Galip Erdem - Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar

Page 1



YAYIN NU.85

FİKRİ ESERLER:

13

So�lizm .. ve Milliyetçilik Uzerine Mektuplar Galip Erdem -

Nurullah B .t�

•..

HAN İstanbul 1975

ÖTÜKEN YAYINEVİ


ÖTÜKEN YAYINEVI: Klodfarer Cad. Nu.: 40 7 Dlvanyolu lstanbul e KAPAK: Nur ve Olcay Okan e KAPAK BASKISI: Kuşak Ofset Tesisleri e DiZGi, TERTiP ve BASKI: Yüksel Mnt:baası -

e CiLT:

YedlgOn

Mücellithanesi

-

1 9 7 5


SOSYALÄ°ZM



SİZ VE BİZ

SAYIN çok sosyalist Baylar ! Önce peşin bir iti­ rafım var: Hayranınızım ! Kuzu postuna bürünmeyi öyle güzel beceriyorsunuz ; yılın en iyi aktörü seçilip mükafat alan kapitalistlere inat, öyle büyük bir usta­ lıkla oynuyorsunuz ki ! Hani, nerde ise beni bile kan­ dıracaksınız. Yıllardanberi çevirdiğiniz dolapları bil­ mesem, oyunlarmızın en yakın seyircisi olmasam, ha­ linize yüreğim sızlayacak ! Merhamet ifade eden sıfat­ lardan hangisine daha çok layık olduğunuzu bir türlü kestiremiyeceğim ; masum mu desem, mağdur mu de­ sem, diye düşünüp duracağım ! Cümle gerçeklerin canına okuyan, siz ; hiç durma­ dan sövüp sayan, yine siz ! Ama sövücülüğü, ama ya­ lancılığı üzerinizden atıp bize yamamağa kalkıyor, bu halinizle de pek gülünç oluyorsunuz. Sizi ayırmağa kıyamam. Biriniz hepinize, hepiniz birinize benzer . Ellerinizde allı pullu cici balonlarla sahneye çıkıyor, şişirdikçe şişiriyorsunuz. ·Bilmez mi­ siniz : Şişirilmiş balonların ömrü az olur ; en kabada­ yısının bir toplu iğnelik canı vardır. Güvendiğiniz ba7


tonlardan, şimdilik, bir kaç tanesini patlatacağım. Şa­ mata etmeyin, sözün manasını anlayacak bir kaabili­ yete sahipseniz dinleyin. 1) İşimize gelmeyen her fikri «Vatan hainliği» ile damgalıyormuşuz. . . Karşımıza kim çıkarsa, «Sen, vatan hainisin» diyormuşuz! Haysiyetli bir adam böy­ lesine ağır bir ithamla ortaya çıkınca, misalini de hemen vermelidir. Söyler misiniz baylar, ne zaman nerede, kimler için «Vatan haini>> dedik? Çok hassas olduğumuz bir konuda, başkalarının da aynı hassasi­ yeti göstermelerini çok haklı ve çok tabii karşılarız. Bu sebeple, fikir ve inançlarımız ne kadar değişik olursa olsun, kimseye «Vatan haini» demeyiz. Biz, sa­ dece komünistlere «Vatan haini» deriz ; daima da di­ yeceğiz. Çünkü, bir komünistin vatan hainliği öylesi­ ne belli bir hüviyettir ki, ayrıca ispat edilmesine ha­ cet yoktur. iyi niyet yarışmasına girmiş bazı safdil­ ler, bu hükmün lüzumundan fazla şiddetli ve hatta mübalağalı olduğunu sanabilirler . Ama, siz onlar gi­ bi değilsiniz ki! Siz, bilgin kişilerdensiniz. Bir ko­ münistin lügatinde vatan mefhumuna yer olmadığını, vatan sevgisinin «Dünya işçilerinin birleşmesine set çeken menfur bir his» sayıldığını elbette bilirsiniz; bilmeniz gerekir . Bu yüzden. bir komüniste: «sen, va­ tan haiı:ıisin» demek asla bir hakaret değildir; bila kis, iltifat yerine geçer . Bir vakitler, Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gi­ bi yoldaşların vatan haini olduklarını söylemiştik. Ha­ tırlarsınız: O zamanlar da bize, «müfteri» derneğe yel­ tenmiştiniz. Nazım. gibi büyük bir vatanperveri leke­ lemekle suçlandırmıştınız. Oysa, kimsenin hakkını in­ kar etmeyen, bizlerdik! Nazım Hikmetleri, Sabahattin Alileri ve diğer bütün yoldaşları Moskovadaki efendi­ lerine karşı tezkiye eden, bizlerdik! Netice ne oldu? ·

R


«Vatanseverdir» diyerek tahkir ettiğiniz Nazımdan, layık olduğunuz cevabı aldınız ; hala da almağa de­ vam ediyorsunuz: Moskova'dan, Peşte'den, Prag'dan, Bükreş 'ten. «Bizim Radyo»dan! . . Sayın çok sosyalist Baylar! N e kadar müsamaha­ lı davrandığımızı görün de, şaşın. Topunuzu birden itham etmiyoruz. Fakat, içinizden bir çoğunuzun «Sos­ yalizm» lafını kanunlara ve halkın husumetine karşı bir kalkan olarak kullandığını, hakikatte komünizmin hizmetkarı olduklarını biz de biliyoruz, siz de biliyor­ sunuz. O halde, ne diye öfkeleniyorsunuz ? Tekrar edeyim: Komünist olmayanlarınıza , baş­ kaca bir delil yoksa, hiç bir zaman «Vatan haini» de­ medik. Komünist olanlarınıza da «Vatansever» de­ mek suretiyle hakaret etmedik . Daha ne istiyorsunuz? Teşekkür edeceğiniz yerde, niçin kızıyorsunuz? Kominformun emrinde çalıştıkları, kelimenin en gerçek manası ile komünist oldukları, vatan'a da, millete de her gün söğüp saydıkları halde, sırf kor­ kaklıklarından ötürü maske ile dolaşan müseccel va­ tan hainlerini görmek ve göstermek için, ille de Mos­ kova'ya kaçmalarını bekleyecek değiliz ya! II Eh sayın Baylar! . Artık sıra geldi ne menem bir şey olduğunu hala kimsenin anlamadığı «Sosyalistli­ ğiniz»e. «Sosyalistiz» diyorsunuz, «Türkiye ancak sosyalist bir metodla kurtulur» diyorsunuz. Sosyal adaletten dem vuruyorsunuz, yine de demek istediğinizi diyemi­ yorsunuz! . . Sosyalistliğinizi ilan etmekle i ş bitmiyor ki, cin­ sinin de bilinmesi gerekiyor. Malfım : Sosyalizm tek bir sistemin ifadesi değil, demokratik sosya­ lizmden Marksizm'e kadar uzayan bir sistemler 9


zinciridir. Bu zincirin hangi halkasına dahil olduğunu­ zu neden açıklıyamıyorsunuz? Zaten yuvarlak bir ta­ kım mefhumları neden daha da yuvarlaklaştırıyor, büsbütün içinden çıkılmaz bir hale getiriyorsunuz? Nazariyedeki yüzlerce çeşidini bir yana bırakalım. Fakat, tatbikatta da birbirinden tamamen farklı bir sürü «Sosyalist metod» var. Siz, bu metodlardan han­ gisini benimsiyorsunuz? Mesela, Kızıl Rusya'da tat­ bik edilen metod'un adı da «Sosyalizm»dir. Bolşevizm, ihtilalci sosyalizm veya Leninizm, ama, netice itiba­ riyle «Sosyalizm»dir. Nitekim kendileri de aynı ünvanı kullanır, «Komünist» bir devreye henüz ulaşamadıkla­ rını itiraf eder. Sosyalizmin bu şekli karşısındaki tavrınız nedir? Okuduğunu anlayabilen her münevve­ rin yazılarınızdan çıkaracağı mana, Marksizmi yay­ mağa çalıştığınızdır. İhtilalci sosyalizmi telkin ediyorsunuz, tarihi mad­ deciliği telkin ediyorsunuz ! Daha ne yapacaksınız? Kimden yana olduğunuzu görmek için kahin olmağa lüzum yok ki ! . . . İstikametinizi tayin etmek üzere kul­ landığınız tek yönlü pusulanın ibresi hiç bir zaman Batıyı işaret etmedi. Yüzünüz ya Kuzey'e, ya Güney'e, ya da Doğu'ya dönük. Hruşçov'u övmekten korktuğu­ nuz zaman ya Nasır'ı, ya da Castro'yu alkışlıyorsu­ nuz. Böyle olunca, sosyalistliğinizden elbetteki şüp­ heye düşülecek, elbette ki, arkasında bir takım gizli maksatlar aranacaktır. Baylar, sizden kuşkulanmamızın, memleketimizin selamet ve saadeti adına sizi tehlikeli görmemızın se­ bepleri bu kadar değil, dahası var. Sarmaş dolaş ol­ duğunuz , yanyana dolaştığınız, üstlerine toz kondurma­ dığınız bazı adamlar biliyoruz. Onlar da, tıpkı sizin gibi, sosyal adaletten, Türkiye'yi kurtaracak sosya­ list bir metod 'dan bahsediyorlar. Sizi, düşüncelerimiz­ deki renginiz belli olsa bile, kanunlarımıza hürme10


ten, hüviyetleri henüz tescil edilmemiş birer «sosya­ list ! .» olarak kabul edelim. Lakin, ötekilerin ne cins bir sosyalist oldukları mallı m : Hem kendi ifadeleri ile, hem de kanun hükmü ile. Onların düpedüz «aşır]l) solcu» oldukları besbelli ! . . . Biri vardır: Türk hakimi huzurunda hesap ver­ meğe çağrıldığı zaman «Peygamberim Lenin buyuru­ yor ki...» diye söze başlamıştır. Şimdi o büyük müte­ fekkirdir, büyük Atatürkçüdür, ilericidir. Gazeteleri­ nizin baş köşesi emrine amadedir. Bir başkasını tanırız : Orduyu isyana teşvik suçun­ dan, Nazım Hikmet haini ile beraber, yargılanmış, on­ beş yıl ağır hapse mahkum olmuştur. Şimdi o da, tabii size göre, eşsiz bir ilericidir. Olumlu bir romancıdır. Yazdıklarını göklere çıkarır, «işte gerçek bir devrim­ c i ! » dersiniz. Bir diğerini bilirim : Haklı olarak «Pravda»ya ben­ zetilen bir gazetede, «Biz Marksistiz. İstiklal caddesin­ de adam çevirir, Marksın şerefine üç defa şa şa şa . . . diye bağırtırız» cinsinden laflar edecek kadar işi ile­ ri götürmüş, küstahlaşmıştır. Şimdi, o da sosyalisttir. O da, aranızdadır. Örnekleri çoğaltabilirim. Önemli olan, sizin de onlarla beraber görünmenizdir. Komünizme karşı açık bir cephe almadıkça, Mark­ sist metodlardan vazgeçmedikçe, sizi de onlardan ya­ na saymağa mecburuz. Bunu, böylece bilesiniz ! . Ne yalanlarınızdan, ne de küfürlerinizden yılacak insan­ lar değiliz. Bir mukaddes yola gönül vermişiz, sonuna kadar gideceğiz. Balonlarınız bitmedi . Yalnız, hep aynı konu etra­ fında dolaşıp muhterem okuyucularımı yormak iste­ mem . Merak etmeyin, diğerlerinin de sırası gelecek . Toprak reformu, statükoyu muhafaza v.s. balonlarını da patlatacağız. 11


PEYAMİ SAFA'VA HABER ZAMANIN hiç insafı yokmuş üstadım! 365 gün öyle bir hızla akıp gitti ki, farkına bile varamadık. Fani alemi bırakıp ebediyete göçeli tam bir yıl olmuş. Bu bir yıl boyunca seni hep özledik üstadım, hep aradık. Sana ne kadar muhtaç olduğumuzu dü­ şündük. Adettir : ölülerin arkasından daima iyi şeyler söy­ lenir. Sana seslenirken sadece bir adete uymak zo­ runda kalmamanın rahatlığını duyuyorum. Ama se­ ni anlatmak; seni, senin başkalarını anlattığın gibi an­ latmak da öyle güç ki. . . Aramızda bulunmadığın bir yıl zarfında çok şey­ ler oldu. Siyasi havanın bulanıklığı hala geçmedi. Çe­ şitli kuvvetler mütemadiyen mücadele ediyor, birbi­ rini yemeğe çalışıyor. Durumun tahliline gayret eder­ ken, sebeplerini ararken daima seni hatırladık. Teşhi­ sinde yanılmayan, en karışık meseleleri en az anla­ yışlı kimselere bile kolayca anlatabilen zekanın ay­ dınlatıcı rehberliğine hasret kaldık. Önderliğini yaptığın mücadele devam ediyor. Genç arkadaşların, güçlerinin yettiği kadar, tehlikeye kar­ şı çıkıyorlar. Sana layık olamamaktan başka hiçbir 12


endişeleri yok. Hoş gör bizi, kusurlarımızı bağışla . Son fıkralarınızdan birini hatırlıyorum. Şöyle başlı­ yordu: «««««-

Yine azdılar ! » Kimler?» Mahutlar ! » Nasıl?» Yeraltı faaliyetleri ile.»

Vaziyet yine aynıdır üstadım. Yalnız, ufak bir de­ ğişiklik oldu. Artık yerin üstüne de çıktılar. Hüviyet­ leri eskisi gibi. Ama, isimleri değişti. Şimdi cümle mahutlar ; «Sosyalistiz» diyorlar. Gafillerin de sayıla­ rı arttı. Sonu ne olur, nereye gideriz? Cevapsız soru­ lar, yığın yığın. .. Bazan ümidimiz tamamen kırılıyor. En açık ger­ çekleri anlatamamanın ıstırabı tahammülü imkansız bir hale geliyor, mukavemetimiz tükenecek gibi olu­ yor. İşte o vakit senin hiç bitmeyen iyimserliğine sı­ ğınıyoruz. Mücadele azmini, iradenin kuvvetini dü­ şünüyor, kendi kendimizden utanıyoruz. Türkiye bildiğin, bıraktığın gibi... Gerçeği ara­ mak zahmetine katlanmaktansa, yalana inanmanın kolaylığını tercih eden insanlar yine revaçta! Herkes sihirli bir formül peşinde. Bilmeyenlerin mütemadi­ yen konuştuğu, bilenlerin sustuğu bir diyar. Ama, bizim diyarımız. Çok seviyoruz onu, sen de çok severdin. Selamete kavuşturmak için çalışacağız. Yardımını esirgeme bizden. Saygımızı, sevgimizi kabul et.

13


EMEKSEVER BiR HANIM! .. KENDİSİ <<Bayan» dememi tercih ederdi ama, ku· sura bakmasın, ben yine «Hanım» 'diyeceğim! Evet efendim, çok «Emeksever» bir hanımdır. Aynı zaman· da günlük bir gazetenin sahibesidir. Gazetesi de «emek»ten yanadır. Hemen her gün gazetesinde Emek ve Emekçilerle ilgili başlıklar atılır ve bu sayın Ha­ nım, emekçileri savunan fıkralar döşenir. Gayet acık­ h şeyler yazar. Emekçilerin mütemadiyen sömürül­ düğünü, bu durumu önlemek gerektiğini diline dola­ mıştır. Patronlara demediğini komaz, verip verişti­ rir. «Emekçi halk yığınlam>na derhal «Örgütlenmele­ rini» tavsiye eder. Bu sayın han!m, bir zamanlar, 27 Mayıs hareketinin öncülerine akıl hocası olmak he­ vesine kapılmıştı. Devamlı toplantılar yapıyor ; en pahalı içkilerin su gibi harcandığı parlak renkli sa­ lonlarda, ihtilal'in ilkeleri üstüne nutuklar atıyordu. Şimdi de işçilerin akıl hocası olmak hevesine düş­ müş! Diyeceksiniz ki : «İstediği gibi davranmakta hürdür. Sen ne karışıyorsun?» Haklısınız tabii. Ben hiçbir şey'e karışmıyorum, karışamam da!.. Yalnız aynı zamanda bir gazetenin sahibesi, yani patron olan bu sayın Hanımın, kendi müessesesinde çalışan emek­ çilere karşı nasıl hareket ettiğini merak etmez mısı­ niz? Başkalarını sömürücülükle suçlandıran bir insa14


nın sömürücü duruma düşmekten mutlaka kaçınaca­ ğını ; herkesin hakkını, kazancından kısmak bahasına olsa bile, tam zamanında vermek mecburiyetinde ol­ duğunu düşünmez misiniz? Emekten yana olmanın, emekçi haklarını savunmanın ilk şartı bu değil mi­ dir? Halbuki bu sayın Hanım, ay başı gelip de gaze­ tesindeki emekçiler vezneye koşunca, para yerine te­ bessüm dağıtır! Vaziyeti aylardanberi bu dahiyane metodla idare ettiği, hatta para vermeden karşılıksız bordro imzalattırdığı, gazetesinde çalışan emekçile­ rin ifadeleri ile sabittir. O kadar ki, bazı emekçile­ rin canına tak demiş, gasbedilen haklarını kanun yolu ile almak üzere, yetkili mercilere başvurmuşlardır. Neden böyle yapar? Maddi imkansızlık yüzünden mi? Gazetesinin satmadığı, kabarık bir borç altında ol­ duğu doğrudur. Fakat diğer taraftan, Ankara Palas salonlarındaki viski seanslarının sekteye uğramadığı da doğrudur. Zavallı emekçiler su içecek para bula­ mazken, böylesine hararetli bir emeksever Hanımın gözüne uyku girmemesi, boğazından içki geçmemesi lazım gelmez mi? Bir müddet önce, gazetesinin genç emekçilerinden birine sormuş : «- İçki içiyor musun?» Karşılıksız bordro imza­ layanlardan biri olan genç : <<Eh, demiş, bulursam içi­ yorum.» «Ne içiyorsun bakayım?» «- Şarap, bira fi­ lan». Emeksever Hanı m : «- Beğenmedim, buyur­ muş, viski iç. İçkilerin en iyisi viskidir ! .» Hani, Mari Antuvanet'in dillere destan pasta hi­ kayesi bu tavsiyenin yanında pek masum görünmü­ yor mu? Bu sayın hanım ve kafadaşlarının yaptığına adı ile sanı ile <<Emek Ticareti» derler!. 15


SON ÇAGRI BU SATIRLARI, komünistler hariç olmak üzere, bizleri yanlış anlayan ve sırf bu sebeple haksız hü­ kümlerin manevi kurbanı olan iyi niyet sahiplerini uyandırmak gayesj ile yazıyoruz. Komünistler hariç, dedik. Çünkü, komünistlerle fikir planında yapılacak bir münakaşada anlaşabilece�imiz hiçbir nokta yok­ tur. Tamamen farklı ve birbirine yüzde yüz düşman iki dünya görüşünün mensuplarıyız. Cemiyete bakı­ şımız başka, hayat anlayışımız başkadır. Herkes ye­ rini almış, cepheler belli :>lmuştur. Ne biz onları yan­ lış anlıyoruz, ne de onlar bizi yanlış anlıyorlar. O kadar iyi tanışıyoruz, birbirimizi ta beyinlerimizin hücresine kadar öylesine iyi biliyoruz ki!.. İşte bu sebeple, komünistleri hariç tutuyor ve diğerlerine, içine düştükleri fasit daireden kurtulup uyanabile­ ceklerini umarak, belki de son defa sesleniyorum. Efendiler, Sizi anlıyoruz, amma, siz bizi anlıyamıyorsunuz. İşinize mi öyle geliyor, .ınlama kabiliyetiniz mi tü­ kenmiş, yoksa biz mi anlatamıyoruz? Bilmem!. . Şu veya bu!.. Sebepler üzerinde duramıyacağlm, netice değişmedikten sonra, farketmez! . . 16


Bizı sevmeyebilir, hatta sahici birer ılüşman gi­ bi de görebiJh·siniz. Hiçbir müsbet delile dayanmadı­ ğınız, akla ve ilme uygun bir izah yapam2.dığmız hal­ de. Faşist, gerici, v.s. olduğumuzu kabul etmeniz bi­ le mümkündür. Zararı yok, milletlerin tarihinde gaf­ letin hakim olduğu devirler de vardır ve maalesef bugün böyle bir devir içinde yaşıyoruz. Hakkımızda­ ki di_:şünceleriniz - yanlışlığı veya doğruluğunun mü­ nakaşası bir yana - bize de size de düşman bir kuv­ vet tarafından devamlı bir şekilde ve gittikçe artan bir hızla istismar ediliyor, daha açık bir ifade kul­ lanayım: Çok çeşitli amillerin tesiri altında, komü­ nistlerin müttefiki durumuna düşüyorsunuz. Böyle ol­ masını istediğiniz iddia edilemez. Faka'·. nassas bir noktayı yakalayamadığınız için, böyle oluyor. Komünistler, ezeli bir zaafınızdan faydalanıyorlar. Halkın bizi tutmasınc'lan ne kadar rahatsız olduğu­ nuzu, iktidara gelmemiz ihtimalinden nasıl korktuğu­ nuzu iyi görüyor, mütemadiyen bu hassas noktaya yükleniyorlar. Bu yüzden komünist fikirlerin yayıl­ masına vasıta oluyorsunuz. İyiliğine inandığınızı san­ dığım bir nizamı kendi ellerinizle yıkıyorsunuz. Hür ve müreffeh bir Türkiye'nin ebediyen yaşaması mef­ kuresinde birleşmemizin şart olduğunu kabul edeme­ diğiniz müddetçe, en büyük düşmanla ittifak halinde olmak ihanetinden de kurtulamıyacaksınız! . . Hepinizi uyanmağa davet ediyorum. Bir gün ge­ lecek, nasıl olsa uyanacaksınız! Ama, vakit çok geç­ miş olabilir, uyanmanın hiçbir faydası kalmayabilir!. Bu yazıyı, nasıl hoşunuza gidiyorsa öyle tefsh· edin. Canınız isterse korkaklığıma verin. Bir bakıma doğrudur da, korkuyorum, memleketimin yarınından korkuyorum! . . 17


BAZI KELiMELER VE MANALAR! LİN

YUTANG'ın yazdığı,

dilimize

«Gizli

İsim»

adı ile tercüme edilen bir kitapta «bazı kelimeleril" komünist edebiyatındaki manalarını belirten fevkala de ilgi çekici bir bölüm var.

Kızıl propaganda ça: nasıl döndüğünü daha iyi bilmek, hangi keli­ melerin hangi manada ve nasıl bir maksada hizme� için kullanıldığını daha iyi anlamak isteyen muhte rem okuyucularıma faydalı olacağını umarak, bu g�. rip IUgatçeyi aynen alıyorum :

-

kının

·

-

İŞÇI HÜKÜMETİ: Bütün dan görüldüğü bir hükumet.

işlerin

işçiler

tarafır:­

halk için, halk tara­ Dik· tatörlük yerine kullanılabilen bir kelime; mesela, halk demokrasisi, halk diktatörlüğüne eşittir. 3 Öyle bir DEMOKRASİ:

1

-

Halkın,

fından öldürülmesini tesbit eden bir usul. 2

-

-

hükumet şekli ki, (mesela Amerika'da)

demokratlar

kazanırsa, Cumhuriyetçi liderler San Quentin'i (Me�­ hur bir hapishane) boylarlar ve şayet Cumhudyetç; ler kazanırsa, demokrat liderler Alaska maden ocak larındaki kitlelere katılırlar? DEVLET: 18

Gizli

polis ve emir

altındaki adliye-


nin büyümesiyle, tabii olarak ve sessizce yıkılan si yasi bir varlık. SEÇİMLER:

Tek atlı bir yarış.

SERBEST SEÇİMLER: Gizli polis, muhalif aday­ ların işini bitirdikten sonra, halkın tek namzedi seç­ mek mecburiyetinde

kalması.

ya ve Doğu Almanya'da,

(Polonya,

Çekoslovak­

halk demokrasilerinin

ku­

ruluşunda görüldüğü gibi). HALK DÜŞMANI:

Vurulup öldürülmeleri muhte­

mel fertler. Polit büronun, «Sarmısaksız daha iyi olu­ yor» demesinden

sonra,

pilici

hala

sarmısakla ye­

mekten hoşlananlar dahil. KONGRE:

Önceden karar verilmiş bir şeyi itti­

fakla kabul etmek için toplanan parlamento veya par­ lamento oturumu. arasında,

(Sovyet Rusya'da,

1939 ila 1952

13 yılda hiç bir parti kongresi yapılma­

mıştır). DEMOKRATİK MERKEZİLEŞTİRME: Parti kong­ resinin Merkez· Komitesine,

Merkez Komitesinin Po­

lit Büroya, Polit Büronun Genel Sekretere sorumlu ve Genel Sekreterin de hiç bir kimseye karşı sorum­ lu olmadığı demokratik bir parti teşkilat sistemi. PROLETARYA DİKTATÖRLÜGÜ:

Gerçekte pro­

letaryaya dikte ettirilen ve üstelik, proletaryanın hoş­ landığı bir idare! .. PROLETARYA: Cemiyetin en devrimci sınıfı ad­ dedilen,

işlere tabi, bağlı

olduğu

derecede samimi

olan ücretli işçiler sınıfı. Buna göre1 akıllı proletar­ ya,

sırf böyle

kahraman

kabul

edildiklerini

proletarya, en

bilen proletarya;

az yiyecek

yiyip en

çok

çalışanlar; yıkılan proletarya, en çok yiyip en az ça­ lışanlar; uluslararası proletarya dayanışması ise bü­ tün milletlere mensup işçilerin, yabancı

bir memle19


ketten

emir almaya istekli

ve birlik

oluşlarını

an­

latmaya yarayan istisnai güzellikte bir deyim. DİYALEKTİK:

«Öyle olmadığım»

bilmehize

ya­

rayan, bir muhakeme veya izah tarzı, yahut da her­ hangi bir

netice.

MARKSİST M ADDECİ DİYALEKTİK: Görmek is­ tediğiniz her şeyi nanın,

görebilmenize yarıyan

birçok ay­

optik esaslarına göre tertibi.

HALDEN HALE GEÇİŞ: Çok hüzünlü olan şim­ diki zamandan, eden sosyalist

mutlu bir geleceğ.e

geçişi

garanti

bir değişme!

il FIRSATÇILIK: edilmesi

Düşmanın

prensibini kabul

merhametsizce

etmiyen

yok

herhangi bir te­

mayül. KARŞI İHTİLAL:

(Bilhassa sıfat olarak, ihtilale

karşı olan) kabul etmediğiniz herhangi bir şeyle ilgili. SAG: Sol (grev, kollektif pazarlık v.s. gibi hak­ larla işçi sınıfını şımartmak) . SOL:

Sağ

sayı inhisar

(işçinin sermaye sahibi olması, piya­ altına almak, fiatlar,

işi terketme ya­

sağı v.s.) CASUSLARIN İŞİ:

Ekmek,

VE EMPERYALİST AJANLARIN

hürriyet ve yüksek ücret için

ve greve tahrik. (Tabiatiyle bu

hal,

grevler

komünist bir

idare için bahis konusudur. Aynı hareketler demok­ ratik bir düzende yapılırsa, adı «yurtseverlik ve ile­ ricilik» olur) . 20


İLERİCİ VE GERİCİ: Değişik memleketlerde kul­ lanılan müşterek terimler. A - İlerici işçi: İşçilerin hiçbir hakka sahip olmadığı, grevlerle, patron ve iş­ çi arasındaki pazarlığın kaldırıldığı ve kanlarının hükumet

tarafından

sendika baş­

tayin edildiği

komü­

nist rejimlerde yaşayıp durumundan memnun olan iş­ çi. · B

-

Gerici işçi:

İşçinin serbest

ketlerde yaşayıp durumundan müşteki C

-

olduğu

İlerici köylüler: Komünist rejimin mirastan mah­

rum ettiği köylüler. D - Gerici köylüler: mahrum rı

memle­

olmayan işçi.

bırakılmayanlar. E

-

göstermemelerine rağmen,

İlerici

Mirastan

fertler: Başa­

düşüncelerinde

geçici

bir durgunluk yaratmaya çalışanlar. F Gerici fert­ ler; Ekmeklerini, işlerini, hareket ve düşüncelerini hükümetin kontrol etmesini istemiyenler. (Komünist bir idarede ) . G İlerici basın: Hükumetin sahip ol­ duğu ve ancak, komünist partisi azaları tarafından idare edilen bir basın. H Gerici basın: Hususi şa­ hısların sahip olduğu, bilinir bir ideolojileri (Bu ke­ lime ile sadece komünizm kastedilir.) bulunmayan ve partici olmayanların idare ettikleri bir basın. -

-

-

SOSYALİST OLMAYAN SANAT VE EDEBİYAT: Siyasi ihtiyaçlarla münasebeti olmayan, kendi ken­ dine yaratıcı bir tesirden fışkıran herhangi bir sanat. EKONOMİ: Merkeziyetçi siyaset. SOSYALİST: Umumiyetle, bugün Rus edebiyatın­ da «Komünist» kelimesinin yerine kullanılan bir ta­ bir. Mesela ; Sosyalist terakki, başarılar, hekimlik, v.s. Sosyalist cemiyet: Ayda 1000 rubleden fazla ge­ liri olan zenginlerden %13 verginin tahakkuk ettiril­ diği, buna mukabil, fakirlerin yiyecek ve giyeceğin­ den

% 100 %200 vergi ·

alınan

bir cemiyet

(Sovyet

Rusyada pamuklu %100, ipekli %50 vergiye tabidir. ) 21


SOSYALİST REALİZM: A - Komünist rejimler­ de: Köylülerin durumlarına, yahut idarecilerin iyili­ ğine v.s. dair, Romantizm yapmak. B - Komünist olmayan rejimlerde : İşçinin sefaletine, köylünün pe­ rişanlığına ve idarecilerin kötülüğüne dair, roman­ tizm yapmak. SOSYALİST REKABET: Stakhanovite (şok tugay­ ları) tarafından tesbit edilen ve devamlı olarak arttı­ rılan bir iş hacmi <<norIID>Una yetişebilmek için, işçi­ lerin devamlı surette, gönüllü (! ) olarak.. iş saatleri­ ni uzattığı bir sistem. HAİN: Macaristan'ı ve Polonya'yı milletlerarası komünizmin anavatanı (Rusya)dan fazla seven, bir Macar veya Polonyalı. DALKAVUKLAR, BÖCEKLER VE BENZERLERİ: «Komünist Partisi Tarihi» adlı kitapta, Lenin'in bü­ tün silah yoldaşları ve Lenin'in Politbüro'suna dahil - Stalin hariç - bütün azalar için serbestçe kullanıla­ bilen deyimler. (Lin Yutang, on yıl öncesini anlatı­ yor. Şimdi o listeye Stalin de dahildir.) YOLDAŞ: Patron ; sakınmak mecburiyetinde ol­ duğunuz insan. BURJUVA ZİHNİYETİNİN KALINTILARI: Mah­ sulün tesbit edilen fiatlar üzerinden mecburen satıl­ ması gibi, parti kanunları ve kararnalarına memnun olmamak. SOYSUZLAŞMIŞ BURJUVA: A - Ahlak ilminde ve cemiyette, ferdiyetçilik, Tanrıya, kiliseye, hürriye­ te inanç gibi, burjuva sınıfına has acaip hususiyet­ ler arzetme. B - Burjuva biyolojisi, burjuva fiziği ilimlerinde, ilmi gerçeğin siyasi fikirleri tasvib et­ mekten daha mühim addedilmesi. SOSYO POLİTİK PROFİLAKSİS: Günün birinde suç işlemeleri ihtimal dahilinde olan, muhalefetin 22


enerjik elemanlarının, henüz suç işlememiı,ı olmaları­ na rağmen gruplar halinde öldürülmesi veya sürül­ mesi. SOSYAL DEMOKRAT : Bütün midelerin aynı ol­ duğuna inanan halle. SOVYET BÜYÜKELÇİLERI : (1) Umumiyetle gurbette dolaşan ve memleketinde ölen kimse. (2) Memleketine döndükten sonra öldürülen, veya ölme­ si lazım gelen insan. Meseliı : Karahan (Çin, Türkiye) , Sokolnikof (İngiltere), Rakovski (İngiltere, Fransa Müebbet hapis), Bogomolof (Çin) , Yurenef (Japon­ ya), Davtyan (Polonya). Bunlar arasında elçiler de vardır : Yakuboviç (Norveç), Brodovski (Letonya) , Asmus (Finlandiya). BİRLEŞMİŞ MİLLETLERDE SOVYET DELEGE­ LERİ: Bir diplomat; (1) Vazifesi torpidoya benzeti­ len bir kimse (Gromiko), veya (2) Vatanında bütün eski bolşevikleri öldürdükten sonra, demokrasiye kar­ şı bolşevizmi savunmak için dışarıya gönderilmiş kimse (Stalin'in savcısı Vişinski). DOSTLUK, SULH, MÜŞTEREK YARDIMLAŞMA, SALDIRMAZLIK PAKTI : Komşu bir memlekete yö­ neltilen sulhçu gayeyi anlatan bir vasıta. Mesela Rusya'nın Almanya, Japonya, Milliyetçi Çin, Finlan­ diya, Letonya, Estonya, Lituanya, Polonya, Macaris­ tan, Gürcistan, Ukrayna ile olan paktları gibi. TESİR SAHASI : Müstemleke ve yarı müstemle­ kelere, emperyalist hakimiyetin hüküm sürdüğü Y_er­ lere ait bir tabir. Başlangıçta, Sovyet Dünya ihtila­ linin en büyük gayelerinden biri Marks'ı, Engels'i, Le­ nin'i yok etmek iken, bugün, gayretli bir şekilde bu maksattan kaçınmaktadır. LENİNCİ - STALİNCİ: İhtilfilci, stratejik, daimi ve insafsızca bir mücadele fikri. Bu mücadelenin ru-


hu ve değişmez unsuru insafsızlıktır. Hedefini umu­ miyetle aşağıdaki sıra üzerinde ve bir önceki silinip yok edildikten sonra hemen alttaki olarak değiştiren bu mücadele, şunlara doğru yönelmektedir : A B C D E F G H

-

Muhalefet partilerine (Lenin); Kapitalist - burjuvaziye (Lenin) ; Arazi sahibi çiftçilere (Lenin - Stalin) ; İşçi sendikalarına (Lenin - Stalin) ; Parti muhalefetine (Lenin-Stalin); Yüksek parti kademelerine (Stalin); - Dostlara (Stalin); - Sadece tanıdıklara (Stalin); -

-

1 - Memleket içinde silip yok edecek bir şey kal­ madığı ve «Sosyalizm tamamlandığı zaman», yabancı memleketlere (Stalin). CASUSLARIN V.S.'nin İMHASI, TASFİYESİ: A­ zınlık tarafından çoğunluğun gizlice kandırılışı. l\le­ selft: 17. parti kongresi delegelerinin üçte ikisi. Ve daimi komite azalarının üçte ikisi vurulup öldüğü veya yok edildiği. MAHKEME: İstek üzerine kanuni ameliye ; poli­ sin, müfettişin, davacının, müdafiin, hakim ve cella­ dın hüviyetini göstermesi. RAHAT TRENLER : İmtiyazlı kimselere has, soy­ suzlaşmış burjuva cemiyetinde, birinci mevkie teka­ bül eden DE LUXE trenler. «Sınıf farklarının ortadan kalktığı bir cemiyette, birinci mevki trenin mevcut olmayacağı aşikardır.» Bu «10.gatçe»yi sık sık okuyunuz, daima hatrrınız­ da tutunuz ve yerli «mahutlar»ın aynı kelimeleri, aynı manalara gelmek üzere nasıl bir inatla kullandıklarına lUtfen dikkat ediniz.


İŞÇİ VE KOMÜNİZM! .. TÜRKİYE İşçi Sendikaları Konfederasyonunun hazırladığı «Komünizmi Tel'in Mitingi» bugün yapılı­ yor. İşçi haklarını savunmak, emek sahiplerinin sö­ mürülmesini önlemek, hatta daha ileri giderek bir işçi diktatörlüğü kurmak iddiaları ile ortaya çıkan komünizm, işçiyi tam manası il� köle haline getiren bir tatbikata sahne olmuştur. Bu bakımdan gerek iş­ çilerin, gerekse işçi dertlerini gerçekten benimseyen her münevverin komünizmi en büyük düşman sayma­ sından daha tabii bir şey olamaz. Hesaplarına uygun düştüğü vakit işçi sınıfının «Yegane ilerici sınıf>.- olduğunu söyleyen komünistler, aslında hiç bir zaman samimi olmamışlardır. İşçiyi asla sevmemiş, asla itimad etmemiş ve daima ha­ kir görmüşlerdir. İktidarı ele geçirmeden önce işçi konusundaki görüşlerini titizlikle saklayan komü­ nist liderler, iktidara geldikten hemen sonra mas­ kelerini düşürmüş, emekçilere kan kusturan za­ lim bir icraata girişmişlerdir. Dünya işçilerinin «Kur­ tarıcı Meleği» gibi gösterilmeğe çalışılan Lenin, ba25


kınız, işçileri nasıl tarif ediyor : dar kafalı ve tembel! »

«Üşengeç,

uyuşuk,

Komünist propagandanın işçi kitlelerini ağına dü­ şürmek için kullandığı «Herkesten kaabiliyeti kadar, herkese ihtiyacı kadar» formülü, demirperde gerisin­ de kalmış memleketlerde çoktan unutuldu. Şimdi ay­ nı formül, hür dünyada yaşayan işçileri baştan çıkar­ mak gayesiyle piyasaya sürülüyor. Ama iyi niyetli hiç bir insan bu açık yalana artık inanmıyor. Komünist idarelerde işçi sınıfının hali nicedir? Bu kocaman soruya ufacık bir fıkra ile cevap ver­ mek mümkün değildir; en azından, bir kitap işidir. Biz, sadece birkaç noktaya dokunabileceğiz. Komü­ nist rejimler, işçiye hak namına hiç bir şey tanıma­ mışlardır. Mesela, işçinin grev hakkı yoktur. Verilen üc:reti beğenmemek, grev taraftarlığı yapmak, en ha­ fifinden «Gericilik» ve «Sınıf düşmanlığı» olarak ilan edilmekte ve cezalandırılmaktadır. Komünist partisi­ nin 11. kongresinde, Lenin: «Proleter hükumetle ida­ re edilen bir memlekette, sık sık grevlere başvur­ mak, ancak, işçilerin kültürde geriliği, siyasi geliş­ me noksanlığı, hükumete saldırma ve mazi olmuş ka­ pitalizm ve tekelciliğin yeniden canlanışı olarak tarif edilebilir» diyordu. Aradan geçen 40 yıl işçi düşman­ lığının en açık ifadesi olan bu zihniyeti asla değiş­ tirmemiş, fakat biraz daha şiddetlendirmiştir.

Yine

komünist idarelerde işçi haklarını koruyacak hiç bir teşekkülün kurulmasına, yaşamasına ve sesini duyur­ masına imkan verilmez. İsteyen güler, isteyen ağlar, isteyen düşünür ; ama gerçek şudur ki, komünist bir memlekette işçi sendikalarının vazifesi işçi sınıfının daha kolay bir şekilde sömürülmesini temin etmek, bu 26


hususta hükumete yardımcı olmaktır. Hür dünya sen­ dikacılığının işçilere sağladığı haklara mukabil, ko­ münist sendikacılar, iş hacminin arttırılması ve üc­ retlerin düşürülmesi gibi meselelerde komünist lider­ lerin köleliğini yapmışlardır.

27


SOSVAL ADALET VE BİZ MİLLİ şuurun hızla uyanmasını farkedip korkulu rüyalar gören, milliyetçilere karşı mütemadiyen kay­ beden ve her yenilginin sonunda biraz daha azıtan «mahutlar»ın son sığınaklarından ikisi üzerinde du­ racağım. Deniyor ki: 1) Türk milliyetçileri - kendi uydurma deyimleri ile «ırkçı - Turancılar», «Faşistler» «Gericiler» - Sosyal adalete düşmandırlar. 2) Komü-. nizme karşı mücadelenin yegane çaresi sosyal ada­ letin sağlanmasıdır ; diğer tedbirlerin hiç bir· fayda­ sı yoktur. İyi niyetli bazı kimselerle, komünist olmamalarına rağmen şahsi menfaat endişesine kapılmaları ve ken­ dilerinin daha iyi bilecekleri özel sebepler yüzünden bfr takım «aydın»ların da katıldığı bu iddialardan bi­ rincisi yalan, ikincisi de yanlış ve noksandır. Önce, hem dostlarımızın, hem düşmanlarımızın inkar edemeyecekleri bir gerçek'i belirtelim : Türk milliyetçilerinin sosyal adalete düşman olmalarını izah edebilecek akla uygun bir sebep yoktur. Zaten ma­ hutlar ve yardakçıları da, bugüne kadar böyle bir sebep gösterememiş; kuru iftiradan öteye geçeme­ mişlerdir. Mefkureciliğin en tabii sonucu olan feda28


karlık ruhunu, dünya nimetlerine iltifat etmemek şartını edebiyat saysak bile, aklını henüz kaybet­ memiş bir insan, eğer iyi niyet sahibi ise, şöyle dü­ şünür: «Milliyetçilerin sosyal adalet prensibine düş­ man olmaları için, sosyal adaletin gerçekleşmesi ha­ linde mutlaka bir zarar görmeleri lazımdır.» İmdi, şu sorulara lUtfen cevap verile : Sosyal adalet gerçekleşirse, bizim kaybımız ne olup-'?" Türk milliyetçileri milli gelirin en büyük kıs­ mını ellerinde mi tutuyorlar? Hiç bir emek harcama­ dan milyonlara mı konmuşlardır? Şayet bir adam yu­ karıdaki sorulara «Evet» diyebiliyorsa, sayın kafa­ sında beyin taşımadığına rahatlıkla yemin edebilir­ siniz. Milliyetçilerle mahutlar ve çok sosyalistler ara­ sında toplu bir servet değiştirmesi yapılsa, en az üç misli kazançlı çıkarız. Bir defa, ekseriyet memurdur. Hem de, umumiyetle, öğretmenlik gibi en düşük ma­ aşlı memurluklar... Aynı derece ve kıdemdeki mes­ lekdaşlarının aldığını alır. Milliyetçilikleri yüzünden terfi edemeyen, bilgi ve ehliyetlerine uyan hizmetle­ re verilmeyenlerin kaybı da cabası! İşin aslı, mahutlar ve çok sosyalistlerle anlaşa­ madığımız nokta gayet �çıktır. Ama bunu görmek istemiyor, vatandaştan da saklamağa çalışıyorlar. Türk milliyetçileri, milletimizin her ferdini - vatan hainleri müstesna - aynı kuvvet ve samimiyetle se­ ven insanlar olarak, sosyal adaletin gerçekleşmesi­ ni herkesten daha çok isterler. Fakat bu mutlu so­ nuca ulaşmanın bir kardeş kavgası ile değil, ancak demokratik bir nizam içinde ve kanun yolu ile müm­ kün olacağına inanırlar. Halbuki, mahutların ve çok sosyalistlerin sunduğu reçetelere bakınca Marksist veya ihtilalci sosyalizm gibi başka milletler tarafın­ dan te::!rübe edilmiş ve kitlelere sadece ıstırap ver29


miş bir metodwı tavsiye edildiğini goruyoruz. Hatta, zaman zaman daha ileri gidiliyor, adından gayri her şeyi ile komünist olan bir sistem isteniyor ! İşte biz, böyle bir düşünüşün aleyhtarıyız. Aleyhtarlığımız da duygularımıza değil, mantığımıza ve bilgileri:nize da­ yanır. «İhtilalci sosyalizmin <oyası çoktan meydana çık­ tı. Rusya'nın, Çin'in, demirperde gerisi memleLtle­ rinin ve Küba'nın geçirdiği tecrübelerden ders almağa niyetiniz yok mu?» diyoruz. Cevap yerine, fezaya atı­ lan füzelerden söz ediyorlar. «İhtilalci sosyalizm, bil­ hassa işçi ve köylü sınıfına açlık ve sefaletten bnşka ne verebilmiştir?» diye soruyoruz. Karşımıza çıka çı­ ka Gagarin'e, Tito'ya yazılan övgüler çıkıyor. Feza­ ya adam yollamakla sosyal adalet arasında nasıl bir münasebet kurduklarını soruyor, Sovyet işçilerinin, fezaya adam gönderemeyen ülkelerden - Mesela Batı Almanyalı işçilerden - daha müreffeh olduklarını is­ pat edecek yiğit bir mahut veya çok sosyalist arı­ yoruz; o vakit, en _susturucu cevaplarını veriyorlar: «Siz gericisiniz, faşistsiniz, sosyal adalete düşmansı­ nız.» Yakıştı ise mübarek ola! Yine de bu baylar, ka­ nunun yasak ettiği sahaya girmemek şartı ile, dilek­ dikleri fikri savunmakta serbesttirler. İtirazım ola­ maz. Ama, kendileri gibi düşünmeyenlere, yok sosyal adalet düşmanı, yok halk düşmanı cinsinden damga­ lar vurmağa kalkışmaları, en hafifinden, yalancılıktır. iftiradır, hayasızlıktır. il

DÜNKÜ fıkramı «sosyal adalet»e düşman olduğu· muz iftirasının içyüzünü göstermeğe ayırmıştım. Bu­ gün de «Komünizme karşı mucadelenin yegane çare30


si sosyal adaletin sağlanmasıdır.» iddiasına dokuna­ cağım. Böyle bir görüş hem yanlış, hem noksan, hem de zararlıdır. Sosyal adaletin gerçekleşmesi, propa· gandaya müsait bir zeminin hazırlanmasını güçleş­ tirmesi yönünden, komünizme karşı mücadele yolları­ nın sadece bir tanesidir. Fakat bu kadarı ile yetinil­ mez de tek çarenin «sosyal adalet» olduğu ileri sü­ rülür, diğer bütün tedbirlerin hiç bir işe yaramaya­ cağı söylenirse yalnız hataya düşülmüş olmakla ka­ lınmaz; aynı zamanda, komünizmin yayılmasına da yardım edilmiş olunur. Çünkü: 1) Sosyal adalet, şöy­ le çapkınca bir göz atıp «Haydi, gel! » dendiği vakit kollarımıza atılacak bir dilber değildir. Sosyal ada­ letin gerçekleşmesi bir memleketin şartlarına bağlı­ dır. İktisadi, hukuki, kültürel ve hatta siyasi imkan­ larla sınırlanmıştır. Zaman ister. İdare edenler ne kadar dürüst, çalışkan ve bilgili olurlarsa olsunlar, normal gelişme süresi dolmadan beklenen sonuca va­ rılamaz. Peki şu hale göre, sosyal adaletin sağlan­ mış sayılacağı güne kadar ne yapacağız? Elimizi ko­ lumuzu bağlayıp «lfazret»in teşrifini mi bekleyeceğiz? Kızıl ajanların dört bucakta cirit atmalarına, milli yapımızın temelini kemirmelerine razı mı olacağız? Seyrana çıkıp marifetlerine alkış mı tutacağız? Yok­ sa: «Göreyim seni, şimdilik uslu dur ! Sakın ha, pro­ paganda filan yapma. Hele, şu sosyal adalet bir gel­ sin. O vakit sana müsaade dilediğin gibi hareket et. Nasıl olsa söktüremezsin,» diye, ricacı mı gönderece­ ğiz? Sayın «ilericiler»imizin öğüdünü dinlersek, tıpa­ tıp böyle davranmamız gerekir ! Oysa, bir taraftan memleketin kalkınması için elimizden geleni ardımıza komazken, diğer taraftan da komünist propagandanın tahribatını önlesek fena mı olur yani? Komünizmin sosyal adalet prensibine en ziyade düşman bir rejim 31


olduğunu; girdiği her yerden yalnız hürriyeti, yalnız insan hak ve hukukunu değil, sosyal adaleti de kov­ duğunu, işçiyi, en kötü kapitalist sistemlerden daha hain bir merhametsizlikle sömürdüğünü, bütün nimet­ leri paylaşan bir «yeni sımf»ın refahı uğruna halkı köleleştirdiğini anlatırsak, günaha mı gireriz acaba? Komünizme aleyhtar oluşumuzdan niçin gocunuluyor? Komünist değil iseler yazılarımızdan, sözlerimizden ne diye alınıyorlar, onlara ne! 2) Sosyal adalet yuvarlak bir lfıftır. Ne başı bel­ lidir, ne de sonu. Sayın ilericilerimiz tenezzül buyu­ rur da izah ederlerse çok sevineceğim: Milli gelirin dağılışı nasıl olmalıdır ki, «Sosyal adalet gerçekleş­ ti» diyebilelim? Sözün kısası: Komünist tahriklerinin yalnız ve yalnız sosyal adaletle önlenebileceğini san­ mak, eğer bir gaflet değilse, tam bir ihanettir. Kabul edilsin ki, usta bir işçinin ortalama kazancı 1000 lira­ dır. Propaganda plak'ı dönecek: «Sosyal adaletsiz­ lik var; 1500 almalısın, 1500 almalısın» kazanç 1500'e mi çıktı, plfı.k da ona göre ayarlanacak, başlayacak yeni bir havaya: «2000 almalısın, 2000 almalısın.» Dünyanın sonu belki gelir ama, bu yoldaki komünist tahrikinin sonu gelmez!

3) Yine bu iddiada, Komünizmin siyasi yönü ta­ mamen ihmal edilmiştir. Halbuki, Komünizmin en çok ideolojik vasfı kadar tehlikeli olan bir tarafı da si­ yasi bir emperyalizmin vasıtası halinde kullanılma­ sıdır. Milyonlarca lira dökülecek, ajanlar tutulacak, milletin içine salınacak... Biz muhteremler de «Sosyal adalet» hazretlerinin teşrifine muntazır olduğumuzdan, propaganda çarkının dönmesine, halkın birbirine dü­ şürülmesine, milli değerlerin insafsızca yıkılmasına aldırış etmeyeceğiz, öyle mi? İnsafı olan beri gelsin: 32


Böylesine sinsi, böylesine çok yüzlü bir faaliyet kar­ şısında sosyal adalet ne yapar? Orta Avrupa milletlerinin, Macaristan'ın, Çekoslo­ vakya'nın, Polonya'nın, hatta Romanya'nın sosyal ada­ leti Rusya'dakinden daha mı bozuktu sanki. Ama o memleketlerde vatanlarını kızılorduya peşkeş çeken hain kadroların teşekkülüne mani olunamadı. Bilmeyenler karışmasın. Laf ebeliğine artık bir son verilsin. Saflar belli olsun; kimin neye hizmet et­ tiği meydana çıksın. Dava malı1mdur. Bizde pek bi­ linmese bile, dünyaca biliniyor: Komünizme karşı mü­ cadelenin en müessir yolu manen kuvvetli olmaktır. Gönüllerin ve kafaların boş kalmaması, iman ve bilgi ile doldurulmasıdır; komünizmle ilgili gerçeklerin açıkça ortaya konmasıdır. Yazdıklarıma inanmayan­ lardan ricam: Zahmet olacak ama, llıtfen sorsunlar. Hiç değilse bu kadarını esirgemesinler.

33


DİN TİCARETİ EFENDİM, hangi meslekten olursanız olun, din· den, imandan, milliyetten bahsettiniz mi, gerici ( ! ) ve mürtecisinizdir (! ) . İster gazeteci, ister Milletvekili, ister öğretmen ne olursanız olun. Yalnız ve yalnız toplumcu ilerici aydın olmayın. Milletvekili iseniz Mecliste, vatandaşların dini eği­ timinin yapılmadığından, din adamlarının yetiştirilme­ diğinden bahsedip Batı anlamında hal çareleri ileri sürdünüz mü, ertesi günü gazetelerin manşetlerine göz atmayı sakın unutmayın. <<Bir gerici Milletvekili dini istismar etti.» Bir başkası, «Din yoluyle kendine nüfuz sağlamak isteyen bir Milletvekili hadise çıkart­ tı.» neler neler. Aynı davranışları inancınızın icabı olarak gazetede yazsanız, okullarda söyleseniz, aynı iftiralarla karşılaşırsınız. On parmaklarında on kara, önüne geleni itham ederler. Sakın unutmayın, toplum­ cu ilerici aydınlar bundan muaftır. Peki bunlar da kim oluyor diyeceksiniz, evet kendileridir. Sizin tamamen temiz niyet ve inancınızla yukarıda bahsettiğimiz davranışları bu sayın kişiler yaparsa ses yok. Senelerrlenberi dine, dm adamlarına ve din­ dar halkımıza etmedik küfür bırakmadılar, hala da 34


ediyorlar. Arkadan bir de «kutsal Kur'an-ı Kerim'in meali> diye gazetelerinin sürümünü temin için ilaveler verebiliyor!ar. Halkımızın dine olan bağlılığından ve ona olan saygısından istifade ederek yüksek tiraj sağ­ lamak. Bu dini istismar değildir. Zira sayın ilericile­ rimiz böyle buyurdular. Siz, bu din ticaretidir dese­ niz kendilerini nasıl müdafaa edecekleri malUmdur. Çünkü hep aynı oyun oynanıyor, aynı taktik tekrar­ lanıyor. İnanmak, inancın icabını yapmak gericilik­ tir(!). Halbuki bu sayın zevat, inanmıyor, icabında yapmıyor, o halde ilericidir. Söyledikleri her söz, yap­ tıkları her hareket doğru olandır. Yanlışlarını çıkar­ mak, hatta tenkid etmek katiyen yasaktır. Bu taas­ sup gerilik değil, aksine ileriliktir. İlerici gazetelerimizden Milliyet (milliyetle ilgisi olmayan) ve Akşam adlıları kutsal Kur'an-ı Kerim'in mealini ilfı.ve olarak veriyorlar. Din hakkındaki gö­ rüşleri daha önceki ve şimdiki tutumlarıyla malUm. Bu tezat ve mes'uliyetsizlik almış gidiyor. Hayatımı­ za düşünce, ne zaman hakim olacak? İki asırdır ba­ tılılaşmak için çırpınıp duruyor, çırpındıkça da biraz daha geriliyoruz. Şu batıyı batı yapan zihniyet: Dü­ şünmek, tahkik, tesbit ve hiiküm. Bütün bunları da bir tolerans havası içinde yapmak. Batı medeniyeti­ ni ayakta tutan mü�sseseleri bu sayın kişiler bilmi­ yorlar mı, diyebilirsiniz. Bilirler, din ve devlet mü­ esseselerinin diğer milli müesseselerle nasıl bir ahenk içinde o medeniyeti yaşattığını, dini eğitimin ne ka­ dar ehemmiyetli olduğunu, din adamlarının cemiyet tarafından nasıl sevilip sayıldığını bilenleri vardır. Peki neden böyle yaparlar diyeceksiniz. Mesele ma­ hut fikirleri icabı odur da onun için böyle yaparlar. İnsan hayatı ve sosyal dluşlar daima düzenden düzensizliğe doğru kayış halindedir. Cemiyetler bu 35


düzensizliğe kayışı önleyebildikleri nispette düzen içindedirler. İnsan tabiatı kolay olan şeyleri zor olanlara tercih eder. Bir müessese kurmak ve ya­ şatmak, inanç, bilgi, sabır ve mücadele ister. Bütün bunlara sahip olabilmek ise çok zordur. Halbuki yık­ mak çok kolaydır. Hiç bir şey istemez. Sadece canlı yaratıklardan insanları ayıran düşünceyi kaybetmek yeter. İnsan olmanın icabını değil de insanın dışında herhangi bir canlı olmanın icabını yapmak. Yemek, içmek ve yatmak. Bunların temini için yapılacak her şey meşrudur. Bizi onlardan ayıran da bu kadarcıktır.

36


!

DEMİRPERDE'DEN İKİ FIKRA İVAN İvanoviç Yoldaş'ın canı bir sıkıldı iki sıkıl­ dı, üç sıkıldı, nihayet patladı. «Böyle hükumetin. » diye başladı, açtı ağzını, yumdu gözünü. Verdi veriş­ tirdi, torbasına ne birikmişse hepsini söyledi. Hemen yakaladılar, mahallin gizli polis şefi Zaliminski Şaş­ mazof'un huzuruna çıkardılar. Şef okkalı bir tokat aşkettikten sonra, konuştu: - Ne haltettin sersem, sayın hükı1metimize söv­ muşsun, öyle mi? İvan İvanoviç, gayet sakin bir ifade ile cevap verdi: - Hem evet, hem hayır! Doğru, hükumete küf­ rettim. Canımın istediği kadar küfrettim. Ama hiç sor­ muyor şef yoldaş, ben hangi hükumete küfrettim? O ne biçim lfı.f, dalga mı geçiyorsun benimle? Ne demek, hangi hükumete küfrettin? . .

