Fethi Tevetoğlu - Hamdullah Suphi Tanrıöver

Page 1

K Ü LTÜ R V E TU R İZ M B A K A N L IĞ I Y A Y I N L A R I : 658

<Katnc(u((a(ı&ttbtıl%nn5ver'

T Ü R K B Ü Y Ü K L E R İ P İ Z İS Î : 8



K Ü LTÜ R V E TU R İZ M B A K A N L IĞ I Y A Y IN L A R I: 658

M M D U LM H SUBHI TMRIÖVER H ayâtı ve Eserleri

Dr. F E T H Î T E V E T O Ğ L U

T Ü R K B Ü Y Ü K L E R İ D İZ İS İ : 8


Kapak Düzeni: Saim ONAN

O n a y: 6.5.1986 gün ve 928,14868 sayı. Birinci baskı. Ağustos 1986 Baskı S ay ısı: 15.000 Sevinç Matbaası - A N K A R A


Hamdullah Subhi Tannöver 1885 — 1966



Ö N S Ö Z K ü ltü r ve T u riz m Bakanhğı'ntn 25 Tem m u z 1985 gün ve 4770-29674 sayılı yazılarıyla, içinde bulunduğumuz G en çlik Y ılı'n d a benden, 1 4 -2 4 yaş grubundaki gençle­ rim iz için H A M D U L L A H SJJBHÎ T A N R IÖ V E R hakkında b ir eser hazırlam am isteniyordu. Bu, beni son derece m u tlu kılm ıştır. Yakından tanıdığım ve sevdiğim, kendisine ço k şey b orçlu bulunduğum b ir ağabeyimi, b ir T ü rk büyüğünü, geleceğin büyüklerine tanıtm ak yolunda verilen bu hiz­ m et fırsatı, bana otuzbeş y ıl Önce M illî E ğ itim Bakanlığ ı’nca basdtnim ış b ir kitabım ın önsözündeki şu satırları h a tırla tm ış tır: M ille tle r büyüklerine saygı gösterm esini b ilm e lid ir­ ler. B u saygıdır ki, o m illete yeniden b ir takım büyük adam lar yetiştirir. B u saygının en iy i şekli kitaptır. B îr büyük adamın hayâtını güzel ve olduğu g ib i anlatan, ser­ gileyen b ir kitap, o büyük adamı m ille tin gençlerine ö r­ nek yapar. Gençler, ona benzemeğe çalışırlar. B u da on ­ la rın arasından yeni büyük adamlar yetiştirir. Bundan da yine m ille t kazanır.,.. îş te bu duygu ve düşüncelerle, T ü rk m illiy etçiliğ in in ve M illî M ücâdele y ılla rın ın önde gelen ünlü bayrakdar-

5


lavından b irin i, H am dullah S u hh l T a n rtöver'i okuyucu' tarım a tanıtmaya çalışacağım. B u güç işi yerine g e tirir ken, Hu yolda daha ön ce yapılm ış değerli çalışm aların noksanlarını kısmen olsun tamamlamaya çaba harcayan cağım. Herşeyden önce şu gerçeği b elirtm ek is te r im : Bugün, h ü r b ir vatanda başına buyruk b ir T ü rk m il­ le ti olarak yaşıyorsak bunu, M illî M ücâdele’yi başarıya ulaştırarak yurdum uzu düşmandan kurtaran ve istiklâ li­ m izi koruyan m illiy etçi b ir nesle, Kuva-yi M illiy e N e s lin e borçluyuz. İş te Ham dulah S u bhî T a nrıöver, T ü rk m ille tin e başhuğluk eden M U S T A F A K E M Â L P A Ş A ’mn, B Ü Y Ü K ATAT Ü R K ’ün yanında yer alan vatansever, m illiy e tçi ve inkıtâbcı Kuva-yi M illiy eciler'd en b irid ir. Ünlü ve tip ik b ir Kuva-yi M illiy eci örneğidir. Türkçülüğün, T ü rk m illiy e tçiliğ in in doğuş ve yayı­ lış yuvası olan T ü rk oca k la rı'n m Başkanı ve Tü rkiye CumhuriyetVnin ilk hüküm etlerinde M illi E ğ itim Bakanı ola­ rak gördüğü büyük h izm etler yanında asıl, ahlâkı, iyi huylan, arkadaşlarına karşı gösterdiği sözünde durma, dostluk ve ba ğlılık; k u vvetli hâftzası, tem iz ka lb liliğ i ve her tü rlü şahsî çıkarlardan uzak Örnek b ir insan oluşu; Türkçeye hâkim iyeti, A lla h -v e rg is i ta tlı ve ahenkli sesi­ nin ona kazandırdığı hatibliği, T A N R IÖ V E R 'in kullarca da övülecek üstün kişiliğinin örn ek vasıflarıdır. O ’nun başlattığı n u r akm ının, şanlı geçm işim izin ufuklarından şanlı geleceğim izin ufuklarına doğru geçit yapmasında bu küçük kitapla b ir hizm et görebilirsek,


bunu, aziz insan T A N R IÖ V E R ’e olan büyük borcum u ­ zun küçük b ir ödenişi sayacağız. Böyîece, gençlerim ize b ir değerli Örnek verm ek, bizi gerçekten m u tlu ktlacaktır. Çankaya 15 E k im 1985 Dr. F eth i T E V E T O Ğ L V


Hamdullah Subhî Tannövei'*in F İ Z İ K

VE

M O R A L

T A R İ F İ

Ham dullah Subhî Tan n över, T a n rın ın yarattığı bü' tün güzelliklere âşık b ir artist, bizzat kendisi Tann'nın överek yarattığı b ir güzel insandı. B ir değerli fik ir adam ımızın da b elirttiği g i b i : «T a n n ö v e r artistti. A rtist olm am ak elinde değildi. Onun hu a rtistliğ i okuldan, öğrenim den, teknikten ile ri gelm iyor­ du. Doğuştandı. T a n n öve r artist yaradtimtş h ir insandı. O,

yalnız b irin c i sınıf, b ir hatih (* ) değildi. H a tiblik

sanatına inanan, hatibliğin peygam berler san'atı olduğu­ nu bilen b ir k a tib d i». Orta boylu ufakça b ir gövde üzerine yerleştirilm iş büyük, ihtişamlı, güzel b ir baş. Yağız, esmer sevim li yü­ zünü süsleyen, ortadan ik iye bölünmüş deste deste gü­ müş tellerden oluşan, erken ağarnuş gür beyaz saçlan, Tan n dağı’nın, Ararat'ın, Uludağ'ın tepelerini yaz - kış ör­ ten karlar gibi, bu asîl başın yüce görünüşünü tamam lı­ yorlar. (*)

H a î i b : G üzel konuşan.


Ş eref aynası geniş alnı, Türk’ün bitm ez - tükenmez acılan oktman derin, yaygm b irbirine paralel d ört çizgi ile târihî b ir kitâbeyi andırıyor . Siyah gür kaşları altm daki çok uzaklara doğru ba­ kan parlak gö zleri mânâ dolu.... Tom bulca, o rta büjoiklükte, muntazam b ir burun; delikleri hizasında kesilmiş siyah gür b ir bıyık, ince dudaklarla kapalı b ir ağız ve sevim li - güzel b ir çene.... Onu en iy i tanıyan, onun gençlik yıllarındaki târifin i en mükemmel yapan üstad Uşakiıgil şöyle d iy o r : ' «....Vücudünün küçük denebilecek k ıt’asını hüyülten, yükselten başı, bu başı örten tâ o va kit bile aralarına be­ yaz karışm ış güzel saçları, içinde yeşil sular arasında parlıyan yıldız ışıkla rı g ib i cıv ıl c ıv ıl kaynar öyle zekî gözleri; hele sesinde, söyleyişinde, lâkırdısına eşlik eden bütün hâl ve tavrında öyle cana yakın b ir kibar edası vardı ki, ona derhâl senelerdenberi tanınm ış ve sevilmiş b ir dost hamlesiyle tutkun olm am ak m üm kün değild i». Konuşurken k elim eleri seçmekte, cüm leleri kurmak­ ta ve heceleri düzenlemekte, usta b ir kuyumcu kadar ti­ tizdi. Konferansm ın konusunu önceden hazırlar, sınırfarm ı çizer ve sonra konuşmaya başlayınca onu b ir oya gi­ b i işler, b ir ipek H ereke halısı gibi dokurdu. Eğilmeden, bükülmeden konuşurdu. E l ve k ollan , d ik vücuduyla ahenkli hareket ederlerdi. Jestleri dâimâ düzenli ve nor­ mal ölçü ler içindeydi. Yalnız, üzerine dikkatleri çekmek istediği b ir mühim fik rin i söylerken, sağ elinin işaret parm ağını yu kanya kaldırmak, onun b ir sevim li alışkan­ lığı, âdetiydi. ‘

Hâlid Ziyâ Uşakiıgil ^ K ırk Yıl, Cild V: İstanbul 1936, s. 99 .


Atalarından gelen, yaradılışm da var olan asilliğini koruduğu gibi, Türkçeyi de, kusursuz tem sil e ttiğ i b ir İs­ tanbul E fendisi olarak, gerçek b ir İstanbul şivesi ile ko­ nuşur, söylerdi. K elim elere ta tlı b ir uzatma ile âhenk kazandınr; konuşmasmı b ir m üzik hâline getirirdi. Cümle­ lerinin akışı b ir çağlayan kadar gür ve berrak, b ir zem­ zem kadar ta tlı v e şifalıydı. S izi elinizden tutup şanlı tâ­ rihim izin şeref sahnelerine götürdüğü zaman, geçmişteki kahramanlık destanlarım ızı bu örnek artistle beraber yaşardınız ve dönüşünüzde kendinizi sihirlenmiş, tap - ta­ ze ve b a m 'b a ş k a billurdunuz. Aziz hocam v e sevgili dostum K â zım İsm ail Gürkan’ ın yürekten gelm iş ifadesiyle Ham duliah Subhî Tann ö v e r ; «Y a ra d ılışta olan zarafeti, eşi bulunamayacak ka­ dar Örnekleri azalmış şahsî terbiyesi, m em lekete bağlılı­ ğ ı ile y ılla r y ılı (T Ü R K ) kavram ım n etrafında b ir bayrak g ib i daîgatanm ıştı.» Nesillere seslenmiş, eşsiz b ir vatansever örneği o l­ muş, gençlerin yüreklerine yurt sevgisi doldurmuştur. Ham dullah Suibhî T A N R IÖ V E R , yüreklerim izi Türk­ lük aşkıyla oynatan, bü}âik Türkçü ustalarım ızdan b iriy­ d i. N ûr içinde yatsın!..

10 1/


H A M D U L L A H

SUBHÎ

T A N R I Ö V E R

İstanbul, 1885 — İstanbul, 10 Haziran 1966 Cuma, S a a t:

Ham dullah Subhî T an n ö ver’in burada sunduğunu hayat hikâyesi, Türkiye Büyük M illet M eclisi S icil Arşivi'ndeki 26 numaralı dosyasında bulunan kendi el - yazısı ile yazılm ış belgelerden; sağlığında (1949 -1953 yılları İçinde) kendisinden şahsen edindiğim iz bilgilerden; Cum> huriyetim izin 50. Yıldönüm ü için hazırlam p henüz basılam ıyan (Türk Millî Eğitim Bakanlan) adlı ik i büyük ciltlik eserim izdeki (Ham dullah Subhî T an n över) bölü­ münden; hakkında yazılan diğer kitap, m akale v e incele­ m elerle, araştırdığım ız güvenilir* kaynaklardan ve pek çok dergi ve gazetelerden yararlanarak kalem e alınmış­ tır. Konuşm aları arasında : «M ustafa K em â î Paşa’dan d ört beş yaş daha g e n çtim » diyen Ham dullah Subhî Tannöver, 1885 (1301 H .) yılında İs­ tanbul’da A k s a ıi^ ’da, H orh or’daiki Subhî Paşa Kona­ ğ ın d a dünyâya gelmiştir. Doğumu ve Çocukluğu

Cedlerinin { * ) Kas tamonu'dan M ora'ya göç ettikleri rivayet olunur. (*>

Ced : Ata.

II


Dedesi, Türk M a a rifin in ilk M aarif N â zın Abdurrahman Sâmi Paşa (1795 - 1878)'dır. Babası, yine ünlü bilgin ve d evlet adamlarından, altıncı Türk M aarif N â zın Kocam em i oğlu A b d ııllâtif Subhî Paşa (1818 - 1886)'dır. Annesi, Kafkasyah Ü lfet H avva H anım 'dır. Ü lfet Ha­ nım, Sublıî P aşan ın üçüncü eşidir. îlk zevcesi Lûtf-i-Se>her Hanım 1859'da; ikinci eşi Rengi Gül Hanım 1869’da; Ü lfet Ham m ise 26 E kim 1938 Çarşamba günü vefat et­ mişlerdir.* M ustafa Baydar'tn, T an n ö ver lıakkm daki değerli araştırmasında, Subhî Paşa'nın harem dâiresinde bulun­ duğunu b ild ird iği 13-15 kadından adları verilen 12'sinden hangileriyle evlendiği belirtilmemiştir.^ Ş ü j^ esiz bunlarm çoğu, konakta çeşitli vazifeler gören câriyelerdir. Bunlardan Subhî P aşan ın kan sı diye yazılan, yalnız Hamdullah Subhî T an rıöver’in annesi, M ustafa Baydar'ın eserin d e: «K afkasya’dan esir olarak satılm ış ve îstan-^ bula g etirilm iş b ir Çerkeş ktzt» dediği Ü lfet H a n ım ’dır, Sajan B aydar’ın adlarını sıraladığı 12 hanımdan Sünbülbaha Hanım , eğer b ir ad benzerliği değilse, bvı listeye yanlışhkla alm m ıştır. Çünkü Sünbülbaha Hanım, Subîıî P aşan ın babası Abdurrahman Sâmi Paşanın ikinci eşi­ dir. Sultan Abdülm ecid H an'ın kızlanndan M ünire Sultan'ın kâtibesi iken Sâmi Paşa ile evlenmiş bulunan Sün­ bülbaha Hanım, dört çocuk diinyâya getirm iştir.

Ailenin soy kütüğü hakkındaki bilgiler, değerli târihçi arka­ daşım Yılm az T. Öztuna'nın, ünlü Türk âilelerinin şecereleri üzerinde yapılmış araştırmasından alınıp, diğer kaynaklarla karşılaştınimıştu-. Mustafa B a y d a r: Hamdullah Subhî Tannöver, Menteş Kitabevi, İstanbul İ968, s. 32.

12


A bdullâtif Su'bhî P aşan ın zevcelerinden, — bebekken ölen ler dışında^— onikisi kız ve on biri erkek olm ak üze­ re toplam yirm iüç evlâdı dünyâya gelm iştir. Bunlardan birincisi, (Y en i Osnianlılar Cem iyeti) mensublarından. M ehm ed Âyetullah Bey, en sonuncusu ise Türkocaklan 'n a yıllarca başkanlık eden Ham dullah Subhî Tann ö v e r d ir : 1. M ehm ed Âyetullah Bey (K a hire, 30 Cemâdielevv e l Î262İÎ846 M .- Tercan, 12 Rebiuîsâni Î2 9 5 İİ5 Nisan J878 M.)^ 2.

Şefika H anım

3.

îb râ h im Bey

4.

Sâ m i Bey

5.

M ahm ud Bey

6.

A li Bey

7.

Yusuf K â m il Bey

8.

M ehm ed HayruUah Bey

9.

K e rim Bey

10.

Ahdülvehhab Bey (eski V âlilerden)

11.

Hüseyin Bey

12.

Adviye H anım

13.

M ih r î H anım

14.

 d ile H anım

15. Ayşe Behiye H a nım («K a n u n î», « U d i» diye de anı­ lan ve T ü rk bestecileri arasında seçkin b ir yeri olan Ve­ z ir M ehm ed Y ûsuf Ziyâ Paşa (İstanbul, Ağustos 1849-a.y. 1929) ile evlenmişdir. îb râ h im Ziyâ özbekkan ile büyük

3 îbn-ül Em in Mahmud Kem âl İn a l: Son Asır Türk Şâirleri, İs­ tanbul 1930, ss. 145-151.

13


şarkı bestecisi S u bhî Ziyâ Özbekkan (İstanbul, Şubat 1887 • Ankara, 19 Tem m uz 1966 SaîıYın ve M ih rî Dânişmend, Nevedâ A bacıoğîu H a m m efen d i'îerin annesidir.) 16.

Gülsüm H anım

17.

H adice H anım

18.

Hasıbe H anım

19.

Zehrâ H anım

20.

H am iyyet H anım

21.

E m in e H antm

22. Sem iha T ilâ v H antm (M ü ş îr D eli Fuad Paşanın oğlu ile evlenm işdir.) 23.

H am dullah S u bhî T A N R IÖ V E R

„ - _ - , Baba Taranndan SO Y K ÜTÜĞ Ü

Hamdullah Subhî Tanrıöver'in , , . t , ..v. tarahndan soy-kutugn ş ö y le d ir:

1 — Bursa ulemâsından A b d ü llâ tif E fen d i 2 — Şeyh H a cı A bdülbâkî E fen d i 3 — Şeyh A hm ed N ecîb E fe n d i (1769-1821) 4 — Abdurrahm an Sâ m i Paşa (1795 -1878) 5 — A bdü llâtif S u bhî Paşa (1818 - ISSö) 6 — H am dullah Subhî T A N R IÖ V E R (1885-1966) Ham dullah Subhî Tannöver, o çağın ünlü bilgin, dü­ şünür, şâir ve devlet adam larının devam edip yetiştikleri b ir konaktan; son derece yüksek b ir ilim , san’at ve fazi­ let ocağından kaynaklanarak Tü rk M aarifi'nin 38. ve Cumhuriyet döneminin 2. M aarif V ek ili olacaktır. Dedesi Abdurrahman Sâmi Paşa, 1., ve Babası Kocam em i >oğlu

14


Subhî Paşa 6., Eniştesi ünlü Türk bestecilerinden V ezir M ehmed Yusuf Ziyâ Paşa ise 22. M aarif N â zın bulun­ dukları İçindir ki, Ham dullah Subhî T a n n ö ver’e «S ü lâ­ leden M illî E ğitim B akanı» demek, abartılm ış b ir övgü olmaz. N itekim , Gazi M ustafa K em âl Paşa da, O'nun 4 M art 1925 Çarşamba günü ikinci kez M aarif V e k ili se­ çilişinde : «H am dullah, doğuştan M a a rif V e k ilid ir» de­ m işti. Ham dullah Subhî T an n ö ver’in kendi biyografisini ayrıntılarıyla verm eden önce, Dedesinin ve Babasının kim lik ve kişiliklerine ve eserlerine göz atmakta yaraıvardır. Böylece, b ir aileden Dede, Oğul ve Torun'tm Türk M illî E ğitim i'ne yaptıkları büyük hizm etler d e ortaya konmuş, aydınlanmış ve sergilenmiş olacaktır. Dedesi

Ham dullah Subhî T an rıover’in Dedesi Abdurrahman Sâmi Paşa, 1792'de Mora'da Trapoliçe'de doğmuştur." Şeyh H acı Ahmed Necib Efendi'nin oğlüdılr. H acı M ım ed Necib E fendi i s e : «P r o ­ fesörlük rütbesine sahip ve İsta n b u l’da K ara güm rük’de yatan p ır M urüddin-i C errahî H â zretleri’n in tarikına mensuh olduğu hâlde M o ra ’ya göçerek kürsi~yi eyâlet olan T ra p o liçe ’de hanıkah kuran Bursa âlim lerinden Ab~ diiU âtif E fe n d i’nin oğlu Şeyh Abdurrahmanzâde Şeyh H acı A bdülbâkî E fen d i’nin o ğ lu d u r.» Özel öğretmenden ders görmüş, fak at asıl ilm ini Ba­ basından alm ıştır. Onheş yaşmda iken b ir b eyit söylemiş ^ în a l : a.g.e., ss. 1649 -1650. N o t : Abdurrahman Sâmi Paşa’nm oğlu Basra Vâlisi Abdurrahman Haşan Bey, îbn-ül Emin Mahmud Kem âl İnal'a babası için ya2d ıg ı ya zıd a : «Doğum târihinin 1795 ol­ duğunu söyler, fakat söylerken gülümserdi. Doğrusu 1792'dir» demekdedir.

15


ve öğretm eni kerndisine «S a b ih » mahlâsım (* ) vermişse de. Babası, mahlâs, nasara kokuyor. M ahlasın (S â m î) olsu n » demiş v e bu mahlâsla tanınmıştır. B ilgi ve irfânımn artışı, kendi çabasıyla olmuştur. M ora Ayakîanması'nda babasımn Rum lar tarafından vahşice Öldürülmesinden sonra 1826'da M ısır'a giden Abdurrahman Sâmî, M ehm ed A li Paşa tarafından Kahire ’deki Bulak M atbaası M üdürlüğüne getirilm işdir. İb ­ rahim Paşa ile Rum Ayaklanması’nın bastınhşında Moraya geçmiş ve sonra yeniden ,Rumlarda rehin bulunan ik i kardeşi Hayruîlah v e Mahmud E fen dileri de kurta­ rıp beraberine alarak M ısır'a dönmüştür. Mehmed A li Paşa’nm Dîvan M uavinliği’nde ve 1829' da M ısır V ekayi' (* * ) N â zırlığ ı’nda ve M eclis üyeliğinde bulımmuştur. 1831'de Başmuavin '^Mısır kabinesinde Reis-i Vükelâ = Başvekil) olmuş ve M irlivâ (Tüm general) rüt­ besi almıştır. 1841 ve 1842'de görüşm eler yapm ak üzere birkaç kez îstanbui’a gelip dönmüş; 1843’de Feriklik (K orgeneral) rütbesini kazanmıştır. Hastalanması üzerine 1844 başla­ rında İtalya'ya geçerek L ig o m a ve Toskana’da kısa b ir süre kaldıktan sonra, Paris ve L on dra’da üç yıl tedâvi görmüş, istirahat etm iştir. M ehmed A li Paşa ölüp de ye­ rine evlâtlığı Arnavud îb râlıim Paşa iktidâra gelince, Sâmî ve K âm il P aşalarla Subhî ve K ân i B ey’leri M ısır'dan çı­ karmıştır. Abdurrahman Sâm î Paşa 1849’da Bâb-ı-Âlî hiz­ metine girei'ek Tırhala M utasarrıfı (* * * ) olmuştur. 1850'de vezirlik rütbesiyle Rum eli M üfetişi olan, 1851'de Trabzon, (* ) (**> (* * * )

16

S a b ih : Güzel, lâ tif, şirin. Mahlâs : B ir kim senin ikin ci adı, eski şâirlerin şiirlerin de kullandıikları ad. V o k a y i; V a t ’alar, hâdiseler. M u ta s a rrıf: B ir sancağın ea büyük id â re âm iri.


1852'de V id in Vâliliklerine atanan A'bdurrahman Sâmî Paşa, 1856’da Tanzim at M eclisi'ne üye seçilmiştir. 1857 y ı­ lı başlarında E d im e V â liliğ i’ne getirilm iş; sekiz ay bu­ rada vazife gördükten sonra tekrar Tanzim at M eclisi üye­ liğine dönmüştür. Mustafa Reşid Paşa nın Sadrıâzam bulunduğu sırada, 17 M art 1857’den 25 Kasım 1861 târihine kadar 4 yıl S ay 8 gün M aarif N âzırlığı yapmıştır. Tanzim at ve Islâhat Fermanlarından sonra m aarif meselelerinin b ir bütün olarak köklü b ir şekilde ele abnması gerektiğine inanan Devlet, Meclis-i V ü k elâya {k a ­ bineye) dâhil b ir hâzırın başında bulunacağı Maarif-i Umûmiye N ezâreti (M illî E ğitim B akanlığı)’ni kurmuş ve başına ilk olarak Abdurrahman Sâmî P a şa yı getirm iş­ tir. G irid'in Rum ahâlisi, V âli Veliyüddin Paşa'dan şi­ kâyet etm ek bahanesiyle ayaklanmışlardı. Bâb-ı-Âlî, Sâ­ m î Paşa'nın M ora İhtilâli'ndeki başarısını biliyordu. O’nun Rum isyancıların her türlü durum ve tutumlarını yakından bilen; E tn iki E teriya Cem iyetleri'nin gizli faâliyetlerinden b ilg i sâhibi tecrübeli b ir kimse olduğu her­ kes tarafından biliniyordu. B â b -ı-Â li, Abdtırrahman Sâ­ m î Paşanın G irid V âü liği’ne gönderilm esini uygun göre­ rek, bu hususu Pâdişaha arzetmişti. Pâdişâh, sevdiği Sâmî Paşa'nın dışarı me'muriyetlerine çıkm ayı pek arzu etm ediğini bildiğinden, Maarif-i Um ûmiye Nezâreti'ne eklenm ek şartı ile G irid V â liliğ i’ne de tâyinini v e gelinceye kadar bakanhğm b ir vekil tara* fm dan idâresini istemiştir. Nezârete, Müsteşar Hayruîlah Efendi vekil tâyin olunarak’ Sâm î Paşa G irid'e gitm iş ve

17


dokuz ayda ayasklanmayı bastırıp îstanbuFa dönmüş ve İm tiyaz Nişanı kazanmıştır. Sâmî Paşa, 1862'de b âzı şaihsî işleri için oğu llan Abdülhalim v e Haşan B eylerle beraber M ısır’a gitm iş; îskenderiye’de top lar atılm ak sûretiyle karşılanmış v e R e ’süddin S arayın da ağırlanm ıştır. Sultan Abdülaziz’in M ı­ sır'ı ziyâretinden sonra Sâm î Paşa, M eclis-i Vâlâ üyeli­ ğine atanmıştır.' Bu m eclisin kaldırılıp Şûrây-ı D evlet’in kuruluşu üzerine 1868'de M eclis-i  lî'ye me mur edilm iş­ tir. 1877’de ise Meclis-i Âyân üyesi olmuştur (*). 23 Mayıs IS S l’de îstanbul'da vefat eden Abdurrahman Sâmî Paşa, Sultan M ahmud Türbesi m ezarlığına gö­ mülmüştür. Bâzı m ektuplarıyla şiirleri, oğlu Dâmad Ahmet Necib Paşa tarafından bastırılan Sâm î Paşa'nın (Dîvân)'ından başka, İbn-i Sînâ'nm Ruh Manzumesi'ni şerh ettiği Rujtnûz’ü l - Hikem (Felsefe K avram la n ) f i Ahlâk - ül Ümm em (1870); Yûşâ-yı Sânü (1873) v e Kîşver-î Derûn (Gö­ nül Ülkesi) adlı eserleri vardır. «A vru p a'yı kalkındıran m illiyet fik rid ir» düşüncesini belirterek devrine göre ye­ ni b ir fik ir olan «M illiy e t ideali »n i duyurmak istemiştir.^ «Sergüzeşt- S âm !» adı altında ölümünden iki y ıl ön­ ce hayâtını bizat kendisi yazm ak istemişse de, M ora ve M ısır olaylarını bütün ayrıntı v e incelikleriyle yazmak isteği, eserin bitm esini geciktirm iştir. Ancak «G iriş » sa­ yılabilecek küçük b ir bölümü, kalan evrakı arasında oğ*

5 İsm ail Habib (S e v ü k ); Tanzimattan beri, İstanbul 1943, C. I, s. 21 . (* ')

M eclis-i Senato.

18

V â lâ :

Yüksek

M eclis.

Şurây-ı D e v le t :

Danıştay.

M eclis-i

Ayân


iu Ahm ed Necib Paşa’nın eiihe geçmiş ve Resimli Gazete’de yayım lanm ıştır. Ham dullah Subhî T a n n ö ver’in baBabası bası AbdüUâtif Subhî, 1818'de Mora'nın Trapoliçe kasabasında doğ­ muştur. İlk M aârif N â zın Abdurrahman Sâm î Paşa'nın oğlu, Sâm î Paşazâde Sezâî B ey (1859-1936)’in ağabeyi­ dir, Annesi Adviye R âbia Hanım (Ölümü 1857)'dır. Beş yaşmda iken, babası ile birlikte M ısır'a gelm iştir. Burada babasmdan ve çağm değerli bilginlerinden ders alarak öğrenim ve eğitim ini tamamlamıştır. Subhî, b ir süre babası Abdurrahman Sâm î’nin em ri altında ve daha sonra M ehmed A li Paşa’nın kaleminde kâtib olarak ç a U ^ ış ; M ısır'ın yönetim i îbrâhûn Paşa’mn eline geçince, babası ile birlikte İstanbul’a gelm iştir. 1849’da Meclis-i M aârif-i Umûmiye üyeliğine v e 1354'de Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyeliğine m e'm ur edil­ m iştir. Abdülaziz tahta çıkınca E vk af (* ) N azırlığın a ata­ nan Subhî Paşa, sonra yeniden Meclis-i V âlâ üyeliğine nakledilm iştir. A ltı ay sonra ise M aârif N â z ın olmuştur. Birinci def'a 6 ay 17 gün; ikinci def'a 2 ay 14 gün ki, toplam 9 ay, E vk af N âzırh ğı ile birlikde, M aârif N âzırlığı yapmıştır. Subhî Paşa zamanında M aârif alanında yapılan tanzim ât (düzeltm e işleri) ve görülen faâliyetlerden bâzılan ş u n la rd ır: Tuna vilâyetinde açılmış bulunan Rusçuk, Niş ve Sofj'a Islâhhâneleri'nde açılacak yeni atölyelerde öğret­ (* )

E v k a f: Vakıflar.

19


m enlik etm ek üzere m em lekette henüz gelişm emiş bulu­ nan çuhacılık, m arangozluk ve isperm eçet sanayiinde ih­ tisas yapmak amacı ile vilâyet halkından altı gencin beş yıllık b ir öğrenim için Fransa'ya gönderilm eleri. M ülkiye M ektebi (* ) öğren im süresinin b ir sınıf daha eklenerek üç yıla çıkarılm ası ve mevcut öğrenciler me'zun olduktan sonra okula alınacak yeni öğrencilerin dört yıllık b ir program a göre yetiştirilm elerine dâir irâdenin yayımlanması. K an dilli Rasadhânesi'nin esâsını teşkil eden İstan­ bul Rasadhânesi'nin Beyoğlu'nda kurulması. İstin af Dâiresi Başkanlığı ve Ticâret Bakanlığı gö­ revlerinde de bulunan Suhhî Paşa, târih, eskî eserler ve paralar üzerinde de derin b ilgi ve ihtisas sâhibi idi. M aâ­ rif N âzırlığı sırasında, ark eoloji eserlerini Ayairini K i­ lisesin den Çinili K ö ş k e taşıtarak, 1869'da Müze-yi H ü­ mâyûn adı verilm iş bu eski Bizans kilisesini boşalttır­ m ıştır. Ticâret N â zın iken de Müze-yi Hümâyûn un orta bölümünün tem ellerini atmıştır.^ Ayrıca T icâ ret Lisesi'ni, Sanâyi-i-Nefise v e Kız. M ektebi'ni kurdurmuştur (**). Subhî Paşa, sağlam b ir karaktere ve m edenî b ir cesârete sâhipti. Türk adliyesinin yüksek kadem elerinde bu­ lunduğu zamanlar, adaletin gerçekleşm esi uğrunda, sal­ tanat makamından gelebilecek her türlü baskı ve tehli­ keyi göze almış: doğru ve dürüst kararlardan aslâ sapHâm id Zübeyr K o ş a y : «Ham dullah Subhî Tanrıover’den i ’tibâren Müzelerimiz,» Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6 , Sayı, 2, ss, 4344. (’) (* * )

M ü lkiye M e k t e b i: Siyasal B ilg ile r Okulu. istin a f : Bidâyet m ahkem esinden verilen hükmün b ir üst m ahkemeye baş­ vurarak feshini istem ek. M lize-yi Humâyun : Pâdişâh M m esi, Sanayi-i N e fise : Güzel sanatlar.

20


mamıştır. Buııun tip ik b ir örneği, ünlü Tü rk vatanseveri Nâm ık K em âl'in mahkemesindeki davranışıdır. N âm ık Kem âl, Pâdişâhı tahtmdan indirm ek için adam lar topladığı ileri sürülerek, «siyâsî cin âyet» suçlamasiyle tutuklanmıştık Sevk edildiği mahkemenin baş­ kanı ise A bdü llâtif Subhî Paşa idi. N âm ık Kem âl, tutuklanmasından birkaç y ıl önce, yazdığı mektuplarda, özellikle Abdülhak H âm id'e t e s ir ­ lerinden kurtulmasmı istediği eskinin ünlü yazar ve b il­ ginlerini sayarken, Abdurrahman Sâm î ve Abdüllâtif Sub­ hî Paşalar'a da ağır hakaretler yağdırm ış; yakışıksız söz­ ler sarfetm iştir. Eserlerini küçümsediği, üslûblannı alaya aldığı; söz­ lerine kulak asmak şöyle dursun, Abdülhak Hâm id'in bunların eserlerini okumasını b ile alçak gönüllülük say­ dığı Ahm ed V efik , Yusuf K âm il, Sâmî ve Subhî Paşa­ lar'ı N âm ık Kem âl, «h aşerat» diye vasıflandırm ıştır. Edebiyat târihçisi Fevziye Abdullah Tansel'in çok değerli araştırm a v e çabası ile toplanıp yayımlanan (N â ­ m ık K em âl'in M d£tuplan)'nı incelediğim izde konu ile il­ gili bulduğumuz hususlar şu n lard ır: Kem âl, 1875-76’da kime yazıldığı belirsiz ve sonu noksan b ir mektubunda : ff.... Seni kîzdtrm ak için öyle b ir söz ih tira ’ (buluş, icadj ettim.. Sâm î Paşa'mn Rum ûz'una Vtirâzım, asil şim d i' ye kadar b ir taraftan i*tirâz görm ediğidir. Nevrestegân-ı maârif, herkesin sükûtuna ( * ) bakıp da, ant b ir b. zan7 Prof. Reşaci K ayn ar: «Abdüllâtif Subhî Paşa» (tstanbul Yük­ sek îktisad ve Ticâret Okuîu 75. Y ıl), İstanbul 1958, ss. 4448. (• )

R um uz:

B urada Sam i Paşa'nın Rurauzü’l - edeb adlı eseri Isasûtsdiliyor. m a â r if : B ilgid e yeni yetişenler. S ü k û t : SessizÜk;

Nevrestegân-ı

2i


netm esinler demek istedim. Asrım ızda neşrolunan eserle­ rin b ir hayli, nazar-t ib re t ( * ) ve Vtibâr ile bakılmağa şâyestedir (uygundur); fakat Rumûzu'l - H ik em d eğ il.» de­ mektedir.^ N âm ık K em âl’in 12 E ylûl 1875’de M agosa’dan, E dir­ n e’de bulunan Abdülhak H âm id ’e gönderdiği mektubun­ da da, üslûbuyla alay ettiği ve H âm id'i tesirinden uzak­ laştırm ağa çalıştığı şahsiyetlerden b iri Sâmî Paşa'dır. Tansel, N âm ık K em â l'in konu ile ilg ili m ektupları üzerinde şunları yazm aktadır : ^ «Zinetsiz, seci’siz, (* * ) gelişi güzel yazılmış nesirleri yüzünden Sâm î Paşa, H â m id ’e i ’tiraz etm iş ve H âm id de, bunları N . KemâVe yazmıştır. N . K em â l Rum ûzu’l - H i ­ kem adlı eserin m ü e llifi Sâm î Paşa’ya, H â m id ’in, bugün, N erg isi tarzında nesirlerin, yapraklan ve hattâ kozalakla n dökülm üş b ir ağaca benzediğini, bu günkü nesirden süslü süslü kelim eler, kafiyeler, v.s. faydasız şeyler yeri­ ne b ir rûh beklenildiğini söylem esini ister. Sâm î Paşa’nın oğlu Subhî Paşa'ya verilecek cevâba g e lin c e : Eskilere h ürm etle beraber, ilerleyebilm ek için, mürdepesendlikten (ö lü le ri beğenmek) vazgeçmek lâzım olduğudur. N e f’î ve N ergisi y olla rım ta k lit ise, ancak, zamanın icaplarına vâ­ k ıf otamamanın n e tice le rid ir.» «.... N . K em â l’in, Magosa’dan, E d irn e’deki H â m id ’e ilk tavsiyeleri, H â m id ’in, yazısını şeklen düzeltmesi, ne Sâmî, Yusuf K â m il ve S u bhî Pa şaların eski tarz nesir­ ® Fevziye Abdullah T a n sel: Nâm ık K em âl’in Mektublan, Clld 1, Türk Târih Kurumu Yaymlanndan, Ankara 1967, ss. 4Î8-419. 9 F .A . Tansel: a.g.e., ss, 422-23, 425, 429. (* ) (* * )

22

N azar-ı ib r e t : İb ret bakışı. Z iy n e t: Süs, takı! S eci’ : N esirdeki kafiye.


lerine, ne de Ahm ed V e fik Paşa’ntn tavsiyelerine kendû sini kaptırm am ası lüzum udur.» «.... b ir mektubunda övdüğü Sâm î ve hânedânı Sübhî Paşa’la rm sözlerine kulak asmak şöyle dursun, Hâm id'in, bunların eserlerini okum asını b ile aşağılama sa­ yan K em âl, bu saydığı şahısları, haşerât diye vasıflandır­ m a k ta d ır». M ustafa Baydar, Ham dullah Subhî’den duyduğunu da belirterek, 'hakaret konusunu «M eşrûtî yönetim le ilg ili b ir tartışm a»ya bağlam aktadır ki, doğruluk derecesi be­ lirsizdir. Baydar bu hususta aynen şunları yazmakta­ d ır : N â m ık Kem âl, tutuklanm asından birkaç y ıl ön­ ce, E d irn e ’de bulunan Abdülhak H â m id ’e yazdığı b ir m ektupda S u bhi Paşa’ya, AbdurraJtman Sâm î Paşa'ya ağır surette sövnmş, hattâ Subhî Paşa’m n büyük oğlu Âyetullah Bey'e «ît u lla h » diyecek kadar ile ri g itm iş ti.» «B u sövm enin nedeni üzerinde H am dullah Subhî Ta n rıöver bana şunları s ö y le m iş ti: B ir gün b ir toplan tı­ da M eşrû tî îdârenin kabul edilip edilm em esi tartışılır. Burada Subhî Paşa ve daha b İr ik i arkadaşı m em leketin daha henüz M eşrû tî idâreyi hazmedecek düzeye gelm e­ d iği tezini savunurlar. îş te bu konuşm aları haber aîan N âm ık Kem âl, sözü edilen m ektubu yazar.» «S ö v m e olayı, S u bhî Paşa tarafından haber alınm ış ve durum halk arasında da ya y ılm ıştı.» Subhî Paşa'nın başkanlık edeceği mahkemede, Subhîpaşazâde Âyetullah B ey ile de arası açık olan Nâm ık Mustafa B aydar: a.g.e., s. 29 ve Dipnot (2).

23


K em âl'in mulıakkak ceza göreceği inancı halk arasında yaygındı. Dâva ile yakından ilgilenen Sultan Abdülhamid, du­ ruşma gününden önce eniştesi Mahmud Celâleddin Paşa'yı, Subhi Paşa’nın konağına gönderm işti. Celâleddin Paşa, Subhî Paşa'ya, «N â m ık K em â l Bey hakkmda ne yapacaksınız^» diye sorduğunda aldığı karşılık şu d u r: «E fe n d im iz em in otsunlar, adaleti tatbik edeceğimbi. N itek im mahkeme, duruşma sonunda, b ir nevi’ be­ raat sayılabilecek yetkisizlik: k aran verm iştir. Subhî Paşa nın v efâtı üzerine N âm ık Kem âl, Subhî P aşan ın kardeşi H alim B e y e Rodos'dan yazdığı başsağhğı mektubunda, Paşa'ya duyduğu minnet ve şükran b or­ cunu samimî b ir d ille b elirtm iştir : «S u b h î Paşa merhum, Mahmud Celâleddin Paşa'mn pençe-yi zulmünden (* ) hür­ riyetim i kurtararak bana b ir çeşit v e lîn i’m etlik etm iş ve hu lû tfu da diğer iy ilik lerin e ek lem iştir.» Nâm ık K em âl’in oğlu AH Ekrem B olayır da bu konu­ da ; «K e m â l’i muhâkem e edecek m ahkem enin R eisi olan Sâm î Paşazade Subhî Paşa, O ’nun berâetine karar verdi. S ubhî Paşa’ya N â m ık Kem âl, kendi berâetine karar ver­ mesinden ziyâde, vatanımızda b ir adalet m evcut olduğu­ nu, Abdülham id kadar kindar b ir hükûm dâra karşı gele­ rek isbât etm iş olmasından dolayı m innetdâr idi. B u vic­ danî m innet ve şükran, K em â l’in ailesi fertlerin e de övün­ me m îrâsı k a lm ış tır» diyor.“ Sepetçioğlu, 1000 Tem el E ser serisinde çıkan H.S. Tannöver'den (Seçmeler) kitabına yazdığı önsözde konu ile ilg ili olarak şunları yeuzmaktadır : ^ Fevziye Abdullah T a n sel: a.g.e., C. II , s. 36 ve Dipnot 7. Hamdullah Subhî Taıın över (Hazırlayan : M. Necati Sepet­ çioğlu) : Seçmeler, İstanbul 1971, s. V. (* )

24

Peoçc-yî z u lü m : Zulüm pençesi.


«... N âm ık K em ârin , bütün büyüklüğüne rağmen, sırf arkeolojiye sevgisi yüzünden «N ebbaş : M ezar soyu­ cu » diye vasıflandırdığı bu Subhî Paşa, (Mahkeme-yi İs ­ tin af Ceza Dâiresi Reisi)*^ olarak da vazife görü yor ve karşısındaki suçluyu, N âm ık K em âl'i, Damad Mahmud Celâleddin P aşan ın bütün mânevi baskısına rağmen be­ raat ettirebiliyordu. Bu karardan sonra kendisine sorul­ duğu vaık it: « î k i adâlet v a r d ır : Pâdişâhın adaleti ve Allâ h 'm adâleti. Ben A llâh’ın adaletini kastediyorum !» cüm­ lesi ile «Y a r ın H ünkârın da benim de huzuruna çıkaca­ ğım ız b ir hâkim va rd ır ki, yalnız O ’ndan k orka rım ! sözü, Abdüllâtif Subhî Paşa konağının sâhibini çizen cesâret çizgileri olduğu kadar, ruh ve kültür çizgileridir de.» Arabca, Farsça, Fransızca, Latince, İbrânîce ve Rum­ ca dillerini hakkıyla bilen Subhî Paşa, İbn-i Haldûn Târih i’nin b ir kısm ını M iftâh-üI-İber (İb retler Anahtarı) adı ile Türkçeye çevirm iştir. Daha sonra bu esere ilâve ya­ parak, Tekm îlet-ül-İber (İb retlerin E ki) adlı eserini ya­ yım lam ıştır (1278/1861). Yalnız birinci cildi çıkan Hakîk-ü’l-Kelâm £î Târîh -il-İslâm (îslâ m Târihine D âir Söy­ lenen G erçekler) ad lı eseri de (1279/1862) yılında basıl­ mıştır. Dünyâca ünlü çok değerli b ir (Para Kolleksiyonu) bu­ lunan Subhî Paşa'nm, Uyûn-ü’Idiıbâr fi’n-nukud ve'I-âsâr adlı îslâm sikkelerinin ilk icâdı ve kesilmesi, basım ı üze­ rine b ir eseri de yine (1279/1862) yılm da yayımlanmıştır. M âliye işlerinin düzeltilm esi ile ilg ili (Î281/1864) târihli

Midhat Cemâl Ku n tay; Nâm ık Kem âl, c. I I I . s. 2Î4-215-2Î7. M.C. K u n ta y : a.g.e..

25


lâyihası (* ) da îslâhât-ı M âliye Lâyihası adı ile ünlü ayn b ir risâle hâlinde basılmıştır. 1888 (11 Röbiülsâni 1305)'de İstanbul'da vefat eden A bdüllâtif Subhî Paşa da, Sultan Mahmud Türbesi me­ zarlığına gömülmüştür. B öyle b ir D eden in torunu ve b öyle b ir Bab a n ın evlâdı olarak ça­ ğının b ir ilim , san’at ve kültür akademisini andıran «B ab a O cağı»nda iy i b ir öğrenim ve eğitim gören zekî, yetenekli v e çalışkan H am ­ dullah Subhî, çocukluğunu Dedesi Sâm î Paşa'nın Çamlıca’daki köşk ve bahçelerinde geçirm iştir. Hamdullah Subhî TannÖver'in Öğrenlm ve Eğitimi

Ebüzziyâ T evfik Bey, (Y e n i Osmanlılar Cem iyeti) kurucu ve üyelerinden Âyetullah B ey’den bahsederken, bu Sâmî ve Subhî Paşa konaklan için şöyle der^^: «....Ö zellikle Sâm î ve S u bhî Paşa K onaklan, zamantn b ire r Encüm en-i Dâniş ve Ir fâ n ’ı (B ilg i Akademisi) idi. Şark ve Garbın en tanınm ış b ilgin lerin e sığınak ve konak y eri olan bu ik i binâ, varItkIan ile Başkent’e on ur veriyorlardı. M irza Sa fa la r, H oca AhdîÂlkerim’ler, Dr. M o rtm a n ’la r H indû Sind (H indistanyden M agrib-i Ak~ sa {Fas ve M arakeş)’dan gelm iş bilginler, İlm î ve edebî konularla o konaklara b ire r D â r-ii'l-u lü m (İlim Yuvası) değeri v e rm iş ti.» •Eseri bugünkü dile sadeleştiren değerli arkadaşım Ziyad Ebüzziyâ, 1855'de yapılm ış bu eski konak hakkın­ da şöyle d em ek ted ir: ^ (* )

26

Ebüzziyâ T evfik (Dilini sâdeleşdiren: Ziyad E bü zziyâ): Yeni Osmanlılar Târihi, I.C., İstanbul 1973, ss, 80 ve 81 (N o t: 1). Lâyiha : Düşünülen b ir şeyin yazı hâline getirilm esi,

öneı^e,

rapor.


Una nak, bul yine

«....Su bhî Paşa Konağı, H am dullah S u b h î’nin vefâkadar (1966) korunm uştu. Aksaray’da bulunan ko­ hâlen b ir ilim ocağı hâline g etirilm ek üzere İstan­ Üniversitesi tarafından a lınm ıştır. BÖylece Konak, b ir ilim yuvası ola ca k tır.»

îlk öğrenim ini K ısıklı, Altunîzâde ve Nümûne-yi Te­ rakki m ekteplerinde yapan Ham dullah Subhî, o rta öğre­ nim ini ise, Küçük Said Paşa aracılığı ile çıkan II. Abdülham id H an'ın irâdesiyle parasız v e ya tılı olarak Galata­ saray Sultânîsi'nde (* ) tamam laımşür. M ustafa Baydar'm , sayın Saide T a n n ö ver’den bu ko­ nuda ald ığı b ilgi şudur : «K ü ç ü k Said Paşa, Subhî Paşa’m n yanında çalışmış ve kızının adını da Subhîye koym uştur. Subhî Paşa’ya saygı ve m inn et duygularıyla bağlı olan Said Paşa, H ün­ kârca ( I I . Sultan Abdülham id H an’a), Subhî Paşa'mn pek çok sayıda evlâdı olduğunu ve çocu kla rın ın tahsilsiz kal­ mamasına gayret göst<erilmesini b ild irir. Pâdişâh da bu isteği yerinde bularak ilk in H amdulah S u bh î'n in ağa­ beyleri Yusuf, K âm il, K erim , Abdülvahab, Hüseyin ve nihayet H am dullah Subhî, padişahın e m ri ile Galatasa­ ray Sultânîsi’n i devlet hesabına parasız olarak b itirirle r.» Fakat bilin d iği gibi, Ham dullah Subhî'nin en büyük ağabeysi, siyâsî davram şlan yüzünden ancak Danıştay M uavinliği'ne ve V ilâyet Mektupçuluğu’na kadar yüksele­ bilm iş M ehm ed Âyetullah B ey (1846-1878), N âm ık K e­ m âl gib i Hükümete, Abdülham id rejim ine karşı olmakla ünlüdür.*'^

” (* )

Mustafa B a y d a r: a.g.e., s. 38 (D ipnot: 1). tbn-ül Emin Mahmud Kem âl î n a l : a.g.e., ss. 145-151. Galatasaray S u lta n îs i: Galatasaray Lisesi.

27


Ailenin 1. evlâdı Âyetıülah Bey, bebekken Ölenler dı­ şında, sırada 23. olan en küçiîk kardeşinin doğumundan 6-7 yıl önce tifodan öldüğü için, Ham dullah Subiıî'yi gö­ rem em iştir ve şüphesiz onun düşüncelerine t e s ir ettiği söylenemez. Fakat, Ham dullah Subhî Tanrıöver'in ken­ disi de, II. Abdülham id H an aleyhinde bâzı yazılar yaz­ maktan çekinmemiştir. Sepetçioğlu değerli incelemesinde, Ham dullah Subh î’nin ruh tahlilini yaparken b elirttiği hususlar dikkat ç e k ic id ir: «....H am dullah S u b h î’deki ik i z ıt yaratılış, kalahalığı istem ek ve ycdnızhğt sevmek.... î k i z ıt s e v g i: Dedesi­ ne «h a şera t», Babasına «n eb b a ş», kardeşine «itu îla k » di­ yen ve bunu yazıyla herkese duyuran N â m ık Kem âVi sev­ m em esi gerekirken çok sevmesi, «b e n im mânevi Baham, v e îîn i'm e tim » diyecek kadar bağlanması.... î k i z ıt f i k ir : 1920-1930 y ılla n arasındaki din görüşünü 1940’dan sonra o günlerin anlayışına tamâmen ters b ir şekilde geliş­ tirm esi g ib i tezatlar, konak iç i hayâtı ile, köşk dışındaki geniş tabiat hayâtıniy bütün gerçekleriyle aynı anda ya­ şamış ve duymuş olmasından ile ri gelir. y> GalatasaraylI dostum Ziyad Ebüzziyâ'nın Galatasaray arşivlerinden çıkarıp b ize lü tfettiği n otlar ,okul numara­ sı 409 olan Ham dullah Subhî'nin bu «S u ltâ n ı»d ek i eği­ tim y ılla n (1895/96-1904) hakkında oldukça ayn n tılı b il­ g iler v erm ek te d ir: 1923!24 yıhna kadar, Galatasaray'da fransızcadan başka b ir sınıfta, türkçeden d iğer b ir sınıfta olu n a b ilir­ di. Bu d illerd eki bilgisine göre, fransızcadan lise lO'da, türkçeden îtse son sınıf Î2 'd e huîunahilirdi. B u Vtibarîa ^

28

H. S. Tannöver (H azırlayan ; M. N. Sepetçioğlu ): a.g.e., s. VIT


«Galatasaray M e ’zu n u » olabilm ek iç in h em türkçeden hem fransızcadan m e’zuuniyet im tih a m verm ek gerekir­ di. sâde türkçeden veyâ yalnız fransızcadan son sınıf b itirm e im tihanına g irip başarı sağlayanlara ise «eh liy et­ nam e» ve rilir, me'zun sayılmazlardı. Ancak bugün, geç­ m işten söz edildiğinde, bu şekilde ehliyetnâm e alanlara da m e’zun denilmeğe başlandı. H attâ meselâ Vedad N e­ dim T ö r l l ’den a y rılıp tahsile Almanyaya; A li N â ci KOf racan 8'den ayrılıp Bâbt-Âîî'ye geçdiği hâlde, bugün ken­ dilerinden bahsolunduğunda, Galatasaray m e’zunu deni­ liyor!.... H am dullah Subhî Bey de, 1904’de sâdece türkçeden ?ne'zun olduğu için, Galatasaray m e’zunu değil, Galatasarayâan türkçeden «eh liy etn â m e» alm ış b ir kim sedir. K en ­ disinin o k u l numarası 409’dur. («M e k te b -i S u ltâ n î’nin E l­ lin ci K uru lu ş Y ıld ön ü m ü münasebetiyle yayım lanm ıştır eserinin 124. sahifesi.) B u sahifedeki doğum târihi açık b ıra kılm ıştır. D o ­ ğum y eri hânesinde: (Dersaâdet) yazılıdır. «M ü lâ h a za t» hânesinde : (D ârüîfünûn M üderrislerinden S u bhî Paşazâde) deniliyor. B u eser 1918’de basılm ıştır. H a rbin felâket y ılı olduğundan ve oku lu n bütün evrakı ve kayıtlan 1907 yangınında yandığından, m e ’zunlarm hepsi hakkında tam b ilg i verm ek ço k güç olm u ş; bâzı öğren ciler hakkında bilgi verilem em iştir. Türkçeden veyâ fransızcadan ehliyetnâm e alan kim ­ se, daha sonra diğer dilden de b itirm e im tihâm na g ireb i­ lird i. Bunda da başarı sağladığı takdirde, elindeki ehli­ yetnâme geri a lın ır; yerine Galatasaray M e ’zuniyet D ip ­ lom ası verilird i.

29


H am dullah SubhVnin türkçeden ehîiyetnâm e aldığı­ na dâir, (M ek teb -i Sultanî 1322 Sene-yi H icriyesi M ükâ­ fa t D a ğıtım C etveli) broşürünün 2. sahifesinde şu kayıt v a r d ır : «409 H am dullah Subhî ve 542 İsm a il Kenan E fen ­ d iler türkçe kısmından im tih a n verdiklerinden, fransızca ve ilim le r kısmından da im tih a n verd ik leri takdirde şehâdetnâme almaya hak kazanacaklardır. H am dullah S u bhî daha sonra bu im tih a nla rı verm e­ miş bulunduğundan, Galatasaray'ından m e’zun sayılamazSâdece Galatasaray’ın 1904 T ü rk çe B ölü m ü ehliyetnâmesine sâhip olarak sultânı tahsili görm üştür. B u kayıttan anlaşıldığına g öre T ü rk çe B ö lü m ü ’nü o y ıl ik i kişi b itir­ m iştir. H am dullah Subhî, b irin c ilik le b itirm iştir. Yine aynı broşürün 6 ve 7. sahifelerinde türkçe derslerden m ü­ kâfat ve teşekkür - nâme alan öğ ren ciler arastnda adı yoktur. B u da, s ın ıfın ın parlak b ir öğrencisi olm adığını gösteriyor. O y ıl fransızcadan ve h iç b ir dersden mükâ­ fa t veyâ teşekkür - nâm e alm am ış bulunduğundan, o y ıl fransızcadan hangi sınıfta olduğunu anlamak m üm kün değildir. M ükâfat D a ğ ılım ı C etvelleri’ne göre, H am dullah Sub­ h î (T a n rıöver), H ic r î 1313/14 - M ilâ d î 1895j9 6 yılında Ga­ latasaray’a, orta ok u l B ir in c i Sınıf, 1. Şube, 2. K ıs ım ’a öğren ci olarak g irm iştir. O y ıl o rta ok u l öğretm en i N atal E fen d i’nin fransızca cü m le dersinden ve ezber dersinden b ire r teşekkür - nâme; Fransızca Güzel - Yazı öğretm eni B azil E fen d id en ve Jim nastik öğretm en i Fâik Bey’den (Fâik Üstünîdm an) b ire r teşekkür - nâm e alm ıştır. D ö rt teşekkür - nâmesi olduğundan b ir de «ça lış k a n lık » teşek­ k ü r nâmesi kazanmıştır. (M ükâfat D a ğ ılım ı Cetveli, ss. 78, 79, 81). Adı (H am d ullah) olarak geçm ektedir. E rte s i y ıl fransızcadan o rta ok u l 2. S ın ıf 2. Şûbe’dedir. Bu y ıl fransızca ezber öğretm en i M ösyö SaU'den ve

30


Güzel - Yazı öğretm en i Klavas E fe n d id e n b ire r teşekkür nâme sahibi olarak da b ir adet çalışkanlık teşekkür - nâ­ mesi kazanmıştır. {lS13/14-1896j97} M ükâfat D a ğ ılım ı Cedveli s. 73 ve 74’de adı «H a m d u lla h » olarak kayıtlıdır.) E rtesi y ıl fransızcadan orta ok u l 3. S ın ıf 2. Şûbe’de' dir. Fransızca öğretm en i Vafiyadis E fen d i’den fransızca dersinden m ükâfat; ezber dersinden mükâfat, cü m le der­ sinden teşekkür - nâme, m atem atikten teşekkür - nâme, Klavas EfendVden Güzel - Yazı dersinden teşekkür - nâ­ m e alm ış; bunların sonucunda çalışkanlıktan «fevkalâde m ü k â fa t» kazanmıştır. (1315/16 -1897j98 Ders Y ılı M ü ­ kâfat D a ğ ıtım Cedveli, ss. 69-70.) E lim izd e 189Sj99 -1316/17 ve 1899/1900 - 1317/18 yılla n M ükâfat D a ğılım Cedvelleri olmadığından, bu ik i y ıl­ da H am dullah S u b h î'n in s ın ıf durum u ve çalışkanlık de­ recesi hakkında bilgiye sâhib değiliz. Türkçesine gelince, türkçe derslerinden kendisine ilk defa 1897/98-1314/15 ders yıbnda rastlıyoruz. B u yıl O rta B ir sayılabilecek sınıftadır. O târihlerde Galatasaray 3 orta ok u l 6 T â lî veyâ Â lî, (fransızca classe denilen) 9 y ıl­ lık b ir ö ğ retim e sâhibdir. (Ayrıch fransızca veyâ türkçesi olm ayanlar iç in yetiştirm e sınıfla rı va rd ır ki, bun­ larda öğren cilere m ükâfat verilm ediğinden hu sınıflarda bulunanları ta'kib etm ek m üm kün değildir.) 1314/15 yılında H am dullah Subhî, 1. Classe (s ın ıf) 2. Şûbe’dedir. (Ü ç yit önce fransızca o rta o k u l l ’de bulun­ duğuna göre, türkçeden de orta ok u l V e g irm iş olm ası ge­ rekiyor. Türkçeden o yıllarda teşekkür - nâme veyâ m ü­ kâfat alamamış olması, bütün çabasını franstzcasını iler­ letm eğe verm iş olm ası ile izah ed ileb ilir.) B u y ıl türkçe öğretm en i R ıf a t Bey’in ibâre dersinden m ükâfat; im lâ dersinden teşekkür - nâme; Güzel - Yazı H ocası Ahm ed E fe n d id e n (ünlü H attat Ahm ed E fen d i) teşekkür-nâme ve

31


h iL başanîarmdan ötü rü âe çahşkanlıkdan b ir teşekkürnâm e alm ıştır. (1315 M ükâfat D a ğ ılım Cedveli, ss. 30-31.)

M e z u n olduğu y ıl dâhil, daha sonraki yılla rın cedvellerinin h iç birinde ne teşekkür - nâme, ne de mükâfat aldığı görülm üştür. M u h te lif d illerd eki ih tiyârî dersleri de tâkib etm iş değildir.... Çalışkan başlayan bu çocuğun birdenbire dikkati çe­ ken b ir tenbeîliğe bürünm esi, üzerinde durulacak b ir ko­ nudur. Bilhassa türkçede parlayıp fransızcayı birdenbire kenara atarak bu dilden m e’zun hile olmayışı, kendisini şiire, edebiyata k a ptırd ığım gösterm ektedir. H am dullah Subhı 1313! 14 ders ytim da orta ok u l l ’de olduğuna ve 1321/22 yılında m e’zun edildiğine g öre Ga­ latasaray’da 9 y ıl ok um uştur ve h iç sınıfda kalm am ıştır. Türkçeden her y ıl geçerek m e’zun olduğu anlaşılmakta­ dır. Fakat fransızcadan arada kalıp kalmadığı bilin m e­ m ektedir. H am dullah S u bhî ile türkçe son sınıfta bulu­ nan arkadaşlarından bâztIarı ş u n la rd ır: P ro fe s ö r M uam ­ m e r Râşid Seviğ, Salâhaddin R efik Sırm alı, B u rd u r M il­ le tvek ili Seyid H â şim .» Hamdııllaıh SubM T an rıöver’i en yakından tanımış ve en iyi incelem iş bulunan, edebiyâtım jzın büyük şah­ siyetlerinden b iri Abdüiıhask Şinâsi H isar’ın dağınık notlarm ı derleyip düzenleyerek T ü rk Edebiyatı T â ıih i’ne kazandıran değerli yazar Şevket Rado olmuştur. Abdülhak Şinâsi Hisar, şükranla yararlandığım ız notlarında, Ham dullah Subhî’nin Galatasaray öğrencisi bulunduğu yılla r hakkında şu ilginç b ilgileri v e rm e k te d ir: ^

32

Şevket R a d o : «Abdüihak Şinâsi H isar’m Dağınık Notlannd a n : Hamdullah Subhî Tannöver,» Hayat Târih Mecmuası, Ağustos 1966, Y ıl 2 , Cikî 2 , Sayı 7, ss. 4-9.


M ektebin sın ıfla n ü ç bahçeye taksim edilm işii. H e r b irin d e ancak birkaç sınıfın talebesi birleşip tanışırlar, diğerleriy le karşılaşamazlardı. Bizden birkaç yaş büyük olan H am dullah Subhî büyüklerin bahçesindendi. Fakat, M ü fid R âtib, Ahm ed Santim, E m in B eliğ, Ahmed Hâşim , îzzet M elih, ben (Abdülhak Şinâsi) ve sair birkaç arkadaşın edebiyatla meşgul olduğum uzu duymuş. Bize haber gönderdi ve b ir gün teneffüs saatinde tanışmak için bahçemize geldi. O zamanlar ekseri talebenin g iy d ik leri de m ektebin fa k ir renklerine ve manzaralarına uygundu. H am dullah S u b h ın in giyinişi ise özenliydi. Sesi, sam im iyetten çok resm iyet veren b ir sesdi. P ro to k o lle , gösteriş sever b ir tarzda konuşuyordu. Bize edebiyattan, N â m ık K em â l’­ den, gelecekten bahsetti. H am dullah S u b h î’de vatan âşıkt ve şâiri N â m ık K em â l'in te’s iri çok olm uştur. G erçi ken­ disini tecrübesi çoğalm ış b ir ağabey sayıyor, fakat bize İtib a rla (değer vererek) hitap ediyordu. Rûhum uzda b ir nüfuz kazanmak isteyen üstad veyâ arkadaş en evvel bize inandığını gösterm elidir. O nun öyle zengin b ir kalbi o l­ m a lıd ır ki, bize m uhabbet ve güvenini bezi e ttiğ in i (b o l b o l verd iğ in i) görebilelim . H am dullah Subhî, hakkım ızdaki m uhabbetli sözle­ riyle nezdimizde kendi o to rites in i de kuruyordu. B iz de, kendim ize verilen bu ehem m iyetten m em nun oluyorduk. B irb irim iz d en tekra r görüşm ek tem ennisiyle (d ile­ ğiyle) ayrıldık. Onunla ilk görüşm em izin hu tarzını âdet edindiğini ve tanışmak istediği başkaları için de tatbik e ttiğ in i görd ü m ve onunla görüştüğüm gün bana yaptığı te’s iri sonra b irçok gençlere de yapmış olduğunu gözle­ dim . B unun üzerine bu ilk hissim sonraki gördükîerim -

33


îe k u v vetlen m iş tir: O, gençlere muvaffak olm a k üm id ini ve hürm ete, sevgî'ye ve hayâta d oğ ru çevrilm ek cesaretini bağışlayan, haktşlanm tzm stntrtnt genişleten ve kalbim i­ zin sîcakhğmt, ateşini artıra n sözleriyle başlarım ızı daha yüksek tutturan, özetle asîl b ir m ûsikî te’s iri yapan yük­ sek insanların soyundandır. B öyîece tanıştığım ız H am dullah Subhî, b izi o ta til m evsim inde K üçükçam hca Tepesi’nde pederinden katan korudaki köşkte b ir öğle yem eğine davet etti. V e o gün ilk defa onun hülyâlannt açan manzaraları, fik irle rin in k ök lerin i salmış olacağı y erleri gördük. B ütü n bu güzel ve büyük koru, buradaki ahşap ve şim d i harap köşk, yok o lu p biten b ir eski zaman debdebesine, gönüllerde bâki kalan ve hâtıralarda yaşayan b ir asalet an'anesine delil­ di. E s k i zaman çehrelerin in m übârek ve yüksek mânâla­ rın ı taşıyan b ir sis g ib i anlam lı yerlerdi. Buralarda yaşıyan atalar geniş odalar, sofalar ve uzun uzadıya anla­ tılan p ro to k o l içinde kendi ru hlarının ağırbaşlılığını ko­ rum uş olacaklardı. Şahsın kendi kendisine verd iği bu rütbe bu asalet hissi, bu atalardan ve bu yerlerden arkadaşım ızm ruhuna sinm iş olm a lı ve fik irle rin in k öklerin i bu y erler beslemiş olm alıydı. H am dullah’ın babası Subhî Paşa ve biiyük babası Sâm î Paşa'dan evvelki ecdâdı (a ta la rı) da E d irn ekapısı’ndak i Nakşibendî tekkesinin bütün cemaat işleriyle uğraşan şeyhleri, aynı zamanda m evrûs (m îras kalm ış) mutasar­ rıfla n (* ) idiler. S ın ıfım ız değişince biz de a rtık büyüklerin, H am dul­ lah Subhı'nin bahçesine gelm iştik. Ders aralarında bulu­ şuyor, yeni dostum uzun seslerini dinliyorduk. Onun b iri (• )

34

M u ta s a rrıf: B ir saıtcağm en büyük idâre âm iri.


kalbine, îâtifesine ve evine âit husûsî ve diğeri telkin i­ ne, (* ) işlerine ve yabancılara â it resm î ik i sesi vardır. Y âhut sesi bu ik i makamdan b irin e tâbi o lu r.» «....E vvelâ h iç b ir fen için hususî b ir tem âyülü olm a­ dığı, hattâ fenden uzaklaşan b ir zihniyeti old uğu hâlde, b ir fen adamt olarak telâkki ediliyordu. B u şöhretinin h ik m e ti şudur ki, H am dullah Stıhkt, tâ m ektep zamanın­ dan b eri bütün b ild iğin i ço k iy i ve kat’iyetle b ilir ve söy­ ler. Kafası durmadan madalyonlar darbeden b ir m aki­ ne g ib i muntazam cü m leler hazırlar. Sözleri hep yazılmış cü m leler halindedir. B unun iç in d ir ki, bugün de yazmak­ tan çok söyleyerek yazdırmayı kolay buluyor. İşte içi­ mizden kim se bild iğin i böyle söyleyemez ve bundan do­ layı onun ço k b ilm işliğin e ve fennine hükm ederdi. Sonra m anzum eler yazdığı ve bahçe zamanlarında bâzen b ir heyecana gelm e hâlinde yüksek sesle ş iir oku ­ yarak gezindiği için , kendisine şâir d iy orla rd ı.» Abdülhaik Şinasi H isar'm notlannda 9, 10 ve 11. sahifeler kaybolduğu için, 12. sahifeden sonrası şöyle de­ vam e tm e k ted ir: «....gizlice gönderiliyordu. B u m anzum elerin H am dıdlah S u b h î’nin olduğu anlaşılması kendisi iç in şüphe­ siz büyük teh lik eleri m û cib olacaktı. O, ş iirle rin i bastırmamaktansa hu tehlikelere katlanmayı tercih ediyordu. Fakat o vakitlerde em sali bizde m evcu t ve m âlûm olsa, O ’na şâirden çok hatib denilm esi uygun olacaktı. Z ira en çok sevdiği şey, talâkat (d il açıklığı, düzgün söz­ lü ) tecrübeleri yapmaktı. O zo-manki hüküm et, din is­ tibdadını da icrâ e ttiğ i ve m ille te kendi serbestliğini bile kaybetmiş b ir din tâ’Um ve bunu hayatta zorla uyguladığı sebeple hislerde dine karşı b ir tepki hâsıl olm uştu. Ham(* )

Telkin : FUdr aşılama.

35


dııllah da m antık ihtiyâcını ve talâkatım dînin telâkki­ le rin i tenkid ve redde zaman a y ın r ve mutaassıplarla m ü­ nakaşa e,derdi. D in B ilg is i Ö ğretm en i ve daha sonra ît t ihad ve T e ra k k in in Farm ason olduğu söylenilen ŞeyhüU İslâm 'ı Mûsâ K âzım E fen d i ile ders saatlerini din hakkın­ da münakaşa ile g eçird ik leri olurdu. îş te bunlar H am ­ dullah S u h h ın in ilk hitabeleridir. Sonradan estetik m u a llim i olunca, güzelliği b ir ta­ k ım kaidelere bağlayan ve ta’lim eden H am dullah Subhî, o zamanlarda güzelliğin âşıkı ve san’at için san'at taraf­ ta rlığı tarzında «G ü z ellik için g ü z e llik » taraftarı oldu­ ğunu da gösterm işti.» «H a m du lla h Subhî, m ektepten çık tık ta n sonra ve M eşrû tiyet’ten b ir sene kadar evvel büyük b ir hastalık geçirm iş, pek sarsılm ış b ir hâlde kaldığından yorgunlu­ ğun, za jiy e tin ve m izacî b ir kabiliyetin neticesi olarakkuvvetli b ir nevrasteniye tutulnuiş. Sakal bırakmış. Bâzen b ild iği b ir yerden b ild iğ i d iğer b ir yere gitm ek iste­ d iğ i zaman ,alacağı istika m eti (y ön ) şaşırır ve bu bece­ riksizliğine şaşarmış. Â ilesi onun yalnız sokağa çıkm ası­ na m âni' olurlarm ış. B un la rı Paris'den dönüşümde diğer bâzı tafsilât ile R e fik H â lid B ey’den duymuştum.yy «...M eşriX tiyet'in ilânından sonra tek ra r buluştuğu­ m uz zamanlar H am dullah Subhî, çevresinde iyi b îr te s ir yapmaya pek çok dikkat eden b ir gençti. Dâim â hitâbet cü m lelerine dönen sözleri ve resm î b ir âhenkteki sesi, yabancılara daha fazla musanna’ (san’at eseri olarak mey­ dana g e tirilm iş) g ib i geliyordu. Konuşm asında merasimseverdi. Giyinişinde gayet d ik k atli ve titizdi. Çam lıca Te­ p esin d ek i güzel koru satılm ıştı. H orh or'd a pederinden kalma ve a rtık bahçıvansız ve bakımsız bahçe ortasında büyük, kârgir ve eskimiş b ir konakta oturuyordu. G idip

36


ik i ü ç saat B eyoğlu’nda gezinmek kararıyla buluştuğum uz gün ler sokağa çıkıncaya kadar akla karayı seçerdik. Ve hu tâ’b irin h ik m e tin i o zaman anlam ıştım , H am dul­ lah Subhî b ir aynanın karşısına geçer ve daha o zaman­ dan ağarmaya başlayan saçlarını b ir cım b ızla kopararak beyaz k ılla rı taham m üle değer gördüğü b ir m iktarda azaltmadan evvel sokağa çıkmaya b ir tü rlü râzı olmaz­ dı. M arm ara’ya hakan çamlardan akşamın koyulaşan mâv iliğ i gözlerim ize b ir davet, b ir serzeniş g ib i görünürdü. Biz ü m it ettiğim iz tesadüfleri b elk i şu esnâda kaçırm ak­ ta olduğum uzu düşünür, sabtrsızlamrdık. Arkadaşımız, ik i saat sürecek bu seyrâna ancak ik i saatte hazırlantrdı. B ir heykeltıraşın yaptığı b ir heykele vereceği Vtinâyı (özen, dikkat) yahut kendisinin hazırladığı b ir nutkuna sarfedeceği em eği üşenmez, yorulmaz, usanmaz b ir sây (em ek, çaba) ile kendi kıyafeti için serfederdi. O zam anki m atbuat (* } hürriyete kavuşunca, gazeteci­ lik etmeye ve yazarlık hayâtına başlamıştı. Abdullah Zü h ­ dü BeyHn neşrettiği ve b ir aralık edebî baş m akalelerini Cenah Şahabeddin B ey’in yazdığı (Y en i Gazete)We b ir m üddet her gün b ir m izahî yazısı intişâr etti (yayım landı). N utku n un cü m lele rin i tanzim etm em iş ve yüzünün çizg ilerin i yabancılara karşı b ire r savunma h attı g ib i kapayarak hâricin ciddiyeti karşısında b îr cephe almaya m ecbu r olm am ış old uğu zamanlarda H am dullah Subh ın in kolay kolay ve uzun uzun gülen, eğlenen, şaka ya­ pan neş’eli b ir gençliği, h iç yıpranm am ış b ir saflığı var­ dır. H e r zaman nükte ile konuşur ve gayet hazır cevap­ tır.

<*)

Matbuat : B ^ ılm ış şeyler, kitaplar.

37


B ir aralık birkaç ay m üddetle (D avul) is im li resim li b ir mizah m ecmuası da neşretm işti. Bunda gayet göste­ riş li ve eğlenceli birkaç manzumesi vardı. Sonra İkdam , Sabah (?), H ak g ib i gazetelet'de; Mu­ savver Muhit, R esim li K itab ve Servet-i Fünûn g ib i mec­ mualarda daha kitap hâlinde toplanm am ış b irç o k yazı­ la r neşretti ve m ek tep tek i şifâhî (söztü) m ücâdeleleri­ ne hatırlatan münâkaşalarda b u lundu.» Ham dullah Subhî TanT» j 11 1 o • Hamduiiaiı Subhım n ^ ^ i ,, ^ , ilk Şiirler

0 -

1 *^ Saırhğı ® . i

rıöver'in Türk Edebi, ya tı ve Turk Güzel San atları ndaki seçkin . ..-ı-ıı u v y e n «H a tıb lık » olduğu için, onun şiir, hikâye, mizah ve eleştiri türlerindeki üstün yeteneği üzerinde he­ men hiç duıiîlm am ıştır. Oysa ki, Ham dullah Subhî Tann ö v e r ’in şâirlik, hikâyecilik, m uharrirlik ve münekkidlik (yazarlık ve eleştiricilik), özellikle m izahcıhk (hüm oristlik) tarafları üzerinde önem le durmak, derin araş­ tırm a ve incelem e yapm ak şarttır. BÖylece, onun hatibliğindeki üstünlüğü gerçekleştiren, mümkün kılan ger­ çek kaynak ve yetenekler de aydınlanmış, öğrenilm iş olur. Hamdullah Subhî T a n rıö ve rin Dede v e Baba'smm, ayrıca Amcası Sâmipaşazâde Sezâi ve büyük ağabeysi M ehmed Âyetullah B ey’lerin hâl tercem elerinden de an­ laşılacağı gibi, sülâlesi, şâirler, ediıbler (* ) ve yazarlar ba­ kımından son derece zengindir. Hamdullah Subhî de b irçok san’atkârlar gibi, edebi­ ya t alanma şiir denem eleriyle girm iştir. Galatasaray Sultânîsi nde öğrenci iken yazdığı ilk şiirlerini. Amcası Sâ(* )

38

E d îb : Edebiyatla uğraşan kimse.


mipaşazâde Sezai B ey'in başyazarlığını yaptığı. Paris'te Ahm ed R ıza B ey tarafından Jön Türkler adına yayım la­ nan Şûrâ-yı Üırnnet gazetesine gönderm eğe başlam ıştır (1901-1902). Şu beyit, Hamdullaih Subhî'nin II. Abdülıhamid Han'ın irâdesiyle parasız ya tılı okuduğu Galatasaray sıralarındayken (E ylül 1317) yazdığı şiirlerden b iri olan (îstan« bul)'dan alınm ıştır : “ Belinde kabza-yi Osman, elinde b ir K u r’sm Beşiklerinde çocuklar boğan K ız ıl Sultan] Tü rk edebiyâtında ilk defa Avrupa Örneği küçük hi­ kâyeleriyle ünlü b ir Tanzim at edibi olan Sâmipaşazâde Sezâi Bey, İstanbul'dan gelen bu şiirlerin sâhibinin, kü­ çük yeğeni Ham dullah Subhı olduğunu bilm iyordu. Baydar'm belirttiğin e göre Ham dullah Subhî’nin ilk şiiri onbeş yaşının târihini taşır ve N âm ık K e m â le âittir. İk in ci şiiri ise 1324 Ekim inde R esim li Kitab'daki^^ yayım m da (1317)’de yazıldığı anlaşılan M idhat Paşa baş­ lık lı şiirdir.^ Ham dullah Subhî B ey yayım âlemine işte bu şiir­ lerle girm iştir. M eşrûtiyetin ilânından sonra Şûray-ı Üm ­ met, İttih ad v e Terakki Cem iyeti'nin yayın organı olarak İstanbul’da çıkm aya başlayınca, Ham dullah Subhî şiir­ lerin i burada da yayım lam aya devam etm iştir. Bunlar­ dan bâzrian okul kitaplanna ahnmıştır.^ 20 Bu şiir de, Hamdullah Subhî’nin diğer birçok şiirlesi gibi Şûrây-ı Üm m et’den sonra, İstanbul'da yayımlanan dergi ve gazetelerde de çıkmıştır, (Bk. Servet-i Fünûn, 13 Mayıs 1326, C. 39, Nu. 990, ss. 20/21). 21 Resim li Kitab, Teşrinievvel 1324, C. 1, Nu. 3, s. 245. 22 Mustafa B a y d a r: a.g.e., s. 38. 2î îbn-ül Em in Mahmud Kem âl İ n a l : a.g.e., s. 539.

