Fethi Tevetoğlu - Süleyman Paşa

Page 1

KÜLTÜR ve T Ü R Ü M BAKANLIĞI Y A Y IN L A R I: 920

Dr. FETHÎ TEVETOĞLU

'

TÜRK BÜYÜKLERİ DtZÎSÎ : 84

^ . V'--



S - J KÜLTÜR v e TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 930

SÜ LE YM AN P A ^ A Hayâtı ve Eserleri

Dr. FETHÎ TEVETOĞLU

TÜRK Bü y ü k l e r i d î z î s İ : 84


K apak D üzen i: Saim ONAN

ISBN 975-17-0177-5 (g) K ültür v e Turizm Bakanlığı, 1988 O n a y : 2J.1988 tarih v e 928.1-1681 sayı. B irinci baskı. B askı s a y ıs ı: 15.000 Sevinç M atbaası — ANKARA


Ö N S Ö Z

M illiyetçilik ve inkılâpçılık târihim izde ü n kazan­ m ış büyüklerim izden b ir i: {Harbiye M ektebi Ders N â zın ) ve (R um eli Orduları U m ûm K om utam ) B üyük T ürkçü Süleym a n H üsn ü Paşa'dır. Î892'de sürgünde vefat etm iş Süleym an Paşa'nm kem ikleri bugün hâlâ Bağdad’da «îm am M âsâ al-Kâzu n H azretleri Câmii» — kubbesini T ürklerin so m altunla kaplattığı K âzım ıye Câmii— içindeki «Ebû Y û ­ s u f Mescidi» girişinin sol tarafındaki perişan b ir ka­ birde göm ülü bulunm aktadır. K abrin taşı, sandukası ve örtüsü üzerinden kaldırılm ış bir hâldedir. N â m tk Kem âl, Ebuzziyâ Tevfik, Ziyâ Gökaîp, Y u ­ su f Akçura, Süleym an N{uif, Dr. Rıza N ur, Fuad Köprülü, N ihad S â m i Banarh, H üseyin N â m tk O rkun, Fevziye Abdullah Tansel v.b. gibi günüm üze kadar ge­ len birçok m illiyetçi T ü rk şâir, düşünür, yazar ve bil­ ginin^ Tanzim at DevrVndeki T ü rkçü lü k cereyanının ilk ve ileri Öncülerinden (B üyük T ürkçü Süleym an Paşa) hakkında son derece değerli araştırm a ve yazı­ ları bulunm aktadır. T ürkçülük m e f küresi, hürriyet m ücâdelesi ve in­ kılâpçılık hareketleri içinde önem li bir yeri bulunan Süleym an Paşa üzerinde, 1943'den beri hizim d e bâzı incelem elerim iz olm uştur. Bunlar, daha önce Kopuz III


adlt T ürkçü dergim izde çıkan iki m akaîem izl^'K târihçi H üseyin N â m ık O rktm ’la ortaklaşa hazırladığı­ m ız bir küçük kitapta’^^ ve yine T ü rk K ü ltü rü dergi­ sindeki bir yazımızdû^^^ yer alm ış bulunm aktadır. Bugün de, K ü ltür ve T u rizm Bakanhğı'nm 928J-2Î05-Î5135 sayılı yazılan üzerine tarafımızdan hazırlanan bu kitapla Süleym an P aşanın T ü rk düşün­ ce târihindeki seçkin yerini belirterek, çileli hayâtını ve örnek eserlerini gençlerimize tanıtm ak istiyoruz. B ü yü k T ürk bilgini Fuad K öprülü, M illî Edebiyat Cereyânı’nın ilk öncülerinden bahsederken, Süleym an Paşa hakkında şunları sö ylem ekted ir’J*^ «Şinâsî - Ziyâ Paşa - N âm ık Kemâl moektebi men* su b lan , Fransız fikirlerinin te'siri altında, bilhassa es­ ki edebî an'anelere karşı b ir aksül'am el (tepki) yap­ m ak için lisânın sâdeleşm esi fikrini m ünâkaşa eder­ lerken, m eşhur Ahmed Vefik Paşa b a şta olm ak üzere, Süleym an Faşa, Ali Suâvî gibi b ir takım m ütefekkir­ ler de —yine Fransız filologlarının ve târihçilerinin Dr. Fethi T ev eto ğ lu : Büyük Türkçü Şıpka Kahram âm Süleym an H üsnü Faşa (I), Kopuz, Sam sun, A ğustos 1943, Sayı; 4 (13), ss. 93-96; (II), Aralık 1943 - Ocak 1944, Sayı: S-9, ss. 207-210. (2) H üseyin N âm ık O rk u n : Büyük Türkçü Süleym an Fa^a, M illî K alem ler Serisi: 2, Güneş M atbaacılık TJıX)., Anka­ ra 1952. Dr. Fethî T e v eto ğ lu : B üyük Türkçü Süleym an Paşa, Türic Kültürü, Ağustos 1968, Yıl: VI, Sayı: 70, ss. 705-732. <*) Prof. Dr. Fuad K ö p rü lü : E debiyat A raştırm aları, Anka­ ra 1966, ss. 311-313.

IV


te'siri altında— T ürk mUliyetçiliğinin esâsım kurm a­ ya çalışıyorlardı.» «...Ahm ed Vefik Paşa’dan sonra T ürk milliyetçi­ liği fikrini pek şu u rlu b ir sû rette Süleym an P aşa’da görüyoruz : Abdulaziz'in ta h tta n indirilm esinde ve Bi­ rinci M eşrûtiyetin ilânında büyük b ir rol oynıyan b u inkılâbcı asker, Askerî M ektebler N âzırlığı'nda bulun­ duğu sırad a kurduğu Askerî Rüşdiyelerîyle m aârif târîhim izde unutulm az b ir isim bırakm ışdır. M ekteblerde okutulm ak için Fransızca'dan m uhtelif ders kitap ­ ları tercüm e edildiği sırada, kendisi de b ir Sarf-ı Tür* k î yazmış, k itâb et ve edebiyat ted risâtı için dah a ön­ ce M übâniü’M nşâ’yı vücûde getirm iş ve bilhassa Târih-İ ’Âlem adlı um ûm î târihinde eski T ürk târihine —m em leketim izde ilk def’a olarak— yer verm ek sûretiyle «Millî Cereyan» târihinde çok şerefli b ir yeı kazanm ıştır. Millî Lisan ve Millî T ârih tedrisatm m Millî Ruh'u uyandırm ak için e n kuvvetli vâsıta olduğunu kavra­ yan, tâ rih derslerinin yabancı m illetlerin düşünceleri­ ne göre yazılmış ders k itap lan n a değil, bilhassa milU gaye'yc göre te rtip edilm iş m illî eserlere dayanılm ası lüzum unu önce anlayan O 'dur. tşte, sırf b u am açla yazdığı Târih-i 'Â lem inde, eski T ürklere âid kısm ı Deguignes'nin m eşhur eserinden iktibas sûretiyle vü­ cûde getirm işti. Yazdığı gram ere Sarf-ı Osm ânî değil, Sarf-ı T ürkî adını vermesi, h a ttâ Ta*Iîm-İ Edebiyât'ın neşri m ünâsebetiyle Recâizâde E krem Bey’e yazdığı m ektupta, Edebiyât-ı Osmânîye, Lisân-ı Osmânî ta'birlerinin yanlış olduğunu ve Osm anlı ünvânınm yalnız Devletle âid olduğu için sâdece T ürk Lisânı, T ü rk EdeV


biyâtı dem ek lâzım geldiğini söylemesi, kendisinde m illî şuûrun tam am iyle inkişaf etm iş olduğunu gös­ terebilir.» «...1908 înk ılâb ı’n d an önce, T ürkçülük'ün filoloji ve tâ rih tedkikleri şeklinde kendini gösterdiği devre­ sinde, Şem seddin Sâm î Bey ve Veled Çelebi, Ahmed Vefik Paşa’yı; Necib Asım, Süleym an Paşa'yı; Bursah T âhir Bey de, Ali Süâvî’yi tâkip etm işlerdir.» M areşallik rütbesine kadar yükselm iş bulunan Süleym an Paşa, kahram an ordum uzuri yetiştirdiği bü' y ü k kom utanlardan biri olduğu gibi, yurdum uzda, A v­ rupa te'siriyle gelişmiş T ü rk N asyonalizm i (Türkçülük) ve hürriyet hareketlerinin; m aarifte çağdaşlaşm am n; dil ve târih alanında m illîleşm enin; idârede de inkılâpçılığın baş bayraktarlarındandır. Ö nyüzbaşı bulunduğu günlerden başlayarak (Ye­ ni Osmanlilar) adlı M eşrûtiyet yanlısı gizli ihtilâl ku­ ruluşunun faâl b ir üyesi olan S ü leym a n Paşa'nın^^* üzerinde pekçok tartışm a ve değişik yorum lara yol açan bir davranışı ise, Tuğgeneral rütbesinde iken H a rb iyd i gençleri de katarak gerçekleştirdiği «asker m üdahalesi ve silâh zoru ile» Osm anlı Pâdişahlannın otuzikincisi Sultan Abdulaziz'i tahttan indirm esi olaytdtr. H iss-i-înkılâb adlı eserinde ayrıntılarıyla, fakat tek taraflı, açıklanan b u olayda M eşrûtiyet yanlısı, inkılâpçı Süleym an Paşa'nın, «Erkân-ı Erbaa» diye (S) Ebn2ziyâ Tevfik (Bugünkü d ile u ygulayan : Ziyad Ebuzz i y â ) : Y eni O n nah lılar Tflrİhİ, I. Cild, İstanbul 1973, s. 85.

VI


anılan ve Su lta n A ziz’e kin besleyen d ö rt /cifinin, (Sadr-t A'zam M ütercim R üşdî Paşa, Serasker H üse­ yin Avnt Paşa, M idhat Paşa ve Şeyhülislâm Haşan H ayrullah E fen d i’nin) şahsî garazlarına âlet olduğu anlaşdmaktadiT. Yoksa, Türk maarifinde, özellikle askerî eğitim ­ de çağdaşlaşma yanlısı bulunan Süleym an Paşa’dan, daha 1860’larda: «Tren m em lekete gelsin de isterse Topkapt Saraylındaki yatak odamdan geçsin» diye çır­ pınm ış Abdulaziz’i, Batı tekniğine vurgun b ir S ultam alaşağı etm ek hatâsına d üşm em esi beklenirdi. B u tartışm alar bir yana, Süleym an Paşa’m n bizi en çok ilgilendiren yönü, askerî 'okullarda yaptığı, Dârüşşafakaya yerleştirdiği, Avrupa’yı örnek alan fakat m illî kültürüm üze dayanan yenileşme, çağdaşlaşma, m illîleşm e hareketi ile; Türk dili ve târihine kazan­ dırdığı m illiyetçi, T ürkçü rûh ve görüştür, X I X . Yüzyıldan günüm üze kadar gelmiş T ü rk ayd m la n m n düşünceleri üzerinde Süleym an Paşa’nın bü­ y ü k rolü olm uştur. B ugünkü Türk m illiyetçiliğinin ku ­ rucusu Ziyâ Gökalp, şöyle demektedir'J^^ «Daha onbeş yaşım da iken Ahmed Vefik Paşa'nın Lehçe-i O sm âni'si ile, Süleym an Paşa’nm Târih-i Âlem’i bende Türkçülük tem âyüllerini doğurm uştu.» Kılıcını cephelerde Suplara, Rum lara ve Ruslara karşı yılm adan savaşmak; kalem ini milletine, özellik­ le Türk H arbiyelisi'ne m illî târih şuuru kazandırm ak w

Ziyâ G ökalp: Türkçülüğün E saslan , Mili! Eğitim Ba­ sım evi, İstanbul 1972. ss. 7-9, 13.

VII


ve dilVni Öğretmek yolunda kullanm ış; böylece hayâtm ı maarife, hürriyet mücâdelesine, Türklüğün yü k' selm esine adam ış ve öm rünü bu uğurda sürgünlerde tü ketm iş BÜYÜK TÜRKÇÜ SÜ LE YM A N PA ŞAyı gençlerim ize tanıtm aktan derin bir m u tlu lu k duym aktayız. Ç a n ka ya : 14 M ayıs 1987 Dr. Fethî TEVETOĞLU

v ın


SÜLEYMAN HÜSNÜ PAŞA (İstanbul, 9 Ekim 1838 Cuma - Bağdad, 7 Ağustos 1892) H ayâtı: Süleym an H üsnü, 1838 yıbnın 9 E kim Cum a ge­ cesi (20 Ram azan 1254) İstanbul'da, Süleymâniye civârm da Molla G ûrânî Mahallesi ndeki bab a evinde, ye­ di aylık, erken doğan (prem atüre) b ir bebek olarak dünyâya gelm iştir/’^ Babası, Yeniçeri Ağası torunu, A nadolu'dan gelme, şekerci esnafm dan E s’seyyîd Mehm ed H âlid Efendi'dir. O sm anhlar arasında, Peygamber Efendim iz’in to­ runu Hazret-i H asan’ın soyundan olan ve Nakîb-ül-Eşrâf D âiresi'nden m aaş alan birçok kim seler gibi, Sü­ leyman H ü sn ü n ü n ataları da kendilerinin «Seyyîd»liklerine inanıyorlardı. Süleym an P aşan ın dedeleri Sâd â t’tan olup, bab a tarafından B ursa'da yatan Em îr S ultan H azretlerin e ve ana tarafından da Tosya’d a ya­ ta n Şeyh P ınar H azretlerin e dayanm aktadırlar. S ü ley m a n P aşa-zâde S âm i (S üleym an N esîb) : Süleym an P aşa M uhâkem esi, M atbaa-i E büzziyâ, İ s ta n b u l 1328 (1912), s. 3. A y n c a bk. M ü şîr S üleym an P aşa : Umdet-ul-Hakayik, As­ kerî M ecm ua T â rih K ısm ı, H az iran 1928, Sayı: 10, s. 1. (69 N u m a ra lı Askeri M ecm ua’ya ek o la ra k yay ın lan m ış, S üleym an P a şa 'm n to ru n u M ühendis S u n u h î Bey tara* fın d a n istin sa h ed ilm iş tir).


N itekim Süleym an Paşa da, B ağdad’dan «Reis-Ul -ahrar» hitabıyla okuldan çocukluk arkadaşı ve çok sevdiği büyük vatan şâiri N âm ık Kem âl'e yazdığı mektu b la ra im zasını (Esseyyîd Süleym an H üsnü) şeklinde atm aktadır. N âm ık K em âl’in 3 Rebiül-evvel 1296 (25.11.1879) tarih li m ektubunda da Süleym an Paşa'ya h it â b ı: «Seyyîdü'l-ahrâr Efendim iz H azretlerindir. Bu m ektuba verdiği 5 Receb 1296 ta rih li ve «Esseyîd Sü­ leym an Hüsnü» imzâlı cevabında da, «Beni Bağdad'a ta ’zib ettik zannediyorlar.. Ben ise hâik-'i K erbelâya ka­ vuştum.» dedikden sonra, Yüce C eddinin, Ulu Pey­ gam berim izin şerefli neslinin rû h larm ın dönüp dolaş­ tıkları m übârek toprafklara kavuşm aktan duyduğu gu­ ru r ve m utluluğu belirterek de «Seyyîd»liğini b ir kez daha yâd ediyor. Süleym an H üsnü, m uhtelif «Mekâtib-^i-ibtidâiye» de (İlkokullarda) ve D ârül-m aârif’d e ilk öğrenim ini tam am ladıktan sonra, b ir süre Bayazıt Câmi-i Şerîfi'nde M udum ulu İsm ail E fendi'den dersler alm ıştır. 1853 (1269 H.)’de M açka'daki Askerî İ'd âd î Mek­ tebi ne girerek öğrenim ini b aşarı ile sürd ü ren Süley­ m an Hüsnü, 1856 (1272 H .)'da Mekteb-i Fünûn-d Harbiye-i Şâhâne'ye naklolunm uş ve 1859 (1276 H.)'da H arbokulu'nu bitirerek Teğmen rütbesiyle subay çık­ mış; o tâ rih te Bosna Y enipazarı'nda bulunan II. Or­ du 5. Talîa (Öncü) T ab u ru ’nun 4. Bölüğü Teğmenliği­ ne verilm ek sûretiyle O rdu saflarına katılm ıştır. Sa­ rışın olduğu için, okul ark ad aşları arasın d a kendisi­ ne (Sarı Çapar) adı takılm ıştır. H arbiye'deki Taktik hocası, ileride Abdulaziz’in ta h tta n indirilm esini ken­ disine düzenletecek olan Hüseyin Avni Paşa idi.


D aha sonra k ronolojik b ir sıra İle sergilenince gö­ rüleceği gibi, Süleym an H üsnü, askerlik târihin'de çok n âd ir subaya nasîb o lu r b ir başarı ve yükseliş hızıy­ la, askerî rü tb elerin doruğuna erişecektdr. Oğlu, ünlü Servet-i-Fünûn culardan Süleym an Ne* sîb (Süleym an Paşa-zâde Sâmî) Bey (1 8 6 6 -1917)'in ifâdesi ile:^®’ «Muharrerâtmdan (yazışmalarından) ve husûsî bir deftere kaydettiği muharebelerin esâmisinden (ad­ larından) anlaşıldığı üzere» Teğm enliğinden Mareşal* liğine k ad ar küçük ve büyük, iç ve dış 84 savaşa k a­ tılm ış bulunan Süleym an H üsnü Paşa, bilhassa bu sa­ vaşlarda gösterdiği ü stü n b aşarı ve kahram anlıklar sonucu, kazandığı zaferlerin m ükâfâtı olarak, çok az askerin ulaştığı b ir hızla, henüz 38 yaşında iken, 27 Aralık 1876’da M areşalliğe yükselm iştir. Daha sonra Taburu, H ersek yöresine m ^'m ur edil­ diğinden, birlikde oraya hareket etm iş ve H ersek Fırka-i Askeriyesi K om utanı Ferik Derviş Paşa ile Serdâr-ı Ekrem Ömer ve Abdülkerim N âdir P aşalar yö­ netim ve kom utasındaki H ersek ve İşk o d ra yöresin­ deki harp olaylarının hepsinde bulunm uştur. Savaş­ larda gösterdiği yararlık, yiğitlik ve üstün başarı üze­ rine rütbesi, 1862 (1278) N isanında T aburunun Üsteğ­ menliğine yükseltilm iştir. Byelopavliç’deki savaşlarda olağan-üstü b ir kah­ ram anlık göstererek altı Taburu, büyük b ir tehlike­ den kurtarm asın a karşı m ükâfatlandırılm ış; aynı yılm «)

S üley m an P aşa-zâde S â m î : a.g.e., s. 9.


(1278) Ağustos unda, 5. Bölük Yüzbaşılığına j^ükseltilm iştir. Savaş sonunda îşk o d ra'd an İstan b u l'a gelmiş ve Sultan Abdulaziz H an'ın m aiyetinde kurulan yeni Rikâb-ı Hümâyun-u-saf Piyâde Bölüğü'ne nakledilm iş­ tir. 1863 (1279 H.)'de adı geçen bölüklerin «Umûr-u -tahririye»sdne (Yazıişleri'ne) m e'm ur edilmiş; 1865 (1281 H.) Eylülünde, önceden olduğu gibi yine yazı işlerinde bulunm ak üzere rü tb esi Sol-Kolağalığı'na atanm ıştır. Süleym an Hüsnü, 1863 -1865 yıllarında b ir yan­ dan askerî vazifesini yerine getirirken, öte yandan da yüzyılın fâzıl din bilginleııinden Eyüp M ahkemesi Rei­ si Şehrî Ahmed Nüzhet E fen d in in «Ulûm-u Arabiye ve Dîniye» derslerinden yararlan arak Arabca ve din bilgisinden icâzetnâme (icâzet - kâğıdı, diploma) al­ m ıştır. Bu dönem deki çalışm alarının b ir m ahsûlü olarak, 25 Cemâziyelevvel 1283 (1866)'de A kkerm anî'den (Müntehâb-ı İrâde-i Cüz'iye Rlsâlesi)’ni Türkçeye çevirmiş ve yayım lam ıştır. Bu risâle, ileride Süleym an Paşa'nın eserleri bö­ lüm ünde daha ay n n tılı olarak tanıtılacaktır. Süley­ m an P a şa n ın b u ilk tercüm e eseri risâle, 1760 yılın­ da Mekke Kadısı bulununken vefat eden Akkermanî Mehmed bîn-i M ustafa adlı, m ünazara ilm ine âid «Hüseyniye»yi şerh etm iş; M edreselerde okutulan «Hidâye» adlı m antık kitabını tercüm e etm iş T ürk bilgini


A kkerm anî'nin A rapça yayınlanndan seçilmiş parça* lard an oluşm aktadır. 1866 (1282) Eylülünde «Silâhşörân»m lâğvı üzeri­ ne açığa çıkan Süleym an H üsnü, Askeri Ş ûrâ'ca, Girid olaylarının önlenm esi için İzm ir'e toplanan Redif aıskerlerinin eğitim ine gönderilm iştir. Sıkı disiplin, tâ ­ lim ve terbiye altın d a b u erleri birkaç ayda yetiştiren Süleym an H üsnü, sonra te k ra r İstan b u l’a dönm üştür. 1867 (1283) başında K arahisar-ı Sâhib Redif Taburu'na Binbaşı olarak tâyin edilmiş; G irid Ayaklanması'nın ateşi adanın h er yanına sıçrayıp yayılınca Tabu­ ru ile buraya yollanm ıştır. 1868 (1285) sonuna kadar Kandiye bölgesinde bulunm uş; Serdâr-ı-ekrem Ömer P aşa ve Hüseyin Avni Paşa em rinde yapılan b ü tü n savaşlara katılm ıştır. «Malviz» Müfreze Kom utanlığı nı başarı ile yapm ış ve eşkiyânm Kandiye'ye yaklaş­ m asını önlem iştir. O yörenin, silâhşörlüğü ve geçit-vermezliği ile ü n ­ lü azılısı ve isyancıların başı K aptan K oraka'nm ya­ kalanıp tutuklanm ası, sağ veya ölü ele geçirilmesi için Rode Dağı'na m uhtelif n oktalardan saldırı dü­ zenleyen altı T aburun operasyonu, gevşeklik yüzün­ den başarısız sonuçlanm ıştı. İşte .savaşın başından be­ ri tek M üslüm anın ayak basm adığı b u yerde Süley­ m an Hüsnü, kom utasındaki 300 kişilik kuvvetiyle dağbaşında yapayalnız kalm ış bulunm asına rağmen, hiç çekinm eden ve um ursam adan orm ana saldırıp, eşkiyânm geçici konak yerlerini yakm ış ve sayıları ikib in k ad ar olan düşm anı darm adağın etm iştir. M aiyetinin azlığı ve diğer tab u rların gevşekliği yüzünden, hareket merkezi olan ve Rode Dağı'na on-


dö rt saat uzaklıktaki Korsone'ye dönm ek im kânı kalm adığm ı görerek münukün olan hız ve tedbirle düş­ m ana duyurm aksızın, b u lundukları orm ana iki saat uzaklıktaki «Periri» Köyüne doğru hareketle b u köy­ deki Albay Ahmed Eyûb Bey'in komutasındaıkd kuv­ vete katılm ıştır. G irid'deki belânın b erta raf edilm esinden sonra İs­ tan b u l'a dönen Süleym an Hüsnü, 1869 (1285) Şubatın­ da Mekteb-i Harbiye M ünşeat M üdürlüğüne getirilm iş­ tir. 1870 (2 Temmuz 1286)'de, G irid'deki hizm etleri karşılığı Kaymakamlığa (Yarbaylığa) yükselm iştir. Osmanlı ülkesinin Doğusundaiki - Baıtısmdaki, Kuzeyindeki - Güneyindeki belâların sonu gelmiyordu. Süleym an H üsnü Efendi, Yemen ve Asir’d e de Devle­ tin başına yeni gaileler çıkınca, Fınka-i îhtiyâtdye Ko­ m utanı Ferik Redif Paşa ile birlikte 1870 (10 AraİJik 1286)'de Asir'e gitmiş ve bu rad ak i b ü tü n savaşlara da katılm ıştır. 1871 (19 Nisan 1287)'de, Yemen'de bulunduğu sı­ rad a Albaylığa yükselm iştir. B urada h astalanan Albay Süleyman Bey, İstan b u l'a dönerek tedâvi görm üş ve Çamlıca’da b ir köşk tu tarak b u ray a yerleşm iştir. H arbokulu M ünşeat Öğretmenl'iği’ne devâm a başla­ yan Albay Süleyman Hüsnü'ye az sonra H arbokulu Târih Öğretmenliği de verilm iştir. Çamlıca'da oturduğu sırada, A bdurrahm an Sâmî Paşa Konağı’na kom şu olmuş ve Özellikle Yeni Osm anhlar Cemiyeti kurucularından A bdullâtif Subhî P aşan ın büyük oğlu —H am dullah S ubhî T annöver’in en büyük ağabeyi— Mebmed Âyetulîah Bey’le dostluk etm iştir.


Ebüzziyâ Tevfik Bey'in de belirttiği gibi, Sâm î ve S ubhî Paşa Konaiklan, zam anın b irer «Bilgi Akade­ misi» idiler. İstan b u l'a gelen Doğu ve B atı’n ın ünlü bilginlerine, san 'atç ılan n a sığınak ve ikam et yeri olan bu iki konak, b ire r ilim, k ü ltü r ve san’a t m erkezi h â­ linde B aşkend'e şeref veriyorlardı.'’^ A bdurrahm an Sâm î P aşa’nın köşıkü, o devirdeki genç ve yaşlı ilim, fik ir ve san 'at sâhiblerinin sık sık toplanıp görüştükleri b ir dernek gibiydi. Süleyman H üsnü Bey de buraya devâm a başlam ıştı. Böylece yurdun birçok aydınlarıyla tanışm ıştır. Askerlik dola­ yısıyla cebhelerde savaşm akdan, y urd içindeki fikir ve politika cereyanlanndan kısm en uzak kalm ış Sü­ leym an H üsnü Bey, böylece yu rd u n derdlerini yakın­ d an Öğrenmek fırsatın ı bulm uştur. K alkınm ak ve mo­ dernleşm ek zaruretini duym uştur. H erşeyden önce ilim ve irfanın , h ü r düşüncenin yurda yayılm asına, m illetin aydınlatılm ası ve okutulm ası lüzûm una şid­ detle inanm ıştır. N itekim daha sonra Süleym an Paşa’nın Dârüşşafaka ve askerî okullarda ve özellikle H arbokulu'nda girişeceği köklü eğitim faâliyetlerinin ve M eşrûtiyet idaresini gerçekleştirm ek ümidiyle Abdulaziz’in ta h t­ tan indirilm esinde üzerine aldığı sorum luluğun hep bu kaynaktan güç kazanm ış idealist düşünce ve safça duygulardan köklendiği düşünülebilir. w

(a) E büzziy â T e v f ik : a.g.e., B irin c i Cild, İs ta n b u l 1973, ss. 80-81. (b) Dr. F eth i T e v e to ğ lu : H am dullah Subhî TannÖver, K ü ltü r ve T u rizm B ak an lığ ı y a y ın la n — T ü rk B ü ­ y ü k leri Dizisi: 8, A n k ara 1986, ss. 26-27 v.d.


YENİ OSAİANLILAR VE SÜLEYMAN PAŞA Süleym an P aşa’n ın siyâsî hayâtındaiki en önemli olaylardan biri, kuşkusuz, S ultan Abdula^üi'in tahtmdan indirilm esinde oynadığı roldür. İşin verimsiz so­ nucunda, P â d işâ h a şahsî kin taşıyan d ö rt kişinin ih­ tirasların a âlet olduğunu üzüntü ve h ü sran la anlayan M eşrûtiyet taraflısı, inkılâbcı ve vatansever Süleyman Paşa'm n, sonsuz sam im îlik ve iyi niyetle en ağır so­ rum luluğunu yüklendiği b u olay, yakın târihim izdeki ilk m odern ordunun ^ v il yönetim e m üdâhale örneği olm ası açısından d a târih î b ir önem taşım aktadır. Bu konuyu ayrıntılarıyla gözden geçirm eden, Süleym an Paşa'm n henüz 27/28 yaşlarında genç b ir subayken saflarına katıldığı (YENÎ OSMANLILAR) gizli ku ru ­ luşu ile olan ilişkisine değinm ekte y a ra r vardır. S ultan Abdulaziz'in, 1852 (20 Şevval 1268 H.)'de Reşid Paşa'm n azledilmesi üzerine Âlî P a şa y ı Sadr-ı -azam yaptığı yıllar sonrasında, devletin ve vatanın m utlakiyet idaresi yüzünden uğradığı tehlikelerin ve bunalım ların sonuçlarını dehşetle görüp, bunun teda­ vi çâreleri için ilâç ve form ül arayan aydınlar, mille­ tim izin m utluluğu ve selâm eti u ğ ru n d a yer yer grup­ laşarak, Avrupa modeli gizli cem iyetler kurm aya çalı­ şıyorlardı. B unlardan b ir ünlüsü, k u ru lu ş târih i he­ nüz tam b ir açıklığa kavuşm am ış b u lu n an (YENİ OS­ MANLILAR CEM lYETÎ)'dir. K uruluşun ileri gelenlerinden b iri olan Ebüzziyâ Tevfik B eye göre, 1865 yılının H aziranında b ir Pazar günü kurulan (YENÎ OSMANLILAR) adlı gizli inkılâb cem iyetinde vezirlerden, din bilginlerinden, yük­


sek rü tb eli subaylardan, m ülkî âm ir ve m em urlardan ve h alk tan oluşan 245 faâl üye bulunm aktaydı. Nâ­ m ık Kemâl, Ziyâ Paşa ve Ali Suavi'nin de dâhil b u ­ lundukları, İtalyanların C arbonari teşkilâtı örneği ye­ di kişilik ayrı a y n hücrelerden ve m üstakil üniteler­ den oluşan, kuruluşun târih in i yazan Ebüzziyâ, eserin­ de Süleym an Paşa ile ilgili olarak d a : «Cemiyette vüzerâdan, ulem âdan, ümerâ-yi askeriyeden, me'm urîn-i m ülkiyeden, âhad-i nâsdan olm ak üzere 245 kişi m evcuttu. E n son num arayı hâiz olan 35'inci Yedi’nin başı, Kolağası (Önyüzbaşı) Süleym an Efendi idi. Çün­ k ü O n u 245 adediyle (sayısıyla) yâd ediyorduk» demektedir.^*®* (YENİ OSMANLILAR CEM ÎY ETl)'nin ilk k u ru ­ cuları N uri, Reşad, Necib Paşa to ru n u Mehmed ve Subhî Paşazade Ayetullah Beylerdir. Ebüzziyâ Tevfik ve N âm ık Kemâl, k u ruluşa daha sonra girm işlerdir. 1865 H aziranının b ir Pazar günü Belgrad Köyü'ndeki Vâlide B endi'ne giderek ilk genel toplantıla­ rın ı yapm ış bu kuruluş m en su b lan , İtalyan C arbonari Cem iyeti'nin tüzüğünü de b u toplantıda incelem işler­ di. O günkü görüşm e ve tartışm alar, M utlakiyet İdâ­ resinin M eşrûtiyet yönetim ine çevrilmesi için alınacak ilk tedbirler, yâni b ir gizli inkılâp cem iyeti kurm ak teşebbüsü konusunda cereyan etm işti. Ayetullah Bey, zengin kütübhânelerinden Carbonari İhtilâl Cemiyeti ile Lehistan Gizli K uruluşu’n a dâir iki m ühim kitabı d a beraberinde getirm iş ve b u eserlerden de örnek Ebüzziyâ T e v fik : a.g.e., s. 85. A ynca bk. Y eni OsmanlIlar Târihi, Y eni Tasvîr-i Efkâr, Nu. 21, 7/20 Haziran; N u. 22, 8/27 Haziran 1909, s. 2; Nu. 93, 19 Ağustos / I E ylül 1909.


alınnuştı. G örüşm elerde düşünce ve tekliflerinden ya­ rarlandıkları kim selerden b iri de, kuruluşun altıncı üyesi bulunan M ir’a t Dergisi sahibi yazar Refik Bey'di. Ebüzziyâ, Yeni O sm anlılar T ârihi'nde daha sonra b ir ih b ar vak'ası ile ilgili o larak yapdığı açıklam ada, m uhbirin (haber verenin) N uri Bey ile kendisini ve Kolağası Süleym an Efendi'yi istisn a edip ju rn a l lis­ tesi dışı bırakışm a şaşm ak tad ır/”’ Ebüzziyâ, yine eserinin diğer b ir bölüm ünde, Nâ­ m ık K em âl’le ilgili b ir konuda Süleym an P aşa'dan da kısaca bahsetnıektedir. B irbirlerini çok sayan ve se­ ven iki çocukluk arkadaşının^‘^\ Kemâl ile Süleym an’­ ın, arasındaki yaikın dostluğu gösteren b u sa tırla r şöyledir:'*^»

«...Tam b u sırada idi ki Süleym an P aşa içeriye girdi. Kendisini b ir iki aydanberi görm em iştim . Yüzü epeyce bozulm uştu. B u yüzıden çehresinde gördüğüm bozukluğu rahatsızlığına vererek : — Sizi görmeyeli hayli zam an oldu. G irid’e ka­ dar yaptığınız seyahattan vücudca istifâde edemedi­ niz m i? Sualini sordum . Gayet tereddüdiü b ir tavırla, fakat kaşlarını çatarak : — Vücudca rahatıjn. Bizim hastalık Yemen'deki sıkıntıların a'sâbâ olan te ’sirinden ibaretm iş, «Lehül <!•) E büzziyâ T e v f ik : a.g.e., C. I, ss. 124-25. (12) Fevzîye A bdullah T a n s e l; N âm ık K em âl’in H u sûsi Mektu b lan I, A n k ara 1967, s. 355. E büzziyâ T e v f ik : a.g.e., C. I I , s. 226.

10


Hamd» (Allah'a şükür) şinvdi vücudca raiıatım . F akat b ir saattan beri zihnen rahatsızım , h a ttâ sizden ha­ kikati öğrenm ek için Mekteb*i H arbiye'den geKyonım. K em âl’i tevkif etm işler, öyle mi? Dedi.

