Faruk Çil - Kavgamız Türkçülük Kavgası

Page 1



KAVGAMIZ

TÜRKÇÜLÜK KAVGASI

-'-- 2.

Baskı -

bana rw11t ıft

f(/211

İstanbul,

1990

ç; t1

/4;t«Nrı


BAYSAN YAYINLARI 2

isteme Adresi: Baysan Basım ve Yayın San. A.Ş. Akbıyık Değirmen Sok. No. 35 Sultanahmet - ISTAN BUL Tel.: 512 43 47 - 526 83 85

Dizgi: Baysan A.Ş. Baskı : Metinler Matbaacılık Ltd. Şti.


SON SÖZ: O sırada sanki birdenbire her şey değişti: Öğrenciler pansiyonu olan evin yerinde şimdi 1300 yıllık bir Türk çadırı vardı. İnce yapılı kız gürbüz, sağlam, çekik gözlü bir bozkır kızı olmuştu. Erkeklerin saçlan uzayarak omuzlarına dökülmüş, başlarında birer börk peyda ol­ muştu. Ceketleri kaftan, iskarpinleri çizme haline gel­ mişti. Edebiyetçının elindeki klasik eser şimdj bir kopuz, fencinin dolma kalemi bel kemerine asılı bir bİçaktı. Hep­ si çimenlere bağdaş kurmuşlar, kılıç yarasıyla çentilmiş sert yüzlerine başka bir anlam veren ela ve yeşil gözleriy­ le Tonyukuk'a bakıyorlardı. Müstakbel romancı da be­ lindeki kılıçla heybetli bir er olmuştu. Hiç nazlanmadı ve ağır bir sesle şöylece anlatmaya başladı: ·

.

• •

.

Anlatımı seneler ve senelerce sürdü. Hiçbir olaya, hiç bir baskıya boyun eğmeden, dimdik, vakur ve kararlı olarak Türk'ü genç nesillere anlatmağa devam etti. Türk'ün kim olduğunu, asaletini, kahramanlığını anlat­ tı, anlattı ... Türk insanına, Türklüğü ile öğünmesini, aşağılık duygulanna kapılmamasını, örf ve ananelerine sahip ol­ masını söyledi. Ve sonunda mukadder son geldi ve 11 Aralık 1975 tarihinde Tann Dağı'na atalanmız ile buluş­ mak için uçrnağa vardı. Atsız hocanın kaybıyla vazife ikinci ve üçüncü sıra­ daki Türkçülere geldi. Türkçülük bayrağını yere düşür­ meden taşımayı ve daha ill."rilere,Atsız Beğ'in bıraktığı yerden devam etmeyi kendimize bir vazife ve borç bilme­ liyiz. Tann Türk'ü korusun E. Saruhanoğlu


YAŞASIN DÜNYA TÜRKLÜGÜ'NÜN BAGIMSIZLIK SAVAŞ/!

5


...

6


MİLLİ BİRLİK DUYGUSUNU MÜTEMADİYEN VE HER TÜRLÜ VASITA VE

TEDBİRLERLE BESLEYEREK GELİŞTİRMEK MİLLİ ÜLKÜMÜZDÜR. Atatür

7


8


KURTULUŞA DOGRU Faruk Çil Kurtuluşa doğru, yükselişe doğru gerçek bir ha­ reket ve gerçek bir hamle yapılmamaktadır. Umu­ mi efkardaki karmakarışıklığın önde gelen sebep­ lerinden birisi de budur. Aynca, dış politikamızın rast gele kör uçuşlara benzemesi, zaman zaman da akıl almaz çıkışlar yapması bilgisizlik ve yetersiz­ liktendir. Milli menfaatlerimizin tam olarak idrak edilmeyişindendir. Kısaca, ne yapılması gerektiği­ ni tam olarak bilen yoktur. Türkçüler! Savunduğumuz fikir, Türk milleti için tek kur­ tuluş yoludur. B u sebeple, bütün güçümüzü ve imkanlarımızı ortaya koyarak sonuna kadar müca­ delemizi devam ettirmek, Türklük için her fedaka­ rlığa severek katlanmak bizler için tadına doyul­ maz bir zevktir. Bunu yaparken pek çok kahpelik­ lerle, imkansızlıklarla, hatta içimizden "bize ihanet eden alçaklarla karşılaşmamız mukadderdir. 9


Türklük için vuruşan yüzlerce ülkücü böyle öl­ dü. Sançar böyle öldü. Taşer böyle öldü. Atsız böyle öldü. Türkçüler! Davanızdan ve şerefinizden zerrece taviz ver­ meden bu büyük kavgayı sürdürmek, Türklük için karşılık beklemeden mücadele etmek "Türkçüyüm" diyen her Türk'ün boynunun borcudur. Turancılar olarak, Türkçüler olarak Türkçülük kavgasını bu inançla devam ettiriyoruz. ... . .

Gerçek insan için hayat savaştır. Ölenlerin ve büyük mücadelelerin yıprattığı Türkçülerin boşlu­ ğunu iki ve üçüncü saftaki Türkçüler doldurmalı­ dır. Hiç bir Türkçü unutmamalıdır ki, biz, dünyaya hayvanlar gibi zevk etmeye değil, bir görev yapma­ ya geldik. Bu görev mezara kadar sürecek "Türkçü­ lük" savaşıdır. Ölenler toprak ananın kucağında ve tarihin şeref yaprağındadır. Bizim de yolumuz budur. Çünkü, Türk milleti'ne kurtuluş yolunu Türk­ çüler açacaktır.

Tann Türk'ü Korusun! Suadiye, 27.7.1977

10


YABANCI BAYRAKLAR ALTINDA ÖLENLERE AGIT

ATSIZ Ey, istemedikleri saflarda gönülsüz olarak çar­ pışıp kan döken uzaktaki kardeşler! Irkınızın kan ve şan töresine uyarak en yaman kuvvetler karşı­ sında sizin son fişek ve son ata kadar çarpıştığınızı gazelerde okuduğum zaman karabahtınızın kor­ kunçluğu karşısında içim sızladı. Tarihin bu sert kasırgası içinde siz yabancı bayraklar altında, ya­ bancı ülkeler uğruna değil, bizimle aynı safta, ay­ yıldızlı al bayrağın gölgesinde büyük ülkü uğrunda çarpışmalıydınız. Kanlarımzın ırmaklarından ve geride bıraktıklannızın göz yaşlarından, tarihe ka­ rışmış olan atalarımızı sevindiren zafer ağaçlan ye­ tişmeliydi.

11


Sizin ve bizim dedelerimiz aynı başbuğların buyruğunda, aynı zafer bayraklarının altında dolu­ dizgin dört yana at sürmüşlerdi. Irkımızın bahadırları, yüzlerine büsbütün hey­ bet veren börkleriyle, belde kılıç, sırtta sadak son­ suz bozkırların üstünde kımızla beslenip kartallar­ la yarışarak düşman sınırlarında gözükürler, kurt ulumasını andıran türkülerle saldırarak önlerine geleni darmadağın ederlerdi. Orada o eski ülkede gidilir, atılınır, saldırılır fakat geri dönülmezdi. Zafer gecelerinin parlak aylan altında kopuzla­ ra vuruldu mu yüzbinlerce gönül tek yürek gibi çar­ par, kahramanların nasıl saldırdığı, atların nasıJ şahlandığı, ozanların diliyle millete anlatılırdı. Orada erler pars, arslan ve kartal gibiydiler .. Kızlar güneşe benzer, ayın on dördünü andırırdı. Sonra yıldızımız söndü. Ayrı düşerek kendi başları­ mızın derdine daldık. Bozgunlar, tasala.r birbirini kovaladı. Dünyada her şey bozuldu ve her şey değiş­ ti. Fakat bu değişen, bozulan dünyada, eskisi gibi kalan bir şey vardı: Türk kanı... Onu ne yüzyılların tasası, ne de aşağılık kanla­ rın çirkefi değiştiremedi! Sizin, ırkınızın tarihinden gelen sese uyarak, son fişeğe ve son ata kadar dövüştüğünüzü okuyun­ ca bütün o parlak günleri hatırlaP.ım. Keşke bu ka­ dar sert dövüşmeseydiniz diyemezdim. Töremize uymak mecburiyetinde idiniz. Onun için size şu sa­ tırları yazarak, artık bugün yabancı olan topraklar­ da dökülen kanınız için bir ağıt yakmak istiyo­ rum. Ey yabancı bayraklar altında ölenler. Belirsiz mezarlarınıza kimse selam durmayacak. Belki hiç 12


bir şair sizin için yanan bir yazı yazmıyacak.. Varsın sizi hiç bir dudak anmasın. İsterse size hiç bir mısra yanmasın. Ruhlannız Tanndağı 'na vannca, efsanelere karışmış atamız Alp Er Tunga, başınıza kahramanlık tacını eliyle giydirecek; bü- . tün kahramanlanmız size gülümseyecek ve en bü­ yük övüncümüz, kahramanlar kahramanı, en şanlı Türk Kür Şad sizi bağrına basarak aldığınız gaza yaraları kutlu olsun diyecektir. Ey son fişek ve son ata kadar vuruşan uzak kar­ deşler. Dünyada hiç bir kahramanlık boşuna değil­ dir. Sizin yok yere akmış gbi görünen kanlarınızdan da yarın yeni şafaklar doğacaktır. Bu kan ırmakları dalgın yığınlan uyaracak, dağınık obalarda birleş­ me duygusu dalgalanarak yüzbinlerce kardeşi bir ülküye, Kızıl Elma'ya doğru koşturacaktır.

DÖVÜŞÜN! SON FİŞEÖE, SON DAMLA KANA KADAR SAVAŞIN!... Son fişeğe ve son ata kadar!.. Sizin için, yabancıların söylediği bu sözlerden güzel beyen.me nişanesi olur mu? Tarihinizden, ır­ kınızdan, kanınızdan aldığınız hızla siz böyle yap­ maya -zaten mecburdunuz. Tann bizden yüz çevirip de ırkımızın kökü yer yüzünden kazınsa bile koca­ mış tarih bizim için: "Gittiler, fakat dönmediler" di­ yecektir. Siz son fişek ve son ata kadar dövüşmekle yok olmıyacağınızın senedini yazıyorsunuz. Çanak­ kale' de kardeşlerimiz çarpışırken, gönülleriniz hangi duygu ile çarptı ve elleriniz Tanrıya nasıl kalktıysa bugün de bizim gönüllerimiz sizin için ay13


nı duygularla çarpıyor. Dövüşün! Son fişeğe, son damla kana kadar sa­ vaşın!.. İstemediğiniz yabancı saflarda. Ö lün! Za­ rar yok ... Birleşeceğiz ve Tanndağı'nın eteklerinde kımız içerek sizin ve bizim bir olan atalarım ız için Tanrıya yakaracağız.

14


TURANCIHAREKET Atsız Ata'dan

*

Türk Milleti'ne

"... İkide bir yüzümüze çarpılan büyük günahla­ rımızdan biri de Turancılıktır. Turancıyız ne ola­ cak? Tarihi vatanımız olan bütün tutsak ülkeleri el­ bette kurtaracağız. Görevimiz bu değil mi? Böyle büyük bir ülküye bağlanmayıp da, hayvani bir ra­ havetle zevk içinde mi yaşayacağız? Biz iki Türkis­ tan 'ı da, Azerbaycanlar'ı da Kafkasyayı da, İdil­ Ural boylarını da, Kınm'ı da kurtarmak için şuuru­ muz işledikçe, ayakta duracak gücümüz kaldıkça çalışacağız. O kadar da değil... Batı Trakya'yı, Kıbns'ı ve Adalan da alacağız ... Kerkük ve Bayır-Bucak da bizim olacak ... Yaşarken bunları göremeyeceğimizi biliyor;bu­ nun için yüksünmüyoruz. Ektiğimiz tohumlar ye­ şerecek ve bizden sonrakiler önüne geçilmez bir sel halinde kutlu topraklara ay-yıldızlı bayrağı dike­ cektir."

15


16


Türkçülük ve Bazı Meseleler Haluk ÇAY

Türkçülük Türk Milliyetçiliğinin adıdır. Türk­ çülük Türk Milletinin diğer milletlerden ileri ve üs­ tün olma ülküsüdür. Türkçülük fikrini siyasi, fel­ sefi, edebi ve ekonomik sahada ilk defa bir sistem olarak ortaya koyan Ziya Gökalp'tır. Ziya Gökalp'ı Türk Milleti'ne bir ışık olarak yetiştiren ortam na­ sıldı? Hangi şartlar Gökalp'ı Türkçülük ülküsü et­ rafında çalışmaya sevketmiştir? Bunun için Gö­ kalp'ın üzerinde durduğu ve etkilendiği konulara kısaca bir göz atacağız. Türkçülük ülküsünde temel olarak alınan de­ ğer, Türk Milleti'dir. Namık Kemal'in düşündüğü millet, Fransız ihtilalinin ortaya çıkardığı müşte­ rek bir idare ve menfaat birliğinin oluşturduğu müşterek bir tarih şuuruna erişmemiş ruhsuz bir kalabalıktır. Fransız tebası olan her yabancı, bu topluluğa girebildiği gibi Osmanlı tebası olan, her 17


Osmanbyım diyen de Osmanlı toplumuna girebil­ miştir. Türk olmayan, Türklük düşmanı bu teba, Tanzimat'tan beri Türk aydınlarındaki gafletten faydalanarak Türk Milleti 'nin ve devletinin başına dert olmuştur. Selaniit'te Genç Kalemler Dergi­ si'nde fikir hayatına atılan Ziya Gökalp bu konu üzerinde hassasiyetle durmuştur. Ziya Gökalp'a kadar millet kelimesini hiç bir düşünürümüz tarif edememiştir. Gökalp yalnızca milleti tarif etmekle kalmadı; toplumun nasıl, niçin ve ne zaman bir mil­ let haline geldiğini anlattı , durdu Türk Milleti'ne .. Türk'e Türk olmanın şuurunu, sevgisini verdi. Türk'e kendi öz benliğini kazandırdı. Gökalp'ı Türkçü sisteminin temelini teşkil eden milletin tarif meselesinde etkileyen husus yetiştiği çevredir. Doğduğu ve çocukluğunun geçtiği Diyar­ bakır ve çevresinde Ermeni, Zaza ve Kurmanç gibi azınlıkların; İstanbul'da Baytar Mektebi'nde Arab, Boşnak ve Arnavut gibi azınlıkların Türklük aley­ hine olan faaliyetlerini gören Gökalp, Selanik'te bu­ lunduğu sıratlı ise, 7-8 millet nümunesiyle karşılaş­ mıştı. İşte bu ortamda Türk Milleti'ni kurtuluşa gö­ türecek yolun ise ne panislamist bir düşüncenin ne de batıyı körü körüne kopye eden görüşlerin değil , milli olan Türkçülüğün olacağını yayınladı. B u ese­ rinde Türkçülüğün programını vermeye çalışmıştı. Dilde Türkçülük, Estetik Türkçülük, Ahlaki Türk­ çülük, Hukuki Türkçülük, Siyasi Türkçülük, Fel­ sefi Türkçülük konularını programına aldı. Fransız ihtilalinden sonra Monteskiyö ve Rus­ so'nun ortaya koyduğu eşitlik ve hürriyet ilkeleriy­ le fert, asıl önem verilmesi gereken bir varlık sevi­ yesine yükseltilmişti. Bu görüşe göre fert devletin üzerindedir. Devlet bir gaye değil, fertlerin iler18


Ziya Gökalp lemesi için bir vasıtadır. Bu görüş siyasi sahada li­ beralizmde, ekonomik sahada ise serbest ticarette yani kapitalizmde akislerini gösterdi. Kişisel hürri­ yeti en ileri safhaya götüren bu liberalizm sistemi ve buna temel olan görüşler milletlerin bünyesinde büyük sarsıntılar yaptılar. Bu düşüncenin doğur­ duğu kapitalizpı sosyal sınıflar arasındaki eşitsiz­ liği gittikçe arttırdı. Milletlerin sosyal bünyesi bu eşitsizlik karşısında parçalandı. Bu durum karşı­ sında ortaya çıkan maddeci görüşler, milliyet-mül­ kiyet-din ve aile kurumlarını ortadan kaldıran marksist-sosyalist felsefe toplumcu bir görüşle ha­ reket ederek ferdi, kişiyi reddetti. Kişiyi topluma 19


feda etti. Ekonomik alanda ise devlet tekelciliğini ileri sürdü. Bu görüşler Türkiye'de de tartışmaya başlandı. İşte Ziya Gökalp'ı bu düşünce sistemleri arasında toplumcu yanıyla karşımızda görüyoruz. "Fertler yok, cemiyet var," "Ben sen, o yok, biz varız" sloganlarıyla Gökalp toplumculuğunu ortaya ko­ uştur. Yalnız Gökalp'ı Marksist-sosyalist toplum­ culuktan ayıran husus şudur: Gökalp'e göre millet esastır. "Fertler ise milletin bir parçasıdırlar." Kişi­ ye hayat veren ve onu geliştiren yaratıcı ve koruyu­ cu kuvvet millettir. Gökalp, kişiyi bir hiç değerine indiren marksis-sosyalist tela.kiye de karşı çıkmak­ tadır. Ona göre fert ve cemiyet dışında şahsiyet fik­ rini de ortaya atmıştır. Bu suretle ekonomiyi temel alan, her şeyin esası olarak kabul eden materyelist telakkiye de karşı çıkmıştır. Marksist-sosyalist fel­ sefo _ ye göre sadece ve sadece midenin görevini yeri­ ne getirmesi bünyenin yaşamasını sağlar. Ama Gö­ kalp'a göre, bünyenin organlarının müştereken ve ahenk içinde çalışması ile bünye hayatının devam edebileceği ileri sürülmüştür. Böylece Gökalp kişi­ leri ve toplumları ekonomiye köle eden, ekonomi ve tekniğin esiri haline getiren, kökü kapitalizme ve Marksist sosyalizme dayalı felsefi görüşlere de kar­ şı çıkmaktadır. Gökalp görev ahlakını "Gözlerimi kaparım, va­ zifemi yaparım." şeklinde sloganlaştırmıştır. Bu şe­ kilde Türk Milleti'ne kendi sosyolijik ahlakını be­ nimsetmeye çalışmıştır. Gökalp'ın zekasına hayran kalan kimseler, da­ ha çocukken babası M. Tevfik Efendi'den, Gökalp'ı Avrupayatahsile göndermesini isterler. M. Tevkil Efendi kendi düşüncesi itibarıyla Avrupa'ya giden­ lerin millete ters düştükleri ve Türk Milleti'ne ya· 20


rarlı olamadıklar kanaatında idi. M. Tevkif Efendi bunlara "Ziya'yı Avrupa'ya yollarsam gavur olur, yollamasam eşek kalır." şeklinde cevap vermişti. Gökalp çok seneler sonra bu espriyi kendisine ha­ tırlatanlara şu cevabı vermişti: "Gavur olmamak için Avrupaya gitmedim ama, eşek kalmamak için de lisan öğrendim. " Tanzimatçılar batı medeniyeti yerine batının kurumlarını almışlardı. Halbuki önemli olan toplu­ mu kurumlara değil, kurumlan topluma uydur­ maktır. Milli kültürler maziden bize kalan birer fi­ kir anbandırlar. O halde anhan boşaltmak ve boş anbarla milli kültür ve medeniyet davasına çıkmak manasızlıktır, mantıksızlıktır. Bugün bazı ülkeler­ de görülen "kültür ihtilali" safsatadan öteye geçe­ mez. Milli kül türüm üze ve kurumlarına gereken önemi veren Gökalp, yaşayış olarak değil, düşünüş tarzı bakımından Avrupalılaşmış, Avrupa'nın ilmi­ ni, modern araştırma tekı:ıiğini almıştır. Gökalp Türk tarihine bakış açısının değişmesi­ ni sağlamıştır. Türk tarihi aralıksız bir bütündür. Türk tarihi İngiliz,.Alman veya Fransız milletleri­ nin tarihi gibi ele alınamaz. Çünkü Türk tarihi, o milletlerin tarihi kadar basit değildir. Bu milletle­ rin tarihi, hemen heıı:ıen hep aynı dar alanda geç­ miştir; fakat Türk Tarihi Çin Denizinden Avru­ pa'nın ortalarına kadar \ :zanan geniş alanda geç­ miştir. Birçok milletler içi1" tarih, bir vatan tarihi­ dir. Bizim tarihimiz millet devlet tarihidir. Türk Milleti'nin tarihi 1071'de ba�lamaz. Türk mille­ ti'nin tarihi yalnızca Osmanlı tarihi de değildir. Gö­ kalp bu bakımdan eski Türk Tarihinden ve kurum­ larından birçok örnekler vermiştir. Türk Medeniye­ ti Tarihi, Türk Türesi gibi eserlerinde bunun izleri21


ni görmemiz mümkündür. Yine Gökalp Türk tarihi­ ni bir bütün olarak işlemeyi başaran Fransız müş­ teşriki De . Guine'nin "Türkler'in,Tatarlar'ın, Mo­ ğollar'ın Tarihi Umumisi" adlı eserini Hüseyin Ca­ hit Yalçın'a tavsiye ederek dilimize çevrilmesini sağlamıştır. Gökalp'in çizdiği tarih anlayışını Meh­ med Fuad Köprülü ve talebeleri geliştirmeye çalış­ mışlardır ve çalışmaktadırlar. Bir milletin uçuruma gitmesi veya yükselmesi doğrudan doğruya o milletin kendi benliğinde, ken­ di fikir ve şuurunda taşıdığı dünya görüşünün güç­ lülüğüne bağlıdır. Milletlerin bütün dayanağı kuv­ vetli bir felsefi görüş, sistem ve prensiplerdedir. İn­ sanlar ekonominin ve tekniğin esiri değildir, kulu değildir. İnsanlar ekonomiye ve tekniğe hükmeden efendidirler. Türk Milleti'nin batı medeniyetine ulaşması Gökalp'ın saçtığı ışıklı yolda olacaktır. XIX. yy.ı geride bırakmış bir Osmanlı Devleti . . . Temelleri çatırdıyor. . . 1908 II. Meşrutiyet'in ilanı hiç bir şey getirmemiş. Millet fakir ve sahipsiz. Türkler'in tabası olup müreffeh bir halde yaşayan Arnavut, Karadağ, Sırp, Bulgar, Yunan ve Araplar istiklalleri için yer yer ayaklanmaktadırlar . . . Batı Milletleri kendi aralarında Osmanlı topraklarını parsellemişler, fırsatlar gözlemekteler. Bütün bun­ lardan daha fenası, devrin aydın tabakası fikir keş­ mekeşliği içinde ne yaptıkları, neye inandıklarım bilmez haldedir. İşte bu sıralarda Türk Milletine, 'Türk gençliğine, Türk aydınına yön verecek gür bir ses duyuluyor. Tarih 22 Şubat 1910. Bu gür sesin sahibi Gökalp şöyle haykırıyordu:

22


Vatan ne Türkiye'dir Türk'lere ne Türkistan Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan! Türk gençi hedefini bu seste görüyor. Türk mil­ leti geleceğini bu seste görüyor. Türk aydını mefk­ uresini bu seste görüyor. Türk'ün gerçek mücadele­ si bu sesle başlıyor. Gökalp Turan şiiriyle Türkler'e bir ümit veri­ yor; bir hedef gösteriyor, Türk'ün ülküsüne ışık tu­ tuyordu. Gösterilen hedef, ümit edilen Turan kısa 23


zamanda Türk aydınlarının ülküsü haline geldi. Bu yeni güçle Türk milleti üç kıta 5 cephede düş­ manla vuruşmaya giriyor. Bile bile ölüme giden Türk genci biliyor ki bu uğraş Türk milleti'nin var olma davasıdır. Türk devletinin yeniden kuruluşu davasındır. Türk birliği davasıdır. Çanakkale, Sa­ karya, Dumlupınar zaferleri bu davanın meyvesi­ dir. Çanakkale'yi geçilmez yapan, Sakarya'da yir­ mi iki gün yirmi iki gece Yunan kuvvetlerine karşı savaşan ordunun ülküsüdür, Turan... Türkistan'da Rus mitralyözlerinin açtığı ateşle şehit olan Enver Paşa'nın ülküsüdür Turan ... Türkçülük fikri ile Türk aydını ülküsünü bul­ muştur. Bu ülküyle yüzbinlerce genç canlarını feda etmiştir ve halen de edecektir. Çağımızda milletler yaşayabilmek için benliklerini bulmak zorundadır­ lar. Bir milletin benliğini bulması ise o· milletin milli ülküsüne sahip çıkmasıyla mümkündür. Gö­ kalp Türk milletine işte bu benliğini, milli şuurunu buldurmuştur. Türkçülüğün temellerini atmıştır. Türk milletinin milli kültürünü, milli karakterini ortaya çıkarmıştır. Gökalp var olan değerlerimizi müdafaa etmek için değil, bu değerleri büyük mille­ timize hatırlatmak için ortaya atılmıştır. Gökalp, Türkçülük meselesini yalnızca yeni li­ san açısından görmüyor ve diyor ki: "... Ben lisan meselesini kafi görmeyerek Türk­ çülüğü bütün mefkureleriyle, bütün programlarıy­ la ortaya atmak lazım geldiğini düşündüm. Bütün fikirleri ihtiva eden Turan manzumesini yazarak "Genç Kalemler"de neşrettim. Bu manzume, tam zamanında intişar etmiştir. Ondan sonra müdema­ diyen bu manzumedeki esaslan şerh ve tefsir ile uğ24


raştım". (Külüg Tekin, Büyük Fikir Adamı Ziya Gö­ kalp, Orkun "26 Ekim 1951", s.56). Gökalp, burada dediği gibi bütün fikirleri Tu­ ran manzumesiyle ortaya koymuştur. Carllyle'nın dediği gibi: "Uyanan bir düşünce kolay kolay uyu­ maz." Bu düşüncenin, bu ülkünün etkisi zamanın­ da derhal kendini göstermiştir. Küllenmiş yürekle­ re bir kor gibi düşen bu ideal binlerce genci Turan'a koşturmuştur. Bu gençlerin cephede sabah duaları Turan Duası olmuştu. Turan

Duası:

Ulu Tanrı ... Sen sağlık ver Türk'e Hakan buyruğunu hep kardeşlere ilet... Yüce, ulu yükseksin... Bir Bozkurt ihsan et Yeni Turan, ey sevgili ülke, Söyle sana yol nerede? yalvarıyoruz... Çağırıyor bizi büyük Atamız Oğuz... Yüce Uluğ! sen sağlık ver Türk'e Turan yolu aydınlansın, tütsün ocaklar Parıldasın gün gibi köşe bucaklar.

(1. Cihan Harbinde Bir Yedek Subay'ın Hatıra­ ları, Faik Tonguç, 1960 Ankara, Bengi Matbaası). 25


Sankamış'ta şehit olan 80 bin gencimiz, Kıb­ ns'a, Ardahan'a Batum'a giren ordumuz Albayrak Marşı ile yürüyordu: ·

Albayrağın altında atalarım yürüdü Gökbayrağın altında yeni Turan büyüdü Büyük emel ruhumda, Allah, Kuran dilimde Tüfenk, demir elimde; benim için şan kavga. Yürüyün dağlar eğilsin, Altınordu şan versin Albayrak Kafkasya üzerinde yükselsin Biz Uyguruz, dönmeyiz, konağımız dağ, ova Türküz bizimdir Asya; Türküz, Türküz hepimiz. Cengiz Han 'ın bayrağı allı şanlı sallandı. Atlı Han'ın bayrağı harpte böyle allandı. Yürüyün dağlar eğilsin, Türk ordusu şan versin Albayrak Altaylar üzerinde yükselsin.

Koca bir milleti yediden yetmişe yürüten bu düşünce, bu emel, bu ümit Turan'dı. Gökalp, Kızılelma şiirinde (Ziya Gökalp Külliyatı 1. Fevziye Abdullah Tansel, s. 14): 26


Türkün hem kılıcı, hem de kalemi Yükseltmiş Arab'ı, Çin 'i, Acemi Her kavme bir tarih, bir yurt yaratmış Kendisini başkası için aldatmış.

diyerek Türk gencine, Türk olmasıyla övünebilece­ ğini telkin ediyor. Fakat bu arada kusurunu da söy­ leyiveriyor. Alageyik adlı şiirinde ise(s.54) Yüz milyon Türk bu anda Seni bekler Turan'da

mısralarıyla Türk Birliği şuurunu ne güzel dile ge­ tiriyor. Altın Destan (86-88), Ergenekon (89-94), Kızıl Destan (102-105), Vatan (113), Millet (114), Kavın (126), Türklük (270), Türkün Tufanı (278-282) gibi şiirlerinde aynı ülküyü işlemiştir. Balkanlar Destan (99-101) ında ise: Demiş ki: Nereye girmişse Hilal Orası Turan'dır onu geri al. Domuz çobanları olamaz Kral Tanrı'nın ülkesi Turan içinde...

diyen Gökalp bugünkü Turancılık anlayışımız dile getirmiştir. Nerede Türk'ten bir eser varsa, orası Turan'dır. 27


Türk Milleti tarihi olaylar sebebiyle çok geniş topraklar üzerine yayılmış, bu topraklara hükmet­ miş, medeniyetler kurmuştur. Bu alanlar üzerinde Göktürkler, Hlınlar çağında olduğu gibi Türk Birli­ ği çoğu kez gerçekleşmiştir'. Çoğu kez de bağımsız hanedanlar idaresinde Türk Milleti hürdü. Karnı tok, sırtı pekti. Çağımız da ise 100.000.000 Türk esirdir. Tuna'dan Altaylar'a, Kırım'dan Kerkük'e kadar Türklerin bulunduğu bu Türk yurtaları bu­ gün milli düşmanlarımızın elindedir. Türklük bu­ ralarda manen yok edilmek istenmektedir.

"Tanrı bütün insanları hür yaratmıştır. Tabiat hiç kimseyi esir etmemiştir. (Alkida­ mos)" Türklüğün bugünkü durumu nedir öyley­ se?

Gökalp'la başlayan Turancılık ideali bugün sa­ dece romantik açıdan alınıp tenkit edilmektedir. Hümanist, komünist, Anadolu milleti iddiasında olan renksiz, sözüm ona aydınların tenkit ettiği hu­ suslar, Türkçüler'in çoktan geride bıraktıkları önemsiz meselelerdir. Turan bugün bir hakikattir. Bu gerçeği görmeyen yalnızca Türkiye'deki gözü kapalı aydınlarla, art düşünceye sahip anarşistler­ dir. Turan gerçeğini Rusya çok iyi anlamıştır. Anla­ dığı için 2 1 Nisan 1969 tarihinde Taşkent civarında zorla iskan edilen Kının Türkleri'nin nümayişini zehirleyici sıvı kullanmak suretiyle bastırmıştır. İran bugün zorla baskı altında tuttuğu Kaşgaylar ve Azerbaycan Türkleri'nin ne istediğini çok iyi bil­ mektedir. Irak hükümeti komünist kürtlere muh­ tariyet vermek için referanduma giderken bir mil­ yonluk Kerkük Türk'ünün varlığını duymamak gayreti içindedir. Balkanlar, Kıbrıs hepimizi ilgi­ lendir�n günlük meselelerdir. Çin cephesinde ise 28


Uygur, Kırgız ve Kazaklar'ın direnişi Osman Ba­ tur'dan beri henüz bitmedi. XX. yy. Türkler'in is­ tiklal kavgasına şahit olan yüzyıl olacaktır. Sonuç: Türkçülük fikrine düşman çevrelerce ileri sürülen, Gökalp'ın "Vatan ne Türkiye'dir Türkler'e Ne Türkistan" "Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir Turan"

şiiriyle ortaya koyduğu Turancılık anlayışı "Alman sermayeciliğinin istila istikametlerini maskeleyen bir perdedir" şeklindeki görüşlerde büyük bir yanıl­ ma vardır. Gökalp, Turan şiiriyle Türk Milleti'nin büyük bir meselesi.ne el atmıştır. Hangi tabiat ve ahlak kanununa dayanarak bir Türk'ü başka yer­ deki Türk'ü düşünmekten men edebiliriz? Türkiye dışındaki Türkleri düşünmek, mutlaka o Türkleri idaresinde bulunduran devlet veya devletlere sa­ vaş açmak değildir. Bir devletler hukuku, yabancı, ekalliyet ve ekseriyetler meselesi vardır. Dış Türk­ ler için, tabiiyetinde bulundukları devletlere hiçbir tecavüz ve taarruz fikri beslemeksizin kültürel, hatta siyasi haklar istenilebilir.

Herşey Türklük İçin

29


TÜRKLÜGÜN

MUTLU GELECEGİ

Bütün Türkler bir ordu

ORKUN yazıtlarına,

Çektiğimiz acılar

TURAN ufuklarına

oz.�un Ülkü yolunda.

Ve sürüklüyor rüzgar

Tükenecek sonunda.

Çeviremez yolumdan

Kabul olacak elbet

Gelse bile ecelim.

Bir gün dileklerimiz;

Rahat uyusun artık

KAVGAMIZ için atar Gamlı yüreklerimiz.

Kefensiz şehit/erim.

Yiğitleri yollarda

Ekilmiş tarlaların

Korkak bırakıp döner.

Rahmet çöker üstüne.

Gözlerdeki ışıklar

Kıran girecek bir gün

Türklük uğruna söner. Camiler tıklım tıklım

Yağıların köküne. Birleşir teker, teker

Günahkarlarla dolu. KIZILELMA 'dan geçer Cennetin güzel yolu.

Yarın tutsak vatanım, Kurtulacak kıskaçtan lnleyen TÜRKlSTAN'ım.

Artıyor sevaplarım Yurdumu sevdikçe ben, Yırtıcı kuşlar gibi

Geceler ve gündüzler $afaklarla dolacak,

Aşacağım yüksekten.

Türkiye gelecekte

Fikirlerim yazılmış

Büyük TURAN olacak.

Aydil EROL 30


Türkçüler \J ••

BAGIMSIZ DUNYA TURKLUGU ' ••

..

...,,

..

istiyor! Faruk Çil Türkiye'de, Türk siyasi hayatında, bugün, hiç bir şekilde savunulmayan bir büyük davanın savu­ nucusu, takipçisi bir fikir akımı ve kadrosu var: Türkçülük. fikri ve bu fikrin etrafında meydana gel­ miş sayıları yüzbinleri geçen Türkçü kadro... Şu an­ da hiç bir siyasi partimizin ve hiç bir kuruluşun ver­ mediği en şerefli mücadeleyi devam ettiren bu kad­ ro, yakın bir gelecekte, sürdürdüğü mücadeleyi Türk milletine anlatacak, bugüne kadar uyutulan Türk insanını, Türk gençliğini uyandıracak ve mü­ cadelesini hedefine vardıracaktır. Yüz milyondan fazla kandaşımız, dindaşımız esaret altında kan kusarken, Türkiye'de, baklava tepsileri etrafında basın toplantıları yapan sah­ tekarlar, sosyalizm palavrası peşinde koşan ahmak aydınlar, komünizmin Türkiye'yi bölüp parçalama­ sını arzulayan satılmış uşaklar ve bütün bu kokuş31


muş zihniyetlerin temsilcileri, elbette, Türkçülük hareketi'nin altında ezilip gideceklerdir. Bütün dünya; şahit olsun ki; esir Türkler'e yapılan kahpe­ liklerin hesaplan tek tek sorulacaktır! Türkiye'de yapılan alçaklıkların hesabı tek tek sorulacaktır.. Biz, bunları diğerleri gibi laf olsun diye söylemiyo­ ruz. Bu ızdırabı gerçekten duyduğumuz ve büyük acılar çektiğimiz için, inanarak söylüyoruz. Bu se­ beple bütün Türklük düşmanları bu söyledikleri­ mizi iyi bellesinler ve unutmasınlar!.. Kimseyle şahsi bir işimiz yoktur, ama milli ki­ nimizin büyüklüğünden, ateşinden ben bile korku­ yorum. * * *

Irak denen dünün çadır zibidileri, Türklüğe ol­ madık hakaretlerde bulunuyor. Katliamlar yapı­ yor . 1959 Kerkük. katliamı ve son olarak sınırda öl­ dürdükleri 12 Türk... Bunları hiçbir Türkçü unut­ mayacak. Onların kanları üzerine yemin olsun ki bunu ödeteceğiz! Biz, bugün sade vatandaşız. Dev­ letin veya Dışişlerinin kadrolu elemanları değiliz. Bu sebeple Saddam'ın "kardeşlik - dostluk" palav­ ralan ve petrolü bizim için bir kıymet ifade etmez. Gün gelecek Saddam yaşadığı çölde kaçacak delik bulamayacak.. .

.

Türkçüler, Türklüğün esaret zincirlerinden kurtanlmasını istiyor. Bunu istemek en tabii hak­ kımızdır. Şu dünyada yamyamlar bile hür devlete sahip olurken, binlerce yıllık kahramanlıklarla do­ lu bir büyük ırkın evlatları hala mı esir yaşayacak? "Birleşmiş Milletler" ve "İnsan Hakları Beyanna­ mesi" ne oldu? Birleşmiş Milletlerden "Esir Türk­ ler" için neden hiç bir ses çıkmıyor? Üç buçuk mil32


yonluk İsrail için veya sözüm ona devletler (!) için yapılanların yüzde biri de Türklük için neden yapıl­ mıyor? Yapılmaz! Yapılmaz, çünkü Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur! * * *

Bugün Rus ve Çin emperyalizmi altında inleyen milyonlarca Türk var. Yoksa birleşmiş milletlerin sayın mensuplan Türkler'i insan olarak görmüyor­ lar mı? Fakat, bir bakıma bizim bu milletleri kına­ maya hakkımız yoktur. Kendi davasına sahip çık­ mayan bir millete başkalan sahip çıkar mı? Şimdi kendi milletime· sesleniyorum: Katliama uğrayan, zulüm gören bu dili-dini, ka­ nı bir olan bizim kardeşlerimiz değil mi? Batının sa­ ğır vicdanını anladık. Fakat, bizim bu sükutumuz niye? Türkiye sınırları dışında Türk yoktur politi­ kasını nefretle reddediyoruz. Ve, inanıyoruz ki Ta­ rih bu biganeliği affetmez... Türk Milleti! Turan illeri yas içindedir. Kanlı Balkanlar hala kana doymadı. Kınında Türk kalmadı, milyonlarcası katledildi. Sibirya kampları Türkler'le dolu. Batı ve Doğu Türkistan bir facia. Her yan ateş ve kan . Biz bu gerçekleri dile getirdiğimiz için "TURANCI" olmakla suçlanırız. "IRKÇI" olmakla ve "FAŞİST" olmakla suçlanırız. Hepsi kabul. Hepsini sineye çekeriz.. .

Yeter ki Türk'ün kara talihi dönsün! Yeter ki, Türk milleti bizi anlasın ve yalnız bırakmasın... Bi33


zim, milletimizden başka hiçbir isteğimiz yoktur. Ne oy, ne herhangi bir şey... * * *

Kahramanlar yürür gider ölüme karşı, bir sevgili gibi onu basar bağrına! Bak, uzaktan çalınıyor bir zafer marşı, Yürüyelim şu doğmakta olan yarına ... Atsız

34


Türk Milletinin Kurtuluşu Türkçülük Ülküsü İle Gerçekleşecektir

Haluk Çay

TÜRKÇÜLÜK, emperyalist güçler tarafından sinsice sömürülerek komünizme ve anarşizme mü­ sait bir ortam hazırlanan yurdumuzda, Türki­ ye'nin gerçeklerine hiç bir dış etki olmaksızın cevap verecek ve kötü gidişe dur diyecek bir düzenin savu­ nucudur. TÜRKÇÜLÜK, yurdumuzun acı gerçek­ lerine, iktisadi ve toplumsal bütün dertlerine hiçbir siyası art düşünceye sahip olmaksızın çözüm yolu arayacak olan Türk'ün milll görüşüdür. TÜRKÇÜLÜK'te temel olarak alınan değer TÜRK MİLLETİ'dir. TÜRKÇÜLÜK, Marxist-Le­ ninist anlamda halkçılığı reddettiği gibi Türk Mil­ leti'nin geçmişini inkar eden ANADOLUCULUK ve siyası ümmetçilik gibi gayri ilmi YEŞİL KOMÜ­ NİZMİ de reddeder. TÜRKÇÜLÜK, soyu Türk olan, dili Türk olan, dileği Türk olan fertleri TÜRK MİLLETİ'nin fertleri olarak alır. TÜRKÇÜLÜK'te 35


aslımız ve neslimiz red ve inkar edilemez. Türk Mil­ leti bugünkü şartlarıyla yoksul da olsa, cahil bıra­ kılmış da olsa, kaderine terkedilmiş, yalnız bırakıl­ mış da olsa TÜRKÇÜLÜK'te mukaddestir. TÜRK­ ÇÜLÜK, Türk Milleti'nin taşıdığı asil ecdad kanı­ nın yüceliğini bilir, ona hürmet eder. TÜRKÇÜ­ LÜK, Türk milleti'nin mukadderatına hükmet­ mek, onu yok etmek isteyen haince planlanmış, ya­ bancılar hesabına çalışan cereyanların beynelmi­ lelciliğin, kozmopolitliğin karşısındadır ve Türk Milleti'ni bu parazitlerden kurtaracak olan Ül­ kü'nün adıdır. TÜRKÇÜLÜK, Türk Milleti'nin menfaatini herşeyden üstün bilir. Türk Irkına, Türk Devle­ ti'ne, Türk Yurdu'na, Türk Mukaddesatına düş­ manlık etmiş olan her milletin, her rejimin, her fik­ rin, her cemiyetin, her ferdin amansız düşmanı­ dır. TÜRKÇÜLÜK, sosyal adaleti esas olarak alır. İlahi adaletin sosyal adalet olduğu kanaatındadır. Kenar mahallelerde, teneke evlerde, gecekondular­ da binbir ızdırap çekerek bu vatana evlat yetiştiren Mehmet Ağa'nın, Emine Bacı'nın problemleri, gele­ cekleri, insanca yaşıyabilmeleri, aristokrat geçinen kozmopolitlerden önce gelecektir. Her Türk'ü hür ve haysiyetli bir fert olarak görmek isteyen TÜRK­ ÇÜLÜK, iktisadi istismara şiddetle karşıdır. TÜRKÇÜLÜK emperyalizmin ve sermayedar­ ların, tefecilerin, milletin iliğini emen liberal kapi­ talizmin bekçisi değildir. TÜRKÇÜLÜK'te zaman ve fırsat eşitliği esastır. Bu bakımdan TÜRKÇÜ­ LÜK, TOPLUMCU, ŞAHSİYETÇİ ve SOSYAL ADALET fikrinin savunucusudur. 36


TÜRKÇÜLÜK, bütün esir milletlerle beraber, emperyalizmin baskısı altındaki yüz milyonluk esir Türk'ün hür ve müstakil yaşamasını dilediğin­ den; her Türk'ün birer gerçek şahsiyet olarak milli cemiyette layık olduğu yeri almasını istediğinden HÜRRİYETÇİ'dir. Memleketimizde, hakkın, haki­ katin ve adaletin sesinin duyurulmasını ister. Zul­ mün, mügalatanın, istismarın ve dalkavukluğun karşısındadır. TÜRKÇÜLÜK, hürriyetçidir ama sı­ nırsız hürriyet anlayışı tanımaz. Türk Milleti tarih boyunca bugüne kadar örf ve an'aneleriyle, töre ve yasaklarıyla yaşamıştır. Böyle olduğu zaman cihan devleti kurabilmiş; Türk Töresi, Türk Yasası bozul­ duğu zaman esarete düşmüştür. Bu bakımdan TÜRKÇÜLÜK, hürriyetçidir ama Dİ S İ PL İ NLİ MİLLET taraftarıdır. Disiplinli Millet görüşüyle fertlerin devlete, devletin fertlere zarar vermiyece­ ği karşılıklı hak ve vazifeler sistemini kabul etmeyi anlar. Disiplinli millette istibdat ve zorbalı_k cl­ madığı gibi hürriyet sarhoşluğu da yoktur. Disip­ linli millette Türk Töresi'ne, Türk Yasası'na, Türk'ün şeref ve haysiyetine aykırı hiçbir şey yapı­ lamaz. Disiplinli milletle hayat görüşü, felsefesi, mukaddesatı, zevki, eğlencesi, kederi ve tasası belli millet anlaşılır. TÜRKÇÜLÜK, hürriyetçidir ama Türk Milleti'ni parçalamaya, Türk Devleti'ni yık­ maya matuf bir hürriyet ortamı tanımaz, ANARŞİ­ NİN AMANSIZ DÜŞMANIDIR. TÜRKÇÜLÜK, Türk ferdini yücelten, toplum­ da bir yer kazandıran, hayatına bir mana verip maddeden kurtaran, ona ruhi bir değer kazandıra­ rak bir hedef gösteren AHLAKİ bir görüştür. TÜRKÇÜLÜK, ahlakçıdır. Binlerce yıllık Türk tarihinin Milletimize verdiği TÜRK AHLAKI'nın savunucusudur. TÜRKÇÜLÜK'te TÜRK AHLAKI 37


VE TÜRK TERBİYESİ esastır. Türk ahlakı ve Türk terbiyesi devlet müesseselerinde, iktisadi hayatta, ilim müesseselerinde, fertlerin karşılıklı münase­ betlerinde esas olacaktır.