39


tbn ü'l E m in 'm : «E d e b î mecmualarda hayli vezinli kafiyeli sözler yayım lad ı» diyerek, şiirlerinden M usavver M uhît’de yayımlanmış^ Askerlerin Şarkısı’m örnek ver­ diği Ham dullah Subhî için üstadın b elirttiği husus şu­ dur : «E d eb iy a t âlem indeki m evkiini, şiirlerind en ço k ateşli konuşmalarıyla kazanmıştır. H ita b ette b irin ci de­ receyi alanlardandır.» Edebiyat târihçisi N ihad Sâm î Banarlı, büyük eserin­ de, Ham dullah Subhî T a n n ö ver’in şâirliği ve şiirleriyle ilg ili olarak ancak şunlan yazm ış bu lu n m aktadır: ^ «....Lise tahsili çağlarında büyük T ü rk şâirlerinden en çok N â m ık K em âVi sevmiş, hattâ çocu klu k yaşların­ da N â m ık K em â l iç in ş iirle r yazm ıştır. 1908 İn k ılâ b ın ı tâkib eden yıllarda H am dullah Subhî, b ir taraftan Fecr-i tî toplantısına katılm ış ve bu züm re arasında ön ce b ir şâir olarak ta n ın m ıştır.» «....Edebî hayata vatan ve m ille t sevgisi heyecanlariyle terennüm ( * ) edilm iş, güzel ve mânâtı atılan H am dul­ lah S u bhî’nin bu ilk ş iirle ri önce Sezai Bey tarafından Paris*te ve îstanbuVda çıkarılan (Şûray-ı Üm m et) gazete­ sinde, daha sonra (M usavver M uhit) ve (Servet-i Fünûn) m ecm ualarında yayım lanm ıştır....» Ham dullah Subhî T a n n ö ver'i gençlik yıllarm dan l^şlayarak yakından ve en iy i tanımış ve tanıtmış, büyük T ürk edîbi H âlid Ziyâ U şaklıgil’dir. Cumhuriyet Gazete^

Musavver Muhit, 23 Teşrinievvel 1324 Perşembe, C, 1, Nu. 1,

s. 10. ^

(* )

40

Nihad Sâmi B a n a rlı: Resim li Türk Edebiyâtı Târihi, Devlet Kitaplan, M illî E ğitim Basımevi, İstanbul 1976, Cild II, ss. 1127-28. T e ren n ü m ; Y avaş v e güzrf sesle şarkı söyleme.

>


sinde (İ k i Arkadaş)^ başlıklı- b ir değerli m akalede ve y i­ ne aynı yazıyı (K ırk Y ıl) adlı eserinin V. cildinde Türk okuyucularına sunan rahm etli Uşaklıgil, Ham dullah Subh î T an n över'in yalnız hatibliği değil, bütün edebî yete­ nekleri hakkında son derece o rijin al v e değerli b ilgiler verm ektedir. Y a k m arkadaşı Ahmet H âşim ’le ilişk ilerin i de b elirt­ tiğ i Ham dullah Subhî hakkında Uşakhgiî şunîan yaz­ m aktadır ; ^ «Edebiyata, sanata, hayatta nekadar güzel, iyi ve yüksek şeylet' varsa onların hepsine âşıktı; bu aşk onu herşeyden evvel şiire sevketm işti. Bana ekseriyet üzere kısa, fakat ne güzel m anzum eler okurdu. B u kadar şiire düşkün olan ve her mânâsiyle şâir olarak yaratılan H am ­ dullah Subhî b ir gün bana, yine duygularım anlatırken, dedi k i : Bundan sonra ş iir söylemeyeceğim. B en b ir şeyi akranım dan daha iy i yapabildiğim e inanmazsam raha.t olamam. Benden ço k daha iy i şâir A hm ed H âşim 'dir. O nun için ş iiri ona^ bırakıyorum , ben katîb olacağım. H atîb olm ak k aranm istikbal sigasiyle (k ip iy le ) ifâ­ de etm esine h iç lüzum yoktu, o zât'en konuşurken de b îr haîtbdi. Bana söyledi k i m ektepte de hep zihninde bu em el yaşarmış ve bu zem in üzerinde m ektep hayâtında bile m üm âreseler (* ) yaparmış. M em lek et hayâtında bu m üm âreselerin ne kadar m ü­ h im fırsa tla rın ı buldu ve hatîb sıfatile ne kadar yüksek­ Hâlid Ziyâ U şakh giî: îfci Arkadaş, Cumhuriyet, 13 Şubat 1936 Perşembe, X I. Y ıl, Sayı 4221, s. 3. 27 H âlid Ziyâ U şakh giî: K ırk Y ıl, C ild : V , İstanbul 1936, ss. 155-57.

^

(* )

Müm ârcse : A lışık lık .

41


lere çık tı, yalmz kararını tam am iyle tatbik edemedi. Ş iir söylem ekten vazgeçmek manzume yazmamak demekse o başka b ir meseledir, fakat şâir olm am ak demekse işte bu­ na im kân bulamamtştır. O nun bü tün nutukları, bütün h utbeleri (* ) Tü rkçen in en güzel örn ek le ri olm akla kalma­ mış, baştanbaşa şiirle dolm uştur. O nu ne kadar çe ş itli vesilelerle dinledik, sonra da d inled iklerim izi okuduk. B un la rı yazmış m ıydı? B ütün büyük hatibler gelecek nesillere b ıra k tık la rı nutu kla rım yazmakta başlamışlardır, yâhut söyledikleri ânın sânihasına (akla gelen şey) kapılarak irtica len (hazırlıksız, içten geldiği g ib i) söylemişlerse sonradan bunları tesbit etm işlerdir; her ik i ihtim âlde de biz bunları kaybolm ıyacak b ir şekilde bulm uş olm akla büyük b ir kazanç t e ­ m in etm iş olduk. B unlar hutbe, şiir, d il bakım ından T ü rk irfa n hayâtının pek büyük b ir ehem m iyete m âlik eserle­ ridir. Hanıdüllah S u b h ın in ih m â l etd iği ik i kabiliyeti v a r : M izah ve Hikâye. O, îd â re ’y i terketm ekte bütün arka­ daşlarının önüne düşmüş oldu. Pek de isâbet e t t i : B öyle b ir kabiliyet b ir tercüm e kalem inin sın ırlı ufkuna esir edilemezdi. H ele M eşrûtiyet’i takip eden bu isabet daha fazla sağlamlaşmış oldu. M izah ve hikâye kabiliyetleri de yine o sıralarda görüldü. «D a v u l» ism inde b ir mizah m ecmuası vardı ve orada pek hoş şeyler yazardı. Ezcüm ­ le (kısaca) bana âit b ir yazısı var ki hâlâ kâğıtlarım ın arasında pek kıym etdâr b ir yâdigâr derecesinde sakla­ rım . Bunda pek çok iğneler vardı, hattâ yalnız iğneler vardı, fakat batmayan .acıtmayan, kanatmayan iğneler....

(* )

H u tb e : Cumâ nam azlarından evvel, bayram din î öğüt.

42

naıaazlanndan

sonra verilen


ö y le iğneler ancak g ıd ık la r ve güldürür. O nları bu de­ rece ustalıkla idâre edebilm ek için onun kadar nâzik pa r­ maklara sâhip olm ak îcab eder. «D a vu lu n sesi uzaktan hoş g e lir » derler, H am dullah S u b h ın in davulunun sesi pek yakından gelm ekle beraber, tokm ağı vuruşunda Öy­ le kibârâne b ir edâ vardı ki, b ir tanbur kadar kulakla­ rı okşardı. H ikâye zem ininde de onun yin e b ir mecmua­ da neşredilm iş olan b ir H o ro z Döğüşü hikâyesini unut­ madım. B u o tarzın b ir şaheseriydi. Nekadar yazık ki bu ik i zeminde devam etmedi.y> Ham dullah Subhî nin çok sayıdaki şiirleri, h er ne ka­ dar b ir kitap hâlinde toplanmamışsa da, Şûrây-ı Üm m et gazetesiyle başlamak üzere, Servet-î Fünûn, R esim li Kitab, M usavver Muhit, R esim li Rom an v.b. gib i çeşitli der­ gi ve gazetelerde yayımlanmışlardır. (N âm ık K em âl), (M idhat Paşa), (Vatan), (Askerlerin Şarkısı), (Bayram ), (İstanbul Akşamı), (İstanbul’da B ir Akşam ), (Ah Mesa’), (Akşam ), (G ecelerim ), (Z iyâ ve Za> lâl), (İlk Tesâdüf), (Başörtün), (Sen Bendesin), (B ir Ü m id), (H avay ı E bedî), (Hiss-i-întikam), (K a ç D ef'a), (Ba­ hariye), (E sk i Çirağan), (Annemin D erdi) adlarını taşıyan şiirler, bunlardan bazılarıdır. Ö zellikle (Fecr-i  ti Edebî Encüm eni)'nin çok uzun sürmeyen faâliyet döneminde Hamdullah Subhî eskiden yazılm ış şiirlerini de, yenilerini de yayım lam ıştır. N âm ık K em âl hayranlığı ile yazümış ilk şiirlerinde m îllî, vatanî ve sosyal konulan da seçen ve işle 5^en şâirin, Fecr-i  tî dönemindeki manzûmelerinin tem alan, çoğun­ lukla Servet-i Fünûn şiirlerinde olduğu gibi, aşk v e ta­ biattır. Akyüz'ün b elirttiği g i b i : «B u aşk genellikle hissi

43


ve bazen rom an tik olduğu gibi, tabiat ta svirleri de tamam iyle sübjektiftir.»^^ Fa’k at Ham dullah Subhî'nin şiirleri arasında tema, dil ve hattâ vezin bakım ından Fecr-i  tî'li arkadeışlarmdan ayrıldığı o rijin a l parçalara da rastlanmaktadır. Dil, tem a ve biçim bakım ından T e v fik Fik ret v e Cenab Şîdıabeddin’i ö m e k alan Ham dullah Subhî, ruhu ile Nâmıık K e m â le bağlıydı. 23 Şubat 1334'de kendisini ziyâret eden Rûşen E şref (Ünaydm ) B ^ ’e şunlan söyle­ m iştir : ® «....B enim çocu k lu k s em lerim d e bana m em leketim in aşkım ve yüksek, asil şeylerin sevgisini ve kuvvete, zuî~ m e karşt kafa tutm anın zevkini öğreten K em â l Bey ol­ du. R ûhum un üzerindeki en derin iz le r ondan gelm iştir.-» Onaltı yaşında iken «Midhat Paşa» için şunları ya­ zıy o r : E td iğ in h er ham iyet ve hidm et B ir cinâyetle karşılandı bütün, Sevdiğin m ü lkü etd i istilâ E n kesif en m ahuf b ir zulmet, M ille tin b ir mezâra g ird i bugün. (* } Onun en beğenilen şiirlerinden b iri olan (A n n enin Derdi) manzum hikâyesini burada örnek vereceğiz : 28 Kenan A k yü z: Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, An­ kara 1%9, s. 148. 29 Rûşen E şref (Ü n aydın ): D iyorlar ki, Dersaâdet (İstanbul) 1334, ss. 188-204; Aynı eserin (Şemseddin Kutlu tarafından hazırlan­ mış) M illî Eğtim Bakanlığı Kültür Yayınlan baskısında ss. 171-185. (* )

44

H a m iy e t : Y-ücelifc. H id m e t ; H izm et. K e s i f : Yoğun, fc c ^ , sık. M a h u f: K o r ­ kunç. Zulm et •. Karan lık.


A n n e m i n

D e r d i

M elâ l içinde yanan kalbi bî niyaz ü em el Fenâya terk eden en eski b ir mesâ-yt aden; M elâ l içinde yanan kalbe b ir huzura bedel D erin fecV acı b ir hiss-i intihâ getiren B ir akşamüstü, yazın, bundan a ltı y ıl evvel Yanım da ye’s-i m uhîtata karşı m est-i elem, Yanım da başka b ir akşam kadar hazin annem. — H a n i sen anne her zaman derdin B ir küçük derd içim de saklıyorum Büyü, âtîde söylerim oğlum N eydi k etm ettiğin küçük derdin?.... Odamda yanyana annem ve ben ve b ir akşam V e cevf-i kalbe dolan dalga dalga hüzn ü zaîâm Dıvarda ü ç köşe şeklinde âteşin b İr renk, Güneş batınca uzaklarda, söndü titreyerek. — S eni mahzun eder bugün belki Pek uzun b ir hikâye, pek eski. Büyüdün oğ lu m işte bak dinle Sana nakledeyim o derdim n e : B ir çocukdum , küçük sabî ancak, B iz i hep sa ttıla r esîr olarak. Ağabeyim kaldı b ir uzak yerde, ö ld ü kızkardeşim denizlerde. Zâten annem zavallı sorm a, hele Ş im d i yok bende b ir hayâli bile, Y aşım o n b ir ya var ya yokdu henüz Öyle kaîdtm dı kimsesiz, öksüz.

(*■)

M e lâ l: Hüzün. B î niyâz ü e m e l: Arzu v e isteksiz. F e n â : Y oklu k. H iss-i ict ih â : S on bulan his. ye's-i m u h îta : Çevrelenm iş üzüntü. Mest-i e ls n c E le m sarhoşluğu. A l î : Gelecek. K etm etm ek : G izli tutmak.

45


P ek büyük b ir nasîb im iş güya B en i b ir gün g e tird ile r buraya; N e dilersen önünde giy, iç, ye Sana a rtık saâdet işte diye.... B ir konak, b ir saray, büyük, sessiz, H e r taraf intizâm içinde, temizK im i karşımda b ir cihâna bedel B ir kadın, öyle nazlı, öyle güzel. K im i b ir kehrübâ çubuk içiyor, K im i dalgın a ğır a ğır geçiyor. Sanki karşımda başka b ir dünyâ, Neye boksam garib göründü bana. Esvabım k ir içinde, yağlı bütün, Saçlarım h iç taranmamış kaç gün, Ayağım b ir çarıkda habsolmuş, Cebkenim , kalpağım, yüzüm solmuş. Yazık olm u ş çocukcağız dediler A cıy ıp bakdılar, temizlediler....

C üm lem iz aynı ruh ve aynı beden, B u senin ablan, işte ben annen, Y e ’si, h icrâ m hep avutmuşaum. H e r ne çekdim se hep unutmuşdum. Yalnız evvel yatakda bâzı gece Düşünürdüm bu hâli kendimce, Y ok d u annem babam h atırla rd ım Ö rtü n ü r yorganım la ağlardım.... Sonra oğlu m uzatmayım aradan Ay ve y ılla r geçip epeyce zaman Oldu, ben öyle kaygusuz, gamsız Cevf-i kalb : K a lb in boşluğu. Zalâm : Karanlık; s a b î: Henüz üç yaşımı ta-

znamlamamış çocuk; N a s îb : A llah 'ın kısm et ettiği. C ih â n : Dünya. K ehriiba : Saman kapan.

46


Büyüdüm , işte b ir yetişm iş kız> D âim â şen, vücûdu, gön lü kavi. Kahkaham çın la tır dururdu evL O kadar ben bu y e rle ri sevdim, İş te derd im ik in ci m em leketim ; H erşeyim , yurdum , öm rü m a rtık hu.... Bana b ir gün baban g elip sordu D e d i: V e rd im bu fik re şim d i karar, D in le bak b ir küçük sualim var, Seni ben alm ak istesem, farzet, Sen ne dersin? Düşündüm öyle, evet A lın ız is terim dedim, tekrar, D in le bak başka b ir sualim var Dedi, lâkin diğer kadınlarla Y a geçinm ez ve bâhusus sonra Kıskanırsan unutm a hâr ü sefîî İçlen irsin , harâb olursun bil. Kıskanırsam mt, ben şaşıp gülerek S oru y ord u m ned ir bu söz ne demek? Görgüden, bilgiden bütün m ahrum B ilm iy ord u m o his nedir y a vru m . B una hayrânım işte ben, kendim, Sonra am m â o neymiş öğrendim . Düşündü durdu bu son sözle b ir zaman mahzûn V e sonra nakle devam e tti m iim te li-i s ü k û n : îş te a rtık neticesi m a’lûm. G eld i dünyâya b ir küçük oğlum , BaSımtn ilk açan zavallı gülü, Â teşin ren k li; lâciverd gözlü. F.svâb : Hb'seler. Y e ’s : Üzüntü; bicrân : Aynhk; K a v i : Sağlam. bS hıısu s : ö ’ ellild e - h « r ; Y tk ıim ts. H arâb : Y ık ık ;

m a h zû n :

Hüzünlü

m üm teli-i sü k û n : Sessirfk dolu. M a’lû m : Bilinen; nftdide : Eşsiz; el’an : Şimdiki halde.

47


ö y le nâdîde b ir güzel oğlan, B ir ço cu k g örm e d im bugün eVan. Üstüne her dakika titrerd im , Senin olsun benim canım derdim. O üzüldükçe ben harâb ü sefil, O gün a rtık cihan gözüm de değil, O gün a rtık iç im zehirle dolar, O b ir az gülse, gün içim d e doğar.... F ik r ü kalbim hep onda toplandı, Ona her b ir teliyle bağlandı; Sanki ondan a lırd ı h er nefesi Yaşım ın her ü m id i her hevesi. O senin şim d i y irtn i yaş büyüğün K oca b ir ağabeyin olu rd u bugün. B en yaşardım cihanda pervâstz, iş te derd im budur sizin babanız, Ç alışır uğraşır bakardı size, B ir keder uğramazdı kalbinize; B u lu n u r ayrı b ir küçük evimiz B elk i m es’ûd olurduk a rtık biz.... Ç ikdı beyhûde um duğum , niyetim , O nu d ö rt beş yaşında kaybettim, T â îiim g itti sonra hep meş’um Arkadan öld ü b ir d iğer çocuğum, îç im a rtık sefil, fa k îr oldu. K an la rım hep zehr, ateş oldu. K im sesiz kaldı rûhum un yuvası. V u rd u dünyâya gönlüm ün karası.... Seneler geçdi lâkin evlâdım Ş im d i hâlâ k ırık k olum kanadım.... E vde zâten huzûr-ı vicdan yok P e r v â s ız : Korkusuz. T a l’ : Talih, m eş’u m : Uğursuz. Hoztıı:-! v io d a n : Vicdan huzuru. A ş ik â r ; A çık.

48

B ey h û d e:

Boşuna.


K im i b ir söz atar, ze h irli b ir ok G ib i hâin, deler deşer kalbi N e iç in sorm a âşikâr s e b e b i: H em koidınhk ve hem de ortaklık, Sen saâdet um ar m ısm artık? H e r tarajdan gmâ, refah akıyor S o r fakat hangi göz görü p bakıyor. V a r m ı b ir hakkı affeden, unutan? K en d i indinde hepsi b ir sultan, H epsi b ir bı-aman kadtn-ı müdhiş, H epsi de aynı kalbe göz dikmiş, Hepsi de âteşin, haris, kıskanç, Son ra hepsinde en derin b ir usanç. B îr ü m îd olsa, iste uğraş koş; Y o k fakat, kalbim iz garib, bomboş. B ir hayât var m ı başka, k im bilecek? D ö r t d ıvar k a ta la r kadar yüksek D ik ilir karşımızda pervâsız, O nların ortasında biz yalnız...^ G eceler sanki el ayak çek ilir. E v et am m â ne olsa hepsi b ilir; Sanki eşya kulaklı, canlı olur. A ld ığın h ızlı b ir nefes duyulur. Ş im d i aklım da hepsi yok elbet. Daha b ir ço k eziyyet ü m ihnet. G en çliğim böyle m a h volu p kalmış, llkbahârtm da başlamış b ir kış.... Ö m rü m ü n en fenâ zamânı budur, Fakat insan neler çeker unutur, O uzun günler işte b ir rü ’yâ.... Ağabeyin geldi sonra dünyâya. H ep si erkek üçüncü oğlu m hu, O da kalbim de b ir ü m id oldu.

49


E lle r im buldu b ir güneş, b ir nûr. Y in e b ir anneyim kavî, mağrur. K u vv etim tâze, f ik r ü rû h u m dinç, Geldi a rtık o eski neş’e sevinç. K ardeşin p ek çabuk gezip yürüdü, Seneler geçdi serp ü ip büyüdü. Seneler geçdi, âh zavallı kadın Sen nasıl uğraşıp nastî bakdın! O ne hicra n dı duyduğum aşka, Yapd tğım başka, isteğim başka. H o rla n ır ba'zt, ba’zt hırpalanır B un u b ir göz g ö rü r nasıl dayanır? İş te kendim de bulduğum yardım Bâzı gün ler berâber ağlardım. E s k i derdler için de hep m evcûd B ir k m k kalb o lu r m u h iç mes'ûd? D e rd i insan çek er geçer unutur. Sanki kalbinde b ir zaman uyutur. Sonra b ir gün o canlanır uyanır, B ir dum andır tü ter tü te r uzanır; S a rd ır h er üm îde, her hevese. B oğ d u ru r h er hayâli b ir ye'se. H e r ne kurdum sa b îr esef yıkm ış R û hu m a rtık didinm eden bıkmış.... Sonra, dördüncü def'a hâm ileyim, Sana oğ lu m ne yolda söyleyeyim, D ed im a rtık bu çek d iğim yetişir. B u çocu k ayn b ir felâkettir. K ederim , m ih n etim aşıp taşıyor, İş te b ir tâne var nasıl yaşıyor. İn d in d e : K atında. B t * a d a n : Am ansız. K adm *ı mUdhiş : Müdhiş kadın. H aris : H ırs lı. M ih n e t ; Zahmet. K a v î : Sağlam. M ağrur : Gururlu.

50


Sanki dünyâdan anlıyor ötek i K en d i d erd im yetişm iyor sanki. B u da b in ye's içinde inleyecek, B en i n için getird in iz diyecek. Şim diden doğmadan ö lü p bitsin, İç e y im b ir ilâç, düşüp gitsin. İ k i ü ç gün k ın k , düşük, mahzun, O ldu k a lb im bu fik re râ m ü zebûn. İlâ ç a ld ım haztrladtm iyice D ed im a rtık o lu r b ite r bu gece.... Gece herkes b ire r b ire r g itti, Ben karârım la yalnızım şimdi. M üteessir yavaş yavaş uyumuş O fik irle rle kaîm tştm bîhuş. B ir zaman sonra doğrulup kaîkdım, D olaşıp du rdu m öyle beş on adım. K apkaranlık odam, elim de şişe, K a lb ü ruhum la ye’s ü endişe.... Z e h ri içm ek, boşaltm ak istiyorum , İçeceksin, çekinm e, iç diyorum . E lle r im titriy o r k ın k sanki A nalık hissi başlamış çünk^i.... G ittim açdtm önüm de pencereyi. Seyre daldım o boş hazin geceyi, Uyumuş h e r taraf derin, ıssız, Gökde b irç o k büyük küçük yıldız. E n uzak b ir ağaç ayan duruyor; Y ere b ir uhrevî ışık vuruyor. Olsa ancak saat sekiz ya dokuz, Sular üstünde adetâ b ir buz F ik r ü r û h : F ik ir v e m h . E s e f : K ed er. M ih n e t : Eziyet. R âm e d e n : İta a t eden. Z e b û n : Güçsüz. M üteessire Üzgün. Bîhuş : A kılsız. Endişe : Düşünce. U hrevî : A hiretle ilgili.

51


G ib i ay gökte m u tta sıl eriyor. K albe b ir hissi m erham et veriyor. E siy or b ir h afif serin rûzigâr, A rtıy o r hiss-i m erham et tekrar. O kadar her taraf lâ tif, mûnis. D olu y o r ruha sevdiren b ir his. Sanki göklerde b ir uzun hüîyâ, Yağıyor aşk u m erham et gûya. Onu dalgm iç ip yudum ve yudum. Gevşiyor azm ü niyyetim duydum. N e suçun var zavallı yavru dedim, G özlerim doldu, taşdı m erham etim . Şişe taşlarda hurdahaş oldu, Gece seslerle ra’şeler doldu, İş te oğ lu m o kurtulan.... Kendin, İşte karnımda bekliyen şendin.... Seni ben şim d i böyle gördükçe, Y ük selir hâtıram da hep o gece. Y a içeydim d erim iç im ağlar.... İş te kalbim de böyle b ir derd var, îş te k etm ettiğim o eski keder. B en i a ffet o cü rm e karşı yeter.... — Seni affeylemek m i, âh annem. Y etişir tuttuğun uzun mâtem. Onu gel kollarım da şim d i unut, Seni affeyledim , senin bu vücûd.... B ir günâhın hu son te c e llis i: B enim afftm , onun tesellisi. (Serveti Fünûn, 14 Kânun-ı - sâni 1325 Perşembe, Y ıl 19, Cild 38, ss. 166-67.)

M u tta s ıl: Devam lı. Hiss-i m e rh a m e t: M erham et hissi. L â t i f ; H oş Munis Sev'imli, cana yakın; R a ’şe ; Titrej'iş. Cünn :, Suç. Mâtem : Yas.

52


Ham dullah Subhî T an n över, bu şiirini kendi güzel ve kuvvetli Fransızcası ile (L e Chagrin D e M a M ere) baş­ lığı altında Fransızcaya da çevirm iştir. Y aln ız şu manzum (Annemin Ham dullah SubM'nin D erdi) ve aynca çok beğenilen M izah Y azarhğı (H o ro z DÖğüşü) ve (Penbe Kordelalar) gib i hikâyeleri, H am ­ dullah Subhî’nin gerek manzum, gerek mensur türlerde de başarılı b ir san'atkâr olduğunu gösteren Örneklerdir. Fakat onun asıl üzerinde durulacak kuvvetli b ir yam, mizah yazarlığıdır. Son derece ağır başlı, vakur ve cid d î olan Ham dul­ lah Subhî, o kadar da çok şakayı, hicvi, nükteyi, iğnele­ m e ve taşlam ayı seven b ir kimseydi. Onun şâir rûhu, gü­ zel konuşma yeteneğini Türk hitabet târihinin dorağuna çıkardığı gibi, ince m izah ustalığını da ortaya koymuş­ tur. Fakat ne gariptir ki, Hamdullah Subhî nin bu «in ce mizah u stalığı» na, edebiyat araştıncüarmıız; dikkat et­ memiş; ilg i gösterm em işlerdir. Şükürler olsun ki b ir de­ ğerli edibim iz, H âlid Z iya Uşaklıgil, kendisi için yazdığı yazıyı da örnek vererek Ham dullah Subhî'nin (Davul) adıyla çıkmış m izah dergisindeki ilginç ve değerli m i­ zah yazılarına dikkatim izi çekmiştir. T an n över'in bu ta­ rafı. üzerinde titizlik le durulması gereken b ir ciddî araş­ tırm a ve incelem e konusudur. İlk sayısı 14 Ekim 1324 (1908) Salı günü çıkan (Da­ vul) adlı «H a fta lık edebî mizah gazetesi»'nin m ü d ü rü ; Haşan V âsıf, b a şya za rı: Hamdullah Subhî B ey’di. 16 sah ife olarak yayımlanan, (Davul), 14 M ayıs .1325 (190S9 Per­ şembe gününe kadar 24 sayı çıkm ıştır.

53


Bu mizah gazetesinde, Ham dullah Subhî (Tannöver)'n in kaleminden ustaca dökülmüş hiciv san'atmm b irçok zarif, başarılı örnekleri yer alm ıştır. Bunlar ara­ sında bâzı manzum parçalar da bulunmaktadır. A laylı b ir şekilde taşlama veyâ hicvetme, büyük ze­ kâ oyunudur. Mizaıhda zekânın rolü büyükdür. H icivd e hem incelik, hem de sadelik aranır. Ham dullah Subhî, Davul'da yer alan yazılarında, bu üstün yeteneğini or­ taya koymuşdur. 9, 10 ve l î ’inci Davul haftalık m izah gazetesinde (Hasad) ve (Sivrisinek) takm a ad lan ile yayımlanmış şu iki manzum parça, Ham dullah Subhî'nin hümorist yeteneği­ ne b ir örnek olduğu kadar, daha o yıllarda sâde Türkçe v e hece vezni kullanışı bakımmdan da son derece ilginçd ir : N e l e r

İ ş i t i y o r u z

Meclis-i Meb'usân'ın açılışı münasebetiyle Davul'un Cem iyet'e teşek kü rü : Dağdan taşlardan dolaşdım Yanma doğru savaşdım Pencereden bak aşağı îşte ben geldim ulaşdım Eski Türkiye kötek ister Yeni Türkiye direk ister Nerden çıkdm ey «O f Baba» {*) Yapdığın iş yürek ister.

(*)

54

Masallarda sıkılan, darda kalan adamların imdadına yetişen bîr dudağı yerde, bir dudağı gökde bir Arab.


Pek çok azdılar... olmadı Çukur kazdılar olmadı Bunca emek boşa çıkdı Nüsha yazdılar olmadı. Hâinleri uyuşdtırdun Hırsızlan savuşdurdun ı Yerden göğe hak kazandın i Kasretleri kavuşdurdtm. Dam dam da dam dam. Hflgfamıy vardı Ölecek Târihlere gömülecek tlâç verdin, sen kurtardm Millet sevinip gülecek Dam dam. t^nin büyükdür cihandan Medhln duyulur her yandan Son nefesi veriyorduk Çıkıyorduk tath candan Dam

da dam dam.

Allah murâdım verdi Düşmanlan yere serdi Eşşeklere ters bindiler Büyükdür onlarm derdi. ' Millet Meclisi açıldı Kalblere nurlar saçıldı Hak zamam geldi artık Haksızlık devri kaçıldı. Hak yoltmdan şaşıp çıkma lyilikden sakm bzkma İşin sonu ımutulmaz Yapdığm Kâbe*yl yıkma. Davulcu şükreder sana Eder safana bin duâ Fakat o bahşiş İstemez Büyüklüğün yeter ona.... Hasad (DAVUL, 10 Kânûn-ı - evvel 1324 Çarşamba, S ay ı: 9, ss. 34)

55


Davulcu'nım M eclis-i M eb'usan’dan Tem enniyâtı Çok şükürler Ulu Mevlâ Aç kalırdık şimdi hâlâ Meclis verdin sen bizlere N e İsteriz bundan âlâ Devr-i Sâbık menhus (*) oldu Lâkin şltvan meb’us oldu AUâhmdan buldu amma Ebülhüdâ me’yus (**) oldu Atina’da Hoca idi Mösyö Toma Karolidi Sevdi bbd geldi amma Uzaklardan sevmeliydi Kayseri’de var babası AtinalIdır kafası Yunanh’dan Meb'us oldu İşte bunun en İcabası Ahmed Rıza’dır Reisi Budur işte en iyisi Bütün ümmet duâ eyler Açık olsun ilerisi (DAVUL, 17 Kânun-ı - evvel 1324 Çarşamba, S a y ı; 10, s. 3)

îd âre yeri, Bahçekapısı’nda Kasabyan Hanı 6 Numa­ rada bulunan Davul'un dördüncü sayısı başlığı altında : (Anlayana sivrisinek az g e lir ' Anlamayana davul zum a az gelir) deniliyor ve yazılarının çoğunluğu takma ad ve im ­ za taşıyan gazetenin M ü d ü rü : Haşan V âsıf ve Başyaza­ rı : Hamdullah Subhî olarak açıkça belirtiliyordu. Yalnız 3. sayının 2. sahifesindeki (G a rib S a tırla r) baş­ lık lı 1317 Eylülünde yazıldığı anlaşılan b ir yazıda (Ham düllah S u b h î) imzasına rastlanan Davul Gazetesi’x\dQ, {* ) (* * )

56

Devr-i sâbîk : Eski devir. Menhus : Uğursuz. M e’y u s ; K ederli, ümidsiz.


Tani'iöver'in (S e r M u h a rrir), (T o p lu İğn e), (Hasat), (D ürbin), (M ünekkid), (îsta n b u lin ) ve (K e ç i B oynuzu) takma adlarını ‘k ullandığı görülm ektedir. (H asat) takma adı, (H am dullah S u b h îy m ıı baş h arfleri (H a) ve (S at)'m b ir­ leşmesiyle meydana gelm iştir. AbdüUıamid’in tahttan in­ dirilm esi ile ilg ili (D olm a ) başlıkh manzum yazısm ın al­ tına da ( î m z a : Y utm a z) kaydını koymuştur. H er sayıda yer aldığı görülen (V u r A b a lıy a ) başlıklı sütunda, U şaklıgil’in kendisi için yazılan (Davul, 31 Kânun-ı-ewel 1324 Çarşamba, Sayı 11, s. 12-15) yazıdan da bahsederken b elirttiği gib i Ham dullah Subhî, birçok ta­ nınmış kim seleri usta b ir kalem le iğnelemiş, hicvetmiştir. Bu yazılar b ir kitapta toplanıp yayınlandığı takdir­ de, edebiyat târihim iz v e bugünkü gençlerimiz, benzeri çok az olan değerli b ir esere kavuşmuş olacaklardır. Ham dullah Subhî’nin yalnız (V u r A b alı’ya) sütunun­ da yayımlanmış yazılarının konulan sıra ile şu başlıkla­ rı taşım aktadırlar: (îz z e t Paşa), (T a n in Gazetesi), (Maâ­ r if Türbedâr-t Esbakt), (M â liye M üsteşân), (T ü rk le rin V o îte r’i : Ahm ed M idhat D âîleri), (A li K em â l Bey), (Tevfik F ik re t Bey), (D o k to r Rıza T evfik ), (Prens Ferdinand Cenablan), (K â m il Paşa), (Ş eh ir M ektubcusu), (Uşşâkîzâde H â lid Bey), (D âhî-i E d ib Abdülhak H âm id Bey), (Adem -i M erkeziyet M u h te rii Prens Sabahaddin Bey), (A h­ m ed Rıza Bey), (M izancı Başı M urad Bey), (Hüseyin Cahid Bey), (Ahm ed H ik m et Bey), (H üseyin R a hm i Bey), (Abdülham id H an), (M erkeziyet M ü re vvici), (M dhm ud Sâ­ dık B ey) ve (S âlih Paşa). Bu son -derece ilgi çekici yazılarda, o devrin ünlü si­ yâsî ve edebî şahsiyetleri hakkmda ustalıkla ve cesaretle yazılm ış hicivlerin incelenmesi, yalnız «Büyük H a tib » di­ ye ünlü Ham dullah Subhî T an n ö ver’in b ir başka mühim

57


yanını ve yönünü bize tanıtmış, öğretm iş v e Jcazandırmış bulunmaktadır. TT j T i u e i . ı . ' ' H a m d u l l a h S u b h ı ^ ^

Edebiât-ı Cedide toplulu^ gunun dağılm a ta n h ı sa-

p

*  t ■ yılan 5 Aralık 1901'den ^ ^ ^ * 1908 M eşrûtiyet in k ılâ b ı­ na kadar geçen yıllar, Türk Edebiyâtı'nm b ir sessiz, ölü de-vresi olmuştur. Edebiyâtım ızda edebî b ir akım v e ekol yaratmış olan Servet-i Fünûn'cular'dan hiçbirinin artık yazm adıkları târihi edebiyat dergisi Servet-i Fünûn, b ir ara kapatıl­ m ış ve yeniden çıkışında fennî konularla aktüallteden bahseden b ir magazin hâline gelm işti. îş te bu sessizlik ve sükût devresinde hazırlanıp yetişen gençler, 1908 Meşrûtiyeti'nin ilâm ardmdan yeni b ir edebî hareket başlat­ m ışlardır, 7 M art 1909'da Önce «Sînâ-yı E m el» sonra bun­ dan vazgeçilerek. «Fecr-i  tî Encümen-i E debîsi» adını alan bu topluluğun ilk başkanı Faik  li'dir. Daha sonra Fâzıl Ahmed, Ham dullah Subhî ve Celâl Sâhir B eyler de bu topluluğun başkanlığında bulunacaklardır. Edebiyât-ı Cedîde'ye tepki olarak doğan ve Fecr-i  ti H areketi diye adlandınlan bu kısa Ömürlü kıpırdaniş, devrin genç edîb ve şâirleri tarafından yapılan b ir­ kaç hevesli toplantıdan ibâret kalm ıştır. Değerli edebi­ ya t târihçisi rahm etli dostum N ihad Sâmî, bu konuda şunları ya zm a k ta d ır: ® «....Bu gençler, ön ce tıp k ı Servet4 Fünûn'cutar gibi, hattâ yine Servet-i Fünûn M ecm uası’nda, top îu b ir hare­ ket yapmak için heveslenm işler; sonra tü rlü sebepler yüzünâen, bunda m uvaffak olamayınca, ayrı ayrı m ecm ua' *

58

Mihad Sâmi B an arh : a.g.e„ ss. 1092-93.


larda yazarak ve ayn ayrı yollardan yürüyerek, Y irm in c i Y üzyıl T ü rk Ed ebiyâtt'm n en tanınm ış sîm â îa n arasında yer alm ışlardır. O kadar k i bugün Ahm ed H âşim gibi, Fuad K ö p rü ­ lü gibi, H am dullah Sübhî, R efik H â lid ve Y a ’küb K adri g ib i edebiyat ve san'at hayâtımızda kıym et olan şahsiyet­ lerden bahsederken, bunların b ir zamanlar F ecr-i  ti te­ şekkülünde ve hep b ir arada çalışm ış bulunduklarım söy­ lemek, ihm âl edilm ez b ir âdet olm uştur. Şu dem ek ki, F ecr-i  tî toplan tıla rının en bahse de­ ğ e r ta rafı; istikbâlde böyle isim ler yapacak olan b ir ta­ k ım genç edîbleri, kısa zaman için dahi olsa b ir araya g etirm iş bulunm asıdır». O rtak fikirlerin e b ir yön verm ek ve kendilerini ge­ niş kitlelere tanıtm ak üzere Fecr-i  tî E debî Encümeni’ni oluştnran genç şâir ve edibler, tam faâliyete geçmeden önce 21 Şubat 1325 Perşem be günkü Servet-i Fünûn der­ gisinde b ir (B ^ a n n â m e) yayım lam ışlardır.’ ^ (Fecr-i  tî Encümen-i Edebîsi nâmm a K âtib M üfid R âtib )'in im zasım taşıyan bu b ildirin in altında (Encüm en'in âzâ-5a hâzırası) olarak şu 21 ad y a z ılıd ır : (Ahmed Sam im - Ahm ed Hâşim - E m in Bülend - Em in L âm i' - Tahsin N âhid - Celâl Sâhir (R eis) - Cem il Süley­ man - Ham dullah Subhî - R efik H âlid - Şehâbeddin Sü­ leyman - Abdülhak H ayri - İzzet MeUh - A li Cânib - A li Sühâ - Fâik  li - Fâzıl Ahm ed - M ehmed Behçet - Mehm ed Rüşdî - Köprülüzâde Mehmed' Fuad - M ü fid R âtib Y a'ku b K ad ri) Servet-1 Fünûn, 21 Şubat 1325 Perşembe (14 Sefer 1328), Y ıl 19, CUd 39, Nu. 977, s. 227.

59


Türk edebiyâtında zaman zaman bâzı yazar ve şâir­ lerin san'at görüşlerini eserlerinde bir önsözle ortaya koy­ duklarına rastlanır. Fakat ortaklaşa bir bildiri yayımla­ maları ilk kez görülüyordu. Bu bildiri, yeni neslin edebi­ yatı b ir sosyal müessese gibi kabullenmesi şeklinde o de­ vir için gerçekten önemli sayılabilecek dikkate değer gö­ rüş ve düşünceler taşıyordu. Büdiri, terkibleri Türkçeleştirilmiş ve bâzı sözleri sadeleştirilmiş üslûbuyla, Fecr-i Âtî’cilerin dil konusunda oldukça yeni bir düşünce taşıdıklarını ortaya koyuyor­ du: «Ş im d iy e kadar m em leketim izde «ed e b iy a t» kelim e­ sinin taşıdığı ciddiyet ve ehem m iyeti anlayan ve bu ehem' m iy eti halka anlatan tereddütsüz söyliyebiliriz ki, pek az kimse gelm iştir. Edebiyât tâ rih im izi tedkık edersek, en parlak devirlerde bile edebiyatın mânâsındaki bütün ge­ nişlikle anlaşılıp, anlatılm adığını görürüz. Onun için d ir k i bizde san’at ve edebiyât boş vakitle­ rin güzel b ir arkadaşı olm aktan fazla b ir ehem m iyet al­ m am ış ve bunların nasıl hissi terbiyenin gelişim ine hiz­ m et etm ek yeliyle' b ir m ille tin ilerlem elerin e önder oldu­ ğu takdir edilem em iştir. E s k i devirlerden ayrılıp zama­ nım ıza doğru gelince hu anlayışın yavaş yavaş b ir deği­ şiklik geçird iğini görürüz. K em â l Bey ve çağdaşlan, b ir ço k münasebetlerle bu husustaki fik irle rin i söylem işler­ dir. K em â l Bey’in, «Edebiyâtsız m illet, dilsiz insan g ib i­ dir-» sözü meşhurdur. Fakat efkâr-ı um ûm iyenin anlama­ maktan ve anlamak için h iç b ir ciddî ve iy ilik çi rehber bulamamaktan ile ri gelen kayıtsızlığına böyle b ir cüm le­ n in devâ olabilm esi elbette m üm kün d eğild ir». «O sm a n lı efkâr-ı um ûm iyesinin bu reh beri; kaî’î su­ rette bulduğu târih, i ’tira f etm eli k i Edebiyât-t Cedide nin

60


genç ve faal zekâlarının Servetd Fünûn sayfalarında ilk m esleklerini kurdukları zamana tesadüf eder. B u edebî heyetin esasları o m ecm uanın sayfalarında m u h itin i ten­ v ir eden (aydınlatan) b ir parlak manzume vazifesini gö' rüyordu. Fakat hüküm etin g ittik çe artan ztdm ü on la rın kalem lerine ilk şiddetli yok edici darbeyi indirdi. V e bun­ la r ilerde tekra r toplanm ak ümidiyle, hepsi dağılıp g itti­ ler. H ü rriy e tin Hâniyle tekrar aydınlıklarını beklefiikleri zaman ise, pek az istisnâ ile, a rtık on la r eski hayâllerinin sâhibi olan san’at ve edebiyata karşı b ir kayıtsızlık bu­ lutuna bü rün m ü ştü ler». «F e c r-i A tî âzâst (üyeleri), kendilerine herkesten zi­ yâde (fazla) edebiyât - perest ve azim p erver olm aktan fazla b ir kıym et ve ehem m iyet verm em ekle beraber, te­ m e lin i a ttık la rı müessesenin hu ilim ve edebiyât çölünde züm rüt ren kli b ir gölgelik hâline gelm esini beklerken, şim dilik A vrupa'daki benzerlerinin küçük b ir örn eğin i tem sil ve irâe (gösterm e) etm esine çalışacaklardır. Lisa­ nın, edebiyâtın, edebî ve içtim â i b ilg ilerin ilerlem esine hizm et etm ek, şurada burada ayrı ayrı b eliren kabiliyet­ le ri sinesinde toplam ak ve hu birleşm elerden doğacak te­ kem m ülle (olgu n la şm a y la ): «F ik ir le r in çarpışm asının parlatacağı bârika-i hakikatle gerçeğin şimşeği ile, fik ir ­ leri aydınlatmaya ça lış m a k : îş te F ecr-i  tî’nin gayesi, az­ mi, m e râ m ı!». îşte bu amaçla meydana atılan Fecr-i Âtî, «B ir Edebî M ahfil» (toplantı yeri) olarat 7 Mart 1325 (1909)'1:e 'kurul^ muştu. Fakat kuruluşunun üçüncü (haftasında (31 Mart Vak'ası) yüzündâı dağılıvermişti, 10 Temmuzdan sonra yeniden faaliyete geçtiyse de uzun ömürlü olamamıştır. Yemden toparlanmak üzere Servet-î Fiinûn’da (Fecr-i Âtî Hakkında), Edebî Encümen'in kâtibi M üfid Râtib Bey

61


imzasıyla çıkan yazıda, bir yıl önce kurulan Fecr-i Âtî'nin savunulması yapılıyor; başkan seçmek üzere üyeler yeni bir toplantıya çağınlıyorİ2urdı^. B u çabalar başarısız sonuçlanmış ve kısa 'bir süre sonra Fecr-i Âtî Encümen-i Edebîsi şu açıklamayı yap­ mıştı : «F e c r-i  tî E n cü m e n i’n in m esleği ve kedef-i hare­ k eti hususunda çıkan anlaşmazlık sonucu âzâlanndan bâ­ zdan is ti’fâ etm iştir. B u sebepten, Encümendin şim diki âzalarının isim lerin i aşağıda ilân etm eğe m ecburiyet his­ sediyoruz : Ahm ed H âşim Bey - İs m a il Subhı Bey - E m in Bülend Bey - Tahsin N â h id B ey - Celâl S âhir Bey - C em il Süley­ man B ey - H ayreddin Bey (x ) - R e fik H â îiâ Bey - Süley­ man F eh m i Bey (x ) - Şahabeddin Süleyman Bey - îzzet M e lih Bey - Fâik  li Bey - Fâzıl Ahm ed B ey ~ M ehm ed A li T evfik Bey - K öprülüzâde M eh m ed Fuad Bey - M ü fid Râtib Bey - N evin Bey - Y a ’kub K a d ri Bey. (x ) Hayreddin ve Süleyman F eh m i B eyler E n cü m en ’e yeniden girm işlerdir. Görüldüğü gibi, b u târihten sonra artık Hamdullah Subhî Tannöver'in Fecr-i Âtî ile ilişiği kalmamıştır. Fâlih Rıfkı’nın da belirttiği gibi^, Fecr-i Âtî Mektebi de Edebiât-ı Cedide'nin b ir -devamı olmaktan ileri gide­ memiştir. 32 Servet'i Fünûn, 13 Mayıs 1326 Perşembe (17 Cema. ev. 1328), Yü 20, Cild 39, Nu. 990, s. 19-20. Servet-i Fünûn, 30 Eylül 1326 Perşembe 9 (Şevval 1328), Y ıl 20, Cild 39, Nu. 1010, s. 376. ^ Fâlih Rıfkı A ta y : Çankaya, İstanbul 1969, s. 471.

62


Fecr-i Âtî’nin kurucu ve-başk aıilarm d ^ Celâl Sâhir bile, yine kurucu ve başkanlardan arkadaşı HamduUah Subhî'ye, Mehmed Akif’in Safaiıat’ını beğendiği ve öv­ düğü için çattığı b ir yazısında a y n ^ şöyle dem ektedir: «N e s l-i a h îr (* ) nâm ı aîttnda tanıdığım F ecr-i  tî erkâ­ nına gelince, bunların da h iç b ir zaman b ir meslek-i ede­ bî teşkil e ttik le ri iddia olunam az.» Fecr-i Âti Edebî Encümeni Bildirisi'nde yer alan bâ­ zı görüşler, bu karma üyeler arasında tartışmalara yol açmıştır. Bu polemiğin yazılan özellikle Servet-i Fünûn, Resimli Kitab ve Rübâb gibi dergilerde ve Tanin gazete­ sinde yayımlanmıştır. B u sıralarda Selânik’te çıkmaya başlayan, Türkçülük ve Yeni Lisan hareketinin yayın organı olan Genç Kalem­ ler’de Fecr-i Âtî’yi dil, üslûp ve ferdiyetçi dünyâ, sanat anlayışları yönünden şiddetle yeren yazılar çıktı. B u tar­ tışmalar ve çekişmeler, Fecr-i Âti'ciler topluluğundan kop­ malar yarattı. Hamdullah Subhî, Celâl Sâhir ve Ali Cânib, Genç Kalemler’in edebî ve fikrî düşüncelerini benimse­ yerek b u derginin yazı kadrosıma katıldılar. Böylece, 1912 yılmm sonlarında Fecri Âtî toplulıiğu tamâmen dağılmış oldu. Fecr-i Âtî içindeki, Fecr-i Âti'ciler arasındaki çelişki ve anlaşmazlıklarla, kuruluşun dağıhş sebeblerini en iyi sergileyen kalem, bu kadronun en değerli yazarlanndan biri olan Yâkub K adri’nindir. Karaosmanoğlu, «Gençlik

35 Celâl Sâhir: «Safehât Hakkında», Servet-1 Fünûn, 21 Tem­ muz 1327 (8 ŞaT>an 1329) Perşembe. Y ıl 21, Cild 41, Nu. 1052, s. 274. {* )

Nesl-i a h ir ; S oa nesil.

63


ve Edebiyat Hâtıraları»nda Şehâbeddin Süleyman, Refik Hâlid, Ahmed Hâşim ve Süleyman Nazif'den bahsederken, Fecr-1 Âtî ve Hamdullah Subhî ile ilgili olarak şunları yaz­ maktadır : ^ «....Fâik  li Bey, aramtzcı, kuracağım ız derneğin ge­ ç ic i başkam ve isim babası stfatıyle ka tılm ıştır. N itekim , onun başkanlığı altında geçen b irta k ım gÖ7 üşmelerden ve ile ri sürülen tekliflerden sonra «F e c r-i  t î» adını bi­ ze o takacaktı. Lâkin, işim iz bununla bitm iyord u. B ir de edebiyat olanında açmak iddiasında olduğum uz ç ığ ırı belirtecek b ir döviz, b ir fo rm ü l bulm am ız lâzım geliyordu. H a tırla ­ dığım a göre, onu da Şahâbeddin Süleyman b u lm u ş tu : '(San’at şahsî ve m u h terem d ir.» «....Fecr-i  t ılile r «S a n 'a t şahsî ve m u h te re m d ir» dövizini kabullenirken herhangi b ir id e o lo jik mesnede (* } da­ yanm ıyorlar, olsa olsa yaşadıkları devrin edebi gelişme­ le ri engelleyen b irta k ım p o litik ve sosyal şartlarından korum nak hedefini güd üyorlard ı.» «....Şahabeddin, Süleyman, kendini politikadan nasıl sıyırmışsa, «S a n 'a t şahsı ve m u h te re m d ir» döviziyle Fecr-i ÂtVyi de, bu hengâmeden uzak tutm ak am acını gütm üş olsa gerektir. Fakat, şim d i yapdığım nefis muhasebesine göre söylemem lâzım gelirse, h epim izin sonuna kadar bu dövize sâdık kaldığım ız iddia edilemez. N itek im , 3 Î M art hâdisesinin dumanı henüz üstünde tüterken ve kazan kal­ dıranların son kurşunları henüz havada vızıldarken, Fecr-i  tiy e biraz sonra katılm ış olan A hm ed S a m im ’le mensur ^ (* )

64

Yâkub Kadri Karaosmanoğlu: Gençlik ve Edebiyât Hâtıraları, Ankara 1969, ss. 4042, 47-49, 64-65, 69-71, 97, 224-226. Mesned : Dayanılan şey, rütbe.


ştirci A li Sühâ'ntn o irtica ! hareketini lanetlem ek için « H i­ lâ l» gazetesinde yazdıktan yazılar yüzünden, hepim izin içinde bulunduğumuz matbaa, silâhlı b ir baskına uğraya­ cak ve F erc-i  tî’nin kurulduğu odanın arka pencerele­ rinden atlayıp kaçmak zorunda kalacakdık». «....Lâkin, o sıralarda Selânik’de Ziya G ökalp’ın yö­ n e ticiliğ i altında çıkm akta olan «G e n ç K a le m le r» dergisi­ nin aleyhim ize açdığt kampanyanın bence, fik r î b ir değeri olduğu kadar, ciddîye almamız lâzım gelen b ir p o litik ka­ ra k teri de vardı. G enç K a lem ler yazarları bizi, Edehiyât-ı Cedide’nin k ozm op o lit ç ığ ırın ı devam e ttirm ek ve onun m elez d ilim i kullanmakla itham (suçlam a) ediyorlardı. Bundan başka, ortaya b ir «Y e n i Lisa n», b ir «M ill î Edebiy â t» bahsi atmışlardı. Oysa, biz, tam bunların isted ik lerin i yapmakta oldu­ ğum uz kanaatinde id ik ..... ve b ir gün gelecek, Genç Ka­ le m le r dergisinde <<Yeni L isa n » denilen ağdasız ve temiz T ü rk çen in en m ânis örn ek lerin i verm ek — en az o dergi­ n in başyazarı Ö m er Seyfeddin kadar— bize nasip ola­ caktı, ....Bundan birkaç y ıl sonra çıkardığı «Y e n i M ecm u a » da başyazarlık vazifesini R efik H â lid ’e verecekti. Lâkin, ne yazık ki, iş bu sonuca varıncaya kadar Genç K a le m le rle F ecr-i ÂtVnin organı olan Servet-i Fünûn ara­ sındaki p o le m ik le r ço k çirk in b ir şekil almıştı. ....Demek olu y or ki, d il dâvâsı ortaya yanlış b ir fo r­ m ü lle konulm uş bulunuyor ve bu yüzden onlarla bizim aram ızda b ir kördöğüşüdür a lıp yürüyordu. B ereket ver­ sin ki, F ecr-i  tî’nin o zamanki başkanı H am dullah SubhVnin tavsiye ve telkinleriyle, çok sürmeden, Selânik'den gelen ve nerde ise p o litik tehdidler m âhiyetini almak is­

65


tidadım gösterm ekte olan sesleri cevapsız bırakmağa ka­ rar verm iştik .» «....Fecr-i  tî’de uyguladığım ız b ir kurala göre, yazı­ larım ız matbaaya verilm eden önce yaptığım ız eleştirm e topîantilarında okunduğu va k it ö b ü r arkadaşlarımızın şiirleri, nesir ve hikâyeleri çok defa alkışlarla karşılandı­ ğ ı hâlde, b izim k ilerin b irta k ım anlaşmamazlıklara yol ağdığım görm em ezlikten gelm ek m üm kün değildi. Fakat ne ben, ne R efik H â lid bundan etkilenmezdik. Zira, b irk a çı dışında F ecr-i  tî arkadaşlarım ızın edebiyat anlayışlarına ve b ilgilerin e pek önem verd iğim iz yoktu. O nlar bizce, hâlâ Edebiyât-ı Cedide çığırında emekleyip duruyorlardı. Oysa F ecr-i  tî bundan daha ile ri b ir çığ ır açmak, Edebiyât-ı Cedide’çilerden büsbütün başka şey­ ler yapmak amacıyla kurulm uştu. Hattâ, ortaya attığı «S a n ’at şahsî ve m u h te re m d ir» döviziyle hu amaca bir çeşit edebî kural n ite liğ i de verm iş bulunuyordu.» «....Pek iy i h atırlarım , F ecr-i  tî nâmına g iriştiğim kalem m ücâdelelerinin benim iç in en zorlusu Şahabeddin Süleym an'ı savunmak olmuştu. Bana hu mücâdelem­ de yardım eden tek arkadanım da R e fik H â lid ’di. Hattâ, bu yardım ını öylesine sert b ir şekle sokm uştu ki, günün birind e Fecr-i  ti içinde pek keder verici b ir hâdiseye yol a ç m ış tı: Şöyle ki, o p o le m ik yazılarından biri, başta reisim iz H am dullah Subht (Tan.rtöver) olm ak üzere he­ men bütün arkadaşlarımız tarafından Vtirazlarla karşu lanmış ve bu yazının dergim izde neşrine izin verilm em iş, yâni b ir çeşit sansür yasağına çarpılm ıştı. B unun üzeri­ ne, R efik H â îid le sansürü koymak isteyenler arasında şiddetli b ir tartışm a olm uş ve neticede R efik Hâlid, Fecr-î  tî’den çtk ip g itm iş ti.»

66


«....Edebî zevklerim iz ve anlaytşlantmzda dahi b ir uyuşmamazhk vardı ve bunu H am dullah Subhî (Tann ö v e r) bize dâir yazdığı b ir eleştirmede, hatırım d a kaldı­ ğına göre, şu fo rm ü lle ifâde e tm iş ti: «R e fik H âlid dış âle­ min, Yâkub K adri iç âlem in ressam ıdır.» ....Refik H âlid birkaç hafta geçirm ek üzere g ittiğ i ağabeyinin çiftliğ in d e ya b ir ik i gün kalmiş, ya kalamamtş, hemen seğ irtip bana gelm işti. N ite k im bize yapılıp durulm akta olan «te k ra r Fecr-i  tî’ye g irm e m iz » teklifin i ancak benim de m üsbet (o lu m lu ) karşılamam şartıyla kabul etm işti. Uzunca b ir ayrılıktan sonra, b irlik te bıra kıp g ittiğ i­ miz F ecr-i  tî’ye yine b irlik te dönm üştük ve diyebilirim ki, bu, Fecr-i  tin in âdetâ akademi şeklinde yeniden ku­ ruluşu g ib i b ir şey olm uştu. Aram ızdaki konuşm alar ar­ tık ikide b ir parlam entolardaki tartışm alar hâline g irm i­ yordu. T oplan tılarım ıza tam b ir fik ir arkadaşlığı havası hâkim olmağa başlamıştı. Y en i yetişmiş edebiyâtçılan, önce adaylıklarını koymaları, eserlerini gösterm eleri ve g izli oy kullanm ak suretiyle red ya da kabul etm ek şar­ tına tâbi tu tu y ord u k .» «....Aramızda, F ecr-i A tinin hu akademik toplantıla­ rım ciddîye atmayan b ir i varsa o da R efik Hâîid'âi. ....Onun bu hâli, günün bîrinde, yine birta kım hâdi­ selere y ol açmaya başlayacak ve F ecr-i A tî belki de hu yüzden yavaş yavaş dağılıp gidecekti. «B e lk i d e » diyorum . Çiinkü, bu dağılıp gidişin daha birçok sebebi vardt. B u sebeplerin en babında m em le­ ketin o günlerdeki p o litik ve sosyal durum unu gözönünde bulundurm ak lâ z tm g e lir: B ir yandan îttih a d ve Te­

67


rakki İdâresinin g ittik çe ağırlaşan baskısı, ö b ü r yandan m uhalif p a rtilerin buna karşı g ittik çe azgınlaşan diren­ m e hareketleri ve bunlara paralel olarak başgösteren bir­ b irin e zıt fik ir cereyanları öylesine fırtın a lı b ir hava ya­ ratm ış, orta m ı öylesine dalgalandırıp bulandırm ıştı ki, devlet gem isini tehdit eden bu dalgalanmalar arasında «S a n ’at şahsı ve m u h te re m d ir» d övizli kayığın yüzmesi­ ne a rtık im kân kalm am ıştı. îş te, balkanım ız H am dul­ lah Subhî kürekleri b ıra k ıp zamanın akalliyet (a zın lık) dâvâlan ve O sm a n lıcılık - T ü rk çü lü k kavgaları içinde hayli b ir önem taşıyan T ü rk oca ğ ı’nın başına geçm işti, îşte, nazlı yetişmiş hanım lar şâiri Celâl S âhir şim di i r i yarı kom itacılarla düşüp kalkmaya başlamıştı. îşte, der­ gim iz Servet-i Fünün'un yazı işleri m üdürü Köprülüzâde M ehm ed Fuad, F ecr-i  tî’nin kurucusu Şahabeddin Süley­ m an’ı da arkasına takıp îttih a d ve T era k k i M erkez-i Umum îsi’nin çıkardığı «H a k » gazetesini yönetenler arasına ka­ tılm ış tı.» «....Zâten, Ahm ed H âşim ’in F ecr-i A tî arkadaşları ara­ sında k im i beğendiği vardı ki.... O, yazdığı ş iirle r bakı­ mından değilse bile, kafası, yüzü, giyinişi, ta vır ve hare­ ketleri bakımından kendisini de beğenmezdi ve bundan dolayıdır ki, uzun b ir süre bize görünm ekten kaçınmış, F ecr-i  tî’nin sem tine b ile uğramak istem em iştir. Oysa, başda reisim iz H am ddullah Subhî 'olmak üzere F ecr-i A tî üyelerinin çoğu Galatasaray S u lta n îsin d en onun m ektep arkadaştan î d t » Sülejraan Nazif, Türkocağı'ndaki bir konferansda M illî Şâir Mehmed Emin Bey hakkmda hakaret edici sözler sarfetmişdi. Sahneye fırlayan Hamdullah Subhî aşağı - yukarı şöyle konuşmuştu:

68


«...B urası m illî m efkureye (* ) bağlı kim selerin yeridir. Aksi kanaatte olanların aramıza g irip fitn e ve fesad sok­ maya hakları yoktur. H ele dem in b a ğırıp çağıran zat gi­ b i O cağım ızın tem iz havasını b ir takım şahsî gayızlarla (ö fk e d olu ) bulandırmaya h iç hakkı yoktur. Böylelerine karşı almak m ecburiyetinde kalacağımız ted birlerin ise ne olabileceğini açıklamaya lüzum g örm ü y oru m .» Buraya son derece kısaltarak ve pek eksik olarak yazdığnn bu sözleri söyleyen Tü rkoca ğı Başkanı H am ­ dullah Subhî id i ve aklım da kaldığına göre, Süleyman N azif, H am dullah Subht’nin bu sözlerini b irta k ım karşı­ lıklarla keserek konferans salonundan çık ıp g itm iş; fa­ kat, T ü rk çü lü k cereyanı ve T ü rk oca ğı ile mücâdelesi asıl bundan sonra başlamıştı. Hele, bu hâdiseden önce b ir âile dostu olarak pek sam im î münasebette bulunduğu H am dullah Subht’ye karşı gözünü öyle b ir öfke bürü­ m üştü ki, ona düşm anlığı «b u isim de b ir adam tanım ı­ y o ru m » diyecek kadar ile r i götürm üştü. R a h m etli Rûşen E ş r e fin {Diyorlar ki) adı altında topladığı edebiyât an­ ketlerine verd iği yazılı cevabda onun H am dullah Subhî bahsine şöyle dokunduğunu g ö r ü r ü z : «M e rh u m Subhî Paşa’n m oğullarından tanıdıklarım vardır. H attâ bunlar arasında Vahab Beyefendi pek aziz dostum dur. Fakat, H am dullah ism in i ilk defa iş itiy o ru m .» Banarlı'nın belirttiği gibi, edebiyât alanındaki ilk ce­ saret ve atılımlarını bu toplulukta meydana koyan genç edibîerin mübim b ir kısmı, büsbütün ayn yollardan yü­ rüyüp gelerek milletlerinin edebiyat târihlerindeki şerefli yerlerini almayı başarmışlardır. Bunlardan Hamdullah

(* )

Meffcûre : Ülkü, ideal.


Subhî ve Fuad KöprüJü^nün Türk edebiyâtındaki yerleri ve hizmetleri, Millî Edebiyat Cereyanı içinde olmuştur. Ahmed Hâşim, Refik Hâlid, Ya'kub Kadri gibi diğer birinci sınıf Fecr-i Âtî'ciler ise, Yirminci Yüzyıl Türk Edebiyâtı'nın müstakil san’atkârlarından olarak, Fecr-i Âtı kuruluşunun edebiyatımıza armağan ettiği en mühim şahsiyetler sayılmışlardır. Ömürleri yetmediği için edebiyâtımızda lâyik olduk­ ları yüksek mevkilere ulaşamadan göçüp giderek târihe karışan büyük yetenekli Fecr-i Âtî'ciler arasında ise Şahabeddin Süleyman (1885-1921), Tahsin Nâhid (1S87191'8), Müfid Râtib (1887 -1917), Emin Bülend Serdaroğlu (1886 -1942) v.b. bulunmaktadır.^^ (Fecr-i Âti Ş âirleri: Emin Bülend) eserinin sâhibi Rı­ fat Necdet Evrimer, Hamdullah Subhî’nin önce şnrie meşgûl olup, şüri erken bıraktığım ve nesirde çalışdığım; asıl ününü hitâbet alanında kazandığını belirttikten sonra Fecr-i Atî’nin amacını şöyle özetliyor : «Müsâdeme-yi efkârın parlatacağı bârika-yi hakikat­ le, fikirleri aydınlatmaya çalışmak. İşte Fecr-i Âtî'nin gayesi!..» (Fikirlerin çarpışmasıinın parlatacağı gerçek şimşeği ile fikirleri ayâmlatmaya çalışmak. îşte Fecr-i Âtî'nin amacı!..) Bu edebî topluluk bildirisinde belirttiği amaca ula­ şamadan kısa zamanda dağıldı. 31 Mart 1909 V ak’ası üzerine (kuruluşundan 24 gün sonra) dağıldı ve 10 Temmuz 1909’dan sonra tekrar bir

Nihad Sâmi Banarlı: a.g.e., ss. 1095-98

70


az canlıiık gösterdiyse de bu uzun sürmedi; ilk ve kat’ı ayrılan da Ahmed Hâşim oldu».^®

Hamdullah Subhî'nin Öğretmenllği

1904 yılında, Galatasaray Sultânîsi'nden me'zun olduktan sonra Hamdullah Subhî de, diger birtakım arkadaşları gibi

1905'de Tütün înhisârı (*) Mer­ kez İdâresi (Reji İdâresi)’nde Terceme Kalemi Mülâzimliği'nde^^ ilk göreve başlamıştı. Hâlid Ziyâ Bey, 1893’de İz­ m ir’den İstanbul'a gelerek Fransızların Reji îdâresi’nde Başkâtiblik yapıyordu. Abdurrahman Şeref Bey, Galata­ saray’dan yeni çıkmış gençleri, îdâre'de işe alınmaları için, Hâlid Ziyâ (Uşöklıgil) Bey'e gönderiyordu. Uşaklıgil bu olayı şöyle anlatıyor : ^ «H em en m ektebin kâtibini çağırttı, çıkm ış talebenin isim lerini, işte olu p olm adıklarını gösteren b ir cetvel ge­ tir tti ve buna b ir göz attıktan sonra han a : — Boşta olanlarla buldukları işten m em nun olm a­ yanları size b ire r b ire r göndereyim,] dedi, bunları im tihan eder ve arzu ettik lerin izi ahrsımz.... İm tih a n kelimesine içim den : — N e münâsebet?.... Dedim. M em leketin o zaman en yüksek irfa n müessesesi olan Galatasaray’da tahsilini bi­

R ıfat Necdet E v r im e r; Fecr-i Âtî Ş â irle ri: Emin Bülend, İs­ tanbul 1958, ss. 16, 30 ve 31. Server İs k it : Türkiye'de Matbuat İdareleri ve Politikaları, Başvekâlet Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayım ı, 1943, ss. 219-220. ♦o Hâlid Ziyâ (U şa k lıgil): a.g.e., ss. 98-99 ve 152-53. (* )

In h is â r : Tekel.

71


tirm iş gençlerin b ir im tihandan geçirilm esine teşebbüs âdetâ beni utandıracak b ir şeydi. N ite k im öyle oldu. Bu gençler b irer b ire r benim odama geldikçe onlarla sâdece görüştüm ve b ir nev’i göz tanışıklığıyla yetinerek maksa­ d ı anlattım . Galiba kabûl etm eyenler bulunmadı. Bunların hemen hepsi mektepden henüz çıkm ış, daha b ir işe g ir­ m em iş çocuklardı. K im le r vardı? Ş im d i g öz lerim i kapayarak bunları o zamana âit simâlarıyla, şekilleriyle bulmağa çalışırken b irçok la rım kaybetmekle beraber b ir ta kım ın ı da bulu­ yorum . E n evvel H am dullah S u b h ıy i g örü y oru m .» «S â m î Paşa’nın en büyük oğ lu Subht Paşa’n m en son evlâdı olduğunu öğrenince bütün şahsiyetinden taşan m üm taziyetin ( * ) strrı da izah edilm iş old u .» «....N e zaman H am dullah Subhî ile konuşsam, beni saran sıcak b ir hava içinde bulunm uş olurdum . Onun rûhu gayet açıktı, sanki va rlığın ın bütün için d ek ileri a lık ­ lıkla, anlaşıltrlıkla gösteren b ir ca m mahfaza içinde gi­ biydi. B ilird in iz ki karşınızda başka tü rlü duyan, başka tü rlü söyleyen b iri değil, sizi seven ve size sevilm ek için pek lâyik olduğuna her kelimesi, h er hâli şahitlik eden b ir i vardır. Zannediyorum k i onda en fazla a çık lık olan vasıf bu sevmek ka biliyetid ir ve sevmek kabiliyeti demek sevilmeğe lâyıktık dem ek olduğundan onun sevdikleri ta­ rafından da sevildiğine şüphe etm em ek icâb eder.» Reji îdâresine girmeleri san'at ve edebiyat bakımın­ dan da (birer kayıp teşkil eden bu gençlerin hemen hepsi îdâre muhitinde barmamayarak başka mesleklere geç­ mekte acele etmişlerdir. Bunların ilk başını çeken .bun­ lara ömek olan ve yol açan Hamdullah Subhî olmuştur. (* )

72

M ü m ta ziyet: A y n

tutulmuşluk.


Hamdullah Subhî, kapütülasyonun bunaltıcı havasın­ dan manen tatmin olamadığı içm, bu istikbal vâdetmeyen işden kısa b ir zaman sonra ayrılmış; çak sevdiği, zevk duyduğu ve sülâleden mensub bulunduğu maarif hizme­ tine, öğretmenlik mesleğine girmiştir. B u yılların Hamdullah Subhî'si hakkında değerli edîb Abdülhak Şinasi Hisar, şunları belirtm ektedir: «O , bilhassa, vatanında kabiliyetli kabûl ettiğ i bü­ tün genç kuvvetleri arayıp takdir ve teşvik etmeye alışkın, onlara m e fk û re li (* ) b ir ruh telkin etmeye ve onlardan kendisi iç in de b ir sevgi duymaya susamıştır. N â m ık K e­ m al’den ateşli vatanperverlik, haysiyet, cesaret, feragat ve fedâkârlık dersleri alm ışdır ve onu kalbinde b ir veli gi­ b i ta’ziz (* * ) ediyor. K en d i âilevî asaleti hakkında samimi b ir hisle duygulanandır. Ve aldığı terbiyenin te 's iri altın­ da, her zaman asil kalmayı hayatm en büyük m uvaffaki­ yeti b iliyor. Onda b ir tekke cem aatini asırlarca idâre el­ m iş olan atalardan m iras kalm ış b ir didinm e ve uğraşma ihtiyâcı ve kabiliyeti var. Sesine m ille tin in h islerin i duyu­ racak b ir olgunluk verm eyi ve m ille ti bu sesle harekete g etirm eyi m tırad ediyor. M ille tin m aarifiyle meşgul olm ak istiyor. Kütübhânesine çekilm iş b ir âlim değil, İlm în i m u­ hit, hayat ve tecrübesine b orçlu b ir fik ir adamıdır. R u ­ hun lirik b ir ifadesi olan şiirde bile vatanım terennüm et­ m eyi (* * * ) seven b îr şâirdir. İstibdada karşı öfkeyle duy­ gulanandır. Tehlike karşısında cesaret gösterm eyi biliyor. Hayatta güzelliğin m evk iin i anlamış ve hukûkunu onayla­ mayı b ilm iştir. K end isi hakkında etrafına iy i b îr fik ir Şevket Rado (Derleyen): a.g.m., ss. 8-9. (* ) (* * ) (• * * )

M e fk û r e ; Ülkü, ideal. T a ’z i z : Ş erefli kılm a. Terennüm e tm e k ; D ile getirm ek, yavaş v e güzel b ir sesle şarkı söylemek;

73


vermeye dâimâ i ’tinâ ediyor. Ruhunda h iç yıpranmamış, tamamen genç kalmış dinç b ir cephe, b ir neş'e vardır. Tâ m ektepden beri elinde tuttuğu kalemine gazetecilik ha­ yatına girdikten sonra her istediğini yazdırabiliyor .M ual­ lim lik hayatı da onda yazmak kudretinden daha müessir olan söylemek kudretini çoğa ltm ıştır. M illiy e t kavram ı­ nın noksanım m ille tin en büyük b ir kusuru olarak g ö r­ müş m illî an’aneleri bulmuş, eski faziletlere e rm iş tir.» 1907'de Defter-i Hâkanî Nezâreti Mektubî Kalemi Mülâzlmliği ne geçen Hamdullah Sublıî, ilk öğretmenliğe Î908'de Ayasofya Rüşdiye Mektebi'nde (Kitabet), (Ma'lûmât-ı Medeniye) (*) ve (Fransızca) dersleri vermek sure­ tiyle başlamıştır. 19<^'da İstanbul Şehremaneti Terciimanlığı’m da ya­ pan Hamdullah Subhî, daha scmi'a 1910’da İstanbul Öğ­ retmen Okulu (Dâr-ül MuaUimîn) ibtidâî ve r ü ^ kısmı (Fenn-i Terbiye) ve (Lisan-ı Osmani) öğretmenliğine ve 1913'de de Üniversite (Dâr-ül Fünûn) Edebiyat Fakültesi’ne Muallim (Öğretmen) ve Müderris (î*rofesör) olmuş ve (Edebiyât-ı Türkiye), (Fenn-i Terbiye) dersleri okut­ maya başlamıştır. Kendisinden Önceki Müderris Hâlid Ziyâ (Uşaklıgil) Bey'in (Hikmet-i Bedâyi') dersi diye okuttuğu Ojen Vero'nun rEsthetique adlı kitabı yerine, Maarif Nezâreti nden izin alarak (Türk ve İslâm Sanâyi-i Nefise (* * ) Târihi) kürsüsünü kurdurmuş ve bu dersi okutmağa başlamışdır. Kendisini bütün gücüyle yalnız bu dersin öğretmenliğine vermek isteyen Hamdullah Subhî, Terbiye dersini, ken­ disinden daha iyi okutacağına inandığı Baltacıoğlu'na dev­ retmiştir. Baltacıoğlu bu olayı şöyle anlatmaktadır : Mustafa B a y d a r: a.g.e., s. 376. (* ) (* • )

74

Ma'lûm ât-ı M e d e n iy e: Medeniyet B ilgisi. Sanayi-i N efise : Güzel Sanatlar.


«B e n im üniversite profesörlüğüne geçm em şöyle o l­ m uştur. Henüz D â rüîm u allim în hocasıyım. B ir gün Cağaloğlu’ndaki D â rüîm u allim în binasmda öğretm en ler oda­ sında yalmz başıma oturm aktayım . K a p ı açıldı, Tanrıöver geldi. Selâm verdi. B irk a ç dakika sonra yanıma yaklaştı. Şu sözleri s ö y le d i: İsm a il H akkı Bey! Ben Dârülfünûn'da ik i ders oku­ tuyorum . H em estetik, hem de terbiye dersi. E stetik der­ sini okutabiliyorum . Ancak, kanaatime göre, fenn-i te r­ biye dersini sizin benden daha iyi verebileceğinize inanı­ yorum . Size sormaya karar verdim . E ğ e r siz bu işi kabul ederseniz, M a a rif N â z tn ’na g id ip ne maksatla is ti’fa ede­ ce ğim i söyleyeceğim. Y erim e sizi tâyin etm esini rica edip is ti’fanâm em i vereceğim. O günkü üniversite hakkında h iç b ir fik rim yoktu. Fakat belirsiz b ir duygu bana yeni b ir h izm et ve kendi kendime yetişm e alanı a çıld ığın ı sezdiriyordu. R a hm etli­ ye m üsbet cevap verm iştim . K ısa b ir zaman sonra M aarif Nâz.ırı’ndan aîdtğtm yazıda İsta nbu l Üniversitesi terbiye dersine tâyin edildiğim b ild iriliy o rd u .» H a m d u ll^ Subhî Bey, Üniversiteye profesör getiril­ diği zaman henüz 24 yaşında bir delikanlıydı. Karşısın­ da kendinden yaşlı, 30 - 35'inde öğrencileri de vardı. Genç profesör, kendisinden önce bu kürsüde bulunan Hâlid Ziyâ Bey'e çok saygı duyuyor ve sonsuz bir alçakgönül­ lülükle onun sandalyasına oturmuyordu. Öğrencilerine: «S o n ra b ir ka rarım ı size haber v e re y im : Edebiyatım ız­ daki büyük m evk iini pek iyi b ild iğim m u hterem selefi­ m in yerine a ltı ay sonra kendi im tih a n ım ı geçirm eden evvel oturmayacağım. M aarif N âzınm ızdan rica ettim , {* )

S e f e f ; Keadîshıdea önce geien.

75


h er dersim i, yolladığı m ü fettiş dinleyecek, ben kendim i dinleyeceğim, siz dinleyeceksiniz, a ltı ay sonra size fay­ dalı olduğum a kanaat getirirseniz kürsüye çıkacağım .» diyordu/^ Derslerinde ve çalışmalarında Türk ve İslâm san'atlanna ağırlık vererek öğrencilerine millî san’at ruhu aşı­ lamakta büyük başarı sağlamıştı. İslâm medeniyeti çer­ çevesi içinde Arab, İran ve Müslüman Hind san'atlarmı da öğretmesi; özellikle İstanbul'un çeşitli semtlerindeki câmi’, türbe, mescid, çeşme, sebil, su bendi, köprü, han, imâret, kervansaray gibi millî mi’mârimizin yâdigârı şa­ heserleri öğrencileriyle yerlerinde ziyâret ederek dersle­ rine canlılık ve ilgi kazandırması, üniversite gençliği ara­ sında Hamdullah Subhî Bey'e çok derin, b ir sevgi, saygı ve hayranlık yaratmıştı. Gençlere millî varlığımızı ve de­ ğerlerimizi göstermek, öğretmek ve sevdirmekte büyük hüner sâhibiydi. Fakat hiç şüphe yok ki, Hamdullah Subhî Tanrıöver'in büyük hizmeti ve rolü Türkocağı ve Türkiye Büyük Mület Meclisi çatılan altında olacaktı. Hamdullah Subhî, Üniversite'de (Türk ve İslâm Sanayi-i Nefise Târihi) okuturken, Bahriye Mektebi ile Konservatuvar'da da öğretmenlik yapmıştır, Hamdullah Subhî Bey, Hamdullah Subhi Türk’ün hakkını arayan EDİRNE H E Y ' E T İ ’nde her heyet, kuruluş, top­ lantı ve mitinge katıl­ mış; her fırsatta milletinin savunuculuğunu yapmıştır.

Mustafa B a y d a r: a.g.e., s. 40.

