi çıktı. Bunun üzerine Karahan Türke yardım etmek üzere gökten Yayık adlı bir melek gönderdi. Yayık, Türke bir altın mızrak hediye etti. Dedi ki : - Dünya durdukça, dört bucak insanlarına
hakim ol !
TÜRK EFSANELERİ
123
Türk ona teşekkür etti ve Yayığın kanatları gölgesinden ayrılmadı. Diğer ırklar ise Erlik Hanın kanatları gölgesinde yaşadılar .. Türk ne dedi ise, bunlara anlatamadı, bir gün, Ya yığın ilhamile bu ırkları Asyadan kovmağa karar verdi. · Türk altın mızrağını çekerek, üzerlerine yürüdü. Bütün ırklar : - Kaus ! .. Kaus ! .. Diye feryat ederek, Türkün önünden kaçışmağa başla dılar. Türk bunları günlerce kovaladı. Bu insanlar bab ya doğru kaçıyorlardı. Her tarafa yayıldılar. Asya ile, Avrupayı ayıran dağın önünde Türk durdu. Yayık burada lbir ırmak olup, Türkün önünden aktı. Ka .çanlar Yayık Irmağının ötesine itildiler. Türk de Asyada bir başına hakim oldu. Türkün nesli bu kıt'ada çoğalarak, me deniyetin ilk ışıklarını doğurdu. ·
K U T L U
T ti R K
Tan yeri ağarırken, karanlığa gömülü yüce dağlar ha fif, hafif ak başlarını kaldırıyorlardı. Güneş billur renkli bit mez göğün derinliklerine yükselirken, sayısı sonsuz yıldız lar, artık gaip olmuşlardı. Dünya yaratıldığı gündenberi Asyanın bu güzelliğini yal nız bir insan 1hayretle seyrediyordu. O insan Kutlu Türk adında· Tanrı Karahanın yarattığı Türktü. Yer yüzünde tabiatın güzellik saçan intizamı devam ediyor, sular ·çağlayanlar yaparak akıyor. Her taraf yeşil çi çeklerle bezenmiş.. İnsanlardan başka bütün mahluklar As ya'nın feyizli bereketlerinden istifade ediyordu. Kutlu Türk yalnız başına dik ıbaşlı yalçın kayaların ko vuklarırı.da tabiatı doya doya seyrediyordu. Kutlu Türk ardıç dallarından yaptığı yatağından kalkıp gözlerini açtığı zaman karşısında Pörtecene adlı bir bozkurt gördü. Bozkurt Asyanın ilk adamına en önce gf'lip yaklaşan, bir mahluktu, Tanrının bir armağanı olduğunu zannederek, .onun kutlu bir hayvan olduğuna inandı. Pörteceneye dönerek : - Tanrılar tanrısı Karahanın gönderdiği Pörtecene.. Bu korkunç dağların ıssız bir köşesindeki yuvamı sana kim gös terdi ? Beni bu yalnızlıktan kurtannağa mı geldin ? Bütün mah lukat erkekli, dişili yaratılmış, nesilleri türüyor. Bu güzel dün yanın her tarafını kaplıyacak, mesut yuvalar kurarak tatlı günler yaşayacaklar ... Ben ise yalnızım. Ey sihirli güzel kurt.. bana yol göster. Bana bir eş bul. Pörtecene, hafifçe başını kaldırarak Kutlu Türke baktı. Sonra yürümeğe başladı. Kutlu Türk de bozkurdu takibe baş ladı, bozkurt önde , Kutlu Türk arkada dik ve sarp dağların
TÜRK
126
EFSANELE'Rİ
yarlan arasından geçerek ilerliyorlardı. Glasyala-şmış bir hal de gelen Tuğla ve Selinga ırmaklan boyunu takip ettiler. Bu glasyanlarm bittiği yerlere geldikleri zaman her taraf yeşil liğe bürünmüş, öten
kuşların terennümleri daha neş'eli idi.
1ıerledikçe bir hayat kaynağına yaklaşıyorlardı. Kutlu Türkle, Pörtecene günlerce gitmişlerdi. Bir gece yine parlayan yıldızlan seyr ede ede uyuyorlar. Güneşin al
tın ışıklan yüzlerini ışıttığı vakit uyandılar,
bozkurt sıçradı
sivri bir kayanın üstüne çıktı. - İsığ ! .. lsığ ! .. Diye bağırmağa başladı. Kutlu Türk bu yalçın
kayaya
brmandı. Bozkurdun baktığı tarafa gözlerini dikti, gökle yer,
aynı
renkte birleşmişlerdi. Kutlu Türk daha dikkatle baktı. Bu dağların eteklerine
dalgalar çarpıyor, üzeri dalgalarla dolu bir iç deniz, yerle gö
ğün
birleştiği yere kadar uzanıyordu. Bu dağın yanında geniş
bir ova, dereler akıyor, her taraf meyva ağaçlarile dolu idi. Bu ağaçların gölgelerinde geyikler, ceylanlar dolaşıyordu. Pörtecene tekrar : - İsığ ! .. Diye bir ses çıkardıktan sonra dağların yukarılarına doğ ru koştu. Yol gösterici Bozkurt, başları dumanlı dağların ara
sında kayboldu. Bozkurt, Kutlu Türkü Orta Aızyada
bir
feyiz
kaynağı
olan iç denizlerin bulunduğu, illerde Türklere bir vatan ola cak ülkeye getirip bırakmıştı. Kara Kurum dağlariyle Altay, Tann dağlarının eteklerine kadar uzanan on yedi iç denizinin
adına
lsığ denizi adı veriliyordu.
Kutlu Türk, üzerinde bulunduğu bu dağdan indi. Bu ma vi iç denizin kumsallarına indi. Suları tatlı iç denizinden avuç, avuç kana, kana su içti. Bu denizin altın gibi san
kumları üstünde akşama ka
dar oturdu. Hafif bir akşam rüzgan tsığ denizini yalayarak g�iyordu. Güneş altın bir daire şeklinde denize batmak üze re
idi. Deniz ve göğün, tunç renginde kızıl alevlere büründüğü
saatti.
Bu kızıl renklerin bulunduğu taraftan ellerinde nergis
TÜRK
EFSANELERİ
127
çiçekleri tutan on yedi melek yüzlü kızların koştuğu bir sedef araba göründü. Bu sedef arabanın içinde deniz tanrısı Talay, oturuyordu. Arabayı çeken kızların kömür gibi siyah dalgalı saçları , beyaz ve pembe tenlerinden bir akar su gibi sarkı yordu. Talayı çeken bu on yediı kız balıklar tanrısı ak sakallı Vunduk'u n
Şane
adlı kızları idi. Sedef arabanın adı Barak
dı. Deniz tanrısı Talay'ın sarayı, Orta Asya'da bulunan on yedi denizin dökülüp kavuştuğu yerde idi. Bu mermer sarayda, deniz Tanrısı Talay'ın ·bütün akra baları, tıpkı insanlar giibi yaşıyorlardı. Evleniyorlar ve başka tanrılarla harp ediyorlar, taşıyorlardı.
Talay
bütün
nize o dolduruyor, dağları onun verdiği bol,
insana
yakışan
bütün
denizlerin hakimi o
ihtirasları·
ıdi. Suları de
yapıyor, bütün canlı mahlU:klara
berrak sular, hayat balhşediyordu. Kutlu
Türk denizler tanrısını görünce, bağırdı : - Ey denizler tanrısı Talay .. Yalnızlıktan usandım, git, . tanrılar tanrısı Karahan'a söyle .. bana eş bulsun ... Tanrı Talay ; Sedef arabasile deniz üstünde kayıyor, Şa ne kızlarının gölgeleri denizin mavi sularında helezonlar teş kil ediyordu. Kutlu Türk'ün sözlerine cevap vermedi. Kutlu Türk daha yüksek sele : - Talay. . . Talay .. Bana yardım et.. Sahip olduğun deniz lerin kıyılarını Türk nesli ile süsleyeyim .. O zaman Şane kızları bir koro halinde :
.
- Türk, Türk , . Kut dağına .. bir yeda taşı al , lsığ denizin sularına at. .. Kutlu Türk bu g'üzel seslere kulaklarını verdi : ve
tek
rar : - Türk ! . Türk ! . Kut dağına, Kut dağına ! .. Tiirkün gözleri yaşardı, sonra başını geri çevirdi. Gözle rini bozkurdun kendisine lsığ'ı gösterdiği Kut dağının kayala rına dikti. Deniz üzerinden yine : - Türk ! .. Türk ! .. Kut dağına, lbir yeda taşı al, lsığ deni zine at ! .
TÜRK EFSANELERİ
128
Derhal sahilden da·ğa: doğru koştu. Gök renginde olan iri kayalarla dolu Kut dağından parçalanmış olan mukaddes ye da taşını aldı. Dağdan aşağı koşarak, sahile yaklaştı. Yeda taşını İsığ denizine fırlattı.. Mukaddes yeda taşı, İsığ denizine düşünce, Şane kızlarile Talay, ufkun boğulu sislerine karıştılar. Bu anda gökten gü rültüler gelmeğe başladı, bu zamanda göğün alaca karanlığı içinde, demir tekerlekli bir harp arabasının içinde uzun sakallı, başı boynuzlu şimşek tanrısı
Ancazın göründü. İri
arabası
koşarken gök gürültüleri duyuluyor, ışıktan kırbacı, kır renk li atlarına salladığı zaman şimşekler çakıyordu. Şimşeklerin bir tanesi mavi bir ışık halinde yere düştü. Kutlu Türk'ün önünde yerden yavaş yavaş iki ağaç yüksel meğe başladı .. Bu ağaçlardan birisinin ad ı Sumu diğerinin ise Füsük idi. Bu esnada deniz dibinden tekrar koro 1halind3 sesler geliyordu. - Türk, günaydın ! Çocukların kutlu olsua ! . . Kutlu Türk şaşaladı, etrafına bakınıyordu. Deniz dibinden tekrar : - Türk ! . Artık Türk nesli İsığ denizinin kıyılarında tü reyecek .. Bütün insanlara ya�ayış ışıklarını o, saçacak.
Sana
ne mutlu . . . Gün uğur . . Bu zamanda Sumu ağacının karnı şişti.
Gövdesiden ib ir
yarık açıldı. İçinden musiki sesleri geliyordu. Bu anda bu ağa cın etrafında gümüşten bir halka çevrildi. Ağacın gövdesinden, ağızlarında gümüş emzikler bulunan dört erkek göründü. Yine deniz dibinden sesler geliyordu : - Totuk, Imlak, Barscar, Çiği!.. Kutlu Türk bu dört çocuğun adlarını Totuk, Imlak, Bars -car, Çiğil koydu. Yine şimşek çaktı, Ancazın gökte göründü. Tekrar
bir mavi ışık Füsük ağacına değdi. Derhal ağaç gebe
1rnldı. Bir müddet sonra ağacın gövdesi yarıldı. İçinde melek yüzlü dört
kız ağızla·rında altın
emzikler ağlıyordu. Tekrar
deniz dibinden sesler işitildi. - Katon, Nalyan, Aytek ... Erdenay...
129
TtiRK EFSANELERİ
Kutlu Türk, kız çocuklarının adlarını da Katon, Erdenay, Nalyan, Aytek diye adlandırdı. Kutlu Türk bu çocuklan
Su
mu ve Füsük ağaçlannın gövdesinden aldı. Geyik derisinden hir çadır yaparak içine koydu. Ertesi sabah, güneş ilk ışıklarını 1sığ denizine sa.çarken h ÜzeUik ve doğurtma tanrısı Ayzit geldi. Çocukların
altın
ve
ı.;-ümüş emziklerini süt ile doldurdu. Bu çocuklar büyüyünciyc !:adar bunlara elindeki Balak adlı ruba:bını çalarak
ninniler
söyledi. Ayrı analardan doğan bu çocuklar büyüdükleri za man birbirleriyle evlenerek, nesilleri türedi. Ve orta Asya'da
ki on yedi iç denizin kıyılannda türediler. Dünyanın ilk mede n iyetini bu deniz kıyılarında kurdular. Kutlu Türk çoğalan
ncoılin
hakanı oldu. Buna Kutlu Türk Han dediler. Türk Han
hunları tam bin yıl idare etti. Bu denizin kıyılarını Tanrı Ka
r:ıı!ıanın cenneti İzok'a benzettiler. Bütün Türkler bu iç deniz k ıyılarından yer yüzüne yayıldılar.
Tllrk
Efsaneleri
-
F. 9
G Ö Ç tatlı bir içdeniz. San deniz.. Tanrılar kaynağı olan bu efsaneli deniz, çok kere coşar durmaz köpürür, kendi nı kayadan, kayaya çarpar, inlerdi. Sabahları güneş tamısı Gi.inaııa ilk ışıklarını bu denize serperken, güzellik tanrısı Ay zH sa .'l i l deki bir kayaya oturur, harpını çalardı. O zaman fa rı i ı er . ı ı La'.hlerine korku veren öfkeli deniz derhal durgun la.l$ı rdı Bütün suların üstünde nar çiçeklerinden başlarına .çe leıı k yapmış, müjde tanrısının mavi saçlı Erdenay adlı kızları ile ü m it, sevinç ve arzu tanrısı Tüyon'un yedi kızı olan Poy m nlar filavta çalarak Ayzit'e mukabele ederdi.