TÜRKÇÜLÜK, inkılapçıdır, yenilik tarafta­ ndır. Yaşlının yeniye karşı kendi rolünü korumak için sahiplenmek istediği muhafazakarlık görüşü­ ne karşıdır. TÜRKÇÜLÜK'te muhafazakarlıktan anlaşılan Türk Kültürü'nün manevi değerlerimizin savunmasıdır, korunmasıdır yoksa eskiyi müdafaa değil. .. TÜRKÇÜLÜK, Türk Milleti'nden inkılapçı bir ruh, inkılapçı bir kafa, ülkücü bir toplum ister. Türk Milleti'nin yükselmesi ancak bu yolla olur. Ül­ küden yoksun gerici fertlerin meydana getirdiği topluluklar dejenere olmuş toplumlardır. Böyle toplumlar ise yaşamaya, tarih sahnesinde görün­ meye layık değillerdir. Tabiat kanunları, hayat ka­ nunları böyle toplulukları kısa zamanda tasfiye eder. Böyle topluluklar ezilmeye, yok olmaya layık­ tırlar, mahkumdurlar. TÜRK MİLLETİ ancak TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜSÜ'nün Türk ferdlerinin gö­ nüllerini tutuşturmasıyla yükselecektir. TÜRKÇÜLÜK, kalkınma davamızda, Türk Kültürü ile batının müsbet ilmini ve tekniğini esas olarak alır TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜSÜ çağlar üstü ya­ pılacak kalkınma çabasında milli sanayii'nin ku­ rulmasına taraftardır. Türk endüstrisinin çağdaş batı teknolojisinden faydalanılarak batı endüstrisi seviyesine ulaştırılması ve Türk Milleti'nin hür ve haysiyetli bir millet olmasını ve kalkınmasını sa­ vunduğundan TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜSÜ, MÜSBET İLİM - BATI TEKNOLOJİSİ TARAFTARI ve EN­ DÜSTRİCİ'dir. TÜRKÇÜLÜK, Türk Milleti'nin kalkınmasın38


dan Türk köylüsünün kalkınmasını anladığı için KÖYCÜ'dür. % 75'i köylerde yaşıyan milletimizin kalkınması demek TÜRK KÖYÜ'nün, TÜRK KÖY­ L ÜSÜ'n ün kalkınması demektir. TÜRKÇÜ­ LÜK'te, Türk köylüsünün insanca yaşıyabilmesi için geçim, sağlık ve besin konusu haberleşme ve se­ yahat hürriyetleri her şeyden önce göz önünde tutu­ lur. Milli sanayiimizin Anadolu'ya dağıtılması ve sanayii müesseselerinin Türk köylüsünün, Türk iş­ çisinin ayağına götürülmesini ister. TÜRKÇÜ­ LÜK, ''kerpiç temeller üzerine mermer binalar kurulamaz" inancında olduğundan kalkınmanın köyde başlamasına taraftardır. TÜRKÇÜLÜK, milli bir eğitim taraftandır. Türk milli eğitimine batıdan kopye edilerek değil memleketin ihtiyaçları, şartlan ve hususiyetleri düşünülerek bir yön verilmesi görüşündedir. Türk milli eğitiminde hümanist ve materyalist görüşe yer verilmiyecektir. TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜSÜ milli eğitimden Türk çocuklarına, Türk gençlerine, Türk Milleti'ne milli külWr, milli şuur ve manevi değer­ lerin öğretilmesini öngörür. TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜSÜ'nde basın'ın "Devle­ tin resmi ihinlarıy1a beslediği sun'i bir kuv­ vet" olmaktan çıkanlnrnsı esastır. Basın milli he­

deflere göre hareket e. melidir. TÜRKÇÜLÜK, Türk Milleti'nin milli terL_'yesine, karakterine sui­ kast yaparcasına yayında bı. lunan bir basın kuvve­ ti tanımaz. TÜRKÇÜLÜK, m·m şahsiyetleri hedef tutarak yıpratıimasına çalışaıı Marxist görüşe sa­ hip basına, şantajı gaye edinen basına, kökü dışar­ da cereyanların temsilciliğini ve reklamını yapan basına hayat hakkı tanımaz. TÜRKÇÜLÜK, Türk Devleti'nin yanmnı tes39


lim edeceği gençlere özel olarak değer verir. TÜRK­ ÇÜLÜK ÜLKÜSÜ'ne sahip Türk Gençliği şahsiyet sahibi, cesur, müsbet kafalı, idealist olacaktır. Kor­ kak, dalkavuk ve uşak ruhlu kişiler TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜSÜ'yle bağdaşmaz. TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜ­ SÜ'nün Türk Gençliğinden beklediği yegane şey

'Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavan­ larında dalkavuklak bulunmasın."

BATI VE KOMÜNİST EMPERYALİZMİNİ EZİP, ÇAGLAR ÜZERİNDEN BİR SIÇRAMA YA­ PARAK ATOM ÇAGI BÜYÜK TÜRKİYE'SİNİ KU­ RACAK OLAN TÜRÇÜLÜK ÜLKÜSÜ, DIŞTAKİ DÜŞMANLARIMIZIN VE İÇTEKİ HAİNLERİN ÇOKLUGUNA VE GÜÇLÜLÜGÜNE RAGMEN TÜRK MİLLETİ'NİN ZAFERİNİ EN KISA ZA­ MANDA GERÇEKLEŞTİRECEKTİR. TÜRKÇÜ­ LÜK ÜLKÜSÜNÜN BU SAVAŞTAKİ ZAFERİ BÜYÜK TÜRK SOYUNUN ZAFERİ OLACAK­ TIR. TÜRKÇÜLÜK ÜLKÜSÜ'NÜN BU SAVAŞTA TÜRKÇÜLER'DEN İSTEDİGİ ÜÇ ŞEY OLACAK­ TIR: FEDAKARLIK. .. MECBURİYET... İTAAT...

40


Milletleri Ruhlandırmak ATSIZ Çalıştırılan bir makinenin durmaması için na­ sıl arada bir yağlanması gerekiyorsa, yaşayan mil­ letlerin de manevi bakımdan çürümemesi için ruh­ landınlmaya öylece ihtiyacı vardır. Ruhlandınlma­ yan, ruhlandınlması için sebep ve çare bulunama­ yan milletler kırılıp dökülmeye mahkumdur. Ör­ nek mi istiyorsunuz? Ufuklarında güneş batmayan İngiliz İmparatorluğunun İkinci Dünyü Savaşın-. dan sonraki zavallığına, çatırdamasına, yıkılması­ na bakınız. Ruhlandırmak bir millete geçmişteki büyük­ lüklerini, hatırlatmak; hatta bozgunluklannı, uğ­ radığı ihanetleri andırarak ibret almasını sağla­ mak ve hepsinden mühimi de yarın için büyük milli hedefler göstermekle sağlanır. Bir milleti ruhlandırmak tamamiyle milliyetçi bir davranıştır. Yabancıların büyüklerini ve başa­ rılarını anmakla, uluslararası törenlerle ruhlan­ mak olmaz. Malazgird ve Alp Arslan'ı anmak bir milli ruh­ lanış davranışıdır. Bunun bir minnettarlık ve vefa 41


borcu olması bir yana, verdiği örnekle Türk gençle­ rini öyle olmaya dürtmek gibi büyük bir faydası da vardır. İnsanlar, hele gençler ve çocuklar ne görür­ lerse onu kaparlar. Bugün sokaklan dolduran ve insandan çok maymuna benzeyen saçlı, sakallı, bı­ yıklı yaratıklar analanndan öyle doğmadılar; o ör­ nekleri göre göre bu hale düştüler. Alp Arslan ve Malazgird için 26 Ağustos 1971'de Türkiye'nin her yerinde büyük törenler ya­ pılmalıydı. Yapılamadı. Siyasi buhran, parti kav­ gaları, ihtiraslar ve kinler buna imkan vermedi. Fa­ kat hiç olmazsa beş yıl önceden başlanıp ehliyetli kimseler görevlendirilseydi her şeye rağmen bu gösterişli törenler yapılır, gençliğin milli ruhla bes­ lenmesi bakımından büyük bir haşan ve kazanç sağlanırdı. Yurdumuzda bir takım törenlerin, anma günle­ rinin yapıldığını görüyorsak da gülmek mi, ağla­ mak mı gerektiğini kestiremiyoruz. 4 Eylül 1971 Cumartesi akşamı İstanbul Rad­ yosu "Ahı Evren"den bahsetti. Ahı Evren, Anado­ lu'da esnaf teşkilatını kurınuşmuş. Bu teşkilat Or­ ta Asya'dan gelen bir Oğuz türesi imiş. Göçebe Oğuzlar'daki esnaf teşkilatı. .. Aklımız Tann'ya emanet!.. Hele koca Çalışma Bakanı'nın, bu masal­ lara inandığı yetmiyormuş gibi bu adamın adını "Ahi Evran" diye okuması da ayn bir festivaldi. "Ahı" ve eski şekliyle "akı" Türkçe bir kelime olup "cömert, yiğit, dost" anlamındadır. "Evren" ise hem "ejder", hem de "kainat" manasına gelip erkek adı olarak kullanılır. "Ahi" ise Farsça bir kelime olup "ahlı", "ah çeken" demektir ve şairlerin mahles diye kullandığı uydurma bir kelimedir. Hatta Yavuz Sultan Selim çağında Ahi mahlesi bir şair yaşamış42


tır. 5 Eylül 1971 akşamı ise yine İ stanbul Radyo­ su'ndan başka bir masal dinledik. Ciddi mi, şaka mı olduğu pek anlaşılamayan bu masala göre Seyid Battal Gazi bundan 1200 yıl önce Anadolu'yu Türk­ leştirmeye başlamış.

Bu büyük tarihi gerçeği hangi tarih bilgininin keşfedip ortaya attığını bilmiyoruz. Bir "millet oku­ lu" demek olan radyonun millete hitap ederken da­ ha bilgili, ağırbaşlı ve ciddi olması gerekmez miy­ di? Türk tarihinde "Battal Gazi" diye bir adam yok­ tur. Halk arasında okunan bir Battal Gazi Destanı vardır. Dili ve edası Türkçe olmakla beraber içinde­ ki kahramanlar hep Arapça adlar taşır. Şimdilik, üzerinde son karara varılacak çalışmalar yapılmış değildir. 1200 yıl önce, yani 770 yıllarında daha Türkler ne Müslüman olmuş, ne de Anadolu'ya gelmişti. Aşağı yukarı 740 tarihlerinde Bizanslılar'la yapı­ lan savaşlarda ölen bir Arap kumandanının adı "Abdullah Battfil'dır. Abbasiler'in paralı askerleri arasında Türklerin bulunması ve bunların da Bi­ zans'la çarpışması dolayısıyla Battal Gazi Desta­ nı'nın bu Türkler arasında ortaya çıktığı bir farazi­ ye olarak ileri sürülüyorsa da mesele henüz çözüm­ lenmiş değildir. Bundan ötürü de Battal Gazi adın­ da bir Türk'ün 1200 yıl önce Anadolu'yu Türkleştir­ meye başladığı hakkındaki radyo yayını uydurma­ dan başka bir şey olamaz.

Anma törenlerinin en büyüğü Yunus Emre'nin 650. ölüm yılı dolayısıyla yapıldı ve buna başka mil­ letlerin türkologlan da çağrıldı. Bu da ciddi bir iş 43


değildi. Bir kere Yunus Emre'nin 650. ölüm yılını anmak için onun 1971-650 = 1321'de ölmüş olduğu­ nun ispatı gerekirdi. Oysa ki Yunus Emre'nin do­ ğum ve ölüm yıllan şöşle dursun; bir kişi mi, yoksa ad benzerliği sebebiyle birbirine karışmış iki, hatta üç kişi mi olduğu bile belli değildir. Yunus Emre� renine katılanlardan işittiğimize göre baştan sona hep onun hümanizmasından bahsedilmiş. Bir mil­ let her şeyden önce bütün veçheleriyle kendisinden olanları eşit tutan demektir. Türkiye'nin bugün or­ tamı da gösteriyor ki bize hümanistler değil Türk­ çüler lazımdır. Garip bir yönümüz var: Birisini andık mı, onu göklere çıkarıyoruz. Kör ölüyor, badem gözlü; kel ölüyor, sırma saçlı oluyor. Halbuki anma törenleri, tevilin ve yalanın değil, gerçeğin dile getirilmesi ol­ malı, genç nesiller eskileri hem erdemleri, hem de eksikleriyle öğrenmeye alışmalıdır. Şimdi bu açıdan bakıp da Yunus Emre'yi tari­ hin anatomi masasına koyarsak varacağımız sonuç şudur: Yunus Emre, Türkçenin büyük bir sanatkan­ dır. Türkçenin büyük bir şiir ve fikir dili olduğunu ortaya koyanlardan birisidir. Fakat Yunus Emre'nin fikirleri Türk milleti'ni zehirlemiş, onu uyuşturmuştur. Çünkü o da yaşadı­ ğı zamanın fikir ve duygu hastalıklarına kapılarak birbirini tutmaz sözleri "tasavvuf' diye ortaya at­ mış, savaşçı bir millet olan ve çevresinin düşman­ larla kaplı olmasından ötürü savaşçı olmaya mec­ bur bulunan Türk milleti'ne bir dilencilik felsefesi­ ni telkin etmeye çalışmıştır. Onun:

44


Dövene elsiz gerek, Sövene dilsiz gerek, Derviş gönülsüz gerek. Sen derviş olamazsın.

demesi Türk ahlakına, yaratılışına uyan bir dü­ şünce midir? Hatta Türk dervişleri böyle midir? Or­ han Gazi ile birlikte savaşlara katılan dervişler derviş değil midir? Türkiye'nin ilk İmparatoru olan Selçuklu Tuğrul Beğ'in katibi olan Arap İznü Hassfil, Türkçeye de çevrilen eserinde Türkleri böy­ le mi tarif etmiştir? Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan Halka müderris olsa hakikatta asidir

demekle Yunus Emre milliyet bakımından da, din bakımından da sapıklık içinde değil midir? "Millet" kelimesini Türkçedeki bugünkü anlamı ile "ulus" yerinde kullanıyorsa milliyetsiz, vatansız bir adamdır. Böyle değil de bunu Arapçadaki manası ile "din" yerinde kullanıyorda o zaman da kafirdir. Çünkü Müslümanlık öteki dinleri kendisiyle eşit saymaz. Zaten onun: Oruç, namaz, zekat, hac cürm ü cinayettürür; Fakir bundan dziiddır has-ı heves içinde

45


demesi de hiçbir tevil ve tefsire mahal bırakma­ yacak şekilde küfürden başka bir şey değildir. Bun­ ları tasavvufla falan izaha çalışmak boşuna ve gü­ lünç gayretlerdir. Halka evliya diye kabul ettirilen Yunus Emre'yi, tasavvufi herzelerinden dolayı bü­ yük devlet adamı ve şeyhülislam Ebussuud tekfir etmiştir. Şimdi soralım: Atatürk Türkiye'si, Atatürk mil­ liyetçiliği diye her gün leylek gibi laklak eden çene­ ler jübilesini yapmak için koskoca Türk tarihinde bula bula sapık düşünceli, hasta ruhlu Yunus Em­ re'yi mi buldular? Ya hele o ölüm yılını nasıl uydur­ dular? Yunus Emre için tören yapılacaksa onun milli hizmet tarafı olan "Türkçesi" dururken ne diye milli ihanet olan hümanizmasını aldılar? Yunus Emre gerçekten büyük bir hümanistse o ilmi bir etüdle uzmanların incelemesine sunulur. Bütün millete değil. Milli bir gaflet içinde biz kendi kendimizi yık­ maya çalışırken İran, kuruluşunun 2500. yıl dönü­ münü kutlamaya hazırlanıyor ve biz Malazgirt için üç beş milyon lira bulamazken onlar bir yıllık petrol gelirlerini, yani birkaç milyar lirayı bu işe ayırı­ yor. Tarihi gerçeğe bakarsanız ortada 2500 yıllık bir devlet falan yok. Makedonyalı İskender tarafından yıkılmış Persler, yüzyıllar sonra Araplar tarafın­ dan yıkılmış Sasanlılar, yüzyıllar sonra da Selçuk­ lular tarafından yıkılmış Büveyhliler var. Ondan sonraki İran ise 1925 lere kadar hep Türk hakimi­ yetinde bir Türk devleti, yahut Türk devletinin bir parçasıdır. Türk hakimiyeti Farsçaya bile tesir et­ miş, dil Türk dilinin yapısına uymuştur. Yani fiiller cümle sonuna gelmektedir. 46


İşte bu devletteki Farslara milli bir ruh vermek için bir 2500 yıl efsanesi uyduruluyor, on yıldan beri milyarlar harcanarak hazırlıklar yapılıyor, eserler yazılıyor, şehirler kuruluyor ve bütün dünya davet olunarak onlara 2500 yıllık bir devletin varlığı ka­ bul ettirilmek isteniyor. Buna bakarak diyoruz ki: Yeni kurulan Kültür Bakanlığı, milleti uyandırmak için bir yandan ge­ rekli eserleri yayınlarken bir yandan da jübilesi ya­ pılacak Türk büyüklerini, anılacak günleri, yahut milli kültüre hizmet etmiş Türkler'i arayıp bulmalı­ dır. Gazete haberleri doğru ise Bakanlık bu mühim adamı bulmuş: Ertuğrul Muhsin ... Ertuğrul Muhsin'in kimliği hakkında epey ya­ zılar yazılıp iyi bir rejisör olduğu ileri sürüldü. Aslı­ na bakarsanız iyi rejisörle iyi antrenör arasında fark yoktur. İkisi de insanlann heyecanını tatmin edecek ekipler hazırlar. Fakat öte yandan Türk kültürüne cidden hiz­ met eden insanlar var ki kimsenin aklına bile gel­ miyor. Bir tanesini tanıtalım: Ankara'da yaşayan ve şimdi 82 yaşında bulunan Abdülkadir İnan bir Başkurt Türk'üdür. Bütün Türk lehçelerini ve Türk Folklorunu, milll Türk dini olan Şamanizmi ondan daha iyi bilen değil, ondan başka bilen yoktur. Ata­ türk onun değerini bilerek profesörlük vermiştir. Meşhur Atatürkçülerden Hasan Ali Yücel, bakanlı­ ğı zamanında bu profesörlüğü geri aldı. Arapça ve Farsça Almanca ve Rusçayı da bilen Abdülkadir İnan'a milli kültürün anıtlanndan olan Manas Des­ tanı metin ve tercümesiyle yaptırılabilir. Rad­ loffun topladığı Altay Türk destanlan tercüme etti­ rilebilir, kendi eseri olup Tarih Kurumu tarafından bastınlıp tükenen "Şamanizm" adlı kitap yeniden 47


bastırılabilir. Hepsinin üstünde de tarihin şeref günleri için büyük törenler yapılır ama ciddi olarak ele alınır da öyle yapılır. Şu İran'ın 2500 yılı masalından alınacak ders­ ler var. Üstünden kaç silindir geçmiş olan İran, Farslık ruhunu ayakta tutmak için milli efsaneler uydurmaya çalışırken biz tek dayanağımız olan Türklük ruhunu unutarak yerine Tann'nın belası hümanizmayı koymak suretiyle bizi ayakta tutan tek gücü, milli şuurla 'milli ruhu silmeye çalışıyo­ ruz. Ey Türk milleti! Sen ne güçlü ve dayanıklı şeysin! Bir türlü yıkılmıyorsun! . . 11 Ekim 1971