B en: — H ayır, b ir saat evvel Bâb-ı-ÂIî'de Sadullah Bey'in yanında idim. Öyle birşey olm uş olsa herkesden ev­ vel onun bilm esi tab iî idi. B u tevkif, İb re t’ın lağve­ dilm esinden azm a b ir şâyiadır. Çünkü Zât-ı Şâhâne'yi öfkelendirm işler, belki ondan kinâyedir. Dedim. Tabiî b u açıklam am üzerine rahatladı. Kendisine, İb ret'in ilgasından dolayı yazm ak istediğim ve faikat vazgeçti­ ğim fıkrayı oku-dum. Beğendiği gibi, niyetim i değiş­ tirm iş olm am ı da doğru buldu. S aat onbire (15.40’a) k ad ar birlikde bulunduk.» «Rûhu ve Reisi» Necib Paşa to ru n u Mehmed Bey sayılan Yeni Osm 'anhlar’ın İstan b u l'd a Velî Efendi Çay ın 'n d a —zayıf b ir söylentiye göre de Ayasofya Câm ii'nde— yaptıkları son toplantıda, Sadr-ı-a’zam Âlî Paşa'nm gerekirse öldürülerek ik tidardan uzaklaştı­ rılm asını isteyen aşırı M eşrûtiyetçilerin ta rtıştık ları şey, H üküm et ellerine geçmişçesine, kim in Sadr-ı -a'zam olacağı ve kabineye kim lerin gireceği boş ha­ yâlleri idi. D urum H üküm etçe duyulunca, Yeni Osm anlılar'ın tutuklanm asm a çalışılm ıştır. Mehmed, Nu­ ri ve Reşad Beyler Avrupa'ya kaçm ışlardır. Az sonra Ziyâ Paşa, N âm ık Kem âl Beyle Ali Suâvî ve Agâh E fendiler de kaçm ayı başarm ışlardır. K urucu ve faal kadronun ileri gelenleri yu rd dışına çıkınca, (YENÎ OSMANLILAR CEMÎYETÎ) İstanbul'dan sonra Paris'i 11


m erkez edinm iştir. 24 M art 1867 (18 Zülka'de 1283) Pazar gününden i'tib âren pro p ag an d aların a b u rad a başlam ışlardır. Bu ara. Yeni O sm anlılar Cemiyeti'ne hânedândan M ustafa Fâzıl Paşa d a katılınca, O’nun m addî yardım ıyla y urd dışındaki m ücâdele büsb ü tü n artm ıştır. Y urd dışındaki Yeni O sm anlılar'm hepsine, Kavalalı M ehmed Ali P a şa n ın evlâdlığı, A rnavud asıllı tbrâhim P aşa'nın oğlu olan ve m ilyonların m irasına kon­ m uş bulunan M ısırlı M ustafa Fâzıl Paşa, bol bol m a­ aşlar bağlayarak p ara yardım ında bulunm uştur. B ir süre sonra M ustafa Fâzıl Paşa, İstan b u l H üküm etiyle anlaşıp Yeni O sm anlılar’ı yüzüstü bırakm ış; h a ttâ H ü­ küm ete girm iştir, lıki yüzlü b ir p olitika izleyerek Paris'dekilere aylıklarını yollam ışsa da, Ali Suâvî ve Necib Paşa to ru n u M ehmed Bey b u parayı red etm işler­ dir. Yeni O sm anhlar arasın a diğer bâzı şahsî anlaş­ m azlıklar da karışınca, b ir kısm ı H üküm etle anlaşa­ ra k veyâ genel afdan y ararlan arak sonunda hepsi yur­ da dönm üşlerdir. Cemiyetin fi'len dağılm asından son­ ra, M eşrûtiyet, parlam ento ve Anayasa uğruna m ücâ­ dele eden hürriyetçilerden bâzılan yeniden devlette va­ zife alm ışlardır. Bu ilk M eşrûtiyet teşebbüsü böyle b ir duraklam a ile sonuçlanm ıştır. B u duru m ve dö­ nem , 30 Mayıs 1876'da Süleym an P aşa’nın baş-çekeceği Abdulaziz’in ta h tta n indirilm esi ve V. M urad'm ta h ta çıkarılm ası olayına k ad ar sürecektir. Yeni O sm anlılar'm îs ta n b u rd a k i asker üyesi Al­ bay Süleyman H üsnü Bey, 21 Temmuz 1872 (9 Tem­ m uz 1289)’de M irliva (Tuğgeneral) rütbesiyle, Askerî M ektebler İkinci (Muavin) N âzırlığı’n a ve Ders Nâzır12


hğı'na ta'yin edilm işdir. 1873 (1290) yılında ise, (As­ kerî M ektebler N ezâreti) m üstakil o larak Süleym an Paşa'nın yönetim ve sorum luluğu altına verilm iştir. Abdulaziz'in h al’ işi b a ş a n ile bitip V. S ultan M urad hüküm dar olduktan sonra rütbesi, 1875 (1292) yılın­ da Ferikliğe (Tümgeneralliğe) yükselm iştir/”^ Süleym an P aşa’m n ve T ârih hocası; Askerî duğu yıllardaki m ühim şan (M ebânî’l-İnşâ) adlı K itabın ikinci cildi, 14 basılmıştır.^*^^

Mekteb-i H arbiye'de M ünşeat M ektebler Ders N âzın bulun­ b ir faâUyeti, iki cildden olu­ eserini yayımlam ış olm asıdır. Teşrin-i-sânî (Kasım) 1872'de

Abdulaziz’in T ah ttan İndirilm esi Ve V. M urad’ın T ahta Ç ıkanbnası Osmanlı Pâdişâhlarının Otuzikincisi olan Sultan Abdulaziz H an ’ın 14 yıl, 11 ay, 5 ‘gün süren hükümdarlığm ı sona erdiren, ord u m üdahalesi ile ta h tta n indirilişi olayınm en önde gelen uygulayıcısı, As^kerî M ektebler N âzın b ulunan Süleym an P aşa idi. Olaym ayrıntılı hikâyesi, Süleyman Paşa tarafın d an kaleme ahnm ış ve çok sonra oğlu Süleym an Paşa-zâde Sâm î (Süleyman Nesiib) Bey tarafından yayımlanm ış (Hiss*i İnkılâb yâhud S ultan Abdulaziz’in h al’i ile S ultan Mu* rad-ı H âm is’in cülûsu) adlı 64 sahifelik kitabdadır. Olaya kendi açısından bakan Süleyman Paşa'nın bu (14) Süleym an H üsnü Paşa M uhâkem esi, İstanbul, Matbaa-i Ebüzziyâ 1328, s. 3 v.d. Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye-'i Şâhâne M atbâası’nda tab' ve tem sil kılındı. Sene 1289, fi 13 Ramazan,

13


kitabını, eserlerini incelerken ele alacağımız için, b u ­ ra d a adını anm akla yetiniyoruz. Yerli ve yabancı târihçilerin b u olayı değerlen­ dirişleri değişik açılardan ve b aşk a başkadır. Biz, faz­ la akadem ik tartışm ay a girm eden, objektif b ir yoldan gerçekleri olduğu gibi sergileyerek konuyu özetleme­ ğe çalışacağız. Âlî Paşa'nın ölüm ü ile başlayan Aıbdulaziz H an'­ ın ikinci ve son saltan at devresi d ö rt yıl, sekiz ay ve altı gün sürecektir. B u dönem , o n yıl ve ü ç ay sü r­ m üş birinci saltan at devresi yanında, çeşitli yönler­ den, ak ile k ara k ad ar farklıdır. Âlî P aşa’dan sonra M ahm ud Nedim Paşa gibi ahlâk yoksunu ve değersiz b ir Sadr'i-a'zam 'm vezirler, vâliler ve devlet ricâli üze­ rindeki ölçüsüz kötü tasarru fları, devlet kadem elerin­ de ânı b ir seviye düşüşü yaratm ış ve k ısa zam anda kam uojoınu Abdulaziz H an’ın aleyhine çevirm iştir. B ü­ yük kötülük ve çılgınlıklarla geçen h e r gün, haklı muhâlefeti büsb ü tü n körüklem iştir. M emleket işleri vahim b ir hâl alm aya başlam ıştı. Y abancı devletlerin sefirleri h er işim ize k arışır olm uş­ lardı. M oskoflar, B ulgarları, S ırb la n , Rum , Erm eni gibi azınlıkları k ışk ırtarak yu rd u n başına b ir sıkıntı açm ak ve b u kargaşahkdan y ararlan arak «Panslavizm» İslavcılık politikalarını yürütm ek çabasında idiler. B ir yandan Bosna • Hersdk ayaklanm ası sürer­ ken, öte yandan 2 Mayıs 1876'da B ulgaristan’d a da R usların kışkırtm ası ile yeni ve büyük b ir isyanın p at­ lak vermesi, 1000 k ad ar m a'sum T ü rk ’ün, barbarlığın son haddine ulaşan B ulgarlar tarafın d an vahşîce öl­ 14


dürülm eleri, îsta n b u l halkını heyecâna düşürm ekte idi. B ir B ulgar kızı M üslüm an o larak b ir T ürk genci ile evlenmek isterken bdr Moskof, yüzelli k ad ar adam la b u kızı zorla dağa kaçırm ışdı. T ürkler b u ' n u n geri iâdesini istem işlerdi. Verilmeyince kargaşaluk çıkm ıştı. Bu arad a h alkın arasına karışm ış olan birkaç yabancı Konsolos, tanınm adan arad a ö ld ü i^ m üşlerdi. M oskof elçisi Ignatiev, b u n u Islâm ların Hıristiyanlara karşı b ir saldırısı olarak ilân etm işti. Böylece, diğer yabancı devletlerin baskısı da arttı. Rus yanlısı M ahm ud Nedim Paşa’n ın sâyesinde Rus Elçisi, içişlerim izde m ühim roller oynam akta idi. Dış­ işlerim iz de R uslarla AvusturyalIların elinde oyuncak olm uştu. B ulgaristan'daki zulüm ve vahşete k arşı T ürk kuvvetleri isyancılan müstahaik o ld uklan cezaya çar­ pınca, A vrupa'da T ürkler aleyhine yaygınlaşan propa­ ganda, büsbütü n şiddet kazanm ıştı. 6 Mayıs 1876'da Ahnan ve Fransız K onsoloslannm , b ir Rus - Yunan o)aınuna gelen sabrı taşm ış M üslüman Selanik halkı tarafından linç edilişleri; Bâb-ı-Âlî'nin b u meseleyi b astırm ak için altı T ürkü astırıp, Selânik V âlisi'ni görevden alışı ve nihâyet kışkırtılan Talebe-i U lûm 'un 10 Mayıs 1876 Çarşamba günü H üküm ete k arşı nüm a­ yişi, 30 Mayıs 1876 Salı sabahı gerçekleştirilece'k ta h t­ tan indirilm e olayının ilk belirtileri idi. Abdulaziz H an'ın koç ve horoz döğüşleri düzenle­ tip kazanan hayvanlara nişanlar tak tığ ı yolunda Ye­ ni O sm anhlar'm A vrupa’d a yaydıkları propagandalar, b ire r yakıştırm a «im alât» olabilirdi. Faikat, devlet harcam alanndaki isrâfm son hadde erişip, Abdulaziz'in 15


saltan ata geldiğinde devraldığı 90 m ilyon altu n Devlet B orçları'nın, onbeş yılda 196 m ilyon altu n a ulaştığı b ir gerçekti. Değerli devlet adaimı kıtlığı ise, Abdulaziz H an’ın b u son saltan at dönem ini b ü sb ü tü n bımalt* m ış ve karartm ıştı. Konuyu, en ayrıntılı b ir şekilde, Abdulaziz'in öl­ dürülüşü hafckındaki eserinde^’*^ açıklayan târihçi Yıl­ m az Ö ztunaya g ö re : «Sultan Aziz'in hal'i, b irkaç ah­ lâksız veyâ safdil devlet adam ının, şahsî ihtirasları uğ­ ru n a birleşmesiyle gerçekleşmiş b ir olaydır.»^*’^ İsm ail H âm i Dânişm end'e göre d e : «Sultan Aziz, (Erkân-ı Erbaa) denilen dö rt kişinin şahsî kin ve ga­ razından dolayı tah tın d an indirilmiştir.»"®^ B u n la r: Sadr-ı-a’zam Rüşdi Paşa, Ser-asker H ü­ seyin Avni Paşa ve M idhat Paşa ile, Şeyh-ül-îslâm H a­ şan H ayrullah Efendi'dir. M ütercim Rüşdi Paşa, Sultan Mecid devrinde p ar­ lam ış, Sultan Aziz devrinde iki defa S adarette ve üç defa da Ser-askerlikte bulunm uşsa da, azledildiği tâ­ rihlerin arası uzun sürdüğünden Pâdişah'a düşm an kesilm iştir. Kalbinde kinden başka hiçbir duyguya yer ver­ meyen Ser-asker Hüseyin Avni Paşa ise, m uhâkem e edilmeden 1871 Eylülünde rü tb e ve nişanları da alı<**> Yılm az Ö ztu n a: B ir Darbenin Anatom isi, İkinci Baskı. İstanbul 1987, ss. 20-50, 63-163. Yılm az ö z t u n a : Büyük Türkiye Târihi, Yedinci Cild, İs­ tanbul 1978, s. 98. tsm ail H âm i D ân işm en d : İzahlı O sm anh Târihi Krono­ lojisi, 4. Cild, İstanbul 1972, s. 256.

16


n arak azlolunm asını ve m em leketi İsp arta'y a sürül­ m esini aslâ hazmedememiş, b ir tü rlü unutam am ıştır. Kinini, Pâdişâhı zehirlem ek teşebbüsüne k ad ar ileri götürm üş; Sadâretten azli üzerine tedâvi bahânesiyle gittiği L ondra'da, S ultan Abdulaziz'in ta h ttan indiril­ m esine İngiliz Vekillerinin m uvafakatm ı istem ekten çekinm em iştir. İbnülem in'in de belirttiği gibi, M idhat P aşa iç i n : «Devletin hayâtını devam ettirebilm e için yegâne çâre addettiği M eşrûtiyet İdâresi'ni te'sise, Sultan Abdul­ aziz'in saltanat tah tın d a bulunm asını m âni' gördüğü için h al’i ihtiyar eyledi» görüşü ileri sürülürse de^'’\ Abdulaziz Han devrindeki ilk Sadâretinden 2 ay 19 günde azlediliverm esinin içine işlem iş olması da, bu işe karışm asına sebeb gösterilir. Ayrıca, Saray'daki orta-oyunlannda yapılan vekil-vükelâ taklidlerinden kendi hissesine düşen şakalara dayanam adığı da söz konusudur. S ultan Aziz'in h al’ine fetva verm ekle ünlü Şcyh-ül -îslâm H aşan H ayrullah Efendi ise cahilliği, reziîâne davranışları ve seciye yoksunu b ir yobaz olduğu an­ laşıldığı için Abdulaziz H an devrindeki ilk Meşîhatinden bir ay sekiz gün içinde azledilip uzaklaştınhşı, Pâdişah'a düşm anlığının tek sebebidir. îkinci kez Meşîh a t’a getirilm iş bulunm asına rağmen, verdiği saçma fetvâ ile, birinci azlinin yarattığı kini, ortaya koymuş­ tur. «Erkân-ı Erbaa» denilen d örtler arasında b ir Mid­ h at Paşa, M eşrûtiyetçi sayılabilir. Diğer üçünün Mutİb n ü le m in M ah m u d K e m â l: S on S a d n a ’z a m la r, 4. B ası­ lış, M illî E ğ itim B asım evi, İs ta n b u l 1969, s. 337.

17


lakiyyetçiliğinde ise oybirliği vardır. B u tahlile katılanlar. Sultan Aziz'in ta h tta n indirilm esini M eşrûti yet'e doğru b ir ham le gibi göstermeniin doğru olmayacağma kan aat getirerek şu inançlarm ı belirtm ekte­ d irler : Alel-usul Vatan, M illet ve Devlet gibi yaldızlı kelimelerle süslenen b u karanlüc iş, kanaatinden fe­ dâkârlık etm iş b ir M eşrûtiyetçi ile, üç koyu Mutlakiyetçinin ortaklaşa b ir kin ve garaz uğrunda elbirliği ederek işledikleri b ir şahsî intikam olayıdır.»^^ îsta n b u rd a k i Talebe-i Ulûm denilen M edrese öğ­ rencileri, dersleri b ırak arak Pâdişah’a başvurm uşlar­ dı. Padişah da istem eyerek M ahm ud Nedim P aşa’yı azledip yerine M ütercim Rüşdıi P aşa’yı Sadr-ı-a’zam yapm ıştı. H aşan H ayrullah Efendi Şeyh-ül-îslâm, H ü­ seyin Avni Paşa da Ser-asker olm uşlar; M idhat Paşa ise Vekiller Hey'etine girm işti. Bu Pâdişâh başda iken, yeni Vekiller Hey’etı de b ir iş yapam ıyacaktı. Y apılacak iş, Pâdişâhı başdan uzaklaştırm ak ve M eşrûtî b ir idâre kurm aktı. M idhat Paşa ile Hüseyin Avni Paşa, bunu çoktan düşünüyor­ lardı. Fakat bunun için askerî kuvvete ihtiyaç vardı. Hüseyin Avni Paşa b ir gün düşüncesini M üşîr Red îf P aşay a açtı. O da bunu, yaikmdan tanıdığı ve gü­ vendiği arkadaşı Askerî M ektebler N âzın Süleyman H üsnü P aşay a anlattı. Süleym an Paşa da yıllardanberi bu derdlere karşı b ir çâre aram ak ta ve ülkenin bu hâlinden üzüntü duym akta idi. Hemen Redif Paşa ’ya : '20) İsm a il H âm i D â n iş m e n d : a.g.e, ,ss. 257 v.d.

18


— S erasker Paşa arzu ederse b u iş pek kolaydır. B ir iki T abur askerle halli kabildir, dedi. B undan sonra b u mesele5â daha b irkaç kere Redtf Paşa ile görüştüler. S onra Redîf Paşa ile birlikte H üseyin Avni Paşa’nın yalısına gittdler. B ir Cuma ge­ cesi yalıda bu meseleyi görüştüler. Hüseyin Avni Pa­ şa daha önce anlaşm ış olduğu M idhat P a şa y a konu­ yu açtı. Sonra B ahriye N âzın Kayserili Ahmed Paşa­ yı da araların a aldılar. Konuyu şöyle özetleyebiliriz: T ah ttan indirm e işinin plânlayıcıları Avni ve M idhat Paşalardır. Bu­ nun nasıl gerçekleştirileceğini tasarlayan ise tek b a­ şına Hüseyin Avni P aşa’d ır. H al'e b irk aç gün kala H ü­ seyin Avni Paşa, Askerî Ş û râ Reisi Redif P aşay ı da işin içine katm ıştır. Redif Paşa ise, b u iş için Hüse­ yin Avni P aşa’ya Süleym an Paşa'yı tavsiye etm iştir. Avni Paşa, ta h tta n indirm e işinin tam başarı ile so­ nuçlanm asına k ad ar kendilerinin oırtaya çıkm am alannı ve bu dönem de m eydana yalnız Süleym an Paşa'nın sürülm esini uygun görm üştür. T ahttan indirm e işinin M eşrûtiyet için yapıldığı­ na inanan, M idhat Paşa dışındaki tek kişi, Süleyman H üsnü Paşa'dır. Konu ile ilgili olarak son h afta içinde elde edilen­ ler ise ş u n la rd ır: Hüseyin Avni P a şa n ın bacanağı Şûrây-ı Askerî üyesi M irliva Hüseyin Sabri Paşa; «Mösyö» diye anı­ lan M irlivâ Necib Paşa; M iralay Hacı R âşid Bey; Do­ nanm a K om utanı Tüm am iral Arif Paşa; eski İstanbul K adısı K azasker Ahmed H ulûsi Efendi; Fetvâ Bmini 19


K azasker K ara Halil Efendi; İstan b u l Merkez Komu­ tanı M irlivâ M ustafa Seyfi Paşa; Mekteb-i Harbiye-i Şâhâne Dâhiliyye M iralayı Ahmed Hıfzı Bey; ünlü ediblerden K urm ay Kıdem li Yüzbaşı M anastırlı Rıfat Efendi; Kolağası B edri Efendi; 1. O rdu 2. T abur Bin­ başısı Edhem Bey; 4. T abur B inbaşısı Osm an Ağa; 5. T abur Binbaşısı İzzet Efendi ve m uavini Yüzbaşı Necib Efendi. Süleym an Paşa, Asıkerî M ektebler N âzın olduğun­ dan m aiyetinde üçyüze yakın H arbiye talebesi vardı. B unlar silâhlı, iyi tâlim li, fikren de P a şa y a bağlı genç­ lerdi. F akat ta b u rla r üzerinde b ir kom utası yoktu. Bu sayıda b ir öğrenci grubu ile böyle m ühim b ir başarıyı taahhüd etm ek m üm kün değildi. B u düşünce ile Sü­ leyman Paşa, vak'adan aşağı-yuikarı yirm i gün önce, Taşkışla'nın önünden geçerek, kışlanın yanındaki H as­ sa Beşinci Tâlia T aburu B inbaşısı İzzet Efendi'yi gör­ m üş ve kendisine konuya ilişkin ve onun gayretini sağlayacak sözler söylem işti. Çünkü V ekillerin hiçbi­ rinin m uvafakati sağlanam adığı veyâ onlarla b u yol­ da görüşm e ve anlaşm aya uygun b ir o rtam elde ede­ mediği hâlde bile Süleym an Paşa kendi başına b ir fe­ dâkârlık gösterm eğe kararhydı.^^’^ İzzet Efendi zâten m illî haysiyet sâhibi b ir kim se olduğu için böyle hayırlı b ir işin gerçeıkleşmesine Ta­ b u ru ile çalışacağına söz verm işti. F akat Süleyman Paşa, b ir T aburun yetmeyeceğini b elirterek diğer TaSüleym an P aşa (Yeni dile ve yeni harflere çevirerek bas­ tıran Kızı Mediha Gezgin) : tnk ılâp H issi yâhud Sultan Abdulaziz’in Tahttan İndirilm esi tle V. Murad’m Tahta Ç ıkarılm ası), İstanbul 1953, s. 10 v.d.

20


b u rla r B inbaşılarının, yâni H assa D ördüncü Tâlia Ta­ b u ru Binbaşısı Osm an Ağa ile, H assa Birinci Alayı îk in ci T aburu B inbaşısı Edhem Bey’in fikirlerini de aldı. İzzet Efendi, onların da böyle b ir işe istekli ol­ duklarını söylemişti. Bu görüşm elerden b irkaç gün sonra İstanbul Merkez K om utanı M irliva M ustafa Seyfi Paşa, Süleym an Paşa'nın evine gelerek kendisiyle görüşm üş; konuyu açarak, öyle b ir girişim de kendisi­ nin de hazır olduğunu bildirm işti; Süleyman P a şa n ın elinden tu ta ra k ona söz vermiş, yemin etm işti. İşte, k a ra r verilen Cuma gecesine k ad ar Süleyman Paşa'nın teşebbüsleri bunlardı. O gece H arbiye Vekili Paşa H azretleri Süleyman Paşa'ya, Cum artesi günü Harbiye M ektebi'ne gelecek­ lerini söylediler. N itekim ertesi günü saat beşde m ek­ tebe geldiler, im tihan edilm ekte olan talebeyi teftiş et­ tiler. S o rra Süleym an P a şa n ın odasına gidilerek za­ m anın vahâm eti meselesi görüşüldü. Hüseyin Avni Pa­ şa, h er işinde istibdâda yönelik b ir inatçı kimse oldu­ ğundan, kendinin azledilmiş bulunduğu dönem de ya­ pılm ış işleri, şim di te k ra r m akam ına gelince acı b ir dille eleştiriyor; h er şeyle alay ediyor, herkeslere ha­ karet etmeğe kalkışıyordu. Verilmiş k ararları, fırsat buldukça kaldırm ak ve değiştirm ekten haz duyuyor­ du. Hüseyin Avni Paşa’nın azledilmiş bulunduğu sıra­ da Süleym an Paşa, Askerî O kullar'da büyük İslâhat yapm ıştı. G ördüğü lüzum üzerine H arbokulu eğitim süresini F ransa’nın (ficole de Saint-Cyr) denilen Harbiye'sinin program ına göre iki yıla indirm iş; Fizik, Kimya ve Hendese-i-Resmiye (Geometri) ile Osmanlı 21


Edebiyâtı derslerini top-yekûn l ’d â d île re (Lise’lere) aktarm ış; K urm ay sm ıflannm eğitim süresini d ört yıl yaparak b u icrââtı ile Hazine-i-nizâmiye'ye büyük ya­ ra rla r sağlam ıştı. îş te H üseyin Avni Paşa, zam anına rastlam ayan şu yenilik ve değişikliklere, yaradılışı gereği karşı çı­ kıyordu. O Cum artesi de Sülesyman P a ş a 'y a : «Yine m ektebi alt-üst etm işsin, H arbiye’yi iki seneye in d ir­ m işsin» diye başlayarak yapılan ıslâh at ve değişiklik­ leri yermiş, eleştirm işti. «Ben m akam da bulunsaydım bunları yaptırm azdım ; yokluğum u fırsa t bildin d e b u işlere giriştin» dem işti. Süleym an Paşa d a : «Siz de m akam da bulunsaydınız sebeblerini göstererek sizi ikna ederdim . Şimdi him m etinizle H arbiye Meiktebi (Saint'Cyr), Î'd âd î m ektebleri (Liseler) p ro g ram lan n a göre yapıldı. Fizik, Kimya ve G eom etri gibi Harbiye M ektebi ile alâkası olm ayan dersleri Î'd âd î (Lise)'ye aktardık ki, Avrupa m ekteblerinin p ro g ram lan da ay­ nı bu sistem üzerine düzenlenm iştir» dedi. Hüseyin Avni P a ş a 'n ın : «îşte ben sizin b u h atâ­ larınıza teessüf ederim . Biz A vrupalılara kıyas olunamayız; kendimizi A vrupalılara uydurm anın lüzumu yoktur» dem esi üzerine Süleym an P aşa'nın tepesi a ttı: «Efendim, âdetlerim izi ve kıyafetim izi AvrupalIla­ ra taklid etm ek istek ve inancında değilim. Lâkin ya­ radılış bakım ından onlardan aşağımıyız ki kabiliyet­ lerim izin noksanlığına hüküm buyuruluyor? O nların m eslek ve tahsiline erişemiyeceğimiz endişesine düşü­ lüyor? Halkımızın zekâsının onlarınkinden ü stü n ol­ 22


duğunu söyleyebilirim. Yalnız gayret verm ekde ve teş­ vikte H üküm etin k u su ru vardır.» Bu cevâba karşı Hüseyin Avni Paşa h âlâ eski fik­ rinde lisrar edince, Süleym an P a ş a : «Haydi buyurdu­ ğunuz gibi olsun d a m ektebin tahsil m üddeti yine üç yıl kalsın. F akat 1296 yıhndan i’tib âren H arbiye’den yılda ikiyüzelli subay çıkacağı mevcud cedvellerden anlaşıldığına göre, bugünkü büyüklüğü ile okul 750 H arbiyeli’yi alam ıyacaktır. B u takdirde, şim diden faz­ la gelecek talebe için gerekli dâirenin inşâsına geçil­ m elidir ki 96 yılına k ad ar inşaat bitirilm iş olsun» dedi. B unun üzerine Hüseyin Avni Paşa, Devletin yaşa­ yacağına da inanm ayan sakat düşüncesiyle şöyle ko­ n uştu : — Be canım , 96 senesine kadar bakalım Devletin öm rü bâkî kalacak mı? Yine M ahmud Nedim Paşa’m n S adârete geleceği söyleniyor. M emleket, R usya’­ nın tahakküm ü ve istilâsı altında kalacağında şübhe yoktur. Sultan Abdulaziz’in Rusya m eclûbu (tutkunu) olduğu ve Devlet ahvâlinin vahimliği ve Devletin çö­ küş belirtileri göze çarpıyor. Sen de b ir ta ra ftan 96 senesinde m ektebden t^ e b e çıkarm ak hesaplarıyla uğraşıyorsun. — Sizin ağzınızdan böyle sözlerin çıkm asından dolayı teessüf ederim . G örünm ekte dediğiniz vahâm et (korkulacak hâl)'in def' ve b erta raf edilmesine hâl ve z£mıan uygun ve m akam ınızın kuvveti yeterlidir. İs­ terseniz bu vahim netice üzerimize gelmez. 23


— Ne yaparsın? Elden ne gelir? — İspanya K raliçesini vaktiyle ask er ta h tta n in­ dirm edi mi?

— îşte demincek de söyledim, sizi ikna’ edemi­ yorum, biz AvrupalIlara kıyas olunamayız. îşte hatâ­ nız burada pek büyüktür. — Ben b u inançta değilim. — A canım ahlâk bozuktur. T ab u rlard a Pâdişâ­ hın kendi Sarayında yetiştirdiği birçok subaylar var. B unlarla iş görülür m ü? — B ana kalırsa m em leketim izde bozuk ahlâklı­ lar, yalnız Vekiller sınıfına dâhil olan lar arasındadır. H erkes m illetin kurtuluş ve selâm eti meselesinde m üt­ tefiktir. H attâ o kendisine m ensub dediğiniz adam lar da m em leketin tehlikeden korunm asını bizim kadar isterler. Eğer içlerinde bunları düşünm eyenler varsa, onların ayıklanm ası, def' edilm eleri m üm kündür. Hem de iki, üç Binbaşı ile b u mesele hallolur. B u öyle büyümsenecek b ir iş değildir. — Şim di o dediğin B inbaşıları, T abur kom utan­ larını öğrenip, onlar da T aburlarının subay ve erleri­ ne kendilerini sevdirinceye k ad ar zam anlar geçer. — Ben size m ektep susbaylanndan ta b u rlara Bin­ başı verelim dem iyorum. T aburu ile birlikte b u işe hizm et edecek Binbaşı bulurum diyorum . — O nlar kim dir? — isim lerini şim di size bildirem em . F akat öyle adam ların v ar olduğunu te m in ederim ve daha doğ­ ru su Taşkışla'da bulunan tab u rların B inbaşılarını bu 24


işe iştirak ettirebilirim . İstan b u l'd ak i tab u rlard an bi­ rinin B inbaşısı d a m aksadım ıza hizmete elverişlidir. Yalnız, ta h tta n indirm e vak'asm dan sonra yerine ge­ çecek zat da istibdad usulü ile idâreyi ele a la c ^ s a b u tehlikeye girm enin lüzumu ve m ânâsı yoktur. H em ben, Pâdişâh olacak zât, M eşrûtiyet usulünü k a­ bul ve imzâ ettik ten sonra ta h ta çıkm alıdır, derim . — Pek o k ad ar ileri gidilmezse de hâlimize uy­ gun b ir konstitüsyon lâzım olduğuna ben de inanı­ yorum ve m utlak a öyle b ir şey yaparız. A.slında artık bu fikrin icrâsına b ir engel de kalm az... — İstib d ad usulünün kalkm ası şartıyla ve Cenâb-ı H akkın yardım ıyla b u işi üstlenirim . Hüseyin Avni Paşa, Süleym an Paşa'nm yanından h e r hâlde tatm in edilm iş olarak aynlm ışdı ki, bun­ dan sonra Sadr-ı-a'zam Rüşdi P aşay ı, Şeyhülislâm H ayrullah Efendi’yd görm üş, onlarla d a anlaşm ıştır. tşle r hızla yürüm ekteydi. Hüseyin Avni Paşa, Pazar günü Süleym an P aşay ı arattı. Harbiye'ye, evi­ ne, Sadrıa'zam Rüşdi Paşa’nm ve Defter-i H âkanî Nâ­ z ın Yusuf Paşa'm n yalılarına adam lar gönderildi. H asta olan b ir ahbabına ziyârete gitm iş olan Süley­ m an P aşay ı nihayet buldular. H albuki b u sırada son vapur da hareket etm işti. Süleyman Paşa Beşiktaş'dan b ir kayığa binerek Hüseyin Avni Paşa'nm Üskü­ d ar'd a Paşalim anı'ndaki yalısına gitti. Hüseyin Avni Paşa, Süleyman Paşa'ya Sadrıa'zam ile görüştüğünü; Şeyhülislâmın, K adiasker Filibeli Halil Efendi ile Şirvanî Ahmed Efendinin de kendileriyle birlikte hare­ ket edeceklerini bildirdi. S onra plânı Süleym an Pa­ 25


şa ya a n la ttı: Pazar günü Sultan Aziz, Yıldız Köşkü'ne gidecektir. Süleym an Paşa yanına b ir ta b u r asker alıp köşkü kuşatır, sonra onbeş k ad ar silâhlı subay ile Pâdişâhın yanında durup O 'nu m uvakkaten tutar. Bu sırada Sultan M urad sarayından alınıp Topkapı Sarayı'na getirilir ve bu suretle mesele halledilir. Eğer o gün Sultan Aziz, Yıldız'a gitmezse, Sarayın etrâfı as­ kerle çevrilir; b ir bölük süvari ile Sultan M urad’ı tah­ ta çıkarırlar. Hüseyin Avni Paşa’n m b u plânı, iki sene önce Na­ zırlardan bâzılarınm düşündükleri plân idi. O gece bu plâna karşı çıktılar. Bahriye N âzın Kayserili Ahmed Paşa, Pâdişâhın Saray'dan b ir bölük askerle alınm a­ sının şüpheyi çekeceğini anlattı. Redif ve Süleyman P aşalar da aynı fikri ileri sürdüler. Nihâyet Sultan M urad'ın alınıp H arbiye N ezâreti’ne «Bâb-ı Ser-askerî'ye» getirilmesine, Süleym an Paşa da taburlarını ahp Sarayı kuşatm ağa. Redif P a şa n ın da Umum Ko­ m utan olm asına k arar verildi. Şim di bunun tatbiki için gün ta y in etm ek ve yeni Pâdişâh M urad Efendi ile meseleyi görüşm ek gerekti. Süleyman Paşa, Binbaşı İzzet E fendiyi yanına ça­ ğırdı. Taşkışla ile Silâhhâne K arakolu'ndaki üç tabu­ ru n suJbayları arasında b u işe yanaşm ıyacak olan şüp­ heli şahısların listesini istedii. S onra gerek H arbiye'de ve gerek tab u rlard a cebhâne olm adığını anladı. Bun­ ları sağlam ak için tedbirler aldı. Hüseyin Avni Paşa da, Süleyman P aşay ı çağırarak Salı günu gündüzün kararın tatb ik edileceğini bildirerek M idhat Paşa ile bu meseleyi görüşm esini, M urad E fendiye keyfiyeti bildirm esini söyledi. 26


Süleym an Paşa, M idlıat P aşa’n ın konağına gitti. D urum u anlattı. Süleym an Paşa, M idhat P aşa’nm ko­ nağında iken. S ultan Aziz b ir yâver göndererek H üse­ yin Avni Paşa'yı aratm ıştı. Bu aratm adan şüphelendi­ ler, Saray'ın meseleyi h ab er aldığını zannettiler. Ar­ tık b ir an önce plân uygulanm alıydı. Kaybedilecek va­ k it yoktu. Bu sefer M urad Efendi b u plâna i'tiraz et­ ti. Saray’dan çıkıp Bâb-ı Seraskerî'ye gidemiyeceğini söyledi. Süleym an Paşa fikrinde ısra r etti. M urad E fen d in in a d a m ın a : — Bana kalırsa Efendi H azretleri, şim diden Meş­ rûtiyet tdâreyi dahî taah h ü d buyurm alıdır, dedi. Bu sözü yerinde bulan M idhat Paşa da şunları sö y le d i; — Evet!.. M urâdım ız b ir despotu kaldırıp yerine b ir diğer despot getirm ek d eğildir.,E lbette böyle ola­ caktır. Cülusları ânında b ir H att-ı Hüm âyûn neşreder­ ler. O arzu hâsıl olur. O gece akşam yemeğini Hüseyin Avni Paşa'nm ya­ lısında yediler. Yemekden sonra Hüseyin Avni Paşa, S aray’d a n b ir Yâver gelip kendisini çağırdıklarını; her hâlde bu işin anlaşıldığım söyledi. Bu ciheti d e görüş­ tüler. A rtık işin b ir gün dahi ertelenm esine im kân olm adığına, sabahın erken saatm da teşebbüse geçmek gerektiğine k arar verdiler. O sırada vuku' bulan b ir­ kaç hâdise, Hüseyin Avni Paşa'nm şüphesini artırm ış­ tı. B unun üzerine Süleyman Paşa : — Efendim!.. Lâkırdı ile vakit kaybetmeyelim . B ana m üsaade ediniz. Taşkışla'ya gideyim. Askeri gö­ 27


reyim. Ahvâlini tahkik edeyim. M utlaka askerin b a­ şında bulunayım . Eğer mesele duyulm uş ise b ir çâre­ sine bakarız. Ben Taşkışla’da veyâ H arbiye’deyim. Ben­ den m a’Ium at alabilirsiniz. Hüseyin Avni Paşa d a İstan b u l’dan b ir T abur as­ ker getirilm esini düşündü. Yalıda bulunan M irlivâ Hü­ seyin P aşay ı yanına çağırdı. K endisine Seraskerlik D âiresi'nden b ir T abur getirilm esini em retti. Daha son­ raları A rdahan'ı R uslara teslim eden bu Hüseyin Sab­ rı Paşa, tereddüd gösterdi. K endisi âm ir olmadığını, asker sözünü dinlemezse ne yapacağım sordu. Süley­ m an Paşa dayanam ıyarak söze k a r ış tı: — Gel buraya!.. Diye yanına çağırdı. K arşısın­ daki iskemleye o tu rttu . Bâb*ı-Seraskerî’ye git! Mer­ kez Kum andam Mirlivâ M ustafa Seyfi P aşay ı bul!.. Ve ona : «Sen Süleyman Paşa ile b ir ahd etmişsin, O’nun gecesi bu gece im iş... Asikeri alsın, gelsin» di­ yor diye söyle... O gelir dedi. Bundan sonra Hüseyin Avni Paşa yine o akşam yalısında bulunan M irlivâ Necib P aşay ı yanm a çağır­ dı. Bîat olununcaya kadar Tarabya ve B üyükdere'deki telgrafhânenin tutulm asını em retti. Necib Paşa b u işi yalnız başına yapam ıyacagm ı söyledi. Süleym an Paşa yine söze k a r ış tı; — İstinye K arak o lu n a git! O rada Yüzbaşı Halil Ağa vardır. Ona : «Beni Süleyman Paşa gönderdi. Bö­ lüğünü silâh-başı edip benimle beraber gideceksin» de. O benim ismimi işittiği gibi askerini alır, sizinle telgrafhaneye gider ve orayı tu tar. H er b ir emrinizi yerine getirir, dedi. 28


