Fethi Tevetoğlu - Mehmet Emin Yurdakul

Page 1

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI : 933

'>İ‘

Tl

id i

/

d i

tvı

ll/l

CDİ

r^İTICI

.


KÜLTÜR VE TURİZM BAKAN LIĞ I YAYINLARI : 933

MEHMED e m i n YURDAKUL Hayâtı ve Eserleri

Dr. Fethî TEVETOĞLU

TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ : 94


K apak Düzeni : Saim ONAN

ISBN 9 7 5 - 1 7 - 0 2 0 0 - 3 Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988 O nay : 2.5.1988 tarih ve 928 - 1 - 1683 sayı Birinci Baskı : Baskı Sayısı : 15.000 O fset R eprom at - ANKAR A


;'

A iC v 7 ^ ,> e ^

M EH M ED E M İN YURDAKUL (13 Mayıs 1896 ■14 Ocak 1944 Cuma) -Millî Şâir’in Dr. Tevetoğlu’na armağanı-

III


G i R î Ş Büyük Türk düşünürü Ziyâ Gökalp tarafından bir kelime ile “Türkçülük” diye adlandırılan, Türk Milliyetçiliği’nin öncülerinden biri: Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’dur. Türk Milliyetçiliği ve Türk edebiyatı târihinde, dilde ve vezinde Türkçülüğün, öz Türkçe kelimeler kullanarak (Türkî-i basîtîTIe şiirler yeızmak denemesinin Meh­ med Emin Yurdakul'dan çok daha önce, tâ XV.-XVI. yüzyıllarda Aydmiı Visâlî, Edirneli Nazmi*^’' ve Tatavlalı Mahremi gibi şâirlerle başladığı bir gerçektir. Fakat XIX. yüzyılda milliyetçilik cereyânmm Avrupa’dan bütün dünyâya ya­ yılmaya başladığı yeni dönemde, Edebiyât-ı Cedîdeciler ve Fecr-i-ÂÜciler şiir, hi­ kâye ve romanda Avrupa taklitçiliğini hüner sayarlarken^^^, (Anadolu’dan Bir Ses)’in: diye iman ve cesaretle gürlemesi, bu sesin sahibi MehmedEmin Yurdakul’u, Türk edebiyatında açılan yeni bir çığırın bayraktarlığına jrükseltmiştir. Kendisine yapılan her çeşit alay ve saldırılara aldırmadan yolunda ilerleyen Mehmed Emin’in ünü, kısa zamanda bütün yurda ve yurt dışındaki bütün Türkler arasına ve Avrupa’ya hızla yayılmıştır. Mehmed Emin, bütün Türklerin derin saygı ve sevgi duydukları bir Millî Şâir; yerli, yabancı birçok ilim, fikir adamları­ nın ve Türkologların üzerinde dikkat ve titizlikle durdukları edebî bir'şahsiyet olmuştur. Şemseddin Sâmi, Abdülhak Hâmid Tarhan, Tevfik Fikret, Ziyâ Gökalp, Akçuraoglu Yusuf, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Fuad Köprülü ve Hamdullah Subhî Tanrıöver’den, E.J.W.Gibb, Vladimir Minorsky, W.Friedrich Cari Giese, Ârmin Vambery ve Otto Hartmann’a kadar yerli ve yabancı birçok sanatçı, araştırıcı

fjj Nihâi Afsjz; Edirneli Nazmî'nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakj' m ından Ehemmiyeti, İstanbul 1934. (2) Dr.Fethî Tevetoğlu: Büyük Türkçü M üM oğlu Ahmed Hikmet ve Edebiyât-ı Cedîdeciler, Kanad, Sayı:2, Nisan 1947, ss.14-15.


ve Türkoloğun Mehmed Emin Yurdakul hakkında birleştikleri görüş şudur: “Mehmed Emin, ilk def’a olarak Türk milletine kendi öz diliyle seslenen ve gerçek Türk Edebiyâtı’na yol açan, millî benliği, millî duyguyu dile getiren Millî Şâirimiz’dir®.” Mehmed Emin Yurdakul'un 70, doğum yıhnda ve daha sonra yayımladığımız makalelerde de belirttiğimiz gibi*'’^ 1.Dünya Harbi’nde Çanakkale ve Kafkaslar’da; İstiklâl Harbi’nde Sakarya ve Dumlupınar’da şehid kanlarıyla yazılan destan­ ların sahipleri, bu vatan için çarpan yüreklerinde Mehmed Emin Yurdakul’a derin saygı ve sevgi duyarak yetişmiş kahramanlardır. Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’un şiirleriyle günümüze kadarki Türk nesil­ lerine millî ruh kazandırmakta oynadığı önemli rolü en canlı bir ifâde ile sergile­ yen târihî belge, Millî Şâir'in Millî Mücâdele’ye katılmak üzere İstanbul'dan Anadolu'ya gelişinde onu sevinç ve saygı ile (MİLLETİMİZİN MÜBÂTiEiC BABA­ SI) olarak selâmlayan Büyük Atatürk’ün 1 Nisan 1921’de çektiği §u târihî tel­ grafıdır*^' İnebolu’da Millî Şâirimiz Mehmed Emin Beyefendi’ye Türk milliyetperverliğinin İlâhî mübeşşiri olan şiirleriniz bugünkü mücâhedemizin rûh-u hamasetine ufk-u tulü’ olmuştur. Teşrifinizden duyduğum memnuniyeti beyan ile sizi milletimizin mübârek ba­ bası olarak selâmlarım.

^

I Nisan 337 (1921) Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustjıfa Kemâl

Üniversite öğrencisi bulunduğum, genç bir Türkçü ve şâir olarak (Kopuz) adlı aylık Türkçü dergiyi yayınlamaya başladığım 1939 yılının 2 Ağustos Çarşamba günü. Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’u şahsen tanımak mutluluğuna ermişdim. O günden sonra bir mefkure, ideal evlâdı olarak Beşiktaş’ta Serencebey Yo-

(3) Hüseyin Nâmık Orkun: Türkçülüğün Târihi, İstanbul 144, s.60. (4) Fethî Tevet(oğlu): Millî' Şâirim iz Mehmed emin Yurdakul I, Kopuz (İstanbul), 15 Ağustos 1939, Sayı:5, ss. 172-178; //, Î5 Eylül 1939, Sayı:6, ss.209-2l5; Ahmed Hikmet’den Mehmed Emin'e, Kopuz (Samsun), Temrhuz 1943, Sayı: 3(12), ss.63-64; M illî Şâirimize A id Hâtıralarım, Kopuz (Samsun), 1 Şubat 1944, Sayı:10(19), ss.237-240. (5) Harb Târihi Vesikaları Dergisi, Vesika:1234; Atatürk'ün Söylev ı>e Demeçle­ ri, Ta'mim ve Telgrafları, s.l31; Kopuz (İstanbul), 15 Eylül 1939, Sayı:6 s.215; Türk Kültürü, Kasım 1965, Sayı:37, s.57.

VI


kuşu 30 numaradaki evinde kendisini sık sık ziyâret etmiştim. Bu ziyaretlerde tesbit ettiğim değerli hâtıralarmı ve târihî bâzı belgeleri, Kopuz'da dört makale hâlinde yayınlamıştım. Bunlardan sonuncusu: Yurdakul’un 14 Ocak 1944 Cuma günü Hakkın rahmeti­ ne kavuşmasından sonra kaleme alınmış ve Samsun’da yayımını sürdürdüğüm Kopuz dergimizin Şubat 1944 tarihli 10(19). sayısında yer almış (Millî Şâirimiz’e Âid Hâtıralarım) başlıklı yazımızdır. Bu yazımla birlikte, 20 Ağustos I939'da Millî Şâir'in bana lâyık olmadığım bir ithafla imzalayıp liîtfettikleri bir güzel fotoğraf­ ları da bulunuyordu. Kırkyedi yıl sonra bugün, yeni yetişen gençlerimize dünün büyüklerini ve de­ ğerlerini tanıtmayı ve böylece bu büyük millet içinde yeni YURDAKUL’lar yetiş­ mesini amaç edinen (Kültür ve Turizm Bakanlığı), benden Millî Şâirimiz için de bir kitap yazmamı isteyince, bunu sonsuz bir memnunlukla vazife sayarak ka­ bul ettim ve yerine getirdim. Bu küçük kitap, ışığına koştuğum, ateşinden ısındığım, şahsen de tanıyarak kendisinden ve eserlerinden yararlandığım; vatan ve millet aşkını öğrendiğim bu aziz insana, Atatürk'ün deyimiyle bu MÜBAREK RÛH BABAMIZ’a olan bü­ yük borcumun küçük bir Ödenişidir. Atamızın nesli gibi, bizim nesillerimiz, bugünkü gençlerimiz ve dünyâ var ol­ dukça gelecek Türk nesilleri sonsuza-dek onun bizlere bellettiği şu mısra’ları tek­ rarlayacaklardır; BEN BİR TÜRK’ÜM, DİNİM, CİNSİM ULUDUR, SÎNEM, ÖZÜM ATEŞ İLE DOLUDUR, İNSAN OLAN VATANİNİN KULUDUR!.. Çankaya: 3 Mayıs 1986 Dr. Fethî TEVETOĞLU

VII


Daha önce hayatlarını yazdığım Türk edib, şâir ve hatiblerinden Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Enis Behiç Koryürek ve Hamdullah Subhî Tanrıöver örneklerinde olduğu gibi, burada, Mehmed Emin Yurdakul’un da bir (Fizik ve Moral Târifi)’ni yapmak istiyorum. Mehmed Emin Yurdakul’un Fizik ve Moral Tarifi

Böylece, okuyucularıma Millî Şâir’in hayat hikâyesini ve eser­ lerini tanıtmadan önce, birkaç satırla portresini çizmeğe çalışa­ cağım. Bu bilgiler, benim kendi izlenimlerimden başka, rahmetlinin sevgili ve vefalı torunu Avukat Doğan Yurdakul’un dedesi hakkında yazdıklarından; Millî Şâir’i yakından tanımışla­ rın hâtıralarından derlenmiştir. O, eşine güç rastlanır temizliği, sıcaklığı, samimîliği ile katık­ sız bir Türk’tü. O, bütün varlığını adadığı ulu vatana bağlılığını çok güzel belirten en uygun bir sözü kendisine soyadı seçmişti: YURDAKUL!.. Mülî Mücâdele’nin başında. Millî Mücâdele’nin Başı, Türklerin Atası Mustafa Kemâl Paşa, O ’nu en çok yakışan bir adla selâmlamışdı: Milletimizin Mübârek Babası!... Seven, inanan ve gönül verdiği Türklüğe başını koyan Millî Şâirimiz Mehmed Emin Yurdakul, bir kere görünce bir daha ömür boyu unutamıyacağınız nur yüzlü, güzel, aziz ve ulu bir Türk’tü. Şişmana yakın tıknaz-tombul yapısı, uzunca olan boyunu “orta” gösteriyordu Geniş omuzları üzerinde büyük, sevimli bir başı vardı. Mehmed Emin, aşk ve îmanla parlayan iri, açık yeşil gözleri, bir bebek saflığım hatırlatan pembe beyaz teni, geniş ve açık al1


nı, muntazam burnu ve yirmialtı yaşmda bıraktığı beyaz güzel sakalı ile ünlü ve herkesin teslim ettiği üzere, nur yüzlü bir insandı. Ellerinin biçimi san’atkârlığımn adetâ sembolüydü. Uzun ve uçları kıvrık parmakları, geniş ve muntazam ayaları olan bu el­ ler, çok kez kurşun kalem tozu ile kirlenmiş görünürdü. 70 yaşında iken de dinçlik ve canlılığından zerre kaybetme­ miş bir durumdaydı. Evde ve sokakta dimdik yürür, bastığı yeri titretirdi. Ne kadar heybetli ve vakur ise, o kadar da samimî ve alçak-gönüllü idi. Koltuğa dik vaziyette iyice yerleşip başını ha­ fifçe yukarı kaldırdıktan sonra bir eli ile şiirlerinin yazılı olduğu ufak kâğıt parçalarını tutarak, diğer eliyle de şiirin mânâsını ta­ kip eden hafif hareketler yaparak kalın sevimli sesi ile okumağa başlardı. Gerek yüzünün ifâdesi, gerekse durum ve davranışları ile çev­ resinde derin bir sevgi ve saygı yaratırdı. Yüzündeki berraklık, sanki içinin dışa vurmuş aksi idi. Son derece açık kalbli, karşı­ sındakilere iltifat saçan, samimî, alçak-gönüllü ve duygulu bir in­ sandı. Her davranışıyla iyiliği sevdiğini anlatır bir kimseydi. Çok çabuk sinirlenir ve bu sırada burun delikleri oynardı. Fakat kız­ gınlığı uzun sürmez, saman alevi gibi hemen sönerdi. Fazlasıyla alıngandı. Çabuk kırılırdı. Ama aslâ kin tutmazdı. Ağzından tek bir kötü söz çıktığı duyulmamıştı. Bir kimseyi kırmışsa, hemen gönlünü alırdı. En çok kızdığı olay, yazı odasının ve masasınm şu veya bu sebeple karışmasıydı. Böyle bir zamanda kimse gözü­ ne görünmemeliydi. Zevkli bir san’atçının elinden çıkmış se­ def kakmalı güzel bir yazı odası takımı ve cildlerle dolu zengin, çok sevdiği bir kütüphânesi vardı. Bir kanncarTuTyuvasına yiyecek taşıması gibi, eve her dönü­ şünde elleri kitaplârla dolu gelirdi. Yurdakul, kütüphanesindeki kitap hâzinesini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne ba­ ğışlamaya karar verdiği sırada evi yanınca, bu samimî isteğine ulaşamamış ve çok üzülmüştü.


Çok çabuk terler, bu yüzden de fazla yürümezdi. Yürüdüğün­ de baston kullanmaktan hoşlanırdı. Sâde, fakat son derece te­ miz giyinirdi. Elbiseye genellikle “urba” derdi. Düğümü büyük bağlanmış kravatı severdi. Sağ elinin yüzük parmağındaki ya­ kut yüzük oradan hiç çıkrtiazdı. Altun saat ve kösteğini yelek cebinde taşır; enfiye kullandığı için altun enfiye kutusu, yeleği­ nin diğer cebinde bulunurdu. Hasta olmakdan ve özellikle nezleye yakalanmakdan çok çe­ kinirdi. Sık sık doktorlara muayene olur, sağlık durumunu kon­ trol ettirir; hekimlerin öğütlerini dinler, harfi-harfine yerine getirirdi. Yatağının başucundan birçok ilâç şişesi eksik olmazdı. Son zamanlarda anjin dö puatrin (Angına Pectoris)’den ıztırap çekiyordu. Göğüs ağrısı ve nefes darlığından şikâyetçi idi. Çok üzüldüğü için, ölüm haberlerini dinlemek istemezdi.Hele tanıdı­ ğı ve sevdiği kimseleri kaybettiği zaman çok sarsılırdı. Bu yüz­ den, böyle acı haberli gazeteler kendisinden saklanırdı. Sigara kullanmaz, ara-sıra pipo veya püro içerdi. Dumanı içi­ ne çekmez, dışarı üilerdi. İçki hiç içmez, kumardan nefret ederdi. Yuvasına çok bağlıydı. Ellibeş yıllık eşi ve çok akıllı bir ha­ nım olan Müzeyyen Hanım’ı tam bir hayat arkadaşı sayar; yav­ rularının isteklerini yerine getirmek için, çırpınırdı. Ölümünden üç yıl önce evinin ve çok sevdiği kitaplarının tamâmen yanması ve sonra da çok sevdiği eşini kaybetmesi onun için büyük bir yıkım olmuştu. Beyaz ve geniş alnını, kabarıkça göz-kapaklarının birleştiği uç­ ları ve kaşlarının ortasındaki burun kökünü süsleyen çizgiler, san­ ki, Yunan, Balkan, Çanakkale ve Kafkas harblerinden duyduğu millî acıların izleriydi. Ölene kadar yüzünden, beyaz bıyık ve sakallarının örttüğü ince dudaklarından eksik olmayan tatlı gülümseme ise, İstiklâl SavaŞi’mızm onda yarattığı mutluluğun ifadesiydi.. Nesiller yetiştir­ miş, onların eserlerini, zaferlerini görmüştü. Nür içinde yatsın!..


Mehmed Emin Yurdakul, 13 Mayıs 1869 (1 Mayıs 1285)’da İstan­ bul’da, Beşiktaş’ta babasının kü­ çük ahşap evinde, mütevâzi bir âilenin çocuğu olarak dünyâya gelmiştir. Ataları Terkos Gölü çevresindeki Zekeriya Köyü halkındandır. Babası, yedi-çifte bir balıkçı kayığının “kanca baş ığrıbcısı” Salih Reis’dir. Salih Reis’in babası da yine bir ığrıb reisi Halim Ağa’dır. Annesi, Edirne yöresinden, bugün Bulgaristan’da kal­ mış Uzuncaova Hasköy’ünden İstanbul’a gelmiş göçmen, Kömür­ cü Mehmed Ağa’nın kızı, Emine Hatun’dur. Hayâtı:

Anlaşılacağı gibi. Millî Şâir’in hayâtında ve eserlerinde onun doğduğu ve büyüdüğü çevrenin te’siri çok büyüktür. Kendisi de duygu ve düşüncelerini, halkçılık ve milliyetçilik-mefkûresinî herşeyden önce bu halk örneği baba ocağına borçlu bulunduğunu sık sık belirtmiştir. Millî Şâir’in “Türklüğün ateşli hatibi Hamdullah Subhî Bey’e” diye ^ e n im Ru’ysım) ve yine (Kafkas’a) adlı şiirleri ile (Doğ* duğum İlâhî Beldeye) başlıklı yazısmı ithaf ettiği Tannöver, Mehmed Emin Yurdakul’un soyu ve çevresi ile ilgili olarak şun­ ları söylemektedir*®’: “Babası, Türk dünyâsına uyaria bir oğul veren Sâlih Ağa, yediçifte bir ığrtb kayığmı idare eden bir reisdi. Adını dillerimizde her zaman hayırla anmağa mecbur-olduğumuz bu mübarek adam (6) Hamdullah Subhî (Tannöver): Türk Sazı, Turan, 22 Kasım 1914 (9 Teşrinisân î 1330) Pazar, Nu.1102. (Ayrıca bk. Harr}dullah Subhî Tannöver: Güne Bakan, Ankara 1929, s.58 v.d.).


iliklerine kadar Türk’tü. Okuma-yazma bilmezdi; fakat eski Türk' ler’in, eski gazaların hikâyesi ile dolu olan ruhu târihi sever, oğ­ luna okuttuğu beyitleri, sahifeleri dinledikten sonra “Hey gidi günler!” diye geçmişlere hasret çeker, son devir için utanır, ye­ rinirdi. Genç şâir, bozuk bir Frenk terbiyesi ile ruhu fesada uğ' ramamış, memleket saygısmı, geçmişlerin sevgisini unutmamış, böyle sağlam bir Türk’ün yamnda onun erkek rûhu, dindar söz­ leri arasında büyüyordu. Salih Reis’in babası da yine bir ığrıb reisi Halim Ağa idi. Şâirin cedlerini, m illî yola niçin kabul ettiğini anlamağa çalışırken ehemmiyetle zikrettiğimiz gibi anasının, Edir­ ne taraflarında Üzuncaova’daki Has-Köy’den olduğunu kaydetmeğe lüzum vardır. Hattâ, evinin sâkin köşelerinde Ana* dolu türkülerini, eski Anadolu masallarını söyleyen karısı, Şebinkarahisarh Anahtar Ağası’nın, yâni eski kafanın anahtarlarını saklayan, koyu bir Türk’ün soyundan gelmiş temiz yürekli, fazi­ letli bir Türk kadınıdır. Görülüyor ki onun soyunda ve terbiye­ sinde şâir gözlerini yâdellere çevirecek, düzme yalancı beyitler yazdıracak kötü, bozuk bir te’sire yer yoktur.” 26 Haziran 1943 Cumartesi günü 75. Yaşgünü’nde Eminönü Halkevi’nde onuruna düzenlenmiş bir jübile münasebetiyle Mehmed Emin Yurdakul’la yapılan bir konuşmada Millî Şâir bir so> ruyu şöyle cevaplandırmıştır:^^* , “Ben halk çocuğuyum. Halk evlâdı bir ana ile babanın kuca­ ğında büyüdüm. Atalardan kalma halk öğüdleriyle, halk ninni­ leriyle çocukluğumu geçirdim. Biraz yetişkin çağa geldiğim vakit bu halkı çok acıkh bir hâlde gördüm. Onun kafasını karanlıklar, yüreğini ıztıraplar, hayâtını zulüm ve sefaletler içinde buldum ve bize herşeyini veren bu halka, bizim hiçbir şey vermediğimizi, ona yolunu aydınlatmak için bir meş’ale tutulmadığını, teselli vermek için hiç bir sesin yüksel­ m ediğini ve dertlerine şifa sunmak için hiç bir elin uzatılmadığı(7) Yektâ Güreli: Şâir Mehmed Emin Yurdakul İle Bir Konulm a, Vatan, 27 Hazi­ ran 1943 Pazar, Yıl:3, Sayı:922, s.3.


nı öğrendim. Kalemimi elime aldığım zaman, nasıl bir yazı yazmaklığım lâ­ zım geleceğini kendi benliğimden sordum. İçimden bir sesin ba­ na: “Kendi kanını taşıyan ve kendi diliyle konuşan bir halkı uyandırmak ve yükseltmek için ne yolda yazı yazmak lâzım ge­ lirse işte öyle” diye bitap ettiğini duydum. Halk şiirleriyle halka ses vermekliğin, ona kendi ıztırap ve sefâletlerini duyurmak, kendi benliğini ve kuvvetini uyandırarak içinde bir hamle yaratmak ve onu karanlıktan aydınlığa, darlık­ tan genişliğe, esaretten hürriyete çıkarmak için en büyük bir âmil olacağını takdir ettim. Halkın ruh ve hayâtından kuvvet ve ilham alarak kalbine ateş ve alnına alev koymak, hür ve mes'ud mukadderâtının kahra­ man ve fatihi yapmak gayesini güttüm. Anadolu, Ahretlik, Za­ vallılar şiirleriyle (Oduncu), (Orakçı Kadınlar) gibi yazılarım bu kuvvet ve ilhamla yazılmıştır.” 3 Ağustos 1943 Sah günü Yeni A dam idâre-evinde Baltacıoğlu ile yaptığı bir görüşmede de yine kendisi, yetiştiği çevreyi ay­ rıntıları ile şöyle anlatmaktadır:*®^ “...Babam üm m îidi. Çocukken bana Battal Gazi, Kerem ileAsh gibi halk masallarını okutur ve dinlerdi. Sonraları Nâmık Kemâl’in Evrâk-ı P erîşan’ını okudum. Çatımız ak^günler gördüğü gibi kara günler de gördü. Halkın ıztırabını bu çatının altında duy­ dum. Bu çatının altında anamın halk ninnileriyle büyüdüğüm gibi, bu çatının altında halk öğüdleriyle yetiştim. Bu çatının altında anladım ki, halk kendi hayâtını, kendi ruhunu, kendi aşkım, kend: ıztıraplarım kendi diliyle anlatacak kitaplara muhtaçtır. Benim babam denizin çocuğu, hrtınanın evlâdıydı. Rüzgâr, dalga ile mü­ câdele ederek ekmeğini kazandığı gibi, rûh enerjimin de ilk dinamik kıvılcımını o koydu. Çocukluk çağından gençlik çağına bu yoldan geçdim.” (8) İsmail Hakkı Baltaaoğlu: Mehmed Emin Yurdakul ile Görüşdüm, Yeni Adam, 26 Ağustos 1943 Perşembe, Nu.452.

6


Tam bir halk çocuğu olan ve babası tarafından büyük bir he­ vesle okutulmak istenen Mehmed Emin, yedi-sekiz yaşında iken, 1876/1877 yılllannda, “Saray Mektebi” adh sıbyan okuluna git­ meğe başlamıştır. 1879’da Beşiktaş Askerî Rüşdiyesi’ne girmiş­ tir. Rüşdiye’yi bitirince önce Mülkiye Mektebi'ne yazılmıştır. Onsekiz yaşında iken (1887) Mülkiye İ’dâdîsi’nden tasdiknâme alarak ayrılmış ve Bâb-ı-âlî Sadâret Dâiresi Evrak Kalemi’ne maaşsız kâtip olarak girmiştir. Ondokuz yaşına bastığı sırada (1888), Şebinkarahisarlı asil bir Türk ailesinden Müzeyyen (Dilber) Hanım’la evlenmiştir. Mehmed Emin Yurdakul’un son derece mutlu geçmiş bu evli­ liğinden üç erkek ve bir kız olmak üzere dört evlâdı dünyâya gelmiştir. Bunlar yaş sırası ile: Halim Yurdakul (1895-1954) Hüseyin Ertuğrul Yurdakul (1903-1961) Mebrûke (Kuter) (doğm. 1904) Âdil Oğuz Yurdakul (1907-1966)’dur Mehmed Emin Yurdakul’un bu dört evlâdından yalnız (İnci) diye andığı kızı Mebrûke Kuter Hanımefendi hayattadır. Çocu­ ğu olmamıştır. Millî Şâirin diğer üç erkek evlâdı vefat etmişlerdir. Fakat rahmetli Millî Şâir’in soyadını şerefle taşıyan ve dede­ sinin aziz hâtırasını değerli yazılarıyla yaşatan büyük torunu Avu­ kat Doğan Yurdakul (1927) başta olmak üzere, Gülay Cingi (1936), Tomris Vardar (1943), Atillâ Yurdakul (1943), Erol Yurdakul (1946), Ercan Yurdakul (1936), Polat Yurdakul (1938), Mehmed Emin Yurdakul (1951) ve Fâik Yurdakul (1957) olmak üzere ikisi kız, yedisi erkek dokuz torunu bulunmaktadır. 1889’da Hukuk Mektebi’ne yazılan Mehmed Emin, bu okula devam ederken, yalnız Münif Paşa’nın edebiyat, Hikmet-i Hu­ kuk ve Medhâl-i Hukuk derslerinin hoşuna gittiğini ve kendisini çektiğini söylemektedir. Az sonra eğitimini tamamlamak ve İngilizce öğrenmek için Amerika’ya gitmek umuduyla Hukuk Mektebl’ni bırakan genç 7


şâir, kendisine bu yolda yardım edecek Madam Mut’un âni ölü­ mü üzerine ortada kalmıştır. Umudu suya düşen 22 yaşındaki Mehmed Emin, bir daha Hukuk Mektebi’ne de dönmemiş ve 1891’de artık eğitim ve okullarla ilişkisini keserek kendisini büs­ bütün edebiyâta ve şiire vermiştir. Mehmed Emin Yurdakul’un hayâtında ve eserlerinde yarımyamaiak okuduğu okulların belirli bir te’siri olmadığı açıkça an* laşılmaktadır. Hüseyin Nâmık Orkun’un da bellrttiği<^^ husus ger­ çektir: Mülkiye İ’dâdîsi’nde kitâbet okutan yazar ve şâir Lâstik Said (1848-1921) ve târihçi Abdurrahman Şeref gibi tanınmış hocala­ rın bulunmasına ve Lâstik Said’in Rousseau’dan çevirdiği (FazâiM Ahlâkiye)’ye yazdığı önsözdeki şu ünlü: Arabca isteyen urbâna gitsûn Acemce isteyen İran’a gitsün Ki biz Türkuz bize Türk î gerekdir Bunu fehmetmeyen câhil demekdirJ’‘^ k ıt’asmm sahibi olmasına rağmen, M illî Şâir’in rûhunda edebi­ yat zevki uyandıramamışlardır. Mehmed Emin daha çok babası Salih Reis’in te’sirinde kalmışdır. Kendisinin de açıkladığı gibi, Salih Reis’in halk edebiyâtmdan duyduğu derin zevk, genç şâire, babasmm ve halkm duyacağı, hoşlanacağı, yararlanacağı tarzda ve anlayacağı bir dille bir “MillîEdebiyat” ortaya koymak lüzumunu ilham etmiştir. Mehmed Emin başlangıçta kendisi için Nâmık Kemâl’i okumuştur. Kemâl’in basılmış ve basılmamış bütün eserlerini incelemiş­ tir. Aslında Kemâl, dil bakımından aristokrat ise de, duygu, düşünce ve ruh bakımından demokrattı. Kemâl’in kahramanlık şiirleri, vatan ve Millet sevgisi aşılayan roman ve tiyatroları, tâ­ rihî yazıları halkın, gençlerin rûhunu coşturan eserlerdi. Bu yüz(9) Hüseyin Nâmık Orkun: a.g.e., ss.59-60. (x) Bâzı kaynaklarda: “Frengiler Frengistân’a gitsin” şeklindedir.


dendir ki Salih Reis’in ‘‘E vrâk’i Perîşan''dan hoşlanması ve Mehmed Emin’in ilk önce Kemâl’e merak sardırmasi fabif karşj-

Ianmahdır^‘'^> Mehmed Entin’in, bâzı araştırıcılara göre Hukuk öğrencisi iken, bâzı kaynaklara göre de Bâb-ı-âlî Sadâret Dâiresi Evrak Kalem i’nde maaşsjz kâtib bulunduğu sırada yazdığı ve 1891 (1308/de Ebuzziya Matbaası’nda ba$tırdığf’> Fazilet ve Asalet adlı üç formalık mensur kitapcığm, ahlâk ve hikmet-i hukuk ile ilgili ol­ duğu bilinmektedir. 1942’de, ilk yazıları 50 yıl ve daha önce çıkmış 59 yazar için düzenlenen jübileden sonra yayımlanan (50 Yıl) adlı kitabmda Hakkı Târik Us, şunları yazmaktadır*’^’: “Biz Mehmed Emin ’in ilk basılı eserini mensur olanlar arasın­ da buluyoruz; eğer (Sadâret-i Evrak Kalemi Hulefâsından M.Emin) imzasıyla 19 Haziran 1888’de çıkan bâzı (Mevâdd-j Ah~ lâkiye), üstadımıza ilk basın beşiği olmamışsa O, (Fazilet veA sâ‘ let) adıyla güzel basılmış bir küçük kitabın neşir târihi olan Ağustos I890'da^’‘^, gürbüz bir delikanh hâlinde hâyatımıza doğ­ muştur.” Mehmed Emin, Fazilet ve Asâlet kitapcığmı bastırmadan ön­ ce, Recâizâde Mahmud Ekrem, Sa’id, Abduljıak Hâmid ve Mual­ lim Naci Beylere göndererek eseri hakkında neler düşündüklerini bildirmelerini kendilerinden ricâ etmiştir. Ekrem ve Sa'id Bey­ ler mensur, Hâmid ve Muallim Naci Beyler ise manzum birer takrîz yazmışlardır. Üstadlar bu yazılarında, gerçek asâlet ve fazîletin soydan gelmekten daha çok, o kimsenin manevî olgunluğu ile belirleneceği görüşünü beğeniyorlar ve genç yazarın ifâde yete(10) M.Behçet Yazar: Edebiyatçilanmiz ve Türk Edebiyâfi, /s£anbui J938, s.244. (11) Fevziye Abdullah Tansel: Mehmed Emin Yurdakul'un Eserleri-!, Şiirler, Türk Târih Kurumu Yayınlarından, Ankara 1969, s.KVIII, dipnot 4. (12) Hakkı Târik Us: 50 Yıl, İstanbul 1943, s.65. (x)Dogrusu I891'dir. Bak. dipnot 10.


neğini takdir ediyorlardı. Genç Bâb-ı-âlî Kâtibi, bu kitapçığını, dâiresinin en büyük âmi­ ri olan zamanın Sadnâzam’ı Türk ve Türkmen asıllı Ahmed Cevad Paşa (1851-9 Ağustos 1900)’ya sunmuştur*'^’. Küçük kitabı çok beğenen Cevad Pa§a, kendisinde büyük bir yetenek buldu­ ğu bu genç kâtibi, Rüsûmat Emîni Haşan Fehmî Paşa’ya tavsiye etmiş ve Rüsûmatta iyi bir yere verilmesi suretiyle mükafatlan­ dırmıştır. O yıllarda oldukça dolgun ve düzenli maaş veren tek devlet dâiresi, Gümrük İdaresi idi. 700 kuruş aylıkla Rüsûmat Tahrirat Kalemi Müsevvidliği’ne getirilen Mehmed Emin, 1893 yılında Rüsûmat Evrak Müdürü olmuştur. Mehmed Emin, ondört yıl gibi uzun bir süre bu vazifede kal­ mıştır. Rüsumat’daki hayâtı, tertemiz örnek bir me’mur hayâtı­ dır. İğdemir’in de belirttiği gibi<l''^ “Saray’a ve günün büyüklerine çatarak binbir dalavera çeviren kimselerin eksik ol­ m adığı bu dâirede, O, d âim i dürüst ve namuslu kalmıştır. Bir süre Rüsumat Eminliği’nden ayrıldıktan sonra tekrar bu maka­ ma dönen Haşan Fehmî Paşa, bir gün Mehmed Emin'e: Bırakdığım gibi yalnız seni buldum” demiştir. Genç şâirin Türk dünyâsında ve Avrupa’da ün kazanması bu Rüsûmat (Gümrük) Evrak Müdürü bulunduğu yıllarda başlamış­ tır. Kendisine ilk ve sonsuza dek sürecek ünü kazandıran^ 1313 (1897 )’de Yunan’a karşı açılan savaş sırasında o savaş için yazıİan ve Seİânik’deki “A sır” gazetesinde çıkan (Cenge Doğru) §iirînîh ânında^usûmât'Emaneti Evrak Müdürü Mehmed Emin) imzası vardı''^>. Mehmed Emin, Evrak Müdürü iken, Doğu’da ve Batı’da özel-

(13) İbnüI’Emin M âbm udKem âl İnal: Son Sadnâzamlar, 4. Basılış, İstanbul 1969, s. 1473. (14) Uluğ İğdemir: Mehmed Emin Yurdakul'un Hayatı, Ülkü, 1 Şubat 1944, Sayv.57, S .8 . (15) Nüzhet Hâşim: M illî Edebiyâta Doğru, I.Cild: Şâirler Kısmı, İstanbul 1918, s.5.

10


likle İslâm âleminde büyük ün salan, aslen Âzerî Türkü olan Şeyh Cemâleddin AJganî (1838-İstanbul 1897), 1892’de İstanbul’a gelmiş ve Sultan Abdülhamid’in kendisine Nişantaşı’nda verdiği bir ko­ nağa yerleşmiştir''®*. Şeyh Cemâleddin Afganînin İstanbul’a gelmesi, buradaki ilim ve düşünce erbabı Türk aydınlarını sevindirmişti. İslâmî ilimler alanında geniş bilgiye sâhip, İslâmları ezen İngiliz sömürgecili­ ğine karşı mücâdele vermiş çağının büyük fikir adamlarından biri bulunan Şeyh Cemâleddin Afganî, haftanın Cuma ve Pazar günleri ziyaretçilerini kabul ediyordu. Şeyhin, kendisini sık sık ziyâret eden ateşli hayranlarından biri de, içi Öğrenmek ve inan­ mak aşkı ile yanan genç Rüsumat Evrak Müdürü Mehmed Emin Bey’di. Şeyh, İslâm dünyâsını oluşturan milletlerde milliyetçilik duy­ gusunu geliştirmeğe çalışıyordu. Mısır, Hindistan, İran ve Türki­ ye’deki Müslümanlarm sömürgeciliğe karşı direniş ve mücâdele azimlerini ve milliyetçilik şuurlarını kuvvetlendirmek yolunda birçok mücâhidler yetiştiriyordu. Bu milletlerin esirlikten, emper­ yalizm saldırısından kurtulma ve korunmaları, yükselmeleri ve Osmanlı Devleti çeyresinde bir Büyük İslâm Birliği oluşturmala­ rı, Cemâleddin Afganî’nin başlıca amacıydı. Uyuklayan İslâm alemi’ni uyandırıp harekete geçirmek, Müs­ lüman kavimlere millî şuur vererek onlara hayat haklarım an­ latmak için yıllardır Doğu ve Batı’da dolaşan bu yenilik ve inkılâb taraflısı Şeyh’i, Mehmed Emin Bey kendisine gerçek bir yol gös­ terici, kılavuz bilmiş ve ölümüne kadar'‘^' üstâdını sık sık ziyâ­ ret ederek onun düşüncelerinden yararlanmıştır. Akçura, Emin Bey’in fikirlerinin kısmen Şeyh Cemâleddin Af(16) Akçiiraoğlu Vusu^; Türk Yılı, İstanbul 1928, s.377 (17) Nibad S im i Banarlı: Resimli Türk Edebiyatı Târihi, Genişletilmiş İkinci Bas­ kı, Devlet Kitablan, 2 C., İstanbul 1971-1976, $.1084, Not:l. Şeyh Cemâleddin Afgânî 1897’de İstanbul’da ölmüş; Maçka'da Şeyhler Mezarhği’na gömülmüştür. Kabri bir Amerikah tarafından yaptırılmıştır.

11


gctprden kaynaklandığını işaretle, Millî Şâir’in §u sözlerini aktar-

maİdâdır*^^*: ■ ‘Beni o yoğurmuşdur. Eğer ruhların ebediyyet ve lâyematiyyeti (ölmezliği) varsa derim ki O, etlerini, kemiklerini Maçka Mezarhğı’nm topraklarma bırakmış ise, ruhunu da bana yadigâr etmiştir: Cemâleddin'in rûbu bende yaşıyor..." Mehmed Emin’in söylediklerine göre, Şeyh Cemâleddin, mec­ lisine devam eden kimselere hep kararlılık, kalb kuvveti, sözün­ de durmak, fedâkârlık, ölümden korkmamak gibi ruhî ve ahlâkî esaslar telkin ederdi. Sonra İslâm kavimlerinin düşkünlüklerini gösterir; onları kaldırmak, yükseltmek, esir hallerinden kurta­ rıp hürriyet, medeniyet ve hâkimiyete ulaştırmak lâzım geldiği­ ni düzgün ve te’sirli bir dille anlatırmış. Millî Şâir, Şeyh’in öğütlerini, özellikle Türk milletine uygula­ yarak, milletin dil ve edebiyat ihtiyâcını, hürriyetsizliğini, me­ deniyetçe geri kalmışlığını düşünür ve bunların sağlanması, düzeltilmesi yolunda fedâkârlıkla çalışmayı kurardı. Emin Bey, Şeyh’in birçok sözlerini ezberden bilir ve kendisi­ ne düstur edinirdi. Bunlardan birisi şudur: “Sizde de ne zaman kendilerini sevmeyen ve kendi şahıslannm olmayan insanlar yetişirse, o zaman kara gününüz ak ola­ cak; düştüğünüz yerden kalkacaksmız!..'^ Mehmed Emin, Şeyh Cemâleddin Afganî’nin meclislerine de­ vam ederken, Türkçe Şiirler’i yazmaya başlamıştır. Türkçe Şiirle r’den Kur'ân-ı Kerîm ’in, doğrudan doğruya Cemâleddin’in ilhârrii olduğunu bizzat Emin Bey söylemiştir. Yine o sıralarda Mehmed Emin, daha önce yayımlanmış Cen­ ge Giderken şiirini üstâdı Cemâleddin’e okuyunca. Şeyh müri­ dini: “İşte asıl sizin edebiyatınız budur!” diye çok alkışlamış ve onu bu yolda yazmaya teşvik etmiştir. Hattâ "Ben bunun bir n 8) Akçuraoğtu Yusuf: a.g.e., ss.377-379.

12


de ihtilâl ruhunu verecek eşini görmeli isterim” diyerek şâirin ideal ufkunu biraz daha genişletmeğe çalışmıştır. Nitekim, de­ ğerli edebiyat tarihçisi Banarlı’nın da belirttiği gibi*'®’, Mehmed Emin, “Buvecdiive imanh Şeyh’in te’siri altında lialarak benli­ ğindeki halkçı ve milliyetçi duygulan genişletmiş; bu duygular onda yavaş yavaş büyük bir iman ve hayat ideali hâline gelmiş­ tir,” 1904 yılında Türk Şâiri, bâzı şiMehmed Emin’in Şiirleri Üzerinde irlerini, İstanbul’a göre sansüRıza Tevfik-Omer Naci Kavgası rü daha az olan İzmir ve Sela­ nik vilâyetlerindeki “MUK­ TEBES” ve “ÇOCUK BAHÇESİ” dergilerinde yayınlamıştı. Bu dergilerden birincisinde “Hayat Kavgası” : İkincisinde ise “Ö lü Kafası” , “Zavallılar” , “Zavallı Kayıkçı” , “Ç iftçilik” , “Ey Genç Çiftçi” , “Çekiç A ltında” şiirleri çıkmıştı. 8 Eylül 1904 Perşembe günü “Çocuk Bahçesi” dergisinde “Fi­ lozof Rızâ Tevfik Bey’e” ithaf edilmiş “Ö lü liıfa s ı” ile, Rızâ Tevfik’in “Türklerin Muhterem Şâiri Mehmed Emin Bey’e" yazılmış uzun bir mektubu bir arada yer almışlardı. Bu mektup nerede ise küçük “Çocuk Bahçesi” dergisini baştan sona doldurmak­ taydı. Rızâ Tevfik, alışkanlığı üzere, sağa-sola saparak, çeşidli ko­ nulara değinerek Mehmed Emin Bey’in eserlerini öğüyordu. Bâzen Millî Şâiri Kutub Kâşifi (Nansen)’e benzeterek O’na: “Siz de emel kutbunun yolunu buldunuz” diyor; bâzen de, eskiden Türkçe yazmaya uğraşmış şâirlerle karşılaştırarak, onların çaba ve özentilerinin gölgede kaldığını söylüyor: “Anlamışsınız kiyal­ nız arûz veznini veya Arapça kelimeleri yâhud eski teşbih (ben­ zetme) ve tasavvur (zihinde ş€killendirme)'larla beraber, onları belirtmeğe, söylemeğe aracı olan ve vasi/ terkıp/erını ve diğer terkipleri bırakmakla iş bitmeyecek; anlamışsınız ki Türkçe şiir yazmak bu yabancılıkların hepsinden kalemini kurtarmak, zih­ nini temizlemekle beraber Türklüğün fikir özelliklerine, yüksek iç-duyusuna, zevkine, keyfine, ihtiyâcına ve inancma göre yaz(19) Nihad Sâm i Banarlı: a.g.e., s. 1084.

13


makdır. Fazla olarak o gibi özelliklerden oluşan bu Türk kavminin bu millîyaradıhş ve iyi huylarını sevmek, hem samimî olarak sevmektir... ݧte, yaradılışınızda var oian şâirlik yeteneğiniz, çetin şeyleri kolay kılmağa yönelik şahsî kudretiniz bir yana, sizin büyük ba­ şarınız bu kadar göç, bu kadar çeşidli sebeplere eğilmiş ol’ manızdandır.” diyerek Türk Şâirinin mesleğinde tam bir başarı sağladığmı belirtiyordu. Bu yol çıkmaz sokaktır, niceler girdi, pişmanlıkla döndü; bu ürlûpla ancak âdı şeyler, köy hayâtına ilişkin küçük şiirler yazı­ labilir, fakat İlmî bir konu ifâde edilemez gibi, Emin Bey’in yazı­ ları için ileri sürülmüş haksız ve yersiz iddiaları Rızâ Tevfik şiddetle reddediyordu; “Öyle parlak^ öyle büyük manzumelerle dâvanın aksini ispat ettiniz k i altıyüz yıllık edebiyatımızda bir örnek daha göstermek kolay değildir demekten çekinmem... ” di­ yordu. bu dâvasının doğruluğunu ortaya koymak, göstermek yo­ lunda da, şâirin “Bize Diyorlar k i” , “İlim ” , “San’at” , “ Para” , “Bir D elikanlıya” , “Yemek ve Yenm ek”, “Yavrum uzu Çoğaltalun” ve “Ö lü Kafası” şiirlerini örnek gösteriyordu. Ken­ disine ithaf edilen bu felsefî şiirin: Gûyâ ki bir kasırga var; bunu ona, onu buna katıyor; Bir el var ki çürük kefen parçasını çiçek yapıp atıyor beytini Ömer Hayyâm’m bu yolda yazılmış rübâîlerinden de üs­ tün tutuyordu. '^ızâ Tevfik’in bu mektubu, "Servet-i F ün û n ” cu şâirlerden genç subay Ömer Naci Bey’in bir yazısı ile cevablandırıldı. Ço­ cuk Bahçesi’nin ertesi hafta çıkan 15 Eylül 1904 Perşembe gün­ kü sayısmda ‘Jij^^an-ı Şi’riyemize D âir” başlıklı ve Ayın (Ömer) Nâci imzalı bu kışa karşılık, ustalarına dokunulmuş olmasından iizgün gayretli, heyecanlı ve yetenekli bir genç çırağın saldırısı mm (20) Ömer Nâci: Evzâm-ı Şi'riyemize Dâir, Çocuk Bahçesi, 15 Eylül 1321 (1905), /Vu.33, ss.İ ve 2.

14


Tıka-basa doldurulmuş Arabca, Acemce sözler, terkiplerle ye­ nilip yutulamıyacak kadar şekerlenmiş bu mektupta genç şâirin iki dâvâsı vardı: Birincisi aruz vezni, parmak hesâbma göre “rûh okşıyan ve çınlıyan, duygu ve düşünceleri eriştirme ve anlatma­ da daha hassas ve çâlâk, daha inleyici, daha âhenk dolu”dur; İkin­ cisi Türkçe Şiirler, Rızâ Tevfik’in savunduğu gibi herkes tarafmdan okunup anlanamaz; “Edebiyât bütün vücud ve şekil­ lerine, bütün maksatlarma ve mevzularma rağmen, yine bunu anlayanlarm duyma payına dâhil kalacaktır.” Böylece Rızâ Tevfik-Ömer Nâci arasında başlayan edebiyat ve dil tartışması, “ Çocuk Bahçesi” nde karşılıklı iki ay kadar sür­ müştü. Bütün bu çeşit çekişmelerde olduğu gibi gitgide asıl ko­ nudan uzaklaşılmış; dallanıp budaklanan tartışma derginin kapanmasıyla sonuçlanmıştı. Once tatlı tatlı başlayan dolaylı yol­ dan taşlamalar, dokundurmalar, takılma ve alaylar, söz uzadık­ ça kekrelenmiş, hattâ acılaşmıştı. Kavga kızışınca, Servet-î F ünûn’culann kavgacılık ve çekişmeciliği ile ünlü pehlivanı Hü­ seyin Câhid Bey de söze karışmış, Mehmed Emin ve Rıza Tevfik Beylerle alaya kalkışmıştı. Derken başka bir subay yazar, Râif Necdet Bey, Türkçülerin imdadına koşmuştu. Yeni meslek çevfesinde hayli cenkleşildi. İki taraftan her biri gerilemeden yerlerini korudular. Kavga ve çekişmeden hiç hoş­ lanmayan Millî Şâir, bu tartışmalardan uzakta kalmıştı. Fakat Ço­ cuk Bahçesi’nin birçok sahifelerini şiirlerine ilişkin mektup ve karşıhklar doldururken, o da aynı dergide Türkçe şiirlerini ya­ yınlamayı sürdürmüştü. “ Ö m ür Yolunda-Yahud-Yolcu” , “So­ kak Kapısı Ö nünde” , “Çekiç A ltında” , “İm tihan” , “Zavallı Kayıkçı”, “Günahkar”, “Yavrumuzu Çoğaltahm!” manzume­ leriyle “ İhtiyar D eğirm enci” mensur yazısı bu tartışma ayla­ rında basılıp çıkmıştı. Bu uzun süren kalem savaşı için Akçuraoğlu Yusuf’un belirtti­ ği şu nokta da, edebiyat târihimiz için önem ve değer taşı­

15


maktadır^'> “Ömer Nâci Bey mektuplarını gittikçe uzun yazmış; yazdıkça mürekkebine daha çok zehir katmaya çalışmışsa da, Servet-iFönûn Edebiyatı ’nm asıJ ileri gelenleri -her yerde dâim i kavga ara­ yan (Kavgalarım) yazarı dışında bu tartışmada tarafsız kalmışlardır. Zâten Tevfik Fikret, daha önceden de Mehm^d Emin Bey’in açtığı yeni çığırı takdirle karşılamıştı. 25 Mart 1317 (7 Ni­ san 1901) Pazar ve Hisar: 8 Kânun-U'Sani 1318 (21 Ocak 1903) Çarşamba günleri Emin Bey'e yazdığı iki mektup, Tevfik Fikret'in Türkçe Şiirler’e bakışım açıkça ortaya koyan iki târihî belgedir. ” Asıllarmm Rûşen Eşret Unaydın’da olduğunu belirten Akçuraoğlu, bu iki mektuptan bâzı cümleleri yazışma aktarmıştır. Mek­ tupların tamammı ilk kez M.Behçet Yazar 1928’de yayınlanan eserine almıştır'^^'. Bu mektupların Türk Tarih Kurumu’ndaki Emin Bey’in evrakı arasında bulunan daktilo edilmiş kopyaları­ nı ise Fevziye Abdullah Tansel de yayınlamıştır^^^^ Tevfik Fikret’in mektuplarından istinsah edilmiş bâzı bölüm­ lerin sadeleştirilmiş olarak buraya alınmasını biz de yararlı gördük: ..Servet'i Fûnûn ’un bu haftaki sayısı (Kesildi m i Ellerin?) ba§‘ lıkh pek beğenilen yeni bir şiirle süslenmiş olarak çıktı. Bu nefis şiir için sevgili ellerini tekrar tekrar öperim. Şiiriniz bu eserde bence gaye-i hayâl olan bir te’sir mertebesine çıkmış. Yayımlanması Servet'i Fünün 'dan çekilmiş olduğum bir zamana rastlamasaydı, gazete adına da teşekkürlerimi arz ederdim... Şimdi yâlnız edebiyat nâmına bu cidden nefis eserlerin birbiri ardından devâmını temenni eylerim.” Tevfik Fikret ikinci mektubunda, Mehmed Emin Yurdakul, Hâlid Ziyâ Uşaklıgil ve Müftüoğlu Ahmed Hikmet Beylerin ve ken­ disiyle oğlu Halûk’un da hazır bulundukları Aşiyan’daki bir (21)Akçuraoğlu Yusuf: a.g.e., ss.387-391. (22)M.Bebçet Yazar: a.g.e.,, ss.248‘251. (23}Ftvziye Abdullah Tansd: a.g.e., ss.XXVII, Dipnot:2} ve ss.XX}X>XXXU, Dipnot:28.

16


toplantıda, Emin Bey’in “Zavallılar” adlı şiirini okurken, hâsıl olan tabloyu anlatıyor: “...Dinleyenlerin içinde hiçbirisi sesinize yabancı kalmıyordu, hattâ küçük Halûk bile... Şiirinizin her cüm­ lesini, her kelimesini zabtediyorlar, sözlerinizin hiç birisini ka­ çırmıyorlar, fikrinizle sanki elele yürüyorlardı... Bitirdiğiniz zaman Hâlid Ziyâ Bey parmaklannmarasmda tu­ tup küllenen sigarasmı silkti; Hikmet Bey yerinde düzeldi; ben başannızı tebrik için ne diyeceğimi şaşırarak, o sıralarda dâima yaptığım gibi şaşkın bir “evetle gülümsedim; demindenberi çenesi ellerinin içinde, saçları omuzlarında, gözleri dudaklarınız­ da, büyülü gibi tutkun ve şaşkm dinleyen Halûk, yalnız o vazi­ yetini de^/ştırmedi. Hepimiz bir güzel manzumenin dinleyicisi olmak sıfatında birleşiyorduk... ...Çocuk yerinden kalkıp yanıma geldi, yavaşça fakat heye­ canlı ve coşkun, dedi ki: Bu ne güzel şiir, Baba! İşte başarınıza âid en büyük tebrik azizim... Ben kendi hesa­ bıma, şimdiye kadar yazılarımdan hiç birini bu kadar açık, bu kadar kuvvetli bir başarı nişânesine uğramış göremediğim için size gıbta ederim, imrenirim... ...Tamâmiyle kaniim ki ben şiirde bir maksad-ı hayat arayan­ lardanım; şiiri bir hayâl mahsulü sayarıîara katılamam. ...Bana kalırsa başarı vâsıtanız yalnız vezin değil, konuyu seç­ meniz, his ve duygu durumunuz, fikir açıklamanız, söyleyişdeki özlüğünüz, özetle belirtilirse, söyleyiş uyumluluğu ve mânâdaki gücünüzdür. ” Tevfik Fikret, Hisar: 8 Kânûn-u-Sâni 1318 (21 Ocak 1903) Çar­ şamba tarihli bu mektubunda şâirlerimizin son zamanlarda arûz veznine verdikleri hafiflik ve çevikliği belirttikten sonra, ortaya şöyle bir soru getiriyor: “Hece vezni, m illî vezin denilen sâde vezin ile arûz vezninden hangisini tercih etmeli?.. Bu konuda en doğrusu Hâlid Ziyâ Bey’in dediğidir: -Tercihe gerek yok; arûz vezni, hece vezni, hangisi olursa olsun mâdem k i bugün konuş-

17


düğümüz dile uyuyor, ikisini de kullanırız. Hüner, onları yararlı ve te’sirli olarak kullanabilmekdir.” Akçuraoğlu Yusuf, konuyu şöyle bağlamaktadır; “Rızâ Tevfik-Ömer N âd kavgasından sonra tarafların sözle­ rinden çok şâirin şiirleriyle bir nokta tamâmen an/aşjimjş oidu: Emin Bey yeni edebî bir meslek kuruyor; bu mesleğin en belirli sıfatı, Türk dilinin, Türk kaidelerinin, Türk üslûbunun, Türk âhenginin, Türk vezninin, Türk hayâtının Osmanlı dili denilen halita­ da istiklâl ve hâkimiyetini sağlamaya çalışmasıdır. Mehmed Emin Bey’in ilk şiirleri, yaşadığı günlerde Anadolu köylüsünün hayâ­ tından alınma birbirini izleyen tablolardan oluşan bir m illî des­ tandır. Bu m illî destan, tamâmen demokratikdir: Fukaranm, zavallıların, acı veıztırab çekenlerin yaralarını açıp gösterir. Emin Bey, İstanbul ve saray şâirleri gibi keyif ve eğlence şarkıları yaz­ mak, söz oyuncakçılığı ile yetinerek zamanını hiçe harcamak is­ temiyor. Onun şiirleri merhamet ve şefkat dolu, halkı ve insan/j^ı seven, zavalh Türklerin yaralarına merhem arayan birer haykı­ rış, birer imdad çağırışıdır. ” “...Emin Bey, yalnız demokrat değildir; köylülere muhtarın, bölge ağa ve beylerinin, İstanbul efendilerinin revâ gördüğü zu­ lümleri tasvir eden şiirlerine bir ihtilâlci ruhu bile aşılayabilmiştir. Türkçe Ş iirler, zulüm ve acıları yansıtan manzara ve duygularla dolu olmakla beraber, Türk Şâiri, umudsuz ve çare­ siz bir küskün değildir. O, bütün bu sosyal ve siyâsî haksızhkların önünü alabilecek bir kuvvete iman eder ki o kuvvet de ilimdir. Mehmed Emin Bey reformasyondan, rönesansdan ve XVIII. Yüz­ yıl felsefesinden aldığı sınırh ve mübhem izlenimlerle ilm in ve bir dereceye kadar hürriyetin bütün y^rslara deva, sargı olabi' /eceline inanır.” Nüzhet Hâşim de, Mehmed Emin’in şiirleri için Rızâ TevfikÖmer Nâci arasında çıkan kalem düellosuna eserinde geniş yer vermekde ve konuya ışık tutan olumlu bir açıklama ve değer-

18


lendirme yapmakdadır^^'^h ‘\.A32l (1905) yılında idi ki, Selânik’de, Çocuk Bahçesi adh bir dergi çıkmaya ba§}awı§tı. Bu, m ini m ini bir dergiydi. Uk sa­ yılarında Necib Necati imzalı, bazen hece vezninde, çok kez de arûz vezninde çocuk şiirleri basılıyordu. Sonra Mehmed Emin Bey birkaç manzume gönderdi. Bu manzûmelerin yayımlanma­ sı üzerine, o zamanlar Selânik’de Piyade subayı olârak bulunan Servet-i Fûnûn şâirlerinden Ömer Naci Bey, “Evzân~ı Şi'riyemize D âir” başlıklı bir maka/e yazdı. Bunda, hece vezninin yeter­ sizliğinden bahsediliyordu. Derken, İstanbul’dan Doktor Rızâ Tevfik Bey, bu makaleye cevap olarak. Emin Bey'e bitap yollu bir mektup gönderdi. Bu da Çocuk Bahçesi’nde çıktı. İşte bunun üzerine Ömer Naci ile aralarında bir mücâdeledir açıldı. Rızâ Tev­ fik Bey, Emin Bey’i, hece veznini savunuyor; Nâci Bey de Edebiyât-ı Cedîde’nin terennüm âleti olan aruzun değerinden dem vuruyordu. Ancak, Rızâ Tevfik Bey biraz aykırı iddialara başlamıştı. Emin Bey’in **Yavrumuzu Ç oğaltalım " tarzındaki manzumelerini ileri sürerek, şiirin sosyal bir amacı olması lâzım geldiğini söylüyor, yavaş yavaş edebiyâtı menfaat düşünen bir düzeye indirmek istiyordu. İşte bu durum, Ömer Nâci Bey'e bak kazandırdı. Verdiği cevapda, Rızâ Tevfik Bey’in makalelerinde sık sık bahsettiği Spenser’işâhidgösterdi. Sanatla edebiyâtın, insanlarm haz ve elemine tercüman olmaktan başka bir vazifesi bulunmadığını, güzellik ve. süslülüğün pek tabiî ve zorunlu bir İnsanî eğilim olduğunu söy­ ledi: san’atın yalnız san’at için olacağım tekrar etti. Hatırımda öyle kaldı, hattâ şöyle bir cümle de yazmıştı: (Şiir şâirin, elifbâ da -alfabe de- köylünün hakkıdır.) Münakaşa İstanbul’da da ehemmiyetle ta’kip ediliyordu. Hü­ seyin Câhid Bey gibi, Edebiyât-ı Cedîde'nin savunuculuğu vazi­ fesini üstlenen bir zat bile Çocuk Bahçesi’ne bir makale yazmıştı. (24)Nüzhet Hâşim: a.g.e., ss.7-]l ve 18.