48


1944'te Türkçülüğü H?-nçerlemek isteyenler Kimlerdi? Nejdet SANÇAR 1944'te Türkçülüğe karşı açılan Haçlı Sefe­ ri'nde, Türk Ülküsü'nün hançerlenmesi yolunda çalışanların sayısı az değildir. Bunların en azgınla­ rı yerli kızıllar ile, son büyük imparatorluğumuzun kalıntıları devşirme torunlarıdır. Bu en tehlikeli iki zümrenin yanında yer alanlar veya onlara yardak­ çılık edenler ise aşın particiler, dalkavuklar, renk­ sizler, korkaklar gibi bütün insan topluluklarında rastlanan takımdır. O yıllar, "Milli Şefhk!" diye garip bir manasız bir ad takılmış olan hürriyetsizlik devridir. Bu se­ bepten millet, gerçeklere değil, kendisine gerçek di� ye gösterilenlerle karşı karşıyadır. Çünkü ne Rad­ yo'nun, istenilen ve uygun görülenden başka tek ke­ lime söylemesi m ümkündür; ne de gazetelerin "zülf-i yar"e dokunabilecek konulardan söz edebil­ meleri . . . Bu büyük baskı içersinde o yılların tek yararlı 49


hareketi, İkinci Dünya Savaşı'nın imkan verdiği havadan da yararlanarak, gazetelerde ve dergiler­ de, millet ve vatan sevgisi üzerine pekçok yazılar yayınlanabilmesidir. Bu yolda en büyük hizmetin milliyetçi dergiler tarafından yapılmış olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Türkçülük Ülküsü'nün, yurtta yaygın bir hal almakta oluşu'ndan en büyük rahatsızlığı duyanlar Türkiyeli kızıllarla devşirme torunları idi. Ancak, dünyayı sarmış savaş havası içinde, bütün yurtta yayılmış Türkçülük Ülküsü'ne karşı tesirli bir mü­ cadele yapmak imkfuıın1 elde edemiyorlardı. Sade­ ce, iftira temeli üzerinde yükselen birtakım yalan­ lar ortaya atıyorlar, fakat umdukları neticeyi sağla­ yamıyorlardı. Atsız'ın, devrin başbakanı Saracoğlu Şükrü'ye hitaben yayımladığı açık mektuplar ile bütün Tür­ kiye ayağa kalkınca Türk Ülküsü'nün sinsi düş­ manları bundan yararlanmak için harekete geçti­ ler. İlk adım, kendisine, ikinci açık mektupta "va­ tan haini" denilen Sabahattin Ali'ye hakaret davası açtırmak oldu. Ankara'da görülen dava sırasında Türkçü gençliğin şahlanması ve bunlardan birkaç bin kadarının, 3 Mayıs günkü duruşmaya sokulma­ maları üzerine, milli marşlar söyleyip komünizmi lanetleyerek yaptıkları tarihi yürüyüş, pusudaki Türkçülük düşmanlarının bekledikleri fırsatı orta­ ya çıkardı. Bir plan hazırlandı. Bu plan, yurdun dört bir kö­ şesinden, yüksek öğrenimlerini yapmak için Baş­ kente gelmiş vatansever Türk çocuklarının, komü­ nizme ve komünistlere karşı olan yürüyüşlerini, devlete ve rejime karşı bir ayaklanma şekline sok­ mak ve böylece Türkçülük üzerinden bin ihanet si50


lindiri geçirmekti. Bu planı hazırlayanların üç elebaşısı vardı. Bunlar Hasan Ali, Falih Rıfkı ve Nevzat Tandoğan idiler. Boşnak Ali Efendi'nin torunu olan Hasan Ali, o sırada, Milli Eğitim Bakanlığı'nın başında bulunu­ yordu Abaza İmam diye anılan bir din adamının oğ1 u Falih Rıfkı ise, hükümetin resmi gazetesi duru­ mundaki Ulus'un başyazarıydı. Bir kardeşinin o sı­ ralarda Yugoslavaya'da bir bakanlık sandalyasın­ da oturmakta olduğu söylendileri ağızlarda dolaş­ makta olan Nevzat Tandoğan ise, Başkeiıt'in vali­ siydi. Türkçülüğe karşı açılan Haçlı Seferi'nde en büyük rolü oynayanlar, işte, bu üç adamdır. Bu üç Türkçülük düşmanı da, Milli Şeflik( ! ) devrinin milli şefi İsmet İnönü'nün tam itimadını kazanmış kişilerdi. 3 Mayıs yürüyüşü sırasında ve daha sonra ki günlerde, Çankaya'ya giderek, ve­ himlilik derecesi bilinen İsmet İnönü'yü doldura­ rak daha vehimli hale getirenler de bu adamlardı. Bu üç Türkçülük düşmanının, Ç ankaya köş­ künde İnönü ile neler yaptıkları; konuşmalarda, onun malum olan vehmini gıcıklamak için ne gibi masallar ve yalanlar uydurduklarını, tamamen, bi­ lemiyoruz. Bu konuda bugün bilinen tek şey, 3 Ma­ yıs yürüyüş4nün, devlete ve rejime karşı bir ayak­ lanma olduğu yalanının kendisine bildirilmesidir. İsmet İnönü, bu yalana inanmış mıdır, yoksa inanır görünmeyi mi uygun görmüştür? Bugün için bu da kesin şekilde belli değildir. ( 1) Ancak, 19 Ma­ yıs 1944 günü, Ankara'nın 19 Mayıs stadyumunda toplanmış onbinlerce genç ile Ankaralıya karşı yap­ tığı konuşmanın sonunda, sözü, Ankara hadiseleri51


ne getirerek söylediği sözler, üzerinde durup dü­ şünmeye değer mahiyettedir. İ nönü, bu konuşmasında, o sırada çoğu tutuk­ lanmış bulunan Türkçüleri çok ağır şekilde suçla­ yan sözler söylemiştir. Suçlamaların bellibaşlıları, rejim aleyhine gizli cemiyet kurmak, şifreler ve pa­ rolalarla çalışmak, yabancı devletlerin yararına olacak şekilde tertipler düzenlemek, gizli Turan ce­ miyetleriyle doğudan ve batıdan ülkeler zaptetme­ ye çalışmak gibi iddialardır. İ şin en dikkate değer yönü, Türkiye gibi büyük bir tarihi devletin, o sırada başkanı durumunda olan bu adamın, yukardaki iddialan bütün dünya­ ya karşı, tesbit edilmiş gerçekler şeklinde ilan ettiği sıralarda, tutuklanmış Türkçüler hakkında henüz polis tahkikatının yapılmakta olmasıdır. Kanuna göre, bu tahkikat sonunda ortada suç bulunduğu tesbit edildiği takdirde, Türkçülerin mahkemeye sevkedilmeleri; hakimin, suçun işlendiğine hükme­ dip ceza.tayin etmesi ve hüküm giyenler karan tem­ yiz ettikleri takdirde, Yargıtay'ın da verilen karan tasdik etmiş olmasının şart bulunuşudur. Yürür­ lükteki kanunlar dışında, bir ülkenin milliyetçileri hakkıda bu şekilde kararlar verilebilmesi için; o yurdun ya düşman bir devletin pençesine geçmiş ol� ması, ya deletin idaresine, bir darbeyle, komünist­ ler cinsinden hain bir takımın el koymuş bulunma­ sı, ya da cumhuriyet adı altında kopkoyu bir istib­ dat ile milletin anasını ağlatan zalimlerin iş başın­ da bulunmaları gerekir. İ nönü'nün bu nutkundan sonra, Türkiye'de çık­ makta olan bütün gazetelerde ve birçok dergide, Türkçüler aleyhine devamlı olarak yazılar yayım­ lanmıştır. Yazılan yazıların büyük kısmı Türkçü52


lük düşmanı kalemlere aittir. Gazeteciler arasında en azgınca yazanlar, üçü de Selanik dönmesi olan Sabiha Zekariye Sertel, M. Zekeriya Sertel ve Ah­ met Emin Yalman'dır. Nadir Nadi de onlardan pek geri kalmamıştır. Korkunç ve azgın bir kızıl olan ve hayatının son yıllarını Moskof pençesindeki Türk topraklarında Türklük düşmanlığı yapmakla geçi­ ren Sabiha Zekeriya ile, Birinci Dünya Savaşı so­ nunda, Anadolu'nun doğusunda bağımsız bir Er­ meni devleti kurulması yolunda yazılar yazan Ah­ met Emin Yalman'ın yazıları, o devirdeki Türk ve Türkçülük düşmanlığının unutulmaması gereken belgeleridir. 1944'teki Türkçülüğün hançerlenmesi planı­ nın, Çankaya köşkünde hazırlandığı bir gerçektir. Bu gerçeğin, bugün için, bilinmeyen yönü, Haçlı Se­ feri'nde en büyük rollerin sahibi üç kişinin (Hasan Ali, Falih Rıfkı ve Nevzat Tandoğan'ın) vehimli İnö­ nü'yü nasıl ürkütüp kandırmaya çalıştıklarıdır. Bugüne kadar bu konuda hiçbir şey yazılmış değil­ dir. Başta, o yılların Cumh_ur Başkanlığı Başyaveri olmak üzere, ileri gelenlerden birçok kişinin bu ko­ n uda bilgi sahibi oldukları şüphesizdir. Bilenler­ den, hiç değilse iyi niyet sahibi temiz Türkler, tarihi bir vazifeyi yerine getirmiş olmak için, bunları yaz­ malıdırlar. Hadisenin otuzuncu yıl dönümünde, Türkçülü­ ğe ve dolayısıyla Türklüğe karşı işlenmiş o namert­ çe hareketin suçluları olarak kesin şekilde bilinen­ ler, bu düşmanlığ kalemleriyle yapanlardır. Üç Selanik dönmesiyle Nadir Nadi'den başka, onlar derecesinde olmamakla beraber, Moskova'nın tak­ dirini kazanacak şekilde yazılar yazanlar arasında Necmettin Sadık Sadak, Mehmet Asım Us, Refik 53


Halit, Topluiğne takma adı ile yazılar yazan Afgan asıllı Mehmet Nurettin vesaire gibi daha birçok kişi de vardır. Hasan Ali Yücel, ırkçılık ve Turancılık perdesi arkasında Türk Ülküsü'ne ve Türklüğe kar­ şı düşmanlık ve kin kusan bu yazılardan en şirretçe olanlarını toplatmış ve Irkçılık - Turancılık adını koyduğu bu kitabı bütün okul kütüphanelerine göndertmişti. Demokrat Parti zamanında okul kü­ tüphanelerinden çıkarılan bu kitapları bugün elde etmek pek mümkün değildir. Fakat l944 yılının mayıs ve haziran aylarına ait gazete koleksiyonları karıştırılırsa, "Millf Şeflik! " devrinin, haysiyetten yoksun okumuş takımını hangi seviyelere kadar indirebilme başarısını gösterdiğini , hem üzülüp hem de tiksinerek, görmek mümkün olur. Yetişmekte olan Türkçü gençler, sadece, soyla­ rının ülküsüne karşı girişilmiş o Haçlı Seferi'ni unutmamakla kalmamalı, bu gibi oyunların her za­ man oynanabileceğini de bilmelidirler. 1944 ihane­ tini hatırlamanın en büyük faydası, gelecekte bu gi­ bi oyunlara düşmemenin bir nevi garantisi de olabilir. ·

Bostancı, 14 Nisan 1974

(1) O yıllarda Çankaya 'da görevli bulunanlar veya bu hadise sırasında orada yapılan toplantıla­ ra katılanlar, mevkileri dolayısıyla bu konu ile ilgi­ lenmiş olanlar, tarihi bir vazife sayarak bildikleri­ ni yazmalı, ellerinde belgeler bulunanlarda onları yayımlamalıdırlar.

54


Atsız - Sabahattin Ali Davasında

Atsız'ın Savunması (Müdafaanın başından ve sonundan alınmıştır)

Maalesef kendisine vatandaş denilen bir şahsın açtığı hakaret davasının hesabını vermek için kar­ şınızda bulunuyorum. Müdafaaya başlarken şunu belirtmek isterim ki, mahkemenizin vereceği kara­ n lehime çevirmek için kanunun kaçamak yollarını arıyacak değilim. Cezalardan, hapislerden ve daha ilerisinden korkan bir insan değilim. Başvekile yaz­ dığım açık mektuplan hem milli bir heyecan, hem de milli ve son ucuna vardınlmış bir şuur içinde yaz­ dım. Ankara'ya da, her türlü neticelerini göze ala­ rak ve kendimi değil , uğrunda her şeye razı oldu­ ğum vatan davasının küçük bir safhası olan bu davayı müdafaa etmek için geldim. Çünkü bu dava göründüğü gibi iki şahsın davası değil, iki mefküre­ nin çarpışmasıdır. Bu dava Türkçülükle komü­ nizm, bu milleti hür yaşatmak istiyenlerle yabancı merkezlere bağlamak isteyenlerle bütün mukadde­ satı inkar edenlerin davasıdır. Bu dava iki kişi ara­ sında çıkan basit bir hakaret davası olsaydı bu ala­ kayı çekmez, günün münakaşa mevzuu olmazdı. 55


Davacı, milli öfkenin açığa vuruluşundan korkarak Jandarma ve polis himayesinde mahkemeye gel­ mez, ilk duruşmada bizzat şahidi olduğunuz milli alakadan dehşete düşerek pencereden atlayıp kaç­ mazdı. davacı, geçen ki iki duruşmada beni itham et­ meğe yeltenirken, benim "büyük zevata taarruz ederek kendime bir mevki temin etmek" şiarında olduğumu ve memleketteki zararlı bir cereyanın mümessillerinden bulunduğumu ileri sürdü. Bu sözler mahkemenin fikrini aleyhime çevirmek için ortaya atılmış gülünç iftiralardır. davacı çok iyi bi­ lir ki kolayca "bir mevki temin etme"nin yolu büyük zevata çatmak değil, onlara dalkavukluk etmektir. Nitekim kendisi bu yolla bir mevki temin etmiş, an­ cak orta tahsili olduğu, ahlaksızlığı yüzünden Al­ manya'dan kovulduğu, Atatürk ve İnönü aleyhine yazdığı o hayasızca manzumeden dolayı bir yıl hap­ se mahkum edildiği halde bugün Konservatuvar gi­ bi yüksek bir mektebin öğretmeni olmuştur. Bana gelince: Bütün hayatım bir mevki temini için uğraş­ madığımın örnekleriyle doludur. Netekim şimdi de karşınızda dururken, Türklük ve hakikat davasını müdafaa ettiğim için, hayatımda beşinci defa ola­ rak, vazifesinden çıkarılmış, geçim vasıtası elinden alınmış bir insan olarak bulunuyorum. Şunu da söylemek isterim ki yazı ile kendilerine hücum etti­ ğim insanlar, mesela komünist Nazım Hikmet, ko­ münist Sabahattin Ali, komünist Ahmet Cevat, Pertev Nail, komünist Sadrettin Ceıal, komünistler hamisi Hasan Ali, her günün adamı olan Falih Rıfkı ve emsali, davacının iddia ettiği gibi büyük kimse­ ler değil, bilakis küçük, lüzumundan fazla küçük kimselerdir. 56


Burada iki noktaya dikkatinizi çekmek isterim: Birinci nokta davacının, benim yazımla şeref ve haysiyetinin kınlmış olduğunu iddia etmesi, ikinci­ si de kırılan şeref ve haysiyetini tamir etmek için benden 10.000 lira istemesidir. Davacının dillere destan olan, Muallim Mektebindeki hayatından bahsetmiyeceğim. Fakat iki müspet hadiseyi de an­ latmadan geçemiyeceğim. Birinci hadise Sabahat­ tin Ali'nin 1928 yıllarında tahsil için gönderildiği Almanya'dan hırsızlık yüzünden kovulmasıdır. Bu sözlerimin şahidi o zaman ikisi de maarif erkanın­ dan bulunan iki mebustur: Reşat Şemsettin ve Ce­ vat Dursunoğlu. İkinci. hadise aynı S abahattin Ali'nin belki de bu kovulmanın ver diği kinle Ata­ türk ve İ smet İnönü aleyhinde malum hezeyanna� meyi yazarak bir yıl hapse mahkum edilmesidir. Şimdi ben soruyorum: Hırsızlık yaptığı için yabancı bir memleketten kovulan, vatanı ve büyükleri teh­ zil ettiği için de bir yıl hapiste yatan bir adan hangi yüzle şerefinin kırıldığından bahsedebiliyor? Bir hırsızın ve bir hainin şerefi var mıdır? Şerefli bir in­ sansa bunun 10.000 lira ile tamir edileceğini nasıl düşünüyor? Muhterem hakim. Buraya kadar verdiğim izahatla memleketi­ mizde komünizmin nasıl bir seyir takip ettiğini, maarife yani Türklüğün dimağına nasıl el atmış ol­ duğunu anlattım. Bu arada Sabahattin'in oynadığı rolü de gösterdim. Ben, memleketini seven bir Türk olarak bu tehlikeye karşı nasıl hareket edebilir­ dim? 1924 yıllarında, Doğu kazalarının birinde bir köy öğretmeni olan Dündar adında bir genç. Şeyh Said isyanının hazırlandığını sezmiş, bunu kaza­ nın müddeiumumiliğine, daha sonra Dahiliye 57


Vekaleti'ne bildirmişti. Fakat elle tutulur delillere malik olmadığı için sözlerine kimse aldırmamıştı. İnkılap tarihimizin meçhul, fakat pek şerefli bir şe­ hidi olan Dündar'ın dedikleri çıktı. Taassup ve iha­ net ilk önce onu şehit etti. Bugün de ben, sabık bir li­ se öğretmeni, başka bir tehlikeyi haber veriyorum. Dündar'ın elinde müspet deliller olmadığı halde de­ dikleri aynen çıkmıştı. Ben birçok müspet delillerle tehlikeyi haver veriyorum. Bu müspet delillerden en korkuncu da Amerikan reisicumhur namzetle­ rinden Willkie'nin "Tek Bir Dünya" adlı kitabının 112- 113. sayfalarındaki malumattır. Bu davaya si­ yasi bir çeşni vermemek için o satırları burada oku­ mıyacağım. Size aynca takdim edeceğim. Bu tehlikeyi başvekile haber verirken gerek mazisiyle ve gerekse haliyle vatanı yıkmak istediği besbelli olan birisine vatan haini dediğim için suçlu olarak karşınızda bulunuyorum. Söze başlarken de bildirdiğim gibi karan kendi lehime çevirmek için hiçbir kaçamak yolu aramadığıma inanmanızı rica ederim. Şu kadar söyliyebilirim ki Sabahattin Ali bir komünist olduğu, yani rejimi değiştirmek ve is­ tiklalimizi yok etmek istediği, yani vatan haini ol­ duğu için başvekile olan mektubumda, bir vatan haininin maarif vekaleti taraffından korunduğunu belirtmek için bu tabiri kullandım. Yoksa mektu­ bun sebebi kalmaz, maarif vekaletinin gafleti anla­ tılamazdı. Bu tabiri cürmi bir kasıtla kullanmış ol­ saydım bizzat kendisine karşı kullanırdım. İfade­ me dikkat olunursa görülür ki burada vatan haini tabiri sıfat olarak değil, tek başına ve isim olarak kullanılmıştır. Acaba bu yazımda Sabahattin'in bir tahriki yok mu? Hiç şüphesiz var. Fakat bu tahrik benim şahsi izzetinefsime değil, milli ve vatani duy­ gularıma karşı yapılmıştır. Bir insanın karısına ve 58


çocuklarına karşı yapılan hakaret nasıl tahrik se­ bebi sayılıyorsa, mukaddes vatana karşı yapılan te­ cavüz de aynı ile bir tahrik vesilesi olmak icab eder. Onun için de yazılarım şahıslan hedef tutan satır­ lar değil, milli heyecanın makesi olan yapraklardır. Manası "budala, pespaye" demek olan "alı" kelime­ sini, bilerek kendine soyadı diye seçen bir şahıs, hakim 2000 lira takdir edsin diye 10.000 lira iste­ dim diyen bir insan, kendi iradesiyle değil de akıl hocası Falih Rıfkı'nın kışkırtmasıyla dava açan bir adam, vaktiyle Almanya'dan kovulmasını ve Kon­ ya'da mah1m şekilde hapse girmesini gerektiren hadiseler olmasa bile, haysiyet ve Şerefinin kırıldı­ ğından bahsedemez. Muhterem hakim. Sözlerimi bitirirken siz belki benim bir talepte bulunmamı beklersiniz. Ben büyük bir vicdan hu­ zuru ve inanç sağlamlığı ile, bütün samimiyetimle size her şeyi anlattım. Sizden beraat istemiyorum. Aile ocağıma bir an önce dönmek için sizden çabuk bir karar vermenizi istiyorum . Bu karar, benim mahkumiyetimi istemesine rağmen, bende doğru bir kanun adamı intibamı yarattığı için, kendisine karşı içimde büyük bir saygı doğan müddeiumumi Hadi Tan'ın talebine iştirak şeklinde tecelli edebi­ lir. Böyle olursa, bir vatan ve şeref davası yolunda olacağı için hayatımın en büyük övüncü olacaktır. Eğer olursa, böyle bir mahkumiyetten doğacak şe­ ref, oğluma bırakacağım yegane mirasın, şeref mi­ rasının sağlam bir halkası olacaktır.