-

- Basbayağı o demek işte. Ben Amerikan hüku­ metine küfrettim. Edemez miyim yani? Şaşmazof Yol­ daş bakar ki, daha ince itiraf metodları uygulamak lazım. El.çare İvanoviç'i alır hücresine, bütün hüneri­ ni döker ortaya. Her faslın sonunda a:Ynı soru. - Şimdi söyle bakalım, kime küfrettin? 37


Ve her faslın sonunda aynı cevap, yalnız gittik­ çe zayıflayan bir ses: - Amerikan hükumetine küfrettim şef yoldaş! . Şaşmazof'un bütün ustalığına rağmen, İvanoviç'i iti­ raf ettirmek mümkün olmaz. Rapor yazılır: «Yapılan tahkikat neticesinde Yoldaş İvan İvanoviç'in sayın hü­ kumetimize değil, Amerikan hükumetine küfrettiği anlaşılmıştır. Bu örnek hareketi ile, tam bir yoldaş olduğunu isbat eden İvanoviç'in Kızıl Yıldız Nişanına hak kazandığını saygılarımla arzederim.» imza, mühür. İvan İvanoviç artık serbesttir. Özel hücreden çı­ kacağı sırada Şaşmazof tekrar yakasına sarılır: «­ Bana baksana sen, yutturduğunu sanıyorsan aldanı­ yorsun. Bir daha elime geçersen kemiklerini toz edip tavuklara yedireceğim. Behey sersem, behey budala! Ben otuz yıllık polisim. Hangi hükumete küfretmek Hizım geldiğini bilmez miyim sanki! » der . • ••

Gizli polisin gözde elemanlarından Nikola Nikola­ yef'le Todor Todoroviç önemli bir iş peşinde idiler. Saatler geçmiş, ama bir tek kelime konuşmamışlardı. Derin düşüncelere dalmıştılar, gözleri sabit, alınlar kırışıktı. Todor Todoroviç nihayet dayanamadı, ses­ sizliği bozdu: - Ne düşünüyorsun aziz Nikolayef Yoldaş? Nikola Nikolayef cevap verdi: - Senin şu anda düşündüklerini düşünüyorum! .. Todoroviç derhal tabancasını çekti, Nikolayef'in göğsüne doğrulttu: - O halde seni tevkif ediyorum! dedi. Rejime ihanetten, kapitalistlere ajanlıktan, Amerikan emper­ yalizmine hayranlıktan sanık olarak yargılanacaksın! .

38


AZERBAVCAN'IN VAS GÜNÜ 1918 YILININ bahar ayları. 1. Dünya Harbi bit­ miş, yeryüzünün siyasi çehresi büyük bir değişikli­ ğe hazırlanıyor. M. Orta ve Doğu Avrupa'nın esir mil­ letleri hürriyetlerine kavuşuyor, yeni devletler kuru­ luyor . 1918 yılı 28 Mayıs'ında Hazer kıyılarında da genç bir devlet doğdu: AZERBAYCAN CUMHURİYE­ Tİ. Gerçi devlet yeni idi ama, millet yeni değildi. Tarihin en köklü ve medeni milletlerinden biri olan Türk Milletinin güzide bir parçasıydı. Çarlığın daya­ nılmaz zulmüne karşı yüzyıllardan beri savaşmışlar, vatanlarını şehitlerinin mübarek kanları ile sulamış­ lar, yine de hürriyet perisinin peşini bir an olsun bırakmamışlardı. Çarlığın yıkılması ile umut kapıları ardına kadar açıldı. ..

Kanlı bir ihtilal sonunda iktidara gelen komünist Rusya'nın liderleri insan haklarına saygılı olacakla­ rını, her millete kendi kendini idare hakkı tanıyacak­ larını ilan etmişlerdi. Verilen söze inanmamak için sebep yoktu. Kızıl Şeytanın maskesi henüz düşmemiş­ ti. Çarlık Rusyasının hoyrat pençeleri altında ezil­ miş diğer milletler gibi Azerbaycanlılar da nihayet kurtulacaklarını sandılar, daha müthiş bir felaketin 39


eşiğinde olduklarını hatırlarına bile getirmediler. Is­ tıraplarının artık dineceğini düşünüyor, vatanlarını kalkındırmanın, milletlerini refaha kavuşturmanın tat­ lı hayalleri içinde yüzüyorlardı. Seçkin bir kadroları vardı, gayretli idiler. Kısa zamanda çok şey yapa­ caklarını umuyorlardı. Ne yazık ki, genç Azerbaycan Cumhuriyeti ancak bir yıl on bir ay yaşayabildi. Yeni Rus rejiminin Çarlık idaresinden hiç bir farkı olmadığı, sadece daha hilekar ve daha merha­ metsiz bir hüviyet taşıdığı çok geçmeden anlaşılmış, diğer Müslüman - Türk ülkelerinin başına gelen Azer­ baycan'ın da başına gelmişti. 1920 yılının 27 Nisan günü Kızıl Rus ordusu Azerbaycan'ı istilaya başladı. Kuvvetler muvazenesiz idi. Azerbaycanlıların imkan­ ları yoktu, silahları yoktu, yardımcıları yoktu. Buna rağmen döğüştüler, imanları ile yiğitçe döğüştüler. Kahramanlar diyarı bir kere daha eşsiz bir destanın yazılmasına sahne oldu. Ne: çare ki sonunda, yenildi­ ler, eskisinden daha zalim bir çarkın içine düştüler. Ama aradan 43 yıl geçmesine rağmen, Azerbay­ canlılar'ın hürriyet sevgisi öldürülemedi, vatanlarını kurtarma şevkleri söndürülemedi, milliyetleri unuttu­ rulamadı. Yurt içinde ve yurt dışında durmaksızın mücadele ettiler, ediyorlar, edecekler. Bu mukaddes mücadele <(azadlık» günü gelinceye, üç renkli )lay­ rak Azerbaycan semala,rında nazlı nazlı dalgalanıncaya kadar, hiç bitmeyecek. . Kızıllara, kızılların maskeli-maskesiz uşaklarına sorarsanız 27 Nisan bir yas günü değil, bir bayram günüdür. Kızıl Ordu, Azerbaycan emekçilerini «A.ğa­ lar»ın sömürücülüğünden o gün kurtarmıştır!. Hangi emekçi, hangi ağa? Tarih boyunca seyredilmiş oyun­ ların en haysiyetsizi, söylenebilmiş yalanların en sun­ turlusudur bu!..


Azerbaycanlı kardeşlerimiz matemlerinin 43. yılı­ nı Ankara Türk Ocağı'nda yapılan bir toplantı ile andılar. Herkes heyecanlandı, içlendi. Yaşlı mücahit · ler komünist sistemin ne olduğunu «barış içinde be­ raber yaşama» sloganının içyüzünü bütün çıplaklığı ile ortaya koydular. Hürriyet mücadelesini sürdür­ meğe kararlı, davalarının haklı olduğunu bilen, hak­ kın zaferine inanan insanlar, «dili dilimizden, dini di­ nimizden, özü özümüzden» insanlar ... Bir mektup okundu. Dünyanın öbür ucundan, · ta Arjantin'den gelmiş. .. Yanık bir mektup, utandığımız için ağlayamadık da, gözyaşlarımızı gönlümüze akıt­ tık. Yusuf Musazade yazıyor : «Türk Bayrağı ile üç renkli Azerbaycan bayrağını başucuna asmış, bakar bakar ağlarmış, «Azerbaycan'ımın kurtulduğunu, iki sevgili bayrağın yan yana salındığını görmeden ölür­ sem gözlerim açık gider,» diyor. Toplantıda Türkiye'mizden de bahsedildi. MüLa­ rek Anadolu diye, Türk dünyasının kabesi, diye. Aııa diye, ağabey diye, can diye. Fazla bir şey istedikleri de yok, bir tatlı söz, bir güler yüz, yabancı sayılma­ mak, yadırganmamak, hepsi bu kadar, dört saat sü­ ren toplantı boyunca uğursuz l:ıir uğultu beynime mu· sallat oldu, kemirdi durdu: Plak dönüyor, tıpkı sa­ hibinin sesi _«Seni faşist seni, seni ırkçı - Turancı seni ! »

41


PEYAMİ SAFA'VA İKİNCİ RAPOR AZİZ ÜSTADIM, 1'am iki yıl oldu: Maddeten aramızda değilsin. Ama, seni bir an bile unutmadık. Hemen her gün sen­ den konuşuyoruz. Hatıralarımız dipdiri, acımız taze­ liğini hala muhafaza ediyor. İnsan tabiatının ayrıl­ maz bir parçası olan bencilliğimiz ne kadarına imkan veriyorsa, seni o kadar seviyoruz. Sana ne kadar ih­ tiyacımız olduğunu daima düşünüyoruz. Memleketin hali bildiğin gibi. Seni şaşırtacak ye ­ ni bir şey yok. Üzüleceğin bir değişiklik olmadığı gibi, sevineceğin bir yenilik de yok. Şiir devrini yaşamağa devam ediyoruz. İlmin ve aklın saltanatına hala has­ retiz. Tahminlerinin hiç biri boş çıkmadı. Niyetimiz iyi, aşkımız yerinde, samimiyetimiz tam; ama, bilgi­ miz noksan. Yıllarca seyrettiğin, nasıl düzenlendiği ­ ni çok iyi bildiğin bir oyun içindeyiz. «Mahutlar» da bildiğin, tanıdığın gibi kah azıtıyor, kah siniyorlar. Bir aralık maskeleri iyiden iyi yıpranmıştı. Ha düş­ tü, ha düşecek diye bekledik. Sonra, herhalde akıl ho­ calarından ilham aldılar, yeniden sindiklerini gördük. Tabii aldatıcı bir sinme. Daha çok ve esaslı yıkmak 42


ıçın, daha az göze çarpma taktiği. Kızıl yelkenlerini daha açık bir renge boyamak mecburiyetini duymala­ rında üç büyük şehirdeki sıkı yönetimin de büyük bir payı var. Bilirsiniz : Tecrübelidirler. Nazik zamanlar­ da ortalıkta görünmemek gerektiğini gayet iyi bilirler!. Şimdi yine malUm sloganların ardından ateş edi­ yorlar. Sosyal adalet, toprak reformu, emekçinin hak­ kı, v.s. Bu sloganlar marifeti ile milleti parçalamağa, kitleleri birbirine düşürmeğe çalışıyorlar. Foyalarının çok yakında meydana çıkacağını umuyorum. Çünkü, samimiyetsizlikleri saklanamaz bir hale geldi. Sayın aydınlarımız bugünlerde çok meşgul oldukları için pek farkedemiyorlar ama, yakında farkedeceklerini sanıyorum. O vakit sizin ne kadar haklı olduğunuzu görecek, ikazlarınızı dinlemedikleri için aziz ruhunuz­ dan af dileyecekler. Öylesine hoş şeyler oluyor ki ; hepsini yazamayacağımdan ötürü üzülüyorum. Mese­ la: Toprak reformunu dillerinden hiç düşürmüyorlar. Fakat, ilk toprak kanununu millete hediye eden, bu yoldaki gayretleri yüzünden toprak ağalarının husu­ metine maruz kalan adam, yani Şevket Raşit Hatip­ oğlu en büyük düşmanlarıdır. Bu açık tezadın gözden kaçması daima mümkün olamaz. Elbet bir gün gele­ cek her şey aydınlanacak, maskeler düşecektir. Sizi çok arıyoruz, Üstadım. Eğer aramızda olsaydınız, o mutlu günün gelmesini çabuklaştırırdınız. «Mahut»la­ rın arsız yüzüne gerçeklerin şamarını indirir ; toprak reformunun da, sosyal adaletin de en amansız düş­ manı olduklarını bir kalem darbesi ile ortaya koyar­ dınız. Bu arada komik bir değişikliği de haber vereyim: Bir zamanlar sizi aşırı bulanların, size vehimli di­ yenlerin, sizi herkese komünist demekle suçlandıran43


ların pek çoğu şimdi sızın yazdıklarınızı yazıyorlar. Davayı iyice bilmiyorlar, beceremiyorlar ya, yine de yazıyorlar. Tabii adınızı anmadan, ilk defa zatları­ nın keşfettiği gerçekleri yazarmış gibi. Yirmi yıl önce söylediklerinizin tekrarlandığını görseniz güler miydi­ niz üstadım, yoksa ağlar mıydınız? Son bir haber : «Yeni İstanbul» kabrinizi yaptır­ mak için bir kampanya açtı. Gücenmeyin bize, bağış­ layın. Biz fanilerin tesellisi bu. Şükran borcumuzu ödemek hayaline kapıldık. Ödenemeyecek kadar �orç­ lu olduğumuzu bile bile. Listeleri bir görseniz, Ahmet'­ ler, Hasanlar, işçiler, öğrenciler 2,5 füa, 5 lira, 10 lira. Sayenizde servet yapanların ne sesi var, ne sözü. Ulu Tanrı'nın rahmeti üzerinizden eksik olmasın. . . .

44


BİR İHTILAFIN İÇVÜZÜ SOVYET Rusya - Komünist Çin mücadelesinin ma­ nası nedir? Moskova ve Pekin'den verilen haberleriiı ifadesine inanacak kadar saf olanlar, oradaki çatış manın bir «İdeoloji ihtHafı» olduğunu sanıyorlar. Bize göre, bu mücadele asla bir ideoloji ihtilafı değildir. Rus ve Çin'li Marksistlerin o bitmek bilmeyen müna­ kaşaları sırf görünüşü kurtarmak içindir_� Hür dün­ yayı kandırmak hevesinden ibarettir. Gerçekte bu mücadele Rus menfaatleri ile Çin menfaatlerinin bir noktadan sonra artık uzlaşamamasından, bir de Hruş­ çov ile Mao'nun liderlik hırsından doğmuştur. Mark­ sizmin şöyle veya böyle anlaşılmak istenmesi sadece bir bahanedir. Asıl davayı Slav ve Çin sömürgecili­ ğinin kavgasına bağlamak gerekiyor. Yine de bu mücaqelenin komünist ideolojisi ile çok yakından ilgili tarafları var: «Tarihi yürüte� ye­ gane kuvvet, çeşitli sınıfların istihsal vasıtalarına sa­ hip olmak için yaptıkları mücadeledir.» Bir insanın davranışlarını tek başına, maddi menfaatler tayin eder» gibi süslü lafların iflas ettiğini gösteriyor. 46 yıl zarfında, Bolşevik ihtilalinden beri, olup bitenler Marksizmin gerçeklerden ne kadar uzak kaldığını ifa· 45


de eder. Bugün, «affedersiniz inadı! »na sahip olmak­ ta direnmeyenler iyice anlamışlardır ki, tarihi yürü­ ten en büyük kuvvet, çeşitli sınıfların istihsal vasıta larını ele geçirmek için yaptıkları mücadele ile kıyas­ lanamayacak bir ölçüde, _ milli menfaatlerdir. İnsan­ ların davranışları da her zaman maddi menfaat dü­ şüncesinden değil, türlü türlü kaynaklardan ilham alır. Nitekim Hruşçov - Mao çekişmesi, insanoğlundaki .:ı ezeli iktidar hırsının işçi diktatörlüğü hayalinden da­ ha cazip olduğunu belirtiyor. Yine bu çekişme ; «Ön­ ce Ruslar, sonra dünya işçileri; önce Çin, sonra dün­ ya işçileri; kısacası önce millet, sonra sınıf,» gerçe­ ğinin hala yaşadığını ortaya koyar. Marsel Quessant ne güzel söylemiş, «Milliyetçilik o kadar dürüst, öyle tabii bir duygunun karşılığıdır ki. onu inkar edenler bile irsiyete boyun eğerler. VF­ İtalyan Marksçıları Orta Çağların Venedik, Toskana, Liküri Cumhuriyetleri burjuvalarını andırdıkları hal­ de ; Bolşevikler Birinci Petro'nun, Birinci Pol'ün, Ka terina'nın gidişlerini hatırlatan usullere itibar eder­ ler.» Yüksek siyasetçilerin ne düşündüklerini bilemem Ama, Sovyet Rusya - Komünist Çin arasındaki gergin­ liğin bir «ideoloji ihtilafı» sanılmasını hür dünya he­ sabına zararlı görürüm.

4:6


MÜCAHİT PEYAMİ SAFA ÖLÜML1NÜN üçüncü yılını dün andığımız rahmet­ li Peyami Safa, biz fanilerin ölçüsüne göre, büyük bir mücahitti. 42 yılı aşan yazarlık hayatı, bir bakıma, mücadelelerinin hikayesidir. Doğruluğuna inandığı fi kirlerin müdafaasından, milleti için zararlı görrliiğii her tehlikeli cereyana karşı kıyasıya döğüşmekten asla yılmamıştı. Tek başına kaldığı, daha yerinde bir ifade ile, fikir beraberliği içinde bulunduğu kimsele­ rin yazma imkanından yoksun bırakıldığı zamanlar da oldu, yine yılmadı. Dost kılığına girip gerçekleri tahrif eden bir yazarın ölümünden sonraki iddiası hi­ lafına, mücadelelerinin çoğunu kaybetmedi, kazandı. ·

Peyami Safa, mücadelelerinin en büyüğünü, en devamlısını ve en unutulmazını komünizme ve komü­ nistlere karşı yapmıştır. Bu mücadelesinin gerçek manasını anlamak için hangi sebeplerle doğduğunu, hareket noktasının ne olduğunu bir nebze düşünmek gerekir. Rahmetlik üstad, diğer bütün vasıflarının ya­ nısıra ve hepsinin üstünde, katıksız bir milliyetçi idi. Milliyetçiliğin, hele biz Türkler için, vazgeçilmez bir varlık şartı olduğuna inanıyordu. Eğer zahmet edilir de eserleri okunursa görülecektir ki, böyle bir sonuca 47


sadece duyguları ile ve doğmatik bir yoldan varma­ mıştır. Araştırıcı zekası, her şeyin derinliğine inmeğe çalışan hakikat sevgisi başka türlü davranmasına za­ ten imkan vermezdi. Batı ve doğu dünyasına ait in­ celemeleri, okuduğu kitapların, düşüncenin imbiğin­ den geçmiş bilgilerinin sonucu idi ki, O'nu, milliyet­ çiliğin zaruriliği hükmüne götürmüştür. Bu sebeple gayet tabii olarak, millet hayatını tehdit eden her yı­ kıcı cereyana karşı gayet dikkatli idi. İlkel bilgilerden yoksun olmamak veya kasıtlı ha· reket etmemek şartı ile, her aydının kolayca anl[.ya bileceği şu hususu tesbit etmjşti: Yeryüzündeki bü­ tün milletlerin ve milliyetçiliklerin en amansız düşmanı komünizmdir. Tarihi ve coğrafi sebeplerin de ilave­ si ile, bu düşmanlık Türk milleti için çok daha önem­ li bir dava haline gelmiştir. Marksizmi gayet iyi biliyordu; yerli malı sosya­ list bozuntularının pek çoğundan daha iyi. Bir insa­ nın hem komünist, hem de milliyetçi olabileceği gibi safsatalara inanacak kadar saflık gösteren veya öy­ le görünmeyi menfaatine uygun gören kimselere ba­ zı gerçekleri öğretmek istemişse, hata mı etmiştir. Peyami Safa'nın komünistlerle mücadelesinin çe­ şitli safhalarında üzerinde ibretle durulacak birçok noktalar vardır. Bunlardan biri de, bazı kimselere haksız olarak komünistlik isnad ettiği söylentisidir. Bu söylenti, hiç şüphesiz kızıl kaynaklardan ilham al­ mıştır. Fakat, esefle kaydedilecek bir cihet vardır ki, aslında komünist . olmayan bazı çevreler de bu söy­ lentilere inanmışlar veya menfaatları icabı, inanmış görünmeyi tercih etmişlerdir. Hele son yıllarda, si­ . yasi sebeplerin takviye ettiği çok sistemli bir çalışma ve hiç bir ahliık ölçüsü tanımayan iftira zinciri sa48


ycsinde, bu asılsız itham yaygın bir hale getirilmek istenmiş, yarı aydın zümre arasında da hayli muvaf­ fak olunmuştur. Oysa üstad, gayet ölçülü yazardı. Komünistlerle, komünist olmadıkları halde bilgileri­ nin yetersizliği, milli endişelerinin noksanlığı veya gafletleri yüzünden zaman zaman komünist oyunları­ na alet olanları ayırmakta çok ince bir dikkat gös­ termiştir. Peyami Safa'nın «komünisttir» dediği, fa­ kat aslında komünist olmayan kim vardı acaba? Böy­ le birisi yoktu! Rahmetlik üstadın bu davada ne ka­ dar haklı olduğunu daha açık bir şekilde belirtmek için, mücadelesinin bazı safhalarını hatırlatmak iste­ riz: İlk çetin kapışması müseccel vatan haini Naz.ım Hikmet'le oldu. Moskova dönüşü ihtilat türküleri söy­ lemek hevesine kapılan kızıl şair, bir aralık Namık Kemal'e de saldırmağa yeltendi. O zamanın basın alemi, bugünküne benzer bir rehavet içinde idi. İçle­ rinden birçoğu vatan adına, hürriyet adına ne bili­ yorlarsa Namık Kemal'den öğrenmişlerdi ama, alı­ şılmamış sesin sahibinde de bir takım hünerler veh­ metmişler ve susmuşlardı. Bu tecavüze Peyami Safa hemen cevap verdi. Haklılığından emindi. Hadsize haddini bildirecekti, bildirdi. Çok geçmeden meşhur «Donanmayı isyana teşvik» hadisesi oldu. Nazım Hik­ met'in foyası meydana çıktı ve Sinop Hapishanesini boyladı. Peyami Safa, Nazım Hikmet'le mücadelesin­ de haksız mı idi? Ya Serteller'le mücadelesi? Hiç yoktan bir Akif Fikret meselesi icad edilmiş, Akif'e saldırma, Fik­ ret'i savunma bahanesi ile, bir kere daha, Moskova sokaklarında söylenen kızıl türküleri İstanbul sokak­ larında da dinletmek küstahlığında bulunulmuştu. Mil­ li birliğimizin temel direklerinden biri olan dinimize, 49


örf ve adetlerimize, hasılı kültürümüze, bizim olan , bizden olan ne varsa hepsine sövülüyordu. Böyle bir hava içinde Peyami Safa yine öne geçmiş, eşsiz bir mücadele örneği vermiştir. Millet sevgisi ile bilinen kalemi adeta bir kılıç haline gelmiş, Sertel'ler sela­ meti firarda bulmuşlardır. Rahmetlik bu sefer de yaz­ dı. Mücadele arkadaşları da gittikçe çoğalıyordu. Sonra, çok geçmedi, Sertel'ler soluğu İtalya'da aldı­ lar, komünistlikleri de gün ışığına çıktı, ilgilenmeğe ihtiyaç duyan herkes tarafından iyice anlaşıldı. Peya­ mi Safa, Sertel'lerle mücadelesinde haksız mı idi, if­ tira mı etmişti? Yarın, Dil - Tarih'deki öğretim üyeleri, Nazım Hik­ met'in affı konularına dokunacağız. il

DİL - TARİH'deki bazı öğretim üyeleri, Pertev Naili, Niyazi ve Mediha Berkes, Behice Boran, asıl vazifelerini bir kenara bırakmışlar, öğrencileri ara­ sında komünizm propagandası yapmağa koyulmuşlar­ dı. Aleyhlerindeki ilk cereyan Dil - Tarih'te başlamış­ tı. Basma intikal edince, Peyami Safa, bu mücadele­ ye atılmaktan da geri kalmadı. O zaman da günümü­ zün bir takım safdillerine benzeyen gayet büyük ba­ zı mütefekkirler, ilim adamlarına böyle bir ithamda bulunmanın doğru olmadığını, komünizmi içtimai ve iktisadi bir doktrin olarak talebelerine öğrettiklerin­ den dolayı kmanamayacaklarmı ileri sürmüşlerdi. Bu türlü iddialara karşı Peyami Safa, şu unutulamaz ce· vahı vermişti: «Tıp fakültesinde bir profesör, meseıa, tifo mikrobunun hususiyetlerini talebesine anlatır. Bu, hem hakkıdır, hem de vazifesi. Hiç kimse itiraz ede­ mez. Ama, aynı profesör tutar da tifo mikrobunu ta50


le besine aşılamağa kalkarsa, suç işlemiş olur ; ceza­ landırılır. Komünizm de bir içtimai mikroptur. Ve bu efendiler talebelerine mikrobu tanıtmıyor, aşılıyor­ lar .:ı> ·

Nihayet, meseleye yetkili makamlar el koymuş, ihbarların doğruluğuna kanaat getirilmiş ve bahis ko­ nusu öğretim üyeleri, bir daha dönmemek üzere, fa­ külteden uzaklaştırılmışlardır. Peyami Safa, bu mücadeleye katılmasında haksız mı idi? Komünizm tehlikesini zamanında teşhis ede­ biliyorsa, mücadele yollarını iyi biliyorsa, yılanın ze­ hirli olduğunu zehirlenmeden tesbit ediyor ve kafa­ sının vaktinde ezilmesi gerektiğini söylüyorsa, güna­ ha mı giriyordu? Daha yakın zamanlara geliyoruz. 1950 yılı... Va­ tana ihanet suçundan 28 yıla mahkum olan mahut Na­ zım Hikmet'in affı için hummalı bir faaliyete girişil­ miştir. B. M. Meclisi Başkanlığına hitaben bir dilekçe hazırlanmış, aralarında komünistlikle hiç bir ilgisi bu­ lunmayan bir takım muhterem insanların bile yer al­ dığı 167 kişiye imzalattırılmıştı. Rahmetli Peyami Sa­ fa, bu konuda da birçok yazılar yazdı. İyi niyetlerin­ den şüphe etmediğini belirttiği bazı kimselerin kur­ nazca ter�:.ı:;ıenmiş bir oyuna getirilmek istendiğini ifa­ de etti. Bilhassa, hayatı boyunca akıl öğretmeğe i':ıe­ nen ihtiyar bir yazar'ın af kampanyasına önderlik et­ mesini kınadı. Adı geçen yazar, kendine göre yine bir büyük gazetecilik yapmış, Bursa Hapishanesinde ya­ tan Nazım Hikmet'i ziyarete gitmiş ve uzun boylu konuşmuştu. Neler anlatmıyordu ki... Bay Ahmet Emin Yalman'a sorarsanız, Nazım Hikmet ·artık komünist filan değildi. Sadece vatanını düşünüyordu. Hapisha­ neden çıkınca siyasetle asla meşgul olmayacak, ta51


vukçuluk yapacaktı. O'nu kurtarmak Türk milleti için en birinci bir vazife idi. Aksi takdirde, hepimiz sı.:ç­ lu duruma düşecektik. Üstad Peyami Safa, bu saçma safdilliği görün­ ce ihtiyar'ı ikaz etti ; bir defa değil, birkaç defa ikaz etti. «Yanılıyorsunuz beyler,» dedi. «Cehaletiniz yü­ zünden, ileride pişman olacağınız hatalı bir iş yap­ mak üzeresiniz. Aman dikkat edin Marksizmi bilmi­ yorsunuz, bari bilenden öğrenin. Komünist olmanın esası aynı zamanda aktif olmaktır. Hiç bir komünist hapishaneden çıkınca tavukçuluk yapmaz, bu bir ma­ saldır. Sakın ha, inanmayın. Hele bir kurtulsun, göre­ ceksiniz, ne mel'anetler peşinde koşacak. Siz de o vakit utanacaksınız,» dedi, dinletemedi. Sonrası ma­ H'ım. Nazım Hikmet, hapishaneden çıktı, çıkar çık­ maz da Kızıl Cennetine uçtu! Su katılmamış bir va­ tan haini olduğunu hakkı ile isbat etti. Peyami Safa bu konudaki mücadelesinde haksız mı idi? İhtar ve ikaz­ ları dinlense fena mı olurdu. Daima bir gaflet vesi­ kası halinde kalacak olan o mahut af dilekçesine im­ za attıkları için şimdi pişman olanlar, böyle bir ha­ Vıyı hiç işlemeselerdi, kendi hesaplarına da memle­ ket hesabına da daha iyi olmaz mıydı? Ya, Bay Ahmet Emin Yalman! Zamanında yapıl­ mış bir ikaza aldırmadığı için özür dileyeceği yerde, galiba meşrebinin icabı, Peyami Safa merhuma düşman kesildi. Hatta, bu hissini o kadar ileri götür­ dü ki, üstadın vefatından sonra düşüncelerini soran bir gazeteciye «Bana çok fenalık etti. Yazarsam aley­ hinde olun demiştir. Misalleri çoğaltmak mümkündür. Sonuç değişmez. Üstadın komünizme karşı mücadelesi daima ha­ yırla anılacaktır. Kızılların korkulu rüyası idi. Çe52


tindi. Maskeler ne kadar maharetle kullanılırsa kul­ lanılsın, dikkatinden kaçmıyordu. Sahte savunma yol­ larını derhal kapatmayı biliyordu. Komünizme, sosya­ lizme, ayrıldıkları ve birleştikleri noktalara, sadece bir doktrin olarak değil Sovyet sömürgeciliğinin ma­ şası olarak dünyaya hükmetmeğe çalışan kızıl reji­ min taktiklerine vakıftı, aldatmak çok zordu. Umumi­ yetle keskin olan dikkati bu konuda daha da keskin­ leşir, en ince teferruatı bile ihmal etmezdi. Kızıl ajanların dünyanın her tarafındaki faaliyetleri ile ya­ kından ilgilenir, bilhassa basın vasıtası ile yaptıkları tahribatı, bütün sanatlar ve edebiyat sahasındaki yı­ kıcılıklarını göstermenin faydasına inanırdı. Gençli­ ğin ve aydınların daima uyanık olmalarını istemiştir. Mekanı Cennet olsun...


HÜRRİYETÇİ SOSYALİSTLERE GÖRE KOMÜNİZM VE BİZİMKİLER VİLLİAM Pickles, ünlü bir İngiliz sosyalistidir. İş­ çi Partisiain tanınmış üyelerindendir. Londra Üniver­ sitesi Siyasi İlimler Fakültesinde öğretim görevlisi­ dir. «Komünizmin Anatomisi» adı ile yayınlanan ki­ taptaki bir yazısında aynen şöyle diyor : «Ben bir sos­ yalistim ve komünizme, faşizmle birlikte, bütün si­ yasi nazariyelerin en kötüsü olarak bakarım.» Yerli sosyalistlerimizin hürriyetçi değil, ihtilalci­ Marksçı olduklarının söylenmesini haksız bir suçlama sayanlar şu soruya insafla cevap vermek zorunda­ dırlar : Memleketimizde kendilerine sosyalist diyenle­ rin hangisi, ne zaman, hangi yazısı veya konuşmasın­ da komünizmle Faşizmi eşit bir tehlike olarak gös­ termiştir? Bu soruya hiç kimse olumlu bir cevap VE'­ remez. Çünkü, böyle bir şey yoktur. Ünlüsünden ün­ süzüne, yazarından siyasetçisine değin bütün yerli sosyalistlere göre tek bir tehlike vardır. Faşizm! Fa­ şizme karşı savaşılması istenir, birleşik cepheler ku­ rulmasına çalışılır. Fakat, komünizmden hiç söz edil­ mez. Bu davranışın manası ayrı bir izaha ihtiyaç du­ yurmayacak kadar açıktır. Bugün, bazı sebepler yü54


zünden anlamayanlar bulunabilir. Ama, yarın mutlaka anlaşılacaktır. Yerli sosyalistlerimiz komünizmi bir tehlike saymamaktadırlar. Oysa, komünizmin insan !ık için tehlike olduğunu kabul etmeyen bir tek sos­ yalizm çeşidi vardır ; o da Marksçı - ihtilalci sosya­ l izmdir. Sayın sosyalistlerimizin yanlış bir hükme var­ dığımızı ortaya koyabilmelerini gerçekten isteriz. El­ lerinde imkan var, fırsat var. Buyursunlar, komüniz­ me karşı tavırlarını kesin bir şekilde belli etsinler. Hürriyetçi sosyalistler gibi komünizmin köt�lüklerini, insanlığa neler kaybettirdiğini yazsınlar, anlatsınlar. Ondan sonra da çıksınlar, göğüslerini gere gere «Bi­ ze iftira ediliyor, komünist değiliz» desinler. Haklı şüphelerden kurtulabilmelerinin biricik yolu budur. Bunun dışında yapacakları her savunma, bir safsata­ dan öteye geçemeyecektir. Fransız Andre Malraux, V. Pickles'in ifadesi ile ye­ tinmiyor, daha ileri gidiyor: «Faşizm dünyamız için uzak bir tehlikedir. Asıl tehlike Sovyet emperyaliz­ mi ve onun yayılma aracı komünizmdir. Birleşmek, komünizme karşı tek cephe kurmak insanlık borcu­ dur.» Türkiye'de böyle düşünen bir sosyalistin varlığı hayal bile edilemez. Oysa, Malraux hayaller üstüne söz etmemiş, gerçekleri dile getirmiştir. Yaşadığımız çağın şartlarını iyice bildikten · sonra, komünizmle fa­ şizmi eşit tehlike saymanın imkanı yoktur. Almanya ve İtalya İkinci Dünya Savaşından önceki sistemle­ rini devam ettirseler, Faşizmin büyük bir tehlike sa­ yılması mümkün olabilirdi. Bugünün Faşizmi hangi kaynaktan beslenecek, kimden kuvvet alacaktır? İs­ panya'dan mı? Hürriyetçi sosyalizme taraftan olan bir insanın, azıcık aklı varsa, zamanımızın davaları55


nı bilmemesi, milletleri tehdit eden en yakın tehli­ keden habersiz görünmesi imkansızdır. Biz, sayın sosyalistlerimizin komünizme Malraux'nun baktığı gibi bakmalarını istemekten vazgeçtik. Ama, Pickles kadar uyanık olmalarını istemek her halde hakkımızdır. Yerli sosyalistlerle hürriyetçi sosyalistlerin farkı­ nı belirten başka bir örnek: Pierre Commın bir Fran­ sız sosyalistidir. Sosyalist partide genel sekreterlik yapmıştır. Sovyet Rusya'dan dönüşte: «İhtilalin, in­ sanlara faydalı olmak ve onların değerini yükseltmek gibi sebepler uğruna yapılmadığını, fakat insanları alet seviyesine indirmekte başarıya ulaştığını anladık» demişti. Sovyet Rusya'ya giden sosyalistlerimiz ol­ muştur. Ama, hiç birisinin P. Commın'ınkine benzer bir sözünü hatırlamıyoruz. Yerli sosyalistlerimizin gerçek hüviyetini hürri­ yetçi sosyalizmle ilgilerihin bulunmadığını, asıl gaye­ lerinin ihtilalci sosyalizm olduğunu iyi niyetli aydın­ lara kabul ettirinceye değin sık sık bu konu üzerinde duracağız.

56


GERÇEKÇİLİK BU MUDUR? KENDİLERİNİ «emekten yana ilerici aydın» ola­ rak tanıtan acaip yaratıklar türedi. Dünyayı ters yüz etmek, insanları değiştirmek, değer ölçülerinin her türlüsünü yıkmak istiyorlar. Hemen her sahadaki ay­ kırı gayretlerinin sonuçlarını görüyor, üzülüyoruz. Yalancılığın adı siyaset, riyakarlığın adı nezaket, edepsizliğin adı da gerçekçilik oldu. Bugün, gerçek­ çilik adına yapılan edepsizliğin çirkin bir örneğini vereceğim. Bunu yapmak zorunda kaldığım için uta­ nıyorum. Ne kadar güç şartlar altında mücadele etti­ ğimizi göstermesi bakımından beni affedeceğinizi uma­ rım. Bilirsiniz Cumhuriyet adında bir gazete vardır. İlericidir, emekten yanadır. Sahiplerine bakarsanız kapitalist, tutumuna bakarsanız sosyalisttir. Aşırı sol­ cu yazarların sığınağıdır. Nerden çıktığı bilinmeyen bir rivayete göre, bazı çevrelerce «ciddi gazete» ola­ rak tanınır. İşte bu gazetenin 22 Nisan 1964 günkü sayısında, Melih Cevdet isimli malum birinin roma­ nında şu satırları okuduk: «Bir kız diyordu ki: - Annem sağ olsaydı, (Bı­ rak da babamla biraz da ben yatayım) derdim. Ana 57


babalarla çocuklar, kız - erkek kardeşler arasındaki cinsel ilişki yasağı tüm anlamsızdır . .. Konuşan kızın karşısında oturan atlet fanilalı bir delikanlı gülerek : - Seni ben alacağım, alıp eve ka­ patacağım, dedi . Kız : - Ben s�ni alırım, ilk gece de başkasıyla yatarım, diye cevap verdi. - Kiminle yatarsın ilk gece, diye sordular. Onsekiz yaşlarında görünen kız: - Bir zenci bulurum, dedi. Zenci ile yatmamış bir kadın eksik bir kadındır.» İffet duygusunu yitirmemış her insan haklı ola­ rak soracaktır: Bu ne biçim gerçekçilik ? Cemiyetle­ rin, insanların çeşit çeşit sapıklıkları olabilir. Bir ro­ mancı yalnız dürüstlükleri değil, sapıklıkları da an­ latabilir. Ancak, sapıklıkları yazmanın bir edebi ol­ mak gerekir. Romancı, cemiyetin ahlak endişesini he­ saba katmak zorundadır. Sapıklıkları ifade ederken çıplaklığı örter gerçeği değiştirmiş olmaz ; sadece ra­ ' hatsız edici sivrilikleri törpüler. Dünya edebiyatına de­ ğer katmış ünlü romancıların hep böyle yaptıklarını· görmekteyiz. Sapıklıklar, sapıkların kelimeleri ile an­ latılmaz. Başka türlü düşünülseydi romancının aracılı­ ğına ihtiyaç kalmazdı. Tımarhanelere, yatak odaları­ na, her türlü sapıklığın barınabildiği yerlere bireı:­ teyp konur gerçeğin en alası meydana çıkardı. Bir ' takım insanların sanat sancısı çekmelerine, zahmete girmelerine değmezdi. Çirkinliğin böylesi üzerinde fazla durmayı bile ayıp sayıyorum. Emekten yana ilerici gazetenin marifetle­ rinden birini halk vicdanına ulaştırmakla yetinirim. Allah, gerçekçiliğin böylesinden bizleri korusun. Aile arasındaki cinsel ilişki yasağının anlamsızlığına uy­ mayı ilericilere bağışlasın ! 58


İ HTİLALCİ SOSYALİZMİN MİLLİYET D ÜŞMANLIGI ZAMANIMIZIN şartlarına ve aykırı fikirlerin kuv­ vet ölçülerine bakarak hüküm vermek gerekeceğin� göre, millet gerçeği ve milliyet duygusunun en azılı düşmanı ihtilalci sosyalizmdir. Bu yüzden, içtimai ça­ lışmaların en süreklisi ve uzlaşmazına milliyetçilerle komünistler arasında rastlıyoruz. Gerçeğin böyle ol­ ması, diğer sonuçlardan daha önce, Marksist dünya görüşünün sağlam bir esasa dayanmadığını gösterir. Çünkü, işçi ihtilalinin kaçınılmazlığını ileri sürenler, asıl kavganın mülk sahipleri ile mülksüzler arasında kopacağını hesaplamışlardı. Oysa, bilhassa memleke­ timizde hep komünizmin yayılma gayretlerine karşı mücadele edenler, çoğunlukla, milliyetçilik ülküsüne gönül verenler olmuştur. Büyük servet sahipleri, kav­ gayı uzaktan seyretmekle yetinmişlerdir. Gerçi, pek ender olarak, komünistlerle milliyetçiler arasındaki mücadeleye bazı zengin vatandaşların da katıldığı gö­ rülmüştür. Fakat bu sonuncuları harekete getiren ser­ vetlerini kurtarmak endişesinden ziyade, milliyet sev­ gisi ve din duygusudur. Böylece maddi menfaatlerin insanlara tehlikeyi göze alacak bir cesaret vereme­ diği, buna karşılık, mefkureciliğin sonsuz bir kuvvet 59


kaynağı olduğu meydana çıkmıştır. Hemen ilave ede­ lim ki, çok sosyalist ilericilerimizin sık sık yaptıkları gibi, isim değişikliğinin hiç bir değer taşımadığını, as­ lında milliyetçilerin mülk sahiplerini, sosyalistlerin de mülksüzleri temsil ettiklerini ileri sürmek, gerçeği bile bile yalan söylemektir. Türkiye'de, söz, yazı ve davranış olarak komünizme karşı çıkanların çoğun­ luğu dar gelirli memurlar, öğretmenler, öğrenciler ve işçilerdir. 18 yıldır bu davanın içindeyim, dostlarını da düşmanlarını da tanırım. Çevremde, kapitalist de­ nebilecek bir ailenin çocuğunu henüz göremedim . İhtilalci sosyalizmin milliyet düşmanlığı bir ya­ kıştırma değildir. Milleti tahrik etmek için uydurul­ muş bir yalan değildir. Bu düşmanlık, hiç bir izaha ihtiyaç duyurmayacak kadar açık bir şekilde, Mark­ sizmin temelinde vardır; Marksistlerin ifadeleri ile ortadadır. Bu görüşümüzün belgesi olarak 3 misal ve­ receğim. 3 ünü de ihtilalci sosyalizmin tanınmış isim­ lerinden seçtim : Tkaçef, 1873 yılında, «Nabat» dergisinde şunları yazdı: Sosyalistlerin kanaati şudur : Her memleket­ te sosyalist prensiplerin zaferi neticesinde bütün et­ nik, milli hususiyetler zail olmağa mahkumdur. Milli­ yet esası sosyal inkılapla kabili telif değildir. Milli­ yet esası sosyalist inkılap namına feda edilmelidir. Bu esas sosyalist programın en mühim prensiplerin­ den biridir. Tavroff : «Sosyal mesele bizim nazarımızda birin­ ci derecede mühim meseledir. Sosyal mücadele me­ seleleri yanında ve karşısında, milliyet meselesi yok olmalıdır. Sosyal problem için dil farkları, milli ge­ lenek farkları yoktur; ancak insanlar vardır, bütün insanlara şamil sosyal gayeler vardır. Bu prensipler milliyet farkları ile kat'i bir surette mücadele etmeli­ dir.� 60


Nihayet, Marks'la Engels'in müşterek hazırladığı ihtilal beyannamesi «Manifeste»den birkaç cümle: «Komünistleri vatan ve milleti yok etmeye çalışmakla itham ediyorlar. İşçilerin vatanı yoktur ki, onlar ma­ lik olmadıkları bir şeyden mahrum edilsinler. Millet­ ler arasındaki farklar, milli hususiyetler, milletler ara­ sındaki düşmanlıklar; burjuvazinin inkişafı, istihsal usullerinin her memlekette yeknesak bir şekil alma­ sı, ticaret hürriyeti ve bundan doğan hayati münase­ betler neticesinde zeval yoluna girmişlerdir. Proletar­ yanın hakim olması, iktidarın proletaryanın eline geç­ mesi milletlerin ortadan kalkmasını daha da çabuk­ laştıracaktır.» Her üç misaldeki müşterek gaye meydanda: Mil­ letlerin ortadan kaldırılması, milliyet duygusunun ezil­ mesi... Buna rağmen bilhassa son yıllarda, hem Mark­ sist hem de milliyetçi - kendi deyimleri ile ulusçu olduklarını söyleyen sosy�.Jistlere rastlıyoruz. Benzet­ memi bağışlayın : Bir insanın «Müslümanım, ama Al­ lah'a inanmıyor, Peygamberi de tanımıyorum» deme­ si ne kadar garipse, «Marksist'im ama, aynı zaman­ da milliyetçiyim! » demesi de o kadar gariptir. Gö­ rünüşü kurtarmak için yapılan bu türlü sahtekar­ lıklara · kimse inanmaz. Sayın sosyalistlerimiz, millet ve milliyetçilik keli­ melerini umacı haline getirmek için sarfettikleri üs­ tün gayretle, ne biçim sosyalist olduklarını çoooktan belli etmişlerdir.

81


GERİLİK VE GERİCİLİK ÜZERİNE ÇOK partili demokratik sistemin memleketimizde de uygulanrnağa başladığı gündenberi, bilhassa 1950 yılından itibaren, bazı belli şahıslar ve teşekküller muntazam aralıklarla - adeta devri bir şekilde - or­ taya atılan «gericilik» iddiaları bir kere daha günün konusu haline getirilmek isteniyor. Bu hususta söyle­ nen ve yazılanları dikkatle takip edenler ana hatları ile hiç değişmeyen bir oyunun bilmem kaçıncı defa sahneye konuşunu seyretmiş gibi oluyorlar. Oyunu tanzim edenler, oynatan ve oynayanlar - pek ehemmi­ yetsiz bazı değişiklikler bir yana bırakılırsa - hep aynı kimseler. Perde, c:ı-r_!:ık herkesin tanıdığı «ilerici» gazetelerin en iri puntolarla verdiği, hep birbirine benzeyen başlıklarla açılır: «İrtica hortluyor. Filan şehirde, yahut falan kasabada gericilik cereyanları başladı.» Hemen arkasından, yine artık herkesin ta­ nıdığı gayet ünlü <<Uyarıcı ! » başyazarlarla fıkra kür­ süsü ordinaryüslerinin yürekleri sızlatan pek acıklı feryatları başlar: «Nereye gidiyoruz? Sonumuz ne olacak? Tehlike büyüktür ! Vakit geçirmeden bu adam­ ların başını ezmeliyiz..» Bunları, yine muayyen siya­ setçilerin şatafatlı nutukları takip eder: «Gericiliğe 62


taviz veriliyor. Devrimler tehlikede.» Nihayet bazı ta­ lebe dernekleri temsilcilerinin, çok defa kaçınılmaz bir zarCıret duygusuna kapılarak söylediği : «Gericiliği ezeceğiz. Devrimlerin bekçisiyiz» gibi sözler, umumi­ yetle, oyunun bittiğini ilan eder. 15 yıldır, yılan hi­ kayesine rahmet okutan bu konuda çok şeyler söy­ lendi, çok şeyler yazıldı. Buna rağmen, «gericilik» sözü ile nasıl bir zihniyetin kastedildiği, açık olarak hala bir türlü anlaşılamadı. Bazı şahısları, teşekkül­ leri ve davranışları gericilikle itham eden siyasetçi ve gazeteciler, gericilikten ne anladıklarını akla ya­ kın bir izah içinde ifade edemedikleri gibi, itham et­ tiklerinin hangi sebeplerle gerici olduklarını da orta­ ya koyamadılar. Oysa, zaman zaman memleket ça­ pında bir hadise haline getirilmek istenilen böylesine hassas bir konuda, «gericilik» iddiasını ileri sürenle­ rin «gericilik» anlayışlarını bilmekte mutlak zaruret vardır. Çünkü, «gericilik» sözü matematik mefhum­ larının kesinliğine ve herkes için müşterek bir ma­ naya sahip değildir. Aynı dünya görüşüne mensup bulunanların gericilik anlayışları arasındaki farkı ih­ mal etmemiz mümkün olsa bile, birbirine zıt dünya görüşlerinin bu mefhuma verdikleri manalar arasın­ daki farkı daima gözönünde bulundurmak mecburiye­ tindeyiz. Aksi halde, samimiyetlerinden ve vatanse­ verliklerinden şüphe etmek istemediğimiz bazı kim­ selerin çok defa yaptığı gibi «irtica ile mücadele edi­ yoruz» diyerek, mensubu olduğumuz ve benimsedi­ ğimiz bir nizamın temel değerlerini yı.kmağa çalışmak gibi kötü bir maceraya sürüklenebiliriz. Bazı siyaset­ çiler ve gazetecilerle bir kısmı ilim alemine mensup münevverlerin bu noktaya dikkat etmemeleri, söyle­ diklerine inandırmağa, hatta bu kadarı ile yetinme­ yip zaman zaman tahrik etmeye çalıştıkları kimsele63


re, bilhassa gençliğe karşı sorumluluklarını müdrik olmamaları hazin bir keyfiyettır. Bu sebeple, . daha zi­ yade, inkılapların korunması konusunda büyük bir hassasiyet gösteren yüksek tahsil gençliğinin tel'in ve takdirlerine esas olması gereken .ölçüleri belirte­ bilmek ümidi ile faydalı olacağını sandığımız bazı hu­ susların kısaca izahına çalışacağız. Önce, Batı medeniyetine, hür dünya dediğimiz ve bizim de dahil olduğumuz aleme hakim olan görüşün «gericilik»e verdiği mana ile, Atatürk'ün «Türk ale­ minin en büyük düşmanı» olarak tavsif ettiği komü­ nizmin, gericilik anlayışını ve aralarındaki farkı ta­ yin etmek lazımdır. Çeşitli tariflerin · yapılması mümkün olmamakla beraber, esas olarak, anti - komünist - umumiyetle milliyetçi - görüş muvacehesinde gericilik : «Zamanın şartları ve cemiyetlerin yapısına göre değişen, bir öl­ çü içinde, insanlığın gelişmesine; daha iyiyi, güzeli ve doğruyu arayıp bulmasına mani olmaya çalışan ve zararı, yahut hiç değilse faydasızlığı, tecrübe ile sa­ bit olmuş eski bir nizama dönme gayretlerinin ifade­ sidir.» il

MAZİ ile ilgilenmek, geçmışın tecrübelerinden is­ tifade etmek, hatta gerekirse daha eski bir sisteme dönmek mutlaka bir gericilik işareti değildir. Aksi id­ dia edildiği takdirde, tarihin kaydettiği en büyük in­ kılap hareketlerinden biri olan rönesans'a, zamanın­ dan iki bin yıl öncesinin düşünce tarzını ve ilim an­ layışını diriltmek noktasından ilham aldığı için kor­ kunç bir gericilik hareketi gözü ile bakmak icabeder­ di. 64


Ayrıca herhangi bir memlekette gericilik tehlike sinden bahsedilebilmesi için, bu istikametteki zihni�P­ tin ferdi şuurun malı olmaktan çıkıp, teşkilatlanmış bir topluluğun malı haline gelmesi iktiza eder. Asgari şart olarak, gericilik isnadında bulunabilmeğe hak ka­ zanmak için, böyle bir zihniyetin belli bir kitlede yay­ gın bir hale gelmiş bulunması lazımdır. Bu görüşün kabul edebileceği gericilik anlayışının birçok misal­ lerini göstermek mümkündür. Biz burada, inkılapçı­ lık gibi gösterilmek istenmesine rağmen, hakikatte ti­ pik bir gericilik örneği olan iki misal vermekle yeti­ neceğiz: Dilde tasfiyecilik zihniyetine sahip olmak gericiliktir. Çünkü, tasfiyecilik daha önce tecrübe edil­ miş, hiç bir faydası olmadığı, üstelik kültür anarşisi­ ne sebebiyet verdiği için vazgeçilmiştir. Bugün, aynı tecrübeyi tekrarlamağa çalışmak, gericiliğin ta ken­ disidir. Muhterem Prof. Mehmet Kaplan'ın bir yazısında bir felsefe doçentine ait olduğu tasrih edilen şöyle bir bölüm okumuştum: «Bizim, yani genç neslin mazi ile hiç bir alakası yoktur. Bizi yalnız ve yalnız batı me­ deniyeti ilgilendirir. Halka en ilmi şekilde de olsa, dinden ve tarihten bahsetmek tehlikelidir ve devrim­ lere aykırıdır.» İşte bu zihniyet de mutlaka mücadele edilmesi ge­ reken bir gericilik örneğidir. Çünkü mazi ile, maziden hale intikal eden milli kıymetlerle, dinle her türlü alakayı kesmek şıkkı zaman zaman tecrübe edilmiş, çok kötü sonuçlar verdiği görülmüş ve vazgeçilmiştir. Bu konu, pek tabii çok daha geniş izah ve tahlil­ lere müsaittir. Ancak, demirperde dışındaki dünyaya ve dolayısiyle memleketimize hakim olan ve insanlı­ ğa <<istihsal unsuru» olmanın çok üstünde haysiyet ta­ nıyan telakki karşısında gericiliğin manası, kısaca, bundan ibarettir. 65


Buna

karşılık,

komünizme göre

daki tarifin tamamen dışında

kalan

gericilik yukarı­ apayrı bir mef­

humdur. Marksizmin ğünün

hedefi, bilindiği

kurulmasıdır - Tabii,

gibi işçi

nazariyedeki

diktatörlü­ hedefinden

bahsediyorum - ve Marksizme göre ; işçi diktatörlüğü­ nün

gerçekleşmesine

ifade ile,

engel

olan

veya daha açık bir

işçi diktatörlüğünün kurulması için sarfedi ·

len gayretlere gericiliktir.

katılmayan

her hareket,

her düşünce

Kapitalist nizama ait müesseseleri

koru­

mağa çalışmak, bu nizamı yıkmak için yapılan faali­ yetlere mani olmak gericiliktir. Yine komünistlere gö­ re, kapitalist burjuva nizamının yıkılması için bu ni­ zamın en kuvvetli müessesesi olan milletin yıkılması şarttır. Bu sebeple, milli şahsiyeti muhafazaya yönel­ miş

çalışmalar

gericiliktir.

Milleti yıkmak,

milleti

meydana getiren müesse­

seleri yıkmakla mümkündür. Ve yine aynı sebeple ko­ münistlerin

nazarında :

Allah'a

inanmak,

dindar ol­

mak, cemiyette dini hayatın hürriyet içinde yaşanma­ sını müdafaa etmek gericiliktir. Tarihi

sevmek,

tarih

şuuruna sahip bulunmak, ataların hatırasına bağlı kal­ mak gericiliktir. Aile müessesesine değer vermek, ah­ laki endişelere sahip olmak gericiliktir. Hülasa, milli­ yetçi olmak ve milli şahsiyetin muhafazasını arzu et­ mek, bu uğurda çalışmak komünizmin anlayışına gö­ re gericiliktir. Çünkü, biraz önce de belirttiğimiz gibi komünizmin

hakiki

hasmı millettir.

Ve

yine

onlara

göre, millet sevgisi dünya işçilerinin birleşmesine ma­ ni olan menfur bir duygudur. Biri hür dünyaya, diğeri komünizme ait olan ve birbirleri

ile

hiç

bir

yakınlığı

bulunmayan bu geri­

cilik anlayışları dışında üçüncü bir anlayış daha var­ dır ki, sadece memleketimize mahsustur. Hiç bir ki66


lapta yeri olmayan, makul bir tarzda izahı için har­ canan gayretleri daima semeresiz bırakan bu üçüncü anlayışa göre :

<<Batı medeniyetini yalnız ilmi ve tek­

niği ile

kül halinde kültürü

değil,

ile, yaşama tarzı

ile,

adetleri ile, ahlak anlayışı ile benimsemeyen ; Şark'a, hele İ slam dünyasına ait bazı kıymetlerin mu­ hafazas i gerektiğini söylemek cür'etini gösteren her zihniyet gericiliktir. Yukarıda özetlenen görüşün temsilcilerine, çok de­ ğerli fikir adamımız rahmetlik Peyami Safa'nın ifadesi ile «Devrimbaz» diyoruz.

111 ŞİMDİ, onbeş yıldanberi sık sık ortaya atılan ge­ ricilik

iddialarına birbirine

benzemeyen bu görüşler­

den hangilerinin ve ne ölçüde amil oldukları hususu­ na geçebiliriz. Nutuklara, mitinglere, başyazı ve fıkralara sebep olan gericilik

gürültüleri

arasında öyle görülüyor ki,

şimdilik, en büyük pay Batı medeniyeti ve kültürünü topyekun

ithal

kovmamıza aittir.

etmemize,

taraftar

Devrimbazlar ,

bize ait

olanlara, sözleri

ne

yani

varsa hepsini

«devrimbazlara»

ve davranışlarına

göre

hüküm vermek icap ederse Batı medeniyetinin ilmi ve tekniğinden çok şekli ile İsiamiyetten,

gerekse

ilgilidirler.

daha

Gayeleri, gerek

önceki tarihimizden

za­

manımıza intikal eden bütün milli kıymetleri yıkmak­ tır.

Meselelerin

ilmi

ölçüler dahilinde

münakaşa

ve

tahliline asla tahammül edemezler. Kendileri gibi dü­ şünmeyenleri, ilmi deliller öne sürerek cevaplandırmak yerine, klişe

«Bunlar

sözlerle

devrim

itham

düşmanıdır,

etmek

bazlar öyle tiplerdir ki,

gericidir»

gibi

itiyadındadırlar. Devrim­

sosyologlar kadar psikologla87


rı da ilgilendirecek şekilde hareket ederler. Ö yle ga­ rip iddiaları vardır, öyle bir tezatlar alemi içindedir­ ler ki, normal bir zihniyetin samimi temsilcileri ola­ edilebilmeleri mümkün değildir. İnkılapçı­

rak kabul

lık ve laikliğin Anayasamıza

girmiş ilkeler olduğunu

daima hatırlatmak isterler ama, milliyetçiliğin de bir Anayasa

ilkesi olduğunu

akıllarına bile

getirmezler.

Çok defa inkılap aleyhtarlığı ile hiç bir münasebeti bulunmayan,

fakat bu

şekilde istismara müsait

olan

en küçük hadiseleri memleketin en mühim meseleleri haline

getirmek

gayesindedirler.

rarsanız, memleketimizin en duklarını

iddia ederler.

lapçılık gibi,

Devrimbazlara

samimi

Ama milliyetçiliğin

bazı icapları

so­

milliyetçileri

olduğunu

de,

daima

ol­

inkı­

unutur,

milletin tarihi değerlerine, örf ve adetine, dinine mü­ temadiyen tecavüz ederler. cerret inkılap fikri bir

Devrimbazlara göre,

yana,

mü­

sadece tatbikatla ilgili

bazı noktaları tenkid etmek bile gericiliktir. İnkılap adı altında yapılan işlerin şu veya bu ta­ rafını beğenmemekle, inkılap aleyhtarlığının ayrı ay­ rı meseleler olduğunu anlamak istemedikleri gibi, in­ kılaba muarız fikirlerin yalnız gericilikten ibaret madığını da

idrak edememiş gibidirler. Mesela :

ol­ Her

türlü nizama düşmanlığı sebebi ile anarşizmin, cemi­ yetin menfaati adına ferdi hürriyetin sınırlandırılma­ sını

kabul etmediği için

olarak

ve

liberalizmin

kanunlara dayanarak

gördüğü için tekamülcülüğün, esas fikrine aykırı

görüşler

olduğunu,

cemiyeti cebri

değiştirmeyi

zararlı

itibariyle, inkılap fakat hiç birisinin

gericilikle ilgisi bulunmadığını devrimbazlara izah et­ mek

imkansızdır. Aslında,

lendiği

tarafsız bir görüşle

ince­

zaman, «Gericilik» yaygaralarının inkılapçılık

endişesinden ziyade, bir takım belli maksatlara ulaşa­ bilmek için çıkarıldığı da 68

kolaylıkla

tesbit edilebilir.