Su1an bir pınar kadar berrak
ve
ki göğü bir taş , saçlan bu dalgalı
Bu ruh okşayıcı nağmeler, denizin durgun sularını yalı yaralı geçerken, deniz tanrısı Talay Şane kızlariyle, balıklar tanrısı Vunduk sedef kayıkla, kuşlar tanrısı Ezon altın kanat le riy!e deniz üstünde görünürlerdi. Güneş tanrısı Güınana, ışı kl a rını çoğalttığı zaman bütün tanrılar mermer, saraylarına dönerlerdi. Tannla-r çekilince i�deniz tekrar buruşur yavaş ya v11.� dalgalar bir at g:bi '.: ::ı hlanır, gene korkunç çzhresini ta k ı n ı rdı. Dalga sesleri bütün fanileri uykusundan uyandırır, mukaddes Kut dağına koştururdu. Bütün tanrılara ayrı, ay n ya lvarırlar, hazan da alacalı kurbanlar keserlerdi. Gürbüz vücutlu, Şahin bakışlı Türk'ler, bütün şehirleri b i r içdeniz olan lsığ'ın sahiliyle Kut dağı eteklerind:ki K unı l ;ı n cu denilen ülkeye kurmuşlardı. Y ı l l a r birbiri ard nca geçmiş. eski bilgin Ynbgular kal m.wı ı ::, t ı Kendilerini idare etmek üzere yeni bir yabgu aradı lar F'a kat kimse tanrıların ve lboylann ayn ayrı adlarını b:l ni
mivrırdu Nihayet Buğu Tekin adında bir ihtiyarın bütün tan r-ı JArın A dlannı, lsığ denizinin etrafını dolduran boylann ad-
TÜRK EFSANELERİ
132
larını ve obaların sayısını
eski töreleri
bildiğini öğrendiler.
.Buğu Tekin'i buldular, kendilerine Yabgu seçtiler. Buğu Te ·k .�ı'in gJzleri yakuttan üç kargası vardı. Bu sihirli kargalar l1er yerde olan biten
şeyleri Buğu Tekin'e !haber verirlerdi.
Buğu Tekin bir gece rüyasında, beyazlar giyinmiş ve elin
de
beyaz
bir asa tutan, ak sakallı bir adam gördü. Ak sakallı
�htiyar, İsığ denizinin yanındaki dağı göstererek : Bu Kut
ğı,
da
fcyz ve bereket mcnbaıdır. Bu dağın Y <oda taşlarını başka
diyarm insanlarına· kaptırırsanız, içdenizler kurur, yeşil yurt. sarı brnizli bir hastaya döner dedi. Buğu Tekin heyecanla uy kudan uyandı. Bu rüyası:ıı bütün boy halkına anlattı. Ve Kut dağmm sihirli bir dağ olduğun u kimseye söylememelerini
sı
kı, sıkı tembih etti. Çünkü Orta Asya'daki on şetli içdenizin kuvvet ve bereketi bu da·ğdan fışkıriyordu. Kızıl ocak başında demirciler demir
dövüyor,
çadırcılar işliyor, kuyumcular mücevherler,
sara·çlar
heykeller yap1-
yorlardı. Bu zamanlar çayırlar hayvanların melemeleri, ki§ nemeleriyle neşe içindeydi. Kut dağının
Altay,
arkas:ncla
Tanrı, Tnuola dağları, bütün her türlü Jıam
sıralanan
madde:.'ı l
temin ediyordu. Bu içdenizin kıyılarında büyük bir medeniyet
kurara.:r
yaş�yan bu kavmi idare eden Buğu Tekin'den, otuz göbek sonra. tonmlarından Yulun Tekin adında bilgisiz bir ad�.m Yabgu se çilmişti. Medeni şöhret!eri, A vrupada taş devrini ya.şıyan in sanların kulağına kadar gitmişti. Bu mağara insanları Kiyelyen adlı bir kızı hakanın oğlu Galı Tckin'e göndermeye karar ver diler. Nihayet bir elçi vasıtasiyle mağaraların karanlıklarında. büyümüş, ürkek , bir benzeri görülmemiş olan bu güzel kızı İsığ boyları insanlarına getirdiler.
Türk ülkesinin güzelliğine
ağzı
aç:ık kalan elçi bu kadar yükselişin ve bereketin sırlartnı kim seye sezdirmeden öğrendi. Elçi, hakan Yulun Tekin'e, bu güzel kızı ihediye ettikten sonra d::di ki : - Ey yeryüzünün en mesut ve yüksek hakanı, biz size en kıymetli mücevherimizi hediye ettik,
olarak
ne
vereceksiniz ?
siz de bize, hediye
TÜRK EFSANELERİ
133
Tekin : - Ne arzu ederseniz onu vereyim. - Bize hediye olarak Kut dağındaki büyük yeşil bir kaya olan Yeda'yı veriniz! .. Bilgisiz ve eski töreleri bilmiyen 'hakan, l�ahkabalarla. güldü : • . : .. J : .J �-� .. . : ! .. . �: ı - Arzunuz bir kaya parçası mı ?.. - Evet ! - Al götür, .ıtvnıpa'lılara, Asya'nın bir kayası armağan Yulun
•., •.
.• .
olsun ! .. Bu cahil hakan, Kut da·ğının sihir!i bir kayası olduğunu bilmiyordu, bir kızın bedeli olarak, bu kayayı vermekte hiç beis görmedi. Elçi, dernal Kut dağının etrafına odunlar yığch, küplcrie sirke döktü, odunlara ateş verine�, mukaddes kaya par,�2 , parça: dağı ldı, elçi bu parçalan dikkatle toplayarak arar:Jal:::rı yükletti. Kimseye bir şey söylemeden Asya'dan ayrıldı. Ya yık ve İtil ırmaklarını aşarak Avrupa'ya gitti. Yer yuvarl a ğmda ne kadar sihirbaz varsa bu taşı yağma ettiler. Yeda taşı bu suretle her tarafa dağıldı bu taşın bir parçası nereya gittiyse orada feyiz ve bereket fışkırdı. Orta Asya'nın feyiz kaynağı Kut dağı kayaları, yab:ırıcı ellere giWği gündenberi, tabiat rengi değişti. Dağlar hasta lıir renk aldı, mavi deniz karardı. Yağmur getiren ve bütün y-:r ve gök tanrıları gücenmişlerdi. Tanrılar tanrısı Ka-1'.'a�12��1. küçük tanrılarını başına toplıyarak, Orta Asya'ya feyizlerini sa·çmayımz ! diye emretti. Artık deniz tanrısı Talay lsığ deni zin üstünde gezmiyor, sabahları Ayzit'in harbisi duyulmuyor, kuı:ılar ...aa,·ı..,ı .c..zol'un ormanlardaki terennümleri susmuş, yağ mur tanrısının Morde Han da bir damla yağmuru bile bu insan lardan k•skanıyordu. Altay dağları ırmakları tanrısı Alta y art ık bu içdenize su vermiyor, bütün m:nbalar kuT"llll1U!'i, gılasyeler bir su buharı olarak göklere uçmuştu. Deniz tanrısı Talay Han, İsığ denizinden ayrılmı�tı. Boş kalan bu den;?d� k? ranlık ve fenalık tanrısı Erlik Hanın devleri dolaşıyor, mütemadiyen de nizin sularını homurdanarak içiyorlardı.
TÜRK EFSANELERİ
1'34
Dağlar Te.n.n.Bı Ogan Kut dağının parçalanıp, başka � yara gitmesine öfk2Ienmiş, köpürmüştü. Bu insanları artık. kendi dağlarında istemiyordu. Kumlancuda bütün yeşi l l i k ler sarardı. Irmakların sulan çekildi. Semanın rengi değişti. Her tarafı bir kasvet bürüdü, topraklar çatladı. Fırtınalar yağ mur yerine kum taşıyorlardı. Bütün kuşlar, ve hayvanlar, dağlar, tepeler, mem�deki çocuklar hep bir ağızdan : - Göç ! Göç ! Göç ! ... Diye feryat ediyorlar, gök, göç seslerile inliyordu. Yedi gün sonra Kut dağını yabancı ellere veren Yulun Tekin, şim şek tanrısı Ancazin'in yıldırımdan kırbaçlan altında inliye, inliy3 can verdi. Gene durmadan dağlar, tepeler, ağaçlar, kuşlar, hayvan lar, memedeki çocuklar : - Göç ! Göç ! Göç ! .. Qiye bağırıyorlar, yer ve gökten aynı sesi işitiyorlardı. Bütün halk İsığ deniz kıyılarındaki çadırlarını söktüler. CTöz yaşlarile eşyalarını, çoluk ve çocuklarını hayv.,nlara yfik lcttiler. Göç başlamıştı. Milyonlarca insan kuraklıktan kaçı yorlar, dört cihete dağılıyordu. Artık Orta kıyadaki içdPniz tamamen kurumuş bir çöl olmuştu. Akşam olunca göç SE>sleri duruyor salbahleyin teltrar başlıyordu. Bütün bu göç kafileleri yola çıktıkları zaman bunl ıı rın önüne birer bozkurt düştü. Tfük boylarına yol g-österdi. Türk boyları göç se!'ılerinin durduP,u ülkede kondular. İlk medr n ı yet ışıklarmı göctükleri yeşil ülkelere saçtılar . Yer yuvarlağı nın heı· bucağında yeniden bir hayat (Ergenekon) kaynağı gö ründü. ·
,
.
E R G E N E K O N
Hazer denizinin lo.yılanna öbek �bek ak çadırlar
JruruhlHJf
�.astragan kalp aklı ka<; yiğitler bellerinde bir çelik parçalarllıe dolaşıyorlardı. Kükreyen yağız atlar Huer boylannın züm riit ytızlü çayırlarında hoplaya sı çraya kannlarını doyura1orlardı.
Bir akşamdı , batıdan esen tatlı bir rüzgar Ha k an Sevinç h anı n ulu çadınndaki gök bayrağı dalgalandırıyordu. Sevinç
han çadınnın önünde büyük bir ateş yaktı. Bu ateş Oymak
ve
Ttı m an . beylerini hakanın riyasetindeki toplantıya bir daTet ıı:a reti idi. Hakanın çadırının önünde yanan ateşi gören beyler
ya vaş yavaş hakanın kurultay çadınna toplanm ağa l:tr.
başl adı İri kalpak lı geniş omuzlu bakır yüzlü yiğitler hakanın
l< 2 rşısında diz çöküp oturdular. Sevinç han : - Tuman beyleri !. Yine san insanlar kudurdular. Beyaz
ııısanlara
göğüslerini siper eden Türklerin ülkelerine ateş edi
vurlar. Kadırgan dağl arından tann dağlarına,
Tanrı dağla ,. ı ndan Ha7er boylarına kadar Türk yiğitleri at üzerinde Çin 'ı
i l er
· · � ini
ve Moğo1larla çarpışmaktadır. Bu yıkıcı kuvvet garp Türk de zaptetmek üzeredir.
Kayan
adlı bir tekin :
- Se l gider kum kalır. Türkün sanla rla kavgası
yara
l ı ldığırnız günden lx-ri sürüp gitmektedir. Bir sel gilbi, Türk n ı amurelerini harap
ederler. Kanında
yapmak
kudreti olan
i" ü rk, bu harabelerin üstüne s�raylar kurar.
Bn sırada Kaya'n·n Tokuz adlı yeğen i söze kanştı : -
Kayan dayı .. Ok deler geçer, fakat bir yara bıralnr
.•
Sevinç han :
- İşte yaratmak kudreti o yaradan yılmamak, derhal ıt.<ı.lkmmaı.ı: ve da ha kuvvetlisini yaratmaktır.