9 Mayıs 1944

59



Irkçılık - Turancılık Davasında

Atsız'ın Savunması Davanın Mahiyeti:

Bu dava, savcının iddiaya uğraştığı gibi yeni bir rejim ve yeni bir nizam kurmak davası değil, Türk­ çülük düşmanlarının yaygarasına aldanarak ku­ runtuya kapılanların hiç yoktan ortaya attıkları bir "açık kapıları zorlama" davasıdır. Bu dava; gizli ce­ miyet, şifre, parola, telsiz, hükümet darbesi, vatan ihaneti gibi efsanelerle dünyayı velveleye veren şahsi düşmanlarının, boş ve hayali iddialarını zorla isbat etmek için masum insanlara, gerçek yurtse­ verlere savurdukları iftiraların davasıdır. Kazım Alöç'ün, Turancılar davasını anlaşılmaz bir taassupla ne kadar yanlış bir zaviyeden gördü­ ğünü, iddialarının ne kadar çürük olduğunu belirt­ mek, bunun sonunda da müdafaa hakkımı gereğin­ ce kullanmak için iddiasının mahiyetini açığa vu- . rup mahkemenin ve bütün dünyanın önüne sermek icap ediyor. Savcı yerinde duran bu adam her şeyden önce yazılı vesikaları tahrif etmiştir: Ben "bedava broşür verelim" diyorum. O bunu "gizli broşür" şekline sokuyor. 61


Ben "Türkellerinin dünkü, bugünkü sınırlan" diyorum. O bunu "yarın ki sınırlar" diye tahrif edi­ yor. Ben "milli ülkülerin üçüncü merhalesi cihanı kaplam.aktır" diyorum. Cihanı istilaya kalktığımızı ilan ediyor. " Ölmüş devlet reisi"nden bahsediyorum. " Öl­ müş reisicumhur" haline getiriyor. Ne ben acemi bir lise talebesiyim; ne de o benim tahrir vazifelerimi düzelten bir edebiyat öğretme­ nidir. Taşıdığı soyadı bile yanlış olan öğretmenler benim yazılarımı düzeltemez. Kazım Alöç yalnız metin tahrifiyle kalmamış­ tır; Almanlar ve İ talyanlar aleyhindeki manzum ve mensur yazılarım kendisince malfunken ve Alman­ ların Balkanlara inerek Türkiye 'ye saldırmalarına muhakkak diye bakıldığı bir zamanda yazılmış olan vasiyetnamem gözünün önünde iken, hele bu vasiyetnamenin oğluma ait bölümünde Almanlar ve İ talyanlar da milli düşmanlarımız arasında sa­ yılmışken bana faşist taklitçisi (Son Tahkikat, s. 31) diyerek metin tahrifinden daha kötü bir haki­ kat tahrifine tenezzül etmiştir. Dava dosyasındaki mektuplan görebilseydim daha birçok tahrif örnekleri verebilirdim. Fakat bu kadarı da isbat ediyor ki Savcı Kazım, suç teşkil et­ meyen yazılarımızı beğenmediği için bunlarda kü­ çücük değişiklikler yapmakta mahzur görmüyor. E sasen Savcı Kazım hiçbir şeyi beğenmiyor. Ona göre bizim her hareketimiz suç teşkil ediyor: Doktor Hasan Ferit suçludur; çünkü dargınları banştır­ mıştır. Orhan Şaik, o da suçludur; çünkü dargınları banştırmamıştır. Zevcemin "sıhhatini bildir" diye 62


çektiği telgraf suçtur. Onun için bu telgraf suç delili olarak dosyaya konmuştur. Orhan Şaik'le birlikte Malatya ve Edirne'de bulunuşum da suçtur ve Or­ han'ın "Malatya'da beraberdik" deyişi bir itiraftır. Bu zihniyet ve mantığa göre hakka yakın olmak için Kazım Alöç'ten ırak olmaktan başka çıkar Y.Ol kal­ mıyor demektir ki o da bizim ihtiyarımız dahilinde değildir. Bu kadar büyük, adeta cihanşümul bir davanın sorgusunun üzerine alan Kazım Alöç, davanın aza­ meti ile .uygun şahsi bir ikbal temini hevesiyle işe başlamış, müzelerdeki heybetli mankenlerin altın­ dan iki değnek parçası çıktığı gibi bu hailevi tahki­ katin altından da bir iki manyakla masum vatan­ perverler çıkınca inanamamış, muhakkak resmi sözlere uygun ifadeler almak için maznunlara em­ niyet müdürlüğündeki yardımcılarıyla birlikte her türlü işkenceler yapmaktan çekinmemiştir. İnsan­ ların insan gibi hava ve güneş görerek yaşayacağı kocaman bir askeri cezaevi varken maznunları sıkı­ şık, pis, bir karyolanın ancak sığdığı hücrelerinde güneş bulunmayan, yaz günlerinde muslukların­ dan su akmayan Emniyet Müdürlüğü nezarethane­ sine niçin götürdüğü elbette mahkemenizce takdir olunmuştur. Bütün bunlardan sonra iddianamesinin ikinci sayfasında benim için " . . . müvazenesizliği ile maruf olan Nihfil Atsız secaat arzetme kabilinden huzuru­ nuzda ölmüş bir reisicumhura karşı hakaretini ka­ nunlarımız suç saymaz demek suretiyle kendi şahsi kin ve ihtirası uğrunda milli mukaddesata bile dil uzatmaktan haya etmiyen, vicdansız olduğunu or­ taya koymuştur" diyerek bana hakaret etmekten çekinmiyor. 63


Gerçi savcı Kazım'ın haykırarak savurduğu bu küfürierle benim şerefimin safiyeti bulanmaz. Çünkü benim şerefim bir değil, birkaç yüz Kazım Alöç'ün alçaltamıyacağı kadar yüksektir. Beşince sınıf askeri adli hakim Bay Kazım Alöç bu dünya­ dan şöylece bir gelip geçecektir. Fakat ben muhte­ şem anamızın bağrında yani vatan topraklarında yatarken yarın ki nesiller benim ektiğim tohumun yemişlerini devşireceklerdir. "Ölmüş olan devlet reislerine hakaret kanuni bir suç değildir" derken ben kanuna uygun bir söz söyledim. Kanun adamı olması gereken ve hukuki bir cevap vermesi icap eden Kazım buna "haya et­ miyen, vicdansız" kelimeleriyle karşılık verdi. Bu iki çirkin sıfat tarih denilen yıkılmaz ve aşınmaz kayanın duvarlarına çarptı. Fakat henüz bir yankı halinde dönmüş ve bize erişmiş değildir. O yankı bi­ ze eriştiği zaman bu dava yeniden görülecek, fakat bu sefer yanılmaz tarihin temyizsiz hüküm verdiği bu mahkemede maznun ve mahkum mevkiinde Kazım Alöç oturacaktır. Mahkemede Fehiman'ın sorgusunun yapıldığı 29 Eylül 1944 tarihli celsede hepimize birden "katil­ ler caniler" diye bağıran; Bize Perapalas Otelini tahsis edemiyeceğini ile­ ri sürerek istihza kabiliyetini isbata yeltenen; "Elbette her türlü işkenceyi göreceklerdir" diye şecaat arzeden; İstediği şekilde ifade almak için Anayasamız'la yasak edilen işkence yollarına saparak Reha'yı, Hamza'yı, Hikmet'i, Osman Yüksel'i, Orhan Şaik'i "tabutluk" denilen, tepesinde beş yüzer mumluk üç ampul yanan, bir insanın ancak ayakta durabilece64


ği kadar dar bir hücreye sokan; Amme şahidi diye ifadesini okuttuğu Külahlı­ oğlu Mehmet'e falaka attıran; Nejdet Sançar'ı ne bir penceresi, ne de hava de­ liği olmayan bir hücrede 22 gün tutan; Zeki Velidi'yi iki gün aç bırakan; Beni toprağın beş metre altında, küflü ve rutu­ betli havasında kibrit yanmayan ve eşyalar küfle­ nen, duvarından lağım borusu sızan bir mezarda bir hafta tutan; Masum zevcemi tevkif ettirerek yavrusundan zorla ayırıp o zaman dört yaşında bulunan küçücük oğlumu anası, babası sağken öksüz bırakan bu ada­ mın vicdansız diyerek beni tahkire cüret etmesi vic­ dana karşı bir iftira ve işgal ettiği makama haraket­ tir. Emniyet Müdürlüğünde bütün ifadeler bu şe­ kilde işkencelerden sonra veya işkence tehdidiyle alınmış, ifadeler alınırken de kanuni hak ve selah.i­ yetleri olmadığı halde Emniyet Umum Müdürlüğü müdür muavini KAmuran Çıkrık, İstanbul Emni­ yet Müdür Ahmet Demir, Birinci Şube Müdürü Sait Köçek zaman zaman hazır bulunmuşlar, maznun­ lara sualler sormuşlar, hakaret etmişlerdir.

20 milyonun selmneti için çırpındığını, nedense sesi titreyerek söyleyen Kazım Alöç'ü bu vatanper­ verliğinden dolayı tebrik ederim. Fakat o 20 milyo­ nun arasında Yahudilerden, Arnavutlardan, Boş­ naklardan önce Türk ırkından gelenlerin bulundu­ ğunu kendisine hatırlatırım. Anayasada yalnız 88. maddeye saplanmamasını, manasını yanlış anladı­ ğı o maddeden önce 73. maddeyi ezberlemesini tav65


siye ederim. Sonuç: Netice olarak şunları söylüyorum : 1 Türkçüyüm . Türkçülük milliyetçiliktir. Irk­ çılık ve Turancılık da bunun şümulüne dahildir. Memleket ya bu iki temel üzerinde yükselecek veya yıkılacaktır. Irkçılık ve Turancılık Anayasaya aykı­ rı değildir. Ceza Kanunun'da serahatle suç olduğu yazılmayan bir hareketten dolayı kimse suçlandırı­ lamaz. Devlet de icraatıyla açıkça ırkçı, Hatay'ı il­ hak etmekle de Turancıdır. -

2 Yalnız gönderilenlere malı1m mektuplara ve herkese meçhul vasiyetnameme bakılarak hüku­ meti alenen tahkir ettiğim iddia olunamaz. Bunlar poLsin başka bir mesele için yaptığı arama dolayı­ sıyla elde edilmiştir. Hükumeti tahkir ettiğim hak­ kında bir şikayet veya ihbar yapılmış değildir. Şu dakikada böyle mektuplar yazmış veya vasiyetna­ me hazırlamış kaçbin kişinin bulunduğunu Tanrı bilir. Anayasaya göre istediğim gibi düşünmekte serbestim. Çünkü eşit adaletin hüküm sürdüğü hür vatandaşlar diyarının vatandaşıyım. (*) -

3 Ankara nümayişini hazırlamadım. Bu nü­ mayiş mebusların teşvik ve Sabahattin Ali'nin tah­ rik ettiği milliyetçi gençliğin kalbinden kopmuş m aşeri ve milli bir harekettir. Bunu hükumet aley­ hinde bir hareket diye gösteren benim şahsi ve ba­ rışmaz düşmanlarım olan Hasan Ali ve Falih Rıfkı olmuştur. -

Sözlerimi bitirirken tarihi bir misal zikretmek­ ten kendimi alamıyorum: Taşa tutularak öldürüle­ cek bir maznun hakkında İsa Peygambere fikrini sordukları zaman ilk önce hiçbir söz söylememiş. 66


Israr olununca "içinizde hiç günahsız olan kimse ilk taşı o atsın" diye cevap vermiş. Siz de, eğer bir parça olsun benim gibi düşün­ müyorsanız, iyi veya kötü daima doğruyu söylediği­ me kani değilseniz, istediğiniz şekilde karar verin. Siz hakimler de insan olduğunuz için belki insanlık icabı zühullerde bulunabilirsiniz. Fakat yanılmaz hakim olan zaman, yani tarih, hepimiz hakkında en adil kararı verecek, ırkçı ve Turancı olduğum için mahkı1m olursam bu mahkumluk hayatımın en bü­ yük şerefini teşkil edecektir.

(*) lsmet lnönü 'nün, Türkiye'yi "eşit adaletin hakim olduğu hür vatandaşlar diyarı!" şeklindeki tarifine telmih.. .

67


68


Irkçılık - Turancılık Davasında

Nej det Sançar'ın Savunması (Savunmanın başlangıcı ile sonundan alınmıştır)

Tarihin, içyüzünü tam bir tarafsızlıkla tesbit edeceği bir zanlı olarak bir müdafaa yapıyorum. Fa­ kat bu müdafaa kendim için değildir. Ben, burada, kendimi bir haki.katı müdafaa etmek mevki ve vazi­ fesinde görüyor ve bu vazifenin Türk tarihine karşı ödenmesi gereken bir borç olduğuna inanmış bulu­ nuyorum. Bunun içindir ki, aşağıki satırların, bir Türk oğlunun tarihi bir vazifeyi yerine getirmek is­ temesinden başka bir iddiası yoktur. Bu dava, iddia edildiği gibi, yeni bir rejim ve ni­ zam kurma davası değil; tamamen bir dava yarat­ ma davasıdır. Ve bu dava yaratma diğer zanlılar gi­ bi ben de gerek millete ve gerek mahkemeye:"Ana­ yasa'nın ana vasıflarına aykırı Turancılık ve ırkçı­ lık fikirleri taşımak ve bunları yaymakla suçlu!" olarak ilan olunmuş bulunuyorum. Bu tamamen 69


asılsız iddiayı ileri süren ve birkaç Türk milliyetçi­ sini vatan haini olarak ilan etmek cesaretini göste­ ren adam, kendisini önce sorgu hakimi olarak tanı­ dığım savcı Kazım Atöç'tür. Kanunun henüz hiçbir ceza tayin etmediği birkaç zanlıya, eşit adaletin (!) hakim bulunduğu hür vatandaşlar (!) ülkesinin yir­ mi üç çocuğuna duruşmalar sırasında kaatil, cani, vicdansız, küstah gibi hakaret kelimelerini fırlat­ maktan çekinmeyecek kadar kendinde cesaret bu­ lan Kazım Alöç. . . B u dava yaratma davasında koz olarak kulla­ nılmak istenen Turancılık ve ırkçılık konusunu ele almadan önce, dava karşısında savcının durumunu belirtmek zorundayım. Bu durumun belirtilmesi, birtakım hakikatlann kendiliğinden izahı sonucu­ nu verecektir. Dava karŞl�ınde. Kazım Al öç, maalesef, bu işin anlaşılmasına çalışan bir kimse değil, adeta, önce­ den verilmiş bir kararı isbat etmek isteyen ve bu­ nun için de her çareye başvurmaktan çekinmeyen bir adam rolündedir. Bu rol, tahkikat sırasında ezi­ yet ve işkence ile başlamıştır. Anayasa'nın, işkence ve eziyeti yasak eden 73. maddesine rağmen; Gök­ yay'ın, Özbek'in Tanyu'nun ve Türkkan'ın Emni­ yet'te, Tabutluk denen ve hakikaten ayağa kaldırıl­ mış bir tabuttan farkı olmayan, yaputta, üzerinde yanan beşyüz mumluk ampullerle müthiş bir farkı olan (Hamza'nın içine güçlükle sığdığı) feci hücre­ den saatlarca, günlerce hapsedilişleri, Külahlıoğlu Mehmet'e dayak attırılması, Atsız'ın yer altında bir hücrede bir hafta bırakılmak suretiyle adeta çürü­ meye mahkum edilişi birer hakikattır. Sorgudan önce yapılan bu işkence ve eziyetler­ deki maksadın, zanlılara, istenilen sözleri söylet70


mek olduğunu anlamak için büyük bir zekaya ihti­ yaç yoktur. Fakat, Türk Ceza Kanunu'nun 243. maddesinin, maznun bulunan kimselere, suçlarını söyletmek düşüncesiyle işkence eden hükumet me­ murlarının beş yıla kadar ağır hapse mahkum ola­ cağını yazmasına rağmen, Kazım'ın, bu işkenceleri günlere� devam ettirmesindeki cesaretin kendisine nereden geldiğini düşünmek bir zarurettir. Bizi, Anayasa'ya aykırı hareket etmekle itham ettiği halde, bizzat, Anayasa'yı çiğneyen bu adam ( 1), he­ nüz kanuna göre layık olduğu cezayı görmüş değil­ dir. Fakat o, işkencelere başladığı günden beri, ıztı­ rap çektirdiği insanlardaki vicdan h apishaneleri­ nin mahkumudur. Kazım Alöç'ün rolünün ikinci faslı metinler üze­ rindedir. Onu karşımızda zabıtları ve yazılı delilleri bir silsile halinde tahrif etmek suretiyle rolünün ikinci kısmını mükemmel bir surette tamamlamak ister bir halde görüyoruz. Onun iddialan gazeteler­ le millete ve hatta dünyaya yayılırken, yapılan tah­ riflerle üzerimizde hasıl edilmeye çalışılan şüphe­ ler, yüzlerimde iftira utançlarının pembeliklerini hasıl etmişti. Şimdi sıra tahriflerin tesbitine gelin­ ce, yüz kızarmak işinin de artık bizde olmayacağı gayet tabiidir. Bu tahrifler, bir ba-ıma pek maharetlidir. Çün­ kü kelime ilaveleri, deği��irmeler ve çıkarmalar su­ retiyle yapılan tahriflerlt cümlelerin manaları ta­ mamen değiştirilmiştir. F Jkat diğer taraftan da pek beceriksizcedir. Zira he:p�i sönmeye mahkum birer mum durumundadır. Mahkemece, dosyanın tetkikine izin verilmediği için, ancak duruşmalar sırasında tutabildiğim notlardan faydalanarak tes­ bit ettiğim bu zavallı tahriflerden işte bazıları: 71


Zeki Velidi Togan'ın bir mektubundaki: "Boz­ kurt'un bu nushasında Atsız'ın aleyhinde kendinizi Atatürkçü göstererek bir yazı basılıyormuş diye duydum" tarzındaki cümle, bir "gfrya" eklemesiyle "gfrya Atatürkçü" şekline sokulmuştur. (Son Tahki­ kat Kararı, 3. Sf.), Atsız'ın bana yatdığı bir mektup­ taki: "Türkçülük sahasınde en iyi yazılan yazıyor­ sun" cümlesinden "Türkçülük" kelimesi çıkarılıp yerine "Turancılık" kelimesi konmuştur (Son Tah­ kikat Karan, 9. Sf.). Hernekadar bu iki kelime manaca birbirlerinden pek ayn değil iseler de, Tu­ rancılığı bir suç sayan savcı, bu değişikliği yaparak, aklınca, Atsız'a ve bana bir suç yüklemiştir. Yine Atsız'ın bana yazdığı mektuplardan birindeki : "Türk illerinin dünkü, bugünkü sınırlarını göste­ ren haritaları broşürlere koyalım." şeklindeki cüm­ leyi,"Türk illerinin yarınki sınırlarını gösterir hari­ taları... " tarzında düzeltmiştir (Son Tahkikat Kara­ n, 9.Sf.). Aynı mektuptaki: "Çıkaracağımız broşür­ lerin bir kısmını da bedava veririz" cümlesini:"Gizli ve bedava broşürlerle iki yılda muntazaman neşri­ yet yaparsak. . . " şeklinde tashih buyurması ( ! ) ile (Son Tahkikat Karan, 9. Sf.), insana, hayretinden küçük dilini yutturacak derecede yamandır. Orhan Şaik Gökyay'ın, Atsız'a yazdığı bir mektuptaki:"En yakın olaylar bile Türk'e Türkten başkasının dost olmadığını gösteriyor." haline getirmesi (Son Tah­ kikat Kararı, 17. Sf.), sade manayı değil, Türkçeyi de katleden bir tahriftir. Atsız'ın durumalardaki sorgusunda:"Ölmüş devlet şeflerine hakaret suç değildir. Niketim Atatürk'ten yüz defa daha büyük olan Yavuz'a, Kanuni'ye matbuaatta küfürler edil­ diği halde, bu, bir suç sayılmamıştır. " diye söylediği ve zapta geçirilen sözlerini:"ölmüş bir reisicumhu­ ra karşı hakaretimi kanunlar suç saymaz" haline 72


getirmesine (son tahkikat karan, 2 sO söylecek söz bulmanın ise biraz güç olduğu muhakkaktır. Bu tahriflerin sayısını daha çoğaltmak müm­ kündür. Fakat, tarkikat sırasında söylediğim ve:"Irçılık ve Turancılık hakkındaki fikirlerimden talabelerime hiç bahsetmedim" şeklinde tesbit edi­ len sözleri, Son Tahkikat Karan'nda, talebelerime anlattığım şeklinde ( 16. Sf.) ilan etmesi gibilerden olanları bir yana bırakarak, son bir tahrifini göster­ mekle bu halısı kapayacağım. Bu; duruşma sırasın­ daki sorgumda: "Yedi yıllık öğretmenlik hayatım­ da, Müfredat Programı icabı olarak talebelerime ırkçılık ve Turancılıktan bahsettim" diye söyledi­ ğim ve zapta da bu tarzda geçen sözlerimi, İddiana­ me'ye (20. Sf.): "müfredat programı icabı olarak" kısmını çıkarmak suretiyle: "Ben, öğretmenliğim olan yedi sene zarfında talebelerime ırkçılık ve Tu­ rancılıktan bahsettim" haline sokarak yaptığı tah­ riftir. Kazım Alöç, bununla,: "Sarhoş olduğunuz za­ man namaz kılmayınız" buyruğunun yalnız "na­ maz kılmayınız!" kısmıyla amel etmek isteyen meş­ hur fıkradaki bektaşi'ye taş çıkarmak mı istemiştir, bilemiyorum. Bize mahkeme huzurunda, vatan hainleri (!) ol­ duğumuz için, kanunları hiçe sayarak her türlü iş­ kenceyi mübah gördüğünü haykıran savcıya, şura­ cıkta öğretmek isterim ki, bir vatansever vatan hai­ ni olamaz. Koca bir kaleyi bir fişek atmadan koca bir kolordusuyla düşmana teslim eden bir Arnavut Tahsin Paşa vatan hainidir. Son Türlüğün idam fermanı olan Sevr'i imzalayan iğrenç ellerin - ki biri Ermeni dönmesi, biri Arap, biri Arnavut'tur - vatan hanidirler. Milli davamıza alçakça ihanet eden bir Çerkes Ethem, Türklüğün bir parçasını koparmak. 73


isteyen bir Kürt Şeyh Said de vatan hainidirler. Fa­ kat ırkarını ve yurtlarını delicesine seven Türkler, asla! Eğer, bir tenezzül olmasaydı, bu iğrenç küfrü ol­ duğu gibi iade ederdim. Fakat ne lüzumu var? Bir ummana çirkef atılabilir. Bir abide en iğrenç şekil­ de kirletilebilir. Fakat ümman yine ümman, abide yine abidedir. İddianamesinde, benim öğretmenlik sıfat ve selahiyetimi kötü kullandığım şeklinde birşeyler karalamış olmasına karşı şunu derim ki; bu, beşinci sınıf askeri adli hakim Kazım Alöç'ü ilgilendirir bir mesele değildir. O, kendi işgal ettiği makamın sıfat ve selfilıiyetlerini korusun, yeter. Benimki bana ait­ tir. Aksi takdirde ben de iddianamesindeki yazı di­ linden ve "itiraf' gibi kelimelerin kullanılış yerini bilmeyişinden dolayı, kendisini, lisenin dokuzuncu sıfında bile edebiyat dersinden sınıfta bırakacağımı söyler, aynı manaya geldiğini sanarak yanyana kullandığı donkişotluk ve şövalyeli kelimelerinin manasının ne olduğunu kendisine öğretmeye kal­ kar, şövalyeliğin yiğitlik ifade ettiğini söyledikten sonra, donkişotluğun manasını anlatmak için (Ser­ vantes'in yeldeğirmenlerine hücum eden kahrama­ nını göstermek üzere) İspanya'ya kadar gitmez, ona çok yakında, asıl Donkişot'tan çok daha gülünç don­ kişotları misal vererek bunu da öğretirdim. Fakat bunlara lüzum görmüyorum. Talebelerimi zehirlediğim sözü ise, en aşağı, boş bir laftır. Benim,derslerimde kendimden verdiğim neler olduğunu ancak bugün İstanbul'un ve Anka­ ra'nın yüksek okullarında bulunan yüzlerce eski ta­ lebem bilir. Yoksa, kendisini bu davaya kadar tanı­ madığım istanbul'da mukim Kazım Alöç değil! Va74