19


Bu makale, şiiri baz vermek vazifesinden âdetâ tecrid ederek *'öğûdcû” derekesine indiren Rızâ Tevfik Beyi en zayıf, en can alacak noktasından yakalıyor, bahsi beri tarafa kazandırıyordu. Gerçekte, Emin Bey'in o zaman yazdığı manzumelerin çoğu, daha fazla “Didactigue” bir nitelikte idi. Bununla beraber (Yolcu) manzûmesi gibi bize azim, irâde aşılayan kuvvetli parçalar da vardı. Ne çâre, Rızâ Tevfik Bey, meseleyi gerektiği noktadan ele alıp açıklayamıyordu. İddiaları hep sakattı. HattâEmin Bey’ibile, bu fenâ görüşierine esir etmiş, menfaat düşkünü bir istikamete doğru sürüklöyordu. Bu aralık, gerçekten lirik bir kalbi olan Rızâ Tev­ fik Bey de Çocuk Bahçesi nde, "*Seimâ Sen de Unut Yavrum'* adlı güzel bir şiir yayınlamıştı. Bu, Emin Bey tarzmda yazılmıştı. İstanbul’da da, Selânik’de de, yeni yetişmek üzere olan genç­ lerden hiç birisi bu tarza eğilim göstermiyordu. Bunun iki sebe­ bi vardı. Biri: Edebiyât-ı Cedide’nin o zaman pek gözde oluşu, Fikret ve Cenab gibi şâirlerin, Hâlid Ziya ve Rauf gibi romancı­ ların, Şuayib ve Câhid gibi yazarların Avrupa’daki edebiyatlara benzer bir edebiyatın kurulması için çalışmaları, bu vâdideki eser­ lerle fikirlerin gençliği çekişi.... İkincisi: Emin Bey’in şiirlerinde lirizm olmayışı, san’atın yüksek mâhiyetine yabancı kalışı ve bunlara eklenen Rızâ Tevfik Bey’in yanlış savunmasıdır. Kısacası, Emin Bey, dâimâ yalnız kalmıştı. Nihâyet inkılâb oldu. Birleşecekleri sanılan Osmanlılığı oluş­ turan değişik unsurlar, ayrılık eğilimleri gösterdiler. Rumeli’de­ ki kavimler arasında anlaşmazlıklar, birbirlerine ters-düşmeler çoğaldı. Yer yer bombalar patlıyor, taraf taraf soykırımlar olu­ yordu. Hükümet aleyhindeki 5u davranışlar, derhâl olumlu bir karşılık yarattı. O zamana kadar yalnız “Osmanlıyız!” diyen Türk gençliği, Bulgarların, Rumların, hattâ Ulahların ve Arnavudların yalnız kendi kavimlerinin çıkarlarını düşünmelerine karşı, “Biz de Türküz!” diye haykırmağa mecbur oldular. ...Artık, yavaş yavaş hece vezniyle arzu edilen vasıf ve değe­ re yakın manzumeler yazılmağa başlanmıştı.. Orhan Seyfi, Yu­ suf Ziyâ, Enis Behiç gibi genç şâirler, bu terennüm âletine yeni 20


bir âhenk kazandırdılar. ÇoğunJukla konularda miUî ve m ahallî şeyler seçilmeğe başlandı. Meselâ Enis Behiç Beyin ‘‘Turan Kızfa n ”, “Gem iciler” gibi birkaç manzumesi pek miIK birer konuya sahiptir. Cihan Harbi ilân edildikten sonra, Yusuf Ziyâ Beyin çı­ kardığı "‘Akından Akm a ” adh küçük şiir mecmuasmda da bu gi­ bi konuların seçildiği görülmektedir. İlk kez, Ali Cânib’in “ICava/” manzûmesinde başarıyla uygulandığmı gördüğüm hece veznin­ deki “Description” meselesi, hece vezninin de yüksek, ince his ve hayallere terennüm âleti olabileceğini, onun da san'atkâr el­ lerde bugünkü ihtiyâcı tatmine yetecek bir âhenk kazanabilece­ ğini ispatladı. Sırası gelmişken burada, Fuad K öprülünün gerçeği vurgula­ yan şu hakh değerlendirmesini hatırlatmak isteri^^^>: “O ’nun yıllarca önce açtığı bu feyizli yol üzerinde ilerleyen, kalbleri aynı aşk ile çarpan şâirlerimiz bugün yok değildir. Fa­ kat bu varlığın şerefi, insaf ile düşünülecek olursa, Mehmed Emin Bey’den başkasına âid olamaz.” Bu konuyu, şu dikkate değer gerçeği belirterek tamamlamak istiyoruz: Ne garipdir ki, Türkçü ve Türkçed Mehmed Emin Yurdakul’u savunan Rızâ Tevfik, Meşrûtiyetten sonı^a: “Ben Türk değil, Arnavudum” diyecek ve Türklüğün ölüm fermanı Sevr’i, Osmanlı ve Osmanhcacı olarak imzalayarak bu kalemini Robert Kollej’e armağan edecek; Millî Mücâdele’den sonra da 150’lik vatan hâ­ inleri arasındayurddışma çıkarılacaktır. Ömer Naci ise, ateşli ve imanlı bir Türk ve Türkçü olarak parlamentoda ve Sultan Ahmed Meydanı’nda Türklük düşmanlarına ateş püskürecek;(Hu«n*i Medfûn) şiirini Mehmed Emin Bey’e ithaf edecek; Trablusgarb’da Mustafa Kemâl’le ve Trabzon-Erzurum bölgesinde Mehmed Emin Yurdakul ile Türklük hesâbma ortaklaşa mücâdeleler ve(25) Köprülüzâde Mehmed Fuad: Mehmed Emin Bey, Nevsâl-ı M M İstanbul 1330 0914), ss.9-10.

21


recek ve sonunda Türklüğü, vatanı savunmak yolunda Kafkas Cephesi’nde destanlar yaratarak çarpışırken tifüse yakalanıp 29 Temmuz 1916 târihinde henüz 38 yaşında iken Kerkük’te §ehid oiacakdır.

1907’de Erzurum Rüsumat Nazırlığı na âdeta sürgün gönderilerek İstanbul’dan uzaklaştırılan MehmedEmin, 1908’de, Meşrutiyet’in ilânı arefesinde Trabzon Rüsumat Nâzırlığı’na nakledilmiştir. İs­ tanbul’da 31 Mart Vak’ası çıkınca, Mehmed Emin Trabzon’da İttihad ve Terakki Merkez Hey’eti’nde faâlıyette bulunmuş; verdiği ateşli nutuklarla halkı irticaa karşı uyarmış ve Anadolu’ya yayıl­ ma eğilimindeki ayaklanmanın bu bölgeye sıçramagıasıîıa çalış­ mıştır. İttihad ve Terakki’nin ünlü hatip ve mücâhidi Ömer Nâci başkanlığında Yâkub Cemil, Mustafa Necib, Hilmi ve Halil Bey­ lerden oluşan ekiple bu bölgede yararlı hizmetler görmüştür'^®*. Mehmed Eminin Vazife Üe İstanburdan Uzaklaştırılması

Hüseyin Hilmi Paşa, Sadnâzam olunca (14 Şubat 1909), Meh­ med Emin’i İstanbul’a davet ederek ona Matbuat Umum Müdür­ lüğü teklifinde bulunmuştur. O, bu vazifeyi almamıştır. Mehmed Emin Bey’e göre Matbuat Umum Müdürlüğü, Meşrûtiyet döne­ minde de olsa, fikir hürriyetine karşı bir kısıtlama ve baskı ma­ kamıdır, şerefli bir me’muriyet değildir. Matbuat Umum Müdürlüğü’nü reddetmesi üzerine Mehmed Emin Bey’i istemiye istemiye âdeta zorla -Ârif Hikmet Paşa’nm Nâzırlığı sırasındaBahriye Müsteşarhğı’na getirmişlerdir. Şâir bu vazifede ancak yirmialtı gün kalmıştır. 1909 Ekimi’«e^oğru Hicaz Vâli Vekilliği’ne tâyin olunan Meh­ med Emin Bey Mekke’ye gelmiştir. Oraya varmasından önce Hi­ caz’da bâzı ayaklanmalar ve Hacılara âid bâzı malların yağma edilmiş olması gibi vak’alar cerayen etmişti. Mehmed Emin Bey (26)Dr.Fethi Tevetoğlu: Ömer Nâci, Devlet fCı'£aö/arJ, /stanbu/ 1973, s.52.

22


güzel yüzü, tatlı sözü ve iyi idaresiyle kısa zamanda herşeyi ya­ tıştırıp yoluna koymuş; oluşturduğu bir komisyon marifetiyle de yağma edilmiş malları buldurup sâhiplerine teslim ettirmiştir. Emin Bey’in*Hicaz Valiliği’ndeki vekâleti, Mekke Emîri Hüse­ yin Paşa (Şerîf Hûseyin)’nın işine gelmemiş ve Emîr’in zindanın­ da önüne gelen herkesi tutuklamaya kalkışması üzerine Bâb-ı-âlî’ye yazdığı telgraflardan birini, Mehmed Emin Bey, şöy­ le bitirmiştir<2^^: “Eğer bugünkü şartlar içinde Hicaz gözönünde tutulmayacak olur ve benim korktuğum tehlike (Emîr’in Saltanat dâvası) mey­ dana çıkarsa, Peygamberimiz Muhammed Aleybisselâm’Ia Yavuz Sultan Selim mezarlarından bize lânet diye haykıracai: ve bizi târih gelecek nesiller huzurunda ittiham edecekdir." Dâhiliye Nezâreti buna iyi bir cevap verememiştir. Mehmed Emin Bey, Hicaz Vali Vekilliği’nde 1910 yılı Mart’ına kadar, altı ay kalmıştır. Yalnız Vilâyet ve Emîrlik vazifelileri arasında değil, Arab ahâli üzerinde de büyük sevgi ve saygı kazanan Mehmed Emin Bey’i kıskanan Mekke En^irî Şerîf Hüseyin ile aralarındaki anlaşmaz­ lık üzerine Mehmed Emin Bey, Dâhiliye Nezâreti’nden başka bir yere naklini istemiştir. Millî Şâir’in bu isteği yerine getirilerek Sivas Vâliliği’ne tâyin olunmuştur. Mehmed Emin Bey orada da 1911 yılı Mayıs’ınm sonuna kadar vazife görmüştür. Sivas’daki yönetimi düzene koymak için bâzı idâre âmirleri­ nin iş görecek kimselerden seçilmesi ve değiştirilmesi yoluna gi­ dince Ntezâret, bunun zamanla yavaş yavaş yapılabileceğini bildirmiştir; lüzumlu köklü değişikliği uygun bulmamışlardır. Doğ­ ruluktan ayrılmayan, prensiplerine sâdık, millet ve memleketin hakkını herşeyin üstünde tutan bir karaktere sâhip Mehmed Emin Bey, kanunsuz ve keyfî emirlerle dâimâ mücadele etmiştir. Ne­ zâretin tutumundan kırılan hassas Şâir, zamanın Hükümeti ile (27) Vatan, 15 Ocak 1944 Cumartesi, Y}l:4, Nu.J 119, s.4.

23


anlaşamayınca Valilikten istifa etmiş ve İstanbul’a dönmüştür. Türk Derneği ve dergisinin de mensubu bulunan Mehmed Emtö Bey, 31 Ağustos 191 l ’de, Türk Milliyetçiliği târihinde seç­ kin bir yer alacak ve önemli hizmetler görecek olan Türk Yurdu adlı Türkçü Dergi’nin imtiyazmı alarak, geniş bir programla ku­ rulma ve yaymlanmasmda ön-ayak olmuştur. Bu dergi, Mehmed Emin (Yurdakul), Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Ağaoğlu Ahmed, Akçuraoğlu Yusuf, Doktor Hüseyinzâde Ali Turanî ve Doktor Âkil Muhtar (Özden) Beyler tarafmdan kurulmuştur. T ürk Y urdu fikrini ilk ortaya atan, Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul olmuştur*^®'. Akçuraoğlu Yusuf, Türk Y urdu hakkmda şu bilgileri vermek­ tedir*^^’: “...(Türk Yurdu) dergisini yayimlayan (Türk Yurdu Cemiyeti) idi. Hükümet, bu cemiyetin kuruluşundan 18 Ağustos 1327 (1911) târihi! ilm-i-haberle haberdâr olduğunu tasdik etmiştir. 1911 ydı Kasım başmda Türk Yurdu M ecm uası nın ilk sayısı yayınlan­ mıştır. Türk Yurdu tüzüğüne göre Cemiyet, Türk çocuklarma mah­ sus bir pansiyon açacak ve Türklerin zekâ ve irfanca seviyeleri­ nin yükselmesine ve irâdet ve teşebbüs sâhibi olmalarına hizmet etmek üzere bir gazete çıkaracaktır. (Ma(Tde:4). Türk Yurdu fikrini Şâir Mehmed Emin Bey ortaya attı. İttihad ve Terakki Cemiyeti, bu teşebbüse ilgi gösterdi. ...Türk Yurdu Mecmuası'nm imtiyazı Şâir Mehmed Emin Bey adına ahnmıştı. Mehmed Emin, 1911 yılı Ağustosu’nda Erzurum Valisi olduğundan, mecmuanın imtiyazı ve müdürlüğü Akçura(28) Dr.Fethî Tevetoğlu: buyuk Türkçü Müftiioğlu Ahmed Hikmet, M illî Eğitim Bakanlığı (Türk Kültür Eserleri Serisi), Ankara 1951, s.29; Müftüğlu Ahmed Hik­ met. Kültür ve Turizm Bakanlığı (Türk Büyükleri Dizisi:10), Ankara 1986. s.82. (29) Akçuraoğlu Yusuf: a.g.e., s,437.

24


oğlu Yusuf’a nakledildi.” Şiir ve hitabeleriyle yurt sathında geniş yankılar yaratan ve büyük bir propaganda gücüne sahip olan Millî Şâir Mehmed Emin’i İttihad ve Terakki Merkezi, (İstanbul Murahhası) yapmak istiyordu. Emin Bey Selânik’e giderek Genel Merkez’le, özellik­ le Ziya Gökalp Bey’le görüşmüştür. İstanbul’a dönüşünde, Enver Bey: “Biz Osmanlılık gayesini gü­ düyoruz. Siz ise Türklüğün içeride ve dışarıda mümessilisiniz. Eğer hem İttihad ve Terakki Fırkası’nın İstanbul Murahhhası, hem de Türklük idealinin fikirlerini yay an bir mecmuanın sahibi bu­ lunursanız, bu, bizim izlediğimiz Osmanlılık gayesine uymaz” di­ ye buna i'tiraz etmiştir. Mehmed Emin de Murahhaslığı reddederek Türk Y u rd u ’nu çıkarmaya karar vermişdir^^*^’. 1911 Ağustos’unda Mehmed Emin’in Türk Y ıırdu’ndaki vazi­ fesini Talat Paşa yapacak bahanesiyle Millî Şâir, Erzurum Vâiiliği’ne tâyin edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Bu arada, Türkocakları Tüzüğü’nün yazılıp tamamlanması ça­ lışmaları sürdürülüyordu. Mehmed Emin de, giderayak, Ağaoğlu Ahmed Bey’in evindeki bu toplantılara katılıyordu. İttihad ve Terakki liderleri tarafmdan Erzurum Vâliliği’ne âdetâ sürgün olarak gönderilen Mehmed Emin Bey, burada ancak bir yıl vazife görecektir. Değerli Türk sosyolog ve düşünürü rah­ metli dostum Fındıkoğlu, Millî Şâir’in XV. Ölüm Yıh’nda, büyükbir kadirbilirlikle kaleme alınmış (Mehmet Emin Y urdakul ve Erzurum Valiliği) başlıkh yazısında şu bilgileri vermektedir*^*’. “...Filhakika Mehmed Emin Bey, 1911 ortalarmda Erzurum Vâliliği ile Doğu’ya geldi. Onun tâyini haberinin bu çevrede mem­ nuniyet uyandırması dikkate değer. Zirâ bu serhad beldesi, (30) Uluğ İğdemir: Mehmed Emin Yurdakul. Aylık Ansiklopedi, Şubat 1945, Nu.lO, s.322. (31) Fındıkoğlu Z.Fahri: Mehmed Emin Yurdakul ve Erzurum Vâliliği. Yeni İstanbul. 31 Ocak 1959 Cumartesi. y ıllO , sayt:3309, s.2.

25


valilerden yana pek bahtiyar değildir. Nitekim birçok valiler hak­ kında rnenkıbelere rastlanır. Bu halk hikâyeleri ise hiç de iyiye alâmet değil. Lâkin (Millî Şâir) alâka ile karşılandı.^ Herhalde o devrin çok uyanık olan Erzurum Gençliği arasında 1899 Şâiri­ nin sesi duyulmuş ve sevilmiş olmah. Askerî olduğu kadar mül­ kî alanda da birççk şahsiyetler yetiştiren Erzurum İ’dâdîsi’nin o günlerde me’zun ettiği bir genç, bakınız, Mehmed Emin Bey’in Erzurum’da karşılanmasını nasıl anlatıyor'*^: ...Kuvvetle umarız ki, teşrifleriyle memleketimizi sevindiren yeni Valimiz Emin Beyefendi Hazretleri, milletin yarasını güzel­ ce araştırıp keşfetmekle berâber, âcil devâsını bulmakta da güç­ lük çekmezler. Büyük bir vatanperverâne himmetle Erzurum’u kurtarırlar. Kutlu, şenlikli bir belde hâline getirirler de vazgeçil­ mez ihtiyaçlar karşısında sefâletle yanan kalbler pâk bir hâlislik, büyük biı? muhabbetle bir kurtarıcı alına, bu kutlu ve uğurlu sayılan sîmâya dönerler, yönelirler...” Biraz daha aşağıda yazar Erzurum’un gazetecilikten yana pek fakir olduğuna değiniyor ve “Millî Şâir”in Vâliliği sırasında bir günlük gazete yayımlanmasını sağlayarak kentin basın hayatında uyanıklık, ilerleme görüldüğünü anlatıvor. Fındıkoğlu’nun emekli edebiyat öğretmeni, ünü İnkılâb Târihi’ne geçmiş (Albayrak) ga­ zetesinin yazarlarından şâir dostu Dursunoğlu Sıdkı Bey’in Er­ zurum’daki özel kütübhânesinde bulunan- kolleksiyonlardan derlediği notlar şöyle devam ediyor: “...Dört yıllık Meşrutiyetimizde her yandan ışık/ar saçan irfan şimşekleri bizim Erzurum’da zerre te’sirini göstermedi, göstere­ medi. Şûkûr, OsmanlI ülkesinin her vilâyetinde, hattâ sancağmda bile az-çok, küçük-büyük himmetlerle çıkan birçok günlük ve haftalık gazeteler var. Biz, o himmetten de mahrumuz. Öğünmeğe değer ki, yurd için sıcak bir samimiyetle çarpan kalbinizle Er­ zurum’un ufkunda sabah olmasma yarayacak, o kara bahth ülkeyi engin ilim denizinden pay sahibi İcılac^ bir gazetenin yayımlan(*) Bâzı kemiler tarafımızdan sâdeteştirilnıi§tir.

26


masma çaba harcadınız, himmet buyurdunuz. İn^ailah gittikçe yeniliğe ve yûicseJmeğe yönelik ciddî, metin, köklü konuları im­ leyen; ilim ve fen sunan makaleleryaymlanır da vatan evlâdları yeterince irfan sahibi olurlar. Ulvî fikirlerle dolu kararlara zemin olacak sevimli ülke gazetemiz daha büyük bir ulviyyet kazamr^^^K" Fındıkoğlu yazısında geleceğin gazeteci ve araştırıcılarına, Er­ zurum'da yapabilecekleri bir yararlı incelemenin konusunu da veriyor: '‘Şâirin Erzurum Vâiiliği ne kadar devam etti ve bu sûre için­ de ne gibi işler gördü? Bilhassa beldenin çok zengin öfa/î edebî folklor varhğmdan ne gibi kazançlar elde etti? Erzurum’da ken­ disini tanıyanlarm bulunduğunu kuvvetle zannediyorum. Dikkatli ve araştırıp çözme merâkma sahip bir gazeteci için eşsiz bir ko­ nu karşısmdayız. Dursunoğlu Sıdkı Bey, bu konu ile ilgilenenle­ re yardım a olabilir. Kendisi Mehmed Emin Bey’in Erzurum tdâdisi’nde okuyan oğlunun da arkadaşlanndandı. Hele Şâirin bu beldede 1908 Hürriyet Hareketi’nden önce iki, hattâ üç def’a hürriyete yönelik siyasî kımıldanışlar olduğunu öğ­ renmesi, buna âid hikâyeleri dinlemesi karşısında nasıl bir psi­ koloji sâhibi olduğunu ve ne düşündüğünü öğrenmek her hâlde çok yararh olurdu.” ' Değerli târih bilgili Prof. Kırzioğlu’nun lütfettiği (30 Teşrin-iSâni 1327) târih ve (Erzurum Vilâyeti Vâlisi Mehmed Emin) inv zâlı (Erzurum Vilâyeti’n in İhtiyâcat ve Terakkiyâtına Âid Lâyihalardır) adlı iki belge, Yurdakul’un bu vazifesindeki faâliyetlerini sergileyen çok değerli bir kaynaktır. Erzurum’da bir yıl Vâlilik yapan Millî Şâir Mehmed Emin, “ta­ rafsızlık adı altında kurulduğu” ileri sürülen ve “BÜYÜK KABİNE” diye adlandırılan Gazi Ahmed Muhtar Pa^a Kabinesi iktidâra ge­ lince (6 Şa’ban 1330), 1912 yıhnda azledilmiştir. Bundan beş yıl sonra (1917) ise Tal’at Paşa’nın Sadrazamlığı zamanında, dev­ let hizmetinde yirmibeş yılı dolduranlar emekli edilmeğe başla(32) Mustafa Nuri, Sadâ-yi Hak (Erzurum), 23 Ekim 1911 Pazartesi, s.4.

27


nmca da, Mehmed Emin Bey emekliye aynlacaktır. Bu olay üzerine Mehmed Emin Bey’le Tal’at Paşa arasında şöy­ le bir tartışma geçmiştirt^^': M.E — Fethettiğiniz yüksek prensiplere saygı ve sadakatim ol­ duğu için sizinle benim aramda uçurumlar açıldı. T.P.— Ne gibi?... Meşrûtiyet sizin kıymetinizi bilmedi mi? M.E.— Bildi, beni Vâliyaptmız; fakat ben istibdad devrini, ke­ y if devri; Meşrûtiyet devrini, kanun devri bilirdim ve Meşrûti­ yet Hükûmeti’nin memurlarını da yalnız kanunlarm icra vâsıtaları olur diye telâkki ederdim; bu yolda hareket işinize gelmedi... T.P.— Siz büyük adamsınız; yalnız devlet adamı değilsiniz; ben de dâhil olduğum hâlde sözünüzün, sesinizin içine binleri katar, götürürsünüz; bu suretle büyüklüğünüzü ortaya korsunuz; lâkin idâre sahasında değil.... M.E.— Ben hiçbir memleket ve milletin demir ve ateşle pâyidâr olduğunu bilmiyorum. Bana târih bunun bir örneğini gös­ termiyor. Mem/eke( ve milletler, hak ve adaletle, kanunla idâre edilirler; ben, bunların icrâ vâsıtası olmak za 'fim kabul ediyO' rum ve bunlarla kıvanç duyuyorum. Mehmed Emin bu sözleri söyleyince, Tal’at Paşa ayağa kalk­ mış ve M illîŞâir’in boynuna sarılarak: “Ben böyle söylerim, siz de böyle söylersiniz" demiştir. Fakat Mehmed Emin, bir daha Tal’ât Paşa’nın yanma gitme­ miştir. Neden sonra, 1913 seçimlerinde bağımsız olmak ve her istediğini söylemek şartıyla Musul Meb’usluğu’na İttihad ve Te­ rakki Cemiyeti tarafından aday gösterilmiş ve oradan meb’us se­ çilmiştir. Mehmed Emio,,bütün bu yıllar içinde şiirlerini, şiir kitaplarmı yayınlıyor ve edebiyat alanında Türklük için, Türkçülük yolun­ da çalışıyordu. (33) M.Bebçet Yazar a.g.e., ş.246.

28


Büyük Türk bilgini Fuad Köprülü, T âriuK ^’mn Doğuşu (Mehmed Em in Bey) başlıklı yaVe zısının daha ilk cümlesinde §u gerMiUî Şair Mehmed Emin çeği belirtmektedir^^'’*; “Türklerin son uyanma çağının târihini yaza­ cak tarihçi bu ad üzerinde mutlaka duracaktır: Mehmed Em in!” Bencil ve kendine lapan bütün Türk düşünür ve şâirleri, sırf kendi zevklerinin yerine getirilmesi için yazdıkları, şakıdıkları sırada, yükselmeğe muhtaç, zavallı bir Türk milletinin varlığını düşü­ nerek onun kanayan yaralarını sarmağa çalışan yalnız ve yalnız O oidu... XX. Yüzyıl başlarında. Türkü uyandırmak, Türkü yükseltmek ve savunmak için çaba harcayan dernek, ocak, yurt, parti, pro­ testo mitingi, savaş meydanlarını, siperleri ziyâret eden hey’etler gibi birçok kuruluş ve faaliyetlerin ve yayın organlarının kadroları içinde, çok kez başında, Mehmed Emin Yurdakul’un bulunduğu göfülmektedir. Bunlardan en önemlisi, Türkocağı’nın doğuşu ve kuruluşudur. Türk toplumunda beyin takımı aydınların çoğunluğunu oluştu­ ran İstanbul’daki gençler, büyük bir bunalım içindeydiler. Bu gençler silkinmek, teşkilât kurmak, “Türk olarak biz de varız!” diye bir atılımda bulunmak istiyorlardı. Yüce Osmanh Devleti’nin, iç ve dış düşmanlarca kurulan tu­ zak ve kundaklarla parçalanıp çöküşü sırasında Rum, Bulgar, Sırb, Hırvat gibi Hristiyan ve Arnavud, Arab gibi Müslüman Türk olmayan unsurlar kopardıkları vatan topraklarıyla bizden ayrı­ lıyorlardı. İç ve dış felâketler birbirini kovalıyordu. Türkün kurtuluşuna çâre arayan -Askerî Tıbbiye öğrencileri başta- Türk Gençliği, devletin ve ülkenin gerçek sâhibi Türkle­ rin derlenip kalkınmalarını ve yok olmaktan korunmalarını isti­ yorlardı. Bu yoldaki duygu, dürünce ve isteklerini birer mektupla, kendilerine başvurdukları Türk büyüklerine açıklamışlardı. Bu (34) Köprûlüzâde Mehmed Fuad: a.g.m., s.9.

29


büyüklerin başta gelenlerinden biri; Ben bir Türküm dinim cinsim uludur Sinem, özüm ateş ile doludur İnsan olan vatanmm kuludur! diye haykırarak Türkleri ilk kez silkinip uyarmaya çağırmış bu­ lunan Millî Şâir Mehmed Emin Bey’di. Gençler, ülkenin saygı ve sevgi duydukları büyüklerine gön­ derdikleri mektupta: (Türk kavminin yaşadığı çöküş dönemi)’ne karşı kendilerinden öncekilerin gösterdikleri ilgisizliği sürdûrmiyeceklerini bildirerek sosyal bir egemenlik istediklerini, tarım, ticaret ve sanayi ile kazanılmış bir sosyal egemenliği, kuru bir siyâsî egemenlikten üstün tutacaklarını belirtiyorlardı. O yıllara kadar Osmanlıcı ve İslamcı kalan İttihad ve Terakki ve diğer siyâsî partiler bu işi başaramamışlardır. Bu amaca ulan­ mak için her türlü parti anlaşmazlıkları üstünde, her türlü siyâsî çekişmelerin dışında yeni bir cereyanın doğmasına lüzum var­ dır. Bu cereyan fikir hâlinde kalmamalı, uzuvlaşmalı, kuruluşa dönüşmeli; Donanma Cemiyeti kadar geniş, fakat faâliyeti yal­ nız millî ve sosyal olmalı; Anadolu ve Rumeli’de ve ülke dışın­ daki Türkler arasında şubeler açmalıdır. Bu kuruluş kendilerine bağlı ve özlemi çekilen millî, sosyal inkılâbı gerçekleştirici or­ ganlar hâlinde “Tarım, Ticaret ve Sanat Okulları” kurmalıdır. (190 Tıbbiyeli Türk Evlâdı) imzâsını taşıyan mektubun son cümlesi şudur; “Böyle bir kuruluşun temel taşlarmı yüksek okul­ lar öğrencisi Türk gençlerinin m addî ve mânevi fedâkârlıklarıy­ la ataca^iz.” “Bu cereyan, fikir hâlinde kalmamalıdır” diyen “Tıbbiyeli Türk Evlâdları”, bir yaz gecesi gizlice, Karacaahmed Mezarlığı’nda top­ lanmışlardır. Orada mehtap ışığı altında, hafif bir meltemle sal­ lanan siyah serviler ve atalarının eski kavuklu mezar taşları önünde -bütün ölmüş atalarımızı şâhid tutarcasına- Türkiye’nin kdrtuluşu için son derece gerekli gördükleri bir büyük vatan ce­ miyetini kurmağa and içmişlerdir. Millî bir kültür kuruluşu oluşturarak milleti bitip tûkenmek30


ten kurtarmak için yemin eden Askerî Tıbbiyeliler, gerek okullannda ve gerekse Karacaahmed Mezarlığı’nda daha bir çok gizli toplantılar yapmışlardır. Fakat kendileri askerdir; askerler ise bu cins faâliyetlerle res­ mî olarak uğraşamazlar. Sivil tıbbiyeliler de bu işe yetmemekte­ dirler. Yazdıkları mektuplarla bildiri, karşılığını bulmuş ve bir kısım aydınlar toplanmışlardır. 20 Haziran 1327 (3 Temmuz 1911) Pazartesi günü 231 Askerî Tıbbiyeliyi temsil eden iki öğrenci (Hü­ seyin Fikret ve Remzi Osman) ile, öğrencilerin davetini kabul edip gelmiş bulunan yedi Türk aydını {Şâir Mehmed Emin, Ahmed Ferid, Akçuraoğlu Yusuf, Yazar Mehmed Ali Tevfik, Şâir Emin Bülend, Dr.Fuad Sâbit, Ağaoğlu Ahmed) ilk toplantılarını yaparak şu kararı almışlardır: Resmî olarak millî bir cemiyet ku­ rulacak ve adı (TÜRKOCAĞI) olacaktır. Bu toplantıdan sonra Ocağın tüzüğünü hazırlamak için çalış­ malara başlanmıştır. Kuruluş dilekçesi, tüzük ekli olarak 12 Mart 1328 (25 Mart 1912) Sah günü ilgili makamlara sunularak Türköcağı resmen kurulmuştur. Tûrkocağı’nın ilk,kuruluş târihi ve çalışmaları hakkında bura­ da sunduğumuz bilgileri, yazılı kaynaklardan başka, rahmetli Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul ile Samsunlu ağabeyim ve meslekdaştm Dr.Osman Senâî, Dr. Haşan Ferid «Cansever ve Hamdul­ lah Subhî Tanrıöver’den yıllar önce şahsen derlediğimi, burada aziz hâtıralarını anarak belirtmek borcıimdur. İlk olarak İstanbul’da Divanyolu’nda Mercanağa Câmii’ne ya­ kın kârgir bir binânın üst katındaki iki küçük odada çalışmaya başlayan Türkocağı’nın kurucuları şunlardır: Askerî Tıbbiyeli öğ­ rencilerin temsilcisi 4.sınıftan Mahmud, Refet, Edhem, Hâşim, Behçet; S.sınıftan Hüseyin Fikret, Hüseyin Râgıb (Baydur), Muh­ sin, Neş’et, Lûtfî, Süleyman; 2.sınıftan Habib efendiler. Diğer üye­ ler ise: Remzi Osman, Hüseyin Bâkî, Tevfik Fikret ve Osman Senâî beylerdir. Askerî öğrenci olan bu gençler, Ocağın kuruluş müsaadesi di­ 31


lekçesine imza atamamışlardır. Bu dilekçeye ve ekli Ocak Tûzûğü’ne imzâlarmı atarak Tûrkocağı kurucusu sUatını kazananlar şu dört kişidir: Şâir Mehmed Emin (Yurdakul), Ahmed Ferid fTek), Ağaoğlu Ahmed, Dr.Fuad Sabit. Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul 1939’da bana, Türkçülü­ ğün doğuş mâbedi olan (TÜRKOCAĞj)’nı şöyle anlatmışlardı^^^^; “Tûrkocağı, Türk Gençliği'nin ve bilhassa memleketimizde ya­ pılan hürriyet mücâdelesinin ilham kaynağı olmuş Askerî Tıbbi­ ye Mektebi çatısı altmda bulvnan inkıiâpçı Türk gençlerinin kurmak istedikleri ve K ar^aahm ed Mezarhklan’nda verdikleri bir kararla kuvveden fi’le çıkardıkları bir m illî ideal mâöeofıdir. Ben bu mabedin kuruluşunu şöyle tasavvur ediyorum: Yüzyılların yığdığı felâketlere Balkan Mu/ıarebesi’nin felâketi de katılmıştı. Türkün ıstırabı haykırıyordu; bu haykıran sese ko­ şanlar oldu. Bunlar bu sesin üstüne bir çatı kurdular. Burası Türk­ ün ıztırabının mâbedi ve bu ıztırab bizim dinimiz olsun dediler. Buraya şâirler geldiler: Türkün ıztırabına ağladılar. Âkiller gel­ diler: Türkün ıztırabını söylediler. Hatibler geldiler: Türkün ıztırabım haykırdılar. Yolcular geldiler: Türkün ıztırabını getirdiler. Bu çatının altına toplanan Türk gençlerinin boyunları bükük, gözleri yaşh, ruhları heyecanlı olduğu hâlde, hepsinde Türk’ün ıztırabi vardı. Fakat ıztırabı duymak ve onun için ağlamak kâfi değildi. İn­ sanlar gibi milletlerin de gerçekçi oldukları kadar idealist olmalö.rı lâzımdı. Onu bu ıztıraptan kurtarmak ve Türk’e değeri biçilmiş olan bir hür ve mesud hayâtı fethettirmek gerekiyordu. Bunun için ise diriltici, yaratıcı, yükseltici ve inkılâpçı bir kudrete ihtiyaç vardı: M illî ve medenî bir râh. (35) Dr. Tevetoğlu Fethî: (Millî Şâirimiz Mehmed Emin Yurdalfui); Kopuz (İstan­ bul) 15 Eylül 1939, Sayı:6, ss.209-210; (Millî Şâirimiz’e Âid Hâtıralarım}, Kopuz (Samsun), Şubat 1944, Sayy.lO, s.240.

32


Türk, m illî rûhla benliğini bulacak ve benliği teşkil eden dil ve edebiyâtiyle, târih ve kültürüyle silâhlanıp kuvvetlenerek, ken­ dini başka milletlerin arasında hiçbir zaman erittirmeyecekdi. Me­ denî rûhla da kendini yeni dönyânm bütün fen ve sanat, ilim ve hikmet silâhlariyle donatarak tâlih ve saadetini fethettirecekti. Bu m illî ve medenî rûhun yol göstericileri yine bu aziz çatmm altmda toplanan şâirler, âkiller, hatipler ve yolculardı. Burası Türk gençliğinin kurdumu o Tûrkocağı idi ki, buradan yükselen sesler, yeni dinlerin çıktığı mucizeli devirlerde olduğu gibi sihir ve büyüJü bir ruh ve ahenkle bütün çatılarda dolaşıyor ve bütün rûhları dolduruyordu.” Kurucuların başında gelen Mehmed Emin Yurdakul, Türkocağı’nm ilk başkanı sayılmıştır. Daha sonra yapılan seçimde ilk Yönetim Kurulu şöyle oluşmuştur: Başkan: Ahmed Ferid (Tek); II. Başkan: Akçuraoğlu Yusuf; Umumî Kâtip: Mehmed Ali Tevfik; Muhasip: Dr. Fuad Sâbit. Balkan Harbinden sonra seçilen Yönetim Kurulunda ise şu kimseler vardır: Başkan: Hamdullah Subhî (Tanrıöver); II.Başkan: Akçuraoğlu Yusuf; Umumî Kâtip: Hâlis Turgud, daha sonra Hü­ seyin Râgıb {Baydur), Dr .Âkil Muhtar (Özden), Dr.Hüseyin ErtuğruL 1918 yılında ilk olarak kurulan “Hars ve İlim Hey’eti” (Külttür ve İlim Kurulu)’nda bulunanlar ise şunlardır: Halide Edip (Ad'Pvar), Hamdullah Subhî (Tanrıöver), Millî Şâir Mehmed Emin (Yur­ dakul), Ağaoğlu Ahmed, Ziyâ Gökalp, Köprülüzâde Mehmed Fuad, Dr.Hüseyinzâde Ali (Turan). Kurulduğu günden bu yana İstanbul’da, Anadolu ve Rumeli’­ de ve dış Türkler arasında son derece başarılı çalışmalara sahne olan Tûrkocağı, doğrudan doğruya tek derece seçimle ve aşağı­ dan yukarıya bir sistemle iş başına geçen üyelerin oluşturdukla­ rı kurullarca yönetilmiştir. Mütareke dönemine kadar yurdun dört bir bucağında 28 Tûrkocağı şubesi açılmıştır; yurd dışında şubesi ^olmamıştır. İstanbul Merkez Ocağı’mn üye sayısı 2743’e ulaşmış­ 33


tır. Tûrkocağı’nın 1 numaralı üyesi Mehmed Emin (Yurdakul), 766 numaralı üyesi Hamdullah Subhî (Tanrıöver)’dir. Kuruluş yıl­ larında yurd dışında vazifeli bulunduğu için sıra sayısı oldukça geri kalan Müftûoğlu Ahmed Hikmet ise Türkocağı’nın 649’uncu üyesidir. Türkocağı, biri 18 Mayıs 1913 (5 Mayıs 1329) Pazar ve diğeri 4 Temmuz 1918 (21 Haziran 1334) Perfembe günü olmak üzere iki Genel Kongre yapmıştır. İzmir ve İstanbul’un düşmanlar tarafından işgalinde faaliyet­ lerini sürdüren ve İstanbul’da düzenlenen protesto mitinglerinin hepsinde çok önemli rol oynayan Türkocağı, Ingilizlerin başlıca baldırı hedefi olmuş; 1920 yılında iki kez basılmış, üç kez yer de­ ğiştirmiştir. Başkan Hamdullah Subhî Bey tarafından Anadolu’daki Millî Mücâdele’nin başbuğu Mustafa Kemâl Paşa’ya: “İşgal kuvvetle­ rinin miHî kuruluşlar aleyhine yönelttikleri bu saldın karşısında Ocaklıların nasıl bir hareket tarzı izlemeleri gerektiği” sorulmuş­ tur. Anadolu’dan gelen karşıhkta: “Sefâret nezdinde protesto ve gerektiğinde mitingler düzenlenmesi” öğüdü verilmiştir. Ocaklı aydınların Anadolu’ya geçerek Millî Mücâdele’ye katılmaları;silâh ve cephane kaçırılması; İstanbul’da protesto miting­ lerinin sürdürülmesi île Millî Kongre ve Millî Türk Fırkası’nın kuruluş ve çalışmalarında Mehmed Emin (Yurdakul), Akçuraoğlu Yusuf, Hamdullah Subhî (Tanrıöver), Ahmed Ferid (Tek), Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Dr.Rıza Nur, Ağaoğlu Ahmed, Dr .Âkil Muhtar (Özden), Hüseyin Râgıb (Baydur) beylerle Münevver Sâime (Asker), Müfide Ferid (Tek), Hâlide Edib (Adıvar) ve Nakiye (Elgün) hanınjlat,gibi Türkocaklı’ların büyük hizmetleri olmuş­ tur. Daha sonra_bİzzat bu Ocaklılar da gizlice Ankara’ya geçe­ rek Millî Mücâdeledeki şerefli yerlerini almışlardır. Türkocağı’nın İstanbul Merkezi, İşgal Kuvvetleri’nin henüz İs­ tanbul’dan uzaklaşmadıkları bir sırada yeniden bir törenie açıl­ mış ve faâliyete geçmiştir. Ocağın bu açılış töreninde de hazır 34


bulunup bir konuşma yapan “Ocağın 1 Numaralı Resmî Kurucusu” Millî Şâir Mehmed Emin Bey şunları söylemiştir<^®^: “Ey Genç! Bak senin Oca^in, bugün de seni çağırıyor... Onun m illî rijhu sanlı bugün de başka bir mücâdele yolu gösteriyor. Yakılmış, yıkılmış, harap, fakir vatanımızm hasretini çekiyoruz. Burada gençler başbaşa vermiştir. Siyâsîsmırlanyla, dağlarıyla, dereleriyle değil, feyzi ile, umrâm ile, kalemi ile, san’atı ile yeni bir vatan çizip ortaya çıkaracağız. Biz Ocağımızm mihrâbı önünde bunun için toplandık, bunun için and içtik. Ocağm içinde gözle­ rin göremediği, fakat rûhlarm sezdiği bir fikir mihrâbı vardır.” Ocaklı’ların Millî Mücâdele’deki hizmetlerini de daha ileride bizzat Atatürk şöyle ifâde edecektir<^^> “Türkiye Cumhuriyeti’n in inkılâbı, bu Ocaklara istinad etmek­ tedir. Askerimizin cephelerde, mahrumiyet içinde savaşarak za­ fere ulaşmalarını bu mefkûre^kuvvetine borçluyuz. Bu bakımdan Ocakların feyizli hizmetlerini şükranla yâdetmek lâzımdır. ”

Millî Mücâdele kadrosunda yer almak üzere Ankara’ya gelmiş Ocaklıların, burada gösterdikleri faaliyetlerin en önemlilerinden biri, ilim adamlarından yararlana­ rak, henüz üniversiteye sâhip olmayan başkentte bir {Serbest Üniversite) oluşturmak teşebbüs­ leridir.

Türkocağı’nın Oluşturduğu: (Serbest Üniversite) (İlim ve San’at Hey’eti) (Tfirk Târihini Tedkik Encümeni)

Büyük çoğunluğu tanınmış, ünlü Ocaklılar olan Ankara’daki ilim, fikir ve san’at otoriteleri, Türkocağı’nda serbest dersler aç­ maya karar vermişlerdir. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, Türkocağı’nın Ankara’da bir (Serbest Üniversite) niteliğindeki bu olumlu (36) Feridun Kandemir: Türkocaklan, Resimli Târih Meauuas}, Ekim 1955, Cild:6, Sayı:70, SS.4104-4108. (37) Feridun Kandemir: a.g.m.

35


tır. Türkocağı’nın 1 numaralı üyesi Mehmed Emin (Yurdakul), 766 numaralı üyesi Hamdullah Subhî (Tannöver)’dir. Kuruluş yıl­ larında yurd dışında vazifeli bulunduğu için sıra sayısı oldukça geri kalan Müftüoğlu Ahmed Hikmet ise Türkocağı’nın 649’uncu üyesidir. Türkocağı, biri 18 Mayıs 1913 (5 Mayıs 1329) Pazar ve diğeri 4 Temmuz 1918 (21 Haziran 1334) Perşembe günü olmak üzere iki Genel Kongre yapmıştır. İzmir ve İstanbul’un düşmanlar tarafından işgalinde faâliyetlerini sürdüren ve İstanbul’da düzenlenen protesto mitinglerinin hepsinde çok önemli rol oynayan Türkocağı, İngilizlerin başlıca ^Sildin hedefi olmuş; 1920 yılında iki kez basılmış, üç kez yer de­ ğiştirmiştir. Başkan Hamdullah Subhî Bey tarafından Anadolu’daki Millî Mücâdele’nin başbuğu Mustafa Kemâl Paşa’ya: “İşgal kuvvetle­ rinin m illî kuruluşlar aleyhine yönelttikleri bu saldın karşısında Ocaklıların nasıl bir hareket tarzı izlemeleri gerektiği” sorulmuş­ tur. Anadolu’dan gelen karşılıkta: “Sefaret nezdinüe protesto ve gerektiğinde mitingler düzenlenmesi” öğüdü verilmiştir. Ocaklı aydınların Anadolu’ya geçerek Millî Mücâdele’ye katılmaları;silâh ve cephâne kaçırılması; İstanbul’da protesto miting­ lerinin sürdürülmesi île MiliT Kongre ve Milli Türk Fırkası’nın kuruluş ve çalışmalarında Mehmed Emin (Yurdakul), Akçuraoğlu Yusuf, Hamdullah Subhî (Tannöver), Ahmed Ferid (Tek), Müf­ tüoğlu Ahmed Hikmet, Dr.Rıza Nur, Ağaoğlu Ahmed, Dr.Âkil Muhtar (Özden), Hüseyin Râgıb (Baydur) beylerle Münevver Sâime (Asker), Müfide Ferid (Tek), Hâlide Edib (Adıvar) ve Nakiye (Elgün) hanınjJdf.gibi Türkocaklı’ların büyük hizmetleri olmuş­ tur. Daha sonra^tlizzat bu Ocaklılar da gizlice Ankara’ya geçerjpk Millî Mücâdeledeki şerefli yerlerini almışlardır. Türkocağı’nın İstanbul Merkezi, İşgal Kuvvetleri’nin henüz İs­ tanbul’dan uzaklaşmadıkları bir sırada yeniden bir törenie açıl­ mış ve faâliyete geçmiştir. Ocağın bu açılış töreninde de hazır 34


bulunup bir konuşma yapan “Ocağın 1 Numaralı Resmî Kurucusu” Millî Şâir Mehmed Emin Bey şunları söylemiştir<^®: “Ey Genç! Bak senin Ocağın, bugün de seni çağırıyor... Onun m illî rûhu sanâ bugün de başica bir mücâdele yolu gösteriyor. Yakılmış, yıkılmış, harap, fakir vatanımızm hasretini çekiyoruz. Burada gençier öaşba§a vermiştir. Siyâsî smırlanyla, dağlarıyla, dereleriyle değil, feyzi ile, umrânı ile, kalemi ile, san ’atı ile yeni bir vatan çizip ortaya çıkaracağız. Biz Ocağımızm mihrâbı önünde bunun için toplandık, bunun için and içtik. Ocağm içinde gözle­ rin göremediği, fakat rûhlann sezdiği bir fikir mihrâbı vardır.” Ocakiriarm Millî Mücâdele’deki hizmetlerini de daha ileride bizzat Atatürk şöyle ifâde edecektir "Türkiye Cumhuriyeti'nin inkılâbı, bu Ocaklara istinad etmek­ tedir. Askerimizin cephelerde, mahrumiyet içinde savaşarak za­ fere ulaşmalarını bu mefkûrerkuvvetine borçluyuz. Bu bakımdan Ocakların feyizli hizmetlerini şükranla yâdetmek lâzım dır."

Millî Mücâdele kadrosunda yer alTûrkocağı’nın Oluşturduğu: mak üzere Ankara’ya gelmiş (Serbest Üniversite) Ocaklılarm, burada gösterdikleri (ilim ve San’at Hey’eti) faâliyetlerîn en önemlilerinden bi(TûrkTârihini Tedkik Encümeni) ri, ilim adamlarından yararlana­ rak, henüz üniversiteye sâhip olmayan başkentte bir (Serbest Üniversite) oluşturmak teşebbüs­ leridir. Büyük çoğunluğu tanınmış, ünlü Ocaklılar olan Ankara’daki ilim, fikir ve san’at otoriteleri, Türkocağı’nda serbest dersler aç­ maya karar vermişlerdir. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, Türkocagı’mn Ankara’da bir (Serbest Üniversite) niteliğindeki bu olumlu (36) Feridun Kandemir: Tûrkocaklan, Resimli Târih Mecmuası, Ekim 1955, CHd:6, Sayı:70, SS.4104-4108.

(37) Feridun Kandemir: a.g.m.

35


atılımını duyururken, verilecek derslerle, ders vereceklerin lis­ tesini de şöylece belirtiyordu^^®': Abdurrahman Şeref Bey Ziyâ Gökalp Bey Hamdullah Subhî Bey Ağaoğlu Ahmed Bey Sâmih Rif’at Bey Mustafa Rahmi Bey Mustafa Şeref Bey Yusuf Kemâl Bey Mahmud Es’ad Bey Niyâzi Ramazan Bey Rûşen Eşref Bey Akçuraoğlu Yusuf Bey Yahyâ Kemâl Bey Seyyid Bey Cemâl Hüsnü Bey

— Osmanlı Târihi — Sosyoloji ve Terbiye — Türk Güzel-San’atları — Mukayeseli (Karşılaştırma­ lı) Medeniyet Târihi — Türk Tasavvufu Târihi — Ruhbilim — îdâre Hukuku — Millî İktisad — Temel Hukuk — Memleket İlmi — Fransız Edebiyâtı Târihi — Siyâsî Avrupa Târihi — Türk Edebiyâtı Târihi — Fıkıh (Şeriat İlmi) — Pratik Bankacılık

Hamdullah Subhî Tanrıöver başta, Ocaklıların Ankara’daki en büyük başarılan, Türk mimarisine de bir güzel örnek sayılan üs­ lûp ve incelikte bir Türkocagı Merkezi binasını, başkentin en seç­ kin bir tepesine inşâ ettirebilmiş olmalarıdır. 1930 İlkbaharında yapımı tamamlanan ve büyük törenlerle açılan bu Türkocakları Merkezi, çeşitli ihtisas kuruluşları meydana_getirerek çalışmala­ rını ilim, kültür ve san’at açısından daha yararlı hâle sokmak is­ tiyordu. Kurulan (İlim ve San’at Hey’eti) Başkanlığına; Mehmed Emin (Yurdakul) ve Genelsekreterliğine: Reşid Saffet (Atabinen) seçil­ mişlerdi. Hey’etin üyeleri ise şunlardı: Akçuraoğlu Yusuf, Ağa­ oğlu Ahmed, Balhasanoğlu Necib Âsim (Yazıksız), Veled Çelebi (İzbudak), Sadri Maksudî (Arsal), Yâkub Kadri (Karaosmanoğlu), Fâlih Rıfkı (Atay), Rûşen Eşref (Ünaydın) ve Sâmih Rif’at. (38) Hâkimiyet-i MiWye. 5 ekim 1923 (1339) Cuma (23 Sefer 1342), Dördüncü Yıl, Nu.933. s.3.

36


Türkocaklan İlim ve Sanat Hey’eti, 11 îkinciteşrin (Kasım) 1930 Salı günkü toplantısında §u karan almış ve ilân etmişti:

“Türkocağı 'nın kurulduğu günden beri dâim â çok ehemmi­ yetle ta’kib ettiği idealler malûmdur. Bu idealler: Milliyetçilik, Halkçılık ve Batılılaşmadır. Lâik Cumhuriyet'in esasları da bun1ardandır.Lâik Cumhuriyetçilik, Türkocağı’nm Öz mefkûresidir.Bu mukaddes esasları korumak, yaymak ve hayatta gitgide daha faz­ la gerçekleşmesine çalışmak için bütün Ocaklılarm bu Türkçü­ lük ideali uğrunda şuurla ve hassasiyetle çahşmalan birinci va­ zifeleridir. Türk Milliyetçiliği’nin vazifeleri eksilmemiştir, artmış­ tır. Türk Gençliği’ni m illî mefküre bayrağı altmda sımsıkı toplanmaya çağırıyoruz. ” Ne yazıkdır ki, bu bildiri ve başarılı faaliyetleri ve hiçbir ku­ ruluşun, hattâ bakanlığın sahip olmadığı şâhâne Genel Merkez binası ile büsbütün göze batmaya başlayan Türkocağı’nın bu yük­ seliş ve parlayışı, geleceğini tehlikeye sokan sebeplerden olacaktı. Bundan başka, bir de (Türk Târihini Tedkik Encümeni) kurul­ muştu ki, faâliyeti bir yıl kadar süren bu kuruluş, daha sonra (Türk Târihi Tedkik Cemiyeti)’ne ve günümüze kadar gelen (Türk Tâ­ rih Kurumu)'na dönüşecektir. Mensupları arasında: Tevfik Bıyıkhoğlü, Dr.Reşid Galib, Akçuraoğlu Yusuf, Zâkir Kadirî (Ugan), Mükrimin Halü (Yınanç), İs­ mail Hakkı (Uzunçarşıh), Halil Edhem (Eldem), Sadri Maksûdî (Arsal), Vâsıf (Çınar), Hâmid Zübeyr (Koşay), Râgıp Hulüsi (Öz­ den), Yusuf Ziyâ (Özer) ve Sâmih Rıf’at Beyler bulunuyordu. 17 Mayıs 1931 Pazar günü Cumhuriyet Halk Fırkası Kongresi’nde delegelerden: Reşid Galip (Çine), Hakkı Târik (Gördes), Dr.Fuad (Kırklareli), Necib Ali (Denizli) ve Mükerrem (Senirkent) beylerin imzâsını taşıyan rapor üzerine Türkocağı’nın kapatıla­ rak Halk Fykası'na devri karan alınınca da Atatürk şunları sÖyleyecekdir<^^’: (39Mîatürk'ün Söyiev ve Demeçieri, C.3, ss.88-89.

37


“Teessüs târihinden beri İlm î sâhada halkçılık ve milliyetçilik akidelerini neşir ve tim im e sadakatla ve imanla çahşan ve bu yolda memnuniyeti mûcip hizmetleri sebketmiş olan Tûrkocakları’mn, aynı esasları siyâsî ve tatbikî sâhada tahakkuk ettiren Fırkâmla bütün mânâsı ile yekvücûd olarak çahşmalarmı uygun gördüm. Bu kararım ise, m illî müessese hakkında duyduğum i ’timad ve emniyetin ifâdesidir. Aynı cinsden olan kuvvetler, müş­ terek gaye yolunda birleşmelidir.” Türkocağı’nın Türk toplumu içinde gördüğü şerefli hizmeti, en güzel bir şekilde belirten bir değerli Ocaklı’nın, ünlü Türk ya­ zarı Abdülhak Şinasi Hisar’m, 1954 yılmda Türk Y urdu’nda altı sayı çıkan (Türkocağı Hâtıraları)'ndan aldığımız şu satırlarıy­ la bu bölümü tamamlamak istiyoruz<^°*: “Türkocağı bir fırka tarafdarlığı gütmüyordu. Aksine, çeşith siyâsî fikir sahiplerini de biraraya getirebiliyordu. Ocak, o za­ manlarda, sonraki nice mânâsız kavgalarımızın, sathî iddiaları­ mızın, iddiah dâvâlarımızın meçhul kaldığı, kuvvetli bir birlik ruhunun bizi bütün bunlardan esirgediği, temiz bir beraberlik ha> vasinin estiği aziz ve mukaddes bir yerdi. Gönüllerin aşkını Türkocağı’nda tutuşturmuş ve beslemiş genç Ocaklılar da kaç harb meydanında bu imanın yarattığı mucize­ leri göstermişlerdir. TÜRKOCAĞI’NIN HÂTIRASI, ORDUMUZUN DESTANIYLA BİRLEŞİR. İstanbul’u kurtaran Çanakkale Harbi, sonra vatanı kurtaran istiklâl Harbi, mânevîkuvvetlerimizin bi­ rer zaferi olmuştur. Milletimiz bu mucizeleri unutamaz. Bu harblerde, m addî noksanlarımız kendilerini gösterdiği kadar, mânevî kuvvetlerimiz de varlıklarını ispat etmiştir.” (40) Abdülhak Şinasi Hisar: Bir Vatanseverlik Mâbedi Olan Ocak, Türk Yurdu, Ağustos 1954, Y ıl:l, Sayı:I(234), ss.89-92.

