Fethi Tevetoğlu - Açıklıyorum

Page 1



Birinci baskÄą

Ha:Äąiran, 1965


Dr.

T E V E T O (; L U

AÇlKLlYORUM!

-

ANKARA, I 965 -


KOMUNIZMLE MUCADELE YAYlNLARI

:

S


B a ş l a r k e n 1965 Ocak ayındanberi, <<Yeni İst anbul» gazetesinde ( Açı klı yorum ) ve sonra da ( AÇlKCA ) sütunumda devamlı olarak yazmaya başlayınca, bir çok aziz okuyucumdan lütUfkar mektuplar aldım. Pek çok bilinmeyen vesikaları da açıkladığımız bu yazıların, muhakkak bir kitapta top­ lanmaları isteniyordu. Konularımız bilhassa, açıktan açığa komünizm pro­ pagandası yapmaktan korkarak, çeşitli maskeler kulla­ nan ve böylece gafilleri aviayan ve toplumumuzda «ser­ serU er ideali» kızıl dağına'yı yayınağa ve yerleştirrneğe çalışan, yönleri Moskova'ya dönük, satılmış sapıklada mü­ cadeleye hasredilmişti. Aziz okuyucularımızın dileklerini yerine getirmek için bu kitapta, istedikleri yazıları toplayıp sunuyoruz. Ayrı­ ca, son yıllarda, muhtelif gazete ve dergilerde yayım­ lanmış bazı makalelerimizi de, kaybolmaktan kurtararak, buraya aldık. Basın hayatındaki mücadelelerimize muva­ zi olarak, Parlamentomuzda da aynı davayı savunduğu­ muzu gösteren, Cumhuriyet Senatosu'nda yapılmış iki gündem dışı konuşmamızı da Tutanaklardan örnek seçtik.

1964 Şubat ve Martında bir solcu politikacı hakkında açıkladığımız gerçekler bugün, çeşitli acı hadiselerle te­ yid ve tasdik edilmiş bulunuyorlar. Meslek teşekkülleri­ ni siyasi çıkarianna alet etmek isteyenlerin maskeleri dü­ şürülmüştür. Şunu tekrar belirtelim ki : «Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalaca­ ğız.» Bizim kişilere veya milletiere körükörüne bir nef5


retirniz yoktur. Biz yalnız ve ancak, şanlı v e şerefli ta­ rihimizin bize gösterdiği, tanıttığı ve öğrettiği Türkün ve İslamın müşterek, tarihi düşmanianna tiksinti duyarız. Bütün varlığımızı, bütün samimiyetimizle yüce Al­ lah'ımıza, mukaddes topraklarımıza, büyük milletimize bağlamış, teslim etmiş ve adamış bulunduğumuz için, Allahımızdan, yurdumuzdan ve Türklüğümüzden baş­ ka, eşiğine baş koyacağımız bir kapı, bu fani dünyada mevcut değildir. Kızıl vatan haini Nazım Hikmet'e ilk hücum yazı­ mızı 1932 yılında Kastamonu Lisesi öğrencisi iken yaz­ mıştık. O gün bugün, her yerde, her zaman, her fırsat­ ta yurdumuzun, milliyetimizin ve dinimizin düşmanı bu vatansız, milliyetsiz ve Alla!hsızlarla mücadeleyi borç ve vazife bilenlerdeniz. Gaflet içinde uyuyanlan uyarmak için, daima kızıl­ ların suratlanndaki maskeleri alaşağı edeceğiz; gizlile­ ri açıklayacak ve gerçekleri meydana koyacağız. Vatanı­ mıza, milletimize zararlı her şey, Türkün ve İslamın düş­ manlan her yerde, her zaman karşılarında bizi bulacak­ lardır. Milletimizi ve vatanımızı bu kızıl beladan korumak için insanlığın bu amansız düşmanını yeryüzünden silip yok etmek yolunda savaşanlada birlikte, ömrümüz bo­ yunca bu mücadeleye devam edeceğiz. Kavakhclere (Ankara ) : 29 Mayıs 1965 Dr. TEVETOGLU

6


SOLCU ÇABALARIN İÇYÜZÜ



KOÇ'UN HAKETTİGİ DERS 10, ll, 12 Şubat 1 964 tarihli Adalet Gazetesi'nde keli­ mesi kelimesine tamamı yayımlanan ( Cumhuriyet Sena­ losu Tutanakları ) nda aynen mevcut 6 ve 7 Şubatta yapıl­ mıŞ konuşmalarımda ne Türk öğretmenleri, ne de Tür­ kiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu asla bahis konusu edilmemişlerdir. Yalnız Şükrü Koç, bir ( Fesad Çenbercisi ) olarak tavsif ve üstünde imzası bulunan, için­ de hainane komünistlik propagandası yapılan fikir ve sa­ tırlar aktanlmış bir makale ile teşhir edilmiştir. Konuş­ mamda bahis konusu edilen Şükrü Koç ve onun imzasını taşıyan bir yazısıdır. Cumhuriyet Senatosu huzurunda muhalif - muvafık bütün partili ve partisiz Senatörlerin t asvip, takdir ve tebrikleriyle karşıianmış konuşmam, Milli Eğitim Bakanına ve Bakanlık erkanına karşı yapıl­ mıştır. Türlü siyasi dedikodulardan ve sapık ideolojiler­ den tenzih etmek is tediğimiz İrfan Ordumuzun teşekkül­ leri başında bir siyasinin bulundurulmaması ve hele, sa­ yın Öktem'in, üyesi bulunduğu Hükumetin ve sağduyu sahibi herhangi bir Türk eviadının taraftar olamıyacağı fikirleri benimseyen ve savunan Koç gibi bir kimsenin Öğretmen teşekküllerimizde başkan bırakılmaması husu­ su istirham edilmiştir.

Senato huzurunda 10 dakikaya kısıtlanmışken 20 da­ kika sürmüş konuşmamın, tamamına lüzum görmeden yalnız son kısmını aynen buraya aktanyorum ki, Koç ve ona yeni iftiralannda yardımcı ve alet olanlar Türk mil­ leti huzurunda hem gerçekleri, hem de gerçekler karşısın9


da kendi yerleıini öğrensi:ıler. Senato Tutanağı'ndan ay· nen alınmıştır : BAŞKAN - Sayın Tevetoğlu, hitabctinizin cazibesine kapılarak vakti şaşınp geçirdim. Yedi dakika geçmiş. ( Devam etsin sesleri .. ) . Yok öyle şey. Öyle bir karar yok . Ben alınan kararı tatbikle mükellefim. Ancak bir arka· daş yerini verirse o zaman devam edebilir. FETHi TEVETOGLU ( Samsun ) - Bağlıyorum Sa­ yın Başkan. Muhterem arkadaşlarım ! Konu cidd�n uzundur. Bir arkadaşıının teklif ettiği gibi burada bir genel görüşme açılması ve hakikaten bu büyük yaramı­ za neşter atılması zaruridir. Biz hiç kimseye sen şusun, sen busun diye leke sürmeK;:' :ıc hak sahibiyiz ne de böy­ le bir yolun salikiyiz. Tas". ! etmediğiniz, istemediğiniz, hatta mücadelesini yaptığın1z bir şeyi size kara leke ola­ rak vurmalarının acısını şahsen 1 944' den bu yana çekmiş bir arkadaşınızım. Ben ne Faşistim, ne de Nazi veya Ra­ sistim. Kahrolsun Faşistler, kahrolsun Naziler diyebile­ cek bir insanım. Tıpkı kahrolsun Komünistler diyebildi­ ğim gibi. ( Bravo Tevetoğlu sesleri ve şiddetli alkışlar ) Balkaniara inen Nazi sürülerine ilk cevabı yazan ben­ dim. İlk defa 1 94 1 'de Tıp mezunlarının, Türkiye'yi ha­ yat sahası san:in H i tlere şahlanışını Üniversite kürsüsün­ de temsil eden, dile getiren, cevaplandıran yine bendim. Tıpkı 1 93 1 'de Anadoluya mancvraya gelmek isteyen Fa­ şist köpeklere, Danançio'ya «Kuduz Köpek ıı adlı şiiri ya­ zan, neşreden de ben olduğum gibi. Buna rağmen ka­ sıdlılarca, kızıHarca biz Faşist olduk, ırkçı olduk. Nere­ den çıktı, kim çıkardı?.. Bunlar hakikaten acı ve ibret verici şeylerdir. Bu bakımdan, her hangi bir Türk evia­ dına şu veya bu şekilde leke sürmenin acısını ben, şah­ sen nefsinde bilen insanım. Biz ne söylersek söyleyelim, herkes gerçekte ne ise odur. Yani bı i z İstersek bir insa.

lO


na iyi diyelim. Eğer o kötü ise bizim iyisin dememiz onun kötülüğünü değiştirmez. Biz ona iftira etmişsek, çamur atmış isek onun iyiliği, asaleti, t emizliği yine değişmez. Ama muhterem arkadaşlarım ! Şimdi huzurunuzda oku­ duğum gerçekleri, milletimizin ve onun gerçek vatansever temsilcilerinin tasvibi imkansızdır. Bu hayati davayı baş­ ka bir güne bırakmak şartı ile muhterem Bakandan bir istirhamda b ulunacağım. Büyük İrfan Ordumuzun teşek­ küllerine politika girmesin. Onun teşekküllerinin başın­ da zinhar bir politikacı bulunmasın, hele bu politikacı de­ m in okuduğum satıriann �ahibi olursa. Bundan başka is­ t irhamım yoktur. » ( Şiddetli alkışlar ) .

Konuşmalarıının yalnız şu bölümü dahi gerçekleri 2,y­ dınlatmağa, iz'an ve vicdan sahibi her insana fikir ve hü­ küm verdirrneğe kafidir. Koç'un tekzibi bu satırlarda kar­ �ıl ığını bulmakta ise de, biz onun bezeyan belgesi üzerin­ de bir patoloj ik anatomi diseksiyonu yapılmasını teşhis VL' tedavi yönünden zaruri ve faydalı görmekteyiz. Ayrı­ L·;ı Koç hakkındaki mahkeme dosyasını ve resmi müfet­ ı i�,; raporlarını da ortaya koyarak bu fasid çenbercinin ı•,·n;ck hüviyetini bilmeyenlere tanıtmaktan da geri dur­ ın;ıvacağız.

işte, mahudların metodlarıyla tcrtiplenmiş, üslublab kaleme alınmış ve üçer - dörder gün fasıla lı bir yü­ , . ( ?! ) taktikle değişik gazetelerde yayımianmış tekzi-

1 1\ '

1 ı i" otopsisine

dört ayrı başlığından başlamak lazımdır.

( Şükrü Koç Tevetolğunun içyüzünü açıklıyor ) , ( Te­ '

,·ı ıığlu öğretmeniere iftira etti), ( Tevetoğlu Şükrü Koç'a

ıl ı i 1 ;ı

etti),

( Maarif adına bastırılan bir kitabın önsö­

'""'k CH P'li Ş. Koç Komünizm propagandası yapmamış­ ,,, . ) . 13 i rbirinden ayrı, birbirine uymayan ve gerçekle il­ ı·ı·.i lııılunınayan bu dört ayrı başlık, aslı ve gerçekle ilgi­

·.ı ;ıı ;ı� tınlmadan

aynı tekzibe nasıl konmuştur?.

ıı


Biz Cumhuriyet Senatosunda bir makaleden parça­ lar okuduk. Bir solcu kitabı kendine göre tahrif ve ila­ veler de yaparak tanıtan, överek takdim ve tavsiye eden bu makale üzerinde ( Tanıtan : Mustafa Şükrü K oç ) im­ zası bulunduğu için, bu makaledeki fikirleri benimseyen ve yayan fesadcının, sayın Öktem etrafında bir fesad çenberi çevirdiğine dikkati çektik ve konuşmamızın so­ nunda : « Büyük İrfan Ordumuzun teşekküllerine politika girmesin. Onun teşekküllerinin başında zinhar bir poli­ tikacı bulunmasın; hele bu politikacı demin okuduğum satırların sahibi olursa. Bundan başka istirhamım yok­ tur» dedik. Kanunun tanıdığı ( cevap, düzeltme ve tekzip hakk ı ) , söylenen sözlerin içinde yanlış veya yalan sarfedilenler varsa onları aynen alıp göstermek ve şunlar, şunlar yan­ l ıştır, yalandır, iftiradır. Doğrusu şöyledir, böyledir diye gerçeği belirtmek hakkıdır. Senatoda konuştuklarımız harfi harfine meydandadır. Bir tek cümlemizin yalan ve­ ya yanlış olduğunu isbat edecek şerefli insanı Türk mil­ l eti huzurunda vazifeye davet ediyoruz. Vesikalar ve gerçekler karşısında, mensubu olduğu ideoloj ik zümrenin üslfıb ve metodlarıyla tertipiediği ( Tekzip ) üzerinde Şükrü Koç, sorularımıza şeref ve ahlak nasibi nisbetinde cevap vermek zorundadır : 1 - Milli Eğitim Bütçesi'nin Senatoda müzakeresi sı­ rasında cereyan eden konuşmalarda tarafıından sarfedil­ miş yanlış, yalan, iftira bir söz var m ı dır? Varsa, bunla­ rı kelimesi kelimesine cümleler olarak gösteriniz. 2 - « AP'nin meşhurlaşan bir Senatörü, Fethi Te­ vetoğlu, 1 946'da Milli Eğitim Bakanlığınca yayımlanan bir dergide çıkan bir yazıyı bahis konusu ederek şahsı­ ma iftira ve itharnlarda bulunmuştur>> buyuruyorsunuz. ıı


Ben, makalelerden pasajlar okumaya başlamadan : «Bu fakir milletin parası ile basılmış, sayın Bakanın Ba­ kanlığını yaptığı yüksek Vekaletin amblemini taşıyan, bir eserden tek bir kelimeyi değiştirmeden aynen bazı satır­ lar okuyacağım » demek suretiyle elimdeki derginin maa­ lesef Milli Eğitim Bakanlığınca basılmış bulunduğunu ifade ettim. Makalenizden ba'zı bölümler okununca muh­ terem Senatörlerin Tutanakda kayıtlı reaksiyonları ve so­ ruları üzerine : ( Yazarın imzası böyle : Tanıtan : Musta­ fa Şükrü Koç ) diye. sizi «Tanıtan » sıfatınızia tanıttım. Hiçbir yanlış yoruma ve istismara fırsat vermemek için de 7 Şubatta Zabtısabık üzerinde yaptığımız tavzih konuşmamızda da aynen şunları söyledik : « Huzurunuz­ da bu fakir milletin parası ile neşredilmiş, üzerinde sa­ yın Bakanın bugün Bakanlık ettiği Vekaletin resmi amb­ lemi bulunan ve bugünkü demokrasi anlayışımızia ve Ana­ yasamızla kabil-i te'lif olmayan ve sayın Bakanın, men­ sup bulunduğu Bükılınetin asla kabul ve tasvip etmediği, etmeyeceği, edemiyeceği fikirleri savunan yazıyı burada açık, sarih, kesin olarak okudum. Bendeniz bu yazının teferruatına girmedim ve bu yazının ne mahiyyette bir yazı olduğu üzerinde, kim tarafından tercüme edilmiş, kim yaz­ mış, bunun üzerinde durmayı lüzumsuz buldum. Yalnız şu noktayı belirtmek · i stedim ki : Her türlü politika dedi­ kodularının dışında tutmayı hep beraber dilediğimiz İr­ fan ordumuzun bir teşekkülü başında vaktiyle şu satırla­ rı yazmış ve fikirleri benimsemiş bir siyasi kimsenin bu­ lunması muvafık değildir. Muhterem arkadaşlar, bütün yüksek Senatonun, yaptığım konuşmayı tasvible karşıla­ maları üzerine sayın Bakan oturdukları şu ön sıradan kalkmak zahmetinde bulundular ve benim oturduğum şuradaki sıraya gelerek beni tebrik ettiler ve kendilerine bu uyarınayı yaptığım için memnunluklarını ifade ettiJ3


ler. Yazıyı görmek istediler, yazıyı kendilerine göster­ dim. M. E. Bakanlığı tarafından vaktiyle basılmış ve ( Ki­ tap Tanıtma) başlığı altında ( Tanıtan : Mustafa Şükrü Koç) imzasını taşıyan ( Demokrasi ve Sosyalizm ) başlık­ lı bir makale. .. İstirham ediyorum, bir kitap hakkında bir makale yazılmıştır. Kitabı tercüme eden bu arkadaş değildir. Kitabı dün akşam da ifade ettiğim gibi Dil - Ta­ rih Fakültesinden solculuk faaliyetleri dolayısı ile mua­ mele görüp uzaklaştınlan Niyazi Berkes tercüme etmiş­ tir. Bu kitap hakkında arkadaş 18 sene evvel bu makaleyi yazıyor. Kendi mi yazmıştır bu da mCı.cib-i münakaşadır. Ve üzerinde durulacak ayrı bir meseledir. Fakat maka­ lenin başında kitabı tanıtan diye imzası bulunurken bu yazıyı kimin yazdığım kabul edersiniz ? Niyazi Berkesin mi yazdığım kabul edersiniz; yoksa kitabın müellifi Laski'­ nin mi yazdığım kabul edersiniz ? Şüphesiz makaleyi şu­ rada imzası bulunan insanın yazdığım kabul edersiniz.» Tutanaklardan aynen aktardığımız bu sözlerimizde size iftira ve gerçeğe uymayan bilgi nerededir gösterir mi­ siniz ? Gösteremediğiniz takdirde bir müfteri olduğunu­ zu Türk milletine bizzat kendiniz isbat etmiş bulunacak­ sınız . 3 Tekzibinizde, ( Laski ve Lipman'ın sosyalizm ve kapitalizm üzerindeki tartışmalarını aksettiren kitaptan üzetlenen cümleler benimmiş gibi gösterilerek parlamen­ to, siyaset ve ahlak kurallarını çiğnediğimiz) ' i iddia ve if­ tira ediyorsunuz. Bu iddianız gülünç ve gülünç olduğu kadar da, yukarıda tekrarladığımiz gerçek ifadeler karşı­ sında, ahlak kurallarını çiğnemeniz bakımından acıdır. Milli Eğitim Bakanlığında toplanmaya çalışırken foyala­ rı meydana çıkan yoldaşlarınızın bu fakir milletin parası ile Vekalet Basımevlerinde yalnız senin gibileri yetiştir-

u


ıııck için çıkarttıkları bir dergide, bir Türk öğrencisi ola­ rak, içinde açıkça komünizm propagandası yapılan bir ki tabı, terniz ve genç öğrenciled zehirlernek için tanıtrnan, iınzanı taşıyan yazıdaki fikirleri benimsemen ve savun­ ınan, bugün : (Bu satırlar bana ai d diye gösteriliyar ) boş çabası ile yalanlanarnaz. Siz bu kitabı yermiş, tel'in mi et­ ınişsiniz ? İçindeki kızıl zehiri red suretiyle kitabı yerin Jibine mi sokrnuşsunuz ? Hayır, aksine göklere çıkarrnış­ sınız. Aksini isbat edene kadar yakanızı bırakrnıyacağırn. Siz kornünizrni rnüdafaa eden, Sovyet rej imini ve ora­ da ki işçilerin yaşayışını göklere çıkı;tran, buna karşılık Batı Demokrasisini ve Amerikadaki �konomik sistemleri yeren, yere vurmaya çalışan ve Niyazi Berkes gibi birisi tarafından dilimize çevrilen ve ( Yurd ve Dünya) gibi ına­ lılın bir derginin yayınları rneyanında bastırılan kitaptan ( Köy Enstitüleri Derginiz ) 'e ( Sayı : 4, sahife 589 - 596 ) tam sekiz sahife kızıl zehir aktarmış bulunuyorsunuz. Ya­ zınızda kitap için aynen : ( BU KONULAR ÜZERİNDE YAZILAN EN BÜYÜK VE EN ÖNEMLİ BİR ESERDİR Di YEBiLiRiZ ) hükm-ü­ kcbirini serdetmişsiniz de, bugün bu sözünüzü yalıyar musunuz ? Bunu bugün inkara kalkmanız, sizin b u yazınızın ko- ( münizm propagandası olduğunu tesbit eden : (ANKARA 3. ASLiYE CEZA MAHKEMESiNDEKi 947/942 NUMARALI DOSYANIZIN) da ortadan kalkmasını sağlayamaz. Bu hususta buyuracağınız izahları benimle birlikte, sen i tanımaya başlayan bütün asil Türk vatandaşları ve bil­ hassa senin hakkında gaflete kapılrnışken bu suretle uya­ nacak kimseler de sabırsızlıkla bekleyeceklerdir. Siz bu yazı benim değildir, bu fikirleri benimsemiş değilim diye­ mezsiniz. Bakınız diğer bir resmi vesika sizin için neler söylüyor, ve neler ortaya koyuyor.

\)

15

ı


YlKlCI TELKİNLER 6 Ocak 1 947 t arihini taşıyan, Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişierinden sayın Fethi İsfendiyaroğlu'nun ay­ nen : ( Köy Enstitüsü Dergisi vasıtasıyla geniş ölçüde ya­ pılan solcu ve yıkıcı telkinleri ve b u konuda yaptığım in­ celemelerin sonucunda meydana çıkan suçları arzeden ra­ pordur) başlıklı, ( Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Maka­ mına ) sunulmuş bir resmi vesikada, bakınız zatıaliniz ve mezkılr yazınız hakkında neler yazılıdır. Kelimesi kelime­ sine raporun bu bölümünü de hakkınızda aydınlığa erişe­ cek sayın Bakana, sayın öğretmeniere ve sayın umumi efkara sunuyoruz : « ( Köy Enstitüleri Dergisi ) 'nin 4 üncü sayısının 589 uncu sayfasından 596 ncı sayfasına kadar devam eden ol­ dukça uzun bir makalede, aşağıda aynen naklettiğim sa­ tırlar, öğrencilere esaslı bir şekilde okutturulmaktadır. Yarın binlerce köyümüze birer öğretmen olarak dağıla­ cak olan bugünkü çocuklara bunları okutmaktaki maksa­ dı isbat edecek hakikatleri bu raporun sonunda birer bi­ rer arzediyorum : 589 uncu sayfadan aynen : «Laski en faal ve en sadık bir sosyalisttir. Seçimlerden sonra Norveç ve Fransa'ya giderek oralarda da İşçi Parti­ sinin kazanması için gayret sarfetmiştir. Bütün söylevleri sosyalist propagandasını desteklemek içindir.>> « Eser 87 sahife halinde dilimize Niyazi Berkes tara­ fından çevrilmiştir. Tercüme aksaklıkları müstesna bu konular üzerinde yazılan en büyük ve en önemli bir eser­ dir diyebiliriz. » (Demokrasi ve Sosyalizm ) adlı kitabı tanıtan Yük­ sek Köy Enstitüsünden Mustafa Şükrü Koç adındaki genç bu şahsi kanaatını da ortaya koyarak kendisinin doğru­ dan doğruya bir solcu ve sosyalist olduğunu ortaya ko16


vuyor ve bu kitabı çok beğeniyor. Benimsiyar ve övüyo r : "EN BÜYÜK VE EN ÖNEMLİ BİR ESERDİR» diyerek. l latta derginin aynı sayfasında ve son paragrafında da k i tabı tamamiyle benimsemiş olduğu şu cümlesiyle de tceyyüd ediyor : « Kitabımızın birinci bölümünde asnn bir inkılap devri olduğu; ikinci bölümünde Sovyet İnkılabı; üçüncü bölümünde Faşizm, dördüncü bölümünde kapitalist De­ ınokrasilerdeki zayıf noktalar ortaya atılmaktadır.>> Derginin 590 ıncı sahifesinden aynen : « Bu savaştan sonra yeni bir dünya görüşü ve bu gö­ rüşün uygulanmasından yeni bir hayat devri açılacaktır. . » .

«Bu savaş kapitalist demokrasinin muhakkak bir zaafını ortaya koymuştur. Kapitalist Demokraside siya­ sal iktidar ekonomik iktidarın elindedir. İşte bu ekono­ mik iktidar sayesinde özel mülkiyet sahipleri büyük im­ tiyazlar almışlardır. Bu suretle tekelleşen siyasal otorite toplumun değil, zümrenin malı olmuş, böylece çoğunluk olan fakirler azınlık olan zenginlerin menfaat ve hege­ monyası hırsiarının tatminine alet edilmişlerdir... Belki onlar da dahil olduğu halde tekmil bütün tarih devirleri­ nin en büyük reformu. meydana gelecektir . » 592 nci sayfadan aynen : « ... Zenginler daima fakiriere hakimdir. Bundan do­ layı fikir mirasına çoğunluk olan fakirierin ulaşmasına imkan yoktur. Liberalizm renk, ırk, din meselelerini kendi kazancı için sömürmüştür. Yaşayabilmek için mülk sahibi olmak lazımdır, hükmünü ortaya koymakla insan­ lığın gelişmesine sed çekmiştir. Kapitalizmde insanlar arasındaki münasebetlerin arnili yalnız para olduğundan feodalizmin asalet prensibi yerine servet prensibini


canlandırmıştır. Bu suretle ne kültürün, ne de bilimin de­ ğeri kalmamış yalnız kazanççılık zihniyeti cemiyete hakim olmuştur. Kapitalist demokrasi eşitsizlik demektir ... » 594 üncü s ayfadan bazı cümleler : <<Sosyalist sistem herkesin yeteneğine göre istediği mesleği mümkün kılacaktır... Sosyalist sistem planlı c� miyeti düzenlerken bu ciheti göz önüne alacak ve adama göre iş değil, işe göre adam bulmak amacını güdecektir .. » 595 inci sayfadan da bir iki cümle arzedeyim : . . . Bir Rus işçisi rahat evlerde oturamaz. Fakat onun hayat yolu bu asalet ve servet değildir . O sadece ihtiyar­ lık ve işsizlik tehdidine karşı çalışır. Bunun için Komü­ nist Diktatörlüğü vatandaşlarının kişisel gelişmesini sağ­ lıyor ve planlaştırabiliyor... » « Sosyalist planiaştırma gerçekleşince insanlar yok­ sulluk ve güvensizlikten kurtulacak ve bu korkuları yen­ mek için şimdiye kadar harcamağa mecbur oldukları bir sürü gayretlerden sıyrılarak enerjileri serbest kalacaktır. » 596'ncı sahifede de ş u fik,irler ortaya atılmaktadır : « Sonra eğitim alanında da kapitalizm büyük zorluk­ lar çıkararak çoğunluğun zararına hareket etmiştir. Haki­ katte kapitalizmin güttüğü amaç, Demokrasi eğitiminin is­ tediği amaçla taban tabana zıttır ... » "Bugünkü Burjuva medeniyeti bu üç arnilin çocuğu­ dur ... B u sistemin içtimai kıymetleri iki yoldan gidilerek kabul ettirilebilir. Ya kuvvet kullanarak, veya ikna ede­ rek. Kuvvet kullanarak yapılan inkılaplar hem halk küt­ lelerinin yüklerini ağırlaştırır, hem de modern cemiyet gi­ bi önemli bir konu için tehlikelidir. Dolayısıyle bu tarz inkılaplar cemiyetin alt üst olmasıyla neticelenir. İşte ya­ pacağımız planlı cemiyet inkıh1bım bu esaslar gözönünde tutularak gerçekleştinneliyiz. » «

18


Laski'nin eseri üzerinde yapılmış olan bu kont - ran­ diiyü ayrı bir konferans halinde de Hasanoğlan Köy Ens­ ı i ı Lisiindeki arkadaşlarına anlatmış olduğunu yine Dergi­ lt·rin 4 üncü sayısının 622 nci sayfasından öğrendiğimiz Mustafa Şükrü Koç makalesinin sonunu aynen şöyle bJr l ıii kiimle bitiriyor : << Dünya siyasi ve ekonomik bakırndan bir çöküntü ;ıref csindedir. Evvela bu harple siyasi iktidar, sonra kapi­ l a list sistem çökecektir. Böylece Burjuvacı ekonomi or­ ı ;ıdan kalkacak ve yerine planlı cemiyet ekonomisi olan sosyalist sistem geçecektir.» << Devlet ve bilim adamlarının tek görevi gençliği ve bütün bireyleri bu esaslar dahilinde hazırlarnaktır. Sosyalizm çökrnekte olan kapitalizmin şiddet ve gü­ rliltüsünü unutturacak ve b ittiği yerden itibaren yeni bir hayat başlangıcı ve yeni bir tarih devri açacaktır. Bu bir zarurettir. Bu zaruret için de sosyalist sistem, işi ele alacak ve çizilen ülküleri gerçekleştirrneğe çalışacaktır» CHP. iktidarı devrinde, Reşad Şernseddin Sirer gibi gerçek milliyetçi bir Bakanın emriyle yaptırılrnış teftişe aid raporlar ve o günkü Türk Adliyesi'nin sizinle ilgili dosyaları rneydandadır. Bütün şu vesikalara ve irnzanız altında yayırnlan� mış aktarrna kızıl sosyalist propaganda yazısına bugün sahib çıkrnarnakda israr ederniyeceksiniz. Bunlar hak­ kındaki açıklarnanız, sizin ahlak kurallarına riayetinizin de rniyan ve örneği olacaktır. Her halde : << Ben o za­ man Hasanoğlanda bir küçük oğlan çocukturn. Yazıyı bi­ zi alet olarak kullanan bir eğitimcim yazmış, benim irn­ zaını suiistimal etmişti» diyecek değilsiniz ya ?

4 Ben sizi tanıtmak, sizin asil irfan ordumuzun bir teşekkülü başında bulundurularnıyacağınızı sorurn­ lulara, ilgililere ve Türk milletine duyurmak, arzetmek -

19


suretiyle politika dışında tutulması şart bir kitle ve mü­ esseseden uzaklaştırılınanızı Bakandan istirham ettim. Bu hareketim, tekzibinizde iddia ettiğiniz gibi bir ( poli­ tik çıkar elde etmek ) değildir. Bu, bir sorumlu Bakanı ve ilgili vatandaşları uyarmak suretiyle yapılan bir par­ lamento ve vatan hizmetidir. Şahsi bir çıkarım için her­ hangi bir kimseyi ve hele sizi kullanmak yoluna sapına­ ğa ahlak ve karakterimin müsaid olmadığını bilmenize ve takdirinize elbette imkan yoktur. Şunu öğreniniz ki, benim bilmünasebe senin gibi bir ( Hoca ) veya ( Hoca­ oğlu ) ile mücadelem, sizin naçiz şahıslarımza karşı de­ ğil , bu millete ve memlekete 44 yıldır sosyalizm maskesi altında sokulmağa çalışılan menfur ideoloji komünizme karşıdır. 30 yıldır bu mücadeleyi yapıyorum. Son nefe" sime kadar da bu mücadeleme devam edeceğim. Senato­ da hakkımzda yaptığım a ç ı k I a m a üzerine, mühim bir kısmı vatan ve m i I I e t s ev e r öğretmenlerimiz o­ lan yüzlerce vatandaştan aldığımız telgraf, mektup ve tebrikler -ki her zaman fotokopilerini takdime hazı­ rım - bize bu mücadelemizde en büyük şevk ve kuvvet kaynağı olmaktadırlar.

S - Kanunun kaplarını istismar ederek tekzip diye gönderilen yazıda (Tevetoğlu gibi gizli cemiyet kurmak ve ırkçılıktan dolayı 1 944'de Örfi i dare Mahkemesi'nde mahkum olmuş bir kimsenin, kendi geçmişini unuttur­ mak maksadıyla bu cins çirkin metodları seçmesi yadır­ ganamaz ) diyorsun. Senatodaki konuşmam, 1 945' den bugüne kadar yap­ tığım bir çok neşriyat ve nihayet son bir yılda üç defa basılan ( FAŞiST YOK, K OMÜNiST VAR ! ) adlı gerçek­ leri aydınlatmak üzere sizler için yazılmış kitabiarım o­ kunursa, benim, ölmüş ve yaşayan üstadlarımza yüzka­ rası olmuş 1 944 tertiplerini unutturmak şöyle dursun, 20


ı ı ı ı ı luların suratiarına bunu daima bir şamar gibi çarp­ q· ı ı ıı görülecektir. Ben şahsen 1 944 'de senin i ddia ettiğin ı·.ılıi ( gizli cemiyet kurmak ve ırkçılıkdan mahkum ol­ ııı;ı k) şöyle dursun, mahkemeye sevkedilirken dahi böy­ lı· b i r zan altında bulundurulmadım. ( Görülen lüzum ı w-r i ne) mucib sebebi ( ?! ) yazılı bir tevkif müzekkere­ ..,j i lc Samsunda Baştabibi bulunduğum Alayımdan alın­ ılıı ı ı ve beş - altı yıl önce yıktırılmış bulunan Tophane /.i ı ı danlarına getirilerek aylarca eza, cefa ve türlü işken­ ' ı·vc maruz bırakıldım. Benim vatanımı, milletimi, köy­ liiıııü, Mehmedçiklerimi sevmem, milliyetçiliğim uğrun­ da maruz kaldığım bu işkenceler, tertipcileri, tatbikci­ leri ve sorumluları için tarihi bir yüzkarasıdır. Fakat na­ �,·iz şahsım için en büyük bir gurur ve şeref vesilesidir. ·.ı ıı

ı

Bu soruşturma ve mahkeme sonunda ben mahkum o l muş bir kimse değilim. Tekzibindeki bu iddian yalan­ d ı r, tezvirdir ve iftiradır. Mürettep mahkemeye ( Orduda ııcşren ırkçılık ve Turancılık yapmak) iddiası ile sevke­ d i l dim. Neticede suçum sabit görülmeyerek beraet et­ Lim ve mahkeme sonunda yine eski vazifem olan 90. P i yade Alayı Baştabibliğine iade olundum. Kısa bir müd­ det sonra da, haksız yere uğratıldığım işkence ve mağ­ Juriyetlerin telafisi düşüncesiyle, rahmetli Şükrü Kanat­ l ı ( Kolordu ) , Kurtcebe Noyan ( Ordu ) ve Muzaffer Tuğ­ savul ( Genelkurmay Il. Bşk . ) gibi değerli kumandania­ rım tarafından, - dört yıllık yüzbaşı bulunmama rağ­ men - Alay Baştabibliğinden, Binbaşı - Yarbay kadro­ su ndaki Genelkurmay Başkanlığı doktorluğuna terfian ve taltifen tayin edildim . 20 yıl saflarında bulunmaktan �cref duyduğum Babaocağım kahraman Ordumuzun Erkanıharbiye Karargahı gibi en üstün bir postasında, 1944 mahkemelerinden sonra yıllarca vazifede bulunu­ �um, senin yalan ve iftiralarını çürütmeğe yeter gerçek2l


lerdir. iddia ve iftirana göre (Örfi İdare Mahkemesinde gizli cemiyet kurmak ve ırkçılıktan mahkum olmuş ) bir kimsenin 1 9 44 den sonra, 1 953 Ağustosunda kanunun kendisine tanıdığı hakkı kullanarak askerlikden istifası­ na kadar geçen 1 0 yıl zarfında Ordumuzda, Ordumuzun en önemli teşkilatı kadrosunda vazife göremiyeceğine şüp­ he yoktur. Bu gerçekler karşısında, iftiranızı isbat ede­ miyeceğiniz için, sizin ahlak kurallarınızın gevşekliğine ve bozukluğuna hükmetmeğe hak kazananları umarım ki bu defa mazur görürsünüz. 6 - Müstahak olduğunuz bu son dersin son bölü­ münde, size, tekzibinizde de söz ettiğiniz ve daima istis­ mara alıştığınız bir hususu da hatırlatayım : Sık sık Ata­ türk'ü ve onun ilkelerini kendinize kalkan yapmak boş gayretinizden vaz geçiniz. Sizin yazınızdaki aktarma de­ mokrasi ve inkılap fikirleri, bildirdiğiniz gibi tatbikatını Sovyet Rusyada ve Komünist diktatörlükde bulmuş ilke­ lerdir ki, Atatürk bunları « Türk aleminin en büyük düş­ manı» diye işaret etmiş, bunlara sapan sapıkları da «SEBÜKMA<iZ» = Hafif beyinli, akılsız diye adlandırmış­ tır. Sayın Koç, siz bana Atatürk hakkında, Onun Türk gençliğine, Türk milletine malettiği ve bütün ömrünce savunduğu ve yaydığı fikirleri üzerinde yazılmış tek satı­ rınızı gösterebilir misiniz ? Menflır yazınızın basıldığı Ens­ titü derginizin çıkabilmiş bütün sayılan içinde Atatürk'ün bir defacık olsun, ilaç için olsun adının anıldığını, -Hiç mi Cumhuriyet Bayramı, 10 Kasım geçİrınediniz ? - her hangi bir vesile ile Atatürkün adının kayıtlı olduğunu gös­ terebilir misiniz ? Yoksa sizin övdüklerinizin, eserleri ve ilkeleri üzerinde yazılar yazdıklarınızın; hatıralanna, şe­ reflerine geceler, eğlenceler, alemler tertip ettiklerinizin, gerçek üstadlannızın, atalarınızın, babalarınızın, gizli ve mahud şeflerinizin listesini de burada sıralayalım mı? 22


Bay Şükrü Koç, işte sizin geçmişiniz budur. Haliniz 'lt-. va kın zaman önce ziyaret ettiğiniz Moskovadaki ga­ tt·ı�·lcre manşet olmuş hayranlık ve takdir beyanlarınız­ da mündemiçtir. Bir karga, bir abideyi pislemeğe kalkarsa. bir avcı­ ııın bir saçması onu yere serrneğe yeter. Kuvvetli bir

parmağın dokunuşu da, kurbanlık Koçu çukurun kena­

rına yıkar.

Bu ders ve tedavi size kafidir . Bu vesile ile sizi ya­ k ından tanıyanlar da, sırası geldikçe maskenizı suratım­ za çarpmak vazifelerini yerine getireceklerdir. Allah taksiratınızı affetsin !

KOÇ'A BİR DERS DAHA Bu millete ve memlekete çeşitli istismar metod­ ları ile türlü fesat tohumları ekmeğe çabalayanlardan biri olan Şükrü Koç'un yakın bir gelecekte asil ve vatan­ sever Türk öğretmenlerinden Öğretmenler Federasyonun­ da ve basiretli Halk Partililerden CHP kapısında alaca­ ğı, müstahak olduğu derslere ben, bu ( Fesat Çembercisi ) nin haddini bildirerek, takaddüm etmek istemezdim. Fa­ kat Parlamentoda ve bu sütunlarda kendisine verdiği­ miz derslerin şifa sağlamadıklarını görünce, kafasını gra­ nit kayaya tasiayan Koç'a karşı bir kere daha hekiml�k vazifeınİ tekrarlamak zamretini duydum. Koç , b u defa şunu bilsin ki : Benim gibi bir daktorun bu son dersin­ den de nasibıini alıp şifa bulmazsa, kendisini « Yılanlıoğ­ lu» gibi arkadaşların tedavisine terketrneğe mecbur ka­ lacağım. '­

Atatürk "ün bu gibi sapık

yaratıkiara verdiği

tarihi 23


adla « SEBÜKMAGZ>>'ların ( * ) , keza rahmetli üstad Pe­ yam i Safa'nın deyimiyle de «MAHUTLAR>> 'ın metodları çok acemice kullanılarak kaleme alınmış tekzipleri dik­ kat, sabır ve tiksinti ile okudum. Kanunun tanıdığı iyi hakları kötüye kullanarak Adalet sütunlarını dolduran Koç'un tekzibi, başından sonuna kadar muvazene ve i rti­ bat yokluğu ile malul yeni bir ( Saçmalar Beyannamesi ) '­ dir. Kendisine sorulan sorular ve tarafımızdan hakkında ortaya konulan resmi vesikalar üzerinde tek söz söyleye­ miyen « S EBÜKMAGZ», benimle ilgisi bulunmayan olay ve yazılarla, bayadamış eski tezvirleri, yeni ilavelerle bir kere daha piyasaya sürmektedir. Bu yalanları ileride bir bir ve tekrar sahibinin suratma çarpacağım. Koç'un diline doladığı « Halk sömürgenleri bezirgan», « Sömürücü ve Ulus düşmanı » , ve hele « Batı demokrasi­ si düşmanı» gibi <<elfaz» , meşrebinin alem olmuş, bütün dünyaca malum ifadeleridir ve bizzat kendi içinin dışa vuruluşu ve kimliğinin tasviridir. <<Tevetoğlu'nun tahrifierine ve tahrifci hayatına ait örnekler vereceğiz», <<Gerçekleri bütün delilleriyle gözler önüne sereceğiz» diye bol keseden mütemadiyen <<Örnek ve gerçek» vaad eden yazısında, başkasına mahsus bir makaleyi benimmiş gibi göstermekten gayrı şahsıma aid tek delil zikredemeyişi, Koç'un kendi ölçü, seviye, iftira ve yalanlarını sayın umumi efkara bir kere daha bizzat açıklaması olmuştur. Tekzip diye neşredilen hezeyanname, bir fikir ve ruh hastasının teşhisine kafi marazi belirtiler tablosudur. Te­ davisi imkansız hastalıkların dahi kesin olarak teşhisi ( *) SEBO'KMAGZ

: Büyük Atatürk'ün 6 Ağustos 1929'da Eskişehir ga­ rında Türk hakimleri ile Türk işçilerine verdi kleri tarihi nutuk­ ta «Soıcular>> için kullandığı şahane addır. Kelime Farsca ise de ihyası faydalı ve zaruridir.

ıı


ı ılııLı

,ı,·

ıl.ı

lıir zarurettir. Ben de bu patolojik belirtiler üzerin­ lıl'kiııı olarak, sayın umumi efkarın konsültasyonunu

ı

iLı ederek, son defa duracağım.

Ku� yazısında : << Tevetoğlu'nun 15 yıldır öğretmen­ l,·ı ı· s;ıldırdığını bilmeyen yurttaş kalmış mıdır ? » diyor. lkıı o sene çalıştığım Amerika'dan yurda 1 957 Ağustosun­ ıLı diindüm. Şükürler olsun ki Şükrü efendi yavrularımı­ llll lıcsap öğretmeni değildir. Vaktiyle hastalarıma sorduğum gibi Koç'a da soru­ lıırııın:

- Söyle bakayım bana! Solcu ve fesat çembercisi ıılduğunuz için senden ve senin okul, iş ve ideal yoldaşın hıkir Baykurt'dan parlamentoda k· i tap ve yazılarınız dolayısıyla bahsetmem << Bütün Türk öğretmenlerine sal­ dırınak» demek midir ? Sen�, sayıları beşi geçmeyen yoldaşlarını ilk defa Köy Enstitüleri konusunda tertipiediğiniz bir açık o turum­ da tanıdım. Fikir ve maksatlarınızı ilk defa orada öğren­ dim. Daima sapık fikirlerin taı h rikçiliğine ve tatbikçiliği­ ne çabalayan senin gibi bir siyasiye bugün hala öğretmen denilebilir mi ? Sen öğretmenlikle olan bağlarını çoktan koparınadın mı ? Sen bir yandan siyasetin kirli ve zarar­ lı yolunda entrikalar çevirirken, bir yandan da organize ettiğin muayyen ve mahdud küçük bir grubu aldatarak geldiğin öğretmen teşekkülleri başında, foyan meydana �ıktıktan sonra da kalabileceğini mi sanıyorsun ? Vatan ve milletsever Türk öğretmenlerini tahrik ve teşvik ede­ rek onları siyasi emellerine ale t olarak kullanınana im­ kan bulacağına mı inanıyorsun ? Cumhuriyet Senatosunun 6 Şubat 1 962 Salı günkü Milli Eğitim Bütçesi münasebetiyle yaptığım konuşma üzerine de bizzat kaleme aldığın 32. Birleşiminde

25


yalan ve iftira dolu protesto ( ! ? ) yazıların la Türk öğret­ menlerini aleyhimde kışkırtmaya çalışmıştın. Bu konuda, bir yıl içinde bcşer binden üç defa basılan ( FAŞ i ST YOK, KOMÜ Ni ST VAR! ) adlı kitabımda bütün gerçekleri vesi­ kalarla ortaya koydum. Cumhuriyet Senatosundaki ko­ nuşmamı yine Tutanaklardan « virgülüne kadar aynen, harfi harfine» okuyucularıının tetkikine sundum. Ve kita­ bımda, bugün de tekrarına mecbur bırakıldığım şu soru­ ları sordum : «Bu sözlerde asil, i dealist, vatansever Türk öğret­ menlerine - haşa - komünistlik izafe eden bir cümle mevcut mudur ? Bizi, Atatürk'ün izindeki milliyetçi Türk öğretmenlerine kötü ve menfur insanlar tanıtmak isteyen çabacılar, şu vesika karşısında zaten malum olan hüviyetlerini bir kere daha meydana koymuş bulunma­ yacaklar mı ? >> Konuşmam, yalnız ve yalnız, asil Türk köylüsünün ağzını küfür ve pislik hokkası, şerefli - namllslu Türk köylülerini cinsi sapık ve altmışını aşmış asil bir Türk anasını evli oğlunun fuhuş simsarı yapan bjr paçavra ki­ tap ve onun yazarı üzerine idi. Basındaki işbirlikçilerinin de yardımını sağlayarak, konuşmaını : ( Bütün öğretmen­ Iere hücum ) şeklinde göstertmeye; adıyla sanıyla bir tek sapıktan bahsettiğim halde, bunu yalan ve iftira propa­ gandaların ile koca bir öğretmenler topluluğuna malet­ meye çalıştın. Aldananlar ve gafiller gerçeği öğrenince ve bilhassa ki tabımda ipliğinizi pazara çıkarıp bütün içyü­ zünüzü açıkladığımda ayıldılar, uyuyanlar uyandılar. Fakat sen bundan ders almadın, yaptığından utanmadın. Bu yıl da bizzat senin maskeni düşürmem üzerine yi­ ne aynı metodla şahsın üzerinde yaptığım i thamları, se­ ninle ilgili Ankara Ü çüncü Asliye Ceza Mahkemesinin 947/942 numaralı dosyasında ve Milli Eğitim Bakanlığı 21i


Baş

Müfettişliğinin 6 Ocak 1947 tarihli Resmi Rapor'un­ da senin solculuğunla ilgili hüküm ve kanaatları, hiç bir ilgileri bulunmayan asil öğretmenlerimizin tü müne ve onların teşekküllerine maletmeye çalıştın. Fakat artık al­ datacağın, hele alet edeceğin hiç kimse yoktur, kalmamış­ tır. Dahiliye Vekilinden gördüğün yardımla yaptığın son Kızılay toplantılarında gericilikle mücadeleyi bahane ede­ rek halen planlamaya ve uygularnaya öncülük ettiğin faali­ yetin içyüzü de yakında Türk efkarına basında ve belki de adalet huzurunda açıklanacaktır. O zaman ( Yüksek Ö ğ­ renim Öğrencileri Atatürkçüler Derneği Temsilcisi) , ( Türk -İ ş Temsilcisi ) ve bilhassa eski bir CHP Milli Eğitim Ba­ kanı ( Halkevleri Genel Başkanı ve Temsilcisi) gibi se­ nin fikir ve planlarını bu millet için ( Atatürk ilkeleri ) değil ( Atatürk'ün 'i şaret ettiği en büyük tehlike ) gören bütün vatan ve milletsever temsilciler, seni bir bir terk edeceklerdir. O zaman, örümcek kafalılarla uğraşıyorum derken, kendi örümcekağı'nın ortasında bir k endini, bir de kendi şahsi ternsiloini, ( Gericilikle Savaş ilke ve Metodları ) nın büyük fikir örücüsü ( ?! ) ( Koç Federasyonu Ternsilcisi ) '­ ni yanında bulacaksın. «Arkadaşlar, Atatürk irticaı tam olarak ortadan kal­ dırrnış ve Türk Devletini laiklik ilkesi ile tam modern bir cemiyet haline getirmişti. Fakat 1938 'de Atatürk öl­ dükten sonra i dareyi eline alanlar Atatürk'ün bu ilkesin­ den ayrılarak irticaa siyasi çıkarları için taviz verıneye başladılar . » diyen ( Koç Federasyonu Ternsilcisi ) 'nin di­ ğer parlak fikir ve teklifleri ( ?! ) bir yana, yalnız şu rnü­ talaası, Yıldırım Bayazıt Lisesinde öğretmen oluşu dola­ yısıyla, Milli Eğitim Bakanını ilgilendirir mi bilmem ? Fakat seni bünyesinde tutan partiye karşı yapılan bu si27


yasi i tham, CHP'nin hasiret sahibi mensuplarını ve he­ le, yine çok eskiden sizin yüzünüzden, klişesini sun­ duğumuz : (KOMÜNiZMiN MEMLEKETTE GELİŞME­ SİNDEN YALNlZ C. H. PARTİSİ MES'ULDÜR) diyen ya­ zıları kaleme almış bugünkü sayın U lus Başyazarını elbet­ te i lgilendirecektir.

(IMAay•�.,-·•··-��.. w···

\

Komünizm mevı'uu etrafmd 1:

5

Komnnizmlnmemlekette gelişmesinden yalnız C. l H. Partisi m!!:�!nr , .

Dün'ü

ve

Bugün 'ii

düşündüren

bir

i h ret

.

levhası !

ÖGRETMENLİK MESLEGİNİ SOKAGA DÜŞÜREN ADAM !

Benim, kahraman Ordumuzdan sonra politikanın dı­ şında ve politikadan uzak bulunmasını istediğim iklnci büyük müessesemiz İrfan Ordumuz'dur. Vatan ve millet­ scver öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz, Türk gençliği'dir. Bu fikri üç yıldır Parlamentoda savunduğum gibi, onüç yıl önce de, 21 Mart 1951 tarihli Kudret gazetesinde o za­ manın rahmetli Başvekili ile Milli Eğitim Baı k anına hita­ ben yayımladığım ( GENÇLİGİN M İ LLİ TERB İ YESİ ) başlıklı bir yazımda da açıkca ifade etmişimdir : 28


« Türk gençliğinin, tıpkı kahraman Türk O!'dusu gibi, her türlü siyaset entrikalarından uzak bırakılması şart­ tır. Türk gençliğine, şu veya bu partinin menfaatı düşünü­ lerek değil, bütün Türk vatan ve milletinin geleceği endi­ �esiyle bir milli terbiye vermek zaruridir». ·

« Gençliğin, tıpkı Ordumuz gibi, partilerin program ve ınenfaatlarının dışında, Türkün milli gelenek ve göreneği­ ne uygun, müşterek ve istikrarlı bir « Milli Eğitim ve Ter­ biye» ye tabi tutulması mecburiyeti ile karşı karşıya bu­ lunuyoruz. » Geçmiş yıllarda, sayın Turhan Feyzioğlu'ndan başka Federasyon Başkanı olmuş bir siyaset adamı hatırlamıyo­ rum. Bir değil, bir çok politika adamları bu Federasyo­ nun başına gelmiş olabilirler. Ben hiç birini hiçbir zaman ve hangi siyasi partiden olursa olsun tasvip etmedim ve etmem. Daha önce benim bilmediğim veya hatırlama­ dığım bazı siyasiler Federasyon Başkanlığı'nda bulun­ muşlarsa, her halde ıbunlar bu aziz mesleği istismara yeltenmemiş, kendi çıkarlarına sokaklara düşürmemiş ulacaklar ki, kimsenin bir şikayeti duyulmamıştır. 1 957'­ den bu yana Federasyon Başkanı olmuş politikacı kişi­ ler var idiyse ve bunlar da sizin gibi kötü hareketlerde bulunmuşlarsa, bunlar hakkında benim neden şikayetçi olmadığımı sorup araştırmadan önce, sen kendi şikayet­ lerinin belgelerini ortaya koy a SEBÜKMAGZ! Benim ne geçmişte ve ne de Senatör olduğum günden bu yana Türk öğretmenlerinden ve Federasyonlarından bir şikayetim yoktur. Ben ideoloj ik mücadelem sebebiy­ le senin yakana yapışmışım. Sen 90 bin Türk öğretmeni Sen bir kötü si­ ve onların Federasyonu mu demeksin ? yasisin ve iyi öğretmenierin teşekkülü başında buluna­ maz, onlara gölge düşüremezsin. Benim zorum ve iddi­ am bundan ibaret aniadın mı a SEB ÜKMAGZ ? 2'1


Senin başkanlığındaki Federasyon İcra Komitesi hak­ kında ( Ö GRETMEN ) adlı dergi başta, bir çok gazete ve mecmualarda yayımlanan yazılar hiç lehinize değildir. Siz bizzat meslekdaşlarınız tarafından ( KUTSAL ÖGRET­ MENLİK MESLE GİNİ SOKAGA D Ü Ş ÜRME K ) 'le suçlan­ dırılıyorsunuz. Bu yazılarda aynen şöyle denilmektedir : « Ne bu birkaç kişinin kötü davranışı doksanbine yük­ Jenebilir, ne de doksanbini bunlar için sokaklara dökrne­ ğe kimsenin hakkı vardır. » Gönlün başka yerde ise d e kayıdlı göründüğün C.H.P.'­ nin neşir organı Ulus'ta, sabık Milli Eğitim Baık anı sayın Şevket Raşit Hatipoğlu da vaktiyle, kendisi aleyhine fe­ sad çenberi çevirerek yayımiadığın bildirideki konuları bir bir yalanlarken : <<Memleketin ciddi davalarının hiz­ met beklediği şu sıralarda Federasyon İdarecileri de bi­ zimle işte böyle bildirilerle işbirliği yapma. k tadırlar. Fa­ kat ben bu çeşit asılsız isnadlar ve küçük konular üzerin­ de daha fazla duıomak da istemiyorum. » diye çürük i ddi­ anın seviye ve değerini belirtmiştir. Ayrıca şu çok önemli gizli faaliyetlerinize de dokunmuştu :

«Ancak, bu idarec ilerin bazı p art ilerle baş ka yönler­ den ve başka maksat larla t emast a b ulunduğunu da um umi efidir elbet bir gün öğrenecekt ir.>> Sen bu « temas işi » ni kendilerine << açıkla» diyecek merdlik ve cesareti göstermedin. Eloğlu bu ayıbını da sırasında ortaya koyar. Şirretli:k solculuğun şiandır. Fakat bilinmeli ki : Sol­ cuların şirretliği ve hayasızhğı,

Türk milliyetçilerinin

Moskofçulukla mücadelesini azaltmaz çoğaltır; maz kuvvetlendirir; ve yavaşlatmaz, hızlandınr. 30

zayıflat­


FiKiR VE iLiM DÜŞMANI SEBÜKMAGZ 6

ve 7 Şubat 1964 tarihlerinde Senatodaki konuşma­

ı.ıııııı üzerine, 8 Şubat tarihli Ulus, Cumhuriyet ve Son ıı.ı ... kı gibi gazetelerinizde, senin . k aleminden çıkıp « Öğ­ ı ı· ı ı ı ı c n l er» adına diye yayımlanan protesto yazılarında 1 ı ı i 1.i m Lı ra

Radyo ) bültenlerinizi gölge de bırakacak iftira­ tenezzül ettiniz.

Bu düpedüz, benim yazılarımda da, parlamento kür­ ·.ıisiinde de « Kahrolsun!» diye tel'in ettiğim komünizımin, l.ı�izmin ve nazizmin iğrenç, adi metodlarındandır. Son ILıskı gazetesindeki yazınızda : « Bundan bir süre önce v;ıbancı bir ulusun uyruğu altına girrneğe çalışmış»'ı m di­ vccck kadar hayasızca yalan ve iftiralara başvurdunuz. Tiirk ve Müslüman oluşum benim en büyük gururuındur. Seni, ahlaklı, asil Türk öğretmenlerini asla ilzam et­ ıııeyen bu şeni iftiralarını isbata davet ediyorum. Aksi lıalde, ahlak, seviye ve terbiyemin müsaade etmediği, mah­ kemenin de izin vermiyeceği en ağır bakaretiere ve en ga1 iz elfaza hak kazandığın cümlece anlaşılacaktır. B en 19 Şubat 1964 günü Ankara Sulh Ceza Mahkeme­ .,j kanalıyla yolladığım tekziblerimde yazının yalnız sana

;lid olduğwm bildiğim halde ( Tevetoğlu kasıtlılara cevap veriyor) başlığı ile sana ve iş birlikçin iki - üç sapığa şun­ ları bildirdim : « Başından sonuna kadar iftira, yalan ve yanlış ile do­ I u bildirinizin asla asil Türk öğretmenlerini ilzam etmedi­

ğine inanıyorum. Bakanınızın ve birçok Bakanlık erkanı­ nın bulunduğu Senatoda yaptığım konuşmamın başlıca gayesi, şu son sözlerimde özetlenmiştir : « Muhterem Ba­ kandan bir istirhamda bulunacağım. Büyük irfan ordumu­ zun teşekküllerine politika girmesin; onun teşekküllerinin 3l


başında zinhar bir politikacı bulunmasın, hele bu politi­ kacı demin okuduğum satırların sahibi olursa. » « Benim Senatoda Bakana : ( Sayın Bakan siz bir fa­ sid çenber içindesiniz) deyişim ve bir ( Fasid Çenberci ) '­ den bahsedişim sizleri ilgilendirmez. i ddia ettiğiniz gibi Federasyonunuz için ne « Fesad Çenberi, Rabaset Yuvası» diye ve ne de diğer herhangi bir tabir kullanılmamıştır. Hal böyle iken politikaya karışmanız, sosyal edeb ve adab sınırlarını aşan, ahlak kurallarını çiğneyen ifadeleriniz karşısında, vaktiyle size yayımladığı bir bildiride : « Türkiyede Milli Eğitim siyasetini yönetme görevi Fe­ derasyona havale edilmiş değildir. Türk öğretmeni göre­ vini vakarla ve ciddiyede sınıfında yapar. İyi bir yurttaş olarak nizarniara bağlıdır. Siyaset yapmaz ve siyaset ya­ panlara alet olmaz» demiş uyanık meslektaşın izın ne ka­ dar haklı olduğu tekrar anlaşılıyor. ( Türkiye Ö ğretmen Dernekleri Milli Federasyonu) imzası altında gizlenen, tezvir ve iftiraların tek ve gerçek sahibi haysiyet ve şeref düşmanı ! Ben senden davacıyım, sana hesap soruyorum, seninle hesaplaşacağım! » Benden ahlak ve milliyet dersi almaya muhtaç olma­ dığını sanan kimse, Senato Tutanakları'ndaki tam metni­ ni virgülüne kadar kelimesi kelimesine 1 0, ll, 12 Şubat 1964 tarihli Adalet gazetesinde aynen yayımlanan konuş­ mamda Ö ğretmenler Federasyonu için « Fesad Çenberi, Rabaset Yuvası » sözlerini sarfettiğim iddiasını isbat et­ melidir. Aksi halde o bildiriyi kaleme alan ve .imzalayan şahsın ahlakı ve milliyeti üzerinde durmak bizim hakkı­ mız olacaktır. O zaman bir kere daha tekrarlayacağız ki : Gerçek fi­ kir hürriyetine ve ilmi düşüneeye aşık ve bağlı Tevetoğlu'­ na ahlak kuralları dışı metodlarla saldıran ve iftira eden32


ler, ancak, kızıl sosyalizme, Marksizme, yani komüniz.me

«bilimsel sosyalizm» diyen, Nazım Hikmetof Yoldaş ve Sabahattin Ali çömezi v e ortağı SEBÜ KMAGZ'lar, yani hafif beyinli, Kızıl Uşaklar'dır. « Tüıık halkını cahil bırakıp kendi saltanatlarını sür­ dürmek isteyen zihniyet»'ten, «halkın cehalet ve sefaletin­ den yararlananlar»'dan dem vuruyorsun. Bu, büyük sa­ rıaıçınız Nazım Hikmetof Yoldaşın, kaçtığı Kızıl Cen­ ııL'l «?! » ten, Demirperde gerisinden geberene kadar ida" ıc ettiği ve Türkiyeye yeni kızıl tohumlar ekmeğe çalış­ ıığı ( Bizim Radyo ) 'nun ağzıdır. Yalan ve şeni iftiraları k ız ıl radyolardan duyup, aynı ağızia yurdumuz içinde tek ı: ı rl ayanlar, ancak dışarıdaki kızılların içerideki ortak ve ı·kınanları olduklarını açıklamış, meydana koymuş bu­ lıınurlar. c

SENi SOLCU SOSYALİST SEBÜKMAGZ SENi ! .. « Türk halkı kendisine gerçekten hizmet edenleri .ıvıracak duruma gelmiştir» diyorsun . İşte söylenmiş ve 1 :ızılmış tek doğru, isabetli, itirazımız bulunmayan sözü­ ıııiz budur. Türkün iyi görüş ve değerlendirmedeki müs­ ıı·.,rı[ı kabiliyyetine ilk örneği, senin seçmenlerinden ve p.ı ıl ililerinden önce asil Türk öğretmenlerinin vereceği ne ı·ıııiııiz. Bu asil öğretmenierin en ön safında, senin ideola­ ı ı k .'>apıklığın ve siyasi istismarcılığın yüzünden töhmet al­ ı ıııda bıraktığın vatan ve milletsever Köy Öğretmenlerinin ı·ı·lı·L'l'ğini göreceksin. Bu vatanı Moskova ile kıyaslama­ ' ı 1.illet addeden, Kızıl alemin kahramanlarını ( ?! ) ken­ dı ı rı i Iletinin gerçek kahramaniarına uşak ve seyis kabul ı ı ııvyen milliyetçi insanları birbirine kışkırtmak oyun­ I. ıı ı ı ı meydana çıkmıştır. Düzen, dolap ve entrikalarınla

'

33


gerçekleştirmek istediğin planlarının Öncü'lerle, Yön'cü­ lerle, Tip'çilerle ve daha bilmem necilerle münasebetleri­ nin i çyüzü ortaya konunca, vatan ve milletsever Tür-k Öğ­ retmenlerinin sana : •<Parlamento kürsüsü sana yetişmi­ yar mu, a muhteris SEB ÜKMAGZ ! Bizi bize bırak, ye­ ter artık ! » diyecekleri gün gelip çatmıştır. Benim için : « .. Artık hemen herkesin tiksinti duy­ duğu Mac Carıthizm taklidliğine bir defa daha başvurmuş­ tur» diyorsun. Kafasım bir granit kayaya tasiayan Koç, bana Mac Carthizm taklitçisi derneği Ulus'un bir çaylak fıkra yazarından veya Devlet Bakanı'nın devletlıl karanlık gazetesinde çöreklenmiş, Türk adliyesinden katmerli hü­ kümlü bir kızıl yazardan «taklit» etmiş, öğrenmiş. Sizi ( Bizim Radyo Papağanı S EB Ü KMAGZLAR ) sizi ! .

Şunu biliniz ki, kendisi komünist olmayan, komü­ nistliğini ortaya koymayan hiç kimseye komünist d eme­ dik ve demeyiz. Yalnız, kahraman Ordumuzun safların­ dan defedilip kovulan, Türk mahkemelerinin komünist­ likten mahkum ettiği, hakkında solculuktan dosyalar, t ef­ tiş raporları bulunan kimseleri işaretle sorumlulara ih­ tarda bulunur, gaflet içindekileri uyarırsaım neden Mac Carthy oluyor, iftira, yalan ve tezvir hücumlarınıza uğru­ yorum ? Çünkü işinize gelrniyorum, gerçekleri vesikalar­ la yüzünüze çarpıyor, çanımza ot tıkıyorum. Bu çanla­ ra tıkadığım otlar bitirilem eyecek kadar bol olduğu için kafasını bunlar içine sokanlar t eşhirimden kurtulamıyor­ lar. Maskenizi düşürüyor ve gerçek kızıl suratınızı, baş­ ta aziz Türk öğretmenleri olmak üzere, bütün milletimi­ ze ve bütün dünyaya ibret levıhaları olarak gösteriyorum. Koç'a tekrar hatırlatayım ki : Senin kimliğin, Anka­ ra 3. Asliya Ceza Mahkemesindeki 947/942 numaralı dos­ yada mahfuzdur. Sana ilk «solcu» diyen Türk adliye­ sidir. S4


Ben aziz Türk öğretmenlerine ve sayın umumi efka­ ı . ı ;u;ıklıyorum ki : Faydalı, zaruri ve milli düşüncelerle k ı ırıılmuş Köy Enstitülerine bir küçük kızıl şebeke sızıp •. • ı mklenmeğe çalışmıştır. Bunların yıkıcı telkin ve ko­ ııı i i nistlik faaliyetleri 1946'da vatan ve mliletsever ko­ ı ııi i nizm düşmanı bir kısım CHP'lilerce fark edilince, CHP 1 i rı ıb u'nda bir milli silkiniş hareketi görülmüştür. 1946 ı b k i bu milliyetçi, komünizm düşmanı, gerçek Atatürkçü ·.ilki niş sonu, hadiselerin sorumlusu Hasan Ali, Milli Eği­ l i ııı Bakanlığından uzaklaştırılmış ve yerine vatansever, k oy u milliyetçi, memleketin asil eviadı Reşad Şemseddin s i R ER getirilmişti· Bu zaruret, Türk Maarifindeki kor­ k ııııç komünizm planının ortaya çıkması sonucu idi. Şimdi bizim «Allah taksiratını affetsin>> demekle ye­ ı ı ııc.liğimiz Hasan Ali için, kendi mezheplerinde çeşitli ayin­ h-r tertip edenlerin, zaman zaman diğer ölmüş milliyetçi T i i ı-k büyüklerine ve devlet adamlarına da yaptıkları gi­ l ı i , aziz Reşad Şemseddin Sirer'in kemiklerine niyçün sal­ ılı rdıkları da anlaşılıyor. İşte, Türk maarifindeki korkunç kızıl faaliyeti ilk ı ı ıcydana çıkaranlardan biri olan bu nur içinde yatası R. Ş. s i RER'in, Köy Enstitüleri'ndeki «geniş ölçüde yapılan ... ı ı lcu ve yıkıcı telkinler ve faaliyetler» üzerinde inceleme v e soruşturma ile görevlendirdiği müfettişlerden biri, Baş­ ı ı ı üfettiş sayın FETH i İSFENDİYAROGLU, 6 Ocak 1947 ı arihli resmi raporunda, konumuzun sermayesi için hay­ ı i şeyler ortaya koyduktan sonra, şu hüküm ve kanaatı bil­ di riyor : « Yüksek Köy Enstitüsünden Mustafa Şükrü Koç a­ dındaki genç, bu şahsi kanaatını da ortaya koyarak kendi­ sinin doğrudan doğruya bir solcu ve sosyalist olduğunu or­ ı aya koyuyor.» 35


A SEBÜKMA<iZ ! CHP iktidarının Milli Eğitim B a­ kanı rahmetli SİRER'in vazifelendirdiği vatansever Baş­ müfettiş Fethi isfendiyaroğlu, senin kimliğini Fethi Te­ vetoğlu'ndan çook, çook önce tesbit etmiş, rapora, vesi­ kaya, arşive geçirmiş. Benim gördüğüm vazife, üstü kül­ lenmiş, yakılamamış, aşınlamamış, tahrif olunamamış vesikaları ortaya koyarak hatıraları hafızalarda tazelemek­ ten ibarettir. Ben böylece b ugünkü vatan ve milletsever, komünizm düşmanı CHP. 1ilerin dikkatini çekiyorum; se­ nin siyasi yararına vasıta ve alet edeceğini u mduğum aziz Türk öğretmenlerini ve bilhassa Atatürkü, A tatürkçülüğü istismar ettirmeyecek Türk gençlerini, yakın geçmişin gerçeklerinden haberdar ediyorum. Bu yoldaki hizmetime ömrüm boyunca her yerde devam edeceğim. Elbette bu milletin sivil - asker, muhalif - muvafık bü­ tün Kuvvayı Milliye'ci evladlan, dışarıda emperyalist ko­ münizm karşısında kurulmuş demokratik NATO cephe­ sindeki büyük yerimiz gibi, yurdda da iç büyük tehlikele­ re karşı birleşip, milli mücadelelerini yapacaklardır. Uyanık Türk halkını, Türk gençliğini kasıtlıların is­ tismar planları ile Kızılların kundaklarına düşürmek hiç kimsenin karı olmamıştır ve olamayacaktır.

ÜÇ AYRI DEVRİN MAAR iF FESATÇISI Koç'un hezeyannamesini bölüm bölüm devam edelim.

çürütmeğe

« B enim dosyam Milli Eğitimdedir. Şimdiye kadar Tevetoğlu'nun işbirlikçisi ve partizan arkadaşlarından Tevfik İLERi ile hesaplaşmak için mahkeme huzuruna çıktım. Çalıştığım Bakanlıkta ise, Tevfik İLERi ile olan 36


ı ı ı i.icadelem dışında, takdirden başka bir şeyle karşılaşma­ d ı m » diyorsun. 1 947'de tanzim edilmiş adli ve resmi dosyalarını ta­ rih ve numaraları ile ortaya koyduğumuz, sayın umumi erkara sunmuş bulunduğumuz halde, ha.la rahmetli insan­ ların kemiklerine saldırmağa, n ebbaşlığa imkan mı bula­ caksın ? Türk maarifindeki komünistleri temizlemek hi.iyük vazifesine ilkönce 1 946/47'de başlamış rahmetli S lRER'in hizmetlerini rahmetli İLERi tamamlamağa ça­ l ı �mıştır. Sen bırak 1 947'yi, 27 Mayıstan sonra, Milli Eğitim Bakanı sayın Ahmet Tahtakılıç'ın bir kılıç darbesi ile de yere serilip, Bakanlıktaki Şube Müdürlüğünden öğ­ retmenliğe uzaklaştırılan v e Temsilciler Meclisi'nde dahi 'iiizü edilen ( ÜÇ DEVRİN MAARiF FESATÇIS I ) bir müs­ ı esna yaratık değilsin d e nesin a SEBÜKMAGZ ? Sen, devrinin özlemini çektiğİn Hasan Ali'den sonra­ k i rahmetli Reşad Şemseddin SİRER'den b u güne kadar hangi Milli Eğhim Baıkanını beğendin ? Hangisinden tak­ dir aldın ? Toslamadığın hangi Milli Eğitim Bakanı kaldı ki , sıkılma bilmeden : « Tevfik ileri ile olan mücadelem d ışında, takdirden başka bir şeyle karşılaşmadım» yalanı­ m yüzün kızarmadan, peynir-ekmek yer gibi rahatça sar­ ra cür'et ediyorsun ?.

iliklerine kadar yalan ve iftira ile meşbu SEBÜK­ MAGZ, yalan ve iftirayı ana ve baba adı gibi rahatlıkla söylemeyi <<Yurt severlik borcunu yerine getirme» sayıyor. Koç hezeyannamesinde benim için : « Senato Tutanakların­ d an yalnız kendi konuşmasını aktarmakla yetiniyor» di­ yerek küplere biniyor. Çünkü konuşmalarıının noktası­ na, virgülüne kadar verilen tam metni, iftiracının Türk i iğretmenlerini aleyhime kışıkırtmak boş çabası ile bana i zafe ettiği sözlerin asla tarafıından sarfedilmemiş bu37


lunduğunu her sağduyu sahibine katiyede açıklıyor ve mumu sönen yalancının suratma karanlıkta bir şimşek gibi çarpan tokat tesiri yapıyor. Türk Parlamento tarihini daha dün lekeleyen parti­ li arkadaşların gibi ben sana, harnal zihniyeti ve harnal davranışı ile yumruk, tokat sallamam; çanta, ayakkabı fırlatmam. Benim fikir mücadelemdeki fikri gücüm, mane­ vi sillem seni ve senin inanış ve ideolojindeki sapıkların, SEBÜKMAGZLAR'ın tümünü yere serrneğe kafidir. Son simsarcılık işindeki fiyaskon da ortaya koydu ki, Alla­ ha şükür, bu millete zararlı ideolojilerle mücadelede yal­ nız değiliz : Muhalif - m uvafık, sivil - asker, köylü, işçi, esnaf, tüccar, Türk milletinin uyanık gençliği başta yüzde doksandokuzu, sizin fikir ve düşüncelerinizin karşısında­ dır. Sizin topunuza karşı tek de olsam yetmem mi ? Teık bir BOZKURT, koyunların, kuzuların ve koçların teşkil ettikleri bir koca davarın, bir koca sürünün topyekun hakkından gelir ve gelecektir.