tan aşkıyla çarpan kalbler zehir akıtmazlar. Zehir; vatansızların, milliyetsizlerin, vatanperverlere ve milliyetperverlere ve milliyetperverlere saldıran­ ların, yani Savcı'nın da çok iyi tanıdığı yılanlann silahıdır. Beni "mütemerrid maznun!" diye rütbelendir­ mesine gelince; söyleyeceğim şudur ki, eğer bu te­ merrüt asılsız bir davada ısranm şekilde olsaydı, benim için bir utanç olurdu. Lakin bütün varlığımla bağlandığım bir ülküde, büyük bir milli davada, ya­ ni Türk Milliyetçiliği davasında, sıkı önünde çar­ ketmemek şeklinde tecelli edince bir şereftir. Ve Savcı'nın bana bahsetmek hltfundan bulunduğu bu rütbe, herşeye rağmen, bu şerefi taşıdığımın hoş bir itirafıdır. Ben, büyük Türk ordusunun yedek topçu subayı Nejdet Sançar, Türklüğün yarınki savaşında düş­ manı yıkmak için kullanacağım Türk süngüleriyle sokaklarda kaatiller gibi teşhir olunur, gidip gelir­ ken, İmparatorluk çağındaki bir muhakemeyi ha­ tırlıyordum. Namık Kemal'in muhakemesini . . . Ta­ rih anlatıyor ki koca Kemal'e ağır bir suç yükletil­ mek istenmiş ve o büyük vatan çocuğu da bir askeri mahkeme önüne çıkarılmıştı. Halbuki onun da bu topraklan ve bu ırkı sevmekten başka bir günahı yöktu. Mahkeme, herşeye rağmen Kemal'i beraat ettirdi. Ve Kemal'e uydurma bir suç yüklemek iste­ yen iğrenç ruhlu insanlar, Süleyman'a bile kalma­ yan bu dünya evindeki ihtiraslann en adisi olan mevki ihtirasının pençesine, tarihin, kirli alınları­ na yaptırdığı alçaklığı, bu cins insanların layık ol­ dukları o tek rütbeyi, o müthiş damgayı tarih bo­ yunca taşımaya hak kazandılar. O mahkemenin başknı olan Suphi Paşa, bu adil ve kahraman hare75


ketiyle, bugün, tarihin müstesna bir tahtında otu­ ruyor. Halbuki, bir vehme kurban giderek, alnına, yüzyılların silemeyeceği bir lekeyi de yapıştırabilir­ di. Onun içindir ki :"Beni beraat ettirin!" demeyece­ ğim. Çünkü benim için suç olarak gösterilen şey de bu topraklan ve bu ırkları sevmekten başka birşey değildir. Yurdumu, ırkımı seviyorum. Onun içindir ki Türk ırkçısıyım. Bu sevginin manasını anlama­ yanlara sözüm yoktur. Eğer bu bir günahsa beni mahkum ediniz. Bu mahkumiyeti övünçle kabul ederim, şeref sayarım. "Sizden adalet bekliyorum!" da demeyeceğim. Çünkü adalet, her mahkemenin tabii vazifesidir. Ve bunu istemeye lüzum yoktur. Çünkü, bir mah­ keme adilse, ondan adalet istemek manasız, adil değilse o zaman büsbütün manasızdır. En büyük mahkeme olan tarihin huzuruna alnı açık çıkacak bir Türk olarak hiçbir endişem yoktur. On ayı doldurmak üzere olan ve büyük bir kısmı tahta masalar üzerinde yatmakla geçen hürriyet­ sizliğimi, millet yolunda çekilmiş şerefli bir felaket olarak sayıyorum. Duvarlan, ezilmiş hayvanlann kan lekeleriyle rengini kaybetmiş -köpeklerin bile yatmayacağı- pis höcrelerde geçen haftalarım; içine bir ışık sızacak kadar bile küçük bir deliği olmayan, tavanı basık bir inde, hayır, bir in değil, bir mezarda ışığa, güneşe ve haayata hasret çekerek geçirdiğim günlerim ve uykusuz feci gecelerim; yann benim için acı, faka övünçlü hatıralar olacaktır. Bunlar­ dan yılmış değilim. Bilakis bahtiyanm. Millet yo­ lunda ıztırap çekmiş bir Türk çocuğu olarak bahti­ yarım. Millet yolunda ıztırap çekmiş bir Türk çocu­ ğu olarak bahtiyarım. Yuvamın dağıtılmış olması76


na; eşimin bir Türk anası olmak şerefini kazanaca­ ğı günlerde çektiği dayanılması güç ıztıraplan ve akıttığı göz yaşlarını unutmamış olmama ve bugün hayat kavgasında minimimi yavrusuyla tek başına kalmış olmasının ruhumda yarattığı isyanlara rağ­ men, bahtiyarım. Türk'ü sevdim, seviyorum, seveceğim. Ama bu­ sonunda ıztıraplar varmış, felaketler varmış, hatta karşılaşılacak. türlü kahbelikler doluymuş. Hepsi kabul. Büyük Türk ırkı sağ olsun.

nun

18 Şubat 1945

77


78


••

••

••

TURKÇULUK ve BAZI MESELELER TÜRKÇÜ GÖRÜŞ SINIF KAVGASINI VE BİR SINIFIN DİGER SINIFA KARŞI TAHAKKÜMÜ­ NÜ REDDETTİGİ GİBİ SOSYALİZMDEN DE APAYRI BİR GÖRÜŞTÜR. TÜRKÇÜ GÖRÜŞ, KAPİTALİZMİN BEKÇİSİ DEGİLDİR. TOP­ LUMCUDUR •..

Abdulhalik ÇAY Türkçülük, Türk ülküsünün adıdır. Bugün çe­ şitli çevrelerce Türkçülük istismarı yapılmakta ve bu yüce fikir körletilmek istenmektedir. Bugün bu provakasyonlardan ilki Türkçülük düşüncesini "sağ" olarak tanımlamaya veya tanıtmaya kalkışıl­ masıdır. Bu bakımdan önce sağ nedir, sağcı kimdir, Türkçülük. açısından sağ neyi ifade etmektedir? Bu­ nu açıklamaya çalışalım. Bugün sağcı denildiğinde ümmetçisinden, ana­ dolucusundan, nurcusundan, süleymancısından tutunda Türkçüler'e varıncaya kadar hepsi aynı ka­ tegoride düşünülegelmiş. Bu şekilde bir düşünce­ nin aydınlarımızda yerleşmiş olması solun en bü­ yük başarılarından biridir. Çünkü kendisine hayat 79


hakkı tanımayacak olan Türkçülük ülküsünü, uzun zamandan beri aydın kesimde bir yobazlık, bir irtica, bir faşizm hareketi gibi göstererek tesirsiz bir duruma getirmeye çalışmıştır. Bunda kısmen de olsa başarı kazanmıştır. Bu başarısında bazı siyasi­ lerin ve basın kuruluşlarının rolü büyüktür. Sağın bu şekilde düşünülmesinde ikinci etken de sağ ka­ tegoride mülahaza edilen idare-i maslahatçıların komünizm tehlikesi karşısında "tek çephe" sloga­ nıyla hareket ederek birbirleriyle uyuşmayan bir fi­ kirleri tek cephe hareketi gibi göstermelerinden doğmuştur. Bu durumda Türkçüler olarak iki şık ileri süre­ biliriz: a) Anadolucular'da, ümmetçilerde, nurcularda görüldüğü gibi Türk Milleti gerçeğini reddeden fi­ kirler asla sağ fikirler olamaz, sağ düşünce olarak düşünülemez . . . Çünkü bu görüşlerde dini tesir ne kadar kuvvetli olursa olsun, kozmopolit bir halk telakki si hakimdir. Yine bu, solcuların ifade ettik­ leri "Türkiye halkları" telakkisiyle bir benzerlik, bir aynilik göstermektedir. Yine bu fikir sahiplerinde görüldüğü gibi Türkçü görüş, kapitalizmin bekçisi değildir. Toplumcudur. Her Türk ferdini hür ve haysiyetli bir şahsiyet olarak görmek isteyen Türçü görüşÜn temel ilkelerinden bin SOSYAL ADALET İLKESİDİR. Türkçü görüş sınıf kavgasını ve bir sı­ nıfın diğer sınıfa karşı tahakkümünü reddettiği için sosyalizmden de apayrı bir görüştür. O halde birinci şık da şunu ileri sürebiliriz: SAG, TÜRK MİLLETİ GERÇEGİNİ KABUL EDEN TOPLUM­ CU BİR GÖRÜŞTÜR. SAGI TÜRKÇÜLÜK FİKRİ VE TÜRKÇÜLER TEMSİL ETMEKTEDİR BU­ NUN KARŞISINDAKİ TÜRK MİLLETİ DÜŞMA80


NI KOZMOPOLİT CEREYANLAR SOLDUR. b) Anadoluculuk, ümmetçilik, nurculuk vb. gibi görüşler eğer sağ olarak kabul edilirse, sağ düşünce olarak düşünülürse biz sağcı değil TÜRKÇÜYÜZ. Bizim ayn felsefemiz, ayn dünya görüşümüz, ayn anlayışımız, ayrı programımız vardır. Bugün Türkiye'de Türkçülük karşısında cephe birliği yapan Türkçülük düşmanlarının temel gö­ rüşleri Anadoluculuk üzerine kurulmuştur. Anado­ luculuk, Türkiye halkı, Türkiye halkları, Türkiye milleti, Anadolu milleti, Anadolu insanı, millet evladı gibi sloganlarla ifade edilen bu görüş, çeşitli fikir akımları içinde empoze edilmeye çalışılmakta­ dır. Aydın tabakada gördüğümüz Anadoluculuk gö­ rüşü dayandıkları temel icabı ikiye ayrılmakta­ dır. Birinci grupta Nureddin Topçu, Ali Fuat Başgil vb. gibi düşen çevrenin Anadoluculuk anlayışı . . . Bunlarda hakim olan düşünceye göre, Anadolu mil­ leti, tarihin en eski çağlarından beri karışmış olan ırkların bir karışımıdır. Bu karışıma Türkler'in hiz­ meti, Anadolu'ya İslamiyeti getirmeleri olmuştur. İslamlık ruhu bütün bu Anadolu'daki çeşitli ırkları İslam potası içinde eritmiş ve Prof. Dr. Ali Fuat Baş­ gil'in deyimiyle "nevi şahsına münhasır" bir "Ana­ dolu Milleti" ortaya çıkmıştır. Ali Fuat Başgil, Ye1�i İstanbul Gazetesi'nin 30/1 111963 tarihli nüshasırda: "Bugün, Türkiye'de yaşamakta olan millet, tariııteki Türk Milleti'nin aynı ve devamı değildir." Türk Yurdu Mecmuası'nda çıkan bir yazısında ise: "Türkiye halkı, bir Türk çekirdeği etrafında 81


toplanan, Hristiyan ve İslam, çeşitli soy grupları­ nın, tarih teknesinde yoğrulmasıyla meydana gel­ miş nev'i şahsına münhasır bir millettir. Bunun için Türk değildir." demektedir. Anadoluculuk görşünün fikriyatını yapanlar­ dan Nureddin Topçu, Yarınki Türkiye adlı kitabın­ da : "Doğudan gelen bir avuç Türkmen, Anado­ lu'nun eski halkı olan Hititler ve diğerleriyle karı­ şıp yeni bir millet meydana getirmişlerdir. Bu yeni milletin yaratılmasında Türk'ün hizmeti sadece İslamiyeti getirmesidir. Bu millet Anadolu Mille­ ti'dir ve sadece Sünnilerden meydana gelmekte­ dir." Anadolu'ya gelen bir avuç Türkmen 400 çadır halkıdır. " (sahife 78). " ... Bir millet kurmak için bir soyun çocuk.lan ol­ mak yetişmiyor. Bu mücerret tasavvur müşahhas şeniyetin üstünden kayarak dağılıyor. Latin kav­ minin Fransız, İtalyan, İspanyol milletlerini kur­ muş olması gibi, Türkler'de Asya'nın her tarafında olduğu gibi Küçük Asya'ya, bir çok göçlerle burada yeni bir millet kurdular. Bu insanları Küçük As­ ya'da bir millet halinde birleştiren büyük zaruret toprakla zarurettir. Toprak ve emek birlikleri tlilek birliğini yaratıyor. " (Sahife 145) demektedir. Böylece koca Türk tarihi kaldırılıp atılıyor. Türkler'in meydana getirdikleri her hanedan bu düşünüre göre ayn birer millet olup çıkıyor. En acı­ sı Anadolu milleti, Marx'ın "alt yapı-üst yapı" teori­ sine uygun olarak ortaya konuluyor. Bu düşünceye sahip olanlarda görüşlerini dini görüşe ağırlık ver­ mek suretiyle, birleştirmek suretiyle sağcı olup çı­ kıyorlar. 82


İkinci grupta ise Bülent Ecevit, Azra Erhat, Ce­ vat Şakir, Melih Cevdet Anday vb. zikredebiliriz. Bunlarda, birinci gruptakiler gibi Anadolu milleti­ ni bir ırklar halitası olarak. düşünmektedirler. Te­ melde ise eski Yunan, Hitit medeniyetlerini almak­ tadırlar. Batılılaşmanın bunlara sahip çıkmakla olacağı inancındadırlar. Bunların Anadolu mille­ tinde, dini tesir mevcut olmayıp, eski Yunan'ın, Hi­ tit'in, Frig'in, medeniyetlerinin tesiri söz konusu­ dur. Mesela Bodrumlu Cevat Şakir, kitaplarında "Halikarnas Balıkçısı" adını kullanmakta, Bodrum adı yerine Yunanca eski adı "Halikarnasos"u kul­ lanmayı tercih etmektedir. Efes, Fethiye festivalle­ ri bu bakımdan herhalde en çok bu bakımdan her­ halde en çok bunların hoşuna gitse gerek. . . Bülent Ecevit ise Türk - Yunan kardeşliği üzerine Kolej şi­ vesiyle şiirler döktürmekte . . . Bunlardan Ahmet Hamdi Başar, Barış Dünyası adlı dergide: "Türkiye halkı, doğudan gelen Türk­ ler'le, Osmanlılar çağından Balkanlar'dan Ege Adalarından ve diğer yerlerden göç eden yabancı unsurların karışmasıyla meydana gelmiş bir mil­ lettir. Bu yeni millet, Türk ırkının eseridir; fakat Türk değildir" demektedir. Ortanın solu sloganıyla siyaset sahnesine çı­ kan, bugün şimdilik "sosyalist enternasyonal" da karar kılan, lzmir'deki "Bilderberg toplantısı"nda dünya kapitalistleriyle aynı görküşü paylaşan Bü­ lent Ecevit'in Ajans Türk dergisine Türk Tarih Ku­ rumu ile ilgili yazmış olduğu incilere gelince: "Atatürk, Türk Tarih Kurumu'nu kendi oluş­ turduğu tarih kuramını geliştirmek ve yaymak amacıyla kurmuştur. Atatürk bence şunu yapmak. istemiştir: 83


1- Türk halkını göçebelikten kurtarmak, 2- Osmanlılıktan kurtarmak. Atatürk, Eti Türkü demiş, Sümer Türkü de­ miş . . . Etiler, Sümerler Türk. . . Ondan sonrakiler ne oluyor?.. Atatürk, bu toprakta Orta Asya'daki Oğuz Beyleri'nin gelişinden binlerce yıl önce yaşamış in­ sanları dahi bir potada eriten, her türlü ırk ayırımı­ nı, reddeden insaniyetçi bir millyetçilik anlayışını getirmeye çalışmış . . . . Bu topraklann tarihi, kültürü ta Etiler'den başlayarak, Friksler'den geçerek, bilmem Ermenisi ile, Kürdü ile, Rumu ile, Bizansıyla, Selçuğuyla, Alevisiyle, Sünnisiyle benim kültürüm, benim me­ deniyetim dediğimiz vakit bütün batı kültürü bizde başlamış oluyor ... " demektedir. Marxist bir teşekkül olduğu için kapatılan Tür­ kiye İşçi Partisi'nin milletvekillerinden ( ! ) Sadun Aren'in, Ankara Sıkı Yönetim Mahkemesi tarafın­ dan hastahanede yapılan sorgusunda: " . . . Türkiye'de Kürt halkının bulunduğunu söy­ lemek yeni bir şey değildir. Türk Milleti, Türk, Kürt, Çerkez ırkının karışımından meydana gel­ miştir." (Ortam, Sayı 18, 27 Eylül - 4 Ekim 1971, s. 13) şeklinde ifade vermiştir. Melih Cevdet Anday'ın 27 Temmuz 1971 tarihli Milliyet Gazetesi'nde "Urla Yarımadasında Bir Ge­ zinti" başlığını taşıyan yazı serisi bu tip görüşe baş­ ka bir misal teşkil etmektedir: " ... Günümüzde geriye doğru gittikçe Hitit'e va­ rıyoruz, Hitit dediniz mi, Sümer - Akat'a uzanma­ mak olmuyor. Demek bir Anadolu kültür tarihinin kökeninde ister istemez Sümer bulunacaktır. Çün84


kü Hitit onunla anlaşılacaktır ... Eskiden Anadolu tarihi denilince ''Yunan" sözcüğü çıkarıldı karşımı­ za ve çoğu zaman bundan ürkerek konu örtbas edi­ lirdi. Bunca zengin tarihsel kalıntının açıkca Avru­ pa'ya taşınmasına göz yumulması başka nasıl açık­ lanabilir? Biz Asya'dan gelmiş "üç yüz aslan" ol­ malda övünüyorduk. Bugün bile çocuklarımızın il­ kokul kitaplarında Orta Asya'dan "Anayurdumuz" diye söz edilmektedir. Buna üzülmek azdır, çıldır­ malıyız. bizim anayurdumuz Orta Asya ise Anadolu nemiz oluyor?... İngilizler'in İngiliz adaları için yap­ tıklarına benzer bir Anadolu geçmişini benimse­ mektir konumuz. Bretonlardan başlıyarak, İngiliz adasındaki insanların oluşturduğunu anlatırlar onlar. Ne Roma, ne de Fransız Kralları döneminden yüksünürler . . . . Bu alanda Cevat Şakir'in yürüttü­ ğü savaşı iyi anlamalıyız; . . . " Bu Anadolucular kervanına Türk'lüğe bir türlü ısınamamış bazı kimselerde katılmaktan kendile­ rini alamıyorlar. Nerde ise bütün dünya milletle­ rinden damızlık olarak insanları Anadolu'ya geti­ rip bir ırklar haritası yapacaklar. Mesela Prof. Dr. Kemal H. Karpat, Üniversitelerimizde ders kitabı olarak okutulan TÜRK DEMOKRASİ TARİHİ adlı kitabının 229. sayfasında şu dahiyane düşünceleri­ ni savunuyor:" ... Tarihi bakımdan, ırkçılığın Türki­ ye'de kökü yoktur, dünyanın pek az ülkesi ırkçılığa Türkiye'den daha az elverişlidir. Bugünkü Türkiye ahalisi asıl Türk kavimlerinden başka, tarihin en eski çağlarından beri gerek Anadolu'da, gerek im­ paratoruğun diğer bölgelerinde yaşamış ve asırlar boyunca serbestçe birbirleriyle karışmış olan ırkla­ rın yani Çerkezler'in, Arnavutlar'ın, Boşnaklar'ın, Kürtler'in, Gürcüler'in ve İslamiyet'in kabulü ile evlenme yoluyla, Rumlar'ın, Ermenileri'in ve 85


Slavlar'ıri. karışımından meydana gelmiştir. Bu su­ retle (kendi menşeleride çok şüpheli olan) ırkçıların iddia ettiği kan saflığından pek eser kalmamış­ tır. " Bir İngili� filozofu olan Tonybee, Milliyet Gaze­ tesi yayınlarından çıkan Türkiye adlı eserinde şu saçmalıkları savunuyor: "Bugünkü Türk halkının çoğunluğu doğrudan doğruya ve daha sonradan Türkleşmiş olan, eski Anadolu halklarından, Eti­ ler, Frigyalılar ve Bizanslılar'dan gelmektedir." Anadolucu görüşün temel ilkesi Türk Milleti varlığını ve Türk Milleti'nin değerlerini reddet­ mektir. Bu hususu yapmış oldukları millet tarifle­ rinde, Türk Milleti'ni anlayışlarında açıkça görebil­ mekteyiz. Anadolucular Fransa, İspanya, İsviçre gibi milletin değerlerini göz önünde tutarak Türk Milleti'ni de aynı şekilde tarif etmeye kalkıyorlar. Biliyoruz ki her milletin var oluşunda rol oynayan tarihi ve sosyal şartlar farklıdır. Fransızlar için Fransa topraklan, Fransızların var oluşunda en büyük amildir. Ama Türk Milleti'nin var oluşunda aynı derecede bir özellik değildir. Biz bu topraklara X. yüzyıldan sonra yerleşmeye başladık. Türkleş­ me :XX. yüzyıla kadar devam etti. Türk Milleti yal­ nızca Anadolu topraklarında yaşayan 42 milyon Türk'ten ibaret değildir. Yeryüzünde bugün 150 milyona varan bir Türk nüfusu vardır. Maalesef bu­ nun 100 milyonu aşkın kısım esaret altındadır. Anadolu milleti mucitleri yaptıkları gayri ilmi, gayri insani tariflerle bu büyük kütleyi, esaret al­ tındaki soydaşlarımızı tarif dışı bırakmak gayreti ve gafleti içindedirler. Bu büyük kütlenin varlığı bir hakikattır. Bu hakikat Anadoluculuk gibi bir bal­ çıkla sıvanamaz. 86