136
TÜRK EFSANELERİ Kayan : - Bu kudret Türkün asil kanında mevcut olduğu içindir
ki, bir taraftan bir Türk devleti yıkılı;rken diğer bir köşec.l� yepyeni bir devlet daha meydana çıkmıştır. Moğollar gelsinler, yine yıksınlar.. Sevinç han : - Koç yiğitler hazır olunuz. Düşman ordulan bir iki günı
sonra Seyhun ve Ceyhun n€:hirl erini aşacak kızıi kum bozkır larından Hazere akacaklardır. Bütün beyler bağırdı : - Gelirlerse görecekleri de vardır. Su t2stisi su yolunda. lorılır. Silahsız gezdiğimiz gün mü var.. Dermarumız tüken e
ne kadar çarpışınz. Oymak beyleri daha fazla kalmadılar.. Sevin� Hanın ça
dırım terkederek evlerine döndüler. Aradan üç gün geçmişti. Küçük
çocuklar ve ihtiyarlar dan başka eli silah tutan kalmamıştı, bütün yiğitler atlar üz2rinde cenge koşmuşlardı. Türk yiğitlerinin karşısına Çinliler ve Moğollardan mürekkep bir insan güruhu çıktı. Ş ehir gö rürl �rse yakıyorlar, insan görürlerse kesiyorlar, :mahvediyorlardı.
her tarafı
Hazer denizinden Altay'lara kadar yayılan bu garp leri günlerce bu yıkıcı kuvvetlerle
çarpıştı. Nihayet
Türk
ordular
bu kuvvetler karşısında Tann dağlanna çekildi. Hazer boylanndaki çocuklar da göç etmeğe yüksek . dağlann ıssız vadilerine ağırlıklarile çekilmeğe başladılar. 'l'ürkler göç ederlerken düşmanlarla sonuna kadar Pörtecene
adlı bir yavuz delikanlı arslanca çarpışıyordu. Yanında
bulu nan bütün :;; ilah arkadaşJa.rı vurulmu.5tu. Bu delikanlı ,o trndar cesurane harp ediyordu ki Moğollar bile :hayrette kP.ldıl:>.r, artık Pörtecene'nin hali kalmamıştı. Kırık kılıcı ile bir ka yanın üstüne kanlar içinde oturdu. Moğollar üzerine hücum ettiler, fakat bu delikanlıyı öldürmeğ·e cesaret edemiyerek el lerini ve ayaklannı kesip biiyük bir bataklığa bıraktılar. Artık Türk yurdu soyulmuş soğana dönmüş, yiğitlerin do laştıkları buı ülkede kanlı bıçaklarile san yüzlü, .badem gözlll
13
TÜRK EFSANELERİ uzun saçlı, Moğollar dolaşıyor, Türkten kafan malları
toplu
makla meşguldüler. Artık garp elinin T'ii rkleri dağılmış en mamur şehirlcrd Türk kalmamış, Türkler dağlara çekilmişlerdi. Kimsenin kim seden haberi yoktu. Pörtecene .. Elleri ayaklan kesilmiş bir halde bataklık
ta Türk tlinin milli bir timsaU gibi, bataklıkta duruyordu. Ertesi gün gök gürledi, gökten bir mavi ışık indi. Her
raf :şık içinde kaldı Bu ..
tccene : - Ey
Tiirk
kurt
ışığın içinden dişi bir
kurt
ta
çıktı. Pür
bana yaklaş, beni düşman elinden kurtar, bııl
e li ne hale geldi. Delikanlıların
gül�
eğlene şen kahkn
balar attıkları çayırlarda şimdi onların kanli cesedleri yatı yor, genç kızların kan!arı kızıl bir deniz oldu.
Ey sihirli ve kurtarıcı kurt, gel beni kurtar. Kurt
delikanlıya
yaklaştı, süt
verdi,
sonra da
etrafta.r
bulduğu yiyecekl:ri, ağzında getirerek delikanlıya verdi. Bu Türk delikanlısını bir kurdun beslediğiJ1i haber aI:ı ı Moğ::>l hakanı Pfüteceneyi ö1-dürmek için bir asker
gönd·�'rdi
Asker bataklığa yaklaştığı zaman kurdu delikanlının yanınd:1 gördü, asker okunu çekti ikisini de
öldürecekti.
Fakat k ı ı r1
gök tanrısının yardımına mazhar olmuş gibi ca·nlandı ve
li :;· leri arasına delikanlıyı alarak, Tann dağlarının etekleri n< doğru ko.cım ağa bc:�Jadı, atlı bunları takip etti, knrt göğe bu� uzatmış olan yüce dağların ıssız vadileri içinde gaip oldu dağ Kau-çank
<
bu
memleketinin kuzey doğusunda idi .
Kurt, Pörtccene'den
gebe
kalmıştı .. Bu dağın etcğindu
bir mağara vardı. Kurt oraya girmedi ve geceyi
bu
meradn
geçirdil2r. Ertesi gün, ku�t daha ileri gitti,
bir Iı:aya oyu� gö rdü
,
buradan
bu
mağaranın son u n c lıı
baktı.
Kayamn oyuğundan kurt ve Pörtecene
beraber
baktılar ..
Zümrüt yüzlü çı.ı·yırlarda Tavus kuşları kuyruklarını yelpaze· lemir.ı,
a�r,
ağır yürüyor, elma ağaçlarının altında ince bt\
caMı , gf:.7}�ri sürmeli
ceylanlar, iri · çatal boynuzlu gcyi klnr
koşuşuyorlardı. Cennet kadar güzel bu ülkenin ·Çepeçevre dört
TÜRK EFS.ANEU:Ri ·
tarafını başı göklere kadar uzanmış (l.k başlı yüce dağlar � virm�ti. Dağların yalçın kayalan arasında köpüre köpüre şe
. laleler gürültüler çıkararak akıyor yeşil ovalardan dereler ·t>ir cam berraklığı ile akıyorlar&ı. Burası Tanrı Kara'hanın kutlu Türkler için hazırladığı ·.cennet gibi bir yurddu. Bu ülkenin dağlarından yukan çıkıldığı zaman dokuz kat .gök geliyordu. En üst katta Karahan oturuyordu. Karahaııın · nurundan hasıl olan Bay Ülken altın bir taht üzerinde altın -O.ağda oturuyordu. Göğün yedinci katında göğ·ü ve yeri ay dınlatan. Günana adlı güneş tanrısı oturuyor. Onun altındaki ka tta da geceleri eşyayı donuk ışıklariyle aydınlatan ay t� rıs ı Ayala oturmakta idi. Altın mızrağile İlk Kutlu Türke yar dırn etm iş olan Yayık üçüncü kattaki sarayında yaşamakta idi. Bu katın altında süt gölü vardı ki süt gibi beyaz olan bu ;göl bütün 'hayatın kaynağmı tC'şkil ediyordu. ·
Bu süt gölünde yedi tanrının gezip dolaştığı, etrafa ne dağırı,da deniz dalgaların dan hasıl ol m uş deniz tanrısı Talay vardır, bun un sarayı l:Ju dağların arasındadır, yağ mu r tanrısı Morde bu dağda gez 'mekte idi. Se vinç ve müjdeler tanrısı Erden ayda bir dağla rın yeşi l vadilerinde dolaşan kumral saçlı, şahin bakışlı bir taınn idi. Tan yeri a ğardı ğı zaman bu Tanrılar dağlarda Ergeneko :na ini yo rlar, sihirli ceylanlar:n ve gey ik lerin dolaştığı ber rak suların aktığı Ergenekon'da geziyorlar eğleniyorlardı. İşte Kurt Pörtecene'yi Ergenekon denilen c2nnete getir mişti. Tanrılardan başka hiçbir insanın do!aşmadığı Ergenekon ' <rlan içeri, kurt ve delikanlı girdiler. Bir Huş ağacının gölgesin de oturdular. Kurt bu delikanhıan ı ' : u '. ogtr<n doğurdu. Bu -dişi kurdun adı Asena idi. Bu çocuklardan Erg�nekonda bir 'Türk nesli türedi, bu güzel dağların arasındaki akar sulardan türlü sebzeler ve yemişlerden ve av hayvanlarından istifade .ettiler. Hayvanların kışın etini yediler , ya:;ın sütünü içt; i �r. Hayvanların derilerinden elbise yapıp giydiler. Kurttan tü ı-eyen bu nesil Ergenekon'da dört yüz yıl kalıp çoğaldı. Niha yet buraya sığmayacaklarını anlıyarak çıkmağa karar verdiler. .şe saçtığı Sürve dağı vardır. Sü r ve
T'ORK EFSANELERİ
- Bu dağı nasıl eritiriz ? Demirci :
- Türkün gücü her ocye yeter.
139
140
TÜRK EFS�"'ITELERİ
Fakat bu yalçın kayalarla. çevrilmiş Ergenekon'da bir yol ba lamadılar. Bir gün bir demirci dedi ki : - Ben gezerken dağların birisinin demir olduğı.ınu bir kurttan öğrendim. Bir ateş yakarak bu demir dağı eritelim.. Ergenekon'dan eski yurdumuza· bir pencere açalım. Etrafındakiler: - Bu dağı nasıl eritiriz ?. Demirci. - Türkün gücü her şeye yeter. Dedi ve herkes bu işe razı oldu, ve dağlara koşarak, ku-· cak, kucak odun getirdiler, günlerce odun taŞıdıla.r ve içine k� miir de kattıla·r. Yetmiş derid-cn körük yapıp yetmiş yere koy dular, birikip körüklediler. Demirden dağlar kızgın bir hal al-· dı : Bir müddet sonra dağın bir köşesi kızgın, bir dere halinde alrmağa başladı. Bu dağın içinde bir yüklü deve geçebilecek k:ı.dar yol açıldı. Ergenekon'da dörtyüz yıldanberi kapalı kalmış olan kurt V't1"ullan bağırdılar : - Anavatan !... Anavatan ! .. Yüzlerce insan dağ arasından şiddetle akan bir nehir gibi önlerine açılan geniş ufuklara kadar koştular. Tekrar Asyamn ·n.er ·bucağına yayıldılar. Babalanni kılıçtan geçiren sarı insanlardan intikam al dılar. Altay dağlarının eteklerinde As-::n a oğullan adile bir �l'ılale yaparak Gök Tiirk devleti adiyle Altaylardan Hazer d2nizine kadar kuvvetli bir devlet kurdular, buralardan dünya nın dört bir bucağına dağıldılar. Medeniyet ışıkları saçtılar.. ·
B O Z K URT
lri kalker kayalarından yapılmış sarayın, alt katındaki 1acakta yanan iri çam kütükleri hem ışık Jıem de sıcaklık
dağı
-ıtıyordu. Kar üç gündenberi durmadan tipi yapıyor,
kimse evle
:rL'lden dışarı çıkamıyordu. Uzun senelerdenberi hasret olanlar bile, bu çılgın yağıştan ürkmüşlerdi. Kara kunım dağ yamaçlarınd:ı kurulmuş, lerden yapılmış olan Almalık şehri
bir
kat
taş ev
üstüne bir kefen gibi
be
yaz bir örtü serilmişti. Hun Türkleri hakanlarından Allara,
astragan
kalpağını
bir dizinin üstüne koymuş, bir ceylan derisinin üstünde bağtl.aş kurmuş oturuyordu. Hemen her akşam hakan Allara'nın karşısında saçlarını
-cenk meydanlarında: ağartmış,
iri . bazulu
başbuğlar harp hi
kayeleri anlatırlardı. Bugün Hun Türklerinin hakanı Atlara düşünceli idi, Taş Buğa adındaki ihtiyar
bir
başbu ğ :
- Hakan Allara bugün sizi çok
düşünceli
görüyorum.
Allara :
- Bir - O
şey düşünüyorum da· ..
düşündüğünüz nedir ?
- Hiç ! Başbuğ : - Yoksa, ilkbahara yeni bir cenk planı mı
hazırlıyorsu
nuz?
- Düşman bir değil ki, plan hazırlıyayım .. Hangisi evvel
lıudutlarımızı aşarsa cenk m eydanın da
töremiz üzere
kılıç
sal
�ar, ok atanz.
- Doğru söylüyorsunuz, düşman bir değil J:ıyalıın . Planımız ve tecrübe.. .
Hakan :
ki plan hazır
142
'.rt}RK EFSANELERİ· - Benim bugünkü düşüncem şahsıma ait oir - Ne ol8.bilir ? - Kızlarıma ait.. - Yoksa, yakında bir düğün mü
şey.
var?
- Onu düşünüyorum. .. Fakat. .. Kızlarımı
kime vereyim,
onu düşünüyorum. İhtiyar Başbuğ güldü, sonra: - Ey, Türklerin büyük hanı, senin iki kızın da öyle güzel ki, onu hangi deli kanl ıy a verebilirsiniz ? - Ben de onu düşünüyorum. . - Elbet bir kahraman bulunur. - Hayır ben onu adem oğluna
vermiyeceğim..
takdim ede ceğim . .
Tanrıya
Hakanın etrafındakiler birbirlerine bakıştılar. Bir haka
kızını Tanrı ne ya·pacaktı. Sustular. Hakan tekrar : - Evet, onlan adem oğullarına .değil, tanrıya verece
ıun
ğim
••
- Bu kararın kutlu olsun..
vak it geçmişti . Hakanın kesip yanın d an ayrıldılar.