USTALARI NE DiYOR ? Hezeyanname'sinde : «Düzmecelerinin Senatoda u­ yandırdığı sert protestolar» demekten sıkılmayan Koç, Tutanak'taki : ( Sağdan ve soldan şiddetli protesto gürül­ tüleri ) diye bütün partilerin katıldığı protestonun k ay­ dını kastediyorsa, bu kaydın üstündeki satırları okusun. Şiddetle protesto edilen bu satırlar, bizzat Sebükmağz Koç'un meşhur kitap tanıtma ve kimliğini ortaya koyma yazısının 18 yıl önce basılmış bulunduğu dergiden aynen nakledilmiş bir paragraftır. Koç'un ve öğretmen oldu38


jr, ıı halde politikasına alet ve ortak yaptığı işbirlikçisinin I nı günkü yüksek ilerici fikirlerine ( ?! ) temel teşkil ettiği

ı ı ıcydana çıkan, din düşmanlığı ve Allahsızlık telkin eden, şiddetle protestosuna uğrayan Koç'un voldaşlarına, ustalarına aid sözler şunlardır : v iicc Senatonun

( Tanrılann sOillmıcusu, en verimlisi, Muhaınınedin haber verdiği Tanrıdır. Bu Tanrının da diğer ilkel Tannlara benzeyen tarafları vardır. ) ( Ümid edelim ki yannın dünyası, imanına göklerden gelecek görünmez kuvvetlerle ve fizik ötesi fikirlerle beslenmesin. Eğer onun kuvvetli ve mesut bir te­ meli olmasını istiyorsak biz insanlar yeni dünyaya şfunil, ihtirassız, yalansız, insani, rasyonel ve reel taze bir din vermeliyiz. ) Bu arzulanan, getirilmek ve verilmek istenen TAZE DiN, komünistlerin haşa Allah diye taptıkları Marks'ın, Peygamber diye inandıkları Lenin'in getirdikleri dindir, değil mi ? Türkün milliyetine, mukaddesatma saldıran Kızılla­ Türk yavrularını zehirlernek isteyen bu menfur telkin­ l c rc, hala sıkılmadan te'viline çaba sarfettiğin tanıtma ve l a nınma yazından verilen kızıl fikirli örneklere, Senatör­ lc rin topyekun reaksiyonları Tutanaklara aynen şu satır­ lada geçmiştir : rı n ,

( Alllah Allah diye hayret ve protesto sesleri. Ne ki­ tabı imiş bu ? ) ( Ne kitabı imiş bu paçavra ? ) ( Bu düpedüz komünizm yahu sesleri ve şiddetli pro­ testolar) ( Yahu bu kıpkızıl komünist, sesleri).

kim bunları yazan ? B9


Aldın mı « protesto)) yu a SEBÜKBAGZ ! İşte virgül ve kelimesi değişmemiş sözler, işte gerçek ! Bunları sa­ na ve yoldaşlanna ben söylemedim, Türkiye Cumhuriye­ tinin Yüce Senatosunda, kayıdlı tutulduğun partinin muh­ terem azaları da dahil, Türk Senatörleri haykırdı. Hala konuşacak yüzün ve sözün var mı ? Gericilikle mücadeleyi istismar için son defa Kızılay'a çağırdığın 33 dernek, cemiyet ve fikir kulübünden daveti­ ne icabet eden 24 teşkilat temsilcileri ne olduğunu, işin iç­ yüzünü anlamakta gecikmediler. Orada da yüzüne karşı şunlar söylendi, şunlar bağınldı : Mustafa Esen - « Bugün bütün gerici hareketlerin müsebbipleri, tahrikçiteri ve teşvikçileri komünistleFdir.)) Emekli Öğretmen Galip Arıg - «Dinleyiciler de, çağ­ rılanlar kadar Atatürkçüdür.>> Kapının dışında kalanlar - «Komünistler içeride memleketin felaketini hazırlıyorlar.>> Tahsin Banguoğlu - Bu toplantıdaki görüşmelerden bir hayli faydalandım. Fakat, ileri sürülen görüşlere katı­ lıyorum demek değildir. Doğan Avcıoğlu, ekonomik gö­ rüşlerini ortaya koydu. Bu görüş, bir tarihi maddecilik ( Komüniz,m ) görüşüdür. Bu memleketi sınıf mücadele­ sine götürür. Türk toplumu için zararlı bir görüştür. Biz bu görüş ve fikre katılmıyoruz. Hürrem Arman, konuş­ masında islam dinini küçültücü mahiyyette konuştu. Biz dine hürmetkarız. Onun için buna da ıiştirak etmiyoruz. Genç arkadaş Alper Aktan'ın da fikirlerine katılmıyoruz. Genç arkadaş, gericilerin senelerce Halk Partisi içinde ba­ rındıklarını ve himaye edildiklerini söyledi. Burada par­ tileri karıştırmayacağız. )) Mehmed Özgüneş - Bugün Türkiye'de yer altında maskeli ıkomünistler var. Lafla değil, bunu ispat ederim. 40


Dışdaki temasları ile, mektuplarıyla açıklanm. Şimdi on­ lar toprağın üstüne çıkınağa başladılar. Komünizimi yal­ nız polise bırakamayız. Bu namussuzca çalışan bir akım­ dır. Maskeli geziyorlar. Çünki kanun yasak ediyor.» Ya bu gerçeklerin, Türk milletinin görüş, duyuş ve ı s teklerini ifadesi sözler yanında sizler ne düşünüyor, ne­ ler planlıyor ve istiyorsunuz ? Bunu da beş kişilik geçici komisyonunuzdaki Koç Federasyonu Temsilcisi öğretmen ( ?! ) Hürrem Arınan'ın hezeyanlarından öğrenmek mümkündür. Suç ortağın bu siyasi öğretmenin ( ! ? ) 3 Nisan 1 964 Cuma günü saat 17' de Gazeteciler Cemiyeti Merkezindeki toplantınızda, Arap harfleriyle yazılı notlarından faydalanarak ( Gerici­ likle Savaş ilke ve Metodları ) 'nı tesbite ışık tutmak ( ? ! ) için yaptığı konuşma aynen şudur : <<Arkadaşlar, Atatürk irticaı tam olarak ortadan kal­ dırmış ve Türk devletinin laiklik ilkesi ile tam modern bir cemiyet haline getirdi . Fakat 1 938'de Atatürk öldükten sonra idareyi eline alanlar Atatürkün bu ilkesinden ayrıla­ rak irticaa siyasi çıkarlar için ta'viz verrneğe baaşldılar. Bu ta'viz politikası bilhassa 1950'den sonra daha da şid­ detlendi ve bugün Türkiye irticaın ciddi tehdidine ma'rfız kaldı. Biz Atatürkçü aydınlar olarak İrtica ile savaşa baş­ larken Mustafa Kemal'in devrine dönmeliyiz. Bu sebeple neşredeceğimiz bildiride yer alacak tekliflerimizin arasın­ da şimdi arz:edeceğim konular yer almalıdır. a ) Bir fesat yuvası olan İmam Hatip Okulları kapa­ tılmalıdır. b ) Okullardaki din dersleri kaldırılmalı ve köylerde, kentlerde çalışmakta olan Kur'an Kursları kapatılmalı­ dır.


c ) Devlet Radyosundan yapılmakta olan dini neşri­ yat derhal durdurolmalı ve miktarı 350'nin üstünde olan din neşriyyatı yapan gazete ve dergiler kapatılmalı. ç ) Diyanet İşleri Reisliği lağvedilmeli ve Hac sefer­ leri yasak edilmeli. Bunlar şöyle kısaca düşünüp tesbit ettiğim İrtica ha­ reketleridir. Bunun dışında daha bir çok tedbirler de dü­ şünülebilir. Mesela : Binlerce okulsuz köyümüz varken camiierin kapatılarak bu iş için kullanılması düşünülür.» Gördün mü Koç ? Senin fikren ve manen hakkından gelmedikçe yakanı bırakmıyacağım.

MOSKOVA'YI VAŞİNGTON, KRUŞÇEV'i KENNEDY GÖREN ADAM « Protesto » diye kurcaladığın gerçegın seninle ilgili tarafını ortaya koyduktan sonra, benim Senatoda yaptı­ ğım konuşma lehinde muhterem Senatörlerin ve Senato Başkanı'nın takdirkar sözlerini tekrara lüzum görmeden hezeyannamenin diğer yalan ve iftira bölümlerini cevap­ landırayım. Ben, Batı demokrasisine düşman olan ; metod, pren­ sip ve uygulama bakımından birbirinin aynı bulunan Ko­ münizm i le Faşi:zım ve Nazizme karşıyım. Faşist şair DA­ NONÇIO'ya ( KUDUZ KÖPEK ) şiirimi neşrettiğim 193 1 ' den , Balkaniara inen Nazi sürülerine :

Zorsuz düşman makbul değil : Yemliktir Zorlu düşman makbul : Cehennemliktir ! diye haykırdığım 194 1 'denberi bu demokrasi düşmanı ideolojiler ve savunucuları ile mücadele halindeyim. Ko42


ınünist tertipleriyle Türk milliyetçilerini Faşist, Nazi ve Rasist göstermek isteyen boş çabaların foyasını 1 944'den beri ortaya koyduk. Kitap ve yazılanın meydandadır. Bunlardan bir tek örnek veremeden hala bana Faşist, Na­ zi, Kafatasçı diyen bir kızıl ( BİZİM RADYO) 'nun spikeri, bir de sen ve senin işbirlikçilerin kaldı. Sağır sultan ger­ çekleri duydu, öğrendi; sen hala bu derslere müstahak o ldun . Benim demokrasi anlayışım ( DIŞ POLİTİKA GÖRÜ­ ŞÜM Ü Z ) ve ( MİLLETLERE IŞIK TUTAN İKİ BEYAN­ NAME ) adlı kitaplarımda ve Senato Tutanakları'ndadır. Senin demokrasi anlayışını nereden okuyabilir, öğrene­ bilirim söyler misin? Meşhur « tamtma ve tanınma» yaZJ.­ nın çıktığı ( KÖY ENSTİTÜLERİ DERGİSİ ) 'ndeki yazılar­ dan ise b u ( Moskova görüşü) 'dür ve seni te�k rar, b üsbü­ tün zararlı çıkarır, kızıl çamuı-a batırır. Benim, demokratik yollardan seçilmiş ( ? ! ) senin gi­ bi bir siyasi Başkan, politikadan uzak kalmaya kanunen de mecbur bir teşekkülün başında bulunamaz dü şüncemi ( Demokrasi düşmanlığı ) diye ileri sürmen, yalnız gülünç değil, bir o kadar da hazindir. Sen bir öğretmendin haa ? ! . . Tekzipnamede « Tevetoğlu, Batı demokrasisine kar­ şıdır, bu demokrasinin aleyhinde çalışmaktadır » sözünü Türk umumi efkan ve hatta, NATO Parlamenterleri Türk Grubu Başkanı olarak kendileriyle iki yıldan faz l a bir za­ man aynı yönetim kurulunda ve konferanslarda vazife gör­ düğüm, C.H .P.'li mesai arkadaşlarım sayın Devlet Ba­ kanı Nüvit Yetkin, Denizli Milletvekilleri Dr. İsmail Er­ tan ve Atıf Şahoğlu değerlendirebilir, cevaplandırabilir­ ler. B enim parlamento hayatımda da demokrasi yolunda­ ki naçizane bütün çalışmalarım, kongrelerde, m üteveffa


Başkan Kennedy başta demokratik ve antikomünist dün­ yanın lider ve devlet adamlarıyla görüşmelerde parlamen­ tomuzu ve dolayısıyla m illetimizi temsil ederken yaptığım konuşmalar, sunduğum tebliğler Tükrçe, İngilizce ve Fransızca basılmış bulunmaktadır. Bunların bir kısmı kitap halinde, dört dilde de yayımlanmıştır ve meydanda­ dır. Benim Moskova demokrasisi ( ? ! ) aleyhinde olduğu­ mu Demokratik Batı Dünyası kadar, Komünist Doğu Blo­ ku ilgilileri ve ajanları da çok iyi bilmektedirler. Umarım ki bu uzun dersler sana da öğretmiştir. Bir daha ( Komü­ nist Demokrasisi ) diyeceğine ( Batı Demokrasisi ) demez­ sin ve tanışmakla şeref duyduğunu her halde ifade etti­ ğin Kruşçev'in adı yerine de Kennedy ismini söylemezsin. Öğrenesin ki : Sahibine aid çürük iftira ve yalanlarınla karşındakini küçültemez, kendi kimliğini büsbütün ortaya koyarsın. Bugünkü boş çabaların sonucu da budur. Ben Laski'nin kitabını okumak şöyle dursun, senin meşhur yazma aktardığın, Senatoda layık olduğu protes­ toya uğrayan, açıkça ilmi ( ?! ) sosyalist, Marksist, yani komünist görüşlerin ifadesi cümlelerin bu kitapta aynen mevcut olup olmadığını da kelime kelime karşılaştırdım. Ustalarının sık sık başvurdukları marifetlerini de tesbit ettim. Onları da burada sütunlar dolusu açıklayayım, t ekrarlayayım mı ? Sosyalizm ve komünizm üzerindeki araştırmalarım, sosyalizmi maske olarak kullanan kızılların marifetleri ve bilhassa iddiaları gibi Atatürkün sosyalist olmak şöy· le dursun, en amansız sosyalizm ve komünizm düşmanı bulunduğu üzerindeki vesikalara dayanan neşriyatım meydandadır. OKU VE ÖGREN l Yalan düzmelerin yerine, kitap ve makalelerimdeki yazılanın üzerinde konuşmağa gücün müsaid mi ? ( İşte 44


ı ı ıaskesini çıkarıyoruz ) l)alavranla, başkasına aid yazıyı bana mahsus göstermek yalan ve iftirasını tertipiemiş kızıl komünistterin suratma çarptığım m askaralıklarını ı ekrarlamakla ne azim başarı ( ?! ) sağladığını bu sütun­ larda gerçeğin fotoğrafı halinde Umumi Efkar'a suna­ yım da sen de gör ve utan!

DÜZME VESİKA Tekzihinde ( İşte maskesini çıkarıyoruz ) iddiasından sonra, aynen şöyle diyorsun : ( Bir dergide Tevetoğlu �öyle yazıyor : «Bugün de görüş ve fikirlerimiz aynıdır» iç düşmanlarımızdan başta sayılması gereken bir bölüm de dışlarıyla bize benzeyen « Soyu Bizden Olmayanlan>'­ dır. .. ) Şimdi ben vesikaları takdim edereık, gerçeği, tertibi ortaya koyarak bunları uyduranların maskesini aşağıya i ndireyim de yalanın, düzmedliğin ve hayasızlığın dere­ ccsini cümle alem görsün. 1961 Seçimleri sırasında, ınes'ul müdürü ve başya· zarı bulunduğum ( GÜZEL SAMSUN ) gazetesinin 8 Ey­ lül tarihli 388. sayısında imzam altında yayımlanan baş­ yazıda makalenin sonlarına doğru şu cümlem var : « Bugün de görüş ve fikirlerimiz, düşündüklerimizin aynıdır.»

yinniiki yıl önce

Bu cümlenin üstündeki ve altındaki satırlar kat'iyyen alınmadan başvurulan komünist metodunu açıklamadan, bu yazının yukarıdaki cümleden öncesini ve sonrasını okwalım : ( Yıllarca önce Samsun'da çıkardığımız bir milliyet­ çi derginin önsözü şu başlığı taşıyordu : «AMAClMlZ : TÜRKE FAYDA! » 45


Ytlhk •boneal : 300 Alli .,.... abOnfı!ai ıeo ...... .. . .

Cılt : 1

KOP U Z AY Lik

TÜRI<CÜ DERGi

Muyıs

AMAC l M lZ

·

l!l4:J

A<Jre-s Poır,la kı.ıhosu SAMSUN

11

Sa y ı :

T U R K E FA Y D A !.

YıuJIIIlHIZll4 çor� /etJnuş, /fknmtmış, baA{ım"z rt /rim,..,si: /upml(;ların bulunJıJ�u �- �in cofunun ;ruhn larlt,s.z lt,rrpiç damlardan l.urulu aldutu lftrçelt,l/r. H,_,ı,.tyk btr {4h altında yalan lt,dy/ılnıılzıln mrJen('l<llcn uzak, ·""ttiılt, duru­ - � 6ulunJutu J. gtıl�lr. Falral bu coraJılılt,. bu lı<ık•m•ulılt,, bu mrdeni � lll � btr T� agdıru a:Ja (uiaJrdr � a!-11 Tarlt, lt,dylusıind<"n uzalt,laş6r-. � »INrtııl tmnmn/ayoı:.alc bu IJı; .-/ılı IHJJb.ltün birbirint ya/;1aıma�a mcıı:lıur .hftr. fflllrofrnuı #ın urıul bir Meh<Mddlin el t�yu l<enıılti olan bu yurd, .,.lnız rıJul w urıt�n lar4/lariyk tkltl rtr/rin w /aJıir taraf/ariyle de bizim ananıız ·

Jır. �. Bu �gld JJGinız :ıaC!Of/tl ltalırrlln<lnlı,.n ((t>i (limsd/i) lt,uıldi�i ııün. ydlıud barı�a e/rtııJnl. JJDfı7ıl, bolını bize � ,Un /;ıymtllimiz drit/Jtr. Kaı>rul;, cılız. Jıa,Julıl;lr rr ıncJmlfldslz lwJJigk Jc bizim u:Ji (Efendimiz) ı'<' başJaomızJır. Yıll.ı-Jır acıyı ltıılı duyup, ftldJcdı ...J.ı edlnut/e, �,.fı�t, brl;lmırJm lıtr tıJrlü ntmflkri 6tz tluJın/ıırtJ fltlltlır;m 1� /tdglunıüzc roA- borılu.vu:. Gorbdz f*ilnm ıncJmt &dzJe 7 Orlt, aytlım itaftur, çürült,tür : J ilr�· l;ültıirünıi baz­ ""'f, ( Tari( ruhu) nu Zlll/lc lm�lr- Çıtlimılz pılnen <.ilıJ Tuık �·•vlrisıi f""klir. !>m!lanı ­ Jır : Torlc i(dhdrıına �IIJ. �yen ,rleMit, '"' �·m�ltiylr ( 1 ıir� 1uhıı ) nu

�-

Onwı ıpndir � 114zde tlydın ,rlıirlimlzirı 1'urlı/Qir {ayJa.u lt,,•JI, l,:ö!Jiıimıizün 1 ilr4:/{Jie fayJ.. Arslan 6/opbrlnd�ir. Te1t, ve lıa� ���rrwt 6/çıımaz yalnız 1ilrlıe /ayJaJır. Trlr/r.e fayJ- olmayan bt/ıi�t: calıildtr. TıJr/r.e fayJGM obruı��t�n ya4oın. uzt��lır. Trlrl(e /oydaS4 almay;m gıJzJ, çkl(indir.

Trlrl(t joyJ- obruıy;m /ıayıJit, lt,ılrıı4olılr. Ve 7drlr)tJft en lıa_yult {oydaJII, /ıagük Tur�(; lt,ali(mma.""'· sıımarmıi, lıir4· uvdı nr11/r !14ııriJriJ/muş Turlt �y/QşQ araıı�ndalti derin uçurum un l;a/J,"/n.""".ia �ıirıl'J"ru:. TEvET OGLu Bu, lıtztm Parolmnızdu : TlfRKE. FA YDA l 1939/1940'da İ s lanbulda, 1943/1944'dc Samsun'da yayı ı n l a d ı � ı ı nı z KOPUZ a d l ı aylık

Türkçü Dergi'ınizde bugün de aynen savunduğumuz f i k i ı· ve d i i � ü ncelcrin beJgesi

bir

46

makale


·

·

.....

.. - -. -.....----..,.. --

' i'ı· k

4�-�, -,-

ve

--- -

;ı=--- -- -

Y.a z ı in ı z · � u · s a t ı (l a r h

. -- -, _.-,---

[)ii yük k ı v m e t

h i t i y rı r d ıı -

. ö l ı; ü m ii z

v a l n · z Tü r k 1t" F•: y. -

..

T ü r ke Li y d ;,ı s ı o ) n , a y a ı ı l) i l g ı ıı . ca h i l ı! i r .

T ii r kc f a y J <ı s ı o l m � y a ri·" ra k ı n , ı ı ; • k d ı r ,

..

o ! m a van

T ii r k e fa y d ;; sı

T ii r k e fa y d a s ı \'e

T ü r k l üğc

k ı n ması n ı ,

iı ' m a y a n en

::. ü m ii r ;ı ı ii ş

Tii rl;

ıl a ın

gö r ü y o r u z . n u , b i z i ır.

Fu g ü n d e g ö r ü ş_ ve

ce

d ii ş ü ftd ii k l e ri m i z i n

t i n rıı a j d i

ve

d ö n m el i ,

k ü ç ii k d ü r . l ı ii y ü K

u ı,. u

rum un

Tü r k

sii ıı : ü r ü l rıı ü ş k a I d ı r ı 1 nı a

ay d ı r. ı .

k u d re t i n i n

ödeme n i n

hu

asil T ü r k

Sams u ı ı ))

ön­

m ill e ­ kiiy­

çok şey l e r b o rç'l u h u l ıı n d u ğ u n ıı

geçme l i d i r .

<ıGüzcl

..

f� y d aL

yirmi i k i yıl

gerek t i ğ ' n i t a k d i r le k öye ve kij y l üye b i r m i l ! i proğr.ı ın la

borcu

k ;ı l .

' T ii r k

p a r (ı l a m r l d ı r : T ü r k e

aynı d ı r :

ona

;ı ydıııı i k

,k i rl c r i ır: i z ,

m a nevi gerçek

l üsünde ol d uğ u n u , ona bu

L ii y ii k ,

çi r k i n d i r .

bii y ii k fa y ı f a n ,

T ü r k köylüsü a rası n d a k i

sı n d a

�� i m· l .

ga1.e1t'sindcki

��az ı m ı z ı n

k ö y l ü ye

hi·, mete

fotokopisi.

Maddi ve manevi taraflarıyla asil Türk köylüsünün bu milletin ve memleketin temeli, gerçek Efendisi ve baş­ ıacı olduğunu belirten bu yazımız şöyle devarn ediyordu : «Yıllardır acıyı tatlı duyup felaketi saadet edinerek, karşılık bekleırneden her türlü nimetleri biz aydınlara vağdıran fedakar köylürnüze çok borçluyuz. Gürbüz gö­ rünen medeni sözde Türk aydını kofdur, çürüktür : Türk kü J.ı ürünü bozrnuş, Türk ruhunu zayıflatrnıştır. Çelim­ siz görünen cahil Türk köylüsü pekdir, sağlarndır : Tüiik kültürünü korumuş, bozmadığı milli gelenek ve göreneğ�


ile Türk ruhunu saklamıştır. Onun içindir ki sözde aydın şehirlİmizin Türklüğe faydası kedi, köylümüzün Türklü­ ğe faydası arslan ölçüsündedir.ı> Yazımız şu satırlada bitiyordu : «Tek ve büyük kıyınet ölçümüz yalnız ( Türke Fayda ) >> dır.

Türke faydası olmayan bilgin, cahildir. Türke faydası olmayan yakın, uzaktır. Türke faydası olmayan güzel, çirkindir. Türke faydası olmayan büyük, küçüktür. Ve Türklüğe en büyük faydayı büyük Türk kalkınma­ smı, sömürmü.ş Türk aydını ile sömürülmüş Türk köylüsü arasındaki derin uçununun kaldınlmasmda görüyoruz. Bu, bizim parolamızdır : TÜRKE FAYDA ! .. BUGÜN DE GÖRÜŞ VE FİKİRLERİMİZ, YiRMi­ İKİ YIL ÖNCE DÜŞÜNDÜKLERiMiZiN AYNIDIR : Türk aydını, bu milletin maddi ve manevi gerçek kudre­ tinin asil Türk köylüsünde olduğunu, ona çok şeyler borç­ lu bulunduğunu, ona b u borcu ödemenin gerektiğini tak· dirle köylüye dönmeli, köye ve köylüye bir milli prog­ ramla hizmete geçmelidir. ) İşte KOPUZ'u yayımladığım 1 939'danberi, yıllardır inandığım ve savunduğum fikirlerim budur. Şimdi bakı­ nız kızılların yediği halta ! __ Bu makalemden yalnız olarak alınan « Bugün de gö­ rüş ve fikirlerimiz, yirmiiki yıl önce düşündüklerimizin aynıdır>> cümlemin altına yazarının imzası üzerinde ( So­ yu Bizden Olmayanlar) başlıklı, başka bir yazarın yazı­ sından, İstiklal Savaşlarında Türklüğe hiyanet eden Çer­ kes Edhem vesaire ile ilgili pasajlar ak tarılarak bir ko­ münist kaı:ıması, düzmece makale meydana getirilip, İ· çinde teık yukarıdaki cümlem bulunan yazının tümü be­ nim gösterilerek seçim bölgemin köy ve kasabalarına 48


dağıtılıyor. Bu yüksek ahlak ve seeiye örneği ( ?! ) hare­ ket, muhaliflerimizin propaganda servisini çeviren bir komünist tarafından sadır olmuştu . Bu adi yalan ve düz:­ mece vesika ( ?) şimdi komünistler tarafından zaman zaman piyasaya sürülür. Nitekim, bana izafe edilen bu uydurma makaleyi, 8 Mart 1964 tarihinde Devlei Bak i nı

Malik Yolaç'ın Akşam gezetesinde, Fevzi Şerbetçi t akma adı arkasına gizlenen Aziz NESİN adlı maruf:, MAHUD solcu yazar, daha şeni yalan ve iftiralar da ek� lcyerek : ( Kim kimdir ? Bir ırkçı tanıyalım ) başlıklı Y<lf" z ı s ı n da delil diye kullandı . 10 Nisan 1 964 tarihli Adalet

Q)

Soyu Bizden Ol m aya n l a r �lıfletj:mı '': �w�mMnlıın ' "' ��'� ıhuaın �,.r..ke_n hrr

Yazıı:ı:

araı;ı.m

lırılöm

ı ı. .,.. ı., � ı 1 �.. lı.J' tı 1 j • fnı.l•n ülnnıKtıloır •

He.ı�•t

SA.NÇAJ::

;.:- d ı : l.!" ,· (j � t'll

ı,,,

�t·ı •:l· � : .• t ; ı : ı , ; ; ı ı ı ı · ı ·

l k ı ı i ın olmadığı h a l d e K ı z ı l i a n n d ü z m c vesikalarında b a r. n aid gös terdikleri yazı!

gazetesinde, mahkeme kanalı ile alındığı için yer bula­ h il cn , tekzip müessesesini yalan vesikalarla nasıl kötü­ ye kullandığının örneği ( İs tersen gene konuş ! ) tekzip yazma sen ele aldın. Şimeli istersen yine konuş a SEBÜK­ MAGZ! Böylece anlaşıldı ki yalan, sahte ve düzmece vesi­ kalarla ortaya çıkıyorsunuz. Sen yalancı değil isen, bu yalanları düzmüşlerin katmerli yalancısısın. Sen ve işbirlikçilerin hangi metodu kullanıyor; ne yolda haysiyetli, şerefli, narnuslu vatan ve milletsever in­ sanlara saldırmaya çabalıyorsunuz, bunu vesika ve ör­ nekleriyle milletirnize gösterıneyi ve duyurmayı vazife biliyorum. Şimdi sıra, senin KOMÜNSİT adlı Moskof 49


gazetesinde manşet olan « takdir ve hayran »'lık ifadele­ rine geldi.

Işte

Şükrü

Koç'un

So\'yet verdiği

St"yalist

Cumhuriyeti

Cenneti'ni

(«Komünist» adlı gazetenin başlığı !

ziyaretinde

beyanat

Tekzip diye mahkeme kanalı ile gönderip ADALET'in sütunlarını işgal eden yazında, aynen şunları söylüyor­ sun : « Kendi malum kimliğini örtbas etmeğe boşuna çaba­ lıyan Tevetoğlu, buna karşılık bakın ne iftiralar savuru­ yor : « Yakın zaman önce ziyaret ettiğiniz Moskova'daki gazetelere manşet olmuş hayranlık ve takdir beyanları­ nızd:ı » diyor. Evet, geçen yıl Türk Parlamento heyetinin üyesi olarak bu seyyahate katıldım. Fakat Moskova radyo­ sunun ve gazetelerinin haberlerine başlık yapılan benim sözlerim değil, Tevetoğlu'unun partisinden ve yakın ar­ kadaşlarının sözleridir. » ..

tj\iJfbtH SeJYK--�J A.P Rllbl'+lbl

�,,B Ha : ·: - aM�HHH.:H {' . ' .

Şükrü

n.:rilcn

·UJ J\hH.UH

K.c,l;,

dtnL' k l cdir.

Rus grızetcn : ı ı n c ! c , Yukarıdaki ba�lık

bl'_\'aıı:ı t ı n ı n

kupiirüdür.

baş l ı k ula n if:J.dcsi aynen şudur :

50

OJl.UYf" .

TypHJije. ...JV� .MHn��'r ·Ma�nHCHHI1H _Hyuaj:>HAa hej'aTH Atmp6aı•aHAa . . ' . ,, . .' . -·· ·· .

.

LJcy3naı ı n ı n

m<:lll !;' �L

h:t l i ı ı d c

·

-

_

ncsrct!i!cliğini

i n k ftr

ise, kendisi tararından <<Komünist>> adlı gazctcye

<<Biz

Konı ü n i s l

ı

r l! j i m i ı ı

ha ;;; a rı :-. ı rı a

lıa�Tan

Koç ' u n

bu

h a l k n büylik �·araı ıcı cnıL·� i n i n ş;Jhidi o l d u k ,>

.


Koç! Şimdi seni yakaladıım. Ben, elimde vesika ol sa, senin « Moskovadaki gazetelere manşet olmuş hayı lık ve takdir beyanların »'dan bahsetmezdim. Söz ve y

.ıwıa " hej'�uitllli,._� . · 41....sfUDı.lYp�.i� · . . Y!'' . �Yttata 'lllrıex.. . ro" ;.e. " waı .

: )c ,

.

- - <

'

.

.

.

·

* .

. , · Dr.. . -:-- baiU.& 11 01 f't�Jl.ıap. 0 H�H !.l JOf­ �� Jaıi•PKO JlT WJ)Jia,lWp.. Jiiıi KWla . 0., . JiY xa�.a npkn erT Bap�w ıf. li y \ıa� tuJaa TiUIIJ.'!Bjl Bil . j&IUWJUWf.'l tlpi..IH ..a �. . · o.ı va. c w l..lDLIH . IUlH. ..ı yHy I 'IW}l. ��RH CM lliH W.iPIH.H·JA� C.H llrf;;T:J· :. Jill' •ahn r:eaw Mıtrjae.ıa · a nar�.w,.. "'4'ti lliUflU tiiiUiJtrH�It p . Eıı· :ı lia(N,: . / lll '1 ·a tl bitriLI tUPJKHKH

, .

..

··

·.

·

�.h .

KJB o.t,ıy r.

·�,f :: raovraıau · cuHpa T y p !aij:.� na p;nt� ._.,TBJliH yaM�P• C . · M . I�MJwn n ,ı hl t u -TilJ11 taT K t"Jl' ı rrr o,ı ıı�acj a g � $H­ l�y.ı.ıap:n. lya.1 K '4 .ı ll ru rw r y n H · .1ap. üuap ıc y a.,l-.tt 't a .ti ıı p n } ıapuHa, ··li .:ı,ıJI�, ·

·

·

.�

..

.

-

.Bu da Şükrü Koç'un «Komünist» adlı gazetedeki beyanatıdır. tcde şöyle takdim edilmiştir :

«Deputat

Mustafa Şükrii

--· ·-

-

-

-

-Beyanat bu

Koç demiştir.

Diğer altı çizilmiş cümle Koç'un manşet olan ifadesidir.


larını yalan üzerine inşa etmek komünistlerin yolu ve meşrebidir. Şimdi dinle! Fotokopisini sunduğum rkızıl gazetenin adı ( KOMÜNiST ) 'tir. Tarihi : 4 Haziran 1963'­ tiir. Adı da komünist olan bu kızıl gazetenin üçnücü sa­ hifesi ndeki, senin hayranlık ve takdir beyanlarından çı­ karılmış manşet ise şudur : ( BiZ HALKIN B ÜTÜN YA­ RATICI EMEGiNiN ŞAHiDi OLDU K ) Bu l a f senin m i , Laski'nin m i , yoksa benim uydur­ mı ? Söyle!.. Seni Sovyet hayranı, Moskova demok­ rasisini ( ! ?) savunan solcu, sosyalist SEBÜKMAGZ, seni! .. mam

B u büyük takdir lafını, aynı sahifede i k i sütun resmi sayıbcak beyanatı olan kafile başkcını, o günkü Senato Başkanımız, Parlamentoya A. P. listesinden müstakil se­ natör seçilmiş ve bu müstakillik durumunu el'an muha­ faza eden sayın Suad Hayri ÜRGÜPLÜ söylememiştir. Sa­ y:m Ürgüpiii'nün diplomasi ve protokol kabı verdiği be­ yana tta, nezaketen bulunması tabii olan takdir ve hay­ ranlık sözleri üzerinde hiç kimse tartışmaz. Fakat o ka­ dar delegenin içinde, KOMÜNiST gazetesinin senden de­ meç alışı ve : « Deputat (milletvekili ) Mustafa Şükrü Koç demiştir» cümlesiyle, verdiğin beyanattan, hasseten se­ nin hayranlık ve takdir cümleni s eçip manşet edişi, her halde bir tesadüf veya kaza eseri değildir. Sovyet komü­ nistleri, hele yurtlarını ziyarete gelenlerin sülale ve eecla­ dmdan tut da, geçmişlerine, hallerine, ciğerlerine, beyin­ lerine ve o beyinlerdeki düşüncelere kadar herşeylerini bi­ lirler. Sizleri oraya götürmeden, bütün teferruatınızı tesbit ettirip, şahıslarınız hakkında ayn ayrı geniş bilgiye sahip oldukları şüphesizdir. Bilhassa kafileye ikinci kur'anın büyük ikramiyesi vurarak idhal olunan senin kimliğin, komünistlerce çok önceden malum bulunmalıydı. Sen on­ lar için meşhurlardandın. Eloğlu seni ta Türkiyeden izle­ dikten sonra, elbette Sovyet dostlarınca da orada arkan 52


bırakılınadı ve senden beyanat alındı, sözlerin başlık ya­ pıldı. Kafilenin asli ve resmi başkanı sayın Ürgüplü oldu­ ğu halde, senin lafının manşet yapılışı, hakkında veril­ miş referansın tesiri veya: « Bu, doğum yerim izmir'i ha­ tırlatıyon> gibi dokunaklı sözlerinin etkisi ile yorumlana­ bilir mi bilmem ? Bildiğim bir şey var : iftira ve yalan dolu tekziain­ de «Moskova radyosunun ve gazetelerinin haberlerine başlık yapılan BENiM SÖZLERiM DEGİLıı dedin. Şim­ di, s eni artık tutamıyacak, savunamıyacak ve senin ar­ dında daha fazla yürüyemiyecek ayılan ve uyananlar­ la, bütün aziz okuyucularıının huzurunda, ben senin be­ yanatını ve ondan başlık yapılmış sözünü KOMÜNiST gazetesinin başlığı ile birlikte sunuyorum . Biliyorum ki, yine utanmıyacaksın!

KOÇ MANTIGI Rezeyan dolu tekzibinin sonunda : « Bütün bunlarla Tevetoğlu'nun varmak istediği hedef nedir ? Bunu teş­ his için Tevetoğlu'nun fikirdaşlarının faaliyetlerine göz atmak gerekir. Tevetoğlu gizli faaliyetlerde Rıza Nur'un fikirlerini kendilerine esas kabul etmektedir» demek su­ retiyle en büyük iftiranı ortaya koyuyorsun. Hiç bir ger­ çeğe dayanmayan b u son yeni iftiranda kullandığın kay­ nak, 9 Mart 1 964 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ilk de­ fa haber verilen Dr. Rıza Nur Beyin 1935'de British Mu­ seum'a 25 yıl sonra ( 1960'da ) açılmak üzere verdiği el yazması bir mahrem vesikasıdır. Bugüne kadar elhamdülillah hiç bir gizli faaliyetim olmamıştır. Olmuşsa veya varsa bunu Koç ortaya koy­ ınağa mecburdur. Yoksa bir müfteri olduğunu tescil et­ miş bulunur.


1961 yılının S. ayında açıklanmış bu vesikayı ben görmedim; daha önce muhtevasına muttali olmama da imkan ve ihtimal m evcut değildir. Sahibi de 1942'de ve­ fat ettiğine göre « Tevetoğlu gizli faaliyetlerde Rıza Nur'­ un fikirlerini esas kabul etmektedir» iddianı, ruh çağıra­ rak tevsik ettiğin ve edeceğin anlaşılıyor. Senin SEBÜK­ MAGZ = hafif beyin'in ne çeşit bir « Hasan Ali Mantığı» i le, bu vesika ve Tevetoğlu arasında bir irtibat kurabil­ miş ve hükümlere varmıştır ? Bunu, iffet, namus ve ah­ lak kuralbrı içinde yorumlamak, şerefli insanlar için mümkün değildir. Başta 14 cildlik Türk Tarihi olmak üzere 72 tarihi, edebi, ilmi ve siyasi eseri bulunan Rıza Nur Bey, Türk İnkılabı tarihinde Moskova ve Lozan muahedeleri ile laik­ liğin ve demokratik devlet nizarnının kabulü konusundaki tarihi önergelerinin müzakerelerinde, Milli Hükumet'in ilk Maarif ve daha sonra Sılılıiye Vekili bulunduğu yıllarda yaptığı hizmetlerle tanınmış ünlü bir Devlet adamımızdır. Çeyrek asır önce, 1935 - 1 94 1 yılları arasında İstan­ bulda Askeri Tıbbiye talebesi bulunurken şahsen tanıdı­ ğım, kendilerinden tarih, edebiyat ve milliyetçilik ideali konularında faydalandığım Mehmet Akif ERSOY, Meh­ met Emin YURDAKUL, Mareşal Fevzi ÇAKMAK gibi rahmetlik olmuş tarihi şahsiyetlerimizden bir mühimmi de Dr. Rıza Nur Bey'di. Onun zikri geçen yazma belgesi içindeki fikir ve gö­ rüşlerini ben de C. O. Tütegilin yazısından duydum. Senin bu fikir ve görüşlerle benim aramda bir ilişik kur­ ma çaban boşunadır. 1935'de British Museum'a <<25 yıl sonra açılacak» diye tevdi ettiği el yazması vesika anlaşılıyor ki, Rıza Nur B eyin Avrupada, Milli Mücadele arkadaşlarına .küs­ kün bulunduğu yıllann ruh haleti içinde yazılmıştır. 54.


Büyük politika ve devlet adamlan birbirlerine küs­ ı iikleri, birbirlerini menkup hale getirdikleri, hapsettir­ d i kleri, sürgüne y oUattıkları zamanlarda, eski günlerini, ; ı rkadaşlıklarını, düşüncelerini, değerlendirme ölçülerini unutarak birbirleri hakkında kötü şeyler düşünür, söyler ve yazarlar. Bunun bütün dünyada ve bizim uzak - ya­ kın tarihimizde, pek çok tipik örnekleri mevcuttur. (Ata­ ı ürk - Karabekir), (Atatürk - İnönü ) , ( İnönü - A. İhsan Sa­ b is ) , ( Çakmak - İnönü ) münasebetleri, hepimizin hatır­ l ayabileceği küskünlük ömekleridir. Siyasilerin küskün­ l i.i k veya muhalefet yıllarında birbirleri hakkındaki dü­ )Ünce, kanaat ve davranışlan çok kerre acıdır. Dersini tamamlamak için sana bir örnek vereyim : Büyük Türk askeri Mareşal Fevzi Çakmak'ın millet imize yaptığı büyük hizmetler üzerin de tartışılabilir bir nokta yoktur. Bu yıllarda, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Pa­ şa'nın Erkan-ı Harbiye Reisinden gördüğü müzaheret ve yardım da tarihi vesikalarla sabittir. Bilhassa Atatürk'­ ün vefatı üzerine, Başvekiliikten uzaklaştırılmış İnönü'­ nün Cumhurbaşkanlığına getirilişinde de rahme tli Çak­ mak'ın te'siri ayrı bir fasıldır. 29 Ocak 1947'de İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer, T.B.M. Meclisi'nde, köylerimize kadar yayılan komünizmin yurtta arzettiği büyük teıhHkeyi rapor etmiştir. Bu mü­ nasebetle 30 Ocak 1 947 tarihli ULUS gazetesinin birinci sahifesinde ( GiZLi KOMÜNiST TAHRİKLERİ AÇlK­ LANDI ) büyük başlığı altında bu milletin büyük ve te­ miz kahraman eviadı Mareşal Fevzi ÇAKMAK da, Zeke­ riya Sertel, Sabiha Sertel ve Cami Baykurt gibi gerçek vatan haini komünistlerle yanyana resmi basılmak sure­ tiyle teşhir olunmuştur. Bu çok acı ve affedilmez olay ve hatıraları düşün-


rnek, rahmetlinin ölümünde o zamanki nun köçek havaları ile tempo tu tuşunu, parlak ve samimi ( ?! ) anma programı senin muhtaç bulunduğun diğer bir ders

devlet radyosu­ bir de bu yılki ile kıyaslamak, olsa gerektir.

Küskün siyasi ve kahramanların hatıra ve düşünce­ leri bir kitapta, bir vesikada yer alırsa; gelecek nesiller, bunları zamanın ve olayların şartları ile, yazarlannın o andaki ruh haletlerini dikkate alarak değerlendirmelidir­ ler. Aksi halde sen ve senin gibilerin fahiş hatalarına; if­ tira ve tezvircilerin mel'fın tertiplerine yol açılmış bulu­ nur.

TÜRK İNKILAB TARİHİNI GERÇEKLERİ İLE ÖGREN! Türk basınında millet ve memleket büyüklerine, de­ ğerli fikir ve san'at adamlarına, milliyetçilik ve demok­ rasi savunucularına saldırmak modası bundan 35 yıl ka­ dar önce ( PUTLAR! YIKIYORUZ ! ) manşeti altında bü­ yük sanatçınız Moskova uşağı Nazım Hikmetof Yoldaşın Namık Kemallerin, Mehmet Emin Yurdakulların, Ha­ mitlerin resimlerine çarpma işareti koyarak yaptığı bir menfur neşriyat ile başlamıştır . Tarihi ve psikolojik nedenine evvelki yazımda kısaca dokunduğum Rıza Nur Beyin açıklanan belgesinde büyük Atatürk, rahmetli Çakmak ve İnönü hakkındaki görüş ve düşünceleri yanında, yine Rıza Nur Beyin 1924'de Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti neşriyatının 54. sa­ yısı olarak yayımianmış 14 ciltlik büyük TÜRK TARİHİ'56


nin ilk cildinde, İstiklal Mücadelemizin kahramanların­ Jan bu üçü hakkındaki objektif, gerçek fikirlerini sırası i le okuyalım : « Erzurum Kongresi toplanmış. Mustafa Kemal Paşa'­ nın riyasetiyle müzakerelerini yapıp mukavemet ve mü­ dafaaya karar vermiş, ( MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYE­ Tİ ) namıyla bir teşkilata başlamıştı . Çanakkle muhare­ belerinde ve bilhassa Anafartalar müdafaasırida büyük hizmetler görmüş ve kahramanlık göstermiş olan Mus­ tafa Kemal Paşa, Kongreden sonra Sivas'a gelmiş ora­ da Hükumeti idare için (HEYET-İ TEMSİLİYE) namıy­ la bir heyet teşkil etmiştir. Sivas'da yapılan içtima, İz­ mir cephesinde teşekkül eden müdafaa cemiyetleriyle Erzurum'u ve Adana cephesi hareketini yekdiğerine bir­ l eştirdi. Bu vak'a ile Mustafa Kemal Paşa müdafaa' grup­ larının başına geçmiş oluyordu. Arkadaşları ile beraber oradan Ankaraya gelmişler, faaliyete başlamışlardır. ( Sa­ hife : 1 89 ) . « Çerkez Edhem e n kızışmış bir harp zamanında kar­ deşleri ile beraber Yunanlılar cihetine geçmiş ve sonuna kadar da onlarla beraber aleyhimize harp etmiştir. Sada­ katları da böyle idi. Bu devreye ( ÇETE DEVRi ) adı ve­ ri l meli. Cephe Kumandanı İsmet Paşa'nın hüsn'ü idare ve gayreti ile bu çeteler imha edilip muntazam bir ordu meydana getirildi. » ( Sahife : 220 ) . «Müşir Fevzi Paşa'nın ordu v e harbe olan hizmetleri pek büyüktür.>> ( Sahife : 22 1 ) . « İşte bu Hükumetin, bu Meclis'in, bu Ordu'nun ba­ şında daima Mustafa Kemal bulunuyordu. Bu üç mües­ sesenin ve her şeyin ruhu o idi. B u zat pek zeki, pek mü­ nevver, cevval, gece gündüz durmadan, uyku uyumayıp çalışan biriydi.» 57


«Bu büyük devrin muvaffakiyetlerinin başlıca sebep­ leri Saray belasının ortadan kalkıp yerine konan HAKi­ MiYET-İ MİLLİYE, rical ve kumandanlarda yüce bir aşk halinde MiLLiYET DUYGUSU yani TÜRKLÜK RUHU olması; namuskarlık, çalışkanlık, azim ve cüret ile çalış­ ma ve MERKEZ-İ HÜKÜMETiN ecnebilerin, fesatçıla­ rın varamıyacağı bir yerde yani Anadolu ortasında olma­ sıdır.» ( Sahife : 222 ) . Şimdi bir de rahmetli Atatürk'ün ve İsmet İnönü'­ nün Rıza Nur B eye çektikleri iki telgrafı okuyalım : « C 26 XII 37 şifreye. Hastalığınızdan pek müteessi­ rim : Ciddi bir tedaviye ihtiyacınız lüzfımunu da kabul etmekle beraber Heyeti Vekile meyanında ifa buyuraca­ ğınız vazifeyi mühim ve vaziyeti hazıramızda sebkedecek hizmet ve muavenetinizi elzem gördüğümden Ankara'da mümkün olan her türlü tedavi ve istirahatınıza rufakaca da yardım edilmek üzere her halde teşrifinizin ve hareke­ tinizin makina başında inba huyurulmasını rica ederim efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi MUSTAFA KEMAL

cc Sinop Mebusu muhteremi Rıza Nur Beyefendi Hazretlerine)). Cumhuriyetin terakkisi ve vatanın dalıilen ve ha­ ricen salabet ve itilası Doktor Rıza Nur gibi nadir ev­ lad-ı vatanın İstinadına müftekirdir. Bu kanaatım Lozan­ da ve Heyet-i Vekilede arkadaşlığımız zamanından daha ziyade sağlam ve samimidir. Mezuniyetiniz zamanının hi­ tamına muntazırım. Daima muhabbet ve müzaheretinize arz-ı ihtiyaç ederim. Bilhassa gözlerinizden öperim, kar· deşim. İSMET» 58


Ve son olarak, İsmet Paşa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde Lozan dönüşü verdiği tarihi nutkunda Rıza N ur Beyin Türk murahhas heyeti içinde başlıca başarı sebebi olduğunu belirten takdirkar sözlerini aynen 2. Devre, Sene : 1 , Toplantı : 9 Tutanakları'ndan okuyalım : « Bilhassa murahhas olarak beraber çalıştığıın Dr. Rıza Nur Beyi kemal-i tevkir ile yadetmek isterim. ( Al­ k ışlar ) . Günagun tesirat altında yalnız ilim, vukuf ve tec­ rli be kafi değildir. Fevkalade bir metanet-i asa b lazım­ d ır. Hakikaten bir ideale hizmet lazımdır. Fevkah1de bir leragat-i nefis hissi ile yekdiğerine eklenmek ve yekdiğe­ rine samimi müzaheret göstermek lazımdır. Bilhassa Rı­ za Nur Beyden bunları gördüm . Doktor Rıza ' Nur bey Türk Heyet-i Murahhasa'sı içinde başlıca medar-ı muvaf­ l'akiyet olmuştur! ( Alkışlar ) . Millete bunu söylemek va­ zi femdir. >> KOÇ efendi! İnkılab tarihinin bir küçük perdesini ·.ıralıyarak bilmediğin ve bilmek de istemiyeceğin vesika­ l arı ve gerçekleri sana göstererek verdiğim , bu dersten i nşallah faydalanmışsındır . Bir daha aklının ermediği, cahili bulunduğun konu­ larda laf etmeğe, münasebetler .kurmağa, iftira ve yalan­ l arını çürük, ma'lum, ma'hfıd temellere oturtınağa kal­ k ışma ! Kafana vurulacak vesikalar altında ezilirsin ! . . KOÇ! Mübarek Kurban Bayramı günü bu derslerle bu faslı da burada k apatıyorum . Ulus'taki eskimiş yeni iftira yalan ve tezvirlerin üzerinde, lüzum görürsem, Bay­ ram sonu seni kendi gazetenizde cevaplandıracağım. Şimdilik, bir Müslüman Türk eviadı olarak senin için dahi duam şudur : Allah taksiratını affetsin ! Allah seni ve senin gibileri islah etsin! 59


BİR SÖZLÜ SORU VE · BİR D EMEÇ * 6 Nisan 1 964 Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına İlişİkteki ( Sözlü soru ) 'mun Milli Eğitim Bakanı ta­ rafından cevaplandırılmasına yüksek tavassutunuzu say­ gılarımla istirham ederim. Dr. Fethi Tevetoğlu Samsun Senatöıii Milli E ği tim Bakanlığına Uzun zamandan beri, ( Türkiye Öğretmen Dernekle­ ri Milli Federasyonu) tarafından yayımlanıp bütün İr­ fan ordumuz mensubu vatan, millet ve vazifesever Türk öğretmenlerine gönderilmekte olan ( Aylık Haber Bülte­ n i) ile, ( Yürütme ve Yönetim Kurulları adına Başkan : M. Şükrü Koç ) imzasını taşıyan tebliğ ve tamimlerle asil Türk öğretmenleri, bağlı bulundukları Milli Eğitim Ba­ kanlığına, Bakanlarının şahsına, B akanlık Müsteşarına, Milli Eğitim müdürleri ile müfettişlerine karşı devamlı surette tahrik ve böylece Bakanlığınız bünyesinde ve do­ layısiyle yurdumuzda bir anarşi yaratmaya teşvik olun­ maktadırlar. Ayrıca kendi zaaflarını kapamak uğruna, türlü is­ tismar yollarından, milletimiz fertleri arasında bölünme­ ler, ikilikler husulüne vesile olacak siyasi faaliyetlerine Federasyonu ve öğretmenlerimizi vasıta kılmak istedik­ leri meydana çıkmış bulunmaktadır . ' Bk.

C. Senatosu Tutanak Dergisi, B : 65, 28.4. 1964, ss. 85 - 88;

ss. 62 - 65.

60

B :

78, 23.6.1964,


1 . Acaba bu gerçek, yüksek Bakanlığınızca da anla­ �ılmış mıdır? Bunların Türk öğretmenlerine yönetici o­ l amıyacaklan kabul ediliyorsa, bu hususun ıslahı yolun­ da aldırdığınız tedbirler nelerdİr? 2. ( Türkyie Öğretmen Dernekleri Milli Federasyo­ ıı u ) 'nun tüzüğündeki asil maksatları bir yana itip, başın­ daki solcu siyaset adamının ve ekibinin plan, görüş v e •;ararlarına çalışan bir organizasyon haline getirilmesi, Bakanlığınızı ilgilendirmiyor mu? İlgilen cliriyorsa bu hu­ s usta yaptırılan araştırma ve incelemelerin sonuçları ne­ l crdir? 3. Öğretmenlerimizi her türlü siyasi dedikodulardan ı .: nzih etmek ve Milli Eğitim müesseselerimizi her çeşit

t.ararlı cereyanlardan korumak için Bakanlığınızca ne gi­ hi tedbirler almış bulunuyorsunuz? 4. Ankara 3 ncü Asliye Ceza Mahkemesinin 947/942 mımaralı dosyasındaki kararı ve Bakanlığınız Başmüfet­ ı i� lerinden Sayın Fethi İsfendiyaroğlu'nun imzasını ta­ �ıyan 6 Ocak 1 947 tarihli resmi rapordaki aynen aldığı­ ı m z : « Yüksek Köy Enstitüsünden Mustafa Şükrü Koç adındaki genç bu şahsi kanaatini de ortaya koyarak ken­ di sinin doğrudan doğruya bir solcu ve sosyalist olduğu­ mı ortaya koyuyor. » gerçeği karşısında, böyle bir siyasi­ l l i n kendi hakkındaki hüküm ve kararları, sorumlusu bu­ lunduğunuz asil, vatansever öğretmenierimize bir şaibe u l arak düşürmeye hakkı var mıdır? Buna ne zaman son ve rilecektir? BAŞKAN - Sayın Tevetoğlu. FETHi TEVETOGLU ( Samsun) - Sayın Başkan, -;ayın Senatör arkadaşlarım; muhterem Milli Eğitim Ba­ k anını dinledik. Hakikaten memleketimizin mühim me­ selelerinden biri üzerindeyiz. 61


Politika ile ilgisi bulunmaması gereken müessese­ lerden kendi Bakanlıklarını ilgilendiren bir mühim te­ şekkül hakkında, son zamanlarda basında devamlı suret­ te çıkan yazıların bizi uyarmış bulunması neticesi b u te­ şekkülün son zamanlarda yaydığı bildirileri topladık ve tetkik ettik. Bu teşekkülün seçimle gelmiş bir yöneticisi ve yönetim kurulu mevcuttur. Hiç şüphesiz bunun yine saçimle değişeceğini ve değiştirilebileceğini takdir etmek­ teyiz. Yalnız, bu yöneticilerden bazıları ve bilhassa bun­ ların başkanı bir siyaset adamı olursa ve kendi siyasi görüşlerine ve siyasi emellerine ve hatta kendi şahsına taalluk eden Parlamento içi çelişmelerine, çekişmelerine böyle bir mesle)_( teşekkülünü vasıta etmeye kalkarsa, bu­ nun üzerinde elbette, s eçimleri beklemeden, ilgili bakan­ lığın durması zaruridir. Sayın Bakan, «bu hususta vesikaları varsa arkadaşı­ mız adli merciiere müracaat ederler» buyurdular. Bu konu ile sorumlu Devletin teşekkülleri elinde bu yöneti­ cilerin ve bilhassa Başkanlarının faaliyetleri hakkında pek çok vesikalar mevcuttur. Onların bu teşekkülü poli­ tikaya karıştırdıkları bizzat, Sayın Öktem'den evvelki, Milli Eğitim Bakanı tarafından Türk basınına verilen bir beyanatta - ki Ulus Gazetesinden aynen okuyorum ­ şu şekilde ifade edilmiştir : « Memleketin ciddi davalarının hizmet beklediği şu sıralarda Federasyon idarecileri de bizimle işte böyle bildirilerle işbirliği yapmaktadırlar. Fakat ben bu çeşit asılsız isnatlar ve küçük konular üzerinde daha fazla dur­ mak da istemiyorum. Ancak bu idarecilerin bazı partiler­ le başka yönlerden ve başka maksatlada temasta bulun­ duğunu da umumi efkar elbet bir gün öğrenecektir». Sayın Şevket Raşit Hatipoğlu bunu söylerken, hiç şüphe yok ki, bir partinin faaliyetine, bu teşekkülü temtı2


sil etmek üzere katılması Federasyon Başkanınca istenen �ahsa bir yazı ile ve İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü vasıtası ile verilmiş emri kasdetmektedir. Bu yazıdan İs­ tanbul'daki bir öğretmen ve onun İşçi Partisi ile müna­ scbet ve faaliyetleri kasdedildiği anlaşılmaktadır. Yine aynı faaliyetler cümlesinden ve yine bu yöne­ t im kurulunda üye bulunan bir şahıs tarafından neşre­ dilmekte olan, « Köy ve Eğitim» adlı bir derginin kapa­ ğına kapak resmi yapılmak suretiyle dayak yediği ilan e di­ len ve hatta bu dergide bildirildiğine göre Parlamentoya da aksettirilen bir mesele dikkate şayandır. Şu derginin sayfalarında, - şimdi vaktinizi almamak için okuma yı lü­ zumsuz gördüm; fakat, dergiden tetkiki her zaman müm­ kün olan - öyle elfaz, öyle tabirler kullanılmıştır ki, bu çeşit tabirlerin sayın Milli Eğitim Bakanına, Müsteşar­ Iara ve bilhassa b u vakada suçlu gösterilmek istenilen bir Maarif Müdürüne karşı kullanılması, bir takım ka­ sıtlı, mesnetsiz itharniara tevessül olunması, hiç şüphe­ siz üzerinde dikkatle durulacak, aydınlatılması istenecek hususlardır. Nitekim, bugün dayak yediği savunulan ve bir Milli Eğitim Müdürünün Eskişehir'den İstanbul'a öğretmenliğe nakline sebebolan bu hadisenin faili şu ka­ pak resmi kahraman ( ?) acaba bugün, yine bu dergide kendisini savunan diğer bir yazarla birlikte iki İşçi Par­ t ili siyasi ile hangi hücrede bulunuyorlar, nerede yatmak­ t a dırlar? Hiç şüphe etmiyorum ki , sayın Bakan bunlar­ dan haberdardır. Birçok örnekler ve vesikalarda ve bil­ hassa kendilerinden önceki sayın Bakanın da işaret bu­ yurdukları Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federas­ yonunun Aylık Bülteni adını taşıyan bültenlerde öyle yazılar vardır ki; bugün, değil öğretmenlerimizin, siyasi­ l erimizin de söyliyemiyeceği, kullanmıyacağı ve yazmı­ yacağı şeylerdir.. Bunları öğretmenlerimizin tasvip ettı 3


medikierine en az sayın Bakan kadar inanmaktayım. Bunların sayın öğretmenlerimiz tarafından yazılmadık­ larına da eminim. işaret etmek istediğim husus; burada defaatle tekrar ettiğim gibi, bir politikacı kimse, bu te­ şekkülü şahsi fikirlerine, görüşlerine ve yararına istis­ mar etmek çabası içindedir. Hiç şüphe etmiyorum ki, a­ sil Türk öğretmeni buna vasıta olmıyacak ve günü, sıra­ sı geldiği anda bu uyarmalardan ve şu vesikaların ortaya çıkmasından sonra elbette böyle bir siyasinin bir daha bu teşekküllerin başında bulunmamasına dikkat edecek­ tir. Fakat benim asıl belirtmek istediğim muhterem ar­ kadaşlar, hangi partiden olursa olsun, hangi siyasi veya ideolojik mezhep veya ekole mensup bulunursa bulun­ sun, hiçbir siyaset adamı, politika ile ilgisi bulunmaması gereken teşekküllerimizin başında vazife görmemelidir ve bilhassa eğer bu kimsenin faaliyetleri kanun dışı ve sol eğilimli ise. ·

Ben burada pekçok örnekler okuyarak vaktinizi al­ mak istemiyorum. Davanın yalnız önemine temas etmek­ le, sayın Bakanı uyarınakla yetiniyorum. Eğer sayın Mil­ li Eğitim Bakanı arzu buyururlarsa - ki bu vesikaların çoğu elbette kendilerinde de mevcuttur, - bunlar hak­ kında gerekli işlemi yaptırırlar, hiç değilse vazifelileri i­ kaz edebilirler. Kendileri ifadelerinde bunları dikkatle takibettiklerini bildirdiler. Bu husus gerçekse şükranla­ rımı arz ederek huzurunuzdan ayrılıyoruro ( Şiddetli Al­ kışlar) .

00 .


Samsun Üyesi Fethi Tevetoğlu'nun; de yapılan

Hıristiyanlık

memleketimiz­

propagandası ve Milli

Bakanlığınca ikinci baskısı yapılan

Eğitim

Renan'ın isa'nın ha­

yatı adlı eserinin Hıristiyanlığı propaganda eder mahiyet­ te bulunduğuna ve bu es.er üzerine Milli Eğitim

Bakanı­

nın dikkatini teksif etmesine dair demeci :

BAŞKAN - Buyurun Sayın Tevetoğlu.

FETHi TEVETOC'iLU ( Samsun ) - Sayın Başkan, muhte­ rem Senatörler! Millet ve memleketimizi ve bilhassa genç­ lerimizi yakından ilgilendiren bir konu üzerinde yüksek huzurlarınızı işgal etmiş bulunuyorum. Bu, memleketimizde yapılan Hıristiyanlık propagan­ dası üzerindedir. Zaman zaman bir takım misyonerierin memleketimizin muhtelif bölgelerinde Hıristiyanlık pro­ pagandasİyle ilgili bir takım kitaplar ve broşürler dağıt­ tıklarını ve haklarında muamele yapıldığını gazetelerden okuruz. Yine zaman zaman bazı ecnebi okullarda Müslü­ man Türk çocuklarına Hıristiyanlık propagandası yapıl­ dığı hakkındaki araştırmalar Basma intikal eder. Bugün, benim huzurlarımza getireceğim konu; üzülerek ifade edeyim ki, bu kürsüden bir evvelki celsede bilhassa mil­ let ve memleketimizin aleyhindeki akımlarla onsekiz ya­ �ından beri mücadele ettiğini iddia ve ifade huyuran sa­ yın Milli Eğitim Bakanının, Milli Eğitim Basımevlerinde hastırdığı ve geçen hafta piyasaya sevk ettikleri bir ki­ taba dairdir. Bu fakir milletin parasiyle basılan bu çe­ şit muzır eserler üzerindeki, 28 Mayıs 1 963 günü, yüce Senatonun 69'uncu Birleşiminde, o zamanki sayın Eğitim Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu tarafından cevaplandırı­ lan bir sözlü sorumuzda Türklüğe, islamiyete, Kur'anı Kerime ve Peygamberimize hakare t dolu, ahlaki, dini ve milli inanışlarımızı kökünden sarsmayı hedef edinmiş 65


muzır propaganda unsuru kitaplar hakkında Milli Eği­ timin dikkatini çekmiş ve bu kitapların k itaplıklarımız­ dan ve Milli Eğitim Basımevi satış mahallerinden kaldı­ rılmasını istirham etmiştim . O zamanki sayın Milli Eği­ tim Bakanı bu hususta vaitte bulunmuşlar ve kendileri­ ne takdim ettiğimiz liste içerisinde, 1944 yılında Bakan­ Iıkça evvelce basılmış, bugün 1 964 yılında her nedense 2 nci baskısı Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü­ nün 1 7. 1 2 . 1 963 tarih ve 1 9985 sayılı emri ile 5 bin sayı yeniden hasılınasına lüzum görülen şu muzır kitap da vardı . Bu kitap Türklüğün ve İslamiyetİn gerçekten düş­ manı olan bir Fransız yazarının eseridir. Bu Fransız aka­ demisyeni hakkında sayın Maarif Vekili eğer tetkik bu­ yurursa 1 3 1 1 'de ( Tercümanı Hakika t ) Gazetesinde yayım­ landıktan sonra kitap şeklinde de basılan ( Reddi Rönan ) adlı yetmiş altı küçük sayfalık Maarif Nazareti Celilesi­ nin bir kitabında yeter bilgi bulacaklardır. Bu , vaktiyle Petersbmg İmam ve Müderrisi Ataullah Beyazıtoğlu ta­ rafından yazılmış ve dilimize Madam Olga Delebedef ve­ ya sonradan almış olduğu ismiyle tanınmış ınüsteşrik Gülnar Hanımefendi ile meşhur Ahmed Cevdet tarafından tercüme edilmiş bir risaledir. Yine sayın Sen(,l.törlerin ha­ tırlıyacakları büyük Namık Kemal 'in kendi küll iyatı ara­ sında 1 326'da basılmış birinci kitabı olan ( Rönan Mü­ dafaanamesi ) de Renan'ın Türklüğe ve İ slamiyete düş­ manlığını açıkca ortaya koyar. Böyle bir zatın doğrudan doğruya Hıristiyanlık propagandası yapan bir eserinin 1 944'te nasıl, kimler tarafından, niçin basıldığı konusu· nun üzerinde duracak değilim. Bizi ilgilendiren bu mu­ zır, kasıtlı eserin bugün yeniden hala ikinci baskısının yapılışıdır. O zaman bu kitap basıldığı sıralarda kendi dinimiz ve kendi dinimizin büyük Peygamberi hakkında bir kitap çıkarılmış ve bu kitap 66

�ahiliye Vekaleti tara-


l ı n dan toplattırılmıştı. Bunun üzerine müellif, Dahiliye V e kaletine, ( Hazreti Muhammed ) kitabının niçin toplat­ l ı n i dığı hakkında sorduğu sorusuna, vaki müracaatına şu l·cvabı almıştır : Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü Sayı : 683 Muhterem Efendim Mektubunuzu aldım. Biz, her ne şekil ve suretle olur­ sa olsun memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak di­ ı l i bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zih­ ı ı i y ct fideliği vücuda getirilmesine taraftar deği liz. Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör Gençlik için dini bir zihniyet fideliğine taraftar ol­ ı ı ı ı yanlar ( Muhammedin Hayatı ) 'nı toplarken, ( İsa'nın l l ;ıyatı ) 'nı yaymışlardır. Bu muzır kitabın önsözün de l ı a kınız tercüme eden neler söylüyor : « Renan'ın : ( Tanrı yoktur, fakat günün birinde bel­ k i var olacaktır) demesinin manası budur. Madem ki,

T;ı nrı, « tam idrak » ve « tam fazilet>> olarak tarif olunu­ v ı ı r , «o ancak, insanlığın kainat kanunlarını hak kiyle ta­ n ı dığı ve cemiyeti ahlak kurallarına göre düzenlediği za­ ı ı ı a n var olacaktır. » « İsa'nın hayatı bir eb edi teselli kaynağı dır; hoş lı i r neşe verir; insanı lüzumsuz ikiyüzlülüğe düşürmek­ � i 1. i n , ahlakını düzeltmeye teşvik eder; hürriyet zevki a­ ) ı lar; nihayet, insanı zamanımızın en mühim müessesele­ r i ulan içtimal meseleler üzerinde düşünmeye sevk eder . >> 1\. i t aptan Müslüman Türk çocuklarına yapılan tel kinle­ ı i , kabul ettirilmek istenen hükümleri aynen okuyorum : 67


« Dünya tarihinin en bellibaşlı olayı, insanlığın en asil kısımlarını müphem olarak putperestlik adiyle anılan eski dinlerden, Tanrı birliği, teslis ve Tanrı oğlunun in­ san şekline girmesi itikatlarına dayanan bir dine geçi­ ren inkılaptır» denilmektedir. Dünya tarihinin en belli başlı olayı ? Ve şu temenniye bakınız : « Hıristiyanlığın dünyaya çıktığı noktada kurucusu­ nun bütün hıris tiyanların ibadet edebileceği büyük kili­ se yükselmelidir.» « Tanrının hususi tesirine olan inanç, halkı ahmak­ ça bir sağlıfa sevk ediyor, onu şarlatanların kurbanı edi­ yordu. İsa'da ise bu inanç, insanın Tanrı ile samimi mü­ nasebetleri olduğu yolunda temelli bir fikre ve insan kud­ retine olan aşırı bir inanışa bağlıydı; fakat bu güzel ya­ nılmalar onun kuvvetinin temeli ol du; çünkü bunlar, gü­ nün birinde onu fizikçinin ve kimyaemın karşısında kü­ çük düşürecek olan şeyler idiyse de, ona ne kendisinden önce, ne de sonra kimsenin sahibolmadığı bir kuvvetle zamanına hükmetmek imkanını vermiştir.» Böylece eser mütemadiyen Hıristiyanlığın ve onun yaratıcısının propagandasını yapmaya devam ediyor ; bu arada İslamiyete ve Türklüğe de şöylece dakunuyor : « İslamlığın insan hayatında yarattığı büyük yoksul­ luktan dolayı pek kasvetli ve yürekler sızlatıcı bir hal al­ mış olan, fakat insanların tahribedemediği her şeyin ha­ la sadelik, tatlılık, sevgi ifade ettiği bu güzel memleket İsa'nın zamanında refah ve neşe içindeydi . » Görülüyor ki, eser mütemadiyen Hazreti İsa'nın propagandasını ve methini yapmaktadır; Türklüğü ve İslamlığı küçültmekte­ dir. «Fakat canlı malılukların gelişmesi her yerde bir tiırlü olur ve İsa'nınki kadar kuvvetli bir şahsiyetin ge­ lişmesi de, şüphesiz yumuşamaz kanunlara göre olmuş68


lur. Yahudilikten ilham almaksızın idrak ettiği ve baş­ lanbaşa kendi büyük ruhu tarafından yaratılmışa benzi­ yen yüksek bir Tanrı mefhumu, kuvvetinin esasını teş­ kil etmiştir denebilir. Bu esas, vicdanın huzuru ve kal­ bin sükuneti içinde sesi duyulan baba bir tanrı fikridir. isa'da ruhla veya gözle alınan vahiyler yoktur; Tanrı o­ na, kendinden başka bir kimseye hitabeder gibi hitabet­ ınez. Tanrı onun nefsindedir; kendini Tanrı ile beraber hisseder ve babasından naklettiği sözler kalbinden gelir. 1 ler an mevcut bir temasla Tanrı'nın bağrında yaşar; o­ r ı u görmez, fakat Musa gibi gök gürlemesine ve çalılar vanmasına, Eyyup gibi vahiyli fırtınaya, eski Yunan ha­ k i mleri gibi kehanete; Sokrates gibi hususi bir cine; ne de Muhammed gibi Cebrail'e ihtiyacı olmaksızın onun -;esini duyar» .

Nihayet şu göklere çıkarış i l e bu yıkıcı faslı d a biti­

l ' i vor,

tamamlıyor :

« Ruhunu teslim etmeden birkaç dakika evvel sesi l ı ;'ı l a kuvvetliydi. Birdenbire korkunç bir feryat kopar­ d ı ; bazı kimseler bunu, « Ey baba, ruhumu ellerine bıra­ k ı yorum ! » gibi duydular; zihinleri d aha fazla kehanetle­ ı i ı ı gerçekleşmesiyle meşgul olan bazıları da : ( Tamam ol­

d ı ı ! ) gibi anladılar . »

• Şimdi ş a n ve şerefin içinde uyu, ey asil mürşit! Ese­ ı i ı ı tamam oldu; tanrılığın kuruldu. Artık fani değilsin, y i iccldiğin ilahi huzur aleminden, yaptığın işlerin son­ � I IZ neticelerini seyredeceksin! O büyük ruhuna tesir ede­ ı ı ı iycn birkaç saatlik ıstırap pahasına, en tam ölümsüz­ l ı i g ü satınaldın. Binlerce yıl dünya sana bağlı kalacak ! » ., l'l-rcstişkarların, yüz yıllar boyunca, göstereceğin şaha­ ı w yoldan yürüy�rek ardından geleceklerdir! » « İstikbal bize neler gösterecek ? Yeniden büyük bir •1. ı l ı s iyet mi ortaya çıkacak, yoksa dünya kadim devirle69


rin cesur yaratıcılarının açtıklan yolda yürümekle mi yetinecek? Bunu bilmiyoruz. Her halde İsa aşılmıyacak. Onun dini durmadan tazelenecek; hayatının tarihi en güzel gözlerden dinmiyen yaşlar akıtacak; çektiği ıstırap­ lar en iyi yürekleri dağlayacak ; bütün yüzyıllar, insan oğulları arasında İsa'dan büyük birinin doğmamış oldu­ ğunu ilan edecektir.» Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, Müslüman Türk milletinin çocuklarına bu menfur kitabı, ayağında sandal, uzun sakallı, kısa pantollu bir misyoner dağıtmış olsaydı, muhakkak ki İçişleri Bakanlığı bu adam hakkında şiddetli bir takibata lüzum görürdü. Bu kitaba, din mevzuunda o kadar hassas davranan, hatta hakikaten birçok vatan­ daşları, din adamlarımızı, İmam - Hatip okulları öğren­ cilerini ve milliyetçi bazı öğretmenlerimizi üzen, renci­ de eden haksız, mesnetsiz itharn eden, cezalandıran bir Bakanın nasıl müsaade ettiğini, nasıl alet olduğunu hay­ retle ve ibretle karşılıyorum. Ya bu planlı faaliyetlerden haberleri yoktur, gaflet içerisinde bu kitap yeniden bas­ tırılmıştır; yahut da haberleri vardır ve bu suça kendi­ leri de katılmaktadır. Şekil ne olursa olsun bu, affedilmez bir kusurdur, suçtur. Bunun derhal tashihi, önüne geçilmesi lazımdır. Aksi takdirde hakikaten sayın Bakan 'ın burada ve mem­ leketin dörtbir tarafında bu konuda ii-ade ett iği bir ta­ kım sözlerin samirniyetsizliğine inanmaya hak kazanacağı­ mızı burada belirtir hepinizi saygı ile selamlarım. ( Ai kış­ lar ) .

70


POLİTİKA ÜZERİNE



POLİTİKA, AHLAK VE DOSTLUK ÜZERİNE Politikanın bir sanat mı, yoksa bir ilim mi, olduğu l ı ususu, Batılı bilginler ve fikir adamları tarafından tah­ l i l ve münakaşa edilmiştir. Bu araştırıcılar, gerçek bir politikanın ancak tarih, felsefe, hukuk ve ekonomi te­ melleri üzerine .kurulabileceği; sosyoloj i ve sosyal - psi­ koloj i yardımı ile yükselip gelişeceği kanısında birleş­ ı ncktedirler. Milletierin idaresi sanatı ve ilmi demek olan poliüka ı l e, insanları ve cemiyetleri ayakta tutan, yaşatan ahlak ı ı ı ü cssesesi arasında derin ve kuvvetli bağlar mevcuttur. Gerçek siyaset adamının tarifi şudur : Bilmediğini söylemeyen , herkesin bildiğini tekrar­ l;ı mayan, daima nezaket ve alçak gönüllülükle sözlerini ; ı varlayan, ölçüleyen, müsamahayı adet edinen, çok cesur, l ; ı kat inad ve ısrardan korkan, başkalarının onurunu kı­ r;ıcak sözlerden kaçınan bir ahlak seviyesine yükselmiş ı ı ısan. Hiç şüphe yok ki, yalnız Hazret-i İsa müsamahasına değil, aynı zamanda Hazret-i Ömer adiine ve Hazret-i Ali ı·el adetine de uyan bu vasıflara sahip çok nadir insanlar, ı · ı ı kavi kördüğümleri çözer, en güç meseleleri kolaylıkla l ı ;ı lledebilirler. İnsanları ve onların kurdukları, temsil ve idare et­ teşekkülleri b aşanya götürecek yolun gerçekiere ı ·gi l en metod ve prensipler yolu, ahlak yolu olduğu şüp­ l ıesizdir. ı ikieri

73


Siyasi müesseselerde, parti ve devlet idarelerinde hata ve suç işleyenler kadar, onları düzeltmeyen, uyar­ mayan, doğru yola getirmeyen ve önlemeyenler de so­ rumludurlar. Bu sebeple, teşekküllerde bir kişiye ait gibi görünen hata ve suçları toplum içinde paylaşmak, gerçekiere e­ ğilme prensibinin bir uygulanmasıdır. Çocukların işlediği hata ve suçlarda eviadlarını ön­ lemeyen ana ve babaların payı büyüktür. Zirnınetine para geçiren bir veznedarın kasaaçığını tamamlamakla ona iyilik değil, fenalık edilir. Başlangıç­ ta yardım sanılan bu « açık kapama » , gelecekte kendisi­ ne, ailesine, mensup olduğu müesseseye ve topluma bu­ yük bir felaket getirecek karabahtlıyı suça sürüklemek­ tir. Bir in sana herşeyi vermek kabil olsa bile , onun bun­ lardan ne kadarını alıp kaldırabileceğ:ni gözönünde bu­ lundurmak sorumluluğu, ikramı yapanları ndır. Fazilet ve ahlaktan nasipsiz şahsi çıkar ve sandalye düşkünü siyasiler, her türlü ilim ve ahlak kuralların­ dan uzaklaşarak poliükayı hiyle, yalan, düzen, bir nevi hakkabazirk mesleği haline getirmeğe kal ktılar mı, ken­ dilerini idealist siyasi topluluk ve teşe kkül lcrin dışında, boşlu kta bulurlar. Artık ruh hastalı kları n ı n devasız kan­ serine müpteladırlar. Maskeleri düşmüş, al ı n d amarlan çatlamıştır. Davranışları anlayışsızlıktan a h l aksızlığa, in­ safsızlıktan canavarlığa kadar bütün meden iyet ve insan­ lık ölçüleri dışındadır. Gözlerini kin bürüyen, gönülleri n i h ı rs dolduran si­ yasiler ( Tezvir, Tertip, Tahrik, Teşvi k , Te:h did, Tahrip ) okiarı ile rakiplerini vurmağa, muhalifl erini yoketmeğe savaşırlar. 74


Politikacıların çok muhtaç oldukları halde en az ma­ lik bulundukları şey « dostluk » 'tur. İnsan ahlakının bir vecibesi sayılan dostluk, pek ulvi bir histir. Gerçek dost­ luk, zevklerden, varlık, nüfuz ve mevkilerden çok değer­ l i , çok üstündür. Felaketierin payiaşılarak dağılmasını ve mutluluğun katılarak artmasını dost sağlar. Dostluk, a:h alklı kimselerin his ve düşünceleri arasın­ daki uygunluk sebebiyle birbirlerini samimi olarak sev­ meleri demektir. Gerçek dostluk, ancak yüksek ruhlu ve ruhları birbirlerine benziyen insanlar arasında mümkün­ dür. Menfaat alış - verişi demek olmayan dostluğun baş­ lıca şartı doğruluk ve samimiliktir. Samirn iyet olmadan gerçek dostluk kurulamaz. Dostlukta yalan ve yapmacık yoktur. Herşey içten ve gerçekten gelir. Dostluğu doğuran ve sürdüren fazilet tir. Fazilet yoksa dos tl u k ta yoktur. Dosttan acı sözler de işitilir. Acı sözlerinden ötürü dosta minnettar kalınır. Ancak fazilet nasibi kıt kim selerdir k i , dostun doğ­ ru sözlerinden alınır, köpürür, hiddetlenirler. Fazilet fu­ karaları, doğru dost sözündeki acının tadına eremezler. Onların çevrelerini çıkarcı sahte dostlar kaplamışlardır. Artık onlara gerçek dostları da yaklaşamaz ve yardımda bulunamazlar. Sonunda hiç kimse onlara gerçekleri söy­ lemez, söyleyemez olur. Bu, o karabahılı şahsın ve savun­ duğu davanın batışı, ölümüdür. Dostlarını harcıyarak nüfuz sahibi olanlar, dostluk­ larını unutturan bahane sebeplerin büyüklüğünü öne sü­ rerek, suçlarını örtrneğe çalışırlar. Bu boş çabalar, suç­ larını büsbütün ortaya koyar. Bir müstehcen Çin atasö­ zü de, liyakatsız politikacıların hiyle ve düzenle yükseliş75


lerini, bir maymunun ağaca tırmanışına benzetir ve yük­ seldikçe altlarının görüldüğüne dikkati çeker. Mutlu ve faziletli insan, dostu olan, dostluk bilen ve ona sadık kalandır.