Öyle

ki, bir siyasetçi:

«Gericilik var.

Gericilere ta­

viz veriliyor. Biz asla taviz vermeyeceğiz,» diyorsa, bunun gerçek manası,

«Oylarınızı

bana veriniz» de­

mektir. Gericilik

düşmanlığı

ve

onunla

ilgili

olarak

in­

kılap dostluğuna o kadar sihirli bir kuvvet nazarıyla bakılır ki, bütün ömrü başarısızlıkla dolu bir siyaset­ çi bile «gericiliğin başını ezeceğiz ! » demekle, bir an­ da büyük

adam

haline geldiğini sanır !

Gazetelerin gericilik belirtmeye çalışacağımız

yaygaralarında, biraz sebeple beraber,

sonra

satış

en­

dişesi de rol oynar. Acı da olsa kabul etmek mecbu­ riyetindeyiz

ki, büyük

şehirlerimizde

yayınlanan

ga­

zetelerimizin ekserisinde milli endişelerin yeri çok az­ dır.

Satışı azalan, okuyucularının

rağbetini kaybeden

bir gazetenin başvurduğu başlıca çarelerden biri, bol sayıda,

«Gericilik ve

devrim» başlıkları

atmaktır.

İlim ve fikir alemine mensup bazı şahısların ge­ ricilik

hikayelerine

iştirak

etmelerinde,

kendi

çalış­

ma sahalarındaki kifayetsizliklerinin büyük payı var­ dır.

Bekleneni veremeyen,

«otoritesi»

tabiri caizse

seviyesine gelemeyen

sahalarının

kimseler,

kurtuluşu

inkılap ve gericilik «otoritesi» olmakta alıyorlar. Okut­ tukları derslerin

kitaplarını hala

yazamamış

bulunan

bazı öğretim üyelerinin gazete ve dergilerde yayınlan­ mış yazılarını toplayıp «gericilik ve gericileri» araştı­ ran kitaplar bastırmaları Türkiye'nin acı gerçeklerin­ den biridir.

iV ŞIMDlYE değin

belirttiklerimizin

yanı

sıra hat­

ta daha geniş ölçüde gericilik gürültülerinin asıl tah­ rikçileri komünistlerdir.

Gericiliğe

verdikleri

manayı 69


yazımızın

başında

anlatmaya çalıştığımız

komünist­

ler, kanunların müsait olmayışı yüzünden, anlayışları­ nı açıkça ortaya koymak ve gericilik devrim mücade­ lesini

Marksist

esaslara

göre yürütmek

imkanından

hiç değilse şeklen, yoksundurlar. Bu sebeple, şimdilik devrimbazların bulmuşlardır.

safında olmayı Hakikatte

maksatlarına

komünistlere

uygun

göre Avrupai

şekli ile olsa bile milli nizama ait bazı müesseselerin yaşamasını kabul

ettikleri için, devrimbazlar da

ge­

rici sayılır. Nitekim, son aylarda, aralarının açılmağa başladığı, bazı hızlı devrimcilerin uyanış yolun;ı gir­ diği

görülmektedir.

Her şeye rağmen, komünistlerin

devrimbazlarla işbirliğine devam etmek istemelerinde gayet

ince

hesapların payı

vardır. Zira komünistler

çok iyi bilir ki, milli hüviyetini kaybetmiş bir cemi­ yet

kapitalist

nizamın

vasıflarını taşısa

bile. komü­

nizmin yayılabilmesi bakımından, milli hüviyetini kay­ betmemiş bir cemiyetten daha çok müsait bir içindedir.

Dikkat

edilirse komünistlerin

ilim zihniyeti ve tekniğinden önce

zemin

Avrupa'nın

insanlarının yaşa­

yış tarzına, kılık kıyafetine, örf ve adetine ahlak öl­ çülerine,

bilhassa

cinsi

alakalar konusundaki

hürri­

yete iltifat ettikleri görülür. İnkılabı medeniyetten zi­ yade

harsa

bağlamak istemeleri,

kıymetlerini bancı

harsın

Avrupa'nın

beğendikleri için değil, çatışmasından

milli

kültür

harsla ya­

faydalanmayı

düşündük­

leri içindir. Devrimbazların himayesi ve inkılapların

dokunul­

mazlığına sığınan komünistlerin asıl gayesi kendi ge­ ricilik

ve

kadar,

devrimbazların anlayışı

ve

devrimcilik anlayışlarını,

mümkün

kılığına

sokup

olduğu meşru

muteber bir hale getirmektir. Gayelerine,

mutlak manada olmasa bile, büyük ölçüde ulaşmışlardır. Öy­

le ki, şimdi artık sadece gericilik değil, «Tutuculuk»

70


adı verilen muhafazakarlık da büyük bir tehlike gibi gösterilmektedir. Devrim adına inançlara ve dine sal­ dırılmasının, dinin işaret

ve

milliyet

fikrinin

ehemmiyetini

edenlere sırf bu yüzden gerici denebilmesinin,

tarihe, örf ve adetlere, milli ahlaka değer verenlerin gericilikle itham olunmasının - Memleketimize ait özel ve geçici şartların da payı bulunmakla beraber - ko­ münistlerin

başarısından

başka bir amille

izah

edil·

mesi güçtür. Siyasetçi ve gazetecilerle ilgili değiliz ; kime bir

hizmet ettiklerini,

dünya nimetlerinin ötesinde

değer tanımadıklarını iyi

yetlerinden şüphe

biliriz.

etmediğimiz

Fakat samimi­

temiz

duygulu

genç­

lerin, gericiliği tel'in eder ve devrimlere bağhlıklan­ nı belirtirken, çok hassas davranmalarını, gericilik ve inkılapçılığın muhtelif ve birbirine zıt manalarını da­ ima

hatırlarından uzat tutmamalarını

temenni

edi­

yoruz. Gericiliği

ilim ve mantık açısından değerlendirip

milliyetçi görüşe linc e :

bir

Devrimbazların ve

lakkileri son

uygun

20

karşısında

şekilde anhyanlara ge­

komünistlerin gericilik

milliyetçilerin

kaderi,

te­

bilhassa

yıld ir , hayli üzücü bir seyir takip etmiştir. As­

lında, milli bir nizamda yaşadığımız ve bu husus ana­ yasamızla da tevsik edildiği için, memleketimizde ha­ kim olması

gereken gericilik anlayışının

milliyetçile­

rin anlayışından ibaret bulunması ve. diğer görüşlere asla

itibar edilmemesi

gerekirdi. Hakikatte, milliyet­

çi fikir adamları ve teşekküller herhangi bir gericilik tehlikesi

ile karşılaşıldığı zaman

gerekli hassasiyeti

daima göstermişlerdir. Fakat, bilhassa on beş yıldan­ beri, devrimbazlar ve komünistlerle bazı siyasetçiler, kendi görüşlerinin sakatlığının anlaşılması ve kayna­ ğının

farkına varılması tehlikesini

önlemek

için, ge­

riciliğe anti-komünist ve milliyetçi görüş içindeki ma71


nasını veren . kimseleri «gerici» olmakla suçlandırmış­ lar,

ellerindeki

vasıtaları

daima

kötüye

kullanmak

suretiyle aralıksız bir iftira kampanyası açmışlardır. Ama

biz,

milletin sağduyusuna inanan

rak iftiraların

geri

tepeceğine,

bazı

insanlar ola­

gafil yarı

mü­

nevverler · ve iyi yetiştirilmemiş bir takım gençler dı­ şında halka

asla intikal edemediğine ve

edemeyece­

ğine inanıyoruz. Yeter ki, komünist ve devrimbaz ol­ mayan gerçek

milliyetçi

ve

inkılapçılar,

fikir!erini

daima açıkça ifade etsinler. Bu aziz milleti, şahsiye­ tini muhafaza suretiyle yükseltecek fikirler ve bu fi­ kirlerin sahiplerine karşı yapılan saldırışlara cesaret­ le ve ilmin rehberliği altında cevap versinler. olarak yaratılan baskının tesirinde kalmasınlar.

72

Sun'i


PROPAGANDA DEDİKLERİ DAHA önce de birkaç kere mayan, nun

uygulanmasına

imkan

hükmünün yürürlükte

yazmıştım.

Uygulan­

bulunamayan

kalmasındansa,

bir

ka­

kalkması

daha iyidir. Çünkü uygulanmayan bir hüküm hem ka­ nunlara karşı beslenmesi gereken saygıyı ortadan kal­ dırır,

hem de yanlış fikirlere yol açar .. Bu konuda,

bilhassa,

komünizm

propagandası ile

ilgili

hükümle­

rin yetersizliği artık saklanamaz bir dert haline gel­

142. madde komünizm

di. yor. me

propagandasını önleyemi­

Bugünkü şekli ile yürürlükte karşı

kaldıkça komüniz­

yapılacak mücadeleyi kösteklemekten baş­

ka hiç bir işe yaramıyor. Komünizmin yasak olduğu zannının devam

gerek­

tiği

komü­

ölçüde

nizm

etmesi yüzünden, milli şuur uyanık tutulamıyor. Ö te yandan,

propagandasının her türlüsü yapılıyor.

Propaganda

hürriyetinin

sınırlarını

çizmek,

ne­

rede başlayıp nerede biteceğini göstermek benim işim değil. Türkiye'nin

idaresi sorumluluğunu yüklenenler,

memleketin özel tedbirlere ihtiyaç duyurmayacak bir hale geldiğine inanıyorlarsa, kanunları değiştirir, za­ rarlı sayılan fikirlerin

yayılmasını tamamen

serbest

bırakırlar. O vakit kimsenin bir diyeceği olamaz. Ca73


nı . isteyen komünizm propagandası yapar, yen

de hilafet propagandası !

miz

batıdaki fikir hürriyetinin

layıştan ibarettir.

O

canı iste­

kadar çok özendiği­

temeli

böyle

bir an­

İ talya' da bir adam çıkar kürsüye

Marks'ı da över Lenin'i de över. Ama başka bir adam da, daha dün ayağından asılan Mussolini'yi över. Ko­ münist

Partisi

vardır.

Fransa'da

makta, keyfi

vardır bir

ama,

Neo - Faşist

komünist dilediği

çekerse Stalin'e

Partisi de gibi konuş­

ağıtlar düzmekte ser­

besttir . Fakat bir Kralcı da 16. Lui'ye rahmet oku­ makta, Mari Antuvanet'in ruhu için mum yakmakta, kralcılığın

propagandasını yapmakta

Amerikan vatandaşı,

Hruşçov'u

serbesttir.

dünyanın en

Bir

büyük

adamı olarak ilan edebilir. Ama başka bir Amerikan vatandaşı da müteveffa Cumhurbaşkanı Kennedy için «Amerika'yı sattı» der. Şimdiki Cumhurbaşkanının da Rus

ajanı olduğunu

Üstüne

söyler.

üstlük

Cumhur­

başkanlığına aday olur. Batı demokrasilerinin her bi­ rinde fikir hürriyeti ile kanunların münasebeti böyle ayarlanmıştır. Buna karşılık hürriyet anlayışının biz­ deki düzensizliği, öyle sanıyorum ki, dünyanın hiç bir yerinde görülemez. Başta komünizm olmak üzere bazı cereyanlar zararlı sayılmış, hükümler konmuştur. Za­ manın

değişen

şartlarına

uymayan

yasaklayıcı hü­

kümler göstermelik olarak kalır, bir köşede unutulup gider.

Faydasından ziyade

Şu

lanmasını sak,

demokrasi

yasaklarının

Fikir hürriyetinin kısıt­

anlayışımızla

aşırı - sol, aşırı - sağ

ganda

zararı dokunur.

halde ne yapmalıyız !

bağlaştıramıyor­

ayırımı yapmadan,

hepsini birden

propa­

kaldırırız. 142

de

gider, 163 de. Marks'ın devlet düzenini övmek yasak olmayınca,

peygamberin

şeriat

düzenini övmek

de

yasak olmaz. Açlığın sömürülmesi serbest kalınca, di­ ni 74

duyguların

sömürülmesine

de kimse karışamaz.


Memleketimizin şartlarını böylesine geniş bir hür­ riyete müsait günün tipik

görmüyorsak,

ihtiyaçlarına göre bir

örneğini

milli şuı,ır

kanun hükümlerini

Ancak o vakit,

düzenleriz.

yarınki

cinsten propagandaların

ilgili

yazımızda

yapılmasına

belirteceğimiz imkan kalmaz ;

incinmez.

il DÖRT

küçük

Başlığındaki

sahifelik bir

kayda

bakılırsa,

gazete.

Adı :

ÇALTI.

«Haftalık Siyasi

Top­

lum Gazetesi» imiş. Samsun'da yayınlanıyor. «Düşün­ ce

Ö zgürlüğü.»

önemi

adını

taşıyan bir

yok, değmez . . .

alınmıştır

ve

Aşağıdaki

Türkiye'de

başyazı. satırlar

komünizm propagandasının

yasak olduğunu sanan iyimserlere nesco

kurumunun

dünyada

en

Tolstoy,

Jül

bir

Ve,.ne,

ithaf

broşüründe

çok okunan

Yazar'ın

bu yazıdan

beş yazar,

Dostoyevski

olunur :

okuduk :

«U­

Eserleri

sırasiyle

Lenin,

ve Agatha Christe

imiş. Bakın hele. . . "Hür Dünya"nın bir kurumu olan Unesco bile komünist propagandasına heveslenip

1917

ihtilalinin lideri Lenin'i düny a da en çok okunan yazar diye seçmiş. Vay kml Unesco,

vay . . . Bu saçma

dü­

şünce bir yana, Lenin'in en çok okunan yazar - devlet adamı oluşuna sevindik. Atatürk'le gibi devlet adamları sa

eğer bilmiyoruz.

yazdıkları

Lenin'in

dostluğu

arasında bir başka dostluk var­ Atatürk ve Lenin'in birbirlerine

mektupları okusanız

çıldll'ırsınız.

Hele he­

le Atatürk devrindeki Türk - Rus dostluğunun nasıl bir düzeyde

bulunduğunu

ayrıntılarıyla

anlasanız büyük

önder'e komünist damgasını vuracak ileri

akıllıların

yığınla olduğunu görürsünüz.» Kim ki,

yukarıya

aldığım cümlelerde komünizm

propagandası yoktur derse, ya kafasızlığındandır, ve-

75


ya ışıne gelmediğinden.

Ama bu yazı da,

benzerleri

gibi, 142. maddeye göre cezalandırılamayacaktır. Çün­ kü,

142. maddede Lenin'i övmenin, Atatürk'le Lenin

arasında bir fikir beraberliği varmışcasına hükümler vermenin

yeri yoktur.

komünizmi maktır.

övmektir,

Zira,

Oysa,

Lenin'i övmek düpedüz

komünizm

propagandası

yap­

olduğundan

daha

Marks'ın görüşlerine

ileri bir ihtilalci mahiyet

veren, milyonlarca insanın

hayatına mal olan o kanlı ihtilali tasarlayan ve ya­ pan Lenin'dir. Böyle bir adamla Atatürk arasında ya­ kınlık kurmanın manası da açıktır. Hele, o <<Mektup­ lar» bahsi ! medik o

«Okusanız çıldırırsınız,» deniyor. Biz gör­

mektupları,

okumadık. Acaba sayın yazar kimden almış, nereden bulmuş cİa okumuş? Bunu sor­ mak bizim halde

hakkımız değil

vardır.

rağmen,

ama,

Kitaplarla çok

bu mektupların

hakkı

sıkı

olanlar

ahbap

her­

olmamıza

yayınlanıp satıldığını hatır­

layamıyoruz. Kızıl propagandanın ne

kadar

ustaca yürütüldü­

ğünü, en ufak bir fırsatın nasıl değerlendirildiğini gö­ rüyorsunuz.

Günün

şartlarına

ve

siyasi

nezaketin

icaplarına uyularak söylenmiş bir sözün, sırası gelin­ ce,

nasıl

sömürüldüğü

meydanda.

Atatürk,

Lenin'e

yazdığı mektuplarda elbetteki komünizme sövmemiştir.

İ htilali över denebilecek cümleler kullanması da çok mümkündür. Ama, komünizm ve ihtilal hakkındaki ger­ çek

görüşünü

milletine açıkça bildirmiş ;

her

görül­

düğü yerde ezilmesini emretmiştir. Lenin'in çok okunması ise gayet tabii bir sonuç­ tur. Çünkü ; mesela, hiç bir Türk milliyetçisi Ziya Gö­ kalp'ı

okumağa mecbur tutulmaz ama,

resinde

olursa olsun

mecburdur . 76

her

komünist

dünyanın ne­

Lenin'i

okumağa


Senatör ve milletvekillerimizi, bu vesile ile bir daha uyarmak isteriz: 142. maddeyi ya doğru dürüst bir şekle koysunlar, yahut kaldırsınlar. Millet, başı­ nın çaresine baksın. Yoksa, bugünkü mefluç haline ancak Diyojen'in sözü yakışır: «Gölge etme başka ihsan istemem.»

7'1


YANLIŞ BiR HÜKÜM KOMÜNİ Z.l\.'.lLE mücadele dikkat edilmesi luğu

tahkik

edilmemiş

maktır. Birkaç

konusunda en

ziyade

gereken noktalardan biri de, doğru­ peşin

hükümlerden

yıl öncesine kadar

hemen

kaçın­

bütün

sol­

cular, komünizmle mücadele konusunun her ortaya çı­ kışında şu iddiayı öne cadele

etmenin

bir

sürerlerdi :

manası

«Komünizmle mü­

yoktur. Siz memlekette,

sosyal adaleti gerçekleştiriniz. Komünizm diye bir da­ va kalmaz.» Son aylarda komünizme aleyhtarlıklarını bildiğimiz, milliyetçiliklerine inandığımız bazı çevrele­ rin de,

davayı

derinliğine

yukarıdaki yanlış Sosyal adalet

hükme

ilkesine

kavrıyamamak katıldıklarını

komünizmi

yüzünden,

görmekteyiz.

önlemenin tek

yo­

lu gibi bakılıyor. Mesela C.K.M.P. Gençlik Kollarının Kızılay olayları ile ilgili son bildirisinde : «Biz, komü­ nizmle mücadelenin sefaletin,

ancak memleketimizdeki

iktisadi

işsizliğin ve açlığın realist ve sür'atli me­

todlarla halledilmesi, sosyal adaletin sağlanması, y2r altı

kaynaklarının

suretiyle mümkün Hiç mesi 78

şüphe

millet yararına olarak olacağına inanmaktayız»

yok ki, sosyal

işletilmesi deniyor.

adaletin gerçekleştiril­

komünizmin yıkıcı propagandasını

önlemeğe ve


ıayılma imkanlarını kısmağa yarıyan bir yoldur. Ama çeşitli yolların

sadece

bir tanesidir.

Böyle olduğunu kafadan değil, lerindeki

Hepsi o kadar.

dünyanın diğer ülke­

sonuçlarından

tecrübelerin

çıkarıyoruz.

Fransa, İ ngiltere, İ talya gibi Batı ülkelerinde yaşama seviyesinin Türk

halkının yaşama

halkın

seviyesin­

den çok ilerde olduğu bilinen bir gerçektir. Ama, bil­ hassa Fransa ve İ talya'da komünizmin çok geliştiği de yine bilinen bir gerçektir. Ayrıca,

sosyal

adaletin

gerçekleşmesi bir

mem­

leketin imkanlarına ve zamana bağlıdır. Bir davanın çözümüne çalışırken, miyetin manevi

halkı ve gençliği kışkırta �,

temellerini yıkmağa

ce­

çalışan, kökü

dışarda bir cereyana karşı ilgisiz kalmak elbette akıl işi sayılamaz. Sonra, mantık ölçülerine uygun görün­ mesine rağmen, sosyal adaletin gerçekleştirilmesi ko­ münizmin

kışkırtmalarını tamamen

önleyemez.

Çün­

kü sosyal adaletin kesin bir ölçüsü yoktur. Kabul edi­ niz ki,

Türk işçisinin ortalama

dır. İ ktisadi beş

yıl

aylık geliri

imkanlarımızın çok

sonra

ortalama aylık

ğunu düşününüz.

Komünizm

iyi

400

lira­

kullanıldığını ve

gelirin bin

lira

propagandası

oldu­

duracak

mıdır? Asıa ! Sadece bu defa yeni bir sıçrama yapa­ cak : «Sen bin lira kazanıyorsun ama, bak filanca üç bin lira kazanıyor. Sen niye üç bin kazanmıyasın ki ! » diyerek

kışkırtıcılığına

devam edecektir.

Propaganda

imkanı hiç bir zaman tamamen kaldırılamayacaktır. Hem,

bir memleketi idare edenler

komünizme

fırsat

inandıkları,

milletin

vermemek insanca

sosyal adaleti

için değil,

faydasına

yaşamasını

istedikleri

için gerçekleştirirler. Ne de�ek yani, komünizm teh­ likesi

olmasaydı, sosyal

adaletin sağlanmasına

çalış­

mayacak mıydık?

79


AYDINLIKTA UYUYANLAR GERİCİ

Sosyalist

elli

yıl

önce

yattığı

uykudan

henüz uyanmamıştır. Hala o romantik çağın hayalle­ rini sayıklar ! 1917 Bolşevik İhtilalinden sonra dünya­ nın iki düşman cepheye ayrıldığına inanmışlardı Yer­ yüzünün

bütün

proleterleri

sömürenlere karşı

birle­

şecek, kapitalist düzen patronların başında parçalana­ caktı.

Sosyalist devletler

sağlam

olacağı

duyulacağına

sanılmıştı

bile

arasındaki birliğin öylesine ki,

cılız bir

çatlak sesin

ihtimal verilemiyordu. Madem

ki,

insanoğluna hükmeden yegane kuvvet maddi çıkarlar­ dan ibaretti ; lında birer miş

madem

ki, tarihin

bütün kavgaları as­

sınıf kavgaları idi, davanın köküne inil­

demekti. Artık sınıf şuuru uyandığına göre, sa­

vaş mutlaka kazanılacaktı. Sosyalist devletlerin dost­ luğuna en ufak bir gölge düşmeyecek, sosyalist lider­ ler can ciğer - kuzu sarması olacak, sosyalist halklar anca beraber - kanca beraber yaşayacaklardı. Üst ya­ pının

uydurma değerleri,

alt yapının

ağırlığı altında

ezilecek ; milletin, vatanın, tarihin, dilin, dinin hiç bir önemi kalmayacaktı . ..

yalin 80

çocuğudur.

3. Enternasyonal bu ham. ha­

Avrupa'daki

Komünist

Partilerin


parçalanması da, sosyalizm masalının arkasında İslav sömürgeciliğinin yattığını görenlerin uyanıklığı . . . Çok sürmedi, öldürülmek istenen devin ölü numa­ rası

yaptığı

silindiri

anlaşıldı. Milliyet gerçeğinin affetmiyen

cüce

sosyalist

hayallerinin üzerinden

şöyle

bir geçti, bir hamlede ezdi. Tito'nun Stalin'e kafa tut­ ması,

ilk

işareti vermesi yönünden değerlidir.

Asıl

kıyasıya kavga, Komünist Sovyet Rusya ile Kızıl Çin arasında kopacak. Kavganın hazırlıkları başlamış, ilk kuvvet

denemeleri

kova'yı

Marksist - Leninist

su

yüzüne çıkmıştır. Pekin, Mos­ prensiplere ihanet

etmek­

le suçluyor ; Moskova da Pekin'i şovenlikle, dünyanın değişen

şartlarını

anlamamakla. Söylediklerinin

ruluğuna elbette inanmıyorlar ;

ama

milletleri

doğ­ hesa­

bına sömürmek için aptalları aldatmakta devam edi­ yorlar.

Sovyet

Türkistan'ı mitenin

sınırları dahilindeki

kurtarmak ( ! ) gayesi

bulunduğunu

söylersem,

Taşkent'de Doğu

ile

çalışan bir

sayın

ko­

sosyalistleri­

miz çok mu şaşar ! Ve

günümüzün

konusu :

Komünist Çin,

Rusya'nın Cezayir'de düzenlenen masını sağlamak için bin bir katılmayacakmış? ?

Komünist

konferansa

tertlp

katılma­

peşinde '

Çünkü, Sovyetlerin,

Neden

coğrafya

ve

soy bakımından Asyalılık ve Afrikalılıkla hiç bir il­ gileri yokmuş !

Hani

tek mefkure

sosyalizmin zaferi

idi, ne oldu? Hani, tarihsel akışın kaçınılmaz milli duyguları, sek

vatanı,

fikirler nicedir

soyu

şimdi?

sonucu

tepeliyecekti? Ol

Komünist

Çin

yük­

delegeleri

Türk Heyetine de sırıtmış. Sovyetler aleyhinde oy kul­ lanırsak Kıbrıs

konusunda

daha

çok

taviz

verecek

lerini fısıldamışlar ! Hatırları hoş olsun

diye

diği kelimeleri kullanalım :

«Bizimkiler»in çok

Sosyalist

Çin

sev­

Halk Cum81


huriyeti, Sosyalist huriyetini

mücadelenin öncüsü

yenmek

uğruna,

NATO

Sovyet

üyesi

Cum­

Kapitalist

Türkiye'ye yanaşıyor ! Cici sosyalistlerim, bu komedi sizler içindir. Azı­ Kanınız mı kurudu? İlle gıdıklanmağa

cık gülsenize !

mı muhtaçsınız? Uyanın artık.

Aydınlıkta

böcekler

Kafacağızlarınızdan

bile uyumaz !

başka

yaşayacak

yerleri kalmamış vehimleri bırakın. Sosyalist dünya kapitalist

dünya

Türkiye vardır,

ayırımı

bir uydurmadır.

karşısında

diğer

Bir yanda

memleketler.

Her

millet elinden gelirse ötekini sömürmeğe, hatta yeme · ğe

çalışır.

Gerisi laklakıyattır. Ve

tarihi tecrübenin

verdiği ders odur ki, milliyet gerçeğinin tokadı pek sert iner !

82


TAHRİKÇİLERİ TAKDİM EDERİM YAŞADIGIMIZI unutmuş netçiye

bırakmışız

rine dönmüşüz ;

sanki.

birbirine

Aklımızı

çağların

ema­

Diyojen'le­

gün ışığında yola çıkmış, ellerimizde

fener, suç� u arıyoruz. ha üç gün

gibiyiz.

Yakın

Uzağa gitmeğe hacet yok,

önceki Bursa

soruyor :

olaylarını

Tahrikçi kim?

düşünün.

Sans:ırla�

da­

Herkes saklanı­

yor, başı yenmek istenen kuzular ortaya çıkarılıyor ı

İ şaret parmaklarının hep bir noktaya çevrildiğini gö­ rüyoruz.

Oysa, · tahrikçiler meydandadır.

lığına girmiş, ·bir

haksızlığa

Mağdur

uğramanın keyfini

kı­ sür ·

mek imtiyazını beklemektedirler. Efe:-ırlilcr,

tnhr ikçileri

tanımak mı

istiyorsunuz,

gayretlerinizde samimi misiniz? Şu halde dinleyin be­ ni,

tahrikçile!"i takdim

ediyoru m : Bütün bir millete

gerici diyerek sövenler, Türk milliyetçilerini faşistlik­ le suçlandıranlar, saltanatlarını ğa

yalan üstüne kurma

çalışanlar, bir oy uğruna nice güneşlerin batma­

sını isteyenler ;

halkın birbirine girmesini, vatan top­

raklarının kana bulanmasını bekleyenler, kardeş kav­ gasını kızıştıranlar . . . İşte, tahrikçiler

onlardır.

<<Emekten yanayız, işçi haklarını savunacağız» di­ ye ortaya çıkıyor, arkasından kızıl ihtilal edebiyatının

her türlüsünü denemeğe · çalışıyorlar. Karşılarına kim 83


çıkarsa, on parmaklarında on kara basıyorlar damga­ yı :

Gerici,

şeriatçı,

faşist,

kuyruk,

sömürücü,

kafatasçı, ırkçı,

Amerikan

uşağı ! . . .

turancı,

İ nsan,

önce

kendini tanır, kendini bilir. Suçlanan kitleler de ker1 dil erini tanıyor, ne yapmak istediklerini, kime hizmet ettiklerini biliyorlar. Türklüğün sonsuzluğa değin ya­ şamasından, vatanın selameti ve yükselmesinden baş­ ka

İnsan hak ve

bir gayeleri yoktur.

saygılıdırlar.

Yalnız,

verdiği

yüzünden ; milletlerine

ders

zengin bir

rına bağlılıklarından ötürü düşman olmasından

hürriyetlerim:

tarih

geleneklerı

ve imanlarına

tahammülleri · yoktur. Sosyalist görünenlerin aslında komünist ot:Iu ğuna,

komünizmin

geldiğine

ötürü,

tecrübesinin

aşkları, vatanla­

Türk

komünizme

vatanını satmak

inanmışlardır. Bir

yanlış olduğunu kabul listlerimizin

ne

an

edelim.

yapmaları

için,

manasına

hükümlerinin

O vakit

gerekirdi?

sayın sosya Elbette «Bizi

yanlış tanıyor, haksız yere suçlandırıyorsunuz. Komü­ nist değiliz,»

demeli idiler.

Demediler !

Komünizmir.

aleyhinde tek bir laf ettikleri görülmedi. Aksine, münizm

tehlikesine

plakları

kim

hep aynı karşılıkları

Amerikan uşağı !

ise, · sahibinin

dokundu

Bu �tizden,

verdi :

ko­ sesi

Gerici,

faşist.

sosyalizmin bir

maske

olduğu ve gerisinde komünizmin yattığına iyice inan­ dılar.

Çünkü,

dediğim

gibi, kendilerini

tanıyorlardı ;

gericilikle, faşistlikle, hele hele Amerikan uşaklığı ile asla bir ilgileri olmadığını biliyorlardı. Böylesine hak­ sız

hükümlerin

bileceğini rettir. ni,

Bir

ancak

düşündüler.

komünistler Olayların

daha belirtelim :

tarafından verile­

sebebi

bundan iba ·

Kanunların

çiğnenmesi·

kongre basılmasını, adam dövülmesini asla doğru

bulmuyoruz. Fakat, gerçek tahrikçilerin kim oldukla­ rını göstermeyi de bir vazife sayıyoruz. Komünizme karşı çıkanlara kimler sövmüşse, tahrikçiler onlardır. 84


SOSYALİZMİN PÜF NOKTASI İHTİLALCİ

Sosyalizmin siyasi

açık bir deyimle kızıl olan

cephesine,

çıkarları

sanmam. Fakat

istemediğimiz

bazı

daha

iyi

yarı

aleti

uğruna vatanlarına ihanet

edebilecek seviyesizler hariç, ğini

hüviyetine,

sömürgeciliğin zalim bir kimsenin itibar

edece­

niyetlerinden şüphe

etmek

aydınların,

propaganda ki­

tapÇıklarının tesiri altında kalarak, ihtilalci sosyaliz­ min iktisadi görüşlerinden yararlanmanın mümkün ol­ duğunu sandıkları

da

bir gerçektir.

Oysa, yüz yılı

aşan bir süre içinde Marksizmin iktisadi

görüşlerini

inceleyen yüzlerce kitap yazılmış, ihtilalci sosyalizmin temel tezleri iyice didiklenmiş, hemen hepsi çürüğe çıkarılmıştır. Paris Hukuk Fakültesi İktisat Doktrin­ leri Profesörü A. Deschamps yazdığı ve Suut Kemal Yetkin'in

dilimize

çevirdiği

<<Marksizm»,

adı geçen

eserlerin en güzellerinden

biridir. Kısa, özlü, açık ifadeli, kolay anlaşılır bir kitap. İhtilalci sosyalizmin

başlıca iddialarını önce tanıtıyor, sonra tenkidine ge­ çiyor. Hemen herkesin, bilhassa propaganda kitapçık­ larının

tesiri altında kalanların

gördüğüm bu

hacmi

«Sermayelerin gittikçe

küçük, artan

okumalarında

fayda

değeri büyük

eserden,

birleşmesi»

tezindeki 85


yanlışları sine

açıklayan

bölümü okuyucularımın

istifade­

sunuyorum : «Marks'ın önceden haber

rafında

vermeleri iki nokta et­

toplanıyor ; evvela sınai teşebbüslerin

temer­

küzü, küçük ve orta sınai teşebbüslerin bağlantılı ola­ ra.k kayboluşu, sonra servetlerin temerküzü ve bütün orta sınıfların kayboluşu . . . Bu iki şey, birbirinden çok farklıdır.

Çünkü sınai teşebbüslerin

ri olarak

servetlerin

temerküzü

zaru­

temerküzünü gerektirmez. Ve

hatta sınai teşebbüslerin temerküzü servetleri temer­ küz ettireceği yerde

belki

onların

elverişli bir durum olabilir. nai

teşebbüslere

gruplanmalar

zaruri

halinde

olan

sermayelerin,

temerküz

etmesi

sanayilerdeki gittikçe artan

ve orta sınai teşebbüsleri

daha

dağınık

kafidir.

1899'dan itibaren bü­

Mar!{s'çı Eduard Bernstein yük

dağılmasına

Bunun için de büyük sı­

temerküzün,

yutamıyacağını

küçük

kabul edi­

yor. Sınai teşebbüslerin temerküzüne, küçük ve orta teşebbüslerin bu

karşılıklı

olarak kaybolmasına

hususta olaylar istatistiklerle

tistiklerin gösterdiği rakamı

gelince, İsta­

gösterilmiştir.

buraya

geçirmeksizin,

sadece neticeleri göstermekle yetineceğiz. Zaten ista­ tistiklerden çıkan bu neticelerin

şuurlu

taraf tutarlıkla şüpheli olmamaları için, ifade

olunurken, bir

Marks'çının,

olmayan

bir

bu neticeler

Engels'iı.ı

daima

dostu kalmış olan ve kalan Ed. Bernstein'in eserinden alınan

hükümler

kısmen

1898'de

kullanılacaktır. yazılan

Eser 1899'da yayınlanmıştır. Bu ler

bugün

de

Bernstein'ın

makalelerden

eseri

derlı:nmiştir.

tarihteki

müşahede­

değerini tamamen muhafaza

etmekte­

dir. Sonradan yapılan anketler 1899'daki hükümleri çü­ rütmekten çok uzaktır. Bu eser «Sosyalizmin Faraziyeleri ve Sosyal De­

mokras i

86

Problemleri»

adıyle

yayınlanmıştır.

Bu ese-


rin yayını Marks'çı

muhitlerde büyük

gürültüye

se­

bep oldu.

il Bununla beraber yazar

samimi

olduğunu

göster­

mek için şu sözleri söylemek hususunda itina göster­ mişti.

Marks'cı

doktrinin gelişmesi

ve

olgunlaşması,

doktrinin tenkidiyle başlamalıdır. «Diğer taraftan bu eserin önce 1886'da man

Ch.

Gida

Cooperation

yordu:

çıkışından birçok

alaylı nüktesiyle,

isimli

kitabında şu

yıl

daha

o za­

satırları

yazı­

«Küçük endüstrilerin ölüm çanını çalanlar, kü­

çük endüstriden

çok

önce gömüleceklerdir.

Pek

kü­

çük mülkiyetin ve pek küçük endüstrinin devam ede­ ceğine,

hatta gelişeceğine inanmıyorum.»

İstatistikler,

karşı tezin değil, bu tezin

lehinde­

dir. Bernstein 1899'da kitabının 103. sayfasında şöyle diyordu : «Topluluklarda

ve

endüstrinin

iç şartlarında

vu­

kua gelen devamlı değişmelere rağmen durum şudur : Büyük

endüstri küçük ve orta sınai

vamlı

olarak yutmuyor,

teşebbüsleri de­

ama varlığını gösteriyor ve

onların yanında büyüyor. Yalnız pek küçük sınai te­ şebbüsler

nisbeten

azalıyor.

Lakin

küçük

ve

orta

endüstrilerin sayısı günden güne artıyor.» 1909'da bir

oldukça uzun süren bir buhrandan sonra

anket heyeti,

küçük

zirai

mülkiyet

ve

endüstri

heyeti teşekkül etti. Ve bu heyet teşekkül edince der­ hal faaliyete geçti ve mülkiyetin, Fransa'daki mülki­ yetin

gelişimi

anketin

hakkında

neticeleri,

bir

çifte anket

1886'da Ch.

Gide'in

başladı. Bu ve

1899'da

Bernstein'in evvelce istatistiklerde işaret etmiş olduk­ ları neticeleri doğrulamıştır. 87


Böylece

endüstri temerküzünden,

zamanımızın

en

göze çarpan ekonomik olayların biri olarak bu kadar söz etmenin haksız olduğu de

haksız değildir.

endüstri,

sayısı

söylenebilir. Ama

Nitekim

gittikçe

Brenstein'in de

artan

küçük

ve

bu

hiç

«Büyük

orta sınai

teşebbüslerin yanında kuvvetleniyor ve büyüyor» de­ mektedir. Bu ilk görünüşe bakarak birçok insanların aldan­ masına rağmen böyle konuşmakta hiç ayrılık yoktur. Üretim, kımıldamaz, değişmez bir miktar değildir. Üretimin hacmi, sosyal ihtiyaç gibi artar. Eğer bir kuzuyu paylaşmak için iki kişi isek ve taksim etmek için kuzunun koyun

olmasını

bekliyorsak,

besbelli ki

size düşen yarı pay, hayvanın kuzu iken yapılan tak­ siminde

size düşen

paydan

daha ağır

bir

ağırlıkta

olacaktır. Ve payınızın ağırlığı benimkini azaltmış ol­ mıyacaktır ; bilakis benim payım dahi artacaktır. işte · büyük, orta ve küçük üretim arasında üretimin tak· simi

bu suretle vukua gelir.

Bunu açıklayan sebeplere gelince, bunlar pek çok ve değişiktir.

Onları

elemanterlerinde bile

bütün iktisad izah

edilmiş

kitaplarında,

en

görürüz.

Ticaret hakkında Bernstein 105 ve 106 ncı sayfa­ larda

şunları

yazıyor :

«Büyük mağazalara

küçük ticaret gibi orta ticaret de tutunuyor. list mağazanın

küçük ve orta

rağmen, Kapita­

dükkanları yutacağını

beklemek ne kadar hayal ise, küçük ve orta endüst.. rilerin

büyük

endüstri tarafından aşağı yukarı

surette emileceğine Her iki mağaza,

inanmak da o

ümit de birbirinden küçük

tam

kadar aldatıcıdır.

boştur. Büyük kapitalist

ticareti yıkacağına,

küçük

ticareti

düştüğü çukurdan çıkarmak ve onu aksine bazı alış­ kanlıklardan uzaklaştırmak eğilimini göstermiştir. Kü­ çük 88

dükkanların

sayısı

daima

artıyor.

Bernstein'in


uunları yazdığı zamandan beri bu gerçek, gücünü kay­ uetmiş

değildir. Çeşitli istatistikleri yakından izleyen

iktisad kitaplarında, özellikle M.

Truchy'nin

kitabına

ve kitabın birinci cildinin 154. ve bunu takibeden say­ falarına başvurmak iddiamızı ispata

yeter.

111 Bankalara gelince, Bernstein bunlarla ayrıca meş ·

gul olmamıştır. İşte bu yeni sahada birçok kimseler Credid - Lyonnais,

Comptoir

d 'Eskompte,

sayısız

şu­

beleri ile Societe Generale tipinde olan büyük kurum­ ların, küçük ve orta banka kurumlarını ortadan kal­ dıracağına inandılar, ve bugün de hala inanır görün­ mektedirler. Daha büyük savaş arefesinde büyük kredi kurum­ ları küçüklerin lfıde

·

canlı

değilse

bile orta

rekabetinden

kurumların

nüyorlardı. 1913'te Credid Lyonnais'in sında okunan

raporda

hariku­

ciddi surette endişeli görü­

şunlar

genel

görünüyordu ·

t.oplantı­ «Bu

ra­

kamlardan bir netice çıkmıyor. Fransa'da son on se­ nelik devrede bankacılık tarihinde başlıca rekabet olayından başka türmez.

bir

Bu olay gelecekte de

gelecek midir ?

şey

olayın bir

olmayışı itiraz gö­

aynı

derecede

vukua

Fakat ancak bir takım eksik bilgile­

rimiz olan 1912 yılı içinde bile bir çok yeni bankala­ rın kurulduğunu anlıyabilmemiz dikkate

değer.»

Bü­

yük savaştan sonra, 1920'de aynı Credid Lyonnais'nin

bir raporunda da şunlar görülüyor : «Rekabet gittik­ çe

şiddetleniyor,

yabancı

bankaları saymaksızın

ye­

niden 35 Fransız bankası kurulmuştur.» İşte bütün kredi kurumlarının sayıca orta kurum­ ları nasıl azalttığı meydanda. Ziraate gelince, endüst­ riden, ticaretten ve sayısı sınırlanmış olan bankadan 89


da farklı olarak zıraat, ekilebilen toprağın miktarıyla sınırlanmıştır. Bu durumdan şu netice çıkıyor ki, zirai işletme

tiplerinden birinin, küçük,

orta,

büyük

işlet­

menin gelişmesi, diğerleri tarafından veya diğerlerin­ den biri tarafından işgal

edilen sahaların azalmasını

gerektirir. Bernstein zikredilen eserin ki :

«Zirai

pa 'da

işletmelerin

ve kısmında, Amerika'da

şimdiye kadar icad etmiş lişki

halinde olan

166.

sayfasında diyor

oranına gelince, bütün sosyalist

olduğu bütün şeylerle

bir hareket müşahede

Endüstri ve ticaret,

Avru­

nazariyenin çe­

ediyoruz.�'

büyük sınai teşebbüslerde yavaş

bir yükseliş hareketini gösteriyordu. Bu ise küçük sı­ nai teşebbüslerin ve küçük mağazaların artmasını en­ gellemiyordu. Oysa teşebbüslerde

ziraat ya durmayı,

mesafelerin

azalmasını

ya

da

sınai

gösteriyor.

Bu

Avrupa'da yalnız Almanya, Belçika, Fransa için

de­

ğil, bütün Batı Avrupa'da, küçük ve orta zirai değil, büyük toprak mülkiyetinin ve kapitalist ziraatin klasik memleketi olan İngiltere için de doğrudur. Birleşik Amerika'nın doğu eyaletlerinde olduğu gibi, bütün Ba­ tı Avrupa'da, küçük ve orta zırai teşebbüs sayısının arttığını, büyük ve daha büyük teşebbüs sayısının da azlığı

şüphe götürmez.

Kategoricilerden biri azaldığı zaman diğerinin za­ ruri olarak azalacağı tabiidir. Bu olayı izah eden se­ beplere gelince : Bunları anlamak için her zaman kul­ lanılan iktisad kitablarına bir göz atmak yeter. İşte doğruluğu

en

kesin

olan ve

inkar

edileme­

yen olaylar. Bunlar Marxçı sosyalizmin, küçük ve or­ ta sınai, ticari ve zirai teşebbüslerin ortadan kalkma­ sı

90

ile öngörüşü

çürütmektedir.


iV Bernstein, servetlerin temerküzü ve

bununla bağ­

lantılı olarak orta sınıfın ortadan kalkışı hakkında ki­ ta hının 87.

sayfasında şunları

«Zamanımızda

iktisadi

yanlıştır,

mutlak ve nisbi

artmaktadır»

mocratie'nin

bildiren

sahip­

tamamiyle

ediyor : «Eğer

ve ümitleri,

sahiplerinin azalmasına

tasarruf iddia

olarak mutasarrufların

ve ilave

aksiyon

yazıyor :

tekamülü

lerinin sayısını azaltacağını yısı

da

bağlı ise,

social

tasarruf bu

sa­ de­

ve mülk

gerçekler kar­

şısında, sosyal demokrasi gidip derin bir uykuya da­ labilir.» Eğer mutasarrıfların sayısı artıyorsa, orta sı­ nıflar kaybolmuyor demektir. İ lk önce kelimenin es­

ki, geleneksel anlamıyla orta sınıf yani müstakil kü­ çük

ve orta

üretimcilerinden

teşekkül

eden sınıf,

Marx'ın sandığı gibi ortadan kalkmamıştır, aksine ya­ şamaktadır ve Şüphesiz bu

hatta

gördüğümüz gibi

müşahedeyi, bu

artmaktadır.

müşahedenin

özellikle

tüccarlarla ve ziraatçılarla ilgili kısmını değerden dü­ şürmek için, sınai teşebbüslerin sayısına, tasarruf sa­ hipleri

(Proprietaires)

sayısının

uygun

düşmediği

söylenmiştir. Yine ayrı komünlerde bulunan, fakat bir tek merkezi teşebbüse bağlı olan (birçok şüpheli ku­ rumlar gibi) ticaret kurumlar gibi

kurumlarını,

istatistiklerin ayrı

gösterdiği ileri sürülmüştür.

Böyle düşünenler

yargılarını

şu sonuca

bağlıyor­

lar : İçki ve bira satış yerlerinin bir çoğu büyük kki ve

bira fabrikatörleri tarafından, ekmekçi

dükkanla­

rının bir çoğu muazzam un fabrikalarına sahip üreti­ ciler

tarafından, ayakkabıcı

ayakkabı

fabrikatörleri

mağazalarının

tarafından

bir

kurulmuştur.

çoğu Bü­

tün bıı hallerde, görünüşte müstakil olan mağaza, bü­ yük sınai kuruluşlar tarafından yönetilmektedir. 91


O

halde temerküz

vardır ;

fakat

mutasarrıfların

sayısını azaltan bu temerküz, ilk bakışta göze çarp­ maktad tr . Ziraate gelince ;

diyorlar ki, köylünün mül­

kiyeti bir ipotek borcunun ve bu borç virmiştir ;

yükü

altında ezilmektedir

o mülkiyeti görünüşte

Büyük

savaştan

önce

bir

mülkiyete

çe­

Fransa'da köylünün

ipotek borcu ortalama on beş buçuk milyar lira tes­ bit olunmamış mıydı? O halde bu durumda orta zirai mutasarrıfların

sayısı

nasıl

artıyor

müşahede bir gerçeğe cevap

veriyor.

denilebilir ? Bu İ statistiklerin

düzeltilmesi lfı.zımdır. Lakin bu düzeltmenin

önemi

o kadar

büyütülmE:­

meli. Müstakil küçük ve orta kurumların sayısı azal­ madığı itiraz götürmez bir hakikattir. İpotek borcu­ na gelince :

İ lk önce şunu söyliyeyim ki, borç yalnız

köydeki mülkiyete düşmez ; şehir içindeki

onun büyük bir kısmı da

mülkiyete aittir.

Lakin bu

ipotek bor­

cunun zirai mülkiyete ait olduğu oran içinde bile köy­ lü mülkiyeti, yani küçük ve orta mülkiyet başlıca ipo­ tek alanı değildir. Büyük zirai mülkiyet de çoğu za­ man ipotek edilmiştir. Zirai küçük mutasarruf ipotek istikrazına kolaylıkla müracaat sinin leten yük

(exploitation)

mutasarrıf «le arazi

petit propetaire exploitant», bü­

sahiplerinin

bir

tiyaç hissetmez, istikraz ruretten

etmez, zaten işletme­

mahiyeti ve tarzı bakımından iş­ istikraza

ih­

yaptığı zaman ekseriya

çoğu

za­

dolayı yapmaz. Küçük

kadar

mülkiyetini

genişlet­

mek maksadıyla senelerden beri göz koyduğu toprak parçasını

bir

par. Bu ise Zaten

fırsat

bir

büyük

bekliyerek

elde etmek

için

sıkıntı işareti olmaktan çok savaştan

beri

yalnız köylü

ya­

uzaktır. mülki­

yeti üzerindeki ipotekten değil, üzerindeki

bütün zirai mülkiyet ipotekten ne kalmıştır? Özellikle 1917 ile

1920 arasında yapılan ekin ve hayvan yetiştirme 92

sa-


yesinde

bu

iilçüde

zirai

borç , tamamen

ödenmiştir.

değilse bile,

Sayısız arazinin köylüler

büyük tarafın­

dan satın alınmış olması da söylediklerimize bir delil teşkil eder. O halde köylünün ipotek borcu olmadığı ve birik­ tirilen

paraya sahip

bulunduğu

Mlaşılıyor.

Büyük

savaştan sonra Fransa görülmedik surette köylü mül­ kiyetinin memleketi olmuştur. Kısacası müstakil

küçük

üretimcinin

bütün

görünüşte

bunlar

değil,

fakat

gerçekten var olduğunu ispat etmektedir.

v Kapitalizm

geleneksel orta sınıfı daraltmaklıktan

başka yeni bir orta

sınıf

çekten büyük üretimin, riyle endüstri

ve

takil üretimcinin,

meydana getirmiştir.

büyük

ticaret

sınai

şubelerinde

Ger­

teşebbüsün tesi­ ücretsiz

müs­

küçük ve orta müteşebbisin ehem­

miyetsiz karına eşit olan ve çok zaman onu geçen bir ücretli sınıfının teşekkül ettiği görüldü.

Bu yeni üc­

retli sınıfı, direktörler, iş vekilleri, ticaret acenteleri, mühendisler, ressamlar, işçiler, müstahdemler gibi ha­ kiki bir ordu teşkil etmektedir. Bütün bu insanlar üc­ retlidir,

fakat Marx'ın

anladığı manada proleter de­

ğildir. Proleter, ücretinden başka gelir kaynağına sa­ hip olmayan bir adamdır. Bu ücret de o kadar azdır ki, biraz para arttırmasına imkan yoktur ve proleter ertesi günün tüketimi için ancak bir gün önceki üc­ retine güvenebilir. Büyük savaş'tan önce yıllık ü,cret­ leri veya maaşları 3 bin ile 100 bin altın frank ara­ sında

tahmin olunan bu

şüphesiz

sayısız

proleterlerin durumuna

ücretlilerin

durumu

benzemez.

Küçük üretimcilerden veya müstakil tüccarlardan teşekkül etmiş orta sınıftan farklı olan bu yeni orta 93


sınıfın bir iktisadi istiklale sahip olmadığı da muhak­ kaktır.

Bu yeni

kımdan

sınıfa mensup olanların iktisadi

müstakil görülmedikleri

ve - kendilerini

ba­ bağ­

lıyan mukavele ölçüsünde - zamanlarının ve emekleri­ nin

hakimi olmadıkları

da

muhakkaktır.

organizmanın unsurlarıdırlar. ismini

vermek hem

gelmektir. Zira

Lakin

dile, hem

Bunlar bir

bunlara

proleter

de sağ duyuya

karşı

istisnai olan yüksek maaşları ve üc­

retleri bir tarafa bırakılsa bile bu sosyal kategorinin üyeleri

umumiyetle

az çok

tasarrufta bulunabilirler.

Ve binnetice iyi kötü kapitalist olurlar. Şüphesiz, bü­

beri işçiler

yük savaştan ta

iyi tasarruf­

onlardan daha

bulunmaktadırlar. Lakin

bu da

yeni

tipteki

sınıfın dairesini genişletmekten başka bir şeye

orta yara­

maz. Bu sınıfın üyeleri muhtelif derecelerde kapitalist olmak durumundadırlar. Ve bu bir paradoks değildir. Zira zamanımızda

büyük

sermayelere

büyük endüstrinin

gelişmesi

gelir, bir

kaynağına

sermaye

sonunda

muhtaç _ olan tasarrufu

çevirmek,

bir

vaktiyle ol­

duğundan daha kolaydır. Bugün bizzat bir sınai teşebbüse girişmek zaruri değildir. Çünkü şahsi zevk ve kabiliyet buna elverişli olmayabilir. şahsi

Büyük teşebbüsler

servet

ler. Ve

idare

çoğu zaman

tarafından başarıyla edilemezler. Bu

hiç

bir

gerçekleştirilemez­

itibarla

sermayelerin

birleşmesi zaruret halini alır. «Burada birleşme keli­ mesini geniş leri, hisse

manasıyla alıyoruz.

senetlerini

İ stikrazları,

kastediyoruz.»

teşebbüslere girişenler

Bu

tahvil­

büyük sınai

küçük ve büyük bütün

muta­

sarruflara müracaat ederler. Belki şimdi bu suali ken­ di kendimize sormanın sosyater

şeklin tabii

zamanıdır :

gelişimi,

Acaba

hakikaten

sosyalizasyondan

çok

mülkiyetin yeni üretim tarzına tam ve uygun intibakı değil midir? Sosyalistlerin yapar göründükleri gibi bu 94


fikir üzerinde durmak

istemeyişleri körü

körüne ka­

rar vermek, peşin bir fikir ve bir prensip adına Emek vasıtası, o vasıtayı yaratanlara, veya o vasıtayı kul­ lananlara

ait

olmalıdır, prensibi adına

bulunmaktır. Peşin cietedes

olarak

sermaye

Capitaux» mülkiyetin

mine uymasını tabii saymak

muhakemede

şirketlerini «So -

bugünkü için bu

üretim siste­

iki düşünceden

birine uymak lB.zım geliyor. Eğer Marxsizm'de bu neviden bir prensibe az çok şuurla itaat olunuyorsa bu ideolojidir ve fecaatin ta kendisidir. Şu sual sorulabilir : Bu ideolojiyi,

adalet

ve hak

fikrini

ortadan kal­

dırmak için Marx'm yaptığı çabalar ne oluyor, tarihi maddecilik ne oluyor? Bundan başka ideolojik bakırr. dan yeni

bizzat

Marx'ın olmaması

lazım

gelen, bu­

nunla beraber ona tesir eden adalet bakımından, aca­ ba

önemli olan,

her

ferdin

kendi

üretim vasıtasına

sahip olması değil midir? Ehemmiyetli olan ; bilhassa herkesin kendi tasarruflarından bir gelir çıkarması değil midir? İşte hisse senetleri ve tahviller buna fev­ kalade müsaittir. <<Co da

Proprietaire»

Eğer

sınai teşebbüste

olmak

istemiyorsa,

mülk

ortağı

aksiyon

bunu

temin eder. Eğer

maktan

actionnariat'nın korkuluyorsa,

Mülkiyetin konusu

tehlikelerine

muruz

kal­

bu olsun,

mül­

tahviller vardır. ister şu

veya

kiyet mülkiyettir. Hisse senedi ve tahviller de mülkiyettir. Bütün bunlardan şu netice çıkıyor gibidir :

Marx' -

ın önceden bildirdiği sınıf kavgaları vukua gelmiyor ; aksine toplumun iktisadi

bünyesinde

birbirinden

ayrı

menfaatler vardır ve artmaktadır.

95


FOYA İKİ Rus yazarının komünist düzeni yeren yazıla­ rından ötürü mahkum edilmesi Batı dünyasının sağcı­ sını, ortacısını, sosyalistini, hatta komünistini bile öf­ Eski bir komünist olan ünlü İtalyan ro­

kelendirdi. mancısı

İgnaziı> Silone :

«Duruşma,

şereften

yoksun

ve gülünçtür,» derken, Fransız Komünist Partisi üye­ si ve Marksist edebiyatçılarımızın baş tacı Aragon da vicdanının sesini susturamadı. Kararın doğru olmadı­ ğını itiraf etmek zorunda

kaldı.

Yalnız sayın sosya­

listlerimizin, o pek kahraman hürriyet aşıklarının hiç sesi çıkmadı. Yine üstte kalmanın yollarını aradılar ve kendilerine sorarsanız, buldular ! den yoksun bir ülkenin insanları

Fikir özgürlüğün­ imişiz. Diğer

ülke­

lerin durumu bizi ilgilendirmezmiş. Önce kendi hali­ mize bakmalı imişiz. İftira ettiğimi sanmayın, aynen böyle yazdılar.

Okuyucularını aptal

yerine

koyarak,

Önce kendi sanarak . . . İ Yerinde bir söz. yi ama, daha

geçmişin hatırlanmayaçağım halimize önceleri

bakmak . . .

neredeydiniz?