76


Tevfik Bıyıklıoğlu’nun verdiği bilgiye göre : ^ Müslü­ man ve Hristiyan ahâli adına Trakya ve Edirne’nin Osmanh hâkimiyeti altında kalmasını istemek ve Bulgar işgali sıralarında yapılan zulümleri anlatmak üzere 1913 Ağustûs'unda Edim e Vilâyeti tarafmdan b ir hey'et se­ çilmiştir. Türk, Rımı, Ermeni ve Musevî temsilcilerden oluşan bu Edirne Hey'eti, Tal'at Bey’den aldığı tâlimat üzerine 13 Ağustos'tan 3 Eylül 1913'e kadar Avrupa merkezlerini dolaşmıştı. B u hey'ette Türk olarak ; Fâik {Kaltakkıran), Reşid Saffet (Atabinen), Hamdullah Subhî (Tanrıöver) ve Mahmud Nedim Beyler bulunuyordu. Hey'ette ayrı­ ca : Kalbiyos (Rum), Orfanides (Rum), Vilâyet Tercüma­ nı Öğretmen Karabet (Ermeni), Avukat Abraham Papasyan (Ermeni), Agob Şerbetçiyan (Ermeni) ve Hayim Bahares (Yahudi) Efendiler de vardı. Hey’et Viyana’da ikiye ayrılmış, bir kısmı Reşid Saffet'in başkanlığında Roma, Paris ve Londra^a gitmişler­ di ki Hamdullah Subhî Bey, bu grup içindedir. Edime Hey’eti’nin ikinci gm bu Berlin ve Petersjburg’a gitmişler­ dir. Hey'etîn sözcülüğünü yapan Hamdulalh Subhî Bey Türk gazetelerine şu demeci verm iştir; «E d irn e ahâlisinin M üslüman, H ristiyan ve M ûsevî tem silcilerinden oluşan h ey etim iz, B ulga r vahşetini anlatmak için Avrupa m erk ezlerin i dolaşıyor. Trakya'daki 1.229.572 nüfusa kar­ şı ancak 189.000 B ulgar vardır. B u kad^r M üslüman (T ü rk )f R u m ve Mûsevî, nasıl Bulgarlara teslim edilebi­ lir? Trakyalîlar, B ulgar boyunduruğuna düşmektense şe^

T evfik Bıyıklıoğlu ; Trakya'da M illî Mücâdele, I. Cild, ss. 71-72. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1955.

17


k irlerin in y ık ın tıla rı altında yok olm ayı tercih etm ek­ ted irle r.» Başanlı bir propaganda kampanyası yaparak Avru­ pa’dan dönen hey’etin görevi sona ermiş bulunduğundan, hey'et kendiliğinden dağılmıştır. . V

, en m e s 1

Hamdullah Subhî Tannöver, yılında, İsfendiyaroğlu

Ahmed Muhtar Bey’in 1900 doğumlu kızı Ayşe Saide Ha­ nım ile evlenmiştir. Saide Hanım, anne tarafmdan da Ramazanoğulları âilesindendir. 1915 yılında, Çanakkale Savaşı'nın en ateşli döne­ minde bir çok üniversiteli ve liseli gençler gönüllü ola­ rak cepheye giüneğe başlamışlardı. Türkocağı, bu kah­ raman, vatansever gençler onuruna bir müsâmere dü­ zenlemişti. işte o gece, 15 yaşlarındaki güzel, heyecanh b ir hanım kız, Ayşe Saide, öyle akıcı ve dokunaklı bir ses ve ifade ile Millî Şâir Mehmed Emin Bey'in bir şii­ rini okumuştu ki, elindeki dikiş iğnesi ile, saçlarına ak düşmeğe başlamış 30 yaşlarındaki büyük hatibi kalbin­ den yaralamayı becermişti. Samet Ağaoğlu konuya şöyle değinmekte ve ışık tut­ maktadır : «O caklar, babamın arkadaşı iç in M ito lo jin in tapı­ naklarından b iri id i âdetâ. K avgalarım orada, dualarım orada yapıyordu. Yuvasını da yine hu ocakta kurdu. E şi onun kalbine, henüz 15-16 yaşında Ocak sahnesinde Şâir M ehm ed E m in ’in « E ğ iğnem d ik !» is im li ş iirin i galiba Musa Süreyya’nın bestesi île okuduğu akşam g irm iş ti.» Samet Ağaoğlu: Babamın Arkadaşları, 3. Baskı, İstanbul 1969,

s. 180.

78


Bu 15 yaşındaki güzel kız, iki yıl sonra, 1917 yılında, Hamdullah Sut)hî Bey'in eşi, hayat arkadaşı olmuştur. Abdülhak Şinasi Hisar, Tannöver çiftinin gülünç nikâh töreni hakkında da biligiler vermiştir.^ Hamdullah Subhî Bey evlendiği sırada, Heybeliada’daki Bahriye Mektebi’nde (*) de öğretmem bultmuyordu. Hamdıdlah Subhî'yi Ck^ak’daıki ateşli konuşmalarıyla ta­ nıyan ve takdir eden Bahriye Nâzın Cemâl Paşa, Saide Hanım’ın babasını ve İsfendiyaroğulları'nı da çok yakın­ dan biliyordu. Yeni evlilere iki ay izin vererek onları Al­ manya’ya gönderdi. Fakat Birinci Dünyâ Savaşı yüzün­ den yollar kapamnca, Hamdulah Sınbhî Bey'le eşinin iki yerine onbir ay Almanya'da kalmalan gerekti.” Hamdullah Subhî’nin bu Almanya seyahatini, ora­ da bulunan Türk gençlerini Spartakist - Komünist cere­ yanlardan korumaya ve kurtarmaya gönderildiği şeklin­ de yorumlayanlar da vardı. Bu yıllarda Vedad Nedim Tör, M. Vehbi Sandal, Nurullah Esad Sümer, Mümtaz Fazlı Taylan, M. Nermi, Sâdık Ahi (sonradan Mehmed Eti) v.b. gibi Türk gençleri Berlin'de öğrenci olarak bu­ lunuyorlardı.'*® Fmdıkoğlu’nun da işaret erttiği gibi*^ «B e rlin T ü rk ­ lerin in solcüluklartnı belirten D erg i ve F trka ’ya arka çe­ v ire n » Hamdullah Sublü, 1919'da 'bir ara (Kant Stratze 8) ^

Şevket Rado (Derleyen): a.g.m., s. 9. Mustafa Baydar: a.g.e., ss. 42-46. « Geniş bilgi için Bk. Dr. Fethî Tevetoğlu: Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler (1910-1960), Ankara, 1967, ss. 82-90 v.d. w Prof. Zlyaeddin Fahri Fmdıkoğlu: Hamdullah Subhî’nin ha­ yatından bir küçük safha, Türk Yrn^u (Hamdullah S. Tan­ növer Özel Sayısı), Şubat 1976, Cild 6 . Sayı 2, ss. 4-5. ^

(* )

Bahriye M ek tebi: DemzcUik Olculu.

79


adresindeki (Berlin TürJc K lübü)’nde zaman zaman yap­ tığı konuşmalarla Türk gençlerini komünist cereyanların yıkıcı te'sirlerinden k ı s m ^ olsun korumaya çalışmıştır. Ayrıca Berlin’de Fransızca olarak onaltı sahifelik (La question armenlenne et un point de vue Turc) adlı Erme­ ni meselesi hakkında ilginç bir broşür yayımlamıştır. 1919 Mayıs'ında Hamdullah Subhî ve eşi, 1000 kadar öğrenci ve işçi diğer bâzı Türklerle birlikte Hamburg'dan bindikleri Akdeniz Vapuru ile Türkiye’ye dönmüşlerdir. Çanakkale Boğazından geçerlerken, Çanakkale Destanı'nı yaratan kalıraman şehitlerimize yapdıkları mânâlı ve muhteşem törenin öncüsü şüphesiz Hamdullah Subhî Bey'di. Kahramanlarımızın mânevi huzurlarında Tannöver'in söylediği nutuk, yıllarca hitabet kitaplarına geç­ miş ve örnek alınmıştır (Dağyolu, I. Kitab, ss, 255-256). Hamdullah Subhî Tanrıöverle Ayşe Saide Hanım’ın iki oğullan Aîtemur (1920) ve Özkul (ölm. 1961) dünyâ­ ya gelmişlerdir. Altemur Tanrıöver, Mühendislik tahsil etmiştir.

Mîllî Edebiyat Cereyânı ve Türkocağı Kadrosunda Hamdullah Subhî Tannöver Fecr-i Âtî Grubu içinde şâir ve eleştirici yazar olarakTürk edebiyâtına giren Hamdullah Subhî Tanrıöver, ger­ çek yerini ve kişüiğini Millî Edebiyât Cereyânı ve Türk­ ocağı kadrosımda bulmuştur. Artık O, Edebiyât-ı Cedîde te'sirinde yetişmiş bir Fecr-i Âtî'ci şâir ve yazar değil; Ziya Gökalp, Mehmed Emin Yurdakul ve Müftüoğlu Ahmed Hikmet .gibi bayrakdarlann öncülük ettikleri Türk­ çülük Cereyânı'nm başarılı yayıcılarından; Ömer Nâci'den sonra Türk dünyâsında büyük ün kazanan yeni bir (M ÎL L Î HATÎB)'dir.

80


Banarlı bu konuda şöyle demektedir : ^ «Y ir m in c i asır Türkiye'sinde m illiy e tçilik çaltşmalan n ın sosyal b ir hareket ve edebî b ir cereyan hâlini alma­ sında hu hareketlere m erkezlik yapmış olan Türkocaklart’nın büyük b ir vazife g örd ü k leri m uhakkaktır. Ocak­ larda vazife alan T ü rk edîblerinden b ir kısm ı, gençlik üzerinde yazılarıyla m üessir (te s irli) oluyorlarken, diğer b ir kısm ı da kuvvetli söz söyleyişleriyle aynı m illî heye­ canı alevlendirm ek ve yaymak iç in çalışıyorlardı. Ziya GökatpHn sessiz ve sâkin soh betleri yanında, M ehm ed E m in ’in ve daha bâzı O caklıların g ü r ve çın ­ layan b ir sesle T ü rk m illiy e tç iliğ i iç in konuşup, T ü rk ­ çülük heyecanını terennüm eden ş iirle r okudukları du­ yuluyordu. Fakat T ü rk o c a ğ ın m yetiştird iği hatibler içinde ha­ yatının büyük b ir k ısm ın ı Ocak çalışmalarına adayan ve kudretli hitâbet kabiliyetiyle b irço k g en çleri T ü rk çü lü ­ ğün sihrine sürükleyen h izm eti unutulm az sa na tkâ r H am ­ dullah S u bhî T a n n ö v e r’d ir .» Türkocağı'nm kuruluş ve yükselişinden önceki dö­ neme kısaca göz atmak yararlı ve zarurîdir. Tl* ir n r emegi

Yirminci Yüzyıl Türkiye’sinde önce tamamiyle fikir ve kültür yolunda

başlayan Türkçülük, Türk milliyetçiliği hareketi için merkez vazifesi görmüş kuruluşların ilki, T Ü R K DER­ N E Ğ İ olmuştur.^’ 50 Nihad Sâmi B a n a rlı: a.g.e., ss. 1127-28. 51 a) Hüseyin Nâm ık O rk ım : Türkçülüğün Târihi, Berkaîp Kitabevi, İstanbul 1944, ss. 85-87. b) Dr. Fethi T evetog lu : Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmed Hikmet, M illî Eğitim Bakanlığı Kültür Eserleri S e ris i: 1, Ankara 1951, ss. 27-28.

81


Kısaca (Türkçülük) adım alan Türk milliyetçiliği, Ziya Gökalp’in b ir «ineifkûre» hâlinde işlenerek formülüne kavuşurken; diğer yandan b u idealin yayıl­ ması ve yerleştirilmesi için kuruluşlara ve yayın organ­ larına ihtİ3^aç duyuluyordu. Mülkiye Mektebi Müdürü Mehmed Celâl Bey {I8â3 1926)'in odasında toplanan üç Türkçü : Balhasanoğlu Ne= cib Âsıra (1861 -1935), Mevlânâ Celâleddin Rûmî torunlarmdan Veled Çelebi îzbudak (1869 -1950) ve Akçoraoğiu Yusuf (1876 -1935) t a r a fm d ^ ıkumknası (kararlaştınlan TÜR K D E R N E Ğ İ, Türkçülük (Türk milliyetçiliği) esâsına dayanan ilk ilim cem'iyetı olmuştur. Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey, Yeni Gazete Idârehânesi'nde bu der­ neğin barınabileceği bir yer bulmuştu. Necib Âsim Bey bunu şöyle anlatm aktadır: «....E n faal ve ateşli uzuvlarım ızdan b iris i de H ik ­ m et oldu. îttih a d ve T era k k i siyâsî faaliyete geçmiş, her­ kes ona yaranmak için işi siyâsete dökm üştü. T ü rk Derneği’n i önce Dârütfünûn'da kurmuştuk. Oradan istiskal (kovuîifiaya yakm m uam ele) gördük, hepim iz parasız­ dık, yersiz kcdmışhk. M ü ftü o ğ lu Ahm ed H ik m et bize Yeni Gazete Idârehânesi’nde barınacak b ir yer buldu. Fakat orası da b ir siyâset ocağı olduğu iç in işlerine ge­ lem ed ik .» Hüseyin Nâmık Orkun, «B u derneğin nizâmnâmesi 12 B irin c i K ânun 1908’de n eşred ilm iştir» demektedir. Ta­ n k Zafer Tunaya ise kuruluş târihi olarak Önce, 25 Kânun-ı evvel 1324 (8 Ocajk 1908) ve sonra eserinin genişc)

82

Tan k Zafer Tunaya ; Türkiye’de Siyâsî Partiler, 1859 -1952, İstanbul 1952, ss. 376-77; Genişletilmiş İkinci Baskı (Ciîd ; l, İkinci Meşrutiyet Dönemi 1908-1918), Hürrİ3'^et V akfı Y a ­ yınlan, İstanbul 1984, ss. 414-15.


ietilmiş ikinci baskısında 5 Kânun-ı evvel 1324 (18 Ocak 1908) târihlerini veriyor. Bu çelişik târihlerin doğrusu şöyledir: «Türk Demeği Nizamnamesi» altında yazıh bulunan târih (25 Kânun-ı-ewel 1908)'dir. B u târih, 12 Kânun-ı-evvel 1908 Cumartesi günü kuruluşu kararlaştırılmış derne­ ğin, nizâmnâmesinin (*) hazırlanmış bulunduğu târihtir. Bundan sonra bu nizâmnâme, b ir dilekçe ile İstanbul -Vilâyet makamına sımulmuş ve bu nizâmnâme vilâyetçe onaylanarak, derneğin kuruluşu resmîleşmiş ve kurucu­ larına, faâliyete başlamaları için b ir izin belgesi veril­ miştir. Türk Dem eğinin resmî olarak kuruluş târihi, işte bu târihtir ki. Demek Merkez Yönetim Kum lu mühüründe (Türk Derneği) adı altında yazılı bulunmaktadır.^^ Türk Derneği'nin kuruluş tâ rih i: (13 Zilhicce 1326)’ dır ki, (6 Ocaik 1909 Çarşamba M.) gününe karşılık gelir. 25 Kânun-ı-evvel 1908 Cuma günü hazırlanmış (Türk Der­ neği Nizâmnâmesi), 21 Zilhicce 1326 H./14 Kânun-ı-sâni, 1909 M. (1 Kânun-ı-sâni 1324 Rumi) Perşembe günü çı­ kan Sıratı Müstakim haftalık deresinde yayımlanmış bulunmaktadır.” B u tüzük, 25 Aralık 1908 Cuma günü, İstanbul’da Karabet Matbaası'nda b ir küçük risale hâlinde de yaymüanmıştu’.®^ 52 Türk Demeği, Sayı 5, s. 168. 5’ Sırat-ı Müstakim, 14 Ocak 1909 Pei'şembe, Y ıl 1, aded 21, ss. 331-32. ^ Dr. Fethî T evetoğ lu : Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmed H ik­ met, Ankara 1951, s. 28. (* )

Nizâm nâm e : Konulan, nizam v e usûlü içine alan, ne yolda hareket edile­ ceğini b ild iren hüküm ler; tüzük.

83


(Türk Demeği)'nin ikuruluşımu Türk basınında ilk liaber veren gazetelerden biri İkdam olmuştur. İkdam gazetesinin 6 Ocak 1909 Çarşamba günkü sayısında (Türk Demeği) başlığı altında kumluşu bildirilen demeğin tü­ züğündeki ikinci «am aç» maddesi Özetlenerek: «B u y ol­ daki ihtisaslarıyla ün kazanan Ahm ed M idhat Efendi, E m ruîlah Efendi, N ecib  sim Bey, B ursa îı T â h ir Bey, K ork mazoğlu Celâl Bey, Fuad R â if Bey, Rıza T evfik Bey, Ferid Bey, M ülkiye M ek teb i M ü d ü rlü k odasında toplanarak, m erkezi İstanbul'da olm ak üzere (T ü rk D ern eği) adıyla b ir ilim cem iyeti kurm uşlardır. Yapılan m üzakereler so­ nunda, kuruluşun esas nizam namesi kaleme alınm ış ve yönetim kurulu seçilm iştir. K uru lu şu n fik irle rin i yay­ m ak üzere (Sırat-ı Müstakim) dergisi seçilm iş olduğun­ dan, kuruhişun tüzüğü ve m üzakereleri (* ) bu dergide ya­ yım la n a ca k tır» denilm ektedir.^ Yıllar sonra (1928'de) Akçoraoğlu Yusuf, (Türk Yılı)’nda bu dernekten bahsederken, kurucular arasına Akyiğitoğlu Mûsâ ile kendi admı da eklemiş ve Bursalı Tâ­ hir Bey’in admı ise unutmuştur. Tımaya’nın eserinde gös­ terilen (Kurucu ve Yöneticiler), bu Akçoraoğlu Yusuf Bey’in listesidir.* Hüseyin Nâm ık Orkun ise, (Tüı*k Derneği)'nin ilk karar toplantısından sonra gazetelerde bir ilân neşrodildiğini ve ikinci toplantıda da şu kişilerin bulunduklarını yazm aktadır: ^ «E m ru lla h Efendi, A hm ed M idhat Efenikdam, 13 Zilhicce 1326 (24 Kânunuevvel 1324 Rumi) 6 Ocsk 1909 Çarşamba, Y ıl 15, Nu. 5249, s. 4. ^ Tan k Zafer Tu n aya : a.g.e., s, 414. ^ Hüseyin Nâm ık O rkun : a.g.e., s. 85. (* )

84

Müzâkere : B ir iş

hakkında (konuşma.


di, N ecib Âsim, V eled Çelebi, Bursalt Tâhir, K orkm azoğîu Celâl, M ü v e rrih M eh m ed A rif, A k y iğitoğhı Mûsâ, Akçoraoğlu Yusuf, Fuad R âif, Rıza Tevfik , F erid (T e k ) ve Agob Boyactyan.» H aber verildiği gibi, Sırât-ı Müstakim'de tam metni yayımlanan 21 Maddelik (T ü rk D e m e ğ i Nizam nâmesi)'m n. birinci maddesinde, merkezi îstanıbul'da olmak üzere sırf ilim ve kültür ile uğraşır b ir cemiyetin kurulduğu belir­ tilmekte; ikinci maddesinde ise derneğin amacı şöylece açıklanmaktadır: Cemiyetin amacı, Türk diye amlan bütün kavimlerin geçmişteki ve bugünkü eserlerini, yaptıklarım, durum lanm ve çevrelerini öğrenmeğe ve öğretmeğe çalış­ mak; yâni Türklerin eski eserlerini, târihini, dillerini, halk ve yüksek tabaka edebiyâtmı, etnografya ve etnologyasını, sosyal durumlarını ve bugünkü medeniyetle­ rini, Türk memldketlerinin eski ve yeni coğrafyasmı araştınp ortaya çıkararak bütün dünyâya yayıp tanıtmak, ay­ rıca da dilimizin sâde, güzel, ilim dili olabilecek sûrette geniş ve medeniyete elverişli b ir dereceye gelmesine çalış­ mak ve imlâsmı ona göre tedkik etmektir. Tüzüğün diğer maddelerinde ise kuruluşun amacına erişmek için yapacağı işler, kullanacağı araçlar, yollar ve metodlar; kuruluşun şubeleri, kongreler gibi konular ele almmalrtadır. Son 21. Madde'de merkezdeki cemiye­ tin kendileri için bir kütüphane, b ir okuma ve bir kon­ ferans salonundan oluşan bir binâ edinmeğe çalışacağı belirtilmektedir. Tüzüğün altmda : 25 Kânım-ı evvel 1908 târihî atılmış bulunmaktadır. Meşrûtiyetin ilk Türkçü demeği olan bu kuruluş, amacma ıılaşmak için ^kurslar, konferanslar düzenlemiş; broşürler ve b ir dergi yayımlamıştır.

85


TÜR K D E R N E Ğ İ, 1327 (1911) yılında yayımına baş­ ladığı kendi adını taşıyan aylık derginin birinci sayısın­ da, 21 maddelik «T ü r k D e m e ğ i B eyannâm esi» m u 14 madde hâlinde daha açık bir sûrette sunulması yer al­ maktadır. Ayrıca, Veled Çelebi tarafmdan kaleme alınmış (Sul­ tan Veled Hazretlerinin Türkçe Şiirleri), Bursalı Mehmed Tâhir'in (Âşık Paşa), Müftüoğlu Ahmed Hikm etin (Dili­ miz); (A.) rumzu He (Türklüğü Bilmeli ve Bilişmeliyiz), Necib Âsım'm (Türk Sayılan), R.M. Fuad'm (Bahâriye) başlıkh şiiri, Râif Fuad'ın (Osmanlıca Türkçesinde Urgu) ve Ibn-i Muhennâ’nın (Al-Kitâb-ul Lugat-ut-Türkiye)’si bulunmaktadır. Üçüncü sayıdaki bir yazıdan öğrendiğimize göre, Türk Demeği dergisinin imtiyaz sâhibi Veled Çelebi (îzbudak)'dir. Ancak 7 sayı çıkan Türk Demeği dergisinin yazı kad­ rosunda, yukandaki imzalardan başka şu isimlere de rastlanmaktadır: Akyiğitoğlu Mûsâ Mustafa Zühdü Mehmed Emin (Yurdakul) Antuvan B. Tıngır Vladimir Gordolevski (Râhib) Doktor Karaçun Muin Mahmud Nedim Celâl Sâhir (Erozan) Saffet Ömer Hâlis Rusyalı Mişeroglu Zarif Beşiri Mehmed Sâlih

86


Türk Demeği dergisinin üçüncü sayısında Velîahd Yusuf İzzeddin Efendi'nin, derneğin «Onur Başkanı» ve koruyucusu olduğu belirtilerek, Türk Dem eğinin o târihde üyesi bulunan 42 kişinin adları ve kimlikleri verilmektedir.“ 1 — Necib Âsim Bey : (İkinci Başkan) Kaymakam, Dârülfünûn Osmânî Diller îlm i Müderrisi 2 — Ahmed Midhat E fe n d i: Dârülfünûn Osmanî Târih-i Umûmîsi Müderrisi 3 — Veled Ç elebi: (Mecmua İmtiyaz Sâhibi) Dârül­ fünûn Fârisî Dili Müderrisi 4 — Ahmed Hikmet Bey : Dârülfünûn Osmanh Edebiyâtı Müderrisi 5 •— Akçora Yusuf B e y : (Birinci Sekreter) H a rb o kulu ve Mülkiye Mektebi Siyâsî Târih Müderrisi 6 — Celâl Bey : Erzurum Valisi 7 — Â rif B e y : Târih Cemiyeti âzâsmdan 8 — Tâhir B e y ; Bursa M eb'usu’ Binbaşı 9 — Boyacıyan Agob E fe n d i: Dârülfünûn Osmanî Ulûm-u Riyâziye ve Tabiiye Şûbesi İkinci Mü­ dürü 10 — Emmilah E fe n d i: KırkkiHse Meb'usu, Dârüifünûn-u Osmanî Felsefe Müderrisi 11 — Fuad Râif B ey ; (Birinci Başkan) Topçu B i­ rinci Alay Komutanı 12 — Akyiğitzâde Mûsâ Bey : Harbokulu Rusça Öğ­ retmeni 58 Türk Demeği, Sayı 3, ss. 103-104.

87


13 — Rıza Tevfik Bey : Edirne M ebusu, Dârülfünûn-u Osmanî Osmanh Edebiyâtı Târihi Müder­ risi 14 — Ispartalı Hakkı B e y : Yazarlardan 15 — Muin Mahmud Nedim Bey : (Veznedar ve Mec­ mua Memuru) Kolağası 16 — Âkif B e y : Süvari Yüzbaşısı 17 — Nureddın B e y : Siverek M ebusu 18 — Vladimir Gordolevski E fe n d i: Petersburg Do­ ğu Dilleri Öğretmeni 19 — Râhib Karaçun E fe n d i: Macaristanlı Orientalistlerden 20 — İsmail Hakkı Gümülcine : Hukukçulardan 21 — Rıza Paşa : Karahisar Meb usu 22 — İzzet B e y : Beşinci Ordu Levazım Üçüncü Şûbe Müdürü 23 — Mustafa Zühdü Bey : (İkinci Sekreter) Hukuk Mekteb İktisad İlmi, Mülkiye Mektebi İsta­ tistik Öğretmeni 24 — Ahmed Refik Bey : Askerî Yazarlardan, Yüzbaşı 25 — Mehmed Ayas Efendi îsh a k o f: Yazarlardan 26 — Emin B e y : Millî Şâirlerimizden 27 — Mahmud Cevad B e y : M aarif Nezâreti Kütüb* haneler Müfettişi 28 — Antuvan Tıngır E fe n d i: Lisan Öğretmenlerin­ den


29 — Çanakkaleli Âtı£ Bey : Jandarma Teğmeni 30 — Milaslı Doktor îsmail B e y : Teceddüd Gazetesi Sâhib ve Yazan 31 — Petersburglu Vasil Vasiliyeviç Vudovuzof 32 — Hüseyin Câhid B e y : İstanbul M eb’usu 33 — Ömer Fevzi E fen d i: Bursa Meb'üsu 34 — Ahmed Hilmi Bey : Eğinli 35 — Mehmed M a’sum Bey : Rusçuk Rüşdiye Mekte­ bi Öğretmenlerinden 36 — İsmail Bey Gasprenski: Kırım Tercüman'ı Sa­ hibi 37 — Mehmed Bey Şahtehtinski: Yazarlardan 38 — Nesib Bey Yusufbeyof : Yazarlardan 39 — Necib Bey ; İzmirli araştırıcılardan 40 — Halil Bey : Mümtaz Kolağasılarmdan 41 — Doktor Hazık Bey 42 — Saffet B e y : Deniz Yarbayı Burada belirtildiği gibi, Fuad Râif Bey’in Türk Derneği'nde (Birinci Başkan); Balhasanoğlu Necib Âsim Bey' in (İkinci Başkan), Akçoraoğlu Yusuf Bey'in (Birinci Sek­ reter), Mustafa Zühdü Bey'in (İkinci Sekreter), Veled Çelebi’nin (D e r^ İmtiyaz Sâhibi) ve Muin Mahmud N e­ dim Bey'in de (Veznedar ve Dergi Me'muru) oldukları an­ laşılmaktadır. Derginin beşinci sayısında, Türk Demeği’nin beyannâmesine ekli bir dilekçe ile İstanbul Vilâyeti'ne yaptığı müracaat sonucu, Cemiyetler Kanunu'nun altıncı madde­

89


si uyarınca cemiyetin vilâyetçe onaylandığı ve faaliyet

yetkisi veren bir belge alındığı yazılmaktadır.^^ Ayrıca demeğin yurt-içi ve yurt-dışı açılan şûbeleri, açılış târihlerine göre şöyle sıralanm ıştır; 1 — Rusçuk 2 — İzmir 3 — Kastamonu 4 — Peşte Bu şûbelerin kuruculan ve bu şûbelerde vazife alan­ lar da bildirilmektedir. Burada, Türk Demeği Macar Şû'besi'nden gelmiş şu yazı da aynen verilmektedir ki, kültür ve türkoloji târihimiz açısından son derece ilginç ve değerli b ir belgedir : Türk Demeği Riyâset-i Âlîyesîne (*) M u k errem E fen d im H azretlerine, Budapeşte’de b ir hafta evveİ T ü rk D erneği’nin nEde^ biyât-ı Osmaniye (* * ) C em iy eti» nâm ında b ir M acar Ş û ’beS .İ teşekkül etti. Osm anlıların lisanı T ü r k ıy i (* * * ) ihyâ (canlandırm a) ve edebiyât-ı Osmaniyeyi îâyıkı veçhile tetebhu’ (incelem ek) etm ek maksadı, M acarlar arasında kem âl-i samimiyet ile telâkki edildi. M acar ve T ü rk lisanları beyninde, (arasında) bulunan karâbet-i cinsiye (* * * * ) ve T ü rk le rle M acar m ille ti arasın­ da m inelkadım (eskidenberi) zuhura gelm ekde olan irtû bât-ı siyâsiye (* * * * * ) ve uhuvvet-i nesliyye (soyca k a rd ^ »

Türk Demeği, Sayı 5, ss. 164-168.

( * ) Riyâset-i A liy e : YUksek Başkanlık, (• • ) Edebiyatı O sm a n iye: Osm anlı Edebiyâtı. (**• ) Lisân-ı T ü rld : Türk 14saaı. { * * * » ) Karâbet-i cinsiye : C insi akrabalık. ( * * * * • ) İr tıb â t'i siy â s iy e : Siyasî ilişki.

90


îik ) münasebetiyle M acar Ş a rk itoçü a n m n hu def’a ettiği hizm eti ve dostâne yardım ı Osmanit karındaşîartmtzin hüsn-ü telâkki edeceklerine üm idvâr bulunuyoruz (beğe­ necekleri ü m id in i taşıyoruz). T ü rk D em eğ i M acar Ş â ’besi'nin maksadı, M acaris­ tan’da O sm anlı Lisânt’na ve Osmanit târihVne ahâlinin enzâr-ı itin â s ın ı (d ik k a tli bakışlarını) celbetm ekle bera­ b er M acar M üsteşrik lerin in ( * ) iîm -i em sâî-i m ile l (m ille t evlâtlarının ilm i) ve lisan ilm in e dâir yazdıkları ve M a­ carca neşredilen eserlerini Osmanlilara tâ 'rif etm ekte ve bildirm ekted ir. B ir hafta evvel vâkV olan m eclis-i teşekkülîde T ü rk D e rn e ğ in in M acar şîı besinde fa h rî reis olm ak üzere (V a m b e ri) E fen d i H a zretleri ve reis olm ak üzere D o k to r (K û n os) E fen d i intihab edildi (seçildi). Edebiyât-ı Osmâniye Cem iyetinin ik i k â tibi v a r d ır : B iris i D o k to r (M esaruş), d iğeri D o k to r (G erm anus) E fend ilerdir. D o k to r (K û n os) Efendi, yirm ibeş senedenberi Osm anlt Lisânım ve bilhassa avam ağzımda söylenilen lisâna sâft tetebbu’ ederek cÜ dler vücûda getirdi. M acar Şû'besi'nin âzası olm ak iç in T ü rk Lisânına vâ­ k ıf olm akla beraber Osmanit edebiyâtma yâhut Osmanit Lisânına mensub edebî hizm etlerde bulunm ak şarttır. M acar Şû'besi âzâlanm n adedi y irm iik id ir. D o k to r (K û n os ) E fen d i Şark T ica re t Akadem isi M ü ­ d ürü olm ak münasebetiyle işbu Şark T ica ret Akademisi’nin binasında cem iyet iç in b ir büyük salon tavsiye et­ ti. Bundan başka Akademide b ir Osmanit Kütüphânesi’nin kuruluşunu va’d eyledi. B u kütüphâne, Osmanlı (* )

M ü steş rik : Şark ilm in i araştıran âlim ler, şarkiyatçı.

91


eâebiyâtt ve târih ve lisân vesaireye dâir güzel eserleri ihtiva edecektir. Ü m id ederiz ki, Osmanh karındaşlanm îz kütüphânem izi b irçok kitap ve gazete ile zenginleş­ tirecek tir. Osmanlt yazarlarının eserlerinden adı geçen kütüphâneye gön d erm eleri ricâ olunur. İstanbuVda yayımlanan gazeteler gerek günlük o l­ sun gerek haftalık olsun kütüphânemizde toplanacak ve cildlenecektir. B ir de gazete veyahut kitap gönderen cö m e rt kişiler, T ü rk D erneği M acar Ş û ’besVnin resm î gazetesi olan Revue O rientaVi parasız olarak alacaklardır. A dı geçen gazete, a ltı lisan üzere o n seneden beri Os­ manh ve Tatar lisanları üzerinde b irçok kıym etli maka­ leler neşretti. M acar Ş u b e s i'n in hizm eti bâlâda vasıflandm ldığı üzere O sm anlılığı M acaristan’a i ’lâm etm ekten ve Osmanlı ve M acarlı m u h arririn , şâirler, b ilg in ler arasında b ir muhabbet’i samimiye ve irtib â t-ı edebiye husule (* ) getir­ m ekten ibârettir. B u vazifeyi icrâ etm ek iç in âzâîar ayda b ir kere top^ ianacaklardır. M eclislerin hu karşılıklı konuşmasını kâ­ tip le r T ü rk DerneğVne haber vereceklerdir. Ü m it ederiz k i çalışmamız Osmanît karındaşlarım ız' dan hüsn-i telakkiye mazhar olacakdır. Ve min-Allâh-uttev fik ! (* V T ü rk D e m e ğ i M acar Ş u b e s i Edebiyât-ı Osmaniye Cem iyeti R eisi D r. Ignace K ûnos _________________ (* ) {* * )

92

Edebiyât’î Osmaniye Cem iyeti K â tibi D r. Jules Germanus

Bâlâ : Yülssek. M uh^bbel-i sanaimiye : Sam im î sevgi. H u s û ]: Ürem e, vücû­ da gelm e, V e m in - Allâh • ut - tevfik : A llah ’ın yardım jn a kavuşma. Hüsn-i t e iâ k k î: î y i İcabûl.


Kısa bir süre sonra, Macaristan'da Türk milletini temsil etmek üzere Peşte’ye Başşehbender giden Türk Demeği ileri gelenlerinden Müftüoğlu Ahmed Hikmetle yardımcısı Enis Behiç’in bu adı yukarıda geçen Türk dos­ tu Türkoloji bilgini Macar kardeşlerle geliştirdikleri iş­ birliği, Türkçülük ve kültür târihimize bâhâ biçilmez çok şeyler kazandıracaktır. (Türk Demeği) Dergisi'nin 5, sayısındaki diğer bir mühim b d g e de, daha önce de andığımız, 168, sahifede bulunan (Türk Demeği 13 Zühicce 1326) yazılı «Merkez Mühürü»dür. Rahmetli dostum Orkun, Türk Demeği’nin faaliyet­ leri hakkında şu bilgileri vermektedir : ^ «T ü r k D em eği, ilk hazırlık top la n tü a n m Yusuf Akçora 'n ın YüJcsek K a ld tn m ’âaki odasında yapmış ve bu toplantılara Y usuf A kçora başkanlık etm iştir. B ir süre sonra başkanlığa M eh m ed Fuad K öse R a if geçm iştir. D er­ nek b ir m üddet muntazam b ir surette çalışm ış; her ta­ raftan yardım görm eğe başlamış; Prens Said Paşa, K ö ­ se R a if Paşa, H â lid Ziya Bey g ib i zevât derneğe girm e­ miş, fakat paraca yardım da bulunm uşlardır. (Türk Der­ neği) adlı aylık dergiden başka, ayrıca T ü rk D e m e ğ i Neş­ riya tı da başlamıştır. B u yayınların b irin ci num arası E m ­ sali T â h ir B ey'in «Türklerin İlim ve Fenne Hizmetleri» risalesidir.» (* ) Ciddî bir program ve iyi bir tüzükle faâliyete geç­ miş ve yurt dışında, özellikle Budapeşte’de çok kuvvetli

® (* )

Hüseyin Nâm ık O rkun : a.g.e., s. 86. Risâle : Dergi mektup, mecmua; b ilg i (bu rada

kü ltür).

93


bir şûbesi de kurulmuş bulunan (Türk Derneği) ve dergi­ si, ne yazık ki, uzun Ömürlü olamamışlardır. Necib Âsim, Fuad Köprülü v.b. gibi yöneticilerden bâzılarınm vazife gereği dernekten ayrılmaları; üyeleri­ nin bu yıllardaki siyâsî bölünmelerde birbirlerine karşı olan partilerde yer almaları sonucu, (Türk Demeği) ça­ lışmalarım 1912 yılında durdurmuştur. Mensubiarmdan birçoğunun daha sonra kurulacak Türkçü derneklerde ve nihâyet Türkocağı kadrosunda yer alacakları görüle­ cektir.

1911 yılı Kasım ha uygım şartlar ve zengin b ir kadro ile (Türk Yurdu) dergisi çıkmaya başlamış bulunuyordu. 18 Ağustos 1327 (31 Ağustos 1911) Perşembe günü kurulmuş bulunan (Türk Yurdu)'nun kurucuları: Mehmed Emin (Yurdakul), Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Doktor Âkil Muhtar (Özden) gibi Türkiyeli Türkçülerle; Akçoraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ah­ med ve Doktor Hüseyinzâde Ali (Turan) Beyler gibi Çar­ lık Rusyası zulmünden kaçarak Türkiye'de Türklük için çalışmak isteyen Kazanlı ve AzerbaycanlI Türkçülerdir. Türk

Y u r d u

(Türk Yurdu Cemiyeti), başlangıçta, öğrencilere yar­ dım konusuna ağırlık vermişti. Türk çocukları için bir öğrenci yurdu (pansiyon) açmak ve «Türklerin zekâ ve irfanca seviyelerinin yükselmesi» için yine (Türk Yurdu) adıyla bîr dergi çıkarmak, kurucuların başlıca amacı idi. Yayımlanacak bu Türk Yurdu’nım hedefini kaleme alan Akçoraoğlu Yusuf Bey'e göre dergi: «B ü tü n T ü rk ­ lerce m akbûl olabilecek b îr ideal yaratmaya çalışacaktır .»

94


(Türk Yurdu) fikrini ilk ortaya atan. Millî Şâir Melımed Emin Yurdakul olmuştur^ 1912 Eylülünde Müftüoğlu Ahmed-Hikmet Bey Budapeşte Başşehdenberliğine gidince, (Türk Yurdu) kurucu kadrosuna onun yerine Zi­ ya GÖkalp Bey seçilmiştir. (Türk Y u rdu )n u n kuruluşu sıralarında Ziya Gökalp, Selânik'de bulunuyordu. Der­ ginin çıkma izni, Mehmed Emin Bey adma ahmnıştı. Emin Bey’in 1911 yılı Ağustos'unda Erzurum Vâliliği’ne atan­ ması üzerine derginin sorumlu müdürlüğünü Akçoraoğîu Yusuf Bey üzerine almış ve (Türk Yurdu) 1911 yılı Kasımmda yayıma geçebilmiştir. Ziya Gökalp’ın da (Türk Yurdu)'na katılışı, yakın bir gelecekte bütün bu kadronun yer alacağı (TÜRKOCAĞI) 'm, Türkçülüğün bir ma’bedi hâline getirecektir. Yahya Kemâl, kendisimn ve arkadaşlarının Ziya Gökalp’la olan ilişkilerini anlatırken şöyle demektedir : «Arkadaşları, hepim iz, onun nazarında ayrı ayrı bir m evzu’ idik. Şevkli zamanlarında içim izden b irin i, ya be­ ni, ya Fuad'î, ya Celâl S â k i/ i lâkin tercihen H am dullah S u bhî veyâhuâ da Ağaoğlu A k m ed 'i parm ağına dolar, kîzdtnr, tasniflerin (* ) ağı içine a h rd u S u saatler en eğlenceli saatlerim iz o lu rd u .» (Türk Demeğî)*nin kapanmasınTürk Bilgi Demeği

a)

b)

dan b ir yıl kadar sonra, 14 Mart 1913 Cuma günü, (Türk Bilgi

Fethî Tevet (Dr. T e v eto ğ lu ) : «M illî Şâirimiz Mehmed Emin Yurdakul», I. Kopuz, 15 Ağustos İ9 3 9 , C i î d 1, Sa­ yı 5, s, 175, Dr. Fethî T evetoğ lu : Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmed

Hikmet, Ankara 1951, s. 29. Yahyâ Kem âl (BeyatU) : Siyâsî ve Edebî Portreler, İstanbul 1968, s. 16. (* )

T a s n if: Sınıflandırm a.

95


Demeği) kurulmuştur. Aynı amaçla çalışmak üzere ve yi­ ne (Türk Demeği)'ndeki Felsefe Profesörü Emrullah Efendi'nin başkanlığında kurulan (Türk Bilgi Dem eği)’ nin kadrosu (Türk Derneğî)'nden daha geniş ve kuvvet­ liydi. Bu dernek, b ir Enoümen-i Dâniş, bir (Türk Akade­ misi) görünümündeydi. Nitekim derneğin başkanı Emrul­ lah Efendi bir toplantıda : «Ö ted en b eri m em lekette aka­ dem i teşkili maksadmın husulüne (* ) ça lıştık larım ve bu­ nun şim d ilik hüküm etçe gerçek leştirilm esi m üm kün ola­ mamışsa da, ileride her hâlde im kân hâsıl olacağını ve bu de'rneği o encümenin b ir başlangıcı g ib i saydıklarını» bildirmişti.'^ Yahyâ Kemâl (Beyatlı), (Türk Bilgi Demeği) ile ilgili olarak da şunlan yazmaktadır : ^ «D â h iliy e N â z ın Talât B ey’in g iz li b ir te rtib i ile, Ce­ lâl S â h ir'in evinin a lt katında dian (B ilg i D ern eğ i)’nde T ü rk çü fik ir adam larının başhcaları m ektûm (gizli, saklı) tutulm ası lâzım gelen, b ir toplantıya ça ğırılm ışla rdı; o meyanda Yusuf A kçora ve H âlid e E d ib H anım , benim is­ m im i de öne sürmüşlerdi. Esrârengiz dâvetnâm elerini m u a llim lik ettiğ im Dârüşşafaka'da aldım ve g ittim . İç tim â (to p la n tı) hem en o gece oldu. Orada, hatırla­ yabildiklerim den, H âlide E d ib H anım , H am dullah Subhı, Ziya Gökalp, K öprülüzâde Fuad, Celâl Sâhir, H a lim Sâbit, Hüseyinzâde Ali, D o k to r Adnan, Y usuf Akçora, Mehm ed Tevfik, Ö m er Seyfeddin B eyler va rd ı.» “ ^ (* )

96

Bilgi Mecmuası, Nisan 1330, Sayı 6, s. 646. Yahyâ Kem âl (B a y a tlı): a.g.e., s. 31. H u s û i: Vücûda geime.


1912 Yazında kurulması te' Bilgi Mecmuası şebbüsüne geçilen (Türk B il­ gi Iterneği), teşkilâtının dü­ zenlenmesi ile ilgili 'bâzı çahşmalar sebeibiyle biraz gecik­ mişti. Derneğin yayin organı olan Bilgi Mecmuası ise 1329 (1913) yılı Kasım ayında çıkmaya başlamış ve 1330 (1914) Haziranına kadar yayımlanabilmiştir. Her sayısı 96 sahife olan Bilgi Mecmuası, birinci cildinde 6 ve ikinci cil­ dinde 1 olmak üzere 7 sayı çıkmıştır. Dergi'nin m ü d ü rü : Celâl Sahir (Erozan)'di. Dergide, başta edeibiyât olmak üzere felsefe, târih, tıb, din, peda­ goji ve maliye konularında yazılmış makaleler bulunmak­ tadır. Fuad Köprülü'nün «Türk Edebiyatı Târihi'nde Usûl» adlı ünlü yazısı. Bilgi Mecmuası'mn ilk sayısında yayımlanmıştır. (Bilgi Mecmuası)’mn başlıca yazarları şun lardır; Mehmed Fuad (Köprülü), Ağaoğlu Ahmed, Akçoraoğlu Yusuf, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Müfid Râtib, Mimar Mukbil Kemâl, Mühendis Sâlim, Seyid Hâşim, Şerefeddin (Yaltkaya), Selânikli Doktor R if’ait, Mehmed îzzet, Mustafa Şeref, Lutfi (İstanbul eski Maarif Müdürü), Ok­ tay Kaan, Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Abdullah Cevdet, Moiz Kohen (Tekin Alp), M. Zekeriya (Sertel), Parvus (Alexander Israel Helphand), Doktor Dreyfüs, Koloman Balkanî (Budapeşte Şark Akademisi'nden). Türk Bilgi Demeği'nin bir (Türk îlim Akademisi) gö­ rünümündeki şûbelerinde vazife alan ilim, fikir ve san'at adam lan arasında ise, b u yıUarm b ir çok ünlü aydınlan da bulunuyordu.

97


Derginin Nisan 1330 (1913) tarihli 6. sayısında Türk Bilgi Demeği hakkında şu bilgiler verilmektedir: 1912 Yazı sonlarında kurulması teşebbüsüne geçilen Türk Bilgi Derneği teşkilâtının hazırlanması ve tamam­ lanması çalışmalan bir süre gecikmiştir. Derneğin yaym organı olan Bilgi Mecmuası, 1329 (1912) Kasım ayında yayına başlamıştır. Teşkilâtı tamamlanan (Türk Bilgi Demeği) ise bütün üyelerinin katıldığı ilk genel toplan­ tısını ancak 14 Mart 1913 Cuma günü yapmıştır. B u toplantıyı gündem gereğince Yönetim Kurulu Başkanı ve Bilgi Mecmuası müdürü Celâl Sâhir Bey bir konuşma ile açmış ve jrurdumuzda İlmî bir inkılâp yap­ manın önemini ve ilimde usûl ve ihtisasın gerektiğini be­ lirterek, dernek kurucularının bilgi dallarını ayırırken izledikleri metodu ve bıma dayanılarak ne gibi şû’beler kurduklarını anlatmıştır. Bu şû’belerin çalışma alanları genişledikçe daha birtakım kollara aynlabileceklerini ve çalışmalarim düzenlemek ve yürütmekte tam bir is­ tiklâle, özerkliğe sâhip bulunduklarını da açıklayan Celâl Sâhir Bey konuşmasını, Türk Bilgi Demeği'ne başarılar dileyerek tamamlamıştır. Ondan sonra söz alan Türk Bilgi Demeği'nin İlmî başkanı Osmanlı Dârülfünûnu Felsefe Müderrisi Emrullah Efendi Hazretleri de, yurdumuzda bir ilim akademi­ si kumiması yolundaki çalışmaları hatırlatarak bu der­ neği, kurulacak böyle b ir Türk îlim Akademisinin baş­ langıcı saydıklarım belirtmiştir. Daha sonra Türk Bilgi Demeği'nin şubelerine seçilen üyelerin adları okunarak her şû’benin toplantı gün ve ^

98

Bilgi Mecmuası, Nisan 1330 (1913), ss.

646-649.


saatleri kararlaştırılmıştır. Gündemin son maddesi ola­ rak da (Türk Bilgi D e m e p Nizanmâmesi)'nin müzakere­ si konusu tartışılmış; bunu sâlim bir surette yapabilmek için önce şûbe üyelerinin kendi aralarında görüşerek lüzûmlu değişiklikleri yapacak ve savunacak birer delege seçmeleri ve şû’be delegeleriyle yönetim kurulundan olu­ şacak komisyonda meselenin incelenmesi kararlaştırıl­ mış ve toplantı böylece son bulmuştur. (Türk Bilgi Demegi)'nin Yönetim Kurulu : Celâl Sâhir (Erozan) (Başkan) — Köprülüzâde Mehmed Fuad (Sekreter) — Akçoraoğlu Yusuf — Ağaoğlu Ahmed — Se­ lânikli Doktor Rif'at — Mühendis Sâlim — Ziyâ — Dok­ tor Nâzım — Hâşim Beyler. Türkiyat ŞûTıesî: Necib Âsim (Başkan) — Köprü­ lüzâde Mehmed Fuad (Sekreter) — Akçoraoğlu Yusuf — Ağaoğlu Ahmed — Ahmed Cevdet — Ahmed Refik — Hüseyinzâde Ali (Turan) — Ziyâ — Bursalı Tâhir — Tın­ gır — Â rif — Fuad Râif — Mahmud Muin Beyler. İslâmiyat ŞûTje^ : Ebulûlâ (Mardin) — Halim Sâbit (Sekreter) — Halil Ni'met — Rıza Tevfik — Seyyid Hâ­ şim — Şerefeddin (Yaltkaya) — Ziyâ — Abdulahad Dâvud — Ferid — Mansurîzâde Said — Şeyh Mahmud — Mûsâ Kâzım Bey ve Efendiler. Hayâtiyât Ş û 'besi: Selânikli Doktor Rif'at (Baş­ kan) — Reşad (Sekreter) — Doktor Âsaf Derviş — Or­ han — Bahaeddin Şâkir — Tevfik Rüşdü (Aras) — Tev­ fik Sâlim (Sağlam) — Server Kâmil — Süleyman N u ’ man — Âkil Muhtar (Özden) — Adnan (Adıvar) — Kadri Râşid Paşalar ve Beyler. Felsefe ve tçtimâiyât ŞûT>esi: Emrullah Efendi (Baş­ kan) — Hâşim (Sekreter) — Akçoraoğlu Yusuf — Ağaoğ-

99


lu Ahmed — İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) — Zühdü — Ziyâ — Fâik Sabri — Lütfi Fikri — Mehmed Câvid — Vâhid Beyler. jEUyâziyât ve Maddiyat Şû’b e s i: Sâlih Zeki (Başkan) — Burhâneddin (Sekreter) — Burhâneddin — Tahsin — Cevad Tahsin — Sâlim — Fatin (Gökmen) — Nureddin Beyler. Türkçülük Şû’b ^ î : Celâl Sâhir (Erozan) (Başksın) — Ömer Seyfeddin (Sekreter) — Celâl Es'ad (Arseven) — Hüseyin Câhid (Yalçm) — Hamdullah Subhî (Tanrıöver) — Salâh Cimcoz — Ziyâ — Kâzım Nâm i (Duru) — Mi'mar Kemâleddın — Mehmed Emin (Yurdakul) — Müfid Râtib — Doktor Nâzım Beyler. Fahrî Üye : Parvüs (Alexander Israel Helphand) — Moiz Kohen = Moise Cohen (Munis Tekin Alp). Türkçülük Şû'besi, ilk toplantısını 16 Mart 1913 Pazaı* günü yapmış ve Celâl Sâhir (Erozan) Bey başkanlığa, Ömer Seyfeddin Bey sekreterliğe seçilmişlerdir. Görüşü­ len ilk konu, bu şû’benin çalışma alanını sınırlandırmak olmuştur. Diğer şû'belerin incelemeleri bitinceye kadar geçici olarak ilmi hareketleri yönetmek ve hızlandırmak, Türidüğe faydalı faâliyetleri desteklemek ve körüklemek b u şu benin çalışmalanna esas kabul edilmiştir. Dil, şiir, hikâye, tiyatro, mimarî, ince san'atlar, terbiye, ekonomi hakkmdaki görüşmelere esas olmak için birer rapor ha­ zırlanmasına karar verildi. Ziyâ ve Kâzım Nâm i Beyler’e dil; Mehmed Emin, Celâl Sâhir Beyler'e şiir, Salâh Cim­ coz, Müfid Râtib Beyler'e tiyatro, Ömer Seyfeddin Bey'e hikâye, Mi'mar Kemâleddin ve Hamdullah Subhî Beyler’e mi'mârî ve güzel san'atlar, Tevfik Rüşdü Bey'e de hijiyen raporlarının hazırlanması havale edilmiştir.

100


Şimdiye kadar yapılan toplantılarda Mösyö Parvus (Alexander Israel Helphand)'un, ekonomi ve Avrupaya kendimizi tanıtmak liizûmundan bahseden mühim konuşm alan dinlenmiştir. Tevfik Rüşdii Bey, verem ve firengi müzelerinin lüzûmunu anlatmıştır. Mim ar Kemâleddin Bey, Türk mi­ marisinin uğradığı harab olma fâciasmm anatomisini yap­ mıştır. Türkiyat Şû'besi'nin isteği ile Mülî Marş için bir yanş düzenlenmiş ve bunun için en az on lira nakdî (*) mü­ kâfat vâdedilmiştir. îdris Subhî Bey'in bu yarışmaya göndirdiği (Albayrak) şiiri, millî b ir marş olmamakla bera­ ber beğenilerek şâirine beş lira mükâfat verilmesi ve marş yarışma süresinin bir yıla uzatılması kararlaştırıl­ mıştır. Bestelenmek için seçilen Mehmed Emin, Ziyâ Gökalp ve Celâl Sâhir Beyler’in şiirleri okunmuş; bunların ve (Albayrak) marşının Celâl Es’ad (Arseven) Bey tarafın­ dan bestelettirilmesi için san'atkârlara başvurulmasına karar verilmiştir. Celâl Sâhir Bey'in teklifiyle yayımlanması kabul edi­ len halk kitaplarım seçebilmek için Fransa ve Alman­ ya'ya kataloglar ısmarlanmıştır. Tiyatro konusu tartışıl­ mış: Paris ve Berlin’e bâzı eserler ve belgeler getirtilmek üzere mektuplar yazılması kararlaştınlmıştır. Hamdullah Subhî B ey le ilgili b ir Önemli nokta da, bu akademi görünümündeki kuruluşta bulunmuş ve tec­ rübe görmüş Tannöver, ileride iki kez Türkiye Cumlıuriyeti'nin M aarif Vekili olunca, bir (Türk İlim Akademisi) kurulmasına çaba harcayacaktır. (*■)

N a k d î: Peşin paraya âit.

101


Kadrosunda yer alan ünJü İttiihadcılardan (*) da anla­ şılacağı gibi, (Türk Bilgi Demeği), îttihad ve Terakki Fırkası’ndan destek ve yardım görmüştür. N e yazıktır kİ, bu kadar kuvvetli b ir kadro ve prog­ ramla çalışmaya başlayan (Türk Bilgi Demeği) ve onun yayın organı (Bilgi Mecmuası)'nm ömrü de çok kısa sür­ müştür. Burada tek ümit ve teselli ş u d u r: 1908 İkinci Meş­ rûtiyet hareketinden sonra kurulan bu (Türk Demeği), (Türk Yurdu Cemiyeti) ve (Türk Bilgi Demeği) gibi kısa ömürlü Türkçülük kuruluşları ile, bunların (Türk Der­ neği)» (Türk Yurdu) ve (Bilgi Mecmuası) adlı dergileri —kurucu, yönetici ve yazar kadroları ile— bunlardan sonra meydana gelecek (TÜRKOCAĞI) ile, onun yayın or­ ganı (TÜR K Y U R D U ) dergisinin temeli olacaklardır. T Ü R K O C A Ğ I y g

lıyetçılığımn doğum ye-

Hamdullah Subhî Tannöver

ve yayılma merkezi olmuş (Türkocağı) adı anılınca ilk akla gelen kimse Hamdullah Subhî Tanrıöver’dir. Mustafa Baydar'ın güzel ifadesiyle, «T ü rk o ca ğ ı ve H am dullah Subhî, ik iz kardeşler gibidir. Muhakkak b iri diğerini hatıra g e tirir.»^ Türkçülüğün ibâdet yeri sayılan bu mukaddes ocağın kuruluşunda ilk önce Askerî Tıbbiyeller ön - ayak olmuş­ lar; Mehmed Emin Yurdakul’lar, Ziyâ Gökalp'ler, Müftüoğlu Ahmed Hikm etler v.b. bu ocağı Türk gençliğinin îy^

Mustafa B a y d a r; a.g.e., s. 53. (")

102

îttihad : B irlik , birleşm e.


man ve mefkûre <(*) yuvası hâline getirmişlerdir. Amma, çok 'büyük hizmetleri geçmiş olanlardan da hiç biri, Türkocağı denince, Tanrıöver kadar öncelikle, takdir ve şük­ ranla (* * ) hatırlanmamıştır. Ölümü üzerine yazdığımız yazılardan birinde de belittiğimiz gibi ömrünü bu ma’bede adamış olan Ham­ dullah Subhî Tannöver, Ocağımızın en büyük evlâtların­ dan biriydi. 1912 yılmda 766 sıra numarasıyla Türkocağı’na girmiş, yıllarca îdâre Hey'eti Reisliği yapmış; çok canlı, çok ateşli hitâbeleriyle, b u mukaddes ocakta geliş­ tirilmiş Türk milliyetçiliğinin gür ve temiz sesi, tipik bir sembolü olmuştur. Türkocağı’na büyük emeği geçen kuruculardan Yu­ suf Akçora şöyle der : «O ca ğ ın târihinde fâsıîa yoktur. Türlcocağt, bu fası­ lasız hayâtını en ziyâde R eisi H am dullah S u bhî B ey’e borçludur. K en d i hayat ve istikbâ lin i Ocak'a katmış olan Ham dullah S u bhî Bey, enerjisi, fik ir ta’kibi, ruh âşinâhğt ve eşi z o r bulunur tertip ley iciliğ i sâyesinde Tü rk oca ğ ı’nı, M illî T ü rk D ev le ti’nin kuruluşuna kaddr a lıp g e tire b ild i.» XX. yüzyılm başlarında, Osmanlı İmparatorluğu için­ deki Hristiyan ve Müslüman azınlıkların, dış kışkırtma ve destekler de eklenerek başlattıkları bölücü faâliyetleri; istiklâl kazanıp imparatorluktan kopmak yolun­ daki çabaları, hep Türk düşmanlığından kaynaklanıyor­ du. Azınlıkların b u durum ve davramşlan, Osmanlı împaratorluğu'nım gerçek sahibi Türk gençlerinde de bir

^ {* ) (* * )

Yusuf A kçora: a.g.e., s. 454. M rfk û re : îd e a l, ülkü. Ş ü k ra n : iy ilik bilm e.

103


millî silkmiş, bir kendine geliş ve toparlanışa yol aç­ mıştır. Türklük duygulan kabaran ilk okul, askerî öğrenci­ leri başta gelmek üzere tıbbiye olmuştur. 360’ı aşkın öğ­ rencisi bulunan tıbbiye de 228 öğrenci aralarmda an­ laşmayı başamıışlardır. H er sm ıf kendi içinden yirmide bir oranmda temsilciler, delegeler s e k iş t ir . Böylece be­ şinci smıfdan 2, dördüncü sınıfdan 2, üçüncü sınıfdan 4, ikinci smıfdan 2 ve birinci smıfdan da 1 olmak üzere toplam 11 kişilik bir (Fa'al H ^ 'e t ) oluşturulmuştur. Bu onbir delege şun lardır: 1 — Edhem Erzincan, 2 — Ce­ lâl, 3 — Behçet Fâtih, 4 — Mahmud, 5 — Re’fet, 6 — Rem^i Kazancılar, 7 — Hüseyin Ankara (Ertuğrul), [Dr. Hüseyin Ertuğrul (E T l), ölm. 1963], 8 — Hüseyin Gümüşhâne (Baydur), 9 — Hüseyin Antep ı(Fikret), 10 — Habib Tunus (Poyraz), 11 — İrfan Kıbrıs.*^ Hafta sonımda Gülhâne Seririyâtı (Askerî Tıb Akad^nisi)'ndaki Doktor Fuad Sâbit Bey de Fa’al Hey'et’in başı okrak dâvet edilmiş ve şöyle b ir çalışma programı hazırlanmıştır: 1 — Tıbbiyeliler arasındaki birlik ve beraberliği kuvvetlendirmek, yükseltmek; fakat gayeyi tehlikeye dü­ şürmemek için siyâsetten çekinmek, uzak durmak. Her genç, siyâsî inancı ne olursa olsun milliyetçilik, Türkçü­ lük ideali etrafmda toplanacak ve b u mefkûreyi her türlü hislerinin üstünde tutacaktır. 2 — Umumî efkâr (kamu oyu), milliyetçilik cereya­ nını ilk anda pek hoş karşılamayabilir. Yurtta Osmanhlık, îslâmcılık propaganda ve politikası oldukça kök sai^

Hüseyin Nâmık Orkun: a.g.e., s. 90.

104


mıştır. B u yüzden, Türkçülük, cereyanını doğrudan doğ­ ruya lıalka açıp açmamakta ıbir sakınca var mıdır, yok mudur?.... Bu konuda ileri gelen -düşünürlerin görüşleri ahnacaktır.

3 — Donanma Cemiyeti gibi bir teşkUât yapılarak ge­ rekince okul açmak için para toplanacağmdan, herkesin güvenini kazanmak lâzımdır. Bu yolda güvenle yürüyebil­ mek için yurdun tanınmış şahsiyetlerinin yardım ve des­ teği istenecektir. B u esaslar çerçevesinde üçüncü smıf temsilcilerin­ d e Gümüşhâneli Hüseyin (Baydur) b ir bildiri hazır'lamıştır. (11 Mayıs 1911) târihli olan bu bildiri altında (190 Tıbbiyeli Türk Evlâdı) ibâresi yazılıdır. Celâl N u ri’nin 1911 (1327) Mayısında JÖn Türk Gazetesi'nde çıkan makalesi, Donanma Cemiyeti gibi b ir ku­ ruluşun lüzumtmu öngörmekteydi. Tıbbiyenin aydm ve ateşli gençleri tarafmdan çok ilginç bulunan bu makale üzerindeki ilk fikir alış - verişi, Doktor Remzi Osman ile Hüseyin Antep (Fikret) arasında olmuştu. O gün b u ma­ kale sımfta daha birkaç arkadaşa gösterilmiş; akşam üs­ tü klinik binalarının arkasındaki kırda üçüncü ve dör­ düncü sınıftan beş - on arkadaş toplanarak bu konuda bir karar vermişlerdi. Teşebbüsün ağırlık merkezi üçüncü sınıftaydı. Temsilciler ikişer-üçer kişilik gruplar hâlinde, ka­ rarlaştırılan Türkçü büyüklere giderek hazırlanan bildi­ riyi onlara sunmaya başlamışlardır. B u görüşlerine baş­ vurulan düşünürlerin hepsinden olumlu sonuçlar alın­ mıştır. îttihad ve Terakki Cemiyeti de, gençlerin b u te­ şebbüsünü desteklemiştir.

105


Kütahya Milletvekili Ahmed Ferid Bey (Tek)’in bil­ diri üzerindeki yapıcı görüşleri alındıktan başka, aynı gün Millî Şâir Mehmed Emin Bey’e de bir grup tem­ silci gitmişti. Yusuf Akçora ile Rıza Tevfik Beyler de orada hazır bulunuyorlardı. Hep birlikte Ferid Bey'in evine gelinmiş ve yukarıda adları geçen dört zatla, dört Tıbbiyeli toplanmışlar; konuyu tartışmışlardır. Ferid Bey’i n : « B ir klüp ku tara k T ü rk gençliğini oraya toplam ak ve önce onlarda m illî h isleri uyandır­ mak ve kuvvetlendirm ek; bundan sonra halkı uyandır­ m ak ve yetişecek nesle bu duyguyu aşılamak için her vâ­ sıtaya başvurmak; konferanslar düzenlemek, kitap ve broşü rler yayınlamak; T ü rk oku llarına maddî ve mânevi yardım larda bulunm ak; m üm kün olursa yeniden oku llar a çm a k » şeklindeki görüş ve töklifi, b u ilk toplantıda ha­ zır bulunanlarca oybirliği ile kabul edilmiştir. Ağaoğlu Ahmed Bey'in evinde te k ra rla n ^ ikinci top­ lantıya îttihad ve Terakki Cemiyeti temsilcisi, İstanbul Meb'usu Ahmed Nesimi Bey başkanlık etmiştir. Toplan­ tıda Tıbbiyeliler fikirlerini tekrar açıklamış ve savun­ muşlar; bu teşebbüsün (*) vatan ve millet için şididetle lüzûmlu olduğunu; zamanm uygunluğunu; sakınca bulımmadığını; tehlikeyle karşılaşıîsa da bım a katlanmak ge­ rektiğini; Ferid Bey'in düşüncelerinin en uygun ve pra­ tik çâre olduğunu kabul etmişlerdir. Yine o hafta içinde tıbbiyelüer, tüzüğe girmesini is­ tedikleri fikirlerini yazarak Ahmed Ferid Bey'e vermiş­ ler; o da bu fikirlerin ruhunu koruyarak yararlı görülen bölümlerini tüzüğe almıştır. Öte yandan, bu tiibbiyeli gençlere MülkiyeU gençler de ıkatılmışlardır. Bunların (* )

106

Teşebbüs ; îş e girişm e, başlama.


başında, ünlü anatomi profesörü Dr. M a ^ a r Paşa’nın oğlu Müııir Mazhar (Kamsoy) ile, yine onun sınıfından İhsan Âlî (Dereoğlu), Burhan Câhid (Morkaya) ve Hâ­ lis Turgud gi'bi arkadaşları bulunuyordu. Türk irfan târihi için eşine az rastlanır bir âbide eser ve 'kaynakça olan (Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler) kitabında rahmetli Ali Çankaya, şu değerli belgeyi ver­ mektedir : ® «....Y ıl 1911 (1327). M eşrûtiyet’in i ’lântndan sonra cem iyet kurm a hürriyetinden faydalanılarak b ir ço k cem i­ yetler kurulm ağa başlanmıştı. B un la r arasmda en fazla, dikkati çekenler, şüphesiz k i m illî cem iyetlerdi. Osmanh D e v le tin in için de bulunan çe şitli m ille tler, Arablar, K ürdler, Arnavudlar, R um lar, E rm e n ile r v.h. m illî cem i­ yetlerin i kurm akta gecikm ediler. M illiy e tle rin i bilm eyen­ le r yalnız T ü rk le rd i. «Elham d üliU âh M üslüm antz» d iyor­ lardı. H albuki, meselâ A rablar da M üslüm an değil miy­ di? Am a bu, on la rın m illî cem iy etlerin i kurm alarına h iç de engel olm uyordu. B iz ise, « D in » ile «M illiy e t »i ayırt etm ekten âcizdik, T ü rk le re de m illiy e tle rin i öğretecek ve on la rı her bakımdan uyarmağa, yükseltmeğe, g d iş tirmeğe çatışacak özel b ir cem iyet kurm ak fik ri, ilk önce Askerî Tıbbiye'de doğmuştu. B en i bu cereyandan haber­ dâr eden T ıb b iy e li arkadaşım îb râ h im L â t if in y o l gös­ tericiliğiyle, fik r i ilk ortaya a ttığ ı söylenen son s m ıf ta­ lebesinden H âşim ve onun ülkü arkadaşı Hüseyin Bayd u r’la görüştüm . H em en bütün T ıb b iy eliler bu fik re ka­ tılm ış gibiydiler. H epsi hararetli ve inançlı gençlerdi. Ben de, bana ço k cazip gelen bu fik r i M ü lk iy e’de yaymağa ^

Mücellidoğlu A li Çankaya: Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeli­ ler (Mülkiye Şeref Kitabı) Ankara 1968-1969, C. IV , ss. 1490-91.

107


karar verdim . D üşüncem i yaktn arkadaşım îh sa n  lî ile B urhan Câhiâ’e açtım . H e p beraber çalınmağa koyulduk. Az zamanda biz de çoğalmağa başlamıştık. Aylık g eliri­ m izle b ir cem iyeti yaşatacak kadar çoğahnca resm en te­ şekkül edecektik. T ıb b iy elilerle aram ızdaki bağlantıyı As­ kerî Tıbbiye'den Hüseyin E rtu ğ ru î (D r. Hüseyin E rtu ğ ru l E t i) sağlıyordu. O zamanlar M ülkiye, D â rü lfü n û n ’îa beraber BayaZid’da bugünkü Fen Fakültesi’nin bulunduğu yerdeki Zeynep K â m il H anım K on a ğı’ndaydı. B u konak sonradan yandı. M ü lk iy eli arkadaşlar ta’til saatlerinde, üst katta bulunan Edebiyat Fakültesi dershanelerinde toplanıyor; yapılacak şeyleri görüşüyorduk. Fakat, bu toplantılara en­ gel olm ağa başladılar. A rtık meydana çıkacak kadar ço­ ğalm ıştık. Acele b ir esas nizâmnâme taslağı kaleme alın­ dı. H e r m ektepten gelen delegelerle M üîkiye’nin îk in c i S ın ıf âershânesinde toplanılarak hazırlanan bu taslağı kabul ettik. K uru lu ş izn i alm ak iç in Vilâyet nazarında ge­ re k li teşebbüslerde bulunm ak üzere birkaç arkadaş ayrıl­ dık. 12 M a rt 1328'de (26 M a rt 1912) (* ) Salı günü Tü rkocağı resmen kurulm uştu. Askerî T ıb b iy elilerin hayâlin­ de yaşayan bu cem iyet, M ü lk iy elile rin gayretiyle b ir ger­ çek oldu. Sevincim iz sonsuzdu. H em en b ir lokal arandı. Nihayet, D îv a n -Y o lu n d a b ir binâ bulunarak kiralandı. A rtık toplanacak yerim iz olm uştu. M es’u l Murahhas (K u ­ ru cu delegelerin sorum lusu) H âlis T u rgu d ’du. î l k îd âre H ey e tin d e M ülkiye'den benim le (M ü n ir M azhar) îhsan Türkocağı'nın f i ’len kııruluşu 20 Haziran 1327 (3 Temmuz 1911) Pazartesi v e resmî işlem ler tamamlandıktan sonraki Resmî Kuruluş T â rih i: 9 M art 1328 (22 M art 1912) Cuma günüdür. (Bu târihler 1939'da rahm etli M illî Şâir Mehmed Emin Yurda­ kul, 1944'te Dr. Haşan Ferid Cansever ve 1951’de Hamdullah Subhî Tannöver'den bizzat tarafımızdan tesbit edilmiştir.) F.T.

108


 li vardı. Reisliğe, tek lifim ize uyularak. M ü lk iy e’de Siyâ­ sî Tâ rih H ocam ız olan Kütahya M eb ’usu Ahm ed F erid (T e k ) Bey seçilm işti. H erkes ücretsiz çalışıyordu. B u b ir ü lkü işiydi. Üyelerin 2’şer kuruş olarak tesbit edilm iş bu­ lunan âidâtıyla m asraflar karşılanıyordu. Esas N izâm nâm e’nin 2. Maddesinde «Ocak>nn m ak­ sadı şöyle hulâsa e d ilm iş ti: «T ü rk le rin m ü lî terbiye ve İlm î, İçtim aî, iktisâdı seviyelerinin terakki (* ) ve ılâ s iy le (yükseltilm esi) T ü rk ırk ve d ilin in kem âline çalışmak­ tır .» 4. M adde'de de şu kayıt v a r d ı: «O cak, maksadını tah­ sile çalışırken s ırf m illî ve ic tim â î b ir vaziyette kalacak, aslâ siyâsetle uğraşmayacak ve h iç b ir va kit siyâsî fırk a ­ lara hizm et etm ey ecek tir.» Şunu da ilâve edeyim ki, T ü rk oca ğ ı’n m Esas Nizam nâm esi’nde «K u r u c u A ’zâ la r» diye is im ler olm a dığı gibi, «K u ru c u A ’zâ ltk » diye h ir b ölüm de bulunm am aktadır. Filhakika (G e rç i) Ocak, yukarıda da belirtm eğe ça lıştı­ ğ ım gibi, b ir kaç kişi tarafından kurulm uş ve sonradan onların gayreti ile gelişm iş b ir kuruluş olm ayıp, yüzler­ ce Yüksek Taksit G e n c in in ortaklama eseridir....» 3 Teımnuz 1911 (20 Haziran 1327) Pazartesi günü ya­ pılan toplantıda dem ek kurulması teklifi kabul edilmiş ve Doktor Fuad Sâbit'in ileri sürdüğü (Türkocağı) adı da 'oybirliği ile kulübün adı seçilmiştir. îlk Yönetim Kurulu'nda, kuruculardan şu dört kişi vazife almışlardır : Meihmed Emin (Yurdakul) (Başkan); Akçoraoğlu Yusuf (ikin­ ci Başkan); Mehmed Ali Tevfik (Sekreter); Doktor Fuad Sabit (Veznedar). Türkocağı'nm ilk başkam rahmetli M illî Şâir Mehmed Emin Yurdak-ul, Türkocağı'mn meydana çıkışı ve T e r a k k i: Yükselma.

109


Türkçülük üzerindeki rolü haıkkmda 3 Ağustos 1939 Per­ şembe günü Beşiktaş'da Serencebey Yokuşundaki ah­ şap evinde bana şunları söylemişlerdir : ™ «T ü rk oca ğt, T ü rk g en çliğin in ve bilhassa m em leketi­ m izde yapılan h ürriyet m ücâdelesinin ilham kaynağı ol­ muş Askerî T ıb b iy e M ek teb i çatısı altında bulunan in­ kılâpçı T ü rk g en çlerin in kurm ak isted ikleri ve Karacaahm ed M ezarlık la rı’nda verd ik le ri b ir kararla kuvveden f ii­ le çıkard ıkları b ir m illî ideal m âbedidir (* ) B en bu mabe­ din kuruluşunu şöyle tasavvur e d iy o ru m : Y üzyılların yığdığı felâketlere Balkan M uharebesi’nin felâketi de katılm ıştı. T ü rk ü n ıstıra b ı haykırıyordu; hu haykıran sese koşanlar oldu. B un la r bu sesin üstüne b ir ça tı kurdular. Burası T ü rk ü n ıs tıra b ın ın m abedi ve bu ıstırab bizim dinim iz olsun dediler. Buraya şâirler gel­ d ile r : Tü rk ü n ıstırabına ağladılar. Â k ille r (a kıl sahiple ri) g e ld ile r: Tü rk ü n ıstıra b ın ı söylediler. H a tib le r gel­ d ile r : Tü rk ü n ıstıra bın ı haykırdılar. Y o lcu la r g e ld ile r: Tü rk ü n ıstıra bın ı getirdiler. B u çatının altına toplanan T ü rk gençlerinin boyun­ la rı bükük, g özleri yaşlı, ru h la rı heyecanlı olduğu hâlde, hepsinde T ü rk 'ü n ıstıra b ı vardı. Fakat ıstıra bı duymak ve onun için ağlamak kâfi de^ ğ ild i: İnsanlar g ib i m ille tle rin de şe’nt (g erçek çi) olduk­ la rı kadar idealist olm a la rı lâzımdı. ™ Fethî Tevet (o ğ lu ): M illî Şâirim iz Mehmed Emin Yurdakul, I ve II, Kopuz, 15 Ağustos ve 15 EylûI 1939, Sayı 5 ve 6, ss. 172-178 ve 209-215. : M illî Şâirimize Âid Hâtıralarım, Kopuz, 1 M art 1944 Sayı (2. Seri) 10, ss. 237-240. : Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmed Hik­ met, Ankara 1951, ss. 29-30, {* )

110

M â b e d : İbâdet ©dilecek yer.


Onu bu ıstırabdan kurtarm ak ve T ü rk ’e değeri b iç il­ m iş olan b ir h ü r ve mes’ud hayatı feth ettirm e k icabediyordu. B unun için ise d iriltici, yaratıcı, yü kseltici ve in ­ kılâpçı b ir kudrete ihtiyaç v a r d ı: M illî ve m edenî b ir ruh. Tü rk, m illî ruhla b en liğini bulacak ve benliği teşkil eden d il ve edebiyatiyle, târih ve kültürüyle silâhlanıp kuvvetlenerek, kendini başka m ille tle rin arasında h içb ir zaman erittirm eyecekti. M edenî ruhla da kendini yeni dünyânın bütün fen ve san’at, ilim ve h ik m e t silâhlariyle donatarak talih ve saâdetini fethettirecekti. B u m illî ve medenî ruhun m ü rşid leri (* ) yine bu aziz çatının altında toplanan şâirler, âkiller, h atibler ve yolcu ­ lardı. Burası T ü rk gençliğinin kurduğu o Tü rkoca ğı idi ki, buradan yükselen sesler, yeni dinlerin çık tığ ı m ucizeli devirlerde olduğu g ib i sih ir ve büyülü b ir ruh ve ahenkle bütün çatılarda dolaşıyor ve bütün ru h la rı dolduruyor­ du.'» İttihad ve Terakki Cemiyeti’nîn Genel Merkez’inde bir toplantı daha yapıldıktan sonra, (Türkocağı) resmî olarak faâliyete geçmiştir. Bu toplantıda hazır bulunan Tal'at ve Ziyâ Gökalp Beyler de bu fikirlerin taraflısı ve savunucusu olmuşlardır. Resmî kuruluş ve faâliyete geçiş târihi sayılan 22 Mart 1912 (9 Mart 1328 H.) Cuma günü ilk toplantısı ya­ pılan ve tüzüğü tamamlanan (Türkocağı) başkanlığma bu kez Ahmed Ferid (Tek) Bey seçilmişdir. ikinci Baş­ kan olarak yine Akçoraoğlu Yusuf, Genelsekreter Mehmed Ali Tevfik ve Veznedar Dr. Fuad Sâbit Beyler seçil­ mişlerdir.