POLİTİKA, AHLAK VE TARİH ÜZERİNE Geçmiş yüzyıllarda Doğu illerinde, özel likle Türk ve İslam dünyasında « tedbir-i memleket>>, « siyaset-i devlet » ve « umur-u siyasiye» diye adlandırılan politika'nın o za­ man henüz dinamitlenmem iş temeli, milli tarih ile dini ahlakdan ibaretti. Kadı Iyad tarafından << Şifa , 'da nakledilen ' ve Hz. Peygamber ( s . a . ) 'e atfolunan bir Hadise göre, Hz. 1 Ali ( r. a. ) bir gün Peygambere davranışiarına müessir olan prensipleri sorar ve o da şöyle buyurur :

<< Bilgi sermayemdir, akıl dinimin esasıdır, ar­ zu binek atımdır, Allahı anmak arkadaşundır, gizli­ lik hazinemdir, korku yoldaşundır, ilim silahımdır, sabır giyeceğimdir, kanaat ganimetimdir, alçak gö­ nüllülük övüncümdür, zevkten feragat mesleğimdir, vuzuh gıdamdır, doğruluk şefaat edicimdir, itaat bü­ yüklüğümdür, mücadele alışkanlığımdır ve kalbimin nuru naınazdır. ,, Hiç şüphe yok k i bugün de kendilerini << hayr» yo­ lunda insanların, m illetlerin, mem!eketlerin hizmetine adamışlar için bundan daha veciz ve daha ulvi bir örnek bulunamaz. Savaşın çıkmasında, barışın gelmes i nde büyük önem taşıyan coğrafyadan nüfusa, ekonomiden inanış ve ideı

Bk. Prof. Muhammed Hamidullah : ( l n troduclion lo Islam ı İsiama Giriş (Kemal Kuşçu tercemesi ) , s . sı. İstanbul 1961.

76


allere kadar, politikada rolü olan çeşitli faktörlerin ba­ şında «milli tarih» ve « dini ahlak» gelir. Milletleri yaşatan, yücelten ve geleceğe yöneiten si­ yasi ve sosyal ideaUerin uzun bir geçmişleri, derin bir ta­ rihleri vardır. idealler yüzyılJardan yüzyıllara, ülkeler­ den ülkelere, nesillerden nesillere bayraklar gibi elden ele devrolunurlar. Milli ve dini ahlakı bütün, milli tarih şuuru üstün milletierin ve insanların ellerinde şerefle dalgalanan ide­ aller, milli tarih ve a:hlak yoksunu istismarcılar tarafın­ dan kapılınca yere düşürülür, dejenere edilir ve onlar­ la birlikte harap olurlar. « Milli Tarih» milletimizin yüzyıllar boyunca bırak­ tığı belgeler, yazıtlar, anıtlar, kitaplar ve kanunlar saye­ sinde, cemiyetimizi yönetmiş kurumların işleyişlerini de hemen hemen tam bir doğrulukla ortaya koyar. Böylece bizden öncekilerin yasalarını, törelerini, ve düşüncelerini öğreniriz. Milletimizi idare etmiş siyasi teşekküllerin han­ gi s ebeplerle yükseldiklerini, nasıl değiştiklerini, niçin çöktüklerini veya tamamen kaybolduklarını anlar ve ör­ nek ediniriz. Vaktiyle « Milli Tarih» başlıklı bir yazımızda şu lü­ zum ve gerçeği belirtmiştik " : « Dış düşmanlardan çok iç düşmanların bir millete çökme hazırladıkları tehlikeli günlerde, o milletin milli­ yetçi mütefekkirleri, hasta edilen, çürütülen milli terbiye­ nin, milli ahiakın sağlarnlaşması yolunu ararlar ve bunu ( Milli Tarih ) 'de bulurlar. Çünkü, milletin en büyük ziy­ neti milli terbiye ve milli ahlakı, gerçek milli bükılınetin yolu milli siyaseti, ancak milli tarih kavileştirir, pekleşc B k . Kızılelma ( siyasi m i l liyetçi mccmua ) , Sayı :

16,

s.

7,

23 Nisan

1 948.

77


tirir. Millet, gelecekte başarılar sağiatacak örnek dersleri, ancak geçmişin gerçeklerinden, milli tarihten alır. >> « Bir gün gelecek bu büyük milletin de, sağlam insan mantığından süzülmüş büyük tarihi yazılacaktır. Yüzler­ ce, yüzbinlerce kahraman, büyük asker, büyük bilgin, bü­ yük şair, büyük sanat, siyaset ve inkilap adamı bu taraf­ sız yazılmış büyük tarih içinde, yalnız gerçek ves i kalara dayanan değerleriyle yer alacak, ve gelecek nesill erin Türklük için oynayacak yüreklerinde birer öl mez anıt halinde yükseleceıklerdir. Bu tarih, saçma metodlara, yap­ macık teorilere, uydurma vesikalara, dostça medih veya düşmanca kin ifade eden yalan laflara dayanmıyacak, pa­ rayla tutulmuş uşaklara, satın alınmış Yahudilere yaz­ dırılmıyacak, yalnız ve yalnız gerçeğin mahsulü , milli dehanın emeği olacaktır. Orada, şan aramayan feragH timsali devler cüce, şeref hırsızlan müstebid cüceler dev görülmiyecek, herkes boylu boyunca bulunacaktır. Böy­ le bir ( Milli Tarih ) , Türkü yine eski Türk, bütün millet­ Iere baş yapacak, en büyük milli gıdalanma kaynağımız olacaktır. >> Daha sonra ( Milli Davalarıını z )

başlıklı yazımızla

zamanın Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı'ndan şunları istemiştİk '' : « Aile, din ve mektep terbiyelerinden mahrum bırakı­ lan milletin ne maddi, ne de manevi hiçbir tutanağı kal­ mamıştır. Dilsiz, dinsiz ve milli tarihsiz bırakılan bir mil­ let, silahsız kalmaya da mahkumdur. Dilimizi, dinimizi ve milli tarihimizi birer siyaset oyuncağı olmaktan kur­ tarınız! >> Milli tarihini bilmeyen ( ilim ve kültür fukarası ) , dini ahlak ve terbiyeden mahrum ( moral yoksunu ) ter" Bk. Tevctoğlu : ( Mi l l i Davala r ı m ı z ) , Tanrıdağ, Sayı 2.

78

s.

1 , 20 Kasım

1 950.


ı i p, düzen ve dolapçılıkta usta politikacılar, reisi bulun­ du kları kayığı batırınağa mahkılmdurlar.

t.L'

«Ağyar serçesini bülbül gösterirken biz bülbülümü­ serçe diyoruz» diye hayıflanan ağaçkakan, kendini bil­

ı nediği gibi, bulunduğu dala konmuş kargaları da bülbül sanır. G u i c c i a r d i n i 'nin dediği gibi : « Kuş beyinlerde­

ki bilgi bunları ya iyileştirmez, ya büsbütün bozar. »

Politikada şunu bilmek ve şuna inanmak şarttır : Okumayanlar olnıtamazlar; bilmeyenler bildiremez­ lcr; inanmayanlar ina�:ZEır. Vepülüffaaa- en büy ü k -ahtaKıtlnaoaını -oUın�t1!". -

-

- - --

··

- -

POLİTİKA, AHLAK VE SOSYOLOJİ ÜZERİNE ( Politika ilmi) yapısını inceleyen işçiler, ustalar, mi­ ı narlar, bu binanın ( tarih, felsefe, hukuk ve ekonomi ) gi­ bi değişik furunlarda pişirilmiş, değişik tuğlalardan inşa l'dilmiş olduğunu görürler. Çağımızda siyasi ve sosyal ilimler üzerinde

araştır­

ınalar yaban Batı üniversite ve enstitülerincieki bilginler v e otoriteler de, bu binanın kuruluşunda antropoloj i, psi koloji ve bilhassa sosyoloj i'nin büyük önemine dikka­ ı i çe kmektedirler " . Sosyaloğun bucak bucak kaçındığı şey politikadır. (,'ünkü, sosyolojiyi yoketmek veya köleleştirmek is te­ yen politika, sosyolojinin amansız bir düşmanıdır. 1 ·1 )

Bk. a )

George

Catli n ,

A

stud\ of the Principlcs of Politics s. 100 - 103, 1 29, 134,

London, 1 930.

b) Daivd Easton,

The Politica1 System, s. 96 - 99,

New York, 1953.

c) Social Science Research Council, The Social Sciences in Hislorical Study, Bulletin No. 64, s . 68 - 72, New York, 1954. 79


Geçmişte din konusunda mevcut olan çetin taassup ve çekişme, günümüzde haf.iflemiş, bu ikiye bölünmüş­ lerin savaşı şimdi politika mücadelesi alanına intikal et­ miştir. Dün nasıl din hizipçileri, felsefeyi sadece teoloji'nin bir hizmetçisi yapmak istemişlerse; bugün de diktacı poli­ tikacılar sosyolojiyi öyle, politikanın uşağı, kapıkulu hali­ ne getirme çabasındadırlar. Şahsi çıkar emniyetlerini hiyle ve terörle sağlayan iktidarların rejimleri, doktrinleri, sosyolojiyi emirleri altına almak isterler. Böylece onu ilim şeref ve haysiye­ tinden yoksun kılınağa ve yalnız kendilerini haklı gös­ terici bir propaganda aleti haline sokmağa çalışırlar. Sos­ yolojiyi, uyguladıkları şiddet tedbirlerinin meşruluk ve zaruriliğine mucip sebep beyan edecek bir yalancı şahit olarak .kullanmak isterler. Halbuki sosyoloji,

eviadının bugünkü

gorunuş ve

davranışa erişini, doğduğu günden bu yana çevresıi içindeki büyüme, yetişme şartları ve gördüğü tesirlerle değerlendirebilen ana - baba gibidir. Sosyolog, toplumun geçmişini, doğuşunu ve gelişmesini, ona halen uygulan­ mak istenen rejimin doktrinindeki gerçekleri bütün çıp­ laklığı ile bilir. Tarihin hükmünü, gelecek nesillerin lanetini düşün­ meği budalalık sayan bazı yönetici ve sorumlu politika­ cılarca açıklanmaları hoş karşılanmaz gizli - kapaklı hu­ suslar dahi sosyoloğun malumudur. Doktrinlerin tohumunu, ekildiği toprağı, köklenişini, sürgün ve filiz verişini, fidelerin sulanıp gübrelenmesini, budanmasını, tomurcuklanıp yeşermesını , çiçek açıp meyva verişlerini ve gövdeyi saran sarmaşıkların, dallara 80


konan ağaçkakanların, ham meyva düşmanı haylaz ço­ cukların zararlarını, esen rüzgarları, dolu, sağanak gibi fırtınaları sosyolog bir bir bilir. Kaynağından denize döküldüğü ye re kadar yatağın� da takip olunan bir nehir gibi, milletin ve toplumun seyri­ ne tesir eden rejimierin doktrinleri, onları uygulayan s i­ yasilerin ve hükumetierin tutumları sosyoloji aynasın;ı bakılınca aynen, tahrifsiz görünürler ve böylece tarih, sosyoloji sayesinde kolay anlaşılır. İnsanlığın acılarını dindirmeği amaç bilen sosyoloji ­ nin azgın politikaya ve zararlı politikacılara tesirle top­ luma yapacağı en büyük hizmet ancak şu olabilir : Toplumları kollektif, marazi cezbe ve istiğrak halle­ rinden kurtarmak, sosyal deliliklerden iyileştirmek, inT sanlan sosyal indifa'lardan ve bunların sebep o l dukları yakıcı, yıkıcı, karartıcı, kömür edici sosyal lavları n i s t i­ lalanndan korumak. Ancak, sosyolojinin bu hedef ve gaye s i , bu yoldak i metod ve prensipleri dürüst politikacılar tarafı ndan öğ� renildiği, bilindiği, benimsendiği gündür k i , bu siyasib­ rin yönettikleri kurul, gurup ve partilerde zaman zaman görülen azgınlık nöbetleri, siyasi sar'alar iyice seyre kk"'­ şir veya tamamen şifa bulurlar. İnsanlar ve cem iy<:tler, yanlış politikanın ve kötü politikıcıların getirdikleri bü.! yük felaketler ve sonsuz ıstıraplardan kurtulurlar.

POLİTİKA, İYİLİK VE KÖTÜLÜK ÜZERİNE Sigara içmekle akciğer kanseri arasındaki m ünase� başlangıçta ne düşünülür, n e bilinir, ne de hesaba katılır. Kanser belirtileri meydana çı ktıktan sonra duman ı üttürme keyfine koyulan yasak ise çok geç kalınmış, na• file ve lüzumsuz bir tedbirdir. bet,

81


Millet ve memleketleri idare sanatı veya ilmi demek olan politikada asıl maksat, halka hizmet, insanlara iyi­ . lik etmektir. Fa kat, okuduğumuz koca tarih ve yaşadığı� mız kısa ömür çağı, insanlığa yapılan en büyük fenalıkla­ rın yüzde doksandokuzunun politika yolu ile, politikacı­ lar tarafından getiril diği örneklerini vermektedir.

.

Millete ve vatana ihanet edenler de, «millete ve va­ tana yapılan fenalıkları görüp susanlar, ancak alçaklar­ \ dır» diye haykıranlar da, başlangıçta bir ve beraber gö­ rünen politikacılardır. Hercai ruhlu, yalancı, nankör, tehlike karşısında kor­ kak ve kazanç bırsına susamış, kendi çıkarlarını herşeyin üstünde tutan insanların da büyük yekCmla dahil bulun­ duğu politikacıların tümü, siyasete katılmadan önce, ka­ dirbilir, vefalı, fikir ve ideallerinden dönmez, doğru, ce­ sur, fedakar ve feragatlı görünürler. Sahaya çıkarken on­ biri de Vefalı görünen takımın önde koşan bütün oyun­ cuları Galatasarayına ve Fenerbahçesine girerek vefasız­ lıklarını ortaya koyunca, çok kere bir kaledeki kaleci ka­ lır. Politika cambazları ayaklarına ip üzerinde olsun bir yer bulmayı başardılar mı, ilk aşağı yuvarlayacakları kimse, kendilerine ipte numaralar yapmayı öğretmiş us­ taları Machiavelli'dir . Elbette ki Voltaire :

« İnsanlığın yeryüzüne getirdiği

kötülükleri ben söylesem biri yazsa, muhakkak E s d r a s'­ dan çok konuşmak zorunda kalırdım» demekte yerden göğe kadar haklıdır. Politika hayatında gerçeğin eksik olarak bilinmesi, hiç bilinmemesinden daha tehlikelidir. Büyük çekişmele­ re, iyilik yapacakken kötülük etmelere çok kerre yanın bilgililerin sebep olduğu bir gerçektir. 82


Kendisini başkalarına iyilik ve halka hizmet etmeğe alıştıranlar, kemal mertebesine erenlerdir. Yalnız « hayr» maksadıyla yapılan iyilikler makbul­ dür. Bir çıkar umarak yapılacak iyilik, kötülüktür ve ahlak ile ilgisi yoktur. Yapılan iyiliği gizlemek de en ta­ bii bir icaptır. İyilik edenin minnettarlık beklernesi kadar küçüklük yoktur. Politikada çok kere birisinden iyilik görenlerin ona ihanet ettikleri bir vakıadır. Bu bir cibil1 i yet meselesidir. En büyük fazilet, sırf iyilik etmek için iyilik etmek­ tir ve iyilik edilenin de yapılan iyiliği bilmesidir. Kurt politikacı diye anılanların ustası Machiavelli << Prens» adlı eserinde, insan tabiatının yapabileceği iyi­ l ikleri, kötülükleri birbirlerine paralel olarak sıralar. Cö­ mertliğin karşısına cimriliği koyar : İyiliğin karşısında kötülük, sofuluğun karşısında zındıklık, doğruluğun kar­ �ısında yalancılık, hainlik vardır. Machiavelli'nin insanlara ve politikacılara verdiği kö­ tü örnek, siyasette başarı için ahlak dışı tatbikatı, ayıp ve yolsuz çarelerin kullanılmasını mübah ve zaruri gör­ mesidir. Dün böyle, bugün şöyle düşünen dünün sakat fikir kanaat sahipleri, eski düşüncelerini düzeltmiş değil­ lerdir. Politikada yükselebilmek, gözlerine kestirdikleri siyasi mevkii ele geçirmek için, dün batırdıkları, vatan i hanetiyle suçladıkları kimselerin devirlerini bugün «Al­ lun Devri » diye anarlar. Kasıt, gafil insanları, hassas kit­

ve

l eleri avlamaktır. Bu ilim ve fikir istismarcısı madrabaz­ ların « siyasette ahlak » anlayışları, kendi ifadeleriyle tam bir Makyavelizmdir. Onlara göre : « Siyasette yalan, sah­ ı ekarlık, döneklik, tahammülsüzlük gibi gayrı ahlaki say83


dığı.mız hareketler aslında vazılı ve belirli bir davranış sisteminin tabii neticeleridir.» Politika halka hizmet ve büyük iyilikler yapmak yolu iken, onu insanlara zulüm ve kötülük mesleği haline so­ kanlar, hep bu halktan yüz görmemiş, çok yüzlü veya yüzsüz; yalanı, sahtekarlığı, dönekliği kendilerine meslek edinen Machiavelli maymunlarıdır. Bunlardan gelecek iyiliklerio en büyük kötülükler olacağını görmek, sezmek ve önlemek lazımdır . Yolu, on­ lara kanmamak, maskelerini düşürüp gerçek yüzlerini halka tanıtmaktır. Aksi halde, politika yüzünden hapisha­ nelerde çürüyenlerin, sehpalarda iple, duvar diplerinde kurşunla can verenlerin sayıları, yeryüzünde veremden ölenlerin miktarını daima geçecektir.

POLİTİKA, HİDDET VE KUMAR ÜZERİNE Hiddet, hayvanların nefislerini ve nesillerini koruma­ ya yarayan bir histir. Hiddet, hayvanları karşısındakilere saldırtır. Hiddetin insanlara musaiiat oluşu ise, onları davranışlarında hayvanlaştırır. En çok hiddetlenen insanlar kumarbazlarla, politi­ kacılardır. Politikacılar arasında çok kumarbaza rastla­ nışı bir tesadüf sayılmamalıdır. Politikadan önce kumar­ baz olmuş insanlar, birden kazanmak, birden kaybetmek zevklerini kumar masası başında tatminle yetinmeyince, politika kürsüsünü denerneğe heveslenirler. Halka hizmet demek olan politika mesleğini kumarcılık haline sokanlar, Anadolunun davalarını Anadolu Kulüplerinde halle çalı­ şanlardır. Bunlar, sözle tecavüzde bulunmak, hakaret ve­ ya küfretmek, yumruk sıkmak, tokat atmak, çanta, aya.k­ kabı fırlatmak gibi parlamento içi faaliyetlerinden kur-


tulunca soluğu kumar kulüplerinde alırlar. Bu politika­ cıların, hükumet merkezindeki kumarhaneleri de zevkle­ rine yetmeyince, her mevsim, her hafta sonu, devlet ta­ şıtlarını parasız işgal ederek maçlar seyretmek, To-to'yu bizzat yaşamak, tatillerini büyük kumarhanelerde geçir­ mek üzere, başka şehirlere taşınırlar. Bunlar hiyle, kağıt düzme ve blöfü metod olarak ku­ marda talim, politikada tatbik ederler. Kütüphanelere ayak basmamış bu kanun yapmakla görevli kişilerin stad­ lara, kumarbanelere devamı üzerinde yapılacak yoklama, çıkarılacak istatistik çok dikkata değer ve ibret verici olur. Hiddet, geçici bir deliliktir. Kızgın insanın düşünce kabiliyeti, ahlaki hisleri v e terbiye kaideleri bozulur. Kız­ gın insan kendisine sahip olamaz; rlüzgün konuşmasını kaybeder. Hiddet, bir çok fizyoloj ik değişiklikler doğurur. Kızgınlıkla kan basıncı artar, yüz kızarır, gözler parlar, ba­ kışlar vahşileşir. Hareket kontrolu kalmaz. Tabii halde akıldan geçirilemeyecek sözler sarfedilir; davranışlar ka­ balaşır; çirkin, adi kavgalar çıkar. Kızgınlıkla yapılan iş­ ler, hiddetlenen için de, daima zararlıdır . İnsanları maddi yaralardan çok, onurlarına doku­ nan hakaret, alay gibi manevi taşlar hiddetlendirir. Kar­ şısındakinden gelen yolsuz tenkid, haksız kötüleme, ifti­ ra, zulüm ve gadir, azarnet ve kibir pek çok insanları hid­ detlendirir. Kızan şahsın kendine ait hiddet sebepleri de kendisini çok beğenmesinden, sahip olmadığı hasletler kendisinde varmış çalımıyla öğünmeğe alışmasından, kü­ çük sebeplerden kavga çıkarmayı huy edinmesinden ileri gelir. Sık sık hiddetlenmeler, kin ve intikam hisleri doğu­ rur. Kin ve intikam, insanların hayvanlarla müşterek his8j


lerindendir. Hiddetlenen insanların davranışlarındaki hayvanlaşma da bundandır. Sık sık hiddetlenenlere, dost­ larının muhabbetleri azalır. Hiddetlenenler, evvelce görül­ medik, alışılmadık halleriyle kendilerine yakıştırılmayan davranışlara düşer, gülünç veya acınacak kimseler olur­ lar. Bu sonuçlar, dostlarında, çevrelerinde ve bizzat ken­ dilerinde üzüntü ve ıztırap yaratır. Sağlam ve dürüst bir politikacı kendi hiddetini yen­ rneğe çalışır ve bunu bir iyi alışkanlık haline get irebilir­ se kendisini küçüklüklerden, maddi, manevi acılardan ko­ rumuş, kurtarmış olur. Hiddeti yenmek, onurla ilgili ulvi hisleri kuvvetlen· dirmekle sağlanabilir. Politikada haklı tenkidlere hiddet göstermek, haksız tenkidleri mesele yapmak hafifliktir, hamhktır, küçüklüktür. Tenkidlerin her çeşidini daha mükemmel iş görmek , daha iyi eser vermekle cevaplandırmak ise ağır olmaktır, olgunluktur, büyüklüktür.

POLİTİKA, DOGRULUK VE SAMİMİLİK ÜZERİNE Hazret-i Mevlana : « Erierin huyu açıklık ve sıcaklık­ tır. Aşağılıkların işi hiyle ve u tanmazlıktır» buyuruyor. Eğer poliükacılar, doğruluk ve samimilikten ayrıl­ ınaziarsa politika, vatana, millete ve halka hizmetin en şerefli mesleği olur . Mevki ve iktidardaki bir kimsenin sözlerini, karşı inanışta iken kabul ve tasdik eder görünmek, doğruluk ve samimilikle bağdaşamaz adi bir yalancılıktır. Mevki ve iktidar sahibinin görüşüne riyakarlıkla uymak, yalnız o 86


zata gösterilmiş en büyük saygısızlık değil, aynı zamanda hiyanet sayılacak bir rezilliktir. Kendi özel meslek ve ihtisaslannda, eski faaliyet alan­ larında büyük başarı ve şöhret sağlamış kimselerin po., litikada bu başarı ve şöhre.tlerinden faydalanmaları an­ cak geçicidir. Politikanın aradıkları kendilerinde bulun­ mayan şöhretler, kısa zamanda bu yeni mesleğe adapte olamaz, bu çetin hizmetin lüzumlu ve zaruri gördüğü bil­ gi , metod ve tecrübeye sahip bulunduklarını ortaya ko­ yamazlarsa, bozuk para gibi çabuk ve kolay harcanma­ ya mahkfımdurlar. His ve hatıralardan, soyadı ve mezar taşlarından des­ t ek görerek politika merdiveninde yükselenler; ahlak, fa­ zilet, çalışma ve davranışları ile, bu getirilclikleri mcvkie �ahsen de layik olduklarını isbata mecburdurlar. Aksi halde, en kısa zamanda merdivenin çıkarıldıkları üst ba­ samağından tepe üst U yere çakılmakla kalmaz, toprak al­ tındakilerin de ruhlarını tazip, kemiklerini tahrip ederek canlıyı inietir, cansızı sızlatırlar. Ahlaklı bir politikacının en büyük meziyeti doğruluk samimiliğidir. Sırf iyilik etmek için iyilik etmeğe ken­ disini alıştırmış, nefsindeki küçüklükleri oradan, güzel hislerini kuvvetlendirerek atabilmiş ve şuuraltı tabakaia­ rına yüksek kanaat ve prensipler yerleş tirebilmiş po li ti­ k a cının erişemiyeceği başarı ve mutluluk yoktur. ve

Politikacının yaptığı işlerde palkın beraberliğini ve desteğini yabana atılmayacak başlıca silah saydığı, bu ya­ k ınlığı menfaat karşılığı veya dalkavuklukla kazanmak küçüklüğüne düşmediği, böylece insana sevgi kazandıran faziletten asla ayrılmadığı ve yakışmadığı yeri yakışanına hı rakmayı bildiği gün, politika; halk ve hak yolundaki ah" lak mesleği olur. H7


POLİTİKA, HOŞGÖRÜRLÜK VE ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK ÜZERİNE Hoşgörürlük ( müsamaha veya tolerans ) , başkaları­ nın kendimizinkilere uymayan samimi düşünce ve davra­ nışlarını saygı, sükunet ve anlayışla karşılamaktır. H oşgörüdüğün en büyük önem taşıdığı meslek poli­ tika, müsamahaya en çok muhtaç ve yer verecek olan in­ san da politikacıdır. Kendisini islah ederek hoşgörürlüğü ruhuna işieyebil­ miş bir politikacı, yersiz çekişmelerden, lüzumsuz müna­ kaşa ve kızgın sözlerden gelecek fenalıkları hertaraf eder. Böylece şahsını geçici marazi hislerin esaretinden sıyrıla­ bilen s iyaset adamı, olayları salim, davaları olduğu gibi görür, değerlendirir ve gerçeğe daha kolaylıkla erişir.

<<Denizi bir testiye dökersek

ne

alır? Bir günün kısme­

tini... » huyuran H azret-i - Mevlana'nın gerçeğe ışık tuttu­ ğu günden bu yana yüzyıllar geçti. Fakat hala : «Harisle­ rin göz testisi dolmadı. » Hoşgörürlük de, k ibirin aksi, tevazu ( alçakgönüllü­ lük ) gibi bir asil meziyettir. Fakat politikada küstahlık ve şerefsizlikleri hoş görmek, haysiyet yoksunluğudur; yapan kadar hoşgöreni de küçültür. Şahsi çıkar sağlamak, kudretli şahsın teveccühünü elde etmek için kendini hakir göstermek de öyle yalancı­ lık ve haysiyetsizliktir. Politikacının, sandalyasını korumak, siyasi bırsını sürdürmek için uşaklık, dalkavukluk ve dilençiliğe tenez­ zül\i, bir büyük meziyyet olan tevazu'un tam aksi bir zil­ lettir. 118


Kendisini solucan haline koyan bir politikacının, a­ yaklar altında ezilmekten şikayete hakkı kalmaz. İyilerin de kötüleşebildikleri politikada, hata ve suç işleyeniere karşı kullanılan hoşgörürlük, karşısındakinin b unu anlamadığı, takdir etmediği sınırda bitmeli, sona crmelidir. Milletierin fertleri arasında olduğu gibi, politikacı­ larda da çok iyiler, iyiler, fenalar ve çok fenalar vardır. Halk ve hak yolundaki siyasi teşekkülleri başanya criştirebilenler, çok fenaları ayırmış ve ayıklayabilmiş, zararsız duruma sokmuş, fenaları iyi, iyileri çok iyi hale getirmiş olanlardır. Burada, iki rahmetlinin huzurlannda söylenmiş ve taraflarından beğeniimiş bir teşbihimizi tekrarlayaca­ ğız :

Politikada büyük ustalık ve gerçek başarı, çiğ­ çamuru testi şekline getirip pişinnek ve o­ nun içinde mübarek suyu taşımaktır. nenen

MEVLANA VE POLİTİKA Bu başlığı okuyan dostlarım beni şaşırmış, tanıma­ yaniarsa beni sapıtmış sanacaklardır. Hazret-i Mevlana'­ nın politika ile ne ilgisi olabilir diyeceklerdir. Bugünün papağanlardan, maymunlardan bin beter t aklitçileri, Batı'nın ekşimiş, hayat fikirlerini taze ve yep­ yeni diye tekrar ederlerken, yüzleri hep karanlığa dönük­ tür. Bu yarasalar Doğu'ya, güneşe bilemezler.

bakmasını bilmezler,

Bugün artık toprağı nur olmuş bir rahmetli, gerçek aşk uğruna zindanda yatıyordu. ilk ve son sevgilıisi «vas89


fiye>>'sine yazdığı bir mektupta şunu sağlık verınıştı : << Fih-i - Mafih'i oku ! İçindekini içinde bulacaksın . >> Böylece, mektuplarda söyleşemedikleri sevgi yasak­ larını, Hazret-i Mevlana'nın aynasında bakışarak konuş­ muşlardı. Hazret-i - Mevlana'nın Mesnevi 'si her manada bir gerçek hazinedir. Ahlak ve fazilet yoksunları; iyman, i de­ al ve düşünce züğürtleri iflasa giderken, bu hazineye başvursunlar; kendilerini, bekleyen mutlak felaketten u­ zaklaştırmış ve kurtarmış olurlar. Bu hazineden faydalanacak çeşitli meslek mensupla­ rının başında ise, politikacıların bulunması gerekir. Z ira politikacıların Hazret'ten alacakları yüzlerce ders ve ö­ ğüt mevcuttur. Biz bu yazımızla, muhtaçların, kapıları ardına kadar açık bu yüce hazineden faydalanmalarını sağlamak için, haber ve örnek vermek suretiyle, dosta-düş­ mana iyilik etmek istiyoruz. Okuyucularımıza tavsiyemiz şudur : Mesnevi'ye baş koyunuz! Onu yastık etmişlerin ruhlarını başucunuzda duyarak, onların başlarını nara yakan karasevdanın çı­ rasını içerinizde alevleyiniz. Sonra, Hazret-i - Mevlana'­ nın .denizine dalıp, gönül gözünüzü açınız : Tevfi k-i-ilahi'yi göreceksiniz. ·

Aşağılık olsun, yukarılık olsun; bu denize . her dala­ nın payına düşecek cömert hediyelerden, gerçeğin incile­ rinden siz de elinizi, gönlünüzü, kucağınızı dolduracak ka­ dar bol alabileceksiniz. Çok fena iseniz de, fena iseniz de, iyi iseniz de, çok iyi iseniz de ruh ve rnfma aleminden ar­ mağansız dönmeyeceksiniz. Topsuz - tüfeksiz gönül iklimlerini fetheden ruh ve mana, iyman ve ideal aleminin yüce sultanı Hazret-i Mevlana, siz{ dergahına çağırıyor, geliniz . 90


Bu ilahi denize ürkmeden, ürpermeden ve daha çok gecikmeden dalınız ! ... Bakınız, Hazret, gönül kulağınıza ııcler üflüyor, neler sesleniyor : «Çabuk ol, çünkü zaman keskin bir kılıçtır. ( Yarın ) demek yol şartlarından değildir. Vara, veresiyeden yokluk gelir.» « Hakiki olan vaitlef'İ gönül kabul eder; içten gelme­ yen vaitler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ebiinin vaitle­ ri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olma­ yanların, kerem sahibi bulunmayanların vaitleri ise gö­ nül azabıdır. » V e yine bakınız Hazret, size en iyi şeyin dozunu, de­ recesini, tadını kaçırmamanız için ne buyuruyor : « B u alemi aydınlatan güneş bir parçacık yaklaştı ını, her şey yandı gitti ! »

POLİTİKAYI KiRLETEN TEMiZLERDİR Bugün seçimlere doğru gidiliyor, seçimler yaklaşı­ yor diye değil; yıllar ve yıllardır tekrarlanan gerçek şu­ d ur : Bir takım politika madrabazları, siyaset canbaz­ l arı öne atılıp salıneyi doldurunca « temizler» çekiniyor, geride kalıyor, ileri atılmıyor, vazife kabul etmiyorlar. Sonunda da pölüika, madrabazlar elinde kirleniyor, va­ l an ve millet zarar görüyor. Suçlu kim ? Meydanı boş bulan politika madrabaz­ l a rı, siyaset canbazları mı ? Yoksa mes'uliyetten kaçı­ ı ıan, vatan ve milletin kendilerinden beklediği mücadele­ y i kabul etmeyen çekimser, ürkek, korkak « temizler» m i ? Politikayı çirkefleştiren temizlerd ir. << Temizler» yerle­ r i n i alsalar, kirliler yer bulamazlar. 91


Koca Mevlana şöyle huyuruyor : «Aşk, madem ki adam yeyicidir; adam gerektir ki, adam yiyen aşkın önün­ de kendini ona lokma etsin ! » Vatan v e milletin yararına olacak politika d a « te­ miz adam» istiyor. Vatan sevmek, vatana ve millete hiz­ met kolay ve ucuz değil, zor ve pahalıdır. Aşkların en asili adam yeyici vatan aşkı, temiz ve cesur adam istiyor. Temiz ve cesur vatanseverler! Vatan bugün, her zaman­ kinden fazla sizin temizliğinize ve cesaretinize muhtaç­ tır! 7 Haziran 1 96 1

92


DÜNDEN BUGÜNE



KÖY İSiMLERİ TÜRKÇE OLACAK Samsun Çarşambasında çıkan ( Kalender ) adlı bir küçük memleket gazetesinin küçük sahifeleri arasında pek büyük, pek mühim bir haber gözlerimizi sevinçle ı şıldattı : ( Köy İsimleri Türkçe olacak ) . B u hususi Ankara haberine göre : İçişleri Bakanlığı, köy isimlerinin Türkçeleştirilmesini kararlaştırmış ve bu ınaksatla bir komisyon, 36 bin köy ismini teker teker i ncelemiş ve Türkçe olmayanlar için yeni isimler tesbit e t miştir. Bu komisyonda bulunan tarih, çoğrafya ve Türko­ l oj i profesörleriyle, Harita Genel Müdürlüğü uzmanları­ nın ve Komisyon Başkanı i ller Genel Müdürü Meydanoğ­ l u'nun yapacakları bu son derece mühim milli hizmeti ) i mdiden takdir ve şükranla anmak istiyoruz. Sayın Meydanoğlu ve arkadaşlarının bu yerinde te­ -:;ebbüsleri, çok gecikmiş bir büyük milli davanın bir ı n ühim dalıdır. Davanın gerçeği ve tümü ise, köylerimizin va lnız adlarıyla değil , herşeyleriyle «Türkçe» olmaları­ d ı r. Yakın bir gelecekte büyük milletimiz, üstünde büyük d evletler ve medeniyetler vücuda getirdiği bu aziz va­ l a na Orta Asyadaki Anayurd'dan göçedip kuruluşumu­ I l i n l OOO ' inci yılına erecek tir. On asırdanberi her karış toprağını Türk soyunun ; ı s i l şehi d kanları ile azizleştirdiğimiz bu mukaddes Türk kokan toprağın adı ( Türkiye ) 'dir. Fakat esefle ve i i zülerek söyliyelim ki : Bu aziz vatanı t eşkil eden ve bu 95


yurdun gerçek Efendisinin oturduğu binlerce köyün he­ nüz adları ( Türkçe ) değildir. Bu köylerde yaşayan bir­ kaç milyon köylünün evlerinde konuştukları dil henüz ( Türkçe ) değildir. Bu, korkunç bir «milli şuur noksanlığı » 'nın netice­ leridir. Bu, büyük Türkçü Gökalp'ın plan ve programını çizerek ( Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak ) ese­ rinde formüllendirdiği ve büyük Atatürkün ise türlü sa­ halarda tatbikatma geçtiği Türk milliyetçiliğinin ı 938'­ den sonra devlet eliyle baltalanınasının neticeleridir. Bu, milliyetçiliğin bir partinin tekel maddesi haline sokulup dondurulmasının neticeleridir. Ve bu parti dı­ şında milliyetçiliği savunmağa cesaret eden her Türk aydınına, komünistten çok daha kötü damgaların vurul­ duğu ı 944 yıllarında, komünizmin gelişip yayılmasına gösterilen himaye ve yapılan yardırnlara mukabil, Türk milliyetçiliğine indirilen darbenin neticeleridir. Bu, her türlü iğrenç politika istismarcılığı dışında ka­ larak, Türk milliyetçiliğinin gençlerimize ve onlar vası­ tasıyla yurdumuzun en uzak ve geri köylerine yayılma­ sını kendilerine program ve vazife bilmiş gerçek milli­ yetçi dernek ve teşekküllerin - bunların başında ( Türk ocakları ) 'nın - faaliyetlerini köstekl eme neticesi dir. Tam yirmi yıl önce, her sabah yüzlerce Mehmedciğin bu vatan için çarpan kalplerini dinlediğimiz bir kıt'ada, yüreğimiz bu milli acı ile burkulmuş, yaralanmıştı : İki­ bin kişilik Alayımız içinde, Doğu bölgemizden gelmiş bin­ den fazla Mehmedcik tek kelime Türkçe konuşmuyordu. Araştırdık ve öğrendik ki, o günkü devlet istatistiklerine göre, yurdumuzda üç milyon kadar Türk vatandaş yaban­ cı dillerle söyleşiyorlardı. Ne kadar acıydı ki, Alayımıza katıldıkları gün yalnız Kurmançca veya Zazaca konuş­ tukları için kendilerine ( Kürd ) denilen bu Türk evladla96


nndan bir kısmı, şu özbeöz Türkmen aşiretlerine men­ supdular : Karakeçili, Türkfmlı, Aydınlı, Atmalı, Karalar, Ka­ balar, Diricanlı, Canbeyli, Dügerli, Beydilli, Koçuşağı, Ba­ hadırlı, Koçkırlı, ilbeyli, Torunlar ve Musabeyli.

1 943 Ağustosunda ( Kopuz) adlı dergimizde ( Dil Bir­ liğimiz ) başlıklı bir makalede ve bir yıl sonra da, mlı­ liyetçilik düşmanlannın tertibi olarak, türlü yalan, tahrif ve aslısız isnadlarla sevkedildiğimiz ( Bir Numa­ ralı Sıkıyönetim Mahkemesi ) huzurunda bu milli konu­ yu bütün belgeleriyle açıklamıştık. Ne kadar acıydı ki, Türkiyede komünist ihtilali hazırlayan kızıl köpeklerin himaye gördükleri bu 1 944 yılında, Türkün milli şuur-u­ nu uyandırmak isteyenler, türlü hayvani işkencelere uğ­ ra:tılıyorlardı. İşte bugün ( köy isimleri Türkçe olacak ) haberini kurken gözlerimizin sevinçle parlaması bundandır.

Yıllarca milli programdan m ahrum bir cemiyette milli şuur parlamış, yolumuza ışık tutuyor : Türk yurdun­ da herşey « Türkçe» olacaktır. Buna adlardan, Türk köy­ Iüsünün yaşadığı köylerden başlamyor. Adları : Mehgimi, Şehanikan, Zivistan, Talikan, Ze­ lıeşkar, Mendigeran olan Siirt, Tuneçli, Van ve Urfa köy­ leri Acernce değil öz Türkçe - ama Türkçe olmayan uydurma « terim » 'lerden deği] - gerçek Türkçe adlar alacaklardır . Türk köyleri : Zilarhain, Annabi, Naaş, Vahna, Şey­ hayne veya Havbe gibi Arap; Puro, Nisisto, Birdo, Zelpe­ nememo, Gündükiremo, Gedenaşo ve Kürdo gibi KüFd adlarından ternizleneceklerdir. Kızıl ihtilalden sonra Ruslar, Türk ve Müslüman kardeş ve akrabalarımızı öldürerek, en hafifi, . çil yavrusu 97


gibi dağıtıp Sibiryaya sürerek, mujiklerle daldurduklan canım Türk köy ve kentlerinin adlarını da tamamen Türk­ çed;;:n Ruscaya çevirerek, hatta Altay Dağlarının en yük­ sek nok t ası Katun ( Kadın ) başı'nı bile Byeluha diye ad­ landırarak Türklüğü eritip haritadan kazımağa çalışır­ i arken , b iz, bin yıllık Anadolumuzda, milli gaflet ve milli Türkün kal'ası Kars�ımızın bir kazasını �uursuzlukla, Posof, merkez köylerinden birini Petrofka, diğer bazıla­ rını Paşkof, Germcşof, Orgöf diye adlandırmağa hala deY�1m ediyoruz.

Elbe tte köylerimizin Zigaristav - Subaşı demekmiş veya Papola gibi adları bulundukça komünist Gürcü profc:sörler; Pişhazkom, Lamyan, Vadon, Pozvenk, Tillek, Ban i botyan, İspiviyan gibi adları bulundukça Ermeni profL·sörler; ve Manganabo, Arkançilo, Sidilisa, Kalis, Ok­ seko , Zenozeno, Ancipranos, Hundeztopanos, Anaso, A­ sofol iza ve Alisinos gibi adları bulundukça Pontos ve­ reseci ! eri ( ? ) topraklarımızda hak iddia ederler. 1 957 de Washington'da gördüğümüz, merkezi Paris­ te bulunan Müstakbel Kürd Cumhuriyeti ( ? ) ' ni ihya Komitesi'nin, üstünde bayrak resmi de bulunan dergile­ rindeki korkunç faaliyet planları tahakkuk safbasma ge­ çince mi uyanacak, maddi ve manevi silahianınıza sanla­ cağız ? Y u rdumuz içinde, Basında yıllardanberi yaptıkları korkunç komünizm propagandaları, gülünç ve feci bi­ l ir ( ? ) kişi raporları ile affa uğrayan kızılların da, ortak­ l arı ve üstadlan gibi kaçarken Bulgar hududunda geber­ tilmelerini mi bekliyeceğiz ? Yoksa, kaçtıktan sonra (Bi­ zim Radyo ) gibi kızıl merkezlerden afkurmaları mı uyu­ yanlarımızı uyaracak, ancak o zaman mı bu vatanı ve milleti koruma milli seferberliğine geçeceğiz ? 98


Bu acı gerçekler bize, milli şuurun en kısa zamanda uyarılmasını ve bir milli programın phinlanıp tatbikini cmrediyor. Bu vatanda istisnasız her ferd ( Ne mutlu Tür­ küm ) diyeceği milli şuur seviyesine ulaştırılmalıdır. ( Köy adları Türkçe olacak ) pek sevinçli bir haberdir. Dileğimiz, bu milli teşebbüsün, yurdumuzda herşeyin ( Türkçe ) 'leşmesini sağlayacak bir milli planın başlan­ gıç örneği olmasıdır. 8 Kasım 1 961 TÜRK'ÜN DIŞ iTiBARI DAHA FAZLA KÜÇÜLTÜLEMEZ

Bir gazete haberi, Adalet Divanınca, Celal Bayar ile i lgili iktisap dosyalarının yeniden incelenmesinde, sav­ c ı l ığın son derece önemli bir talebini açıklamaktadır. Divan, 27 Mayıs 1 960 sabahı Bayar'ın evinde bulunan 366 parça, 685 bin 952 lira tutarındaki mücevheratın ec­ nebi devlet temsilcileri tarafından hediye olunduğunu tespit etmiştir. Yalnız savcılık «bu hediyelerin Celal Ba­ yar'ın şahsına mı, yoksa Türk devletine mi hediye edil­ miş olduğunu>> hediyeyi verenlerden soracakmış. Bu habere inanmak istemiyoruz. İnşallah asılsızdır. Veya yanlış aksettirilmiştir. Eğer savcının « hukuk ica­ bı» diye ileri sürdüğü bu talep gerçek ise, inşallah hakim­ ler tarafından reddolunın uştur. Ne avukatım, ne de kendisini savunmaktan aciz bu­ lunmıyan bir şahsın müdafiiyim. Yalnız, zedelenmeye ta­ hammülü kalınıyan yüreklerden birinin sesini duyur­ mak istiyorum. Bu mücevherlere nasıl el konuldu ise, bu hediyeler öyle istirdat edilsin, hazineye devrolunsun veya sokağa saçılsın, yahut tuz buz haline getirilip imha edilsin; fakat 99


bunlar Türk haysiyet ve şerefini kıncı bir soruşturmaya sebep, vesile teşkil etmesinler. Savcı, mücevherlerin Ba­ yar'ın şahsına mı, yoksa Türk devletine mi verildiği hu­ susundaki sorusuna asil ve necip ecnebi dostlarımızdan alacağı insanca, nazik cevapları almış olsun veya olmasın. Fakat her halde kararını, bu soruları yabancı dostlarımıza sormarlan versin. Böyle bir tahkik, böyle bir araştırmanın dünya ada­ let tarihinde kaydı, benzeri yoktur. Ne olur, bu ilk örne­ ği de biz vermiyelim. Ne olur, adil kararlar almak iyi dü­ şüncesiyle dahi olsa, milli haysiyet ve şerefimizi zedele­ yecek böyle bir soruşturmanın yapılmasından geri du­ ralım. Japon İmparatoruna şu incileri, Efgan Kıralına şu köpeği ve İran Şahına şu seccadeyi ( siz Bayar'ın şahsı­ na mı, yoksa Türk devletine mi vermiştiniz) diye sorula­ cak sualler, hangi karara tesir eder bilmem; fakat, be­ nim gibi bir Türk'ü, birçok Türkleri yaralar, küçültür, al­ çaltır. Buna ise hiçbir kimsenin, hiçbir makamın hakkı olmasa gerektir. İnşallah bu haber yalandır veya yanlıştır. İnşallah çoktan reddedilmiştir. Yok gerçekse, derhal değiştirilme­ li, durdurulmalıdır. Türk'ün hak ve hukuku kadar ve hatta ondan önce, haysiyet ve şerefini korumak bir savcı kadar, ne balıası­ na olursa olsun, her Türk'ün de vazife ve borcudur. 2 1 Kasım 1961

100


Ağabeyimin Ardından : BİR GERÇEK VATANSEVERiN SON YURT GEZİSİ

Oğlunun adı Cahid; kızının adı Cahide; milletinin kendisine verdiği ad ise « Mücahid»'di. Bu milletin tek ümidi, tek manevi dayanağı olan milliyeti ile dini yoluna başını koyup canını verenler arasında onun safı, sırası en ileride idi. Yurt topraklarına yaptığı son yolculuğa çıkmadan i ki gün önce, radyonun çaldığı bir memleket havası üze­ rine : « Kim ne derse desin, ben bu toprağı seviyorum! Ben bu toprağı seviyorum! » diye aşkını bir kere daha ve son defa ilan eden aşık, dostluğa vefayı, aşkların en ulvisi bildiği için, ayrı düştüğü gerçek dostlarının köyüne gi­ diyordu. Yurdun her köşesi onun için Kabe kadar mübarek, Ayşeciği kadar güzel, Fatoşcuğu kadar sevgiliydi. Fakat l'urgunu olduğu kırkbin Türk köyü içinde çılgınca sev­ diği : Adaşı Neyzen'in de doğum yeri olan ( Bafra'nın Kolay Köyü ) idi. Bir gün onun bu (Kolay Köyü ) 'ne yaptığı mes'ut bir yolculuğu, göğsüm kardeş gururuyla kabarık, gözlerim sevinç yaşlanyla dolu olarak seyret­ ıniştim. Yurt toprakları üstündeki bu son gezisini de ben, ' m un Kolay Köyüne son göçü sanıyordum.

SO yaşını doldurmadan; üç - dört saat sonra tamamla­ nacak 1 96 1 'in bitmesini beklemeden; bir şeref randevu­ suna dakika geciktirmeden yetişircesine; hürriyet diye ınüstebidlerin, hak diye hırsızların ve adalet diye vicdan­ s ıziarın asırlar boyunca komediler ve facialar temsil et­ alelacele terkedip, temiz ı ikieri bu iğrenç fani dünyayı ruhlar alemine, son nefesinde, son sözleri olarak : «Alıoı


iab! Allah! Allah! >> diye seslendiği yüce Yaradanın yüce divanına, o gerçek aşıkların yurduna, meftunu bulundu­ ğu büyük Mevlana'nın, aşık Yunus'un, aşık Garib'in, aşık Derdli'nin dergahına koşuyordu. O ne şahane, o ne muazzam, o ne manalı bir gidişti. Bu mana, bir delikanlı topluluğunun bir milletin gözbebeği gençlik oluşu kadar ümit ve teselli dolu; taş­ lı - kumlu bir yığın kara toprağın aziz vatan oluşu ka­ dar mukaddes ve kırmızı - beyaz bez parçalarının bayrak­ laşışı kadar ulvi ve derindi. Gençliği, bayrağı ve vatanı en aziz varlıklar olarak takdis etmiş bir gerçek vatansever, bu dünya ile her ilişiğini kesip ebediyet alemine yolculuğa çıkan bir fani­ ye milletinin yaptığı bu emsalsiz uğurlama törenindeki derin manayı, vatanseverlikten nasibi olmayan bedbaht­ lar, aziz ölüler ardından bir müslüman Türkün vazife ve veeibelerini bilmemekte mazur din ve milliyet yoksulları şüphesiz anlayaınazlardı. Mevki ve rütbelere sahip olmakla erişilemiyecek bu mertebeye ulaşmak, bir bayrak halinde eller üstünde gö­ ğe yükseltilmek, ancak ve ancak, gerçek vatanseverlerin nasibi idi. Bir gerçek vatansevere, binlerce vatansever gencin yaptığı o muhteşem törenin manası, et ve kemiğe düş­ manlığı da şeref sananların anladığı gibi, bir mahkeme kararının hiçe sayılması, çiğnenmesi demek değildi. Bu, bir karann büyük milletçe temyizi idi. Gerçek vatanse· verlerle, gerçek vatan hainleri hakkındaki kar.ırların tef· rik ve tasdiki ise, gerçek alemde, gerçek adaletin tahak· kuk edeceği Allahın yüce divanında idi. En sevdiği toprağa verilişinde, başucundan benim ayakucundan oğlunun ve gövdesinden beş üniversiteliniT O'nu son kucaklayışımızda duyduğum sonsuz kardeş acı 102


sı, kabri başında söylemek istediklerimi bağazımda d ü­ ğümlemişti. Hem o sağken, bütün ömrünce en güze l ko­ nuşan hatip, ölü iken de en güzel, en manalı nutkunu, son uğurlanışında vererek bizi susturmuş, bizi hata ve suç işlernekten men etmişti. Onun bize öğrettiği «vefa » ile onun aşkını, i dealini ve hatıralarını yazmak ve söylemek, bu ffıni dünyadaki ömrümüz boyunca borcumuzdur. Fakat, şu anda, mez�n başında nasıl konuşamadıysam, tıpkı öyle, yazmak tan da acizim.

Bir gün, Yassıada'da O'nun Mevlfma'nın ( Fih-i Ivlfı­ fih ) 'ini o k u d uğun u , her vasfı ile örnek olan VasliYe Yen­ geme yazdığı satırlardan öğreni nce, kendisinden �ifa is­ ı cnilen bir hekim kardeşe gelen ilhamla aziz Yengemc :

Gönül bir harabe bu gece yarunış Söz ney olmuş dudağıma dayanmış İçimdekileri nağmeye döker Gel bu nağınelere sen de kulak ver diye başlayan ve :

Savurdun aşk küllerini nar şiınd.i Ne ana ne evlat bir O var şirn·di Şükr Allaha her zerren onunla meşbu eder Yeter onun hastası bu ilaç sana yetet d iye devam eden ve : Sabah yeli esmesin yamaçtan kırdan Gül buluttan su içer gönül sabırdan Güneş doğar gece kalmaz Bekle Yengeciğirn biraz. d iye biten ( Sabır) reçete mi yazmıştım. O şiirin bir bey· l i de şu idi : Ne Adada ne Modada ne Çinde F"ıh.Ji Mafih içindeki iç1nde ANKARA 5 Ocak 1 962 103


ATATÜRK VE AF ÜZERİNE I

Oç dildeki tercümesi bir güzel çerçeve içinde türbe­ sinin çıkış koridorunu süslemiş çağınsında, « Gel, gel, gel, y ine gel! » diyen sonsuz Türk müsamahası ile din ve mez­ hep gözetmeden herkesi, Mecusi'yi, putperesti, dinsizi, Li,)vbcsini bozan yalancıyı, günahkarı da dergahına davet eden büyük Mevlfma'nın iyimser, bağışlayıcı ve kabulcu fel sefesine hayranlık duymamak imkansızdır. Bir değerli ecnebi misafirimizle Konya'dan, M evh1na'yı ziyaretten dönüyorduk. Ecnebi dostum şöyle söy­ lüyordu : « En derviş filozofunuzdan, en sert askerini­ ze kadar hepinizde tesbit olunabilen bu asil iyimserlik, hoş görürlük ve bağışlama, siz Türklerin çok takdir etti­ ğim iz bir hasletinizdir. Savaşırken insafsızca cana kıydı­ ğınız ne kadar malum ise, savaş sonu yaralanan, esir dü­ şen ve hele size sığınan yabancılara, düşmaniara göster­ diğiniz insanca, dostça muamele de o kadar meşhurdur.»

Tü Mevlfma'lar, Fatihler çağına doğru gerilere gitme­ mize l üzum yoktur. Çanakkalemizi ve İstiklal Savaşımı­ zı, bu iki destandaki müşterek kahramanı, Anafartadaki ve Kocatepedeki büyük kumandanı hatırlamamız kafi­ dir. 55.000 Türk arslanının Çanakkaleye gömülmelerine sebep olan, İstanbulu işgal ve daha sonra Anadoluya çı­ karılan istila kuvvetlerini tertip, teşvik ve takviye eden düşmanları Atatürk affetmiştir. ıoı


İffet ve nfımusumuza saldıran, gebe kadınlarımızın karınlarını süngüleyen, kundaktaki yavrtJlarımızı, hasta veya sakat ihtiyar nine ve dedelerimizi kuyulara, cami­ lere doldurup gaz dökerek yakan canavarları bile Ata­ türk affetmiştir. Affetmekle de kalmamıştır. Ne onlar ve ne de bizler için böyle karagünlerin bir daha geri dönmemesi, tek­ ra rlanmaması için onlarla dost olmanın, kucaklaşmanın i irneğini de vermiştir. Atatürk'ün milletimize ihanet etmiş yerli vatan ha­

i ı ı l erini bile affettiğinin son misali, Yüzeililik ler'le ilgili­ d i r.

Ölümünden kısa bir müddet önce Atatürk, Başve­ � i l i ni çağırmış ve 23 Mayıs 1 938 günü Kararlar Müdür­ l i iğünün 6-2 1 7 1 sayılı yazısı ile B. M. Meclisine gönderdi­ ı · i layihada, Yüzellilikler'in affını istemiştir. Bu tarihi kanun layİhasının gerekçesi şu cümlelerle l ıa �layıp devam etmektedir : « Türk milleti beşer varlığına hakim olan tarihi seyri .ı rasında gördüğü ve geçirdiği muhtelif inkilaplar içinde nı ağır badireye, Osmanlı İmparatorluğunun son devirh -rinde tesadüf etmişti. » « İmparatorlukla beraber Türk milletinin tarihini de k . ı pamak için her türlü menfi ve muzir amiller, mutta­ ı id ve daimi bir tesirle, bu haralıiyi taeile saik oluyordu. M i I letin maddi ve manevi bünyesine tas li d edilen kötü ı ı·ltı kki ve itiyadlar devletin varlığına ve yaşayışma ha­ k i ı ı ı olan cehil ve taassub, biri birinin eser ve müessırı ula rak tarihin başlangıcındanberi devam eden Türk is­ ı ı k l alini yıkacak bir mahiyet almıştı. Eski ve milli ni­ t ı ı ı ııların yeni şeraite tevfik edilmemesi, Rönesans harelOS


ket ve cereyanlarından istifade olunmaması; maarifte, askerlikte, sanayide ve umumi hayatta pek büyük deği­ şiklikler ve yenilikler ve tatbikini icap ettiren fizik ve mekanik icadann memlekete tatbikinde tevahhuş edil­ mesi ve nihayet 1 9 uncu asır sonlarındanberi milletierin hayat ve faaliyetlerinde bir vasıta ve bir gaye olarak kullanılan milliyetçilik akidesinden tecahül ve tevakki olunması gibi b ilgisizlikler yüzünden, memleket kudret ve kuvvetini kaybederek dışarda ve içerde bu bilgilerden elde edilen vasıtalarla mücehhez istila ve istihlas arayan yabancı millet ve kavimlerin emellerini tatmin ve tatbik edecek kolay bir saha halini almıştır. » Daha sonra vatanın içine düştüğü zor şartları, yur­ dun işgalini, Milli Mücadele safhalarını özetleyen satır­ lardan sonra : << Haksızlıklara karşı çetin ve kaahir teren Cumhuriyetin zavallı ve

biçarelere

bir çehre gös­ karşı da mer­

hameti yüksek olur.» << Bunlardan başka cidal-i millinin başlangıcından iti­ baren milli emellere silahla muhalefet eden cephelerde düşmana öncülük veya düşman emeline yardım edenle­ rin başında gelen Vahideddinin siyaset ve neşriyat yar­ dımcısı daha bir takım gafiller ve bedbalıdar da vardı. Bunlardan içeride kalanlar cürümlerine göre cezalarını görmüşler ve hudud-u milli dışına çıkarılanlardan yü­ zelli kişi de Lozanda müsalahayı müteakip ilan edilen affı umumiden istifade ettirilmemişlerdi. » << Bunların çocukları ve akrabaları aramızda yaşamak­ ta; memleket ve milletle beraber ve farksız olarak va­ tanın nimetlerinden istifade etmekte ve külfetlerine kat· lanmkatadırlar. » 106


<< Bu vaziyette bulunan vatandaşlarımız bu kadar a­ ğır manevi ıstıraptan kurtarılmayı Cumhuriyetin şefka­ tinden bekledikleri gibi, Kemalist rejimin onbeş sene­ denberi affı umumi harici olarak memleket dışında ka­ lan Yüzellilikler hakkında merhametini esirgemesi için de hiç bir mani ve mahzur kalmamıştır.»

Il Yüzellilik va tan hainleri hakkında Atatürk tarafından yapılan talep, Türkün mil li i rades i ni temsil eden Büyük Mcclisimizde, milletimize mahsus ulvi «bağışlama» has­ letimizin yeni bir örneğine vesiyle olmuştu. Eskişehir ı ncb'usu rahmetli Emin Sazak Bey başta, Durak Sakar­ va ve Sırrı İçöz şiddetle Yüzellilikler aleyhinde konuş­ ı ı ı uşlar ; fakat sonunda çok dikkate değer sözleriyle Mec­ l i sin şefkat hislerine tercüman olmuşlardı.

Durak Sakarya ( Gümüşhane ) sözlerini şöyle bitir­ ı ı ı i ş ti : «- Arkadaşlar, Cumhuriyetin kimseden korkusu vo ktur. Dalalete sapanlara kalın çok büyüktür. Fakat, • �dkat ve merhameti de o nisbette büyüktür. » Muhittin Baha Pars ( Ordu) şunları söylemiştir : - Atatürk'te temessül eden , Atatürk'te haddi gayesini l ı u lan Türk milletinin şefkat ve muhabbeti, uluvvucena­ l ı ı , i timad-ı nefsi bu adamların bu cürümlerini affetmek ıı, i ı ı kafidir. Bir şair « Tanrının mağfiretinden de büyük ı ı ı i i günahım» demiş. Onlar da «Türklerin merhametin­ d ( · ı ı , şefkatinden büyük mü günahım» diyebilirler. Emin '· 1 1. a k arkadaşlarıma cevap vermek için de söyliyeyim k i , Türk çocukları bu afda, hem Türklüğün ulılvvucena­ l ı ı ı ı ı ve hem de Türkün itimad-ı-nefsini bulsunlar, hem d ( · a c ı mamızın, asil merhametimizin burada kalmış olan ı ı ı ı Lı rı n eviadiarına ve kardeşlerine müteveccih olduğunu l ı ı l -; i n ler. » •.

107


·

Sırrı İçöz'ün konuşması da çok ilgi çekici idi : «­ Bunları ben şahsen affedemem. Yalnız Birinci Mecliste bulunan arkadaşların hafızalarına müracaat ediyorum. O zaman Meclis iki grupa ayrılmıştı. Tecdid-i-intihabat kararı verildikten sonra Birinci grupa mensup olan ar­ kadaşlardan, Atatürk, mensubiyetlerinin derecesini an­ lamak için bir beyanname almışlardı. O beyannarnede herkes hissiyatını yazdı. Ben de şöyle yazmıştım : ( Ulu Reis, emelim hayatta bulundukça izinde yürümek, yo­ lunda ölmektir.) Böyle bir taahhüdü verdiğim için, ma­ dem ki bugün onun yüksek şefkati bu hainlerin affını i stilzam ediyor, ben de kanunun kabulüne taraftarım. (Aferin sesleri ) . » Kanun hakkındaki son konuşmada Adiiye Vekili Şükrü Saracoğlu da sözlerini şöyle bitirmişti : «- Bu bedbaht adamların çocuklarını düşünerek reylerinizi istimal etmeniz kendileri hakkında söylenen sert sözler kadar yerinde olacaktır. Bundan başka yine göstermiş o­ lacağız ki, büyük milletler ve büyük şefler cezalannda ve aflarında daima büyük hamleler yaparlar. Türk milleti ve onun şefi çok büyüktür. Affı da eserleri gibi büyük ola­ caktır. ( Şiddetli alkışlar, brava sesleri ) . İşte 29 Haziran 1 938'de böylece T . B . M . M., Atatürk'­ te sembolleşen Türk şefkat ve merhametinin yeni bir ör­ neğini vererek, gerçek vatan haini Yüzellilikler'i de affet­ mişti. Ademoğlu için dünyada, ahrette affedilmemek ne kadar acı ise, affetmek de o kadar sonsuz haz vericidir. El-Ahzab Suresinin 2 1 . Ayetinde : «Andolsun ki Re­ sulüllah' da sizin için, Allah ı ve Ahiret gününü u mar olan­ lar ve Allahı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır,» huyurulan mukaddes kitabımızın A'raf Suresi 199. Ayeti 108


de bizlerden en büyük fazileti beklemektedir : af va» : « Sen suç bağışla ! »; « kolaylığı tut ! ».

« Huz'il

-

Türk ve Müslüman, büyük milletimizin, temsilcilerin­

den beklediği ve istediği şey, daima milli ve dini mezi­

yctlerine örnek olmalandır. Affetmek, şu fani dünyadan göç edinceye kadar daima affetmek, aifedenlerin yolun­ da onların mertebesine yanaşmak, ve ölünce de, uğurla­ yanlar ve karşılıyanlar tarafından her iki dünya'da affa uğramak ve hele yüce Tannnın affına mazhar olmak, merhamet ve faziletten nasibi bulunanların özledikleri gerçek bahtiyarlıktır. Atatürk'ün ölümünden beş ay önce Yüzellilikler gibi gerçek vatan hainlerini dahi affederek fani dünyadan göçüşü, O'nun gerisinde kalınışiara verdiği son büyük ders ve örneklerden bir diğeri sayılma,Jıdır. 7/8 Mayıs 1962

1 09


ASYADA KOMÜNİZMLE MÜCADELE VE A. P. A. C. L. (ASYA MiLLETLERİ KOMÜNİZMLE MÜCADELE BİRLİGİ )

Komünistlerin Asya memleketlerine karşı izledikle­ ri politika, bu rej imin günümüze kadarki süresince, u­ laşmak istediği hedef bakımından aynı, fakat bunu de­ ğişik milletler üzerinde gerçekleştirmek ve uygulamak metodu bakımından ise muhtelif olmuştur. Sovyetlerin, Potsdam Konferansı sırasında açıkça ortaya çıkan emperyalist emelleri ile, 1 945 - 1 946 yılla­ rında İran Azerbaycanı'nı kendisine tabi kılmak ve Tür­ kiye'den de - 1 925 tarihli Türk Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktım feshederek ( Mart 1 945 ) - bir Gür­ cü profesörün i ddiasıyla Giresun, Gümüşhane ve Bay­ burt'a kadar, Kars - Ardahan bölgesini isternek yolunda­ ki yersiz çabaları, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Fakat 1 949'da Komünist Çin'in, Kore ve Vietnam Halk Cumhu­ riyeti Hükumetleri'nin teşkili, onların, Doğu ve Ortadoğu memleketlerine komünist yayılışını devam ettirmek ü­ midlerini son derece kuvvetlendirmiştir. Bugünkü komünis t liderlerce de Lenin'in şu sözleri düstur bilinmektedir : « Rusya, Hindistan ve Çin zam bir çoğunluğa sahiptirler min bütün dünyada muzaffer ler kat'i rol oynayacaklardır. itibariyle buna bağlıdır.» ııo

nüfus bakımından muaz­ ve binaenaleyh komüniz­ olmasında bu memleket­ Mücadelenin sonu, netice


Yıllardır komünistlerin Hindistan'da hakimiyet elde e l mek için harcadıkları büyük çaba, Hindistanı komünist gel işmesinin dünya ölçüsünde üçüncü bir merkezi haline gel irebilmek plan ve arzuları neticesidir. Müstemleke iken birer müstakil devlet haline gelmiş H i ndistan, Pakistan, Birma, Seylan, Kamboçya, Güney V i e tnam, Filipinler, ve Endonezya'yı ve diğer bütün ıızak ve yakın Doğu memleketlerini tehdit eden büyük k ızıl tehlike karşısında, Asyalıların müşterek korunma, kurtulma ve kurtarma çabaları da meydana çıkmıştu. Biz bu yazımızda, geçen yıldanberi Türkiye temsil­ l· isi bulunduğumuz ve 1 964 Kasım ayının 23'ünden 27'sine kadar Formaza'da X. Yıllık Kongresini aktedecek (Asya M i lletleri Komünizmle Mücadele Birliği ) 'nden bahset­ mek istiyoruz. Komünizmle mücadeleyi, bütün esir yurt ve millet­ Iere hürriyet ve istiklal kazandırmayı, milli vazifelerinin haşlıcası sayan Asyalı idealistler, 1954 Haziranında, mil­ letler arası bir birlik kurmayı kararlaştırdılar. Bu bir­ l i k , Asyalı kavimlere, komünizmle mücadelenin lüzumu­ nu ve bu yolda birleşmenin zaruretini duyuracaktı . Ev­ vcla milletlerin, sonra bütün bir kıt'a ve bölgenin tek ideal çevresinde birleşmeleri, insan haklarını korumak, adalet, hürriyet ve demokrasiyi gerçekleştirmekte en sağlam kuvvet kaynağını teşkil edecekti. « CEBİR ve DİKTA, ASLA DEMOKRASi VE H Ü R­ RİYETLE BAGDAŞAMAZ, ELELE GİDEMEZLER» sloga­ nı, hürriyet yolunda mücadele eden bütün insanlara mal­ olmuştur. Son yılların atom ilerlemeleri, gün ışığı hızıyla Af­ rika sahralarını, Asya steplerini, Amerika tepelerini bir­ kaç saatte Atiantikleri aşarak Avrupaya bağlayan dev 111


uçakları mesafeleri alay edercesine kısalttılar, sildiler. Son çeyrek asırda, insaniann devredilmez haklannı ko­ rumak sorumluluğu, bütün hür dünya milletleri arasında gerçekten paylaşıldı ve müşterek dava haline geldi. Son dünya savaşları feodalizmin, faşizmin, nazizmin ve Av­ rupa sömürgeciliğinin tarihe karışmasıyla sonuçlandı. Dünyada, ecel sırası gelen tek bela kaldı ki o da komü­ nist emperyalizmi'dir. « TEK H Ü R D Ü NYANIN H ÜR İNSANLAR!» olmak ideali, bütün hürriyet ve demokrasiye inananiann yürek­ lerini doldurmuştur. Bugün bu idealistler, her yerde, her zaman, diktatörlüğün her çeşidine karşıdırlar. Asya milletlerinin komünizmle mücadele eden i de­ alistleri, kuracaklan birliği bütün Asya milletlerine, Pa­ sifik ve Afrika komşulanna kadar genişletmek suretiyle ve bütün Batılı memleketler temsilcilerini de müşahid o­ larak çalışmalarına davetle, faaliyetlerini milletlerarası bir seviyeye yükseltmişlerdir. K'...lruluşlarının sebeplerini kısaca şöyle açıklamakta­ dırlar : - Komünizmin kötü, kanun dışı, bir aldanmış ve aldatılmış « Serseriler i deali » olduğunu; adalet, hürriyet ve barışa kavuşmanın ancak bu, insan tabiatma aykın « Serseriler İdeali »'ni kökünden temizlemekle gerçekle­ şebileceğini halk kitlelerimize duyurmak, anlatmak ve maletmek. - Asya milletlerini anti - komünist tek bir cephe kurarak komünist emperyalizmine karşı mücadeleye da­ vet etmek; herşeyden önce kızıliann siyasi alandaki fa­ aliyetlerini önleyerek onların bu konuda tam yenilme­ lerini sağlamak ; komünist hücum, istila ve tahriplerinin 1 12


menhuz sonuçlarını daima şiddetle protesto etme�; ko­ münist partileri kanun dışı tanımak ve bunların her çe­ şit sızma, tahrip, yerüstü, yeraltı zararlı faaliyetlerini ön­ lemek, karşılamak; Birleşmiş Milletler prensiplerine uy­ gun olarak, müşterek güvenliği, barışı ve adaleti sağla­ mak. - Bütün hükumetlerin, dostluklar ve milletlerarası işbirlikleri tesisi suretiyle kuvvetlenmelerini ve dünya barışını bır an önce gerçekleştirmelerini dilemek . - Komünist emperyalizmin Asya memleketlerinde­ ki her milli davranış ve başarı karşısındaki istismarcı nı ctodlarına dikkati çekmek ve « Yeni sömürgecilib kar­ � ısında Asya milletlerini uyarmak suretiyle Birliğin, mil­ letierin kendikendilerini idare sistemini, siyasi demokra­ s iyi ve bu meyanda vicdan ve din hürriyetini de içine alan ( Üniversel İnsan Haklan ) 'nı savunacağını belirtmek . - Üye memleketler arasında ekonomi, kültür ve eği­ alanında daha geniş münasebetler sağlamak, daha yakın ve kuvvetli işbirliği kurmak . l im

Dünya nüfusunun yarıdan fazlası Asyada yaşayan i nsanlardır. Hür topraklarımızdaki istiklal ve hürriyet­ lcrin korunmasını ve devamını; bir zamandanberi istik­ ltıl ve hürriyetlerini kaybetmekten ıztırab çeken kardeş­ lerimizin de mesut çağiara kavuşmasını sağlamak için i l k hedef ve adım, bütün dünyayı boyunduruğu altına a l mak isteyen komünizmden Asyayı korumak ve kurtar­ ıııaktır. Köylüler, rençberler, işçiler, din adamları, öğretmen­

ll'r, öğrenciler, genç - ihtiyar, sivil - asker, zengin - fakir

l ı i i lün halkımız ve bilhassa milletimizi i dare eden par­ l;i ı ncnterler komünizmin gerçek yüzünü, aldatıcı metod113


larını ve tatbikat sonuçlarını her sınıf kendi anlayabi­ leceği seviye ve dille öğrenmelidir ki kızıl afetten korun­ ma, onunla mücadele ve nihayet hür ve demokratik cep­ henin zaferi sağlansın. İşte , (Asya Milletleri Komünizmle Mücadele Birliği) '­ esas gayesi, milletlerimiz içinde ve arasında bu va­ zifeyi verine getirmektir. nin

Bugün hür dünya milletleri arasında komünizmle mücadeleyi kendilerine amaç bilen ve başarılı çalışma­ lar yapan teşekküllerden biri, hiç şüphe yok ki, ( Asya Mil­ lell eri Komünizmle Mücadele Birliği ) 'dir. Bu Birliğe, beş kelimelik İngilizce adının (Asian Peoples Anti - Com­ munist League ) ilk harfleriyle kısaca ( APACL) denil­ mektedir. ( APACL ) 'ın 1 . Kongresi, ı954 yılı ı s - 16 Haziranın­

cb, Kore'nin ( Ch in - Hae ) şehrinde aktolunmuştur.

f stiklal aşıkı Asya milletlerinden 42 delegenin katıl­

dığı bu ilk kongrede, Asya ve Pasifik memleketlerinden <;; u sek i zi temsil edilmişierdi : Hür Çin Cumhuriyeti, Kore Cumhuriyeti ( o yılki ev sahibi memleket), Hong Kong, Makao, Filipinler Cumhuriyeti, Ryukyu, Tayland ( S iycı m ) ve Güney Vietnam. B i rliğin İdare Merkezi, Seoul (Kore ) 'de kuruldu. I I . APACL Yıllık Kongresi, 9 - ı2 Mart ı956'da Filipin­ lerde ( Manila'da ) toplandı. Tayland müstesna olmak ü­ zere diğer yedi kurucu üye memleket, bu toplantıya ka­ tı ldılar.

27 Marttan ı Nisan ı 957'ye kadar süren ( APACL II I. Yıllık Kongresi ) , Güney Vietnam'ın merkezi Saigon'­ da idi. Konferansa sekiz kurucudan başka, altı yeni ü­ ye memleket. temsilcileri de katıhnış bulunuyorlardı ki l l4


bunlar : Avustralya, Burma, Malaya, Pakistan, Singa­ por ve Türkiye idiler. Ayrıca, Bolşevik Aleyhtarı Millet­ ler Bloku ( ABN ) 'ndan, Rus Tesanüt Birliği ( Anti - komü­ nist Halk Mihnet Birliği ) ( NTS ) 'nden, Macar İstiklal Hareketi ve Çek Südetler Almanyası Federatif Komite­ si'nden, Yunanistan ve Endonezya'dan dinleyici ve mü­ �ahit olarak davetliler konferansa katılmışlardı. Bu konferansta alınan önemli karar ve yapılan fay­ dalı çalışmalardan bazıları şunlardı : a) Komünizmi terkedip anti - komünist kesilen sa­

bık komünistlerden nasıl faydalanmak gerekir?

b ) Komünist alemden kaçanların faydaları ve telı­ l i k eleri nelerdir? c) Haberalma ve propaganda metod ve imkanları.

ç) İşçi ve Ziraat konulannda : Hür Asya Milletleri l �çi Birlikleri arasında yakın münasebetlerin kurulma­ -; ı nı sağlamak. İşçi haklarının konınması, toprak refor­ l l l ll plan ve programlarının her türlü komünist sızmalar­ ı l a n uzak tutularak, işçi ve zürra'nın yaşama ve eğitim ) a r t ve imkanlarını yükseltecek şekilde tanzim ve tatbiki­ l l l' müşterek çalışma ve yardımlaşmalar sağlamak. d) Eğitim, öğretmen ve öğrenci münasebetlerini art­ l l rmak. e) Ekonomik alanda birlik, beraberlik, yardımlaş­ l ı ıa; ve komünist ekonomik stratejisi karşısında müşte­ n · k savunma ve cephe tesisi.

