B i r i n c i BaskÄą
.
.
.
.
.
.
.
.
Mart, 1968
Dr.
TE V ET O G LU
BENIM IÖRDOIUM ••
••
BUGUNKU RUSYA
- ANKARA 1968 -
KOMÜNİZMLE MÜCADELE YAYlNLARI: 8
Ö N S ÖZ Bu küçük kitab, bugünkü
Sovyet RU8ya hakkında
yapılmı§ bir ilmi araştırma ve inceleme mah8Ulü bir etüd olmadığı gibi, Sovyet Rusya'yı tümüyle tasvir eden bir seydhatname de değildir. Bu, ancak, on günlük resmi ·ziyarette, tepeden-tırna ğa anti-komünist bir fikir ve politika adamının, bugünkü Sovyet Rusya hakkında edinebildiği umumi intibaları dır. Tek bir ülke değil, bir koca cesametindeki bölgesinden
Sovyet Sosyalist
ancak
5 tanesindeki
imparatorluk ve kıt'a Cumhuriyetleri'nin
15
7 şehri ve bu şehirler
ahalisini yarım, bir veya iki gün süre ile, sınırlı şartlar altında yarımyamalak şöylece bir görmenin, bu ülke ve halkları hakkında tam bir fikir edinmeğe yetmeyeceği· dşikardır. Uçak hızıyla devam etmiş Rusya seyahat ve ziyare
13.320 kilometre 21 saat 20 dakika sürmüştür.
timizin uçakla kat'edilen mesafesi, tam dir ve bu uçak gezileri tam
Fakat, bütün bu imkansızlık ve yetersizlikZere rağ men, Sovyet RU8ya'da
50 yıldır uygulanan komünist re
jimi, bilhassa RU8ların Türkiye ile aldkalı kötü münase betlerini yıllardır hassasiyetle takibe çalışmış bir kimse nin, on günde bu ülkede gördüklerini, hissettiklerini
ve
düşündüklerini tesbit edip okuyucularına sunmasının da
hi yararlı bir hizmet olacağına kaniiz. Bu inançladır ki,
yazı serimizi hazırlıyor, cesaretle okuyucularımıza sunu yoruz.
5
Şüphesiz bu yazılarımızda, resmi
temaslarla ilgili
görüş ve kanaatlarımızı aksettiren bazı paragraflar, bö lümler bulunacağı gibi, şahsımıza did bdzı müşahede ve değerlendirmeler de yer alacaktır. Bunların hepsinde, bir fotoğraf makinesi
objektifinin ve filminin hassasiyeti
kadar manzaranın aynen zabtına a'zami i'tind' gösterdik. Böylece kısa zamanda, kısıdlı imkanlar içinde göre bildiğimiz Sovyet Rusya'nın
bizde bıraktığı intibdları,
aziz okuyucularımıza ar�a çalışacağız.
Fazla haydle ve
ümide kapılmadan fakat gerçekZere değer verilerek, Tür kiye ile Sovyetler Birliği arasındaki iyi komşuluk müna
sebetlerinde başarılı bir adım sayılan bu resmi görüşme
lerle, sonuçları üzerindeki şahsi mütaldamızı da belirte ceğiz. Böylece hem bugünkü Sovyet Rusya hakkında oku yucularımıza gerçeğe
uygun bilgi ve görüşler sunmaya
çalışacağız; hem de yurdumuzun, bölgemizin ve dünya nın muhtaç bulunduğu barış ve sükunun samimi taraf tarZarına yardımcı olacağız. Bütün gayret ve mücadelemiz,
büyük milletimizin
milli men/aatleri herşeyin üzerinde tutularak, gerçek de mokrasi nizdmı içinde, Türkiye'mizi, özlediğimiz bir re fah devleti seviyesine ulaştırmak içindir. *
Sayın Ba.şbakan Süleyman Demirel'in Romanya ve Sovyet Rusya'yı ,ziyaretlerinde kendüerine refakat ede cek hey'ette benim de bulunmamın tensib olunduğu1 sa yın Dışişleri Bakanı'nın imzasını taşıyan bir resmi ya-. zıyla tarafıma bildirilmişti. Bu mektupta1 ziyaretZere ka
tılıp katılmayacağım hususundaki kararım soruluyor ve katılacağım takdirde ilgili Genel Müdürlüğe müracaatım isteniyordu. Bu seydhatın başlangıcı sırasında
6
(12-13 Eylül) ben,
lzmir'de toplanacak Avrupa Ekonomik Topluluğu Kar ma Parlamento Komisyonu'nun 4. toplantısına başkarılık edecektim. Ayrıca Istanbul'da İktisadi Kalkınma Tesisi' nin düzenıediği (Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Türki ye) konulu seminere katılacaktım (14-21 Eylül). Bu yıl Taipei'de 25-29 Eylul tarihlerinde toplanacak Dünya An ti-Komünist Konferansı'na ve onu takibedecek Asya Mil letleri Komünizmle Mücadele Konferansı'na da ddvetli bulunuyordum. Bütün toplantıların ve ziyaretlerin hep bir araya gel diği bu durum karşısında, sayın Başbakan ve hey'etinin Romanya ziyareti sonunda Türkiye'ye dönüp tekrar bu radan Sovyet Rusya'ya hareket edecekleri anlaşılınca, bu ikinci ziyarete katılabileceğimi bildirdim. Yapılacak bu resmi ziyarette Başbakana refakat ede cek parlamento hey'eti arasında benim de bulunuşum, bazı basın organları, siyasi ve diplomatik çevreler tara fından bir sürpriz olarak karşılanmıştı. Bunun başlıca se bebi de benim aşırı bir komünizm aleyhtarı bulunuşumdu. Yakın dost ve arkada:jlarımdan, hayati tehlike oldu ğunu da ileri sürerek, kat'iyen bu seyahata katılmama mı tavsiye ederıler bulunduğu gibi; uğurlanışımızda: ((Doğrusu cesaretinizi tebrik ederim'' diyenler de oldu. Medeni insanların fikir mücadelesi anlayışıarına sa hip bir kimse olarak, medeni bir cesaretten çok, milli ve medeni bir vazife sayarak bu seyahata memnunlukla, heyooanla ve büyük bir merakla katıldım. Ankara'da ingilizce olarak yayınlanan (The WEEK) dergisinin muhabiri bana müracaatla: asizin gibi komü nizmi, komünist rejimi ve Sovyet politikasını en ağır ya zılar ve kitaplarla tenkid etmiş; yurdiçi ve yurddışı bir çok komünizmle mücadele konferansıarına katılmış bir kimsenin bu ziyarette bulunması, birçok çevrelerde hay retle karşılandı. Muhakkak ki, Sovyetlerin ka'ra listesinde 7
adınız başda gelmektedir. Bu hususta dergimize bir iki cümle söyler misiniz?" deyince, şu cevabı verdim: "Bize ilk cevabım şu Türk atasözü olabilir: tApdal dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun'; ikinci nokta ise benim, kısmen de olsa Rusya'yı yakından tanımak s-Ure tiyle, en objektif ve doğru fikir ve görüşlerin müdafaa ve mücadelesini yaptığıma tam kanaat getirmek arzum dur." Gerçekden ben, Amucası Türk Rus sava§ında şehid düşmüş; Babası deniz güverte subayı bıUunduğu halde kara hizmetinde vazife görmek üzere Kafkas Oebhesi;ne katılmış bir asker ailenin, aynı terbiye ile büyütiümüş ve aynı şerefli ocağa katılmış bir oğluydum. Annem ve Ba bam vasıtasıyla çocukluğumdan itibaren ruhuma i§len miş (Moskof Düşmanlığı), Süleyman Nazif'i hayranli/da okuduğum yıllarda bir hayli büyümüş; fikri ve edebi fa aliyetlere, Türkçülük cereyanlarına ka.tıldığım 1930 yıl larından sonra ise, komünizme karşı duyduğum nefretle de büsbütün artmıştı. Kızıl şair Nazım Hikmet aleyhindeki ilk şiirimi Kas tamonu Lisesi öğrencisi iken 1932'de yazmıştım. Ziya Gökalp'ın eserleri, onun izindeki Türk milliyetçilerinin ve ba§ta komünistleri çok iyi tanımış rahmetli Dr. Rıza Nur Bey olmak üzere ya§ayan değerli Türkçülerin fikirleri ve ruhumda bıraktıkları te'sirler, benim Türkiye dışındaki esir Türklerle yakından ilgilenmeme de ba§lıca amil ol muştu. Yazdığım şiir ve yazılarda, kitaplarda hep bu ko· nuları işlemeğe çalıştım. Komünist Ihtilali'nden 8 yıl sonra, 1925'te, annesiy le birlikde Şimali Kafkasya'dan Türkiye'ye kaçabilen Ka raçaylı bir Türk kızını 1941'de kendime eş seçmemin ger çek sebebi de budur. 1939'da kurduğum (KOPUZ) adlı aylık Türkçü der gide Naci Badıillah gibi yerli komünistZere karşı ba§la-
8
yan mücadelemiz; 1943144'de Samsun'da ikinci defa çı kan Kopuz'un yeni serisinde de, Babahaddin Ali gibi kı zılların hamilerine karşı devam etti. 1944·'de SovyetZere yaranmak için Türk milliyetçilerini tabutluklara sakdu ranların ve Nazım Hikmet, Babahaddin Ali gibiler ba§da olmak üzere, yerli komünistleri koruyanların amansız muhalifi ve muarızı kesüdik. Komünizmin, komünistlerin ve koruyucularının bu aziz yurda, bu büyük millete ne insafsız düşman olduklarına birçok vak'a ve davranışlar karşısında büsbütün inanınca, onlarla mücadeleyi §erel li bir vazife, milli bir borç bildik. Bundan sonra komüniz mi en büyük tehlike diye işaret etmiş Atatürk'ün yolun da, kalemimizi de, bütün faaliyetlerimizi de komünizmle ve komünistlerle mücadeleye hasrettik. Bu kitabımızı da, (Komünizmle Mücadele Yayınları) mızın sekizincisi olarak, aziz okuyucularımıza ve gençle Timize sunuyoruz. Kavaklıdere (Ankara), 30 Eylfıl 1967
Dr. Fethi TEVETOGLU
9
Sovyetleri Görmeden Düşündülderim ve Yazdıklanm.
Sovyetler Birliği'ne yaptığım zi yaret esnasında edindiğim inti
ba' ve müşahedelerimi anlatma
son y a.nm . asırdaki
dan önce,
Türk - Sovyet münasebetlerini
kısaca
hB.fızalarınızda
canlandırmak isterim. Bu maksadla, son yıllardaki neşri yatımin burada ıkısa bir bulasasını sunacağım-:
Son yarım asırlık Türk - Rus münasebetlerinin baş langıcı Çanakkale'dedir. Avrupalı sömürgecilerin Çanak kale'de boğazımıza sanlmaları,
Türklere, çok pahalıya
malolmuş eşsiz bir destan yarattırmıştır. Aynı emperya listlerin, buldukları Elen klavuzlarıyla ıbirlikte, Anado lu'yu da paylaşmaya kalkışmaları, Anatartalar Kahra manı başbuğluğunda bir kere daha şahlanan büyük Türk milletine bu defa da, Durolupınar Zaferi'ni kazandırmış tır.
1917 Ş ubatında başlamış Bolşevik İhtilali'nin başa rı ile gelişip tamamlanması, "Hasta Adam"ı yiyecekleri ni sanarak iştahlarını ka.bartınış, gözleri kara, Avrupalı beyaz yaroyarnların unutulmaz ve affedilmez siyasi ve askeri gafletleri ve cinayetleri sonucudur. Avrupalı emperyalistler, Türkleri vatan, istiklal ve cankurtarma mücadelesine zorlamışlar; bunların netice sinde saldırganlar derslerini almışlar; fakat Karadeniz'e geçemedikleri, Odesa'ya, Kafkasya'ya erişemedikleri, si lah ve cebhane yardımı ulaştıramadıkları içindir �ki, Çar lığın yı'kılıp çökmesinde, Bolşevi�kliğin 'kurulup gelişme sinde amil ve sorumlu olmuşlardır. İşte Bolşeviklerin,
1919-1920'de, "aynı emperyalist
lere karşı savaşıyoruz" sloganı ile Türklere silah ve pa ra yardımında bulunmalarının gerçek ve mühim sebebi budur. Demek oluyor ki, aslında biz onlara birşey borçlu değilmişiz, onlar bize, müstakbel çıkarlarını da hesaba katarak, şükran borçlarını ödemişlerdir. Bugün bazı ta-
10
rihi vesikalar da aydınlatıyor ki, bize yapılmış para yar dımı, Sovyet kaynaklı olmaıktan daha çok, Türkiye'nin isUklaJ ve kurtuluşunu var güçleriyle destekiemeği ken dilerine din ve kan kardeşliği bilen Hindli, Pakistanlı, ve bilhassa Türkistanlı, Azerbaycanlı, Kafkasyalı Müslüman ve Türklerin eseridir. Bolşevikler, (Çanakkale) sayesinde ihtilallerini ge liştirmişler; önce, Çar rejimine ve !ngiliz emperyalizmine karşı müşterek ayaklanmaya çağırdı,kları Sovyet Rus ya'daki Rus olan ve Rus olmayan milletiere guya hürri yet ve isUklal tanımışlar; sonra, her birini ikiye - üçe bölerek bunlara göstermelik hükumetler kurdurmuşlar dır. Bolşeviklerin ıbu milli uyanış, hürriyet ve istiklal kuvvetlerinin tümünü kökten temizlemek programlarını rahatça ,gerçekleştirebilmeleri, ancak her çeşit Batı mü dahalesinden uzak kalmalarına bağlı idi. Bu sebepledir ki, Türklerin İngiliz, Fransız, !talyan ve Yunanlllara ikar şı sağlayacakları bir Durulupınar Zaferi'ni desteklemek, Bolşeviklerin son derece işine gelmiştir. Bir de bu yardımlar bahanesiyle Bolşevik kuvvetle rini ve ajanlarını bilfiil Türkiye'ye sızdırma:k için müsa maha, gaflet ve hıyanet yolu bulmak, böylece Türk Milli Kurtuluş Mücadelesi'ni bir Bolşevik !htilali'ne çevirmek imkan ve ümidi, Bolşevikterin yardımına başlıca sebeb olmuşdur. Sovyet poliUkasını ve dünyadaki ,komünist faaliyet lerini en iyi incelemiş otoritelerden ikisi: George F. Ken nan ve Prof. G. Jaeschke'dir. Bunlar da eserlerinde, Bol şevi'k liderlerin bizzat kendi kuvvetleri hayli zayJ.f ve pe rişan bulundukları halde Mustafa Kemal Paşa'yı destek leyişlerini, "ha.lisane dostluk düşünceleri ve kolay anla şılır sebebler değildi" diye vasıflandırmaktadırlar. Anıerikan Senatosu Tutanaklarında tam metni bu lunan konuşmasında Mustafa Kemal Paşa'nın, 22 Eylul
ll
1919 günü, Sivas'da, Amerikan Generali Harbord'a ay nen şunlan söylediğini öğreniyoruz:
(Bolşevizme gelince, onun bize nüfuz etmesini önle yen dinimiz, an'anelerimiz ve sosyal bünyemiz gözönüne alınırsa bu doktrinin memleketimizde hiçbir şansı olma dığı anlaşılır. Lüzumu hdlinde hatta Türk milleti ona karşı sa vaşmağa hazırdır). Ve yine, Türk temsilcilerinin
Moskova'ya hareket
ettikleri bir sırada •kendisine "K o mün i z m i 1 e d o s t l u ğu es as at ı ar a s ı n d a
bet
var
m
H aik i m i y e t
bir
Rus
mün a s e
ı d ı r ?" sorusuna, 6 Şubat 1921 tarihli -
i
Mi11iye
gazetesinde,
komünizmi
açıkça ye şiddetle reddettikten sonra:
(Binaenaleyh bizim Ruslarla olan münasebet ve mu hadenetimiz* ancak iki müstakil devletin ittihad ve it
tifak esaslarıyla aldkadardır) diyen, ve yine, "S u 1 h ş a r t l a r ı , iç v e d ı ş s i y asi m es e l e l er" üze
rine, 2 Kasım 1922'de
Pe t i t Pa r i s i e n
muhabirine
Bursa'da verdiği beyanatta kat'iyetle:
(Biz ne bolşevikiz, ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Biz milliyetperveriz ve dinimize hürmetkdrız) diyen anti..Iromünist Mustafa Kemal Pşa'nın
yanılmaz
yanıltır, yılmaz yıldırır, yenilmez yener yüce şahsiyeti ve siyasi dehası karşısında komünistterin bütün ümid, plan ve ça:baları boşa çıkmıştır. İşte Türk - Rus münase betlerinin başlangıcı budur, böyledir. 10 Kasım 1938'e kadar süren müstesna ve muh teşem devrenin de, ondan sonraki Atatül"k izinden ayrıl ma çağının da gerçeklerini vesikalarla bir bir o:Naya ko
yup gafilleri uyarmağa, yerli komünistlerce yapılmış hı yanetleri teşhire devam edeceğiz. "'
12
Muhadenet: Dostluk, yakın ahbablık.
Bir yumurtanın iki yarısı demek olan iç ve dış poli tikanın Sovyet Rusya'da uygulanmaları, (güvensizlik) ve ( gerçeksizlik) diye adlandınla;bilir. Bütün yeryüzündeki kitapiLkiann ve kitapların ya ·kıldığını, bütün heyinierin yı,kandığını sanareasma (ya lan) 'ı (gerçek) yerine rahatça kullanabilen ,komünistler, 1917'denberi hep emperyalizme ve emperyalistlere karşı oldukları gülünç iddiasını söyler ve savunurlar. Yalnız 1939 yılından ıbu yana, sömürgeci Batı devletlerinden Bü yüık . Britanya, Fransa, Belçika ve Hollanda, nüfus sayı ları toplamı 840 milyonu aşan 44 memleketin bağımsız lık haklannı tanımışlardır. Halbuki aynı müddet içinde Sovyetler, 263640 mil-�kare toprağı işgal ederek 220 mil yon 750 ıbin kişiyi Demirperde gerisindeki "Kızıl Cehen nem"e yuvarlamışlardır. Bu onlara göre emperyalizm de ğildir; kurtarmak, hürriyete kavuşturmak, Dünya Cen neti'ne göndermekdir. Uk ihtilal günlerinden beri komünistlerin iddiaları: Çarlık rejimine son verdikleri gibi, bu rejimin dış poli tikasını da izlemedikleri ve asla emperyalist olmadıklan hususudur. Bunlar, yalnız ve ancak, Ma:rksçı - Leninci ilkelerinin içeride ve dışanda uygulanması çaıbasında dırlar. Elli yılı bulan uzun bir zamandmberi, ihtilallerini yaparken, yaphktan sonra, hürriyete ve istiklale sahip ülke ve milletleri "Kızıl Gayya"ya yuvarlarken kullan dıklan Ma11k�ı - Leninci - Stalinci v.b. metodlan hep insani(!) 'dir. "Gül Vadileri"ni "Kan Vadileri"ne, ve "Güller Me kanı"nı "Küller Mekanı"na çevirmenin adı, %8 hızla planlı sosyalist 'kalkınmasıdır. Komünistlerin gfıya lanetledikleri Çann zulüm ve sö mürgecilik planlan, yalnız tab'ası ve komşulan içineli. Bizzat komünistlerin izledikleri iç ve dış politikalan ise, 13
·
bütün dünyayı ve bütün insanlığı kızıl e.saretle tehdid et mektedir. Yalnız
Sovyet idarecileri,
Prezidyum üyeleri veya
parti ileri gelenleri değil, yurdlarmdaki köle, dışarıdaki satılmış yazarlar da, Sovyet dış politikasında eski ideolo jilerin tesiri bulunmadığını savunmakta yırtmırlar. Bu
na karşılık Janko Lavrin gibi gerçekçi yazarlar da, Sov
yet dış politikasında Islavcılığm tesirlerine dikkati çek
mektedirler. Lavrin, üç yıl önce yayımladığı I s 1 a v ! d e o 1 oj i s i v e R u s y a başlıklı bir etüdünde, 1941'
de Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldırısından sonra, Mos
Kova'da kurulan Islavcı Komite'den, Aralık 1946'da Bel grad'da toplanan Islavcı Kongre'den bahseder ve yine kı sa bir zaman sonra Belgrad'da Kominform'un kuruluşunu belirtir. Bizce bugünkü Sovyet dış politikası, Çar rejiminin, XIX. Yüzyıl'daki Islavcılığın (Kızıl Veba) haline gelmiş
en azgın, en hulaşıcı
safhasıdır. Diğer bir deyimle, bu
günkü Kızıl Emperyalizm, dünkü Islavcılığın kanserleş miş halidir. Rusların geçmişdeki
·
düşünce ve planlarını, inanılır
ciddi eser ve kaynaklardan, vesikalardan görüp öğren mek; tarihi unutanlarımızı uyarır, onları yarma di·kkat ve basiretle hazırlar diye, ·geçmişden geleceğe Rus düşün ce ve planıarının ne olduğunu açıklayan
(lslavcılık) 'la
ilgili ders ve ibret verici 'bazı yazıları, aziz okuyucuları mıza sunmayı faydalı ve zaruri bulduk. Hans Kohn, Yeni Rusya'nın düşüncelerini incelediği P a n-Sla v i s m ; l o g y
I t s H i s t o r y
a n d I d e o
ve T h e M i n d o f R u s s i a
adlı eserle
rinde, 1870'den önce dağınık olan Islavcılık cereyanmın siyasi çevrelere girerek nasıl Rus dış politikasına temel teşkil ettiğini belirtmektedir: 14
((Nikolay Y. Danilevski, (R u s y a v e A v r u p a) adlı kitabında, bütün Batı lsldvlarının birleşmesini hedef edinen, lsUivcılık programının en radikal örneğini vermiş tir. Rusya'nın geçmi§ini övdükden başka, Batı medeniye tine karşı duyduğu nefreti· açığa vuran Danilevskfye gö re, tarihte büyük roller oynayabilecek tek millet Ruslar dır. Diğer milletler, Rusya'ya malzeme olmaktan başka bir i§e yaramıyacaklardır. Bu parlak geleceğe giden yo lun başında 1stanbul'un alınması ve sonunda da bütün lslavların birleşmesi ideali vardır." Moskofiann "Çargrad" adını vererek yüzyıllarca ha yaJ. ettikleri (lslam�bolu) İstanbul, üç Avrupalı müstev linin müşterek işgallerinde iken, BolşevHcler, Milli Kur tuluş Mücadelesi'ni yapan Türkleri avlaına:k için şöyle dil döküyorlardı:
((Sukut eden Çarlık tarafından tanzim edilen Istan bul'un cebren i§gali muahedesi yırtılmış ve mahvedilmi§ tir. Rus Cumhuriyeti Millet Sovyetleri, memleketinizin cebren işgalini red ile ilan eder ki, Istanbul Müslümanlı ğın emrinde kalacaktır!.'' Bu samirniyetten uzak, maksadlı,
yalnız o günkü
şartlara göre sarfedildiği 3.şikar kuru laflara, Mustafa Kemal ve onun büyük milleti asla kanmadılar. Rusların, ele .geçiremedikleri, kendi tabirleriyle "ıbaha biçilmez ve ta•ksim edilemez inci" dedi1kleri İstanbul için .gerçek dü şünce ve değişmez planlan nelerdi ? Bunu, bu.gün tekrar hatırlayalım ve öğrenelim ki, "Sovyetlerin
Türkiye'ye
karşı hiçbir iddiası yoktur" şeklindeki yeni 18.:fların da samirniyet derecesini anlamak kolaylaşsın. A. S. Khomyakov'un dinci, M. P. Pogodin'in Islavcı politikalannı eserlerinde birleştiren Moskof şairi F. 1.
Tyutçev, (R u s
C o ğ r afy a s ı)
adlı şiirinde şunları
sayıklar: 15
"}stanbul ve Moskova1 lsld.v Imparatorluğunun kut sal ba§kentleridir. Ya bu imparatorluğun sınırları? NilJ den Nooa1ya1 VolgaJdan FıratJa1 Elbe'den ÇinJe ve TunaJ dan Ganj'a kadar. Rus Imparatoru bütün 18"ldvların im paratoru olarak yükselecektir. Rusya yalnız Imparator luk değil1 bütün bir Dünya olacaktır." (Hana Kohn: Pr o
p h et a nd Peop l e s, New York 1947, s. 153). Yine bir kudurmuş Islavcı olan yazmıştır:
A. Herzen şunları
{(Islavlar sosyalizmin bayrağını ta§ıyacak ve lstan bul1 Islavlar BirliğiJnin ba§kenti olacaktır. lstanbul1 Bir leşik lslavların başkenti, Batı Kilisesi'nin Roması ve Is lav - Yunan - Bizans'ın merkezidir/' (W. Lednicki: Pa n s 1 a v i sm, New York 1948, s. 644).
Rus Heyeti, Esenboğa'ya ayak basarken, Mosk.ova' dan, Komünist Parti sözcüsü P r a v d a 'nın, adı gibi ger çeği ağzından çıkarıp ((Türkiye NATO'dan çekilecektir!" emrini vermesi; misafirperverliğin sınırını milli gaflete ulaştıran Sirmen'lerin sayesinde T.B.M.M. kürsüsünden konuşabilenlerin sözlerinde ve İzmir'de dağıttıkları arnk çekiç'li rozetlerinde gerçek anlam ve açıkl amasını bul muştur. Uyan, ey yaralı Arslanım, uyan! Ayıl, silkin ve ken dine gel!.. Dört ıbir yanında çöreklenmiş kızıl engereklerin, Sa bahaddin Ali ortaıklarının, bir manastır avlusunda gömü lü kızıl Moskova uşağım hortlatarak kendi milli kahra manları "yüzakı" ilan edenlerin, parlamentoya, Milli Em niyet'e, şeref ve namus er.b8Jbına, aileye, servete, özel ser mayeye, tüccara, doktora saldıranların, Türk dış-iç tica ret politikalarını bombalamak isteyenlerin kasıtlarını an la! Yönü Moskova'ya dönük (Pravda) gerçek hüviyet lerini tanı! 16
. k_
ül' t"
Bugünkü tutumları ile, Atatürk'. .. . . mle mucaun emnnde komunız dele etmiş babalarının kemiklerini sıziatan mirasyedilerin gazetesinde, sapık ideoloji li bir yazar, " Türk - Sovyet Kültür münasebetleri"nden de · onuyu da istis bahsetmişti. Kara cahili bulunduğu bu k mara ·kalkışan bu Moskova meddalıma gerekli bir ders verecek çı.kacaktır diye be · kledik. Hala çıkmayınca, bu işi de binbir mücadele ve meşgale içinde, �kendimiz görrneğe mecbur kaldık. Bu sebeple burada, " Türk - Sovyet Kültür Münase betleri" He ilgili en yetkili ilim otoritelerinin ve mütefek kirlerin değerli incelemelerini özetleyeceğiz. Sovyetlerin, Türkler aleyhinde güttükleri kültür po litikasının başlıca esasları şunlardır: 1 - Ruslar evvela Türk halklarının menşe' birliği aleyhinde çalışmakdadırlar. Türklerin tabii hakkı olan kültür birliğini de parçalamak için 1924'tenıberi "TiW k" kelimesinin kullanılmasını yasa k etmişlerdir. Böylece Türk kavimlerinin Türklükleri inkara çalışılmaktadır. Bu sebepledir ki, bugün Sovyetler Birliği'nde Tatar, Başkurd, Aze11baycanlı, Yakut, Özbek, Kazak, Kmgız ve Türkmen hal·kları bahis konusudur ve bunlar TiWk sayıl mamaktadırlar. 2 - Ruslar, Türklerin dilinin b · ir olduğunu inkar et mektedirler. Sovyetler, her bir Türk kavminin dilini, şi vesini kendisine has ayrı, müstakil birer dil olarak gös termek çabasındadırlar. 3 - Sovyet tarihçiliği, Türk halklannın tarihini tek bir tarihi cereyan şeklinde değil, aksine birbiri ile bağ lılığı bulunmayan tarihi olaylar olarak göstermektedir. Sovyet Rusya'daki Türklerin, Türk olduklarını inkar et rneğe çalışmaktadırlar. 4 - Sovyetler, Türk kültür mirasını da "ilerici" ve
Tor .
Sovyet K M" unasebetleri
ur
..
.
17
"·gerici" olarak ikiye bölmektedirler. Onlarca ilerici kül tür mirası, yalnız komünizm ibakımından zararlı ve teh likeli olmayan fikir ve .kültür mirasıdır. Bunun aksi ise gericidir. 5 - Ruslar bütün güçleriyle Türklerin Ruslaştınl masına çalı.şmalrtadırlar. 1939'dan bu yana, Rus olmayan kavimlerin Rus dili öğrenmeleri kanunla mecbur kılın mıştır. 1955'den;beri Rus dili "ikinci anadili" ha.Iine geti rilmiştir. 1959'daki (Okullar Kanunu) ile de Sovyetlerde ki Türk çocu:klan, doğrudan doğruya Rusça ders almak zorundadırlar. 1963-64 okul yılında bir milyondan fazla Türk çocuğu, derslerini anadili yerine, Rus dilinde öğ renınişlerdir. 6 - Milli edebiyat ruhu yok edilmektedir. " Sosya list Realizm Edebiyatı" dedikleri edebiyat, yalnız Mos kofçuluk ve komünizmin yayılma ve yerleşmesi için bir propaganda silahı haline getirilmişdir. 7 - Ruslar, iboyunduruklanndaki çeşitli milletler den, Rus hegemonyası altında bir "Sovyet Komünist Mil leti" h8.sıl etmek çabasındadırlar. Bu sebepledir ki, De rnirperde içinde (milletleri birbirine yaadaştırma) politi kası güdüıyorlar ve buna Rusça "Sblijeniye" diyorlar. 8 - Sovyet Rusya, ıbütün kuvvetini, İsl8.mı yok et mek için kullanmakdadır. Bugün, boyunduruğundaki Türk - İslam ülkelerinde .Allahsızlık hakimdir. Şu gerçekler ışığında Türk - Sovyet Kültür Anlaşma sı'nı övenler, savunanlar -vatanhaini Moskova uşakları hariç- uyanmaya, ayılmaya ve ·kendilerini gafletten kur tarmaya mecburdurlar.
18
İnönü'nün Bir Sağa -
Bir Sola Politikası
"Yurdda sulh, Cihanda sulh"u sağlamak
ha:kımından,
tarihimizin
en önem
siyasi taşıyan
bölümü, Türk - Sovyet münasebetleridir. Çanakkale Za feri'miooen ·başlayıp günümüze kadar gelen bu münase betler, bizim istiklal ve hürriyetimizi, cumhuriyet idare mizi, Batı anlamındaki demokrasi rejimimizi, hulasa top
rak bütünlüğümüzü, yurt savunma ve kal·kınmamızı müs bet - menfi, uzak - yakın tesirleriyle
daima ilgilendir
miştir. Türk - Sovyet münasebetlerinin milletlerarası ,barış ve güvenlikde,
beynelmilel komünizmin
istila emelleri
karşısında hür ve demokrat memleketlerin müşterek ve meşru savunmalarında da büyük te'sir ve alakası mevcut tur. Bu sebepledir ki, bizi de, dünya barışını da yakından ve hayati önemle ilgilendiren yeni Türk - Sovyet müna sebetleri
(emri vwkii) karşısında, halisane şahsi .görüş
ve düşüncelerimizi umumi efk.ara arzetmeği faydalı ve zaruri bulmaktayız. Bu,
basit
bir Dışişleri Bakanı ziyaretinden iıbaret de
ğildir. Bir millete dış ve •iç politikasında mihver değişdir tecek ·kadar ağır sorumluluk taşıyan, son derece tehlike li yeni bir emriviki'dir. Büyük milletin, Meclisin ve Muhalefetin bu defa da fikir, temayül ve tasvibleri dikkate alınmadan, miizahe ret ve desteklerine lüzum ve ihtiyaç hissedilmeden, İnönü ve Hükümetinin, henüz sandalyelerine oturmamış Sovyet liderleriyle te'sisine gittikleri yeni bir
(Türk
-
Sovyet
Dostluğu), o ış münasebetlerimiz kadar, iç politik • amız ve hatta rejimimizi de çok yakından ilgilendiren son dere
ce önemli bir konudur. Kıbrıs davamızla, onun güçleştirdiği iç ve dış siya�
si ve ekonomik •kördüğümlerimize çözüm imkanı sağla�
19
mak maksadiyle, g�. plansız, programsız ve istişaresiz çıktığı Batı yolculuğunda, neticenin ne olacağını bile bi
le, herşeye rağmen,
İnönü'nün başarısını
samimiyetle,
vatanseverlikle gönülden istemiş ve arzulamıştık. Ne ya
zık ki hazırlıksız, sağlam hir iktidar
temeline oturtul
madan sağa yapılmış bu yaJpa ile bir fayda sağlanama
mış, fakat hiç değilse, zararlı ve tehli<keli olmadığı için de, menfi sayılmamıştır.
Anca;k, bu sağa yapılan yalpanın evvelinde ve sonra sında her hadisenin istismarcısı solcu
kaynaklar, bütün
ha.basetler�yle yurdumuzda 'kesif bir NATO ve Ameri:kan aleyhtarlığı kampanyası açma;k ve Tilikiye'yi Demirper de gerisine. düşürmenin birinci merhalesi olarak taraf sızlığa zorlamak fırsatını hulmuşlardır. Bu kışınrtmalar İzmir hadiselerinde, hir mabed yıkmak komünist takti ğine, Türkiye'yi Batı dünyasına karşı gerici, mürteci ve mutaassıb gösterip, tarihin karanlık devirlerine yuvar lamak isteyen meş'um kızıl kuvvetlerin tatbikatma se bep ve müncer olmuştur. "Moskova görüşmelerinden maksat, Ankara'nın Ba.
tı bloku içinde daha bağımsız, şahsiyet ve haysiyet sahi
bi yeni bir Türk dış siyaseti takip yolunu seçtiği" tarzın
daJki laflarında bugüne kadar güttükleri dış politikanın
tarif ve ·tavsifi de bulunan İnönü ve Hükfımeti'nin sağ dan sonra bu defa sola yaptığı yalpa da, millet, Meclis ve Muhalefetin temayül, görüş, tasvip ve müzaheretlerin den yoksun bulunuşu, neticenin yine başarısızlığa vara cağını düşündürmektedir. Ve hele, �kesif bir komünizm propagandasına yeniden fırsat verecek bu olayın, Bükil metin gözyumması ile her zararlı
faaliyetin imkan ve
müsaade istihsal edebildiği bu devirde, milli bünyemizde ne koııkunç tahriplerle, nasıl bir sonuca varahileceği teh likesi aşikardır. Bu, hepimizi hassasiyetle meseleye eğil-
20
rneğe ve muhtemel her çeşit felaketin, zamanında tedbir lerini almaya mecbur kılmaktadır. Biz Atatürk'ün çizdiği yolda Sovyetlerle iyi komşu luk münasebetlerinin te'sisine, Parlamentoda yaptığımız konuşmalarda daima işaret ettik. Fakat yerli kızıliann büsbütün şıınanp cür'et kazanmalarına ve pervasızlaş malarına yol açmaktan başka bir netice vermeyecek bu yeni Tüi'k -
Sovyet
münasebetlerinin zemini hazırlanma
mış, zamanı iyi seçilmemiştir. Bilakis zemininde ve zama ııında, yerli ve Moskovalı komünistlerin yararına, fakat Türklüğün ve dünya barış ve güveninin zaranna, büyiik tehlikeler mevcuttur. Yurd içinde en tabii insan haklarım, güven ve düzeni sağlayamıyan, dış politikada iflasa giden aciz bir iktida rın oynadığı bu son koz, ancak milletçe uyanıık ve ted birli olursak, fayda ıbir tarafa, ınemleketiınizi melhuz bir korkunç zarar ve akıbetten ;kurtarabilir.
Muhalifi, mu
vafıkı ile bütün milletimizi ve sorumlulan zamanında dik
kate, uyanıklığa ve tedbire davet etmek, hepimimn mil li bir borç ve vazifemizdir. İnönü'nün 1938'den bu yana, iç ve dış politikada güt tüğü yol:
(Sağa - Sola Yalpalama)
diye vasıflandınla
bilir. Bu son Türk - Sovyet münasebetleri konusundaiki dü şüncelerimizi belirtıneden, İsmet İnönü'nün şahsi sorum
luluğunu taşıyan 1938'den sonraki siyasi hayatında, iç ve dış politikada
güttüğü
yolu görmek ve göstermekte ; bu
nun, Atatürk'ün izinden sağa veya sola ,kaçmışsa, aynı doğru istikamete gelmesini işaret edip istemekte, birimiz kadar hepimiz için de büyük ve milli zarfiret ve faydalar vardır. Son kırkbeş yıllık devrede, işgal ettiği büyük ve so rumlu mevkiler, dar ve küçük omuzlarına yüklendiği gü21
cünün üzerindeki ağır vazifeler ve bilhassa politika haya tı süresinin uzunluğu ·bakımından, Türk siyasi tarihiniıı en şöhretli şahsiyetlerinden ıbiri, lsmet lnönü'dür. O'nun yarım asrı bulan siyasi hayatında:ki hata ve savabları, hezimet ve başanlan, geleceğin tarafsız yazıl mış Türk tarihinde, 'gerçek bir muhasebe ile eLbette ele alınaca;k ve belirtilecektir. İlim için eser hazırlayan siyasi tarihçiler, şahsiyet lere hatisız hükümler çerçevesinde yer ve değer vermek te çok hassastırlar. Bunun içindir ki, şahsın ·kendisine atfetti'kleri önem ·kadar, onun çağını, çevresini, yardım<!ı ve işbirlikçilerini de tesirleriyle
incelerneyi ve
değerlendirmeyi
başlıca
prensip ve metod bilirler. Bu açıdan 1nönü'nün, başta
ıbüyük Atatüıık bulun
mak üzere, dana çok çevresinin te'sir ve rengini taşıyan
1919 - 1938 çağı ve şahsan sorumlu olduğu 1938 sonrası devri, ayn ayn bölümlerde mütalaa edileceklerdir. Ardında .ka;hraman Mehmetçiklerle, iıki eşsiz asker: Gazi Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi ÇaJkiD.aJk'ın bulun duğu Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın, Milli Kur tuluş Mücadelemiz'deki askeri yeri, şahsi hata ve savab lanyla birlikte, Türk Harp Tarihi'nde yer alacaktır. İnönü'nün Lozan dönüşü Meclis ,kürüsünde yaptığı konuşmada: "Dr. Rıza Nur Bey, Türk Heyet-i M:urahha sası içinde ıbaşlıca medar-ı muvaffakiyet olmuştur. Bunu millete söylemek vazifemdir" diye tavsif ettiği arkadaş lan ile birlikte Başmurahhas bulunduğu Lozan'daki ba şan ve kayıplan; Haridye Vekili ve Başvekil olarak Ata türk'ün direktifi altında�ki çeşitli iç ve dış faaliyetleri de hep siyasi tarihin 1919 - 1938 bölümünde belirtilecektir.
Seçimsiz olarak Cumhurbaşkanlığı mevkiinde bulun duğu 1938 - 1950 yıllarında, İnönü'nün iç ve dış politika-
22
da Atatürk'ün i lkeleri ne sada:katla O'nun yolunda, O'nun prensiplerini takibe ttiği iddiası asla ileri süri.ilemez.
Bilakis, Milli Şef'lik devri adı verilen bu çağda, Ha san Ali - Halcin Tonguç gibi tatbikatçılarıyİa, yalnız ma arif ve ikilitür alanında, İnönü'nün Atatürk yolundan ne relere sapt ınldığını hatırlamak kafidir. Büyük Ataıtürk aynen şun lan tesbit ve işaret etmiştir:
uBiz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk mil liyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsıyla meşbu olur sa o camiaya istinad eden Cumhuriyet de o kadar kuvvet li olur.n «Türkiye'nin terbiye ve maarif siyasetini her derece sinde tam bir vuzuh ve hiçbir tereddüde mahal vermeyen sarahat ile ifade ve tatbik etmek lazımdır. Bu siyaset her manasıyla milli bir mdhiyet irae eder." «y etişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekle ri tahsiZin huduilları ne olursa olsun en evvel ve herşey den evvel Türkiye'nin istikldline, kendi mülküne ve milli an'anelerine dil§man olan bütün anasırla mücadele etmek lüzumunu öğretmelidir.'' Yalnız bu Ata irşadı ve tavsiyelerine, Milli Şef'Hk çağı n da herhangi bir sahada, ne de receye kadar riayet olunduğunu incelemek, gerçekleri gün ışığın a çıkannaya
kafidir.
lç ve dış politika.Q.a, Atatürk'ün yolunda yürüdülde rine bir tek örnek veremiyeceklerin, bu yolda ne kadar sola saptıklarını ortaya koyan yüzlerce vesika mevcut tur.
23
Bugün korku, ·istismarcılık ve sahtekArlılda sık sık
Atatürk ilke lerine bağlı olduk lannı
sa'V'Ullanların, Milli
Şef devrinde idare ettikleri veya içinde bu,lunduklan eği
tim müesseselerinde, Türk evla.dları, Atalannın dilediği nin tam aksine, ((milliyetçilik
aleyhtarı, mülk ve müli an'ane düşmanı" telıkinlerle yetişt iril mek istenmiştir .
1945 - 1947 yıllannda resmen Milli Eğitim Bak·anlı ğı tarafından yayımıanmış K ö y E s n t i t ü 1 e r i D e r gi si
içinde, Atatürk'ün prensipleri, i st ekl eri ıbir yana,
adı dahi herhangi bir vesile ile, 29 Ekim veya 10 Kasım da da, bir vefa eseri diye olsun kaydedilmemiş.Ur. Atatür.k'ün sosyalist olmadığı bizzat Lenin tarafın
dan dahi kaıbul ve ifade edilmişken1 Bolşeviklerle •iyi kom
şuluk münasebetlerine karşı yurt içinde amansız bir ko
münizm m ücadelesini Atatürk kendisine şiar bilmişken ; O'nun yolun da bulunmayanlar,
açı kça
Sovyet rejimini
göklere çııkaran resmi dergi ve k itapl arla, geleceğin �k öğrebnenlerini,
ıbugün ibretle düşünmemiz ve dikkate al
mamız şart olan şu hedefe yöneltmişlerdir:
((Burjuvacı ekonomi artadan kalkacak ve yerine planlı cemiyet ekonomisi olan sosyalist sistem geçecek tir."2. İnönü, Milli Şeflik çağında, solculara her türlü ta vizleri vererek kendisini ve partisini, Cilıad Baban'ın ifaı
Bk.
a) C. I. Aralov:
19B2 - 1923
p. 32.
(Sovyet
Vospominaniya Sovietskogo Diplomata,
Diplomatının HıUıralan),
Moscow 1960,
b) Senatör Dr. F'. Tevetog-ıu: Atatürk Against Oommunism, The Week, Nr. 47. November, 22, 1963, p. 12. c) Dr. Fethi Tevetog-ıu: Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Fa dliyetler, 1910 - 1960, Ankara 1967, ss. 126/127 ve 128.
2
24
Köy Enstitüleri Dergıisi, Sayı: IV. Milli E�tım Basımevi, An kara 1946, s. 596.
desiyle: "Komünizmin memlekette
gelişmesinde başlıca
mes'ul" hale getirmiş; öte yandan Türk milliyetçilerini, Irkçı - Turancı diye damgalatarak, tabutluklara soktur muş, işkencelere
çarptırmış; fakat
memnun, Türk - Sovyet
yine de Sovyetleri
münasebetlerini
ıslah edeme
miştir. Türk milletinin Başbuğu MuMafa Ke
Atatürk'ün Sovyet mal Paşa, Politikası
19 Mayıs 1919'da Sam-
sun'a çıktığı zaman, önderlik edece
ği Milli Kurtuluş Mücadelesi'nin askeri meseleleri kadar, diplomasi alanında da yenrneğe mecbur bulunduğu birçok güçlükleriyle karşı karşıyaydı. Askeri başanya erişmek, diplomatik münasebetlere büyük önem vermekle müm kündü. Kökünden yı·kılmış dış politi!kanın, sağlam temeller
üzerinde yeni baştan inşası
gerekiyordu. Böylece temin edilecek silah, cephane ve pa ra yardımı ile Türk milli gücü artirılaca·k, düşmanların ·
yenilme ve yurddan temizlenmeleri sağlanabilecekti. Osmanlı c8mi.ası içindeki Türk olmayan unsurların milli u yanış ve ihtilalleriyle Türklerden ayrılinalarından sonra, Batı emperyalistlerinin lmparatorlukdan arta kal mış yı·kıntılara hep birden, insafsızca saldırışları,
Türk
Milli Mücadelesi'ni büsbütün güçleştirmekteydi. Türk toprağını ve Türk· milletini bu Dünya Cehenne mİ'nden kurtarıp yeni miUi bir devlet kurmak ve bu dev letin iç ve dış istiklalini bütün devletlere tanıtmak, Milli Kurtuluş Mücadelesi'nin hedefi idi. Yurtları dörtbir yandan düşman kuvvetleri tarafın dan sarılmış ve işgale başlanmış Türklerin, bu Avrupalı
sömürgecilere ;karşı ittifak edebilecekleri i�i devlet kal
mıştı. Bunlar, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Rus ya idi. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, ekonomi ve kültür
25
çerçev�si içinde gelişmiş Türk - Amerikan münasebetle ri, 1917'de Ameriika'nın İtilaf Devletleri'ne katılmasıyla esaslı bir değişikliğe uğramamıştı. Çünkü her iki millet de, müttefiklerin direnmelerine rağmen, <birbirlerine sa vaş açmamışlar, yalnız siyasi münasebetlerini kesmekle yetinmişlerdi. Böylece Birinci Dünya
Savaşı
sonunda
Türkiye ile Amerika, savaş .halinde bulunmuyorlardı. Yalnız, 1914 ile 1917 yılları arasında Türkiye'deki Ermeni sürgünü için Amerika'da yapılmış kasıtlı bir ke sif propaganda, bu memlekette derin bir Ermeni hayran lığı ve geniş bir Türk düşmanlığı yaratmıştı. Aynca Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson'ın 14 mad delik Banş Prensipleri karşısında da Amerika için
bir
"Türk Meselesi" doğmuş bulunuyordu3•
The American Relief Commission Başkanı, sabık Amerika
Cumhurreisi Herbert C.
Hoover'in
teklif
ve
tazyiki ile "Türkiye'de manda idaresi ve Ermeni mese lesi" konulannı inceletmek için bir askeri misyon gön dermeği kabul ebniş Wilson, bu iş için General James G. Harbord'ı vazifelendirmişti. General Harbord, başkanı bulunduğu heyet ile lstan hul ve Anadolu'da temas ve incelemeler yapmış, 22 Ey
lul 1919 tarihinde Sivas'a gelerek Atatürk ile .görüşmüş tür. Atatürk hu görüşmede Heyet-i Temsiliye Reisi sı fatiyle General Harbord'a Milli Mücadele'nin hedefleri
ni özetleyen bir muhtıra vermiş, ((tarafsız büyük bir dev letin yardımını kabul edebileceğini" bildirmiş ve Ameri ka Birleşik Devletleri:nin Türk davası için yardım ve sem patisini kazanınağa çalışmıştıtri. 3 4
Enver Ziya Karaı: General Harbord'ın Atatürk ile goru!Jmesi, Son Çağ. Nu: 16, Ankara, Haziran 1964, ss. 6-7 ve 36-37. a) Gazi Mustafa Kemal Atatürk: Nutuk, C. I. İstanbul 1934, ss. 123 - 124.
2ü
Mustafa Kemal Paşa - General James Harbord Gö rüşmesi'nde Atatürk'ün, komünizm propagandasına Tür kiye'den daha kapalı bir memleket alamıyacağını belir ten şu tarihi sözleri son derece dikka,te ş8.yandır: ((Bolşevizme gelince, onun bize nüfuz etmesini önle yen dinimiz, an'anelerimiz ve sosyal bünyemiz gözönüne alınırsa, bu doktrinin memleketimizde hiç bir şansı ol madığı anlaşılır. Türkiye'de ne kapitalistler ve ne de mil yonlarca işçi vardır. Zirai bir problem de önümüzde di kilmiş değildir. lçtimdi nokta-i nazardan dini kaidelerimiz bizi bolşevikliği kabul etmekden alıkoymaktadır. Hatta
Türk milleti� lüzumu hdlinde ona karşı savaşmağa hazır
dır.'�5. Ne büyük siyasi gaflettir ki, Amerikalılar Atatürk' ün .bu önemli işaretini anlayamamış ve değerlendireme mişlerdir. Böylece Türkler için son üçyüz yılda 14 defa 49 yıl süre ile savaştıklan Ruslar'dan başka dostluk edebile ce,kleri, yardım isteyebilecekleri bir millet kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı sonunda Türklerin Çanakka le'de verdikleri binlerce şehidin kanıyla yazdı,klan eşsiz destan, Avrupa emperyalistlerinin ağır suretteki ilk yeb) Maj. Gen. James G. Harbord: Armenia,
International
294 - 95. c ) Roderic H. Davidson:
American Military Mission to
Conciliation,
v. CLI, June
Turkish Diplomacy
1920, pp.
from Mudros to
1919 - 1939. Princeton University Press, Princeton 1953, p. 173. ç) Tevfik Bıyıko�lu: Atatürk Anadolu'da, Ankara 1959, s. 65. d) Mehmed Gönlübol ve Cem Sar: Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası (1919 - 1938), İstanbul 1963, s. 13. U. B. Benate Documents, 66th Congress, vol. XV, Nr. 266. Exhlbit c. LaU8anne, The Diplamats
5
27
nilmeterini tarihe geçirmişti. Bu bü'Yük zaferden Türkler zararlı çl'kmışlar, fakat Avrupalılann Karadeniz'e geçe rneyişleri sonucu müdahalelerinden hilvesiyle masun ka lan ve bu sayede Çarlık rejimini kolaylıkla yıkıp ihtilal lerini gerçekleştiren Bolşevikler faydalannıışlardı. İstanbul,
İngiliz,
Fransız
ve
İtalyanların
müş
terek işgallerindeydi. Ruslar, ele geçiremedikleri, kendi tabirleriyle "baha biçilmez ve taksim edilemez inci" İs tanbul, düşmanıann da olmasın diye, Türklere keyif ba ğışlamak ve giı.ya bizi avlamak maksadıyla emperyalist lere ateş püskürüyorlardı.
O anda kendilerine de düşman olan bu milletiere kar şı bizi destekleyip kışkırtarak ileri sürmekte, esasen ken di milli varlığını kurtarmaya savaşacak
Türklerin yıp
ranmasında Bolşevikterin büyük faydalar umduklan 8.şi-. kardı. Fakat Anadolu'nun yağma halinde paylaşılışı ve en son İngilizlerin 16 Mart 1920'de İstanbul'u tamamen işgal ile Meclis-i Mebusan'ı •kapatniaları ve birçok milletve killerini tevkif etmeleri, Prof. Arınaoğlu'nun da eserinde belirttiği gibi, Mustafa Kemal'i ·ister istemez Sovyet Rus ya ile anlaşmaya zr o layan sebeplerdendi. Vatan ·kurtanp isti'klal kazanmak zoruyla Türklerin Avrupa
Emperyalistlerine
Çanakkale'de ve sonra
da
Dumlupınar'da indirdikleri ve indirecekleri ağır darbe ler, .gelecekte ıbütün dünyayı tehdid edecek yeni tip bir sömürgeciliğin .gelişmesine yarayacaktı.
Daha önce
de
•belirttiğimiz gtbi, şüphesiz siyasi tarih yazarlan ıbu so rumluluğun Türkleri "nefis müdafaası"na zorla•yan Av rupa Emperyalistlerinde
ve
yardımsız 1bırakan
Ameri
ka B. D.'nin ·gafH siyasilerinde olduğunu açıklayacaklar dır. 1917'de Çarlık rejimini yıkarak dıŞ. politikalannı de ğiştirdiklerini iddia eden, Avrupa Empeyalistlerine kar28
şı olduklarını ve başda Türkler bulunmak üzere komşula rına asla taarruz etmeyeceklerini ısrarla yayımiayan Bol· şevikiere ne dereceye kadar inanıla;bilirdi ? Ve bilhassa bunlarla dostluk edilir, 'bunlardan silah, cebhane ve para temin olunurken, Bolşeviklerin yardım bahanesiyle ordularını ve "gerçek halk ihtilaJi ?"ni ta mamlayacaklar diye satın alınmış ajanlarını topra:kları mıza yaıyarak Türkiye'yi de kızınaştırmak plan ve teşeb büsleri nasıl önlenebilir, nasıl akim bırakılabilirdi ? İşte Atatürk'ün büyük siyasi dehası ve başarısı, bil hassa dış politikasının Sovyetlere karşı olan bu zaferin de meydana çıkmışdır. Mustafa Kemal Paşa'nın 26 Nisan 1920'de Lenin'e gönderdiği mektup, 3 Haziran 1920'de Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin tarafından cevaplandırılmıştı. Böylece, 23 Nisan 1920'de Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Mil let Meclisi Hüıkfınıeti'ni ilk tanıyan ve onunla dostluk ku ran devlet, Sovyet Rusya oluyordu. O sıralarda bizzat kendileri hayli zayıf ve perişan bir durumda bulunmalarına rağmen, Bolşevik liderlerin, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki (Türk Milli Kurtu luş Mücadelesi) 'ni destekleyişleri, kolay anlaşılır sebep ler değildi.
Türk temsilcilerinin Moskova'ya hareket ettikleri bir sırada, kendisine : ((Komünizm ile Rus dostluğu esa satı arasında bir münasebet var mıdır?" diye sorulan Ata tatüıık, şu açık ve kesin karşılığı vermişti : ((Komünizm içtirruii bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtirruii şerditi, dini ve milli an'a nelerinin kuvveti Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini te'yid eder bir mahiyettedir. Son zamanlarda memleketimizde komünizm esasatı üze rinde teşekkül eden fırkalar da bu hakikatı bittecrübe
29
idrak ederek tatil-i faaliyet lüzumuna kaani olmu§lardır. Hatta bizzat Rusların mütefekkirleri dahi bizim için bu hakikatın sübUtuna kaail bulunuyorlar. Binaenaleyh bi zim Ruslarla olan münasebet ve muhadenetimiz ancak iki müstakil devletin ittihad ve ittifak esaslariyle alaka dardır." Daha sonraki yıllarda da Atatürk'ün aynı görüşü da ha açık savunduğu sabittir. Mesela, Bursa'da
Petit
P a r i s i e n muhaıbiri M. Jean Vaucher'ye (Sulh §art ları, iç ve dı§ siyasi meseleler) üzerinde verdiği demeçte de Atatürk kat'iyetle şunu ifade etmektedir:
u Biz ne bol§evikiz, ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız."6• .
.
.
Türkiye başta olmak üzere, Sovyetlerin Asya ve Or ta-Doğu memleketlerine ,karşı takip ettikleri politika, ko münist rejimin günümüze kadarki süresince, ulaşmak is tediği sonuç bakımından aynı, gerçekleştirme ve uygula ma metodlan bakımından ise başka başka olmuştur. 20 Kasım (3 Aralık) 1917'de, Halk Komiserleri Şfı
rası'nın (Rusya'nın ve Şark'ın bütün emekçi Müslüman
ları)'na yayımladığı
( Çağın) ,
Sovyetlerin izleyecekleri
ilk avlayıcı politikanın bir bel.gesi idi 7 • Burada Türkiye'ye : "Tahtından dܧürülmܧ Çar ta. rafından Istanbul'un zaptına dair yapılmı§ olan gizli muo
1
a) Gazi Mustafa Kemal Pa§a Hazretleriyle Mülôkat, Renin ( Ta nin) Gazetesi, İstanbul 2 Kasım 1922, Onbeşinci Sene, No. 20. s. ı. b ) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri. İkinci baskı, Ankara 1961. C. III, s. 51. Obrazovaniye SSSR. Vesikalar Dergisi. Sovyetler Birlig-i tum ler Akademisi Yayınları, Moskova 1949.
30
ahedelerin iptal ve Türkiye'nin taksimi hakkındaki an la§maların hükümsüz ilan edileceği" va'dolunuyordu.