(• )

M ürşid : Dc^ru yolu gösteren.

tu


Az sonra anlatılacak 'bunalımlı devrede yeni b ir başkajı aranırken, Balkan H arbi sonrasında seçilen Yönetim Kurulu : Hamdullah Subhî (Başkan), Akçoraoğlu Yusuf (İkinci Başkan), Hâlis Turgud (Genelsekreter) —daha sonra Hüseyin Râgıb— , Dr. Âkil Muhtar (Özden) ve Dr. Hüseyin Ertuğrul (Eti) Beyler'den oluşacaktır. Türkocağı bünyesinde ilk olarak 1918 yümda kuru­ lan (Hars ve ilim Hey'eti) ise şu üyelerden oluşmaktay­ dı : Ziya GÖkalp, 'Millî Şâir Mehmed Emin, Ağaoğlu Ahmed, Hamdullah Subhî, Köprülüzâde Fuad, Dr. Hüseyinzâde Ali Beyler ve Hâlide Edib Hanım. Türkocağı'mn ilk toplantıları, Akbıyık'da Yusuf Ak> çora'mn (Türk Yurdu) mecmuası idârehânesinde yapılı­ yordu. Bilindiği gibi, Türk Yurdu mecmuası, 1911 BCasımından beri düzenle çıkmaktaydı. Türklük ve Türk­ çülük yolunda Türkler için çıkan b u dergiye Türkocağı en iyi b ir destek olmuş ve zamanla Türk Yurdu, Ocağın resmî yayın orgam hâline gelmiş ve yarım yüzyılı aşan bir süre Türk miUiyetçiliğinin sesi olmuştur. Başlangıçta Türkocağı’na yurdun ünlü şahsiyetleri para yardımmda da bulunmuşlardır. Ocak, üniversite öğ­ rencileriyle meşgul olmaya, onlan yetiştirmeğe çalışır­ ken, yeni bir bina tutmak lüzûmvınu duymuş, Bayazıd'da Divanyolu'nda müstakil b ir binâya sâhib olmuştur. Bun­ da Hamdullah Subhî Bey’in büyük çabası vardır. Hamdullah Subhî Bey'in Türkocağı başma gelip oca­ ğı kapanmaktan kurtarışım Mazhar Âkifoğlu şöyle anlat­ maktadır : ” Ahmed Mazhar Âkifoğlu : «Çok Aziz Örnek İnsan, Ağabeyim HamduUah Subhî,» Türic Yurdu, Haziran 1967, Y ıl 56, Sayı 336, ss. 5-7.

112


<^1913 y ılı içindeyiz. B ir gece Fuad K öprüîiV nün Ahtrkapt’daki evinin a lt katında toplandık. Burası, İstanbuVda tahsilde otan T ıb b iy eliler Y urd u idi. B iz i toplayan, daha doğrusu bizlere toplanm a y eri olarak burasını teklif eden, Ankarah O caklı D o k to r Hüseyin E rtu ğ ru l Bey’di. Toplan tıd a 20-30 kişi vardık. Görüşm e mevzuu, Türkocağı ne olacak idi. B iz le ri b ir ay evvel Ocağa çağıran o günkü ve Oca­ ğın ilk îd â re H e y e ti, h epim izi bozguna uğratan ço k acı b ir haber v e r m iş ti; «O ca ğ ım ızı idâre edemiyoruz. E li­ mizde masraftmtzt karşılayacak para yok. Ş im d ilik o l­ masına da im kân görem iyoruz.” ....Bu acı ve beklenmeyen haber bizleri haftalarca perişan etm işti. Y iy ip iç iy o r muyuz, yaşıyor muyuz, bile­ m iyorduk. O derece kendim izden geçm iş b ir hâl ve felâ­ ket içindeydik. ....Ne yapacaktık? Ocak îd â re Hey'etVne k im le ri seçecektik? O günkü şahsiyetleri b ire r b ire r gözden g eçiri­ yor, konuşma m evzuu yapıyor, fakat b ir neticeye, tatm in ed ici b ir sonuca varam tyorduk. B u hâl ve çaresizlik içinde Ankara T ib Talebe Y u rdu’nda yapdığım tz top la n tı da olu m lu b ir sonuç verm e­ den dağılıyorduk. A rtık D o k to r Hüseyin E rtu ğ ru l Bey’e veda' etm ek üzere idik. Tıbbiye talebesinden Haşan Ferid (Cansever) B e y : — Canım b ir de H am dullah’ı tecrübe edelim , dedi. D edi amma, uygun o lu r diyen çıkm adı. Is ra r edildi ve son u n d a : — Pekiy, b irim iz gitsin H am dullah Bey*le görüşsün, bakalım ne karşılık alacak, neticesine vanldu

113


Arkadaşlar, H am dullah S u b h î B ey’le görüşm ek vazifesini bana (Ahm ed M azhar) verdiler. «M azh ar kendisi ile görüşsün, alacağı cevabı bize getirsin, tekrar toplan a h m » denildi. H am dullah Bey o sırada Ö ğretm en O kulu’nda hoca idi. Görüşm ek üzere ertesi gün oku la giderek kendisini buldum. D urum u anlattım . T ü rk oca ğt’m n kapanması, bizler iç in ölüm den daha ağır, daha çaresiz b ir felâket olacaktı, ne yapardık? D ârülfünûn'd aki azınlık öğrenci­ le rin in yüzlerine nasıl bakardık? Ham dullah Subhî Bey, îd â re H e y e tin d e k im ler var diye sordu. Ahm ed Ferid, Hüseyin Râgtb, Y usuf Akçora B eylerle daha birkaç kişi var dedim. H am dullah Bey ba­ na ik in ci b ir sual daha s o r d u : « — B u işi görüşen siz O caktılar kaç kişisiniz? Bana söyleyin» dedi. «Seksen - doksan kişi kadarız» diye cevap verdim . H am dulah B ey b ir an düşündü ve s o n ra : « — Beni arkadaşlarınızla g örü ştü rü n » dedi. K alk tık , Ocağa doğ­ ru yürüm eğe başladık. Ocak, D ivanyolu’nda, cadde üs­ tünde küçük b ir evdeydi. Kapıdan iç e ri girdik, m erdiven­ le ri çıkarken ben H am dullah Subhî Bey’i kaybettim. A r­ kadaşlar evin küçücük sofasını doldurm uşlar, m erdiven­ lerde bile basacak yer yoktu. Yukarıya çıktıkdan b ir az sonra H am dullah B ey b îr hitâbeye başladı. Arkadaşlar kendilerinden geçmiş, büyülenmiş, bayılm ış b ir hâlde id iler. O derece H am dullah’a yakınlık duymaya başlamış­ lardı. Ocak alkıştan inliyordu. A rtık R eisim izi bulm uş­ tuk. H erkesin yüzünde sâhibine can veren b ir gülümse­ m e vardı. M utluyduk, bastığım ız y erleri görm üyorduk. O derece huzur ve saadete kavuşmuştuk.-»

114


Onu yakından taniTm^ ve en tahlil etmiş sbulıman Âkifoğlu, Hamdulalh Subhî Tannöver hakkmdaki en ger­ çekçi değerlendirmeyi şöyle yapm aktadır: H am dullah Subhî, en küçük b ir h izm eti dahi öm rün ün sonuna kadar anar, yâd (* ) ve tekra r eder b ir gö­ rüşten ve hâftza kudretinden aslâ ayrılm am ış b ir baştır. H am dullah Subhî, ahlâkî tezahürlerini (* * ) h iç değiştirm e­ den öm rün ü tam am lam ış ç o k temiz, üstün b îr şahsiyet' tir. Sözünden dönmez, kanaatlerini çok açık ifade eder, kararında yanıldığı zaman bunu açık olarak söyler ve izah eder.... V erd iği söz, yazılı ve im zalı, tasdikli b ir senedden, b ir beyandan kıym etliydi. Söze h ürm et ve sözü tutm ak onun için nâmus sayılırdı. Aslâ şahsî b ir çıkar düşüncesiyle b ir şeyi savunm am ıştır. Gerçek ve doğru­ luk, onun önünde eğildiği tek hâkimdi. Arkadaşlarına karşı son derece eşit b ir d u ru m kurması, onun için in­ sanlık ve ahlâk gereğiydi. Tartışm alarda h iç b ir zaman kendi fik ir le r in i em poze etm ez; rahatlık ve huzur için ­ de konuşulan fik irlerd en, görüşlerden çoğunluğu sağlar görü len düşünce ve te tk ik i kabülde en küçük b ir karar­ sızlık göstermezdi. Ocakdaki arkadaşlarına dâimâ nezâket, ih tim a m ve yakınlığı ile kalbinden gelen sevgisini gösterirdi. K end i­ sinden k ırılm ış tek b ir insan gösterilem ez. O, arkadaşla­ rın ın her zaman ricâlarına muhatab olm aktan zevk du­ yardı ve onlara yardım ı büyük b ir arzu ve istekle yapar­ dı. «A m a n a rtık y e te r» d er g ib i b ir tavrı o aziz ve büyük insandan görm üş kim se yoktur. Arkadaşlarının dertleri, onun işlerin in başında gelirdi. V e o, bu d e rtle ri b ir yana atmak iç in bütün kuvveti ile çalışırdı. O derece yüksek ahlâklı ve iy i huy sâhibi b ir insandı ki, H am dullah’ı sev­ (* ) (* * )

Y â d : Hatırlam a. T e za h ü r: Ortaya çıkan görüntü.

115


mek, ona kalpten bağlanmak, O caklı arkadaşlarının it­ tifakla b irleştik leri b ir n okta olm uştur. Ocakda mânevi tem izliği, sükûneti, b irb irin e karşı saygı ve sevgiyi, O ca klü ık R û h u 'n u o kurm uştur. Ocakta rahatsız etmeden, rahatsız olmadan konuşmak onun ese­ rid ir. ....Hamdullah S u bhî kadar Türkçeye hâkim olm uş b ir va rlık gösterilem ez. H ele ta tlı ve âhenkli sesi, in ­ sanı büyülerdi. O kadar k u vvetli ve toplayıcı b ir hatib ol-/ masında, Türkçeye hâkim iyeti kadar, sesinin de ölçülm ez etkisi vardı. K onuşurken b ir kerre olsun kuvvetsizliğe düştüğü görü lm em iştir. A ta tü rk ’ün kendisine hediye et­ tiğ i fotoğ ra fın ın a lt ım : (N u tu k la rım yalnız fik ir olarak değil, aynı zamanda ş iir ve m ûsikî olarak dinlediğim kar­ deşim H am dullah S u b h ty e ) diye ta k d irin i yazmjzst, bu konuda gösterilecek büyük ve k u vvetli b ir d e lild ir.» Kerim Yund da hâtıralarında, öz admın Türkçesi olan (T A N R lO V E R )'i ıkendisine soyadı olarak Atatürk'ün ver­ diğini belirtmektedir.^ Tanrıöver'in Türkocağı’na yaptığı büyük hizmeti, Akçoraoğlu Yusuf, yıllarca önce, tâ 1920’Ierde şöyle u l a ­ tıyor ; «H a m du lla h S u bhî T ü rk oca ğ ı’na reis olduğu zaman, Divanyolu'nda b ir evin üst katında i k i - ü ç odadan iba­ re t tek katlî b ir Ocak m ahalli vardı. B u Ocağın üyeleri nihâyet 826’ya ulaşmıştı. Y ıllık bütçesi a şa ğ ı-y u k a rı b ir­ kaç yüz liradan ibârettL Bugün Ocak M erk ezi olm ak üze­ re Ankara’da b ir m ily on liradan fazlaya m âl olacak m uh­ teşem b ir bina inşâ olun up b itm ek üzeredir. Tü rkiye Cum ­ ^

Kerim Yund : H. Subhî Tannöver ile ilgili amlanm, Türk Yur­ du, Haziran 1967, Y ıl 56. Sayı 336, s. 15,

116


h uriyeti dâhilinde 250 kadar Ocak m evcuttur. Ocakhîarm sayısı 30.000’i aşmış bulunuyor. 1921 y ılı m erkez büt­ çesi 754.121 lira ; bütün O cakların ise 1.300.000 küsur Ura olarak tesbit edilm iştir. B u büyük farkın, yâni Ocağın on, onbeş sene zarfında bu kadar gelişm e ve yükse­ lişin in en m ü h im sebeplerinden birisi, ben h iç şüphe et­ m iyoru m ki, H am dullah S u bhî BeyHn iş başında bulun­ masıdır.»^^ Rahmetli Br. Reşid Galîb gibi mefkûre arkadaşlanyla Anadolu köylerindeki öm ek çalışmalan ve Türkocağı'nın Genelsekreteri olarak gördüğü büyük hizmetleriyle hâtı­ rası şükranla anılan rahmetli ağabeyim, mesldcdaşım ve «çile arkadaşım» Doktor Haşan Ferid Cansever, çok sev­ diği Tannöver’in Ocak Başkanlığına gelişinden sonraki gelişmeleri şöyle ^ la tm a k ta d ır: «....Başkanlığa seçilmesinden az zaman sonra Ocakta herkese açık olm a k üzsre konferanslar, müsamereler, m ûsikî ve h er nevi s a n a t top la n tıla rı te rtip olunmağa başlanmıştı. B u toplantılara halk o kadar büyük b ir alâka gösteriyordu ki, az zamanda Ocağın odaları, salon­ ları, m erd ivenleri gelenleri alamayacak kadar kesif (* ) b ir kalabalık ile doluyordu. B u gelenleri b îr yerde otu rta ­ bilm ek iç in sandalyemiz kâfi gelm ediği iç in H am dullah önde, biz arkada Divanyolu gazino ve ktraathânelerinden edindiğim iz iskem leleri sırtlayarak Ocağa taşıyor ve işi­ m iz b ittik ten sonra da yine ayni şekil üzere sandalyeleri aldığım ız yerlere g e ri veriyorduk. B ir aralık bu iskem le ^3 Hüseyin N. Orkun: a.g.e., s. 93. Dr. Haşan Ferid Cansever: «Rahmetli Hamdullah Subhî Tanrıöver,» Türk Yurdu (H. S. Tannöver, Özel Sayısı), Şubat 1967, Cild 6, Sayı 2, ss. 24-26. (* )

K e s if: Yoğun, koyu.

117


ham allığına lüzûm kalmadı. Çünkü iskem leleri koyacak yerim iz de kalmamtşu. Onun iç in daha geniş b ir y er ara­ mağa m ecbu r olm uştuk. H am dullah Bey sâyesinde para sıkm tısı diye b ir güçlüğüm üz kalm am ıştı. O, ne yapı­ y or yapıyor, para buluyordu. O nun iç in h iç korkmadan Bayazıd’daki konağı tutmaya karar verdik B u binânm geniş salonları, büyük odaları ve geniş b ir de bahçesi vardı. Fakat az zaman sonra bu koskoca salonların da bizim ihtiyâcım ıza kâfi gelm ediği görüldü. Onun için bahçeye 600-700 kişi alabilecek b ir sinema binâsı yap­ tırdık. A rtık Ocak her gün yüzlerce insan tarafından ziyâret ed iliyor; H am dullah Bey de bütün gayretiyle hu geniş odaları, salonları o üstün zevkiyle, duvarlarım meş­ h u r hattatlarım ızın yazıları, ressam larım ızın resim leriyle süsîiiyordu. Ocak a rtık h er gelen m isa firi kabul edebilecek b ir hâle, hattâ küçük b ir müze hâline geliyordu. Anadolu’­ dan, Azerbaycan’dan, hattâ Tü rkista n ’dan b irçok gençler T ü rk oca ğ ın a geliyorla r; k im i g eçim lerin in sağlai'iması için, k im i de b ir oku la devam etm ek için, k im i de has­ talıklarına b ir çâre bulm am ız iç in bize müracaat ediyor­ lar ve h iç b iri de boş olarak g e ri döndürülm üyorlardı. O günlerin birinde, O cağın T ü rk târihinde ön em li bir in kılâbı olarak yer alacak b ir hâdiseye teşebbüs edildi. Başta H âlide E d ib H a n ım olm ak üzere, Makiye H anım ve talebelerinden m ü h im b ir kısm ı ile, hâlen hayat ar­ kadaşım olan Saim e (Cansever) H antm ’tn m üdürü bu­ lunduğu E vk af M ekteblerinden b ir k ısım m u a llim e ha­ n ım la r ve talebeler Ocak*ta ilk def’a, yüzlerce erkeğin bu­ lunduğu b ir top lu lu k karşısında b ir m üsamere vereceklerdi. B u toplantının, mütaassıp ( * ) şehir çevresinde ve hil(* )

118

Mütaassıp : K en d i tarafım a ş ırılık la tutan.


hassa F âtih M edreseleri sem tinde uyandıracağı tep k ileri önlem ek düşüncesiyle yalnız O ca klılar arasında yapılm a' sına karar verilm iş ve bu kararın da gayet g iz li tu tu l­ ması iç in gerek li ted b irler alınm ıştı. T op la n tın ın yapılacaği gün, gerek li hazırlıklarla meşgul olduğu m b ir sıra­ da telefon çaldı. K oştu m , telefonu a çtım ; karşımda be­ n im le konuşan zâtın Talât Paşa olduğunu öğrendim . Pa­ şa, gayet kat’i b ir lisanla hu akşam Ocakta yapılacak toplan tının yapilm am asım ve şâyet yapılacak olursa zâbıta kuvvetleriyle men* edileceğini bildiriyordu. Biraz sonra Ocağa gelen H am dullah B ey’e vaziyeti anlattım . Fakat Talât Paşâ'nın bu endişesine rağm en b e lirli zama­ nında halk salonu doldurm uş bulunuyordu. Talât Paşa’nın bu hareketine karşılık H am dullah Bey V eliahdı ve Bahriye N â z ın Cem âl Paşamı bu toplantıya dâvet et‘ m işti. Ve bu zevat da dâveti kahûl ederek m iisam ereyi sonuna kadar tâkip etm işlerdi. H ü k ü m etin kuşkusuna rağm en ne Ocakta ve ne de şehirde h iç b ir hâdise o l­ m am ıştı. B u sûretle Ocak, büyük b ir inkılâb Itareketinin ön d erliği tâ rih î vazifesini yapmış oluyordu. B u inkılâb hareketinde Ocağın ro lü olm akla beraber, H am dullah’ın h iç b ir va kit unutulmayacak büyük b ir payı bulunm ak­ tadır. Ocak, H am dullah BeyHn liderliğinde böyle inkılâb h areketlerini sessiz sedasızca yü rütü rken günün birinde /. Dünyâ H a rb i patlak verdi. Hamdullah*tn etrâfında top­ lanm ış olan ve ço k sam im î surette bağlanmış bulunan m ü h im b ir kısım O caklılar, askerlik vazifelerini yapmak iç in cephelere gittiler. M ütareke o lu p da îstanbuVa döndüğüm üz zaman O ca ğım ızı b ıra k tığım ız g ib i aynı ru h ve im ânın arkasından koşan b irçok genç eleman île d olu bulduk. V e eski

119


çaltşmalanmızA devam etm eğe başladık. Günlerden b ir gün, Çanakkale*de T ü rk kahram anlığı karşısında bozgU’ na uğram ış olan düşmanlar, M ütareke şartlarının kenıd ilerin e verdiği imkânlardan yararlanarak İsta n b u l’a gel­ diler. İsta nbu l topraklarına ayaklarını basar basmaz ilk iş olarak Ocağı arayıp bulm ak ve on u kapatmak oldu, Çanakkale’de kendilerini yenen T ü rk O rdularının m er­ kezlerinden önce T ü rk oca ğ ı’m arayıp gelen İn g iliz suba­ yına ziyaretlerinin bu sebebini soran H am dullah B ey’e cevaben bu İn g iliz subayı, Çanakkale’de savaşan T ü rk er­ lerin in bambaşka b ir ruh ile donatılm ış olarak harb et­ tik le rin i ve bu m illî ruhu aşılayan kuruluşun da Tü rkocağı olduğunu öğ ren d ik leri iç in herşeyden Önce bu mânevî kudreti yapan müesseseyi ortadan kaldırm ak en bi­ rin ci vazifeleri olduğu için Ocağı arayıp bulduklarını ve bundan sonraki çalışm alarına im kân bırakm am ak için Ocağı kapamağa geld iklerin i söylemiş ve bu vazifesini de yapmıştır. B u hâdise. Ocak tâ rih i bakım ından ve bilhassa Ham ­ dullah Bey’in o zamana kadar yapmış olduğu çalışm alar bakımından çok dikkate değer. Çanckkdîe’de yenilen In giHzler, m ağlûbiyetlerinin m ü h im •• bebini de Ocağın, T ü rk Ordusu'na aşılamış olduğu yüksek m illiyetperver­ lik ve vatanperverlik hislerinde buluyordu ki, bu mesâi­ nin büyük b ir kısm ı değil, hemen hemen hepsi ra hm etli H am dullah'ın eseri idi. B u sûretle bugünkü bağımsız T ü rk vatanının oluşunda Çanakkale ne kadar m ü h im b ir r o l oynamış ise, o muazzam zaferin oluşunda da Ocak ruhunun ve hu ruhu tem sil eden H am dullah Bey’in de b ir şeref payı olduğu m uhakkaktır. Y a n m asrı geçen b ir müddet, geceli gündüzlü ve b in b ir çeşit engellerle mücâ­ dele ederek geçen hayâtı, onun her ânında m illiyetper­ verlik fik rin in hâkim te's iri altında devam etm iştir. T ü rk

120


milleti arasında az bulunur bir yaradılışa sâhip olarak dünyâya gelmiş ve öm rünün son dakikasına kadar bu hususiyetlerini muhafaza etmiş olan Hamdullah Subhî B ey in bir benzerini, 75 ytlltk öm rüm boyunca görm e­ dim,»

Şâirlik, ihatiblik Allah vergisidir. Anne - baba ile ata­ lardan gelen bu üstün san'atkârlık yetenek ve vasfı, uy­ gun çevreyi bulunca hızla gelişir. Türk edebiyatına şâir olarak girip, seçkin bir hatib olarak taht kuran Hamdul­ lah Subhî Tannöver'in Türkocağı’ndaki parlayışı da böy­ le olmuştur. Hatib Tannöver'in İstiklâl ve tnkılâb Târihimiz'deki hakh ünü de, Allah vergisi yüce yeteneğinin, Türkocağı'nda yanan millî ateşle pişip olgunlaşması sonucudur. Saym Âdile Ayda, Millî Şâirle ilgili olarak Tannöver'den de şöyle söz etm ektedir: «....Şâir M ehmed Em in Bey övülmekten, sevilmekten hoşlandığı gibi, kendisi de kolay hayran olan, hayran olmağa, güvenmeğe, sevmeğe ihtiyaç duyan bir insandı. Sonsuz hayranlık beslediği insanîai'dan biri d e o zamanki Türkocakları Geneîbaşkanı Hamdullah Subhî Bey’di. Pek çok parlak sıfatlan ve yüksek meziyetleri kendinde top­ lamış, Milletvekilliği ve Millî Eğitim Bakanlığı yapmış, daha sonraki yıllarda Büyükelçi olacak olan bu zat yakı­ şıklı erkek, parlak Hatib ve idealist bir Türkçü idi. Bir­ çok meselelerde, şâirin kendi fikrini söylemesini herke^ sin beklediği zamanlar o söze şöyle başlardı: «Hamdul­ lah Subhî der ki....» Bu onun alçakgönüllülüğünü gös­ terirdi. Şâir olmaktan gurur duymakta berâber, bir dü­ şünür, bir politikacı olmak iddiasında değildi.» 75 Adile Ayda : Böyle İdiler Yaşarken, Ankara 1984, s. 23.

121


Üstad İbn-ül Emin İVlahmud Kemâl, Hamdullah Subhî'nin 'büyük ağabeyisi Mehmed Âyetullah Bey'in de, ya­ radılıştan güzel, ateşli ve te'sirli söz söylemek İcabiliyetine sâhib olduğunu —^Ebuzziya Tevfik Bey'in Tasvir-i-Efkâr'daki (Yeni OsmanlıIar Târihi) tefrikasından (Tefrika Numarası: 16) aktararak— belirtmektedir.^^ Hamdullah Subhî Tanrıöver şu hâtırasını anlatm ıştı: «Bir gün Afgan Sefaretindeki merasime gitmiştik. Atatürk bana, «bir nutuk söyle-» dedi. Hazırlıksız olma­ ma rağmen söyledim. Bittikten sonra beni yanına ça­ ğırdı : «Hamdullah» dedi, «sebebini bir türlü bulamadım. Senin nutuklarını dinlerken dâimâ gözlerim yaşarır. Bu­ nu bana izah eder misin?» «Paşam, dedim, ben sizin fikirlerinizin adamıyım. Beni dinlerken kendi sesinizi duyuyorsunuz.»

Büyük Türk şâiri Yahyâ Kemâl Beyath'nın 20 Ni­ san 1338 (1922) târihli Dergâh'da Tanrıöver için yazdı­ ğı cümle şu id i: «.Hayatta bir m eş’ale olan Hamdullah Sübhınin —zevk îtibâriyle— çok güzel olan fikirleri, lisâna dâir mülâhazalarıma (*) bir ışık gibi vurdu.»

B ü j^k Şâir'in 1951'de, ıkendisinde bulunan ve bir kısmı Atatürk tarafmdan kendisine verilmiş olan ünlü hatib Ömer Nâci ile ilgili belgeleri bajıa bu konuda bir eser yazmaik üzere lütfederlerken, üç büyük Türk hatibi îbn-ül Emin Mahmud Kemâl İn a l: a.g.e., s. 151. Yahyâ K em âl: Edöjiyâta Dâir, İstanbul 1971, s. 101. (* )

122

Mülâhaza : D ikkatle bakm a.


(Ömer Nâci, Mustafa Kemâl, HamdullaJı Subhî) için söy> ledikleri ise şudur: «...M eşrûtiyet ve Cumhuriyet çağlarında üç büyük hatib tamdım. B u n la r: Ömer Nâci, Hamdullah Subhî Bey­ lerle, Mustafa Kemâl Paşa'c?zr. Benim için en ateşli, en duygulusu Ömer Nâci’nin; biranın köpüğü gibi en zevk' vereni, en tatlısı Hamdullah'ın ve en doyuran ve te’sir edeni de Mustafa Kemâl Paşa'nm hitabeleriydi.»

Değerli yazar Sepetçioğlu’nun Tannöver haikkındaki değerlendirmesi ise şöyledir : «Cumh\niyet'den sonraki Türk edebiyâtmm en ıbüyük hatiblerinden biri ve bütün TürJ^ Edebiyâtı Târihi'nde, hitabet dediğimiz sâhada pek az yetişmiş belli başh değerlerimiz ara-smda haklı olarak yer alabil^^ek kıymette b ir hatib.» 8 Ocak 1951 Pazartesi günü Türkocağt Ankara Ş u ­ besini kurmayı başarmıştık. Kurucu Hey’et'te bulunan­ lar şunlardı: Prof. Dr. Nüzhet Şâkir Dirisu; Prof. Vet. Gen. Sü­ reyya Aygün; Danıştay Başkanlığı Sözcüsü Kemâl Galib Balkar; Prof. Hüseyin Nâmık Onkutı; Dr. Fethî Tevetoğlu; Erzurum Milletvekili Bahâdır Dülger; Çiftçi Hâfız, Sâddc Tütüncüoğlu; Damştay Kanun Sözcüsü Şevket Bul­ gur; Damştay Yardımcısı Refi'k Yunus; Merkez Bankasmdan Muhiddin IMzdarer. Dr, Fethî Tevetoğlu: Ocağımızın Büyük Evlâdı: Hamdullah Subhî Tanrıöver, Türk Yurdu, (H.S.T. Özel Sayısı) Şubat 1967, C. 6, S a y ı: 2, s. 50; Ayrıca Bk, Yahyâ Kemâl ve Ömer Nâci, Yahya Kemâl Enstitüsü Mecmuası, Sayı II, s. 52; Ömer Nâci, İstanbul 1973, ss. 138-139. Hamdullah Subhî Tannöver (Hazırlayan : M. N. Sepetçioğlu) :

a.g.e., s. I. 123


Türfcocağı’nın Ankara'daki târihî 'binasında Genelbaşkan HamduUah Subhî Tannöverm yaptığı açış ko­ nuşması ve sık sık yapdığım görüşmeler, uzun telefon sohbetlerimiz, bana bu üstün hatibin eşsiz konuşma ye­ teneğini tanımaya fırsat vermişti. Ahenkli sesi, kendine öz zarif jestleri, onu dinleyenlere, ancak beyaz ıköpütlerle süslü bir çağlayan karşısmda duyulabilir hazzı, huzûru ve serinliği verirdi. Ona (Millî Hatib) demek uy­ gundu, Taha Toros, değerli araştırmasında Hsımdull?.}ı Suibhî TannÖver için haklı olarak şunları yazm^tad ır :“ «Türkoçaklan’mn hararetiyle olgunlanan ve ynlîarca hu Ocağın m eş’alecisi olan Tannöver, milliyetçi, kültür­ lü, sanatkâr ruhlu bir hatibdir. Ona (Millî Hatib) de diyebiliriz.»

Onu (Bir Devrin Sembolü) olarak gösteren Samet Ağaoğlu, değerli tahlilinde şunları da anlatmaktadır: «....Ona âit hâtıralanm Türkocağt salonları ve sah­ nesiyle birden canlanıyor. Ocak Merkezi, Bayaztd’daydt. Sahneyi bahçeye yapmışlardı. Bâzan gündüz, bâzan gece baham, annemi, halamı ve biz kardeşleri götürürdü. Yüz­ leri açık hantmlann erkekler arasmda oturup tiyatro sey­ rettikleri ûk sahne, gericilik - ilericilik çarpışmasında İkincisinin her zaman zaferle çıktığı büyük arena, Birin­ ci Dünya Savaşı yıllarında Türkocaklart, milliyetçilik fik­ ri kadar medeniyetçiliğin d e yıkılmaz kalesi olmuştu. Babamın arkadaşı (Hamdullah Subhî), Tıbbiyeli birkaç gencin kurdukları bu Ocakların başına, Ziya Gökatp, Akçora, Halide Edib, Babam gibi tamnmış Türkçülerin teş“ ^

Taha T oros; Türk Hatlbleri, Ankara 1950, s. 93. Samet Ağaoğlu: a.g.e., 3s. 177-188,

124


vikiyle reis seçilerek bu kale kumandanlığtm cesaretle yaptı. Türkçülüğün fikir babalan Ocağm başında, görü' nüşü parlak, zekâsı keskin, konuşması çekici bir insa­ nın milliyetçilik ve medeniyetçilik ideallerine yapacağı faydayı düşünmüşlerdi. B u düşünceyi yanıltmıyarak kı­ sa bir zamanda Türkocaklarınm bayrağı oldu. Türk kadmt sahneye bu Ocaklarda çıktı, Türk kadını erkekler önünde en ciddî konularda tartışmalara bu Ocaklarda girdi. B u hareketlere karşı taassup (*) ve softalık başkal­ dırmak istediği zaman. Ocakların genç reisi bir yanında devrin fikir lideri Gökalp, bir yanında asker liderlerden biri, Cemâl Paşa, cesaretle karşı koydu. Millî Güvenlik bakımından bir kısım azınlıklara karşı atman tedbirle­ rin bâzı taşkınlıklarını ilk protesto eden ses de yine Ocak­ lar sekmesinden yükseldi.» «....Fikir olarak milliyetçiliğe inanıyordu. Asla ırkçı değildi. Milliyetçiliğe inancında hattâ tekelci bir taşkın­ lık gösterdi dem ek mümkün. Onun gözünde Türkocdklan, kendisi demekti. Onsuz Türkocağı akla gelmez. Müliyetçiîik oîtnadan Türkocağı da düşünüîemîyeceğine göre, yine onsuz Türk Milliyetçiliği oîamazdı!» «...Milliyetçilikten sonra, Batı medeniyetinin önder­ liğine inanıyordu. (Türkiye, ancak Batı medeniyeti içinde ayakta durabilir. Bu medeniyetin bütün müesseselerini kabul etmelidir.) Milli M ücâdeleye daha ilk gününden bu inançla ka­ tıldı, inancını da sonuna kadar hiç tâviz verm eden sa­ vundu.»

Fâlüı R ıftı da Çankaya’smÛB. Tannöver'le ilgili ola­ rak şunları yazmaktadır: ^ ^ (*)

Fâlih Rıfkı Atay: a.g.e., ss. 409, 411 ve 535. T a a ssu p : B irin e ta ra flı olm a.

125


«....Hamdullah Subht, T ür koçaklarında Türk kadi­ rimi piyano konserleri veya konferans vermek üzere sah­ neye çıkardığı zaman, bu, zamanın büyük hâdiseleri ara­ sına geçmişti.» «....Kerpiçten bir okulu, galiba bir Rum okulu imiş, Hamdullah Subhî, Türkocağı’na çevirmişti. Mustafa K e­ mâl ilk defa arkadaşlarını hanımları ile oraya dâvet etti. Hâlâ gözümün önündedir. Salonun bir tarafında kadın­ lar, bir tarafında da erkekler toplu olarak oturmuşlardı. Ayakta yalnız birkaç uyanık hanım vardı. Kadınlar bü­ feye gidip bir şey yem ek için bile kımıldamıyorlardı. Hiç kimse, kimseye âilece takdim edilmiyordu. Kadınlar er­ keklerinin göz hapsinde idiler. Mustafa Kemâl b iz e:

— Çocuklar, ayaktaki hammlara saygı gösterinizîkram ediniz. Oturanları kıskandıralım. Yavaş yavaş hep­ si kalkar, diyordu. Yavaş yavaş hepsi, fakat o akşam değil, bir iki yıl içinde yerlerinden kalktılar ve topluluğa karıştılar.» «....Hamdullah Subhî Tanrıöver, dostları uğruna pek kendini veren bir arkadaşımızdır. Atatürk'ü memleketin aydın takımı ile tanıştırmak için dâimâ çalışmıştır. Bir gün kendisine rahmetli Yusuf Akçora’yı takdim etmek ister. A tatürk:

— Adını işittim ama, tanımıyorum. Kimdir bu zat? diye sorar. H am dullah:

— Mütefekkirlerimizdendir, cevabını verir. Yusuf Akçora hoş ve ciddî yüzü, gözlüğü, kısa sakalı ve çok defa Üniversite kürsüsünde görünen kafası ile gerçekten bir «mütefekkir» tipi idi. Atatürk derdi k i : 126


— M ütefekkir (*) kelimesini duymuştum, fakat m üte­ fekkir denen bir kimse görmemiştim. Yanıma oturunca doğrusu içime bir ürküntü geldi. B ir m ütefekkirle nasü konuşmalı idi? Âdetâ imtihan korkusu geçiriyordum. Bi­ raz sonra gördüm ki, pekâlâ sizinle olduğu gibi onunla da görüşülür. Sorduğu sualler kolay kolay cevap verece­ ğim şeylerdi. Hasü rahat ettiğimi bilemezsiniz.» Hamdullah Subhî Bey'in Türkocaklan târihindeki yerini hu noktada, yine Ağaoğlu'nun şu satırları ile ta­ mamlamak istiyoruz: ^ «....Türkocakları Târihi, onun kişiliği ile sıkı sıkıya bağlı. Bu, Ocakların bir yandan kuvvetli, bir yandan da zaman zaman zaafı oldu. îttihadçılar devrinde de, Zaferden sonra ilk yılların inkilâb hareketlerinde de Ocaklar, bu eskimeyen reisin değerlerinden çok faydalandılar. Azınlıklar yığını, Osmanh İmparatorluğu içinde bu devletin kurucusu ve sa­ vunucusu Türkleri, Batilı görünüşte en iyi temsil eden insanlardan biri de odur. Türkocakları, milliyetçilik ko­ nusunda Ziya Gökalp, Ahmed Ağaoğlu, Hâlide Edib, Ahmed Hikmet gibi fikir adamları ile Batilı kavramlara uy­ gun bir yön tutarken, O'nun da hitabet kudretinden gi­ yim ve kıyafetine kadar çeşitli inceliklerinden de çok şey kazandı. Türk Milliyetçisini dünyaya karşı en medeni öl­ çülerle belirtebiliyordu.»

Türkocağı, modernleşme yolunda Türk toplumuna getirdiği yenilikler yanmda, Türk ekonomisine ve el san’atlarma canlılık ve ilerleme kazandıracak girişimler­ de de bulunmuştur. sî Samet Ağaoğlu: a.g.e., s. 184 . (* )

M ü tefe k k ir: Düşünür, düşünen,

127


Hamdullah Su'bhî'nin Türkocaklan’nda yaptığı ya­ rarlı hizmetlerden biri de, burada başarıyla düzenleyip açtığı Türk. Sanayi Sergisi olmuştur. 1919 Ekim ayı başlarında İstanbul'da Bayazıd’da Türkocağı binasmda düzenlenen Türk Sanayi Sergisi, Veliahd Abdülmeoid Efendinin huzuruyla açılmıştır. Seıgilenen eserler büyük bir ilgi ve takdir ile karşılanmıştır. Törende ilk açılış konuşmasım Hamdullah Subhî Bey yapmış; Veliahd Abdülmecid Efendi de bıma karşılık ver­ miştir. Sergide (Türk Kadınlan Biçki Yurdu), (Hilâî-i-ahm er-Kızılay-Hanım ları), {Kadınları Çalıştırma Cemiye­ ti) ve (Türk Esirgeme Demeği) tarafından bağışlanan eserler bulunmaktaydı. Abdülmecid Efendi salonları ziyaret ettiği vakit «fa­ kir ıkadmlarm zengin eserleri» diyerek takdir ve iltifat göstermiştir. Sergiyi gezen bâzı Fransızlar da buradaki eserleri çok beğenm işlerd irSergid e özellikle Adapaza­ rı Fabrikası'nda yapılmış bir oda takımı; Türk sedefçili­ ğinin ünlü büyük san'atçısı Vâsıf Bey’in şâhâne sedef sehpâları; Hafız Necmeddin Efendi'nin levha kenarlan, çerçeveleri, kitap kaplan, ebrulu kâğıtları; Kehribarcı Ali Efendi’nin kehribar ağızlıklan ziyaretçilerin hayran kaldıklan güzel eserler arasmdaydı. Daha sonra Hamdullah Subhî Bey’in İstanbul’daki faaliyetlerinin bir önemlisi de {Millî Türk Fırkası) ile, Genelseçim çalışmalarmda olacaktır. Eski Nâfıa (Bayındırlık) Nâzırlanndan Ahmed Ferid (Tek), Millî Şâir Mehmed Emin (Yurdaıkul), Akçoraoğlu Yusuf ve daha sonra kurucular arasmda ilân edilen MüfM İkdam, 10 Teşrin-i-evvel 1335.

128


tüoğlu Ahmed Hikmet, târilici Ahmed Refik, Doktor Abdülhak Adnan {Adıvar) ve Zühdü (inhan) Beylerin Türk milliyetçiliği amacıyla kurdukları (Millî Türk Fırkası)'nın ana prensipleri şu dört maddeden oluşmakdaydı: ^ 1 — Türk Devletİ’nin selâmeti, emperyalist tema­ yülleri (*) red ederek demokrat olmak iddiasında bulunan hükümetlerle milliyet esâsı dâiresinde Vtilâf etmektir. 2 — 'Wilson Prensibleri’nin milliyetten kastettiği mâ­ nâya dayanarak vahdet ve tamamlığımızı savunmak l& ztmdtr. Bu sebeble Fırka, milliyet prensibini muâstr te^ lâkkiye (modern anlayışa) göre anlar ve emperyalist (sö­ mürücü, istilâcı) fikirlerden kafiyen uzak olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk veyâ Türk Usan ve âdetleriyle kaynaşmış Müslümanlarm çoğunluğuna sâhip olan kıs­ mında yaşayan ahâlinin kendi irâdesiyle kendi alın yazı­ sına hâkim olabilmesi için,çalışacaktır. 3 — Millî Türk Fırkası, Türk deyiminden ırk ayırı­ mı yapmaksızm Türk dil, terbiye ve duygusuyla yetişmişolanların ve Türkiye’de yaşayan Müslümanların huku­ kunu da savunduğuna inanmaktadır. 4 — Milliyet prensibine göre milletler parçalana­ maz. Fırka, Türkiye denilen Türk veyâ Türk medeniye­ tini kabul eylemiş Müslüman çoğunluğun yaşadığı ktt’antn mülkî (**) tamamının sağlanmasını kesin olarak ister.

Gökbilgin'in de 'belirttiği gibi**, bu Fırka hakkmda, daha kuruluşu sıralarmda bâzı tenkidler yapılmış; bu85 îkdam, 22, 23, 24 Teşrin-i-evvel 1335. ® M. Tayyib Gökbilgin : Millî Mücâdele Başlarken, îkinci Kitab, Ankara 1965, s. 81; Aynca bk. Tank Zafer Tım aya: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cild II, İstanbul 1986, ss. 531-33. (*) T ön ây ü l: M ejil. (**) M ülkî; B ir ülkeya âit.

129


nnn (Millî Ahrar Fırkası) ile birleşmesi ihtimâlinin konusu edildiği haber verilmişti. Buna göre, Akçoraoğlu Yusuf ve Hamdullah Subiû Beylerle, (Millî Ahrar Fırka­ sı) delegelerinden Câmi ve Yusuf Kemâl Beyler arasm* da her iki partinin birleşmesi yolunda görüşmeler yapıl­ mıştır. Bunlardan anlaşılan şudur ki, Hamdullah Subhî, çeşitli alanlarda, birçok çab^ar harcamıştır. Fakat hiç kuşkusuz denilebilir ki, «Öğretmen», «hatib», «politika adamı» ve «diplomat» Tannöver'den bizde en unutul­ maz olarak kalacak hâtıra (Türkocağı Başkanı Hatib Hamdullah Subhî)'dir. 1919 Mayısmda eşi Ayşe Saide Hamm’la birlikte Hamburg'dan Türkiye'ye dönen Hamdullah Subhî Bey, ilk ateşli târihî nutkımu Ça­ nakkale Boğazı'ndan geçerken, «Ça­ nakkale Destanı'nı Türk milletine kazandırmış aziz şehir­ lerimiz» hu2 nirunda söylemişti. Sonra îstanbul'a gelen Hamdullah Subhî Bey, hasretiyle yandığı vatanma ka­ vuştuğunda, yurdunun düşman askerleriyle bölge bölge işgale uğradığına tanık oldu. Son derece derin ve daya­ nılmaz bir acı çeken Türk milleti, yaralı bir arslan gibi kukr^erek, anavatanına İzmir'den saldırtılan düşman sürülerim protesto etmek için İstanbul’un çeşitli yerle­

İstanbul Mitingleri Ve Hamdullah Subhî

rinde büyük protesto mitingleri düzenliyordu. Hamdul­ lah Subhî Bey de Almanya'dan gelir gelmez, henüz Ana­ dolu’ya geçmemiş Hâlide Edib Hanım, Doktor Rıza Nut ve Millî Şâir Mdımed Emin Beyler gibi aydın vatansever­ lerin katıldığı bu İstanbul mitinglerinde, ateşli konuş­ malarıyla en ön safta yerini ahnıştı. 30 Mayıs ve 10 Ekim 1335 (1919) Cuma günleri Sultanahmed'de iki kez yapı* 130


lan muhteşean protesto mitinglerinde Hamdullah Subhî Bey şöyle kükrüyordu: ^ «...Milîetdaşlarım, Dindaşlarım! Aldanmayınız, emin olunuz ki Aydın'a Yunanlılar yerîeştikden sonra bugün değilse yarın, İstanbul mesele­ si bahis konusu olacaktır. Biz Yunanistan’ın işgali önünde göç edersek, Yunan­ lılar olumlu bir m uhâceret yapacaklar ve Âydm’t teksif ederek sonra bir kol ile îstanbuVa akacaklardır. E y şehitlerin anaları, mazlum kardeşler; E y siz bin m uharebeden arta kalmış ÎstanbuVa gelen askerler, kar­ deşlerim, toplanalım; hangi siyâsî i’tikatta olursak ola­ lım, bugün bizim Önümüzde Anadolumuzun, îstanbulumuzun alın yazısı söz konusudur. Bizim için en büyük düşman Rusya değildir. Bizim için en büyük düşman Yunanistan’dır. E ğ e r bir azınlığın bizim hükümetimiz­ den, bizden şikâyetçi olması yeterli oluyorsa, eğer Aydın’daki bir Rum azınlığının arzusu kâfi geliyorsa, biz Türk milleti, Aydın’da çoğunlukta olan Türk unsuru, Av­ rupa medenîlerine hitab ediyor ve 'diyoruz ki, bizim en büyük düşmanımız Yunanistan’dır. Yunanistan Tesalya’yı baştan başa mahvetmiştir. Avrupa’nın üstün kavimlerine feryâd ediyoruz: Tesalya’yı dolduran yüzlerce köy­ lerimizden bir eser var mı? Makedonya’da milletdaşlarım m zorla kahrettiler, mahvettiler. Yununltîan istemiyo­ ruz. E ğer mutlaka bu vatan parçasının alınması icâh edi­ yorsa îngilizler, Amerikalılar alsınlar! (Îstîklâl isteriz, biz hak isteriz, istiklâl isteriz! sadâları). Kemal A nbum u: Mücadele’de İstanbul Mitingleri, An­ kara 1951, ss. 27-28 ve 54-56.

131


Evet arkadaşlar, ben de sizinle beraber istiklâl isti­ yorum. Fakir olmaya, sefil olmaya, talihsiz olmaya razı­ yız, başımızda Türk Hüküm eti bulunsun. Fakat eskiden yapılan zulümler gibi bizi mutlak bir haksızlığa mahkûm etmek istiyorlarsa. Aydın Yunan'a kalmasın. Bu arzula­ rımızı, bu şikâyetlerimizi Stklaştıralım, toplanalım, is­ terseniz sizin şikâyetleriniz benim ağzımda toplansın, bu­ radaki temsilcilere söyleyelim ki Anadolumuzu Yunan yangını harab etmesin.!»

Tanrıöver'in Yunanlılara k ^ ş ı h u târihî kükreyişi, bundan sonraki mitinglerde de şöylece devam etm iştir: «....Yunanlılığın ve Rumun bütün işgal sâhasında bu­ gün yaptıklarım, irtikâp (*) ettiği cinâyetleri maziye bağla­ mamız lâzım gelir. Eşkiyalık, bir asırlık öm rü olan ve usûl hâline geçmiş, sefil ve hâin olduğu kadar Yunanlı için mülî olan bir siyâset düstûrudur. Mora Türkleri ne­ rede diye sorunuz. Onlardan bir tek ferdi Mora dâhilin­ de bulmanızın imkânı yoktur. Mora merkezini dolduran câmilerden, medreselerden, dinî, idârî, askerî müesseselerden, Türk halkının evlerinden, çiftliklerinden bir taş parçası, bir harâbe kırmtısı, hattâ bir mezar taşı bile kalmamıştır. Girid’in bütün 19 uncu asır târihini ve 1913 Şubatın­ dan Vtibâren orada yerli Türklere karşt irtikâb edilmiş müthiş saldınlart bir defa daha hatırlayınız. İşte bugün İzmir'de gördüğümüz, bu katil ve yok etm e siyâsetinin devamından başka hirşey değildir. Yunanlılar İzmir’de dün yaptığı gibi bugün d e öldü­ rüyor. Kumandariltğm değişmesi ,araştırma komîsyoıı(*)

132

irtikâp : Fena b ir iş işlesoe.


iarının ver y er dolaşması, onun kana susamış, paraya aç olan ruhuna hiç bir kayıt ilâve etmiyor. Yunan taburlarmm soyguna, savaşa giderken söyle­ dikleri bir türkü v a rd ır: «Bre Sultan, dem edik mi haç yükselecek, mâhedlerin yıkılacak, boynun bükülecek». Buna cevap olmak üzere Anadolu, halk muharebesi­ ne başladı. Em ineler, Ayşeîer, K übra Kadınlar, Yörük, Zeybek, Türkm en, bütün erkek ve kadınlarıyla asırlar arasında arta kalmış paslı silâhlarıyla Yunanlıya karşı çıktılar. Onlar da türkülerini düzdüler.... Dediler k i : «Bre hâin dem edik mi hilâl yükselecek, bayrakların parçala­ nıp yere gömülecek. Türk’ün başı doğrulacak, yüzü güle­ cek, bayrakların parçalanıp hilâl yükselecek!»

Gökbilgin eserinde, konu ile ilgili olarak şu tamam­ layıcı bilgileri vermektedir: “ «....Sultan Ahmed CâmiVnde Cuma namazından son­ ra İzmir şehidlerinin rûhuna fâtihalar hediye etmek vesi­ lesiyle yapılan toplantı da büyük bir mânâ taşımaktadır. 10 Ekim deki bu toplantıda esas iltibâriyle İzm ir yöresindeki yağma ve savaştan kurtulamayan zavallı kardeş^ terimizin fecV durumları hakkında hatibler tarafından izahat verileceği bildirilmişse de, genel olarak Anado­ lu’daki millî hareketlere temas edilmesi ve hu gayret ve teşebbüslerden övücü bir şekilde bahsedilmesi de bilhas­ sa göz önünde tutulmuştu. Rıza N ur Bey’in konuşmala­ rından sonra Hamdullah Subht Bey heyecanlı bir hita­ bede bulunmuş, konuşmasının gözyaşları içinde dinlen­ M. Tayyib Gökbilgin: a.g.e., ss. 54-55.

133


diği oelirtilmiş; fakat bundan bahseden gazete sansür yüzünden, hu beyanları nakledememişti.»

rr, 1 1 . 1 . T,. - 1 . «« » Tankık-ı Mezaum Heyeti ^ j 11 1 ^ n * Hamdullah Subhî

İzmir’in Yuııaniılar tara~ , nndan işgalinden sonra 'bölgede yaptıklan insanı . •j ük dışı zulumlerı yermde görmek üzere Scoıpion Yatı ile îstanbul'dan İzmir’e ge­ len (Tahkiık-i Mezâlim Hey’eti) (*) veyâ (Tahkik-i Fecâyi’ He}^’eti) içinde Hamdullah Subhî Bey de bulunuyordu. İstanbul’daki Amerika Yüksek Kconi^ri Amiral Mark Bristol başkanlığındaki bu hey’et, General Bilbao (İtalyan), General Her (Fransız) ve bir (İngiliz) genera­ linden oluşmaktaydı. Türklerin başvurulan üzerine ku­ rulmuş bu hey’et, —sözüm o n a ^ , sömiirgecileriıı ken­ di saîdırttıklan Yunanlılarca İzmir ve bölgesinde yapı­ lan zulüm ve fâcialan yerinde inceleyecekti. Bu hey’ete Türk gözlemci olarak Hilâl-i - Ahmer, (iKızılay) temsilcisi Hâmid Bey (Kızılaycı Hâmid Hasancan)’m yerine katılan Hamdtıllah Subhî Bey, İzmir'de daha serbest tkalmak ve Türklerle daıha raihat temas kurmak düşüncesiyle, hey'etin indiği otele değil de, Belavista Oteli’ne yerleşmişti. Fakat kim olduğu öğrenilen Hamdullah Subhî Bey, hemen ilk gece bu otelde bir ölüm tehdidine uğramış ve camnı zor ^kurtararak teiıliıkeyi güçlükle atlatabilmişti. Hamdullah Subhî Bey ertesi gün buradan derhâl ayrı­ larak K r ^ e r Palas Oteli’ne geçmiş ve bir daha da bir­ likte geldiği hey'etten aynimamaya dikkat etmişti.

(*)

134

Tahkifc-i Mezâlim Hey’e t i ; Zulümleri incelem e Hey’eti


(Talıkik-i Mezâlim Hey’eti), toplantı ve çalışmalannı İzmir Sultânı Mektebi'nde yapmaktaydı. Hamdullah Subhî Bey, bir gün Karşıyaka'ya geçerek orada Dârül-Muallimât (Öğretoıen Okulları) öğrencilerini toplamış ve on­ lara Yunan eziyetleri ve fâciâları üzerinde bir .konferans vermişti. Okulun karşısındaki büyük depodan durumu izleyen yerli casuslarla Yunanlılann verdikleri jurnal ve raporlar üzerine bu olay Yunan makamlarınca öğre­ nilmiş; Yunanlılar, Hamdullah Subhî Bey'i Yunanistan'a sürgün etmeği kararlaştırmışlardı. Bu ikinci bÜ3 Öik teh­ like de, Mazliar Müfid (Kansu) Bey’in çeşitli aracılara «coşarak harcadığı büyük çaba ve Fransız Konsolosu'nun vardımı ile güçlükle atlatılabilmişti. Bundan sonra Hamdullah Subhî Bey hey'etle bir­ likte İzmir'den Aydm'a geçmiş; sonra da Anadolu'ya git­ mek üzere îstanıbul'a dönmüştür. 1 11 1 « 1 1 A Hamdullah Subhî MUlî Mücadele Saflarında

îngilizlerin İstanbul’da ilk , rı ı ı /vı

Tunkocaklarındaikı muhım yeri ve faâliyetleri; aynı cemiyeti bir hafta sonra bir Cuma günü Binbirdirek’de Millî Talim ve Terbiye Merkezi’nde yeniden a ^ ı ş bulunması; Sultanahmed miting­ lerinde verdiği, halkı coşturup taşıran ateşli, sert nutuk­ ları; 1920'de Antalya'dan meb'us seçilerek katıldığı İs­ tanbul Meclis-i Meb'usân’ı açılır açılmaz burada yaptığı ilk konuşmada: «Siz MiUet Meclisi değilsiniz. Ordunuz yok, paranız yok, hükümetiniz yok. MiUet Meclisi ol­ mak için Anadolu'da başlayan son kurtuluş ümidlerinin Resulzâde Emin de İstanbul'daki bir nutkımda şöyle der : «Ingilizler Baku’ya girdikleri vakit en Önce Türkocağı'nı ara­ dılar ^'e ilkin onu kapattılar.»

135


mümessili olan Millî Hareket'i benimsediğinizi ilân ede­ bilirseniz o zaman Millet Meclisi olursunuz. Yoksa, şu kapıdan başını uzatacak ilk İngiliz çavuşu, sizi istediği hapishaneye götürm ek kuvvetindedir» gibi sözleri ıkor-

kusuzca, çekinmeden söylemiş olması »Hamdullah Subhî Bey'e artık, 16 Mart 1920'de İngiliz kuvvetlerinin işgali altma giren İstanbul'da yaşama imkâm bırakmamıştı. İngiliz basınında «Asya Kundakçılan» diye anılan Türkocaklan’nın başı Hamdullah Subhî'nin Anadolu'ya geçmeden İstanbul’daki mitinglerde, İzmir ve Aydına giden (Tahkik-i Mezâlim Hey'eti)'nde beliren cesurca atılımlanna, Antalya Meb’usu seçilerek katıldığı son Osmanii Meclis-i Möb'usanı'ndaki ^bu ateşli konuşmalan bi­ rer yeni örnek olmuştu. İstanbul Meıb'usan Meclisi'nin gizii oturumunda: «....Dağınık sürüye yol gösterecek Çoban Yıldızı, milli bir ümid hâlinde Anadolu topraklarının üzerinde yük­ selmiştir.» işaretini açıkça verebilen Hamdullah Subhî, her tarafı tarayan yerli ve yabancı polislere ve askerî kuvvetlere yakalanmadan Anadolu'ya kaçmalıydı. Değer­ li Ocaklı Burhaneddin Develioğlu, bu konuda şunlan yaz­ maktadır : ^ «....Bir gün Bayazîd'daki Ocağımızın kapısına iki In­ giliz askeri geliyor ve derhâl binayı boşaltmamızı istiyor­ lar. Genç arkadaşlarımızın himmetiyle Ocağın bütün eş-

Burhaneddin Develioğlu: Hamdullah Subhî île 55 Sene, Türk Yurdu, Şubat 1967 (H.S. TannÖver özel Sayısı), C. 6, Sayı: 2,

ss. 13-14.

136


yolarım arka bahçeden kaçırıyoruz ve emin evlerde sak­ lıyoruz. Pek kısa bir zaman sonra Hamdullah Subhî, Fâzıl Paşa arsasına bakan ve Ta’lim Terbiye Cemiyeti’nin bulunduğu binada bir kat buluyor. Ocağı tekrar orada açıyoruz. Fakat aradan çok geçm eden îngilizlerin orasını da basacaklartm öğreniyoruz. Tekrar eşyalarımızı emin yerlere taşıyoruz. Artık anlıyoruz ki düşman işgali devam ettikçe Türkocağt’nın çalışması m üm kün olmayacak. 16 Mart 1920 Salı günü İstanbul’un kanlı işgalinde bir ak­ şam saati Galata’da F erm en cile/d e Yeni H an’daki yazıhânemin kapısı açıldı. Arkasındaki gri renk uzun pal­ tosunun yakasmı kaldırarak yüzünü örtm eğe çalışan Hamdullah Subhî içeri girdi. Îngîlizler, Malta'ya sürm ek için kendisini arıyorlar. Anadolu’ya kaçmak ve Mustafa Kem âl’in yanına gitmek için yol aradığmt söylüyor. O ak­ şam Âzapkapty Unkapant, Ktrçeşme yolu ile Saraçhane Başı'ndaki evimize gidiyoruz. O gece Hamdullah bizde kalıyor. Ertesi günü Dizdariye’de kira ile oturduğu evine gidiyorum. Saide Hanım’ı ahp bize getiriyorum. B u yol­ culuk, sonu belli olmayan karanlık bir yolculuk. İlk oğ­ luna gebe olan Saide Hamm’t bir kere daha görm eden İstanbul'dan ayrılmak istemiyor. Bizde bir geceden fazla kalamıyor. Ertesi akşam aziz Ocaklı arkadaşımız rahmetli Haşan Dündar*tn Çarşamba’daki evine yine bir akşam ka­ ranlığında gidiyor ve bir gün sonra da Üsküdar, Şaman­ dıra yolu ile Anadolu harekâtına katılmak üzere bizlerden ayrılıyor. Artık (Ahmed Kemâl) takma adıyla bana mektuplar yazıyor.-»

Mustafa Kemâl Paşa'ya ibir telgrafla Türkocağı'nm nasıl kapatıldığını anlatan Hâmdullaıh Subhî Bey^e gelen cevapta : « î’tilâf Devletleri mümessilleri nezdinde protes­ to ediniz» deniyordu. 137


Tannöver Anadolu'ya geçişini ve Atatürk'le ilk kar­ şılaşmalarını şöyle anlatm aktadır: ^ «....Derhâl Anadolu’ya geçm ekten başka çâre yoktu. Hayâta ihtiyar olarak geldiğim için, ilk gençliğimden be­ ri beyaz olan saçlarımı boyattım ve Üsküdar üzerinden Şamandıra yoluyla Ankara’ya doğru hareket ettim. Yol­ da Kuşçdlıda, — Şamandıra’dan İzmit'e giden yol üze­ rinde — kahvede Celâl Bayar ve B ekir Sâm i’ye rastladım. B ir az sonra da Dayı Mes'ud ile Yenibahçeîi Şükrü Beyle karşılaştım. Bu arada Afrikalı zenci kardeşimi minnetle ve en derin sevgiyle hatırlıyorum. M es’uâ-u-Danı adındaki bu kıvırcık saçlı ve simsiyah tenli zâbit bize her türlü ko­ laylığı gösterdi. İngiliz devriyelerinin gezdiği bir bölgede hu adam, Ankara’ya geçenler için bir yardım merkezi vü­ cuda getirmiş, h er gelene yer ve yiyecek bularak, ırk fik­ rinin üstünde bir insanlık sevgisinin aziz bir timsâli ol­ muştur.»

Enver Behnan Şapolyo şöyle diyor : «....Hamdullah S ü b h ın in Ankara’da bulunuru, îstanbul aydınlan üzerinde târifi m üm kün olmayan bir te’sir yarattı; onlar da Anadolu’ya kaçdılar. Bunların arasında ben d e bulunuyordum. Hamdullah S ü b hınin gelişinden, Gazi Mustafa Ke­ mâl Paşa, ziyâdesiyle m em nun olmuştu. Onun etrafında bir fikir halkası teşekkül ediyordu. Çankaya’da Atatürk’­ ün fikir arkadaşlarının hepsi de Türkocakh idiler. Kâzım ^ Mustafa Baydar: a.g.e., ss. 278-279. Enver Behnan Şapolyo: Millî Mücâdele'de Hamdullah Subhî,

Türic Kültürü (H.S. Tannöver Sayısı), Temmuz 1966, Yıl IV, Sayı 45, s. 800 (64),

138


Karabekir Paşa dâhil olmak üzere Hamdullah Subhî, Yusuf Akçora, Hâlide Edib, Ağaoğlu Ahmed, Reşid Galib, Mustafa Necâti, Mahmud Es ad, Vâsıf Çmar, Celâl Sâhir, Rûşen Eşref, Veled Çelebi, İzzet Ulvi, Besim Atalay, Tunalî Hilmi v.b., hepsi de ateşli ve gayeye inanmış Ocaklı milliyetçilerdir.» Kendisi başta, yüzlerce Ocaklı'mn Anadolu’ya geç­ mesine, Ankara'ya gelmesine önayak olan Hamdullah Subhî Bey, bımunla da kalmayıp kısa zamanda, Türkocakları'nın Ankara ve Anadolu'ya yayılmasmı da sağla­ yacaktır. Cumhuriyetin ilânından sonra Ankara'da bir Üni­ versite kuruknası lüzûmunu lUc duyan ve Türkocağı'nda bunun ilik denemesini y ap ac^ kimse yine Hamdullah Subhî Bey olacaktır. Ankara'da, Meclis'de bulunan eski profesörlerle çeşitli ilim dallarmda uzman otoritelere Türkotağı’nda serbest dersler verdirerek giriştiği atılım, o zaman da belirtildiği g ib i: «Ankara’da serbest bir Üni­ versite 'kurulması niteliğinde îdi.»^ ^r „ Mustafa Kemal Paşa

«Nihayet Ankara’ya üç ,. . ,7 kışı gittik. Eski Meclis j 1 1 1 ^ 1 1 A^ .. Reislerinden Meb'us GeHamdullah Subhı Tannover ı »i• j ^ i neral Alt Fuad Cebesoy, Mustafa Kemâl adına bizi Ankara’nın o zamanki küçük istasyonunda karşıladı. O günkü Anadolu Ajansı — ki çocuklar sokaklarda Acanis diye satarlardı— bağıra ba­ ğıra üçümüzün Ankara’ya geldiğimizi haber veriyordu. Doğru Büyük Erkân-ı Harbiye’nin merkezi olan Zi­ raat M ektebi’ne gittik. Mustafa Kemâl, arkadaşlarıyla beraber orada yerleşmişti. 92 Hâkbniyet-i Milliye, 5 Ekim 1923 Cuma, IV. Yıl, Nu. 933. s. 3.

139


Sabahın erken bir saati idi. Mustafa Kemâl Paşa henüz kalkmıştı. Y a n m saat sonra ismini çoktan bildiğim, fakat şahsını tanımadığım, uzun boylu görünen, fakat uzun boylu olmayan, mavi gözlü, buğday kumralı bir genç adam içeri girdi. Bu, ismine ve hayâline, gece yolculannın Çoban Yıîdızı’na bakar gibi baktığımız MUSTA­ FA KEMÂL PAŞA idi. Ses verm eyen adımlarla ilerledi, h er birimizin elini sıktı ve masa başına geçti. Yüzüne çok dikkat ettim, bu ne kadar ayrı bir şeydi. Kendi kendime dedim ki, onbin kişilik bir kalabalık içinde bunu aynmak m ümkündür. Bu, cins bir adamdı. Karık bir seste konu­ şuyordu. Yâni bu halk tâbiriyle yakında olduğu hâlde uzaktan geliyor te*siri yapan s e sti: Bu sesin üzerimdeki te’siri?.... Bir dosta kavuştuğum hissidir. Anladım ki bu sesi verenin içinde perde perde açıla­ cak ufuklar var.» 9 Nisan 1920 günü Mustafa Kemâl Paşa, Erzurum Vi-

lâyeti’ne gönderdiği bir telgrafla Hamdullah Subhî ve Bekir Sâmi Bey’lerin Ankara'ya geldiklerini bildiriyor­ du : Erzurum Vilâyetine gönderilen telgraf Sivas Meb'usu B ekir Sâmi ve Antalya Meb’usu Ham­ dullah Subhî Efendiler dahi İstanbul’dan nefislerini kur­ tararak sekiz N isanda Ankara’ya varmışlardır. 9 Nisan 36 Hey’et-i Temsiliye nâmına Mustafa Kemâl 140


Mülhakata, nevahiye (*) yazıldı

6248 202 Hey'eti Temsiliye telgrafı Müvezzi (**) Necib Efendiye verilmiştir.

11 Nisan 36

Türk İnkılâp Târihi Enstitüsü Arşivi: 24/3059 Sırasında, aralarında sert tartışmalar geçmiş; Türkocaklan'nm kapatılışmda olduğu gibi kırılmalar, küskün­ lükler -de meydana gelmiş bulunmasına rağmen Hamdul­ lah Subhî Bey, Müü Mücâdelenin Büyük Başbuğu'na ve onun inkılâblarma dâima gönülden bağh kalmış; yar­ dımcı ve destek olmuştur, Hüseyin Câhid Bey'in İstanbul'da, «Hüâfet» konu­ sunu parmağına dolayarak yaptığı neşriyat karşısmda Hükûmet'in sözcüsü Hâkimiyet-i Milliye'de (Hüseyin Câhid Bey'in Son Muhâlefeti), (Tanin ve Derviş Vahdetî-i Sânî), (Son Cevab) ve (Tahrikât Devam ediyor) gibi baş­ yazılarla gerekli savunma yapılıyordu. Fakat İstanbul'da­ ki muhâliflere imzası ile ilk ve en sert cevâbı veren, Cum­ huriyet rejimini gönülden savunan Hamdullah Subhî Bey olmuştur. Tannöver’in, üç büyük ve kuvvetli kalemşöre, Hüsejdn Câhid, Ahmed Cevdet ve Velîd Ebüzziya Beyler'e karşı yazdığı {Hüseyin Câhid Bey'e ve diğerlerine ce­ vabım)’^ yazısı ile; yine H ilâfetle ilgili Hindli liderlerin ülkesinden bahseden (Nasihat Verenlerin Memleketin­ « Hâkimîyet-i MUUye, 4 Aralık 1923 Sah, IV. Yıl, Nu. 984, s. 3. (* ) (* * )

M ü lh a k a t: B ir m erkeze b ağlı olan yerler. N ev â h i: Y asak şeyler. M üvezzi: Dağıtan.

141


de)^ makaleleri, onun cumhuriyet rejimine bağlılık de­ recesini ve tenkid yeteneğini gösteren iki önemli belgedir. Aziz hocam ve ağabeyim Kâzım İsmail Gürkan’ın şu değerlendirmesi son derece yerindedir : «....Kırk yıllık dostluğumuzun içinde yüzlerce defa adını andığımız Mustafa Kemâl, Gazi, Atatürk ona göre bambaşka çapta bir insandı. Atatürk, hayatta iken, ne düşünmüşse, ölümünden sonra da onu düşünmüş, yıllar hu bağlılığı azaltmak şöy­ le dursun; çok, pekçok arttırm ıştır: «— Kâzım kardeşim, O bir adam değildi, onhin adamdı» sesi hâlâ kulaklarımdadır. 29 Ekim 1927’de kendi eseri olan Ankara Türkocağı binasının yanındaki Etnografya MüzesVnin önüne ıdikilen heykeli açarken şöyle d e d i: «ANADOLV YAYLASININ ŞV YÜ K SE K ŞAHNÎŞÎN î ÜSTÜNDE BEM BEYAZ M ERM ERLERİN YUKARI KALDIRDIĞI ŞV YAĞIZ ATA BÎNM ÎŞ, TUNÇDAN ADA­ MI TANIRSINIZ! TÜRK VATANININ EN BEDBAHT V E E N UĞUR­ SUZ GÜNLERİNDE HAFÂNIN (GİZLİLİĞİN) PERDE­ LERİNİ SIYIRARAK ORTAYA ÇIKAN BU ESRAREN­ GİZ ADAMI TANIRSINIZ.... ÜSTÜNDE MÜ­ CÂDELELERİNİN ŞİM ŞEK LER İ KIPIRDAYAN ŞU KARw Hâkimiyet'i Mîllîye, 19 Aralık 1923 Çarşamba, IV. Yıl, Nu. 997, s. 2. ^ Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan: Hamdullah Subhî, Bü­ yük Hatib, Türk Yurdu (H.S. Tanrıöver Özel Sayısı), Şubat 1967, Cild 6, S a y ı: 2. ss. 18-20.

142


Ş I UFUKLARDAN AKDENİZ YALILARINA KADAR AÇI­ LAN SÂHALARDA BÎR AVUÇ TOPRAK VAR MIDIR KÎ, HÂLÂ ONUN MUTANTAN GAZALARINI D TAŞIMASIN.. BAŞKUMANDAN BUGÜN BÎZÎM BAŞIMIZDA, YARIN V E B ÎR BÎR ÎN Î TÂKÎB ED EC EK ASIRLARDA BÜTÜN N ESÎLLER ÎN BAŞINDA DÂÎMÂ KUMANDA ED EC EK ­ TİR!»

Hamdııllah Subhî Tannöverın bu nutkunda bir fal­ cılık gibi görünen son cümlesi, zamanla ne kadar gerçe­ ğin tâ kendisi olmuştur. Hamdullah Subhî Tannöver, Anıkara'daki ilk günleri ve çok sevdiği annesi için de şunları söylemiştir : ^ Ankara'ya ilk gidişim. Annem arkamdan koşup geldi: Nereye gidersen git, seni bırakmam, peşindeyim, dedi. B ir oda içinde idik. Bana her türlü ihtimamı (öze­ ni) gösterdi. Zira Ankara'da Millî Mücâdele başlangıcın­ da oturmağa değer bir oda yoktu. Yemeğimi pişirdi, çamaşırlarım . 1 yıkadı.... Annem Ankara'nın bir ufak evinde bize ayrılan tek odasında aşkla yemek pişirmesini, tah­ ta silmesini, kalbinde çocuıklanna karşı yer tutan bu sevdâyı nereden alıyordu? Biliyordum ki sevgi yaradılışla birlikte gelir. Sonra Peygamberimizin, Cennet aımelerin ayaklan altmdadır, hadisinin büyüklüğünü izah etti ve onların nzalannı ve hayâtımız boyunca onlan memnun ederek duâlarmı almak:, saâdetimizin kırılmaz ve dâimâ uzayan zinciridir, dedi.» ^

Ord. Prof. Dr. Süheyl Ü nver: Hamdullah Subhî ile 50 Yıl, Türk Yurdu, Şubat 1967 (H.S. Tannöver Özel Sayısı), C. 6, S a y ı: 2, s. 9.

(*)

G a z a ; Din uğruna yapılan savaş.

143


«Tannöver'in eşi Ayşe Saide Hanmı, ilk oğullan AIt ^ u r 'u dünyaya getirmek üzere ağır ayak gebe bıalunduğu için henüz Ankara'ya gelememişti.» 1 .. . 35 yaşında Millî MücâdeMillî Mücadele Giinlerımn , , » ^ı ^ ^ o1 11 1 1 1 . le ye Antalya Milletvekili Hamdullah Subnı sı ı ı ı . ı tt j ı olarak katılmış Hamdul­ lah Subhî Tannöver'in yalmz Birinci Büyük Millet Mec­ lisi Tutanak Dergisi'ndeki nutukları, yaptığı olumlu ko­ nuşmalar toplansa, büyük bir cild fkitap olur.

Bilinci Büyük Millet Meclisi’ndeki Vatansever ruhu yansıttığı kadar, nesillere iki üstün karakter örneği de veren b ir târiM olayı burada anımak istiyoruz. Başlangıçdaki ■güzel bir usûl ile Hükümeti oluştura­ cak Bakanlan bir bir, doğrudan doğruya Meclis, Millet­ vekilleri seç^lerdi. İlk Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'ne seçilecek Maarif Vekili (Mülî Eğitim Bakam) adaylarmdan b ir ıkuvvetlisi Hamdullah Subhî Bey'di. Yüce Meclis'in 19 Mayıs 1 9 ^ P e r ş ^ b e gün'kü Onikinci Oturum'ımda tamamlanabilen bu seçimdeki fazilet tablosu, daha önce de yazdığım gibi^, o günkü tutanaik dergisinden aktardığımız şu ıkonuşmalarda bütün canlı­ lığı ile sergilenmiş bulunuyor: Rıza Nur Bey (Sinop) —■Efendiler, bendenizi Maarif işlerine tâyin buyurmuşsunuz. Seçilme, birinci rey veril­ m esinde hâsıl olmamış, ikinci defasında yine olmamış (balotaj) dedikleri sûrete düşmüş, üçüncü defada seçil­ mişim. Bendeniz zâten çoktanberi bir vazife kabul et­ m em ek için duruyordum. B u fikirde İsrar ediyordum. ^

Dr. Fethî Tevetogiu: Açıklıyorum!, Ankara 1965, ss. 168-170.

144


Bâzı teklife rağmen yine şimdi seçilme vâki olmuş. Fakat Meclis-i Ali’nin böyle intihabı ü ç defada yapmasınti bendeniz hakkmda bir tereddüd gibi telâkki ediyorum. (Hâşâ, estağfurullah sedâlart). Sonra efendim^ üçüncü se­ çilmede başıboş bırakılmış çoğunluktan pek zayıf bir rey ile seçilmişim. Halbuki bendeniz meşrûtiyetin usûlüne pek saygı gösteririm, bu, birçok meşrutî m em leketlerde dâima vukübutur bir şeydir. Bâzı kahine ileri gelenleri ıtim ad re­ yi aldıkları vakitte Meclis’den böyle zayıf bir ekseriyetle böyle bir i’timâdı alabilirler. Fakat onlara, düşen vazife, itim âdı zayıf gördüklerinden dolayı istVfa etmektir. B un­ dan dolayı bendeniz aflarını istirham ve mâzur görmele­ rini rica ediyorum. Bunun için isti’fa ediyorum. (Kabul değil....sedâları). Yerim e Hamdullah Subhî Bey hakikaten lâyikdir. V e tavsiye ederim, cidden bu işi görm eğe yara­ şır. (Olamaz, otamaz hayır....sedâlan).

Hamdullah Subîıî Bey (Antalya) — M uhterem arka­ daşlar diğer seçimlerle beraber Maarif seçimi yapıldığı va-‘ kit eğer doğrudan doğruya tek nâmz'ed (**) olarak arkada­ şımız gösterilmiş olsaydı, Meclis-i Âlinin kendi hakkında mevcud olan umumî güven sayısı hiç şüphesiz ki, altmışbeş yetmiş reyle değil, (100) ve (110) yâhud (120) rey ile kendisini ifâde ederdi. Arkadaşlarımızın nazar-ı dikkati­ ne (***) bir isim yerine iki isim arzedilmiş olmasının neti­ cesidir ki, bir kısmı ârayı (oylarını) bendenize, bir kısmını diğer m uhterem arkadaşımıza, bir kısmım da başka bi7 zâta verdiler. Ortada mevcut olan zaafı yok etmek için elimizde bir vâsıta vardır. Meclis-i Âli’nin en son yaptığı seçimde m uhterem arkadaşımıza 65 rey vermiştir. B u be­ (*) (*• ) (***)

M eclis-i  l i : Y üce Y üksek M eclis. Namzed Aday. Nazar-ı d ik k a t: D ikkatli balana.

145


nim vazgeçmemi kâfi derecede nazar-t i’tihara atmamak­ tan doğan bir zaaf (*) olabilir. Bendeniz diyorum ki, mem­ leketimizde siyâsî hayat dâhilinde hakikaten güzel şöhret kazanmış, vatanperverliğini ispat etmiş, muhterem arka­ daşımızın ismi etrafında yeniden yaptığımız hu münaka­ şada Meclis-i Ali'nize düşen bir vazife v a rd ır: Kendisine bir ezici çoğunluk ile i’timâdını bildirmektir. (Hay hay se­ daları).

îkinci Başkan Bey — Hamdullah Subhî Bey’in tekli­ fini reye koyuyorum (eller kalkar) (oybirliğiyle kabul) (ya­ şasın birlik sedâları). Rıza Nur Bey (Sinob) — Bendenizce iş görm ek için Meclis-i Âli’nin büyük, mühim itim âdı olmak lâzımdır. Başka türlü iş görm ek m üm kün değildi. Mâdem ki, Mec­ lis-i Âli bu çoğunluğu gösteriyor. îkinci Başkan — İttifakla {**) (Alkışlar). Rıza Nur Bey (Sinob) — Pek iyi, kabul ediyorum. (Alkışlar).

Bu târihî olay ve belge, bize bu vatanı ve Cumhuri­ yeti bırakan Millî Mücâdele'cilerin davranışlarmı, genç­ lerimize bir karakter tablosu olarak sunmaktadır. Nemrut Mustafa Dîvân-ı Harbi'nce i'dâma mahkûm edilen .(Bâb-ı-âlî Büyük Sadrazamlık Mektubî Kalemi’nin 15 Haziran 1336 (1920) târih ve 762 numarasıyla Pâdişâhın iradesine sunulmuş ilâmda adları yazılı) onyedi (Kuvayı MiUiyeci) içinde Hamdullah Subhî Tanrıöver de vardı. Diğer onaltı i'dam mahkûmu ise şunlar­ (■*) Z a a f: Kuvvetsizlik. (* *) ÎU ifak : Birlik ,

146


d ı; Al<bay Hüseyin Salâhaddin, Albay Fahreddin, Yusuf îzzeddin Paşa, Albay Abbas Hılıni, Albay îsmet, Albay Bekir Sâmi, İsmail Fâzıl Paşa, Celâleddin Arif, Bekir Sâmi, Câmi, Hakkı Belıiç> Rıza Nur, Yusuf Kemâl Beyler ve Mehmed Rifat, Mustafa Fehmi (Gerçeker) Efendiler.®® Mustafa Kemâl Paşa (Atatürk) başbuğluğunda (Tür­ kiye Cumhuriyeti Târihi)'ni ortaya koyanları, yaratan­ ları bilmek isteyenler, Cumhuriyetimizin târihine büyük emeği geçenlerden biri olan Hamdullah Subhî Tannöver’i de iyi tanımalıdırlar. Onun (Aziz Ocaklıya) şu seslenişi, Tanrıöver hakkmdaki gerçeğin tâ kendisidir: — Kalbimde ve dimağımda iyi ve güzel ne varsa se­ nin emrettiğin hizmet yolunda kullandım! — Ölümü üzerine onu yakmdan tanıyanlann, ondan f^zaJnuş ve ellerindeki meş'aleleri onun ateşinden nurlandırmış bulunanlarm yazdıkları birçok değerli yazı­ dan biri (Mürşidim Tannöver) başlığım taşımaktadır. Hamdullah Subhî Tannöver için yapılmış tahliller için­ de en değerlilerden biri saydığımız bu kısa fakat mânâ dolu yazıda, Türk sahnesinin büyük sanatçılarmdan Vasfi Rıza Zoıbu, şunları belirtmektedir : ” «1919’da, Mustafa Kem âl’in Sam suna çıkıp da bü­ tün Türk milletine çağrısına k ad ar: Resm en Türk’ün reisi, Türk’ün temsilcisi yoktu. Halife derdik : Müslümanlarm; Pâdişâh d erd ik : Osmanlilar’ın reisi idi. Osmanh olan Arab’ın, Arnavud’un, Rum ’un, Bulgar’ın içlerinden 58 Mustafa Fehmi G erçeker: Karacabey’den Ankara'ya, Ankara 1982. ss. 35-37. 59 Vasfi Rıza Zobu : Mürşidim Tannöver, Türk Yurdu {H.S. Tanrıöver Özel Sayısı), Şubat 1967, C. VI, Say ı: 2, s. 31.