Aklınız yeni mi

başınıza

gel­

di? Kosigin Rus yasında hürriyetlerin çiğnenmesi sizi ilgilendirmiyor da, Franco'nun İspanyası niçin ilgilen­ diriyor? 96

Komünist İspanyol

yazarları

tevkif

edildiği


vakit neden feryat ediyordunuz? Lorca'ya hala acık · lı ağıtlar yazmanızın sebebi ne ola? Salazar'ın Porte­ kizinden size ne? Mozambikle niçin uğraşıyorsunuz? Amerika ile ilgilenmenizin hikmetini lütfen açıklar mısınız? İki meslekdaşın fikirleri yüzünden zindana atılması, temerküz kamplarında çürümeğe bırakılma­ sı Türk yazarlarını uğraştıracak bir konu değilse, Amerika'daki ırk ayırımının bizi ilgilendiren tarafı neresidir? Unutmadık : Stalin çağının korkunç cina­ yetlerine karşı da ilgisizdiniz. Ama Nazi Almanyası­ nın haksızlıklarından kütüphaneler dolusu bir edebi­ yat çıkarmayı becerebildiniz. Amerika, Fransa, İn­ giltere, Almanya bahis konusu olunca insanlık adına seferberlik ilan edecek, hürriyet savaşına çıkacak, ka­ tılmayanları suçlayacaksınız. Ama Rusya'ya, Çin'e Romanya'ya, Bulgaristan'a sıra gelince susacak, «Bi­ zi ilgilendirmez» diye işin içinden rahatlıkla sıyrıla­ caksınız, öyle mi? Ama dürüst olsanız, düşüncelerinizi söy�emeğe ce'saret edebilseniz, inanın, şimdikinden etaba sevimli görüneceksiniz. Fikir hürriyetinin düş­ manı olduğunuzu, ancak kendi fikirlerinizin yaşaması ve yayılmasına yaradığı sürece sevdiğinizi dünyada bilmeyen kalmadı. Ne kadar usta olursanız olun, sak­ lamak için ne yaparsanız yapın, Türkiye'deki maske­ niz mutlaka düşecektir. İyisi mi, sahtekarlıktan vaz geçin. Özgürlük türkülerini gerçek sahiplerine bırakın. Hem ihtilalci sosyalist düzenleri savunmak, kalkınma­ nın ancak o yolla mümkün olacağını yazmak, hem de fikir hürriyetini dilinizden düşürmemekle, sadece gü­ lünç oluyorsunuz. Rus yazarlarının mahkumiyeti kar­ şıı�ındaki tavrınızla, iyi niyetlerine rağmen size kapı­ lanların uyanmasına yardımcı olarak, hizmet ettiniz.

97


CEVAPLAR ZİNCiRİ GAZETEMİZİN 6 Mart Pazar günkü sayısında «Sualler Zinciri» başlığı altında bir yazı yayınlandı. Yazar, peşin hükümlü olduklarından ötürü, hiç biri · ne olumlu bir cevap veremeyeceklerini belirttikten sonra, solculara tam �8 soru soruyor, niyetinin genç­ leri uyarmak olduğunu ilave ediyordu. Herhangi bir vatandaş, bilhassa milliyetçi bir Türk yazarı, solcularımıza o biçim sorular sorduğu vakit cevap alamadığı bir gerçektir. Ama böyle olması . o sorulara cevap verilmediği manasına gelmez. Dün­ yanın ve Türkiye'nin solcuları, İhtilalci Sosyalizmin 120 yıla varan tarihi boyunca, akla gelebilecek bütih soruları cevaplandırmışlardır. Ancak kanunların oe:ı çesine düşmek ve halkın hışmına uğramak korkusım dan ötürü bu cevaplar açık ve seçik olmamı��tır. Ga­ zetemizdeki yazıyı okuyunca, ilgi çekici bulaca�mır.ı umduğum bir deneme yapmağa karar verdim . Eğer solcularımız, düşüncelerini olduğu gibi söylerr.cğe r.e­ saret edebilselerdi, yazarımızın sorularına nasıl cevap verirlerdi? 1

nuz? 98

-

Millet denilen sosyal gerçeği nasJ\ anlıyorsu­


Millet, kapitalist düzenden doğan ve o düzeni ko­ rumağa yarayan bir birliktir. Kapitalist düzenin yı­ kılması için savaşan sosyalistlerin, önce milleti yık­ mak için çalışacaklarından hiç şüphe edilmesin. Çün­ kü millet, sosyalist ihtilale giden yol üzerindeki di kenlerin en zarar!ısıdır. Bizim gayretlerimizin hare­ ket noktası milli şuur dedikleri gerici anlayışın orta­ dan kaldırılması, yerine sınıf şuuru dediğimiz ilerici anlayışın konmasıdır. Millet sevgisi yüreklerden si­ linmediği sürece sınıf diktatörlüğünün kurulması im­ kansız sayılacak kadar güçtür. Milli Birlik, kardeş­ lik, ülkü gibi sözlere bu yüzden çok öfkeleniriz. Ça­ ğımızın sosyal gerçekleri . arasında millet yoktur, sı­ nıf vardır. Maddi çıkar ortaklığına dayanan uluslar­ arası sınıfçılık, soy, dil, din ve tarih ortaklığı gibi burjuva uydurması yalancı değerlerde ortaklığa da­ yanan milliyetçilikle asla bağdaşamaz. Ama, amacımı­ za ulaşmak yolunda her vasıtadan faydalanmak gerek · tiğini öğrendiğimizden, saf emekçilerin millet sevgi­ sinden . de ustaca faydalanırız. Böyle yaptığımızdan ötürü bize kızacağınız yerde, azıcık akıllı olun da de­ diklerimize inanmayın. Özetlersek : Mürşidimiz Marks'­ ın ünlü ihtilal bildirisindeki görüşlerini içtenlikle izle­ mekteyiz. O, şöyle buyurmuştu : «Komünistleri vatan ve milleti yok etmeğe çalışmakla itham ediyorlar. İş­ çilerin vatanı yoktur ki, onlar malik olmadıkları bir şeyden mahrum edilsinler . . . Proletaryanın hakim ol­ ması, iktidarın proletaryanın eline geçmesi, milletle­ rin ortadan kalkmasını daha da çabuklaştıracaktır.» 2 Türk milleti denilen sosyal vakıa için, maddi temel dışında düşündüğünüz karşı temeller hangileri­ dir ? Gereksiz, hatta saçma bir soru ! Amacımız mil­ leti yıkmak olduğuna göre, onu yaşatacak hiç bir te-

99


mel düşünmediğimiz açıktır. Biz ancak, hangi temel­ lerden başlayarak milleti çökertebileceğimizi araştırı­ rız. Hem biz maddeciyiz. Bütün temellerin maddi ol­ duğuna inanırız. Sözlüğümüzde «karşı temeb> diye bir laf yoktur. 3 Din, mülkiyet ve aile müesseseleri hakkında­ ki görüşlerinizi demagojiye sapmadan açıklar mısınız? -

Açıklarız, gayet tabii ! . Ama, cevaplarımızı açık­ larsanız, inkar ederiz. Allah'a inanmayız. Din, aile ve mülkiyet müesseseleri sömürücü bir düzenin ürün­ leridir. Din, sömürülenleri uyuşturmak için sömüren­ ler tarafından bulunmuş bir afyondur. Mülkiyet bir hırsızlık, aile de sosyal tembelliktir. Sosyalist bir dü­ zende bu gerici kurumlardan hiç birine yaşama hak­ kı tanınmayacaktır. Şimdilik yıkmağa gücümüz yet­ miyor. Fakat hakkımızı teslim ederseniz, her birini yozlaştırmada gösterdiğimiz becerikliliği görmek zo­ runda kalırsınız. Üstelik çoğunuza ne yaptığımızı fark­ ettirmediğimiz de bir gerçektir.

il 4 Yeni Anayasada yer almış olan, şahıs malla­ rını gerektiğinde, (layık bedelle kamulaştırma) pren­ sibinin sizi sıkan yönleri nelerdir ? -

Sıkmayan yönü var mı, diye sorsanız? Önce, özel kişilerin malı olmaz. Cümle mallar toplumundur. Son­ ra özel kişilerin malına bedel ödenmez. Bizim gerçek Anayasamız Türkiye Cumhuriyeti Anayasası değil, Sovyetler Birliği Anayasasıdır. Ve o Anayasada ka­ mulaştırılan mallara bedel ödeneceği yazılmamıştır. İlave etmemize herhalde ihtiyaç duymazsınız : Biz sosyalistler özel kişi. sayılmadığımızdan, mallarımız 100


karşılığında cüzdanlarımıza girecek para da özel ki­ şilere değil, devlet kasasına yatırılmış sayılır. 5 Devletçilik anlayışınızın sahası ve sınırı ne­ den ibarettir? Ferdi teşebbüse açık tutuğunuz iş sa­ halarının dökümünü verebilir misiniz? Devletçilik anlayışımızın ne sınırı vardır, ne sa­ hası, devletin güçlü eli, simit satıcılığından, ağır sa­ nayie değin bütün iş kollarını kapsamalıdır. Sosyalist bir düzende vatandaşın görevi devletin verdiğini yiyip içmek, giymek ; gösterilen yerde yatmaktır. Böyle bir devletin yöneticileri elbette bizler olmalıyız. Peşinen belirtelim ki : Nimetlerin dağıtımında arslan payını kendimize ayıracağız. Çok görmeyin. Emekten yana ilerici aydınlar olduğumuzu ı..;nutmayın. Sosyalist bir ihtilali gerçekleştirmek uğruna az mı yoruluyoruz? Her zahmetin bir mükafatı vardır . . . 6 Türk - Moskof münasebetlerinin tarihi seyri­ ne ait ve genç nesilleri uyarıcı mahiyette bir etüdü­ nüzü görebilir miyiz? -

-

Saflığınızdan çok hoşlanıyoruz. Zaten inkar ede­ meyiz. Başlıca kuvvetimiz saflığınızdır ! Bizim derdi­ miz nerede, siz ne soruyorsunuz? Türk - Moskof mü­ nasebetlerinin tarihi seyri, ha ! Ciddi misiniz, yoksa şakalaşıyor musunuz? Tüı:;kiye'nin cümle sosyalistleri bu dünyada hiç bir şeyden çekmedi şimdiye kadar, o münasebetsiz münasebetlerin tarihi seyrinden çektiği kadar ! Hani gücümüz yetse, tarihi yeni baştan yazaca­ ğız. Türk-Rus savaşlarını anlatan sayfaları yırtacak, yerlerine barış destanları koyacağız. O tarih hiç yaşan­ mamış olsaydı, şehit dediklerinizin hatırasını bir unut­ turabilseydik, neler feda etmezdik. Hele bir iktidara gelelim, hepinizin beynini yıkayacağız. Artık Türk Moskof savaşlarını değil, Türk - Sovyet yoldaşlığını düşüneceksiniz. Çok konuşuruz, çok yazarız. Hiçbiri -

101


mızın ağzından Moskof kelimesinin çıktığını duydunuz mu, hiç bir yazımızda Moskof sözü geçmiş midir ? İn­ saf edin : Rusları sevimli göstermek için neler yap­ madık. Bolşoy balesinden Moskova sirkinin ayısı Go­ �a'ya, Gagarin'den Dinamo takımı futbolcularının marifetine kadar nelerden faydalanmadık ! Siz de tut· turmuş, uyarıcı etüd gösterin, diyorsunuz ! .. Kesin sfo.: : Bir zamanlar Çarlık Rusyasını yererdik. Sonra . ba k­ tık ki, çarlık bile halkın aklına Rus'u getiriyor, vaz­ geçtik. Tabii bu �utumumuzda partinin bu konudaki gorüşünıi .:ieğ:iştirmesinin Je payı vardu· ! 111 7 Sizlerdeki Amerikan düşmanlığının gerçek nedenlerini anlatabilir misiniz? Rusya'ya karşı bu de­ rin eğiliminiz nedendir? -

Anlatırız tabii, niçin anlatmayalım? Biz sosyalis­ tiz, yani Marksistiz. Açıkçası, sakın kimse duymasın, komünistiz. Kapitalizme düşmanız. Liberalizme, nas­ yonalizme, hasılı sosyalizmin dışında kalan bütün izm'lere, düşmanız. Amerika'ya da düşmanız. Çünkü, kapitalizmin başıdır. Çünkü dostlarımızın düşmamdır. Amerika'ya sövüyoruz, çünkü sosyalist ülkelerin ga­ zete ve dergilerinde Amerika'ya sövülüyor. İkinci Dünya Savaşında, Alman topları Stalingrad'! döver­ ken, Amerika'ya sövdüğümüzü hiç duydunuz mu, oku­ dunuz mu? Kısacası Amerika'ya düşmanlığımız Tür­ kiye'ye dostluğumuzdan değil sosyafü:.tliğimizden doğmwıtnr. Rus�'a'ya kar11 e.�ilinıimizin nedenlerine ge!ince : Oylesine açıktır ki, anlamayışınız& şaşıyo­ ruz. Gücümüzü Rusya'dan alırr�, imıulnlarımızı Rus­ ya'dan alırız. Her fırsattan faydalanırı Sovyetler Bir­ liğini övüyoruz. Böylece sosyalizmi de övmü'.: olu:,·or, 102


halkımızın direnişini kırmaya çaiışıvor, koıı,iinizme özendiriyoruz. Kapitalistler için Amerika, milliyetçiler için Türkiye ne ise, bizim için de Rusya odur. 8 Sömürücü olmak vasfında Rusya, Amerika' dan size göre neden geridir? Rusya'nın Türkiye üze­ rindeki ihtiraslarının farkında değil misiniz? Sömürücülük sözüne yanlış mana veriyorsunuz. Kapitalist bir devlet diğer ülkeleri sömürür. Silah gü­ cü ile işgal etse de sömürür, dost olarak gelse de. Sovyetler Birliğinin yaptığına sömürmek değil sosya­ listleştirmek denir. Sovyetler, diğer milletleri sosya­ listleştirirler. Ülkenin iktisadi değerlerini proletarya diktatörlüğünün emrine verirler . Halkın dilini, dinini, geleneklerini ve özgürlüğü de sosyalistleştirirler. U­ lusların bağımsızlığı bizi asla ilgilendirmez. Rusya' nın Türkiye üzerindeki ihtirasları mı dediniz? Bu sö­ zünüzle Türkiye'nin sosyalistleştirilmesini kastediyor­ sanız, itiraz etmeyiz. Böyle bir isteğin elbette farkın­ dayız. Gerçekleşmesine de zaten çalışıyoruz. 9 Neden Vietnam'la, Küba ile meşgul oluşunu­ zun milyonda bir ölçüsünde, Rus mahkumu milyonlar­ ca soydaşınızla meşgul değilsiniz? -

-

Soy, soydaş . . . Gericiliğiniz nasıl da belli. Bizim sözlüğümüzde bu türlü faşist kelimelerin yeri yoktur. Sosyalist bir ülkede yaşayanları mahkum saymayız. Onlar, kendilerine benzemek, Türk halkını da benzet­ mek istediğimiz mutlu kişilerdir. Amacımız Türkiye' de yaşayanların da Türkistanlılar gibi olmasıdır. 10 Devletin kurucusu olan milleti, devletinin mahkumu haline getirmek isteyişinizi insafla ve ahlak­ la bağdaştırmak mümkün mü? Diyalektiğin inceliklerini anlamıyorsunuz. Ne yap­ mak istediğimize de aklınız ermiyor. Zaten çekişme­ nin sonu bu yüzden alınamamakta . Biz milletin kur-

103


duğu devleti yıkmak, yerine sınıf devletini kurmak için uğraşıyoruz. Milleti yıkmaya gücümüz yetme­ yince, devletin yardımından faydalanıyoruz. Milletin Mahkumiyetinden üzüntü duymayız. Sosyalizm ge­ lince millet gider. Bu, ustalarımızın keşfettiği değiş­ mez bir kanundur.

iV 11 Dini tedris kuruluşları ve vicdan hürlüğü ba­ hislerindeki menfiliğiniz nedendir? Ne çektiysek dinden, dini tedris kuruluşlarından ve vicdan hürlüğünden çektik. İnsanların özgürlüğün­ den yanayız ama, inanma özgürlüğünden değil, inan­ mama özgürlüğünden yanayız. Taktik ustamız Lenin şöyle emretmiştir : <<.Allahsızlık Marksizmin, yani ilmi sosyalizmin nazariyatının ve tatbikatının tabii ve bö­ lünmez bir parçasını teşkil eder. Allahsızlık lehinde propagandayı zaruri olarak umumi propagandamıza ithal etmeliyiz.» Türkiye'deki tutumumuzla ustamızın emrine uymaktan başka bir şey yapmıyoruz. Son yıl­ larda, partimiz kurulduktan sonra, halkın inançlarına saygılı görünüşümüz diyalektik icabıdır : Bir adım ge­ ri, iki adım ileri ! . .. Dinin kökünü kazımak imkanına kavuşmak için, dinden faydalanmak. . . 12 Milleti millet yapan manevi unsurların, ah­ lakın, faziletin amansız düşmanı oluşunuzu ne ile izah edebiliriz? Gayet basit. Manevi unsurların düşmanıyız. Çün­ kü, o unsurların bir sonucu olan milletin düşmanıyız. Tarih şuuru, vatan sevgisi, din, ahlak, fazilet gibi da­ yanaklarından yoksun kalınca, milletin yaşıyamıya­ cağını biliyoruz. Sosyalizmin gerçekleşmesi için mil­ letin yıkılması şart olduğuna göre, davranışımızın şa­ şılacak bir tarafı yoktur. -

-

104


Komünizmin Türkiye'de kanun dışı sayıl­ masına itirazınızın fikri temelleri varsa anlatır mısı­ nız?

13

-

Anlatalım : Komünizm, Marksistlerin ortak ülkü­ südür. Aslında biz ihtilalci sosyalizmle komünizmin dı­ şında kalan bütün fikirlerin kanun dışı sayılmasını is­ teriz. Komünizmin yasaklanması demek, susmak mec­ buriyetinde kalmamız, hiç değilse olduğumuzdan baş­ ka türlü görünmeğe zorlanmamız demektir. Siz bir müslümandan, müslümanlığın yasaklanmasından hoş­ lanmasını bekleyebilir misiniz?

14 Bütün milli değerleri ve milli kuruluşları tahrip ederek ulaşacağınız anarşiden sonraki hedefi­ niz Türkiye'yi komünist Rusya'nın peyki haline ge­ tirmek değilse, nedir? -

İyi bildiniz. Hedefimiz, Sovyet Sosyalist Cumhu­ riyetleri Birliğine Türkiye'nin de katılmasıdır. Aslın­ da yalnız Türkiye'nin değil, bütün bir kapitalist dün­ yanın Sovyetleştirilmesini isteriz. Ama çağımız Türki­ ye'sinin koşulları, niyetimizin açıkça söylenip yazıl­ masına imkan vermiyor. Uygulanmaması için olanca çabamızı harcamakla birlikte, kanunların pençesine düşmekten yine de korkuyoruz. Ayrıca hedefimizi açık · !arsak gerici halkın, hatta zinde kuvvetlerin saldırı­ sına uğrarız. Bizden olduğunu sananların çoğunu kay bederiz. Şimdilik Türkiye'yi gerici ittifaklarından ayı . rıp tek başına bırakmağa çalışıyoruz. Sovyetler Bir liği'ne, Bulgaristan'a, Romanya'ya ve diğer sosyalist ülkelere giden yazarlarımızı hiç okumuyor musunuz? Eğer okuyorsanız, amacımızın ne olduğunu kolaylık la anlarsınız. Sosyalist ülkeleri bir dünya cenneti gibi tanıtışımızın hiç şüphesiz bir gayesi vardır. Azıcık akıllı iseniz, çalışmalarımızın hep Türkiye'yi de o 105


dünyaya katmak hedefine yöneldiğini görürsünüz. Bu konuda daha açık olmamızı istemeyiniz, mümkün de­ ğildir. v

15 Genç kuşakların milli ve İslami terbiye i ! P. yetiştirilmesine ve onlara tarih şuuru verilmesine k:.ı r · ş ı oluşunuz nedendir? Tuhaf bir soru. Sosyalizmin gerçek!eşnıesi ve Sovyetler Birliği'ne yanaşmamızın üç büyük düşma nına karşı dost olmamızı mı istiyorsunuz? M i '. l i ve İslami terbiye sosyalizmi öldüren mikroplardır. 'i'�rih şuuru da Sovyetler Birliği'ne katılmamızı güçleştiren bir öcü ! . . -

16 Herkesin servetinde gayri meşruluk görüşü-· nüzün temelleri nedir? -

Sosyalistliğimiz ! Özel mülkiyetin meşru olanı yok­ tur. Ayrıca bir sebep aranmaz. Ancak kendi servet­ lerimize meşrıiluk tanıyabiliriz. ı7 İslam alemi için müşterek olan tehlikeler size göre nelerdir ? Türkiye'nin Müslüman memleket­ lerle daha ileri iktisadi ve siyasi bağlar kurmasına niçin karşı duruyorsunuz? -

İslam aleminden bize ne ! Bizi ancak sosyalist a­ lem ilgilendirir. Diğer bütün alemlerin yıkılmasını is­ teriz. Kapitalist a.Jem de, İslam alemi de yerin dibine batsın ! Türkiye'nin Sovyetler Birliğin'den ve d:ı.\er -;o<oyalist ülkeler rlen başka hiç bir alemle, hiç bir ülke ile daha ileri bağlar kurmasını istemeyiz. Çünkü sos­ yalist dayanışmanın icabı böyledir. Biz Cezayir'in ba­ ğımsızlık savaşı ile Cezayir halkının müslümanlığın­ dan ötürü ilgilenmedik. Kapitalist Fransız sömürge106


ciliğine karşı olduğundan ilgilendik. Sovyetler ği'ndeki Müslümanlarla hiç ilgileniyor muyuz?

Birli­

18 NATO ve CENTO'nun yıkılmasına çalışma· nızın ve Türkiye'yi tarafsız bır politika takibine zor­ lamak isteyişinizin sebepleri nelerdir? -

Çağımız Türkiyesi'nin şartlarını, dünyadaki si-· yasi güçlerin durumunu iyi biliriz. Gayemiz Türkiye­ yi tarafsız yapmak değil, sosyalist güçler arasına kat­ maktır. Hedefimize ulaşmanın ilk adımı da mevcut it­ tifaklardan ayrılmamızı sağlamak. NATO'dan kopma­ mızı istiyoruz. Çünkü NATO'ya düşmanız. Düşmanh­ ğunızın sebeplerini öğrenmek istiyorsanız. lütfen Mos­ kova, Peşte, Sofya , Bükreş, Pekin radyolarını dinle­ yiniz. Sosyalist.ler , düşmanlıklarını ve dostluklarını kendi fikir ve duygularına göre tayin etmezler. Kimi sevip kime kızacağımızı, Sovyetler Birliği başta ol­ mak üzere sosyalist ülkelerin yöneticilerinden öğreni­ riz. Hem NATO ve CENTO'dan ayrılınca Türkiye'nin yalnız kalacağını mı sanıyorsunuz? Varşova Paktı ne güne duruyor? . . • ••

Muhterem okuyucularım ; düşündüklerini flvnen söylemeleri mümkün olsaydı, yazarımızın sorularına sosyalistlerimizin verecekleri cevaplar, özetle, bun­ lardır. Ama sosyalistlerimiz, çeşitli sebeplerden ötürü daha uzun bir süre gerçek fikir ve isteklerini sakla­ mak zorundadırlar. Açık olmamaları yüzünden onlara öfkelenmenin faydası da yoktur, manası da.

107


BU NASIL GECE? UYANIK, şuurlu bir genç . . . Yana yakıla dertlendi : «- Ağabey bu son zamanlarda çeşitli toplantılar yapılıyor. Bu toplantıların ismi ve gayesi ayrı ilan ediliyor. Bazıları bir anma töreni, bazıları bir şair için tertiplenen gece mahiyetinde oluyor. Toplantılara gittiğimizde hayretler içinde, kanuna aykırı nutukla!" müşahede ediyoruz. Bu arada toplantılarda müfrit sol­ cu yazarların fıkraları anlatılıyor, şiirleri okuntıyor, Türkiye'yi idare edenlerin yabancı çıkarların emri.nde olduğu söylenir. Düpedüz bir komünizm propagandas1 yapılır?» Genç dostuma, hem öfkesini yatıştırmak, hem de bir gerçeği hatırlatmak için demirperde gerisinden derlenmiş şu ibretli fıkrayı anlattım : Stalin çağı Moskovasında büyük bir salonda top­ lantı var. Binlerce kişi bir asker intizamı içinde otur­ muş, konuşulacakları dinlemeğe hazır vaziyette. Tak­ dimci, mikrofon başına gelir ve, - Şimdi size Popof yoldaş Stalin yoldaşın edebi dehasını anlatacak. der. Popof yoldaş konuşur, konuşur, bitirir .. Takdimci, tek­ rar mikrofon başına gelir : «- Şimdi size Vasileviç yoldaş, Stalin yoldaşın siyasi dehasını anlatacak .» . .

108


der. Vasileviç yoldaş, konuşur, konuşur. Bitirir. Tak­ dimci, bir kere daha mikrofon başına gelir : «- Şim­ di size Metodoviç yoldaş, Stalin yoldaşın iktisadi de­ hasını anlatacak,» der. Metodoviç yoldaş, konuşur, ko­ nuşur, bitirir. Daha sonra Stalin yoldaşın askeri de­ hası, Stalin yoldaşın tarihi dehası, Stalin yoldaşın ilmi dehası üstüne· parlak nutuklar çekilir. :�ihayet takdimci yoldaş, son bir defa mikrofon başına gelir ve : «- Sayın yoldaşlar, Puşkin yoldaşın 100. doğum yılını anmak üzere düzenlediğimiz toplantı burada so­ na ermiştir. Şimdi hepimiz büyük şairimizin heykeli­ ni açma törenine gideceğiz,» der. Dinleyiciler şaşkındır. Hiç kimse toplantıda ko­ nuşulanlarla Puşkin'in ilgisine akıl erdiremez. Yine de komedinin sonu merak edilir, dışarı çıkılır, mey­ danda yükselen kocaman bir yığının karşısına gf'çilip durulur. Vazifeli bir yoldaş, yığının üzerindeki örtü­ yü çeker, altından çıkan manzara : Stalin yoldaşın kocaman bir heykeli ve heykelin elleri arasında puş­ kin'in bir kitabı ! .. Arkasından nutuk : - Yoldaşlar, gördüğünüz gibi Stalin yoldaş ede­ biyata çok düşkündü. Edebi dehası herkesten üstün­ dü. Puşkin yoldaş, Stalin yoldaş tarafından okunma­ sının şerefini yüzyıllar boyu . . .

lO!J


VAZİFEMİZ MECLİSTE �umruklaşılıyor, Fakültede sandalye­ ler kafalarda parçalanıyor, sokakta gençler birbirini kovalıyor. Milletini gerçekten seven bir insanın, böy­ le bir manzara ile karşılaştıktan sonra yürt>ğinin yan­ maması, yaşadığına kahretmemesi mümkün değildir . Bir tarafın haklı, diğer tarafın tamamen haksız ol­ ması bile fazla bir değer taşımaz. Bir memleketin in­ sanları, hele gençleri birbirlerini sevmek, birbirle­ rine güvenmek, birbirlerini korumak zorundadırlar. Dövüşmek yalnız bir yerde doğrudur, güzeldir. Hatta kutsaldır : Savaşta, düşmana karşı. . . İnancıma göre yıllardır dövüşen gençlerin birbirlerini düşma n gibi görmeleri için kafi sebep yoktur. Birkaç defa yazdı­ ğım ciheti bir kere daha belirtmek isterim. Komü­ nistlerin , dünyanın her tarafında olduğu gihi vatan haini sayılmaları gerektiğini, memleketlerini Sovyet­ lere peşkeş çekmek için çalıştıklarını iyi bilenlerde­ nim. Ama komünist yazarları okuyan, okuduklarının doğruluğuna inanan, komünistleri şurada burada ko­ nuşturup alkışlayan, diğer arkadaşiarını gericilik ve faşistlikle suçlayan bütün gençlerin vatan hai.ni ol­ madığını da gayet iyi bilirim. O talihsiz gençlerin ka110


derlerindeki aksilik yeterli bir eğitimden geçmeme­ leri, komünizmin gerçek manasını, hele Türkiye bakı­ mından nasıl bir tehlike olduğunu öğrenememeleridir. Dostlarıma, beni mücadelelerinin güçsüz de olsa adamı sayanlara rica ediyorum : Komünistlerle, Milli Eğitimdeki aksaklıktan başlayan çeşitli sebepler yü­ zünden komünistlere kapılan iyi niyetli gençleri mut­ laka birbirinden ayırsınlar. O gençlerin de bu top­ rağın çocukları olduğunu hiç unutmasınlar_ Sözlerini, yazılarını, tutumlarını hep bu gerçeğin ışığında ayar­ lasınlar_ Komünist, milletin mutlu bir birlik şuuruna er­ mesinden ödü kopar_ Komünist bir yazar, partizan yetiştirmek ister. Komünistin gayesi bölmektir, ayır­ maktır. Millet varlığının korunması yönünden kan­ ser gibi tehlikeli bir hastalık olan sınıf şuurunu do­ ğurmaktır. Beyin yapısının bu özelliğinden ötürü ta­ raftarlarını, kendisine inananları daima kışkırtır ; davranışlarının haklı olduğunu, ilericiliğe hizmet et­ tiklerini yazar. Kavga çıkmasını sağlamak için var gücünü ortaya koyar ; çıkan kavgayı körükler, ha­ vanın yumuşamasından endişe eder. Ama milliyetçi bir yazar, böyle yapamaz. Bizim gayemiz bölmek değil, birleştirmektir. Nefretten medet ummayız ; sevgiden yanayız. Türk gençliğinin milliyetçilik ülküsü etrafın­ da toplanmasını, hangi siyasi görüşü beğenirse beğen­ sin vatanın bütünlüğü ve milletin selametinden başka bir yolun kurbanı olmamasını isteriz. Gafillerin , ger­ çeği göremeyenlerin yumrukla ve baskı ile değil, sev­ gi ile, fikirlerinin ve tutumlarının yanlışlığı teker te­ ker gösterilerek kazanılacağına inanırız. Diyeceksi­ niz ki ; «Çatışmanın sertleşmesi cephenin güçlenme�i­ ni sağlar.» Doğrudur. Ancak ,bu fikirdeki d:>ğruluk. ııı


mücadelenin şuurlaşmasına, gerçek cephelerin kurul­ ması ve herkesin yerini alması şartına bağlıdır. Oysa, şimdi herkes yerinde değildir. Tanımamaları yüzün­ �en komünistlere inananların, vatan hainlerini alkış­ la mayı vatanseverlik sayanların çoğu uyandırılmağa muhtaçtır. Kavgalara üzülüşümün, hatta hamt ve be­ nim gibilerine sövenleri sevişimin sebebi budur.

112


iBRET! GEÇEN Pazar günü İstanbul'da yapılan «Komü­ nizmi Tel'in» mitinginin beni en çok düşündüı en, en çok duygulandıran sahnesi : Doğu Türkistanlı göçmen­ ler mahalli kıyafetleri içinde yürüyorlar. Ellerindeki dövizlerde şunlar yazılı : «Bizi görün ibret alın !», <<Türkiye ikinci Türkistan olmasın», <<Türkiyeli kardeş­ ler, bizler kızıl ülkeden turist olarak gelmedik.» Türkistan'lı soydaşlarımızın ezik gönüllerinden ta­ şan dert dalgaları beni 49 yıl öncesine götürdü. Bol­ şevik ihtilalinin hazırlandığı günlerde Rusya'nın man­ zarası. . . Çarlık imparatorluğu sınırları içinde yaşıyan Türklerin durumu . . . Azerbaycanlılar, Kuzey Kafkas­ yalılar, Kırımlılar, Türkmenler, Özbekler, Kn·gızlar, Başkırtlar, Kazaklar dayanılması imkansız bfr baskı altında. Türk aydınları, nereden gelirse gelsin, en ufak bir kurtuluş ışığına umutla sarılıyorlar İşte o sırada ihtilal patlıyor, koca bir memleketi kana bu­ ladıktan sonra kazanıyor. İhtilalin yüzü yumllşaktır. Çarlık Rusyasının gaddar pençelerinde kıvranan bü­ tün esir milletlere olduğu gibi, Türklere karşı da dost görünüşlüdür. Lenin ve Stalin, 1917 yılında o:-tak bir beyanname yayınlıyorlar. Müslüman Türk n ıilletlere milli bağımsızlığı, kendi kendilerini idare hakkını dil­ leri, dinleri ve geleneklerine dokunmamayı v::ıa dedi­ yorlar. Oyunlarının hayli başarı kazandığı, kısa bir 1 13


süre tilkinin kuzu sanıldığı bir gerçektir. Ruı:ya'daki Türk aydınlarının çoğu kızıl ihtilalin karşısına. çıkma­ mış, uyandırmağa çalıştıkları milletlerini tehlikelerin en müthişine karşı gerektiği gibi uyarmamış, milli bağımsızlık hayalinin cezbesine kapılmışlardır. Sonu· cun ne olduğunu, hainlerle gafillerden başka herkes biliyor. İhtilalin gerçek rengi tez vakitte meydana çıktı. Komünist partisi yöneticilerinin, Rus İmpara­ torluğunun muhafazası bahsinde Çarlardan tamamen farksız , sadece daha usta oldukları anlaşıldı. Milli bağımsızlık vaadini ciddiye alıp kurulan Türk devlet­ leri birer birer yıkıldı, kızılordunun zalim çizme!eri altında çiğnendi. Müslüman-Türkler eskisinde . daha karanlık. daha insafsız bir köleliğin içine d;jştüier. Haklarını teslim etmeliyim : Komünizmin ya: arılarına kapıldıklarından ötürü 50 yıl öncesinin ayuınlannı kı­ namak mümkün değildir. Çünkü, arkasından F:us sö­ mürgeciliğinin sırıttığı kızıl maske ile ilk defa kar­ şılaşıyorlardı. İbret alabilecekleri bir tecrübeden geç­ memişlerdi. Nitekim gerçeğin acı çehresini taı::. ıdıktan sonra Rusya'daki Türk aydınlarının çoğu Türkiye'ye gelmiş, yaşadıkları müddetçe komünizme karşı şe­ refle mücadele etmişlerdir. Evet, 1917 yılında yaşıyanların ibret alc.ıcakları bir tecrübeleri yoktu. Komünizmi tanımamakta, onu sadece bir iktisat meselesi olarak görmekte, �erisin­ ,fo yatan Rus sömürgecilığini bilmeme1<te m�zurdur­ lar. Ama çağımız aydınlarının, Tanrı ve tarih huzu­ runda sığınacak hiç bir mazeretleri kalmamış i ;r . Ko­ münizmin Türklük için hangi manaya geldiğini a •ıla­ mamaktaki direnişlerinin izahına gaflet kelimesi yet­ mez. Gittikçe tükenen Rus mahkumu Türklüğü : �.Biz­ den ibret alın» diye haykıran Doğu Türkis�cınlıları unutmanın adı ihanettir. 114


PEYK! AMERİKA neyimizdir? Cevaplarınızı tahırin >?di­ yorum. «Müttefikimizdir, dostumuzdur. Korc'den s i · lah arkadaşımızdır» diyeceksiniz. Olmadı muhterem okuyucularım, bilemediniz. Yalan söylemez ( ! ; s03ya­ listlerimize göre, Amerika efendimizdir ; biz de onun peykiyiz, uydusuyuz! Yine aynı çok sayın yalan söy­ lemez sosyalistlerimize göre, Bulgaristan, Romanya Vl' diğer malUm ülkeler asla ve asla Rusya'nın peyki değildir. Ya nedir? Sosyalist dayanışmanın gerektir­ diği aşıkane bir dostluk havası içinde yaşayan ba­ ğımsız birer devlet ! .. Türkiye'nin sosyalisti, yufka yüreğini kanatan de­ rin bir sızı ile, Amerika'nın peyki olduğumuzu bir de­ fa değil, bin defa yazar, söyler. Yuhalayan da olur, alkışlayan da. Amma pe�klikle suçlanan Devlet bir tanesini bile huzuruna çağırmaz ; kaşının üstünde gö­ zün var, demez. Öte yandan bir Bulgar vatandaşı şöyle boş bulunup da <<Rusya'nın peykiyiz:ı> deyiver­ se sonunun nereye varacağını Allah bilir ya, en azın­ dan faşizm ajanlığı ve kapitalizm uşaklığı ile suçla­ nacağını, yıllarca gün ışığına hasret kalacağını sa­ yın sosyalistlerimiz de bilir, biz de biliriz. Ve Bul­ garistan hürdür, Türkiye peyk ! 116


Türkiye'nin sosyalisti, Amerika'ya keyfince sö­ ver ; yeryüzünün başına bela kesildiğini, mazlum mil­ letleri insafsızca sömürdüğünü yazar. «Defol ! » diye haykırır ; «Dön evine Coni !> diye bağırır. Beğenme­ yeni de olur, beğeneni de olur. Ama yakasına polis yapışmaz, bilekleri kelepçe ile tanışmaz ! Sayfayı çe­ virelim : Komşumuz Romanya sosyalist bir ülkedir . Bir Romen vatandaşın Rusya'ya keyfince sövebile­ ceğini, Avrupa'nın başına bela kesildiğini, 30'dan fazla milleti sömürdüğünü, yazmak şöyle dursun, en yakın bir arkadaşına fısıldayabileceğini düşünebiliyor musunuz? Böyle bir garip çıksa Halk Mahkemeleri önünde idam gömleğini mi giyer, yoksa gizli polisin zindanlarında mı çürür, kestiremem. Amma, artık en­ camından bile söz edilemeyeceğini ben de bilirim ; vicdanlarını azıcık kıpırdatmasını becermek şartı ile, sayın sosyalistlerimiz de bilirler. Ve Türkiye Ameri­ ka'nın peykidir, Romanya Rusya'nın dostu ! Türkiye'nin sosyalisti pek duyguludur. İnsan kar­ deşlerinin acısına hiç dayanamaz. Lumumba için ağıt yazar, Vietnam için yas tutar. Bu üstün iç-Iiliği yü­ zünden Amerikan askerlerini barbarlıkla suçlamış, Cumhurbaşkanı Johnson'un çağımızın en korkunç yamyamı olduğunu yazmıştır. Yazar elbette, kimse kı­ lına dokunamaz ! Peki, gül gibi yavrucağızının kızıl paletler altında parçalandığını gören Macar vatanda­ şına ne diyeceğiz? Hani canına tak etse de, Huruşçov yoldaşın Peşte kasabı olduğunu söyleyiverse, hali ne olur? Kırk katır mı istersin, kırk satır mı, demezler mi? Ve Macaristan bağımsız bir ülke, Türkiye de peyk . . . Yoo, hayır, haksızlık ediyorum : Sosyalistler ya­ lan söylemez ki ! ..

118


ViETNAM SERGİSİ ÖYLE korkunç bir milli şuur yoksulluğu içinde yüzüyoruz ki, sebeplerini biliyorum ya, kabullenmek­ te yine de güçlük çekiyorum. Öfkelenmenin bir fay­ dası yoktur, ama dertlenmemek mümkün değildir. İş­ te size, milli şuur yoksulluğunu gösterir son bir ör­ nek : T. M. T. Federasyonunun hazırladığı fotoğraf­ larla Vietnam sergisi törenle açılmış. Federasyon Başkanı konuşmuş ; emperyalizmi protesto etmiş, söz· !erini «Kahrolsun emperyalizm ! » diye bitirmiş. Ser­ gide, Vietnam'da yapılan vahşet ve hunharca hare­ ketler bütün iğrençliği ile gözler önüne serilmekte imiş ! . . Ayrıca, Atatürk'ün şu vecizesini de sergiye as­ mışlar : «Bütün ezilmiş uluslar, ezenleri bir gün yok edecektir .» • ••

Önce ş u sorunun mutlaka cevaplandırılması gere­ kir : Sergiyi hazırlayanlar Vietnam'a gitmediklerine, olup bitenleri görmediklerine göre, sergiye konan fo­ toğrafları hangi kaynaklardan aldılar? Diyelim ki, Amerikan kaynaklarının verdiği bilgiler yanlıştır, düz­ mece fotoğraflar yayınlamaktadırlar. Peki, Çin, Sov­ yet ve diğer komünist kaynaklarından alınan bilgile­ rin doğruluğu, gösterilen fotoğrafların düzmece olma11'1


dığı nereden belli? Şimdiye kadar hiç yalan söyle­ mediklerinden, gerçekleri asla değiştirmediklerinden mi? ! Sergiyi hazırlayanlar, yalnız haklı bir davaya hizmet ettikleri ve kökü dışarda bir kuvvetin tesirin­ de kalmadıkları inancında iseler, fotoğraflann taraf­ sız kaynaklardan alındığını ispatlamak, böylece zihin­ lerde belirecek şüpheleri gidermek zorundadırlar. Amerikalı'larla güneyliler vahşidir, hunhardır da, komünistler kuzu gibi uysal mıdır? Vahşette, hunhar­ lıkta komünistlerin hiç payı yok mudur? * * ·*

Emperyalizmin kahrolmasına gelince, elbette kahrolsun ! Amerikan emperyalizmi, Fransız ve İngiliz emperyalizmi, hepsi, hepsi kahrolsun, yeryüzünden kökleri kazınsın. Ama sayın ilericilerin hep eveleyip geveledikleri, yine de henüz açıklamadıkları karanlık bir noktanın aydınlığa kavuşturulması şarttır : Sov­ yet emperyalizmi de kahrolsun mu, Çin emperyalizmi de kaholsun mu, beyaz emperyalizm gibi kızıl em­ peryalizmin de kökü kazınsın mı? Emperyalizmin yal­ nız Batı dünyasından geldiğini öne süren, çok daha korkunç kızıl emperyalizmi görmeyen bir kimse ya komünisttir, kimin hesabına çalıştığını biliyordur ; ya­ hut gafildir, yaptığından haberi yoktur. Bu toprağın çocuklarını ihanetin çok uzağında tutarız ; gafleti de yaklaştıramayız. Bizi yanlış anlasalar, hatta bize düş­ man olsalar bile, iyi niyetlerini yitirmedikleri sürece kendilerini severiz. Ancak hatalı bir yolda direnme­ nin, dostça uyarmalara kulak tıkamanın zararlarını hatırlatmak isteriz. Vietnam sergisini düşünenler, bir Türkistan, bir Azerbaycan, bir Kırım, bir Macaristan sergisi açmayı düşünmüşler midir, ilerde düşünecek­ ler midir? «Vietnam'da yapılan vahşeti ve hunharca hareketleri bütün iğrençliği ile gözler önüne seren­ ler ,:1> Kırım'da yapılan vahşeti, milyonlarca soydaşı118


mızın vatanlarından kovulup Sibirya 'ya sürülmesini de bütün iğrençliği ile gözler önüne sermekte gecikme­ sinler. Milli şuurun manası önce kendi düşmanlarımı­ zı lanetlemektir. Sıra gelirse, diğer milletlerin düş­ manlarını da lanetleriz. il

1956 YILINDA, hürriyetleri ıçın savaşan körpecik Macar ya vruları Hus tankları altında çiğnenirken, kış uykusuna dalan sayın solcularımıza neden sustukla­ rını sorduğumuz vakit aldığımız cevap şöyleydi : «Sov­ yetler Birliği güçlü bir devlettir. Sakın ha, gücendir­ meyelim ! » Sovyetler Birliği güçlüdür de, Amerika güç­ süz müdür? Pek azımızın haritadaki yerini ancak bu­ labileceği Vietnam bahanesi ile Amerika'yı gücendir­ mekten Türkiye ne kazanacak, hesabını kim yaptı? Üstelik, Amerika müttefikimizdir. Çeşitli andlaşmal�r­ la birbirimize bağlıyız. Memleketimiz herhangi bir saldırıya uğradığı takdirde birlikte dövüşmeye sözlü­ yüz. Fransa'nın, Vietnam siyasetinden ötürü Ameri­ ka 'yı yermesi, buna karşılık İngiltere'nin Amerika'yı desteklemesi acaba nedendir? Başkan Dö Gol'ün hız­ lı bir sosyalist olmasından mı, Başbakan Vilson'un faşistliğinden mi? Dö Gol'ü faşist diye suçlayan, Vil­ son'u sosyalist diye öven ben miydim, yoksa sayın ilericilerimiz miydi? Gerçek ortadadır, bellidir ; üze­ rine kimse örtü çekemez. Fransa'mn ve İngiltere'nin davranışları, milletlerinin yüksek menfaatleri böylesi­ ni gerektirdiğindendir. Türklüğün yüksek menfaatları acaba neyi emrediyor? Kim düşündü, kim inceledi. Vietnam sergisi açmanın Türklüğün yararına olacagı­ m kim kararlaştırdı? Bir İngiliz'de, bir Fransız'da yücelen milli şuur bize gelince neden cüceleşiyor? • ••

111


«Bütün ezilmiş uluslar ezenleri bir gün yok ede­ cektir.» Bu dileğin gerçekleşmesini diğer milletlerden daha çok isteriz. Çünkü, en fazla ezilen milletlerden bi­ riyiz. En az kırk milyon milletdaşımız hala eziliyor, bağımsızlığına hala kavuşamadı. Ezilenlerin ezenleri yok edeceği Başkan Johnson'a sık sık hatırlatılıyor da, Brejnev yoldaşa, Mao yoldaşa niçin hatırlatılmı­ yor? Amerika, Vietnam halkını gerçekten eziyorsa hemen yok olsun. Bir Türk milliyetçisi olarak beni hiç ilgilendirmez ; hele hiç üzmez. Ama Türkistanlı kar­ deşlerimi ezen Kızıl Çin'in yok olması ; ama Türk­ menlerimi, Özbeklerimi, Kırımlı kardeşlerimi, Azer­ baycanlı soydaşlarımı, Kafkasyalı dindaşlarımı ezen Rusya'nın yok olması beni çok ilgilendirir. Vietnam sergisini düzenliyenleri de her halde ilgilendiriyordur ; ilgilendirmesi gerekir. Öyleyse Amerika'nın yok ol­ masını istemekle yetinmesinler ; Çin'in de , Rusya'nın da yok olmasını istesinler. Ezilmiş milletlerin arısını yüreklerincle taşıyorlarsa yalnız Amerikan gemilerine değil . Sovyet gemilerine de protesto çelenkleri atsın­ lar. Kendi soydaşlarını sevmesini öğrenemiyen, Viet­ namlıları sevmesini hiç bilmez. Yürekleri bütün bir insanlığı kucak!ayabilerek kadar genişse Türkistan­ hlara da yer ayırsınlar, ezilmiş müslümanlauı da yer ayırsınlar, hatta Orta Avrupa'nın ve Baltık rliyarının boyunları bükük milletlerine de yer ayırsınlar. <<Ün­ lar, Rus ve Çin mahklımu milletleri ezilmiş saymıyor­ lar» mı dediniz? Olamaz ! Hangi fikri taşırlarsa ta­ şısınlar, bu toprağın çocukları böyle bir şuursuzlu­ ğun içine düşemezler, böyle bir gaflette devam ede­ mezler. Rus ve Çin mahkumu milletleri ezilmiş say­ mamak yalnız kuru bir sosyalistlik değil, aynı zaman­ da Rus uşaklığıdır ; Çin uşaklığıdır. 120


DÜŞMANI SEVMEK MECBURİYETi KAPİTALİST alemin sömürgeciliği son yıllarını yaşıyor. Ama, sömürücülüğünde henüz en ufak bir ya­ vaşlama bile yoktur. Komünist alemin sömürgeciliği de, sömürücülüğü de en hızlı ve en hoyrat bir çağın­ dadır. Çok soruldu : İkisi de sömürücü olduğuna göre, zararlılık yönünden komünizmle kapitalizm arasında nasıl bir fark vardır? Hatırlayabildiğim cevapların en güzelini büyük romancımız Cengiz Dağcı, «Ü Top­ raklar Bizimdi» adındaki eserinin bir bölümünde ve­ riyor. İngiliz kapitalisti, Hindistan'a gider, halkını esir eder, ülkenin zenginliklerini iliğine varıncaya ka­ dar sömürür . Efendilik, İngilizlerin elindedir, fukara Hintlinin payına da çöpçülük düşmüştür. Komünist Rus, Türkistan'a gider, halkını esir eder, ülkenin zengin­ liklerini iliğine varıncaya kadar sömürür .. Efendilik Rusların elindedir, fukara Türkistanlının payına da. çöpçülük düşmüştür. Fakat, görünüşteki bütün ben­ zerliklerine rağmen, Hintli çöpçü ile Türkistanlı çöp­ çü arasında gayet büyük bir fark vardır. Hintli çöp­ çü, İngiliz efendisinin hizmetinde çalışırken, dilediği gibi düşünmekte hürdür. Çöpçülükten kurtulmayı ha121


yal edebilir, efendilerini kovup memleketinin hakiki sahibi olmağa özenebilir. Hatta, efendilerine sövebi­ lir. Hele, hiç bir kanun Hintli çöpçüyü İngiliz efendi­ lerini sevmeğe zorlayamaz. Oysa, Türkistanlı çöp­ çünün durumu pek acıklıdır ; Hintli çöpçüye benze­ mez. Türkistanlı çöpçü, Rus efendilerinin hizmetinde çalışırken dilediği gibi değil, efendilerinin emrettiği gibi düşünmeğe mecburdur. Çöpçülükten kurtulmayı aklına getiremez. Çünkü, sosyalist kardeşlik içinde, çöpçülüğün de kutsal bir meslek olduğuna inanması istenir. Paylaşmadaki eşitsizliği ileri süremez. «Ni­ ye bütün çöpçülükler bize de, bütün efendilikler si­ ze?» diye soramaz. Yabancı kuvvetlerin memleketin­ den kovulması gerektiğini düşünmek istese, faşist ajanı olarak damgalanır ve çöpçülüğünü de kaybeder. Çünkü vatanını işgal edenleri dost bellemeğe, onları kendisinden daha çok yerli ve daha çok hak sahibi saymağa alışması için mütemadiyen zorlanır. Bir lok­ ma ekmeğe muhtaç bırakılır, sürgüne gönderilir, te­ merküz kamplarında çürütülür, beyni yıkanır. Ko­ münist sömürgeciliğinin mahkumları düşmanlarını sev­ memek hakkından bile yoksundurlar. Milletlerinin ba­ ğımsızlığı için çalışırlarsa ihanetlerine hükmedilir. Komünizmin cennetinde esir milletlere yapılacak her çeşit hainlik tamamen serbesttir. Yalnız Rus impara­ torluğunun hakimiyetinden rahatsızlık duyulması ya­ saktır ; cezası açıktır, sürgündür, ölümdür ! Komü­ nizmin insan haysiyetine vurduğu en zalim yumruk, hiç şüphesiz düşmanları sevmek mecburiyetini koy­ masıdır. Böyle sefil bir mecburiyet köleliğin meş­ rUiaştırılması ve hürriyet ümitlerinin hepten kurutul� ması demektir.

122


ALDATMACA İHTİLALCİ sosyalizmi benimsemiş bütün devlet· lerin yapısında ortak bir özellik vardır ki, sayın sol­ cularımızın en yobazı bile itiraz edemez ; çünkü, in­ kar olunamayacak bir gerçektir : İhtilalci sosyalist devletin her vatandaşı, düzenin dayandığı temel dün­ ya görüşünü kabul etmeğe mecburdur. Sosyalizmin, ilim ve siyaset yönünden tenkidi yasaktır. Sosyalist bir devletin vatandaşı yaşadığı nizamı beğenmemek, daha başka bir hayat tarzını özlemek hürriyetine sa­ hip değildir . İhtilal felsefesine aykırı sayılan fikirler açıklanamaz, gelenekler sürdürülemez. Kısacası; ihti­ Ialci sosyalist bir düzende hürriyetlerin zerresi bile yoktur. Bu öylesine kesin bir gerçektir ki, münakaşa­ sına ihtiyaç duyulmaz. Sayın sosyalistlerimiz de, so­ kağa dönük propaganda dışında, bu gerçeği kabul zo­ runda kalmışlar, ancak özendikleri rejimin ayıbını örtmek hevesinden yine de kurtulamamış, insanoğlu­ nun gasbedilen haklarına ve hürriyetlerine «Burjuva hürriyetleri» cinsinden bir kulp takmayı ihmal etme­ mişlerdir. Vatandaşlarına tanıdığı hak ve hürriyetler ölçü olarak ele alınırsa, sosyalist devletlerin Türki­ ye ile kıyaslanması, hele zaman zaman da üstün tu123


tulması yalanın en kocamanı, korkuncudur.

sahtekarlıkların

en

Anlarım : Her insan mevcut hürriyetlerimizi ka­ fi bulmayıp daha çoğunu isteyebilir. Ama bir taraf­ tan bunu söyler, bunu yazarken, diğer taraftan ihti­ lalci sosyalizmin hasretini çekerse bu insanın hürriyet sömürücülüğüne çıktığından, aslında kötü bir komü­ nist olduğundan şüphe etmeyiniz. İhtilalci sosyalist devletlerde hiç kimse, idarecileri, hükumet başkanını ve partinin ileri gelenlerini tenkid edemez. Bir yetki­ linin kınanması ancak daha büyük bir yetkilinin iz­ nine bağlıdır. Oysa Türkiye'mizde tenkid ne kelime, hükümete yuh çekiliyor ; açıkça küfrediliyor, sonra da hürriyetlerin yokluğundan yakınılıyor. İhtilalci sosyalizmlerin hepsinde kapitalizmin pro­ pagandası yasaktır. Hiç bir sosyalistimiz bunun aksi­ ni ileri süremez. Ama Türkiye'de sosyalizmin partisi var, gazetesi var, dergisi var, hatta tiyatrosu, rad­ yosu bile var. · Kapitalizmin tenkidine imkan verilme­ diğinden dem vurulurken söze «Alçak kapitalistler ! » diye başlanır, özel teşebbüse layık görüleı1 en r.?.zik deyimler sömürücülüktür, kompradorluktur, Amerikan uşaklığıdır. Kimsenin inancı beni ilgilendirmez. Bu bakımdan özgürlük sever, emekten yana ilerici aydınlarımızın sosyalistliklerine, ihtilalciliklerine ve hatta komünist­ liklerine kızmıyorum. Amma, şu ağızlarını her açış­ larında fikir hürriyetinden söz etmeleri yok mu, işte bu çalımlarına pek tutuluyorum. Ne de olsa insan sa­ Yllmaları gerektiğini düşünüyor ve hilekarlığın böy­ lesini görünce insanlık hesabına utanıyorum.