Türkiye Türklerini 'kandırmak ve aldatmak için 1920 Mayısında yayırnladıklan bildiride de, doğruluk ve sa mimilikten yoksun aynı tekerlerneleri tekrarlıyorlardı8 : ucamileri, ibadethaneleri, mektepleri tahrip ve hakları gasbedilen kimseler! Bizin dininiz ve ddetleriniz, mini ve medeni hürriyetiniz serbest ve el sürülmez bir halde ka lacaktır. Serbestçe ve engelsiz olarak milli hayatınızı dü zenleyiniz. Buna hakkınız vardır. Bilrnelisiniz ki Rus In kıldb-ı Kebiri'nin Sovyetleri, sizin kuvvetiyle himaye edecektir."
hukukunuzu
bütün
1 - 8 Eyliil 1920'de Baiku'da 1891 delegenin katılma sıyla toplanan (Doğu Milletleri Kurultayı)'nda Zinoviev' in yaptığı !konuşmada da, Sovyetlerin Doğu Milletlerine karşı izledikleri ve izleyecekleri politikanın anahatlan belirtilmiş bulunuyordu9 : ({Komünistler şuna inanmışlar ki, milli uyanıştan başlayan Türkiye'nin emekçi kitleleri, kaçınılmaz bir su rette sosyal uyanışa gelip duracak, yalnız yabancı bur · juvazinin değil, belki Türkiye burjuvazisinin de devril mesini günün meselesi haline koyacaktır." ({Türkiye'de savaş milliyetçilik parolası altında ya pılmaktadır ... Burada, bittabi komünizm kokusu yoktur. Bununla beraber . komünistler, Ingiltere ve Fransa'ya karşı mücadelelerinde Kemalistleri destekliyor ve bun dan sonra da desteklemeye devam edeceklerdir." s
9
Bildiri'nin tam metni için Bk. : a) T.B.M.M. Zabıt aeridesi, Dev re I, İçtlma Senesi I. Cild I, 3. basılış, 1959. b) Dr. Tevetog"lu : Faşist Yok, Komünist Var!. tıa.vell 3. Baskı. Ankara 1963, s. 57. Le Premier Oongres des Peuples de l'Orient, BakQ 1 8 EylQl 1920, s. 40 - 42. -
31
Frukat ,gelişen olaylar ve sonuç, kimin
yenilmeyen
asker olduğu ,k adar aldanmayan, kanmayan, üstün ve eş siz diplomat bulunduğunu da meydana ikoymuştur. Dr. G. von
Stackelberg'in de değerli
gerçek şu cümle ile helirtilmiştir10 :
etüdünde bu
"Atatürk'ün Türkiye'de müstakü ve anti-komünist siyaseti, mini inkıldpları komünistleştirmek isteyen ko münistlerin bu yoldaki ilk mağlubiyeti oldu.', 1919'dan 1938'e ikadar
izlediği yirmi yıllık
(Ata
türk'ün Sovyet Politikası) , Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında iyi komşuluk ve dostluk münasebetlerinin ku rulmasını ve devamını sağlamıştır. Fakat diğer taraftan Atatürk, ideoloji ve rejim olarak, Bolşevikliği ve komü nizmi bütün esaslanyla
daima şiddetle reddetmiş ve :
({Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her göründüğü yerde ezilmeli!" büyük milli emrini vermiştir. uAtatürk'ün Sovyet . Politikası" tedkik ve tesbit edi lince görülüyor ki : Son kırk yıllık dünya tarihinde büyük devlet adamları
içinde,
komünizm lcarşısında yanılmak
değil yanıltmak, şaşırma:k değil şaşırtmak ve yenilmek değil yenmek zaferi de ıbugüne kadar yalnız Atatürk'e nasioolmuştur. Komünizmden korunmağa,
komünizmle mücadele
ye, komüni�i yoketmeye azimli millet, teşekkül, mües
(Atatürk'ün Sov yet Politikası)'ndB�ki diplomatik inceliği, barikulade ze
sese ve kişiler, başarıya ulaşmak için
ka oyunlarını ve dirayeti kavramalı,
Atatürk'ü örnek
almalıdırlar. !şte bizim, Atatürk'ün izlediği Türk - Sovyet poli tikası ile onun izinden ve ilkelerinden uzaklaşmış ve ne
içeride, ne de dışanda güven ve başarı sağlayamamış
ıo
32
Dr. G. von Stackelberg: Baku'dan Bandung'a Yıl. Münih, Nisan - Haziran 1955, ss. 4-5.
kadar,
Dergi, I.
İnönü'nün politikasızlığı
Türk -
üzerindeki
Sovyet münasebetleri
görüşlerimiz ve
hwkkındaki fikirlerimiz
bunlardı. İşte, Atatürk •gençliği nesiinin Başbakanı Süleyman Demirel ve heraberindeki
Türk
Hey'eti üyeleri, bugünkü
Rusya'yı görrneğe giderlerken, Ata'larının, bu bel irttiği miz görüş ve davranışiarına sadık bulunuyorlar ve onun izinde yürüyorlardı.
C. Senatosu'nda, Türk Sovyet Münasebetleri Üzerinde Konuşmalanmız
Adalet Partisi'nin koalisyonda veya
muhalefette
yıllarda,
.bulunduğu
1962 Bütçe müzakere-
lerinden ıbu yana, zaman zaman
partim adına Türk - Sovyet münasebetlerinden bahseder ken de aynen şu görüşleri savunmuş ve şu sözleri ifade etmişimdir :
uTürkiye'nin Atatürk'ten bu güne kadarki dış po litikasının esası, dünya barışıdır. ({Cihanda Sulh". pren sibi, bir tarafdan Türkiye'nin bir arazi talebinde bulun madığını, diğer tarafdan da kendi istikldl ve emniyeti ile ilgili prensipleri bütün milletler için de kabul ettiğini ve her türlü milletlerarası iyi münasebetlerin kuvvet boyölçüşmeleriyle değil, barış ve insan hakları prensip leriyle halli yolunu ifade etmekdedir. Atatürk bu esaslar çerçevesinde, başda Sovyet Rus ya, Iran ve Yunanistan gelmek üzere, bütün k omşuları mızia samimi, iyi dostluklar tesisine muvaffak olmuştur ki, bu arı'anevi Türk dostluğu, halen bütün veeibeleri ile muhafaza edilmekdedir. Yalnız, Ikinci Dünya Savaşı başlangıcında, Ruslar tarafından takib olunan ve Türkiye'ye karşı bdzı top rak talepleri iddiasında da bulunularak takınılan tehdit kar tutum dolayısıyla Türk - Rus dostluğu gevşemiştir.
33
Atatürk'e ve onun prensiplerine olan bağlılığımız kadar, onun tesis ederek bize bırakdığı dostluk ve an laşmalara saddkatı da bir borç ve vazife bilmekdeyiz. Şa yet bu ata mirası dostluk gevşemi§se, ancak büyük Ata türk'ün bize bir ideoloji ve emir halinde formüllendirdiği prensipZere bağlı kalmak şartıyla, iyi komşuluk münase betlerinin tazelenmesinde, bilhassa ekonomik sahada ge li§tirilmesinde mahzur görmeyiz."1 1 İşte 5 Şubat 1962'de, tam altı yıl önce, Türk - Sovyet münasebetleri hak:kında Cumhuriyet Senatosu tutanwk lanna ·geçm1ş iLk görüşümüz ve ifademiz budur. Aynı ko nuşmamızda Hariciyemiz için şu lüzfun ve ihtiyacı da şid detle belirtmişti,k : ({Bir Doğu Blokuna - Komünist cebhe
ye aid milletleri, bunların çeşitli taraflarını cidden bilen mütehassıslarımız yeti§melidir.. Mesela Dış Türk'ler, Müs lüman Devletler, Afrika - Asya memleketleri konuların da yetiştiriZmiş mütehassıslara ve onların yüksek ilmi seviyeye ulaştıracakları hariciye müesseselerimize son derece muhtacız."1 2 2 Şubat 1963'de de bir muhalefet sözcüsü olarak Sov yetler, ( NATO) ve (Varşova Anlaşması Teşkilatı) ile il gili şu görüşleri ileri sürdük :
uşayet Komünist Blok'un barış yolunda yürümeye ikna .edilmesi ve yıkıcı gayelere kullanılan kaynaklarını yapıcı maksatZara harcamaya karar vermesi sağlanırsa, iki blok arasında anlaşma sahası genişleyecek ve dünya barışı ümidi kuvvetlenecektir. Ancak bir büyük barış konferansıdır ki, (NATO) ve (Varşova Anlaşması Teşkilatı) diye ikiye bölünmüş de mokrat ve komünist kitleler arasındaki soğuk harbi de ı ı C.
12
· d.
34
Benatosu Tutanak Dergisi,
c. 2, s. 154. 2, s. 158.
Benatosu Tutanak Dergisi, c.
sona erdirebilecek ve barışın yeniden tesisini mümkün kı lacakdır."13 4 Şubat 1964 günü, Cumhuriyet Senatosu'nda yine Adalet Partisi Grubu adına Türk - Sovyet münasebetleri -- konusundaki sözlerimiz şunlardır : uDış politikamızın ana prensipleri ve mevcut taah hütlerimiz çerçevesinde, Sosyalist Sovyet Birliği ile kar şılıklı iyi komşuluk esaslarına dayanan münasebetleri miz, parlamenterlerin ziyaretleri ve bilhassa Kruşçef ta rafından Atatürk'ün 25. ölüm yılı münasebetiyle söyle nen dostane sözler ile tedrici bir inkişaf arzetmektedir. Fakat Sovyetler Birliği Hükümeti'nin evvelce Uiyıkı veç hile tenvir edilmiş bulunmalarına rağmen, Kıbrıs üzerin de mevcut akdi ve hususi bağlantılarımızı bilmezden ge lerek, Kıbrıslı Rumların haksız tezlerini destekleyen ka rarı, şüphesiz inkişafı istenen münasebetler ile bağdaş tırılamaz."1 4
Yine Senato'da, 1 Şubat 1965'de hassasiyetle üzerin de durduğumuz nokta şu olmuştur45 :
usovyet komşularımızın bizimle dostluk ihyası gay retleri sırasında, Kıbrıs'a devamlı silah sevkine ara da hi vermeyişleri dikkati çekicidir." 8 Mayıs 1965 tarihinde ise, ıbir iktidar sözcüsü olarak Senato'da, Türk - Sovyet münasebetlerine şu sözlerle yine temas etUk16 : u. . . Sovyetler Birliği gibi komşularımızın, yerden göğe kadar haklı bulunduğumuz Kıbrıs ddvamıidaki dav ranış ve tutumları bizi hayli müteessir etmiş, bdzı güçıa O. Senatosu Tutanak Dergisi, c. 9, 14
"15
16
s.
O. Senatosu Tutanak Dergisi, c. 18,
57.
s.
O. Senatosu Tutanak Dergisi, c. 24,
s.
C.
s.
Senatosu Tutanak Dergisi,
c. 27,
391. 1005. 266.
35
lükleri meydana koymasıyla da bizi aynı zamanda uyar mıştır. Buna rağmen Sovyetler Birliği ile iç işlere asla ka rışmama, toprak bütünlüğü, karşılıklı saygı ve hak eşit liği gibi prensipZere dayanan devamlı bir iyi komşuluk münasebetleri devrine girmeyi samirniyetle istiyoruz. Eğer komşularımız da aynı samimiyeti taşıyorlarsa, bu nun ilk işareti Kıbrıs'daki RumZara yaptıkları silah sev· kiyatının derhal ve kat'iyetle durdurulması olmalıdır.'' 15 Aralık 1966 günü, Kıbrıs'a sevkolunan Çek silah lan münasebetiyle yaptığımız konuşmada da şunlan söy ledik17 :
"Komünist Blok'un herhangi bir köşesindeki, bu me yanda Çekoslovakya veya Bulgaristan'daki her faaliyet ve davranışın emir ve kumanda yeri Moskova'dır. Vak tiyle Mısır sosyalistlerinin, Nasır'ın eliyle Makarios'un komünistlerini sildhlayanlar, bu defa aracı olarak Çek' leri . kullanmaktadırlar. Bu itibarla küçük peyk, uydu Çe koslovakya'dan önce, karşılıklı ziyaretlerle dostluk hey' etleri, parlamenterler, başvekiller yarıştırdığımız, iyi münasebetler kurmaya çalıştığımız büyük komşumuzu i'kaz, protesto etmeli, gerçekçiliğe ve samirniyete çağırmalıyız." ·
!şte Başbakan Demirel'in son resmi ziyaretinde ken dilerine katılacak Parlamento Hey'eti içinde,
19 Eylül 1967 Salı rgünü Moskova'ya hareketiınize kadar, benim
düşünce ve görüşlerim bunlardı. Böylece,
asıl Sovyet Rusya intibalarımı nakletme
ye başlamadan, sunulmalannda zarfiret ve fayda gör düğüm ibazı mütalaa ve belgelerin burada tesbitini ta mamlamış :bulunuyorum. ]1
36
C.
Senatosu Tutanak Dergisi,
c. 37, s. 498.
·
BENİM GÖRDUGÜM BUGÜNKÜ
Moskova,ya Hareket
RUSYA
19 Eylül Salı sabahı, Sovyetlerin .
. derd'ıgı � · 11 yuşın ·tıpı · . ·tepk'l' gon ı ı oze1 .
.
.
uçakla Moskova'ya hareket edeceğiz. Esenboğa Havaala nı, terminal ve bilhassa şeref sa:lonu, gidecekler ve uğur layanlarla dolmuş ta.şıyordu. Sayın Demirel'e refakat ed�ek hey'etin mensupları, vazifeliler, kendi gönlünden taşan sev·gi ve bağlılıkla Başbakan'larını uğurlamaya gel miş Ankara'lılar ve Hükfımet Başkanı'na ihtiram töreni yapacak yağız, yiğit Mehmedciıkler... Samirniyetle söylemek gerekirse uğu:r:layanlar, uğur lananlardan çok daha heyecanlı -göriinüyorlardı. Muhte rem arkadaşım !stanbul Milletvekili Ahmet Dallı'nın : "Sayın Tevetoğlu, doğrusu cesaretiriizi tebrik ederim. İn şallah hayırlısı ile gider, •gelirsini.z ." sözlerini söyler:ken yüzünün, gözlerinin ifade ettiği manayı haia unutamıyo rum . Samsun Parti Başkanı'mız Mehmet Ali Ulusoy ile kardeşi Sefer Ulusoy'un ; sevgisini de, duygusunu da si yasi konuşmalan kadar açık ve yüksek perdeden ortaya koyan Ercümend Basa'nın beni 'heliHlaşırcasına' kucakla yışları ve söyledi1kleri sözlerle, ettikleri temenniler, bir diplomatik ve parlamenter ziyaret yolcusundan çok, as kere de değil de, doğruca cebheye, savaşa giden bir ağa beyi selametlemenin manzara, mAna ve ma.hiyetini ta şıyordu. Bana şöyle diyorlardı : "Gözünü seveyim, sen bize daha çok lcizımsın. Ne he rifleri sıkıntıya sok, ne başına bir kaza gelsin. Arslan gi bi git, arslan gibi gel, ağabey!"
Sayın Mümtaz Faik Fenik de, uçağa doğru yürüdü şöyle yapmıştı : "Gideceğimiz ğümUz sırada latifesini 37
yerin her tarafı komünist olduğuna göre her halde sayın Tevetoğlu, Atatürk'ün emri gereğince komünizmi her gördüğümüz yerde ezmeğe kalkışmazsınız ?" Benim mücadelem bilhassa yurduna ve milletine iha net eden yerli kızıllarla idi. Ben, hem Atatürkçü görünüp, hem de Atatürk'ün her mirasını haraç-rnezad eden Ata türk düşmanı istismarcıların 'karşısındaydırn. Benim kay gum herşeyden önce ve başta, yurdunıun ve miUetimin kızıl afetten korlınması idi. Bu belanın tasallıltuna uğra mış kardeşlerimizin ve bütün masum, talihsiz kiınselerin, tanı insan ha;k ve hürriyetlerine, gerçek demokrasi niza rnma kavuşrnalan, sahip olmaları da şüphesiz �benim bü yük isteğim ve i dealimdi. Anima, şimdi biz bunun te'rni nine, talebine değil ; 50 yıllık 'kızıl rejimin bu geniş ülke yi ve ıbu toprak üstünde kalan, yaşayan ve artan kimse leri neye çevirdiğini ; nasıl bir yaşama seviyesine ulaştır dığını veya düşürdüğünü görecektik. 50 yılda nelerin ka zanılıp, nelerin kaybedildiğini kısmen de olsa şahsen ve bizzat, yerinde, aslından, gerçeğe uygun olarak müşahede edecek, anlayacaktık. Yoksa, kazanılanın neye maloldu ğunu ; kaybedilenin de hesabını soracak değildik Biz dostluk ve iyi komşuluk münasebetleri yolunda bir nezaket ziyaretine gidiyorduk. Onlar da, biz de Sovyet lhtil8.li'nin ve Türk Milli Mücadelesl.'nin Hk günlerinde Mustafa Kemal Paşa ile Lenin arasında yaşatılmış iyi komşuluk davranışlannın bugün de tazelenmesini, ülkele rimiz ve milletlerimiz için faydalı sayıyorduk. Sovyet komşularımıZin tarif ve tavsifleri ile "Genç ve dinamik Türk Başba!lmnı" Demirel, Demirperde gerisini görrneğe gidiyordu. Bu, 196l'den bu yana, Türk milletinin en çok güveni ni kazanarak tek başına bükılınet teşkil etmiş Adalet Partisi iktidarının komşu ülkeye ilk ziyaretçi gönderi şiydi. 38
Demirel Hükumeti'nin programı, Türk Sovyet mü nasebetleri hakkında aynen şu görüş, istek ve prensipleri ihtiva ediyordu : -
"Bağımsızlığa ve toprak bütünlüğüne saygı, hale eşit liği ve adem-i müdahale
prensipleri dairesinde kortı§u
devletlerle iyi geçinmek, işbirliğini
geliştirmek, bölge
mizde gerginliğe ve iktilaflara yol açacak durumları ön lemek dış siyasetimizde önem atfettiğimiz umdelerdir. Bu prensipler dairesinde kom§usu
SCYVyetler Birliği ile iyi
komşuluk münasebetleri iddme etiirmek
arzusunu Tür
kiye daima· beslemiştir. Bu itibarla, iki memleket arasın daki münasebetlerdeki
müsbet geli§meyi memnuniyetle
kaydediyoruz. Biz bu esaslar çerçevesinde SCYVyetler Bir liği ile iyi korrı§uluk münasebetlerinin iditmesine ve geliş mesine ehemmiyet aifediyoruz ve buna gayret edeceğiz. Türkiye ile SCYVyetler Birliği arasında iyi komşuluk zihniyeti içinde münasebetlerin devamlı surette gelişmesi Türkiye'nin ve Sovyetler Birliği'nin menfaatlerine uygun olacağı gibi, bölgemizin ve dünya barışının tarsinini ko laylaştıracaktır.''
Partisinin, 'büyük Türk milletince tasvib edilmiş programını, yurd içinde ve yurd dışında, harfi harfine uygulamayı ve gerçekleştirnıeği ·kendi sine :borç ıbilen 1924 doğumlu Cumhuriyet ve Atatürk evlidı Demirel, ha·lkı mız için de, komşularımız için de en inanıl acak ve güveni lecek hir temsilci olarak, çok nazik ve mühim bir vazife peşindeydi. Bu, Ata'sına, onun ilkelerine ve hatıratarına riyasız ca bağlı ıbir Türk evladının, Türk
nesillerine bırakılmış
( YURDDA SULH, C!HANDA SULH) prensibini gerçek leştirnıek vazifesinin bir safhasıydı. Bu, 1938'den 1950'ye kadar gerçekleştirilememiş bir iyi komşuluk ve dostluk mes'elesiydi. Türk halkının gü-
39
venini asla kazanamamış İnönü, bu iyi komşuluk ve dost luk münasebetlerini gerçekleştiremezdi, gerçekleştireme mişti. Türk halkının .güvenini kazanmış rahmetli Mende res'in bu iyi komşuluk ve dostluk münasebetlerini ihya et mesine ise, ·kader izin vermemiş, ömrü yetmemişti. Bu çile li mHletin ve yurdun, dış münasebetlerindeki bu hassas ve çetin problemi halletmek de, Demirel'e kısmet olacaktı. Demirel ve Türk Hey'eti yola çıkmadan, yola çıkar ken, çıktıktan sonra, yurda dönerken, döndükten sonra ; adi yollardan küçük insanların, bazı başarısız, iz'ansız ve insafsız yaratıkların yaratmaya çalıştıkları kötü cereyan ; halkımızın, dünyanın ve tarihin huzurunda hizzat ıkendi lerini çarpmış ve onları :bir çuval .kömüre döndürmii§ıtür.. Bugünkü hür demokrat dünyamızın asli temayülü olan "hür insan ve hür millet" hedefini kendilerine amaç bilen 'Ve buna göre Türk insanının ve Türk milletinin yüce hak ve menfaatlerini savunurken, herkesin, her mHletin ·
hak, hürriyet ve menfaatlerine riayeti de -prensip edinen 'genç ve dinamik Türk temsilcisi, Atatürk'ün şu tavsiye sine son derece riayetkardı :
((Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz ve ne de oyunlarına kapılmalıyız." El sıkmalar, kucaklaşmalar, sarılıp öpüşmeler ve as
·keri tören ıbitip de, Başbakan Demirel son olarak llyu şin-18 tipi özel Rus uçağına bindiği zaman, diğer bütün Hey'et mensubları çoktan yerlerini almış bulunuyorlardı. Uçağın kuyruk tarafındaki ufak bölümünde, karşılıklı ·koltuklar ve :bir masa bulunuyordu. Burası Başbaıkari, Dışişleri Bakanı ile eşlerinin oturmaları içindi. Bizlere ay rılmış bölümler de rahat ve konforlu sayılırdı. Şüphesiz
40
· bu uçağı, beş yıl önce bizi• NATO Parlamenterleri olarak
Vaşington'dan Almanya'ya getirmiş Başkan Kennedy'nin uçağı ile mukayese edecek değildim. Fakat, kaptan pilot larının kullandıkları radar, haberleşme ve otomatik te sisleri de gördükten sonra bu uçağın başarılı .bir ağır sa nayiin mahsulü olduğunu kabul etmek lazımdı. Uçak tam 7.30'da büyük bir homurtu ile ve sanki ge ride kalanlara bir gösteri yapareasma havaya fırlamış ; diklemesine içlerine daldığı beyaz bulutları altta bırak tıktan sonra dengesini bulmuştu. Kemerleri bağlamamızı emreden san yazının söndüriilmesi unutulup gitmişti. Bu sırada sayın Demirel uçağın bizim oturduğumuz bölümün de göriindü. O, bütün arkadaşlara hal-hatır sorup iyi yol culuklar dilerken, biz de ışıkların söndürülmemiş bulun masına rağmen, çözdüğümüz kemerlerden ve sıkılıktan kurtuluyorduk. Gelip yanımıza oturan sayın Başbakan, iki-üç gün önce Romanya'da
gördükleri, 7.000 metreye
inen petrol sondaj makinalarmdan söz açtı. Komşu ülke ler ile iyi münasebetler kurmanın bize sağlayabileceği bil hassa teknik imkanlar üzerinde durdu. Kısa zamanda Türkiye'yi kalkındıracağından kuvvet le ve kat'i surette emin bulunan bu dinamik "inanmış" insan, Türkiye'nin bütün mes'elelerini en ince teferrua tına, milimetresine kadar biliyor ve korkunç bir hafıza ile beraberinde, gönlünde ve büyük başının içinde taşı yordu. Uçağın hareketinden kısa bir müddet sonra, biri sa rışın, diğeri kumral iki gürel hostes kalıvaltı servisine başladılar. Az sonra, adeta yarışırcasına Hey'et üyelerine sabah sa;bah votka, şarap ve konyak ikramına koyuldu: "
Benim başkanlı�ımdaki NATO Parlamenterler.i Türk Hey'eti'n de C.H.P. Malatya Senatörü Nüvit Yetkin lle, Tablt Senatör Haydar Tunçkanat bulunuyorlardı.
41
lar. Benim, Mehmet Turgut Bey'in ve ülserinden rahatsız Refet Sezgin Bey'in alkol almayışımız ilk önce bu seçme Rus dHberlerini şaşırtmıştı. Aynı hSl, 10 gün süren ziya fet sofralarında da yanımıza düşen Sovyet ricalini adeta şüpheye düşürmüştü. Saat lO'a geliyordu ki, uçakta son derece zengin bir menü ile mükellef
bir yemek servisi
başladı. Türkiye'den itibaren bize refakat eden Sovyet Elçi liği mensupları daha uçakta, bizi memnun edebilmek için büyük bir alaka, nezaket ve misafirperverli:k gösteriyor lardı. Bana, harita üzerinde uçuş yolumuzu işaret eder lerken, kendilerine, az sonra üzerinden geçeceğimiz Şi mali Kaf·kasya'nın eşim Gülcan (Krımşamhal) 'ın memle keti olduğunu söyledim. Hemen pilotlardan, kanının do ğum yeri olan kasaba üzerinden geçerken bize haber ver melerini rica ett�ler. Az sonra bir pilot kaptan geldi ve : "Şimdi Şimali Kafkaslar üzerinde bulunuyoruz ; fakat ma alesef beyaz bulutlardan toprruklar ve şehirler görünmü yor." dedi. Şimali sinden
Kafkasların en yüksek (deniz seviye
5633 m) Elberuz tepelerinin de çok üzerindeydik.
42 yıl sonra eşimin doğduğu yerleri, onun için ve onun ye rine havadan, kuşbakışı olsun bir görmek, seyretmek is temiştim ; kısmet değilmiş. Oralar yine :beyaz
bulutlar
arkasında hayalimizde ıkalacaklarmış, öyle oldu. Fakat hemen burada belirteyim ki, eşimin öz teyzelerini ıbulup ziyaret etmemi, teyze kızını görrnemi, ilgililer ıbana tam bir ·kolaylık ve serbestlik içinde sağladi>l ar. Bu olayı ileri de sırası gelince daha tafsilıltı ile ve derin şükranlanmla birlikte kaydedeceğim. Ankara - Moskova arası 1860 Km. idi. Bu hayli uzun hattı llyuşin-18, tam
3 saat 15 dakikada tüketmişti. Yol
culuğun büyük bölümünde, üzerinden uçtuğumuz araziyi hemen hiç görmemiştik. Beyaz bulutlardan ·kurtulduğu muz yerlerde, uzun düzlük araziler ve Moskova'ya ya·k ın
42
bölgelerde ise, daha da alçak uçulmuş olacak ki, ekimi, bakımı, sula:ma tesisleri mükemmelen izlenebilen ovaları, topraklan ve tüten hacalarla dolu sanayi şehirlerini da ki-kalarca seyretmiştlk. Prof. Aydın Yalçın ile ve bilhassa bu sey8.hatta kendisini şahsen ve yakından tanımaktan büyük memnunluk duyduğum Prof. İsmet Giritli ile kuş bakışı gördüğümüz bu manzaranın şimdiden muhasebesi ni yapmaya koyulmuştuk. Özel uçak 10 dakika önce sert b-ir inişle Moskova'nın Vnukova 2 Havaalanı'na inın.işti. Vakit mahaUi saatle tam 12.00 idi ki, uçağın kapıları açıldı. Moskova'da da hava, Ankara'daki kadar açık ve güneşli idi. Yalnız sı -
caklık derecesi burada ancak 2 santigraddı. Bu havaalanının da, adeta yalnız resmi maksatlar la kullanılan bir "özel meydan" olduğu anl�ılıyordu. Çünkü, başka inen, kalkan, hazırlanan uçaklar görünme diği gibi, tenninalin, meydanın umuınt manzarası da bu ranın misafirlere mahsus bir merasim meydanı olduğunu açı·kça gösteriyordu. Terminalin önündeki sağ köşede, parma•klıklar arka sında muntazam bir surette sıralanmış ·büyük çoğunlu ğu kadın, bir-iki yüz kişilik kadınlı-erkekli genç karşıla yıcı vazifeliler, ellerinde •k ağİttan Türk - Soıvıyet ibayrak Ianyla bizleri selamlamaya hazırdılar. Bunlann ·giyiniş Ieri oldukça muntazarn ve temizdi ki, benzerlerine sokak lardan çok, Moskova Üniversitesini ziyaretimizde üniver siteli öğrencilerde rastladık. Meydanın daha ön kısmında kırmızı - mavi ünifor malı Kızılordu tören askerleri çok muntazam olarak sı ralanmışlardı. Az ileride de kırmızı üniformalı bandocu lar yer almışlardı . .Askeri ataşelerimizin . de dahil bulun duğu Moskova'daki Türk misyonu eşleriyle birlikte meydanda yerierini almışlardı. ·
Başbakanımızı ve Türk Hey'eti'ni
karşılamaya gel-
43
miş Sovyet ricilinin ve eşlerinin önlerinde, siyah palto giymiş ve elinde siyah şapkasıyla Sovyet Başba;kanı Kos sigin bulunuyordu. Uçağın mer<livenine doğru yürüdüler ve Kossigin, Demirel ile tokalaştııktan sonra diğer ileri gelen mesai arkadaşlarını Başbakanımıza takdim etti. Beraberce yüİiiyen iki komşu ülke Başbakanı kısa bir takdim ve askeri selam törenini tamamladıktan son ra, bando milli marşlarımızı Çalmaya başladı. Moskov.a sema:larına yükselen Türk lstiklal Marşı O ·kadar doğru, canlı ve güzel çalmışlardı ki, hepimiz hayret içinde kal dık, heyecanlandık, memnunluk duyduk, .gtırurla birbiri mize b Ilikıştık . ve adamları takdir ettik. Sovyet bandocu larının büyük bir başarı ile melodisini kendi göklerine yükselttikleri lstiıklal Marşı'mızın, biz ise sözlerini, Akif' in tarihe malettiği ölmez mısra'larını, manasını kalbi mizde, ruhumuzda, içimizde adeta "ilk şartımız •budur" dereesine tekrarlıyorduk. Aynı kudretli :bando, kendi milli marşlarını da ta mamlayınca, milli kıyafetler giydirilmiş ·kız - oğlan küçük Rus çocukları elrerindeki güzel gül buketleriyle, güller cenneti Isparta'nın iki eviadı Başbakarumıza, eşleri sayın Nazmiye Demirel'e ve Hey'etiıhizdeki diğer Türk hanımia rına doğru ·koşuştular. 10 gün sonra Moskova'dan uğurlanışımız sırasında, bizden sonra ·geldi•kleri için, otobüslerle taşınışlannı, meydandaki yerlerine yerleştirilmelerini ve sa:bah kah valiısı olarak dağıtılan sandüviçlerini ·kapışış ve yiyişle rini seyrettiğimiz hu vazifeli karşılayıcı alayının ellerin deki bayrakları sallayışları, hurra ! .. hurra ! .. diye teza hürat yapışları, sanki bir düğmeye basılarak idare edili yordu. Aynı ses, aynı tonda, aynı anda çıkıyor ve aynı ha reket, aynı anda tekrarlanıyordu ·ki, bu intizaından da He ri bir disiplin ve düzendi. Terminal binasına ve daha sonra geçtiğimiz yollara. ...
45
asılmış "Hoş Geldiniz" diyen ve Türk - Sovyet dostluğu nun kuvvetlendirilmesini temenni eden ve Başbakanımızı selamiayan sözler de, <kelimesi kelimesine Moskova'da ne ise, Leningrad ve Kief'de de o idi. Taşkent ile Baku'da ay nı cümleler mahallin öz lehçe ve kelimeleri ile daha renkli ve samimi .birer ifade :bulmuşlardı. Herşeye rağmen Sovyet idarecilerinin Başbakan De mirel ve Türk Hey'eti tarafından ülkelerine yapılan bu zi yarete çok hüyük bir ehemmiyet atfetti'kleri her davra nış ve görünüşlerinde gün gibi 8.şikardı. Türk Hey'eti'nin ve Sovyet ricalinin en ileri gelen leri Cadillac'a benzetilmiş "Çayka"lara :bindiler. Bizler de protokol sırasıyla numaralanmış, içlerinde mükemmel türkçe konuşan birer Rus milımandar da bulunan "Mos koviç" marka siyah arabalara taksim olunduk. Parlamen terlere aid ilk arabada, ·benimle birlikte arkadaşım sayın Prof. Aydın Yalçın bulunuyordu. Bize refakat eden Sov yet diplomatı da çok güzel türkçe konuşan, Türkiye'de ve Ira:k'da yıllarca vazife görnıüş, halen Moskova'da merkez de görevli, Taşkent doğumlu M. Vladilen N. Fedorov'du. Kendisi son derece nazik ve misafirperver bir diplomattı. Otelimize ·kadar 35 40 km. olan Moskova yolu, çok geniş ve güzel yapılmıştı. İki tarafı kilometrelerce ağaç lık ve orman olan ıbu yol, şehir sınınndaki Moskova'yı kucaklayan geniş halka yollann birincisinden itibaren, Türk Başbakanı'nı ve Hey'eti'ni selamiayan türkçe ve rusça yazılar ve sık sık asılmış Türk - Sovyet bayrakla rıyla süslenmiş bulunuyordu. Yolların büyüklük ve genişliğine karşılık, trafik, he men hemen yalnız resmi yük ve binek arabalarından iba retti ve çok hafifti. Onlar da, gelen resmi devlet arabala rı ·konvoyunu görünce veya trafik canavar düdüğünü du yunca derhal kenara çekilip tam bir uyarhkla dunıyor lardı. -
46
Şehir dışındaki ormanlar ve fundalıklar kenanndan başlamak üzere, şehir içerisinde de yapılmış yol >kenarı parklannın çokluğu, düzenleri, çiçeklenmeleri dikkati çe kiyor. Moskova'dan sonra gördüğümüz diğer Sovyet şe hirlerinde de Rusların parkiara ne kadar ehenuniyet ve. itina gösterdikleri müşahede olunuyordu. Fakat, pa:rklar da, parmaklıkların
boyanmasında, yollann
tern:lzlenme
ve süpürülmesinde kullanılan işçiler, hemen
hemen ta
mamen yaşlı ve genç kadınlardan ibaretti. yolların genişliğine mukabil
Şehrin büyüklüğüne,
6,5 milyon
trafiğin azlığı gilbi, yayalar da çok seyrekti. luk şehir son derece
tenha görünüyordu ;
adeta boştu.
Bazı duraklarda kuyru:k olmuş, kümelenmiş mahdud sayıdaki
halk
topluluğu da,
caddesinden geçen 40
-
Moskova'nın
en ünlü ana
50 otomobillik konvoya karşı son
derece ·k ayıdsızdı. Yürüyenler etrafa değil önlerine bakı yorlardı. Sessizdiler ; ası·k suratlı, adeta
dünyalarından
bezmiş bir .görünüşleri vardı. Giyinişlerinde hiç hırpani liğe rastlanmıyordu amma,
üstün kaliteli,
şık elbiseli,
mantolu, paltolu bir kız, bir kadın veya erkek de gözü müze ilişmiyordu.
Sovyet Rusya'da
en
iyi
giydirilmiş
olanlar çocuklardı. Kadınlarda eşarp kullananiann çoklu
ğu dikkati çekiyordu. Ayaklarında posta:l cinsinden kaıba ayaıkkaıbılar ve ellerinde patates, soğan veya lahana dolu filelerle, çoğu yaşlı olan kadınlar
acele acele yürüyor
lardı. Yolun her i•ki tarafında "prefabrike" malzemeler kul lamlarak bitiriimiş veya devam etmekte olan mesken in şaatı .göze çarpıyordu. 10
-
15 katlı küçük ve sık pence
reli, hepsi de :balkonlu, aynı tipte blok apartmanlar ve modern meskenler arasında, Çarlık devrinden kalma. ah şap veya kargir büyüklü - ·küçüklü lbinalara ; enkaz ha lindeki köhne evlere de rastl.anıyordu. Şüphesiz Mosko va'nın asıl panoraması katedraller, haçlı kuleler, kaleler,
47
·
burçlarla daha çok dünden, maziden kal mış çizgilerle çi ziliyordu. M. Fedorov'un (Gorki Caddesi)
diye tanıttığı Mos
kova'nın Beyoğlu'sunda, büyücek satış mağazaları görii nüyordu amma, Volga - Moskoviçler 60 ·km.den aşağı hız la seyretmedikleri için bu mağazaların içierini görmemiz hemen hemen mümkün olmuyordu. Kremlin'in ·göriindüğü, Kızıl Meydan'ın geçildiği sı rada mihn:ıandarımız, meydandaki
kuyruğu göstererek:
"Bunlar Lenin'in mozolesini görmek için Sovyet ül kele rinin dört bir taraf ından gelmiş vatandaşlardır. Sabah erkenden başlayıp ıgece geç vakte kadar devam eden bu kliyruğun uzunluğu yarım kilometreden fazladır ve her gün ortalama 10 bin kişi Lenin'i ziyaret eder" diyorou. Sovyet l htilaJi'nin başı Lenin, bu ülkenin her taraf ın da tapılan tek put halinde . Hoş, ona başka ülkelerde ta .
.
pan kızıllar da çıkıyor ya, o başka mesele . . . Burada res mi daire, okul, üniversite, kütüphane, tiyatro, işyeri, fab rika, istasyon, terminal, oteı · dahil akla gelen her bina da, her caddede, her meydanda, her parkda, açık - kapalı her stadyumda, her müzede, her sergide, hulasa her yer de Lenin var, Lenin'in adı var,
büstü var, heykeli var,
resmi var. M. Fedorov'un otelimize yB.!klaştığımızı h8iber verdi ği .bir sırada, yine genişçe bir meydandan
geçiyorduk.
Orada da, Lenin olmayan, hatip, edip-şair duruşlıi ve gö rii nüşlü bir başka adamın heykeli vardı. "Bu kim ?" di ye sordum. Mihmandanmız cevap verdi: "Rus l htilali' nin meşhur şairi Maiakovsky ! " Benim son çıkan kitabımda da kız.ıl şair Nazım Hik met Verzansky .bölümünde adı sık sık geçen18, Nazım'ın ıs
48
Dr. Fethi. Tevetoğlu: Türkiye'de Sosyalist ve yetler, Ankara 1967, ss. 470, 481, 492 ve 527.
Komünist FaıUi
hayran olduğu ve kopya ettiği Maiakovsky buydu de mek ! .. Konvoyun ön tarafında bulunan Başbakanınıızla di ğer Bakan arkadaşların arabaları, hususi misafirhaneler istikametine gitmişlerdi . Bunlar, Moskova Üniversitesi civarındaki büyük taş duvarlar, elektrikle açılıp kapanan yüksek demir ·kapılar ardında,,. gürel korular ve bahçeler ortasında kain iki katlı şahane köşklerdi. Biz de parlamenterlerle, basın mensuplarına ayrılmış bulunan Hotel-Sovietskaya'ya gelmiştik. O:ııta sınıf, te mizce bir oteldi. Bana ayrılan 303 numaralı daire, beş ki şilik bir aileye verilen meskenden her halde çok daha .ge niş ve konforluydu. Yüksek tavanlı iki büyük oda ; bir antre, bir hol ; geniş bir banyo. Oturma odasında yazı ve yemek masalarından, telefondan başka süs kabilinden te levizyon, radyo ve buzdolabı d a bulunuyordu. Süs kabi linden diyorum, çünkü bunların hiçbiri doğru dürüst iş lemiyordu. Yahut da bizim bilmediğimiz cinsten baş·ka türlü çalıştırılıyorlardı. Her halde otel hakkındaki bro şürde işaret edilen günlük kira ücretleri : Buzdolabı 30 kapik Televizyon 25 kapik Radyo 20 kapik ödenınedi diye bunlar çalışmıyor değillerdi. Yatak odasında ve holde bol dolaplar, gardroplar vardı. Yeşil ipek karyola örtüleriyle ·kaplı çift kişilik ya tak, son derece temiz ve rahattı. Kaldığım odanın ·komşuları 302 nurnarada Bay Be dii Faik ve 304 nurnarada ise Prof. Dr. Mehmet Yardım cı bulunuyorlardı. Bavulum oda.ma •getirilince elbise ve çamaşırlarımı dolap ve gardroplara yerleştirdim. Son Almanya seyaha tinde satın aldığım ve ilk defa kullandığım bavuluro yep49
yeni idi ve bir hayli sağlamdı. İçinde de çamaşırlarımdan ve iki kat elbisemden başka ağırlık verecek hiçbir şey yoktu. Bunları şimdiden tafsil ve tasvir edişimin sebebi, Taşkent'te tb avulumun başına ·geleceklerin iyice anl aş ıl
ması iç indi r.
Otelin ikinci katındaki yemek salonuna davet edildi ğimiroe, altmışını aşkın son derece asil görünüşlü, beni "kimbilir dün kimdin ?" diye düşündürten, i htiyar garson dan bir K afkas çorb aaı ( Soup Khartcho a la Caucasienne) istedim. Bir iki arkadaşım da bu intihahıma katıldılar. Kafk as ' ın ÇOJ'Ibası da gerçekten
nefisti ve bana neleri,
kimleri hatırlatınıştı ! Parlamenterler, saat tam 15.30'da, SSCB Yüksek Şu ra Prezidyum'u Başkanı
N.V. Podgorniy'i makamında zi
yaret edecek Başbakanımız Demirel'e mülaki olmak üze re Kremlin sarayına hareket ettik.
. Kremlin'de
Y�sek surlar içindeki bu Ça rl ar - Çariçeler A A . :. l ' kanesı, A Ami:Uı h i:Uen "" 1 de :b"t" u un mana ve ı" ht"ış a
mı ile yerinde duruyor,
miz dış
·
muhafaza ediliyordu. Arabalan
ve iç kapılardan, kemerler altından geçerlerken,
kulelerdeki gözeiliere ve kapılardaki bekçilere mihman
danmız usfılen birşeyler söylüyordu. Yoksa, bu siyah oto mobiller, yollardaki canlı yayanın da, motorlu vasıtanın da derhal durup yol verdikleri, tanınan devlet araçlarıydı. Sarayın iç avlusunda, soldaki müzeye girmek üzere sıralanmış yerli ve yrubancı turistler gördük. Yrubancı tu ristlerin ekserisi
Doğu Almanya'd an ve diğer Demirperde
ülkelerinden ; :bir ·kısmı da Japonyalı veya Amerikalı idi. Taşçı ustalar, müze tarafına girilen avlunun demir kapı
lı, demi r parmaıkhklı duvarlarındaki mennerieri onarı
yorlardı.
Kremlin'in, Prezidyum Başkan ı Podgorniy'ye rud dai· resjne ;geldik. lhtişamı dışandan pek o ,kadar belli olma-
yan hu binalann içleri, .geçmiş çağların birer süs ve sal tanat meşheri halindeydi. Başbakanımız, 3 Ba>kan arkadaşımız, ben ve Aydın Yalçın Bey, Moskova Büyük Elçimiz ve Dışişleriınİzin di ğer iki yetkilisi salon ortasındaki masanın bir tarafına, Podgorniy ve Sovyet erkanı da diğer tarafına oturmuş lardı. Karşılıklı samimi dostluk konuşmalan başladı. Ben, önümüze ·konmuş defter ve ·kurşun kaleminden faydala nara:k, Arap harfleriyle sür'atli olarak ve hemen tek ·ke lime kaçırmadan bütün söylenenleri not etmeye 'başlamış tım. Birçok ·gözlerin benim bu not alışımı dikkatle izledik lerini farketmemek imkansızdı. Her halde Arap harfleriy le yazışım, ·gözcülerin gariplerine gitmiş olacaktı. Yahut da bu ıba:kışlarda, bavulumun başına gelecek kazanın "me rakı", "seıbebi" saklıydı. uDünyada en iyi tütün denince akla Türk tütünü ge lir. Püro deyince de Kuba pürosu akla gelir. Sovyet siga rasında Türk tütünü bulunmaktadır"
tarzında bir espri
ile sözlerine :başlayan Podgorniy daha sonra şu sözleri söyledi : usayın Başbakan Demirel ve arkadaşlarını topraklarında şahsım ve arkadaşlarım rooktan bahtiyarım. Zatıtilinizin
Sovyet
adına selamla
memleketimize yaptı
ğınız bu ziyaret, biz Sovyet liderlerini ve vatandaşlarını çok sevindiriyor. Diğer bölgeZerimizde yapacağınız ziya
retler, aralardaki halkımızı da sevindiredektir.
Gittiği
niz şehirlerde halkımızın yaptığı ilerlemeleri müşahede edeceksiniz.
Kat'iyetle eminim ki ziyaretlerimiz, iyileş
me yolunu tutan Türk-S01JYet münasebetlerine büyük bir katkı
teşkil edecektir. Zatıalinizle tekrar görüşmekten
şahsen çok memnunluk duyuyorum. Türkiye'de sizinle çok kısa konuşabildik. Fakat bu konuşroolar yine de çok alti kalı ve faydalı olmuştur. Maalesef siz burada benim Tür-
52
kiye'de kalışımdan daha az bir müddet kalacaksınız. Bu na dağmen bu da işbirliğimize bir değerli katkıdır. Türki ye'de bulunduğum kısa müddet zarfında Türkiye'nin mümtaz devlet adamları, halkı ve siyasi parti temsilcile ri ile görܧtüm. Bunların hatıralarını daima kalbimde tCl§ımaktayım. Eminim ki, siz de burada, Sovyetler Birli ğinde birçok dostlar kazanacaksınız; ve biz de elimizden gelen her şeyi yaparak seyahatinizin çok iyi ve faydalı geçmesini sağlayacağız.''
Podgorniy'nin bu konuşmasını, Başbakanımız Demirel şöyle cevaplandırmıştı : "Sovyetler Birliği sayın Devlet Başkanı Podgorniy'nin hakkımızdaki sitayişkar sözlerinden ve memleketimizden bahsedişZerinden duyduğum memnunluğu belirtmek iste rim." "Birbirlerini çok iyi tanıyan memleketlerimizin, geç ' de olsa, aralarındaki dostluğu geliştirmekle sayın Podgorniy'nin harcadığı çaba dolayısıyla adı daima takdirle anı lacaktır. Kendileri bu iyi komşuluk ve dostluk münase betlerini geliştirmek yolunda Türkiye'yi ziyaret eden ilk Sovyet Devlet Başkanı olmuşlardır." ((Kendileriyle memleketlerimiz hakkında çok açık gö rüşmelerde bulunmuşuzdur. Kendilerinin de ifade ettik leri gibi, kısa da olsa Türkiye'de yaptığımız göril§melerin hatırasını el'an memnuniyetle muhafaza ediyf!fUZ." <<Iki memleketin dost ve iyi komşuluk esasUirı içinde yaşamıasında her iki ülkenin büyük faydaları mevcut tur. Şimdi çok iyi hatırlıyorum ki, bunun esaslarını ve prensiplerini Türkiye'deki konuşmalarımızda kısaca göz den geçirmiştik. Bugün aradan geçen üç sene zarfında hadiseler iyi istikamette gelişmiş ve o gün kcm:uştuğurnttZ esaslara paralel olarak mühim mesafeler alınmt§tır.',
53
"Daha sonra Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu Baş kanı Kossigin'in Türkiye - SO'IYJjetler arasındaki dostluk yolunda yaptığı ziyaret, mühim bir hadise olmU§tur. Ge çen yıl sayın Kossigin yurdumuzu ziyaret ettiği zaman iki memleketi ve dünyayı ilgilendiren bir çok mes'eleler. üzerinde fikir teatisinde bulunduk. Bu göril§melerimiz de açık fikirlilik hakim olmuştur. Şunu ifade etmek de gerçeğin belirtilmesi olur ki, böylece uzun yıllar inkişaf edememiş bulunan iki memleket arasındaki iyi münase betlerin gelişmesine büyük hizmetler edilmiştir. Bugün Türk Parlamentosu'nun iktidar ve muhalefet partilerine mensup seçkin senatör ve milletvekilleri ile, Türk Bası nı ve Hükumeti'nin değerli mensuplarıyla Sovyet Rus ya'yı ziyaret imkanını buldum. Sovyet Ticali ile yapaca ğımız bu defaki görüşmelerin de hedef olarak aldığımız dostluğa ve iyi komşuluk münasebetlerine büyük fayda lar sağlayacağına kaniim. Geçen iki yıl zarfında birçok mes'elelerde müsbet adımlar atılmış ve iyi neticeler alın mıştır. Bu arada iki komşu ülke arasındaki ticaret hac mi büyümil§ ve bir anlaşma yapılarak 7 te'sisin finans manını te'min etmek husiısu Sovyetler Birliği'nce kabul edilmiştir. Bunlardan bir tanesi müstesna, hemen altısına aid te'diye anlaşması tamamlanmış ve te'sislerin birço ğunun temelleri atılarak inşa' edilmelerine geçilmiştir. Ekselans Smirnov bu temel atmaların hepsinde bizimle birlikte bulundu ve bizimle nutuklar verdi. Ekselans, hal kımızın dostluk tezdhürlerine şahid olmuşlardır. Bu· te' sisler iki ülke arasındaki tanışmaya, teknolojik yardım ıaşmaya ve sınai işbirliğine mutlaka yardımcı olacaklar dır. Yine bu zaman zarfında bir parlamento hey'etimiz geçen yıl Sovyet Rusya'yı ziyaret imkanını buldu ve bu radan iyi intibalarla döndü. Bütün bunları iki ülkenin is tifadesine ve iki memleket münasebetlerinin gelişmesin deki çabalara yardım addediyorum. Biz daima iyi niyet-
54
lerin sahibiyiz. Iyi niyetler karşılıklı hakim olduğu müd detçe iki ülkenin iyi komşuluk münasebetlerini geliştir melerine hiçbir mdni' yoktur. {(Nitekim çok kısa zamanda görülen ilerleme bunun ispatıdır. Sovyet topraklarına ayak bastığımız andan iti baren bize büyük bir hüsnükabul gösterilmiştir. Sayın Kossigin, büyük bir misafirperverlikle, Rusya'nın birçok yerlerini görmemizi arzu ettiler. Bilhassa kültür ve sana yi merkezlerini görmemizi istediler. Leningrad'ı, Kiefi ve daha sonra Taşkent'i, aradaki
irrigasyon bölgesini,
nihayet Baku'yu ve Baku'daki petrol endüstrisini gör mek imkanını bulacağız. Bunları görmekten büyük mem nunluk duyacağımızı belirtmek
isterim. Bu suretle bu
büyük ülkenin çeşitli bölgelerindeki halkı yakından gör mek de bizi ziyddesiyle memnun edecektir. Iki memleke tin karşılıklı menfaalleri bulunan bu münasebetlerin devd mında fayda mütalaa ederim. Birbirimizi daha çok ve ya kından tanımamız; iki tarafın birbirine daha çok güven mesi,
bu
iyi
münasebetlerin
gelişmesinde
faydalı ola
caktır. Burada sözlerimi bağlamak
istiyorum: Sayın Pod
garniy'i burada tekrar görmüş olmaktan ve kendilerinin bizi büyük bir hüsnü kabul ile duğum memnunluğu
karşılamalarından duy
kendim ve arlcad.a§larım adına be
lirtmek isterim." usözlerinizin her noktasında sizinle tam bir mutaba kat hdlindeyim" diye tekrar ·konuşmaya başlayan Pod
gorniy, özetle şunları söyledi : {(Gerçekten, Sovyetler Birliği ve Türkiye arasındaki soğukluk devresinden sonra Türkiye'yi ilk ziyaret eden devlet temsilcisi ben oldum. Tabii Türkiye'ye gelirken bu gezimizin çok enteresan olduğunu biliyor ve büyük bir heyecan duyuyarduk. Zira ben Türkiye'ye giderken vazi fem ve taşıdığım sorumluluk çok ağırdı. Partimin ve Hü-
55
kumetimin bana verdiği vazife, Türkiye ile iyi komşu luk münasebetlerinin geliştirilmesine samimiyetle karar verildiğini Türk yetkililerine bildirmekti. Memleketleri miz arasında iyi münasebetler tesisine hiç bir engel yok tu. Başlıca şart> her iki taraftan gösterilecek karşılıklı güvendi. Yani en başta istenen şey, her iki tarafın söy ledikleri sözlere, karşılıklı itimad edilmesi ve inanılma sı idi. Bu zamandan beri üç yıl geçmiştir. Diyebilirim ki, o başlangıçtan bu yana hem sizin hem bizim tarafımız dan atılan müsbet adımlar faydalı sonuçlar vermiştir." ((Hatta şimdi birçok milletlerarası mes'eleler üzerin de işbirliği yapıyor ve aynı oyu kullanıyoruz. Yakın za man önce Orta-Doğu mes'elesi hakkında aynı karar ta sarısı lehine beraber oy kullandık. Güney-Doğu, Vietnam mes'elelerinde de tutumlarımız birbirine yakındır.
Bu
bizi sevindiriyor. Bu hal gösteriyor ki> yalnız Savyet Türk mes'ele ve münasebetlerinde
değil, minetlerarası
konularda da iki ülke işbirliği yapabilirler." ((. . . Fikrimizce zatıdlinizin
Sovyetler Birliği'ni zi
yaretiniz, ba.şlamış iyi münasebetlerimizi büsbütün ge li.ş tirecek ve kuvvetlendirecektir."
Daha sonra Cumhurbaşkanımız Sunay'dan, daha ön
ceki Türk Parlamento
Hey'eti ile yaptığı konuşmalar
dan ; Ankara ve İstanbul Belediye Başkanlanyla, Mos kova ve Leningrad Belediye Başkanlannın ziyaretlerin
den ve nihayet :bugünkü ziyaretin programından ; 50. yı
lın kutlama hazırlık programlarından bahsettikten son ra Podgorniy : ((Türkiye Devlet Başkanı sayın Sunay'a, Türk Hükumetine ve Türk halkına saddet temennilerimi götürmenizi istirham ederim"
diyerek
sözlerini bağla
mıştır. Başbakan Süleyman Demirel de tekrar şu sözlerle mukabelede bulunmuştur :
56
((Türkiye - Sovyetler Birliği dostluğunun dünya sul hüne büyük yardımı dakunacaktır kanaatindeyiz. Böyle ce yanyana sulh içinde ya§amaları gereken milletler ca miasına da iyi bir örnek vermi§ olacağız. Ayrıca dünya sulhü için çok büyük bir değer ta§ıyan ( gerginliğin yu mu§aması) hususuna da iki ülke münasebetlerindeki bu müsbet geli§melerin büyük yardımı dokunacaktır." ((Biz pe§in hükümlerin sahibi değiliz. Biz yanyana iyi koffl§uluk münasebetleri
içinde yaşamakta başlıca
prensip bildiğimiz iç işlere karı§mamak; hürriyet ve is tiklali her §eyin üstünde
ve
başında tutmak hususlarına
riayette çok hassasız. Mes'eleleri bunların ı§ığırıda mü talaa edince, her şeyi görüşmek ve incelemek mümkün dür."
Daha sonra Sovyet İlıtHalinin 50. yılı konusuna de ğinen ve Türkiye Cumhuriyeti'nin de "beş altı yıl daha genç" bulunduğunu ; bizim de 1973'te ellinci yılımızı kut layacağımızı :belirten Demirel, sayın Devlet Başkanımız Sunay'ın dostane selam ve temennilerini ulaştırmaktan duyduğu memnunluğu da ifade etmiş ve şahsına, arka daşlarına gösterilen samirniyete hir kere daha teşekkür ederek, kendilerine başanlar dilemişlerdir. -
Bu resmi göriişmelerden sonra Kremlin'den otele dö nüyordum. Bize mihmandarlı·k yapan M. Fedorov'a, bir satış mağazasına uğramak ve umumi bir fi·kir edinmek istediğimizi söyledik. Bizi Moskova'nın en büyük satış mağazalarından biri olan GUM Mağazası'na götürdü. Kızıl Meydan'ın yanındaki bu h eybetli, iki-üç katlı, 1890 1893'te inşa' olunmuş, 74 yıllık eski Rus mimarisindeki kadim binada yiyecekten giyeceğe, kırtasiyeden tuvalet eşya.sına, çay ve kahveden dondurmaya ·kadar binibir çe şit şey satılıyordu. MİR, TS"UM ve DETSKİ adındaki bu kabil ünlü mağazalann en tipik örneği ve büyüğü GUM Mağazası imiş.
57
Arabalar, Kızıl Meydan'ın köşesinde park edildi ve 10 ·kadar arkadaş, birbirimizi kayıbetmemeye i 'tina gös tererek, ıbu mağazanın yan kapısından içeri, kalabalığa dal dık. Bu mağazalar ,sabah 10 - ll'de açılıyor ve akşam 20 2l'de kapanıyorlardı. Bir kısmı 13 - 14 ; bir kısmı da 14 15 arası bir saat öğle yemeği tatili yapıyorlarmış. Bilhassa fabrikaların, iş yerlerinin tatilinden son raki bir saate rastlamış olacağız ki, burada mağaza de ğil, kelimenin tam manasıyla "ana-baba günü" vardı ... KalaJbal1ktan ilerlemek, çeşitli satış bölümleri önünde kuyruk olup mağazanın koridariarına taşmış halkı ya rıp ·geçmek ne mümkün ! Binanın tavanlan çok yüksek olmasına rağmen, hava, teneffüs edilerniyecek kadar ağır Iaşmış ve kerih hir ter kokusuna uzun müddet taham mül etmek de çok müşkül. Fiatıara şöyle bir göz attık. Bu örneklere göre hemen belirtmek mümkündür ki, Sov yet Rusya'da hayat çok pahalıdır. Giyecek m'SJllann kalitesi son derece düşüktü. Çok üzerindeki fia.ıt 10.50 ruble yani bizim paramızla takriben 105 liraydı. Kalın, kaba, postal cinsinden bir atkılı, alçak topuklu kadın aya·kkabısı 35 ru:ble y8.ni 350 Türk lirasıydı O anda, bi zim Malunutpaşa Yokuşu'ndaki mağazalanmızın buraya n azaran ne kadar zarif, ince ve yüksek kaliteli mallar. sattıklarını ve fiatlarının da ne kadar ucuz ve elverişli olduklarını ; hele satıcıların yoldan geçeniere mallannı satmak için dil döküşlerini hatırladım ve düşündüm. Bu rada mağazalarda alış-veriş etmek, maliann kalite ve fi atları bir yana, bir büyük mes'ele ... Gülümseme nedir bilmeyen satıcı memurlar son derece minnetsiz kimseler ve akılara çok zorluk çıkanyorlar. GUM Mağazası'nın bir manavında görünüşü hiç de iyi olmayan yaş üzümün üzerindeki fiat 1 ruble, yani 10 adi görünüşlü bir kombinezonun
.