[) Ve nihayet, ideolojik alanda yapılacak birlik ça­ l ı -;; ı ı ıaları, her anti - komünist memlekette, her sınıf halk \ ' ( ' ı cşekkül içinde komünizmle mücadeleyi yürütecek i­ d�·al istleri yetiştirmek. APACL'ın IV. Yıllık Kongresi 1958 Nisanında Bang­ lu ı k ( Taylan d ) 'da, V. Yıllık Kongresi 1959 yılı 1 - 10 HallS


ziranında Seoul ( Kore) 'de, VI. Yıllık Kongresi ı 960 Ha­ ziranında Taipei ( Milliyetçi Çin ) 'de, ve VII. Yıllık Kon­ gresi ise ı96ı yılı 2-5 Mayısında Manila ( Filipinler) 'de akdedilmiştir. VIII. Yıllık Kongre, 1 962 yılı 1 - 5 Eki­ minde Tokyo (Japonya) 'da yapılmıştır. Mr. Robert D. Murphy ile Dr. Erich Kordt'un da da­ hil bulundukları dört misafir daveıli ve muhtelif Avrupa, Amerika, Afrika memleketlerinden 23 müşahidin de ka­ tıldığı bu kongrede evsahibi Japonyadan 24, Avustralya'­ dan S, Çin'den 7, Hong Kong'dan 2. Ürdünden ı , Kore'den 9, Malaya, Yeni Zeland ve Pakistan'dan ı 'er, Filipinler'den ı 2, Tayland'dan S, Türkiye'den ı ( Prof. A. Ş. Esmer) , ve Vietnam'dan S temsilci hazır bulunuyorlardı. 24 - 3 ı Ekim ı963'de Saigon ( Vietnam) 'da toplan­ mış APACL IX. Yıllık Kongresinde ise memleketimizi biz temsil ettik. Bu kongreye sunduğumuz ( Sömürgeci­ lik Karşısında Amerikalılar ve Türkler) tebliğimiz ile ( Esir Milletler Haftası Ü zerine Teklif) 'imiz büyük ilgi ile karşılanmış, Asya ve Avrupa anti - komünist basınında mühim yankı uyandırmışlardı. ( * ) Asya Milletleri Komünizmle Mücadele Birliği'nin 23 - 27 Kasım 1 964'de Taipei ( Milliyetçi Çin ) 'de aktedi­ len X. Yıllık kongresine de Türkiyemizi temsilen, tanın( * ) Bk.

a) Senatör Dr. Colonialism.

F.

Teveto�lu :

Americans And Turks Opposing

Free Front, Vol

VI.

No :

6,

Salgon, Dec.

1963,

pp. 14 - 15. b ) The 1963, c)

Ukrainlan

PP.

Bulletin,

Vol.

XVI,

Nos . 2 1 - 24,

Dec.

Declaratıon Of The Ninth Conference Of The Aslan Peoples·­ Antl Communist League, ABN ( Antibolshevlk Correspondence, Vol. XV, No. 1964, pp. 27 - 29.

116

Nov.

97 - 98.

ı,

Bloc

of Nations)

Milnchen, J anuary - February


ınış anti-komünist yazar, Toprak Dergisi sahibi ve halen Türkiye Kömünizmle Mücadele Dernekleri Genelbaşkanı bulunan İlhan Darendelioğlu ile birlikte katıldık.

Bu kongreye sunduğumuz ( Komünizm Açısından Kıbrısın Arzettiği Büyük Tehlike ) konulu tebliğ büyük

i lgi görmüş; Kıbrıs konusundaki teklif ettiğimiz karar 45 memleket temsilcilerinin ittifakı ile kabul olunmuştur.

1 17


Esir Milletler Haftası münasebetiyle : iKiYE BÖLÜNMÜŞ DÜNYA VE ViETNAM

1 9 1 7'den bu yana Kızıl ihtilalle kurulan Komünist Diktatörlüğü, hür insanların yaşadığı tek dünyanın, ( DE­ MOKRAT DÜNYA) ve ( KOMÜNiST DÜNYA) diye ikiye bölünmesine sebep olmuştur. Cebir, kitleler halinde katliamlar, polis tedhişi, sür­ günler ve mecburi kamplar, Kızılların millet ve memle­ ketleri ikiye bölmekte başvurduklan vasıta ve metodlar­ dan bazılarıdır. ikiye bölünmüş dünyada tümü Demirperde gerisine yuvarlanmış millet ve memleketler yanında, yurdlannın ve halkının yarısı kızıl sömürgecilerin Gayya'sına atılmış karabahtlılar da mevcuttur. Bunların başında, 1 945'den bu yana yurdları ve mil­ letleri ikiye parçalanmış ÇİN, KORE, ALMANYA ve Vİ­ ETNAM gelmektedir. Son üç yıl içinde, bir komünizm mücadelecisi ve Türk parlarneoteri olarak bu bölünmüş millet ve memleketle­ rin feci durumlarını bizzat görmek ve incelemek fırsatını bulduk. Tek hür dünya vücudunun bu dört azasındaki bü­ yük acı, diğer bütün organlarıyla vücudumuzun tümünü sıziatarak uyaracak kadar derin ve tenbih edicidir. 1 7 Temmuz 1 959'dan beri, her yıl Temmuzun üçüncü haftasını « ESiR MiLLETLER HAFTASI » kabul ve ilan e­ den Amerika Büyük Kongresi'nin ve hür milletierin bu asilane davranışlanna, yurdu ve milleti bölünmüşlerin acısını öz varlığında duyan ve paylaşan büyük milletimi­ zin de katılması yolundaki çabalanmızın gerekçesi, esir llS


m illetierin kurtulmasına yardımcı olmak kadar, kendi­ mizi, hürlüğümüzü korumak gayesini de taşımaktadır. Üçüncü haftası « ESİR MİLLETLER HAFTASI » ka­ bul olunan Temmuz ayının 25'i ve 20'si, iki ayrı ve acı ınütareke sözleşmesinin imzalandığı günlerdir. Bunlar­ dan ilki 25 Temmuz 1 953'tür. Bu, KUTUPYILDIZI (North Star) adı takılan kahraman Türk Tugayı'nın da üze­ rinde Yirminci Yüzyılın büyük destanlarından birini yaz­ dığı ve nöbet beklediği 38'inci paralelde Kore milletinin v e yurdunun ikiye bölündüğü acı tarihtir. 20 Temmuz 1 954 tarihi ise, 1 7'inci paralel vasıtasıy­ la Viet - Nam milletini ve yurdunu Kuzey - Güney diye ikiye parçalayan CENEVRE SÖZLEŞMESi'nin bir taraf­ l ı olarak imzalandığı ve uygulanmaya · geçildiği meş'um gündür. Yıllar boyunca sömürdükleri Hindiçini Yaruna­ dası'nın kuzey bölümlerinin komünistler eline geçmesini önlemeyen Fransızlann buradaki ağır mağlubiyetleri, XV. Lui'nin XVI I I . Yüzyılda Kanadayı kaybetmesinden bu yana, Fransız sömürgeciliğinin uğradığı en ağır darbe idi. Yetkili bulunmadıkları halde Fransız askeri temsil­ cilerinin Cenevre Sözleşmelerine komünist Kuzey Vi et-Nam'lılarla birlikte koydukları imza, sömürülmüş ı a lihsiz Viet-Nam'ın bir yarısını kızıl emperyalizmin ku­ cağına atıyor, diğer yansını da çeşitli büyük problemlerle yüzyüze, karşı karşıya bırakıyordu. ·

Cenevre Sözleşmeleri'ne imza koymayan Güney Vi­ et Nam delegasyonunun istediği taksimsiz bir mütareke idi. Onlar bu sözleşmenin Viet - Nam halkı menfaatları­ na aykırı bir nitelik taşıdığını belirtiyorlardı. -

Sözleşmeyi imzalamayan Amerika B. D. delegesi Mr. Bedell Smith de, Birleşmiş Milletler Andiaşması'nın mil1 19


l etlerarası münasebetlerde tehdid ve kuvvete başvurmak­ tan kaçınılması hakkındaki hükümlerini ileri sürerek, iki kard�ş halkın bölünmesini şiddetle reddediyor, Birleşmiş M illetler Temsilcileri'nin tarafsız nezaretlerinde yapılacak serbest demokratik seçimlerle, Kuzey ve Güney Viet ­ Nam'ın birleştirilmesini teklif ediyordu. Güney Viet - Nam'lıların demokratik düzen içinde bir bütün Viet - Nam vücude getirilmesini istemelerine karşı, Kuzeyli komünist Viet-Nam'lılar 1 7. paraleli geçe­ rek güney köylerine vahşet saçmağa ve kendi öz kardeş­ lerini öldürrneğe ve her şeylerini yağma etmeye başladı­ lar. Geçen on yılın günümüze kadar ulaşan çetin iç ve dış mücadeleleri, Viet - Nam'daki komünist vahşetinin ibret verici acı örnekleri olm uştur. Kuzeyli Viet - Kong'ların vatana ve millete ihanetle­ karşısında yılınadan mücadelelerine devam eden Güney Viet - Nam'lıların tek hedefi : Barış ve hürriyet içinde birleşerek milli hükümranlığın bölünmez bütün Viet ­ Nam'da yeniden tesis olunmasıdır. ri

Asya Milletleri Komünizmle Mücadele Birliği'nin (APACL) IX. Yıll ı k Kongresi bitiminde, Formaza'ya ha· reket etırrıek üzere Saygon hava meydanını terk ettiğimiz anda başlayan 1 Kasım 1 963 askeri ihtilalinin lideri Ge­ neral DUONG - NAN - MİNH, ve bilhassa komünizm aleyh­ tarlığı, Gen. De Gaulle'ün tarafsızlık politikasına karşı­ lığı i l e tanınan 30 Ocak 1964 hareketinin lideri Viet - Nam'. ın yeni Başbakanı Gen . NGUYEN - KHANH, ve müte­ veffa Kennedy'nin «BİZİM ASLA SEÇMİYECEGİMİZ YOL, TESLiMiYET VEYA BOYUN EGME YOLUDUR• sözünü hür dünyaya tekrarlayan Dışişleri Bakanı Dr. PHON - HUY - QUAT millet ve memleketlerinin büyük ve· çetin davalarının halline öncülük etmektedirler. 120


İnsan hak ve hürriyetlerini komünist saldırganlara karşı savunmayı ve sömürgeciliğin her çeşidiyle savaşı, İstiklal Beyannamelerini ilan ettikleri gündenberi kendi­ lerine vazife edinmiş Amerikalıların, hür dünyanın pres­ tij i saydıkları Viet - Nam problemine verdikleri önem, bu ülkede son defa Büyükelçi olarak görevlendirdikleri Ge­ neral Taylor ve arkadaşlarının Uzak Doğu meselelerinde­ ki ünlü şahsiyetlerinden ve bu memlekete yapılan aske­ ri ve ekonomik yardımların diğer yardım gören milletler­ le ölçülemiyecek kadar üstün bulunuşundan anlaşılmak­ tadır. Amerika Birleşik Devletleri yanında Avustralya, Ka­ nada, Fransa, Federal Almanya Cumhuriyeti, Japonya, Yeni Zelanda, Kore ve Çin Cumhuriyetlerinin ve diğer bü­ tün hür milletierin Güney Viet - Nam'a ekonomik yardım­ larda ve dostluk gösterilerinde bulunmaları, bu büyük ve çetin mücadelenin muhakkak müsbet yolda sonuçlana­ cağına delil sayılmalıdır. En yürekden temennimiz, sona ermiş Avrupa emper­ yalizminden sonra, 20' den fazla esir yurd ve milletin, kı­ zıl Sovyet ve Çin emperyalizminden de kurtulmalarıdır. Hür milletierin birleşen maddi ve manevi gücü ile geli­ �cn mücadele, yalnız ve yalnız hürriyete bağlı insanları zafere ulaştırmak içindir.

!21


CANI CEHENNEME GiDENLER

Profesör J. L. Talrnon, «The Rise of Totalitarian De­ mocracy>> adlı önemli eserinde - Siyasi Mesihçilik - di­

ye adlandırdığı « Yeryüzünde Dünya Cenneti kurmak» ha­ yalini savunan Komünizm, Faşizm ve Nazizrn'in gerçek­ te, dünyayı kan ve ateş cehennemİ haline getirrnek gaye­ sinde birleşen, metod ve hedefleri aynı terör ve dikta ida­ releri olduklarını belirtir. ı İkinci Dünya savaşından sonra Faşizm ve Nazizm, kurucuları ve savunucuları ile birlikte sona errnişler, ta­ rihe karışmışlardır. Kırbaç ve sürgünle gfıya insanlara demokrasi, eşit­ lik ve refah ( ?! ) sağlayan Kızıl Rejim ise henüz yok edi­ lernemiştir. Başlıca silahı iftira, yalan, hased ve hınç kışkırtıcı­ lığı olan Komünizmin rnodası geçtiği, gerçek geyesi mey­ dana çıktığı, milletiere zorla uygulanmasının feci sonuç­ ları bütün felaket örnekleriyle insanları ürperttiği hal­ de, bu «Serseriler ideali», Atatürk'ün onlara taktığı ta­ rihi adla, bir takım kuş beyinli « SEBÜKMAGZ»'lar ara­ sında hala bir sosyal veba halinde yayılmaktadır. Fakat, gafil insanların da ayılacaklan yakın bir gelecekte, Ko­ münizmin de tarih sahnesinden ebediyyen silineceğine şüphe yoktur. Komünizmin, tarihte eşine rastlanmayan en men­ fur bir hafiye ve cinayetler rejimi olduğunu anlamak iı

Bk. Dr. Tevetoğlu : Komünizm, Faşizm ve Nazizm karşısında Türk Milliyetçileri , 5, s. 7-10, İzmir, Temmuz 1964.

Mücadele No. 122


çin, bizzat kendi kadrosundan en mühim şahsiyetterin uğradıklan dikkate eğer ölüm hadiselerini hatırlamak kafidir.

Komünizmin her yerde, her zaman sık sık uygula­ dığı metodlardan biri, « temizleme»'dir. 1 956 yılındaki XX. Komünist Kongresinden sonra Kruşçef'in (Stalin'i Umetleme Politikası) hayli kızışmış, Stalin'in naşı anıt'­ kabir'den çıkarılmış, taraftarları partiden atılmış, « Sta­ l i nist » damgasını yiyenler bir bir ortadan yok edilmişler­ dir.

Bugünkü Kruşçef devrinde, Sovyet Rusya dahilinde peyk memleketlerde, Stalin taraftarı diye temizlenen komünistlerin sayısı hayli kabarıktır.

\ L'

· Komünistlerin, kendilerine yıllarca ajanlık, kapı­ k u ll uğu ve hizmtekarlık etmiş irili - ufaklı komünist l i derleri Sovyet Rusyaya davet ederek orada veya daha vol da vapurda, trende iken, eceli ile ( ?! ) öldü diye telef ı ·d i şleri dikkate şayandır. Sovyet Rusya dışında yıllarca liderlik edip Mosko­ ı y a getirtilerek bu memlekette canı cehenneme gönde­ ı ı l ınişlerin sonuncusu, ünlü İ talyan komünisti P a I m i­ ı ı ı T o g I i a t t i' dir. Uzun yıllardanberi İtalyan Komü­ ı ı ist Partisinin şefi idi. Stalinin dostu olan Togliatti'nin o..; ı ıvyet Rusya'yı ziyaretinde orada ölüşü, bugüne kadarki ı ıı·k çok benzeri c temizlemeler» olmasa, belki şüphe edil1 1 11 ' 1. , tesadüfi bir vak'a sayılabilirdi. Fakat bir hamlede ak­ L ı gelebilen şu örnekler, yerli ve yabancı bütün kızıl uşak­ l . ı ıı , gafilleri uykularından uyarrnalıdır. Sunduğumuz lis­ l < ' ı l t· a dları ve ölüm tarihleri sıralananlar, Stalin'in dostu ı ı l i l L·r. Ne kadar gariptir ki, bunların hepsi de ya Sovyet 1( ı ı syada mi safirken veya daha Moskova yolunda, canları • ı · l wnneme gitmiştir : \ ;

1 23


ı - Bulgar Komünist Partisi'nin ünlü lideri ve eski Komintern Genel sekreteri George Dimitrof, 2 Temmuz ı949'da, Sovyet Rusyada öbür dünyayı boylamıştır.

2 Polanya Komünist Partisi lideri Boleslaw, ı2 Mart 1 956'da Moskovada telef olmuştur. -

3 Amerika Birleşik Devletlerindeki Komünist Par­ tisi lideri William Foster de ı Eylul 1 96 l 'de Sovyet Rus­ yada gebertilmiştir. -

4 - Lübnan Komünist Partisi kurucu ve lideri, Mer­ kez Komünist Üyesi Antun Jorj Thabit de 1 6 Mayıs 1 964 günü Moskovaya varmış ve aynı günün gecesi canı cehen­ neme gönderilmiştir. 5 - Ünlü Fransız komünist lideri Thorez de l l Tem­ muz 1 964'de Sovyet gemisinde, Karadeniz yolculuğunda gebermiştir. Kruşçef devrinin Stalin aleyhtarı faaliyetlerinden bir küçük örnek olan bu temizleme ve temizlenme vak'aları, şüphe yok ki, Sovyet Rusya ikliminin komünist lideriere hiç yaramadığı şeklinde izah olunamaz. Bu ölüm serisi karşısında Rus tababetini suçlamak da doğru değildir. İnsan gayrı ihtiyar!, yakın zaman önce canı cehen­ neme gitmiş Nazım Hikmet'in ölümünü de hatırlıyor ve düşünüyor. Tam bir kızıl köpek olarak komünistlere yıllarca hizmet görmüş bulunmasına rağmen, Türkiye'de vaktiyle, Stalin'in sanat ve fikir alanındaki direktiflerini ilk uygulayan olduğu için, Nazımın da Cennetinde Ce­ henneme yollandığı akla geliyor. Bu meseleleri bilhassa vatan haini Nazım Hikmet'i, vatansever yaparak hapishaneden çıkaran ve böylece Moskovaya kaçmasını hazırlayanlar çok düşünmelidir­ ler. 1!4


/a

Hele, Ulus'ta baş zı olarak çıkmış ( Bir Dostluğun Sağlam Temelleri ) adlı ve ilk cümlesinde : «BiZim vefa­ lı dos duğu'.aa ve büyük hatırasına o kadar bağlı olduğu­ muz Lenin>> diye Kızılbaşlar gibi göğüs döğüp, bağrını kanatmış ve sonra da : «Lenin ve Atatürk ölmüşlerse, on­ larm eserlerini ancak yürüten, Uerleten ve yükselten iki Şef, İNÖNÜ ve STALiN başımızdadırlar>> demek suretiyle makalelerini bitirmişlerin, büyük Atatürk'ün ölüm acı­ s ı n ı Stalinin yaşama tesellisinde bulmuşların, bugünkü ı<. ruşç::: f çağında Moskova'ya bir kere daha gitmeleri tekin o lamaz. Bu kısa ve fakat çok düşündürebilecek yazıyı, komü­ ı ı izme reddiye hazırlayan ilim erbabı dahil, fikren dos­ ı ı ı ın veya muhalifim olsun, gaflet içinde bulunanların

ı · i i mlesine ithaf ve armağan ediyorum.

SU DESTİSİ'nin SONU

Kısa bir süre önce ( Canı Cehenneme Gidenler ) baş­ altında yazdığımız bir yazıda, komünizmin her yer­ ı l�·. her zaman sık sık uyguladığı metodlardan birinin . . l l' ı n izleme » olduğunu belirtmiştik. ' Kruşçef'in kızı­ ı ı ı ( Stalin'i lanetierne politikası ) 'na dikkati çekmiş; içe­ ı ı ı l l' t emizlenenlerden başka, dış memleketlerdeki Sta­ l l l ı d o s t u kukla liderlerin nasıl bir bir Moskova'ya çağı­ ı ı l ı p öldürüldüklerini Bulgar Dimitrof, Leh Boleslaw, A­ ı ı H' I'ikan Foster, Lübnanlı Thabid, Fransız Thorez ve en ··ı ı ı ı İtalyan Togliatti'nin akibetlerini bizim yerli Stalin­ • ı l ı·n: ders ve örnek olarak hatırlatmıştık. l ıgı

·,..

Bu makalemizin yayımlanması üzerinden henüz bir gcçmedi ki, Kruşçef kendi kazdığı kuyuya düştü ve su .ı . . .. ı i s i su yolunda çatladı.

· • ,.

' llh

l lr.

Tcvctoj!lu : Canı Cehenneme Gidenler, Yeni İstanbul, 20 Eylül

1964.

125


Şimdi bir kaç gündür, dünyanın ünlü devlet adam­ ları ve siyasi yorumculan, Moskova'daki son politika cil­ vesinin sırrını çözmeğe çalışmaktadırlar. Bize göre bu, dikta rejimlerinde uygulanan başlıca metodlardan birinin sık görülen tipik örneği ve sonucu­ dur. Abdurrahman Avtorkhanov ve Kolumbia Üniversi­ tesi tarafından Stalin, Sovyet Komünist Partisi ve Sta­ lin - aleyhtarı mücadele ile, Beynelmilel Komünizm üzeri­ ne yapılmış yayınlara bir gözatmak dahi, son Moskova olaylarını aydınlatmağa kafi gelmektedir. 2 Diktatörler alaşağı edildikten veya öldükten, öldü­ rüldükten son ra onların çevresindekiler veya yerlerini almak isteyecekler, kendi durumlarını sağlama bağla­ mak için önce geçici bir kollektif şeflik, liderlik sistemiy­ le hakimiyeti muhafaza ve devam ettirmek yolunu dener­ ler. Örneği yine komünistlerin kendilerinden alalım : 1 922'de başlayan beyin damarlarındaki hastalığın, 1923 Haziranından Ağustos'una kadar birden ilerlemesi ile konuşma kabiliyetini kaybetmiş ve Aralık'ta sağ yanı tamamen felce uğramış solcu lider Lenin, 2 1 Ocak 1924'de öldüğü zaman tam bir diktatördü. O zaman Lenin'den sonra Rusya'da en ünlü şahıs, Komünist Partisi saflarında bir çok taraftarları da bu­ lunan Yahudi Bronstein, yani Troçki idi. Görünüşte Le­ nin'in yerini Troçki'nin alması beklenirdi. Fakat durum hiç de öyle olmadı. Liderliğin, diktatörlüğün de bir kol" Bk. a ) Abdurakhman Munich

Avıorkhanov :

Stalin

and

the

Soviet

1959.

Communist

Party,

b) The Russian Institute (Columbia University) : The Anti - Stalin Campaign and Internatiorıal Communism,

1 26

New York 1956.


lektif sloganı ortaya atıldı ve S talin, Rykov ve Bukarin bir Üçler Grubu ( Triumvirate ) teşkil ettiler. Böylece Le­ nin'den boşalan diktatörlüğe Troçki'nin gelmesi önlendi. Üçler, Troçki'yi öldürtmekten endişe duydular ve onu süf1güne yollamakla yetindiler. Diktatörler tarihinde, kısa zaman olsun sürmüş, kol­ lektif liderliğe rastlamak rnüşküldür. Stalin de davranış­ larıyla bunu meydana koydu. Kendisine en büyük hizmet­ ler görmüş arkadaşları Bukarin ve Rykov'u 1 938'de kur­ şuna dizdirterek mutlak diktatörlüğünü kurdu. Kundura tarnircisi bir Güreünün oğlu olan kızıl dik­ tatör Josef Stalin de 1 953'de ölünce, çağın devarnı ve re­ jimin korunması için Stalin'in çevresindekiler, yine bir kollektif liderlikle ortaya çıktılar. Bu da nazari ve kağıt üzerinde bir işti. Yeni Üçlü Birlik ( Triumvirat e ) : Malen­ kov, Molotov ve Beria'.dan ibaretti. Üçünün birden aynı çöplükte horozluk etmeleri mümkün değildi. İçlerinden biri sivrilerek bütün parti teşkilatını, müessese ve kuvvet­ leri etrafında toplayıp, süratle Stalin'in yerini almayı da başaramamıştı. Bu hedefe ulaşmak için, devletin bütün emniyet teşekküllerine hakim Beria'nın çaba harcadığı se­ zilince, Malenkov ve Molotov O'nun aleyhine dünrnüşler; Kruşçef ve Bulganin'le işbirliği yaparak Beria'yı hertaraf etmişlerdir. Onun temizlenmesinden sonra Malenkov ve Molotov'un saf harici kılınmaları ve planlarında en çok yardımını gördüğü Bulganin'in de hertaraf edilmesi Kruş­ çef için çok güç olmadı. Moskova mahkemelerinin ve büyük temizlik hareket­ le��nin yere serdiği yeni cesedler ve arkadaş leşlerinin ü­ zerinde yükselen güleç yüzlü Diktatör Kruşçef, içeride ve dışarıda kendisine sevgi ve gi.ivep sağlamak için Komü­ nist Partisi'nin sıkı prensiplerinden kısmen ayrılarak, De127


ınİrperde içinde terör rejimini hafifletti ve Dünyada da ( Barış İçinde Beraber Yaşama = Coexistence ) prensibini savunur göründü. İnsan hak ve hürriyetlerini tanımamasına, gerçekten barışsever olmamasına rağmen, yalnız kendisine sevgi, güven ve kuvvet sağlayarak Stalin'in yerine tam kurulmak ihtirasını gerçekleştirmek üzere yaptığı hareketler, dikta rej iminin içeride gevşeyip yumuşamasına yol açtı. Kruş­ çefin Batılılada fazla sarmaşdolaş olması, İ kinci Dünya Savaşı'ndan sonra, bilhassa işgal altına sokulan hür yurd­ ların hiir insanlarıyla, kan ve ölüm diyarının gözleri hür dünyaya açılan genç kızıl nöbetçilerinin, Sovyet Rusya dışındaki topraklarda karışmaları; kısacası, komünistle­ rin hürriyeti, huzuru, maddi ve manevi refahı görüp tat­ maları, kızıl rejimi tehlikeye götürüyordu. Genç Rus şair­ lerinde izlenen değişiklikler, genç nesillerin değişik kollar­ da Batı modalarına uyan süratli alışmaları; içeride beli­ ren bir çok cereyanlar ve mesela 196 1-62'de Taşkend'de kurulup bütün Türkistan'a yayılan ( KİFAYE ) - bir nevi Devlet Teşekküllerine karşı ufak Özel Sektör teşkili - gibi yüzlerce yeni kaynaşma hareketleri, kızıl rejimi sarsacak istidadlardı . Dış politikada güdülen ( Barış İçinde Bera­ ber Yaşama) masalı da yalnız Kızıl Çin'in Sovyet Rusya­ ya kafa tutmasına yol açmamış, « Solda Sıfır» bir küçük tahtakumsu ülkedeki kızıl lider Enver Hoca'nın bile Kruş­ çef'e meydan okuması kadar işi ayağa düşürmüştü. Diğer yakın örnekler de Rumen Komünist Partisi'nin Mosko­ va'dan ayrı bir dış politika gütmek teşebbüsü ve Palon­ ya 'daki, Macaristan' daki kaynaşmalardır. Bütün bunlar, Kruşçef'in beş yıl önce : « Kapitalizme boyun eğmek için yaşamıyoruz. Proleter enternasyonaliz­ min prensiplerini bütün gücümüzle korumalıyız. Lenin'in dediği gibi, proletarya ihtilali ve kapitalizmin çöküşü dev1 28


ri nde yaşamaktayız! » . demiş bulunmasına rağmen , lıizzat kendisinin bir anda çökmesine sebep olmuşlardır. Su destisi su yolunda şimdilik çatlamış, eden belasını bul­ ı n uştur. Moskova'daki son politika cilvesi, 1 956 Şubatındaki Komünist Partisi Kongresi'nde başlayıp, Ekim 1 961 ' ' k k i X X I I . Kongre'den sonra büsbütün açık ve kesin bir \' asıf alan « S talinizm'den Dönüş » yolunda Kruşçef'in aşı­ rı laşan davranışlarını, Komünist Partisi ileri gelen lider­ ll'rinin k ı zıl rejim için büyük ve yakın bir tehlike adde­ d i �leri sonucudur. X X.

Bu değişiklik hareketleri arkasında iş gören asıl ma� koyu Stalinci, Parti Sekreteri, 1 948' de Zhda� ı ı ov'un ölümünden sonra Kominform'un başına getirilmiş . ı ı ı ı i - Tito politikasının kurucusu Mihail A. Suslov olduğu dii�ünülürse, süpünne hareketine daha başka açıdan da ı ı ı :l na verilebilir. Zira, başlıca siyasi vazifesi, partideki l w v n clmilel komünizm faaliyetlerini düzenlemek, Devlet­ l ı · k i işi ise Dış Münasebetler Komisyonu Başkanlığı olan S ı ıslov, bugünki Marksizm-Leninizm nazariyatçılarının da ı ı ı ı l i ilerindendir. Kızıl Çin Komünist Partisi'nin iktidara pı·l ı nesinde de perde arkası vazife görmüş başlıca Sovyet ·,.oılısiyeti Suslov'dur.

ıı i vclanın

Bu

gerçekler hatırlanırsa, Moskova'daki yeni değişik­

l ı !.. hir büyük iç temizliğin başlangıcı sayılabilir. Kruş­ ' · ' · l ' i n adamları paklanacak, O'nun gevşettiği dizginler kı­ •. ı L ı l ·:ık, belki yeni bir Stalin çağının ihycı.sına gidilecektir. 1 . ı k:ı t böyle bir geriye dönüşün, komünist fılemde umul­ ı ı ı . ı d ı k büyük tepkilere, yeni bazı değişikliklere ve daha l ı ı ı ı; o k su destilerinin bu yolda çatlamasına, kınlmasın�

. ,,· l ıı·p olacağı da beklenebilir. ·

m

llr

Teveıo�lu

:

Utançduvarı , Ankara 1964, s. 62.

12 9


ARAMlZDA CASUS MU VAR ?

Her milletin kendisine mahsus olan yüce parlamento­ sunun kürsüsü, o milletin hak ve hukukunu korusun diye

seçtiği kendi temsilcilerine aittir. Milletierin seçim hakla­ rını kullanarak teşkil ettikleri yüce meclisierin kürsüleri yücedir, ulvidir, kudsidir. Ancak o meclisten bir üyenin teklif veya önergesi parlamentoda muamele görebilir, re­ ye konur. Yoksa, niyeti ne olursa olsun, hatta çok iyi, çok faydalı olsun, dışandan biri Meclis kürsüsünden konuş­ turul maz.

İ�i veya kötü niyetli elçiler, komşular, dostlar veya düşmanlar bir memleketi veya bir parlamentoyu ziyaret e ttiler mi, onlara büyük misafirperverlik göstermek, ne­ zaket ve insanlık icabıdır. Fakat bu misafirperverliğin en geniş ölçüde de olsa bir sınırı vardır. Bu sınırı aştıranla­ rın dos tluk kurmaktaki samimiliklerini her davranışlann­ da belirtm eleri zaruridir. Biz bugün bu sütundan, yurdumuzda mürettep << İade-i ziyare t » vazifelerini ifa buyurmakta olan l O'u parlamen· ter Ye 8'i << TEKNİK GRUP» 'tan ibaret 1 8 kişilik komşu Sonet Heyeti "nin yalnız bir üyesi hakkında, isim ben zer liği dolayısıyle , ilgililerden bir açıklama rica edece ğiz.

21 Aralık 1964 tarihli Yunan gazetelerinde bir rnii him haber çıktı. Türk basınında yer ve değer bulmamı� da olsa, Hariciyemizin ve diğer ilgili makarnların dikka tinden kaçmaması gereken bu haber, Apogevmatini ad h Rum gazetesinde aynen şöyle veriliyor : l30


( Sovyet Milli Emniyet Komitesi'nde Vazifell Albay Stefan Kalmukof : Sovyet casusu subay, dokuz millet­ vekilinin « Tercümanı>'ı olarak Atina'ya geldi. Daha ön­ ce iki defa Sağlık ve Ticaret H eyetleriyle de gelmişti ) .

Gazetenin bildirdiğine göre, Yunan Parlamentosu eski Meclis Başkanlarından M. Nicolaos FARMAKİS, bir basın toplantısı yaparak Yunanlı ve yabancı gazeteci­ lere bir mühim açıklamada bulunmuş ve onları uyara­ rak milli vazifeye davet etmiştir. Biz bu genç Yunan anti - komünistini 1 962 Kasım'ın­ da, Paris'te, Yunan Heyeti Başkanı olarak katıldığı NA� TO Parlamenterleri Konferansı'nda, şahsen de tanımış­ tık. 2 0 Aralık 1 964 günü Atina'da yaptığı basın toplantı­ s ı n da M. Farmakis, beynelmilel komünizmin Yunanis­ l a n 'daki tehlike ve faaliyetlerine karşı halkı, gazeteciler vasıtasiyle uyarmak istiyor. İyi Niyet Heyetleri'nin gittik­ l e r i memleketlerde kimi temsil , ettiklerini ve neleri sa­ v u n duklarını özetleyen genç milli radikalist, Yunan Mil­ l e t vekilierinin yabancı ülkelerdeki beyanlarıyla bazan k endi hükumetlerini değil, kendi partilerini bile tenkid edebildiklerini belirtmiş ve sözü Sovyetlere getirerek şun­ l ; ı rı söylemiştir : «Bu husus, Sovyetlerin sözde « Milletvekilleri» ıçın i ı ı ı kfmsızdır . Zira onlar memleketlerinin halklarını değil, va i nız Komünist Partisi'ni temsil etmektedirler. Yurtla­ ıı ııa ister Stalin, ister Kruşçev, ister Kossigin hükmetsin; o ı ı lar daima ve yalnız Komünist Parti'nin o günkü gö­ ı ı i � l erini tekrarlamaya mecburdurlar». « Komünist Parti İdaresi, mensuplarına asla tam ı·. i i vcn beslemez. Bu meyanda, bilhassa dış memleketlere vı i ı ı derilen milletvekillerinin peşlerine de daima gizli po­ l ı � ve haber alma subaylarını takarıı. 131


M. FARMAKİS daha sonra, Sovyet milletvekilierine ( Tercüman ) diye katılmış 1 9 1 0 Moskova doğumlu Albay Stefan İvanoviç Kalmukov'un 1 958'de Sovyet Sağlık He­ yeti ve 196l 'de Enternasyonal Selanik Fuarındaki Sovyet Ticaret Heyeti ile gelişlerini de hatırlatarak bu şahsın bu bahanelerle Yunanistan aleyhindeki casusluk marifetle­ rine dikkati çekmektedir. Y unan misafirperverliğini kötüye kullanarak beynel­ milel komünizm propaganda faaliyetlerinde bulunmuş bu Albay S. İ . Kalmukov'la halen Türkiye'deki 1 0 kişilik Rus Parlamento Heyeti'nin peşindeki 8 kişilik «TEKNiS­ YEN GURUBU »'nda bulunan bir KALMUKOV, akraba mıdırlar ? Biz yalnız soyadı benzediğini açıklayalım; ge­ risi ilgililere ! TÜRK - RUS MÜNASEBETLERİNDEKİ GERÇEKLER

Son yarım asırlık Türk - Rus münasebetlerinin baş­ langıcı Çanakkale'dir. Avrupalı sömürgecilerin Çanakka­ lede boğazımıza sarılmaları, Türklere çok pahalıya ma­ lolmuş eşsiz bir destan yarattırmıştır. Aynı emperyalist­ lerin, buldukları Elen klavuzlarıyla birlikte, Anadaluyu da paylaşmaya kalkmaları, Anafartalar Kahramanı baş­ buğluğunda bir kere daha şahlanan büyük Türk milleti­ ne bu defa da, Durolupınar zaferini kazandırmıştır. 1 9 1 7 Şubatında başlamış Bolşevik ihtilali'nin başarı ile gelişip tamamlanması, Hasta Adam'ı yiyeceklerini sa­ narak iştahlarını kabartmış, gözleri kara, Avrupalı beyaz yaroyarnların unutulmaz ve affedilmez siyasi ve askeri gafletleri ve cinayetleri sonucudur. Avrupalı emperyalistler Türkleri vatan, istiklal ve cankurtarma mücadelesine zorlamışlar; bunların neticeU2


sinde saldırganlar derslerini almışlar; fakat Karadenize geçemedikleri, Odesa'ya, Kafkasya'ya erişemedikleri, si­ lah ve cephane yardımı ulaştıramadıkları içindir ki, Çar­ l ığın yıkılıp çökmesinde, Bolşevikliğin kurulup gelişme­ sinde amil ve sorumlu olmuşlardır. İşte Bolşeviklerin, 1 9 1 9-1920'de, •Aynı emperyalistle­ karşı savaşıyoruz» sloganı ile Türklere silah ve para vardımında bulunmalannın gerçek ve mühim sebebi bu­ dur. Demek oluyor ki, aslında biz' onlara birşey borçlu değilmişiz, onlar bize, müstakbel çıkarlarını da hesaba katarak, şükran borçlarını ödemişlerdir. Bugün bazı tarihi vcsikalar da aydınlatıyor ki, bize yapılmış para yardımı, Sovyet kaynaklı olmaktan daha çok, Türkiyenin istik­ ı :·ı l ve kurtuluşunu var güçleriyle destekiemeği din ve kan k a rdeşliği bilen H indli, Pakistanlı, Türkistanlı, Azeri Müs­ l i i !1ıan ve Türklerin eseridir. re

Bolşevikler, ( Çanakkale ) sayesinde ihtilallerini geliş­

ı ı rınişler; önce Çar rejimine ve İngiliz emperyalizmine k : ı r� ı müşterek ayaklanmaya çağırdıkları Sovyet Rusya­ L ı ld Rus olan ve Rus olmayan milletiere giıya hürriyet ve ı ·. ı i klal tanımış] ar; sonra herbirini ikiye-üçe bölerek bun­ ı

l . ı r; ı

göstermelik hükumetler kurdurmuşlardır. Bolşevik­ lı · ı i n bu milli uyanış, hürriyet ve istiklal kuvvetlerinin tü­ ı ı ı ı i ı ı ü kökten temizlemek programlarını rahatça gerçekleş­ ı ı ı l' h i l mel eri , ancak her çeşit Batı müdahalesinden uzak l ı l ı n alarına bağlı idi. Bu sebepledir ki, Türklerin İngiliz, ı ı ı ı ı s ı z , İtalyan ve Yunanlılara karşı sağlayacakları bir I l i ı ı ıı 1 u pınar zaferini desteklemek, Bolşeviklerin son dere­ ı ı · i -;; i ne gelmiştir. . .

.

Bir de bu yardımlar bahanesiyle Bolşevik kuvvetleri­ ııı

ajanlarını bilfiil Türkiye'ye sızdınnak için müsama­ böylece Türk Milli ı ı ı l uş Mücadelesi'ni bir Bolşevik ihtilaline çevirmek

ve

l ı . ı , gaflet ve hıyanet yolu bulmak, ı, ı ı ı

1 33


imkan ve ümidi, Bolşeviklerin başlıca yardım sebepleri ol­ muştur. Sovyet politikasım ve dünyadaki komünist faaliyetle­ rini en iyi incelemiş büyük otoritelerden ikisi : George F. Kennan ve Prof. G. Jaeschke'dir. Bunlar da eserlerinde, Bolşevik liderlerin, bizzat kendi kuvvetleri hayli zayıf ve perişan bulundukları halde, Mustafa Kemal Paşa'yı des­ tekleyişlerini, « halisane dostluk düşünceleri ve kolay an­ la�ılır sebepler değildi » diye vasıflandırmaktadırlar. Amerikan Senatosu Tutanakları'nda tam metni bulu­ nan konuşmasında Mustafa Kemal Paşa'mn, 22 Eylül l 9 1 9 günü, Sivasta, Amerikan Generali Harbord'a aynen şunları söylediğini öğreniyoruz :

(Bolşevizıne gelince, onun bize nüfuz etmesini ön/ '· leyeıı diniıniz, an'anelerimiz ve sosyal bünyemiz gözönü/

1

ne alınırsa bu doktrinin memleketimizde hiçbir şansı olmadığı anlaşılır.

Lüzumu halinde hatta Türk milleti ona karşı savaş­ ınağa hazırdır). V e yine, Türk temsilcilerinin Moskovaya hareket ettikle­ ri bir sırada kendisine « Komünizm ile Rus dostluğu esa­ satı arasında bir münasebet var mıdır ?» sorusuna, 6 Şu­ bat 1 92 1 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde, komü­ nizmi açıkça ve şiddetle reddettikten sonra :

( Bi:.'"laenaleyh bizim Ruslarla olan münasebet ve mu · hade:netimiz ancak iki müstakil devletin ittihad ve ittifak esaslarıyla alakadardır ) diyen; ve yine, « Sulh şart ları, İç ve Dış siyasi meseleler» üzerine, 2 Kasım 1 922'dı· Petit Parisien muhabirine Bursa'da verdiği beyanatta ka tiyetle : 134


( Biz ne Bolşevik, ne de Komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Biz milliyetperver ve dinimize hünnetkarız ) di­ yen anti-komünist Mustafa Kemal Paşa'nın yanılmaz yanıl­ tır, yılmaz yıldırır, yenilmez yener yüce şahsiyeti ve siya­ si dehası karşısında komünistlerin bütün ümit, plan ve �,�abaları boşa çıkmıştır. İ şte Türk - Rus münasebetlerinin başlangıcı budur, böyledir. 10 Kasım 1938'e kadar süren müstesna ve muhte­ �em devrenin de, ondan sonraki Atatürk izinden ayrılma �,·ağının da gerçeklerini vesikalarla bir bir ortaya koyup gü!'illeri uyarmağa, hİyanetleri teşhire devam edeceğiz. SOVYET EMPERYALiZMi VE İSLAVCILIK

Bir yumurtanın iki yarısı demek olan iç ve dış poli­ Sovyet Rusyada uygulanmaları, ( güvensiz li k ) ve ( ı.•. c rçcksizlik ) diye adlandınlabilir. ı i ka nın

Bütün yeryüzündeki kitaplıkların ve kitapların yakıl­ d 1 g 1 n ı , bütün beyinierin yıkandığını sanareasma ( yalan ) 'ı ı ı•. cn;ek ) yerine rahatça kullanabilen komünistler, 1 9 1 7'­ ı l ı · l l heri hep emperyalizme ve emperyalistlere karşı olduk­ l . ı l l gülünç iddiasını söyler ve savunurlar. Yalnız 1939 yı­ l 1 1 1 d ; ı n bu yana sömürgeci Batı devletlerinden Büyük Bri­ l . ı i i V ;ı , Fransa, Belçika ve Hollanda, nüfus sayıları topb­ ı ı l i 040 milyonu aşan 44 memleketin bağımsızlık haklarını ı . ı ı ı l l l ı ışlardır. Halbuki aynı müddet içinde Sovyetler Bir­ l ı ı• ı . 263640 mil - kare toprağı işgal ederek 220 milyon 750 l ı l 1 1 k işiyi Demirperde gerisindeki « Kızıl Cehennem>>'e yu­ ' ı ı 1 l . ı ı n ıştır. Bu, onlara göre emperyalizm değildir; kur­ ı ı ı ııı ; ı k hürriyete kavuşturmak, Dünya Cenneti'ne gön­ ,

. ı , · ı l l ll'k t i r.

1 3!i


İlk ihtilal günlerindenberi komünistlerin iddialan : Çarlık rejimine son verdikleri gibi, bu rejimin dış politi­ kasını da izlemedikleri ve asla emperyalist olmadıkları hu­ susudur. Bunlar, yalnız ve ancak Marksçı - Leninci ilkele­ rinin içeride ve dışarıda uygulanması çabasındadırlar. Kırk yılı aşan uzun bir zamandanberi, ihtilallerini ya­ parken, yaptıktan sonra, hürriyete ve İstikiale sahip ülke ve m i l l e t l eri « Kızıl Gayya >> 'ya yuvarlarken kullandıkları Marksçı - Leninci - Styali nci v. b. metodlari hep insani ( ! )­ dir.

<< Gül Vadileri >> 'ni << Kan Vadileri >>'ne, v e << Güller Me­ kanı >> 'nı << Küller Mekan ı >> 'na çevirmenin adı, % 8 hızla planl ı sosyalis t kal kınması dır. Komünistlerin guya lanetledikleri Çarın zulüm ve sö­ mürgecilik planları , yalnız tab'ası ve komşulan içindi. Komünistlerin bizzat izledikleri iç ve dış politikaları ise, b Li ! ün dünyayı ve bütün insanlığı kızıl esaretle tehdit et­ :11ek tedir. Yalnız Sovyet idarecileri, Prezidyum üyeleri veya yurdlarındaki köle, dışarıdaki �atıl mış yazarlar da, Sovyet dış poli tikasında eski ideolo j i lerin tesiri bulunmadığını savunmakta yırtınırlar. Bun;ı ka r şı l ı k Janko Lavrin gibi gerçekçi yazarlar da, Sovyet dı� p c.ı lit ikasında İslavcılığın tesirlerine dikkati çekmekted i r ler. Lav�·in, ü ç yıl önce yayımladığı ( İslav İdeoloj isi w Rusya ) başlık l ı b i r etüdünde, 1 94 1 'de Hi tler'in Sovyeth-ı Birliği'ne saldırısından sonra, Moskova da kurulan ı , ı �;vcı Komite'den, Aralık 1 946'da Belgrat'da toplanan ı � iavcı Kongre'd.en bahseder; ve yine kısa bir zaman son ı ıı B clgrad'da Kominform 'un kuruluşunu belirtir. par t i i leri gelenleri değil,

Bizce, bugünkü Sovyet dış politikası, Çar rejimi rı i ı ı X I X . Yi.izyı l 'daki İslavcılığın ( Kızıl Veba) haline gel ı ı ı l , 1 36


en azgın , en bulaşıcı safhasıdır. Diğer bir deyimle, bugün­ kü Kızıl Emperyalizm, dünkü İslavcılığın kanserleşmiş ha­ l i dir. Rusların geçmişteki düşünce ve planlarını, inanılır c iddi eser ve kaynaklardan, vesikalardan görüp öğrenmek; tarihi unutanlarımızı uyarır, onları yarına dikkat ve hasi­ retle hazırlar diye, geçmişten geleceğe Rus düşünce ve planlarının ne olduğunu açıklayan ( İslavcıl ı k ) 'la ilgili ders ve ibret verici bazı yazıları, aziz okuyucularımıza sun­ ı nayı faydalı ve zaruri bulduk. Hans Kohn, Yeni Rusyanın düşüncelerini incelediği ( The Mind of Modern Russia ) adlı eserinde, 1 870'den ön­ l c dağınık olan İslavcılık cereyanının siyasi çevrelere gi­ ı nck, nasıl Rus dış politikasına temel teşkil ettiğini be­ l i rtmektedir :

«Nikolay Y. Danilevski, (Rusya ve Avrupa ) adlı k i­ t ;ı b ı nda, bütün Batı islavlarının birleşmesi n i hedef edinen ı ._, J J vcılık programının en radikal örneğini vermiştir. Rus­ ,·;ı n ı n geçmişini övdükten başka, Batı medeniyetine karşı ı l ı ıyduğu n efreti açığa vuran Danilevski'ye göre, tarihte bü · 1 ı i k roller oynayabilecek tek millet Ruslardır. Diğer mil­ l ı · ! l e r Rusyaya malzeme olmaktan başka bir işe yaramı­ ' . ı l aklardır. Bu parlak geleceğe giden yolun başında is­ ı . ı ı ı b ulun alınması ve sonunda da bütün isiaviarın birleş­ ı ı ı ,·.-.; ı ideali vardır». KIBRIS, KOMÜNiSTLER VE « HATIR - SATlR HEYETLERi »

« Kıbrıs unutuldu mu ? >> diye ilgililere sorarsanız, «Ne ı ı ı ı ı ı ı asebet efendim! O Moskovaya gidişler, bu Türkiye'yi t ı v; ı n:tler, aslın da hep Kıbrıs için tertiplenmiş, ayarlan137


mış, hesaplanmış, plfmlanmış kiyasetli dış siyaset zaferle­ ridir» diye onlardan ağzınızın payını alırsınız. Tabii bu cevap karşısında : «Ya sabır! » dersiniz ve yi­ ne mübarek Ramazan günü, bir gerici davranışl a : « Büyük Allahım! Sen bu yerli yersiz, zamanlı zamansız ziyaretie­ rin sonunu, kaatil Kara Papazın vaktiyle tek başına kabul gördüğü Ankara ziyaretinin sonuna benzetme! » diye iki elinizi göğe kaldırır, Rabbülalemin'e dua edersiniz. Kıbrıs için ne << taksim » ne de << Federasyon >> fikrine taraftar olmayan Sovyet komşularımız Kıbrıs'a, <<bize karşı kullanılmamak şartı ile» vapurlar dolusu ağır silah­ lar yardımcığında bulunarak, Türkiye'ye - gerçekten ( ! ?) diyemeyip Rusça gerçek kelimesini kullanacağım Pravda'dan dostluk gösteriyorlar. Sayın Erkin'in Moskova gezisi, sayın İnönü'nün Va­ şington gezisi aksine, milletin, Meclisin, muhalefetin te­ mayül, görüş, tasvip ve müzaheretinden tamamen yok­ sundu. Vaşington'a gidilirken güven oyuna başvurulmuş, fakat plansız, programsız ve bilhassa zamansız Moskova'­ ya gidilirken güven oyuna lüzum görülmemişti. Halbuki bu, basit bir Dışişleri Bakanı ziyaretinden ibaret değildi. Bir millete dış ve iç politikasında mihver değiştirtecek ka­ dar ağır sorumluluk taşıyan son derece önemli ve tehlikeli bir temastı . Çok hazırlıklı, çok zamanında yapılması gere­ kirdi. Sözde ticaret gelişmesi kazancı yanında, kültür anlaş­ ması kaybı ile sonuçlanan Erkin'in Moskova ziyaretine, bilhassa «Kıbrıs davamıza Sovyetleri kazanmak! ?» süsü, itina ile verilmişti. Bir yanda Kıbrıs yolunda bir kazanç sağlamak safdilane çabaları ile ancak kültür anlaşmasına varılırken, öte yandaki << pravda » = gerçek daha başka idi. Rusların : ( Ya ne ya-i hata ne moya = Ben ben de­ ğilim; bu izbc de benim değil ) diye bir atasözleri vardır. l :I R


Tıpkı bu sözleri gibi, Boğaz'dan ağır silahlarla yüklü ge­ ın iler geçiyordu ki, bandıraları Sovyet'li amma kendileri değil; içindekiler Kıbrıs'a gidiyordu amma, Türklere karşı kullanılmak üzere değil! .. Yıllarca önce Nazilli ve Kayseri Bez Fabrikaları'nın kuruluşunda Türkiye'ye vazifeli gel­ ı ı ı i ş ilk ( TEKNİK GURU P ) mühendislerinden, Sovyetlerin v ı l lardır Ankara Büyükelçisi bulunan M. Rijov, bu gemi­ I L-r ve içindeki oyuncaklar için «odun» gibi bazı yalanla­ ı ı ıa l ar yaptı amma, bunların da gerçekliği « pravdaıı ka­ d a rdı. Dış politikalarında Çarcı ve İ slavcı olmadıklarını ileri � i i ren ve savunan Sovyetler : « Bizim dış politikamız bü­ l' i i k ölçüde iç gelişmelerin sonucu olan Marksçı - Leninci ı l k e l ere dayanır» derler. Marksçı - Leninci ilkelere daya­ ı ı ; ı rak Sovyetlerin •yardı m » yığdıkları Kıbrıs için istekleri, M a karyos elinde «bağımsızlıkıı 'tır. Çünkü Kıbrıs bağımsız olursa, oradaki komünist !\ K EL Partisi iktidara gelebilir. Gelince de bir « Akdeniz 1\ ı i basııı teşekkül eder. İşte Sovyetleri ilgilendiren nokta l ıı ıdur.

1 6 bin faal üyeli AKEL, 40 bin üyeli Andreas Ziarti­ ı lı� liderliğindeki ( PEO) , ve diğer dokuz komünist teşek­ l, ı ı l ( EDON ) , ( EKA ) , ( EAS ) , ( PE E ) , ( PEEA ) , ( PEM ) ,

ı i ' FOM ) , ( PEGO ) , ve ( AEN ) mensuplarıyla,

üzerinde 1 10 b i n kadar komünist ve komünizm sempatizam bulu­ ı ı . ı ı ı ( Yeşil Ada ) Kıbrıs'ın, ( Kızıl Veba) veynelmilel ko­ ı ı ı ı ı ı ı i zm açısından arzettiği büyük ve ciddi tehlike, Sov­ ' ı · ı ı n İsafirleri dahi komünist saymayan sorumluları il­ ıı ı l ı - ı ı dirmese gerektir. İlgilendirse idi, hür dünyaya her­ · • ' l ı k n önce bu gerçeği duyururlardı. Ve yine, Ortado­ ıtı ı ' l ı ı lara, Asya'lılara, Afrika'lılara iyi niyet heyeti diye Jlo ı ı ı ı krilen ( Hatır-Satır Heyetleri ) 'ne iliştirdikleri tek­ ı ı l l. l · l emanların nasbına önem verirlerdi. Mesela bunlarJ 39


dan bir bayan ve bir bay gazetecinin, Kıbrısın arzettiği kızıl tehlikeleri belirtemiyeceklerini takdir buyururlar­ dı. Hele Güney Amerika seyahatine gönderdikleri bir ik­ tidar grupu Başkanvekili'nin Frenkçe, İngilizce ve ispan­ yolca' daki iktidar seviyesini insaflıca, vatanperverane dikkate alırlardı. Bu fakir milletin bir milyonluk dövizi eşe-dosta seyahat ikramiyesi ve suspayı olarak hibe ve heder edilirken, geçen yıl Moskovaya çıkardıkları Koç'­ ların seçim metoduyla, bu sefer de heyetierin tertip ve tanzimini torbadan piyango çekmek suretiyle yapsalardı, sosyal adaleti de daha önceden gerçekleştirmiş bulunur­ lardı. Ey ilahi ada Kıbrıs ! Sana birşey yapamıyanlara, sen neler yapıyorsun ! .

İSLAVLAR VE İSTANBUL Moskofların « Çargrad» adını vererek yüzyıllarca ha­ yal ettikleri ( İslam-bolu ) İstanbul, üç Avrupalı müstev­ linin müşterek işgallerinde iken, Bolşevikler, Milli Kur· tuluş Mücadelesi'ni yapan Türkleri avlamak için şöyle dil döküyorlardı : « Sukut eden Çarlık tarafından tanzim edilen İstan­ bul ' un ce bren işgal i muahedesi yırtılmış ve mahvedil­ m iştir. Rus Cumhuriyeti Millet Sovyetleri, memleketini­ zin c�bren işgalini red ile ilan eder ki, istanbul Müslü­ m anlığın emrinde kalacaktır! » . Bu, samirniyetten uzak, maksatlı, yalnız o günkü şartlara göre sarfedildiği aşikar kuru laflara, Mustafa Kemal ve onun büyük milleti asla kanmadılar. Rusların, ele geçiremedikleri , kendi tabirleriyle «b aha biçilmez ve taksim edilemez inci » dedikleri İstanbul için gerçek dü­ �ünce ve değişmez planları nelerdi ? Bunu, bugün tekrar hatırlayalım ve öğrenelim ki, « Sovyetlerin Türkiye'ye kar140


)1

hiçbir iddiası yoktur» şeklindeki yeni lafların da sa­ ı ı ı i ıniyet derecesini anlamak kolaylaşsın. A.S. Khomyakov'un dinci, M.P. Pogodin'in İslavcı birleştiren Moskof şairi F. İ . lnı tçev, (Rus Coğrafyası ) adlı şiirinde şunları sayıklar :

pı ıl i tİkalarını eserlerinde

« İstanbul ve Moskova, islav İmparatorluğunun kut­ ·.; ı l başkentleridir. Ya bu imparatorluğun sınırları ? Nil'­ ı l ı · ı ı Nova'ya, Volga'dan Fırat'a, Elbe'den Çin 'e ve Tuna'­ ı Lı ı ı Ganj 'a kadar. Rus imparatoru bütün isiaviarın im­

p . ı ra loru olarak yükselecektir.. Rusya yalnız İmparator­ l ı ı k d eğil, bütün bir Dünya olacaktır». ( Hans Kohn : Pro­ p l ı ,· ı and Peoples, New York 1947, s . 1 53 ) . 1

Y ine bir kudurmuş .ı tı n ıştır :

İslavcı olan A . Herzen şunları

« İslavlar sosyalizmin bayrağını taşıyacak ve İstanbul, I ·. L ı vlar Birliği'nin başkenti olacaktır. İstanbul, Birleşik I ·. L'ı vların başkenti, Batı Kilisesi'nin Roma'sı ve İslav - Yu­ ı ı . l l ı - Bizans'ın merkezidir>> . ( W. Lednicki : Panslavism, N nv York 1948, s. 644 ) . Rus Heyeti,

Esenboğa'ya ayak basarken, Moskova'­

ı l . ı ı ı , Komünist Parti sözcüsü ( Pravda) 'nın, adı gibi ger­

•y ı • i

ağzından çıkarıp : «Türkiye, NATO'dan çekilecektir! » ' ı ı ı r i ıı i vermesi, misafirperverliğin sınırını milli gaflete ı ı l . ı ·i l ı ran Sirmen'lerin sayesinde T. B. M. M. kürsüsünden lı ı ı ı ı ı ı�abilenlerin sözlerinde ve İzmir'de dağıttıkları orak­ ·. · · k iı.: ' l i rozetlerinde gerçek anlam ve açıklamasını bul1 1 1 1 1 ) 1 ur.

l lyan, ey yaralı Arslanım, uyan! Ayıl, silkin ve kendi­ ı ı ı · gel ! . .

Dört bi r yanında çöreklenmiş kızıl engereklerin, Sa­ l ıı ı l ı: ı ı tin Ali ortaklarının, gebermi ş kızıl Moskova köpeği­ ı ı l ho rdatarak kendi milli kahramanlan ilan edenlerin, 1 41


parlamentoya, Milli Emniyet'e, şeref ve namus erbabına, aileye, servete, özel sermayeye, tüccara, doktora saldıran­ ların, Türk dış-iç ticaret politikalarını bombalamak iste­ yenlerin kasıtlarını anla! Yönü Moskova'ya dönük ( Prav­ da) gerçek hüviyetlerini tanı ! . .

YiNE M İ İMAM - HATİP'LİLERE HÜCUM ? ARTIK DUR BAKALlM! .. Solcu yazarlar, tıpkı Brecht 'in bir oyunu hadisesinde olduğu gibi, son TİP baskını dolayısıyla, İmam - Hatip Okulu öğrencilerine karşı ateşler püskürüyorlar. Beğenii­ miyen bir kanun dışı hareketi tenkit ederlerken, içlerinde İmam - Hatip Okullu da çıktı diye yine bu müesseseye ve din adamlarına topyekun saldırıyorlar. Şüphe yok ki olayın zabıtayı ve adliyeyi ilgilendiren tarafları üzerinde duracak değiliz. Yalnız, bu cins her vak'ada, emniyet ve adli makamlar henüz vazifeye başla­ mışlarken, yangına körükle gitmenin yasak olup olmadı­ ğını; yasak ise, bunu adet edinmiş kasıtlı hastaların niçin bir tedaviye tabi tutulmadıklarını ilgililerden sormak ve öğrenmek istiyoruz. Anayasayı, kanunları, insan haklarını ve her çeşit emniyet kuvvetlerini yalnız güzelim şahıslarının ve can· larının tekelinde sanan sapı klar, niçin bu milletin, btı toplumun zararına tehlikeli cereyanlar karşısında daim<ı iyman ve ideal sahibi gençleri bulacakları gerçeğini bil mezden gelir de, yerli ve yabancı papasların kimlik Vf davranışiarına neden azıcık akıl ve kalem yormazlar? « OKU ! » ilahi emrine uymayı vazife bilmiş yarının iy man ve ideal mürşitleri'nin, serseriler ideali komünizm( karşı herkesten ve herşeyden önce reaksiyon göstermeleri 142


bu mübarek vatanın, bu büyük milletin gele ceği bakımın­ dan en güvenilecek ve sevinilecek bir tabii davranı ş sayıl­ malıdır. Çünkü insanlığı imtiyazsız, sınıfsız bir ilahi bütün bilen o yarının gerçek azizleri, herkesten önce, milletleri burjuva ve proletarya diye ikiye bölüp savaş halinde gös­ Leren çürük Marksçı - Leninci prensibin bu mücadelede kullandığı ( eğitim, dil, ticaret, diplomasi ) gibi silahların başında « din , 'in geldiğinin farkındadırlar. Yannın din ı nürşitleri, dinin maskaralar elinde bir istisma r vasıtası ularak kullanı lmasına daha öğrencilik çağınd an itibaren hassaslık gösterirlerse, o milletin bir noktadan geleceğine güvenle bakılabilir demektir. Elbette Allahsız materyalizme dayanan bir doktrin, karşısında ilk önce Allaha en çok inananları bula cakt ı r __

Elbette , ge rçek olan Tanrı'yı bir yalan haline getir mek çabasındakileri, Yaratandan ziyade yaratıklara tap­ ınak yolunu tutmuşları doğru yola çevirmeğe ve kurtar ınaya koşaca klar, kendilerini iyman zabıtası sayacak idea­ list din mürşitleri olacaklardır .

­

­

Milli

dini, temel ahlak

ve

prensiplerimizi yıkmaya,

t e rs bir yöne çevirmeğe çab a layanlar en küçük bir milli ,

ıııukavemette neden daima yaygara koparıyorlar ? Niy­ ı;ün, amansız kömünizm mücadelecis i , büyük ATATÜRK'­ i i n şu gerçek düsturlarını görmeyen, i şitmeyen kör ve sa­ i�• r rolünü oynuyorlar? ATATÜ RK diyor ki

/

7

.

:

« Bolşevizme gelince, onun bize nüfuz et mesini önle­

ycn dinimiz ananelerimiz ve sosyal bünyemiz gözönüne alınırsa, bu doktrinin memleketimizde hiçbir şansı olma­ ,

dığı anlaşılır. İçtimai noktai nazardan, dini kaidelerimiz 1 43


bolşevikliği kabul etmekten alıkoymaktadır. Hatta Türk milleti, lüzumu halinde, ona karşı savaşınağa hazır­ dır. 22 Eylul 1 9 19, Sivas». bizi

« Biz ne bolşevik, ne de komünist; ne biri, n e diğeri ulamayız. Biz milliyetperver ve dinimize hürmetkanz. 1 Kasım 1 922, Bursa» . << TürK milietinin içtimai nizarnını ibiale müteveccih didinmeler, boğulmaya mahkumdur. Türk milleti, kendi­ nin ve memleketinin yüksek menfaatları aleyhine çalış­ mak isteyen müfsit, sefil, vatansız ve milliyetsiz sebük­ mağz'ların ( hafif beyinli demektir; Atatürk komünistler için kullanmıştır; ihyası uygundur ) bezeyanlarındaki giz­ li ve kirli emel leri anlamıyacak ve onlara müsamaha ede­ cek h ir hey' et değildir. - 6 Ağustos 1 929, Eskişehir -» . Anladınız mı şimdi işin gerçeğini, a din, an'ane milliyet düşmanı Pravda yazarları sizi ? ..

ve

DEVLETSiZLİK Mİ, DEVLETÇiLİK Mİ ? Bir genel kadına lakabıyla hitap ettiniz mi kızar, kö­ :,ürür ve namus-u-mücessem kesilir. Son zamanlarda, biz­ deki sicilli, damgalı, mahkemelerden hüküm giymiş ma­ hutlar, solcu, sosyalist SEBÜKMAGZ'lar da tıpkı onlara benzediler : « Komün ist» sözünden bayağı alınır oldular Söyledikleri sözler, yazdıkları yazılar, iftiraları ve davranışları komünizmin ta kendisi olduğu halde bu kı­ zıllar, huzura çıkarılmadık, deliğe tıkılmadık, muamele görmedikçe işi azıttılar. Hele basında ve parlamentoda da kendilerine destekçi ve savunucular bulup, Milli Emni­ yete dışarıdan hücumları içeriden de takviye görünce, sı­ mardılar. 141-142'inci maddelerin kaldırılması istekleri. 144


v a k tiyle Milli Eğitim Bakanlığındaki komünist dosyaları­ n ı n , bina ateşe verilerek imhaları gibi, Milli Emniyetteki lwı nünist arşivlerinin de Kızılay'da yakılınaları suretiyle v ok edilmeleri talebiyle tamamlanınca; « TİP Genel Baş­ bın seçim konuşmalarında radyoda bankaların, sigorta � i r k e tlerinin ve ticaretin devletleş tirilmesini istemişti. �;ıyet bunlar suç olsaydı, savcıların ta'kibata geçmeleri vı·rc kirdi » tarzındaki içtihat - kararları ( ?) da istih sai ı - d i lince, sayın Özgüaeş'in tutanaklara geçen tabiri ile, bu " 1\. i\.TERİNA DÖLLERİ», işi gerçekten büsbütün azı t t ı ­ Lır. Artık bir celsede, tevkifhaneden koliarına girip onla­ ı ı ı; ıkaracak, binlerce lira vekalet ücretli, büyük hukuk " ' ı ır i telerine de lüzum kalmamıştır. Devletin müsamahasını istismar, zaafını faydalan ına

l, . ıyııağı haline getiren, çeşitli mevkilerde vazifeli bir kızıl

� ı ı ı ııpanya mensuplarının «buz gibi komünistlik » demek ı ı l . ı ı ı " her şeyde devletçiJik ,)i istemeleri, savunmaları ve ı · ı ı gcçi 1 969'da bunu gerçekleştireceklerini, Komünist

l ' . ı ı l i sinin kurulmasını da açıkça talep ve ilan etmelerine ı .ıgıncn, « konuşmalarım ı z Podgorny'ninkinden de ağır

l ı ı ı p ropaganda mahiyetinde değil ya ! » mukayesesİyle y ;­ ııı·

l ı i l irkişiler marifetiyle muamele lüzumundan muaf tu­ ı ı ı L ı bi lirler.

Geçen Nisanda, Ş. Koç'un, gericilikle mücadeleyi i� için, Kızılay'da tertipiediği bir toplan tıda, CHP l .d i rne Senatörü sayın Banguoğlu tarafından, bir sözcü� ı ı 1 ı ı ı konuşmaları, ekonomik görüşleri açıkça ve yüzüne � . ı ı� ı tarihi maddecilik ( komünizm ) görüşü diye tavsi f , , . i lade olunmuş : «Bu, memleketi sınıf mücadelesine gö­ ı ı ı ı i i r. Türk toplumu için zararlı bir görüştür. Biz bu gri­ ı l i '.· ve fikre katılmıyoruz », sözleriyle takhih edilmişti. l ı, i � lcri Bakanı 'ndan müsaadeli bu toplantıdaki daha açı li. l, ı n ı ı ii nist konuşmaların sahipleri de hiçbir muamelesiz, ı h ı ı ıar


yalnız sayın Özgüneş'in «Katerina Döllerİ » iltifatıyla ka­ lınca, bunlardan birincisi, binlerce lira ücretle akıl-fikir hocalığı etmek üzere çöreklendiği büyük bir teşekkülü­ ınüzün sorumlu bir temsilcisine yaptığı telkinlerin ilk mahsulünü almıştır : « Dış Ticaret devletleştirilmelidir)). Bu sorumsuzca, fakat ustalıkla söyletilen koca lafın piyasada , basında, parlamentoda ve parti kongrelerinde husule getirdiği yankılar ve hazin netice, son derece ibr;:;ı vericidir. Gerekli tertip ve tahrik yapılmış ve iyi hazırlan­ ID I 5 vasatta beklenilen netice alınmıştır. Daha önce Milli E m n iyet Teşkilatı'na, parlamentodaki senatör ve miliet­ vekilierine yöneltilen hücum ve tertipler de, hep aynı s o rumsuz kumpanyanın kampanyasıdır. Bunlar, vatan haini Nazım Hikmetof Yoldaş'ın yurt ta ka lan kuyruklarıdır. ( KAFATASI ) , kızıl şairin bir piye. sinin adı, bunlar da Nazım Hikmetçi oiduklarına göre, bize yamamaya yırtındıkları adla bu kişiler ( Kafaatsçı )­ n ı n ta kendisidirler . D ı ş politikaya, NATO'dan uzak, suret-i-haktan görü­

n e rek ön ce hiç bir tarafla ilişiksiz tarafsız, sonra da Ku­ zey yönlü bir haysiyetsiz veçhe verdirrnek isteyenler; her

milli d<ıv ranışın karşısına ithamlar ve tehdidlerle dikil­ mcğ.: cür'et bulanlar, hep bu, namus, şeref ve haysiycti b i r burj uva uydurması sayan Nazım Hikmetof kuyrugu makü ledir ki, nereden arka bulur, kimden destek ve yar­ dım görürlerse görsünler akibetleri, Pirut Bataklıkları'na saplananların, Trabzonda Karadenizin dibine gönderilen­ terin ve Moskova'da canı Cehenneme gidenlerin maddi ve mane\'1 akİbetierinden farksız olacaktır.

1 46


İLK SORUMLU Kırkağacın Karakurt Köyünde, ilkokul öğretmenle­ riyle bir hoca ve bazı köylüler arasında geçtiği bildirilen görünüşü kara hadisenin acı, üzücü, düşündürücü, ders verici ve vazifeye çağırıcı tarafları mevcuttur . Şüphe yok ki, bir öğretmene atılan taşı, sıkılan yum­ ruğu ne İslam dini kabul eder; ne de bu dinin mensupla­ rı affeder. Fakat biz, herşeyden önce çuvaldızı başkasına, suçlu cahil softaya sokmadan, iğneyi kendimize, sorumlu mut· lu aydına batıralım ki, uyanalım da gerçek nedenlere eri­ şip derde deva bulalım. Basın ve radyolarca umumi efkara aksettiriliş şekil­ leriyle, vukubulan kızıl veya kara olaylar ne kadar men­ �ur görünüderse görünsünler; fevri, mübalağalı, yaygara­ cı reaksiyonlada hadiselerin seyir ve neticelerini tahki­ kat safhasında gerçekten uzaklaştırıp istismar yoluna gö­ l lirmeğe hiç kimsenin hak ve yetkisi yoktur. Bizde de vazifeiiierin bu çeşit olaylar karşısında ala­ cakları ilk hukuk nizarnı tedbiri bu olmalıdır. Adli mua­ m elenin tam bir selametle cereyan edip sonuçlanmasına dikkat ve riayet, en büyüğümüzden gazete satıcımıza ka­ dar hepimizin, Anayasamıza, halkımızın hak ve hürriyet­ lerine karşı vicdan ve saygı borcumuzdur. işine gelen olaya, işine geldiği şekilde ilgi ve reaksi­ gösteren kasıtlı istismarcılara fırsat vermemek, des­ I L' k ve arka olmamak; derin, müsbet müdahale ve tedavi bekleyen milli sosyal hastalıklarımızın iyileştirilmesinde kendisini sorumlu sayan herkesin dikkate alacağı başlı­ l·a hususlardır.

yon

14.1


Birkaç mütecaviz cahil softanın, eli çekiçli birkaç sivri sakallı meczubun; Kızılay binasında kızıl propagan­ da yapan birkaç « SEBÜKMAGZ = hafif beyinli» 'nin, Atatürk'e hakaret ettiği i ddia olunan bir bedbaht öğret­ menin sorguları, tevkifleri, hapisleri, en ağır cezalara çarptırılmalan davayı halletmez; yurt üstündeki kızıl ve kara bulutları silip, ortadan kaldırmaz. Hükılmetler, vazifel iler başta olmak üzere, bütün aydınlar, bu çeşit sosyal davaların temelindeki sakatlığı meydana çıkarıp, buna çare bulmak sorumluluğunu taşı­ yoruz. Köylümüzü cahil bırakan kimlerdir? Maymun gibi Batının kötülüklerini taklitte yektayız. Tıpkı medeni Hı· ristiyan memleketlerde olduğu gibi, köylülerimize hem bilgili i dealist, örnek, vatansever öğretmenler; hem de herkesin saydığı, sevdiği, i lim, irfan, fazilet ve ahlak sahi­ bi din adamları yetiştirip göndermeyen kimlerdir? Kendi yemediği yağı - balı ile bizi doyurup, besleye­ rek yaşatmış sahipsiz Efendimizi yıllarca ihmal ve ceha­ let çukuruna adi iftira ve hakaretlerle itip yuvarlamış nankörler kimlerdir? Bu işin kökü uzaklardan yakıniara doğru siırüp gel­ mektedir. Yirmi küsılr yıl önce, bir yandan solcuların « hayr» yerine « şer» için tertipledikleri bir resmi kitap serisine sokuşturdukları ( İsanın Hayatı ) adlı muzır eserler genç­ liğe dağıtılırken, diğer taraftan •Hazret-i Muhammed» ad­ lı kitap toplattırılıyordu. Toplatma sebebini soran yazara ise, Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü ( Ve­ dad Nedim Tör) imzasiyle 1 7 mayıs 1 943 gün 653 sayılı şu cevabı göndermişti : 148


«Muhterem Efendim; Mektubunuzu aldım. Biz, her ne şekil ve suretle olur­ sa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak di­ ni bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zih­ niyet fideliği vücude getirilmesine taraftar değiliz.)) Bu görüşün savunucu ve uygulayıcıları, öğretmen o­ lacak köylü çocuklarımıza da aynen şunları okutmuşlar­ dı : « Tanrıların sonuncusu, en verimlisi, Muhammedin haber verdiği Tanrıdır. Bu Tanrının da diğer ilkel tann­ l ara benzeyen tarafları vardır.)) ve

« Tanrılar, din müesseseleri bugün yürüyen insanlığı onun biyoloj ik dinamizmini takip edememektedir. )) << Ümit edelim ki, yarının dünyası,

imaruna gökler­

den gelecek görünmez kuvvetlerle ve fizik ötesi fikirlerle

beslenmesin. Eğer onun kuvveti ve mesut bir temeli ol­ masını istiyorsak biz insanlar yeni dünyaya şamil, ihtiras­ sız, yalansız, insani, rasyonel ve reel taze bir din vermeli­ yiz.)) ( Köy Enstitüleri Dergisi, Ankara 1 945, Milli Eğitim Basımevi. Sayı : II, Sahife : 304 ) .

Günümüzde, 3 Nisan 1 964'de de (Gericilikle Savaş ilke ve Metodları ) 'nı tesbit diye toplananlar içinde Hür­ rem Arınan adlı birinin gazetelere geçen ve : « Bir fesat vuvası olan İmam - Hatip Okulları kapatılmalıdır>> tekli­ fiyl e başlayan düşünce ve metodları da hatırlanmalıdır. Ancak bunlar ve bu konular üzerinde asıl vazifeli, sa­ l ahiyetli ve mes'ul olanların samirniyetle duracakları gün, kasıtlılar kısıtlanacak; işler sola sağa saptınlmadan dos­ doğnı yolunda yürüyebilecektir.


YERLİ KIZlLLARA MOSKOVA EMRi Moskova'nın hür milletleri içinden yıkmak için kul­ landığı uzun vadeli planlar, yalnız o memlekette kurdu­ ğu gizli komünist partilerinin siyasi çabalarından ibaret değildir. Toplumu veya bir zümreyi protesto, grev ve kargaşalıklara; siyasi ihtilal ve hükumet darbelerine kış­ kırırnak ve sürüklemek, bilhassa «Kültür Bolşevizmi>> ile hazırlanır. Sanat ve kültür alanında ve mesela basında, tiyatro­ larda, radyo ve televizyon müesseselerinde ve kitap ba­ san, satan ve okutan yerlerde yuvalanan, hücre kurup çöreklenen kızıl satılmışlar, çeşitli yoldan, Moskova ile daimi irtibat ve temas halindedirler. Yerli ajanlar, emir ve direklifleri daima Moskova'dan alırlar. Yıllardanberi sanat bahanesiyle Moskova, Paris, Ka­ hire gibi değişik merkezlerde komünistler tarafından ak­ dolunan ( Beynelmilel Sanatçılar ve Yazarlar Kongrele­ ri ) 'nde, Demirperde memleketleri ile hür milletler içindeki komünist sanatçı ve yazarlar bir araya gelirler. Türkiye'­ den de bu kongrelere daima çağırılan ve katılan yazarlar vardır. Bunlar, buralarda fikir alış - verişinde bulunur, sanatlarını icra ederler. Moskova'dan gelmiş yeni emir ve talimatı alarak yurtlarına, mel'unluk vazifesi başına dö­ nerler. Daha önce ( Komünizmle Mücadele Yayınları ) 'mızda kısmen yer almış ve açıklanmış - Bk. Faşist Yok, Komü­ nist Var ! , ilaveli 3 . Baskı, Ankara 1 963, ss. 24 - 27 - bu Moskova emirlerinden en önemlisinin tam metnini bura­ da sunacağız. Böylece : « İlericilik, Toplumculuk, Devrim­ cilik, İnsaniyetçilik, Hümanistlik ve hatta Atatürkçülük » maskesi altında, Türkiyemizde dine, milliyete, aileye, na­ musa, parlamenter rej ime, demokrasiye, insan hakları­ na ve servete saldıranların gerçek yüzlerini tanımak koıso


laylaşacaktır. Belki, bu yıkıcı, mel'un gayelere bilmeden katılan safdillerin ayılıp doğru yola gelmelerine de yar­ dım edilmiş olacaktır. Türkiye'yi de bir Demirperde memleketi yapmakla görevli kızıl uşaklara da uygulasınlar diye Moskova'nın verdiği 18 maddelik emir şudur : << 1 Yurdunuzda komünist ve sosyalist partilerin kurulmasını kışkırtınız. Bunlar mevcutsa işbirliği yapı­ nız. 2 Halkınızı , mümkün olduğu kadar sınıf ve züm· relere bölünüz. 3 İşverenle işçi arasında daimi anlaşmazlık ko­ nuları çıkarınız. 4 Komünist rejim kökleşinceye kadar, yurdunuz­ da böyle bir tehlikenin olmadığına herkesi inandırınız. Si­ zin niyet ve çalışınanızı farkedip yüzünüze vurmak iste­ yenleri, vehimli ve j urnalcı olmakla suçlandırınız. 5 Gizli , açık din düşmanlığı yapınız. Mezhep ve tarikat kavgalarını kışkırtınız. Milli davalar ve davranışlar karşısında, tarna­ 6 miyle hi ssiz, kaygısız durup mümkünse önleyici yazılar çıkarınız. Her milli varlığı yıkınağa gayret harcayınız.