147


çıkma reisleri vardı da.... Türk’ün de içinden çıkan bir reisi o ld u : Hamdullah Subht Beyefendi,. Harbsiz, isyanstz, seçimsiz, propagandasız başa ge­ len^ Başkan olan Hamdullah S u b h î: Büyük insan, Türk'­ ün edeb ve terbiye timsâli; zayıflamayan, yorulmayan bir vatanseverdi....

Hamdullah Su1>hî TanrıÖver: Mustafa KemâVin açtığı Türk’ün kurtuluş bayrağı altına «haztrlanmışy^ ola­ rak gidenlerdendi; hakikati sonradan anlayıp da katılanlardan değil.... O, yıllar yılı yalnız kendini değil, «Mus­ tafa Kemâl’e Yardım cılardı da, Ocâk'tnın içinde hazır­ lamıştı.... «Türküm» d iy en e: «estağfirullahi> dendiği, komşumuz Ham m efendi’nin ahretliğini: «Hınzır Türk» diye azarladığı devirlerde, O, bana «Türk’lüğümle» ifti­ har etmeği öğretti. Mübarek bir ağzın : «Ne mutlu Türk'­ üm diyene!» sözünü haykıracağı güne kadar: Bu hük­ mün mânâsına beni O, eriştirdi. Kulağımı hu sevinçli nağmelere O, alıştırdı. Gönlümü bu sevgilerle O doldur­ du. Hepimizi «Türk’e götürmek» için terennüm eden şâirlerin toplanma yeri O’nun başkanlığındaki «Türkocağt» idi. Türk’ü târif eden şâirler, hatibler kendilerine orada dinleyici bulurlardı. Bu dinleyicilere «anlama ve kabul etme» tefsirini de Hamdullah yapıyordu. «Türk­ lüğe doğru yürüyüş» yolunu O, açıyor; kolbaşı O, olu­ yor; adımlarımızı kendine O, uydurtuyordu. î 9 î 9 ’da Büyük Kurtarıcı’nın çağrısına koşan «Yardımcilar»’ın çoğu O’nun Ocakları’nda bu nağmelerle ha­ zırlanmışlardı. «Türk'üm diyenin O’nu unutmaması lâzım. O’ntı unutmak büyük amp olur.. Biz, yaptığımızla öğünen, yap­ 148


tığımızdan karşılık bekleyen bir millet değiliz. Bunun için de yapanları unutuveriyoruz, Türk Tanrıöver’i, Türk’ün gelecek kuşaklarına nasıl bildireceğiz; bÜemiyorum....»

Beypazan’ndaki irtica’ ayaklanmasını göğüsleyenlerden biri olduğu kadar; Yunan sürülerinin Orta Anado­ lu'da Ankara yakınlarına kadar ulaşan saldırılan karşı­ sında da Türk’ün, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki mânevi kaFasını oluşturanların, pekleştirenlerin bir öncü­ sü, Hamdullah Subhî Tannöver'dir. Kâzım İsmail Gürkan şöyle anlatıyor: «Sakarya’da büyük yangın başladığı gün Millet Mectisi'nde Mustafa Kemâl’i Başkomutan yapan kanun tartışıhnaktadır. Türlü cereyanların arasında söz alıp ka­ nunu savunan Hamdullah’ın s e s i: «REtSÎM ÎZÎN BÎR DEFA YANILMAMIŞ OLAN MUHAKEMESÎNÎ TERAZÎNÎN K E F E S İN E KOYMAK ZAMANI GELMİŞDÎR» diye yükseldi. Bunu o isabetli karar tâkib etti. Mustafa Ke~ mâl’in Başkomutan olduğunu duyan düşman titrerken, dağlardan asker kaçakları, köylerden kağnılar cepheye koştular ve Türk âlemi geniş bir nefes aldı.»

Târihçi rahmetli Kafesoğlu da bu konuda şunları yazm ıştır: «....Hamdullah Subhî, Akçora'nm da belirttiği gibi, (Ocağm Çarpan Kalbi) olmuştu. îşte bu «Çarpan Kalb», Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği Târikinde emsalsiz bir hizmet g ö rd ü : Türk Milliyetçiliği dâvâsını Türkocaklart’nın çatısı altında kurumlaşttrdu» ^ Ord. Prof. Dr. Kâzım îsmail Gürkan: a.g.m., s. 19. Prof. Dr. tbrâhim Kafesoğlu: «Kaybettiğimiz Değer ve Ha­ zin B ir Gerçek,» Türk Kültürü, Temmuz 1966, Yıl IV, S a y ı: 45, ss. 744-745.

149


<ı....îstikîâî Savaşı’nda, fikrî temel meydana getirmek sûretiyîe, büyük rol oynadığı bilinen Türkocakîan'mn, Cumhuriyetsin ilânından sonra da açık tesirleri görülmüş ve «Çarpan Kaîb» hu defa Gazi Mustafa Kemâl’in yanın­ da yer alarak onun en yakın yardımcılarından biri ol­ muştur.» «....Bu sehebleâir ki, Atatürk, Hamdullah SubhVyi «Maarif Vekili» yapmak suretiyle, yepyeni ufuklara yö­ neltmek istediği Cumhuriyet çocuklarının eğitim ve öğre­ tim işlerini onun ellerine emânet etmekte tereddüt göstermemişdi.»

Hamdullah Sublıî'nin olayları Önceden seziş yetene­ ği, kendi kendine —yarı şaka— falcılık dediği^“ üzerin­ de durulacak bir üstün vasfıydı. İkinci înönü Savaşı sırasındaki şu hâtırası. Millî Mü­ câdele Târihi'mizin unutulmayacak bir bölümüdür: «....Sessizce yem ek yedik. Yukarı çıktığımız vakit kimsede konuşmaya heves, hattâ cesâret yoktu. Çünkü, Anadolu'nun bir köşesinde sözü lüzumsuz kılan, onu hi­ çe indiren bir vak’a cereyan ediyordu: îkinci înönü Mu­ harebesi...,» Birbirini takip eden m uharebelerin silâhsız, parasız ve erkeksiz bıraktığı Anadolu, h er cins enkaz arasından n e toplayabildi ise onunla sekiz on bin kişilik ufacık bir Ordu yapmış ve îsm et Paşa’nm komutasında Yunan OrdusvCna karşı göndermişti. Bu gece cereyan eden muharebenin endişesi rûhumuza hâkimdi. Nadiren çok kısa olmak üzere bir iki ke' lime söyleyenler oluyor. Fakat derhâl ağır sessizlik geri Kâzım îsm ail Gürkan: a.g.ın., s. 20.

150


geliyordu. Ara sıra bir nefer bir fincan kahve ile içeriye giriyor, bir m üddet sonra boşalan fincanı almak üzere tekrar geliyordu. İnsan öm ründe dakikaların bitmez, tü­ kenmez bir zaman te'şirini yaptığı müstesnâ (*) bir gecede idik. Sabahın üçbuçuğuna doğru kapı açıldı. Bu defa içe­ riye Şem seddin Bey girdi. Haber bunda idi. Yüzü birden bire en korkulu bir haberin karşısında olduğumuzu an­ latmaya kâfi geldi. Uzun boylu, genç kumral zabit çok ağır bir ameliyat masasından kalkmış gibi bütün kam çekilmiş, gözlerin­ de getirdiği haberin ye’si (kederi), içeriye girdi. Mustafa Kemâl Paşa’nm yanında oturduğu masanın üstünden, elindeki telgrafı uzattı. «Okumaya lüzum yok. H arbi kaybetmişiz.» Size o anda nasıl bir sessizliğin odada hüküm sür­ düğünü târif etm em müşküldür. Başlarımız eğildi. Daha işitmediğimiz haberin fecaatini ve hu vaziyetten doğacak felâketi düşünüyorduk. Mustafa Kemâl Paşa bir saniye, beş saniye telgrafa bakıyor, fakat bize hiç bir şey söylemiyordu. Nihayet ka­ rar v erd i: «Arkadaşlar harbi kaybettik. Dinleyiniz gelen haber ş u d u r : Sağ kanata kumanda eden Miralay îzzeddin Bey, üstün düşman kuvvetlerinin baskısı altında m üm kün olan direnişi gösterdikten sonra işgal ettiği yerleri terkederek geri çekilmeğe m ecbur olmuşdur. Sol kanata kumanda eden Miralay Ârif Bey, aynı sebeplerle geri çekilmiştir. Umûmî geri çekilme emrini verdim.» (*)

M ü stesn â : B aşkaların a benzemeyen.

151


Arkasından şimdi size adlarım tekrar edemiyeceğim beş aht köyün ismini saydıkdan sonra, Garb Cebhesi Ku~ mandam İsm et Paşa, buralarda düşman süvarileri görül­ düğünü haber veriyor ve hem en çekilm e emrini verdim diyordu. B en ömrümde bir defa fecî bir haberin te'siri altında bir insan başının birden bire çürüdüğünü gördüm, Mus­ tafa Kemâl Paşa bu telgrafı bitirir bitirmez uzun bir has­ talıktan kalkmış gibi gözlerinin altı kesilmiş, üzerine bü­ yük bir yorgunluk çökmüş, yüzüne Anadolu MücâdelesVnin neticesi olacak tam felâketin gölgesi ve korkusu sinmiş bitik bir adam gibi duruyordu. Onun hayâlinde Yunan Ordusu bizim kuvvetlerimizi tâkib ederek Eskişehir’e giriyor, Kütahya ve Afyonkarahisar düşüyor. Garbî Anadolu şömendöferleri elimizden çıkıyordu. Aradan birisi ayağa kalktı ve herkesin kula­ ğına çok yavaş bir sesle gizli bir şey söylemeye başladı. B u hâl, Mustafa Kemâl Paşa’nın dikkatini çekmiş olacak ki yüksek sesle s o rd u : «Ne var Hamdullah Subhî Bey? Arkadaşlara bir şey söylüyorsunuz.» «Paşam, başta i’tiraf edeyim size, son derece garip bulacağınız, bir söz söyleyeceğim, 16-17 yaşımdan heri yaptığım tecrübeler bana bu cesareti veriyor. Arkadaş­ lara diyordum ki, aldığınız haber yanlıştır. Biz galibiz. Bunu size hiç bir tereddütü olmayan bir kanaatle söy­ lüyorum. Bu anda içimde beş bin ışık yanıyor. Biz mağ­ lûp olalım ve ben rûhum u bu kamaşma hâlinde bulayım. Bunun imkânı yoktur. İkinci bir haber gelecek. Bu bi­ rinci haberi düzeltecek. Biz muzafferiz-» 152


odada olanlar Doktor Refik, Hâriciye Vekili Bekir Sâmi, Doktor Adnan, Halide Hantm, daha şim di sima­ sını açıklıkta göremediğim ve bir saatten heri ayakta du­ ran uzun boylu bir asker hayretle yüzüme baktılar. Bu nasıl şey? Başkumandan umumî ric’at (geri çekilme) emrini verdim diyor. Ankara’da şu odada oturan bir adam, ha­ yır vaziyet böyle değildir, biz muzaff^flz iddiasında bu­ lunuyor, Dem ek ki sinirleri o kadar sağlam değilmiş, uzun müddet dayanamadı. MuvâzenetsizUk belirtileri gös­ term eğe başladı. Köşede bir koltukta oturduğu Pıâlde ayakları odanın ortasına kadar uzanan Hâriciye Vekili Bekir Sâmi Bey, her zamanki gibi kekem e diliyle hana s o rd u : «Bu bu hu nasıî şey?» Tekrar e ttim : «Beyefendi size sözümün başında d e­ medim mi? Anlatacağım şeyi fevkalâde garip bulacaksı­ nız. Çok eskiden beri haşlayan deneyişlerin neticesi ola­ rak hiç çekinm eden haber veriyorum. Biz muzafferiz, mağlûp değil.» O tekrar kendini zorlayarak bir cüm le daha çtkarât: «A a a anladım. B u buna ne derler?» «Buna Franstzcada Ulümînasyon derler. Bizde cezbe diye târif edilebilir.» Bekir Sâmi Bey son kelimemden istifâde e t ti: «Cez ce ce cezbe, tutulana meczub (cezbeli) derler.» Dedim k i : «Razıyım iki saat, üç saat için meczub, fakat daha sonra ne diyeceksiniz? ikinci haber gelecek.» 153


Ezici bir musibet (sıkıntı) havası içinde sükût bir daha odamıza yerleşti. Benim sözlerim, içimize çöken karanlığa bir damla ışık katmaya kâfi gelmemişti. Dakikalar, ağır yaralılar gibi sürüne sürüne geçiyor­ du. Kim yatağa gidebilir, kim başını yastığın üstüne ko­ yarak uyku arayabilir. Karşı karşıya suçlular ve mah­ kûmlar gibi oturuyorduk. Arada yalnız ben ışık içinde idim. Yalnız ben, hususî müjdesini almış bir adam gibi kendi ferah âlemimde oturuyordum. Ara sıra gözlerim, Mustafa Kemâl Paşa’nın yassı kumral kalpağı altında bitkin yüzünü seyrediyor ve onun geniş hayâli önünde se­ rilen büyük felâketi tahmin etmeye çalışıyordum. Sabah saati yaklaşmıştı. Camlar kendi içinden ay­ dınlık alan bir su gibi yavaş yavaş parlamaya başladı. Hüseyin Gazi Dağı’mn üstünden gelen ilk aydınlık da belirmeye başladı. Saksağanlar bu dalların arasından ok­ lar gibi Ankara sabahının içine atılıyorlardı . Birden bire kapı tekrar açıldı. Aynı zâbit Binbaşı Şem seddin Bey içeri girdi. Yüzü ,nereden geldiğini bil­ mediğimiz bir ışık ile aydınlanmış gibiydi. S ü r’atle yü­ rü d ü Ve Mustafa Kemâl Paşa*ya, ikinci bir haber diye­ rek bir telgraf uzattı. Orada toplananların nasıl bir dik­ katle bu haberi anlamak için beklediğimizi şimdi tekrar içimde duyuyorum. Paşa, evvelâ kendisi okudu. Şifa bul­ muş bir adam gibi birden bire değişen bir yüz ve s e sle : «Arkadaşlar vaziyet büsbütün değişti» dedi. «Size telgra­ fı okuyayım : Karşı bir taarruzumuzla düşmanın işgali altına düşmüş bütün mevziterimîzi geri aldık. Yunanlı­ lar muharebe meydanını m uzaffer silâhlarımıza terkettiler. Bozöyük yanıyor ve biz düşmanı tâkip ediyoruz.» H erkes bir anda deminki dîvâneye tekrar baktı. Mus­ tafa Kemâl Paşa ayağa kalkarak bana dedi k î : 154


«Hamdullah Subhî Bey, bu zaferi herkesten evvel siz bize haber verdiniz. Geliniz, buraya oturunuz ve teb­ rik telgrafım siz yaztmz.» Gittim onun yerine oturdum. Şimdi her sene İkinci İnönü M uhârebesınin yıldönümünde m ektep kitapların­ da okuduğunuz şu telgrafı yazdım : «Garp Cebhesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretlerine Bulunduğunuz mevkiden yalnız şerefle dolu bir mu­ harebe meydanı değil, aynı zamanda ümitle dolu bir de istikbâl görünüyor. Siz düşmanla beraber, Türk Mille­ tin in ma’küs tâlihini d e yendiniz.» Mustafa Kemâl Paşa yazdığımı okuduktan sonra hu telgraf hakkında fikrini söyledi: «Hissiyatımıza ne güzel tercüman oldunuz» dedi ve sayfanm altına eski Arab harfleriyle bir yırtıcı kuşun pençesini hatırlatan üç çengelli imzasını attı.» B u târihî telgrafın tam metni ise, bilindiği gibi şöy-

le d ir :‘°^ ' Ankara, 114/1921 İnönü M uharebe Meydam’nda M etristepe'de Garb Cebhesi Kumandanı ve Erkân-t - Harbiye-i Umûmîye Reisi İsm et Paşa'ya Bütün târih-i âlemde, sizin İnönü Meydan MuharebesVnde deruhde (*) ettiğiniz vazife kadar ağır bir vazife deruhde etmiş kumandanlar enderdir. Milletimizin istik­ lâl ve hayâtı, dâhiyâne idâreniz altında şerefte vazifeleri­ Gazi Mustafa Kemâl (Atatürk); Nutuk, Devlet Basımevi. İs­ tanbul 1938, ss. 414415. (*)

D eru h d e: Üstüne alm ak.

155


ni gören kumandan ve silâh arkadaşlarımzın kalh ve ha­ miyetine, büyük emniyetle istinad ediyordu. Siz orada yalnız düşmanı değil milletin ma'kûs tâlihini de yendiniz. İstilâ altındaki bedbaht topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün müntehâîanna kadar zaferinizi tesHd ediyor. Düşmanın istilâ hırsı, azim ve hamiyetinizin yalçın ka­ yalarına başını çarparak hurdahaş oldu. Nâmınızı, târihin kitâbe-i mefâhirine kaydeden ve bütün milleti hakkınızda ebedî minnet ve şükrâna sevkeden büyük gaza ve zaferinizi tebrik ederken, üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir meydân-t şeref seyrettirdiği kadar mîlletimiz ve ken­ diniz için şorşaa'yi Vtilâ (*) ile dolu bir ufk-u istikbâle de nâztr ve hâkim olduğunu söylemek isterim. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemâl

Bu belgeler ve gerçekler karşısında /bugünkü varlı­ ğımızı borçlu bulunduğumuz (Kuva-yi Milliye Nesli)'ni daha iyi tamyoruz. İdealist anne - babanın bir evlâdı ola­ rak o günleri Ankara'da yaşamış çok muhterem Emel Esin, şu sözleriyle yerden göğe haklıdırlar: «Yunan Orduları’nın Ankara’ya doğru ilerlediği ve Kuwâ-yi Milliye'nin tehlikeye düştüğü günlerde, hayatla­ rım vatana adamış bu kimseler, geleceğe güvenle bakma­ ya devam ettiler. Düşman toplarımn sesi Ankara’da du­ yulduğu mehtablı gecelerde, Büyük Millet Meclisi’nde veyâ Mustafa Kemâl Paşa’m n köşkünde süren uzun mü­ Emel E s in : Hamdullah Subhî Bey Hakkında Çocukluk Hâtıralanm , Türk Yurdu, Şubat 1967, C. V I, S a y ı: 2, s. 22. (•)

156

Ş a 'ş a a : P ariaklık. î 't i l â : yüfcsrfme.


zâkerelere iştirâk ederken, «Ma’kûs Tâliimizi» (*) yenen kararlar aldılar. Türkiye’yi yok olmaktan kurtaran bu fedâkâr ve cesttr nesle bekmmzt medyûnuz.»

Antalya Meb'usu Millî MücâdeHamdullah Subhi le'nin başbuğu Matbuât ve İstîhbârât (**) Mustafa Kemâl Umum Müdürü Paşa, başlangıç­ tan beri son derece önem verdiği haber alma ve yayma, iç ve dış propaganda işlerinin düzenle yürümesi için, 6 Nisan 1920'de (Anadolu Ajansı)'nı kurmuştur. 23 Nisan 1920 Cuma günü açılan Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi, yeni kurulmakta olan Millî Hükümet bünye­ sinde teşkili istenilen (Matbuât Müdürlüğü) yerine, (Ana­ dolu Ajansı) ile birleştirilmiş bir (Matbuât ve îstibbârât Müdüriyet-i Umûmîyesi=Basm ve Haberleşme Genel Mü­ dürlüğü)'nün oluşturulmasını uygun görmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi, kabûl ettiği 7 Haziran 1336 (20 Ramazan 1338) gün ve 6 Numaralı (kanunla, (îcrâ Vekilleri Başkanlığı)'na bağlı böyle bir kuruluş vü­ cuda getirilmesini kararlaştırmıştır. Aym gün (7 Hazi­ ran 1336), H^nduUah Subhî Bey, Antalya Meb'usluğu üzerinde kalmak üzere (Matbuât ve îstihbârât Umûm Mü­ dürü) tâyin edümiştir. Millî Mücâdele'nin başlangıç yıllannda, Anicara'da devlet yönetimine yetecek kadar bir aydın kadrosunım bulunmayışı yüzünden, bâzı Meb'uslar, kanunî görev­ leri üzerlerinde kalmak şartıyla, bâzı Bakanlıklardaki Umûm Müdürlük - Müsteşarlık gibi önanli vazifeleri de yapıyorlardı. (* ) (* * )

M ;’kus tâVih; Dönmüş talih, uğursuz b ah t. M a tb u â t: Basılm ış eserler. Is tih b â r â t: Alman haberler.

157


Hamdullah Subhî Bey'in (Matbuat ve îstihbârât Umûm Müdürü) olarak vazifesi 7 Haziran'dan 19 Ağus­ tos 1920 târihine ıkadar 74 gün sürmüştür.^® Cumıhuriyet döneminin 2. ve Hamdullah Subhî Türk Maarifi'nin 38. Millî EğiMillî Eğitim Bakam tim Bakanı olan Hamdullah Subhî Tanrıöver, daha önce de belirttiğimiz gibi, «Sülâleden Millî Eğitim Bakanı»’dır. İcra Vekilleri Hey'eti'ne ilk Maarif Vekili seçilmiş bulunan Dr. Rıza Nur Bey, Moskova'ya gönderilen Türk Delegeler Hey'eti'nde vazifelendirilmiş ve bu yüzden Ba­ kanlıktan isti'fa etmişti. Yerme 14 Aralık 1920 Sah gü­ nü Hamdullah Subhî Bey, Maarif Vekili seçilmiştir. 3.X I.1337 (15 Kasım 1921) Salı günü Bitlis Milletvekili Yusuf Ziyâ Bey’in Millî Eğitim Bakam Hamdullah Subhl Bey için «öğretmen ve Maarif Müdürlerinin usûlsüz işten alınmaları ve yenilerinin atanması ile ilgili olarak» verdiği gensoru Önergesi, bir hafta sonra Meclis’de sert bir tartışmaya yol açmıştır. Bunun sonunda başvurulan güven oylamasmda 68 kırmızı oya karşılık 75 beyaz oy çıkmıştır. Hamdullah Subhî Bey, her ne kadar güven oyu almışsa da, 65 gibi çok büyülk bir sayıda arkadaşmın kendisinden ayn bir görüşe sâhip bulunduğunu belirte­ rek 10.XI.1337 (22 Kasım 1921) Salı günü bakanlıktan isti'fa etmiş ve aynimıştır. 11 ay 10 gün süren bu birin­ ci Maarif Vekilliğinden sonra Hamdullah Subhî, 2. îsmet Paşa (tnönü) Hükûmeti'nde ikinci kez bu bakanlığa getirihniştir. Tannöver'in ikinci Maarif Vekilliği, 4 Mart 1925 Çarşamba gününden, sağlık durumunu ileri sürerek Server İ s k it : Türkiye’de Matbuat Rejimleri, İstanbul 1939, ss. 219-220.

158


ayrıldığı 19 Aralık 1925 Cıımartesi gününe kadar 9 ay 16 gün sürmüştür. Toplam 20 ay 26 gün Maarif VekUliği yapmış fculunan Hamdulah Subhî Tanrıöver, imkânların son derece kısıtlı bulımduğu bu iki dönemde de birçok önemli hizmetler görmüştür. Dr. Rıza Nur Bey zamanın­ da açılmış yanşmanm sonuçlandırılması ve Şâir Mehmed Âkif (Ersoy)’in yazdığı şiirin 12 Mart 1921 Cumartesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisince (Türk İstiklâl Marşı) olarak kabulü, Hamdullah Subhî Tanrıöver'in ça­ bası ile gerçekleşmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi^^, temel fikir ve prensibi «Milliyetçilik» olan Milli Mücâdele'mizin başan ile sonuçlanmasında, Birinci Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi içindeki milliyetçi temsilcile­ rin büyük hizmet ve rolleri mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve oluşunda şerefli hizmet payı bulunan Türkçülerden biri de Hamdullah Subhî Tannöver'dir. Tanrıöver'in yıllarca Türkocaklan'nda ve yurdım dört bir bucağında verdiği çok te'sirli uyancı konferansları ve basmda yer alan yazılan incele­ nirse, onun hizmetleri hakkmda tam bir fikir ve bilgi edinmek mümkündür. Faikat, yalnız T. B . M. Meclisi Tu­ tanak Dergileri'nin taranması da, bu milliyetçi ve inkı­ lâpçı insanın parlâmentomuzda yaptığı çalışmalarla Türk Millî Mücâdelesi'ndeki yermi m odana koyar. 1 Mart 1337 (1921) Salı günü, T.B.M.M. toplantısına Mustafa Kemâl Paşa başkanlık etmektedir. Kâtiplikler­ de Yozgat Möb’usu Feyyaz Âli ve Kütahya Meb’usu Cev­ det Beyler bulımuyorlar. Birinci oturumda Meclis Reisi Mustafa Kemâl Paşa, İkinci toplantı yılı açış nutkunu ve­ 106 Dr. FetM Tevetoğlu: Hamdullah Subhî Tannöver ve İstiklâl Marşımız, Türk Kültürü, Temmuz 1966, Yıl IV, S a y ı: 45, ss. 790-795.

159


rir. îıkinci oturumda 'kâtiblik makamında Cevdet Bey'in yerine^ Kütahya Meb’usu Ragıb Bey çıkmıştır. «Karesi (Balıkesir) Meb'usu Haşan Basri (Çantay) Bey'in, İstik­ lâl Marşı güftesinin H am dull^ Subhî Bey tarafmdan Meclis kürsüsünden okunmasına dâir önergesi» üzerin­ de görüşmeler şu şekilde b a şla r: R E ÎS Pş. — Efendim; iki önerge vardır, arkadaşlar­ dan Basri Bey'in, Hamdullah Subhî Beyefendi'nin İstik­ lâl Marşı'mn kürsüden okunmasma dâir teklifleri var. MUHÎDDIN BAHA B. (Bursa) — Hangi İstiklâl Mar­ şı, Basri. Bey söylerler mi? BESİM ATALAY B . (Kütahya) — Daha kabul edil­ medi efendim, bir meclis teşekkül edecekti. HAŞAN BASRİ B . (Karesi) — Maarif Vekâletince yedi tanesi seçilmiş, bunlardmı herhangi birisi okımsun. R E ÎS PAŞA — Maarif Vekâletince seçilmiş olanlar­ dan birisinin okunması uygun bulunuyor. MUHİDDÎN BAHA B. (Bursa) — Hamdullah Subhî Bey, Basri Bey hangisini isterlerse okusunlar. R E ÎS PAŞA — Efendim, Basri Bey'in teiklifini kabul buyuranlar lütfen ellerim kaldırsm.... Kabûl olunmuş­ tur efendim. Hamdullah Subhî Beydendi buyurun. (Şim­ di gelir sesleri) . HAMDULLAH SUBHI B. (Antalya) — Arkadaşlar, hatırlarsanız. Maarif Vekâleti, 'Son mücâdelemizin ru­ hunu terennüm edecek bir marş için şâirlerimize müra­ caat etmiştir. Birçok şiirler geldi. Arada yedi tânesi en fazla vasıflara sâhip olarak görülmüş ve aynlmıştır. SÂLÎH Ef. (Ei’zurum) — İsimleri nedir? 160


HAMDULLAH S17BHÎ B. (Antalya) — Aynca arzedilecekdir. Yalnız Bakanlık yapmış olduğu inceleanede fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzûmunu hissettiği içiû ben şaihsen Mehmed Akif Beyefendi'j^e müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarmı rica ettim. Kendileri çok asil bir eodişe ile kararsızlık gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için b ir ikrâmiye vâdedilmiştir. Halbuki bunu kendi isimlerine yaklaştırmak arzusunda bulunmadıklarım ve bundan çekindiklerini açıkladılar. Ben şahsen m ü rac^ t ettün. Lâzım gelen tedbiri alınz ve icâbeden ilânı yaparız dedim. Bu şartla büyük dinî şâiri­ miz bize fevkalâde nefis bir şür gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazar-ı tedkikmize arzedeceğiz. Seçme si­ ze âittir. Arkadaşlar, re'yiımi duyuruyorum. Beğenmek, takdir etmek hususımda hürriyete sâhibim. Seçimimi yapmışım, falkat sizitı seçiminiz benim seçimimi eksilte­ bilir. Arkadaşlar bu size âittir efendim. İs tik lâ l

Marşı —'Kahraman Ordumuza —

Korkma, sönmez hu şafaklarda yüzen al sancak;

(Şiddetli allarlar) Sönm eden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim miîîetimin yüdızzdtr, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma; kurban olayım, çehreni ey nazh hilâl! Kahraman trktma bîr gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl, Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl.

(Alkışlar)

m


B en ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım, Hangi çılgm bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım; Yırtarım dağlan, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkım sarmışsa çelik zırhlı dıvar, Benim îmân dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, «Medeniyet!» dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! Yurduma alçaklan uğratma, sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana vâ’dettiği günler Hakkın.. Kim bilir, belki yarın, belki yanndan da yakın. (Alkışlar)

Bastığın yerleri «toprak!» diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. S en şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı; Verm e, dünyâları alsan da, bu Cennet vatanı. (Alkışlar)

Kim bu Cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

(Alkışlar) Şühedâ jışktracak, toprağı sıksan, şühedâ! Cânt, cânâm, bütün varımı alsın da Hüdâ, Etm esin tek yatanımdan beni dünyâda cüdâ. (inşallah sadalan) Ruhum un senden Hâki şudur ancak em eli: Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli; B u ezanlar — ki şehâdetleri dinin temeli— Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli. 162


o za^an vecdiîe secde eder — varsa— taşım; H er cerihamdan, îîâhî, boşanıb kanh yaşım, Fışktnr rûhı m ücerred gibi yerden n a ’şım! O zaman yükselerek arşa değer, belki başım,

(Alkışlar) Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl.

(Sürekli alkışlar)

(T.B.M.M. Zabıt Ceridesi)'nin 9. Cildinden - ss. 12/15 aynen aktardığımız şu satırlardan öğreniyoruz ki, içlerin­ de T.B.M.M. Üyesi Mebusların da bulunduğu 7 başka şâi­ rin, İstiklâl Marşı için gönderdikleri şiirleri beğenmemiş Hamdullah Subhî Tanrıöver'in, bugünkü İstiklâl Marşı­ mızın kabûlündeki rolü çok mühim olmuştur. 12 Mart 1337 (1921) Cumartesi günü Doktor Adnan (Adıvar) baş­ kanlığında ve Ziyâ Hurşid Bey'in kâtiplik makauımda bulunduğu oturumda yapılan görüşmeler son derece dikkate lâyıktır. (Bk. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cild : 9, ss. 85/90). İstiklâl Marşımızm târihini yazacaklar, bu tarihî oturumdaki konuşma ve görüşmeleri dikkatle inceleme­ ğe mecburdurlar. MAARİF VBKÎLİ HAMDULLAH SUBHÎ B. — Arka­ daşlar; Refik Şevket Bey’in sözünü tekrar ediyorum. Bu şiirler söz konusu olduğu vakit lüzümsuz yere, hattâ ar­ zumuz dışında şiirler yazmış olan arkadaşlarımız için böyle bir söz buradan çıkmamalıdır. Bâhusus ki, arka163


daşîar ısmarlama sözü ve halkın tercümanı olmaz sözü yanlışdır. Çünkü halkı temsil eden sîzlerin huzurunda okunan şiirin Heyet-i Âliyeniz üzerindeki en yüksek te’sirim bendeniz de şâhit oldum. E ğ e r halk üzerine olan tesirini anlamak için kendi kalbimizden başka ölçünüz varsa o başkadır. E ğer halkın üzüntüsünü kendimiz an­ layacak olursak, halkın kalbini d e anlamış oluruz. Şimdi arkadaşlar bendeniz diyeceğim k i : Yeni bir Encümen-i Edebt’ye havâle edersek bir fayda düşünülmüş olabilir. E ğer encüm en (*) kararını verip bitirecek ise. Fakat zan­ nediyorum Meclisinizin verdiği karar ve ısrar ettiği nok­ ta, kendisinin bu işi halletmesidir. O hâlde encümenden çıkıp yine Heyetinize gelecektir. Yine bu vaziyet meyda­ na gelecektir. O hâlde burada yedi tâne şiir vardır. Baş­ kanlık bımlan ayrı ayrı re:ye koysun, hangisi tarafınız­ dan takdire nâil olursa onu kabul edersiniz. (Doğru ses­ leri).

R E ÎS — Efendim , müzakerenin yeterliliğine dâir önergeler vardır. Müzakerenin kifâyetini re*ye koyaca­ ğım. Müzakereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın.... Kabûl edildi. Daha sonra Kırşehir Meb'usu Yahyâ Galib, Muş Meb'usu Abdulgani, Saruhan Meb'usu Avni Beyler’in bu konu ile ilgili önergeleri okunur. Bu sırada Karesi Meb'­ usu rahmetli Haşan Basri (Çantay) Bey'in oturduğu yer­ den seslendiği duyulur: (*)

164

Encüm en : M eclis, kom isyon.


Haşan Basri B. (Karesi) — Reis Bey! Bizim bir öner­ gemiz vardır. Suad Beyin de bir takriri var. Reis — Meclis-i Âlî re’yini ne sûretîe gösterirse ondan sonra anlaşılacaktır. Riyâset-i Celîleye Müzâkerenin kifâyetini ve M ehmed Âkif Bey’in îstiklâl Marşt'ntn kabûlünü teklif ederim. 12 Mart 1337 Kastamonu Meb'usu Dr. Suad R i y â s e t e İstiklâl Marşt’nın şubelerce teşkil edilecek bir encümen~i mahsus tarafından incelenmesini ve onaylan­ masını teklif ederim. 12 Mart 1337 Bolu M eb’usu Tunah Hilmi

Reis — B u önergeyi kabul edenler lütfen ellerini kal­ dırsın. Reddolundu. Riyâset-i

Celîleye

Bütün Meclisin ve halkın takdirlerini kazanan Meh­ m ed Âkif BeyefendVnin şiirinin tercihan kabûlünü teklif ederim. 12 Mart 1337 Karesi Meb’usu H. Basri 165


Ankara Meb’usu Şemseddin, Bursa Meb’usu Opera­ tör Emin, Bitlis Meb'usu Yusuf Ziyâ, İsparta Mebusu İb­ rahim ve Kırşehir Meb'usu Yahya Galib Beyler'in öner­ geleri de hep Mehmed Âkif Ersoy'un şiirini istiyorlardı. Reis, Haşan Basri Bey'in önergesini oya koymuş ve önerge kabul edilmişti. Fakat oylamada gürültülü bir iki çatlak ses işitilmişti. Refik Şevket Bey, oturduğu yerden bağırdı ; Refik Şevket B. (Saruhan) — Reis Bey! Mehmed Âkif Bey'in şiirinin aleyhinde bulunanlar da ellerini kaldırsın ki ona göre mulıâlifîerin miktârt anlaşılsın. (Uygundur, anlaşılsın sadaları). Reis — Bu önergeyi kabul edenler, yâni Mehmed Âkif Beyefendi tarafından yazılan marşın tstiklâl Marşı olmak üzere tanınmasını kabul edenler lütfen el kaldır­ sın. Büyük çoğunlukla kabûl edildi. Müfid Ef. ı(Kırşdıir) — Reis Bey yalnız bir şey arzedeceğim. Hamdullah Subhı Bey’in bu marşı kürsüden bir daha okumasını rica ediyorum. Refik B. (Konya) — Milletin rûhuna tercüman olan iş bu İstiklâl Marşt'mn ayakda okunmasını teklif ediyo­ rum. Reis — Müsaade buyurunuz efendim. Saygı değer hey'et bu marşı kabûl ettiğinden tabiî resmî bir îstiklâl Marşı olarak tanınmıştır.Bunâan dolayı ayakta dinle­ memiz icah eder. Buyurunuz efendiler. Hamdullah Subhî Bey îstiklâl M arşını kürsüde oku­ muş, sayın üyeler ayakta sürekli alkışlar arasında dinle­ mişlerdir. 166


işte Millî Kurtuluş ve Kuruluş Mücâdelemfe’in İs­ tiklâl Marşımızla ilgili bu târihî tablosu ve Türk milli­ yetçisi HamduUaiı Suibhî Tannöver'in, Maarif Vekili ola­ rak gördüğü hizmetlerden biri budur. Kuşkusuz, bize Mil­ lî Mücâdelemizi kazandıran, milliyetûnizi duyuran bu aziz insanların hepsi ve bu arada Hamdullaıh Subhi Tan­ növer'in aziz hâtıraları, İstiklâl Marşımızm her okunu­ şunda, bayrağımızm her dalgalamşında ebedî olarak anı­ lacak ve yaşayacaJctır. Hamdullah Subhî, Maarif Vekilliği sırasında; Türki­ ye'de, (Fransız, akademisi)'ne benzer bir (TÜRK AKADE­ MİSİ) kurulmasına çalışmıştır. Değerli bilgin rahmetli Zâkir Kadiri (Ugan), Türk Yurdu'ndaki (Akademi Mes'elesi) başlıklı seri makalelerinin (TÜRK AKADEMİSİ) ile il­ gili üçüncü bölümünde şu bilgiyi vermektedir : «....Hamdullah Subhî B eyefendinin bakanlığı s^ırasında ise, bu mesele ciddî bîr şekil almış ve tüzüğü, prog­ ramı da hazırlanmıştı. Hattâ bütçesi Vekiller Hey'eti'n’ den geçmiş ve İsmet Paşa Hazretleri, Millet MectisVjîdeki beyânâtı arasında Akaderhi’nin teşkil olunaca­ ğından bahsetmişlerdi. Bu hususda bâzı Batılı bilginleri dâvet etmek meselesi düşünülmüş olacaktır. Şimdiki du­ rumda dünyânın büyük Türkoloji bilginlerinden biri olan Barthold da samrım ki bu amaçla dâvet edilmiştir. Hamdullah Subhi BeyefendVnin hakanlığı sırasında ce­ reyan eden bu olay nedense basın sahijelerine geçmedi.»

Bir (TÜRK AKADEMÎSl)'nden farlcsız konaklarda yetişen ve bir arkeoloji meraklısı babanın evlâdı bulunan lO’ Dr. Fethî Tevotoğlu; Türk Akademisi ve Atatürk, Türk Kül­ türü, Mayıs 1968, C. VI, S a y ı: 67, ss. 416-417.

167


Hamdullah Suıbbi, gençlik yıllarmda okuttuğu Türk S ^ ' at Târihi'ni, Maarif Vekili olunca, müzeler kurmak sûretiyle millî kuruluşlarda korumak: ve ebedîleştirmek is­ temiştir. Dr. Hâmid Z ü b^ ir Koşay, Hamdullah Subhî Tannöver ile babası Suibhî Paşa'mn Türk kültürüne yap­ tıkları büyük hizmıötleri belirten bir yazısında: şu bilgi­ leri vermektedir: «...J875’de Maarif Nâzın Subkî Paşa, arkeoloji eser­ lerini Aya îrini KilisesVnden Çinili Köşk'e naklettirmiş ve Ticâret Nâzın iken d e Müze-yi Hümâyûn orta bölü­ m ünün temellerini atmıştır. Bugün Çinili Köşk’ün yalnız ve özellikle Fâtih Devri eserlerine tahsisi, şüphesiz daha ilnû ve isâhetlidir. An­ cak, adı geçen târihte müze fikrinin uyanık bulundurul­ ması ve geçici bir tedbir olarûk arkeoloji eserlerinin si­ lâh kolleksiyonîanndan aytüması bir hizmetti. Suhhî Paşa’m n Hamdi Bey*le birlikte İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin inşasına girişmesi ise, onun Batı medeniyetini benimseyen seçkin b ir devlet adamı olduğunu gösterir. Subhî Paşa’m n hayırlı halefi, İstanbul Dârülfünûnun San’at Târihi M üderrisi ve Cumhuriyet’in ilk Maa­ rif Vekillerinden biri Hamdullah Subhî Tanrıöver’in hiz­ metlerine gelince, onun 24 Eylül 1925’de Ankara Etnog­ rafya Müzesi temellerini atarken yapdtğı konuşma, Tür­ kiye Müzeleri’nin gelecekteki gelişmelerine yön veren ge­ niş bir program niteliğindedir: Dr. Hâmid Zübeyir K oşay: Hamdullah Subhî Tara'iöver’den î ’tibâren Müzelerimiz, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. VI, Sa­ y ı : 2 (H.S. Tar^ıöver özel Sayısı), ss. 43-44.

168


«Eski büyük imparatorluğumuzun sınırları dtştnda kalmış olan İtalya’yı bir tarafa bırakacak olursak, acabâ klasik sanat kaynaklarından hangisi ellerimizin altında mevcut değildi? Eski Asur medeniyetinden Yunan me­ deniyetine, Firavunların medeniyetinden Hititlerin m e­ deniyetine; Bizans, Emevî, Abbâsî, Selçukî medeniyeti­ ne kadar birçok eski medeniyetler o engin smırlarımızın içinde gelişmişti. San’at ve târih sevgisi taşıyan hangi Türk, Batı müzelerini dilhûn olmadan (kalbi sızlamadan) ziyâret edebilir? Sanat aşk ve saygısını unuttuğumuz asırlarda çok uzun süren bir göçle, her biri, değeri ifâde edilem iyecek' kadar ayrı tutulan ve üstün olan birçok dehâ eserleri, yabancı müzeleri zenginleştirmek için bizden uzaklara gitti. (Hatib burada yurdumuzdan çalınarak elimizden çıkan eserleri sayıp; Hamdi Bey, Halil Bey, Subhî Paşa ve Şeyhülislâm Ürgüplü Hayri E fen d in in hizmetlerini be­ lirttikten sonra sözlerine şöyle devam ediyor): Topraklarımızda Türkiye’yi, İtalya gibi baştan haşa müze hâline koyacak sayısız defineler vardır. B ir seyyah (turist) burada olduğundan fazla nerede, ayağının târihe ve san’ata dokunduğunu hissedebilir? İstiyoruz ki Türk vatanının h er köşesi, yeni Türk nesillerinin duyduğu bütün ihtiyaçları karşılayabilsin. E s­ kiden : (H er Alman şehri, Berlin’in bir parçasıdır) der­ lerdi. Şüphe yok, her Alman şehrinde aydın ve ileri bir ulusun duyduğu rûhî ve fikrî ihtiyaçlar, ayrı ayrı hoşnut edilmiştir, sağlanmıştır. H er Alman şehrinin ufak dai olsa bir müzesi, tiyatrosu, konser salonları, oyun yerle­ ri, kütübhârKÎeri, belediye bahçeleri vardır. 169


Biz de bunu istiyoruz. îlim bir yerde toplanmasın; san'at bir şehre âit olmasın. Türk çocuğu vatanının her köşesinde zekâsının ve kalbinin aradığı ışıkları ve zevk­ leri bulabilsin. Bu gün bu emele doğru bir hareket yapı­ yoruz. Eski, yeni, acı, tatlı birçok te’sirli hâtıraların izleri­ ni taşıyan Ankara'mızda Devlet M üzesinin ilk temel ta­ şım atıyorum. V e hayâlim, memleketin diğer köşelerin­ de, birbirini tâkib edecek bu gibi ilim, san'at ve târih âbidelerini yükseliyor görm ekle mesuddur.»

Geleceğe ışık tutan bu konuşma, Türk Miİlî Eğitimi ve Turizmi için büyük değer taşıyan birçok esaslan ser­ gilemektedir. Görülüyor ki, yalnız İstanbul’da değil, yur­ dun dört bir bucağmdaki çeşitli merkezlerde târih ve san’at eserlerini toplamak; her tarafta kültür merkezle­ ri, odakları yaratmaik ve Halk Eğitimi yoluyla san'at eserlerini bütün milletimize benimsetmek ve sevdirmek ideali, Tannöver'in Ankara Türkocağı'na bitişik kurduğu Ankara Etnografya Müzesi ile başlamıştır. Üstad İbnü’l - Emin'in de ibelirttiği gibi^‘®, 19 yıl Türkocakları Reisliğinde bulunan ve Ocakların yaşama ve yükselmesine pek çok çalışan Hamdullah Bey, ilim ve fazilet ocağı olan samimî bir sülâlenin asil bir evlâ­ dıdır. Atalanndan gelen, yaradılışmda var olan asilliğini dâimâ taşımış ve korumuştur. Bilgiye ve bilginlere son­ suz saygı göstermek ve memleketin İrfâmna hizmet etmek onun başlıca amaç ve isteği olmuştur.

*0® İbnü’l-E m in Mahmud Kemâl î n a l: Son Asır Türk Şâirleri, İstanbul 1930, ss. 539-540.

170


öğretmenlik mesleğinden gelen Hamdullaİı Subhî Tanrıöver, Millî Eğitim Bakanlığı sırasmda bu İlâhî mes­ leğe ve mensublarma sonsuz saygı ve sevgisini her fır­ satta göstermiştir. Bütün terbiye prensib ve ideallerini gerçekleştirecek geniş ve ayrıntılı bir maarif programı hazırlatmıştır. Eylûl - 1925’de Balhasanoğlu Necib Âsim (Yazıksız) Bey için yazdığı şu resmî yazı, O’nun yüksek vasıflarma ve kadirbilirliğine bir örnektir : Fâzıl ve m uhterem Profesörümüz; Maarif Vekâleti’nin, yüksek, orta ve ilk öğretime âit profesörler ve öğretmenler arasında, iyi ahlâk mükâfâtına en fazla lâyık olanları seçmek üz^re ilgili makamla­ ra başvurarak inceleme ve araştırmalarda bulunduğu yüksek mûlumlarıdır. Bu amaçla, kurulmuş olan vakfın gereklerini yerine getirmek için sorulan sorular ve yur­ dun her yanından gelen cevaplar usûlü gereğince etrafiyle incelendi. Başkanlık, Şube Başkanları ve Te’lif (*) ve Tercem e üyeleri benimle beraber toplanarak son kararı verdi: Bu kararı size bildirirken çok derin bir ferahlık ve iftihar duyduğumu ehemmiyetle, kaydetmek isterim. Kırkdört yıldan, yâni yarım asırlık bir zamandan beri Tâlim ve Terbiye mesleğinde yerine getirdiğiniz üstün hizntetler, kalblerde öyle derin bir minnet hâtırası bı­ rakmış ki, yüksek şahsiyetiniz fazilet mükâfâtma tam bir söz birliği ile seçilmiştir. • 8 Eylûl 1297 târihinde Koca Mustafa Paşa Askerî Rüşdiyesıne muallim ta'yin edildiğiniz günden, Dârül1*° Hamdullah Subhî Tannöver: Necib ^ ı m Bey, Türic Yıırdu, Haziran 1967, 56. Yıl, S a y ı: 336, ss. 3-4. (*■) T e 'l i f ; Y azılm ış kitaplar.

171


jünûnumuzun en büyük üm î pâye (derece) olan Müder­ risliğine {Profesörlüğüne) yükseldiğiniz güne ve o gün-den şimdiye kadar değerli şahsınıza olduğu kadar Ter­ biye ve Talim mesleğine â e şeref veren hayâtınız, mual­ limliğin (öğretmenliğin) bütün mensuplarına örnek olmak üzere gösterilecek vasıfların kâffesine (niteliklerin hepsine ,bütününe) mâliktir. Vekâlet, muhterem Müder­ risimize birkaç m ühim sebeple minnettarlığım ifâde et­ meyi aziz ve mübarek bir borç bilmiştir. Tâlim ve Ter­ biye mesleğinde kırk dört yıl devam, öyle bir mazı (geç­ miş) teşkÜ eder ki, yalnız bu nokta, memleketin maarif mensublarmı ve severlerini asıl isminize muhabbet ve şükranla bağlamağa kâfidir. Kırkdört yıllık kıdeminiz, aynı zamanda kırkdört yıllık bir mücâdele hayâüdtr. îlk eğitime başladığımz günle, memleketin şimdi idrâk ettiği (eriştiği) günler arasında birbirinden tamamiyle başka iki âlem kadar fark vardır. Bugünkü Türkiye'nin doğmasında yeni nesillerin ilham aldığı kaynaklar aran­ dığı vakit, m ektep kürsülerinde millet ve milliyet fikri­ ni Ük aşılayan bir m übeşşir (müjdeleyen) vaziyetinde (durumunda) m uhterem Müderrisi görm ek bir zarârettir. Siz memleketin uğradığı bütün felâketler, geçirdiği bütün siyasî bunalımlar ortasında yeni devirlerin (çağ­ ların) resulü (elçisi) adamlara mahsus bir kararlılık ve toplamayla dâima aynı yüce gayeyi güttünüz. Umumi bir inhidâm ve izmihlâle (genel bir yıkılma ve yok olmaya) doğru giden Osmanit İmparatorluğu içinde en şâşaalt (parlak, gösterişli) bir geleceğe namzet hür ve mutlu bir Türk vatanının çıkabilmesi milliyet mübeşşîrlerinin ruh­ larda ma*nevî bir saha hazırlamış olmalarıyla izah olu­ nur. Harbiye MektebVnden Dârülfünûnumuza kadar mil­ liyet aşkı ile mücehhez (donatılmış, hazırlanmış) olarak yetiştirdiğiniz binlerce asker ve sivil evlâdlarmız, sizden 172


aldıkları büyük ve kud^ ühârm memleketin h er köşe­ sinde neşrettiler. Uzun ders verme ve terbiye hayâtınız evvelâ zorluklarla dolu ve sonrası zafere ermiş bir mü­ câdele ve m ücâkede (uğraşma, din düşmanlan iîe savaş­ ma) hayâtıdır. Memleket maarifi bu ikinci sebeple de m uhterem Müderrisimize mimtettardır. Yalmz mektep kürsülerinde ders verme ve aşılama ile yetinmiş olsaydı­ nız bu, memleketi hâtıranıza bağlı kümaya yeterdi. Bugün yeryüzünde yepyeni bir varlıkla yerini tut­ muş olan Türk milletine ve onun genç nesillerine siz yal­ nız hocalığın mürşid (doğru yolu gösteren, gafletten uyan­ dıran) ve m ün’im {in a m eden, ni’met veren) telkinleriyle ikîifâ etmediniz (yetinmediniz), Türk D em eği, Türk Y u r­ du, Türkocağt gibi millet ve milliyet fikri üzerine kurul­ muş dergilerimizde ve kuruluşlarımızda bunların ilk ku­ ruluşu gününden başlamak üzere mühim hizmetlerde' bulundunuz ve m em leket kütüpkânesine ilk defa olmak üzere Türk Târihî gibi yazılmış eserlerinizle çok kıymet­ li yardımlar te’min ettiniz. Kıdeminiz, mücâdele hayâtı­ nız ve çok şâmil (birçok konuları içine alan) tedrisat, ve neşriyatınız size m em leket (profesör ve öğretmenleri) arasında (özel) bir mevki vermiştir. B u yer yalnız Batı Türkleri arasında değildir. Siyasî sınırlarımızın dışında yaşayan bütün Türk kavimleri isminizi öğrenmiş, eser­ lerinizi okumuş ve size kalbinde pek nâdir kimselere nasib olan müstesna bir mevki vermiştir. Maarif Vekâleti, bütün Türk dünyâsını kaplayan bu hizmetlerinizi ayrıca kaydetmeyi vazife sayar. M uhterem Müderrisimiz, bugün memleketin m a n e­ vî ufuklarında dalgalanan ve bütün Türkleri kendi göl­ gesinde bir fikir ve kaîb birliğine çağıran yüksek ve kur­ tarıcı Türklük mefküresinin (Türkçülüğün) bayrağını Ük 173


yükselten ve isimleri gönüllerimizde olduğu kadar târi­ himize d e geçmiş bulunan iki, üç milliyet mübeşşirlerinden biri sizsiniz. Mektep sahasında ise ilk milliyet mü~ beşşirisiniz. Maarif Vekâleti (başarıdan haşarıya) geçen ve nihayet kendi mefkûresinin tahakkuk (*) ettiğini gören, mutlu, fâzıl ve büyük Müderrisimize, fazilet mükâfâtım tahsis etmiştir. Ve bu (armağantn) memleket maarifi (adına) duyulan bir minnetdarlığt ifâde etmekten baş­ ka bir iddiası yoktur. Bu kararı bir tarafdan yüce şahsı­ nıza tebliğ ediyor, diğer yandan mesleklerin en asîU olan (öğretmenlik) yoluna girmiş genç (yetiştirici ve öğret­ menlerimize) yüksek şahsiyetinizin (oluşturduğu) asıl (örneği) işaret ederek, siz de ona benzeyiniz, diyorum!.. Eylül 1925 Maarif Vekili Hamdulah Subhî

İlme ve ilim adamlarına büyük değer veren Hamdul­ lah Suibhî Tannöver'in bu yü^ksek vasfına diğer bir ör­ nek olarak, ünlü târüı bilgini Profesör Zeki Velidî Togan’ı yurd dışından Türkiye'ye getirerek Te'lif - Tercüme Hey'eti’ne alması gösterilebilir. Rî^metli Togan, bu ko­ nuda şöyle diyor: «Hamdullah Bey’i Türk Yurdu mecmuasında daha 1911'lerde çıkan yazılan dolayısıyla Rusya’da iken tanı­ dım. 1925’de İstanbul’a gelerek bizzat görüştük, tanıştık Ord. Prof. Zeki Velidî Togan: Hamdullah Subhî Bey'e Aid Bâzı Hâtıralar, Tûılc Yurdu, Şubat 1967, (H.S. Tannöver Özel Sayısı), Cild 6, Say ı: 2, ss. 27-28. ( *)

Tahakkuk •. Hakikîrt cAarak ortaya çvkma.

174


ve tam 41 sene dostâne münâsebette kaldık. Evvelâ ben Türkistan-Hindistan yoluyla Avrupa'ya gelişimden son­ ra, İstanbul’a gelmem Hamdullah Bey sâyesinde oldu. 12 Nisan 1925’de Berlin’de Büyükelçi Kemâleddin Sâmi Paşa, beni çağırıp Hamdullah Bey’in kendisine ve hana yazdığı mektuplarını gösterdi. O zaman beni Cambridge’de Prof. E . Browne, Türk ve îra n târihine âid neşrini tasarladığı farsça ve arapça eserlerin tenkidli ve dip­ nottu neşri üzerinde çalışmak için İngiltere’ye çağırmış bulunuyordu. H em en oraya gitmeyi kararlaştırmakta iken, Hamdullah Bey’in Büyiİkelçi vasıtasıyla gelen m ek­ tubu, bunun ardından Rıza N ur ve Köprülüzâde Fuad’ın aynı günlerde Türkiye’ye gelmemi tavsiye ederek gönder­ dikleri mektuplar, İngiltere yerine Türkiye’yi tercih et­ m em e sebep oldu. Hamdullah Bey bu sırada Maarif Ve­ kili idi. Ankara’ya gelir gelmez beni T e’lif'T ercü m e Hey’eti âzâhğına ta’yin etti ve bunun için gereken tâbii­ yet (*) meselesini Atatürk’e söyleyerek bir günde hallet­ tirdi.^)

Zeld Veİidî Togan bu konuya daha sonra yayımla­ nan hâtıralarmda da daha geniş mr sûrette, aynntılanyla değinmektedir.^*^ Tannöver’in Millî Eğitim Baıkanlığı'na ilişkin en de­ ğerli bilgi ve hâtıraları, 1951 yılı başında yeniden açılı­ şını sağladığımız Ankara Türkocağı'nın 18 1966 Cumartesi günü düzenlediği (HamduUaiı Subhî Tannöver’i Anma) toplantısmda, Başbakanlık Müsteşarı Mûnis Fâik Ozansoy'dan dinlemiştik. Ne yazık ki bu çok Prof. Zeki Velidî Togan: Hâtıralar, îstanbul 1969, ss. 581-582, { * ) Tâbiiyet; B ir devletin teb'asmda buhmroa.

175


güzel araştırıknış ve hazırlanmış konuşmanın metnini bugün bvılaınadık;. Atatürk'ün Başyâverlerinden Salih Bozok'un hâtıra­ larında, oğlu Cemil S. Bozok, Hamdullah Subhî Bey'in Maarif Veikilliği yıllarıyla ilgili bir hâtırasını şöyle anlat­ maktadır : «....Maarif Vekilleri de sık stk müfettiş gibi gelirler; derslere girer, hizleri karatahtaya kaldırırlardı. Vatanî eğitime fazla Önem veriliyordu. Vekillerin sordukları so­ ruların çoğu, millî rûhu dâima harekette tutacak nite­ likteydi. Maarif Vekili Hamdullah Subhî Bey, beni Mecîis'de babamın yanından tanırdı ve bana «küçük!» diye hitap ederdi. B ir gün bizim sınıfa geldiğinde beni gördü ve «küçük, buraya gel!» dedi. Kalktım, kürsünün yanına gittim. Heyecan içindeydim. Sorduğu sorulara cevap ve­ remezsem çok mahcup olacaktım. G ülerek: «Bana, Mus­ tafa Kemâl Paşa*mn 19 Mayıs'da Samsun'a çıkışından i'tibâren geçen zaman zarfında cereyan eden hâdiseleri kısaca, anlat!» dedi. Bunu duyunca içimden bir oh çek­ tim. Çünkü, Ankara’ya geldiğim gündenberi bu olayların hikâyelerini o kadar çok dinlemiştim ki, artık ezbere bi­ liyordum. Başladım anlatmaya, dikkatte dinledi ve so­ nunda : cAferin küçük!» dem ek suretiyle iltifat etti.»

Kitabımızda, Tannover'in İVÎİİİÎ Eğitim Bakanlığı'na ayırdığımız bu bölümü, idealist öğretmen büyüğümüzün “î Sâlih Bozok - Cemil S. B ozok : Hep Atatürk'ün Yanında, İs­ tanbul 1985, ss. 95-96.

176


bir konuşması”*^ve 'bir öğr^cisinden aldığı bir mektuptamamlamak istiyoruz: «....Arkadaşlar, size kendi hocahk hayâtıma âit bir hâtıramı anlatmama izin vereceksiniz. Bundan yirmi se­ ne önce İstanbul Muallim M ektebinde hocalık ederken, sınıfımda ilk defa eski imparatorluğun çocuklarına Türk milletinden ve Türk milliyetçiliğinden bahsettim. Sınıf­ tan çıktığım vakit Hamdi Efendi isminde bir talebem ya­ nıma geldi. Rengi uçmuş, dudaktan bembeyaz olmuş, gözlerinde târif etmekten âciz olduğum garip bir mânâ vardı, sesi titreyerek bana dedi k i :

— Hocam, şimdiye kadar niçin- bize bunlardan bah­ setmediniz, bana çok dokundu, ben fena oldum. Hamdi Efendi yakın zamana kadar Güney Anadalu’da öksüz yurtlarında m üdürlük ediyordu. B ir hocanın hayâtında bâzı dakikalar vardır ki, hâtıranın tuncuna çok derin kazılmış harfler gibi izler bırakır. Bu anlar, hoca­ nın din verdiği, talebenin din aldığı dakikalardır. Verilen bu din, alınan bu din talebenin bütün öm rüne hâkim olacaktır. Halk kütlesi duyar, düşünür ve anlar. O tâ içinden gelen öz ve yalansız lisaniyle konuşmağa başladığı vakit, siz kim olursanız olunuz, zayıflık, beceriksizlik duyar­ sınız. Ben kendi öm rüm de bu aczi birçok defalar duy­ muşumdur. Sekiz sene evvel K eçiören’deki evime kömür getiren yaşlı bir köylüye so rd u m :

Hamdullah Subhî Tanrıöver: Seçmeler, İstanbul 1971, ss. I3M33. Mustafa B ayd ar: a.g.e., s. 276.

177


— Hükümetin Ankara'ya gelmesinden m emnun mu­ sun? Evet, dedi. Niçin m em nunsun d e d im : «Çünkü eşe­ ğin sırtına ne koysam, Ankara'ya gidince para oluyor. Tavuk da para ediyor, odun da para ediyor, çalt da para ediyor, ot da para ediyor. Hayır dedim, bunu sormadım, dediğimi yanlış anladın. H üküm et Ankara’ya geldiği için senin köyde hâlin iyileşti mi? Hakkını daha iyi koruya­ biliyor musun? Jandarma, vergi m em uru sana eskisin­ den daha iyi mi davranıyor, daha kötü m ü? Köylü bir dakika yüzüme baktı, tereddüt ettiğini gör­ düm. Şehir uşağı çok defa ona güven vermez, bilirsiniz«Baba, bana istediğini söyle, korkma, benden sana kötü­ lük gelmez» dedim. «Öyle ise diyeceğim, bak, dinle d e d i:

— Vaktiyle Abdüîhamid zamanında paşalar bize, ver dediler, verdik; öl dediler Öldük, Onlar gitti, yerine baş­ ka paşalar geldi, (îttihad V e Terakki devrini kastediyor­ du) onlar da bize, ver dedüer, verdik, öl dediler öldük; onlar gitti, yerlerine siz geldiniz. Siz de bize ver dediniz verdik, öl dediniz, öldük.'Şim di bekliyoruz; bize ne va­ kit «al!» diyeceksiniz?» Arkadaşlar, bu sözleri dinlerken n e düşündünüz? Be­ nim bu köylü feylesofların konuşmasma dâir ne kadar hâtıralarım vardır. Biz konuşmayı bilmeyiz, konuşmayı bilenler onlardtr. Bu köylünün verdiği cevabı ömrünüz oldukça unutamazsınız. B ir köylü konuştuğu vakit, bir memleketin dağı taşı konuşur; yer, gök konuşur gibi ko­ nuşur. B u derinliğin, enginliğin karşısında şehir uşağı âcizdir. Türk edebiyâtı yapmak isteyenler, haber veriyo­ rum, yeriniz orasıdır, oraya gidin, onlardan öğrenin. «Ne vakit al diyeceksin» diyen halkın sesine gazeteci Efendi 178


«Al!» diye rakıyı uzatmayı teklif ediyor. Hayır Efendi! Türk aydınının Türk halkına uzatacağı rakı değildin Türkocağı, yalnız içmeyecek değil, hattâ içirmeyecek! Size memleketi içerden ve dışardan çeviren tehlike­ leri anlattım. Size oturduğunuz şehirde, İzmir’d e başka milletlerin vücuda getirdiği cereyanları da işaret ediyo­ rum. İzm ir’de Faşist teşkilâtı var, İzmir'de Beneberit teş­ kilâtı var, İzmir’de Komünist teşkilâtı var. Türk vatanı­ nı tehlike, dışından kuşak kuşak sarmıştır ve içeriye gir­ m ek için her köşede yabancı maksatlar, hararetle, imanla çalışıyor. Bu durum da Türkocağının vazifesi, halka tehli­ keleri göstermek. Cumhuriyetin esaslarını halka tanıtmak ve sevdirnıek, kaleyi içinden yıkmak isteyen yabancı ve düşman cereyanları, halkçı ve millityetçi cereyanın vere­ ceği imanla durdurmak ve boğmaktır. Bunun için Türk Milletinin daha önce bahsettiğim halkçı önderler gibi doğru yolu gösterenlere ihtiyacı vardır. Yeni hayâtı, yeni devri, yurtlara, izbelere götürüp yerleştirecek önderle­ re! Yeni kanunu kalbe girmiş bir iman hâline koyacak önderlere! Halk sevgisini yeni nesillerin rûhunda aşk gi­ bi yakacak, tutuşturacak önderlere!»

Hamdullah Subhî Tannöver’in bir öğrencisinden al­ dığı mektub 11 Mayıs 1944 târihini taşıyordu; Çatalca’dan gönderilmişti ve Kurmay Albay Hakkı Güvendik imzasını taşıyordu : «Sayın Büyükelçi çok yüce ruhlu Hocam, Bu öyle bir hocalık ki beşeriyetin varlığına başlan­ gıç olan Türk târihinin zengin sahifelerinde ender kt179


lavuztara kısmet olabilmiştir. Bize, İstiklâl Harhi'nin başlangıcında verdiğiniz derslerle, ruhlarımızdaki bütün irâde cevherini ve şahlanma kudretini uyandırdınız, tutuşturdunuz.... Öyle bir fırlayışla yerimizden koptuk ki, kötü misafirleri Akdeniz’in İzm ir kıyısından, kapı dışarı edinceye kadar koşmuş, kovcdamıştık. «Ergenekon» bir defa daha târihin bağrından koparılmış, «realite» arşına ulaştırılmıştı. İşte bendeniz o zamanki «Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye» binasında kültür ve millî şuurlarını alev­ lendirdiğiniz talebelerinizdenim....»

(Putları Yıkıyoruz!) Kampanyası 1929 Haziranında, Ve Saibiha Zekeriya Hamdullah Subhî M. Zekeriya çifti­ nin çıkardıkları Resimli Ay Dergisi'nde Nâzım Hikmet ve Sadri Etem (Sadri Edhem Ertem)'in yönettikleri (Put­ ları Yıkıyoruz!) sloganlı bir kampanya açılmıştı. Bu yı­ kıcı kampanyayı açanlara karşı, en sert tepkiyi ilk kez gösteren Türk milliyetçisi, Hamdullah Subhî Tannöver olmuştur. Hamdulalî Subhî, tâ 192i Eylülünden beri, ilk Millî Eğitim Bakanlığı sırasında, «öğretmenlik yapacağız» di­ yerek bakanlık bütçesinden aldıkları yollukla İstanbul’ dan İnebolu’ya ve Bolu'ya gelip, Millî Mücâdele Türkiyesi'nden Rusya'ya kaçmış”^ Nâzım Hikmet ve Vâlâ - Nûreddin’e son derece kızgındı. Konuşma ve yazılarında komünizmin Türkiye için En Büyük Tehlike olduğımu sık sık belirten Tannöver, Dr. Fethi Tevetoğlu: Turidye’de Sosyalist ve Komünist Faali­ yetler, Ankara 1967, ss. 469, 480-83, 524 (Dipnot: 310).

180


Dağyolu’nda Bolşevizm (Komünizm) e karşı şunlan yaz­ mıştır : «....Türkiye’de sınıf mücâdeleleri için yer yoktur. Sen­ den yağma edileni sen yağma et, emri burada tatbik edi­ lemez. Çünkü asırlardır bedbaht muharebeler, birbirini tâkip eden göçler, bakımsızlık ve sefalet bu memleketi baştan haşa yeniden soyulamayacak kadar fakir ve yıkık bir hâle getirmiştir. Fakat unutmayınız ki, nerede sefalet varsa, orada Bolşevizmin müşterisi vardır. Aça, çıplağa iyi giyineni ve doyanı göstererek Bolşeviklik m uhabbe­ tini uyandırmak, bu telkini ustaca bir beceriklilikle ya­ pan kimseler için zor değildir. Millî Kurtuluş M ücâdelesini yapmış olan tnkılâp zümresi, yağma edilmiş bir memleketi refâha götürmek vazifesini üzerine almıştır.» «....Ruhları soysuzlaşmaya sevkedecek ve memleket­ te doğacak sınıf kavgaları, bunalımlar ve ayaklanmalar ortasında kapılan ardına kadar düşman istilâlarına aça­ cak kötü cereyanlar karşısında Türk Gençliği, size uya­ nık durmayı tavsiye ediyorum. îrtica'dan (*} nasıî korku­ yorsanız, millî müess'Bselerimize irtica’ kadar ve ondan daha fazla düşman olan Bolşevik cereyanından da o ka­ dar sakmtnız.» «....îrtica* mevcut bir tehlikedir. Fakat taraftarları yıllar geçtikçe azalmaya mahkûmdur. Bizim için asıl teh­ like, prensiplerimizin baştan başa düşmanı olan ve bu­ rasım bir hafta içinde kansız, nefessiz yere sereceği mu­ Hamdullah Subhî (Tannöver): Dağyolu, C. 2, Ankara 1931, (*) İrtica’ : Geriye dönme, esldye dönme.

181


hakkak görünen Bolşeviklik tehlikesidir. İrtica’, nesiller geçtilcçe uzaklaşmaya mahkûmdur. ....Fikre karşı fikirle mücâdele edilmelidir. Türk miU liyetçiliğinin hakikî düşmanı odur. (Bolşevikliktir, komü­ nistliktir.)»

Komünistlerin sinsice ve ustalıkla Türk'ün manevî yapısmda gerçekleştirmek istedikleri çökertme; ruh ve düşünce dünyâmızdaki değer hükümlerini yıkmakla /baş­ latılacaktı. Nâznn Hikmet 'başkanlığında yönetilen bu millî de­ ğerleri baltalama ve yıkma kampanyasının ilk yazısı: (Futları Yıkıyoruz, Abdülhak Hâmid: No. 1) 'başlığını taşımaktadır.” * Bu yazının başında : «Bu sayımızda yeni bir mücâ­ deleye başlıyoruz. Maksadımız, lâyık olmadıkları hâlde, kendimize put yapıp taptığımız kimseler üzerindeki mu­ kaddes Örtüyü kaldırmaktır. — Baş Muharririn Köşe­ sinden — » cümleleri bulunmaktadır. Derginin 24. sahifesinde bulunan Abdülhak Hâmid (Tarhanym resmi üzerinde kırmızı kaim bir çizgi hâlin­ deki çarpı işareti bulımmaktadır. 32. sahifede Başyazar’m açıklamasında da konu tek­ rarlanıyor ve şöyle deniyordu : «Bu sayıda okuyucuları­ mıza belki de tuhaf gelecek bir mücâdeleye haşlıyoruz: Putları yıkacağız. Maksadımız-- Türk gençlerini yanlış putlara tap­ maktan kurtarmaktır.» Resimli Ay, Haziran 1929, ss. 24-25 ve 37. 182


Resimli Ay, Temmuz sayısında da bu kampanyayı sürdürerek (Putları Yıkıyoruz, No. 2 Mehmed Emin Be­ yefendi) 'başlığı altındaki ikinci yazmm "b^ş tardına da birinci yazıdaki cümleleri koyuyor; 20. sahifedeki Meh­ med Emin’in resmini kırmızı bir (ÎPTAL) yazısı die dam­ galamış bulımuyordu Burada da şunu belirtiyorlardı: »Yıkmak istediğimiz, ikinci put Şâir Mehmed Emin B e y ­ in kendisine boşu boşuna verilen (Millî Şâirlik, Türk Şâirîiği) stfatîdir.-»

Bu yazı Mehmed Emin YurdaJtulu küçültmek, ka­ ralamak için birtakım ağır ifadelerle Millî Ş âire saldı­ rıyordu; bu arada birinci saldırıya da temas edilerek, Abdülhak Hâmid'i, Yunus Nâdi ile Florinalı Nâzım'dan başka hiç kimsenin savunamadığı belirtiliyordu. Bu kışkırtıcı davranış ve yazılar, o zamana kadar alışılmamış böylesine saygısız ve hayâsızca bir saldırı, gençliğin sabrını taşırmıştı. İkdam Gazetesi'nin 7 Temmuz 1929 Pazar günkü bi­ rinci s ^ f e s i bütiinüyle bu konuya ayrılmıştı. Hamdul­ lah Subhî’nin büyük bir resmi ile ilk saıhifede başlayan (Putlar Nasıl Kırılır?) başlıklı yazısı gazetenin 3. sahifesinde son buluyor ve (Türkocakîan Merkez Heybeti Rei­ si Hamdullah Subhî) imzasını taşıyordu.*^ Konuyu aynntılanyla sergileyen ve bu kampanyayı yürütenleri başka yönleriyle açığa çıkaran Hamdııllah Subhî TanrıÖver'in bu târihî yazısı, o gün olduğu gibi,

Resimli Ay, Temmuz 1929, s. 20-21 ve 38. ‘20 Hamdvdlah S ubhî: Putlar Nasıl K ınlır? İkdam, 7 Temmuz 1929 Pazar, Nu. 11565, ss. 1 ve 3.

183


bugünkü ve yarınki gençlerimiz için de son derece de­ ğerli ve uyarıcıdır: PUTLAR NASIL KIRILIR? Memlekette sağlam fikir cereyanlarmın durması, ya­ zı ve kalem kürsülerinin boş kalması, perde arkasında çalışan yabancı kuvvetlere ümid ve cesâret verdi. İzmir’de, amele sınıfları arasında kışkırtıcılık yapan bâzı adamlar muhakeme ediliyor, buna Bolşeviklerin mu­ hakemesi diyorlar. Konya’da (Halka DoğruJ isminde bir mecmua çıkı­ yor, neşrettiği bir şiirde, köylüler, köylü derisinden fi­ rak giyenler aleyhine hücüma dâvet olunuyor: <ıYumruklarını iyi kaldır ve bütün kudretini topla, müstebidin kafasını parçala!».... Telkin budur. Kafası parçalanacak adam, Türk vatanı üstünde, va­ tan kadar kutsi bir adamdır. İstanbul’da {Harekçi) isminde bir gazete neşrolunu­ yor, bu gazete Konya’da çıkan şiiri,büyük harflerle tek­ rar ediyor.

ResimÜ Ay’da, Nâzım Hikmet’in ilân harfleriyle ba­ sılmış bir şiirini okuyoruz. Burada kelepçe ve yağlı ip kutsallaştınimıştır..Bolşevik Şâir, yağlı ipe bakarak kıl­ lı ve kalın ensesini memnuniyetle kaşıdığını söylüyor. Geçen gün Ahdüîhak Hâmid’in putunu kırmak iste­ diler, niçin? Türk’e, Nâmık Kemâl’le, Şinâsi ile, Sezâi ile, vatan veren bir şâir olduğu için.

(*)

M üstebid: Istibdâd yapan, istibdâdda bulunan, despot.

184


Dün Mehmed Emin’i iptal etmeye kaîkttîar. Resimli \ y ’ın sahvfelerinde, milliyet şâirinin kırmızı mürekkeple damgalanmış yüzünü seyrettim, niçin? Türk'e milliyet veren bir şâir olduğu için. Günlerdir Yâkub Kadrinin hasta ciğerini satılığa çıkardılar, sokak sokak, kapı kapı dolaştırıyorlar. Yâkub Kadri, Türk nes­ rinin benzeri olmayan bir sanatkârıdır. İstanbul, kapita­ list devletlerin istilâsı altında iken o, vatan savaşçıları­ nın gözleri yaşararak, kendinden geçerek okudukları asıl yazılarını, Bâh-ı-âh Caddesi’nde, düşman süngülerinin ortasında, basıp neşrediyordu. Onun ciğerini niçin kâğıtlara koyup, bir müddetten heri taraf-taraf gezdiriyorlar? Çünkü o, Türk vatanının vatan ve millet fikrine sâdık bir fikir ve san’at kuvveti­ dir. Putlar nasıl kırılır, bunu size anlatacağım: Bir di­ nin diktiği putları, diğer bir dinin sâlikleri (*) eğer muvaf­ fak olurlarsa, parça parça eder ve atarlar ve yerine ken­ di dinlerinin putlarını dikerler. O hâlde yeni dîn hangi­ sidir? Yâni vatan ve milliyet dinînin diktiği putları kı­ ranlar, bunların yerine hangi dinin putlarım dikecekler­ dir, bunu bilmek lâzım.

— Bolşevik dininin putlarını! Halbuki ktrümak istenen putlar, Mısı/duki Ebusenbil heykelleri gibi, Sultanahmed’deki Bizans yâdigârları gibi, kaybolmuş bir mîlletin, kapanmış bir devrin mirası değildir.

(*)

S â lik : B ir yola giren, b ir tarikata girmiş bulunan.

185


o putların etrafında vatan ve millet mefkuresi için daha dün yüzbinterce evlâdım kurban vermiş, yaşayan bir millet var. Gecenin hoş bir saatinde, bir sokak ortasma dikil­ miş heykeli kırmak, devirmek mümkündür, zor kırılan­ lar, içimizdeki heykellerdir. Fakat bence bu memlekette Abdülhak Hâmid’in, Mehmed Emin’in heykellerinden bahsetmek saçmadır. On­ lar, vatan mabedini tutan direklerdir. Sert direkler, sarp ve yalçm direkler ki, üç beş gün için değil, vatan ve ntiUiyet denen ebediyet harcından yoğrulmuş, yüzlerce, bin­ lerce sene için dikilmiş sağlam direkler. Ecnebi eliyle haşhaş yutturulmuş bir çocuğu, mâbedin boş sanıldığı bir saatte İçeri gönderiyorlar, «Bu direk­ leri kır!» diyorlar, çocuk uğraşıyor, elindeki balta kırı­ lır, kolların kırılır o direkler kırılmaz. Karşımızdakiler kimlerdir? Bunu size tarif edeyim: Türk-Rus dostluğunun, perdesi arkasında çok feci’ bir oyun cereyan ediyor. Nerede Rusların bir dışişleri ti­ câret teşkilâtı varsa, orada para, propaganda ve gizli faaliyet vardır. Biz, uğursuz bir cereyanın memleketin her köşesinde izlerini ve akislerini (*) gördüğümüz hâlde, gitgide tehlikeli olmaya başlayan bir dostluk hatırı için susuyor ve susturuyoruz. Halbuki onlar susmuyorlar. Bir taraftan Rus top­ raklarında Türk aydınlarım yok etmekte devam ediyor­ lar, diğer taraftan Türkiye'nin Türk işçisini Sovyet teş(* )

186

Akis : Yansıma, yankı.


kilâtınm en sâdık üyesi gibi benimsiyorlar ve kışkırtı­ yorlar. Moskova’da 13 Aralık 1928’de Buharin gibi miihim bir şahsiyetin, XV. Komünist Kongresi dolayısıyla söyle­ diği nutuk, bugünkü vaziyeti anlamak için çok faydalı­ dır : «Hattâ Doğu ülkelerinde (Millî Hareket) istikameti işçi sınıfı aleyhine yönelir, dönüşür. Komünist Partisinin hürriyeti kısıtlanır, Komünistler tâkip olunursa, o mem­ leket bizim nazarımızda irticaî bir hükümettir ve Avru­ pa’nın kapitalist hükümetlerinden farkı yoktur.»