Kayserili Ahmed Paşa da hazırdı. M urad Efendi, Bâb-ı A skerîye gelince, Bayazıttaki Yangın Kulesi'ne b ir işâret çekilecek; işâreti gören gem iler donanacak. K arakol Gemisi b ir top atacak, bunu işiten H arbiye topçu talebeleri ikinci topu atacaklar, b u suretle yüzb ir tâne top atılarak S ultan M urad'ın Pâdişahlığı ilân edilecekti. Süleym an Paşa, yanında M iralay Hacı R âşid Bey, H üseyin Paşa ve M iralay M ustafa Bey’le beraber H ü­ seyin Avni Paşa'nm yalısından aynldılar. Hüseyin Pa­ şa, Bâb-ı Seraskerî’ye gitti. Süleyman Paşa d a Tophâne'de b ir ata binerek H arbiye’ye geldi. Doğruca M ira­ lay Ahmed Bey'in odasına gitti. Oraya ErJcân-ı-harp Kolağası R ifat Efendi yi çağırdı. Ona şu em ri v e r d i: — Taşkışla'ya git!.. B ir soran olursa, Beyoğlu'nda b ir yerden geliyorum; cebhâne arab alan n ın geçtiğini gördüm ; acaba ta b u rlar m em uriyete mi gidecek diye m erak ettim de ark ad aşlara vedâ için geldim, de. Doğ­ ruca îzzet E fendi'nin odasına git!.. Hemen buraya gelsin, beni Mekteb-i Harbiye tâlim hânesinin m eyda­ nında bulsun... S onra Ahmed Bey’den cebhânenin gelip gelmedi­ ğini sordu. Geldiğini h ab er alınca daha başka em irler verdi. Bir m üddet sonra îzzet Efendi gelince ona da tâlim at verdi. Sabahın erken saatinde işe başlanaca­ ğını bildirdi. K endisinin de sabahleyin Taşkışla'ya ge­ leceğini söyledi. Diğer tarafd a Hüseyin Paşa da Bâb-ı Seraskerî’ye gidip, M ustafa Seyfi Paşa'yı çağırmış; Süleym an Pa­ ş a n ın sözlerini söylemiş; M ustafa Seyfi Paşa da Be­ şinci O rdu T aburu ile oraya geleceğini bildirm işti. 29


H arbiye'de sabahleyin erkenden kalk borusu çal­ dı. S onra silâh başına em ri verildi. Henkese fişek da­ ğıtıldı. Topçular top ların ın b aşın a geçti. Taşkışla’da M iralay E m in Bey'in kendisine ta ra fd a r olm adığını bi­ len Süleyman Paşa, «Serasker Paşa, Mekteb-i Harbiye'dedir. Seni istiyor» diye yanına çağırttı. Em in Bey'i kendi odasına götürüp. M ülâzım M ustafa E fen d iy i ya­ nına nöbetçi d ik ti ve Yüzbaşı K adri Efendi'ye de Em in Bey'in kılıcım alm asını em retti. — îk i saat b u rad a tevkif olun d u k tan so n ra b ıra­ kılacaksın. M erak etme!., diyerek uzaklaştı. Bu sırada S erasker P a ş a n ın yanından geldiğini söyleyen bir subaya pek güvenmiyen Süleym an Paşa, ona lâzım gelen haberi vermiş; fak at yanına kendi adam ını koyup S erasker P aşa'nın yalısına gidip git­ m ediğini tahkika m em ur etm iş, şâyet kaçm ağa cüret ederse vur OTirini verm işti. H arbiye nin subayları Süleym an P aşa'nın em riy­ le abdest aldılar, iki rek ât nam az kıldılar. Bu işte yâ m uvaffak olm ak veyâ asılm ak vardı. Süleym an Paşa da kılıcını m uayene etti. Paslı buldu. Subaylardan faz­ la b ir kılıç istedi. Siyah kayışlı b ir kılıç verdiler. Be­ line taktı. Hacı R âşid Bey’i Taşkışla'ya gönderdi. Ahm ed Beye de talebelerin M urad E fendi'nin dâiresi ö n ü ­ ne indirilm esini em retti. K arakol Gemisi’nden birinci top atıldıktan so n ra diğer to p ların H arbiye talebesi tarafından atılacağını bildirdi. S onra yalnız başına Taşkışlanın yolunu tuttu . Taşkışlaya gelince doğru îzzet E fendi'nin odasm a gitti. îzzet Efendi tab u ru n u n birinci Yüzbaşısı Necib 30


Efendi vâsıtasıyla sabahleyin Saraya gidileceğini Mura d E fen d iy e bildirdiğini anlattı. Süleym an Paşa, İz­ zet E fen d iy e hem en tab u ru n silâh başı edilm esini em­ retti. S onra Binbaşı Osm an A ğayı ç a ğ ırd ı: — Senin m illetini sever, ham iyetli ve gayretli b ir adam olduğunu ötedenberi işitirdim . îş te ham iyet gös­ term enin günü bugündür. Askerini silâh başı et!.. Fi­ şek dağıt!.. Benimle b erab er gel!., dedi. O sm an Ağa sordu : — Nereye gideceğiz? Ne yolda sarf-ı ham iyet ede­ ceğiz? Süleym an Paşa cevap v e r d i; — S araya gideceğiz!.. M illetin selâm etini istihsal edeceğiz!.. Osman Ağa b u söz üzerine selâm verer&k askeri­ ne fişek dağıtm ak üzere çekildi. Bu sırada M ustafa Seyfi Paşa da b ir ta b u r askerle Taşkışla'ya gelmiş b u ­ lunuyordu. Süleym an Paşa, Taşkışlâ'daki askerleri de alarak hareket em ri verdi. T aburların bulunacağı yer­ leri ta y in ederek yola çıktılar. Kendisi de tzzet Efendi'nin ta b u ru ile H arem Dâiresi ve M urad E fendi'nin dâiresi tarafın a gitti. M ustafa Seyfi Paşa'nın kuvvet­ leri, Dolmabahçe M eydanında ih tiy atta bulunuyordu, içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye kim senin girm em e­ sini em retti. Süleym an Paşa kuvvetleri Sarayın etrafı­ nı tuttuğu vakit, Saray M uhafızları b u ralard a dolaş­ m ak ta idiler. Süleym an Paşa bunları toplayarak ken­ di askerleri arasın a kattı. H arbiye talebesi daha önce gelmiş, M urad Efen­ di'nin bulunduğu yeri tutm uştu. Süleym an Paşa b u ­ 31


raya geldi. Y anına iki bölük ask er alarak kapıdan içe­ ri girdi. Bölüğün birini sağ, diğerini sol ta ra fa koydu. Dışarı çıkm ak isteyenlerin vurulm asını em retti. Doğru M urad Efendi nin bulunduğu dâirenin ka­ pısının önüne geldi, İçeriye se s le n d i: — Kapıyı açm!.. Efendim izi isterim !.. K apının açılm ası b ir az gecikince b a ğ ırd ı: — Çabuk olunuz!.. Efendim ize h ab er veriniz!.. Dı­ şarı teşrif etsinler. Nihayet kapı om uzlanarak açıldı. M urad Efendi’nin yanındaki adam lardan b irk aç kişi Süleym an Pa­ ş a y ı gördüler. Belinde siyah kayışlı b ir kılıç bulunan Paşa yı tanım adılar. H em en M urad E fendi’nin yanına g id e re k : — B ir Binbaşı sizi istiyor, dediler. S ultan M urad cevap v e r d i; — İçeri gelsin, bakayım , göreyim, kim dir. Onun üzerine çıkayım ... M urad E fendi'nin adam ları Süleym an P aşa’nın ya­ nına geldiler. — Efendim iz sizi görm eyince çıkmayacak!.. Bu­ yurun içeri girin!., dediler. Süleym an Paşa, M urad E fendi’nin huzuruna çı­ karken, «Efendi lîazretleri belki korkar» diye rovel* verini alm ak istediler. Paşa şu cevabı v e r d i: — Başıbozuğa silâh teslim i, nâm ûs-u askerîye do­ kunur!.. 32


S onra silâhını kapıda d u ran Yüzbaşı Necib B ^ 'e vererek içeri girdi. Bu sırada S ultan M urad m erdivenin ü s t kısm ın­ da duruyordu. Yanında, başı ö rtü lü o larak Annesi de vardı. S ultan M urad’ın yanındaki lâlası Süleym an Ağa, Paşanın yaklaştığını g ö rü n c e : — Bu, Süleym an Paşa'dır!.. dedi. Süleym an Paşa, M urad Efendi'ye yaklaşarak se­ lâm verdi. — Buyurun!.. Teşrifinize m untazırız!.. Asker sizi bekliyor, dedi. Önde Süleym an Paşa olm ak üzere dışarı çıkm a­ ğa başladılar. K apının ik i tarafındaki asker selâm du­ ruyordu. D ışarıda H arbiye talebesi de yeni Pâdişâhı selâm ladı. Dış kapıdan epeyi ayrıldıktan sonra Seras­ k er Hüseyin Avni Paşa arabası ile geldi. M urad Efend i’yi arabasına aldı. Araba Dolmabahçe Câm ü avlusu­ na geldi. B urada sâhilde üç çifte b ir kayığa bindiler. Biraz açıldıktan so n ra karşıdan S erasker Paşa'm n beş çifte kayığının gelm ekte olduğu görüldü. Hava yağm urlu ve fırtınalıydı. H em en Paşa'm n beş çifte ka­ yığına bindiler. H avanın gittdkçe fenalaşm ası üzerine Salıpazarı önlerinde bulunan küçülk b ir v ap u ra işaret ederek onu d u rd u rd u lar ve b u vapurla Sirkeci'ye ya­ naştılar. Sirkeci'de sâhile çıkınca Hüseyin Avni Paşa, Sul­ tan M urad’ın sâlim en Sirkeci'ye ulaşm ış olduğunu Va­ lide S ultan'a bildirm ek üzere b ir adam ı geri gönder­ di. O d a gelerek d urum u Süleym an Paşa'yâ bildirdi. 33


Vâlide S u k an b u m üjdeyi Süleym an Paşa’nm ağzın­ d an duym ak istem iş, onu h u zu ru n a çağırm ıştı. Süley m an Paşa, Vâlide Sultanla, görüşürken verilen işiivet üzerine K arakol Gem isi'nden ilk b iat to punun atıld ı-. ğı duyulm uştu. Süleym an Paşa b u topım b ia t to p u ol­ duğunu söyleyerek m üsaade alıp huzurdan çıkm ıştı. Diğer ta ra ftan S ultan Aziz ise, olan bitenden ha­ bersiz uyum akta idi. B irdenbire to p lar atılm ağa baş­ lanınca uyandı. Denize baktı. G em ilerin donanm ış oldukleuım gördü. — M urad'ı cülûs ettirdiler, diyerek kalktı, giyindi. 6 âb-ı Seraskerî’de c ^ û s işi b ittik ten ^ n r a Seryâver M iralay M ustafa Bey, Süleym an Paşa'ya şu ha­ b eri g e tir d i: S ultan M urad H azretleri, S ultan Abdulaziz Sa­ ray'dan çıkıp Topkapı S arayı'na nakledilm edikçe Dolm abahçe S arayı'na teşrif etm eyeceklerdir. Cevher Ağa vâsıtasıyla Abdulaziz H azretleri'ni çıkarsınlar... Bu em ir üzerine Süleym an Paşa, D ârü ssald e Ağa­ sı Cevher Ağa'yı çağırttı. Cevher Ağa k o rk arak sak­ landı ve kendisini y o k tu r dedirtti. Süleym an Paşa da S ultan M urad'ın adam ları vâsıtasıyla saklandığı yeri h aber aldı. B uraya adam göndererek : — Bulunduğu yeri h ab er aldım . Gelir, zorla çıkan n m . S onra ayıp olur. Korkacaik b ir şey yok. Kendi­ sine bâzı tebligat ve irâde ih ta r edeceğim, diye ha­ b e r gönderdi. Cevher Ağa, b u h ab eri alınca b irk aç ada­ m ı ile dışarı çıktı. îlerliyerek caddenin o rtasın d a du­ ra n Süleym an Paşa'ya yaklaştı. Eğilerek selâm verdi. 34


Süleyıman Paşa, m illetin S ultan M urad'ı ta h ta çıkar­ dığını, S ultan Abdulaziz’in hem en Topkapı Sarayı'na nakledilm esini irâde ettiğini söyledi. Cevher Ağa, b u irâdeyi nasıl söyleyeceğini düşünerek Dolmabahçe Karakolu'na gitti. Redif Paşa'yı gördü. O d a b u hususta ısra r edince, yanına Başm âbeyinci ile B aşkâtibi ala­ ra k S ultan Aziz'in huzuruna çıktı. B aşkâtip Âtıf Bey : — M urad Efendi cülûs etm iş... Efendim izin de Topkapı S ara y ın d a istirah atleri ferm an bujoırulm uş, dedi. S ultan Aziz b u sözleri soğukkanlılıkla karşıladı. Oğulları Y usuf Izzeddin ve M abm ud Celâleddin Efen­ dilerle berab er o n b ir kadın, beş u şak ile kayıklara bi­ nildi. Sultan Aziz D olm abahçe Sarayı'ndan uzalklaştıkta n sonra S ultan M urad Saraya geldi. Süleym an Pa­ şa akşam ü stü Beşinci Tâlia T aburu'nu Saray muhâfazasına m e'm ur etti. K endisi d e diğer ta b u rla n n ba­ şına geçerek m üzika ile Taşkışla'ya harek et etti. Bu olay H icrî 1293 yılı Cemaziyelevvelin 6. (30 Ma­ yıs 1876) Salı günü olm uştur. Yılmaz Öztuna, Abdulaziz'in ta h tta n indirilm esi olayının sonucu hakkında şunları söylemektedir:^^ «Sultan Aziz'in hal'i, Türkiye târihinin gerçekten dönüm noktaların d an b iri olm uştur. Pek uğursuz b ir dönüm noktası. H a il hem en tâk ip eden felâketler, T ürk im paratorluğunun içte ve dışta ehem m iyetli deYılm az Ö ztu n a: Büyük Türkiye Târihi. Cild: 7, s. 108.

35


recede sarsılmsısı ve zayıflam ası; büyük to p rak lan n kaybı ile neticelenm iştir. H aksız, hu k u k î h e r tü rlü m esnetten m ahrum , şahsî garaza dayanan b ir işlem olduğu için, b ir seri haksızlıklara ve hukuksuzlukla­ ra yol açm ıştır.» Öztuna, «Bir D arbenin Anatomisi» ad h eserinde d e şunları bildirmektedir:^^^ «30 Mayıs 1876 S ultan Abdulaziz V ak'ası, b ir ih­ tilâl değildir. Z ira halk tan gelm em iştir. Alelâde b ir darbe-i h ü k ü m et'tir (coup d ’etat). Çok alelâdedir. Onun içindir ki çok şaşırtıcıdır. 63 kişilik b ir cuntanın eseridir. Bu 63 kişi, 300 Harbiyeli ile 2 ta b u r Türkçe anlam ayan askeri ve b ir ba­ ta ry a ile birkaç gemiyi, pâdişâhın em riyle pâdişâha yardım edecekleri gerekçesiyle kandırm ıştır. Darbeyi vuran, H arbiye kum andanı olan 38 yaşında genç b ir tüm generaldir. Hem çok iyi b ir ask er ve kum andan, hem m ühim b ir fikir adam ı ve yazar o larak m eşhur­ dur. D arbenin hazırlayıcısı, 55 yaşındaki b ir m areşa­ lin basit b ir âleti olm uş ve darbeyi vu rduktan sonra, âlet m uâm elesi görm üştür.» «...63 kişilik ve b âzılan alelâde adam lar olan cun­ tanın 5 kişisi kabine'de b a k a n d ır: Sadrâzam (Başba­ kan), Şeyhülislâm, Serasker, Şûrây-ı Devlet Reisi ve Bahriye N âzın. Darbe, hüküm dara k arşı olup, hüküm ete k arşı de­ ğildir. İm paratorluğun vârisi olan Velîahd, eyleme ka­ tılm am akla beraber, 63 kişilik cu n ta’nm içindedir. <23) Yılm az Ö ztu n a: Bir Darbenin A natom isi, İstanbul 1987, ss. 506-508.

36


Darbe, sâdece Serasker Hüseyin Avni Paşa’mn eseridir. Hattâ sırf darbe tekniği olarak ele alındığı takdirde, şaheserdir. Zirâ Padişah dışında kimse ha­ yâtını kaybetmemiş, hiçbir ciddî ayaklanma olmamış, âdeta tereyağından kıl çekilmişdir. Ancak darbe, sırf şahsî kine ve menfaate, para ve makam hırsına dayan* makdadır. Ama ilk defa olarak bu darbe’de «vatan» ve «mil­ let» nâmına hareket edildiği iddia olunmuşdur. Hiç­ bir darbe, bir ideolojiye dayandınimaksızın mümkün değildir. Bu darbe için de bir ideoloji bulunmuş ve resmen ilân edilmişdir : Meşrûtiyet denen taçlı demok­ rasi. Bu ortamı ve ideolojiyi hazırlayanlarsa Yeni Osmanlılar’dır.» «...Darbe, 93 felâketinin sebebi ve başlangıcı oldu.» Târihçi Yılmaz Öztuna, Ayvaz G akdem ir'le birlik­ te yapdığı daha sonraki b ir değerli araştırm asında da (30 Mayıs 1876 Askerî D arbesi)’ni, özellikle Hüseyin Avni P aşa'nın sorum luluğuna bağlayarak konuyu ay­ rın tılı b ir surette sergilemekdedir:'^^ «Süleyman Paşa, 38 yaşında bir Tümgeneraldi. Askerî Okullar ve Harbiye Kumandanı idi. Sarışın, kurşunî mavi gözlü, yakışıklı, hem askerlik, hem tâ­ rih ve edebiyat kültürüne sâhipti. İlk Türk milliyetçilerindendir. Bugünki mânâda milliyetçilik, Fransa' dan gelme bir fikirdir. Pekçok Avrupa ülkesine de Fransa’dan sıçramıştır. Süleyman Paşa, Fransızca tâ­ rih ve fikir kitabları, Fransız Ihtiiâli’ne âid yayınlar Y ılm az ö ztu n a ve Ayvaz G ökdem ir: Türkiye'de Askert M üdahaleler, İstanbul 1987, ss. 22-23.

37


okumuşdu. Bunlann arasında eski Türk târihine dâir Fransızca kitaplar da vardı. Zamanla Süleyman Paşa, Osmanlı Devleti’nin es* ki gücünü ve dünyâ üzerindeki yerini kaybettiğini, gerilediğini anladı. ...1876 sınırlan, Süleyman Paşa için haysiyet kı* n cı idi. Kınm gibi Osmanh Türk ülkeleri ayaklar al­ tında kalmış, onu Kafkasya tâkip etmişti. Süleyman Paşa'ya göre önce Meşrûtiyet ilân edilerek devlet kal­ kınmalı idi. Zirâ İngiltere ve Fransa böyle yapmışlar­ dı. Bir taçlı demokrasi, seçilmiş meclisler ve anaya­ sa... İmparatorluğa şifâ verecekdi. Bugünkü Pâdişâhm bunlara yanaşacağı çok şüpheliydi. Velîahd Murad Efendi ise Meşrûtiyetçi olduğunu çoktan Yeni Osmanlılar'a bildirmişdi. O’nu tahta geçirmek gereki­ yordu. Binaenaleyh Süleyman Paşa, darbeye katılan1ar arasında samimiyetle Meşrûtiyeti isteyen tek kişi idi.» II. Abdulhamid Han’ın, amucası Sultan Abdulaziz'in tahttan indirilmesine ilişkin değerlendirme ve görüşleri son derece ilginçtir. Daha sonra iktidâra ge­ lince Amucasmın uğradığı sonucun hesabını soran ve ilgilileri cezalandıran II. Abdulhamid Han, hâtıralanuda şunları yazmışdır:^“‘ «Sultan Abdulaziz'i. hal' fikri, en evvel Hüseyin Avni Paşa’dan hâsıl oldu. Sebebi de, Pâdişâhın ken­ disini daha evvel Isparta^a sürmesi idi. Amucam mer­ hum, vakur ve herkesi kendi gibi kerim zannedecek Sultan A bdulham id: İkinci AbduIhandd’İn H â tu a Def­ teri, Selek Yayınevi, İstanbul 1960, ss. 112 ve 117-118.

38


kadar da hayırhâh İdi. Hüseyin A v^ Paşa gibi kin­ dar bir adanu bir az sonra hem affetti, hem Serasker* liğe getirdi. İşte Amucam, bu hatâsma kurban gitmişdir. Midhat Paşa, hal* işine karışmakla İdâre adamı olmakdan çıkarak, ihtilâlciler sınıfma geçdi. Hükümdânn hiç biri, hal’ işine kanşnuş bir adama i'timad edemez. Velev Hükümdâr-ı mahlu’ hasm-ı câm ol* sun. Ve dünyâda hİç bir ihtilâlci görülmemişdir ki, yıkmakda gösterdiği muvaffakiyeti, yapmak hususun­ da da gösterebilmiş olsun.» «...93'de Ziyâ Paşalar, Kemâl Beyler, Âbidin Pa­ şalar Kanûn-u Esâsî’nin lâyihasım hazırlamaya çalışdıklan gibi, Serkâtibim Said Paşa ve o sırada Müşir olan Mekâtib-i Harbiye Nâzırı Süleyman Paşa da bl rer lâyiha tanzim ve takdim etmişlerdi. Lâkin bu zevâtm hiç biri arasında muvafakat-ı efkâr (fikir uy­ gunluğu) yokdu. Kemâl Bey, bu hususda Midhat Paşa’ya muânz idi. Bana yirmiye yakın aıiza verdi. Yıl­ dız Sarayı’mn Harbiye Nezâreti’ne taşınan evrâkı arasında mahfuzdur. Bu kâğıdlann kıymet-i târihiyeden başka değerleri olmadığmdan, yağma ve fürûht edUmemişdir (satılmamışdır) ümidindeyim.» *

39


SÜLEYMAN PAŞA SIRP SAVAŞI'NDA Sultan M urad'ın tahta çıkışı üstünden daha bir ay geçonemişdi ki, 27 Haziran 1876'da Belgrad'dan İs­ tanbul'a b ir ültimatom gelmişdi. Bâb-ı-âlî, Sırbistan'­ ın isteklerini kabul etmedi. Birkaç gün sonra Sırbis­ tan, Osmanlı Im paratorluğu’na harb ilân etti (2 Tem­ muz 1876). Hükümet de Sırplarla savaş için Abdulkerim Nâdir Paşa'yı Serdar tâyin etti. Süleyman Paşa, 1876 Haziranında, Askerî Mek­ tepler Nâzırlığı üzerinde olduğu hâlde, Meclis-i Vüke­ lâ kararıyla ve Harb Müşâviri sıfatıyla, o sırada Sırb Muhârebesi'ne m e'm ur edilerek, îstan b u rd an hareke­ te hazırlanan Serasker Abdulkerim Nâdir Paşa ile be­ raber Sofya'ya gitmişdir. Daha sonra îsta n b u la döndürülmeyerek, İstanbul'dan verilen emir üzerine Şehırköy (Pirut) bölgesi komutanlığına ta ’yin olunmuşdur. İlkönce, ünlü Rus generali Çemyaev'in komutsısı altındaki Babinaglava’ya yığılmış Sırb Tümeni ile çar­ pışarak bu tümeni çok ağır bir yenilgiye uğratm ış ve Ahmed Eyûb Paşa'nın Niş'den, Kinazevaç doğrultu­ sunda hareikete geçen Tümeniyle birleşmişdir. Böylece oluşan yeni muazzam kuvvetin birinci h a t komu­ tanlığında bulunan Süleyman Paşa, Kinazevaç kasa­ basının fet^i ile kurtarılm asında büyük hizmet ve ba­ şarı sağladığı gibi, Aleksinaç Zaferi'ni de kazanarak, askerleriyle ilkönce Aleksinaç'a girmek şerefini kazanmışdır. Bu başanlanndan ötürü Süleyman Paşa'ya Birin­ ci Mecidî Nişanı verilmiştir Ceıİde-i Ravâdls, 10 Zilka'de 1293/27 Kasım 1876, Nu. 3250. 40


Sırb Mütârekesi’nden sonra, yeni Pâdişâhın —II. Abdulhamid H an’ın— emriyle Süleyman Paşa, Serdar Abdulkerim N âdir Paşa ile İstanbul'a döndükleri sı­ rada, bir süre Midhat Paşa başkanlığında Bâb-ı-âlî'de toplanan (Kanûn-ı Esâsî Komisyonu)'na, Pâdişâh'a ve kâleten m e'm ur edilmiş; daha sonra Kanûn-ı Esâsî (Anayasa)'nin bütün maddelerini incelemek ve eleştir­ m ek için Ziyâ, Kemâl ve Âbidin Beylerden oluşan Kanûn-ı Esâsî Komisyonu’na da başkanlık etmiştir. Kanûn-ı Esâsî lâyihası, Meclis-i Hass-ı Vükelâ'ca oybirliğiyle kabul edilip, 6 Aralık 1876 (25 Teşrinisânî 1292)'da Pâdişah'a sunulmuştu. Fakat uzun zaman bir türlü onaylanmamıştır. Bunun üzerine Süleyman Paşa, Nâmık Kemâl’le verdikleri karar gereğince, onaltı veyâ onyedi Aralık'da yalnız olarak. Sultan Ham id’le m ülâkatta bulunm uşlardır SÜLEYMAN PAŞA'NIN MAREŞALLİĞİ Sultan M urad’m cinnet belirtileri göstermesi üze­ rine, II. Sultan Abdulhamid, kendisinden güven-sözü alınarak Pâdişâh ilân edilmişti. Meşrûtiyet'e tarafdar görünerek tahta çıkdıkdan sonra Abdulhamid Han, herşeyi kendi eline alarak devleti idâreye başlamış; Meşrûtiyet tarafdarlanm ve özellikle Sultan Aziz'i (ÎT) Süleyman Paşazâde S â m î: a.g.e., s. 6 v.d. Bu konu için aynca bk. Ahmed M idhat: Üss-I tnkılâb, C. II, ss. 205, 321, 381, 388 v.d, Nâmık Kemâl’in Ahmed Midhat Efendi’ye m ektubu, Tanin, 19, 20, 21, 28 Temmuz 1324; Fevziye Abdullah T an sel: Nâmık Kemâl’in M ektublan, C. II, ss. 250 v.d.; Fevziye A bdullah: Süleyman Hüsnü Paşa ile Nâmık Kemâl’in M ünasebat ve Muhâberâtı, Türkiyat Mec­ muası, C. XI, 1954, s. 135.

41


tahttan in'direnleri b ir b ir uzaklaştırm ak için tedbir­ ler almaya başlamıştır. Sırp ve Karadağ yöresinde bulunan askerî birlik­ lere kışlık giyecek ve yiyecek öte-beri göndermek ama­ cıyla kurulan ve Bayazıd Meydanı'ndaki Misâfirhâne-i Askerî’nin b ir odasında toplantılarım yapan (Hediye-i Askeriye Cemiyeti) ile Nâmuk Kemâl de, Süleyman Pa­ şa da ilgili bulunuyorlardı. Hediye-i Askerîye Cemiyeti tarafm dan «vatanın korunması için asker toplamak» amacıyla 31 Aralık 1876'da teşkil olunan Asâkir-i Millîye Cemiyeti'nde de Nâmık Kemâl üye idi. Kuruluşun çalışmaları ile Sü­ leyman Paşa'nm da yakın ilgisi vardı.®*' Abdulhamid Han, İstanbul’d a Midhat Paşanın himâyesinde teşkil olunan bu Asâkir-i Mülkiye Tabur­ ları işinden kuşkulanarak, bunları lağvettirmiştir. Sü­ leyman Paşa, Hediye-i Askeriye ve Asâkir-i Mülkiyye işlerinin Pâdişâh'ı kuşkuya düşüreceğini daha önce dü­ şünmüş ve Ziyâ (Paşa)'le Midhat Paşa'ya bu fik­ rini bildirmişti. Fakat Midhat Paşa buna aldırış etme­ miş; ancak Abdulhamid'in azarlamasına uğradıktan sonra bu kuruluşları dağıtmıştır. Selânik Vâlisi Nâzım Paşa da hâtıralarında konu ile ilgili olarak şöyle demektedir:^^ «Hersek Vak’ası başlamıştı. Askere kışhk levâzmı vesâire tedarik etmek için (HEDÎYE) ismiyle Baya* (28) Süleyman Paşa Muhâkemesi, s. 64 v.d.; Sabah Gazeted, 13 Zilhicce 1293 (1876); Ceride-İ Havâdis, Nu. 32774, 14 Zil­ hicce 1293 (1876). Sâbık Selânik Vâlisi Nâzım P a ş a : Bh* Devrin Târİlıi, Cumhuriyet, 14 Şubat 1932 Pazar, Sayı: 2792, s. 2.

42


zıd'da bir cemiyet kurulmuştu. Bu cemiyetin üyeleri arasında ben de vardım. Ziyâ Paşa Reis’di. Nâmık Ke­ mâl Bey de faâl üyelerdendi. ...Cemiyetin yazışma işleri bana verilmişti. Ay* nen verilen eşya bedeli de dâhil olmak üzere 101 bin küsûr lira iane toplanmış ve Orduya gönderilmişti. Hediye Cemiyeti’mizin üyelerinden çoğu hürriyet tarafdaiı idi. Bundan ötürü, er-geç bu kuruluşa nazar değeceğinden korkuyorduk. Nihâyet korktuğumuz ba> şımıza geldi. Ziyâ Paşa ile Nâmık Kemâl Bey’in ten­ sibi ile, cemiyetimizin (Asâkir-i Mülkiye Taburları) teşkil etmesi kararlaştırılmıştı. Cemiyetimizin bu ka­ ran ilân olundu ve dehşetli rağbet gördü. ...İstanbul sokakları (Âsâkir-i Mülkiye Taburları) er ve subayları ile doldu... Tam hazırhklar tamamlamp, taburlann yola çıkma zamam gelince, birdenbi* re, bir gün kıyâmet koptu. Cemiyetin reisi Ziyâ Pa­ şa, ve2drlik payesiyle Şam Vâliliğine, cemiyetin faâl üyelerinden Süleyman Paşa Feriklikle Hersek'e gön­ derildiler. Âdetâ nefyedildiler. Cemiyetin reisliğine Ahmed Vefik Paşa ta’yin olundu. Asâkir-i Mülkiye Ta­ burları derhâl dağıtıldılar. Nâmık Kemâl, Nuri Bey, Ebuzziyâ, Hâlet Bey ve ben cemiyetten çekildik.» Askerî kuvveti elinde tutarak birçok işler görme­ ğe m uktedir olan Süleyman Paşa'yi merkezden uzak­ laştırmayı uygun gören Pâdişadı, 27 Arahk 1876 (15 Aralık 1292)'da onu Müşirliğe (Mareşalliğe) yükselte­ rek Abmed M uhtar P aşanın yerine, Bosna ve Hersek K om utanlığına ta y in etmiştir. Kurban Bayramı na­ mazından sonra kutlama töreninde bulunmak üzere Dolmabahçe Sarayı’na gelen Süleyman Paşa, Mâbeyn 43


Müşiri Mahmud Celâleddin Paşa'nın odasındayken, Müşirlikle Bosna • Hersek Komutanlığına ta'yini irâde­ sini almıştı. Bu ta'yini soğuk karşılayan Süleyman Pa­ şa, hoşnutsuzluğunu açığa vurmuş ve Dâmad Paşa ile biraz sertçe konuşmuştu. 4 Ocak 1877 (23 Aralık 1292) Perşenbe günü, H arbokulu'nda düzenlenen muhteşem bir törenle, Sü­ leyman Paşa'nın Müşirliğe (Mareşalliğe) yükselmesini bildiren îrâde->i-Seniyye okunmuştur. Sultan Abdulhamid, daha Önce Süleyman Paşa'yı mesleği ile ilgisi olmayan bir me'muriyete, Hicaz, Irak ve Arabistan’ın nüfusunu yazmağa me’m ur etmek is­ temişse de, kendisinin askerî hizmetleri ve muharebe ihtimalleri gözönühe alınarak bu ta ’yin tasavvuru Vü­ kelâ Meclisi'nce kabul olunmamıştır. Sadr-ı-âzam Rüşdî Paşa durumu Pâdişâha arzedince, B osna-H ersek Komutanlığı işlemi yapılmıştır. Sultan Hamid, Süleyman Paşa'yı b ir an önce îstanbul'dan uzaklaştırmak istiyordu. Bir gün sonra va­ pura binerek yola çıkacak olan Süleyman Paşa'ya Pa­ dişah, Mâbeyn Feriki Said Paşayı göndererek : «Ba­ na sadakatla hizmet edeceğine söz versin» diye haber salmış ve vaad almıştı. Bundan da. Sultan Hamid’in Süleyman Paşa'ya güven beslemediği açıkça anlaşılı­ yordu. Amucası Abdulaziz'in tahttan indirilmesi; garip bir şekilde ölümü; kardeşi Murad’ın tahta çıkanhşt, kısa bir süre sonra delirmesi ve tutuklanması, Sul­ tan Abdulhamid'i çok sarsan ve düşündüren olaylar dır. îktidâra geldikten sonraki tasarruflarında bu olayların te’siri büyüktür. Hâtıralarından da açıkcfi anlaşıldığı gibi, bu olaylarla ilgili kimselerden nefret 44


eden Abdulhamid Han, bunlara aslâ güvenmemiş^^’; onları her fırsatta çevresinden ve Başkentten uzaklaş­ tırmış; birer bahâne ile tutuklatmış, sürgüne yolla­ mış ve en ağır şekilde cezalandırmıştır. Süleyman Paşa, Karadağ'a gider gitmez bu böl­ gede yıpranmış ve malzemesi eksilmiş kuvvetleri tak­ viye ederek harekâta başladı. Sorumluluk üstlendiği her hareketinde başarı sağladı. Karadağlıları adam akıllı hırpaladı. Pâdişâh bu başarılarını duyduğu Sü­ leyman Paşaya bir kutlama telgrafı gönderdi. Bu sırada Ruslar da harb ilân ettiler. Tuna’yı ge­ çerek Balkanlara doğru hareket ettiler. Bunu haber alan Süleyman Paşa, «Ruslara karşı galip gelmedik­ ten sonra, Karadağ’da savaşmanın bir faydası olamıyacağmı, Karadağ’da yenilsek de Ruslara karşı galip gelince bunun önemi olmadığını» Pâdişaha bildirdi. İki gün sonra Süleyman Paşa yanında bulunan 43 Ta­ bur yâni 18.000 kişilik kuvvetle Edirne'de düşmanı karşılamağa m e'm ur edildi. Süleyman Paşa, Rusların Şıbka geçidinde durdu­ rulmasını, buranın mutlaka elde edilmesini ileri sürü­ yordu. Bunun için de Mehmet Ali Paşa ile Osman Paşa’nın harekâtta bulunmalarım teklif ediyordu. Rus­ lar, Osman Paşa’nın harekâtta bulunacağını anlaya­ rak tedbir aldılar. 20 Ağustos'da ise Ruslar, Süleyman Paşa'nın Şıbka'yı zabt için harekete geçeceğini anla­ mış bulunuyorlardı. 21 Ağustos'dan i'tibâren Şıbka tepelerinde her gün sabahdan akşama kadar savaş sürdü. Ruslar, Sultan A bdulham id: Siyâsi Hâtırâtım , Dergâh Yayınevi, Beşinci Baskı, İstanbul 1987, ss. 74, 96 v.d.