58
Türk lirasıydı. Türkiye'de kat'iyyen alıp eve götünne yeceğiniz bir cins şeftalinin kilosu da 60 kapik yani 6 Türk lirasıydı. Ya kuru üzümün kilosu ? 2 ruble 35 kapik,, yani tam 23,5 Türk lirası ... Edindiğim intiba şu ki : Sovyet Rusya'da yiyecek ve giyecek, cins ve k alite bakımından son derece d�ük ol duğu halde fiat bakımından ateş bahasınadır. Veyl bu cennette yaşayanlara ! . . Rakamlar, istatistikler Sovyetler Birliği'nde ferd başına düşen milli geliri 1000 dolara yaklaştı diye yük sek gösterebilirler. Amma bizim en büyük, en kalabalık ve modern Sovyetler Birliği şehri diye gördüğümüz Mos kova'da bulduğumuz gerçek, akşamın beşine kadar kan ter içinde çalışmış halkın, işçilerin evlerine bir file dolu su soğan, patates, elma götürebÜmek için maddi, manevi, nakdi, bedeni pek büyük sıkıntılar çekUkleridir. Mihmandanmıza soruyorum : "Ydhu, bu memlekette kuyruk olmadan alış-veriş yapılacak yerler yok mudur ? Bak şuraya, beş tane elma almak için kuyrukta bekleyen lere! Yazık değil mi bunlara ? Kimbilir akşama kadar ne ağır işlerde çalışmışlardır. Hdld ayakta dikiliyorlar. Bu aynı zamanda korkunç zaman, iş ve enerji kaybı, israfı değil midir ?"
Cevaplar, "kem, küm", asla tatmin edici olmuyor; Kızıl Meydanın kenarında Kızıl Meydana doğru uzanan kuyruklar karşımızda dururken adam göz göre göre de yalan söyleyemez ya ! .. ((Efendim, kuyruk olmadan alış-veriş
edilebilecek
yerler vardır. Amma, orada fiatlar bazan iki-üç misli faz ladır, bir kısmında da yalnız dolarla alış - veriş edilir"
diyor. ((Peki hani sosyal adalet ? Sosyalliği de, adaleti de bunun neresinde ? Fiat kontrolü, sabit fiat böylesine di-
59
siplinli, böylesine
devletçi bir ülkede, bir rejimde böyle
mi olmalıdır? Hemen bütün satıcılarınızın devlet memu ru bulunduğu sisteminizde satışların minnetsiz, gönülsüz ve rekabetsiz olduğu bir yerde, bir de kuyruksuz alış-ve rişin karaborsası mı var demek istiyorsunuz?" Dövizimin ma.hdud bir ·krsıru ile kitap ve plaktan
bu
başka çöp satı n almadığım
yerde, resmi kurdan bir
Amerikan dolarını 90 kapik'e, nihayet 'bir ruhieye bozu yorlardı. Dolar kabul eden çok mahdud satış mağazala
nnda veya turistik, otelierin satış yerlerinde yine doılar 90 kapik veya 1 ruble üzerinden hesap ediliyordu. Arka
daşlar arasında. konuşulan sokak sarraflarının, karabor sa dolar bozucularının bir dolara 3 duyunca kendi kendime : leinezciler !
Kulakl annız
-
4 ruble verdiklerini
"Hey gidi sosyalist yalan-söy çıırlasm ! "
alarnadım. Tabii onlarca bu
demekten
kuyruıldarm, bu
kendimi
karaborsala
rın teşekkülü, Sovyet sosyalistlerinin a.hlii.kının bozuluşu
da hep bu dolar ·beli.aı yüzünden ! . Burada :
"Herkese ihtiya.eına göre vermek" prensi
binin uygu•lanması şöyle dursun, "herkese emeğine gö re verildiği"ni ·kaıbul etmek dahi imkansız. "Rejim otur muş" diyeniere, insan ın gayri ihtiyari "neyinin üstüne ?"
diye sorası geliyor.
Komünist rejimde insanların mutlu olup olmadıkla
rı , daha doğrusu mutluluk derecelerinin ne
olduğu, elli
yılın hesabı sorulmadan, muhasebesi yapılmadan, yalnız bugünkü maddi ve
manevi faktörler dikkate almarak tes
bit edilse dahi, bizim
"mutlu çoğunluğu" lebilir.
"mutlu
azınlık" tekerlemecilerine
nerede bulabi:J.eceklerinin dersi veri
Bu il-k akşam 19.30'da Kremlin Kongre Salonu'nda temsil edilecek olan "Kül Kedisi"
( Cinderella)
balesini
seyredeceğiz. Arkadaşlardan biri, V'aktiyle Saracoğlu'nun
60
Moskova'da;ki "i,kam.etini'' hatırlatarak : "Birinci akşam dan gözümüze kül mü serpilecek ?" diye soruyordu. Ben de sahnedekilerden çok, seyircileri düşünüyordum ve "mutlu azınlık" mı, yoksa "mutlu çoğunluk" mu görece ğimiz merakındaydım. Eski Kremlin Sarayı avlusunda 1961 - 62 yılında in şa edilmiş yeni ( Kremlin Kongre Salonu) dışandan da, içeriden de çok güzel ve muhteşem. lç manzarası daha mükemmel olan salonun ıbirçok teknik imkanlarla da teç hiz edilmiş bulunduğu görülüyor. 5 - 6 bin kişilik bu sa• lon, büyük kongreler için kullanıldığı gibi, daha çok tem siliere ve aan'at faaliyetlerine tahsis ediliyormuş. 6000 kişilik bu büyük kongreler salonunun sağ üst ta rafında, deV'let erkanına mahsus geniş, büyük, gömme bir loca vardı :ki, bu gece Tü.ıık Sovyet :bayra,kları ile süslenmişti ve henüz boş bulunuyordu. Onun tam kar şısına düşen ·bölümde de, yine yan balkandakilere ve aşa ğı kattakilere tepeden bakılan bir "hususi" mevki vardı ki, bunu da bu akşam bizlere ayırmışlardı. -
En ön sıradaki yerime oturduktan ve koltuğum üze rine konulmuş program ile dürbünü aldıktan sonra, he men etrafımı ve aşağıyı tetkike koyuldum. Boş tek bir :koltuk göriinmüyordu. Genç - yaşlı, ka dın - erkek, başaçık - :başörtülü, basmalı - pazenli, allı - morlu, gömlekli - :kaza.klı, erkeklerin büyük çoğunluğu kravatsız işçiler, öğrenciler ve nihayet yüksek dereceli memurlar ve Avrupalı giyinişleri ile göze batan şıklıkları bir zaman dışanda kalmış diplomatlar oldukları intib8.ı nı verenler, bunlann yanlanndaki saç tavaletleri mükem mel, boyunlarına "ming", "vizon" asılmış Rus dilber leri... Dış göriinüşleri ile karma karışık, kaba saha, her renk ve sınıftan bir yamalı bobçayı andıran bu seyirciler61
de, san'ata karşı i lginin , san'at
ter:b iyesin in
sağl adığı
dikkati çeken bir birlik, beraıberlik tarafı da. var.
Arkarndaki 'Sırada oturan Sovyet d iplomatınd an öğ
rend iğ im e göre, hurada .milletlerarası t oplantı ve konfe
ranslar, Komünist Pa rtisi kongreleri akdedi ldiğ i gibi , daha çok tiyatro, :bale gösterileri ve diğer cumhuriyet lerden ıgelen folklör ekiplerinin şenlikleri yapılırmış. Geçen yılk i XXIII. Komünist . Kongresi de burada toplanmış ve Yakub Demi r ta:kma ad lı Türki yeli komü nist ( Zeki Baştımar) kuk l asın m , Türk iye Komünist Par tisi Genel Sekrete ri diye Kossigi n tarafından takdimi de burada yapılmış. Sandalye ve koltuklar 30 - 40 k ap ikten 1,5 - 2 rub leye kadarmış. Yani 3 - 4 veya 15 - 20 TL. Fak at biletler, gişelerde satılınaktan çok, herkesin çalıştığı yerlere da ğıtılırmış. Türk ve S ovyet Başbakanları yanmdaJkilerle birlik te şeref locasına girince geniş sahnenin ön-aşağısında yer almış bulunan orkestra, 1stikl8.1 Marşımızı çalmaya baş ladı. Sabah, Havaalanı'ndaki törenden sonra, .bu akşam 6.000 Moskova:lının, Mil li Marşımızı ihtiramla Kremlin'in Kongre Salonu'nda da dinleyişleri manzarası, bize bir günde iki sefer tatlı bir heyecan duyurmuş.tu. Sahne, dekor, müzik ve oyun cidden güzeldi. Prens rolündeki Nikonov ile, Cinderella'yı oynayan Bogolo mova'nın başarıları pek üstün bir derecede idi. 50 yıllık komünist rej i min, Çarlık Rusyasından ·k al
mış herşeyi yıka:rken, k ısmen dokunmadığı ve muhafaza
ettiği bir m üessese varsa o da sahnenin bale ve opera bölümü. . Bu bölümd e devam eden başanya da şüphesiz son 50 yılın mahsulü denemez. Bu üstün seviye, ta XVI I XVIII. YüzyıHarda, 1735'de Çariçe Anna tarafından ku rulmuş ilk Devlet Dans Okulu'ndan :bu yana ve bilhassa I. Nikoloy devrinde 1850'den sonra geliştiri lmiş ve Bol62
şevik lhtilali'ne kadar hep gelişerek yükselmiş, Avrupa ülkelerine rakip Rus Ba·lesi'nin köklü bir devamı ve malı sulU sayl'lmalıdır. Kabul etmek zaruridir ki, mHletlerin hayatında rejimler, 1klimler, coğrafyalar, haritalar de ğiştiği halde, san'at ve kültür, ne kadar tahrip ve tahrif de olunsa, asli ,karakterlerini saklıyorlar. Sovyetlerin muhafaza ettikleri sahnelerinde "Cinde rella"yı takdirle seyrederken de, bu yüzyirmi yıldan faz la parlak bir ma.zisi olan ünlü Rus Balesi yanında, bizim genç salınemizin ancak 20 yıllık olan, buna rağmen bü yük başarılara ulaşan genç Türık Balesi'ni hatırladım ve gururlandım. Kendi ıkendime: "İnşaallah Taksim'deki Devlet Operamızı da önÜım.üzdeki yıl açmamız kısmet ve nasib olur ; sanatçılarımıza daha geniş imkanlar sağlanz ve Türk'ün hu alandaki yüce san'at kabiliyetini de orta ya koyarız" diye düşündilin ve temennilerde bulundum. O gece otele döndüğümiiz vakit, saat onbiri geçmişti. Ankara'ya, eve birkaç satır bir şeyler yazıp göndereyim dedim. Bilhassa gezi programının 25'den 29 Eylül'e uza., tıhşı, henim bazx mühim randevu ve rezervasyonlarımı alt-üst etmişti. Bunların en mühimi 30 Eylül'den itibaren sabah gazetesi olarak çıkacak ( Son Baskı) ile ; Milliyetçi Çin'de katılacağım (Birinci Dünya Anti-Komünist Kon feransı) mes'eleleri idi. Sovyet Rusya'da 5 kişiHk bir aileye verilmeyecek ·kadar ·geniş ve konforlu olan dai.remde banyo alıp pija malanmı giydikten sonra, mektup yazmaya oturmuştum ki telefonuro çaldı. Saat 12'yi geçiyordu. Mikroföna "Alo ! .. Alo ! .." diye sesleniyordum ; fakat hiç cevap yok .. Kapattım. Birer dakika ara ile bu ha1 iki defa daha tek rarlandı. Yine cevap yok.. Bu bir nevi kontroldu galiba. Çünkü daha sonraki gece lerde de -Moskova'da- daima tekrarlandı. Diğer par lamenter arkadaşların da telefonuna bu konuşmayan kon63
trolcu musaHat olmuş. Nasıl olsa seçmen vatandaş ara maz diye hiç sevmediğim ve yapmadığım bir hususu, ya tağa girmeden telefon fişini çekip işi kolaylaştınnayı de� nedim ve rahat ettim. Sabah 'kalktığım vakit kapı altından atılmış Pravda Gazetesi'nin birinci sahifesinde,
BaşbakanımıZin hava
alanındaki törende çekilmiş resimleri ve Türk Hey'etinin ziyareti ile Hgili haber, :büyük manşetlerle geniş surette veriliyordu.
Bu 20
ffiylfı:l tarihli,
263 ( 17945 )
numaralı Pravda'
nın 4. ısahifesinde ( Radiy Fiş ) imzalı ( Düşünen Türkiye) başlıklı bir de makale mevcut. Kalıvaltı esnasında, bu yazı muhtevasını çok .güzel rusça bilen sayın arkadaşım Prof. Giritli .bana özetledi. Yurda, eve dönünee de, yazı nın tam tercümesini yaptırdım. Sovyetlerin, başlığını Lenin'in çifte resmiyle resmi l�tirdikleri ve tirajı He övündükleri bu resmi gazetele
rinin, bizim ziyaret ·günümüzde yayınladığı bu sözüm ona
"Hoş geldiniz ! " manalı dostane ( ?) yazı, pek hoşa gider
bir yazı değildi ve çok zayıf bir yazıydı. illus'taki Atatürk Heykeli'nden söze başlayarak, ora da,
uzaktaıki düşmanı
gözetleyen
Arslan
Mehmetçik'in.
bakışını "tunç asker eli altından, sanki geleceği görmek· arzusu ile
uzağa
ba:kmaktadır" diye ·kendine çeviren ; da
ha sonra mermi taşıyan ·köylü ıbacıdan, diğer askerden söz eden yazar, ill us Meydanı'na yakın bir yerde, gfı.ya bir şiş kebapçı ile Amerrkablar arasında cereyan etmiş
bir muhavereyi naklediyor ve gfı.ya bu uydurma hi.kaye
ile Türk halkındaki Amerikan düşmanlığını tasvir ediyor
ve birtakım sloganlar tekrarlıyor.
Türkiye'nin emperyalizme karşı ayaklanan Asya ve Afrika memleketleri muvacehesinde, dünyadaki rolü üze rinde duran yazar ;
64
geniş Türk
topluluğunun -yalnız
kendi işlerine gelen noktalar<lıvki- takbihlerini ve bil hassa Orta Doğu'daki tutumunu kendine göre belirtiyor. Türk
-
Sovyet münasebetlerinin
iyileşmesi ve telmik
yardımın gelişmesi hususlanna da değinen yazar : "Mem
leketin ruh haleti, onun şillr, yazar ve
ressamlannın
ya
raıttıkları eserlerle aksettirilmektedir" diyerek, Türk ger çeğini a·ksettirdiklerini i leri sürdüğü ekserisi malflm
selerden söz ediyor.
kim
İstanbul'da ressam Nuri İyem'in ta;blolanndan ; Bur salı lbrahim Balahan'ın resimlerinden örnekler veriyor.
"Türkiye'nin en iyi yazarl an bizim dilimize tercüme edil
mektedir" diyor ki buil'l.ar Nazım Hikmet,
Sı3ibaJıa.ddm
Ali, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Mahmud Ma:kal ve Sanı:im Kocagöz imiş.
Yazar, Kocagöz'ün şoförle Hgili bir hikayesini bir
propaganda parçası olarak özetleyip
tanıttıktan sonra,
Konya'daki hikayeci ve şair Oğuz Tansel'in kendilerine
gösterdiği Selçuk eserlerinden ve Mevlana'dan bahsedi yor, Mevlana'nın "ıbeylikçiliğe, klişe ve durgun fikre kar
şı isyan He kişilerin müsaviliklerini terennüm söyleyen yazar :
ettiğini"
" Herkesin evi dosıtlar ve iyi komşular
için açık olmalıdır" sözünü alarak : "Oğuz T·ansel'in
işa
retine göre kapıları açı·k tutmak gerek. Tansel haklıdır. yol arayan Türkiye'de kapıları açık tutmak gerek" em rini veriyor. Türkiye· Başbakanı'nın dostluk ve iyi komşuluk zi
yareti sırasında, Türkiye'yi temsil ve aksettirdikleri iddia edilen :biııtaJmn belirli - belirsiz solcularda.n laf edip, on ların tavsiyesi He kapı açıtırmaya kalkan bir yazıyı de
ğersizliği kadar, mes'elenin ciddiyeti ile de bağdaştıra madım.
Bu sabah hayatımda, yaptıklarına en çOk kızd.ığım
ve fikirlerinden en fazla nefret ettiğim;
zaman zaman
hakkında en ağır sözler kullandığım ve yazılar yazdığım 65
ki.mselerden birinin, Kızıl İhtilai' in 1 :numaralı kızıl lide ri Vladimi r llyiç Lenin'in mozolesini rgörmeye gidecektik. İsmini anmalanna, resmini görmeye tahammül ede mediğlın Lenin'in, :bir caınekan içinde, Meta. canlı gihi yatan tahnit edilmiş cesedini ben de seyredecekıtim. Ser de doktorluk da olduğu için, evvelce ·gördüğümüz ölüleri, ikadavraları düşünerek, ·�bu da ·k ısmetmiş, la havle ! " dedik ve yürüdük. Sayın Başbakanın gelmesini beklerken, parl amenter arkadaşlar, diplomatlar :ve . gazeteciler Kızıl Meydan'da
resimler çektiriyorlardı. Sovyet dirplomatları, ev sahipliği :vazifesi görenler, bana karşı, Türk parlamenterleri içinde tek senatör bu lunuşumun v:erdiği birinci protokol sırası nın da üstünde bir ihtiram, bir i'zaz :ve iıkram yarışı içindeydiler. Adeta : "Sen misin bize en çok muhalif, en bü yük hasım ? Biz de en çok misafirperverliğimizi sana göstererek seni mahcub edeceğiz" diyen nazik bir davranışları :vardı. Fotoğrafçılar başta, bizim gazeteci ve muhaıbir ar kadaşların bana ıkarşı gösterdiıkieri ilgi de ibariz bir "özeıl lik" taşıyordu. Bunlarnan bir ıta.nesi : "Ağabey, ıvailahi patrondan emir aldım, her gün size aid bir haıber ulaş tırmaya mecburum. Ne olur, bir kaç kelime ile duygula rınızı ifade edin de yazayım ; · kendim uydurup yazarsam son ra sizi de ·kızdırmış, darıltmış olmaktan çekinirim." diyordu. Gazetesi hakk ı ndaki nefretimi bi ldiği için de: "Düşünce itibariyle ben onlarla aynı paralelde değilim, amma , sizin bu raya gelişiniz ·gibi, ne yaparsın, iyi geçin mek 18.zım." sözünü eklerneyi de unutmuyordu. Son rgüne ikaıd.ar :bütün ısrarlarına ve çabalarına rağ men ne ıbizim muhaıbirlere, ne de Sovyet muhaıbir :ve ajansıarına Sovyet Rusya intiibal arımla Hgili hiçbi r be yanatta ıbulunmadım. Yurda döndüğümde, bazı solcu ga� zetelerin bana aid bazı yazılarınİ okudum ve "şu yerli 67
Kızıl
Meydan'da
Türk Hey'eti'nden Bir Grup Kızıl Meydan'da.
kızılcıklar ne sıkılmaz mahluklar" demekten kendimi ala ma.dım. Parlamenter ve gazeteci arkadaşlar, grup halinde resim çektirirlerken aralarında benim de bulunmarnı is tiyorllardı ; biııkaçı da ayrı olarak benimle bu meşhur meydanda resim çektirmeyi arzu etmişlerdi. Merasimler de, ıgayri ihtiyarl hep geri sıralarda yer almışım ; şimdi muhtelif gazetelerde yayınlanan fotoğraflarda bunu gö rüp hatırlıyorum. Zira o sabah .büyük ıbir bunaltı ve sı kıntı hissediyor, kendi ıkendime düşünüyor, çok şeyler söylüyor ve tekrarlıyordum.. 20 Eylül Çarşamba günü saat lO'da Kremlin Sara yı'ndaki hususi salonda Türkiye Başbakanı Yüksek Mü hendis Süleyman Demirel ile, SSCB Bakanlar Kurulu Başkanı Yüksek Mühendis A. N. Kossigin arası�da Türk Sovyet münasebetleri görüşilimeye ibaşlandı. Bu verimli ve müsbet göriişmeler daha çok tekn ik sahalar, teknik konular üzerinde ve rakamlar konuşturularak "mühen� disçe" yapılmıştı. Ancak ilk dört gün Hey'ette bulunabi len Dışişleri Bakanından başka Sanayi ve Enerji Bakan larını sayın Demirel'in bu gezide beraberinde getirişi de hilhaıssa :bu Bak.anlıklarla ilgili saha ve konUlara atfe dilen önemi gıösteriyordu. O gün saat 13'de Türkiye Büyükelçiliği'nde düzen lenen kabul resmi, her şeyi ile cidden muhteşem ve mü kemmeldi. Üııgüplü Kaıbhıesi'nde "teknisyen, meslekden Ba kan" olara;k ıgördüğü değerli hizmetleri yakından daima rtakdirle ,izlediğimiz Moskova :J3ıüyükelçimiz sayın Hasari lşl!k'ın, Demirel Hükfuneti zamanında tekrar eski yerine, Moskova'ya verilmesindeki mühim sebeb ve hikmet be nim için ışıklanmış, aydınlanmıştı. Herşeyden önce bu, bugünkü Türk Hükfuneti':n:in, Sovyetlerle ihyasına taraf tar olduğu iyi komşuluk ve dostluk münasebetlerine ver70
diği büyük değer ve ehemmiyetin bir işareti ve garan tisi idi. Zira sayın Türk Büyükelçi'si Hasan Işık, Sovyet
ler Birliği'nde en çok sevUen, en başarıh sayı,lan diplo matların başında geliyordu. Bu intibaları, yalnız Sovyet diplomatlanndan ve idarecilerinden duyduğumuz millte Ht sözlerden almış değildik. Ha:l.ktan, Özhek, Azeri kar deşlerimizden de Büyükelçimiz ve misyonumuz hakkın da sevinç ve iftihar duyduğumuz şeyler işittik ve öğ rendik Çok samimi geçen kabul resminde beni en çok ilgi lendi ren şalııs,
artık son derece
ihtiyarlamış bulunan
Sovyetlerin İkinci Ankara Elçisi Semen !vanoviç Aralov idi. 1960'da Moskova'da yayınladığı ( S o v y e ıt D i p ıomatın ın
1923
H at ı r aı a r ı)
kitabı ile Aralov,
1922-
yıllarındaJki '.Düxk - Rus münasebetlerine ışık tutan
bir çok hususlan açıklıyordu. Kendi işlerine geldiği gi bi değerlendirdiği, yorumladığı bazı meseleler müstesna, Aralov'un kitrubı
bi:lhassa Lenin'in Atatürk hakkında
açıkça : "Kanyaçna,
list!
Mustafa Kemal PW}a, niye sotzia
Tabii ki, Mustafa Kemal Paşa, sosyalist değil !" geçen eser, s . 35- sözünü kaydetmiş bulun uyordu
=
-adı
ki, bu, Atatürk'ü kendilerine benzetmeye ve bayrak edin meye çalışan bizim yerli ,kızılcıkların suratıarına bu ger çeğin 'İlk defa tarafıından çarpılmasında büyük işe yara mıştı. Lenin'in, Aralov'u Türkiye'ye gö21derirken ona ver diği direktifler ve yaptığı nasihatler cidden dikkate şa
yandır. Mustafa Kemal Paşa'nın "iyi bir teşkilatçı, kabi
liyetli bir lider, ilerici,
akıllı bir devlet adamı" olduğu
nu belirttikten sonra Lenin şöyle diyordu :
((0, istildcılara karşı bir kurtuluş Emperyalistlerin
kibirlerini
kıracağına,
hempalarıyla birlikte silip süpüreceğine
savWJı yapıyor. Padişahı da kaniim.
Türk
73
halkının ona inandığını söylüyorlar. Ona, Türk halkına yardım etmemiz Uizımdır. Işte sizin vazifeniz budur. Türk Hükumetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyük lük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız." Yakın zaman önce yayınlanmış S os y a l i s t
v e
( Tü r k i y e ' d e
K o m ü n i s t
Faaliyetler)
adlı ki�bımda Aralov'dan ve eserinden, fotoğraflarını da koyarak uzun uzun bahsetmiştim -s. 126-128, 144, 196-
197-. Kapıda göründüğü zaman kendisini ·kita;bımdaki
resminden derhal hatırladım ve tanıdım. Sayın Başba·ka nımız ve Eşiyle tokalaşırken sendeleyen Aralov, �k ih tiyarlamıştı.
Mustafa
Kemal Paşa nezdinde büyükelçilik
yapmış bulunması, Atatürk'ün ilıtifatıarına mazhar olu
şu, hayattaki en unutulmaz hatırası ve en şerefli, başa rılı vazifesi sayılan, göğsündeki şeref nişanları da ·k en
disine beLki bu yüzden verilmiş, bu Atatürk hayranı ile
bir müddet ·konuştuk ; kendisine kitabından bahsettiğim zaman büyük bir sevinç, gurur ve memnunluk duydu. Be nim de
( A t a t ü r k ' ü n
S
o v y e t
P o 1 i .t i k a
sı
)
adlı bir yeni kitaıp hazırladığıını söyledim. "Yalnız, siz
kitabınızı kendi açınızdan yazmışsınız. Ben de, kitabımı bizim açımızdan ele aldım.'' deyince; "Olsun, yeter ki ol sun. Mustafa Kemal Paşa üzerine yazılmış kitabınız mu hakkak ki faydalıdır." dedi. Yüzüroüze tutulan ışıklardan anlamıştık ki, bizim bu samimi konuşmalanmızı gören gazete ve foto muhabir Ieri ile film ve televizyon operatörleri, Aralov ile benim yanyana resmimizi ve filmimizi çekiyorlardı .
20 Eylul Çarşamba gün ü öğleden
Moskova
Belediyesi ziyaret edildi
sonra
saat 4'te,
ve Moskova'nın gö
rülmeye değer hazı yerleri gezildi. Moskova Belediye Başkanı Promuslov'un Başbaka nımız Demirel'e verdiği bilgiler içinde, yalnız bu 6:5 mil-
74
yonluk şehre mahsus değil, Sovyet
Sosyalist Cumhuri
yetleri Birliği'nin tümüne aid problemlerin bir kısmı da mevcut bulunuyordu.
İskan işi bunların bru}ında geli
yordu. Yakında kuruluşunun 850'nci yılını kutlayaca:k olan Moskova'nın, eski hir şehir olduğunu söyleyerek sözleri
ne başlayan Belediye Başkanı, şehrin şimdiki nüfusunun 6,5 milyon olduğunu bildirdi.
Moskova'nın yüzölçümü
ise 87,5 ıbin kilometrekare imiş. Yeni hazırlanmış şehir planı 1980'e kadar gerçekleştirilecekmiş. Başkan, bundan böyle şehrin sanayiini geliştirmek .istemediıklerini, başka bölgelerden Moskova'ya akını ön-' !emek üzere buraya yapılan göçlerin durdurolduğunu ve böylece 1980'de nüfusu nihayet 6 milyon 800 bin olarak dondurmaya kararlı bulunduklarını anlattı. Nüfusun an ca;k tabii: artış i[e yükselmesini
istiyorlarmış. Mosko
va'da bulunan zararlı sanayi kollarını şehir dışına çıka rarak havanın bozulmasını önlemeye çalışıyorlarmış. Bü tün sanayi ·kollarında, daha fazla mamulatı daha az in . sanla elde etmek imkanları araştırılıyormuş. Belediye Başkanı da, liderler ve diğerleri gibi, · ih Ulallerıinin 50. yılına hazırlandıklarını ve hu sebeple çok mesken inşaatı yaptı-klarını belirtti : ((yilda 120 bin ka dar irili - ufaklı daire yapıyoruz. Önümüzdeki yıl bu'!tu
122 - 125 bine çıkaracağız. Her sene yeni apartman dai relerine 1,00 bin Moskovalı geçmektedir." ((Planlarımız gereğince, önümüzdeki 13 yıl zarfında
1.5 milyon aparlman dairesi inşa etmek istiyoruz. Her sene pek çok eski ev veya oturmaya elverişsiz daireleri de yıkıyoruz. Bu yıl
20 bin, gelecek sene 30 bin daire yı
kacağız. Son zamana kadar bilhassa şehir kenarında in şaat yapıyorduk. Şimdi, merkez kısmının relwrıstrüksi yonuna başladık. Bunları
hep Belediye yapıyor. Toprak,
75
proje, inşaat i§kri vt: dağıtımı hep Belediye tarafından yapılıyor. lnşaatımızın mühim bir kısmı prefabrikedir. Aparlman daireleri ahaliye nüfuslarına göre ve bedava verilir. Sonra her ay kira öderler. Bu ücret aile başına kazançlarının % 5'i kadardır. Böylece şehir içindeki mes ken problemimizi halledeceğiz."
Bunlar 15 - 20
katlı, yüzle rce, binlerce
caman, sevimsiz barhanelerdi. Avrupa - Amerika
d ai rel i ko
mesken ·standardı bir yana, bizim eb'atta olan apart
ölçilierimize göre dahi hayli ·küçük
rnan dairelerinin büyüklüklerini, Belediye Başkanı şöyle sıralamışıtı :
% 10 tek oda 20 m\ yatak odsı 8 m2, mutfak, duş ve hela. %50 İki odalı 45 m2 , 2 - 3 k işi l i k . % 30 Üç oıdalı 60 m2, 3 - 4 kişilik. % 8 Beş od.alı 80 - 85 m2, 5 - 6 kişi'lik Burada, :bir % 2 daire kalmıştı ki onlar ne büyük
lükte ve kaç kişiye, kimlere mahsustu, söylemedi'ler ve
öğrenemedik.
Başbakan Demirel verHen rakamları dinlerken he saplamış ve sonucu çıkarmış olacaktı ki, şu soruyu sordu : - Son beş senedir yılda 120 bin daire yapıyorsunuz; bu yıl bunu 122 - 125 bine çıkaracaksınız. Bu hale göre anlaşılıyor ki, 1,.5 milyon ahaliye yeni ev yapılması za ruridir. Şu anda öyleyse Moskova'da 1,.5 milyon insan kötü şartlar içindeki meskenlerde yaşıyor; ancak 2 mil yon istediğiniz standartta dairelerde oturuyor, bu doğ ru mu? ((Beş yıldır her sene vatandaşlarımızın daha konfor lu evlerde yaşamalarını temine çalışıyoruz. Eski mes76
kenler yıkılıyor, yerine yenileri yapılıyor. Elbette ki bu, bir zaman ve para mes'elesidir."
Sorulan diğer bi r soru üzerine Belediye Başkanı : uyaptığımız in§aatta metrekare 120 rubleye mal olmak
tadır; emekliler ise en az 60, en çok 300 ruble alırlar." dedi ki, lbu sonuncu bize biraz mübalağalı geldi. Zira, da ha o sabah tanıştığımız .bir doktor, . ha:len 120 ruble al dığını, emeklili.k:te bu günkü aylığının 113 ünü yô.ni 40 ruble a!lacağını söylemişti. Konuyu değiştiren Belediye Başkanı, şehirde nakil vasıtası pmblemi bulunmadığını ifade etti : ((Bütün yolcularımızı tCU}ıyoruz. Bugün şehirde (Metro) dahil, 12 milyondan fazla yolcu taşınmaktadır. Her Moskova'lı, şehirde iki gezi yapıyor. Dört milyon dan fazla ahaZiyi Metro t(Ujımaktadır. Moskova Metrosu nun uzunluğu 125 km. dir. Buna her yıl 7 8 km. daha ekliyoruz. Bunu yılda 10 km!ye çıkarmaya mecburuz. 1980'de şehrin Jfetro ihtiyacı tamamlanmış olacaktır. Metromuz, Belediyemize yılda 20 milyon ruble kar sağ lamaktadır. 30 yıl içinde Moskova Metrosunda hiçbir drıza olmamıştır. Işçilerin dönüş saatlerinde kalabalık bilhassa fazlalaşır. Şehrin üçte bir yolcusu otobüslerle tCU}ınmaktadır. Bu otobüsler şimdi 60'ar kişiliktirler. Ya kında bunların 120 kişilikleri işletmeye girecektir. Yol cuların %12'sini troleybüs tCU}ımaktadır. Otobüs sayısı çoğaldıkça, troleybüsleri kaldıracağız. Şehrin kenar ma hallelerinde tramvaylar da işlemektedir. Şimdilik bun ları muhafaza ediyoruz. Çünkü, Metro istasyonlarına yolcu tCU}ımakta çok işe yarıyorlar. Son yıllarda binek otomobillerinin sayısı çok arttığı için geniş sokaklar açıyoruz ve bulvarları üçer şerit hdlinde yapıyoruz. Mos kova'da hdlen 160 bin otomobil vardır. Şehrin hudud çevresi 109 km. asfalt yolla çevrilidir. 9 ana yol bu çem-
77
3 çem 3 yenisini daha katmak istiyoruz. Halkın, işe giderken harcadıği zaman, 50 - 60 daJcikadır. Bunu 20
beri dikine katetmektedir. Şehri kuşatan mevcut ber yola
-
30 dakikaya indirmek istiyoruz. Yol şebekesini arttırma ya, teknik bakım
istasyonları te'sisine
çalışmaktayız.
Okul binalarımız çevrede, mikro bölgelerde yapılmıştır.
1,00 binden fazla kreş'imiz vardır. Köylerden Moskova ya işçi gelmesinin aleyhindeyiz. Bu sebeple kadınları ev den kurtarıp işe gönderebilmek için çocuklarına elveriş li imkô,nlar sağlayoruz. Çocukların % 70'i evlerde değil kreşlerde bakılmaktadır ."
Belediye Başkanı, bütçelerinin g�lir kısmının ı mil yar 370 milyon rnble olduğunu söyledi. Gelir kaynakları : ({Küçük sanayiden elde edilen kar; nakil vasıtalarından, lokantalar dahil bütün ticaret yerlerinden, tiyatro ve si
nemalardan elde edilen karlar" imiş. Bu paranın % 60' dan fazlası yeni mesken inşaatı, okul, hastahane, okul ba;kımı ve ücretler için sarfolunmaktaymış. Okullarda tedrisat, hastahanelerde tedavi ücretsiz olduğu .için bun lardan ıkar, bahis koımsu değilmiş. Moskova'da ı milyon 300 bin kişinin çalışmayan emekli yaşlılar, çürükler ve sakatlardan iibaret bulundu ğunu ; Moskova'lıların ortalama yaş haddinin 70 oldu ğunu sözlerine ekleyen Belediye Başkanı Promuslov, ''Biz fazla hastahaneler kurmaya mecburuz." dedi. ({Moskova'da, kışın sebze yokluğunu
önlemek için
soğuk hava depolarına ihtiyacımız vardır.
1 5 büyük ek
mek fabrikMı kurduk. Bunlar tamamen otomatik olarak
2100 ton ekmek ye 325 gram) . Sarfiyat gittikçe
işlemektedirler. Moskovalılar günde mektedirler (şahıs başına azalıyor. Daha önce
2700 tondu."
Demirel birdenbire : ({Ekmeğin kilosu kaça satılı yor"!" diye sorunca, Beled iye Başkanı yutkundu ; etra -
78
fındaJtilerd.en yardım istemek zorunda kaldı ; fakat yine de doğru bir cevap veremedi. «Ba:ıkan ya evine hiç ek mek almamış, yahut da Başkanın ekmeği parasız" diye
güliişüldü.
Çavdar ekmeğinin kilosu 7 - 8 kapik (70 - 80 ·kuruş) Beyaz buğday ekmeğinin kilosu 10 - 12 :kapik ( 100 -
120 kuruş) Etin kilosu ise 1.20 - 1.60 ruble ( 12 - 16 ;rL.) idi. Moskova Belediye Başkanı şehir kanalizasyonunun tam olduğunu ; çöplerin şehir dışına götürüldüğünü ve bunun 4,5 milyon mi:k'itp olduğunu söyledi. Çöplerden sun'i gübre yapacak büyük te'sislerin inş8.sına başlamış lar. Bu te'·sisleri Fransız De Guinion firmasından al mışlar. Şehrin 100103 kişilik stadyumu -tabii adı Lenin Stadyum.u- cidden çok büyük, çok muazzam. Kızl'l Mey dan'a yakın bir mevki'de Belediyenin yaptırdığı modern tipteki 6000 yataklı Rusya Oteli'ni gördük. İç inşaatı hemen hemen bitmiş bulunan otel şimdiden işletmeye açı lmış İçinde yemek zi.yafetleri, partileri ve top:J.antıla rı ile çoğu İngilizce konuşan .birçok Avrupalı, Amerikalı turist şimdiden oteli doldunnuş bulunuyorlardı. Bu oteli gördükten, 533 metre yıü.ksekliğindeki tele vizyon kulesinin 330'uncu metresinde 280 kişilik ıbir lo kanta inşa ettiklerini duydukıtan ve ıbu yıl Moskova'ya 1,5 milyon turistin geldiğini öğrendikten sonra, şuna ka naat getirdim ki : Rusya'yı kalkındıracak, kurtaraca:k tek ( izm) , (turizm) olacaktır. İkinci Dünya Savaşı'nda Demirperde'nin, bu kapa l ı kutunun hür ve mes'ut dünyadan habersiz genç nesli, ellerinde silah "askeri turist" olarak Avrupa'nın ortala rına kadar gelmişlerdi. Görülüyor ve ·anlaşılıyor ki, bu onların gözlerini de, gönüllerini de açmış. Bununla kalmamış, şimdi ikapıla.
79
rını da aralatmış bulunuyor. Ellerinde ma rklanyla, do larlanyla ıiade-i ziyarete gelen Avrupalısı, Ameri:kalısı bugün "sivil turist" olarak ibu kısmen olsun açılan ka pıdan, dünün sımsıkı kapalı ülkesini, bu Demi:rperde ge risini gözle�iyle görmeye geliyorlar. Haydi, "sonu hayır lı olsun" diyelim ! .. 20 EylUl Çarşamba akşamı saat 19.00'da Kreınlin Sarayı'ndfL SSCB Hükumeti tarafından verilecek akşam yemeğine davetti idi:k. Birçok alanlarda, disiplinden çok ileri bir mecbfıri yet ve tehdidin hakim olduğu bu ülkede, "giyim" mes'e lesi serbestti. Serbest olup da ne oluyordu sanki ; bu, bir
zarfı.ret ic3;bı idi. İki - üç gün üstüste ka.rşılaştığınız bir kadının da, hir erkeğin de üzerinde "değişmeyen aynı el ıbise"yi görüyordunuz. Şüph esi z bu varlıktan değil darlık tandı. Karşılaştığımız Sovyet idarecil erle , di plamatları ve eşlel'ini tabii ibu giyim - kuşam kaygı'sının dışında tut mak 18.zımdı. Hele ıba.zı hanıınlann ziynetleri, Sovyetlerin mri.�eııinde gördüğümüz Çariçelere rud mücevherlerin tak:lidi değil aslı kadar ş8.şaalı idi. Ziyaretimiz devamınca bulunduğumuz bütün resmi
merasim
ve ziya.t'etlerde, kıyafet "gayrı
resmi" idi.
Esa.sen, daha Sovyet Rusay'ya hareketimizden ön ce Ankara'da Dışişleri Bakanlığımız Protokol Dairesin den "beraiberimizde smokin ,götürmemize lüzwn olmadı ğı" husfısu hatırlatıldığı için buna uymuştuk. Şimdi , resmi kıyafet isteseler, bu bi.zıde de yoktu. Kreınlin'de yemek yediğimiz salonun duvarlarında , ·keınerlerinde ve kubbelerinde gördüğiimüz Hı ristiyan lı ğa, Ha.zreti İsa'ya a;id tezhip edilmiş, altınla yaldızlan mış tablolara, yazılara, mozaik ve tezyinata ba:kılınca, Çariann sarayındaki bir dini merasim mahallinde bu lwıduğumuz B.şi:kardı. Ama. bugün dine yer vermeyen "Allahsız" bir reji80
min öncüleri ve idarecileri ıbu kilise köşesini bir kabul resmi ve ziyafet salonu olarak ku:llaruyorlardı. Zaten yW.lmayıp kalmış diğer kiliselerin çoğunu da birer müze hôJ.ine ,getinniş bulunuyorlardı. 50 yıllık ko münist rej imin sonunda hala dine bağlı kalanlar y� yorsa, bunlar da ekseriya ibadethanesinin ıbekçi·si veya 'k apı cıs ı olarak :bu binalan bekleyenlerdi. İhtiyarların ha.I a dindar olduklan anlaşılıyor, fakat onlar da şiddet li din aleyhdarlığının hüıküın sürdüğü zulüm ve istibdad yıHarının korkusu ve alışkanlığı ile k endi içlerine kapaılı idiler. Zaten sayıları da o kadar azal·mış ki, İkinci Dün ya Savaşından sonra kiliselerin açılmasına izin veril mişse de, kimsede buralara. devam edecek yürek kalma mış . Buralarda bir Avrupa'nın, bi r Amerika'nın, bir Gü ney Amerika'nın pazarını gönnek iınk8.n.sız h31e gelmiş. Bizim Müslüman Özbek ve Azeri kardeşlerlmize &id bu konudaki .inrttba;larımızı ise ileride, sırası gelince belirt meye çalışacağı z. Son derece di:kkdimi çeken bir husus da şu idi : Çar lara, Çar rejim indeki zulme ve istibdada. �karşı yapıldı ğı iddia olunan komünist ihtilalinin buıgünkü idaresi, Çarlara ıtaş çıkartmış, Çarlann yedi ceddine rahmet oku tacak derecede zulüm ve istibda.dm öncüsü olmuş, kan ve kin temsilcisi, kızıl liderlerden Stalin'in bir heykel ve ya büstü şöyle dursun ; diktatörlüğü müddetince basıldı ğı söylenen 26 milyıar, çeşitli resim ve tablolarından bir tanesini dahi ortada ·bırakmanııştı. Faıkat, emperyalist vasiyetnameler terketmiş, Pan-Islavist hedefler göster miş olan Çar ve Çariçelerin hey:kelleııini Lenin'le :birlikte Moskova'nın belli haşlı park ve meydanlarına dikın:işti . Demek oluyordu ki, Petro, Birinci Nikola ve İk·inci Ka terina ,komünistlerin işlerine geliyordu ve bugün türeyen kızıl .gençliğin saldırgan ve sömürücü yetiştirilmelerinde onlardan faydalanmak mümkündü.
81
Kremlin Sarayı'nın :baştan :başa altın yaldızlı kapı ları bulunan ıbu :kili:seden bozma salonunda ·kurulmuş ve
süslenmiş zengin yemek sof:mlarında,
bugi.inıkü Sovyet
rejiminin en ileri gelen idarecileriyle bilha:ssa Türk-Sov yet münasebetlerine,
Orta Doğu
hadiselerine
da.ir
Moskova'nın ıbiroe ibıra:Jrt.ığı ilk intibalar ha:kkında ;
ve ba
zan diL sosyal mes'eleler üzerinde "hiç alkol almamak ve
domuz eti
yememek" gibi konularda enteresan konuşm a
larmuz oldu. Başvekil Yardımcıları D. Dimşitz, M. Voronov, M.
Novikov
ve Dışişleri Bakanı Yardımcısı M.
Semionov
Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi M. Smi rnov sofrada
ile
be
nim yanıma ve karşıma düşen komşularımdı.
Birmcisi ile İngili�e, M. Semionov ve M. ile Almanca konuşuyorduk. mızda da
bu
üç komşunun
Smirnov
Diğerleri ile konuşmaları yardımlarından
faydalanı
yorduk. Başlangıçta
şerefe
kadeh
kaldırırlarken onların
votka:larına benim su ile mu:kabele etmeme biraz şaşır dılar,
hatta
belki
de
yanlış ma'na verdiler, amma kısa
zaman sonra bunda bir kötü kasıt olmadığını öğrendiler
ve ıbunu tabii karşıladılar. Yalnız yine ele beni "bir
yu
dum, birazcık olsun" içmeye ısrarla davet ettilerse de,
ibuna muvaffak olamadılar.
Bu hadise hana, Türkiye Bü 46 yıl önce Mustafa
yük Millet Meclisi Hükumeti adına
Kemal Paşa'nın
( Atatürk'ün)
dostluk
muahedesi a:kdi
iç.in Rusya'ya .gönderdiği Hk Türk Hey'eti'ndeki üstadım
rahmetli Dr. Rıza
Nur
Bey'in bana anlattığı "ib olşevi k
lerin .gelen Türk misafirleri sarhoş etmek i:steyişleri"
ha
tıralarını hatırlatıınıştı. Yemek esnasında veya istirahat
salonunda kahve
ler içHir, meyvalar yenirken yapılan sohbetlerden, Sov yet idarecilerinin, Türk - Sovyet dostluğuna ve iyi !kom-
82
şuluk müna:sebetlerine verdi.kJ.eri büyük ehemmiyet, açık ça anlaşılıyordu. Bize kısa zamanda bu :büyük ülkenin en örnek, en iyi fikir verecek bölge ve şehirlerini göstermek isteyiş leri ; bilhassa etnik, l�ültürel, dini ve tarihi r8ıbıtamızın bulunduğunu bildikleri Özbekistan ve Azerbaycan'ı her şeyleriyle yakından tanımak fırsatını kazanmamiz için programı uzatııp genişietmeleri, Sovyet ko:rn§ularıınızın samimi konukseverliklerinim de bir neticesi idi. İstanbul ve Boğazlar başta .olmak üzere bütün Tür ]tiye ve Türkler için, Çarlık devrinde, hatta yakın yıllar da Stalin tarafından izlenmiş dış politikayı yeren ve bi zim titizlik ve hassasiyet gösterdiğimiz mes'ele ve nok talan haklı :bulan Sovyet ileri ,gelenleri, karşılıklı güve nin te'sisi yolunda kendilerine düşecek vazifeyi yerine getirrneğe arnade ve kararlı olduklarını belirtiyorlardı. Bu hususta kendilerine güvenleri tam ve mükemmel gö rünüyordu. Zaten hür dünyaya "İşte Rusya ! " ve bilhas sa biz Türklere ayrıca :bugün "İşte Özbekistan ! ", "İşte Azerbaycan ! Gelin, görün !" demeleri, diyebilmeleri de bu, kendilerine olan sağlam güvenlerinin bir sonucu sa yılmaz mı ? Birçok Batı müellifleri komünimıin iki yüzlülüğü, "Rus komünizminin arsız ve sinsi karakteri'' üzerinde dururlar. Bugün tanıştığınuz ve konuştuğumuz Sovyet idarecileri ·adeta bu hüküm ve intibaları silmek isteyen müsbet bir dış ıpoHtikayı savunuyorlardı. Şüphesiz tatlı söz kafi değildi. Bundan sonr�i davranışlar ve fi'liyS;t ile bunu ispatlamaları lazımdı. Bütün Rusya'nın idare edildiği bu büyük şehirde iki günlük ziyaret ve tem:aslarınuz sırasında, Türk Baş bakanı'na ve Türk Hey'eti'ne gösterilen hüsnü kabul cid den büyü:ktü.
83
Dünkü Petrograd Bugünkü Leningrad
Şimdi, 21 Eyltll Perşembe sabahı saat 9'da, yine Moskova Vnulrova - 2 Havaalanı'ndan, Rusya'nın BalJtlik Denizi'ne bakan, Batıya açık penceresi olan ve son n. Dünya Savaşı'nda Nazi muhasarasına 50.000'i aSker ol.nıak üzere 700.000 ölü vererek 700 gün dayan dığı için "kahrama.n şehir'' adını alıruş Lenıingrad'a uçuyorduk. 800 kilometre olan bu Moskova - Leningrad arası mesafeyi liyuşin'ler 1 saat 20 dakikada almışlardı. Saat 10.30'ıda vardığımız Leningrad Havaalanı'ndan doğruca Maden Fabrikası'nın ziyaretine gidildi. Bir sa at, bu faJbri:ka ve te'sisler gezildi. Bilhassa barajlarla bü yıü:k su tüııbinleri ile ilgili dev cüsseli madeni aksam ve m�ine ;bölümleri yapan hu fabrikanın, 110 yıllık bir ma zisi var. Görünüşü ile de oldukça eski. Tabii Çarlık dev rindeki durumunu bilmediğimiz için son 50 yıllık inki şafını tam olarak anlamak ve mukayese etmek imkan sız. Fakat son yıllarda, 1000 tü:rıbin yapmış ki, bu nasıl bir randıman verdiğini er.babına izah eder sanırım. Fa:b rikada şimdi, :iki vardiya h alinde, 6.000 işçi çalışmak tadır. Şüphesiz, sür'atle gezilen ve görülen bu fabrika da, işçilerin kendile:rıiyle yakından konuşm.a.k ve düşün celeııimiııdeki lbi�ok düğümleri çözmek mümkün ola madı. Bilhassa ayrılışında, ·kenmsine işçiler tarafından çok samimi ıtezahürat ,gösterilen Başbakan Süleyman Demirel, fabrikanın hatıra defterine aynen şu sözleri
yazdı : 84
Başbakan
Demirel
Fabrika'nın HAtıra
Defteri'ne
tntibA'Iarını Yazıyor.
21.9.1961 Bu te'sisleri görmekten memnun oldum. Sanayi'lerin temeli olan elektriği, tabiat
kuvvetlerinin tükenmeyen
vasfını taşıyan nehirlerden istihsal etmek için çeliğe il min ve fennin verdiği şekil, cidden şiiyan-ı dikkattir. Bu fcibrikanın idealci mühendis, teknisyen ve işçi lerini başarılarından dolayı tebrik eder, başarılarının de vamını temenni ederim. Türkiye Cumhuriyeti HükO.metl Başbakanı
S. Demirel Program
uyarınca,
frubrikanın
görülmesinden
son
ra, Piskarevsk Memorial Mezarlığı'na gidilip çelenk !koy ma meıisimi yapıldı. Mezarlık çok muntazam ve güzel
tanzim olunmuş, inşa ed.Hmişti. Mih mandarlarımız ölü lerin sayısı hakkında hayli kamlar veriyorlardı.
değişik ve astronomik ra
Fa:kat .Bd yıllık muh'B:Sara iç.inde
"fareler ve kediler" kalmamış bir şehirde, buraya, sayı
lamadan getirilen ve üstüste gömülen insanların sayısı elbette
ki milyona
yaklaşan yüz.binlerdi.
BaşbaJkan Demirel,
Piskarevsk
Memorial Mezarlı
ğı'ndan çıkarken, mezarlık müzesindeki hatıra defte:r:i ne de 'aynen şunları yazdı :
21.9.1961 Vatanları için ölen medfun bulunduğu
bu
yarım milyon
Leningradlının
mezarlık, sulhun değerinin acı fa
kat canlı ifiidesidir.
Türkler vatanları için ölenleri daima ta'zimle anar
lar. Burada bu hislerle meşbuuz.. . Vatanları için
ölen
Leningradlıların hatırasını saygıyla seliimlarım. T.
O. Başbakanı S. Demirel
86
Leningra.d, doğrusunu söylemek gerekirse, manzara itibariyle de, eokalldarındaad
insanların ·giyinişi, yürü
yüşü, ca.nlılığı bakımından da Mosıkovıa'dan daha sempa
ti•k , daha rince ve Avrupai idi. Sovyetler de eskiden "Pet
ro"nun adını taşıyan lbu 264 senelik şehre Lenin, Bolşe vik İhtila.Ii'ni :buradan başlattığı için, lhtila.I'in ıbir mü zesi h8line getirerek ve Lenin'in de adını vererek, şehri
kendileri riçlıı, Sovyet halkı için bir ziyaret mahalli ka
bul etmişler. Belediye Başkanı şöyle konuşuyordu : uşehrin teme
li 1103 yılında atılmıştır. Bu şehir bizim için çok değer lidir; çünkü ihtilalimiz burada yapılmıştır. Bugün, şeh rin inşası için ayrılmış mesken fonu, lhtildl'den öncesi nin 2Vı mislini
teşkil ediyor. Şehrin
üçte ikisi, Ikinci
Dünya Savaşı'nda tamamen tahrip edilmişti. Şimdi, bu
tahribat hemen tamamen ortadan kaldırılmış bulunuyor.
19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra bu şehirde yapılan inşaat, hiçbir plana tabi tutulmamıştır. Ihtilal sonunda, şehrin çevresindeki gecekondu ahalisi, merkeze taşındı. Şitmdi ise, merkezdeki halk, tekrar kenar oturmak i..<ıtiyor. Ihtilalden evvel
mahallelerde
kanaZizasyon sistemi
yoktu. Şehrin bütün pisliği Neva Nehri'ne akıtılıyordu. Şimdi kollektörler vasıtasıyla ta denize boşaltılıyor ve Neva Nehri temiz bırakılmış oluyor ve tehlikesiz olarak hcilkın diğer su ihtiyaçlarına kuUanılabiliyor."
Şehrin, lhtila.Ileri ile mevcut tarihi ilgisi te'siriyle
olacaJ..ı: , Belediye Başkanı, 50. Y ıllarını kutlamaya şimdi
den tam haz.ırlanmış ·görünüyor. Bütün sözlerinin başın da, uJhtilalden önce yoktu veya
şu kadar azdı" sözünü
ekiemeği ve mukayesesini yapmayı hiç ii.hmaıl etmiyor.
uçarlık devrinde, bütün şehirde ancak 200 evde ka
lorifer, ısıtma terfibatı vardı. Şimdi olmayan tek ev yok. Evlerde hep tabii gaz
kullanılmaktadır. Ikinci Dünya
Savaşı'ndan sonrtı Leningrad'a yeni Metro da inşa edil-
88
di. Şehrimiz şimdi 50. ihtilal yılımızı kutlamaya hazır lanmaktadır. Şehrin gelişen yeni inşddtını düzenlemek için Hükumet tarafından 20 yıllık bir pllin yapılrM§ bu lunuyor. Savaştan önceki iskcin yeri miktarı 15 milyon metrekareydi. 7 yıl önce yeni inşddta başladık ve 7 yıl da 8 milyon 500 bin metrekare yeri inşa ettik. Hdlen, her yıl 2 milyon metrekare, yani her yıl 50 bin apartman dairesi yapılmaktadır. Leningrad'da 100 bin inşddt işçisi vardır ve bunlardan 2500 tanesi, yalnız eski binciları res� tore etmektedirler. Burası, bilindiği gibi, bilhassa Ka meni Ostrof (Taş Adası)'ndaki sanatoryumla.rı ile bir ''sağlık bölgesi" olarak da meşhurdur. Biz bu hususu, �ehrimizin bol park, koruluk ve ormanlarına, şehir çev resi ormanıarına borçluyuz. Şehirde, nüfus başına 15 metrekare yeşil saha vardır. Yeni şehir pllinımızda bu mikdar 26 metrekareye çıkarılacaktır. Şekrimizin çevre si, ''yeşil kuşak'' dediğimiz park ve orrnanlarla kaplulır. Şehrimizin bir zenginliği, güzelliği, hususiyeti de bu Puşkin'in dolaştığı ve ilham aldığı koruluklar, orman lardır. Şehrimizdeki iskcin zorluğunu önleyebilmek için, dı �arıdan Leningrad'a intikal etmek isteyenlerin göçleri ni yasak ettik, durdurduk. Zira Leningrad'ın nüfUsu bir senede 1,0.000 kişi artmaktadır ve bu, şehirdeki nüfU-sun kendi artışıdır. Şahıs başına düşen iskcin sahası ancak 8% metrekaredir. Biz bunu nüfus başına 15 metrekareye çıkarmaya çalışıyoruz." Neva Nehri'nin birçok kollara ayrılarnk Balıtık'ta sonlandığı arazi üzerinde inşa edilmiş bu çileli, ibu tarihi şehir'e arkad:aştarımızdan biri "Rusya'nın lstanbul'u" demişti ki, görüşüne katılınaımık imkansızdı. Ne var ki Petrograd'la
Baltık'a açılanlar ; bu ikendi "İstanıbul"la··
rıyla yetinmeyerek, yüzyıllar boyu hep "bizim İstanbu lumuz"u hayal etmiş, taleibebnişlerdir.
89
1,5 gün k·alacağımız
Leningra.d'da bugün öğleden
sonra hem Çarlığın, hem de Bolşevi·k İhtilali'nin bütün tarihi hMıra ve eserlerini göreceğiz. Rus Çarlarına iki asır başkentlik
etmiş bu şehrin
ilk kurucusu Deli Petro olduğu için, Lenin',in ölümüne <kadar haritalardaki adı "Petrograd" olarak k ayıtlı idi. Lenin ö ld ükten sonra, 1924'te, ihtilali burada başlattığı
ve bu radan idare ettiği için, hatırasına hürmeten komü
nistler şehrin adını "Leningrad"a çevirdiler.