-

-

-

-

Politika, sanat, edebiyat ve kültür kollannda, 7 fikirlerioize uzak olup da, komünist temayüllü bulunma­ yanların bü tün şöhret, rağbet ve otoritelerini yıkınağa ça­ lışınız.

-

Halkın çok sevdiği yahut millete kabul e ttiril­ 8 miş olan kahramanları yıkmak zor olacağına göre, onla­ rı kendinize bayrak yapınız. Düşünce ve davranı annı kendi açınızdan yorumlayınız. \,

"

-

9 Romanda, şiirde, yazıda, karikatürde sistemli ve maksatlı olarak işçinin ve köylünün sefaJetini müba­ lağalı bir şekilde teşhir ediniz. 151


lO Tercümelerinizde, Batı'nın komünist veya ko­ ınünizme yakın olan yazarlannın eserlerini seçiniz, çevi­ riniz. 11 Milletinize, Batı Bloku'na ve demokrasiye düş­ ın anlık aşılayınız. 12 Nizamlara ve kanuna karşı gelenleri destekle­ yiniz. Kargaşalık çıkarmak için « muhalefet» duygularını i syan derecesine getiriniz. 13 Memleketinizde yasak değilse Rus filimlerine, yasaksa sol eğilimli filim ve piyeslere övgüler yapıp ala­ ka loplayınız . 14 İlkönce komünist iken sonradan dönmüş o­ lan Fransız : Andre Gide ve A. Malraux; İgnosio Sillone; Amerikalı : Richard Wright ve Louis Fischer; İngiliz : Ar­ thur Kelstler vb. yazarları kötüleyecek kampanya açınız. Şöhret ve fikirlerini yıkınız. 15 Sendikaları, gençliği ve derneklerini ve sanat b i rliklerini ele geçirmeğe çalışınız. 16 Bilhassa öğretmen, profesör, parti başkanı gi­ b i büyük kitleleri elinde tutanlara, sularına gitmek sure­ tiyle yaklaşınız. Onları kazanınağa çalışınız. 17 Sürekli huzursuzluk kaynakları arayıp bula­ cak ve bunları daha beter olarak devam ettirmeyi en baş prensip sayacaksınız. 18 Komünizmi açıkça savunmak yasak olduğu takdirde sosyalizmi ( ! ) , ve sosyalist yayın yapamıyorsa­ nız işçi davalarını ele alır görünerek gayeye hizmet ede­ ceksiniz. » -

-

-

-

-

-

-

-

-

***

Yukanki Moskova emrinin kimler tarafın dan nasıl uygulandığına dikkat etmek, yurdumuzdaki kasıtlı pro­ paganda ve, davranışiann değerlendirilmesini sağlıyacak­ tır. 1 52'


«KOMÜNiZMiN, MEMLEKEITE GELİŞMESİNDEN YALNlZ C. H. PARTİSİ MES'ULDÜR.,, (Cihad BABAN )

İyi niyet heyetleri, her Batılı memleketteki prensip kaidelere değil de, «hatır - satır» usulü ile tanzim edi­ l i rlerse, elbet de kötü niyetliden iyi niyet heyeti başka­ nı da olur. ve

Örnek : Güney Afrika'da iyi niyetlerini tüketerek, U­ lus baş köşesinde kötü niyetlerini ortaya dökrneğe başla­ yan Cihad Baban 'dır. Kiloda ağır Hazret, bol yolluk ile memleketten uzak­ laşalı, buralarda neler olup bittiğinden habersizdir. Se­ negal'den Kongo'ya doğru tenezzüh buyururlarken, yolu­ nu, dünyasını şaşırmışcasına, kendilerini yurtta seçim kampanyasına çıkmış sanarak : ( A . P. Programının Bi­ rinci Maddesi ) ve ( Ata'yı Görmemezlikten Gelmek ) baş­ lıklı, açıklanması tabirname'lerde bulunacak yazılar ya­ yımlamak tadır. Haydi Karakurt olayını istismarda geç kaldı; hiç ol­ mazsa bulunduğu memleketlerde ne çeşit işler gördüğü­ nü; milletimizin, yurdu m uzun yararına ne büyük başarı­ lar sağladığını bildirse, hayır ! Buradan gitmeden kale­ me alıp bı raktığı anlaşı lan yazılarda, Adalet Partisi'ni yerrnek ve yıpratmak çabası içindedir. Eğer gittiği yer­ lerde de baltasını böylesine taşlara vuruy �sa, gerçekten, bu bahtsız memlekete ve bu faki r milletin ·� ralarına yazık oluyor demektir. ·

Gider ayak, Adalet Partisi aleyhinde istismar edile­ cek bir konu bularnıyan Ulus Başyazarı, İyi Niyet Heye­ ti Başkanı Baban, neyi ele alsın da, ne yazsın ? Tutuyor,


üstünden kaç ay geçmiş Adalet Partisi'nin vakur, başarı­ lı İ k inci Büyük Kongre'sinde ittifakla kabul edilmiş prog­ ramındaki temel görüşlerimizin birinci maddesini ele a­ lıyor. Bu maddede, yerilebilecek her hangi bir kötü fikir bulmak imkansızdır. Fakat, bizi Afrikada sevdirecek İyi Niyet Heyeti Başkanı'nın kendi niyetinin bozuk oluşu, o­ nun bu yazıları kaleme almasına kafidir. Makalesine konu olan maddemiz şudur : « Adalet Par­ tisi, Türk milletini, MİLLİ TARİH ŞUURU İÇİNDE, Ba­ tı meden iyeti seviyesine çıkarmayı, ideallerinin temeli yapmış bir siyasi teşekküldür. Adalet Partisi, Türk mil­ letini, geri kalmışlıktan, sefaletten ve siyasi vesayetten kurtarmak, Hür Dünya'nın demokratik, ileri ve müref­ feh hür bir üyesi hal ine gatirmek için faaliyet göstermek­ tedir.» Cihad Baban bu maddeyi pek beğeniyor. << Tıpkı bi­ zim gibi, tıpkı C. H. P. gibi Atatürk'ün yoluna girmiş ve bu istikamette ilerlemenin kararını vermiş» diyerek Ada· let Partisine memnunluğunu açıklıyor. İşte sözün hemen burasında biz de açıklayalım ki : Adalet Partisi, gerçek­ ten medeniyetçilik davasında daima Atatürk'ün yolunda, Atatürk'ün prensip ve anlayışiarına ve bilhassa << MİLLİ TARİH ŞUURU >> 'na sadık bir partidir . Atatürk'e sadıklı­ ğı C. H. P.'ninkinden değildir. Adalet Partisi, sizinle aynı görüş ve yolda değildir. Zira siz, 1 938'den bu yana, hele bugün, Atatürk yolundan çok sola kaçmış bulunuyorsu­ nuz. Türkiye'yi Batı medeniyeti dışına sürüklerneğe çalı­ şıyorsunuz. Türkiye'yi beş yılda planla kalkındıracak me­ deniyet yolunun Moskova'dan geçirilmesi çabası içinde­ siniz. Batı B loku'nu gücendiriyor, yerine memleketimiz­ de Sovyet hayranlığı ve minnettarlığı yaratıyorsunuz. Ba­ tı, Hür Dünya, NATO düşmanlarını dost ve yardımcı bilip, onlara her fırsatı sağlıyorsunuz. 154


Sizin gibi. << İyi Niyet Heyeti Başkanı » diye yola çı­ k ı p , mübarek Ramazanın ilk günü yurdumuza gelen ve fakat niyetinin iyilik derecesini buyur ettiğiniz yüce Mec­ l is kürsüsünden yaptığı konuşma ile de ortaya koyan K remlinin beşinci dereceden temsilcisine : << Sizinle tanış­ mak benim için bir hazine oldu » diyen sizin Genel Başka­ nınızdır. Sovyet!:-re yanaşmanızı : << Böyle bir uyanış olma­ mıştı Türkiyede! » diye yazanlar da sizin kalemdaşları­ ' n ızdır. Ve ey sayın İyi Niyet Heyetleri Başkanı, kötü ni- . yetli Başyazarı Dün, muhalefet yıllarında benim de ( Di · Karşı � ında Komünizm ) başlıklı makalelerim�in çıkt�ğı _ _ TASVIR gazetesinin, birinci sahifesinde ( KOMUN IZMIN M EMLEKETTE GELİŞMESİNDEN YALNlZ CUMHUR · YET HALK PARTİSİ MES'ULDÜR ) manşetli seri makalel eri bizzat siz yazdınız.

ur

Ya bugün? Afrika zencileri arasında hidayete erip, güneyden Hür Dünya'yı tersinden görüyorsunuz. Atatürk'ün çizdiği yolda, O'nun Türklüğe kazandır­ dığı •Milli Tarih Şuuru» çerçevesi içinde, milletimizi Batı mcdeniyeti seviyesine çıkarmayı ve yalnız Hür Dünya'da aldığı, alacağı şeref yerinde onu yükseltmeyi temel pren­ sip bilen Adalet Partililerin bu kararına : << Cidden çok cesur bir karar» buyuruyor ve şu çirkin iftiranızı ortaya koyuyorsunuz : <<Çünkü bizim bildiğimize göre, Adalet Partisinde, Türkiye'yi Batı medeniyeti seviyesine ulaştırmak istemi­ yen ve Türkiyeyi bir başka medeniyet alemi içinde gör­ mek isteyenler vardır. » Söyle, bunlar kimlerdir? Türkiye'yi Batı medeniyeti seviyesine ulaştırmak istemiyen ve bir başka medeniyet alemi içinde görmek isteyenler kimlerdir, söyle ? Bu baş­ ka medeniyet alemi bizim açıkça belirttiğimiz Batı alemi, 1 55

--


Hür Dünya değil de hangi alemdir ? Sizin Genel Başkanı­ nızın henüz yerini açıklayamadığı cinsden bir alem midir, söyle? Kötü niyetli, İyi Niyet Heyeti Başkanı! Siz söyleye­ mezseniz, bizim size tekrarlayacak, hatırlatacağımız ve büyük milletimizin ibret nazarına sunacağımız : ( Komü­ nizmin memlekette gelişmesinden yalnız C. H. Partisi mes'uldür) misali, daha pek çok söz, yazı, hüküm ve ka­ naa tlarınız olacaktır.

ATATÜRK iSTiSMARCILARI Bir iyi n iyet heyetinin kötü niyetli başkanı, Ulus Başyazarı Cihad Baban, ( ATA'yı Görmezlikten Gelmek ) aaşlıklı yazısında da « CV sahibini bastırmak» hüneri ile Adalet Partisi'ni yerrnek ve yıpratmak çabasındadır. Ba­ ban, bugün içlerine girdiği kadronun, 1 938 - 1 950 arasın­ da yıllarca uymadıkları, takip değil tahrip etmeğe çalış­ tıklan Atatürk İlkelerinin, bugünkü Anayasa'mızın temel prensipleri olduğunu da bilmezlikten gelmektedir. Onla­ ra göre Atatürk'ün tek mirasçısı C. H . P.'dir. Atatürk 'ün ideal ve prensipleri de yalnız C . H. P. 'nin tekelindedir. Başyazar, Adalet Partisi Programı'ndan, dördüncü prensip maddeınİzin yalnız şu birinci paragrafını alıyor : « Memleketimizi, vasıl olduğu terakki merhalesinden geri götürecek her türlü siyasi, içtimal zihniyeti reddetti­ ğimiz gibi, milletimizin bir an evvel çağdaş medeniyet sevi­ yesine ulaşması için lüzumlu hamlelerin devamlı olarak yapılmasını zaruri görüyoruz. » Baban'ın bu maddeden anladığı, Adalet Partisi'nin, C. H. P.'nin patent�ndeki laiklik prcnsibini,, « laiklik)) ta-. birini ağzıı;ıa almadan benimser görünmesi imiş. Ve Afri� 1 5.6


kanın bilinmedik yerlerini keşfedereesine : •Yine bu prog­ ramda ( Çağdaş Medeniyet ) seviyesi dediği şey, hiç şüp­ he yok ( Batı Medeniyeti ) olmak lazım gelir» buyuruyor. Bu merhaleye ulaşmak için « hamlelerin devamlı olarak vapılması» görüş ve kararımızı da yine CHP.'nin devrim· c illğine bağlıyor; fakat Adalet Partisi'nin memleket ger­ çeklerini kabul ettiği halde, açık ve samimi olmadığını id­ d i a ediyor. Açıkl ı k ve safl) imilik t imsali yazar burada, Zevs'in sevgili çocuğu Athina'ya, diğer adı ile Pallas'a eş ul acak parlak zekasını büsbütün ortaya koyuyor : «Dik­ katimizden kaçmayan bir nokta da, Adalet Partisi'nin ha­ his konusu et tiğimiz şu konularda Atatürk ilkelerini be­ n imsemiş olduğu halde, Atatürk'ün ismini ağzına alma­ ınış ve kabul ettiği prensipierin Atatürk'e ait ol duğunu a­ çı klamaktan bilhassa kaçınmış olmasıdır.» Şüphesiz Atatürk'ün adını yazılı yerlerdei1 kazıtan, si len; resimlerini dıvarlardan, dairelerden, paralardan, pullardan kaldırtan ; büsderini Ticaniler'den farksız zih­ n iyetle badrumiara attıranların bu itharniarına söyle­ n ecek çok şey vardır. Fakat bu gülünç ve düşündürücü wrmeğe, Adalet Partisi'nin bir mensubu olarak şahsen :;; u cevabı ·, .:: r mek zorundayım : Ne garip tesadüftür ki, Baban'ın Adalet Partisi'ni Atatürk konusunda yerrneğe (,· alıştığı gün , şu satırların yazarı, Sovyet ziyaretçilerin l eşrifleri arefesinde, İstanbul'da verdiği bir konferansı, milliyetçi gençlerin isteği üzerine, Ankara Türkocağı'nda cb tekrarlıyordu. İki yıldır büyük emek harcayarak hazır­ l adığımız bir eserin özetlendiği konferansımızın konusu : « KOMÜNiZMiN KARŞlSlNDA ATATÜRK » idi. Okuduğumuz vesikalar, gençlere örnek Atatürk'ün, bu büyük millet ve bu aziz vatan için en büyük düşman gos­ lerdiği komünizm ile yaptığı mücadeleyi açıklıyor ve öğ­ ı etiyordu. Bu vesikalar, Atatürk yolundan ayrılan istismarU .7


cıların bulundukları mevkii tesbit etmek imkanını da sağ­ lıyordu . Bunları bir gün okuduğunuz ve gördüğünüz za­ man, « Atatürk'ün Hakimiyet-i Milliyesi » ile << İnönü'nün Ulus'u» arasındaki farkı siz de anlayacaksınız. Türk gençlerini, gerçekleri öğrenip uyanarak, Ata­ iürk'ün yolunda Kuvva-i Milliye ruhunu yeniden, bü­ tün ihtişamiyle ihya etmeğe ve yaşatmağa davet ettiğimiz konferansta sunduğumuz vesikaların mühim bir kısmı da Atatürk düşmanı, Atatürk istismarcıları ile ilgili idi. Bu vesikalar, Atatürk'ü istismara yeltenen, O'nun silüetini, kızıl şair Moskova uşağı Nazım Hikmet'in şiirlerine süs yapan dergilerin ve hele Tüzüğüne: << Atatürk diyor kİ» sözü i l e başlayan, fakat yol ları, Atatürk'ün kurduğu nizarnı kökünden yıkacak bir sınıf ihtilaline çıkan Parti ve Der­ neklerin içyüzlerini de aydınlatmaktadır. Biz Atatürk'ü tüzükleri başında bayrak gibi gösterip, faaliyet ve davra­ nışlarıyla O'nun eserlerine, emanetlerine, ideallerine iha­ net yolunda bulunanların, Atatürk'ü istismarlarını en kor­ kunç ve iğrenç Atatürk düşmanlığı sayıyor ve bunlarla bütün gücümüzle mücadele ediyoruz. Maalesef, bu Mus­ tafa Suphi, Şerif Manatov, Ahmed Cevad, Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali muakipleri, canİbinizden gördükleri müsamaha ve müzaheret sayesinde işleri 'İyice azıtmış bu­ lunuyorlar. Adalet Partisi, Atatürk' e ve ilkelerine düşman istis­ marcılar gibi, programlarının başına <<Atatürk diyor ki» demeden O'nun bütün dediklerini ve dilediklerini bu mil­ lete kazandırılacak prensipler olarak benimsemiş, müca­ delesini mücadele bilmişse, gerçek Atatürkçülerin bun­ dan ancak memnunluk duymaları gerekir. Ulus Başyazarı, Adalet Partisi ve programını, haklı kusur ve noksanlar bulup tenkit ederse, sözümüz yoktur. 158


Fakat, Ata türk konusunda, ve hele açık olmamak, sami­ miyetsizlik faslında Adalet Partisini yerrneğe kalkışırsa, '•erecek dersimiz, söylenecek sözümüz pek çoktur. Kendisinin : << Memlekette komünizmin gelişmesinden yalnız C. H. ?artisi mes'uldür» cümlesiyle hüküm giydir­ diği partisinin geçmiş kongre tutanaklarından ve kendi­ siyle kıyaslanamaz de: ecede gerçekten iyi niyetli arkadaş­ !arının vatanperverce ortaya koydukları raporlarından, bu partinin Atatürk ilkelerini ne hale get irdiğine dair acı gerçekleri burada Başyazara hatırlatmak ve okuyucuları­ mıza açıklamak 'işten değildir.

YÜCEL - TONGUÇ TOHUMLARI Bugün << solculuk >> ve << ihtilalci sosyalizm >> diye memle­ ketimizin ufuklarında beliren kızıl tehtike, ( Yücel Tonguç Tohumları ) 'nın, yirmi yıl sonra fışkıran filizle­ ri dir. Hasan Ali Yücel - İsmail Hakkı Tonguç komünist miydiler? Burada bunun münakaşasını yapacak değiliz. ÖNER - Y ÜCEL DAVASI 'na aid mahkeme tutanakları okununca işin doğrusu ve ilginin derecesi öğrenil ebilir. Bu konuda incelenecek bir eser, 1 947'de basılmış (ÖNER VE YÜCEL DAVASI ) adlı iki ciltlik kitaptır. Milli Şef'­ lik çağının 1 944 yılında ( Hasan Ali Yücel - Falih Rıfkı Atay - Nevzat Tandoğan ) tarafından tertiplenmiş ( !rk­ çılık ve Turancılık Davası ) 'nda arslancasına, deveesine Türk milliyetçilerinin suçsuzluğunu ve vatanseverlikleri­ ni savunmuş rahmetli Profesör Kenan ÖNER, bu kita­ bın yazarıdır. Tam 18 yıl önce, B. M. Meclisinin 29 Ocak 1 947 gün­ kü oturumunda, İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer ta­ rafından gizli komünist faaliyetleri üzerinde bir açıkla)59


ma yapılmıştır. Burada, her yerde ve her zaman olduğu gibi, demokratik hürriyetlerden faydalanarak halk taba­ kalarını kanlı bir ihtilale sürüklemek isteyen kızıliann baş vurdukları tertipler meydana konmuştur. Bu arada, kötü ve kasıtlı bir çaba ile, büyük Türk eviadı Mareşal Çakmak'la komünistler arasında da bir i rtibat bulunduğu propagandasına gidilmiştir. Milliyetçi­ liği ve kömünistlerle mücadelesi her insaflı Türk eviadı tarafından kat'iyetle bilinen milliyet, din ve iyman sem­ bolü bu büyük askerin resmi, Cumhuriyet Halk Partisi'­ nin yayım organı Ulus'un 30 Ocak 1 947 tarihli sayısında, komünist Sabiha - Zekeriya Sertel'ler ve Cami Baykut'­ la yanyana yayımlanmıştır. Böylece, Milli Mücadelemi­ zin şerefli kahramanı bu lekesiz Türk eviadının kızıllar­ la müşterek bir cephe teşkil ettiği halka yutturulmağa ve Mareşalin iktidar partisini bırpalayan mevcudiyeti her­ taraf edilmeğe çalışılmıştır. « Şalcı Nihat'lar ( Erim ) , Falih Rıfkılar, Hüseyin Ca­ hitler, Asım ve Tarık Us'lar, aldıkları müşterek emrin te­ siri altında memleketin hakiki bir kurtuluş sembolü o­ lan bu harniyetli ve kıymetli şahsiyete hakaretler, teziil­ ler yağdırmağa çabaladılar. Gün geçtikçe şiddet ve şümu­ lü artan bu haksızlıklar karşısında hakikati seven herke­ sin bir sinir buhranı geçirmesi kadar tabii birşey olamaz­ dı. Sayın Mareşal da müdafaa hakkını kullanarak gerçe­ ği açıklamaya çalışırken, S Şubat 1 947 tarihinde gazete­ lere verdiği beyanatta aynen şu cümleleri de kullanınış­ tı : « Milli Mücadele esnasında Cami Baykut'un İtalya'­ da para sarfederek hesabını Hükumete vermediği de ya­ zılmıştır. Ben Harekatın başından bu güne kadar öyle bir hadiseden haberdar olmuş değilim. Yalnız Avrupa'ya 1 60


silah rnübayaasına giden ve onun hesabını vermeyen iki kişi biliyorum ki, bugün bir tanesi Halk Partisinde nü­ fuz sahibi bir zattır. Diğeri de ölmüştür. Bunları Divan-ı Harbe sevketrniştirn, fakat sonra rnebus seçildikleri için haklarında takibat durduruldu.»

i.

« Ben kornürl'istliği bu memleket için rnuzir telak i \, / edenlerdenirn. Onun için komünistler ordu ve donanıncı ya sokulmak istedikleri zaman şiddetli hareket etti . Halk Partisi mensuplarından birçok hat�rlı zevatın tavas­ sutuna rağmen ısrar ettim. Fakat onlar Şefik Hüsnü'ye parti kurmak selahiyetini ve 34 tane rnüseccel kornüniste de arnelenin, işçinin önüne geçerek rehberlik etmek imkanını sağladılar. Ben daha işbaşında iken eski bir Milli Eğitim Bakarnnın bu faaliyeti destekleyen hareke­ tinden dolayı Hükumeti ikaz ettim . Kıirnse kulak asrnadı ve sonra da Hamidiye Köy Enstitüsündeki komünist yu­ vasından bahsettiler ... » İşte bugün rnernleketirnizde görülen ve ciddiyet ar­ zeden kızıl faaliyetin ilk tohumları, Yücel'in Bakanlığı ve Tonguç'un Urnurn Müdürlüğü zamanında atılmıştır. Bu gerçek, rahmetli Mareşalin yukarıda sunduğumuz be­ yanatı ile ilk defa meydana çıkmıştır. Milletirnin güveni, vatanıının bekçisi, kanı asil, ma­ yası temiz Türk evladı ! . . Geçmişi, gerçekleri, tarihi iyi öğren v e unutma; kişi­ leri ve olayları bu tarihi gerçekler ışığında iyi tanı ve de­ ğerlendir!

161


PEYKLEKLE DOSTLUK Son Senato müzakerelerinde, Dışişleri bütçesi goru­ �ülürken, saydığımız ve sevdiğimiz bir Senatör dostumuz tarafından, Demirperde içindeki komşu peyk memleket­ lerle münasebetlerimizin geliştirilmesi istendi. Fikirleri­ ne daima değer verdiğimiz bu tecrübeli diplamatın yeni teklifini de ilgi ve önemle karşıladık. Gerçekten bugün, Pakistan - İran ve yeniden katılmasını gönülden dile­ diğimiz Irak gibi Müslüman kardeş memleketlerle kurdu­ ğumuz CENTO ittifakı yanında, Atatürk'ün kurucusu bu­ lunduğu Balkan Andiaşması'nın ihyası düşünülebilir. Fakat, eski hür ve müstakil komşularımızın bugün Moskovaya bağlı birer peyk memleket halinde bulun­ dukları gerçeği karşısında, onlarla yapabileceğimiz ikili veya üçlü - beşli andlaşmalann sınırının ancak ve yal­ nız ekonomik - ticari alana kadar uzanabileceğini ha­ tırlamamız lazımdır. Bundan başkasına ve ilerisine, bu memleketlerdeki Kremlin tabii parti ve hükumetler yet­ kili değillerdir. Ve bu memleketler bugün, Yunanistan ve Kıbrıs'la birlikte Türkler aleyhinde bir takım anlaş­ malar ( ? ) çabasındadırlar ki, bugün burada kısmen açık­ layacağız. Demirperde'nin peyk memleketlerinde muvcut tek partinin herbiri, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin birer şubesinden ibarettirler. Buralardaki kukla hüku­ metierin de sonsuz bir bağlılıkla Moskova kumandasın­ da bulundukları bir gerçektir. Bu mekanizmanın gerçek yüzünü ve işleyişini açıklayan bir önemli eser : ( Nationa1 62


=

litat und ideologie Milliyet ve ideoloj i ) adlı kitap­ tır. Hacmi küçük, değeri büyük bu kitabın yazarı Alman Hariciyesinin Sovyet - Türk münasebetleri mütehassısı, müteveffa dostum Prof. Dr. Gerhard Von Mende'dir. 1 6 Aralık 1 96 3 'de vefat eden Prof. Mende, bu eserini 1 962'- · de yayımlamıştır. 8 Nisan 1963'de imzalı bir nüshasım bize hediye etmiş bu büyük Türk dostu ve komünizm mücadelecisi, 27 Haziran 1 963 tarihli yazısı ile, kitabın türkçeye çevrilme müsaadesini de vermiştir. Sayın Dr. Aziz Alpaut'la birlikte hazırladığımız bu önemli eseri pek yakında okuyucularımıza sunacağız. Çok şeyler açıklayan bu eser, Peyklerle dostluğun ne demek olabileceğini de ortaya koymaktadır.

/

Peykler, bir bakımdan, Moskova'nın ileri karakolla­ ndırlar ve alış - veriş pazarı vazifesi görmektedirler. Bu alış - veriş, daha ziyade politika, ideoloji, rejim ve propa­ ganda alanlarındadır. Tarafımızdan Cumhuriyet Senatosunda açıklanmış, son yıllarda Peyk memleketlerde aktedilen Komünist kon­ grelerine katılan Türk Gizli Kömünist Partisi Genel sek­ reteri ve arkadaşları ile, Solcu Yazarlar Kongreleri'ne gi­ denlerin çabalan hep bu sahalardadır. « Kıbrıs'a silah değil odun verdik » veeizesinin bugün­ kü mucidi Sovyet Büyükelçisi Rijov'a vaktiyle yaptıkları şahsi tekliflerle, bir Türk Parlamento Heyeti'nin 1 963'de Rusya'ya davetini tertipiemiş ve sağlamış iki Parlamento üyesinin, bütün çabalarına rağmen,bu ıi lk heyete şah­ sen girememeleri, bu şahısların özel olarak Peyk memle­ ketlere götürülmeleri suretiyle telafi edilmiştir. Bunlar­ dan TİP matrutu bir senatör, Senato'da bir Demirperde memleketi merkezini ziyaretinde uğradığı Büyükelçiliği­ mizden bahsederken, itiraf-ı zuntip eylemiştir. 163


Bugünkü düzen karşısında, Sofya'yı, Bükreş'i, Peş­ te'yi, Prağ'ı Moskova'nın birer varoşu, banliyösü saymak lazımdır. Bu merkezleri ziyaret etmek, 141 - 142 aleyh­ tarlannca Moskova'yı tavaf kadar önemli mana ve de­ ğer taşıyabilir. Fakat bizim bildiğimiz gerçek şudur ki : Peyklerle temas, Merkezle temas demektir. Peyk memle­ ketlerdeki faaliyetlerin o memlekete ait özelliği ise, bahis konusu olamaz. Prof. Von Mende de eserinin 1 1 - 1 2 nci sahifelcrinde bu gerçeği şu sözlerle açıklamaktadır : « Bulgaristan'ın son zamanlarda göze çarpan, az ge· lişmiş memleketlere yaptığı yatırımlar, bu memleketin kendine mahsus bir özel teşebbüsü addolunamazlar. Bu, Doğu B loku içinde, gelişmekte olan memleketlere müş­ tereken yapılacak yardımlar meyanında, Bulgarİstana ayrılmış bir özel vazife sayılmalıdır. Nitekim 1962 Mart ayı ortalarında, Sofya'da sona eren ve Bulgaristan'la Romanya'dan başka, Yugoslavya, Yunanistan ve Kıbrıs'­ ın da katılmış bulundukları 2 . Balkanlararası Anlaşma ve İşbirliği Konferansı, Bulgaristan'ın kendi sınırları için­ de düzenlenmiş bağımsız bir dış politika olayı sayıla­ maz.» Şimdilik bu açıklamalar ilgililere, vazifeiilere ve Peyklerle, Sovyetlerle dostluk arayanlara kafidir sanırız.

SAGIR'LARA VE KÖR'LERE İTHAF OLUNUR Aşağıdaki vesika ve gerçekleri yüce milletin huzurun­ da, b u memleketin sorumlu sağır ve kör'lerine ithaf edi­ yorum : 1 Dinlerini dünyaya yaymak isteyen ,idealist mis­ yonerler, kendi dinlerinin eğitiminden mahrum Müslü­ man Türk köylüsüne 40.000 Hırıstıyanlık propagandası Beyannamesi yollamışlardır. -

l64


Sorumluların buna karşı tedbirleri nedir? Milli Şef'lik çağının eğitimeisi Yücel'in 1 945'de, ka­ sıtlı muzır faaliyetler meyanında - kendi büyük Pey­ gamberleri hakkında hiçbir esere kavuşturulmamış ­ Müslüman Türk eviadiarına Devlet parası ile Devlet matbaasında bastırıp dağıttırdığı, İsa'yı göklere çıkaran, Hırıstıyanhk propagandası yapan ve İslamiyeti yeren bir Fransız paçavrasını « klasiktir, felsefi şaheserdir; bitti, kalmadı » gerekçesi ile, yine İnönü eğitimeisi Öktem'in 1964' de ikinci defa bastırması, Hırıstıyan misyoneriere rekabet midir? Yoksa, Şef'in deyimiyle «Özenti » veya << iptida.i »'lik midir ?

Zındık Ernest Renan'ın, din eğitiminden yoksun Müslüman Türk çocuklarına panzehir değil zehir olan bu paçavrasından, tek kelime ve virgül değiştirmeksizin, gelişi güzel bir pasajı örnek verelim : << Renan'ın : ( Tanrı yoktur, fakat günün birinde bel­ ki var olacaktır) dernesinin manası ıb udur. Madem ki Tan­ rı << tam idrak >> ve << tam fazilet >> olarak tarif olunuyor, O ancak, insanlığın kfı.inat kanunlarını hakkiyle tanıdığı ve cemiyeti ahlak kurallarına göre düzenlediği zaman var o­ lacaktır.» << İsa'nın hayatı bir ebedi teselli kaynağıdır; hoş bir neşe verir; insanı lüzumsuz ikiyüzlülüğe düşürmeksizin, ahlakını düzeltmeye teşvik eder; hürriyet zevki aşılar; ni­ hayet, insanı, zamanımızın en mühim meseleleri olan iç­ timai meseleler üzerinde düşünmeye sevkeder. İsa bu hu­ susta hayret edilecek kadar derin görüşler açmıştır. O­ nun sevdiği fikir terbiyesi alınınca, artık siyasetin hafif bir eğlence olmıyacağı, günün birinde asıl işin ilisanla­ rın bilgili kılınmasına, saadet ve faziletin çalışmak ola­ cağı, ve bu gibi meseleleri ortadan kaldırmaya yönelen gayretierin kısır kalacağı anlaşılır. » 165


Son basın taplantısında : « Bir millet din öğretimin­ den yoksun bırakılamaz» buyuran; sözleri ile işleri ara­ smdaki münasebet, dünyaya bakışından çapraşık olan Öktem'in yukanki satırlar ve daha fecileri ile Türk ruhun­ da yaptırdığı tahribat ve telkinat, Hırıstıyan misyonerle-­ rinkinden az mıdır, çok mudur ? Türk çocuklarının ve milletinin yoksun bırakıldığı kabul ve itiraf olunan din ·eğitimi : ( İslamiyet, Cenab-ı Hak, yüce Peygamber, Kur'am azimüşşan ) üzerine midir ? Yoksa, Hırıstıyanlığa, İsa'ya ve İncil'e ait midir? 2 - Yücel - Tonguç yetiştirmesi bir ilköğretim Mü­ fettişi, hikayelerini topladığı yeni paçavrasına ad olarak bir köylünün lakabı ile birlikte ismini vermiş : ( Cüce Muhammed) demiş. Bu realist ( ?) hikaye kitabı adı için gürültü çıkarmak gericilik değil de nedir? Kasıt bunun neresinde diyemezsiniz. Zira evvelki yıl, aynı hayasızlık malülü Müfettişin yine Öktem'e bağlı Devlet Tiyatrosun­ da oynatılmak istenilen, fakat tarafımızdan gösterilen tepki ile repertuvardan kaldırılan diğer bir paçavrası­ nın 201 'inci sahifesinde, yine yüce Peygamberimizi - ha­ şa - « cüce» göstermek denaetiyle aynen şu iğrenç laf­ lar yazılıydı : « Peygamber efendimiz n e demiş, daha geçen Cuma Mehmed Hafız söyledi : Erkeğin menisi kadar bereketli bir nesne mevcut değildir dünyada.» Sayın Öktem! Bu kişi sizin Müfettişiniz bulunduğu­ na ve siz : « Bir millet din öğretiminden yoksun bırakıla­ maZ>> dediğinize göre; bu yüce lafınızdaki gerçek payı, Rus Elçisi Rijov'un : « Kıbrıs'a silah değil odun verdik » vecizesindeki doğruluk derecesinden kaç arpa boyu ile­ ridir? 3 - C. H. P. Hükumeti tarafından, doğum kontro­ lunu sağlamak için Meclise getirilen bir kanunun ( Millet 1 66


Meclisi S . Sayısı : 338 ) gerekçesinde aynen şu cümle yer alınıştır : «Bu şekil yardım hem ahlakidir ve hem de Katalik­ lik hariç hiçbir dine rnugayir değildir. Diyanet işleri Re­ isliğirnizin ve Carniül - Ezher'in bu hususta FETVALA­ RI vardır.» XX. Yüzyılın laik Türkiyesinde, Bab-ı - Meşihhat 'ın

kapandığı tiribi iyi bilen Devlet Bakanlarının bulundu­ ğu Hükumet başımızda iken, Diyanet İşleri Reisliğinden alınmış FETVA ( ? ) , hangi Şeyhülislam'a aittir dersiniz ? Aynı kanunun illa kabul edilmesi gayret ve propagan­ dası ile, renkli duvar ilanı halinde bastınlrnış reklam lev­ halannda aynen şu sözler yazılıdır : « Kur'anı Kerim : ( Yetiştirebileceğin kadar çocuğa sahip o l ) der» Böyle bir ayet-i-kerime var mıdır? Bu yalanı ve tah­ rifi bu laik rnemlekette kim yapıyor? Kim yapabiliyor? Kim yaptırıyor? Ve hangi asrın kaçıncı yılındayız, ey Karakurt Kahramanı tepkili aydınlar?

İSTENMEYEN BAKAN Hükumette vazifefendirilmiş Bakanlar'dan <<İstenme­ yen» hangisidir diye sormak haksızlık olur. Zira istenme­ yen bir değil, bir hayli Bakan vardır. Fakat bunlardan biri, artık Türk umumi efkannca protesto edilmekle; Meclisce sorguya çekilmekle, defalarca istifaya davet su­ retiyle, << İstenmeyen Bakan» olmakta rekor kınnıştır. Yerlerinden edip sürdüğü, zararlı diye eserlerini top­ lattırdığı milliyetçileri, haksız tasarruflan ile gücendir­ miştir. i lerici, Solculara da yaranamamış; üstelik bun­ ların aşırıları tarafından bir de yuhalaınrnıştır. ÜniversiJ 67


telerin profesörlerini de öğrencileri kadar çok kırmıştir. Ölçüsüz beyan ve davranışları ile İmam - Hatip Okulu ve İslam Enstitüsü mensuplarını, lise mezunlarını ve niha­ yet haklarını teslim etmediği binlerce Tekniker'i topye­ k un darı ltmış , kendisine karşı isyan ettirmiştir. Ne bu­ lunduğu Bakanlık binasında, ne de yurdun dört bir bu­ cağındaki Milli Eğitim Teşkilılıında istenilen huzur ve aheı ıgi kuramamış, bir emsali daha gösterilemez ,, İsten­ meyen Ba kan » menzilesine düşmüştür. Öğre tmenden , öğrenciden, veliden, muhaliften, mu­ vafıktan gelen bütün itham, tenkit ve tarizleri; teveccüh, takdir ve tebrik eddetmiştir. Kendisine yan bakanlara, kendisi de yan bakmak suretiyle bakışların düzgünlüğü­ ne in anmış ve ufak bir çoğunlukla rey de sağlayınca : « İstensem de, istenmesem de sandalyemi bırakmam» di­ ye tutturmuştur. Bu vesile ile burada, Milli Eğitim tarihimizdeki vak'­ alardan birini hatırlatacağız. ilk Maarif Vekil i seçimi, gös­ termek istediğimiz bu fazilet tablolarından biridir. Türkiye Cumhuriyetinin ilk Maarif Vekili, yüce Mec­ lisin 1 9 Mayıs 1 920 Perşembe günkü Onikinci Oturum'un­ da seçilen Dr. Rıza Nur Bey'dir. O zaman, çok daha güzel bir usulle, Vekilieri doğruca yüce Meclis seçerdi. Bu 0turum'un tutanaklarından, şu pasajları aynen sunuyo­ ruz : Rıza Nur Bey ( Sinop ) - Efendiler, bendenizi Maa­ rif uruuruna tayin buyurmuşsunuz. İntihap birinci rey itasında hasıl olmamış, ikinci defasında yine olmamış ( balotaj ) dedikleri surete düşmüş, üçüncü defada intihap olunmuşum. Bendeniz zaten çoktanberi bir vazife kabul etmemek için duruyordum. Bu fikirde israr ediyordum. Bazı teklife rağmen yine şimdi intihap vaki olmuş. Fa16R


kat Meclis'i - Ali'nin böyle intihabı, üç defada yapması­ nı, bendeniz hakkında bir tereddüt gibi telakki ediyorum. ( Haşa, estağfurullah sedaları ) . Sonra efendim, üçüncü intihapta ekseriyet-i mutlakadan pek zayıf bir rey ile in­ tihap olunmuşum . Halbuki bendeniz usul-ü meşrutiyete pek riayetkarım, bu, bir çok meşruti memleketlerde da­ ima vukubulur bir şeydir. Bazı kabine erkanı itimad reyi aldıkları vekitte Meclisden böyle zayıf bir ekseriyetle böy­ le bir itimadı alabilirler. Fakat onlara düşen vazife, itima­ dı zayıf gördüklerinden dolayı isti'fa etmektir. Binaena­ leyh bendeniz aflarını istirham ve mazur görmelerini ri­ ca ediyorum. Bunun için istifa ediyorum ( Kabul değil... sedaları ) . Yerime Hamdullah Suphi Bey hakikaten layik­ tir. Ve tavsiye ederim, cidden bu işi görrneğe şayestedir. ( Olamaz, olamaz hayır.. sedaları ) . Hamdullah Suphi Bey ( Antalya ) - Muhterem ar­ kadaşlar, diğer intihaplarla beraber Maarif intihabı ya­ pıldığı vakit eğer doğrudan doğruya tek namizet olarak arkadaşımız gösterilmiş olsaydı, Meclis-i - Ali'nin kendi hakkında mevcut olan itimad-ı umumisi hiç şüphesiz ki, altmış beş yetmiş reyle değil ( 100 ) ve ( l l O) yahut ( 120) rey ile kendisini ifade ederdi. Arkadaşlarımızin nazarı dikkatine bir isim yerine iki isim arzedilmiş olmasının neticesidir ki, bir kısım arayı bendenize, bir kısmını di­ ğer muhterem arkadaşımıza, bir kısmını da başka bir zata verdiler. Ortada mevcut olan zafı izale etmek için elimizde bir vasıta vardır. Meclis-i - Aliniz en son yaptığı intihapta muhterem arkadaşımıza 65 rey vermiştir. Bu benim istinkafımı kafi derecede nazarı itibara almamak­ tan mütevellid bir zaaf olabilir. Bendeniz diyorum ki, memleketintizde hayat-ı - siyasi dahilinde hakikaten hüs­ n-ü - şöhret k�zanmış, vatanperverliğini ispet etmiş, muh­ terem arkadaşımızın ismi etrafında yeniden yaptığımız 1 69


bu münakaşada Meclis-i - Ali'nize düşen bir vazife vardır : Kendisine bir ekseriyeti kaahire ile beyan-ı - itimad et­ mektir ( Hay hay sedaları) . Reis-i - sani Bey - Hamdullah Suphi Beyin teklifi­ ni reye koyuyorum ( eller kalkar) ( kabul müttefikan) , ( yaşasın vahdet sedalan . . ) Rıza N ur Bey ( Sinop ) - Bendenizce iş görmek için Meclis-i - Ali'nin büyük, mühim itimadı olmak lazımdır. Başka türlü işgörmek mümkün değildi. Madem ki, Meclis-i - Ali bu ekseriyeti gösteriyor. ·

Reis-i - sani - İ ttifakla.. ( Alkışlar) . Rıza Nur Bey ( Sinop ) - Pek iyi, (Al kışlar) .

kabul ediyorum.

*

Bu tarihi vesika gençlerimize bir karakter örneği, eski ve yeni politikacılara ve bu arada istenmeyen Ba­ kanlara, Başkanlara da şahane bir derstir.

1 70


KOMÜNiZM VE HÜMANiZM Kızıl Şair Evgerii Evtuşenko : << Benim ıçın ( Komü­ nizm ) ile ( Hümanizm) kafiyelidirler» diyor ı . Bu Sovyet şairinin sözündeki gerçek mana ve kasıt bir yana, Demirperde gerisinde ve dışında bu konuda son yıllar zarfında yapılan geniş yayıının üzerıinde dikkat­ le durmak bizim için bir zarılrettir. Komünistlerin bilhassa ekonomi ve politika alanın­ da kullaındıkları maske « sosyalizm ı>'dir. Kültür, san'at ve düşünce yoluyla enternasyonalizm'i yaymakta kullan­ dıkları şal ise, « hümanizm »'dir. Şüphesiz her sosyalistin ve her hümanistin birer ko­ münist veya komünizm propagandacısı bulunduğu iddia edilemez. Fakat, bilhassa bizim memleketimizde oldu­ ğu gibi, birçok korkak veya taktikçi kömünistlerin ken­ dilerini açığa vurmayarak, vuramıyarak sosyalizm veya hümanizmi maske veya şal olarak kullandıklarının be­ lirtilmesi ve bilinmesi lazımdır. Ayrıca, k omünizmi red­ dettikleri halde gaflet sonucu veya siyasi çıkar için yap­ tıkları sosyalizm veya hümanizm savunuculuğu ile bazı safdil kimselerin nasıl komünistlere alet ve oyuncak ol­ duklarını meydana koymakta büyük faydalar mevcut­ tur. Böylece, Türk toplumunda ve bilhassa Milli Eğitıiın alanında yapılmış ve yapılan kasıtlı «milli olmayan » yıı Bk.

AUb'llS t

Bulleti n ,

1963,

p.

3.

Institute for the Study of the USSR, vol.

X,

Nu. 8, Münich.

171


kıcı faaliyetlerin tanınması, değerlendirilmesi ve bundan böyle yapılacakların önlenmesi de sağlanabilir. Düşünce, san'at sistem ve m etodlarında yenilik, re­ form diye «:ilericilik» iddiası ile bazı yeni m oda hevesli­ si ve düşkünü açıkgöz insanların gerilere, çok gerilere dönüp, ölmüş çağları diriltmeğe çabaladıkları, tarih bo­ yunca sık rastlanan olaylardandır. Avrupa'da XV. Yüzyılda, san'at ve düşüncede meyda­ na çıkan hümanizm cereyanı , bazı iddialara göre, eski Yunan ve Latin klasiklerini 'ihya etmek suretiyle, sko­ lastik d in ve felsefede yaptığı değişiklikle, Rönesans ça­ ğının doğmasını sağlamıştır. Son yıllarda hümanizm tabiri, hakikate mi'yar ola· rak arneli değeri esas tutan felsefi bir mesleğin, «prag­ matizm >>'in bir nev'ine de atfedilmiştir. Fakat daha son­ ra . politik manada, insancı, insaniyetçi, kendi insanın­ dan önce ve ileri « milletim nev'i beşen> diyerek, guya bü­ tün insanları savunduğunu ileri süren beynelmilelcilerin bayrağı da hümanizm olmuştur. Komünizmi s iyaset ve ekonom i alanında sosyalizm adı i le savunan ve yayanlara yardımcı olarak, kültür Bolşe­ vizmine hizmet eden yazarların ve sanatçıların da hüma­ nizmaya büyük rağbet gösterdikleri ve sarıldıkları bir gerçektir. Nitekim Paris'de 2 1 - 25 Haziran 1 935'de top­ lanmış ( Komünist Yazarlar Kongresi ) 'nin 22 Haziran gü­ nüne ait programında, Fransız enternasyonalisti Henry Barbusse başkanlığındaki beş Fransız ve birer Amerika­ lı, İspanyol, Alman ve Türk'ten müteşekkil Komite'nin konusu « Hümanizm >> idi 2 • Türkiye'den bu k ongre'ye katılacak yazar, KADRO'culardan ( Yakub Kadri ) idi. o B k . a ) D a s Ncuc Tagcbuclı , Nr. 2 5 , Berlin 2 2 J u n i 1935.

b) Dcr

172

Wcltbolschcwismus.

Berlin

1936,

s.

79.


Memleketimizde de bazı düşünürlerin : «Zamanımız­ da hümanist fikirler bir kriz geçirmekte ve yerini daha ınüşehhas bir fikre vermektedirler : Milliyet fikrine; bu­ gün bütün dünyada milliyet fikrinin tahak kukuna şahit oluyoruz. >> ' şeklindeki düşüncelerine karşılık, Dil - Ta­ rih Fakültesi İngiliz Filolojisi Öğreticisi Orhan Burian da şu fikirleri savunuyordu : « Bugünkü bilgisiyle tarih iki aydınlık devir alkışiı­ yar : İsa'dan beş yüz yıl önceki Yunan gündüzü, İsa'dan binbeşyüz yıl sonraki Renaissance gündüzü . » << H ümanizma insanın kendi kendisini keşfe çıkması­ dır. Yunan san'atı insanidir. Yunan'ın ölmez san'atından Renaissance bu insanı öğrendi.>> << Bize hakiki ve dünya ölçüsünde büyük şiir, hüma­ nisma ile beraber gelecektir . » ' Batı dünyası ile ölçüldüğünde, bizim toplumumuz­ da « aşırı maymunluk » vasfını taşıyan enternasyonalist taklidcilerin, geçmişteki kendi değer ve gerçeklerimizden örnek alıp faydalanmayı << milliyetçilik », «gericilik » diye şiddetle yerdikleri halde, «Türk maarifinin umumi gaye ve hedefleri>>'ni aşırı bir Yunan ve Latin - perestlikle hü­ manist esaslara bağlamak çabaları, taklidçilikten de ile­ ri bir maksadın mahsulüdür. Atatürk'ün ölümünden sonra, Türk maarifinde Ha­ san Ali Yücel vasıtasıyle uygulanıp gerçekleştirilmesine çalışılan planın erkenden teşhis edilişi, kızıl tehlikenin yayılma ve gelişmesini, 27 Mayıs ihtilali'nden sonra fış­ kıran sosyalizm modası çağına kadar durdurmuş; hiç ol­ mazsa yavaşlatmıştır. :ı Mazhar Şevket : Nazım Fikirler. Kültür Hatıası, No. l l , 25 Mart 1936, ss. 201 - 202. ·t Orhan Burian : Hümanisma, Yücel, c. V I I I , Sayı 47, Son Kanun 1939. ss. 262 263; c . I X , Sayı 62, Nisan 1939, ss. 71 - 72; Sayı 63, Mayıs 1939, ss. 121 - 122; Sayı 64, Haziran 1939, ss. 1 7 1 - 172.

173


Bugün ise Hasan Ali - Tonguç Baba çağının hortla­ tılması ve Türk Maarifini 1 946 mihverine oturtmak çaba­ sına şahit olduğumuz, aynı tehlikenin başkaldırdığını gördüğümüz içindir ki, bu konuyu açıklamak lüzum ve zamretini duyduk. Fikir ve politika tarihimizde, Türk milliyetçiliğini ve kqmünizmle mücadeleyi inceleyen ve izleyenierin dai­ ma büyük bir şeref ve şükranla anacakları, eeladet ve cesaret timsali Prof. Avukat Kenan Öner, «Milli Eğitim Bakanlığı'nı komünistlerle daldurarak orasının bir ko­ münist yatağı haline gelmesine sebeb olan, kızıl komü­ nist Sahahaddin Ali'yi himaye eden ve milliyetçi genç­ lerin işkenceler altında ezilmesine yol açan » sorumlu Milli Eğitim Bakanı Yücel ile 1 947 yılında, Türk Adl iye­ si huzurunda hesaplaşmıştır. Bu tarihi davanın görüşülmesinde Kenan Öner, mey­ dana çıkardığı birçok gerçekler meyariında, bizdeki hüma­ nizmin aslında komünizmi ifade eden bir maske oluşu­ nu da belirtmiş ve vesikalandırmıştır. ' Öner, ( Komünizmlc Mücadele Rehberi ) adlı eserin yazarı meslektaşı Avukat Haşim Nahid Er-bil'in diğer bir kitabından bu konu ile ilgili bölümleri belge olarak sa­ vunmasında kullanmıştır. '' Er-bil, Maarif Vekaleti'nin yayımladığı (Mesleki Ted­ risatın İnkişaf Planı ) adlı bir broşürdeki düşünceler üze­ rine şunları yazmaktadır : «Maarifimizin umumi gayelerini ve hedeflerini, yuka­ rıda ismi geçen broşür bize veriyor : Maarifimizin başlıca vasıflarını sayarken, hem milliyetçi, hem de hümanist ol­ duğunu kaydetmektedir. Bununla ıberaber broşüre göre : 5

Kenan

e Haşim

Öner : Nahid

Ankara 1942,

ss.

Öner ve Er-bil : 100 - 106.

Yücel

Davası,

Türkiye'de

c. 2; İ stanbul

Modern

Teknik

1947,

Nasıl

s.

121.

Meydana

Gelebilir

?.


- Bu hümanizma, Latin ve Yunanınkinden daha geniştir, bütün insanlığı kavrayacak. Bu kavrayış, liselerimize La­ tince, Yunanca dilleııini, Yüksek Öğretim müesseselerimi­ ze Hitit, Sümer v.s. dillerini sokmuş -». « Şimdi bu umumi vasıfları kurcalıyalım : Bugünkü günde bir millet, hem milliyetçi, hem de hümanist olamaz; çünkü bunlar, birbirlerine zıddırlar. Bu ayrılığın ilk se­ bebini, medeniyet tarihinde bulabiliriz : Hi.imanizma fikri ortaya atıldığı zaman, Avrupalılarda bugünkü gibi şuurlu bir milliyetçilik fikri yoktu. Hümaniz­ manın dünkü ve bugünkü manalarını bir tutmak da doğ­ ru olmaz. Milliyetçilik, bir milleti başka milletlerden ayırdeden hususi karakterleri ve kaliteleriyle beraber ko­ rumak, yaşatmak ve tekamül ettirmektir. Bu karakterler ve kaliteler ise, o milletin diliyle beraber onun kanında ve canında, tarihi vakıaların biriktirmiş olduğu müşterek vasıflar ve hassalardır : Mesela, Türk dili, Almanca ve İngilizceden ne kadar aykırı ise, Türk milletinin sosyal bünyesinin vasıfları ve karakterleri de onlarınkinden o kadar ayndır. Görülüyor ki, burada milliyetçilik, başka milletiere karşı düşman l ı k değil, milletin kendi şahsiyeti­ ni korumasıdır; bütün tabiat kanunlan da bunu destek­ ler» . « Hüman izma eğer tabiata uymaksa, Yunanlılar ve La­ tinler, böyle bir şeyi ne anladılar ve ne de yaptılar. Hüma­ nizma fikrini Rönesansa bağlayanlar da var. Bu tabiri, Yunan - Latin ilim ve san'at eserlerinin yeniden okunınası ve dirilmesi manasında kullanıyorlar! )) << Tecrübi ilimlerin , yahut tecrübe zihniyetinin doğu­

şu; Yunan - Latin eserlerinin okunmasiyle değil - İspan­ ya'da çoğu Türk olan Müslüman alimierin tecrübi ilim­ leri terakki ettirmeleriyle başlamıştır vu bunun böyle ol­ duiu bu ilimierin adı ve sanıyla da sabit olmaktadır.»


Aynı yazarın daha çok üneeki yıllarda, Paristen gön­ derdiği, ikdam'da yayımianmış bir makalesinde de bu konuya değinmiş bulunduğu görülmektedir : 7 << Paris Edebiyat Fakültesi Reisi Perdinand Bruno'­ nun tedrisatı modernize etmek için yaptığı bir proje var­ dır. Fransız Maarif Vekili, işine gelmeyen bu projeyi meydana çıkarmak istemiyor . Lakin Millet Meclisinde sı­ kıştırılınca, Ferdinan d'ın fikrini söylerneğe mecbur oldu. Bu modernİst alime göre : Fransız edebiyatı, Latin men­ şeinden uzaklaştıkça, bu edebiyatın asaleti artıyor ve te­ kamül ediyor! . » .

<< Yunancı ve Latinci ol anların başında meşhur Her­ riot ve Dade gibi adamlar da varken, modernİst bir me­ bus; Uıtin ve Yunan lisanları nın Fransız mekteblerinde okutulmasıyla alay ederek, Prusya Kralı İ kinci Fredrik'in şu sözünü hatırlattı : - Bir portakal , suyu sıkıldıktan sonra atılır! .. - Ve Uıtince bir meb'us : - Portakalı yemeli­ dir - deyince, modernİst şu cevabı veriyor : - İşte dört­ yüz senedenberi, biz bunu yapıyoruz; şimdi ise onu yemek değil geviş getiriyoruz ! . -» Er-bil yukarıda adı geçen dikkati çekiyor :

eserinde, şu gerçeğe de

'

<<Milliyetçilikle hümanizmayı birleştirmektc daha bü­ yük bir tehlike de var : Malumdur ki, komünistler, baş­ ka milletierin nasyonalizm fikirlerini kuvvetten düşür­ mek için, enternasyonalizm fikrini yaymaya çalışırlar ki, bu, hümanizma'nın başka bir adıdır; lakin son muharebe­ ler gösterdi ki, bu hümanizma fikri bir tuzaktır; çünkü hü­ manist görünen komünistler,kendi öz gençlerine tam bir milliyetçilik terbiyesi vermiş ler; ve enternasyonalizm fik•

Bk.

İkdam Gazetes i , 21 Ma rt

ı923.

" H. N. Er-bil, Adı geçen eseri, S. 103.

1 76


rini de başkalarının milliyetçilik duygusunu fesada uğ­ ratmak çin, emperyalizm için bir maske gibi kullanmış­ lar! .. Böyle, olmuş vakıalar karşısında hümanizmayı bütün milletierin kardeşliği tarzında görmek, tuzağa düşmek­ ten başka birşey değildir de nedir ? » .

Burada, yakın zaman önce, hemen 2 7 Mayıs ihtilali'­ ni takibeden günlerde, bir tıp otoritesi tarafından yayım­ lanmış, fakat meşgalesi ve yetkisi dışında olduğu için de ilmi vasıflardan yoksun, küçük bir risaleden de kısaca bahsedeceğiz. Bu risale, üzülerek ifade edelim ki, kendi­ sinden ortopedi dersi okuduğumuz kırık - çıkık hocamız Ord. Prof. Dr . Akif Şakir Şakar tarafından kaleme alın­ mıştır. Risale, atheist bir inanışla İslamiyeti, din adam­ larını, İmam - Hatip Okullarını ve bu okullardan yetişen­ leri haksız ve mesnedsiz suçlayan, laikliğin uygulanması­ nı bir dinsizlik tatbikatı olarak arzulayan fikirlerin malı� sulüdür. Asıl bizi üzen diğer bir husus da, Hocamıza ya­ kıştıramadığımız «yaranma» ve « dalkavukluk» sözleriy­ le, siyasi kin ve ihtiras ifadelerinin, insaniyetçiliği savu­ nan bir ilim adamının ilmi olması gereken risalesini dol­ durmuş bulunmasıdır. Ord. Prof. A. Ş. Şakar, risalesinin Önsöz'ünde, önce� hkle şu vazifeyi yerine getiriyor : 9 « 1 94 1 'de muhterem İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı za­ manında Milli Eğitim Bakanı olan sayın Hasan Ali Yücel, Batı klasiklerinden ve eski Yunan ve Roma eserlerinden mühim bir kısmını türkçeye tercüme ettirerek edebi kü­ tüphanemizi zenginleştirmiş ve milli kültürüroüze çok " Ord. Prof. Şakir Şakar : s. 6. ı o İbid. s. 46.

Kısaca Humanizma

ve

Doğu nun Geriliği, İstanbul

1960,

1 77


hizmet etmişlerdi. Bu hizmetlerini şükranla yadetmek bir vazifedir .» Risalenin bitiminde de : « Her sahada reformatör ol­ duklarına hiç şüphe etmediğimiz kurmay subaylarından müteşekkil bir Milli Birlik Komitesi'nden ve onun Musta­ fa Kemal azim ve imanlı sayın Başkanına» da gerekli hu­ lılsu çakmakta kusur etmiyor. ıo Bir siyasi hırs ve kinle ve bilhassa konuyu bahane e­ edip, yaranarak siyasi çıkar sağlama çabasıyla yazıldığı anlaşılan eserde : « Din istismarcılığına saltanat devrine rahm e t okutacak tarzda ön veren sakıt iktidan> 'dan da hahsedilişi, insana , insani bir davanın savunuluşu yerine siyasi p olem i k yapıldığı kanaatini veriyor. Avrupanın Her­ kyi ş i n i : « Eski Yunan ulemasının dine dayanmayan laik, fel sefi �·c edebi eserleri ile insan fikrinin dini kayıdlar dışında gelişmesinin kabil olacağı » hikmetine bağlayan yazar, maalesef gafletle, dinin afyon olduğunu yutturmak i steyenlerin görüşüne katılmış oluyor. «Öyle zannediyorum ki, Avrupa'nın ilerlemesini sağ­ l ayan hümanist ceryanlarına yabancı bulunmamız, fikri sahada i l edememize mani olarak geri kalmamızın, mua­ sır medeniyet merhalesine erişemememizin yegane sebe­ bidir » huyuran atheist profesör, şükürler olsun ki, biz­ lere yalnız yetkili ve bilgili olduğu kırık - çıkık dersini o­ ku t m uştur. Daha sonraki yıllarda, komünizmle hümanizmanın münasebetlerine dikkatimizi çekmiş diğer bir komünizm miicadelecisi de rahmetli Azeri kardeş Mirza Bala olmuş­ tur. ( Komünizm ve Hümanizm ) başlığını taşıyan çok dik­ kate değer bir yazısında Mirza Bala aynen şunları söylü­ yor . l l ı ı M i rza Bala : Komünizm ve Hümanizm, Komünizme Karşı Miicaılele, Sayı 1 Şubat 1 95 1 , S S . 3-4.

17 8

31,


« Komünizm milli, ırki ve dini camiaları reddeden enter� asyonal bir doktrindir. ( Vatanım rıly-i zemin, mil­ letim nev-i beşer ) diyen hümanizm de kozmopolit bir mezhep tir. » << Bu itibarla komünistlerin enternasyonalizmi ile hü­ manistlerin kozmopolitizmi arasında bir münasebet mev­ cut olduğunu iddia edenler pek de yanılmıyorlar. Hele yaşadığımız devrio siyasi şartları içinde hüma.ırlzmin ko­ münizm için mükemmel bir buliii kanalı vazifesini göre­ bileceğini ileri sürenleri haksız gösterecek hiç bir delile malik değiliz.>> << İkinci Dünya Savaşı sıralarında Fransa'nın sür'atle yıkılışında mühim aınillerden biri olduğu inkar edilme­ yen ( Halk Cebhes i ) işte bu hümanistlere hitap ediyor ve onlara dayanıyordu. Milliyet, din ve ırkçılık, komünistler için birer hulul kanalı olmaktan çok uzaktı. Hitler tehli­ kesi hümanist ve pasifist bütün unsurları komünistler i­ le birleş tirmiş ve k ayna tmıştı. Bir ( Barışseverler) ki, ( Komintern ) 'in müstear adı olan ( Kominform ) tarafın­ dan bilhassa hümanist mahfillerin insani duygularını is­ tismar etmek için kurulmuştur ve güvenleri de yalnız ve ancak hümanis t zümrenin milletierin müdafaa ve muka­ vemet azın ini kıran passifizmi'dir.>> << Komünizmin hulfılüne en müsait bir kanal varsa o da, hümanistlerin passifizmidir. Bu hususta komünistte­ rin hesapları da pek basittir : Barış propagandası ile bir milletin maneviyatını ve kendi nefsine olan inanç ve gü­ venini sarsmamak, uyanıklığını körletmek, içine şüpheler doldurmak, milli müdafaa kudretini gevşetmek, Türkiyeyi Amerika'nın bir müstemlekesi halinde gösterip, Türk ­ Amerikan dostluğuna tııraftar olanları Türk inkilap ve i stiklalinin düşmanı gibi tanıtmak ve bu milleti, tarihi bir 1 79


müttefik gibi gösterrneğe çalıştı'k iarı Sovyetlerin istila tehdidieri karşısında, rnukavernetsiz, diz çökecek bir ha­ le getirmek ... » « Komünistler Rusya'da, 1 9 1 7 senesinde, Çarlığın ye­ rine geçen Demokrat Hükfımet'i de böyle bir panik hava­ sı içinde yıkınağa muvaffak olmuşlardı.» Bugünkü manzara, bizim belirtrneğe çalıştığımız, Hü­ manizrn'in komünizm propagandasında kullanıldığı ger­ çeğini ortaya koymaktadır. Hakikatleri açıklayarak örtü­ leri kaldıran, maskeleri düşüren Batı ve Sovyet yazarları­ nın etüdleri, Er - bil, Öner ve Mirza Bala gibi vatan ve milletsever komünizm rnücadelecileri'nin davalannda ne kadar haklı bulunduklarını bir kere daha ispat etmek­ tedir. Bilhassa, Komünist Partisi'nin XXII . Kongresi'nden sonra, fiziki mükemmellik yanında ruhi ve moral zengin­ lik ve kudretin kazanılması zaruretini kornünistlerin da­ hi anlayarak, metodlarında değişiklik yapmaları ve komü­ nizrni işiernekte bilhassa hümanizrnadan faydalanmaya dikkatierin çekilişi, bizleri uyarrnalıdır. � � A. Karavaev'in bu konuyu belgeleyen son derece de­ ğerli iki etüdü 1 " , aynı zamanda kornünistlerin « Mark­ sizm - Leninizrn » kadar kendi anlayış ve uyduruşlarında­ ki Sovyet Demokrasisi'ni yaymakta ve yutturrnakta « Hü­ manizm »',i nasıl kullandıklarını açıklamaktadır ki, bir ayn makale ile bunlan özetlemek çok faydalı olacaktır. 1 2 Bk. XXII sezd Kommunistist ichcskoi partili Sovetskogo Soyuza : Stenogra­ fichesky otchet (The Twent-Second Congress of the Communist Party of the

Soviet Union : A Stenographic Transcript). Moscow

1 3 a) A.

b)

Karavaev :

Vol. X, No. A.

Karavaev :

Münich,

1 80

8,

Communism and Humanism, PP.

3-13.

Hümanism and

September

Soviet

1963, PP. 29 36.

1962, Vol I I I , P.

318.

Bulletin, Munich, August

Democracy, Bulletin, Vol.

X,

1963,

No. 1'


HAYlR, SAYIN İNÖNÜ!.. « Küçümseme» ve «rnübalağa » metodu ile Sol'u öven, Sağ'ı yeren bir gazetenin kasıtlı, rnürettep sorularına ver­ diğiniz karşılıklar, üzerinde ibret ve dikkatle durulacak kadar önemli idi. Cevaplarınızın bize göre asıl ehernrni­ yeti, sağ kalanlar içinde, bugünkü « Sağ ve Sol Meselesi»-' nin başlangıcından zarnanırnıza kadarki seyrinde en yakın ilgisi ve bilgisi bulunan şahıs oluşunuzdandır . 1919'danberi kuruluşların, gelişmelerin, mücadele ve müdahalelerin içinde ve başında bulunan Başvekil, Cum­ hurbaşkanı ve sun Başbakan sizsiniz. Sağ ve sol akımların içinde en vazifeli Devlet sorumlusu olarak bizzat yaşadı­ nız, zaman zaman bunlardan birini veya diğerini tutar gö­ ründünüz; ötekine saldırdınız ve bugün, 1 938 - 1 950 Milli Şeflik çağınızda tohumları ekilmiş rnuzır fikirlerin filizle­ ri dörtbir yanırnızdan fışkırıp baş verince : <<Fikir özgür­ lüğü içinde ileri, geri bütün fikirlerin söylenebileceği bir toplum, varmak istediğimiz ideal toplumdur» huyuruyor­ sunuz ki, sizin bu ideal hürriyetçilik taraftarlığınızdan an­ cak hürriyet düşmanları hürriyet sağlayacaklardır. Sol savunucusu gazeteye demecinizde : « Kullandığı­ nız terimler ve sorularınızı sorrna tarzınız iki aşırı cere­ yandan birini daha ziyade küçümseme, ötekini daha ziya­ de rnübalağa etme gibi bir ternayülü hissettiriyor» şek­ linde ihtarda bulunmanızı takdirle karşıladık. Komünist­ ler için : «Bunların siyasi yönden bütün hazırlıkları şim­ di demokratik nizarnı kötülernek ve aşın sağ dediğimiz gerici ve ortaçağ zihniyetine karşı rnücadeleci görünmek­ tedir. Bu bir aldatma gayretidir» teşhisiniz de doğrudur; fakat eksiktir. Zira kornünistlerin « siyasi yönden bütün hazırlıklar» yalnız bundan ibaret değildir. Onların arnaç­ lan siııi de, partİnizi de, rejirnimizi de, h_epimizi de yoket­ mek isteyen bir büyük telılilke ve vatan hainliğidir. 181


C. Senatosunun 10 Kasım 1 964 oturumunda : « Ata­ türk'ün gösterdiği yoldan ayrılmalar, sapmalar» üzerin­ de yaptığım konuşmamı, « sağa sola sapmış yolların Bü­ yük Atatürk'ün izinde birleşmesi » gerektiğini dileyerek bitirmiştim. Yurdumuzu anarşi diyarı haline getirmek i­ çin kol gezenlerden bahsedişim; memleketimizin vahim bir sol tehlike ile yüzyüze bulunduğunu bildirişin, iki Ba­ kan tarafından << karamsarlık ve mübalağa>> diye yorum­ landı. Ya sonra ? Sonra bizzat siz, Üniversite i darecilerini toplayarak << Tehlike arzeden aşırı cereyanlar >> için tedbir­ ler aradınız. Demecinizden öğrendiğimize göre, komünizm hak­ kındaki son takdiriniz şudur : << Bugün bu akımın ciddi bir tehlike olmaktan ziyade ciddi bir ÖZENTİ olmak ka­ rakteri vardır, fakat zaman geçtikçe tehlike olabilecek bir istidadı taşıdığını görmek lazımdır.>> H�yır, sayın İnönü ! Komünizm bu memleket için ye­ ni bir << Özenti>> değil , vahameti bilhassa Atatürk'ün ölü­ münden sonraki gaflet çağında gittikçe artarak bugünkü gerçek tehlike mertebesine ulaştırılmış köklü, kökü dışa­ rıda, eski bir kızıl veba ve beladır. Gerçekten Atatürk'ün i?.l nde olanların : << Türk alemi­ nin en büyük düşmanı komünistliktir. Her göründüğü yerde ezilmeli ! . .. >> Büyük Ata emrini yerine getirmeleri ve bu büyük gerçeğe inanmaları lazımdır. Sayın İnönü! Atatürk'ün ölümünden bu yana, « Türk aleminin en büyük düşmanı» küçülmüş müdür, büyümüş müdür? Her göründüğü yerde ezilmiş midir; yoksa, bes­ lenmiş, himaye mi görmüştür? İşte Polanya tohumu Nazıın Hikmetoviç Verzanski; İşte Rum dönmesi Sabahattin Ali gibi gebermiş ve işte onların iş ve suç ortağı - Ermeniden dağına kapitalist­ lerin beslediği - Türk Ordusunun tard, Türk Mahkeme182


lerinin mahkum ettikleri bugünkü yerli, lar! . ..

yaşayan kızıl­

Davalara günah savmak, halkı oyalamak üzere yuvar­ lak, lastikli laflarla değinmek, tehlikeyi arttırmaktan baş­ ka bir netice vermez. Ne küçümsemek, ne yaygara veya mübalağa etmek ; ancak cesaret ve ehemmiyetle tehlikeyi görmek, belirtmek ve hertaraf etmek Atatürk'ün yoludur. Bu yola girmek ve bu yolda birleşrnek zamretine işaret e­ denlere « karamsar» diyenler, kendilerini karalamış ol ur­ lar. Bakınız, Mihail Pavloviç ( İnkilap Türkiyesi) kitabı­ nın 103'üncü sahifesinde neler diyor :

�.)

« Ancak bütün Karadeniz, Sovyet Hükumetleri'nin ellerine geçtikten ve İstanbul üstünde kırmızı Türk bayrağı veyahut ( Karadeniz Federatif Hükumctleri ) 'nin - Uk- _/ ranya, Kafkas - bayrağı yükseldikten sonra, Anadolu hayat-ı müslihane içinde yaşamağa ve mesaiyi müsmireye sarılınağa muvaffak olur.» Tam 46 yıldır bu aziz vatanı Sovyetler Birliği'nin bir pey ki yapmak isteyen yer altı - yer üstü, yurdiçi - yurd dı­ şı kızıl faaliyet ve çabalar Türk ve Türkiye için «EN BÜ­ YÜK TEHLİKEı>'dir. Sayın İnönü'nün komünizm için « Ö­ zenti» demeleri, en azından, Bayram müjdecilerinden Ök­ tem'in : «Aşırı cereyanları, memleket için tehlikeli bulmu­ yorum» ferahlatıcı ( ?! ) teminatını sağlar ki, bu laflar so­ nunda : <<Komünist rejim kökleşinceye kadar, yurdunuz­ da böyle bir tehlikenin olmadığına herkesi inandırınız. Sizin niyet ve çalışmalarınızı farkedip yüzününe vurmak isteyenleri, vehimli ve jurnalcı olmakla suçlandırınız, Moskova emrinin Türkiye uygulayıcılarını şımartır. Düşman birimizin değil, hepirnizindir. Gaflet uyku­ sundan uyanalım ve hainlere alet olmayalım. 1 83


HEPİMİZiN DÜŞMANI KOMÜNiZM Sayın İnönü tarafından «Özenti» diye vasıflandırılan komünizm, bu memleketi bir Sovyet peyki haline getir­ mek plan ve programını uygulamak yolunda 46 yıldır gös­ terdiği toprak altı - toprak üstü ve yurd dışı - yurd içi faaliyetleriyle daima Türklüğün en büyük düşmanı ol­ muştur. Pek yakında Türk gençliğine kazandıracağımız ( KO­ MÜNiZMiN KARŞlSlNDA ATATÜRK ) adlı kitabımız, bu gerçeği n bilinmeyen pek çok vesikalarını da sunacaktır. Henüz gerçek belgelere dayanan eserlerle aydınlatılma­ mış bulunan tarihin bu karanlık çağına ait şu husus bilin­ melidir ki : Komünistler ilk gündenberi, en dost görün­ diikieri zaman da, daima Atatürk'e, onun ilkelerine ve kurduğu rejime karşı durmşlar, düşman kesilmişlerdir. Atatürk'ü ve rejimini ortadan kaldırmak için büyük fa­ kat boş gayretler sarfetmişlerdir. 25 Temmuz 1 9 1 8 'de harp esirlerinden teşkil ettiği ilk ( Türk Komünist Partisi ) 'ni Moskova'da kuran Arnavut Mustafa Suphi, 1 9 1 9 Nisanında Kırım'da bir ( Müslüman Bürosu ) açmış; Milli Türk Azerbaycan Cumhuriyeti, Kı­ zılordu t arafından mahvedilince, fesat merkezini Baku'ye getirmiştir. Mustafa Suphi'nin bütün planı, Mustafa Ke­ mal Paşa'nın hareketini tamamlamadan veya tamamla­ dıktan sonra, bir kızıl ihtilalle Türkiye'ye hakim olmak-

>-Komünistler

daima şuna inanmış ve hazırlanmış-

lardır : « Türkiye'de, İngiltere ve Fransa'ya karşı yapılan İstiklfı.l Mücadelesi biter bitmez, federal mülkiyet sahip­ lerine karşı köylülerin mücadelesi başlayacaktır . » 184

( Bk.