45


Müşîri Mahmud Celâleddin Paşa’nın odasmdayken, Müşirlikle Bosna ■Hersek Komutanlığına ta'yini irâde­ sini almıştı. Bu ta ’yini soğuk karşılayan Süleyman Pa­ şa, hoşnutsuzluğunu açığa vurmuş ve Dâmad Paşa ile biraz sertçe konuşmuştu. 4 Ocak 1877 (23 Aralık 1292) Perşenbe günü, Harbokulu'nda düzenlenen muhteşem bir törenle, Sü­ leyman Paşanın Müşirliğe (Mareşalliğe) yükselmesini bildiren Îrâde^i-Seniyye okunmuştur. Sultan Abdulhamid, daha önce Süleyman Paşa'yı mesleği ile ilgisi olmayan bir me'muriyete, Hicaz, Irak ve Arabistan'ın nüfusunu yazmağa m em u r etmek is­ temişse de, kendisinin askerî hizmetleri ve muharebe ihtimalleri gözönüne alınarak bu ta y in tasavvuru Vü­ kelâ Meclisi’nce kabul olunmamıştır. Sadr-ı-âzam Rüşdî Paşa durumu Pâdişâha arzedince, Bosna - Hersek Komutanlığı işlemi yapılmıştır. Sultan Hamid, Süleyman Paşa'yı b ir an önce İs­ tanbul’dan uzaklaştırmak istiyordu. Bir gün sonra va­ pura binerek yola çıkacak olan Süleyman Paşaya Pâ­ dişâh, Mâbeyn Feriki Said Paşa’yı göndererek ; «Ba­ na sadakatla hizmet edeceğine söz versin» diye haber salmış ve vaad almıştı. Bundan da, Sultan Hamid’in Süleyman Paşa’ya güven beslemediği açıkça anlaşılı­ yordu. Amucası Abdulaziz'in tahttan indirilmesi; garip bir şekilde ölümü; kardeşi M urad'ın tahta çıkarılışı, kısa bir süre sonra delirmesi ve tutuklanması, Sul­ tan Abdulhamid’i çok sarsan ve düşündüren olaylar dır. îktidâra geldikten sonraki tasarruflarında bu olayların te'siri büyüktür. Hâtıralarından da açıkça anlaşıldığı gibi, bu olaylarla ilgili kimselerden nefreı 44


eden Abdulhamid Han, bunlara asla güvenmemiş^"^; onları her fırsatta çevresinden ve Başkentten uzaklaş­ tırmış; birer bahane ile tutuklatm ış, sürgüne yolla­ mış ve en ağır şekilde cezalandırmıştır. Süleyman Paşa, Karadağ’a gider gitmez bu böl­ gede yıpranmış ve malzemesi eksilmiş kuvvetleri tak­ viye ederek harekâta başladı. Sorumluluk üstlendiği her hareketinde başarı sağladı. Karadağlıları adam akıllı hırpaladı. Pâdişâh bu başarılarını duyduğu Sü­ leyman Paşaya bir kutlama telgrafı gönderdi. Bu sırada Ruslar da harb ilân ettiler. Tuna’yı ge­ çerek Balkanlara doğru hareket ettiler. Bunu haber alan Süleyman Paşa, «Ruslara karşı galip gelmedik­ ten sonra, Karadağ'da savaşmanın bir faydası olamıyacağını, Karadağ’da yenilsek de Ruslara karşı galip gelince bunun önemi olmadığını» Pâdişaha bildirdi. İki gün sonra Süleyman Paşa yanında bulunan 43 Ta­ bur yâni 18.000 kişilik kuvvetle Edirne’de düşmanı karşılamağa m e’m ur edildi. Süleyman Paşa, Rusların Şıbka geçidinde durdu­ rulmasını, buranm mutlaka elde edilmesini ileni sürü­ yordu. Bunun için de Mehmet Ali Paşa ile Osman Paşa’mn harekâtta bulunmalarını teklif ediyordu. Rus­ lar, Osman Paşa’nın harekâtta bulunacağını anlaya­ rak tedbir aldılar. 20 Ağustos'da ise Ruslar, Süleyman Paşa'nm Şıbka'yı zabt için harekete geçeceğini anla­ mış bulunuyorlardı. 21 Ağustos'dan i’tibâren Şıbka tepelerinde her gün sabahdan akşama kadar savaş sürdü. Ruslar, Sultan A bdulham id: Siyâsi Hâtırâtım , Dergâh Yayınevi, Beşinci Baskı, İstanbul 1987, ss. 74, 96 v.d.

45


*rürk askerlerini mevzilerinden çıkarmak için sürekli top ve tüfek ateşi açmakta idiler. Düşman, istihkâm­ larının sol tarafında bâzı tepelerin mühim noktalannm Türklerin eline geçmesi üzerine geri-çekilme hat­ tının kesilmekte olduğunu görmüş, bundan kurtul­ m ak gayesiyle buralara m üthiş saldırılarda bulunmuş­ tu. Verdikleri ağır kayıba bakm ayarak mütemâdiyen saldırmaktaydılar. Üç Rus bÖli^;ü> m üthiş savaşlar vererek bu tepelere tırmanmayı başardı. Bunu gören Veysel Paşa, derhâl Birinci ve Üçüncü Türk Livâsı'nın taburlarıyla istihkâmdaki arkadaşlarının imdâdına koşmuş, düşmanı çekilmeğe mecbur etmiştir. Geri çekilen Rusların kaybı çok ağırdı. Gece ka­ ranlık basmasına rağmen, Ruslar saldırmaya devam ettiler. Bütün bu hücumlara rağmen Ruslar, Türkle­ rin elindeki istihkâm ları zabtedemediler. Ağır kayıp­ lar vererek çekildiler. Diğer tarafta Mehmed Ali Paşa ve Osman Paşa harekete geçince, Lofca, Ruslar tarafından zabtedildi. Burasının zabtı, Plevne ile Balkan Ordusu'nun arası­ nı, ilişikiısini kesmiş bulunuyordu. Halbuki Süleyman Paşa, bu tehlikeyi daha önceden görmüş, Orhaniye’de bulunan Hıfzı Paşa komutasındaki 20 Taburun he­ men Plevne'ye gönderilmesini İstanbul'dan rica etmişdi. Süleyman Paşa, kendisi için de istediği 16 tabur yardımcı kuvvet yerine ancak yedi tabur almıştı. Bu­ nun üzerine Müşir Süleyman Paşa, b ir Harb Meclisi kurarak burada b ir gece baskınına karar venmiştir. Gece baskını 16 Temmuz'da yapıldı. Türkler kahra­ manca çarpışarak bir mühim dağı zaptettilerse de bu­ nu ellerinde tutamadılar. 46


1S77 Eylül (1294 Ramazan) ortasında Süleyman Paşa, Mehmed Ali Paşa'mn yerine Tuna Umûm Komutanlığı'na ta'yin olundu. Plevneyi k a ra m a n c a sa­ vunmakta olan Osman Paşa İstanbul'a bir telgraf çe­ kerek kış yaklaştığı için, bir taraftan Yantra'ya b ir saldırı düzenlenmezse, diğer taraftan Süleyman Paşa ordusunun Orhaniye'ye giderek oradaki Şevket Paşa kuvvetleriyle birlikte dışarıdan Plevne’ye imdâda koş­ mazlarsa, Plevne’de daha uzun zaman direnemeyeceklerini bildirdi. Buna karşı bütün bu harekâtı idare et­ mesi için Gazi Osman Paşa’ya Serdâr-ı Ekrem'lik, yâ­ ni Başkomutanlık teklif edildi. Osman Paşa, Plevne' den uzaklaşmasının doğru olmadığını, Doğu Ordusu'nun her taarruzunu idâre edecek b ir komutan varsa, onun da Süleyman Paşa olduğunu bildirdi. îşte bun­ dan sonradır ki, Plevne’den um ud kesildiği bir sıra­ da Süleyman Paşa'nm me'muriyet unvânı (Umûm Rumeli Harb Ordulsırı Kumandanlığı)'na değiştiril­ miştir. Bu sırada yapılan muharebelerde ve özellikle «Elne» çarpışmasında Süleyman Paşa kuvvetleri onüç top ve birkaç yüz esir alarak büyük bir muzafferiyet elde etmişti. Zilka'de ayı sonlannda ve Teşrin-i-sânî'nin otuzunda, Plevne'nin esâreti ve Rusların Balkan­ lara saldırması üzerine Bine yi boşaltıp Tuna Şark Ordusu’ndan kırkdokuz tabur asker alarak düşmanın Orhâniye, Sofya ve Tatar-Pazarcığı tsırafından girip^eçmesini engellemeye m e'm ur edilmiştir. îşte bu sırada İstanbul'la Süleyman Paşa arasında Genel Komutan­ lık Karargâhı'nın yeri konusunda şiddetli b ir anlaş­ mazlık çıkmıştır. 47


Başkomutan tâyin olunan Süleyman Paşa, bu de­ ğişiklikten haberi olmayan Mehmed Ali Paşaya duru­ mu bir telgrafla bildirmiş; sonra iki komutan bulu­ şarak durum u görüşmüşlerdir. Mehmed Ali Paşa or­ dusunun kuvvetini, kom utanlarm m isti'dad ve yete­ neklerini anlatmışdı. Süleyman Paşa, kom utanlar ara­ sındaki düşmanlık, çekememezlik ve hırsın sonucu va­ zifelerin gereğince yapılmadığını öğrenmişdi. Süleyman Paşa, Ordu'daki yiyecek durum unun son derece fena olduğunu görmüş; hemen îstanbul'a birkaç milyon peksimet gönderilmesini yazmıştı. Şumnu’da üç milyon okkadan fazla buğdaym çürütülmüş olduğunu öğrenince, sorumlu Levâzım Reisi Ahmed Paşayı muhâkeme edilmek üzere İstanbul’a gönderdi. Süleyman Paşa nın muhâkeme edilsin diye merkeze yolladığı bu Ferik Abmed Vehib Paşa, daha sonra Sü­ leyman Paşayı mahkûm edecek mahkeme hey'etinin Savcılık makamında bulunacaktır. Târihte 93 Harbi diye ünlü savaşa karşı Macarlar da büyük ilgi duymuşlardı. Macar Parlâmentosu Sü­ leyman Paşaya Macar tabaası hakkı vererek bu kara­ rını resm î bir yazı ile Bâb-ı-âlî’ye bildirmişti. Hükü­ met de durumdan Süleyman Paşa'yı haberdar etmiş­ tir. Daha önce de belirtildiği gibi, savaşta orduların İstanbul’dan komuta edilmek istenmesi, kcnnutanlar arasında anlaşmazlık çıkmasına sebeb X)lmuş ve çok kötü sonuçlar doğurmuştu. Ruslar bir yandan imdad kuvvetleri alarak ordularını kuvvetlendirirken, Türkler, İstanbul ile haberleşmek, yapılacak işleri merke­ ze bildirmek ve merkezin onayını almak yüzünden za­ man kaybediyorlardı. Kendisini tam sorumlu duru* 48


ma sokmak isteyen îstanbul'un bu davranışına Sü­ leyman Paşa, baştan beri karşıydı. Plevne kuşatması, bütün ağırlığıyla devam ediyor­ du. Süleyman Paşa, Osman Paşa ile irtibat sağlayamıyordu. Pâdişâh, Süleyman Paşa'ya Başkomutanlığı, İstanbul'daki Askerî Meclis’in hiç bir baskısı olmaksı­ zın, gûyâ tamâmen bağımsız olarak hareket etmek üzere vermiş bulunuyordu. Oysa ki, kısa b ir süre son­ ra yine İstanbul'dan em irler gelmeğe başlamıştı. Ka­ sım ayı Plevne konusunda İstanbul ile Süleyman Pa­ şa arasında yapılan haberleşme ile geçmişti. 8 Aralık'ta Başkomutan Süleyman Paşa, Sadnâzam Edhem Paşa'ya uzun bir telgrafla durum u bildirdi. Savaş sı­ rasında R uslann ve Bulgarların Türklere yapmış ol­ dukları zulüm ve işkenceleri anlattı. Şubat ayına ka­ dar bir ateşkes yapılmasını; bu süre içinde orduyu düzenleyerek Rusları Tuna'nın öbür tarafına atmak müm'kün olabileceğini bildirdi. Bu sırada Plevne k£ihramanca dayanıyordu. Fa­ kat gün geçtikçe hiç bir yardım alamadığından kuv­ veti azalmakta, erzâkı bitmekteydi. Nihâyet Osman Paşa bir çıkış, bir yarma hâreketi yapmağa karar verdi. Bu hareket de başarıya ulaşacakken Osman Pa­ şa yaralandı ve düşmana teslim olmak zorunda kal­ dı. Plevne’nin düşmesi, îstanburdaki şaşkınlık ve heyecânı büsbütün artırdı. Askerî Meclis dağıtılarak onun yerine Saray'da başka bir komisyon kurulm uştu. Bu komisyon, çoğunlukla ömründe savaş görmemiş bir takım subaylardan oluşuyordu. Bu sırada Rauf Paşa da Serasker tâyin olunmuştu. Süleyman Paşa, Rauf Paşayı kendisinin düşmanı saydığı için hemen isti'fa49


sim vermişse de Pâdişâh ve Sadnâzam 'm ısrâ n üze­ rine isti'fasım geri almıştır. Türk Ordusu'nun genel durum u hiç iyi değildi. Süleyman Paşa, durum u şi­ fahî olarak anlatmak için İstanbul'a gelmeğe izin is­ tedi. Bu müsaadeyi verdiler. Süleyman Paşa Varna’ya geldi. Vapura binmek üzere iken Sadnâzam ’dan ve Rauf Paşa'dan Sofya'ya gitmesi için emir aldı. Bu em­ re aldırış etmeden yanına dört tabur piyâde ve b ir ba­ tarya top alarak, vapura bindi Süleyman Paşa'nm böyle yanına asker alarak İs­ tanbul'a gelişi, Pâdiişâhı kuşkulandırdı. Abdulaziz ola­ yından sorumlu Süleyman Paşa'ya Pâdişâh güvenme­ diği için, hemen o gün İstanbul'dan geri dönmesini emretti. Süleyman Paşa, bir gece olsun kalıp âilesini görmeğe müsaade istedi. Bir gece için yaptığı bu ri­ cası kabul edildi. O gün Süleyman Paşa Pâdişah'ın huzuruna çıkarak durum u olduğu gibi anlattı. Ertesi sabah yine Pâdişah'ın huzuruna kaibul edildi. Söz ara­ sında Padişah Süleyman Paşa'dan sadakat. talebinde bulununca, kendisine hâlâ güvenilmediğini anlayarak çok üzüldü. O da açık kalble, kendisine güvenilmedikden sonra artık mağlup ve perişan bir ordunun ba­ şına gitmenin lüzumsuzluğunu belirtti. Pâdişâh fikrin­ de ısrar etti. Kendisine görünüşte inanıyormuş gibi davrandı. H attâ beşyüz lira ihsan etti. Birinci rütbe­ den Osmanî Nişanı verdirdi ve bizzat kendi eliyle Sü­ leyman Paşa'nm beynuna bir gümüş imtiyaz madal­ yası taktı. Süleyman Paşa o gün İstanbul'dan ayrılarsdc he­ men Sofya'ya hareket ettd. Süleyman Paşa Sofya'ya vardığında durumun daha kötü b ir hâl aldığım gör­ 50


dü. Ruslar Sofya yolunu kesmişler, kuzeydeki Türk kuvvetlerini erzaksız ve mühimmatsız bırakmışlardı. Şehirköy'deki kuvvetlerimiz Sırplar, Torok’dakiler de Ruslar tarafından baskı altına alınmış bulunuyorlar­ dı. Bu durum karşısında Süleyman Paşa, kuvvetleri­ ni Sofya'da toplamağa çaba harcadı. Çevredeki bir­ liklere emirler vererek onların hemen Sofya'ya geri çekilmelerini bildirdi. Yaptığı işler hakkında da tel­ grafla İstanbul'a haber verdi. Bu telgrafına Serasker'den bir takdir cevâbı aldı. Rauf Paşa'nm gönderdiği takdirnâmede Süleyman Paşa'nm Balkan hattım sonu­ na kadar savunmaya me'm ur edildiği bildiriliyordu. Bunun üzerine Süleyman Paşa, Sofya'ya bir komutan vekili bırakarak Ed.irne'de bir savunma hattı kurmak için hareket etti. Edirne'de çalıştığı sırada Rauf Paşa, Edirne'den çıkıp Umûm Kumandanlık Merkezini sa­ vunma hattının başka bir noktasına, telefon bulunma­ yan Otluk Köyü'ne naklini bildirmekteydi. Süleyman Paşa ise Edirne'de bulunmanın lüzum ve önemini an­ latarak fikrinde direniyordu. İşin incelenme ve araş­ tırılm asına karar verildi. Süleyman Paşa fikrinden vaz geçmeyince. Padişah onu telgraf başına çağırtarak azarladı. Bu davranış Paşa’nm onuruna dokunmuştu. Süleyman Paşa, kom uta yerinin Edirne'den başka bir yerde olamıyacağını; kuvvetlerin sevk ve idaresi için böyle bir merkezde bulunmanın zorunlu olduğunu, aksi hâlde isti'fâ etmek mecburiyetinde kalacağını bil­ dirdi. Bütün bu haklı ısrar ve yerinde görüşlere rağ­ men Süleyman Paşa kuvvetleri Edirne'den Zağra'ya hareket ettirilmiş; yapılan savaşta Ruslar galip gel­ miş, Edirne yolu açılmış ve şehir kolayca düşmanın 51


eline düşmüştü, Süleyman Paşa b u durum karşısın­ da, artık herşeyin bittiğini, deniz kuvvetlerinden he­ men iki zırhlı gönderilerek Ç anakkala’nm savunul­ masını, Boğaz’m düşman kontrolüne geçirilmemesini bildirmişti. Buna olumlu bir cevap verilmişse de, gün­ le r geçiyor, Ruslar ilerliyor, fakat zırhlılar hâlâ gö­ rünmüyordu. Nihâyet Süleyman Paşa bu duruma dayanamıyarak şöyle bir telgraf ç e k ti: «Ruslann külliyetli asker sevketmek üzere olduk­ ları güvenilir kaynaklardan haber alınmıştır. Dün ge­ ce Mariz limanında b ir ufak vapur dolaştığı da görül­ müştür. Rusların Mariz Körfezi’ne torpil dökmekte olduğunu hissediyorum. Karada bir çok askerimiz ve İstanbul'da donanmamız varken, düşmamn yam ba­ şımızda ve gözümüzün önünde torpil dökmesi ve eli­ mizde bulunan Mariz Umanına, yâni istihkâmımızın sol başına karakol koyacak bir sefinemizin bulunma­ yışı da ağlanacak fecâyi’dendir. Zırhlı istiyorum, gön­ dermiyorsunuz. Bu durum da bir gün Kale-i Sultâniye’ye çok m iktarda Rus askeri geçtiğini haber alacak­ sınız. Bu telgrafnâmenin size erişmesinde zırhlı gön­ dermezseniz ben kendimi hâlen bulunduğum me'muriyetten düşmüş sayacağım. Hâsılı iki güne kadar zırh­ lı gelmediği hâlde isti’fa ediyorum. Kumandayı kime verirseniz veriniz. Din ve vatan kardeşlerimi gözümün önünde eli bağlı düşmana teslim edemiyeceğimi ve buna râzı bulunanlardan olmadığımı arz ve isti’fay-ı lütf-u merhamet eylerim. 2 Kânûn-u-sâni 93.» Bu telgrafın bir nüshası Selânik M ebusu Musta­ fa Bey'in eline geçmişti. O da bu telgrafı Meb'usan MecUsi’nde ayağa kalkıp okumuştu. Bunun üzerine 52


mebuslar Serasker Rauf ile Bahriye Nâzın Said Paşalan n azledilerek muhâkemeye sevkedilmelerine ve Ra­ uf Paşanın Meclis’e çağırılarak açıklama yapmasına karar verdiler. Rauf Paşa bu kararı duyunca Pâdişaha koştu. Süleyman Paşanın Meclisi de alt-üst ettiği­ ni yana yakıla anlattı. Zâten Pâdişâh da Süleyman Paşa’ya karşı iyi niyet beslememekte idi. Meclis-i Meb’usan’ın dağıtılmasını ve Süleyman P aşanın Gelibolu'da tutuklanmasını emretti. Süleyman Paşa telgrafını yolladıkdan beş gün sonra (7 Kânûn-u-sânî 1293) isti’fasını vermişdi. Bu sırada Çanakkal'a’ya İngiliz gemileri gelmeğe başlamıştı. Süleyman Paşa sâhile çıkıp ziyâretine ge­ len İngiliz amiraline ziyâretini iâde için hareket eder­ ken, Serasker Rauf Paşa’nm 16 Şubat 1878 (3 Şubat 1293/12 Sefer 1295) târihli tahrirâtıyla bir tutuklanm a emri aldı. Tezkereyi getirenler, kıyıya yaklaşmış olan Türk zırhlısının süvarisi ile iki serasker yâveri idi. Tezkerede: «Harb Ordu-yu-Hümâyunlarmda kuman­ danlık me’muriyetiyle bulunduğunuz zamanda vukua gelen muhârebelerde görülen kötü-hâl ve hareketini­ zin ve buna ilişkin lıususlarm Divân-ı Harb-ı Mahsus'da tetkik ve tahkiki için muhakeme altına alınmanız h a v â S 'i Vükelâ karariyle muktezîy-i irâde-i Seniye’den olub... ol vakte kadar emsâliniz misillû bir mahalde ikametiniz lâzım gelmiş ve şimdilik Kale-i Sultaniye'de ikametiniz emr-ü ferman cenâb-ı Pâdişâhı» olduğu bildirilmekte idi. Süleyman Paşa bu tezkereyi ayakta okudu. Son­ ra İstanbul'dan gelmiş Yâver İsmail Bey'e döndü : 53


— Amiral'e iâde*i ziyaret borçluyum. Sandal da gelmiş bekliyor. Evvelâ gider borcum u öderim. Dön­ düğümde Mâbeyin Başkâtibi'ne b ir telgraf yazarım ve onun karşılığını aldıktan sonra hareket ederim, dedi. Süleyman Paşa îngiliz gemisinden döndükden sonra İstanbul'dan Paşayı tutuklam ak için gönderi­ len Yâver İsmail Bey ile arkadaşları hemen evine gel­ diler. Paşa ya derhâl zırhlıya binmek üzere acele et­ mesini söylediler. Paşa ise, İstanbul'a telgraf gönder­ diğini, cevabı gelinceye kadar, yâni ertesi sabaha ka­ dar beklemelerini bildirdi. İsmail Bey ise bunu din­ lemeyip ısrar edince, Süleyman Paşa yâverleri vâsıta sıyla bu adamları kapı dışarı attırdı. 17 Şubat 1878 (4 Şubat 1293) günü tutuklanm a emrini alan Süleyman Paşa, 18 Şubat 1878 (5 Şubat 1293) sabahı, İstanbul’dan gönderilmiş adı «Mukaddeme-i Hayr» fakat aslı «Şer başlangıcı» olan zırhlıya bindirilerek, iki saat yolculuktan sonra Kale-i Sulta­ niye'ye getirilmiştir. Burada muhâfız Hüseyin Paşa'ya teslim olundu. Hüseyin Paşa, kendisini muhâfızlık dâiresinde b ir odaya hapsetti. Süleyman Paşa bu oda­ da ihtilâttan men'edilmişti; hiç kimseyle görüştürül­ müyor, konuşturulmuyordu. Ailesine bile mektup ya­ zıp gönderememekteydi. İstanbul'da 8 Şubat 1293 târihinde Süleyman Paşa'yı muhâkeme edecek Harb Dîvânı kuruldu.*^'^ Harb 01) 17 Sefer 1295 (1879 Ocak)'de kurulan H arb Dîvân-ı’nm başkanlığına önce Müşir Derviş Paşa tâyin edilmişse de b îr ay sonra Harb IMvânı Başkanlığı'na üyelerden Müşir îzzet Paşa geçerek Derviş Paşa üyeliğe naklolunmuş ve yirmiüç gün sonra da Sâmih Paşa Reis olmuştur. H arb

54


Dîvânı, araştırm asını yapdıkdan sonra, Süleyman Paşa'nın muhâkeme edilmek üzere îstanbul'a getirilme­ sini istedi. Bunun üzerine o sırada asker ve eşyâ ta­ şıyan, Kale-i Sultaniye'den geçeceği bilinen (Hüdâvendigâr) firkateyni süvarisine Süleyman Paşa'yı alarak İstanbul'a getirmesi için emir verildi. Süleyman Paşa, Kale-i Sultaniye'de 28 gün tutuk­ lu kalmıştı. 3 M art 1294 günü İstanbul a harekeıîs, 4 Mart günü kapalı b ir arabaya konularak Sirkeci'den doğru Taşkışla’ya getirilmiştir. 17 Mart 1878 (4 Mart 1294) günü Taşkışla Komutanlık Odası'na hapsedilen Süleyman Paşanın kapısı önüne ve penceresinin al­ tına süngülü muhâfızlar dikilmişti. Süleyman Paşa’nm Muhâkemesi 22 Nisan 1878 (9 Ndsan 1294) günü Süleyman Paşa'nın tutuklu bulunduğu odaya tbrâhim ^aşa ile, sorgu hâkimi îzzet ve sorgu kâtibi Hakkı Efendiler geldiler. Harb Dîvânı tarafından sorgusunu almaya memur edildiklerini söylediler. Daha önce Rauf, Necib ve Şâkir Paşalar tarafından düzenlenmiş olan sualleri sormağa b a şla d ıla r: — îsm-i âlîniz ve babanızın ismi ve yaşınız ve do­ ğum yeriniz ne ve neresidir? — Adım Esseyid Süleyman Hüsnü, babamm adı Bsseyid Mehmed Hâlid, yaşım kırk ve doğumum DerDîvânı Savcılığı'nı önce Ferik Ahmed Veihib Paşa yürüt­ müş; daha sonra Ferik Necib Paşa Savcı olmuştur. Mü­ şir Safvet ve Nusret Paşalarla, feriklerden Ali Nizamî, Ali ve Mehmed Paşalar Harb Dîvâm'nda üye bulunuyorlardı.

55


saâdet'te (îstanbul'da), Süleymâniye'de Molla Gûrânî Mahallesi'dir. — San'atınız nedir? — Askerliktir. — Rütbeniz ve mahal-li neşetiniz nedir? — Rütbem müşir ve mahal-li neşetim Mekteb-i Fünûn-u Harbiye'dir. Bun-dan sonra savaşa dâir b ir sual soruldu. Sü­ leyman Paşa günlerdir böyle bir soruya hazırlanmış ve kararını vermiş olduğu için cevabını v e rd i: — trâ d olunan suallerin cevablarını vermeden ön­ ce kendimin ne sıfatla tanındığımı bilmek isterim. Her ne kadar âcizleri mevkuf isem de maznunen de­ ğil mağduren mevkufum. Rus Muharebesi’ne girdi­ ğim 9 Temmuz 1293 (1876) târihindep istifam a kadar azledilmediğim gibi bu esnâda bir tevbihe de m aruz kalmadım. Bilâkis m üteaddid ferm anlarla taltif olun­ dum. Ve Balkan Kumandanlığı'ndan Tuna Umum Kumandanhğı'na. Tuna Umum Kumandanlığı’ndan Ru­ meli Umum Kumandanlığına terfi' ettirildim. Diğer kum andanlar ise su-i hâli görülerek azledilmişlerdir. Buna nazaran maznun olmayan kumandana maznun sıfatı verilerek sual sorulamaz. Eğer istizah etmek (açıklama yapılması) isteniyorsa Rus Savaşı 14 Hazi­ ran 1293 târihinde başlamıştır. Ben ise 9 Temmuz 1293 târihinde çıktım. Bu zamana kadar Ruslar Bal kanlan aşarak Edirne’yi tehdide bile kalkışacakların­ dan Harb Dîvânı’nın benden istizaha başlaması ve mu­ harebenin ortasında işi tahkik etmek istemesi adale­ te uymaz. 56


Süleyman Paşanın bu savunması uzundur. Sor­ gu Hey'eti yazılı olan bu savunmayı alıp odadan çık­ mış; Harb Dîvânı, Süleyman Paşa'nın açıkladığı ger­ çeklere, yaptığı savunmaya aldırış etmemiş; istekleri­ ne uymamıştır. Ibrâhim Paşa, yine Paşa’nın odasma gelip sualler sormaya devam etmişse de Süleyman Pa­ şa karşılık vermeyeceğini bildirmiştir. Süleyman Paşa’mn cevab vermesi için yapılan bütün başvurular bir sonuç vermeyince Harb Divânı meselenin yazılı olarak halli yolunu tutm uştur. Süleyman Paşa da bu davranışının bir sonuca var­ mayacağını anlamıştır. Birinci dönem komutanlığına ilişkin soruları birer birer cevablandırmış; bu da bit­ tikten sonra 39 sorudan oluşan üçüncü dönem komu­ tanlığına âid suallere sekiz - dokuz günde cevab ver­ miştir. Süleyman P aşanın bu muhâkemesi, hiç b ir za­ man harbde yaptığı ileri sürülen hatâlar yüzünden dü­ zenlenmiş, yapılmış değildi. O, durumu dâimâ daha önce Pâdişah’a ve İstanbul'a bildirmiş, hattâ birçok defalar sonucun neye varacağını da belirtmişti. Paşa, ağır şartlarda geçen tutukluluk günleri iler­ ledikçe kötümser olmağa başlamış; artık ya asılaca­ ğını veyâ kurşuna dizileceğini düşünüp beklemeğe baş­ lamıştı. Duygu, düşünce ve durumunu gizlice Mahmud Celâleddin P aşaya bildirdi. Mahmud Celâleddin Paşa verdiği cevabda Süleyman Paşanın tevkif sebe­ bini şu satırlarla açıklam aktadır: «Tevkifinizin muhâkeme usullerine uygun olmadığından bahsederse­ niz, dünyâda herşeyin mâneviyâtı olduğu gibi bunun 57


da, yâni bulunduğumuz hâlin de mânevi sebebi Sultan Abdulaziz Han merhumun hal'ine acele buyurmanız­ dan neş’et etmiştir.» Süleyman Paşa bu mektubdan biraz teselli bul­ muşsa da, gelişen olaylar onu daha da kötüm ser hâ­ le getirmişdir. Daha önce kendisini kaçırmak için ya­ pılan teklife aldırış etmemiş; bunun kendisini orta­ dan kaldırmak için düzenlenmiş bir tuzak olduğunu düşünmüşdü. Kaçarken nöbetçiler tarafından ateş edi­ lip öldürülmesine bir m eşru' sebeb hazırladıklarım sanmışdı. Mahmud Celâleddin Paşa'nın m ektubundan bir süre sonra Hoca Kâzım Efendi, P aşanın odasına ge­ lerek : «Yarın millet sizi buradan kurtaracaktır. Siz de onlann başına geçip kumandayı üzerinize ahmz» demişti. Paşa ise bu sözlere sert ve şiddetli b ir karşı­ lıkta bulunmuştu. Gerçi ertesi günü, yâni 20 Mayıs 1878 günü Çırağan Vak'ası diye ünlü Ali Suavi'nin vak'ası cereyan etmişse de, bunun Süleyman Paşa ile bir ilişkisi bulunduğu meçhuldür. 21 Mayıs günü Süleyman Paşa'ya cevablandırmadığı ilk komutanlık dönemi ile ilgili sorular tekrar­ lanmış, Paşa bunları altı günde cevablandırmışdır. Süleyman Paşa'nın vaktiyle «Müşir» rütbesine yükseltilerek Ahmed M uhtar Paşa'nın yerine yollan­ mak suretiyle Başkentten uzaklaştırılması; sonra H arb Dîvâm’na gönderilerek bütün yetki ve rütbele­ rinin geri alınması; Bağdad’a sürgün edilişi ve orada altı yıl kalmasına karar verilmişken ölene kadar ondört yıl tutuluşu, hep Sultan Abdulaziz’in tahttan in­ 58


dirilmesindeki rolü yüzündendir. Üstad Selcenoğlu îb> nül' Emin, bu gerçeği açıkça şöyle belirtmektedir:^^^ «Vak'a<i hal'in başlıca icrâ me’murlanndan oldu­ ğu için Süleyman Paşa’yı Pây-ı-tahtdan uzaklaşdırmak maksadı ile öyle mühim bir zamanda, öyle mühim bir kumandanlığa tâyin etmek, Sultan Abdulhamid mer­ humun vehm-ü vesvesesinden mütevellid bir tevcih-i gayn vecihdir. Süleyman Paşa kumandanlığa elyak ve gireceği harbde muvaffak olsun olmasın, o cihetin —fıtreten mütevehhim iken bir biri üstüne vâki' olan iki har* den ve amucasının uğradığı müsibet-i aaûmeden gözü korkarak büsbütün vehm-i mücessem kesilmiş olan— Şehr-i-yâr-ı vesvesekâr nazarında ehemmiyeti yok. Onun ehemmiyet verdiği cihet, Süleyman Paşa —^böy­ le karışık bir zamanda— Pâyıtahtda ve Mekâtib-i Askeriyye Nezâreti’nde bulunub da Amucast merhuma yapdığım, kendine de yapmağa kalkışması ihtimâli­ dir. Ba’zı emsâli gibi o Paşa’dan da hiç bir suretle emin olamadığı içün ona tevcih etdirdiği kumandan­ lık ve müşirlik, bilâhere —halkm deyimiyle— ocağı­ na incir dikeceğine işâret idi.» Süleyman Paşa, Taşkışla'da bir yıla yakın bir sü­ re tutuklu kalmışdır. Bu müddet içinde yapılan sor­ gu ve duruşmalar sonucu 4 Ocak 1879 (23 Kânûn-ı-evvel 1294 / 10 Muharrem 1296) günü rütbesinin alınma­ sına ve altı yıl müddetle sürgünde kalmasına dâir tnal, İbnül' Emin Mahmud K em âl: Osmanb Devrinde S<m Saânâzam lar, 4. Basılış, İstanbul 1969, ss. 1836-1837.