124


KİM HAKLI? HEMEN her gün okuyorsunuz, duyuyorsunuz, gö­ rüyorsunuz : Sosyalistlik davası güden bir zümre, Türk milliyetçilerini kapitalistlikle, Amerikan uşaklığı ile, kompradorlukla suçluyor, hatta mütemadiyen sövü­ yor ! Yine hemen her gün okuyorsunuz, duyuyorsu­ nuz, görüyorsunuz : Türk milliyetçileri de, sosyalistle­ ri komünistlikle, Rus ve Çin uşaklığı ile, milli değer­ lerimize inanmamakla suçluyorlar, hatta sövüyorlar ! Peki, kim haklı? Tarafsız vatandaş kime inansın, nasıl hüki.im versin? Aslında, kimin haklı olduğunu inkar edilemez bir kesinlikle isbatlayan bin bir delil vardır. Henüz du­ manı tüten son bir örnek vereceğim. Milli Talebe Fe­ derasyonu Başkanı Ekrem Özer, milliyetçi bir genç­ tir. Yani, kapitalistlikle, kompradorlukla, Amerikan uşaklığı ile suçlananlardandır. Birkaç gün önce bir basın toplantısı düzenledi ve konuşmasına şöyle baş­ ladı : «Kapitalist emperyalizmle komünist emperyaliz­ min uzun zamandan beri çarpışma ve çatışma sahası olarak kullandıkları Vietnam meselesi bitmek üzeredir. Ekrem Özer'in bu cümlesini okuyunuz, herkese oku­ tunuz ve kimin haklı olduğundan haıa şüphe eden­ ler varsa beyinlerine çarı:ıınız! Türk milliyetçileri, binlerce defa emperyalizmin her türlüsüne karşı ol­ duklarını açıkça ilan etmişlerdir. Fikirlerinin ve inanç­ larının emirlerini yerine getirmekten asla çekinme125


mişlerdir. Bir insan hem kapitalist ve Amerikan uşa­ ğı olur, hem de kapitalizmi ve Amerika'yı suçlayabi­ lir mi? Elbette suçlayamaz. Ve Türk milliyetçilerine iftira edenler, eğer cahil değillerse; hiç şüphesiz, tam bir ihanetin rezilliği içindedirler. Milliyetçi okuyucu­ larıma sözü� yoktur. Oyunun asiını ve kimin ne ol­ duğunu çoktan öğrenmişlerdir. Fakat, okumak zahme­ tine katlanırlarsa, solculara da hak vermeyi taraf­ sızlık icabı sayanları insafla düşünmeğe davet etmek isterim. Bilgilerini tazelesinler, hafızlarını yoklasın­ lar . . Sosyalistlik davası güdenler içinde komünist em­ peryalizmini kınayan, hatta böyle bir emperyalizmin varlığını kabul eden birini hatırlayabilecekler midir? Boşuna yorulmasınlar, hatırlamaları mümkün değil­ dir. Çünkü, memleketimizde, komünist emperyalizmi­ nin varlığını kabu! eden bir sosyalist yoktur. Milleti­ mizin seliımeti yönünden, bilhassa memleketimizin idaresinde payı olan, fakat çeşitli imkansızlıklar yü­ zünden meseleleri bilmeyen aydınlarımızın, bir konu­ yu iyice anlamaları şarttır. Milliyetçi cephe ile sos­ yalist cephenin tutumu gayet açıktır ; her türlü şüp heden uzaktır. Milliyetçiler, kapitalizmi, sosyalizmi ve komünizmi reddeder, emperyalist hüviyetini tanır, Türk'e dönük bir düzenin özlemini taşırlar. Sosyalist­ lik davası güdenler, yalnız kapitalizmin düşmanıdır­ lar. Emperyalizmin sadece kapitalizmden doğduğunu sanırlar ; · zira öylece şartlandırılmışlardır. Milletimi­ zin mutluluğundan önce, sosyalizmin zaferini düşünür­ ler. Fikir çatışmalarının berraklığa kavuşması için, münakaşasına geçilmeden, durumun doğru olarak tes­ bit edilmesi gerekir . İsteyen milliyetçileri, dileyen sos­ yalistleri beğenebilir. Ancak, tarafların gerçek hüvi­ yetlerini bilmek şartı ile . . . 126


NEYİN YASAÖI? GAZETEMİZDE okudum : Aşırı solcu faaliyetleri ile tanınmış iki genç , yine aşırı solcuların düzenledi­ ği «Devrimci Demokratik Gençlik Kurultayı»na bir mesaj göndermiş, 141 ve 142. maddelerjn yürürlükten kaldırılmasını, böylece komünizm propagandasının serbest bırakılmasını istemişler ! Gazetemizin muha­ biri de durumu öğrenmiş ve çok kızmış ! Şu bizim işlere hiç aklım ermiyor . Eshab-ı Kehf uykusuna mı yattık nedir ! Her gün yeni bir şey keş­ fediyoruz ! Komünizm propagandası yasak mıdır ki, serbest olması isteniyor ve serbest olmasının isten­ mesine kızılıyor. Bir kaç kere belirtmiştim. Tekrar ediyorum : Komünizm propagandası yasak değildir ! Eğer bu hükmümden ötürü verilmesi gereken bir he­ sap varsa, sayın yetkililerden çok rica edeceğim, he­ men istesinler ! Ya propagandanın manasını unutmu­ şuz, yahut <<Yasak»ın ne demek olduğunu öğrenmemi­ şiz ! Uzağa gitmenin, derin araştırmalara özenmenin hiç gereği yoktur. Şöyle bir caddeye çıkalım ve ki­ tapçı vitrinlerine göz atalım : Şu kitaplar kimin? Ha­ ni üzerlerinde «Devlet ve İhtilal», «Emperyalizm:ı>, v.s. v.s. yazılı Lenin'in ! Kimdir bu Lenin? Rus İhtila127


linin öncüsü, komünizmin taktik ustası ! Ayrıca Lenin, Marks'ın boş bıraktığı bir sahayı, propaganda saha­ sını dolduranların da başında gelir. Lenin'in her kita­ bı aynı zamanda bir propaganda dersidir. Eğer Le­ nin 'in kitaplarında komünizm propagandasının bulun­ madığını kabul edeceksek, bugüne değin hiç bir kim­ senin komünizm propagandası yapmadığını, daha doğ­ rusu komünizm propagandasının varlığını da reddet­ mek zorundayız ! Vitrini seyretmeğe devam edelim : Şu kitaplar kimin? Stalin'in ! Kimdir bu Stalin? Sov­ yetlerin 30 yıllık diktatörü ! Kitaplarında neler anla­ tır? Komünizmin yegane kurtuluş yolu olduğunu, ko­ münistlerin nasıl çalışması gerektiğini, insanları kan­ dırmanın yollarını ! Ya o kitaplar kimin? Mao'nun, yanındakiler? Marks'ın, ötekiler? Engels'in. Beriki­ ler? Castro'nun ! Onun yanındaki? Guavera'nın. Ya şunlar ? H. S. Minch'in. Ötekiler? Dimitrof'un ! Yanın­ dakiler? Troçki'nin ! Bitişiğindekiler, R. Luxemburg'­ un! Ve, sayılmayacakla bitmeyecek upuzun bir liste. Bir memlekette Marks'ın, Engels'in, Lenin'in, Sta­ lin'in, Troçki'nin, Dimitrof'un, Mao'nun, Castro'nun . Guavera'nın, hasılı nazariyeci ve tatbikatçı ne kadar komünist varsa hepsinin kitapları serbestçe basıla­ cak, okunacak, yayılacak, sonra da o .memlekette ko­ munızm propagandasının yasak olduğu söylenecek ha ! İşiniz mi yok Allah aşkına, lütfen başka kapıya ! Tekrar ederim : Eğer bir kısmını yukarıda işaret ettiğim adamların kitaplarında komünizm propagan­ dası yoksa, dünya yüzünde komünist de yoktur, ko­ münizm propagandası da yoktur. '

128


SOSVALİSTLERİMİZE! SAYIN sosyalistler ; hepinize bir çift sozum ola­ cak, lütfen dinler misiniz? Sosyalizme inandığınızdan ötürü sizi kınamıyorum. Bilirim ki, dünya üzerinde yalnız değilsiniz ; milyonl;:ırca yoldaşınız var ! Hatta, sosyal demokrasiyi bile bir yutturmaca saymanıza aklım eriyor. Hayatın bütün açıklığına rağmen hala kitaba bağlı kalmanıza, Marksist çizgiden ayrılma­ mak için gösterdiğiniz taassuba da bir şey demiyorum. Çünkü, başka ülkelerde de benzerlerinize rastlanıyor. Fckat sizin, yeryüzünün hiç bir sosyalistinde görül­ memiş bir özelliğiniz var ki, izah edilmesi imkansız­ dır. 50 yıllık sosyalist uygulamanın şaşmaz bir ke­ sinlikle ortaya koyduğu ve henüz kimsenin yalanla­ yamadığı bir gerçeği, sınıf mücadelesinin milletler · arasındaki mücadeleden daha sonra geldiği gerçeğini anlamak istemiyorsunuz ! Neden? Akılsızlığınızdan mı, bilgisizliğinizden mi, yoksa hainliğinizden mi? Hüküm vermekte doğrusu güçlük çekiyorum. Amerikan em­ peryalizmi ile uğraşıyorsunuz. Anladık ! «Tam bağım­ sız, g�rçekten demokratik» bir Türkiye istiyorsunuz. Onu da anladık. Peki ama, Sovyet ve Çin emperya129


lizmleri ile nıçın uğraşmıyorsunuz? Esir Türk illeri­ nin «Tam bağımsız, gerçekten demokratik» birer ül­ ke olmalarını niçin istemiyorsunuz? Sosyalizme inan­ cınızın soydaşlarınızla ilgilenmeyi önlediğini sanıyor­ sanız, tez haber vereyim ki, yanılıyorsunuz ! . Arnavutluk sosyalist bir ülkedir ; Yugoslavya da öyle. Ama Arnavutluk sosyalistleri, Yugoslav toprak­ larında kalan soydaşlarının bağımsızlık davasını hiç unutmadılar. Yugoslavya'yı sömürgecilikle suçladılar. Arnavutluk basını, sosyalist kardeşliği umursamadan, Tito (Ağabeyleri)ne ver yansın etmekten çekinmedi­ ler. Yugoslavya'daki Arnavutların sayısı bir kaç yüz bin kişiden ibarettir. Ve siz, 60 milyon Türk'ün sö­ mürülmesini unutmakla yetinmiyor, herkese unuttur­ mak istiyorsunuz. Arnavutluk sosyalistleri kadar ol­ sun milli şuurunuz, insanlıiınız ve haysiyetiniz yok mudur ? Macaristan sosyalist bir ülkedir ; Romanya da öy­ le. Fakat Macar sosyalistleri, Romanya'ya bırakmak zorunda kaldıkları Transilvanya'nın acısını yüreklerin­ den asla çıkarmadılar ; hala rüyasını görüyorlar. Ma­ caristan'la Romanya'nın tam bir dostluk havasına gir­ rememesi, birisinin Sovyetlere yanaşınca, diğerinin uzaklaşması hep bu yüzdendir. Macaristan sosyı-tl ıst­ leri kadar olsun haysiyetiniz yok mudur, insanl ığın!7 yok mudur? Romanya sosyalist bir ülkedir ; Rusya da öyle. Hem de bütün sosyalistlerin ağasıdır. Ama Rumen sosyalistleri, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Rusya'­ ya ödedikleri kurtarılma tazminatının en pahalısını. Besarabya'nın vatanlarından koparılmasını hiç affet­ mediler. Ellerine ufak bir fırsat geçince, Sovyet em­ peryalizmini kınadılar. Romanya'nın Batıya yanaşma 130


temayüllerinin gerisinde Besarabya'nın acısı yatıyor. Rumen sosyalistleri kadar bir haysiyetiniz yok mudur? Listeyi alabildiğine uzatabilirim. Neticeyi değişti­ remedikten sonra, neye yarar? Milletimin düşmanı ol­ madığınıza inanmak isterdim. Türk dünyasının dert­ lerine aldırmadığınızı görünce, söyleyin

bana,

nasıl

inanayım?

131


MİLLİYETÇİLİK VE MARKSİZM İHTİLALCİ sosyalizmle milliyetçilik bağdaşabilir mi? Başka bir deyişle, bir insanın hem Marksist, hem de milliyetçi olması acaba mümkün müdür? ... Akıl, ilim ve mantık ölçülerine göre hüküm verilsey­ di, böyle bir sorunun ortaya atılması bile pek mü­ nasebetsiz düşerdi ; soranların üstüne gülünür, cahil­ liklerine acınırdı. Çünkü bir kimsenin hem Marksist hem de milliyetçi olabileceğini düşünebilmek, aynı kimsenin hem hıristiyan, hem de müslüman olabile­ ceğini kabul etmekten farksızdır, hatta bir bakıma aradaki mesafe daha büyüktür. Fakat çağımızın ay­ kırı özelliklerinden belki de en başta geleni propa­ gandanın tesirini birinci dereceye çıkarması, ilim, ahlak ve mantık ölçülerini geriye itmesidir. Bu yüz­ den, ihtilalci sosyalizmle mi1liyetçi1iğin bağdaşama­ yacağı nasıl bir gerçekse ; aydınlarımız, hele genç­ lerimiz içinde hem Marksist, hem de milliyetçi ol· duklarına samimiyetle inananların bulunduğu da o ka­ dar p:erçektir. Böylesine bir çelişikliğin başlıca se­ bebi bil�isizliktir. Yalnız kelimelere sahip çıkılmak­ ta, Marksizmin ve mi1liyetçiliğin ası] hüviyetleri öğ­ reniJmemektedir. Marksist gençler, Marksizmin mi1let 132


hakkındaki görüşünü bilseler, ya Marksizm'den, yahut milliyetçilikten vazgeçmenin kaçınılmazlığını da anla­ yacaklardır. Şartlandırılmış beyinlerin donmuşluğunu, milliyet­ çi kaynaklara dayanan izahlarla ikna edilmelerinin güçlüğünü bilirim. Bundan ötürü, Marksist bir kay­ naktan, sosyalizmin peygamberi sayılan Karl Marks'­ ın ünlü eseri Manifesto'dan delil vereceğim. Marks ve baş çömezi Engels, aynen şöyle diyorlar : «Komü­ nistleri vatan ve milleti yok etmeğe çalışmakla itham ediyorlar. İşçilerin vatanı yoktur ki, onlar malik ol­ madıkları bir şeyden mahrum edilsinler ! İşçi sınıfı iktidarı ele almadıkça, kendisi bir millet olarak teş­ kilatlanmadıkça, o sınıfın kendisi bir milli unsurdur.» «Milletler arasındaki farklar, milli özellikler, mil­ letlerarasındaki düşmanlıklar ; burjuvazinin gelişmesi . üretim usullerinin her memleketle yeknesak bir şekil alması, ticaret hürriyeti ve bundan doğan hayati mü­ nasebetler sonucunda yıkılma yoluna girmiştir. Pro­ leteryanın hakim olması, iktidarın proleteryanın eli­ ne geçmesi, milletlerin ortadan kalkmasını daha da çabuklaştıracaktır.» Bu kadar açık bir ifadeye ve ke­ sin bir hükme başka bir şey ilave etmeğe her halde ihtiyaç yoktur. Marksizm, iktidara geçtiği vakit, mil­ letlerin ortadan kalkmasını çabuklaştıracağını ilan ettiğine göre, bir insanın hem Marksist, hem de mil­ liyetçi olması nasıl mümkündür? Milleti ortadan kal­ dıran bir milliyetçiyi düşünebiliyor musunuz, «Ger­ çekten demokratik tam bağımsız Türkiye»ci sosya­ listler !

113


KUZNETSOV'UN ISTIRABI En çok sevdiğimiz kelimelerden biri, çok defa bi­ rincisi, adımızdır. Sanki insanlarla adları arasında sihirli bir bağ kurulmuştur. Adımız, çok yakın bir dos­ tumuz gibidir. Birisinin ağzından duyduğumuz vakit daima hoşlanırız, bir yerde okuduğumuz vakit sevi­ niriz, hatırlanmadığını görürsek üzülürüz. Söylenişi çirkin de olsa, hiç bir manaya gelmese bile, adını de­ ğiştirmek isteyen bir kimseye rastlamak pek güçtür. Cemiyetin mahkum ettiği bütün suçlular, caniler, hır­ sızlar, hatta casuslar da adlarından şikayet etmezler. Adımız, bir bakıma, yaşadığımızın isbatıdır, varlık şu­ urunu taşıdığımızın kesin bir belgesidir. Ve şimdi bir adam, sosyalizm cennetinden kaçıp İngiltere cehennemine iltica eden Anatoli Kuznetsov, adından nefret ediyor ! Sunday Telegraph gazetesine yaptığı bir açıklamada, ismini değiştireceğini söylü­ yor. Kuznetsov'un adından nefret etmesi, feza çağı mn en acıklı maceralarından biridir. İnsanlık haysi­ yetini karalayan kocaman bir lekedir. Düşünme ka­ biliyetine sahip olan beyinler için bulunmaz bir ibret dersidrr ! Kuznetsov kimdir ve adından niçin nefret ediyor? Kuznetsov, sosyalist Sovyet edebiyatının en ünlü yazarlarından biridir. Kitaplarının satışı mil­ yonları bulmuştur. Sovyet imparatorluğunun varlıklı vatandaşlarından sayılır. Maddi hiç bir sıkıntısı yok­ tur. Kuznetsov adını milyonlarca insan sevgi ve say-

134


gıyla anmaktadır. Kırk yıllık vatanını bırakan. adın · dan nefret eden Kuznetsov, işte böyle bir adamdır ! Peki, sebep ne? Diyor ki : «Kuznetsov, şerefgiz, çıkarcı ve korkak bir yazardı. Bundan sonrak: eser.. lerime A. Anatol imzasını atacağım ! » Kendisini şe refsizlikle suçlayan bir insanı hiç görmemiştiniz, hiç duymamıştınız değil mi? Sosyalizme teşekkür edin, sayesinde daha çok şeyler öğreneceksiniz ! Dertli Kuznetsov'un açıklamaları, sosyalizm ve hürriyet meraklısı yazarlarımız için, ezberlenmesi ge­ reken eşsiz öğütlerdir. Sovyet romancısının sözlerini hemen çerçeveletsinler ve baş uçlarına assınlar ! İn­ sanlık duygusundan nasipleri varsa, meslekdaşlarınııı acısını paylaşsınlar. Açıklamaların aşağıya aldığım bölümünü de, her gün bir kaç defa okusunlar : «Ki­ taplarının satışı milyonları bulan bir yazarın vatanı­ nı neden terkettiğini anlayamadığınızı söyliyebilirsi­ niz. Buna verilecek tek cevabım var : Rusy8 'du ar tık yaşayamıyacağım. Bu his benden bile daha kuv­ vetli. Yazar olmasaydım belki orada yaşayabilirdim. Oysa benim için hayatta en önemli şey olan yazmak. Bir yazar olarak da Rusya'da yaşamama imkan yok. Yirmi beş yıldır hayatımı yazarak kazanıyordum. Bu yirmi beş yıl içinde Rusya'da bir tek eserim aslına uygun şekilde yayınlanmadı. Ve, daima tahrif edildi. Sovyet sansürü eserlerimi bazen tanınmayacak şekil­ de değiştirdi. Bazen de eserlerimin yayınlanmasına izin verilmedi. Son eserim olan «Yangın»ı yazarken hiç bir şey hissetmiyordum. Ne inancım, ne de umu­ dum kalmıştır. Sansürün bu eserimi de berbat ede­ ceğini biliyordum. Kısa bir süre sonra bu tahminim gerçekleşti, eserim tanınmaz bir halde piyasaya sü­ rüldü ! .)) Allah'tan ümit kesilmez. Kuznetsov'un ıstırabın­ dan belki de hayırlı sonuçlar doğacaktır. ·

1311


AZ GELiŞMİŞ BEYiNLER GERİ kalmış veya daha kibar bir söyleyişle az gelişmiş ülkeler gibi az gelişmiş beyinler de vardır. Çağımızın maddeci bakışı herhangi bir memleketin geri kalmışlığını teshil etmeye yarayan ölçüler ara­ sında «Fert başına düşen milli gelir» hesaplarını ter­ cih ediyor. Geri kalmışlığın tek ve kesin bir ölçüsü yoktur. Yine de sebeplerle neticeleri karıştırmanın ve sebepleri netice, neticeleri de sebep zannetmenin az gelişmiş beyinleri tesbit yönünden doğru bir ölçü olduğuna inanıyorum. Yarı - aydınlarımızın çoğu yakın bir zaman önce­ sine kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun sırf taassup yüzünden yıkıldığına inanırlardı. Hatta beyinlerin az gelişmişliği hükümlerin hep aynı istikamette sürd.ü­ rülmesi sonucunu verirdi. Gülünç bir mantık düzeni resmi devlet eğitiminin himayesini de alarak titizlik­ le korunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış sebebi nedir? Yobazlık ! Yobazlığın doğuş sebebi ne­ dir? Müslümanlık ! Şu halde üç kıt'adaki hakimiye­ timizi müslümanlığımız yüzünden kaybettik ! Ve geri kalmışlığımızın tek sorumlusu İslamiyettir. Az gelişmiş beyinlerin ters yöndeki başarılarıdır ki, son elli yılı 138


dolduran fikir çekişmelerini sebeplerle neticelerin yerlerine konması etrafında döndürmüştür. Nitekim ilim adamlarının araştırmaları geliştikçe, taassubun imparatorluğu yıkan bir sebep değil, fakat yıkılış se­ beplerinden doğan bir netice olduğu iyice anlaşılmış­ tır. Yıkılışın asıl sebepleri iktisad, coğrafya, askerlik ve diğer sahalardaki değişmelere bağlıdır. Yine az gelişmiş �eyinler matbaanın memleketimize girmesin­ deki gecikmeyi din adamlarının mukavemetiyle izah ederler. Oysa vesikalarla ortaya konmuştur ki, me­ selenin dinle bir ilgisi yoktur. Matbaanın kurulma­ sına tamaı:nen iktisadi mecburiyetlerle, belli bir iş sahasını kaybetmek endişesi yüzünden karşı çıkılmak istenmiştir. Gayet ünlü bir sosyalist yazar, üç dört yıl önce İsveç'e gitmişti. Döndüğü vakit seri fıkralar yazdı. İsveç'te gördüklerini ve düşündüklerini anlatmağa çalıştı. Yazılarının birinde sebeplerle neticeleri ka­ rıştırmanın, yani beyin geri kalmışlığının unutmadı­ ğım bir misalini vermiştir : Bay sosyalist, lsveç'in hepimizi imrendiren bir seviyeye nasıl yükseldiğini incelemeye kalkmış ve kimsenfo göremediği gayet derin bir sebep keşfetmiş­ ti. Kadın - Erkek münasebetlerindeki serbestlik ! İsveç­ liler'in bu konudaki tutumlarını, cinsi arzularının tat­ mini bakımından hiç bir yasağa uymak zorunda olma­ dıklarını, tam bir hürriyet içinde yaşadıklarını bal� landıra ballandıra hikaye ettikten sonra, hükmü der­ hal yapıştırmıştı. Böyle bir cemiyet elbette kalkınır, elbette yükselir. Sosyalist yazarın azgelişmiş sayın beyni İsveç ve benzeri ülkelerdeki cinsi hürriyetin asla bir kalkınma sebebi değil, fakat bilhassa sana­ yileşmeden doğan bir netice olduğunu kavrayamadı. Ve ne hoş bir tesadüf, bay sosyalistin cinsi hürriyet137


Ier üstüne övgüler düzdüğü gazetenin bir gün sonraki sayısında İsveçli ilim adamlarından bazılarının ortak bir tebliği yayınlandı. Teknik gelişmelerin, sanayileş­ me ve gelir artışının sebebiyet verdiği buhranlardan söz ediliyor, ahlak bozukluğunun İsveç milletinin ge­ leceğini tehlikeye düşürecek bir ölçüde arttığı öne sürülüyor ve mutlaka bir tedbir alınması isteniyordu. Az gelişmiş beyinlerin gittikçe çoğalmasRı.dan en­ dişe etmelisiniz. Memleketin hangi davasına el atsa-. nız sebeplerle neticeleri karıştıran, böylece isabetli bir teşhis konmasına imkan bırakmıyan az gelişmiş beyinlerle karşılaşırsınız. Az gelişmiş bir beyin öyle­ sine acaip bir nesnedir ki, hemen her sahadaki geri­ liğimizi yine az gelişmişlikle izah eder. Mesela eğitim düzenimiz niye perişan diyorsanız, cevabı hazırdır. Gelişmemiş bir ülkeyiz de ondan. İlimde, san'atta, hatta sporda niçin mi geriyiz? Elbetteki az gelişmiş bir ülke olduğumuzdan ! Gelişmemiş beyinlerin yüksek görüşlerine uyarsak az gelişmişliğimizin bir sebep, çe­ şitli sahalardaki geriliğimizin de netice olduğunu ka­ bul etmek zorunda kalırız ! Böyle bir mantıkla nereye çıkılacağı da bellidir. Önce kalkınmış bir memleket olacağız, sonra da bütün kusurlarımızı düzelteceğiz. Ve son bir cümle : Az gelişmiş beyinler geri kalışı­ mızın neticesi değil, sebebidirler.

138


HANGİSİ TEHLİKELİ ÇAGIMİZ Türkiyesinin belki de en kolay cevap­ landırılacak sorularından biri idi. Ama siyaset usta­ larının yüksek gayretleri yüzünden öyle bir karıştı ki. nerde ise fal açacağız : Aşırı sol mu daha tehlike­ lidir, aşırı sağ mı? Sayın Cumhurbaşkanı Sunay ile Başbakan Demirel ikisine de karşı olduklarını, fakat herkesin bilebileceği sebeplerden ötürü aşırı solu da­ ha tehlikeli bulduklarını açıkladılar. Sayın İsmet İnö­ nü pek öfkelendi, direttikçe diretti. Aşırı sağ ve aşırı sol arasında ayırım yapmak yersizmiş. Aşırı sağın memleketimizi geriye götüreceğini söylemek, buna karşılık aşırı solun milli varlığımızı mahvedeceğini belirtmek aslında «Sağ irticaı» teşvik manasına ge­ lirmiş. Biliyorum : Elli yıllık bir siyasetçiye, cumhur­ başkanlığı ve başbakanlık yapmış tecrübeli bir kap­ tana bir memleketi tehdit eden tehlikelerin nasıl de­ ğerlendirileceğini anlatmak çok ayıp bir şeydir. Eli­ mizden ne geli_r, anlaşılması güç bir dönemde yaşıyo­ ruz ; elmanın armut değil, elma olduğunu manavla­ ra isbat etmek zorunda kalıyoruz. Ayıbına da katıla­ cağız. 139


Aşırı sağ ve sol kelimelerinin gerisinde ne biçim dolapların döndüğünü münakaşa etmiyeceğim. Sayın İnönü bu kelimeleri ne şekilde anlıyorsa öylece ka­ bul edeceğim. Yine de açıkça görülecek ki, aşırı sol tehlike ile aşırı sağ tehlike asla kıyaslanamaz. Niçin mi? Diğer sebeplerin hepsini atlıyor, en önemlisini ba­ şa alıyorum. Bütün bir tarih boyunca ve bilhassa za­ manımızda tehlikeler yalnız yurt içindeki kuvvetleri ile değil, hatta daha çok desteklendikleri dış kuvvet­ lerle ölçülmüşlerdir? Nedir aşırı sağın dış kuvveti, kimdir aşırı sağ irticanın kökü dışarıdaki destekçile­ ri? İsmet Paşa'ya göre Suudi Arabistan, bir de Ür­ dün ! Diyelim ki, doğru ! Peki nedir Suudi Arabistan'm gücü? Şimşir tarak peşinde kocaman bir sıfır ! Ya Ür­ dün 'ün ki, solda sıfır. Hani Suudi Arabistan'dan, Ür­ dün'den veya başka bir Arap ülkesinden yayılan irtica memleketimizi ele geçirse, hiç şüphe etmeyin, beş-on yıl geçmeden dalganın kaynağına · bayrağımızı dike­ riz ! Laf sömürücülerine acele bir hatırlatma: konu­ nun sadece milli varlığımız ve bağımsızlığımızla ilgili tarafını anlatıyoruz. Aşırı solun kuyruklu yalanına, ya­ ni aşırı sağın emperyalist Amerikalılar tarafından bes­ lendikleri uydurmasına sayın İnönü'nün katılmayaca­ ğını umarız. Amerikan ve benzeri emperyalistler, aşı­ rı sağın dostu olmak ne kelime, azılı düşmanıdırlar. Faiz yasak, israf haram, gavur malı kullanılmaz ! Ve kapitalizmin desteği ! Eş mana? Aşırı sağcı göründük­ leri halde kapitalistlerle ortaklık kuranlar yok mudur? Vardır tabii, vardır. Ama onlara aşırı sağcı yerine, aşırı üç kağıtçı denir. Amerikan emperyalizmi, elin­ den gelse - ki gelir - Kapitalizmi destekler, kökünden kopmuş sermayeyi destekler. Milletimize yabancılaş­ mış batıcılık sevdaWarını destekler. Mesela bende­ niz, Sayın İnönü'nün ölçülerine göre, haddim olmıya140


rak aşırı sağcı sayılırım ! Henüz hiç bir Amerikalı ile tanışmadım, doların yüzünü de görmedim. Şimdi gelelim aşırı solun dışındaki kuvvetine: kimlerdir aşırı solun destekçileri? Biir : Sovyet Rus­ ya ! Yeryüzünün ikinci büyük devleti. 250 milyon in­ san. Atom bombası var, hidrojen mevcut. Feza'ya gi­ diyor. İkinci : Kızıl Çin ! 750 milyon insan. Atomu ve hidrojeni bulunur. Dünya hakimiyeti peşinde ! Sovyet ve Kızıl Çin'in aşırı solcuları desteklediğini nerden mi biliyorum? Elbette ben icad etmedim, kendilerinin yalancısıyım. Pekin ve Moskova , diğer ülkelerdeki yol­ daşlarını desteklemenin «Marksist» bir görev olduğu­ nu sık sık ilan ederler. Sayın İnönü, eğer öğrenmek imkanını bulamamışsa Metin'e sorabilir : Moskova ve Pekin'in, dünyanın neresinde olursa olsun, aşırı sol çalışmaları akla gelebilecek şekillerin hepsinden fay­ dalanarak destekledikleri gerçeği artık münakaşa bile edilmemektedir. Dikkat buyruldu ise, aşırı solcuları­ mızın Batı Avrupa'daki yardımcılarını bir kalemde sil­ dim ! İsmet Paşamıza ufak bir not daha vereyim : Ame­ rika aşırı solu istemez, ama aşırı sağı hiç istemez. Ve iddia ediyorum : Seçimleri aşırı sağcı bir partinin k�­ zanmasındansa, Ecevit'li bir CHP'nin kazanmasını ter­ cih eder. Falın sonu : Bir tarafta Suudi Arabistan ve Ür­ dün, diğer tarafta Sovyetler Birliği ve Kızıl Çin ! Aca­ ba münakaşaya devam edecek miyiz ? Aşırı solun aşı­ rı sağdan daha tehlikeli sayılmasına yine kızacak mı­ yız? Eğer kızacaksak : «Hadi canım sende ! »

141


KALK BORUSU CÜZDANLARINI daha çok şişirmeğe yarayacak yağlı bir müşteri olarak görmenin ötesinde, Türk Mil­ leti ile hiç bir bağları bulunmayan beslenme kaynak­ ları şüpheli gazetelerin yazdıklarına asla inanmayı­ nız ! İhanetleri; çıkarcılıkları, seviyelerinin bozuklu­ ğu veya akılsızlıkları yüzünden gerçekleri görmemek­ te direnen sözde aydınların söylediklerine asla inan­ mayınız. Ün�versitelerimizde başlatılan, sokağa taşırı­ lan ve köye kadar götürülmek istenen kanlı kavga, fikir ayrılıklarından doğan ve tabii karşılanması ge­ reken bir mücadelenin eseri değildir . Hele, taş dev­ rinin insanlarını bile utandıracak gaddarlıkların ar­ kasında gençliğin masum isteklerini ve temiz heye­ canlarını aramağa yeltenmek eğer ihanet değilse, mut­ laka ve mutlaka eşi bulunmaz bir ahmaklıktır. Ne gen­ ci, hangi genç? Bilinsin ki, genç'in o güzel adını kirle­ tenleri affetmeğe hiç kimsenin gücü yetmiyecektir ! O nasıl gençtir ki, öğretmeninin odasına baskın yapsın, hayatını tehlikeye sokacak derecede yaralasın, hasta­ nelik etsin. O nasıl gençtir ki, eşkiyalığa özenip mü­ dürünün yolunu kessin, elli tanesi bir araya gelip ge­ cenin karanlığında adamcağızı komaya soksun ! Milli142


yetçi gençlere bakınız. Satılmış kalemlerin her gün küfrettiği faşist diyerek, gerici diyerek hiç utanmadan kötülemeye çalıştığı o yiğit çocuklara bakınız. Sosya­ list öğretim üyelerinden her türlü hakareti görmüş­ ler, hatta sırf milliyetçi oldukları için sınıfta bırakıl­ mışlardır. Ama içlerinden birinin hocasına el kaldır­ dığı olmamıştır. Aksini bilen, gören, duyan varsa söy­ lesin! Memleketin polisi vardır. Yürürlükteki kanunlara göre vazifesini her zaman ve her yerde yapmağa mec­ burdur. izinsiz bir harekete kalkışılır polis gelir, en­ gel olmak ister. Önce, duyanları utançlarından yerin dibine geçirecek bir küfür yağmuru: Fukara polisle­ rin ne anaları kalır, ne bacıları ! Yetmez, alırlar yer­ den kocaman bir taş parçasını, yürekleri hiç titreme­ den indirirler başına. Polis de insandır, tahammülünün belli bir ölçüsü vardır, karşılığında elbette gül at­ maz. Sinirler iyice gerilmiştir. Kanlı bir kavga çıka­ cak, belki de bir sürü insan ölecektir. Polis vaktinde haber alır, ayırmak için araya girer, beyinsiz takı­ mından bazı cüppeliler basarlar fetvayı: «Polis suç­ ludur, Üniversitenin muhtariyeti zedelenmiştir ! » O cübbeleri uzun, akılları kısa efendilere sorunuz : Ne istiyorlar? Memleketin çocukları bir birinin kanı­ nı akıtsın, polis de ağzında sigara, dudağında tebes­ süm seyir mi etsin? Kavganın hüviyeti de bellidir, hedefi de komünist bir azınlık, seçimlerden tamamen ümidini kesince, ih­ tilal yolu ile iktidarı ele geçirmenin peşine düşmüş­ tür ve hareketine başlangıç noktası olarak iç savaşı seçmiştir. Havaya kalkan sol yumrukların ve «Ba­ ğımsız Türkiye,» sloganlarının gerisinde Türk varlığı­ nı tarih sahnesinden silmek niyeti apaçık sırıtıyor. Belki yüz defa yazdık : Komünist kışkırtmalara katı143


!anların hepsi hain değildir, hatta aldatılmışların sa­ yısı daha çoktur. Yazık ki, bir noktadan itibaren iha­ netle gafletin hiç farkı kalmaz. Gazetelerde kopuk bir parmağın fotoğrafını gördü­ nüz. Solcu bir öğrencinin elinde dinamit patlamış ! Kör gözleri bile açabilecek delillerin en müthişi ! Bir öğ­ rencinin elinde dinamitin ne işi vardı? Elinde patla­ masaydı kime atacaktı, hangi düşmanı öldürecekti. Bir parmağın gitmesi aslında hayırlı bir tesadüftür, karşılığında belki on hayat kurtuldu ! Türkiye'yi kurtarmakla vazifeli kılındıklarına ina­ nanlar, lütfen uyanın, yarın çok geç olabilir. Ve Türk Milliyetçiliği mefkuresinin çilekeş yolcuları, milletini­ zi herkesten fazla sevdiğinizi isbat etmenin tam sıra­ sıdır.

144


FAŞİZM BİR ÖCÜDÜR! .. ŞANI büyük siyaset ustaları nutuk üstüne nutuk atarlar : «Faşizmin de komünizmin de karşısındayız ! » Böyle demekle d e büyük v e güç bir memleket hiz­ meti yaptıklarına, kendileri pek inanmasalar bile, mil leti inandıracaklarını sanırlar galiba, sünnet olmağa razı edebildikten sonra çocuklara söylediklerimizi te�­ rarlamalı, hem de ellerimizi çırparak alkışlamalıyız : «Oldu da bitti maaşallah ! » Son aylarda tecrübeli kaptanlığı ihtiyarlığından ge­ len bir siyasetçi yeni bir söz keşfetti : «Sağ faşizm, sol faşizm ! » Hani birilerine ( ! ) derneğe getiriyor ki, «Kuy­ ruğunda faşizm yoksa solculuk pek fena sayılmaz ! > Manzara memnuniyet vericidir. İktidar büyükleri, Muhalefet büyükleri, üniversite büyükleri, basın bü­ yükleri, kısacası cümle büyüklerimiz hep beraber fa­ şizme karşıdırlar, hem de başları sıkışınca birbirle­ rini faşistlikle suçlarlar ! Tehlikelerden bahsedilince, faşizm daima önde ge­ lir. Gerçi sevgili Türkiye'mizde Marksist - Leninist ol­ duğunu açıkça söyleyen profesör vardır, yazar vardır, siyasetçi vardır ve faşistliğini ilan eden bir Allah'ın ku luna henüz rastlanmamıştır. Ve yine de varsa faşizm, 145


yoksa faşizm ! Faşizme karşı olmak hepimiz için kö­ çınılmaz bir mecburiyet gibidir yine sevgili Türkiye­ mizde. Marks için, Lenin için doğum ve ölüm yıldö­ nümlerinde törenler düzenlenir, dergilerin özel sayı­ ları çıkar, renkli fotoğrafları üniversitelerimizin du­ varlarına asılır. Kitaplar yayınlanır. Ama Mussolini'­ nin veya Hitler'in ne doğumunu hatırlayan vardır, ne de ölümünü ! Öyledir ya, faşizme özenen gençlerimizin varlığından, önlerine geçilmesi gerektiğinden bahset­ mek sanki bir modadır ve herkes - çok affetsinler kadınlaşmalarına uymak ihtiyacını duyar ! Filan par­ tinin lideri, komünizme karşı olmasını bağışlatmak istercesine, üstelik 12'yi çeyrek geçe başlamıştır, kür­ süye her çıkışında faşizme ver yansın etmeden, im­ kanı yok aşağı inemez ! Kalemlerinden kan damlayan hızlı yazarlar, sık sık, <<Faşizmin yaklaşan ayak seslerine» dikkati çe­ kerler. Fukaraların sol kulakları hepten sağırdır, ko­ münizmin çekiç seslerini hiç duymaz ! ·

Peki ama, nedir bu faşizm? Yıllardır okudum, dü şündüm, inceledim ve nihayet, haddim olmayarak, Tiir­ kiye'miz ba kımından Faşizmin ne olduğunu keşfettim. Evet, yazının başlığında da okuduğunuz gibi, Faşizm bir öcüdür. Zira faşizm, bizdekinden söz ettiğimi tek­ rar belirtmeliyim, «ÖcÜ>>nÜn bütün özelliklerine sahin tir. «Öcü»lerin başlıca özelliklerini hatırlayınız · Örü, asla var olmayan, fakat çocukların yaramazlıklarını önlemek için uydurulan bir tehlikedir. Aslında çocuk­ lar için en zararsız şey öcüdür, çünkü yalnız cıdı var­ dır, kendisi yoktur. Hiç bir ana - baba, çocuğuna öcü­ yü tarif edememiştir. Çocuk ağlıyor mu, tehdit hazır­ dır ; «Öcü geliyor ! » uyumadı mı, öcü gelir, yaramaz­ lık mı etti, yine öcü gelir. Çocuk büyür, yaşlanır ve ölür, bekler ki, öcü gelecek ! Milletimiz için faşizm 146


tehlikesi de aynen öcü . gibidir. Hep geleceğinden söz edilir, ama hiç gelmez ; daha doğrusu gelemez, çün· kü yoktur. Faşizmle öcü arasındaki önemsiz bir farkı belirt· memiz gerekiyor. Öcü çocukların, faşizm de milletin yaramazlığını önlemek için uydurulmuşlardır. Şaşır­ mayın, «Milletin istenmeyen yaramazlığı da ne ola ki ! » demeyin. Vardır, kendilerini Türk Milletinin efendisi sayan bir zümre yönünden gayet tehlikeli ve korku­ lu bir yaramazlık vardır. Milletimizin, kaderine ger­ çekten sahip çıkmak üzere kendi benliğine dönmesi, yeni ve büyük bir hamleye geçmesi ! Türklüğün ya­ rarına olabilecek her işareti «Faşizm» diye damgala­ yanların davranışı nasıl bir tehlikeden korkulduğunu açıkça belli ediyor ! Keşfimizi anlatacak son cümle bir vat::ınrlaş1ık borcunun yerine getirilmesi olacaktır. Türk Milleti ro­ cuk değildir, üstelik, akıllı çocuklar hiç bir zaman "Ücümün varlığına inanmamışlardır.

147


LENİN'İN TÜRK DOSTLUGU (!) YANLIŞ hatırlamıyorsam Fındıkoğlu Ziyaedciin Fahri hocamızın öfkeli bir yazısının başlığı şöyle idi : <'Okumuyorlar, yahut Allah belalarını versin ! » So,·yet diktatörü Lenin'in 100. doğum yılı münasebeti ile yer­ li solakların yazılarına baktıkça Fındıkoğlu hocamı­ zın haklı öfkesine katıldım ! Ne imiş bilir misiniz? Lenin yoldaş, Milli Kurtuluş mücadelemizi hiç bir kar­ şılık beklemeden, sırf mazlum milletlere beslediği en­ gin sevgiden ötürü destekledi imiş. Ne denir, ya tarih bilmiyor, aptallıkları bu yüzdendir, Allah cümlesini is­ Iah etsin ! Yahut haindirler, geçmişi unutturmak. Türk Milletini kandırmak hevesine düşmüşlerdir, Allah to­ punu birden kahretsin ! Ne yapalım öylesine kalleş bir zamanda yaşıyoruz ki, armudun armut olduğunu ispat etmek de biz Türk Milliyetçilerinin vazifeleri arasın­ dadır. Madde bir : Yeryüzünde hiç bir millet, bir ba'?ka milletin kurtuluş mücadelesini «Hiç bir karşılık IJ\!k­ lemeden» asla desteklemerniştir. Bütün zamanların ya­ lan söylemeyen biricik şahidi tarih böyle bir «Karşı­ lıksız» yardımdan bahsetmemistir. Madde iki : Milletler arasındaki her desteklN. e148


nin mutlaka bir karşılığı vardır. Lenin ve Sovyetler Birliği de, Milli Kurtuluş mücadelemizi destekleı.!iş görünmekle sayısız menfaatler sağlamışlardır Öyle ki, ancak bir kaç yıl süren dostluk döneminde <:>ov­ yetlerin kazancı Türk Milletinin kazancı ile kıyasla::a­ mıyacak kadar fazla olmuştur. Kurtuluş Sava-;;ı yılla­ rının çaresizlikle dolu şartlarını unutmamak gc..ekt;ği­ ni, Sovyet desteğine muhtaç olduğumuzu söylemek mümkündür. Ve büyük bir ihtimalle doğrudur A na diğer taraftan henüz yerleşmemiş olan İhtilale; S.ıv­ yet rejiminin bizim desteğimize ihtiyacı bizimlcmden daha çoktu. Madde üç : Sovyetler Birliği Kafkas cephesini mut­ laka emniyete almak zorundaydı. Azerbaycan ve Kaf­ kasya'da bağımsız cumhuriyetler kurulmuştu. Çarlığı deviren, fakat sahip olduğu toprakların bir karışın­ dan bile vazgeçmeyen Lenin, Azerbaycan'ı ve bütün Kafkasları yutma hazırlıkları peşindeydi. Ve Türki­ ye'nin maddi, manevi her türlü müdahalesinden ko­ runmaya mecburdu. TBMM'nin toplanma tarihi 23 Ni­ san 1920'dir. Kızıl Ordu'nun genç Azerbaycan Cum­ huriyetini boğazlama tarihi de 27 Nisan 1920' dir. On gün önce biz, 23 Nisan'ın 50. yılını kutladık ;

4 gün sonra da Azerbaycan'lı soydaşlarımız, bağımsız­ lıklarının ve vatanlarını kaybedişlerinin 50. yılını an­ dılar ! Lenin'in «l:liç bir karşılık beklemeden» Milli Kurtuluş Savaşımızı desteklediği iddiacılarının sura­ tına tükürülecek bir gerçektir ki, Sovyet istilasını güç­ leştirecek en ufak bir hareketimiz olmamıştır ; aksine, kolaylaştırmışızdır. Vatan kurtarma davasında iken başıf"i\ıza yeni bir dert açamıyacağımızı öne sürmek ayrı bir konudur, sonucu değiştirmez. Belki tarih hu­ zurunda affedilmemize yarıyacak bir sebeptir, ama Sovyet dostluğunun da bedelini gösterir . · Kızılordu A149


zerbaycan'ı çiğnemiştir, biz de seyretmişizdir, liatta hiç değilse siyaset kürsülerinden al.kış tutmuşuzdur ! Azerbaycan'lı soydaşlarımızın ve Kafkasya'lı din­ daşlarımızın daha sonraki kurtuluş hamlelerine de as­ la bir yardımımız dokunmamıştır. Doğu cephemizin kahraman kumandanı Kazım Karabekir'in hatıraları­ na girmiş acı bir itirafı tespit etmekle yetineyim : Karabekir Paşa, yaveri Kazım Orbay'ı Kafkas cephesinin unutulmaz kumandanı Nuri Paşa'ya yolla­ mış ve Sovyetlere karşı girişilecek herhangi bir ha­ rekete asla karışmamasını emretmiştir. O yılların muteber gerekçesi, şimdi gülünç bile değildir. İngiliz emperyalizminin Kafkaslara sızması önlendi, çok gü­ zel ! Peki ama, Rus emperyalizmi · nasıl önlenecek? Üstelik, İngiliz emperyalizminin bugüne değin yaşı­ yabileceği pek şüpheli idi, tıpkı Rus emperyalizminin ortadan kalkabileceği çok şüpheli olduğu gibi ! Ve ni­ hayet utanma kabiliyetlerinin kalmadığını bilmesey­ dim, «Karşılıksız yardım» iddiacılarına canlı bir şa­ hidi gösterirdim : Millet Meclisi'nin 50. yıldönümüne katılan millet­ vekilleri arasında, Batum Meb'usu Ahmet Fevzi Er­ dem de vardı. «Batum Meb'usu içimizde, ya Batum nerede?» Batum Sovyet desteğinin karşılıklarından sa­ dece biridir. Lenin dostluğunun Türkistan faslı, Azerbaycan ve Kafkas faslından daha ibret vericidir. Onu da bir baş­ ka yazımızda anlatırız.

150


SAHTEKARLIGIN BÖYLESİ! SON zamanlarda, «Fikir suçU»nun oıup olmayaca­ ğı en ziyade münakaşa edilen konuların başında geli yor. CHP Genel Başkanı Bay Bülent Ecevit. CHP'nin öteki konuşurla!"ı ve yazadarı, aşırı sol'un hapishane dışında kalmış bütün cengaverleri, üniversite öğretim üyelerinin öğrencilerini «eylem»e kışkırtmanın günahı­ nı omuzlarından hala atamamış takımı, hep bir ağız­ dan bağırıyor. Fikir suçu olamaz ! Her gün en azın­ dan beş nutuk çekiliyor, on yazı yayınlanıyor. Terane hiç değişmemekte : Fikir suçu olamaz ! Fikir suçu ne demektir? Olur mu olmaz mı? Konunun bu tarafı üze­ rinde hiç durmayacağım. Yalnız «Fikir suçu olmaz,» djyerek ayağa kalkanların samimiyetsizliklerini, sah­ tekarlıklarını, bütün bir milleti hiç sıkılmadan nasıl aldattıklarını, kısaca açıklamak istiyorum. Önce, itiraz edilmesi mümkün olmayan kesin bir gerçeği belirtelim : «Fikir suçu olamaz» diyenlerin mutlak çoğunluğu solcudur, sosyalisttir, Marksist-Le­ ninist'dir. Çağımız dünyasında sosyalizmi benimse· miş, Marksist, Leninist ideolojinin temel ilkelerini uy­ gulamış bulunan birçok ülke vardır. Fikir suçu ola­ mayacağını öne sürenler, sosyalizmin temsilcisi ola­ rak, bazı Avrupa ülkelerini değil, Sovyetler Birliği'ni ve diğer peykleri tanımışlardır. Hemen her gün süs­ lü fıkra döktürerek «fikir suçu olamaz !> diye tepinen·

151


lerin pek çoğu Sovyetler Birliği'ne hayranlığını gizle­ memiştir. Böylece konunun can damarına, sahtekar­ lığın düğümlendiği noktaya geliyoruz. Herhangi bir Marksçı sosyalistin fikir suçunu ayıplamakta haklı sa­ yılabilmesi, aşağıdaki ihtimallerden birinin doğru ol­ ması şartına bağlıdır : 1 Sosyalist ülkelerin kanun­ larında ve uygulamada fikir suçu yoktur. Mesela, Sovyetler Birliğinde her vatandaş düşüncelerini, tam bir hürriyet içinde açıklayabilir. Canı isterse Marks'ı, Lenin'i, Brejnev'i ve komünist partisini, en ağır keli. meleri kullanarak kötüler. Böyle yaptığından ötürü de kimseye hesap vermek zorunda kalmaz, ceza gör­ mez. 2 Sosyalist ülkelerde fikir suçu vardır. Fakat memleketimizin hürriyet sevdalısı sosyalistleri, fikri yasaklayan yoldaşlarına dehşetli bir öfke duymakta­ dırlar. Sırf bu yüzden Sovyetler Birliğinin ve diğer sosyalist ülkelerin tutumenu kınamakta, fikir suçu ile yargılanıp hüküm giyen Sovyet vatandaşlarını yücelt­ mekte, sosyalis� yönetim:ni yerin dibine batırmakta, yöneticileri ihal'.efü: suçlamaktadırlar. -

-

Birinci ihtimai :n doğru olmadığını sosyalistleri­ mizin en utanmazı bile inkar edemez. Çünkü Sovyet­ lcr Birl;ğini ve benzerlerini batı ülkelerinden ayıran özelliklerin birincisı, fikir suçunun var olacağını ka­ bul etmek bir tarafa, fikir suçlusu sayılanlara en ağır cezaların verilmesıdir. Öyie ki, fikirlerin açıklanması­ nı, ne şekilde olursa cılsun, cezalandırmak hakımından, yeryüzünün en ilkel toplulukları bile, sosyalist ülke­ lerle kıyaslanama��ar. Sovyetler Birliği'nde, bilindiği gibi, Marksist-Leninist ideolojinin dışında kalan bü­ tün dünya görüşlerinin övülmesi ne kelime, kötülen­ memesi kesinlikle yasak edilmiştir. Dünya görüşleri­ nin münakaşa edilemediği bir düzende, hürriyetinden vazgeçtik, fikrin özü bile yoktur.

152


Gelelim ikinci ihtimale : Fikir suçu olamaz iddia­ sının şampiyonu kesilen sosyalistlerimiz, Sovyetler Birliği ve benzerlerindeki uygulama karşısında acaba nasıl bir tavır takınmışlardır? Komünizmi övmenin dı­ şında sayılan bütün fikirlerin yasaklanmasını ne za­ man, nerede, hangi konuşmaları ve hangi yazıları ile kınamışlardır ? En seçkin Sovyet yazarları ve ilim adamlarının, üstelik sosyalizmin özünü değil, komü­ nist partisinin bazı tasarruflarını kına dıkları için tı­ marhanelere tıkılmasını kaç sosyalistimiz ayıplamış­ tır ? Daha onbeş gün önceki gazeteler, heş yıl � ı k ce­ zasını bitiren A. Amalrik'in, eşinin yolunu gözlediği günlerde, yeniden tutuklanıp beş yıla hüküm giydi­ ğini yazdı Fikir suçu olamaz diyerek k.ıya met!Pr ko· paran sosyalistlerimiz kış uykusunda mı yatıyoı'lardı? Bir tanesi çıkıp da Amalrik'e yapılan h �ksızhğı ni­ çin kınamadı? Sovyetler Birliği Komünist PH ('tisini, fikir özgürlüğüne hayat hakkı tanımamakıa , s·Jsyaliz­ me ihanet etmekle suçlayan bir tek yerıi ::;osya:ist ta­ nıyor musunuz? Aslında «Fikir suçu olamaz ! » diyenlerin vermeğe cesaret edemedikleri cevabı biliyoruz. Bütün sorum­ luların ve yetkililerin d� bilmesi gerekir . Öğ penme­ mekte direnenlerin aklı da vicdanı da yoktur ! Diye­ cekleri şudur : «Biz kapitalist bir düzenıit fikfr suçu­ nun olamayacağını söylüyoruz. Yoksa, sosyalist bir düzende, burjuva sınüının bütün fikirleri suç sayıla­ cak ve ağır cezalara çarptırılacaktır. Siz, savULıduğu­ nuz dünya görüşünün icaplarına uyarak, fikirlerimizi suçlamayacaksınız ! Biz de, yasakladığınız fikirlerimiz­ le devletinizi yıkacak ve kuracağımız so"yalist düze­ nin yaşaması için, fikirlerinizi boğacak, ağzınızı açtır­ mayacak, kaleminizi kıracağız ! » Samimiyetsizliğin, sahtekarlığın, yalancılığı."l böy­ lesi, sayın sosyalistlerimizin başlıca özelliğidir. 153


FAŞİST ARANIVOR MARKSİST - Leninist ve Maoist'lerin, bütün ihti · Ialci sosyalistlerin, hatta «Sola açık olmayı adam­ lık» sayanların 12 Mart 1971'den önceki tutumlarını hatırlamağa çalışınız : Dillerinden hiç düşmeyen, ka­ lemlerine sanki bir çam sakızı gibi yapışmış, binler­ ce defa tekrarlamaktan usanmadıkları pek yaman bir savunmaları vardır. Diyorlardı ki, <<Türkiye'de komü­ nist yoktur. Komünizm propagandasının yapıldığı ke­ sin kes yalan, gerici faşistlerin uydurmasıdır. Çün­ kü efendim, önerimizin doğruluğunu saptamak ola­ ğandır ve de çok doğaldır. Kanunlarımız fikir özgür­ lüğünü tanımamış ve de komünizm propagandasını yasaklamıştır. Böyle olmasına karşın, ceza ve tutuk evlerinde komünizm propagandasından zanlı, ya da suçlu olarak kaç kişi yatıyor? Sorumuza açık seçik cevap isteriz. Belki bir ya da beş kişi yatıyor. On­ lar da komünist değildir, yürekli Atatürkçülerdir, fa­ şizmin demir ökçesi altında ezilen yiğit devrimciler­ dir. Ulaştığımız sonucu diyalektik mantığın şaşmaz ölçülerine dökelim ve hep birlikte saptıyalım : Kimse ceza almadığına göre, ülkemizde komünist de yok­ tur, komünizm propagandası da yoktur. Faşistlerin 154


söylediklerinde gerçeğin kırıntısı bulunsaydı, ceza ve tutuk evlerinin komünizm suçlusu ve zanlıları ile taş­ ması gerekirdi. Tarihsel akışa ayak uyduramayan savcı ve yargıçlardan ayrıca hesap sorulacaktır. Ta­ mam mı?» Yazık ki, «Tamam» değildi ! Maskeli sosyalistle­ rimiz çok ünlü bir ata sözünü, «Gün ola harman ola ! » deyimini unutmuşlardı. 1 2 Mart'tan sonra, özellikle sı­ kı yönetim mahkemelerindeki duruşmalar sırasında komünizm propagandasının yapılmadığı değil, ama il­ gili kanun maddelerinin, her ne hikmetse uygulana­ madığı kesinlikle ortaya çıktı. Bugün komünizm pro­ pagandası suçundan hüküm giymiş bir yığın insan vardır. Verilen cezaların çoğu yargıtayca onaylan­ mıştır. Ayrıca hem sıkıyönetim, hem de sivil mahke­ melerde ceza kanunumuzun 141 ve 142 nci maddele­ rinin uygulanması isteği ile açılıp henüz hükme bağ­ lanmamış yüzlerce dava vardır. Zaten komünistlerin varlığını görmek ve yaptıkları propagandayı bilmek yönünden, verilen cezalara bakmak mecburiyeti de artık kalmamıştır. Çünkü yüzlerce kişi, üstelik yet­ kili yargıçlar önünde, Marksist-Leninist ve Maoist ol­ duklarını mevcut düzeni yıkmak için çalıştıklarını, açıktan açığa ve savunucularını yerin yedi kat dibi­ ne batırarak, söylemişlerdir. Sosyalizm kelimesinin kaypaklığına sığınan mas­ keli marksistler, komünistlerin varlığını inkar ede­ meyince, insan hafızasının zayıflığına güvenerek, ye­ ni bir propaganda yolu seçmişlerdir. En nazik bölge­ lerine iğne batırılmış gibi hiç durmadan feryadı ba­ sıyor, ağızlarından çıkan on cümlenin yedisini, kara­ ladıkları üç yazının ikisini mutlaka bu konuya ayı­ rıyorlar. Milleti, daha doğrusu ustalıkla şartlandırıl­ mış güya aydın zümreyi inandırmağa yeltendikleri 155


goruşun özetini vereyim : «Kanunlarımız komünizmi de faşizmi de yasaklamıştır. Ama, uygulama tek yön­ lüdür ve de faşizmi korumaktır. Komünistleri ya da komünizmle damgaladığımız devrimcileri yakalayıp tutukluyor, zindanlara atıp çürütüyorsunuz. Diğer yan­ dan faşistlere hiç dokunmuyorsunuz. Peki, bu memle­ kette komünizm propagandası yapılıyor da, faşizm propagandası yapılmıyor mu?» Merak ediyorum : As­ lında, komünizm propagandasının değişik bir uygu­ lamasından ibaret olan bu türlü sözlere inanacaklar yine çıkacak mıdır? 12 Mart öncesinin derin uykusu­ nu sürdürenler yine var mıdır? Anlatılmak istenen açıktır : Seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, demokratik düzenin icaplarından sayı­ lan <<Gevşeme»den faydalanarak, görünüşte Talfı Hü­ kumetini, ama aslında Türk Silahlı Kuvvetlerini fa­ şistlikle suçluyorlar. İktidarı siper almaları korkak­ lıkları yüzündendir. Memleketimizde faşizm propa­ gandası yapılsaydı, suçluların hiç değilse Sıkıyönetim Mahkemelerinde hesaba çekileceklerinden kimse şüp­ he edemez. Sosyalist ve Devrimci maskelerine bürü­ nen Marksist - Leninistler, izin verirlerse, mevcut du­ ruma diyalektik mantığın şaşmaz ölçülerine vurarak saptayalım. 12 Mart muhtırasından sonraki iktidarlar, özellikle zararlı cereyanlarla mücadele konusunda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerlendirmelerine uy­ muşlardır. Zaten, ideolojik suçlara doğrudan doğru­ ya Sıkıyönetim Mahkemelerinde bakılmıştır. Faşizm propagandası yapmaktan hiç kimse suçlanmadığına göre, varılacak sonuç bellidir : Türkiye'de faşist ve faşizm propagandası yoktur. Eğer varsa ve cezalan­ dırılmıyorlarsa, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Sıkıyöne­ tim yargıçları tarafından korunuyorlar, demektir. Pe­ ki, neden korunuyorlar? Bay sosyalistler, lafı geve156


lememeli, düşündüklerini herkesin anlayacağı bir dil­ le ifade etmelidirler ! Öğrenmek isteriz : Faşizm propagandası nasıl ya­ pılıyor, örnek versinler. Türk Milliyetçileri, herhangi bir kimsenin komünizm propagandası yaptığını öne sürdükleri vakit, daima dünyaca bilinen ölçülere bağ­ lı kalmış, hangi sözü veya yazıyı hangi sebeple prç:ı­ paganda saydıklarını kesinl�kle açıklamışlardır. Nereden nereye ! Çok değil, daha 3-4 yıl önce Ba­ yan Behice Boran veya Bay Sadun Aren'in komü­ nizm ve bölücülük propagandası yaptıklarını yazsay­ dım, baş iftiracı olmakla, herkese komünist demekle suçlanırdım ; hele, faşistliğimden asla şüphe edilmez­ di ! Ya şimdi? Birincisi 15, ikincisi 12 yıl hüküm giymiş ve cezalar kesinleşmiştir. Faşist aramakta direnenle­ re, insanlık adına duyururum.