Hiç şüphe yok ki, bu şehirde Çarlık Rusyası'ndan ·kalma pek çok eser
mevcud. Zira b ataklıkla r
üzerinde
inşa edilmiş bulunmasına rağmen, her masraf göze alın mış ve kışlık, yazlık
sarayları
ile bu şehr-in süslenmesi
ne ; fabrikalar ve tersanelerle zenginleştirilmesine, daha
başlıangıçta
büyük emek ve para sarfedilmiş
.
Gençliğinin heirçok yıllarını Leningrad'da geçirmiş ve
Şimali Kafkasya'dan
geılerek tahsilini orada görmüş rah
metli kayınpeder.im İsmail Krımşamhal'dan Çarlık Rus
yası'nın bu ş8.şaalı,
bu
debdebeli Başkenti ha:kkında çok
dinlemiştim. u]htilalden önce yaşadığım Petrograd'dan sonra geldim Avrupa'yı da gördüm. Ne Lehistan, ne Çekoslovakya ve hatta ne de Fransa'nın başkentleri onun yanında birçok bakımlar dan geri ve sönüktüler. Ihtilal çok şeyi yıktı. Eğer yeniden tamir edip, Pet rograd'a Lenin'in adını verecek kadar güzelleştirdilerse bu ancak yıktıklarını yerine getirmişlerdir sayılır. Bu şehir, Ihtilalden önce Avrupa başkentleriyle boy ölçüşe cek, onlardan ileri ve üstün bir medeni seviyede idi" şey duymuş, birçok hatıralar
diyen
rahmetli kayınpederime,
Leningrad' ı .
gördükten
sonra çok hak verdim.
Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi'nin eşi, Madam Smir
nov, Leningrad'lı idi. Bayan Işık'a,
bu büyüdüğü şehrin
Moskova'dan üstünlüğünü övünerek anlatıyor ve bu ko
nuda örnekler veriyordu.
90
3,5 milyon nüfıisuyla Moskova'd an sonra, Sovyetl er
Bi:rl·iği'nin iıkinci büyük şehri olan Leningrad , ta Çarlık
devrindenberi, çeşitli fabrikalarıyla bir ağır sanayi mer
kezi olduğu kadar ; zengin müzeleri, üniversite ve kütüp haneleri, opera, bale ve tiyatrolarıyla da tam bir kültür mer<kezi Avrupa şehri manzarasını muhafaza etmiş. Bu gün de dışardan ·gelen turistlerin ve ziyaretçilevin en be ğendikleri. !bir Sovyet şehri kabul ed iliyor .
Çarın sarayına ilk topu atan üç hacalı Avrora Kru
de İhtHa.l'in bir hatırası ve müzesi h ilinde. Pet ro'nun kışlık evi önünd�ki kordona yıaJkın yıerde, Neva Nehri kıyı•sına demirlenmiş. Çok sür'atli ol arak salonlannın birinden diğerine geçtiğimiz ve içindeki çok zengin san'at eserlerini ancak bir sinema şeridi gibi hızla seyredebildiğimiz Ermitaj Müzesi, 1819-1829 yıllarında İtalyan mimarı C. I. Rossi vazörü
tarafından i nşa edilmiş
.
İkinci Katerina'nın bu meşhur kışlık sarayındaki Avrupa eserleri, Rafael, Leonardo da Vinci ve Rambmnt giıbi dahilerin san'at bedialarıyla do lu bu hazine yi 1-2 saat gibi kısa bir zamanda gerçekten görmek elbette mümkUn değildir. İçindeki orijinal ta;bloların çokluğu ve değerleri hakımından Paris'in Luvr Müzesi ile boy ölçü şebilecek :bir seviyede olan bu san'at hazinesinin, müsbet bir .intiba' He ıbeni en çok düşündüren tarafı şu idi : İçin de Çarlara, Çariçelere ve eviadiarına aid pekçok sayıda . tablo, heyıkel ve büst bulunan bu san'at eserleri, Çarlığa karşı yapılan yıkıcı ve yakıcı Kızıl lhtilal 'de tahrip ve imha edilmeden saklana;bilıniş . . . Ancak mühlm bazı bölümlerini hızla yürüyüp geçti
mÜYJede görelbildiğimiz san'at uzun süre halka ve ziyaretçilere kapalı tutul muş. Bugün ise çok iy;i bir şekilde restore edilmiş ve dü zenlenmiş bu müzede san'at şaheser<leri, bütün ziyaretçiğimiz bu saray bozması hazinesi,
92
lerin zevıkle seyredebilecekleri ve faydalanabilecekleri bir h8le getiri·lmiş. Başba:kanımız Demirel, Müze'den çıkarlarken, Müze nin hatra defterine şu satırları yazdılar :
21.9.1961 Büyük san'atkarların, her milletin kültür hazinesine değerli katkiları vardır. Bu müzede asırların san'at eserlerini zevkle müşa hede ettik. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı S. Demirel Bugün Lenin ve İhtilal Müzesi haline getirilmiş ve adını oradan çııkan katrandan almış Smoini Sarayı, 18.
Yüzyılda ltalyıan mimarları ta.mfından inşa edilmiş. Da ha önce burası, zengin aile kızlannın okuyup yetiştikleri yatılı bir san'at enstitüsü imiş. Bize burayı gezdirirlerken son Başbakan Kerensky ile son Rus Meclisi'nin toplantılarını yaptıklan salonu ve daha sonra Lenin'in Ekim !htilali'ni idare ettiği yeri ; Le� nin'in çalışma ve yatak odalarını gösterdiler. Büyük top lantı salonuna 1920'de asılmış iki büyük levhanın, Sov yet Anayasası'nın ilk metni olduğunu bildirdiler. Leningrad'da kaldığımız akşam da, küçük opera ve hale tiyatrosunda son derece :başarı ile oynanan Mavi Tu na Balesi'ni seyrettik. Ertesi günü 22 Eylül Cuma idi ve öğleden sonra Uk rayna'nın merkezi Kiev'e hareket edilecekti. Leningrad'da gördüğüm fakat ziyaret imkanını elde edemediğim bir mühim bina, şehrin en seçkin bir yerin de, Çarlık devrinde inşa edilmiş ve İhtilalde imha. olun mamış, yeşil ve mavi çinilerle süslü, uzaktan Selçuk mi mari tarzını andıran, (Leningrad Camü) idi. Burayı zi yaret ve buradaki Cuma'ya katılacak Müslüman cema93
atin bulunup bulunmadığını öğrenmek ; varsa onlarla bir likte kızıl alemde bir cuma namazı kılmak isteğimi bir türlü yerine getiremedim. Sovyet mihmandarımıza bir kaç defa yaptığımız teklifler boşa çıktı.
O gün Şehir Ştirası Komitesi Başkanı A. A . Sizov'u
ziyaretten ve Leningrad Şehir Ştirası İcra Komitesi ta rafından verilen öğle yemeğinden sonra,
saat 15.00'de
özel uçaklarla Kiev'e hareket edildi.
Havası Her Taraftan Degışı w . 'k : Ukrayna
Moskova ve Leningrad'dan sonra . Sovye tler B'ır1.ıgı v . ,nde gorecegımız .. .. .. " " .. 1 .. . bu uçuncu buyuk , guze1 ve un u .
v .
.
.
şehir Kiev'i pek merak ediyordum . Bu şehirde doğmuş, büyümüş ve yaşamış, halen Av rupa'da bulunan, çok yakın bazı dostlarımdan bu ülke ve ahatisi hakkında hayli şeyler dinlemiştim. Sovyetler Birliği'nin ikinci büyük cumhuriyeti olan Ukrayna'nın Başkenti Kiev'in nüfUsu
1.3
milyonmuş.
Dnieper Nehri'nin geçtiği Kiev'in iklimi mtitedil ; içi bol çiçekli parklarla dolu ; çevresi yemyeşil ormanlar ve bil hassa kestane ağaçlarİyle çevrili. Ukrayna'lıların dilleri ve alfabeleri Rusça'dan biraz farklı. İdare ve eğitimde kullandıkları resmi dil, Rusça değil ; bu, Rusça'ya çok yakın olan Ukrayna dili. Bayrak
ları da, alt kısmındaki bir mavi bandla Sovyet bayrağın dan biraz değişik. Leningrad ile Kiev arasındaki
1200 km. mesafeyi
özel İlyuşin uçakları 1 saat 50 dakikada aldılar. Burada da,
resmi protokol mensupları dışında bizi karşılamak
için getirilmiş "vazifeli"ler, "eli bayraklı"lar var. Çiçek buketi taşıyan kız ve oğlanların üzerlerinde buranın ma halli kıyafetleri, kanaviçe işlemeli beyaz "milli" gömlek leri var. Terminal binasını süsleyen Türkçe ve Ukrayna ca "Hoşgeldiniz" manasındaki cümleler ve "Türk - Sov-
94
yet
dostluğunun kuvvetlenımesini isteyen" sözler, Mosko
va ve Leningrad'da okuduklarımızın noktası noktasına aynı. Ukrayna Bakanlar Kurulu Başkanı V. V. Şerbits
kiy uzun boylu, yakışıklı, güleç yüzlü bir zat.. .
Bize ayrılmış 8 numaralı resmi arabaya arkadaşım Prof. Yalçın ile biniyoruz. Şoförün yanına da, kibar ve misafirperver mihmandarımız
Sovyet diplamatı M. Fe
dorov yerleşiyor. Yollar burada da muntazam, geniş ve bakımlı. Trafik bu büyük şehirlere, bu geniş caddelere göre yok denecek kadar hafif ve seyrek. Bir de "devlet geliyor ! " diye yayasında da, vasıtalarında da bir mıhlan ma, bir cereyanı kesilmişcesine yana kaçıp felçli gibi do nup kalma, caddelerdeki trafiği büsbütün anormal hale sokuyor. Hoş, bunlar da canıyla, vasıtasıyla devletin ma lı, devletin aleti amma, yine de el elden üstün !... Uçağımızın Kiev'e varışı ve bilhassa bizim şehre ge lişimiz, iyi bir tesadüf, ekseriya işçinin akşam tatili fab rika dönüşü saatine rastlıyor.
Diğer saatiere nisbetle,
yol kenarlarında bu vakitte görülen kalabalık daha fazla. Sokak süpüren çöpçü kadınlar burada Moskova ve Le ningrad'dakiler gibi çok ihtiyarlar değil. Daha ziyade or ta yaşlılar ve gençler. İndiğimiz Intourist Oteli'nde hiz· met görenler de, evvelce kaldığımız otelierin katlannda gördüğümüz 50 - 60 yaşlarındaki Çarlık devri bakiyele rinden değil ; genç, yeni ihtilal nesli yetişmeleri. . . Fakat yaşiarına göre yüzlerinde mana ve neş'eden eser yok. Gü len gözlerin yerini,
mumyalarında gördüğümüz donuk,
sönük, manasız gözler almış. Çarlık devrini hatırlatır diye bu "eşitlik ?" diyarın da "Siyah Gözler" plağını bulmak, şarkısını işitmek de bugün artık mümkün değil. Bizde uyandırdığı ilk intiba ile Kiev şehrinin umumi görünüşü güzel. Çarlık Rusyası'nın ünlü kültür ve mede niyet merkezlerinden biri olan
Kiev'de pek çok tarihi
95
eserler var. Ne yazık ki, akşam üstü vardığımız bu gü zel şehirde, ancak bir gece kalıp, ertesi günü öğle vak ti Özbekistan'a hareket edeceğiz. Açıkça ve samirniyetle söylemeliyim ki, Kiev'de bir gün daha kalıp görmek istediğim yerlerin hepsini ziyaret etmeyi çok arzuladım. Fakat, gezi programımıza alın mış bulunması beni son derece sevindiren Taşkent'e, bu yıllardır hayaı ettiğim güller mekanına, Ali Şir Nevai'le rin doğduğu, ecdadımızın çıktığı ve Anadolu'ya, Avru pa'ya ve Güneye yayıldığı Anayurd'a bir an önce kavuş mak için sabırsızlanıyorum ; şimdiden heyecan ve sevinç le dolmuş taşıyordum. Kiev, İkinci Dünya Savaşı'nda 1941 - 1943 yılları arasında, iki yıldan uzun bir süre Nazilerin işgali altın da kalmış. Çiçek buketleriyle karşıianmış Alman ordula nnın tutum ve davranışları, izledikleri sert ve yanlış ida re, Ukrayna'lıların ümid ve hayallerini tamamen kırmış, boşa çıkarmış. Söylendiğine göre 200 bin Kiev'li Naziler tarafından öldürülmüş ; 100 bin kişi de alınıp götürülmüş ve şehirde 6 bin bina tahrip olunmuş. Kiev, umUmi görünüşü ile tam bir Avrupa şehri. Allah her çeşit tabii zenginliği Ukrayna'ya, Kiev'e ver miş amma, bu mutlu yerler, bu verimli kara topraklar Allahsızlar elinde "çile"den "çile"ye sürüklenmiş ve "çi leler diyarı" olmuş. Kiev'e gelip, otelirnize yerleştiğimiz zaman, sayın Demirel ile üç Bakan arkadaşımızın, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Şura Prezidyumu Başka nı D. S. Korotçenko'yu makamında ziyaret edeceklerini ve diğer hey'et üyelerinin akşam, Bakanlar Kurulu Baş kanı tarafından verilecek yemeğe kadar serbest bulun duldarını öğrendik. Yalçın ve Tekinel ile birlikte üç parlamenter arka daş, hava tamamen kararmadan, şehrin merkezine ka96
dar inmek,
meydanları, çarşıları,
yakından görmek istedik.
mağazaları ve halkı
Yürüyerek parklan, büyük
kestane ağaçlariyle süslü caddeleri geçtik ; yokuşları in dik ve halkın evlerine dönmek üzere kuyruk oldukları, ellerinde fileleriyle vasıta bekledikleri meydanlara geldik. Münbit Ukrayna toprakları, Sovyetler Birliği'nin en zengin zahire ambarlarından biri. Bol miktarda buğday, şekerpancarı ve tütün yetiştiriyor. Kiev, fotoğraf ve ya zı makineleri, tıbbi ve fenni aletler, tramvay - motosiklet gibi kara ve motor - motorbat gibi nehir nakliye vasıta ları i'mal eden fabrikalarıyla, aynı zamanda Sovyetlerin ileri endüstri merkezlerinden biri. Bonbas havzasındaki kömür ve Krivoi-Rog bölgesindeki demir madeni saye sinde maden endüstrisi de kurulmuş. Ayrıca kimya, teks
til ve gıda maddeleri endüstrisi
Kiev'de hayli ilerlemiş
ve gelişmiş. Ne yazık ki, bu sanayi te'sislerini, buralar da çalışan işçileri,
onların yaşayışiarını yakından gör
mek ve incelemek fırsatını burada da elde edemedik. Hal buki bizim asıl görmek ve üzerinde gerçek bilgiler edin mek istediğimiz hususlar bunlardı. İşçiler memleketinde işçileri,
Kolhaz'lar ülkesinde tek bir kolhozu yakından
görmemiz mümkün olmadı. İncelerneyi çok arzu ettiğim Kiev İlimler A�kademisini, Üniversite ve kütüphanelerini, kültür ve san'at te'sisle rini görmek imkanına da sahib olamadık. Özel uçaklar la uçmak, resmi siyah arabalada konvay halinde yol culuk, Belediye Başkanlarım, liderleri ziyaret, yemek ve müzik-bale ziyafetleri, Sovyetler Birliği'ni ziyaretimizde düzenledikleri programın büyük kısmını işgal ediyordu. Halbuki · biz, üzerinden 50 yılın ihtilal
silindiri geçmiş
halkın ve ülkenin, bu rejim altındaki bugünkü halini, ba kiyesini görmek ve bizzat incelemek istiyorduk. Otelimize dönerken, arkadaşımız Yalçın, alt katları görülen evlerin içlerindeki hayatı ve yaşayışı seyredebil-
97
rnek için pencerelere yaklaşıyor .. Tekinel ile ona : "Rönt gencilik yasak ! " diye takılıyoruz. Ukrayna Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti Bakanlar
Kurulu Başkanı V. V. Şerbitskiy'nin siyasi kariyerdeki
yeri de oldukça yüksekti :
Sovyetler Birliği Komünist
Partisi Potithüro namzed üyelerinden biriydi. Zaten Ko münist Partisi'nin bir güvenilir uzvu olmayanın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin idareciliğine
gelmesi
müm
kün müdür ? Fakat yine de bu adamın bir sempatik Uk rayna'lı tarafı vardı. Başbakanımız ve Hey'etimiz şerefine verdikleri ak şam yemeği programı meyanında bizlere Ukrayna milli havaları ve folklorü ve opera aryaları ile çekilen san'at ziyafetini müteakip gece, hususi
surette aydınlatılmış
Kiev şehri gezdirilmek, gösterilmek isteniyordu. Bulunduğumuz yerden şehrin ortasındaki meydana 2 km. lik yolu, yokuşu, sayın Demirel · kadar uzanan 1 ve Şerbitskiy yaya olarak yürüdüler, indiler. Otomobil -
ler peşimizden bizi ta'kip ediyorlar ve Moskova ile Lenin grad'ın saat 23 - 24 sonrası in-cin yok sokaklanndan çok daha kalabalık görünen yollardaki Kiev'liler de hayret ler içinde bu "demokratik yürüyüş"ü seyrediyorlardı. Karanlıklar içinde kalan taraflarını göremediğimiz Kiev'in aydıniablan ve bize gösterilen binaları, dış yüz lerinden güzeldiler.
Evvelce Moskova ve Leningrad'da
rastladığımız prefabrike ikametgah inşaatı seferberliği ne Kiev'de büyük önem verildiği B.şikardı. Birbirinin ay nı büyük blok apartmanlar, soğuk barhaneler burada da · şehrin mühim bir kısmını kaplamış . Kiev Komünist Partisi Merkez binasının ve Gençlik Teşekkülleri binasının önüne dikilmiş kısa boylu Lenin'in koskocaman heykelinden başka, indiğimiz yokuşun yan
· duvarındaki parkın çayır-çimen yamacına da kızıl renk li nebatlada nebati bir Lenin portresi çizmişler.
98
Kimbilir daha yakın yıllara, ölümüne kadar Stalin ' in de buralarda neleri vardı ? Fakat şimdi en ufak bir izi, bir hatırası kalmamış ve her şeyinin yerinde yeller esiyor .. Sağlığında o ne kavi, o ne muazzam bir kuvvet görülüyor ve sanılıyordu ! Bir heyfıHi. imiş meğer ... Uzun yıllar süren iktidarı boyunca en yakın arkadaşları dahil yüzbinlerce, milyonlarca insanı temizletmiş bu gaddar kimsenin, yalnız zirai kollektivizasyon politikasına girer ken açtığı, tarihte eşi bulunmayan bir vahşet yolu, 18 milyon kişinin başını yemiştir. Amma ölümünden sonra kendisine yapılan muamelenin, oynanan oyunun da tarih te bir benzeri mevcud değildir. Bu korkunç misal, dün yanın neresinde olursa olsun, gaddar diktatörlere, on ların tayfalarına, "Stalinleşmek" isteyen pos-bıyıklılara ibret teşkil etmelidir. Stalin'e duyulan bu gayz ve kinin bir sebebi de "uzun diktatörlük yıllarında bu ülkeyi ileriye götürmek şöyle dursun, yerinde saydıramamış, geri götürmüş olmasıdır." denilebilir. Çeşitli tandansa sahip basın organlarında değişik görüş ve kanaatıere malik yazarların birleştikleri nokta lar ve hususlar şöyle özetlenmiştir : - Rusya'da hürriyetin "H"sı ve demokrasinin "D" si bile yoktur. lhtilalden ve komünist rejimin kurulma sından bu yana 50 yıl geçtiği halde, halk bugün de müd hiş bir mesken sıkıntısı çekmekte, bırakınız diğer tüke tim mallarını, ekmek almak için bile dakikalarca kuyruk ta beklemektedir. Ağır endüstri ve temel yatırımlarla dev eserler yapılmıştır ama, Rus halkı normal bir hayat stan dardından ·henüz çok uzaktır. Diktatörlerle çömezleri ha riç, Rus halkı henüz oturacak bir daireden bile mahrum dur ; bu sebeble de birkaç aile, mutfağı ve tuvaleti ortak dairelerde barınmaktadır. Gülen yüzlere, neş'eli insan lara rastlamak güç değil, adeta imkansızdır ve herkes 99
maddi ve manevi sıkıntıların altında bunalınaktadır. Me mur durumunda olan işçiler, işletmeciler, tezgahtarlar, şoförler ve diğer meslek erbabı, müşteriyle uğraşmayı bir külfet saymakta ve kaytarmanın yolunu aramakta dırlar. Müziğinden modasına ve çarabmdan parasına ka dar hemen herkeste bir Batı hasreti ve hevesi vardır ve bunaltı insanların yüzünden okunmaktadır... Bu sonucun sorumluları pekçok da olsa, onların biri, birincisi muhakkak ki, Stalin'dir ve Moskova'da, Lenin grad'da, Kiev'de tanıdığımız "Stalin'i yazılı yerlerden silmiş" halkın ona beslediği kin ve nefret, reva gördü ğü muamele ve ceza yukarıki faturanın karşılığıdır. Ve asıl önemli, dikkate değer taraf, İkinci Dünya Savaşı'n dan sonra artık Sovyet ülkelerindeki insanlarda da "olay lar ve yorumlar" hasıl olmuştur. Ukrayna'lılar kendilerini Sovyetler Birliği'nin en ileri Cumhuriyeti sayıyorlar ve gerçekten de Sovyetler Birliği içinde en çok Avrupalı görünüşü olan ve parlak yarınlar va'deden ümidli bir bölge burası. ..
;a;;rd' öAt:e� 1 n�ızın z s an
A.
23 Eylul Cumartesi... Saat 13.00 ...
Özel uçaklardaki yerierimize yerIeşiyoruz. Tam 3500 km.lik, 5 saat 20 dakika sürecek uzun bir hava yolculuğuna çıkmak üze reyiz. . . İçimdeki heyecan, bu seyahatimde değil, haya tımda hissettiğim en büyük, en derin, en unutulmaz he yecanlardan biri : Beş saat sonra Özbekistan'da, Taş kent'te, Özbek, Türkmen kardeşlerimizin arasında ola cağım. u
u:
Türk Başbakanı Demirel ve beraberindeki Türk Hey'eti için, Sovyet idarecilerinin düzenledikleri gezi programına Özbekistan ve Azerbaycan Cumhuriyetleri' nin başkentleri Taşkent ile Baku'yu da koymuş bulunma100
ları, hepimizi ve bilhasas beni son derece sevindirıniş, memnun etmişti. Bu öz-be-öz Türk kardeşlerimizin yaşadıkları ecdad topraklarını bugünkü rejim, bugünkü şartlar altında da olsa yakından, gözlerimizle görmek-; oradaki soyu soyu muzdan, dili dilimizden, izleri kalmış dini dinimizden ve klütürü kültürümüzden olan kardeşlerimizi tanımak ve kucaklamak bizim için, benim için ne büyük bir bahti yarlıktı. Çok genç yaşımdanberi, yıllardır yüzünü görmeden kendini hayal ettiğim, sevdası ile yüreğimi doldurduğum, adına şiirler, kitaplar yazdığım, başımı tatlı belalara soktuğum, uğrunda divan-ı harblere çıkartıldığım ve zin danlara atıldığım bir sevgiliye kavuşacaktım. Onun yü zünü görmeden, onun sevgimden haberi olmadan, kırk yıl önce ta uzaktan ben ona tutulmuş, ben ona vurulmuştum. O, bu aşıkından, bu vurgunundan habersizdi ; o, beni ta rumazdı amma, yine de onunla bir kerecik gözgöze gelme miz, bana ömrümün bundan sonraki bölümünde yetecek bir aziz hatıra idi. Batı Türkistan'a, Özbekistan'a, Taş kent'e gelirken arkadaşlarım neler duyuyor, neler düşü nüyorlardı, bilmem ; amma, acı ve hazin taraflarıyla da, bu kavuşma benim için gerçekten bir (Leyla - Mecnun) masalıydı. Tarihin en çileli, en gün-görmüş bir ülkesine geli yorduk. Batı Türkistan'ın öz ve asil halkı olan Özbekler, tarih boyunca istiklalleri uğruna yaptıkları mücadeleler sonunda, Rus esiiretine boyun eğmek zorunda kalmışlar dı. Bu üİke, komünist rejim ve idarenin çeşitli siyasi ayarlamaları sonunda ( özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti) olarak ilan edilmişti. Yüzölçümü 176.240 kilometrekare olan Özbekistan' ın nüfUsu, 1953 Sovyet sayımına göre 8.106.000 idi ; bu gün ise 10 milyondur. Hiç şüphe yok ki, bu nüfusun 101
%90'ı Özbek'tir ve sun'i bir ayrılışla parçalanan Tacikis tan kendi ana kucağına bağlanacak olursa, Özbekistan Cumhuriyeti dünyadaki ikinci büyük Türk devleti sayı labilir. Yüzyıllar boyunca. Doğu ile Batı arasındaki kültür ve ticaret alış-verişini sağlayan Özbeklerin adı, Ebül-Gazi Babadır Han'ın (T ü r k Ş e c e r e s i ) adlı eserinde ver diği bilgiye göre, 1340 tarihine kadar Altun-Ordu Ha kanı Özbek Han'ın, kendi teb'asına verdiği isimdir. Za manla bu ad, Orta Asya Türklerince benimsenmiş ve ka� bul edilmiştir. Taşkent, Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriye ti'nin merkezi idi ve nüfUsu bir milyonun üzerinde bulu nuyordu. Büyük tarihi değeri olan Taşkent, Aral - Hazar havzasının aynı zamanda en önemli bir ekonomi merke zidir. Semerkand ve Buhara'ya nisbetle Taşkent'de bulu nan tarihi İslam - Türk eserleri daha azdır. Taşkent'in Sovyetler Birliği'ndeki ekonomik şöhre ti bilhassa istihsal edilen pamuk dolayısıyladır. Taşkent, Sovyetler Birliği'nde çıkan pamuğun dörtte üçünün ye tiştirildiği yerdir. Bilhassa sulama sahasında yapılan ye nilikler, sağlanan başanlar sayesinde buradaki pamuk yetiştirme imkanları eskiye nisbetle hayli arttırılmıştır. Sırası gelmişken kısaca komünist rejimin bilhassa tarım alanında yaptığı değişikliklerin ve uyguladığı sis temin iyi sonuçlar vermediğini belirtmek istiyoruz. Çar lık zamanında Rusya, Avrupa'nın zahire arnbarı iken bugün neden zahire ihraç eden bir memleket olmaktan çıkıp, ithal eden bir ülke haline gelmiştir, bunun üzerin de dikkatle durmak lazımdır. Sovyet Rusya'da başlangıçta husiıle gelen tahribatı ortadan kaldırmak üzere yeni birtakım ekonomik ted birlere gidilmeye zarfiret hasıl olmuştur. Komünizmin ana prensiplerinden ayrılan ve kapitalizme dönüş mana102
sını taşıyan bu yeni ekonomi politikasının esasları Lenin tarafından vaz'edilmişti. Bunun en bariz özelliği ziraat ve sanayiin aynı derecede teşvik edilmesi idi. Lenin'in tesiri altında Komünist Parti "köylü ile el ele yürümek" politikasını benimsemiş ve bunu ta'kibe başlamıştır. Ancak, 1925 yılından i'tibaren, köye dönüş politikası adı verilen bu politika, tenkidlere ma'rfız kal maya başlamıştır. Bu politikanın "kulak" sınıfını kuvvet lendirdiği ve rejimi za'fa uğrattığı söylenmiştir. Lenin' den sonra idareyi ele geçirmiş olan Stalin'in politikası, kulak sınıfının kuvvetlenınesini değil, orta sınıf köylü' nün kalkındırılmasım ve kooperatifçiliğin yayılmasını he def tutmuştur. İdarenin, komünistlerin eline geçmesinden sonra yapılan toprak reformu, başlangıçta istihlaki teşvik edi ci gibi görünmüşse de, o güne kadar istihsalden çok mah dud bir pay alan ve büyük kısmını kulak sımfına teslim etmek mecburiyetinde olan köylü sımfı, bu defa mahsu lünü kendisi istihlak etmeye başlamıştır. Bunun netice sinde, Bolşevik İhtilali'ne kadar buğday ihrac eden Rus ya, 'Zirai ürünler ithalatçısı mevıki'ine düşmüştür. 1917-18 toprak reformundan sonra, köylüler elinde ki ekilebilir arazinin nisbeti %70'den %96'ya çıkmıştı. Beş yıllık plan arefesinde, devlet çiftlikleriyle, kollektif çiftlikler, tahıl mahsulünün ancak % 2'sini te'min ediyor ; ekilebilen arazinin de % 1'ine sahib bulunuyorlardı. Ziraat daha ziyade küçük çapta, ferdi teşebbüsler halinde ya pılıyordu. Sanayileşen bir ülkede ziraata üç mühim vazife düş mektedir : Bunlar, gelişen sanayiin ihtiyacı olan insan gücünü sağlamak ; sanayiin lüzum göstereceği hammad deyi sağlamak ve artan işçi nüfUsunun ihtiyacı olan iş gücünü sağlamak. Sovyet Rusya'da, o günkü durumu ile tanm sektörü bu fonksiyonları yerine getirmek kudre·
103
tinden mahrumdu. Rusya 1920 ila 1928 arasında ziraat ta verim artışı sağlamak için büyük gayretler sarfetmiş ; bu devrede yekunu 70 - 80 bine varan traktör ithal et miştir. Buna rağmen ziraattaki inkişaf, umulduğu gibi olmamıştır. Zirai mahsul, bilhassa buğday istihlakinin artması dolayısıyla, buğday ihracat�nın ve bundan sağ lanan gelirin düşmesi, sür'atle sanayileşme kararı almış Sovyet Hükumeti için ciddi bir problem olarak belirmiş tir. Stalin, bu durumun 1918'de tatbik edilen reformdan ileri geldiğine kanaat hasıl etmiş, toprak, reform neti cesi daha müsavi esaslara göre bölünmüş olduğu cihetle, buğday istihsalinin %85'i fakir ve orta sınıf köylünün eli ne geçmiş bulunuyordu. Böylece köylü istihsal ettiğini kendisi istihlak eder duruma geçmiştir. 1928 yılında Rusya 12 milyon pood buğday ithaline mecbur kalmıştı. Sovyet ekonomi tarihinde yeni bir çığır açan ziraatİn kollektivistleştirilmesi kararının en mühim sebeplerinden birini bu durum teşkil etmiştir. Stalin, kollektivizasyon politikasına girerken tutu lacak yolu şöyle tayin ediyordu : Küçük ve dağınık köy topraklarını, toprağın müşterek işletildiği birleşik çift likler h8.line getirmek ve bu topraklara modern tekniği uygulayan kollektif işletmeyi sokmak ve bütün bunları ikna' yoluyla, örnek göstererek ve tedricen yapmak .. Sta lin'in bu ikna' metodu kolay işlememiş, ziraatin kollektİ vizasyonu Rusya'da görülmemiş bir vahşete yol açmış ve söylendiğine göre 18 milyon insanın hayatına mal olmuş tur. Nazariyatta kollektivizasyona karşı koyan kulak sı rafının ve zenginlerin ortadan kaldırılmaları bahis konu su iken, tatbikatta bu harekete karşı koyan herkes "ku lak" ilan edilmiş ve imha olunmuştur. İkna metodu da terkedilmiş, bir hafta içinde köylü nüfusunun %60'ı kol lektivizasyon içerisine alınmıştır. 1936'da ekilen arazinin 104
% 82'si, hane i'tibariyle çiftçi nüffısun % 90'ı kollektivi zasyon için ağır bir bedel ödemiştir. Normal olarak bin de yirmi olan nüffıs artışı nisbeti 1928 ile 1938 arasında binde on'a düşmüştür. Bunun sebebi, bu hareket dolayı siyle elde dilen nüfus ve meydana gelen sefalettir. 1932-33 arasında ölüm nisbeti Rusya'da görülmemiş bir hadde yükselmiştir. Ölümler, bilhassa harpten önce fazla buğ day istihsal eden Avrupa Rusyası'nda vuku' bulmuştur. Kazaklar arasında da ölüm nisbeti aynı şekilde yüksek ol muştur. 1926 ila 1939 arasında Kazak nüfusu 4 milyon dan 3 milyona düşmüş, yani bir milyon azalmıştır. Yılda 18 milyar rubleyi bulan zirai sektördeki köylü yatırımı yok olmuştur. Hayvan mevcudu arasında da büyük ka yıplar vuku' bulmuştur. Devletçe el konan her bir ata karşılık, köylü tarafın dan iki at yokedilmiştir. Kolhoza alınan her kocabaş hay vana karşılık 4, her domuza karşılık 5,5 ve her koyun ve keçiye karşılık 8,5 koyun ve keçi imha olunmuştur. Ba zı bölgelerde hemen hemen bütün hayvan mevcudu yok edilmiş ve kolhoza hiç hayvan teslim edilmemiştir. Çekim hayvanlarının imha edilmiş olması dolayısıyla, kolhoz sektörünün istihsali 1930'da % 30'a düşmüş, 1938'e kadar kollektivizasyondan evvelki rakamın üstüne çıkamamış tır. Sovyet Rusya ekonomisine bugün hala gerileyişini kapatmış denemez. Kollektivizasyonu takip eden yıllarda zirai istihsalde vuku' bulan düşüşü telafi etmek için uzun seneler ,geçmesi i'cab etmiştir. Rusya 1937'de, 1926'daJd istihsal seviyesine ancak varabilmiştir. Komünizme ta kaddüm eden devreye nazaran, bütün çabalara rağmen Sovyet Rusya'nın zirai istihsalinde büyük bir artış olma mıştır. 1928, yani kollektivizasyona takaddüm eden sene istihsali 100 o1arak alındığı takdirde, Sovyet Rusya 1960 da istihsalini takribi olarak % 60-70 nisbetinde artırabil miştir. Hayvan yemi istihsali 100'den % 60'a, yiyecek 105
maddesi istihsali 100'den 150'ye çıkmıştır. Mühim artış sadece sınai hammaddede vuku' bulmuştur. Sınai ham madde %400 nisbetinde artırılmıştır. Sovyet Rusya nü fusunda vuku' bulan 100 milyona yakın artış nazarı i'ti bare alınırsa, Rusya'nın nüfus :başına zirai istihsal bakı mından, yerinde saydığı görülür. Rusya'da zirai istihsal de verim a:rıtışı mahdud olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri ile mukayese edilirse, durum daha iyi görülür. Amerika'da hektar başına 20.6, Rusya'da 9.6 center buğday alınır. Sulanan arazide hek tar başına alınan pamuk Rusya'da 3 balya, Amerika Bir leşik Devletleri'nde ise 5 balyadır. Patates ve şeker panca rında da yarı yarıya fark mevcuttur. Rusya'da 1928 ila 1960 tarihleri arasındı:ı ziraatta %40 civarında verim ar tışı olmuştur. Aynı devrede Amerika'da verim artışı %150'dir. Netice olarak Rusya büyük fedakarlıklada mil yonlarca insanın başı, canı balıasma te'min ettiği kollek tivizasyondan pek karlı çıkmamış ve zirai problemini hal ledememiştir. Bugün düşük hayat standardına rağmen, kendi ken disini beslemek gücünde olan bir memleket vasfına sa hip değildir. Kruşçef'in stepleri buğday fabrikası haline getirmek çabası da muvaffak olamamış, bu hareketin başladığı ilk yıllarda görülen :buğday istihsalindeki a:rıtış zayıf toprakların yağmurlada ve rüzgartarla sürüklenip yokolması neticesi eriyip gitmiştir. Bugün Rusya ziraatta üstün bir teknik tatbik ederek bu teknikle kollektivizas yonun te'sirlerini ortadan kaldırmaya ve verim artışını sağlamaya çalışmaktadır. Bunda muvaffak olacağına şüpheyle bakılınayı gerektirecek sebepler mevcuttur. Görecek olduğumuz zengin yurd Özbekistan'da, Rus ların (Açlık Çölü) diye adlandırdıkları (Mirza Çölü) en fenni usullerle sulanarak toprağı ıslah edilmiş ve bura daki pamuk istihsali çok arttırılmış. Şimdi bunu ve bunun 106
sonucunda bu bölgedeki insanların, Özbek kardeşlerimizin durum ve yaşayışlarındaki ilerlemeyi veya yerinde say ınayı gerçeği ile yakından göreceğiz. Bu ana kadar gördüğümüz üç büyük Sovyet şehrin de Çarlık devrinden kalmış güzel tarihi eserler, sanayi kuruluşları, kültür ve san'at müesseseleri üzerinde ve ya nında 50 senelik kollektif cebirler, zorlamalarla birtakım "ehramlar" da yükseltilmiş. Eğer bu bir başarı sayılırsa, bunun kaç milyon insan hayatına malolduğu hesaplanma lı ve Sovyet Rusya'daki halkların, milletierin hayat sevi yesini Batı ile mukayese ederek, komünist rejimin bu ül kedeki insanları ne hale getirdiği dikkate alınmalıdır. Bu üç şehirde gördüğümüz yaşama seviyesi, Çarlık devrine nazaran yükselmiş midir, alçalmış mıdır ? Bunu doğru ve kat'iyetle tesbit edebilmek, her şeyden önce 1917 evveli ni hatasız olarak bilmeye bağlıdır. Fakat muhakkak olan ve herkesin kabUle mecbur bulunduğu bir gerçek, gün gi bi ortadadır : Sovyet Rusya'daki yaşama seviyesi, Batı ülkelerinden, hatta bazı geri kalmış memleketlerden ve hele Amerika'dan çok, çok daha aşağıdadır. Acaba arzulanan yüksek yaşama seviyesine ulaşıla mamış, fakat bu ülkede mevcut eşitsizlikler mi ortadan kaldırılmıştır ? Gördüğümüz manzaraya bakılırsa bunu iddia etmek de hayli güçtür. Eşitçi bir düzene ulaşmak için tutulmuş zorbalık yolu, bütün gücü elinde bulundu ran bir küçük azınlığa, milli gelirin büyük bir bölümünü kendi yarariarına ve çıkarlarına kullanmak imkanını sağ lamıştır, o kadar. Yurdumuzdaki "kızılcık"ların ağızlarından düşürme dikleri, hayal ettikleri "Mutlu Azınlık" ne imiş, bunu, gel dik, Sovyetler Birliği'nde gördük ve öğrendik. Bir kere daha anladık ve inandık ki, Sovyet denemesi ortadayken hala Marksizm'in - Leninizm'in propagandasını, savunu culuğunu yapan ve yegane kalkınma yolu olduğunu iddia 107
eden bizdeki proleter edebiyatçıları, ancak Sovyet Rus ya'da rasladığımız mutlu azınlığa katılmak isteyen kızıl sevdahiardır. Bu büyük ülke Sovyetler Birliği'nde, yaşama seviye lerinin düşüklüğünde yani sefaletlerinde eşitlik sağlanma ya zorlanmış büyük "mutsuz çoğunluk" küskün, yorgun ve me'yustur. Sefalette eşitliğe götürülürken çeşitli hür riyetlerinden mahrum kılınmış, en yakın sevdiklerini kaybetmiş milyonların "mes'ut" olabilmeleri mümkün müdür ? Bu halin Özbek kardeşlerimiz üzerindeki derecesini Taşkent'te, Semerkand'da ; Azeri kardeşlerimizdeki neti celerini de Baku'da göreceğiz. , 1 , Ukrayna'dan Özbekistan'a gelirken, iki K·erem ın As ı sı . . ı mış o1 an ayrı oze1 uçaga taksım e d"l Türk Hey'eti'nden, birinci uçakta parlamenterlerle basın temsilcileri ve Sovyet diplamatı mihmandarlarımız bulu nuyorlardı. .
.
�
.
Sayın Başbakan Demirel ve eşi ; Sanayi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlarımız, bizim Moskova Büyükel çimizle, Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi ve diğer ilgililer ise, yarım saat ara ile Kiev'den ayrılacak ikinci uçakta idiler. Henüz sayın Başbakan Demirel gelmediği için olacak, önden gelen bizleri, karşılayıcıların doldurduğu termina lin orta kapısından değil de, sağdan - arkadan bir ters yoldan, terminalin ikinci katındaki bekleme salonuna çı karıyorlardı. Biz de şaşırmıştık, karşılayıcılar da. . Onlar da, biz de bakışıyar ve soruşuyorduk. Dikkati çeken bir husus, burada diğer terminallerde görmediğimiz çoğunlukta resmi polis ve vazifelilerin, kar şılayıcılar önünde ve aralarında yer almış bulunmalarıy dt . Bunların suratlarından ve bakışlarından Özbek olma108
dıkları besbelliydi. Buna rağmen, parmaklıklar içindeki yaşlı - genç, kadın - erkek Özbek kardeşler bize, önlerin den geçtiğimiz sırada : "Hoşgeldiniz ! Safa geldiniz kar daşlar ! ' diye sesleniyorlardı. Terminali süsleyen : "Hoş geldiniz Türk misafirler ! " yazıları içinde burada, daha "candan", "yürekten" mahalli türkçe kelimeler de vardı; İçeriden çalınan bir tatlı Özbek havası, hoparlörler ile dışarıya, Havaalanı'na veriliyordu. Bunlar 'bizim nağ meler, bizim sözler, bizim duyuşlardı ve bize hitabediyor du. Çalgı aleti değişik, lehçe, şive başka da olsa, bize tat lı bir ürperme veriyor ; kulaklarımızdan içimize doluyor, ruhumuza siniyordu. Sayın arkadaşım Sabit Osman Avcı ile duyduğumuz yanık, dokunaklı, manalı havanın kelimelerini, sözlerini yakalamaya çalışıyorduk : (jz kadrigin bilmeyen Ozgen kadringi ne bilsin Islam kadringi bilmeyen Vaktin kadringi ne bilsin.
Terminalin bekleme salonundaki masalar üzerinde rusça, fransızca ve ingilizce birçok propaganda yayınları ve Özbekistan'la ilgili renkli turizm broşürleri bulunuyor du. Bunlardan birer nusha seçtim, aldım. İyi ki bunu yap mışım ; zira daha sonra, sayın Murat Sertoğlu ile birlik te, Özbekistan tarihi ve kültürü hakkında, muhterem Öz bekistan Başbakanı Ralımankul Kurban (ov) 'dan rica et tiğimiz ve uçağa gönderildiğini öğrendiğimiz kitaplar, sır ra kadem bastılar ve bizim elimize değmediler. Yarım saat beklememiştik ki, sayın Demirel'i geti ren özel uçak da meydana indi. Bizi yine geldiğimiz yol dan aşağıya indirdiler ve Başbakammızı, Özbek kardeş lerimizle birlikte karşıladık. Kendimi Konya'da, Erzu rum'da veya Kars'ta sanıyordum. 109
Özbekistan'lı Türk kızları sayın Bayan
Nazmiye
Demirel'i gül buketleri ile
karşıladılar.
Taşkent Havaalanı'na indiğimiz vakit diğer bölgele re nisbetle yalnız hava ılık değil, manevi atmosfer de son derece sıcaktı. Çocuğundan sakallı ihtiyarlarına kadar terminali dolduran karşılayıcıların yüzleri, gözleri gülü yordu. Ne hikmetse, diğer şehirlerde olduğu gibi, bunla rın ellerine de kağıttan Türk - Sovyet bayrakları tutuş turulmamıştı. Amma bunlar milli Özbek, Türkmen kıya fetleriyle ; dolunay gibi yüzleri, hilal gibi kaşları, çekik yıldız gözleri ve ellerindeki albayrak renkli gülleriyle, sev gi ve sevinç içinde öyle dalgalanıyorlardı ki, bizzat ken dileri birer milli sembol idiler. Yuvarlak hesapla bin yıl önce Anadolu'ya gelen, sonra da Avrupa'ya geçip, milletler tarihinin en büyük im paratorluklarından birini kurmuş olan dedelerimiz, bu bi zi "Selamün aleyküm ! .. " diye karşılayan Özbek kardeşle rimizin de ecdadı idiler. Onun içindir ki, burada bizlere gönülden gelen bir sevgiyle bakan gözlerde, sevinçle gü len gözlerde yüzyılların silemediği, unutturamadığı bir aşinalık, bir yakınlık, bir aynılık vardı. Hiçbirimiz, bizim yerli kızılcıkların iddia ettikleri gibi ırkçı, kafatasçı, rasist, faşist değildik. Amma, şu Hey'et'te bulunan solcu gazetelerin temsilcileri de, eski şübheciler, şüıbheliler de : "Yahu, ecdadımızın buradan geldiğine artık tamamen inandım." derneğe başlamışlardı. Tombalaik yüzlü, güzel kız-erkek Öııbek çocukları, el lerindeki çok güzel Türkistan gülü buketleriyle, güller di yarı Türkiye'den gelmiş Türk kardeşlerinin baş temsilci lerini sevgiyle sarmışlar, kuşatmışlar. Bellerinden aşağı salınan 4 sıra, 8 sıra incecik saç örgülü cici Özbek kızları, sayın Nazmiye Demirel ile diğer Türk hanım misafirlere kucaklar dolusu kırmızı - beyaz güller sundular. Türk Başbakanı'nı ve eşini, heraberlerindeki Türk Hey'eti'ni Taşkentliler, yüreklerinin derinliğinden gelen coşkun bir samirniyet ve kardeşlikle karşıladılar. 111
Sayın Demirel'in ikametlerine ayrılan misafirhane, diğer Bakan ve parlamenterlerin yerleştirildikleri otel, yahut misafirhaneye çok yakındı. Sayın Demirel, Meh med Turgut ve Re'fet Sezgin Beylerle, beni yemeğe alı koymuşlardı. Nefis Özbekistan üzüm, erik, elma, armud, kavun ve karpuzları ile süslü yemek masasında ağzımızın alışık bulunduğu tatda Türkistan yemekleri yedik. Tür kistan mantısı, etli ve havuçlu Türkistan pilavı benim ilk tatdığım milli yemeklerimiz değildi. Türkiye'deki Tür kistanlı kardeşlerim, Hac zamanı Mina'da büyük Türkis tan çadırları kuran Türkistan'lı Hac arkadaşlarım da bize aynı nefis yemekleri ikram etmişlerdi. Amma şimdi, hem her malzeme Özbek mahsfılü idi ; hem de sofranın kurulu bulunduğu mekan da Özbekistan'ın kendisi, Başkent'i, Taşkent'ti. Bizbize, büyük heyecanımızı, tatlı intiba'larımızı an latarak yediğimiz akşam yemeğinden sonra, sayın Turgut ve Sezgin'le, Başbakan'ımızın kalacağı misafirhaneden erkence ayrıldık. Otomobiller de, mihmandarlarımız da ortalarda yok tular. Üç arkadaş, çok yakında bulunan otelimize, bir orman içinden yürüyerek geldik. Bizi ta'kibeden, kollayan kimseler, bir - iki saatlik gaybıibetimizden telaşianmış mıydılar, bilmem. Otelde ba na ayrılan odayı ve uçaktan getirilen bavulumu henüz görmeden, salonda beni bekleyen nazik diplomat mihman darımızla karşılaştım. Üzgün bir hali vardı. Beni kaybet tiğine hamletmek üzereydim ki, yanıldığıını anladım : "Sa yın Fethi Bey, nasıl olmuş bilmem, fakat çok üzüldüm. Bavulunuz uçaktan indirilirken düşürülmüş ve patlamış. Bir bakınız, inşaallah birşeyiniz kaybolmamıştır." 41 kişilik Türk Hey'eti içinde kırkbir kere maşallah, başka hiç kimsenin, hiçbir bavulu, hiçbir kazaya uğrarna mıştı da, bu "özel kaza", benim çelik gibi sağlam, üç ay
112
kadar önce Almanya'dan alınmış, ilk defa kullamlan mU� cedded bavulumun başına gelmişti. !çinde çama.şırlarunla iıki �kat eLbisem ve bir iki not defterim ve kağıtlarıın bulunan bu 12 kilo gelen çok sağlam bavulwnun alt köşesinden, bir :boydan bir lx>ya ,gayet muntaza.m bir surette yırtılmış olması, ıbu ameli yatı icra eden operatörlerdeki tecessüs derecesinde, ameliyatlının sahibi çocuk doktorunda da derin bir me rak uyandırmıştı. Bavulu, önündeki üç muhkem kilidinden kilitler misiniz ? !şte ak11beti budur. Başvekilin her gittiği yer de yaptığı karşıhklı ıbütün konuşmaları ve diğer birçok
hususlan, arap harfleri ile noksansız olarak not alır, zapteder misiniz ? Acaba, "bu bavulla Türkistan'da bir meçhul dosta ibir zararlı hediye getiriılmiş olmasın" diye merak eden mi ibulunmuştu ? Her ne ise, gelen ibizim ba vulun ibaşına gelmişti. Ertesi ıgüıı Semerkand'a, Mirza Çölü'ne gidilecekti. Mihmandarım, otelin idarecisi Özbek kadıncağıza bavu lun otelde veya dışarıda tamir edilip edilemeyeceğini sor du. Ertesi ıgi.in 24 Eylfıl Pazar'dı. Pazar günü olduğu için hiçbir tamirci bulunamaz, temin edilemezmiş. Er tesi sabah, yani 25 Eyliı.l Pazartesi günü de dükkan lar lO'dan önce açılmazlarınış. Ve öğleden sonra uçağı mızın hareket saati olan 3'e kadar da ıbu tamirat yetiş
tirilemezmiş. Benim bavulwnla :beraber hirçok yeni şeyler de pat lak vermiş, meydana çıkmıştı. Bir ülke ki, en salahiy yetli insanlan, :bir resmi devlet misafirinin irlci güne ya kın ibir zaman zarfında "vazife He, merak sa.iıkasıyla ve ya :kaza 'ile 'kendi yırttıldarı" bir ıbavulunun t8.mirini ya pamıyorlar, yaptıramıyorlardı. Bu eheınmiyetsiz görünen ibavul hikayesi, devletçi liğin de, devlet otoritesinin de, ağır sanayiin de, el san'113
atla.nnın da ve daha birçok gerçeklerin de buradaki ufak
fakat ma.nAlı ve tipik ibir örneği, :bir tatıbiıkaıtı idi. Eşyalarıın ın ıtamam. olup olmadığını
etmedim. Düşmüş, çalınmış :bir
kontrol dahi
eşyam varsa,
ya alan zavallıyıa arnıağan olsun dedim.
bulan ve
Vazifelilerin
merruk ettiği başka bir nesne ise, zaten bavulumda mev cud değildi.
Ne ıgariptir ki, her gün bana aid çeşitli yalan, yan
lış bir ha;beri muhaıkıkaik. solcu ·gazetelerine uçurmakla
görevıli bizim :basın temsilcilerimizin sola hizmet gören leri, çeşitli adi ıtertiplere ıbaşvuruyorlardı da, böyle ger çek bir vak'ayı ve haberi rbildirmiyorlardı.
Neş'em, keyfim iyice kaçmıştı. Üstelik, bitişikteki
oda, otel idare müdürü veya katibinin odası idi. Duvar lar öyle ince ve ses nakledici idi ki, telefonla bağıra ba-·
ğıra İstanbul'a günün ha;berlerini yazdıran
ajans temsil-i
cisi arkadaşımızın .gece yarıS1ndan sonra ikilere, üçlere
kadar odamda gürleyen sesi de uykumu büsbütün kaçır nuştı .
. Ertesi sabah uçakla Semerkand'a, bu, dünya tarihi nin ve Türk tarihinin en eski, en ünlü kültür merkezle
rinden biri olan şehre gidece�tik.
Gündüz gözüyle gördüğümüz Taşkend'de Özbeklerin oturduğu mahalleler ve evler, Anadolu'ınuzun en hakım sız ve fakir kalmış bir kazasından farksızdı.
Bütün Rusya'nın % 71 80 nisbetinde ve en üstün kaliıtedeki pamuğunu çıkaran ıbu bölgenin (yalnız 1963 yı.l�nda 3.689.000 ton ham pamuk) hu halde bırakılmış -
olması, tabii zelzelelerden çok, siyasi zelzelelerin sonu
cu
sayıla;bilirdi. Orta Çağlann bu en
üıllü şehri, ticaret
ve kültür merkezi, bugün ne Kiev, ne Leningrad ve ne de
diğer milyonluk nüfUsa. s8.hirp başka bir Rus şehri ilP. kı yaslanabilirdi.
114
Burada da son üç-dört yıldaJllberi iblok apartımanlar halinde büyük mesken inşS.atı başlamıştı. Fa;kat buraya eskiden gelmiş ve son zamanlarda naklolunmuş Ruslar, bu iyi mahallelere öncelikle yerleşmişlerdi ve hala da yerleşiyorlardı.
Pamuk rbaşta, en ağır yükünü çekerek, ıbütün çıkar dıklarını Moskova'ya, diğer ibölge ve şehirlere gönderen
Özbekler, Sovyetler Birliği'nde geri kaldıklan gibi, Taş kend'deki imar ve iskan programında da ıgeride ve kuy rukta ıbırakılmışlardı. Sokaklarda gördüğümüz insanla rın Rus veya Özbek olduklannı uzaktan kolayca ayırmak mümkünd ü Yüzlerinden, gözlerinden, renklerinden çok, üst ve başlarının, giyimlerinin farkı, ibu teşhis ve tef rikte en belirli bir miyardı. Hani ihtilal burada zengin lik ve fakirlik dengesizliği yüzünden yapdmıştı ! ? .
Bıra;k.ınız Sovyetlerde muayyen bazı sınıfların, mes leklerin, zümreterin burjuvalar burjuvası hayatını ve ya.: şayışım ; "mutsuz çoğunluğun" ve "mutlu azınlığın" kim,; lerden müteşekkil olduğunu Taşkend sokaklarında rast lanan Ruslarla, Özbeklerin kılık kıyafetlerinden ve ya. şadıkları yerlerden, oturdukları meskenlerden kolaylık la anlarsınız. Belediye ve Hükumet Başkanlarının verdiği bilgi ve istatistik dışında, gerçekten evleri, aileleri, kolhoz'ları, solboz'ları ve sovkhoz'ları yakından görüp incelemek fır satı verilmedi ki, herşeyi çıplaklığı ile görmüş ve göster miş ; anlarnış ve anlatmış olalım ! Taşkend'den 200 km. mesafede olan Semerkand'a uçakla 25 dakikada vardık. . Zıyare Türk tarihinin bu ünlü ve en eski kültür merkezlerinden biri olan şehir, ancak İslami Türk eser leriyle süslüydü. Zerefşan Nehri vadisinde inşa olunmuş, dünya kül-
S
emerkantd'ı A
.
115
türünün baba biçilmez en eski bir hazinesi olan bu kadim şehri, ta Miladdan önce IV. Yüzyılda (329) harabeden İskender, Sovyet kayıtlarına göre "şehri hayal ettiğin den çok güzel bulmuş" ( ? ! ) Fakat, çeşitli istilalarla bir kaç def'a kül edilip, 1221'de Çingiz Han'ın eline geçen Se merkand, asıl Temür'ün 1369'da burayı kendisine mekan etmesinden sonra gelişmiş ve Türk abideleriyle bir Türk kültür merkezi haline getirilmişti. Şahruh ( 1404-1447) hakimiyetinde birçok kültür eserleri kazanan Semerkand'a, Uluğ Bey (1409-1449) dünya ilim ve astronomi tarihinde büyük bir yeri olan rasathanesini inşa ettirmeye muvaffak olmuştur. Uluğ Bey, saray şairi Sekkaki, arkadaşları Mukimi, Yakini, Emiri ve Gedai gibi üstad şairlerle Semerkand'ı Türk kültür, san'at ve ilminin başlıca merkezlerinden biri ha line getirmiştir. 1967 yılının 24 Eylul Pazar günü... Kızgın bir öğle güneşi başımızda yanarken, Uluğ Bey'in ölümünden tam 520 yıl sonra, Uluğ Bey'in Anadolu'dan gelmiş torunları onun rasathanesini geziyorlar ; aziz hatırasını saygı ile anıyorlar ve mensub oldukları yüce milletin fatihler, ci hangirler kadar, dünya tarihine ilim ve san'at adamları da kazandırmış olduğunun eski örneklerini Uluğ Bey'den kalmış bu abidede görüp gurur duyuyor ve geleceğe yö neliyorlardı... Geçmişte dedelerimiz yapmış, bugün ve ya rın biz de yapabiliriz ve yapacağız diyorlardı. Semerkand'ın görülmeye değer en mühim san'at eserleri, buradaki tarihi Türk yadigarlarıdır. Temür ve Uluğ Bey'in inşa ettirdikleri bu eserlerin hepsinde görü len mimari, kullanılan çini tezyinatı Selçuk mimari ve san'abnın ta kendisi . .. Bugün buralarda yaşayan Özbek, Türkmen kardeş lerimizin dili ile, Anadolu'da konuşulan temiz Türkçemi zin -kasıtlıların tahrif ve tahrib için uydurdukları mas.