38


4 Kânûnuevvel 1 1914) Perşembe akşamı, Türk Şâiri Mehmed Emin Bey onuruna dûzenlenen Edebiyat Gecesi’nde, Türkocağı çatısı altında toplanan ünfü şâir, yazar, hatip, ilim ve fi­ kir adamı Türkçüler,MillîŞâir için duydukları deria sevgi ve say­ gıyı, yaptıkları konuşmaları ve bir özel deftere bizzat yazdıkları yazılarıyla belirtmişlerdir. O müstesna gecenin bir hâtırası ola­ rak törene katılmışların elyazılarıyla değerlendirilmiş bu defter, MiUî Şâir’e armağan edilmiştir^^^' Millî Şâir Onuruna TÜRKOCAĞI’nın Dûzenlediği Edebiyat Gecesi

Üzerine:. “1330 Yıh 4 Kânûnuevvel akşamı Tûrklerin ilk bü­ yük M illî Şâiri Mehmed Emin Bey şerefine Tûrkocağı tarafmdan düzenlenen Edebiyat Gecesi'nde Türkçülerin yüce şâirleri için duydukları ulu, engin sevgileri, saygıları devşiren ve şâire su­ nan defter” yazılı yaldızlı defterdeki yazılardan birkaçı şunlardır“Emin Bey, Türklük için, ilk defa çarpan bir şâir kalbidir. Bugünki gençliğin gönlünde darabân eden (çarpan) hisler^ bu bü­ yük kalbin in ’ikâsâtıdır (yansıyan sesidir). ”

Ziyâ Gökalf/*^^ (41) M illî Şâir'in Beşiktaş'da Serencebey Yokufu’ndaki 32 Numarali abşab kona­ ğı yanmadan, bu defterden aynen istinsah edilen (çekilen, kopya edilen) yazılar­ dan bazıları ilk kez 1939/1944’de tarafımızdan (Kopuz, 15 Eylûl 1939 sayı:6, S.209; Şubat 1944, Sayı:10, ss.239-240) yayınlanmışdır. (42) Kısa bir sûre önce Ziyâ Gökalp, Mehmed Emin Yurdakul’a armağan ettiği (KIZILELMA) adlı kitabına da §u manzum ithaf yazısmj yazmışdı:

Altay’a çıkarak Tann'ya eren, Oğuz Han ağzından yasayı deren, Erfilin sazını alıp getiren, Kavmine hem kitab, hem-rûbab veren, Ey Turan Yalvacı! Size bir bağban. Bu KIZILELMA’y ı eder armağan! -24 Nisan 1330Ziyâ Gökalp (Bk.Kopuz (İstanbul), 15 Eylül 1939, Sayı:6, s.209)

39


“Emin Bey, Yeni Turan’ın en büyük şâiri olmak şerefini hâiz­ dir. ” Hüseyinzâde Ali Turanı Mehmed Emin Bey, bütün Türklüğe ilk dil veren büyük Türk’düh" Akçuraoğlu Yusuf Emin Bey, Türk cereyânmm en İnsanî ve en canlı sîmâlann^ dan biridir. Kendisinin muâsın olduğuma pek müftehirim.” Hâlide Edip (Adı var) Aynı edebiyat gecesinde, Millî Şâir hakkında birer konuşma yapan Ağaoğlu Ahmed, Hamdullah Suöhi, Köprülüzâde Fuad ve Akçuraoğlu Yusuf Beylerden sonuncusu, konferansının kendi elyazısıyla yazılmış bir metnini Mehmed Emin Bey’e vermiştir. Fu­ ad Köprülü’nün konuşması ise tümüyle Turan gazetesinin erte­ si günkü sayısında çıkmıştır*'*^*. Akçuraoğlu’nun konuşmasından ve Köprülü’nün konuşmasın­ dan bâzı kısımları buraya aktarıyoruz: “...Milletlerin rûhu dildir. Dilin hizmet edenleri edib ve şâir­ lerdir. Eskiden Türklerin hepsi, hiç olmazsa birçoğu tarafından okunan bâzı Türk şâir ve edibîeri vardı: Süleyman Dede, Yazıazâde ve bir dereceye kadar A li Şîr ile Fuzulî o nevi’ şâirlerden­ dir. Lâkin bu doğru yolda devam olunmamış, benim gibi şâir ve edip olmayanların hiç anlayamayacağı, onun için yanlış telâkki edecekleri bir hiss-i zevk-ü ahenk şâirleri m ahallî olmağa şev­ ketmiş ve bu cihetle umum Türkler tarafından okunup anlan-

(43) Tman, 5 Kânunuevvel 1330 (18 Aralık 1914) Cuma. (Ayrıca Bk. Orhan F.Köprülü: Köprülû’den Seçmeler, MHlîEğitim Bakanlığı Kültür Yayınlan, İstanbul 1972, ss.7-ll).

40


mayan, duyulup sevilmeyen Mâverâünnehir, Osmanlı, daha sonraları Kazan şâir ve edipleri yetişmiştir. Bu lisan kâhinleri, Türkleri coğrafî ayırımik yetinmemişler, ay­ nı k ıt’ada yaşayan Türkler arasına İçtimaî tefrikalar da salmış­ lardır. Meselâ Erzurumlu NefTyi, Erzurum yaylasında yaşayan , Tûrklerden kim anlar? Nedim’in, gübre üstünde yetişen lâleye benzer bu şâirin Fars ve Rum î çapkınlıklarının lezzetini, köhne Konstantiniye’nin incelmiş bir sefîl ve sefîh yüksek tabakasında^ başka kim duyar? Yanılmıyorsam, Nedîm âilesinden gelen Ce^ nab’ın çıplak-hayâsız heyecan verici tablolarına... çökük yanakh OsmanlIca konuşan lövanten gençlerden başka kim hayret ve takdir ile bakar? Bu şâirler sosyal ve ruhî tabakalarının bitme­ siyle ölmeğe, unutulmağa mahkûmdurlar. Eserler, bâzı eski ki­ tap meraklılarının dolablarında, âsâr-ı atîka bibloları gibi, belki .^saklanırlar. Fakat milletin hâfızasmda kalmazlar, milletin rûhunda yaşayamazlar... Efendiler, eski bütün Türk'ün şi’rîgeleneğini Türk Dünyâsı’nda yeniden dirilten ve günümüz düşünce ve davranışına uygun bir surette muayyen bir ideal gözeterek Türklerin birliğini, bir­ leşmesini amaç edinerek canlandıran, bugün kendisini kutlamak için buraya toplandığımız Mehmed Emin Bey’dir. Bütün Türklükte eskiden okunan şâirler, m illî, Türkçü, bütün Türkçü değildirler.Onların bütün Türk âlemine yayılması, bilhassa dinî hayat ile dille­ rinin bir oluşundan meydana gelmiştir. Mehmed Emin Bey İse millîdir, Türkçüdür, bütün Türkçüdür. Eserleri, Türk Dünyâsı’na bir Türk milliyeti fikri ve hissiyle dağılıyor. Bu görüş ve açı­ dan Mehmed Emin Bey, yeni bir yolun ilk yolcusudur...” Fuad Köprûlü’nün yaptığı konuşma ise, daha sonra (MEHMED EMİN BEY) başlığı ile yayımlanmıştır: “Mehmed Emin Bey’in şahsiyetini m uhtelif nokta-i nazardan tedkik kabildir: Büyük bir insan, büyük bir şâir ve kanaatimce hepsinden daha yüksek olarak büyük bir millet hâdim i sıfatıyla 41


ona ayrılacak şeref mevkii pek yüksektir. Bunların hepsini ayrı ayrı ufak bir musahabenin şûmûl dâiresine sığdırmak mümkün olamayacağı cihetle um ûm î bir nazarla iktifa etmek mecburiye­ tindeyiz. Herkes Mehmed Emin Bey için “Türklerin MiUî Şâiri” iftihar unvanım kullanıyor; ağızlarda belki mânâsı tamamiyle ihâta edilerek dolaşan bu telâkkinin genişlik ve kıymetini anlatmak lâzimdır. Edebiyâtımızın iik devrelerinden son safhalarına gelin­ ceye kadar, Türklüğün muhtelif medeniyet merkezlerinde, Ana­ dolu’da, Azerbaycan’da, Mâverâünnehr’de yetişen Türk şâirleri, Yesevı’ler, Fuzu^fler, Nevâî’ler, bunların hepsi muayyen bir za­ manın ve mahdud bir lehçenin şâiri oldukları hâlde, Mehmed Emin Bey siyâsî hududların ve lehçe farklarının fevkinde,^ bü­ yük Türk milletinin şâiridir. Onun eserleri bugün pür-şiir Mar­ mara kıyılarından İdil boylarına, hududsuz Sibirya bozkırlarına, Moğolistan içerilerine kadar yetmiş bily on Türk tarafından oku­ nuyor, anlaşılıyor ve seviliyor. Acaba Emin Bey'i seleflerinden ayıran ve onun s<esini o kadar uzaklara yetiştiren sihirli kuvvet nedir? ...Kemâl’in, Hâmid’in te’siriyle edebiyâtımız garp nüfuzu altın­ da yeni ve medenî bir hâl aldıktan sonra, Muallim Nâci ve arka­ daşlarının yapmak istedikleri edebî irticâ iflâs ile neticelendi! Ve onu takip eden Fikret-Hâlid Ziyâ nesli, edebiyâtın terakkisine çok hizmet etmekle beraber, millete muhtaç olduğu m illîrûhu vere­ medi. İşte bu sırada vukua gelen Tesalya Muharebesi, eski ıdâ~ renin öldürmek istediği m illî cengâverlik hislerini damarlarda yeniden kaynatınca, milletin o zamana kadar gelenlerden baş­ ka bir şâire muhtaç olduğu tezâhür etti ve işte Emin Bey’in ‘Türkçe Ş/ırier'”j tam bu esnâda, en münasip bir dakikada mey­ dana çıktı. Muvaffakiyet kat’i ve mutlaktı. Yalnız halk değil, eski edebiyâtm büyük üstadları bile o ruhî ânın te’siri altında Emin Bey’i alkışlamaktan geri durmadılar. Bir gün evvel meçhul olan bu nâm, bir gün sonra mühim ve husûsî bir mevki kazanmıştı: Ana­ 42


dolu hayâtım, cengâverlik hislerini terennüm eden o eserler hal­ kın rûhunda yer tutmuştu. Her yeniliğe karşı önce gösterilen hücumlardan Emin Bey de âzâde kalmadı ve itirazcılarına karşı faaliyetini çoğaltmakla mukabele etti. Hece vezniyle her şekil­ de ve her m evzu’da muvaffakiyetle şiir yazılabileceğini göster­ di. Diğer şâirler gibi kendi aşklarını, hislerini değil milletinin aşkını, milletinin felâketlerini wrennûm eden Mehmed Emin Bey için Anadolu’nun yaraları, idârenin istibdadmın mezalimi birer feryad mevzuu oldu. '"A nadolu", *'0 k8uz]er*\ **Kur*a Nefe­ ri**, **Vatan Tehlikede" gibi yüksek ve müessir parçalar işte bu devrin yadigârıdır. Türk Edebiyâtı ’nın o zamana kadar vücû­ da getirdiği eserlere hiç benzemeyen bu m illî mahsuller, Avru[id âlimlerinin, müsteşriklerin derhâl hayret ve takdirini celbetti; ve bahtiyar şâirin eserleri muhtelif Avrupa dillerine tercüme edildi. Hürriyetin ilânından sonra M illî Şâir, mesâisini zayıflattı. Baş­ ka şâirler milletin hâline kayıtsız susarlarken, O, halkın elemle­ riyle müteessir, saâdetleriyle m esrur yaşadı. Balkan Muharebesi'nden evvel memlekette coşan nifak ve ihtiras dal­ gaları karşısında bedbaht milletimizi bekleyen felâketi haykırdı; Rum eli’nin elîm kaybından sonra bütün kalblere çöken meş’um bedbinlik bulutlarını ümid güneşleriyle dağıtmak istedi. Şâir, tıpkı bir resûl gibi, istikbâli hissediyordu. Çünkü bütün o felâketlere rağmen İşkodra, Yanya ve Edirne’de dökülen Türk kanı, milleti­ nin rûhunda Türklük hislerini kat’i surette artırmış ve Türk m il­ liyetperverliği kat’i galebeyi kazanmıştı. Taraftarlarım her gün çoğaltan bu yeni mefkure, Emin Bey’i ümid ve hararetle çalıştı­ rıyor, **Irktmın T ürküsü", ''Ey Türk U yan!"gibi bedialar ya­ ratıyordu: Türk târihinden, Türk efsânelerinden muvaffakiyetli İktibaslarda bulunan WıîlîŞâir, şefkat kucağına yalnız Rumeli ve Anadolu’yu değil, ecnebî zincirleri altındaki bütün esir kardeş­ leri çağırdı ve büyük Türklüğü, “Turan”ı terennüm etti ve edi­ yor. Evvelce de söylediğim gibi büyük serdarlar, fâtihler, kaltanatlarını baykuşlar gibi harâbeler üstünde kurarlar. Halbu­ 43


ki Emin Bey gibi büyük millet bâdimlerinin saltanat tahtı kalblerde, milletin ruhunda kurulmuştur. O, târihin vahşî kahramanlan gibi yıkmadı; Türkistan'day Kazan'da, Kırım’da. Kafkas’da eski millî birliğinden habersiz, m illî vicdandan mahrum yaşayan unsurları topladı ve ondan büyük bir Türk milleti, muh­ teşem bir Turan çıkardı. Mazide olduğu gibi istikbâlde de muaz­ zam medeniyetler yaratacak büyük Türk milleti, bu MillîŞâir'ini ebediyete kadar unutmayacaktır... Emin Bey şiirinde kendisinin Amerika kâşifi gibi yeni bir dünyâ, bir Türk Dünyâsı keşfettiğini söylüyor. Doğru değil! O, mevcudbir âlemi keşfetmedi, yıkılmış bir âlemi yeniden yaptı, yarattı... Büyük şâirin muvaffakiyetleri karşısında kuduran muârızları, O ’nun sesini bir kavala benzetti­ ler. Emin Bey için ne beliğ bir müdafaa!.. Karanlık felâket vâdilerinde çobansız dolaşan zavalh Türk milletini, elinde kavalıyla Tûr-ı Sina'dan inen bu büyük şâir topladı, birleştirdi. Ve ona ka­ ranlıklar içinde yolunu gösterdi. Târihte bunu ancak en büyük resûUer yapabilmişlerdir.” 1914 yılında Türkocağı’nın düzenlediği bu tören, burada söy­ lenen sözler ve bir deftere yazılan yazılar, Mehmed Emin’in o çağın gençliğinde yarattığı uyarıcı-millî silkinişi sergilemek açı­ sından ayrı bir değer ve ma’nâ taşımaktadır.

Bu yıllarda, Millî Şâir’in genç ruhlarda alevlendirdiği Türklük ve Türkçülük aşkını en örnek bir tablo hâlinde gözlerimiz önü­ ne seren eser, Türk kısa hikâyeciliğinin büyük dehâsı Ömer Seyfeddin (1884-4 Mart 1920)’in (Mehmed Emin) başlıklı şu şi­ iridir^'”*:

Mehmed Eıtıin Bütün Tûran karanlıkta şuursuz bir taş gibi Uyuyordu... Lisân yoktu, san'at yoktu, zevk yoktu: Olan herşey Türk değildi, Türk ruhuna bir oktu.. (44) Türk Yurdu, C.VI, N u .ll 24 Temmuz 1330 (6 Ağustos 1914).

44


Bilmiyordu kimse nedir bu uykunun sebebi! Arab, Acem afyoncusu Tilrkili’nde pek çokdu; Türklük yoktu! Târih denen hâilenin içinde Sönüyordu bir milletin onbin yühk varlığı, İniyordu §ân üstüne kan renginde bir perde. Kalmamışdı hiçbir Türk’ün milletine yarlığı.. i

O vakit sen, ilkönce sen bu uykudan uyandm, Feryadlarm en duymayan kulaklarda çmladı. Kıyâmetler kopsa artık unutulmaz hiç adm, Türk târihi altun harfle başa yazdı bu adı... Tijrk güneşi batıyorken, Nurlar saçdm kaleminden. İlkönce sen Türkçe yazdm, Gafletlere mezar kazdm. Kıymet verdin Türk Dili’ne, Can getirdin Türkili’ne. Sen dirilttin bu milleti, Sen olmasan bitmiş idi.... Şimdi artık çocuklann arkandan Geliyorlar izlerini güderek. Bu mukaddes izler bütün şeref, şân. Bir mefkure cenneti'ne gidecek....

45


Genç şâirler orda senin heykelinin altında Ruhun için neşîdeîer okurken Yüzlerce yıl sonra, sen Güleceksin semâlarda milletinin yâdında... Göreceksin kaleminle yaratılmış bir cihân Göreceksin en muazzam eserini o zaman.. Türk Yurdu Mecmuası’nın 6 Ağustos 1914 târihli 11.sayısında yer alan bu şiirle ilgili olarak Fevziye Abdullah Tansel, şuıjları yazmaktadırt"*®': “...Ömer 5ey/eddın’;n Î914'den başlayarak yazdığı şiirlerin hepsinin mevzuu -yukarıda keydettiğimiz aşk mevzuunda bir­ kaç şiiri ve kendi hayâtını canlandırdığı Doğduğum Yer dışmdamiUî ve İçtimaîdir. Millî Türk destanlannm, Türk tarihinin ve es­ ki Türkler’in hayâtmm da ilham kaynağı teşkil ettiği bu şiirlerin­ de artık Türklük aşkının uyandığı, Türklük kanının canlandığı ve miskinlikten kurtulma lüzûmu, Türklükle öğünme, bir mef­ kureye sâhip olmanın kazandıracağı kuvvet v.b. fikirleri işler; bazılarının mevzûu ise, meselâ N iyâzî, Mebmed Em in adh şiir­ lerinde görüldüğü gibi, m illî kahraman ve şâirlerimizdir.

Mehmed Emin, Türkçe’y i canlandırdığı, m illî bir mefkureyi yaydığı ve izinde yüründüğü için unutulmayacak bir şâirimizdir. ” Bu günlerde, Mehmed Emin Yurdakul'la ilgili bir önemli olay da,. kendisinin baş çektiği bir edebî hey’etin Çanakkale siperlerindeki er ve subaylarımızı ziyâret etmesidir. İstanbul Edebi Hey eti Çanakkale de

(45) Fevziye Abdullah Tansel: Ömer Seyfeddin 'in Şiirleri. Necati Lugal Atmağa' nı'ndan ayrı basm, Ankara 1969, s.602.

46


Çanakkale Savaşları yapılırken, Mehmed Emin Yurdakul ve Ağaoğlu Ahmed Beylerin ba§-çektikleri*^®^ (İstanbul Hey’et-i Edebiyesi) adı verilen şâir, yazar, düşünür, ressam, müzisyen ve fotoğrafçı gibi sanatçılardan oluşan 20-25 kişilik bir aydınlar grubu, er ve subaylarımızı siperlerinde ziyaret etmişlerdir. Kahramaniarımızın zâten çok yüksek olan manevî güçlerine güç ka­ tan görüşmeler ve moral takviye konuşmaları yapmışlardır^'*’*. Bu ziyâretten sonra kaleme alınmış şiirlerini ancak on yıl sonra, 1926’da Anafartalar Kahramânı’na ithaf ettiği (Çanakkal’a İz­ leri) adlı kitabında yayınlayan İbrahim Alâaddin Gövsa, bu İs­ tanbul Edebî Hey’eti ve yaptıkları ziyaret hakkında şu bilgileri vermektedir^**^’:

“Cihan Harbi’ne katılmamızın sebepleri ve sonuçları ne olur­ sa oJsun, ÇanakkaJ'a kavgasının şiir ve azametini tesbit ve onu gelecek nesillere nakletmek, millî bir borçtur, 1915 yıh Haziran’möa bir gün, İstanbul’da ihtiyar, gençyirmiotuz şiir ve sanat müntesibi, (Karargâh-ı Umûmî İstihbârât Şû’besi Müdüriyeti)’nden birer tezkere aldılar. Bu zekrede Başko­ mutan Vekâleti, edebiyat ve güzel sanatlar mensublanna Çanakkal’a Savaş Alanı'nı ziyâret etmelerini ve edinecekleri iz­ lenimleri halka, târihe ve gelecek nesillere tasvir ve tebliğ ey­ lemelerini teklif ediyordu. ...Vücuda getirilecek eserlerde şahıslara veya makamlara âid övgüler değil, askerin yüksek cevherine ve miUtuu üstün yete­ neklerine dâir gerçeğe uygun tasvirler istenmişti.

(46)Es'ad Bülkat: Çanakkal’a Anılan, İstanbul 1975, s.98 (Mehmed Emin Bey ve arkadaşlarının Arıburnu K&rargâhı'nda çekilmiş grup lotoğraflan). (47)Harb Mecmuası, Kânunusâni 13^1 (Rebiulevvel 1334), Yıl:l Sayı:3, s.42. (48)İbrâhim Alâaddin (Gövsa): Çamtkkal'a İzleri, İstanbul 1926.

47


I I Temmuz 1915 Pazar günü, sol kollannda çift y^şil defne daUndan işaretli hâki, keten elbiseleriyle Sirkeci Gan’nda topla­ nan edebî kafile, saat sekizde hareket etti. (İstanbul Edebî Hey’eti), §u zevattan oluşmaktaydı; Mehmed Emin (Yurdakul); Ağaoğlu Ahmed; Hamdullah Sub-

hî (Tanrıöver); Ömer Seyfeddin; Enis Behiç (Koryürek); Orhan Seyfi (Orhon); Celâl Sâhir (Erozan); Ali Cânib (Yöntem); İbrahim Alâaddin (Gövsa); Hıfzı Tevfik (Gönensay); Hakkı Sühâ (Gezgin); Musikişinas Rauf (Yektâ); Ressam Çallı İbrahim; Ressam Nazmi Ziya; Yusuf Râzi (Bel); Salâhaddin; Muhiddin; Kurmay Binbaşı Edib (sonraki yıllarda İstanbul Milletvekili); Yüzbaşı Hulûsi;Doktor Fikri; T FoFoğraFcı;'1'Sinema Operatörü. Bu hey’ete dâhil bulunan MüfidRâtib de Uzunköprü’ye kadar gelmiş; fakat hastalandığı için geri dönmek zorunda kalmıştı. Gidiş ve geliş günleri hâriç olmak üzere on gün süren bu ziya­ rette; Uzunköprü, Keşan, Bolayır ve Gelibolu’dan -buralarda düş­ man mermilerine hedef olan Büyük Vatan Şâiri Nâmık Kemâl ile Süleyman Paşa’nın makbereleri ziyâret edilmiş- geçilerek V.Ordu Karargâhı’na gelinmiş; oradan Anburunu, Seddülbahir harp sahaları gezilmiştir. 15 Temmuz 1915 Perşembe günü Liman Paşa ziyaretinden sonra saat üçte karargâhdan hareketle birbuçuk saat sonra (Ke­ mâl Tepe) mevkiinden geçilmiş; on dakika yürünerek (Kemâl Yeri) mevkiine gelinmişdir. (Kemâl Yeri), 19.Fırka Komutanı Mustafa Kemâl Bey’in Arıburnu’ndaki başarılarına, kahraman­ lıklarına karşılık ona nisbetle adlandırılan yerdi. Daha sonra Çanakkal’a’ya geçilerek oralardaki savunma te­ sisleri de görülmüştür. İstanbul Edebî Heyeti’nin bir kısmı Ça-

48


nakkara’dan 22 Temmuz 1915 Perşembe akşamı (Basra Torpidosu)’na‘’‘^ binmiş ve deniz yoluyla 23 Temmuz 1915 Cu­ ma sabahı İstanbul’a dönmüşlerdir. Diğer bir kısmı da Gelibolu’­ ya geçerek yine kara yolundan İstanbul’a gelmişlerdir. 13 gün Çanakkal’a’da kalarak en ileri siperlere kadar giden ve komutanlardan nöbetçi erlerine kadar savunmanın bütün ka­ demesiyle konuşan (İstanbul Edebî Hey’eti) üyeleri, düzenlenen şeref defterine şu hükmü yazmışlardı: — Düşman Çanakkal’a’yı aşamıyacaktır! Bir değerli fikir adamımızın bu ziyaret ve hey’et hakkında söyl^ i ğ i şudur: "Eli kalem tutan edibîer, kelimeleri kafiyeleştirebi-

len şâirler, gördüklerini tabiolaştıran ressamlar, duyduklarını besteleyebilen sanatkârlar, kalbleri ve kafaları, İstanbul’u korumak için Mehmedçiğin yarattığı hârikalarla dolu olarak döndûIei^^^K’’ Bilindiği gibi Millî Şâir Mehmed Emin (Yurdakul), Çanakkal’a'yı ziyaretten sonra duyduklarını; önce (Çanakkal’a Gazileri) adı­ nı verdiği ve sonra 15 Eylül 1331/28 Eylül 1915’de tamamlayarak (Ordu*nun I>estanı) adıyla (Çanakkal’a,Kahramanları’na) ar­ mağan ettiği uzun şiiriyle halka ve gençlere sunmuş; târihe ve gelecek nesillere mal etmiştir. Mehmed Emin Bey Son Ittihad ve Terakki Kongresi Başkanı

Mehmed Emin Yurdakul, Türkiye Büyük Millet Meclisi Özlük İşleri’ndeki kendi elyazısıyla yazılmış 628 numaralı sicil kütüğünde: “So­ nuncu İstanbul Kongresi’nde dağıl­

ma kararı Hân olunduğu güne kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti kaynaklarda bu ad (Sultanhisar Torpidosu) diye geçmektedir.

(49) Aydın Balak: Türk Çocuğunun Mükellefiyetleri, Yeni Düşünce, 14 Mart 1986 cuma, Yıl:5, Sayi:228, s.5.

49


ve Fırkası nın âzâsındandım. Bu cemiyet ve fırka târihe intikal ettikten sonra müstakil kaldım. Mütareke’den sonra İstanbul’da M illî Türk Fırkası’nı kuranlar arasında bulundum” de­ mektedir'^”*. Son İttihadve Terakkî Hükümeti olan Tal’at Paşa Kabinesi is­ tifa edip, yerine Müşir Ahmed İzzet Paşa 7 Muharrem 1337 (1918)’de iktidâra geldiğinde, henüz kapanma kararı almamış olan son Osmanlı Meclisi, gürültülü bir çalışma içinde bulunu­ yordu. İşte bu bunalımlı günlerde İttihad ve Terakkî Fırkası, son kongresini yapmıştır (1-5 Teşrin-i-sâni 1334-1918)<^'\ Kongre Başkanlığı’na Musul Meb’usu Türk Şâiri Mehmed Emin (Yurdakul) ve 2.Başkanlığa ise Ertuğrul Meb usu M.Şemseddin (Günaltay) seçilmişlerdir*^^'. Bu kongrede iki düşünce çarpışmıştır. Birinci görüşe göre, fttihad ve Terakkî kendi kenisini feshederek siyâset alanından tamamen çekilmelidir. İkinci görüşe göre ise, İttihad ve Terakkî feshedilmiş sayılmadan biçim değiştirerek, yıpranmamış üyele­ riyle yeni bir parti kurarak faâliyetini sürdürmelidir. Bu ikjnci görüş kabul olunmuş ve bir komisyon oluşturularak bunun bir ta­ sarı hazırlaması; yine kurulacak ikinci bir komisyonun da hesabları incelemesi karara bağlanmıştır. Fakat, Mondros Mütârekesi’nden iki gün sonra, yâni bu son İttihad ve Terakkî Kongresi’nin ikinci günü, 24 Muharrem 1337 (1918)’de Tal’at, Enver ve Cemâl Paşalarla eski Haleb ve Beyrut Valilerinin ve eski Polis Müdürlerinin bir Alman Denizaltısı ile Boğaziçi’nden yurd dışına, Karadeniz’e kaçtıkları haberi duyul(50)T.B.MM. Âzâsının Tercüme-i-hâl Kâğıdı Örneği, Nu.628. (51) Minber, 2 Teşrin-i-sânî 1334 (1918). (52)Zaman, 6 Teşrin-i-sânî 1334 (1918).

50


muş; kongrenin havası büsbütün elektiriklenmiş, alevlenmiştir. Kongrenin 5 Kasım 1918 günkü son oturumunda sert tartışma­ lardan sonra, 9 muhâlif ve 4 çekimser oya karşı 35 olumlu oyla îttihad ve Terakkî adının târihe karıştığı karara bağlanmıştır. Bu sonuçtan çok üzülen Millî Şâir Mehmed Emin, bir süre, “Hürriyetperver Avam”, “Teceddüd” ve “Radikal Avam” gibi so­ nuçsuz yeni partilerin kuruluş faâliyetlerine karışmamış ve ba­ ğımsız kalmışsa da, daha sonra M illî Türk Fırkası’nm kurucuları arasında bulunmuştur. Mehmed Emin Bey, bu Mütâreke ve sonrası döneminde, işgal yıllarında, İstanbul’daki her millî kaynaşma ve taâliyete yardım­ cı ve destek olmaya çalışmıştır. Mütareke hükümlerine uymayan İtilâf Devletleri’nin donanmaları Marmara ve Boğazı doldurmuşlar, askerleri İstanbul’u işgal etmişler­ di. Adana Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap İngilizler tarafından kontrol ediliyordu. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikle­ ri; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyordu. Yurdun her köşesinde düşman subay ve görevlileri yerli işbirlikçileriyle ortaklaşa, yıkıcı faâliyetler içinde idiler. 15 Mayıs 1919’da ise, İtilâf Devletleri’nin desteği ile Yunan Ordusu İzmir’e çıkarılmıştı. Mehmed Emin Bey İstanbul Mitingleri'nde

Büyük Savaş’da dört yı! kahramanca döğüşen Türk milleti, yoksulluk ve yorgunluk içinde bulunduğu hâlde, varlığının ko­ runması yolunda son damla kanına kadar her şeyini fedâ ede­ rek elinden geleni yapmaya hazırdı. Bu acı işgal günlerinde Türk milleti, yurdun her bucağında top­ lantı ve mitingler düzenleyerek, insan haklarını hayâsızca hiçe

51


sayan düşmanları protesto ediyorlar; yer yer silâhlı direnişe ge­ çiyorlardı. İstanbul’da yapılan bu protesto mitinglerinde büyük çaba har­ cayan vatanseverlerin en tesirlilerinden biri: Millî Şâir Mehmed Emin Bey’di. 10 Ekim 1335 (1919) Cuma günü Sultan Ahmed Câmii’ndeki toplantıda Dr.Rıza Nur, Hamdullah Subhî ve Vâsıf Beylerin konulmalarından sonra Mehmed Emin Bey, (Dua) şii­ rini okumu§tur<^^':

Ey AlJâhım midem ki sen fikrimi hür yarattm; Bana kendi adımdan daha önce şâir dedin; Benden hırsa kin, isyan, benden zulme öc istedin. Mâdem ki sen gözümü şimşek gibi panldattm: Beni attın fırtma kuşu gibi şu dünyâya; Bir ses verdin denize, yere, göke haykırmaya. Elbette ben nur, koku, renk terennüm eyiiyemem; Kanadımı açamam bir çiçekli yeşil dala, Ru’yâ gören bir göle, efsâneii bir kumsala... İzmir’in Yunanlılar tarahndan işgali üzerine 23 Mayıs 1919 (1335) Cumartesi günü alaturka saat 3’de, Sultan Ahmed Meydanı’nda târihimizin en samimî ve en büyük bir protesto mitingi yapilmıştır^^*”. Değerli araştırıcı Kemâl Arıburnu’nun belirttiğine göre 200.000 kişinin katıldığı bu miting, gözyaşları içinde son bulmuştur. Hatiblerin konuştuğu kürsüye siyah bayraklar asıl­ mıştı. Mitingte ilk söz alan hatib, Millî Şâir Mehmed Emin Bey olmuştu: (53)Kemâ! Anburnu: Millî Mücâdelede İstanbul Mitingleri, Ankara 1951, s.30. (54)Kemâl Anburnu: a.g.e.. ss.37-40.

52


“Kardeşler, Keşke asırların geceleri ve dünyâların mezarları gözlerime do­ larak bir kör olsaydım. Sokak sokak dilense idim de milletimin, kulağımı parçalayan bu felâket seslerini işitmeseydim, bu kara günleri görmeseydim. Keşke göğün yıldırımları, yerin canavar­ ları birlenerek beni kanlar içinde topraklara yuvarlasaydı da vatanımm bu musibeti huzurunda bulunmasaydım ve bu azapları çekmeseydim. Zira bugün uğradığı felâket ve musibetler o ka­ dar acı!... Evet kardeşler, biz mağbijbiyetten, vatan ve milletimizin acı­ sından sonra bugün İzmir’imizin Yunanlılar tarafından işgal edil­ diğini görüyoruz. Acaba bu zulüm ve vahşet niçin yapılıyor? İzmir’i Yunanistan ve Türk’ü Yunanh yapmak için mi? Hayır kar­ deşler, İzmir altı asırdan beri kırk ulu caminin beyaz minârelerinden ezan seslerini yedi gökde dalgalandıran bir Müslüman memleketidir. İzmir yine o kadar zamandan beri şehâmet ve ada­ letlerimize şâhid olmuş azametli dağların Oğuznâmeler, Şehnâmeler dinlediği bir Türk toprağıdır. Yıldırım Bayazid'lerin, ikinci Sultan Murad’ların altun kılınçlarının şerefli bir yâdigârı olan bu Osmanlı diyarı târih, medeni­ yet ve gelenek bakımından Türktür ve İslâmdır ve dâimâ Türk ve İslâm kalacaktır. Bu aziz toprak asırlardan beri birçok sarsın­ tılara göğüs germiş ve onun, har/s gözleriyle kendisine bakanla­ ra karşı söylediği şu olmuştur: “Düşman, geri! Benim yeşil dağlarımın, çiçekh yaylalarımın altında derin uçurumlar, karaniik mezarlar da vardır; benim evlâdlarım ölmeği bildikleri ka­ dar, öldürmeği de bilirler.” Türk’e gelince: Onun Allah’a secde için eğilen aJnı hiçbir vakit esâret önünde eğilemez; onun kıhnç ve sapandan başka bir şeyle nasırlanmayan elleri aslâ zincirlere uzanamaz. O, esir yaratmayan Tanrı kendisini hür olarak dün­ yâya getirirken bilir ve ister ki beşiğine kanat geren Osman’ın sancağı mezarına da gölge vursun. Ö hâlde böyle bir memleket ve hıilletin târihini bilmiyorum ki hangi kuvvet değiştirebilecek? Demir ve ateş! Kardeşler, ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öl­ düğünü işitmedim. Şerefli bir târih ve medeniyete, sağlam bir 53


fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyâta, dinî ye m illî gele­ neklere, ırkî ve vatanî hâtıralara sâhip olan bir milletin mahvol­ duğunu târih göstermiyor. Altun tahtları, granit kaleleri yakıp yıkan fâtihlerin kılınçları her zaman m illî rûhlarm önlerinde âciz kalmışlardır. İşte size Almanlar, Ruslar ve AvusturyalIlar tara­ fından parçalanan Lehistan! İşte size Prusya kartalmın pençesi­ ne düşen AIsas-Loren! Dünün o esir topraklan ki bugün beyaz kartalh ve üç renkli bayraklarını yine saraylarının ve tapınaklarının üzerinde dalgalandırıyorlar. Zira İslâv ve Cermen değildi. Onun o Mickiewicz’leri vardı ki Lehlilerin m illî ruh ve vicdanla­ rında bir ölmez Polonya ’y ı yaşatıyordu. Zirâ Alsas-Loren, Alman­ ya olamazdı. Onun Ren Nehri'nin suları ona “MarseiUaise’leri terennüm ediyordu. Bu “öldükten sonra dirilme” mucizesini ya­ pan eğer m illîrijh ise, Türk de onun rûh ve ateş ma’bedinden ilhâmını almıştır. O da ölümlerden kuvvet alacak, vatan ve ma­ bedini, hak ve hürriyetini, nâmusiyle, kanıyla, bugünkü çocuk­ larıyla ve yarınki torunlarıyla koruyacak ve harîsin gözleri, onun memleketinde kanlara boyanmış taş yığınlarından ve silâhları ellerinde ölmüş mevtâlardan başka bir şey göremiyecekdir!.. Kardeşler, Ben şu iki mukaddes mâbedin arasında, bizi, birbirimizi sev­ mek için yaratan Allahın bu saltanatının eşiğinde, bu hâle nef­ ret ediyorum. Yüreğim heyecanlar ve gözlerim yaşlar içinde olduğu hâlde Garba doğru dönerek haykırmak ve şunları söyle­ mek istiyorum: “Ey Avrupa, ey Amerika, bunun mes’uliyeti si­ zin olacaktır. Biz Türkler, düştüğümüz muharebeye ve uğradığımız mağlubiyete rağmen............. Sizin o mütefekkirleriniz (düşünürleriniz, fikir adamlarınız) ve şâirleriniz vardır ki bunlar Mesîhlerin şâkirdleri (Hz.İsâ’ların öğ­ rencileri) gibi bir damlacık insan kanında ve göz-yaşında tufan­ lar, kıyametler görürlerdi, en değersiz bir insanın ölümünü, bir yıldızın düşmesinden daha acıkh bulurlardı. Muharebenin, bu ölüm ekicisinîp her adımda saçtığı felâketleri ve biçtiği matem­ leri lanetlerlerdi Iztırap çeken, ağlayan, öldürülen, hor ve hakir 54


görülen, esir olan insanlığı kurtarmak ve onu hür yollardan nûra, iyiye, doğruya, eşitliğe, hakka, gerçeğe götürmek isterlerdi. İnsanlığm o aşk ve adâlet mabedini kurmak isterlerdi ki, bunun mihrâbmm önüne dünyâmn bütün sefil ve mazlumlan gelsinler, dertlerini, azablarını, feryatlarmı, gözyaşlannı döksünler ve bu­ radan ümid, teselli, kuvvet, bak ve hayat alsmlar. Biz de onlar­ dan biri idik. Muharebeden sonra sizi karşımızda görünce, insaniyet ve hürriyet adma muharebe ettiklerini işitince banşın bak ve adâlet sağlayacağına ve artık hür devrin doğacağına inan­ dık. Size uzattığımız ellerle, yükselttiğimiz feryadlarla yalnız va­ tan ve mabedimizde hür yaşamak hakkından başka bir şey istkmedik ve bunu kaderimize razı olarak bekledik. Lâkin hey­ hat, bugün Türk ve Müslüman İzmir’in Yunanlılara açılması ve birbuçuk milyon Türk ve Müslümanın hukuk ve hürriyetinin iki)^zbin Rum’a fedâ edilmesi, bizi ümidimizin harabesi karşısın­ da bıraktı. Ey Shakespeare’lerin, Prudhomme’larm, Dante'lerin milletle­ ri, hani nerde sizin o insaniyet ve adâlet rüyâlarmız?.. Siz buna karşı ne diyeceksiniz? Soruyoruz size, şu yirminci asırda Roma lıların önünde alınlarıaa zafer taçları giyecek, kanlan ve gözyaş­ larını çiğneyen Jules Cesar’ların devri midir? Değilse, Türk’ün hukuku, Türk’ün hürriyeti niçin tanınmıyor? Türk'ün vatanı ve Türk’ün mâbedi niçin çiğneniyor? Bununla beraber kardeşler, biz bütün felâket ve musibetlere, her şeye karşı memleket ve milletimizin hayat ve kurtuluşundan umudumuzu kesmiyelim. Bilelim ki gökler fırtınasız, baharlar hazansız olmadığı gibi, hiç­ bir vakit insanlar da dertsiz kalmamışlardır. Istırap insanlığın alınyazısıdır. Mağlubiyet her milletin hayâtında mukadderatın çlinden içtiği bir zehirdir. Lâkin fırtınalardan sonra parlak gü­ neşler ve hazanlardan sonra güzel çiçekler göründüğü gibi, dert­ lerden sonra da saadet günleri gelir. Eğer biz felâketten, rnağlubiyetten ders almayı bilirsek, şüphe yok ki bizim içtiğimiz zehir bir ilâç olaaüctır.

55


Kardeşler, Yunanlıları İzmir 'den çıkarmak, eski ve yeni dünyâlara hukuk ve hürriyetinizi tanıtmak istiyor musunuz? Öyle ise en önce ara­ mıza girmiş olan bölücülüğü yok edelim, kardeşliğe doğru bir daha geriye çekilmeyecek olan ellerimizi uzatalım, hepimizin alınlarmda vatan kurtarmak mefkuresi ve kalplerimizde milleti yaşatmak aşkı olduğu hâlde Halife ve Hâkanımızın tahtının et­ rafında birleşelim. Her birimiz hepimizin ve hepimiz her birimi­ zin olalım ve yalnız iki kuvvete inanalım: Cenâb-J Hakka ve kendimize!...” Mütâreke ve işgal günlerinin ağır ve boğucu havasına daha fazla dayanamıyan Millî Şâir Mehmed Emin, Türkçü arkadaşı Akçuraoğlu Yusuf’la birlikte, Karadeniz’e sefer yapan bir yabancı bandıra­ lı gemi ile İstanbul’dan gizlice Anadolu’ya kaçmışlardır. Millî Şâir Mehmed Emin MilK Mücâdele Saflannda

Millî Şâir, 29 Mart 1337 (1921) târihinde yazılmış ve Hamdul­ lah Subhî Tanrıöver’e ithaf edilmiş, son derece başarılı mensur parçalarından biri olan (Doğduğum İlâh î Beldeye) yazısında, İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’ya geçerken duyduklarını şöyle an­ latmaktadır*®^^:

"Ey İstanbul, ey Şarkın melîkesi! Ey benim ırkımın Asya 'dan getirdiği saf bir faziletle, büyük bir dehâ ile kurduğu azametli devletin aziz beldesi!” "...Ey İstanbul, bugüne kadar sen birçok çocuklarından ayrıl­ dın; birçok çocuklarının arkalarından ağladın. Bugün de benden ayrılacaksın; belki benim için de, seni çok seven bu sâdık evlâ­ dın için de ağlayacaksın!.. Zirâ artık ben de burda kalamıyacağım; senin elem ve felâketlerinin adlarına katlanamıyacağım. Zirâ senin en aziz ve en mukaddes şeylerini, beni hayâta bağla(55) Mebmpfi Emin: Mustafa Kemâl, İstanbul 1928. ss.15-21.

56


yan bütün güzellikleri, bütün büyüklükleri kaybettim." “Bırak beni; bundan sona duvarlarının altında kalamıyacağım; anamın, babamın mezarlarını,doğduğumu gören aziz çatıyı, çocukiu^umu kumsalları üzerinde geçirdiğim sedefli sahili; gençli­ ğin aşk rüyalarını tahayyül ettiğim sevgili yerleri, hepsini bırakacağım; yirmi yaşımdan beri hayâtın bal ve zehirini birlik­ te paylaştığım faziletli karımdan; gelinlik duvağını göremiyeceğim kızımdan, hicranları kalbimin içinde birer kâinat kadar boşluk bırakacak olan sevgili oğullarımdan, sevgili dostlarımdan ayrılacağım. Sana ve aziz hemşelîrilerime veda’ edeceğim. Se­ nin çatılarından topladığım elem ve mâtemlerini, mihrablarında duyduğum isyan ve beddualarını, sokaklarında gördüğüm feiâket ve fâcialarını, göğsümde taşıdığım kıyamet ve cehennemle­ rini senden uzaklara götüreceğim; sen zencirferini kırmadıkça, hürriyetini kazanmadıkça bir daha senin duvarlarının altına dön­ meyeceğim; doğduğum toprağından bir mezar yeri istemiyeceğim. Cenazemi başka topraklara gömdüreceğim; eğer lâzım gelirse dağ başlarmda etimi, kemiklerimi kurtlara kuşlara yedi­ receğim. Nereye gideceğim öyle mi? Anadolu’ya!.. Senin dünki Boğaz Nöbetçileri’nin, bugünkü hür­ riyet ve jstik/âi kahramanlarımn bulundukları yere!.. Niçin gideceğim öyle mi? Senin için, senin çocukların için; seni kurtarmak için, senin esir ve mazlum çocuklarını kurtarmak için!..” Mehmed Emin Bey, 1 Nisan 1921’de İnebolu’ya çıkmıştır. İkinci İnönü Zaferi’ne rastlayan bu mutlu günde Mustafa Kemâl Paşa, bu Türk büyüğünün Anadolu’ya geçerek Millî Mücâdele’ye ka­ tılmasından derin bir sevinç ve memnunluk duymuştur. Atatürk, İnebolu’daki Yurdakul’a çektiği büyük iltifatlarla dolu bir tel' grafla bu mutluluğunu Millî Şâir'e bildirmiştir. Mehmed Emin Bey, hayâtının en büyük mükâfâtı saydığı bu târihî telgrafı ömrünün

57


sonuna kadar dâimâ övünç ve şükranla anmı§tır(^^>.

HâkimiyeM Milliye gazetesi, 14 Nisan 1921 Perşembe günü, (Şâir Mehmed Emin ve Yusuf Akçura Beyler) başlığı altında şu haberi verij^ordu^^: _

“Muhterem Türk Şâiri Mehmed Emin ve iiiymetli mütefekkir­ lerimizden Yusuf Akçura Beyler dûn (13 Nisan 1921 Çarşamba) İnebolu’dan Ankara’ya gelmişlerdir. Samimiyetle kendilerine hoş geldiniz deriz.” Millî Mücâdele yıllarında Mehmed Emin Bey, Sâmih Rifat Bey gibi arkadaşları ile birlikte cephelerde ve cephe gerilerinde şiir­ leri ve hitâbeleriyle askerlerimizin ve halkımızın millî imanını güçlendirmek, artırmak suretiyle vatanî ve millî vazifesini yeri­ ne getirmeye devam etmiştir. (Mustafa Kemâl) adı altında top­ ladığı manzum ve mensur eserleri bu Millî Mücâdele yıllarının mahsulüdür. Millî Şâir, cepheden cepheye ve yurdun bir köşesinden diğe­ rine koşarak ordumuza ve halkımıza heyecan ve iman taşıdığı günlerde, (Aydın Kızları), (Vur!), (İlgaz Dağlan), (Metrestepe), (Siperlerde), (Dağlılar) ve (Dante’ye) gibi şiir ve yazıları­ nı kaleme almıştı. Başkomutan Mustafa Kemâl Paşa’yı, kazandığı zaferler için bir mektupla kutlayan Millî Şâir, Büyük Kurtarıcı’dan şu teşekkür cevabını almıştı:

Muhterem Beyefendi; Hassas ve müşfik bir rûhun samimî ilhâmmı ifâde eden mek­ tubunuzu aldım. Hakhmdaki teveccüh ve takdîrâta teşekkür ede­ rim. Biz mesâimizde hakkımızm ulviyetine, halkımızm azim ve (56) Dr.Fethî Tevetoğlu: Atatürk’ün Toplanmamış Yazılan, Belleten, C.l, Sayı:I97 (Ağustos 1986)’dan ayrıbasım, ss.532-533. (57) Hâkimiyet-i Milliye, 14 Nisan 1921 (6 Şa’ban 1337) (1339) Perşembe, 2.Yıl, Nu.159. S.2.

58


imanına istinad ediyoruz; bahsettiğiniz muvaffakiyâtm menbaı bu iki kuvvettir. “Siperler” makalenizi büyük bir zevk ve neş’e ile okudum.Muhitinizdeki ir§âdât-ı vatanperverânenizden muntazaman haber­ dâr oluyorum, sa’yiniz meşkûr olsun efendim. l/Şubat/338 Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemâl Türk İstiklâl Savaşı zaferle sonuçlandıktan ve Lozan Andlaşması imzalandıktan sonra Mehmed Emin, Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adına adaylığını koyarak, ikinci dö­ nem seçimlerine katılmış ve 5 Temmuz 1339 {1923)’da Şarkî Karahisar’dan Milletvekili seçilmiştir. 11 Ağustos 1339 (1923)’da T.B.M.Meclisi’ne katılan Mehmed Emin Bey’in seçim tutanağı. Meclis Genel Kurulu’nca 12 Ağustos 1339 (1923) günkü oturumda onaylanmıştır. Milli Eğitim ve Anayasa Komisyonları’na üye seçilen Millî Şâir, o günden ömrünün sonuna kadar, yasama ha­ yâtında da Türklüğe hizmeti kendisine tek görev bilmiştir.

Akbaba başta, İstanbul Basını, Mehmed Emin Yurdakul’un Meclise girmesini büyük bir memnunlukla karşılamış ve destek­ lemişti. ' Yusuf Ziyâ Ortaç, {Matbuat Âlemi) sütununda -Mehmed Emin Bey’in ağzından- yeni bir (Ey Türk Uyan) kaleme almı§tı'^®>:

Ey Türk Uyan (Birinci Grub’un İstanbul meb’us adaylanndan olan Türk Şâiri Mehmed Emin Bey’in yazdıkları aşağıdaki manzûm beyannâmeyi bütün gazelerden önce ele geçiren Akbaba, okuyucularma sun­ makla övünçlüdür.)

(58) Yusuf Ziyâ (Ortaç): Ey Türk Uyan, Akbaba, Birinci Yıl, 14 Mayıs 1339 (1923).

59


Ey mUIetim, ben bundan tamam iki yıl evvel Be§ikta§‘da yaşarken Bir ses bana dedi ki: “Ey Türk Oğlu bu yerden Fildişinden sazınla Ankara'ya uç, yüksel! Bülbülleri râm eden binbir sesli tellerin Yiğitlerin bağnna cevâhirler saçacak! Sana Van’m, Sivas’m, Adana’nm, her yerin Develeri, filleri kollarını açacak! Ben bu sesin önünde diyar diyar dolaştım, Ve nihayet bir sabah İstanbul’a ulaştım! Duymuştu ki kulağım intihabat yakmmış, İâşenin başbuğu maskeleri takmmış!.. Yoktur işin şakası Nâmizetim biliniz! Listenizde başkası Varsa mutlak siliniz! Ben dünyâya inkılâb tohumunu serpenim. Şâirlerin dülgeri, çilingiri hep benim! Haydi Ahmed Emin’im, Haydi benim Yâkub’um, Senet olsun yeminim Ben Birinci Grubum!.. Yusuf Ziya

III. Dönem seçimlerinde de (5 EylûI 1927) Şebin Karahisar’dan milletvekili seçilen Mehmed Emin Bey: “...Bu dönemde de

Millî Eğitim ve Anayasa Komisyonları üyeliklerinde ve Genel Kongre’mizde Raporları İnceleme,Komisyonu Başkanlığında üze­ rime düşen vazifeyi yaptım, yerine getirdim” demektedir. 60


3 Ekim 1927’den 25 Nisan 1931 târihine kadar sûren bu İII.Dönem’de, Mehmed Emin Bey’Ie ilgili bulunan bir mühim olay: (Ser­ best Cumhuriyet Fırkası)’dır. Yasama organmm, Mev.ıis ve Basında gerçekleşecek yapıcı, olumlu bir muhalefetle denetleme ve kontrol altmda işleyecek gerçekten demokratik bir rejime ve hükümete dönmesi, Atatürk bcişta, bütün milletçe isteniyordu. Atatürk ile en eski ve yakın arkadaşı Ali Fethî Bey arasmdaki görüşme, danışma ve anlaşma sonucu denenmek istenmiş (Serbest Cumhuriyet Fırkası) adlı mu­ halefet partisi, 12 Ağustos 1930 Sah günü İstanbul'da Ali Fethî Bey’in liderliğinde kurulmuştu. Bu parti, Türk politika târihinin Cumhuriyet dönemindeki ikinci muhalefet partisi oluyordu. Kurucuları, Halk Fırkası’ndan küskün ayrılmış gerçek muha­ lif (Terakkiperver Cumhuriyet Fırktisı) mensupları gibi olmayan; hemen hepsi Gazi Hazretleri’nin isteği ve izni ile (Cumhuriyet Halk FırkasO’ndan bu danışıklı kuruluşa transfer edilen Atatürk'ün yakın ve samimî arkadaşlarından ibâretti. C.H.P/nin en yetkili ve tecrübeli yöneticilerinden biri, konu­ yu şöyle anlatmakta ve aydınlatmaktadır^®®’:

"Serbest Cumhuriyet Fırkası’nm teşkiHf şüphesiz, parlamento hayâtımıza artık bir murakabe (denetim) unsurunun girmesinde bir zaruret belirmiş olduğu fikrinden , Atatürk, Avru­ pai bir hayat için birer birer millete kabul ettirdiği inkılâb ham­ leleri arasmda, Büyük Millet Meclisi’nin böyle bir denetim organı ile tamamlanmasmı da lüzumlu görmüş bulunuyordu. Fakat he­ men belirtmeliyim ki, bu pek ihtiyath (sakınarak), pek mütereddid (kararsız) bir adımdı ve gerekirse hemen geriye dönebilmek imkânları elde tutularak atılmış bir adımdı. Fırkayı, Atatürk’ün tensib ve teşvikiyle, rahmetli FethîOkyar kıîrmuştu ve meb’uslar arasından kendiF^J'kasına katılmasını is-

(59)Hilmi Uran: Hâüralanm, Ankara 1959, ss.212-213.

61


tediği kimselerin isimlerini bir Uste hâlinde Atatürk’e vermiş ve pek az bir farkla bu listeyi kabul ettirmişti. Bunlar arasmda Ata­ türk’ün hemşiresi Makbule Atadan ile Atatürk’ün yakm bâzı ar­ kadaşları da vardı. Bütün bunlar halka yeni Fırkaya karşı bir temâyül (meyletme, eğilme) uyandırmak için düşünülmüş ve almmış tedbirlerdi. Fakat, Fethî Okyar başta olmak üzere, Fırkaya geçen meb’uslarm hepsinin de ayrı ayrı Atatürk’e olan bağlılığı, Atatürk için bir emniyet ve hattâ gerektiğinde Fırkayı kaldıra­ bilme tedbiri mâhiyetinde (niteliğinde) idi.” Yeni partinin programı daha fazla hürriyet, daha az vergi vâdediyor; daha iyi bir şekilde (Cumhuriyet Halk Partisi) prensip­ lerini içine alıyordu. Özel sektöre daha geniş yer veren liberal bir görüşü aksettiriyordu. 4 Eylül 1930 Perşembe gününden sonra merkezini Taksim’de Kalmis Apartımanı’na taşıyarak faâliyetini burada sürdüren (Serbest Cumhuriyet Fırkası)’nın kurucuları ve ilk Yönetim Kurulu (Merkezî Ocak) üyeleri şunlardır: Lider: Genelsekreter: Yönetim Kurulu Üyeleri:

62

Ali Fethî (Okyar) M.Nuri (Conker)

Eski Paris Büyükelçisi. Kütahya Mebusu

Senih (Hızıroğlu) Nakiyeddin (Yücekök) Tahsin (Üzer) Ali Haydar (Yuluğ) Ağaoğlu Ahmed İbrahim (Tolon) Galib (Mustafaoğlu) Retik İsmail (Kakmacı) Mehmed Emin (Yurdakul) Süreyya Paşa (İlmen) Talât (Sönmez) Râsim (Ceiâleddin Öztekin) Reşid Gidib

Bursa Meb’usu Elâzığ Meb’usu Erzurum Meb’usu İstanbul Meb’usu Kars Meb’usu Kocaeli Meb’usu Niğde Meb’usu Sinop Meb’usu Şebinkarahisar Meb’usu İstanbul Meb’usu Ankara Meb'usu Bilecik Meb'usu Aydm Meb’usu (7 Eylül 1930 Pazar günkü gazete­ ler İzmir’deki kanlı olayı,


öğrenci Necati Efendi’nin vuruluşunu yazmışlar; bu­ nun üzerine istifa ettiği duyulan Dr.Reşid Galib’in istifası 10 E ylülde doğru­ lanmıştır.)

Nuri Conker başta, Atatürk’ün en eski, en yakın ve sevdiği ar­ kadaşlarının, öğretmeni Nakiyeddin Yücekök’ün bu yeni parti­ ye geçmeleri hep Atatürk’ün istek, hattâ ısrarı ile olmuştu. Atatürk, hemşiresi Makbule Hanım’ın da bu partiye üye olması­ nı emretmiş; Makbule Hanım’la birlikte arkadaşı Âdile Hanım; daha sonra Evranoszâde Rûhiye Hanım'®*^\ Nişantaşı Kız Ortao­ kulu Matematik Öğretmeni Semine Hanım, Profesör Dr.Neş’et Ömer {îrdelp)’in annesi Makbule ve dayıkızı Güzide Hanımlar gibi kadın üyeler de daha ilk günlerde bu yeni muhalefet parti­ sine girmişlerdir^®*^ Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’un (Serbest Cumhuriyet Fırkası)’na girmesini de Atatürk istemiş, öğüd vermiştir. Doçent Dr. Çetin Yetkin, incelemesinde şunları yazmaktadır'^^’:

“Serbest Cumhuriyet Fırkası’na ilk katılanlardan biri de Mebmed Emin Yurdakul’dur. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin gizli ça­ lıştığı dönemde, 1907'de bu kuruluşa giren, II.Meşrûtiyet’in Hânından sonra Trabzon İttihad ve Terakkî Cemiyet Merkez Hey’eti üyeliğinde bulunan, Türkçülük akımının önde gelen ki­ şilerinden olan ve (MillîŞâir) diye tanınan Mehmed Emin de, yi­ ne Gazi Mustafa Kemâl’in isteği üzerine Cumhuriyet Halk Fı^-kası’ndan ayrılarak Serbest Cumhuriyet Fırkası’na girmiştir.