1 57


SOUENİTZİN OLAYINDAN NOTLAR BOLŞEVİK ihtilalinden sonraki Rus romancıları­ nın en tanınmışı A. Soljenitzin, Batı Almanya'ya sü­ rülmeden bir gün önce «Vatana ihanet» ile suçlanmış­ tı . Yargılanması, belki de «İhanetini» doğrulayan «İtiraf»larda bulunması, asılmasına cesaret edilmese bile ağır bir cezaya çarptırılması, hic; değilse bir akıl hastanesine kapatılması bekleniyordu. Vatan hainliği ile suçlanan bir adamın kaçtığı görülmüştür, ama , özel bir uçakla sınır dışına atılması galiba ilk defa oluyor. Sovyet yöneticilerinin tutumu ancak bir kaç se­ bebe bağlanarak açıklanabilir : A Batı dünyası, Soljenitzin konusunda sert bir çıkış yapmıştır. Hatta romancının öldürülmesi veya mahkum edilmesi halinde münasebetlerin zedelenece­ ği resmen ifade edilmiştir. (Aynı Batı Dünyasının Ma­ car ve Çek milletleri boğazlanırken niçin öfkelenme­ diğini henüz anlayabilmiş değilim ! ) Diğer taraftan Sovyetler Birliği iktisadi ve siyasi hesaplarına şim­ dilik uygun düştüğünden, Batı ile iyi geçinmeğe ça­ lışmaktadır. Bir adam yüzünden münasebetlerin bo­ zulmasını göze almamıştır. --

158


B - Vatandaşlıktan çıkarılmış bir Soljenitzin'in daha zararsız kalacağı, Rus aydınları üzerindeki te­ sirinin devamlı bir propaganda ile sağlanacak şart­ landırma sonunda azalacağı düşünülmüştür. Rusya dı­ şında verilecek bir mücadele içerde yürütülecek bir mücadeleden daha kolaydır ama, elbette daha ,verim­ sizdir. C Soljenitzin'in yargılanması son derece dik­ katli bakışlardan gizlenemeyecek, vatana ihanet su­ çunun ispatlanması mümkün olmayacaktı. Sovyet yö­ neticileri, mahkem� kararını beklemektense, Solje­ nitzin'i!! vatandaşlıktan çıkarılmasını daha kestirme bir çözüm yolu saymış, daha az baş ağrıtıcı bulmuş­ lardır. -

Soljenitzin olayının bana göre en ilgi çekici . yönü, Romancıyı savunmanın ve haksızlığa uğradığını be­ lirtmenin Sovyet yöneticileri tarafından yasaklanma­ sıdır. Rus aydınlarına bu konuyu kurcalamamaları «Resmen» ihtar edilmiştir. Soljenitzin , yayınlanan bü­ tün romanlarında - Ağustos 1914 hariç - Sovyetler Bir­ liği'ndeki zorla çalıştırma kamplarının içyüzünü, suç­ suz insanların ölüme nasıl sürüklendiklerini en tabii haklarının ellerinden nasıl alındığını anlatmıştır. İş­ kence edebiyatını ayyuka çıkaran Türkiye'li sosyalist­ ler, bir Marksçı - Leninci'nin namuslu olması eğer mümkünse, Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki hürriyet. farkını görmek zorundadırlar. Devleti yık­ mak üzere teşkilatlandıklarını açıkça söyleyen <<Ey­ lemci» takımına işkence edildiğinin öne sürülmesi hiç­ bir zaman yasaklanmadığı gibi, mahkeme salonları­ nın propaganda meydanı haline getirilmesi bile «Sa­ vunma» hakkının icaplarından sayılmıştır. Daha ötesi affedildikten sonra Sovyetler Birliğine kaçan Nazım 159


Hikmet'in «Milli kahraman» gibi gösterilmesine de ses ç�karılmamıştır. Yeryüzünün peykler hariç, bütüu fükelerinde Sol­ jı�nitzin 'in vatandaşlıktan çıkarılıp sürgün edilmesi kı­ nanmıştır, ayıplanmıştır. Hemen işaret edelim ki, Rus romancısına yapılan haksızlığı kınayanlar sade­ �e sağcılar, kapitalistler ve milliyetçiler değil, aynı zamanda sosyalistler, hatta baz.ı memleketlerin ko­ münist partileridir. Mesela Ingiltere Komünist Par­ tisi, Soljenitzin'in . haksızlığa uğradığını belirtmiştir. Ancak ne hikmettir bilinmez, Türkiye'mizin «Özgür­ lükçü ! » sosyalistlerinden hiç ses çıkmıyor. Fikir sıır•u olamaz edebiyatının şampiyonları, Soljenitzin'e yapı­ lanlara aldırmamakta direniyorlar. Böylece bir imti­ hana daha girmiş , yine sınıfta kalmışlardır. Pablo Neruda'ya ağıt yazanların, elbise yakanların, utanma duygusundan nasipsiz olduklarını, biliriz. Ama, Solje­ nitzin olayındaki sessizlik aldatılmışların uyanması için yeni bir fırsattır.

160


MİLLİYETÇİLİK



MİLLİYETÇİLİK VE DOKTRİNLER CUMARTESİ günü «Milliyetçilik ve Sosyalizm» konusunda verilen bir konferansa gitmiştim. Tanıdı­ ğım, iyi niyetine inandığım, vatanseverliğinden şüphe etmediğim genç bir adam konuştu. Anlattıklarını şöy­ lece özetlemek mümkündür : «Türkiye bir ölüm-kalım savaşı içindedir. Yeryüzündeki varlığını sürdürmek istiyorsa bu savaşı mutlaka kazanmak zorundadır. Kurtulmanın başlıca yolu sanayileşmektir.» Konfe­ ransçının endişelerini biz de paylaşıyoruz. Söyledik­ leri doğrudur. Ancak Türkiye'nin kurtulmasını bir doktrinin dar kalıpları içine sokması, hele bu doktrinin milli bir sosyalizm olduğunu söylemesi yanlıştır. Son yıllarda, sosyalizm edebiyatının çok yaygın bir hale gelmesi üzerine milliyetçilikle sosyalizm ara­ sında olumlu bir ilgi kurulmak istendiği öteden beri dikkatin1izi çekiyor. Daha önce de tanınmış bir «Do­ çenb, «RuhcU>> veya «İslamcı> bir sosyalizmden söz açmıştı. Yanlış anlaşılmalara sebebiyet veren bu ko­ nuyu, münasip bir fırsat düşünce etraflıca incelemek istiyorµm. Şimdilik önemli saydığım birkaç noktaya dokunmakla yetineceğim. Gerek ihtilfilci sosyalizm, 163


gerekse daha önceki sosyalist görüşler, milliyetçilik mefkuresinin daima karşısında olmuşlardır, sosya­ lizmin gayesine ulaşması için her şeyden önce milli­ yet sınırının aşılması şart kılınmıştır. İhtilalci sosya­ listlerin milliyetçilik düşmanlığı açıktır, kesindir. Mü­ · nakaşa edilecek bir tarafı yoktur, ama Marksizmi red­ deden sosyalistleri milliyetçiliğin dostu saymak da yanlıştır. Gerçeklere uymaz. Sosyalizmle milliyetçiliği bağdaştırmak isteyenler her iki fikre duyulan bağlı­ lıktan faydalanmağa çalışan siyasetçilerdir. Bazı Av­ rupa ülkelerinde zaman zaman iktidara gelen sosya­ list partilerin milliyetçilik icaplarına uymak zorunda kaldıklarını inkar etmiyorum. Fakat böyle olması mil­ liyetçilikle sosyalizmin yakınlığından ileri gelmez. Se­ bep şudur : Kitaptaki sosyalizm, uygulanmak imkanı­ na kavuşunca hayatın gerçekleri ile karşılaşmış, mil­ li yapıların özelliklerinden doğan şartlarla çatışmıştır. İşte bu çatışmada daha güçlü ve daha tabii olan mil­ liyetçilik sosyalizmi yenmiştir. Sosyalizmin milliyetçi­ likle bağdaşabileceği zanm, bu yenilmenin sonucudur. Sosyalizmin milliyetçiliğe yenilmesinden milliyetçi sosyalizmin doğması gibi, din'e yenilmesinden de din­ ci sosyalizm doğmuştur. Tekrar etmek gerekirse, kı­ saca, gerek ihtilalci sosyalizmin, gerek diğer sosya­ list görüşlerin özünde milliyetçiliğe dostluk yok, düş­ manlık vardır. Bundan ötürü Türk milliyetçiliğini sosyalizme bağ­ lama gayretlerini ilim dışı buluyoruz. Milliyetçilik, milletin ana davalarını halletmek ve memleketin hız­ la kalkınmasını sağlamak yolundaki çalışmalarında insanlığın geçmiş tecrübelerinden elbette faydalana­ caktır� Fakat herhangi bir doktrinden faydalanmak ayrı şeydir, milliyetçiliğin herhangi bir doktrinin em­ rine verilmek istenmesi daha başkadır. 164


VENİLMİŞLİGİN ACISI 19. YÜZYILIN başlarında, diğer birçok ülkelerde olduğu gibi, Almanya'da da Fransız kültürüne karşı sonsuz bir hayranlık vardı. Fransız edebiyatını bil­ mek, Fransızca öğrenmek ve Fransız yazarlarını o­ kumak bir övünme fırsatı sayılıyor, üstünlük sebebi yerine geçiyordu. Uyanış çağının Alman Milliyetçileri, soydaşlarının çoğundaki aşağılık duygusunu yenmek için mücadeleye girdiler. Tarih, dil ve sanat araştır­ malarını hızlandırdılar. Geçmişin, her Almanın ifta­ harla seyredeceği muhteşem bir tablosu hazırlandı. Diğer yandan, Fransız kültürünün tesirlerini önle­ mek için de münasip çareler arandı, bulundu. Uya­ nış çağının Alman Milliyetçileri, tarihin kaydettiği en müthiş iki savaştan da mağlfıp ayrılmasına rağmen, büyüklüğünden hiç bir şey kaybetmeyen bugünkü Al­ manya'nın asıl kurucularıdır. Almanlar hesabına as­ la unutulamıyacak o milliyetçilerin en büyüklerinden birisi de, ünlü filozof Fichte'dir. Dostlarının dikkatini çekmiş ; Fichte'nin ağzından, gayet iyi bildiği halde, Fransızca bir tek kelime çıkmıyor. Bir gün, merak etmiş, sebebini sormuşlar. Fichte «Milletler arasında iki türlü savaş vardır. Birisi cephedeki savaş, diğeri 165


ve daha önemlisi de cephe gerisindeki savaştır. Cep­ he gerisindeki savaş milletlerin kültürleri arasında cer­ yan eder. Cephedeki savaşı kaybeden bir milletin kur­ tuluş ümidi daima vardır. Ama, kültür savaşını kay­ beden bir milletin sonu da gelmiş demektir. Bugün, milletimin kültürü ile Fransız kültürü savaş halinde­ dir. Böyle bir durumda, ne bekliyorsunuz yani, düş­ man saflarında döğüşen bir asker mi olayım?» ceva­ bını vermiş. Fichte'nin cevabını pek severim, sizin de çok hoşlandığınızı sanıyorum. Ama, verdiği dersi anlayabildik mi? İşte . orası çok şüpheli. Birkaç gün önce, milliyetçi bir derneğin düzenle­ diği bir eğlence gecesine gitmiştim. Yetkililer, öyle uydurma cinsinden değil, gerçekten milliyetçidirler. Dernek, kısa sayılacak bir süre önce kurulmasına rağ­ men, çok hizmet etmiştir ve o gece, Türk milliyetçile­ ri bir Türk gibi değil, daha çok bir Avrupalı gibi eğ­ lendiler. Arif hoca ile Ayhan İnal'ın şiirleri olmasa, «Antepli Şahin»le «Ağıt» okunmasa, Süreyya Koç ne­ fis bir zeybekle gözlerimize ziyafet çekmese ve genç­ ler, milli şarkı ve türküler söylemeseydi, kendimi ya­ bancı bir yerde sanacaktım. İngilizce şarkılar ve dans, dans, dans, yine dans . . . Önümdeki manzaraya bak­ tıkça içim burkuldu. Piste dolan milliyetçileri, her birini sevip saydığım, benden daha değerli ve daha çok hizmet etmiş olan milliyetçileri seyrettikçe,, an­ latılamaz bir hüzün çöktü yüreğime. «Bu ne yobazlık» diye öfkelenmekte, «Dans e.t­ mekle milliyetçiliğin ne ilgisi var?» diye sormakta acele etmeyiniz. Ben, gördüklerimin manasını dü­ şündüm. Taassup ne kelime ki! Semtime bile uğraya­ maz. Milliyetçilerin düzenlediği bir gecede eğlence­ nin ağırlık merkezi dans olursa, bunun bir tek ma­ nası vardır. İşte onu düşündüm : Türk kültürü ile Ba188


tı kültürü arasındaki savaş bitmek üzere idi ve ga­ liba, yenilmiştik. Yenilmişliğimizin acısını duydum. İsterdim ki, milliyetçiler sonuna kadar direnebilsin. Umutları tükense bile, teslim bayrağını çekmesinler. Yüzyılların emanetini korumak uğrunda, şehitliği de göze alabilsinler. Sakın ha, boşuna zahmete girip «fü­ ze çağında» diye başlayan nutuklar çekmeyiniz. Dans etmek bir ilim midir, yoksa fen midir? Acı ve tuhaf : O gece ve başka geceler tam bir Batılıya benzeyen değerli milliyetçilerimizin çeşitli emperyalizmler, hele kültür emperyalizmi üstüne ne kadar doğru fikirleri, nasıl esaslı bilgileri vardır. Bilmem ki, kültür em­ peryalizminin doymayan midesine yem olduklarını acaba hiç düşünürler mi? İtirazınızı biliyorum : Kül­ tür alış verişlerinin kaçınılmazlığından bahsedeceksi­ niz. Nerede? Bizimki sadece alıştır, verişi yoktur. Böylesine de, olsa olsa, çok affedersiniz, kültür ka­ zıklanması derler. Sahi, hele son yıllarda, Bilge Ka­ ğan'ın buyruğu da, dilimizden hiç düşmüyor. Aklımıza geldikçe : «Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön,> diyoruz. Korkarım ki, kendimize dönüş ne ise ama, titremeyi yanlış anladık.

18'1


3 MAYIS 3 MAYIS, 25 yıl önce, herhangi bir gündü, hiç bir özelliği yoktu. Ama, 1944 yılının unutulamaz hadise· lerinden sonra yeni bir mana kazandı, sayılı günler arasına girdi. Olanları kısaca hatırlatarak 3 Mayıs'ın bir kere daha düşünülmesine fırsat vermek isteriz. CHP iktidarının gafleti yüzünden, Milli Eğitim Bakan­ lığının bahçesinde komünizmin kızıl tohumları çim­ lenmeğe başlamıştı. Günümüzdeki sol gelişmenin kay­ nağını bulmak isteyenler, en azından, o günlere ka­ dar gitmelidirler. İnönü diktatörlüğünün 1944 yılların­ daki Başbakanı Şükrü Saraçoğlu idi. Her ne hikmet­ se adı milliyetçi çıkmıştı. Hatta Saraçoğlu Meclis'te­ ki bir konuşmasında «Türküz, Türkçüyüz, her gün bi­ raz daha Türkçü olacağız. Türkçülük bizim için bir kan meselesi olduğu kadar bir kültür meselesidir,» diyerek, nice saf milliyetçinin hayal dünyasını süs­ ledi : Yalnız komik bir çelişme vardı. Bir tarafta Türkçü bir başbakan, diğer tarafta Milli Eğitim Ba­ kanlığı ! Nihal Atsız Bey, Orkun dergisinde, Başba­ kana hitaben iki açık mektup yayınladı. Komünist- ' lerin yıkıcı faaliyetlerini, bilhassa Sabahattin Ali ile Sadettin Celal'in ihanetlerini misaller vererek belirtti. 188


Efendilerinin kışkırttığı Sabahattin Ali, ATSIZ aleyhi­ ne dava açtı. Mahkeme günü, 3 Mayıs 1944'te üni­ versite öğrencilerinden ibaret binlerce milliyetçi, muh· teşem bir nümayişle komünizmi lanetledi. 3 Mayıs'ın Türkçülük Bayramı sayılması bu yüzdendir. 3 Mayıs, milliyetçi gençliğin komünizm karşısında ilk toplu di­ renişidir. i. İnönü, mizacına . yakışır bir davranışla, milliyetçilerin gösterisinden ürktü. O yılın 19 Mayıs bayramında milliyetçilerin asla unutamayacakları meşhur nutkunu söyledi. Nutuk, ilhamının nereden alındığını ancak ruh hekimlerinin bulabileceği müt­ hiş bir kin'in ifadesi idi. Sonra, el çabukluğu ile, en marifetli casusluk romanı yazarının bile hayal ede­ meyeceği bir suç icat olundu: Türkçüler, hükumeti devirmek gayesiyle gizli bir cemiyet kurmuş, arala­ rında yemin etmişlerdi. Böylesine gülünç bir düzme­ ceye kendileri elbette inanmamışlardı ya, milleti inan­ dırmaya ç,alışıyor, Ahmet Emin'den, Falih Rıfkı'ya kadar, kiralanmış bir yığın kalemşöre mütemadiyen sövdürüyorlardı . Nihayet, İnönü diktatörlüğünün in­ san haysiyetini inciten tutumu, «Tabutluk» işkenceleri, hukukun çiğnenmesi, mahkemeye yapılan baskılar, önce haksız bir mahkumiyet ve Askeri Temyizin ışıl ışıl parlayan beraat kararı . . . Hep merak ederim : İn­ sanların milletlerini çok sevdikleri için suçlamaları­ na, işkence görmelerine, mahkemeye verilmelerine başka hiç bir yerde acaba rastlanmış mıdır? Sömür­ geler kastedmiyorum : İnönü diktatörlüğünden başka hiç bir hükümet kendi vatandaşını «Sen milletini çok seviyorsun ! » diyerek suçlamış mıdır? 3 Mayısı yaşa­ yan ağabeylerimize sağlık dileriz, mutluluk dileriz. Milliyetçi Türk Gençliğinin direnişi her gün daha bir güçlenecek, mutlaka zaferle bitecektir.

Hl9


AZERBAYCAN GÜNÜ 51 YIL önce, 27 Mayıs 1918'de müstakil Azerbay­ can devletinin temelleri atılmış, tarihteki ilk Türk Cumhuriyeti böyle kurulmuştu. Komünist ihtilalin ilk yılı idi. Ayılar, kuzu postundan henüz çıkmamışlardı. Lenin ve Stalin, Rusya'daki Müslüman Türklere hita­ ben müşterek imzalı bir beyanname yayınlamış, her milletin kendi kendini idare etmekte hür bırakılaca­ ğını vaad etmişlerdi ; imzalarının mürekkebi kuru­ madan verdikleri söze ihanet ettiler. Kızılordu, diğer ülkelerde de yaptığı gibi, iki yıl sonra, genç Türk Cumhuriyetinin üstüne saldırdı ve 27 Nisan 1920'de Azerbaycan'ın son istiklal devresi sona erdi. Azeri Türkleri, 28 Mayıs'ı bir istiklal ve hürriyet günü ola­ rak, kendi deyimleri ile «Azadlık'> günü olarak her yıl kutlarlar. .. Acılarını yüreklerine gömer, geleceğe ü­ mitlerini tazelerler. Bu yılın 28 Mayısında, Azerbay­ can Kültür Derneği Başkanı Dr. Mehmet Kengerli ve Genel Sekreter Ahmet Karaca imzası ile yayınlanan bir bildirinin bazı bölümlerini alıyorum. Bilhassa gençlerimizin ibretle okuyacaklarını ve gerekli dersin çıkarılacağını umarım : «Türk milliyetçiliğinin ve del'IU


mokrasinin devletin esası olduğunu ilan eden Azer­ baycan Cumhuriyeti, 23 aylık bir süre içinde, sosyal ekonomik ve kültürel meseleleri büyük bir titizlikle ele almış, Türklük, milli kültür ve milli tarih esası­ na bağlı bütün müesseselerini kurarak, Azerbaycan'­ lıların gönüllerinde Türkçülük meş'alesini yakmıştır. Azerbaycan Türkleri'nin bu mes'ut devlet hayatı ma­ alesef kısa sürmüş, kızıl Rus orduları Azerbaycan'ı işgal ederek, bu şirin Türk diyarını bir cehennem ha­ line getirmişlerdir.. Yeraltı ve yerüstü bütün serve­ ti, maddi ve manevi bütün değerleri komünist Rus emperyalizmi tarafından sömürülen Azerbaycan Türk­ leri, bu kızıl zulüm karşısında yılmamış, bolşevik is­ tilacılarına karşı 49 yılda tam 56 defa ayaklanmış­ lardır. Fakat bu istiklcll ve hürriyet hareketi, her defasında kanlı bir şek!lde komünist Ruslar tarafın­ dan bastırılmıştır. Azerbaycan Türkleri, insanlara hürriyet ve millet­ lere istiklal güneşinin bütün dünyayı bir gün aydın­ latacağına, vatanları istila edilmiş olsa bile, bir kere yükselen üç renkli Ay-Yıldızlı bayrağın ebediyyen dal­ galanacağına inanmaktadırlar. Azerilerin bu istiklal ve hürriyet mücadeleleri yeniden var olma, mücade­ lesidir ve komünist Rusya yıkılıncaya kadar devam edecektir.»

171


TARİHE BAKIŞ! .. İSTANBUL Fethi'nin 516. yıldönümünü de kutla­ dık. Yeniçeri kıyafetine girmiş Mehmetçiklerin Top­ kapı Surlarına bayrak çekmesi, milli marşlar, mehter takımı ve konuşmalar ... Netice : İstanbul'un fetih nu­ tuklarında daima söylenen, adeta ezberlenmiş cümle­ ler vardır : «Ürtaçağı kapayıp Yeniçağı açan bu bü­ yük fetih milletimiz için hayırlı olsun.» gibi. Ezber­ lenmiş cümielerin birçoğu manasızdır. Yine de, san­ ki bir mecburiyetmiş gibi, her yıl tekrarlanır. Bize göre, bu yılki Fetih konuşmalarının en gereksiz cüm­ lesi şu idi : <<Fikir ve inanç hürriyeti ile müsbet ilim zihniyeti Fetih'le başlamıştır.» Biliyorum ; iyi niyetle söylendi. Feth'in büyüklüğünü anlatmak, Fatih'i yü­ celtmek için söylendi. Ne var ki , yanlış bir hüküm, çok yanlış ! Yanlışlığı hadiseleri Türk gibi değerlen­ dirmemekten, tarihe Türk gözü ile bakamamaktan ile­ ri geliyor. Avrupa'nın herhangi bir şehrinde İstanbul'un Fethi'ni kutlamak üzere bir tören yapılsa ve aynı hü­ küm verilseydi, elbette pek isabetli düşerdi. Çünkü, müsbet ilim zihniyeti ile fikir ve inanç hürriyetinin İstanbul'un Avrupalılar tarafından benimsenmesi, Fethi'nden sonradır. Fakat İslam dünyası ve Türk ta172


rihi açısından bakıldığı vakit müsbet ilim zihniyeti de, fikir ve inanç hürriyeti de Fetih'le başlamaz. Ak­ sine gerek müsbet ilim zihniyetinden, gerekse fikir ve inanç hürriyetine bağlılıktan gittikçe uzaklaşmamız İstanbul' un Fethi'nden itibaren başlamıştır. Aslında ilim ve fikir hürriyetine verdiğimiz değer, İstanbul fethinin ve nice büyük zaferlerin sırrıdır. Sır elimiz­ den kaçınca, Fetih'den hemen yüzyıl sonra, hızımız tamamen kesilmiştir. Fetihler döneminden çıkıp, Fe­ tih günlerini anma dönemine böylece girdik. Avrupa ortaçağının iptidai zihniyeti, ilimle uğraşan insanları kafir ilan edip lanetlerken Türk - İslam aleminde ma­ tematiğin, kimyanın, tıbbın, astronominin temelleri atılmakta idi. Avrupa, mesela bir Uluğ Bey'in ilmi seviyesine ancak 300 yıl sonra erişebildi. Ve Uluğ Bey ; Farabi'ler, İbni Sina'lar, İbni Haldfın'lar ve diğerleri gibi, fetih'den önce yaşadı. 13 yüzyılda En­ gizisyon'un kanlı hakimleri, sırf inanç ayrılığından ötürü yüzbinlerin diri diri yakılmasını emrederlerken Konya'da bir Hazreti Mevlana, postunu müsamaha dergahına sermiş, insanoğlunun islahmdan ümidini kesmiyor, yüz defa tövbe bozanları bile davet edi­ yordu. Müslüman Türk dünyasındaki fikir ve inanç hürriyeti Fetih'den çok önce başlamasaydı, Bizans'ın Ortodoks halkı Latin Katolikliğinden öylesine nefret eder miydi? Kardinal şapkası yerine Müslüman sa­ rığı görmek ister miydi? Bu konuda ufacık bir fıkra değil, ciltlerle kitap yazılmalıdır. Ama, netice değiş­ mez : İstanbul'un fethi, hiç şüphesiz, kutlu bir iştir ; Peygamber sözü ile müjdelenmiştir. Fakat Müslüman Türk milleti için, fikir ve inanç hürriyeti ile müsbet ilim zihniyeti, Fetih'le değil, en az 800 yıl öncesin­ den başlar. Tarihimize yabancılar gibi bakmaktan vazgeçmeyi ne vakit öğreneceğiz? 173


ONLAR DA İNSANDI ! YAZIMIN başlığı okuyucularımdan bir çoğuna ya­ bancı gelmemiştir. Büyük romancımız Kırımlı Cengiz Dağcı'mn nefis eserini hemen hatırlamışlardır. Cen­ giz Dağcı, Kırım Türklerinin nasıl ezildiğini ve vatan­ larından nasıl sürüldüklerini okuyanların asla unuta­ mayacağı bir ifade ile anlatılır. Romanın layık ol­ duğu ilgiyi bulamamasının tek sebebi edebiyat çevre­ lerine hala solcuların hakim olmasıdır. Yıllarca anlatılsa yine de bitmeyecek uzun hika­ yenin en kısa özeti şudur : Kırım, beşyüz yıllık bir Türk toprağıdır ve bugün o topraklar üzerinde hiç Türk yoktur. Tarih, milletlerle vatanları konusunda çok şey yazdı. Vatan değiştiren milletler vardır. Va­ tanlarını düşmana kaptıran milletler vardır. Milletle­ rin bir çoğu yabancı kuvvetlerin esiri olmuşlar, fa­ kat her şeye rağmen doğdukları topraklarda yaşamak imkanını bulabilmişlerdir. Yalnız Kırım Türkleridir ki, hürriyetleri ile birlikte vatanlarını da kaybetmişler­ dir. Kırım Türklerinin tahlisizliği 18. yüzyılın sonla­ rında başladı. Türk - Moskof mücadelesinin aleyhi­ mize döndüğü bir çağda, Kuzey Karadeniz kıyılarının 174


incisi Kırım'ı da elimizden çıkardık. Çarlık Rusya'sı­ nın zalim idaresi, Kırım Türklerine benliklerini unut­ turamadı. Türk milliyetçiliğinin en büyük isimlerin­ den Gaspıralı İsmail Bey, Kırım'lıdır. Türk dünyasın­ na «Dilde, fikirde, işde birlik» şuurunu armağan eden İsmail Beydir. İkinci Dünya Harbi geldi, çattı. 1941 baharında yıldırım hızı ile Rusya'ya yüklenen Alman orduları, bütün Batı Rusya ile birlikte, Kırım'ı da işgal ettiler. Amerika Birleşik Devletleri'nin harbe katılması üze­ rine Almanların yenilmesi ve komünist Rusya'nın ka­ zananlar arasına ,girmesi sonunda zalimliğin en hay­ siyetsiz darbesi, Kırım Türklerinin üzerine indi. Genç, ihtiyar, çoluk çocuk hayvan katarlarına doldurulup Sibirya'ya sürüldüler. Gerekçe gülünçtü : Kırımlılar, Alman işgali sırasında düşmanla işbirliği yapmışlar ! Kırımlıların yaptığı kadarını, hatta daha fazlasını Uk­ raynalılar da yapmışlar, Alman ordularını çiçeklerle karşılamışlardı. Ama, kimse onlara dokunmadı. Ve Kırım Türkleri, yüreklerinde vatanlarının yakıcı öz­ lemini taşıya taşıya, bir vatansız sürü gibi diyar di­ yar gezdiler. Stalin öldü, Hruşçov gitti ; fakat Rus kafası değişmedi. 1967 yılında . Kırım Türklerinin iti­ barı kağıt üzerinde iade edildi ; fakat vatanlarına dö­ nüş imkanı yine verilmedi. Bugünlerde, dünya komünistleri Moskova'da top­ lanmıştır. Emek üstüne, bağımsızlık üstüne, hürriyet üstüne nutuklar çekiliyor. Moskova sokaklarında, vatanı çalınmış bir milletin masum gösterisi komü­ nist polisin kırbacını yiyor. Kırım Türklerinin elleri yine kelepçeleniyor, vatan şarkısı söylemek isteyen ağızları yine kapatılıyor. Ve, ve Türkiye'de Vietnam için şiirler yazılıyor : .

175


TURANCILIK NEDİR? SAYIN A. Kılıç - Milliyet Gazetesi Amerika Mu­ habiri. «Kırım Türkleri ile niye ilgilenmiyoruz?» başlıklı yazınızı okudum. Çok sevdim. Basının büyük bir ayı­ bını pek güzel belirtmi§siniz. Hükümleriniz doğrudur. fikirleriniz yerindedir. Yalnız, verdiğiniz fırsattan ya­ rarlanarak, sizin de paylaşır göründüğünüz bir yan­ lı;ıı dü7.eltmek ısterim. Yazınızın son bölümünde di­ yorsunuz ki : «Vietnamlıların, Amerikan siy�:hlarının, Çekoslovakyalıların çektikleri ile ilgilenip ayaklanan Türk münevverlerinin, Kırım'lı soydaşlarının davala­ rı ile ilgilenmeleri gerekir ve bu herhalde Turancıhk addedilemez. Aslında bütün dış Türkler meselesin­ de bir ihmal mevcuttur. Tekrar ediyorum : Turancılık yapalım, bütün Türk'leri birleştirmeye çalışalım · de­ miyorum. Fakat Dış Türkler'le bağlarımızı unutma­ yalım. Dünya Türklüğü şuurunu gelecek kuşaklarımız­ da canlı tutalım. Yeni kuşaklara, hiç olmazsa Türki­ ye dışında da Türk'lerin yaşadığını öğretelim. Dışar­ daki kardeşlerimize türlü şekillerle kendimizi hatırla­ talım. Türkiye Radyoları türlü dillerde kısa dalga ya­ yınları yaptıkları halde, Türk lehçeleri ile ve Dış 176


Türk'ler için yayın yapmamışlardır ve yapmazlar. Sa­ kat bir zihniyel.!e bunun Sovyet Rusya'yı tahrik ede­ ceği iddia edilmiştir. Hem de, tam bütün Sovyet Rad­ yolarının Türkçe ve Kürtçe bize ateş püskürdükleri zamanlarda bile. . . Sovyet Rusya, Turancılık gütmedi­ ğimizi ve düşmanlık maksadımız olmadığını bildikten sonra, dışardaki kardeşlerimizle bağlarımızı muhafaza edecek hareketlerden neye çekinmeli . . . Dı. ş politikamızı eleştirip kınayanlar hep memle­ ketimizin ilerdeki ihtimalleri dܧÜnmeyip, sıkı ve sert bağlara girmesinden şikayet ederler. . . Bundan elli yıl sonra dünyanın manzarasının ne olacağı hakikaten kestirilemez. Bu arada bugünkü Sovyet İ mparatör�u ğunun ilerde ne hfıle geleceği kesi� olarak tahmin edilebilir mi? Hakikaten muhtar Türk Devletlerinin ortaya çıkmayacağını kim iddia edebilir? Yahut da belki de Sovyet Federasyonu içinde kuvvetli bir Türk ünitesinin belirmesi tamamı ile imkan harici midir? Orta Asya'da son Sovyet - Çin çatışmaları dolayısı ile Türk boylarının önemi ve oynayabilecekleri roller or­ taya çıkmıştır. Herhalde dünyada Türkiye dışında kuvvetli ve büyük bir Türk varlığı daima mevcut ola­ caktır . . . Onlarla siyasi birlik kurmak hayal. : . Fakat bugün İngiltere ile Amerika arasındaki soy ve kültür birliğine benzer bir rabıta, romantik tarafları bir ya­ na, türlü yönlerden uzun vadeli dıŞ politikamız için yararlı olmaz mı? Siyasi plancılarımızın uzak da ol­ sa bu ihtimali hesaba kat.m�ıları gerekir. Bütün bun­ ları bir tarafa bırakalım : Çekoslovakya ve Vietnam için üzülürken, Kırım Türklerinin durumu ile biraz olsun ilgilenelim.» ·

·

Sayın Kılıç ; hem tekrarlamaktan büyük bir zevk duyduğum yukarıdaki cümleleri yazıyorsunuz, hem de Turancı olmadığınızı söylüyorsunuz. Bir taraftan 17'7


Kırım Türkleri ile ilgilenmeyişimize üzülüyorsunuz, di­ ğer taraftan da «Ama Turancılık yapmayalım» diyor� sunuz. Önce pek şaşırdım. Sonra düşündüm ve niha­ yet anladım : Çok kimsenin düştüğü bir hatayı pay­ laşmaktan siz de kurtulamamışsınız. Turancılığın kötü bir iş olduğunu yazmışlar, söylemişler, inanmışsınız '. fakat ne olduğunu araştırmaya ihtiyaç duymamışsınız. Eğer vakit ve imkan bulursanız, memleketimizde kim­ lere, hangi fikir ve duygularından ötürü Turancı den­ diğini biraz inceleyin. O vakil benden daha çok şaşı­ racaksınız. Çünkü, başkaca bir tek satır yazmasanız bile, sırf Kırım Türk'leri ile ilgilenmeniz yüzünden, kendinizin de bir Turancı, üstelik aşırı bir Turancı sayıldığııuzı öğreneceksiniz ! istiyorsunuz ki Vietnam­ lıların, Amerikan zencilerinin ve Çekoslovakyanın çek­ tikleri ile dertlenen Türk münevverleri, «Kırımlı soy­ daş�larının davaları ile ilgilensin. Kırımlı soydaş de­ yimini kullandığınız anda sadece Turancılıkla yetin­ mez, Irkçılığı da benimsemek zorur.da kalırsınız. Ga­ rip memleketimizde, bütün Türklük düşmanlarının ve bazı şey ! kafalıların mütemadiyen sövdüğü hain ( ! ) Turancılar, soydaşlarının davaları ile ilgilenmenin öte­ sinde ne yapmışlardır sanıyorsunuz? Dış Türklerle bağlarımızı muhafaza edelim öyle mi? Turancıların isteği de bundan başka bir şey değil ki. Türk lehçe­ leri ile dış Türkler için yayın yapılmamasından şika­ yetçisiniz. Turancıların şikayeti de budur. Kısacası Sayın Kılıç, muhabirliğini yaptığınız gazete de dahil olmak üzere, Türk Basınının büyük bir çoğunluğunun ve cümle ilericilerin ölçülerine göre ; A) Dış Türkleri «Soydaşlarımız» saymak ve dertleri ile ilgilenmek, m 178


Dünya Türklüğü şuuru'nun yaşatılmasını istemek, C) Dış Türkleri, Vietnamlılardan, Kongo'lulardan, Ame­ rikan zencilerinden ve Çekoslovak'lardan önce düşün · mek, D) Türkiye dışında kuvvetli ve büyük bir Türk varlığının mevcut olduğuna inanmak, Turancılıktır. Ve bağışlanması imkansız bir suçtur. Artık siz de suçlu­ sunuz. Aramıza hoş geldiniz. Islah edilmezliği ile övünen bir turancı olarak, size çok çok teşekkür ede­ rim !


NESLİMİZİN AYIBI DÜŞMAN kuvvetlerinin hizmetine girmemiş bir in­ san, sadece sosyalist bir dünya görüşünün doğrulu­ ğuna inandığından ötürü, 60 milyon müslüman Türk'ün bağımsızlık hakkını unutamaz. Unutabilmesi için, sos­ yalizmi benimsemenin dışında, ihtilalci komünizmin propaganda mantığına tam bir yobazlıkla bağlanması da şarttır. Çünkü davanın özü, tarih boyunca alışıl­ mış bir sağ-sol çatışmasından önce, milli şuurun var· lığı veya yokluğunda düğümlenir. Gerçek böyle olun­ ca, sorumuza cevap arıyalım : Memleketimizde Mos­ kova veya Pekin kafası ile düşünenlerin sayısı ne kadardır? 34 milyondaki nisbetlerinin çok düşük oldu­ ğunu, hatta en kalabalık oldukları sanılan öğrenci zümresinde bile yüzde 1-2'yi geçemediklerini kesinli­ ğe yakın bir tahminle biliyoruz. Demek ki, Vietnam veya Küba konusu milletimizin en fazla yüzde yarı­ mını ilgilendiriyor. Buna karşılık esir Türklerin ba­ ğımsızlık davası, Türkiye'nin yüzde doksandokuz bu­ çuğunu ilgilendirmek durumundadır .. Öyle ki, soydaş lığı reddedenler din birliğinden, dindaşları reddeden · ler soy birliğinden, ikisini de reddedenler insanlık gay­ retinden ötürü Rus ve Çin mahkumu Türkler hesabına 180


en azından üzülmek ve duygularını belirtmek mecbu riyetindedirler. Şimdi de buyurun, meseleyi değişik bir açıdan inceleyelim : Çok gerilere gitmeden son beş yılı Çin'de Türk aydınının Vietnam, Kongo ve M9zambik'in kurtuluş mücadelesine verdiği ehemmiyetlt-, esir Türklerin bağımsızlığı davasına verdiği ehemmi­ yetin nisbetini düşünelim. İyi niyet ölçülerine bağ1ı kalındığı sürece, izah edilemeyecek bir sonuçla kar şılaşacağız. Memleketimizi tanımayan bir ins�n, 5 yıl­ lık propagandar.ın rengine bakarak bir de�erlendirme yapmak istese, hiç tereddüt etmeden şöyle diyecektir : «Türk milletinin yüzde yüze yakın bir çoğunluğu Vi­ etnam, Kongo ve benzeri ülkelerin sömürülmesi ile ilgilenen, sosyalizm merhalesini çoktan geride bırak­ mış koyu komünist bir kitledir. Ancak yüzde yarıma ulaşan bir azınlık, 60 milyon Türk'ün esirliğine ilgi duymaktadır ! » Mübalağa · ettiğimi sanmayınız. Son yılları kaplayan emperyalizm münakaşalarının bilan­ çosu başkaca bir hüküm verilmesine imkan tanımaz. Ve bu sonuç - yüzde yarımlık bir azınlığı mutlak ço­ ğunluk gibi gösteren bu rezil sonuç - neslimizin affe­ dilmez bir ayıbıdır, silinmez bir yüz karasıdır. Türk milliyetçilerinin, Esir Milletler Haftası münasebetiY.­ le hızlanan gayretleri, neslimizin ayıbını örtmeğe yet­ meyecektir ! ·

Dil Kurumu ve uydurmacılara hak veriyorum. Böy­ le bir kitleye <<nesil» kelimesi elbette yakışmaz . . Olsa olsa «kuşak» denebilir; Ve bildiğiniz gibi, <<kuşak» bir eşyadır, yüzü kızarmaz !

181


TÜRKİSTAN'IN RUSLAŞTIRILMASI SOSYALİST emperyalizmi konusunda rakamları konuşturmak istiyorum. Derhal belirteyim ki, verece­ ğim rakamların hepsi Sovyet kaynaklarından alındı. Yani Kapitalist, komprador ve Amerikan uşaklarının uydurması değildir ; «Yalan söylemez»lerin cenetin­ den derlenmiştir. 1959 yılında Sovyet Türkistanının nüfusu 2�_. mil­ yon 900 bin kişi idi. 1968 sayımı ise, nüfusun 31 mil­ yon 500 bin kişiye yükseldiğini gösterdi. 9 yılda 8,5 milyonluk bir artış. Korkunç bir rakam. Bütün dün­ ya rekorlarının üstünde ortalama yıllık artış, aşağı yukarı yüzde 4,2. Böyle bir sonuç sosyalizm hesabı­ na sahici bir başarıdır. Yüksek bir kalkınma seviye­ sinin, sağlanan refahın ifadesidir ! Fakat o ne? Yine aynı kaynakların bildirdiğine göre, son 9 yıl süresin­ ce Sovyetler Birliği'nin yıllık nüfus artışı ancak yüz­ de 1,4. Türkistan'da yüzde 4,2. Sovyetler Birliği'nin diğer bölgelerinde yüzde 1,4 ! Besbelli : İşin içinde bir bit yeniği var. Kaynakları taramağa devam ediyoruz : Meğer, Sovyet Türkistanındaki nüfus artışının ücte ikisi Avrupa'dan gelen Rus asıllı göçmenler yüzün­ denmiş. Nitekim Sovyet Türkistanı'nda, 1913 yılından önce bir kaç yüz bin kişiden ibaret olan yabancıların sayısı 1926'da 3 milyona, 1939'da 5 milyona, 1959'da 182


9 milyona ve 1968'de 14,5 milyona ulaşmıştır. Öyle ki. 1959 68 yılları arasında görülen 8,5 milyonluk artı­ şın 5 milyonunu yabancı göçmenler teşkil ediyor ! Bu rakamların neyi is bat ettiği de meydandadır. Sosya­ list kardeşlik edebiyatının gerisinde, binlerce yıllık bir Türk vatanı hızla Ruslaştırılıyor. Büyük bir millet, hoyrat bir sömürgecilik altında ezilmesi yetmezmiş gibi, ceddinin toprağında bir azınlık haline getiriliyor. Bütün büyük davaları rakamlarla halletmeğe pek zi­ yade meraklı sayın sosyalistlerimizin Türkistan'ın Ruslaştırılmasını nasıl izah edeceklerini de biz me­ rakla bekliyoruz. -

Türkistan'a yapılan göçler, gelecekte de aynı hızı muhafaza ederse, 1973 yılında yabancıların sayısı Türklerden fazla olacaktır. Şimdiki halde, yabancı nüfus nisbeti yüzde 47'ye ulaşmıştır. Ruslaştırma ha­ reketi şehirlerden başlıyor. Şehir nüfusu toplamının yüzde 6l'i şimdiden, Ruslardan ibarettir. Bilhassa, söz­ de muhtar Cumhuriyetlerin başşehirlerinin nüfusu, Sovyet emperyalizminin gerçek ifadesini veriyor. Öz­ bekistan'ın merkezi Taşkent'in nüfusu 1 milyon 300 bin kişidir. Türklerin sayısı 308 bin, yabancılarınki 1 milyon ! Tacikistan'ın merkezi Düşenbe'nin nüfusu 341 bin kişidir. Taciklerin sayısı 42 bin, yabancılarınki 300 bin. Türkmenistan'ın merkezi Aşkabad'ın nü­ fusu 170 bin kişidir. Türkmenlerin sayısı 50 binden ibaret. Kırgızistan'ın merkezi Frunze'nin nüfusu 412 bin kişidir. Ama, 20 bin Kırgız, 15 bin Ö zbek ve Uy­ gur'un yanında, 350 bin yabancı vardır. Kazakistan'm merkezi Alma - Ata'nın nüfusu 660 bindir. Ve 60 bin Türk'e karşılık, 600 bin yabancı! Evet, rakamlar böyle de konuşur ve insanlık duy­ gusunu yitirmemiş olanları utandırır ! ..

183


BATI TRAKYA'DAN GELENLER GAZETELERDE okuyoruz ; Anavatana gelen göç­ men ve mültecilerden dinleriz. Batı Trakya'daki soy­ daşlarımız baskı altında yaşamaktadırlar. Yunan hü­ kümetinin baskısı kimi zaman azalır, kimi zaman ço­ ğalır, ama hiç bitmez ; daima vardır. Yine' okuruz, duyarız : Batı Trakya'lı kardeşleri­ miz, ellerine fırsat geçip yolunu bulunca, cennet bah­ çelerine koşar gibi, derhal memleketimize gelirler. Göçmen vizesi alamazlarsa, iltica ederler ve mülteci, ' soydaşlarımızın sayısı her yıl biraz daha artar. Hu­ dudu aşıp Türkiye'mize sığınanların toplamı geçen yıl 200 kişiden ibaret olduğu halde, 1969'un ilk altı ayın­ da 350'yi bulmuştur. Cumhuriyet'in kuruluşundan be­ ri alışılmış bir geleneğe uyarak, mültecileri bağrımı­ za basıyoruz, hürriyetlerine kavuştukları için duy­ dukları sevinci paylaşıyor, cesaretlerini kutluyoruz. Böylece çok hatalı, çok yanlış bir iş yapıyoruz ! Hem de imkan bulup iltica edemeyen soydaşlarımıza kö­ tülük ediyoruz ! Bilirim; yabancı bir bayrak altında yaşamanın tadı yoktur. Anlarım: Hürriyetsizliğin acı­ sı büyüktür, hırslı bir düşmanın baskısına dayanmak güçtür. Hepsi doğru, ancak davanın özünü unutmama­ lıyız. Batı Trakya, bugünkü sınırlarımızın dışında kal­ mış olmasına rağmen, aslında Türk vatanının ayrıl184


maz bir parçasıdır. Ve yeryüzünde hiç bir millet, va­ tanının bir parçasının boşalmasına seyirci kalamaz. Yunan hükümetinin gayesi bellidir : Batı Trak­ ya'daki Türk varlığının kökünü kazımak, cansız ve canlı bütün işaretlerini silmek istiyor. Bütün ihtimal­ leri hesaplıyor. Bir gün gelir de şartlar değişirse, hiç bir hak ileri süremeyecek bir duruma düşmemiz için çalışıyor. Yunan hükümetlerinin kralcı, cuntacı veya solcu olmaları hiç farketmez - koyu bir milliyet­ çilik güttüklerinden asla şüphe etmemeliyiz. Planları­ nı gayet ustaca hazırlamışlardır. Batı Trakya'daki Türk nüfusunun azalmasını ve Türklerin elinde bulu­ nan verimli topraklara Yunanlıların sahip olmasını sağlamak peşindedirler. NATO'daki beraberliğimizden ve Türk devletinden çekindikleri için, soydaşlarımızı, toptan süremiyor, daha kurnazca bir yol deniyorlar. Türkiye'ye gelmek isteyen soydaşlarımız teşvik edi­ liyor, kaçanlara göz yumuluyor, hatta bazılarının sı­ nırdan geçmeleri bile Yunan memurları tarafından sağlanıyor. Batı Trakyalı bir Türk, diğer bir Türk'ün topra­ ğını satın almak istese bin bir engelle karşılaşıyor, sonunda im�n bulamıyor. Fakat Türk'lerin toprağı­ nı almak isteyen Rumlara yüksek krediler veriliyor. Rum din adamlaı;ı vaktiyle Kıbrıs'ta yaptıklarının benzerini yapıyor, Müslümanlardan toprak alanların cennete gideceğini yayıyorlar. Kısaca özetlediğimiz sebeplerden ötürü, memleke­ timize kaçan sevgili soydaşlarımıza «lfoş gelişler ola ! » diyememenin üzüntüsü içindeyiz. Çünkü kalanları da düşünmek zorundayız. Batı Trakya'nın boşaltılması yalnız 600 yıllık bir Türk vatanının Rumlaştırılması so­ nucunu vermekle kalmaz, gelemeyenlerin durumunu 185


daha da kötüleştirir. Batı Trakya'nın Türk nüfusu ne kadar azalırsa, Yunan Hükümetinin ezme, sindirme ve kaçırma siyaseti de o kadar kolaylaşır. Sayın hükümetimizin de günlük icaplardan sıyrıl­ masını, uzağı gören şuurlu bir tutumun içine girme­ sini isteriz. Soydaşlarımız üzerindeki Yunan baskısı­ nı hafifletmenin çarelerini aramalı, fakat mutlak bir zaruret olmadıkça, hiç bir Batı Trakyalı'ya iltica im­ kanı tanımamalıdır.

186


İBRET DERSİ T ÜRK Milletinin düşmanları, cihana hükmettiği­ miz mutlu çağları unutamamışlardır. Türk'ün yeniden kendine dönmesi ihtimalini daima hesaba katar, milli şuurun uyanmasından daima ürker, birlik ve beraber­ lik ruhuna dönmemizi önlemek için her çareye baş­ vurmaktan çekinmezler. Milletimizin güçlenmesine im­ kan vermemek ve ufak parçalara bölünüp kolaylıkla yutulacak lokmalar haline gelmesini sağlamak için çeşitli denemeler yapılmış, şeytanı bile kıskandıra­ cak ustalıkta oyunlar düzenlenmiştir. Son yüz yıldan beri uygulanan yıkıcılık yollarından biri, hatta birin­ cisi, milliyetçilik ve müslümanhk ikiliğinin yaratıl­ mak istenmesidir. Düşmanlarımızın kurnazlığından mı, yoksa bizim akılsızlığımızdan mıdır, bilemem ; ama, milletimizi parçalamak için çalışanların başarılı so­ nuçlar aldığı da inkar edilemez. Aslında, düşmanları­ mızın davranışını kınamak da mümkün değildir. Çün­ kü düşmanlarımızın varlığı bizim yokluğumuzla, en azından zayıfhğımızla güçlenir. Fakat milletimize dost olanların böylesine açık bir oyunu görmemele­ rini anlayamıyorum ; daha doğrusu anlamaktan kor­ kuyorum. Kendi hesabıma değil, düşmanın tuzağına 187


düşenler ve oyunu kolaylaştıranlar hesabına korkuyo­ rum. İtiraf edeyim ki, bildiklerimin çoğunu yazmıyor, kendime saklıyorum. Milliyetçilikle, müslümanlığı ça­ tıştırmak, çeşitli tecrübeler sonunda isbatlanmıştır ki, hem Türk milletinin, hem de İslamiyetin zararınadır. Sadece, Türkistan'ın Sovyet orduları tarafından istilasından önceki durumunu hatırlamak, nasıl bir gaflete itildiğimizi anlamağa yeter de artar. Gerçek­ ten Türkistan'da, yirminci yüzyılın başlarında, isim­ ler değişik olmakla birlikte, mana ve mahiyeti ba­ kımından, milliyetçiler ve İslamcılar çekişmesi sayı­ lacak bir mücadele vardı. Uzun hikayenin özeti şu­ dur : Kanlı bir iç harbin yorgunluğunu üzerinden he­ nüz atamamış olan komünistler, bu mücadelenin hem hazırlayıcısı, hem de kışkırtıcısı idiler. Tarafları bir­ birine kırdırmanın keyfini sürüyor, kah birini, kah di­ ğerini tutuyor, milliyetçilere bağımsızlık, İslamcılara da din hürriyeti vaad ediyorlardı. İslamcıları milliyet düşmanı, milliyetçileri de din düşmanı bir havaya sok­ mak için çalıştılar. Netice alamadıkları söylenemez. Bazı din adamlarının milliyetçiliği kafirlik saydığı, ba­ zı milliyetçilerin de tutsaklığın ve geri kalmışlığın acı­ sını İslamiyetin sırtına yüklemeğe yeltendiği görül­ müştür. Sonra ne oldu? Tarihler ne olduğunu gayet açık yazıyor ! Bilmeyen okusun. Okuyup anlamayan da, Allah rızası için, lütfen bu işlere burnunu sokma­ sın. Türkistan, komünist Sovyet ordularının karşısına birbirine kenetlenmiş bir bütün halinde çıkabilseydi, öyle bir çırpıda yutulmazdı. Milliyetçilik ve dincilik çekişmesinin bedelini ibretle hatırlamalıyız.

188


ORTAK PAZAR VE KÜLTÜR EMPERYALİZMİ SADECE üç kelimelik, belki yüzlerce defa tekrar edilmiş bir cümle : «Kültür emperyalizmine karşıyız» öyle sanırsınız ki ; sağcısı, solcusu, hatta ortacısı bu konuda ortak bir görüşe salüptirler. Tamamen alda­ tıcı bir görünüş. Aslında memleketimizin aydınları, milliyetçi bir azınlık hariç tutulursa, kültür emperya­ lizminin yardımcısıdırlar ve üstelik, hükümdeki sert­ liğin bağışlanmasını dilerim, adeta yabancı kültürle­ rin yanında gibidirler. Üst kuruluşların ve umuma açık propaganda vasıtalarının hemen hepsi Türk mil­ letini, mensubu bulunduğu Türk - İslam Kültür daire­ sinden çıkarmağa çalışmış ve en az 150 yıldan beri milli kültür değerlerimizi hor görmeği «Medeniyet İcabı» sayılan bir alışkanlık haline getirmişlerdir. En başta milli eğitim siyasetimizi düşününüz : Başlıca he­ deflerinden biri Batı kültürünün hızla benimsenmesini sağlamağa çalışmaktır. Yanlış bir düşünce yüzünden Batı kültürü, yararlanmaktan vazgeçemeyeceğimiz teknik medeniyetin bir parçası sanılmış, Türk kültü­ rünün yerini alması için cidden büyük bir gayret harcanmıştır. Gazete ve dergilerimize bakınız : Mutlak çoğunlu­ ğu Batı kültürünün bedava propagandasını yapar. Milli kültüre ayırdıkları yer çıldırtıcı bir dengesizlik 189


işaretidir ; milli şuurun beslediği bir endişeden ziya­ de, değişiklik isteğinden doğar. Radyolarımızı dinle­ yiniz, Televizyonu seyrediniz : Hep aynı sonuçla kar­ şılaşacaksınız : Batı kültürü, resmi ve özel kültür yay­ ma vasıtalarının çoğunu ele geçirmiş ve milli kültür­ le mücadelesinde Türkiye devletini bile yanına al­ mıştır. Gerçekten Devletimiz, tam bir izahı ayrı bir inceleme konusu olabilecek çeşitli sebeplerden ötürü, bütün gücünü ve imkanlarını kullanarak, Batı kültü­ rünün tanınmasına, yayılmasına ve benimsenmesine öncülük etmiştir. Tek bir misfilin hatırlanmasını iste­ yeceğiz : Batı musikisi konservatuvarı yıllarca önce millet parası ile açıldığı ve devletçe korunduğu halde, Türk musikisi konservatuvarı hala kurulamadı. Buna benzer ikinci bir örneğe yeryüzünün bağımsız hiç bir ülkesinde rastlanabileceğini sanmıyoruz. Milletlerin sırf kültürlerini değiştirerek kalkındıklarını da henüz görmedik. Fakat ihtiyar tarih, milli kültür kaybedil­ diği zaman millet varlığının yaşamasındaki güçlükle­ ri öğretiyor. Şimdi milletimizin aydınlar bölümünde gayesine zaten çok yaklaşan kültür emperyalizmini, devletin de yardımını alarak hızlandıracak yeni bir döneme giriyoruz ; ortak pazar dönemine. Ortak Pazarın açık­ lanan hedeflerinden biri de, iktisadi faaliyetlerin bir­ likte düzenlenmesi ve belirsiz bir gelecekte Avrupa Birliğinin gerçekleşmesi yanında, üye milletlerin kül­ türlerini birbirine yaklaştırmaktır. Kelime oyunlarına ihtiyaç duymuyoruz. Ortak Pazar'a kültür birliği cep­ hesini reddederek katılacağımız söylense bile - ki böy­ le bir şey henüz söylenmedi - sonuçta fazla bir deği şiklik olmaz. Çünkü «Tam Üye»lik hüviyetine hazırlık sırasında kültür farkından doğan engellerle de sık sık karşılacağız. Faydalı saydığım bir ciheti de be · 190


lirteyim. Biz Türk milliyetçileri, Marksizmin altyapı­ üstyapı izahına katılmıyoruz. Yani diğer bütün müna­ sebetlere iktisadi münasebetlerin şekil verdiği görü­ şünde değiliz. Fakat iktisadi ve siyasi münasebetlerin kültür sahasında hiç tesir etmeyeceği fikrini de ta­ mamen yanlış buluruz, özünden reddederiz. Çağımız Türk kültürü, tıpkı milli sanayimiz gibi, aydın ve özellikle hakim zümrenin her türlü himaye­ sinden yoksundur. Çeşitli kuvvetler tarafından müte madiyen çelmelenen ve binbir çaresizlik içinde kıv­ ranan milliyetçilerden başka değerine inananı, sami­ miyetle seveni yoktur. Varlığını korumak için müthiş ve yazık ki ümitsiz, ama inatçı bir mücadeleye giren Türk kültürü, Ortak Pazar'a katılmamızdan sonra büsbütün ezilecektir. Zaten eşit olmayan şartlar altın­ da giriştiği yaşama kavgasında tamamen güçsüz bıra­ kılacaktır. Gerçi milletimizin çoğunluğu kendi öz kül­ türüne şimdilik bağlı görünüyor. Ancak bu bağlılığın milli şuur uyanıklığından değil, yüzyılların biriktirdiği alışkanlıklardan ileri geldiğini unutamayız. Ayrıca, kaynakları istikametinde aydın zümrelerin eserleri ile geliştirilmeyen kültürlerin er-geç yıkılacağı gerçeğini de biliriz. Ortak Pazar üyeliğinden doğacak sonuçlar konusunda bazı çevrelerin, bilhassa Devlet Planlama Teşkilatının son derece titiz davrandıklarını duyarak sevinmekteyiz. Planlama Teşkilatındaki değerli mil­ liyetçilerin öncülük ettiği ve hükümetin de kayıtsız ka­ lamayacağını umduğumuz bir görüş, Ortak Pazar ge­ çiş dönemi süresinde iktisadi menfaatlarımızı koru­ yacak bütün tedbirlerin alınmasını şart koşuyor. Ay­ nı titizliğin kültür değerlerimizi korumak ve yükselt­ mek için de gösterilmesini bekliyoruz. Aksi takdirde. 191


vaktiyle Arap ve Fars kültürüne karşı gerekli ölçü­ de mukavemet edilmemesinden yakınanlar, o çağla­ rın aydınlarını milli şuurdan nasipsizlikle suçlayıp sö­ venler, daha ağır J:>ir suçun günahını yüklenecekler­ dir. Zira milliyetler çağı olan günümüzde kültürümü­ zün boğazlanmasını seyretmek, hatta mezarını elimiz­ le kazmak, hiç şüphesiz, ihanetten farksız bir gaf­ lettir. Geliniz, 18.f kıvırmak hevesine kapılmadan, geç­ mişin tecrübelerine göre, şu sorunun cevabını arıya­ lım : Ortak Pazar üyelerinin milli kültürlerini birbiri­ ne yaklaştırmak cümlesinin bizim yönümüzden ger­ çek manası nedir, nasıl uygulanacaktır? Batı millet­ leri, ortak kaynaklardan doğmuş bulunan kendi kül­ türlerine hayrandırlar ; hatta aşıktırlar. Bir kaç araş­ tırıcının dışında hiç bir batılı diğer milletlerin kül· türüne değer vermez, tanımak ihtiyacını bile duymaz. Sırf bu manada ortaçağının yobazlığını terkedemeyen Batılı, kültürünün üstünlüğüne öylesine inanmıştır ki; diğer milletlere de benimsetmek için yaptığı çalışma­ yı bir çeşit «insanlık hizmeti» saymıştır. Ancak ca­ hillerin inkar edebileceği böyle bir duruma rağmen, Altılar'ın Türk kültürüne bir «Kardeş Kültürü» gözü ile bakacaklarına, değer vereceklerine inanan varsa akılsızlığına aferin. Kültürünü yayma, tanıtma ve be­ nimsetme tekniğinde zengin bir tecrübeye ve sayısız imkanlara sahip bulunan Avrupa'nın karşısına neyi­ mizle çıkacağız? Öz değerlerini reddeden bir aydın zümrenin milli kültür yıkıcılığına, hele Ortak Pazar'a girmenin kolaylaştırıcı şartları da eklenince hangi kuvvete karşı koyacağız. Ortak Pazar edebiyatının cezbesine kapılan sayın siyasetcilerimiz, tehlikeli bir kapının eşiğindedirler. Devletin vazifesi milletin yal­ nız toprağını, yalnız bağımsızlığını, yalnız çıkarlarını 192


değil, kültürünü de korumaktır. Sayın <illevlet»lileri­ miz, koruyuculuğundan vazgeçtik, yabancı, kültür­ lerin istila ordularına katılmaktan kaçınmalı, kendi kalelerine saldıran acemi savaşçıların gülünçlüğüne düşmemelidirler. Artık sorumuzun cevabını, yanılma ihtimalinin çekingenliğine asla ihtiyaç duymadan, ve­ rebiliriz : Ortak Pazar üyeleri ile kültür bağlarımızın kuvvetlendirilmesi ve bir anlaşmanın icabı haline ge· tirilmesi, aslında, milli kültür değerimizi tarihe göm­ mek ve Batı kültür dairesine iyice yerleşmek demek­ tir. Ortak Pazar'a girmekle, hele mümkün olan ted­ birlerin tamamını almadan girmekle, hızlanacak kül­ tür emperyalizmi, onulmaz yaraların en derinini sev­ gili Türkçemiz'in bağrında açacaktır. Şimdiden hor­ lanan, sadece nüfus hüviyet cüzdanlarında T. C. ya · zılı, Türklük düşmanı, ama <illevletli»ler nazarında muteber (Sahi, niye öyle,) bazı kimselerin üniversite­ lerimizden kovmak istediği (Ve mesela Orta Doğu Teknik Üniversitesinden kovduğu) Türkçemiz, Ortak Pazar'ın ortak eğitim, çalışmaları ilerledikçe, belki de bütün öğretim müesseselerinin dışına sürülecek. Arapça'nın Kuzey Afrika ülkelerindeki, Orduca'nın Pa­ kistandaki köleliğine bürünecektir. Ve sen Türkoğlu, .işin yoksa bekle ki, analar bir Yunus Emre daha, bir Karacaoğlan daha doğursun. Ortak Pazar'a atacağımız her adımı inceden in­ ceye hesaplamazsak, misyoner çalışmalarının yolları üstündeki dikenler de temizlenecek, memleketimiz Hı­ ristiyanlık propagandasının açık pazarı olacaktır. Ah­ lak anlayışımız ve geleneklerimiz de aynı tehlike ile yüzyüzedir. Ve sakın bizim de aynı haklara sahip ola­ cağımızı, müslümanlığı yaymak, ahlak üstünlükleri­ mizi ve gelenek güzelliklerimizi tanıtmak hürriyetine 193


kavuşacağımızı öne sürmeyin. Akla uygun bir itiraz değildir. Biz müslümanlığı, ahlak ölçülerimizi ve ge­ leneklerimizi, tabii aydınlar seviyesinde söylüyorum, önce kendimiz beğenmiyoruz. Nerede kaldı ki, başka­ larına beğendireceğiz. Türk milliyetçiliğine gönül verenler, yaşamanın manasını millete hizmette görenler, uyanık durma za­ manıdır. Ortak Pazar edebiyatının her sayfasını dik­ katle okumalıs'ı n. Maddi kalkınmamızın kösteklenmesi, milli sanayimizin henüz doğmadan ölüme mahkum edilmesi elbette çok önemlidir . Ortak Pazar üyeliğinin iktisadi cephesinden doğacak zararlara, başka kuv­ vetlerin de karşı çıkabileceğini, kültür emperyalizmi­ nin ise senin dışında kalanları ilgilendirmeyeceğini iyi bilmelisin. Bütün gücünü birleştirerek direnişe geç­ mekte gecikmemelisin. Hak bellediğin bir yolda yalnız bile kalsan yürümelisin. Önüne mezarını çıkarsalar yine de geri dönmemelisin.