Bu şekilde gayretlerle, kendilerinde olmayan milli hasletlerimizin 42 milyonluk büyük Türk Mil­ leti'nde de olmayacağını düşünmek ve iddia etmek en azından bu Millet'e hakaretir, iftiradır hatta iha­ nettir. Türk Milleti'ni coğrafi sınırlar içinde hapset­ meye kalkmak Türk tarihini, Türk hayat telakkisi­ ni, Türk kültürünü bilmemekten ileri gelmekte­ dir. Milleti; ırk, kültür, vatan ve iktisadi faaliyetler birliği olarak tarif edersek herhangi bir milletin bü­ tün bu unsurları taşıması veya bir kaçını taşıması bu tarifimizin yanlış veya noksan olduğunu isbat etmez. Çünkü her milletin aynı vasıfta değildir. Milletlerin var oluşunda bu unsurların tamamı rol oynayabildiği gibi birkaçı da aynı rolü oynayabi­ lir. İsviçre, A.B.D., Belçika, S.S.C.B. gibi yalnız va­ tan mefhumunun veya zorba rejimlerinin birleştir­ diği toplulukların milet olup olmadığını münakaşa etmek yerine millet mefhumunu objektif olarak ele almak daha kolay olacaktır. Yukarda açıklamaya çalıştığımız "ırk, kültür, vatan ve iktisadi faaliyet­ ler birliği" şeklindeki tarifimize fazlalık veya nok­ sanlık aramamak lazımdır. Ancak dünya milletle­ rinin varoluşunda bu değerlerin varlığı veya yoklu­ ğu söz konusu edilmeli ve milletler vasıflarına göre bir sınırlandırmaya tabi tutulmalıdırlar. Anadolucular işte bu rioktada en büyük hataya düşmektedirler. Onlara göre Türkiye'de Türk mil­ leti yok, Türk ırkının birleştirici bir unsur olarak İslamiyeti getirmesiyle ortaya çıkmış kendine has bir Anadolu milleti (!) var. Bu halk, ta Hititler'den, Sümerler'den, Frigler'den, Lidyalılar'dan, Bizans­ lılar'dan beri süregelen halkların karışımından meydana gelmiştir. Tarih bilgisinden yoksun bu za81


vallılara göre Türk.ler'de bu karışıma 400 çadırlık bir nüfusla iltihak etmişlerdir. Yalnızca Türk.ler'in hizmeti, nevi şahsına münhasır bu güruha İslami­ yet ruhunu benimsetmeleri olmuştur. Ne kadar ilmi bir izah tarzı ( ! ) Ne dahiyane bir buluş ( ! ) Anadolucu'lann noktayı nazarından hareket eden Sovyet Rusya ise bu işin pratiğini yapmakta­ dır. Biliyoruz ki Ruslar, esaret altında tuttuk.lan Türk.ler'i çeşitli parçalara bölmüş, her birine ayn alfabe mecburiyeti koymuş ve mensup olduk.lan bo­ yun adını kendilerine millet adı olarak benimset­ meye kalkmıştır. Büyük Türk kütlesinin birer par­ çalan olan Özbekleri, Kırgızları, Yakıltlan, Kara Kalpakları, Türkmenleri, Kazaklar'ı Kırım Türk.le­ ri'ni ve Azeri Türk.leri'ni hep ayn birer millet gibi proj>aganda etmektedirler. Hümanistinden ümmetçisine, ortanın solcu­ sundan marksistine, İngiliz'inden Rus'una kadar bu fikir sahiplerinin Anadolu Milleti konusunda hem-fikir oluşları ne kadar acı bir manzara!.. Bu fi­ kir sahiplerinin bu çeşit millet anlayışlarıyla Türk Milleti'nin temeline dinamit koyduklarını acaba anlıyamıyorlar mı? Anadolu mileti toprakla iktisadın bir arada ya­ rattık.lan zaruretmiş. Toprak ve emek birlikleri di­ lek birliğini yaratıyormuş. Bu fikir sahipleri bu noktayı nazarlarında Kari Marks'ın alt yapı - üst yapı teorisi arasındaki benzerliğe hiç dikkat etme­ diler mi? Aslında kavga Türk Milliyetçileri ile beynelmi­ lelcilerin, kızıl ve yeşil komünistlerin kavgasıdır. Bu şekilde düşünülen Anadolu milleti iddialan, Osmanlı İmparatorluğu'nun bize kötü bir miras 88


olarak bıraktığı, gönlünde başka ırkların özlemini taşıyan kimselerin düşünceleridir. Türkçüler ırkçı­ lık iddiasıyla suçlanırken kendileri "Atatürkçülük" sloganım paravan yaparak Türk'lüğe ne denli ha­ karet edebilmektedirler. . . Ne atı!.. Atatürk'ün ger­ çek yönünü, Türkçülüğü'nü bile bile, Atatürkçü­ lük'ten bahseden bu düşüncenin sahiplerinin sahip oldukları ahlak anlayışları da ortadadır. Karakter­ li, şahsiyet sahibi bir fert hiçbir şeye tutunmak.sızın mertcesine fikrini savunmalıdır. Bunu yapamıyor­ sa korkaktır. Korkak, şahsiyetsiz insanların ise dü­ şüncelerine hürmetimiz yoktur. Bu Anadolu milleti mucitlerine, tutarsız, gayrı ilmi düşüncelerine en güzel cevabı büyük önder ATATÜRK vermiştir: "Biz Türküz, tam manasıyla Türküz. İşte o kadar. Bize iyi müslüman olmak kafi­ dir. Asya için ve Avrupa için bizim kanunumuz ay­ nıdır. Dostlara sahip bulunmak, istiklal-i tammı­ mımızı muhafaza etmek, her şeyi Türk cephesinden mütalaa etmek. Bu realist görüştür; Osmanlı İmpa­ ratorluğunu mahveden ideolojiye tepkidir. " "Benim yaratılışımda fevkalade olan birşey varsa Türk olarak dünyaya gelmektedir." Gazi Mustafa K. ATATÜRK. Bugün büyük şehirlerimizin duvarlarım kirle­ ten "Halkların kurtuluşu sosyalizmdedir" şeklinde­ ki kızıl komünistlerin sloganı ile "Halkların kurtu­ luşu İslfui:ı.dadır" diyen yeşil komünistlerin sloganı "Türkiye'deki halklar" konusunda hem fikirdirler. Birbirlerinin "namaz kılan" ve "namza kılmayan" kardeş olduklarını iddia edenlerin, "TOPRAK ANADIR" diyenlerin KARNIMIN DOYDUGU YER VATANIMDIR'; diyenlerin, "Milletim nev-i beşer, vatanım ruy-u zemin" diyenlerin temel düşünceleri 89


olan ANADOLUCULUK Marxist bir görüştür. Atatür'ün, "Komünizm her görüldüğü yerde ezilmeli . . . " emri bütün Türkçüler'e verilmiş bir emirdir. Acunun batımına dek kızıl ve yeşil komü­ nizmle mücadele edilecektir. Türk'ün kurduğu koca imparatoduğu yıkan bu fikirdi . . . Osmanlı milleti yaratma sevdasıydı. . . Türklüğün son kalesinde, öksüz Türklüğümüze ha­ karet ettiremeyeceyiz. TÜRKÇÜ - TOPLUMCU­ LAR OLARAK BİZLER GEÇMİŞTE TÜRKTÜK, BU GÜN DE TÜRKÜZ VE EBEDİYEN TÜRK KA­ LACAGIZ VE TÜRKLÜGÜMÜZLE ÖVÜNECE­ GİZ. Tann Türk'ü Korusun. Ortaköy, "4/4/1977

90


••

ESiR TURKLER MÜLAKAT

Bilindiği gibi, tarihin büyük milletlerinden bi­ risi olan Türk Milleti bugün tarihi vatan coğrafya­ sında yüzelli milyonu geçmiştir. . Ancka, bu 150 mil­ yon Türk'ün kırkbeş milyonu Türkiye'de ve 160 bini de Kıbns'ta olmak üzere hür ve müstakil yaşamak­ tadır. Geri kalan 100 milyonun üzerindeki büyük nü­ fus kendi tarihi vatan coğrafyasında esir ve mahkum duruma düşürülmüştür. Bunları sırayla şöyle verebiliriz: 1

BALKAN TÜRKLERİ

Romany a ' d a 2 5 0 . 0 0 0 , B u lg a r i s t a n ' d a 1.500.000, Yunanistan'da Batı Trakya ve Rodos, İs­ tanköy Adaları'nda 150.000, Yugoslavya'nın Üsküp ve Kosova vilayetlerinde 1 5 0 . 000, ceman 19.200.000'dir. 2 KOMŞULARIMIZ VE MÜSLÜMAN ÜLKELERDE BULUNAN TÜRK NÜFUSU

Irak 1 . 5 00. 000, Suriyet 700 . 000, İran 18.000.000, Afganistan da ise 4.000.000, ceman 24.200.000'dir. ·

3

SOVYETLER BİRLİGİ'NDE

Azerbaycan'da 5.500.000, Dağıstan ve Kuzey 91


Kafkasya'da 3.000.000 Kırım Türkleri 1.000.000 ( 1944 yılında toptan Sibirya'ya sürgün edilmişler­ dir!) İdil-Ural Türkleri 12.000.000, Sibirya Türkle­ ri 5 .000.000, Batı Türkistan Türkleri (Özbekler: 1 3. 000. 000, Kazaklar: 10.000. 000, Kırgızlar: 3.500.000, Türkmenler: 3.500.000) 4

KIZIL ÇİN'DE

Doğu Türkistan'da 20.000.000 Türk Çin esareti altındadır. Yani, 120.000.000 milyonun üzerinde esir Türk kardeşimize Türyiye ve Kıbns'taki nüfusta ilave edildiği zaman 150.000.000'dan fazla Türk dünya­ sının olduğu ortaya çıkmaktadır. 2. Dünya Harbi sonrasında Amerika'da Esir Milletleri anma ve onların davalarım dünyaya tanı­ tabilmek için bir hareket başlamıştı .. Bu münase­ betle 1948 yılından itibaren esir milletler, Temmuz ayının 3. haftasında birçok hür dünya memleketle­ rinde kendi dillerinde yapılan neşriyatlarla anıl­ makta ve davaları tanıtılmaktadır. Geçen 30 yılı aş­ kın, zaman içinde Afrika, Avustralya, Asya ve Ame­ rika kıtalanndaki mahkfrm milletler birer birer is­ tiklallerini kazanmışlar ve bu hareketin semeresi­ ni elde etmişlerdi. Dünyanın en geri kıtası olan Af­ rika'da dahi bugün esir millet kalmamıştır. Ancak, Asya ve Avnıpa'nın kısmen bir bölümünde yaşayan Türk milleti'nin üçte ikisi esir durumundadır!. İnanıyoruz ki, nüfusunun üçte ikisi esir yaşa­ yan bir millet sadece yılın bir ayında ve bu ayın da bir haftasında yapılan bir anma töreni ile davasını dünyaya anlatamaz. Bu sebeple, Türklüğün bütün meselelerini devamlı suretle dünyaya ve milletimi­ ze anlatmak mecburiyetindeyiz. 92


Aşağıda muhtelif esir Türk illeri temsilcileriyle yapılmış mülakatı bulacaksınız. Mülakatları "Batı Trakya" dergisi yapmıştır. ·

SADIK TURGUT (İdil Ural Türkleri) "Günü­ müzde esir millet belki kalmamıştır. Ama maalesef Türk Milleti'nin büyük bir bölümü halen esir bu­ lunmaktadır. Balkanlardan Sibirya'nın en uzak bölgelerine kadar soydaşlarım ve akrabalarım yeni nesilde zorla Ruslaştınlmaktadır.. Dini ve milli ter­ biye yasak olduğu için bu hususta ellerinden birşey gelmemektedir. ·: NEFİ DEMİRCİ (Kerkük Türkleri) "Garip bir tesadüftür ki Temmuz ayının üçüncü haftasında esir milletleri anarken, biz Kerkük Türklerince, 14 Temmuz 1959'da yapılan katliam dolayısıyla şehit­ lerimizi de beraber anarız. Bugün Irak'ın kuzeyin­ de Kerkük başta olmak üzere pek çok Türk köyü ve kasabasında 1 .500.000 Türk yaşamaktadır. Ancak, Irak Devleti Yunanlı mütahassıslardan da faydala­ narak Kerkük Şehrini imar ediyorum diye Türk nü­ fusunu diğer bölgelere dağıtmaktadır. Bir Kerkük­ lü Türk Irak'ta Türkçe telefonla dahi konuşamaz. Malından, canından emin değildir. Devletimizin hiç olmazsa bu kardeşlerimizin can ve mal emniyeti ile ilgilenmesini dileriz. Son günlerde kadınlı er­ kekli genç münevverlerimizden bir grup daha idam edilmiştir. Aynca, devletim.izin radyo ve televizyon ile bu kardeşlerimize pek ala yayın yapma imkanla­ rı vardır. Canını kurtarıp Türkiye'ye gelmiş, sığın­ mış olan kardeşlerimiz burada barındırılmıyor, ya iade ediliyor veyahutta başka ülkelere gönderile­ rek kaderlerine terk ediliyorlar." SELAHATTİN YILDIZ (Batı Trakya Türkle­ ri) "1948 yılından beri yapılmakta olan Esir Millet93


ler Haftası memleketimizde gerekli ilgiyi bulama­ masına rağmen, hakikatte bu haftayı, günümüzde, en başta anması lazım gelen ülke Türkiye'dir. Tuna boylarından Çin hududuna kadar esarette kalmış olan kardeşlerimiz ister ko­ münist ülkelerde isterse demokraktik ülkelerde ol­ sun aynı ızdırabı yaşamaktadırlar. Mesela, Batı Trakya'da Türk'ün adı, kültürü yok edilmek için herşey yapılmaktadır. Vakıflarımız, camilerimiz, mekteplerimiz, mezarlıklarımız tahrip ediliyor ve ortadan kaldırılıyor. Türkiye Cumhuriyeti Lo­ zan'ın mütekabiliyet maddesine göre haklarımızı aramalı ve oradaki kardeşlerimizin hukukunu ko­ rumalıdır. "

SAADETTİN TOPUZOGLU "Rusya, Ameri­ ka, Çin gibi süper devletler, zaman zaman kendi aralarında anlaştıkları takdirde arada kalan maz­ lum milletler iyi ce mahkum duruma düşmektedir­ ler. Mesela, Radyo Liberty bütün esir milletlere, bilhassa Rus ve Çin mahkumu milletlere kendi dil­ leriyle neşriyat yapmaktaydı. Amerika bu radyoyu finanse etmekteydi. Ancak, Amerika Çin ile dostluk kurunca Doğu Türkistan'a yapılan neşriyatın dur­ masını, Rusya ile yaptığı anlaşma ile de Kafkas­ ya'ya yapılan yayını durdurmuştur. " AHMET AYDINLI "Esir Türler davasını ciddi bir hale getirebilmek için, devletimizin ön ayak ol­ ması lazım gelir. Bu mesele müesseseleştirilmeli­ dir. Bakanlığa bağlı Dış Türkler Umum Müdürlüğü olmalıdır. Ona bağlı olarak Dış Türkler milli fölklo­ rünü araştırma enstitüsü ile Dış Türkler tarihini, edebiyatını araştırma enstitüleri ve Dış Türkler kültürünü araştırma enstitüsü kurularak ilmi ve ciddi kadrolar vazifelendirilmelidir." 94


Özet olarak yukarıya aldığımız konuşmalardan başka Türk İllerinin temsilcilerinin temennileri arasında şu hususlarda yer almaktadır: 1- Balkanlar, Suriye, Irak gibi komşu ülkelerde­ ki kardeşlerimizin haklannı, can ve mal emniyeti­ ni, kültürlerini devletimiz korumalıdır. 2- Radyo ve televizyon neşriyatı ile komşu ülke­ lerdeki soydaşlarımızın meselelerine açıklık getire­ cek neşriyat yapılmalıdır. 3- Türkiye Cumhuriyeti, bu ülkelerde kendi soydaşlarına yapılan muameleye göre dostluğuğu ayarlamalıdır.

4- Lozan'ın mutlaka hassasiyetle takibini yap­ malı ve tatbikini temin etmelidir. 5- Devletimiz, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı yoluyla okullarda yetişen nesillere tarih, coğrafya ve edebiyat derslerinde, hatta din derslerinde Dış Türkler'in hiç değilse alakalı olduğu bahisin anla­ tılmasını ve öğretilmesini sağlamalıdır.

95


96


••

TURK NASYONALİZMİ Yazan: Rıza NUR "Eski zamanlardan beri dünyada din mutlak bir otorite ve hakimiyetle hüküm sürmüş, böyle asırlarla devam ettikten sonra kudreti azala azala nihayet yerini milliyete terketmiştir. Haçlılar tari­ hi etiketi altında bir coşkun din gayreti hizmet ve vazifesi görerek müslümanlığa saldırmış olan hı­ ristiyanlar katolik ve protestan aralarında boğuş­ tukları gibi, hatta iki taraf da katolik olmak suretiy­ le mezhep farkı bile olmadıkları halde gene birbirle­ rini yemişlerdir. "

1914-1918 acun vuruşgusu (Cihan Harbi) ve bu­ günkü ikinci cihan cengi, şuna devce vuruşgu diye­ lim, bu boğuşmaların maddi ve yakın delilleridir. Bu hal müslümanlıkta da olmuştur: Sünni sünniyi boğduğu gibi sünnilik-Şiilik mezhep farkı İslam dünyasını al kanlara boyadıktan sonra, cihan harbinde mÜslüman Araplar'ın Türkler'e yaptıkla­ rı bellidir. Bütün bu vakalar milliyet karşısında dinin eski gücünün kalmadığını gösterir. Demek din bir sos­ yal ve siyasi birlik için yapıştırıcı madde ve kuvvet olmaktan çıkmıştır. Bu vazifeyi bugün milliyet gör­ mektedir. 97


İyice bilmek lazımdır ki, milletlerin devlet mef­ hum unda toplanan yüce menfaatleri, siyasi fikir ve partilerin, her türlü ideolojilerin, adaletin, ferdi hakların, hatta bazı kitlevi hukukun ve bütün in­ sani düşünce ve menfaatlerin üstündedir. Milliyet kelimesi Arapça olmasaydı ne iyi olur­ du. Henüz mana nüanslarını tesbit edememiş olan ümmet, kavim kelimeleri de ayni mahiyettedir. Ne yapalım, ataların hatası. Çekiyoruz. Yaşayan nesil ölmüş neslin hüküm ve iradesi altındadır. Hiç ol­ mazsa Tanzimat'la Avrupa, ilmi, zihniyeti Türk­ ler'e getirildiği vakit atalarımız ıstılahları Arapça koyacaklarına Türkçe koysalar, aynı zamanda Latince'lerini de aynen alsalardı, bugünkü perişan­ lık ve anarşi olmazdı. Mesela tıb ıstılahları Arapça kelimelerle konmayıp da Latincesi alınsaydı ve Türkçe'si yapılsaydı bu müşkül iş o vakit bitmiş olurdu. Eski Türkçe bu iş için bir kaynaktır. Arap­ çaya hiç ihtiyaç yoktu. Bunu bilemediler. Hfila da bilinmiyor. Kelime uyduruluyor. O zaman Arapça uydurulduğu gibi. Konan ıstılahlar Arapça da ol­ saydı bari!.. Öyle ki bizim bU Arapça kelimelerden olan ıstılahlanmızdan Araplar bir şey anlamazlar. Mesela, Mısır yeni tıbbı: kendine büsbütün başka ıstılahlar koymuştur. Bizimkiierin kullandıkları o Arapça kelimelerin lG.gat manaları bile Araplarca bambaşkadır. Ne çare yaşayan nesiller ölülerinin nimetini yedikleri gibi hatalarından doğan anato­ mik, fizyolojik, patolojik, sosyal hfillere, zahmetle­ re, kusurlara ve belfilara da varis olduklarından za­ ruri çekerler. Bugünkü bir zümre de ataların Arapça manisi­ ne mukabil, ne vahim ki ve bu maziden ders almak kabiliyetsizliği ile, Fransızca'yı ele almışlardır. 98