59


Hükm-ıü Örfî, süngülü neferler önünde Süleyman Pa şa'ya bildirilmişdir. Nereye gönderileceği bu târihde belirtilmemiş; mahkeme kararının tebliğinden birbuçuk ay sonra Bağdad'a sürülmesi kararlaşdınlm ışdır. 19 Şubat 1879 (26 Safer 1296) Salı günü Pâdişâhm irâ­ desi tebliğ olunup rütbesi ve nişanları alınan Süley* man P aşaya ancak bir gece (20 Şubat 1879 Çarşam­ ba) ailesi ile görüşmesi için müsaade edilmişdir. Er­ tesi günü (21 Şubat 1879/8 Şubat 1294 / 28 Safer 1296 Perşenbe) Dersaâdet Kuımandam Âdil Paşa tarafından Sirkeciye getirilen Süleyman Paşa, o gün Sirkeci Rıhtım ı'ndan kalkan bir Fransız vapuruna bindirilerek İskenderun yolu ile Bağdad'a sürgün edilmişdir. Bağdad’a kadar sürülmesine Seraskerlik Makamı Başyâveri İsmail Bey m e’m ur edilmiştir.'^^’ Süleyman Paşa, altı yıl kalmak kararı ile gönde­ rilip ondört yıl süre ile ölümüne kadar çilesini dol­ duracağı sürgün yeri Bağdad şehrine 17 Haziran 1879 (4 Haziran 1294/26 Cemâdiülâhır 1296) Pazartesi gü­ nü gelmişdir/^’ Süleyman P aşanın İstanbul'dan 21 Şub a t’ta ayrılıp Bağdad’a 17 Haziran’da varışının sebe­ bi, yetmişsekiz gün Haleb'de İstanbul'dan gelecek aile­ sini beiklediği içindir. Muhafaza altında tstaniburdan Haleb'e dokuz gün­ de gelen Süleyman Paşa, onbeş - yirmi gün sonra ken­ disine burada katılan eşi ve çocukları ile bir süre Haleb Valisi Kıbnslı Kâmil Paşa (eski Sadrıâzamlardan) <»> Cerİde-i Havadis, 22 Şubat 1879 / 29 Safer 1296 Cuma. Nu. 3943. (34) Umdet-ül-HaJcayİk, s. 9.

60


tarafından misafir edilmişdir. Süleyman Paşa’ya iyi muamele ve güleryüz gösteren Haleb Vâlisi Kâmil Pa­ şa, bundan yirmi gün sonra, 22 Mart 1879 (9 Mart 1294 / Rebiulevvel 1296)’da vâlilikden azledilmişdir. Süleyman Paşazâde Sârni, bu konuda şu bilgileri vermektedir:*“* «...Şunu da söylemeden geçemiyeceğim ki Nâfİ’ Paşa Hazretleri’nin ihyâ ettikleri hâtırât arasında, o târihde Haleb Vilâyeti vâliliğinde bulunan S ad n esbak Kıbrıslı Kâmil Paşa Hazretleri bilhassa zikre şâyandır. Müşârünileyh (adı geçen) Hazretleri gerek biz­ zat ve gerek mücâmelât-ı tesmiyeleriyle bilvasıta m er­ hum (Süleyman Paşa) hakkında fevkalâde âsâr-ı in­ saniyet ibraz etmişlerdir. Hattâ, peder-i merhumun Haleb'e muvasalatından (varışından) (17 Şubat 1294) yirmi gün sonra (9 Mart 1295) vâlilikden infisâl (ay­ rılma, azledilme) etm işlerdir ki, b u ^nfisâlde dolayısıy­ la o muâmelât-ı cemilenin dahli olması m üsteb’ad (uzak görülen, olacağı sanılmayan) değildir. H er hâl­ de, felâket-i mâziyesini ve hâl-i nekbet ve kerbetinde (talihsizlik, felâket ve kederli, tasalı hâlinde, zama­ nında) mazhar olduğu eyilikleri hâlâ unutamayan ve unutmamak lâzım geleceğine kani’ olan âilemiz müşârünileyh hazretlerine bilhassa medyûn-u şükrandır.»

<35) Süleyman Paşazâde Sami (Toplayan) : Süleyman Paşa Muhâkemesi Zeyli, Askerî Matbaa, İstanbul 1928, s. 26.

61


SÜLEYMAN PAŞA SÜRGÜNDE Bağdad’a gelen Süleyman Paşa, önce Vilâyet Ta­ b u r Ağasının (Jandarma Alayı Komutam'nın) evine m isafir edilmişdir. Bu sırada Bağdad Vâlisi, Kütahyalı Abdurrahman Nurüddin Paşa (1882'de Sadnâzam olmuşdur) ve Ordu Müşiri de Haşan Fevzi Paşa idi. Abdurrahman Nurüddin Paşa, Diyarbakır Vâlisi iken, Süleyman Paşa'nın gelmesinden dörtbuçuk ay önce Bağdad Valiliğine atanmışdı. Vâli ve Ordu Müşiri paşalann ikisi de Süleyman Paşa'ya karşı soğuk ve çe­ kingen davranmışlardı. Süleyman Paşa bunlardan bah­ sederken şöyle dernektedir:^^' «...Bunlardan birincisi mürüvvetkâr, meziyyetşiâr bir merd-i şefik, İkincisi küçük yaşdan beri birlikte ömür geçirdiğim makam-ı dâder bir sevgili refik idi. İhtimâl ki bu iki zat da bir kuvve-i mütehakkimenin taht'i tefsirinde bulunuyorlar.» Süleyman Paşa'nın sürgün hayâtını inceleyen Uzunçarşılı, makalesinde şöyle yazımakdadır:^^^ «Süleyman Paşa, Bağdad’da ilk zamanlarda mai> şetce bir az sıkıntı çekmiş, elindeki üç bin altım faize vererek geçinmiş ve bir müddet sonra bu parası bat> Umdet<^>Hakayİk, ss. 9, 10. İsmail Hakkı Uzunçarşılı: Şıpka Kum andanı Süleyman Hüsnü Paşa’nm Menfâ Hayâtuıa Dâir Bâzı Vesikalar, Bel' leten. Ocak 194«, C. X II, Sayı: 45, ss. 209-210.

62


mış ise de Ekim 1882 (1299 H.)’de hükümetçe tahsis edilip zamanına göre mühim bir para olan 7^00 ku« n iş ma’zuiiyet maaşı ile sıkmtısız yaşamışdır.» Süleyman Paşa, Bağdad'da bulunduğu ilk yıllar­ da bağışlanması, süı^ün yerinin değiştirilmesi için birkaç kere telgraflar çekmiş, başvurularda bulun­ muşsa da, hiçbir olumlu sonuç elde edememişdir. Süleyman Paşa, 15 Rebiulevvel 1297 (Şubat 1880) târihinde çok sevdiği arkadaşı Midilli Mutasarrıfı bu­ lunan Nâmık Kemâl Bey'e göndermiş olduğu bir mek­ tubunda : «Tebdil-i menfâ için Başvekâlet makamma ve Seraskere müracaat edilmişdi; birincisinin: Ben Efen­ dimize arzedemem; sonra vahim olur, dediği ve İkin­ cisinin de leyte laalle ile imrar-ı vakit ettiğini İstan­ bul’dan yazıyorlardı. Said Paşa’ya gayr-i resmi olarak ayrıca bir arîza dahi yazmış idim; adamımızdan aldı­ ğım telgraf haberine göre o da bir netice-i müsmir ol­ mamış. Bizim, İzmir, Midilli, Rodos gibi mahallere nakl-i mekânımız bile bir nimet-i kübrâ addolunuyor da mesâgı, bililtizam diriğ buyuruluyor. Doğrudan doğruya Zât-i Şâhâne'ye bir telgraf çekeyim diyorum; bir de düşünüyorum kİ kimden kime şikâyet edece* ğlm; hem Bağdad’a da IMvân-ı Harb edebsizleri karar-ı kasıisi İle* gitmedim ya! O re'yi mübarek biz­ zat karihadan sâdır oldu; ta*yin-i mahal bilvâsıta ken­ dilerinin (yâni Pâdişahm) saniha-i içtihâdıdır» diyor. Süleyman Paşa, bu görüş ve düşüncede olmasına rağ­ men yine de bizzat Pâdişah'a doğrudan doğruya ve * k a sr: zorla iş gördürme, galip olmak, b ir nesneyi asim dan çıkarmak.

63


yakınları aracılığı ile zıffı için birçok başvurularda bu­ lunmuştur. Uzunçarşılı değerli araştırm asında konu ile ilgili bütün meıktub ve telgrafların ır^tinlerini vermiş bulunm aktadır/^’ Biz burada bu belgelerin târih ve nu­ maraları ile kimlere gönderildiğini belirtmekle yetine­ ceğiz : 17 Mayıs 1880 (4 Mayıs 96) (Cemaziyelevvel 1297) târihli telgrafında iki yılı aşkın bir zam andır ailesiyle birlikde çektiği azâbı belirterek Padişaha bağışlanma­ sını yalvarmaktadır. Bu müracaatına hiçbir cevab alamıyan Süleyman Paşa, beşbuçuk ay sonra, 1 Kasım 1880 (19 Ekim 1296 Malî) târih ve 13259 num aralı telgrafla Pâdişah’dan af­ fını tekrar niyaz etmiştir. Buna da karşılık alamayan Süleyman Paşa, iki yıl bekledikden sonra bu kez uygun bir aracı ile ricâsını Hâkan’a ulaştırmayı denemiştir. Sultan Abdülham id’in şeyhi, yüksek ahlâk ve iffeti ile tanınmış Zâfir Efendiye başvurmuş ve 15 Haziran 1298 târihli telgrafı ile, bağışlanarak tekrar bendeleri araşma ka­ tılmasını niyaz etmiştir. Bu telgraf, Şeyh Zâfir Efen­ di tarafından Sultan Hamid'e sunulmuşsa da, ondan da bir netice abnamamıştır. Sürgünde büyük bunalım içinde bulunan Süley­ man Paşa’nın, Abdülhamid’in amucası Sultan Aziz'in tahttan indirilişinde rolü olan kimseleri birer suretle cezalandırıp İstanbul'dan çıkarmış ve bu olayda kenÎ.H. Uzunçarşılı: a.g.m., ss. 212-221.

64


dişinin birinci derecede ilişkisi bulunduğunu düşün­ meyerek devamlı surette afvım istemesi, «havanda su döğmek»di. ö te yandan kendisinin Bağdad’^da adım adım izlendiğinin farkında değildi. Kendisi haikkında verilmiş cezadan ve uygulanan muâmeleden ötürü et­ rafta sık sık a tıp -tu ttu ğ u da oluyordu. Nitekim Bağdad Vâlisi Takiyüddin Paşa, 6 Temmuz 1884 (23 Ha­ ziran 1300) târihinde Mâbeyn'e şifreli b ir telgraf çe­ kerek Süleyman Paşa'nın halk arasında fesad saçarak hükümet yönetimini zor durum a düşürdüğünü arzetmiş ve başka bir yere nakledilmesini istemiştir. Bu telgraf üzerine ne yapıldığı bilinemiyorsa da, Vâli'nin Süleyman Paşa'yı nakil etmeleri isteği ve tek­ lifi dikkate alınmamıştır. Fakat, bu konu ile ilişkisi olup olmadığı hususunda birşey söylenemezse de. Takiyüddin Paşa vâlilikden uzaklaştınimıştır. Süleyman Paşa^nm Hastahğı 1886'da sindirim sisteminden rahatsızlanan Sü­ leyman Paşa, kendisinin b ir sağlık kurulu tarafından muâyene edilerek tedavisine karar veriiinesini istiyor­ du. Çok ağrı verici b ir hazımsızlık, yemeklerden b iriki saat sonra mide ve bağırsaklannda hâsıl olan ve boğazından çıkan çoık m iktarda gazlann gürültü ve gurultusu dışarıdan duyulup yanındakileri de rahatsız ediyordu. Süleyman Paşa'mn başvurusu üzerine 23 Ha­ ziran 1886 (10 Haziran 1302) târihinde şifreli b ir tel­ grafla Ordu Müşirliği, İstanbul'dan Seraskerlik'den ne gibi b ir işlem yapılmasını sormuştu. Bir yıl geçti­ ği hâlde bu sağlık konusundaiki müracaatına da hiç önem ve cevab verilmemişdi. 65


Hastalığının artm ası üzerine Süleyman Paşa, 1887 (1303)'de bir dilekçe ile Altıncı Ordu Müşiri Hidâyet Paşa'dan tekrar muayene ve tedâvi ettirilm esini is­ tedi. Hidâyet Paşa, erlikden yetişmiş, fakat cesareti ve kendisine verilen görevleri başarması sonucu Mü­ şirliğe kadar yükselmiş seciyeli bir askerdi. Süleyman Paşa'nın dilekçesini bir Sıhhî Hey'et'e havale etti. Doktorlar Kurulu, Süleyman P aşanın oturduğu eve giderek onu iyice muayene etmişler ve konsültasyon­ ları sonucunda ortaklaşa b ir rapor düzenlemişlerdi. Bu raporda Süleyman Paşanın orta boylu, orta bün­ yeli, asabî mizaçlı, beyaz tenli ve elli yaşlarında kadar olduğu yazılıydı. Doktorlar Paşa'nın, sağlık durumu açısından sıcak iklim dışında mu’tedil b ir ülkede kal­ masının gerektiğini tavsiye ediyorlardı. Ordu Müşiri Hidâyet Paşa'nın imzasını taşıyan bir tahrirat ekindeki iki sağlık durum u raporunun as­ lı Seraskerliğe ve sureti Saray’a sunulmuştu. Süleyman Paşa'nın bu Sağlık Kurulu'nca düzen­ lenmiş raporundaki doktorların tavsiyeleri üzerine ne işlem, yapıldığı ve Ordu Müşirliği'nin tahriratına ne cevab verildiği bilinmemektedir. Bilinen gerçek, Sü­ leyman Paşa'nın Bağdad'da ölene kadar kaldığıdır. Böylece bütün çaba ve başvurular hiçbir olumlu so­ nuç sağlayamamıştır. Harb Dîvânı’nca verilmiş sürgün yeri Bağdad'da altı yıl ikamet cezası sona ermişti. Bunun üzerine de Süleyman Paşa, 1887 Eylülünde (30 Ağustos 1303) Pâdişah'ın yakınlarından Besim Bey'e telgraf göndere­ rek rütbesinin geri verilmesini ve afvım bir kere da­ ha istirham etmiştir. 66


1889'da ağır bir surette hastalanıp 40 gün kadar yatakdan çıkamayan Süleyman Paşa, hayli zayıf düş­ müştü. Kendisinin Dicle'de işleyen Umman-ı Osmanî vapurlarm dan biriyle beş - altı gün içinde Bağdad’a dönmek üzere, hastalığının hai:iflemesi için Ammare'ye kadar nehir üzerinde bir sefer yapmasına müsaade istemiş; bunun için de Mâbeyn-i Hümâyun Başkitâbeti'ne 11 Teşrinisâni 1305 (1889) gün ve 8533 numaralı bir telgraf göndermişdi. Bu müracaatın nasıl karşı­ landığına ilişkin bir kayıd ve bilgiye de rastlanmamışdır. 1891 {1307 Mâlî) yılı Arahk ayı başlarında Süley­ man Paşa’nın annesi vefat edince Paşa, âilesinin bü­ yüksüz - sâhibsiz kaldığından bahsederek Irak ve di­ ğer Arab memleketleri dışındaki vilâyetlerden birine naklini 26 Aralık 1891 (13 Arahk 1307) târih ve 10799 numaralı telgrafla Pâdişahdan istirham etmişdir. Bu, Süleyman Paşa’nm boşa çıkan en s,on başvurusu olmuşdur. Süleyman Paşa’nın Ölümü Annesinin vefatından ve 26 Arahk 1891 târihinde Pâdişâha çekdiği son telgrafından sekiz ay sonra, Bâgdad sürgününde 14 yıllık çilesi dolan 54 yaşındaki Sü­ leyman Paşa, 7 Ağustos 1892 (26 Temmuz 1308) günü ve yine Şehr-i Muharrem-ül Harâm'da Allahın rahme­ tine kavuşmuşdur. Süleyman Paşa, Bağdad’da İmam Mûsâ Kâzım H azretlerinin câmii içindeki Ebû Yusuf Mescid-i-şerifi'nin girişinde sol tarafa gömülmüşdür. Kıhcı, kalemi, Türk Târihi, Türk Dili ve Grameri üzerindeki millî görüş ve düşünceleriyle Türklüğe, 67


Türk milliyetçiliğine büyük hizmetlerde bulunmuş bu çilekeş Türkçünün aziz kabrini düzenlemek şerefi, ölümünden onsekiz yıl sonra 1910'da, büyük Türk edi­ bi Süleyman Nazif'e düşmüşdür. 1910 yılında Bağdad Valisi bulunan Süleyman Nazif, çocukluğundan beri Süleyman Paşa’nın aziz hâtırasına derin b ir saygı ve sevgiyle bağlıydı. Bağdad'a Vâli geldiği zaman ilk iş olarak Süleyman Paşa’nın unutulmuş, ihmâl edilmiş kabrini yapdırmak istemişdir. Süleyman Paşa’nm ölü­ münden onsekiz yıl sonra büyük bir kadirbilirlik ör­ neği veren Süleyman Nazif, 21 sahifelik küçük risale­ sinde şöyle demekdedir:^^” «...Vatanını, milletini, târihini seven her Türk, bu büyük Türkden saygıyla bahsedebilir ve etmelidir. Biz bugün kimsesiz bir kahramamn onsekiz yıl önce va* tanın kalbinde bir yara gibi açılmış olan perişan kab> rini düzenlemeğe teşebbüs etmekle o yarayı da —fa* kat bir parça utanma ile— sarmış olacağız.» Fakat ne yazıkdır ki vefalı, kadir bilir Süleyman Nazif, Süleyman Paşa’nm yaptırılacak mezarı başında söylemek üzere kaleme aldığı nutkunu, m ezann yapıl­ ması gecikdiği için okuyamamışdır. 24 Haziran 1326 târihinde Basra’da yazıldığı anlaşılan bu yazısını Sü­ leyman Nazif, iki yıl sonra 1328 (1910)'de Bağdad'da bastırmışdır. Bu küçük risalesini (Kardeş) diye başla­ yan samimî bir seslenişle arkadaşı Süleyman Paşazâde Sami'ye sunan üzgün Süleyman Nazif, şöyle dem ekdedir: Süleyman N azif; Süleyman Paşa, Dârüsselâm Matbaası (Bağdad) 1910 (1328), s. 2.

68


«Peder-i lâyemutunun kat>r*l muazzezini tanzim ettirmek şerefi —o kadar istediğim ve çalışdığmı iıâİ* bana da nasib olmadı. Kader, mâûye âid bir zu­ lüm ve liicâbı, meğer bir müddet istikbâle de teşmil etmek istermiş. Risâle şeklinde huzûruna ve huzûr-u umûmiye çıkan şu sözleri o merkad-ı münevverin atebe-i belendine vaz' edemediğim içün asıl medfensiz, meskensiz, melce'siz kalan benim akvâl-u-âmâiim ol­ du.» «Abdulaziz'in tahttan indirilmesine sebeb olan, o arslan gibi Sultan’m hayât-ı zâtiye ve târihiyesine hı­ yanetleriyle kasdeyleyen yalnız Mahmud Nedim Paşa'dır» diyen Süleyman Nazif, Süleyman ve Midhat Pa­ şaların bu olayda vatanseverce vazifelerini yapdıklan n ı savunarak şu yargıya varmaikdadır: «...Süleyman Paşa, her mücâdeleden alm açık ola­ rak çıkmışdır. Utanmak bir vazife ise yalnız muarız­ larına terettüb eder.» «...Bizde edebiyâtm ilk müdevveni, yâni ilk üstâd-ı edebimiz olmak şerefi Süleyman Paşa'ya tevec­ cüh eder.» Süleyman Nazif, Süleyman Paşa ile ilgili çocuk­ luk yıllarındaki hâtıralarını da şöyle yazm akdadır; «Evvelâ bütün millet Süleyman Paşa'ya âşıktır. Ölüme cebheden dik nazarlarla yürümüş olan birçok kahramanların Süleyman Paşa'ya ağladıklarım hepi­ miz gördük. Felâkete dûçar edildiği zaman çocukdum. Fakat hâlâ en küçük teferruâtma kadar hatırımdadır. Pederimin dostlan bizim evde toplandıkça bu mes’eleyi bilhassa mevzu-u hasbihâl ederek Süleyman 69


Paşa'mn felâketi bir felâket-i milliye olduğunu söyler* lerdi. Bunlann hepsi ciddî ve vakur adamlardı. Ve hepsi büyük bir cenâze huzurunda ta'zim ve telehhüf (hasret ve kederle yamp yakılma) izhar eder gibi Sü­ leyman Paşamdan bahsederlerdi.» Büyük Türk vatanseveri Süleyman Nazif, (Batar­ ya İle Ateş)’inde : «Sultan Orhan’m necib evlâdı Sülej^ an Paşa’dan başka ve ondan sonra ismi Türk çocuklannm hâfızalarmda şükranla yer alacak Türk ulu­ larından» biri; «Maârif ve hamiyet-i milliyemizin evli­ yalarından biri» diye tanıttığı Süleyman Paşa için şöy­ le söyler:^"^ «Bu âlim ve fedakâr Türk’e bir kısım muâsırlan pekçok fenalık etmişdi. Korkarım ki gelecekler de nankörce bir unutkanhkla bu zulümlere ebediyen katıhr, ortak olurlar!..» «Bu kabrin huzurunda garezler hicâb ile susarak dâima insaf, dâima hamiyyet, dâima takdir, dâima tebcil söylemelidir. Bu kabir, hâtıra-i Hürriyet’in sık sık matâfı (etrafında dönülerek tavaf edilen yer) ol­ mağa lâyık ve mukaddes bir mahaldir. Dünyâmn en zâlim bir istibdadı, milletin en büyük ve en fedakâr ümidlerinden birini burada boğdu. İstikbal ne kadar müreffeh ve ne kadar âzâde-i gavâil olursa olsun, ara sıra bu k&brin önüne gelerek bedel-i mes’adetini he­ sap ile şükr-güzârâne duâ etmeği unutmamahdır. Bu mezar bir cism-i meyyiti hayâtın nazar-ı istiskalinden teb }d eden bir hufre-i âdiye değildir; burada bir (40) Süleyman Nazif: B atarya İle Ateş, İstanbul 1335 (1919), ss. 52-58.

70


ömr-ü müebbed medfûn bulunuyor. Devr-i sâbıkın kanlı eli memleketin her tarafma ve her tarafa böyle binlerce, yüzbinlerce şehid cenazesi serpti. Bugün pir­ lerinin mezanndan onlara birer selâm*ı şükran ve ih­ tiram göndermeliyiz. Ve dâima minnetdârâne tahattür etmeliyiz ki Midhat Paşa’nm Tâif’deki meşhed-İ belendiyle Süleyman Paşa^mn buradaki merkad-i kudsiyetmendi, Şişli’deki Hün*iyet-i Ebediye Tepesi’ne mün­ tehi silsile-i hamiyyetin birer muazzam şâhikasıdu*.» Türk hicvinin büyüik ustası Şâir E şre f'in : Herkese gitmez belâ erbâb-ı istihkak arar diye en şâhâne b ir mısraı ile vurguladığı gerçek, bü­ tün vatanseverler gibi Süleyman Paşanın çilesine de uyan b ir târifdir. Fakat Süleyman Paşa'nıh Bağdad'a sürgün edilmesi üzerine şâir Deli Hikmet Bey’in Paşa'ya gönderdiği mufassal manzum mektubundan an­ cak bulabildiğimiz şu üç mısra', yânan yürekleri din­ diren bir teselli iksîridir:^^‘^ Düşün bir kerre : Mazlûm olmasan ey mihnet-i yekser, Irrâk-a aldınrmıydı seni evlâd-i Peygamber? Vatan hoşnûd senden hâzır ol bezm-i mükâfâta!..

w*) Süleyman N azif: Nâmık K ^nâl, Dersaâdet (İstanbul) 1340 (1922), ss. 31-32; Ayrıca bk. Süleyman N azif: Süley* m an Paşa. Bağdad 1328 (1910). s. İS.

71


CUMHURBAŞKANI CEVDET SUNAYİN SÜLEYMAN PAŞA'NIN KABRİNİ ZİYARETLERİ Türkiye Cum huriyetinin Beşinci Cumhurbaşkanı rahmetli Cevdet Sunay (1900-1982), büyük Türk ev­ lâdı Süleyman Paşa'nm ölümünden 76 yıl sonra, 29 Misan 1968 Pazartesi sabahı saat 08.30'da Türk milleti'nin borçlu bulunduğu b ir vazifeyi yerine getirmişdir. Cumhurbaşkanı Sunay'ın Süleyman Paşa'nm kab rini ziyâretlerinde kendilerine refakat eden bu kita bin yazan, konuyu daha önce şu satırlarla eınlatmış tır;(«> «...Sayın Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunaydın 27 Nisan - 1 \Mayis 1968 târihinde Irak’ı ve daha sonra da Afganistan’ı ziyâretlerinde kendilerine refakat eden Hey'ette parlâmenter olarak Cumhuriyet Sena* tosu'ndan ben bulunmakdaydmı. 29 Nisan 1968 Pazartesi sabahı saat 08.30’da, prog* ram gereğince Bağdad’da İmam Mûsâ Al-Kâzım, Ebû Yusuf, İmâm-ı A'zam, Şeyh Abduİkadir ^-Geylânl Hazretleri’nin türbeleri ziyâret edilecek ve sonra Kûfe’ye, Necef'e hareket edilecekdi. O sabah sayın Cumhurbaşkammıza, ilkönce, bu­ raya sürgün edilmiş, cezâsı doldukdan sonra da ve<4^2) Di- Fethi Tevetoğlu: Büyük Türkçü Süleyman Paşa, Türk K ültürü, Ağustos 1968, Yıl: VI, Sayı: 70, ss. 705-732.

72


fâtuia kadar Bağdad'da kalmış, Harbokulu komutanlanndan, Askeıi Okullar Nâzın, Şıpka Kahramâm Bü­ yük Türkçü Süleyman Paşa'nm kabrini ziyâret etme­ mizi arz ve teklif ettim. Derin bir alâka ve büyük bir heyecanla teklifimi kabul buyurdular. Süleyman Paşa'nm medfun bulunduğu yeri, eski araştırmalarım sırasmda tesbit etmiştim. Bağdad’a varışımızdan kısa bir süre sonra Süleyman Paşa'nm kabrini ve türbe içine kaldırılmış mezar taşım bul­ dum. İmam Mûsâ Al*Kâzım Hazretleri CâmU içinde­ ki Ebû Yusuf Mescidi girişinin sol tarafmda, örtüsü, sanduka ve taşı kaldırılmış kabrin perişan hâlini kal­ bim k^ayarak gördüm ve gösterdim. Gûyâ «tâmir olunacak» diye Mescid içine alınmış mezar taşmdaki kitâbeyi ben diz çökerek okudum; ajans ve gazete muhabiri arkadaşlar yazdılar, not aldılar ve saym Cumhurbaşkanımız başta, Türk Hey’eti mensublan dinlediler. Daha sonra orada, bu unutulmuş ulu Türk evlâdma Fâtihalar okuduk.» «Sayın Cumhıurbaşkanımız Cevdet Sunay'm refa­ katinde Irak ve Afganistan ziyâretinden yurda dönü­ şümüzün haftasında, Süleyman Paşa’mn çok muhte­ rem kızlan, aydın bir Türk kadım ve (Kadın Haklanm Koruma Demeği Genel Başkam) Mediha Gezgin Hanımefendi’den bir mektub almışdık. Aym konuda bana ve rahmetli Hüseyin Nâmık Orkun Bey'e müş* tereken yazılmış bir değerli mektublarmı da 1952'de (Süleyman Paşa) risâlesini yayınladığımız zaman gön­ dermişlerdi. Bu satırlarda, vefâh, muztarip bir asil evlâdm samimî dilekleri İfâde olunuyordu. Muhterem Hanımefendi, her iki mektublannda d a : «İstanbul’da 73


HürHyet Şehidlerini Anma Demeği, her yıl Midhat Paşa vesâireden bahsederlerken Babamın da adı ge* çer ve onun da kemiklerini Anavatan’a getirmek için beyhûde gayretler sarfolmmr» tarzmdaki derin tees­ sürlerini belirtmekteydiler. «Bugün, Türk Kültürü'nün Ordu Özel Sayısı’nda (Harbokulu Ders Nâzın) ve (Rumeli Orduları Umûm Komutam) büyük Türkçü Süleyman Hüsnü Paşa hakkmda şu araştırmayı yayınlarken, gecikmiş bir bor^ cun ödenmesini de, kahraman Türk Silâhh Kuvvetleri*nin büyük komutanları saym Cumhurbaşkanımız Sunay ve Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Tural başda olmak üzere, Hükümetimizin ve Hâriciyemizin vazifelilerinden bilhassa istirham etmekdeyiz. Ordu> muzun şerefli saflarmdan atılmış veyâ kopmuş türe­ di kahramanların, komünist yazarların yer bulduğu Ansiklopedi ve Sözlüklerle okuma kitablannda bUe korkunç bir nankörlükle adı dahi geçmeyen Süley­ man Paşa gibi eşine az rastlanan bir ideal ve inkılâp sembolü Türk askerinin, ilim ve düşimce adamınm, yeni yetişen evlâdlanmıza, gençlerimize tamtılmasında daha fazla gecikmemeliyiz.» Büyük Türkçü Süleyman Paşa'nın bugün hâlâ bombalar altında bekleyen kemiklerim Hürriyet-i Ebe­ diye Tepesi’ne nakletmek kadîrşinaslığmı günümüz vazifelilerine hatırlatmayı borç ve vazife biliyoruz. Süleyman Paşa*nm Evlâd ve Torunları 16 Ağustos 1968 Cuma günü Şişli'de Âbide-d Hür­ riyet Caddesi Eser Apartmam 191/10 adresinde kızı Âsûde Hanım'la oturan Süleyman Paşa'nın en küçük 74


evlâdı Mediha Gezgin Hanunefendi'yi ziyaret ederek âileİeri hakkında bilgi almışdım. Süleyman Paşa iki defa evlenmişdir. Birinci evli­ liğinden^^’ yaş sırasıyla : Sabiha, Mehmed Sâmi ve Se­ niha adlı ikisi kız, biri erkek olmak üzere üç çocuğu dünyâya gelmişdir. ikinci evliliğinden ise bir tek kız evlâdı Mediha (Gezgin) olmuşdur. Süleyman Paşa'nın en büyük evlâdı Sabiha Hanım ’dan Semuhî adlı bir erkek ve Meliha adlı bir kız torunu dünyâya gelmişdir. Mühendis Semuhî, Dedesi­ nin Umdetül-Hakayik adlı eserinin Haziran 1928'de Askeri M ecmuaya ek olarak yayınlanmasını başarmışdır. Mühendis Semuhî'nin Suna adlı bir kızı var­ dır. Süleyman Paşa'nın ikinci torunu Meliha Hanım'ın ise Gülbiz ve Rîzan adlı iki kızı bulunmakdadır. Türk Edöbiyâtı’nda, eğitimcilik ve pedagoji ala­ nında şerefli bir ün bırakan Süleynjan Paşazâde Meh* Süleyman Paşa’nın birinci eşi 13 Haziran 1876 (21 Cemâziyelevvel 1293) Salı günü İstanbul’da vefat etmişdir. Bu sırada Süleyman Paşa, Askerî Okullar Nâzırlığı üzerinde olduğu hâlde. Vekiller Meclisi k aran ile Harb Müşâvirliği’ne atanmış, Sofya’ya ve oradan da Şehirköy (Pirut) yöresi komutanlığına gitmişdi. Yâni eşinin vefâtmda Pa­ şa cebhededir. Gazeteler, merhûmenin cenazesi hakkında şunları yazıyordu: «Mekâtib-i Askeriye N âzın saâdetlû Süleyman Paşa Hazretleri’nln celile-1 muhteremeleri Hanım vefât eyle­ m iş D im ağ la dün iki bölük asker ve m ^âtib-1 askeriye^ nin talebeleri olduğu hâlde cenâzesi kemâl-i ihtiramla' merkad-i m ahsûsuna defnolunmuşdur. Rahmettdiâh-ı aleylıâ.» (Ceride-i Havâdis, 22 Cemâziyelevvel 1293/14 Ha­ ziran 1876 Çarşanba, Nu. 3108, s. 2).