194


VILBAŞI VE TARİHTEN BİR DERS KÖRPECİK çamların kesimine şimdiden başladık, Birçok evlerin salonları, öz bayramlarımızın hiç bi­ rinde gösterilmeyen bir hevesle. özene bezene süsle­ niyor. Çocuklarımıza Noel Baba ( ! ) hediyeleri hazır­ lıyoruz. İki gün sonra batılılaşmamızın sevincini mil­ letçe hep birlikte yaşayacağız, sarhoşluğumuzu pa� !aşmayanların gericiliğine hükmedeceğiz ! İsa pe�­ gamberin doğum gününü, medeniyetin kaçınılmaz bir icabı olduğuna inanarak kutlayacağız ; şarap içeceğiz, dans edeceğiz. Yılbaşı eğlencelerinin aslında bir tek manası vardır : İki yüz yıldır devam eden kültür sa­ vaşında yenildiğimize işaret eder. Böyle bir sonuca varırken taassupla hiçbir ilgimizin olmadığını hemen belirtmeliyiz. Asıl taassup yabancı gelenekleri benim­ semenin kalkınmamıza yardım edeceğini sanmaktır ! Milletlerin kendi kültür değerlerinden kopmamaları, ilim ve teknikteki gelişmelerini asla engellemez. Fa­ kat başkalarının yaşayışı ve kültürüne özenen millet­ ler, eninde sonunda kendi kendileri olmaktan çıkarlar. Ve tarihçi şöyle anlatır : «1400 yıl önce Gök-Türk İm­ paratorluğu ikiye bölünmüştür. Fakat Doğu İmparator­ luğunun bir taraftan isyanlar ve bir taraftan da mu195


harebelerle uğraşması, nihayet Batı İmparatorluğunu lüzumundan fazla kuvvetlendirmeğe başlamıştı. Batı Hakanı, artık doğuyu da kendi idaresine alarak yeni bir Türk birliği kuracak hale geliyordu. İşte bu man­ zara karşısında Çin'in o meşhur muvazene siyaseti başladı : Çin İmparatoru, Batıdaki dostuna karşı Do­ ğudaki düşmanını himaye etmeğe kalkıştı ! 585'ten iti­ baren «TardU>>yu kendi başına bırakıp doğu hakanı «Şe-Tu»ya yaröım teklifinde bulundu. Fakat bu yar­ dımın yine muvazene siyasetinden ilham alan birta­ kım şartları vardı. Bu şartlar çok ince şartlardı! Çin İmparatoru, Doğu Türklerini Çinlileştirmek şartiyle himaye edecekti ! Bunun için de «Şe-Tu»ya Türk mille­ tinin kıyafetini, kanunlarını ve hatta dilini değiştirip bunların yerine Çin kıyafetini, Çin geleneklerini, ('in adetlerini, Çin kanunlarını ve hatta Çin dilini zorla ka­ bul ettirebildiği takdirde yardım edebileceğini bildir­ di. Çünkü Çinlilerce milliyet demek, kültür demekti. İşte o zaman Çin siyaseti, Türklüğün en büyük buh­ ranlar içinde bile sarsılmak bilmeyen milli şuuruna çarparak iflas etti. Türk Hakanı «Şe-TU>>, Çinlilerin bütün şartlarını kabul ediyor, yalnız milliyetinden bir zerre bile feda edemiyordu.» Sinolog Stanislas Juli­ en'in <<Pien-i Tien» ismindeki Çin kaynağından tercü­ me ettiği vesikalar içinde «Şe-Tm>nun Çin İmparatoru «KacrTsm>ya bu mesele hakkında gönderdiği şu mek­ tup, Türk milliyetçiliği tarihinin belki en kıymetli ve­ sikasıdır. «Şimdi oğlum hemen sarayınıza gelecek ve her sene haraç olarak ilahi bir nesle mensup atlar takdim edilecektir ; her gün sabahtan akşama kadar sizin emirlerinizden başka bir şey dinlemiyeceğim. Fakat elbiselerimizin önlerini kesmeye, omuzlarımız da dalgalanan saç örgülerimizi çözmeye, dilimizi de· ğiştirmeye ve sizin kanunlarınızı kabul etmeye gelin196


ce, bizim adetlerimiz ve geleneklerimiz o kadar eski­ dir ki, ben şimdiye kadar bunları değiştirmeye cesa­ ret edemedim, bütün millet aynı kalbi taşıyor.» Bu vesikada Hakan, her fedakarlığa razı oluyor, Çin

İmparatorunu

metbu

tanıyor,

kendini ona

mirber yapıyor, haraç veriyor ve hatta oğlunu rehin olarak Çin sarayına göndermeyi kabul ediyor ; velha­ sıl herşeye katlanıyor ; yalnız tarihten daha eski olan Türk dili ile Türk kültüründen vazgeçemeyeceğini en açık ve kesin bir lisan ve resmi bir nota ile ilan ediyor. 1400 yıl öncesini düşünün ! Batı dünyası «Millet» ve <<Milliyet» kelimelerini ancak 1200 yıl sonra öğre­ nebildi. Son söz yine Bilge · Kağan'ındır : «Asil Türk genç­ leri Çin milletine kul oldu. Lekesiz kızlar cariye oldu. Türk beyleri Türk unvanlarını bırakıp Çin beylerinin Çince unvanlarını alarak Çin İmparatoru'na boyun eğ­ diler 50 yıl işlerini güçlerini ona hasrettiler.» . .

Bilge Kağan, züppeleşmiş bazı beylerin Çin un vanlarını taşımasına bile tahammül edememiş. Bu­ günleri görseydi, acaba ne derdi?

19'1


MİLLİYETÇİ TÜRKİVE'VE DOGRU HATIRLAYANLARIMIZ olacaktır ; geçen yıl, 1011 Mayıs tarihlerinde «Milliyetçiler İlmi Semineri» adı ile iki gün süren bir toplantı düzenlenmişti. Toplan­ tının gayesi Türk Milliyetçiliğinin hemen hemen bü­ tün konulardaki görüşünü tesbit etmek, fikir ayrılık­ larını imkan nisbetinde gidermek ve ortak bir anla­ yışta birleşilmesini sağlamaktı. Çalışmalar sonunda umumiyetle kabul edilen esas beş temel rapor halin­ de yazılmış, bir müddet önce de <<Milliyetçi Türkiye'­ ye Doğru» adı verilerek kitap olarak yayınlanmıştır. Kitabın elbette noksan tarafı vardır ; bazı konularda­ ki görüşlere katılmamak, diğer bazılarının münakaşa­ sında fayda görmek mümkündür. Fakat her şeye rajt men, çok hayırlı bir başlangıç sayılması gerekir. Oku­ yucularıma bir fikir vermek

yönünden,

<<Milliyetçi

Türkiye'ye Doğru» adındaki kitaptan, «Türk milliyet­ çiliği ve İslamiyet» başlıklı bölümü aynen alıyorum : <<Dinin, cemiyetin temel unsurlarından biri oldu­ ğu hususunda ihtilafa düşülmemiştir. En iptidaisin­ den en mütekamiline kadar, gelip geçmiş bütün cemi­ yetlerde din müessesesinin mevcudiyeti bunun redde­ dilmez delilidir. Burada, umumiyetle din müessesesi 198


ve cemiyet hayatındaki yerinden ziyade, Türk Milli­ yetçiliğinde din müessesesi, sonra da İslam dini ba­ kımından milliyetçilik ve bilhassa Türk Milliyetçiliği üzerinde durmak istiyorum. Konuya birinci açıdan baktığımız zaman, tama­ men Türkler ve Türklüğe has bir gerçekle karşılaşı­ rız. Bu, Müslümanlığın, Türklüğün bünyesine nüfuz edip, ondan ayrılmaz, ayrılamaz bir unsur haline gel­ miş olduğu gerçeğidir. On asırdan fazla bir zaman­ dan beri, Müslümanlık Türk Dünyasında öyle bir rol oynamıştır ki, artık Türk'ü bu dinden zihnen dahi tec­ rit ederek düşünmeye imkan kalmamıştır. Müslüman­ lık Türk Milliyetçiliğinin vazgeçilmez bir unsuru ha­ line gelmiştir. Bunun en bariz delili, batıya olan bü­ yük göçler sırasında ve sonunda Hazer Denizinin gü­ neyinden başka yollar takip ederek Balk.anlara ve Or­ ta Avrupa'ya gelmiş Türk kavimlerinin varlıklarını yi­ tirmiş olmalarıdır. Selçuklu İmparatorluğunun kurulu­ şundan ve bilhassa haçlı seferinden itibaren, Müslü­ manlığı batı hıristiyan dünyasına karşı sadece Türk­ ler temsil ve müdafaa etmiştir. İslam dini açısından milliyetçilik meselesine ge­ lince : Bilhassa Birinci Dünya Savaşı sıralarında, İm­ paratorluğun yıkılmasına takaddüm eden yıllarda çı­ kan İslitmcılık

cereyanının tesiri ile,

müslüman

ol­

manın milliyetçi olmaya mani teşkil ettiği fikri orta­ ya atılmıştır. Mesele, günlük ve politik şartların üstünde, sa· dece bir din meselesi olarak ele alınacak olursa böy­ le bir maniden söz edilemez. İslam dini «Allah'ın yo­ lunda birleşilmesini, tefrikaya düşülmemesini:& amir­ dir : «Müslümanların kardeş olmalarını ve kardeşler arasında bir ihtilaf çıktığı takdirde, aralarının bulun­ masını» amirdir. Bu emirler ise, bir kimsenin milli191


yetine sahip çıkmasını, milletini sevmesini nehy mana­ sını kat'iyyen tazammum etmediği gibi, aksine, «kar­ deşliğin takviyesi» bakımından terviç şuuruna erme­ sinin sonucu, hiç bir zaman «din kardeşliğinden» vaz geçilmesini yahut düşmanlık edilmesini gerektirmez. Konu bu bakımdan ele alındığı zaman, kişinin ön­ ce müslümanlığı mı, yoksa Türklüğü mü gelir mesele­ sinin de, aslında mesele olmadığı anlaşılmış olur ; çün­ kü bu iki vasıf bir tek bünyenin birbirinden ayrılmaz unsurlarını teşkil eder. Tarihin en eski devirlerine kadar uzanan Türk Milleti, ahlaki ve içtimai karakterine çok uygun bu­ larak kabul ettiği İslam Dini ile tarihinin yeni bir devrine girmiştir. Denilebilir ki, Türk Milletinin mil­ li şuur ve varlığı asıl bu devirden itibaren sarahat ve hız kazanmıştır. Asırlar boyu milliyetçilik ve din tek mefkfire halinde Türk Milletinin fetihlerine, san'a­ tına, maarifine, ahlakına ve milletçe terakkisine ışık tutmuş, bu iki temel arasında herhangi bir çatışma bahis mevzuu olmamış ve bu mes'ut ahenk son za­ manlara kadar devam etmiştir.»


YAGLI KUYRUGA DİKKAT AŞIRI sol propagandanın hızlı kalemleri, biraz da İsmet Paşa·nın daima yüksek se\' iyede ( ! ) konuşma­ ğa heveslenmesi yüzünden, yağlı bir kuyruk ele ge­ çirdiler ! . . Bir bayram sevinci yaşıyor, «Mal bulmuş mağribi»ler gibi, tepinip duruyorlar. On gün içinde bel­ ki yüz defa yazdılar, söylediler : NATO ve ikili an­ laşmalar yüzünden irade ve isteğimiz dışında harbe sürükleniriz, toptan mahvoluruz ! Hepsi de keskin bir askerlik dehası kesilmiş, muhtemel bir harbin Tür­ kiye'yi yeryüzü haritasından nasıl sileceğini göste· ren ince bir hesabın peşine düşmüşler ! Peki ne yap­ malıyız? Cevap gayet basit: İkili anlaşmaları yırtıp atmalı, tüm Amerikalıları yurdumuzdan kovmalı, nük­ leer silahlardan arınıp temizlenmeli, NATO'dan çıkma­ lı ve böylece «Tam bağımsız demokratik Türkiye» ol­ malıyız ! Peki, sayın hızlı sosyalistlerimiz, bütün bu işlerin yapılmasını neden istiyorlar? Memleketi öyle­ sine çok seviyorlar ki, bir kılına bile zarar gelmesi ihtimalinden dehşetli üzülüyorlar ! İşte bu cevap var ya, ihanet şebekelerinin niyetini olanca çıplaklığı ile açığa çıkaran bu pis cevap !

Kendini akıllı sanma­

nın ve bütün bir milleti budala yerine koymanın em201


saline az rastlanır bir örneğidir. Cici sosyalistlerimiz, ikili anlaşmaların yırtılıp atılmasını ve NATO'dan ay­ rılmamızı, sırf irade ve isteğimiz dışıQda bir harbe sürüklenmemizi önlemek için istiyorlar, öyle mi? Hani insanın, çok affedersiniz, «yalancının. . . . . . . . . » diye parlayacağı geliyor ! İkili anlaşmaları

çöp sepetine

attık,

NATO'dan

çıktık, ne tesis kaldı, ne üs ! Sonra ne olacak? Sonra ne olmasının isteneceğini ve hangi yüksek fikirlerin öne sürüleceğini tahmin edemeyen bir tek vatandaşı­ mız çıkarsa, sakın darılmasın,

aptallığını

şimdiden

ilan ediyorum ! NATO ve ikili anlaşmalar sayf\ası ka­ panınca, yeni bir sayfanın açılması hazırlıklarına şöy­ le başlanacak : cAmerikan emperyalizmi korkunç bir canavardır. Hiç bir millet, hele bizim gibi, füze ça­ ğının kudretli silahlarından yoksun bir millet, böyle­ sine korkunç bir canavarla tek olarak başa çıkamaz. Emperyalizmle savaşan büyük sosyalist devletlerle işbirliği yapmak zorundayız. Faşist iktidarlar, Sovyet­ ler Birliği tehlikesi diye bir masal uydurmuş, memle­ keti Amerika'ya satm1şlardı. Oysa, tarihsel akış ke­ sinlikle ispatlıyor ki, kapitalizm ve onun son aşaması emperyalizmi temsil eden Amerikadır. O halde ne yap­ mamız gerekiyor? Emperyalizme karşı birleşmeliyiz. Kimlerle mi? Elbette anti-emperyalist güçlerle ve en başta Amerikan emperyalizminin saldırılarına karşı durabilecek en büyük sosyalist kuvvetle. Sovyetler Bir­ liği ile birleşmeliyiz. Bu, kaçınılmaz bir zorunluluk­ tur.» Evet, inanmayanın aklı yoktur ki, aynen böyle yazılacak, böyle konuşulacak. Zaten, sokağa dönük komünizm propagandasının halkı birdenbire ürkütme­ mek için kullandığı örtülerin altındakini görebilenler, aynı şeylerin daha şimdiden yazılıp söylendiğini de bi­ lirler. Cici sosyalistlerimizin hedefi bellidir : Hoş gel202


din Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Türkiye Muhtar Cumhuriyeti ve ilk aşama : Sovyetlerle ikili anlaşmalar imzalanması ve kapitalist emperyalistlerin saldırılarından korunmamızı sağlamak üzere, Varşova Paktı üyeliği. . . Biz Türk'üz . . . Ömrümüzü Türk milletinin varlık davasını kıyamete değin sürdürmeğe adamışızdır. Hiç bir milletin Türk'e dost olmadığını, olamayacağını her­ kesten daha iyi biliriz. NATO'daki durumumuzun ve Amerika ile münasebetlerimizin yeniden gözden geçi­ rilmesine ve değişen dünya şartlarına göre ayarlan­ masına elbette taraftarız. Yalnız, milletini sevdiğine inanan her Türk'ün kulağına küpe olmalıdır ki : NATO ve Amerikan düşmanlığının Türkiye'yi en azından Çe­ koslovakya'ya benzetmek isteklerine alet edilmesi,

2500 yıllık tarihimizin benzerini henüz görmediği öl­ çüde büyük bir ihanet olacaktır. NATO ve Amerika da­ hil, bütün düşmanlıkların ve bütün dostlukların meş­ ru ve haklı tek bir kaynağı vardır. Öliimsüz Türk mil­ letinin menfaatleri ve Türk milliyetçiliğinin icapları . . .

203


UZAY ÇAÔINDA MİLLET GERÇEÔİ SOSYALİSTLER ve diğer bütün maddeciler, sa­ nayileşme dönemine geçildikten sonra milliyet duy­ gusunun gittikçe zayıflayacağını ummuş, «Milletler»in yerini daha geniş toplulukların alacağını sanmışlardır.

124 yıl önce K. Marks ve F. Engels, komünist mani­ festosu'nda şöyle demişlerdi : «Milletlerarasındaki fark­ lar milli özellikler, milletler arasındaki düşmanlıklar, burjuvazinin gelişmesi, üretim usullerinin her memle­ kette yeknesak bir şekil alması, ticaret hürriyeti ve bundan doğan hayati münasebetler sonunda kaybolma yoluna girmişlerdir. Proleteryanın hakim olması, ik­ tidarın proletaryanın eline geçmesi, milletlerin orta­ dan kalkmasını daha da çabuklaştıracaktır.» Sanayileşme çağı yeryüzünün hiç değilse bir bö­ lümü için artık geride kalmış, atom çağı bile aşılmış, uzay çağına ulaşılmıştır. Ama, «Milletler arasındaki farklar ve milli özellikler» asla ortadan kalkmamış­ tır. Sovyetler Birliği'nin elli yılı, bir bakıma, millet dönemini bitirip sınıf dönemini başlatmak için yapıl­ mış bir denemedir. Bu denemenin nasıl sonuçlandığını hiç unutmamak, millet gerçeğini inkar yolunda dire­ nenler açısından, son derece faydalı olacaktır.


Maddeci - Marksist görüş, hareket noktasını yan­ lış seçmeseydi, belki hedefine ulaşması mümkündü. Millet, gerçekten, üretim usullerindeki farklılıkların ve üretim ilişkileri ile üretim araçları mülkiyetindeki dengesizliğin ortaya çıkardığı bir topluluk olsaydı, başka bir üretim tarzına geçildikten sonra yerini baş­ ka bir topluluğa bırakması gerekirdi. Bugün, Sovyet­ ler Birliğinin hemen her bölgesinde üretim usulleri yeknesak sayılacak bir duruma gelmiştir. Üretim a­ raçları mülkiyeti de fertlerin elinden alınmış, tama­ men devlete verilmiştir. Sosyalist düzenin insanları, dış görünüşleri ile birbirlerine çok benziyor. İmtiyazlı bir zümrenin dışında kalan büyük çoğunluk aynı şe­ kilde çalışıyor, aynı şeyleri yiyor, aynı biçimde gi­ yiniyor, herkesin adına emekçi deniyor. Fakat deği­ şik milletlere mensup insanların iç dünyaları, özlem­ leri ve hayalleri birbirine hiç benzemiyor. Milliyet duygusu yine yaşıyor, eskisinden belki daha sağlam, daha güçlü olarak yaşıyor. Üstelik sosyalist düzen, üretim tekniği ve üretim araçları mülkiyetindeki de­ ğişikliklerle yetinmemiştir. Her Sovyet vatandaşı, mil­ li özellik ve ülkülerini unutacak, aynı sınıfa mensup bulunmayı diğer bütün bağlardan üstün tutacak bir eğitim görmüştür. Milliyetçilik, ağır bir suç sayılmış­ tır. Buna rağmen, 1972 yılında sosyalist dünyasında, Marksist millet görüşünün iflas ettiğini ilan eden sa­ yısız belirtiler vardır. Tarihi yürüten kuvvetin sınıf mücadelesi değil, milletler mücadelesi olduğu bir ke­ re daha kesinlik kazanmıştır. Sovyetler Birliğinde yaşayan

milletler,

korkunç

şiddetteki baskıya yiğitçe göğüs germekte, çok defa sürgünle, hatta ölümle bitmesine aldırmadan, varlık­ larını sürdürmenin yollarını aramaktadırlar. Kırım Türklerinin vatanlarına dönmek için yaptıkları mü205


cadele tek misal değildir. Türkleri, ayrı soylardan gelen ve ayrı inançlara sahip bulunan Baltık millet­ lerini ve diğerlerini bir tarafa ayırsak bile, sosyalist, yönetimin elli yıllık uğraşması İslav ırkından bilinen Ukraynalıların bile milliyet duygularını yenememiş­ tir. Ukrayna'nın bağımsızlığı için çalışılmaktadır. Ni­ tekim, Münih'deki olimpiyat oyunları sırasında, Uk­ raynalıların ayrı bir millet oldukları ve yarışmalara kendi bayrakları ile katılmaları gerektiğini açıklayan bir bildiri dağıtılmıştır. üİkücü Türk Gençliği, dünya hayatındaki en yü­ ce değerin millet olduğunu bilmekle yetinmeyecek, bil­ meyenlere de öğretecektir !

206


TUPiANCILIK KORKUSU YAZINIZIN bir cümlesinde «Turan» sözü mü ge­ çiyor ? Olmadı ! Sileceksiniz. Yerine münasip, kimseyi gocundurmayacak bir kelime koyun ! Şiirinizin bir mısraı «Turan'a özlem» mi taşıyor? Bu sevdadan vaz­ gececeksiniz ! «Turan'ı» çıkarın da yerine ne koyar­ sanız koyun ! Bin emekle bin zahmeti karıştırır, üstüne bütün imkansızlıkları da ekler, yeni bir dergi yayınlarsı­ nız ; «Bozkurt» gibi... Millet düşmanlarının canı cehen­ neme tabii. Ama yüreğinizde taze bir sevinç, hemen dostlarınıza koşar, marifetinizi gösterir, elbette beğe­ nilmek istersiniz. <illozkurt»u alır, sayfalarını şöyle bir karıştırır, yazıların yalnız başlıklarını okurlar. Yüzlerine bakarsınız, ciddiyetleri de yerindedir. Son­ ra, inceleme süresinin bir anında kaşlarının çatıldı­ ğını, ğini ran, ları

alınlarında ince ve üzgün kırışıklıklar belirdi­ görürsünüz ; «fena değil,» derler, «Ama şu Tu­ Turancılık gibi sözlere hiç yer vermeseniz, adam­ hiç ürkütmeseniz daha iyi olacak.»

Tekrar edeyim : Düşmanlarımızdan değil, dostla­ rımızdan yakınıyorum. Milliyetçiliklerini, ülkücülük­ lerini bildiklerimizden, inandıklarımızdan yakınıyo207


rum ! Şüphe yok : Kendileri için konuşmuyorlar, ürke­ cekleri hesaba katıyorlar ! Ürkenlerin vereceği zarar­ dan çekiniyorlar. Turancılıktan kim ürkek ve niçin ürker? Dostlarımızın haklı olduğu nokta : Komünist­ ler, sosyalistler, kapitalistler ve diğer sebeplerden ötürü ürkenler bir tarafa ; vatansever, dürüst, hatta milliyetçi bazı kimselerin gözünde bile Turancılığın, hiç değilse şimdilik, gereksiz bir konu sayıldığını ha­ tırlatıyorlar. Aydınlarımızdan çoğunun, özellikle mem­ leketimizin yönetiminde yetki sahibi bazı kimselerin, yıllardır başarı ile sürdürülen bir şartlandırma sonu­ cu, <<'furancılık»ı yanlış anladıklarını söylüyor, doğ­ rusunu hemen öğretmenin güçlüğünü öne sürerek, «Şimşekleri üstümüze çekmeyelim : » diyorlar. Evet, dostlarımızın hakkı var. Ama bizim daha haklı oldu­ ğumuz, nedense hep gözden kaçıyor ! Yanlışlığı dü­ zeltmeğe mecburuz. Sadece şahıslarımız hesabına de­ ğil, Türk Milliyetçiliğini haksız bir suçlamanın yükün­ den kurtarmak için, Turancılığın ne olduğunu ve na­ sıl anlaşılması gerektiğini anlatmağa, bir kere yet­ mezse on defa, yetmezse yüz defa anlatmağa mecbu­ ruz. Dü!)man propagandasının kabul ettirdiği, asılsız bir vehmin beyinlerimizde diktatörlük kurmasına se­ yirci kalamayız ; yıkmağa mecburuz. Türkiye Cumhuriyetinin hudutları dışında Türk var mıdır, yok mudur? Turancılık korkusuna yakalan­ mışların hiç biri inkar edemez : Türkiye dışında ya­ şayan en azından 70 milyon Türk vardır. İşte Türk Milliyetçileri, tutsak soydaşlarına ilgi duyarlar. Tu­ rancılık adı verilen ve bir «ÖCÜ» haline getirilen fi­ kir, bahis konusu ilginin belirtilmesinden ibarettir. Soydaşlarımızı sevmenin, bağımsız olmalarını isteme­ nin, Altaylar üstüne şiir yazmanın zararı nedir? Rus­ ya'daki, İran'daki, 208

Irak,

Çin,

Bulgaristan, Afganis-


tan ve diğer ülkelerdeki Türkler bağımsızlıklarını ka­ zanırsa, Türkiye ne kaybeder? Bütün Türk milliyet­ çileri, akılları erdiği günden itibaren, hep bu zararın ne olduğunu aramış, bulamamışlardır. Komik suçla­ maları geçiyorum ; akla en ziyade yatkın görünen bir itiraz üzerinde duracağım : Deniyor ki : «Gençlerin Tu­ rancı bir ruhla yetişmesi, Türkiye'nin ihmal edilme­ sine yol açar. Oysa, her şeyden önce yaşadığımız top­ rakları, o toprakların insanlarını düşünmek zorunda­ yız.» İnandırıcı bir görünüşle önümüze çıkan bu iti­ raz biraz didiklenirse, safsata sanatının iyi bir ör­ neğinden ibaret kalır. Diyelim ki ; Turancı bir genç, okulunu bitirdi ve mesela, Anadolu'nun bir ilçesine kaymakam oldu. Türkiye'yi nasıl ihmal edecektir, devletimize ve milletimize ne şekilde zarar verecek­ tir? Turancı bir insanı hangi görevde düşünürsek dü­ şünelim, memleketimizin aleyhinde sonuçlar verecek bir hüviyetin içine sokamayız. Turancılık korkusu ka­ falarda alabildiğine büyütülebilir, zaten büyütülüyor, fakat, uygulama sahasında, Turancı bir ruhla yetiş­ menin niçin zararlı olduğunu

kimse

isbat edemez,

edememiştir. Turan kelimesini kullanmaktan sakınmak belki bir tedbirdir. Fakat Turancılık korkusuna kapılanları u­ yarmak, devletimizin sayın yetkililerine, Turancı bir ruhla yetişmenin sayısız faydalarını çalışmak daha iyi bir tedbirdir.

anlatabilmeye

209


HER MİLLETE BİR DEVLET ÇAGIMIZIN bütün devletleri, kendilerini meyda­ na getiren insan kitlesi bakımından, mutlaka bir mil­ let temeline dayanırlar. Yalnız Milli devletler değil, sınıf ve din devletleri de, kitap üzerindeki görüşleri ne olursa olsun aslında böyledirler. Mesela Sovyet­ ler Birliği, Anayasasındaki ifadeye bakılınca «İşçi sı­ nıfına dayanan sosyalist bir devlet»dir. Ama Rus milleti, gerçekte ve uygulamada Sovyet İmpar:ator­ luğunun sınırları içinde yaşayan diğer milletlere üstün tutulmuştur. Rus dili, Rus tarihi ve Rus kültürü diğer milletlerin dillerine, tarihlerine ve kül­ türlerine tercih edilmiştir. Komünist Partisinin siya­ seti, Rus Milletinin yüksek çıkarlarına göre ayarlan­ mıştır. Aynı şeyleri bir «Din» devleti sayılan Suudi Arabistan Krallığı ve benzerleri konusunda da söyle­ mek mümkündür. Evet, her devletin belli bir milleti vardır. Fakat her milletin belli ve bağımsız bir devleti yoktur ve işte bu yokluk, ihtiyar dünyanın başlıca rahatsızlığı­ dır. Bazı milletlerin devleti hiç yoktur ; sadece diğer bir devletin sömürgesidir. Baltık Milletleri ; Estonya­ lılar, Letonyalılar ve Litvanyalılar böyledir. Bazı mil­ letlerin de bir bölümünün devleti vardır ; başka bir bölümü bağımsız bir devletten yoksundur :

Örnekler

arasında, en başta Türk'ler gelmek üzere, Macarları ve İrlandalıları sayabiliriz.

Yeryüzündeki · Türk'lerin

aşağı yukarı üçte biri bağımsız bir devlete (Türkiye Cumhuriyetine) sahiptir. Geriye kalan üçte ikisi de 210


yabancı devletlerin tutsağıdır. Macar Milletinin de üç milyon kadarı Romanya, bir milyonu Yugoslavya dev­ letinin sınırları içinde yaşar. İrlandalıların bir bölü­ mü bağımsız, diğer bölümü İngiliz sömürgesidir. Yeryüzündeki

bütün

milletler

tarafından benim­

senecek ortak bir ülkü ararsak, asla şüphe yoktur ki, «Her Millete Bir Devlet» ülküsünün en başta geldi­ ğini göreceğiz. Hiç bir millet, yabancı bir devletin hakimiyeti altına girmeyi istememiştir. Milletler, an­ cak silah gücü ile veya satılmış bir azınlığın ihanet­ leri sonunda devletsiz bir duruma düşmüşlerdir. Bun­ dan ötürü, <<ller Millete Bir Devlet» kazandırmak yo­ lunda verilen mücadele dünya durdukça hiç bitme­ yecektir. Çağımızın temel çelişkisi, bazı büyük devlet­ lerin birden fazla milleti kendilerine bağlı tutmak he­ vesinden hala vazgeçememiş olmalarıdır. Diğer taraftan çağımızdaki başka bir gelişme, her milletin bağımsız bir devlete sahip bulunması hakkı­ nı gittikçe güçlendirmektedir. Bilindiği gibi, henüz bir millet haline gelememiş geri topluluklar bile önce ba­ ğımsız bir devlet kurmağa, sonra da devletin birleş­ tirici imkanlarını kullanarak, millet hüviyetini kazan­ mağa çalışıyorlar. Millet olamamış topluluklara dev­ let kurma hakkının tanındığı bir dünyada, binlerce yıllık soylu milletlerden aynı hakkın esirgenmesi, uzay çağı insanlarını utandıracak çirkin bir oyundur. Eğer milletlerin kendi kendilerini idare edebile­ cekleri ilkesi kocaman bir yalan değilse, böyle bir ilkenin uygulama sahasındaki ilk sonucu, her mille­ tin öz devletine sahip olmasıdır. Büyük devletler, baş­ ka milletleri köle olarak tutmak inadında direndikle­ ri sürece, devamlı bir barıştan söz edilemez. İnsanlı­ ğı gerçek haysiyetine kavuşturmanın ilk şartı, dünya haritasının «Her Millete Bir Devlet» esasına göre ye­ niden çizilmesidir. 211


MİLLi SEZGİYİ ÖLÜMSÜZLEŞTİRMEK ÇOK yıllar önce, «Sessiz Dünya» adında bir film görmüştüm. Çok beğenilen bir filmdi. Kaplumbağalar­ la ilgili bir sahnesi vardı. . . Öyle bir sahne ki; ibret alınacak derslerin belki de en faydalısını veriyordu. o sahnenin sır yüklü manasını hep düşünmüşümdür ; hala unutamadım. Denizden bir kaplumbağa çıkıyor, karaya geliyor ve kumların arasına yumurtasını bı­ rakıyor. Sonra çalılıkların içinden başka bir kap­ lumbağayı �örüyoruz. Diğeri gibi kumlara gidiyor, yu­ murtasını bırakıyor. . . Perdedeki görüntü değişti, za­ man geçti, gün erişti... İşte bakın, deniz kaplumba­ ğasının yumurtası çatlıyor, yavru kaplumbağa biraz çırpındı, kabuğundan kurtuldu, kafasını kaldırıp et­ rafına şöyle bir baktı. Merakla bekliyorsunuz, aca­ ba nereye gidecek? Tereddüdün kırıntısı bile yok, doğ­ ru denize ! . . Şimdi de kara kaplumbağasının yumurta­ sı çatlıyor ; yavru kaplumbağa biraz çırpındı, kabu­ ğundan kurtuldu, kafasını uzatıp çevresine şöyle bir baktı. Üstelik, diğerinin denize doğru yürüdüğünü görmektedir, peşine takılır mı dersiniz? Hayır, yav­ rucak hiç şaşırmadı, sallana sallana doğru çalılıkla­ rın arasına koştu ( ! ) ve gözden kayboldu ! Nedir bu ! 212


Kara kaplumbağasının ömrü henüz bir dakik.ayı bul­ mayan yavrusuna, denizde yaşayamayacağını kim öğ­ retti, nasıl öğretti? Deniz kaplumbağasının acemilik­ te öbürüne eşit yavrusu, karadan kaçması gerektiğini nereden biliyordu? Bilgin kişilerin cevabı malum «İç­ güdü» diyorlar. Öyle sayalım. Yine de yetersiz bir izahtır. Yaratılışın henüz çözülememiş sırlarından bi­ ri ile karşı karşıyayız. İnsanlar ve milletler için de tıpkı filmdeki kap­ lumbağalar ve diğer bütün canlılar gibi, tehlikeli sa­ halar ve yasak bölgeler vardır. Elbette yalnız coğ­ rafya açısından değil, �ikirler ve inançlar açısından, dostlar ve düşmanlar açısından yasak bölgeler va�­ dır. Tarih tecrübesi çok zengin olan milletler, ayrıca araştırma ihtiyacını asla duymadan, sezgilerinin gü­ cü ile, hangi iklimlerde yaşayamayacaklarını iyi bi­ lirler. Yasak bölgelerden ve değişmez düşmanlardan gelen öğütlere, nanca süslenirse süslensin kulak as­ mazlar. Milletimizin bunca gaflet ve ihanete rağmen komünizme iltifat etmemesi işte bu sezgisinden ötü­ rüdür. Ama çağımızın şeytanı bile imrendirecek bir ustalıkla hazırlanan propaganda çarkları, arasında en güçlü sezgileri de eritebilir. Kaplumbağaları kıskanıyorum. Yumurtalarını bı­ rakacak bir köşe buldukları sürece nesilleri hiç tü­ kenmeyecek. Düşmanlarının sözlerine inanmayacak, yalanlarına kanmayacak, peşlerinden gitmeyecekler. Moskofçu Tilki Yoldaş, genç deniz kaplumbağa­ larını ilericiliğe özendiremeyecek, Marksizm - Leni­ nizm faziletlerini öğretemeyecek, atalarının gericiliği yüzünden denizden çıkamadıklarını, oysa karadaki ha­ yatın sulardakinden çok daha güzel olacağını anla­ tan kitaplar yazamayacak, Deniz Kaplumbağasının 213


yavrusu yumurtanın kabuğu çatlar çatlamaz, daima denize koşacak . . . Çinci Çakal Yoldaş, genç kara kaplumbağalarını eyleme geçiremeyecek, Mao-Tse-Tung düşüncesinin üstünlüğünü saptayan nutuklar çekemeyecek ; sömü­ rücülere inanıp çalılar arasında sıkışıp kaldıklarını, gerçek

özgürlüğün denizlerde

aranması

gerektiğini

açıklayan <<Epik ! » piyesleri sahneye koyamıyacak. Kara kaplumbağasının yavrusu yumurtanın kabu­ ğu çatlar çatlamaz, daima çalılıklara doğru koşacak. Kaplumbağalar gibi talihli olmadığımıza göre, <<Milli Sezgi»yi ölümsüzleştirmenin çaresini aramağa ve mutlaka bulmağa mecburuz !

214


Ü LKÜCÜLER VE FEDAKARLIK HAKiMLİGİNİ Süleyman peygamberin yaptığı ri­ vayet edilen çok ünlü bir dava varır. Ibret alınacak özelliğinden bütün zamanlar boyunca hiç bir şey kay­ betmemiş, yüreklerini yüce sevgilerle tutuşturanlar için değişmez bir ölçü halinde kalmıştır. O ünlü da­ vayı çoğunuz hatırlayacaksınız : Süleyman peygam­ berin huzuruna iki kadın gelir, birbirlerinden şikayet­ çi olduklarını söylerler ! Birinci kadın, hem ağlar, hem derdini anlatır ; «Sultanım, der, benim bir oğ­ lum vardı. Bir gün, arkadaşları ile oynamak üzere sokağa çıktı, öğle yemeğine gelmedi ; akşamı bekle­ dim, yine gelmedi ! Çıldıracak gibiydim. Yollara düş­ tüm, her rastladığıma yavrumu sordum, kimseden cevap alamadım. Aylarca aradım, nihayet buldum. İşte şu gördüğünüz kadın çocuğumu çalmış. İstedim, vermedi ! Üstelik, öz oğlu olduğunu, benim delirdiği­ mi iddia ediyor ! » İkinci kadın. itiraz eder. Gözyaş­ larını akıtmakta birincisinden hiç geri kalmaz : <<Ha­ yır, diye, feryadı basar, yalan söylüyor, çocuk be­ nimdir ! » Hazreti Süleyman, en usta adamlarını çağı" rır, konunun incelenmesini emreder. Aylarca süren araştırmalardan hiç bir sonuç alınamaz, kadınlardan 215


hangisinin haklı olduğuna hüküm verilemez. O vakit Hazreti Süleyman, şikayetçilere dönerek, kararını bil­ dirir : «Çocuğun kime ait olduğunu tesbit edemedim Şimdi, bir adam çağıracağım. Çocuğu tam yarıdan ikiye bölerek birer parçasını alacaksınız ! » Birinci ka­ dın, peygamber hükümdarın ayaklarına kapanır, <<Ba­ ğışlayın, diyerek yalvarmaya başlar. Çocuğun annesi ben değilim, yalan söyledim ! » Netice mallım : Çocu­ ğun öz annesi böylece anlaşılmış, ikinci kadın haksız çıkmıştır. Rivayet, masal, efsane... Kelimenin hiç önemi yoktur. Mantık oyunlarına saplanıp böyle bir olayın imkansızlığını anlatmağa girişmek hepten budalalık­ tır. Öyle bir ders ki, sıradan insanlara kapalıdır, ma­ nasının inceliğini yalnız ülkücüler kavrayabilir. Ni­ tekim, hayatlarını yüce bir ülkünün zaferine adayan gerçek kahramanlar gerekince, rivayetteki öz anne­ nin fedakarlığından daha fazlasına bile katlanmış, sevdiklerine zarar gelmemesi için yabancı yerine ko­ nulmayı göze almışlardır. Türk Milliyetçiliğinin ülkü­ cüleri de, fedakarlık yarışında kimsenin gerisine düş­ memiş, Millet yolunda şehitliği şereflerin en büyüğü bilmişlerdir. Gelecekte de aynı tutumu sürdürecek­ lerinden kimse şüphe etmesin ! Ancak, Süleyman pey­ gamberin ünlü davasından çıkarılacak başka bir ders daha var ki, hiç unutulamaz. Birinci kadının öz yav­ rusundan vazgeçmesi, çocuğun yaşayacağını bilmesin­ dendir. jkinci kadın gerçi üveydi ama, oğlunun düş­ manı değildi, hatta kendine göre bir sevgi duyuyor, elinden kaçırmak istemiyordu. Eğer öz anne, ikinci kadının davayı kazandıktan sonra, oğlunu öldürece­ ğine inansaydı, elbette başka türlü davranır ; hiç de­ ğilse hasmına saldırır, ya canını verir, ya can alırdı!

216


MİLLiYETÇİLİK ÖLÜMSÜZDÜ R MİLLİYETÇİLİGİN birbirine hiç benzemez goru­ nüşte, çeşitli kılıklara bürünmüş düşmanları vardır. Zamana ve şartlara uymasını gayet iyi becerir, Mil­ liyetçiliğe düşmanlıklarını, derinliğine incelenmediği sürece · akla yakın gelebilecek sapık fikir lerin arkasına ustalıkla yerleştirirler. En çok sömürdiikleri konular­ dan biri de milliyetçiliğin son yıllarını yaşadığı, yer­ yüzünün milletleri aşan bir bütünleşmeye doğru gitti­ ğidir. Böyle birisi, yakın bir geçmişte, şöyle demişti : «Dünyamızın bugünkü gidişine, elli yıl öncesi gibi, gene de toplu bencillik duygularının, Yani milliyetçi­ l iğin bitkim olmakta devam ettiğini kabul etmek zo­ runda kalırız. Milliyetçilik, sai!duyu üs tün gelip mil­ letler tam bir özgecilikle kucaklaşıncaya kadar da de­ vam edecektir.» Kolayca anlaşılacağı gibi, milliyet­ çiliğin aslında zararlı ve sağduyuya aykırı olduğu, ancak diğer milletler bu zararlı yoldan ayrılmadıkla­ rı sürece bizim de «Toplu bencillik duygulam>nı mu­ hafaza etmemizde bir sakınca bulunmadığı ifade edil­ mek isteniyor. Yine son günlerde, en çok oy toplamış partinin ünlü bir siyasetçisi; <<Türkiye, batı toplumu217


nun ayrılmaz bir parçasıdır ve batı dünyası ile bü­ tünleşmeğe ve işbirliğine yönelmektedir» diyordu. Milliyetçiliğin en sinsi

düşmanları

arasında,

iki

temsilcisini misal verdiğimiz zümreye girenler en faz­ la dikkat edilmesi gerekenlerdir. Çünkü sırasında mil­ liyetçi görünmekte, yeri gelince de ellerindeki beynel­ milelci (Sosyalist veya Kapitalist) baltayı milliyetçi­ liğin temeline indirmektedirler. Bazı milletlerin, si­ yaset ve iktisat bakımından birbirine yaklaşmasını da­ ha büyük ölçüdeki uzaklaşmalara hiç aldırmadan, milliyetçiliğin sonu imiş gibi gö5termeğe yeltenenlerin, yarın seçim pazarı kurulunca, reddettikleri milliyet­ çiliğe sahiplenmek istediklerini görecek ve hemen derslerini vereceksiniz. Milliyetçiliğin de, diğer bütün dünya görüşleri gibi, belli temel ilkeleri vardır. Her insan, sözü geçen temel ilkelere bağlılığını muhafaza ettiği ölçüde milliyetçi sayılmağa hak kazanır. Mil­ liyetçiliğin alfabesi diyebileceğimiz temel ilkelerin başlıcaları da; milliyet duygusunun yüceliğine inan­ mak ve milliyetçiliğin zararlı ve geçici değil, aksine çok faydalı, kaçınılmaz, aynı zamanda kıyamete de­ ğin yaşayacağının şuuruna erişebilmektir. Milliyet duygusunu «Toplu bencillik» sayanlar, milliyetçiliği, milletlerin sağduyudan yoksun oluşlarıyla izah eden­ ler, batı dünyası ile bütünleşmemizi isteyenler, yine de milliyetçi olduklarını ifadeye cesaret ederlerse, böylesine ancak sahtekarlık denir. Öyle ki, bir insa­ nın : <<Allah'a inanmıyorum ama yine de Müslüma­ nım ! » veya «Marks'ın fikirleri tamamen saçmadır ya, ben koyu bir Marksist'im» demesi kadar gülünçtür . Milliyet duygusunun yüceliğine, milliyetçiliğin yapıcı­ lığına ve kalıcılığına inanmadan, Türk Milletinin batı dünyası ile bütünleşmesinin yok olmak manasına ge­ leceğini bilmeden milliyetçi olunamıyacağını öğren218


mek de, mantık adı verilen doğru düşünme yollarını ı:ıraştıran ilmin en basit bir kaidesidir. Sanki batı dünyası kendi içinde bütünleşmiş de sıra bize gelmiş ! İnsanın makineleştiği, en medeni sayılan ülkelerinde mezhep kavgalarının tükenmediği 900 yıldır dövüştü­ ğümüz batı dünyasının neresi ile bütünleşeceğiz?

219


YAŞAYAN DÜNDAR TAŞER 365 GÜN kocaman bir zaman parçasıdır, eline dü şenin işini bitirir ; öylesine merhametsizdir. Ama, Dün­ dar Taşer ağabeyimizin hatırasını unutturmağa zama­ nın bile gücü yetmedi. Gönüllerimize çöken acı hala bitmedi. Ölümsüzler diyarına göçenlerin hemen hepsi için söylenmiştir : «Sen ölmedin, kalbimizde daima yaşa­ yacaksın ! » Sevemediğim bir sözdü, birazcık yapmacık gelirdi. Ancak Dündar Ağabeyimizin ölümünden son­ radır ki, gerçek manasını anlayabildim. ihtiyarlığa merdiven dayamış sayılırım. Sevdiklerimin, hem de çok sevdiklerimin ölümlerini görmek talihsizliğine uğ­ radım. Ancak, Dündar Ağabeyimizi kaybetmenin te­ siri hiç birine benzememiş tir. Neden acaba? Diğerlerinden daha çok sevdiğim­ den mi? Değil ! Riyakarlığın her türlüsünden kaçını­ rım. Sevgilerimizi ölçmeğe kalinşmak zaten yanlıştır. Taşer'in ölümünü diğerlerinden ayıran başka bir se­ bep var. Heyecanlarımızın, sevinçlerimizin, üzüntü­ lerimizin ortaklığından doğan anlatılması güç bir ya­ kınlık. Tarihimizin güzelliklerini birlikte sevmek, günü­ müzün çirkinliklerine birlikte kahırlanmak, Ülkücü 220


Gençliğin yiğit mücadelesinin heyecanını birlikte duy­ mak, şehitlerimizin ardından beraberce ağlamak . . . Milletimizi yönetenlerin şaşkınlığına alışamamanın te­ dirginliğini paylaşmak. . . Milliyetçilerle hainlerin ara­ sında «Tarafsız siyasetçi ! » pozu takınarak oturmanın rahatlığına öfkelenmenin, �-ine de hiç birine düşman olamamanın çaresizliğini duymak ! Dündar Ağabeyimizin bir yıl boyunca hep yüre­ ğimizde kaldığını söylersek, yanlış ifade etmiş ola­ cağız. Doğrusu, maddi varlığının yokluğu bir tarafa, canlılığını daima muhafaza ettiği, hep aramızda ya­ şadığıdır. Toplantılarımızdan hiç eksik olmamıştır. Mutlaka bir sırası düşmüş, üstün zeka ve bilgisinin yardımına sığınmışızdır. Sohbetlerimizin hemen hep­ sinde hazır bulunmuştur. Yeri gelmiş, en çapraşık ko­ nuları bir cümlede aydınlatan izahları imdadımıza ye­ tişmiştir. Dündar

Ağabeyimiz

tarihi

sevmenin,

milletine

inanmanın, yarına güvenmenin eşi güç bulunacak bir temsilcisi idi. Milletimizin cahil sayılan zümrelerinden öylesine ders verici hatıralar naklederdi ki ; sevmek bir yana, hayran kalmamak imkansızdı. ihtiyar bir köylünün : «Türk'ün cihangirliğine inanmayan güna­ ha girer ! » demesini anlatırken, heyecanlanmayanın günahkarlığından şüphe edemezdiniz ! Ya o «Sarkaç Nazariyesi ! » Bir yerde okumadım, kimseden duyma­ dım ; kendi buluşu idi sanırım. Türk Tarihi'ni bir sar­ kaç' a benzetir, geriye gitme döneminin artık bittiği­ ni, ilerlemeye başlamasının kaçınılmazlığını nasıl da güzel anlatır, inandırırdı. Ben ve yaşıtlarımın çoğu Taşer Ağabeyimizle an­ cak sekiz yıl önce tanışabilm!şizdir. Böyle olmasına rağmen, yirmi yıllık dostlarımızdan daha çok sevmi­ şizdir. Tanrı'nın rahmeti üzerinde eksik olmasın. 221


Esir MiHetler Haftasının Düşündürdükleri : TUTSAK TÜRKLER ABD KONGRESİ, 17 Temmuz 1959 tarihinde aldı­ ğı bir kararla her Temmuz ayının üçüncü haftasında «Esir Milletler» konusunun işlPnmesini istemişti. Da­ ha sonra, Batı Avrupa memleketlerinden pek çoğu

17 Temmuz kararma katıldı. Aslında, esir milletler davası, bağımsız bir devle·· te sahip bulunan ülkeler arasında, diğerlerinden önce Türkiye Cumhuriyetini ilgilendiriyor. Çünkü Türkçe konuşan ve Türk soyuna mensubiyet şuuru taşıyan in­ sanların yarıdan çok fazlası, kağıt üzerindeki durum­ ları ne olursa olsun, sömürge hayatı yaşamaktadır. Ama milletimizi yönetenler, yarının tarihçisini şaşır­ tacak garip bir tutumla, Tutsak Türklerin dertlerine bir yabancıdan daha uzak

durmuş,

acılarına seyirci

kalmışlardır. En kötüsü, Dış Türkler konusunun ade­

ta yasak bir konu haline getirilmesidir. Böylece, kar­ deşlerimizin kaderlerine ilgi göstermeyi suçlayan bir çarpık anlayışa rağmen, yalnız Türk Milliyetçileridir ki, Türk Dünyasından hiç kopmamış, tutsaklığın bü­ tün ağırlığını hep yüreklerinde taşımışlardır . Hiç şüp222


he edilmesin : Türk Milliyetçilerinin, Doğu Türkistan' dan Makedonya'ya kadar uzayan kocaman bir dünya parçasındaki kardeşlerini hatırlamak

için,

Esir Mil­

letler Haftasını beklemeğe ihtiyaçları yoktur . Her yı­ lın her gününü onlarla birlikte yaşıyoruz. İmkansız­ lığın karaları üstüne ümitlerimizin yeşilini örtüyo­ ruz. Bütün düşüncelerimizde onları yaşatıyor, duy­ gularımızın en güzellerinde hep onları kucaklıyoruz. Türk Milliyetçilerinin büyük bir çoğunlukla be­ nimsediği görüş ; tutsak Türklerle bağımızın, en ya­ kın noktada, <<Milletdaşlık» kelimesiyle ifade oluna­ bileceğidir. Çok az milliyetçinin katıldığı diğer bir zümre ; milletin tarifinde ülke ve devlet birliğini vaz geçilmez birer unsur saydıklarından, milletdaşlığı ka­ bul etmemekte,

sadece, soydaşlık bağının varlığına

inanmaktadır. Bu görüşü münakaşa etmi.vecek, yan­ lış bulduğumuzu belirtmekle yetineceğiz. Üçüncü bir zümre var ki, yalnız milletdaşıığı değil, soydaşlığı da reddediyor. Bu zümreden olanlar, ya düşman propa­ gandası ile beyinleri yıkanmış birer zavallı veya dü­ pedüz haindirler. Türk Milletini yönetenlerin, ikinci zümreye katılmaları bağışlanabilir, ama üçüncü züm­ renin ilim ve insanlık dışı ölçüsünü paylaşırlarsa, Türk olmaktan tamamen çıkacaklarını bilmelidirler. Sınırlarımız dışında kalan ve Türkiye Cumhuriye­ tinin uyruğu olmayan Türkleri üç bölüme ayırabiliriz : 1 Anavatanlarında veya tarihin çok uzun bir dönemi boyunca bütün özellikleri ile anavatan hali­ ne getirdikleri topraklar üzerinde oturan, fakat ya­ bancı bir devletin hakimiyeti altında yaşayanlar. Do­ -

ğu Türkistan, Batı Türkistan, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya, İdil - Ural, Kırım, Afganistan ve İran Türk­ leri bu bölüme girerler. Nüfuslarını kesinlikle bilmek 223


imkanından yoksunuz. Çünkü, bu konudaki çeşitli in­ celemelerin başlıca kaynağı ilgili devletler tarafın­ dan yapılmış istatistiklerdir ;

gerçeği gizlemeğe ça­

lışır, Türklerin sayısını olduğundan çok az gösterir­ ler. Yine de elli yılın öncesinin bilinen rakamlarına tabii nüfus

artışlarını ekleyerek

ortalama

bir

he­

sap çıkartmak mümkündür. Bôylece Sovyetler Birli­ ği'nde 50, İran'da 12, Çin Halk Cumhuriyeti'nde 11 ve Afganistan'da 6 milyon TürküG. bulunduğu söylenebi­ lir. Birinci bölüme giren Türklerin tamamı sömürge­ dir. Sovyetler Birliği'ndeki sözde bağımsız cumhuri­ yetler, kağıt üzerinde kalmış bir aldatmacadan iba­ rettir.