Dediler. Esasen
la kalmadılar boyun
karşısında faz
Ertesi sabah Allara erkenden uyan dı . . Kızlan Oı:'er ile Gllner'in yatak odalanna baktı .. İ ki kızkardeş bir yatakta.,
kumral saçları dağılmış, uzun kirpi kl eri n i pemlbe ten le rine bir· dizi ok gibi sıralanmış .. Pembeleşmiş gü l yüzleri güneşin şua larile daha tatlı ·bir hal almıştı. Hakan kızlarına baktı, sonra bağı rdı : - Öz'er. Güner
.•
Bu
peri yüzl ü kızlar, babalarının sesile kımıldandıla-r. Yor
gandan kollannı çıkararak, gerindiler sonra ayakları ile
yor--:
gımı teptiler. Yavaş, yavaş, gözlerini aça·rak, babaları n a b a k tılar. Fak at bu iki kız babaJannı ilk defa yatt· k lan odada gö· rüyorlardı . Hemen doğrulu p kalktılar. Allara : - Yüzünüzü yıkar, yı kam az derhal yanıma gf'liniz. . Diyerek odadan çıktı, fakat Öz'er'Je, Güner'in kalbine bir şey dü�tü çarGabuk gi yi ndiler önce Güner sonra Öz'er ba'tıası nın ya..'llna diz �ökttl. AJlara :
1'8
- Bu gece uykum kaçtı.. Güneşin doğm•sını bekledim, gtlneş doğar doğmaz sizi uyandı rdım. - Ne var baba.. Korkulu rüya mı gördün ? - Hayır, rüya görmedim. - Ya ne var ? - Sizi e vlendirmeği düşündüm ? Bu söz üzerine Güner ile Öz'er başlarını egıp sustular.-. - Yavrularım ! İnsan oğullan arasında size münasip bm koca bulam adım. Sizi Tanrıya takdim edeceğim.. Kızlar :
Allara :
- Ne d?rsiniz ? Yine ses yok. All ara tekrar : - Ne dersiniz? Kızlan :
dileği ne ise o olsun ! -- Ben bu işe karar verdim.. Diyerek, d ' , ... ı:ı. G uuer'lc, Öz 'er - Babamızın
birbirlerin� bakışı.
\1 ktan sonra Güner :
- Öz'cr bu karara ne dersin ? - Ne diyryim, muka dder ne ise o olacaktır. Elbette ba-. bamızın bir d üşüncesi var .. Derhal ik isi de kalbl:.rinden ra& oldular ... Hakan Allara : Kendi memleketi hudutlan içi nde ıs sız bir mahal inti!ı ap ederzk, bu yerde çok yüksek bir kul& yaptırdı .. Ameleler aylarca kuleyi biti rmek için çalıştılar. Kıa len ;n inşası bittikten sonra, Allara kızlannı al arak bu k� ye çıktı ve tanrıdan n iyaz etti. - Ey yeri göğü y arat a n yüce tan n ... l{Izlanmı ba n a St'O; .. verdi n ... Bu kada r güzel kızl ara, yeryüzünde blı in saııoğıır. b u l amadım. İkisini de sana armağan olarak veriyorum. Diyerek kuleden indi ve sarayına döndü. Kızlar ku l ede yal rıı z k aldılar ve başlanna geleceği beklediler. Ertesi sabah .. K ul::nin di binde bir Bozkurt göründü. Kı,.· -
l.44
TÜRK EFSANELERİ
:l ar di kkatle aşağı bak tı lar kurdun o kadar güzel gözleri ve p arlak tüyleri vardı ki kı zlar baka kaldı lar, Bozkurt
kulenin
gün
dilbin den hiç ayrılmı yor. Gece gün düz uluyordu. Dokuz s onra Bozkurt, Kulenin
karşısı na bir in yaparak üç ay
hiç
kımıldam adan orada kaldı . Gün er, Öz' ere: - ö z' er, babamız bizi tanrı ya takdi m için buraya bıra ktı sak ın bu Bozkurt Tann tarafı nd an gelmiş olmasın?.,
Öz'er: - Haydi kardeşi m,
kurdun yanın a gid'- lim.
Derh al iki si de kuleden indiler bu nın a gi ttiler : Bozkurt bunl ara
sihirli
h içbir ş e y
Bozkurdun ya
yapm adı..
Yalnız
Güner, Kurttan korkarak tekrar kuleye g� rdi.. Ö z' er kurdun y anında kaldı ve onun karı sı oldu .. Hakanı n kızı Ö z' er,
Boz
kurtla evlener e k ondan dokuzu oğlan, dokuzu kı z çocuklar d oğurdu. Bu çocuklar ço ğalarak.. O rta Asya.ya yayı ldı lar. Bozkurttan hasıl olanl ara D okuz O ğuzlar Türkler i adı · ve ril di. Bozkurt'un n eslinden türeyen Türkler kurt sesi gibi nuştular ve en l::ü yük ata ları nı daim a h atırlamak �nnın üstün e Bozkurt'un resmini koydular.
için
ko
bayrak
HANKO
iLE
ALP
Bir sabahtı güneş ilk ışıklarını saçıyor, çi·çekler
Tilzgirmın vadilerden
sabah
öpüşleri ile kızarıyordu. İnce bir kız saçı gibi yeşil kıvrılarak aka'n bir ırmağın kıyısında
bir kadın
ilerliyordu. Örgülü altın saçlı ceylan derisi giymiş olan 'bu ka dının kucağında bir çocuk vardı. Bir yere geldi buradaki ağaç lanlan iri dallar kopardı. Meyvalarını yedi, dallarını da yere sererek çocuğunu üstüne yatırdı. Daha fazla yaprak toplamak üzere mini mini bebeğinin yanından ayrıldı. Bir dal kopardığı
esnada gökte iri kanatlarını bir birine vurarak ilerley2Il iri pençeli bir kartal gördü, kartal birdenbire havadan yere
doğru
burgu gibi indi. Tekrar havaya yükseldiği zaman kadın çocu ğunu kartalın keskin pençeleri arasında gördü. Kartal bulut lar1 n arasına karışarak kayboldu. Kadın bu gök canavarının uçtuğu tarafa doğru kolların ı kal iırdı :
- i. avrum . . Yavrum ! . .
Diye feryat ederek koşınağa başladı, bir müddet sonra kallbi birdenbire durmuş gibi baygın yere yuvarlandı. Kartal çok uzaklara uçtu, yakut tepesi denilen bir kaya nın orasına konmak
istedi, fakat bu esnada çocuk oradaki
iri bir ağacın dalına değdi, ve bir çalı üzerine düştü. Bu çalının biraz ötesinde bir dişi arslan yavrulan yanında duruyordu. Çocuk bunlann yanına düşmüştü. Kartal arslanı görünce bir
d-:!nbire
havaya yükseldi. Avladığı çocuğu arslanlara bıraka
rak uçup gitti. Arslan yavrularının yanında ufak bir
insan
yavrusu görünce kendisi doğurduğunu zannederek onu da ken
di yavnılariyle beraber emzirmeğe başladı. Yıllar geçti. Arslan yavrulariyle büyüyen bu çocuk 'bir arslan yavrusu gibi gürbüzleşmiş,
irileşmiş, arslanlaşmıştı. Tllrk Efsaneleri
-
F. ıo
MU
--- -- --- · � - -
T ÜRK EFSANELERİ 1
Yaşı büyüdükçe kuvveti artıyor. Ormanlardan geyik, cey lan avlıyor, kardeşleri ile güreşiyor zekasiyle onlan yeniyor du. Bu çocuk arslanlar arasında uzun seneler yaşadı, aklı er- dikçe bu hayat onun canını sıkıyordu. Zekasiyle hepsine hakim oldu, arslanlardan daha çevik· ağaçtan ağaca çıkıyor, onların yiyemedikleri meyveleri yiyo.r..,
du. Bir gün bu çocuk bir pınarın başına . gelmiş çok susamış tı. Başını eğdi kana kana dudaklariyle bu berrak sudan iç-· tikten. sonra, tam başını kaldıracağı sırada suda kendi göl� gesini gördü, ruhunda gizlenen hayal suyun içinde idi. O gö zünü açtıkça o da açıyordu, o başmı kaldırdıkça o da kaldı r;yor ; kızdı tokat attı o da ona vurdu biraz sonra o adam yine göründü. Çocuk güldü o da güldü. Bu hayalin kendisi olduğunu, anladı etrafına baktı ken· disine benzer adam yoktu. Bulunduğu y::rden ormana doğnı koştu saatlerce gitti ve yoruldu, bir ağaeın dilbine oturdu, biraz sonra ormanın içinden sesler işitti, o tarafa doğru koştu, kendisine benzer beş erkek, dört kadın gördü. Bunlara dikkatle baktı, sonra : - Ha ! .. Diye kükredi. Kadınlar erkekler çil yavrusu gibi dağıl· dılar.. .. Karşılarında göğsüne kadar uzanan san sakallı bir genç <;ırılçır:lak duruyordu .. Bağ1rmağa baş!adılar, bu arslan adam hayretle bunlara bakıyor, bir şey söylemek istiyor fakat b:r tek kelime bilmediğinden, konuşamıyordu. Yalnız birdenbire güldü, herk::: s korkudan ziyade hayre te düştü bu çocuk bunların yanına iyice yanaşarak, elini �h tiyar adamın omuzuna koydu .. Bu esnada ormanda iki arsları göründü. Kadınlar feryat e��i1 � r, kendine benziyenlerin bu acr çığlıklarını gören çocuk arslanlara döndü : - Ha ! Diye kükredi, bütün arslanlar geri döndüler ağır ağır ..
TÜRK EFSA..'l'ELERİ
147
dağdan yukarı çıktılar ormanlar içinde arslanlara hüküm eden bu delikanlı acaba kimdi ?. Artık herkeste korkudan ziyad.:! bu delikanlıya karşı bir m erhamet doğdu. Kadının birisi, bir şey yapm as ın diye elini tutmak istedi. Delikanlı elini ısırıyor zannederek geri çekilip gözlerini açtı ve durdu. Arslan adam birdenbire bağ1rdı ve ormanın içinde koşa rak kayboldu. Herkes bu arslan adama şaştı. Biraz sonra de likanlının elinde yeni parçalanmış bir ceylan olduğu ihalde geldi. H:.rkese dağıttı, fakat kimse btl çiğ etten yiyemiyordu. İhtiyar adam derhal çalı çırpı topladı bir ateş yakarak bu eti pişirdi, üstüne tuz koyarak çocuğa verdi. Ar:..: h n ado:::.m bu pişm iş tuzlu eti yiyince hoşlandı ve herkesın el:ı aden
öpmc-ğe
başladı.
da arkıda duran bir genç kız vardı , ona doğ,. Fakat kız ell:rini yüzüne koyarak geri kaçtı. V e
En s on a r
ru yakla-ştı.
orada bui.unanlar korku ile
bağmştılar.
Sürülerle arslana hükmeden arslan adam, şimdi kızın kar şısında durdu ve içine bir sızı düştü. Kıza hafifçe gülüm sedi..
bu aile, bu arslan adama alışmışlardı.. Delikanlı bu insanl ar içinde yalnız büyük bir alaka bu taze kıza r,-:ssteriyordu . . Bu kızm adı Hanko idi, bu kız arslan adama agaç Wl-: rinden gömlek örüyor. Karaca derisinden çarık yapmıştı. B'1 aile Ars an ac1.amn ac'mı 1' lp koydul ar. Bir sab:!h.. Tan yeri yeni ağarmıştı. Alp ava çıktı. Bi;' '"'f''r" k ., , .J.::ıv::ı:r<ık r .-.111,;una vurdu ve geldi. I�z da bir derenin kenarında su dolduruyordu. Alp Hanko'yu görünce •1 ı:·�· z. A l u'a V?lwn·dı, yüzünü yıkattı, uzun sa kallannı kestirdi. Alp arslan gibi güzel yakışıklı bir d:likanlı Artık
-·
•
OIJU
Bu insanlm· Mo��ol i stil asın a uğrayarak senelerce ıiağl a r arasmc�a semeri bir halde yaşam aga mecbur kalmışlardı. Bu senelerde
Moğo!lar
çekilmişlerdi. dağlarına, yukardan. Altay
Yabanovi dağ1al"ına
Artık karanlık ve kara kurum
TÜRK EFSANELERİ
148
dağlarına sıkışmış olan Türkler tekrar yurt kurmak üzere ini yorlardı. Bu haberi alan aile de yola çık.acaktı. Fakat Alp ana sının, babasının nerede olduğundan haberi yoktu, bu kız ona konuşmayı da öğretmiş, herkesle dertleşiyor konuşuyordu. Alp bu insanlardan ayrılıp gitmek istedi. Hanko : - Alp .. Bizi bırakıp nereye gidiyorsun? - Arslanların yanına ! - Onlar benden daha mı kıymetli !. Alp düşündükten so·nra : - Bilmiyorum .. Fakat bu hayvanlara da alıştım, onları görmeden galiba yapamıyacağım. Hanko boynunu büktü. - Sen bizimle gel. insanlann hayatı bugün bizim bu dağ lardaki yaşamamızdan çok yüksektir. Orada şehirler, güzel mermer binalar cad::faler, çiçeklerle dolu baıhçeler var, . oraya gide!� lbu vahşi hayattan nefret edec"ksin. - Öyledir de, biz neye oralara gitmiyoruz. - Düşman yurdumuz;u istila etti, esir yaşamaktansa hiir dağların başmda hiir olmak için buralara kaçt.ık. Şimili yiğit lerimiz düşmanı yenmişler biz de oraya gi deceğiz. Alp içini çekti. Kendisini ve birçok Türkleri de bu hale düşmanlarının sokmuş oldu ğun u anladı içini çektikten sonra : .
ayrılmıyacağım ! .. Dedi. Bir tatlı yaz sabahı idi. Tan yeri ağarıyor gecenin siyah tülü ağır, ağır göğe yükseliyor. Karanlığın gizlediği renkler birer birer beliriyordu .. Fecrin dağ yamaçlanna serptiği renk, renk ışıklar btitün kuşla:n uyandırmış terennümlerile sabahı karşılıyorlardı. Pa patyalar, yaseminler, güneşjn ilk ışıklariyle yavaş yavaş başlarını kaldırıyorlardı. . Kelebekler çiçeklerden buse alarak uçuşuyo:dardı. Gecenin serinliği zümrüt yüzlü ç::ı.yırlara bir avuç inci serpmiş her ctun kavuştuğu nokta pırıl pırıJ yanıyordu. Güneş kızıl saçlariyle dağların ardından başlllı iyice ka1- Sizden
TÜRK EFSANELERİ
1'9
TÜRK EFSANELERİ
.ı rıo
caııada, Hanim ile Alp bir agacın gür gölgesi al
dı r d ı ;; ı bir tında
diz
çöktüler...