1 16
Uluğ Bey'in Rasa-dhanesi önünde.
karalar dili değil- nekadar birbirinin aynı bulunduğunu tesbit eden Hey'et'teki arkadaşlarımızın hepsi, Semer kand'daki mimari ve tezyin san'atı ile olan alaka ve irti batımızı da hayranlıkla müşahede ediyorlardı. Burada bir hususu takdirle belirtmek isterim: Yüz yıllardan miras kalmış Muhammed Sultan'a aid mavi kubbeli Gür Emir Türbesi'ni (1404) ; Temür'ün burada kendisine ve sevgilisi Bibi-Hanım'a yaptırdığı mescid ve makbereleri (1399-1404 M.) ; Şah-Zende İbn-i Abbas'ın türbesini ve makberesini ; Türkan Aka (1371-1372 M.) ; Tuğluğ Tigin (1375 M.) ; Şirin Bige (1385 M.) ; Emir-Za de (1386 M. ) Tümen Aka, Kadı-Zade Rumi mescid ve makberelerini Sovyetler büyük bir i'tinô., ihtimam ve ih tisasla muhafaza ve restore ettirmektedirler. Taşkend'deki din işlerini tedvirle vazifeli idare ta rafından yayınlanmış, Müftü Ziyaeddin Babahan (of) ' un bir "mukaddeme"sini de taşıyan (Sovyetler Birliği'ndeki Tarihi Asar-ı İslamiye) adlı büyük eb'addeki büyük eser, bu tarihi abidelere verilen değerin, takdire layık başka bir örneğidir. Buhara'dan - Baku'ya - Leningrad'a kadar bütün şehitlerdeki tarihi İslam abidelerini, mescid, cami ve tür beleri, renkli baskı san'abnın bir güzel nümunesi halinde sunan bu kitabı bana hediye eden Özbekistan Bakanlar Kurulu Başkanı muhterem Ralımankul Kurban (of) 'a buradan d a sonsuz teşekkürlerimi sunm ak isterim. öz:. bekistan'ın Taşkend'den sonra ikinci büyük kültür şehri olan, tozuyla toprağıyla Orta Asya'nın Semerkand'ı, Or ta Anadolu'nun bir eski köhne kasabasından farksız gö rünüyor. Yeni yeni evler, okullar, tiyatrolar, sanayi te' sisleri, diğer bölgelere nazaran çok geri, çok iptidai bıra kılmış bu Müslüman Türk diyarımn da birgün yüksele ceği ümidini veriyor. Kesif komünizm propagandasını hedef tutmuş ; 118
maddi - manevi, sosyal ve kültürel bünyede büyük tah ribat yapmış bulunmasına rağmen, bu bölgede başarıl mış okuma - yazma davasının ta 1939'da halledilmiş bu lunması, bugünkü gençlerin uyanmalarında, milli şuurla cihazlanmalarında bühim bir amil sayılmalıdır. "Ne okurlar, ne yazarlar ki ?" diye düşünmek de mümkündür. Fakat, geceleri - gündüzleri · (Savatsızlar Kursu) açarak okuma-yazma bilmeyen yaşlılara dahi bu mecbıiriyeti uygulamış rejimin, kendi çıkarına propagan da 've baskı yaptığı kaynaklardan bile insanoğlunun fay dalandığına şahid olduk. Bu insanlar da dünyaya geldik leri gün, yüce Allah'ın . kendilerine balışettiği hakları, hürriyetleri, nimetleri yeniden elde etmenin ; ellerinden alınmış, gasbedilmiş şeylere tekrar sahib olmanın, kavuş manın bir yolunu buluyorlar. Özbek ses san'atkarının yanık yanık : uNeler Çektim. . Neler çektim. . .
Azap çektim derdinden! ... "
fery8:dına Rus mihmandarımız istediği kad ar : "Efendim, taıbii bu bir aşk, sevda şarkısıdı r ; siyasi 'bir ma'nası yok tur." diye te'vil arasın. Bu türküler, bu sesler, çilekeş kardeşlerimizin ruhlarında yatan ve uyuklaya:::ı sevgiliye sesienişdir ki, o birgün uyanacak ve hak ve hürriyet leri gasıbedilmiş bu talihsiz insanlar da haklan olan hür riyetlere, ni'metlere ve mutluluğa kavuşacaklardır� (Ahdimize inan yar) diye ağlayan Özibek kızı sa mimidir, kalbinin sesini duyuruyor ; gönlünü dolduran mura.dı, rtürıküsüyle şöyle dışarı döküyor :
((Bahçede gUZler Okur bülbüiler Böyle diyirler: Yine yaz gelir! .. " 119
.. Dünya tarihinin cihangirleri arasında müsk ak A s Temur tesna bir yeri olan Aksak Temür, 1336 yılında Semeııkand'ın 50 mil güneyindeki Keş ( Yeşilhisar) kasabasında doğmuştu. Babası, Barlas Boyu'nun reisi,' annesi Çingiz Han'ın torunlarındandı. Ömrü boyunca dö ğüşen Temür, bir gece baskınında vuruşurken hacağın dan yaralanmış ve 69 yaşında ölünceye kadar (1405) to pal kalmış ve "Aksak Temür" (Timürlenk) diye anıl mıştı. Yeryüzünde kendisinden başka Hakan bırakmak is temeyen bu Orta Asyalı cenkçi, lran'ı, Suriye'yi aldıktan sonra Anadolu'ya gelmiş ve 20 Temmuz 1402'de, kardeşi sayılan diğer bir Türk Sultanını, Yıldırım Ba.yazıt'ı yen miş ve esir etmişti.
Uçsuz bucaksız çöller ortasındaki mekanına, Semer kand'a döndükten üç yıl sonra, büyük bir Çin seferine hazırlandığı sırada, vefat eden koca imparator Temür, dehşetiyle Asya'yı, Önasya'yı ve Avrupa'yı titretmiş Ha kan, vasiyeti üzerine, Hocasının ayakucuna gömülmüş tü ve bugün tarihin koynunda sessiz, sakin yatıyordu. Amma, adı ve ruhu bu ülkelerde ve bütün Türk diyar Iarında yaşıyordu. Türbesini bekleyen bekçinin, türbedi rının adı bile Temür'dü. Temür, Orta Asya lehçelerinde (Demir) karşılığıdır. Temür'ün ölümünden .tam 562 yıl sonra, Anadolu'lu Türk torunları, :başlarında Ispartan'ın İsl8.mköy'ünden � mirel, Demir'in (Temür'ün) ıkaıbrini ziyarete gelmişlerdi. Temür, büyük Atatürk'ün tarihimizde, bütün dünya tarihinde beğendiği ve sevdiği kumandanlardan, Hakan lardan biriydi. Fakat Atatürk'ün, Rus'ların Altınordu Hanlarını nasıl yıktıklarını anlatırken, Temür'ü Osmanlı Devleti aleyhine harbe teşvik ettiklerini tafsilatiyle an lattığını da bir yerde okumuştum. 120
O, Anadolu'daki birliği, düzeni bozmuş ve çok yer leri yakmış, yıkmış bulunmasına rağmen, buralarda bir sembol, tarihin bir yaşayan hatırası idi. Temür'ün bakımsız kalmış, fakat her tarafı son de rece değerli eski Türk çinileriyle süslü bulunan, türbesi iki katlı · idi. Asıl mezarı, türbenin alt katında bulunmak taydı. BirinCi katta ise, değerli taşlarla kP.plı bir sandu kası mevcuttu. Temür'ün kabri başında, yine bu yurdun büyük ev ladları Farabi, Birıini, Tirmizi, Buhari, !bn-i Sina, Uluğ Bey ve Babür'ün ruhlarını da yad ve şad ediyorduk. Adı, dünya ilim pedilerde şerefle hanesini iftiharla gezerken, öğrencilerine ders verirken gördük. Ulug � Bey
tarihinde ve büyük ansikloanılan Uluğ Bey'in Rasad duvarlarında, Uluğ Bey'in çizilmiş tasviri resimlerini
Genç yaşında asılan bu ilim B.şıkı müstesna Türk ev tadı, eğitim tarihinde müstesna bir değer taşıyan müca delesi ile, Mukaddes Kitabımız'da Peygamberimizin Hadis-i Şerif'lerinde halkı ilim öğrenmeye davet eden hükümlerin, kadınlara da şainil olduğunu savunmuştu. Rasadhanesini süsleyen resimlerde Uluğ Bey'in Türk kız Iarına ders verdiği görülüyordu. Semerkand'da, az sonra gezeceğimiz ve inceleyece ğimiz büyük sulama te'sislerinde kullanılan muazzam çi mento-çelik boruların yapıldığı, betonarme blokların dö küldüğü ve pişirildiği (Yanguyer) Fabrikası'nı ve ayrıca,, (Astragan Kürk İmalathanesi) 'ni de gördükten sonra, üç otomobile taksim olduk ve Mirza Çöl veya Rusların verdiği propagandalı adla (Açlık Çölü) , ( Açlık Stepi) is tikametine yollandık. Şehrin içinden geçerken ve daha önce tarihi - dini eserleri, fabrika ve imalathaneleri ziyaretimiz sırasında, 123
Semerkand'lı Özbek kardeşlerimizin bize karşı göster dikleri çok samimi tezahürlere şahid olmuştuk. Orta Asya kızıl çölleri ortasına açılmış geniş asfalt yollar bizi, muazzam sulama te'ç 0 u sisleri ve modern ziraat usulleriyle ıslah edilmiş, kum deryasından tarlalar haline getirilmiş mil yonlarca dönümlük araziye ulaştırdı. Özbekistan'da 1,5 milyon hektar arazi üzerinde pamuk ziraati yapılıyordu. Buradaki sulama kanalları · cidden görülmeye ve örnek edinmeye değer şeylerdi. Bu te'sisler ve burada elde edi len iyi sonuçlarla çok yakından ilgilenen sayın Demirel'in ifadesiyle : "İnsan yutan bir çölün, bereket kaynağı ha line getirilmiş olmasını" takdirle karşıladık.
Ç"T = Ç.;.�)
Mi (A
Amma burada çalışan insanlar, bu bölgedeki insan lar, bu çöle kanını, canını vermiş kimseler, su diye bu topraklara terini dökmüş ve katmışlar, bütün bunların karşılığında ne nisbette bu topraklann mahsulünden fay dalanmışlar, faydalanıyorlar ve faydalanacaklar ? Bunu görmek, öğrenmek ve kesdirrnek mümkün değildi. Se merkand'a bakllınca, (bu topraklarda yetiştirilen pamuk lar da, diğer ürünler de hep kara vagonlarla Kızıl Cen net'in diğer merkezlerine taşınmış olmalı) hükmüne var mak lazımdı. (BEYAZ ALTIN) DEDİKLERİ PAMUK, ALTIN OLMAK ŞÖYLE DURSUN, ONU ÇIKARAN ÖZBEK İÇİN HENÜZ YATAK, YASTIK VE YORGAN DAHİ OLAMAMIŞTI. Deli Petro'nun mirasçıları, Özbekistan'da, Prens GorçaJmf'un : uRusya'nın istikbdli Doğudadır' işaretine iyi dHdc·a;t etmişlerdi.
Dikkatimizi çeken diğer bir husus da, Sovyetlerde rastladığımız yeni kalkınma çabaları, faydalı eserler vü cuda getirme ve inşaat seferberlikleri tarihinin çok yeni, 4 - 5 senelik oluşu idi... Anlaşılıyor ki, Kızıl İhtilal'in ilk
126
45 yılı, sürgün, yağma, yakıp - yıkma, temizleme ve ölüm
arneliyeleri ile geçmiş. Ekilmesinden toplanmasına kadar hep modern zira at aletleri ve metodlarıyla işlenmiş pamuk tarlalarından birinde, sayın Demirel, bir pamuk toplama traktörüne çıkartıldı ve Semerkand'lı bir Özbek işçi ile, hür ve müs takil kardeş Türkiye'nin Başbakanı bir an yanyana çalış tılar. İnsan haklarının yok edildiği yere, kardeş eşitliği ni biz getirmiştik. "İnşallah bu tohum da bu tarlalarda tutar" temennisinde bulunduk. Özbekistan Bakanlar Kurulu Başkanı muhterem Ralımankul Kurban (of) ertesi günkü konuşmasında : "Bu yıl pamuk mahsiı.lümüz çok daha bereketli ve verimli olacak ; zira sayın Türk Başbakanı Süleyman Demirel dün tarlada bize yardım ettiler" şeklinde bir samimi es pri yaptı. ·
Ben de, o bembeyaz pamuk .· tarlasındaki samimi manzara karşısında : "Ulu Tanrım ! Sevgili Özbek kar deşlerimizi besieyecek topraklara bereketler ve onlara hayırlar, mutluluklar ihsan et ve İslamköy'lü Süleyman Bey başda, Anadolu'lu Türk kardeşlerinin bu toprakla ra basan ayakları, Özbek kardeşlerimize ve ülkelerine uğurlar getirmiş olsun !" diye içimden Allah'ıma dualar ettim. Bütün Sovyet Rusya gezimizde, kendi seçtikleri ve ya hazırladıkları "göstermelik" bir kolhoz'U, bir işçi, çiftçi, köylü evini ve ailesini ziyaretimiz, görmemiz müm kün olmadı. Yalnız, Mirza Çölü (Açlık Stepi) gezisinden sonra, bu arazide kurulmuş bir solboz'un köşesinde, ida re binasına götürüldük. Bir kat üzerine inşa edilmiş bir salonda, üzerieri nefis ve leziz Özbekistan kavun-karpuz, üzüm, erik, elma ve armutlanyla doldurulmuş masalar127
da bizlere meyvalar ikram edildi. Bu 19. Solhaz'dan ay rılırken, köşede duran ve bize melül melül bakınan öz bek - Türkmen ihtiyarların yaruna gittim ; onlarla birlik de resimler çektirdim. Kendilerine adlarını sordum : Zıp par Han, Abdülvahit Han, Ganican Han... Han nerede, Hakan nerede, hanlık nerede ?... Zavallıların "Han" diye bir adları kalmış ! .. Taşkent'e dönerken bindiğimiz tren, vagon-resto ve yataklı lüks bir trendi. Yapılışı büyük ve sağlam ranlı görünüyor, fakat güzellikten, zariflikten yoksundu. Kom partımammızdaki masaların üstüne tabak dolusu neİıs ve leziz Özbekistan meyvaları ve şişe şişe şerbetler, so ğukluklar konulmuştu. İki kişilik kompartımanlardan biri, öteden beri uğra dığım özel misafirperverlik neticesi, tek olarak bana . ay rılmıştı. Kar gibi beyaz örtüler serilmiş, kabarık koca kuştüyü yastıklar konmuş yumuşak yataklarda başucu muzdaki oparlörden gelen tatlı müzikle, kardeşlerimizin hakkı bize harcanarak yaptığımız bu seyahat, yalnız başka ülkelerden gelmiş misafirlere, yabancılara mahsus bir (Beyaz Tren) safası olsa gerekti. Acaba Özbekistan' da bu rahatlık, bu konfor ve bu mutluluk içinde kaç öz bek kardeş bizim gibi bir seyahat yapmıştı, yapabilir di ? Yoksa onlar kara vagonlarda, hayvanlarla bir ve be raber mi gitmişlerdi, giderlerdi ? Bütün Mirza Çölü'nü ve bu yerleri gezerken her an ha tırladığım ve düşündüğüm, çok şeylere onun hasretle dolu yaşlı gözleriyle baktığım Türkistan'lı kardeşlerimden mü cahit Baymirza Hayıt'ın (Asya'daki bir müslüman· ını1Jet
üzerinde Sovyet tipi sömürgeciliğe bir örnek olarali : Sovyet Rusya'mn Türkistan'daki Sömürgecillği ve Em peryalizmi) adlı değerli eserindeki bir şiiri, Türkistari;ıri hürriyet şairi Çalpan'ın şu parçasını tekrarlıyordum : 129 .
zbekistan ortasında Tevetoğlu iki Özbek Han'ının arasında : Zıppar Han
VP
GaniC'an Han'lıı.
Külgen (gülen) ba§kalardır, yığlağan (ağlayan) men men (benim). Oynağan ba§kalardır, inleğen menmen, Erk (hürriyet) erteklerini (masallarını) i§itken (i§iten) ba§ka, Kulluk ko§Uğunu (türküsünü) tinlegen (dinleyen) menmen, Erkin (hür) başkalarıdır, kamalgan (hapsedilen) menmen,
Hayvan katarıda (sırasında) sanalğan (sayılan) men men.
Başucumdaki oparlörden, çok yamk sesli bir Özbek ·kızının hep içli, hep dokunaklı ve sanki hep "man8lı ve maksadlı" türküleri geliyordu : Yar vefasızlık etse ferydd ederem ben Kalbimde muhabbet köyünü ydd ederem ben.
Bu söz bana, uçakta gelirken tamştı, gım ve konuştugum, her ı·k·ısı de yu ··kebed•ı sakiarım .. .. sek tahsı·ı gormuş, 30 yaş1arındak"ı ı. kı. Özbek aydınını hatırlattı. Rahathkla konuşabildiğimiz bu iki kardeşin, Atatürk'ün resmini görmek isteyişleri üze rine, kendilerine verebildiğim biri beş, diğeri on liralık Türk paraları için birinin "ben bunu ebedi saklarem" de yişi, gözlerimin dalınasına ve uzun uzun düşünmeme se bep olmuştu. "Ben onu
·
Sovyet mihmandarımın dediği gibi, bunlar belki aşk, sevda türküleri idi ; siyasi değillerdi . Amma bana yine de dokunuyordu : ({Pencereden ta§ gelir Humar gözden yaş gelir."
131
"Ben baktrem, o bakmir'' . t'Uzakda durma gel Boynumu vurma gel" usemiz geçen günlerim lJmrünıe nice sayım (sayayım)" O kar gibi beyaz, o kuştüyünden yumuşak yatak ve yastıklar bana diken, çivi gibi olmuşlardı. Bir dakika uzanamadım ; .bir saniye yastıklarına baş koyamadım ve bir saniye uyuyamadım. Bütün yol boyunca, yurdumuz dak.i en fakir, en geri, en iptidai köylerimizin manzara larını andıran, üstü açık tahta helaları evler dışında bulu nan, Özbekistan köylerini seyrettim. Uzaktan gördüğüm manzara şu idi : Yıllarca sömü rülmüş topraklar ve insanlar !.. Trenimiz Taşkend'e yaklaşmadan, bizi vagon-resto rana yemeğe davet ettiler. Kurdukları her sofra, bizim için "Zekeriya Sofrası" kadar zengin olunca, burada, bir lahana, iki soğan, üç patates için kuyruğa girmeye alışmış zavallılar nazarın da ise herhalde bunlar birer "Peri Masalı Sofrası" olu yorlardı. Dört kişilik soframızda 44Sağlık Ekibi" olarak bizim le birlikte Taşkend'den Semerkand'a gelmiş Dr. Mefha ret Harnın da bulunuyordu. Hayat yoldaşı (kocası) mü hendismiş ve 180 ruble aylık alıyormuş. Kendi eline ge çen para ise, mahrfimiyet bölgesi doktoru olduğu için, 200 ruble imiş. Mefharet Hamm, 15 yıllık doktormuş. Sa rıcan, Tahircan, Lale ve Elmas adlı dört çocukları tah sil görüyorlarmış. Hepsini devlet parasız okutuyormuş. Evleri de bulunduğu için, 380 ruble kendilerine bol bol yetiyormuş ; hatta her ay epeyce de para artınyorlarmış. Dr. Mefharet, politikaya atılmadan önce benim esas mesleğimin hekimlik olduğunu öğrenince adeta sevindi.
132
özbekistan'da, (Orta Asya Devlet Üniversitesi) adı ile Taşkend'de ve (Özbekistan Devlet Üniversitesi) adı ile de Semerkand'da iki üniversite varmış. Ayrıca 36 Ens titü ve Fakülte'nin ; 144 Orta Öğretim Müessesesi ve Tek nik Okul'un ; 95 İlmi Araştırma Kuruluşu'nun bulundu ğunu söyleyen doktor hanım, bilhassa kadın doktorların çokluğundan bahsetti. Evvelce kızların hemen hiç oku tulmadığını ; Özbek erkeklerin de çok az sayısının eğitim ve yüksek tahsil gördüklerini belirten doktor hanım, öz bekistan'da bugün eğitim ve öğretimin çok ileri götürül düğünden örnekler verdi. Özbekistan kadınlarının resmi makamlarda ve halk hizmetlerinde büyük vazifeler gördüklerini iftiharla söy leyen doktor hanım, şöyle diyordu : uBunun en güzel ör
neği (Jzbek'istan Cumhuriyeti Başkanı'nın bir (Jzbek ka dını, sayın Yddigar Nasreddin(ova) oluşudur. Bundan 1Jaşka Bakan ve Bakan Yardımcısı olarak altı kadın da ha vazife görmektedir ki, Vasilia Sadık(ova), Naile Mahmud(ova) bunlardan ikisidir. Ilim alanında da ()zbekistan kadınları büyük hiz metler görmektedirler. Bu alanda altıbine yakın lJzbe kistan'lı kadın bulunmaktadır ki, aralarında 11 profesör, 28 doktora yapmış ilim otoritesi ve 850 kadar muhtelif lıranşlarda mütehassıs olarak hizmet edenler vardır. Gü zel san'atların her sahasında ve bilhassa sahne, edebiyat ve müzik kollarında 2500 ()zbekistan kadını çalışmak tadır ki, bunlardan birçoğu bütün Sovyetler Birliği'nde büyük isim yapmışlardır. Altı lJzbek kadını, tekmil Rusya'nın en ünlü artist ieri arasında yer almış bulunuyorlar. (Jzbek sahnesi, Bd ra lşantura(iva), Halime Nasır(ova), Tamara Hanum, Dilber Abdurrahman(ova), Mükerreme Turgunbay(ova), Galiye lsmail(ova) gibi başarılı (Jzbek san'atkarlarının adlarıyla iftihar duymaktadır." 133
Daha sonra Dr. Mef.haret Hanım, Özbekistan'ın ün
lü .kadın şairi "Zülfiye"nin (Özbek Kadını) üzerine yazdı ğı bir propaganda şiirinden bize parçalar okudu : ({Yüzyıllar boyunca sen yaşamadın, ıstırap çektin; Fakat birgün bu kara bulutlar ve karanlıklar kayboldu Ve sen kuvvetli kolların'la dünyayı sevinçle kucakladın."
.Aı1kadaşımızın :biri bu söylenenleri ve okunanları bir "propaganda konuşması" saydığım bÜdirince, ben Öz
bekistanlı hanım meslekdaşımı mUşkül durumdan kur tarmak için şöyle ·konuştum :
<<Gerçekleri tahkik imkdnları verümek şartıyla, her ba§arılı hizmeti takdirle karşılarız. (jzbek kardeşlerirrıtiz okutulmU§sa, okutuluyorsa, yüksek tahsil yaptırılıyorsa bundan çok sevinir, memnunluk duyarız. Kendi rejim ve ideolojilerinin propagandasını
yapmak, putlaştırdıkları
Lenin'in, Marks'ın prensiplerini öğretmek için dahi ol sa, yeti§en bütün nesillerin tahsil imkanlarına sdhib kı lını:ılarını takdirle ve ümidle karşılamak lazımdır. Nasıl yeti§tirilmiş bulunurlarsa bulunsunlar; birgün onlar bu yerlerin yeniden uKüller Mekanı" olmaktan çıkıp ((Gül ler Mekanı" hdline gelmesini elbette . sağlayacaklardır. Burada çıkan beyaz altının, evveld kendüerine ucennet Döşeği" olmasını isteyecekler; bunu kabUl ettirecek ve yerine getireceklerdir.
Yeter ki okusunlar, okutulmuş
bulunsunlar. Yeter ki ilme eri§ilsin,
ı:ıığa kaVU§ulsun.
Bozkurt ve Ergenekon Efsanesi bu Alp Er Tunga (Efrd siydb )'lar diyarına did değil midir '! Ermi§lerin gömülü bulunduğu ve yaşadığı topraklarda birgün efsaneler ger çek olur, tarih tekerrür eder."
24 EylUl Pazar akşamı Taşkend'in Navru Operaevi'n
de Ö2lbek san'aJt.k8.rlarını seyredecek ve dinleyecektik.
Nava.i Operaevi, Nava.i Meydanı'nda Türk mimarisi
134
üzerine inşa ve tezyin ediimiş çok güzel bir bina idi. Ke merler, tavanlar ve iç tezyinat, cidden Türk zevkini ve inceliğini temsil ediyorlardı. Türk'lerle meskfın en mfi tena lbir semte ve meydana, en büyük ıbir san'at müesse sesine, Türk soyunun büyük eviadı Ali Şir Navai'nin adı nı verişleri ve hele 9 Şubat 1441'de Herat'ta doğmuş ; 3 Aralık 1501'de yine orada ölmüş bulun·an bu büyük Türk çü fikir ve san'at pirinin Taşkend'de çok güzel bir de heykelini di,ktirmiş bulunmalan, cidden takdirle anıla cak ve işiret edilecek bir husustur. Nava.i semtinde, Özbek bale ve operasının temsiller verdiği :bu Operaevi arkasında yeni ve . büyük bir bina olara:k , koca şehirdeki yegane umfimi satış mağazası in şa edilmiş bulunuyor. • • Günümüze kadar gelen Türk milliyetçili ş· Navaı ği tarihinin, Türkçülüğün ilk pirlerinden olan Ali Şir Navai, yalnız Orta Asya Türk'lerinin ve öz bek'lerin değil, yeryüzündeki bütün Türk'lerin milli ede biyatlarında mevcfıd en büyük şöhretlerden biriydi. Şiir olan babası Kiçkine Bahadur, Uygur Bahşılarındandı ve Temür-Oğulları sülalesine mensub aristokrat bir ailenin reisiydi. Horasan Hükümdarı Ebül-Kaasım Babür tarafından yetiştirilen ve XV. Yüzyıl Orta Asya Türkleri'nin şair ve alim hükümdarı Hüseyin Baykara ile mektep arkadaşlı ğı yapan Navai, Baykara Sultan olarak Herat şehrine yerleşince onun yanına gitmiş ve ölümüne kadar orada kalmıştır. Asta.rabad Emirliği, Mühürdarlık, Divan Bey' liği gibi yüksek devlet kademelerinde bulunmuş Navai, daha sonra resmi vazifelerden çekilip hayatının sonuna kadar ilim ve san'atla uğraşmıştır. Kastamonu Lisesi'nde öğrenci iken Navai hakkında ki birçok yazıları ve bilhassa rahmetli Köprülü'nün inceAlı.
ır
.
135
Yeryüzündeki bütün Milli
en biiyük büyük
rnenud
ı;öhretlerden;
Milliyetçiliği'nin, ilk
Türklerin
Edebi�at'larında
Türk
Türkçülüğliıı
pirlerinden
Ali
Şir
Navai'nin Taşkend'deki heykeli.
lernelerini dikkatle ve büyük bir ilgi ile okumuştum. 1934' de Maarif Vekaleti'nin yolladığı edebiyat bakalorya so rularının biri Ali Şir Navai üzerine çıkmıştı. Fakat be nim onu aşk ile incelemem, daha sonraki yıllarda bir Türk milliyetçisi olarak Türkçülük tarihi üzerindeki çalışma larım sırasındadır. Ona olan büyük sevgim ve bağlılığı m da Navai'nin ilk Türkçülerden biri oluşu sebebiyledir. Türk dili ve Türk medeniyeti üzerinde yıkıcı te'sir ler yapan yabancı dil ve medeniyetlere karşı isyan ede rek Türk dilini ve Türk medeniyetini savunan ve layık olduklan mertebeye yükseltıneye çalışan ilk Türk mil liyetçilerinden biri Ali Şir Navai idi. O, çok sevdiği ve yücelmesine bütün gücünü harcadığı Türk dilini uğradı ğı haksızlıklardan kurtarmış, korumuş ve bilhassa Türk çenin Farsçadan üstün olan meziyetlerini anlatmaya, is pat etmeye çalışmıştır. İki dili muhakeme edip Türk dilinin ve Türk milleti nin üstün kudret ve kabiliyetlerini bilgi ile meydana çı karan Navai, Mu h a k e m e ' t - ü 1 L u g a t e y n adlı eşsiz eseriyle Türk dilinin ve Türk milliyetçiliğinin ilk edebi abidelerinden birini dikmişti. Otuzu aşan eserleri arasında dördü Türkçe ve biri Farsça olmak üzere beş divanı bulunan Navai, "Çocukluk Garibeleri", "Gençlik N&.direlerl", �·ortayaş Bedialan" ve nihayet "Büyüklüğün Faydaları" ma'nalarına gelen adlar verdiği divanlarını, daha sonra hep bir arada " H a z a i n - a I - m a a n i " (Ma'na Hazineleri) nde toplamıştır. 1484'de tamamladığı 64.000 mısra'hk H a m s e ' sinde (Ferhad ve Şirin), (Leyla ve Mecnun) ile (lsken der ve Behram Gur)'a dair manzum romanları, ahlak ve tasavvuf üzerine konuşmalan vardır. Bugün Navru'nin bu eserlerinden opera ve ıbaleler için konular seçilmekte ve bunlar işlenip oynanmaktadır. 137
O gece, kendi adını taşıyan Operaevi'nde seyredece ğimiz programın birinci bölümü de, ünlü bestekar ve or kestra şefi Muhtar Eşrefi tarafından Navai'den sahneye adapte olunmuş " D i 1 a r a m " adlı eserin dördüncü sahnesinden ibaret bir parçaydı. Saat 21'e beş kala, bizleri "Huş-Kelibsis !" diye kar şılayan milli kıyafetler giymiş cici Özbek güzellerinin tatlı (Hoşgeldiniz ! ) leriyle Navai'nin san' at evine girdik. Navai'nin evinde, böylesine kalabalık bir hey'et ha linde uzak yollardan gelmiş Anadolu'lu öz torunları bel ki de ilk defa bulunuyorlardı. Bu, bizim için de, Özbek kardeşlerimiz için de müstesna, mutlu bir geceydi. Bilmem arkadaşlarım neler duyuyor ve düşünüyor lardı ; fakat hepimiz öz Türk ilinde, öz Türk havası te neffüs etmekten o kadar mest ve mes'ud idik ki, rejimi de, onun kötü havasını da, bütün acıları da adeta unut muştuk. Sayın Başbakanımiz Süleyman Demirel ile Eşi ve Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Başbakanı Ralımankul Kurban ve Eşi şeref locasına geldiklerinde, salonu hıncahınç dolduran özbek kardeşlerin yürekten, candan gösterdikleri tezahürat cidden büyüktü. Bunu, Özbek orkestrasının İstiklal Marşımız'ı yürekten çalma sından sonra da, daha coşkun bir tarzda tekrarladılar. Nasıl evvelki akşam Havaalanı'na karşılamaya gel miş veya getirilmiş, başlarında siyah-beyaz motifli Öz bek takkeleri bulunan Özbeklerin elinde kağıttan küçük Türk bayrakları bulunmuyor idiyse, bu gece de Navai Operaevi'nin içi ve şeref locası l!yıkı veçhile Türk - Öz bek bayraklarıyla süslenmemişti. Bunlar gözüroüzden kaçmıyordu amma, biz yine de müteşekkirdik. Çünkü bizi birbirimize bağlayan o kadar gerçek ve kavi maddi ve ma'nevi bağlar, bayraklar mev cuttu ki, bunların zorlar, tazyikler, propagandalar kul-
138
lanıldığı halde yokedilemedeği, edilerneyeceği anlaşılmış tı ; ve yanlış yoldakiler doğru yola gelmeyi kendileri için de en faydalı iş saymışlardı. Orkestra şefi, 1914 Buhara doğumlu Muhtar Eşrefi, aynı zamanda bestelediği eseri sahneye koyan, bütün Sovyet Rusya'da haklı bir ün kazanmış bir Özbek san' atkarıydı. Bu ünlü besteci ve yönetici Muhtar Eşrefi'nin Navai'den sahneye koyduğu ( D i ı a r a m ) 'ın 4. bölü münde (Dilaram) rolüne, ünlü Özbek ses san'atkarı Saa det Kabul çıkıyordu. (Şah Behram) rolünü davetli san' atkar Sason Beyaminov oynuyordu ; (Ardeşer) rolünü Cemal Nizamhoca ; (Nuğman) rolünü Nizami Haşim (of) ; (Uluğ Hoca) rolünü Esad Azim (of) ; (Saray Beyi) rolü nü ise Mikail Moşeyev oynuyorlardı. (Türk Güzeli) rolüne çıkan Ayni sa Kuçlık (ova) idi. (Arap Güzeli) 'ni Galia İsmail (ova) ; (Fergana Güzeli) 'ni Klara Yusuf (ova) ; (Hind Güzeli) 'ni Roza Murad (ova) ; Sa.di'nin (İran Güzeli) 'ni Hulya Hamra (ova) temsil edi yorlardı. Büyük çoğunluğu yerli ve Türk asıllı olan, söyledik leri şarkılar Özbek lehçesiyle Türkçe okunan, Özbek Ba lesi'nin ve Operası'nın bu en seçkin san'atkarları, Türk'- · ün raksda ve müzikteki üstün kabiliyetinin temsilcileri idiler. Onlan, san'atlarındaki büyük başarıları yanında, şartlar ne olursa olsun, bilhassa Özbek kardeşliğinin bize verdiği milli gurur ile kalbirnizin derinliklerinden gelen sonsuz sevgi ve takdir hislerimizle candan alkışlıyorduk. Muhtar Eşrefi'nin besteleyip yönettiği Navai'den se çilmiş ( D i 1 a r a m ) , diyebilirim ki, Anadolu'dan gel miş biz misafir Türk kardeşlerine Özbek kardeşlerimizin temsil· edebilecekleri programın en münasibi idi. Bir Türk hakanının otağında geçen sahne, tıpkı M u h a k e m e ' t - ü 1 L u g a t e y n 'de Türkçe ile Farsçayı mahkeme edişi ve Türkçeyi haklı ve üstün çıkarışı gibi, 139
yine Navai'nin güzeller içinde de Türk güzelini birinci kı lışı idi. Büyük ses artisti Nasır kızı Halime Hanım'ın uşak makamında okuduğu klasik Özbek şarkısı : {(()zbekistan gül-i zdr Her bir şehri ldlezdr"
bize -gerçekleri gördükten sonra- büsbütün dokunu yordu ve biz inleyen "nA.lezen" şarkıcının her bir şehrin "gül-i zar" ve "lalezar" olduğunu ilanından "külzar" ve "nale-zar"lığını duyuyor ve anlıyorduk. Büyük zelzele felaketine uğramış Taşkend'de, yıkı lan kerpiç yığınlar kısmen kolaylıkla temizlenmiş. "Kaç ölü oldu ?" diye sorduklarımızdan "dört ölü" karşılığını alınca, "şaka mı ediyorsunuz ?" diye hayretimizi sakla yamıyorduk. Aldığımız ikinci cevap dikkate şayandı : ••Bu, gazetelerin yazdığı, radyo ve televizyonların söylediği ve bize belletilen sayıdır." Yerli Özbek musiki aletlerinden kurulu saz takım larının iştirakiyle düzenlenmiş (Bahar) Özbek dansı ; Er gaş Yoldaş (ef) bile Rana Hidayet (ova) 'nın aynadıkları (Ayhan ve Çoban) düeti ; Mükerrem Turgunbay'ın oy nadığı ( Tanıvar) adlı Özbek dansı ; daha sonra Galia ls mail (ova) 'nın oynadığı (Pamir Dansı) ve (Buhara Dan sı) bize kadim tarihimizden, Orta Asya'da yıllardanberi her türlü yokedici rejimierin ve te'sirlerin altında kaldı ğı halde bütün inceliği ile yaşayan Türk san'atından, Türk kültüründen ve folklorundan, dans ve müziğinden verilen en ince, en tipik örnekleri teşkil ediyorlardı. Ley la-Meeni'ın Operası'ndan (Kaise Aryası) 'nı okuyan Sat tar Yaraşık ve (Bülbül) 'ü dile getiren, şakıtan Saadet Kabul Hanımlar da duyduklarımızın tercümanı idiler. Gülşad Atabay Kızı'nın söylediği : ••cana can Özbekistan"ı ben, hala "mutsuz" olan 140
bu çileli anayurdun, ınutlu geleceğine bir "ümid", "te menni" ve "niyaz" manasma aldım. Ertesi gün öğleden sonra Azerbaycan'a, Baku'ya hareket edecektik. Başından kaza geçen bavulwn tamir edilmediği, edilemediği için eşyalarımı mecburen yine ona dolduracak ve "bu aleme ibret" beyaz iplerle kara bavulu dışarıdan bağlayacak ve öyle gönderecektik. Ni tekim ertesi sabah bavulwnu bu şekilde hazırladım ve : "Buradan birşey götürmediğim hususu, hem yırtık ye rinden, hem de artık kilitlemediğim için daima açık bu lunacak kapağından kontrol edilebilir ve inşallah bavu luro Baku'ya kadar paramparça olmaz" diyerek erken saatte Sovyet idarecilere teslim ettim. Üç arkadaş sabahleyin Taşkend çarşısına gitmek istiyorduk. Bu maksatla umumi kafileden ayrılarak şo förün ve araharun birini alakoyduk. Navai Operası geri sinde bulunan GUM Umumi Satış Mağazası'na gittik. Saat lO'da henüz kapılar açılmamıştı. Hava oldukça so ğuktu. Bizim üzerimizde pardesillerimiz vardı. Tam lO'da açılacak giriş kapısı önünde uzun bir kuyruk olmuş hal kın arasına, biz de sıraya girdik. Kadın - erkek, genç ihtiyar bizi tepeden tırnağa süzüyorlardı. Üzerimizdeki pardesü ve ayağınuzdaki ayakkabılara hayranlıkla ba kan gençlerin yüzlerindeki manayı okumak zor değildi. Biz de onları süzüyorduk. Hırpani, yırtık - pırtık kimse yoktu, göze batmıyordu. Amma hepsinin üzerindeki ne kaba, ne zevksiz ve ne kalitesiz giyeceklerdi ! Mağazada çalışan kızlar ve oğlanlar, kuyrukta birikenleri yarıp ge çerek içeri girdiler ve nihayet kapılar açıldı. Ahalinin içe riye dalışını görmek lazımdı. Mağazaya girip bütün bö lümleri gezdiğimiz ve yukarı katıara da çıkıp burada sa tılan malları yakından gördüğümüz vakit, yalnız malze menin kalitesizliği değil, Moskova - Leningrad - Kiev'de gördüklerimizden de aşağılığı meydana çıkıyordu. Bizim 141
ıçın alınacak plaktan başka birşey yoktu. Satılan herşey nekadar zevksizse, üstelik okadar da pahalı idi. Satıcı lardaki asık surat ve minnetsizlik, Moskova'da ve diğer Sovyet şehirlerinde gördüğümüz kadar aşırı ve ö.şikar değildi. Buradaki baskı ve korku, şüphesiz daha çoktu. Zavallı Özbek'i yıldırmış ve yaradılışındaki iyilikle bir leşince, başka yerlerdeki suratsız memurdan onu daha mülayim ve sevimli yapmıştı. Çocuk eşyası satan bir yer istedik. Şoförümüz bizi, çocuk eşyası da satılan başka bir çarşıya götürdü ki, burası gerçekten görülmeye de ğerdi. Tek kat üzerine inşa olunmuş külüstür baraka dükkaniarın zeminleri, koca fare delikleriyle harab bir manzara arzeden, eski, pis tahta döşemelerden ibaretti. Bu dükkanlar bizim geri kalmış Türkiye'ınizin en küçük bir kazasında, bir köyünde dahi bulunamazdı. Burası ise "Beyaz Altın" yurdu Özbekistan'ın başkenti idi. Hele bu dükkanlar içinde satılan malları, iki doktor parlamenter ve bir hariciyeci "işte gerçek bu !", "işte yetiştirdiği be yaz altından Özbekistan'lıya kalan kara lastik bu !" diye rek hayret ve üzüntü ile seyrettik. Şimdi, Belediye Başkanının Taşkend hakkında ve receği izahatı dinlerneğe ; sonra da, sevimli, cana yakın Başbakan Ralımankul Kurban'ın ve Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Şura Prezidyumu Başka nı Yadigar Nasreddin (ova) 'nın öğle yemeklerine gidecek ve oradan doğruca havaalanına gelecektik. Şehirleri, insanları, gerçekleri görmeden verilen ma lumatı, yapılan propagandayı dinlemek daha alaka çeki ci, daha nazik, daha kibar ve daha te'sirli oluyormuş. Amma, başarabildiğimiz kadarı ile birçok şeyleri yakın dan görüp anladıktan ve sefaletle, gerçekle yüzyüze gel dikten sonra zavallı vazifeli memurlarca söylenilen "mutluluk" ve "kalkınma" istatistik ve rakamlarını din lemek güç oluyor, gülünç oluyor ve o kadar da acı olu-
142
·
yor, acı veriyordu. Öğle üzeri yapılan son toplantıda ar kadaşlarımın yüzlerine baktım : Hepsinin yüzlerinde ve gözlerinde söylenilenlerin aksi olan "gerçek" okunu yordu. 1917'den 1967'ye kadarki 50 yıllık komünist Rus ya'da yapılanları ne bir taraflı kinle "yermek", ne de bir taraflı Acem mübalağası propaganda ve hayranlıkla "övmek" hakikatin ifadesidir. Herşeyden önce, Çarlık çağında iken de birçok sa halarda Rusya'nın Avrupa seviyesinde bulunduğunu ha tırlamak ve tesbit etmek lazımdır. Ondan sonradır ki, bu alanlarda, bu kollarda 50 yıldır yapılmış ilerleme veya gerileme doğru olarak meydana çıkar. İlerleme sayılan ve kaydedilen hususların, bir de ne kadar insanın hayatına malolduğunu, maliyet hesapların da göstermek zaruridir. İşte o zaman, idareci küçük bir azınlık ile, çok malıdut ve muayyen bazı meslek mensub larına tanınan ve nasip olan "mutluluğun", büyük halk kitlelerinin, yüz milyonlarca masum halkın "esarete", "zulüm ve işkenceye", "açlık ve ölüme" duçar olmasıyla sağlandığı gerçeği anlaşılır. Propaganda kitap ve broşürlerinde, her tarafta da ğılan, yazı ve haberleri mahalli gazetelerce de aynen tek rarlanan (İzvestia) ve (Pravda) '!arında yazılan, iddia olunanlar ve bize söylenilenlerle, müşahedelerimiz, gör düklerimiz birbirini tutmuyorlardı. Ya görmediklerimiz ? Ya gösterilmeyenler ?. Hiç şüp he yoktu ki; bunlar "başarı, ilerleme, kalkınma" diye gösterilenlerin maliyetini ve sonucunu büsbütün meyda na koyacak, açığa vuracak "acı gerçekler"di. Özbekistan Başbakanı, Taşkend zelzelesinde 500 bin kişinin evsiz kaldığını, belki bu yarım milyonu en modern şartlar ( ? ! ) içinde rahat ettirdik ( ? ! ) diyebilmek için söylüyordu. 144
Fakat, halka bu müthiş tabii afette ancak 4 kişi öldü ğünü haber veren "Haber" manasındaki "İzvestia"ya "amma ne haber ? !" ; "Gerçek" demek olan "Pravda"ya da "amma ne gerçek ? !" demekten başka ne söylenebilir? "Pravda'da İzvestia, İzvestia'da Pravda yoktur", "Gerçekte haber, Haberde gerçek yoktur" esprisini tek rarlamak, samirniyetle söyleyelim ki bütün Rusya'ya şa mildir. Yalnız büyük başarılar propagandası olan, iyi ha berler ve resmi haberler yayıniayan ve başlığından son satırına kadar yalnız Lenin'in, komünizmin övgüsünü ya pan ; kötü diye ancak Batıdan yerinecek haberleri verip bu koskoca ülkeden tek bir polis vak'ası, tek bir ölüm vak'ası haberi vermeyen (Pravda ve lzvestia) (Gerçek ve Haber) bu kızıl "cennet" içinde yaşayan bedbahtlara bu yerleri "ruyalar ülkesi" ve buradaki rejimi de hürlü ğün, mutluluğun tek yolu diye gösteriyorlar amma, bir de dışandan gelenlere, dışarıyı görenlere sorun ! .. Şüphesiz, başta diptomatları olmak üzere, birçok Sovyet memurları, idarecileri ve bilhassa İkinci Dünya Savaşı'nda ve daha sonraki yıllarda Batı ülkelerinde as keri veya sivil vazifelerde bulunanlar, Demirperde dışın daki dünyayı, oradaki insanların yaşayışlarını, hak ve hürriyetlerini çok iyi biliyorlar. Fakat Sovyet Rusya için de bunları anlatmak, bunlardan bahsetmek, örnek ver mek mümkün müdür ? Asla ! .. Biz de buraya işin çekişmesini yapmaya gelmemiş tik. Gerçeği gözlerimizle görmek ; soyumuz, tarihimiz, dilimiz, dinimiz bir olan Özbek kardeşlerimizi acı-tatlı, müsbet-menfi taraflarıyla yakından tanımak bizim için çok faydalı bir fırsat ve imkan olmuştu. Söylenen sözle rin samimi tarafları ayıklanıyor ve bunlar zaman zaman göz pmarlanmızı dolduran sıcak yaş damlaları haline ge liyorlardı. 145
Biz Açlık Stepi'nin tokluk kaynağı haline getirilişin deki emeği, tekniği, modern ziraat metodlarını takdirle görmüş, takdirde karşılamıştık. Amma, o Açlık Çölü'nün, beyaz altın hazinesi haline geçişinden sonra, çölün başın daki ve içindeki Özbek'e düşen tokluk payını da görmüş tük : Özbek'e kerpiç ; Rus'a, Ukraynalı'ya betonarme ! .. Buradaki gerçek, buradaki sosyal adalet buydu. Amma yine de Türk'ün nezaketi i'cabı, adı üzerinde, sevimli (Rahmankul Kurban) herşeyi yalnız övdü ; her şeyi olduğu gibi gören bizler de onu acı acı dinledik ve kendisini müşkül duruma sokacak hiçbir soru sormadık, hiçbir münakaşa açmadık. Okadar ki, sayın Demirel, bir kibar jestle ancak ter cüınanı "ıb ir ·küçük" tersiedi : ((Bizi birbirimize Rusça üe
nakletmenize lüzum yok. Biz birbirimizi" pekld anlıyoruz! . .n
Türkçemizle
Son gün, Taşkend'de oturduğumuz bu kardeş sofra sında, yüreklerimizin mahsus köşelerinden yükselen his ler dile getirildi ve sonra sayın Başbakanımız Süleyman Demirel'e, iki Bakan ar.kadaşımız sayın Mehmet Turgut ve Refet Sezgin'e ve bir de bana, Özbekistan'ın ipekden dokunmuş (ton) denilen milli kıyMetleri ve el işlemesi ta:kkeleri hediye edildi ve giydirHdL Haydi, sayın Başbakan'dan sonra diğer iki Bakan arkadaşlarımıza da bu istisna yapılmış ve kendilerine bu hediyeler verilmişti amma , Tevetoğlu'nuıı diğer par lamento üyelerinden ayrılışının sebebi ne idi ? Yarı şa;ka, yarı ciddi bunu soran bir arkadaşımıza, !bir kadirşina:s gazeteci şöyle cevap veriyordu : ({insaf edin, bukadar tefriki hoşgörün! . . Tevetoğlu ağabeyimi zin bu diyarıara ve bu insanlara yazdığı (Y a r ı n T u ran B e n i m d i r !) gibi kitaplarını biz ta .�o yıl ön ce okumuştuk/n -
146
Halbuki mes'elenin aslı, benim Türk Hey'eti içinde tek senatör oluşumdu. Bir de, Rus'lar Taşkend'e gelirken "kaza eseri" çelik gibi bavulumu yere düşürüp, bir .baş� tan bir başa ustura ile muntazam kesilmiş gibi, patlat mışlardı. Şimdi Özbek kardeşler Taşkend'den ayrılırken gönlümü almak istiyorlardı. Gönül almak, gönül vermek ... Ne güzel şeyierdi .bun lar ! Hele yoluna başkoymak, yolunda can vermek ; Ce nab-ı Hakk'ın ne kadar küçük bir azınlığa nasip kıldığı "gerçek mutluluk"tu. Temür'ün, Uluğ Bey'in ve koca Ali Şir Navii'nin buradaki eviadları ile Anadolu'daki torunları tanışmış lar, kucaklaşmışlar, koklaşmıŞiardı. Bu benim için bin kere şükre değer ne büyük bir mutluluktu ! . . Çok zaman, çok yerinde yüreğimin burkulduğu ; si yah gözlüğümün camları ardında sakladığım göZle:rlınin dolduğu Özbekistan'dan yine de Allahıma binlerce hamd ü senalar ederek "umudlarla" ayrılıyordum. Şimdi sonsuz bir heyecan içindeydim. Sovyetler Bir· liği'nde bir haftadır devam eden gezimizin, benim için en önemli olan bölümü başlıyordu. Gerçekten bir Mec nun gibi rü'yalarımda dahi göremediğim, çocukluğumdan beri hayal ve murad ettiğim Azerbaycan'a, Azeri kardaŞ larıma ; karımıri, kayınvalidemin tam 42 yıldır hiçbir ha ber alamadıkları, artık Şimali Kafkasya'da değil de Ba ku'da ikamet eden akrabalarımıza kavuşacaktım. Saat tam 15.00'de Taşkend'den ayrılıyorduk . . f'aş kend ile Baku arasındaki 1700 kilometrenin süreceği 2,5 saat, benim için 2,5 ay olacaktı. Uçağımız havaalanından yükselince, nemli gözlerle Taşk�md'i bir kere daha kuşbakışı seyrettim. Açlık Çö lü'nü bir kere daha hatırladım. Bizi malızun bakıştarla uğurlayan ezgin, bezgin ve üzgün Özbek kardeşlerinlizi düşündüm. ·
149
Eğer sayılırsa, burada başarı denilecek iki şey var dı. Birincisi bütün Özbeklere okuma - yazma öğretiimiş olması. İkincisi de, Mirza Çölü'nün ıslahı ile pamuk der yası haline getirilmiş bulunması. Fakat, Özbek'lere ne alfabe bırakılmıştı, ne kendi yazıları ve ne de konuşmalan. Türkleri Rus'laştırmak için ne yapmak lazımsa onun esaslarını, prensiplerini koymuşlar ve yasaklannı, cezalarını uygulamışlar. Çar ların savaş yolu ile yaptıkları istila, parçalayıp yok et me usulü, komünist rejim tarafından silah yerine kültür bolşevizmi kullanılarak daha korkunç sonuçlarla yerine getirilmiş. Mirza Çölü'nden kazanılan beyaz altının yarısı, bir kaç yıl müddetle Özbekistan'a harcansa idi, bu ülke ma mur, bu bedbalıUar mes'ud ve insanca yaşayan müreffeh kimseler olurlardı. Sovyetlerin işgal ettikleri, Demirperde gerisine dü şürdükleri Avrupa ülkelerini sömürmeleri bir yana, ken di hür ( ! ?) ve müstakil ( ! ?) Cumhuriyetleri içinde, silah ve feza yarışması ve komünizm propagandası uğruna, nasıl bir sömürgecilik politikası izlediklerinin Özbekis tan'dan tipik bir örneği bulunmazdı. Burada beğendiğimiz şeylerin, başarı sayılan işlerin ve eserlerin de, Özbek kardeşlerimizin alınterleri, canları ve hürriyetleri balıasma elde edildikleri 8.şikardı. bölgesini geçtikten az sonra, yıne uçsuz bucak sız ço··ııere Azerbaycan düşmüştük. Buralar henüz ıslah edilmemişti. Bunların üstünden hem yükselerek, hem de sür'atle mesafeleri tüketerek uçuyorduk. Temür başta, ecdadımızın bu çölleri atlar üstünde nasıl aşıp, bu mesa feleri nasıl tüketip lran'a, Anadolu'ya, Avrupa'ya ve Af rika'ya yayıldıklarını düşündüm. ,
Mecnun un A
Özbekistan Le 1 � , . y... sı
151
Şimdi, komünistlerin, 27 Nisan 1920 tarihinde Sov yetleştirerek (Azerbaycan Sovyet Sosyalist Republikası) adını koydukları Kafkas Azerbaycam toprakları üzerin deyiz. Bu sevgili toprakların bir "yahşi" bölümü de par çalanmış, İran'lılar tarafından (İstan-i Sevvüm) adı ve rilerek Kuzey-Batı İran'ın (Azerbaycan Vilayeti) yahud (İran Azerbaycanı) haline sokulmuş. Doğu bölümünde Tebriz, Erdebil, Germrud, Astara, Mişgin ; Batı bölümün de de Selmas, Hoy, Dilman, Urmiye (Rizaiyye) , Savuç bulak (Mehabad) gibi şehirler var. Yalnız bu bölgedeki ikibuçuk milyon halkın büyük çoğunluğu hep Azeri Türk leri... Acaba bunlarda milli şuıirun, Türklük şuurunun yokedilmesi için neler yapılmış, neler yapılıyor ? Sovyet uçağı içinde hızla havalanırken kendim gök lerde idim amma, aklım-fikrim hep aşağıdaki topraklar da idi. Kuzey Kore - Güney Kore ; Kızıl Çin - Milliyetçi Çin ; Kuzey Vietnam - Güney Vietnam ; Doğu Almanya Batı Almanya hep kızılların ma'rifeti ile ikiye bölünmüş bir bütünün parçaları idiler amma, hiç değilse her iki ta raf da yine kendi halkının, kendi milletinin elinde ve ida resinde ; yalnız biri komünist, diğeri milliyetçi... Ya Azer baycan, ya Azerbaycan? ... Hani bir gün ufki olarak yan yana gelmiş (mavi - kırmızı - yeşil renkli ve ortadaki kır mızı parçasında beyaz ay ve sekiz köşeli yıldız yer almış) "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" ilkelerinin ifadesi milli bayrağı ile Türk kalmak, İslam kalmak ve asrın medeni seviyesine ulaşmak istemiş Azerbaycan ? . . Avcıların yaralı, aslından vurulmuş kuşa tekrar ateş etmelerine lüzıim yoktur. Ezelden vurulmuş, ezelden ya ralı bir kuş, · Azerbaycan toprakları üzerindeydi. Sovyet pilot dev uçağı, topraklar üstüne hayli yakın bir mesa feden uçuruyordu. Hazer Denizi üzerine kurulmuş büyük petrol te'sislerini adeta içlerinde, yanlarında imişiz gibi yakından görebiliyorduk.