«Pravda» gazetesinin onbeş günde bir çıkan «Bolşe­ vik» adlı bir ilâvesi vardır. Bu nüsha. Komünist parti­ lerinin üyeleri için yayımlanır. Bu gazetenin 30 Eylül 1927 günkü sayısında Kipa Gorodsky'nin imzasiyle (Mustafa Kemâl Türkiyesi) başlıklı bir makale okumuştuk: «Türkiye, mîllî demokrat bir Cumhuriyet değil, burju­ va, liberal bir Cumhuriyettir. Köylü bu rejimden memnun değildir. İşçinin durumu ise tasavvur (*) edilemeyecek bir hâldedir. O, sefil ve perişandır. 'Bugünkü Türkiye’nin görünüşü, zahmet çeken halkın kanlarım emen hırslı, kı­ yıcı, rüşvetçi ve çıplak bir burjuva hâkimiyetinden iba­ rettir.» Dünkü Milliyet gazetesinde ise, Pravda ve İzvestiya gazetelerinin Türkiye ve Türk işçisi hakkında yazdıkları­ nı okudunuz. Demek Bolşevik Rusya, Komünistler aleyhine hare­ ket ettiği için Avrupa'nın kapitalist hükümetlerinden bir farkı olmayan Türkiye hakkında tedbîr almaya mecbur­

<*)

Tasavvur: Zihinde şekillenme.

187


dur. Fakat Dünyâ bilir ki, Bolşevik Rusya artık Bolşe­ vikliğin prensipleri içinde yaşamıyor. O yalnız her ta­ rafında işleyen ve Çarlık devrinin son paralarım, son kaynaklarını kullanan bir propaganda teşkilâtından baş­ ka bir şey değildir. İçeride zorlama, ezme ve baskı ve dışarıda propaganda!.... Sovyet Rusyasımn Türk işçisi ve Türk köylüsü için ağlaması hoşuna değildir. Bozkırlarda yenecek et ve ot kalmadı; açlar sürüsüne yeni toprak ve yeni sofra lâzım. Bolşevik propagandası şansım birçok Ülkelerde de­ nedi. Bizim bir kısım zavalltlarm kavuşulması lâzım bir Cennet diye tasavvur ettikleri Bolşevik âlemine karşt Rusları çok yakından tanıyan ve asırlarca onların ruhu­ nu tâ içinden görmüş olan bâzı milletler, ne durumda bulunuyorlar; öğrenmek faydasız olmaz. Kuzeyde Litvanya ve Estonya giib ufacık birtakım milletler dişleri­ ne kadar silâhlanmış, Bolşevik sınırlarında, kızıl tehli­ keye karşı nöbet bekliyorlar. Finlândiya, baştan başa si­ lâh altındadır. Aziz Sovyet Rusyasımn Kızıl Ordularını Lehistan'ın millî orduları tepeledi ve geri çevirdi. Maca­ ristan’da Bilakıdın adında bir serseri, Macar milletinin başında bir Lenin rolü oynamak istemişti. Orada fâcia uzun sürmedi. Vatan sevgisini ve irâdesini kaybetmemiş olan Macaristan, Beîakuhn'u taraftarları ve cinâyet arka­ daşlarıyla birlikte Rus topraklarına defettiler. Son defa Rusya, Avusturya'ya aynı Bdlakuhn'u mu­ sallat etti. AvusturyalIlar, o yağma ve savaş peygambe­ rini yakaladılar ve tekrar hemcinsi olan Kızıl kardeşle­ rin vatanına gönderdiler. İtalya'da aldatılmış işçi gruplan, güzel İtalya’yı bir harâbeye çevireceklerdi. Tehlike başgöstermiş, bu hare’

188


ket korkunç bir hâl dlmışh. Milliyetperver İtalya., Rus malı otan Bolşevik fikirlerini demir yumruk altında ezdi ve İtalya’yı Rusya gibi bir virâne olmaktan kurtardı. Bolşeviklik, alın teriyle ekmeğini yemek isteyen mil­ letlerin toprağında yer tutmuyor. Bolşevikliği Amerika’­ da arayınız. İngiltere'ye, İsveç'e, Norveç'e, Kuzey ülke­ lerine, yerleşerek namusluca bir çaba ve çalışmanın ka­ zandırdığı, getirdiği ekmeğe râzı olan milletlere sorunuz, o ülkelerde Bolşeviklik yer tutar mı? Çarlar Rusyası, 1876-1877 muhârebesinden sonrd Kars kalesini dünyânın en büyük harp malzemesi depo­ larından biri hâline koymuştu. Umûmî Harb'e kadar^. Çarlığın bütün hâzineleri, İskender’in yollarını açacak bu depoya silâh ve harp malzemesi taşıdı. Bolşevik Rusya da Akdeniz kıyılarım istiyor ve aynı yolu tâkib ediyor. Yalnız silâhları ve savaş malzemesi başkadır. Kuzeyde ve Batıda yapılan denemeler sonuç vermedi. Kafkas eteklerinden Tuna ve Prut boylarına kadar yüzlerce savaş meydanında tanıdığımız Rus siması, kızıl maskenin arkasında duruyor. İçeride Türk kavimîerini parça parça bölüyorlar. Sa­ yısız adlar bu korkunç mâcerânm tanıklarıdır. Kırgızistan,

Özbekistan,

Başkırdistan,

Tataristan,

Türkmenistan, Tacikistan, Kazakistan, Moğolistan, Azer­ baycan, hattâ Nahcivan bölgesinde bir muhtar Karakalpak Hükümeti v.b.... Yâni, hükümdar olmak için, ez­ mek için, parçalamak için....

189


Bununla yetinmiyorlar, Türk lehçelerini devamlı bir­ birinden ayırıyorlar, ufaltıyorlar. Moskova’nın, Lening­ rad’ın Doğu Enstitüleri bu işe me’murdur. Orientalistler, Türk lehçelerini didiklemekle meşgul­ dür. Burada ilim vahşî bir siyâsetin hizmetine girmiştir. Yağma, savaş ve bölünme! Bolşevizmin Türklük hakkındaki bilânçosu bundan ibârettir. Fakat bu kâfi değil, Türklüğü bir de Türkiye içinde boğmak lâzım. Buna kim vâsıta olabilir? Ne garipdir ki, bizdeki işçi ve köylü için gözyaşı dökenler kapitalistlerle müzâkere hâlinde bulu­ nuyorlar! Ford’un sermâyesine el açtitar. Sonuç hak­ kında şimdi bilgimiz yoksa da görüşmelerin başladığını ve sürdüğünü biliyoruz. Rusya ormanlarım Alman ser­ mâyesine teklif ettiler. Kafkas kaynakları için de Beter Dving’in ünlü ve zengin şirketiyle temas ve müzâkere hâlindedirler. Rus Bolşevizminin hıyanet edilmemiş bir tek pren­ sibi kalmamıştır. Türk milliyetperverine dikkate alınması gereken baş­ ka bir noktayı işâret ediyorum : Sıkı bir muhafaza altında İstanbul’a sığınmış olan Troçki, dahilî, haricî bir felâket günümüzde patlayacak bir Bolşevik hareketinin başkomutanı olmaya elverişli bir şahsiyettir. Onun çaldığı bütün Avrupa kapılarını yü­ züne kapadılar. Acaba bizim aramızda dişi ve tırnağı sö­ külmüş, ziyânı dokunmayacak bir adam gibi oturabilir mi?.... O hâlde tekrar soruyorum, karşımızdakiler kimler­ dir?

190


MEMLEKETİN HARB GÜNLERİNDE TOPRAKLA^ RIMIZ İSTİLÂ ALTINDA İKEN, YURDUN BÜTÜN DE^ LİKANLILARI HARB CEBHELERİNE DAMARLARIN­ DAKİ KANI GETİRİRKEN, VAZİFE SAATİNDE DEV­ LET BÜTÇESİNDEN ALDATMA İLE ALDIKLARI PA­ RALARLA BOLŞEVİK TOPRAKLARINA KAÇANLAR, YÂNİ ASKER VE VATAN KAÇAKLARI, HER KANDAN ÇOK TÜRK KANINA BULAŞMIŞ KIZIL LOKMA İLE BESLENENLER. Karşımızdakiler kimlerdir? BOLŞEVİK GAZETESİNİN İŞARET ETTİĞİ KA­ PİTALİST TÜRKİYE’Yİ, ZAHMET ÇEKENLERİN KA­ NINI EMEN BURJUVA HÜKÜMETİNİ YOLA GETİR­ MEĞE MEMUR EDİLEN KİMSELER.... Geçenlerde, Moskova’da Türkistan Komünistlerinden Hızır Aliyef adında biri intihar etmişti. El-yazısı ile bı­ raktığı bir mektup bize intihârının sebeplerini anlatıyor : Moskova, Türkistan’a silâhlı göçmen grupları şevke diyor. Bu göçmenler, Türk ırgatlarının evini barkını, top­ rağım zorla alıyorlar. Karşı gelenler olursa silâhlı göç­ menler tarafından öldürülüyor. Türkistan komünistleri ise bu durum karşısında âcizdir. İleride bir savaş çıkar­ sa Türkistan rençberleri Sovyetlere aslâ yardım etmeye­ ceklerdir. Belki ellerinde son silâhları olarak kalan sapanlariyle onlara karşı mücâdele edeceklerdir. Ben, memleketimin rençberleri içinde geçirdiğim günlerin verdiği izlenim ile hastayım. İntihârımın sebebi budur. Başka bir kimse ölümümden sorumlu değildir . Türk köylüsünü böyle bİr talih için ayaklanmaya dâvet ediyorlar!.

İ91


Târihin bir çağı yoktur ki, îsmaitîîer gibi yuttukları bir nevi mânevi haşhaşla {Cennete giriyoruz!) diye uçu­ rumlara atılanları bize göstermesin. Karşımızdakiler kimlerdir? BOLŞEVİK KAPISININ SÎCÎLLİ KÖLELERİ!.. Putları kıranlar bunlardır. Türkocakları Merkez H eyeti Reisi Hamdullah Subhî

8 Temmuz Pazartesi günü Türkocağı’nda toplanan yüzlerce genç ateşli konuşmalar yaparak, millî değerlere saldırmaya yeltenenleri lânetlemişlerdir. Ertesi günkü gazeteler, (Türk Gençliği Vatan Mihrâbına Sâdıkdır) gi­ bi başlıklarla bu toplantıdan ayrıntılı haberler veriyor, resimler yaymiıyordu. Ayrıca gazetelerde, üniversite genç­ liğinin bu toplantıda aldıkları şu kararlar bir bildiri hâ­ linde kamuoyuna açıklanıyordu: GE NÇ L İ Ğ İ N

KARARI

Son zamanlarda mahdud bir kısım matbuatta görü­ nüşte edebiyât tartışması şeklinde ve (Putlûrı Kırıyo­ ruz) adı altında yapılan ve gerçekte edebiyât maskesi ar­ kasında sakladıkları komünizm rûhunu asıl Türk genç­ liğine aşılamağa uğraşan ve bu hareketi Türk gençliğine mâl etmek küstahlığından çekinmeyen neşriyâtı protes­ to için biz, Dârülfünün Gençliği (Üniversite Gençliği) Türkocağı'nda toplandık: Umûmî efkâra (kamuoyuna) şunu açıklamak isteriz ki, bu gibi neşriyâtın asıl Türk

121 ikdam, 9 Temmuz 1929 Salı, Nu. 11567, s. 1. 192


Gençliği ile kat’iyyen alâkası yoktur. Şahsî çıkarları ve hırslan için ecnebi fikirlerini utanmadan yazan bu va­ tansızlar bilsinler ki, nazarımızda yalnız birer iğrenç şah­ siyettirler. Bütün milletin saygı duyduğu ve muhterem tanıdığı stmâlara karşı çok çirkin bir şekilde yapılan neşriyat karşısında da duyduğumuz üzüntüleri burada açıkça belirtmeyi hir borç bildik. Büyük Şâir Abdülhak Hâmid, saçlarım millî heyecan ile ağartan temiz ve asıl Mehmed Emin, nihâyet memleketin, sanatkâr kalemin­ den vatanı yazılar aldığı ve gelecek için de alacağı genç ve milliyetçi nâsirimiz Yâkub Kadri.... Bunlar bizim hissimiz ve kalbimizdir. Onlara uza­ tılan her saldırgan kalemi ve eli kırmak bizim borcumuzdur. Vatansız Efendiler! Sevgililerimize saldırma cesare­ tini bir kere daha göstermeyiniz. Gerekirse daha te’sirîi surette görürüz ki Türk Vatam’mn sevdiği adamlar, vatansızların saldırılarına uğrayacak kadar yalnız değil­ dirler....

Resimli Ay'ın Ağustos 1929 skyısmm (Putları Niçin Yıkıyoruz?) başyazısı da daha önceki iki yazıda ileri sü­ rülen sebepleri tekrarlıyor ve şöyle devam ediyordu : «....O hâlde bu feryad, bu gürültü niçin? Neden hür­ riyetin ve yeniliğin, âşık ve koruyucusu olmak lâzım ge­ len gençliği, eskiliğin müdafaası için tahrike cesâret edi­ yorlar? Niçin mâstım gençleri yeni fikirlere yol açmak is­ teyenlere bir duvar gibi kullanmak istiyorlar? Çünkü gençliği tahrik eden Hamdullah Subhî ve Yâ­ kub Kadri Beyler, kendi scdtanatlanmn da ytkılacağın122 Resimli Ay, Ağustos 1929, s. 1.

193


dan korktular. Türkocağt'nın içinde Emin Bey'in yanın­ da saltanat kurmuş birkaç milliyet tüccarı vardır ki, bun­ lar yaşayabilmek için birbirlerini savunma ve korumaya mecburdurlar. Bu, böyle bir saltanat zinciridir ki, hal­ kalardan birinin Çapmasıyla ötekilerinin de saltanatla­ rım kaybetmeleri tehlikesi vardır. Onun için içlerinden birine hücum edilince hemen harekete geçmek ve hü­ cumu başlangıcında öldürmek isterler. îşte Emin Bey’i müdafaa etmek istemeleri hu endişe ve korkunun neti­ cesidir.»

Aynı saymm 2 - 5’inci sahifelerinde yer alan ve (Sadri Etem) imzasını taşıyan (Putlar Etrafında Kopan Gü­ rültü) yazısının 2 ve 3'üncü sahifelerinde Hamdullalı Subhî ve Yâ'kub Kadri Beyier'in 'birer resmi de bulumnaktadır. Resimler baş - aşağı, ters olarak konmuş ve yukarı­ dan - aşağı solucanımsı bir eğri - büğrü be>’az çizgi ile ikiye bölünmüşlerdir. Çatmak istedikleri kimselere terbiye ve edeb dışı SÜZ ve benzetişlerle aşağılık bir üslûpla saldıran (Sadrî Etem), «Bütün bu mücâdele esnâsmda yalnız Orhan Seyfi Bey, Mehmed Emin Bey’i müdafaa etti. Bakınız ne müdafaa?» diyerek alaylı bir şekilde Orhan Seyfi Bey’in

yazılarından örnekler vermektedir. Dördüncü sahifede konu ile ilgili olarak Râtip Tâhir'e yaptırılmış iki karikatür de yer almaktadır. Bun­ lardan bir boks ringini tasvir eden ıbirincisinin altında; (Son haberlere göre edebî tartışma Yâkub Kadri Bey’in nakavut olması ve yerine Hamdullah Subhî Bey7n geçmesîyle sonuçlandı); elindeki balta ile nıezarhktaiki put­

194


lara saldıran Nâzım Hikmet’i tasvir eden İkincisinin al­ tında da : (Edebiyat Mezarlığında Bir Vak’a! Nâzım Hik­ met B. — Haniya, patlan ytkıyoruzO yazıJan bulunmak­ tadır. Beşinci salıifede ayrıca çerçeve içinde (İçyüzleri) baş­ lığı altında, «Fecr-i-Âtî» devrine âit «Servet-i Fünûn» kolleksiyonlarmdan aimnıış Hamdullah Subhî Bey’in Mehmed Emin Bey hakkmdaki eski görüşleri örnek veriîmektedir. Aynı sayının otuzüçüncü sahifesinde (Başmuharri­ rimiz Diyor ki) sütununda (Kırılan Putlar Etrafında) baş­ lığı altında Hamdullah Subhî Bey'in 7 Temmuz Pazar günkü İkdaitı gazetesinde çıkan yazısına değinilerek şöy­ le denilmektedir : « ....Hamdullah Bey hiç lüzûm ve se­ bep yokken neşriyâttmızı Yâkub Kadri Bey’e yapılan hücumlarla birleştirdi ve bütün bu neşriydim komünist­ lik propagandası yapılmak gayesiyle vâki' olduğunu iddia ederek bizleri komünistlikle suçlamak istedi. Bu maka­ le üzerine Türkocağı'na mensup birkaç genç idârehânemize gelerek bizi uyarmak istediler, kendilerine lâzım ge­ len ızahât verildi ve ertesi gün gazetelerde gençlere hiîâben aşağıdaki cevap yayımlandı.^ Nâzım Hikmet'iîi yönettiği «millî değerlere saldırı» kampanyası Türk Gençliği'nin sabrmî taşırtmış; «Abdülhak Hâmid’i Yunus Nâdi ve Fîorinalı Nâzım Be>''den başka hiç kimse savunamadı» yollu kışkırtmaları da Hamdullalı Subhî Bey’den ve Ocaklılardan hak ettikleri karşılığı almaya sebep olmuştu. 195


Hamdullah Subhî Tannöver'in hayâtında onu canevinden yaralayan olay, danından çok sev­ diği Türkocaklan'mn İcapatılmasıdır. Mustafa Baydar'm eserinde de sıralandığı gibi, Türkocaklan nm kapatılması ile ilgili çeşitli sebepler ile­ ri sürülmüştür: ^ Türkocaklan'nm Kapatılması

a) Rusya’nın Ankara Büyükelçisi î. Z. Suritch (Suriç) Yoldaş (x) Türkocaklan’nm Rusya'daki Türklerle fazla ilgilemnesinden duyduğu kuşkuyu Dışişleri Baka­ nı Tevfik Rüşdü (Aras)'ye bildirerek bu konuda bir ted­ bir alınmasını istemiştir . b) Türkocaklan için hazırlanan marşlarm bâzı mısra'ları, millî sınırları zorlayan ve dünyâya taşmak iste­ yen duygular taşımaktadır. c) Mustafa Kemâl Paşa, Türkocakları'nı kendi siyâ­ sî partisi için büyük bir rakib olarak görmüştür. Tanrıöver, Ocakla ilgili bir hâtırasında şunları söy­ lemektedir : «Türkocaklan Merkez Binâst’nın açılmasın­ dan bir hafta önce Mustafa Kemâl Paşa’yı binayı görme­ ğe dâvet ettim. Büyük girişin sağ tarafında bir mermer levha üstüne kendisinin Gençliğe Hitâbt yazılmıştı. Onu okudu ve karşıda boş duran diğer kitâbe mermerine ne yazılacağını benden sordu.

123 Mustafa Haydar: a.g.e., ss. 70-77. X N o t : Atatürk Çağı'nda, Sovyet temsilcisi, orta veyâ Büyükelçi olarak vazife görmüş sekiz Rus diplomatmın altmcısı bulunan Î.Z. Suritch (Siritz) Yoldaş, 23 Haziran 1923’den 22 Ekim 1934'e kadar, uzun bir süre Türkiye’de kalmıştır. F,T.

196


«....Buraya Nâmık Kemâl’in bir ihtilâl şiirini kazdır­ mayı düşünüyorum» dedim. Bir sâniye durmadı. Ceva­ bımdan çok hoşnutsuz olduğunu yüzünde onu karşıla­ yanlar hep beraber seyrettik....>>

Hamdullalı Subhî'nin Nâmık Kemâl'e tutkunluğu çok derindi. Tevfik Fikret'in ölümü üzerine yazdığı bir yazıda aynen şöyle d iy o r d u ;’^ «....Benim, mânevî Ba­ bam, Veîîni’metim, kalbimde asıl ve semavî (*) ne yaşıyor­ sa, kendisine borçlu olduğum Büyük Nâmık Kemâl».

Tanrıöver daha sonraki yıllara âit bir hâtırasında da, her Türk milliyetçisinin vatan ve millet sevgisini, istibdadla mücâdeleyi öğrendiği Nâmık Kemâl'e olan tutkun­ luğunu şöyle 'belirtmektedir: ^ «....Bir gün, son zamanlarda Bükreş’de iken masa­ mın üzerine Nâmık Kemâl’in resmini taşıyan bir pulu, memleketten gelen bir mektubun üstünde seyrettim. Bu benim, en mes’ud olduğum in lerd en biridir. Mahallem­ de öksüz bir çocuk olarak ilk senelerimi geçirirken hu büyük vatan ve ihtilâl şâiri, akşam Saatlerinde cebimde' ki deftere geçen sesiyle bana nasihat etti, yol gösterdi. Onu babamdan daha yakın bir mânevî babam, velîni’metim diye saydım ve sevdim.»

Ocakların İcapatılışı konusu üzerinde Dr. Haşan Ferid Cansever^in bana da anlattıkları şöyledir: Konu üzerinde Dr. Haşan Ferid Cansever’in anlat­ tıkları şöyledir;

'2^ Hamdullah S u bh i: Bir Mektub, Muallim (Fikret Özel Sayısı), 1 Eylül 1333, Y ı l : 2, C ild : 2, S a yı: 14, s. 437. (*)

S em â v î; Tanrıdan olan.

197


«Bir devlet kuran adam, etrafında cereyan eden fi­ kir hareketlerini çok yakından tâkibetmek uğrundaydı. Tlirkocakları bir eğitimden geçerek teşekkül etmedikleri için hu Ocakların şûheîerini kuran arkadaşlar, dâimâ si­ yasî bir faâliyet gösteriyorlardı. Günün birinde bu kuru­ luşlar şekillenirse belki siyâsî bir parti hâlinde kendi kar­ şısına çıkabilir diye düşünmüştür. Halk Partisi'nin bâzı müfettişleri, merkeze yazdık­ tan raporlarda, Ocakları bu hâlde bırakacak olursanız adam bile asacaklardır, gibi iddialar ileri sürüyorlardı. Bir müfettiş de. Ocakların teşkilât yaptıkları yerlerde, Halk Fırkası teşkilât yapamıyor, yerleşemiyor, diye şi­ kâyet ediyordu. Tabiî böyle haberler alınca Gazi de ken­ di emri altında çalışacak HalkevterVni kurmayı düşün­ müştür. Türkocaklan, Nizâmnâme’sindeki çalışma tarzını, iyice kavrayabilmiş bir hâlde değildi. Nizâmnâmenin ilk maddesi, müessesenin yalnız ilmi ve sosyal çalışmalar ile meşgul olacağını emrediyordu. Böyle bir çalışma tarzına alışmamış ve bu fikirleri gerçekleştirmek için gerekli bilgiye sâhip olmamış birçok arkadaş, kendi bulunduklart yerlerde belediye seçimlerine karışıyorlar ve Hükü­ meti kendi istedikleri yola getirmek için bâzı hareketler yapıyorlardı. Halbuki eldeki nizâmnâme açıktı. Bizim böyle işlerle uğraşmamız doğru değildi. Merkez, yeni ku­ rulmuş şubeleri istediği gibi kontrol edebilecek bir otoriteye sâhip olamamış bulunduğu cihetle bu nevi' hare­ ketlerin Önlenmesi de mümkün olmuyordu.»

1926-1930 yıllarında Türkocaklan Başkâtibliği yap­ mış bulunan M. Uluğ İğdemir de şıınlan söylemiştir : 198


«Atatürk, Türkocaklarım çok severdi. Hattâ, (Türk Târihi Tedkik Cemiyeti)ni ilk defa olarak Türkocakları bünyesinde kurmuştu. Bursa'da Atatürk’e Ocaklı gençlerin çeşitli memle­ ket meseleleri üzerinde birtakım sorular sormaları onu çok memnun etmişti. Bunun üzerine kendi partisinin mensuhlarına hitâben: «Nedir bu durumunuz? Herkes ellerini kavuştur­ muş, elpençe dîvan duruyor. Siz de Ocaklı gençler gibi uyanık olun» demişti. Fakat günün birinde Bandırma Türkocağı, Belediye Seçimleri için aday göstermeğe kalktı. Kendi adamları­ nı yazarak Halk Partisi’ne karşı liste yaptı. Bu şekilde bu kültür kuruluşları asıl gayelerinden uzaklaşmış olu­ yordu. Bunu Saffet Artkan bir az büyüterek mesele yap­ tı. Nihâyet Manisa Milletvekili Mustafa Fevzi de Türkocakları’nm kapatılması için gerekli hukukî formaliteyi haz-trladı.»

Ocakların kapatılması üzerinde Sâmet Ağaoğlu’nun görüşleri ise şöyledir; ^ «Türkocaklan’mn kapatılmasında, bunların günün birinde siyasî bir teşekkül hâline geçmeleri ihtimâli de rol oynamıştır, denilebilir. Serbest Fırka kurulduğu ZAman vilâyetlerdeki Ocakitlann birçoğunun bu fırkaya ya­ zılmış olmaları, bu bakımdan haklı bir kuşku doğurmuş­ tur. » «....Ocaklılara askerlik eğitimi gördürülmesi başka türlü yorumlanıyor, Hamdullah Subhı’nin Ocakları ge-

Mustafa Baydar : a.g.e., s. 74. 199


rektiğinde bir işaretle herşeyi yapabilecek kuvvet hâ­ line getirmek istediği söyleniyordu.-»^^

Değerli diplomat yazar Âdile Ayda, Türkocakları ve Atatürk'le ilgili bir hâtırayı şöyle nakletmektedir: «Serbest Fırka hikâyesinden beş altı ay evvel, yâni 1930 ytlının başında, Atatürk sofrada Türkoçakları nm çalişmdlarına ilgi gösterir, daha doğrusu ilgi göstermek­ le söze başlar ve sonra bir az sert bir sesle:

— Ne yapar bu îlim ve Kültür Hey'eti? diye sorar. Etrafdakiler bir azar tonu ile sorulmuş bu soru karşısında şaşırırlar. Atatürk de şÖyle devam eder:

— Haydi diyelim ki, ilim mensuplan târihimizi araş­ tırıyorlar. Ya harsı temsil edenler? Onlar ne yapar? Gazi bu soruyu bilhassa Mehmed Emin Bey e baka­ rak sorar ve ısrarla:

— Evet, edlblerimiz, (*) şâirlerimiz ne yapıyorlar? «Ben bir Türküm, dînim, cinsim uludur», anladık Fakat o zamandan beri koskoca bîr İstiklâl Harbî, bir Millî Mü^ câdele geçirilmiş. Hani bunu mevzu' yapan millî şâirleri­ mizin millî şiirleri? Mehmed Emin Bey, bu sözler karşısında bayıla­ cak gibi olur, dili tutulur ve cevap veremez. Fakat, ken­ disini Millî Şâir’i korumakla görevli sayan Hamdullah Subht Bey şöyle d er: ^26 Samet A ğaoğlu: Hamdullah Subhî Tanrıöver, Türk Yurdu,

Şubat 1967, C. VI. S a yı: 2, s. 37. 127 Âdile A yda: a.g.e., Ankara 1984, ss. 25-26. ( “■) Edîb ; Edebiyatla uğraşan.

200


— Türk milletinin İstiklâl Mücâdelesi basit babına bir destan mevzuudur. Destanlar ise uzun çalışmalarla m.eydana gelir. Firdevsî Şehnâme’yi 30 yılda yazmıştır. Elbette Millî Şâirimiz Türk'ün Epopesi’ni yazmağa baş­ lamıştır bile.... Atatürk «Öyle mi?» der gibi şâire bakınca, o da şu sözleri söylemeğe mecbur olur:

;— Millî kahramanları terennüm etmek biz şâirlerin vazifesidir. Benim de büyük emelim budur. Yeter ki, ka­ lemim sizin yarattığınız hârikaları anlatmaya lâyik ol­ sun....» Atatürk un Bursa Türkocağı'nı ziyâretinden scmra bir gün, Hamdullah Subhî ile aralarında şöyle sertçe bir konuşma geçm iştir: — Hamdullah, hangi Türkocağı’na gitsem, hepsi memnun olmayanlarla dohnuş. Bana neler sormadılar, neler söylemediler. —- Tabiî Paşam, onlar başlarında bir Sultan değil, bir Cumhurbaşkanı olduğunu biliyorlar ve onun için çe­ kinmeden içlerini döküyorlar. Onları böyle konuşmaya sizin getirdiğiniz yeni rejim alıştırdı.

Bu hâtırasını Mustafa Baydar'a anlatan Hamdullah Subhî, sözlerini şöyle bitirm işti: «Yavrum, hiç bir za­ man ikinci olmaya tahammül edemezdi.»^^

1911 yıhnda İstanbul Üniversitesi'nde Tannöver'in öğrencisi olmuş Ocaklılardan Burhâneddin Develioğlu, Türkocakları’nm kapatılışını şöyle anlatıyor: >28 Mustafa B aydar: a.g.e., s. 75 . Bnrhaneddin Develioğlu: a.g.m., ss. 15-16.

201


«....Artık Serbest Fırka harekelteri başlıyor. Sene 193>0-Î9S1, Hamdullah Suhhî’nin günlük gazetelerde ve Türk Yurdunda (Bu sesi Koruyacaksın) diye bir ma­ kalesi çıkıyor. Ve altına da (Türkocaklan Merkez H eyeti Reisi) diye imzü atıyor. Bu yazı, demokratik bir idârenin memlekette kurulmasını savunuyor. Halk Partisini bu yazı çok kızdırıyor. Ocaklılardan bir çoğumuz, Türkocağına siyâset soktu diye Reisimizi tenkid ediyoruz. Ser­ best Fırka’nm memlekette uyandırdığı bir ihtilâl havast herkesi telâşa veriyor. Atatürk, yontuda kalabalık bir maiyet ile yurt gezisine çıkıyor. Batı ve Güney Anadolu’nun mühim mer­ kezlerini gezdikten sonra Eskişehir'e geliyor. Hepimiz bu gezinin sonuyla çok ilgileniyoruz. İçişleri Bakam Şük­ rü Kaya Bey vâsıtasıyla haberler alıyoruz. Atatürk'ün Eskişehir'e kadar olan gezisinin yankılarını şu şekilde Öğreniyoruz: «Bizim teşkilâtımız fikir bakımından tamâmen bize yabancı insanlardan teşekkül etmiş; asıl inktlâbcı zümreyi Tür koçaklarında gördüm. Yapılacak şey, bu partiyi kapatmak, Türkoçaklarım kendi partimiz olarak tutmak ve Hamdullah’ı da Umûmî Kâtip yap­ mak.-» Gazi’nin bu düşüncesi bizi şaşırtıyor. Ankara’ya ge­ linceye kadar hu düşüncesini yanındaki arkadaşlarına söylüyor. Fakat Ankara’ya gelip de İsmet Paşa ile görü­ şünce bu fikir değişiyor. Yerine Türkocaklan’m kaldır­ mak ve onun bütün üyelerini Fırka’ntn kuracağı Halk-evleri’ne almak, hu suretle inkılâbct ve Atatürk’ün fikirlerini meydana çıkaracak bîr partiye sahip olmak. Bu neti­ cenin, başta Hamdullah Subhî olmak üzere bizleri ne kadar üzdüğünü anlatmak çok güç....

202


o zcımamn âdeti üzere bir akşam Çankaya’daki top­ lantıya Hamdullah Subhî Bey de dâvet ediliyor. Toplan.' tida Gazi'nin yamnda bulunması alışılmış olan kimseler­ den başka Celâl Bayar^ Sadri Maksudî (Arsal), Siirt Meb’usu Mahmud (Soydan) Bey, Reşid Gaîib ve Vâsıf Çınar Beyler de bulunuyor. Bunlardan son ikisi eski Ocaklı arkadaşlarımızdan Vâsıf Bey’e Atatürk söz veriyor. Vâ­ sıf, Atatürk inkılâblarından sonra artık Türkoçaklarına yapacak bir iş kalmadığını, Ocakların vazifesini doğru­ dan doğruya Hükümetin ele aldığım, bundan ötürü bu ku­ ruluşun, târihî vazifesini tamamladığını söylüyor. Ocaklı Reşid Galib Bey de aynı fikirleri tekrarlıyor. Celâl Bayar, Sadrî Maksudî ve Siirt Meh'usu Mahmud Bey bu fikre i’tiraz ediyorlar. Hamdullah Subhî Bey’e sıra ge•linçe: «Paşam, Vâsıf ve Reşid Galib Bey arkadaşlarım yamhyorlar. Bir mektebin, bir hastahânenin hiç bir za­ man vazifesi bitmez. Yeni nesiller gelir, mektep devam eder. Yeni hastalar gelir, hastahâne devam eder. Ünyon Fransez, Kasa îtalyana yüzlerce seneden beri değil yal­ nız memleketlerinin sınırları içinde, yabancı ülkelerde de kendi millî kültürlerinin yayılması için çalışıyorlar» diyor. Müzâkere, (*) evvelce alınmış esaslı bir karar dâiresin­ de devam ediyor. İ’tiraz edenler de i’tirazlarından vazge­ çiyorlar. Türkocağt’ntn artık yapacak işi kalmadığına dâir bir rapor hazıiranıyor. Ve sıra ile orada bulunanla­ rın hepsi imzalıyorlar. Hamdullah Sübhtye gelince o imzalamıyor. îmza töreni bittikten sonra bu raporu Ata­ türk'e veriyorlar. Atatürk soruyor: Hamdullah Subhî Bey’in de imzası var mı?....y>

(*)

Müzâkere ; Bir iş hakkımla konuşma.

203


olmadığını öğrenince raporu yırtıp atıyor. Vaziyet çok gergin. Tür koçakları’nı târihe mal etmek isteyenler tekrar konuşmaya başlıyorlar. Rapor tekrar yazılıyor. Toplantıda bulunanlar yeni baştan imzalıyorlar. Sıra Hamdullah SuhhVye gelince bu ağır baskıya artık karşı duramıyor. O da imzasını atmak zorunda kalıyor. Me­ sele tamamlanmıştır. Türkocakları Kurultayt’m davet ediyoruz. Halk Partisinin çabası ile Meb’uslar kendi bölgelerindeki Türkocakları'ndan delege olduklarına dâir belgeler alarak An­ kara’da toplanıyor. Hemen hiç bir Ocak kendi araların­ dan bir delege göndermiyor. Çünkü hepsi mâtem için­ dedir. Kurultay toplanıyor. Akhisar Meb’usu MustafiO^ Fevzi Ef-endi, bu hareketin hukukî tarafını düzenleyen bir karar sûreti hazırlıyor. Kendi kendini kaldıran Türkocakları, bütün mal ve mülkünü Halk PartisVne bıraktı­ ğına dâir bir tutanak düzenliyor. Artık her şey tamam­ dır. Bu kararlar alınırken toplantıda bulunmağa taham­ mülümüz yok. Cemil Uybadın, Adliye Vekili Mahmud E s’ad (Bozkurt) ile beraber Ocağın muhteşem ,büyük mermer kapısı önünde bekliyoruz. Rahmetli Mahmud Es'ad Bey'in gözlerinden yaşlar damladığını bugün bile bütün canîthğî ite hatırlıyorum. Artık, o zamanlar çok kullanılan bir deyimle Türkocağt da târihe karışmıştır.»

Bütün varlığını bağladığı TürkBükreş Büyükelçiliği

ocakları'nm kapatılması, Ham­ dullah Subhî Tannover'i evlâd

acısı kadar çok sarsmıştı. Bütün umut ve ideal dünyâsı yıkılmış, başına çökmüş olan Tannöver için bir süre yurt dışına çıkmak, değişik bir atmosferde yaşamak en uygun ve yararlı bir davranış olacaktı. 204


Kendisine Kahire, Belgrad ve Bükreş elçilikleri tek­ lif edilmişti. Haradullaİı Subhî Bey bu üç merkezden Bükreş'i diğerlerine tercih ediyordu. Çünkü Romanya'da, özellikle Dobruca ve Besaraıbya bölgelerinde 350 bini aşkm Müslüman ve Hristiyan Türklerin bulımduğunu bi* liyor; bunlarla ilgilenmeyi, onlara kültür hizmetlerinde bulunmayı, hattâ onlarm Türkiye’ye göç etmelerini sağ­ lamayı düşünüyordu. Fakat onun Büyükelçilik (kabul edip yurt dışma gitmesine, eşi Ayşe Saide Hanım şiddet­ le karşı idi. Haydar eserinde, Saide Hanım'la Hamdullah Subhî Bey arasmda bu konuda geçen tartışmayı şöyle akta­ rıyor : — Bükreş’e gitmeyelim. Diyorlar ki Hamdullah Sub­ hî bir Bükreş ElçiîiğVne Türkocaklarım sattı.

— Desinler. — Ben terzilik yaparım, sen bir gazeteye başmaka­ le yazarsın; geçinir gideriz.

— Olmuz Saide, beni burada yaşatmazlar. Kalemimi kullandırmazlar, yazı yazdırmazlar. Bir (Kara Tehlike) diye yazdım, başıma gelmedik belâ kalmadı. (Bu Sesi Koruyalım} diye bir yazı yazdım, bütün şimşekleri üs­ tüme çektim. Yok, yok bana burada yazt yazdırmazlar.

(AYDEMÎR) romanı yazan rahmetli Müfide Ferid Tek Hanımefendi, (Hamdullah Subhî Bey) başlıklı değer­ li makalesinde bu konuda şunları yazmaktadır: Mustafa B aydar: a.g.e., ss. 153-154. Müfide Ferid T e k : Hamdullah Subhî Bey, Türic Yurdu, Şu­ bat 1967 (H.S. Tannöver Özel Sayısı), C. 6, Sayı r 2, s. 7,

205


«... Sonra, günlerden hir gün Hamdullah Bey darılâl. Türkocakîarı’m kapadılar. Hamdullah Bey kalbinden yaralandı. O zaman bütün memlekette bir Ocak silsilesi vardî. Ocakhîar en iyi gençlerdi. Hepsi de onun eseri, onun çocuklarıydı. Ocakları kapatmaya uğraşanlar da bir iki eski Ocaklı idi. Nasıl darılmasın? Fakat hiç bir gün aleyhlerinde hiç bir söz söylemedi. Vakur bir dar­ gınlıkla sessizce içine çekildi. Ondan sonra dışarıya, se­ farete gitmeyi kabul etti.»

îşte bu (hava içinde Bükreş'e (Bilinci Sınıf Elçi) ola­ rak atanan Tannöver'e durum, Dışişleri Baıkanlığı'nm yazısıyla bildirilmiştir : HamdullaJı Su'bM Tanrıöver, eşi Ayşe Saide Hanım’ la 12 Haziran 1931 Cuma sabahı Prenses Maria vapuru ile İstanbul’dan Köstence’ye gelmiş ve oradan da Bük­ reş'e hareket etmişlerdir. HamdulIaJı Subhî Bey, Dışişlerindeki kayıtlara göre, 12 Haziran 193rde «Birinci Sınıf Elçi» seviyesinde va­ zifeye başlamış; 28 Haziran 1939'da ise Büyükelçiliğe yükselmiştir.’^^ Tanrıöver, 8 Temmuz 1939 Pazartesi gü­ nü «Büyükelçi» sıfatıyla Romanya Kral'ma yeni güven mektubunu sunmuştur.*^ Hamdulaih Subhî Tanrıöver, Romanya’da görevine başlar başlamaz, Gagauz’larla ilgilenmiş; Dobruca ve Besarabya kasaba ve köylerinde incelemeler yapmıştır. Türk dilini, gelenek ve göreneklerini yitirmemiş bulduğu Ga* gauzlara Türk olduklarım anlatmaya çalışmıştır. îlk fır> Hâmid A ra î; Dışişleri VekâJeti 1953 Yıllığı, Ankara 1954, s, 8Î. Hâmid A ral: Dışişleri Bakanlığı 1967 Yıllığı, Ankara 1968, s. 849.

206


şatla 30-40 kadlar Gagauz gencini Türkiye'ye orta ve yüksek okullara tahsile göndermiştir. Müstecib Ülküsal'in verdiği bilgiye göre/^ o yıllarda Dobruca'daki tek yüksek okul, Ba;badağ civarında Meci­ diye Kasabası'ndaki (Müslüman Semineri Medresesi) idi. Hamdullah Subhî Bey buradaki öğretmen ve öğrencilerle görüşmüş; onlarm ders ve eğitim programlarını incelemiş­ tir. Romen Millî Eğitim Bakanlığı'na baş vurarak Arabca okutulan din kitablannm Türkçe okutulmasını, Arab harfleri yerine yeni Türk alfabesinin ıkullamimasım ve öğrencilere sank >cübbe yerine, şapka, ceket ve pantalon giydirilmesini sağlamıştır. Bundan başka, Genel Târih ve Romen Târihi yanmda programa Türk Târihi dersleri konulmasını da ikabul ettirmiştir. Yine öğrencilerin dile­ ği ve Tanrıöver'in aracılığı ile (Mecidiye Müslüman Se­ mineri Medresesijnde Fransızca dili de öğretilmeğe baş­

lanmıştır. Hamdullah Subhî Tannöver, yirmialtı Gagauz ka­ saba ve köyünde Türkçe öğretim-yapan okullar açtır­ mayı başarmıştır. Bu okullara Dobruca Türklerinden ve (Mecidiye Müslüman Semineri) mezunlarından Öğretmen

ta'yin etirmeyi ve bu okullarda Türkiye'den getirttiği ki­ tapların okutulmasını sağlamıştır. Tannöver, Hükümet ve Krallık Sarayı çevrelerinde yalnız sevgi, saygı ve sempati değil, büyük bir güven de kazanmıştır. Genç Kral Mişel ile, Anne Kraliçe Elena'nm çok yakm dostları olmuştur. Müstecib Ü lküsal: Emel Dergisi, Temmuz* Ağustos 1966.

207


Romen Hükümeti, kendi uyruğundaki Müslüman ve Hristiyan Türklerin durumları ile Heımdullalı Subhî Tannover'in yakmdan ilgilenmesine; buniarm okul işlerine karışmasına, eğitimlerinde reform yapılması önerilerine kızmamış; tersine, bu dileklerini yerine getirmiştir. Bükreş Üniversitesi, Tannöver’e (Doctor Honoris Causa) fahrî doktorluk ünvânı vermiş; Başbakan Mare­ şal Antenesco, bu vesüeyle üniversite rektörüne yolladı­ ğı, Romanya’nın 250 bin tirajlı (Universul) gazetesinde de çıkan mektubunda Tannöver'den : «Kendi milletinin Havuzu ve fikir savaşçısı» diye bahsetmiştir. Hamdullah Subhî Tanrıöver, Romanya'da da Türk Târihi ve Türk San’atı üzerinde, bütün aydın çevrelerin ve üniversite mensuplarının derin takdirlerini kazanan konferanslar vermiştir. Müfide H anım : «Princes Bibesco. Hamdullah Bey’in verdiği Fransızca konferansları an­ lata, anlata bitiremezdi» dernektedir.^^

Tanrıöver'in Romanya’daki hizmetlerinden biri de, Balkan ve I. I>ünyâ Harbi'ndeki 2714 şehidimiz için Bük­ reş'te b ü } ^ bir (Türk Mezarlığı) yaptırmasıdır, 6 Haziran 1935 Perşembe günü, Romen Ordusu adı­ na Albay Vilko’nun da hazır bulunduğu büyük törende Hamdullah Subhî Tanrıöver şu konuşmayı y a p tı: «Bayanlar, Baylar, Büyük Cenk'in uğultusundan, demir ve ateş kasırga­ larından onyedi ytlltk bir mesâfe ile uzo-klaşmış bulu­ nuyoruzMüfide Ferid T e k ; a.g.m., s. 7.

Yıldm m Gazetesi, Pazarcık, 12 Haziran 1935 Çarşamba, s. 1.

208


îman dimağı hahrIaSnaya elverişli olduğu kadar, hanıdolsun unutmaya da müsâit. Bunun için o korkunç ve acıklı günler, şimdi karşımızda açıklıUğından bir hs-^ mtnı kaybetmiş görünüyor. Büyük Cenk’de Türk mille­ tinin çocukları, Aden’den, Sînâ Çölleri'nden Kafkasya, Galiçya’ya kadar onbir, oniki cephede kanlarını akıttı­ lar. Büyük Cenk’te yer tutan milletlerin tâîihi ve uğra­ dıkları son ne olursa olsun, şimdi başlarında toplandı­ ğımız, bu şehidler, Anayurd'un buyruğunu yerine getir­ mek için, Türk Savaş Târihi’ni ayıran, yükselten büyük kahramanlıkla vazifelerini yaptılar. Şehİdlerimizin bir kısmı millî sınırlar içinde yatıyor­ lar; bir kısmı da buradakiler gibi yâdeîlerde düşüp kal­ mışlardır. Bugün sizin ve benim üzerimizde çocuklarını bura­ da kaybeden ve onların nerede yattıklarını bilmeyen yüz­ lerce Türk âilesinin vekilliği var.

-

Bu anda yüreklerimizde en aziz ve en mübârek va­

zifelerinden birini yapmış olmak, rahatı ve tesellisi var. Biz burada hür bir milletin çocukları olarak toplu bulu­ nuyorsak, sebebi bu kahramanlardır. Onların, Anayurt buyurduğu vakit ölmeye râzt olmalarıdır. DÎRÎLER, ÖLÜLER SÂYESÎNDE ÎNSAM OLARAK, HÜR OLARAK YAŞIYORLAR.»

Tannöver, Romainya'dan gelecek Gagauz Türkleri'nin Marmara bölgesine yerleştirilmelerini düşünüyordu. II. Dünyâ Savaşı çıkmasaydı, ıbu plân büyük Ölçüde yerine 209


getirilmiş olurdu. Fakat 1940’da Besarabya ve İ944'de Dobruca Kızüordu birliklerince işgal edilmiş ve böylece Tannöver’in bütün hayâlleri yıkılmıştı. Hamdullah Subhî Tannöver, büyük bir başaıi ve şe­ refle Türkiye Cumhuriyeti'ni onüç yılı aşkın bir süre temsil ettiği Romanya'dan, 5 Aralık 1944 Salı günü ay­ rılmıştır. İstanbul’a geldiği günün ertesi, Örfî İdâre Mahkefnesi'nce açılan (Irkçılık - Turancılık DâvasıYnm 23 sanı^ arasındaki 5 Türkocaklı Türkçüden biri, aziz arkadaşı Doktor Haşan Feıid Cansever'i tutuklu bulundukları Tophâne Askerî Hapishânesi'nde ziyâret etmiş ve TürkçüLc' lin serbest bırakılmaları yolunda ba^ta Cumhurbaşkanı îsmet İnönü olmaik üzere ilgili yüksek makamlar nezdinde (*) çaba harcamıştır. 1944 yılı sonunda 13 yıllık bir aynlıktan sonra aziz yurduna dönmüş bulunan Hamdullah Subhî Tannöver, 1946 Genelseçimlerinde C.H.P. listesinden İstanbul Mil­ letvekili seçilerek yeniden siyâsî hayâta katılmıştır. Hamdullah Subhî Tannöver, Tannövw'în

19^7 yılı yazmda, konferanslajr

Amerika Geadsi Ve C.H.P.’den Ayrılışı

vermek üzere Amerika Hükumeti'nin resmî davetlisi olarak Amerika'ya gitmiştir. Burada, d ^ a önceden programlanmış

konferanslannı verdikten sonra, görmeği çok istediği Niyağara Şelâlesi’ni ziyâret etmiştin VıUarca üıilübir Yrttrfc {•*) N e zd ; Göre nazarında, fikrince.

210


Şelâlesi) gibi çağlamış Büyük Hatib, tabiatın bu yüce

gösterisi karşısında çok duygulanmış ve bütün gece Niyagara Şelâlesi'ni seyretmiştir. Bu gezisinde Hamdullah Siibhî Bey'e, o sıra eşinin görevinden ötürü Amerika'da bulunan yeğeni —^Ağabeysi eski Vâlilerden Abdulvahab Bey'in »kızı— saym Belkıs Fesçi Hanım eşlik ediyordu. Daha sonra bâzı özel ziyâret ve görüşmelerde de bulu­ nan Hamdullalı Subhî Tannöver, bu sırada Colunübiâ Üniversitesi Rektörü bulunan Dwight David Eisenhower’ le de bir konuşma yapmıştır. Feridun Demokan’m 15 dakika olarak sağladığı bu randevuyu General Eiseıdıower, ilginç bulduğu konuşma sebebiyle yanm saata çıkarmıştır. Tannöver, sözlerine bugünkü Rusya’nm Rurik adh Alman Hânedâm tarafın­ dan niasıl kurulduğunu anlatmakla başlamış ye daıha sonra General Eisenhower'in Türkiye ile ilgili soruları­ nı cevablandırmıştır. Eisenhower'in: «Türkiye bir Sovyet scddtrıst karştstnda ne yapmayı düşünüyor?» sorusımu; T annöver: «Türkiye’nin bir Rus saîdtrtstna uğraması hâlinde Amarika ne yapmayı düşünür?» sorusuyla karşılamıştır.

Hamdullaih Subhî Tannöver, Amerika dönüşü 17 Ka­ sım 1947 Pazartesi günü Ankara’da başlayan ve 19 gün çalışmalannı sürdürerek 4 Aralık 1947 Perşembe günü dağılan C.H.P. Yedinci Kurultayı’na katılmıştı. Kurul­ tayım ele aldığı önemli konulardan biri olan Halkevleri üzerinde Tannöver'e bâzı delegelerin yönettikleri sert

211


ve haksız tenkidler karşısında gücenmiş ve C.H.P.’den isr tifa ederek ayrılmıştır. Türkocaklan mn

Tanrıöver'in Romanya’dan yur^ dönüşüne rastlayan 1944-

Yemden Açılışı

yıllarında Türk toplumun-

da bir silkiniş; fikir ve politika alanında bir canlılık ve faaliyet başlamıştı. Yeniden birtakım fikir ve kültür demekleri kuruluyordu. TannÖver başta, eski bütün Türkocaiklılar da Ocaklarını yeniden tüttürmek için can atıyorlardı. Bizim: de dâhil bulunduğumuz genç Ocaklı‘lann mahkemeye başvurarak C.H.P. tarafmdan alınmış 260 Türkocağı binâ, ıkütübhâne ve eşyalarının ^ r i ve­ rilmesini istemek yolundaki tekliflerini, Hamdullah Subhî TannÖver siyâsî bir küskünlük ve düşmanlık uyan­ dırır, yaratır düşüncesiyle önlüyordu. Nihayet TannÖver, I93rde kapatılmış bulıman Türkocaklan'nı 1949’da ye­ niden Hörhor'daki Abdullatif Subhî Paşa Konağı’nda aç­ maya karar verdi. Onım bu girişimi karşısında siyâsî tarafrafdarlan ve muhalifleri {*) tarafmdan Türk basmmda birçok lehde ve aleyhde yazılar yer aldı. Bütün asılsız suçlamalara ve saldınlara rağmen Türkocaklan'nın İ-stanbul ve Ankara'da yeniden açılması sağlanmış ve Türk­ ocağı 18 yıl sonra tekrar faâliyete geçmiştir. Fakat hiç şüphe yok ki Hamdullah Subhî, vücutça artık dünkü ateşli, dinamik ve güçlü lider değüdi. Ralı{* )

212

M uh alif: Aykınlık gösteren, uymayan.


metli Kâzım İsmail Gürkan’m da belirttiği gibi*^ : «..Bük­ reş Sefaretinden aynîdıktan sonraki hayâtı, astında Hamdullah’tn bedenen ve rûhen düşmüş yıllandır. Türkocakları'nı yeniden açmak, hir yandan meb'us olup memle­ ketin dertleriyle uğraşmak, samimî emelleri idi. Lâkin açık söylemeli ki, hu devrede Hamdullah Subhî, eski Ham­ dullah Subhî değildi. Yılların yorgunluğu onu her gün bir az daha bîtab (bitkin) etti, nihayet tüketti.»

1950 Genelseçiminde Demokrat Parti listesinden ba­ ğımsız İstanbul Milletvekili seçilen Hamdullah Subhî Tanrıöver, 1954'de Demokrat Parti'den yine İstanbul Mil­ letvekili olmuştur. 1957'de ise Demokrat Parti'den ayrıla­ rak Hürriyet Partisi'ne geçmiştir. Bu konu ile ilgili ola­ rak değerli arkadaşım Ziyad Ebüzziya bize şu bilgileri verm iştir: «1957 Seçimlerine girmemize yakın, Hürriyet Parti­ sinin Meclisdeki kadrosu 41 kişi olmuştu. 191ar denilen biz Demokrat Partiden çıkarılanlar, daha önce ihraç edilmiş olup, bize katılan Feridun Ergin ve bir diğer Millet­ vekili île 21 olmuştuk. 20 kişi de ürahklarla Demokrat Parti'den ayrılıp bize kaîilmtşlardu Ktrkbirinci olarak en Son katılan Hamdullah Subhî Bey’dir. Kendisi ile, bi­ zim parti mensuplan bilhassa Yönetim Kurutu mensup­ ları arasında en fazla teması ve tanışıklığı bulunan ben olduğumdan, kendisi ile görüşmek ve onu râzt etme vazi' fesini ben üstlenmiştim^ Hamdullah Subhî Bey Demokrat PartVnin son aylar­ daki tutumuna üzülüyor; Meclîs ve Parti Grubu toplantüarma seyrek geliyor; çoğunlukla da toplantıları yarıda bırakıp Ankara Palaska geçiyordu. Önce kendisini İstan ^

Ord. Prof. Dr. Kâzım î. Gürkan: a.g.m., s. 20.

213


bül’da ziyaret ile işe başladım. Ankara'da Ankara Palas'ta birkaç görüşme yaptıktan sonra partimize geçmesinde uyuştuk, anlaştık. Ankara’da —şimdi hatırlayamadığım— bir yerde kalıyordu. Gittim, arabamla kendisini Ankara Paîas'a getirdim. Parti Genelbaşkant Fevzi Lutfi Karaosmanoğlu’nun bizi beklediği otelin bahçe kısmına geçtik. Daha önce uyuştuğumuz hâlde, Hamdullah Subhî Bey sanki bu konuyu hiç görüşmemişiz gibi davrandı. Bir hayli nazlandıktan sonra nihâyet Fevzi Lutfi Bey'e muta­ bık olduğunu bildirdi. Meclis kapatılıp seçim hazırlıklarına başlanınca, Hamdullah Subhî Bey Ankara'da bir iki parti toplantısına katılarak konuşmalar yaptı. Sonra seçime kadar İstanbul’da kaldı. Kendisini isteği üzerine yine İstanbul listesine koymuştuk. İstanbul listemiz belki Meclisin en kuvvetli Meb'uslanndan oluştuğu ve hiç bir hile de ya­ pılmadığı hâlde, Hürriyet Partisi îstanbuVdan ancak ve ancak 10 bin oy alabilmişti!»

Tannöver’in Vefâtı Ve Ebedî Âleme Göçü •

Böylece siyâsî hayattan ayrılan yıllann ünlü hatibi Türk Çağlayanı, bu yalancı dünyâdan aynlacağı günü beklemeğe baş­ lamıştı.

O güzelim İstanbul Türkçesiyle ömrünün sonuna ka­ dar hançeresinden çıkan âhenkli nağmelerle sebil gibi akan, çağlayan TannÖver, 10 Haziran 1966 Cımia gecesi saat 21.35'de geçici dünyâya gözlerim kapamıştı. Aym gece T.R.Ts ve ertesi gün bütün gazeteler, Türk Hitâbet Târihi’nin seçidn şahsiyeti ve Türköcaklan’mn unutul­ maz Başkam hakkmdaki acı haberi O'nun hayâtını da anlatarak yayınlamışlardır. 214


12 Haziran 1966 Pazar günü Fâtih Horhor Cadde­ sindeki baba ocağı, son Türkocağı, Abdullâtif Subhî Pa­ şa Konağî'ndan kaldırılan Tannöver'in cenâzesi Bayazıd Câmii’nde kılınan öğle ve cenaze namazından sonra el­ ler üstünde îstanbuL Üniversitesi Merkez Binâsı’na ge­ tirilmiştir. Hamdullah Sübhî Tannöver'in Türk Bayrağı'na sanlı tabutu önünde İstanbul Üniversitesi Rektö­ rü Ord. Prof. Dr. Ekrem Şerif Egeli, Edebiyat Fakülte­ si Dekam Vehbi Eralp, İstanbul Türkocağı Başkanı Mu­ zaffer îrdem konuşmalar yapmışlar ve daha sonra Cumhurbaşkam Cevdet Sunay, Senato Başkanı İbrâhim Şev­ ki Atasagım, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Orgener^ Cemal Tural, İstanbul Valisi Vefâ Poy­ raz, Belediye Başkanı Hâşim İşcan, İsmet İnönü başta birçok Bakan, Senatör, Milletvekili parlamenter, basın ve eğitim mensubu aydmlar, İstanbul Türkocağı ve di­ ğer Ocaklardan gelmiş tansilciler. Milliyetçi Kuruluşlar ve Parti temsilcileri. Üniversite profesör ve öğrencileri ile kalabalık bir halk topluluğunun katıldığı kortej, Ede­ biyat Fakültesi önüne ikadar gelmiştir. Buradaki kısa bir duruştan sonra, Merkez Efemii'deki ebedî, istirahatgâhına doğru hareket edilmiştir. Merkez. Efendi Âile Kabristanı'na defnedilen Hamdullah Subhî Tannöver’in kab­ ri başında Ord. Prof’ Zeki Velidî Togan ve şâir Behçet Kemâl Çağlarım konuşmalarmdan sonra Ziyaeddin Babaıkurban, Tannöver'in oğlu Yüksek Mühendis Altemur Tannöver, Dr. Metin Alyanak ve diğer h^tibler tarafın­ dan merhumun şahsiyetini belirten heyecanlı konuşmalar yapılmıştır. Saçlanm Türkün çilesi yolunda ağartmış, nefesini Türklük ve Türkçülük için tüketmiş Hamdullah Subhî Tannöver'in ölümünden sonra pekçok yazılar yazılmış; 215


Türfj; Yurdu ve Türk Kültürü gibi dergiler (TanrıÖver Özel Sayısı) yaymlaımışlar ve Ankara'da Çankaya’daki bir ilkokula (Hamdullah Subhî Tannöver İlkokulu) adı verihniştîr. O’nun bu yalancı dünyâdan ebedî âleme göçünden sonra duyduklarnmza en güzel tercüman olan iki nefis Mersiye - Şiiri sunmaikla aziz büyüğüm ve ağabeyim Ham­ dullah Subhî Tannöver için yazdıklaranı burada tamamlamâk istiyorum. Nûr içinde rahat yatsm!.. Yaktığı Türk­ çülük meş'alesî, akmlan sonsuzluğa erişecek Türk Gençl^ 'n in elinde yükseklere kaldınlnuş yanmakta, ışıldaınaktadır. BAMDULLAB SUBHÎ TAMRÎÖVER MERSlYESÎ El çekip göçdü cihandan kapayıp gözlerini, Sanırım dolduramaz kimse, mübârek yerini.... Antyorken nice tâziz (*) ile Hamdullah'ı, Önseziş rüku dolar kalhlere, yok izâhı!.. Ona açmîşdt kucak memleketin her bucağı, Koşdu mefkureli bayrakla Kızilelma’sına.... Egemen kaîmayt GAZVsi getirmişdi dile. Kurtuluş azmine can kattı, Kemâl aşkı ile.... Hakkı coşturdu nutuklarla, kabından taşdı. A kif in marşı, lisanında ne kutsaîlaşdı. Türk’e, Türk yurduna hizmetti bütün meşgalesi Ocağın söndü yazık, TANRIÖVER MEŞ*ALESÎ!f! Ali Hâdi OKAN (*)

216

T â ziz: Şerefli, kutlu kılma.


HAMDULLAH SUBHÎ Fidyas’tn çizdiği bir baş.... Gölgelenmez, silinmez!.... Akademyos bahçeleri, Gürül gürül dalgalanan Sesine sınır bilmez!.... Deste deste gümüş teller Maviliği yarar geçer Yollar açan ıştkdır; Sanırdık ki Mevlânâ’dan Armağan Dostları, düşmanlarıyla Güzel yüzü barıştkdtr. Koşardık ardtstra, Türkocağı mâbedimiz, Yan yana gülen, ağlayan; O, tükenmez bir çağlayan; Söz açardı, Babalardan, dedelerden^ İnsandan, insanlıkdan, Türklerden.... Bizi bekleyen zaferden.... Şükufe NÎHÂL

217


ŞâirliJc ve edebiyatla uğraşmaktan çok güEserleri zel konuşmak «Ha* tiblik» kabiliyetiyle ünlü bulunan Hamdullalı Suibhî Tannöver'in şiir, hikâye ve mizah türünde yazılmış e j ^ c e yazısı varsa da bun­ lar gazete ve dergi koHeksiyonlan içinde unutula kal­ mıştır. Hamdullah Subhî Tannöver’in

Ancak Hamdullah Subhî'nin yaptığı konuşmalarla, verdiği konferanslardan bâzıları, sağdığında, iki ciltten oluşan DAĞYOLU (C ilt: I, İstanbul 1928; C ilt: II, An­ kara 1931) ve GÜNE BAKAN (Ankara 1929) adlı iki kitabmda toplanmış ve Türkocaklan tarafından yayımlan­ mıştır. 1971'de Tannöver’in bu kitaplarından seçilmiş 24 parçası, M. Necâti Sepetçioğlu'nım değerli bir önsözü ile. Millî Eğitim Bakanlığı'nın (1000 Temel Eser Serisi)'nin (Seçmeler) adlı kitabını oluştunnuştur. Tannöver'in yazılanndan örnek olarak biz de bura­ da DACYOLU ve GÜNE BAKAN'dan birkaç parça seçtik. Fakat daha çok ve özellikle ördeklerimizi Tan­ növer'in gazete ve dergilerde unutulmuş hikâye ve mi­ zah türündeki yazılarından almayı üstün tuttuk. Hamdullah Sübhî Tannöver'in çeşitli gazete ve der­ gilerde, özellikle Başyazar’hğmı yaptığı DAVUL adh 24 sayı çıkmış mizah dergisinde rastladığımız yazılannın bir listesini de burada, sunuyoruz. Kuskusuz, Tannöver’in ya­ zılan bu listede görülenlerden daha çoktur. Biz, bugünkü noksan çalışmamızla, yarm bü yolda yapılacak ta* mamlayıcı bir araştınnaya yardımcı olmak istedik. 218


HAMDULLAH SUBHÎ TANRIÖVERİN ESERLERİ VE BÂZI YAZILARI'NIN LİSTESİ

KİTAP HÂLİNDE BASILMIŞLAR: Nâmık Kemâl Bey Magosa’da, îstanbul 1909 (?). La Question Annenienne et un point de vue Turc, Berlin 1919. Dağ Yolu, Birinci Kitab, Türkocaldan Hars Hey'eti Neşriyâtından, Ankara 1928; İkinci Kitap, Ankara 1931. Güne Bakan, Ankara 1929. Anadolu Milli Mücâdelesi, Genelkurmay Başkanlığı X. Şûbe, Ankara 1946. S^m eler, (Hazırlayan: M. Necati Sepetçioğlu), 1000 Temel Eser, Nu. 65, îstanbul 1971. DERGİ VE GAZETELERDEKİ YAZILARI: RESİMLİ K İTA P: îstanbtd’da Bir Akşam (Şiir) (Altındaki yazılış târihi; Eylûl 1317) Teşrin-i-evvel (Ekim) 1324, C ilt: 1. Nu. 2, s. 155. 219


Midhat Paşa (Şiir) (Yazılış târihi: 1317) Teşrin-i-evvel (Ekim) 1324, C ilt: 1, Nu. 3, s. 245. Hiss-i intikam (Şiir) (Altındaki târih : 26 Mart 1322) Kânun-ı-Sâni (Ocak) 1324, C ilt; 1, Nu. 5, s. 468. Ona Dâir (Altmdaki târih: Teşrin-i-Sâni (Kasım) 1318) Mart 1325, C ilt: 1, Nu. 6, s. 598. Kaç Def’a (Şiir) (Altındaki târih: 5 Kânun-ı-Sâni (Ocak) 1317) Nisan 1325, C ilt: 1, Nu. 7, s. 677. Mekteplerimizde Hıfzıssıhha I. Nisan 1325, Nu. 7, ss. 731-739. II. Mayıs 1325, Nu. 8, ss. 828-831. Vatan (Şiir) Ağustos 1325, Nu. 11, s. 1093. Bayram —Hüseyin Siret Bey'e— (Şiir) Teşrin-i-Sâni (Kasım) ve Kânun-ı-Ewel (Aralık) 1326, Nu. 26, s. 103.

TÜRK YURDU: Horoz Döğüşü (Hikâye), C. 2, S ay ı: 20, s. 601, 1328/ 1912. Ah Anacığım, C. 2, s. 739, 1328. Delik Kiremit, C. 3, s. 131, 1329. Çalışanların Yıırdu, C. 3, s. 229, 1329. 220


Türkocağı İdâre Reisi'nin Nutku, C. 5, s. 23, 1329. Allah Geçen Senelere Yetiştirsin, C. 5, s, 948, 1329 . Recâizâde Ekrem, C. 5, s. 1175, 1329. Eski Türk Eserleri, C. 5, s. 1216, 1329. Ben Onu Gördüm (Gaspralı îsmail Bey hakkında), C. 6, s. 2403, 1330. Tan Sesleri, C. 8, S a y ı: 6, s. 2602, 1331. Son Resim Sergisi, C. 8, S a y ı: 11, s. 2703, 1331. Ocaklılara, C. 10, S ay ı: 11, s., 1332. Kuruluş Bayramı, C. 11, S ay ı: 10, s., 1332. Millî Hutbeler, C. 11, S ay ı: 12, s., 1332. Lübnan Hâtıraları, C. 14, S ay ı: 153, s., 1334. Sofer'den Beyrut'a, C. 14, S ay ı: 154, s., 1334. Haleb Hâtıraları, 7. Yıl, S a y ı: 2, s., 1334. Başlangıç, C. 1, S ay ı: 1, s., 1340. Hitabe (Ziyâ Gökalp için), C. 1, S a y ı: 3+ s., 1340. Târih Yollarından Uzaklaşırken, 1-21. Yıl, S a y ı: 3197, s., Mart 1928. Aşk ve Onun Eseri, 1-21. Yıl, S ay ı: 10-204, s., Ekim 1928. Von Le Coqun Ölümü Münasebetiyle Hamdullah Subhî Bey'in Kurultay'daki Hitâbesi, 20. Yıl, S a y ı: 32226, s.. Ağustos 1930. Türkocağı’nm Târihçesi ve İftiralara Karşı Cevapla­ rımız, 20. Yıl, S a y ı: 36-230, s., Aralık 1930. 221


Kubilay’ın Kesik Başı, 21. Yıl, S ay ı; 38-232, s., Şu­ bat 1931. Devlet Adamı'mn Esas Vasıflan, III. Cild, S ay ı: 6, s.- 4. Aziz Ocaklı’ya, 56. Yıl, C. 6, S ay ı: 2 (Hamdullah Subhî Tannöver Özel Sayısı), ss. 2-3, Şubat 1967. Necib Âsim Bey, (Yazıldığı târih; Eylül- 1925) 56. Yıl, C. 6, S ay ı: 336, ss. 3-4, Haziran 1967.

DAVUL: Refikimi Size Takdim Ederim (Ser-muharrir imza* sıyla), Nu. 1, s, 1, 14 Teşrin-i-evvel 1324 Sah. (Vur Abalıya) Bulgar Kardeşler —Hasbıhal: îzzet Pa­ şa lisanından— (Topluiğne takma adıyla), s. 6. Sevgili Kari'lerimize (Ser-muharrir) (Vur Abalıya): Tanin (Topluiğne), şs. 8-9. Nu. 2, 21 Teşrin-i-evvel 1324. Önsöz (Dürbin imzasıyla), Nu, 3, ss. 1-2, 28 Teşrin-îevvel 1324 Sab. Garib Satırlar (Hamdullah Subhî), s. 2. (Vur Abalıya) Maarif Türbedâr-ı Esbakı (Topluiğne) Şimdiki Levhalardan: Hikmet Bey Biraderimize — 1— (Hurdebin), ss. 10-11, Neler îşitiyoruz —^adnâzam Paşa île Mülâkat— (Hasad) imzastvla. ss. 2-3. 222


Ona (Şiir) ... (Taşlama) (Vur Abalıya): Maliye Müsteşarı (Topluiğne), Nu. 4, s. 8, 4 Teşrinisani 1324 Salı. Neler İşitiyoruz (İntihabat İçin) Neler görüyoruz (Hasad), Nu. 5, ss. 2-3. (Vur Abalıya): Türklerin V olteri: Ahmed Midhat Dâileri (Topluiğne) Aded : 6, 19 Teşrin-i-Sâni 1324 Çar-, şamba Bir Diplomatın Beyânâtı (Hasad), ss. 1-3. (Vur Abalıya); Ali Kemâl, (Topluiğne), s. 8. Aded : 7, 26 Teşrinisani 1324 Çarşamba Neler İşitiyoruz (Hasad), ss. 4-6. (Vur Abalıya) t Tevfik Fikret Bey (Topluiğne)/ s. 8. Neler İşitiyoruz: Kâi* Dede (Hasad), ss. 4-5, Aded : 8, 4 Kânunevvel 1324 Perşembe. Vur Abalıya: Doktor Rıza Tevfik (Hasad), s. 8. Neler İşitiyoruz: Meclis-i Meb'usan'm Küşâdı Müna­ sebetiyle Davul’un Cemiyete Teşekküıni - Manzum (Ha* sad), ss. 3-4. , Vur Abalıya: Prens Ferdinand Cenahları (Topluiğ­ ne), s. 8. Davulcunun Meclisi- Meb'usandan Temenniyâtı (Man­ zum) Vur Abalıya : Kâmil Paşa (Topluiğne), s. 8, Aded : 10, 17 Kânunevvel 1324 . Davulcunun Meciis-i Meb'usandan Temenniyâtı (Man­ zum) (Sivrisinek), s. 2. 223


Vur Abalıya : Şehir Mektubçusu (Topluiğne) Uşakîzâde Hâlid Ziya Bey (Hasad), ss. 12«15, A d ed : İl, 31 Kânvtnevvel 1324 Çarşamba. Vur Abalıya: Dâhî-i Edeb (Abdülhak Hâmid Bey) (Topluiğne) ^ d e d : 12, 7 Kânım-Sâni 1324. Açık Mektub : Rasadhâne Müdürü Sâlih Zeki Beye­ fendiye (Topluiğne) Vur Abalıya: Adem-i Merkeziyet Mt^terii Prens Sabaihaddin Beye (Topluiğne), s. 8, Nu. 14, 28 Kânun-Sâni 1324. Vur Abalıya: Ahmed Rıza Bey (Topluiğne), s. 8, A ded; 16, 11 Şubat 1324. Vur Abalıya: Mizancı Başı (Murad Bey) Topluiğne), ss 9-10, Aded; 17, 18 Şubat 1324 Çarşamba. Vur Abalıya: Hüseyin Cabid Bey (Topluiğne), ss. 910, A ded: 18, 25 Şubat 1324 Çarşamba. Vur Abalıya: Ahmed Hikmet Bey (Münekkîd imza­ sıyla), ss. 9-11, Nu. 19, 11 Mart 1324 Çarşamba. Puvason Davril (Topluiğne), ss. 6-7, Nu. 20, 1 Nisan 1325. Vur Abalıya: Hüseyin Rahmi Bey {Topluiğne), s. 9. Bir Düello (Münekkid), ss. 10, 11, 14. Dohna (îm z a : Yutmaz), s. 6, Aded: 21, 15 Nisan 1325 Çarşamba. Vur Abalıya: (Abdülhamid Han Aleyhinde) (Toplu­ iğne), s. 9. 224


Vur Abalıya: Merkeziyet Mürevvici (İstanbulin im­ zasıyla), Nu. 22. Vur Abalıya: Maiımud Sâdık Bey (Münekkid), ss. 8-9, Nu. 23.

Vur Abalıya : SâÜh Münir Paşa (Keçiboynuzu imza­ sıyla), ss. 89, Nu. 24.

MUSAVVER M UHİT: Askerlerin Şarkısı (Şiir) Teşrin-i-evvel 1318. C ilt: 1, Nu. 1, s. 10, 23 Teşrin-i-Evveî 1324 Perşembe. Çerkeş Hâtıralarından: Bir Fırtına (Küçük Hikâye) — ^Muhterem İshak Beyefendi ye— C ilt: I, Nu. 5, ss. 77-79, 20 Teşrin-i-Sâni 1324. Başörtün (Şiir), 1317 C ilt; I, Nu. 10, s. 148, 1 Kânûn-ı-Sâni (Ocak) 1324. Gecelerim (Şiir) I, 11 Mayıs 1319 C ilt; I, S ay ı; 12, s. 182, 15 KânCm-ı-Sâni (Ocak) 1324 Perşembe. Musâhebe-yi Edebiye (Faik Âli - Fânî Teselliler) C ilt: I, Nu. 13, ss. 197-199, 22 Kânûn-ı-Sâni (Ocak) 1324. Gecelerim (Şiir) II — Şinâsî’ye— , Haziran 1320 C ilt: I, Nu. 14, s. 214, 29 Kânûn-z-Sâni (Ocak) 1324. Gecelerim (Şiir), Eylül 1320 C ilt: I, Nu. 17, ss. 262-263, 17 Şubat 1324 Perşembe. 225


îlk Tesadüf (Şiir), Teşrin-i-Ewel 1317 C ü t: II, Nu. 1-23, s. 21, 9 Nisan 1325 Perşembe. Akşam (Şiir) C ilt: II, Ntt. 5-27, s. 138, 7 Mayıs 1325 Perşembe. 10 Teımnuz Hakkmda IHıydııklannı Celâl Sâhir Bey'e Yazıyor C ilt: II, Nu 14-36 ve 14-37, ss. 4 0 6 ^ 7 , 10 Tem­ muz 1325 Perşembe. SERVET İ FÜNÛN: Köy Mezarlığı —^Ali Sühâ'ya— (Mensur Şiir) 31 Kân.ûn-1 -evvel 1325-2 Muharrem 1328 Perşembe, 19. Yıl, C ilt: 38, Nu. 971, s. 134. Annemin Derdi (Şiir) 14 Kânûn-ı-Sâni 1325 -16 Muharrem 1328 Perşembe, 19. Yıl, C ilt: 38, Nu. 973, ss. 166-167. Eski Çırağan (Şiir) 4 Şubat 1325 - Safar 1328 Perşembe, 19. Yıî, C ilt: 38, Nu. 976, s. 214. Leyâl-i Girîzan (Hüseyin Siyret Özsever’in şiir kita­ bı hakkında) (Tenkîd-i Edebî) 14 Nisan 1326-17 Ra)biulâhir 1328 Çarşamba, 19. Yıl, C ilt: 38, Nu. 986, ss. 371-374. İstanbul (Şiir) — Şûrây-ı Ümmet'in Paris'te çıkan sahifelerinden 13 Mayıs 1326 - 17 Cemaziyüelevvel 1328 Perşembe, 20. Yıl, C ü t: 39, Nu. 990, ss. 20-21. 226


Havây- 1 Ebedî (Şiir) 22 Temmuz 1326 — 24 Memâziyülevvel 1328 Perşem­ be, 20. Yıl, C ilt; 39, Nu : 1000. Tolstoy 18 Teşrin-i-Sâni 1326 — 19 Züka'de 1328 Perşembe, 20. Yıl, C ilt; 40, Nu. 1017, ss. 59-62. Ziyâ ve Zalâl (Mensur Şiir) 27 Kânûn-ı-Sâni 1326 — 10 Sefer 1329 Perşembe, 20. Yıl, C ilt : 40, Nu. 1027, ss. 294-295. Sen Bendesin (Şiir) 2 Haziran 1327 — 18 Cemâziyelâhır 1329 Perşembe, 21. Yıl, C ilt: 41,.Nu. 1045, s. 102. Safahat (Musâhabe-i Edebiye) 10 Temmuz -327 — 27 Receb 1329 Perşembe, 21. Yıl, C ilt; 41, Nu. 1050, ss. 223-229. Bahariye (Şiir) 21 Temmuz 1327 — 8 Şa'ban İ329 Perşembe, 21. Yıl, C ilt: 41, Nu. 1052, s. 271. Safahât Hakfcmda 4 Ağustos 1327 — 22 Şa’ban 1329 Perşembe, 21. Yıl, C ilt: 41, Nu : 1054, ss. 315-318. Ah Mesâ' (Şiir) 18 Ağustos 1327 — 7 Ramazan 1329 Perşembe, 21. Yıl. Cilt : 41, Nu. 1056, s. 364. Tenidde Doğru (Musâhabe-i Edebiye) 25 Ağustos 1327 — 14 Ramazan 1329 Perşembe, 21. Yıl, C ilt: 41, Nu. 1057, ss. 388-395. 227


Safahât Hakkında 15 Eylül' 1327 — 5 Şavval 1329 Perşembe, 21. Yıl, Cilt : 41, Nu. 1060, s. 474. Tenkîd Yolunda (Musâhabe-i Edebiye) (Mehmed Ali TevBk Bey'e Cevab) 6 Teşrin-i-evvel 1327 — 26 Şavval 1329 Perşembe, 21. Yıl, C ilt; 41, Nu. 1063, ss. 531-534. İstanbul Akşamı (Şiir) 16 Şubat 1327 — 11 Rebîülevvel 1330, 21. Yıl, C ilt: 42, Nu. 1082, s. 370. DEĞİŞİK DERGİ VE GAZETELERDE RASTLADIĞI­ MIZ YAZILARI: Hüseyin Câhid Bey ve Diğerlerine Cevabım, Hâkîmiyet-i Miiîîye, 4 Aralık 1923 Salı, Y ıl: 4, Nu. 984, s. 3. Nasihat Verenlerin Memleketinde, Hâkimîyet-i Mîl­ lîye, 19 Aralık 1923 Çarşamba, Y al; 4, Nu. 997, s. 2. Penbe Kordelalar (Küçük Hikâye), Resimli Roman, I. Yıl, Nu. 2, s. 145-159, 1 Nisan 1325. Bir Ümid (Şiir)> Resimli Roman, Nu. 2, s. 146. Bir Mektub, Muallim Mecmuası (Fikret Özel Sayısı), 1 Eylül 1333, Y ı l : 2, C: 2, S a y ı; 14. ss. 436-437. Ev Eşyaları ve Türk Üslûbu, înci, 1 Aralık 1335, Nu. II, ss. 5'8. Yeni Lisan, Genç Kitlemler, 1327-1911, C. II, S ay ı: 12. 228


Makale-i Yevmiye : Bizde Nisaîlik, Hak Gazetesi, 23 Mayjs 1912 Perşembe, Nu. 71, s. 1. Serbest Fırka Hakkmda, Akşam, 11 Eylül 1930. Yıl

Boğaziçi Mehtablan, Akşam, 15 Haziran 1943 Sah, 25, S ay ı: 8854, ss. 5-6.