(60)Son Posta, 22 Ağustos 1930 Cuma, Nu.27, s.2. (61) Son Posta, 25 Ağustos 1930 Pazartesi, Nu.30', s.2. (62) Doç.Dr.Çetin Yetkin: Sertest Cumhuriyet Fırkası Olayı, İstanbul 1982. ss.59-60.

'63


Metımed Emin, Gazi Mustafa Kemâl'e olan bağlılığı ile tanmmaktadır ve birçok şiirlerinde de bu bağlılığı ve ona karşı olan sevgi ve saygısını dile getirmiş bulunmaktadır. ” Fâlih Rıfkı Atay, Mehmed Emin Bey’in bu partiye girişini şöy­ le anlatmaktadır*®^^:

“...Atatürk, ftûkûmet fenkidd/erine yeni partiye katümalarmı tavsiye ediyordu. Gerçi Şâir Mehmed Emin Bey hükümetine ye­ rer, ne de överdi. İlk akşam sofrada onu da görmüştüm. Atatürk: — Beyefendi, biliyorsunuz, bir muhalefet partisi kurduk. Bu

da bir vatan vazifesidir. Arkadaşları takviye buyurmak istemez misiniz? Dedi. Emin Bey pek saf, yüreği temiz bir efendi idi. Hemen: — Emredersiniz, dedi.” Yusuf Ziyâ Ortaç da, (Mehmed Emin) başlıklı yazısında bu ko­ nu ile ilgili olarak şöyle yazmaktadır'®^^:

'\..Emri alan ak sakallı, nur yüzlü çocuk adam sevindi: O ’nun girmesiyle, muhâlefet partisi (Millî Muhalefet Partisi) olacaktı. Ama, kısa bir zamanda dağıtılmasına karar verilince, Millî Şâir kimsenin aklına gelmedi. Yalnız, çok geçmeden Atatürk'ün vefalı elini tekrar uzanmış gördük: Yine Meclis’deydi Emin Bey. Bu hakkıydı onun. Edebiyatta yeri olmasa bile edebiyat târihinde yeri vardı: (63)Fâlih Rıfkı Atay: Çankaya, İstanbul 1969, s.573. (64) Yusuf Ziyâ Ortaç: Portreler, İstanbul 1960, ss.117-118.

64


Ben bir Türküm! Diyen adamdı O... Yalnız bu kadar da değil. Mustafa Kemâl’in admı da ilk defa O'nun Çanakkale Destanı’nda duymuştuk. Anafartalar’ı anan güzel bir mısra’dır bu: Ey Mustafa Kemâl’lerin aziz yeri! Mustafa Kemâl, o zaman Atatürk değil, Gazi değil, Paşa bile değildi. Miralay Mustafa Kemâl Bey’di!” 17 Kasım 1930 Pazartesi günü kendi kendini fesheden (Ser­ best Cumhuriyet Fırkası)’nm lideri Ali Fethî Okyar, bir yazı ile durumu İçişleri Bakanlığına bildirmi§'®^>ve 9 8 günlük ömrü olan bu ikinci muhalefet partisi de târihe karışmıştır. Böylece, Atatürk’ün, aralarında ömür boyu en küçük bir dar­ gınlık ve küskünlük geçmemiş iki gençlik ve silâh arkadaşı Ali Fethî Okyar ile Nuri Conker’in başında bulundukları {Serbest Cumhuriyet Fırkası) denemesi, Mehmed Emin Yurdakul’a da pa­ halıya gelmiş; Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan ol­ muşlardı. %

15 Nisan 1932 Cuma günü yapılan seçimde Urfa Milletvekili olarak seçilen Mehmed Emin Yurdakul’un, Urfa Vâliliği’nin 15.4.932 gün ve 2006-351 sayılı yazısına göre İçişleri Bakanlığı’ndan gelen 20 Nisan 1932 târih 1422 numaralı tezkerede, 404 ikinci-seçmenden 336’smın oylarmı aldığı bildirüiyordu. Gazeteler, (Şâir Emin Bey Meb’us Oldu) başlığı altında şu haberi vermekteydiler*®^-

(65) T.C.İçişIeri Bakanitği: Türkiye’de Siyâsî Dernekler II, Ankara 1950, ss.73 ve 75. (66) Cumhuriyet, 3 Mayıs 1932 Salı, S.Yıl, Nu.2868, s.L

65


Mehmed Emin, Gazi Mustafa Kemâl'e olan bağlılığı ile tamnmaktadır ve birçok şiirlerinde de bu bağlılığı ve ona karşı olan sevgi ve saygısmı dile getirmiş bulunmaktadır.” Fâlih Rıfkı Atay, Mehmed Emin Bey’in bu partiye girişini şöy­ le anlatmaktadır*®^>:

‘‘...Atatürk, hükümet tenkidcilerine yeni partiye katılmalannı tavsiye ediyordu. Gerçi Şâir Mehmed Emin Bey hükümetine ye­ rer, ne de överdi. İlk akşam sofrada onu da görmüştüm. Atatürk: — Beyefendi, biliyorsunuz, bir mubâlefet partisi kurduk. Bu da bir vatan vazifesidir. Arkadaşları takviye buyurmak istemez misiniz? Dedi.

Emin Bey pek saf, yüreği temiz bir efendi idi. Hemen: — Emredersiniz, dedi.” Yusuf Ztyâ Ortaç da, (Mehmed Emin) başlıklı yazısında bu ko­ nu ile ilgili olarak şöyle yazmaktadır'^^:

“...Emri alan ak sakalh, nur yüzlü çocuk adam sevindi: O’nun girmesiyle, muhalefet partisi (Millî Muhâlefet Partisi) olacaktı. Ama, kısa bir zamanda dağıtılmasma karar verilince. Millî Şâir kimsenin aklına gelmedi. Yalnız, çok geçmeden Atatürk'ün vefâh elini tekrar uzanmış gördük: Yine Meclis’deydi Emin Bey. Bu hakkıydı onun. Edebi' yatta yeri olmasa bile edebiyat târihinde yeri vardı: (63)Fâlih Rıfkı Atay: Çankaya, İstanbul 1969, s.573. (64) Yusuf Ziyâ Ortaç: Portreler, İstanbul 1960, ss.117-118.

64


Ben bir Türküm! Diyen adamdı O... Yalnız bu kadar da değil. Mustafa Kemâl’in admı da ilk defa O’nun Çanakkale Destanı’nda duymuştuk. Anafartalar’ı anan güzel bir mışra'dır bu: Ey Mustafa Kemâl’lerin aziz yeri! Mustafa Kemâl, o zaman Atatürk değil, Gazi değil, Paşa bile değildi. Miralay Mustafa Kemâl Bey’di!” 17 Kasım 1930 Pazartesi günü kendi kendini fesheden (Ser­ best Cumhuriyet Fırkası)’nın lideri Ali Fethî Okyar, bir yazı ile durumu İçişleri Bakanlığı’na bildirmiş<®^^ve 98 günlük ömrü olan bu ikinci muhâlefet partisi de târihe karışmıştır. Böylece, Atatürk’ün, aralarında ömür boyu en küçük bir dar­ gınlık ve küskünlük geçmemiş iki gençlik ve silâh arkadaşı Ali Fethî Okyar ile Nuri Conker’in başında bulundukları (Serbest Cumhuriyet Fırkası) denemesi, Mehmed Emin Yurdakul’a da pa­ halıya gelmiş; Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan ol­ muşlardı. 15 Nisan 1932 Cuma günü yapılan seçimde Urfa Milletvekili olarak seçilen Mehmed Emin Yurdakul’un, Urfa Vâliliği’nin 15.4.932 gün ve 2006-351 sayıh yazısına göre İçişleri Bakanlığı’ndan gelen 20 Nisan 1932 târih 1422 numaralı tezkerede, 404 ikinci-seçmenden 336’sının oylarını aldığı bildiriliyordu. Gazeteler, (Şâir Emin Bey Meb’us Oldu) başlığı "altında şu haberi vermekteydiler^®®’*

(65) T.C.lçişleri Bakanlığı: Türkiye’de Siyâsî Dernekler II, Ankara 1950, ss.73 ve 75. (66) Cumhuriyet, 3 Mayıs 1932 Sah, 8 .Y1I, Nu.2868, s.l.

65


“Meclis bugün saat ikide Re'fet Bey’in başkanlığında toplan­ dı. Evvelâ yeniden meb'usluğa seçilen Şâir Mehmed Emin Bey tahlif edildi (andiçirildi).” 25 Nisan 19*31-9 Şubat 1935 târihleri arasını kapsayan IV.Dönem’i, bir yıl noksanjyla 2 Mayıs 1932’den 9 Şubat 1935’e kadar Urfa Milletvekili sıfatıyla tamamlayan Yurdakul, V.Dönem Ge­ nel Seçimleri’nde de yeniden Urfa Milletvekili olmuştur. 27 Mart 1939’dan 1 Mart 1943 târihini kapsayan VI.Dönem’de de Urfa Milletvekili bulunan Mehmed Emin Yurdakul, 1943 Genelseçiminde doğum yeri İstanbul’dan seçilerek ömrünü ve yasama ha­ yâtını bu beldenin temsilcisi olarak tamamlayacaktır. Türkiye’deki millî değerlere saldı(Putlan Yıkıyoruz!) Kampanyası rıp Türkçü gençlerin inançlarmı Ve sarsarak, onlara kendi kızıl dogMeftmed Emin Yurdakul malarını aşılamak isteyen yerli ko­ münistler, 1929 Haziranında, (Put­ ları Yıkıyoruz!) sloganlı bir kampanya açmışlardı^’’. Sabiha Zekeriya-ÎVl.Zekeriya (Sertel) çiftinin çıkardıkları Re­ sim li Ay dergisinde Nâzım Hikmet ve Sadri Etem (Ertem)’in yö­ nettikleri bu yıkıcı kampanya, özellikle üniversite gençliği arasında nefretle karşüanmış ve tepki yaratmıştı. Derginin Ha­ ziran sayısında Abdülhak Hâmid (Tarhan)’in, Temmuz sayısın­ da da Mehmed Emin (Yurdakul)’in resimleri kırmızı bir (İPTAL) yazısı ile damgalanmış, karalanmış bulunuyordu. Yurdakul için şunu da yazıyorlardı: “Yıkmak istediğimiz, ikinci put Şâir Mehmed Emin Bey’in kendisine boşu boşuna verilen (Mil­ lî Şairlik, Türk Şâirliği) sıfatıdır^^^> ” (*)Bu kampanya hakkındaki ayrıntılı bilgi, (Hamdullah Subhî Tannöver) kitabı­ mızda verildiği içir}, burada kısaca M.E.Yurdakul ile ilgili bölümüne değinildi. (67) Resimli Ay, Temmuz 1929, ss.20-21 ve 38.

66


Bu yazı, Mehmed Emin Yurdakul’u küçültmek, karalamak için bir takım ağır, alaylı sözlerle devam ediyor; ayrıca birinci saldı­ rıya da değinilerek, Abdulhak Hâmid’i, Yunus Nâdi ve Florinalı Nâzım’dan başka hiç kimsenin savunmadığını belirtiyordu. Bu kışkırtıcı yazı ve davranışlar, o zamana kadar alışılmamış böylesine bir saldırı, gençliğin sabrım iyice taşırmıştı.

İkdam Gazetesi'nin 7 Temmuz 1929 Pazar günkü sayısının birinci sahifesi bütünüyle bu konuya ayrılmıştı. Hamdullah SubhîTanrıöver’in bir resmi ile ilk sahifede başlayan (Putlar Nasıl Kırılır?) yazısı, çok sert bir dille ve saldırganların kimliklerini de ortaya koyarak, Nâzım Hikmet ve yoldaşlarına lâyık olduk­ ları dersi veriyordu<^®>. 8 Temmuz 1929 günü gençlerin Türkocağı’nda düzenledikle­ ri protesto toplantısına, Millî Şâir Mehmed Emin, Türkocakları Merkez Kurulu Başkanı Hamdullah Subhî, Yâkub Kadri, Rûşen Eşref ve Fâzıl Ahmed Beyler de katılmışlardı. İlkönce konuşan Mehmed Emin Bey, gençlere, şeref ve hay­ siyet düşmanlarına karşı gösterdikleri asâlet ve fazilet örneği dav­ ranışları için teşekkür etmiş ve: “Aramızda faziletsiz, şuursuz kimselere yer yoktur!” demiştir. Daha sonra gençler ve Hamdullah Subhî Bey, haksız ve maksadh saldırıları yeren ateşli konuşmalar yapmışlardır.

(6 S) Hamdullah Subhî (Tanrıöver): Putlar Nasıl Kırıhr?, İkdam, 7 Temmuz 1929 Pazar, Nu.ll565, ss.l ve 3. Ayrıca Bk. Dr. Fethî Tevetoğlu: Hamdullah Subhî Tanrıöver, Hayâtı ve Eser­ leri. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 658, Türk Büyükleri Dizisi:8 , Ankara 1986, ss.180-195.

67


Ertesi günkü gazeteler, (Edebiyat mı, Bolşeviklik mi?), (Türk Gençliği Vatan M ihrâbına Sâdıkdırî) gibi başlıklarla gençle­ rin Türkocağı’ndaki bu heyecanlı toplantısından ayrıntılı iıaber1er veriyor, resimler yayınlıyorlardı^®^’. Ayrıca bütün gazetelerde, Üniversite Gençliği'nin bu toplan­ tısında aldıkları kararlar, şu bildiri ile kamuoyuna açıklanıyordu:

GENÇLİĞİN KARARI Son zamanlarda mahdud bir kısım matbuatta görünüşte edebi­ yat tartışması şeklinde ve (Putları Kırıyoruz!) adı altında yapılan ve gerçekte edebiyat maskesi arkasmda sakladıkları komünizm ruhunu asîi Türk gençliğine aşılamağa uğraşan ve bu hareketi Türk gençliğine mâl etmek küstahhğmdan çekinmeyen neşriyâtı protesto için biz, Dârülfünûn Gençliği (Üniversite Gençliği) Türkocağı’ndâ toplandık: Umûmî efkâra (kamuoyuna) şunu açıklamak isteriz ki, bu gibi neşriyâtın asıl Türk Gençliği ile kat’iyyen alâ­ kası yoktur. Şahsî çıkarları ve hırsları için ecnebf fikirlerini utanmadan yazan bu vatansızlar bilsinler ki, nazarımızda yalnız birer iğrenç şahsiyettirler. Bütün milletin saygı duyduğu ve muhterem tanıdığı sîmâlara karşı çok çirkin bir şekilde yapılan neşriyat karşısında da duyduğumuz üzüntüleri burada açıkça belirtmeyi bir borç bildik. Büyük Şâir Abdülhak Hâmid, saçlarını m illî heyecan ile ağar­ tan temiz ve asîl Mehmed Emin, nihayet memleketin, sanatkâr kaleminden vatanîyazılar aldığı ve gelecek için de alacağı genç ve milliyetçi nâsirimiz Yâkub Kadri....

(69) Cumhuriyet, 9 Temmuz 1929Sah, Yıl:6, Nu.1855, ss.l ve 3. İkdam, Nu-11567, s.L

68


Bunlar bizim hissimiz ve kalbimizdir. Onlara uzatılan her sal­ dırgan kalemi ve eli kırmak bizim borcumuzdur. Vatansız Efendiler! Sevgililerimize saldırma cesaretini bir ke­ re daha göstermeyiniz. Gerekirse daha te’sirli sûrette görürsü’ nüzki, Türk Vatanı’nm sevdiği adamlar, vatansızların saldırılanna uğrayacak kadar yalnız değildirler... Türk Gençleri’nin millî değerlere böylesine asîl ve kadirbilir bir jestle sahip ve arka çıkışları, milliyet düşmanlarını sindirmiş, matbaalarının başlarına geçirileceği günlere kadar ses ve soluk­ larının kesilmesini sağlamıştır. Millî Mücâdele son bulduktan, zafer kazanıldıktan sonra murâdma ermiş mutlu Millî Şâir, uzun yıllar süren parlamenterlik hayâtını da her zaman olduğu gibi, göste­ rişsiz bir yaşayış içinde, sevgili eşi Müzeyyen Hanım’la birlikte Ankara’da geçiriyordu. İstanbul’da bulunan evlâd ve torunları­ na duyduğu hasret sonsuzdu. O’nun şefkat dolu kalbinin, evlâd ve torun hasretiyle nasıl yandığını belirten iki değerli mektubu­ nu, rahmetli büyük oğlu Halim Yurdakal (1895-1954), 4 Ekim 1951 târihli mektublarıyla birlikte bana göndermişlerdi. Millî Şâir’in 1940 Nisanı sonunda bana yazdıkları bir kısa mektuplarıy­ la, büyük gelinine ve büyük oğlunayazılmışbu iki târihî mektup ilk kez tarafımızdan yayımlanmıştır^^®). Yurdakul’un Üç Mektubu

Bu değerli belgelerden ikisi. Millî Şâir Mehmed Emin Yurda­ kul’un vatanına ve milletine olduğu kadar yuvasına, yavruları­ na da ne asîl duygularla bağh örnek bir baba ve dede bulunduğunu açıklamaktadır. (70) Dr.Fethf Tevetoğlu: Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul'un Üç Mektubu, Türk K ûltûrû, Kasım 1986, YıI:XXV, Sayr.283, ss.700-703.

69


Kendi el yazısıyla yazılmış bu üç mektuptan birincisi, (Türki­ ye Büyük Millet Meclisi Â’zâsma Mahsus) antetli bir kâğıda, bü­ yük gelini İffet Yurdakul Hanımefendi’ye yazılmıştır. Ankara’dan yollanmış, 13 Kânûnuevvel (Aralık) 1927 târihini taşıyan bu mek­ tup, aynen şöyledir:

Benim şefkat ve faziletli yavrum îffetciğim, Güze] kalbinin melek hislerini gül kokuları gibi yayan sevimli mektubun bana seni bir baba şefkatiyle koklaya koklaya öper­ ken aldığım güzel bir râyihayı teneffüs ettirdi. Bir zindan hayâtını süren bir zavallıya bir baharın hıyâbânı (iki yanı ağaçlı yolu) içinde bulunmak suretiyle değişmiş bir hayâtın zevkini verdiği gibi, bana da aynı saadeti tattırdı. Benim küçük bir sitemim, bu mektubunu almazdan evvel de­ rin bir hasret ve iştiyak (özleme) acısı ile yazdığım sözlerim seni ağlatmış, buna çok üzüldüm. İffetciğim, ben öbür yavrularım gi­ bi senin de gözlerinde bir damla yaş görmek istemem. Allahdan dileğim odur k/, Halimciğimle, Doğancığımla birlikte annelerinin ve kardeşlerinin arasında ve benim şefkat ve muhabbetle dolu olan bağrımın üzerinde dâima şâd ve mes’ud günleri ve yılları gülerek ve oynayarak meserretle (sevinçle, şenlikle) geçiresiniz. Gençdim, ihtiyar oldum. Hayâtımda bundan başka bir emel bes­ lemedim ve hiçbir emel beslemiyorum. Bana Doğan’ın bir altun top gibi elden ele gezdiğini yazıyor­ sun. Fakat İffetciğim, ben burada hangi altun topu kucaklaya­ yım? Benim her zaman boş olan kollarımı burada kimlere ve kime uzatayım? Ah yavrum, her akşam herkes yuvasına ve sev­ gililerinin arasına gittiği vakit ben de ıssız olan ve sizin hiçbirimi­ zin çehresi görülmeyen ve sesi sadâsı işitilmeyen ve odacığıma giderken ben de Ankara ’nın bir tepesi üzerinden bu boş kolları­ mı İstanbul'a ve size doğru uzatıyorum. Akşamlan sobanızın sı­ cak alevleri karşısında hep bir arada otururken eğer duvarda bir gölge görecek olursanız bilin ki o benim size kavuşmak için İs­ tanbul’a gelen ve sizi arayan hayâlimin gölgesidir ve eğer pen­ cerenizin camına yuvasız kalmış bir kuşun kanadı çarparsa ve 70


bu ses sizin gözlerinizi pencereye doğru çekerse yine bilin ki, bu benim sizsiz burada yaşayamayan ve aranıza atılmak isteyen rûhumdur. Bak İffetciğim, saat şimdi altı. Ankara’nm viran bisarlarmın bir yıkık ta§ınw üstündeyim. İşte size yine kollarımı uzatıyorum, yine sizi buradan kucaklamak istiyorum yavrum. Mütehassir (özleyen) Babacığın Mehmed Emin Aziz Kızım Nüzhetciğim Kıymetli mektubunuza müteşekkirim; cevâbını yazacağım. Gözlerinizi öperim ve sevgili Hemşireme hürmetlerimi arzederim. {T.B.M.M. Husûsî) başlıklı kâğıda, yine Ankara’dan 2 Mayıs 1941’de yazılmış ikinci mektub ise, Mehmed Emin Bey’in büyük oğlu rahmetli Halim Yurdakul’a gönderilmiştir. Üçüncü mektup, zarfı üzerinde; (Bay FethîTevet, Askerî Hastahâne’de Askerî Tıbbiyeli-Samsun); arka yüzünde; (Gönderen; Mehmed Emin Yurdakul, Urfa Saylavı, Ankara-Necâti Bey Ma­ hallesi Aydın Sokak-İnci Apartımanı 3) ya?ıiı, (l-Mart-1940)’da Samsun’a ulaştığı posta damgasından anlaşılan, sömestri tatilin­ de babamın yanında bulunduğum sırada bana yazılmış şu kısa mektuptur:

Aziz oğlum Fethî Bey Mektubunu buraya gelirken aidim. Buraya geldim rahatsızlan­ dım. Şimdi rahatsızım. Onun için mektubu çok kısa yazıyorum. Aziz Babacığının hürmetle alnını ve senin sevgi ile gözlerini öpe­ rim. Adresimi aşağı yazıyorum. Buraya geldiğin zaman inşallah rahatsızlığım geçmiş olur. Seni de afiyette bulurum yavrum. Mehmed Emin Yurdakul

71


Kendisini ilk tanımak iûtfuna eriştiğim günden bu yana bir ba­ ba ve oğul gibi, bu şefkat taşan insanın güven ve sevgisini ka­ zanmıştım. Bir takım hâtıra ve mektuplarını istinsah etmeme izin verdikleri gibi, (ANKARA) adlı şiir kitabının bastırılması sorum­ luluğunu da bana bırakmışlardı. Nitekim Millî Şâir’in bu son kita­ bını,bütün dikkat ve titizliğimle elimden gelen her çabayı harcayarak, benim şiir kitaplarımı da basan, Şemsi Bey’in sahip bulunduğu (Arkadaş Matbaası)’nda bastırmıştım. Dağıtımını ise, dostum İkbal Kitabevi sahibi Hüseyin Bey’e yaptırmıştım. Mehmed Emin Yurdakul’un bana yazılmış ondan fazla mek­ tubu, maalesef, 1944 olayları sırasında evimde ve muâyenehânemde yapılan arama sırasında alınıp da geri verilmemiş evrak ve mektuplarım arasında gitmişti. Millî Şâir’in 70.Doğum yıh, bâzı Mehmed Emin Yurdakul’un Halkevlerinde, okullarda ve genç70. Doğum Yıh lik kuruluşlarmda düzenlenen tö­ renler; bâzı dergi ve gazetelerde hakkında yazılan yazılar, yapılan röportajlar ve yayımlanan hâ­ tıra ve belgelerle kutlanmıştır. Yurdakul’un dileği, yüreklere Türklük için bir ateş, alınlara Türklük için bir alev koyarak Türkçülük cereyanını körüklemek­ ti. Yurdakul, kanıyla övündüğü, admı taşımakla gurur duyduğu Türk’ün millî, vatanî ve medenî kudretiyle en büyük rû’yânın kahramanlarından olmasına didiniyordu. İstediği olmuştu. Bugün Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul:

“Fânilerin mes’uduyum ki, mukadderat bana bugünü göster­ di. Yaşadığım müddetçe daha çoklarını gösterecek. Ben öldük­ ten sonra da benim çok aziz ve sevgili milletim, onun asîl çocukları arasmda benim çocuklarım da daha büyüklerini görecekler” diyordu<^‘\ (71) (Milli Şâir Mehmed Emin’le 70.Yıldönümûnde Mûlâkat), Soa Posta, 5 Tem­ muz 1939 Çarşamba.

72


Kendisiyle şahsen tanışmak mutluluğuna eriştiğim bu güzel fır­ satta ben de, çıkarmakta olduğum (KOPUZ) adlı aylık Türkçü derginin 5. ve 6. sayılarmı Millî Şâirimize ayırmıştım. Derginin 15 Ağustos 1939 tarihli S.sayısının kapağında Mehmed Emin Yur­ dakul’un şu beyiti yer almıştı:

Milletleri öldürmeyen faziletler yine bizde; Sözde sebat, işdeazim, sabır bizim kavmimizde. Dergi içinde, Millî Şâir’in kuşe kâğıt üzerine basılmış, bize ar­ mağan ettiği bir büyük güzel fotoğraflarını da veriyorduk. Millî Şâir’imizin hayat ve eserleriyle,vasıllarından aynen kop­ ya ettiğimiz hâtıra ve belgelerini iki makale hâlinde sunuyorduk<^2'. Bu yazılarımızdan birincisinde, Yurdakul’un hayâtını özetledikten sonra sanatı, eserleri ve hâtıralarıyla ilgili olarak şunları yazmıştık;

“...MillîŞâirimize göre san’at için san’at, bahis konusu değildir. O, dâima ve yalnız Türklük için san'at’ı düşünmüş; Türk Edebi­ yatı 'nda bu çığırı açmış ve bu yolda yijrümöştür. "Ben Bir Türküm!” diye başlayan Cenge Doğru ve AnadoIu*dan B ir Ses, Irkım ın Türküsü, Ey Türk Uyan! manzume­ leri hep Türk’ün kalbinde yatan arslanı uyandırmak isteyen şâirin gür sesidir. O bu sesi milletin şanlı târihinden almıştır: Ey Ey Ey Ey

atalar, ey yurd için uğraşanlar, binlere tek başına yürüyenler, devlerin leşlerini sürüyenler, merama kan içinde ulaşanlar!

Fırat, Seyhan, Çoruh, Meriç..Bu ırmaklar Bize sizin ömrünüzü nakleyledi; O binlerce hâtırah saf ocaklar Huyunuzu, törenizi hep söyledi. (72) Fethi Tevet: Millî Şâirimiz Mehmed Emin Yurdakul I ve II, Kopuz (IstanbulSamsun), 15 Ağustos ve 15 Eylûl 1939, YıLl, Sayr.5 ve 6 , ss. 172-178 ve 209-215. 73


Bugün bizim ruhumuzda siz varsmız; Bir kmdaki kılıç gibi göğsümüzde, Bir kaibdeki iman gibi özümüzde O ateşli detıâmzla yaşarsmız. Biz, sizlerin yaktığmız hamiyeti Bir mihrâbm nuru gibi söndürmedik; Kalbimize saçtığmız fazileti, Sadefdeki inci gibi esirgedik. ...Bize sizin yattığmız kanlı toprak Yedi kat gök, Tanrı şâhid olsunlar ki: Düşmanlann bizden almak istediği Topraklara yad ayaklar basmayacak. Biz hepimiz siperlere giriyorken Bu yerleri birer mezar bileceğiz; Hayâtmı, hukukunu biz gençlerden Dâva eden vatan için öleceğiz. (O rdunun Destanı’ndan, ss.21’22) Mehn)€d Emin, Türk dünyâsmda, Türk ufkunda büyük bir kuv­ vet olarak belirdi. O bu kuvveti, damarlarmdaki katıksız Türk kanından almıştır. Ümmet ve Osmanlılık devrinin hüküm sür­ düğü 1899 yılında çıkan ve edebiyâtımızda bir mesele olan (Türk­ çe Şiirler) kitabı, büyük bir gerçeğin ispatı idi: Mehmed Emin ’in milleti, Müslüman veyâ Osmanh gibi belirsiz, karışık adlarla anılamazdı. Onun gerçek adı (TÜRK)’tür. (Türkçe Şiirler) gösteriyordu ki, Türk milletinin duygu, dü­ şünce, hâtıra, istek, sevinç ve acılarını duyurmaya yetecek bir zengin, köklü Türk Dili, bir âhenkli Türk Vezni ve bir sihirli Türk Şiiri vardır. Bugün (YURDAKUL) soyadını almış olan Mehmed Emin, en üstün milletin Türk olduğunu ve bizim yalnız ve yalnız Türkü sevmemiz gerektiğini yıllarca önce şu mısralarla sesleniyor: 74


En güzel yüz bize çirkin, biz severiz Türk yüzü, En iyi öz bize fenâ, biz severiz Türk özü. Milletimiz alkışlarız, anıldıkça “Türk” sözü. Biz Tûrkleriz, biz bu kanla, biz bu adla yaşarız! Mehmed Emin Yurdakul’un şiirleri öz ve rûh bakımından şu üç ilkeyi yansıtırl<ır: Halkçılık, Milliyetçilik ve buniann ikisini dç kavrayan, şâirin r%âlarını gerçek yapmak için yolunda yürü­ düğü İnkılâpçılık. Şâir bu konuda çından söylemektedir: “Halkçılık: Bu ideali ben halk çocukları olan Asanım, Babamın beni dünyâya getirdikleri mütevazi bir çatının altında, halk ruhundan ve halk hayâtından aldım ki, bu bana h i^ ir âlimin yazmayı başaramadığı en engin ve en acıkh gerçeklerin mukaddes kitabını okutmuştur. Milliyet­ çilik: Bu ideali de, yine bir halk kızı olan karımla birlikte yıllarca gezip dolaştığım Anadolu’nun şeref ve hâtıralarla dolu dağlarıyla, ırmaklarında buldum ki, bunlar da bana hiçbir şâirin terennüm etmediği büyük destanları ve şanh hikâyeleri dinletmiştir. ”

Mehmed Emin, bu m illî kaynakları ruhuna sindirmiş, ruhun­ da temsil etmiş ve oradan yine Türk milletinin ruhuna bir ırmak gibi akıtmıştır. Türklük ırmağının ilk büyük çağlayanı, Mehmed Emın’in kal­ bindedir. Türkün felâketli, acıh günlerinde bu çağlayan ağlamış, ağlamıştır. Millî Şâirimiz Mehmed Eminîn, dünyâ edebiyatında pek az şâire nasip olmuş, bir mazhariyeti vardır: Milletinin sa­ vaş günlerinde dâimâ O'nun erkek sesi duyulmuştur. O gençli­ ğe, askere, orduya coşkun mısra’larla seslenmiş, ateş vermiştir: Milletleri öldürmeyen faziletler yine bizde; Sözde sebat, işde azim, sabır bizim kavmimizde; O cihangir Oğuzları Fâtih yapan cesaretler bizim erkek ruhumuzda; O kahraman Yavuzları 75


Galib eden itaatlar bizim yiğit ordumuzda.’’ “...Bilsinler ki Tomrislerin büyük İran fâtihine, Selçuklarm mağrur Şarkî-Romalar'm târihine Gösterdiği âkibetler Şu bugünkü düşmanlara aynı şeyi kazmaktadır; Bunlara da felâketler Keyhusrev’in Romanos’un bahtlannı yazmaktadır. Türk yurduna yaklaşanlar burda iki şey bulurlar: Öldürücü bir demir el, bir de kanlı, derin mezar!..’' Bu mısralar, bütün dünya milletleriyle savaşacak Türk erinin gür sesiyle Çanakkal’a siperlerinden yükseliyordu. Coşan Türk erleri, vatan ve millet için ölmenin hazzını duyun­ ca, daha siperlerde duramıyorlar. Ok gibi fırlıyorlar ve Fransız, İngiliz siperlerini basıyorlar. Bu kahraman Türk erleri, düşman askerlerinin çantalarından aldıkları yaldızlı hâtıra kâğıtlarına aşa­ ğıdaki satırları yazıp, düşman subaylarından kopardıkları apulet ve ispaletlerle birlikte, kendilerini coşturan büyük Türk Şâiri’ne cepheden nişan yolluyorlar^’‘>: 16 Nisan 331 Delman Muharebesi Turan ’ın ilk kurtarıcı kurbanlarından Piyâde Dokuzuncu Alay'm i l .Bölüğü Mülâzım-ı-sânîsı (Teğmeni) Merhum Sadrıâzam A lî Paşa ahfâdından Beylerbeyli kahraman Mehmed Ali Bey’in hâtı­ rasını ihyaen Türk Şâir-i Muhteremi Mehmed Emin Beyefendi Hazretleri’ne takdim. Alay 9 Bölük 11 Kumandanı Mehmed Cemâl 9 ve 10 Teşrin-i-sânî 33Vde vuku’bulan Selmanpâk Meydan Muhârebesi hâtırasını te'yiden Piyâde Dokuzuncu Alay’ın 12.Bölüğü (x) Muhterem M illi Şâir, hiçbir yerde neşredilmemiş bu en değerli hâtıralannın birer suretini ahp okuyucularıma da takdim etmekliğime müsaade buyurmuşlar­ dır. Sonsuz lûtufkârhklarma okuyucularımla birlikte burada bir kere daha teşek­ kür ediyorum. F.T.

76


nâmına ve bu bölüğün kahramanı §ehid Mülâzım-ı-sânîRefik Bey­ in bakay-ı nâmı için Türklüğün rûh babası Mebmed Emin Beye­ fendi Hazretlerine takdim. Mûlâzım-ı-Sânf Mûlâzım-ı-evvel Alay 9 Bölük 12 Kumandanı Şebid Rehk<^^ Said Turgut Mebmed Cemâl Piyâde Dokuzuncu Aiay’m Felahiye'de 23 Mart 332’de İngiUzlerin 7.Meret Fırkası’na 3000 telefat verdirerek §anh sancağı­ nı büyük harb madalyalarıyla tezyin ettirdiği hâtırasını te’yiden Siperlerimizde Türk evlâdîarını zafer destanlarıyla kükreten Türk Şâiri Mebmed Emin Beyefendi Hazretleri’ne takdim. Dokuzuncu Alay zabitânından Onsekizinci Kolordu Erkân-ı Harbiyesi’ne Mülâzım-ı-evvel Mebmed Cemâl Daha sonra, (Türk Yurdu ve Genç Ksüemler Mes’elesi) baş­ lığı altında, Mehmed Emin Yurdakul’un, Türk şiirinde ve dilinde ilk inkılâbı yapan şâir olduğu gerçeği savunulmakta ve örnek­ ler, belgelerle ortaya konmaktadır:

“Mehmed Emin’in Türk sesi edebiyâtımızda duyulduğu zaman, ne Türk Yurdu^ ne de Genç Kalem ler vardı. Mebmed Emin dilimizi yabancı dillerin istilâsından kurtarmak istedi. Arab, Acem kaide ve terkipleri yerine, Türk kaide ve terkiplerini, Arab ve Acem kelimeleri yerine öz Türk kelimeleri ile bunlar arasında Türkleşmiş, Türk DiU’nin eti-kemiği derecesinde bünyesine gir­ miş, malolmuş ve-her Türk tarafından kullanılan, anlaşılabilen kelimeler koymuş, kullanmıştır. Şiirlerini balkın kullundağı bu Türkçe ile ve bu dilin tabiî vezni olan hece ile yazmağa başla­ mıştır. Türk şiirinin inkılâbcısı, şiirin yalnız dilini ve veznini, şeklini değiştirmekle kalmamıştır. Şiirimize milliyetçi, halkçı ve inkılâpçı bir rûh kazandırmaya, üflemeğe de uğraşmıştır. İşte bu büyük (xj "Refik" adı kâğıda kanla yazıhntşdır. 77


millî hareket, Mehmed Emin ve arkadaşlannm idealini teşkil eden Edebî Tûrkçülük’ün başlangıcı ve özüdür.” Daha sonra Genç Kalemler kadrosunun en önde gelen de­ ğeri, Türk Edebiyâtı’nın en başarılı küçük hikayecisi Ömer Seyfeddin’in, Mehmed Emin Yurdakul için yazdığı şiir ve (Ey Türk Uyan!) şiirinin çıkması üzerine Tanin’de yer alan yazısı da örnek verilerek, Millî Şâir hakkındaki doğru ve olumlu değerlendirme sergilenmektedir. Böylece §u hükme varılmaktadır:

“Genç Kalemler dergisinin dil meselesindeki mühim ve şeref­ li rolünü ve Türkçülük cereyanmdaki târihî hakkmı teslim etmi­ yor değiliz. Fakat, Türkçülük cereyanmm başlangıcını teşkil eden, Türk gramerine uygun, Türk dili ve Türk vezni ile şiir yazmak ve Türk tarihî^âtma milliyetçi, halkçı bir ruhla Türk’ü getirmek şerefi ve tarihî hakkı, bu işe ilk girişen Mehmed Emin Yurda­ kul’undur.” Millî Şâir’in şiirleri için yazılmış makalelerden ve o târihte he­ nüz yayımlanmamış bulunan A nkara eserinden örnek verdik­ ten sonra, Atatürk’ün O’nu, Millî Mücâdele’ye katılışında gönderdiği telgrafla nasıl selâmladığını belirtiyor ve şöyle di­ yorduk:

“Bugün de Türk milleti: “Tanrı benim ilerleyişimi daha çok yıllar sana göstersin!” diyerek 70’inciyıldönümüne eren MillîŞâ­ irini derin saygıyla selâmlıyor.” Bağımsız milletinin aziz vatanında mutlu bir döneme kavuştuğunu ve her gün bir parça daha ilerleyip yükseldiğini gören Millî Şâir Meh­ med Emin Yurdakul, sâde bir hayat içinde ömrünün son günleri­ ni tamamlıyordu. 75. yaşma bastığı sırada, yine Halkevleri, gençlik kuruluşları ve Türk basını bu mutlu insana daha nice yıllar dile­ yerek O ’nu kutluyorlardı. Mehmed Emin Yurdakul’un 75. Doğum Günü

İki mefkûre ağabeyim, Remzi Oğuz Arık ile Hüseyin Avni Gök*

78


türk’ün 1942 Mayısında çıkarmaya başladıkları aylık milliyetçi mefkûre dergisi Millet’de, Mehmed Emin Yurdakul’un 75. Yaşgünü üzerine §u değerlendirme yer alıyorduC^^*:

"Ben bir Türküm, dinim, cinsim uiudur!” diyen insana “Millî Şâir” adını vermek, bugün bir takım vatandaşlara tuhaf geliyor. Sâdece “Türk” demenin bile aşağılık sayıldığı 75 yü önceyi unut­ muş görünenJere sormak istiyoruz: Bir topluluğun öz realitesini, san ’atkâr kadar duyan kim vardır? Bugün biziere bu kadar tabiî gelen “Türk olmak ve Türk olmakla öğünmek” realitesini hem ilk defa millet şuurunun yüzüne getiren, hem bu gerçeği aşağıh k ta ’biri olmaktan kurtarıp bir şeref, bir imtiyaz derecesine yüksekenler pasında devamlı çabalayan Mehmed Emin'e “Millet Şâiri” demek her zaman yerindedir. O’nun 75.Yıldönümü’nü, sev­ gi ve saygı ile kutluyor, ebedî Türkiye’nin, bu yıldönümlerine daha saadetle kavuşmasmı diliyoruz.” 26 Haziran 1943 Cumartesi günü Eminönü Halkevi’nde düzen­ lenen ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun bir konuşmasıyla açılan bu 75. Yaşgünü töreninde, Millî Şâir, Türk gençlerine duyduğu derin şükrâm şöyle dile getirmiştir:

“...Türk milleti faziletkârdır. O’nun öz evlâtları olan siz genç­ ler, bana şefkat ve sevgi dolu kollarınızı açtınız, beni minnettar bıraktmız. Ben sîzlere nasıl teşekkür edeyim, bu sevgi gösterini­ ze nasıl cevap vereyim bilemiyorum. Ben size yalnız şunu yapa­ bileceğim: Beyaz başımı hepinizin huzurunda eğiyorum. ” Ölümünden bir ay öncesine kadar çalışmaktan bir an geri kalmayan Mehmed Emin Yurdakul, her sabah masasınm başına oturur; en az dört-beş saat okur, yazardı. 76 ya­ şına basmış bulunmasına rağmen, hafıza ve zekâsı tamamen ye­ rinde idi. Bir geçmiş olayı veya hâtırayı anlatırken, ayrıntılarına Yurdakul’un Vefatı Ve Ebedî Aleme Göçü

(73) Millet, 1 Ağustos 1943, Yıl:I, Sayı:16, s.l22.

79


kadar her yanını söyler, hiçbir şeyi unutmazdı. Ömrünün sonu­ na kadar şan ve şerefle, sağhk ve mutluluk içinde Türk milleti­ nin ve gençliğinin sevgi ve saygısını kazanarak ömrünü doldu­ ran Millî Şâir, hayâtının son yıllarında iki felâketin ağır darbesi­ ne uğramıştı. O’nu çok sarsmış bu iki olaydan birincisi 26 Mart 1941’de evinin ve çok sevdiği kitapları ile değerli hâtıralarının yan­ ması; İkincisi de ellibeş yıllık ömür yoldaşı eşi Müzeyyen Hamm’ın 25 Ocak 1943 Pazartesi günü vefat etmiş olması idi. Kalbinden rahatsızlanan Yurdakul, tedavi edilmek için Alman Hastahânesi’ne yatırılmış ve 25 gün kadar bir süre kaldığı bu hastahânede 14 Ocak 1944 Cuma günü sabahı fâni hayâta gözlerini kapamıştır. Adile Ayda Hanımefendi’nin yazdıkları gibi: ”Böyük

Turan Şâiri, 1944 yüınm başında, TuranaJar’a cani muâmelesi yapıldığını çok şökûr görmeden vefat etti.” 15 Ocak Cumartesi günü öğle zamanı Alman Hastahânesi’nden alınan ve sevdiklerinin elleri ve omuzları üstünde taşınan Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul, 13.30’da Teşvikiye Câmii’nde kılı­ nan cenaze namazından sonra, Balmumcu’daki Asrî Mezarlık’da ebedî istirahat yerine defnedilmiştir. Kendi isteği ve vasiyeti, üstâdı Cemâleddin Afganî’nin yanına gömülmesi şeklinde ise de bu mümkün olamamıştır. Cenaze Alayı’na katılanlar arasında İstanbul Vâli ve Belediye Başkanı Dr.Lûtfi Kırdar, C.H.P.’si İstanbul Başkanı Dr.Behçet Uz ile şâir ve yazarlarımızdan Yahyâ Kemâl Beyatlı, Peyâmi Safa, İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal, îbrâhim Alâaddin Gövsa, Celâleddin Ezine, Hakkı Süha Gezgin, Selim Sırrı Tarcan ve Prof. Sadri Maksüdî Arsal gibi ünlü kimseler de vardı. Mezarı başında heye­ canlı bir konuşma yapan Prof. Sadri Maksüdî Arsal, özetle şun­ ları söylemiştir*^**):

“...Senin değerin şiirlerinin hecelerinde değil, oynadığın târi­ hî roldedir. Senin kıymetin şiirlerindeki teknikte değil, Türklük ideolojisinde aranmalıdır. Sen Osmanlılık fikri yerine Türklük şu(74) Vatan. 16 Ocak 1944, Pazar, Yıl:4, N u.ll20. s.3.

80


ûrunu yarattın. Bu bakımadan sınırlı bir zümrenin değil, bütün Türk ırkının şâirisin. Eserlerin bütün Türk illerinde, Bubârâ’da, Taşkend’de okunmaktadır. Türkler yaşadıkça, sen deyaşayacaksm. Türkler ebediyete kadar yaşayacağı için, sen de ebediyen yaşayacaksm. Kara elmas diyarı Zonguldak’ta uzun yıllar Doğu adlı değerli bir ülkü dergisini çıkaran Akın Tâhir Karauğuz, Türkçü dergisi­ nin hemen her sayısında Millî Şâir Mehmed Emin’e geniş yer ayı­ rırdı. D oğu’nun 13-14-15’inci sayılarını bir arada olarak (Tanrının Rahmetine Kavuşan Büyük Türk Şâiri Mehmed Emin Yurda­ k u l’un aziz hâtırasına ayırmış; derginin kapağını, ünlü ressam Münif Fehim’in Yurdakul için yaptığı güzel portresiyle süslemişti. Anadolu’da yayımlanmış mefkure dergilerinden değerli bir ör­ nek olan D oğu’da, Millî Şâir’in sevgi ve muhabbetini kazanmış Karauğuz, Yurdakul’a âid (Son Hâtft'a)’smı yazmıştır^^^':

“Dergimizin, şimdiye kadar şiirleriyle süslenen ilk sayfasına, ne kadar hazindir ki, bu sayımızda karalar bağlayan resmini ba­ sıyoruz. Büyükşâir, aramızdan bu ebedî ayrılışıyla, kutlu ülkü­ sünün (Doğu)’sunu da öksüz bıraktı. Son İstanbul gezimde, 26 İlkkânun (Aralık) 1943 Pazar, Serencebey Yokuşu’nda bulunan evine gittim. Kapı geç açıldı. Karşı­ ma çıkan geliniydi. “Alman Hastahânesi’nde, biraz rahatsız. Orada sizi bekliyor. Bize tenbih etti” dedi. Bir hafta önce yazdı­ ğım mektupta Pazar günü ziyaretine geleceğimi bildirdiğim için haber bıraktığı anlaşılıyordu. Hastahânede ancak 30 İlkkânun Perşembe günü kendisini ziyaret edebildim. Üst katta bir oda­ daydı. Beni görünce, sevindi. Yatakta bacaklarını oğuyorlardı. Yüzü sıhhat doluydu. Görünürde hiçbir rahatsızlığı yok gibiydi. Anlattığına göre: Tansiyonunun yükselmesinden tasalanarak, dostu olan Başhekim’e görünmek istemiş... tlekim: Birkaç gün hastahânede yat, fyice bakalım, demiş. (75) A.Karauğüz: Son Hâtıra, Doğu (Zonguldak), Ocak 1944, Sayil3-14-15, ss.4-6.

81


y/ne anlattığına göre: Birkaç yıl önce, o zamanki seçim böl­ gesi olan Urfa'da bir toplantıda dergimizde çıkan (Kurtarıcıya) şiirini okumuş ve bir genç gibi coşmuş; fakat şiir uzun.. Ansızm, bir tarafı tutularak olduğu yere yığılıvermiş... Neden sonra iyi­ leşmişse de, zaman zaman bir sızı gelip koluna uzanırmış. Bir müddetten beri bu sızı, göğsüne inmeğe başlamış, bu yüzden me­ raklanmış...

Şâir, muhakkak ki, ölümü düşünmüyordu bile! Fakat, sonra­ dan farkettim: O gün onda bir başkalık vardı. Saat lO'dan 11.30’a kadar yanında kaldım. Epey konuştuk. (Doğu)’yu çok seviyor ve: “Her sayınıza yazı göndereceğim ” diyordu. Yazılarınm baskısında çok titizdi, yanlışsız ve bütün çıkmasını istiyordu. Türkçülüğün, gençlik arasına yayılıp kökleşmesine seviniyordu. Gençlere gü­ veniyordu. Onca dergideki “Türkçülük” üzerindeki sorular çok yerindeydi. İyileştikten sonra, karşılık yazacağını va’detti. İlk şuurlu Türkçülüğün nasıl başladığından söz açtı. Cemâleddin Afganî’y i andı. ...Büyük şâir, bu arada şuna işaret etti: "Fikirlerimin çoğunu Cemâleddin Afganfye borçluyum; fakat bir yanlışlık oluyor. Be­ ni Türkçe yazmağa onun teşvik ettiği sanılıyor. Ben, Şeyhi gör­ meden çok önce Türkçe şiir yazmağa başladım. (Cenge Gider­ ken) Selânik’de (Asır) gazetesinde çıktığı zaman, Cemâleddin Afgânî henüz Türkiye’de değildi. ...Büyük Şâir, Ziyâ Gökalp’ın da bu yanlışlığa düştüğünü söy­ lediği zaman, (Türk Ytb)’nda da böyle yazıldığını hatırlattım. “Akçuraoğlu da bahsetti ama o, tamamen öyle değildir, mübbemdir” dedi. ...Cemâleddin Afgânî’den çok feyiz alan büyük şâir, onun söz­ lerini tekrarlarken, sesinde derin bir heyecan dalgalanıyordu: “Sizde de ne zaman kendilerini sevmeyen ve kendi şahısları­ nın olmayan insanlar yetişirse, o zaman kara gününüz ak ola­ cak, düştüğünüz yerden kalkacaksınız!” Ve: “İşte, Kurtuluş 82


Mücâdelemizi kazandıran o ruhdur. O ’nun istediği gibi yetişen insanlardır ki, bu ak günlere kavuştuk” diyordu. Yurdakul’u dört ay önce evinde ziyaret ettiğim zaman, genç­ lik, şâirin 75.yılını kutlamağa hazırlanıyordu. Rahmetli üstad, tö­ ren günü için ‘konuşmağa gelmiş iki genci bana tanıtmıştı: Muzaffer Çınar, İbrâhİm Olgun. O gün, gençliğin gösterdiği bu yüksek değertanırhktan dolayı ne mâsum bir sevinci vardı. Gençler ayrıldıktan sonra konuşma­ mız epey sürdü. Birçok hâtıralarını anlattı. O zaman da, en çok bahsettiği, yine mürşidi Cemâleddin Afgânî idi. Bu defa o kadar coştu ki, bana ve orada bulunan gelinine: "Vasiyetim olsun, be­ ni Cemâleddin Afgânî’nin yanma gömünüz!” dedi. Ölümünü işittiğim zaman, hemen İstanbul Vâliliği'ne ve İstan­ bul Bölge Basın Birliği’ne birer telgraf çekerek vasiyetini bildir­ dim. İstanbul Vâlisi'nden aldığım karşılığı şuracığa geçiriyorum: Bay Karauğuz Doğu Dergisi Zonguldak Merhum Şâir Mehmed Emin Yurdakul hakkında bir telgrafı­ nızı aldım. Aziz ölünün hâtıralarını hürmetle yâdetmenizden çok mütehassısım. Cemâleddin Afgânî’nin medfun bulunduğu yer müsaid olma­ dığı gibi, ileride burası da kaldırılacağı için, mecburî olarak Asrî Mezarlığa, meşâhir arasına defnedildi. İleride bir araya getiril­ meleri imkânı aranacaktır. Tâziyetlerinize teşekkürlerle hürmet­ ler ederim. Vâli ve Belediye Reisi Dr.Lûtfi Kırdar Sayın Kırdar, bizim de uzaktan düşündüğümüz gibi tasarlıyor: İkisini bir arada birleştirmek. Gerçekten, biz de -vasiyetini duyur­ makta geç kaldığımızı düşünerek- dergimizin bu sayısında şu dilekde bulunmak istiyorduk: Cemâleddin Afgânî’y i adına lâyik 83


bir ihtifal yaparak Yurdakul’un yanma getirmek.'... Bu iki büviik insan için bu kadirbilirliğin de gösterileceğine güveniriz. Büyük şâirle konuşmağa bir türlü doyamıyordum. Halbuki o gün yolcuydum, vaktim dardı. Bir iki defa kalkmak istedim, o da beni bırakmıyordu. Birbuçuk saat nasıl geçti. Bilmiyorum. Gitmeme izin verdi. Dudaklarım mübarek eline uzanırken, O, beni kollarıyla sardı. Ondan önceki ayrılışlarımız gibi değil, bu defa bambaşka bir hâli vardı. Beni üç defa bağrına bastı ve alnımdan öptü. öptü... “A$k ve iman yolcularına selâm götür!” de­ di. Ne hüzünlü bir veda ’ oldu o!., işte. Büyük Şâir’i son görüşüm! Heyhât!.. Zonguldak yolcusunu uğurlayan şâir, meğer ebedi­ yet yolculuğuna hazırlanıyormuş. Tanrı, O’nu yarlıgasın! Hâlâ nur dolu gözleri gözlerimde, göklerden inen sesi kulak­ larımda.. Ve dudaklarım, mübarek elinde ve O’nun mübarek du­ dakları alnımda.. Onunla doluyum!.. Fânî vücûdu şimdi artık toprağa büründü. Fakat mânevi var­ lığı, Türklüğün sönmez ülkü çırağıdır.” Burada dikkate değer bir noktaya değinmek istiyoruz. Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’un ölümü üzerine zamanm iktidarı ve bası­ nı, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü başta olmak şartıyla büyük ilgi göstermişlerdir: Ulus ve diğer parti organı gazete ve dergiler ve bunlarda yazı yazan kalemler, çok kimseden esirgenmiş kadir­ bilirliği, Mehmed Emin Yurdakul için cömertçe kullanmışlardır. Millî Şâir'in ölümü üzerine sıcağı sıcağına 1^- Ocak 1944 akşamı Siyasal Bilgiler Okulu’nda Mülkiyeliler tarafından yapılan anma törenini, 22 Ocak Cumartesi günü Ankara Halkevi’nde (Genç Ede­ biyatçılar) tarafından düzenlenen bir "İhtifal” izlemiştir. Cumhur­ başkanı İsmet İnönü, yanında zamanm Millî Eğitim Bakanı Haşan Âli Yücel’le birlikte törene bizzat katılmışlardır. 24 Ocak 1944 Pazartesi günü de Dil veTârih-Coğrafya Fakültesi Dekanı, fakülte konferans salonunda bir Mehmed Emin Yurdakul ihtifâli düzen­ Yurdakul’un Ölümü Üzerine Yapılan Anma Törenleri

84


lemiştir. Kısa bir süre sonra, Mehmed Emin Yurdakul’un izinde ve yo­ lundaki Türk milliyetçilerine, Türkçülere ateş püskürecek olan ağızların ve kalemlerin bu şaşırtıcı çelişkilerini mânâlandırmak zor değildir. Millî Şâir’in hâtırası, 26 Şubat 1944 Cumartesi günü saat 17’de başlayan zengin bir programla, İstanbul’da Beşiktaş Halkevi’nde de anılmıştır. Hayâtı anlatılan , şiirleri okunan Yurdakul’un ay­ rıca (Cenge Giderken) manzumesi,Halkevi Müzik Kolu tarafın­ dan koro hâlinde söylenmiş; Halkevi Temsil Kolu gençleri tara­ fından da (Kesildi mi Ellerin?) eseri sahneye konmuştur. Millî Şâirimizin ölümü üzerine Türk basınında, birçok şâir, edip ve yazarlarımız, Mehmed Emin hakkındaki hâtıralarını, O’nun ha­ yâtını ve özellikle Türk Edebiyâtı’nda açtığı Milliyetçi çığırı, Türk milletine kazandırdığı millî ruh ve Türkçülük idealînîbelirten de­ ğerli yazılar yazmışlardır. Sayıları bir hayli kabarık olan bu ya­ zılar içinde en değerli bulduklarımızdan biri, Hakkı Sühâ Gezgin (1895-1963)’in (Mehmed Emin Yurdakul İçin) baş^lıklı şu dörtbaşı ma’mur, her bilgi ve gerçeği derleyen yazısıdır<^®>: Yurdakul’un Ölümü Üzerine Hakkında Yazılanlar

Bugün, Mehmed Emin Yurdakul'u da gâmdük. O da gitti. Ar­ tık yürüyen, konuşan, gülümseyen Mehmed Emin 7 bir daha göremiyeceğiz. O ’na, Türk Şâiri, Millî Şâir diyorduk; O’nu bu sıfatlarıyla seviyor, rûhundaki kuvvete, imanmdaki derinliğe, a§kmdaki yüksekliğe hayran oluyorduk. Büyük adamlarm çoğu, yelkenlere benzer, uzaktan bembeyaz görünürler. İnkisara uğramak istemezsek, onlara yaklaşmamalıyız. Çünkü bu yakmhk, bizi yırtıklar, lekeler ve yamalarla kar­ şılaştırır, kırılır, inciniriz. Türk Şâiri, bunlardan değildi. Yanaklarında nasıl temizlik, pem(76) Hakkı Sühâ Gezgin: Mehmed Emin Yurdakul İçin. Vatan, 17 Ocak 1944 Pa­ zartesi, Yıl:27, Sayı:9308, s.2.