.
Bu sessiz saJbahın tatlı serinliği içinde dalgın dalgın göz lerini ileri diktiler, doya doya güneşe
baktılar.
Hanko gün€şe ell:.rini uzattı : - Ey yeri göğü yaratan Karahan... yaratıcısı ..
ışıklann
Renklerin,
.
Rırındığın yer mavi engilliğin ·ouc:aksızlığı... Denizler göz yR[lann ..
vericisi.. Ey altın ışıklı güneş.. Canlı mahlfıkların ruh Gören gözlerimiz işll:yen k albim iz, seven ruhumuz tatlı ışık renklerini ları..:ıda can bulur. Güller, yaseminler, sünbüller senden alır. Gül yanaklar senin ışıklarında pembeleşir, senin öpüBlerinde neş3 ve hayatın tadı bulunur. Ey tanrıların tanrısı ! ..
B�2 sarı saçlı beyaz tenli hür insanların yaşadığı gö:::; t er..
Sarı insanların
kavurıtur. Atalanmız - E y parlak ve
zulümlerinden kurtar..
gibi hür ve müstakil sevimli güneş.. Senin
yeri
Yurd,uınuza
yaşayalım . . . ışıklarının önümü
� a-çtığı yoldan gideceğiz..
Orada
kısraklarımızın arkasından taylarıınızı
koştura
lım, koyun sürülerimizden süt sağalım . . . Ey bu dağların tanrısı Altay.. Ey denizlerin tanrısı Talay Han..
Hayır kanatlarını siz de bize
geriniz.
.
Ey
Bize yol
gösteriniz. Ey Doğum Tanrısı Erden Ay bütün sevinçlerini
neşf'le
rini topla, Türk milletinin üstüne serp.. Türk oğul ve kı zlann
kahkaJ�1alar i cinrle yaşasın.
N?Beleri
gökl erde dolaşsın. Türk milleti dünya durdukça
mes'ut ya�asm kara gün görmesin
..
Dağk·r c-evap ve rdi : - «Türk milleti Dünya durdukça mes'ut ve hür
yaşa
sın, kara gün görmesin. » Banko ile Alp zümrüt yüzlü çayırların üstüne kapandı
lar h:raz sonra başlarını kaldırdıkları zaman, bu iki göz !bir denbire derin derin baktı.
151
TÜRK EFSANELERİ Sonra birbirlerile sarmaş dolaş oldular, artık Hanko
Alp,
.:ın, Alp Hanko'nun olmuştu ..
Bu sabahın öğlesi, bu aile
yola
düzüldüler..
Q;diyorlar
dı, yollarda yıkılın ş kasabaların harabeleri.ne, kırık kalkanla ·ra ezilmiş bakraçlara rast gelerek
yürüdüler.
Ertesi sabah yine güneş yükselmiş yolculara aydınlık saç .mıştı, biraz daha gittiler. Hanko bağırdı : - Alp .. Alp insanların yaşadıkları yurda yaklaştık ! .. Alp'ın yüreği sızladı, bir arslan için insan yuvasına
ka
vuşmak nasıl olacaktı, o lbunu bilmiyor yalnız tahayyül edi
yorC:u. Alp bu iki yuva arasındaki farkı kafasında büyütüyor d u. Ya:daştılar, kasabanın etrafında kuyun sürübri dolaşıyor
kuzular meliyor, kükrc>ye!l kısraklar çayırlarda sıçrıyor l ardı. Nihayet kasabadan içeri girdiler bir i'htiyarın evine mi :Safir oldular.
tı,
İhtiyar Alp'a bu felaketli göçün sebeplerini iyice anlat Alp dinledi sonra ruhunda bir ülkü uyandı ve ihtiyara :
- B:ni yuvamdan, annemden, arkadaşlarımdan ayıran, düşrnanla·r olduğunu anladım, bundan sonra her yaptığım iş
te Türk milletinin saadet ve istikbalini göz önüne alarak .ça lışacağım ! .. dedi. Bugünlerde Moğollardan intikam
almak üzere bir gönül
lü ordusu teşekkül ediyordu. Alp bu orduya girdi. Cesareti ve yi;itliğ-iyle kumandayı eline aldı, yüz bin kişilik bir süvari -:ılayile Moğollara hücum etti. :rııroğol
ordusunu perişan
ede- ·
rek ":'ürkün intikamım aldı. Milyonlar değerinde servetlerle yurd:ı. döndü. Kendisine Alp Arslan
dediler.
Kurultay
onu
B:ı.şkan s : çti. Alp Arslan yurdun yükselmesi için çalıştı ve sevgilisi Hanko ile mesut olarak yaşadı. Türkün adını bir kere
Jaha cihana tanıtı.
Ş A N E
Forum Julü kal'asının mazgalları arasından çelik miğ ferli bir asker acele, acele sağa sola baktı, sonra : Kraliçe Romhilda... Gelen yok ! Diyerek kale duvarlarının mazgalından indi. Longöbart devletinin kraliçesi Romhilda asabi, tavanı basık loş ve ru·· tubetli odanın içinde dolaşıyordu. Kendini erguvan renkli se dirin üstüne attı, sonra başını ipekli bir yastığın üstüne ko yarak ağlamağa başladı. Güneşin son ışıklan kalenin içi ne gö mülüp sarayın dar p encerelerl.n den gaYJıp olurken hizmetçi altı mumlu altın şamdanı yaktığı sırada Romhilda yastıktan, kızıl bir hale hasıl olmuştu. Kapının önünde bir karaltı belir- -
·
di. Romhilda : - Kimdir o ?.. İri bir saray muhaiızı : - Firul şehrinden haber geldi. Romhilda yerinden fırladı : - Çabuk o askeri buraya çağır. Saray muhafızı haber getiren askeri kraliçenin oda.sınaı getirdi. Romhilda : - Asker söyle, kocam Gihişulf nerede ? Asker : - Kraliçe Romhilda. Avar Türkleri bir haftadan beri• şeıhri muhasara ettiler, orta Asya'dan gelip Tuna boylarına yerleşmiş olan Avar süvarileri ordumuzu perişan ettiler, Ni hayet şehrin kapılarına kadar dayandılar. Longdbe.rt kahra manları son nefeslerine '.acar çarpıştılar. Kumandan Gih isulf kaleyi müdaiaa etti, fakat ka.1enin sol tarafı tesli1"1 0lm uş· Kalede Türk bayrağı dalgalanıyordu. Biraz sonra işittim ki lruman<lan Türk kılıcının altında can verm.İi. Romhilda bağırdı :
TttRK EFSANELERİ
154
i '
·:
'
1
- Onu zaten bilirim korkağın biridir...
Dediği zaman Avar'lardan kaçıp buraya harap bir halde :g?len asker kadının bu gar.ip haline şaştı geri geri çekilerek . kapıdan dışarı çıkarken : - Kraliçe Romhilda kocanız korkaksa Türk :yakında
kalenizin önünde görünecektir.
süvarileri
Siz cesaretinizi
�
;pat ediniz. Romhilda askerin Uzerine yürüyerek : - Yuvasını müdafaa eden bir dişi arslan gibi ·Çarpışaca-
ğım. Asker başka bir ş:y söylemeden çıkıp gitti. Kraliçe
se
lı:iz çocuğuyla dul kalmıştı. Ertesi gün Longobart asılza.deleri '){ açarak bu şehre iltica ettiler. A var'ların hakanı
Şane Bütün kumandanlarını çadınlla
·topladı ...
Herkesin gözü Şane'ye dikilmişti : - Arkadaşlar, yarın tan yeri ağarırken yola çıkacağız.
ı..ongobart'ların s on kalesini de aldıktan sonra, bu ülke de Avar !bayrağı gölgesinde yaşayacaktır. - Sen sağ oldukça... - Hayır.. Hepimiz ! . Hep birden : - Baş sağ oldukça ... Şan c : - Gövdesiz baş olmaz! Bir ihtiyar başbuğ: - Başsız da gövde olmaz. Şane gülerek : -;- Demek birbirimizi tamamlıyoruz. O halde hazır mısı';Jlız? thtiyar başbuğ : - Yarn Forum Julü kalesine · oklarımızın seslerini dinle
·teceğiz! . Şane : - Var olun ! ..
TÜRK EFSANELERİ
155
Bütün başbuğlar Şane'yi selamladıktan sonra çadırı
terk
-<ettiler. Güneş, altın saçlarım dağlara serperken Avar ordusu yo
la çıktı, altı saat sonra kraliç� Roınhilda'nın bulunduğu kale nin önünde Avarlar göründüler. Eski bir Roma kalesiyle çev
rilmiş olan bu şehrin ovaları, Türk süvarileriyle doldu. Her iki ta rafta ses yoktu. Ne kaleden bir ok atılıyor, ne de Avar'lar kalenin zaptına teşebbüs
etmişierdi.
Yalnız kalenin
mu
hasara altına alındığı anlaşılıyordu.
!ki gün sonra, Türk askerlerinden bir fedai grup kalenin .duvarlarına yana-ştı. Elindeki kalın bıçaklan, kale duvarları nın aralıklarına sokarak, kaleye tırmanmağa başladıkları sı rada, halenin mazgallarından kızgın suların ve iri kayaların -atılması bu tçşebbüsü akim bıraktı. Şane hücum emrini v:rdi, iri koç başları ile kalenin demir kapıları dövülmeğe, mancınık larla zehirli şişeler kaleden içeri
atılmağa başlandı .
Kaleden
müthiş bir ok yağmuru A var'ların üstüne yağıyordu. Açıkta kalmanın imkanı yoktu. Avar'lar g::ri çekilmeğe mecbur oldu·
lar.
Kraliçe Romhilda, dişi bir arslan gibi kaleyi müdafaa edi yor, Avar'lara kalesini teslim etmiyordu. Şane
muhasaradan
vaz geçmek arzusunda idi. Fakat son bir taarruzdan sonra ge
ri çekilecekti. Bir sabah Şane birçok süvarilerle kalenin, zayıf yerlerini tetkik etmek üzere dolaşmağa lbaşladı. Şane genç ve güzel bir delikanlı idi. At üzerinde duruşu, vakur ve h 2ybetli ba·k ışla.rı ile herkese kendini sevdirmişti. Şane, kalenin etrafında dolaşırken, sekiz çocuğu ile dul kalmış olan Rom.hilda'nın kalbine bir aşk ateşi düştü .. Kal:nin mazgallarından ayrılmadı.
Gözlerile mütemadiyen Şaneyi ta
kip
ediyor, çılgına dönmüştü.
güç
buldu. Geri dönmeğe karar verdi... Bir ay sonra daha bü
Şane, pek kuvvetli olan bu eski Roma kalesinin
zaptını
yük kuvvetl=r ve aletlerle bu kale yi tekrar muhasara edecek
ti. Romhilda,
o
gece pek az uyudu. Hayalinde Şane'nin iri
TÜRK EFSANELERİ
gözleri ve vakur bakışlan canlanıyor, çıldıracaktı. Kimseye de· bi r şey söylemiyordu. Nihayet kendisinin pek itimat ettiği adamlardan
birkaçını
yanına çağırdı.
eski mabeyncilerinden üç ihtiyar
Bu gelenler
dessas
adamdı.
•sarayın ·
Romhilda .
perişan bir halde idi. Uykusuzluğun verdiği ağırlıkla, hasta bir sesle söze başladı : - Sizden bir ricam var.. Boyunlar sessizce yere eğildi. Romhilda bir müddzt sonra : - Ben Avar kumandanını sevdim. Onunla evlenmek is tiyorum. Rom'hilda : - Susmayın dert arkadaşı istiyorum., derdime bir çare ·
bulun... Eğilmiş başlardan birisi : - Haşmetli Kraliçe Romhilda cenapları... Emredin yeri ne getirelim... - Sizi bir heyet olarak Avar Hakanının yanına gönde- · receğim - Baş üstüne... - Avar Hakanının yanına gizlice gideceksiniz,
Jrend1,sini sevdiğiııni ve evlenmek arzusunda söyleyeceksiniz . Anladınız mı ? .
benim
bulunduğumu
.