İstiklâl Marşı, Kızıl Elma, 26 Aralık 1947, S ay ı: 9, ss. 8-9. Târih Yollannda Uzaklaşırken, Türk Kültürü, Mayıs 1970, Yıl VIII, S ay ı: 91, ss. 448-450.

229


BİR ANKETE CEVAB Kızılelma delgisinde Müftüoğlu Mustafa Tatlisu'nun «Türkçülük anlayışınız nedir?» diye düzenlediği ankete Hamdullah Subhî Tanrıöver şu karşılığı verm işdir: (x) «Bugünkü Türkçülüğümüz^... Türkocaklan kuruldu­ ğu vakit, onun ilk tüzüğünü meydana getirenler, milli­ yeti nasîl anladıklarım çok açık bir madde ile ifâde et­ tiler. Bu satırların yazıldığı günle bugün arasında 36 yıl­ lık bir mesafe vardır. Görüşümüz aynıdır. Zaman, ilk 'düşüncemizi za’ja uğratmadı, kavileşdirdi. Biz, şuur bir­ liğine dayanan bir milliyet düşündük ve bu fikri savun­ duk. Bu cümle tarifsiz bırakılırsa çok yanlış düşünce­ lerin hâsıl olmasına elverişlidir. Birer birer, milliyet etrafında reddettiğimiz fikirleri bir sıraya koyalım: Irka dayanan bir milliyet fikrini kabul etmiyoruz. Bu, Türk ırkı yoktur ve Türk ırkına karşı bağlılığımız, derin sevgimiz mevcud değildir, mânâsına gelmez. Irkçı­ lığın reddettiğimiz kısmı: Cemiyetimize mal olmuş, hat­ tâ düşüncesi itibariyle bir Türk’de aradığımız bütün va­ sıfları hâiz olan bir kimseyi, soyu Türk olmadığı için ya­ bancı tutmak fikridir. Buna karşıyız. Yoksa: Sınırları­ mız dışında kalmış Türkîeri benimsemiyoruz, Anaâolucu veyâ devletçi bir Türkçülük yapmak istiyoruz, sanılmamalıdır. Sınırlarımız dışında yaşayan Türklerin bir kısmı, Osmanii imparatorluğunun askerî ve siyasî felâketlerle eli­ mizden çıkmış olan parçalarında kalmış kardeşlerimizI

(x)

230

Kızılelma, 31 Ekim 1947, S a yı: 1, ss. 8-9.


dir ve bizimle doğrudan doğruya aynı kültüre sâhibdtrler. Bir kısmı ise — ki bunlar, büyük bir çoğunluk oluşdurmakdadtr— eski Osmanlı İmparatorluğu’nun havzastnda yaşamamakla beraber, bizim soyumuzdandtrİar^ Türktürler, onîan ayrı milletler farzetmemize imkân mevcud değildir. Bu fikri anlatmak için, bundan 23-24 yıl Ön­ ce söylediğim basılmış bir nutkumdan size iki cümleyi tekrar edeyim: Bir orman içine duvar çekmek neye ya­ rar? Duvarın altından kökler, duvarın üstünden dallar birbirine kavuştuktan sonra.... Bizim için yanlış Türkçülük, kuvvetlerimizin ölçüsü­ nü geçen ve bizi çok tehlikeli mâcerâlara sürükleyecek olan istilâcı Türkçülüktür. Yâni, siyâsetimizi fütuhata sevkedecek olan görüştür ki, bugün bu fikrin de hiçbir Türk aydınının kalbinde yeri yoktur. Vaktiyle bir Dışişleri Bakanımız, sınırlarımız dışın­ da kalan Türkler için alâkamız, İnsanî bir hayranlıkdan ibarettir, demişdi. Bunu Ölünceye kadar utanarak hatır­ layacağım. Memleket, Türkçülüğü idrâk ettiği günden beri ru­ hunu yenilemiştir. Türkçülük, bize yeni bir hamle imkâ­ nını verdi. Ne yazık ki onun târifinde devlet kuruluşlanmız, aynı görüşü ifâde etmeyen düsturlar ileri sürmüşdür. Yalnız, değeri sınırlı olmakla beraber bir teselli ola­ rak söyleyebilirim k i: Ana fikirlerin ifâdesi, dâimâ uzun süre açıklanmamış, kapalı kalmtşdır. Dinler, bu dinlerin peygamberleri kayboldukdan sonra kitaplı bir din hâ­ line gehnîşdîr. Bugün bizim muhtaç olduğumuz: Babalarımızın yüz­ yıllarca muhteşem bir başarı ile yaptıkları gibi, yeni bir terkibin esaslarım kurmak ve imparatorluğun — velevki

231


ufak çapta olsun— bütün asırlarından Örnekler taşıyan son vatan parçastnt mânevi birliğe erişdirmekdir. Zekâ­ mız, millî ve târihî iyman kuvvetimiz, bu haşarıyı bize nasih kılacak mı, bunu yakında göreceğiz. Fakat, şahsı görüşüm olarak size söyleyeyim k i: 36 yıl önce ilk Türkocağt’nın mütevazi çatısı altında hangi iymanla çalıştıksa, bugün aynı iymanla çatışıyoruz-»

232


AZİZ OCAKLIYA

Aziz ocaklıya, Çetin bir dağ yolunda senelerdir yürüyoruz. Hareket noktasından uzaklaştıkça, ufuk genişliyor ve rüzgâr artıyor. Eski mâbet eski ümit aşağıda, ovalar­ da kaldı. Kenannda dolaştığımız uçurumların dibinden mâzinin lâfzı ve şekli kaybolan şikâyet ve itiraz uğultu­ su geliyor. Aziz ocaklı, Milletinin târihinden bir vazife aldın ve birbirinden daha yüksek tepelere doğru yepyeni bir önderin m yâ ve îmaniyle çıkıyorsun. Genç kalbine büyük bir aşk doğmuştur. Sen Türk vatanı üstünde aşkın timsalisin! Aşkın yâni, yeryüzünün tanıdığı en büyük, en yaratıcı kuwetin timsâlisin! Yokuşları tırmandıkça ufkun genişledikçe asırlardır unutulmuş bir âlemi hayran gözlerinle tekrar buluyorsun. Aziz ocaklı. Sevdiğin kadar asîl, sevdiğin kadar yapıcı ve yüksel­ tici bir insansın! Aştığm yıl, seni ıstırap kaynaklarına 233


doğru götürüyor. Işıksız köşelerinde acısını söylemeğe te­ nezzül (*) etmeyen talihsiz fakat gururlu kardeşine şefkat ve avunmayı, îman ve şifâyı aşkın nur hâline koyduğu parmaklannla sen uzatacaksın! Köylerin ortasında ufak bir mektebin çatısı altmda çalışan genç muallim, terkedilmiş ve ıssız kulübelere üc­ retsiz muayene ve üâç götüren genç doktor, biriken bir halk kalabalığma yeni sözü söyleyen genç hatip, tehlike günlerinde irâdesinin zırhlarına bürünerek destanı bir kahraman gibi b o ğ u ş ^ genç subay, şiirinin, resminin, mermerinin, âletinin başında yarınki Türk vatanına san'at şekilleri ve sesleri yaratan genç san’atkâr, sen sosyal bir yolun, bir aşk mezhebinin müridisin. (**) Vazifen nedir diye soruyorlar? Bütün rüzgârları yanık kokusu getiren harap bir memleketin üstünde, ihtiyaçlar ortasmda bunalmış bir halkın karşısında, vazifenin ne olduğunu sana aşkın söy­ ledi! Sen birlik için çalışıyorsun. Tâlihin ve târihin senden uzak düşürdüğü kardeş­ leri, bir akşam saatinde ocağının dışarıyı ve içerİ3 â ay­ dınlatan kızıl ışığmda tekrar görüp tanımadın mı? Yaylalardan ovalara, ovalsurdem yaylalara göçen, Yö­ rük Anadolu, köylerin ve kasabalann yerleşmiş halkı ile beraber, mezhep aynlıklan içinde parça parça olmuştur! Güneyde ve doğuda millî kültürüne düşman iki lisan, hâkimiyetini gösteren bayrağmın gölgesinde sana karşı mücadele ediyor. (*) (*")

234

Tenez2iU : Aşağılama. Mürid : B ir şeye bağlı olan.


İstanbul kapılarında, Akdeniz ikıyılannda eski Ana­ dolu’nun en koyu Türk merkezleri etrafında dört beş yabancı lisan konuşulan kaç tane ufak Makedonya ve Kafkasya var? Vatanının kuzeyinde, uğursuz bir cereyan seneler­ dir millî ruhunu aşmdırarak içeri akmak için kendine taraf taraf köprü başları aramakla meşguldür. Sen uyanıklık dçin çalışıyorsun! Aziz ocaklı, Sen Türk'ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vic­ danısın. Evvelkilerden başka, yeni fâtih milletler uzun yollardan gelerek müdafaa mesafelerini açtılar, ana yur­ dunun smırlanna gelip yerleştiler; ufacık ada kırıkla­ rına yapışarak sahillerine sokuldular. Aziz başm, yastığınm üstünde derin nyumasın! Sen ihtiyaca yardım edeceksin! Memleketin hangi köşesinde isen, ocağınla beraber o yerin ihtiyacına yardım edeceksin! Vaktiyle dediler k i ; Ocağının mihrabı (*) önüne parti düşmanlıkları ile gelenler, bu düşmanlıkları unuttular; ne büyük netice! Bugün diyorlar k i : Ufacık köy mektebinin kızlan, şehir çocukları gibi temizliğe dost oldular; ne mübârek netice! Kardeşlerinin kalbini avlamak içdn yabancüarm uzak bir sâhilde açtıkları hastahâne, ocağmm küçük hastahânesi karşısında kapanıp gitmeye mecbur oldu. (*)

M ih rab: Câıuüerde imamlık edene ayrılan yer yonelinen taraf.

235


Ne güzel gazâ, (*) ne güzel bir zaferi Daha yolun uzundur, daha çok tırmanacaksın! Olduğun yeri güzelleştir, düzeni kur, hakkı tanı ve tanıt! Gün içinde değil; zaman içinde düşün; kalbinden bir ân târih hissi eksik olmasın. Şiddetli isteğe ve kıskançhğa karşı mücâdele et! Türk târihinin, Türk ruhunun en korkunç yarası, bu kıskançlıktır. Aziz ocaklı, Kalbimde ve dimağımda iyi ve güzel ne varsa senin emrettiğin hizmet yolımda kullandım. Uzun seneler zar­ fında memleketin her köşesinde söylenmiş nutuklardan nasılsa yazıya geçmiş birkaçını topladım, bunlan da sa­ na uzatıyorum! Tesellim odur ki; sen bunlarm daha güzelini söyle­ yecek ve beni bir baba kalbiyîe mağrur edeceksin. Aziz ocaklı, Yol daha uzımdur, yapılacak şey yapılandan daha büyüktür, fakat; târihinin engin ufuklarından gelen ve senin genç ciğerlerini şişiren rüzgâr; ocağmm kıutsî ate­ şini durmadan parlatacaktır, çünkü: «Ufak ateşleri sön­ düren rüzgâr büyük ateşleri yakar». GAZİ NİN HEYKELİ Hanımlar, efendiler; Anadolu yaylasının şu yüksek balkonunım üstünde, bembeyaz mermerlerin yukan kaldırdığı şu yağız ata bin­ miş tunçtan adamı tanırsınız!., , (*)

236

Gazâ : Din uğruna savaş.


Türk vatanının en tâlihsiz ve en uğursuz günlerin­ de gizlilik perdelerini sıyırarak ortaya çıkan bu esraren­ giz adamı tanırsınız!.. Mermer ve tunç, duyan ve düşünen mületlerin elin­ de şimdiye kadar hatır ve hayâle gelmez şekiller aldı. Milletlerin ebediyete bağlamak istedikleri yüce düşünce­ leri, derin ve sonsuz aşkları ifâde eden bu mâdm, txmç; Türk vatanında bütün halkın şimdiye kadar duyulmamış en nâdir hislerine bir şekil vererek işte karşınıza çıkıyor. Kendi kendimize soruyoruz: Acaba bu mâden dün­ yanın neresinde bundan daha İlâhî, bundan daha güzel b ir mevzuun ifâdesine vâsıta olmuştur? O, bir askerdir. Vatan müdafaası için silâhını eUne aldığı, emir ve kumanda yerine geçtiği günden beri hiç bir defa mağlûp olmamış bir askerdir. Bütün bir memleket mağlûbiyetten maklûbiyete düş­ tüğü zamanlarda o, dâima galip kalmanın sırrını bulmuş ve nihayet millî târihin bitmeye mahkûm göründüğü gün­ lerde İstiklâl Mücâdelesi'nin başına geçerek vatamna ke­ sin zaferleri ve kurtuluşu getirmiştir. Günlerce, hafta­ larca üstünde Sakaıya muhârebelerinin şimşekleri kı­ mıldayan şu karşı ufuklardan Akdeniz kıyılarına kadar açılan sâhalarda bir avuç toprak var mıdır ki hâlâ onun tantanalı gazâlannın hâtırasım taşımasın? O, bir teşkilâtçıdır. I>ünya savaşınm enkaz hâlinde bıraktığı bir devletten yepyeni bir devlet çıkarmak için lâzım gelen unsurlan o topladı. Onun eli altında hükümet kuruldu, ordular doğdu. Yeni bir istikbâl için yeni bir idare cıhâzı işlemeğe baş­ ladı. 237


o, bir siyasîdir. Uzak ve yakın târiîı, iyi bir talihi hak- etmiş olan birçok milletlerin, hattâ hesapsız akan kanlar pahasma kazambmş zaferlere rağmen kıt görüşlü siyasîler tarafmdan nasıl felâketlere sürüklendiğini bize hikâye etmiyor mu? Türk dâvası etrafında cereyan eden sözlü tartışmalarda Türk vatanı lehine elde ettiği neti­ celer en iyimser hayâlin sınırlarım pek çok aşmıştır. Benzeri olmayan bir görüş açıklığı, anlayışta nâhâyetsiz bir içine alma ve kaplama dâimâ karşısmdakini kendi arzusmıa doğru eğen sarp, yalçm bir irâde ona mevziî muvaffakiyetlerden başlayarak Lozan’a kadar birbirini tâkip eden bir sıra büyük başarı sağlamıştır. O, bir İslahatçıdır. Bütün Müslüman dünyasım muh­ telif derecelerde esârete uğratan manevî zencirleri yanıl­ maz bir isâbetle keşfetti ve onlarm hepsini birer birer koparmasını bildi. Eğer mazlum (*) doğu milletlerine kud­ retli ve mes'ut bir istikbâl için bir yol aramak lâzımsa, şimdi Ankara şehrine yukarıdan bakan bu büyük vatan­ daşın çizdiği yoldan geçmek kâfirdir, deriz. Onun tatbikında gösterdiği kudret ve düzeltmeyi düşünmek bir ha­ yâl, söylemek bir aşın gitme, tatbika kalkmak bir cinnet gibi görünebilirdi. Her müşkülü yenen, her imkânsızı mümkün kılan cesareti, dastanî ve efsanevî bir mâhiyet­ te olan bu inkılâpçıdır ki, bize umumî târihin bahsettiği bütün ıslahatçıları gölgede bıraktı. O, bir rehberdir. Askerlikte, idârede, siyâsette, içtimâiyatta, san'atta ve zevkte bize dâima hayret veren en güzel esasları O koydu, en güzel şekilleri O gösterdi. O, bir baştır. Perişan gönülleri ümitle dolduran, harp meydanlarında toplanma yerini haber veren yüksek bir bayrak gibi muhtelif yollarda dağılmış zekâları aynı irâ­ (•)

238

M azlum ; Zulüm görmüş.


de altında toplayan, yanına giren her ferde : «Sen benim üstümdesin» dedirten; ortaya koyduğu esasları candan sâdık olanları dâima bdr dost eliyle himâye eden bir baş­ tır. O, bir hapitir. Türk lisanmm en yüksek âbidelerin­ den birini onun bir başkasına nasip olmayan lisanı, Türk milletine verdi. Nutuklarında öyle parçalar vardır ki ifâ­ denin belâgatı itibâriyle bugünkü ve yarınki nesillere yük­ sek birer örnek olacaktır. Aman vermeyen sıkı bir man­ tık, sâdelik ve asâlet, perdesi uzaklık ve derinlik veren içten gelen bir ses onu mücâdele târihinin rekabet kabul etmez bir hatibi hâline koydu. Ey Türk vatanı!. Bu civanmert ve büyük evlâdın senin sayısız ihtiyaçlarına göre bâzen bir asker şeklinde göründü, bâzen düşkünlük ve hüsran (*) saatlerinde, cesa­ ret yayan bir hatip olarak konuştu. Dağmık yurdunda, zaman oldu ince ve asil elleriyle enkazı toplayarak yeni bir devletin temelini attı. Bir masa başında saati geldiği vakit, onu bir siyâsî olarak müzâkere ederken, emirler yazarken gördük. Gün oldu; tılsımlı parmaklarıyla ebe­ diyete dayanmış zannolunan ne katdar köhne kuruluş varsa, dokundu ve dağıttı. Günün birinde istiklâl mü­ cadelesinin târihini yazmak lâzım geldi; onu, O yazdı. Şimdi O, kurşun uğrağı ve uçurumlarla çevrili ölüm yollarından geçmiş, bu sulh ve ümran (**) günlerine vâsıl olmuş, Anadolu yaylaları üstünden Garbm ve istiklâlin engin ufuklarına bakıyor. Hareketini devamlı bir dikkat içinde durdurmuş, gözleri uzakta ve derinde bir noktaya dalmış, karşımızda bekliyor. Baktığı taraf Türk târihine yeni bir istikamet vererek bir hedef diye gösterdiği ha­ yat âlemi, yenilik âlemi. Batı âlemidir. (*) Hüsran : Acı. (•*) Ümran: Bayındırlık.

239


MAHMUD ES’AD B E Y İN NUTKUNA CEVAB Pek muhterem Mahmud E sat Beyefendi, Milliyet fikrinin ilk rehberlerine, yakmhk ve mu­ habbetle dolu olan bu sözlerinizle çak haklı bir iltifat­ ta bulunmuş oldunuz. Kimi bir şâir, kimi bir yazar, kimi bir îâriliçi, bir dilci, bir gazeteci, bir profesör olan bu aziz ve seçkin arkadaşlarımın sizin lisanınızdan böyle bir iltifata mahzar olmaları, bilseniz beni nekadar mes’ut etti. Fikir ve san'at adamları yalnız bir şeyden korkar­ lar : Unutulmak ve inkâr edilmek... Onlar unutulm.adıklanna yeni bir delil gördükleri vakit, mes’ut olurlar. Ha­ yatta bekledikleri mükâfat da yalnız bundan ibârettir. Emin olabilirsiniz ki, her biri ayrı ayn, kalpten ge­ len sözleriniz, doğrudan doğruya kalplerimize girmiştir ve bunun hâtırası bizde çok kuvvetli olarak kalacaktır. Büyük fikrin bu aziz rehberleri, bizzat isâbetle işa­ ret buyurduğunuz üzere çok mihnetli yollardan geçtiler. Eğer kısacık bir zaman içinde yendikleri zorlukları ayrı ayn zikretmeye imkân olsaydı, bunu ifâ etmekle bahti­ yar olurdum. «Âcizler için drnkânsız, korkaklar için müt-. hiş görünen şey, kahramanlar için idealdir.» Bu akşam yücelttiğiniz bu şâirler, bu müderrisler, bu muharrirler, memleketin bu bilinen âlimleri fikir mücâdelelerinde sa­ yısız yara almış, fakat bir defa başlarını geri çevirmemiş ve arkalarmdan yürüyenleri, kendilerine inananları za­ fere ulaştırmış kahramanlardır. Vaktiyle dağ başımda çobanlar bir ateş yaktılar. Bir­ çok yolcular, onlarla beraber ben, bu ateşe gözlerimizi dikerek yol aldık. O ateş ıssız, soğuk gecelerde yandı. Engin ve yeni ufuklar seyreden bir dağın başmda, ço­ banların vaktiyle yaktığı ateş sizin bu akşam yüceliğini 240


belirttiğiniz Ocaktır. O ateşi yakan vaktiyle genç ve şimdi ihtiyar olan çobanlar bu akşam etrafmızdadır. «Türk milliyetçiliği fütuhatçı (*) değildir.» dediniz. Memleketleri kastederek söylersek, şüphesiz Türk milli­ yetçiliği fütuhatçı değildir. Gönülleri kastederek söyler­ sek, Türk milliyetçiliği fütuhatçıdır. Bizim için bir kalb; bir diyar, bir iklimdir. Uzaktan bize gelen gölgeyi vaktiyle bize gösterir, derlerdi k i : «Bu geçen bir düşmandır, sana yaramaz!» Bize düşman diye gösterilen bu gölge yürümekte, yaklaşmakta devam etti. Bize dediler k i : «Bu gelen yabancıdır, sana yara­ maz.» Gölge, yaklaşmakta devam etti. Karşı karşıya gel­ dik, hayretle gördük ki, o gelen bir düşman değil, bir yabancı değil, asırlar arasmda yolunu şaşırmış nihayet atalarm, kardeşlerin ocağına dönen bir kardeştir. Okuduğum şiiri kimler dinleyecek, smırlayabilir mi­ yim? Yazdığım kitabı kimler okuyacak, düşünebilir mi­ yim? Çok haklı olarak dediğiniz gibi milliyetçilik bir fikir hareketidir. Fikre sınır çizilir mi? Türkocağı, millî hudutların hâricinde fiilî hiç bir yayılma sahası kabul etmemiş ve etmeyecektir. Türkocağı, harsî (**) ve sosyal bir hareketi temsil eder. Etkisi yaygındır. Rus :inkılâbı piyoniyerlerle, konsomollarla; îtalyan milliyetçiliği silâhlı Faşist teşkilâtiyle kendini ka­ bul ettiriyor. Türkocağı nm temsil ettiği harsî ve İçtimaî (***) milli­ yetçilik silâhsızdır. Silâhlarımız var, fakat kalblerimizde... Ocak kurulduğu gündenberî milliyetçi, halkçı, garp­ çı ve inkılâpçı bir fikir cereyanmm kaynağı olmuştur. (*) F ütuhat: Bir memleketi zaptetmek. (**) Hars : Kültür. (*•*) İç tim a î: Sosyal, topluma ait.

241


Türkocağı onaltı senedir Türk rûhunun manevî ufukian arkasında yavaş yavaş belirmeğe başlayan ve nihayet doğan son büyük inkılâbın gönüllü askerlerini yetiştir­ miştir. Anadolu'da Kuva-yı Milliye henüz teşekkül etmemiş­ ti. Meclis toplanmamış ve hükümet kurulmamıştı. O zamankz Türkiye’de mevcud yirmisekiz Ocağm merkezi olan İstanbul Türkocağı, kendi reisini tammakta zorluk çekmedi. Yâni başmdaki Babıâli’ye değil, karşısmdaki saraya değil, fakat Anadolu'nun uzak bir köşesinde millî ümidin timsâli olarak çıkan genç kahramana şikâyetle­ rini yazdı ve merciini (*) tanzdı. Ve onun etrafında sım­ sıkı toplandı. Türkocağı, Büyük Rehber'in, İnkılâpçının emin ve harim (**) bir kuvvetidir. Bize, Türk vatanı üstünde şahıs zorbalığını devam ettirmek isteyenler hakkmda ne dü­ şündüğünüzü ifâde ettiniz. Parmaklarımn ucımda kendi hesaplarına işleyebilecek yırücı tırnaklar muhafaza et­ mek isteyenler, hür bir vatanın havasmda rahat rahat yükselmek isteyen Istîdatlarm kanatlarını parçal^ıaaktan başka ne rüya görebilirler? Eski Türkiye'nin havasmda Yeniçeri korkusu, Med­ rese korkusu, Saray korkusu... dünkü Türkiye'nin hava­ smda sokak başlarmda gecenin karanlık saatlerinde pat­ layan gizli silâhlann korkusu hükümrandı. Bugünkü Türkiye'nin havasmda yalnız bir korku hükümran ola­ caktır r İşlenen, irtikâb (***) edilen günah, kanunun ce­ zasından kurtulmaz; günahın her nev'ine karşı, korkunun bir nev'i yalnız : Kanun korkusu... (■*) M e rc i: Başvurulacak yer. (**) H a rim ; Birisi için Icutsî olan şey. (***) İrtik â b ; Kötü bir iş işleme.

242


Türk vatanı, lüzûmımdan fazla ıstırap çekmiş oian yaralı ve harap Türk vatanı, temeli fazilet üzerine kurul­ muş olan cumhuriyet adliyesinden bımu hasretle bekli­ yor. KÖŞE MÎNÖERI

Hanımefendiler, aziz arkadaşlarım! Size bir hâtıramı anlatmakla söze başlayacağım. İs­ tanbul'dan ayrılmazdan sekiz on gün evveldi. İçdmde ga­ rip bir arzu hâsıl olduğunu hissetmeğe başladım. Bu arzu benim için bir düğüm idi, bir bilinmeyendi. Bımu tahlil ettikçe, hayretim gitgide artıyordu. Tütün arayan bir tiryâki gibi, içkiye alışmış bir adam gibi bu garip arzımun tesiri, hasreti altına düşmüştüm. Evimde bir köşe minderi dstiyordum. Akşam saatlerinde evime dön­ düğüm vakit, terliklerimi çıkarsam, sırtımı duvara dayasam, bu köşe minderinde otursam diyordum. Bu, nasıl bir arzu idi? Düşündüm, rûhımıda bir hastalık başladığı­ na ihtimal verdim... Evimde bir köşe minderi... Yalnızlık, sessizlik, onun üstünde ben, kendi kendime dalgın düşünüyorum. İna­ nınız ki, târif etmekte zorlıık çektiğim bu arzu, kalbim­ de bir sıla hastalığı şeklim almıştı. İçime bakmaktan korku duyuyordum; bu köşe minderi arzusu ne idi? Bir ikindi saati, Oivanyokına doğru gezmeğe çık­ tım. Dalgmdım, daha doğrusu hasta idim. Bir müddettenberi X>ârülfünûn gençleriyle. Ocak arkadaşlanmla be­ raber ziyâret ettiğim türbeleri, câmileri, İstanbul’un his ve hayâl veren o târih ve san'at köşelerini birer birer tekrar dolaşıyordum. Karşıma bir Yunan otomobili çık­ tı, İçinde Yunan zâbitleri vardı, önünde küçük bir Yu* 243


nan bayrağı sallanıyordu; içimdeki Jceder, yakıcı bir ze­ hir hâlini aldı. Divanyolu ve bir Yunan otomobili... Bu, ne yaman, ne korkunç bir manzara idi... Divanyolu, İstanbul’un üzerinden asırlarca târih ak­ mış olan bir caddesidir. Rumeli gazâlarma giden ordu­ ların muzaffer alayları, bu caddeden dönüp İstanbul'a girerdi. Divanyolu ve bir Yunan otomobili... Gözlerimin gör­ düğüne kalbim nasıl tahammül edebilirdi? «Süleymaniye»yi ziyaret etmeğe karar verdim. îngiîiz polislerinin nöbet beklediği Bayazıd Meydanından geçtim ve yavaş yavaş, düşüne düşüne, yana yana, Süleymaniye’nin gizliUğine ulaştım. O gün, büyük mâbet kim­ sesizdi, boşl^. Hattâ temizlik yapmak için içindeki hah' lan bile çıkarmışlardı. Dışarmın güneşle kamaşmış ilk­ bahar havasına rağmen, içerde koyu bir gölge ve derhâl hissedilen bir serinlik vardı. Bu mâbet, devletimizin en büyük günlerinde kurul­ muştu. Topraklarında Tuna akan, Nil akan ve Fırat akan yüzbeş, yüzon milyonluk bir halk, servet ve san’atta mis­ li olmayan bir ihtişa mo devrin kuvveti ve azameti (*) idi. O devletin savunması, yalnız, yola çıktığı vakit gü' neş kendisiyle beraber yürüyormuş gibi, gözler kamaş­ tıran ordularla temin edilmemişti; onu koruyan Kafkas dağları, Rumeli Balkanları gibi engeller, geçilmez nehir­ ler, sonu gelmez mesafeler vardı. Süleymaniye, böyle bir devrin gururunu ifâde etmek üzere yükselmişti. (* )

244

A z a m e t; Büyüklük.


Süleymaniye, aşJda dolu -bir göğüsten çıkan bii' ah gibi, İstanbul tepelerinin üstünde, dalga dalga kabarıp o heybeti almıştı. Süleymaniye yükseldiği zamanda, Ab* basî’lerin Bağdad'ı sâdece bir vilâyetti; Emevî’lerin Şam’ı, Firavun'ların Mısır'ı, birer vâlinin yönettiği vilâyetler, eyâletlerdi. Üç büyük dinin merkezi onun içinde idi; Yunan'dan, Bizans’a; Âsurlu'lardan, Keldanh'lardan Feni> keli'lere kadar kaç millet, kaç medeniyet geniş ülkeleri içinde silinip kaybolmuştu. Yirmi yirmibeş milleti hük­ mü altına alan bu yeni Roma; Avrupa, Asya ve Afrika üzerinde geniş ülkelere yayılmış, velvelesi dünyayı tut> muş muazzam bir kudretti... Bunları düşüne düşüne ken­ di başıma, yere yavaş yavaş basarak direkleri, kubbe­ leri, sessiz derinlikleri seyrediyordum. Gözlerim nakış­ lara takılıp kalıyor, kubbenin karışık yazışma bakarak dalıyordum. Bu, geçmiş zamanların ne güzel bir yâdigân idi. Bilmem nasıl oldu, ben istemeksizin, haberim ol­ madan ağzımdan bir «Of!..» sesi çıktı. Bütün mabet bir­ denbire ürperdi. Sesim direklerden kemerlere, kemer­ lerden duvarlara çarparak yarım kubbelere ve büyük or­ ta kubbeye yükseldi, mâbet bana cevap verdd, o da be­ nim gibi haykırdı: «Oo...f!.. O o-.i!..» Şimdi ben ürpermeğe başladım; hassas mâbet be­ nimle beraber inliyordu. Ses, bir aralık derinleşerek, uzaklaşarak, bitecekmiş zannmı verdiği hâlde, yeniden büyüyor, başımın üzerine her taraftan gelen bir inilti hâlinde tekrar tekrar dökülüyordu : «Oo...f!.. Oo...f!..» Galiba o da benim duyduklarımı duyuyordu, o da istilâya uğrayan İstanbul’un üstünde benîm düşündük­ lerimi düşünüyordu. Somaki direklere, mermer kemerlere, nakışlı kub­ belere sinen eski ruhlar uyanmıştı, şikâyet sesi, o derin245


iikierin içinde fırtınaya tutulmuş bir deniz uğultusu gibi, coşa coşa devam ediyordu. Büyük mabet, matemli evlâdımn kederine iştirak etmiş, benimle beraber uzun uzun inliyordu; Oo...f!.. îşte o zaman, içimdeki düğüm çözüldü, köşe minde­ rinin ne olduğunu o zaman anladım ve dışarıya çıktım. İkindi güneşi, geniş yangın yerleri üzerinde parlaya­ rak zavallı İstanbul’u aydınlatıyordu. Evet, anladım ben ne istiyormuşum : Aradığmı şey, hudutları, nihâyetsiz mesafeler içinde kaybolmuş büyük ve saklı bir vatanda, her tehditten uzak, emin bir pay-ı tahtta, hiç bir tehlike hissi duymayan bir evin içinde, cedlerim (*) gibi sırtımı rahat duvara dayayarak dalmak, düşünmek istiyormu­ şum. Köşe minderi, bende mahfuz (**) bir vatan hasretin­ den başka bir şey değilmiş. Hanımlar, efendiler! Bundan sonrasını biliyorsunuz. Biz,' kendi pay-ı tah­ tımızın (***) içinde, haydutlar, hırsızlar gibi, bir yerden diğer yere gitmek için gece saatlerini, karanlıkları bek­ liyorduk. Ondan birkaç ay evvel de, İzmir'de Yunan jan­ darmalarının süngüleri ucunda, Yunan karakoluna git­ tiğim saati hatırlıyordum... Biz, vatan toprakları üstün' de, vatan hasretini tatmış kimselerdik. Süleymaniye'yi ziyâretimden beş on gün sonra idi. Anadolu içerilerine doğru yola çıktım. Samandıra'ya yak­ laşırken arabam bir noktada durdu. Bundan istifâde ederek yakın bir sırtm üstüne çıktım ve İstanbul'u göz­ lerimle aradım. Uzakta, tâ derinlerde ^k ten daha koyu (*•) (* * )

{* * * )

246

C e d le r ; Atalar. M a h îu z : Saklı.

Pay-ı ta h t: Başkent.


bir mavilik görünüyordu. Ufkun üstünde, minârelerle ürperen, kubbelerle dalgalanan masmavi bir şekil vardı. O, sesleri bana gelmeyecek kadar uzakta idi. O, renk fark­ ları belli olmayacak kadar uzakta idi. Bu bakış, bir ve­ da idi, bir son vedâ! Kendi kendime sordum: Tekrar geri dönebilecek miyim, onun sokakları içinde bir defa daha dolaşmak bana nasib olacak mı? Yoksa... yoksa... bu ayrılış, geri dönülmeyen bir yolculuğun başlangıcı olmasın. Bu ne yaman bir tâlih idi. Babam Mora'dan hicret etmişti, ben İstanbul'dan hicret ediyordum. Üçyüzotuzbeş baharının ihtilâllerini hatırlarsınız. Anadolu'nun her tarafmda vatan müdafaasının karşısı­ na çıkan hiyânet, kaç şekle girip son ümidi boğmak için uğraşıyor, mücadele ediyordu. Zaman oldu, Ankara et­ rafında ateş dalgalan, az daha bir çenber gibi dolanıp kapanacaktı. Bu esnada, bir akşam MilJet Meclisi nin karşısındaki bahçede otunurken, sokakta bir İstanbul hanımı gördüm. Sizin üzerinizdeki çarşaflar gibi bir çarşaf giyiyordu. O da bizimle beraber fırtına, kasırga uğrağı yerlere göç etmişti. İstanbul'un uğradığı felâketi, gözlerimin önünden geçen, siyah çarşafa bürünmüş bu İstanbul kadını kadar hangi şekil ifâde edebilirdi? O zaman İstanbul'u, düşman eliyle kapatılan Cteağımızı ve sizi bir defa daha düşündüm. Zâten İstanbul, odamızda, duvarda asılı duran bir levha gibi, dâima ha­ yalimizin önünde hazır duruyordu. Günün ışığı dışımızı aydmlatıyor, gecenin karsmlığı ise, içimizi aydmlatıyor. Asıl gece saatlerinde rûhım ufukları genişliyor, içimiz­ deki hicran yollan açılmağa başlıyor. Fakat şimdi İstanbul'dayız ve size kavuştuk. Bu ne saadet... Aşılmaz mesâfelerin sonunda, arada yenilmez mânialar ve kendisi erişilmez bir noktaya çekilmiş duran 247


İstanbul'dayız ve Ocağımızdayız. Bu ne saadet... Ne ya­ zık ki gözlerimizin hasretle aradığı birçok kardeşler, uzım mücadele senelerinde şehid düştüler. Bu bayram günü­ müzde onlan aramızda görmüyoruz. Anadolu mücâdele­ lerinde, memleketi bu güne eriştirmek için can verenleri şimdi teessürle hatırlıyorum. Bımdan kırkbeş, elli sene sonra, çiftçinin sapanı topraklan kanştırırken, istiklâl muharebesinde şehid düşen kahramanlanmızm kemik­ lerini meydana çıkaracak- VaCan topraklarının birçok köşelerinde bu kurtuluş günü için gözlerini kapayan kar­ deşlerimizi takdisle, minnetle bir dakika beraber düşü­ nelim... SAN’AT VE İSTİKLÂLİM İZ Aziz efendiler. Mektebinizin diploma verilme gününde Bursa’da bu­ lunduğum için ne kadar menmım olduğumu tahmin ede­ mezsiniz. Bu merâsime katılmadan Önce demirhanenizi, marangozhanenizi, bütün tezgâhlarınızı Özel bir merakla inceledim. Eserlerinizden memnım olduğumu, başan ile çalıştığınızı size söyleyebilirim. Mektebiniz öyle bir şehirde yapılmıştır ki, asıl mek­ tep bıırası değil, Bursa'nm kendisidir. Bursa doğunun en meşhur san'at merkezlerinden bdridir. Yetiştirdiği şâirler, mimarlar, ilim ve san'at adamları, hattâ hezarfenler, Bursa'yı eski Osmanlı İmparatorluğunun en mâ­ ruf bir ilim ve hüner ocağı hâline koymuştu. Bursa'mızda arkeolog, târihçi ve san'at adamı haftalarca, aylarca tetkik edecek ne bol mevzûlar bıdur. Bursa, Bizans târihindenberi yerlinin ve yabancmm dâima ziyaret ettiği ve sevdiği asıl hâtıralarla dolu olan bir yerdir. Ben bu­ 248


rada tahsil müddetİHi bitiren .arkadaşlarımıza el emek­ leriyle hayat ve geçimlerini temin etmeğe başlayacakları bir devrin kapılan açılırken babalannm san'atta nasıl bir mevkii olduğunu anlatmak ve onlara tuttukları yo­ lun ululuğu hakkında düşündüklerimi söylemek isterim. Aziz efendiler, Türk milletinin son nesilleri, millî ve mahallî san’atların umumî bir düşkünlüğüne şâhid olmaktan doğan bir hüzün içindedir. Halbuki milletler için iyi ve yüksek bir mâzi kadar kuvvet kaynağı olabilecek bir şey düşünüle­ mez, İçinde oturduğunuz şehre bakınız, hangi târihçinin, hangi münekkidin kitabı size bu Bursa sokakları kadar Türk san'atınm mâzisi hakkmda en güzel ve en doğru şâhidliği yapabilir? Târih endişesinin harekete getirdiği faâliyet, nerede İncelenmeğe değer bir mazi varsa, orada usanmak bilmez bir yoklama, bir arama vücûde getiriyor. Uzak memleketilerde, Tep’^te, Ninova’da, >Atina'da, Roma'da kazma iniyor, kalkıyor; mâziyi ve mâziye âdd olan gerçekleri arıyor Anadolu'da Yunan ve Roma yikmtılan çevresmde îngilizler, Almanlar, Fransızlar, Ame^ rikalılar araştırmalar yapmakla meşguldürler. Selçt^ Türklerine âid olan eserler gitgide daha fazla merak ile değerlendirilmektedir. Ya bu güzel Bursa, Batı Türkleri­ nin san at ve siyâset târihinde o kadar önemli bir yeri olan sevgili Bursa, geçmiş günlerden kalan eserleriyle bize neler söylüyor? Ondördüncü ve onbeşinci asırdaki Bursa^yı çok geniş bir inceleme ile bize değerli eserinde anlatmış olan Parville'den beri bu şehrin, san'at bakımın­ dan değerine uygun bir derecede ele ahndığmı gösterir diğer bir eser tammıyorum. Edhem Paşa'nm (Osmanh Mimarisi) ismiıu taşıyan muazzam eserinde, Bursa'ya çok geniş ve Önemli bir yer verilmiştir. Fakat hâtırası 249


kalbimizde minnettarlık uyandıran bu seçkin vezirimiz, çok büyük bir ihtiyacı karşılayan bu eserini bırakmakla beraber, belki kendinden sonra geleceklerin de eski Ana­ dolu’nun san'at merkezlerini ayrı ayrı tanıtacak kitap­ lar yayınlayacaklarını umarak gözlerini kapamıştır. Şe­ hirler, aynca Bursa gibi eski eserlerle dolu olanlar, bir milletin kendine has dehâsını anlatan en güzel vesika­ lardır. Gelip geçenler nasıl bir zevk taşıdılar, âdetleri ne idi, zevklerinin ayrı yanı neden ileri geliyordu, eski bil' şehri gezerken, bunun sayısız delillerine rastlarsmız. Bursa'da bulunduğum üç dört gündenberi, fırsat bul­ dukça gidip eski mezarlıkları ziyâret ediyonmı. Osmanlı Hakanlığı daha bir çocuk hâlinde iken, o devirde yaşa­ yan atalarımızın rûhtmda ne kadar yalmlık, ne kadar üstünlük olduğunu bu mezar taşları kadar bize apaçık ve güzel söyleyecek bir lisana nerede tesadüf olunabi­ lir? Bursa mezarlıkları eski Bursa'daki mermer işçile­ rinin eriştiği ustalık derecesini bize göstermektedir. De­ mir kalemim bu kadar yerinde kullanan mermer yontu­ cular ancak, san'atın ailede soydan bir terbiye şeklini aldığı yerlerde yetişebilir. Bilirsiniz, eski san at ocakları âilelerin babadan oğula miras ;kalan denemelerini görerek ve ayrıca gördüğü­ nü deneterek Öğreten mekteplerdi. Bursa mezar taşında çiçekleri, güneş biçimleri, süslemeleri, yaldızlan göre­ mezsiniz. Yeşil Camiin çinilerine ve demir parmaklıkla­ rına yaldız koyan eski Türk, İstanbul almıncaya kadar mezar taşına asla yaldız sürmemiştir. Mezar taşı ekseri­ yetle yüksek olmayan kaim, geniş iki kitâbe taşından ibarettir. Kuvvetli, tok bir sülüs; heybetli, sağlam bir istif, kitâbe taşını kalın ve kabank çizgilerle ikiye veya üçe böler. Bu taşlarda son dereceye varan bir sâdelik, bir ağırbaşlılık vardır. Bunları İstanbul sarayı etrafmda 250


servet ve gösterişe dalan, mhları esir oldukça kendile­ ri süste ve eğlencede teselli ve mevki arayan adamlarla ölçüştürünüz. Nesillerin yüceliğini, onurunu ve çökün­ tüsünü orada görürsünüz. îstanbul mezarlıklarında boyntma nişan takmış taşları kendi gözümle seyrettim. Çi^ çekler, boyalar, yaldızlar. Eski Türk'ün, eski bir Roma'lı gibi ağır ve sapasağlam olan mhu, İstanbul surlan için­ de nasıl çürümeğe başlamıştır, orada pek güzel görür­ sünüz. İstanbul’da binlerce mezar taşı bir nişan ve rütbe beratma benzer. Ölenler, oraya gömülenler «fütüvvetlû» (*) mu idi, «utufetlû» (**) mu idi, mezar taşlarmda ya­ zılıdır. Ölen adamın değeri, aldığı rütbe ile ölçülür. Bursa mezarlıklarında gördüğünüz her bîri bir hükümdar ka* dar mağrur ve onurlu olan yapıcı ve kurucu Türk'lerin yerini son zamanlarda, başlarında kırmızı fesleri, göğüs* lerinde nişanlan ve yaldızlı üniformaları ve rütbelerirıin beratları saray nimetleri ile yaşayan ve saray sofrasının kırıntılarmı toplayan âciz ve düşkün memur sürüleri al­ mıştır. Yalnız gerçeğin hakkmı vermiş olmak için söy* leyeyim ki, bu türlü hükümler hiç bir zaman tam bir hakikat payı taşımazlar. O eski zamanlarda da. Yeşil Camiin yapümasmda o kadar mühim hizmeti olan İvaz Paşa’mn, kıskançlıkla gözlerine mil çektiren mollalara ve yakın devirlerde de düşmeğe başlayan Türk vatanmı yeniliğe, ilerlemeğe ve yeni hayata götürmek İçin canla­ rım tehlikeye atan sultanlara, vezirlere, şâirlere, hoca­ lara tesâdüf olunur. Bir tek cümle ile söylüyorum, Bıu*sa mezartaşı, Türklerin Batı İmparatorluğu târihinde, bize birçok hakikatleri belâgatle (***) söyleyen neBs bir sahifedir.

(* ) {* • ) (* * * )

F ü tü vve tlû : M ertlik , yiğitlik. U tu fe tlû : Lü tû f, nezâket, ş e fia t. B e l ^ a t : Güzel söz söyleyen.

251


Sevgili gençler;

Şehrinizin mezarlıklarında mermer ustalarımızın sanat târihi, Türk hattatİığımn târihi, Türk kavuklarının ve serpuşlarının târihi ve bütün örnekleri; İlmî, edebî, san’at ve siyaset târihimizin birçok vesikaları vardır. Siz, sanat ocaklarında yetişenler, Önce bu mezarlıkların birçok noktadan birer müze mâhiyetinde olduğunu öğ­ reniniz ve başkalarına öğretiniz. Babalarına, onların hâ­ tıralarına hürmet etmeyenler, evlâtlarmdan hürmet bek­ lemeğe hak kazanmazlar. Bu noktaya temas etmişken, memleketin birçok köşelerinde diyar diyar dolaşarak yaptığım seyahatlerde, Türk mezarlıklarının umumî perişanlığmdan duyduğum acıyı ve utanmayı sizin önü­ nüzde anlatmış oldum. Bilir misiniz? Mes’ut ve kuvvetli bir vatan, iş tutan her vatan evlâdınm kendi işinde yüksek bir olgunluk derecesine vannasmdan doğar. Kunduracı, çok muhte­ rem bir iş yapmakta olan bir adamdır. Her Türk kundu­ racısı çalışırken, bu dşte başka milletleri geçmeyi kendi­ sine bir emel edinecektir. İpekçi tezgâhmm başmda, de­ mirci örsünün başında, boyacı ipliklerini yıkarken, do­ kumacı bezini dokurken, kendine tekrar edecek, ataları­ mızın her san'atta erdiği misli olmayan o ulaşılmaz de­ receye ereceğim, hattâ onların hakkını ödemek için onla­ rı sanatımda geçeceğim. Aziz gençler; Biz yakın zamana gelinceye kadar îslânü bir medeni­ yet içinde yetiştik. Bu İslâmî medeniyet babalarımıza hangi ihtiyacı duyurdu ise, bu ihtiyacı tatmin etmek için onlar hiç bir işi ihmâl etmediler. Türk milleti İslâm dünyasına yayılmış olan san'atlann ve müesseselerin 252


-emin olunuz m illî b ir hisse kapılarak mübalâğa etm i­

yorum— başkaları tarafından geçilmesi imkânsız görü­ nen en mükemmel örneklerini vücûde getirdiler. Eski Anadolu'da her şdıir birkaç san’atla ün yapmıştır. Musul bakırları ile ve bütün dünyada meşhur olan müslinleriyle; İznik bütün dünyada şöhreti olan çinileriyle, Gördes her bir parçası müzelerde teşhir edilen halılariyle, Bursa'nız Gaston de Migeon’nun çok haklı olarak (girandiose) yani muazzam veya muhteşem kelimesiyle ifâde ettiği İtalyan kadifedİiğine Ömek hizmeti görmüş kadi­ feleriyle, kutnulariyle, ^ irü n şallariyle, Ankara sofları, Edime aitleri ve tahta işleri, Bilecik ve Üsküdar çaımalariyle mâruftu. Anadolu'da onsekiz çini merkezin­ den bahsederler. Lâdik, Kula, Uşak, îzmir gibi birçok kasabalarımız, şehirlerimiz, güzelliği dillerde destan olan hahcıhk işlerinin asırlarca şöhretini muhafaza et* miş merkezleri idi. İngiltere’ye, Amerika’ya, Mısır’a sattığı eski Anado­ lu haîiİarı ile büyük bir servet edinmiş olan ünlü bir antikacı tüccar, Türkocağı için satın almak istediğim ufak bir Gördes seccadesine 3500 lira istemişti. Bu Gör­ des 120 cm. boyundan ve 90 cm. eninden daha büyük değildi. Hayretimi mahsus olduğundan daha büyük gös­ tererek böyle ufak bir parça için bu kadar para isteme­ nin doğru olmadığını söyledim. Meğer Musevî antikacı­ nın hayatmda şâir olduğu zamanlar da varmış; yere se­ rilmiş mavi mihraplı seccadeyi göstererek dedi k i : «Bu mavi, yün mavisi midir? Hayır değildir. Bu ma­ vi, ipek mavisi midir? Hayır ipek mavisi de değildir. Bu mavi, göklerin mavisidir. Burada biz açık bir pencere­ den gökleri seyrediyoruz. Bunun üzerine eğilip ibâdet eden Müslüman yerlere kapanmıyor, göklere kapanıyor.» 253


Doğrusu zamanm inanılmayacak kadar güzelleştir­ diği bu mavi eski seccadeyi ben de hayretle seyrediyor­ dum. Ve karşımdaki çok zeki antikacı, misli olmayan bu eski mavinin tatlılığım, güzelliğim anlatmak için ona lâyık bir ifâde, bir târif bulmuştu. Aynı mağazada boyu eni bir metreyi geçmeyen eski bir Bursa kadifesinin 5000 liraya satıldığını bilirim. Türk çinilerinin sırçası altma döşenen lâlelerin, ka-, ranfilİerin, güllerin ateşi, uzak doğudan uzak batıya ka­ dar hiç bir milletin çinisinde ve kab-kacak takımmda bizde görüldüğü kadar canlı ve ateşli olmamıştır. Bura­ da Muradiye Türbelerinin çinilerinde ilk defa meydana çıkan Türk larmızısı Fransızcaya (kramuvazi) kelimesi­ ni vermiştir. Türk cinsine mahsus olan bu kırmızıyı an­ cak bu Türkçe kelime ifâde edebilirdi. Türk çinisindeki kırmızının ateşini size anlatmak için, zihnimden bu anda geçen bir hayâli karşınızda tek­ rar etmeme müsaade ediniz. Güneş battıktan sonra, batı ufuklarının üstünde bâzen için için yanan parlak bir kı­ zıltı kalır. Eğer bu kızıltıyı bir makasla kesip sırçanın, cam tabakası altma yatırmak mümkün olsa idi, eski Türk çinisinin kırmızısmdan daha ateşli bir şey bulmuş olmazdmız. Demek, eski Türkiye'de mensup olduğumuz İslâmî medeniyetin cedlerimize duyurduğu ihtiyaçlar, sayısız bir­ takım müesseseler doğurmuş ve bu müesseseler san'atın en asil şekilleriyle meydana çıkmıştır. Size Almanca ya­ zılmış bir eserden babalarınızın çinicilik san'atı hakkın­ da bir hüküm çıkaracağım. Otto Von Falke (Majolika) ismini taşıyan kitabında, Acem çiniciliğini şahâne, usta işi, misUsiz gibi birtakım kelimelerle övdükten sonra, diğer bir fasılda Türk çiniciliğinden bahseder ve der ki, 254


«yeryüzünde yalnız h ir m ille t Acem çin iciliğ in i geçm iş­ tir, bu da T ü rk m ille tid ir !»

Esld îstanbul nedir? Baştanbaşa bir iş ve san'at evi. Mahallelerin, sokaklann isimlerine dikkat ediniz, her bi­ ri bir san'atm adıdır. Fincancılar yokuşundan Bakırcı­ lara çıkarsınız; Bakırcılardan sonra Bayazıd Câmii'nin etrafında Kâğıtçılar, Yemeniciler, Tülbentçiler, Ciltciler ve daha aşağıya iner. Vezneciler ve Saraçhane'den geçersinizEvliya Çelebi bize. Bayram Paşa'mn İstanbul’da yap­ tığı nüfus sayunmı esas tutarak 1100 takım esnaftan bahseder. Sultan Selim'in Çaldıran Ovası'na götürdüğü 80 bin kişilik ordu için, memleket hâricinden hiç bir şey satın alınmamıştı. Paris'te M us^ des Invalides'teki Türk topları, Çanakkale'de zamanın kırk ikilikleri ölçüsünde olan dev gibi büyük toplar üzerinde, Ameli Mustafa Ağa, Ameli Selim Ağa diye kayıtlar okursunuz. Eski Türki­ ye'nin fetih yollanndan gelen ganimetlerle, yağmalarla 5^aşadığmı iddia edenler, Batı Türklerinin medeniyet ve san’at târihi hakkında hiç bir bilgiye sahip olmayan kim­ selerdir. Aziz genç arkadaşlarım; İçinde yaşadığınız Bursa, h^â bütün sanatların Türkler elinde kaldığı az bulımur köşelerden biridir. îki gün önce Evkaf Mektebini ziyâret ettim. Orada topla­ nan çocuklara babalarmm kim olduklarını sordum. Al­ dığım cevaplar yüzde seksen nisbetinde muhtelif szm’atlara mensup künseleri gösteriyordu. Bir çocuğa sordum : «Baban kimdir?», «Tenekecidir» dedi, İstanbul'da tene­ keciliği Türkler yapmaz. Halbuki burada tenekecilik bu­ gün Türklerin elindedir. Çocukların velileri arasında bir­ 255


çoklan iplikçi, boyacı, ipekçi, dokumacı, havlucu, çakıcı gibi muhtelif sanatları gösteriyordu. Yeşil Cami ve Ye­ şil Türbe gibi Avrupahlar tarafından doğunun mücev­ herleri diye anılan mimarî eserleri vücude gelmesi için, kaç san at el ele vermek icap eder, bir defa düşününüz. Bina müşterek bir eserdir. Muhtelif büyük sanatkârlarm birbirine yardım edemediği yerde mâbet yapmak, âbide­ ler kurmak imkânı yoktur. Aziz Bursa'nm Yeşil Camii, son Türk İmparatorluğunun daha ilk devirlerinde, bir­ çok san'atların nasıl en üstün noktasma ulaştığım bize ilk bakışta görülecek kadar açıik bir şekilde ifâde eder. Her sanatkârın kendi işinde öyle güçlü bir üslûbu vardır ki, binada hangi parça hangi sanatkâra âitse, orada ayrı bir isme, bir imzaya tesadüf edesiniz. Nakkaş îlyas Ali’dir. Mihrabın çinilerinde Tebriz Türklerini görürsü­ nüz. Yukarıda — güzelliğine hayran olmamak mümkün olmayan, tavanı, yeri ve kemerleri, her köşesi çini ile örtülmüş— mahfellerde Mehmedihnecnun’un imzası gö­ ze çarpar. Kürsüler, minberler, pencere kapaklan, kapı­ lar, ecza-yı şerifeye (Kur'an cüzlerine) mahsus sandukçeler, dolap kapakları, şimdi erişilmesi çok zor bir üs* tad derecesinde olan neccarlarm, yani doğramaalann eserleridir. Konya'da, Amasya'da, Edirne'de, Bursa'da; Selçuk devirlerine gidecek olursanız, Divrik’te, Niğde'de, Sivas’ta, Erzurum’da atalarımızın yadigârı olan hanlar, kervansaraylar, mâristanlar, yani hastahâneler; türbeler, hamamlar, imâretler, medreseler, köprüler ve kaleler, tekkeler, mesçitler ve sivil mimarî eserleri olan evler, konaklar ve saraylar; Batı Türklerinde san'atlann ne Jcadar yükseldiğini, ne kadar inceldiğini, asilleştiğini gös­ teren sayısız târih ve medeniyet hâtıralarıdır. Ne yazık ki, milletimizin çok düşkün zamanlannda yetişen nesil­ lere mensup olduğumuz için, bu kuvvetli san'at mazisini, 256


havamızı dolduran ıstırap için-de değeri derecesinde tak­ dir etmiyoruz. Efendiler, biliniz; Türk târihinde mevcut olan me­ deniyet Hindistan’da, Afgani^an’da, îran’da, Mısır'da, İDÜtün işgal ettiğimiz, hükümet kurduğumıız memleket­ lerde, başka milletlere mâledilmiştir. Anadolu ve Ru­ meli san'atlanna gelince; rakip milletler yalnız toprak­ larımızı taksim etmediler, medeniyet ve sanatlarımızı da taksim ettiler ve kendilerine mâlettiler. Size düşen, ken­ di köşesinde, rûhu kaybolmuş adamlar gibi yaşamak değil, kendi rûhunuzu milletinizin târihiyle doldurarak, ■şahsî izzetinefsinizi millî izzetinefsinizle güçlendirerek, elinizdeki sari'atı babalarınızın yaptığı san'atlarla birleş­ tirerek, istikbâlinize büyük bir milletin, büyük bir târi­ hin ve büyük bir san'atın sâhibi, vârisi olarak yürümek­ tir. Türklerîn ufak el san’atlan, Avrupa'mn büyük ve İlerleyen sanayii önünde derece derece düşmeğe ve öl­ meğe mahkûm oldu. El emeği, fabrika emeği ile reka­ bet edemez. Millî ve mahallî san'adanmız Avrupa fab­ rika eşyası karşısında yerini terkett,i ve son buldu. Bu­ günkü yokluğun sebeplerinden biri bu rekabettir. Anadolu, Avrupa île Asya iarasında bir geçit, bir transit yolu idi. Mısı/ın denizce Türk hânedânına men­ sup Sultan Baybars’m, içinde yedi bin askeriyle barın­ dığı Aksaray Sultan Hanı gibi hanlar, bu bÜ3^ k transit ticaretinden doğmuştu. Anadolu seyahatlerinde bugünkü köyler ve kasabalar için ve bilhassa yol müteahhitleri için —^büyük bir teessürle, hattâ utanarak söylüyorum— taş ocağı hizmetini gören o nâdide hanlar ve kervansa­ raylar, iç Asya ile Avrupa arasında, Anadolu’dan geçen 257


kervan ticaıetindıı önemim bize göstermeğe kâfirdir. Bo­ yunlarında fağfur sesi veren çanlarla yüz binlerce deve, katır ve at; îran’m, Hind'in, Çin’in ve merkezî Asya'mn mallarını bu yollardan İstanbul'a, İzmir'e, Rumeli’ye ve Batıya taşırdı. Bu büyük kervan ticaretinin bitmek üze1^ olan son kalıntısı, şimdi İran sınırlan ile Trabzon arasında devam ediyor. Bu kerran ve transit ticareti, Anadolu’ya servet getiren çok zengin kaynaklardan biri idi. Şimendifer ve vapur, Süveyş kanalmm açılması, bu ticareti de öldürdü. İki buçuk asra yakm bir müddet zar­ fında, bâzı müstesnâlarla beraber, mağlûbiyetten mağ­ lûbiyete uğradık, muhaceretten muhâcerete düştük. Bir yandan millî servetimiz biraz Önce anlattığım sebeplerle düşüyor, kayboluyor; diğer yandan Avru­ pa’nın yeni ilmi ve yeni sanayii karşısında el tezgâhiyle, medrese ilmiyle kendimizi müdafaa etmeğe mecbur olu­ yorduk. Efendiler, yüz senelik ıslâhat hareketi gözleri­ mizi açrmştıt^. Çöküşümüzün, yoksulluğumuzun sebep­ lerini biliyoruz. Bâzen mes'ut, bâzen bedbaht, bir asra yakm bir zam'andanbeıi ortaya atılan ıslâhat fikirleri. Batı Türklerini İslâm dünyasmm en uyanık ve en yenil­ mez bir ımsuru hâline koydu. Son zamanlarda ise, bü­ yük bir halk kahramanınm elinde millî irâdenin mücâ­ delelerine ve zaferlerine şâhid olduk. Siz benim mensup olduğum nesle göre mukayese edilemeyecek kadar daha müsâit şartlar altında yetişiyorsunuz. Mâzi aydınlanmış, yolumuza dikilen engeller birer birer sökülüp atılmış, sizin üzerinizde ıtitreyen, sizden hiç bir yardımını esirge­ meyen millî bir hükümet, millî bir devlet kurulmuştur. Fakat zannetmeyiniz ki, etrafımızda rekaibetler eksilecektir; dünkü tehlikeler bir daha geri dönmeyecektir. Her Türk genci kendi işiyle olduğu kadar, memleket işiyle de ilgilenmeğe mecburdur. Sız odanızı tanzim 258


ederken, eviniz başınıza yıkılaibilir. Bımun bir misâlini ben size neslimden çıkarabilirim. Mektep hocası ve ce­ miyet adamı olarak siyâset hâricinde çalışırken, günün birinde babalarımızın mirası olan memleket ocağının, ba­ şımız üstüne çöktüğünü gördük. Kunduracı derisini di­ kerken, demirci çekicim indirirken, marangoz rendesi elinde tahtasını yontarken, vatan işleri ne halde gidiyor, düşünmeğe mecburdurlar. Milletler için en büyük garan­ ti bütün vatandaşların memleket meseleleri etrafında tam bir uyanıkhğıdır. İş âlemine hazırlanan genç arkadaşlarım; muhtaç olduğumuz eşyayı kendılmâz ^paniadıkça, yabancılara esir olmak tehlikesi üzerimizden eksilmeyecektir. ÇeMci tutan mübârek nasırlı el, yarının tam ve kesin kur­ tuluş imkânını da parmaklan arasında tutan yapıcı ve yaratıcı bir eldir. îkiyüz sened^nberi yokluğmı, yok­ sulluğun yavaş yavaş en acı derinliklerine düşen Türk vatanını, Avrupa sanayii için bir rekabet sahası olmak­ tan, zenci memleketleri gibi müstemleke vaziyetinde kurtarmak lâzımdır. Size nutkumun son izini, son hâ­ tırasını emanet ediyorum. Madde istediğiniz gibi parmaklarmızın arasında bükülmedikçe; maden, şahsî ve millî ihtiyaçlara göre emrinize tamamen girmedikçe, Avi'upa hâkimiyetini her sâhada duymaktan kurtulamayız. Yarın ellerinde diplomaları ile hayâta atılacak olanlar ve onların arkasından gelenler, başarıya ulaşabilmeniz için sizi muhabbetle ıtebrik ederken, size bu temennimi söylemek istedim : Türk milletirmı refahı, saâdeti ve se­ lâmeti için maddeyi, mâdeni emrinize boyım eğdiriniz... 259


HOROZ DÖĞÜŞÜ — Darülmuallimîn (*) Fenn-i Terbiye Öğretmeni İh­ san Beyefendi’ye — İstanbul'un pek sıcak bir günü idd. Üç aydan beri, her gece büyük bir ehemmiyetle bahsedilen döğüşlerin vakti gelmişdi. Öğleden bir saat evvel Muradpaşa Câmii’nin avlusundaki kahvede toplanmaya başladılar. Erenköyü'nden, Boğaziçi’nden, şehrin her köşesinden hu­ susî bir terbiye ile yetiştirilmiş, genç, sağlam yüksek horozları getirdiler. Payitahtta, horozculuğun târihinde bu kadar ehemmiyetli bir gün geçmemişdi. îsimleri zik­ redilen horozlar, en büyük bir şöhretle tanmmış olan* la rd ı: Cin Ali'nin Macar’ı, Kepekçi Artin'in Buharalı'sı, Mi' ralay Rüşdü Bey'in, Çil'i, Niyâzi Bey'in Ateş'i, Râgıb Ağanın Macar ve Çiller’den gelme Beyaz'ı, Arab Abdul­ lah'ın Palavuz’u. İkinci ve üçüncü sıra döğüşler için getirilenler bun­ lardan aşağı olmakla beraber, birçok defalar başa kalmış horozlardı. Caminin tek minaresinde öğle ezanı okunmaya baş­ ladı. Avluya, kapının zinciri altından gelenler, getirdik' leri horozları hep aynı surette tutuyorlardı. Orta parmak iki ayağın arasından geçmiş ve başlar koltuğun altında. Çünkü bunun kararlaşmış usûlleri, çok belirli kaideler! vardı. Ara sıra, dikkat ettikleri bdr şey daha, sağ cîle rüzgârın dağıttığı kuyruğu >^kandan aşağı sığamak, bu sûretle tüylerin düzgünlüğünü korumakdı. (* )

D ariilm ualünûn: E rk ek öğretm en okulu.

260


Ezan devam ettikçe şadırvanda abdest alanlar gitgide seyreldiler. Câminin avlusu o sıcak ağustos güneşine rağ­ men gölge içinde idi, âdeta serindi. Ortada, her dala bir ağaç olacak kadar kalın yüksek bir çınarın geniş yekpâre gölgesi, ısınmış kiremitiiklerin. üssünden geçerek, câ­ minin dik, taş duvarlarında, kınlan, zerreler hâlinde meydana serpilen hafif bir poyraz, şadırvanm kırları, dağları hatırlatan yumuşak düzgün su sesleri var. Zâten câmi o başlı başına, içi gölge ile dolu derinliği ile bir serinlik neşrediyor gibiydi. Sıra ile peykelerde oturanlaıtın aİtından horozlar Ötüyordu. Başkalarmı hayret içinde bırakacak bu garâbetle onlar hiç meşgul değildi. Peykelerin altı göz göz bölmelere taksim edilmiş, içlerinde o gün döğüşecek ho­ rozlar bekliyor. Kahvenin daracık basık kapısından biri daha girdi. Birbirini, içli dışlı tanıyanlara mahsus dikkaitsiz bir se­ lâm fakat ehemmiyetli bir sesle, rastgeldim, Oruçgazi' den aşağı geliyorlar, dedi. Herkeste hissedilebilen bir halecan vardı. Haberi ge­ tiren, Küçük îsmail ayakta kaldı, elini avluya doğru uzatarak bir şey gösterdi: — Bizimkine baksanıza! Dışarıda, ayaklarmın üstünde bir insan gibi dimdik kalkmış, genç bir Hind horozu duruyor. Yerini yadırga­ dığı, ortada yalnız kaldığı için şaşkın şaşkm bakmıyor. O bir şey mi dediler, sen bir kere bu yavruya bak. Arada Râgıb Ağa, Küçük tsmailı alkışladı. Allah bağış­ lasın, çok güzel dedi, bakalım, yüzünün akı ile ortadan çekilecek mi? 261


Bu esnada bölmelerin kapıya en yakm bir kapağını açtılar. Bulunduğu yeri (tanımak isteyen, tereddüt eden bir baş uzandı, Kehrüba kadar san bir ayaMa, döşeme tahtalarına bastı ve çıkitı. Neftî parıltılı tüylerle, sülün gibi uzun, simsiyah bir horoz. Başmın üstüne, çapkın bir serpuş gibi yatmış kısa kırmızı ibiği, ucu bir bağa gibi şeffaf san gagası, gözlerinin içinden güneş geçen yakut­ lara benzeyen âteşin halkaları, kahve halkını âdeta tut' kun etti. Köşeden Gümrükçü söyleniyordu : — Öyle kadından, öyle babadan, böyle yavru ahmr. Benim gözümün önünde, anası sıra ile üç horozu şöyle mükemmel bir temiz döğdü. Zavallı hayvanlar, iki de­ mir çubuğa benzeyen ayakları arasında, usta hallacm yayma uğramış pamuğa döndü. Bunları söyledikten sonra. Gümrükçü yaslandı, ba­ şını yan tutarak, gözlerini horoza dikti, âşıkane bir ta­ vır alarak durdu. Zâten kimse gözünü ondan ayırtnamıştı. Zeytinyağı ile silinmiş, her pulu ayrı ayrı belli, sarı ayağını yavaş yavaş kaldırıyor, parmaklarım top­ luyor, sonra basacağı vakit parmaklarını gergin dene­ cek kadar açarak yürüyordu. Câfer Ağa, büyük babasmı, bir hafta beslediğini an­ latırken, pencerelerin kapmın aydınlığına bir kalabalık hâil oldu. Hacı Sâbit Efendi, Gümrükçü'nün sütinraderi, kahvedekilerin tanımadıkları daha birçok kişiler Rüşdü Bey'i görür görmez yarı ayağa kalktılar, girişin iki ya­ nında başlayan selâm hareketleri uçlarda nihayet bul­ du. Oturanlarda tekrar halecan hâsıl olmuştu. Çünkü Rüşdü Bey'in Çil'i ve Kepekçi Artin'in Buharalı’sı etra­ fında büyük bir iddia vardı. 262


Cin Ali Rüşdü

e sordu :

— Hep birlikte mi geldiniz? — Evet. — tfci dakika sonra polis damlar, ayn sokaklardan gelmeliydiniz. Sesini yükselterek ; «Giderken üçer »dörder kişiden fazla olmayalım. Ge­ çen defâkini unutmaymız.» Câminin kapısmdaki perde açılıp kapanıyor, ellerin' de ayakkabıları cemaat, birer ikişer çıkıyor. Ortadaki horoz hakkında Rüşdü Bey’in fikrini sordu­ lar. Horoz değil, kız gibi bir şey dedi, insan bunu süs diye misafir odasına kor. Câminin duvarından bir çaylağın uzamış gölgesi geç­ ti. Horoz başını yan tutarak yavaş <bir sesle ince ince sayıkladı. Gitmek vakti yakmdı, fakat yerin hazırlandığına dâir hâlâ haber gelmemişti. 'Dışarda kalanlar, Küçük İsmail'in, ilk defa döğüşe girecek yavrusunu seyr ile meşguldürler. Murad Paşa kahvesi ‘bu maihallenin selâmlık dâiresi gibiydi. Misâfir oraya dâvet edilir, ziyaretler orada kabûl olunurdu. Akşam bize hujoırunuz, demezler, kahveye buyumnuz, görüşelim derlerdi. Fakat kahve aylardan beri, böyle itina ile giyinmiş müşteriler görmemişti. Bu­ günün ehemmiyetine binâen aralarında çıplak ayak, en­ tarili kimse yoktu; cuma günü olmakla beraber kaleme gider gibi giyinmişlerdi. JN/Kralay Rüşdü B ^ , arlıdan bakıldığı vakit çenesinin iki yanmdan görülen uzun sarı 263


bıyıklan, yüksek boyu, temiz koyu lâci-vert elbisesi, hu­ sûsiyle gülmesinde diğerleri gibi gürültü etmemeye atfet­ tiği itinâ ile aralarında ayrı bir adam gibi duruyordu^ Bölmelerden fışkıran iki ötme fâsılasmda sordu ; — Acaba Hoca işitti mi? Cin Ali, duyurmamak için ne mümkünse hepsini yaptık, dedi. Hep birden birbirlerine sordular: Hakikaten acaba işitti mi? Gümrükçü itiraz etti, bırakın şu adamı canım, ondan bir zarar gelirse bana gelsin. On kişi birden söylüyordu. Hacı Sâbit Efendi ayak­ larını altından indirdi ve herkesinkinden fazla işitilen bir sesle beni diTile bak sana anlatayım d ed i: — Camcı Ali Efendi'nin Flurye'sini (*) sen de görmüş­ tün, ben kuşu ondan satın aldım. Eve dönerken yolda buna rastgeldim, nedir o elinin içindeki diye sordu, par maklarımı yan açtım hak şu kuşa dedim, hayvancağız avucumun içinde san asma gibi yatıyor, bir de üste medhettim : Öyle bir makara atıyor ki tam bir ç^ rek sürer. Adam, vay anasmı, demez mi? Ruş avucumun içinde titredi, titredi, gözlerini kapadı, başı yana çevrildi... Öldü. Şimdi evime geldimi, kapılan kitliyor, çocukîan aşağı bırakmıyorum. En dipte, orta oyununda eve çekilmiş bir oyuncuya benzeyen kahveci, asılı cezvelerle fincanlann arkasında devam e tti: (*) FJurye; Güzel öten b ir cins Icuş.

264


Sen Hocayı Arab Abduîiaha sor dedi, Palavuz'un babası. Hocanın belâsına bütün ömründe gaga dövüşün­ den başka bir şey yapmadı. Dev gibi hayvan bir defa ayağını kaldırıp tokat vurmadı. Tık tık tık gaga... İşte o kadar, ortada Rüşdü Bey'in eliyle sırtını okşadığı siyahı göstererek ; Şimdi şu Arab oğlanı görse, bir vay anasını çeker, yeter ötesi lâzım değil, dedi. Cin Ali aralarında geçmiş bir hikâyeyi hatırlamıştı. Kahveci Râgıb Ağaya takıldı, Arab oldu mu nazara gel­ mesin diye korkarsın değil mi dedi, Arab'ı mı seversin, Beyaz’ı mı? Oturanlarm çoğu Cin Ali'nin neye telmih ettiğini bi­ liyordu, gülümseyerek Ragıb Ağa'nın cevabmı beklediler. O, fincanları yıkamakta bekJedi. — Beyaz kış, Arab yazdır dedi. Bir ağaç gölgesi de oîdu mu Arab bana yeter. Hepsi birden gülüştüler; itadını unutmuyorsun değil m i?