85


be bir renk olur, ak saçlarından sırmalar ışıklanırsa, içi de öyle sevginin, feragatin, alçak-gönüllülûk ve samimiyetin nuriyle parpar yanardı. Mebmed Emin'den bahsedenler, O'nun büyük bir sülâleden gelmediğini söylemeği âdet edinmişlerdir. Evet Mehmed Emin, ecdad galerilerinin yaldızlı dekorları içinde doğmadı. Bir hânedânın da son halîfesi değildi. O’ndan bahsederken, bu nokta üs­ tünde bilhassa niçin durduklarını, bir türlü anlıyamıyorum. İnsanın kendisi değersiz, aşağılık bir mahlûk olduktan sonra, şanh şecereler ona ne verebilir?.. Nitekim, son Osmanh Sultanı Vahdeddin, büyük bir hânedânın neslinden gelmişti. Fakat sara­ yından bir hırsız gibi çıktı. Karanlıklara bürünerek, bir düşman gemisine sığındı. “Yurdakul’’, halkın göbeğinden kopma orta hâili bir aile ço­ cuğu idi. Fakat ne mutlu ona ki, bugün kendisi ile bir hanedan başlamış bulunuyor. Oğullarına san'at arsası üstünde gönül sa­ rayları bıraktı. Yine ne mutlu ona ki, mirasiyle yalnız kendi torunları değil, bütün bir millet ganimetlerin en zenginine kavuşuyor. Mehmed Emin, niçin büyüktür?.. Yeryüzünde her bucak, güneşi aynı zamanda görmez. Dere­ ler, ovalar, yayvan yamaçlar, henüz alaca bir karanlık içinde iken, yüksek dağların başları, ilk ışıklarla donanır. Büyük adamlar da tıpkı o dağlar gibidirler. Onlar da hakikat güneşini herkesten önce görürler. Zekâlarının antenleri, çağı kap­ layan sis tabakasını delerek, göklerin yolunu bulur. Gelecekle konuşur. Dehâsının yaratıcı teknesinde mefkûre denilen yaman terkibi yoğura, yoğura şekillendirir. Mehmed Emin işte bu türlü bir yaratıcılığa yükselmiş kahra­ manlardandır. İmparatorluğun yamah bohçaya benzeyen alacah yapısında Arab vardı, Çerkeş vardı, Kürt, Rum, Ermeni, Yahûdi. Arnavut, Sırp, Bulgar, Ulah vardı ve bunların “ülküleri, âdet86


/eri vardı. Var olmayan sâdece Türk’tü.

Türk’ün muhteşem tevazu'lu asaletinden utanmayanlar, yer yer bir takım ‘‘kavm-i necipler türetmişlerdi. Memleketin nimeti bunların, ni§an,,rûtb€ ve hil’âti bunlann, mansıb ve devleti bunlanndı. İşte bu ruh karanlığı içinde bir gün bir fikir ve sa’i şimşeğinin çaktığmı gördük. Bu keskin ışık, “Yurdakul”un kaleminden fış­ kırmıştı. İlk defa O: “Ben, bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur!” dedi. Meğer bu seste İsrafil'in sûrunu andıran bir kuvvet varmış. Alacab kalabalığın içinde bir silkinme oldu ve vatanın gerçek sâhibi Türk, yeleleri savrulan şahlanmış atı üstünde göründü. Sesi o kadar ateşli ve o kadar gürdü ki, imparatorluğun geniş sınırlarına da sığamıyarak taştı. Tebriz Türkleri onu okuyor; Azer­ baycan onu ezberliyor; Kırım, Kafkasya, Kazan ve bütün Ural ülkesi, onunla besleniyordu. Fakat bu zafer, kolay kazanılmamıştır. Mehmed Emin, Türk dünyâsında bu nabız birliğini yapabilmek için, esatir kahraman­ larının cesaretine, velilerin sabrını katmak zorunda kaldı. Dizleri parça parça, avuçları kan içinde, ayakları şerha şerha efkâr dağlarının Ferhad’ı oldu ve nihâyet bayrağını fethettiği ruh Himalâyasının tepesine dikti. Yurdakul, bir cephesiyle eski “Horasan” erlerine benzer. Yal­ nız orfların keşküllerinde tarikat İlâhileri, meydan nefesleri var­ dı. Bu, bütün varlığını Türklük uğrunda harcaımştı. Onları birleştiren şey, dâvâ uğrundaki derin, engin aşktır. Mehmed Emin’İn eserlerine bakınız, orada sâde vatanı, yal­ nız milleti görürsünüz. Halbuki, o da bir zamanlar gürbüz bir delikanh idi. Onun da göğsünde kaynayan bir yürek vardı. Günler, yıllar O ’nu da güldürüp ağlatmıştı. Fakat bütün bu benlik dâvâlarından eserlerine bir damla mürekkep bile sızmadı.

87


“Paçavralar altındaki öksüz”, O’nu yaralar; bir Anadolulu "Ah­ retlik”, O’na ilham ufuklarını açar; gök gözlü bir “Konsolos”un bakışları, O’nun gönlünde kıyametler kopartır; fakat millete, Türklüğe âid olmayan şeylere rtjbunda yer vermezdi. Derin sular, sessiz akar, derler. O’nun heyecânı da, böyle gös­ terişsiz bir vakar içinde mefkure yatağından geçti. Bugün eğer bu yatak, derin ve geniş ise, O'nun himmetiyle genişleyip derinleşdiğindendij:. Sokullu'nun düşünüp de başaramadığı o meşhur ve muhteşem kanah O’nun kalemi, gönül coğrafyasında çoktan açmış bulunuyor. Eserlerinde coşkun bir lirizmden çok, durgun ve temkinli bir fikir derinliğinin bulunuşu, zevki faydaya fedâ edecek kadar feragat sahibi olmasındandır. O, mefkûre uğrun­ da bu en kıymetli şairlik tarafını da kurban etmekten çekinmedi. Puşkin, sanâtkârı, bin mihnetle topladığı altun kırıntılarını eri­ terek ok yapmak için aylarca didinen ve sonra da yayına koya­ rak güneşe doğru atan bir varlık diye târif eder. O tarifte san ’atkâr, altun okun güneşe doğru süzülürken bıraktığı ışıktan izi sey­ retmekle, gayesine varmış görünüyor. Mehmed Emin de belki bu altunu aynı zahmetlerle toplar; fa­ kat onu kendi zevki için ok yapıp güneşe atmaz; “KIZILELMA” yolunu gösteren bir işaret hâline kor. Dante’ye verdiği cevap, rıjhun bakasına inananları titretecek kadar acı hükümlerle doludur. Yurdakul’un şöhreti yalnız Şark’a mahsus da değildir. O ’nu bütün oriyentalistler eserlerinde övdü­ ler. Batının büyük simalarıyla mukayese ettiler ve Türk Şâiri’ne şerefli yerler verdiler. Bize Doğu’dan kan, fikir ve rûh kardeşli­ ği, Batı’dan alkış getiren büyük adama, biz, yüreğimizden başka ne verebiliriz? İmparatorluğun afyonlu gökleri altında, ciğerlerine taze ve te­ miz hava arayanlar, bir iç kal’ası hâlinde Türkocaklan’nı kur­ muşlardı. Çünkü,“Rim Papa” nasıl bir İtalyan değilse, “Halîfe” de bir Türk hakanı olamazdı. Bu karışıklığm içinde Türk'ün, kendi kendini korumasından başka çâre yoktu. Rum, Ermeni, Arab, Arnavut, Kürt, Çerkeş ku88


löpleri çokdan açılmış ve kapılarına kocaman levhalannı asmış­ lardı. Herkes: “Benrdediği bir yerde Türk'ün: ‘‘Biz!" diyememesi, târihini, soyunu inkârdan başka bir mânâya gelmezdi. Türkocaklan, işte bu yaşayan gerçeğin emriyle doğdu. Mehmed Emin, bu millet otağının direği idi. Hatiblik vazifelerinden bi­ rini de O gördü. O’ndan dağılan fazilet ve iman mıknatısı, etrafı çekti. Ocak’da mukaddes ateş parladı, rûhlar eriyip birbirine kay­ nadı. Divanyolu’ndaki binâ, doldu. Toplantılarda merdivenler­ de bile yer kalmıyordu. Oradan Bayazıd’a taşındık. Binâdan bahçeye taşdık. Sonra Ocağımızdan uçkunlar kanatlandı, heye­ canlı kıvılcımlar uçtu; başka şehirlerde başka ocaklar uyandı. Her gün bu salonlarda Kâşgar’dan, Buhârâ’dan, Semerkanf’ tan, Taşkend’den, Kazan ve Kırım’dan, hattâ Fin ve Macar top­ raklarından gelen kardeşlerle kucaklaşıyorduk: İçimiz aşkla dolu, gönlümüz imanla kanath idi. Bu kutsal çatıların altında görünmez tulumbalar işliyor, havayı temizliyordu. Mehmed Emin, Ahmed Hikmet ve Gökalp Ziyâ olmasaydı, Hamdullah Subhî onlara dayanmasaydı. Ocaklarda bizi besleyen mânevi gıdalar hiç bir zaman pişmeyecekti. Hem Ocak deyip geçmemeli. Meşîhat'li, Bâb-ı-fetvâ’h, Dârûlhikme’li, Mahâkim-i-şer’iye’Ii, Kassam'lj, Kadı’h, Medresetûlkudat’h bir İstanbul’da bu m illî binâlarm temellerini tutturmak aslâ kolay değildi. O mübarek başarıda YudakuTun payı, ölçüye sığmaz. Bugün, Türkçülüğü bir devlet umdesi (ilkesi, düsturu) hâline koyan uyanık rûh, işte oralardan yetişmiştir. Sâde tavan, döşe-, me, halı ve perde ile bir Ocak kurulamaz. Bu gibi gönül sarayla­ rının içinde parlak bir san’at avizesi yanmazsa, etrafında kim pervâneleşir, kapısından kim girer? Bizi, Ocağa çeken, O’nun câzibesi, O’nun sesi, O’nun şiiri, O’nun fazilet ve temizliği İdi. Ocak’da görmeğe doyamadık mı, kalkar Beşiktaş’da, Serencebey Yokuşu’ndaki evine koşardık. Oğlu Halim, o zamanlar, en uzak cephelerden birinde çarpıştığı için Mehmed Emin her deli89


“Türke ve Türkçeye ilk uyanış saatlerinde inanmıştır. Bir mıs­ raı, OsmanlI Saltanatının kara günleri üstüne temiz bir rûh ışığı gibi vurur: “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur!". Ne zaman çocukluğumu dinlesem, kulağıma “Ey Gaziler...'’ bestesi ile, bu mısraın sesi gelir. ı

Şiiri büyük değUdi: Fakat kendisi büyük bir iyilik şiiri idi. Ak sakallı yüzü nasıl pek az çizgilenmişse, sesinin tazeliği biç bo­ zulmamışsa, mısra lan pek az dalgalanmıştır. Bizim Ondokuzuncu ve Yirminci Yüzyıl edebiyatımızın birçok şöhretleri vardır kİ, hiz­ metleri san'atlarınm üstündedir. Sokaklarda heykellerini, kitap odamızdaki eserlerinden fazla ararız. Mehmed Emin’in insanlığı da sanatından önce hatıra geliyor. Bununla beraber, Türk ten­ kitçileri, yeni Türk nazmı târihini yazdıkları vakit, O'na yüksek bir kılavuzluk şerefi ayıracaklardır. Bütün kalbini ve kafasını bu halka veren adam, sesi kadar onun hakkı için haykıran, yaşı kadar onun acısına ağlayan, hissi ka­ dar onu duyan ve fikri kadar onu düşünen adam: Mehmed Emin böyle bir Türktü. Vatan böyle Türklerin yoluna bakıyor. Düşen milletler dehâlar kadar faziletlere tutunur: Akıldan ta­ şar görünen nice milletlerin ahlâk buhranları içinde dağılıp çök­ tüklerini gördük. Mehmed Emin, yarım asırdan fazla, sallanışların, sendeleyişlerin, sarsılışların önünde iman çırağı tut­ tu. Alevi kadar verdi, fakat ışık verdi. Tutuşan ümidlerimizi yak­ maktan başka ne yaptılar? Mehmed Emin’e büyük Türkçüler arasındaki yerini verelim. Halkevleri O’nun da mermerden oyulma asîl başını bağırları üs­ tüne basmalıdırlar.” Rahmetli dostum değerli yazar Celâleddin Ezine (Mefkûre Adam ının Ölüm ü) başlıklı yazısında Millî Şâir için şunları yazmaktadır^^^^: (78) Celâleddin Eizine: Mefkûre Adamının Ölümü, TtJtin, 17 Ocak 1944 Pazarte­ si, Yıl:35, Sayı:4454-136, s.l.

90


kanlıda biraz da Halim 'i görüp avunur gibiydi. Türkçülük târihi­ ni yazacak olan müverrih, bu evin eşiğinde mutlaka uzun uzun duracak, Üstâdm şaşılacak bir i'tinâ ile toplayıp düzenlediği ve­ sikaları inceleyecektir. Gençlik O’nun ümidi, kuvveti, tesellisi idi. Onlara kalkan olur, şefaat eder, kusuriarmı örterdi. Bugün sanıyorum ki, tabutunun etrafında onlann mahşeri çalkalanacak. Bayrağa sarüı mukad­ des vücudu, onların parmaklan ucunda uçacak. Hayır, ne yazık ki, böyle olmadı. Büyük Şâir, orta yaşhlarm başları üstünde taşmdi. Evet aziz yurttaşlar, millî mihrabımızda bir meş’ale söndü. O meş’aleden kendi ruhumuzun âvizelerini yaktık. Artık bu millî iman aydmiığına biç bir gaflet gecesi çökemiyecektir. Zâten bu türlü manevî ışıklar için, “söndü” demek de doğru olmaz. Ölen, gömülen Mehmed Emin, madde Mehmed Emin’dir. Ruh ve cev­ her ‘‘YURDAKUL", yurdun sonsuz bir nuru olarak yaşayacak­ tır. O, artık vatandan bir p*rça oldu. Ne takdire, ne teselliye muhtaçtır; ne de alkışa, koltuklanmağa tenezzülü var. Milletin başı sağ olsun! Millî Şâir’in ölümü üzerine gazete ve dergilerde yer alan yüzü aşkın yazıdan birkaçını burada örnek olarak vereceğiz. Yazar­ lardan bazıları şunlardı: Nureddin Artam (Toplu İğne), Fâlih Rıfkı Atay, Nusret Safa Coşkun, Edibe Çivi, Salâh Çoruh, Celâleddin Ezine, Kemâl Zeki Gençosman, Hakkı Sühâ Gezgin, Ali Nüzhet Göksel, Abdülkadir Gürol, Uluğ İğdemir, Süleyman Kazmaz, Hâlid Fahri Ozansoy, Abbas Parmaksızoğlu, Peyami Safa, Hâtemî Senih Sarp, Selâmi İzzet Sedes, Ercüment Ekrem Talu, Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu, FethîTevetoğlu, M.Şevki Yazman ve Reşad Fevzi Yüzüncü. Fâlih Rıfkı Atay, şunları yazıyordu^^^h (77) fâlih Rıfkı Atay: Mehmed Emin Yurd»kul, Ulus, 17 Ocak 1944 Pazartesi, Yıl:25, Sayı:8065, s.2.

91


“Belki büyük bir şâir değildi; cevherli san’atkânn şekil, ahenk ve renk kaynaklarıyla yoğrulmamıştı. Fakat Mehmed Emin Yur­ dakul, büyük mefkûreye inanmış büyük bir Türk’tü. O'nun ça­ pında bir vatansever; dev sanatkâr olmamış olsa bile, yine Türk kültürünün arşmda yerleşmiştir. Çünkü Hâmid'in, Cenab'm ve Fikret’in Arab, Fars kelimeleri ve terkibleriyle ahenkli, fakat ya­ bana bir dille yazdıkları bir devirde; ilk defa O, âbenksiz bir edâ, fakat m illî cehd ile Türkçe mısra’ları yazdı. O zamandan, yâni hemen hemen yarım asırdan beri mefkuresinden ayrılmayan bu Büyük Türk, harsımızda olduğu kadar, inkılâp ve ideal kaynak­ larımızda da en yerli filizlerden biriydi. ” Yurdakul’un ölümü üzerine ben de (Kopuz) dergimde (M illî Şâirim iz'e Aid Hâtıralarım )’ı şöyle yazmıştım'^^^':

Milletlere benliğini kazandıran, milletleri şuurlandıran, içlerin­ den çıkan millî şâirlerdir. Acemleri Acem yapan Firdevsî (933-1020 veya Î025)'dir. Rusları Rus eden Alexandre Fouchkine (1799-1837)’dir. Lehleri bir millet hâlinde birleştiren Adam Mickiewicz (I798-1855)'dir. Rumenleri Rumen yapan Basile Alexandri (1821-I890ydir. Macarları Macar eden Sandor Alexandre Petoefi (lS23-î849ydir. Ve nihâyet Bulgarlara Bulgarlıklannı duyuran İvan Vazof (îS50-}921)’dur. Bizi ise Arab ve Acern afyonunun uykusundan ilkönce ayıl­ tan, Türk'e Türklüğünü duyuran Millî Şâirimiz Mehmed Emin Yurdakul’dur. İlkönce Mehmed Emin Bey’dir ki, bundan 47 yıl önce (1897) yurdunun Türkeli, milletinin Türk olduğunu duymuş ve bu gu­ ruru bütün dünyâ Türklerine duyurmuştur: Ben bir Türküm, di­ nim, cinsim uludur!.. Şuurlu, plânh Türkçülük cereyânının başlangıcını teşkil eden, C^9)Dr.TevetoğIu (Fe(hî): Millî Şâirimize Âid Hâtıralarım, Kopuz (Samsun), Şu­ bat 1944. Sayı:W(î9), ss.237-240.

92


Türk gramerine uygun, Türk dili ve Türk vezni ile şiir yazmak ve Türk Edebiyâtı’na milliyetçi, halkçı bir rûhla Türk’ü getirmek şerefi ve târihî hakkı O’nundur. 76 yıla varan hayâtmda, tek bir sözü ve tek bir mısraı yoktur ki, Türk’ün sevincini veya Türk’ün aasmı duyurmamış bulunsun. Bütün varlığını Türklük yoluna har­ camış Yurdakul, yurda kurban gitmiştir. Durağı Cennet olsun!.. 1930 yıhndanberi, bir atsız neferi bulunduğum Büyük Türk­ çülük Ülküsü’nün yayılmasma ve kökleşmesine yarayacak bâzı yazılar ve kitapçıklar neşretmekte idim. Yine bu amaçla 1939 Mayıs’ında (Kopuz) adh Türkçü dergiyi te’sis ederek milletime faydalı neşriyata başlamıştım. 2 Ağustos 1939 Çarşamba günü akşam üzeri, tramvaya bin­ mek üzere Osmanbey'den aşağıya doğru Hamam durağına yü­ rüyordum. Beni kuvvetli bir cazibe (çekim), bir şimşek hızıyla te’sir ederek durdurdu: Benim büyük ülkümün ilk müjdecisi, Yordan ’ın (ünlü bir mahallebici) dükkânında camekâna yakın bir ma­ sadan caddeyi seyrediyordu. Yürüdüm, bir an duraksamadan ona yaklaşdım: “Müsaade buyurun da hürmetkâr asker oğlunuz mü­ barek elinizi öpsün" dedim. Şimdi hatırlıyorum ki, o da benim kadar çok heyecanlanmıştı. Etrafdakileri Ve gelip geçenleri unut­ muştuk. O da beni alnımdan öptü ve büyük bir haz duyarak sor­ du: “Beni sizin nesil de tanıyor mu?..” “Elbette, bizim aziz rûh babamız, siz bir neslin mah değilsiniz ki, milletimizin Millî Şâir'isiniz. Tanımıyalım olur mu?” dedim. Yaptığım neşriyattan söz ederek kurdukları yapıda çalışmakta olan bir işçi bulunduğumu tanıtınca memnunluğu büsbütün art­ tı ve ertesi sabah beni Beşiktaş’da Serencebey’deki evinde bek­ leyeceğini vaad buyurdu. Nâçiz eserlerimi ve o güne kadar çıkmış Kopuz’un 4 sayısını çantama yerleştirerek, sonsuz bir heyecan ve sevinç içinde, dik Serencebey Yokuşunu çıktım. Türkçülüğün ilk mukaddes kita­ bını getirmiş, bir çığır açmış ve bu çığırı derinletmiş, binlerce 93


Türk'ün kalbine Türklük için bir ateş, alnına Türklük için bir aJev koymuş bu nût yüzlü, ak sakallı Türkçülük yalvacının huzuruna varıyordum. Kapıda mâdeni bir plâka üzerinde (Mehmed EaUn) yaziih idi. Bakır tokmağı çektim. Eski Türk m i’mârisi üzerine ya­ pılmış ahşap konağın üst katında, yan pencereden bir evlâdhk kızcağız bâkdıi Oradan ipi çekince kapı açıldı ve ben merdiven■leri çıkmaya başladım. Tevazuu (alçak-gönüllülüğü) kendi kadar büyük olan Şâir, beni merdiven başında karşıladı. Kabul edildi­ ğim oda, O'nun kütübhânesiydi. Kırmızı kadife perdeler ve ta­ kımlar, hele bütün sadef kakma abşab mobilya, rahle ve kütübhâne bu kudsî odanın atmosferine tam yakışan dekoru hazırlıyorlardı. Her yan kitabdı. Duvarları, başda Atatürk’ün ol­ mak üzere, birçok târihî şahsiyetlerin ve büyük edebiyat adam­ larımızın ithafh ve imzah fotoğrafları süslemekteydi. O gün. öğle yemeğinde de beni bırakmadı ve akşam geç vak­ te kadar konuştuk. Âcizâne eserlerimle onda pek büyük sevinç­ ler uyandırdığımı fark ettim. Bugünün gençlerinde de şuurlu bir Türkçülük hareketinin mevcut olduğunu öğrenmek, O'na bu se­ vinci vermişti. Beni o kadar yakın buldu ki, bir günde koskoca Türkçülük târihini anlatmak istedi. Biter mi ve ben bir günü kâfi görür müyüm? Dört gün sonra, 8 Ağustos 1939 Salı günü Nissuvaz’da tekrar buluşmaya karar verdik. Orayı gürültülü bularak, Anadolu Birahânesi'nin bir köşesine çekildik. İçki kullanmayışım O'nu büsbütün memnun etti. Gündüzleri bomboş olan bu yer­ de saatlerce eski günleri, Türkçülük târihinin kıymetli hâtıralarını dinledim ve not ettim. Artık tam bir baba-oğul olmuştuk. Bütün tatil günlerimi O’nu dinlemekle geçiriyordum. 20 Ağustos Pazar günü, beş gün önce kendisine tahsis ederek çıkarttığım Kopuz un 5’inci sayısını sun­ dum. 70'inci yaşını saygı ile selâmlamışdım. Gözlerini sevinç yaş­ ları doldurdu. Şahsına, Türkçülüğün, Türk milliyetçiliğinin ve inkılâbının târihine âid birçok değerli vesikaları kopya ve tesbit ile K opuz’da neşre devam ettim. O’nun basılmamış (Cum huri­ yet Destanı) yâhud (Vasiyetnâme)’sinden bir bölümünü (AIV94


KARA) adlı bir kitab hâline getirerek, o zaman Türkçü bir mal sShibini/ı olan, Arkadaş Matbaası'nda temiz bir şekilde tab’ et­ tirdim. Ondan sonra İstanbul’da geçen üç ve Ankara’da geçen dördüncü senemin tatil günlerinde hep kendisini buldum ve on­ dan m illî târihimizin birçok kıymetli yapraklarını yazdım. ” Millî Şâir’in büyük torunu Avukat Doğan Yurdakul’dan, bâzı adlar ve târihler üzerinde bilgi istemiş^ tim. 11 Aralık 1986 tarihli mektu­ bunda sayın Doğan Yurdakul, §u tamamlayıcı bilgi ve hâtıralarmı lütfettiler: “...Büyük-Babam'm ’inToronu Dofan Yurdakul’un Hstıralan

son yılları, Osmanbey Şâir Nigâr Sokağı’ndaki (Kesriyeli Hilmi Bey) adh apartmanda geçti. Adil Amucam ve Suna Yengemle birlikte orada oturuyordu. Biz de O’ndan elli metre ileride ve Şişli Caddesi’ne daha yakın (Celep Apartımanı/ndaydık. BüyükBabam ve biz, 26 Mart 1941'deki yangından sonra buralara gel­ miştik. Dâireler,“redöşose” denilen giriş katlarıydı. Büyük Amacam Hüseyin Ertuğrul Yurdakul, Büyük-Babam'a âid, Bomonti’de İzzet Paşa Sokağı ’nda (Zaman Yurdu) adh küçük apartmanın dör­ düncü katında oturuyordu. Mebrûke Halam İstanbul’da değil, An­ kara’daydı. ' Ben Galatasaray Lisesi’nde yatılı olduğumdan ve yaşım gere­ ği, kendisini seyrek görüyordum. Babaannem’in vefâtından sonra bize bir-iki kere gelip kaldığını hatırlıyorum. Annem’in yaptığı pilâv ve tas-kebabını çok sevdiği için, dâima onu yaptırırdı. Bir de yine Annem’in hazırladığı limonatayı pek beğenirdi, akşam üstleri onu içerdi. Sık sık hekimlere gider, sağlık kontrolü yaptırır ve muâyene olurdu. Dr. Âkil Muhtar Özden ve Abravaya hatırladığım dok' torlarının adlarıdır. Lâkin son zamanlarında, o sırada Alman Hastahanesi Başhekimi Dr. Quinke, Büyûk-Babam’ın müdâvî-tabibi idi. İşte bir gün ona gitmiş. O da, Büyük-Babam'ın yalnız oldU' ğunu bildiğinden: ‘İsterseniz hastahanede kalıp bir süre dinlenin ” 95


demiş. Kalb krizi orada istirahatteyken geldi ve vefat etti. Hattâ hastahanenin kıdemli kapıcısı hayretini gizlememiş ve: “Nasıl olur, ağzında piposu, gülerek ve bize hâl-hatır sorarak buraya gelmişti” demişti. Çok soğuk bir Ocak günüydü. Ben de evde bulunuyordum. Suna Yengem’in sabaha karşı saat 4’de gelip bizleri uyandır­ ması ve T)iraz rahatsız demesi üzerine bütün aile hastahâneye koşuşmuştuk. Yolda Babam Saffetle, “birşeyi yoktur inşallah” diyordu. Oysa ki, Yengem vefâtmı söyleyememiş. O gün Heykeltıraş Kenan bulundu ve maskı yapıldı. Bu mask, Hüseyin Amucamdaydı. Şimdi her hâlde oğullanndadır. Cenaze töreni çok parlak oldu. Üniversite gençliği tabutunu mezarlığa kadar eller üstünde götürmek istiyordu. Osmanbey de, Rumeli Caddesiyle Halaskar Gazi Caddesi’nin kesiştiği ve bugün Yapı Kredi Bankası olan yerden itibaren Vâli Dr. Lütfi Kırdar, tabutun vasıtayla taşmmasını istedi. Nitekim Zincirlikuyu'ya kadar öyle gidildi. Büyük-Babam, Maçka Mezarlığı’na ve Şeyh Cemâleddin Afgânî’nin yanına gömülmesini isterdi. Bunu her zaman söylerdi. Bu isteği Vâli'ye aktarıldığında: “Artık o me­ zarlığa kimse gömülmüyor; yakında burası başka yere kaldırıla­ cak. Şimdi oraya defnedersek, sonra kaldırmak mesele olur” gibi bir cevab alınması üzerine Zincirlikuyu'ya defnedilmişdi. Halbuki Maçka Mezarlığı hâlâ yerinde duruyor. İki husus Büyük-Babam’ı yıktı. Birincisi, evinin ve kütübhânesinin yanmasıydı. Bütün kitapları damgalanmış, “Mehmet Emin YurdakulKütübhânesi” kaydını taşıyarak üniversiteye bağışla­ nacaktı. Yangın, bu büyük isteğini engellemiş oldu. Ancak bir­ kaç yüz kitap kurtanlabilmişti. Bunlardan bende olanların üzerinde aynı kaşe vurulmuş bulunuyor. İkincisi de Babaannemin kendinden önce ölümüdür. Hepimi­ zi, herkesi olduğu gibi, eşini de çok sever ve ona ayrıcalıkla de­ rin bir muhabbet gösterirdi. Babaannem, çok akılh bir kadındı. Birçok yüksek memuriyet ve makamlarda bulunmuş, çok kıy­ 96


metli arkadaşları olan Büyükbabam ın adetâ Dâhiliye Vekili’ydi. Göze! bir kadm olduğundan Büyükbabam, onu çok sever ve çok sayardı. İşte bu durumdaki Babaannem, duyduğuma göre, ölüm döşeğinde iken: “Bey! arkamda geç kalma!” demiş. Bunu bir gün Büyükbabam, ya Yengem’e veya Annem’e söylemiş. Hattâ: “Ne­ den böyle söyledi?” diye de üzüntüsünü belirtmiş... Ama Baba­ annemin vefâtmdan sonra bir yıl dolmadan Büyükbabam da öldü. Bu da, eşine olan vefâsmı gösteren bir hâl olsa gerek... Bir güzel hâtıram da şu: Vefâtmdan kısa bir süre önce, yan­ gından sonra onarılmış olan Serencebey'deki evde, oğulları ve bâzı gelinleriyle oturup konuşurken, ben de orada bulunuyor­ dum. Söz nereden açıldı ve nasıl “miras” konusuna geldiyse, ken­ disine mahsus koltukta biraz doğrulmuş ve yan kısımda bulunan bir belgeyi çıkararak: “Evlâtlarım, çok yaşlıyım. Biliyorsunuz bir bu evim, bir de Şişli’deki ufak Zaman Yurdu var. Bütün serve­ tim bu. Ama, asıl size bırıkacağım miras şudur” diyerek elindeki o târihî belgeyi bizlere okumuştu. Bu belge, Büyük Ata ’nın, Bü­ yükbabam İnebolu'ya çıktığında kendisine çekmiş olduğu ve: “Si­ zi, Milletimizin Mübarek Babası olarak selâmlarım” diye biten târihî telgraftı. Bunun aslı, son zamanlarda Türk Târih Kurumu’ndaydı. I

Bir de hatırımdan çıkmayan, benimle, mesleğimle ilgili bir ko­ nuşmamız var: Ya yedinci veya sekizinci sınıfdaydım. İlk sömestiri karnemi almıştım. Büyükbabam'a gittim ve odasına girdim; “Karnemi aldım” dedim. “Türkçen kaç?” diye sordu, “sekiz” de­ dim. “Ne olmak istiyorsun?” dedi. Ö târihlerde, kulağımdaki ap­ seye çok güzel bir âletle bakan ve âletin iki ucundaki aynalardan da babama ve anneme kulağımın içini göstermiş ünlü Dr. Taptas’a hayran kalmış olduğum için: “Doktor olacağım!” diye ce­ vap vermiştim. Ne dese beğenirsiniz?” Aman avukat olma da, ne olmak istersen onu ol!” demez mi? O târihlerde bir avukatın nasıl bir işi olduğunu bile bilmiyordum. Sonra öğrenmiştim ki, kira vermeden çıkan bir kiracısı, otomatiği de söküp götürmüş ve bu kiracı bir avukatmış. Tabiî her meslekte kötüler olabilirdi. 97


T Ama Büyükbabam o kadar kızmış ki, bana avukatlığı yasaklayan sözler söylemişti. Fakat yülar geçti ve ben Hâriciye’ye he­ ves ederek Hukuk Fakültesi'ne girdim. Ama, Büyükbabam’m korktuğu gibi bir avukat olmadım. Babacığımın bir sözü vardı: “Mezar taşı ile öğünülmez!" derdi. Hep o suretle hareket ettim ve taşıdığım soyadıma lâyık olmaya çalıştım. ”

Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’un ölümünden sonraki yıJJarda da hakkında kitaplar çıkarılmış; makaleler yazılmış ve hâtırası anılmıştır. Bunlara örnek olarak bura­ da Samet Ağaoğlu’nun üç kere basılan (B abam ın A rk ad aşla rı) ve Yusuf Ziyâ Ortaç’ın (Portrelert adlı eserlerinden (M illî Şâir) ve (M ehm ed Em in) başlıklı yazflarını veriyoruz: Samet Ağaoğlu Ve Yusuf Ziya Ortaç M.E.Yurdakul’u Anlatıyorlar

“İttihad ve Terakki liderlerinin kendisine hemen hemen res­ men taktıkları bu '‘Millî” unvanı bir bakımdan ona yakışıyordu. Şişman, iri vücudunun üstünde bembeyaz sakalı, beyaz yüzü, iri, açık mavi ışıklarla dolu gözleri, titrek, âhenkli sesiyle Türk Târihi’nin efsâne ozanlarına benziyordu. Şâir miydi? Hayır! San’attan bu kadar uzak şiirler yazan bir insan şâir olabilir mi? Fakat târihe, ne uzun müddet yaptığı vâlilikleri, ne meb’usluklarıyla geçiyor. Târihde yerini şâir, “MillîŞâir” olarak aldı. Hem de unutulamaz, silinemez, ihmâl edilemez bir şekilde. Bütün bir nesil uzun zaman O’nun iki mısraını m illî uyanışın şarkısı diye dur­ madan tekrarladı: Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur Sinem, özüm ateş ile doludur. Babamın dostlan içinde çocukların, bütün arkadaş çocukları­ nın en çok sevdiği yüz onunkiydi. İstanbul'da Serencebey Yokuşu’ndaki evi, ilk çocukluğumdan kalan aydınhk hâtıralar 98


arasındadır. Tertemiz, sâde, zarif eşyalar ile dolu geniş, rahat, gönül açan odalar! O gözüktüğü zaman sıralanır, birer birer eli­ ni öperdik. Biraz kaim ve ıslak dudaklarmm sıcaklığmı yanakla­ rımda, aimmda hHâ duyuyorum. Şiirlerini okumasmı isterdik. Zâten O da bunu bizden bekler­ di. Gözlüğünü dikkatJe takar, cebinden çıkardığı kâğıtlardan ye­ ni şiirlerini, sanki büyük insanlardan bir topluluk karşısındaymış gibi heyecanla, ciddiyetle okurdu. Birkaç şiiri vardı ki, onları söy­ lerken biz çocuklar ağlayacak hâle gelirdik. O gerçekten ağlar­ dı. Bunlardan birisinin ismi: **KesiIdi m i Ellerin?''di. Elleri an­ nesini bıçaklarken kesilen bir adama annesinin yaralanıp yaralanmadığmı sorarak biten bir şiir!

/

Millî Şâir, ruhunun bir yanıyla ölünceye kadar çocuk kaldı. O'nu en ehemmiyetsiz hâdiseler bedbaht edebiliyordu. Yine en ehemmiyetsiz hâdiseler ile saâdet göklerinde uçardı. İşte bir misal: Babamla seyahat ediyormuş. Bir aralık onun kompartıma­ nında önce inlemeler işitiliyor. Arkadan da hıçkırıklar! Babam hemen yanına koşuyor. Gördüğü manzara şu: Arkadaşı, kalın yün fanilâsını boynuna kadar çekmiş, başından çıkarmağa çalı­ şıyor, fakat fanilâ canh bir inatla bir santim daha yukarı çıkmi' yor. Şâir’in parmakları beyhude yere fanilanın kıvrımları arasında çırpınıp duruyor. Babam: “Ne var, niye âğhyorsun?” diye soru­ yor. Şâir, hıçkırıklar arasında: “Beni bu fanilâdan kurtar Ahmed Bey!” diye yalvarıyor. Atatürk, MillîŞâir’i Serbest Fırka'ya soktu. Bu hâdise onun için

gy ÖJîce büyük gurur sebebi oldu. Çocuk saflığıyla babama, “Ah­

met Bey, diyordu, Gazi’nin bu işteki samimiyetinin en kuvvetli delili beni de sizin aranıza katmasıdır. Bu suretle Gazi m illî mu­ halefet yaratıyor, elbette farkındasınız!" Babam gülerek, “öyle dostum öyle, diye cevap veriyor, elbette senin aramızda bulun­ man bizim için büyük te’m inattır." Fakat Serbest Fırka mâcerâsı en hazin tecellilerinden birisini de Millî Şâir üzerinde gösterdi. Fırka dağıldıktan sonra bir köfede birkaç ay gözden düşmüş, unutulmuş yaşadı. Onun buna dayan99


masj güçtü. Her devirde san’at ve siyâset salonlarının hakikî sûsü olmuştu. Şimdi eski, tozlu bir vazo gibi köşeye atılmış olmak gücüne gidiyordu. Gururu ile hüsranı arasında geçen çetin mü­ câdelede birincisi mağlûp oldu ve tekrar meb’usluk için sırâiiyla muhtelif kademelerden sonra Atatürk’e başvurdu. Artık yeniden Meclis’tedir ve ne kadar solmuş, yıpranmış hâlde! Hiç bir yerde gözükmüyordu. Sanki eski Türk Yurdu ve Türkocaklan He be­ raber göçmüş, onların enkazı altında yalnız ihtiyar bir nefesten ibâret kalmıştı.

Ankara Hukuk Fakültesi’nin üçüncü sınıfında iken Behçet Ke­ mâl Çağlar, Hıfzı Oğuz Bekata gibi yakın arkadaşlarla kurduğu­ muz “Genç Türk Edebiyat Birliği"ni yaşatmağa çalışıyorduk. Ankara "da eski Kız Lisesine inen yokuş üzerinde küçük bir dük­ kânı cemiyet binası olarak kiralamıştık. Burada kanatları altına sığınabileceğimiz mânevi bir rehbere ihtiyâcımız vardı. Halbuki ortada ellerini öpebileceğimiz tek insan kalmamış gibiydi. Ocak­ ların eski reisleri birer birer, bâzısı siyâsetin, bazısı kaprislerin kurbanı olmuşlardı. O zaman aklımıza Millî Şâir geldi. O'nun se­ vimli beyaz yüzü bir güneş gibi dağınık kalblerimizi etrafına toplayabilirdi. Hemen karar verdik, gidip görecek, birliğimize mâ­ nevi reis olmasını isteyecektik. O günü hiç unutmayacağım. Ne istediğimizi öğrenir öğrenmez, gözleri yaş doldu, titrek, âhenkli sesi heyecandan kısılmıştı, “biliyordum” diye başladı, “bu gençli­ ğin benim hizmetlerimi nihayet takdir edeceğini biliyordum. Bu­ gün bana mukadderdi. İşte şimdi kuzularının başında mes’ud çoban gibiyim. ” Fahri reisimizi, birliğin merkezi küçük dükkâna davet ettik, hayâtını okudu, yeni nesillerin vazifeleri üze­ rinde nKirıenni söyledi. Sonra hep beraber caddeye çıktık. Otuz arkadaştık. M illîŞâir’i ortamıza almıştık, âdetâ nümâyiş yürüyü­ şü hâlinde ve herkesin hayret dolu bakışları arasında Karaoğlan Çarşısı'ndan geçerek Ulus Meydanı’na kadar geldik. O Meclis'e gitti, biz dağıldık. Babamın bu ak yüzlü, güzel, şiirleri, sesi ve evinin aydınlığı


çocukluk hâtıralarımın bir köşesini dolduran arkadaşını bir da­ ha görmedim^^i” Yusuf Ziyâ Ortaç’ın yazısı da şudur:

“Millî kelimesi, m illî hudud, Millî Mücâdele, millî mahsûl, m illî sanayi', hattâ Millî Takım’dan evvel O'nun için kullanıldı: Millî Şâir! Kim verdi bu rütbeyi O'na?. Bilmiyorum. Belki İttihat ve Te­ rakki... Ama, yayan bir kişidir: Gençiliğimizin altm çağmı heye­ canlarla dolduran Hamdullah Subhî Tannöver. Orta boylu, kaim yapılı, gövdesi bacaklarından uzun, tertemiz bir adamdı. Fil dişi beyazı yüzünde açık kumral, güzel bir sakah vardı. Sevgi dolu gözlerle bakar, titreyen seslerle konuşurdu. Kal­ bi çok merhametliydi, eli çok merhametsiz. Kalemi yoksullariçin siyah yaşlarla bol bol ağlar, ama açılan avuçlara yelek cebinden bir metelik damlamazdı! Mehmed Emin Yurdakul, bahtiyar insandır: Büyük şâir oldu­ ğuna inanarak yaşadı, Millî Şâir olduğuna inanarak Öldü. Beşiktaş’ta, Serencebey Yokuşu’ndaki konak yavrusuna ara sıra giderdim. Boğaz’a bakan, gök ve deniz dolu yazı odasında edebiyat üstüne konuşurduk: Şirbirimizf hiç anlamadan! Bu muhterem insan için büyük şiir, büyük kelimeydi: Dev, fil, arslan... Bu sözler mısra’lara girdi mi, olurdunuz büyük şâir: Biz devlerin, fillerin Diz çöktüğü milletiz! Okurken öyle göğsü kabarırdı ki, edebiyat târihimize sığma­ yacak sanırdım. Mizah edebiyatımızın eski ustası Fâzıl Ahmed’in, O'nun dilin­ den ne güzel bir manzumesi vardır: (80)Samet Ağaoğlu: Babamın Arkadaşları, S.llâveli Baskı, İstanbul 1969, SS.10&108.

101


Yazıyordum, çıkıyordu her sabah, Okuyordum, ağhyordu Hamdullah! Ama, bütün Birinci Dünya Savaşçıları’nm dilinden ve gönlün­ den O’nun iki Mısraı hiç eksik olmamıştır: Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur, Sînem, özüm, ateş ile doludur! Buna ben, bir üçüncü mısra da katayım: Ey çobanlar anın beni coşkun sular başında! Balkanlarda yıkılışımızdan sonra, Millî Şâir'in bir çığhğmı duyduk: Ey Türk, uyan!.. Bu, kırmızı kaph küçük bir şiir kitabı idi. Şiirle hiç ilişiği olma­ yan bir şiir kitabı. Ama, herkes aldı, herkes okudu, herkes ağlsdı... Emin Bey, sâhiden Millî Şâir olmuştu o günlerde! Hiç unutmam, Süleyman Nazif, bir toplantıda eseri eline al­ mış, birkaç parça okumuş, sonra bu hantal mısra’lardan tiksine­ rek gürlemişti: - E y Türk, utan!.. Millî Şâirimiz, şiirlerini, ancak sigara kâğıdı büyüklüğünde kâ­ ğıtlara, dörder satır yazar, üstlerine numaralar koyar, masasına dizerdi. Okurdu, düşünürdü, yerlerini değiştirirdi. Zâten birbiri­ ne bağh değildi ki... Başka dörtlükler katsanız da olurdu, çıkartsanız da!.. Kurtuluş Kavgası’ndan sonra, Mehmed Emin Yurdakul, meb’us oldu. Millî Şâir'in yeri Millet Meclisi idi elbet. Gazi’nin başkanlık ettiği bir günde kürsüye çıkan Millî Şâiri­ miz, m illî bir heyecanla mensur bir şiire başlamış. Bu fikirsiz edebiyâta beş dakika dayanabilen Mustafa Kemâl: — Beyefendi, sadede geliniz! Deyince, Emin Bey, büyük bir saffetle cevap vermiş: 102


— Sadede arkadaşlar gelecekler efendim!

Yahya Kemâl, bu hazin olaydan bahsederken: — Ah bu Emin Bey, derdi. Şiirde de böyle, bir türlü sadede gelmemiştir!

Şapka inkılâbmdan birkaç ay sonraydı. Beraber öğle yemeği yemiştik: Birinci katta, soldaki odada. Üstüne sanmsakh yoğurt çırpılmış nefîs bir Tatar böreğiyle ikimiz de silme doyduk. O, ar­ kasında siyah astragan yakah kalantor bir palto, başında melon şapka, elinde baston ve ağzında uzun bir sigarla karşımda gü­ lümseyerek durdu: — Nasıl, tam AvrupalIyım, değil mi?..

/

İçi Tatar böreğiyle dolu Millî Şâirimiz, dış yapısıyla sâhiden AvrupalIydı. Ama, Galata'daki Tringmağazasının camekânında palto ve şapka giydirilmiş bastonlu manken kadar AvrupalıJ

Atatürk, Serbest Fırka’yı kurdurmağa karar verince Millî Şâi­ rimizi de düşünmüştü. Emri alan ak sakallı, nur yüzlü çocuk adam »evindi: O ’nun girmesiyle, mubâlefet partisi “Millî Muhâlefet Partisi” olacaktı. Ama, kısa bir zamanda dağıtılmasına karar verilince, Millî Şâ­ ir kimsenin aklına gelmedi. Yâlnız, çok geçmeden Atatürk'ün vefalı elini tekrar uzanmış gördük: Yine Meclis’deydi Emin Bey. Bu hakkıydı onun. Edebiyatta yeri olmasa bile edebiyat târi­ hinde yeri vardı: Ben bir Türküm! Diyen adamdı O... Yalnız bu kadar da değil. Mustafa Kemâl’in adını da ilk defa onun Çanakkale Destanı’nda duymuştuk. Anafartalar’ı anan güzel bir mısradır bu: Ey Mustafa Kemâl’lerin aziz yeri! Mustafa Kemâl, o zaman Atatürk değil. Gazi değil, paşa bile değildi. Miralay Mustafa Kemâl Bey'di! 103


Mehmed Emin Yurdakul'u edebiyat unutacaktır. Unuttu bile... Ama: Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur! Diyen İnsanı edebiyat târihi unutamaz^^’K”

Çeşitli yıllarda Millî Şâir, hayatı, eserleri ve san at anlayışı konularında kendisine yöneltilen sorula­ rı cevaplandırm ıştır. Bilhassa Ruşen Eşref Ünaydm’m Millî Şâir’le konuşması, O ’nun birçok yan­ larını bizlere aydınlatmaktadır'^^); Mehmed Emin’in Rûşen Eşrefle Konuşması

“Geçkince bir kadmm, bakracmı yere bırakarak, çarşafmm altmdan elini ağzına örterek: — Türk Şâiri Emin Bey mi? Şu çeşmeyi geç, sağ kolda tahint lx>yalı konağın kapısını çal. Diye kınalı parmağıyla gösterdiği ev­ de muhterem şâiri buldum. Karşis/ndakini mahçup ve minnet­ tar eden aşın tevazuu, aşın iltifat ve nezâketiyle karşıladı. Loş ve dolambaçh merdivenlerden en üst kattaki kitap odasına çık­ tık: Yerleri, sedirleri, sandalyeleri, duvarları Tebriz'in, Keşan’ın, Sivas’ın çok güzel ve az rastlanır nakışh, renk renk çiçekli seccâdeleriyle süslemiş... Kafesli pencereler cicimlerle örtülmüş. De­ rin göbekli bakır mangalların külleri üsfünde nar kırmızısı yanan ateşler...

Renk renk Hind çerçeveleri ve Hind kitab etajerleri. Bu oda şu koyu ve melûl renkleriyle eski Acem minyatürlerindeki, ef­ sânelerle dolu Şark bahçelerini hatırlatıyordu.

(81) Yusuf Ziyâ Ortaç:PortreIer. İstanbul 1960, ss.lI5-ll8. (82)Rûşen E§rel Ûnaydın: Diyorlar ki,... Devlet Kitablan, İstanbul 1972 (Birinci Basılış 1918), ss 143-151.

104


Ve açık ahnlı saçsız başı, dolgun yanaklarında hafif, çenesin­ de sivri kumral sakalları, ince kumral kaşların altındaki yeşile çalan gözleri, ağarmaya başlamış kalın bıyıklarının örttüğü du­ daklarında pürosu, geniş omuzlu şişmanca vücudu ile Mebmed Emin Bey bu odada, Şarkeşyasma meraklı bir Polonya zengini' ne benziyordu. Arûz veznini düzeltip geliştiren Servet-i Fünûn şâirlerinin yanıbaşmda tevazu' iie çalışmış: R ûbâb’m **BalıkçıIar'% **Hasta Çocuk” filân gibi hikâyeli manzumelerinden büsbütün ayrı bir diyânn ilk yolcusu olmuş '^Türk Sazt'^ şâirinden, sanattaki ga­ yesini öğrenmek istiyordum. Purosunu parmaklan arasına aldı; geniş yüzüne büsbütün bir saflık ve bir iyilik mânâsı veren te­ bessümüyle; Benim kanaatimce şiir, güzellik için olmakla birlikte, iyi­ lik içindir de. ” dedi. Onun sazı, tabiatı aşkı dile getirmek için ol­ duğu kadar, insanlığın elemlerini de dile getirmekle vazifelidir. Şâirin altun kadehlerindeki şaraplar, yalnız gençliğin aşk hummâlan ile yanan dudaklarına değil, bütün insanlığın ıztırap ve elemle kuruyan ağızlarına da akıtılmalıdır. Gerçi "Vase Brisee” şâiri Suîly Prudhomme, “NuW*ler şâiri Alfred De Musset’ye: "Sen bizi hayâtın batün ateşli güzel kokulu esintilerini birden içmeye çağırıyorsun; halbuki bu dünyâda zincir sesleri de vardır. Ben bakıyorum da, o sesleri işitmemiş olduğuna kanaat getireceğim geliyor. Eğer sende büyük bir rûh olmamış olsaydı, seni alçak diye tahkir ederdim... ” diyor. Lâkin ben Prudhomme’a hak ver­ medim. Çünkü sanatkârın rûhu hürdür. Gölge ve hayâlden iba­ ret bir küçücük etkiye ve baskıya bile katlanamaz. O, yalnız kendi şiir, kendi ilham perisinin esiridir; öyle değil mİ efendim? O peri ona duâ, küfür, isyan, aşk, intikam, zulüm, merhamet... her ne­ yi ilhâm ederse o da onu dile getirir. Şâirlerin ruhları da, âşıkla­ rın ruhları gibi, altunla satın alınmaz. Demirlere de boyun eğmez. Hem şiir, tabiatm ve hayâtın bir sesi değil midir? Yıldızların altında,bülbüller olduğu gibi, fırtınalarda haykıran kartallar da yok mudur? Çiçekleri dalların altında titreşen yeşil çaylar olduğu ka­ 105


dar, yalçın kayaların gazapla baktığı karanlık ırmaklar da yok mudur? Bu umûmî düzen yüzünden değil midir ki dünyâ, yıldız­ lar, bütün o sonsuz varlık ebedî aşk heyecanlarını terennüm et­ mektedir? Bana gelince; benim yaradılışım, aldığım terbiye, içinde bulunduğum çevre ve zamanım beni bunların İkincisine taraftar etmiştir. Yâni ben daha ziyâde elemlerin, acıların ve çâ' resizlerin şiirini duyurmak istedim.” — Pekiyi efendim; m illî edebiyatın dil, vezin ve mevzu'daki gayesi hakkında ne düşünüyorsunuz? — Evvelâ size Rus şâirlerinden Mayekov’un bir levhasını ha­ tırlatacağım: Mayekov, bir gün bir izbeye gitmiş. Ocakta çam kü­ tükleri yanıyormuş. Alevleri odayı aydmlatıyormuş. Bu ocağın önünde bir küçük çocuk, eline bir kitap almış, parmaklarını sa­ tırların üzerinde yürüterek heceleye heceleye okuyormuş. Bu­ nun karşısında uzun saçlı, uzun sakallı Rus köylüleri, kucaklarında çocukları uyuyan Rus kadınları, can kulağıyla bu kızı dinliyor­ lar ve başlarını sallıyorlarmış. Şâir diyor ki: “Bu kitap, halkın di­ liyle yazılmış, onun yurdunun güzelliklerini, büyüklerini, ecdâdının efsânelerini, hâtıralarını, kalplerinin aşklarını, elem­ lerini, hayatlarının ümidlerini ve rüyalarını söylüyor. Bu kitabın, isterse hecelene hecelene bir kız çocuğu tarafından okunsun, ku­ lübelere girmesi ve halkın karanlıkta kalmış ruhlarına bir ışık, heyecansız yüreklerine bir titreme vermesi, Rusya’nın istikbâli­ nin ufuklarında büyük ve İlâhî bir güneş doğacağını müjdeliyor..."

İşte size, millî edebiyâtın ne olduğunu; onun gerek şekilce ve gerek ruhça nasıl olması lâzım geleceğini anlatacak en açık ve seçik bir ifâde. O hâlde bizim m illî şiirimizde de, meseleyi böylece ele almak gerekirse, dil, vezin ve mevzu’ilk olarak göze çarpar, öyle değil mi? Şimdi dil... Mâdemki bütün diller anlamak ve anlatmak için birer vâsıtadır; bizim dilimizin de bu gayeye göre, halk tarafın­ dan anlaşılacak bir surette, arınıp temizlenmesi lâzım geliyor­ 106


du. Şu hâlde, bu dilin içinde âdeti hükümet sürmekte bulunan yabana kaideler yıkılmalıydı. İşte biz, dilimizi Arab ve Acem ter­ kiplerinin zincirinden kurtararak hür yapmak istedik. Bundan dolayı da şiirlerimizi bu m illî ve hür dille yazdık. Vezin meselesine gelince: Bizde iki türlü terennüm vâsıtası var­ dı mâlum, değil mi efendim? Biri Arab’mki, öteki de bizimki. Şim­ di bu arınmış temizlenmiş dille yazılacak şiirlerin normal vezninin Arab vezni, yâni aruz olmadığı ve olamıyacağı için, kendi vez­ nimizi kullanmamız gerekiyordu. Kendi millî, yâni hece veznimiz ise dervişlerin İlâhilerinde, ne­ feslerinde, âşıkların koşmalarında, destanlarında ve halkın tür­ külerinde vardı. Tabiî biz bunu kabul ettik ve buna bir genişlik, bir gelişme ve ilerJeme vermeye çalıştık. — Fakat efendim; sizin bu tuttuğunuz yolun karşjsında olan­ lar, sizin kullandığınız türlü vezinleri millî bir vezin olarak ka­ bul etmiyorlar. Millî vezin altı, beş, on... — Rıza Tevfik’le İhsan Râif Hanım ’ın şiirleri, şüphesiz, çok mak­ buldür. Fakat biz eğer yalnız o şekillerle yetinmiş olsaydık he­ yecanlarımızı ifâde edecek, bunları dile getirecek sâha çok dar kalacaktı. Halbuki istedik ki, hangi şekil heyecanlarımızı en iyi tarzda dile getirebilecekse bunlar tercih edilsin. Bunun içindir ki biz, çeşitli şekiller alıp bunlar üzerinde durduk. Şekil ruha bağ­ lıdır, değil mi? O ruhların terennümü neyi gerektiriyor idiyse ona o vezni kullanmak lâzım gelir. Nitekim en büyük şâir olan tabia­ tın çaldığı saz da iki telli değildir. Onun nice bin teli ve nice bin nağmesi vardır. İşte bunun içindir ki biz türlü türlü şekiller al­ dık. Macar m illî edebiyâtı da, başka edebiyatlar da böyîedir. edebiyatta mevzu’dan da bahis buyuracaksınız? — Evet, evet; mevzulara gelince: Mevzulanmızı memleketimi­ zin hayâtında bulduk. Hislerimizi halkımızın kalbinden aldık ve Türk’ün Sazı ile Türk’ün ruhunu terennüme başladık. Sanıyorum ki, az vakit içinde az iş yapılmadı. Meselâ miliîşâirlerimiz içinde Rıza .Tevfik Bey; Bayburtlu Zihni’lerin filân monoton olan koş107


malarını yapısı ve ana-hatlan, vâsıtaları, meydana geldiği mal­ zemeler ve dil bakımlanndan hemen hemen hiç bir şekilde değiştirmeyerek, fakat onları rûben yükselterek Şarkın bedbin felsefesini, hasta aşkını, meJûl güzelliğini yine de terennüm etti. Ziyâ Gökalp Bey, Âşık Gedâyî’lerin filân destanlarına, ş^kil ve ruh bakımından, bir yenilik verdi. Halk diliyle ve m illî vezinle Türk'ün o güzel efsânelerle süslenmiş târihini, altun devrini, kah­ ramanlık rûhunu yaşattı. Halide Edib Hanım, '‘Harap Mâbedler*’ in bu sanat tanrıçası bize ‘T eni Turan''} uzatmakla, bir çeşit yeni bir "Kitâb-J Mukaddes” verdi. ''Gözyafları^nın şâiri İhsan Râif Ha­ nım, “Yedi Dağ Gülleri"nden bir demet hazırlıyor. Bunların yanmda Hamdullah Subhîler, Celâl Sâhirler, Yâkub Kadriler, Ali Cânibler, Hâlid Fahriler, Refik Hâlidler, Ömer Seyfeddinler... Kimi gönülden gelen sesler gibi temiz ve yüce hitâbelerle, kimi harâbe perileri gibi ağlayan gamh şiirleriyle, kimi sevenleri ile bir­ likte toprak olmuş kahramanlan dirilten hikâyeleriyle, kimi hayâtımızın ıztıraplarını, yaralarını, aşk ve ümidlerini, bütün çirklnllklenni ve güzelliklerini meydana koyan fıkralarıyla milleti­ mizin ve memleketimizin hayâtını, rûhunu yaşatıyorlar. Hakk Sühâlar, Orhan Seyfiler, FârukNâfizIer, Enis Behiçler, Haşan Ze­ kiler, Yahyâ Sâimler, Sâlih Zekiler — aman Yarabbi, ne iyi kalbh adam! Hiç birini saymadan geçemiyordu^"^^ — gibi bir genç nesil daha var ki, ilhamlarını bizimkinden daha yüksek bir san'at mâbedinden alıyorlar. Bunlar da kendi ruhlarını yeni dil ve m illî vezinle terennüm ediyorlar. İ’tiraf ederim ki bizim bugün bir “Mickiewicz”imiz, bir “Petöfi”miz yok. Lâkin ben kuvvetle ümid ediyorum ki bugünkü Türk kızlarının yarın m illî ve İlâhî ninnilerle beşiklerde sallayacakları çocuklar, beklediğimiz dâhileri yetiştirecekler ve o dâhiler bizin] de “Konrad’lanmızı, “Yonuş”lanmızı yaratacaklar. Hem o dille ve o âhenkle ki târihin karanlıkları içinden akan dalga ses(x) Rû§en Eşref, Milli Şâir’in hiç kimseyi unutmadığını yazıyorsa da, Vurdakul, bu ğâirier arasında sonra da Yusuf Ziya Ortaç’ı hiç anmamı§tır. Ortaç'ın Millî Şâ­ ir hakkındaki aiayh, küçültücü yazısı bu abnganhğm ve anmayışm sebebi olsa ge­ rektir F.T.