- Hay hay emriniz gözümüz üstüne .. Ertesi gün sabahleyin alaca karanlıkta
bu
üç kapı kulu ,
saraydan çıktılar. Ve gizlice Avar hakanı kahraman Şane'
nin çadırlan yanma geldiler. Nöbetçiler
bu üç ihtiyan,
genç ·
Türk hakanının huzuruna getirdiler. Şane : - Ne istiyorsunuz ? - Bizi kraliçe
Romhilda gönderdi.
Sizden diledikleri ,
var. .
- Buyurunuz. - Ey genç Hakan. Kraliçe Romhilda sizin
tinizi isitmiş ve sizi görmüş beğenmi(ı..
Şane :
§Sn
ve şöhre- ·
TttRK EFSANELERİ
157
- Sulh mu istiyor ? - Hayır. - Ya ne istiyor·? - Sizinle evlenmek istiyor
.
- Düşman düşma-nı sever mi ? - Kalbler birbirini severse, düşmanlık dostluk olur
Şane hi ç beklemediği bir teklif karşısıri.da
gülmeğe
..
baş
Zadı, ve :
- Bu evlenme nasıl olacak ? - Eğer siz, lbize söz verirseniz, bi r gece kalenin sol ta·rafındaki demir kapıyı açık bırakacağız.. Siz içeri gireceksiniz ··f/e ertesi gün de izdivaç merasimi yapılacaktır. Şane hiç düşünmeden : - Kraliçe bu işe
razı
ol duktan
sonra ben
de
muvafakat
-ediyorum.
- S özünüzde duruyor musunuz ? - Evet ! ..
Üç ih ti ya r fazla kalmadılar boyunlanm eğerek çadı rd an
-çıktılar. Forum Julü kalesi n den içeri girdiler ve saraya gide rek kraliçe Roınhilda'ya Avar hakanın ın verdiği sözü getir dile!". Romhilda sevincind: n yerinde duramıyor genç ve mu za ffer bir Türk
dan
kahramanına zevce olmak fırsatını bulduğun
dolayı sevi niyor daha- şimdiden hazırlığa başlamıştı.
Julü kalesinin ka p ılarından biri aralık bırakılmıştı. Bütün şehir uy kuya dal mış başlarına gele cek abb1 tü.n habersiz ra'lıatç.ı uyuyorlar.:. dı, önde Türk yiğitleri arkada hakan Şane , bir ok atm a da n içeri girdiler. Atl arını s · '. ra ytn sütnnlaTina b ağl adıl ar Sarayın i çi nde b üyük b ' ir faaliyet vardı, kırk mumlu şamdanl ar ve bü yük meşaleler yanıyordu. Romhilda erguvani renkte ipekli ibir elbise giymiş göğsündeki pırlantalarsa bir yıl dız gibi ışıl tlıyorclu. Avar'lar zafer türküleri söylüyorlardı. Sarayın ırı du varlı sal onlarında inleyen nağmeler bir zevk havasından ziyade bir matem teranelerini c.:.rnlırı vordu. Sane iri merdivenlerden ağır ağır vakur bir halde çıktı. Romhilda'yı pırlantalar i ç inde Ertesi gün aşılmaz ve yıkılmaz Forum
.
.
158
TÜRK EFSANELERİ
çılgın bir aşkın vaziyetinde gJrclü ve selamladı, Şane Romhil-· cıa·yı koluna aldı, ıhaz_rlanmış o.an salonun geniş ipekli sedırle nnuen oını, y an yana oturdular. Bu anda şehrın her tarafı Avar'lar tarafından zapt edilmişti. Şane bu geceyi Romhil� da:'nın sarayınaa gcl;u·-ıı. Lı L<cSı gün izdivaç merasm,. .ı -..JI lacaktı. Fakat Avar askerleri bu şehri yağma ettiler. Bütün halla buradan alarak Tuna boylarına y:rleştirmek üzere yola çıkar dılar. Kraliçenin sekiz çocuğunu da: beraberlerinde alıp yola �ıktılar. Fakat bir gece H.omhildz.'run •Çocukları esir olduk Ja.rını anlıyarak Avar'lardan kaçtılar. Ertesi gün Şane askerlerini yanına çağırarak şehrin or· tasına sivri bir demir kazık çakmalarını emretti. Bu kazı �-ın niçin çakıldığını kimse anlayamamıştı, Şan3 askerlerin· den on iki kişiyi çağırdı, Romhilda'yı onlara teslim etti ve de di ki : - Yarın kraliçe hazretlerini şellırin meydanına getiri-niz. Romhilda bu sözden lbir şey anlayamamıştı. Fakat fcrdiı: zevkleri icin bir şehir halkını E sir ettiren kraliçeyi korku- aldı. Acaba yar;n bu askerler Romh.lda'yı nereye götüreceklerdL Koca bir şehir yağına edilmiş ve grup grup başka bir ülke. Y'J yerleştirilmek üzere yurtlarından ayrılıyorlardı. Sab:ı.lıle yin güneş solgıın ışıklar sa�arak yükseliyor, şehrin bu rnate-· mine iştirak ediyordu. Sabah ayı na daha devarıı ediyordu. ODl\ iki iri asker kraliçerun kapısı önünrle göründü, esasen kraliçe sabaha kadar uyumamıştı. Bir asker : - Havdi önümfue düşünüz. - B�,ni n-:oreye g3türüyorsmıuz ? -- Kumandanın emrettiği yere ! . - Oras1 neresidir? - i}ittiti,niz zaman görfrrsünüz.. Rnmh1Jda perisan bir ıh�,lrle on iki askerin önüne di:i�tü.. onu sarayından çıkardılar, şehrin sokaklarında bütün vatan daşları bağrışıy'1r; kaçışıyor her ta-rafta milli bir matem var-
ıssı
TÜRK EFSANELERİ
dı. Zevkinin ve şehv� Ünin esiri k raliçe de bu esir kafileleri: arasından götürülüyordu.. Romhilda'yı şehrin
meydanına getirdiler
ortaya bir ka
zık çakılmış duruyordu, onun önünde Şane lbekliyordu, güler·
bir yüzle :
- Buyurunuz kraliçe Romhilda ! . Romhilda :
- Şane beni buraya niçin getirdin ? - Alçak kad·n ferdi zevkin için
bir memleketi
feda
et-
tin ; bir erkeğe malik olmak için yüz binlerce insanı esir ettir din. İşte senin yegane l ayı k olduğun erkek budur ! . .
Dediği
zam an dört
iri asker vatanını düşmana ferdi z:vk
leri için feda e den krali çeyi kazı ğa oturttular. Romhilda va
tanına hiyanet
cezasını, vatansever
inleye, inleye , verdi.
bir
Türkün karşısında.
A L T IN
O L U I{
Boy beyi bağırdı : - Haydi, çadır bozun .. Yaylaya çıkacağız ! . Çadırlar boşaldı, kadınlar eşyalarını denk denk ediyor, azgın atların üstüne eşyaları zorla yüklüyorla·rdı. Çocuklar koyun sürülerini önlerine katmışlar, yola düzülmüşlerdi. Al tı ay bozkırlara veda edecekler, yaylanın serin rüzgarları, zümrüt çayırları içinde çadırlarını kuraca·klar, berrak pınar lardan avuçlariyle kana, kana su içeceklerdi. İhtiyarlar yük bayvanlariyle genç çobanları takip e diyorlar. Kum çöllerin den Tanrı dağlarının yaylalarına doğru ilerliyorlardı. Boy beyi delikanlılara : - Öğleyi altın olukta geçireceğiz. Çamların altındaki bil lfır pınarından su içer, biraz mola verdikten sonra yolumuza devam ederiz! Haydi delikanlılar öne, kadınlar bizi takip et sinler ! 1 Kafile bahar türküleri söyleyerek, şen kahkahalar atarak yola çıktılar. Atlar kum çöllerinden geçiyor, daıh a ilk di lerden esen hafif serin bir rüzgar ruhlara coşkunluk vermeğe başlamıştı. Atlar kişniyor, üstündekiler coşuyordu. Üç saat sonra Tanrı dağlannın yamaçlarından yukarı çık mağa başladılar. Yeşillik azdı, daha yukarı çıktılar. Vadiler den esen hafif serin bir rüzgar ruhlara coşuyordu. Yeşil ça yırlar arasından mor çiğdemler, kar çiçekleri papatyalar iş lenmiş bir mozayik gibi göz alıcı bir manzara gösteriyordu. Uzaklardan gelen kuşların cıvıltıları baharın geldiğini ilan ediyor, daha yükseklerden kara kartallar ağır, a·ğır uçuyor lar, karınlarını doyuracak bir av gözlüyorlardı. Kafile yamaçlara tırmandı, karşılarına bir çam ormanı çıktı. Altın oluk denilen pınar 1bu çam ormanlarından süzüTUrk Efsaneleri
-
F.
11
162
TÜRK EFSANELERİ
lüp biriken bir pınardı, hep buraya gelecekler, ıbu pınarın ba şında yemek yiyecekler, bu soğuk sudan avuç, avuç içecek lerdi. Kafilenin tam arkasında kundağa sarılı bir çocuğu göğ süne dayanmış Esin adlı genç ve çok güzel bir kadın geliyordu� En arkaya kalmış genç Türkmen kızı Saltuk isminde genç bir çadırcı ile bir sene önce evlenmiş ve birbirlerini çok seviyor lardı. Esin çok terbiyeli iyi ahlaklı bir kızdı. Büyüklerine kar şı kalbinde daima saygı duyar, onlara bir şikayetini söyle mekten çekinirdi. Esasen boy halkının küçük yaştakileri bü yüklerine bir söz söylemeği ıbüyük bir suç sayarlardı. Boy beyi atını ormana sürdü, çam ormanı o kadar sık tı k i çam dalları herkesin üstüne değiyor, başlar eğilmiş bir vaziyette ormanın loşluğu içinde ilerliyordu. Çam dallarından kadınlar çok rahatsız oluyorlardı. Çonkü kadınların kucak larında çocukları vardı. Tam bu esnada ka;rşılarına bir yamaç çıktı. Atla kendilerini tutamıyarak süratle aşağı inmeğe başla dılar, bütün kafile süratle bu tehlikel i yamaçtan aşağı indiler. Aşağıda altın oluğun yanına geldiler. Herkes atından aşağı in di ve ormana hayvanlarını saldılar. Yiyeceklerini önlerine dök tüler, neşe içinde yiyor, içiyorlardı. Bu esnada Saltuk sağa sola bakıyor, bir türlü karısı msi ni göremiyordu, bağırmağa başladı : - Esin ! Esin ! . . Yemeğini yiyenler irkildi. Saltuk'a bakıyorlardı. Boy beyi bağırdı : - Ne o Saltuk Esini m i kaybettin . Ne arıyorsun ? Sal tuk ! - Esin meydanlarda yok ! .. Boy beyi : - Canım Saltuk eşine ne kadar düşkünsün ! Saltuk kızdı : - Beni kınamayın Esini aramak kıskanmak mıdır ? .. - Canım o sessiz bir kız lbir köşeye sinmiştir. Ormanın içine doğru bak ! . .
TÜRK EFSANELERİ
163
Saltuk ormana doğru koştu ayağı tökezlendi yere yuvar landı. Yerden kalktı sağa sola bakındı yine kimseyi göreme di. Fena halde kuşkulandı, bağırıyordu. Nihayet eşini kalın bir çam ağacına başını dayamış olduğu halde ağlar buldu. Saltuk Esini kendine doğru döndürdü ve : - Esin ne ağlıyorsun, Alp nerede ?. Esin bir şey söylemiyor, ihıçkıra, hıçkıra ağlıyor, ağla maktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Saltuk : - Esin söyle, yavrumuz Alp nerede ? - Yamaçtan aşağı hızla· inerken, Alp çam dalına takıldı. Atı durdurupı ku:ı;_ıdağı daldan alamadım ! Saltuk başından vurulmuşa döndü, geri dönerek arkadaş larına bağırdı : - Çocuğ·um Alp, kundağile ormanda çam dalına takıl mış . . Der'h al birkaç delikanlı atlarına atladı, Saltuk t a bun lara katıldı. Var süratlerile yamaçtan yukarı çıkıyorlardı. Çık tılar, çıktılar. Nihayet Esin'in tarif ettiği yere geldiler, dal da kundak yoku. Bu esnada Saltuk var kuvvetiyle bağırdı : - Ah kanlı kartal... Ve yere yuvarlandı .. Sert bir kanat vurmasile iri bir kar tal kundağı iri pençeleri arasında olduğu halde havaya yük seldi. Ve ormanın üstünden uçmağa •başladı. Arkasından ok attılar, fakat kartal bu üç aylık yavruyu alarak korkunç ka yaların arasındaki yuvasına yem olarak götürmüştü. Saltu ğu ayıltarak atına bindirdiler. Yalnız çam dalında kundanğın ufak bir parçası asılı, onu aldılar göz yaşlarile altın oluğa indiler. Esin hala ağlıyordu. Atlıların ellerini boş gördüğü za man tekrar feryadı bastı : - Yavrum Alp nerede ? Atlılar : - Onu kartal kaptı ! . Diye mırıldandılar kundağın bir parçasını Esin'e verdi ler, Esin bu kundak parçasını kaptı .. Öptü, öptü sonra kok ladı, yüzüne sürdü, yavrum diye ağladı, göz yaşları dinme di..