152
Bu ülkeye (Azerbaycan Cumhuriyeti) desem, bun dan ben ancak 28 Mayıs 1918'den 27 Nisan 1920'ye ka dar sürmüş hür ve müstakil bir gerçek Cumhuriyeti ha tırlar ve anlarım. (Azerbaycan Sovyet Sosyalist Republikası) adı ve rilmiş bugünkü Azerbaycan, Kafkasların doğusunda Ha zer Denizi'nin batı kıyılannda, 86,6 bin kilometrekarelik bir toprak üzerinde, 4.232.000 nüfuslu, ejderha gibi Sov yet İmparatorluğu içinde ufalanmış bir vatan parçası, parçalanmış bir ceylan... Azerbaycan'ın merkezi, en güzel, en ma'mur, en ile ri şehri bugün de Baku... Diğer Sovyet şehirleriyle sıra ya konunca da Baku, dördüncü büyük şehir. Hazer De nizi kıyısında yer alan Baku'nun nüfUsu 1 milyon 200 bin. Petrol işletmeciliğinde dünyamn en meşhur bir sa nayi merkezi. Aynı zamanda, XIX. Yüzyıldan sonra Çar lık Rusyası'nın ve nihayet bolşevizmin, komünizmin siya si faaliyetlerinde büyük tarihi olayların cereyan ettiği bir politika ve kültür merkezi... Bolşevik İlıtilali sırasında nüfUsu 200 bin olan Ba ku'da, 20 bin Rus ve Ermeni, 180 bin Azeri Türk mev cutken, bugün nüfus 1.200.000'e çıkarılmış ; fakat bu raya Rus, Ermeni, Yahudi, Ukraynalı ve diğerleri de yerleştirilmiş. Azerbaycan, benim yüreğimde taht kurmuş, hasre tini çektiğim esir Türk illerinden biri, hatta birincisi idi. Sanki Türklerin esir yaşadıklan diğer Demirperde ülke lerine Kınm'a muhabbetim, Gaspıralı İsmail Bey'in ha tırasına bağlılığım ; eşimin yurdu Şimali Kafkasya'ya, az önce ayrıldığımız Özbekistan'a, Türkistan'a, Doğu Tür kistan'a sevgim az mıydı ? Hayır, hayır amma neden bil mem ; şair ve doktor Türkçü Hüseyin-zade Ali Tfırani, Ali Merdan Topçubaşı, Ağaoğlu Ahmed, Resul-zade Meh med Emin Bey'lerin doğdukları güzel Azerbaycan, canım 153
Azerbaycan, benim aşkıyla tutuştuğum, canevimden vur gunu bulunduğum sevgililerden biri, birincisi idi. Azerbaycan deyince ben çok şeyleri, çok kimseleri, çok dost yüzleri, çok vak'aları ve faaliyetleri hatırlarım. Bunlardan biri ve benim üzerimde esir Azerbaycan'ın aş kını, muhabbetini ve hasretini yaratan kaynakların en te'sirlisi, 35 yıl önce Kastamonu Lisesi'ndeki matematik hocamız rahmetli Azeri Süleyman (Taşdemir) Bey'dir. Bize çok çalışmayı, bu vatanı, bu toprağı, Türk'ün hür ve müstakil bu biricik kalesi Anadolu'yu çok sevrnemizi ve bu cennet yurdun kadrini, kıymetini bilmemizi, başla rından geçen felaketleri anlatarak tavsiye, telkin ve nasi hat ederdi ! .. Onun bir gece, bir Azeri tiyatro grubunun oyununa bütün sınıfımızı da'vet edip götürüşünü ; orada oynanan milli temsil ve oyunlar sonunda okunan Azer baycan marş ve türküler ile ne çok heyecanlandığımızı ve hep beraber naslı gözyaşları döktüğümüzü hiç unuta mam. Burada bir küçük hatıraını kaydetmeyi de ödenmesi zarfıri bir borç bileceğim : Ankara'da, Genelkurmay Baş kanlığı Daire Doktoru bulunduğum sırada, bir sabah, ga zetelerde Milli Eğitim Müfettiş'i Süleyman Taşdemir'in vetatını okumuştum. Üzerimizde çok büyük hakkı bulu nan bu aziz hocamızı, yıllardır aramamış, suçlu ve gü nahkar bir vefasız talebesi olarak, o gün cenaze töreni ne koşmuştum. Milli Eğitim Bakanı bulunan rahmetli Tevfik İleri de tabfıtun arkasından yürüyordu. Bu sıra da bana : "Ne müstesna bir insandı ! Süleyman Bey'i ya kından tanır mıydın ?" diye sormuşlardı. "Evet," demiş tim, "Kastamonu'da beni üç yıl okuttu ve ben ondan ri yaziyeden çok, Türklük ve Türkçülük dersi aldım ... " Azerbaycan'a adını veren Satrap Atropates'den, At ropatene Krallığı'ndan bu yana, onsekiz defa çeşitli isti lalara ve hakimiyet te'sisine sahne olmuş Azerbaycan'a 154
Türkler ilk defa M.Ö. VII. Yüzyılda gelip yerleşmişlerdir. M.S. IV. ve V. Yüzyıllarda Güney Kafkasya ve Azerbay can'a Akhun'lar gelmiştir. Doğu Avrupa'mn en eski Türk unsuru olan Bulgar, Hazar, Ağaçeri ve Sabir'ler bu ülke ye yerleşen başlıca Türk zümreleridir. Kafkasya ve Azer baycan'a bilhassa İran'lıları yerleştirmek siyasetini güt müş Sasani Hükümdarı Nıişirevan ise, Kök-Türk Haka m İstemi Kağan'ın ordusunda bulunan Türkleri de bura ya yerleştirmiştir. Arap hakimiyeti altında iken de, A zerbaycan'a muhtelif bölgelerden Türkler gelip yerleş ıneye devam etmişlerdir. 1015116'da Selçuk'un torunu ve Mikail'in oğlu Da vıid Çağrı Bey, Azerbaycan'a girmiş ; Oğuzların bu ülke yi istilaları 1018 - 1020 yılları arasında tamamlanmıştır. Daha sonra 1043 yılında Rey şehrinde karargah kuran Tuğrul Bey, maiyetindeki Selçuk şehzadelerinden Kutal mış ile Musa Yabgu'nun oğlu Hasan ve Çağrı Bey'in oğ lu Yakıiti'yi Azerbaycan'ı fethe me'mıir etmiştir. Azerbaycan tarihine adı geçmir/ mühim bir Selçuk şehzadesi de Tuğrul Bey'in buraya vali gönderdiği İbra him Yınal' dır. Alparslan 1064'deki seferinde bütün Azerbaycan'ı Selçuk İmparatorluğu'na katmıştır. 1164'ten sonra Azer baycan'da Atabeğ'ler (Pehlevani'ler) devri ve Harezm şahlar istilası görülür. 1200'den sonra da Subutay Baha dır ve Cebe Noyan idaresinde İran Azerbaycan'ına giren Moğolların, Hulagıi ve oğulları (İlhanlı'lar) ve Altınordu hakimiyeti ve daha sonra Celayirli'ler, Temür istilası, Karakoyunlu'lar, Akkoyunlu'lar ve Şirvanşah'lar devir leri gelir. Bütün bunları sıralayışımın sebebi bu çileli ülkede Türk kavimlerinin nasıl yuğrulduğunu belirtmek ve ha tırlatmak içindir. Hala bizim aramızda bugün adları, 155
soyadları ve torunları yaşayan Kurt Cebe Noyan ve Ata bek, Tuğrul, Çağrı Bey'leri işaret etmek içindir. Safevi idaresinden sonra, XV�. Yüzyıl başından iti baren İran'a yapılan Osmanlı seferleri sırasında, Azer baycan'ın Osmanlılar, Anadolu Türk'leri tarafından isti laları da başlamıştır. Rusların, Azerbaycan işlerine karışması ise, I. Pet ro ile başiamış ve günümüze kadar süregelmiştir. Sovyet Rusya gezimizin bu son bölümünde tarihimiz, kültürümüz, dilimiz, dinimiz ve edebiyatımız da bizimle ibirlHrte bu ziyareti ta.mamlıyorlardı. Sovyetlerin kitaplarında ve her yanda (Türk) adının hiç kullanılmamasına büyük bir dikkat harcandığı gö rülmekteydi. Türk kavimleri ayrı ayrı milletlermiş gibi bölünerek, başka başka adlarla anılmakta ve bunların Türklükle münasebetleri hiçbir şekilde belirtilmemekte dir. Aksine, Aşkabad'da Rus alfabesi (kiril) ile çıkan Türkmen gazetesinin adı dahi (Sovyet Türkmenistanı) oluyor. Azerbaycan'ın tarihi, kahraman ve güzel şehri Gence'ye (Kirovabad) adını taktıkları gibi... Büyük Nizami'nin, İmamzade'nin türbeleri bulunan Cumacamii ile süslü Gence, Kirov'un şehri olur mu ? .. Genelkurmay Başkanlığı doktoru bulunduğum za man, rahmetli Muzaffer Tuğsavul Paşa'dan da, diğer bir kaç Azerbaycanlı kardeşten de duyduğum bir hatırayı buraya kaydedeceğim : Son defa, Mürsel Baku Paşa ku mandasındaki Türk kuvvetleri, Baku'yu almak üzere iler lerken, Gence'de bir gönüllü alayı kurulmuş ve Türk Si lahlı Kuvvetleri'ne katılmıştır. Bu gönüllü alayın başın da büyük mücahid Gence'li Sarı Alekber Bey bulunuyor. Trabzon Lisesi'nden ağabeyimiz sayın İsmail Sarıyal çın'ın babası olan bu kahraman Azeri Türk evladı, 41 ateşle hastalanıyar ve Baku'ya girmeden yolda bırakıl mak, Gence'ye geri gönderilmek isteniyor. 156
'''Ben bu cidô,le ölmeye geldim, dönmeye gelmedim!" diyen rbu Gence'li Türk evladmın ateşi ve ruhuyla Gen ce'den Balkfı'ya ıgeliniyor ve giriliyor. Şimdi, bu Gence' ye "Kirov3Jbad" denilecek, öyle mi ! ? Çarlardan kalmış san'at eserlerini Moskova'da, Le
ningrad'da
tahri.b etmemiş, saklamışlar. Topraık ve ker
piç yığını Sern.erkand'da Temür'ün mezarı, Uluğ Bey'in rasadhanesi ve diğer İslam eserleri restore edilip muha faza olunuyor. Taşkend'de Navai'nin
heykeli, Baku'da
Sabir, Nizami, Fuzfıli ve Sarnet Vurgun'un heykelleri... Bunlar takdirle karşıladığımız
"kültüre saygı" nişane
leri... Amma geliniz, Türkçeye de, Türk'ün şehirlerine de,
adiarına ve batıralarına da say;gı gösteriniz, dokunma
yınız ! . .
Biz Ö�bekistan'dan Azerbaycan'a, Özbek kardeşler den Azeri kardeşlere gelirken dilimizle, tarihimizle, ede biyatımiz ve kültürümüzle
Navai'den
Sabir'e
geliyor
duık.
O Navai ki, gazel diye yüzyılların ötesinden bugün kü biz Türk eviadiarına şöyle sesleniyordu:
Yardan ayru gönül mülki dürür sultanı yok Mülk kim sultanı yok cismi dürür kim canı yok Cism-din cansız ne hasıl . ey Müsülmanlar kim ol Bir kara tofrağ dik dür kim gül'ü reyhanı yok Bir kara tofrağ kim yoktur gül'ü reyhan ona Ol karangu gice dik dür kim meh-i tabanı yok. ( Yardan ayrı gönül, sultansız bir ülke gibidir ve bir ülke ki sultanı yoktur. Bu ülke cansız ıbir cisme ben zer. Caİısız cisimden ne çıkar ?
Ey
Müslümanlar böyle bir
cisim, gülü ve fesleğeni olmayan bir kara topraktan baş 'ka nedir ? Gülü ve fesleğeni olmayan bir kara topmk ise, parlak aydan mahrum olan, karanlık bir gece gibidir.)
157
Yine o Navai ki, M u h a k e nı e ' t - ü 1 L u g a t e y n 'i ile Türk alemine şu ölmez vasiyet ve mirası bı rakıyordu : aFarisi'de böyle bir mazmun olmayınca §dir ne ya pacaktır ?" aTürkçede böyle incelikler, derinlikler, yükseklik ler çoktur. Bugüne kadar hiç kimse bunları inceleyerek meydana çıkaramadığı için gizli kalmt§lardır. Türkün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça §iir yaz maya özeniyorlar. Bir insan etraflı ve iyi dܧÜnse Türk çede bukadar geni§likler, zenginlikler dururken bu dilde §iir söylemenin daha yerinde ve daha kolay olacağını anlar." ((Türk dilinin olgun:tuğu, yüksekliği bunca deliller le meydana çıkarıldıktan sonra, bu halk arasında yeti §en §dirler, san'at sahibleri, öz dilleri dururken artık ya bancı dillerle §iir söylememelidirler.'' uAna dilim üzerinde dܧünmeye koyuldum : Türkçe nin derinliklerine dalınca gözlerime onsekizbin alemden daha yüksek bir alem göründü. Bu alemin süsler, bezek ler içerisinde enginle§en göğü dokuz gökten daha üstün dü. Bu erdemler, yücelikler hazinesinin incileri, yıldız lardan daha parlaktı. Bu alemin bahçelerine daldım. Gül leri güneşler gibiydi; her yanında göz görmedik, el değ medik neler vardı. Ama bu tılsımın yılanları korkunç, di kenleri yamandı. Bunları görünce dܧündüm ve dedim ki: Demek bizim Türk şairleri bu korkulu ve üzüntülü şeylerden çekindikleri için Türkçeyi bırakıp gitmi§ler. Fakat ben bu alemden vazgeçmedim; korkmadım, yılma dım. Güçlükleri yendim, zorluklarla sava§tım. Emekleri mi esirgemedim. Bu alemin aydınlık alanlarında ilhdmı mın şahlanan atını koşturdum." {{Türk ve Sart dillerinin vasıflarını ve gerçek taraf larını bu risdlede toplayıp yazdım. Adını ( Mu h d k e -
158
m e , t - ü ı L u g a t e y n ) koydum. tJyle düşün üyorum ki, Türk milletinin şairlerine yüce bir hak kazandırdım. Kendi öz dirterinin ne çeşit bir dil olduğunu öğrendiler. Acemce söyleyenlerin Türk dilini küçümseyen sözlerin den kurtuldular. Türk şairleri benim bu gizli gerçeği or taya koymaktaki gayretimi öğrenirlerse� umarım ki� be ni hayır dua ile anacak ve riıhumu şddedeceklerdir."
Yıa geldiği.mi2 Baku'da;ki ( H o p - h o p n a m e ) sahibi koca SS�bir lbakın bize neler diyordu : Herçend esiran-ı kuyuddt-ı zemdnızı, Herçend dUçaran-ı beliyyat-ı cenanız!, Zennetme ki bu asrıda avarae-i nanız3, Evvel ne idikse yine biz şimdi hemdnız. Turanlılarız ddiy-i şuğli selefiz biz/ öz kavmımızın başına engel kelefiz biz.6 Zulmet sever insanlarız üç - beş yaş1mızdan, Fitne göğerir toprağımızdan daşımızdan, Tartic ederek6 bac alırız kardaşımızdan Çıkmaz çıkabilmez de bu ddet başımızdan, Esldfımıza çünki hakiki halefiz biz, Öz kavmımızın başına engel kelefiz biz. Olgün ki Melik Şahı Büzürk eyledi rihlet,r Ettik iki namerd vezire tebaiyyet, Kırdık o kadar birbirimizden ki nihayet� Düşmen katıp el tahtımızı eyledi garef.B Öz hakkımızı gözlemeye9 bitarafız biz, Turanlılarız ddiy-i şuğli selefiz biz. 1 Gerçi asnn kayıt ve zincirleri altında esi riz. 2 Geı çl dünyanın her cins belalarma duçanz. 3 Ekmeğ"e muhtacız. 4 Babalarımızın tuttuğ"u yola alışmışız. 5 öz milletimizin ba şına belayız. 6 Yağ"ma ederek. 7 Büyük Selçuk Hükümdan Melik Şah'ın dünyadan göçtüğ"ü gün. 8 Yağma. 9 Gözetmeye. -
-
-
-
-
-
-
-
-
159
Bir vakt olup leşker-i Cengiz'e10 tarafdar, Harezmileri mahv eledik katlile yekbdr/1 HarezmileTin Şahı firar eyledi ndçar,12 Mescialeri, mektepleri yıktık yere tekrar. Hakka ki sezavar-ı ni§an-ü şerefiz bizu Öz dinimizin başına engel kelefiz biz. Bir vakt de davay-ı salip oldu müheyya,14 Davada Frenkilere15 galip gelip amma, Dincelmeyip1 6 ettik yine bir fdcia berpa, öz tığımız öz ri§emizi kesti serapa.17 Guya ki biyabanda biten bir alefiz biz,18 Öz kavmımızın başına engel kelefiz biz. Bir vakt dahi (Karakoyun - Akkoyun) olduk, Azerbaycan'a hem de Anadolu'ya dolduk, Olkadr kırıp birbirimizden ki yorulduk, Kırdıkça yorulduk ve yoruldukça kırıldık. Turanlılarız ddiy-i şuğl-i selefiz biz, Öz kavmımızın başına engel kelefiz biz. Bir vakt salıp tefrika olduk iki kısmet, Teymür Şeh'e bir paramız19 etti himdyet, Han Ildırım'a'0 bir paramız kıldı itaet, Kanlar saçılıp Ankara'da koptu kıyamet. Ahsen bize hem tirzeniz21, hem hedefiz biz, öz kavmımızın başına engel kelefiz biz. Teymür Şeh-i Lenge olup tabi-i ferman, Han Toktamış'ıu eyledik öz kanına galtan23 10 Cengiz Ordusuna. 11 Toptan. 12 -- Çaresizlikten. 13 Hak kıyla biz şan ve şerefe layıkız. 14 Bir zamanlar da Haçlılar se feri başladı. 15 Hıristiyanlara. 16 Dinlenmeyip. 17 Kendl kılıcımız kendi kökümüzü kesti. 18 Sanki çölde biten otuz biz. 19 Bir kısmımız. 20 - Yıldırım Bayazıd'a. 21 Okçu. 22 Al tınordu Hükümdarlarından Toktamış Han. 23 Kendi kanına bu-
-
--
-
-
-
-
-
-
-
-
160
-
Ta oldu Kızılordu'ların'4 devleti viran, Mesko şehi'ne�5 faidebahş oldu bu meydan. Elyevm26 urusla.şmakn üe zi-şerefiz biz, Oz dinimizin başına engel kelefiz biz. Bir vakt Şeh lsmail-ü Bultan Belim'e, Meftun olarak eyledik Islamı dü-nimeu, Koyduk iki taze adı bir bir din-i kadime, Saldı bu teşeyyu', bu tesennün bizi bimeu. Kaldıkça bu hdletle seza-yi escfiz biz30 Oz dinimizin başına engel kelefiz biz. Nadir·" bu iki hastalığı tuttu nezerdeH. Isterdi ildç eyleye bu korkulu derde, Bu maksadile azmederek girdi neberde33, Maktulen onun ndşını koyduk kuru yerde. Bir şey'i acibiz ne bilim bir tuhafız biz, Oz dinimizin başına engel kelefiz biz. lmdi yine var taze haber yakşı temaşd, lranlılık, Osmanlılık ismi olup ihya, Bir kıt'a yer üstünde kopup bir yeke ddvd,S4 Meydan ki kızıştı olarık35 mahv serapd. Onsızda ki her çend96 ki yekser telefiz37 biz Oz kavmımızın başına engel kelefiz biz. Iaştırdık. 24 AJtınordululann. 25 - Moskova Çanna. 26 Bu Ruslaşmak. 28 İki parça. 29 Bu Şlilik, bu Sünni gün. 27 lik bizi korkuya düşürdü. 30 - Böyle kaldıkça teessüfe şAyAnız. İran'ın Avşar stilalesine mensup Türk hükümdarlanndan N-131 dir Şah. 32 - Nazarda. 33 Savaşa. 34 Bir parça toprak için muazzam bir kavga kopmuştur. 35 Oluruz. 36 Her ne k>ı dar ki. 37 Toptan mahvolmaktayız. -
--
-
-
-
-
-
-
-
-
-
161
Azeri Kardeşlerimizle Kucaklaştığıınız Güzel Şehir: BAK"O
25 Eylul Pazartesi günü, 2 sa at 35 daki·ka süren bir hava yolculuğundan sonra, mahalli · saatle 16.20'de Baku'ya gelmiş
tik. &ku Havaalanı'nda 'gördüğümüz sıcaklık ve sami rniyete <bugüne :kadar hiçıbir yerde rastlamamıştık. Bura da da kesif hir polis ve resmi zabıta kordonu 8.şik8.rdı.
Amma, çekinerek de, ürkerek de olsa karşılayanlar, kar şılayıcılar içierini dışlanna dökmüşlerdi, döküyorlardı. Hem de selis, güzel bir Türkçe ile ; tatlı ibir Azeri lehçesi ve şivesiyle : ({Hoş gelmişiniz aziz karda:jlar! Safalar ge tirdiniz!" diye Başbakanımızı, sayın Nazıniye Demirel'i ve bütün diğer Tü11kiye'li misafirleri çiçek yağrnuruna, gül yağmuruna tutmuşlardı. Baku'daki hu manzara karşısında : "Demirel'e Ispar ta/da bile bukadar şôJıdne bir karşılama yapılmamıştır!" dediğim zaman, en
muanz .gazete mümessilleri dahi ba na hakveriyor ve sözümü te'yid, tasdik ediyorlardı. Havaalanı'ndan otelimize gelinceye :kadar 23 k ilo
metrelik yol hoyu, çok yerlerinde iki taraflı olmak üze re, ;ka:dınlı-er:kekli, kızlı-oğlanlı, Azeri Türkü - gayrı 'l'üıık Ba:ku'lularla dopdolu
idi . Heryerde,
dört bir tarafıtan
"Hoşgehnişiniz kardaşlar!" sadalan yükseliyordu. Man
zara "azim" kelimesiyle ifade olunamayacaık kadar "müd hiş"di. Artık ne yollara, ne de etraftaki bina.Iara veya te' sisiere bakaibiliyorduk. Bu bir heyecan ve sevgi seliydi ki, hepimiz ıbu selin içinde ilerliyorduk. Sayın ar>kadaşım Profesör Aydın Yalçın ile bir
likte otomobilimizin açık pencerelerinden etrafımıza: "Sağ olun, var olun aziz kardaşlar ! " diye bağıra bağıra heyecan, gurur ve sevinçten gözyaşlanmızı zaptedeınez
hale gelmiştik. Şoförün yanında oturan mlhmandanmız Mösyö Federov'un da aynı sözleri tekrarladığına ş8.hit 162
oluyorduk. Bu hava, hu atmosfer bir hana değil, istisna sız hepimize son derece rte'sir etmişti. Burada gördüğümüz emsalsiz, samimi karşılama ve hüanükabul karşısında cümlemizin duyduğu memnuni yet, yanrmızdaki Sovyet diplomatlan ile diğer vazifeiile ri de sarmış ve hayağı sevindirmişrti. Şüphesiz ki, burada da emirle, ısmarlama getirilip dizilmiş, ıbindirilmiş karşılama ekipleri mevcut olabilir di. Fakat, ıkilometrelerce yola sıralanmış onbinlerce Ba ku'lunun hepsini de hu "figü.ran emir kullan"ndan say mak insafsızlık olur ve gerçeği ifade etmeıxli. Sıraların içinden ileri doğru atılanlar, el-kol sallıya rak heyecanla bağıranlar ve ellerindeki çiçekleri araba larımıza savuranlar arasında her yaştan insan vardı. Yaşlı erkekler de, gençler de ; kadınlar da... ·onlar yıllardanberi !böyle sınır dışından �gelmiş kalahalık bir kardeş misafir hey'etini ilk defa selamlamanın şevki ve zevki içinde idiler. Bizse, hangi şartlar içinde olursa olsun, onlara kavuşmanın sonsuz sevinci, mutluluğu, şük ranı ve bayramı içindeydik. Yol �kenarındaki kadınlar arasında, sanki tanıy8ibile cekmişim gibi, eşimin iki teyzesini tefrik etmeye, bulma ya çalışıyordum. Otele gelip, odamı gördükten hemen son ra, hiçbir işe bakmadan bu akrabalarımızı aramaya ve bulmaya çalışacaktım. Bundan 3 ay kadar önce, turist olarak, Baku'dan !stanbul'a 75 yaşlarında, emekli tarih öğretmeni bir ha nım, kardeşini ziyarete gelmişti. Kayınvalidem bir hem şehri evinde bu hammla tanışmış ve kendi abiası ile hem şiresinin de Baku'da bulunduklarını ; aynı blok apart manda oturduklarını öğrenmiş ve hanımdan adreslerini almıştı. Şimdi ben onları şahsen hiç tanımıyordum. On lar da, dört yaşında Şimali Kafkasya'dan annesinin ku cağında Türkiye'ye gelmiş yeğenierini görseler, belki zor 163
benzetirler. ve tanırlardı. Beni ise şüphesiz hiç bilmiyor lardı. Tam 42 yıldır ailenin burada kalmış mensupları ile Türkiye'ye kaçmışları ve göçmüşleri birbirinden en kü çük bir haber almamışlar, alamamışlardı. O anda duyduklarımı, heyecanımı, bunun cinsini ve derecesini tarif etmek ne kalemin, ne de kelamın karıdır. Onu ancak bizzat yaşamak lazımdır. Daha önce, Moskova'da, sayın Büyükelçimiz Hasan Işık Bey·e, arkabalarımızın adresini vermiş ve kendileri ile görüşmemin mümkün olup olmadığını ve onlar için bir mahzurun bulunup bulunmadığını sormuştum. "Kat' iyyen bir mahzur yok. Kolaylıkla bulacak ve görüşebile ceksiniz .. " demişlerdi. Nitekim bu kolaylığı yalnız bana değil, sayın Osman Sabit Avcı gibi, Hey'et'teki diğer bazı arkadaşianma da aynı incelik ve nezaket çerçevesinde gösterdiler. Çok kibar ve misafirperver olan ve Türkçeyi rahat lıkla ve düzgün bir aksanla konuşan mihmandarımız Sov yet diplamatı M. Federov'a otomobilden otele inerken : "Aynı araba ile akrabalarımı ziyarete gidebilir miyim ?" diye sordum. Elimdeki adresi, bize ayrılan otomobilin şofötii Azeri Türk'ü Habib'e gösterdik. "Nerede olduğu nu biliyorum !" dedi. M. Federov, bana : "Yalnız, çok rica ediyorum, ev vela yukarıya, odanıza çıkınız ve bavulunuz gelsin. Bo şaltıp bize veriniz ki, hemen tamire gönderelim. Size kar şı çok mahcub olduk." diyordu. Sür'atle odama yerleştim ve meşhur, tarihi bavulu tamir ettirnıeleri için Sovyet vazifelilerine teslim ettim ve doğru 8 numaralı arabaya atlayarak Habib'e göster diğim adrese beni götürmesini rica ettim. M. Federov, "Siz de buyurmaz mısınız ?" soruma : "Bana lüzum var mı ? Türkçe konuşuyorlar ; şoför de si zinle beraber geliyor. Her halde benim tercümanlığıma 164
.
ihtiyacımız olmayacaktır." diye nazikane .bir cevap vererek beni yalnızca ailemle buluşmaya ve görüşmeye yolla dılar... Bu noktalar, takdirle, şükranla belirtilmeye değer ön-emli hususlar olduğu için, tam lbir .gerçekçilikle ve bü tün inceliği ve teferruatıyla ;kaydetrneyi borç ve vazife sayıyorum. Bakü'nun çarşı kısmını ve yokuşlu tepeler üstünde inşa olunmuş eski mahallelerini geçtikten sonra, yüksek bir platoda yeni yapılmış bulunan blok apartmanlar sem tine geldik. Burası, yeni bir plan üzerine kurulmuş ve Sovyetlerin son beş yıldır düzenledikleri iskan politikası uyarınca vatandaşiara cüz'i bir ücretle kiralanan veya satılan büyük blok apartmanlar mahallesi idi. 10 15 katlı, her biri yüzlerce küçük dairelerden müteşekkil bu apartmanların A'dan Z'ye kadar sıra sıra dizilişleri, dışarıdan çok intizamlı ve heybetli görünüyor du. Amma, iç tarafları hiç de dışlannın verdiği intiibaı ta ·
-
mamlamıyordu. Çok kaba ve ucuz malzemelerle yapılmış binanın merdivenleri, merdiven başları çocuklarla doluydu ve her taraf çok bakımsız ve harab bir haldeydi. İçeriden, bu ıbinalann 4 5 yıl önce yapılmış olduklarına akıl erdir mek güçtü. -
Şoför Habib, elimizdeki adrese göre F blokundaki sekizinci katta 25 numaralı dairenin kapısına kadar beni çıkardı. Merdiven başında oynayan çocuklara : "Doktor Fatma Hanım burada mı oturuyor ?" diye sordu. "Evet" dediler. Diğer kapıların bazılarında isim levhası vardı ; fakat bu küçük tahta kapıda isim ve zil yoktu. Kapıyı çaldık ; içeriden hafif bir ayak sesi geldi ; kapı aralana rak genç bir kadın kimi istediğimizi sordu. Bu, 35 yaş larında bir hanımdı ve kayınvalideme çok benziyordu. "Siz Dokıtor Fatma Hanım mısınız ? Ben Türkiye'den
165
geliyorum." dedim. "Fatma Hanım yok, ben yeğeniyim, buyurunuz !" dedi ve bizi içeri davet etti. Şoför Habib müsaade istedi ve otomobilde bekleye ceğini söyleyerek aşağı indi. Kendimi tamttım. Bu genç hanım, eşimin öz-be-öz küçük teyzesinin kızı idi. 36 yaşında olduğuna göre, eşi min Kafkasya'dan aynimasından 5 - 6 yıl sonra dünya ya gelmişti. Eşimin adım ve teyzesinin adını biliyor, fa kat kendilerini resimlerinden dahi tanımıyordu. Yaşlı en büyük teyzesi ve emekli doktor teyzesi kendisi ile beraber dört yıldır burada oturuyorlarmış. Cennet Aza Hanım bir sinemanın gişesinde bilet kontro lörü olarak çalışıyor ve ayda 100 ruble alıyormuş. Dok tor teyzenin de 40 ruble emekli maaşı varmış. Üç kadın, iki küçücük oda ve bir minnacık mutfaktan ibaret bu dai relerinde 140 ruble ile geçinip gidiyorlarmış. İki teyzesi de yirmi gün önce, bir ay kalmak üzere Şimali Kafkasya' da bulunan annesinin ve teyzezadesi mühendis Temür Bey'in yanına gitmişler. On gün sonra Nalçık'dan Baku'ya döneceklermiş. Cennet Aza Hanım'la tanışm.am ız çok heyecanlı ol du. Ben zaten Cansurat ve Doktor Fatma teyzeleri nasıl bulacağımı ve ne şekilde tanışacağımı çok merak eder ken, karşıma çıkan bu kayınvalidemin modeli genç ha nımı önce Doktor Fatma teyze sanmıştım ; meğer onlar Baku'da değillermiş. Getirdiğim aile resimlerimizi Cen net Aza Hamm'a verdim ve bir bir resimlerdeki aile ef radımızın kimler olduklarım kendisine izah ettim ; o da arkalarma unutmamak için not etti. "Ah, teyzeler sizi göremediklerine ne kadar çok üzülecekler. Biz böyle bir ziyareti rüyamızda görsek inanmazdık !" diye dövündü, durdu. O da bana eşimin dört yaşında iken Kafkasya'dan ayrılmadan önce çekilmiş, sakladıkları bir resmini ve eşi166
min dedesi ile ninesımn bir masa başında otururlarken alınmış son fotoğrafiarım ve diğer tezyelerin resimleri ni gösterdi ve verdi. Ben de bunların arkasına kimlere aid olduklarını ; yaşayanların ve ölmüşlerin notlarını yazdım. Cennet Aza Hanım "Karaçay" Türkçesi ile konuşu yordu. Amma, son dört yıldır burada çalıştığı ve Azeri lehçesini de öğrendiği için, kendisini güçlük çekmeden anlayabiliyordum. O akşam tiyatroya davetli idik. Akraba hanıma : "Haydi buyurun, siz de geliniz !" dedim. Beraberce in dik ; Habib bize bekliyordu. Otele geldiğimizde arkadaşların hepsi son derece merakla: "Tevetoğlu, demek akrabanızı buldunuz !" diye soruyorlar ve çok heyecanlı olan Cennet Aza Harnın'la tanışıyorlardı. Gerçekten "dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavu şur" atasözü, böylece bugün benim hayatımda en sami mi bir örneğini bulmuştu. Sovyet mihmandarlarımızdan birine : "Bu akşam, akrabam hanımı da Devlet Tiyatrosu'na bizimle birlikte götürmek istiyorum. Acaba bilet satın alabilir miyiz?" diye sordum. Akşam yemeğini beraber yememiz için de, bilhassa yerli Azerbaycan müziği çalınan bir lokanta soruşturdum. Mihmandarımız tiyatroda yer bulunacağını ve mi safirimi davet etmemin mümkün olduğunu ; yemeği de otelin lokantasında birlikte yememizi söyledi. Sonra öğ rendik ki, bu şen, bu neş'eli Türk diyarında da öyle şar kılar, türküler söylenen lokantalar, gazinolar ; çalgılı ve eğlenceli yerler yokmuş, kalmamış. Zaman zaman bizi tam bir serbestlik içinde bırakı yorlarmış gibi görünen vazifelilerin, disiplin ve kontrol alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemedikleri aşikardı. 167
Fakat her fırsatta bize ve bilhasas bana azami misafir perverlik göstermeye büyük gayret sarfediyorlardı. Otelin katlannda ve lokantasında çalışan kadınlar, hep Rus veya Ermeni asıllı idiler. Ermenilerin ekserisi mükemmel Türkçe konuşuyorlardı. Her kattaki halde, iki genç kız veya bir kız - bir oğlan oturmuş "fıs-fıs" konu şuyorlar ve yan göme çevrelerini süzüyorlardı. Bunların ise Rus olmadıkları, Azeri veya buraya yerleşmiş diğer Türk - gayrı Türk kavimlerden birine mensub bulunduk ları yüzlerinden anlaşılıyordu. Umumiyetle Rusça konu şuyorlardı. Türkçe .bildikleri, Türkçe anadilleri olduğu halde Rusça konuşmak onlara hem kolay, hem "emin" geliyordu. Asker diye, subay diye gördüklerimiz, yalmz hava alanlanndaki ihtiram kıt'alarından ibaretti. Bunların da hepsinin seçme Rus asılh er ve subaylardan müteşekkil olduklan yüzlerinden belliydi. Özbekistan Republikası'nda Özbek'in, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Republikası'nda Azeri Türk'ünün eline silah verilip, kendi topraklarında askerlik yapmaları ya sakmış. Türkler, Moskova hariç, diğer Rus veya Ukray na şehirlerindeki garnizonlarda askerlik hizmeti görür lermiş. Otelin önünde, kapılarında, bollerinde yer alan vazifelllerin mühim biF kısmı Türkçe bilen Ermenilerdi ; yahud Türkçe bilen diğer yerli ahalidendi. Azerbaycan polisi ile jandarması da mahalli bir kuruluş değildi. öz bekistan ve diğer müstakil ( ? ! ) Cumhuriyetlerde de bu lunduğu gibi, Sovyetler Birliği'nin Devlet Polis İdaresi (G.P.U.) 'nun kontrolünde, Moskova'mn Baku şubesi ha lindeydi. Zaten bize otellerin lokantalarında ve resmi ziyafet lerde ikram edilen yiyecekler, içecekler "kuş sütü"ne ka dar herşey bulunan bir zenginlikteydi. Dışarıda herhan gi bir yerde, arzuladığımız bir köşede, istediğimiz şeyleri 168
bulmak mümkün değildi. Zaten vazifeliler bize göstermek istediklerinden başka şeylerin görülmesine ve halkın ye diklerini,
gittikleri
lokantaları incelememize
elbette
ki
taraftar değillerdi. Kendi
kesernden
ikramda bulunamadığım akrabam
hanıma, hiç olmazsa otelin lokantasında bir nefis yemek ziyafeti çekeyim dedim.
Nerede ? ...
Soupe uKhartcho" a la Caucaswnne diye Moskova'
da içtiğim
( Kafkas Çorbası) 'ndan birer tas getirttim.
Rızeağız heyecandan mı, alışkanlıktan mı, bilmem, çor badan "üç kaşık" içti, içmedi.
Boğzaından
bir lokma
gitmiyordu ; başka hiçbir yemek de söylemedi.
Ben Eşime ve Kayınva.Iideme : ({Hiç olrrıazsa teyze zddenizi, yeğeninizi buldum ve size iyi haberler getirdim" diyebileceğim
için hüyük sevinç
duyuyordum. Cennet
uYarın sabah ilk iş olarak Nalçık'a an neme, teyzelerime ve teyzemin oğluna sizin geldiğinizi tanıştığımızı, Altınsaç Teyzernden iyi haberler, güzel re simler getirdiğinizi yazacağım!" diyor ve yine : ({Ah, on lar sizi göremediklerine nekadar çok üziüecekler !" diye Aza Hanım da :
dövünüyordu.
({Artık bizim buraları ziyaretimize, sizlerin de yurd dışına çıkmanıza, Türkiye'ye gelmenize; aile ve akraba larınızla görüşmenize Sovyetlerce müsaade olunuyor. Ben burada da sordum; gidince de Ankara'dan müraca at edeceğim ve Cansurat Teyzenin biletini yollayıp Tür kiye'ye herw;iresine misafir gelmesini, ahir ömürlerinde bir kere daha görüşmelerini sağlayacağım " dedim. Cen ..
net Aza Hanım mahcub başını öne eğiyor ve sevinçten, memnunluktan,
heyecandan yüzü ve gerdanlan al al,
kıpkırmızı 'k ızarıyordu. Tiyaıtroda da Aydın Yalçın Bey'le benim aramda oturan "teyzezade", heye<:andan ve kalb çarpıntısından
169
bir ara oturduğu yerde hafif bir 'fenalık, geçirdi. Bere
ket versin bu "sevinq fenalığı"nı ucuz atlattı.k. İnsanlara fazla ve birdenibire sevinmenin nasıl te'sir ettiğini genç kadıncağızda
çok
bu
tipik olarak müşahede ettim.
Doğrusunu söylemek lazım gelirse, o gece getirildi ğimiz Baıku'nun
(Mirza Fethali Ahundof
Azerbaycan
Devlet Akademik Opera ve Bale Tiyatrosu) eski, küçük bir bina idi ; dekorasyonu ve sahnesi · son derece faıkirdi.
Yazıgeçtik
Moskova'dan - Leningraıd'dan ;
fakat Taş
kend'de gördüğümüz Navai Opera Evi'nden de çok sö
nüktü.
Halbuki Azerbaycan'ın 'bütün sa.n'at ;kollannda, özel likle opera, operet ve mü.zikte çok ileri olduğunu biz ço cukluğuınuzdan :beri işitir, duyardık. Çarlık çağlannda da, daha önce ve sonra da, Rusya'da, de, İran'da, Aze:rıbaycan sahnesi, Hacıbeyli başta olmak üzere
bütün Türk alemin
operetleri ve Üzeyir
ünlü Azeri bestekar ve mu
siki üstadlan daima takdirle anılırlardı. Belki dedim bina gösterişsiz ama, şimdi bize Azeri
Türkü'nün yüce san'at eserlerinden öyle sahneler seyret
tirirler, dinletirler ki gönüllerimiz "şad" olur ! . . Maalesef bu umudum da iboşa çı,ktı. Zatep. ne 'ben, ne de yanımda
oturan "teyzezade",
sahnedeki f!ciayı seyredecek halde değildik. Birbirleri ni 42 yıldır kaybetmiş aile efridı.rnızın ıbu mutlu imkan la haıberleşmesi dramı, bizim seyrettiğimiz değil, yaşadığımız sahnede temsil olunmaktaydı.
bizzat
Bize, (Köroğlu), (Leyla - Mecnun), (Arşın Malalan) veya (O Olmasın Bu Olsun)'dan bir milli
san'at zevki
tattınlacağı yerde, buruk, zehirli, kara-·kırrnızı biberden de acı, bir oyıın oynandı. Sayın Demirel, eşleri ve diğer Bakan arkadaşlar ; ev sahiıbi Bakanlar ve eşleri şeref Joeasında
yer
aldıkları sı
rada gösterilen tez8.hürat cidden yürekten ve samiini idi.
170
Azeri Orkestrası'nın lsUkla.l Marşunızı ne ·kadar candan ve !başarı ile çaldığına yakından ş§.hit olınuştuk. Azer baycan MHli Marşı ise, Sovyetlerin müstaJdl
şimdiye kadar
bulunduğumuz
( ?) cumhuriyetlerinde dinlediğimiz
büıtün milli marşların değil, dünyanın diğer birçok ülke lerinde dinlediklerimin de hepsinden güzel ve te'sirli idi. Çok başarı He yazılmış ıbir beste idi. Bende bıraJktığı de rin zevıki ve memnunluğu bozmamak
güftesindeki
"sözlerini"
sonnadım ;
dım. Amma, kimbilir, bel.k i de
için,
ıbu marşın
çekindim, sorama
Azeri Türk
şaırı yine
yad'ların anlamayacağı, ancak bizim duyacağımız ve his
sedeceğimiz birçok ma'na.Iı şeyleri bu marşa da yerleş tirmiş ve miştir ! ..
Rus sansüründen, rejim gümrüğünden geçir
lşte iki örnek ki, iki Azeri
zılmış ;
(Anadili)
Türk
şairi tarafından ya
başlıklarını taşıyorlar ve Baku'da çı
kan iki Türkçe dergide yayınlanmışlar :
I Seni şefek bildim bu cekanda men. Bazen şimşek olup gazeble çahdın. llk defa dünyaya göz açanda men, Kalbime güneşin özüyle ahdın. Ana gözlerinden süzen nur kimi1 • Hopdun2 üreğime sen gile, gile9, Her kelmen, her sözün bezenmeyip mi Mehriban anamın tebessümüyle '! Sendeki kudrete vdlihdir4 insan Şöhretin en uzak ellere çatmış Sen Şahdağ'ndan6 mı vakar almışsan, Kür de mi sesini sesine katmış '! Men nece6 sevmeyin seni ay dilim Omrümün ziyneti, ahı7 sen oldun Döğüşe yollanan8 koç Köroğlu'nun Kolunun kuvveti, ahı, sen oldun!
171
Batmadın zamanın coşkun selinde, Kök attın paht tek9 doğma elinde. Nizami yazdıkça yacllar dilinde, Kalbinin hasreti, ahı, sen oldun! Seni Lermontov da heyran· dinledi, Çağladı kalbinde Umman, dinledi. Sebuhi danışdı10, cehan dinledi. Onun da şöhreti, ahı, sen oldun! Sendedir Vakıf'ın11 kartal vüs'ati, Gül açtı Vurgun'una böyük san'atı Oafer'in1·' dostlara ilk muhabbeti, Düşmene nefreti, ahı, sen oldun! . . . Ucalır14 bağçadan bülbülün sesi, Çay15 susur, esmeyir çemende yel de. Ne kadar doğmadır16 onun nağmesi, Bülbül de, ele bil17, ötür bu dilde. Seninle en aziz dost olmuşam men, Sen ki sazımdaki ince telimsen, Hoşbahtem18 bu yerde doğrulmuşam men, Hoşbahtem, sen menim ana dilimseni
II Dilim-su kimi billur, Bal kimi şirindir! Elim-Veten adlı Ilk sevgilimdir. 1 Gibi, 2 Sızdan, girdin, 3 Damlag- damla, 4 Şa§a kalmı§tır, hayrandır, 5 Kafkasya daA-larından biri, 6 Nasıl, 7 Halbuki; 8 Sava§a çıkan, 9 Me§e aA-acı gibi, 10 Söy ledi, ll Azerbaycan !jairi Molla Penah Vakıf, 12 ''Vakıf" dra mını yapan Azerbaycan !jft.iri Sarnet Vurgun, 13 Azerbaycan'ın büyük dram yazan Cafer Cebbarlı, 14 Yükselir, yücelir, 15 Ne Cana yakındır, 17 Sanki, 18 Bahtiyarım. hir, 16 -
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
172
-
-
-
Men elimin Greyimin nağmeli oğluyam. Bir ideal karbirnde canlanır; Ekindemde doğruyam. Dilim Diller tacı olsun, deyirem. (jz dilini sevmeyenler, Lal olub, yere girsin. Bir kelme söze mühtac olsun, deyirem. El menim. Men de elin. Kalbirndeki her telin Sesi Sızımda gülür. Dilim-Bir dağ çeşmesidir, Greyimden Dodağıma sözülür. O çeşmenin gözünü Gözüm keder sevirem Onun her damlasını Sözüm keder sevirem. Halkımız, (jz diliyle, Mö'cizeler yaradır. Çünki, Suyu da toprağı da, Min bir derde çaradır. Men bunu özüme Gurur saya bilerem. Körpe bir uşak Beşikden baş kaldırıb. ''Ana11 dese, Onu bağrıma basıb gülerem. Çünki o, (jz dilimdir, ·
173
Pervaz et, Her yana, dilim! MenKelbi kelbimde döyünenleri, Menim kimi Öz halkı ile öyünenleri, Dilimi, sevenleri severem Her kim ne deyir, desin; Elimi sevenleri severemi O el, Şerkin min bir nağmeli dodağıdır. Dodak dedim : O ürek tercümanıdır, Vreksiz neğme olmaz! Dilim Nergiz gül gibidir/ Borana2 da düşse solmaz. Çünki bu dil, Buharistan toprağımda Atmış ri§e.8 Bu dil, o vakt mehv olar ki Dünya kopa düşe !nan, heç bir Sahta gurur, Gururuma düşmez yahın!' Neğme deyin Ahın-ahın! Bu ahının Dalgaları tJreklere ahıb dolsun. Bizim könül neğmemizse, uAzerbaycan Himnim olsun! ı - Gibidir. 2 - Bora, fırtına, 3 - Kök, 4 - Yalan, 5 baycan Marşı.
174
Azer
Güller .Mek&ııı'nda "Yıldınmh Yollar"
Büyük Türk düşünür ve milliyet çısı Mirza Fethali Ahundofun adı da verilmiş Azerbaycan Ti-
yatrosu'nda, ünlü Azeri :bestecisi Kara Karayel'in ayıı. dırımlı Yollarla" adlı üç perdelik balesi oynandı. Güney Mrikalı yazar Peter Abrahams'ın romanın dan alınmış ve 1956'da Karayef tarafından ·bestelenmiş, Lenin .Armağanı kazanmış eser, Güney Mriıka'da geçi yordu ve bir Avrupalı ıbeyaz çiftlik ağası ve ada.mlanyla, ağanın kızını seven bir zenci öğretmen ve taraftarlan arasındaki mücadeleyi gösteriyordu. Bütün gezimiz süresince, okadar misafirperver, oka dar mükrim, okadar anlayışlı ve müsamahalı davrandık ları "ağırlanma" mrzda, Sovyetlerin tek kusurlan diye sayacağım husus bu berbat, artık Türkiye'de dahi tik sinti ve bulantı haline gelen toprak ağası, ırgat-maraba mücadelesi ; emekçiyi ezen sömürücü despot kapitalist propagandasını burada bize tekrarlamış olmalandır. Bunun bize gösterilmesindeki gaye şüphesiz "propa ganda" değildi ve olamazdı. Zira biz, sömürücü kapita list devletle, yoğurup pişirdiği sıcak ekmeğe el uzatama yan emekçinin dramını, fa.ciasım sahnede değil, yaşam lan hayatın içinde, Mirza Çölü'nde, Açlık Stepi'nde, öz bekistan'da tazesi tazesine •görüp gelmiştik. ((Yıldırımlı Yollarla", bize soyu soyumuzd:an, kültürü kültümüz de n, dili dilimizden ve bırakıldığı kadan ile dini dinimiz den .bıılunan Azeri kardeşlerimizin milli san'at başarıla rına bir örnek değildi ve olamazdı. ·
O ince, o zarif, o tarihi bale san'atımn, komünizmin haşin, hoyrat, haydut elinde bu adinin bayağısı melo dram ile ne yolda kullamldığına ve ne hale getirildiğine
175
bizi seyirci kılmak, şüphesiz ne biz misafirlerin, ne de ev sahiplerinin yararına idi. Zira bu temsil, düşündürücü ol mayıp kızdıran, san'at zevki kazandırmayıp bil'akis iğ rendiren, bıktıran, bütün zevkimizi kaçıran bir melo dramdı. Kimbilir değerli Azeri sahne san'atkarları Maksut Mehmed (of) , Alikişiziide, Leyla Vekil (ova) , Bataş (of) , Zeynel (ova) , Refika Ahund ( ova) , Ismayıl ( ova) , Meh med (ova) , Barlak (ova) , Kerim (ova) , Hacı (yef) ve Sü leyman (ova) bize bir büyük Azeri Türk san'atkarının, bir değerli eserini aynasalardı nekadar "yahşi" olacaktı ! .. Fakat ben kendi hayal alemimde, kendi havamda idim. İhtilalden 14 yıl sonra 193l'de dünyaya gelmiş, kendi doğmadan 6 yıl önce 1925'de oradan ayrılmış tey zesinin ne yüzünü bilen, ne haberini duyan fakat bugün benimle tanışınca "büyük Allah'a şükürler olsun" diyen eşimin "teyzezadesi" yanımda olduğu halde, tiyatroya gelmiştim. Bizim dramımız, sahnede oynanandan çok da ha üstün, çok daha değerli, çok daha ma'nalı ve müessir di. Bir ben değil, arkadaşlarımdan yanımızda, yak�nımız da olanlar da, uzaktaki sıralarda oturmuşlar da, temsil den çok, yanımdaki akrabamın canlı, heyecanlı, mutlu tablosunu seyrediyorlardı. Aydın Yalçın Bey ile birlikte Cennet Aza Hanım'ı blok apartmanlarının kapısına kadar götürdüğümüz za man, bize, bizden daha çok bu kadıncağıza bu vesile ile böyle mes'ud bir akşam geçirten mihmandarımız M. Fe dorov'a tekrar tekrar teşekkürler ediyorduk. Şoför Ha bib'e, mecbıiriyeti yokken bizi bu uzak mahalleye kadar getirip tekrar otelimize götürdüğü için bahşiş vermeye çalıştım ; kabul ettirmek imkansızdı... Burada herşey devletindi ve devlet içindi. Araba da, şoför de, misafir de devletindi. 177
26 Eylıil Salı sabahı Azerbaycan Sovyet Sosyalist Republikası Yüksek Şura PreGördüklerimiz zidyomu Başkanı M. A. Topçubaş ( ef) ve Bakanlar Kurulu Başkanı E. N. Alihan (of) ziyaret edi lecek ; daha sonra da deniz petrol işletmesi te'sisleri ve Sumgait şehri gezilecekti. Uçakla gelirken, hayranlıkla seyrettiğimiz deniz içi ne inşa olunmuş vasi Neftalan adı verilen petrol kuyu ları, gerçekten görülmeye değer te'sislerdi. Baku'dan 33 Km. uzakta bulunan ve 18 yıl önce ku�muş olan Genç Baku'da
lik Şehri (Sumgait) , Sovyetlerin bilhassa övünerek gös termek istedikleri yerlerden biri idi. Kimya ve metalürji sanayiinin en büyük merkezlerinden biri olarak kurulmuş bu modern şehirde birçok yeni binalar, geniş asfalt cad deler inşa edilmiş. Bu şehirde en modern ulaştırma araç ları kullanılıyormuş. Amma, şehrin nüfusu hemen he men tamamen Ruslardan ibaret... Sabahleyin, hep beraber Başbakanlık ikametgahına gittiğimizde, sayın Şevket Rado ile ikimiz, müsaade iste dik ve yanımıza bir de Azeri milımandar alarak Milli Kü tüphane, Azerbaycan İlimler Akademisi ve Üniversiteyi görmek üzere kafileden ayrıldık Bu arada vakit bulursak şehri de gezecek, bilhassa Fuztıli, Nizami, Sabir ve Sarnet Vurgun'un heykellerini görecek ve bulabilirsek bunlara aid, Türkiye'ye ve Türk edebiyatma aid kitaplar ve Azeri opera ve şarkılarına aid plaklar satın alacaktık. Mirza Fethali Ahundof Kütüphanesi diye de adlan dırılan (Baku Cumhuriyet Devlet Kütüphanesi) 'nin mer diveni başında, ünlü Türk düşünür ve yazan Mirza Feth ali Ahundof'un güzel bir büyük büstü bulunuyordu. Bu kütüphane 1923 yılında kurulmuş. lık kuruluşta kütüphanenin 12.600 kitabı varmış. Şimdi ise kit5\p sa yısı 3 milyona yaklaşmış. . . Halen müdürü bulunan Kah-
178
raman Süleyman-zade, çok kibar ve nazik bir Azeri Tür kü idi. Hemen hemen kütüphanede rastladığımız bütün vazifeliler, Azeri asıllı idiler. Birkaç tane Ermeni kadına rastladıysak da, onlar da Türk kültürü te'siri altında kal mışlar ve mükemmel Türkçe konuşuyorlardı. Şevket Ra do Bey ile bana, kütüphane müdürü Kahraman Süley man-zade, kütüphane hakkında geniş bilgiler verdiler ; sonsuz kolaylık ve misafirperverlik gösterdiler. Üniversel milli arşiv karakterinde olan bu Milli Kü tüphane'de, 12 okuma salonu mevcuttu. Kütüphaneden dışarı, evlere kitap verilmiyordu. Okuyucular, inceleme ve araştırma yapanlar kütüphaneye geliyorlar ve bura daki eserlerden faydalanıyorlardı. Faaliyet nev'Herine göre kütüphanede : (Kitapların seçilip alınması) , ( Kitapların işlenmesi) , ( Kitaplann sak lanması ve muhafazası) , (Kitap servisi, hizmet şubesi) , (Dış ülkelerle ilgili yayınlar şubesi) , (Musiki, nota ve edebiyatı şubesi) , (Bibliyografya bölümü) , (tlmi meto dik bölüm) gibi ll değişik şube mevcuttu.
Kütüphane Müdürü Kahraman Süleyman-zade, he nüz şiiibeleri görmeden kütüphane hakkında bize ön bil gi verirken, bir ara : "Sizde de Ankara'da çok yahşi bir
Milli Kütüphane'nin Adnan Otüken Bey tarafından kuruı.. duğunu işitmişik" dedi. Kitap ve bilhassa Biıbliyogmfya müıbadelesi yapmak isteği ile .birkaç defa Türkiye Mini
Kütüphanesi'ne yazılar yazdıklarını ve teşebbüslerde bu lunduklarını söylediler. Bizdeki kütüphanecilik fa8liyetlerini, yakından de ğilse de kısmen olsun, takip etmeleri hoşumuza gitmiş ve cidden üzerinde durmaklığımız gereken bir önemli konu olarak dikkatimizi çekmişti. Türk Milli Kütüphanesi'nin
kuruluşunda çok büyük emeği geçen ve İstanbul Üniver sitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra Berlin Nasyonal Bibliyoteği'nde yetişip, Ankara'daki Türk
179
Milli Kütüphanesi'ni kurmuş bulunan sayın Adnan Ötü
ken'i tamyışları, bilişleri de hem benim, hem de Ötüken'in çok eski arkadaşı sayın Ra.do'nun hoşuınuza giıtmişti. Acaba Ötüken'in milletine ve dünya kültürüne yaptığı bu hizmeti kendi öz yurdumuzda bilen ve takdir eden kaç •kişi vardır, diye düşündük. Bir nokta üzüntü ile dikkatimizi çekti : Kütüphane de, "Türkiye'den dergi ve kitap" . diye ne gördüysek hep si solcuların, hepsi tanınmış Türk komünist yazarların yayınları idi. Sayın Şevket Rado'ya, Ankara'ya dönüşümüzde ar kadaşımız Adnan Ötüken'e "Adamlar, Türkiye'den ya yın örnekleri diye hep kızıl neşriyatı toplamışlar. Amma, kızılların ve Türkiye'deki kızıl neşriyatın amansız düşma nı olan seni de biliyorlar ve tanıyorlar" diyeceğimi söy ledim. Sayın Ötüken'in Kafkaslarda şehid düşmüş askeri doktor babası Binbaşı Vodinalı Ali Nô.şid Bey'in mezarı belirsizdi. Amma, oğlunun adı Milli Kütüphane'de bilini yordu. Kütüphanenin beni çok ilgilendiren bölümlerinden biri, musiki nota ve edebiyatı şubesi idi. Burada musiki tarihine aid yerli ve yabancı pekçok ilmi neşriyat, dünya klasiklerinin ve bilhassa Azerbaycan ve Rus bestekar larının ünlü eserlerini toplamış plaklar kolleksiyonu bu lunuyordu. Birçok meraklıların, konservatuar öğrencile rinin, araştırıcı ve genç ses san'atkarlarımn lingafonlarla burada Mozart'dan, Beethoven'den, Bach'dan, Üzeyir Hacıbeyli'ye kadar klasik bestekarların eserlerini dinle diklerini gördük. Bizim kütüphanelerimizde de böyle bir hölümün .bulunup bulunmadığını bHmiyorduk. Eğer Devlet Konservatuarımızda da yoksa, böyle bir şubenin Türkiye'ınizde de kurulmasınırı çok faydalı olacağını dü şündük. 180
(Baku Cumhuriyeti Devlet Kütüphanesi) 'nin ve A zerbaycan İlimler Akademisi'nin yazma arşivlerinde ki tap halinde bulunan son derece değerli yazmaların sayısı 12 bindi ve bunlar içinde Türkçe, Türk edip, şair ve ta rihçilerini ilgilendiren, tanınmış Türk yazariarına aid pek çok yazma nüshalar ve minyatürlerle süslü eserler mev cuttu. Ayrıca pekçok tarihi senetler, büyük tarihçilecin elyazması eserleri, ünlü hattatların çeşitli Türk yazıları ile yazılmış "Hat"ları ve 52 ünlü tarihi şahsiyete aid ar şivler vardı. Kütüphanenin (Musiki Nota ve Edebiyatı Bölümü) salon ve odaları, ünlü bestekarların yağlıboya tabloları ile süslüydü. Bu bölümün şefi yaşlı Ermeni hanım bana, Azeri Türk Musikisi kurucularından büyük bestekar üzeyir Hacıbeyoğlu (veya Hacıbeyli) ( 1894-1948) 'nin, (Köroğ lu) , (Leyla ve Mecnun) , (Arşın Malalan) , (0 Olmasın Bu Olsun) , ( Şah Ahbas ve Hurşit Banu) ve (Aşık Garip) eserleri hakkında kısaca izahat verdi. Kara Karayef'in (Yedi Güzel) 'ini, Müslim Magomayef'in (Nergis) ve (Şah İsmail) eserlerini anlattı. Azerbaycan'da milli operetler bestelemek ve opera lar vücuda getirmek cereyanl , I. Dünya Savaşı'ndan kısa bir müddet önce başlamiştı. Bu milli musiki uyanışının ilk öncüsü ibulunan Üzeyir Hacıheyli'nin bestelediği Fu zuli'nin (Leyla ve Mecnun) 'u 1907'de Baku'da oynan mıştı. (Arşın Malalan) opereti gibi denemelerin ise sür' atle Azerbaycan'dan tekmil Kafkasya'ya ve bütün Türk alemine ve bu arada Türkiye'ye, İstanbul'a da intikal et miş ve bizde de sahneye konmuştu. Rusça'ya, Ermenice' ye ve diğer Batı dillerine çevrilmiş bu eser, Batı dünya sında da oynanmış ve sinemaya dahi alınmıştır. Bu bölümde daha uzun zaman kalmayı ve ilgilendi ğim konularda yeterli bilgi almayı çok istiyordum ; fakat 181
vaktimiz kısa ve programımız sınırlı idi. Sayın Şevket Rado, çok merak ettiği yazmalan görmekte sabırsızlanı yordu. Ben ise, bu kütüphaneden ayrılmadan, Türkiye· de ancak bir tek birinci sayısını sayın Prof. Zeki Velidi Togan'ın kütüphanesinde bulabildiğim bir eski derginin
(Kızıl Şark Mecmuası)'nın tam kolleksiyonunu görmek ve kanştırmak istiyordum. Bilindiği gibi, Moskova'mn, Lenin'in Türkiye'de bir komünist ihtilal vücuda getirmek ; Musatafa Kemal Pa şa ve arkadaşlannı hertaraf edip yerine Mustafa Subhi ve yoldaşlannı oturtarak, Türkiye'deki Milli Mücadele' yi bir kızıl
mücadele
hatine sokma:k istek ve planı üze
rindeki faaliyetleri en ziyade Baku'da hazır.lanmıştı. Tür kiye'li komünistlere kurdunılan parti ve teşekkill lerin ; yaptırılan toplantı ve ·kongrelerin başlıca merkezi Baku olmuştu.