Başlarını döndürdükleri vakit 'kapıda ihtiyar bir ka> dm gördüler. İçeri derin derin bakıyor, birini araştırı* yor. Tanıdılar, Rıfkı'mn annesi. Cin Ali seslendi: Kimi aradın valide? — Rıfkı burada mı? Sağ elini kapının pervazına dayamış; iyi görmeyen gözleriyle herkesi ayrı ayrı tanımaya uğraşıyor. — Hayır gelmedi. Kadın inanmadı. Gözlerini ondan ona değiştiriyor, arıyordu. Nihâyet 'birinde tevakkuf etti. Beriki, fesini 265


kulaklarının üstüne kadar indirmiş, bıyıklarını ağzına almış, kaşlarını kaldırmış, göz göze birbirine bakıyorlar, İçlerinden galiba 'tanıdı dediler. Kadm bir karar ve­ remedi, abani sarıklıya Hacı Sabit Efendiye sordu: — Oğlum, sen özü doğru bir adama benziyorsun, Rıfkı bugün buraya geldi mi? — Hayır gelmedi. — Allah caomz alsın, elin kızının günahına niye gir­ di. Madem ki tavuklarla yaşıyacaktı niye evlendi? Eve kadmı kapamış, kendi gece gündüz horoz tavuk peşinde dolaşıyor. Zavallı taze, kocasını kötü kadınlar değil, ta­ vuklar zaptetmiş. Hepiniz onım gibisiniz galiba, ortada dolaşan şu kepazeye bakın, ayol bunlardan ne hayır gör­ dünüz? Evin yiyec^ini unutur, bunlarm yiyeceğini ımutmazsınız. İşkembe onlara, ciğer onlara, siniri çıkanimış et onlara, zakkum onlara. Zavallı kadınlar beklesinler ki oğullan, kocaları gelecek.... Bunların, burada hâline bakın. Söylene söylene uzaklaşıyordu: Hayvanlar sizden ziyâde karılarına düşikündür, bari beslediğiniz horozlar­ dan ibret alın. Avlu kapısının zinciri altmdan çıktı kayboldu. Rıfkı Efendi fesini yukan çekti, ağzmda ıslanan si­ yah bıyıklarım, elinin tersiyle siliyor, tanıdı zannettim diye, arkadaşlarma bakıp gülüyordu. Bereket versin artık göımüyor, dedi, fakat bâzan da görüyor. Geçen gün bir yorgun argın gelmişim; gözüm görmüyor, beni hekime götür diye tutturdu. Ben görü­ yorsun dedim, o görmüyorum dedi, nihayet tecrübesi ko­ 266


lay dedim, parmaklarıım açarak sordum: Bu kaç, üç diyecekken mahsus beş dedi. Baktım ki olmayacak, ben ne yapıyorum diye s<M:dum ve dilimi çıkardmı gülmeye başladı. îşte görüyorsun, hekime lüzum yok dedim. İşi bastırdım. Dün de sabadı erken namaza kalkmış; bilmem ne al­ mak için gider, dolabın kapağmı açar, kümeste rutubet var ayakları mayasıl oluyor diye ben de horozu dolaba kapamıştım. Kaçar benim odaya gelir, tüyleri ürpenniş haykırıyor: Oğlan koş, dolapta cin var. Bu en ziyade Cin Ali'nin hoşuna gitti. Gülmekten katılıyordu. Niyazi Bey Cin Ali'ye rica e tti: — Haydi kardeşim, insanm küçüğü olmaktan do* muzun büyüğü olmak iyidir, derler, en gencimiz sensin, bak bu herifler ne yapıyorlar, hâlâ yer hazır değil mi? Rüzgâr avlımun duvarları arasında mahbus küçük me}'dana dökülen kuru yapraklan hışırtılarla döndürü­ yor, şadırvanın su yollarına götürüp döküyordu. Ali gelinceye kadar karar verildi: Rüşdü Bey, Niyazi Bey, Rıfkı, Küçük İsmail, dördü İmam Efendi, Ayşe Hanım nalmcı sokaklarından Haşan Baba türbesine çıkacaklar. Arab Abdullah, Cin Ali, Râgıb Ağa, Sâbit Efendi, Taş Mektebin yanından Kınk Tulumbaya, oradan Horhor’a Gümrükçü, sütbiraderî, misâfirleri de yangın yerinden 'Hoşkadem Câmii'ne sapa­ caklar, oradan Fetva Emîni'nin Evine doğru. Sonra geri kalanlar ikinci sıra, yine üçer dörder, aym yollardan gi­ decekler. 267


Cin Ali göründü: — Büyük ağalar, sizi beîdiyorlar. Artin harozu ge­ tirmiş; gidin de belâlıyı görün. Ölçündüm ikimizin boyu bir, belki o benden uzun. Rüşdü Bey'in rengi değiştd, ayağa kalkar kalkmaz hepsi .sinirleımîiş gibiydi. Bölmelerden horozları çıkardı­ lar, derhâl başlarını koltuklarının altına aldılar. — Sen şimdi gelmiyor musun? Râgıb Ağa oturanları göstererek; — Bu çocukları kime emânet edeyim, siz gidin, biz de geliyoruz. Cin Ali ve arkadaşları, deliklerine solgun, yazılı kâ­ ğıtlar sıkıştırılmış, duvarları gece gelip geçen sümüklü böceklerin parlak izleriyle dolu taş mektebin önüne gel­ diler. Etrafın sükûtu içinde boş sesi veren kaldırımlar, bu mâniasız temmuz güneşi altmda o kadar ısınmıştı ki, saçakların, cumbalann fasılalı gölgelerinden istifâde için arka arkaya yürüyorlardı. Cin Ali, Kepekçi Artin’in Bttharalı'sını bir türlü ımutmuyordu. arkaya işittirmek için yüksek sesle sordu : — Benimle Koca Yusuf güreşse kim kazanır dersi­ niz? Arab Abdullah sen kazanırsın, dedi. — Öyle ise Rüşdü Bey’in Çil’i de Buharalı yı döver. Şimdi Arab Abdullah, Sâbit Efendi’ye soruyordu; — Dün gece kahveye neye gelmedin? Küçük İsmail'le Gümrükçü iddia ile buşira (bir nevi içki) içtiler. —' Kim kaybetti? 268


— Küçük İsmail iki şişe içti, Gümrükçü üç tane, mübarek kolay dolar mı? Şişeler boşandıkça Köse'de keyfi görmeliydin. Fakat Gümrükçü yarım saat bir söz söylemedi, ağzından bir kelime çıkmıyor, yeleğini çözdü, pantolonımu çözdü, uçkurunu çözdü, neden sonra bir nefes aldı, e kurtulduk dedi, az daha gidiyordum. Hem yürüyor hem de bin vesile ile horozlannı naziıyorlardı. Palavuz bakkalın önündeki tavuklara seslendi: Gudak gudak. — Söz atma kadınlara çapkın herif. Bütün düşündükleri horozlara dâirdi. Cin Ali, başbaşa düşünen evlerin arasında bir çık­ maz sokağı göstererek, üç sene evvel burada oturuyor­ dum dedi. Başiyle işaret fCttiği sokağm sonunda ya^m kurakla­ rına rağmen eşiğini yeşillikler bürümüş, senelerdenberi açılmamış bir kapı ve duvaruun nihayetlerinde, ikindiye yakın saatlerin, hâtıralarımızın güneşi gibi mahzun bir ziyâsı vardı. Buradan ne vakit geçsem zavallı Seyfi Ba­ ha'nın verdiği yavrujru hatırktnm. — Çiçekten mi öldüydü? — Hayır kurutandan (Tehlikeli bir hayvan hastalığı). Cin AH devam e t t i; Peki ama Buharalı'yı görür görmez Çil'in yüreğine inecek. Uzaktan baktın mı, Kolcu Ramazan Ağa'nm kar­ deşi dersin, bakışı, yürüyüşü, duruşu, tıpkı dağlı bir Ar­ 269


navut. Alimaliah Çil’i değil onunla beni değüştürseler, iki dakika durmaz kaçarım, can korkusu bu. Horhor çeşmelerinin önüne geldiler, karşıdan da Rüşdü Bey, Niyazi Bey ve arkadaşları geliyordu.. Döğüş için seçilen yer uzun bir ahınn arkasmdaki bahçe idi. Saatlerce evvel yollanılan adamlar, küçük m o ­ danı kazma ve küreklerle temizlemiş, tümsekleri düzelt mIş, gübreleri bir kenara yığmıştı. Ortada bir taş par­ çası, bir çöp bile yoktu. Bunlar ahırdan geçerken kınk pencerelerden ginerek yemeklerde hırsızlık eden serçe­ ler uçtu. Birçok kişi daha evvel gelmişti, kahvedekilere yolda bâzı tanıdıklar ıda katılmıştı. Ahırın kapılarını sıkı sıkı kapattılar. Herkes dışardan işitilmemek için yavaş konuşuyordu. En levvel paralan yazdılar. Rüşdü B ^ ’in senelerden beri tecrübe edilmiş talihine güvenerek Iramnacağmı id­ dia edenler çoktu. Çil için konulan para ikişer ü ^ r me­ cidiyeden üç bin kuruşu buldu. Artin hesap tutanlara tenbih e tti: Çil için ne korsalar ben de o kadar, başkalan, yazılmasa hepsine karşı ben giderim. Cin Ali yemin estti, bin liram olsa Buharalı’dan yana bin lira korum. îddialannı artıranlar gizli bir elle arkadaşlanndan ödünç para aldılar ve kayıtlar (tam oldu. Yımıı*uklarmı sıkanlar, sinirden esniyenler, lüzumsuz dolaşanlar çoktu. Arada Artin'in Rüşdü Beye verdiği açıklamadan Bubaralı mn saraylı bir nesilden geldiği, Sultan Aziz’dn horoz­ lan sülâlesinden olduğu anlaşıldı ve ana tarafından 270


carlarla ve daha ziyâde rakibi ÇiI’Ie sıhriyeti {*) tahakkuk etti. En büyük bir açıklıkla tâyin e d il^ bu soy kütüğü İstanburdan Bursa ya, Btırsa'dan Edirne'ye ve Edime’ den yine tsıtanbul’a geçmek suretiyle pek mazbut bir tâ­ rihe sâhipti. Seyirciler geniş bir dâire hâlinde dizildiler, çeşmenin önünden gelen çocuklar ilk safa geçti, Miralay Rüşdü Bey, Kepekçi Artln Ağa, en önde karşı karşıya duruyor­ lar. Sema güneşten hararetten kızıltîh hafif bir dumanla bulanmıştı, ahırın duvarları gözleri kamaştıracak kadar parhyordu. Bazıları feslerinin altına mendiller geçirmiş­ ler, omuzları yakan kuru ağır -bir güneş altında beyaz bir alev içinde halecanla bekliyorlar. En evvel Rüşdü Bey, başkasmm elinden Çil'i alarak ortaya b ır^ tı. Horoz, gölgesinin üstünde bir iki adım ilerledi; ne için getirildiğini anlamış bir tavır ile durdu. Kendini teşhir eder gibi aldığı bu mağrur vaziyetten do­ layı herkes alkışladı. — Maşallah maşallah... Çil’e muhalif olanlar dürüstî göstermek için seslerini daha çok çıkarmıştı. Karşı taraftan Bubaralı'yı bıraktılar. Etrafındakiler re hitab edecekmiş gibi dikilmiş, uzun yüksek kıpkır­ mızı bir horoz. — Maşallah maşallah... Cin Ali, Buharalı’ya görür görmez kendi kendine ko­ nuşmaya başladı: — İyisin be 'mori kardaş. (* )

S ıh r ^ e t : Evlenm eyle oluşan akrabalık.

271


Bütün seyircilerde yukarıdan aşağı bir titreme geç­ ti. Arka saflar olduğu yerde sıkıştı. Buharalı, Çil, bayağı horozların yaptığı gibi yalandan eşinmediler, gagalariyle yerden öteberi kaldırıp atmadılar, kurularak kanat in* direrek dâireler çizmediler. Birbirine karşı, bak ben toprağı altüst ediyorum, tozu dumana katıyorum, taşları ağaçlan yerinden koparıyorum, benden kork mânâsına olan bu gösterişler zayıflara, âcizlere lâyıktı. Onlar ken­ dilerine emin olanlara mahsus bir vekar ile bakıştılar. Yalnız ayakiannın üstünde biraz daha dineldiler ve hid­ detten başlan titredi. Bunların savaşçı, asıl atalanndan kalma bir inanışı vardj dünyada karşı karşıya gelen iki erkekten biri faz­ ladır. îkisi de ilerledi ve ortada buluştular. Boyunlarının tüyleri bir kalkan gibi açılmış gagaları uç uca, birer ayak­ lan ilerde, göz göze bakıyorlar... Birden 'atıldılar, tüy­ lerin açılmasından doğan fazla bir pınltı içinde havada bir ses patladı. Seyirciler tokadın yerini birbirine yavaşça tâyin e t t i: Çil omuzbaşı vurdu, -Buharalı boyun, Tekrar sıçradılar, üstlerinde kırmızı mavi şimşek^ 1er çaktı ve çarpışmanın kuvvetinden uzak düzüler. Gagalannın uciyle kanat başlanndan birbirine dokunuyor sonra üstünde güneş oynayan tüyleriyle atıhp vuruyor­ lardı. Seyircilerin çerçevesi ortasında, keskin mahmuzlarla silâhlanmış, ayaklarmm altında muntazam gölgeler dö­ nüyor, yaklaşıyor, uzaklaşıyor, kuvvetlerini sonraya sak­ layarak birbirini hırpalıyorlar. 272


Ansızın seyirciler karıştı,‘ Çil'in kaim, ağır ayaklan arasında çapraşık bir tokatla Buharalı'nın bo3mu kırıl­ mış, yana çarpılmıştı. Herkes arkasına dönüyor, yanma bakıyor, birini arıyor, fakat kaani olmayarak tekrar tek­ rar bakınıyorlardı. İntizam yavaş yavaş avdet etti. Buharah kırık boynuna rağmen dövüşüyordu. O esnada umulmadık bir şey dalıa oldu. Çil kulak tozlarına yediği çâlâk bir tokatla acı acı haykırarak kaç­ tı : Grak grak.. • Bu horoz lisanında mağlûp oldum, bas, bes, demekti. Seyirciler tekrar altüst oldu. Aralarında gizli bir adam anyorlardı. Bu kadar çabuk birinin boynu kınlsm, öbürü kaç­ sın mutlak Nazarcı Hoca onlarla beraberdi. Rıfkı kanşıklık arasmda haykırdı. Doğru durun ya­ hu, belki döner tekrar ıtu-tar. Herkes, hiddetlendi, canım bilmiyor musun, hay­ van grak grak diyor, sen hâlâ döner tutar diyorsun, — Kaldırın Çil'i günahtır kaldırm. Şimdi bütün orada bulunanlar Rüşdü B ^ 'i teselli için etrafmı aldılar. Fakat Rüşdü Bey kıpkırmızı perişan yüzle onları terketti, Artin’e doğru ilerledi. O içindeki acıyı büj^k bir çalışma ile yenmişti. Öbür döğüşkrden evvel seni tebrik edeyim Artin diyerdc, Buharalı'nın muzaffer sâhibini kucakladı ve ter­ lere bulanmış alnından gürültülü bir buse ile öptü: — Artin seni tebrik ederim, çok güzel yetiştirmiş­ sin, iftihar et. (Türk Yurdu, 1328-1912, C. 2, S ayı: 20, s, 60J- ) 273


K A Y N A K Ç A Kitaplar: A D IV A R , Halide E d i b : Türk’ün Ateşle İmtihanı, İstanbul 1971. ACtAO ğ LU, S a m e t: Kuvây-ı IVKlliye Rûhu, İstanbul 1945. AĞAO ĞLU, S a m e t: Babam ın Arkadaşlan, S.Baskı, İstanbul 1969. AKÇORAOĞLU, Y u s u f: J i iv k Yılı, İstanbul 1928. A K Y Ü Z , K e n a n : Batı Te'sirinde T ü rk Şiiri Antolojisi, Ankara 1958. A K Y Ü Z , K e n a n ; M odem T ü rk Edebiyâtı'nm Ana Çizgileri, 2. Bas­ kı, Ankara 1969. A R IB U R N U , K e m â l: M illî Mücâdele'de İstanbul Mitingleri, An* Jcara 1951. A T A B ÎN E N , Reşid S a ffe t ; Türklük ve Türkçülük izleri, Ankara 1930. A TA Y, Fâlih R ıfk ı; Çankaya, İstanbul 1969. A Y D A , Â d ile : B<^le idiler Yaşarken, Anikara 1984. B A N A R L I, N ih at S â m i: Edebî Bilgiler, İstanbul 1943. B A N A R L I, Nihad S â m i: Resim li Türk Edebiyatı Târihi, Devlet Kitaplan, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1971-1976. B AYD AR , M u stafa:

Edebiyatçılarımız

Ne

Diyorlar?.

İstanbul

1960 B AYD AR , M u stafa: Ham dullah Subhî Tannöver ve Anılan,

Is-r

tanbul 1963. B E Y A T L I,

Yahya

bul 1968.

274

K e m â l;

Siyâsî ve

Edebî

Portreler,

İstan­


B E Y A T L I, Yahyâ K e m â l: Edebiyata Dâir, İstanbul 1971. B IY IK L IO O L U , Tevfi'k: Trakya'da Millî Mücâdele, 2 Cilt, An­ kara 1955. BO ZO K , Sâlih - Cemil S . ; H ep Atatürk’ün Yanmda, İstanbul 1985. E B Ü Z Z İY A

Tevfiık (Sadeleştiren:

Ziyad E b ü z z iy a ):

Yeni

Os­

manlIlar Târihi, 2 Cild, İstanbul 1973. E R T A Y L A N , İsm ail H ik m e t: Türk E d ^ iy â t ı Târihi> I. Cilt, B a­ ku 1925. E R T A Y LA N , İsm ail H ik m et; Kısmı, Bakû 1926.

Türk

Edebiyâtı

Târihi, Osmanh

E V R ÎM E R , Rıfat N e c d e t: Fecr-i Ati Ş â irle ri: Em in Bülend, İs­ tanbul 1958. G E R Ç E K E R , M ustafa F eh m i: Karacabey'den Ankara'ya, Anka­ ra 1982. G O LO CLU, M a h m u d : Üçüncü Meşrûtiyet 1920, Ankara 1970. GÖVSA, İbrahim A lâ a d d in : Türk Meşhurları Ansiklopedisi, İs­ tanbul 1946. GÖVSA, İbrâh im A lâ a d d in ; Meşhur Adam lar Ansiklopedisi, I. Cilt, İstanbul 1937. HEYD,

U r ie l:

Foundations

of

Turkish

Nationalism,

London

1950. İĞ D E M İR , U lu ğ : Y ıllan n İçinden, Ankara 1976. İN A L , İbn ü ’l-Emin M ahm ud K e m â l: Son Asır Türk İstanbul 1930.

Şâirleri,

İS K İT , Server : Türkiye’de Matbuât İdareleri ve Politikaları, Baş­ vekâlet Basın ve Y a y ın Um um M üdürlüğü Yayım, 1943. K A B A K LI, A h m e d : Türk EdeMyâtı, İstanbul 1966. K A N D E M İR , Feridun: Siyâsî Dargınlıklar, C.2, İstanbul 1955. K A N D E M İR F erid u n ; Millî Mücâdele'ye Başlarken M. Kemâl, Arkadaşları ve Karşısmdakiler, İstanbul 1964. K A R A O SM A N O C LU , Y âkub K a d ri: Gençlik ve Edebiyat Hâtı­ raları, Ankara 1969.

275


K U N T A Y , Midhat C e m â l: istiklâl Şâiri Mehmed Akif. Ankara 1944 K U N T A Y , Midhat C em âl: N âm ık Kemâl, ( I . a i t ) 1944 . (II. CÜt 1. K ısım ) 1949 • (I I . Cüt 2. K ısım ) 1956. LAH DAU, Jacob M . ; Tekinalp, Turkish Patriot 1883-1961, Leiden 1984. L E W ÎS , B e m a r d : The Emergence o f M o d em Ttırkey, Oxford Universit}' Press, Second Edition, London 1968. (Dr. Metin Kıratlı tercüm esi; M odern Türkiye'nin Doğuşu, Ankara 1970). M A Z IC I, N u r ş e n : Belgelerle Atatürk Döneminde Muhalefet, îs-

tanbul 1984. N U R , Dr. R ız a : Hayat Te Hâtırâtım, îstaııbul 1^7-1968. OĞUZ.KAN, A. F e rlıa n : Sam i Paşazade Sezai, İstanbul 1954. O R K U N , Hüseyin N â m ık ; Türkçülüğün Târihi, İstanbul 1944. O ZA N SO Y , H âlid F a h r i: Edebiyatçılar Geçiyor, İstanbul 1967. Ö ZÖ N , M ustafa N ih a d : Metinlerle M uasır Türk Edebiyâtı Tâ­ rihi, İstanbul 1934. Ö ZÖN, M ustafa N ih a d : Son A sır Türk Edebiyâtı Târihi, İstan­ b u l 1945. S E V Ü K , İsm ail H a b ib ; T ü r k Teceddüd Edebiyâtı Târihi, İstan­

bu l 1924. S E V Ü K , İsm ail H a b ib : Edebî Yeniliğimiz I, II, İstanbul 3940. S E V Ü K , Ism<dl H a b ib ; Edebiyat Bügüeri, İstanbul 1942. S E V Ü K , İsm ail H a b i b : Tanzimaltan Beri, I ve II, İstanbul 19431944. T A N P IN A R , Ahmed H a m d i: Chıdokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Târihi, 4. Baskı, İstanbul 1976. T A N P IN A R , Ahm ed H a m d i; Edebiyat Üzerine Denemeler, İstan­ bu l 1969. T A N R IÖ V E R , Ham dullah S u b h î: L a Ouestin Armenienne et un point de vue Turc, Berlin 1919.

276


T A N R IÖ V E R , Ham dullah S u b h î: D ağ Yolu, Cilt I, İstanbul 1928; Cilt II, Ankara 1931. T A N R IÖ V E R , Ham dullah S u b h î: Güne Bakan, Ankara 1929. T A N R IÖ V E R , Ham dullah S u b h î: Anadolu Millî Mücâdelesi, (Gnl. Kurm ay Bşk. X . Ş b.), Ankara 1946. T A N R IÖ V E R , Ham dullah S u b h î: N âm ık Kem âl Bey Magosa'da, İstanbul 1909. T A N R IÖ V E R , Ham dullah Necati Sepet^oğlu), 1971.

S u b h î: Seçmeler, (H azırlay an : M. lOOO Temel Eser, Nu. 65, İstanbul

T A N S E L, Fevziye A b d u llah ; 2Uyâ Gökalp Külliyâtı-I, Şiirler ve H alk M asallan, Türk Târih Kurum u Yaym larm dan, An­ kara 1952. T A N S E L , Fevziye A b d u lla h : Nâm ık Kem âl'in H usûsî Mektuplan, C, I ve II, T ü rk Târih Kurum u Y aym lan, Ankara 1967, 1%9. T A N S E L, Fevziye A b d u lla h : M ehm ed Em in Yurdakul'un Eser­ leri i , Şiirler, Türk Târih Kurum u Yaym lanndan, Ankara 1969 T E V E T O G L U , Dr. F e th î: Büyük Türkçü M üftüoğlu Ahmed Hik­ met, M illî Eğitim Bakanlığı K ültür Eserleri S e ris i: 1, An­ kara 1951. T E V B T O G LU , Dr. Fethî; Enis Behiç Koryürek, Anlrara 1951. T E V E T O Ğ L U , Dr. F e tM : Açıklıyorum!, Ankara 1965. T E V E T O C L U , Dr. F e th i: Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faâliyetler (1910-1960), Ankara 1967. T E V E T O Ğ L U , Dr. FetM'C Öm er Nâci, Devlet K itaplan, İstanbul 1973. I'E V E T O Ö L U , Dr. F e tb î: Enis Behiç Koryürek, Hayâtı ve Eser­ leri, K ültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, Ankara 1985. TOGAN, Prof. Zeki

Veli<îî:

Hâtıralar, İstanbul 1969.

TOROS, T a h a : Türîc H atiH eri, Ankara 1950. US, Â s im : 1930-1950 H âtıra N otlan. İstanbul 1966.

277


u s . Âsim ; Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, İstanbul 1966. U Ş A K L IG İL , HâUd Z iy â ; K ırk Yıi, Cilt V, İstanbul 1936. Ü N A Y D IN , Rûşen E ş re f; Diyorlar k ı, İstanbul 1334 (1918). Y A Z IC I, M u s ta fa ; Tanzimattan B u Y an a M illî Eğitim Bakanla­ rı, Başbakanlar ve Atatürk 1839 -1973, Ankara 1973. ^YÖ N TE M ), Ali Cânib : Türk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1931.

M A K A L E L E R :

Dö^gılerde; ACAROĞLU, M. T ü r k e r : Tannöver ve Gagauzlar, Türk Yurdu, Şubat 1967 (H.S. Tannöver Özel Sayısı), C. 6, Sayı 2, ss. 80-82. AĞAO ĞLU, S a m e t; Ham dullah Subhî Tannöver, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 33-38. AK D ER , Prof. N e c â ti; Ham dulah Subhî Tannöver’de Milliyet Fikri ve Milliyetçilik Mefkûresi, Türk Kültürü., Temmuz Î966, Y ıl IV , Sayı 45, ss. 747-789. A K D E R , Prof. N e c â ti: M illî İrâde ve Ordu, Türk Kültürü, Ağus­ tos 1962, Y ıl X, Sayı 118, ss. 992-1041. AK D ER , Prof. Dr. N e c â ti: Seçkin Vatansever, Büyük Milliyetçi, Değerli Fikir ve M efkure Adam ı Ahmed Ferid Tek Üfûl etti , T ü rk Kültürü, Aralık 1971, S a y ı: 110, ss. 116-128. Â K İF O Ğ LÜ , Ahmed M a z h a r; Çok Aziz Örnek İnsan Ağabeyim Ham dullah Subhî, Türk Yurdu, Haziran 1967, C. 6, S. 6, ss. 5-7. (BA ŞAR ), Şükûfe N ih â i: Ham dullah Subhî (Şiir), Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 72. B AYD AR , M u sta fa : Ham dullah Subhî TannÖver’in Hayâtı, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 75. B AYD AR , M u s ta fa ; Ham dullah Subhî Tannöver ve Türk Kadını, Varhk, 1 M art 1967, Sayı 689, s. 7. B AYD AR , Mustafat: Ham dullah Subhî Tannöver'in Romanya’da­ ki Çalışmalan, T ü rk Yurdtı, Haziran. 1967, C. 6, S. 6, ss. m ı,

278

19.


BAYD AR , M ustafa ; Tannover’in Portresi, Varlık, 15 Eylûl i'961, S a y ı: 702, s. 9. BAYD AR , M u s ta fa : Putiarı Ku'iyoruz Kampanyası, Yeni Dergi, Eylül 1967, S a y ı: 36, B E Y A T L I, Yahya K e m â l: Şahsî Hâtıralar, Türk Yurdu, Ekim 1924, Y ıl X IV , S a y ı: 3 C A N S E V E R , Dr. H aşan F e rid ; Rahmetli Ham dullah Subhî Tannöver, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 24-26. C E V D E T , K adri ; DagyoJu, Meş'ale, 1928, Nu. 5. ÇAĞLAR, Behçet K e m â l: HamduUalı Subbî Tannöver ve Bit­ mez Tükenmez Anadolu, Gençlik Dergisi, Haziran 1966. ÇALIŞBCAN, Dr. Salim Ahmed : Ham dullah Subhî Tannöver, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 32, Ç ÎN E R , Sâdık : Büyük Vatan Evlâdı, Türk Yurdu, C. 6, S. 2, s. 83. ÇORUH , H akkı Ş in â s i: Ham dullah Subhî Tannöver, Türk Yur­ du, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 78-79. D E V E L İO Ğ L U , B u rhâneddin; Ham dullah Subhî ile 55 Sene, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 10-17. E B C ÎO Ğ LU , Hikmet M ünir ; Ham dullah Subhî’yi Dinlerken, Yedlgün, 4 Ekim 1938. E G E L İ, Ord. Prof. Dr. Ekrem Şerif (İstanbul Üniversitesi Rektö­ rü) : Konuşma, Türk Kültürü, Temmuz, 1966, Y ıl IV , Sayı 45, ss. 74142; Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 90. ER E Z, Dr. H ik m e t; Tannöver’in Ardından, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 39. ERALP(< Prof. Vehbi (Edebiyat Fakültesi D e k a n ı): Konuşma, Türk Kültürü, Temmuz 1966, Y ıl IV , S a y ı: 45, s. 743; Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 92. E R M A N , H a şa n : Ham dullah Subhî Tannöver’i Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. .2, s. 85.

Son Ziyâret,

E S E M E N L İ, Av. B ilg â y ; Ham dullah Subhî Tannöver’in Ardın­ dan, Türk Kültürü, Teramuz 1966, Y ıl IV , Sayı 45, ss. 805806.

279


E S İN , E r o e i: H am dulah Subhî Bey Hakkında Çocvıkluk Hâîıralanm , T ü rk Yurdu, C 6, S. 2, ss. 21-22, F IN D IK O O L U , Prof. Ziyaeddin F a h r i: Ham dullah Subhî’nin H a­ yâtından B ir Küçük Safha, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 4-5. G E Z G İN , Hakkı S ü h a : Ham dullah Subhî, Yeni Mecmua, 2 Şu­ bat 1940. G Ö K A Y , Prof. Dr. Fahreddin K e r im : Ham dullah Subhî Tan* növer, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 23. G Ö K Ş E N , Enver N â c i : Ham dullah Subhî Tannöver, Türk Dili, Ağustos 1966, C. X V , S. 179. G Ö Y Ü N Ç , Doç. Dr. N e jd e t ; Atatürk ve Millî Eğitimin Hedef­ leri, Türk Kültürü. K asım 1967, Y ıl V I, Sayı 61, ss. 23-25. G Ö ZLE R , H. F e th i: Ham dullah Subhî Tannöver’in Ardından, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6. S . 2, ss. 73-74. (G Ü N T E K ÎN ), Reşad N u r i : Dağyolu, Türk Yurdu, Ekim 1928. G Ü R K A N , Prof. Dr. Kâzım İs m a il: Büyük H atib Ham dullah Sub­ hî, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 18-20. G Ü V E N , Ferid C e lâ l; H am dullah Subhî ve Anılanın, Türk Yur­ du, Şubat Î967, C. 6, S. 2, ss. 69-72. İLG A Z, H a s e n e : Ham dullah 1967, C, 6, S. 2, s. 84.

Subhî îçin, Tm'k Yurdu,

Şubat

İR D E M , M uzaffer (İstanbul Türkocağı Ba.şkanj): Konuşma, Türk Yurdu, Şubat 1976, C. 6, S. 2, s. 92. K A FE SO Ğ LU , Prof. Dr. îb r â h im : Kaybettiğimiz Değer ve Hazin B ir Gerçek, Türk Kültürü, Temmuz 1966, Y ıl IV , Sayı 95, ss, 744-746. K A PLA N , Prof. M eh m ed : Ham dullah Subhî’nin Eski B ir Ş iir i: İstanbul, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 4Û42. K A R A O SM A N O C LU , Y âkub K a d r i ; Gençlik ve Edebiyat Hâtırala n (Türkocağı'nda b ir hâdise). H ayat Mecmuası, 20 M a­ yıs 1965, Sayı 21. K A K L IK L I, Dr. İh s a n ; Türkocağı ve HamduHah Subhî. Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 58^1.

280


ICAYNAR, Prof, R eşad ; Abdüllâtif Paşa, İstanbul YüJcsek îktisad ve Ticâret Okulu 75. Yılı, îstanbiil 1958, ss. 44-48. K O ŞAY, H âm id Z ü b e y r: Ham dullah Subhî Tannöver'den i'tibâ* ren Müzelerimiz, T ü rk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 4344. m o r a l i,

Seniha S â m i: M orali Ailesi, Hayat Târih Mecmuası, î Ağustos 1968. Y ı l: 4, S a y ı: 7 (43), ss. 21-26.

m o r a l i,

Seniha Sâm i : Subhî Paşa. H .TAl., 1 Arahk 1968, Y ı l : 4. S a ^ : 11 (47), ss. 69-74.

m o r a l i,

Seniha S â m i: Âyetullah Bey ve Yeni Osmanlı Cemi­ yeti, H.T.M., 1 Ocak 1969, S a y ı; 12 (48). ss. 31-34.

m o r a l i,

Seniha S â m i: Çocuk Esirgeme Kurum u'nun Kum cularm dan Hamiyet Hanım, H.T.M., I Şubat 1969, S a y ı: 1 (49), ss. 69-71.

m o r a l i,

Seniha S âm i; Ham dullah Subhî ve Türkocaklan, H. T.M., 1 M art 1969, Y ı l : 5, S a y ı: 2. (50), ss. 71-77.

m o r a l i,

Seniha S â m i: Lâtife Bekir Çeyrekbaşı ve Türk Kadın Birüği, H.T.M., I N isan 1969, Y ı l : 5, S a y ı: 3 (51), ss. 75-77.

N A Y IR , Y a şa r N â b î : Tannöver'in Ardından, Varhk, 1966, S. 673. N O Y A N , Tevfik (Is p a rta lı): Ham dullah Subhî Tannöver’in Halk Pajtisi’nden Çekilmesi, Kızılelma, 9 Ocak 1948 Cuma, S a y ı: II, ss. 3 ve 15. . O K A N , A li H â d i : Türk’ün ve Türkocaklan’nm H am dullalı’ı, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 54-57. O K AN , A li H â d i : Ham dullah Subhî Tannöver Mersiyesi, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 57. O R H O N , Orhan S e y fi: Ham dullah Subhî Tannöver, Hisar, EyIÛM966, C. 6, S. 32 (108). O ZA N SO Y , M ûnis F â ik : Ham dullah Ağustos 1966, C. 6, S. 31 (107).

Subhî Tannöver, Hisar,

ÖCAL, F. Cemâl O ğ u z : Ham dullah Subhî Tannöver’in ölü m ü ve Bize Düşen Vazifeler. T ü rk Y m du. Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 62-66. ÖCAL, F. Cemâl O ğ u z : Ham dullah Subhî Tanrıöver'e Sesleniş (Şür), Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 66.

28i


Ö K TEM , Dr, A. N a i m ; Ham dullah Subhî Tanrı över Türkistan Yolunda, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 67-68, Ö ZÖ N D E R , H a ş a n : 50. Yıldönüm ü Münasebetiyle İstiklâl M ar­ şımız, Türk Kültürü, M art 1971, Y ıl IX j Sayı 101, ss. 433456. RADO, Şevket; Abdülhak Şinasi H isar’ın d ^ m ık notlarından Ham dullah Subhî Tannöver, Hayat Târih Mecmuâsi, 1 Ağus­ tos 1966, Y ıl 1, S. 7, ss. 4-9. RADO, Ş evk et: Türkocağı Reisi H am dullah Subhî, Hayat Târih Mecmuası, 1 Kasım 1966, C. 2, S. 30, ss. 8-13 , R E E L , A. H id â y e t: Medeniyetçi ve Milliyetçi L id e r : Ham dullah Subhî Tannöver, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 4547. SO FU O Ğ LU , M. Z e k i; Ham dullah Subhî TanrıÖver’in Ardından, Türk Yurdu, Şubat Î967, C. 6, S. 2, s. 48. ŞAPOLYO, Enver B e h n a n : H atib Öm er Nâci, Türk Kültürü, Şu­ bat 1971, Y ı l ; 9, S. 100, ss. 372-376. ŞA PO LYO , Enver B eh n an ; M illî Mücâdele’de Ham dullah Subhî, Türk Kültürü, Temmuz 1966, Y ı l : IV , S a y ı; 45, ss. 799-801. ŞA PO LYO , Enver Behnan : M ustafa Necâti, Türk Kültürü, Ocak 1970, Y jI : V H I, S a y ı: 87, ss. 222-226. T A N S E L , Fevziye A bd u llah : Fuad K öprülü’nün TürkocaklıIarTa İzm ir’e S ^ a h a t i ve Tem sil edilen Manzum Tiyatrosu ; Türk’ün Duâsı, Türk Kültürü, Ha 2 İran 1970, Y ı l ; V III, Sa> y ı : 92, ss. 516-531. T A Y M A Ş , Abdullah B a t t a l; Ham dullah Subhî Bey'de Milliyet­ çilik, Türk Yurdu. Şubat 1967, C. 6. S. 2, ss. 67-77. T E K Î N A L P : Ziya GÖkalp’te Tesânütçülük, Bilgi, Ağustos 1959, ss. 7-9. TE M U R O Ğ LU , Dr. H ik m e t: Ham dullah Subhî'yi Türk Yurdu, Şubat 1967/C. 6, S. 2, ss. 76-77.

Uğurlarken,

T E V E T O Ğ LU , Dr. F eth î: M illî Şâirimiz M ehm ed Emin Y urda­ kul II, Kopuz; 15 Eylül 1939, C. I, S. 6, ss. 213-214. T E V E T O Ğ LU , Dr. F e th î; Ham dullah Subhî TanrıÖver ve İstik­ lâ l Marşmuz, Türk Kültürü; Temmuz 1966, Y ıl IV , S. 45, ss., 790-795.

182


T E V E T O Ğ L U , Dr. F e th î; İstiklâl Marşımız, Önasya Mecmuası, Ş u b a t-M a rt 1967-, Ankara, Y ıl 2, S ayı; 18-19, ss, 8-9. T E V E T O Ğ L U , Dr. F e th î: Ocağımızın Büyük Evlâdı, Türk Y u r­ du, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 27-29. T E V E T O Ğ LU , Dr. F e th î; Tüi'k Akademisi ve Atatürk, Türk Kül­ türü, Mayıs 1968, Y ıl V I, Sayı 67, ss. 414-432. T E V E T O Ğ L U , Dr. F e th î: Atatürk'ün Vefatına K adar Cumhuri­ yet Devri M illî Eğitim Bakanlan, H ayat Târih Mecmuası, Ekim 1973, S a y ı: 9-10, ss. 100-101 (Ham dullah Subhî Tam'iöver). T E K , M üfide F e r id ; Ham dullah Subhî Bey, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S a y ı; 2, ss. 6-7. T E M ÎR , Proft Dr. A h m e d : Türk Dili’nin Târihi, Bugünü ve Ge­ leceği, Türk Kültürü, Şubat 1966, Y ı l : IV , S a y ı: 40, ss. 355364. T O G A N , Ord. Prof. Zeki V e lid î: Ham dullah Subhî Bey'e Âit Bâzı Hâtıralar, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 27-29. T U L U M , A. M e rto l; Tanrıöver ve Türk Milliyetçiliği, Türk K ül­ türü, Temmuz 1966, Y ı l : IV , S a y ı: 45, ss. 796-798. T U N A Y A , Prof. Tarık Z a f e r : Ham dullah Subhî Tanrıöver’in Ardından, Gençlik Dergisi, Haziran, 1966, S a y ı: 100. TU R A L, Sâdık K . : B ir Hayat Hikâyesinin A n a Ç izgileri: M illî Şâir, Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 12, 1984, ss. 37-45. U G A N , Zâkir K a d ir i: Akademi Mes'elesi (3), Türk Yurdu, M art 1928, Sayı 3, ss. 56-58. Ü LK Ü SA L, M ü stecib : Ham dullah Subhî Tanrıöver ve Dobruca Türkleri, Em el Dergisi, Temmuz - Ağustos 1966, S ayı; 35. Ü L K Ü T A Ş IR , M. Ş â k ir ; Ham dullah Subhî Tannöver’e Âit B ir­ kaç H âtıra, Türk Kültürü, Temmuz 1966, Y ıl IV , S. 45, ss. 802-804. Ü N V E R , Ord. Prof. Dr. S ü h eyl; Ham dullah Subhî ile 50 Yıl, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss, 8-9. Y A R G IC I, H . H ik m e t; V e Güne Bakan, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, s. 86.

283


YA ZA R , Mehmed B eh çet: H ^ d u l l a h X V , S. 379.

SubW , Yedigün, 1940, C.

Y U N D , K e r im : Ham dullah Subhî Tannöver ile ilgili am lanra, Türk Yurdu, Haziran 1967, C. 6, Sayı 6, ss. 1546, (Y U R D A K U L ), M du n ed E m in : Dağ Yolu, Hayat Mecmuası, 20 Eyiûl 1928, Nu. 95. ZOBU, V asfi R ıza: M ürşidim Tannöver, Türk Yurdu, Şubat 1967, C. 6, S. 2, ss. 30-31.

G A Z E T E L E R D E : A H M E D H Â Ş ÎM : Dağyolu'na Dâir, îkdam , 15 Temmuz 1928. (ARSAL), Sadri M a k su d î: Günebakan Aşk miyet-i Milliye, 9 Aralık 1929. (A T A B ÎN E N ), Reşid 22.12.1929.

S a ffe t : Günebakan,

Peygamberi, Hâki-

Hâkimiyet-i Milİfye,

B A N A R L I, Nihad Sâmi .* Türk Hitabet Târihi, Hürriyet, 30 M art 1950. BAYD AR , M u s ta fa : Ham dullah Subhî Tannöver'in Hâtıraları, Cımıhuriyet, 7 Ağustos - 3 Eylül 1966. B. A . : B ir Nasyonalist ve b ir Nasyonalizm, Hâkimiyet-i Milliye, 27 Ocak 1930. (Ç A M B E L), Kasan Cem U: Dağyolu, İkdam, 7 Ağustos 1928. (Ç A M L IB E L ), Faruk N â f iz ; Günebakan, Hâkimiyet-i Milîiye, 4. Arahk 1929. (GÖVSA)j. İbrahim A lâ a d d in ; îkdam , 11 Ağustos 1928. {G E Z G ÎN ), Hakkı S ü h a : Vakit, 13 Ağustos 1928. G Ü N D Ü Z , A k a : Güne Bakıp Giden, Hâkimiyet-i Milliye, İ5.12.1929. G Ü R K A N , Kâzım İs m a il: Ham dullah Subhî'yc Vedâ, Cumhuri­ yet, 15 Haziran 1966. H İK M E T Ş E V K İ : Dağyolu, Hâkimiyet-i Milliye, 11 Ağvıstos 1928. (İL E R İ), Celâl N u r î: Dağyolu’nda B ir Ziyafet, îkdam , 14 Ağus­ tos 1928.

284


(K A R A O SM A N O Ğ LU ), Y âkub ICa4ri: MilJiyer, 26.7.1928. (K A R A O S M A N O Ğ LU ), Yâkub K a d ri; Hâkimiyet-i Milliye, 18 Ara­ lık 1929. (K U N T A Y ), Midlîat C e m â l: Başka B ir Türkçe, Cumhuriyet, 29 Ağustos 1928. K U S E Y R Î, Şemsi r Y akm D ostlan Yahyâ Kem âl'i anlatıyor. Yeni Sabah, 8, 9, 10 Kasım 1958, A n latan : Ham dullah Subhî Tannöver. (O R H O N ), Orhan S e y fi: Dağyolu, Milliyet, 16 Ağustos 1928. (ORTAÇ), Y u su f Z iy â : Günebalcan, Politika, 22 AraUk 1929. (Ö R ÎK ), N âhid S ırn : Günebakan, Milliyet, 13 Ocak 1930. T U N A Y A , T a n k Z a f e r : Türkocağı'nm Açılışı Münâsebetiyle, V a ­ tan, 30 M art 1949. Ü Ş A K H G ÎL , H âlid Ziya : İki Arkadaş, Cumhuriyet, 13 Şubat 1936 Perşembe, X I. Y ıl, S a y ı: 4221, s. 3. Ü N A Y D IN , Rûşen E ş r e f: Ham dullah Subhî Bey, Vakit, 26 Şu­ bat 1918. Ü N A Y D IN , Rûşen E ş r e f : Milliyet, 20 Eylül 1928.

D E R G İ L E R : B ilgi Mecmuası Davul Dergâh Genç Kalem ler Gençlik Dergisi Hayat Mecmuası Hayat Târih Mecmuası H isar Kızılelma Kopuz M eş’ale

285


Mület M uallim Mecmuası Musavver Muhit Resimli Kitab Rubab Servet'i Fünûn Şehbal Tohum Türk Dili Türk Dünyâsı Türk Kültürü Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi Varlık Yedigün A N S İ K L O P E D İ L E R ; Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü (Seyit Kem âl Karaalioğlu) Meşhur Adam lar Ansiklopedisi Meydan Larousse Türk Ansiklopedisi Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi Türk M eşhurlan Ansiklopedisi Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi G A Z E T E L E R : Akşam Cumhuriyet Dünya Hak

286


Hâkimiyet'i Milliye Hürriyet ikdam Milliyet Politika Son Saat Tan Tasvir Turan Türk Sözü Ulus Vakit Vatan Y ö î i Gün Yeni Sabah Yıldırım. (Pazarcık)

287


İ N D E K S

ABAC IO Ğ LU , Nevedâ. - 14. A B A L İO C L U , Yunus Nâdi. 183, 195. A B B A S H ÎL M t, Albay. - 147. A B D U L A Z İZ , Sultan. - 18. A B D U L B A K Î E F E N D t, Şeyh H acı (TannÖver’in 4. gö­ b ek Atası). - 14, 15, A B D U L G A N t B E Y (Muş M il­ letvekili). - 164. A B D Ü L H A K H AYR t. A B D U L H A L ÎM B E Y (Sâm î Paşa'mn oğlu). * 18. A B D U L H A M ÎD H A N , II. Suitan. - 24, 27, 28, 57, 178. A B D U L K E R ÎM , Hoca. - 26. A B D U L L A H CEVD ET. - 97. A B D U L L A H DÂVUD. - 99. A B D U L L A H Z Ü H D Ü . - 37. A B D U L L Â T ÎF E F E K D Î, B ur­ sa ulemâsından (Tan­ nÖver’in 5. göbek Atasj). 13, 14. A B D U L M E C ÎD E F E N O Î, Velîaîıd. - 12, 128. A B D U L V A H A B B E Y (Tan növer’in Ağabeysi), - 13, 27, 69. 211.

288

ABDURRAHM AN H A ŞA N B E Y (Sam i Paşa'nm o ğ ­ lu ). - 15, 18. ABDURRAHM AN 71.

ŞEREF.

A B R A H A M PAPASYAM F E N D Î. - 77.

^

B-

A D iV A R . Dr. Adnan. - 96, 99, 129, 153, 163. A D IV A R , H alide Bdib. - 96, 112. 118, 124, 127, 130, 1.39, 153. Â D ÎL E H A N IM (TannÖver'm Ablası). - 13. A D V ÎY E H A N IM (Tannöver'in Ablası). • 13. A D V tY E R A B İA H A N IM (A. Subhî Paşa’nm Annesi). 19. AG O B Ş E R B E T C tY A N F E N D İ. - 77.

E-

ACAO ĞLU, Ahmed. - 94, 95, 97, 99, 106, 112, 127, 139. AĞAOĞLU, Samet. - 78. 124, 127, 199. A H M E D C E V D E T . - 99, 141.


A H M E D E F E N D Î, Hattat. 31. A H M E D H Â Ş ÎM . - 33, 41, 59, 62, 64, 70. A H M E D H ÎL M Î. - 89. A H M E D M ÎD H A T E F E N D İ.57, 84, 87. A H M E D M U H T A R B E Y , îsfendiyaroğlu (Tannöver’in Kayınpederi). • 78. A H M E D N E C ÎB Lf'EN D T, Şeyh (Tannöver'in 2. gö­ bek Atası). - 14, 15. A H M E D N E C ÎB PAŞA (Sârnî Paşa'nm oğlu). - 19. A H M E D N E S İM Î B E Y . - 106. A H M E D R E F ÎK . - 88, 59, 129. A H M E D RIZA. - 39, 57. A H M E D SAM ÎM . ■ 33, 59, 64 A H M E D V E F ÎK PAŞA. - 21 23. AKÇORAOĞLU, Yusuf. - 82 84, 85, 87, 89, 93-97, 99, 103 106,109, 111, 112, 114, 124 126, 128, 130, 139. Â K İF B E Y (Süvari Yzb.). - 88 Â K İF O Ğ LU . Mazhar. - 112 114, 115,. A K Y ÎĞ ÎT O Ğ L U M ÛSÂ. - 84 85, 86, 87. A K Y Ü Z, Prof. Kenan. - 43. A L Î B E Y (Tannöver’in Ağabeysi). - 13. A L I E F E N D İ, Kehribarcı. 128. A L Î K EM AL. - 57. A L Î SÜ H Â. - 59, 65. A L ÎY E F , Hızır. - 191...

A LY A N A K , Dr. Metin. - 215. A N T E N E S C O , M areşal lon. 208. ARAL, Hâm id. - 206. ARAS, Dr. Tevfik Rüşdü. - 99, 10ü, 101, 199. A R IB U R N U , Kemâl. - 131. APJKA.N, Saffet. 199. ÂR ÎF B E Y . Albay. - 151. A R ÎF B E Y , Tarihçi. - 87, 99. ARSAL, Prof. Sadrı Maksudî. - 203. A R S E V E N , Celâl E s ’ad. - 100,

101. ÂSAF D E R V İŞ , Dr. - 99. A T A B ÎN E N , Reşid Saffet. 77. ATALAY, Besim. - 139, 160. ATASAGUN, Prof. Dr. İbrâhim Şevki. - 215. ATATÜRK, Gazi M ustafa Ke­ mâl. ' 6, 11, 15, 116, 122, 123, 126, 137-140, 142, 147152, 154, 157, 159, 176, 187, 196, 199-203, 214, 237. ATAY. Fâlih Rıfkı. - 62, Î25. A T IF B E Y . - 89. A V N Î B E Y (Sam han Millet­ vekili). - 164. AYDA, Âdile. - 121, 200. Â Y E T U L L A H B E Y , Mehmed (Tannöver'in Ağabeysi). 13, 23, 26-28, 38, 122. A YG Ü N , Prof. Vat. Gen. Süreyyâ. - 123. AYKAÇ, Fâzıl Ahmed. - 58, 59, 62. A Y Ş E B E H îY E H A N IM (Tan­ növer’in Ablası). - 13.

289


— B — B A B A K U R B A N , ZİyaetMin. 213. B A H A E D D tN ŞÂK İR , Dr. -

B R İST O L, 134.

Amiral

Mark. -

B R O W N E , E dw ard G. - J75. B U LG U R , Şevket. - 123. B U R H A N E D D tN B E Y . - 100.

99.

BALHA^SANOĞLU, Necîb Âsım (Yazıksız). - 82, 84-8?, 89, 94. 171. B A L K A N Î, Koloman. - 97. BALKAR, Kem âl Galib. - 123. BALTAC IO Ğ LU . îsm ail Hakkî. - 74, 75. 97, 100.

B U R S A L I M E H M E D T Â H ÎR B E Y . - 84-87, 99.

B A N A R L I, N ihad Sâmi. - 40, 58, 69. 70. BAR TH O LD , Wilheîm. - 167. BAYAR, Celâl. - 138, 203.

C A N S E V E R , Saime. - 118.

B AYD AR , Mustafa. - 12, ZS, 27. 39. 74, 76, 79, 102, 138, 177, 196. 199, 201. B A Y K U T , C a m i. - 130, 147. BAYRAM , PAŞA. - 255. B A Z ÎL E F E N D Î. - 30. B E H Ç E T FÂTÎH . - Î04. B fiL A K U H N . - 188. B E Y A T L I, Yahyâ Kemâl. 95, 96, 122, 123.

C —

C A N S E V E R , Dr. Haşan f e rid. - 108, 113, 117, 197, 210. C E B E S O Y , AH Fuad. - 139. CELÂL. - 104. CELÂL

BEY

(Erzunım

C E L Â L E D D ÎN ÂRÎF. - 147. C E M Â L PAŞA. - 79, 119, 125. C E M İL S Ü L E Y M A N . ■ 59. 62. C E N A B Ş A H Â B E D D ÎN . - 37, 44. C E V A D T A H S ÎN . - 100. C E V D E T B E Y , Kütahya Mil­ letvekili. ■ 159.

B IY IK L IO Ğ L U , Tevfifc. - 77. B ÎB E S V O , Princes. - 208. BtLBAO , General. • 134. B O L A Y IR , Ali Ekrem . - 24.

CÎM COZ, Saiâh. - 100.

B O Y A C rY A N AGOB D Î. - 85. 87.

ÇAĞLAR, 215.

EFEN­

BO ZK UR T, Malımud Es'ad. 139, 204, 240. BOZOK, Sâlih. - 176. BOZOK, Cemil S, - 176. B Ö LÜ K B A Ş I. Rıza Tevfik. 57, 84, 85, 88, 97, 99, 106.

290

Va­

lisi). - 37.

Behçet

Keraâl. -

Ç A N K A Y A , Mücellidoğkı Ali.107. ÇANTAY, H aşan Basri. - 160, 164. 165. Ç IN A R , Vâsıf. - 139, 203.


— D — D Â N ÎŞ M E N D , Mihrî. - 14. D E M İR E L , Süleyman. - 213. D E M O K A N , Feridun. - 211. D ER EO Ğ LU, İhsan Âli. - 107, 108. D E V E L İO Ğ L U , Buriıâned din. - 136, 201. D ÎR ÎS U . Prof. Dr. Nüzhet Şâkir. - 123. D ÎZD AR ER , Muhiddin. - 123. 0 O K T O R H Â Z IK . - 89. D O K TO R İS M A İL, Milaslı. 89. D O K TO R N Â Z IM . - 99. D O K TO R O R H AN . - 99. D O K TO R REŞAD. - 99. D O K TO R SU AD (Kastamonu Milletvekili). - 165. D REYFÜS, Dr. - 97. DURU, Kâzım Nâmi. - 100. DÜLGER, Bahâdır. - 123. D Ü R B ÎN (Tannöver'in tak­ ına adı). - 57. D V ÎN G , Beter. - 190.

_ E— E B Ü Z Z ÎY A T E V F ÎK . - 26, 122. E B Ü Z Z ÎY A . Velîd. * 141. E B Ü Z Z ÎY A , Ziyad. - 26, 28, 213. E D H E M E R Z İN C A N . - 104. E D H E M PAŞA. - 249. E G E L İ, Prof. Dr. Ekrem Şe­ rif. - 215. E tS E N H O W E R , D w lght Da vid. ■ 211.

EM İN BELtĞ. - 33. E M İN B E Y , Operatör (B u r­ sa Milletvekili). - 166.

E M İN B Ü L E N D bk. SERDAROĞLU. E M İN LÂ M İ'. - 59. E M İN E K A N IM (Tannöver'­ in Ablası) . - 14, E M R U L L A H E F E N D İ. - 84, 87, 96. 98. 99. HRALP, Prof. Vhebİ. - 215. E R G İN , Prof. Feridun. - 213. EROZAN, Celâl Sâhir. - 58, 59. 62, 63, 68, 86, 95-101, 139. ERSOY, Mehmed Âkif. - 63, 159, 161, 165. 166. HB.TEM, Sadri Edhem. • 180, 194. E S İN , Emel. - 156. E V L İY Â Ç E L E B İ. - 255. E V R İM E R , Rıfat Necdet.

-

70, 71. _

F —

F A H R E D D İN , F Â İK SABRİ. F Â Z IL PAŞA. FERDİNAM D, FESÇİ, Belkıs

Albay. - 147. - 100. - 137. Prens. - 57. { Tannöver'in

yeğeni). - 211. F E Y Y A Z A L Î, Yozgat Millet­ vekili. - 159. FINDTKOĞLU, Prof. Ziyâeddin Fahri. • 79. F L O R ÎN A L I N Â Z IM . • 183. 195. FORD. Henry. - 190. rU A D R Â ÎF B E Y . - 84-87, 89, 99. FUAD S Â B İT , Dr. - 1CW, 109.

111.

291


_

G —

H Â L İS TÜRGUD. - 107, 108,

G A S P IR A L I İS M A İL B E Y . 89. G A STO N de Migeon. - 253. G E R Ç E K E R . M ustafa Feh­ mi. - 147. G E R M A N U S , Dr. Jules. - VI, 92. G O R D O L E V S K t Vladimir. -

86 , 88 . G OR O D SK Y, Kİpa. - 187. G Ö K B İL G İN , M. Tayyib. 129, 133. G Ö K M E N , Fatin. - 100. GÜLSÜM H A N IM (Tanrıöver’in Ablası). ■ 14, G Ü M Ü L C ÎN E 'L Î ÎS M A ÎL H A K K L ■ 88. GÜRKA-N, Pi'Of. Dr. Kâzım İsmail. - 10, 142, 143, 149, 151, 2İ3. G Ü R PIN A R ,

Hüseyin

Rah­

mi. - 57, G Ü V E N D İK , Hakkı. - 179.

—H — H A B ÎB

TUNUS

(Poyraz). -

104. H A D tC E HANIM , (Taiîrîöver'in Ablası). - 14.. H ÂFIZ, Çiftçi - 123. , H A K K I B E H İÇ . - 147. H A L ÎL B E Y (Müzeci). - 169. H A L İL N Î ’M E T B E Y . - 89, 99. ILALİM B E Y (Tanrıöver'in Amucası). - 24. • H A L İM SÂBÎT. ■ 96, 99. '

292

112 . H A M D I B E Y (Müzeci). - 169. H A M İY Y E T H A N IM (Tann ö v er’in Ablası), - 14. H ASAD (Tanrıöver’in takma adı). - 54-57; H A SA N C A N , Kızıîaycı Hâmid, - 134. H A Ş A N D Ü N D AR . - 137. H A Ş A N V Â S IF . ■ 53, 56. H A S ÎB E H A N IM (T aan över’in Ablası). - 14. H Â Ş İM B E Y . - 99, 107. H A Y İM B A H A R E S E F E N ­ Dİ. - 77. H A Y R E D D İN B E Y . - 62. H A Y R İ E F E N D İ, Şeyhülislâm Ürgüplü. - 169. H A Y R U L L A H E F E N D İ (A. Sâmî Paşa’mn kardeşi). 16.

H A Y R U L L A H E F E N D İ. - 17, H ER , General. - 154. H İS A R , Abdulhak Şinâsi. 32, 33, 35, 73, 79. H O N O R İS CAUSA, Dr. ■ 208. H Ü S E Y İN A N K A R A (Dr. H ü­ seyin E rtuğm l' Eti). - 104. 108, 112, 113. H Ü S E Y İN A N T E P (Fikret). 104, 105. H Ü S E Y İN B E Y (Tannöver'in Ağabeysi). * 13, 27. :H Ü S E Y İN G Ü M Ü Ş H A N E , (Baydur). - 104, 105, 107. H Ü S E Y İN R Â G IB. - 112, 114. .H Ü S E Y İN

S A LÂ H A D D ÎN ,

Albay. - 146,.


ISPA R T A LI H A K K I. - 88.

—î — İB N -I H A L D U N . - 25. İB N -Î M U H E N N Â . - 86. ÎB N -Î SÎN Â . - 18. tB R Â H İM B E Y (İsparta Mü* letvekili). - 166. İB R A H İM B E Y (Tanrıöver’in Ağabeysi). - 13. İB R A H İM LÂTÎF. - 107. İB R Â H ÎM PAŞA (Kavaifilı M. Ali Paşa’nın EvJâdlığı). - 16. ÎD R İS S U B H Î B E Y . - 101. İĞ D E M İR , M. Uluğ. - 198. İL E R İ. Celâl Nuri. - 105. İL Y A S A L İ, Nakkaş, - 256. ÎN A L , îbn-ül Emin Mahmud Kemâl. - 13. 27, 39, 40, 122, 170. İN C E , Refik Şevket. - 163, 166. İN H A N , Zühdü. - 129. İN Ö N Ü , İsm et Paşa. - 147, 150, 152, 155, 158, 167, 202, 208, 213. ÎR D EM , Muzaffer. - 215. İR F A N K IB R IS . - 104. IS F E N D ÎY A R O Ğ L U bk. AHM ED M UHTAR BEY. İS H A K Î, Mehmed Ayas. - 88.

İŞCAN, Hâşim. - 215. İZB U D A K , Vcled Çelebi. - 82, 85, 86, 87, 89, 139. İZ Z E T B E Y . — 88. tZZE T B E Y , Albay. - 151. İZ Z E T M E L İH . - 33. 59, 62. İZ Z E T PAŞA. - 57. İZ Z E T U L V İ. - 139. —

K

KAAN, Oktay. - 97. K ADRİ R Â Ş İD PAŞA, Dr. 99. KAFESO GLU, Prof. Dr. İbrâhim. - 149. K A L B İY O S E F E N D İ. - 77. K A LT A K K IR A N , Faik. - 77. K Â M İL PAŞA. - 16, 57. K AM SO Y, M ünir Mazhar. 107, 108. K Â N İ B E Y . - 16. K A N S U , M azhar M üfid. - 135. K A R A B E K İR , Kâzım. - 139. K A R ABET E F E N D Î. - 77. KARACAN, Ali N â d . - 29. KARAÇUN, (Râhib) Doktor. 86 , 88 . KAR AO SM AN O Ğ LU ,

Fevzi

Lûtfi. - 214. K AR AO SM AN O Ğ LU , Yâkub Kadri. - 59, 62, 63, 64, 70, 185, 193, 195. K ARAY, Refik Hâlid. - 36, 59, 62, 64-67, 70. KAYA, Şükrü. - 202.

İS K İT , Server. - 71, 158. İS M A İL F Â Z IL PAŞA. - 147. İS M A İL K E N A N . - 30. İS M A İL S U B H Î. - 62.

K A Y N A R , Prof. Reşad. - 21.

İS T A N B U L İN (Tanrıöver'in takma adı). - 57.

K E Ç İB O Y N U Z U (Tanrıöver’^ in takma adı). - 57.

293


— M —

K E M Â L E D D ÎN , Mi'mar. • 100,

101. K E M Â L E D D ÎN SÂ M İ PA­ ŞA. - 175. K E R İM B E Y (Tannover’in Ağabeysi)-. • 13, 27. K L A V A S E F E N D Î. - 31. KOCA M USTAFA PAŞA. - 171, K O H E N , Moiz (Munis Tekin Alp). - 100. KO RALTAN, Refik (Konya MiUctveîdii). - 166. K O R K M A ZO Ğ LU C E LÂ L B E Y . ' S4, 85. K O R Y Ü R E K , Enis Behiç. ■ 93. K O ŞAY, Hamid Zübeyr. - 20. 168. K Ö PR ÜLÜ, Mehmed Fuad. 59, 62, 68, 70, 94-97, 99. 112, 113, î7o. K Ö SE R A ÎF FAŞA. - 93. K R A L M İŞ E L . - 207.

M A H M U D . - 104. M A H M U D B E Y (Tannöver’in Ağabeysi). - 13. M A H M U D C E L Â L E D D ÎN PA­ ŞA. - 24, 25. M A H M U D CEVAD. ~ 88. M A H M U D E F E N D İ (A. Sâmî Paşa’mn kardeşi). - 16. M A H M U D N E D ÎM . - 77. M A H M U D S Â D IK B E Y . - 57. M A H M U D , Şeyh. « 99. M A N S U R İZ Â D E SAÎD. - 99. M A R D İN , Ebulûlâ. - 99. M A Z H A R PAŞA, Dr. - 107. M E H M E D A L İ PAŞA, Kavalalı. - 16, 19. M E H M E D A L Î T E V F ÎK . - 62, 109, 111. MEHMED BEY T İN S K İ. - 89.

ŞAHTEH

M E H M E D CÂVID. - 100.

K R A LtÇ E E LE K A . - 207.

M E H M E D C E L Â L B E Y . - 82.

K U N D U H , Belîir Sami. - 138, 140, 147, 153.

M E H M E D FUAD K Ö S E RA İF. ■ 93.

K U N O S , Dr. Igmace. - 91, 92.

M EH M ED HAYRULLAH B E Y (T annöver’in Ağabeysi). 13.

K UM TAY,

Midhat

Cemâi. -

25. K U T LU , Şemseddin. - 44.

M E H M E D İZ Z E T . - 97.

K Ü Ç Ü K SAÎD PAŞA. - 27:

M E H M E D M A'SUM . - 89. M E H M E D RIFAT. - 147 MEHMED

SÂ LÎH . - 86.

LÜTFÎ, M aarif Müdürü. - 97.

M E H M E D T E V F ÎK . - 96.

LÜ T Ft F ÎK R Î. ■ 100.

M E S ’UD-U D A N Î (Dayı Mes' ud). - 138.

LÜTF-İ S E H E R H A N IM (Sub' hî Paşa’nm birinci eşi). • 12 .

294

M E V L Â N Â C E L Â L E D D ÎN RO M Î. - 82.


M İD H A T PAŞA. - 39, 43, 44. M İH R Î H A N IM (T annöver’in Ablası). - 13. M İR ZA SAFA. - 26. M İŞ E R O C L U ZA R ÎF B E Ş İ

R î. - 86. M. N E R M İ. - 79. M O ÎZ KOHEN

(T E K İN

ALP). - 97. M O R K AYA, Burhan Câlıid, 107, 108. M O R TM AN, Dr. - 26. M U İN

M AHMÜD

N E D İM

86, 88, 89, 99. M U K B ÎL K E M Â L. - 97. M U R AD B E Y , Mizancı. - 57. M Û S Â K Â Z IM E F E N D İ, Şey­ hülislâm. - 36, 99. M Û S Â S Ü R E Y Y A . - 78. M USTAFA F E V Z İ (Manisa Milletvekili). - 199, 204.

— N ~ N A K İY E H A N IM . - 118. N Â M IK K EM ÂL. - 20-25, 21, 28, 33, 39. 40, 43, 44, 60, 73. 184, 195. N A T A L E F E N D İ. - 30. N Â Z IM , Dr. - 100. N Â Z IM H İK M E T . - 180, 182, 184, 195. N E C ÎB Â S İM bk. BALHASANOĞLU. N E C ÎB B E Y . ■ 89. N E C M E D D ÎN E F E N D İ. H a­ fız. • 128. N E F ’İ. - 22. N E M R U T M USTAFA. - 146. N E R G İS İ. - 22. N E V İ N B E Y . - 62. NUR, Dr. Rıza. - 130, 133, 144. 146, 147, 158, 159, 175. N U R E D D İN B E Y . - 88, 100. N U R Ü D D İN -İ C E R R A H Î - 15.

M USTAFA N E C A T İ. - 159. M U STA FA 17.

R E Ş İD

PAŞA. •

O R F Â N İD E S E F E N D İ. - 77, O RH O N, Orhan Seyfi. - 194.

M U STA FA ŞEREF. - 97. M U STA FA ZÜ H D Ü . - S6. 8S. 89. M Ü F İD R Â T ÎB . - 33, 5^ 62, 70, 97, 100.

— O —

61,

M Ü FTÜ O G LU , Ahmed Hik­ met. - 57. 80, 81, 82, 83, 86, 87, 93, 94, 95, 102, 110, 127, 129. M Ü N E K K İD (Tannöver’in takma adı). - 57. M Ü N İR E S U L T A N (Sultan Abdvümecid’in kızı). - 12.

O R K U N , Hüseyin Nâmık. 81, 82, 84, 93, 104, 117, 123. OTTO von FA LK E . - 254. O ZANSO Y, Mûnis Faik. - 175. O ZANSO Y, Faik Âli. - 58, 59. 62, 64.

_

Ö —

Ö M E R F E V Z İ. - 89. Ö M E R H Â L İS . - 86. Ö M ER N Â C İ. - 80, 122.

295


—S—

Ö M E R S E Y F E D D İN . - 65, 96,

100. Ö Z B E K K A N , tbrâhim Ziyâ. 13. Ö Z B E K K A N , Subhî Ziyâ. - 14. Ö ZD E N , Prof, Dr. Âkil M uh­ tar. - 94, 99, 112. ÖZDEŞ, M üfid (Kırşehir Miîleîvekili), - 166. Ö ZT U N A , Yılmaz Tahsin. -

12. — p —

PARS, Muhiddin Bahâ. - 160. P A R V ÎLLE . - 249. PAR VU S, Alexander Israel Helphand. - 97, 100, 101. POYRAZ. Vefâ. - 215. P R E N S SA B A H A D D İN . - 57.

—R — RADO, Şevket. - 32, 73, 79. R Â G IB B E Y , Kütalıya M il­ letvekili. ' 160. R A M A ZA N O G U LLA R I. - 78. R Â T ÎB T Â H ÎR . - 194. R E ’FET. - 104. R E M Z t K AZANCILAR . - 104. R E M Z İ OSM AN, Dr. - 105. R E N G İ G Ü L H A N IM (Subhî Paşa’mn ikinci eşi). - 12. R E SULZÂD E, M. Emin. - 135. R E Ş ÎD G A LÎB , Dr. - 117, 139, 203. R IF ’A T B E Y (Tannöver’in öğretmeni). - 31. R IF ’AT, Selânikli Doktor. • •37, 99. R IZA PAŞA. - 88.

296

S A D IK A H Î (sonradan Mehm ed Eti). - 79. SAFFET. - 86, 89. SAĞLAM , Dr. Tevfik Sâlim. 99. SA ÎD PAŞA, Prens. - 93. SALE, Mösyö. - 30. S Â L ÎH E F E N D İ, Erzurum Milletvekili. - 160. S Â L ÎH S Â L ÎH S Â L İM S ÂLİM ,

PAŞA. - 57. ZE K İ. - 109. B E Y . - 100. Mühendis. - 97, 99.

SÂM Î BEY (Tannöver’in Ağabeysi). - 13. S Â M Î PAŞA, Abdurrahm an (Tannöver'in Dedesi). - 12, 14-19, 21, 23, 26, 34. 72. SARIDAL, M. Vehbi. - 79. SAYDAM , Dr. Refik. - 153. S E L ÎM , Yavuz Sultan. < 258. SE PE T Ç İO Ğ LU , M. Necati. • 24, 28, 125, 218. SER D AR O Ğ LU, Em in lend. - 59, 62, 70.

Bü-

S E R M U H A R R İR (Tannöver’in takma adı). - 57. SE R T E L, M. Zekeriya. - 97180. SE R T E L, Sabiha. - 180. S E R V E R K Â M İL , Dr. - 99 S E V İĞ , Muam m er Râşitl. 32. S E V Ü K , İsm ail H abib. - 18. S E Y İD H Â ŞİM . - 32, 97, 99. S E Z Â Î B E Y , Sâm î Paşaza­ de. - 19, 38-40, Î84.


SIR M A LI, Salâhaddin fik. - 32.

Re­

S tV R İS ÎN E K (Tannöver’in takma imzası). - 54, SO YD AN , Mahmud. 203, S U B H Î PAŞA, Kücamemioğlu Abdullâtif (Tanriüver’in Babası). - 11, 12, 13, 14, 15. 16, 19, 20, 21, 23, 24, 25, 26, 27, 29, 34, 72, 167, 168, 169.

SUiMAY, Cevdet. - 215. S UR İTCH , Î.Z. - 196. S Ü L E Y M A N F E H M İ. - 62. S Ü L E Y M A N N A Z ÎF . - 64, 68, 69. S Ü L E Y M A N N U 'M A N PAŞA, Dr. - 99. SÜM ER , Nvırullah E s ’ad. - 79. S Ü N B Ü L B A H A H A N IM (Abdvırrahman Sâm î Paşa’nın

Î'AN R IÖ VER , Ayşe Saide (Tanrıöver’in Eşi). - 27, 7880, 130, 137, 144, 205, 206. T A N R IÖ V E R , HaraduUah Subhî. - Kitabın her ye­ rinde. T A N R IÖ V E R , Özkul (T an n ­ över’in oğlu). - 80. T A N S E L, Fevziye Abdullah. 21, 22, 24. T A R H A N , AbduUıak Hâm id. 21-23, 57, 182-186, 193, 195. T A TLISU , M üftüoglu Musta­ fa. - 230.

2, eşi). ' 12. - Ş

T A H İR B E Y bk. B U R S A L L T A H S ÎN B E Y . - 100. T A H S İN N Â H ÎD . - 59, 62, 70. TALÂT PAŞA. - 96, 111. 119. T A N R IÖ V E R , Alteraur (Tan­ n över’in oğlu). - 80, 144, 213.

-

T A Y LA N , Mümtaz FazU. ■ 79 . 7 E t , Ferid. - 84, 85, 99, 106,

Ş A H Â B E D D ÎN S Ü L E Y M A N . 59, 62, 64, 68, 70.

T EK , M üfide Ferid. - 205, 208.

ŞAPOLYO, 138.

T E N G ÎR Ş E N K , Y u su f mâl. - 130, 147.

Enver Behnan. ■

Ş E F ÎK A H A N IM (Tannöver’­ in. ablası). - 13. Ş E M S E D D ÎN B E Y (Ankara Milletvekili). - 165. Ş E M S E D D ÎN B E Y , Binbaşı. 151, 154.

109, 111, 114.

Ke­

T E V E T O Ğ LU , Dr. Fethî. - 1, 7, 79, 81, 83, 95, 109, 110, 123, 144, 159, 167, 180. T E V F tK

F İK R E T . - 4 4 , 57 ,

1'97 .

Ş ÎN Â S İ, - 184.

T IN G IR . Antuvan B. - 86 , 88 , 99.

ŞÜK R Ü, Albay Yenibahçeli. 138.

TİLÂ V , Semiha Hanım (Tan­ n över’in Ablası). - 14.

297


TO G A N , Ord. Prof. Zeki Ve* lidî. - 175, 215.

V A H A B B E Y b k . ABDULVAHAB.

T O P L U İĞ N E {Tannöver'in takma adı). ■ 57,

V Â H İD B E Y . - 100.

TOROS, Taha. - 124.

V A M B E R Î. - 91.

TÖR, V edad Nedim. - 29, T ).

V Â S IF B E Y , Sedefçi. - 128.

T U N A U H İL M Î. - 139, 165. TR O ÇK Î. - 190.

V E L İY Ü D D ÎN PAŞA Valisi). - 17.

T U N A Y A , T ân k Zafer. - 82,

V ÎL K O , Romen Albay. - 208.

84, 129. TURAL,

Orgeneral Cemâl. -

V Â L A -N Û R E D D ÎN . - 180.

(Girid

VU D O V U ZO F , V asil Vasilivev i ç . • 89.

215. TURAN, Dr. Hüseyinzâde Ali. - 94, 96, 99, 112. TÜ T Ü N C Ü O Ğ LU , Sâdık. - 123.

_ ü —

_

Y

_

Y A H Y Â GALtB. - 164, 166. Y A L Ç IN , Hüseyin 57, 89. 100, 141.

Câhid. -

U G A N , Zâkir Kadiri. - 167.

Y A LT K A Y A , Şerefeddin. 99.

U Ş A K L IG ÎL , Hâİid Ziyâ. - 9 , 40, 57, 71, 74, 75, 93.

YA ZA R , Mehmed Behçet, - 5 9 .

U Y B A D IN , Cemil. - 204.

Ü -

Ü LF E T H A V V A H A N IM (Tannöver’in Annesi). - 12. Ü LK Ü SA L, Müstecib. - 206. Ü N A Y D IN , Rûşen Eşref. - 44, 69, 139,

97,

Y A Z IK S IZ Bk. BALH ASANO Ğ L U N E C İB â s im . Y Ö N T E M , Ali Cânib.

-

-

-

59 , 63.

Y U N D , Kerim. - 116. Y U N U S , Refik. - 123. Y U R D A K U L, Mehmed Emin. 68, 78, 80, 81, 86, 88, 94, 95, 100, 101, 102, 106, 109, 110, 112, 121, 128, 130, 183, 186, 193, 194, 195, 200.

Ü N V E R , Prof. Dr. Süheyl 143. Ü S T Ü N tD M A N , Fâik. - 30-

Y U S U F B E Y O Ğ L U N E S ÎB B E Y . - 89. Y U S U F İZ Z 2 D D ÎN E F E N D Î. Şehzade-Velîahd. - 87.

V A F ÎY A D tS E F E N D Î. - 31.

298

YUSUF 146.

ÎZ Z E D D tN

PAŞA.


Y U S U F K Â M tL B E Y (Tannöver'in Agabeysi). - 13, 27. Y U S U F K Â M ÎL PAŞA. - 21. Y U S U F Z İY A , Bitlis vekili. • 158, 16Ö.

Millet­

Y U S U F Z İY Â FAŞA, Mehmed (Tani'iöver’in Eniştesi). 13, 15. Y U T M A Z (Tanrıövcr’in tak­ ma adı). - 57.

— Z — ZEH R A H A N IM (TaıırıÖver’in Ablası). - 14. ZİYA, - 99, 100. Z ÎY Â GÖKALP. - 65. 80, 81, 82, 95, 96. 101, 102, l U , 112, 124, 125, 127. Z İY Â H U R Ş İD . - 163. ZOBU, V asfı Rıza. - 147. Z Ü H D Ü B E Y . - 100.

299



İ Ç İ N D E K İ L E R

Önsöz ... ........................... ................................

5

Fizik ve Moral T â r ifi.........................................

8

Doğumu ve Çocukluğu ......................................

11

Baba Tarafından Soy-K ü tü ğü ...........................

14

D edesi.................................................. ............

15

B abası................................................................

19

Öğrenim ve E ğitim i..................... ^......................

26

Şâirliği ve îlk Ş iirle ri....... .......................... ..

38

Annemin Derdi (Ş iir ).........................................

45

Mizah Y azarlığı................................. .... ............

53

............

58

Öğretmenliği....................................... . ............

71

Edime Hey'eti'nde..............................................

76

Evlenmesi............................................................

78

Millî Edebiyat Cereyânı ve Türkocağı Kadrosunda

80

Hamdullah Subhî ve Fecr-i  t î ..........

301


Türk D em eği...................................................... Türk Y u rd u ............

........................................ ...... 94

Türk Bilgi D em eği............................................. ...... 95 Bilgi Mecmuası......................................................... 97 Türkocağı ve H.S. Tan n över.............................. ...... 102 İstanbul M itingleri............................................. ...... 130 Tahkik-i Mezâlim Hey’e t i ......................... . ....... ...... 134 Hamdullah Subhî Millî Mücâdele Saflannda ...

135

Mustafa Kemâl Paşa ve Hamdullah Subhî .............. 139 Millî Mücâdele Günleri'nin Hamdullah Subhî’si ...

144

Matbuat ve îstihbârât Umum Müdürü ................... 157 Millî Eğitim Bakam ............................................ ......158 îstiklâi M a rşı............................................................ 16\ Türk Akademisi..................... .......................... ......167 (Putları Yıkıyoruz Kampanyası) ve Hamdullah Subhî.................................................................. ...... 180 Türkocaklan'mn Kapatılması .................................. 196 Bükreş Büyükelçiliği.......................................... ......204 Amerika Gezisi ve C.H.P.'nden A yrılışı................ ......210 Türkocaklan'nm Yeniden Açılışı .............................212 Tannöver'in Vefatı ve Ebedî Âleme Göçü ....... ......214 Eserleri ve Bâzı Y a z ıla n .................................... ......219 302


Bir Ankete C evabı..........'................................... ...... 230 Aziz O cakh'ya........................................................... 233 %

Gazi'nin Heyketi ................................................ ...... 236 Mahmud Es'ad Bey'in Nutkuna Cevab ...................240 Köşe M in deri........................................... . ... ...

243

San’at ve İstiklâlimiz .............................................. 24S Horoz Döğüşü.................................................... ......260 Kaynakça..................................................................274 İndeks...................................................................... 288 İçindekiler.......................................................... ......301

303


H AM D U LLA H SUBHİ T A N R IÖ V E R 1886 yılında İstanbul'da doğan Hamdullah Subhi Tannöver, Nümunen Terakki M ektebi ve Galatasaray U seâ 'n d eo k u m u ştu r. İstanbul Erkek Muallim M ek teb i’nde hocalık, Dârülf^nun'da Tü rk-İslâm Sanatları müderrisliği y ap tı. E lin izdeki kitapta hayatını ve Türklüğe hizm etlerini ok u ya ­ cağınız Ö ğretm en, M illetvek ili, M illi E ğ itim Bakanı ve Büyükelçi Hamdullah

Siıbhi T A N R I Ö V E R , asıl, edebi türlerden hitabet

(güzel konuşm ak) dalında ün salmış örnek bir Türk M illiyetçisi, bir T ü ıi( H atibi'dir. Bütün ömhinü adadığı Türkçülük (Tü rk M il­ liy e t ç iliğ i) yolu nda Hamdullah Subhi T A N R IÖ V E R 'in Türkocağ ı çatısı altmda y etiştird iğ i gen çler, Büyük A T A T Ü R K 'ü n ön ­ derlik e ttiğ i MiUi M ücadele'de ve Türk İnkılâbı'nda b ü y i^ h iz­ m etler görmüşlerdir. Türk tarihinin en büyük hatiblerinden biri Mustafa Kem âl A T A T Ü R K ’ün: "H am du llah, sebebini bir türlü bulamadım . S e­ nin nutuklarını dinlerken d â im â gözlerim yaşarır. Bunu bana izah eder m isin?" sözüne O : 'P a ş a m , ben sizin fikirlerinizin ada­ m ıyım . Beni dinlerken kendi sesinizi du yuyoı^u nu z” der. Bu Türicçü H atib 'e soyadm ı, bir kâ ğıda kendi e liy le yazan Büyük A T A T Ü R K verm iştir: "B en sana tam Türkçe bir isim ve­ r ey im , Hamdulİah'm tercümesi: T A N R I Ö V E R ..." Bu kitabı okuyan gen çler, umarız k i, Hamdullah Subhi T A N R I Ö V E R 'in seçkin k işiliğin de, bir büyük m eş'alenin aydm la ttığ ı şanlı g eçm işim izi bulacaklardır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.