Protakoli des Vierten Kongresses der Kom. Inter, Ham­ burg, 1 923, pp . 830, 963 ) . Komünist ajanı Şerif Manatov'un 1 4 Temmuz 1 920'­ de Ankara'da kurduğu gizli Türkiye Komünist Partisi'nin « Kuruluş Beyannemesiıınde şu satırlar yazılıydı (B k . Cumhuriyet Gazetesi, Numara 2594 ) : «Türkiye K. P, ha­ li hazır ve eski inanışiara dayanan rejimi devirmek ve Sosyalist ihtilali meydana getirmek için halkı uyarmak amacıyla kurulmuştur . TKP'nin gayesi Mustafa Kemal'in sahte pol i tikası gibi, Sultanın mutlakiyeti ile de mücade­ ledir. » Ankara'da yayımlanmış ( Emek ) gazetesinin 6'ıncı sa­ yısında, Bulgaristan Türk komünistlerinin ( Ziya ) adlı bülteninden aktarılmış kışkırtıcı Beyanname şu sözlerle bitiriliyordu : «Anadolunun mutlak hakimi Mustafa Ke­ mal'dir. O, Anadolu halkını refaha kavuşturamaz. Yalnız Sosyalist ihtilal halkı kurtarabilir; bu münasebetle Yu­ nan emperyalis tleriyle harp biter bitmez, iç harp başla­ malıdır. » ( Bk . Nowyj Wostok, Zeitschrift Bd. I l , Mos­ kau ) . 1 9 Ağustos 1 9 1 9'da Baku'de yayımlanmaya başlan­ mış Türkçe ( Komünist ) gazetesinin 1 7 Mayıs 1 925 Per­ şembe günkü 1 1 0/ 1 404 n umaralı nüshasında, Üsküplü Ahmet Bed'i adlı komünist şunları yazıyordu : « Halihazırdaki Türkiye Hükumeti'nin burj uvazyaya mensup bulunduğuna dair olan ihtimale evet veya hayır demeden bu Hükumete iştirak eden uzuvların başçılarını daha bir defa gözden geçirmek icabeder. Türkiye Hüku­ meti'nin başında ( İ smet ) Paşa bulunuyor. Yunaniiiara ve dolayısıyla İngil izlere karşı açılan milli mübarezedeki başçılar sırasında bulunduğundan, birdenbire mürted ad­ landırmak olmaz. » 1 85


Yine, TKP'nin aksiyon programında aynen şunlar ya­ zılıydı ( Bk. Hurwicz : Die Orientpolitik der Dritten In­ ternationale, Berlin 1 922 ) : << İ TKP, Komiptern'in bir bölümü olarak Türki­ ye'deki hususi şartlar altında Rusya, İnternasyonal Pro­ leter ihtilali ve komünizm lehine ve nihayet hali hazırda­ ki halk hakimiyeti rejiminin bir Sovyet sistemiyle tasfi­ yesi için, emperyalizm, burj uvazi hakimiyeti ve arazi sa­ hiplerine karşı mücadele yapacaktır. Proletaryayı organi­ ze eden ve her şekilde baskı, istismara karşı sınıf müca­ delesini yapacak olan bu parti, Sovyet tarzında bir dikta­ torya için şartlar hazırlayacaktır. » -

« 2 - TKP, Kemalist Halk Partisi'ne karşı onun halk düşmanı karakterini ve yabancı emperyalizmle alakala­ rını açıklamak suretiyle amansız ve şiddetli bir mücade­ leye girişecektir. » « 1 0 - TKP, Parlamentonun Kemalist diktatörlüğe alet olduğunu halk kitlelerine açıklayacaktır. »

Prof. G. Jacschkc ( Dünya Bolşevişmi - Türkiye ) yazı­ sında diyor ki : « Bütün bu fikriyatın prograrnından em­ peryalizm ile Kemalist Halk Partisi'ne karşı mücadelenin aynı olduğu bari:;;: bir şeki lde ve kıpkızıl bir ip gibi meyda­ na çıkmaktadı r.>> Daha pek çok örne klerini verebileceğimiz b u gerçek­ le!r karşısında, Komünizm Türkiye'de bir « Özenti» değil, köklü, pek büyük bir t ehlikedir. İşt� bizim vatan ve milletsever Halk Partililer dahil, bütün 'partili - partisiz Türkl ere, vazifeli ve sorumlula­ ra : « Uyanınız! .. Düşman bir; Anamızdan Atamıza, hepi­ mize birden kasıtlıdır; geliniz Atatürk yolunda birleşe­ lim ve Atatürk'ün komiinizmi Türk aleminin en büyük 1 11 6


düşmanı işaret edişi gerçegıne inanalım ve ( Her gorun­ düğü yerde ezilmeli ! .. ) emrini hep birlikte yerine getire­ lim>> çağrımızın gerçek mfma ve sebebi budur.

TÜRKİYE'DE MANEVi BUHRAN Prof. Dr. Osman Turan, ilim, fikir ve politika haya­ tımızın örnek simalarından biridir. Ortaçağ tarihi ve bil­ hassa Selçuk Türkleri üzerindeki bilgi ve çalışmaları, O'­ nun Üniversite'de yeri, kürsüsü doldurulamayan bir üs­ tün ve müstesna ilim otoritesi tanınmasının başlıca ami­ lidir. Prof. Turan'ın fikir temeli, Batı medeniyetine yük­ selrnek isteyen bir büyük milletin, ' köklü milli tarih şuu­ runa dayanmakta d ı r . Kitaplarında, gazetelerde ve bilhas­ sa Ankara Türkocağı Başkanı bulunduğu 1959/60 yılla­ rında « Türkyurdu » dergisinde yayırolanmış yazıları. Pro­ fesör Osman Turan 'ın bir Tiirk milliyetçisi olarak inan­ dığı ve savunduğu müsbet fikirlerdeki kudret ve yetki­ sini göstermektedir. O 'nun, bir wmtulmaz «Çile» haline getirilmek istenmiş siyasi hayatındaki cesur mücadele ve muzafferiyeti de, zayıf fizik yapısının değil, fakat bü­ yük iyman ve ideal kudretinin her kaba kuvveti yenebi­ leceğinc örnek olmuştur. Biz bu yazımızla Türk gençlerine, değerli ilim, fikir ve politika adamımızın iki önemli kitabını haber vermek istiyoruz. Son yıllardaki ncşriyatını takdir ve şükranla karşıla­ d ığımız, ( Mektuba t ) , ( Kimya-yı Saadet ) , (Zebur-u Acem'­ den S eçmder) , ( İslamın Ruhu ) ve ( Marifetname ) gibi değerli, k lasik İsli'un eserlerini de ihtiva eden SO'ye yakın bir İyınan ve ideal kitapları serisi vücuda getiren ( HiLAL YAYI NLARI ) , Prof. Dr. Osman Turan'ın iki eserini de Türk okuyucusuna kazandırmış bulunuyor. Bu kitaplar1 87


dan biri : ( TÜRKiYE'DE KOMÜNiZMiN KAYNAKLARI ) ; diğeri de : ( TÜRKiYE'DE MANEVİ BUHRAN ) adını ta­ şımaktadır . Birincisi 250, ikincisi 750 kuruş olan 64 ve 300 sahifelik bu iki değerli eseri kitapçılardan, veya doğ­ ruca : ( H ilal Yayınları, P. K. 448 - Ankara) adresinden te­ min edebilirsiniz. Prof. Turan bu eserlerinde, bugün mil­ letimizin yüzyüze bulunduğu büyük tehlikelerin gerçek teşhis ve kaynaklarını ortaya koymakta, açıklamaktadır. Türkiye'yi ve bizzat kendisini içinde bulunduğu manevi bulırandan kurtarmak isteyen her vatansever Türk'ün bu iki eseri dikkatle okumasında büyük faydalar vardır. ( Türkiyede Komünizmin Kaynakları ) 'nı açıklayan Prof. Turan, şu gerçekiere dikkati çekmektedir : « Komü­ nizmin, maddi olmaktan ziyade, manevi sefaletle beslendi­ ğini anlamak için de, komünist cephede mücadele eden varlıklı ve refahlı aydınların çokluk teşkil ettiğine ve hat­ ta patronların bulunduğuna dikkat etmek kafidir. Filha­ kika Türkiye'de manevi sukutun içinde yüzen aydınlar, aşağılık duygusu ile, komünizmin kucağına düşerken, iş­ çi ve köylülerin sola itibar etmemeleri maddenin rolünü azalt makta ve manevi kıymetlerin kudretini göstermekte­ dir. Solcuların mukaddesata karşı giriştikleri amansız mücadelenin sebebi de budur.» ( Türkiye'de Manevi Buhran ) eserinde de Prof. Tu­ ran, şu hakikatı ve lüzumu belirtiyor : «Filhakika bugün Türk ruhu, mefkuresi, milli dil, edebiyat, sanat, din, ah­ lak ye an'anelerimiz, yani, bir kelime ile, milletimizi ayak­ ta tutan bütün manevi kıymetler manzumesi görünür görünmez, şuurlu - şuursuz, iç - dış, öyle bir takım kemi­ rici ve yıkıcı tesiriere maruzdur ki, hiçbir cemiyet ilmi ve kültürel bir müdafaa teşkilatı kurmadıkça, bizzat haiz ol­ duğu insiyaki mukavemet kuvvetleriyle, bunlara karşı dayanacak bir kudrette değildir.) 1 88


« Türkiye'de İslamiyetİn ilim ve kültürle teçhiz edile­ rek gelişmesi sağlam, ileri ve muvazeneli bir cemiyet ku­ rabilmek için ilk şarttır. Aksi takdirde cemiyet içinde muvazenesizliklerin, tezatların, ahlaki sarsıntı ve hatta içtimai uçurumların zuhuru mukadderdir. Dinin ilim ve kültürden uzak kalarak hurafe içinde boğulması da ko­ münizm ve irticaa amil olacağından şüphe edilemez. Ko­ münist Rusya'dan başka otuz sene yeni nesiini dini tah­ sil ve terbiyeden mahrum bırakan başka bir memleketin de mevcut olmadığını unutmayalım . Böylece din mües­ sesesi karşımıza ilmi, insani ve demokratik bir ihtiyaç o­ larak çıkmaktadır. Fakat, hiç bir zaman, bu ihtiyacın vic­ dan hürriyetini de zorlamaması icabeder; yani ne dinin baskısı ve ne de dine tahakküm bahis mevzuudur. » Tümünün inceden ineeye okunınası gereken bu kitap­ larında Prof. Turan : « İktisadi kalkınmanın manevi arnil­ leri üzerinde durmak mefkuremiz icabıdır» diyor ki, bi­ zim bu kitapları tavsiyeınİzin sebebi de budur .

SAMSUN'A BİR LiMAN YAPILMASINA BAŞLANMIŞTIR ( ?! ) Yazımızın başlığını okuyanların bir kısmı, bu mü­ nasebetsiz haber karşısında : << Hoppala! .. Sabah ş erifL leri hayırlı olsun ! » diyebilirler. Bir kısmı da : « Yahu, ge­ çenlerde, tuzlu sulardan kazanılmış ovadan ve ( nur için­ de yatası ) diye bir rahmetli sevdiğinden sözetti; Ted­ birler Kanunu'na aykırılık, dini siyasete alet etmek suç­ ları ile dokunulmazlığının kaldırılması istendi. B u defaki suçu daha da korkunç değil mi ?» diye hakkımızda endişe duyaıb ilirler. Ümid ve temenni ederim ki, imzamız altında yayımla­ nan bu başlığı okuyan « Manisa» ve Konya »'nın iki sayın 189


Savcısı da : « İşte bu sefer Tedbirler Kanunu'na aykırı davranışını suçüstü yakaladık; şimdi görür gününü! ,, diye düşünüp, tekrar harekete geçmezler. İstanbul 'daki bir muhterem meslektaşdan aldığımız mektupta, çocuklarımızın eğitimindeki facialardan birka­ çı belirtiliyor. Sayın doktor, iki kardeşi ile kendi yavrusu­ na yapılmak istenen yıkıcı telkinlerin, dinsizlik, Allah­ sızlık propagandalarının örneklerini isim ve yer zikrede­ rek b i ldiriyor. Bu arada : «Kocaman bir yanlışlık mı, ya­ lan mı desem ? ! . . )) dive Ortaokul I I I sınıfta okutulan bir coğrafya kitabından da derd yanıyor. Değerli arkadaşımızın bütün şikayetlcrin deki haklı hususları tamir ve tedavi için elimizden gelen ve bize dü­ <;>en vazifeyi yapacağız. İşte yazımıza başlık seçtiğimiz ve ilgililerce en kısa ;�amanda düzel tilmesini istediğimiz bugünkü <<Açıkla­ m a >>'mız da, bu şikayetlerden biridir. Kitabın adı : ( Türkiye Coğrafyası ) . ( Darkot - Konuk - Korkut Coğrafya Kitapları) 'ndan Ortaokullarda yıllar­ dır okutulan bir ders kitabı. Yazan : İstanbul Üniversite­ sinde Coğrafya Ord. Profesörü Besim DARKOT. Değerli Okuyuctım mektubunda kitabın 1 963 baskı­ sından bahsediyor. Ben belki düzeltilmiştir umuduyla 1 964 yeni baskısını aldım. Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi'nin kararı ile kabul edilmiş bir eserdir. « Oh ne ala, Ortaokul çocuklarımıza Ordinaryüs Pro­ fesörler kitap yazıyor! ,, diye meselenin üzerinde <<İmza>> açısından durmadan, «ilim>> ve <<bilgi )) tarafım, şaka ve maskaralık yönünü ele aldık. Çocuklanmıza vatanlarını tanıtacak ve sevdirecek bu ciddi ve güvenilir bilgi taşıması zaruri eserin 59'uncu 1 90


sahifesinde Samsun 'la ilgili olan resmi ve malumatı ince­ ledik. Gördüğümüz ve '"';) ulduğurnuz manzara, cidden çok acı ve yüz kızartıcıdır. Gerçekten, sorumlu ve suçlulan cezaya, bilhassa ağır para cezasına rnüstahaktırlar. Sarn­ sun'un resmi diye basılmış 30 yıllık fotoğrafta Tütün i s­ kelesi görülmektedir; bugün Cumhuriyet Meydam olan yerde hala rahmetli Kazım Paşa'nın valiliğindeki selvi ağaçları var; ve resim, büyük Alman heykcltraşı Krip­ pel'in Atatürk Anıtı'nı gösterıniyecek kadar eskidir. Ya resmin altındaki bilgi ? Şaşmadan aynen okuyalırn : « Fakat Samsun k ıyıları fırt ınalara açık olduğu için şimdi burada dalgakıranlarla korunmuş modern bir li­ ınan yapılmasına başlanmıştır. >>

Sayın Okuyucum mektubunda : « Limanın bundan ne kadar CV\'el yapıldığı malumunuzdUr>> dedikten SOn­ ra, şunları soruyor : « Buradaki gaflet Profesörün mü ? Bakanlığın mı ? Yoksa burada planlı kalkınmanın başa­ rısını göstermek için müşterek bir gayret mi var dersi­ niz ? » Sayın Ordinaryüs Profesör bunların hepsini biliyor­ dur amma, yazmamış, yazarnamış. Belki Tedbirler Ka­ nunu'na aykırıdır diye düşünmüş, kendisi için «tedbir» almıştır. Bu fakir milletin parasını çeşitli te kelcilik, spekülas­ yon yolları i ie hak etmeden « yağma Hasanın böreği » e­ den bir Ordinaryüs Profesörün belki kasdı yoktur am­ ma bilgisi de, çalışması da, inceleme, araştırma ve eme­ ği de meydandaL Ya Talim - Terbiyecilerin, müfettişle­ rin, sorumluların vazifelerine düşkünlükleri ? Bunların hesabını soracağımız Bakan : Şükürler ol­ sun ki «Kabine düşürülmüşse de ben yerimden oyna­ mam >> diye tutturmadı ve bizi kendisinden, yakasım bi,. 191


zim elimizden kurtardı, gitti. İş, yerini alacağa düşüyor. Bu ve bunun gibi hesaplan ilgililerden soruyoruz ve yeni gelen Bakan'dan bu çeşit maskarahklara ve türlü tah­ riplere son vermesini birinci gününden itibaren isteyece­ ğiz.

GÜNEŞ BALÇlKLA SIVANMAZ Komünistlerin «yalan>> ve «iftira » kadar sık kullan­ dıkları metodlardan biri de « tahrif,'tir. Tarihi değiştirir­ ler; gerçeğin üzerine «yalan şah » örterler; sirk maskara­ ları gibi palyaço suratlarına, oynatacaklan oyuna göre çeşit çeşit maskeler takarlar. Son zamanlarda hürriyetten faydalanan hürriyet düşmanı yerli Mahutlar'ın ve Kızılların, Polonya tohu­ mu Nazım Hikmetoviç Verzanski'yi Türk, büyük Türk sanatçısı ve Türk vatanseveri ( ?! ) ; amansız komünizm düşmanı büyük Atatürk'ü ise «sosyalist, hatta komünist» göstermek çabaları da bu maskaralıklar ve hainlikler cümlesindendir. Ü ç aydır çıkınağa başlayan bir tarih dergisi de, Mos­ kova'da yetiştirilmiş yerli komünistlerden Giritli Ahmed Cevad Emre'nin yalan ve yanlış hatıralarını yayınlamak­ tadır. Bu dergiyi çıkaraniann kazançtan başka bir kaygu­ ları olmadan, gafletle memlekete zararlı neşriyat yaptık­ larını kendilerine de duyurmak için bu satırları yazmak zorunda kaldık. Bu hatıralarında, « Latin Alfabesinin kabulünde tek insan olarak rol oynayan ve bu yüzden Büyük Atatürk'ün sevgi ve saygısını kazanan» diye mübalağalı, gerçekten uzak ve yoksun laflarla tavsif ve takdim edilen Ahmed Ce­ vad, kendisini de « arkadaşım» dediği Nazım Hikmetof ve diğerleri gibi tertemiz göstermekte ve öğmektedir. U1 92


tanmadan, büyük komünizm düşmanı rahmetli Kazım. Karabekir Paşa'ya atfen de, kendi çıkardıkları kızıl pa, çavra Yeni Dünya Gazetesi'ndeki bezeyanları : « Milliyet; çi ( ?! ) ruh ile yazılmış yazılar» diye vasıflandırdıktan son. ra, Paşa'nın : « Bu yazılara ben de imzamı atabiliri m» de­ diği yalanını rivayeten nakletmektedir. Atatürk'ün ihtar ve ikazlarını hiçe sayarak Türkiye'� de komünist propagandası ve kızıl ihtilal yapınağa gelen Arnavut Mus tafa Suphi ile 15 arkadaşına karşı duran << Muhafaza-i Mukaddesat» teşekkülüne « İrtica teşkilatı » diyen bu yüce vatansever ( ? ! ) , yalanlarıyla tarihi tahrif. edemez. Ahmed Cevad hatıralarında, Trabzon'da, Karade­ nizin sularına gömülerek gebertilen Mustafa Suphi ve arkadaşlarına ait Moskovaya yapılmış alçakça jurnalını da aklınca örtbas etmeğe çalışıyor. Milli Mücadelemizin vatansever mücahitlerini ve <<Milli Müdafaa Cemiyeti » mensuplarını << Barbar» ve << Cellad » diye vasıflandıran Ahmed Cevad E mre'nin gerçek kimliğini ortaya koymak için yalnız bu ibret vesikası kafidir. Türk okuyucularına ilk önce Nihai Atsız tarafından ( BK. ORHUN Dergisi, 20 Şubat 1 934, Sayı : 4) kazandırıl­ mış bu çok önemli vesikanın tam metni, daha sonra Prof. Kenan Ö uer ( Bk. Öner ve Yücel Davası, Ü çüncü basılış, İstanbul 1 947, ss. 20 - 2 1 ) ve İlhan Darendelioğlu ( Bk, Türkiyede Komünist Hareketleri, Birinci Cild, 1 96 1 İs· tanbul, ss. 41 - 44 ) tarafından da yayımlanmıştır. Biz de bu önemli vesikanın tam metoini okuyucularımıza bir kere daha sunuyoruz : ( P;:ıvlovic'in Moskova'da yayınıladığı << İnkilapçı Türkiye» adlı kitabının 1 19 - 1 2 1 . sahifelerinden aynen tercüme edilmiştir : Aziz yoldaşım Pavloviç, 28 Ocak'da Trabzon civarında vahşicesine denize a193


tılmış olan yoldaş Suphi ile Türkiye Komünist Fırkası ­ nın Merkezi Komitesi azalarından dört kişi ve diğer 1 2 komünist yoldaşlar hakkında sizinle ciddi görüşmek is­ tiyorum. Kaybolan yoldaşlarımız hakkında epey zaman ma­ lumat almadık. Fakat sonra onların Trabzon burjuvazi­ si tarafından elde edilmiş cellatlar tarafından öldürül­ dükleri anlaşıldı. Ta Erzurumdan itibaren bizim yoldaşlarmuz aley­

hinde nümayişler başlamıştı. H alıka diyorlar ki : ( Rusya­ dan gelmiş olan komünistler Bolşeviklerdir. Onlar mağa­ zaları kapamak için geldiler. Kimsenin almak ve satmak salahiyeti olmıyacaktır. Sonra taharriyata başlanacak, her­ kesin eşyası ve parası müsadere olunacaktır . Komünist­ ler dinsizdir. Allaha inananları hapse atacaklardır. Din, ticaret ve hususi mülkiyet Bolşevikler tarafından mene­ dilmiştir. ) Nümayişçiler arasında burj uvazi tarafından para ile elde edilmiş ve polis teşkilatı tarafından komünistler a­ leyhine tevcih edilmiş cahil şahsiyetler çokdu. Bunlar bi­ zim yoldaşlara hücum ederek taşlamışlar ve parça parça etmeye kalkışmışlardır. Yolda bizim yoldaşlara kimse ek­ mek ve atları için yem satmıyordu. Hükumet ise Bolşe­ vikleri himaye rolünü takınınağa çalıştığını göstermek istiyordu. Komünistleri müdafaa için Hükümetin tedbir aldığı yalandı. Bizim mevsuk menbalardan aldığımız ha­ berlere göre polisler ahaliyi dükkaniarı kaparnağa teşvik ettikleri gibi rnüdafaasız kalmış olan yoldaşlarımızı taş­ lamak için halkı tahrik etmişlerdir. Bu gibi hücumlara yoldaşlarımız dört yahut beş şehir ve kasahada maruz kalmışlardır. Fakat bu yoldaşlar en vahşi hücuma Trab­ zonda uğramışlardır. Bunlar Trabzona gelir gelmez aha1 94


li bağırıp çağırmışlar ve tahrikler altında limana sevk edilmişlerdir. Burada onların üzerinde bulunan birkaç tabaneayı aldılar ve sonra cebren bir motora koyarak de­ nize açıldılar. Bu motorun arkasından 2. bir motor daha sahilden ayrıldı . Bu motorda silahlı adamlar vardı. Bi­ zim arkadaşları bağladılar ve süngüleyip denize attılar. Ertesi günü her iki motor sahildeydi. Ve bunların tay­ fası herkese Türk komünistlerinin denizin dibine gittik­ lerini anlatıyordu. Rusya Şuralar Cumhuriyeti Müınessili, yoldaşlarımızı istikbal etmek istemiş, fakat Vali buna mani olarak Mümessilin evinden çıkmamasını emretmiş, aksi halde halk tarafından parçalanacağını bildirmiştir. Rus Mümessilinin bu vak'ayı Moskova ve Ankaraya ha­ b er vermesi ve bizim yoldaşların ce1ladlar elinden alın­ masına çalışması lazımdı. Fakat yazık ki, o sırada Trab­ zondaki Rus Mümessili cesur bir adam değildi. Trabzon­ da bunun, Milli Müdafaa Cemiyeti Riyaset Divanı tara­ fından yapıldığı söyleniyor. Burada ( Rusyada ) ise bu meseleye dair henüz bir karar alınmamıştır. Fakat artık susmak ta imkan haricindedir. En iyi v e cesur arkadaş­ larımızdan 16 yahut 1 7'sini kaybettik. Bizimle hemfikir olup o celladların tecziyelerini istemelisiniz. Trabzona gelecek her komünistin öldürülmesine karar verilmiştir. Anadolu burjuvazisi barbarca yaptığı cinayetlerden mes ­ ul olmadığını gördüğünden, komünistleri şiddetle takibe devam ediyor. Celladlar tarafından öldürülmüş olan bi­ zim en değerli yoldaşlarımızı müdafaa etmeği üzerinize alacağınızı ümid ederim. Komünist selamları ve hürmet­ ler.

Aluned CEVAD Türk Komünist Fırkası Merkez Komitesi Harici Büro Azası 1 95


Düzme, tahrif edilmiş bezeyanları «ilk hatıralar» di­ ye yayarak ticaret yapanlar da şu ibret verici vesika kar­ şısında anlarlar ki, bir hain kızıl komünisti «Atatürk'ün saydığı ve sevdiği» diye tanıtmak gafleti, vatanseverlikle bağdaşamaz. Bu vesika hepimizi uyarmalı; Erzurumlu Dadaşlara, Trabzonlu kahraman hemşehrilerime tarihin bir şeref ar­ mağanı olmalıdır. Zira, büyük Atatürk : «Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her göründüğü yerde ezilmeli.» demiş ve Dadaşlarla, Karadeniz Uşakları da bu büyük milli emri 28 Ocak 1 92 1 'de yerine getirmişler­ dir. Not :

katı

Bu yaz ı m ı z Yeni i s tanbul Gazetesinde yay ı m l a n ı nca, Ahmed Cevad'ı n avu­

yazar

alameti cesa ret i n i

dergisinde,

yaz ı l a r de

bayağı

neşret t i .

gösteremedi.

Bu

k i m se l e r i n vesikayı

Bab-ı-adi

edep s i z l i k

ve

cevapland ı rm a k

sözleri

ü s i Obu şöyle

i le,

dursun;

ise hep kendisi nden

kudurma anmak

bahsediyordu ;

o n u n i ç i n cevap s ı z b ı r a k ı l d ı .

DR. KİTSİKİS'İN VERDİGİ DERS Dimitri Kitsikis, bir Yunanlı tarih doktorudur. Bu tarihçinin 1 963 yılı sonunda, Paris Edebiyat ve Beşeri İlimler Fakültesi tarafından, « Milletlerarası Münasebet­ ler Tarih Enstitüsü » araştırmaları arasında yayımianmış önemli bir eseri vardır. Kitabın asıl adı : ( Milletlerarası Politikada Propaganda ve Baskı, 1 9 1 2 - 1 920, Paris Barış Konferansında Yunanistan ve Toprak Talepleri ) ' dir. Eser, ( Yunan Propagandas ı) a dıyla dilimize de çevrilmiş ---bulunuyor. Her Türk vatanseveri tarafından dikkat ve ib­ retle okunacak bir kitaptır. Buradan al a cağım ı z ilk ders : Bir milletin muhtaç ol­ duğu << Milli i deal», «Milli Hedef» ve buna ulaşmanın yolu­ dur. Yurt içinde milli ideal ve imanla gençleri yetiştir­ mek, halkı teçhiz etmek kadar önemli bir meselenin, mil196


li davayı yurt dışında, milletlerarası propaganda etmek olduğu bu kitaptan öğreniliyor. Dış münasebetlerde teş� kilatlı bir propagandanın lüzum ve ehemmiyeti ile, bu sa­ yede neler başarılabileceği Kitsikis'den alınacak bir tarih ders i dir. Kitapta Yunanlıların 1 82 1 'de hürriyet için ayakla­ iuşlarından bu yana, « Megalo İdea»'ları yolunda ne k a­ dar ilerlediklerini tesbit mümkündür. « Majeste Şehir» dedikleri İs tanbul'umuzun üzerindeki hayal, istek, iddia ve planları, Fener Patrikhanesi'nin bu konudaki siyasi çabaları; Trakya, Boğazlar, Batı Anadolu, Pontus, Rodos ve Oniki Adalar, İmroz, Bozcaada, Meis ve nihayet bilhas­ sa KIBRIS hakkındaki çalışmaları ve bu yoldaki başarı­ ları kitapta görülmektedir. Venizelos, Lloyd George, Churcill, Wilson v.b. gibi ünlü politika ve devlet adamlarının; Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve bilhassa Rusya gibi devletlerin Türkiye ve Yunanistan ile ilgili ıneselelerdeki, lehde ve aleyhte, gerçek düşünce, plan ve davranışlarını vak'a ve vesika­ larla açıklaması bakımından da eser son derece ibret veri­ cidir. Yunan nüfusunun artması için sarfedilen gayretler ve sistemli bir nüfus planlaması ile Kıbrıs başta olmak üze­ re Adalarda nüfus çoğalmasiyle varılan neticeler, bugün gafletle milletimize (Nüfus Planlaması Kanunu) getire­ rek Türklüğe en büyük fenalığı bilmeden yapmak isteyen­ leri milli uyanıklığa davet edecek kadar ibret vericidir. Lloyd George, Lord Ri ddell'e bir sohbet sırasında şusöylemişti : << Türkler çökmekte olan bir ırka mensupttilar. Halbuki Yunanlılar dostumuzdur ve gittikçe yükselen bir millet durumundadır. » - Lord Riddell'in 1 9 1 8 1923 yıllarına ait hatıralarını topladığı kitap, Londra, 1 933, s. 208 - Bu sözler Lloyd George'un 4 Şubat 1 9 1 9 tıu

1 97

r .'

j\


günü Oıı'lar Konseyi önünde Yenizelos tarafından çızı­ len tabioyu benimsediğini göstermektedir; Yenizelos di­ yor ki : « Türklerin gittikçe azalmasına karşılık, Yunan halkı, nerede olursa olsun, hızla artmıştır. Mesela şimdi Kıbrıs'ın nüfusu 300,000'dir. Gotha Almanağı'na göre 1 897 yılında Ada' da 1 35.000 krişi yaşıyordu. 40 senede Ada'daki Türklerin pek az artmasına karşı, Rum nüfus bir misli çoğalmıştır. Girit'te de, 1 830'da yapılan ilk sayıma göre 70.000 Müslüman ve 70.000 Rum vardı. Demek ki, sayı ba­ kımından eşittiler. SO yıl sonra 1 8 8 1 'de Rum nüfus üç ke­ re artarak 207.000'e çıkarken, Ada'nın hakimi olan ve di­ ğer ahaliyi kırıp geçiren Türklerin sayısı 72.000'de kalmış­ tı. Daha sonra da göçler sebebiyle Türkler azalmış, ama Rum nüfusu 1900'de 273.000'e, 191 0'da 330.000'e yüksel­ miştir. Midilli, Sakız ve Sisarn adalarında da durum aynı­ dır. Bu, Türk unsurla karşılaştırıldığı zaman, Greklerin ne derece canlı ve sağlıklı bir ırk olduğunu açıkça göster­ mektedir. » ) - D . Kitsikis : Yunan Propagandası, Mey­ dan Neşriyatı, İstanbul 1964, ss. 62 - 63 Dış münasebetlerde arşiv ve vesikalara dayanan eser­ lerle içeride ve dışarıda propaganda yapmanın büyük önem ve sonuçlarına ders ve örnek olan bu kitap, her vatansever Türk tarafından ve bilhassa bütün Parlamen­ to üyeleri ile, Dışişleri, Milli Savunma, Milli Eğitim ve Tanıtma Bakanlıkları mensuplarınca « Öncelik ve ivedi­ likle » okunmalıdır. Aldanmamak ve aldatmamak isteyenler, ilkönce yer­ lerini ve yollarını tesbite mecburdurlar. Milli dava ve menfaatlerimizin kazanılma ve korunulmasında bundan böyle de gaflet göterecekler, yalnız düşmanlarırnıza, içi­ mizdeki satılmışlara, kızıl komünistlere imkan ve fırsat vermiş olmayacaklar, ondan da ileri ve ağır suç ve sorum­ luluk yükleneceklerdir. 1 98


Tarihin gerçeklerini ve bunlarla ilgili vesikaları vazifeJ liler, sorumlular kadar milletimizin ümid ve istikbali gençlerirniz, uyanık, vatansever her Türk eviadı da bilme: l i ve öğrenrnelidir ki, bu rnernlekette Avrupaya, Batı De� rnokrasilerine ve Arnerikaya düşmanlık yaratan Moskof" çulann gerçek hüviyetleri; yazı, propaganda ve davranışc larının gerçek sebebi anlaşılsın, meydana çıksın . Kitsikis'in kitabından öğrendiğimiz şu gerçekleri, der� se ihtiyacı olanlara da yarar düşüncesiyle, buraya aktanp sunmayı faydalı buluyoruz : ( Mustafa Kemal ve Lenin Hükumetleri arasında, 1 6 Mart 1 92 1 günü Moskova'da, bir dostluk v e kardeşlik andiaşması imzalandı . Demek ki Sovyet Hükumetinin,' Anadolu Rumiarına şu veya bu şekilde yardırncı olrnas' beklenemezdi . Böyleydi, ama bu bölgedeki Rus Bolşevi� politikasının, gizli tutulan, önemli bir yönü daha vardı. Bu hususu, 1 958'de Atina'da yunanca olarak yayım­ ladığı, 1900 - 1 924 yıllarını kapsayan « Modern Yunani5-' tan Tarihi >> adlı eserinde, komünist Yunan tarihçisi Yani Kordatos şahitlik etmektedir. Hadise 1 922'de, Gunaris Hükumeti'nin çekilmesinden ve 12 Mayıs 1922'de, yerini Stratos Hükumeti'ne bırakmasından az önce geçmek­ tedir. O sırada İşçi Sosyalist ( Komünist ) Partisi Sekreteri olan Yani Kordatos'a bir gün bir adam geldi. Sovyet Hü­ kumetiyle Üçüncü En ternasyonal'ın temsilcisi olduğunu. söyledi. Atinaya, bir İsveç pasaportuyla ve gizlice gir­ mişti. Önce Zinoviyev, Troçki ve Çiçerin imzalarını ta� şıyan itimat mektubunu gösterdi. Ve şunlan söyled i : « Sovyet Hükumeti Yunanistan'a, Anadolunun işgal' konusunda düştüğü çıkmazdan kurtulması için yardıma 199


hazırdır. Önce, M ustafa Kemal'i maddi ve manevi olarak desteklemekten vazgeçecek, 'pek çok Hırıstıyanın yaşadığı Anadölunun sahil kısmında bir bölgenin bağımsız kılın­ ınasi için bütün nüfuzunu kullanacaktır. Bu bölgenin 6ağımsızlığını sağlamak için · oraya, İsviçre, isveç ve Norveç askerlerinden kurulu, milletlerarası silahlı bir kuvvet gönderecektir... Bu desteğe karşılık Sovyet Hü­ kumeti, Yunan Hükumeti tarafından fiilen de olsa tanın­ masını istemektedi r. » Yani Kardatas : " B u teklifin beni şaşırttığını itiraf ederim >> diyor. «Bu dönüşün sebeplerini öğrenmek istedi­ gimi s Öyledim. Ve şu cevabı aldım : Mustafa Kemal ha� q�keti bir kurtuluş hareketidir ve şu ana kadar elimiz­ çlen geldiği kadar destekleyişimizin sebebi de, bu özel­ l_iğidir. Ama hareket başanldıktan ve kesin neticeye u­ l;ıstıktan sonra Türkive'deki eski gerici kuvvetlerin , bey­ ı eri n ve paşaların , iktidarı yeniden ele geçirmiyecekleri­ ne dair hiçbir garantiye sahip değiliz. 1 908 Jön - Türk ih­ tilal hareketi örneği önümüzde .duruyor... Şu anda Mus­ tafa Kemal, milletinin saygısını ve sevgisini kazanmış du­ rumda; ama, bir kaçı müstesna, onu destekliyen gene­ raller ve politikacılar gericidir. Daha şim diden elimizde, Fransız kapitalistleri ve emperyalistleriyle alakaları bu� lunduğuna dai r işaretler değil, kesin deliller var; yarın öbürgün eğer bunlar harbi kazanır ve Yunanlıları Ana­ q olurlan ve Trakya'dan kovarlarsa, başında Mustafa Kc­ ınal bulunsun bulunmasın, Türkiye Batıya yönelecektir. Türkiyedeki burjuva sınıfı, memleketin yeniden kurulu� ş unu ve kalkınmasını tek başına yürüt e miyecek kadar zayıftır. Reform lar yapacak ama bunun için Fransa ile. İngiltere'den borç almaktan ve minnet altına girmekte n kurtulam iyacaktır; borcun, alanı boyunduruk altına sok­ ttiğunu · siz de bilirsiniz . İşte bu yüzden biz, boş duygu�


larla değil, fakat gerçekçi bir gelecek anlayışıyla Yunan­ lıların Anadoluda kalmasını istiyoruz. Türkiye'deki azın­ lıklar, bir yandan Balkanların ve Anadolunun bütünüyle İ slamlaştırılmasını engeliiyen bir fren vazifesi görürken, bir yandan da, ta 1 770'den düne kadar Balkan milletleri­ nin milli kurtuluş hareketini besleyen bir kaynak olmuş­ lardır. » ) - D . Kitsikis : Yunan Propagandası, ss. 68 - 70 Değerli Okuyucularım bu vesikaları 1 0, 12, 13, 18, 25 O,cak ve 7, 1 I 1 3 , 1 6 - 1 7 Şubat tarihlerinde bu sütunlar­ ct�. kendilerine sunduğumuz aynı konudaki belgelerle bir kere daha birleştirerek okusunlar; geçmişi, günümüzü ve geleceği bütün gerçeği ile aydınlıkta göreceklerdir. 1 7 Şu­ bat 1965 günü Dünya gazetesinde yazılmış son derece dik­ k;;ıte değer ( Amerikan Emperyalizmi Masal ! ) başlıklı ya­ zıda açıklanan : « S talin İkinci Dünya Savaşı sonunda mer­ kezi İstanbul o lmak üzere Trakya ve Kocaeli bölgelerin­ de bir Halk Cumhuriyeti kurmak, Doğu ve Batı Alman­ ya gibi Türkiye'yi de ikiye bölmek de istemiştir. Bu inaksatla Romanya'da yığmak yapmıştır» kördüğümünün çözümünü kolaylıkla başarmak da mümkün olacaktır. -

<<RED» OLMAK ' ' <<Red» olmak fiilinin Arapça ve Türkçedeki ma­ nası ve kullanılışı ile, İngilizcedeki, Amerikancadaki an­ lamları arasında dikkate değer « farkı/lar ve «ilişki ıı'ler mevcuttur. . :·

• «Reddolmab bizim dilimizde, geri döndürülmek, geri çevrilme k, kabul edilmemek demektir. İngilizce 'de ise « red» kırmızı, al, kızıl mfmasına gelir ve anarşistler, kı­ zılbr, ko mün istler için kullanılır. Bu itibarla bizde « red­ dolmak » geri döndüri.ilmek, kabul edilmemek iken ; İn­ giliicede « rL'd » olmak , anarşi s t , komünist olmak demek·

20 l


tir. Yanlış aniaşılmaması için şunu katiyede belirtelim ki : Dünyanın neresinde bulunurlarsa bulunsunlar yal­ nız İngilizce anlamıyla « red» yani kızıl olanlar komünist­ tirler. Bunların gayrısına ne telmih, ne isnad, ne de iftira suretiyle komünistlik izafesi, akıl ve ahlak sahibi kimse­ lerin düşüncesi değildir ve olamaz. Komünistlerin geçmişleri araştırılınca görülür ki, ya türlü ahlaksızlık yüzünden okuldan kovulmuşlardır. Yahut disiplinsizlik, hırsızlık veya vatana ihanetle Ordu'dan tardedilmişlerdir. C insi sapıktırlar. Sevdiklerinin, ailenin ve toplumun reddine uğramışlardır. Bu aşağılık duy­ gularının kendilerine verdiği insan ve toplum düşman­ lığı ile şahısları, onların şahıslarında idealleri ve nihayet bu ideallerin kurduğu müesseseleri yıkmak, her komü­ nistin başlıca vazife saydığı hedeflerdir. >> <<

(

'\I

<< Komünizm çok iyi bilir ki, bir toplumda kendi işi­ ne yarayacak kargaşalığı çıkarabilmek için, evvela bu top­ lumu teşkil eden ferdler, zümreler ve sınıflar; bilhassa silahlı kuvvetlerle sivil vatandaşlar arasında ayrılık, ikilik ihtiras ve nefret hisleri yaratmak lazımdır. Bu sebeple komünizm, güven ve sevgiyi sarsıp kaldırarak kitleleri birbirinden ayıracak; korku ve tehdidlerle toplumun hu­ zurunu kaçıracak; nizarnları bozacak ve böylece ferdler, zümreler, sınıflar ve nihayet milletler arasında düşman­ lık yaratacak şuur dışı , uzlaşmaz bir kuvvet ve mel'ane­ te, bir şer silalıma muhtaçtır . » << Ceza korkusu tesiriyle yaptığı suçu arkadaşına yük­ lerneğe çalışan çocuktan, kaatile, hırsıza, fahişe kadına kadar bütün kabahatlılar, suçlular, günahkarlar, başanya dürüst ve meşrıl yollardan ulaşamıyacaklarını zayıf ve aşağılık varlıklarında duyarak, diğer insanların hak ve hürriyetlerine tecavüz eden kin ve husumet malulleri, 202


yalanı « gerçek olarak kullanırlar.» ( Bk. Dr. Tevetoğlu : Faşist Yok, Komünist Var! 3 . Baskı, Ankara 1 963, ss. 44

-

SS ) .

Aziz Okuyucum! Şu « kelime » ve «mana» açıklama­ sından sonra çevrenizde son günlerde müşahede ettiği­ niz siyasi sar'a nöbetlerinin, red nevrozlarının musaHat olduğu malullerdeki marazi belirtileri; keza simsarlann, hastalık ve hastaları istismar edişlerini teşhis ve tefrikte güçlük çekmeyeceksiniz. Türkçedeki « reddolunmuşlar» , « geri ·döndürülmüş­ ler», « kabul edilmemişlen/in ölçüsüz marazi söz ve belir­ tileri ile, İngilizcedeki « red» olanlar, «anarşistler», « kızıl­ lar» arasındaki çıkar iycabı «ağız birliği>> 'ni; « çatışma, sataşma metodu birliği ı/ni kolayca tesbit edebileceksi­ niz. Siz de bizim gibi, kötü anlaşılınalar ve şaibelerden tenzih etmek isteyeceğiniz reddolunmuşların, « red»'lerin. yani kızıl ve anarşistlerin gayretkeşliklerini bizzat red­ detmelerini bekleyeceksiniz. o zaman, manası da, mef­ humu da özbeöz « Türkçe» olan şeyleri «Amerikanca» göstermek isteyenlerin haince çabaları; insafsız, i z'an­ sız « Moskofçuluk ı>'ları sona erecektir. Biz de bir kere daha hatırlatalım k i : Türkiye'de tek yabancı ajanlığını yapan, çoktanberi binbir vesikası ile bilindiği üzere aşırı solculardır. Anayasa ve parlamento mevzuatını dahi istismara kalkışan bu « Red'lerin» yani kızılların hayasızlıklarına imkan ve fırsat vermeyecek vazifelilerin başında « reddo­ lunmuşlanı gelmelidir. Bunu onların insaf, iz'an ve va­ tanseverliklerinden beklemek hakkımızdır.

2GS


KOMÜNiZM AÇlSINDAN KIBRIS Kıbrıs politikasının takibinde; bu milli davamızın dost ve müttefiklerimize, İslam memleketleri başta ol­ mak üzere bütün Ortadoğu ve Akdeniz çevresi komşu­ larımıza ve Hür Dünya'ya duyuruluşunda, önemle üz� rinde duracağımız konu : << Kıbrıs'ın komünizm açısın­ dan arzettiği büyük tehlike »'dir. . Bu gerçeğin bilinmesi ve bildirilmesi, davanın yalnız bizi değil, büyük hayati ehemmiyetle, bütün Hür Dünya'yı ne kadar ilgilendirdiğini ortaya koyar; tehdid ve tehlike­ nin müşterekliğini her akıl ve iz'an sahibine kabul ettirir ve böylece mesele istediğimiz ve dilediğimiz desteği gö­ rür; rnüsbet yolda hallolur. Bugüne kadar defaatla Parlamentoda, milletlerarası konferanslarda ve yerli - yabancı basında bu konunun belirtilmesine şahsen gayretler sarfettik. Bundan sonra da << Komünizm Açısından Kıbrıs» konusunda büyük e­ mek vererek topladığımiz vesikaları, makale ve kitap ha­ linde ukuyucularımıza, davanın uygulayıcı vazifelilerine sunacağız. Komünizmi iç politikamızda ciddi bir tehlike say­ ınayıp << bir özenti» kabul edenlere <<Kıbrıs'ın komünizm açısından arzettiği büyük tehlike»'yi duyurmak imkansız­ dı. Fakat bugün, dikkate alacağına inandığımız yeni Hü­ kumete yurdumuzda ve Yeşil Ada'da mevcut, Atatürk'ün deyimiyle << Türk aleminin en büyük düşmanı » 'nı göster­ mekte fayda mülahaza etmekteyiz. Böylece iç ve dış poli­ ti kamızın düzeltil m esinde ve başanya ulaştırılmasında


vazifeli sorumlulara yardımda bulunmak istiyoruz. Hü­ kumetimizin ve milletimizin aldanmak ve aldatılmaktan korunması en büyük kaygumuz ve isteğimizdir. Bu sebep­ ledir ki, neye mal olursa olsun, karanlıklara ışık tutmayı ve gerçekleri açıklamayı şerefli bir borç ve vazife sayı­ yoruz. Yeni Türk Hükumeti'nin çok saydığımız, sevdiğimiz ve güvendiğimiz diplomat Başbakanı, dinamik üyeleri ve davayı aydınlığa kavuşturacak genç Dışişleri Bakanı, eminim ki şu gerçeği d e daima gözönünde tutacakla;-­ dır : Milletlerarası komünizm, Kıbrıs meselesini, 1 954'de nazik veçhesiyle or"taya çıkt:ı ğından beri, Batı alemini bölme vasıtası ve bilhassa Doğu Akdenizdeki Batı savun­ ma sistemini parçalama fırsatı telakki etmiştir. İşte Kıbrıs politikamızın ve bu konudaki propagan­ damızın önemli hareket noktalarından biri budur. Asıl konuya girmeden, 1 964 Kasımında ( Asya Millet­ leri Komünizmle Mücadele Konfcransı ) 'na katılmış 5 1 memleket temsilcilerinin Kıbrıs davamızı destekleyen bir mühim kararı ittifakla almalarını sağlamış kısa bir tebli­ ğimizi bu vesile ile okuyucularımıza sunmak istiyoruz. Sekizi Müslüman ve diğerleri Beş kıt'adan gelmiş 43 memleketin bu komünizm düşmanı liderlerince büyük ilgi ve tasviple karşılanan raporumuzun konusu : « Ko­ münizm açısından Kıbrıs'ın arzettiği büyük tehlikeıı idi. Raporda özetle şunları bildirmiştİk : ( Kıbrıs problemi , yalnız Adada'ki iki cemaati veya « Türkiye, Yunanistan, İngiltere » gibi üç garantici devleti ilgilendiren bir siyasi ve hukuki çıbanbaşı değildir. Bu mesele, Makarios ve Kıbrıslı komünistler tarafından 205


Türkiye başta, bütün Ortadoğu ve Akdeniz memleket­ leri nin, dolayısiyle beynelmilel komünizm karşısındaki müşterek savunma teşekkülleri olan NATO ve CENTO'­ nun, ve bütün hür dünyanın güvenini tehdid eden bir be­ la haline getirilmiştir. ( Yeşil Ada ) diye adlandırılan Kıbrıs'ın ( Kızıl Veba) beynelmilel komünizm açısından arzettiği büyük ve ciddi tehlike üzerinde durmak, bütün hür dünya milletlerine düşen vazifedir. 1924 yılından bu yana, Kıbrısta ilk teşkilatını organi­ ze etmiş komünizm, daha sonra Kıbrıs Komünist Par­ tisi ( K.K.K . ) 'yi; 1 94 1 'de de bunun halefi olan ( Terakki­ perver Emekçi Halk Partisi ) AKEL'i kurmuştur. 1955 yılında AKEL ile birlikte kanun dışı edilen ko­ münist teşekküllerinin faaliyetlerine son verilmişse de, üyeleri gizli olarak çalışmalarına devam etmişlerdir. AKEL Partisi, 1959 Aralık ayında yeniden resmi fa­ aliyete geçmiştir. Partinin kayıtlı üyelerinin sayısı kesin olarak yayımlanmamışsa da, 1 960 sayımına göre Ada'da bulunan 400.000 Rumun % 25 - 30'unun, yani 1 10 ila 1 30 bininin komünist veya komünizm sempatizam oldukları sabittir. Partinin faal üyesi 15 - 16 bin kadardır. Eksekias Papaiannu, partinin Genel Sekreterlik vazifesini görmek­ tedir. AKEL'in yayım organı, Lefkoşa'da çıkan ( Haravgi ) adlı günlük gazetedir. Kıbrıs'da AKEL Partisi ile irtibat halinde bulunan 1 0 mühim komünist teşekkülü daha mevcuttur : 1 - Üye sayısı 40 bin civarında olan, Andreas Ziar­ tidis liderliğindeki, Kıbrıs'ın en önemli komünist nizasyonu : Solcu İşçi Federasyonu ( P E O ) . 206

orga­


2 1 959 Nisanında kurulan Gençlik Teşkilatı ( EDON ) . -

3 4 5 6 7 8 9 10

-

-

-

-

-

-

-

-

Birleşik Demokra tik

Kıbrıs Çiftçiler Birliği ( EKA) . Milli Hürriyet Birliği ( EAS ) . Kıbrıs Sulh Komitesi ( PE E ) . Kıbrıs Profesyonel Motorİst Birliği ( PEEA ) . Kıbrıs Umumi ( PEM ) .

Mağazalar

Sahipleri

Birliği

Kıbrıs Milli Talebe Birliği ( PEON ) . Kıbrıs Demokratik Kadınlar Birliği ( POGO ) . Genç Çiftçiler Birliği ( AEN ) .

Ada üzerindeki Rum nüfusuna göre bu korkunç sa­ yıdaki kesif komünist teşekküllerinin Kıbrıs'ı bir yeni Küba, bir Akdeniz komünist üssü haline sokmaları bü­ yük tehlikesini önlemekte bütün anti - komünist cephe mensupları bir ve beraber düşünmeli; propaganda başta olmak üzere, her çeşit imkan ve güçlerini birleştirerek bu davada haklı bulunan Anti - komünist Türk Kalesi 'ni takviye etmelidirler. Bu konuda, Asya Milletleri Komünizmle Mücadele Birliği ( APACL ) 'ın büyük mücadeleci mensuplarının Türk mesai arkadaşlarını fikren destekliyeceklerine tam bir inancımız mevcuttur. Bu davranış , yalnız Türklerin değil, Kıbrıs'a yakın ve uzak tekmil Akdeniz ve Afrika memleketlerinin ve bütün hür cephenin çok büyük fay­ dasına olacaktır. ) Bu açıklama sonundadır ki, Kıbrıs konusunda Türk görüşünü destekleyen karar, 5 1 milletin temsilcileri tara­ fından, ittifakla alındı.• 207


KIBRIS VE KOMÜNiZM G. Georgalas 'ın, "Est Et Ouest" Dergisi 327 nci sayı­ sında yayımianmış "La question de Chypre et le commu­ nisme" başlıklı son derece dikkate değer yazısı, gaflet mağarasına kapanmış Yemliha'ları uyaracak mahiyette­ dir : ( Komünistlerin ustalıkla manevraları sayesinde, Rum halkı çoğunluğunun sandıkları aksine olarak Sov­ yetler, ne Ada'nın Yunanistan'la birleşmesini, ne de me­ selenin barışsever yoldan ve Birleşmiş Milletler prensip­ lerine uygun bir şekilde nihai surette hallini istemekte­ dirler. An 'anevi Rus politikasına sadık Moskova idareci­ leri, Güney Akdenize doğru Slav genişlemesine daima bir engel gördükleri Yunanistan'ın takviyesini ve Hele­ nizmin gerçekleşmesini hiçbir ahvalde istemezler. Kıb­ rıs üzerindeki uyuşmazlığın ebediyyen sürüp gitmesini arzu etmeleri, bunun Balkanlar'daki ve Ortadoğudaki politikaları yararına İstisınan içindir. Böylece, Kıbrıs meselesindeki komünist politikası şu prensipiere dayan­ mak tadır : I

Buhranı devam ettirmek ve Doğu Akdeniz'deki Batı Savunması 'nın dağılması için bunu istismar etmek; -

2 Gerek kendi kaderini tayin ( SELF - DETERMİ­ NASYON ) prensibinin uygulanmasına, gerekse Yunanis­ tan, Türkiye ve Ada halkının temsilcileri arasında bir anl aşma ile meselenin barışsever yoldan halline mani ol­ mak; -

3 -· Kıbrıs 'ın Yunanistan ile birleşmesine mfmi ol­ mak; 4 Muhakkak bir hal tarzı gerektiği takdirde ise, o zaman da ne Yunanistan'la, ne Türkiye ile ve bilhassa -


ne NATO ve ne de Batı Dünyası ile irtibatı olmayan "ta­ mamen bağımsız ve tarafsız" bir Kıbrıs Devleti yarat­ mak. Bu devlet, komünistler tarafından « İlmi sosyalizm»­ le beslenmiş bir Rum çoğunluğu ile, Türk azınlığı arasın­ daki düşmanlık; baltaianmış büyük ekonomik, siyasi ve sosyal problemler gibi çözümü imkansız güçlükler kar­ şısında kalacağından ve Atıantik camiası ile ilişiğini kes­ miş bulunacağından, Moskova'nın umduğuna göre, ko­ münizmin kucağına düşecektir. Bu takdirde, pek kuvvet­ li olan Kıbrıs Komünist Partisi ( AKEL) , çeşitli yollar­ dan ulaşacak Sovyet yardımı ile, Kıbrıs'ı yavaş yavaş ve kolaylıkla, Arap Dünyası'na uzanan bir Sovyet köp­ rüsü, bir "AKDENİZ K Ü BASI" haline getirebilecektir. Yunan ve Kıbrıs komünistleri , bu polit ika:','ı izleye­ rek EOKA hareketine karşı şiddetle mücadele etmişler­ dir. O EOKA ki, 1 955'den 1 958'e kadar Ada'nın Yunanis­ tan'la birleşmesi için İngilizlere karşı Kıbrıs'ta gerilla savaşını yürütmüştür) . Yazının yalnız ş u bölümünde bile, bizi yakından il­ gilendiren son derece önemli bir çok hususlar bulun­ maktadır. Moskofiann : ( Baba biçilmez ve bölünemez İnci ), Rumiann ise : ( Majeste Şehir ) diyerek salya akıl· tıkları İstanbul, başta olmak üzere, yüzyıllar boyunca Türkiye ve Türklük için izledikleri ( İslavcılık ) ve ( Helen­ cilik ) politikalarının her ikisi de bizim hesabunıza lanet­ le anılacak menfur, emperyalist Rus ve Rum "Megalo­ idea" larıdır. Her ikisi de Türkün milli varlığını tarihten silmek isteyen düşmanca, hainane birer maksat taşırlar. Bunlardan biri, diğeri ile menfaat noktasında çatışınca, her ikisi de Türklük içi n birer bela olan bu sakat düşün­ celerin tümünü birden nasıl reddedersek; Kıbrıs konu­ sunda da komünistlerin kendi ideal ve menfaatleri için 209


güttükleri politikayı da bizim için, bizim lehimize izliyor­ l ar sanmak saflığına düşmemeliyiz. Şunu bilmeli ve şuna inanmalıyız ki : Su uyur, komünist uyumaz. Bugün Tür­ kiye'de, Yunanistan'da ve doğrudan doğruya Kıbrıs'da Moskova emriyle çalışan kızılların gerçek plan ve d üşün­ celerini öğrenmek, yapılan kasıtlı propaganda ve işlerin içyüzünü bize gösterecek, aynı zamanda kendi yolumu­ zun ve yönümüzün aydınlanmasını da sağlayacaktır. Georgalas, Kıbrıs konusundaki komünist plan ve ça­ balarını açıkladığı yazısında, Yunanistan'da ve Ada'da bu­ lunan Rum komünistlerinin 1 955'e kadarki hainliklerini sıraladıktan sonra, şu mühim hususları belirtiyor : ( Kıbrısın, Türkiyenin ve Yunanİstanın komünistleri, Kıbrıs meselesine bir hal çaresi getiren Zürich ve Londra Andlaşmaları'na karşı cephe aldılar. Bu andiaşmaya göre Ada, Yunanistan ve Türkiye ile ilgili ve toprağı üzerinde ingiliz üsleri barındıran bir çeşit bağımsız devlet oluyor­ du. Bu hal tarzı ne Kıbrıslıları, ne de Yunanlıları tatmin e tmiş; fakat Atina ve Lefkoşa'ca elzem ve ileri bir merha­ le sayılmıştı. Komünistler ise, derhal bu andlaşmalara cephe aldılar. Çünkü, Akdenizdeki komünist yayılmasına engel olan Türk - Yunan ittifakını bozmak ve Yunanis­ tanı da, Türkiye'yi de Batı Dünyası'ndan ve NATO'dan uzaklaştırmak için Kıbrıs konusunu istismar etmek za­ ruri idi . Böylece, 1 959 - 1 963 devresi içinde, komünistler, Yunanistanda Batılıların Yunanlılara; Türkiye'de Batılı­ ların Türklere ve Kıbrıs'ta aynı Batılıların Rwn ve Türk Kıbrıslılara ihanet ettikleri propagandasını yayarak ve yalnız Rusyanın Yunan, Türk ve Kıbrıslılan desteklediği­ ni her üç memlekette d� ilan ederek, Kıbrıs andlaşmala­ nna karşı daimi hücumlarda bulundular. 1 963'de Kıbrıs meselesinin her zamankinden daha na­ zik bir şekilde yeniden patlak vermesi, Doğu Akdeniz'de 2UI


NATO'nun devrilmesini sağlamak; Kıbrıs'a ve belki de, daha az bir ümidle Yunanistan'a ayak basmak için, ko­ münistlere büyük bir kampanya fırsatı verdi . Yunanistan ve Kıbrıs komünistleri, Kıbrıs meselesi hakkında Türkler, İngilizler, Amerikalılar veya NATO ile her türlü müzakereye karşı olduklarını bildiriyorlar; diğer taraftan Kıbrısın Yunanistanla birleşmesi lehinde tavır takınmış olmaktan sakınarak, aşırı Kıbrıs milliyetçisi ro­ lü oynuyorlardı. Moskova gibi istedikleri, Kıbrısın "top­ yekun ve kayıtsız istiklali" ve ayrıca tarafsızlığın tesisi ve yabancı üslerin sökülmesi idi. Kıbrıs buhranından faydalanarak Rusya, Ada halkı­ nın koruyucusu ve kendi kaderini tayin etme ( SELF - DE­ TERMİNASYON) prensipinin savunucusu olarak ortaya çıkmaktadır. Yunanistan'da, Batılılara ve NATO'ya karşı, fakat Rusya ve tarafsızlık lehindeki komünist propagan­ daları görülmemiş nispetlerde yapılmaktadır. Komünist­ ler, Amerikan Büyükelçiliği önünde "Hiddet" ve Rus Bü­ yükelçiliği önünde "Minnet" gösterileri tertip etmek için Yunan halkının hislerini istismar etmektedirler. Altıncı Filo'nun Pireyi ziyareti, Amerika ve Batı aleyhtarlığının yeni gösterilerine vesile olmuştur. Türk - Yunan münasebetleri, hemen hemen kesilme noktasına gelmiş olup bu, yalnız "Kuzey tehdidi" 'ne kar­ şı her iki memleketin ittifakına yıkıcı bir darbe indirmek­ le kalmamış; aynı zamanda, Bulgarİstanın 80 milyon do­ larlık borcunu iptali bile kabul eden yeni Yunan Hüku­ meti'nin gerçekleştirdiği Yunanistan - Bulgaristan ya­ kınlaşmasında da mühim bir rol oynamıştır. Rusya ise, hem Yunanistan hem Türkiye üzerinde baskısını İcra için ve bu memleketlerin her birine, Kıbrıs konusundaki mücadelelerinde "dostluğu" mühim bir fak2ll


tör gibi görünen Moskova ile yakıniaşmayı empoze et­ mek maksadı ile, Kıbrıs meselesinden yararlanmaktadır. Her zamankinden fazla komünizm tarafından tehdid edil­ diği halde, Papandreu Hükumeti'nin memleket dahilinde her türlü anti - komünist propaganda ve mücadeleyi durdurma karanna gidişi de yine bu Moskova baskısı so­ nucudur. Nihayet ve bilhassa, Doğu Bloku, Kıbrıs adası­ na bir ayağını basmak için, Kıbrıs bulıranını istismar et­ mekte ve şimdilik oldukça az engel ile karşılaşmakta­ dır ) . Kıbrısın komünizm açısından arzettiği büyük tehli­ keyi gösteren bu yabancı açıklamalar sonucu, yurdumuz­ da yaratılan NATO'dan ayrılma, tarafsızlık, Batı ve Ame­ rika düşmanlığı ve Sovyet hayranlığı propaganda ve yay­ garalarının kimler tarafından yapıldığı veya yaptınldığı dikkatle izlenmeli ve incelenmelidir. Gerçekler karşısında haklı olarak tekrarlayabiliriz ki : Tarafsızlık, Komünist Blok'a girmenin ilk adımıdır. Komünist Blok1a işbirliği ise, intiharın ta kendisidir. TÜRKİYE KOMÜNİZMLE MÜCADELE DERNEGİ VE

MÜCADELE DERGiSi

Genel Merkezi İzmir'de bulunan ( Türkiye Komünizm­ le Mücadele D erneği ) ( TKMD ) , son iki yıl içinde, yurdu­ muzun 40' dan fazla şehir ve kasabasında açtığı Şube ve Temsilcilik'leriyle milletimize ve gençlerimize büyük hiz­ metler etmek çabasındadır. Tüzüğünün ikinci maddesinde de açıklandığı gibi bu Dernek; başta komünizm olmak üzere, yıkıcı, yıpratıcı ve bozguncu cereyanlarla mücadele etmek; milli kültürümü­ zü, milli ve manevi değederimizi korumak gayesiyle kurul­ muştur. 212


Atatürk'ün ölümünden bu yana çeşitli yıllarda, çeşitli yollardan köklü ve tesirli yıkıcı suikastiara uğramış milli �mur uyanıklığımızı ve milli birliğimizi koruma irademizi �skisinden daha üstün bir seviyeye yükseltmeği vazife bi­ len TKMD, her çeşit politika oyunlarının dışında kurul­ muştur ve bu mümtaz vasfını muhafaza ederek gelişmek­ tedir. Politika dışındaki bu idealist gençlerin, değerli yazı­ lada aylık olarak bir yıldır çıkardıkları (MÜCADELE DERGiSi ) , daha ilk sayısında şu gerçeği belirtmişti : ( T.K.M.D., ihmal edilmesi mümkün olmayan bir öl­ çüde komünist sızınalarına maruz kaldığını gösteren açık belirtiler yüzünden TİP hariç, memleketin bütün partile­ rine karşı tam bir iyi niyet ve dostluk duyguları ile dolu­ dur. Biricik dileği, günlük siyasi hesaplar uğruna ana da­ vaların feda edilmemesi ve komünizmin yeraltı - yerüs­ tü faaliyetlerini önlemek bahsinde mutlak bir beraberlik içinde bulunulmasıdır. Başka türlü düşünmek, Derneğin herhangi bir siyasi partinin hizmetinde olduğunu sanmak, neticede sahiplerini mahçup edecek haksız bir hükümden ibarettir. Dernek faaliyetlerine şu veya bu partinin daha yakın bir ilgi göstermesinden doğan dengesizliğin sorum­ luluğu da asla bize düşmez. Çeşitli partilere yakınlığımı­ zın yegane kaynağı, komünizm konusundaki uyanıklıkla­ rının derecesidir. ) Düzenledikleri konferans ve seminerler, açık oturum ve sohbet toplantıları; gösterdikleri filmler, yayımiadık­ ları Dergi ve beyannamelerle yurdumuzda komünizmin fikir mücadelesini yapan ( Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği ) bize kuruluşunda şunları vadetmiş ve bugüne kadar da muhafaza edegelmiştir: ( Mücadelemizi hiçbir vakit iyi niyet esaslannın dışı­ na çıkarmayacağız. Komünizmin propagandasını, taktiği213


ni ve diğer faaliyetlerini teşhis konusunda umumiyede kabul edilmiş ölçülere sadık kalacağız. Başka bir açıdan zararlı sayabileceğimiz, fakat doğrudan doğruya veya dalaylı bir tarzda komünizme hizmet etmeyen fikir ve davranışları asla itharn etmeyeceğiz. Komünist olmayan­ ların komünizmle mücadele yolundaki yanlış hükümle­ rini, tam bir tarafsızlıkla ve dostça, düzeltmeğe çalışa­ cağız.) T.K.M.D. yöneticilerinin bir politikacıya yazı yaz­ dırdıkları, konferans verdirdikleri ve seminer yaptırdık­ ları zaman da gösterdikleri dikkat ve hassaslığı daima takdirle müşahede ettik. 26, 27, 28 Şubat akşamlarında T.K.M.D. Alaşehir, İzmir ve Aydın Şubeleri'nin tertipledikleri konferanslar vesilesiyle, uyanık Ege bölgesinde gördüklerimiz, bulduk­ larımız ve tanıdıklarımız, bu Derneğin milletimize ve gençliğimize büyük ölçüde hizmetler yaptığı merkezinde­ dir. Yalnız Derneğin yayım organı, birinci yılını tamamla­ yan ( MÜCADELE DERGİSİ ) 'nin ilk 12 sayısını inceleyen­ lerin bu kanaatimize katılacakları inancındayız. ( Yıllığı 1 2 TL. olan M Ü CADELE DERGi S i için müracaat adresi : P. K. 6 1 7 İzmir) . "İlgi ve Yardım" borçlu bulunduğumuz T.K.M.D .'nin çalışmalarını geliştirmektc ve daha faydalı kılmakta, bu Derneğin ve dergisinin bütün vatansever Türklere duyu­ rulmasında şahısianınıza düşen vazifeyi yerine getirmek­ te daha çok gecikmemeliyiz. NAMIK ZEKi ARAL

Üniversitelerimizin ciddi bir çalışma sonucu ortaya değerli bir eser koymayışları, koyamayışları, meydanı çı­ ğırtkanlara boş bırakmıştır. Eli kalem tutan , dili laf e den 214


herkes aklının erdiği, işine geldiği şekilde "sosyalizm" den dem vurmaktadır. 27 Mayıs sonrasında, hak ve hürriyet­ leri kötüye kullanmasını iyi bilen istismarcı hak ve hür­ riyet düşmanları, bugünkü gafiller kargaşalığı içinde, yı­ kıcı çabalarını büsbütün arttırmak ve çok ileri götürmek fırsatını bulmuşlardır. Yetkili ilim ve fikir adamlarının vazife görmedi kleri bu kördöğüşü çağında, yazılarını büyük bir alaka ve zevk� le takibettiğimiz yegane değerli yazar Prof. Namık Zeki ARAL' dır. Beş yıldır aralıksız olarak her hafta ( TÜRKİYE İ K­ TİSAT GAZETESİ) 'nde memleketimizin en hayati sosyal , ekonomik v e ideolojik davalarını makalelerine konu seçen bu muhterem ilim ve fikir üstadı, emekli köşesinden mil­ letimize kalemiyle pek yüce hizmetler etmektedir. Basma geçen "Bugün Mülkiyede, yarın Türkiyede" sloganı ile maalesef içindeki solculuk faaliyetlerinin. son zamanlarda ciddiyet ve tehlike arzettiği söylenen Mülkı­ ye'mizin eski Maliye ve iktisat profesörlerinden olan Na­ mık Zeki Bey, Türk sosyoloji tarihinde yeri bulunan Prens Sahahaddin çığırının 1 9 1 0 - 1 9 14 arasındaki emek­ dar mensuplarındandır. 1 888'de İstanbulda doğmuş; 1 9 1 1 ' d e Mülkiye'yi bitirmiş olan Namık Zeki, on yıl Maliye Mü­ fettişliği vazifesinden sonra bankacılık mesleğine girmiş­ tir. 1 922'den bu yana, otuz yılı aşkın bir zaman içinde itibar-ı-Milli, Osmanlı, Ziraat ve Merkez Bankalarında mühim vazifeler görmüştür. 1 942 - 1 944 arası, aynı zaman­ da Mülkiye'nin ( Para, Kredi, Borsa) derslerini okutarak, birçok değerli öğrenciler de yetiştirmiştir. ( Kültür Bolşevizm i ) 'nin tatbikçileri tarafından mas­ karalar dili haline getirilmek istenmiş Türkçeınize zorla sokulmaya çalışılan uydurma kelimelere tiksinti duyarak 215


asla il tifat etmeyen muhterem Prof. Aral, yazılarmda es­ ki kelime ve tabiriere oldukça fazla yer vermektedir. Bu, makalelerin değerini katiyen azaltmıyor, fakat gençleri­ mizin, üstadın fikirlerinden faydalanmaları imkanını sı­ nırlıyo r. Bir büyük cildde , hatta mevzularına göre tasnif edi­ lerek birkaç cildde toplanması gereken bu yazıların, Üs­ tad'ın izni alınarak makul bir dil sadeliğine de tabi tutul­ duktan sonra, gençlerimize kazandırılmaları, kaçınılmaz, acil bir zarurettir. Milletimize milliyetçi yayınlar kazandırmayı vazife ve büyük hizmet bilen bir yayınevi, bir banka, Türkiye Çiftçi Teşekkülleri Federasyonu gibi bir teşekkül; veya doğrudan doğruya ( Türkiye i ktisat Gazetesi) 'ni yayımla­ yan ( Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği ) böyle bir eseri bastırabilirler. Ekonomi açısından milli davalarımızı inceleyerek sosyal derdlerimizin teşhislerini koyan, tedavilerini bildi­ ren üstad Namık Zeki Aral'ın her bir yazısı, başlıbaşına bir değerdir ve milletimiz için en iyiyi, en doğru ve lüzum­ luyu savunmakta ve sağlık vermektedir : ( İ ktisadi Huzur ) , ( Harici Yardımlar ) , ( Saay ve Ser­ maye ) , ( İ ktisadi Rej im ) , ( Kredi Siyasetimiz) , ( Beşeri Ser­ maye ) , ( Yatırımlarımız İçin Mali Menbalar) , ( Harici Ti­ caretimiz ) , ( İki Ağır Meselemiz) , ( Hulul-i-Muslihane ) , ( İktisadi Mizaç ) v e bilhassa : ( Memlekette Sosyalizm) , ( Yine Sosyalizm ) , ( Karma Ekonomi ) , ( İçtimai Adalet Meselemiz ) , ( Memlekettc Sosyalist Cereyan ) , ( Yine Gelir Siyaseti ) , ( S osyalizmi Halka Yaymak ) , ( İki Yol ) , ( Sa'y, Sermaye ve İstihsal ) , ( Atatürk Sosyalist mi idi ? ) , ( Kal­ kınma Hamlemiz ve Müesses Nizam ) , ( Günümüzün Da­ vas ı ) makalelerinde sosyalizm şah örtülen fikirlerio içyü216


:ü teşrih edilmektedir. Bu meyanda : (Türkiye İşçi Parti­ ;i) ile ( Sosyalist Kültür Derneği) ve (Öğretmenler Fede­ ·asyonu ) 'nun gerçek faaliyetlerine temel olan düşünceler ıçıklanmaktadır. Sosyalist maskesi ile siyasi, kültürel veya siyasetten ızak bulunması şart mesleki teşekküllere sızan muzır ce­ reyanlar propagandacısı kirliler, •temizlerin arasından ızaklaştırılmadıkça, istismarcılığa fırsat buldukça, Türk ıalkı içindeki huzursuzluk ve reaksiyonlar sonlanmıya­ :aktır. Anayasa teminatında olmayı, ferdierin hak ve hür­ ·iyetlerine tecavüz serbestliği sanarak, kötüye kullananla­ ·ın kanundışı olaylara sebeb oluşlarındaki fikri, ilmi sa­ .<:atlıkları gerçek mahiyetleri ile tefrik ve teşhis etmek çin en kolay yol : Namık Zeki Aral 'ı n yazıları ışığında �erçekleri görmek ve öğrenmek yoludur. Sırası geldikçe JU hususta örnekler vereceğiz. MİLLİ KOMÜNiZM ?!

Bir bizim kördöğüşü memleketimizde değil; şu acaip dünyanın dört bir tarafında "milli" kelimesi neler ve kimler için kullanılmamıştır ki ! . .. Politika ve doktrinler tarihi dikkatle incelenirse, '"milli" kelimesinin, milli olmayan, hatta millilik, milli­ yetçilik düşmanı bulunan kimselerin, müesseselerin ve ideoloji taslaklarının başına vasıf diye eklenmiş olduğu ve "milliyet" 'in başına neler getirildiği görülebilir. Bütün ömrünce milliyeti ok ve kalkan diye kullan­ mış milliyet ve milliyetçi düşmanı Duçe'lere, Führer'lere, Şef'lere <<milli» 'lik vasfolunmuştur. Yeni yetişen nesille­ re milli bir eğitim verdireceğine, her çeşit milli ve milli­ yetçi eseri toplatmış, birçok milliyetçi öğretmenleri mesleklerinden uzaklaştırmış; mahkemelere, Sıkı Yöne217


tim mahkemelerine sevkettirmiş; hücrelerde, tabutluk­ larda işkencelere uğratmış Bakanlara dahi, işgal ettik­ leri makamın adına uyularak « Milli Eğitim Bakanı» de­ nilmiştir. Bugün Demirperde gerisi memleketlerde çıkarılan « Milli Komünizm» tabiri de, vaktiyle Nazi Almanya'sında «Sosyalizm» 'e yapıştırılmış << Milli = Nasyonal>>'liğin bir yeni saç veya baş modasıdır. << Milli Komünizm » tabir ve konusu, bilhassa 1 948'­ den sonra, Yugoslavya'nın Moskova ile bağlarını kopar­ masına sebep olan ideoloj ik anlaşamamazlıktan sonra meydana çıkmıştır. Sovyet nazariyedieri Tito'nun komü­ nizmine bu adı vermişlerdir. Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri Mikhail Suslov da Titojzmi << Milli Komünizm» diye adlandırmış�ır. İnsaniyetçi, hümanist, beynelmilel diye vasıflandır­ dıkları ve savundukları komünizm, hiç milli, nasyonal olur mu, olabilir mi ? Niçin olmasın ! . Nelere ve kimlere « mil­ li » dendiğini ıbir kere düşünsenize! .. Komünizmin ve kül­ tür bolşevizminin başlıca hedef ve metodlarından biri, mefhumları tahrif ve tahrip etmek değil midir ? Rusya'­ daki hükumetlerinin adı ( Sosyalist Cumhuriyet ) ; Doğu Almanya'daki kızıl rejimlerinin ismi ( Demokratik Cum­ huriyet ) olur da << Milli Komünizm» neden olmasın ? .. , Yalnız, okuyucularım, son zamanlarda bizdeki kızılların da - biz milliyetçiyiz, - asıl milliyetçi biziz - yollu yaygaralarıyla, bu «Milli komünizm » 'i birbirine karıştır­ masınlar. Çünkü bizdekiler ne milliyetçidirler, ne de milli komünisttirler. Bizdekiler düpedüz Moskova uşağı mas­ karalardır; Sovyet tipi sosyalistlerdir. Onlar : <<Biz Türk tipi sosyalistiz, milli sosyalistiz, nasyonal sosyalistiz, diyebilirler mi ? Hayır! Ne çeşit sosyalist olduklarını so­ runuz; bunu açıklamazlar, açıklayamazlar. 218


Bir fikir adamı onlara sorar : Sosyalizm ! Fakat hangi ;;eşidi ? Sosyalizm vardır, devlet sosyalizmi adı altmda işçi sınıfının halini veya çalışma şartlarını islah edebil­ me davası ile yetinen bir kadernede kalır. Sosyalizm vardır, özel rnülkiyeti ortadan kaldırıp istihsal vasıtala­ rını tamamen devlet eline verrneği hedef bilir ( kollek­ ıivizm ) . Sosyalizm vardır, toplurnda istihsal işinden baş­ ka, istihlak işini de devlet inhisanna tevdi eder ( komü­ nizm ) . Sosyalizm vardır, devlet dediğimiz rnüesses eyi de bir kalemde silip atarak, anarşiyi hakim kılar. Evet, sorun bizim sosyalizmi maske diye kullanan kı­ zıllara, bir cevap alamazsınız. Çünkü gerçeği açıklayacak kadar cesur ve i dealist olmadıkları gibi, sosyalizmin Sov­ yet tipini savunduklarını söylemek de işlerine gelmez. Zi­ ra, bu Sovyet sosyalistleri gerçek kimliklerini açıklarlar­ sa, bu defa, kandırdıkları gafil işbirlikçilerinden olurlar. Kendileriyle beraber aynı gazeteye, dergiye yazan; aynı çağrı'ya imza koyan safdillerin gözlerini açmış ve onları bir daha kandıramaz olurlar. Ama, aldanabileceklerin ka­ falarmı alt üst etmek için «biz milliyetçiyiz, Atatürk'ün İzindeyiz, Nazım Hikmetof kadar millyetçiyiz» derler. Halbuki bunlar, birer Yugoslav ( Tl to ) veya ( Milovan Djilas ) , veya Po lunyalı Gornulka müridieri bile �eğildir­ ler. Ancak Polanya tohumu Nazım Hikmetoviç Verzans­ ki'nin kuyruklarıdırlar. Onun kadar « Özgürlükleri Faşist­ lerce kısıtlanan Türk vatanseverleri ( ? ) dirlen> . Beden­ leri Moskova topraklarına gömülernezse dahi, ruhları Kremlin avlusunda nöbet bekleyecektir. Bizim tek isteğimiz : Sovyet sosyalisti, komünist ol­ madıklarını söyleyenlerin, hangi çeşit sosyalizmi savun­ duklarını açıklayarak gerçek kimliklerini ortaya koyma­ ları ve kendilerini Kızıl Moskova Satılmışları'ndan ayır­ malarıdır. Lekesizler, kızılları aralarından temizlemeli2l9


dirler. Aksi halde, kızıl engereklerin, böğürlerinde çörek­ lenmelerine cevaz verenler, rıza gösterenler, Türk milleti­ nin göstereceği y,eni protesto çeşitlerini de davet etmiş, ısmarlarnış olacaklardır. Tek çıkar ve kestirme yol : Te­ mizlerin, pisler tarafından kirletilmelerine bizzat müsaade etmemeleri, imkan vermemeleridir. SAN'ATA DEGİL KOMÜNİZME HÜCUM!