Bizden sonraki Türk nesline bu belayı miras ede­ ceklerdir. Yeni bir tasfiye derdi daha gelecektir. Son zamanlarda millete "Ulus" diyenler ve bun­ dan "ulusal" gibi anormal müştaklar olmuşsa da ulus, millet demek olmayıp uruk, ulus boy ve emsali gibi kabile şubelerinden birinin adıdır. Büyük ata­ larımız Göktürk(Tuyku)ler millet yerine "Budun" diyorlardı. Orhun istellerinde "budun" nation mu­ kabiline hepsinden yakışıklıdır. Milliyet asla kültür meselesi değildir. Milliyet ırk, kan meselesidir. Dil, zihniyet, edebiyat ve em­ sali gibi kültür unsurları milliyet binasının ikinci derecede malzemelerindendir. Milliyetin bünye ve yapısı böyledir. Onun fizyolojik ve biyolojik selamet unsurlarının sosyal ifadesi ise ahlak ve fazilettir. Uzvi, bünyevi ve fizyolojik tereddilere uğrayan; ya­ ni bu suretle kanı bozulan, ahlak fesadına, zevke, safahata düşen milletlerin yeri tarihin ebedi me­ zarlığıdır. Bu değişmez bir kanundur. Bunun eski ve yeni bir sürü misali vardır. Batmış milletler hep bundan batmıştır. Milliyeti sade kültür meselesi telakki eden Fransa'nın da hali görülmüştür. Şimdi Fransa'nın o us igesi (akıl sahibi) büyükleri milliye­ tin bu telakkisinden bu uçuruma yuvarlandıklarını idrak edip bunu alenen söyleyerek Fransa'da milli­ yeti kurmaya çalışıyorl:'I. Türkler'de hayret ve takdire layıktır ki İsla­ mlaşmadan evvel milliyet duygusu vardı. Bunun misali çok bariz bir şekilde Göktürkler'dedir. Bu Türkler Türk yasa ve töresine pek riayet etmişler­ dir. Orhun istellerinde: 'Yukarda Türkler'in.Tanrı­ sı demiş: Türk milleti yok olmasın ... " "Türk milleti­ nin adı, şöhreti silinmesin" "Faziletli Türk milletini şereflendirdim" gibi cümleler vardır. Bu cümleler 99


bugünkü Türk nesillerine ibret ve derstir. Arap fütuhatının Orta Asya'ya varmasıyla Türkler müslümanlığı kabule başlamışlardı. Gitgi­ de müslümanlık geniş mikyasta Türkler arasında yayılmış, bu yeni din tesiriyle Türkler milliyetini unutup Arab'a meclup olmuştur. İlmi ve askeri bü­ tün deha ve varlıklarını Arap hizmetine koymuş­ lardır. Öyle ki Türkiye fena filislam veya fena fi.la­ rap demek yanlış olmaz. Türkler'in Arap medeniyet ve ilmine ettikleri hizmet çok büyüktür. Hele Ara­ bın dinini, dilini, milliyetini muhafaza için Türk­ ler'in bütün cihanla olan vuruşları pek meşhurdur. Eğer Türkler olmasaydı Arap bütün maddi ve manevi varlığıyla beraber çoktan çökmüş, bitmiş, batmış milletler listesine girmiş olurdu. Hıristiyan­ lık önce Piyer Lermit'in ruhu ve Tasso'ya "Kurtarıl­ mış Kudüs" büyük epopesini yazdıran ruh, sonra da koloni kurt iştihası fenomenleriyle Arabı sömürür, yer yüzünden siler süpürürdü. Tarih şahiddir ki bü­ tün bunlara karşı koyan yiğitler safları Türk alp ve erlerinden teşekkül etmiştir. İşte bu Araba yarsıma iledir ki Türk yasa, töre ve milliyeti Arap dini sıvağında tuz suda erir gibi eriyip gitmiştir. Bu hfil aşağı yukarı 10 asır sürmüş­ tür. Türkler'de yeniden milliyetçilik iki asırdan beri türeme eserleri göstermiştir. Fakat yarım asır, bil­ hassa 1908 yılından itibarendir ki Türkler milliyet bakımından yeniden uyanmaya başlamışlardır. Buna renesans (yeniden doğma) diyebiliriz. Bunda Avrupa'nın milliyet yüksek zihniyetinin tesiri oldu­ ğu gibi hususiyle içimizdeki yabancı unsurların Türk'e karşı haince hareketlerinin doğurduğu hak­ lı reaksiyon büyük rol oynar. 100


Türkler içlerindeki yabancı unsurlardan eski zamanlardan beri çeker dururlar. Esasen eterojen (gayri mütecanis) bir siyasi-sosyal birliğin mukad­ deratı boyuna hastalıklara, yani isyanlara, türlü rahatsızlıklara uğrayıp çekmek, buhranlar geçir­ mek ve nihayet tefessüh ederek dağılıp yok olmak­ tan başka bir şey olamaz. Tarihi ve sosyal determi­ nizm bunu böyle yapmıştır. Bu dağılmanın şahaser misalleri Avusturya ve Osmanlı İmparatorlukları­ dır. Görülüyor ki milliyet önünde her sistem, her kombinezon tuzbuz oluyor. Ve bundan da anlaşılı­ yor ki devletler için tutunacak en sağlam direk mil­ liyetçiliktir. Göktürkler zamanında Türk kağanına Çin prensesi getiren Çinli Çang-Sun-Çing sarayda Türkler'in bütün sırlarını öğrenip Çin'e haber vere­ rek Türkler'in izmihlalini hazırlamıştır. Ve gene Yang-Hin adında bir Çinli, yani ecnebi bela Türk­ ler'e aynı hıyaneti yapmıştır . . O devirlerde Çinliler Türk saraylarını fesad ateşine vermişlerdir. İşte böyle belalarla büyük Göktürk devleti Çin boyun­ duruğu altına düşmüştür. Turan-İran savaşları zama,nında da ayni hali görüyoruz : Ayni sığınma veya diğer surette Türk sarayına Türkler'in içine gelen Acemler Türk'e hi­ yanet ediyorlar. Firdevsi'nin Şehnamesi'nde bu bapta misaller vardır. Türk ulularından da bunun önüne geçmek için çırpınanlar olmuştur. Mesela Şehname'nin "Siyavuş destanı"nda görülüyor ki Türkler Acemler'in Efrasiyab dedikleri o pek meş­ hur ve eşsiz Türk kahraman padişahı Alp Er Tun­ ga'ya bir Türk recülü "Ne vakit senin ailene bir ec­ nebi girdiyse, sırrını öğrendi, evini yıktı"· diyor. Bunu Selçuklular'da da görüyoruz: Yani bu 101


Türkler de bu ölümcül illete tutulmuşlardır. Konya bir aralık Rum ve Frenk bozuntusu ricalin kaynat­ tıkları fesat ve rezalet kazanı olmuştu. Bu yabancı unsurlar en esaslı gaye ve gayretleri olarak Halis Türk devlet recüllerinin aleyhine her tezviri, her entrikayı yapıyorlardı. Bu da devleti müthiş suret­ te zayıflatıyordu. Türklük hele bu illetin en vahim buhranların­ dan Türkiye lmparatorluğu'nun Osmanlı sülalesi zamanında hasta ve perişan olmuştur, Bu hastalık parazitlerle olur. Siyasi parazitler ecnebi unsurlardır. Hülasa, ecnebi unsurlar tarihin bütün seyrinde daima inkıraz unsurları olmuşlardır. Bu yalnız biz­ de değil başka milletlerde de böyledir. Bu misaller de isbat ediyor ki, milletler için tu­ tunacak en sağlam direk nasyonalizmdir. İngiltere gibi imparatorlukları göstererek ecne­ bi unsurların hizmetler gördüğünü söyleyip bizi cerh için sual soracaklar olabilir. Bu mukadder sua­ le cevabımız basit ve kolaydır. Vaziyet şöyledir: Bu parazitler nerede büyük bir saltanat, kuvvet ve zenginlik varsa oraya hücum ederler. Çünkü o hiz­ metler neticeten kendi şahıslarınadır. O varlık kudrette devam ettikçe de bunların hizmeti devam eder. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu'nun satvet­ lerin evcine çıktığı satvetli zamanında, ecnebi un­ surlar bize üşüşmüşler, hizmetlerde bulunmuşlar, nimetler kapmışlar ve imparatorluk azametinde devam ettikçe de hizmete devam etmişlerdir. Fakat bu Türk kuvveti zayıflayınca bu ecnebi unsurlar bi­ zim düşmanlarımıza hizmet edip bizi perişan etme­ ye koyulmuşlardır. Nitekim herhangi büyük bir im102


paratorluğun azameti de bir gün düşerse ona da ya­ pacakları budur. Zaten cereyaniyle akıllara hayret veren şu har­ bi kıyametin büyük hadiseleri de gösteriyor ki, nas­ yonalizm karada ve okyanuslarda zaferden zafere koşuyor. Bunun parlak ve göğsümüzü kabartan bir misali yirmi yıl evvel dost ve düşmanın gözlerini ka­ maştıran Anadolu Savaşı'dır ki nasyonalizm heye­ can ve gayreti sayesinde zaferle taçlanmıştı. Bu tarihi dersler biz Türkler'e hem milliyete sa­ rılmayı, hem ecnebi kandan olan unsurlara karşı şüpheli, uyanık bulunmayı emreder. Bin laf, yüzbin laf muhkem, maddeten sabit bu hakikatı bir bir habbecik kadar bile değiştirecek iktidarda değildir. Buna göz yummak, bunu bilmemezliğe gelmek de fayda vermez. Bilen hatırlamalı, bilmeyen de bilsin ki Türkçü­ lük hayal eseri veya bir iki şahsın menfaat düşünce­ si değil, reel, rahmi vak'alar olan bir zaruret yavru­ sudur. Türk nasyonalizminin münhasıran "Türk­ çülük" kelimesi ile ifadesi lazımdır. esef onlara ki Türkçülüğü millyetçilik ile birleştiremezler. Bunla­ rı ayrı sayan bir zümre hfila içimizde yaşıyabiliyor. bunlar milleyitçiyim derler. Fakat bir türlü Türk­ çüyüm diyemezler. Azlık da olsalar bir varlıktırlar. Bunlar işte milliyeti kültüre bağlayanlar, yani ırk­ ça, kanca Türk olmayanlardır. Bu Türk camiası içinde Türkçüyüm diyemeyenler ne bedbahtlardır. Bunlar ve alem bilsin ki, Türk milliyetçiliği düstur halinde şudur: Milliyet-Türkçülüktür. Türk nasyonalizmi hem Türkiye içi, hem Türki­ ye dışı Türkler'inde başlamıştır. İki başlangıç da hemen hemen aynı zamana tesadüf eder. 103


İlk Türkçüleri (Hiyung-Nu)larda, Göktürk­ ler'de aramalıyız. Son asırda Alman, Fransız ve Rus alimleri Türkler'in gerek askeri, gerek ilmi eş­ siz sicillerini, şanlı ve mukaddes mazisini meydana çıkarmak suretiyle Türklüğe büyük hizmetler et­ mişlerdir. Tarihi olmayan milletler hiç bir şey ola­ mazlar. Bizde olduğu gibi tarihleridir ki milletleri yaşatır. İşte o azametli Türk tarihi mevcut Türk neslinin dimağlarındaki idrak vicdanı merkezinde Türk'ün büyüklüğünü, şerefini, bu büyüklüğün ifti­ harını, yaşamak hakkını duyurmuş, içine ruh ve maneviyat iksiri şırınga etmiş, muvaffakiyetin ve yükselmenin en mühim amillerinden olan benliği vermiş, Türk saadetine doğru şehrahlar açmıştır. Bu sayede Türklük bir aşk, bin cezbe haline gelmiş, genç ruhları gözleri fuıi olarak yalıyan şimşek parıl­ tısı gibi yakalamış, fakat devamlı bir surette parlat­ mıştır. Türkçülük'te bir takım sınıflar da husule gel­ miştir. Bunda bazı sebeplerle beraber Türk irreden­ tası da amil olmuştur. Bu ulu ve izgi (mukaddes) davanın sınıfları şunlardır: 1-Turancılık 2-Türkçülük 3-Anadoluculuk Birinci ıstılah: "Turancılık" Türk, Fin, Macar gibi bütün Turan nesillerini çerçevesi içine .alır. Fa­ kat şunu unutmamalı ki, asıl "Turan" adı menşein­ de Türk'e anavatan olan Orta Asya Türk yurdunun­ dur. Bu ıstılah bugün bu manasını kaybetmiş gibi olup Türkçülük ile müteradif bir hale gelir gibi bir evolüsyondadır. İkinci ıstılah "Türkçülük" bütün Türkleri kadrosu içine alır. Türk yurdlarının hudu104


du asırlar boyunca büyük değişimlere uğramıştır. Bir zamanlar Japon Denizi'nden Adriyatik Deni­ zi'ne, Fas'a, Bağdat'a, Basra'ya, İran'a, Hind'e ka­ dar varmıştır. Arthur Lumley'in de dediği gibi-Hat­ ta bundan bir buçuk asır evvel- Cezayir'den kalkan biri her yerde Türkçe konuşarak Çin'e giderdi. Üçüncü "Anadoluculuk" pek infiradcı olup Anadolu Türkleri'nden başka Türk'ü kabul etmez, sade Ana­ dolu Türkleri'ne münhasırdır. Anadolu Türkü'ne üstünlük vermek elbette ki lazımdır; haktır, zaru­ rettir. O geçmişi ve bütün hal ve şanı ile Türklüğe rehber ve müdür mevkiindedir. Fakat Anadolucu­ luk şüphesiz ki pek zayıf bir fikir varlığıdır. Hayat nusgu verecek, getirecek menbalara, şiryanlara kafi derecede malik değildir. Onun kaderi hatta si­ yasi, hukuki, kanuni rüşeym olmadan daha fikir rahminde iken kadük olmaktır. En dinç, diri bir durmuş igesi (hayatdar) fikir varsa ırkçı Türkçülük'tür. Tarih, sosyoloji, ekono­ mi, politika hep bunu telkin etmektedir.

105


106


Milli Semboller Atsız Millet halinde yaşamanın şartlarından biri de milli sembollere saygı göstermektir. İnsan, medeni­ leştiği oranda hürriyetlerinden bir bölümünü feda­ ya ve bazı kaidelere saygı göstermeye mecburdur. Medeni insan, hayvan gibi rasgele yerde uzanıp uyuyamaz. Her istediği zaman bağıramaz veya tür­ kü söyleyemez. Her istediği şeyi her zaman ve her yerde yapamaz. Medeni insan milletçe kutlu sayılan canlı veya cansız varlıklara da saygılı davranır. Kutlu sayılan nesneler bayrak gibi, arma gibi, milli marş gibi, şe­ ref namus gibi şeylerdir. Hayvan için bütün bezler, bu arada bayrak da değersiz bir şeydir. Çünkü yen­ mez. Şeref ve namus diye bir duygu veya içgüdünün hayvanda bulunmasına imkan yoktur. Hayvan milli sembolü de bilmez. Çünkü hem millet değildir, hem de milli sembol onun için taş ve ağaç gibisinden herhangi bir nesnedir. Milleti millet yapan kaidelerin içinde milli sem­ boller de bulunduğu için bir milleti yıkmak isteyen­ ler onun milli sembollerine de hücum ederler. Bir toplumun milli sembolleri olmadı mı artık sürüleşmiş demektir. Bilginlerine, profesörlerine ve her şeyine rağmen onun koyun sürüsünden veya 107


karınca yuvasından farkı yoktur. Milli sembollere saldıranlara dikkat edilmeli­ dir: Bunu cehalet veya hamakatlerinden mi, yoksa gizli maksatlarından mı yapıyorlar? Milli sembol olan Oğuz Han'a dil uzatıldı mı, bi­ liniz ki, o, bilerek veya bilmeyerek düşman için çalı­ şıyor demektir. Milli sembol olan Bozkurt'a köpek diyenler için de durum aynıdır. Üstelik onlar aynada kendilerini görmektedir.

13 Nisan 1974

109


MiLLi •

SiYASET Günümüzde milleti bahtiyar edecek bir siyaset tutuımından çok, tehlikelerden kaçınıp yalnız içinde bulıınulan günü düşün­ mek prensibi alıp yürümüştür. Atatürk'iin çok hesaplı ve gerekti­ ğinde çok atılgan siyasetine karşılık ismet lnönü sadece hesaplı, hesabında da kendisini yanl ışlara götürecek kadar ihtiyatlı siya­ seti ile devleti yüriitmeye çalışmıştır. Aşırı ihtiyatlı siyasetle bir millet belki uzun bir süre için, tehli­ kelerin içine dalmaktan kurtulabilir. Fakat aşırı ihtiyat pasif bir idare tarzı okluğu için iştahlı komşuları bu iştahlarından va1.geçi­ reme1. ve günü gelince s aldırmalarını asla önleyemez. Vaktiyle Habcşistan'ın i hliyatkiirlığı, ILalya'yı kışkırtmaktan çekindiği için o zaman lıalyan sömürgeleri olan Eritre ve Somali sınırl arından askerlerini çekmesi halya'nın saldırmasına engel olamadığı gibi g ünümüzde de Çekler'in ihtiyatkarlığı Ruslar'ın kaba hareketine mani teşkil edemedi. Bu sebeple milli siyaset yerine, herkesle hoş geçinme siyase­ tinin güdülmesinde hiçbir milli menfaat yoktur. Mi11etler, milli istekleri nisbetindc itibarlı ve kuvvetlidirler. Bundan başka "milli istekler" yani "ülküler" milletlerin dinamik gücü, birliğinin sebe­ bi, cesaretinin k aynağıdır. '

Yüı.yıllar boyunca tut�aklık hayatı yaşadıkları için cesaretten nasibi kalmamış, geri ve bu bakımdan iptidai Araplar'ı bugün ha­ tırı sayılır bir kuvvet haline getiren şey Filistin davasındaki tu­ tumları ve Yahudi düşmanlığıdır. Araplar lsrail'le üç defa çarpı­ şıp yenildiler. Hele son yenil işleri pek yüz kızartıcı oldu. Buna rağmen inançları sarsılmadığı için yarın büyük hamleler yapabi­ lecek kudreti kendilerinde buluyorlar ve hazırlanıyorlar.


l srail de aynı dunımdadır. iki bin yıllık tarihi haklara dayana­ rak yüzde yü1. Araplar'ın oturduğu toprakları işgal edip geri

V L'T­

meınekle direniyor. Oraları da devletine ekleyip y arın için on milyonluk bir lsrail devleti kumıak gayreti ve ülküsü içindeler. Bir Bau Avrupa devleti niteliğinde olan lsrail'in on milyon nüfu­ sa sahip olması Arap dünya�ına karşı kendisini savunacak esaslı bir gücü elde etmesi ve geleceğini teminat altına alması demek­ tir. Türkiye, Atatürk'ün ölümünden beri pasif bir devlet siyaseti gütmektedir. Atalürk'ün zemin ve ı.anıan icabı olarak, sırf o devir için söylediği ""yurua sulh, cihanda sulh"" sÖl.lerini ebedi düslur­ muş gibi benimsemiş görünerek siyaseıini bu veçhe üzerinde yo­ ğunlaştırınışlır (*). Barış uğnına kimseyi gücendirmek ı.ihniyeti hakim olmuş ve hu 1.ihniyet, siyasi sınırlar dışındaki Türkler' in ihmaline sebep ol­ muştur. Herhangi bir devlcue yaşayan Türkler'lc ilgilenmek o devleti gücendirir, tedirgin eder, kızdırır diye adeta cihan Türklü­ ğü inkar olıınmuştur. Halbuki cihanın man1.arası bu konuda ne kadar ibret vericidir. Afrika zencilerine kadar her millet ırkdaşlarıyla ilgilenmekten bir an vazgeçmemektedir. Hele şu küçük Yunanistan bir yandan Kıbrıs'ı isterken, bir yandan Arnavutluk'tan Epir'i koparmaya ça­ lışmakta, daha ilerisi için de Rizans'ı dirilıccek hesaplai yapmak­ tadır. istiklal Sav aşı bittiği zaman Türkiye 1 3 milyon nüfuslu, çok yoksul, yorgun, ahalisinin ancak % 1 O'u okuyan, endüstrisiz, ül kesi yakılıp yıkılmış, hastalıkların tahribat yapıığı bir devleııi. O ıaman kendimiı.e gelebilmek için dışarda gözümüz olmadığını ilana mecburduk. Bugün öyle değiliz 32 milyon nüfuslu, ağır en­ düstriye doğnı ilk adımlarını atmış, yüzde ellisi okur-yazar, sıtma ve frengi gibi hastalıkları yenmiş, orıa refah seviyesine yaklaş­ mış, ülkesi oldukça imar olunmuş bir devlet hal indeyiz. Rir mil­ leıi yalnız para kazarunak ve okumak için didinen bir sürü olmak­ tan kıırıannak için ona milli gayeler gösterilmesi lazımdır. ikti­ sadi kalkınma, yol ve liman, atom, roket, u1.ay milli ülkü olamaz. Hunlar nasıl olsa elde edilecektir. Fakat çok mühim olduğu halde mutlaka verilemeyecek olan hayati nesne "ülkü "dür. O ülküyü düşünüp taşınarak ı.orla yaratmaya da ihtiyacımız yoktur. O ha­ zır, olarak yanı başımızda duruyor: Dış Türkler... Hükumetin dış siyaseti yalnız N ATO, Merkezi Andlaşma ve Kalkınma için Bölgesel iş Birliği sınırları içinde kaldıkça Türk mil leti teknikte ne kadar ilerlerse ilerlesin yaratıcı bir millet ola­ maz. Onu yaraııcı yapacak şey dış Türkleri düşünmek gibi yük­ sek milli ve insani bir meseledir. Raıı ve komünist dünyaları nasıl alabildiğine silahlanıp bir­ birlerine diş biledikleri halde bir arada savaşsız yaşıyor ve iktisa-


eli ilişkilerde bulunuyorsa, biz de, sınırlan içinde Türk bulunan devletlerle dost kalmak şaruyla o Türkleri düşünür, kültürce iler­ lemeleri için çalışır, her türlü yardımı yapabiliriz.

Dış TUrklerle ilgilenmek emperyalizm değildir. Emperya­

lizm ise mukaddes bir emperyaliımdir. Kendi eliyle imparatorlu­

ğunu tasfiye eden Fransa, Kanada'daki 7 milyon Fransız'la birleş­

mek istediğini açığa vurmaktan çekinmedi ve zaınanımızın bü­

yük ve ileri görüşlü devlet adıınıı olan Başkan De Gaulle, Kana­ dalı Fransızlar hakkındaki emellerini bizzat, K anada'da söyle­

di.

Omekler b u kadarla bitmiyor: Hollandalılar, müttefikleri olan

Bclçika'<la ki 4 milyon Flaman hakkındaki niyetlerini çoktan bel­

li etmişlerdir.

lrlancla, "Kuzey lrlanda" denen ve sırf Protestan oldukları ba­

hanesiyle lngilizler tarafından bırakılmak i stenmeyen Ulster'i açıkça istiyor.

Zayıf ve geri Afganistan, kuvvetli komşusu Pakistan'da bulu­

nan Paıan'lara gözlerini dikmi ştir.

Daha birçok örnek bulunabilir. Çünkü bu sosyal bir kanundur:

Milletler, ırkdaşlarını da kendi siyasi sınırları içine almak isterler ve

bunun için her türlü fedakarlığa katlanırlar.

Dünya ıileııı böyle de biı. neden değiliz? Acaba dünyada barış­

çı, i ns aniyetçi ve akıllı olarak yalnız biz mi kaldık?

Dış Türklerle ilg ilenince tabii yine serbest nazımla şahane şi­

irler başlayacak: Turancılar, ırkçılar, emperyalistler, faşistler ve­

saire. Herkesin her dediğine aldıracak olduktan sonra 400.000 Rum'a karşı 1 00.0!Xl Tiirk'ün yaşadığı K ı brıs'ta işimiz ne?

iş denize girinceye kadardır. Girdikıcn sonra üşüınen geçer.

Sen de iyi yüzücülere has kuvvetli kulaçları büyük bir ustalıkla atmaya ba�larsın.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.