Bugün dahi
(Türkiye Komünist Partisi)'nin
asıl merkezi Baku'da idi ve
başında
da, gençliğirnizde
matbaalarını .kafaları na yıktığımız kızıl T a n
sahibieri
Gazetesi
Yahudi dönmesi M. Zekeriya ve bilhassa ka
rısı SBJbiha Zekeriya Sertel bulunuyorlardı. Baku Cumhuriyeti Devlet
Kütüphanesi'nde
buldu
ğum (Kızıl Şark Mecmuası) kolleksiyonu da tam değil di ; ancak üç sayıdan ibaretti. Bu cild içinde yalnız Ara
lık 1922 tarihli birinci sayısı ile, Ocak - Şubat 1923 ta rihli 2 - 3 üncü sayıları .bulunuyordu. Mecmuanın 2 ve
3 üncü sayıları bir arada yayınlanmıştı. Bu 2 - 3 üncü ( Ocak - Şubat nüshası) , 28 Kanlinusani 1921'de, arnansız
komünizm düşmanı Tra.b.zonlular tarafından Karadeniz' de öldürülmüş Mustafa Subhi ve
yoldaşlarının ikinci
ölüm yılında çıkanlmış bir "Özel sayı" mahiyetindeydi. Del'ginin
64 - 65'inci sahifelerinde (Yoldaş Edhem
Nejad) ve ( Yoldaş Mustafa Subhi) 'nin hiçbir yerde gör mediğimiz ıbirer büyük resimleri vardı. 71 - 72'nci sa hifelerinde AU - Ya.zıdcı tarafından 182
(Tarihi .bir
gece)
başlığı altında Baku'da yapılan anma töreni anlatılıyor
du. Ali Yazıdcı, 29 Ocak 1923 gecesi saat S'de "28 - 29
Ocak 1921 Vak'asının İ kinc i Yıldönümü Münasebetiyle"
(Baku Askeri Akademiyası) <binasında yapılan bu top
lantının teferruatını an latıyordu .
Mecmuanın 72 - 73'üncü sahifelerinde Mustafa Suıb hi'nin ve 73 - 74'üncü sahifelerinde de Edhem Nejad'ın hal tercümeleri vardı. 106'ncı sahifesinde Nazım Hik met' i n (2000 Benesinin Ban'atkarlarına) parçası yer al mıştı.
(Kızıl Şark Mecmudsı)'nın 110'uncu sahifesinde ise, komünist ve AHahsız olarak tanılan (Türkiye'nin Maddi
yetçi Şair ve llhddiyunundan Büyük Tevfik Fikret)'in
bir resmi ile ''Tarih-i Kadim' i ; aynca de rgini n 111 - 114' üncü sahifelerinde de Ali Ejder Said-zade'nin (Td,rih-i Kadim ve Tevfik Fikret) üzerindeki ibir etüdü yer almış bulunuyordu. 120 - 121'inci sahifelerde de Bolşevik:lerin Türki ye 'ye yolladıkları ilk komün ist ajanlardan Ziyne tullah Nfışirvan'ın yazısı vardı.
Bolşeviıklerin Türkiye için Moskova ve Baku'da ye tiştirdiıkleri "Lenin Uşakları" hakıkında ve bilhassa bun l ardan Giridli Ahmet Cevad, Vala Nfıreddin ve Nazım
Hikmet gibilerin 'bilhassa Türk dili ve edebiyatı alanla rında yapacakları (Kültür Bolşevizmi) , bugünkü Kızıl Çin örneği ve tabiri ile (Kültür lh:til al i ) 'nin plan ve pro gramları üzerinde birçok ma'liimaıt ·bulunan -bk. Dr. Te vetoğlu , dipnotlarda adıgeçen eseri, s. 362-367 - ibu kızıl derginin tam kolleksiyonunu Kızıl Rusya'dada bulmak ve incelemek mümkün olmadı. Eğer, verdikle ri sözü ye rine getirebilirlerse, Müdür Kahraman Süleyman...zide bana bu derıginin tam ·kolleksiyonunu mikrofilm halinde çektirip göndermek kahranuurlığını gösterecek .. Bize çay ve Azeri pastaları ikram edildiği bir sıra da, Kızıl Şark Mecmuası'nın bu lüzumlu taraflarını kop183
ye etıniştim. Fakat sayın Rado saıbırsızlanıyordu ; o nun sabrını daha fazla tüketmeden kalktık ve <<Azerbaycan
Ilimler Akademisi"ne giıtti·k. Ben bu ko nu ile çok yakın
ilgileni yo r ve yurdumuzda bir Türk Bilimler Akade misi k urulmasına çalışıyordum. Azerbaycan llimler Aka demisi'nin kuruluşu, çalışmaları hak.k ında faydalı bilgi ve dokümanlar aldık ve burada, değerlerine baha. biçil mez birçok "El-yazması kolleksiyonlar" seyrettik. Yazma:l arı, çok .güzel düzenlenmiş kilitli camekan lar içinde teşhi r ediyorlardı . Güneş ışığının kitaplar üze rinde yapacağı tahrib ata karşı, camekanların üzerlerine
dan
vişneçürüğü renginde kalın kadife örtüler konulmuştu. Duvarlarda da,
cam levhalar halinde
asılmış ünlü
hattatların çeşitli hat'ları vardı. Yazma eserler salonunun mu'tena bir köşesini ise,
büyük Türk şairi ( Fuzfıli) 'nin resmi, daha doğrusu tab l osu süslüyordu.
1956'da Ali Minai Tebrizi tarafından
yapılmış bu Fuzıili tablosu, .benim Türkiye'de ilk defa
K o p u z
adlı Türkçü aylık dergimizin 15 Mayıs 1939
tarihli ikinci sayısında yayınladığım
( En Büyük Türk Şdiri: Fuzuli) tablosunun aslı gibiydi. Ozaman yayınla dığımız hu Fuzıili tablosunu, 1938'de Berlin'de çıkan D a s P r o b l e m A s e r b e i t s c h a n adlı kitaptan alm ıştık ki, bu raya da, 1926'da Baku'da Azeri ·kardeşle rimizin FuzıiU hakıkınd a yayınladıkları bir kitaptan kop ya edilmişti. Fuzfıli'nin minyatürlerle de süslü n8.dide el-yazması
(Leyla ve Mecnun) nüshalarının bulunduğu camekanlar üstünde (Dar Abadi Gulam Azeri) tarafından kamış üze rine işlenmiş Fuzfıli resmi ve Fuzıili'den beyitler ile tez yin olunmuş ney'ler de teşhir olunuyordu. Acem edebiyatma aid pek çok el yazması kitaplar da bulunan :bu san'at hazinesinde, Hayyam'ın Rü.bii'lerii ile ilgili epe yce eser vardı. Bu hölümün mütehassısı olan
184
Eıı
Büyük Türk Şalri : FuzOJi.
ha.fız-ı kütüb •bize barikulade minyatürlerle süslenmiş bir (Omer Hayyam Rübaileri) elyazmasını gösıterir:ken şöyle diyordu : ulran alimi Şecerflye göre Hayyam'ın esas rübdileri 121 tanedir. Diğer 10 rübdinin Hayyam!a aidiyeti meşkuktur. Ondan sonrakilerin ise, Hayyam'a izafe olunan, fakat aslında Hayyam'a aid bulunmayan, Hayyam taklitçisi başka şairlerin rübaileri oldukları Şe cere tarafından ortaya konulm'llştur." Ressam Ali Minai'nin Fuziıli tablosundan bir kopya �ektirmişler ve iki nüsha olarak bana ertesi günü yetiştir mişlerdi. Bir kopyası sayın Şevket Rado'ya aiddi, ona verdim. Türk Hey'eti'ndeki diğer arkadaşlarımız (Neftalan) petrol kuyularına inmişlerdi ; biz de, bu hazinelerin hazi nesi san'at deryasına dalmayı tercih etmiştik. 1945'de Baku'da kurulmuş bulunan (Azerbaycan İlimler Akademisi) , en önemli Petrol Enstitüsü ve Fa kültesi ile, bu bölgenin en büyük ilim merkezi idi. Verilen bilginin sıhhat derecesine göre, Azerbaycan'da mevcut 12 yüksek okuldan her yıl çeşitli san'at kollarında bin lerce uzman hazırlanıyormuş. Azerbaycan'da mevcut 130 ilim ocağında 13 bin bilgin çalışmaktaymış. Aralarında 400 tane çeşitli alanlarda ve konularda doktora yapmış ilim doktoru ve 3485 doktor adayı varmış. Azerbaycan okullarındaki öğrenci sayısı 1 milyon 200 bin kişiyi bu luyormuş. Yani 4 milyon 800 bin nüfusun tam dörtte biri okullarda, ilk, orta, yüksek ve teknik tahsilde bulunuyor lar demektir. Bunun mübalağa edilen miktarı kabarık olabilir. Fakat Azerbaycan'ın yüzde yüz okuma-yazma bi len bir ülke bulunduğu muhakkak ve 50 yıl öncesine gö re okullara giden kız öğrencilerin ııisbeti yüzde 90 art mıştır. İddialarında da mühim bir miktar gerçek payı ol duğu Aşikar. 186
FuzOJi Tablosu ( Ali 1\tiııai Tebrizi tarafından 1956'da yapılmış.)
Gerçekten tiyatro sahnesinden devlet idaresine, so kak süpürgeciliğinden Başbakan Yardımcılığına kadar Azerbaycan'ın her iş sahasında Azeri kadın ve kızları nın büyük sayıda çalışma hayatına katıldıkları görülüyor. Baku'nun iki büyük ana caddesinin kesiştiği bir meydan da yükselen "Hür Azeri Kadını" anıtı da "hürriyet Aze ri kadınıarına eşit haklar getirdi" propagandası ile dikil miş. "Bakınız, Azerbaycan Bakanlar Kurulu Başkan Yar dımcısı ve üç Bakan kadındırlar. Azerbaycan Parlamen tosu üyeleri arasında lll ve Sovyet Parlamentosunda 20 Azeri kadın bulunmaktadır." diye övünen: komünist re jim propagandacıları, bu· sözleri, şüphesiz "hürriyet" ve "eşit haklar" ın ne demek olduğunu ; bu insanlara ve Aze ri kadınıarına "hürriyet ve eşit haklar" diye verilenin, getirilenin nelerden ibaret bulunduğunu çok iyi bile bile laf olsun kabilinden kullanıyorlardı. Bize verilen bilgi ve istatistikierin sıhhatine tam ola rak inanmak .güçtü. Gördüklerimiz, hiç şüphe -götür müyordu. Fakat, mesela, şehrin nüfUsunda büyük çoğun · luğun Azeri Türk'ü olduğu gerçeği, her tarafta gün gibi §.şikardı. Halbuki bize verilen ma'lumat ve bazı yazarla rın iddiaları bunun aksini ileri sürüyordu. Azerbaycan'da parasız ve mecburi orta öğretim sis temi uygulanmaktadır. Okullar kadar bol, en ücra köy lere de kurulmuş binlerce kütüphane -40 milyon nüsha kitap ile 6 bin 700 kütüphane- ve 1778 sinema, 1460 kül tür sarayı, kulüp ve tiyatrolar ; devletin kontrolündeki yüksek tirajlı gazeteler, radyo ve televizyon, şüphesiz herşeyden önce, hepsinin üstünde komünizm propagan dası yapmak için kurulmuşlardı ; Marks'ı - Lenin'i ezber letmekle vazifelidirler. Amma, okumak, öğrenmek, bir gün Lenin ve Leninizm propagandasından bıkan, gına ge tiren insanoğluna gerçeğin yolunu elbette gösterecektir, göstermektedir.
188
((Lenin düzdü bahtlı hayat DiUer oldu Lenin'den şdd Mazlum halklar buldu d.zad Azad vatan nurla toldı." diye ezberletilen kızıl yalanlardaki "azad"lığın, "nur"un cinsini ve derecesini elbette "mazlum
halklar" zamanla
duyacak ve öğreneceklerdi r ; şimdiden duymakta ve fark etmektedirler de ...
Ölıneyen Milli Şuur
Sırası gelmişken şunu belirteyim ki : Aze ri Türk'lerini çok uyanık, milli şuura sa hib ve gelecek için büyük umutlar veren
bir aydınlık içinde buldum. İster Azeri Türk'ünün tarihine, kültürüle saygı gös terip gönlünü kazanmak siyasetiyle olsun, isterse büyük milli san'atkarları
Rus'laştırmak, birer proleter kahra
manı haline sokmak boş çabası ile olsun ; Taşkend'dekin den de daha ileri bir cömertlikle, Baku'da rastladığımız Geneeli Nizami (1141 - 1203) , Fuzuli ( 1498
-
1556) ve
heykeltr:ışa Abdurrahman Karyağdı'nın büyük eseri Ali ffikber Sabir'in ( 1862
-
1911) heykelleri, takdirle ve şük
ranla karşıladığımız kültür ve san'at eserleriydi. Çarşıda soğan
satan,
patates
satan, hele
domates
veya elma satan sergicilerin önünde uzun kuyruklar uza nıyordu. Amma, arı kovanı gibi işleyen büyük
kitapçı
dükkaniarı da yetişmeyince, pek çok sergiler halinde so kaklara dökülmüş bulunan kitap satıcılığı yine takdirle belirtilecek diğer bir husustu.
Rastladığımız iki büyük
kitabevi, yalnız ve yalnız petrol sanayii ile ilgili binler ce cilt kitapları satmaktaydılar. Rusya'da kitap çok bol ve çok ucuz. İçlerinde ama doğru, ama yalan yazılı bu kitaplar çok satılıyor ve �ok okunuyor.
Türk edebiyatından örnekler diye de yalnız
Nazım Hikmet, Sahahaddin Ali ve Aziz Nesin'in kitap-
189
llop-Hopname Şairi : Ali F�kber Sa bir ( 186� - 191 1 )
ları basılmış. Son yılların iki-üç komünist taslağı roman ve hikayecisi de bunlara eklenmiş. Türkiye'deki fikir ha reketleri, siyasi cereyanlar ve partiler hakkında kendi rejim ve ideolojileri yararına bazı kitaplar yazılmış ve yazdırılmış ... Bütün bunların tek taraflı, muayyen bir hedef ve gayeye yönelmiş bulunmalanna ve daha çok, Rusya dı şında mevcut komünist propagandasının ve siyasi faa liyetlerin içerideki insanlara duyurulması maksadını güt melerine rağmen, büyük zararları yanında küçük fayda ları da dokunacak bir "kültür keçi.boynuzu" sayılmalan mümkündür. Eğer taze cevizin yeşil kabuğu ısırılmaz da taşla ezi lir ve ayıklanırsa ; sert kabuğu da kırılır ve içinin acı gömleği çıkarılırsa, elde edilecek süt giıbi beyaz taze ce vizin tadına doyum olmaz. Cevizi ısıran ve ağzını, dudak larını yakan ve boyayan acemi çocuk, onu hırsla yere çal dığı zaman yeşil kabuk _ patlayacak, sert odun kabuk kı rılacak ve içerideki meyva görünecektir. Çocuk onu yeni den yerden alıp yemişini yemesini öğrenecektir. Satın aldığım pek çok Arap ve Rus harfleri ile basılmış Azeri Türkçesi kitapların incelenmesi bana bu intibaı verdi. Köroğlu'nu istedikleri kadar köy ağalarına, toprak ağalarına karşı isyan etmiş bir kahraman diye tanıtsın lar O Köroğlu, yeni Azeri Türk oğlunun ruhunda ve şahsında tekrar dirilince, birgün yine mazideki destanı nın gerçek kahramanı olacaktır. ...
Elimdeki kitaplardan biri, büyük Türk şairi Fuzfi. li'nin 400. ölüm yıldönümü münasebetiyle "çap edilmiş", ressam M. Abdüllatif tarafından renkli tablolarla da süs lenmiş bir ( L e y I a v e M e c n u n ) nüshası... Üze rindeki kayda göre "tertip edeni ve redaktörü Pr-Ofesör Hamid Araslı."
191
Biiyük Türk Şıiiri : FuzOJi (1498
-
1556) 'nin Heykeli
ve (Leyla ve Mecnun ) Tasvlrl (Bakfl)
Hiçbir güçlük �ekmeden, ıbilaxis ıbüyüık bir zevkle ve tatlı bir Azeri Türk�esi ile okunan kitabın (Mukad deme)'si, kelimesi 'kelimesi ne aynen şu cümlelerie başla yıp gitmektedir : aFuzuli (1498-1556), Azerbaycan edebiyatının inki şafında mühim yer tutan dahi bir san'atkardır. Onun adı dörtyüz yıldan artıkdır ki bütün Şark ülkelerinde
hür
met ve muhabbetle çekilir. Şairin üç dilde yazmış oldu ğu divanlar, poemalar, allegorik eserler Şark halklarının içerisinde geniş şekilde yayılmıştır. Fuzüli'nin zengin ya ratıcılığında lirika mühim yer tutar. Şairin husU8en ana dilinde yazmış olduğu gazellerde saf, temiz bir kalbin ıs tırapları, yüksek bir muhabbetin heyecanları samimi bir dil ile terennüm edilmiştir. Fuzuli bütün dünyaya dşık nazarı ile bahır (bakıyor), kainatın muhabbet esasında yarandığını (yaratıldığını) zannediyor. Seherin açılışın da, güneşin doğmasında, baharın gülümsemesinde, bülbü lün nalesinde bir muhabbet duyur, bütün bunları muhab bet diliyle i'zah edir. O hu8Usen insana olan muhabbeti terennüm edir. Muhabbet, Fuzuli şiirinde insanları bir birine yakınlaştıran
mukaddes bir kuvvedir. Dostluk,
mihribanlık, samimiyet mahza muhabbet esasında yara · nır. Muhabbet iyle (öyle) bir kuvvedir ki, o insanı öz şahsi men/aatlerinden el-çekmeye, umumi menjaat için varlığından geçmeye rinde terennüm
sevkeder.
Fuzuli'nin lirik şiirle
edilen bu muhabbet,
dahi san'atkarın
yüksek san'at nümunesi olan 'Leyla ve Mecnun' eserinde umumileştirilmiştir /'
Profesör Araslı, bu Mukaddeme'de istediği kadar : ((Fuzuli, Mecnun simasında 16 ncı Asrın feodal-patTiar hal münasebetlerine
boyun eğmek istemeyen, adet ve
an'anelere tabi olmayan, esirliğin ( esirliğini) hissedip, bu esaretten kurlarmağa can atan, azddlık uğrunda dü-
193
§Ünen şahsiyeti kcileme almıştır. Lakin Mecnun'un müba rezesi muhabbet çerçevesinden kenara çıhabilmedi. Fu zuli'nin yaşadığı muhitte din ve şeridt kanunlarının M kim olduğu feodal adet ve an'anelerinin hükümranlık et tiği bir muhitte doğulan insan azad"!ığını yalnız ma'nevi alemde dzadlık şeklinde tasvir ederdi. Bunu şairin özü de bile (böyle) başa düşürdü. O zaman şehir ziyalıları (ay dınları) içerisinde vahşi adet ve an'dnelerden kurtarmak meyli nekadar kuvvetli olsa da içtimai kuruluşu değiş rnek düşüncesi hele (henüz) doğmamıştı. Onlar şahsiye tin dzddlığını düşünür ve muhabbette, gönül aleminde in san dzadlığını tebliğ edirdiler. Biyle kahramanlar ise muhitte muhtelif belalara rast geldiklerin azadlığı ce miyetten kenarda, tabiatın azad koynunda aktarır, cemi yetten kaçırdılar." şeklinde izahlara, yorumlara kendi kendini zorlamış .bulunsun. Bu satırlarda dahi arif ola nın anlay;ıcağı nice gerçekler aktarılmaktadır. 258 sahifelik ;bu eserin son 17 sahilesinde verilen "Lfıgatçe", (kb - Su) kelimesiyle haşlayıp ( Yevm - Gün) kelimesiy;le Ibiten ve eserde geçen 747 arapça ve acemce sözün Türkçe karşılığını veriyor. Yalnız bu lfıgatçenin incelenmesi bile ıbize ve bu kitabı her okuyan a çok şey ler öğretiyordu. Nitekim kitabı satın alırken : asiz bu nu rahatlıkla okur anlar mısınız ki?" diye soran mih mandarımız Kudret Bey'e Mukaddeme'yi okumaya lbaş ladığımda, kitap satıcısı kadının da : asiz Türkiye'den gelmiş büyük konuklarımızsınız ?" diye sormalda açıkla nan gerçek, bu ıkitaptan da, {(Leyla ve Mecnun"dan da çok ma'nalı, değerli ve ibüyüktü. Konuşulan dili şifahen duyınamız yanında, kullanılan yazılı dilin bu gerçek ör neği ; lbu konuda yapılan haksız iddia ve propagandaları çürütmeye de ·kat[ idi. Kucıtklar dolusu, mukavva kutular dolusu kitaplar aldım. Hele 1958'deki ilk basılışında 13 manat 20 kapik
194
fiatla. satışa çı,karı.lmış 5000 tirajlı bir ({Leyla ve Mec nıınu eseri, 1961'de 1 manat 32 ıkapi,ke ; hugün ise yalnız 65 kapiğe (650 Jruruşa) satıldığına göre, !bundan üç nüs
ha aldım. 'rimk kültürünü araştıran değerli arkadaşları ma hu ülkeden getirilecek bundan daha münasih bir he diye olamazdı.
Yine: uBedii yaradıcılığı Azeri edebiyatı tarihinin hiçbir vakit köhnelenmeyen, yıllar geçtikçe gençlenen, yeni ma'na, yeni ehemmiyet kesbeden parlak sahif13le rinden biridir" diye "Şarkın Büyük Edibi" olarak vasıf landırı�lan Celil Muhammed Kulu-zade'nin (Seçilmiş Eser leri) de ıbu örneklerden biridir.
Abbas Zamanof tarafından yazılmış ıkitabın takdim yazısında :
derdi, halk derdi doğuran içtimai amillerin ifşası, medeniyete, satidete, azddlığa çağırt§ onun bütün yaradıcılık motivlerinin esasını teşkil ediyir!' ucelil Muhammed Kulu-zade'nin
idi. Halkın {aciası, kederi ve bunları
diye tanıtılan Celil Muhammed Kulu-zade, gerçekten ye nilik ve ilerleme taraftan ; amma hiç de sandıklan , is tismara ıkal'kıştıkları gibi bir komünist yazar değil, ol ması da imkansız. . . Hele 1917'ye kadarki eserleriyle... 2 Şubat 1866 tarihinde Nahçivan'da doğmuş ve 4 Ocak 1932'de Baku'da vefat etmiş olan, adı üzerinde, Ce lil Muhammed Kulu-zade yazdığı hatıralannda aynen şöyle demektedir : {(Her sabah vakti meni (beni) şirin yuhudan (uykudan) uyadan (uyandıran), atamın {Alla hu ekber' sesi olardı." - adı geçen eser, s. 5-.
Ya1nız şu cümlenin hile, 1967'de Arap harfleri ile tertemiz Azeri Ti.ir:kçesi ile devlet neşriyatı olarak Ba kfi.'da 7000 adet basıla'll bir kitapta ıbulunması, hıayra ve
alamettir.
195
Yıllarca "MoUa Nasreddin" adlı mev:klıteyi çıkarmış bulunan Celil Muhammed Kulu-zade'nin piyeslerinden, hiıkaye ve makalelerinden (Seçilmiş Eserleri) diye vücu da getirHen 656 sahifeli·k kitapta çok dikkate şayan par çal ar mevcuddur. Bunlardan
ıbiri
de "Molla Nasreddin''in 1
Ekim
1911
tarihli 34. sayıs ında çıkmış (Osmanlı ile !talya Davası)
·başlığını taşıyan,
Türkiye Türkleri
lehine yazılmış hir
yazıdır. (Namerd !talya) diye
ıtalyan'lara çatıp Türk'le ri savunduğu ıbu yazıda, Muhammed Kulu-zade'nin dik kate değer ıbir .kaydı da Trablus'lu müslüman kıziara aiddir: u
Amma ahır vakıtlardaki,
Baku/da Müslüman
gazetleri kızlarımızın ohumağını (okumalarını) lazım bi lip yazdılar; · o vakittenberi Trablus'ta da kızlar o dere cede azddlık kazandılar ki, İngiltere hanımları hükumete karşı durup, yumruk gücü ile ihtiyarat talep edenden yer zünde hamıdan evvel Trablus kızları baş kaldırdılar. (ls lam milletlerinin
kız terlliyesinin
bereketinden)"
-
s.
61V12 -. Yine ({Molla Nasreddin"in 27 Kasım 1917 tarihli 24. sayısında yayınlanmış (Azerbaycan) başlıklı yazı da çok dikkate şayandır:
uAh, unudulmuş vatan, ah yazık vatan!
Dünyalar titredi, alemler muallak aşdı, felekler bir
birine karıştı, milletler yuhudan uyanıp gözZeTini açdılar ve perakende düşmüş kardaşlarını tapup, dağılmış evle rini bina etmeye yüz koyular. Bes sen haradasın, ey biçare vatan ?!" Özümden soruşuram ki:
- Menim anam kimdir ? Öz - Özüme cevap verirem ki :
196
- Menim anam rahmetlik Zührebdnu Bacı idi. - Dilim ne dildi ? - Azerbaycan dilidir. - yani vatanım haradır ? - Azerbaycan vildyetidir. demek, çünkü dilimin adı Türk Azerbaycan dilidir, bile ma'lum olur ki, vatanım da Azerbaycan vildyetidir. - Haradır Azerbaycan ? - Azerbaycan'ın çok hissesi Iran'dadır ki, merkezi ibaret olsun Tebriz şehrinden." "Ah, güzel Azerbaycan vatanımf Harada kalmışan'! Gel, gel, bir gel gör ki bizi zornan Rusça danışdıran Türk kardaşlar ne istiyorlar ?!"
Örneğin :bukadarı, sanının ki, yeter de, fazladır. . .
Öğleden sonra plak satınalmak üzere uğradığımız "Dolar Mağazası" dedikleri satış yeri hayli ilgi çekecek bir konu idi. Daha önce bulunduğumuz şehirlerde de duy duğumuz bu "Dolar Mağazaları"nda, dolar karşılığı yer li ve yabancı turistik öte-beri satılıyordu. Çekoslovak, Ja pon mallarından nümCmeler de satılan bu mağazalarda yalnız dolar geçiyordu ve buradan, daha çok ecnebi tu ristler ile, karaborsadan dolar bulabilecek cesur kahra manlar ( ? ! ) alış-veriş ediyorlardı. Fakir yerli insan, Azeri Türk'ü doları nereden ve nasıl bulup da gelir bu radan alış-veriş edebilirdi ? Böyle sırf dolarla alış-veriş edilen dolar mağazala rından biri, acaba kazara Türkiye'ınizde Hükumet tara fından açılmış olsaydı ; yerli kızılcıkların buna karşı ko p aracakları şamatayı, yapacakları yürüyüşleri ve yer lere oturmaları şöyle bir tahayyül ettim . Dolar Mağazası'nda aradığımız plakları da bulama mıştık. Burada çalışan biri Azeri, ikisi Ermeni üç tezgah tar kızın hepsi de güzel Türkçe konuşuyorlardı. "Dün .
197
bugün arkadaşlarıniz uğradı ve aradığımz opera ve tür külerin hepsini tükettiler .. " diyorlardı. Kalmış olanlardan birer tane aldık. "Arzu Kızım" diye çok dokunaklı ve ma' nalı güzel bir şarkı duymuştuk ki, bunun plağını bulmak arzumuz bir türlü yerine gelemedi. Daha sonra uğradıgı mız iki plakçı dükkanında da tezgahtarlar okadar lakayd, öyle umursuzdular ki, mal satmak şöyle dursun, müşte rilere -kim olurlarsa olsunlar- son derece kaba davra nıyorlardı. Zavallı mihmandarımız resmi hüviyetini gös� terip kendini tanıttı ; bizlerden bahsetti ; ortada dolaşan bir Mağaza Şefi'ne durumu şikayet etti. Fakat hiç kimse bir türlü bize plak satması için Ermeni tezgahtarı yerin den kıpırdatamadı. İkinci plak satan mağazadan bazı parçalar satın al maya muvaffak olmuştuk. Amma, Azeri mihmandarımız çok mahcub olmuştu ; bundan mıdır, yoksa benim eski Türk komünistlerin toplandıkları binaların resimlerini çekmek arzumu söylemek ihtiyatsızlığım ve Sertel'lerin yerini ve kendilerini bulmak isteğim üzerine midir, bil mem, ertesi sabah delikanlı bir daha gelmedi ve görün medi.
Genceli Nizami
Bir şiirinde Ruslar için : uçapulcudur lar, hunhdrdırlar;
sureta insana ben-
zerler' diyen büyük Azeri Tiirk 'ii: Geneeli Nizarnİ adına,
Sovyetlerin san'at müzesi yaptırıp içine heykelini diiktir meleri, yorumu kolay olmayan bir konudur. Yine bir küçii!k lıMıraını ceğim :
'kaydetmeden geçeıneye
Kendisini şahsen ve yakından tanımak bahtiyarlığı na erdiğim Azerbaycan'ın büyük mücahid eviadı Resul zade Mehmed Emin Bey, Nizimi hakkında;ld değerli ese rini yamıış , tamamlamıştı. Kitapta mevcut Ruslar aley hindeki hazı cümleleri münasib görmeyen Sovyet hayra-
198
Geneeli Nizami
( 1 141 - 1203 )
nı yetkililer, kitabın hasılabilmesi için bunları çıkarma sını iste<fiikleri vakit, rahmetli : ({Bunları ben yazmadım
ki, büyük Nizami yazmış. Onları çıkarmak ne benim hak kım, ne de kimsenin ktirıdır!'' demiş ve kitabı bastırmak tan vazgeçmişti. Bu k itap ancak
daha sonra, rahmetli
Tevfik lleri, Milli Eğirtim Bakanı olunca noksansız
halde Bakanlık tarafından
basılaıbilmişti.
bir
Geç açılıp, erken 'kapanan ve içindeki gönülsüz me · mur satıcıların yüzlerinden düşen bi n
parça
mağazalar
da pla.k ve kitap alış-verişimizi de "mümkün olduğu ka dar" tamamladı.ktan sonra,
"İntourist Oteli"ne döndille
Elimizdeki paketleri odalanmıza bıraıkıp otel karşısında · ki sahi·l parkın a gittik. İhtiyar erkek ve kadınlar sahile karşı 'koyulmuş :banldara cansız birer yaraıtık gi:bi otur muşlar ; sakin,
ümidsiz denizi ve uzaklan seyrediyor
lardı. Park içinde bir sergi binası vardı. Onun karşısında ki geniş meydanda ve ağaçlarla süslü yolun :bir kenarın
da, demir diılmıeler üzerine yerleştirilmiş panolarda bir takım resimler teşhir ediliyordu. Gagarin'den son feza yolcusu astronotlara
kadar
bütün
Rus feza pilotlarına
aid olan bu resimlerin altına, arkadaşlarımızdan biri, bir tebeşir bulsaydı : "Fatura" yazacaJktı.
Gerçekten Ö�bekistan Türk'ünün
pamuğu ve ipeği
gibi, Azel1baycan Türk'ünün de petrolü ; sömürü:len
gücü
ve alınteri kendisinden, kendi zarfıri ihtiyaçlarından ön
ce hep ibu Moskova faturalarının
ödenmesine harcan ı
yordu.
Kuzey-Doğu'nun sert rüzgariarına açık bulunan ve adına da (Bad-i Kfıbe (Ba;k il) denmiş,
Azeri
=
Rüzgar Şehri) oluşundan ötürü
Türk'ünün ka:lib i, gözbebeği belde
nin gece man!ZaraSını da, o akşam tertiplenen resını ye
rneğin verildiği, yüksek tepeden seyrettik.
200
"Neydi o akşam" diye ",bu Baku
hatırası, Sovyet
Rusya'ya yaptığımız gezinin yekıinuna bedeldi" dersem , asla mü:balağa etmiş olmazdım . . . Sayın Demirel ve Alihanof'un kullanmadan yaptıklan Tür:kçe
yemekte tercüman
konuşmalardaki sıcak
lık ve samirniyet ; genç Azeri kızlannın aynadıkları Ana dolu' daıkilerden zerrece far:ksız.-- milli Türk oyunları ve
hele ses sanaıtkarlarının, "Yarim İzmir'e başlayan programlan ile
gitmiş" diye
( Vatan ! Vatan ! Azelibaycan ! )
( Bütün canlar sana kuııban ! ) diye seslenişleri ; olmayan insan mı olur ?)
( Vatanı
şeklindeki figanları ve
( Ulu
Tanrı ! ) diye yüce Yaradan'a münacaatları ( yakarışları ) hep o gece verilen aıkşam yemeğinde oldu . . . Hep birHkte gözlerimizin
birkaç defa yaşarışı ne
benim, ne de o geceyi yaşayanlardan herhangi birimizin ve hele Güven Partili değerli arkadaşım Turan Şahin'in
örnrumüzün
sonuna kadar unutamayacağımız bir hatı
radır.
İki yanımda oturan Başbakan Yardımcısı ile Petrol Bakanı Az.eri kardeşler, ·kendileri votka ve şarap içerler ken, benim
b ardağıma bol bol nefis
köpüklü ayran ve
Azerbaycan
şerheti dolduruyorlardı.
Burada şereflerine
su dolu barda:k ·kaldırıp, su içmiyordum. Bu , "abdal" de mekmiş, hakaretmiş. Benim :böyle bir kastım olmadığını, sırf alkol kullanmayan bir Müslüman kardeşleri bulun duğumu onlar anlamışlar ; anlayışla, takdirle karşılamış lardı. Rahat rahat
konuşuyor ve anla.şıyorduk.
Yalnız
Azeri Bakanlardan biri : "Biz ne yahşi ankujırız. Amma, sizin radyonuzda Türkçe diye konuşulan dili, yeni çıkmış sözleri arılamiriz!" deyince ; bizler de : "Merak etmeyin, o 'uydurma dili bizler
de anlamıyoruz!" diyerek yine de
Anadolu Türk'ü ile Azerbaycan Tfuk'ü aniaşmıştık ve bu konuşmalara TRT'nin aramızdaki baş temsilcisi değerli arkadaşımız
Prof. İsmet
Giritli de
ş8.hit
bulunuyordu ...
201
Baku'dan Sonra Moskova
Ertesi gün, 27 Eylf11 Çarşamba günü, mahalli saatle 16'da Baku'dan ayrıla cak ve özel uçakla tekrar Moskova'ya
dönecektik. Doğrusunu söylemek �gerekirse, .buradan kestirme yol dan aziz vatanımıza dönmeyi daha çok istiyorduk. Zaten programın ilk düzenienişinde de hareket hattımız böyle çizilmişti. Fakat, sonraki değişikliklerle yeniden merke ze gidilip, iki gece daha orada kalmamız kararlaştırıldı. Ne yalan söyleyeyim, Baku'dan sonra Moskova, benim için bakiavadan sonra t:urşu tadındaydı. Baku'nun her tarafında konuşulan ve geçen Azeri kardeşlerimizle müşterek anadilimiz ; halkının büyük ço ğunluğu ile aynı kanı taşımamızın verdiği anlatılmaz duygu ve cazibe ve tek bir defa olsun ezan sesi duyma mış bulunmamıza ve bütün güçlüklere, yasaklara rağmen "Allah" adının konuşmalarında da, şarkılarında da yü rekten anılışına şahid olmak, bize : "Keşke şu son iki gün ve gecemizi de burada, gözlerimizin içine gülerek ba kan bu kardeşlerimizle geçirsek ! " dedirtiyordu. Ertesi sabah, Türkiye'li komünistlerin vaktiyle bu ralarda yuvalandıkları, çöreklendikleri yerleri, toplantı merkezlerini, matbaalarını, -fotoğraflarını alarak- bu günkü halleriyle tesbit etmek ve halen Baku'da faaliyet te bulunduğu söylenen ve bir taraftan da Türkiye'ye gel mek için vize isteyen Türkiye Komünist Partisi dirijan larından Sertel çifti'ni bulmak ve görmek istiyorduk. Ayrıca, Fuzfili'nin, kaidesinde şahane bir (Leyla ve Mecn(m) sahnesi canlandırılmış bulunan heykelinin, Gen eeli Nizami'nin, Azeri halk şairi Samed Vurgun'un muh teşem heykellerini sabah ışığı ile görmek ve fotoğrafla rını çekmek arzusundaydık. Artık yeniden din ve vicdan hürriyeti tanındığından ve geldiğinden bahsolunan Sovyet Rusya'nın bu Müslü202
man Türk şehrinde, minarelerde ezan ve mescitlerde ce maat kalıp kalmadığını, bulunup bulunmadığını öğrene cektik. Sabah, kararlaştırdığımız saatte otelimize gelecek olan mihmandarımız Baku'lu Kudret Bey ortalıklarda görünmemişti. "Kimbilir ne için, nasıl bir emir ve vazife almıştır ?" diyerek programımızın bu bölümünü tamam Iayabildiğimiz kadarı ile kendi kendimize hallettik. Türk Hey'eti'nin Belediye Sarayı'nı ziyareti ve yeni yapılmış Baku Metrosu'unu gezmesi sırasında, kafileye yetişmiş ve katılmıştık. Baku Metrosu, cidden takdire değer muhteşem bir eserdi. Bolşevik Ihtilali'nin 50. Yıldönümü'ne yetiştirilip o gün halkın hizmetine girecekmiş ; ilk defa olarak bize gösteriyorlardı. Evvelce Fransa ve Amerika'da mevcut metroları da görmüştüm . Moskova'da ve Baku'da müşahede ettiğimiz metrolar, Sovyetlerin yerüstü işlerinde Avrupa ve Ame rika'dan geriliğine mukabil, yeraltı faaliyetlerinin bu bö lümünde de büyük çaba sarfettiklerini ve bu yeraltı işin de adeta Avrupa ve Amerika ayarında, hayli ileri olduk larını ortaya koyuyordu. Sovyetler, Ekim 1967'de Komünist İhtHali'nin 50. Yılı nı kutlayaca;klardı . Amma, :bolşevizmin gayyasına üç yıl sonra düşmüş kara bahtlı Azeri kardeşlerimiz 27 Nisan 1970'de 50. matem yıllarını anacaklardı. Şu halde bu zo raki 50 . yıl hazırlığı "patron"un şerefine idi. Metro'dan, Belediye Sarayı'na ve sonra oradan yo kuş aşağı park karşısına, dört-yol kavşa.ğında bekletilen otomobillere kadar olan mesafenin yaya yürünınesini tek lif eden Azerbaycan Başbakanı Enver Alihanof, halkın o derece coşkun, yürekten bir sevgi tezahürü göstereceğim tahmin etse idi, muhakkak ki böyle bir davranışa cesaret edemezdi. 203
Caddeleri gerçekten mahşeri bir kalabalık doldur muştu ve yollar bir taraftan öte yana geçHemiyecek hal de idi. Binaların pencere ve halkonlarından sarkan hal kın çok candan, çok samimi alkış ve bağırışları inanıla cak gibi değildi. Başbakanımız önde, evsahipleriyle birlikte yürürler ken, biz polis kordonlarını yaran ve hiçe sayan halkın arasında kalmıştık. İleriemek gerçekten çok güç oluyor du. Yanımdaki arkadaşım sayın Osman Sabit Avcı, bir ara : "Yahu kayıbolacağız ! Şöyle arkadan yetişelim ! " de mişti. Bunu duyan yaşlı bir Azeri b acı bize sesleniyordu : ((Burası sizin karda§larınızın vatanıdır! Ozünüzün vata nıdır! Siz burada heç kaybolursınız mi ?"
Polislerin motosikletlerini halkın üzerine sürmeleri ne ve halka karşı cop kullanmalarına rağmen, yol açma çabaları boşa gitmişti. Yaşlı - genç, kadın - erkek bütün yollara dökülmüş Azerbaycan'lı Türk kardeşlerimiz, Ana dolu'dan gelmiş biz misafir kardeşlerini yakından gör mek, selamlamak, alkışlamak, kucaklamak istiyorlardı. Bir yaşlı kadının kordonu yarmasına karşı : "Bacım, ezilirsen ! " diyen polise : "Ezilirsem ezilirem !" diye kar şılık veren ve polisi iterek Bayan Demirel'e ulaşan ve onu yaşlı gözlerle kucaklayan kadının manzarası, dakika lardır zor zaptedebildiğimiz gözyaşlarımızı pınarlarından taşırdı. Sonsuz sevgi gösterileri arasında güçlükle erişti ğimiz otomobilierimize bindikten sonra da, kaç gündür bizi yalnız radyo, televizyon ve gazetelerden izleyen Aze ri kardeşlerimizin hayırlı uğurlama temennileri, Türki ye'ye selamları, tatlı - şirin sözleri devam ediyordu. Takriben XI. Yüzyılda düşmandan korunmak için yapılmış ve bugün şehrin sembolü olan Kızkalesi'nin önü ne gelip orada evsahipleriyle "hatıra resimleri" çektirir ken birbirimize, gördüğümüz umulmaz, beklenilmez coş204
Türk Hey'eti ile A:ı:erbay<•an'h karde�lerin son BakO. hatırası: Tarihi Kızkalesi önünde.
kun sevgi selinin ruhlarımızda bıraktığı emsalsiz hayran lığı ve sevinci anlatıyorduk. Bu yerlerde daha bir benzerine belki de yıllardır hiç şahid olmadıkları için başlangıçta manzaranın heybetin den tel§.şlanan Sovyet mihmandarlarımız, evaahipleri ve vazifeliler ; bilhassa bizim sonsuz memnuniyetimiz karşı sında adeta bir nev'i "iftihar" duygu�u ile kabarıyorlar, rahatlıyorlardı. M. Fedorov'un bana : "Nasıl ? Nasıl ?" di ye soruşlarında : "Gördünüz mü ? Bizim halkımız da tıp kı Batı ülkelerinde olduğu gibi caddeleri dolduran ve sev gisini istediği gibi ortaya dökebilen insanlardan ibaret tir. l'cabında polis kordonunu da kırıyor" ma'nasına ge len bir gurur hali aşikardı. Biz ise : "Allah sonlarıni hayır etsin ! " duasında ve temennisinde bulunarak endişemizi açıklıyorduk. Nitekim Havaalanına gidişimiz hiç d e ilk geldiğimiz günkü gibi olmamıştı. Belki o saat, henüz çalışma vakti idi denilebilir. Fakat sabah, öğleye doğru halkın şehir içinde gösterdiği o taşkın tezahüratın, uğurlama esna sında daha da ileri gitmemesi tedbiri olacak ki, çok sıkı polis ve trafik tertibatı alınmış bulnan bir tenha yoldan, son sür'atle meydana getirildik. Biz esasen Azeri kardeşlerimize daha sabahtan ve da etmiş sayılırdık. Cidden şükranla belirtmeye mecbu rum ki, bana daha da hususi bir nezaket ve misafirper verlik gösterdiler. Yetkililer, otele beni uğurlamaya gel miş eşimin teyzezadesini havaalanına kadar beraber ge tirebileceğimi söylediler ve bu izin, bizi son derece mem nun ve müıtehassis etti. Baku'yu bütün gerçekleri ile görebilmem ; Baku'daki Azeri kardeşlerimizin halini, moralini, uyanıklığını ve milli şuur ve kültür seviyelerini bizzat yakından müşa hede edebilmem, yalnız benim ıbilgi ve ümidimi arttır mamış, aynı zamanda bana birçok hususların hatasız de-
206
G ülmeycn, mahzOn yüzlt•r.
ğerlendirilmesi, i'zahı ve tesbiti imkanlarını da sağla mıştır. Bütün gençliğinizi yoluna koyduğunuz, uğrunda göz kırpmadan can verebileceğiniz, elinizden alınmış biricik sevgilinizi bir hainin kollarında görseniz, neler duyarsı nız ? Benim Baku'dan ayrılışımda hissettiklerimin büyük bir kısmı da öylesine acı idi. Amma sevindiğim, şad oldu ğum,. umudlandığım ve şükran duyduğum hususlar ve tatlı taraflar da az değildi... İlyuşin'in merdivenlerinden çıkıp, uçağın kapısından içeri girerken, geriye dönüp alana bir kere daha bakama dım. Mahalli saatle tam 16'da havalandık. Kuş bakışı Baku, gelişimizde yalnız "güzeldi", gidişimizde ise, "gü zel" olduğu kadar da "mahzun"du ... 2 2 0 km. mesafenin 3 saat 20 dakikada tüketilişi, ba na yarım saat kadar kısa ve sür'atli gelmişti. Moskova' ya, oranın saati ile 18.20'de vardık. Tekrar Sovyetskaya Oteli'ne indiğimiz vakit hava iyice kararmıştı. Her biri mize, ilk gelişimizde ayrılmış aynı odalar verildi. Yemek . salonunda, evvelce bizim oturduğumuz masalarda yine küçük (Türk ve Sovyet) bayrakları bulunuyordu. Masaların diğer bir kısmında ise (Sovyet-Pakistan) bayrak. ları vardı. Biri kırmızı, biri yeşil zeminli ve beyaz ay yıldızlı bayrakların sahibi iki kardeş ülke ile Sovyetlerin aynı zamanda iyi komşuluk ve dostluk görüşmeleri yap masını "uğurlu" bir tesadüf saydık. Baktı'da tamir gören tarihi bavulum, bu defa odama yeni bir felakete uğramamış halde, sağlam olarak geti rilmişti. O gece, birtakım gazete, radyo ve televizyon muha birieri benden Sovyet Rusya gezisi sonundaki intib8.la rımla ilgili bir beyanat istediler. Hey'et'imizdeki diğer bü tün parlamento üyelerinden gerek bizim gazeteciler, ge rekse Sovyet muhabirieri birer beyanat almış bulunuyor� 208
lardı. Programımiz henüz bitmemişti. "Benden ancak ha reket edeceğimiz sabah böyle bir beyanat alabilirsiniz ! " dedim ve nitekim öyle yaptım. Ertesi sabah, arkadaşım sayın Prof. Yalçın ile bir likte, mihmandarımız M. Fedorov'dan bizi Moskova Üni versitesi'ne götürmesini istedik. 28 Eylul Perşembe sabahı, resmi goruşme lerin tamamlanmasına ve müşterek TürkSovyet tebliğinin hazırlanmasına ayrıl mıştı. O sabah ilk defa, Rusya'da bulunduğumuz son bir hafta içinde çıkmış Türk gazetelerini görmemiz ve göz den geçirmemiz mümkün oldu. Solcu gazeteler, gerçek ten büyük bir başarı ile sonuçlanmakta olan Demirel'in Sovyetleri ziyaretini küçültmeye, gölgelerneye çalışıyor lardı. Buradan verilmiş veya Bab-ı-ali'de uydurulmuş ba zı düzme haberlerle de, şahıslarımız hakkında yalan ve tezvirler saçmak çabası da buna ekleniyordu. Basın temsilcilerimizin, hür hiçbir şey bulunmayan bu i'tibarla hür basını da olmayan Sovyet Rusya'da gör dükleri ilgisizlik, maruz kaldıkları bazı üzücü muamele ler, hepimizi cidden müteessir etmişti. Fakat, Moskova' ya dönüp de, son bir haftalık Türk gazetelerinin sol ka nadındaki yakışıksız hali görünce, burada gördükleri muameleleri hatırlayarak, gayriihtiyari : "Dinsizin hak kından i'mansız gelir ! " dedim. Şüphesiz bu duyuşlarımız, yanımızdaki son derece dürüst, objektif ve vatansever görüş, düşünüş ve davranıştaki yaiar arkadaşlarımiZ ve gazeteleri için değildi ve olamazdı. Bu, ancak, yıllardır komünistlere kadrosunda yer veren ve açıktan açığa ko münist propagandası yapan Moskova hizmetkarlarının, milliyetçi ve anti-komünist Demirel Hükumeti'nin başa rısı karşısındaki tahammülsüzlerin kızıl güruhuna kar şı idi.
Moskova Üniversitesi
209
Prof. Aydın Yalçın ile birlikte yarım günümüzü har cadığımız Moskova Üniversitesi'ni ziyaret programımız, hayli faydalı oldu. Kısa bir zamanda, sathi olarak gör düğümüz şeyler de, bize birçok hususlarda fikir verdi. Moskova'nın, şehre nazırlığı ve çevresi bakımından en mu'tena bir tepesine, şüphesiz "Lenin Tepesi" adı ve rilen yere, inşa edilmiş (Moskova Lomonossov Devlet Üniversitesi) , mevkii, parkları, muazzam binaları, labora tuvarları, sınıfları, kütüphaneleri, yemekhane ve yatak haneleri, tiyatro ve spor salonları, yüzme havuzları, fut bol, basketbol ve tenis sahaları ile cidden modern, muaz zam bir kuruluştu. Önünden arkasına, içinden dışına, altından üstüne kadar her tarafı, herşeyi Karl Marks'la Lenin'e izafe edil miş bu müessese, hiç şüphe yok ki, komünist rejim ida recilerinin ve liderlerinin, içeride komünizmi yaşatmak, dışarıda komünizmi yaymak için kurdukları ve çalıştır dıkları "Kızıl Karargah"ların biri, belki de en büyüğü, en kuvvetiisi ve te'sirlisi idi. KabUl etmek lazımdır ki : Faşizm, nazizm ve komü nizm gibi totaliter rejimler, rejimlerinin selameti ve baş lıca te'minat unsuru olarak gençliğin yetiştirilmesine, de mokratik rejimle idare olunan memleketlerden daha faz la ehemmiyet vermişlerdir. Moskova Üniversitesi'ne dökülmüş oluk gibi para nın ve gösterilmiş göz kamaştırıcı ihtimarnın gerçek ma' nasını biz, komünist rejimin gençliğe verdiği bu önemle i'zah edebildik. Yıkılan faşist ve nazi rejimlerinde Mussolini ve Hit ler'in ilk günlerinden son aniarına kadar, faşist ve nazi gençliklerine dayanmış teşkilat ve faaliyetleri, benzer leri ile Sovyet Rusya'da da aynen mevcilddu. Bugün, Batı'lıların gaflet ve suçları yüzünden 50 ya şını doldurarak ayakta durabilen, fakat, kati surette di-
210
ğer totaliter rejimterin akıbetine mahkum bulunan ko münist rejimde de kızıl şefierin ve komünist idareterin gençliğe verdikleri büyük yer ve değer &şikardır. Ekim 1917 Bolşevik İhtilali'nden yani Lenin'den bu yana, komünistlerin, rejimlerini bütün dünyaya yaymak ve kızıl Dünya İmparatorluğu bulyalarını gerçekleştir mek için, her hür milletin bilhassa gençlerini kandırarak veya kaçırarak Moskova'da yetiştirip, ihtilalci kadro teş kil etmek, kızıl ihtilal vasatını hazırlamak veya kızıl Rus ya'nın "kurtarıcı müdahale ? !"sini sağlamak üzere tekrar kendi yurtlarına gönderdikleri de ma'lumdur. Bugün Sovyetlerin, Asya, Afrika ve Latin-Amerika memleketleri öğrencilerine, kendi yurtları için birer ida reci ( ? ! ) sınıf yetiştirmek halisane dostluk ( ? ! ) maksa dıyla, Moskova'da kurdukları (Halklar Dostluk Üniver sitesi) de, bütün dünya gençliğini yıkıcı yollarda kullan manın diğer kötü bir örneğidir. Baku'da gördüğümüz İlimler Akademisi ve Üniver site Tıp Fakültesi Polikliniği ile bir lise ; son olarak Mos kova'da bir - iki saat incelemek fırsatını bulduğumuz Moskova Üniversitesi, bize Sovyet eğitim sisteminde gençliğe gösterilen ilgi ve atfolunan ehemmiyet hakıkın da oldukça fikir verdi. Sınıflar küçük, öğrenci sayıları normal, okulların umumi havası sakin ve disiplinliydi. Şüphesiz, rejimin sı kılığı da bu disiplinli görülen düzende mühim bir amildi. Bol ve çeşitli ders araçları ; laboratuvarların zengin liği, müsbet ilim derslerinin daha ziyade tatbiki metod larla öğretildiği intibaını veriyordu. Orta halli gösterişsiz, sade, temiz ve düzenli Avrupai bir giyim seviyesi gösteren kızlı - erkekti, beyazlı - zen cili binlerce üniversite öğrencisinin birbirine yakın bir kılık ve kıyafetleri, üzerimizde müsbet bir te'sir bırak mıştı. Kız öğrenciler arasında aşırı tuvaletli, mini etekli 211
örneklere' rastlamadığımız gibi ; delikanlılann da pis sa ıkallı ve favorili "Kastro-z&de"sini hemen hiç
görmedik.