75


med Sâmi, Süleyman Paşa'nın tek erkek evlâdıdır Paşa'nm ilk eşinden dünyâya gelen üç çocuğunun or­ tancasıdır. 1866 (1283) yılında İstanbul’da dünyâya gelmişdir. Babası bu sırada Silâhşörân Sağ Kolağasıdır. Girid olayının def'd için İzm ir’e toplanan Redif askerlerinin eğitimini birkaç ayda b aşan ile tamam­ layan ve buraida evlenen Süleyman Paşa, İstanbul'a döndüğünde ikinci çocuğu Mebmed Sâmi doğmuşdur. Beşiktaş Askerî Rüşdiyesi'nde orta, Mülkiye'nin Tdâd î bölümünde lise öğrenimini tamamlayan Sâmi, 1899 Ekiminde Mülkiye'nin Yüksek Kısmı'ndan «Pekiyi» derece ile me’zun olmuşdur. Maarifi meslek alanı se­ çen Süleyman Paşazade Sâmi Bey, Babası'nın kuru­ cusu bulunduğu Dârüşşefeka'da ve (Cemiyet-i Tedrisiye-i l'Sİâmiye) kadrosunda yararlı him ıetler görmüşdfür. Okul ve Maarif müdürlüklerinden Yüksek öğre­ tim Genelmüdürlüğüne, Üniversite Rektörlüğüne ve Maarif Nezâreti Te'lif ve Terceme Hey'eti âzâhğına ka­ dar eğitim alanının her kademesinde ve Bağdad dâhil yurdun her bir köşesinde başarılı faâliyet ve vazife­ lerde bulunmuşdur. Bağdad'da sürgün olarak bulunan Babasını ziyârete gittiği sırada, başvurusu üzerine, 24 Haziran 1891'de 1300 kuruş maaşla Bağdad I'dâdisi Müdürlüğü'ne ve Fransızca öğretmenliğine nakledilmişdi. Sâmi Bey, Babası’nm 7 Ağustos 1892 târihinde vefatından sonra, kendi isteği ile 14 Temmuz 1893’de 2500 kuruş maaş­ la Bursa Vilâyeti Maarif Müdürlüğü’ne ve Bursa I'dâdisi Fransızca, Kimya, Ahlâk ve Edebiyat dersleri Öğ­ retmenliklerine atanmışdır. Servet-i Fünûn'un ileri gelen şâirleri arasında Ba­ basının adını da alarak Süleyman Nesib takm a adıyla 76


şiirler ve yazılar yayınlayan Mehmed Sânii, edebiya­ tımızda (Süleyman Paşazade Sâmi Bey) diye ün kazanmışdır. Türk Ed^iyâtı'nda Sonne tarzım ilk d^a kullanan şâir, Süleyman Nesiib olmuşdur. Hayâtını an­ latan ve şiirlerinin bir kısmını bir araya toplayan (Külliyât-ı Âsâr ve İhtİsâsât • Sâmi Bey Süleyman Paşazâde) adlı eseri 1918'de İstanbul Evtkaf-ı Islâmiye Mat* baası'nda basılmışdır. (llm-i Terbİye-İ E tfâ l: Usûl-İ Terbiye) 1. Kısım, Ahmed İhsan Matbaası, İstanbul 1907, basılan ikinci eseridir. 1928'de İstanbul'da As­ kerî Matbaa'da basılan (Süleyman Paşa Muhâkemesi)*ni de Süleyman Paşazâde Sâmi Bey toplamış ye yayınlamışdır. (Frobel ve Pistalocl Usullerinde Talim ve Terbiye Dersleri'nin Tercemesi) basılmış eserleri ara­ sındadır. Fransız Pedagoğu Ferdinand Ediouard Buisson’dan dilimize çevirdiği (Kamûs-ı Terbiye) ve (Mtıh> tasar Kamûş-ı Felsefe) eserleri basılmamışdır. Süleyman Paşazâde Sâmi Bey, 51 yaşındayken Pnömoni'ye yakalanmış ve 28 Eylül 1917 (10 Zilhicce 1335) Cuma günü Hakkın rahmetine kavuşmuşdur. Kendisinden kırk gün önce (19 Ağustos 1917) vefat eden Tevfik Fikret’in kabri başında söylediği *. Bilİrmisin ki hayâtımdan artık İğrendim, Yamnda bir yer açarsan bu en büyük ni*met. bej^i onun vasiyeti sayılarak, Tevfik Fikret'in Eyub’daki kabri yanına göonühnüşdür. İki defa evlenmiş ve ayrılmış Sâmi Bey'ân Tıiç ço­ cuğu olmamışdır. 77


Süleyman Paşa'nın ilk eşinden dünyaya gelmiş üçüncü evlâdı Seniha, 17 -18 yaşlanndayken verem­ den ölmüşdür. Süleyman Paşa’nm ikinci eşi Sâriha Hanım ’dan^^^ dünyâya gelen küçük kızı Mediha Hanım, Devlet De­ miryolları Ressamlığından emekli iken 1952 yılında ve­ fat eden Fazlı Gezgin Bey'le evlenmiş ve Âsûde adlı bir kızı olmuşdur. (Kadın Haklarını Koruma Demeği) Genelbaşkanlığı gibi sosyal faâliyetlerde de bulunan Mediha Gez­ gin, Babasının (Hiss-i İnkılâb) eserini, (İnkılâb Hissi Yâhud Sultan Abdulazlz’ln Tahttan İndirilm esi tle Be­ şinci Murad’m Tahta Çıkarılması) adı ile sâdeleşdirilmiş olarak yeni harflerle iki defa basdırm ışdır (1952')

Mediha Gezgin’in verdiği bilgiye göre annesi Sâriha Hd m m İzm ir’de ölmüşdür.

78


SÜLEYMAN PAŞA - NÂMIK K£M4L DOSTLUĞU XIX. Yüzyıldan günümüze kadarki bütün Türk nesillerine vatan ve millet sevgisini, hürriyet için mü­ cadele aşkım aşılayan; A tatüı^'ün ifâdesi i l e : «Mec­ ruh vatanın halâs-ü istiklâli için öbnek yolundaki fedâkârli'k talim ini» gösteren en te'sirli Türk şâiri ve hürriyet m ücâhidi: Nâmık Kemâl'dir. Türk Târihi ve Türk Dili üzerindeki ilk millî gö­ rüş ve ıslâhâtı ile haiklı ve yerinde olarak Türk Milliyetçiiiği'nin, Türkçülük'ün en önde gelen bayraikdarlarm dan biri sayılan S ü l^ ^ a n Paşa (1838-1892) ile, büyük vatan şâiri Nâmık Kemâl (1840- 18Ö8) aynı yıl­ larda yaşamışlardır. Süleyman Paşa, Nâmık Kemâl'­ den iki yıl önce doğmuş, dört yıl sonra öhnüşdür. Nâ­ m ık Kemâl öldüğünde 48, Süleyman Paşa ise 54 ya­ şındadır. Hürriyet yolımda verdikleri çetin mücâdele­ lerde aynı belâ ve musibetlere uğramış bu iki çile ar­ kadaşı arasındaki köklü dostluk, samimî bağ, okul çağlarından ölümlerine ;kadar süregelmiş b ir sevgi ve vefâ örneğidir. Üstün kişiliklerine, birbirlerinin karşı­ lıklı olumlu te'sir yapdıklan kuşkusuz olan, Türk ne­ sillerinin yolunu ışıtmış b u iki örnek Türk büyüğü arasındaki dostluk üzerinde durmak, son derece lü­ zumlu ve yararlıdır. Bu önemli konu üzerindeki ilk değerli araşdırmayı, Türk Edebiyâtı Târihi ve özellikle Nâmık Kemâl haikkındaki büyük eseriyle Fevziye Abdullah Tansel 79


yapmışdır. Nâmık Kemâl’in yazmış olduğu tam 1043 mektubu, târih ve edebiyat ilminin en modern metod* lan n a uygun olarak dört hacdmli cildde toplayan Fevziye Abdullah, bunları b ir kuyumcu ustalık ve titizli­ ği ile işlemiş ve bu son derece değerli târihî belgele­ ri Türk kültür hâzinesine kazandırmışdır. Bu mektublardan 11 tanesi —eserde verilen sıra numarası ile : 138, 173, 364, 379, 386, 388, 392, 400, 417, 455, 526— Nâmık Kemâl’in Süleyman Hüsnü Paşa'ya yaz­ dığı mektuıblardır. Ayrıca Tansel’in konu ile ilgili 21 sahifelik bir değerli araşdırması da 1954'de Türkiyat Mecmuası’nda çııkmışdır/^ Tansel’in belirttiğine göre, Süleyman Paşa —Nâ­ mık; Kemâl ilişkisi, okul çağlarında başlamışdır. Sü­ leyman Paşa, Bbüzziyâ Tevfik'e yazdığı b ir mektubun­ da Kemâl için «mekteb şerikim idi» demekdedir/^^ Fa­ kat bu dönemdeki arkadaşlıklarını ayrıntılarıyla an­ latan, aydınlatan belgeler ve bilgiler yokdur. 21 Temmuz 1872'de İstanbul'da bulunan Süley­ man Paşa, Mekâtib-i Askeriye Nâzır-ı Sânisi ve Ders Nâzın tay in edilmişdir. 1873'de kendisine müstakil olarak Mekâtib4 Askeriye Nezâreti verildiği ve 1875’de Ferikliğe yükseldiği yıllarda Nâmık Kemâl İstan­ bul'da değil, Magosa'dadır. Eldeki belgeler ancak bu «5) Fevziye Abdullah T ansel: Süleyman Paşa İle Nânuk Ke­ m âl’in Münaseb&i ve M uhâb^âtı, Türkiyet Me^mıası, C. XI, 1954, ss. 131-152. (4«) Fevziye Abdullah T ansel: Nâmık Kemâl'in M ektublan, C. 1, Ankara 1967, s. 355 (Külliyât-^ âsâ r ve Ihtisâsât, Sü­ leyman Paşazâde Sâmi Bey, Evkaf-ı tslânûye Matbaası, İstanbul 1918, s. 201).

80


zamandan sonradır ki, b u iki dostun okul çağlarında başlamış ilişkilerini ta ’kibe imkân vennemekdeddr. Hiç kuşkusuz söylenebilir ki, aralarında duygu ve düşünce birliği bulunan b u mutlakiyet ve istibdad düşmanı, Meşrûtiyet taraflısı iki hürriyet mücâhidi üıtilâlci Türk milliyetçisinin ilk samimî işbirlikleri, 1865 yılı Hzıziranında kurulm uş (Yeni Osmanlılar) adh giz­ li inkılâb cemiyetinde başlamışdır. Fakat gizli cere­ yan etmiş bu faaliyet dönemini aydınlatacak belge ve bilgilerden de yoksunuz. Yalnız, 1870'lerden sonra Süleyman Paşa - Nâmık Kemâl arasında görülen derin dostluğun köklü bir oluşma döneminden sonra meydana çıkdığını düşün­ mek yanlış olmaz. Süleyman Paşa, Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye-i Şâhâne'de Münşeat öğretmeni iken, iki cildlik Mebânîl -İnşâ adlı eserini yayınlamışdır. O sırada Magosa'da bulunan Nâmık Kemâl, Veys Paşazâde Zeyne'l-âbidin Reşid Bey'e yazdığı mektubunda, ısmarladığı kitablar arasında bu eserin de kendisine gönderilmesini istemekdedir. Bu kitabın bizzat Süleyman Paşa tarafın­ dan yollandığı, Kemâl’in Ocak 1875'de Süleyman Paşa'ya yazdığı mektubdan anlaşılmalıdadır.^*’’ tk i samimî dostun yazdıkları m ektublarda birbir­ lerine hitablan, kullandıklan tâbirler ve özellikle eser­ leri hakkında belirttikleri takdir ve övgü sözleri, Sü­ leyman Paşa - Nâmık Kemâl ilişkisindeki yüksek de­ receyi göstermekdedir. (47) Fevziye AbdııUah T ansel; a.g.e., s. 357.

81


Ahmed Bs'ad Paşa'nın Sadr-ı-a'zamhğı sırasında Serasker olan Hüseyin Avni Paşa döneminde askerî okulların eğitim sisteminde bâzı yenilikler yapılması ve umûmî bir târih yazılması hususları, Süleyman Pa­ şa tarafmdan gerçekleşdirilmişdir. 1857 (1291)’de Kurûn-ı Ülâ bölümü tamamlanıp yayımlanabilen Târİh-i Âlem 1 gönderen Süleyman Paşa'ya Nâmık Kemâl: «Paşamız» hitâbıyla ve «Iltifatnâmenizi aldım» diye başlayan mektubunu şöyle bitirmekdedir:^^^ «Târlh‘i Âlem pek güzel olmuş.. Şübhelendiğim bâzı yerlerini tatbik ettim. Sinin ve şuhûr ve eyyâm gibi, telifin maksad-ı aslîsi olan hususlarda mürettib hatâsı bile göremedim. Bâki ne diyeyim.» Süleyman Paşa’mn da Kemâlin yazmakda olduğu Târih-İ Osmâni'yi başka herkesin yazdığından yazaca^ ğından üstün tuttuğu ve tutacağını belirtmesi, iki dost arasındaki inanç, güvenç ve sevginin bir göstergesidir.<«>

Süleyman Paşa ile Nâmık Kemâl'in aynı yıllarda İstanbul’da oluşları ve Kanûn>ı Esâsî konusu başda bâzı komisyon ve kuruluşlarda birlikde çalışmaları, 1876 yılının Eylûl-Ekim aylarında başlamışdır. Magosa'da sürgün bulunan Nâmık Kemâl, V. Murad'ın tahta çıkmasından iki -üç gün sonra, 14 Haziran 1876'da affolunarak 20 Haziran'da İstanbul'a dÖnmüşdür. Kemâl, H. Abdülhamid Han’ın cülûsundan (9 Ey­ lül 1876) bir hafta kadar sonra Devlet Şûrâsı üyeliği­ ne getirilmişdir. ««> Fevziye Abdullah T ansel; a.g.e., C. I, s. 447. («) Fevziye Abdullah T ansel: a.g.e., C. I, s. 401.

82


Bu sırada, Sırb Mütârekesi’nden sonra Süleyman Paşa da İstanbul’a dönmüş bulunuyordu. Midhat Pa­ şa başkanlığında toplanan Kanûn-ı Esâsî Meclisi'nde Zât-ı Şâhâne'yi vekâleten temsil eden S ül^ m an Paşa, sonra lüinûn-ı Esâsî maddelerini eleştirmek içdn ku­ rulan komisyona başkan ohnuşdur. Nâmık Kemâl de bu komisyondadır. Kanûn-ı Esâsî tasarısı, Meclis-i Hass-ı Vükelâ’ca oybirliği ile kabul edilip 6 Aralık 1876'da Pâdişah'a sunulmuş, fakat uzun zaman onaylamnamışdır. Süley­ man Paşa ve Nâmık Kemâl aralannda aldıkları karar­ la 16 veyâ 17 Aralık 1876 günü yalnız olarak, II. Abdülhamid Han'la mülakatta bulunmuşizırdır. Süleyman Paşa - Nâmık Kemâl ilişkileri bilhassa Kemâl'in Midilli’de olduğu dönemde artmışdır. Süley­ man Paşa'nın yazdığı m ektublan göremedik. Fakat Tansel’in târihinjize kazandırdığı Nâmık Kemâl’in mektubları, bu ilişki ve dostluğu y^erince aydınlatmakdadır. Yine meselâ Kemâl'in Menemencizâde Rif'at Bey'e yazılmış mektulblarmdan birinde, oğlu Ali Ek­ rem'e okutmak için, Süleyman Paşa’nm tlm*i hâl’inden iki nüsıha ^nderm esini istediği görülmekdedir.^** Türk-Rus Savaşı sırasında Nâmık Kemâl, cebhelerdeki gelişmeleri ta^kib etmekde, komutanlar hak­ kında bilgiler edinmekde, haber ve havâdisler toplamakdadır. Adım adım izlediği komutanların başında Süleyman Paşa gelmekdedir. Türk - Rus Savaşı üzerinm

5JÜ.1877 (27 Şevval 1294) tarihli Nâmık Kemâl'in el ya­ zısı ile m ektubu (Türk Târih Kurumu, Nu. 599).

83


de bir târih yazmayı tasarlayan Nâmık Kemâl, Süleymeın Paşa'nın başarılarından duyduğu heyecanla ka­ sideler söyleyeceği geldiğini, 3 Eylül 1877 târihli mek­ tubunda Menemencizâde Rif'at Bey'e şöyle yazmakdadır:<=‘> «...Süleyman Paşa’mn himmetlerini, mehâretlerini gördükçe, hakkında Nef'i kadar mübâlağah kaside­ ler söyleyip de, Harâbât’ı ta'mir edeceğim geliyor.» Nâimık Kemâl, her bakımdan kendisine sevgi bes­ leyip güvendiği Süleyman Paşa’nın yargılanacağı ha­ berine çok üzülmekdedir. Menemencizâde Rif’at Bey'e yazdığı 7 Nisan 1878 (4 Rebiülâhir 1295) târihli mek­ tubunda şunları söylemekdedir:^“^ «...Süleyman Paşa m es’elesi muhâkemede meyda­ na çıkar. O adamın hiyânetl ve hattâ hatâsı olmasa gerektir; fakat kablel'inulıâkeme hüküm veremeyece­ ğim. Hele bakalmı, Cenâb-ı Hak daha neler göstere­ cek..» Nâmık Kemâl, Deli Hifcmet'in Süleyman Paşa aleyhindeki lakırdılarından çok sinirlendiğini yine Rif'ay Bey’e yazdığı bir mektubunda: «...Flrenkler'in çirkin lâtife, TürklerHn eşek şakası dedikleri geveze­ likler kabilinden olsa gerekdir» diyerek belirtiyor. Süleyman Paşa 1878 Şubat’ında tutuklanmış; yar­ gılanmasına ancak Temmuz’da başlanmışdır. Muhâkeme tutanakları gazetelerde yayınlanmışdır. Bu dâvâyı yakından izleyen Kemâl, kendi muhâıkemesinde oldu«J) Fevziye Abdullah T ansel; a,g.e., C. II, s. 53<52) Fevziye Abdullah T ansel: a.g.e., C. II, s. 145.

84


ğu gibi burada da Süleyman Paşa aleyhinde konuşan tanıklara şaşmamak gerektdğî inancındadır. Yine b ir mektubunda, Süleyman Paşa’nın muhâkeme önündeki konuşmalarını şöyle övmekde ve ta­ nık diye dinlenenleri şöyle değerlendirmekdedir:^^ «Süleyman Paşa’mn muhakemesini okudum. Bî -çârenin lisanına hiç fütur gelmemiş. Harbde medâr-ı galebe şiddet ise, muhâverede hilmdir. Pek malcul davranıyor, pek ma’kul söylüyor. Şâhidiere teâcüb im* tizâ etmez (tamklara şaşmak gerekmez). Benim aleylıimde de, Erkân-ı Harb Rif'at’i, Fuad Paşa hafîdİ Hİkmet'i, İsmail B e y i şâhid diye göstermemişler miydi? Zannederim kİ bu şâhidler de benim şâhidiere benzer. Nazif Bey’in sözü ve hele Süleyman Paşa'nm, Rauf Paşa ile Fuad Paşa'dan başka kimseyi cerhetmemesi de, âm gösteriyor.»

Yine Nâmık Kemâl b ir m ektubunda : «Süleyman Paşa’mn berâet-i zimmeti, her akl-ı seKm nazarında tebeyjrün etti; bundan sonra ne yaparlar ise yapsmlar; fakat birşey yapmayacaklar gibi görünür» diyerek umudlamnakdadır ki, sonuç hiç de sandığı gibi çıkmayacakdır. Kemâl, Süleyman Paşanın muhâkeme önünde de beklediği gibi metin çıkmasından mem­ nunluğunu şu cümle ile ifâde ediyor : «Süleyman Pa­ şa, muhâkemâtmda kendinden me’mul ettiğim kadar meziyyet gösterdi.» Nâmık Kemâl'in 27.X.1878 târihinde, İstanbul’da Taşkışla’da tutuklu bulunan Süleyman Paşa'ya Midil­ li'den yazdığı «Devletlû Paşamız Efendimiz Hazretle(53) Fevziye Abdullah T ansel: a.g.e., C. II, s. 173.

85


li» hltablı mektubu da bu iki dost arasındaki sevgi* nin derecesini göstennekdedir/^ Midilli’ye gelen Deli Hilmıet'le Süleyman Paşa'mn gönderdiği selâm Nâmık Kemâl'i çok duygulan­ dırmış, tutukluluğu ise son derece üzmüşdür. Kemâl bu mektubunda, yayınlanan muhâkeme tutanaklanmn Süleyman Paşa'yı temize çıkarmasını, Cenâb-ı Hakk'ın adâlet hükmünü hemen, bir saat evvel izhar buyurmasını niyaz ediyor. Ayrıca oğlu Ali Ekrem, As­ kerî Rüşdiye'de eğitim gördüğünden, kendisi ile birlikde çekilmiş bir resmini velini'met saydığı Süleyman Paşaya elini ve eteğini öperek sunmaya cesâret etti­ ğini belirtiyor. Hamiyet-d devletlerinin en küçük mü­ kâfatlarından olan bahtiyarlıklardandır ki, milletin hâmî-i istikbâli olan köylü çocuklarına varıncaya ka­ dar herkesin «nâm-ı sâmî-i âsafâmelerîni» lisân-ı tahmîd-ü tehassür ile andığım söylüyor. Nâmık Kemâl'in her an kurtulmasını beklediği SUÇSÜ2 arkadaşı Süleyman Paşa'ya 3 Ocak 1879 günü, «Senin bekam İstemeyen kimse, bâkî kalmasm!» diye biten mektubu da aynen şöyledir:^®® Devletlû Kardeşim Paşam Efendim Hazretleri, Saat-be saat müjde-İ lıalâs-ı demetlerine muntazır olduğum hâlde, Hikmet yine tebşir-i selâm İle ik> tifâ eyledi, tnşallâh-u Teâlâ yakında o beşâı^tten de hissedâr olurum. Hudâ bÜir, vatammm necâtmdan sonra en büyük arzu*yi âcizânem. Efendim izi o zin^ Fevziye Abdullah T ansel: a.g.e., C. II, s. 300 (364. Mektub). (55) Fevziye Abdullah T ansel: a.g.e., C. II, ss. 342*43. 86


dân -1 belâdan halâs olmuş görmekdir. Bâki nemand her İki nehv âhed beka-yi tû! (Senin bekanı isteme­ yen kimse, bâki kalmasın!).

Süleyman Paşa'nın 10 Muharrem 1296/4 Ocak 1879 târihinde alınan mahkûmiyet kararı ile uğradığı felâket haberini mektubunda «çocuklar» diye andığı Rodos'da sürgün bulunan Harbokulu öğrencilerinden öğrenen Nâmık Kemâl, 13 Ocak 1879 târihli uzun mek­ tubunda, dâvâ ve çile arkadaşını teselli etmekdedir. Gerçekden yüksek edebî ve târihî değeri bulunan bu mektub da Nâmık Kemâl'in Süleyman Paşa'ya duy­ duğu derin sevgi, saygı ve samimiyetin eşsiz bir örneğidir:*^* Gerçekden Devletlû Faşam, Kardeşim Efendim, «Eşedd-ü belâen alel Enbiyâ-i summe (âlâ) Evliyâ‘i summel emsele fel-emsel» Hadis-i Şerifi, mâlûm-ı devletinizdir.* Bendeniz necât-ı devletle­ ri haberine muntazır olduğum hâlde, bu hafta dahî çocuklar, Muharrem’in onuncu günü hakk-ı âlilerinde sâdir olan hükmü haber verdiler, tmâm-ı ahrâr olan Hazret-i Hüseyin'e intisâb-ı nesebî-i devletlerini isbât için^ bu da en büyük delillerin biridir. Kerbelâ'nın narîrelerini yapmak, bize, zamânımıza mahsus hâllerden imiş. Bi^i ifnâ etmek istedi­ ler de, m illeti ifnâ ettiler, tnsamn, böyle şeyleri dü­ şündükçe Adl-i tlâhî'ye mu’teriz olacağı geliyor; fa­ Fevziye Abdullah T ansel: a.g.e., C. II, ss. 351-353. * «En büyük belâ Peygamberler'e, sonra evliyâlara, sonra fâzıl kimselere, faziletleri nisbetinde gelir.»

87


kat hiç şübhe yok kİ, Cenâb-ı Hak âdildir. Bu hâlle­ rin neticesinde de bir hikmet*! hafiye müstetirdir. O hikmet-i hafiye ne ise, yakında zuhûr eder. Ben de, cünûn mu getirdim nedir? N û ru l’lâhın azametini düş* mamn güllesine, ateşine karşı göğüs gererek ası! mey* dân-ı imtihân olan şân-ü şecâat sahrâlannda tecrübe etmiş olan ve Rumeli'nin Fâtih-i evveli şehzâde Sü* leyman Paşa’ya sânî addolunacak kadar merdâne vc fedâkârâne hareketlerde bulunan Süleyman PaşaVa anlatmak istiyorum.. Bilirim ki siz teselliye muhtâc değilsiniz. Bir arî* zamda da yazmışdım ki, bizlerce maksad yalnız istin* tak*nâme, veyâ bir arkadaşımın ta’birince, Sülejman -Nâme’lerin zuhuru idi; lâkin bizi kimler teselli ede­ cek? Onbir yaşında oğlumun, kimi doksan, kimi yir­ mi yaşında birkaç ahbâbımm gözyaşını kimler dindi* recek? Zaran yok Paşam; ağlarız. Senin gibi kefeni­ ni boynuna takmış ve şehâdetini arayarak gezmiş gez­ miş de, nasibine hükmen şehîd olmak düşmüş Müs­ lümanların vücûdü gözyaşı ile yıkamr. Acâ'ib şey.. Hakk-ı devletlerinde verilen hüküm, nefy-i müebbed imiş. Acebâ, dünyâda müebbed olan kimdir? Bu ne türlü hükümdür? Öyle hükmü verenler kendilerini Allâh, sözlerini Kur'ân mı kıyas ederler? Tecrübeme istinâden söylüyorum; emniyyet buyu­ runuz ki bizim memleketimizde menfilik, müşirlikdeiı hayırlıdır. Bendeniz Magosa'da iken her tarafa Ab* dül-Aziz kadar ve belki Abdül-Aziz’den ziyâde hük­ müm câri idi. Bunun sebebi ise şudur : Halk, hükû* meti sevmiyor; hükümetin mazlûmlarım seviyor. 88


Bes tecrübe kerditn ki der-kişver-i mâ Râhat heme der-kal’a vü zindân bûde (Bizim memleketimizde, rahatın, dâimâ kal’a ve zindanda olduğunu ziyâdesiyle tecrübe ettik) Siz zâten Osmanh olduğunuz ve Osmanlı olduğu* nuzu bil-fi’il isbât ettiğiniz zaman müşir rütbeli, mü­ cevherli nişanlı değil idiniz. Rütbeniz, nişanlannız, dünyâ biliyor ki, hep kılıcınızın emeğidir. Amma alır­ lar imiş; alsınlar da başlarına çalsınlar. Kadriniz o rütbelerden, o nişanlardan âli olmasa, hâliniz mâlûm iken, size zâten öyle rütbe, nişan vermezlerdi. Mâdâm ki maksad, Efendimiz'i İstanbul’dan teb’id imiş, muhâkeme-nâmeleri resmen ilânın ne lüzûmu vardı? Hu­ sûsiyle bendeniz gözönünde idim; acaba, Divân-ı Harb, bizim Silistire'deki Dîvân-ı Harb'e mi taklid etmeğe özenmiş. Hele Necib gibi, Nusrat gibi isimler müsemmâ-i bi’n-nakiz yerinde kullanılmak,* meselâ meşhur İhşidî’nin Kâfur isminden garip görünür. Her zamanda, her mekânda hizmet-i devletlerine, vatanıma hizmet eder gibi iftihâr ile hazır isem de, mâdâm ki gönderileceksiniz, buraya teşrifinizi fevkal-gâye arzu edenlerdenim. Gelir iseniz, hizmetkârlı­ ğınızı nefsimce en büyük şeref bilirim. Başka yere gi­ derseniz, bendenize vuku’ bulacak ferman-nâmelerinizi, «Midilli’de Hüseyin Hilmi Efendi'ye» diye gönde­ rirsiniz. Kulunuz ise, her nerede bulunsanız, EfendiSüleym an Paşa'yı m uhakem e için k u ru lan Rum eli Dîvân-ı Harbi'ndfc Reis Sâm ih Paşa, Savcı Necib Paşa, üye­ ler ise Derviş, M ehmed, Alî Nizâmı, M ustafa, N usrat, Feyzî Paşa’lardır. B aşkâtib Fâiz Bey ve m uavinleridir.

89


miz'e, tecrübem hasebiyle arîza yetiştirmeğe çâre bu­ lurum.. Bâki ne söyleyeyim, sizi gerçekden veliyyül-emr olanlardan bildiğim için, her hâlde emr-ü ferman hazret-i veliyyü'l>emrindlr sözü ile hatm-İ kelâm eylerim. 19 Muharrem, sene 96 Çâker-1 mahsuslan, Kemâl Nâmık Kemâl’in 3, 13, 19 Ocak ve 2, 25 Şubat ve 12 Eylül 1879 târihlerinde Süleyman Paşaya sık sık yazdığı mektublar, gerçekden felâkete uğrayan bir mefikûre arkadaşına yapılabilecek kardeş hizmetinin şaheser örnekleridir. Bu mektublar, edebî değerleri bdr yana, Türk roilHyetçiliğinin bu iki dev kurucusu arasındaki samimîliği gösterdiği için, târihe ışık tutan ve günümüzün, geleceğin Türk nesillerine de örnek teşkil eden birer vefâ belgesidir. Hiç şübhe yok ki, Süleyman Paşa'nın Nâmık Kemâl'e yazdığı mefctublar da tam olarak bulunup Sa­ yınlansa, bunların satırları arasında da bu iki büyük Tüıikçünün dostluk ve samimiyetinin ba$ka güzel ör­ nekleri m od an a çıkacakdır. Biz burada, Süleyman Paşa'nın, Nâmık Kemâl'in ölümü üzerine Ebüzziyâ Tevfik'e yazdığı mektubdan birkaç satırı aktarmakla yetineceğiz. Süleyman Paşa'nın sürgündeki en büyük acısı, Nâmık Kemârin ölîhnünü haber almasıdır. Ebüzziyâ Tevfik Bey'e yazdığı mektubunda aynen şöyle demekdedir:^*’’ (57) Süleyman Paşazâde Sâmi Bey — KûlUyât-ı âsâr ve thti* sâsât Evkâf-ı İslâmiyet Matbaası, İstanbul 1918. s. 201.

90


«...Kemârin ziyâma en ziyâde müteessir olanlar­ dan biri de benim. Mekteb şerikim, pek eskidenberi sevdiğim, hissimin tercemâm, fikrimin hâmerâm, ey* yâm-ı musibetimin tesUyet*sâz>ı bl*imtlnâm idi. Allâh garîk-ı rahmet etslnU» Nâmık Kemâl gibi milliyetçi, vatansever Türk ne« sillerinin güneşi olmuş bir Türk ulı:usunun özel mektublarındaki samimî ifâdeleriyle bize büyüklüğünü tamttığı Süleyman Paşayı sevmek, çok sevmek; tani' mak ve tanıtmak vazifemizdir. O'nun Türklüğe yapdığı hizmetler yanında, Nâmık Kemâl tarafından bu derece sevilmesi, O'nu gelmiş geçmiş nesiller gibi, bu­ günkü ve yarınki Türk gençlerinin de sevmesine bit' gerekçedir.

91


SÜLEYMAN PAŞA'NIN ESERLERİ Süleyman H üsnü Paşa, din, târih, dil ve edebiyat alanındaki derin bilgisi kadar, A vrupa'daki fikir cere­ yanlarını da yakından izleyen m odern düşünceli b ir hürriyet ve inkılâb adam ı idi. Arabca ve Farsça kadar, Fransızcayı da öğrenmeğe büyük çaba harcam ış ve eserlerini hazırlarken yabancı kaynaklardan d a y arar­ lanmayı ihm âl etm em işdir. İrâde-i Cüziye R isâlesî: Süleym an P a şa n ın ilk eseri, rütbesi Sağ-Kolağası bulunduğu b ir sırada basılm ışdır. Daha önce de değindiğimiz gibi, b u küçük ki­ tap, Mekke Kadısı A kkerm ani M ehmed bin M ustafa E fen d in in Arapça eserinin (İrâde-i Cüz'iye Risâlesi) adıyla dilimize çevrilmiş şeklidir. Bu tercüm e risâle sekiz fasıldır. H er fasılda tanınm ış şahsiyetlerin irâ­ de-i cüz'iye (insanın elinde olan irâde) hakkm daki gö­ rüşleri yer alm akdadır. K ırk küçük sahifeden ibâret risâlenin sonunda, kitabın basım ı ile ilgili olarak >u bilgi kayıdlıdır : «Risâle, Süleyman Efendi’nin Kolağa lığı sırasında, Maârif-i Umûmiye N âzın Ahmed Kemâl Efendi Hazretlerinin nezâretleri ve Ahmed Tâhir Efen­ di’nin Müdire-i hengâmmda Matbaa-i Âmire’de tab' ve temsil kılmmışdır. 25 Cemâziyelevvel 1283/1868).

92


(tIm-İ-hâl-İ sagir), (tim-i-hâl-i kebir) Ve (Sarf-ı Türkî) Harbokulu’nda Edebiyat ve Târih gibi iki mühim dersin öğretmenliğini yapması, Albay Süleyman Hüs­ nü Bey'i te'lif eserler vermeğe sevketmişdir. Daha ön­ ce, Cemiyet-i Tedrîsiye-i îslâmiye'nin teklifi ile Dârüşşefaka'nın yönetimini ve ders nezâretini de üstlenmiş bulunan Süleyman Hüsnü Bey, Sırp olaymm çıkma­ sına kadar derslerine nezâret ettiği Dârüşşafaka'ya» burada okutulmak üzere yayınladığı üç küçük eserini armağan etmişdir. B unlar: (İlm-i-hâl-I sagîr), (tIm-1 -hâl-i kebir) ve (Sarf-ı Türkî) adlarını taşımakdadır. Sâde bir dille, gençler ve çocuklar için yazılmış din dersleri kitabı olan ilk ikisi, Dârüşşefaka'da okutulduklan gibi. Askerî Rüşdiyelerde de okunduğu anlaşılmakdadır. Akçuraoğlu Yusuf bu risâleler için şöy­ le demekdedir.'f”’ «Sagir İlm-i-hârini ben daha Rüşdiye-İ Askeriye*' de iken ders olarak okumuş ve ezberlemişdim. Bu mini mini İlmihâl, çok açık ve sâde bir Türkçe ile yazılmışdır. Bu risâlede Arabca, Acemce kelimelerden, terkiplerden çekinilmişdir. Meselâ, Allâh-u-taâlâ’yı târif ederken: Birdir, kendisinin hiç ortağı ve hiç yardmıcısı ve benzeri yokdur; dünyâda gördüğümüz ve bildiğimiz şeylerden hiçbiri ona benzemez. Anadan, babadan, oğuldan, kızdan, kandan, uykudan, uyuklamakdan, yemeden, içmeden, gülmeden, ağlamadan, sevinmeden, yerinmeden beıidir... der.» <58) Akçuraoğlu Y usuf: Türk Yüı, tstanbul 1928, s. 319.

93


Ankara Millî Eğitim Kütübhânesi'nde ve Millî Kütübhâne'de değişik baskılan ve nüshaları bulunan (İlm-i-hâl)'lerden birincisi 130 saihifedir ve 1871 (1287)' de Matbaa-i Âmire'de basılmışdır. İkincisi 40 sahife olup 1873 (3 Ekim 1289) tarihlidir. Yine Millî Kütübhâne’de bulunan bir başka İlm-i-hâl-i sag^ nüshası ise, küçük boyda 52 sahifelik bir risâledir. Bu nüsha, eserin dokuzuncu baskısıdır ve 1889 (1305) târihinde yayınlanmışdır. Gökalp, (Sarf-ı Türkî) için şöyle demekdedir:^ «...Süleyman Paşa bımdan başka Cevdet Paşa gibi li> sâmmızm sarfına dâir bir kitap da yazdı. Fakat bu ki­ taba Cevdet Paşa gibi Kavâid-i Osmâniye admı verme* di. Sarf'i Türkî nâmım verdi. Çünkü lisâmmızm Türk­ çe olduğunu biliyordu. Ve Osmanlıca nâmıyla üç li­ sandan mürekkeb bir dil olamıyacağmı anlamışdı. Sü­ leyman Paşa, bu hususdaki kanaatini, Tâlîm*i Edebiyât-ı Osmâniye nâmıyla bir kitap neşreden Recâizâde Ekrem Bey'e yazdığı bir mektupta açıkça meydana koydu.» Nihad Sami Banarlı da konu ile ilgili olarak şımla n yazmakdadır;^*^ «Süleyman Paşa, büyük bir asker olduğu kadar değerli ve bilgili bir edip, bilhassa şuurlu bir Türk milliyetperveri idi. Askerî Mektebler Nâzırlığı’na geç­ tiği zaman, bu mekteblerde okutulacak kitablan bâzı

m

94

Ziyâ G ökalp: Türkçülüğün E sadan, Ankara 1339 (1923) s. 8. Mihad Sâmi B an arlı: Resim li Türk Edeblyfttı Târihi, Mil­ lî Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s. 1071.


mütehassıslara tercüme ettirmiş, bu arada kendisi de bâzı kitablar yazmışdı. B u kitablardan bir tanesi Sarf'i Türkî İdi. Süleyman Paşa, mekteblerde Türkçe tedrisâtım kolaylaşdırmak ve sistemlendirmek için yazdığı bu Türk Dili Grameri’ne (Kavâid-i Osmâniye) veya (Sarf-ı Osmânî) gibi adlar vermemiş, Türkçeyi müstakil bir dil olarak kabul ettiği için onu Sarf-ı Türkî diye isimlendimüşdir.»