108


lerine elmas taçfı hâkanlanmızın, gümüş sazlı şâirlerimizin ilâhî sadaJarı karışmışdır. O dille ve o ahenkle terennüm edecekler­ dir ki, son asırlarda yıkılan memleketlerimizin, ıssız kalan ocak­ larımın çocukları Karadeniz kıyılarında, Orkun vadilerinde teduygulan hep o dilin ve âhehgin içinde bulunacak. Bu Ahenkle yazılan şiirleri, kanımı taşıyan ve dilimle konuşan bütün ırkdaşlarımm çocukları Karadeniz kıyılarında, Orkun vadilerinde te­ rennüm edecekler. Buna sarsılmaz imânım var” Heyecânı ve coşkunluğu biraz diner gibi oldu. Dudakları titri­ yordu. Biraz yatıştıktan sonra: Size bir hâtıramdan bahsedeyim, dedi. Ben On Temmuz’ da Erzurum ’da idim.Bir konsolos yanıma geldi. İnkılâbımızı hay­ retlerle karşıladığını söylemişti. Ben o zaman ona demiştim ki: “Bunda hayret edilecek bir şey yok, bakınız, bir kış memleke­ tinde bulunuyoruz. Bu toprağın yalçın dağları buzlarla, ovaları da karlarla örtülüdür. Burada aylar geçer, dağ başlarında bir kuş uçmaz; ovaların üzerinden bir kervan geçmez. Lâkin bu donuk beyazlığın altmda gizli bir alev vardır. Bu kuvvet bize bir baha­ rın unsurlarını toplar; çiçekler ve çimenler hazırlar. Bizim alınlarımız da, tıpkı bu buzlu kayalar, bu karh ovalar gibi cansız sayılırdı. Lâkin fikirlerimizde, kalblerimizde öyle bir aşk, öyle bir rüya, öyle bir kuvvet, öyle bir hayst vardı ki, sizler onları gÖremiyordunuz.^ Halbuki şimdi eserlerin huzurundasmız..." Ben, millî cerayânımız için de size hâtıramı arzedeceğim ve kendimin şimdi böyle bir bahar huzurunda bulunduğumu söyleyeceğim. ” Bir püro daha yakıldı. Mangalların kömürleri san maşalarla eşelendi. Mehmed Kmîn Bey, kabartma çiçekli, burma ayaklı, ceviz renginde masanın yan tarafında duran küçük kitap rafla­ rında birkaç Rus şâirinin eserlerini aradı. O raflarda her milletin edebiyâtına dâir cildler bulunmakdaydı. Eski edebiyat hakkında. Tanzimat hakkında ve Servet-i-fünûn hakkında sorduğum suallere şöyle cevap aidim:

109


...Edebiyatımızın göklerinde parlayan yıldızların büyüklüğünü benden sormayınız. Yaşadığım toprak ve bu toprağın fırtı­ naları, felâketleri benim gözlerimi yukarıya kaldırabilmek ve orada parlayan âlemleri seyredebilmek için bana fırsat verme­ di. Bu bilgileri size başkaları, salâhiyetleri olanlar verdiler. Ken­ dilerinin fikir ve hislerine, zevk ve hayallerine, bazıları, belki de, sevgi ve kinlerine göre söylediler. Ben size bu hususta bir iki duy­ gumu söyleyeyim: Bence Sultan Süleyman devrinin ufuktan ufuka at koşturan cengâverlik dolu hayâtını “Bâkr’mersiyesiyle ebedîle§tirmi§tir. Nedim de Lâle Devri’nin odalar ve bahçeler için­ de geçen zevk ve safa günlerini dile getirdi. Fikret de bütün Abdulhamid devrinin fâcialarını, elemlerini ve zamanını inde tesbit etmiştir. o devrin bütün san’at ve şiirini gölge­ de bırakacak bir şaheserdir. Fikrimce, büyük Fikret’in mezarına “Sis Şâiri” unvanını yazdırtmah. Fikret **Sis” ile bizde, tıpkı İn­ giltere’nin “Gömlek Şâiri” (Thomas Hood) gibi bir şöhret kazan­ mıştır. O “Gömlek Şâiri” ki, şiirini sosyalistler mendillerine yazdırmışlar. Alınlarının terini onunla silerlermiş. Ve şâirin me­ zar taşına da “Gömlek Şâiri” unvanını kazmışlar. Bana gelince: Hayatta her ağacın bir türlü çiçeği ve yemişi ol­ duğu gibi, ben de yalnız bir yemiş verebilmek için çalıştım. Fik­ rimin kuvvetini, kalbimin özsuyunu bunu yetiştirmek için verdim. İhtimâl ki yolumun üzerinden geçen yolcuları dallarımın yeşil gölgesinde dinlendirmişimdir. İhtimâl ki yemişlerimle onların kalblerine bir damla kan verebilmişimdir. Eğer bunu yapabildimse mes’udum. Memleketimin sefillerinin küçük bir şâiri olabilmek, bütün milletimin hürriyet ve saâdetini terennüm edebilmek İçin yaşamak: İşte benin hayâtımın ve san’atımın gayesi. Benim elimdeki terennüm âletim, bir körün elindeki kırık saz­ dır. Gözlerim güneşlere, şafaklara hasret çektiği hâlde parmak­ larım, sar’aii teller üzerinde karanlık diyarlarm, masal ve rüya ülkelerinin türkülerini çağırıyor. Halkın şâiri olmak! İşte benim san’atım ve hayâtımın gayeleri.” Kapıda kendisinden ayrılırken, telâşh bir sesle:

ım


‘ — Beyefendi; galiba Fâzıl Abnied Beyle Yahya Kemâl Bey için bir şey söylememiştik" dedi. “Fâzıl Bey’in eşsiz latifelerini lezzetle okumuyorum desem yalandır. Yahyâ Kemâl Bey’in de san'attaki titizliği son derece hürmete lâyıktır. İdealine gayetle meftun bir kimsedir. Ah, azıcık da yazsa! Ahmed Hâşim Bey’i de son derece guçIû ve ince bulurum. Rica ederim, bu uç ismi de unutmayınız." Rûşen Eşref Ünaydın’ın tesbit ettiği bu değerli görüşler, yanın­ da, röportaj, Millî Şâir’in yabancı edebiyatlar hakkmdaki geniş, derin bilgisini de ortaya koymaktadır. ' Gerçekçi bir metodla hayâtı yazılacak bir kimsenin çevresini tanı> makta; kinrieri sevdiğini; kimlerle dostluk yaptığım belirtmekte bü­ yük yarar vardır. Böylece. hayâtı yazılan kimsenin kişiliği oluşur­ ken, kimlerin te'sirinde kaldığı, kimlerden yararlandığı ve kim­ leri örnek aldığı gibi birçok mühim noktalar da aydınlanmış olur. Meluned Emin Yurdakul’un Sevdikleri

Mehmed Emin Yurdakul’un Babası ve Eşi gibi kendi aile çev­ resi dışında sevdiklerinin ve te’siri altında kaldıklarının birinci­ si, o günkü ve daha sonraki bütün Türk nesilleri üzerinde de en buyuk rolü oynamış bulunan Namık Kemâl’dir. Yurdakul, bu ko­ nuya birçok defalar değinmiş ve kendisiyle yapılmış röportajlar­ da bu hususu açıklamıştır.

“Muhterem Millî Şâir, kendisiyle konuştuğum günde (3 Ağus­ tos 1939 Perşembe), Türk Edebiyâtı’ndaki şâirler içinde bilhassa Nâmık Kemâl’i ve sonra Tefik Fikret’i; nâsirlerden de Ahmed Hikmet’le, Ömer Seyfeddin’i sevdiğini söylemişti^^^K” Yine kendi çağmda en çok sevdiği üstadı Cemâleddin Afganî ile ar^cadaşlan arasında Hamdullah Subhî Tannöver, Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmed, Recâizâde Ekrem, AbdUlhak Hâmid Tarhan, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Fâzıl Ahmed Aykaç, kendilerine (83) Fethi Tevet(oğIu): Millî Şâirimiz Metımed Emin Yurdaicul, Kopuz (İstanbul), !5 Ağustos 1939. Yıl.l, Sayı:5, s.I72, Dipnot:2.

111


şiirler ithaf ettiği (Hürriyet Kahramanlarından Enver Bey), (Kurtarıcı-Mustafa Kemâl Paşa), (Ziyâ Gökalp), (10 Temmuz Fâtihlerinden Halil Bey), (Fuad Râif Bey), (Raif Necdet Bey), (Câvid Bey, (Ahmed Refik Bey), (Hüseyinzâde Ali Bey), (Halide Edib Ha­ nım), (Ya’kub Kadri Bey), (Köprülüzâde Fuad Bey), (Fahreddin Bey), (İsmet Paşa), (Vasfi Mahir), Millî Şâir’in sevdikleri kimse­ lerdendir. Adlanm sıraladığımız bu ünlü Türk şâir, yazar, düşünürleri ile, politika ve devlet adamlarmm Millî Şâir Mehmed Emin Yurda­ kul hakkındaki sevgi ve düşünceleri ise, birçok yazı, mektub, tel­ graf, §ür ve belgelerden anlaşılmaktadır. Bunlann bir kısmını da­ ha önce çeşitli vesilelerle okuyucularımıza sunduk. Bunların en önemlilerinden biri, edebiyatımızdaki Türkçülük cereyânının şâir ve nâsiri (şiir ve nesir yazarı) iki san’atçı arasın­ daki sevgi ve samimiliği gösteren iki mektubdur. İlk kez tarafı­ mızdan 1943’de Samsun’da Kopuz Dergisi’nde ve daha sonra 1951 ve 1986'da yayımlanan (M üftüoğlu Ahmed Hikmet) ki­ tabımızda yer alan bu iki mektubu anmakla yetineceğiz*®'*’. Burada sunacağımız belgelerin bir önemlisi, Mehmed Emin Yurdakul’un kaleme aldığı, en sevdiği yakın meîkûre arkadaşla­ rından (Riıyük Türkçü Akçuraoğlu Yusuf) ile ilgili yazıdır. Bu makale, Mehmed Emin Yurdakul’un diğer nesir yazılarıyla, mek­ tuplarında ve röportajlarında da görüldüğü gibi, kuvvetli bir üs­ lûba sâhip bulunduğunu da ortaya koymaktadır. 1936-37 yıllarında, rahmetli Re§id Rahmeti Arat’ın çabası ile hazırlanan, fakat her nedense basılamayan (Yusuf Akçura Hâ­ tıra Kitabı) için yazıldığı anlaşılan ve Türk Kültürünü Araştır­ ma Enstitüsü’ndeki Arat Kütübhanesi’nde bulunan ve bana değerli dostum Prof. Ahmed Temir tarafından verilen -aslı Arab harfleriyle ve Yurdakul’un el-yazısı ile olan- bu belge şudur: (34) Dr.Fethî Tevetoğlu: Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Türk Büyükleri DizisitlO, Ankara, 1986, s$.99-l04.

112


BÜYÜK TÜRKÇÜ AKÇURAOĞLU YUSUF

1789 İnkılâbı ile dünyâya: “Hukuk-u Beşer ve Ehl-i Vatan” be­ yannâmesi yapılarak bütün beşeriyete bir yeni doğum gününün geldiği haber verilirken, Valmy’de karınlar boş, ayaklar çıplak, ekmeksiz, ateşsiz ve uykusuz oldukları hâlde kasırgalarla, cehen­ nemlerle dolu katil ve merhametsiz bir savaş içine atümış olan Gaulois devleri, kazandıkları bir zaferle taçlı ve asâiı canilerin saltanat sürdükleri bir eski dünyâyı yıkmışlardı. Bu zaferin karşısında idi ki, Alman şâiri Goethe; “Bugün dün­ ya için bir yeni devir başladı; siz söyleyebilirsiniz ki bu devrin açıldığını gördünüz...” demişti. Şüphesiz bu yeni devir bir milli­ yet devri idi. Bu devirde, zamandan nur ve ateş almış olan Türklerin bir millî uyanma saati çalmış ve bu millî uyanmaya Akçuraoğlu Yusuf’un da çok büyük hizmetleri olmuştu. Bu hiz­ metlerin bir kısmı burada Türk Yurdu’nda yazdığı makaleler­ le, Türkocağı’nda verdiği konferanslarla ve D arülfünûn kürsülerinde yaptığı telkinlerle Türk gençliğini milliyetti yaptı­ ğı gibi, Mısır’da çıkan: “Türk” gazetesinde bastırdığı: “Üç Tar­ zı Siyâset” adını taşıyan eseriyle de Türk dünyasına bir meşale tutmak işini görmüştü: Millî mâbede her Türk öncüsü bir arma­ ğanla girdiği ve bu mebedin mihrabına konulmak üzere kendi kalb ve rûhunu, kendi aşk ve imanını getirdiği gibi, Akçuroğlu Yusuf da buraya bu eseri ile bir yeni sesle gelmiş ve bir yeni fi­ kir getirmişti. Akçuraoğlu Yusuf, bu eserinde Türk milliyetçiliğinin Osmanlı­ cılık ve İslamcılık siyâsetleriyle değil, Türkçülük siyasetiyle yaşıyabileceğini bir yeni tasnifle bildiriyordu ve altı yüz yıllık Osmanhhk ve binüçyüz yıllık Müslümanlık dünyalarının karşısı­ na dikilerek başlangıcı târihin karanlık devirlerinde kaybolan Türklük âleminden aldığı ilham ve kuvvetle ve bir millî cesaret­ le Türkçülük siyasetinin Türk ırkı için bir kurtuluş, yaşayış, yü­ rüyüş ve yükseliş yolu olacağını ilân ediyordu. 113


îslâmcılık siyâseti için; “Edyan edyan olmak haysiyetiyle git­ tikçe siyâsî ehemmiyetlerini zayi ettiğini ve içtimai olmaktan zi­ yade şahsileştiğini ve artık bizim I’inci Selim’le IX’uncu Charles’in ve katolik Ferdinand’m yaşadıkları asırlarda bulunmadığımızı söylüyordu.” Osmanlıcılık siyâseti için; “Artık Osmanh vahdetinin şiddetle tezelzül bulduğunu ve Osmanh ülkesinde milletleri millî gayele­ rinden men kabil olmadığını kat’i bir kanaatle anlatarak bir Os­ manh milleti vücude getirmek için uğraşmaklığın boşuna bir yorgunluk olacağını meydana koyuyordu”. Bunlardan sonra da: “Zamanımız târihinde um ûm î cereyanın ırklarda olduğunu ve ırk esası üzerine müstenit bir Türk milliyet“i siyâsiyesi teşkil etmek lâzım geldiğini bir kanaat hâlinde telkin ediyordu. Akçuraoğlu Yusuf bu içtihatla târihin yeni zamanlar ufkuna doğru döndüğünü gören ve gözleri doğacak bir yeni dünyâya ümid ve heyecanla bakan ve asrın rüzgârı ile yıkılmış dinî ve siyasî hurafe ve an’anelerin yıkıntıları üstünden; “Yeni zaman­ ların yeni ilâhlarına doğru” diye haykıran bir yeni insan olduğu­ nu gösterdiği gibi onun bu içtihâdını acı olduğu kadar doğru olan hâdiseler ve inkılâplar isbat ve lastik etmişti. Akçuraoğlu Yusuf’un ikinci büyük hizmeti de Rusya’da bulun­ duğu zaman Kazan’da: “Merdese-i Muhammediye”de muallim­ likle ve “ K azan M u h b iri” gazetesinde muharrirlikte yaptığı milletçilik havariliğinden başka bütün Şimâl Türkleri’ni, millî bir teazzii siyâsî hâlinde toplamak gayesinde; “Rusya Müslümanla­ rı İttifakı” adh büyük bir fırkayı yaratmak ve birinci Duma'ya, Şimâl Türkleri’nden âzami miktarda mebus seçtirmek ve Çarlık isdibdâdma isyân ederek: ‘‘H aziran Vak'a-i M üessifesi'' risasini bastırıp dağıtmak olmuştur. Akçuraoğlu Yusuf’un bu risâlede yükselttiği ses, gerçekten kah­ ramanca idi. O bu eserinde kalplerindeki kuvvetin eksildiğine 114


ihtimal verdiği Şimal Türkleri’ni kuvvetlendirmek ve cesaretlen­ dirmek istemekle beraber, aynı zamanda Çarlığın zindan ve sür­ gün cezalarmı tahkir ve istihkar ederek tam bir hürriyet kahra­ manı gibi müstebit ve zâlim kuvvet ve iktidarlara da meydan okumuş ve: “Ondokuzuncu asırda cihan medeniyet târihine en çok te’sir eden müessir milliyet fikridir. Milliyet fikrine; bu azim kuvvete hiç bir şey galip gelemedi. Yüzbinlerce muazzam ordular bu fi­ kir karşısında yenildi. Bugün milliyet fikrini yenebilecek kuvvet, şiddet, zulüm, top, tüfek değildir. Belki milliyet fikrinin anası ve babası olan hürriyet ve müsavat fikirleri onu yenebilir. İçtimaî ve siyâsî inkılapların en kavi sebebi içtimâ! sınıflar hâ-* kim ve mahkûm milletler arasındaki kuvay-ı hakikiyenin muva­ zenesi olup zâhirî ve ehemmiyetsiz vakıaların tesirleri pek az­ dır. MüslümanJar veyahut umumiyetle gayrı Rus halklar, Rus­ larla olan münasebetlerinde ne kadar kuvvet gösterebilirlerse, ancak o kadar hukuka m âlik olabilirler. Binaenaleyh Rusya Müs­ lümanlarının kusurları, cezayı istilzam eden cürümleri kuvvet­ sizlikleridir”. diye haykırmıştı. Bu, Cengiz’in ok ve yayla, kılıç ve mızrakla yaratmak istediği Türk Birliği zaferini ok ve yaylardan, kılıç ve mızraklardan da­ ha kuvvetli olan fikir ve söz kuvveti ile, millî kültürle kazanmak için ortaya atılmak demekti. Bu, bir inkilapçı için söylenildiği veç­ hile; Bir yüksek idealin hamuru ile yoğrulmuş olmak ve bir şiir yaratıîıyormuş gibi, kendi kalbi ile ve kendi aşkı ile bir kâinat yaratmak ve bunun kapulannı muztarip insanlara, kanayanla­ ra, nefret ve istikrah edilmiş olanlara açmaik ve onlara: “İşte sizin hasret çektiğiniz ve rüyada gördüğünüz âlem” di­ yerek bunian bu âlemin hür ve mes’ut hemşehrileri yapmayı is­ temek demekti. Lâkin bu hizmetlerin şerefi kolayca kazanılmış olmadı. Akçuraoğlu Yusuf, Harbiye Mektebi’nin Erkânı Harbiye sınıfında iken, Türkiye’nin Bastille’i demek olan Taşkışla Divânı Harbi’nin ver­ 115


k7 diği müebbet kalebendlik cezası ile Fizan’a sürülmek üzere Trablusgarp kalesinde hapisten ve buradan bir Valtız kayığı ile Fransa’ya kaçtıktan sonra, Rusya’da Kazan jandarması tarafın­ dan tevkif edilerek umumî hapishâneye atılmış olduğu gibi; “Ha­ ziran Vakıa-i Müessifesi” risalesinden dolayı yine Rusya Savcılığı’nın bir celbnâmesi ile tevkif edilmek takip ve tehdidi altında bulunmuştu. Akçuraoğlu Yusuf, Shakespeare’in;'“Ba§ının üzerinde ve gö­ ğün içinde kalbin olduğu hâlde harekete geç" diye hitap ve da­ vete lâyık gördüğü insanlardandır. O da felâketlerin peygamber ve kahraman olmak isteyenler için faydalı olduğunu ve daha iyi anlamak ve öğrenmek için ıztırap çekmek lâzım geldiğini bili­ yordu. Denilebilir ki kendi âleminde kendine göre bir Promete idi. O da bir hırs ve gurur tanrılarının karşısına âsi bir rûhla diki­ lerek; “jşte buradayım. İnsan yaratıyorum. Ruhuna, aşkına ren­ gine benziyen ateşi koyuyorum. Onu karanlık gecelerin içinde meş’ale taşıyacak bir ilâh ve kahraman yapmak, bir hür insan olarak yaratmak istiyorum. Kuvvet ve cesaretim gibi felâket ve mukadderatımı da kendine miras bırakıyorum. Öyle bir nesil vücuda getirmek istiyorum ki, kalbinde en ser­ keş bir şüphe ve kafasında en âsî bir fikir haykırsın. Benim izle­ rimin üzerinde yürüsün. Istırap çekmek, katlanmak, mücadele etmek ve yaratmak için bana benzesin.” diyebilendi!..

Türkiye dışındaki Türkler arasmGaspıralı'nın Mektubu da Mehmed Emin Yurdakul’u ilk takdir eden, Millî Şâirimiz’in de kendisini çok sevdiği kimse, ünlü Türk milliyetçisi Gaspıralı İs­ mail Bey (1851-1914)’dir.

116


1896 yılında Tercüman adlı gazetesinin 38’inci sayısında çı­ kan “Yankılarım dan ve M ülâhazalarım dan” başlıklı maka­ lesiyle Türkçe’nin sadeleşmesini ve edebiyâtm halkı bulmasını savunan Türk düşünürü İsmail Bey’in aynı yoldaki Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’a (Türkçe Şiirler)’in çıkması üzerine yazdığı mektup, edebiyat târihimizin bir önemli belgesidir*®^*:

Sevimli Kardeş, Kânûn-u-evvei üç târihli mektubunuzu yedisinde alıp, hediye buyurduğunuz Türkçe Şiirlere sevindim ve gelmesine muntazır kaldım. Rusya nizamınca âsâr-ı şarkiye postadan doğruca Tiflis sansörhânesine yollanıp muâyeneden sonra adreslerine ge­ lir...Bundan dolayı eserinizi pek geç aldım. Okudum, pek ziyâ­ de ferahlandım. Eseriniz hakkında edeceğim mütalâayı Ş.Sâmi Beyefendi yazmış, tekrârına hâcet yoktur'^^ Bir denilecek kal­ mışsa şiirlerinizin lisânından mâadâ, efkârı da İstanbul’un mâhtâb’dan, kara saçla mavi göz’den ibâret âsâr-ı şi’riyesinin cümle­ sine faik olduğudur. Cübbeleri kıyafet olan efendilerin; baston­ ları, caketleri alâmet olan şık beylerin usûlüne muhalif, sâde ve “k^ba ” Türkçe kalem çekmek büyük cesarettir; âsârı edebiye ve şi’riye arasına böyle meslekli bir eser aralaşdırmak Türk âlemi­ ne büyük bir hizmettir ki, derûnen tebrik ^ediyorum. Türk âlemine dediğim mübalâğa zannolunmasın; mübalâğayı ne severim ve ne ederim; doğrusudur, çünkü şiirlerinizi Edirne, Bursa, Konya, Ankara, Erzurum Türkleri anlayıp, lezzetlenip oku(a)Sâmi Bey’in (Türkçe Şiirler)'de basılmış mezkûr mektubunda, “Edebiyat ve alelbusus şiir, hissiyat ve efkâr-ı miUiyenin tasvirinden, lisân-ı edebî herkesin söy­ lediği lisânın düzgiincesinden ibâret olmak iktizâ eder. O hissiyât ve efkâr, iste­ diği kadar taali etsin, o Usan istediği kadar mükemmel ve musanna' olsun, lâkin yine temeli, kökü, mebdei (avam) dediğimiz efrâd-ı milletin kalbinde, beyninde, dilinde oJmahdır. Efkâr ve bissiyât-ı miUiyenin miUî bir Usanla ifâdesi, işte şiir, işte edebiyat. Ve, halk kendi lisânı ile, kendi hissiyatına muvafık olarak söylen­ miş sözden aslâ teessüre geJmez." iih.. yazıyor ve Emin Beyefendi’yi, açtıkları çığırdan dolayı, tebrik ediyor. (85) Kınmh Câfer Seydahmed: GaspıraU İsmail Bey, İstanbul 1934, ss.83-84.

117


yacaklan gibi, Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Kâşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkîeri de okuyacakdır ki, bu şerefe Fuzöiî ve Nâbî nâU olamadılar. Kırk elli milyonluk ve otuz asırlık bu âleme ibtidâ bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz ki size şerefdir, bize saadettir... Tebrik ediyorum... '‘Ter­ cümandım da çabaladığı bu yolda hizmettir. Sâde ve “kaba" li­ sânıdır ki, Dersaâdet’in hamal ve kayıkçılarına, Çin dâhilinde bulunan Türk devecilerine gazeteyi tanıtmıştır; Kazan'da, Sibir­ ya’da olduğu gibi, Tebriz'de ve Horasan'da Bahçesaray dilini öğ­ renmeğe meyil doğurmuştur. İstanbul Edebiyâtı’nın mesleksiz devâmından ve dudu-kuşu lisânından usanmış, kararmıştım. Şi­ irleriniz pek büyük teselli oldu. Bunun için de Allah sizden râzı olsun... Size kardeşçesine gazetemi takdim ediyorum. Duhulü memnu’ değildir. Lâkin sansörle posta müvezzi’lerine emânet edemeyip Rusya postahânesinde kalmak üzere adres yazdım. Her sah günü adam gönderip alırsanız pek memnun olurum... Bâki duâ ve uhuvvet...

Mehmed Emin Beyin sevdiği kimseierden, edebiyatımızda mizahî şiirleriyle ünlü Fâzıl Ahmed Âykaç (1884-l967)’m, MUlîŞâir’in A nado­ lu şiirini takiid ederek kaleme aldığı bir manzûmesini*®^^ örnek veren Fevziye Abdullah Tansel, şunları yazmaktadır^®^*: Mehmed Emin İçin Yazılmış Başka Yazıîar

“Emin Bey’in, bufün husösıyet/erıyie o kadar şahsî bir üslûbu vardır ki, imzâsız olarak bir şiirini görsek, O’na âid olup olmadığını derhâl, tereddütsüz anlayabiliriz. Şakalarla d(^u mizâhîya­ zılarım pek beğendiği o pek zekî şâir Fâzıl Ahmed, bu üslûb hususiyetlerini bütün inceliğiyle kavramışdı; o üslübla, fakat ze-

(S6)Fâzı} Ahmed (Aykaç): Şiirler, Hicivler, vesâite, İstanbul 1334, s.47. (87)Fevziye Abdullah Tansel: a.g.e., s.LKî.

118


kâ oyunları ve nüktelerle mizâhî bir renge bürünen (Mehmed Emin Bey) başlıklı bu şiirini aynen veriyoruz^’‘>: Yazıyordum: Tan yeriydi simsiyah Yazıyordum: Gerçi yokdu okuyan Yazıyordum: Ağlıyordu Hamdullah Yazıyordum: Gülüyordu her duyan

Yazacağım: Olsa güneş simsiyah Yazacağım: Olmasa da okuyan Yazacağım: Ağlasa da Hamdullah Yazacağım: Gülse bile her duyan! Rizâ Tevfik’in de, Millî Şâir hakkında Ç o cuk B ahçesî’nde ya­ yımlanmış:

Ey kahraman bir milletin sütü temiz evlâdı! diye başlayan övücü, uzun bir şiiri

(x) Yer darJjğjndan diğer kısımlar tasarruf edildi. (K.T.Bak.) (88) Çocuk Bağçesi, 3 Te§rin-i-sâni 1321/16 Kasım 1905, Nu.40.

119


MEHMED EMİN YURDAKUL’UN ESERLERİ 76 yaşında vefat eden Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul, 1891-1939 arasındaki 48 yıl içinde, şiir ve nesir olarak yazılmış yazılarını, irili-ufaklı yirmiye yakın kitapta toplamış bulun­ maktadır. Yurdakul’un Türkiye’de ve dünya Türkleri arasında geniş te­ sir ve yankılar uyandıran bu eserleri, yerli ilim, fikir ve san’at adamlarımız kadar, Vambery, Gibb, Horn, Minorskiy, Giese v.b. gibi ünlü Doğu bilginleri başta olmak üzere, yabancı araştırıcı ve aydınlar tarafından da büyük ilgi görmüştür. Yurdakul’un eser­ leri ve hayâtı hakkında birçok yazılar yazılmış ve bâzı şiirleri Rusça, İngilizce, Almanca, Macarca ve Fransızca gibi yabancı dil­ lere çevrilmiştir. Türk Edebiyâtı’nda ve Türk Düşüncesi’nde millî bir cereyânın doğuşunda, Türkçülük çığırında Mehmed Emin’in öncülük ettiği gerçeği, yerli ve yabancı araştırmacıların, hattâ muhaliflerinin birleştikleri bir husus olmuştur. Millî Şâir’in eserleri üzerinde bir kuyumcu titizliği ile çalışmış Türk Edebiyâtı târihçisi Fevziye Abdullah Tansel, değerli ese­ rinde şunları belirtmektedir<*®>

“Hemen bütün muharrir ve şâirlerimiz gibi, Mehmed Emin Yurdakul’un da, muhtelif şiirleri şöyle dursun, bunları içine alan eserlerinin bile tam ve doğru listesi neşredilmiş değildir. ” Tansel’in (Şiir Kitaplarının İlk Basımına Göre) verdiği listeyi (89)Fevzıye Abdullah Tansel: a.g.e., s.LXXV.

120


de dikkate alarak bizim tesbit edebildiğimiz Mehmed Emin Yur­ dakul’un eserleri şunlardır:

1. Fazilet ve Asalet (Recâizâde Mahmud Ekrem, Said Beyler’in mensur ve Abdülhak Hâmid, Muallim Nâci Beyler’in man­ zum takrizleriyle), Kostantiniye, Matbaa-i Ebüzziyâ, 1308 (1891). 2. Türkçe Şiirler, Kostantiniye, Matbaa-i Ebüzziyâ, 1316 (1899).

3. Erzurum Vilâyeti’nin İhtiyâcât ve Terakkiyat Lâyihaları I, II., Erzurum 1327 (1912).

4. Türk Sazı, Nâşiri: İbrahim Hilmi, İstanbul, Matbaa-i Hayri­ ye ve Şürekâsi, 1330 (1914). 5. Ey Türk Uyan, İstanbul, Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsi, 1330 (1914). 6. Tan Sesleri, İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekâsı, 1331 (1915). 7. O rdu’nun Destanı, İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şü­ rekâsı, 1331 (1915). 8. Dicle Önünde, İstanbul, 1332 (1916). 9. Hasta Bakıcı Hanımlar, İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekâsı, 1333 (1917). ' 10. Turan’a Doğru, İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şüre­ kâsı, 1334 (1918). I I . Zafer Yolunda, İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şüre­ kâsı, 1334 (1918). 12. İsyan ve Dua, İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekâ­ sı, 1334 (1918). 13. Türk Hukuku, İstanbul, 1335 (1919). 14. A y d ın K ız la n , 1337 (1921). 15. Halk Hüküm eti -Halkçılık, Ankara, Istihbarât: Matbaa­ sı, 1339 (1923). ıg . Kral Corc’a, Ankara, 1923.

121


l^-Mustafa Kemâl, İstanbul, Ahmed İhsan Matbaası, 1928. 18. Dante’ye, İstanbul, Ahmed İhsan Matbaası, 1928. 19. Ankara, İstanbul, Arkadaş Matbaası, Dağıtım Yeri: İkbal Ki­ tabeyi, 1939. 20. Kıvılcımlar ve Yıldırım lar, (Başka ülkelerin Millî Şâirle­ rinden çevrilmiş seçme yazılar). Millî Şâir Mehmed Emin Yurdakul’un eserlerinden verdiğimiz örnekler arasmda, (Halk Hükûmeti-Halkçılık) adlı mensur ese­ rini, Şâirin nesir yazjiarındaki üstün üsJûb yeteneğini sergiledi­ ği, halk ve halkçılık anlayışını açıkladığı için tam olarak alacağız.

122


Edebiyât-1 Cedîde ve Fecr-i-Âtî şâir ve yazarları “zarif bir salon edebiyâtı oluşturmak için uğraşırlar­ ken”, Mehmed Emin, şiirlerine yö­ neltilen saldırı ve eleştirilere hiç kulak asmadan, yolıinda ilerle­ meğe devam etmiştir. Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden Nüzhet Hâşim, 1918’de basılmış değerli araştırmasında Mehmed Emin'in, memleketimizde kurulmuş edebî topluluklardan hiçbi­ rine girmemiş, katılmamış bulunduğunu belirttikten sonra: “Eser­ Mehmet Emin Yurdakul’un Eserleri İçin Yazılanlar

lerinde ne Abmed Paşa’dan buyana süre gelen Doğumektebinin, ne de Şinâsî’den beri kurulan Batı mektebinin izleri bulunmaz. Kendi kendine yetişmiş, Arabdan, Acemden, Fcenkden hiç kim­ seden istifâde etmeksizin eser vücuda getirmiştir.” demektedir<90) Yazar, daha sonra şu değerlendirmeyi yapmakdadır:

"Emin Beyefendi, Hk defa olarak Türk edebiyâtmda kendi milUyetini ilân etmiş bir zattır. O’na en çok karşı olan, ters düşenler bile bunu inkâr edemezler. Sonra, biraz Tevfik Fikret’te de gö­ rülen “Zavallılar Şairliği” onda fazlasıyla vardır. İnkâlâbdan son­ ra canlanan Türkçülük cereyânma kadar. O, kimsesizlerin, dul kadmlarm, ahretliklerin, zulüm çekenlerin vicdanlannı dile ge­ tirmiştir. 1326 (1910) târihlerinde Selanik’te Ziyâ ûökalp Bey’le görüşmüşlerdi. İstanbul’a döndükten sonra yazdığı şiirler, Ana­ dolu ufkunu aştı; Kafkas'a, Kazan’a, Buhâra’ya, Kâşgar’a ulaştı." “...Şâirler, Edebiyât-ı Cedîde döneminde ve Fecr-i-Âtî hengâ­ mesinde, sun’i, yapmacık ağlamalar, ferdiyetçilikler ferennüm ederken O, tek başına bu millet için yazdı. Binâenaleyh, Türk milleti, bu büyük hizmetine karşı, sonsuza-dek kendilerini unut­ mayacaktır. Emin Beyefendi, bütün hâyatında, "san’atiçin san’at ’ (90)!Vüzh€t Hâşim: M illî Edebiyit’a Doğru. LCildŞâirJeı Kjsmı, İstanbu! J918, ss.21-23.

123


nazariyesini bir an bile kabul etmemiştir. Nâmık Kemâl, nasıl “va­ tan için san’at"yapmışsa, O da, hem “iyilik için san’at”, hem “miliet için san’at” yapmağa çahştı.” Fuad Köprülü de bu konuya bütün gerçekleri sergileyerek föyle değinmektedir'^'^: r»»

“Sâlib Reis’in bu derin düşünceli şâir çocuğu, daha hayatında ilk dakikalarından bu yana Anadolu'nun felâket menkıbelerini dinleye dinleye büyüdüğü için, Türklük hissini kalbinin en derin köşelerine yerleştirmiş ve diğer san'atcıların dâima aşağı bir ba­ kışla gördükleri halk topluluğuna karşı her zaman derin bir sev­ gi beslemiştir. Boğazın ilâhı mehtaplarına yalılarının şehnişînlerinden (pencere çıkması balkonlarından) kasideler, şar­ kılar ithaf eden şuh ve zarif şâirler, Mehmed Emin Bey’in Tesalya çenginden sonra ortaya koyduğu m illî ve kuvvetli feryadlara hemen genellikle ilgisiz kalmak istediler; Ve mübarek Anadolu toprağının zavallı, bırakılmış, unutulmuş çocuklarına seslenen o dinç ve samimî nağmeleri, pek tabiî bir alay hissiyle, kaval sesi­ ne benzettiler... Mehmed Emin Bey’in eserleri için bundan daha düzgün bir savunma ileri sürülemez iddiasındayım..” Daha sonra, şâirlerimizin İran’dan, R ûm ’dan ve hattâ Frengis­ tan’dan gelmiş muhtelif âhenklerle hayâl sarhoşu bulundukları bir dönemde, zavallı Türk milletinin çorak ve sonsuz bir felâket vadisinde çobanını kaybetmiş sürüler gibi m a’sum ve kadere bo­ yun eğmiş hâlde beklediğim belirtiyor. Gönülleri yabancıların sev­ gisiyle dolan büyükleri bu zavallılara bakmağa, onların yaralarını sarmağa yüzyıllardır tenezzül etmemişlerdi... San’at Dağı’ndan inen seslerin Türk’e çok yabancı geldiğine ve ruhuna hiçbir şey söylemediğine değinen Köprülü, şöyle devam ediyor; “...İşte bu

esnada, karanlıkta kimsesiz yaşayan sürü tenefüs ettiği felâket havasında artık çobanlarının geldiğini haber veren kavi ve müş­ fik bir kaval sesi duydu; Ona, cihangir ecdâdının Ca'ber önün­ de, Pasin ovalarında hâlâ asker bırakan nağmelerini hatırlatan (gi)KöprüIüzâde Mehmed Fuad: a.g.m.. s.9.

124


bu küçük şiirlerle, Türk halkının sesi, ilk defa olarak edebiyatta işitilmiş oluyor^^^K” O

sıralarda Strasbourg Üniversitesi profesörlerinden P.Horn’-

un **Çağdaş Türk Şâir ve Edİblerinin Târihi-Geschichle der Tûrkischen Moderne” adlı eseri yayınlanmıştı. Bu yazar da Türk Şâiri hakkında şu övücü satırları yazmıştır:

'‘Emin Bey ruhuyla Türktür; hisleri yeni olmakla beraber mil­ liyetinden aslâ ayrılmak istemiyor. Osmanlıhğm vatanı olan (Ana’ dolumdan B ir Ses) adh şiirinde bu yerin bir gururu ile "Ben bir Türküm!" diye haykırıyor. Emin, bu manzumesiyle gerçekten bir halk İlâhîsi (hymne) ibda’ etmiştir. Bu İlâhîde de “Deutschland, Deutschland ûber aUes”de olduğu gîbi, hükümdardan bahis yok­ tur. Emin Bey'in şiirlerinde dâima tekrarlanan düşünce: Türk' ün herşeyi güzeldir ve herşeyden güzeldir." (ss.58-9). Ünlü Macar Türkoloğu Armin Vmbery (1831-1913) de, Emin Bey’e yazdığı bir mektupta, “Türkçe Şiirler” şâiri gibi çaba gös­ teren zatlar meydana çıkacak olursa, Türk Dili’nin “ihtiram m a­ kamına yetişeceğini” belirtiyordu. Rus asıllı Doğu bilgini Vladimir Federoviç Minorskiy (1877-1966), “Emin Bey’in M illî Şiirleri” adlı 1903’te çıkan ri­ salesinde, “Türkçe Şiirler”tn dokuzunu da Rusçaya çevirdik­ ten başka, önsö^-olarak, Emin Bey’in hâl-ter^emesini veriyor; dilini, tekniğim, san atını, şiirleriyle açtığı çığırın yeniliğini olduk­ ça geniş ve ayrıntılı bir şekilde inceliyor ve izah ediyor. Daha sonra, Türkçe Şiirler’e ilişkin, eserin baş tarafında bulunan dört takdim ve takdir yazısından, özellikle Rızâ Tevfİk ve Şemseddin Sâmi Beylerin nrıektuplarından bâzı bölümleri de tercüme etmiş bulunuyor. Nihâyet, Gibb’in kitabındaki görüşlere katıldığını söy­ leyerek risâlesini şu sözlerle tamamlamaktadır; "Emin Bey’in t&-

miz dil kullanmak, Türkçe şiiri kendisine uygun olmayan aruz (92) EUas John Wilkinson Gibb: A History of the Ottoman Poetry, London IBOO, SS.I34-5, İVofe 1.

125


bu sese uymamak mûmkûn değildi... Mehmed Emin Bey’in halk­ tan gördüğü rağbet ve muhabbet işte bundan dolayıdır. ” Bu gerçeği, matematik bir kesinlikle vurgulayan ünlü bilginKöprülû, edebiyat dünyamızda Mehmed Emin Yurdakul’a yapıl­ mış haksız ve yersiz eleştiri ve saldırıları üzüntü ile andıktan sonra, bizim kadirbilmezliğimize karşı: 'İngilizlerin, Almanlarm,

Macarlarm ve Ruslarm sevgili şâirimize ne yüksek ve ne müs­ tesna bir şeret mevkii ayırdıklarmı pekâlâ görüyoruz. Ona âid yazılan kitaplar ve makaleler toplanacak olsa, ona karşı gelen­ lerin saldırılarmı durduracak maddî bir set vücuda getirebilir...” demekledir.

Türkçe Şiirler’in çıkması üzerine, (Ottoman Poems) ve (A History of the Ottoman Poetry) “Osmanlı Şiirleri” ve “Osmanlı Şiirinin Târihi” adh eserlerin yazarı ünlü Doğu bilgini ve Türko­ log Gibb (1857-1904), Mehmed Emin Bey’e yazdığı -Londra, 6 Ha­ ziran 1899 tarihli- Türkçe mektubunda aynen şöyle diyordu:

“...Âkibet, sizin marifetinizle Türk milleti sadasmı buldu. Siz geldiniz ve ne Şark’a bakarak ne Garb’a, kendi vatandaşlannızın gön/ünü okudunuz ve bunların hissiyatını kendi dilleriyle edfbâne bir tarzda arzettiniz. Fikr-i âcizânemce, Türk şiirinin doğru mazmunu ile doğru tarz-ı ifâdesini siz buldunuz. Sizi altı asır bek­ lemiştir Efendim.” “Osmanlı Şiirinin T ârihi” adlı kitabında Prof. Elias John Wilkinson Gibb, Mehmed Emin Bey’den ve “Türkçe Ş iirle r” den kısaca bahsedebilmiş; bu eser XV.Yüzyıldan sonra gelen Türk şâirlerine ulaşamadan yazar yefat ettiğinden, Emin Bey ve eser­ lerini ayrıntıları ile genişçe iriceleyememiştir. Gibb’in kitabında Emin Bey için yazdığı kısa not şudur: “Buyılm, 1316(1899), başmda Emin Bey’infTürkçe Şiirler)adlı küçük bir şiir mecmuası çıktı. Bu küçük risâlede, Türk halk kit­ lesinin gerçek dil ve hissini edebî tarzda sunmak tecrübesi ya­ pılmıştır. Anadolu köylüsünün ve asker erlerin ağızlanna konan 126


vezninden kurtarmak, halkı sevmek, samimî ve insanları sever konular seçmek gibi kendine özel ve unutulamıyacak hizmetlerini hatırlayarak diliyoruz ki, Türk Edebiyâtı’nm bu sağlam ve taze şiir goncası tamamen açılsm ve sevimli şâirin çaba ve çalış­ maları uzun yıllar sursun. ” (s.24). “Türkçe Şiirler’Milk inceleyen Doğu bilgini ve Türkolog Vladimir Minorskiy, kitabı oluşturan 9 fiirde 41 Arapça, 50 Farsça

ve 6 Rumca kelime bulup sayabiîmiştir. Fakat bu yabancı keli­ melerin de (ş^y, gayet, akü, ateş, bağçe, kulübe, sınır) gibi büs­ bütün Türkçeleşmiş sözcükler olduğuna dikkati çekmiştir. Akçuraoğlu’nun da belirttiği gibi; “Emin Bey'in izâfetsiz, vasıf terkibiz, %7,5’dan çok yabana kelime kullanmaksızın, millî, dinî ve ahlâkî konular özerine, Batı Edebiyatı tarzında dil kuralları­ na ve nazım yasalarına tamamı tamamına uygun, selis, ahenkli ve heyecan verebilen dokuz, on manzûme yazabilmesi, Osmanh Türk Dil ve Edebiyâtı’nın millîleştirilmesiyolunda bir inkılâba başarıyla başlamak” demekti^^^l Yabancı bilginlerin, tarafsız bir değerlendirme ile Türk Edebiyâtı’nda ve Türk Düşüncesi’nde bir yeni çığır, bir inkılâb say­ dıkları Mehmed Emin Bey’in fiirleri, ne acıdır ki, bâzı kendi fikir ve sanat adamlarımız tarafından küçümşenmiş, saldırıya uğra­ mış, hattâ alaya alınmıştır.

Türkçe Şiirler, Mehmed Emin Yurdakul’un açtığı Türkçü çı­ ğın benimseyenlerle, Servet-i Fünûn zevk ve anlayışından, es­ ki yoldan ayrılamıyanlar arasında uzun tartışmalar yaratmıştır. Tıpkı Rızâ Tevfik-Ömer Naci arasında geçen tartışmanın bir benzeri, yine iki ünlü yazarımız: Ahmed Râsim Bey’le Ahmed Midhat Efendi arasında olmuş; Mehmed Emin Bey, bu yazışma­ lara da uzak kalmış, karışmamış ve kendi yoluna devam etmiştir. Mehmed Emin’in 24 Mart 1899 Cuma günkü 2. sayısından i’ti-

(93)Akçuraoğîu Yusu/; a.g.e., s.382.

127


bâren bâzı şiirleri de yayımlanan*^'*^ İrtika’ Gazetesi’nde Ahmed Râsim, Türkçe Şiirler’i yererken^^^' Ahmed Midhat Efendi Tarik Gazetesi’nde Meiimed Emin’i savunmuş ve Türkçe Şiir­ ler’i övmüştür. Yine memnunluk verici bir husus da, bâzı ünlü bestecilerimi­ zin, Mehmed Emin Yurdakul’un şiirleriyle yaratılmış yeni cereyâna yakın ilgi göstermiş bulunmalarıdır.

(Ben bir Türküm, dinim , cinsim uludur) şiiri, ölümünden bir yıl önce, 1896’da, mûsikî dünyamızın ünlü sanatkârı Zekâî Dede Efendi (1825-1897) tarafından "Hicaz Aksak Vatan Şarkısı” olarak bestelenmiştir. Aynı eser, İzmir Hamidiye Sanayi’ Mekte­ bi Müzik Öğretmeni Santo Şikâri ( -1915?) tarafından da “Ger­ daniye Yürük Aksak Vatan Şarkısı” hâline getirilmiştir. Emin Bey’in: “Buyurunuz kahvenizi! Baktım: Bir kız, köy kı­ zı!..” diye başlayan (Ahretlik) şiiri de, ünlü besteci Rauf Yekta (1817-1935) Bey tarafından bestelenmiştir*^ Millî Şâir, milliyetçilik-Türkçülük temeli üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyetî’ne, Cumhuriyet ide­ aline ve kurucusuna gönülden bağlı bir inkılâpçı idi. (Mustafa Kemâl) ve (Ankara) gibi eserleri kadar, Türk milletini aydınlat­ mak için verdiği konferanslardan biri olan (Halk Hükümeti ve Halkçılık) da. Millî Şâir’in dâvaya bağhlıktaki samimiliğini ve Yurdakul ve Cumhurtyet

(94) Mehmed Emin: Ona, İrtika’, 24 Mart 1899, Sayı:2, s.6: Gözyaşım, 16 §uba( 1900, Sayı:47, s.I87; Çiçekciğim, 16Mart 1900, SaynSO, s.9: Kibritçi Kız, 13 Tem­ muz 1900, Sayı:68, s.77; Kesildi mi Ellerin?, 13 Nisan 1901, Sayı:106, ss.157-8. (95) Ahmed Râsim: İcmâl-i Edebî, İrtika’, 24 Mart 1899, Sayı:2 ve 4, ss.5 ve 13-4; Mülâhaza, 5 Mayıs 1899, Sayı:8, s.29. (96) Yılmaz Östuna: Türk Mûsrkisi Ans/k/opedisı // (2.Kısım), Miliî Eğifim Basıme­ vi, İstanbul 1976, s.456. Santo ŞikârPnin yaptığı bestenin notası için ayrıca bk. Fevziye Abdullah Tansel: a.g.e., ss.38-42.

128


nesir yazmaktaki yetenek ve başarısını ortaya koymaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29 Ekim 1923 Pazartesi gün­ kü târihî oturumunda konuşan Millî Şâir Mehmed Emin (Yurda­ kul), şunları söylemişti*^^':

“...Bu hükümetin temellerinin, arzm temelleri kadar sağlam olmasmı isterim. Cumhuriyet’in rûhu önünde ta’zîmen ayağa kal­ karak üç kere (Yaşasm Cumhuriyet!) diye Hükümetimizi kutlamalarmı muhterem arkadaşlardan temenni eylerim.” (Bu söz üzerine milletvekilleri "Yasaşm Cumhuriyet!” diye üç defa ba­ ğırmışlardır). Burada, Millî Şâir’in manzun parçalarından başka, tam metni­ ni verdiğimiz (Halk Hüküm eti ve Halkçılık), Millî Şâir’in nesir yazılarına en tipik ve değerli bir örnek olduğu kadar, Yurda­ kul’un bugünkü Türk Alfabesi ile basılan ve gençlerimize kazan­ dırılan iik nesir eseri de sayılabilir.

(97) T.B.MM. Zabıt Ceridesi: Devre II, Cild III, s.96.

129


MEHMED EMİN YURDAKUL’UN ESERLERİNDEN ÖRNEKLER



l HALK HÜKÜMETİ

Büyük GAZİ ve MÜNCÎMİZ'E Asırlar var ki, ey kardaş, alnının teriyle suladığın, tırnakların­ la kazdığın toprağında yarım boyunduruğa çalışıyordun; yetiş­ tirdiğin altun hasadları başkalarına biçtiriyordun. Sofranda hasret çektiğin yüzde doksandokuz buçuğu çalınmış kara-kuru bir ek­ mekti. İsli çatının altında sefâletin korkunç hayâlini görüyordun. Kuru topraklar üzerinde ölüm ün hırıltılarını işitiyordun. Omuz­ larında taşıdığın açlıktan ölen çocuklarının cenazeleriydi. Kapı­ nın önünde karanlıklarını aydmlatacak bir meş’aleyi, elemlerini müteselli edecek bir sesi bulamıyordun. Sönük ocağının başın­ da dinlediğin elem ve ıztırâbın kara kitabıydı. Viran köyünde sert bakışlı atlıların küfür dolu ağızları, zâlim kırbaçları önünde ezi­ liyordun; yakana sarılan eller zindanlara ve hıezarlara sürükle­ yici pençelerdir. Bundan onsekiz yıl evvel ben senin şehir kışla kapılarında o yoksul kadınlarını karşımda bulmuştum ki, koltuklarının altında birer yamalı boş çuval vardı; bu zavallılar yollardan gelip geçen­ leri süzüyorlardı, yıllardanberi dağlara, taşlara, ırmaklara, gök­ lere haykırdıkları dertlerini yüzlerinde merhamet sezdikleri yolculara da dökmek istiyorlardı. Ve insanın yolunu keserek: “Şehid karışıyız, dağa ot toplamağa gidiyoruz, yetimlerimize yedi­ receğiz. Bilmiyoruz Efendi, Hükümet neden bizi, Anadolu’yu düşünmüyor? Biz ne zaman arpa unundan ekmek yiyeceğiz? Ne zaman kocalarımızı, oğullarımızı yanımızda göreceğiz?" diye hay­ kırıyorlardı. Ben senin Karahisar yollarında o köylülerine rast­ 133


lamıştım ki sırtlarında odun yüklü olduğu hâlde on saatlik bir yerden kalkarak yüklerini pazarda iki kuruşa satıyorlardı; bun­ lara yaklaştığım zaman yüzüme şaşkın şaşkın bakıyorlardı. “Tarlanız yok mu? Ekmez misiniz? Biçmez misiniz? Siz dâima böyle odunculuk mu edersiniz?” diye kendilerine sorduğum va­ kit bana: “Bilmiyor musun Efendi? Zulüm çok!.. Ne toprak kal­ dı, ne öküz. Biz yaz’ın böyle odunculuk ederiz; kış’m da Karadeniz kıyılarına ineriz. Çocuklarımızın azıklarını ediniriz; nideceksin, dinelmez dirlik, çıkmaz can, kara günlerimizi sayıyo­ ruz. Tanrı sâhibimizi göndere!..” diye tazallüm ediyorlardı. Zirâ, ey aziz kardaş, serîin Pâdişahlarm böyle istiyorlardı. Bu zâlim Pâdişahlar değilmiydi ki sizin köylerinizi, ocaklarınızı yı­ karak saraylarını, köşklerini yaptırıyorlardı; ziyâfet salonların­ da müdâhin ve cellâdlarını doyururlarken, sizin aç ve sefil yavrularınıza kareknlik kulübelerin içinde hayvan gibi ot yediri­ yorlardı? Bu sefihler değiln;ıiydi ki sizin doğan çocuklarınızın kun­ daklarına, ölen babalannızm kefenlerine varıncaya kadar soyarak gözde ve câriyelerira süslüyorlardı; zevk ve eğlence ge­ celerinde şehvet-rakslarını seyrederlerken sizin çıplak ve hasta kadmlannızajcarlar altında titreterek sefâlet ve ölüm ün türkü­ sünü çağırtıyorlardı. Bu mûstebid Pâdişahlar değilmiydi ki sizi cehâletin ebedî zHîdâhIdrı içinden çıkarmıyarak zekânızı alil, his­ sinizi sağır ediyorlardı; insanlık hakkınızı inkâr eyleyerek sîze hayâtın ıztırap çekmekten, gözyaşları dökmekten ibâret bir İş­ kence, bir can çekişme olduğunu bildiriyorlardı? Ve: “Köylünün hakkı boyunduruk ve övendire diyorlardı? Bu günahkârlar de­ ğilmiydi ki, kendilerini Allah’ın gölgesi gibi tanıttırarak sizin ke­ miklerinizin üstüne tahtlarını, ruhlarmızın üzerine de ayaklarını koyuyorlardı; vahşî putlar gibi: “Kan ve Kurban!” diye bağıra­ rak sizi bıçağa ve ölüme doğru sürüklüyorlardı? O alay, alay mürtekip me’murlar, gaddar mültezimler, istibdad ve tagallübün bu zâlim efendileri ve merhametsiz ağaları değilmiydi ki bunların zulüm ve vahşetlerini tamamlıyorlardı. 134


Halk, evet karde§, bu herşeyi verÖiği hâlde hiçbir şey alamı­ yordu; o herkesi düşünüyordu; lâkin onu düşünen yoktu; o her­ kesi seviyordu; lâkin onu seven yoktu; o herkes için çalışıyordu; lâkin onun için çalışan yoktu; ve herkesi koruyordu; lâkin onu koruyan yoklu. Şiir ve edebiyat, ilim ve maârif... Ona bunlardan hiçbir pay ayrılmıyordu. Sadef rebâbların altun telleri pâdişâhlarla nedim­ lerinin zafer günleri, zevk geceleri için kasîdeler ve gazeller ça­ lıyordu; bir şâirin üç telli kırık bir sazı yoktu ki onun ezilen, inleyen rûhunun elem ve ıztıraplârım haykırsın, yeis ve matem­ lerine ümid ve teselli versin. İlim kürsüleri havassa ve onun ço­ cuklarına göğün, yerin esrarından bahsediyordu; bir âlimin küçük bir rahlesi yoktu ki ona kendisini anlatsın; hayâtın yolunu ve ga­ yesini göstersin. Onun vücudu etlerini, kemiklerini kemirdiği gibi kalbi de aşk ve imanını ısırıyordu; midesi ekmek istediği kadar, ruhu da nûr istiyordu. O Hükümetin kapısına geliyordu: “Ben senin temei taşlarını sırtımda getirmiştim, niçin bana hakkımı vermiyorsun?” diyor­ du. Vatana boş avuçlarını uzatıyordu: “3en senin topraklarmı al­ tun hasadlarfa dolduruyorum; niçin beni aç bırakıyorsun?” diyordu. Milletin karşısına dikiliyordu: “Ben sana kanımı, canı­ mı fedâ ediyorum, niçin sen bana acımıyorsun?" diyordu. Alla­ ha bıçkırıklı sesini yükseltiyordu: “Ben senin adaletinin kitabına inanmıştım, niçin zâlimleri kahretmiyorsun?” diyordu. Sonra meçhul yollardan kendinin şâirini bekliyordu. Şiirin elem perilerinin lisânıyla onun hayâlinej “Ey Şâir! Sazınla benim ya­ nıma gel; bana doğru eğil! Bak, ben dünyayı kuranım; Halkım, asırlardır sapanımla herkese ekmek hazırladım, fakat ben açım. Çekiçimle herkesin saâdetini dövdüm; fakat ben bedbahtım; kaz­ mamla herkesi zengin ettim; fakat ben yoksulum; süngümle her­ kesin hürriyetini korudum; fakat ben esirkn. Ben ihânetlerin zehir dolu taslarını, cinâyetlerin kanlı hançerlerini bileyenim; köylü­ yüm; bir sokak çocuğuyum; sefâlet ve cinâyetin uçurumlarına, yataklarına düşeceğim. Bir anayım ki çocuklarımı emzirmek için 135


memelerimde bir damla süt yok. Solgun bir kızım ki, vakitsiz saç­ larıma felâket fırtmalarmm karları yağdı. Hasta bir gelinim ki, dulluk duvağım yakmda kefenim olacak; yaşlı, ihtiyar bir kadı­ nım ki, cinsimin duygularını unuttum. Kalbimde açılan gençlik güllerinin yerinde dikenler var; aşkını ve ümidini kaybeden rûhum elem ve matemin türküsünü söylüyor. Neden adalet terazisinin bir tarafı bu kadar eğilsin? Bu terazi* nin bir gözüne benim için elem ve ıztırâbı; mâtem ve musibeti, feryadlan, gözyaşlarını koyan kimin elidir? Acaba Rabbin esir ve mazlum diye yarattığı kulları var mıdır? Yoksa, ey şâir, sen sazında hak ve hürriyeti, müsavat ve adaleti çal!.. Artık ben de sevmek, ümid ve tahayyül etmek, gülüp, oynamak, terennüm eylemek, hür ve mes’ud yaşamak istiyorum” diye sesini yüksel­ tiyordu. Lâkin ey benim aziz kardeşim, ey bugüne kadar zulüm ve iha­ net görmüş, dünyanın bütün hak ve miraslarından mahrum edil­ miş olan kardeşim; ey altun dolu bir toprağın üzerinde açlıktan: “Ekmek, diye ağlayan, hırs ve gururlar için ölümlere sürükle­ nen kardeşim; ey ekmeksiz mi’desi gibi fikri de gıdasız bırakıl­ mış, vücudu gibi rûhu da çıplak kalmış olan kardaşım! Beklediğin günler geldi, gördüğün rüyanın bir hakikat olacağı saatler çal­ mağa başladı. Bak, bütün başları altunlu, elleri kanlı zâlim hü» kûmdarlar gibi senin kızıl sultanlarının da taç ve tahtları yerlere geçti; bak, senin de vücudunu kanla kırmızı, ateşle kırmızı ya­ pan cehennemlerin yıkıldı. Bak, senin de memleketinin duvar­ larının üstünden bütün hürriyet diyarları gibi bir “Hukuk-u Beşer Beyannâmesi” okundu; bak, eski kanlı saltanatın enkazı üzeri­ ne senin de bir yeni hükümetin. Halk Hükümetin, senin hükü­ metin kuruldu. Ey aziz kardeş, ben senin bu hükümetinde taç ve tahtları, gu­ rur ve hırsları İlâhî asâlanyla yıkmak için dünyaya gelen pey­ gamberlerin istedikleri bir hükümetin ruhunu görüyorum; zira, bu da o eski firavunların putperestlik devrini ortadan kaldırıyor, kanlı sarayların, kanh zindanların yerine hak ve adaletin, aşk 136


ve hürriyetin mukaddes canlarını yükseltmek istiyor. Esire ne­ cat, sefile saadet, adsıza şeref, câhile nûr ve irfan verecek bir ye­ ni târihî devir açıyor! Hakir köylüyü milletinin hür, rnüsavi, kardeş bir hemşehrisi yapıyor ve ona; "Toprağının sahibi ve memleketinin efendisisin, kendi kendinin hükümdânsın!” diyor. Evet kardeş, artık padişah yok, millet var; saray yok, vatan var; keyif yok, kanun var, zulüm ve esaret yok, hak ve hürriyet var. Artık bu memlekette zayıfın vücudu kuvvetlilerin ayakları altmda ezilmeyecek; dulun, yetimin hakkı zenginlere satümayacak; boş isimler, boş ünvanlar kardeşleri kalın duvarlar gibi bir­ birinden ayırmayacak; siyah eller kollara ve ruhlara zencirler dövmeyecek; artık bu memlekette hiç bir kimse hıçkırıklarla, gözyaşlarıyla ticaret edemiyecek; kanlarla kemiklerle ziyafetler ver­ meyecek; bir günlük zevk için bir millet ağlatılmayacak; bir gecelik şehr-âyîn için bir memleket matemler içinde bırakılma­ yacak; artık her yerde adaletin mukaddes ekmeği herkese dağı­ tılacak; vatanın bütün bal ve çiçeklerinden bütün evlâdları paylarını alacak; herkes sapanıyla saâdetinin tohumlarını eke­ bilecek; çekiciyle tâliini dövebilecek; kalemiyle en korkunç ha­ kikatleri yazabilecek; dudaklarıyla en yüksek hürriyetleri haykırabüecek; kıhriç ve süngüye gelince: Bunları da vatan ve millet tehlike ve muhatarada olduğu vakit eline alacak; her za­ man olduğu gibi düşmanlarına bir yıldırım yapacak. Hür bir cemiyette hür bir ferd; umûmun saâdetinin yanında ferdî bir saadet; yeni ve iyi teşkil edilmiş bir millet içinde hür ve mes’ud bir hemşehri, işte ey aziz kardeş, senin yeni hüküm e­ tinin gayesi!..