Daha sonra, sayın İsmail Halcin Tekinel ile birlik
te, Kremlin'deki yemekte konuştuğumuz Eğitim Bakanı
Madam Fuı.ıtseva'nın : "Oiddi Sovyet gençliği bu hafiflik
Zere sapmıyor!" sözü ıbize, hürriyetten bunalıp "sosyal adalet" diye sar'a nöbeti geçiren ((baba ekmeği düşmanı" bizim bazı sapıkların ve gayn ciddilerin perişan halle rini hatırlattı. Moskova üniversitesi'nin
6000 öğrencisinden, Mos
kova'lı olmayanlan ve yrubancıları banndıran tek ve çift odalı ucuz, her konforu haiz öğrenci yurtlan ; herkesin
servisini kendi yaptığı yemek salonları ; derse çalışanla ra, ·araştırma yapanlara, asistan ve profesörılere mahsus
her medeni ve modern imkana sihib okuma salonlan,
6
milyon kitapll'k zengin kütüphanesi ; zemin ·katta birkaç yerde rastladığımız, aranılan her üniversite kita;bını çok ucuz fiatla
satan (kitap satış servisleri) ; konser, temsil
ve spor ihtiyaçlannı ayaklarına getirmiş imkan ve kolay lıklıtr ; · buradaki öğrencilere oldukça monoton fakat sa kin ve düzenli, disipli bir tahsil hayatı bahşediyordu. Maıtematik tahsil eden bir Baku'lu öğrenci, kılavu zumuz öğrenci hanımla İngilizce komışmanuza rağmen, bizim Ti.lıık olduğumuzu farkederek yanımıza geldi. Ken disi ile epeyce konuştuk. "Daha önce burada dört - beş
Türkiye'li öğrenci de vardı. Şimdi üç - dört ay oluyor ki hiç görünmüyorlar .. " dedi. Kabiliyetli öğrencilere çeşitli
kolaylıklar ve teşvik
edici mükafatlar sağlanıyormuş. Öğrenci başına ayda
40
ruble burs veriliyormuş. Sovyet üniversitelerinde bir yıl sınıfta 'kalan öğrencinin ıbu:rsu derhal kesiliyor. Bir devre içinde iki defa sımfta kalanın ise, başka hiçbir üniversi tenin hiçbir fakülte veya bölümüne devam edememek üze-
212
re ilişiği kesiliyor ve üniversite tahsili imkamna son ve riliyor. Rusya'da san'atkarlarla, ilim adamlarının ve spor... cuların, toplum içinde yaşama seviyesi en rahat ve yük sek, en i'tibarlı bir sınıf teşkil etmeleri ; Sovyet gençleri ni san'atkar, ilim erbabı veya sporcu olmaya hevesien diriyor ve teşvik ediyor. Derslerin gerçek mahiyetini, programları ve bilhas sa sosyal, ideolojik faaliyet ve propaganda mes'elelerini incelemeye fırsat bulamadığımız üniv.ersite binası içinde muhtelif yerlere asılmış veya yazılmış, çeşitli öğrenci te şekküllerine, üniversite-dışı bazı kuruluşlara aid reklam, haber ve propaganda ilanları gördük. Birtakım broşür ler, gazete ve dergiler de bu reklam ve propaganda ilan larının altında veya yanında tomar halinde yığılmış bu lunuyor ve üzerlerinde de "ücretsiz alınabilir" diye işa ret olunduğu görülüyordu. Bu basılı propaganda evra kının dışarıdan gelmiş olanları da vardı. Baku Kütüphanesi'nde rastladığımız, Türk solcuları nın ve komünistlerinin karargah kurdukları, yazıp çıkar dıkları, ( Y e d it e p e ) , ( Y ö n ) , ( A n t ) , ( K i m ) gi bi dergilerden burada yoktu. Belki de Türk öğrencilerin bulunmayışından, bunların getirilmesine lüzum görülme mişti. Arapça ve acemce olarak hayli dergi ve gazettı vardı. Arapça ( E I A h b a r ) gazetesi başta olmak üzere, bu sol gazete ve dergilerin dış yüzlerinde İsrail ve Vietnam mes'eleleri gibi aktüel konular Moskova görü şüne uygun şekilde ele alınıyor, yorumlanıyor ve iç sa hifelerinde ise Marks, Engels ve Lenin'in resimleri de ba sılarak komünizm propagandası yer alıyordu. Sıkı disiplin ve baskı altında ayakta tutulmaya bü yük Ç8!ba harcanan 50 yıllık ·kızıl rejimin, ,garanti unsuru olarak yetiştirdiği ve yaratbğı "imtiyazlı sınıf"ın biri or du ise, i.kincisi üniversite ve .gençlikti. 213
Fakat İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra "Ordu" da, "Gençlik" ve ''Üniversiteler" de az veya çok Batı ile, hür alem ile temas etmişler ; bilmedikleri, görmedikleri bir çok gerçekler ile yüzyüze gelmişler ; tatmadıkları dünya ni'metleriniiı tadını almışlardı. Eğitim Bakanı Madam Furtseva, bazı sosyalist Batı ülkelerinin üniversitelerine teknik alanlardaki yenilikleri takip maksadı ile öğrenci ve ilim adamı gönderdiklerini söylemişti. Bunlar rejimin eğitim politikası için birer iyi nottu. Fakat bu eğitim ·gören ve hür düşünce siste mine alışan, gönül veren aydınların, bir de milli şuurları uyanınca, bunlarda husfile gelen gayrı memnunluğu ön lemek ve gidermek, halli çok müşkü1 bir mes'ele olarak meydana çıkmaktadır. Amerika'lılar başta olmak üzere, hür Batı milletle rinin affolunmaz gafletleri sayesinde İkinci Dünya Sa vaşı'ndan galip çıkarılmış ve XX. Y.üzyıl sömürgeciliği
nin en hain metodları ile hür Avrupa ülkelerini esireti al tına almış ; Almanya'yı ve Berlin'i ikiye bölmüş bulu nan Sovyetlerin vatandaşlarına kazandırdığı "Zafer İk siri" şüphesiz kendilerine iftihar ve gurur veren te'sirli -bir .Uaçtı. Fakat, Doğu Almanya ve Doğu Berlin, Sovyet lerin, Utançduvarı ile kendi yüzlerine ve XX. Yüzyılın yüzüne sürdüideri bir yüz karasıdır1P. Bilhassa kendi öz ülkeleri saydıkları topraklara, bu peyk memleketlerden işe yarar herşeyi gaspederek ta şımaları ve Sovyetler Birliği'ni bu uydu ülkeler ile güven kalkanı halinde sarmaları ve emniyete almaları; Stalin sonrası çağında rejimde görülen zarfiri yumuşamamn es kiye kıyasla getirdiği nisbi ferahlık, bugün için rejimin istikrar bulduğu zehabını verebilir. Amma, gerçeği ve ıo
Bk. Dr. TevetoA-lu : Yirminci Ytızyılm Yüzkarası : Uta.nçduva n,
214:
Ankara 964.
geleceği hesap ve tahmin etmek hiç de ekadar çetin de ğildir.
28 Eylul Perşembe günü saat 13.00'de Kremlin Sa rayı'nda Sovyet Hükumeti tarafından verilen son resmi ziyafete katılmak üzere, Moskova Üniversitesi civarında bulunan, sayın Başbakanımıza tahsis olurnmış "misafir hane"ye uğradık. Bizim de dahil bulunduğumuz Türk Hey'eti ile Sov yetler Birliği'ne yaptığı ziyareti tamamlamış olan genç ve dinamik Başbakanımız Demirel, bu sabahki son görüş melerden ve düzenlenen (Türk - Sovyet Ortak Bildirisi) ' nden de "başanlı bir sonuç" diye bahsediyorlardı. On günlük ziyaret, çeşitli yerlerde çeşitli konularda görülen örnekler, Sovyet liderleri ve idarecileriyle yapı lan başarılı temaslar ve bilhasa Özbekistan ve Azerbay can, sayın Demirel'in iki yıllık yorgunluğunu tamamen gidermiş ve
Türkiye'nin genç
Başbakanı'nı büsbütün
dinçleştirmişti. Tam metnini okuduğumuz (Türk - Sovyet Ortak Bil dirisi) , ilgi çekici bir tarihi belge idi. Teknik alanlarda olduğu kadar, diplomatik münasebetlerde de büyük bir kudret ve kabiliyete sahip olduğunu, bu ziyaretin her saf· hasında sevinç ve gururla müşahede
ettiğimiz Başba
kan'ımızın "Dış Politika" hizmetlerindeki
başanlarının
ilk mühim vesikalarından biri sayılacak bu bildirinin baş lıca unsurları, şöyle özetlenebilirdi : Evvela, 1964 Kasımından bu yana yapılan Türk Sovyet ikili temasları sonunda yayınlanmış bütün bildi riler incelendiği zaman görülür ki, bu bildiri, hepsinden uzun ve müsbet ma'nada farklıdır. İlk def'ad.ır ki, taraf lar, iki ülkeyi ve bütün dünyayı alakadar eden mühim mes'eleleri oldukça derin ve geniş bir sftrette babiskonu su ve müzakere etmişlerdir.
215
Dünyanın bugünkü mühim mes'elelerinin
bildiride
isim zikri suretiyle yer almış bulunmaları, şu hususu da gün ışığına çıkarmıştır : Taraflar, bu mes'elelerin çoğun da esas bakımından ayrılıklar arzettikleri halde, genel görüşler noktasında bir benzerlik taşımaktadırlar. Görüşmelerin iyimserlik ve başarı havası, milletler arası münasebetlerin genel çerçevesi içinde bulunmakla beraber, ikili bir vasfa da sahiptir. Milletlerarası umumi münasebetler bakımından, bu ikili münasebetlerin ilk te mel unsuru : "Barış içinde bir Bunlar da :
arada yaşamak" ilkesidir.
(İyi komşuluk, bağımsızlık, toprak bütünlü
ğü, karşılıklı hakimiyet ve hak eşitliğine saygı ve birbir lerinin içişlerine 'kat'i surette ıkarışmamak) 'tır. Diğer taraftan ikili münasebetler, Türkiye'nin bir l'iJ'ATO üyesi ülke oluşunu peşinen kahU:l etmiş bulunuyor du. NATO üyeliğimiz, Sovyet Rusya ile ilgili münasebet lerimizi geliştirmeye engel olmadığı gihi, Tüıık
-
Sovyet
münasebetlerinin belirtilen şartlar çerçevesinde gelişti rilmesi de, Türkiye'nin NATO üyeliğine ,gölge düşürmü yordu. Ortak bildiride zikrolunan siyasi ve ekonomik konu lardan Türkiye'yi ilgilendiren en önemlisi, Kıbrıs mes'e lesiydi. Bir nokta müstesna, Kıbrıs konusunda söylenenler, daha önceki Türk - Sovyet bildirilerinde yer alan sözle i-in aynı gibiydi : Kıbrıs Devleti'nin bağımsızlık ve top rak bütünlüğünün muhafazası, Türk ve Rum milli cema atlarının varlık, hak ve menfaatlarıyla, güvenlik ve kar şılıklı i'timad içinde yaşamalarının sağlanması. Bildiride taraflar : Kıbrıs Devleti'nin bağımsızlığına son vermek teşebbüslerinin arzettiği tehlikenin ciddiyeti
ni belirtmişlerdir. Yani bu demektir ki, tek taraflı bir
Enosis (ilhak) teşebbüsü, Türkiye ile Sovyet Rusya'yı or tak bir cebhe halinde karşısında bulacaktır. 216
Bildirinin ekonomik mes'elelerle ilgili bölümünde dik kati çeken husus, Türk Hükumeti'nin iki ülke arasındaki ekonomik münasebetlere doktrin açısından değil, Türki ye'nin çıkarları ve hızlı kalkınma çabaları açısından bak masıdır. Bu görüşün neticesi, bu yılın başında Türkiye - Sov yetler Birliği arasında imzalanan bir ticaret anlaşması, 1 Temmuz 1967'den itibaren, iki ülke arasındaki ticaret hacmini bir yıl içinde iki misline, yani 700 - 750 milyon Türk lirasına çıkarma hedefini güdüyordu. Bu son görüşmeler sonucunda ise, Türkiye, Sovyet Rusya'dan 200 milyon dolarlık malzeme ve teçhizat ala caktı. Mühim ve dikkate değer bir nokta da, bu bedelin %60'ının tanm ürünlerimiz, % 40'ının da sanayi' mamiil lerimiz ile ödenmesi şaııtıdır. Rusya'dan alınacak malzeme ile kurulacak fabrika lar, (Ereğli Demir - Çelik te'sislerinin tevsi'i, üçüncü bir Demir - Çelik Fabrikası'nın, bir petrol rafinerisi ile alü minyum ve asid sülfirik fabrikalarının kurulması) gibi, Adalet Partisi İktidarı'nın ve Demirel Hükumeti'nin eko nomik gelişme anlayış ve felsefesine uygun İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda yer alan, büyük önem verilen teşebbüslerdi. Bildiride, iki ülke arasındaki temel menfaatleri zıd diyet haline sokacak bir mes'elenin mevcud olmadığı da belirtiliyordu. Esasen Türk - Sovyet münasebetlerinde zıddiyet yaratan herhangi bir tahrikin hiçbir zaman Tür kiye ve Türk milleti tarafından vaki' olmadığı gerçeği karşısında bu, Sovyetlerin de badema iyi münasebetleri bozacak herhangi bir tahrike teşebbüs etmeyeceklerinin ifadesi ve garantisi idi. Zaten Sovyet liderleriyle yapılan resmi ve husı1si her konuşmada, ağız-birliği halinde, Stalin'in Türkiye üze217
rinde takibettiği sakat politikayı adeta özür dileyerek yerıneleri de, bu husfısu te'yid ediyordu. Türk - Sovyet ortak bildirisinde yer alan üç mühim milletlerarası mes'ele ise : (Orta Doğu, Vietnam ve Si lasızlanma) konularıdır. Daha önceki Türk - Sovyet Bil dirileri'nden farklı olarak bu üç mes'ele bu defa teker te ker ele alınmıştır. Bildiride, Birleşmiş Milletler de bahis konusu olmuş ve yine bu teşekkülden genel barış temen nileri çerçevesinde söz edilmiştir. Türkiye, son Arap - İsrail çatışmasında, Arap dün yasımn yaronda yer aldığı için, Türkiye ile Amerika ara sında bu konuda önemli görüş ayrılıkları mevcuttur. Tür kiye'nin Orta Doğu mes'elesindeki tutumu daha ziyade Sovyet Rusya'nın görüşü ile bir yakınlık arzetmektedir. Türkiye, temel hedef ve prensipler bakımından Sovyet lere zıt kutuplarda bulunmakla beraber, Orta Doğu bulı ranının çözülmesi için İsrail'in mühim ta'vizler vermesi gerektiği noktasında bir görüş birliğine sahiptirler. Or tak bildiride bu husus belirtilerek : "Olup-bittilerin kabUl olunamayacağı, kuvvet kullanmanın toprak illiakım hak lı kılamayacağı ve siyasi avantaj sağlamayacağı" müşte rek görüşleri sıralanmış bulunmaktadır. Şüphesiz bu son "ortak görüşler" Kıbrıs politikasını da tavsif ediyordu. Silahsızlanma konusu, esas i'tibariyle, nükleer silah l arın yayılmasını önlerneyi hedef tutan Cenevre Andıaş ması çerçevesinde mütalaa olunuyordu. Bilindiği gibi, bu konuda Amerika ile Sovyetler arasında ibir mutabakat mevcuttur. Fakat hu antlaşmaya Almanya, İtalya, Fran sa ve Hindistan gibi devletlerin de i ' tirazı olmuştur. Tür kiye ile Sovyetlerin bir görüş birliği taşımadıklan genel silahsızlanmanın diğer mühim taraflarına bildiride hiç temas edilmemiştir. OrtaJk bildiride Vietnam konusuna ,kısaca değinilmiş ve mes'elenin 1954 Cenevre Andiaşmaları ve Vietnam
218
halkının
seııbestçe
kendi kaderini
dayanılarak
tayin
etmesi hakkına
çözümlenmesi, tarafiann ortak görüşü ola
rak .belirtilmiştir. Vietnam probleminin çözülmesi ve bu rada ibarışm te'sisi yolunda Türkiye, Sovyetler Birliği ile çok değişik göri.işlere sahip ıbulunmasma rağmen, bildi ride bu far:klılık meskut geçilmiştir. Bildiri, Sovyetlerin 'IIi.iıık iye'yi belirli bir görüşe zor lamaktan ·kaçındıılclannı açıkça ortaya koyuyordu. Tür:ki ye'nin milli menfaa;tlerine ve temel prensiplerine
karşı
bir �görüşe zorlanmasına imkan bulunmayan ve bırakma yan sayın Demirel'in, müzikerelerin ve bildirinin atmosferinden duyduğu
mflnis
memnunluk da buradan geli
yordu. İhtil.ij.l sonrası Türkiye'sinin iç politikasında çok
kısa zamanda büyük kalkınma başarısı sağlamış Demir el'in, Türk-Sovyet münasebetlerinde eriştiği mesafe, genç Başıbakanın
Türk
dış
politikasındruki
ilk
zaferlerinden
biri sayılmaya layıkdır. O gün öğle vakti, Klemlin Sarayı'nda
verilen son
resmi ziya.fette, Sovyet !iderleri, Prezidyum üyeleri ile yapılan konuşmalarda, misa.firperverHğe de misa.firliğe de çok i'tina gösteren herkes, "iyi başladık, iyi lbitirelim" arzU.su içindeydi ve sohıbetlere ortak bildirinin munis ha-
vası h8.kirndi. Şüphesiz · son dakika, on
gün
içinde değişik bölge
lerde kısmen de olsa �gördüğümüz "iyiler, fenalar ve çok fenalar"ın muhaoobesini,
münakaşasını
yapcak değildik.
Ancak, bize her tarafta izhar olunan samimi misa.firper
verliğe nez8.ketle teşekkür borçluyduk Onu da hepimiz adına sayın Demirel tam ve mükemmel bir surette eda
ediyorlardı :
((Herşeyden evvel şunu belirtmek isterim ki, Türki ye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olarak bana ve Türk mil letinin temsilcüeri olarak bütün Hey'etimize gittiğimiz
219
·
her yerde yakın bir alaka ve samimi bir misafirperverlik gösterilmiştir. Gördüğümüz bu ilgiyi Sovyetler Birliği Hükumeti'nin halklarının Türk - Sovyet münasebetlerine at/ettikleri değerin bir nişanesi telakki ediyoruz."
Son gün, öğleden sonra Tüıık Hey'eti'nce gezilen (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Ekonomik Ba şarıları Sergisi) iyi düzenlenmiş bir sergiydi. Fakat "Sov yet Sosyalist Cumhuriyetleri'nin ekonomik başarıları", üzerinde çok münakaşa edilebilir bir konu idi. Komünizmin, bütün milletleri kardeş yaparak, in sanlığı ebedi barış içinde tek bir dünya cennetinde bir leştireceği yalanı, başta Macaristan olmak üzere, 50 yıl içinde çok acı ve pahalı örneklerini vermiş ve iflas et miştir. Komünizmin "herkesin kabiliyetine göre çalışacağı, istihsa.Iden ihtiyacına göre pay alacağı" aldatıcı vaadinin de doğruluk ve samirniyet derecesini ve ne miktar yeri ne getirildiğini, on gündür görmeye imkan ve fırsat bul duğumuz gerçek tarafları ile öğrenmiştik. Açıkça ortada ve meydanda idi ki, komünist reji min tatbikatı olarak Rusya'da, kendi deyimleriyle, "kapi talist ve ıburjuva rejiminin insan emeğini körleten, taıbiat imkanlarını kısırlaştıran, istihsali tahdit eden mel'fın sis temi" kaldırılmış, yokedilmişti. Fakat, sosyalizmin, kol lektivizmin Sovyet halkına sonsuz bir bolluk ve zenginlik getireceği boş iddiası da, 50 yıllık bir ham-hayal olarak her tarafta sırıtıyordu. Çarlık Rusya'sı ile aşağı - yukarı aynı ekonomik se viyede bulunan İtalya ve Japonya'nın son 50 yıl içindeki kalkınma ve ilerlemelerini ; bugünkü İtalyan ve Japon halkının hak, hürriyet, yaşama ve mutluluk zenginliği He, Sovyet Rusya'nın en iyi köşesinden, en feci bölgesine ka darki halkın durumu ile bir mukayese etmek, ilmin ve 220
Ekonomik BaĹ&#x;arÄąlar Sergisi'nde.
gerçeğin tam bir ifadesi, tipik bir örneği olurdu. Ya ko münist rejim gelmese, Rusya eski ziraat ve endüstrisini eski şartların ve sistemlerin içinde geliştirse idi, bugün ne halde bulunurdu ? Bunları tahmin ve hesap etmek oka dar gllç değildi.
Son geeemizin
programı boştu.
Moskova'da Son Gece Gerçekten ideal ve idealist insan, ve Son M" uşahede ...
değerli meslekdaşım Isparta Mil-
letvekili . Dr. Ali İhsan Balım ile karşılıklı intibalarımızı konuşuyorduk. Doğrusunu söylemek gerekirse, altı ve üstü birbi rinden zengin bu milyonlarca hektar topraklarda tam yıl, yüzmilyonlarca
insanın kızıl kırbaç
50
altında boğaz
tokluğuna çalışması sonunda, çok daha yüksek bir eko nomik seviye ve hayat standardı ile karşılaşacağımızı um muştuk. Kendi i'tirafları ile, son beş - on yıldır halklarının hayat ve yaşama seviyesini yükseltmek için büyük bir gayret içine girmişler. Bunun çeşitli tatbikat ve örnek lerine değişik bölgelerde rastladık. Sanayi'de ve ziraatte iftihar ettikleri başarılar hep "modellik" ve "gösterme lik" kalıyorlardı. Bunların halkın iskan, giyim, yeme,-iç me, hulasa yaşama seviyesini arttırmak için kullanıldı ğına inanmak güçtü.
Burada
50 yıldır insan
acılarını
azaltmak bahanesiyle insanlara tatbik edilmiş ezici sis temin acı ve feci' sonuçlarını görmüştük. Her türlü siya
si ve ekonomik gücü elinde tutan ve istediği yere, iste
diği gibi harcatabilen bir mutlu azınlığın, adeta "prole
taryanın durumuna içerleyerek
bütün toplumu prole
terleştirmek" gayreti ile mutsuz çoğunluğu nasıl "sef8. lette eşit" bir hale soktuklarını ibretle müşahede etmiş tik.
222
Dr. Tevetoğlu, Prof. Giritli, Şevket Rado ve Bedii Fail' on günlük intiba'ları ile son (lefa :\losko\'a'ya baktılar
Bugüne kadar, komünist sistem ve Rusya'daki tat bikatı üzerinde çeşitli yönlerden yazılmış birçok eserle ri okuyarak öğrendiklerimi, burada on gün içinde bizzat gördüklerimle müşahhas hale .getirmiş bulunmam, beni gerçeğe yaklaştıran çok faydalı bir imkan olmuştu. Bugünkü hafifletilmiş derecesi ile rejimlerinin bas kısım tesbit, halklarının ma'nevi bunaltısını, hak ve hür
(Kızıl Cennet) 'le 10 gün kaldıktan sonra, "Gerçek Dünya Cenneti"
riyet fıkaralığını müşahede ettiğimiz rinde
aziz vatammıza dönmenin heyecan ve sevinci içinde idik. Saat onbiri geçiyordu. "Erken yatalım" teklifi ile oıdrulanrmza Ç\lıkmak �re kalıkıyordum lci,
b�rdenıbire
sayın Dr. Balım : ((Aziz dostum, her sözün ve mü.şaheden çok doğru. Amma sen asıl görülecek bir tahloyu, bir sah neyi görmeden gidiyormuşsun ki, bu bilhassa Tevetoğlu için büyük bir noksanlık olurdu. Gel seni bir yere götü receğim." dedi.
Bir akşam önce diğer iki arkadaşımızla birlrkte gör dükleri bu yer, Moskova'nın göbeğinde,
Kiev'e kaJ·kan
trenlerin istasyonu idi. Kapıda duran resmi otomobille rin şoförleri arasında iki ·kelime İngilizce anlayan dahi yokrtu veya kasden öyle görünüyorlardı. Dr. Balım, bir evvelki aıkşam kendilerini bu tren istasyonuna götüren şoförü tanıdı. Ona: ((Kiev istasyon, Kiev tren istasyonu, train station, bahnhoff !JJ gi:bi keli
meleri tekrarladı, durdu. Fakat, Rusçasını bilmediğimiz iki 'kelimelik tbir yeri genç, mektep - medrese görmüş, devlet memuru bir Sovyet şoförüne
an.laıtmaya imkan
yoktu. Gayn ihtiyari : ((Toprağına kurban olayım Türki ye'mizin! Bizim insanımız kadar anlayı§lı kimse dünya nın neresinde vardır?" dedik. F81kat,
kimbilir, belki de
adam burasının bir daha görülmesini, bir başka y8ibancı tarafından da görülmesini istemiyor ve vazifesini yapı yordu. 224
Arabaya bindik ve Dr. Balım, şoföre, gideceği isıti kaıneti göstererek ve "sağ", "sol" yaptırarak nihayet is tasyonu ıbuldu Kiev'e .kalkan trenlerin Moskova merıkezindeki istas yonu olan bu bina, herhalde Çarlık devrinden kalmıştı. Ya içi, ya içindekiler? Bunlar da mı Çarbk yıllarının tor tusu idi ? 1967 yılında, değil Sovyetlerin iftihar ettikleri baş kentleri Moskova'da, yeryüzünün en geri kalmış ülkele rinden birinde ıböylesine feci' bir sefalet taiblosuna rast layahileceğimizi hayalimden geçiremezdim. Bir an tereddüt ettim ; sonra da Dr. Balım'a ((Bul dum!", diye şu şakayı yaptım : "Bolşevik Ihtilali'nin 50. .
Yılı dolayısiyle hazırlık programları uygulanıyor. Bu is tasyon, 1917 yıllarındaki sefaletin temsilinden bir sah nedir. Bu kimseler burada piyeslerinin provasını yap1yorlar!". Bolşevik lhtilali yılları mı idi ? Bu ihtil alin evveli, sonrası mıydı ? Birinci Dünya Savaşı, yahftd tkinci Dün ya Savaşı mıydı ? Zira ıböyle hir sefalet tablosu ancaJk o yıllarıda görülmüştü, göriilebilirdi. Bu canlı tablo, bugün için : uBuyurun, 50 yıllık rejimimizin bizi ula§tırdığı re fah seviyemiz!" diyenierin ülkesinde, bu iddianın hemen Moskova'da yalanlanması olı,ıyordu Bekleme salonunu dolduran sıraların üzerine boylu boyunca uzanmış yatan ihtiyar erıkek ve kadınlar, ço cuklar ; birkaç yavrusunu dizinin etrafına istiflemiş, üzer lerine <bir pis, yımık yorıgan çekmiş anneler ; her şeyi ile sefaleti doldurmuş, !bağlamış, paketlemiş bohça.ılar, çı kınlar, küçük denkler, sepetler ve torbalar ; e line geçir diği bir parça kuru ekmeği, simidi, iştahla yiyen katıksız .
aç, hasta insanlar; öksürenler ; yere, yanına tükürenler ; mujik çizmeleri ile .kıvrılıp yattığı tahta kanepenin üze rinde "kızıl cennet"in rahat döşeğinde uyuyan ve borla225
yan kimseler... O yerlerin pisliği ; o insaniann üstlerin den, b�lanndan döldilen sefa.ıet ; o salonda mevcut ta hammülü imkansız pis koku ! ? Bu, GUM Mağazası'nda ki ter kokulanna da benzemiyordu. Ueride, salonun so nunda, açılıp kapanan kapılar, helalardı. O tarafa doğ ru yürürken artı·k dayanamadım, sayın Dr. Balım'ın ko
luna y�pıştım : ((Yeter, adamJ.ar bizi, Ü8tümüzü ba§ımı
zı aç kurt gib·i 8Üzüyorlar. Gördüğümüz kafi. Moskova Belediye ReiSi'nin nüfus başına düşürdüğü suyu nerede kullandıklarını ( ?) tahkike de lüzum kalmadı!" dedim
sür'atle dışarı atbk. Dr. Balım'a cidden çok minnettar ve müteşekıkir
ve kendimizi dim. Bu
salıneyi ne görmüştüm ; ne de hayMımd'a bir da ha ·görebili r, hatta �vvur edebilirdim... Moskova'nın göbeğinde, Bolşev�k İhtH8.li'n in 50. yılında, komünist re jimin yanm asırlık başarısı, bu istasyon sahnesinde bü tün gerçeği ve çıplaıklığı ile temsil olunuyordu. İyi ki, bu gece de Bolşoy'a götürülmemiştik İyi ki, bize yine ma dalyonun ön yüzü seyrettirilmemişti. Bu defa kendi is teğimiz ile :gördüğümüz yüz, madalyonun ters yüzü, Mos kova'nın ve Sovyet Rusya'nın gerçek yüzü idi .. Otele dönüp yatağıma girdikten birk aç da;kika son ra, gördüğüm manzaranın dehşetini düşünürken, telefo nwn çaldı. "Artık son akşam, bu saatte de beni kontrol
etmezler ya!" diyerek kalktım ve, unr. Balım o'lmıalı!" diye düşündüm. Ben "Alo ! " dedi,kçe karşıdan en ufaık bir ses gelmiyordu. Kızarak mikrofonu kapattım. Bu da son akşamın kontrolü idi ve gördüğümüz manzarayı tam.am
lıyordu. Kimbilir adam bizi .kaç saattir arıyordu.· Kısa ara ile i•ki defa daha çalan telefona hir daha kalkmadım ;1 o da ibir kere daha beni aramadı ve rahatsız etmedi. SaJbah erken kalkıp hazırlığımı tamamladmı. zaten
bir tek bavulum ve üç mukavva kutu dolusu •kitabımdan başka bir bagajım yoktu. Kahvalb salonuna indiğim va-
226
kit, Tass Ajansı muhaJbiri heni ıbekliyordu : ((Sayın Sena
tör, sizden başka bütün misafirlerimizin beyanatını tes
bit ettim. Bu sabah için söz vermi§tiniz, acaba mümkün olacak mı?" diye karşıma Çliktı.
Kahvaltıdan sonra tekrar odama döndük ; Tass mu habiri şeri.t makinesini hazırladı ve : ((Şimdi, Sovyetler Birliği'ni resmen ziyaret etmekte olan Türkiye Başbaka · nı sayın Süleyman Demirel ile birlikte bulunan Türk Hey'eti'nden Adalet Partisi Samsun Senatörü ve Genel Idare Kurulu Vyesi sayın Dr. Fethi Teııetoğlu ziyaret in tibd'larını anlatacak. ." di yerek mikrofonu bana verdi.
Ben de yazılı olarak tesbit ettiğim şu sözlerimi ay nen mikrofona okudum ve banda geçirttim : ''Türkiye Başbakanı sayın Süleyman Demirel'e yap tığı Sovyet ülkeleri ziyaretinde refakat edecek Türk Par lamento Hey'eti arasında bulunuşumdan,
seyahatımızın
başında çok memnunluk duymuştum. On gün. süren bu çok enteresan ve faydalı seyahatın sonunda da büyük bir memnunluk duyduğumu belirtmek isterim. Ben, yıllardanberi Türkiye'de ve diğer birçok mem leketlerde anti-komünist bir fikir ve politika adamı ola rak tanınırım. Bu sebeple benim ülkenizi ziyaretim ger çekten çok enteresan olmuştur. Burada rejimıinize ve ideolojinize karışacak ve bun lar üzerinde tenkidde bulunacak değilim. Bu rejimin ve ideolojinin bu ülkelerde vücuda
getirdiklerini görmek,
atmosferi bizzat teneffüs etmek bizim için bildiklerimiz le, duyduklarımızla rwukayese yapmak, değerlendirmek bakımından çok faydalı, çok istifadeli olmuştur. Bizim asıl istediğimiz
ve ziyaretimiz, komşu ülke
lerimiz ve halklarımız arasında samimi, güvenilir dost luk münasebetlerinin geliştirilmesi ve hem aramızda, hem bölgemizde, hem de bütün dünyada barışa müştereken hizmet etmemiz hu8Usudur.
227
Siz de, yurdunuzu kalkındırmak ve halkınızın hayat ve yaşama seviyesini yükseltmek yolunda büyük gay retler içindesiniz. Büyük sanayi'inizi kurmuş, ziraatinizi geliştirmiş, üniversitelerinizi, san'at ve kültür müessese lerinizi, kendinize yetecek seviyelere ulaştırmı§sınız. Biz de, yollarımız, idare ve ideolojimiz farklı olmale üzere, bu hedeflere doğru yükselmek, kalkınmak azmi içindeyiz. Sovyetler ile dostluk ve komşuluk münasebet lerimiz, halkımıza, milletimize verdiği güven ölçüsünde, Türkiye'deki kalkınma hareketine faydalı te'sirler yapa caktır. Ben, şahsen, parlamentodaki dış münasebetler ile ilgili göri.lşmelerimde ve konuşmalarımda, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk zamanında olduğu gibi, sizlerle iyi mü n&ebetler kurmanın fayda ve lüzU.muna işaret etmişim lUr. lçi§lerimıize suret-i kat'iyyede müdahele etmemek şartiyle.. Iki ülke arasında siyasi, ticari, ekonomik ve teknik münasebetlerin geli§mesinde dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerinin arttırılmasında büyük faydalar olduğunu, bugün büsbütün anlamış ve takdir etmiş bulunuyoruz. Vlkenizde iddrecilerinizden ve her bölgede aMliden gördüğümüz sıcak dostluk, samimiyet ve sonsuz misafir perverlik her türlü takdire layıktır. Sovyet Rusya'nın mühim altı şehrini kısa zamanda ziyaret fırsattnı bulduk. Bu geziden çok dikkate değer intiba'larımız oldu. Oç büyük kutu halinde memleketiniz den satın aldığım 60 cilt kitap, bana (A t a t ü r k ' ü n S o v y e t P o l i t i k a s ı ) hakkındaki eserimi ta mamlamaya yarayacaktır. Yurdunuza büyük bir heyecan ve memnunlukla gel dim. Çok şeyler gördüm ve öğrendim; aynı memnunluk içinde aziz yurduma dönüyorum."
228
Daha sonra, Türkiye'ye döndüğümüzde, bu beyina
tırnın bir.kaç paragrafa ve cümlelere bölünerek ve arası na sorular Have olunarak Tass
muhabiri ile karşıhk:lı,
"bir o konuşmuş, hir hen karşılık vemıişim" gibi "sual li - cevaplı" bir haJ.e sokularak yayınlandığını ve "lçiş
lerimize suret-i kat'iyyede müdahele etmemek şartıyla."
sözüm dahil, bazı ,kısımlannın tamamen silinip çıkanl mış ve beyanatıının tahrif edilmiş bulunduğunu, bir sol cu derginin neşriyitı ve radyo büLtenlerinin tetkiki so
nucu öğrendim. Komünistterin ve
komünist uşaklannın
bu çeşit adi metod ve oyunlannı çok bildiğimiz için böy le bir "ahlak örneği"ni tabii ve "ehven-i-şer" buldum. . d �.�onuş ..
y
a
Aziz vatanımıza dönmek üzere özel uçağa yer leştiğimiz
zaman,
cidden büyük
bir heyecan,
sevinç ve sabırsızlık içindeydik. Onbir günlUk
seyahatımızda benden herhangi bir beyanat alamarnış bi
zim gazetelerin rnuha;biri ar-kadaşlar da,
'�birkaç cüm
le" istiyorlardı. Onlara da uçakta aynen şu sözleri yaz dırdım : {(Tam
35 yıldır muhdlifi} mudrızı bulunduğum ve mü
cadelesini yaptığım bir ideoloji ve rejimin doğduğu} uygu landığı bir ülkeyi, imkan ve fırsat bulduğumuz kadarı ile
de olsa, kısmen ve sür'atle yakından mil§dhede ettim. Bu geni§ memleket üzerinde yaşayan} içlerinde akralxilarım
da bulunan, insanları yerlerinde görebilmem, benim için çok istifddeli, çok faydalı olmuştur. Gerçeği yakından, bizzat görmek, müsbet, menfi ka naat ve değerlendirmeZerimizde daha hatdsız, daha ger çekçi sonuçlara ulaşmamıza yarciyaca"ktır. Türk - Sovyet
münasebetlerinin iyi
yolda, güven
içinde gelişmesini; yurdumuzda, bölgemizde ve dünyada barışın sağlanrrı.a.sına ve böylece kendi yolumuzda, kendi ülkemizi huzur ve sükun içinde kalkındırmamıza da fay dalı saymaktayım.
229
Sayın Bwıbakan'ımızın yaptığı bu resmi ziyd,retin, iki memleket arasındaki münasebetler kadar, bölgemizin ve dünyanın Türk milletinden
barış yolunda beklediği
vazifede büyük bir başarı olduğu inancındayım."
Uçak havalandıktan �kısa bir müddet sonra sayın Başbakan Demirel, hepimize auğurlar olsun Beyler!" de mek üzere, yanımıza geldi. Uçağın en öndeki bölümünde bulunan sayın Mümtaz Faik Fenik, Murad Sertoğlu ve Yılmaz Çetiner gibi ga zeteci arkadaşianınıza intiba'larını özetliyordu. Ben, sa yın !sm.aH Hakkı Tekinel, Osman SS.bit Avcı ve Dr. tbra him Öktem de bu bölümde bulunuyor ve sayın Demirel'i
dinliyorduık .
Avrupa, Amerika memleketleri ile İsrail kalıkınma sını yakından incelemek fırsatını :bulmuş genç ve dina mik Türk Başbakanı'nın, Demirperde ülkelerindeki ger çek durumu Romanya ve Sovyet Rusya örnekleri ile ta mamlamış bulunması cidden çok faydalı olmuştur. Plim ve programını çizmiş ve kavramış, ne yapacağını bHen, kalkınma davasına gönülden bağlı, kendine güveni tam ve :bürtün, :bir dinarniık �köylü çocuğu Tüıık Başba:kan'ı, bü yük milletini şerefle temsil ettiği kızıl 8.lemden, kendi sinden yüce hizmetler bekleyen aziz vatanına dönüyordu. Sayın Demirel, gazetecilere ve bize, inanmış bir in sanın ,kudret ve heyecanı ile coşarak konuşuyordu : ((/yi-kötü çok şeyler gördük, Adamların başarılarını, maliyetlerini sormadan, sadece takdir ettik. Şahsen hiç bir şeye hayrrin olmadım. Ben, yalnız kendi yurduma, kendi milletime hayranımdır. Bizim topraklarımızda her şey, her zenginlik, her imkdn var. Bizim milletimiz} bizim ahiilimiz ise dünydnın en çalışkan, en kabiliyetli ve
fazi
letli insanları. Yapamayacağımız hiçbir şey, ba§aramıya cağımtz hiçbir zorluk, yenemiyeceğimiz hiçbir güçlük
'230
yoktur. Hepsini yapacağız ve her güçlüğü yeneceğiz. Ge· ri kalmışlıktan, tıkaralıktan kurtulmak için gördükleri mizden bize lüzumlu, kalkınmamız için zaruri olanların hepsini yapmamız şart. Amma, bunun için illd komünist olmaya lüzum yok. Güler·yüzlü bir idare ile, insanları ezmeyen, hür, demokratik bir sistem içinde bunlar da ha mükemmel elde edilir. Gördüklerimizin daha iyileri, daha kolay yapılabilir!" Sayın Demirel, Türkiye'de daha en azından 3 4 büyük sun'i güıbre fabrikasının kurulmasına ve daha dü· •
zinelerle barajlar yapılmasına ihtiyaç ıbulunduğunu söy lüyordu. Bugün ıbize hiçbir faydası dokunmayan geniş çorak topraklanmızıri verimli hale getirilmaleri halinde, 60 · 70 milyon Türk'ü rahatça ıbeslemenin mümkün ola· cağını belirtiyordu. Orrnanlanmızdan, normal verimle- rinin onda birini bile alamadığımızdan yakınan sayın De· mirel, şimdi Rus'lann yapacaıkları Üçüncü Demir Çelik •
Fabri·k ası'nı işletecek mühendis ve işçilere maliık bulun· duğumuzu, göğsünü ka,bartarak tekrarlıyordu.
Demirel, "petrol da'vdmızda da daha büyük gayret sarfetmemiz ve yabancıların tecrübelerinden, yardımla rından faydalanmamız" •gerektiğini belirtiyordu. Şimdi· ye kadar 3 bin metreden derine inebilen sondaj :rmı;kine· leri kullanmamışız, halıbuki Ruslar 7 bin metreden de petrol çıkarıyorlardı. Sayın Başbakan, ((bu def'd Ro manya'dan alaca:ğımız makineler ile 5 bin metreye inebi leceğimizi; Türkiye'de bu derimiklerde çok verimli pet· rol yatakları bulunduğunda bütün jeologların birleştik lerini" söyledi. ((Iç ihtiyaçlarımız böylece karşf.lanınca, on yılda Türkiye'nin kalkınmasını .<�ağlamak mümkün· dür." diyordu. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nı tam olarak ye- rine getirdiği takdirde, yurdumuzun çehresinde -büyük
231
bir değişiklik ve gelişme vuku'bulacağına inanan sayın Başbakan'ın, da'vasını ıbaşaracağına öylesine i'man et miş bir hali vardı ki, istisnasız hepimiz bundan ibüyü:k bir güven, ferahlık ve memnunl uk duymuştuk. Muhalefet temsilcisi sayın İbrahim Öktem bile, oturduğu yerden k alkara'k , geldi : ((Allah ümit ve enerjinizi eksiltmesin!" niyazında bulundu. Daha sonra : ((Bakınız, Esenboğa'da
Türk Basınına vereceğim beyanatı şöylece maddeler ha linde özetledim " diyerek Sovyetler Birliği'!Ile yapılan bu ..
ziyaretin
büyük
başarı sağlayacağımı. inanmış
görüşle
rini okumaları için sayın Demirel'e uzattı. Hulasa, başta Başvekilimiz olduğu halde, iktidar ve muhalefet mensubları, Basın, Radyo ve Anadolu Ajansı tenisilcileri ile bütün Türk Hey'eti mensubları, bu ziya retin millet ve memleketimiz için çok faydalı sonuçlar sağladığına ve sağlayacağına inanmış bulunuyorduk. Çeşitli iç ve dış propagandalar ile övülen "sosyalist sistem"in, "komünist sistem"in 50 yıldır tatbik olundu ğu hir ülkenin ve üzerinde yaşayan -bir kısmı öz-be-öz kardeşlerimiz olan- halkın
gerçek durumlarını yaıkın
dan ve bizzat gördük. Ayakta durmasını,
bütün gücünü ve devamlılığını
ancak hürriyetsiziikten ve 'kendi bünyesinde de satın al dığı sözüm-ona bir "mutlu azınlık"dan alan bir sistemin, karşı karşıya bulunduğu çeşitli müşküllere ş&hid olmak ve bunları
yerinden,
kaynağından görüp öğrenmek el
bette ki çok faydalı bir sonuçtu.
((Komünistlerin kullandıkları vdsıtalar korkunç, el de ettikleri sonuçlar ise alel'dde olmuştur" diyen Batı'lı düşünürün hükmünü yerinde tahkik etmiştik. Amma tesbit ettiğimiz bir gerçek de, bugünkü Sov yet idarecilerinin, komüni'st liderlerinin, vatandaşlarının "maddi yaşania şartlarını düzeltrnek" yolundaki karar ve
232
çabalan idi. Bu, uyanan, Batı'yı gören ve daha iyi ya Şaiil8.!k ve Batı'daki ·gLbi hürriyetlere sahib olmak isteyen yeni nesillerin ; gittikçe daha tüketici bir toplum ha:line gelen, modern hayata ve maddi rahata susayan halkın baskılarını ıkarşılamakıtan doğan bir zarU.retti. Sovyetlerde çok pahalıya malolara:k yapılanlar, sür'atle yapılması mecbur bulunanların yanında bir hiç di. Bu sebepledir ki : "Barış ve barış içinde ber!iJber ya şama" ; "ayn sistemler içinde dostluk", Sovyet liderleri nin istedikleri ve gerçekleştirmeye mecbur kaldıkları başlıca "iyi münasebet ve komşuluk" ilkeleriydi ; sami rniyet derecelerini ise, bundan sonraki davranışlarında gösterecek ve ispat edeceklerdi. Kızıl aJemden gelip (Gerçek Dünya Cenneti Vata nımız) 'ın aziz topraJklanna selametle ayak bastığım za man, ıbüyüık Yaradan'a binlerce hamd-ü sen8:lar ettim. ÖıJbekistan'dan, Azerbaycan'dan geliyordum. Beni öz yurdumda .karşılayanlar da, 42 yıl önce annesi ile Şimili Kafkasya'dan kaçıp buraya gelmiş bir Karaçay kızı idi. Yanındaki ikiz yavrulannın da, kocağındaki toruiıunun da adları hep Orta Asya'dan, Türkistan'dan, Faribi'nin diyarından alınmıştı : Tolunay, Tomris, Almıla ! Bunlar, hür Türkiye'nin hür evl8.dları idi. Yuvamız, dairemiz de hür ve müstakil yurdumuzun Başkentinde, Çankaya'sın da, Farabi Sokağı'nda, Farabi Apartmanı'nda idi. Hür ve mes'ud yuvamızın sıcak çatısı altına gelince, ibüyük Yaradan'a : "Orta Asya'daki, lJzbekistan'daki, Azerbay can'daki, Kafkasya'daki, bütün Rusya'daki ve diğer bü tün ülkelerdeki ve Kıbrıs'taki kanı kanımızdan, dili dili mizden, dini dinimizden, öz-be-öz Türk ve Müslüman kar deşlerimi en kısa zamanda hak ve hürriyetlerine kavuş
diye dualar ederek bugünkü Sovyet Rusya hatıratımı tamaınladım.
tur, ya Rabbim!"
233
İ N D E K S Abdurrahman(ova ) , Dilber 133 Abdüllatif, M. 191 Abdülvahid Han 129 Abrahams, Peter 175 Adalet Partisi Grubu 35 Ataotlu, Ahmed 153 Ahund (of ) , Mirza Fethali 170, 175, 178 Ahund (ova ) , Refika 177 Alekber, Gence'li San 156 Alikişizade 177 Alihan (of) , E . N. 178 Althan ( of) , Enver 201, 203 Ali Naşid ( Ötüken ) 180 Ali-Yazıdcı 182, 183 Alınıla (Ortaç) 233 Alparslan 155 Alp Er Tunga (Efrasiyab) 134 Altunsaç ( Dadaş kızı) 169 The American Relief Commis slon 26 Anna ( Çariçe) 62 Aralov, Semen İvanoviç 24n, 73, 74 Araslı, Hamid 191, 193 Armaotlu, ·Prof. Fahir 28 Asya Milletle.ri Komünizmle Mücadele Konferansı ( Tat pel, 25-29 Eylfıl 1967 ) 7 Atabay, Gülşad 140
'234
Atatürk, Mustafa Kemal Pa şa 9, 10, ll, 12, 15, 17, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 32, 33, 34, 35, 38, 39, 40, 64, 73, 74, 82, 120, 131, 182, 228 Avcı, Sabit Osman 109, 164, 204, 230 Avrupa Ekonomik Toplulutu (A.E.T.) Karma Parla mento Komisyonu 7 Avrupa Ekonomik Toplulutu ve Türkiye Semineri 7 Azim (of) , Esad 139 Aziz Nesin 65, 189 Babahan (of) , Müftü Ziyaeddin 118 Baban, Cihad 24 Bach 180 Bakfı, Mürsel 156 Balaban, İbrahim 65 Balım, Dr. Ali İhsan 222, . 224, 225, 226 Barlak (ova) 177 Basa, Ercümend 37 Baştımar, Zeki (Yakub Demir t. a.) 62 Bataş (of) 177 Bayazıt, Yıldınm 120 Baykara, Hüseyin 135
Baykurt, Fakir 65 Bedli Faik 49, 223 Beethoven 180 Beyaminov, Sason 139 Bıyıklıo�lu, Tevfik 27n Bibi-Hanım 118 Birinci Dünya Anti - Komü nist Konferansı (Mllliyet çin Çin'de) 63 Biriini 123 Bogolomova 62 Buhılri 123 (Dadaı;ı Iuzı ) 166, Cansurat 169 Cebbarlı, CB.fer 172 Cebe Noyan 155 Cennet Aza 166, 167, 169, 177 Ça�layangil, İhsan Sabri (T. c. Hükumeti Dıı;ılı;ıleri Ba kanı) 6, 40, 53, 70 Çakmak, Mareı;ıal Fevzi 22 Çetlner, Yılmaz 230 Çlçerin ( Sovyet Dışlgieri Ko miseri) 29 Çinglz Han 116, 120 Çolpan 129 Dallı, Ahmed 37 Danilevski, Nikolay Y. 15 Davidson, Roderic H. 27n Davild Çağrı Bey 155 Demirel, Nazmiye 45, 74, 108, 110, lll, 125, 138, 162, 204 (Türkiye Demirel, Süleyman Başbakanı) c. Hükumeti 6, 7; 33, 36, 38, 39, 40, 43, 45, 46, 48, 50, 52, 53, 56, 57, 62, 64, 67, 70, 74, 76, 78,
83, 84, 85, 86, 93, 98, 100, 108, 109, 112, 113, 120, 127, 128, 138, 146, 170, 201, 209, 215, 217, 219, 227, 230, 231, 232 Dlmı;ıltz, D. 82 Dojtu Milletleri Kurultayı (Baku ı 8 EylUl 1920) 31 Dünya Anti-Komünist Konfe· ransı (Taipel, 14 - 21 Ey· lQI 1967) 7 -
Ebül-Gazi Bahadır Han 102 Ebül-Kaasım Babür 135 Edhem Nejad 182, 183 Elmas 132 Emiri 116 Emir-Zade 118 Emre, Ahmed Cevad 183 Engels 213 Erkin, Feridun Cemal ( T. C. Hükumeti Dıı;ıiı;ıleri Baka· nı) 19 Eşrefi, Muhtar 138, 139 Farabi 123, 233 (Dada§ kızı) Fatma, Doktor 165, 166 Fedorov, Vladilen N. 46, 48, 57, 95, 113, 162, 164, 172, 206, 209 Fenik, Mümtaz Faik 37, 230 Fiı;ı, Radiy 64 Furtseva, Madam 212, 214 Fuzuli 157, 178, 181, 183, 185, 186, 187, 189, 191, 192, 193, 202 Gagarin 200 Ganican Han 129, 130 Gaspıralı İsmail 153
235
Gedai 1Hi Giritli, Prof. İsmet 43, 143, 201, 223 Gorçakof, Prens 126 Gorkl, M aks im 48 Gönlübol, Mehmet 27n Gür Emir 118 Habib, Şoför 164, 165, 166, 177 Hacıbeyli (Hacıbeyoııuı Üze yir ı 70, 180, 181 Hacı (yef) 177 HAkimiyet-i Milliye Gazetesi 12 Hamra (ova ) . HulyA 139 Harbord, James G. (Amerikan Generali ) 12, 26, 27 Hasan 155 Haşim (of) Nizıimi 139 Hayıt, Baymirza 129 Hayyam, Ömer 183, 186 Herzen, A. 16 Hidayet (ova) , Rii.nA 140 Hitler, Adolf 14, 210 Hoover, Herbert C. (A.B.D. Cumhurbaşkanı) 26 HulAgü 155 Işık, Hasan (Türkiye'nin Mos kova Büyükelçisi) 52, 70, 72, 73, 108, 164 Işık, Bayan 90 İbn-i SinA 123 İktisAdi Kalkınma Te.slsi ( İs tanbul ) 7 tieri, Tevfik 154, 200
236
İnönü, İsmet ( T. C. Hük1lme meti Başbakanı) , ( Milli Şef) 19, 20, 21, 23, 24, 33, 40 İsmail (ova ) , Galiye (Galia) 133, 139, 140 İstemi Kaıan 155 İştantura (ova ) , SArA 133 İyem, Nuri 65 İzvestia Gazetesi 144, 145 Jaeschke, Prof. Gotthard 11 Kabul, Saadet 139, 140 Kadı-ZAde 118 Karaı, Enver Ziya 26n Kara (yef) , Kara 175, 181 Karyaıw, Abdurrahman 189 Katerina, İkinci 81 Kennan, George F. 11 Kerim (ova) 177 Khomyakov, A. S. 15 Kiçkine Babadur 135 Kocagöz, Samim 65 Kohn, Hans 14, 1 6 Kopuz Dergisi 8 , 9 Korotçenko, D. S. 96 Kossigin, A. N. ( Sovyet Başbakanı ) 45, 54, 55, 62, 70 Köprülü, Fuad 135 Köy Enstitüleri Dergisi 24 Krımşamhal (Gülcan) bk. Tevetoılu Krımşamhal, İsmail 90 Krugçef (Hurugçof) 35, 106 Kuçluk(ova ) , Aynisa 139 Kudret Bey 194, 203 Celil Muhammed Kulu-zAde, 195, 196 Kurban ( ov ) , Ralunaokul 109, 118, 127, 138, 142, 144, 146 Kutalmış 155
U.le ı32 Lavrin, Janko H
Lednicki, W. ı6
Lenin, Vlıidimlr nylç 24, 29, 38, 48, 64, 67, 73, 79, 8ı, 88, 90, 93, ıo3, ı34, ı45, ı75, 182, ı88, 189, 210, 211, 213 Leonardo da Vlnci 92 Lerınontov, M. Y. ı72 Magoma (yef ) , MUslim ı8ı Mahmud (ova ) , Nillle 133 Malakovsky 48, 49 Makal, Mahmud 65 Makarlos 36 Marks, Karl ı34, 188, 2ıo, 213 Mefharet Hanım, Dr. 132, ı34 Mehmed ( of) , MaksO.d 177 Mehmed ( ova) 177 Menderes, Adnan 40 MevHl.na Celaleddin RO.mi 65 Mikail ı55 Moskova Üniversitesi 43, 49 Moşeyev, Mikail 139 Mozart 180 Muhammed Aleyhisselam (Hazret-i Muhammed) 123 Muhammed Sultan 118 Mukimi 116 MO.sa Yabgu 155 Mussolini, Benito 2ı0 Mustafa Subhl 182, ı83 Naci Sadullah 8 Nadir Şah ı6ı Nasır (B.A.C. Ba�kanı) 36 Nasır(ova ) , Halime Hanım (NAsır kızı) 133, 140 Nasreddln (ova ) , YıidigAr 133, 142
NATO l S, 20, 34 NATO Parlamenterleri Türk Hey'eti 4 ı Navai, A U Şir 96, ı34, 135, 136, ı37, ı38, ı39, 14ı, 149, ı57, 158, 170 Nazım Hikmet (Ran, Verzans ky) 8, 9, 48, 65, 183, 189 Nikola (Nlkolay) ( Birinci) 62, 81 Nikonov 62 Nizamhoca, Cemal 139 NizA.ml, Geneeli 156, 157, 17R, 189, 198, 199, 200, 202 Novikov, M. 82 Noyan, Kurtcebe 156 Nur, Dr. Rıza 8, 22, 82 NO.�irvan, Ziynetullah 155, ı83 Öktem, Dr. İbrahim 230, 232 Ötüken, Adnan 179, 180 Özbek Han 102 Petlt Paristen Gazetesi 12, 30 Petro, Deli (Çar) 8ı, 90, 92, 126 Podgorniy, N. V. ( SSCB Yük sek ŞO.ra Prezidyum'u BW] kanı) 50, 52, 53, 55, 56 Pogodin, M. P. 15 Pravda Gazetesi 16, 64, 144, 145 Promuslov (Moskova Belediye Ba�kanı) 74, 75, 76, 77, 78 Rado, Şevket 178, ı 79, 180, ı82, ı8s, ı86, 223 Rafael 92 Rambrant 92 Emin Mehmed Resul-zAde ı52, ı98
237
Rossi, C. I. 92 Rumi 118
Sahahaddin Ali 9, 16, 65, 189 Siı.blr, AU Ekber 157, 159, 178, 189, 190 Sadık (ova ) , .Vasilia 133 Said-zade, Ali Ejder 183 Sar, Cem 27n Saraçog-lu, Şükrü 60 Sarıcan 132 Sarıyalçın, İsmail 156 Sekkaki 116 Selçuk 155 Sertel, M. Zekeriya 182, 198, 202 Sertel, Sablha 182, 198, 202 Sertog-ıu, Murad 109, 230 Sezgln, Refet (T. C. Hükumeti Enerji ve Tabii Kaynak lar Bakanı) 42, 51, 53, 70, 108, 112, 146, 150 Slrmen, Fuad ( T.B.M. Ba§ kanlanndan) 16 Slzov, A. A. 94 Smirnov, M. (Sovyetler Blr liti'nln Ankara Büyükelçi si) 54, 82, 108 Smlrnov, Madam 90 Son Baskı Gazetesi 63 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri 5 Stackelberg, Dr. G. von 32 Stalin 81, 83, 99, 100, 104, 217 Subutay Bahô.dır 155 Sultan Selim (Yavuz) 161 Sunay, Cevdet ( Türkiye Cumhurbaşkanı) 56, 57 Süleyman Nazif 8 Süleyman (ova) 177
238
Süleymanzade, Kahraman 178, 179, 183 Şah İsmail 161 Şah-Zende İbn-i Abbas 118 Şahin, Turan · 143, 201 Şecere 186 Şerbltskly, V. V. 95, 98 Şirin Blge 118 Tahircan 132 Tamara Hanum 133 Tansel, Otuz 65 Ta§demir, Azeri Süleyman 154 Tebrizi, Al Minai 183, 186, 187 Tekinel, İsmail Hakkı 96, 98, 212, 230 ( Temürlenk) Temür, Aksak 116, 120, 121, 122, 123, 149, 151, 155, 157 Temür-Ojtullan 135 TernUr Bey 166 Tevetotlu, Dr. Fethi (F. T. ) 3, 9, 24 n, 21 n, 37, 38, 48n, 51, 52, 112, 130, 143, 146, 147, 150, 167, 183, 214n, 223, 224, 227 Tevetotlu, Gülcan (Krım§amhal) 42 Tevetotlu, Tolunay 233 Tevetotlu, Tomris 233 Tevfik Fikret 183 Tirmizi 123 Togan, Zeki Velidi 182 Tonguç, Hakkı 23 Topçuba§ (ef) , M. A. 178 Topçubaljl, AU Merdan 153 Tutlut Tigin 118 Tutrul Bey 155 Tug-savul, Muzaffer 156
Tunçkanat, Haydar 41n TO.rant, Dr. Hüseyin-zade All 153 Turgunbay (ova ) , Mükerreme 133, 140 Turgut, Mehmed ( T. C. Hü kOmeti Sanayi Bakanı ) 42, 51, 53, 70, 108, 112, 146 Tümen Aka 118 Türkan Aka 118 Türkiye Komünist Partisi 62 Türk - Sovyet Kültür Anlagması 18 Tyutçev, F. t. 15 UluA' Bey 116, ll 7, 123, 149, 157 Ulusoy, Mehmed All 37 Ulusoy, Sefer 37 Ürgüplü, Suad Hayri (T. C. Baıjbakanlanndan) 70 Vakıf, Molla Penah 172 Vala NCıreddin 183 Varıjüva Anla�jması Tegkilatı 34 Vaucher, M. Jean 30
Vekil ( ova) , Leyla 177 Voronov, M. 82 Vurgun, Sarnet 157, 172, 178, 202 The Week Dergisi 7
(Ankara)
Wilson, Woodrow (A. Cumhurbagkanı) 26
B.
D.
Yakint 116 Yakub Demir bk. Bagtırnar YakQU 155 Yalçın, Prof. Aydın 43, 46, 51, 95, 96, 97, 162, 169, 177, 209, 210 Yara§Ik, Sattar 140 Yardımcı, Prof. Dr. Mehmed 49 Yagar Kemal 65 Yetkin, Nüvit 41n Yınal, İbrahim 155 Yoldag (ef ) , Ergag 140 Yusuf (ova ) , Klara 139 Yücel, Hasan-AU 23 Zaman (of), Abbas 195 Zeynel (ova) 177 Zıpar Han 129, 130 Zülflye 134