Devlet ve Belediye Tiyatrolarında yapılmak istenilen kızıl propagandaları önlemek üzere vazifeiiierin dikkatini çeken, kendi yetkileri çerçevesinde alabilecekleri tedbir­ lere başvuran sorumluların milli davranışları da, Brecht rezaletindeki vatansever gençlerin asil reaksiyonlarına çıkarılan sol yaygara ile yerilmek istendi. «Tiyatroya Hü­ cum>> edildiği yalanını yayan solcu gazetelerin solcu ya­ zarları şu gerçeği bilmernezlikten gelmeden bilsinler ki : Hücum san'ata, tiyatroya değil; komünizme v e kornünis­ tedir. Bu da; Türk aleminin en büyük düşmanı kornü­ nistliğin, her göründüğü yerde ezilmesini emretmiş Ata­ türk'ün tarihi emrini yerine getirmektedir. Bir memleketteki demokratik nizarnı yavaş, yavaş içinden çürütmek suretiyle birdenbire çökertip komünist rejime çevirmek isteyen kızıllar, planlarını gerçekleştir­ mek için, siyasi, sosyal ve mesleki teşekküllerden başka, çeşitli san'at ve kültür müesseselerine de rnusallat olurlar. Büyük önem taşıyan bu müesseselerin başında ( Film Şirketleri ve Tiyatrolar) gelir. İki - üç saat, adeta yaşa­ nılarak yapılacak canlı kızıl propaganda ve kornünizme hazırlayacak yıkıcı telkinler, bu yoldan en kolay ve en tesirli surette yapılmakta ve yayılmaktadır. Bu sebebiedir ki, yerli kızıliara verilmiş ( 1 8 Madde­ lik Moskova Emri ) 'nin 2, S, 6, 7, 9 ve bilhassa 10, 1 2 ve 1 3 'üncü maddeleri, hep şu hususlara ayrılmıştır : 220


( Tercüınelerinizde, Batı'nın komünist ve komünlzıne Y"akın olan yazarlannın eserlerini seçiniz, çeviriniz. Ni.zam­ lara ve kanıuna karşı gelenleri destekleyiniz. Kargaşalık çıkarmak için « muhalefeb duygularım isyan derecesine getiriniz. Memleketinizde yasak değilse Rus filmlerine, ya­ saksa sol eğilimli filim ve piyeslere övgüler yapıp alaka toplayınız! )

40 küsür senedir Türkiyemizde de, Maarifi, Basını, Radyoyu, Partileri, Sendikalan ve hatta Orduyu ele ge­ çirmek için çeşitli çabalar sarfeden maskeli - maskesiz Moskova uşaklannın, satılmışların çöreklendikleri bir yer de Tiyatrolarımızdır. Bir tiyatronun sahibi, idarecisi, rej isörü ve artistieri vardır. Ayrıca, tiyatroda oynayacak eserleri seçen bir «Edebi Heyet» bulunur. En mühimmi de, oynayacak eser ve eserin yazarı, sahibidir. Şüphesiz, bunların hepsinden de önemlisi, tiyatroların müşterisi seyircilerdir. Yerli veya yabancı komünist yazarların eserleri, o yıl oynanacak piyesler arasına ( repertuvar'a) sokulur­ ken, suç ve sorumluluk, başta rejisörler ile « Edebi He­ yet » üyelerinindir. İşte, Basındaki Moskova uşaklannın «san'at, fikir, özgürlük » savunucusu kesilirken : « Gericilik, yobazlık, tiyatroya hücum» diye yaygara çıkarışiarı hep, kendi parasıyla kendi milli, dini ve ahlaki varlığı yokedilmek istenilen Müslüman Türk halkının hassasiyetini, duygu­ sunu, direnmesini ortadan kaldırmak içindir. Komünizmi istedikleri gibi yaymak ve yerleştirmek isteyen satılmış kızıliann fikri, hissi, zevki, hürriyeti, di­ renmesi haktır da; tiyatroların sahibi Devletin, Beledi­ yelerin ve bilhassa milli, dini varlığının yıkılmasına rıza göstermeyen Türk halkının zevki, hissi, hürriyeti ve di221


reıımcsi, reaksiyonu hak değildir. Vay sizi ilerici, özgür­ cü tcpkili aydınlar, tekelci kızıl sosyalistler, SEBÜK­ MAGZ'lar sizi ! .. Dost ve düşman da şunu bilsin ki : Milliyet ve mu­ kaddesatını üç - beş satılmış komüniste çiğnetmeyecek o­ lan Türk halkının, Türk gencinin, Türk parlamenterinin hücumu asla san'ata, fikre ve tiyatroya değildir. Hücum ve mücadele; san'atla alakası bulunmayan pespayeliklere; ancak serserilerin fikir ve ideal saydıkları komünizme karşıdır.

Sorumluluklarını duyan ve bilen İstanbul Belediye Meclisi'nin vatansever üyelerini Kruşçef'le kıyaslayanlar, ancak, kokuştukları çöplüğü, başlarına geçirdikleri lazım­ iık ve içine düştükleri algunları san'at dünyası sanan sa­ pık bedbahtlardır. Türk Maarifine komünizm tohumları Yücel - Tonguç devrinde ve sayesinde ekilmiştir. Türk tiyatrosona da ko­ münist şahısları ve eserleri sokan Moskovada yetişmiş, Nazım Hikmetoviç Verzanski'nin en sevgili ve yakın dostu Ertuğrul Muhsin'dir. Yakın geçmiş'te O'nu, Ankara'daki Devlet Tiyatrosu başından uzaklaştır�nlar gibi, hiç şüphe yok ki, yakın ge­ lecekte İstanbul Belediye Tiyatrosunu da o'ndan kurta­ racaklar çıkacaktır. Vaktiyle « DARÜLBEDAYİ » adlı Devlet Tiyatrosu Mecmuasında Ertuğrul Muhsin MAY, kendi imzası ile ay­ nen şu satırları yayımiarnıştı : ( Demek oluyor ki, insanlığın uzun asırlardanberi iç çekerek özlediği, beklediği mes'ud devre Sovyet ülke­ sinde artık takarrür etmiş, herkesi hakiki insanlığa ka­ vuşturan bu saadet noktasına varmak için aşılan sarp yol­ l ar, 5c.•Hn mücadeleler artık arkada kalmıştır. 1222


Demek oluyor ki, bin .ib ir güçlükle dikilen ve nice idea­ istlerin kanlarıyla sulanan « Komünizm » ağacı kendisin­ :len beklenen güzel, faydalı yemişleri artık verıniye başla­ nıştır. .. Sovyet Rusya'da bu ağacı baltalamaya uğraşmak ,nsanlıktan en son ideali çalmak olur.... ) İşte İstanbul Belediye Meclisi'nin Atatürkçü, komü­ nizm düşmanı, vatanperver üyelerinin Türk Tiyatrosu­ nu kurtarmak istedikleri kızıl zihniyet ve sahipleri! SAHNE YOLUYLA KOMÜNiZM PROPAGANDASI

Vazifeli ilgililer, İstanbul ve Ankara'da Belediye ve Devlet Tiyatroları ile, bir özel sahnede oynatılan ve « ko­ münizme ortam hazırlayıcı ıı diye vasıflandırılan solcu pi­ yesler üzerinde incelemeler yaptırmaya kalkınca, Ana­ yasa'nın balışettiği hürriyeti, milletin hak ve hürriyetleri­ ne saldırmakta kullanmak için sınırsız ve yalnız kendi in­ hisarlarında bulundurmak isteyen solcular, yeni bir yay­ gara kopardılar. Bu Mahudlar'ın malum tepkileri, komü­ nizmin yiyeceği darbeden dağına bir korku çığlığı idi. Fa­ kat bugün, bazı meçhul ve gafil kalemlerin de, bir siya­ si istismarcılık düşüncesiyle, bu sol kampanyasına katıl­ dıklarını esefle görmekteyiz. ( Komünizmin memlekette gelişmesinden yalnız C. H. Partisi mes 'uldür ) hüküm ve makalesinin sahibi eski Demokrat Başyazarın Ulus'daki yeni sütununa muva­ zi köşede, Adalet PatHilere çatmak için Mahudlar ağzıyla « Kadirbilirliğin bu kadarı olur m u ? » diye Ertuğrul Muh­ sin savunuluyor ve İstanbul Belediye Meclisi üyelerine saldırılıyor. Bu memlekette komünizmin gelişmesinden sorumlu « hem suçlu hem güçlü » pozundaki meçhul ve Mahud kim­ selerin malumu olsun ki : San'at, fikir, ilim, veya dev:2 2 3


·?'

let adamı diye gelip geçmişler veya halen yaşayanlar ara­ sında, milletinin yaranna olduğundan çok zaranna iş görmüşlerin hayır ile mi yadedileceğini, yoksa lanetle mi anılacağını büyük milletin kendisi bilir, umumi efkan bi­ lir ve hükmü, o milletin tarafsız yazılacak tarihi verir. Yoksa, nefret ve lanete müstahak kimselere fikir yoldaş­ lığı veya çıkar yüzünden bağlı kimselerin «aşın övgüleri• ile gerçek savunulmaz, milletin duyuş ve görüşü ifade e­ dilmez. Türk halkının isteklerini yerine getirmek üzere onun milli, dini, ahlaki varlığını koruyanlara gafletle, si­ yasi hırs ve çıkarla saldırmak ise, komünistlik değilse, komünistlere yardım ve hizmettir. İstanbul Belediye Meclisindeki AP'li vatansever üye­ lere saldıranlar, önce şu gerçeği cevaplandırmalıdırlar : Belki değerli bir sahne sanakarı olan Ertuğrul Muh­ sin'in, ideoloji ve iman ( ? ) bakımından ruhunu yetiştiril­ dikleri Moskova'ya bağlamış bir Nazım Hikmetoviç Ver­ zanski'nin sahnedeki kopyası ve işbirlikçisi olduğunu bil­ miyor musunuz ? Moskova'da kendi elyazısı ile : ( Moskova; uyanan yeni Kabesidir. Ben yaptığım bu Hac'da, yeni 'ı imanıının ışıklannı buldum ) demiş Ertuğrul Muhsin'den 1 Moskova'da basılmış ( Proleter Tiyatrosu Tarihi ) 'nde de aynen şu satırlada bahsolunduğundan haberdar mısınız? ,

···

·y � Dünyanın

,

( Büyük Türk sanatçı ve ihtilalcisi Ertuğrul Muhsin , proleter tiyatrosunun Türkiye'deki büyük reformatörü­ dür. Bu cesur entellektüel işçi emekçi tiyatromuzun ve fikirlerimizin nurlarını Türkiye'de yaymaktadır.) İşte, işlerin içinde böyle oyunlar oynanmaktadır_ Evet, bu memlekette de kardeşi kardeşe, üç asılma beş vurulma ile değil, topyekun bir kızıl cehennem halinde kırdırmak isteyenlerin çeşitli teşvik, tahrik ve propagan-


daları çeşitli havzalarda, çeşitli yollardan yapılmaktadır. Bu tahrik ve zehirierne seminerlerinin, açık oturumlarının en tesirlilerinden biri « sahneı>'dir . Kültür Bolşevizmi'nin bu memlekette yayılıp komünist ihtilalin Türkiye'de de gerçekleşmesine maarifte, basında, dil tahripçiliğinde, rad­ roda, edebiyatta ve nihayet siyasi parti, dernek, işçi ve mes­ lek teşekküllerinde bugüne kadar çaba gösterenierin ço­ ğu malumdur. Bunların en tehlikelilerinden biri de « san'­ at özgürlüğü » perdesi arkasındaki kızıl faaliyetleri kon­ trol edilmeyen « sahneıı 'dir. Düne kadar bunlara « ilericilik, san'at aşkı, fikir öz­ gürlüğü» palavralarıyla göz yuman, seyirci olanlar artık işbaşında değillerdir. Bugünkü sorumlular, bu milleti ve memleketi komünizme götürecek her kurulmuş kundağı kökünden sökmeğe, her yeni tehlikeyi önlemeğe kararlı ve mecburdurlar. Bu, istiklal, hürriyet, demokrasi ve A­ nayasa rej imimizin; insan ve vatandaş haklarımızın ko­ runması için zaruridir. Çorba yiyişimiz, ayran içişimiz milletimizin istek ve geleneğine uygun tarzdadır ve öyle olacaktır. Büyük Türk milleti, kendisine hizmet edenleri milli, dini ve ahlaki adet an'anesinden yoksun bulursa, onları düşürüp de­ ğiştirmesini bilir. Bu rol, hangi sahnede, hangi baş reji­ sör tarafından oynanırsa oynansın! ... Milletin isteğine, emrine uymak, herkesin boyuunun borcu ve gerçek de­ mokrasi icabıdır. Bu millete yararlı çeşitli büyük hizmetler görmüş her insanın hatırasına vefa göstermeği milletimizin bü­ yük çoğunluğu yürekten istemektedir. Geliniz, Namık Kemal'lerden, Mehmet Akif'lerden tutunuz da, rahmet­ li Mareşal Çakmak'lara kadar, pek çok aziz vatan evia­ dının büyük hizmetlerini gerçek kadirbilirlikle hep be225


raber hatırlıyalım . Büyük vatanseverlerin müsbet eser­ lerini çocuklarımıza duyurmayan millet ve milliyet düş­ manlarının yıllardır genç ruh ve dimağlara ektikleri kötü tohumları, başveren ayrık otlarını daha fazla filizlenme­ den, geliniz sorumlu ve sorumsuzlar hep birlikte temizli­ yelim! Kızıl düşmanın birimizi değil, hepimizi hedef tut­ tuğunu gafletten uyanarak görelim ve bilelim ! KOMÜNiZM KARŞlSlNDA ANADOLU BASlNI

Komünizle mücadele, bir şahsın veya bir derneğin; bir dergi veya gazetenin, hatta tek bir milletin işi değil­ dir. İ nsan hak ve hürriyetlerini ve bu meyanda kendi mil­ li istiklal ve varlığını savunan bütün hür dünya milletle­ rinin ayrı ayrı ve toplu olarak yapmaya vazifeli ve borç­ lu bulundukları bir ölüm - dirim savaşıdır. Yurdumuzun çeşitli köşelerinde yarım asırdanberi çabalarıyla Türk gencini, Türk işçisini, Türk köyilisünü aviarnaya uğraşan kızıl soytanların bas­ makalıp ya l a n l arı n ı önleyen başlıca fikir barajı, halkı­ mızın uyarılmasına çalışan mahalli gazete ve dergileri­ mizin ( Türkün Kuvayı Milliye Temsilcileri ) sahip ve ya­ zarlarıdır. ye ra l t ı - yerüstü

diye uzanması şöyle dursun, res­ başına bela olmuş çıkarcı kimselerin ter­ tip ye h a i n l i k leriyle bu cılız Anadolu Basını, müebbed ölüme ç a r pılmı ş milli mahkumlardandır. Buna rağmen, bu mil liyetçi Basının büyük ekseriyeti, her ti.i:rlü tertipli bal t alamalara ve yoksulluklara katlanarak, kendilerini sat­ mak zilletini de mirasyedi milyoneriere bırakarak, mil­ li vasıflarını muhafaza v e milli vazifelerini karınca kaderince yerine getirrneğe devam ediyorlar. Milli Mü­ cade l e günlerin den beri bu gazete ve dergilerin Türklük Devlet elinin yardım

mi teşekki.illerin

226


ıçın gördükleri şerefli vazifeler, üzerinde ehemmiyetle durulacak bir « milli güvenlik » konusudur. Başbakanlık ( Milli Emniyet ) , Milli Savunma, Milli Eğitim, Turizm ve Tanıtma, Maliye ve Sanayi Bakanlık­ ları ayrı ayrı ve hep birlikte - kendilerini ilgilendiren konular açısından - Anadolu Basını meselesine ehemmi­ yetle eğilmelidirler. Türk Basınını Babtali'deki üç beş mirasyedi milyonerle, onların, kendilerini hakiatmak üze­ re besledikleri birkaç satılmış kızılın tekeline terketmek, milletimize felaket hazırlayanlara yardımdan başka bir­ şey değildir. Anadolu Basını'nın dertlerini tespit edip devasını bulmak, en acil ve başarılı bir memleket hizmeti olacaktır. Kaza ve Vilayetlerimizde yayımlanan gazete, dergi ve kitaplardan, Atatürk'ün «Türk aleminin en büyük düş­ manı! » diye işaret ettiği ve : « Her göründüğü yerde ezil­ meli! » emrini verdiği komünizmle, basın yolu ile fikren mücadele edenleri ; bunların vatansever sahip ve yazarla­ rını; yaptıkları mahalli büyük milli hizmetleri, her fır­ saıtta tanıtmaya ve açıklamaya çalışacağız. Bir araştırma mahsfılü olarak yayımlayacağımız bu konudaki seri yazıların hazırlanmasında bize yardımcı olmalarını beklediğimiz komünizmle mücadele eden ga­ zete, dergi ve kitap sahibi muhterem yazarların, Basın ve Yayınevlerinin, yayımlarını : ( Komünizmle Mücadele Yayınları, P. K. 250 Bakanlıklar - ANKARA ) adresimize göndermelerini istirham ediyoruz. Bu vazifeyi bugüne kadar görmekte olan : ( Yeni­ ses - Samsun ) , ( Demokrat Canik - Samsun) , ( Mes'uli­ yet - Ağrı ) , ( Hürsöz - Erzurum ) , (Hür Yurt - Kars ) , (Boz­ kurt - Kırıkkale ) , ( Memleket - Maraş ) , ( İkinisan - Van ) , ( Tanndağ - Yozgat ) , ( Ses - Aydın ) , gibi gazetelerle, ( Meh­ ter - Gaziantep ) dergisi sahip ve yazariarına da bu vesile ile şükranlarımızı arzederiz. 227


MOSKOVA YETİŞTİRMELERİ

1 964 Kasımında, Cumhuriyetçi Çin'de toplanan (AS­ YA MiLLETLERİ KOMÜNİZMLE MÜCADELE B İRLİ­ Gi ) 'nin X. Yıllık Kongre'sinde bir Komüsyon, « Orta Doğu ve Afrika memleketlerinde komünizm meseleleri» konusunu incelemişti. Başkanlık e ttiğimiz bu komüsyonda, konferansa ka­ tılmış 5 1 memleketten 1 8'i temsil olunmaktaydı. Bunlar­ dan bilhassa iki Kenya'lı m esai arkadaşımız J. H. Ok­ wanyo ve J. G. Nyabwa ile Kongo'lu J. J. Kande ve Libya sabık Ekonomi Bakanı A. L. Breish'in, Moskova'nın ko­ münizmi Afrikaya yaymak çabası üzerinde verdikleri bilgiler son derece önemli ve dikkate şayandı. Yakın zaman önce bağımsızlıklarını elde etmiş Afri­ ka memleketlerine Moskova'nın sızma gayretlerini belir­ ten bu arkadaşlarımız bilhassa, «yeni Afrika milletlerin­ de birer idareci sınıf meydana getirmek için yardımcı ( ? ! ) olmak » iyi ( ? ! ) niyeti ardındaki kızıl plana dikka­ timizi çekmişlerdi. <<Halk Dostluk Üniversitesiı> adını ta­ şıyan bu kızıl eleman yetiştiren merkeze, Avrupa Üniver­ sitelerinden veya doğruca memleketlerinden götürülen Afrikalı öğrencilerin akibetleri ve bu büyük tehlikenin önlenmesi çareleri görüşülmüştü. Kızıl ihtilal'in ilk günlerinden itibaren bizim memle­ ketimizden de Moskova'ya götürülüp yetiştirilmiş kızıl ihtilal kundakçılarının o gün bugün milletimiz ve vata­ nımız için yaptıklarını ve yapmakta olduklarını hatırla­ dık. Sistem ve gaye aynen devam ediyordu. Kıbnstaki kızıl uşaklarına bizim Boğaz'larımızdan geçirerek taşıdıklan gemiler dolusu ağır silahlar için : « Onlar silah değil odundu» tarzındaki << ormaniye» alın­ madan sarfedilmiş veeizenin sahibi Büyükelçi gibi, «Mos228


kova Halk Dostluk Üniversites i » Rektörü Sergej Rum­ yanisev de müessesesinin gayesini şöyle belirtmiştir : «Ya­ kın zamanda bağımsızlıklarını elde etmiş olan milletie­ rin bir idareci sınıf meydana getirmelerinde yardımcı ol­ mak.» Togo, Tanganyika, Mısır ve Nijerya gibi çeşitli Afri­ ka memleketlerinden birçok gençler ve bilhassa Mosko­ va Üniversitesi'nde uzun bir süre kaldıktan sonra yurd­ larlna dönmüş yedi kişilik bir Somali öğrenci grubu işlerin içyüzünü bütün çıplaklığı ile meydana koymuş­ lardır. ( Komünistler söylüyor, Afrikalılar yalanlıyor) adlı broşürlerinde bu gençlerin belirttiği gerçekler şunlardır : «Batılı memleketlerde tahsile başlamış bizler, ko­ münist propagandasının tuzağına düşerek Moskova Üni­ versitesi'ne geçtik. O acıklı tecrübeyi edindikten sonra da gerçeği anlatmaya karar verdik. Bütün bu trajedik olaylar, o kandırıcı vaadierin bizim şahsi ve milli men­ faatlerimizle hiçbir ilgisi olmayan bir siyasi operasyon uğruna söylenmiş olduğunu ispata kafidir.» «Hayat şartlarımızın, · hayvanların yaşayış tarzından da aşağı bir seviyede olacağını çok geçmeden anlamışız­ dır. Ruslar bizi aşağılık bir ırk addetmişler ve S. S. C. B .' ­ nde çok kere bizlere « siyah maymunlar>> denildiğini işit­ mişizdir. Irk ayırımının en utanç verici şekilde uygulan­ masiyle karşılaşıp müteessir olmak için sosyalizm ve ko­ münizmin vatanı olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'ne gitmemiz lazımmış. » « Ruslar, bir yandan milli bağünsızlığın lehinde ol­ duklarını iddia etmekte, bu milli bağımsızlık kendi çıkar­ larına dokunduğu vakit, milli hakimiyet haklarını topye­ kun inkar etmekte tereddüt göstermemektedirler. Ken229


dilerinin enternasyonalizm taraftarı olduklarını savun­ makta, cihanşümul kardeşlikten dem vurmakta ve bilhas­ sa, uyanan Afrika milli şuurundan bahsetmekte, fakat el­ lerine fırsat geçtikçe bu Afrika tesanüdünün teşkilatlan­ dmlmasına derhal mani olmaktadırlar. Bunun sebebi de, emperyalizmin tipik kanunlarını takip ederek Afrika milletlerinden istifade suretiyle kendi üstünlük, çıkar ve nüfuzlarını bize zorla kabul ettirmek ümidini besleme­ leridir. )) « Moskova Dostluk ( ? ! ) Üniversitesindeki yabancı öğrencilerin takip ettirildikleri derslerde tek gaye : Her bir memlekete mensup gençlerin, ileride memleketleri­ nin Sovyet emperyalizmi hakimiyeti altına girmesine yar­ dım edecek bir idareci sınıf halinde yetişmeleridir. )) İşte bu gerçekler, Türk - Sovyet Kültür münasebeti sevdalılarını, işçi mübadelesi heveslilerini uyandırmalıdır. Son günlerde Meydan'a çıkan bir Moskova yeti5tirmesi Nazım Hikmet Verzanski arkadaşının gerçek kimliği de, bir örnek olarak tanıtılmalıdır. TÜRK - SOVYET KÜLTÜR MÜNASEBETLERi

Atatürk'ün emrinde koınünizmle mücadele etmiş ba­ balarının, bugünkü tutumları ile, kemiklerini sıziatan mi­ rasyedilerin gazetesinde, sapık ideoloj ili bir yazar, << Türk - Sovyet Kültür münasebetleri» 'nden de bahsetmişti. Ka­ ra cahili bulunduğu bu konuyu da istismara kalkışan bu Moskova meddalıma gerekli bir ders verecek çıkacaktır diye bekledik. Hala çıkmayınca, bu işi de binbir müca­ dele ve meşgale içinde, kendimiz görrneğe mecbur kal­ dık. Bu sebeple burada, «Türk - Sovyet Kültür Münase­ betleri )) ile ilgili en yetkili ilim otoritelerinin ve mütefek­ kirlerin değerli incelemelerini özetleyeceğiz . Sovyetlerin , 230


Türkler aleyhinde güttükleri kültür politikasının başlıca esasları şunlardır : 1 - Ruslar evvela Türk halklarının menşe birliği aleyhinde çalışmaktadırlar. Türklerin tabii hakkı olan kültür birliğini de parçalamak için 1 924'denberi « Türk » kelimesinin kullanılmasını yasak etmişlerdir. Böylece Türk kavimlerinin Türklükleri inkara çalışılmaktadır. Bu sebepledir ki, bugün Sovyetler Birliği'nde Tatar, Baş­ kurd, Azerbeycanlı, Yakut, Özbek, Kazak, Kırgız ve Türk­ men halkları bahis konusudur ve bunlar Türk sayı lma­ maktadırlar. 2 - Ruslar Türklerin dilinin bir olduğunu inkar etmektedirler. Sovyetler, her bir Türk kavminin dilini, şivesini kendisine has ayrı, müstakil birer dil olarak gös­ termek çabasındadırlar. 3 - Sovyet tarihçiliği, Türk halklannın tarihini tek bi r tarihi cereyan şeklinde değil, aksine, birbiri ile bağ­ lılığı bulunmayan tarihi olaylar olarak göstermektedir. Sovyet Rusya'daki Türklerin, Türk olduklarını inkar et­ rneğe çalışmaktadırlar. 4 - Sovyetler, Türk kültür mirasını da << ilerici» ve « gerici » olarak ikiye bölmektedirler. Onlarca ilerici kül­ tür mirası, yalnız komünizm bakımından zararlı ve teh­ likeli olmayan fikir ve kültür mirasıdır. Bunun aksi ise, gerici dir. 5 - Ruslar bütün güçleriyle Türklerin Ruslaştırıl­ masına çalışmaktadırlar. 1 939'dan bu yana, Rus olmayan kavimlerin Rus dili öğrenmeleri kanunla mecbur kılın­ mıştır. 1 955 'denberi, Rus dili «i kinci anadili » haline ge­ tirilmiştir. 1 959' daki Okullar Kanunu ile de Sovyetlerde­ ki Türk çocukları, doğrudan doğruya Rusça ders almak zorundadırlar. 1 963/64 okul yılında bir milyondan fazla Türk çocuğu, derslerini anadili yerine, Rus dilinde öğ­ renmişlerdir. 231


6 - Milli edebiyat ruhu yok edilmektedir. « Sosya­ l ist Realizm Edebiyatı » dedikleri edebiyat, yalnız Moskof­ çuluk \'e komünizmin yayılma ve yerleşmesi için bir pro­ paganda silahı haline getirilmiştir. 7 - Ruslar, boyunduruklarındaki çeşitli milletler­ den, Rus hegemonyası altında bir « Sovyet Komünist Mil­ leti» hasıl etmek çabasındadırlar. Bu sebebiedir ki, De­ mirperde içinde ( milletleri biribirine yaklaştırma ) poli­ tikası gü düyorlar ve buna Rusça « Sblij eniye ıı diyorlar. 8 - Sovyet Rusya, bütün kuvvetini, islamı yok et­ mek için kullanmaktadır. Bugün, boyunduruğundaki Türk - İslam ülkelerinde Allahsızlık hakimdir. Şu gerçekler ışığında, Türk - Sovyet Kültür anlaşma­ sını övenler, savunanlar - vatan haini Moskova uşakları hariç - uyanmaya, ayılmaya ve kendilerini gafletten kur­ tarmaya mecburdurlar. KORYÜREK VE MOSKOVA

KORYÜREK, kızıl propagandanın Türk edebiyat ve eğitimine sokulınasından sonra, okuma kitaplarından, antolojilerden hemen hemen tamamen çıkarılmak sure­ tiyle unutturulan ve yeni nesillere tanıtılmayan edip ve şairlerimizden birisidir. 12 Mart 1 892 tarihinde İstanbul­ da doğmuş; 1 7 / 1 8 Ekim 1 949'da Ankara'da - yaşarken de karıştığı - ruh alemine göç etmiştir. << İşçilerin

Babası»

sıfatını kazanmış Koryürek'in işçisinin bir temsilcisi ol­ mak üzere Demokrat Parti listesinden seçimlere katılışı; kazandığı halde Parlfunentoya gelmemesini, Çalışma Ba­ kanlığı Müsteşarlığından emekli maaşsız istifa ettirilme­ sini ve üç yıl sefalet çektirilerek Yağcıoğlu Apartınanı ta­ vanarasında ölümünü mucip olmuştu.

l946' da Zonguldak'dan Türk

232


Enis Behiç KORYÜREK, Ziya Gökalp'ler, Mehmed Emin Yurdakul'lar, Müftüoğlu Ahmed Hikmet'ler, Ömer Seyfeddin'ler gibi, bizlere Türk milliyetçiliğini, milli san'­ at aşkını duyurmuş, aşılamış örnek insanlardan biridir. 1 95 l 'de ( Miras ve Güneşin Ölümü ) adlı büyük ki­ tapta bütün şiirlerini toplayarak bugünkü gençlerimize sunduğumuz Enis Behiç Koryürek'in hayatı ve eserleri hakkında da ilk eseri yayımlamıştık. Burada, Süleyman Nazif'in ( Rus kimdir ? Moskof nedir ? ) yazısı gibi, Kor­ yürek'in de, komünizmle mücadele eden Türk gençleri ta­ rafı ndan çerçevcletilecek, ( Moskova ) başlıklı bir şiirini bulup ortaya koymuştuk. Milli ve tarihi büyük değeri olan bu parça ilkönce, 18 Ocak 1 9 1 5 tarihli ( Donanma Mecmuası ) 'nın 29 (77 ) uncu sayısında - shf. 45 1 -, henüz Enis Behiç Koryürek 23 yaşında iken, tam yarım asır evvel çıkmıştır. Bu şiiri bugün, kendisine çok şeyler borçlu olduğu­ muz, bize Türk denizciliğinin, Türk süvarilerinin de unu­ tulmaz destanlarını kazandırmış ruh ve maml insanı yüce san'atkarın aziz hatırasını da anarak, okuyucularıma tek­ rar sunmaktan büyük sevinç duymaktayım : MOSKOVA

Bir memleket. Bir memleket ki bütün Hiyanetlerle kararmış ülkesi. Sılr'u, burcu ve barılsu - Türklüğün Hasını olan - bir ej derha gölgesi. *

O beldenin, sokakları yılandır; Kıvranarak, açılarak sürünür, Rüzgarları karanlık bir dumandır, Paslı, boğuk çan sesine bürünür. 23.1


Bir gözyaşı ve kan nehri büyük Çar Sarayının zindanına akıyor. Kuleleri kıyam etmiş timsahlar; Asırların urumanına bakıyor. *

Bu şehirden nefret duyar hayalim. Mazilerde o beldenin muhteris Bulutundan kararınıştı Hilalim; Ruhumda var «Moskova >> 'ya kanlı his ! *

Asırlardan bir ses duydum : diyor ki : - Dinle beni, ey << Moskova>> prensi! Ben << Turan>>'ın sayhasıyım; ey eski «Altunordu» Hakanının kölesi ! *

Unutmuştun beni; fakat ben vardım. Tufanıının ismi budur : « Türk - Moğol» ! İntikamın Tanrısına yalvardım : Ey kuduzlar memleketi, harab ol! . . B u şahane şiir, ilk defa okuyan okuyucularıma bir armağan; Moskova'da geberen vatan haini kızıl şairin yurdumuzdaki meddahiarına da bir şamar olsun. GİDER AYAK

ANA - Baba ve çocuklarla, nesiller arasında uçurum­ lar açmak için, <<Kültür Bolşevizmi>> tatbikatı cümlesin­ den, yıllardır, << maskaralar dili » haline getirilmeğe çalı şılan canım Türkçemizde ne güzel sözler vardır. ( Gider Ayak ) bunlardan biridir. Şu iki kelime size neler, neler açıklamaz ve anlatmaz ki! ... 2 3-l


Milli iradenin hükmüne boyun eğmek zorunda kalan İnönü Hükumetinin «gider ayak » , «yangından mal kaçı­ rır » giıbi hısım, akraba, taallukat ve mensuplanyla, CHP. hizmetkarlarını son fırsattan istifade, atom hızıyla Plan ve Program tatbikatı olarak, alelacele nerelere, nasıl tayin ederek kayırdıkları hususunda hayli sözler söylendi ve yazıldı. Fakat, her zamanki gibi, bir baskın yaygara ile Ba­ sında, Öztrak idaresindeki Radyoda ve hatta Parlamen­ toda : « Efendim, partizan tasarruflarıınızı ispat etsinler! Menfaat temin ettiğimizi, iltimas ettiğimizi, mensup ka­ yırdığımızı göstersinler! ıı şeklinde bağırmalada CHP. ida­ recileri gürültü koparınca, birçok vatandaş gibi, nerede ise biz de tereddüde düşüyorduk. Adeta : «Yahu, adamlar hem iktidardan oldular; hem de daha ilk günlerden iti­ baren haksız itharniara uğratılıyorlar. Partizan idareleri, kayırma ve çıkar tasarrufları olsa, bu kadar temiz yüz ve açık alınla bağırırlar mı ? Yazık ve ayıp doğrusu ! » di­ yecektik. Fakat, Resmi Gazete'de, CHP. Hükumetinin düşme­ sinden üç gün önce 1 0 Şubat tarihinde başlayıp, düştük­ ten sonraki bir haftada, 1 9 Şubat tarihine kadar sürmüş « kaptı - kaçtı» tayin, terfi ve nakil kararlarını görüp, ib­ retle okuyunca, donakaldık. Vazifelerinden, demokratik rejimin icaplarına uyarak « efendice » istifa edip ayrıldık­ larını iftiharla propaganda eden ve savunanların « gider ayak » başardıkları işlere « efendice» vasfı azdı. B una « bayca, bayancaıı demek daha yerinde olurdu. Zira, sabık CHP. li Mebus ve Vekiller, Kurucu Meclis üyeleri, Parti Müfettişleri, Gençlik Kolu Başkanları, kısacası CHP. hiz­ metkarları son nasiplerini de alabilmek için, <<yağma Ha­ sanın böreğiıı tayinlerle üç küsur senelik partizan tasar­ rufların tuzunu, biberini tamamlamış; tüyünü dikmişler­ dir. Bu ibret levhası Kararnameleri tarih ve sayı sırası ile 235


( T. C. Resmi Gazete) 'sinden aynen verecegız. Böylece milletimiz, İnönü Hükumetinin « gider ayak» yaptığı hiz­ metlerin de neler olduğunu görecek ve bu tasarrufların politika ahlakı ile bağdaşma derecesine hükmü, halkımız kendisi verecektir. Bu ibret levhalarından, bu terfi, tayin ve terfih lutfu­ na uğratılan CHP. hizmetkarlarının kimliklerini. CHP.'de ne vazifeler gördüklerini ve « kimin nesi » olduklannı bü­ tün okuyucularımız anlamayabilirler. Gerekince, bunları tipik misalleriyle sıralayacağız. Sonra da, bu haksız ta­ sarruflar, partizan kayırmalar hakkında ne düşündükle­ rini yeni Hükumetten, Meclis kürsüsüne tercilıle buradan yüce millet huzurunda, soracağız. ( Resmi Gazete ) 'nin 1 6 Şubat 1 965 tarihli 1 1 930 sayı­ sında, Sayın Cumhurbaşkanı ile i. İnönü arasındaki şu yazışmalar yayımlanmıştır : T. C. Başbakanlık Özlük ve Yazı İşleri Genel Müdürlüğü 1 / 1-946 Cumhurbaşkanlığı Yüce Katına

An�ara, 1 3/2/ 1 965 1 965 yılı bütçesinin tümü üzerinde Millet Meclisinde bugünkü görüşmeler sırasında açık oylamanın Hükumet için güven oyu mahiyetinde olduğu tarafıından Büyük Meclise arzedilmiştir. Oylama sonunda 225 redde karşı 1 97 oyla Hükumet azlıkta kalmıştır. Bu sonuç üzerine başkanı bulunduğum Hükumetin istifasını Yüksek huzu236


·unuza Bakanlar Kurulu Kararı ile takdim ediyorum. Hü­ cılmetten şimdiye kadar esirgemediğiniz kıymetli muza­ laretten dolayı şahsırnın ve bütün Bakaniann şükran :luygularını saygılanmla arzederim. i. İnönü

Türkiye Cumhurbaşkanlığı 4-28

Ankara, 13 Şubat 1965

Sayın İsmet İnönü Malatya Milletvekili

Hükumetin istifası kabul olunmuştur. Başta zatıali­ niz olmak üzere bütün

Hükumet üyelerine, memleket

hizmetinde verimli ve değerli

mesailerinden dolayı tak·

dir ve teşekkürlerimi bildirir, yeni Hükumet kurulunca· ya kadar vazifeye devarn olunmasını rica ederim. CUMHURBAŞKANI C. GÜRSEL Vazifeye devarnları kanun ve gelenek icabı istenmiş İnönü Hükumeti, Ege Tütün Piyasası'nı açmak vazifele­ rini ifa etmemişler amma, başka çok rnühim işleri istifa. lı bulundukları bir haftada « gider ayak» şöyle beceriver­ rnişlerdir. Şimdi sıra 13 Şubattan sonraki tayin, terfi ve terfih Kararnameleri'ne gelmiştir. Reddedilmiş Vekille­ rin « gider ayak>> toplu veya tek olarak gösterdikleri el­ çabukluğu rnarifetleri, b u ibret levhalannda hayret, üzün­ tü ve teessüfle izlenecektir. 237


GİDER AYAK TAYİNLER

İnönü Hükumeti'nin istifa ettiği ve istifasının derhal kabul olunduğu 13 Şubat tarihinden sonraki bir haftalık «son fırsat» günlerinden faydalanarak yaptığı <<gider ayak tayinler», siyasi tarihimizin ibret levhalarıdır. Tarih ve sıra numarası ile bu Kararnameleri aynen sunuyoruz : ( Resmi Gazete, Sayı : 1 1 932, 1 8 Şubat ı 965 ) : Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığından : ı - 5305 sayılı Kanunla değiştirilen Umumi Hıfzıs­ sıhha Kanununun ı 2 nci maddesi gereğince müddetleri sona eren iki azanın yerine Ord. Prof. Dr. Sadi IRMAK'ın yeniden ve Dr. Ziyaeddin Maktav'ın yerine de Dr. Fazıl Şerafettİn BÜRGE'nin Yüksek Sağlık Ştırası Üyeliklerine atanmaları uygun görülmüştür. 2 rütür.

-

Bu kararı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı yü­

İ. İnönü Başbakan

K. Demir Sağ. ve Sos. Yar. Bakanı

C. Gürsel Cumhurbaşkanı

Turizm ve Tanıtma Bakanlığından :

ı - Turizm ve Tanıtma

Bakanlığında açık bulu­ nan 1 500 lira aylıklı Teftiş Kurulu Başkanlığına, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Mali ve Hukuki Tedbir­ ler Şubesi Müdürü Yusuf Ziya ERALP'ın ı 500 lira aylıkla atanması ve 5439 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğin­ ce Müsteşar Yardımcılığında çalıştırılması uygun görül­ müştür. 2

-

Bu kararı Turizm ve Tanıtma Bakanı yürütür.

i. İnönü

Başbakan 238

A. i. Göğüş

C. Gürsel

Turizm ve Tanıtma Bakanı Cumhurbaşkani


( Resmi Gazete, Sayı : 1 1 934, 20 Şubat 1 965 ) : Karar Sayısı : 6/4303 Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunda açık bu­ lunan Üyeliğe Sanayi ve Maliye Bakanlıklarınca müştere­ ken aday gösterilmiş olan KEMAL RÜŞTÜ AKSAL'ın atanması ... , Bakanlar Kurulunca 1 1 .2 . 1 965 tarihinde ka­ rar1 aş tırılmıştır. Karar Sayısı : 6/4357 Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyeliklerine Sanayi ve Maliye Bakanlıklarınca müştereken aday gös­ terilen Başbakanlık Müsteşarı HALDUN DERİN ile aynı Kurul Uzmanlarından KAMURAN ARDIÇ ve NURETTiN ÜZEL'in atanmaları; adı geçen Bakanlıkların 1 5.2. 1 965 tarihli ve 7/333, 52700 - 1 10 - 6 1 70 sayılı yazıları üzerine ... , Bakanlar Kurulunca 1 5 .2. 1 965 tarihinde kararlaştırılmış­ tır. Karar Sayısı : 6/4358 İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişlerinden olup Baş­ bakanlık Özel Kalem Müdürlüğünü tedvir etmekte olan NECDET CALP'ın, SÜMERBANK YÖNETİM KURULU ÜYELİC.İNE atanması; Maliye Bakanlığının 1 5 .2.1965 ta­ rihli 52700 - 1 10 - 6263 sayılı yazısİyle yapılan teklifi üze­ rine ... , Bakanlar Kurulunca 1 5 .2.1965 tarihinde kararlaş­ tırılmıştır. Karar Sayısı

:

6/4359

Azot Sanayii Türk Anonim Şirketi Genel Müdür Yar­ dımcılığı ( İdari ) ve teşekkül bünyesinden Yönetim Ku­ rulu Üyeliğine Sümerbank Genel Müdürlüğü Müşavirle­ rinden CEMİL ERKÖK'ün atanması; Sanayi Bakanlığının 1 5.2. 1 965 tarihli ve 7/334 sayılı yazısı üzerine ... , Bakanlar Kurulunca 1 5 .2.1 965 tarihinde kararlaştırılmıştır. 239


Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığından : ı Müsteşar Muavinliğinde 5439 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince çalıştırılan, Ankara Ahmet Andi­ çen Kanser Hastahanesi Dahiliye Mütehassısı Dr. H. Re­ cep Heybeli'nin ı 500 lira kadro aylıklı Müsteşar Muavin­ liğine ı 500 lira maaşla terfian atanması uygun görülmüş­ tür. -

2 Bu kararı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı yü­ rütür. 1 3 .2.ı965. -

Karar Sayısı : 6/4332 Bern Büyükelçisi ADNAN KURAL'ın Roma Büyükel­ çiliğine atanması. .. ; Bakanlar Kurulunca 1 3.2. ı 965 tari­ hinde kararlaştınlmıştır. Karar Sayısı : 6/433ı Roma Büyükelçisi NAMIK YOLGA'nın Paris Biiyük­ elçiliğine atanması. .. ; Bakanlar Kurulunca 13.2.ı965 tari­ hinde kani.rlaştırılmıştır. Maliye Bakanlığından : ı Açık bulunan ı750 lira kadro aylıklı Bakanlık Mü­ şavirliğine Muhasebat Genel Müdürü Ahmet Tevfik Al­ parslan'ın; yine açık bulunan ı 750 lira kadro aylıklı Ha­ zine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası iktisadi İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliğine, aynı teşkilat Genel Müdü­ rü Kemal Cantürk'ün ı 750 şer lira maaşlarla; -

Yine açık bulunan ı500 lira kadro aylıklı Hazine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası i ktisadi İşbirliği Teş­ kilatı Genel Sekreterliği Genel Müdürlüğüne Birinci Sı­ nıf Maliye Müfettişi Mehmet Turhan ENERGİN'in 1 500 lira maaşla, terfian atanmaları uygun görülmüştür. 240


2 - B u kararı Maliye Bakanı yürütür. 1 3 .2. 1 965. Bu, « Gider Ayak Tayinler » 'in bir küçük kısmı dır. Da­ ha pekçok tayin var ki, bilahare sunacağız. İÇİŞLERi'NDE BİTİREMEDİKLERİ TAYİNLER

İnönü tarafından kurulmuş iki koalisyon ve bilhas­ sa üçüncü halis kadro CHP. Hükumetleri çağında yapılan pa�tizan tasarıufların en korkuncu, düşürülmüş Hüku­ metin kanun ve gelenek icabı muvakkaten, nezaket gere­ ğince bırakıldıkları son bir hafta zarfında « GİDER AYAK . SON FIRSAT, KAPTI - KAÇTh yaptıkları tayinlerdir. İnsaf ve iz'andan yoksun eski alışkanlıklan ile CHP. yayımı ve yeni Hükumete saldırmakta çıkarlı bir iki sol­ cu gazete, son günlerde «hem suçlu hem güçlü » şıma­ rıklığı ile, İçişleri'ndeki son kendi tayinlerinden bir iki­ sinin durdurulması üzerine, yaygara koparınağa çalıştı­ lar. Aylar ve yıllarca, her Bakanlıktan çok İçişieri'nde yaptıkları partizanca tasarıufları bir türlü son bulma­ mış CHP'nin hükumetten düştüğü 19 Şubat 1 965 tarihin­ de çıkarttığı, ( İ . İnönü ve O. Öztrak ) imzalarını taşıyan şu iki Kararname'de, son gün kimlerin nerelere veril­ mek is tendiği ibret, insaf ve dikkatle okunsun , incelen­ sin. Bu takdirde iz'an ve vicdan sahibi partili partisiz vatandaşlar, benzerleri hayli çok olan bu (SON SAAT ÇABALARO 'ndan - 1 3 ve 14 Mart tarihli Yeni İstanbul­ daki « AÇIKLIYORUM>> yazılarımıza da bakınız. - son İnönü Hükumeti'nin « gider ayak büyük hizmetlen>'ini de hayret ve esefle öğreneceklerdir. İşte memur, amir, müdür tayininde doymak ve t a tm i n bilmeyen CHP. zihniyetinin son örnekleri : 24.1


İçişleri Bakanlığından : ı i n c i sınıf Em n iyet Müdürü olup 5439 sayılı Kanu­ nun 2 nci maddesi gereğince Zonguldak Emniyet Mü­ dürlüğii nde is tihdam edilen Nihat Ertürk'ün Diyarbakır ı inci Sınıf; E m n iyet Genel Müdürlüğü 9 uncu Şube Müdürlüğün­ de i s t i h d a m edilen Şadan Ferit KANSU'nun İçel; Gü­ müşha n e Emniyet Müdürü Ali Rıza Bilgütay'ın Urfa 2 n ci Sınıf Emniyet Müdürlüklerine; Emniyet Genel Mü­ dürlüğü 1 i n c i Şube Müdürü Necdet Kahraman'ın 7'nci Şube, b Lt Şubenin Müdürü İsmai l Dokuzoğlu'nun da 1 inci Şube Müdürlüklerine; Muş Emniyet Müdürü M. Za­ hH İdil'in Van, Van E . Müdürü Ramazan Kaçıkoç'un da Muş E . Müdürlüklerine atanmaları;

E. Genel Müdürl i.i ğü Polis Müfettişi iken İçel E . Mü­ dürlüğünde istihdamı tensip kılınan Rıfat Utku'nun Ge­ nel Müdürlük Polis Başmüfettişliğine ipkası; i ller İ daresi Genel Müdür Muavini iken E. G. Müdür­ lüğü Merkez Teşkilatında istihdam edilen Mehmet Şahin'­ in ı ı oo lira ınaaşlı 1 inci Sınıf Emniyet Müdürlüğüne nak­ len atanması ile E. G. Müdür Muavinliğinde; İstanbul E. Müdürü olup E. G. Müdürlüğü Merkez Teşkilatında is­ tihdam edilen Hayri iı·del'in İzmir Polis Okulu Müdürlü­ ğün de ; Ankara Polis Enstitüsü Müdürü olup Gaziantep E. Müdürlüğünde istihdam edilen Cemal Alkan'ın Ko­ caeli, Kayseri Polis Okulu Müdürü olup Bursa E. Müdürlüğünde istihdam edilen Şefik Barlas'ın Zongul­ dak, E. G. Müdürlüğü 6 ncı Şube Müdürü olup 4 üncü Daire Başkanlığında istihdam edilen Nihat Rüştü Kırlı'­ nın Bursa, E. G. Müdürlüğü Merkez Teşkilatında istihdam edilen Beşir Yalçın'ın Nevşehir, E. G. Müdürlüğü 2 nci Daire Başkanı Talat Ergün'ün Gaziantep, E. G. Müdürlü242


ğü Önemli işler Müdürü olup Diyarıbakır E . Müdürlü­ ğünde istihdam edilen Zülfü Ağar'ın Uşak, Emniyet Mü­ fettişlerinden olup Nevşehir E . Müdürlüğünde istihdam edilen Afif Aytun'un Toka t, 2 nci Sınıf E. Polis Müfet­ tişlerinden Hami Özbek'in Bilecik Emniyet Müdürlükle­ rinde; Tekirdağ E. Müdürü İbrahim Ağaner ile Urfa E . Müdürü Arif Yaşar Tuğ'un E. G. Müdürlüğü Polis Tef­ tiş Kurulunda; Basın ve Yayın Tetkik Mütehassıs Mua­ vini olup Ankara E. Müdürlüğü 2 nci Şube Müdürlüğü­ nde istihdam edilen Vahdet Erdal'ın 950 lira maaşlı 2 nci Sınıf E. Müdürlüğüne tayini ile yine Ankara E. M. 2 nci Şube Müdürlüğünde; Hatay 3 üncü Sınıf E. M. Hasan Say­ gılı'nın 950 lira maaşlı Basın ve Yayın Tetkik Mütehas­ sıs Muavinliğine almakta olduğu maaşla terfian atan­ ması ile yine Hatay Emniyet Müdürlüğünde ; Bilecik Emniyet Amiri Fikret Tim'in Tekirdağ, İsparta E. Ami­ ri Mehmet Cemil Gülmen'in de yine İsparta E. Müdür­ lüklerine almakta oldukları maaşlan ile terfian ve nak­ len atanmaları; Tokat E. M. Muhittin Y ükseloğlu'nun E. Polis Müfettişliğine almakta olduğu maaşla naklen atan­ ması; Eleşkirt Kaymakamı Cahit Gündüz'ün kendi maaş ve kadrosu ile E. Genel Müdürlüğü Merkez Teşkilatın­ İstanbul E. Amirlerinden Gazanfer Yu­ da istihdamı; kav'ın Gümüşhane E. Amirliğine almakta olduğu maaşla naklen atanması uygun görülmüştür. İstanbul E. Amirler�nden İsmail Demirbaş'ın Akhi­ sar, İçel E. Amiri Ahmet Necati Akdeniz ile İ stanbul E. Amirlerinden Halil Özbek'in bulundukları yerlerde 950 lira maaşlı 1 inci Sınıf E. Arnirliklerine almakta olduk­ ları maaşları ile terfian atanmaları; İstanbul E. kadro­ su Başkomiserlerinden Mehmet Oğuz'un bulundukları

-nH Ul!Sl!H .I�S!UIO)[ �l!S: uupunso.ıpe)[ "3 l!AUO)l '�p.ı�p;:ı,(

seyin Gezer'in Akşehir, İstanbul E. kadrosundan Başka243


miser Mustafa Tantay'ın Merzifon, Balıkesir E . kadrosun­ dan Naim Erdem'in Edremit, Siirt E. kadrosundan Ca­ fer Vardar'ın Bayburt E. Arnirliklerine almakta oldukları maaşlar ile terfian atanmaları; Ankara E. Amirlerinden Hayati Cengiz'in Polis Enstitüsü 1 inci Sınıf; Akhisar E. Amiri M. Kemal Uzunkaya'nın Aksaray, Merzifon E. Ami­ ri Cemal Coşkun'un Alaşehir ve Polis Enstitüsü E. Amiri Osman Nuri Gezmen'in de Ankara 2 nci Sınıf E. Amir­ liklerine almakta oldukları maaşları ile naklen atanma­ ları uygun görülmüştür. Ve daha pek çok uygun görülen ( 1 3 Şubat atanma­ ları ) ! Gerçekleri görelim ve gerçekiere erişelim! ŞiFA BULAN TÜTÜN YiYiCiLER

( Samsundan bildirilmiştir. ) Tütün, sigara yapılıp içilir. Aslında bu da kötü bir alışkanlıktır amma, daha berbadı : Tütünü sakız gibi çiğneyenlerin; hatta prasa gibi yi­ yenlerin ruh hastalığıdır. Saçtan tırnağa, sabundan toprağa kadar olmayacak şeyleri yiyenler; akıllarından zoru bulunanlardır. Yeni yürümeye başlayan maraz çocuklardan; yeni hamileler­ den tutunuz da, seksenine varmış Hintli fakiriere kadar çeşitli cins ve yaştaki insanlar arasında bu neviden ruh­ lannda fırtınalar geçirerrlerin varlığı tıb literatüründe kayıtlı dır. Bizde tütün yiyenler ise, ilk önce bu yıl, Ege tütün piyasasının açılışı sırasında görülmüştür. B unlar da red edilmiş olmanın, iktidarı elden kaçırmış bulunmanın ru­ hi yıkıntısı içinde bulıran geçiren siyaset hastaları idi. Türk politika tarihindeki yüz karası « Deli Dana» yakış­ tırn1ası mucidi bu «Hatır - Satır»'cılar, Ege'de kendi ha­ zırladıkları tütün tarlasına ve piyasasına saldırmışlardır. 244


Onüç Şubat'ta iktidardan düşüp bir hafta gelenek ve kanun gereği, yeni Hükumet kuruluncaya kadar, muvak­ katen, nezaketen bırakıldıkları vazifede, 1 5 Şubat'ta a­ çılması kararlı Ege Tütün Piyasası'nı açmamışlardır. Am­ ma, bu son fırsat haftalannda da boş durmamışlar ve bütün Vekaletlerde, üç buçuk yıldır doymak bilmedikleri partizan tertip ve tayinlerine atom hızı ile devam etmiş­ lerdir. Türk ekicisinin rızkı ile kim oynarsa o, yıkılmağa, çarpılmağa ve kalırolmağa mahkfı.mdur. Milli davaları siyaset uğruna feda, şahsi çıkarına is­ t ismar etmek isteyenler, ergeç büyük millet tarafından müstahak bulunduklan sonuca uğratılırlar. Ege'de kendi kazdıkları kuyuya düşenlere, Karade­ niz' de de Hükümetin cesur, samimi çaba ve desteğini tak­ dirle karşılayan basiretli ekici, işçi ve tüccar, tam bir uyanıklık ve vatanseverlikle, yeni bir « kaza» imkanı bırak­ mamışlardır. Açıkçası şu ki : Ege'de tütün yiyen hasta­ lar, Karadeniz'de şifa bulmuşlardır.

SORUMLULARlN UMURSUZLUGU VE KIZlLLARlN KIBRIS iANESi Bir soru sorucu : «Sorumluların umursuzluğu hangi ülkede zirve noktasına ulaşmıştır ?» diye sorsa; elbette bunun doğru karşılığı « Türkiye» olacaktır. Bu ülkenin güvendiğimiz yeni Başbakanı ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri : « Kızıl Çin'den veya aracılık yaptığı söylenen Pakistan'dan Kızıl Çin'i tanımamız hakkında bir teklif almış değiliz» derler. Sayın Dışişleri Bakanının ise : << Kızıl Çin'le iyi münasebetler kurmayı arzu ettiği245


mızı» belirttiği, solcu gazetelere manşet olur. Dün, Va­ şington'la Moskova arasında politika cilvesi yapanlara hırslanıyorduk. Bugün bu aynaklık Vaşington'la - Pe­ kin Moskova ile - Pekin arasına mı nakledilmiştir ? Yön verici ( ? ! ) yerli kızılların; «Bakınız, artık Mos­ kova Kabemiz değil; yönümüzü Pekin'e çevirmiş bulu­ nuyoruz» manasındaki yüksek Arnavut politikası oyun­ larıyla komünizmin yurdumuzda büsbütün gelişme ve yayılmasından başka bir sonuç sağlaınıyacak « Kızıl Çin'i tanımak>> dalalet, zarar ve felaketine milletimiz götürü­ lemez. Bize, Birleşmiş Milletler'e bile alınmamış Kızıl Çin'den zarardan başka hiç bir fayda gelmiyeceği aşikar­ dır. ( Pekin , Çin'i tanımamızı istedi ) büyük emir ve man­ şetini yayırolayan solcu basın, her halde sempatik olsun diye, Kızıl Çin'den daima dikkatle ( Çin Halk Cumhuri­ yeti ) adıyla bahsediyor. Sevsinler o Cumhuriyet'leri ! . . . Sonra d a aynı gazeteler, Kızıl Çin'in, Kıbrıs Türkleri için Kızılay'a 70.000 Türk lirası iane verdiğini müj deliyorlar. D ün Berlin uşağı , bugün Moskova - Pekin meddahı olan insaf ve iz'andan yoksun bu mirasyedilerin, Kızıl Çin'in 70.000 liralık iünes i kar�ısındaki iğrençliklerine « Allah sizi kahretsin! ıı demekten başka söz bulamıyo­ ruz. Onların Ermeni hakkı servetlerinin belailik nisbeti üzerinde duracak değiliz. Yalnız bu uşaklar bilsinler ki : Ne asil Kıbrıslı Türk kardeşlerimiz, ne onların davasım kendi öz idealleri bilen Türk miliiyetçileri bu çeşit « ia­ ne»'leri kendileri gibi kabul etmiyorlar. Onların meşru ( ? . ) servetlernin yüzbinde biri olmıyan bu cins kızıl yar­ dırnlara muh taç tek Türk eviadı ne Kıbrıs'da, ne de dün­ yanın herhangi bir yerinde mevcuttur. Pekin'li efendileri­ nin ianesini alıp kendi helal ( ?! ) servetlerine katsınlar. 246


Bu ücret karşılığı zerrece vatan duyguları varsa, Krcm­ lindeki buyrukçularına söylesinler. Kıbrıslı kızıliara ya­ pılan ağır silah sevkiyatı durdurulsun ; Müslüman Türkleri yok etmek için Ada'ya yerleştiriimiş füzelerden Kıbrıs temizlensin! Bu gerçekler ışığında, açıkça şunu sormak ve öğren­ mek istiyoruz : Gebermiş vatan haini kızıl şair Nazım Hikmet Ver­ zanski' den kendilerine yeni milli kahraman yaratmak çabasındaki bu sapıkların iç ve dış politikamızdaki her­ ze v e hiyanetlerine son verecek sorumluların umursuzlu­ ğu daha ne kadar ve nereye kadar sürüp gidecektir ?

HAK'KIN CİLVESİ 1 7 Şubat 1 963 tarihinde, dıvar takviminin arkasın­ da (Ali Fuad . Türkgeldi'nin hatıralarından ) alınmış bir vak'a yazılıydı. Bu mfması büyük ve derin, ( İ srafa Da­ yananuyan bir İnsan ) başlıklı hatıra aynen şudur : ( Şeyhülislam Hayri Efendi, bir gün saraya gelerek, sıhhi alıvalinden bahisle istifa etti. Zatı Şahane, Sadra­ zam ve Talat Beyle görüşüp istifanın kabul edilmemesi­ ne karar verdiler ve beni Hayri Efendinin köşküne gön­ dererek, istifanarneyi geri verdiler. Hayri Efendi : « Ben istifaya sureti kat'iyede karar verdim, geri al amam » di­ yerek : « Sizden rica ederim Zatı Şahaneyi gücendirme­ den beni bu müşkülden kur tarınız» dedi. istifasının ha­ kiki sebebini sordukta da : <<Geçen gün Enver Paşanın yalısının arkasındaki köşkte vermiş olduğu ziyafette siz de bulundunuz. O masraflar, o ihtişamlar ne ile oluyor ? Ben artık onlarla birlikte bplunamam. ) İşte tam b u hatıranın takvim yaprağında bulunduğu 1 7 Şubat tarihinde gazetelerimiz ve radyolarımız, Sayın 247


Suad Hayri Ürgüplü'nün hükumet kurmakla vazifelendi­ rildiği haberini verdiler. L1lettayin olmaktan çok başka ve üstün bir özellik taşıyan böylesine bir tesadüfe «Hak'kın Cilvesi» demekten kendimizi alamadık. Toplumumuzun ahlak bakımından ne kadar bozuldu­ ğunu v e korkunç tehlikeler süratle önlenmez ve herta­ raf edilmezse ne büyük felaketiere uğrayacağını düşü­ nürken, yukanki satırların kahramanı bir ahlak örneği Müslüman Türk eviadının oğlundan büyük vazifeler beklivoruz. Bugün, İsrail gibi bir memlekete bile, 1961 'den bu yana, dört yıllık Dış Ticaret açığı olarak sekiz milyon dolar borçluyuz. Ya bu korkunç saltanatlar, masraflar, debdebeler, ihtişamlar, kel başa şimşir taraklar ve bu ma­ aş rezaletleri ne oluyor ? Ne i le oluyor ? Açı kcası şu ki : Kızıl köpeklere havlama ve ısırma fırsatı vermeden, bu sefih Bizans devrine ciddiyede ve derhal son vermek zaruridir. Bunu İnönü ve H ükume­ tinden bekleyemezdik amma, Hayri Efendi zade Ürgüp­ iii'den ve Hükumetinden istiyor ve bekliyoruz.

KlZlL ÇİN ÜZERİNE Son günlerde Türkiye'nin Kızıl Çin'i tanıyıp tanımı­ yacağı konusu, Basında çeşitli yorumlara yol açmıştır. Hü­ kumet Başkanı, bu mesele i le ilgili hiçbir resmi müra­ caatın alınmarlığını belirtmiştir. Fakat öte yandan bazı sorumluların « emrivaki » 'lere yol açabilecek erken çıkış­ lan olmuştur. Bu erken çıkışlar, tanımayı bir Kızıl Çin liderinin demeci vcsilcsiyle ortaya atan ve savunan « Tür­ yiye'yi Kızıl Dünyaya yaklaştırmak»'ta fayda ve çıkar bulanları ümitlendirmiştir. 2 413


Hangi yoldan ve yönden olursa olsun, kızıliara yanaş­ manın İstekiisi ve tertipçisi bulunanlara yeni istismar imkanları sağlanmıştır. Bugüne kadar Kızıl Çin'i hiçbir şekilde tanımazken; bilakis Milliyetçi Çin Cumhuriyetini bütün diplomatik vecibelerle tanırken, son hafta estirilen « dönüş» haber ve isteğinin resmi makamlardan geldiği kabul edilemez. Dün, Türk - Sovyet münasebetlerini ve kültür ( ? ! ) anlaş­ ması nı, Türk milletinin ve Türk Parlamentosunun görüş ve istekleri dikkate alınmadan, bir « emrivaki» ile yürüt­ mek istemişlerin yanlış yoluna ve akıbetine, bugünkü sorumluların da düşmeyecekleri inancındayız. Biz Kore'nin topyekun kızıl beladan kurtarılması yolunda, şehitler vererek destanlar yarattık; hala da kah­ raman Mehmetçiklerimizle komünizm karşısındaki b u hak v e hürriyet cephesinin koruyuculuğunu şerefle yap­ maktayız. Kızıl ve Demokrat diye ikiye bölünmüş Kore, Çin, Vietnam ve Almanya gibi memleketlerin hepsinde, bizim tuttuğumuz taraf, daima komünizmin karşısındaki hür cephe olmuştur . Bugüne kadarki bu durum ve tutumdan bizi döndürecek ne politik, ne diplomatik ve ne de ekonomik bir mucip ve lüzuml u sebep mevcut değilken, ortaya atıl­ mak istenen bu << Kızıl Çin'i tanımak» işinin nedeni ve kimdeni üzerinde sorumlular ve bütün ilgililer dikkatle durmağa mecburdurlar. Biz durum ve tutumumuzda bir değişiklik yapacak­ sak bunu Türk Parlamentosu gö rüşmeden, tespit etme­ den yapınağa hiç kimsenin yetkisi yoktur. Kasıtlı istek­ I iierin ter l ip li sorularına sorumlularca verilecek cevap­ larm işleri kötüye ve çıkınaza götüreceğine dikkat edil­ meli d i r. :!49


Büyük ernekler karşılığı kurulmuş, kan ve can ba­ basına elde edilmiş dostlukları küçük oyunlara gelerek kurban ve feda etmenin sorumluluğu çok ağırdır. Açık­ çası, dikkat, kendisini büyük milletine adamış her Türk eviadının borcu ve vazifesidir.

SAYGI VE SABRlMlZIN SINIRI Ötedenberi yerli kornünistlerin aynadıklan bir nu­ mara vardır : Dünyanın her hangi bir köşesinde kornü­ nistlerle ilgili bir olay mı cereyan ediyor ? Hemen orada kornünistlerin avukatı kesilirler; kızılları savunur ve ö­ verler . Komünizrnle mücadele eden tarafı da yerer, yerin dibine batırırlar. Bunun son yıllardaki iki tipik örneği Küba ile Viet­ nam 'dır. Milletimiz ve Hükumetlerimiz daima komü­ nizme karşı savaşanların yanında olduğu halde, yerli kızıllar aksi tarafı desteklerneğe çalışmışlardır. Kore sa­ vaşları sırasında da yerli kornünistlerin bu yolda kıpır­ danışiarı olmuştur amma, o günkü davranışları b u gün­ kü ş irretlikleri ile asla kıyaslanarnaz. O zaman, nihayet Türkiye'nin bu savaşa katılışını hafif yollu yerınekle ye­ t inrnişler ve daha ileri gidernernişlerdir. İnsan haklan uğrunda şahlanmış Türk milletinin milli, komünizm aleyh­ tarı galcyanı karşısında, yerli kızılların meydana çıkma­ l arı hadlerine mi düşmüştü ? O gün, bugünkü davranış­ larının onda bid r. i yapınağa kalkışsalar, tahtakurusu gibi ezilirler; lay1k oldukları akıbete uğrarlardı. Halbu­ ki son yıllarda çıkan her olayı fırsat bilerek, kimlikleri­ ni açıkdan açığa ortaya koyınuşlardır. Küba vak'asında, Fidel Castro'yu bir milli ( ?! ) kahramanları ilan edip göklere çıkarrnışlar; dünya tarihinin en dinamik komü­ nizm rnücadelecisi Kennedy'yi ise kötülemişler, yerin 250


dibine sokmaya çalışmışlardır. Kennedy'nin bir kahpe 'kurşunla öldürülüşünde de sevinmiş, adeta bayram et­ mişlerdir. Son yıllarda siyasi ortamı çok elverişli bularak her fırsattan planlı bir şekilde faydalanan kızıllar, Kıbrıs davamızı bahane ederek, Amerikan düşmanlığını azami haclde vardırmışlardır. Doğruca millet ve memleketimi­ zin korunması ile ilgili NATO ve CENTO müşterek sa­ vunma andlaşmalarmı da, kızıl radyolardan daha ağır bir lisanla yermektedirler. Milli irademizin temsilcisi o­ lan TBMM'nin aldığı kararlar ve çıkardığı kanunlar­ la girdiğimiz, katildığımız NATO ve CENTO müşterek savunma andlaşmalarına bağlılığımızı 27 Mayıs sabahm­ daki radyo anonsundan itibaren, gelmiş geçmiş bütün Hükumetler açıkca ifade ve ilan etmişlerdir. Yerli kı­ zıllar, mevcut kanunları, Hükumetierin tebliğ ve taah­ hütlerini hiçe sayarak, NATO ve CENTO aleyhine de a­ labildiklerine yıkıcı propagandalar yapabilmektedirler. Munis halkını ve çetin problemlerini yakından bil­ diğimiz Güney Vietnam'da, istiklal ve hürriyetleri başta olmak üzere, bütün haklarını korumaya, kurtarmaya canları balıasma savaşan yerli vatanseverlere, Amerika B. D. parayla, siluhla ve feda ettiği öz evlatlarıyla uzun süreelir yardımlar ediyor. Amerikanın burada uyguladığı politikada noksanlar, hatalar, suçlar vardır. Fakat Ame­ rika'nın burada göze aldığı mücadele ve fedakarlıkları bir « sömürgecil ib maksadına bağlamak iddia ve çaba­ sı, insafsız, bir gülünç yalan olur. Parlamentoda da be­ lirttiğimiz gibi, Güney Vietnam'daki mücadele Vietnam'lıların tümüne zorla kabul ettirilmek istenen kızıl rej i­ me karşı savaşan milliyetçi Güneyiilere anti - komünist .

Amerika'nın yardımıdır. 25 l


Her kim ve her ne komünist düşmanı ise, O, kızılla­ rın nazarında haindir, sömürgecidir, yok olmalıdır. Bugün geberdiği halde, yerli kızıliann propagandasına leşi de sermaye olan Polanya tohumu Nazım Hikmetof Verzans­ ki, Moskova'ya kaçtığı zaman, kızıl radyolar : « N . H . Amerikan emperyalistlerinin emrinde büyük b i r hapis­ hane olan Türkiye'den kaçmıştır .» haberini vermişti. Biz­ zat kızıl vatan haini ise : « Ben Sovyetler Birliğinin çocu. ğuyum. 24 yıl sonra tekrar bu büyük şehre gelmekle asıl ) ve büyük vatanıma dönmüş oluyorum. Bugün benim memleketimin ( ?! ) halkı Amerikan emperyalistlerinin elinde esirdir » demişti.

(

Bugün de yerli kızılların propagandası aynıdır : ( CENTO'nun faydası yok, fakat zararı çoktur) diye fık­ ralar, ( Yaşayan Ölü : CENTO ) diye Paris aktarması ha­ ber ve yazılar yayımiayan solcu gazetelerin akılları da yenmiş mirasyedi patronları, CENTO Genelsekreteri sa­ yın Dr. Abbas Ali Khalatbari'nin şu önemli demecine yer ve önem vermezler : << Gizli komünist yayın istasyonları Türkiye'de bütün solcu unsurları iktidarı ele geçirmek üzere bir birleşik cephe meydana getirrneğe davet etmektedir.» İlgili makamlar bunu bir ihbar telakki etmezler. Ya sorwn lular, ya bizim de ortak bulunduğumuz bugünkü Hükümet ? Şüphesiz saygı ve sabrımızın da bir sının vardır.

252


KOMÜNiZM, FAŞiZM VE NAZİZM KARŞlSlNDA TÜRK MiLLiYETÇiLERİ

Yıllardanberi bütün hür memleketlerde olduğu gibi Türkiye'ınizde de komünistlerin ve komünistlere alet o­ lanların milliyetçilere isnad ettikleri çeşitli yalanların ba­ şında «Faşist>> ve «Nazi» iftirası gelmektedir. Yine bu rrifınada « < rkçı» ve «Kafatasçı» tabirleri de 1 944' den bu yana kafatasiarından zoru olan ve «Kafatası» Nazım Hik­ met'in bir paçavra temsilinin adı bulunduğuna göre biz­ zat «Kafatasçı» kendileri olan komünistlerin Türk mil­ liyetçilerine, Türkçülere uydurup takmaya ve yamamaya didindikleri adlardandır. Ekonomik ve sosyal yapıları başlangıçta farklı görü­ nen, gösterilen komünizm, faşizm ve nazizm esas, pren­ sip ve tatbikat açısından birbirlerine son derece yakındır­ lar. Mussolini'nin ( Les Lois Foundamentales Du Fascis­ me) inde açıkladığı : ( 1 Regime syndical et corporatif, 2 Regime Politique ve 3 Regime economique ) 'in komünizm ve nazizm'e uyan tarafları bir yana, bu üç re­ j imin ekonomik yapılarında aykırılıklar da bulunsa, si­ yasi müesseselerinde aynı olan birçok müşterek özellikle­ ri mevcuttur. '

-

-

-

Hitler'in : ( Bizi koınünizmle ayırandan ziyade bağ­ layan şeyler vardır ) sözü de bu gerçeğin bir açık ifade­ si dir. Türkiye'ınizin davalarına bir ilim otoritesi olarak ö­ wl ilgi göstermiş Paris Hukuk ve İktisat Profesörü Mau253


rice Du verger de ( Siyasi Rejimler ) kitabının ( Faşizm ) bö ­ lümüne başlarken şu hükmü or taya koymuştur : ' (( Bir çokları faşizmi, Rus siyasi rejiminin bir benze­ ri olarak mütalaa etmemize şaşacaklardır. Bazıları da ken­ dilerine küfi.ir edilmiş gibi kızacaklardır. Fakat ne şaş­ kınlık ve ne de kızgınlık, olayları ve onların gerçekliğini değiştireınez. » Bütün bir m illetin, bü tün hür doğmuş insanların hak v e hürriyetlerini tek bir şefin, bir zümrenin veya tek bir sın ıfın elinde \'e mcnfaatlarında toplayan, Sovyet Rus­ ya, İtalya ve Almanya'da tatbikatını bulan bu üç dikta ve otorite rej imleri, insan hak ve hürriyetleri ve gerçek demokrasi prensipleri üzerine kurulu milliyetçilik idea­ lini, nasyonalizm'i daima istismara ve yıkınağa çalışm ış­ lardır. Her memleketteki gerçek milliyetçiler, komünist , fa­ şist ve n azi olmadıkları, olmıyacakları için, bunların şa­ hısları ve ideoloj ileri daima komünist, faşist ve nazilerin hücum ve tertiplerine maruz kalmışlardır.

Kızıl ihtilal 'in ilk gününden itibaren Lenin'den Kruş­ çef'e kadar bütün komünist liderlerinin milliyetçiliği nasıl tahrif ve istismar etiklerini bizzat kendi eserlerinden tes­ b i t mümkündür ., _ Lenin'in

( Milletierin Self - Determinasyon Haklan, Parçalar, 1947 ), Stalin'in ( Marksizm ve Milliyet Meselesi, 1913 ) , ( Milliyet Meselesinde Sovyet Kuvvet Politikası, 195 1 ) , ( Eserler, 1950 - 1953 ) ve Liu Shao - Chi 'nin ( Enternasyonalizm ve Milliyetçilik, 1948 ) adlı kitap ve yazıları, milliyetçiliğin komünist liderlerce nasıl tahrip ve tahrif edildiğinin örnekleridir.

1914) ve ( Seçme

( 1 ) bk.

Maurice

j imler,

( 2 ) bk . D r .

254

Duwrgcr

(Dr.

Yaşar

İstanbul. 1 9 63 . Tevetoglu : U t a n ç Duvarı,

s.