137


SÖZLÜK Âh-u-figan: Âh ve inleme. Akibet: Son. Alfl: Kör, ve sakat. Asâ: Değnek, sopa. Asalet: Soysop temizliği, yüksekliği. Âzâde: Hür, serbest. Bâb-ı-fetvâ (Bâb-ı-meşihat): Fetvâ ka­ pısı, Şeyhülislâm kapısı. Bende: Kul, köle, bağlı kimse. Beyan: Bildirme, açık söyleme. C elbnâm e: M ah kem ey e ç a ğırm a yazısı. Celbetmek: Çekmek. Dâr>ül*hikınet-U'İ8İâıniyye: Meşrûti­ yet döneminde açılan ve Şeyhülislâm Kapısı'nda toplanan Yüksek İslâm Danışma Kurulu. Derûnen: İçten, gönülden.

Deşt-i Kıpçak: Dinyester ile İrtiş arasındaki geniş step, Kıpçak Çölü.

Duhûl: İçeri girme, içime girme. Edyân: Dinler. Elem: A ğn , acı, sızı, keder, derd. Evrâk:Y apraklar, kâğıtlar, Evzân: Vezinler, ölçüler. Fazilet: İnsanm yaradılışındaki iyilik, insanda iyilik etmeye ve fe n a lık ta n çekinm eye olan sürekli ve değişmez eğilim. Fehmetmek: Anlamak, Ferdiyetçilik: Bireycilik.

138

Gadr: Hainlik, vefasızlık, merhamet­ sizlik.

Hamaset: Kahramanlık, yiğitlik. Hengâme: Kavga, gürültü. Hukuk-u-beşer: insan Hukuku. Hurafe: İnanılmaz, uydurma, yalan hi­ kâye ve söylenti.

İcrâ: Bir işi yapma, yerine getirme. İfrit: Zararlı ve,korkunç mitolojik mah­ lûk, çevreyi birbirine ka­ tan korkunç insan. İktifa’: Yetinme, yeter bulma, aza ka­ naat etme. İktizâ: Gerekme, lâzım gelme. İltica’: Sığınma, barınma. İrâdet: İrâde, dilek gönül isteği.

İrşâdât: Uyarmalar, doğru yolu gös­ termeler.

İrtica’: Geri dönm e, geri dönücülük, eskiyi isteme.

İstihbârât: Haber almalar, alınan ha­ berler.

İstihkar: Hor görme, aşağılama. İstilzâm: Gerekme, gerektirme. İştiyak: Göreceği gelme, özleme. İ’tikad: İnanma, gönülden katılarak inanm a, bir şeye bağ­ lanma. Karâr-gâh: Ordu Kurmay Hey’etinin bulunduğu yer. Kassâm: Mirasçılar arasında mirası bö­ len ve küçüklerin hakkını koruyan Şerîat Me'muru. Kavm: İnsan topluluğu.


Kavni'i Necîb;NesJi pâk kimselerden oluşan kavm, Peygambe­ rimizin kavm i Arablar.

Kevser: Cennet’te bir havuzun adı, m addî ve m anevî bolluk'.

Lâ*yemûtiyyet: Ölmezlik. Libââ: Elbise, esvab. Mahâkim-i-Şer’iyye: Ş er’i

M ah­ kemeler. Medfûn: G öm ülü, gömülmüş. M e m n u ’:Yasak. Mesaî: Çalışmalar. Mesrûr: Sevinmiş, m urâdm a ermiş. Mes'uliyet: Sorumluluk. Meşâhir: Ünlü kimseler. Meşakkat: Güçlük, sıkıntı. Meşihat: Şeyhlik, Şeyhislâmlik m aka­ mı, payesi. Meşkûr: Beğenilmiş, teşekküre değer, makbul Mevzu’: Konu. Mezâlim: Zulümler, haksızlıklar. Muasır: Çağdaş, aynı yüzyılda yaşa­ yanlardan her biri. Mukabele: Karşılama, karşılık verme. Mukadderat: A lın yazısı, kaderde olanlar. M untazır: Bekleyen, gözleyen.

Murahhas: Delege, Devlet veyâ bir kuruluş adına yetkili ola­ rak bir konferans, kongre veyâ toplantıya katılan kimse. Murakabe: Denetleme, denetim, bak­ ma, gözetme. Musibet: Felâket, ansızın gelen belâ. Mübarek: Kutlu, uğurlu, hayırlı. Mûbeşsir: Müjdeci. Mficâhede: Din düşmanlariyJe savaşma. M üdâhin: Yüze gülen, dalkavuk. Müebbet; Sonsuz, öm ür boyunca süren.

Müessif: Keder veren, acı. Müessir: İz bırakan, dokunan, içe işleyen.

Müftehir: Övünen, iftihar eden. MükeJlefiyyet: Y üküm , yapmakdan kaçınılm ayan iş, m ec­ buriyet. Mültezim: Bir şeyi veyâ kimseyi lü­ z u m lu sayıp ta r a llık gösteren. Müntesib: İlgisi olan, giren, kapılanan. Mürtekib: Rüşvet yiyen, yakışıksız iş yapan. Musâvât: Eşitlik. Müstantik: Sorgu Hâkimi. Müsteşrik: Doğu Bilgini, Doğu'daki toplulukların târih, dil, edebiyat ve folklorunu araştıran bilgin (fr. orien-

talist). Müşfik: Şefkatli, acıyan, seven. Necat: Kurtuluş, kurtulma. Nifak: Ara bozukluğu, bozuşukluk. Nişane: İz, belirti. Nokta-i nazar: Görüş. Put-perest: Puta tapan, Râm: Boyun egen, kendini başkasının buyruğuna bırakan

Resûl: Peygamber, elçi. Sadâkat: İçden bağlılık, yürek doğ­ ruluğu.

Sa’y: Emek, çalışma, çabalama. Sebat: Yerinde durma, sözünden ve kararından vazgeçmeme.

Sefîh: Zevk ve eğlence düşkünü, pa­ ra ve pulunu akılsızca savuran. Sefîl:Yoksul, sefalet çeken, alçak. Sîne; Göğüs, yürek. Şehr-âyîn: Donanma, şenlik.

Şerha-şerha: Parça parça, lime lime. T agallöb ; Zorbalık.

139


Tasavvur: Z ihin de

şekillendirm e, kurma. Tazallüm: Sızlanma, zulüm gördüğün­ den yakmma. Ta’2Ûnen: Hürmet ve ikrâm ederek. Ta’ziye: Başsağlığı dileme. Telâkkî etmek: Almak, kabul etmek. Terakki: Yükselme, ilerleme. T ercîh: Üstün tu tm a , d a h a çok beğenme. Terennüm: Yavaş ve güzel bir sesle şarkı söyleme, şakıma. Teşbih: Benzetme, benzetilme. Teşebbüs: Girişim, elatma. Teşrtt: Gelmesiyle bir yere şeref

140

Tevkif: Durdurma, alıkoyma, tutuklu hâlde bekletme.

Tezahür: Belirme, meydana çıkma. Tezelzül: Sarsılm a, sallanm a, ır­ galanma.

Tulü’: Dogma, doğüş. Urbân: Çöl Arabları, aşiretler. Ü m m î:Anasından doğduğu gibi kalıp o k um a- yazm a öğrenme­ miş. V âk ıa : Olmuş bir iş, gerçek. Vebal: Şiddet, ağırlık, günah. Vecd: Kendini kaybedercesine İlâhî aş­ ka dalma, aşırı heyecan. Zahirî: Görünürdeki, görünen.


TÜRK’E Biz istersek mefkurenin kanadının gölgesinde Asırları övündüren dehâmızı parlatırız, Medeniyet yurdu olan §u zengin Şark ülkesinde Hür ve mes’ud bir memleket, bir Türkeli yaratırız. Bütün dünyâ öğrenir ki bizim gibi bir milletin Her cehennem ateşini söndürmeğe gücü yeter; Şu demirden yumruğumuz zulüm gibi sefâletin Taassubun, cehâletin başlarını kırar, ezer.

141


ANADOLU’DAN BİR SES YÂHUD CENGE GİDERKEN Yurdumuzun Koç-Yiğitleri'ne Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur, Sinem, özüm ateş ile doludur, İnsan olan vatanmm kuludur, Türk evlâdı evde durmaz; giderim! Yaradan’m Kitab’mı kaldırtmam, Osman’cığm bayrağmı aldırtmam, Düşmanımı vatanıma saidırtmam, Tanrı evi viran olmaz; giderim! Bu topraklar ecdadımın ocağı. Evim, köyüm hep bu yerin bucağı, İşte vatan! İşte Tanrı kucağı! Ata yurdun evlât bulmaz; giderim! Tanrı’m şâhid duracağım sözümde, Milletimin sevgileri özümde, Vatanımdan başka şey yok gözümde. Yar yatağın düşman almaz; giderim! Ak gömlekle gözyaşımı silerim. Kara taşla bıçağımı bilerim. Vatanımçün yücelikler dilerim. Bu dünyâda kimse kalmaz; giderim! 142


YUNAN SINIRINI GEÇERKEN En güzel yüz bize çirkin; biz severiz Türk yüzü. En iyi öz bize fenâ; biz isteriz Türk özü. Milletimiz alkışlarız; anıldıkça Türk sözü. Biz Türkler’iz; biz bu kanla, biz bu adla yaşarız! O ninnidir: Yine O dillerdir: Yine Milletin:ıiz çocuk Biz Türkler’iz;

bugün bize söyler Söğüd’ü. bugün bize verir öğüdü. idi; bu seslerle büyüdü. düşmanlara yalın kılıç koşarız!

Hangi Türk’tür gerdenine urgan, kement urdurur? Hangi Türk’tür mescidine çanlı kule kurdurur? Milletimiz köle olmaz; böyle günde kim durur? Biz Türkler’iz; Kızılırmak olur böyle taşarız!

143


ŞEHID YÂHUD OSMAN’IN YÜREĞİ Ey güzel köy! Viran olma, sakın §u genç yaşında: Dağlarında tâze otlar, penbe güller biterken. Ey çobanlar! Beni anın, coşkun sular başında; Yaprakların arasında yavru bir kuş öterken. Ey parlak ay! ışığın saç, yolcuların gözüne; O yerde ki kötü gece gizlemiştir mezarım. Ey yolcular! Beni sorun, milletimin özüne; O günde ki bir zelzele düzlemiştir mezarım. Ey Türk kızı, ey ana, “Sus!”, sende duygu ypk mudur? Bir oğlunu, bir goncanı kurban ettin çok mudur? Her yanıma kaygu çökmüş bu vatanın yolunda. Ey Türk-ili, ey vatan! Sen herbir yerden ulu’sun! Eski, yeni, tatlı, yanık sesler ile dolusun! Sevgi, gençlik, istek, sağlık feda olsun yolunda!..

144


BENİM ŞİİRLERİM "Sen kalbsizsin; hani senin gençliğinin hayâtı?” “Aşklarım mı? Bir nefesle solabilen bu şeyler, “Bir yanar-dağ ateşiyle köm ür gibi karardı; “Şimdi ise yerlerinde bir sıtmalı yel eser. “Evet, benim “Sîzler gidin, “Belki benim “Sizler gidin,

her şi’rimde yılan dişli diken var; bal verecek yeni açmış gül bulun. acı sesim kulakları tırmalar, genç kızların türküsüyle şen olun!

“Varın sizler, onlar ile korularda el ele “Gezin, gülün, bir çift bülbül aşkı ile yaşayın; “Yalnız kendi, yalnız kendi rühunuzu okşayın! “Zavallı ben, elimdeki şu üç telli saz ile “Milletimin felâketli hayatını söyleyim; “Dertlilerin gözyaşını çevrem ile sileyim!..”

145


ZAVALLILAR Köy muhtarı be§ yjl evvel kur’a çeken oğluçün Üç-dört köyü üst-üstüne .aratarak birkaç gün Yetim, yoksul, yosma, güzel bir kızcağız bulmuştu. O yetimcik kocasım kurtararak askerden Bu ocağa “Evim!” diye sevinerek girmişken Biraz sonra bir ortağın beslemesi olmuştu. Bir yıl var ki dirlik yüzü görmemekte zavallı; Bir yıl var ki bir dul gibi yürek yanık, göz yaşlı; Bir yıl var ki ishak gibi âh etmede her gece.. Bir yıl var ki ırgat gibi bayırların sırtında; Bir yıl var ki hayvan gibi yumrük, sopa altında. Şimdi ise koğulmaklık isteniyor bu evce...

146


KESİLDİ Mİ ELLERİN? “Anne, anne, hişt, hi§t!..” “O kim?” “Benim , kalk, kalk, para ver!” “Oh, senmişsin, ödüm koptu..” “Y eri ner’de? Kalk, göster!” “Çıldırdm mı, çocuk, bende para n er’den olacak? “Benim gibi bir dul kadm kimden para alacak?” “Miras yedin..” “Onu baban sağlığmda bitirdi; “Ur patlasm, çal oynasm , şur'da bur'da yedirdi; “Param olsa el dikişi diker miyim? Böyle ben “Bir kör mumun..” , “O masalı başkasm a anlat sen; “Kalk para v er..” “Sarsm a oğlum, Hak’tan korkun yok mudur? “Bir anaya kalkan eli..” “Sus dırlanm a..” “Urma, dur: “Beni dinle, hangi ana para verm ez oğluna? “Vallâhi yok, olmuş olsa fedâ olsun yoluna.’’ “Kalk diyorum, ‘para, para!’ şimdi seni ururum..” “Billahi yok.. “Âh uruldum, am an, aman omuzum. “Oğul, oğul, beni uran elin y ere döşene..” 147


Hâin evlât, beğendin mi? Bak ananın iıâline. Âh, ben senden son vaktim de evlâtlıklar beklerken Beni böyle al kanların içer’sine koydun sen!.. Ben seninçün doğmuş idim; ben seninçün yaşardım; Şendin benim her düşüncem, şendin benim her derdim; Bir parçacık benzin uçsa, bir kerrecik; “OC.” desen, Ne Cehennem azapları çeker idim o gün ben. Jşte artık senin için çarpan yürek duruyor: Ağlayan göz kapanıyor; gülen dudak kuruyor; Çalışan el uyuşuyor; rahat olsun her yerin!.. Kim derdi ki, o koynumda büyüttüğüm ellerin Benim şu ak, şu kınalı saçlarımdan tutarak Acım adan, titrem eden bana bıçak uracak?... Bu ne yürek? Para için insanlıktan geçiyor; Bu ne alçak susayış ki ana kanı içiyor; Seni b öyle kimler etti kanlı cellât, canavar?.. Hayır, hayır, onlarda da senden pek ço k duygu var: Senin elin, bir cellâdın bıçağından duygusuz; Senin elin, bir kaplanın tırnağından duygusuz; Senin elin, kan dökücü her bir şeyden hâindir. Ah, bir cellât senin gibi kanlıları gebertir; B ir kaplan da anasından başkasını pençeler. Harâm olsun, o uykusuz bıraktığın geceler; Bu günedek em eklerim dursun iki gözüne; Kan y erin e irin olsun em diklerin... “O kan ne?... “O dam layan kimin kam , avucunun içinden?.. “Y oksa beni urur iken, bana bıçak saplarken “Kesildi mi ellerin?... “Of, sızlıyor, omuz başım, yaralarım p ek derin. 148


“Kaç buradan, seni şimdi gelip bur’da tutarlar; “Zincir urup o karanlık zindanlara atarlar; “Kaç buradan kuş gibi! “Ben kanımı helâl ettim , sen de afvet Yâ Rabbi!..

149


KÖYDE FIRTINA Fuad B ey’e Kara bulut gökyüzünü her taraftan alıyor: Dumanlı dağ başlarına iniyor, Bütün kuşlar yuvalara siniyor; Kırlar ıssız kalıyor. O yem yeşil ovacıklar başka bir renk bağlıyor; Tatlı sesli derecikler başka yolda çağlıyor; Bir karartı, bir mahzunluk, of ne paslı karanhk!. Durma çoban, sanırım bir bora var; Başın kaldır, şu kararm ış göke bak; Yıldırımlar,yağmurlar Yeri göke katacak. Çabuk topla sürünü sel almasm. Bir kuzucuk, işte, işte şurada Yalnız kalmış garip garip meliyor, Âh, bırakm a, onu da al, kalmasın.. Çığlıklarla bir sert, çılgın gün-doğrusu çıkıyor; Hasta, soluk çiçekleri döküyor; Zayıf, çürük ağaçları söküyor; Birçok yerler yıkıyor;

150


Evler, köyler zangır zangır sarsılıyor duruyor: Köylülerin haykırışı dağa taşa uruyor; Bir gürültü, bir kıyam et, âh, yine mi viranlık? Gürül gürül gök gürlüyor, birçok şimşek çakıyor; Yıldırımlar ulu ulu orm anları yakıyor; Tolu, yağm ur hiç dinmeyip yağıyor, Coşkun seller yüce dağlar başları Üzerinde koca koca taşları Yuvarlayıp d erelere yığıyor. Viran köyden sessiz akan gümüş renkJi bir ırmak, Ak köpüklü dalgalarla yatağından taşıyor; Köylülerin evlerini birkaç koldan basarak, Yıkılacak gibi duran bacaları aşıyor. Birçok seller, her yerde bir çağıltı! O ses nedir, âh, bir ev mi yıkıldı? Genç çiftçinin tarlasına tepelerden, kırlardan, Coşkun seller, taşkın sular doluyor; O her sapı birçok yeşil başaklarla donanan Ekinleri bırakmayıp yoluyor. Çalılarla kırık dallar, yapraklarla çiçekler, Su yüzünde, girdaplarda dönüyor. Bir karanlık kulübeye ışık veren istekler K arararak birdenbire sönüyor. Zavallıcık, o bekleyen kol kol olmuş dağların Eteğinden, o bozulmuş bağların Arasından geçer iken için için ağlıyor.

151


Ocağım ız söndü, baba, ekinleri sel aldı: Tarlam ıza kum yığıldı, ta§ doldu; Âh, bir yıllık emeğimiz hiç oldu; Ânbarımız boş kaldı. Alacaklı, kapımıza yarın gelip, “Para” der; Şu acıklı hâlimize göz yumup, Bizim gibi yoksullarda şey umup, Yakam ızdan sürükler. K ara kışın soğuğunu, kıtlığını bir düşün; Eski-püskü hırkamız yok giyecek; Arpa unu aşımız yok yiyecek; Ne yaparız biz o gün? Çok gün gördün, ne yleyeyim yol öğret; Artık bur’da ne işleyim, n’ideyim? Ah, izin ver, gurbet ile gideyim; Ana, hakkın helâl et! Ey fırtına, işte evim, altını üstüne kat! Toprakların göke savur, her taşın bir y ere at; Sakın şuna, şu küçücük kulübeye el sunma! Y ıkar isen yapanı yok, âh, oraya dokunma; O, bir şehid ocağıdır: Ateşini söndürme; G ece, onu dağ başından bir nur gibi göstersin. Birkaç yetim yuvasıdır, viraneye döndürme; Seher vakti burası da koru gibi ses versin!

152


GÖZYAŞIM

Rebâb-ı Şikeste Nâzım-ı Muhteremine Derlerdi ki insanlıkta acım ak var, sevm ek var, Öyle insan görülür ki en kaygusuz gününde İl derdini dert eder. Komşusunun acısmı kendisinin gönlünde Duyup, “Vâh kardeşim !” der... Öyle ruhlar bulunur ki her yaralı toprağın, Her adamın gözyaşının, her yıkılmış ocağın, Her bükülmüş boyuncuğun karşısında ağlarlar... O derinden duyduğumuz yanık ses, Sesi çıkan büyük küçük, âh herkes, Kendisiçün haykırıyor bütün gün. Bak şuraya, yâr eliyle açılan Şu yaram ı hiçbir nişter yarm ış mı; Hiçbir kimse birşey ile sarm ış mı? Hani n er’de o ruhlarla .o insan? Ey sevgili kardeşim, B en ce ömür cenk eylem ek, didinmek, Kemirilm ek, acı görm ek, incinm ek, İnildemek, ağlam aktır; işte benim gözyaşıml

30 Kânûnisânt, 1315 153


SAKIN KESME Ey hemşehrî! Sakın kesm e, yaş ağaca balta uran el unmaz; Na, kütükler!.. Nice yıldır, hiçbirine kervan gelmez, kuş konmaz; Bunları kes, o baltanla bu çürümüş ağaçları y ere ser. Bak,sizin köy şu yem yeşil koruluğun gölgesinde ne güzel!.. Gönülleri açmadadır, yaprakların arasmdan esen yel. Yazık, günah olmaz mı ki, çıplak kalsın bu zümrüt yurt, şirin yer? Hem dünyada en birinci borç değil mi her kula Bir tohumu fidan yapmak, fidanı da bir orm an?.. Eğer böyle olmasaydı, ne kalırdı oğula: “Mirasımı artır” diye öğüd veren atadan?... Sakın Sakın Sakın Sakın 154

kesm e, kesm e, kesm e, ke^me,

her dalından bir güzel kuş ses versin; gölgesinde yorgun çiftçi dinlensin: şu sevimli köye kanad-kol gersin; aziz vatan günden güne ^enlensin!..


YOLCU “Fırtına v ar...” “Varsın olsun, kıyâm etler koparsın; “Sen yolunda bir büyük dev adımıyla ilerle. “Durma, yürü; ayakların yürüm ekten kabarsın: “Ölümlerden kurtulunur ileriye gitmekle!... “Ziyanı yok, sendele, düş; §u geçitten uzaklaş; "A tacağın her adımla m enziline koş, yaklaş; “Yürü, yürü, yarı yolda kalm a, haydi ileri!..” “Oh, çığ uçm uş...” “Görüyorum, lâkin bundan ne çıkar; “Sen yolunda bir büyük dev adımıyla ilerle. “Durma, yürü, insan-oğJu ister ise dağ yıkar; “Kayalıklar bir yol olur, bir parçacık em ekle!.. “Bak, şu sarp, dik dağ başına; işte ayak izleri! “Bunlar bütün senden ön ce geçenim i gösterir; “Yürü, yürü, artık yeter korkakhğıri elverir!..”

155


BALIKÇI Babamın Aziz Hâtırası’na ‘Babacığım , terlemişsin, gel, terini sileyim !” ‘Sil bakayım , benim güzel, m erham etli m eleğim !” ‘Ner’de kaldın?” “Denizdeydim, bugün sular azgındı; ‘O her zaman küreğime boyun eğen akıntı ‘Çılgın akan bir sel gibi öfkesini artırdı; ‘Beni epey uğraştırdı, ter içine batırdı..” ‘Yarm dinlen!..” “Y a sizlere kim ler ekm ek getirir? ‘Hangi komşu bir küçük tas sıcak çorba yedirir? ‘Olmaz yavrum, her gün gibi yarm dahî giderim; ‘Çalışarak Yaradan’dan size rızık isterim. ‘Demek, bana yüreciğin acıyor ha?.. Hey çocuk! ‘Biz küçükten mayamızı terler ile yuğurduk; ‘Bu günedek ne boralar içer’sinde çalıştık; ‘Sen üzülme, yavrucuğum, biz zahm ete ahştık! ‘Biz sefiller, çok vakitler bir parasız kalırız; ‘O kadar ki yorgan, döşek satıp ekm ek alırız. ‘Lâkin Allah yine bizi esirgemiş, kayırmış; ‘Biz kullara sizler gibi teselliler ayırmış; ‘Evet bana tesellisin, zirâ ki ben her gece ‘Kulübemin eşiğinden içeriye girince: ‘Senin bana bir gülüşün her derdimi uyutur; ‘Âh, seninle yorgun gönlüm çektiğini unufür!..” 156


OLU KAFASI Filosof

Tevfik B ey’e

Bir tarlada geziyordum; ayağım a katı birşey takıldı; Baktım : Kemik, dikkat ettim ; Bir insanın kafasının kemiği. Lâkin aç yer, şu parçası kalan başı öyle yiyip emmiş ki, Bilinm iyor kimjn başı, bilinm iyor hangi asrın evlâdı? Kara toprak içer’sine düşen herşey bir yığın kül oluyor; Gûyâ ki bir kasırga var; bunu ona, onu buna katıyor; Bir el var ki çürük kefen parçasını çiçek yapıp atıyor; Evet hayat bir taraftan boşalıyor, bir taraftan doluyor. Kim bilir ki, §u fânînin vücûdünden bu gün bizde neler var? Belki onun kem ikleri şimdi senin gözlerinde parıldar; Belki benim §u sıtmalı dudağımın ateşleri onundur. Her şey böyle, hattâ bizim dünyamız da bu baş gibi olacak; Birgün hayat tükenecek; yalnız cansız gıranitler kalacak; Her zerresi bir âlem e dağılacak; zirâ bu bir kanundur!.. 157


n if a k

Ey vatanın ufkunda ıslık çalan baykuş ses! La’net sana, sus, boğul; kahkahanı artık kes!. Evet, Senin Senin Senin

senin fırtınan her boradan zâlimdir; alçak hırsların girdâblardan derindir; kanlı kinlerin kayalardan keskindir; m el’ûn rüzgârın dünyâları titretir:

Bir devleti öyle bir felâkete düşürür, Tehlikeye atar ki, bur’da büyük bir millet, Şeref, nâmus, hürriyet, B ir geminin enkazı gibi batar ve çürür. Ey târihin feneri! Sen bizlere ışık ver: Kurtarıcı nurunu şimşek gibi parıldat; Gözümüzü kör eden karanlığı aydınlat; Neredeyiz? Nereye gideceğiz? Yol göster! Ve göster ki, zamânın kumlarında kaç m ezar. Şu uğursuz nifaka kurban olmuş kaç vatan, Kaç zavalh Hindistan, K aç zavallı Buhâra, kaç zavallı Kırım var?.. 158


FELÂKETLER KARŞISINDA Türk'ün Duâsı Şâirine Bir ru’yâmı§!.. Zirâ yine, ben zavallı şen değilim; Baltazar’a alev saçan zâlim harfler önündeyim. Ban a öyle geliyor ki m ezarımm üstündeyim; Eski Bâbil evlâdının tâli'inde bir sefilim. I

Bak, bugün de ben rûhumda cehennem ler taşıyorum: O başım ki tufanı var, bir karanlık gecedeyim ; O kalbim ki cellâdı var, bir demirden pençedeyim ; O dilim ki şekvâsı var, virânede bir baykuşum. Ey Türklük’ün dertli sazı! Bu günde mi acı figan? Bu günde mi senin sesin bir hınçkırık olacaktı? Sar’a tutan tellerine gözyaşlanm dolacaktı! Eğer m es’ud yurdun altun destanını çalam azsan Benim bahtsız parm aklarım birer kuru dala dönsün; Seni dahi kurtlar yesin, senin dahi ömrün sönsün!.. 159


b e n im

RU’YAM

Tûrklük’ün Ateşli Hatibi Hamdullah Subbî B ey’e Varsın, vahşî tabi’atın zelzelesi, tûfanı En şerefli sarayları, m inberleri devirsin; Varsın zâlim K ayserler’in demirleri, zindanı En kuvvetli bilekleri, gövdeleri kemirsin. Ben, doğacak dünyâları bir sert kaya üstünden A m erika kâşifinin gözleriyle görürüm: “Milletleri gömdük!” diyen asırların önünden Girdâpları tahkir eden yıldız gibi yürürüm. Benim ru’yam bir küçücük yaprağını soldurmaz; O başlara çelenk olan yeşil defne dalıdır; Karlar, buzlar içer’sinde zümrüdünü parlatır. Ben o ’yum ki tellerini haykırttığım millî saz Beşbin yıllık m erm erlere, kem iklere can verir Ve bir fatih kılıcından büyük zafer gösterir.

16ü


ZAVALLI KAYIKÇI Şu kayıkçı, kötü yerde yakalanm ış boraya; O §u sığın önlerinde epey vakittenberi Dalgalarla döğüşüyor, gelem iyor ile r i. Yazık, yazık, kendisini atam azsa karaya Bu geceden başlayarak bir ev halkı bunalır; Kuru toprak üzerinde beş-altı can aç kahr. Batı yeli, su yüzünü altüst eden bu çılgın Yılan gibi ıslıklarla agu gibi esiyor. K oca koca vapurların yollarını kesiyor. O kayığın atıldığı bir yosunlu taşlığın Açığında dalgacıklar büyüyor; , Şahlanarak gökyüzünde uçan kuşu kapıyor, Uğrağına ne gelirse döğüyor; Uğuldaya uğuldaya kıyılara çarpıyor. Babacığım , tüfan olsa şu şimdiki fırtına. Sen Nuh gibi gönül bağla, m erham etli Tanrı’na. Ancak sen de biraz daha kuvvetini al ele; îşte, işte, uzak değil, yüz adım yok iskele. Biçârede renk kalmamış, ak-pak olmuş bet-beniz Can çekilmiş, kuvvet bitmiş, buz kesilmiş el ayak. Vah zavallı, kürekleri tutam ıyor atacak.

161


Âh, bütün gün insanları çekip yutan şu deniz Buna dahî ne bir baba, n e de zayıf diyecek; Sefilciği haykırttıra haykırttıra yiyecek. Hâin deniz, o büsbütün azgınlaşan canavar Bu kayığın üstüne de birkaç dalga atıyor; Artık kayık çalkanm ıyor, suya doğru batıyor; İçindeki bahtsız insan, o altmışlık ihtiyar Kürekleri bırakarak elinden, Kıyılara, “Can kurtarın!” diye feryâd ediyor. Sular onun vücûdünü çekerken Boğuk boğuk haykırıyor, dibe doğru gidiyor!.. Kanlı mahlûk, senin her gün kemirdiğin topraklar İçer’sinde birçok insan kem iğiyle eti var. Sen m i’deni bunlar ile doyururken, beslerken Ne çıkacak şuncağızın vücûdünü yem ekten?... Ey kardeşler, borç değiî mi herkese, Kulak verm ek, yardım etm ek şu sese?.. Hava çok sert, agu gibi esiyor; Vapurların yollarını kesiyor!...

162


EY TURK UYAN Ey kardaşlar uyanın, Şu Türklükle can verin; Hep anlar kovan'ın; Turan’ili Türklerln!.. Türk Yurdu’na Ey milletim! Sen bundan tam am beşbin yıl evvel A ltaylar’da yaşarken T anrı’n sana dedi ki, “Ey Türk ırkı, bu yerden “Güneşlere süzülen kartal gibi uç, yüksel! “Senin her bir kuvveti ram edici ellerin “Bütün mağrur başlara yıldırımlar saçacak; “Sana Çin’in, İran’m, Hind’in, Mısr’m, her yerin “Er isteyen tahtları kollarını açacak!” Sen bu sesin önünde rüzgâr gibi dolaştın; Sert yelesi dikilen arslan gibi savaştın. * İlk füleri tanıyan Yaşlı Alpler, Kafkaslar.. Tûfanlarla haykıran Eski Niller, Araslar Senin gibi bir yiğit ve bir ulu mületi İnsan-oğlu doğduğu gündenberi görmedi. Sen her yerde fütuhat türküleri çağırdın; Kara Hanlar, Oğuzlar, Attilalar, Cengizler, Tim urlenkler, Yavuzlar Senin geniş göğsünü kabarttıran ecdadın. 163


Sen tuğunu diktiğin üç dünyânın üstünde Beyaz, siyah ırkların dillerinde anıldın; Şark’ın, Garb'in yüzlerce putlarının önünde Kılıç ile kalkanın bir Tanrı’sı tanıldın. Tahtlar yıktın; lâkin sen m ihrâblara kol gerdin: T a d a r aldın; lâkin sen m illetlere hak verdin. Sen de kanlı meydanda Bir yakıcı ateştin; Lâkin başka zamanda Isıtıcı güneştin; Toprağında ne zâlim engizisyon pençesi, Ne de kanlı, mâtemli Saint-Barthelem y gecesi!.. Senin ru’yan yalnız mülk fetheylem ek değildi: Sana ilmin, hikmetin.. Sana aklın, mantıkin.. Sana şi’rin, san’atın Bütün mağrur surları, taklan da eğildi. Senin herbir kervanın İsfahan’dan, Pekin’den İncilerden değerli m etâ’ları taşırdı; Korkunç Gobi-çölü’nden, İskender’in senidinden Fikri, dini, her şeyi senin gücün aşırdı. Sen dünyâya inkılâb tohumları serpendin; Terâkkinin çiftçisi, hasatçısı hep şendin. Senin büyük Fârâbî’n İbn Stnâ'n, Mevlânâ’n, Zem ahşerî’n, Buhârî’n, Daha birçok ulemân Taassuba, vahşete, cehle yumruk urdular; Muhammed’in yurdunda m edeniyet kurdular. Sen idin ki Şark’ta bir Türk dünyâsı yarattın; Onu altun kubbeler 164


Gök-çinili m ihrablar, işlemeli türbeler, M edreseler, çeşm eler, köprülerle donattın. Senin yalnız Orhun’un, Sem erkand’ın, Turfan’ın Nasıl büyük bir millet olduğunu anlatır; Bu illerin her taşı, her divan Turan’m Yaşadığı şerefli asırları parlatır. Gösterir ki m edenî olmadığın yalandır; Sana yalnız, “Demir el” denilmesi bühtandır. Pençen gibi kafan da İlinkinden üstündür; Aşkm kadar zekân da M edeniyet içindir. Sen doğmamış olsaydın, dünyâ geri kalırdı; Gök-kubbenin altmda her yeri yas ahrdı. Fakat şimdi?.. Evet, şu son üçyüz yıldanberidir Senin şanlı hayatının Ülker bahtı dönüktür; O alevh şehirlerin, kulelerin sönüktür; Her bucağm bir mezarlık ve bir yangın yeridir. O r’da yıkık saraylarla kadid olmuş hisarlar; Y ere geçmiş tahtlar, burçlar için için ağlıyor; B u r’da yanık m a’bedlerle ıssız kalmış dıvarlar, Y asa batmış evler, köyler yürekleri dağlıyor. Bu harabe yurtlardaki cehalet, Issız, vahşî Kutublar’dan daha çok; Bu zavallı illerdeki sefalet Afrika’nın çöllerinde belki yok.

165


Şu Şu Şu Şu

işsizler, şu haykıran yoksullar, mahbuslar, aç ağızlar şenindir; hastalar, şu dilenen genç dullar yetim ler, yaşlı kızlar şenindir.

Şu köylerde hayvan gibi ot yiyenler Türk’türler; Şu inlerde yaşayanlar, post giyenler Türk’türler. Bugün senin her tarafta çırpınıyor feryâdm; Tanınm ıyor T an n ’n, dinin; yıkılıyor mihrabın; Çiğneniyor ırzın, hakkın, yakılıyor Kitâb’ın; Boğuluyor dilin, duygun, horlanıyor Türk adın! Bak, şu kanlı kefen gibi soğuk, yash gölgeler Saçan kirli paçavralar birer düşman bayrağı: Şu Türk sesi, kardaş sesi inildeyen ülkeler Bu saatte birer cellâd hükümetin toprağı. Sen Asya’da eski Ganj’ın o fakir Paryası gibi candan bezensin; îsrâ’il’in o vatansız, o hakir Nesli gibi alnı yerde gezensin; Avrupa’da fethettiğin yurdundan Sürgün gibi koğulmağa mahkûmsun; Yeryüzünde bir adalet, bir vicdan Sâhibine kavuşmaktan mahrumsun. İntihâmlar, istibdatlar, hâinlikler hep sana; Nankörlerden zulüm gören sen bahtsız Türk ırkına!.. Söyle bana, senin fâtih altun ordun ne oldu? O tahtların, som yaldızlı sarayların ne oldu? O fütühât şenliklerin, alayların ne oldu? Ufkunda gün kararm ayan geniş yurdun ne oldu? 166


Erlerini ak köpüklü seller gibi coşturan Yasaların, bayrakların, hakanların nerede? Kıralları yalın ayak rikâbm da Icoşturan Kılıçların, m ızrakların, kalkanların nerede? Ner’de senin o şerefli donanman? O türeli Yeniçeri-ocağ’ın? Denizlerde, karalarda dolaşan Yüzbin gazâ gören yanık sancağın? Vatan için GÖk-Tanrı’ya and içen O dal-kılıç yiğitlerin hani yâ? Bu uğurda herbir şeyden vaz geçen O m uhterem şehidlerin hani yâ?.. Artık senin Alangoya ninelerin yok mudur? Dişi arslan südü veren sinelerin yok mudur? Şu virane topraklar mı Şark a ta d a r giydiren: Sem erkand’ın, İdikut’un, Karakurum şehirin, Akm escid’in, K arabağ’m, M âverâü’n-Nehir’in, Konya’n, Bursa’n, Erzurum’un, îstanbul’uri, Edirne’n?. O binlerce tezgâhları çalıştıran beldeler Şu rüzgârlar ıslık çalan ovaların sırtı mı? O sülünlü has bahçeler, kırk sütunlar caddeler Şu baykuşlar yuva yapan taşlıkların altı mı? Hani senin binbir çeşit hasadın? Yerli m etâ’ nakleyleyen kervanın? Yanık yüzlü, alın terli evlâdın? Taş ve demir m em leketler kuranın?

167


Bir âlimin, bir şâirin var mı ki İsli, viran çatılarda okunsun? Kurtarıcı parmakları şendeki Şu çürümüş yaralara dokunsun? Sen kanınla yazdırdığın o târihi ne yaptın? Bunlar mıdır, senin fâtih ve m edenî hayâtın?.. Belki Belki Belki Belki

birgün birgün birgün birgün

Bahr-i Muhit göğe çıkıp kururdu; Himalaya uçuruma dönerdi; şu güneşin alevleri sönerdi, şu kürenin yürüyüşü dururdu;

Lâkin akia gelir miydi, bu saltanat otağı Böyle viran olacak da iniltiler gelecek? Zincir sesi kara-yılan isliğiyle kulağı Bir zehirli kurşun gibi parçalayıp delecek? Âh, ne oldun? O göğsünde çırpınan Pulad kalbin yaşam aktan kaldı mı? Sana ateş, alev veren asil kan Artık bu gün bir irinli pıhtı mı? Felâketli, zâlim yıllar senin de Dinç rühunu yıprattı mı, ezdi mi? Erkek gönlün şu dünyânın içinde Artık necat ümidini kesti mi? Hep gençlerin cenâze mi, beşiklerin tabut mu? Bugün senin ölüm müdür uyuduğun bu uyku?.. Hayır, hayır hiçbir vakit düşmek ölm ek sayılmaz; Bu dünyâda kalblerini kaybedenler ayılmaz; İnsâniyyet bunlar için karaları bağlasın.

168


Hâlbuki sen, yine bu gün diri, sağlam bir ırksın. Hâin eller senin yalnız gül yüzünü soldurdu; O yaralı vicdanına kara yaslar doldurdu. Fakat senin yüreğinin ateşleri sönmedi; Bunlar buzlu topraktaki sıcak kuvvet gibidir; Bu kuvvetle her ümidin çiçekleri yeşerir. Bu gün senin tâli’ine gam çektiğin devleti Bir imanlı kahram anın yine cana getirir; “Türk beşiği dehâların yatağıdır!” dedirir. Sus, ağlama! Harâbenden kalk, doğrul! Kaldır; solgun, felâketli başını; Dindir, kanlı gözlerinin yaşını; Çık m eydana, kurtulmaya bir yol bu! Unutma ki, en acıklı bir figan, Bir kırlangıç kuşu kadar gidemez; Seni devden daha güçlü yaradan Senden asla dilencilik istemez. Biîir misin, ağlayacak kimlerdir? Kara bahta boyun eğen bir sefil; Zâlimini afveyieyen bir zelil; Zincirini sürükleyen bir esir!.. Türk ananın pâk südiyle büyüyen Felâkete soğuk kanla gülendir; En kuvvetli bir Turanh gözünden Kin, intikam yaşlarını silendir.

169


B ek led iğ in d ah a hangi m usibet? E lv erm ez mi, bağrındaki y aralar? E lverm ez mi, alnm daki k aralar? E lverm ez m i, bu sefalet, bu zillet?.. Ecdâdm m kem ikleri bu gün bak, H ak aretler iç e r’sinde inliyor; Her köy ü nd e tü tm ez olm uş bin o cak A yağının seslerini dinliyor.

İster misin, son tahtın da yıkılsın? Son yurda da kanlı m ezar kazılsın? Son burca da düşman bayrak asılsın? Son nesle de m el’un zincir takılsın? Sen bunları düşün, titre, hiddetlen: Hangi ırktan olduğunu hatırla; Bir boğucu deniz gibi kuvvetlen Ve kendini inkılâba hazırla!.. Ey milletim, yüz milyon yine senin neslindir; Sarp Kafkas’la Erciyas Hiçbir vakit Türkler’i kardaşlıktan ayırmaz; Bu mübarek dağlar da senin birer ilindir. Şu duyduğun masallar, şu türküler, destanlar Senin bahar türkülü Turan’ınm sâf sesi; Şu gördüğün koşular, şu güreşler, horanlar Senin boğa göğdeii ecdadının türesi. Anavatan Çuvaş’ı, A zerî’yi, Başkurd’u, Sart’ı, Fin’i, Kaimuk’u aynı kanla yuğurdu;

170


Bu sâf kanı taşıyan Herbir insan, aşiret; Türk diliyle konuşan Herbir şehir, m em leket Senin birer evlâdm, senin birer oymağm; Senin birer öz yurdun, senin birer bucağm! Sen istersen Tuna’mn kaynağından Çin’edek: Altay, Kıpçak, Sibirya, A zerbaycan, Hârezim, Gazne, Hive, Buhâra.. Her yer Yeni-Turan’uı sinuiuııa girecek; Osman ile Nâdir’in, İlhan iJe Bâbür’ün Kardaş olan milleti bir ru’yâya tapacak; M ilyonlarca o asil, o ateşH kalblerin Hepsi Türklük aşkıyle bir 1 Uh gibi çarpacak. O vefalı Kırgızlar, alın terli Tatarlar, Sert bakışlı Tonguzlar, güze i yüzlü Macarlar Soğuk, sıcak çöllerden Uzak, yakın, illerden, Mavi, yeşil göllerden. Tepelerden, bellerden.. Akın akın gelerek tahtına ba.i eğecek; Candan kopan seslerle, “K u tlı olsun!” diyecek. Millî vicdan câhili, sefil Türk ü yerecek; Onun aziz minberi, Göğü;;lerde kıskançlık yaratacak sözleri Al’na ru’yâ, rûha aşk, kalbe ümid verecek

171


Bugün sana yabancı, meîez gelen öz dilin Her şeyini Türklük’ün vicdanından alacak; Dahîlerin doğarak senin dahi Virjirin Altun sazla Turan’ın destanını çalacak. Onun bülbül ezgili tellerinin nağmesi, O m uhterem ecdadı söyleyecek her sesi Bozkırlar’la bezeli Yüzbir eski diyarın.. Afşar, Türkm en güzeli Gül yanaklı kızların Türküleri olarak dört bucağa gidecek; Bütün ırkın rühunda terennüm ler edecek. Senin altun orduiıdan yedi devlet sinecek; Bir yabancı sahilden Bayrağını taşıyan bir vapurun geçerken Ona bütün sancaklar hürm etlerle inecek Büyük Turan-ili’nde zengin Asya’n, Avrupa’n Birer yeni Japonya, A m erika olacak; Yedi büyük denizin üzerinde her liman Türk m etâ’ı yüklenmiş katarlarla dolacak. İstanbul’un bir yüce siyâsetin m erkezi, Şark’ın yeni Berlin’i, Viyana’sı, Paris’i, Londra’sı olarak G arb’e hüküm sürecek; Türk ve îslâm her toprak Mes’ud günler görecek. Hakanının buyruğu Şark’j, Garb’i sarsacak Ve kalem i dünyâya yeni bir baht yazacak!.. 172.


Fakat bunu yaratacak yalnız millî duygudur; Ö lülere m ezarlardan başlarmı kaldırtan, D irilere gökten ateş, yerden demir aldırtan, Ru’yâlarm yurtlarmı yükselttiren Şûr budur. Fâtih, şâir: Kurtarıcı, diriltici her çehre Bu timsâlle hayâl olan ümidleri fetheder; Hürriyetsiz m illetlere, sa’âdetsiz yerlere Bunun Resûl hitâbiyle seslenerek, “Uyan!” der. Uyan! Bu ses, dağdan dağa dolaşır; Rüzgâr gibi her kapıda uğuldar. Uyan! Bu ses, kalbten kalbe ulaşır; Vahiy gibi her vicdanı sarsalar. Bu hitâbm ateşiyle, uyuşan Y üreklere yeni baştan can gelir; Hep ahnlar, birer vakur kahram an Gurûriyle yukarıya yükselir. Bütün gözler o dumanlı ufuklara doğrulur; Bir buluttan, uçan kuştan artık haber sprulur. Bunu duyan bir millete yaşadığı şehirler, Ecdâdmın hâtıralar bıraktığı sahralar, Birçok şanh asırlara şâhid olan kayalar. Efsaneli harâbeler geçm işleri nakleder; Anlatır ki, “O en yüce bir devleti, vatanı “İlk ilâhlar zamânında kuranların oğludur; “Onun büyük milletinin koyun güden çobanı “Başka ırkın elm as ta d ı hakanından uludur.”

173


Bu mukaddes aşkladır ki Purusya Cihangirlik ru’yâsiyle uyandı; T atarlar’a haraç veren bir Rusya Şark’a vâris olrpak için canlandı. îtalyalı bir Maçini, o büyük Eski-Roma hayâlini parlattı; Polonya’nın zincirini bir küçük M içkeviç’in zayıf eli çatlattı.

Milliyetler, asırlardan akıp gelen sellerdir; Önlerine ne çıkarsa sürür, yıkar, devirir.

Asya dahi kendisini bu ruh ile aş’Iadı; Bu gün onun dört bucağı üzerinde her toprak Asırların dokuduğu kefenleri yırtarak, “Hayat, hayat!” seslerini duyurmağa başladı. İşte sana Hind, Efgan ki en sarsıcı sözlerle Kardaş olan yüreklerde ihtilâller yakm akta: İşte sana Çin, İran ki intikamcı gözlerle Avrupa’ya gazablarla ve kinlerle bakm akta!.. Bak, Lahur’un ak sakallı hocası Belh’dekiyle bir ru’yâyı görüyor; Ben ares’in solgun yüzlü racası Bir nüvâbla bir maksada yürüyor. Bak, Zerdüşt’ün toprağında diz çöken Bu gün bur’da başka ateş istiyor; Muhammed’in mihrâbma yaş döken Bu gün bur’da başka duâ ediyor.

174


Şark’ın dahi kızlarından işidilen türküler Kâhinlerin dedikleri büyük günü müjdeler!., Bu beklenen büyük günde fırtınalar çıkacak; Kara kızıl yangınlarla gülle dolu al kanlar.. Bu kırmızı yanar-dağlar, bu kırmızı tûfanlar O yabancı sarayları, zindanları yıkacak. H arabeler üzerinden istikbâlin Asya'sı Saçlarının ucu kanlı güneş gibi doğacak; Bu günedek esir olan Şark’ın mazlum dünyâsı O çapulcu sürüleri toprağından koğacak;

Diyecek ki, “Ey düzenci insanlar. Ey kanları sülük gibi em enler. Ey hakları timsah gibi yutanlar, Ey tahtları, târihleri gömenler! Artık gidin! Saçtığınız zehirli Nifakları ba§ka yerde doğurun; Bu pâk yere soktuğunuz o kirli Zevkinizi başka yerde doyurun. Sizin olsun m edeniyet dediğiniz vahşelicj; Hepinizin o uğursuz yüzünüze la'netler!” Bırak, Bırak, Bırak, Bırak,

çelik dirednotlar Hong-Konglar’ı titretsin; tunçtan âbideler P encablar’da dikilsin; kanlı bandıralar Tahranlar’da çekilsin; vahşî istihkâmlar Batum lar’ı râm etsin!..

175


Bütün bunlar pek temelsiz, pek süreksiz şeylerdir; Hak önünde bâtıl fikrin ömrü kadar az sürer; Herbirisi birer çürük ağaç gibi devrilir; Biraz sonra hepsinin de yerlerinde yel eser. Zira, kaJbler demirleri, taşları, Ateşleri eritecek kuvvettir; Altun taçlı, tunç tulgah başlan Önlerinde titreterek eğiltir. Zirâ, zincir altındaki her mazlum Zâlimine karşı ancak kin duyar; Bu kin ona bir leş dolu uçurum Ve bir yığın kıvılcımlı kül saklar. Bunlardır ki iki şeyden birisini seçerler: Yâ ru’yâyı fethederler, yahut candan geçerler. Ey büyük ırk! Bütün dünyâ.. Eski Persepolisler, Yeni doğan Japonyalar, A ’râbili Menfisler, Anibal’siz Kartajalar bu gün seni özlüyor; Allâh’ımn sana kıble tanıttığı Kâ’beler; Cebrail’in sana Kur’ân getirdiği tepeler; Ezan sesi her gelen yer bu gün seni gözlüyor. Zirâ ki sen kendinden çok başkasını korursun; İnsâniyet bunalınca yardımına gelirsin; Bu uğurda evlâdını, herşeyini verirsin. Hilâfet’in çerâğm ı ellerinde tutansın; Muhâmmed’in bıraktığı sürülere çobansın; Her Müslüman m em leketi yaşatm ağa m e’mursun.

176


Artık uyan! Necat günü gelmiştir; Şu Türklük’ü felâketten kurtarm ak. Onu yine selâm ete çıkarm ak Senin için en m übârek bir iştir. Sen, Tanrı'nın m ihrâbına git, eğil, Turan için dua eyle, yem in et; Demirleri, ateşleri aziz bil; Yüreğine intikamla kin öğret. O mukaddes A ltaylar a çık, haykır; “İnkîlablar kansız çiçek açm az!” de; Herbir Türk’ten iman, azim, kan iste; Ulusları bayrağına hep çağır. Haydi yürü! Bu âlem de her zafer Yalnız arslan olanları selâmlar; Hürriyetler, sa’âdetler, sevinçler Meşakkatli alınlarda parıldar!.. Artık uyan! Şu hayattan yüz çevir; Târihine, ecdadına sâdık kal; O cihangir Türklük’ünü ele al; Yine bu gün kurmak için yık, devir! Bir Bir Bir Bir

asker ol, silâhını tak, kuşan; şâir ol, milliyeti dalgalat; işçi ol, ocağını yak, kıskan; âlim ol, hakikati parıldat!..

Bil ki, senin m erâm ını fetheden O Türk dehân yeni dünyâ kuracak; Son asrın da Turan’ını yaratm ak, İşte senin genç neslinden beklenen!..

177


Haydi yürü! Medeniyet, şeref, şan Genç alnında millî ru'yâ görenin! Eski, yeni, hür ve nıes’ud Türkistan, Bütün Asya ve istikbâl hep senin!.. 7 Kânûnuevvel, 1329

178


k a y n a k ç a

Kitablar: A Ğ A O Ğ LU , S a m e t; Babam m Arkadaş/arı, S.B askı, İstanbul, 1969.

AKÇURAOĞLU, Yusuf: Türk Yılı, İstanbul 1928. A K Y Ü Z , K e n a n : Batı Te'sirinde Türk Şiiri Antolojisi, A nkara 1953. A RIBU R N U , K em al: Millî Mücâdele'de İstanbul Mitingleri. A nkara 1951. A RIK A N , S a lâ h a d d in ; Bk. TUNCOR, Ferid R, A T A Y , F â lih R ıfk ı: Çanicaya, İstanbul 1969. A Y D A , A d ile ;

İdiler Yaşarken (Edebî Hâtıralar), A nkara 1984.