Kushner de Türk Milliyetçiliği üzerindeki araşdırmasında konuya şöyle değimnektedir:^^^^ «Bütün Türk Dili'ni bir bütün olarak kabul eden Süleyman Paşa, Gramer’inde, Osmanlı’mn bir siyâsi devlet adı olduğunu ve aslâ Türk Dili ve Edebiyâtı için kuUamlanuyacağım savunmuşdur.»

îsim , sıfat, fiil gibi gramere âid bilgilerin veril­ diği bu küçük gram er kitabı 64 sahifedir. Birkaç bas­ kısı yapıldığı anlaşılan eserin gördüğümüz 2. Baskı'sı 1876 (1293) târihini taşımakdadır. Eserleri incelenince daha açık belirmekdedir ki Süleyman Paşa, disiplini seven büyük bir asker oldu­ ğu kadar, muâsırlaşmak isteyen değerli bir ilim ve fi­ kir adamı, şuurlu bir Türkçü'dür. Bu noktada Tansel şunu bellrtmekdedir:^®^ «Tanzimat devrinde milliyet telâkkisi, umûmiyetle Pan-lslâmizm olmakla berâber, bu tefekkür tarzı* (61) David K u ^ ın e r: The Rlse ö f T urki^ Natlonallsm 1876 • 1908, Frank Cass and Comp. Ltd., London 1977, s. 59. Fevziye Abdullah T ansel: Husûsi Mektublarma Göre Nâ­ m ık Kemâl ve Abdülhak Hâmid, Ankara 1949, s. 149.

95


mn yanında Süleyman Paşa, Ahmed Vefik Paşa gibi şuurlu Türkçülerin fikirleri de yer alır.» Mebâni-ül-inşâ Süleyman Paşa'nın Hanbokulu'nda ok u tu lm ^ üzere hazırladığı kitablardan biıû Mebâni>ül-inşâ adlı edebiyat kitabıdır. Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye-i Şâh&ıe Matbaası'nda basılmış birinci cildi, 9 Ramazan 1291 (1874) târihini taşımakdadır/*^^ Birinci cildin başında «cMekteb-i Fünûn-ı Harbiye>i Şâhâne Münşeât Hocası Miralay Süleyman Bey’in eseridir» kaydı vardır. Önsöz unde, Harbiye’nin kitâbet hocası olduğunu, talebesini okuturken dilimiz edebiyâtına mahsus böyle bir kitabın lüzûmunu duyduğu(63)

96

Samsun Gazi Kütübhânesi 6430 num arada kayıdlı bulu­ nan 13x20 eb'admdaki birinci cild 277 sahife; ikinci cUd ise son yaprağı noksan hâliyle 288 sahifedir. Hüseyin Nâmık Orkun ortaklaşa hazırladığımız kitabda, birinci cildin basılış târihini aynen vermekle beraber 272 sahife olduğunu; ikinci cildin ise 290 sahife bulunduğunu; aynı eserin 1288 (1871) târihinde basılm ış (222 sahifelik) ve 1289 (1872) tarihli (290 sahifelik) başka baskılannın ol­ duğunu da kaydediyor. (Hüseyin Nâmık O rkun: a.g.e., s. 36). Fevziye Abdullah Tansel ise, Süleyman Paşa üe Nâ­ m ık Kemâl'in Münâsebât ve M uhâberâtı makalesinde (Not; 14) ikinci cildin basılış târihini 14 Teşrinîsâni 1872 (1289), fi 13 Ramazan; (Husûsi M ^ tu b la n ı» Göre Nâmık Kemâl ve Abdülhak Hâmid) eserinde (Not: 15) yine birinci cildin basılış târihinden bahsetmeyip, ikinci cildin 4 Kasım 1873 (Sene 1290, fi-13 Ram azan)'de basıldı­ ğını kaydediyor.


r il

nu ve Arapça edebiyat kitablanndan Mesel-üs-sâir ve İyzâh-ül-Meânî ve Farsçadan Menâzir-ül înşâ adlı kitablan ve Fransızca bâzı literatür kitablannı kaynak olarak aldığını ve diğer bâzı edebiyat yazarlarından da faydalanarak Mebânî-ül İn şâyı kurduğunu bildiri­ yor. Eserin yazılış ve tertibinin özellikle «-millî bağla­ rın ve hislerin kuvvetlendirilmesine» yönelik bulun­ duğu, buna dikkat olunduğu görülmekdedir. Askerî hitabet örneği olarak Kanûnî Sultan S ül^m an'dan verdiği örnekler; Napolyon târihinden yapdığı çevir­ meler hep kahramanlık ve cesâret aşılayan parçalar­ dır. İkinci cildine, (Gelibolu M utasarrıfı izzetlû Kemâl Bey'in Lisân-ı Osmânî'nin edebiyatı hakkında Tasvir-i Efkâr gazetesinde münderiç bâzı mülâhazâtı)'m aktarmışdır. Nâmık Kemâl bu yazısında halkımızın, ediblerin, yazarların dilini anlayamadıklarını «usûl-ü idâremiz hitabete müsaid olsa dahi te'sirinden istifâde imkânı­ nın yokluğunu» belirterek ediplerimiz ve aydınlarımız­ la halkımız arasındaki dil uçurumuna da acı acı işâret etmekdedir. Süleyman Paşa’nın, genç Türk subay­ larının Mehmedciklere hitab ederken kullanacakları dilin sâdeliği üzerindeki çalışması son derece mühim ve târihî bir yenilikdir. Anlaşılıyor ki, Mebâni-ül İnşâ, Avrupai bir metodla ve fakat tam milliyetçi, Türkçü bir görüşle yazılmış ilk edebiyat kitabimizdir. Süleyman Paşanın bu kitabı ile ilgili ve Türkçe bakımından da son derece olumlu ve «millî» görüşler taşıdığını belirten, bu arada gramer kitabına da ne­ den «Sarf-ı Türkî» adını koyduğunu açıklayan. Tâlim*! 97


Edebiyat kitabı üzerine Recâizâde Ekrem Bey’e yazıl* mış b ir m ektubu vardır/*^^

Bu iki mektub ortaya koyuyor ki, Süleyman Pa­ şa, Türk Dili'ni bir tek dil olaraik görmekde, haklı ola­ rak Osmanlıca sözünü kabul etmemekdedir. Yapdığı açıklamaya bakılınca Süleyman Paşa'nın Türk Âlemi hakkında açık ve aynntılı bir fikir ve bilgiye sâhib olduğu anlaşılmakdadır. O devirde bu gerçeği bilen­ ler ve kavrayanlar çok azdır. Süleyman Paşa bunla­ rın başında geldiği içindir ki, daha sonraki yılların Türkçü düşünürleri Ziyâ Gökalp, Akçuraoğlu Yusuf, Dr. Rıza Nur ve Fuad Köprülü onu. ilk büyük Türk­ çülerden biri ve üstadları olarak anmakdadırlar. Târih-i Âlem

Türk subaylarının Türkçü duygu ve düşüncelerle yetişmeleritni amaç edinen Süleyman Paşa'nın Harbokulu'nda okutulmak üzere yazdığı eserlerinin Türk milliyetçiliği açısından en önem taşıyanı, Târih-i Âleme­ dir. Türkçülük cereyânınm b ir m uhtasar târihi mâhi­ yetinde olan (Türk Yılı) adlı eserinde Akçuraoğlu, Târih-İ Âlem için şunlan yazmakdadır:^®^^ Hüseyin Nâmık O rkun: a.g.e., ss. 28-31. Bu mektubun aslı ve Recâizâde’nin 2 Sefer 1330 târUıli cevâbı için bk. T ürk Yurdu. C. IV, Sene: 7 (1330), ss. 2238-2239; Ve H ü r riyet-i Fikriye Mecmuası, 10 Nisan 1330 (1914) P e rş ^ b e , Nu. 10, ss. 24. («) Akçuraoğlu Y usuf: a.g.e., ss. 319^321.

98


«Süleyman Paşa, Abdülaziz'in son zamanlarında, Serasker Hüseyin Avnî Paşa tarafından Askerî Okul­ lar için bir Umûmî Târih hazırlamağa me’mur edilmişdi. İşte bu görevini yerine getirmek üzere Süley­ man Paşa (Târih-i Âlem)'i yazmaya başlamışdır. Plâ­ nı büyük ölçüde tutulan bu eserin İlk-Ç ağ bölümü tamamlanıp okurlara dağıtılmış ve okutulmuşsa da, Orta - Çağ ve Son - Çağ bölümlerini yazmaya vakit bu­ lamadan, Süle}rman Paşa vefat etmişdir. Târih-i Âlem’in «İlk-Çağ» bölümü 1876'da, y ^ i V. Murad zamamnda, bastınlım ş, yaymlanmışdır/'^^ <«) T.B.M.M. K ütübhânesi'nde (H U 258) num arada kayıdlı Târih-i Âlem'in birinci b askısına âid o rijinal nüshanın lOiö'ncı son sa h ife sin d e : «Mekteb-i Fünûn-u Harbiye-i Hazret-i Ş âhâne M atbaası'nda tab'olunm uşdur. 3 Cemâziyelevvel Sene 1293» kaydı vardır. Ayrıca kitabın başın­ d a şu not b u lu n m a k d a d ır: «Eser, Ferik Süleym an Hüs­ nü, M ekâtib-i Askeriye N âzın ve Md>hni-ül İn şâ müellifi ve 1875 senesi P aris Coğrafya K ongresi'nde ikinci derece iftih a r m adalyasını hâiz — 1291 senesi p rogram ına mutâb ık olup Meclis-i Maarif-i Askerî tarafın d an kabul olun­ m uş ve M ükâfat N izâm nâm esi hükm ünce nev'i evvelin lasm -ı sânisinden m azhar-ı m ük âfat olm uşdur.» A ynca kita b d a «Tab’ı-evvelî, İstan b u l Sahhâf-ı Askeri, B ayazıtta M isafirhâne ta h tın d a N um ara 15» adresi, satış yeri ola­ ra k gösterilm ekde ve m üellifin Mebâni>ül-lnşâ (cild-i-evvel 10 K uruş 30 P ara, cild-i-sâni 16 K uruş 5 P ara); Ke­ b îr llm-İ-hâl (4 K u ru ş); Sagir llm-i-bâl (2 K uruş 10 Pa­ ra ); Sarf-ı Türkî (1 K uruş 10 Para) o larak diğer eserle­ rin d en basılm ışların fiyatları ve hazırlanm akda olan (Tâ-

rih-İ Umûmi, K ıu^-u-V ustâ), (Devlet-1 Aliyye Tâıih-İ As­ kerisi), (Kıtaât-ı Hamse-i Cihan Coğrafyası) kitablarm ın a d la n verilm ekdedir. K itabın m eydana getirilm esine kay­ n a k olan 11 kitabın a d la n ve yine m ü racaat olunm uş ki-

99


Târih-i Âlem'in bu ikinci baskısının başlangıcın­ da yazarın yararlandığı Batı ve Doğu kaynaklan gösterilmlşdir. Kaynaklar içinde (Deguignes)'in Hunlar Târihi ve (Raymond)un Tatar Târihi ile Ebulgazi Ba­ hâdır Han’ın Şecere-i Türkî'si de vardır. Süleyman Paşa’ya kadar Deguignes ve Raymond'dan istifâde olu­ narak Türkçe yazılmış bir târih kitabı bilinmemekte­ dir; ancak Mustafa Celâleddin Paşa, Fransızca eserini yazarken, Deguignes’ye başvurmuşdur. Süleyman Paşa, Târih-i Âlem önsözünde kitabı­ nın yazılış sebeblerini anlatırken şöyle d iy o r: «Aske­ rî okullar’da okutulmakda olan Târih-i Umûmî'nin ya­ bancı dillerden aynen aktarılması sebebiyle İslâm ka­ idelerine ve millî ahlâka uymamasına rağmen Eski Çağlar bölümünün de ancak bâzı kısımları yabancı tab larm başlıcalarından 18 d ^ ıe sin in a d la n verilmekdedir. Bu o rijin al birinci baskı, b ir M ukaddem e ve onüç fasıldan oluşnıakdadır. 16 Recdb 1327 (20 Tem m uz 1909) tâ rih li ikinci baskısının önsözünde, «Mekteb-i H arbiye M atbaası mahzen-i evrâkım n hücre-i nisyânına atılm ış iken, devr-i mübeccel-i M eşrûtiyet’in bize bahşettiği serbestî-i ef’âl ve m esaî sahabeti ile çürüm eğe m ahkûm bu­ lunduğu kûşe-i m etrû k iy etten b u d ef’a çıkarılm ış olan Târih-i Âlem nüshaları, yırtılıp çürüm üş, bâzı yaprakla­ rın ın mahv-ü isbâtı ile bugün m eydân-ı istifâdeye konul­ du» deniliyor. Bu kitabı dolayısıyla N âm ık K em âl’in gön­ derdiği m ektub için bk. Süleyman Paşa Muhâkemesl, s. 37; ayrıca Fevziye A bdullah T a n s e l: a.g.m., Türkiyat Mecmuası, C. XI, s. 134; Nâmık Kemâl’in Hususî Mek* tab lan , s. 447; Süleym an Paşa'ya aynı eserinden ötü rü Cevdet P aşa’nm m ektubu için bk. Tercümân-ı Hakikat, Nu. 2401, 17 H aziran 1886; aynı m ektub, M ustafa R eşid: Bedâyi-ül-lnşâ, İstan b u l 1302, s. 11, Bu m ektubun târihi 2 N isan 1292’dir.

100


kaynaklardan terceme edilerek aktarıldığı için, şim­ diye kadar maksada uygun bir sonuç almamanuşdı. İslâm gelenek ve inançlarına uygun şekilde ve Doğu'ya ilişkin olaylara çok geniş ve ayrıntılı surette yer verilerek İslâmiyet ve Doğu milletlerinin önemli iliş­ kileri gözetilerek kaleme alınmasına cür'et ettiğim bu kitap...» (20 Temmuz 1327/1911). Târih-i Âlem'in içindekiler dikkat nazarına alının­ ca, derhâl göze çarpan nokta, Türk Târihi'nin İlk - Çağ bölümüne çok sahifeler ayrılmış olm asıdır: Gerçek­ ten «Yedinci B ö lü m : Türk Boyları», 144 sahifeden oluşmaktadır ki bütün İlk - Çağ târihine ayrılan sahifelerin 1/7'sinden daha fazladır; halbuki Târih-i Âlem’den sonra basılıp Osmanh okullarında okutulmuş olan Târih-i Umûmî kitablannda Avrupa mekteblerinde okutulan târih kitablarım taklîden Türklüğün es­ ki çağlarına, bütün kitabın aşağı - yukan 1/2 0 ’sinin ay­ rılması gelenek olmuşdu. Sülejrman'Paşa bu mühim eserinde Türklüğün geçmişinden sevgi ve saygı ile bahseder; eserde yabancı hasım milletlerin Türklere yükledikleri doğruluğu şüpheli, yıkıcılık ve kabalık isnadlarına yer verilmemiştir. Yazar, pek uzak bir geç­ mişten beri, bütün Asya'ya yayılıp hükmetmiş olan büyük bir Türk ırkının var olan övünçlü destamm, Türk gençlerine öğretmek ve duyurmak istemişdir. İşte Târih-i Âlem’in bu özelliğinden ötürüdür ki rah­ metli Müşir Süleyman Hüsnü Paşa’ya, 1877 Muhare­ besinde Osmanlı Türk Ordusu’na bir müddet Başku­ mandanlık etmiş olan bu «$ıpka Kahramam»na, Türk­ çülük târihinde önemli ve gerekli bir yer ayırmakdayız.»

101


Akçuraoğlu Yusuf Bey, daha sonra, Gökalp’in Türkçülüğün Esaslan'nda Süleyman Paşa’nın eseri diye gösterilen Esmâ-i Türkiye adlı kitaibın Rıza Bey'e âid olduğunu da düzeltiyor. Kushner de kitabında bu eserle ilgili olarak şun­ ları yazmakdadır:^*^ «Süleyman Paşa tarafından kaleme alınan ve 1877’de basılan ünlü Târih-i Âlem’de Türkler bölümü hayli geniş tutulmuş ve İlk kez özellikle De Guignes gibi Avrupah Orientalistlerin görüşleri benimsenerek (Türk ve MoğoUar Târihi) eseri kaynak alınmışdır. Tatar, Moğol, Hun, Macar ve Bulgarların başka başka adlar almalarına rağmen aym Türk kökünden geldikleri görüşü savunulmuşdur. Feıkat ne yazık ki, Süleyman Paşa bu Târih-i Alem’inde Osmanlı İmpa­ ratorluğu çağma kadar ulaşamamışdır.» Hiss-i İnkılâb Süleyman Paşa nın diğer bir eseri, (Hiss-i İnkılâb yâhud Sultan Abdülaziz’in hal'i ile Sultan Murad-ı Hâmis'in cülûsu) adlı kitabıdır. Yazılış târihi 1293 Hicrî, 92 Rûmî gösterilen bu eser 1326’da İstanbul'da Tanin Matbaası'nda oğlu Sâmi Bey tarafından yayınlanmışdır. Süleyman Paşazâde Sâmi Bey, Hiss-i tnkılâb’a yazdığı önsözde şunları söylemekdeddr: «Peder-i merhûm bu eseri Sultan Aziz-i mağfûnm hal’ini müteakib ve metn-i kitabda Eğinli Kasapzâde (67) David K ushner: a.g.e., s. 28.

102


Hüseyin Sabri Paşa hakkında not sûretiyle verdiği mâlûmâta göre, 1293 târihinde ve galibâ Bosna ve Hersek’de bulunduğu sırada yazmış ise de şahs-ı sâlis tarafmdan yazılmış gibi kaleme almışdır. Vak’a-İ hal’a iivâ rütbesinde iken iştirâk etmiş olduğundan, livâ ibıiformasıyla mevcud olan bir resmi buraya dercediimişdir.» 64 sahifelik b u kitapta, H arbokulu öğrencilerinin de iştirâk ettirildiği b ir askerî kuşatm a hareketi ile Abdülaziz'in ta b tta n indirilişi ve V. M urad’ın tah ta çıkarılışı olayı uzun uzadıya anlatılm akdadır. Sultan Aziz'in ta'httan indirilm esini asıl isteyen ve hazırlayanların başında eski Sadrâzam Hüseyin Avni Paşa, M idhat Paşa, Sadrâzam M ütercim Rüşdü Paşa ve Şeyhülislâm H aşan H ayrullah Efendi bulunm akdadırlar. Süleyman Paşa'nm Hiss-i İnkılâb kitabı, tah ttan indirm e işinde ön plânda olanlarla kendisinin aynı düşünce ve gayeyi taşım adığını; onun sırf m em leke­ timizi M eşrûtiyet rejim ine kavuşdurm ak için vatan­ severlikle b u harekete katıldığını açıkça göstermekdedir. Ayrıca Askerî Okulların, İ'dâdîlerin program ve ıslâhâtında oynadığı m ühim rol, milletimizin ü stü n va­ sıfları hakkında beslediği m illî fikirler ve Türkçü gö­ rü şler de bu eserde yer almış bulunuyor. «İşte ben sî­ zin bu hatâlarınıza teessüf ederim. Biz Avrupalılara kıyas olunamayız< Kendimizi Avrupalılara tatbikin lüzûmu yoktur» diyen Hüseyin Avni P aşay a, Süleyman P aşa’nm verdiği karşılık şudur;'^^ (M) Süleym an P a şa : s. 11 v.d.

Hiss-i tniulâb, İstan b ul

1326 (1911),

103


«Efendim, giyim ve geleneğimizi Avrupalılannkine benzetmek inancında bulunanlardan değilim. Lâ­ kin yaradılıştan onlara nisbetle geri, aşağı mıyız ki yeteneklerimizin noksanlığına hüküm buyuruyorlar da onların eğitim sistemine erişemiyeceğimiz görüşü teslim olunuyor? Halkımızın zekâ derecesi onlardan üstündür diyebilirim. Şu kadar ki çalışmayı teşvikde Hükümetin kusûru var.» «...Bendenize kalırsa memleketimizin ahlâkî bo­ zuklukları, yalnız Vükelâ sınıfına dâhil olanlardadır diyebilirim. Herkes milletin kurtuluş ve saâdete erişeceği meselesinde aynı görüştedir.» «...Süleyman Paşa’nm, millî düşünce sâhibi, va­ tanım sever bir kimse olduğunu taburlar subayları bilirler ve işitirlerdi. Bu hareketinin millet ve vata­ nın selâmeti uğruna olduğunu ismini işitenler derhâl karar verip emrinin icrasında zerrece tereddüd ve muhâlefet göstermediler ve onun emrini belki büyük bîı şevk ve hazla karşıladılar. Okulun âmir ve subay ve öğrencileri arasında ise milliyetperverce düşünce ve tutumu zâten herkesçe biliniyordu. Velhâsıl bu tabur­ ları ve öğrencileri ne Serasker ve ne bir kumandan celb etti. Yalnız hepsinin vicdânlarında bulunan mil­ lî duygu ve düşünceler sevk ve tahrik etti ve Süley­ man Paşa dahi o millî duygu ve düşüncenin canlı bir örneği idi.» Hiss-i İnkılâb, daha sonra Süleym an Paşa'nm k ü ­ çük kızı Mediha Gezgin H anım tarafın d an dili sâdeleşdirilm iş olarak Lâtin harfleriyle ve (tnkılâb Hissi Yâhud Sultan Abdülaziz’İn Tahttan İndirilmesi ile Beşinci Murad’m Tahta Çıkarılması) adı altın d a iki 104


d e fa bastırılmışdır. İkinci baskısı 1953’de İstanbul’da Benksoy M atbaası'nda yapıimışdır. 13.5 X 20.5 cm. eb'adında 50 sahifedir. *

Nâmık Kemâl, Süleyman Paşaya yazdığı mektublarm dan 3 Rebiu'l-evvel, sene 96 (25 Şubat 1879) tâ­ rihini taşıyanında, kendisinden harp hâtıralarını yaz­ masını istiyor: «...Hele o nâzeıün Dîvân-ı Harb'in uğradığı reza­ let, Efendimiz için Zağra galebesinden büyük bir mu­ vaffakiyettir. Şimdi orada elbette Efendimiz’e bir eğ­ lence lâzım olacak; o eğlence tabiî bir memoire olur. Evrakınız da inşallah yanmızdadır. Efendimizde olan teallûk-ı vicdan hasebiyle, bir dereceye kadar hâli Efendimiz'e benzeyen Napolyon zamanında senelerce mahsur kalan General Duperrenin memoire'mı okudum; şimdiye kadar görmediğim ypida bir kitab... Terceme-i hâl ile başlamış da gördüğü vekayii, mese’ lâ bir neferin şecaatini bile gösterecek kadar tafsil etmiş.. Her vak’ayı muhâkeme eylemiş.. O yolda bir eser tertibi eğlence değilse, ahlâfa bir büyük hazine-i tahkikat bırakılmış olur. Hele bendeniz için bir nüs­ hasını edinmek, Efendimizi görmek kadar arzu olu­ nacak hallerdendir.»

Süleyman Paşazade Sâmi Bey, bu noktada şu bil­ giyi veriyor : «Kemâl, merhuma bir memoire yazma­ sını tavsiye etmiş ve peder de Tezkiretül-vekayi' ismiy­ le mevzu-ı bahs olan eseri tahrire başlamış ise de, o m

Süleyman Paşa Muhâkemesi, s. 60.

105


aralık Ceride-i Askeriye-i İlmiye Mecmuası'nda Harb-i Âhir ve Istrihkâmât nâmıyla ve Fransızcadan terceme suretiyle bir kitap dercetmeğe ibtidar ettiğinden o ki' tabı tenkîden bâlâda zikri geçen Umdetü’l* hakayık'ı te'lif etmiş ve bu münasebetle Tezkiretü'l-vekayi' nâtamam kalmışdır» diyor ve Tezkiretü’l-vekayi'den bâzı kısımlar veriyor. Hüseyin Nâmık Orkun, bu konuda şunlan yazm akdadır «Süleyman Paşa, Nâmık Kemâl’e verdi­ ği cevabda Keşfü’l-Hakayik adlı bir eser yazmak ar­ zusunda olduğunu bildirdi. Müellif bu eserini Padişah'a vermek istiyordu. Sonraları bunun lüzumsuz ol­ duğunu, vaktini boşuna geçirmiş olacağım anlayareik eserini tamamlamadan bıraktı.» «...Paşa, ondört yıl sürgün kaldığı Bağdad’da vü­ cuda getirmiş olduğu eserlerini vesikaları ile birlikde Faust Lurion adlı bir tüccara vererek Londra’ya göndermişdir. Meşrûtiyet ilân edildikden sonra artık Hamid'in bu gibi eserlere tecavüzü bahis mevzuu olama­ yacağından Paşa’nın evlâdlan bu yabancıya müracaat ederek vesika ve eserleri getirtmiş, Umdetü’I Hakayık da torunu mühendis Semûhî’nin bir önsözü ile 1928 yılında Mecmua-i Askeriye’nin târih kısmında neşredilmişdir.» Umdetü’l-Hakayık

Eserleri, ölümünden sonra asîl ve vefâlı evladları ve torunları tarafından yayımlanmış Süleyman Paşa'nın Ümdetü'I-Hakayık adlı büyük eseri, Nâmık KeHüseyin N âm ık O rk u n : a.g.e., ss. 4041; Ayrıca bk. Umdetü ’l-Hakayık, C. I, s. 12.

106


m âl'in isteği üzerine kaleme alınmış harp hâtıraları­ dır. Eser altı cildden ibarettir. Birinci cildi, Mecmua4 Askerî’nin Târih Kısmı olarak 1928 Haziranında yaymlanmışdır (Sayı; 10). Bu bölüm 61 sahifeden iba­ rettir. İkinci kısmı aynı mecmuanın Eylûl 1928 tarih­ li 11. sayısı olarak ve 187 sahife hâlinde yayınlanmışdır. 3. cildi, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Onuncu Şûbesi tarafından yine 1928'de yaymlanmışdır ve 460 sahifedir. Dördüncü ciîd 492; beşinci cild 493; altıncı cild ise 483 sahifedir ki böylece eserin tamamı 2176 sahife tutmakdadır. Eserin baş tarafına yazdığı (İfâde-i Müstensih)'de, Süleyman Paşanın torunu mühendis Semûhî Bey, Büyükbaba'sının vasiyeti saydığı bu hizmetin ancak ya­ rım asra yakın bir zaman sonra Cumhuriyet devri­ mizde yerine getirilebildiğini belirtiyor v e: «...tşbu devr-i hürriyeti ihzar ve Türk milletini şahrâh-ı selâ­ mete sevk ve îsâl eden münci-i âzam Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri’nin nâm-ı âlilerini bu vesile ile de kemâl-i hürmetle yâd eylerim» diyor.^^ Eserin en sonunda ise Süleyman Paşa, haklı ola­ rak şu sözlerle teessürünü belirtm ekdedir:^ «...Bunca ehâsin-i hidemâta cinayet nâmı verilip din ve devlet ve vatan ve millet lehine gösterdiğim hârikulâde fedakârlıkların keenlemyekûn hükmüne geçmesi, memleketimizde sadakat ve gayret ve hamiy' yet ve rast-gûyînin (doğru sözlülüğün) netâyic-i mah> sûlü ne olduğunu bana ifham ve telkin etti.» t’*) Umdetü'I-Hakayık, C. I, ss. 8-9. <72) Umdetül-Hakayık, C. IV, s. 483.

107


T.B.M.M. K ütüphânesi’nde (H.K. 1106) num arada kayıdlı bu kitabı yayınlayan Topçu M ümtaz B inbaşı­ larından Necmi Râci, eski Zağra M üftüsü ve Mekteb-i Rüşdiye muallimi Râci E fendi’nin oğludur. K itaba yazdığı ünsüzde, babasının, 93 T ü rk -R u s savaşları sı­ rasında on gün Rus ve B ulgar ordularının işgalinde i;alan kasabalarında düşm anların yapdığı insanlık dı“?ı zulüm ve faciaları yansıtan ve savaşlarda cereyan eden askeri hareketlere ve m eşhur v a k a la ra âid (Tâı'lîîçe-i Vak'a-i Zağra)'”’, (Herc-ü-merc*i Kıt a-i Rumeli), (Hicretnâme) adlı eserlerinin birer nüshasını «vatanın nâdir yetişdirdiği Kemâl Bey, Recâizâde Ekrem Bey, Süleyman Paşa m erhum gibi eâzım-ı m illete vaktiyle takdim ettiğini» bildiren Necmi Râci Bey, Süleyman Paşa’nın bu eserinin, B abasına k itabları dolayısıyla yollanan m ektub olduğunu açıklıyor ki, kendisi bunu 1301’de Mekteb-i Mülkiye’de sınıf arkadaşı olarak bu­ lunduğu Süleyman Paşazâde Sâm i Bey vâsıtasıyla el­ de etmiş. Binbaşı Necmi Râci Bey, H ürriyet devrine kavuşulunca (1324) 1908’de bu târih î m ektubu bir ki* tap hâlinde yayınladığını bildiriyor.

* Bursalı Mehmed Tâhir, Süleyman Paşa için : «Bâ­ zı eş’ârı da olub mahlâsı (Hüsnî)’dir» diyor ve şiirle­ rinden şu beyiti örnek veriyor:*’"’^ Ali Canip Yöntem : Y akın T ârihim izin Tek Bir Faslına Dâir K üçük, F ak at Değerli B ir E ser; Tâıihçe-i V ak’a*i Zağ* ra , Y akın Târihim iz, ss. 39-41. O*) B ursalı M ehmed T â h ir : O sm anh Müellifleri, C, II, İstan ­ b ul 1333 (1917), ss. 249-250.

108


Hırs-u-âz eshâbına vermez kesel şugl-i cihân Bâr’ı artdıkcâ beşâşet gösterir hammâllar Süleyman Paşa, yalnız ders verm ek ve verdiği derslerin kitablarm ı yazm akla da kalm am ıştır. Cemi­ yet-] Tedrisiye-i İslâm iye adlı m üessesenin kurucula­ rından biri olm uşdur. D ârüşşefaka’nın ders program ı­ na «Fransızca» ve «Jim nastik» gibi derslerin eklen­ m esini Süleyman Paşa sağlam ışdır. H arbokulu’nun program larında da F ransa'daki (Saint Cyr) ve Prusya Topçu Okulu’nun m üfredâtm a göre yenilikler yapmışdır. Askerî İ'dâd î (Lise)’lerin ders program larını da düzenlemiş; İstan b u l'd a dokuz Askerî Rüşdiye açdırmış; ayrıca Şam ’da ve B ağdad'da b irer Askerî Rüşdi­ ye kurdurm uşdur. Askerî okullarda, H arbokulu’nda öğretm enler, ye­ tenekli subaylar arasından seçilirdi. Öğretmen olarak yetişm eyenlerin öğretm en olm alarını ve değerli subay­ ların da asıl m esleklerinden uzaklaşm alarını uygun bulm ayan Süleyman Paşa, askerî okullara öğretm en yetiştirm ek üzere b ir ayrı (Menşe-i M uallimin Mekte­ bi) kurdurdu. Süleym an P a şa n ın b u teşebbüsü, Maa­ rif târihim izde m ühim b ir yenilikdi. F akat maalesef, iki yıl sonra. Zülüflü îsm ail Paşa'nın b ir ju rn a h üze­ rine (Menşe-i M uallimin Mektebi) kapatılm ışdır. İm tihan usullerinin sağlam esaslara bağlanm ası, yazılı im tihan usûlünün kabulü; Batı sistem i eğitim m etodlarm ın, milli geleneklere sâdık kalınarak, aske­ rî okullarım ızda denenmesi; öğretim süresinin Piyâde ve Süvari sınıfları için dö rt yıldan iki yıla indirilm e­ si; Topçu öğrencilerinin üç. K urm ayların d ö rt yıl eği­ tim görm eleri, hep Süleyman Paşa’mn Askerî Mek 109


tebler N âzın bulunduğu zaman uygulanmaya başlanmışdır. Harbokulu Tarihçesi nde 14. Nâzır olarak görülen Süleyman Paşa için şunlar yazılıdır:^^^ «Okulda inzibat ve askerî terbiyenin temelini kur* muşdur. Okulda disiplini te'sis için çok şiddet kullan­ mış, itaata girmeyen öğrencileri muhakemeye lüzum görmeden derhâl Alaylara göndeımişdir. Bu hareket tarzı okulda iyi sonuçlar vermişdir. Bundan başka Belçika’dan öğretmen subay getirtmiş, ta’lim ve tat* bikatlar için okul emrine kıt'alar te’min etmişdir. Abdülaziz’in hal'inde Harbokulu öğrencileri Sarayı ablu­ ka ettiklerinden, Süleyman Paşa okuldan uzaklaşdınlmışdır. Süleyman Paşa’dan sonra Okul Nâzırlığı'na Mâbeyin Müşiri Said Paşa getirilmişdir.» Ibrâhim Alâaddin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi'nde Süleyman Paşa için şöyle yazmakdadır:'’*^ «Hırçın, sert ve tuttuğunu koparır sarışın bir adam olduğu için Harbiye talebesi kendisine (San Ça­ par) derlermiş. İleri fikirli, dürüst mizaçlı ve memle­ ketini seven bir askerdi.» Süleyman Paşa ayrıca, fen, tabiiye, matematik ve askerîye derslerine âid yabancı dillerden kitablar çe(75) Harbokulu Târihçesi (1834-945), Harbokulu Matbaası 1945, ss. 25-26. Ibrâhim Alâaddin G övsa: Türk M eşhurlan Ansiklopedisi, İstanbul 1946, s. 360. Aynca bk. Î.H. Uzunçarşılı: Şıpka Kumandam Süleyman Paşa’nin Menfâ Hayâtm a Dâir Ba­ zı Vesikalar, Belleten, C. XII, Ocak 1948, Sayı: 45, ss. 207-221.

110


viren ve te'Iif edenlere ödül ve nişan vermek üzere bir (Mükâfat Nizâmnâmesi) de düzenletmiş ve yayınla mış; ilim ve fen erbâbmı, İlmî ve fennî eserler ver­ mek yolunda teşvik etmişdir. Böylece Süleyman Paşa'nm Türk ildm ve fen hayâtına son derece büyük yardımları dokunmuşdur. «Türklük için yaşamış, Türklük için ölmüş» bu örnek Türkçüyü bugünkü gençlerimize tanıtm aya çalışdık. Dileğimiz odur ki, bombalar altında kalan mübârek kemikleri, daha çok gecikilmeden mukaddes va­ tan topraklarına getirilir ve Hürriyet-i Ebediye Tepesi'ndeki kahram anların yanındaki yerine kavuşdurulur. Edebiyat târihçisi araştırıcılar da dilerim ki Şâir Deli Hikmet’in Süleyman Paşa içiı^ yazdığı uzun şiirin —Süleyman Nazif ancak 21 mısraını bulmuş— tam â­ mını meydana çıkarır ve edebiyat târihimize ve genç­ lerimize kazandırırlar: Düşün bir k erre: Mazlum olmasan ey mihnet-İ yekser, Irrâk’a aldırır mıydı seni evlâd-i Peygamber?... Vatan hoşnûd senden hâzır ol bezm*i mükâfâta!..