Giirbüz

tercümesi) :

Siyasi

1 37.

"·

41

6 6 , Ankara

1 9 6·ı .

Re-


( Faşizm ) ve adında <<milli» kelimesi bulunan ( Nas­ yonal - Sosyalizm ), asla <<Milliyetçilik» demek değildir. Bu iki sis tem de, tıpkı komünizm gibi, kendi çıkarları için nasyonalizmi ve nasyonalistleri istismar etmek istemiş, aynı ihtilalci sosyalizme inanan totaliter düşünüşlü, de­ mokrasi ve parlamenter rej im düşmanlarının kendi dik­ taların ı kurmak ve yaşatmak için başvurdukları, ayrı gö­ rünen fakat gerçekte aynı olan yollardır. Her hür milletin demokratik ve liberal inanıştaki milliyetçileri, bu serseriler ideali ( Komünizm ), ( Faşizm ) ve ( Nazizm ) 'in insan ve millet haklarına aykırı prensip ve faaliyetlerine karşı fikri ve fiili mücadeleyi kendilerine vazife bilmişlerdir. Türkiye'ınizde de, Atatürk başta olmak üzere, bütün Türk milliyetçileri komünizm, faşizm ve nazizm'i aynı a­ çıdan Türk Nasyonalizmi'nin ve <<Türk Aleminin en bü­ yük düşmanı >> görmüşler ve bu ideolojilerin prensipleri ve satılmış savunucuları ile daima çatışmışlardır. Türk basınında Türk milliyetçileri ile Nasyonal - Sos­ yalizm ve Hitler arasında ilk defa, hiç bir gerçeğe dayan­ madan, münasebet kuran ve daha sonraki çeşitli tertipiere ve komünist iftiralarına yol açıp, örnek olan es�r, ne mil­ liyetçisi olduğu bilinmeyen ( Cihad Hikmet ) a dlı yazarın bir risalesidir. " 1 933'de, asla ilmi etüd saydamıyacak ki tapçığında Cihad Hikmet ( bugünkkü Cihat Baban ), Hi tler'in 25 mad­ delik proğramıyla bir Türk milliyetçisinin kendi aylık dergisinde daha çok önce yayımianmış 10 maddelik gö­ rüş ve isteğini karşılaştırmış, mukayese etmiş ve güya böylece memleketimizdeki ( ? ) Nasyonal - Sosyalizme (3)

Cihad H ikmet. Hitler ve Nasyonal 1933.

_

Sosyalizm. s. 34 - 40, i stanbul

:zss


dikkati çekmiştir. Türk düşünürü Atsız'ın düşünce ve proğramını Hitler'in meydana çıkışından ve Nazi Parti­ si'ni kurup, tüzüğünü ilfmından çok önce yayımlamış bulunduğu meydanda iken, bu Türk milliyetçisinin Hit­ ler'den, Nasyonal - Sosyalizm'den ilham aldığını iddia etmek, Hitler'in Atsız'ı örnek seçtiğini düşünmek kadar imkfmsızdır ve gülünçtür. Esasen ( Hitler ve Nasyonal Sosyalizm ) yazarının 1 933 'deki mütalaaları kadar daha sonraki hüküm ölçüle­ rine de dikkat edilmesi zaruridir. Zira bugün mensubu, yöneticisi olduğu partinin neşir organı Ulus'da başyazar­ lık yapan aynı yazar Cihat Baban, partisine muhalifken, Tasvir gazetesinde aynen şu başlıkla makaleler kaleme alrv ınıştı : ( Komünizmin memlekette gelişmesinden yalnız C. H. Partisi mes'uldür) . Türkiye'de n e resmi, n e hususi, n e aşikar, ne gizli bir faşist ve nazi faaliyetinin ve teşekkülünün geçmişte veya halde mevcudiyeti ne yerli, ne de yabancı ilgililerce tesbit ve zikrolunmamışken, yerli kızıl ajaniann ve işbirlikçi­ lerinin Türk milliyetçilerine ( Faşist, Nazi, Rasist) deyiş­ ierinin gerçek sebebi böylece açıklanmış bulunuyor. Dün de bugün de, Türk milliyetçilerinin faşizme ve nazizme, Mussolini ve Hitler'e karşı duydukları ve yaz­ dıkları; komünizme, Lenin'e, Stalin'e ve Kuruşçef'e nef­ retlerinin aynıdır. Faşizmin başlıca fikir üstadlarından sayılan şa­ ir, asker ve Fiume kahramanı Gabriel d'Annunzio Türki­ ye'yi isteyince ona 1 930'da, tam 35 yıl önce ( Kuduz Kö­ pek ) şiirini biz yazmış ve yayımlamıştık. 1940'da Hitler sürülerinin Balkaniara inmesi üzerine ( Düğiin Günü Ge­ lince ) şiirimiıle 25 yıl önce Bulgar ve Alman nazilerine şöyle haykırmıştık : 256


Zorsuz düşman makbul değil : Yemliktir; Zorlu düşman makbul : Cehennemliktir! Daha sonra, Kars ve Ardahan'ı isteyen kızıl profe­ sör ( ? ) lere ( Ya bizimdir, ya kimsenin! ) diye şu gerçeği bildirmiştİk :

Moskof yanılır da yurdu kuşatır O gün Mehmetçikler birer paşadır Bu paşalar ölür, yurdu yaşatır. Ya bizimdir, ya kimsenin bu vatan! 1 8 Mayıs 1 949 tarihli (Tasvir) gazetesinin 1369'un­ cu sayısında yayırolanmış ( Din karşısında Komünizm ve Ruh Hastalıkları ) başlıklı komünizm aleyhindeki bir yazı­ mızın ( B u g ü n k ü Sosyal Hastalıklar) bölümünde ko­ münizm, nazizm ve faşizm !iderleri , tarafımızdan aynen şu cümlelerle tel'in ve terzil edilmişlerdir : <<Tıp bakımından, psikanaliz açısından bugünkü sosyal hastalıklar tam bir nevroz çerçevesi içindedirler. Kendilerine Tanrı süsü ve­ ren bir takım akıl hastası şarlatanlar, her asırda olduğu gibi, zamanımızda da türemişlerdir. Lenin, Hitler, Musso­ lini vesaire misali böyle bir takım putlar, önce hiyle ve ya­ lanı, sonra zulüm ve istibdadı bir silah olarak kullana­ rak türlü dünya cennetleri vaitleriyle, vaktiyle de öküze, ayıya tapmış zayıf ve haris ruhlu, nevrotik bünyeli insan· ları avlarlar 4.>> Ve nihayet 1 9SO'de, İ stanbul'un 29 Mayıs 1 953'deki SOO'üncü Fetih Yıldönümüne hazırlık için ilk defa Büku­ metin dikkatini çekerek aynen : <<Fatih'in kaç yıldır sıziı­ yan mübarek kemiklerini ve azap içindeki aziz ruhunu kurtannak için, O'nun Türk'e mabed yaptığı Ayasofya'(4) bk. Dr. Teveto�ıu : Faşist Yok, Komünist

Varl.

3.

Baskı.

s.

33,

Ankara, 1963.

257


nın kapılarını Müslüman Türk milletine açmak lıizımdır. Beşyüz yıldır kubbe ve duvarlan Türk'ün tekbirini tek­ rarlayan Ayasofya Camii Türk'ündün) dediğimiz (Aya­ sofya Caıniiıniz ) makalemizin şu satırları da bizim 1 930, 1 940, 1 950 yıllarındanberi ( Komünizm, Faşizm, Nazizm ) ve temsilcilerine olan sarih nefret ve düşüncelerimizin devamlı ve canlı belgelerindendir ' :

«Koca Fatih, güzel İstanbul'u 498 yıl öne� bugün e. IJ, fl.:r ı. J -'-mı·ıı eı·ımıze · armagan ederken, b"ır s·ızans -J:lleıııses UHR��kof Çan lvaıı'a : ( Birinci Roma çöktü; ikinci Roma � Tstanbulda çöktü. Üçnücü Roma Moskova'dır ve bir dördüncü Roma yoktur. ) diyerek onu büyük milli ve di­ ni davalar ına davet ediyordu. O günden beridir ki, leşi s okaklarda sürünmüş ve suratma milletinin efradı tara­ fından tükürülmüş Faşist Duçe Mussolini'den, bazı kom­ şu millet i erin örümcek kafalı profesörlerine kadar bütün Türk ve islam düşmanları, gözlerini Türk'ün gözbebeğine dikmişler, hep İstanbul'u sayıklamışlardır. Yüzyıllardan beri Şinıal Ayısı'nın iştahını kabartan, bırsını gıcıklayaın yegane yer : Türk'ün Boğaz'ı, Boğaz'daki İstanbul ve İs­ tanbul 'daki Ayasofya'dır.» -

Kendi yazılarımızdan verdiğimiz bu örnekler ya­ nında, diğer Türk mill iyetçilerinin komünizm kadar fa­ şizm \'C nazizm'i de Türk aleminin başlıca düşmanı tanı­ yan v e gösteren escrlerinden pek çok ve daha değerli örnekler seçmek mum kündür. Anlaşılıyor ki, Türk mil­ liyetçileri düşünce ve varlıklarının düşmanı, yurtlarına göz dikmiş , komünist, faşist ve nazilerin tümüne ve on­ ların ideolojilerine daima karşıdırlar. .

.

Türk milliyetçilerine zaman zaman faşistlik, nazilik, rasistlik isnad ve if,t ira etmek çabasında bulunanların da( 5)

258

Se bil ü rreşad, Sayı :

105.

Haziran

ı 950.


ima dikta taraftarı, demokrasi aleyhtarı, insan hakları ve milliyet düşmanı kızıl komünistlerle, onların politika, basın ve diğer sahalardaki koruyucuları, işbirlikçileri ol­ dukları aşikardır, sabittir. Bizzat Mussolini'nin Faşizm üzerine yazdığı eserde ihtilal, şiddet ve otorite esasına dayanan totaliter doktri­ nini bizzat ifade ve izah edişi, prensipterindeki demokra­ tik ideoloji ve liberalizm aleyhtarlığını açıklayışı, iki ku­ tup olan (Komünizm ) ile (Nasyonalizm ) 'den birincisine Faşizmin yakınlığı ve ikincisine aykırılığını isbat eden başlıca vesikadır." İtalya'da ve Almanya, Macaristan, Polonya, Roman­ ya, Bulgaristan, Avusturya, Yunanistan, İspanya, Japon­ ya gibi ülkelerde değişik ölçülerde tatbikatını bulan Fa­ şizm'in adından kuruluşuna, doğuşundan batışına ka­ darki tarihi incelenince, bu totaliter rejimle komünizm arasındaki münasebetler aydınlanmış olur. 1 9 1 4 - 1 9 1 5 yıllarında, İ talyada kendilerine ( fasci di coınbattimento ) adını veren topluluklar, birinci Dünya Savaşı'na katılmak gayreti ile İ talya'nın savaşa girmesini istemeyeniere karşı zor kullanıyorlar ve karışıklıklar çı­ karıyorlardı. Mussolini, içinde komünistterin de çoğunlukla bu­ lundukları Sosyalist Partisinin bir üyesi olarak siyasete atılmıştı. Faşizm'in kurucusu, yöneticisi ve hatırıcısı olan Mussolini'nin başta Reformists ( Refonncular), Commu­ nist ( Komünistler) ve Centrists ( Merkeziyetçiler) 'den kurulu ( P. U. S . ) ( Partio Unito Socialista) diye anılan Sosyalist Partisi'nin, Sosyalist ihtilal taraftarı bizibinin bir üyesi olduğu bilinmelidir. Maximalist adını taşıyan b u ( 6 ) Mussolini : Paris,

Le Fascisme, s . 26, 40, 4 5 - 49, Doctrlne Instltutlons,

ı934.

Z59


hizip mensupları, proleterya diktatörlüğünün, endüstri işçileri tarafından gerçekleştirilebileceğine inanıyorlardı. Bu İtalyan komünistlerinin gözleri de M � skova'ya çevrik­ ti. Daima her sosyalist parti ve teşekkülün içinde bulu­ nan bu Moskova ajanlarının o gün de direktif aldıklan merkez Moskova idi . Sosyal - Demokrat'lardan, ihtilalci Sendikalist'ler ve Komi.inistler'e kadar her çeşit sosyalizm teşekki.il ve ha­ reketleri, bilhassa Po Vadisinde gelişmişti. Mussolini baş­ ta olmak üzere ilk Faşist liderlerinin hep ve bilhassa bu bölgenin endüstri ve geniş ziraat tesislerindeki aktif sınıf mücadelecisi ve parti çekişmeleri öncüleri «ihtilal­ ci sosyalist ve komünistlen>'den oluşları dikkati çekme­ lidir 7 • Selıncider eserinde : <<Reformcu İtalyan Sosyalizmi­ nin gerçekte ihtilalci Beynelmilel Komünizm olduğunu» da açıklamaktadır " . Columbia Üniversitesi Ekonomi Profesörü Florinsky de eserinin önsözünde, birbirine muhasım ve bazan da müttefik olmuş Komünist Rusya, Faşist İ talya ve Nas­ yonal - Sosyalist Almanya arasındaki prensip ve metod benzerliklerine işaret etmektedir. Andlaşmalara, vaitle­ re, imza ve sözlere bağlılıklarındaki siyasi ve ahlaki de­ recelerİnİn de aynı bulunduğunu, bizzat kendi aralann­ daki andlaşmaları hiçe sayışiarını örnek vererek belirt­ mektedir. İlk Faşist hareketinin, kızıl ihtilale karşı açıl­ mış gösterilmesine rağmen, bu mücadele içinde ve ba­ şındakilerin bizzat ihtilalci Sosyalizm doktrinine avukat-

( 7 ) Herberi (8)

260

Ib:d,

W

s.

Selıncider : The F�scist Govcrnment of ltaly, 29.

s.

5 N"'·-' York 1943.


l ı k edenler. vasıta olanlardan ibaret bulunuşu açıklan­ maktadır 9 • Mussolini tarafından 1 9 14 - 1 9 15 'de organize edilen ( Fasci d'Azione Rivoluzionaria ) ile başlayan faşist hare­ ketine evvela Garibaldi ve Mazzini nesillerini ihya eden milli bir hava verilmek istenmesi, milliyetçiliğin ve o za­ man mevcut küçük, dağınık milliyetçi teşekküllerin is­ tismarcılığından ibareHi. Mussolini başta, Faşist yöneti­ cilerinin bu hareket başlamadan, ne de sonradan İtalyan Nasyonalizmi ve milliyetçilik cereyan ve teşekkülleri i le gerçek bir ilgileri yoktu. Bu hususa ilmi araştırma eser­ ierinde ve bizzat Mussolini'nin kendi kitabiarında hiç temas edilmemiştir. Güvenilir Batı kaynaklarından şudur :

edindiğimiz

intiba

Faşizm, ihtilalci sosyalist bir gruptan ve partiden za­ manında ayrılmasını ve hadiseleri kendi yaranna kullan­ masını bilen ve geniş arazi sahipleri ve endüstricileri de, Karaların Kızıllara karşı yegane koruyucu kuvvet olduk­ larına kandıran bir maceracının, Mussolini'nin hazin ma­ cerasından ibarettir. Hitler'in Nasyonal - Sosyalizm'i de böyle bir hazin maceradır. Komünizm macerası da yakın bir gelecekte aynı akıbete mahkumdur. Totaliter rejimler üzerindeki en değerli incelemeler­ den birini yapmış bulunan Gennino, eserinde şunları söylemektedir :

((Bütün totaliter diktatörlükler, olağanüstü ilgilerini genç nesiller üzerinde toplarlar. Despotizınin gerçekleş­ me ve tatbikatında gelişmemiş dimağları erkenden av( 9 ) Michael

T.

New York.

Florinsky.

Fascism

and

National

Socialisın..

s.

6.

1938.

261


lamanın ve doldunnanın istismarını çok iyi bilmektedir­ ler. ( Almanya, İtalya, Sovyet Rusya) , cemiyetlerinin bün­ yeleri bakımından başkalıklar arzeden bu üç memleket, ideolojik hedef ve prensiplerde bir noktada birleşmişlerdir • • _ ,,

Her üç rejim de ürkütücü Mesihi bir vasıfla meşbu siyasi bir din olmak iddiasında idiler. Profesör Talmon'un «Siyasi Mesihçilik» diye adlandırdığı 1 1 bu ideolojilerin her üçü de ( Yeryüzünde Dünya Cenneti Kurmak ) boş ha­ yalinin savunuculuğunda, Nicholas Berdiaev'in yazdığı gibi«Allahsız İlahi Ülke» tesisi yalanında birleşiyorlardı 1 " . Aslıton da, Faşizm v e Komünizm ütopyalan arasın­ daki alternatif münasebetlerinin ve hakkabazlık marifet­ lerinin aynılığına dikkati çekmektedir ı :ı . Bazı Batı kaynaklarından da örnekler vererek ger­ çekleri kısmen olsun gün ışığına çıkarmak suretiyle genç­ Ierimize yardım edebilmişsek, kendimizi bahtiyar saya­ nz.

( 10)

Dante

L.

Germina :

Study in Totalitarian Rule) . (ll)

J.

L. Talmon :

The Italian Pascist Party In Bölüm

S,

s. 62 - 82, Minncapolis

The Rise ot Totalitarian Dcmocracy, Boston 1952.

Power

(A

1959.

( 1 2 ) N. Berdiaev : Regno deli o spirito e regnio di Cesare. Mlla�o. 1954. ( 13) E. B. Ashton : The Fascist (His S ta te and His Mi nd ) , s. 16.

New York, 1937.

262


TÜRK - SOVYET MÜNASEBETLERi



TÜRK - SOVYET MÜNASEBETLERi VE İNÖNÜ'NÜN ( BİR SAGA - BİR SOLA ) POLİTİKASI « Yurtta sulh, Cihanda sulh»'u sağlamak bakımından, siyasi tarihimizin en önem taşıyan bölümü, Türk - Sov­ yet münasebetleridir. Çanakkale Zaferi'ınizden başlayıp günümüze kadar gelen bu münasebetler, bizim İstiklal ve hürriyetimizi, Cumhuriyet idaremizi, Batı anlamında­ ki demokrasi rej imimizi, hiilasa toprak biitünliiğümüzü, yurt savunma ve kalkınmamızı müsbet - menfi, uzak - ya­ kın tesiriyle daima ilgilendirmiştir. Türk - Sovyet münasebetlerinin milletlerarası barış ve güvenlikte, beynelmilel komünizmin istila emell eri karşısında hür ve demokrat memleketlerin müşterek ve meşru savunmalarında da büyük tesir ve alakası mevcut­ tur. Bu sebepledir ki, bizi de, dünya barışını da yakından ve hayati önemle ilgilendiren yeni Türk - Sovyet müna­ sebetleri ( emri vaki i ) karşısında, halisane şahsi görüş ve düşüncelerinlizi umumi efkara arzetmeği faydalı ve zaruri bulmaktayız . Bu, basit bir Dışişleri Bakanı ziyaretinden ibaret de­ ğildir. Bir millete dış ve iç politikasında mihver değiş­ iirtecek kadar ağır sorumluluk taşıyan, son derece teh­ likeli yeni bir emrivaki'dir. Büyük milletin, Meclisin ve muhalefetin bu defa da fikir, temayül ve tasvibleri dikkate alınmadan, müzahe265


ret ve desteklerine lüzum ve i htiyaç hissedilmeden, İnö­ nü ve Hükumetinin, henüz sandalyelerine oturmamış Sovyet liderleriyle tesisine gittikleri yeni bir ( Türk Sovyet Dostluğu ) , dış münasebetlerimiz kadar, iç poli­ tikamız ve hatta rejimimizi de çok yakından ilgilendiren son derece önemli bir konudur. Kıbrıs davamızla, onun güçleştirdiği iç ve dış siyasi ve ekonomik kördüğümlerimize çözüm imkanı sağlamak m aksadiyle, geç, plansız, programsız ve İstişaresiz çıktı­ ğı Batı yolculuğunda, neticenin ne olacağını bile bile, herşeye rağmen, İnönü'nün başarısını samimiyetle, va­ tanseverlikle gönülden istemiş ve arzularmştık. Ne ya­ zık ki hazırlıksız, sağlam bir iktidar temeline oturtulma­ dan sağa yapılmış bu yalpa ile bir fayda sağlanamamış. fakat hiç değilse, zararlı ve tehlikeli olmadığı için de, menfi sayılmamıştır. Ancak, bu sağa yapılan yalpanın evvelinde ve son­ rasında, her hadisenin istismarcısı s olcu kaynaklar, bü­ tün babasetleriyle yurdumuzda kesif bir NATO ve Ame­ rikan aleyhtarlığı kampanyası açmak ve Türkiye'yi De­ mirperde gerisine düşürmenin birinci merhalesi olarak tarafsızlığa zorlamak fırsatını bulmuşlardır. Bu kışkırı­ malar İzmir hadiselerinde, bir mabed yıkmak komünist taktiğine, Türkiye'yi Batı dünyasına karşı gerici, mürte­ ci ve müteassıp gösterip, tarihin karanlık devirlerine yu­ varlamak isteyen meş'um kızıl kuvvetlerin tatbikatma sebep ve müncer olmuştur� << Moskova görüşmelerinden maksat, Ankara'nın Ba­ tı bloku içinde daha bağımsız, şahsiyet ve haysiyet sahi­ bi yeni bir Türk dış siyaseti takip yolunu seçtiği» tarzın­ daki laflarında bugüne kadar güttükleri dış politikanın tarif ve tavsifi de bulunan İnönü ve Hükumeti'nin sağ266


dan sonra bu defa sola yaptığı yalpada da, millet, Meclis ve muhalefetin temayül, görüş, tasvip ve müzaheretle­ rinden yoksun bulunuşu, neticenin yine başarısızlığa varacağını düşündürmektedir. Ve hele, kesif bir komü­ nizm propagandasına yeniden fırsat verecek bu olayın, Hükümetin gözyumması ile her zararlı faaliyetin imkan ve müsaade istihsal edebildiği bu devirde, milli bünye­ ınizde ne korkunç tahriplerle, nasıl bir sonuca varabiie­ ceği tehlikesi aşikardır. Bu, hepimizi hassasiyetle mesele­ ye eğilmeğe ve muhtemel her çeşit felaketin, zamanında tedbirlerini almaya mecbur kılmaktadır. Biz Atatürk'ün çizdiği yolda Sovyetlerle iyi komşu­ l uk münasebetlerinin tesisine, Parlamentoda yaptığımız konuşmalarda, daima i şaret ettik. Fakat, yerli kızılların büsbütün şımarıp cür'et kazanmalarına ve p ervasızlaş­ malarına yol açmaktan başka bir netice vermeyecek bu yeni Türk - Sovyet münasebetlerinin zemini hazırlan­ m amış, zamanı iyi seçilmemiştir. Bilakis zemininde ve zamanında, yerli ve Moskovalı komünistlerin yararına, fakat Türklüğün ve dünya barış ve güveninin zararına, büyük tehlikeler mevcuttur. Yurt içinde en tabii insan haklarını güven ve düzeni sağlayamıyan, dış politikada iflasa giden aciz bir iktidarın oynadığı bu son koz, ancak milletçe uyanık ve tedbirli o­ lursak, fayda bir tarafa, memleketimizi melhuz bir kor­ kunç zarar ve akıbetten kurtarabilir. Muhalifi, muvafıkı ile bütün milletimizi ve sorumluları zamanında dikka­ te, uyanıklığa ve tedbiııe davet etmek, hepimizin mil­ li bir borç ve vazifesidir. İnönü'nün 1 938'den bu yana, iç ve dış politikada güttüğü yol : ( Sağa - Sola Yalpalama ) diye vasıflandın­ labilir. 267


Bu son Türk - Sovyet münasebetleri konusundaki düşüncelerimizi belirtmeden, İsmet İnönü'nün şahsi so­ rumluluğunu taşıyan 1 938'den sonraki siyasi hayatında, iç ve dış politikada güttüğü yolu görmek ve göstermek­ te; bunun, Atatürk'ün izinden sağa veya sola kaçmışsa, aynı doğru istikamete gelmesini işaret edip istemekte, birimiz kadar hepimiz için de büyük ve milli zaruret ve faydalar vardır. Son kırkbeş yıllık devrede, işgal et tiği büyük ve so­ rumlu mevkiler, dar ve küçük omuzlarına yüklendiği gü­ cünün üzerindeki ağır vazifeler ve bilhassa politika ha­ yatı süresinin uzunluğu bakımından, Türk siyasi tarihi­ n i n en şöhretli şahsiyetlerinden biri, İsmet İnönü'dür. O'nun yarım asrı bulan siyasi hayatındaki hata ve se­ vab ları, hezimet ve başarıları, geleceğin tarafsız yazılmış Türk tarihinde, gerçek bir muhasebe ile, elbette belirti­ lecektir. ilim için eser hazırlayan siyasi tarihçiler, şahsiyet­ iere hatasız hükümler çerçevesinde yer ve değer verrnek­ te çok hassastı rlar . Bunun içindir ki, şahsın kendisine aifettikleri önem kadar, onun çağını, çevresini, yardırncı ve işbirlikçilerini de tesirleriyle incelerneyi ve değerlendirmeyi başlıca pren­ sip ve metod bilirler. Bu açıdan , İnönü'nün başta büyük Atatürk bulun­ mak üzere, daha çok çevresinin tesir ve rengini taşıyan 1 9 1 9 - 1938 çağı, ve şahsan sorumlu olduğu 1 938 sonrası devri, ayrı ayrı bölümlerde mütalaa edileceklerdir. Ardında kahraman Mehmetciklerle, iki eşsiz asker : Gazi Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın bulun­ duğu Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın, Milli Kurtuluş Mücadelemizdeki askeri yeri, şahsi hata ve se­ vablarıyla birlikte, Türk Harp tarihinde yer alacaktır. 268


İnönü'nün Lozan dönüşü Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada : «Dr. Rıza Nur Bey, Türk Heyet-i Murahha­ sası içinde başlıca medar-ı rnuvaffakiyet olmuştur. Bunu millete söylernek vaziferndir» diye tavsif ettiği arkadaş­ ları ile birlikte Başrnurahhas bulunduğu Lozan'daki ba­ şarı ve kayıpları; Hariciye Vekili ve Başvekil olarak Ata­ türk'ün direktifi altındaki çeşitli iç ve dış faaliyetleri . de hep siyasi tarihin 1 9 1 9 - 1938 bölümünde belirtilecektir. Seçimsiz olarak Cumhurbaşkanlığı mevkiinde bulun­ duğu 1 938 - 1 950 yıllarında, İnönü'nün iç ve dış politika­ da Ata türk'ün ilkelerine sadakatla O'nun yolunda, O'nun prensiplerini takibettiği iddiası asla ileri sürülernez. Bilil.kis, Milli Şef'lik devri adı verilen bu çağda, Hasan Ali - Hakkı Tonguç gibi tatbikatçılarıyla, yalnız maarif ve kültür alanında, İnönü'nün Atatürk yolundan nerele­ re saptırıldığını hatırlamak kafidir. Büyük Atatürk aynen şunları tesbit ve işaret etmiştir : «Biz doğrudan doğruya rnilliyetperveriz ve Türk rnil­ liyetçisiyiz . Cumhuriyetimizin rnesnedi Türk carniasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsıyla rneşbu olursa o camiaya istinad eden Cumhuriyet te o kadar kuvvetl i olur . » <<Türkiye'nin terbiye v e maarif siyasetini her dere­ cesinde tam bir vuzuh ve hiç bir tereddüde rnahal ver­ meyen sarahat ile ifade ve tatbik etmek lazımdır. Bu siyaset her manasiyle milli bir rnahiyet irae eder.» « Yetişecek çocuklarırnıza ve gençlerİnıize görecekleri tahsilin hududları ne olursa olsun en evvel ve herşeyden evvel Türkiye'nin istiklaline, kendi mülküne ve milli an'­ anelerine düşman olan bütün anasırla mücadele etmek lüzurnu öğretilrnelidir.» 269


Yalnız bu Ata irşadı ve tavsiyelerine, Milli Şef'lik ça­ ğında herhangi bir sahada, ne dereceye kadar riayet o­ lunduğunu incelemek, gerçekleri gün ışığına çıkannaya kafidir. İç ve dış politikada, Atatürk'ün yolunda yürüdükle­ rine bir tek örnek veremiyeceklerin, bu yoldan ne kadar sola saptıklarını ortaya koyan yüzlerce vesika mevcut­ tur. Bugün korku, istismarcılık ve sahtekarlıkla sık sık Atatürk ilkelerine bağlı olduklarını savunanlann, Milli Şef devrinde idare ettikleri veya içinde bulundukları e­ ğitim müesseselerinde, Türk evladları, Atalarının diledi­ ğinin tam aksine, « milliyetçilik aleyhtarı, mülk ve milli an'an<! düşmanı» telkinlerle yetiştirilmek istenmiştir. 1945 - 1 947 yıllarında resmen Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayırolanmış ( Köy Enstitüleri Dergisi ) içinde, Atatürk'ün prensipleri, istekleri bir yana, adı dahi her­ hangi bir vesile ile, 29 Ekim veya 10 Kasımda da, bir ve­ fa eseri diye olsun kaydedilmemiştir. Atatürk'ün sosyalist olmadığı bizzat Lenin tarafın­ dan dahi kabul ve ifade edilmişken ' Sosyalistlerle iyi komşuluk münasebetlerine karşı yurt içinde amansız bir komünizm mücadelesini Atatürk kendisine şiar bilmiş­ ken; O'nun yolunda bulunmayanlar, açıkça Sovyet reji­ mini göklere çıkaran resmi dergi ve kitaplarla, geleceğin Türk öğretmenlerini, bugün ibretle düşünmemiz ve dik­ kate almamız şart olan şu hedefe yöneltmişlerdir : Sovietskago Dlplomato, 1922( 1 ) Bk. a) C. I. Aralov : Vospomindni 1923 (Bir Sovyet Diplomatının Hii.tıraları) Moscov 1960, p. 32. bl Senatar Dr. F. Tevetoğlu : Atatürk A 5ıainst Communism, The Week. Nr 47. November 22, 1963, p 12.

� 70


« Burjuvacı ekonomi ortadan kalkacak ve yerine plan­ lı cemiyet ekonomisi olan sosyalist sistem geçecektir �.» İnönü, Milli Şeflik çağında, solculara her türlü ta­ vizleri vererek kendisini ve Partisini, Cihad Baban'ın ifadesiyle : <<Komünizmin memlekette gelişmesinden başlıca mes'ul» hale getirmiş; öte yandan Türk milliyet­ çilerini, Irkçı - Turancı diye damgalatarak, Tabutluk­ Iara sokturmuş, işkencelere çarptırmış; fakat yine de Sovyetleri memnun, Türk - Sovyet münasebetlerini islah edememiştir. İnönü'nün o günkü baş kalemşörü tarafından Ulus'­ da yayımianmış ( Bir Dostluğun Sağlam Temelleri ) baş­ l ıklı : « B izim veEalı dostluğuna ve büyük hatırasına o ka­ dar bağlı ol duğumuz Lenin>> diye başlayıp ve : «Lenin ve Atatürk ölmüşlerse, onların eserlerini ancak yürüten, ilerleten ve yükselten iki şef, İnönü ve Stalin başımızdır­ lar» diye biten dalkavukluk teraneleri, Sovyetlerce de hiç­ bir iltifat görmemiştir. Hele İnönü'nün o günkü Dışişleri Bakanı Saraçoğlu'­ nun Moskova'da uğradığı diplomatik skandal ise, Türk ­ Sovyet münasebetlerinin kötüye dönüşünde bir dönüm noktası olmuştur. Bugün mevsimsiz, hazırlıksız ve tedbirsiz girişilen teşebbüsün halisane milli bir dış politikanın uygulanına­ sı olduğuna inanınayı çok istiyoruz ve Sovyetlerle daha iyi komşuluk münasebetleri kurulmasına asla karşı de­ ğiliz. :ı ( 2 ) Köy Enstitüleri Dergisi. Sayı

:

1946, s. 590. 1 3 ) Bk. Senatör Dr. F. Tcvetoğlu : 1963, S . 4 - 5 ve C. Senatosu

Bütçesi

müna.;ebctiyle A . P.

IV, Milli Eğitim

Basınıevi.

Ankara

Dış Politika Görü��� m ei<:.

Aı·,kara

1 962 - 1963 - 1 964 Dı�i�ieri Bakanlığı

Grubu adına yapılrmş lwn:..ı�malar.

(

7

)


Fakat, Komünist Blok i l e mali, iktisadi, sportil ve bilhassa kültürel yakınlıklar tesis edilirken, Atatürk'ün fikir, ideal ve mücadelesinin bütün vecibeleriyle ihyası ve Atatürk'ün Sovyet Politikası yolunun aynen izlenme'ii zaruridir. Yoksa, milli, manevi, tarihi ve an'anevi yapısı temel­ lerinden sakatlanmış, içinde Ruslar hesabına çalışaniann artık parlamentoya, devlet ricaline, milli güvenlik teşki­ latma serbestçe saldırdıkları bir ortamda, Türk - Rus •nü­ nasebetlerinde dışardan da işlenecek bir hata, hatalıktan çıkar, milli bir felaket olur. (Yeni

272

İstanbul, 3/Kasım/1964)


ATATÜRK'ÜN SOVYET POLİTİKASI Türk milletinin başbuğu Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1 9 19'da Samsuna çıktığı zaman, önderlik edeceği Milli Kurtuluş Mücadelesi'nin askeri meseleleri kadar ; diplomasi alanında da yenrneğe mecbur bulunduğu bir­ çok güçlüklerle karşı karşıyaydı. ' Askeri başanya erişmek, diplomatik münasebetlere büyük önem vermekle mümkündü. Kökünden yıkılmış dış politikanın, sağlam temeller üzerinde yeni baştan in­ şası gerekiyordu. Böylece temin edilecek silah, cephane ve para yardımı ile Türk milli gücü artırılacak, düşman­ ların yenilme ve yurddan temizlenmeleri sağlanabilecekti. Osmanlı camiası içindeki Türk olmayan unsurların milli uyanış ve ihtilalleriyle Türklerden ayrılmalarından sonra, Batı emperyalistlerinin imparatorluktan arta kal� mış yıkıntılara hep birden, insafsızca saldırışları, Türk Milli Mücadelesi'ni büsbütün güçleştirmekteydi. ·

Türk toprağını ve Türk milletini bu Dünya Cehenne� IDi'nden kurtarıp yeni milli bir devlet kurmak ve bu dev­ letin iç ve dış istiklalini bütün devletlere tanıtmak, Milli Kurtuluş Mücadelesi'nin hedefi i di . Yurtlan dörtbir yandan düşman

kuvvetleri tarafın­

dan sarılmış ve işgale başlanmış Türklerin, bu Avrupalı sömürgecilere karşı ittifak

edebilecekleri iki devlet kal­

mıştı. Bunlar : Birleşik Amerika Devleti ile Sovyet Rusya idi. 273


Birinci Dünya Savaşı öncesinde, ekonomi ve kültür çerçevesi içinde gelişmiş Türk - Amerikan münasebetleri, l 91 7'de Amerika'nın İtilaf Devletleri'ne katılmasıyla esas­ lı bir değişikliğe uğramamıştı . Çünkü her iki millet de, müttefiklerinin direnmelerine rağmen, birbirlerine savaş açmamışlar, yalnız siyasi münasebetlerini kesmekle ye­ tinmişlerdi. Böylece Birinci Dünya Savaşı sonunda Tür­ kiye ile Amerika, savaş halinde bulunmuyorlardı. Yalnız, 1 9 1 4 ile 1 917 yılları arasında Türkiye'deki Er­ meni sürgünü için Amerika'da yapılmış kasıtlı bir kesif propaganda, bu memlekette derin bir Ermeni hayranlığı ve geniş bir Türk düşmanlığı yaratmıştı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson'un 14 mad­ delik Banş Prensipleri karşısında da Amerika için bir a Türk Meselesi» doğmuş bulunuyordu. 1 ( The American Relief Coınmission ) Başkanı, sabık Amerika Cumhurreisi Herbert C. Hoover'in teklif ve taz­ yiki ile «Türkiye'de manda idaresi ve Ermeni meselesi• konulannı inceletmek için bir askeri misyon göndermeği kabul etmiş Wilson, bu iş için General James G. Har­ bord'u vazifelendimıişti. General Harbord, başkanı bulunduğu heyet ile İstan­ bul ve Anadolu'da temas ve incelemeler yapmış, 22 Eylül 1 9 1 9 tarihinde Sivas'a gelerek Atatürk ile görüşmüştür. Atatürk bu görüşmede Heyet-i-Temsiliye Reisi sıfa­ tıyla General Harbord'a Milli Mücadele'nin hedeflerini özetleyen bir muhtıra vermiş, « tarafsız büyük bir devle­ tin yardımını kabul edebileceğini » bildirmiş ve Amerika (l)

274

Enver Ziya Karai : General

Çağ. Nu

:

Harbord 'un Atatürk ile görüşmesi, Soo

ı6. Ankara. Haztran 1964,

ss .

6

_ 7 ve

36 - 37.


Birleşik Devletleri'nin Türk davası için yardım ve sem­ patisini kazanınağa çalışmıştır. 2 Mustafa Kemal Paşa - General James Harbord Gö­ rüşmesi'nde Atatürk'ün, komünizm propagandasına Tür­ kiyeden daha kapalı bir memleket olamıyacağını belir­ ten şu tarihi sözleri son derece dikkate şayandır :

<<Bolşevizme gelince, onun bize nüfuz etmesini önl� yan dinimiz, an'anelerlmiz ve sosyal bünyemiz gözönüne alınırsa, bu doktrinin memleketimizde hiçbir şansı olma­ dığı anlaşılır. Türkiye'de ne kapitalistler ve ne de mil­ yonlarca işçi vardır. Zirai bir problem de önümüze dikil­ miş değlldir. İçtimai nokta-i nazardan dini kaidelerlmlz bizi bolşevikliği kabul etmekten alıkoyrnaktadır. HattA Türk milleti, lüzumu halinde ona karşı savaşınağa ha­ zırdır 3.» Ne büyük siyasi gaflettir ki, Amerikalılar Atatürk'ün bu önemli işaretini anlayamamış ve değerlendirememiş­ lerdir. Böylece Türkler için son üçyüz yılda 14 defa 49 yıl süre ile savaştıkları Ruslardan başka dostluk edebilecek­ leri, yardım isteyebilecekleri bir millet kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı sonunda Türklerin Çanakka­ le'de verdikleri binlerce şehidin kanıyla yazdıkları eşsiz (2)

a) Gazi Mustafa Kemal ( A tatü r k ) : Nutuk. C. I. İstanbul 1934, ss. 123 - 124. b ) Maj. Gen. James O. Darbord : American Military Mission to Armenla, International Conciliation, v. CLI, June 1920, pp. 294 - 95.

c ) Roderlc H. Davlsoıı : Turkish Diplomacy from Mudros to Lau­ sanne, The Diplamats 1 9 1 9 - 1939, Princeton University Press Princeton 1953, p. 173. Ç) Tevfik Bıyıkoğlu : A tatürk Anadolu'da, Ankara 1959. s. 65. d) 1\lehnıed Gönlübol ve Cem Sar : Atatürk ve Türkiyen in Dış Po­ litikası ( 1 9 1 9 - 1938 ) , İstanbul 1963, s. 1 3 . ( 3 ) U .S . Senate Docurnents, 66 th Congress, vo l. XV, Nr. 266, Exhibit C .

275


destan, Avrupa emperyalistlerinin ağır suretteki ilk ye­ nilmelerini tarihe geçirmişti. Bu büyük zaferden Türkler zararlı çıkmışlar, fakat Avrupalıların Karadenize geçe­ rneyişleri sonucu müdahalelerinden bilvesiyle masun ka­ lan ve bu sayede Çarlık rejimini kolaylıkla yıkıp ihtilal­ lerini gerçekleştiren Bolşevikler faydalanmışlardı . Rusların ( Çargrad ) adını vererek yüzyıllarca hayal ettikleri İstanbul, İngiliz, Fransız ve İtalyanların müşte­ rek işgallerindeydi. Ruslar, ele geçiremedikleri, kendi ta­ birleriyle « baba biçilmez ve taksim edilemez inci » İstan­ bul, düşmaniann da olmasın diye , Türklere keyif bağış­ lamak ve guya bizi avlamak maksadıyla emperyalistlere ateş püsküri.iyorlardı. O anda kendilerine de düşman olan bu milletiere karşı bizi destekleyip kışkırtarak ileri sürmekte, esasen kendi milli varlığını kurtarmaya savaşacak Türklerin yıpranmasında Bolşeviklerin büyük istifadeleri aşikardı. Fakat Anadolu'nun yağm:ı halinde paylaşılışı ve en son İngilizlerin 16 Mart 1920'de İstanbulu tamamen işgal ile Meclis-i Mebusan'ı kapatmaları ve birçok milletvekil­ Ierini tevkif etmeleri, Prof. Arınaoğlu'nun da eserinde belirttiği gibi, • Mustafa Kemal'i ister istemez Sovyet Rusya ile anlaşmaya zorlayan sebeplerdendi. Vatan kurtarıp istiklal kazanmak zoruyla Türklerin Avrupa Emperyalistleri'ne Çanakkale'de ve sonra da Dumlupınar'da indirdikleri ve indirecekleri ağır darbeler, gelecekte bütün Dünyayı tehdid edecek yeni tip bir sö­ mürgeciliğin gelişmesine yarayacaktı. Daha önce de be­ lirttiğimiz gibi, • şüphesiz, siyasi tarih yazarları, bu so­ rumluluğun Türkleri « nefis müdafaası»'na zorlayan AvH. Arınaoğlu : Siyasi Tarih 1789 - 1960, Ankara 1964. Tevetoğıu : Mllletlere Işık Tutan İKİ BEYANNAME,

( 4 ) Fahlr ( 5 ) Dr.

1963, 58.

276

38 - 39.

An kara, s.

63 1 .


rupa Emperyalistleri'nde ve yardımsız bırakan Amerika B. D.'nin gafil siyasilerinde olduğunu açıklayacaklardır. 1 91 7'de Çarlık rejimini yıkarak dış politikalarını de­ ğiştirdiklerini i ddia eden, Avrupa Emperyalistleri'ne kar­ şı olduklannı ve başta Türkler bulunmak üzere komşu­ laona asla taarnız etmeyeceklerini ısrarla yayımiayan Bolşeviklere ne dereceye kadar inanıla bil irdi ! Ve bilhassa bunlarla dostluk edilir, bunlardan silah , cephane ve para temin olunurken, Bolşevikterin yardım bahanesiyle ordularını ve «gerçek halk ihtilali ? •>'ni ta­ mamlayacaklar diye satın alınmış ajanlarını toprakla­ rımıza yayarak Türkiyeyi de kızıllaştırmak plan ve te­ şebbüsleri nasıl önlenebilir, nasıl akim bırakıla bilirdi ? İşte Atatürk'ün büyük siyasi dehası ve başarısı, bil­ hassa Dış Politikası'nın Sovyetlere karşı olan bu zaferin­ de meydana çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın 26 Nisan 1920'de Lenin'e gönderdiği mektup, 3 Haziran 1920' de Sovyet Dışişleri Karnİseri Çiçerin tarafından cevaplandırılmış tı. Böylece, 23 Nisan 1 920'de Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi Hükumeti'ni ilk tanıyan ve onunla dostluk kuran devlet, Sovyet Rusya oluyordu. O sıralarda bizzat kendileri hayli zayıf ve perişan bir durumda bulunmalarına rağmen, Bolşevik liderle­ rin, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk ( Milli Kurtuluş Mücadelesi ) 'ni destekleyişleri, Kennan ve Jaesch­ ke'nin de belirttikleri gibi " halisane dostluk düşün­ celeri ve kolay anlaşılır sebepler değildi. Türk temsilcilerinin Moskova'ya hareket ettikleri bir sırada, kendisine : ( Komünizm ile Rus dostluğu esa(6)

a)

George

F.

Kennan :

Soviet Foreign Policy 1 9 1 7

_

194 1 ,

Nostrand Co., Toronto 1900, s. 66.

b) O. Jlieschke : s.

439.

Der weıtbolschewısmus ( Die Türke! ) ,

D.

Be rı ın

Van 1 936.

277


satı arasında bir münasebet var mıdır ? ) diye sorulan Atatürk, şu açık ve kesin karşılığı vermişti : 7 - Komünizm içtiınal bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimal şeraiti, dini ve milli an'a­ nelerinin kuvveti Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini te'yid eder bir mahiyettedir. Son zamanlarda memleketimizde komünizm esasatı üze­ rinde teşekkül eden fırkalar da bu hakikatı bittecrübe id­ rak ederek tatil-i faaliyet Iüzumuna kani olmuşlardır. Hatta bizzat Rusların mütefekkirleri dahi bizim için bu hakikatın sübtituna kaail bulunuyorlar. Binaenaleyh bi­ zim Ruslada olan münasebet ve muhadenetimiz ancak iki müstakil devletin ittihad ve ittifak esaslarıyla alaka­ dardır.>> Daha sonraki yıllarda da Atatürk'ün aynı görüşü da­ ha açık savunduğu sabittir. Mesela, Bursa'da Petit Pa­ risien muhabiri M. Jean Vaucher'ye ( Sulh şartları, iç ve dış siyasi meseleler) üzerinde verdiği demeçte de Ata­ türk katiyede şunu ifade etmektedir : cc Biz ne Bolşevikiz, ne de komünist; ne biri, ne di­ ğeri olaınayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hür­ metkanz •. » Türkiye başta olmak üzere, Sovyetlerin Asya ve Or­ ta - Doğu memleketlerine karşı takip ettikleri politika, komünist rejimin günümüze kadarki süresince, ulaşmak istediği sonuç bakımından aynı, gerçekleştirme ve uygu­ lama metodları bakımından ise başka başka olmuştur. 20 Kasım (3 Aralık) 1 9 1 7'de, Halk Komiserleri Şti­ rası'nın (Rusya'nın ve Şark'ın bütün emekçi Müslüman•••

l

(7) Hakimiyet-i-Milliye Gazetesi, Ankara 6 ı;>ubat 1921, Nu. ı o ı . ( 8 ) a ) Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle Mülikat. Renin (Tanin)

Gazetesi, İstanbul 2 Kasım 1922, Onbeşinci Sene, Nu. 20, s. ı. b) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri. İkinci baskı. Ankara 1961, c . III, s. 5 1 .

278


lan ) 'na yayırnladığı (Çağın ) , Sovyetlerin izleyecekleri ilk avlayıcı politikanın bir belgesi idi. 9 Burada Türkiye'ye : «Tahtından düşürülrnü!? Çar ta­ rafından İstanbulun zaptma dair yapılmış olan gizli mua­ hedelerin iptal ve Türkiye'nin taksimi hakkındak i an laş­ maların hükürnsüz ilan edileceği» va'dolunuyordu . Türkiye Türklerini kandırmak v e aldatmak i ç i n 1 920 Mayısında yayırnladıkları bildiride de, doğruluk v e sami­ rnilikten yoksun aynı tekerlerneleri tekrarlıyariardı "' : « Camiler i, ibadethaneleri, rnektepleri tahrip v e hak ları gasbedilen kimseler! Sizin dininiz ve adetleriniz, m i l li ve medeni hürriyetiniz serbest ve el sürülmez bir halde ka­ lacaktır. Serbestçe ve engelsiz olarak milli hayatınızı dü­ zenleyiniz. Buna hakkınız vardır. Bilmelisiniz ki, Rus İn­ kilab-ı-kebiri'nin Sovyetleri, sizin hukukunuzu bütün kuv­ vetiyle himaye edecektir.» 1 - 8 Eylul 1 920'de Baku'da 1 89 1 delegenin katılma­ sıyla toplanan ( Doğu Milletleri Kurultayı ) 'nda Zinavi­ ev'in yaptığı konuşmada da, Sovyetlerin Doğu m i lletle­ rine karşı izledikleri ve izleyecekleri politikanın anahat­ ları belirtilmiş bulunuyordu : 11 << Komünistler şuna inanmışlar ki, milli uyanıştan baş­ layan Türkiye'nin emekçi kitleleri, kaçınılmaz bir surette sosyal uyanışa gelip duracak, yalnız yabancı burjuvazi­ nin değil, belki Türkiye burjuvazisinin de devrilmesini günün meselesi haline koyacaktır. » « Türkiye'de savaş milliyetçilik parolası altında yapıl­ maktadır... Burada, bittabi komünizm kokusu yoktur. (9) Obrazovaniye SSSR, Vesikalar Dergisi. Akademisi Yayınlan, Moskova 1949.

Sovyetler

Birliği

İlimler

( 10 ) Bildiri'nin

tam metni Için Bk. : a) T. B. M. M. Zabıt Ceridesi. Devre I. içtim a Senesi I, Cild I, 3. bao;ılış 1959. b) Dr. Tevetoğlu : Faşist Yok, Komünist varl, il5.veli 3. Baskı, An­ kara 1963. ss. 57. ( l l ) Le premier Congres Des Peuples De L'Orient. Bakü ı - 8 Eylül 1L20. ss.

40 - 42.

279


Bununla beraber komünistler, İngiltere ve Fransa'ya karşı mücadelelerinde Kemalistleri destekliyor ve bundan sonra da desteklerneğe devarn edeceklerdir. » Fakat gelişen olaylar v e sonuç, kirnin yenilmeyen as­ ker olduğu kadar aldanmayan, kanrnayan, üstün ve eş­ siz diplornat bulunduğunu da meydana koymuştur. Dr. G. von Stackelberg'in de değerli etüdünde bu ger­ çek şu cümle ile belirtilmiştir 12 :

«Atatürk'ün Türkiye'de müstakil ve anti - komünist siyaseti, milli inkilapları komünistleştirmek isteyen ko­ münistlerin bu yoldaki ilk mağlubiyeti oldu.» 1 9 1 9'dan 1938'e kadar izlediği yirmi yıllık ( Atatürk'­ ün Sovyet Politikası ) , Türkiye ile Sovyet Birliği arasında iyi komşuluk ve dostluk münasebetlerinin kurulmasını ve devarnını sağlamıştır. Fakat diğer taraftan Atatürk, ideoloji ve rejim olarak, Bolşevikliği ve kornünizmi bütün esaslarıyla daima şiddetle reddetmiş ve : «Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her göründüğü yerde ezilmellb) büyük milli emrini vermiştir. ( Atatürk'ün Sovyet Politikası ) tedkik ve tesbit edi­ lince görülüyor ki : Son kırk yıllık dünya tarihinde, bii­ yük devlet adamları içinde, komünizm karşısında yanıl· mak değil yanıltrnak, şaşırrnak değil şaşırtrnak ve yenil rnek değil yenrnek zaferi de bugüne kadar yalnız Ata­ türk'e nasibolrnuştur. Komünizmden korunmağa, kornünizrnle mücadele­ ye, kornünizmi yoketmeğe azirnli millet, teşekkül, mües­ sese ve kişiler, başanya ulaşmak için, ( Atatürk'ün Sovyet Politikası )'ndaki diplomatik inceliği, harikul'ade zeka oyunlarını ve dirayeti kavramalı, Atatürk'ü örnek alrna­ lıdırlar. (-1 2 )

Dr.

No.

280

G. von

Stackeıberg

:

Bakü'den Bımdung · a kadar.

Münih. Nisan - Haziran 1955. ss. 4 - 5.

Dergi

ı.

Yıl.


KİŞİ A�ANER, ibrahim 243 A�AR, Zülfü 2 4 3 AHMED CEVAD ( Emre ) 1 93 ,

1 95,

ADLARI

1 58,

1 92 ,

1 96

AHMED Cevdet 66 AKDENiz, A. Necati 243 AKSAL, Kemal Rüştü 2 3 9 AKTAN, Alper 4 0 ALl Hz 7 3 , 7 6 ALKAN, Cemal 2 4 2 ALPARSLAN, A. Tevfik 2 4 0 ALPAUT, Dr. Aziz 1 63 ARAL, Prof. Nam ı k Zeki 2 ı 4 17 ARALOV, C. 1 . 270 ARDIÇ, Kamuran 239 ARI�, Galip 40 ARMAN, Hürrem 40 - 4ı , ı 49 ARMANO�U , Prof. Fahir H. 276 ASHTON, E . B. 262 22

-

BERKES, Niyaz i 1 4 16 BEYAZIToGLU, Ataullah BIYI KOOLU, Tevfik 275 B iLGÜTAY, Ali Rıza 242 Boleslaw 1 24 - 2 S BRECHT, B. ı 4 2 BREISH, A. L. 2 2 8 -

ı o4 - ı 05 ,

1 07 - ı 09, 1 40,

1 35 ,

ı 59,

ı 78,

1 82

ı 96,

2 1 6,

223,

ı 2 2,

24, ı 25,

ı 43 , ı 48,_ ı 54 . .

86,

1 9ı

2 6 7 - 278,

ATAY, Falih Rıfkı 1 59 - 60 ATSIZ, Nihai 1 93, 2 5 6 AVCI OOLU DaGan 40 AVTORKHANOV, Abdurrahman AYTUN, Afif 243

.

93,

280

,

NESiN, 54,

ı 26

2 8,

1 56 . 57, 255 . 56, 2 7 1

BUKHARiN ( Bucharin ) . N. 1 27 BULGANIN , Nikolai A. ı 27 BUR I AN, Orhan ı 73 BÜRGE, Dr. Fazıl Şerafetlin 2 3 8 CALP Necdet 239 CANTÜRK, Kemal 240 CASTRO, Fidel 250 CATLIN, George 79 CENGIZ, Hayati 244 CHI, Lui Shao 254 CHURCHIL W inston S . ı 97 ÇAKMAK, Mareşal Fevzi 54 ı 60 . 6 ı , 2 2 5 ,

Aziz 49

BABAN, Cihad ( Hikmet )

1 53

66

BRUNO, Ferdinand ı 76

27, 3 5 . 36, 4 1 , 44, 55 . 5 8 , 96, ı 34 .

BALA, Mirza 1 78, 1 80 BANG�U, Tahsin 40, 1 45 BARBUSSE, Henry ı 72 BARLAS, Şefik 242 BAYAR, Cel a l 99 ı 00, 1 05 BAYKURT, Fakir 2 5 BAYKUT, Cami 55, ı 60 BERDiAEV, Nicholas 262 . . BERIA ( BERIJA ) . Lawre n t i j ı 27 -

·

ATATÜRK, Mustafa Kemal

i NDEKSi

·

57,

268

ÇERKEZ Edhem 48, 57 ÇiÇERIN ( Chicherin ). G. V. 1 99, DANiLEVSKi, Nikolay Y. 1 3 7

277

281


KİŞİ ADLARI İNDEKSI

D'ANONÇI O, ( d'Annunzio ) , 1 0,

42,

Gabriei

256

DARENDELioGLU, ilhan Egemen

117

1 93

DARKOT, Prof Besim 1 90 DAViSON, Rederic H. 275 DELEBEDEF, Madam Olga ( Gülna r ) 66

DEMiR, Dr. Kemal 238 DEMiRBAŞ, ismail 2 4 3 DERDLi, Aşık 1 02 DERiN, Haldun 239 DEYMER, bk. Şefik Hüsnü DIMITROF, Georgie 1 24 25 DJ ILAS, Milovan 2 1 9 DOKUZoGLU, ismail 242 DUONG NAN M INH, Gen. DUVERGER, Maurice 254 EASTON, Da vi d 79 EDHEM, bk. Çerke; ·

1 20

Eksekias 206

EMRE, bk. Ahmet Cevad ( Giridi i ) ENERGiN, M. Turhan 240 ENVER Hoca 1 28 ENVER, Paşa 247 ERALP, Yusuf Ziya 238 ER - BIL, Haşim Nahid 1 74, 1 76, 1 80

ERDAL, Vahdet 243 ERDEM, Naim 244 ERGÜN, TalAt 242 ERiM, Nihad 1 60 Erkin, Feridun Cemal 1 38 ERKÖK Cemi l 2 3 9 ERSOY, Mehmed Akif 54, 2 2 5 ERTAN, Dr. !smail 4 3 ERTuGRUL Muhsin bk. May ERTÜRK, Nihat 2 4 2 282

ESEN, Mustafa 4 0 ESMER, Prof. Ahmed Şükrü 1 1 6 EVTUŞENKO, Evgeni 1 7 1 EYYUB Aleyhisselam 69 FARMAKIS, Ni colas 1 3 1 - 32 FATiH, Su lt a n Mehmed 1 04 , 257 EVZ I , Şerbe tçi ( bk. Az iz Nesi n ) FEYZiOGLU, Turhan 2 9 FISCHER, Lou is 1 5 2 FLORINSKY, Micha ? l T. 260 - 6 1 FOSTER, W i l l i a m 1 24 - 2 5 FREDERIK ( Frederick ) l l . 1 76 GAR I BALDI, G. 2 6 1 GARiP, Aşık ı 0 2 GAULLE, Gen Charles de 1 20 GEORGALAS, G. 208, 2 1 0 GEORGE, Llcyd 1 97 GERMI NO, Dante L. 2 6 1 - 62 GEZER, Hasan H üseyin 243 GEZMEN, Osman Nuri 244 GiDE, Andre 1 52 GOMULKA, W. 2 1 9 cöGÜş, Ali i hsan 238 GOKALP, Ziya 9 6 , 2 3 3 GÖNLÜBOL, Mehmed 2 7 5 GUICCIARDI 7 9 GUNARIS 1 99 GÜLMEN, Mehmet Cemi! 243 GÜNDÜZ, C ahi t 2 4 3 GURSEL, Cem a l 2 3 7 - 38 HAMDULLAH S:.:phi ( Tanrıöver ) 1 69, 1 70

HAMDULLAH, Muhammed HARBORD, Gen. Janı:s G. 75

76 1 34 , 274 -

HATiPOGLU, Şevket Raşit 3 0 , 62, 65 HAYRi , Efendi ( Ürgüplü ) Şeyhülis­ lam 247


KİŞİ ADLARI INDEKSI

HEYBELI, Dr. Recep HiTLER, Adolf 1 O, 57,

26 1

KENNEDY, Joh·ı F . 42,

240 1 36,

253,

255 -

HOOVER, Herbert C. 274 HURWICZ 1 86 I RMAK, Prof. Dr. Sadi 238 ISA, Aleyhisselam 65 - 68, 70,

73,

1 48, 1 65 - 66, 1 73

I YAD, Kadı 76 IÇOZ, Sı rrı 1 07 - 1 08 IDIL, M. Zahit 242 ILERI, Ayşe 1 O l ILERI, C ah i d 1 O l iLERi, Ca h ide 1 O l iLERi, Tevfik 3 6 - 3 7 iLERi, Vasfiye 1 03 iNÖNÜ, ismet 55 - 59, 1 25 , - 56 ,

1 58,

1 65,

1 77,

50

1 38, 1 55

1 81

-

85,

1 6, 3 5 - 36

61

IVAN, Çar 2 5 8 JAESCHKE, Prof. G. KAÇI KOÇ, Ramazan KAHRAMAN, Necdet

1 34, 1 86 , 277 242 242

KALMUKOF, Stefan ivanoviç ( Albay ) 1 3 1 - 32

KANATLI , Gen. Şükrü 2 1 KANDE, J. J . 228 KANSU, Şadan Ferit 242 KARABEKIR, Klizım ( Paşa )

55,

1 93

KARAL, Enver Ziya 274 KARAOSMANoGLU, bk. Yakub Kadri KARAVAEV, A. 1 80 KELSTLER, Arthur 1 52 KENNAN, George F. 1 34,

-

2 5 , 34

-5 3 , 5 ? - 6 1 ,

-

39,

277

250

145

2 5 , 1 27 -

29,

252

1 6,

1 9,

-

42,

41

KOHN, Hans 1 3 7, 1 4 1 KORDATOS, Yani 1 99 - 200 KORDT, Dr. E r i ch 1 1 6 KORYÜREK, Enis B e hi ç 232 KOSIGIN, A. 1 3 1 KRUŞÇEV, Nikita S. 42, 44,

242

iSFENDiYAROGLU, Fethi

1 20,

KHALATBAR I , Dr. Abbas Ali KHANH, Gen. Nguy�n 1 20 KHOMYAKOV, A. S. 1 4 1 K I RL I , Nihad Rüştü 242 KITSIKIS, D i m i tri 1 96 - 200 KOÇ, M. Şü�;ü 9 , l l - 1 4 , 23

2 3 5 - 38, 2 4 1 , 248, 265 - 71

I RDEL, Hayri

44,

- 51

33

1 23

1 3 1 ' 2 2 2 , 256

KURAL, Adnan 240 KAZlM Paşa ( S3möu., Valis i ) 1 9 1 LASK I , H . 1 4, 1 6, 1 9, 4 4 , 52 LAVRiN, Ja:ıko 1 3 6 LEDNICKI, W. 1 4 1 LENIN, V . 39, 1 2 5 - 2 8 , 1 99 , 254, 256 - 57, 270 - 270 - 7 1 '

277

LIPPMANN 1 4 LOUIS XV. 1 1 9 MAC Carthy 34 MACH iAVELLi , Niccolo 82 - 84 MAKARIOS, 1 39, 205 MAKTAV, De. Ziyaeddin 238 MALENKOV, G. M. 1 2 7 MALRAUX, A. 1 5 2 MANATOV, bk. Şe r i f MARKS ( MARX ) , Karl 39 MAV, Ertuğrul Muhsin 2 2 2 - 24 MAZHAR Şevket 1 73 MAZZINI, G. 2 6 1 MENDE, Prof. Gerhard Von 1 63 -

64

283


KİŞİ ADLARI İNDEKSl

MEVLANA, Celaleddin Rumi

86, 88 -

90, 92, ı o2 - ı o4

MEYDANOGLU, N. 95 MOLOTOV, V. M. 1 2 7 MUHAMMED, Aleyhisselam

67,

69,

76, ı 48 - 4 9

MURPHY, Robert D. ı ı 6 MÜSA Aleyhisselam 69 MUSSOLiNi, Benito 2 5 3 , 256 - 6 ı MUSTAFA Suphi ı 58 , ı 8 4 , ı 9 3, ı 94 MÜFTÜOGLU, Ahmed H i kmet 233 NAM I K Kemal 56 , 66, 225 NAZlM Hikmet ( Ran, Verzanski ) 6 , 33, 56, ı 24 , ı 46, ı s8 , ı 82 , ı 92 , 2 ı 9 , 2 2 2 , 2 2 4 , 2 3 0 , 247, 252 - 53

NOYAN, Gen . Kurtcebe 2 ı NYABWA, J . G . 2 2 8 OGUZ, Mehmet 243 OKWANYO, J. H . 228 ÖKTEM, Dr. ibrahim 6 2 , ı 65 - 66 Hz. Omer 73 ÖMER, Seyfettin 2 2 3 ÖNER, Prof. Kenan ı 59, ı 74 , 1 80 , ÖZBEK, Halil 2 4 3 ı 93

OZBEK, Hami 243 ÖZGÜNEŞ, Mehmed 40, ı45 - 46 ÖZTRAK, Orhan ı 45 , 2 4 ı ÖZTRAK, Adnan 2 3 5 PAPANDREU, G. 2 ı 2 PARS, Muhittin Baha ı 07 PAVLOVi Ç, Mihail ı 83 , ı 93 PHON - HUY - QUAT, Dr. ı 20 PODGORNY, N. V. ı 45 POGODIN, M. P. ı 4 ı RENAN, Ernest 6 5 - 67, ı 6 5 RlZA NUR, Dr. 53 - 54, 5 6 , 58 - 59, ı 68, ı 70, 269

284

R IDDELL, Lord ı 97 R iJOV ( Ryjov), Niki ta ı 39 , ı 66 RUMYANTSEV, Sergej 229 RYKOV, A. 1 . ı 27 SABAHADDIN, Prens 2 ı 5 SABAHADDIN, Ali 3 3 , ı 4 ı , ı 74,

ı 58 ,

ı 82

SABis, Gen. Ali ihsan 55 SAKARYA, Durak ı 07 SANÇAR, Nejdet 49 SAR, Cem 275 SARAÇOGLU, Şükrü ı 08, 2 7 ı SAYGlLI, Hasan 243 SAZA K, Emin ı 07 SCHNEIDER, Herbert W. 260 SERTEL, Sabiha 55, ı 60 SERTEL, Zekeriya 5 5 , ı 60 siLLONE, ignosio ı 52 S iRER, Reşad Şemseddin ı 9, 3 5 - 3 7 S i RMEN, Fuad ı 4 ı SMiTH, Bedeli ı ı 9 SOKRAT, 69 SÖKMENSÜER, Şükrü 5 5 , ı 59 STACKELBERG, Dr. G. von 280 STALIN, Josef V. ı 23 - 24, ı 26 29,

ı3ı,

20 ı ,

254,

256

STRATOS ı 99 SUSLOV, Mikhail A. ı 29 , 2 ı 8 SÜLEYMAN Nazif 233 ŞAH iN, Mehmed 242 ŞAKAR, Prof. Akif Şak i r ı n ŞEFI K Hüsnü ( Deymer ) ı 6 ı ŞERiF, Manatov ı 58, ı 85 ŞOHOGLU, Atıf 4 3 TAHTAK ILIÇ, Ahmed 37 TALAT Bey ( Sadrazam ) 247 TALMON, Prof. J. L. ı 22 , 262 rANDOGAN, Nevzat ı 59


KİŞİ ADLARI İNDEKS!

TANRIÖVER, bk. Hamdullah Suphi TANTAY, Mustafa 244 TARHAN, Abdülhak Harnit 56 TAYLOR, Gen. M. ı 2 ı TEVEToGLU, Dr. Fethi 3, 6, ı o - ı 2 20, 24, 3 ı

- 3 2 , 36, 43, 46, 50,

53 - 54, 60 - 6 ı , 65, ı 22, 58,

ı 25,

ı 29, 203,

270, - 7 ı ,

276,

78,

1 1 6,

254, 257 279

THABIT, Antun J. ı 24 - 25 THOREZ, Maurice ı 24 - 25 TiM, Fikret 243 TITO, J. B. ı 29, 2 ı 8 - ı 9 TOGLIATII , Palmiro ı 23, ı 25 TONGUÇ, i smail Hakkı ı 59,

ı6ı,

ı 66, ı 74 , 222, 269

TÖR, Vedat Nedim

67,

ı 48

TROÇKI ( TROTSKY ) , Lev D. stei n )

ı 26 - 27,

ı 99

TUG, Arif Yaşar 243 TUGSAVUL, Gen. Muzaffer 2 ı TURAN, Prof. Osman ı a7 - 89 TÜRKGELDi , Ali Fuad 2 4 7

TYUTÇEV, F. i . 1 4 ı US, Asım ı 60 US, Tarık ı 60 UTKU, Rıfat 24 2 UZUNKAYA, Cemal Coşkun

( Bren-

URGUPLU, Suad Hayri 52 - 53, 248 ÜRGUPLU, ( Şeyhülislam ) bk. Hayri Efendi ÜZEL, Nureddin 239 VARDAR, Cafer 24 VAUCHER, Jean 278 VENiZELOS, Elefterios ı 98 VERZANSKi, bk. Nazım Hikmet VOLTAI RE, F. M. A. 8 2 WiLSON, Woodrow ı 97, 2 7 4 WRiGHT, Richard ı 52 YAKUB KADRi ( Karaosmanoölu ) ı 72 YALÇ IN, Beşir 242 YALÇIN, H. Cahid ı 60 YETK iN, Nüvid 43 YOLAÇ, Malik 4 9 YOLGA, Namı k 240 YUKAV, Gazanfer 243 YUNUS EMRE ı 02 YURDAKUL, Mehmed Emin 54, 56, 233

YÜCEL, Hasan Ali

35, 37, 1 59, ı 6 1 ,

ı 65 - 66, ı 73 - 74, 1 7

1 93, 222,

269

YÜKSELOGLU, Muhittin ZHDANOV ı 29 244

243

ziARTiDiS, Andreas 206 ZINOVIEV, G. E. ı 99, 279

ZiıS


İÇİNDEKİLER Sahlfe · :

Başlarken

5

SOLCU ÇABALARlN iÇYÜZÜ Koç'un haketti!ji ders . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yıkıcı telkinler Koç'a bir ders daha Ö!jretmenlik mesle!jini soka!ja düşüren adam . . . . . . . . . . . . . . . Fikir ve i lim düşmanı Sebükma!jz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Seni Solcu Sosyal ist Sebükma!jz Sen i ! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Üç ayrı devri n maarif fesatçı sı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ustaları ne diyor ? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Moskovayı Vaşington, Kruşçev' i Kennedy gören adam . . . . . . Düzme vesika Koç mantı!jı Türk inkiiAp Tarihini gerçekleri ile 8!jren! ............... Bir sözlü soru ve bir demeç ....... . . . . ...... . . . . . . . . . .. . . . . .

.

.

.

. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

9 16 23 28 31 33 36 38 42 45 53 56 60

POLiTiKA ÜZERiNE Pol itika, ahlAk ve dostluk üzerine Politika, ahlak ve tarih üzerine Politika, ahlak ve sosyoloji üzerine Politika, iyilik ve kötülük üzerine Politika, hiddet ve kumar üzerine . . . .. . .. . .. . ...... .. . .... Pol itika, do!jruluk ve samimilik üzerine ................. Politika, hoşgörürlük ve alçakgönüllülük üzerine Politika ve Mevlana . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Politikayı kirleten temizlerdir . .

. . . .

.

73 76 79

Bl

84 86 88 89 91

DÜNDEN BUGÜNE

Köy Isimleri Türkçe olacak 286

.

. . . .... .. . .. . . . . .. . . . . .. .. . .... ....

95


Sahife :

Türkün dış itibarı daha fazla küçültülemez Bir gerçek Vatanseverin son yurt gezisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Atatürk ve af üzerine Asyada Komünizmle Mücadele ve APACL . . . . . . . . . . . . . . . . I kiye bölünmüş Dünya ve Vietnam Canı Cehenneme gidenler Su Destisi'nin Sonu Aramızda Casus mu var ? ... . ... . . . ..... ... ................. Türk . Rus Münasebetelrindeki gerçekler Sovyet Emperyal izmi ve İ sl§vcılık Kıbrıs, Komünistler ve cHatır Satı r Heyetleriıo İ slivlar ve İ stanbul . . Yine mi Imam · Hatipli'lere hücum ? Artık dur baka l ı m Devletsizlik mi, Devletçilik mi ? İ lk sorumlu Yerli Kızıliara Moskova emri « Komünizmin, memlekeııe gelişmesinden yalnız C. H. Partisi mes'uldür. » ( Ci had Baban ) " . Atatürk lstismarcıları Yücel - Tonguç tohumları Peyklerle dostluk . Sal:jır'lara ve Kör'lere ithaf olunur İstenmeyen Bakan Komünizm ve Hümanizm Hayır, sayın lnönü ! Hepimizin Düşmanı Komünizm . . .. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . Türkiye'de m§ nevi bu h ran Samsun'a bir liman yapı lmasına başlanmıştır ( ? ) Güneş balçıkla sıvanmaz . Dr. Kitsikis'in verdil:ji ders c Red• olmak . Komünizm açısından Kıbrıs Kıbrıs ve Komünizm Türkiye Komünizmle Mücadele Dernel:ji ve Mücadele Dergisi .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

1 04

. .

1 10

.

0 0 0 0 . 0 0 0 0 0 0 00 0 0 0 0 .

o o .

.

99 1 01

. .

1 18 1 22 1 25 1 30 1 32 1 35 1 37

. . . . . . . . o o o o o o o o oo o o o o o o o o o o o O O o o o o o o •

1 40

o o •

1 42

0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0

1 44

o o . o o . o o . . . . . . . . . . . . . . . . . . . o o . . . .· o o · · · o o . . o o o o . . . . . . .

1 47

.

o o . . . . . . . " 0 0 0 0 . . . . o o . 0 0 . . . .

00 . . . . . . . . 0 0 . . . 0 0 0 0 . . 0 0 . . . . . . . . . . 0 0 .

. . . . . . . . . . 0 0. . .

0 0 . . . . . . . . . . . . . . . . 0 0 . . . . 0 0 0 0 . . 0 0

1 53 1 56 1 59 1 62

. . . . . . . . . . . . . 0 0 . . . . 0 0 0 0 • • • •

1 64

. . . . . . . . .. 0 0 . . .. . . . . . . . . . 0 0 • • 0 0 . . . . . . . . . . . . . .

1 67

O O O o O o O O O o O O O O . . . . O O . . . . . . o o o o . . . . o o . . . . . . o o .

.

. . . . . .o o . . . . . . 0 0 . . 0 0 . . 0 0 . . . . 0 0 . . . . . .

. . . . . . . . . . o o . . . .

. . . . . 0 0 . . . . . . . . . . . .

. . . . . . o o . . . . o o . . . . o o . . . . . o o . . • • . . . . . . . . .

Namık Zeki Aral

ı so

. . . 0 0 . . . . .

171 181 1 84 1 87 1 89 1 92 1 96 201 204

. . . . . . . 0 0 . . . . .... 0 0 0 0 . . . . 0 0 . . . . . . . . . . . . 0 0 .

208

........... oo . . . . ... . . . . . . . . . . o o . . . . o o . . . . . . . . . .

214

Milli komünizm ? ! San'ata del:jil komünizme hücum! Sahne yoluyla komünizm propagandası

212

..... ......... ..

217

O O o . . o . . . o . . o . . . o . . . . . . . . . .

220

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

223

2117


Sahife :

Komünizm karş ı s ı nda Anadolu Basını Moskova yetiştirmeleri . Türk · Sovyet kültür münasebetleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Koryürek ve Moskova . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Gider ayak Gider ayak tayinler içişleri'nde bitiremedikleri tayinler Şifa bulan tütün yiyiciler Sorumluların umursuzlu!ju ve Kızı lların Kıbrıs ianesi . . . . . . Hak'ı n cilvesi Kızıl Çin üzerine Saygı ve sabrımızın sınırı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . KOMUNiZM, FAŞiZM VE NAZiZM KARŞlSlNDA TÜRK M I LLIYETÇILERI . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . .

. .

230

.

232

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

234

.

.

.

238 241 244 245 247 248 250

.

TÜRK

253

SOVYET MÜNASEBETLERi

Türk - Sovyet Münasebetleri ve i nönü'nün ( Bi r Sağa - Bir Sol a ) Pol itikası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ATATÜRK'ün Sovyet Politikası

273

KiJi adları indeksi

281

.

288

226 228

265


Dr. TEVETOGLU tarafından yayımlanan (Komünizınle Mücadele Yaymlan ) nın çıkan 5 kitabını okudunuz mu ? 1 . FAŞiST YOK, KOMÜNiST VAR ! Bir yı lda Fiatı :

ilaveli 3. baskısı yapıldı.

3 TL.

2. DIŞ POLİTİKA GÖRÜŞÜMÜZ Türkçe,

ingilizce,

Fransızca ve Almanca

bir arada. Fiatı : 5 TL.

3. MİLLETLERE IŞIK TUTAN İKİ B EYANNAME Fiatı

4.

:

2,5 TL.

Y irmi n ci Yüzyılın Yüzkarası UTANÇDUVARI

5. A Ç I K L I Y O R U M ! .. Vesikalar ve Fotokopilerle Moskova yetiJtir· mesi yerli kızılların içyüzü 1 .

Fiatı

/

:

7,5 TL.

( KOMUNIZMLE MÜCADELE YAYlNLARI ) NI SATlN ALMAK, ÇEVRENIZE YAYMAK SÜRETiYLE BU MiLLi MÜCADELEYE KATILINIZ ! ..

MUKADDES TOPRAKLAR Her Müslüman

Türk'ün

okuyacaijı kil•p 1

Birinci hamur kiğıda, fevkaUide baskı; 1 68 sahife, hadiyesi

:

3 TL.

Sipariş adresi : Dr. T E V E T O � L U Bakan l ı klar P.K.

250,

ANKARA



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.