A Y K A Ç , F â z ıl A h m ed : Hi/câyeyer, Şiirler, Hicivler, Vesaire, İstanbul 1934. B A N A R L I, N ih ad S a m i: Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, D evlet Kitapları, Millî Eğitim Basım evi-İstanbul 1976. B A Y D A R , M u sta fa : Hamdullah Subhî Tanrıöver ve Anıları, İstanbul 1968. I

B E Y A T L I, Y a h y a K e m â l: Siyâsî ve E debî Portreler, İstanbul 1968. ------------------------------- Edebiyât'a Dâir, İstanbul 1971. BİIVARK, Ism e t-S E F E R C İO Ğ L U , N e ja t: Doğumunun 100. Yıldönümü Münase­ betiyle A hm ed Hikmet Müîtüoğlu Bibliyografyası, A nkara 1970. B Ü L K A T , E s'ad: Çanakkal'a Anılan, İstanbul 1975. CO ŞK U N , N u sre t S a fa : MiWf Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz?, İstanbul 1938. D A R EN D EL İO Ğ L U , İlh îu ı E g e m e n : Türk MiUiyetçilerinin Kalem iyle Atatürk, Toprak Yayınları, İstanbul 1961. ____________________ Türkiye'de Milliyetçilik Hareketleri, Toprak Yayınlan, İstan­ bul 1968. E R T A Y L A N , İs m a il H ik m et: Türk Edebiyat Târihi, Bakü 1925-1926. FER G A N , E f r e f E ıİib : Me/]med Âicj/, Hayâtı ve Eserleri. 2 Cild, İstanbul 1939.

179


F İS C H E R , D r .A . v e A h m ed M u h y id d in : A n tb o h g ie Aus D er N euzeitikhen Literatür'!., Leipzig v e B erlin 1919. G İB B , E.J.y^.:A.History o f Ottoman Poetry, London 1900. G İE S E , W ilh e lm F c ie d r ic h : “Neues von M ehm ed Emin Bey, ” Zeitschrift der Deutschen Morgenlândiscben Ceselschaft, C.LVIll, 1904. ____________________ Der Entwicklungsgang d er M odernen Osmanischen Litera­ tür. Helle 1906. ____________________ Neue Gedichte von Me/ımed Emin Bej, “Mitteilungen des Seminars fvr OrientaUsche Sprache", 1910, ss.1-51. G Ö K ŞE N , E n v e r N âci: M ehmed Emin Yurdakul, T.D.K. Tanıtm a Yayınları, Türk Diline E m ek V erenler Serisi;6, A nkara 1963. G Ö N E N SA Y , H ıfz ı T e v fik : Tanzimat'tan Zamanımıza tı Târilıi, Istanbul Î9 4 9 .

Kadar Türk Edebiya­

G Ö V SA , İb ra h im A lâ a d d in : Çanakkai’a İzleri, İstanbul Îİ9 2 6 . ____________________ Söz Oyunları, Yedi Gün Y ayınları, İstanbul 1936. ____________________ Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, 4. Cild, İstanbul 1937. ____________________ _ Türk Meşhurlan Ansiklopedisi, İstanbul 1946. G Ü N D A Y, A .F a ik H u rşid rH a y a f ve Hâtıralarım, l.Cild, İstanbul 1960. G Ü RKA YIVA K, A li M û rte z â : M ehm ed Emin Yurdakui-Hayâtı ve Eserleri, Bile­ cik 1937. G Ü VEM Lİ, Z â h ir: Üç T epe (Mehmed Emin Yurdakul, Ziyâ Gökalp, Rizâ Tevfik Bölükbaşı), S a n a t Eserleri Serisi:3, İstanbul 1957. H E V D , U rle l: Foundatjons o f Turkish Nationalism, London 1950. H O RN , P a u l: Gesc/Hc/ıte d er Tûrkischen Modern, Leipzig 1902 v e 1909. H Ü Y U K , M .B eşif. Millî Şâir M.Emin Yurdakul'dan Şiirler-Notlar, İstanbul 1982. İĞ D E M İR , U luğ: Yılların İçinden, Türk T ârih Kurumu Yaym larından, A nkara 1976. İN AL, İb n û l’ E m in M ah m u d K e m â l: Soii A sjr Türk Şâirleri, İstanbul 1930. K A B A K L I, A h m ed : Türk Edebiyatı, 3. Cild, İstanbul 1966. K A R A A L İO Ğ L II.S e y id K e m â l: A nsiklopedik Edebiyat Sözlüğü, İstanbul 1978. ____________________ Resimli-Motifli Türk Edebiyatı Târihi, 4 Cild, İstanbul 1980. K IR IM E R , C â fe r S e y d a h m e d : Gaspırah İsmail, Bey, İstanbul 1934. K O C A T Ü R K , D r. U tk a n : Atatürk v e Türkiye Cumhuriyeti Târihi firon ohjisi 1918-1938, Türk T ârih Kurumu Y ay ın lan , A nkara 1983. K O C A T Ü R K , V a sfi M â h ir: Türk Edebiyatı Târihi, A nkara 1964.

180


KOÇAK, Cemil: Türkiye'de MiUÎ Ş ef Dönemi (1938-1945), A nkara 1986. LEVEND, Â g âh S i m : Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşm e Evreleri, Ankara 1960. ____________________ Türk Edebiyatı Târihi, l.Cild, Türk T ârih Kurumu Y ayın la­ rından, A nkara 1973, M İN O R SK Y , Viladimir: Naciona/yja Sticbotvrenja, Emin Beja, M oskova 1903 (Moskova, Antik E serler Cem iyeti Doğu Kom itesi Eserleri II.Cildinde). N ÜZHET, H â fim : Mii/f £deb/yâJa Doğru, İstanbul 1918.

OĞUZKAN, A. Ferhan: M ehm ed Emin Yurdakul, Hayâtı-San 'athEserleri, Istan bu! 1953, 1961.

OKYAR, Ali Fethî: Serbest Cumhuriyet Ftrkası Nasıl Doğdu, Nas)l Feshedildi!, İstanbul 1987.

ORKÜN» Hüseyin Nâmık: Türkçülüğün Târihi, İstanbul 19 4 4 , O R T A Ç , Yusuf Ziyk: Portreler, İstanbul 1960.

ÖCAL, Zehra (Altan): Mültüoğiu A hm ed H ikm et’in Yirmiiki Hikâyesi, H acette­ pe Ü niversitesi, Türk DiJi ve Edebiyatı Bölüm ü’nde Mezu­ niyet T ezi, A nkara 1983.

ÖZTUNA, Yılmaz T.: Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, 3 Cild, İstanbul 1969-1976. SARIKAN, Z eki: Kurtuluş Savaşj Günlüğü I, A nkara 1986. SAFFET ÜRFÎı Ziyâ Gökalp ve Meikûre. İstanbul 1923. SERTEL, Sabiha-Zekeriya: Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi, İstanbul 1946. ŞAHİNGİRAY, Özel: A tafürk’ün Nöbet Defteri, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Ya­ yını, Ankara 1955. TANPI^AR, A h m ed H am di: Edebiyat Üzerine M akaleler, İstanbul 1969. TANRIÖVER, Hamdullah Subhî: Güne Bakan, A nkara 1929; Kültür ve Turizm Bakanlığı, A nkara 1987.

TANSEL, Fevziye Abdullah: M ehm ed Emin YudakuTun Eserleri-I.Şiirler, Türk T ârih Kurumu Yaym larm dan, A nkara 1969. ____________________ M ehm ed Âkif, Hayâtı ve Eserleri, II.Basım , İstanbul 1973. T A N YU , Prof.Dr.Hikmet: Tevfik Fikret ve Din. İstanbul 1972.

TAYLAK, Muammer: Öğrenci Hareketleri, A nkara 1969. TEMİR, Prof.Dr.Ahmed: Yusuf A kçura, Kültür v e Turizm Bakanlığı Y ay ın lan , T ürk Büyükleri Dizisi:61, A nkara 1987.

18]


TEVETOĞLU, Dr. Fethî: Büyük Türkçü Müftüoğlu A hm ed Hikmet, Millî Eği­ tim Bakanlığı Kültür Eserleri S e risi;l, A nkara 1951; Geniş­ letilm iş Y en i Baskı, Kültür v e Turizm Bakanlığı, Türk Büyükleri Dizisi:10, A nkara 1986, ____________________ Enis B ehiç Koryürek, Hayâtı ve Eserleri, Millî K alem ler Se­ ris i:!, A nkara 1951, G enişletilm iş Y en i Baskı, Kültür ve T u ­ rizm B akanlığı Yayınları, A nkara 1985. __________________ Açıklıyorum. A nkara 1965. ____________________ Ö mer Nâci, D evlet Kitapları, İstanbul 1973; Kültür ve Tu­ rizm Bakanlığı, Türk Büyükleri Dizisi:45, A nkara 1987. ____________________ Hamdullah Subbî Tannöver, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ya­ yınları, Türk Büyükleri Dizisi;8, A nkara 1986.

TEZER, Şükrü: Afaförfc’ün Hâtıra De/feri, A nkara 1972. TOGAY, Muharrem Feyzi: Yusuf A kçora, Hayâtı ve Eserleri, İstanbul 1944. TOKGÖZ, Ahmed İhsan: M atbuat Hâtıralarım , İstanbul 1930. ____________________ M usavver Servet-i Fünûn T arihçesi, İstanbul 1328.

TUNAYA, Târik Zafer: T ü rkiy e’de Siyasal P artiler, C.I. İstanbul 1984, C.Il, İs­ tanbul 1986.

TUNCOR, Ferid Râgıb ve Salâhaddin ARIKAN: Bismark, Stuart Mili, M ehmed Emin Yurdakul, Karacaoğlan, İstanbul 1960. U RA Z , Murad: Türk Edib ve Şâirleri, İstanbul 1939. U S, Hakkı Târik: 50 Yıl. İstanbul 1943.

ÜLKEN, Hilmi Ziyâ: Türkiye’d e Çağdaş Düşünce Târibi, 2 Cild, İstanbul 1966. ÜNAYDIN, Rûşen Eşref: Diyorlar ki, İstanbul 1334 (1918); Milli Eğitim B akan ­ lığı Kültür Yayınları, İstanbul 1972.

YALTIRAKLI, Cevad: Vatanseverlik Timsâli Gençliğin İdeali İki Şâir: Vatan Şâiri Nâmık Kemâl, Milli Şâir M ebm ed Emin, İstanbul 1960. YAZAR, Mehmed Behçet: Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı, İstanbul 1938. YAZICI, Yüksel: M ehnied Emin Yurdakul, T o k er Y ayınları, İstanbul 1974. YLTKİN, Doç. Dr.Çetin: .Scrbesf Cumhuriyet Fırkası Olayı, İstanbul 1982. YÜ C EBA Ş,

Millî ŞiM miz M ehmed Emin Yurdakul, İstanbul 1947.

ZİYÂ GOKALAP: ?'firkc Esasları, A nkara 1339 (1923); D evlet Kitapları. y.^nr'û 1972.

182


M akaleler;

ADIVAR, Halide Edib: 7urk h'deb)y<İfjn;n Son Safha ve S/mâian, Büyük Mec­ mua, 17 Nisan 1335 (1919) Perşem be, Nu.7, ss.100-101, AĞAOĞLU. Ahm^d: Hâkimiyet-/ Milliye. 17 Kânûnevvel 1927.

AKDER, Prof.Necâli: Ziyâ Gökalpde Târih Anlayışının Felsefî Temeli, Türk Kül­ türü, Ekim 1963, Yıl:l, Sayı:12, ss.5-18. ARTAM, Nureddin (T.İ.-TopJu İğne): Â kif Hakkında Bir Eser. Ulus, 31.3 1939 cum a, Yı):2(), Nu.6341, s.5. ____________________ Türk Şâirinin Arkasından, U lus, 18 O cak 1944 Salı, Yıl:25, SaycSOefi, s.2

ATAY, Fâlih Rıfki: Mehmed Emin Yurdakul, Ulus, 17 O cak 1944 Pazartesi, Yıl:25, Say ı;8065, s.2.

AYDA, Adile: E debî HâtJralür. Cumhuriyet, 27 Kasım 1947 Perşem be, Yıl:24, Say ];8362, s.2.

BAUTACIOĞUJ, İsmail Hakkı: Mehmet Emin Yurdakul (75.Yaşgünü Jübilesi'nin Açış Konuşması). Yeni Adam, 8 Temmuz 1943, Sayı;445, m .2-3 ve II. ____________________ Mehmed Emin Yurdakul İie Konuşma, Yeni Adam, 2 6 Ağus­ tos 1943 Perşem be, Sayı;452, m .6-7 ve 11.

BİLGEGİL, M.Kaya: Cemâleddin Afgânî ve Türkiye, Kubbealtı, Ekim 1977, Yıl:6, Sayı;4, ss.57-58.

BİNARK, İsmet: M.Era/n Yurdakul, Önasya, O cak 1968, YjI;3, Say ı;29, s.6. BİRİNCİ, Necat: 1897 Türk-Yunan Savaşı’nm Şiirikıizdeki Akisleri, Kubbealtı, Ekim 1983, Say i;14, ss,23-42.

BÖUJKBAŞI, Rizâ Tevfik: (Türklerîn Muhterem Şâiri M ehmed Emin B ey’e), (Şâir-i Sâhib-mestck M ehmed Emin Beyefendiye), Çocuk Bağçesi, Nu.32, 36, 40, 42; 8 KyJü!, 6 Ekim , 3 ve 2 4 Kasım I32Î/ 1905. ____________________ Emin Bey ve Emin Bey TürKçesi. Türk Yurdu, 2 9 Kânûnevvei 132/ (1912), C.J, Sayı;4, ss.89-96.

CAFEROĞLU, Prof.Dr.Ahmed: Azerbaycan’da Maarif Hare/cet/eri, Türk Kül­ türü, Nisan 1944, Yıhll, Sayı:18, ss.130-136. COŞKUN, Nusret Safa; M ehm ed Emin'in ölümü. Son Posta, 17 Ocak 1944 Pa­ zartesi, Yıl:I4, Say ı;4828, ss.5 ve 6.

183


ÇAĞLAR, Behçet Kemâl:75 Yıldır Sönmeyen Meşale, Doğu (Zonguldak), Mayıshaziran 1943, Sayı:7-8, s.7,

ÇİVİ, ^dihe: Millî Şâirimiz Yurdakul, Doğu (Zonguldak), Şubat-Mart 1944, Sayı;16-17, ss.19-31,

ÇORUH, Salâh :M j7yr^ â/ re Dâir Bir Hâtıra, Çığır, 1 Mart 1944. DİZDAROĞLU, Hikmet: Türk Sazı ve M ehmed Emin Yurdakul. Halkevleri Der­ gisi, Kasım 1969, Sayı:37, ss.l7-î9. DÜLGER, Bahâdır;6u Delik Kapanm az, Tasvir, 19 Ekim 1946 Cumartesi, sayı:5 62, s,3.

ERER, Tekin: M ehmed Eminin Milliyetçiliği. Son Havadis, 26 Kasım 1973 Pa­ zartesi, Yıl:17, Sayı;5717, s.2.

ERTEM, Sadrî: M ehmed Eminin Ankarası, Vakit, 27 İkinciteşrin, 1939 Pazarte­ si, Yıl:23, Say ı;7359, s,2.

EVRİMER, R.Necdet: Şâir M ehm ed Emin Üzerine, Son Posta, 30 O cak 1959. EZİNE, Celâleddin: Mefkure Adamının Ölümü; Tanin, 17 O cak 1944 Pazartesi, Yı);35. Say ı;4454-]36, s.l.

FINDIKOĞLU, Ziyâeddin Fahri: M ehm ed Emin Yurdakul ve Erzurum Vâliliği, Yeni İstanbul, 31 Ocak 1959 Cumartesi, Yıl:10, Sayı:33ü9, s.2. GEIVÇOSMAN, Kemâl Zeki: Yurdakul'un Ardmdan. Ulus, 23 O cak 1944 Cumar­ tesi, Yıl:27, Say i:9306, s.2. ____________________ M ehm ed Emin Yurdakul İçin, Vatan, 17 O cak 1944 Pazar­ tesi, Yıl:27. Say ı;9307, s,2.

GENÇOSMANOĞLU, Niyâzî Yıldırım: 20.Asırda Destanlarla Uyanmak. Kubbealtı. Tem m uz 1986, Y ıl:15, Sayı;3, ss.53-60. GÖKSAN, Ayhan; Gasptrah İsmail Bey, Türk Kültürü, EyJü) İ9 6 4 , Yil.II, Say!:23, ss.23-30.

GÖKSEL, Ali Nüzhet: Kaybettiklerimizden: M ehm ed Emin Yurdakul, Hayâtı ve Eserleri, Vatan, 19 Ocak 1944 Çarşamba, Yıl:4. Sayı:1123, s.4. GÖZÜBÜYİJK, Faik: M ehm ed Emin Yurdakul'un Milliyetçiliği ve Türkçülüğü, Orkun, 16 Mart 1951 Cuma, Sayı:24, s .ll. GÜRELİ, Yektâ: Şâir M ehm ed Emin Yurdakul İle Bir Konuşma, Vatan, 27 Hazi­ ran 1943 Pazar, Yıl:3, Sayı:922, s.3.

GÜROL, Abdulkadir: Bir M eşale Söndü, Kocatepe (Elskişehir), 18 Ocak 1944 Salı. HACIEMİNOĞLU, Dr.iVecmeddin: Dii Bayram ının Düşündürdüğü. Türk Kül­ türü, Eylül 1967, Yıl:V, Say ı:59, ss.844-46. 184


HAŞAN ZEKİ: Türk Şâiri M ehm ed Emin B ey ’ir} Şiirlerinin Tahlili, Türk Yurdu, 19 K ânunsânî 1332/1 Şubat I 9 I 7 , Y ıi:5, Cild:XI, S a y ı:I2 7 .

HİSAR, Abdulhak Şinasi: Tûrkocağı Hâtıraları, Türk Yurdu, Temmuz-Aralık 1954, Yı!;I, Sayı;I-6{234-239), ss.2-7, 89*92. I69-171, 249-252, 353-355, 4 33-435.

İĞDEMİR, Uluğ: Ölümü Dolayısıyla: M ehmed Emin Yurdakul, Ulus, 21 O cak 1944 Cuma, Yıl;25, Say ı:8069, s.2 ____________________ M ehm ed Emin Yurdakul’un Hayâlı, Ülkü, 1 Şubat 1944, Say ı;57. ss.8-10. ____________________ M elm ed Emin Yurdakul. Aykk A n sik k ^ d i, İstanbul 1945, C .l, ss.321.323,

İNALCIK, Prof. Halil: Câfer Seydahmet Kırımer, T ü rkJC & h yrü.^ layıs 1965, YıltllI, Sayı:31, ss.473-475.

KANDEMİR, Feridun: Türkocakları, Resimli Târih Mecmuası, Ekim 1955, Cild:6, Sayı:70, ss.4 I0 4 -4 I0 8 .

KARAUĞUZ, Akm: Son Hâtıra, Doğu (Zonguldeık), Kasım-Aralık 1943-Ocak 1944, Sayi;13-14-15, ss.5-6.

KAZMAZ, Süleyman: M ehm ed Emin Yurdakul, Ülkü, 16 Şubat 1944. Cild;5, Say ı:58, s.l4.

KORKMAZ, Prof.Zeyneb: M ehmed Âkif Ersoy ve Türkçe, Mehmed  kif Sempoz­ yumu, A nkara 1976, s.26. (KÖPRÜLÜ), Köprülüzâde Mehmed Fuad: M ehm ed Emin Bey, Nevsâl-i Millî, İstanbul 1330 (1914), ss.9-10. ,

LEVEND, Agâh Sırrı: M ehmed Emin Yurdakul’un Kişiliği, Türk Sazı, 2 .Baskıya Önsöz, İstanbul 1969, ss.7-26. ____________________ Türkçülük, Türklük ve Millî Edebiyat, Belgelerle Türk Tâ­ rihi Dergisi, Şubat, Mart, Nisan 1986, Sayı:12,13,14, ss.29-38, 2 0-29 ve 32-34.

NOYAN, Tevfik; Bizde İlk Gençlik Hareketleri, Yakın Târihimiz, C.l, s.l6 7 . ORTAÇ, Yusuf Ziyâ: Ey Türk Uyan, Akbaba, 14 Mayıs 1339 (1923), l.S en e, s.l. OZANSOY, Hâlid Fahri: H ey Gidi B üyük TürJc^âıri, Son Posta, 1 6 0 c a k 1944 Pazar, Y ıl:14, Say i:4827, s s .l v e 3. ____________________ San’a t ve Hâtırat, B ir Nâzım H ikm et’t ir Tutturmu§lar,'TeTcüman, 7 Kasım 1968.

ÖMER NACİ: Evzân-ı Şi’r iyem ize Dâir, Çocuk Bağçesi, 15 Eylül 1321/ 28 Ey­ lül 1905, Nu.33

185


ÖZORAİV, B eria Remzi; Fuaâ Köprülü, Türkoloji ve Türkçülük, Türk Kültürü, Eylül 1966, Yıl:4, Sayı:47, ss.985-987.

PARMAKSIZOĞLU, Abbas: Büyük Kaybımız M ehm ed Emin Yurdakul, Tasvirie fK â r ,1 6 O cak 1944 Pazar, Y ıl:35, Sayı:5632-1275, s.2,

SAFA, Peyâmi: Me/ımed £m/n Yurdakul, Tasviriefkâr, 19 O cak 1944 Çarşam ­ ba, Y ıl;35, Sayı;5635-1278, s.2.

SEDES, Selâmi İzzet: M ehm ed Emin, Son Telgraf, 15 O cak 1944 Cumartesi, Yıl;7, Say ı:2456, ss.l ve 5.

SEZER, Emin: £deb/yâ(-J Müstakbelemiz, Sabah, 1 Mart 1898. ŞEMSEDDİN SÂMh Edebiyât-ı Müstakbelemiz. Sabah, 1 Mart 1898. TALU, Ercümend Ekrem: Benim Cörüşümle:Mehmed Emin Yurdakul, Yeni Sa­ bah, 16 O cak 1944 Pazar, Yıl;6, N u .2029, s.l. fTANRlÖVER), Hamdullah Subhî: Türk Sazı, T u r a n , 9 Teşrinisânî 1330 (22 Ka­ sım 1914), N u .ll0 2 ,T ü rk y u rd u ,E k im 1966, C.V., Nu-328.

TANSEL, Fevziye Abdullah; Ömer Seyfeddin'in Şiirleri, Necati Lugal Arma­ ğanı, A nkara 196S, ss.602, 634-635 ____________________ M ehm ed Emin Yurdakul'un Bugüne Kadar Dikkati Ç ekm e­ yen Bir Hususiyeti: Çocuklar İçin Yazdığı Şiirler, Türk Yur­ du, Eylül 1969, Yı!;VIİ, Sayı:83, ss.824-829. ____________________ Türkçe’nin Sâdeleştirilme ve Tasfiyesi (1908-1910), Türk E>ünyâsı A raştırm aları, Aralık 1982, Sayı:21, ss.5-77. ____________________ Türk Şiirinde Sâde Türkçe, H ece Vezni ile Yazma Halk Ede­ biyatından Faydalanma Cereyanı ve Şirozlu Sa’di'nin Des­ tanları, Kubbealtı, Nisan 1980, Y ıl:9, Sayı:2, ss.34-46. TEPEDELENLİOĞLU, Nizâmeddin Nîizif: M ehıred Emin Baba, Son Telgraf, 17 O cak 1944 Pazartesi, Yıl:7, Say ı;2458, ss.l ve 5.

TEVETOĞLU, Dr.Fethî: Millî Şâirimiz M ehm ed Emin Yurdakul I, Kopuz (İstan­ bul), 15 Ağustos 1939, Sayi:5, ss.172-178; II, 15 Eylül 1939, Sayı:6, ss.209-215, ____________________ A hm ed H ikm etden M ehm ed Emin'e (Mektublar), Kopuz (Samsun), Temmuz 1943, Sayı;3 (12), s.s.63-64. ____________________ Millî Şâirimiz'e Âid Hâtıralarım, Kopuz (Samsun), 1 Şubat 1944, Sayı;10 (19), ss.237-240. ____________________ Yahya Kemâl ve Ömer Nâc/,Yahya Kemâl Enstitüsü Mec­ muası, İst,1968, Sayııll, ss.51-59. ___________________ Millî Şâir M ehm ed Yurdakul'un Üç Mektubu, Türk Kültü­ rü, Kasım 1986, Yıl:XXV, Say ı:283, ss.700-703.

186


TİMURTAŞ, Prof. Faruk: Türk Şiirinde Kahramanlık Duyguİan. Türk Kültürü, Aralık 1964, Yıhlll, Sayi;26, ss,l05-108. ____________________ M ehm ed Emin Yurdakul, Türk Edebiyatı, O cak 1986, Sayı;147, ss.32-33.

TURAL, Sâdık: Bir Hayat Hikâyesinin Ana Çizgileri: “MUİTŞâir", Hacettepe Üni­ versitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.2, Sayı:2, 1984, ss.37-45.

I fZF.U.f, SezM: M ehmed Emin Yurdakul İle Bir Konuşma, Vatan, 26 Haziran 1943. ÜLKÜ:Me/jmed Emin Yurdakul, Ülkü, 1 Şubat 1944, Sayi:57, s.l YAZAR, Mehmed Behçet: M ehm ed Emin Yurdakul, Yedi G ü n , 15 Ekim 1940 Sah, Yıl:8, C.XV1, Sayı:397, s.l4.

YAZMAN, M.Şevki:JWeAmed£'m/n Yurdakul'un Ölümü Münasebetiyle, Vatan, 16 O cak 1944 Pazar, Yıl:4, Nu;1120, s.2.

Yl/RDAKUL, Avukat Doğan: M ehm ed Emin Yurdakul'un Hayâtı ve Hususiyet­ leri, Türk Sazı’nın 2. Baskısı'na Önsöz, İstanbul 1969, ss.27-32. A yrıca Bk. YALT1RA.KL1, Cevad: a.g.e., ss.133-141.

YURDAKUL, Mehmed Emin: A hm ed Hikmet'in Ölümü Üzerine Ailesine Çeki­ len Telgraflar, İkdam, 23 Mayıs 1927 Pazartesi. YÜZÜNCÜ, Reşad Fevzi: M ehm ed Em in Vlırdafcui, Son Telgraf, 17 O cak 1944 Pazartesi, Yıl:7, Say ı:2458, s.2.

(İmzasız): M ehm ed Emin Yurdakul, Hayâtı ve Eserleri, Cumhuriyet, 15 Ocak 1944 Cum artesi, Yıl:20, S ay :6973, s.2.

Ansiklopediler: Aylık Ansiklopedi Meşhur Adamlar Ansiklopedisi Meydân Larousse Türk Ansiklopedisi Türk Edebiyat/ Ansiklopedisi Türk Meşhurlan Ansiklopedisi Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi

Tutanaklar Millet Meclisi Zabit Ceridesi (Osmanlı Meb'usan M eclisi ve RM .M . Tlıtanaklan)

187


Gazete ve Dergiler: AKBABA

AKŞAM

ALBAYRAK

ÂMED-I SEVDA ASIR

BABALIK (Konya)

BAĞÇE (Sel-ynik)

BÜYÜK MECMUA

CUMHURİYET

ÇOCUK DÜNYÂSI

DERGÂH

EDEBİYÂT-I UMÛMİYE IŞIK

İÇTİHAD

BİLGİ ÇIOIR

DOĞU (Zonguldak) VTİDÂL

KOCATEPE

KOPUZ (İstanbul, Samsun)

MUKTEBES

MUSAVVER MA’LÛMÂT

ORHUN

ORKUN

RESİMLİ KİTAB

PEYAM

TANİN

TÜRK DÜNYÂSI

TÜRK KÜLTÜRÜ

TÜRK YURDU

VAKİT

YENİ DÜŞÜNCE

188

VATAN YENİ GÜN

RESİMLİ GAZETE SİLÂH

TASVİR-İ EFKÂR

TÜRK DERNEĞİ

MİLLET

MÜTÂLEA

RESİMLİ TARİH MECMUASI

SON TELGRAF

ŞÂİR

MEŞREVET

MUSAVVER MUHİT

SERVET-İ FÜNÛN

TEDRİSÂTI İBTİDÂİYE MECMUASI

HARB

KIZILIRMAK (Sivas)

MEKTEBLİ

RESİMLİ AY

RESİMLİ ROMAN

DONANMA

HALKA DOĞRU

KADIN

SADAYİ HAK (Erzurum)

ÜMMET

ÇOCUK BAĞÇESİ (Sdânik)

HÂKİMİYET-İ MİLLİYE

İFHAM

ÂŞİYAN

BÜYÜK DUYGU

SABAH

SON POSTA TAŞPINAR (Afyon)

TERCEMÂN-I HAKİKAT

TURAN

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI TÜRKOLOJİ DERGİSİ

YAKIN TÂRİHİMİZ YENİ İSTANBUL

YEDİGÜN

ULUS

ÜLKÜ

YENİ ADAM

YENİ SABAH

YÜCEL


in d e k s

- A -

ABDURRAHMAN ŞEREF.- 8, 36. ABDÜLİIAMİD, Sultan IL -11, 110. ABRAVAYA, Dr.- 95. ADIVAR, Hâlide Edib.- 33, 34, 40, 108, 112, ÂDİLE Hanım.* 63. AĞAOĞLU, Ahmed-24, 31, 32, 33, 34, 36, 40, 47,48, 62,99, 111.

AĞAOĞLU, Samet.- 98. AHMED CEVAD P A ŞA .-10. AHMED HÂŞİM.-111. AHMED MİDHAT E fend i.-127. AHMED MUHTAR PAŞA.- 27. AHMED PA ŞA .-123. AHMED RÂSİM Bey.- 127, 128. AHMED REFİK B e y .-112. AHMED İZZET PAŞA.- 50. A kbaba.- 59. AKÇURAOĞLU YUSUF.- V, II, 15, 16, 18, 24, 33,34, 36, 37,40, 56, 58, 59, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 127, Akından Akına.- 21. A lbayrak.- 26. ALEXANDRİ, Basile.- 92. Â Ü PAŞA.- 76.

ALİ ŞÎR NEVÂÎ.- 40. 42. Alman Hastahânesi.- 80. Alsas-Loren.- 54. A nkara.-12, 78, 94, 95, 122, 128. A nkara Halkevi.- 84. ARAT, Reşit R ahm eti.-112. ARIBURNU, Kemâl.- 52. ARIK, Remzi Oğuz.- 78. ÂRİF HİKMET PAŞA.- 22. ARSAL, Sadri Maksudî.- 36, 37, 80. ARTAM, Nureddin (Toplu İğne).- 90. A sır G azetesi.- 10, 82. A skerî T ıb biy eliler.-29, 30, 31. A skerî Tıbbiye Mektebi.- 31. A srî Mezarlık.- 80, 83. ATABİNEN, Reşid Saffet.- 36. ATADAN, Makbule.- 62, 63, ATATİJRK, Kemâl (Gazi Mustafa Kemâl).- VI, VII, 1,21,34, 35, 37, 38, 48, 57, 58, 61, 62, 63, 64, 6 5 .8 2 ,9 7 , 99, 102, 112, 128. ATAY, Fâlih Rıfkı.- 36, 64, 90. AYDA, Adile.- 80, Aydtn Kizlart.- 58, 121. AYKAÇ, Fâzd Ahmed.- 67, 101,111, 118.

189


-

B

-

Babam jn A rkadaşları.- 98. BÂKl-UO. B alkan Harbi.- 32, 33, 43. BALTACIOĞLV, İsm ail H a kk ı.-6, 79. B asra Torpidosu.- 49. B a stille.-115. B attal Gazi.- 6. BAYBURTLU ZİHNİ.-107. BAYDUR, Hüseyin Râğıb.-31, 33, 34. BEHÇET (A skerî Tıbbiyeli).-31. BEKATA, Hıfzı O ğuz.-100. BEL, Yusuf Râzi.- 48. B eşiktaş Halkevi.- 85. BEYATU, Yahya Kemâl.- 36,80,103, 111

BIYIKLIOĞLU, Tevfik.- 37 1. Dünya Harbi.- VI. B irinci Dünya Savaşçıları.-102. B irinci Grub.- 59, 60. BOZKURT, Mahmud E^’ad.- 36. BÖLÜKBAŞI, Rızâ Tevfik.-13.14,15. 18, 19, 20, 21, 107, I I I , 119, 126, 127, 157.

- C CANSEVER, Dr. Haşan Ferid.- 31. CÂVİD B e y .-112. CEMÂLEDDİN AFGANÎ.-11, 12, 80, 82, 83, 96, 111. CEMÂL HÜSNÜ.- 36. CEMÂL PAŞA.- 50 CENAB ŞAHÂBEDDİN.-20, 41. CENGİZ HAN.-115. CESAR .lules.-55.

190

CHARLES, IX’u n cu .-114. Cihan Harbi.- 47. CİNCİ, Gülay (M.E. Yurdakul’un torunu).- 7. CONKER, M.Nuri.- 62, 63, 65. COŞKUN, Nusret Safa.- 90. Cumhuriyet Destanı.- 94. Cumhuriyet Halk Fırkası.- 37. 38, 61. 62.

-ç ÇAĞLAR, B eh çet K em âl.-100. ÇALLI, İbrahim.- 48. ÇAMUBEL, F â n ık N âfiz.-108. Çanakkale Harbi.- 38, 47, 76. 77. Ç an akkal’a İzleri.- 47. ÇINAR, Muzaffer.- 83. ÇINAR, Vâsıf.- 37, 52. ÇİVİ, Edibe.- 90. Ç ocu k B a h ç e s i.- 13, 14, 15, 19, 20, 119. ÇORUH, Salâh.- 90.

—D— DANTE, A.- 55. D anfe’ye.- 58. Delman Muharebesi.- 76. DıcJe Ö n ün de.- 121. Dil ve Târih'Cofrafya Fakültesi.- 84. Doğu Dergisi.- 81, 82, 83. Donanma Cemiyeti.- 30 DURSUNOĞLU, Sıdkı.- 27. —D — Edebiyât-ı Cedîdeciler.-V, 19, 20, 123.


EDHEM (A skerî TıbbiyeU).-31. EDİB.- 48. EDİRNELİ NAZMÎ.- V. ELOEM, Halil Edhem.- 37. ELGÜN, Nakiye.- 34. (50 Yıl).- 9 EMİN BÜLEND.-31. EMİNE HATUN (M.E.Yurdakurun annesi).- 4. Eminonfi Halkevi.- 79. ENVER PAŞA .-25, 50, 112. EROZAN, Celâl Sâhir.* 48, 108. (ERTEM), Sadri Etem.- 66 ERTUĞRUL, M.Höseyin.- 33. Erzurum ViİâyeU'nin Ihtiyâcat ve

Terakkiyâtına Âid Lâyi/lalardır.-27, 121. Evrâk-ı Perişan.- 6, 9. Ey Türk l/yan.-43, 59, 73, 78, 121. EZİNE, Celâleddin.- 80, 90. 91.

GEDÂYI, Âşık.- 108. Genç K alem ler.- 77, 78. Genç Türk Edebiyatı B irliğ i.-100, GEZGİN, Hakkı Sûhâ.- 48,80,90,108. GİBB, E.J.W .-V , 120, 125. GİESE, W .Friedrich Cari.- V, 120, GOETHE, Jo h a n n W olfg an g von.-I3 GÖKSEL, AH Nüzhet- 90 GÖKTÜRK, Hüseyin Avni.- 78. GÖNENSAY, Hıfzı Tevfik.- 48. GÖVSA, İbrahim Alâaddin.- 47, 48, 80. GÜNALTAY, M.Şemseddin.- 50. GÜROL, Abdülkadir.- 90. GÜZİDE Hanım.- 63. —H— HABİB (A skerî Tıbblyelî).-31.

Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi.- 35, 58. _ F ~ FAHREDDİJV B e y .-112.

F a ^ I - i A hlâkiye.- 8 FazÖet ve A sâJet.- 9, 121. Fecr-i*Âtîciler.-V, 123. FERDİNAND.-114. HNDIKOĞLU, Ziyâeddin Fahri.- 25, 26, 27. FİKRİ, Doktor.- 48. FİRDEVSL- 92. FUAD, Dr.-37. FUAD RAİF B e y .-112. FIÎAD SABİT, Doktor.-31, 32, 33. FUZOl Î.-40, 42, 118.

-G Galatasaray Lisesi.* 95, 123. GASPIRAU İSMAİL B e y .-116.

HALİL B E Y .-22, 112. HALİM AĞA (M.E.Yurdakul’un dedfisi).- 4, 5 HÂLİS TURGUD.- 33. Halkevi.- 72. H alk H ûkûmeti-Halkçılık.- 121, 122, 128, 129, 133-37. HALÛK (Tevfik Fikret’in oğlu).-16, 17. Harap M â b ed ler.- 108. HARTMANN, Otto.- V, HAŞAN FEHMÎ FA ŞA .-10. HAŞAN ZEKİ.- 108. Hasta B akıct H anım lar.- 121.

Haziran Vak'a-i Müessifesi.-\\A, 116. HIZIROĞLU, Senih.. 62. A H isto ry of th e O ttom an F o e try .-125. HİLMİ B E Y .-22. HİSAR, Abdülhak Şinâsi.- 38. HOOD, T ho m as.-110. 191


HORN, P.- 120, 126.

Hukuk-u B e ş e r ve Ehl-i Vafan B e­ yannâm esi.' 113. HULOsİ, Yüzbaşı.- 48 H ûrriyetperver Avam Fıkrası.- 51. HÜSEYİN BÂ K Î (A s k e rî T ıbbiyeli)..31. HÜSEYİN B ey (İkbal K itabevi Sâhibi).- 72. HÜSEYİN FİKRET.-3I HÜSEYİN HİLMİ PAŞA.- 22. HÜSEYİN, Mekke Emîri Şertf.- 23. HÜSEYİNZÂDE ALİ TURANî.- Bk.TURAN -

İ

-

İĞDEMİR, U lug.-10, 90. İHSAN RÂİF Hamm.-107, 108. ikinci İnönü Zaferi.- 57. II. Meşrûtiyet.- 63. ^LMEI^, Süreyya Paşa.- 62. İNAL, İ.E.Mahmud Kemâl.- 80. İNÖNÜ, İ s m e t-112. İRDELP, Prof. Dr. Neş’et Ömer.- 63. İrtika’ G azetesi.- 128. İstanbul Bölge Basın Birliği.- 83. İstanbul Edebî Hey’eti.- 46, 47, 48, 49. İstanbul Mitingleri.- 51. İstiklâl Harbi.- 38, 59. İsyan ve D u â.- 121. İttibad ve Terakkî Cemiyeti (Fırka­ sı).. 25, 28, 30,49, 50,51, 63 İZBUDAK, Veled Çelebi.- 36.

—K KAKMACI, Refik İsmail.- 62. Karacaahm et Mezarhğı.- 30, 31, 32.

192

KARAOSMANOĞLU, Yâkub Kadri.36, 60. 67, 68, 108 112. KARAUĞUZ, Akm T âhlr.-81, 83. KARAY, Refik H âlid.-108. K avgalarım .- 16.

Kazan M uhbiri Gazetesi.-IM. KAZMAZ, Süleyman.- 90. Kemâl Tepe.- 48. Kemâl Yeri.- 48. KENAN, Heykeltraş.- 96. K erem ile Aslı.- 6. KIRDAR, Dr. Lûtfİ.- 80, 83, 96. KIRZİOĞLU, Prof. Fahreddin.- 27 Kıvıicm ıJar ve Y ıld ıru nlar.-122. KOCATÜRK, Vasfi M âhİr.-112. KOPUZ (Aylık Türkçü Dergi),- VI, VII, 39, 73, 92, 93, 94, 112. KORYÜREK, Enis B e h iç .-1, 20, 21, 48, 108. KOŞAY, Hâmld Zübeyr.- 37. KÖPRÜLÜ, Fuad.- V, 21, 29, 33, 40, 41, 112, 124, 125, 150. K ral C orc’a . - 121. KUTER, M ebrûke (M.E. Yurdakul’­ un kızı).- 7, 95. (KÜÇÜKA), Necib Ali.- 37.

- L LÂSTİK SAİD.- 8. LİMAN PAŞA.- 48. LÜTFÎ {A skerî Tıbbiyeli).-31. -M Maçka Mezarhğı.- 96. MAHMLID (A skerî Tıbbiyeli).-31. MAHREMİ, TATAVLALL- V MAKBULE Hanım.- 63. M arseillaise.- 54.


MAYEKOV (MAİKOV).-106. MEHMED AĞA (M.E.Yurdakul’un anne ta ra fın d a n dedesi).- 4, MEHMED ALİ Bey.- 76 MEHMED ALİ TEVFİK.-31, 33. MEHMED CEMÂL Bey.- 76, 77. Mehmed Emin Yurdakul KOtübhânesi.- 96. MEHMED RAUF.- 20. Mercanağa Camii.- 31. MESİH (Hz.İsâ).- 54, Mevâdd-i A hlâkiye.- 9. MİCKİEWİCZ, A.B..- 54, 92, 108. Millet Dergisi.- 78. Millî M ücâdele.-35, 56, 57, 58, 78,

-N NÂBÎ.- 118. NÂMIK KEMÂL.- 6, 8, 9, 42, 48, 111, 124. NANSEN, F .- 13. NAZMİ ZİYÂ.- 48. NECİB NECÂTİ.- 19. NEDİÎM.-41, 110. N EFÎ.-41. NEŞ’ET (Askerî Tıbbiyeli).-31. NÎYÂZİ RAMAZAN. 36. N uil.- 105. NUR, Dr. Rıza.- 34, 52. NÜZHET H anım .-71. NÜZHET HÂŞİM.-18, 123.

101 , 102 .

Millî Kongre.- 34. Millî Türk Fırkası.- 34. 50, 51 MİNORSKY, Vladimir F..-V, 120, 126, 127. Mondros Mütârekesi.- 50. MUALLİM NACİ.-9, 42, 121. MUHAMMED (S.A.V.), Hazret-i.- 23. MUHİDDİN.- 48. MUHSİN (Askerî TıbbiyeM).-31. M ektebes.- i 3. MURAD, ILSultan.- 53. Mustafa Kemâl.- 58, 122, 128. MUSTAFA NECİB.- 22. MUSTAFAOĞLU, Galib.- 62. MUSTAFA RAHMİ.- 36. MUSTAFA ŞEREF.- 36 MUT, Madam.- 8. MÜFİD RÂTİB.- 48. MÜFTÜOĞLU AHMED HİKMET.- V, 1, 16, 17, 24. 34, 89, 111, 132. Mükerrem.- 37. MÜNİF PAŞA.- 7. MÜNEVVER SÂİME (Asker).- 34.

-O OKYAR, Ali Fethî.- 61, 62, 65. OLGUN, İbrâhim.- 83, Ordunun D estan ı.-74, 121. ORHON, Orhan Seyfi.-20, 48, 108. ORKUN, Hüseyin Nâmık.- 8. ORTAÇ, Yusuf Ziyâ.- 20, 21, 59, 60, . 64, 98 101. Osman Senâî, Dr.- 31. Osmanh Meclisi.- 50. Ottoman P o em s.- 125, OZANSOY, Hâlid Fahri.- 90, 108.

-O ÖMER HAYYAM.-14. ÖMER NÂCİ.-13, 16, 18, 19, 21, 22, 127. ÖMER SEYFEDDİN.- 44, 46, 48, 108, 111.

ÖZDEN, Prof. Dr. Âkil Muhtar.- 24, 33, 34, 95. 193


Ö ZD EN , R â g ıb H u lu si.- 37. Ö Z E R , Y u s u f Z iyâ.- 37 Ö Z T E K İN , C e lâ le d d in R â sim .- 62. _ p _ PA R M A K SIZ O Ğ LU , A b b a s.- 90. P E T Ö F İ, S . - 108. P o rtreler.- 98. PO U CH K İN E, A .- 92. PRU D H O M M E, S . - 55, 105. P u t la r N a sıl K ır ılır ? - 67. P u tla n Y ık ıy o ru z ! K am p an y ası.- 66.

-Q Q U IN K E, D r.- 95

- R

-

R a d ik a l A v am F ır k a s ı.- 51. R Â İF N E C D E T .-15, 112. (RA N ), N âzım H ik m et.- 6 6 , 67. R A U F Y E K T A .- 48. R E C Â İZ Â D E M .E K R E M .-9, 1 1 1 ,1 2 1 . R E 'F E T ( A s k e r î T ıb b iy e li).-3 1. R E ’F E T B e y .- 66 R E F İK , Ş e h id T e ğ m e n .- 77. R EM Z İ O SM A N .-31. R e n N e h ri.- 54. R e sj'm ii Ay.- 66. R E Ş İD G A L İB , D r..- 37, 62. R O U S SE A U , 8. R O h İY E H an ım (E v ra n o sz â d e ).- 63. R ûbâb-ı Ş ikeste.- 105.

- S S A F A , P e y a m i.- 80, 90.

194

S A ’İD B E Y .- 9, 121. SA İD T U R G U T .- 77. SA LA H A D D İN .- 48. SA LİH R E İS (M .E .Y u rd ak u l’u n b a b a ­ s ı ) .- 4, 8, 9. 111, 124, 156. SA L İH Z E K İ .- 108. SÂ M İH R İF ’A T .- 36, 37, 58. SA N T O Ş İK Â R İ.- 128. S A R P , H â te m î S e n ih .- 90. S E D E S , S e lâ m l İzzet.- 90. S E L İM , 1. S u lta n .- 114. S e lm a n p â k M ey d an M u h areb esi.- 75. SE M İN E H an ım .- 62. S e r b e s t C u m h u riy et F ırk a s ı.- 61, 63, 65, 99, 103. S e r b e s t Ü n iv e r s ite .- 35. S E R T E L , M .Z e k e riy a .- 66, S E R T E L , S a b ih a Z.- 66, S erv et-i Fünûn. 14, 15, 16, 19, 105, 109, 127. S E Y Y İD B E Y .- 36 S H A K E S P E A R E , W .-5 5 , 116. S iy a s a l B il g i le r O k u lu .- 84. SÖ N M E Z , T a l’â t.- 62. S u lta n A h m e d C a m ii.' 52. S u lta n A h m ed M ey d an ı.- 52. SÜ LEY M A N ( A s k e r î T ıb b iy e li).-3 1 SÜ L EY M A N , K a n û n î S u l t a n .- 110. SÜ LEY M A N NAZİF.- 102. SÜ L EY M A N P A Ş A , Ş e h z â d e.-4 8 .

-şŞE M SE D D İN S A M İ.-117, 126. Ş E M S İ B e y .- 72. Ş İN  S Î.-123. Ş U A Y İB .- 20. - T

-

T A L ’A T P A Ş A .- 25, 27, 28, 50.


T A L U , E rc ü m e n d E k r e m .- 90. T an S e s le r i.- 121. Tanin.- 78. T A N R IÖ V E R , H am duU ah S u b h î.- V, 1 , 4 ,3 1 ,3 3 , 34, 36, 40, 52. 56, 6 7 ,8 9 , 101, 108, 111, 119, 160. T A N SEL , F e v z iy e A b d u lla h .- 1 6 ,4 6 , 118, 120. TA R C A N , S e lim S ır r ı.- 80. TA RH A N , A b d ü ih a k H âm id.- V, 9, 4 2 , 66, 68 , 111, 121. T a r ık G a z e te s i.- 128. T a ş k ış la D iv ân -ı H a r b i .- 115. T e c e d d ü d F ır k a s ı.- 51. T E K , A h m e d F e r id .- 3 1 , 32, 33, 34. T E M İR , P r o f. A h m e d .- 112 T E N G İR ŞE N K , Y u s u f K em âl.-36. ih F tÜ E L E N L IO G L U , N izam edd in N azif.- 90. T e r a k k ip e r v e r C u m h u riy e t F ır k a ­ sı.- 61. T e rc ü m a n G a z e te s i.- 117, 118. T e s a ly a M u h a r e b e s i.- 42, 124. T e ş v ik iy e C â m ii.- 80. T E V E T O Ğ L U , D r. F e th î.-1 , VII, 69, 71, 73 , 90. T E V F İK F İK R E T .- V, 16, 42, 110, 111, 123, 153. T E V F İ K F İ K R E T ( A s k e r î T ıb b iy e li).-3 1. T O LO N , İb ra h im .- 62. TU RA N , D r. H ü se y in z â d e A li.- 24, 33 , 40 , 112. Turan G a z e te si.- 40. T u ran ’a D o ğ r u .- 121. T u r a n c ıla r (T ü rk ç ü le r ).- 80, 85. T ü r k D e m e ğ i.- 24.

T ü rk D ern eğ i D ergisi.- 24. T u rlf H ukuku.- 121. T ü rk G a z e te s i.- 113. T ü r k K ü ltü rü n ü A ra ş tır m a E n stitü ­ s ü A r a t K ü tü b h â n e si. -

112.

T ü rk S a z i.-105, 121. T ü r k T â r ih K u ru m u .- 16, 37, 97. T ü r k T â r ih in i T e d k ik E n cü m e n i.35, 37. T ü rk Yıh.- 82 TÜRK YURDU.-24, 25, 38, 4 6 , 77, 100, 113. T ü r k Y u rd u C e m iy e ti.- 24, T ü rkçe Şiirler.- 12, 15, 16, 18, 42, 74. 117, 121, 125, 126, 127, 128. T ü r k iy e B ü y ü k M illet M e c lisi.- 70, 71, 100, 102, 103, 129. T ü r k o c a g ı.- 25, 29, 31. 32, 33. 34, 35 36, 37, 38, 39, 44, 67, 68, 89, 100, 113. T ü r k o c a ğ ı H a rs v e İlim H e y ’e ti.-3 3 , 35. 36, 37. T ü rk o ca k ta rı Tüzüğü.- 25, 32.

— U -

UGAN, Z â k ir K a d irî.- 37. Ulus G azefe^ i.- 84. U S, H a k k ı T â r ik .- 9. 37. U Ş A K Ü G İL , H âlid Z i y â .- 16. 17. 20, 42. U ZUN ÇA RŞILI, İs m a il H a k k ı.* 37. UZ. D r. B e h ç e t.- 80. Ü Z E R , T a h s in .- 62.

-

U -

Üç Tarz-ı S iy aset.- 113. ÜNAYDIN, R ü ş e n E ş r e f .- 16, 36. 67, 104, 111. -

V -

V A M B E R Y , A r m in .-V . 120, 126

195


V A R D A R , T o m r is (M .E ,Y u rd a k u l’* u n to ru n u ).- 7. V a s e B i r i s e e .- 105. V a s iy e tn a m e .' 94. V A Z O F , İv a n .- 92 V İS Â L Î, A YD IN LI.- V.

—Y — Y A H Y A S A İM .-108. Y  K U B C EM İL.- 22. YA LÇ IN , H ü se y in C â h id .- 15, 19. (YA LM A N ), A h m e d E m in .- 60. Y A Z A R , M .B e h ç e t .- 16 Y A Z IK SIZ , N ecib  sim .- 36 YA ZM A N , M .Ş ev k L - 90. YA V U Z SU LTA N SE L İM .- 23 YE N İ A D A M (D erg i).- 6 Y eni Turan.' 108. Y E S E V Î.- 42. Y E T K İN , D o ç . D r. Ç etin .- 63. Y IL D IR IM B A Y A Z İD , S u lta n .- 53. YIN A N Ç, M ü k rim in H alil.- 37. YÖ N T EM , A li C â n ib .-2 1 , 48, 108. Y U LU Ğ , A li H a y d a r.- 62. YU RD A K U L, ÂdU O ğuz (M .E .Y urda k u l’u n K ü ç ü k oğ lu ).- 7 95. YU R D A K U L, A tillâ (M .E. Y u rd a k u l’ u n to ru n u ).- 7. Y U R D A K U L , D o ğ a n (M .E .Y u rd a k u l’u n t o r u n u ).- 1, 7, 7C 95. YU R D A K U L, E rc a n (M .E .Y u rd ak u l u n to ru n u ).- 7. Y U R D A K U L , E r o l (M .E . Y u rd a k u l u n to ru n u ).- 7. YU RD A K U L, F a ik (M .E.Yurdakul*un to ru n u ).- 7. YU R D A K U L, H alim (M .E .Y u rd a k u lu n b ü y ü k o ğ lu ).-7, 69, 70 , 71 , 96.

196

Y U R D A K U L , H ü s e y in E r t u ğ r u l (M .E .Y u r d a k u l’u n o ğ ­ lu ) .- 7, 95, 96. YU RD A K U L, İffe t (M .E .Y u rd ak u l’un g e lin i).- 70, 97. Y U R D A K U L , M e h m e d E m in .Kitabın her yerinde, YU RDA KU L, M ehm ed E m in ( M . E . Y u r d a k u l ’ un to ru n u ).- 7. Y U R D A K U L, M ü z ey y en D ilb e r (M .E .Y u r d îik u r u n eşi).3, 5, 7, 69, 80, 96, 111 YU R D A K U L, P o la t (M .E .Y u rd ak u F u n to ru n u ).- 7. YU RD A K U L, S u n a (M .E .Y u rd ak u l’­ u n g e lin i).- 95, 9 6 , 97. Y Ü C E K Ö K , N ak İy ed d in .- 62. Y Ü C E L , H a ş a n  li.- 84. YÜZÜNCÜ, R e ş a d F e v z i.- 90.

- Z

-

Z a fe r Y olu n d a . - 121 Z E K Â Î D E D E E f e n d i .- 128. Z in c ir lik u y u M ez a rlığ ı.- 96. ZİYÂ G Ö K A L P .- V, 25, 33, 36, 39, 82, 89, 108, 112, 123.


iç in d e k il e r

G ir iş ..............................................................................................................V M.E.YurdakuI'un Fizik ve Moral T a r ifi........................................... 1 H a y â tı..........................................................................................................4 Mehmed Emin’in Şiirleri Üzerinde Rıza Tevfik-Ömer Naci K av g ası......................................................13 M.Emin’in İstanbul’dan Uzaklaştırılması 22 Türkocağı’nın Doğuşu ve Millî Şâir Mehmed E m in ...............29 Türkocağı’nın Oluşturduğu: (Serbest Üniversite), (İlim ve San’at Hey’eti), (Türk Târihini Tedkik Encüm eni)................................................................................ 35 Millî Şâir Onuruna Türkocağı’nın Düzenlediği Edebiyat G e c e si..................................................................................... 39 İstanbul Edebî Hey’eti Çanakkale’d e ............................................46 Mehmed Emin Bey Son İttihad ve Terakki Kongresi B a şk a n ı....................................... .......................................... 49 Mehmed Emin Bey İstanbul Mitingleri’n d e ...............................51 Millî Mücâdele Saflarm d a................................................................. 56 Serbest Cumhuriyet Fırkası’n d a ......................................................61 (Putları Yıkıyoruz!) Kampanyası ve M .E.Y urdakul................. 66 Yurdakul’un Üç M ek tu bu ..................................................................69 70. Doğum Yıh .................... .................................................................. 72 75. Doğum G ü n ü ...................................................................................7 8 Yurdakul’un Vefatı ve Ebedî Âleme G ö ç ü ................................. 79 Anma T ö re n le ri.................................................................................... 84 Hakkında Y a z ıla n la r............................................................................85 Millî Şâir’in Torunu Doğan Yurdakul’un H atıraları................95 Sam et Ağaoğlu ve Yusuf Ziyâ Ortaç, M.E.Yurdakul'u A n latıy o rlar............................................................98 197


M.Emin’in Rûşen E şrefle K onuşm ası........................................ 104 M.E.Yurdakul’un Sev d ik leri............................................................ I I I “Büyük Türkçü Akçuraoğlu Yusuf” ............................................ 113 Gaspıralı’nın M ektubu.......................................................................116 Mehmed Em in'İçin Yazılmış Başka Y a z ıla r............................ 118 Mehmed Emin Yurdakul’un E s e rle ri..........................................120 Eserleri İçin Yazılanlar .....................................................................123 Yurdakul ve C um huriyet................................................................. 128 Eserlerinden Örnekler: Halk H ükü m eti....................................133 S ö z lü k ..................................................................................................... 138 Türk’e ..................................................................................................... 141 Anadolu’dan Bir Ses Yâhud Cenge G id erk en ....................... 142 Yunan Smırını G e ç e rk e n .................................................................143 Şehid Yâhud Osman’m Y ü re ğ i......................................................144 Benim Ş iilerim ......................................................................................145 Z a v a llıla r................................................................................................ 146 Kesildi mi E llerim ?...................................................:........................147 Köyde F ırtın a .......................................................................................150 G ö zy aşım ............................................................................................... 153 Sakın K e s m e ......................................................................................... 154 Y o lc u ....................................................................................................... 155 B a lık ç ı..................................................................................................... 156 Ölü K a fa sı.............................................................................................. 157 Nifak ........................................................................................................ 158 Felâketler K arşısında........................................................................ 159 Benim Ru’y â m ..................................................................................... 160 ZavaUı K ay ık çı.................................................................................... 161 Ey Türk U y a n ..................................................................................... 163 K a y n a k ç a ............................................................................................... 179 İn d e k s ..................................................................................................... 189 İçin d ek iler.............................................................................................. 197

1 98


^

“ >HBcacrc be^BH>|Hıft^anıhraft» ndltetteri V içlerijbdehçA»BİIıij^ifiHMtlir«:A^ devn (9 3 İ*İC ^ vQİİ^OâVdlr«ŞbMİun Rus edep». (fir. tefafeiM ir mittei re A)jucb6i^,,>lT e * f;4 « | tı

•f:»'

ISBN 9 7 5 - 1 7 - 0 2 0 0 - 3


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.