164
TÜRK EFSANELERİ
Herkesin içini bir acı kaplamıştı, atlarll! atladılar, yayla nın yolunu tuttular. Yaylaya yaklaştıkları zaman en arkada göz yaşlarile ge len genç anneye hep baktılar, yalancı bir kundak yapmış, ninni söyleyerek, dalgın, dalgın geliyordu, bu manzara herkesi ağlat tı. Esin bir taş bebek yaparak bunu �ünlerce kucağından at madı kundağı hazin ninnilerle günlerce kuca·ğında salladı, uyuttu, uyandırdı. Her zaman şu ninniyi söylüyordu : Taş bebek ·beşikten bakar Ilık, ılık sütüm akar İnşallah ocağım yanar Tanrım sana lbir can versin ninni !
OTMAN
Sıra, sıra başı dumanlı dağlar, yine yağmur topluyordu. Artık her taraf solmuş, kırlangıçlar, leylekler bu diyan bı rakıp, fırat boylarına yollanmışlardı. Ağaçların kuru dalların da serçelerin cıvıltılarından başka bir kuş sesi yoktu. Kara toprak, sarı bir örtü ile kaplanmış, her tarafta güz'ün hüzün saçan bir ıssızlığı vardı .. Dağlar, tepeler sessiz, gökler çıldırı yordu. Otman böyle bir günde kır atına atladı ve amcasına : - Dündar amca, babama söyle ben Çakır pınara gidiyorum. Geç kalırsam merak etmesin ! Dündar : - Kimbilir, yine ne şeytanlığın var ! . - Akçakocayı soracağım ! . - Çakır pınarlılar Akçakoca'nın nerede o�duğunu n e bilecekler : - Onlar Akçakoca'yı rüyalarında bile görüyorlar. - Haydi, yolun açık olsun. Ben söylerim, yalnız sen geç kalma, ihtiyar babamızın son neş'esi, bizi akşamlan toplu ola rak ka·rşısında görmek oluyor. - Tünaydın ! - Güle güle. Otman atını mahmuzladı, yerinde duramıyan kır atı onu uçurdu. Günler iyice kısalmış, güneş dağların ardına gizlenmek üzere idi. Otınan Çakır pınarına geldi. Akçakoca.'nın nerede olduğunu rumlardan anlayacak, sonra deı:ilial geri dönecekti. Çünkü Akçakoca ile görüşülecek mühim bir işi vardı. Otman, gün batmadan, kasabaya girmişti. Rumlar : - Ertuğrul'un oğlu yağız Otman ! .
TÜRK EFSANELERİ
166
Diye birbirlerine söylüyorlardı. Otman rak, dizginleri koluna sardı. İri astragan
atlıya
atında n
kalpağı,
kaşlarına
kadar inmiş meşinden ceketinin beline bir Herat şalı sarmış, arasına da gümüş işlemeli bir hançer sokmuştu. Rumlar içinde korkusuz gezdi , aradığı ihtiyarı buldu : - Akçakoca, Karaoğlan, Akbaş nerelerde ? İhtiyar güldü : - Nerede olacak at üstünde kılıç sallıyorlar ! . - Anladım amma, kılıcı batıda mı, doğuda m ı parlıyor ? - Doğuda· ! Otman derhal anlamıştı. Akçakoca gazi arkadaşlarile Ko caeli yarım adasında idi. Ona bu kadarcık malumat kafi aw;,. -
� �"adı, fakat ·bardaktan boşanırcasına
mura tutuldu.
Karalbulutlar altlı
üstlü
neş battı,
yollar
bir yağ
koşuyorlar,
ağaçları kökünden koparacak kadar esiyordu.
idi,
fırtına
Yarı yolda gü
karardı. Yağmur hızını
aianı . .1 � - , yağ·ıyor
yağıyordu. Otman'ın yağmurdan korktuğu
yoktu. Lakin ka
ranlık önüne
bir kara duvar çekmişti. Geri dönmenin de im
kanı yoktu. Karanlıkta biraz daha atını ileri sürdü. Uzaktan köpek sesleri cj.uydu. Yakında bir köy vardı. Köpeklerin sesine doğru yava-ş,
yavaş çamurlu yollardan yürüdü.
Karanlıkta
bir kıvılcım belirdi, o tarafa doğru yollandı. Kıvılcım büyüdü. Önüne bahçeler arasında bir bağ evi çıktı. Burada ışık yanı yor, her halde bir insan vardı. Köpekler atının etrafını sardı. Onlara hiçbir şey yapmadı, evin kapısı açıldı. Fırtınalı yağmurlu bir günde bu ıssız bağa gelen kimdi ? Bir ses :
ve
- Kimdir o ? - Ben dokuz oğuzlardan ve kayi ·boyundan Ertuğrulun oğlu Otman ! . - Buyurunuz ! Bu ihtiyar lbu ismi tanıyordu. Otman'ın atını ahıra aldı lar. Kendisi de içeri girdi. Beyaz sarıklı, pamuk sakallı yar bir 1hoca. Otman bu ihtiyarın elinden öptü ve : - Bir tanrı misafiri ! . - Hoş geldin. . Sefalar getirdin . .
ihti
TÜRK
EFSANELERİ
167
- Baba, Çakır pınardan geliyorum, gün batıverdi. Bir de yağmura tutuldum. Bu yüzden sizi ra;hatsız ettim. - Başımla beraber. Rahatsızlık ne kelime ?. - Teşekkür ederim. İhtiyar hoca, Otman'a sormadan yemek .çıkardı, kımız ik ram etti. Bu ihtiyar Ahilerin pirlerinden ( Şeyh Edebali ) idi. Otman, güzelce karnını doyurdu. İhtiyar hoca Ertuğrulun muvaffakiyetlerini çok işitmiş , ona uzaktan sevmişti. Otman' ın bazı maceralarını da duymuştu. Hoş beşten sonra Şeyh Edebali sordu : - Nereye gidiyordun ? - Cenge ! Hoca başka bir şey sormadı : - Yavrum yoldan geldin yorulmuşsun ! .. Haydi yat ! . Otman, peki diyerek kalktı, Hoca· misafir odasındaki • yatağı kendisine gösterdi, bu esnad'ı. Otman'ın gözüne rafta gayet süslü bir kap içinde bulunan bir kitap ilişti, sordu : - Bu raftaki kitap nedir ? Hoca gülerek : - Yeri, göğü yaratan tanrının insanlara: gönderdiği en son kitap ! . Otman'ın gözü açıldı : - Kur'anı Kerim mi ? - Evet !
·
Otman ·başka lbir şey sormadı. Hoca odadan çıktı.. Otman _ ellerini göğsüne kavuşturdu. Boynunu göğsüne eğdi. Saatler geçti sabah ışığının ilk büzmeleri odayı aydınlatıyordu. Ho rozlar ötüyor hafif bir sabah rüzgarı perdeleri titretiyor du ... Zaman geçti. Hala Otman uyanmıyordu, hoca merak et ti. Kapının aralığından baktı. Otman elleri göğsünde ayakta: duruyordu, kapıyı açıp içeri girdiği zaman, gece yaptığı ya tak bozulmamış, Otman bütün gece uyumamış, bu kitabın önünde bir vecd içinde dimdik bekliyordu. - Tanrı kitabının önünde nasıl olur da uyurum ?. Dedi, hocanın gözleri yaşardı ve Otman'a sarılarak öptü.
J G8
TÜRK EFSANELERİ
Bu kitaba bu kadar saygı gösterdin, bütün neslin aziz ve mesut olsun ! Diye dua etti. Otman burada daha fazla durmıyarak, ho caya veda ederek ayrıldı. Atını sürerek Söğüte gelmişti.. Babasına lbu gecenin bü tün macerasını baştan başa anlattı. Bundan sonra· Otman ken dini Müslüman Selçuklara sevdirdi ve nihayet Söğüt'te yeni bir devlet kurdu.
A T T İL A
Tuna'nın mavi sularına gölgeleri helezonlaşan mermer sarayın, gül bahçesinde mavi gözlü, sarı bukle saçlı, genç bir kız elindeki çiçek demetine karıştırmak için beyaz bir gül ko pardığ1 esnada : - Hildegunde ! Diye sarayı n penceresinden bir ses duydu. Pencereye baktı, Attila'nın annesi gülümsüyordu : - Anneciğim, sana bir buket yapıyorum. İ htiyar kadın : - Karanfili bol olsun , kokusuna bayılırım. - Peki... Diyerek buketi tamamlayıp sarayın bahçe kapısından içe ri koştu. Attila'nın annesine çiçek lbuketini verdi. Saraya re-· hin olarak bırakılan prenseslerin içinde en sevilen Hildegunde idi. Bu şimal m emleketinin sevimli kızı, sarayda öz evlat gibi yaşıyor, Attila'nın annesinin yanından hiç ayrılmıyordu. Attila bütün Germen memleketlerini ele geçirmiş bu ka vimleri itaatine almıştı. Zapt ettiği bir çok memleketlerin kı ralları, Attila ile dost ol duklarını anlatmak için, kızlarını ve erkek çocuklarını Attila'nın Buda şehrindeki sarayına rehin olarak bırakmışlardı. Attila bu genç kızları ve delikanlıları sarayında terbiye ediyor, onları iyi bir insan olarak yetişti riyordu. Hildegunde de saraya rehin olarak gelmiş kızların en gü zeli idi. Bu kızı Attila kadar annesi de seviyordu. Saraydaki hazinelcrin anahtarları bu kızın elinde idi. Zümrüd, yakut, elmas ve altınlarla dolu olan Attila'nın ha·zinesi Hildegunde'ye emanet edilmiş, o istediği mücevherleri takabiliyordu. Bu kız, artık sarayda Türkleşmiş, ana dili olan Germenceyi bile unut muştu. Babasından anasından ayrı olarak bu sarayda büyü yordu.
�170
TÜRK EFSANELERİ
Son günlerde saraya Germen kırallarından birinin oğ lu olan Valter adında lbir delikanlı daha reıhin olarak gelmiş ti. Bu genç prens sima: itibarile çok güzel, aynı zamanda gür büzdü. Attila 'her sabah, kendi çocuklarını ve rehin olan prens leri alır, sarayının arkasındaki meydanda onlara imrp oyunlan ()ynatır, ok atmasını öğrettirirdi. Valter de harp oyunlarına karıştı. Bir gün Hildegunde de bu oyunları seyre gelmişti. Us ta oyuncular arasında Valter pek korkak ve acemi idi. Attila' nın oğulları, atlarını koşturdukları zaman, at üstünde görün müyorlardı. Talim de iki taraflı oluyordu. Birbirlerine hakiki bir harpteymiş gibi hücum ediyorlardı. At üzerinde pek korkak duran Valter' e Attila : - Valter, sen memleketinde ata binmez mi idin ?. - Binerdim. . - Niye koşturamıyorsun ? . - Biz ata harp için değil, gezmek için binerdik.. Attila gülerek : - Biz de ata cenk etmek için bineriz .. Valter sesini çıkarmadı ve kıpkırmızı oldu. Attila : - Korkma sen de bir Türk gibi binici olursun .. Haydi bakalım, hep beraber hücum !. Oyuna iştirak edenler : - Vurha !. Diye bağırarak hücüma !başladılar, Valter attan düştü. Bu esnada seyirciler arasından Hildegunde bu acemi askere koştu ve yerden kaldırdı, koluna girerek saraya getirdi. Val ter hi-ç görmediği bu güzel kıza baktı. Hildegunde de ona gü lümsedi. Hildegunde : - Siz attan korkuyorsunuz ?. Valter : - Korkmuyorum, fakat acemiyim. . - Siz de alışırsınız.. Hildegunde gülerek : - Siz de Hun olursunuz .. - Evet ! .