111



K A Y N A K Ç A

Kitablar: ABDULHAMÎD, S u lta n ; îkin ci Abdulham id'in H â tıra Defte­ ri, Selek Yayınevi, İstan b u l 1960. ------------------------------- : Siyâsî H âtırâtım , Dergâh Y ayınlan, Beşinci Baskı, İstan b u l 1987. AHMED M İD H A T: Üss-i înkılâb, 2 C., Takvimhâne-i Âmire, İstan b u l 1294-95 (1877-78). AKÇURAOCLU Y u s u f: T ürk Yılı, İstan b u l 1928. ALİ E F E N D İ: İsta n b u l’da Y arım Asırlık Vakayi-i Mühimme, M atbaa-i Hüseyin Enver, D ersaâdet 1325 (1909). BANARLI, N ihad S â m î: Resim li T ürk E debiyâtı Târihi, Dev­ let K itab lan , İstan b u l 1971 -1976. * BAŞGİL, Ali F u a d : 27 M ayıs İh tilâli ve Sebebleri, İstanbul 1966. (BOLAYIR) Ali E krem : N âm ık Kem âl, Devlet M atbaası, İs­ tan b u l 1930. BONNE, M .: Russes e t T urcs, 2 C., La G uerre D'Orient, Pa­ ris 1877. BURSALI MEHMED T Â H İR : O sm anh M üellifleri, C ilt; 2, İs­ tan b u l 1333 (1917). ÇANKAYA, Mücellİdoglu A li: Yeni Mülkiye T ârihi ve Mülki­ yeliler, in. Cild, A nkara 1968 • 1969. DEDE, A b d u rra h m a n : B alkanlarda T ürk İstiklâl H areketleri, T ürk Dünyâsı Y ayınlan, İstan b u l 1978.

113


EBUZZtYÂ TEVFİK : MüntehebâM Tasvîr-i Efkâr, Matbaa-i Ebuzziyâ, İstanbul 1311. --------------------------- : Yeni Osmanlılar Târihi, 3 C., İstan­ bul 1974. ERDEM, Ali Fuad (O rgeneral): Osmanh - Rus Seferi, 5 C., İstanbul 1326. ---------------------------------------- : Süleyman Paşa Ordusu'nun Balkanlardaki Harekâtı, Matbaa-i Askeriye, İstanbul 1340. GÖVSA, İbrâhim A lâaddin: Türk M eşhurlan Ansiklopedisi, Istatibul 1946. HARBOKULU TÂRÎHÇESl (1834-1945), Harbokulu Matbaası, İstanbul 1945. HEYD, U riel: Foundations of Turkish Nationalism, London 1950. ---------------- : Language Reform in M odem Turkey, Jerusalem 1954. HOSTLER, Charles W arren : Turkism and the Soviets, Lon­ don 1957. HÜSEYİN RÂCÎ; Târihç&i Vak’a-i Zağra, H ürriyet Matbaası, İstanbul 1326. İNAL, İbnül' Emin Mahmud K em âl: Son Asır Türk Şâirleri, İstanbul 1930. : O sm anlI D evrinde Son

Sadnâzam lar, 4. Basılış, İstanbul 1969. KÖPRÜLÜ, Prof. Dr. F u a d : Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1966. KUNTAY, Midhat C em âl: Nâmık Kemâl Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında, Millî Eğitim Basımevi, Istanbu' 1949; Kısım II, İstanbul 1956. KUSHNER, D avid; The Rise of Turkish Nationalism 1876 1908, Frank Cass and Comp. Ltd., London 1977.

114


MUSTAFA R E Ş tD : Bedâyil-inşâ, !. ks. 1. cüz, Matbaa-i E.K. Tuzlıyan, İstanbul 1302. NUR, Dr. R ıza: Nâmık Kemâl, İskenderiye 1936. ORKUN, Hüseyin N âm ık: Türkçülüğün Târihi, İstanbul 1944. -------------------------------- : Büyük Türkçü Süleyman Paşa, Hayâtı ve Eserleri, Millî Kalemler Serisi: 2, Ankra 1952. OSMAN N U R İ: Abdulhamid-i*sâni ve Devr-i Saltanatı, 3 Cild, İstanbul 1327. ÖZTUNA, Y ılm az: Büyük Türkiye Târihi, 7. Cild, İstanbul 1978. --------------------- : OsmanlI Devleti Târihi, Birinci Cild, İs­ tanbul 1986. Bir Darbenin Anatomisi, İkinci Baskı, İstanbul 1987. --------------------- : (Ayvaz Gökdemir’le) Müdahaleler, İstanbul 1987.

Türkiye'de Askerî

SÂBİS, Ali İh sa n : Harb Hâtıralarım , İkinci Cild, .Ankara 1951. SEDES, İbrâhim H alil: 1875'den I878’e 'k a d a r Şark Muharebâtı. B osna-H ersek ve Bulgaristan Ihtilâlatı, 1. C., Mekteb-i Harbiye Matbaası, İstanbul 1328. SÜLEYMAN NAZİF : Süleyman Paşa, Dârüsselâm Matbaası, Bağdad 1328 (1910). --------------------------- : Batarya ile Ateş, İstanbul 1335 (1919). --------------------------- : Nâmık Kemâl, Dersaâdet 1340 (1922). SÜLEYMAN HÜSNÜ PAŞA : Akkermanî’den Müntahab İrâde-i Cüz'iye Risalesi, İstanbul 25 Cemâziyelevvel 1283 (1866). -------------------------------------- : Mebânıl-inşâ, 2. Fünûn-u Harbiye-i Şâhâne Matbaası, 1. 13 Ramazan 1289 (1872); 2. Baskı, 9 ((1874): 2. Cild, İstanbul 1288 (1871) ve baskısı vardır.

Cild, Mekteb-i Cild, 1. Baskı, Ramazan 1291 1289 (1872) iki

115


----------------- -------------- : Târih-i Alem, Kısm-ı-ewel, Mekteb-i Harbiye Matbaası, İstanbul 1291 (1S74), 2. Baskı, Mekteb-i Harbiye Matbaası, İstanbul 20 Temmuz 1327 (1909); 3. Baskı, 1329 (1911). ------------------------------ : llm-i 1293 (1876).

Sarf-ı

Türkî.

İstanbul

------------------------------ : llm-i Hâl-i Sagîr, İstanbul 1305. ------------------------------ : 93 Türk - Rus Muhârebesi Hakayıkından Hulâsa-i Vukuât-ı Harbiye, (N aşiri: Topçu Mümtaz Binbaşılarından Necmi Râci), İstanbul 1324 1908). Hiss-i İnkılâb, İstanbul 1326. (Küçük kızı Mediha Gezgin tarafından «Yeni dile ve yeni harflere çevrilerek» (İnkılâb Hissi) adıyla iki kez bastırılm ışdıf, İkinci Baskı, Berksoy Matbaası, İstan­ bul 1953. SÜLEYMAN PAŞA (M üstensihi: Torunu Mühendis S em uhî): Umdet-ül Hakayık, 6 Cild, Askerî Matbaa, İstanbul Ha­ ziran 1928. SÜLEYMAN PAŞAZÂDE SÂMİ (Süleyman Nesib) : Süleyman Paşa Muhakemesi, Ebüzziyâ Matbaası, İstanbul 1328 (1912). ---------------------------------------- : Külliyât-ı Asâr ve IhtisâsâtSüleyman Paşazâde Sâmi Bey; İstanbul, Evkaf-ı Islâmiye Matbaası 1918. ---------------------------------------- : Süleyman Paşa'mn Muhâkemesi, 3 Cild, Askerî Matbaa, İstanbul 1928. TANERİ, Kemâl Z ülfü: Türk Edîb ve Tarihçilerinden Süley­ man Hüsnü Paşa'mn Hayâtı ve Eserleri, Ankara 1963. TANSEL, Fevziye A bdullah: Hususî M ektublanna Göre Nâ­ mık Kemâl ve Abdulhak Hâmid, Ankara 1949. ----------------------------------- : Nâmık Kemâl'in M ektublan, IV Cild, Türk Târih Kurum u Yaymlanndah, Ankara 1967* 1986.

116


TEVETOCLU, Dr. F ethî : Enis Behiç K oryürek, H ayâtı ve E serleri, K ü ltü r ve Turizm Bakanlığı Y ayınlan, A nkara 1985. ----------------------------------- : H am dullah Subhî T annöver, Hayâ­ tı ve E serleri, K ü ltü r ve Turizm Bakanlığı Yayınları, T ürk Büyükleri Dizisi: 8, A nkara 1986. YALMAN, Ahmed Em in: Yakın T ârihde G ördüklerim ve Ge­ çirdiklerim , I. Cild, İstan b u l 1970. ZEYNE'L-ÂBİDİN REŞÎD : Edebiyat K um kum ası, Haleb Vilâ­ yeti M atbaası, 1326. ZİYÂ GÖKALP ; Türkçülüğün E sasları, A nkara 1339 (1923). T efrika ve M a k ale le r: AYHAN (Ârif Oruç) : T ürk D em okrasisi'nin ikinci Şehidi Sü­ leym an Paşa, (106 tefrik a). Tasvir, 27 Tem m uz 1946 Cu­ m artesi - 22 Aralık 1946 Pazar, Sayı: 481-624, s. 2. SAYKAL, Prof. Dr. Bekir S ıtk ı; 93 H arbi Sırasında M uhte­ lif T avassut ve Sulh Şâyia ve Teşebbüsleri, Belleten, C. V, Sayı: 19, Tem m uz 1941, ss. 351-395. EBUZZÎYÂ T E V F İK : Yeni O sm anlIlar Târihi, Yeni Tasvîr-i E fkâr, Nu. 21, 22, 93, 13-26 H aziran 1909, 14-27 Hazi­ ran 1909, 19 Ağustos - 1 Eylül 1909. GÖZLER, H. F e th i; Süleym an Paşa ve Türkçülüğü, Orkım, 1951, Sayı: 18. -------------------------- ; Şıpka K ahram anı Süleym an Paşa UnutulabU ir mi? Çaba, 1969, Sayı: 32. HÂRUNURREŞÎD; M erhum Salih Zeki Bey, T edrisat Mec­ m uası, N isan - Ağustos 1921, Cild 12, Nu. 60, ss. 10411051. KU l UG-TÎGÎN : Süleym an H üsnü Paşa, O rkun, 26 Ocak 1951 Cuma, Sayı; 17, s. 14. RAGIB HULÜSÎ : Dil M ükemmelliği IV, Yücel, Mayıs 1935, Sayı: 4, ss. 10-11. NÂZIM PAŞA: B ir Devrin H âtıraları, C um huriyet, 14 Şubat 1932, Sayı: 2792, s. 2.

117


SANÇAR, N e jd e t: Müşir Süleyman Paşa, Türk Yurdu, Tem­ muz 1960, 50. Yıl, Sayı: 286, s. 15. SVOLOPOULOS, C onstantin: L’initiation de Mourad V â la Franc-Maçomierie p a r CL. SCALIERI: Aux Origines d u ' Mouvement Libe^ral en Turquie, Balkan Studies, vol. XXI2 (1980), ss. 441457. TANSEL, Fevziye A bdullah: Süleyman Hüsnü Paşa ile Na m ık Kemâl’in Münâsebât ve Muhâberâtı, Türkiyat Mec­ muası, Cüd XI, 1954, ss. 131-152. -------------------------------------- : Nâmık Kemâl’in OsmanlI Târi­ hine Dâir Bilgimizi Tashih Eden Yeni Notlar, Belleten, C ild : XXIV, Nisan 1960, Sayı: 94, ss. 269-290. TEVETOCLU, Dr. F e th î: Büyük Türkçü Şıpka Kahramam Süleyman Hüsnü Paşa (I), Kopuz (Samsım), Ağustos 1943, Sayı: 4. ss. 93-96; (II), Aralık 1943 • Ocak 1944, Sayı: 8-9, ss. 207-210. -------------------------------- : Büyük Türkçü Süleyman Paşa, Türk Kültürü, Ağustos 1968, Yıl: VI, Sayı: 70, ss. 7(6* 732. Ebuzziyâ’da Cumhuriyet Fikri, Türk Kültürü, Ekim 1968, Yıl: VI, Sayı: 72, ss. 943-947. TURAL, Doç. Dr. S âd ık : Bir Hayat Hikâyesinin Ana Çizgi* l e r i: «Millî Şâir», Hacettepe Ünlveraitesl Edebiyat Fa> kültesi Dergisi, C. 2. Sayı: 2, 1984, ss. 37-45. UZUNÇARŞILI, İsmail H a k k ı: Şıpka Kumandam Süleyman Paşa’nm Menfâ Hayâtına Dâir Bâzı Vesikalar, Beliden, Cild: XII, Ocak 1948, Sayı: 45, ss. 207-221. ---------------------------- i----------- : V. Murad'ı Tekrar Padişah Yapmak İsteyen K. Skalyeri — Aziz Bey Komitesi, Bel­ leten, Nisan 1944, Cild: VIII, Sayı: 30, ss. 245*328. YALÇIN, Alemdar: Şıpka Kahram anı Süleyman Paşa’nm Sa­ vunması, B e jle r le Türk T&rihi Dorglsl, Ocak 1986, Sa­ yı: 11, ss. 52-65. YÖNTEM, Ali C ânib: Târihçe-i Vak’a-i Zağra, Yakın Târihi* nüz, ss. 3941.

118


ZtYÂ ŞÂKÎR: Murad V öldürülm üş miydi? Yedi Gün, 20 Şu­ bat 1935, Nu. 102, ss. 20-21. Gazete, Dergi ve AnsUdopedll^: Balkan Studies Belgelerle Türk Târihi Dergisi Belleten Cerîde-i Havadis Cumhuriyet Çaba Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi HUrriyet-i Fikriye Kopuz Meydan Larousse Orkım Peyâm

Şabah Servet-i Fünûn Tanin Tasvir Tasvir-i Efkâr Tedrisat Mecmuası Tercümân-ı Hakikat Tercümân-ı Şark Türk Ansiklopedisi Türk Kültürü T ürk Yurdu Türkiyat Mecmuası Yakm Târihimiz Yedi Gün Yeni Tasvîr-i Efkâr Yücel

119


İ N D E K S

—A— ABDULAZÎZ, Sultan. — V II, V III, IX. 2, 4. 1. 8, 12, 13, 14, 15. 16, 17, 18. 26. 27. 34. 35, 44, 58, 64. 69. 88, 102, 103. ABDULHAMÎD HAN, Sultan II. — 38. 41, 42, 44. 45. 59, 63. 64. 82. ABDULKADÎR AL-GEYLÂN î Şevh. — 72. ABDÜLKERIM NÂDİR PA­ ŞA. — 3, 40, 41. ABDURRAHMAN NURÜDDİN PAŞA, B ağdad Vâlisi, K ütahyah. — 62. ABDURRAHMAN SÂMt PA­ ŞA Konağı. — 6. 7. ÂBİDÎN PAŞA. — 39. 41. ÂDİL PAŞA. — 60. ÂGÂH EFENDİ. — 11. AHMED EFENDÎ, Şirvanî. — 25. AHMED E S ’AD PAŞA (Sadr-ı -a'zam ). — 82. AHMED EYÛB BEY, Albay (sonra Paşa). — 6, 29, 30, 40. AHMED H IFZI BEY. — 20. AHMED HULÛSt EFENDÎ. — 19.

120

AHMED KEMÂL (Maârif N âzın ). — 92. AHMED MUHTAR PAŞA. — 43, 58. AHMED NÜZHET EFENDİ, Şehrî. — 4. AHMED PAŞA, Bahriye Nâ­ z ın Kayserili. — 26 ,28, 36. AHMED PAŞA (Levazım Rei­ si). — 48. AHMED TÂHÎR-EFENDÎ. 92. AHMED V EFİK PAŞA. — VI, VII, V III, IX, 43. AHMED VEHIB PAŞA. — 48. 55 n. AKÇURA, Yusuf. — V, 93, 102 .

AKKERMANÎ MEHMED EFENDİ. — 4, 5. 92. Aleksinaç Zaferi. — 40. ÂLÎ PAŞA. — 8, 11, 14. ALİ NİZÂMÎ PAŞA. — 55 n. • 89 n. ALİ PAŞA. — 55 n. ALİ SUÂVÎ. — VI, V III, 9, 11, 12, 58. Â R tF PAŞA. — 19.

Asâkir-i Millîye Cem iydi. — 42.


Asâkir-i

M ülkiye

T aburları.

— 42, 43. Askerî Meclis. — 49. Askerî M ektebler Nâzırlığı. — 94. ÂSÛDE HANIM (Süleym an P aşa'm n to ru n u ). — 74, 78. ATATÜRK. — 79. ÂTIF BEY. B aşkâtib. — 35. Ayasofya Camii. — 11. ÂYETULLAH BEY. — 6, 9.

CEVDET PAŞA. — 94. CEVHER AĞA (D ârüssaâde Ağası). — 34, 35.

- Ç “ ÇERNYAEV, M ihail G. (Rus G enerali). — 40. Ç ırağan V ak’ası. — 58.

— D— DÂNÎŞMEND, İsm ail Hâmi.

— 16. D ârüşşafaka. — 7. DELİ HİKM ET, Şâir. — 71,

_ B — Bâb-ı-âlî. — 40. 41. Bâb-ı Askerî (Seraskerî). 29, 34. Balkan K um andanlığı. — BANARLI, N ihad Sami. V, 94. Batarya île Ateş. — 70. Bayazıd Câmii. — 2. Bayazıd Meydanı. — 42. Bayazıd Yangın Kulesi. — BEDRÎ EFEN D İ. — 20. BESÎM BEY. — 66. B ir D arbenin Anatom isi.

— 56. -

84, 86, 111. DERVİŞ PAŞA. — 3, 89 n. Devlet Şûrası. — 82. Dîvân-ı Harb-ı M ahsus. — 53. Dolm abahçe Câmii. — 33. Dolm abahçe Meydanı. — 31. D olmabahçe Sarayı. — 34,

35, 43. DUPERRfi, General. — 105. 29. — E — —

16, 36.

BOLAYIR. Ali E krem . — 86. BURSALI M ehm ed TÂHÎR. — V III, 108.

EBÛ YUSUF Mescidi. — V,

67. 72, 73. EBÜZZÎYÂ TEVFİK. — V,

7, 8. 9, 43, 80, 90. Ecole de S aint - Cyr, — 21,

22, 109.

— C —

EDHEM

C arbonari Cemiyeti. — 9. Ceride-i Askeriye-i İlm iye M ecm uası. — 106.

EDHEM

BEY,

Binbaşı.

PAŞA

(Sadrâzam ).

20 , 21 .

— 49. EM tN BEY. Miralay. — 30.

121


EMÎR SULTAN HAZRETLE­ Rİ. — 1. ERKAN-I ERBAA. — VIII, 16, 17. EŞREF, Şâir. — 71. —F — FÂtZ BEY (Rumeli Harb Dîvânı Başkâtibi). — 89 n. FEYZÎ PAŞA (Rumeli H aıb Dîvânı üyesi). — 89n. Frobel ve Pistaloci Usullerin­ de Ta’lim ve Terbiye Dersleri'nin Tercemesi. — 77. FÜAD MŞA. — 85. —G— GEZGİN, Fazlı (Süleyman Paşa’m n Dâmâdı). — 78. GEZGtN, Mediha (Süleyman Paşa'nm kızı). — 73, 74, 75, 78. GÖKDEMİR, Ayvaz. — 37. GÖVSA, îbrâhim Alâaddin. — 110. —H — HAKK'I EFENDİ, Sorgu Kâ­ tibi. — 55. HÂLET BEY. ^ 43. HALÎL AĞA. Yüzbaşı. — 28. HALİL EFENDİ, Filibeli. — 25. Harb Dîvânı. — 54, 55, 56, 57, 58, 66.

122

H arb Meclisi. — 46. Harbiye Nezâreti. — 39. Harbokulu (M ektebi Harbi­ ye). — 7, 21, 22, 23, 29, 30, 33, 44, 73, 87, 103, 109. H arbokulu Tarihçesi. — tlO. Harem Dâiresi. — 31.

HAŞAN FEVZt PAŞA (Ordu Müşiri). — 62. HAŞAN HAYRULLAH EFEN­ Dİ (Şeyhülislâm). — IX, 16, 17, 18, 25, 36, 103.

Hediye-i

Askeriye Cemiyeti.

— 42, 43. Herc-ü-merc-i li. — 108.

K tt’a-i Rume-

HIFZI PAŞA. — 46. H icretnâm e. — 108. Hidâye. — 4. HİDÂYET PAŞA (Ordu Mü­ şiri). — 66. HİKMET, Fuad Paşa hâKdi. — 85. H iss-i Înkiîâb. — 78, 102, 103, 104. Hiss-i İn kü â b yâhud Sultan A hduîaziz’in haVi ile Sul­ tan M urad't H âm is'in cülûsu. — 13. HOCA iK AZIM EFENDÎ. — 58.

Hüdâvendigâr Firkateyni. — 55.

Hürriyet-i Ebediye Tepesi. — 71, 74.

H ürriyet Şehidlerini Anma Demeği. — 74. HÜSEYİN AVNİ PAŞA. —


IX. 2. 5, 16, 18, 19, 21, 22, 23, 25, 27, 28, 29, 30. 33, 36, 37, 38, 39, 82, 103. HÜSEYİN HÎLMt EFEN­ Dİ. — 89. Hü s e y i n p a ş a , m u m ü z . — 54. HÜSEYİN SABRI PAŞA. 19. 28. 29, 102, 103. Hüseyniye. — 4. HZ. HAŞAN. — 1, 71, 111.

_ 1 __ IBNÜLEMIN M ahm ud Ke­ m âl (İNAL). — 17. IBRÂHIM PAŞA. — 12, 55, 57. îb ret Gazetesi. — II. İHŞÎDÎ. — 89. îlm-i-hât. — 83. tim-i-hâl-i kebîr. — 93. tim-i-hâl-i sagir. — 93, 94. tîm -i Terbiye-i E tfâ î: Usül-i Terbiye. — 77. ÎMAM MÜSA CAMÎÎ. — V, 67, 72, 73. tnkılâb Hissi Yâhud Sultan Abduîaziz'in Tahttan îndû rilmesi tle Beşinci Murad'm Tahta Çıkarılması. — 7«, 104. trâde-i Ciiz’iye Risâlesi. — 4, 92.

İslavcılık (Panslavizm). — 14. ISMAİL b e y . Seraskerlik Başyâveri. — 53, 54, 60. ISMAtL BEY. — 85.

IZBUDAK, Veled Çelebi. ~ VIII. İ z z e t EFENDI, Binbaşı. — 20. 21, 26, 29, 30, 31. İ z z e t , Sorgu Hâkimi. — 55. —K — Kadın Haklarını Koruma Derneği Genel Başkam, — 73. 78. KADRi EFENDİ, Yüzbaşı. — 30. Kale-i Sultaniye. — 53. 54, 55. KÂMiL PAŞA (Haleb Vâlisi, Kıbnslı. eski Sadnâzamlardan). — 60, 61. Kamüs-ı Terbiye. — 77. Kanûn-ı Esâsî Komisyonu. — 41. 82, 83. KAPTAN KORAKA. — 5. KARA HALİL EFENDt. — 20. K arakol‘Gemisi, — 29, 30. 34. KAVALALI MEHMED ALÎ PAŞA. — 12. Kerbelâ. — 87. KOPUZ (Aylık Türkçü Der­ gi). - V. KÖPRÜLÜ. Fuad. — V, VI, 98. KUSHNER, David. — 95. 102. Kiilliyât-ı Âsâr ve îhtisâsâtSam i Bey Süleyman Paşazâde. — 77.

—L— Lehistan Gizli Kuruluşu. — 9. LURlON. Faust. — 106.

123


—M — Maarif Nezâreti Te'îif ve Terceme Hey'eti. — 76. Mâbeyn-i Hümâyun Başkitâbeti. — 67. Macar Parlâmentosu. — 48. MAHMUD CELÂLBDDÎN EFENDÎ (Şehzâde). — 35. MAHMUD CELÂLEDDÎ'N PA­ ŞA (Mâbeyn M üşiri). — 44, 57, 58. MAHMUD NEDİM PAŞA. — 14, 15, 18. 23, 69. MebânVl-înşâ. — 13, 81, 96, 97. Meb'usan Meclisi. — 52, 53. MECİD, Sultan. — 16. Meclis'i Hass-ı Vükelâ. — 41, 83. Mecmua-i Askerî. — 106, 107. MEDİHA HANIM (Süleyman Paşa’mn 2. eşinden doğ­ muş küçük kızı) Bk. GEZGÎN. MEHMED ALİ PAŞA. — 45, 46, 47, 48. MEHMED BEY. — 9, 11, 12. MEHMED HÂLÎD EFENDÎ (Süleyman Paşa’nm Baba­ sı). — 1, 55. MEHMED PAŞA. — 55 n, 89 n. Mekâtib-i Askeriye Nezâıeti. — 59, 80. Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye-i Şâhâne (Harbokulu). — 81, 96.

124

Mekteb-i Harbiye Bk. Harbokulu. M enâzir-ül İnşâ. — 97.

MENEMENCtZÂDE R ÎF’AT. — 84.

Menşe-i Muallimin Mektebi — 109.

Mesel-üs-sâir ve îyzâh-ül-Meânı. — 97. M İD H A T PAŞA. — IX , 16, 17, 18, 26. 27, 39, 41, 42, 69, 71, 83, 103.

M ir’at Dergisi. *— 10. M isâfirhânc-i Askerî. — 42. MUDURNULU İSMAİL EFENDİ (Süleyman Pa­ şa ’nm H ocası). — 2. M uhlüsar Kamûs-ı Felsefe. — 77.

M ukaddeme-i

H ayr

Zırhlısı.

— 54.

MURAD (Efendi), Sultan V. — 12, 13, 26, 27, 28, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 38, 40, 41. 102, 103.

MUSTAFA BEY (Selanik M eb’usu). — 52. MUSTAFA BEY, Miralay. — 29, 34.

MUSTAFA EFENDİ, men) . — 30. M U STAFA

(Teğ­

FÂ Z IL PAŞA. —

12.

MUSTAFA PAŞA (Rumeli H arb Divânı üyesi). ~ 89 n.


MUSTAFA SEYFİ FAŞA. — 20, 21, 28, 29, 31. M ükâfat Nizâmnâmesi. — 111.

—N — NÂFt' PAŞA. — 61. NÂMIK KEMAL. — V, VI, 2, 9, 10, 11, 39, 41, 42, 43, 63, 79-91, 105, 106, 108. NAPOLYON. — 105. NÂZIM PAŞA (Selânik Vali­ si). — 42. NECİB â s im Bk. BALHASANO<j LU (YAZIKSIZ). NECÎB BFENDÎ, Yüzbaşı. — 20, ÎO, 33. NECİB PAŞA. — 9. 11, 19, 28, 55, 89. NECMÎ RÂCÎ, Topçu Müm­ taz Binbaşı. — 108. NEF’Î. — 84. NUR. Dr. Rıza. — V, 98. NURİ BEY. — 9, 10, U , 4-3. NUSRAT PAŞA (Rumeli H arb Dîvânı üyesi). — 55 n, 89 n.

—O — ORKUN, Hüseyin Nâmık. — VI, 73, 106. OSMAN AGA, Tabur Binba­ şısı. — 20, 21, 31. OSMAN PAŞA, Gazi. — 45, 46, 47, 49.

- ö ÖMER PAŞA. — 3, 5. ÖZTUNA, Yılmaz. — 16, 35 36. 37.

—P — PEYGAMBER EFENDÎMÎZ (Hz. Muhammed). — 1, 2, 71. 111. PINAR HAZRETLERİ. — 1. —R— RÂŞİD BEY, Miralay Hacı. — 19, 29, 30. RAUF PAŞA (Serasker). — 49, 50, 51, 53, 55, 85. RECÂİZÂDE EKREM. — 94, 98, 108. REDİF PAŞA. — 6 ,18, 19, 26, 35. REFİK BEY. — 10. REŞAD BEY. — 9. U. REŞİO PAŞA. — 8. RIF’AT, Erkân-i'harb. — 85. RIFAT EFENDİ, Manastırlı edib. — 20, 29, Rumeli Dîvân-ı Harbi (Süley­ man Paşa’yı muhâkeme eden hey'et). — 89. Rumeli Harb Orduları Umûm Kumandanlığı. — 47, 56. RÜŞDİ PAŞA, Mütercim. — IX, 16, 18, 25, 44, 103.

125


—s — SABÎHA HANIM (Süleyman Paşa’mn kızı), — 75. SÂDULLAH BEY. — 11. SAFVET PAŞA. — 55 n. SAÎD PAŞA. — 39. 44, 53. 63. 110. SÂMtH PAŞA (Rumeli Harb Dîvânı Reisi). — 89. Sarf-ı Türkî. — 93. 94. 97. SARI ÇAPAR (Süleyman Paşa'ya okul arkadaşlannm takdığı ad). — 2. SÂr IHA h a n im (Süleyman Paşa'nm ikinci eşi). — 78. SELCENOĞLU İbnül' Emin (Mahmud Kemâl İnal). — 59.

SEMUHÎ, Mühendis (Süley­ man Paşa'nm torunu). — 75. 107. SENİHA HANIM (Süleyman Paşa'nm kızı). — 75, 78. Servet-i Fünûn. — 3, 76 Sırb Mütârekesi. — 41. 83. Subhî Paşa Konağı. — 7. SULTAN ORHAN — 70. SUNA (Süleyman Paşa'mn torununun kızı). — 75. SUNAY. Cevdet (V. Cumhur­ başkanı). — 72. 73. 74. SÜLEYMAN NAZİF. — V, 68, 69, 70, 111. SÜLEYMAN NESÎB (Süley­ m an Paşa-zâde Sâmi). — 3. 13. 61. 68. 75, 76, 77, 102. 105, 108.

126

SÜLEYMAN PAŞA. — Kita­ bın her yerinde. Süleyman Paşa Muhâkemesi. — 77. Süleyman Paşa — Nâmık Kemâl Dostluğu. — 79-91.

ŞÂKİR PAŞA. — 55. ŞEMSEDDİN SÂMİ. — VIII. ŞİNÂSÎ. — VI. ŞEVKEFZÂ Vâlide-Sultan (V. Murad’ın annesi). — 33. 34.

TAKİYÜDDİN PAŞA, Bağdad Vâlisi. — 65. Talebe-i Ulûm Ayaklamnau— 15, 18. Tâ’lîm-i Edebiyât-t Osmârdye. — 94, 97, 98. TANRIÖVER, Hamdullah Subhî. — 6. TANSEL, Fevziye Abdullah. — V, 79, 80, 95. Târihçe-i Vak'a-i Zağra. — 108. Târih-i Âlem. — 82, 98, 99, 100, 101.

Târih-i Osmânî. — 82. Taşkışla. — 30, 31, 55. 59. TEVETOĞLU. Dr. Fethî. — I. X. 72, 73. 74.


TEVFtK FİKRET. — 77. Topkapı Sarayı. — 34, 35. Tuna Şark Ordusu. — 47. Tuna Umûm Komutanlığı. — 47. 56. TURiAL, Orgeneral Cemâl (Genelkurmay Balkanla­ rından). — 74. Türk Kültürü (Aylık Dergi). — VI. 74. Türk Meşhurları Ansiklope' disi. — 110. Türk Ytlt. — 98. Türkçülüğün Esasları. — 102. Türkiyat Mecmuası. — 80. Türkiye’de Askerî Müdahale­ ler. — yj.

VEYS p a ş a z a d e ZEYNEX ABÎDÎN RBŞİD BEY. — 81. —Y — YAZIKSIZ, Balhasanoğlu Necib Asım. — VIII. Yeni Osmanblar Cemiyeti. — 6. 8, 9. 11, 12, 81. Yeni OsmanUlar Târihi. — 10. Yıldız Sarayı. — 39. YUSUF ÎZZEDDtN EFEN­ Dİ (Şehzâde). — 35. YUSUF PAŞA. (Defter-i Hâkanî N âzın). — 25.

— U —

Vmdet-ül-Hakayik. — 75, 106, 107. Umîim Kumandanlık Merke­ zi, — 51. UZUNÇARŞIU, tbrâhim Hak­ kı. — 64.

—V — Velî Efendi Çayın. — 11. VEYSEL PAŞA. — 46.

ZÂFÎR

—Z— EFENDİ, Şeyh.

-

64. ZÎYA GÖKALP. — V, IX, 94, 98. ZİYA PAŞA. — VI, 9, 11. 39, 41. 42, 43. ZÜLÜFLÜ tSMAÎL PAŞA. — 109.

127


İ Ç İ N D E K İ L E R Ö n sö z ............................................................................

V

Süleyman Hüsnü Paşa'nm H a y â tı..........................

1

Yeni OsmanlIlar ve Süleyman P a ş a ........................

8

Abdulaziz'in Tahttan İn d irilm esi.............................

13

Süleyman Paşa Sırp S a v a şı'n d a ...............................

40

Süleyman Paşa'nm M areşalliği...............................

41

Süleyman Paşa'm n M uhâkem esi..............................

55

Süleymzın Paşa S ü rg ü n d e .........................................

62

Süleyman Paşa'nm H a sta lığ ı....................................

65

Süleyman Paşa'nm ö lü m ü ........................................

67

Sunay'ın Süleyman Paşa'nm Kabrini Ziyâreti ...

72

Süleyman Paşa'nm Evlâd ve T o ru n la rı..................

74

Süleyman Paşa - Nâmık Kemâl D o stlu ğ u ..............

79

Sül^Tnan Paşa'nm E s e rle ri.....................................

92

K a y n a k ç a ............................................................... 113 î n d e k s ....................................................................... 120 İ ç i n d e k i l e r .......................................................... 128



Süleyman Hüsnü Paşa’mn en önemli yönü, kısa ve öz adıyla TÜRKÇÜLÜK diye adlandırılan Türk MiUiyetçiliği’ne yapdığı büyük hizmettir. Zıd şeyl^*den yoğrulmuş bir milletler halitası sayıldığımız Yüce Osmanh Devleti döneminde, târihimizin Orta Asya'dan baş* ladığı gerçeğini; en eski atalamnızm Hunlar olduğunu ve Oğuz Han’m Mete olmast gerekdiğini Askerî Okullar için yazdığı Târih-i Âlem'İnde ilk kez b elirte Süleyman Faşa olmuşdur. Türk Dili’nin Arapça, Acemce kelime ve terkiblerden arınmaşım Uk savunan ve Askerî Okullar öğrencilerine yazdığı «Kü­ çük ve Büyük llm-i-Hâl» kitablannda AIlâh-ı-Taâlâ’y ı: «Birdir; kendisinin hiç ortağı ve yardımcısı yokdur; dünyâda gördüğü­ müz ve bildiğimiz şeylerden hiçbir şey ona benzemez» diye sâ­ de bir dil ve ifâde İle tanımlayan; gramerimize «Türk Grameri» demenin dc^ruluğmıu ük ortaya koyan ve ispatlayan Süleyman Paşa’dır. Türk Târihine yapdığı büyük hizmetlere rağmen haksız ye­ re ağır işkencelere uğratılan bu büyük Türkçü, 6 yıl sürgün ce­ zasına çarpdınldığt hâlde, ölümüne kadar 14 yıl Bağdad'da sür­ gün tutulmuşdur. Bağdad’a sürülmesi üzerine ünlü şâir Deli Hlkmet’in yazdığı teselU mektubunda şu mısralar vardır: Düşün bir kerre: Mazlûm olmasan ey mihnet-i yekser, Irâk'a aldırır mıydı seni evlâd-ı Peygamber?.. Vatan hoşnûd senden hâzır ol bezm-i mükâfata!.. Ne yazık ki kabri, kemikleri bugün hâlâ Bağdad’da bomba­ lar altmda, ateşler içindedir.

765.- TL. ISBK 975-17-Oİ77j


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.