TÜRK EFSANELERİ
171
- Babanız sizi niçin, Attila'ya gönderdi ? - Dostluğunu isbat için. - Benim babam gfbi. . . - Siz d e m i ecnebisiniz ? - Evet ! . Valter'le Hildegunde bu kısa muhavere ile, iyice anlaşmışlardı. Aradan bir sene geçmiştı. Batı Roma imparatoru Va lantiye'nin hemşiresi Honorya Attila'ya bir nişan yüzüğü gön ·dererek, kendisini sevdiğini ve evlenmek istediğini bildirmişti. Attila için bu en büyük fırsattı. Onun gayesi doğu ve batı Roma imparatorluklarına nihayet vermekti. Attila, babası Boncuk zamanında bu iŞC' karar vermiş , babası öidükten son ra amcaları Aybars, Rua, Oktar da Attila ile kardeşi Bleda'yı bu gaye için iyi yetiştirmişlerdi. Attila bir müddet sonra batı Roma imparatoruna bir elçi göndererek nişanlısına ait araziyi istedi. Fakat Roma im paratoru derhal red cevabı verdi. Attila, bir kahin çağırdı, fala baktırdı. Kahin bir at kur fala ban etti, sonra kemiklerini ateşte yakarak, küllerile !baktı. - Attila, muzaffer olacaksın. Roma impa·ratorluğu senin kılıcının kuvvetile yıkılacaktır. Dedi. Attila, yarım milyonluk bir ordu hazırlattı ve ilkbahar da yola çıktı, orduda Valter de vardı. Attila'nın ordusu süvari idi. Ak Tolgalı beyler, önde tunç miğferli süvariler de uzun mızrakla·rile onları takip ediyor lardı. ·
Türk orduları, Fransa'nın bulunduğu Galya kıt'asına doğ ilerlemeğe başladı, büyülr bir şehirden içeri girdi. Kıralla rı ve halkı iki sıra olmuşlar, başları aşa·ğıda Attila'yı selam ladılar. Meydanın ortasında mağlup kıralın bir heykeli var dı. Attila derhal bu heykeli indirdi, kendi heykelinin dikilmesini emretti. Roma dehşet içinde kaldı. Attila, için Alp dağlarını aşru
TÜRK EFSANELERİ
172 nıak
en
ufak bir macera idi. Attila'ya karşı koymak üzere
Actyüs adlı birini tayin ettiler. Bu adam senelerce Hun ordu sunda çalışmış, Türk ordusunu n harp usullerine vakıftı. Attila'nın ordusuyla , Aetyüs'ün ordusu Marn ırmağı kena rındaki Şalon şehri civarında bulunan Katolon ovasında kar şılaştı . Hunlar Roma ordusunu görünce : - Vurha ! .. Diye hücuma kalktı, bütün atlar bir kara buiut gibi dört nala Romalılara ıhücüma kalktı. Katalon ovası birbirine ka rıştı. Akşama kadar devam eden harpten sonra, RomaWar ken dilerini Alp dağlarının yamaçlarında buldular. Marn ırmağı insan kanından pembe
akıyordu.
Milyonlarca insan
kanlar
içinde yere serilmişti. Bu esnada Valter de yaralanmıştı. Atı tila onu Buda şehrine gönderdi. Valter yaralı olarak birkaç
askerle Buda
şehrine dön
dü. Valter toza ve kana bulanmış bir halde sarayın önüne gel
di, ve atından indi. Valter'e, Hildegunde karşıcı çıktı ve güle rek : - Valter, Hun oldun mu ? - Hem de yiğit bir hun.. Hildegunde koluna girerek onu saraya getirdi, yatağına yatırdı. Valter : - Bir parça su verir misiniz! Hildegunde dışan çıktı, biraz sonra elinde bir altın ku pa içinde ona bir şarap sundu. Hildegunde, Valter'in elinden şarap
kupasını
alırken, HHdegunde'nin elini
yavaşça
Hildegunde kıpkırmızı oldu. Bu iki genç artık bircirlerini
sıktı,. iyi
ce seviyorlardı. Valter : - Hildegunde ; lbu sarayda daha ne zamana kadar esir gibi yaşıyacağız ?.. Hildegunde : - Neden kaçılmasın ? .. - Seninle beraber kaçalım ! . Hildegunde gülerek : �
Attila'nın elinden kolayca kaçılır mı ?.
- Neden kaçılmasın ? ..
TÜRK
EFSANELERİ
173
- Neden olacak, güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar ülkesi devam ediyor. Nereye kaçılır. Valter : - Almanya'da Nibelungen kardeşlerin yanına kaçarız. Hildegunde biraz düşünerek : - Valter, Attila'nın bütün altın hazinelerinin anahta·rı bendedir. Annesi beni çok sevdiğinden yalnız bana emniyeti vardır. - O halde kaçtığımız yerde en zengin insan biz olaca ğız, bu işe karar. verelim . . Hildegunde biraz düşündükten sonra : t - Evet Valter kaçalım .. Seninle hür bir memlekette me sut ola·rak yaşıyalım .. Valter yaralı idi, daha Attila cenkten dönmemişti. Pek yakında Buda şehrine gelecek, yeni bir ordu yaparak Roma' nın üzerine yürüyecekti. Attila cenkten döndü, Hildegunde Hun kızlarının arasın da zafer şarkıları söyliyerek, Attilayı beyaz tül elbiselerle karşıladı. Altın tepsiler üzerinde altın taslarla kımız sundular. Attila, Hildegunde'nin kımızını içerek, onunla alakadar oldu. Esasen eskidenıberi onu seviyordu. Hildegunde Attila'nın bu iltifatından memnun olmadı, çünkü bu büyük alaka planla rını altüst edebilirdi. Attila Buda şehrinde fazla kalmadı. Orlean seferinin inti kamını almak üzere ordusile, Roma'nın üstüne bir akın etmek üzere yola çıktı. ,., Valter'in de yaraları iyi olmuştu, fakat bu sefere işti rak etmedi. Aklında Hildegunde ile, saraydan kaçmak ve bu kızla evlenmekti. Bir akşamdı, Hildegunde ve Valter sarayın bahçesinde tenha bir yerel çekildiler. Valter : - Hildegunde yarın akşam sarayda bir ziyafet var. At tila'nın amcası Aybars bir eğlence tertip edecektir, herkes sarıhoş olduğu zaman, birer ata biner, kaçanz. Sen de hazine den en kıymetli mücevherleri alırsın ... Hildegunde :
l 'i·I
TÜRK EFSANELERİ
- Valter, hepsi iyi fakat ben çok korkuyorum, bu kor kunç macerayı nasıl başaracağız.. - Hildegunde korkma, yanında ben varım. . Bana arslan Valter derler. Hildegunde : - Valter iyi düşün, karşında arslanların arslanı Attila var. Onun pençesinden kurtulmak kolay değil.. - Öyle ise vazgeçelim.. Hildegunde, düşündü, sonra gözlerini Valter'e dikerek : - Valter, her neye mal olursa olsun yarın kaçalım. Der'nal lbu işe karar verdiler, ertesi akşam ziyafet verildi, gece yarılarına kadar içtiler. Sarayda sarhoş olmadık kims� yoktu.. Hildegunde, saray hazinelerinden alacağını aldı ahırın kapısında durdu. Valter de evvelce hazırladığı atın yanına geldi. Hildegunde'nin getirdiği çekmeceleri atın iki tarafına astı. Hunların adeti veçhile atın iki tarafından da iki kılıç sarkıyordu, birer ata atladılar, bütün gece sür'atle kaçtılar. Gündüzün bir ormana saklandılar. Gece olduğu zaman Hilde gunde fena halde korkuyordu. Bir kuşun uçuşu, rüzgarın es mesi, bir dalın çıtırdaması kızı ürkütüyordu. Sarhoş olan saray halkı ertesi günü uyandıkları zaman Hildegunde ile Valter'in kaçtıklarını, saray seyislerinden ha ber aldılar. Attila'nın annesi fena halde asabileşti, çünkü At tila Hildegunde'yi çok seviyordu, seferden geldiği zaman ona ne cevap vereceklerdi. Derhal arkalarından on iki atlı koştur dular. Bu atlılar iki gün sonra Valter'e yetiştiler, a·ralarında bir dövüşme oldu. Valter hepsini mağffıp ederek dağıttı ve çaldıkları hazineleri de bir mağaraya sakladılar. Attila, muzaffer olarak İtalya seferinden döndü. Altın hazinelerinin çalındığını ve Hildegunde.'.nin nankörlük ederek Nibelungenlere kaçtığını haber aldı. Valter'in de kahraman ve gözü kara olduğunu biliyordu. Derhal ordusile Germen mem leketine doğru yürümeğe başladı. Hildegunde ve Valter Nibelungen sarayına geldiler. Bu saray' Germen memleketinin bir cenneti idi. Sağ tarafında sa rı gülistan sol tarafta beyaz gülistan vardı. Tavus kuşları,
TÜRK
EFSANELERİ
175<
bahçeden akan derelerde de kuğu kuşları yüzüyordu . Bu bahçe de geceleri ejderler gezerdi. Nibelungenler artık Attila'ya da karşı koyacak bir kuvvette idiler. Hildegunde ve Valter, bu saraya iltica ettiler. Nibelungen bnnları sarayına kabul etti. Fakat bir 'hafta sonra Attila'dan bir tehdit haberi aldı. Fakat aldırmadılar. Attila ordularile ge liyordu. Nitelungenler ve Valter Attila ile cenge hazırlandılar. Bir gün öğleden sonra kızgın güneş altında Attila ordusu ile ovada göründü. Mızraklarının uçları havada, miğ'ferleri güneşin ışıklarınd�n pırıl pırıl yanıyordu. İki ordu bu ovada karşılaştı �r. Hun süvarileri hücuma kalktı. İ ki saat kanlı bir muharebe den sonra Nibelungen ordusu darmadağın oldu. Valter, saraya kaçarak Hildegunde'nin yanına geldi : - Hildegunde mahvolduk.. Hildegunde ağlıyarak : - Valter ne yapacağız ?. - Yine kaçacağız, - Nereye ?. - Tanrını n gösterdiği yere ... - O yer neresi ? - Bütün insanları n gittiği toprak altı .. Hildegunde, Valter'in boynuna sarıldı, ağladı sonra : - Valter, Attila'nın önünden kaçmak olmaz, onun kılıcr ile ölmektense, birbirimize sarılarak, Elbe nehrinin köpüklü sularına kendimizi atalım .. ·
Vakit kalmamıştı, Hun süvarileri saraya yaklaşıyorla·r dı. Bu iki genç perişan bir halde yaya olarak meçhul bir semte· doğru koşmaya başladılar. Attila Nibelungen sarayının gül bahçesine askerleriyle girdi. Hildegunde'yi aradılar, yoktu... Kaçtıklarını anlayarak Attila atını sürdü . . Önüne lbüyük bir nehir olan Elbe çıktı. Bunun kıyıların dan atını koşturuyordu. Bir saat sonra, nehrin akan suların da Hildegunde ile Valter ·birbirine sarılmış oldukları halde boğulmuşlar .. Akarsular henüz baharlarını geçirmekte olan· bu iki gencin bedba'ht vücutlarını ağır ağır götürüyordu. At- tila bu acıklı manzarayı görünce :
TÜRK EFSANELERİ
176
- Zavallı iki çift, biribirinizi bu kadar seviyordunuz da 'bana niçin söylemediniz, bu feci akıbeti kendinize reva gördü nüz. . Dedi, göz yaşlarile b u manzarayı seyretti ve onların cesed lerini aldırdı, ikisini bir mezara gömdürerek kendisi de Buda �ehrine döndü.
S ON 8ahüe
İçindekiler :
4.
Gılgamış . . . . . .. . İlluyankaş ....................... ........ ....... ............ Etana ve Kartal Kartal ile Yılan
5.
Alas
6.
. Met e
1.
.
2. 3.
15 . 16.
Poyzan
8. 9. 11.
13. 14.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
•
. . . . . . . ·. . . .
. . .
............. . . . . . .. . . ........... .............. ............ . . . . .............. . . . .................
. . . . . . . ........... . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...
10. 12 .
...
. . . . . . . . . . . . ................. .......... ................
Gökbayr:ık Alangov:ı Kuten Buarık Gi:iltekin Kutluğ Bügüg Oğuz Aytek
7.
. . .
�
17
23 31
!{ 49
.
55
. . . . . . . . . . . ..... .
69 65 71
77 81 87 ın 95
17 . '
Oz?.n
18.
Tepegöz
103
19.
107
�3.
Dumrul Boğaç Salur ....... ... ................... ............ .. .. ........... Karahan . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . Kutlu Türk .. . . . . .. .. .. .
24.
G<iç
20. 21. 22.
25. 26 . 27 . 28. 29 . 30. 31 .
99
.
.. .
.. . .. . . . . . . • . . . . . . .
. . . •. . .•
. . . . . . . . .......
.
..
.
. .
. . . . . . ...
.
. . . .. .. . . . . . . . . . . . .. . . . . • . • • . . . •. . . . . . . .. . . .. •. •
E rg�nekon . ................ ............. ... .............. Bozkurt .. ................................................... Hanko ile Alp . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Şane ...................................... ................. Altın Oluk ................................ .................. . . , ... ... Otman ..... . . . . . ..... Attila .
. . .
.
.
.
..
. .
...
.
.
. . . . . .
. .
. . ....
...
...
.
111 115 121 125 131 135 141 145 153 161 165 169