2 Osmanlı İmparatorluğunun gelişme ve yük­ selme dönemi boyunca fethedilen ülkelere yerleştiri­ len ve <<Fatihlerin Çocukları» olarak tanınan Türkler, İmparatorluğumuzun dağılmasından sonra sahipsiz kalmışlardır. Birinci Dünya Savaşından sonra, ye­ ni kurulan imparatorluk artığı Balkan ve Orta-DoJu devletleri içinde, «Azınlık» halinde yaşamaktadırlq• . Bir çoğu, elli yıl boyunca Türkiye'ye göçmüştür. Sa yıları gittikçe azalmaktadır. Bugün, Bulgaristan'da iki milyon, Yugoslavya'da 200 bin, Yunanistan'da l'ill -

bin, Irak'ta 750 bin ve Suriye'de 100 bin Türkün ya­ şadığı tahmin edilmektedir. <<Fatihlerin Çocukları», manen ve maddeten, dayanılmaz bir baskı altında tu­ tulmuşlardır. Yüzyıllarca sürmüş bir efendilik döne­ mi sonunda esarete düşmenin acısı, Türkiye'ye göç­ me ihtiyacını mütemadiyen çoğaltmış, elli yıl önce­ sinin katıksız Türk bölgelerinden bir kısmı boşalmıştır. ıı�c,-

Sömürgelikten kurtulmuş sayabileceğimiz Kıb3 rıs Türkleri ile Arjantin, A.B. Devletleri, Japonya, Finlandiya ve bazı Batı Avrupa ülkelerinde bir kaç -

224


bin kişilik topluluklar halinde yaşayan «Mülteci» Türk­ ler. Üçüncü bölüme girenlerin durumu, birinci ve ikinci bölümdekilere kıyasla, gayet iyidir. Vatandaş­ lık acısının ve yadırganmaktan doğan tedirginliğin dı­ şında büyük bir dertlerı yoktur. Tutsak Türkler davası, Türk Milliyetçilerinin ha­ yal zenginliği sonucu meydana çıkmış bir oyun de­ ğil, çağımız dünyasının inkar edilemez bir gerçeğidir.

Bu dava ile ilgilenmek hem bir Türklük, hem de bir insanlık borcudur. Dünyanın hep durduğu yerde du­ racağını sanmak yanlıştır. Tutsak Milletdaşlarımız, Yüce Tanrı'nın izni ile, bir gün gelecek, bağımsızlık ­ larını mutlaka kazanacaklardır.

225


MİLLİYETÇİ EGİTİM MADDİ ve manevi kalkınmanın, her türlü geliş­ menin asıl kaynağı insandır. İnsan hem bir gaye, hem de seçilmesi mümkün olan vasıtaların en değer!isidir. Bir milletin güçlenmesi, siyaset, ahlak, kültür, ikti­ sat ve diğer bütün sahalarda yükselmesi, maddi im­ kanların yeterli olması ve şartların uygunluğundan önce mensuplarının, özellikle yönetici-aydın zümrenin ruh ve kafa yapısına bağlıdır. İşte bundan ötürü her milli devletin eğitim siyaseti milliyetçi,

ülkücü, bil­

gili ve çalışkan insanlar yetiştirmek ilkelerine daya · nır. Yalnız sınıfçı devletlerde milliyetçiliğin yerini Marksist ideolojiler alır. Türkiye

Cumhuriyeti, Anayasamız'a göre, milli

bir devlettir . Ama eğitim siyasetimiz milliyetçi ve ül­ kücü değildir. Böyle bir hükme nasıl vardığımızın cevabını bir makaleye sığdırmak güçtür. Yine de, yönetici-aydın zümrenin tutumuna bakarak yapacağı­ mız tarafsız bir değerlendirme, yanlış bir hüküm ver­ mediğimizi ortaya çıkaracaktır. Gençlerimizi, özellik­ le yüksek öğrenim görenlerle şehirlerde ve büyük ka­ sabalarda yaşayanları üç bölümde düşünebiliriz : 1 Milliyetçiliğe ve ülkücülüğe ilgisiz kalanlar . . . Okumuşların çoğu böyledir. Hedefleri daha çok ka-


zanmak ve daha iyi yaşamaktan ibarettir. İnsanın, kendini aşan bir gaye uğrunda çalışmasını «Enayilik» sayarlar.

2

-

Türk milliyetçiliği ülküsüne bağlı olanlar.

3 Millet birliğine ve milli devlet ilkesine düş­ man, başta komünizm olmak üzere, yabancı kaynaklı -

ideolojilerin hizmetinde çalışanlar. Peşinen belirtelim : Çağımızın değişik şartlarını, gençlerin okul dışından gelen tesirlere açık kalmalarını önlemenin güçlükleri­ ni unutmuyoruz. Eğitim siyasetimiz milliyetçi ve ül­ kücülük icaplarına göre yürütülse ve okul dışı tesir­ lerle başa çıkılmaması yüzünden bugünkü sonuç mey­ dana gelseydi, konuyu başka bir açıdan incelemeğe ça­ lışırdık . Milliyetçiliği gericilik, ülkücülüğü enayilik sa­ yanlar, yalnız okul dışı tesirlerin eseri değildir. Mad­ deci bir görüşün hızla yayılmasında, belki aileden ve sokaktan daha çok, okulun payı vardır. Biliriz : Eği­ timin temel ilkeleri arasına «Milliyetçilik» kelimesi­ nin konması için yapılan bir teklife ilk itiraz Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinden gelmiştir. Yanlış ya­ kalama heveslileri ve aceleciler ilk ve orta öğretim­ de okutulan yığınla kitabı önüme koyarak, suçlayıcı parmakları ile Türklüğü öven cümleleri de göstere­ rek, «Haksızsın ! » diyebilirler. Yazık ki, haklıyım. Mil­ liyetçi eğitimin manası, bazı kitapların arasına övü­ cü cümleler serpiştirmek değildir. Milliyetçi eğitim, öğretimin bütün kademelerınde, proğramlar, öğret­ menler ve öğretim üyeleri arasında tam bir ahenk sağlayarak, genç ruhları ve kafaları milliyetçi dünya görüşünün üstünlüğünü anlamağa hazırlamaktır. İkti­ darlar, demokratik bir düzen içinde kalındığı sürece, okul dışı tesirleri kesinlikle önleyemezler ama, Türk­ lük düşmanı fikirlerin, dış merkezlerce yönetilen ide227


olojilerin propagandasını da okuldan içeri sokmazlar. Oysa, yalnız üniversite ve yüksek okullarda değil, ilk ve orta öğretimde de milliyetçiliği «Çağ dışı» sayan öğretmenlerin barınabildiği, kesinleşen mahkeme ka­ rarları ile, meydandadır. Kısacası, milliyetçi bir eği­ tim siyaseti, okul dışından gelen zararlı tesirlere kar­ şı alınacak tedbirlerden önce, kendi bünyesine sızmış mikropları temizlemek zorundadır. Milliyetçi eğitim, her Türk çocuğuna milletini sev­ direcek, değerlerine inandıracaktır. Sevdirmenin ilk şartı tanıtmaktır. Milletimizi, tarih sahnesinde görü­ nüşümüzden itibaren, bir «Türk» gibi değerlendirme­ yi öğreterek, tanıtmalıyız. Milliyetçi eğitiin, gençlerimize büyük hedefler gösterecektir. Dünya hayatında en yüce değerin ülkü­ cülük olduğu inancını yerleştirecektir. İnanmayanın inandırması imkansızdır. Bu sebeple, milli eğitim si­ yasetini uygulayacak başlıca yetkililer, ülkücüler ara­ sından seçilecektir. Çocuklarımız, fedakarlığın hazzı­ duymağa, millet hizmetinde yaşamanın güzellikle­ rine varmağa, öğretmenlerine bakarak, alışacaklar­ dır. Kitap ve öğretmen biribirini tamamlayacaktır. m

Aile, öğretmen ve diğer eğitim unsurları arasındaki dayanışma, yıkıcı tesirlerden koruma çarelerinin baş­ ta gelenidir. Öğrenciyi, öğretmeninden gelecek zarar­ lı fikirlere karşı korumak zorunda kalan bir Milli Eği­ tim Bakanlığı, herhalde, memleketimizden başka hiç bir ülkede rastlanmayacak bir çelişmenin açık örne­ ğidir. Milliyetçi eğitim siyaseti, gençlerin bilgili yetiş­ mesindeki ölçüyü de, Türk Milletine yararlılık esas­ larına göre tesbit edecektir. Körpe dimağların fayda228


sız bilgilerle yorulmasına imkan verilmeyeceği gibi, diplomalı cahillerin varlığına yol açan boşluklar da tıkanacaktır. Türkiye'yi yönetmek isteyenler, milliyetçi bir egı­ · timin temelleri atılmadan, şikayet konusu dertlerden hiç birine çare bulunamayacağını bilmelidirler. Milli­ yetçi bir eğitim siyasetinin hazırlanması ve uygulan­ ması da, ancak Milliyetçi Hareket'in iktidar olması ile mümkündür.

229


ORTAK PAZAR VE TÜRKİYE BATI Dünyasının değerlerine şartlanmış bulunan yöneticilerimiz, birkaç gün önce, Ortak Pazar'a ka­ tılmamızın 10. yılını kutladılar. Ayrıca, bir de semi­ ner düzenlendi. Ortak Pazar'ın faziletleri üstüne ı�u­ tuklar çekildi. Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında­ ki ilk ortaklık anlaşması 1963 yılında imzalanmış, 1964 yılından itibaren hazırlık dönemi başlamıştır. 9 yıl boyunca sadece beklendiği, herhangi bir hazırlık yapılmadığı, muhtemel zararları önleyecek ciddi ted­ birlerin alınmadığı inkar edilemeyen bir gerçektir. Nihayet, 1973 yılında geçiş dönemi anlaşmasını da im­ zaladık. Geçiş Döneminin ne kadar süreceğini ve kaç yıl sonra tam üye olacağımız, kağıt üzerinde belirtil­ miş bulunmasına rağmen, kesinlikle söylemek müm­ kün değildir. Nitekim Dışişleri Bakanı HalUk Bayül­ ken, İstanbul Ticaret Odasında yapılan seminerdeki konuşmasında «Yuvarlak» bir ifade kullanmayı ter· cih etmiştir. Bütün kapıların açılmasına ve tüm üye olma yolundaki ilerlememizin hedefe ulaşmasını ba­ zı şartların yerine getirilmesine bağlayarak ; «Ancak ülkemizin politik önemini her zaman teslim eden 230


AET'nin bu gidişi, gelişme stratejimize uygun tedbir­ lerle desteklemesi zaruridir. Bu gerçekleştiği takdir­ de, Türkiye'nin, dönemleri aşarak AET'ye tam üye olması imkan dahiline girebilir. Aksi takdirde ise or­ taklık, politik bir esasa dayandırılmış, ancak onun gerektirdiği hedefe ulaştırmaya yeterli ekonomik muhtevadan mahrum bir ilişki görüntüsünde kalacak­ tır» demiştir. Ortak Pazar üyeliği memleketimize ne kazandıra­ cak? Türk milliyetçileri, henüz hiç bir anlaşma im­ zalanmamışken, Ortak Pazar'a katılma fikrinin kar­ şısına çıkmışlardır. Gelişmiş Avrupa ülkeleri ile «her bakımdan» bütünleşmeye çaiışmanın hem imkansızlı­ ğını, hem de zararlı taraflarını çok yazmış, çok ko­ nuşmuşuzdur. Yine de yazacağız, konuşacağız. Ortak Pazar yalnız bir iktisat ve siyaset meselesi değildir ; titizlikle incelenmesi gereken çok yönlü bir konudıır. Önce, sayın hükı1metlerimizin, Avrupa'ya benzeme ha­ yalinin heyecanından kurtularak, bilinen bazı tesbit­ leri bir kere daha hatırlamalarında fayda vardır. Yok­ sa, milletimizin gelecekteki kaderini temelinden değiş­ tirecek kadar büyük bir davayı «aşırı uçlar Ortak Pazar düşmanlığında birleşiyor» edebiyatına sığına­ rak geçiştirmek, hiç kimseyi sorumluluktan kurtara­ maz ! Kafasında beyin taşıyan her insan, Türk milli­ yetçilerinin Ortak Pazar'a karşı çıkması ile aşırı sol­ culardaki Ortak Pazar düşmanlığının tamamen deği­ şik kaynaklara bağlı olduğunu bilir. Biz, Türk var­ lığının yaşaması ve yücelmesini düşünürüz. Marksist, Leninist ve Maoistler de Ortak Pazar'ı dünya komü­ nizminin ilkeleri açısından değerlendirerek reddeder­ ler. Ortak Pazar'daki yerimiz nedir? İlk bakışta, si­ yasetçilerimizin belki de hiç aldırmadığı ayrılıklarla 231


karşılaşıyoruz. Özellikle : 1 Ortak Pazar'ın diğer bütün üyeleri Avrupalı, yalnız Tür��ye Asyalıdır. 2 -

-

Ortak Pazar'ın diğer bütün ülkeleri hristiyan, yalnız Türkiye müslümandır. 3 Ortak Pazar'ın diğer bü -

tün üyeleri kültür değerlerine ve kapitalizmin maddeci ahlak ölçülerine bağlıdır. Yalnız Türkiye bütün gay­ retlere rağmen, hiı.la kendi kültür değerlerinden ta­ mamen kopmamıştır. Hiç değilse memleketimizin ço­ ğunluğu, maneviyatçı ahlak ölçülerine hala bağlıdır. 4 Türkiye'nin milli gelir ortalaması, maalesef Yu· nanistan dahil Ortak Pazar'ın diğer bütün üyelerinden -

çok düşüktür. 5 Ortak Pazar'ın diğer bütün üye­ leri sanayileşme seviyesi ve şehirleşme bakımından Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar ileridirler. Ma­ naca birbirine hiç benzemeyen, maddece de araların . da kocaman mesafeler bulunan milletlerin ortakh­ ğından ne çıkar ve hangi taraf kazanır ? Kapitalizmin -

değer ölçülerini benimsemiş sermaye çevreleri ile si­ yasetçilerimizin, kültür ve ahlak yönü açısından Or­ tak Pazar'a karşı çıkmalarını beklemek aşırı bir iyim­ serliktir. Ama Ortak Pazar üyeliğinin maddi gelişme­ mize faydalı olamayacağı, özellikle sanayileşmemizi geciktireceği meydandadır. Öyle ki, Türk sanayiinin başlıca temsilcileri, Ortak Pazar üyeliğinden en ufak bir fayda görmediğimizi açıklamak zorunda kalmış­ lardır. Diğer taraftan AET'nin <dPzu kurı1 , üyeleri, iktisadın bile edebiyatını yapmadaki ustalıklarının ör­ neklerini veriyor. Ortak Pazar'a !rntılmamız m yH rar ­ larını sayıyorlar. Mesela, Mugnozza adındaki İtalyan, «Türkiye ile AET arasındaki ticarette Türkiye aley­ hine 350 milyon dolarlık bir açık» olduğunu belirttik · ten sonra, «görünmeyen kalemlerin» dengesindeki ge­ lişmelerden sözediyor, işçi rlövızinin 1972 yılında 74'.l milyon dolara ulaştığını öne sürüyor. Sanırsınız ki. iş232


çi dövizlerinin artması Ortak Pazar üyeliğinin sağla­ dığı imkanlardan doğmuş bir sonuçtur. Sanırsınız ki Batı Almanya yalnız Ortak Pazar ülkelerinden ge­ len işçileri kabul etmektedir. Almanya'da Türk işçi­ lerine eşit sayıda Yugoslav işçisi çalışmıyor mu? Yu­ goslavya Ortak Pazar üyeliğine ne zaman girdi? Ortak Pazar konusu, temel davalarımızdan biri­ dir. Milliyetçi iktidar Ortak Pazar'ın zararlarını bile­ rek sıyrılmanın yollarını arayacaktır.

233


MİLLİYETÇİLİK DÜŞMANLIGININ KAYNAKLAR! TÜRK milliyetçiliği ülküsünün

«İçimizdeki»

düş­

manlarını tanıyoruz. Düşmanlığın hangi kaynaklardan beslendiğini, hangi sebeplerden doğduğunu ve yerli bazı zümreler tarafından nasıl bir şartlandırma so­ nunda benimsendiğini de iyice öğrenmek, bilmeyenle­ re öğretmek zorundayız. Milliyetçilik

düşmanlığının

en

kuvvetli

kaynağı

hala Batı Avrupa'dır. Aslında milliyetçi dünya görü­ şü, çağımızdaki manası ile Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkmıştır. Fakat bahiskonusu ülkeler sanayi inkılabını tamamladıktan ve kültürce, teknikçe ve ik­ tisatça yeryüzünün en güçlü milletleri haline geldik­ ten sonra, milliyetçilik fikri ve hele ülküsünü şiddet­ le kötülemiş, insanlık hesabına büyük bir tehlike imiş gibi göstermişlerdir. Böyle yapmaları, kendi menfa atleri bakımından haklı değil, ama akıllıca bir dav­ ranıştır. Çünkü Batı Avrupa ülkelerinin zenginliği ve üstünlüğü, geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerin sö­ mürülmesine dayanır. Sömürülen toplulukların milli­ yetçi dünya görüşünü benimsemesi ve milliyetçilik ül­ küsüne bağlı zümrelerin yönetimi altında bulunması, sömürenler için elbette büyük bir tehlike sayılacak234


tır. Değişen dünya şartları yüzünden askeri emper­ yalizm imkanlarının gittikçe azalması, sömürmenin sürdürülmesini sağlayacak yeni çareler aranmasını gerektirmiştir. Bulunan en tesirli çare de kültür em­ peryalizmi yollarının açık tutulmasıdır. Batı kültür değerlerine bağlanan ve özüne yabancılaşan bir mil­ letin, nasıl kalkınabileceğini araştırmaya çalışırken, özendiği bir dünyanın yardımına sığınması kaçınılmaz bir sonuçtur. İktisadi emperyalizmin, soyulanı en az rahatsız eden, hatta soyanlara teşekkür etmesini da­ hi mümkün kılan tarzı, kültür emperyalizminin ger­ herşeyine hayranlıkla çekleşmesi ile başlar. İnsan, bağlı bulunduğu bir dünyadan kötülük göreceğine inan­ mak istemez. Batı Avrupa ülkeleri ve İkinci Dünya Savaşından sonra Amerika Birleşik Devletleri, geri kalmış veya gelişmekte olan mılletlerin karşısına hep «Kurtarıcı melek» kılığında çıkmışlardır. Batı kafası, insan yapısının özelliklerinden faydalanmada son df'­ rece ustadır. Avrupa'nın sanatına, edebiyatına, mu­ sıkisine, yaşama tarzına hayran olanların, Avrupa damgalı her eşyanın en istekli alıcıları olacaklarını da bilir. Sanayi ülkeleri, dünya pazarına üretici yeni ülkelerin çıkmasından hoşlanmazlar, müşteriye ihti­ yaçları vardır. Geri ka!mış veya az gelişmiş ülkelere yar dım edebiyatı, aslında müşterinin satın alma gü ci.inü tamamen kaybetrr.esinden doğacak zararları ;.)n­ kmek içindir. Misallerin en basiti ile açıklamaya ça­ lışalım : Bir bakkal düşünün, mahallesinde oturanla­ rın hiç parası yoksa ne satacak, ne kazanacaktır? Bun­ dan ötürüdür ki, Batı Avrupa ve Amerika Birlf'şik Devletlerinin diğer ülkelere yardımları bazı şartlara bağlanır. Ağır sanayinin, makina yapan makinaların kurulmasına pek izin verilmez. Tüketim mallarına ön­ celik tanınır. Yardım gören ülke, nüfusunun hızlı art­ maması için tedbirler almaya zorlanır. 235


Kültür ve ona bağlı olarak iktisadi sömürgecili­ ğin karşısına dikilen en zorlu engel, milliyetçiliktir. Zira milliyetçiler, bir milletin ancak kendi kültür de­ ğerlerini benimsediği, yapısının özelliklerine bağlı kal­ dığı ve diğer milletlerinkine benzemiyen şartlarına uy­ duğu sürece kalkınabileceğine inanırlar. Propaganda kitaplarının yazdıkları ne olursa olsun, tarih boyunca geçirilen sayısız denemelerden her milletin yalnız ken­ dini düşündüğünü, başka bir milletin güçlenmesini is­ temediği dersinin çıkarılması gerektiğini bilirler. Kısaca belirttiğimiz sebepler yüzünden «Gelişmiş» adı verilen ülkeler, milliyetçi bir şuurun uyanmasın ­ dan, sömürdükleri ülkelerde milliyetçi-ülkücü kadrola­ rın işbaşına gelmesinden hiç hoşlanmazlar. Nitekirn Avrupalılar ve Amerikalılar, memleketimizdeki pro­ paganda faaliyetlerinde, Türk milliyetçiliği ülküsünü:ı gelişmemesine özellikle dikkat etmişlerdir. Milliyetçi çevrelere sokulmaktan bile kaçınmış, az ge!i§miş s ! ­ yaset adamlarımızın beyinlerini, milliyetçiliği zararlı gösterecek bir biçimde titizlikle yıkamış ve çok defa başarı sağlamışlardır. Yabancıların, imparatorluğu­ muzu ve eski Türk tarihini kötüleyen eserlerini, Curr• ­ huriyet çağını övdükleri manasına alarak bastırmış ve milletimize okutmuşuzdur. Avrupalı ve Amerikalı, Türk milliyetçilerinin ilimde, sanatta, edebiyatta kı­ sacası herhangi bir sahada gösterdikleri başarıları daima gizlemiş, hümanist ve sosyalistlerin eserlerine değer vermişler, hep onların yaptıklarını duyurmuş­ tur. Milletler mücadelesi iyice anlaşılmadığı sürece, Batı Avrupa ve Amerika'nın, komünizme karşı ortak bir cephe kurmamıza rağmen, milliyetçiliğe düşman olmaları «Kuru» mantığa aykırı düşer. Ama konunun derinliğine varılınca mesele basitleşir. Batı dünyası­ nın isteği, devletlerin anti-komünist olmalarıdır. Mil238


!etlerin «Ümanist», eğer böylesi mümkün değilse, «Sola açık» kalmalarını tercih eder. Ortak Pazar «Efendileri>min 14 Ekim'den sonraki tutumlarına bakın :

CHP'nin en fazla milletvekili çı­

karmasına sevinmişlerdir. Haklıdırlar : Seçim bildirge­ sinde Ortak Pazar'a girmemizi benimseyen solcu CHP, onlar için Ortak Pazar'ı felaket sayan MHP'­ den elbette daha iyidir. il

MİLLİYETÇİLİK düşmanlığının diğer bir kaynağı Marksist - Leninist ideolojinin hakim bulunduğu Sos­ yalist ülkeler, Türk Milliyetçiliği bakımından da özel­ likle Sovyetler Birliğidir. Marksist-Leninist dünya gö­ rüşünün Milliyetçiliğe kesinlikle düşman olduğu öy­ lesine açıktır ki, ideolojik konularla ilgilenen herke­ sin artık öğrenmiş bulunması gerekir. Zaten Mark­ sistler, yaşadıkları ülkenin şartlarından doğan geçici mecburiyetler dışında,

Milliyetçiliğe

düşmanlıklarını

hiçbir zaman gizlememişlerdir. Marksist - Leninistlere göre Milliyetçilik kapitalizmin, diğer bir söyleyişle, burjuva sınıfının ideolojisidir. İşçi sınıfı ideolojisinin zaferi, milliyetçilik ideolojisinin yenilmesine bağlıdır. Proletarya diktatörlüğünün gerçekleşmesi için, yeryü­ zündeki bütün işçilerin patronlar karşısında birleşme­ si gerekir . Böyle bir birleşmenin mümkün olması da her şeyden önce «Milliyet duygusU>>nun çürütülmesi­ ni, aynı sınıfa mensubiyet şuurunun güçlendirilmesini emreder. Sovyetler

Birliği'nin,

Türk

Milliyetçiliğine düş­

manlığında Marksist - Leninist ideolojiden başka ve belki de daha önemli bir sebeb vardır. İyi eğitilme­ miş yarı aydınlar zümresinin anlayamadığı bu sebep 237


bir taraftan Türk-Rus münaseb�tlerinin tarihine, di­ ğer taraftan da Sovyet İmparatorluğunun bugünkü sı­ nırları içinde yaşayan Türk zümrelerinin varlığına dayanır. Türk-Rus münasebetlerinin tarihi, Marksist­ Leninist ideolojinin ülkemizde karşılaştığı en büyük engeldir. Komünistlerin önce Rusya'da başarıya ulaş­ masından sonra, milletimizin mutlak çoğunluğu, Mos­ kofçulukla komünistliği eşit saymaktadır. Sola yatkın siyasetçilerimizin bile, kendilerini gizlemek gayesi ile sık sık tekrarladıkları «Türk halkı komünist olamaz ! » hükmünün dayanağı da, Türk-Rus münasebetlerinin hiç unutulmayacağı zannını devam ettirmek isteği­ dir. Oysa milletlerin hayatı incelendiği vakit, kuv­ vetli bir propaganda çalışması sonucunda, tarihin u­ nutturulabileceği de ortaya çıkıyor. Ancak milliyetçi­ lerdir ki, tarihi hem hatırlar, hem de hatırlatırlar. İşte Sovyetler Birliği, ideolojik sebeplerin ötesinde, Türk Milliyetçilerine bu özelliklerinden ötürü düşman­ dır. Sovyetler Birliği, büyük maddi imkanları ile, Türk Milliyetçiliğini kötüleyen her sözü, her yazıyı ve her hareketi desteklemiştir. Moskova'nın emrinde çalışan propaganda organları, Türk Milliyetçilerini, «Kapita­ lizmin koruyucu uşakları» ve «Faşist» olarak tanıt­ maya yeltenmişlerdır. Aslında Sovyet istihbarat teş­ kilatları çok geniş imkanlan sahiptirler ve gayet iyi çalışırlar. Türk Milliyetçilerinin mücadelesinde maddi çıkar endişelerinin en ufak bir payı bulunmadığını ' da, Batı kültür değerlerine tiartianmış kapitalist çev­ relerin milliyetçileri desteklemek şöyle dursun, bal­ taladığını da gayet iyi bilirler. Yine de gerek kendi­ leri, gerekse memleketimizdeki ajanları, milliyetçilik düşmanlığının öncülüğünü yaparlar. Sebebi açıktır. Türk Milliyetçiliğinin kuvvetlenmesi demek, memleke­ timizde Marksist - Leninist bir düzen kurmanın Rus 238


köleliğinden başka bir mana taşımayacağı gerçeğinin hiç unutulmaması demek olacaktır. Nihayet, daha önce de belirttiğimiz gibi, Sovyet İmparatorluğunun bugünkü

sınırları

içinde

yaşayan

«Tutsak» Türk zümrelerinin varlığı da, Türk Milliyet­ çiliği ülküsünün kötülenmesini, hele hakim bir kuvvet olmasının önlenmesini Sovyctler hesabına bir me1·bu­ riyet

haline

getirmektedir.

Sovyet

yöneticileri,

elli

yıllık bir dönemin sonunda anlamışlardır ki, ne ya­ parlarsa yapsınlar, sömürdükleri Türk zümrelerindeki milliyet duygusunu tamamen ğildir. Komünist

öldürmek mümkün de­

partisinin ön

saflarında yer alan

Türkler arasında bile bir noktadan itibaren, milliyet­ lerini hatırlayanlar, sömürüldükleri şuuruna erip mü­ cadele bayrağını açanlara rastlanmıştır. Yine Sovyet yöneticileri

farketmişlerdir ki, Türk Milliyetçiliğinin

kuvvetlenmesi, sömürülen

Türk

zümrelerinin

eritil­

mesini güçleştiren sebeplerden biridir. Hemen ifade edelim ki bu noktada, budalaca bir mantığa elbette yer yoktur. Tutsak Türk zümreleri, Türkiye Cumhu­ riyeti ordularının

Sovyetler Birliğine saldırıp

kendi­

lerini kurtaracağını hiç şüphesiz akıllarından

geçir­

mezler. Ama Milliyetçi bir Türkiye'nin, siyasette hiç bir faydası dokunmasa bile ortak bir soya mensubi­ yet şuurunun yaşatılması ve kültür birliğinin korun­ ması bakımından büyük işler yapacağını da bilirler. Sovyet yöneticileri ve yerli uşakları da, beyinleri yı­ kanmış şaşkın aydınlar gibi düşünmemekte, Türk Mil­ liyetçiliğinin saldırgan olmadığını bilmektedirler. Ama eski bir oyundan faydalanmakta, ustalıkla yürütülen bir propaganda ve şaşkın aydınların desteği il·�. Mil239


liyetçiliği «Tehlikeli bir macera ! » gibi göstermeı,te;!ir­ ler. Ülkemizde, Sovyetler Birliği'ndeki Türklerle ilgi­ lenen

sadece

Türk Milliyetçileridir.

Aslında 'lusÇ'u,

görünüşte Sosyalist Sovyet yöneticilerinin hedefi de, sömürdükleri soydaşlarımızın tek teselli kaynağ1111 ku· rutmak, mektir.

240

Milliyetçiliğin Türkiye'deki

ocağını s0.ıdür­


MUKADDES İHANET AMERİKA, umumiyetle kabul edildiğine giire hür­ riyetçi bir devlettir. Ama, kara kaplı kitap ne ya­ zarsa yazsın, insan haklarının zencilere de tanınma­ sı konusunda hala direniyor. Siyah adamın iri göz yaşları, hürriyet ülküsüne inanmışların yüreklerinde kocaman bir ağırlıktır. Peki, Amerika ne vapıyor? Hiç, hürriyete ve demokrasiye ihanet ediyor ! Neden acaba? Cevabı gayet basit: Beyaz Amerikalının yük­ sek menfaatlarını korumak için . . . Sovyetler Birliği, Marksist bir devlettir. A'lla . yıl­ lardır milyonlarca insanın emeğinden çalarak birik­ tirdiği gücünü sosyalist kardeşlerini boğazlamak ıçın kullanıyor. 1956 Macaristan'ı önünde Hı:uşçov ve 1968 Çekoslovakyası önünde Brejnev, tarih öncesinin yal­ nız adları bilinen fosilleşmiş canavarlarından farksız idiler ! J. Polak'ın körpe varlığını kavuran alevler, Marks'tan kalan hayallerin son küllerini de boşluğa üfürdü. Peki, Sovyetler Birliği ne yapıyor? Hiiç, Marksizme ve sosyalizme ihanet ediyor ! Neden aca­ ba? Cevabı gayet basit: Sovyet İmparatorluğunun yüksek menfaatlerini korumak için. Fransa, insan haklarının da beşiği sayılan, hürri241


yetçi bir devlettir. Ama, hür dünyanın kalesinde ge­ dikler açmaktan, Nato'nun gücünü azaltmaktan çe­ kinmiyor. Öylesine şaşırtıcı bir oyun içinde ki, so­ lakların çoğu sola kaydığını sanıyorlar. Dö Gol' ün, burnundan büyük Fransızlık gururu, hürriyet cephe­ sının bağrına inen güllelerin ateşleyicisi idi. Peki, Fransa ne yapıyor? Hiiç, vaktiyle analık ettiği libe­ ralizme ve demokrasiye ihanet ediyor ! Neden aca­ ba? Cevabı gayet basit : Fransa'nın yüksek menfa­ atlarını korumak için. Kızıl Çin, Marksist bir devlettir. Ama, kendisini iktidara getiren en güçlü bir Marksist devletle top­ rak savaşına hazırlanıp «Sosyalistler arasında harb olmayacaktır» biçimindeki laf tenekesini, inananların başına geçirirken, Marksist yoldaşlarını süngüleyerek sürüyor. Pekin'in, «VietKong'a yapılacak Sovyet yar­ dımı Çin topraklarından geçemeyecektir ! » şeklindeki kararı, yoldaşlar birliği masalını çoktan duman etti, tozunu yele verd i ! Peki, Kızıl Çin ne yapıyor? Hiiç, Marksizme ve sosyalist kardeşlik ülküsüne ihanet edi­ yor ! Neden acaba? Cevabı gayet basit : Çin'in yüksek menfaatlarını korumak için ! Misallerimizin «13üyükler»den verilmesine bakıp. diğerlerinin farklı bir yolda olduklarını sanmayın. Ka­ nada'nın NATO'daki kuvvetlerini azaltma kararına karşı öfkeden ateş püskürenlerin en başında kimin adı geçiyor, lütfen hatırlayalım : W. Brandt ! Almanya'nın en ünlü sosyalisti ! Ya biz ne yapıyoruz? Bir kısmımız kapitalist, bir kısmımız da sosyalist olmuşuz, dövüşüp duruyoruz. Ne elersiniz, azıcık kapitalizme, azıcık sosyalizme ihanet etsek de, «Nerede Türkiye'nin yüksek menfaatleri?» 242


diye haykırışımıza sadece «Karşı dağdaki cinler» ce­ vap vermese ! Şaka bir yana, <<İzrıulere ihanete en ziyade muhtaç olduğumuz bir çağda yaşıyoruz. Şim­ dilik, sadece Türk milliyetçileridir ki ; böylesine mu­ kaddes bir ihanetin şuuruna varmış, yoluna girmis­ lerdir. Ve ihanetlerinde tam bir başarıya ulaştıkları gün, sevgili milletimiz kurtulmuş olacaktır. Mukad· des ihanetin zaferini ömrümüz boyunca özleyeceğiz. Unutmayalım :

Yabancı doktrinlere ihanet etme­

mek inadının sonu Türk Milleti'ne ihanetle biter !

243


ÜLKÜCÜ GENÇLİK HİZMETİNDE bulundukları milleti dünya durduk­ ça yaşatmak davasının şuuruna ermiş insanlar tara­ fından yönetilen her ülkede eğitım siyasetinin baş he­ defi, ülkücü bir gençlik yetiştirmektir. Hazırlanacak programlar hiç hatasız yapılsa bile tam bir sonuç alınması ve bütün bir neslin ülkücü olması mümkün değildir. Çünkü, ülkücülük çetin bir yoldur. Yürümek için, bacakların kuvvetinden önce, sevdiğine sonsuz bir inançla bağlanacak zengin ruhlara, çekilen her cefayı sefa gibi karşılayacak yüreklere ihtiyaç var­ dır. Ancak, önemli olan, Milli Eğitim Bakanlığı ve eğitim vasıtalarına sahip diğer kurumlarda, böyle bir hedefe ulaşılmasını kolaylaştıracak bir anlayışın yer­ leşmesidir. Açıkça belirtmek zorundayız : Milli Eğitim Bakan­ lığımızın, «Ülkücü gençlik yetiştirmek» gibi bir da­ vası yoktur. İstenen «Çalışkan ve bilgili» gençlerdir. Çalışkanlık ve bilgililik hiç şüphesiz gereklidir. Ama asla yeterli değildir. Bilgiyi hayatın her döneminde kazanmak mümkündür. Oysa ülkü, yalnız gençlik ca­ ğında kazanılan bir hazine, yaşama kavgasının henüz kirletemediği gönüllere akan yüce bir ışıktır. Ülkücü 244


gençlik, milletinin kıyamete kadar varolma iradesini temsil eder. Yükselme umudunun müjdecisi, vatanına yönelecek her çeşit tehlikenin gerilemez bekçisidir. Memleketimizde,

Milli Eğitim Bakanlığı'nın

ilgi­

sizliğine, maddi değerlere şartlanmış zavalhların «Enayilik» saymasına rağmen, hızla çoğalan ve hızla güçlenen ülkücü

bir

gençlik zümresi

vardır.

Nasıl

meydana geldikleri sorusunu cevaplandırmak, çok uzun sürer. Ancak, büyük bir millete mensup bulun­ manın verdiği sezgi gücünün dışında, bir kısmı Tan­ rı 'nın rahmetine kavuşmuş ve bir kısmı yaşayan ül­ kücü Türk milliyetçilerinin yetişmelerindeki emekleri inkar edilemez. Bir ülkeyi yönetenler, ülkücü gençlerin varlığın­ dan tedirginlik duyuyorlarsa,

yanılma ihtimalini hiç

hesaba katmadan, iktisadi ve içtimai seviyesini ince­ lemek zahmetine katlanmadan, kesinlikle hüküm vere­ bilirsiniz : O ülke, her sahada geri kalmıştır. Yöneti­ cileri değişmedikçe, ilerlemesi de imkansızdır. İşte Türkiyemiz, ne

yazık ki, böyle bir ülkedir.

Hükümetlerin ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın sayın yet­ kilileri. «Ülkücü gençlik yetiştirmek mecburiyeti»ni yerine getirmeme ayıbının ötesinde, ülkücü gençlerin varlığından rahatsız olmaktadırlar. Çok söze ne hacet: Ülkücü öğretmenlerin bitme­ yen çilesi, yöneticilerimizin tutumundaki yanlışlığı bir kitaplık laftan daha özlü olarak anlatır. Ülkücülerin suçlandığı bir ülke, eğer sömürge değilse, acele akıllanmağa mecburdur.


Ülkücü Bir Gençle Sohbetler

:

1

ÜLKÜCÜ OLABİLMEK ÜLKÜSÜ ÜLKÜ

son hedeftir. Son hedefe varılmasını

ko­

laylaştıracak ara hedeflerin seçilmesi şarttır. Ara he­ defler gibi, ara ülküler de olacaktır. Sohbetimize, ara ülkülerin en önemlisini anlatmağa çalışarak başlıyo· rum : Ara ülkülerin en önemlisi, gerçek bir ülkücü olabilmek ülküsüdür. Kırılma ve üzülme. «Anlayama dım, gerçek bir ülkücü değil miyim sanki ! » diye de şaşırma. Bilirsin : Seni çok severim. Bir insanın çok sevdikleri üzerinde çok hakkı vardır. Evet, henüz ger­ çek bir ülkücü değilsin. Ruhunun zenginliği, yüreğinin büyüklüğü, ülkü yolunda verdiğin mücadeledeki yiğit­ liğin sonucu değiştirmez. Gençsin. İnsanoğlu, gençlik çağında, herşeye olduğu gibi, ülkücülüğe de sadece adaydır. Hiç unutma : Bugün, tamamen haklı olarak, davranışlarından ötürü kınadığın ülkücülüğe aykırı ağabeylerin, senin yaşında iken, ülkücülüklerine asla toz kondurtmak istemezlerdi. Ama hayat adını ver­ diğimiz düşmana yenildiler. Şimdi sapmalarını bağış­ latmak için, münasip bir bahane aramanın peşine düş­ müşlerdir. Sana, kendi neslimin durumunu anlatayım : M6


Çoğumuz ülkücülük imtihanını kazanamamış, sınıfta kalmışızdır ! Kaydımız silinmiştir ! Pek azımızın aday­ lığı hala devam ediyor : Dikkat etmelisin : Adaylık ke­ limesini kullandım. Çünkü hiçbirimiz, bütün gayret­ lerimize rağmen, tam bir ülkücü olamamışızdır. Da­ ha bir kısmımız yatı yolda tükeneceğiz. Gerçek ül­ kücülüğe ne kadar yaklaşabildiğimizin hesabı son ne­ feslerimizi verdikten sonra çıkarılacaktır. Neden böyle oluyor? Sorunun cevabını daha önce de vermiştim: Hayat dediğimiz en büyük düşmana yenilmemiz yüzünden böyle oluyor. Yapımız çıkarla­ rımızdan vazgeçebilmeye müsait değildir. Hele çağı­ mıza hükmeden maddecilik, belki de hiç kavuşulama­ yacak bir sevgili uğruna zahmet çekmemize, acılara katlanmamıza imkan vermiyor. Ancak bir müddet, ö­ zellikle hiçbir sorumluluğu yüklenmediğimiz gençlik yıllarında her türlü baskıya dayanabiliyor, biraz yaş­ lanıp çoluk çocuğa karışınca dökülüyoruz. Senden istediğim, gerçek bir ülkücü olmağa ça­ lışmanın, aynı zamanda bir ülkü değeri taşıdığını bil­ mendir. En büyük düşmanını şimdiden tanımalısın. Hayatın boyunca, ülküne ıhanet etmen için sayısız tuzaklar kurulacağını daima hatırında tutmalı, yenik düşmemeğe hazırlanmalısın. Gerçek ülkücülüğü ülkü edinecek, çağımız şartları içinde, adaylığı korumanın bile büyük bir şeref sayılması gerektiğini öğrene­ ceksin. Yenik düşmemenin, ülkü kavgasını bir ömür boyu yürütebilmenin sırrı nedir? Yenilmemenin tek sır­ rı vardır : Nefsini yenmek ! Ama nefsini yenmek, söy­ lendiği kadar kolay bir iş değildir. Nefsini yenebilen bir yiğit, bütün dünyayı yenmiş sayılır. Bu konuyu ge­ lecek sohbetimizde konuşacağız.

247


Ülkücü _Blr Gençle Sohbetler : il MİLLİYETÇiLİK VE Ü LKÜCÜLÜK KENDİ varllğımıza duyduğumuz sevgi nefsimize karşı vereceğimiz mücadelede de en çetin engel ve ülkücülüğün en kuvvetli düşmanıdır. Doğru, güzel ve haklı fikirlere bağlanmak kolay, ama inandığımız fi­ kirlerin şartlarına uymak çok zordur. İşte bundan ötü­ rü herkes milliyetçi olabilir, fakat ülkücü olamaz. Oy­ sa sen, çok defa, milliyetçilikle ülkücülüğü birbirine karıştırıyor, aralarındaki farkı hesaba katmıyorsun. Yazacaklarımı daha iyi anlayabilmen için önce bu yanlış değerlendirmeyi düzeltmem gerekecek : Tek in­ sandan itibaren gittikçe genişleyen ve insanlık adını verdiğimiz en büyük toplulukla sona eren iç içe dai­ reler düşün. Milletten tek insana doğru gidildikçe dairelerin küçüldüğünü, buna karşılık, milletten in­ sanlığın bütününe doğru gidildikçe dairelerin büyü­ düklerini göreceksin. Tek insanla millet arasındaki başlıca daireleri biliyorsun: Aile, akrabalar, hemşeh­ ·

riler, aynı boy (Aşiret) ve aynı bölgenin mensupları. Değişik bir açıdan bakarsan zümre, sınü ve meslek birliklerini de saydıklarımıza katabilirsin. Milleti aşan 248


dairelere gelince : İktisat, siyaset, medeniyet ve inanç açısından çeşitli tasnifler yapılabilir. İktisat açısın­ dan insanları çalışanlar ve çalıştıranlar diye, iki sı­ nıfa ayırabilirsin. Çalışanlardan meydana gelecek bir topluluk, milletten daha geniştir. Hür dünya, Demir­ perde ve tarafsız ülkeler adını verdiğimiz siyasi bir­ likler de milleti aşan dairelerdir. Medeniyet bakımın­ dan geçmişte yerleşik, göçebe, bugün de Batı - Do­ ğu ve başka isimlerle tanıdığımız yaşama tarzlarına bağlı topluluklar, tek bir milletten daha büyük bir­ liklerdir. Nihayet aynı dine inananların meydana ge­ tirdiği «Ümmet» adını

verdiğimiz

din

birlikleri

de

milleti aşar. Böyle bir açıdan bakıldığı zaman mil­ liyetçilik, milletin çıkarları ile milleti aşan birliklerin çıkarları çatışınca millet çıkarlarının tercih edilmesi demektir. Tarihi tarafsız bir gözle incelersen, kitap­ lar ne yazarsa yazsın, bahis konusu tercihin, mutlak çoğunluk tarafından daima uygulandığını göreceksin. �arksçı - Leninci ideolojinin bütün gayretlerine rağ ­ men hiç bir milletin işçileri, dünya işçilerinin ortak çı­ karları uğruna, milletlerine henüz ihanet etmemişler­ dir. Siyaset, medeniyet ve inanç birlikleri için de ay­ nı gerçeğin varlığını ispatlayacak yüzlerce misal ve­ rilebilir. Milliyetçilik insanın yapısına ve çıkarlarına uy­ gundur. Kolay bir yol olması, herkesçe benimsenme­ sinin tabii sayılması da bu özeliiğin yüzündendir. Mil­ leti aşan birliklerin çıkarlarına, milletinin çıkarları

ile çeliştiği vakit, h izmet etmek hiç kimseye bir şey kazandu-maz, fakat çok şey kaybettirir. İnsanlıkla mil­ let arasındaki dairelere göre yapılacak bir değerlen­ dirme tek insanın çıkarlarının millet çıkarları ile çe­ lişmediğini ortaya koyacaktır. Milletinin yükselmesi için çalışan bir insan, aynı zamanda kendini de yük­ seltir.

249


Milletten daha küçük dairelerin, nihayet insanın çı­ karları ile milletin ortak çıkarları çatışınca durum değişiyor. Ülkücülük ; milletimizin maddi ve manevi çıkarlarını, milletten daha küçük ve bize daha yakın birliklerin, nihayet nefsimizin çıkarlarına üstün tuta­ bilmektir. Ülkücülük, kendimize, ailemize, şehrimize, bölgemize, sınıfımıza ve mesleğimize fayda sağlasa bile milletimize zarar verecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmaktır. «Milletimizin çıkarlarını, milleti aşan birliklerin çıkarlarına tercih etmek, özü­ müzün ve yakınlarımızın çıkarları ile çelişmez» de­ miştim. Ama yakınlarımızın ve nefsimizin çıkarları ile milletimizin çıkarları çok zaman çelişir. Bundan ötü rü, bir insanın milliyetçi olması tabii bir haldir ve ülkücülükle birleşmediği takdirde, fazla bir değer ta­ şımaz. Fakat ülkücülük de\'amlı bir fedakarlığı em­ rettiğinden, pek az insanın ulaşabileceği bir üstün­ lüktür. Nefsimizin ve yakınlarımızın çıkarları ile milleti­ mizin çıkarları nasıl ve niçin çelişir? Gelecek sohbe­ timizde bu konuyu işleyeceğiz?

250


Ülkücü Bir Gençle Sohbetler

:

111

ÜLKÜCÜLÜGÜN GÜÇLÜKLERİ ÖNCEKİ sohbetlerimizde, tam bir' ülkücü olabil­ meğe çalışmanın güçlüklerini anlatmak istemiştim. İnsanoğlu, zaman içinde gelişen eğitim imkanlarına rağmen, temel yapısı bakımından çok zayıf bir var­ lıktır. Hayatın vazgeçilemez sandığı hazlarına ; diğer bir söyleyişle, «Dünya nimetleri>>nin çekiciliğine öyle­ sine kapılmıştır ki, büyük hedeflere yönelmiş bir yol­ culuğu göze alamaz ; yüce bir ülküye bağlanmaktan duyacağı heyecanı yeryüzündeki zevk kaynaklarından alamayacağını bilemez ; yüreğinin nasıl temizlenece­ ğinden, ölüm korkusunu nasıl bir kolaylıkla yenece­ ğinden haberi yoktur. Ülkücülüğe varmanın yalnız bir irade konusu değii, aynı zamanda bir nasip işi sayıl­ ması gerektiğini hiç unutmamalısın ama, son nefesini verinceye kadar da, seçkinlerden biri olduğun düşün cesinden hiç ayrılmamalısın Bütün insanlar gibi se­ nin hayatında da yıldızının parladığı saat çalacaktır. Ömrün boyunca uyanık kalmalı, fırsatı kaçırmamağa bakmalısın. tnaşacağımız beden hazlarından her birinin ta251


rifsiz bir yorgunlukla sona ereceğini, en uzun süren ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünenlerin bile, ölümlü dünyadaki misafirliğinle birlikte biteceğini öğrenecek, öz varlığını aşan üstün bir gaye için mücadele ede­ ceksin. Belki yanlış anlaşılacak, belki de budala ye­ rine konacaksın. Yine de, kalabalığın hükümlerine al­ dırmayacak, ruhunun zenginliğinden fakirlerin payını ayıracak, yiğitliğine yaraşır bir cömertlikle nasipsiz­ lere acıyacaksın. Kısa bir deyişle, sevgili dostum, katlandığın fedakarlıkların bedelini hiç kimseye ödet meyeceksin. Verenlerden kaçacak, almağa muhtaç dü­ şenleri arayacaksın. Dünya nimetlerinin sunacağı biri diğerinden deği­ şik ve sarhoş edici hazlardan uzaklaşmanın geçici acı­ larını elbette inkar edemem. Ama sen de, eğer nasi­ binde varsa ve geçireceğin çetin denemeyi başarı jle sonuçlandırırsan, <<Ayrılık derdine doyamamanın» ma­ nasını anlayacak, bir başka alemin sırlarına açılan kapıdan girmene izin verilince, sahici mutluluğa ere­ ceksin. İşte o vakit, sokakları temizleyen bir çöpçü bile olsan, ülküsüz kalabalıklardan ayrı ve daha üs­ tün olduğunu görecek, alçak gönüllü davranmağa alış­ tığından, hiç şüphesiz gururlanmayacaksın. İnsan ya­ pısındaki bütün kusurlardan arınmanın imkansızlığını, hiç hata yapmamanın yalnız meleklere tanınmış bir imtiyaz olduğunu aklından çıkarmayacaksın. Ülkü yo­ lunda harca dığın emeklerin, yüksünmeden çekeceğin zahmetlerin yanlışlarının azalmasına yaradığını gö­ recek, dünyaya gelişinin asıl manasını kesinlikle an­ layamasan bile, mutlaka sezeceksin. Bana göre, yeryüzünün tanıJığı en büyük şairler­ den biri olduğuna hiç mız ; hani nerede ve meyen, hayatını hala ması yoktu ! » denerek 252

şüphe etmediğim Karacaoğlan'ı­ ne zaman doğduğu iyice bilin­ öğrenemediğimiz, «Okuyup yaz­ küçümsenmek istenen, A�ık Ö-


ıner gibilerinin hor baktığı, emsalsiz usta var ya, işte O, bir şiirinin ilk dörtlüğünde şöyle diyor: «Nedendir de kömür gözlüm nedendir, - Şu benim geceler uyu­ madığım, - Çetin derler ayrılığın derdini, - Ayrı­ lık derdine doyamadığım ! » Ayrılık derdine doyama­ manın zevkine varamıyorsan, sakın gücenme, ülkü­ cülük merdiveninin daha ilk basamağındasın. Okudu­ ğunu bir söz oyunundan ibaret sanıyorsan, senin adı­ na çok üzüleceğim. Karacaoğlan'ın şiiri belki yaşa­ yan bir «Kömür Gözlü» için yazılmıştır ; belki de her­ kesin açıklayamayacağı bir sırrın anahtarıdır, yüce bir varlığa sesleniştir. Ö yle veya böyle, sonuç değiş­ mez. Ayrılık derdinin doyulmaz tadını yüreğinde ta­ şıyacak, yaşadığın müddetçe, hiç ara vermeden, pe­ şinde koşacaksın. Ülkü adını verdiğimiz sevgıli, dünya güzellerinin hiçbirine benzemez. Kavuşmayı hep özleyeceksin. Sen yaklaştıkça o uzaklaşacaktır. Yine de, yalnız O'na doğru yürüyeceksin. Belki hiç varamayacaksın ama, kavuşmak için çalışacaksın, yorulacaksın, dövüşecek­ sin, hatta öleceksin. Karıncanın hikayesini dinledin mi, okudun mu? Kocaman bir dağı, minicik toprak kırıntılarını taşıya­ rak, ortadan kaldırmağa çalışırmış ! Yolcunun biri, şaşkınlıkla sormuş : «Karınca kardeş, ne yapıyorsun?» Öteki, işini bırakmadan cevap vermiş : «Şu dağın ar­ dında bir sevgilim var. Kavuşmamız için aramızdaki engeli yıkmam gerekiyor da ! » Yoku: «Sen aklını mı kaçırdın?» demiş. «Yüce bir dağı nasıl kaldırırsın, gücün ne, ömrün ne? Vazgeç bu işten! » Karıncanın cevabını hiç unutma, duymamış ülkücü arkadaşların varsa, anlat: «Ey insanoğl!ı, belki de haklısın. Dağı ovaya indiremem, sevgilimi göremem belki, ama )'.O­ lunda ölmesini bilirim ya, �en ona bak ! . . » .

253


Ülkücü Bir Gençle Sohbetler :

iV

ATALARIMIZIN ÜLKÜCÜLÜGÜ ÜLKÜC ÜLER, bilinen tarihin, hiçbir döneminde, sayıca çok olmamışlardır. · İnsanoğlunun zayıflığı böy­ le bir sonuca imkan vermemiştir. Yine de bir cemi­ yetteki ülkücü sayısının mı lletlere ve zamana göre değiştiği gerçeğini inkar edemeyiz. Bazı milletler, ta­ rihleri boyunca ülkücü çıkarmamış ve belli bir ülkü­ ye bağlanmanın yüceliğini yaşayamamışlardır. Diğer taraftan bazı milletler de, sık sık büyük ülkücüler ye­ tiştirmiş ; yeryüzünün çehresine yenilik getirmişlerdir. Türk Milleti, örnek ülkücüler yetiştiren ve tarihinin büyük bir bölümünde ülkücülüğe bağlanan bir millet­ tir. Milletimiz, birkaç yüz yıl öncesine kadar . «Cihan hakimiyeti ülküsüne» inanmıştı. Cihan hakimiyeti ül­ küsünün ilk belirtilerini en eski destanlarımızda bile görmekteyiz. Oğuzname, bu destanların en önemlisi­ dir. Destana göre, ilk cihan hakimiyeti Oğuz Kağan tarafından kurulmuştur. Cihan hakimiyetini hedef alan Oğuz Kağan : İlahi bir kaynaktan gelmiş. olağanüs­ tü vasıflara sahip olarak doğmuştu. Çin, Hindistan. 254


İran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Mısır, Rum, Rus ve Frenk ülkelerini fethetmişti. Ancak Oğuz Kağan'ın yaptıkları kendine şöhret ve çıkar sağlamak için de­ ğil, belki bir vazifeyi yerine getirmek, cihan hakimi­ yeti ülküsünü gerçekleştirmek içindir. Nitekim yer­ yüzünün dört bir tarafındaki bütün milletlere elçiler göndermiş, «Ben artık dünyanın kağanıyım» diyerek, hepsini itaate çağırmıştır. Böyle davranmasının sebe­ bi vardı : Kağan·ın çok akıllı ve keramet sahibi veziri Uluğ - Türk, cihan hakimiyerinin ulu Tanrı tarafından Oğuz Han'a verileceğini mı.:jdelemiş ; «Ey kağanım, Gök Tanrı, bütün dünyayı -;ana bağışlasın» demiştir. Oğuz Kağan, hakimiyetini kabul etmeyen milletler üzerine seferler açtı, dünyarı fethetti. Bugün, bir ta­ kım cahillerin, aptalların ve millet düşmanlarının kö­ pekçe saldırdıkları BOZKURT'un da Oğuz Kağan des­ tanında yüce bir yeri olduğunu bilmelisin . Gökten inen bir Bozkurt; «Ey Oğuz, sen urum (Rum) üzerine gitmek istiyorsun ; ben senin önünde yürüyeceğim» der. Oğuz, kurdu takiple sefere çıkar ; Urum ve Urus (Rus) hükümdarlarını yener, Çin, Hind, Suriye ve Mı­ sır ülkelerini fetheder. «Ben sizlere oldum kağan Aldım yay ile kalkan - Nişan olsun bize beyan Bozkurt olsun bize uran.» Prof. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mef­ kuresi Tarihi adındaki eserinde şöyle yazıyor : «Sel­ çuklularla birlikte yakın şarka ve Anadolu'ya gelen Oğuzlar, destanla birlikte Bozkurt hikayelerini de ge­ tirmişlerdir: Nitekim XII. asır Süryani tarihçisi Mi­ hael'e göre : «Yeryüzü Türkleri taşımağa kafi gelmi­ yordu. Garb'a doğru ilerleri{en önlerinde köpeğe ben­ zer bir hayvan - Kurt - bulunuyor ve onlar da ona ye­ tişemiyorlardı. Bo7kurt hareKet etmek istediği zaman «Göç» yani «Kalkınız» diye bağırıyor, Türkler de dur255


duğu yek kadar onu takip ediyor ve orada çadırlarını kuruyorlardı. Uzun zaman rehbc::rlik eden kurt, niha­ yet kaybolunca, Türkler de artık, geldikleri yerlerde oturup kaldılar.» . . . Çin kaynakları, Gök-Türkler'i Kun­ lar'ın (Hunlar) torunu gösterir . Tatarlar'ın (Cücen veya Avar) hücumuna uğrayan asil bir Hun çocuğu Bozkurt tarafından kurtarılmış ve Göktürkler de onun la kurdun nesli olarak türemişlerdir. Burada tarih ve destan birbirine karışmış ; (röktürkler'in bayı·akların da kurt başı bulunmuştur. Esasen Türk efsane ve an'anelerinde mühim bir mevkii olan kurt hikayeleri, Hunlar'a kcıdar çıkar. Bu s�bepledir ki, kurt Türk­ lerde at gibi uğurlu ve hatta mübarek sayılmış, Kaş­ garh Mahmut ve Dede Korkut kitabının kaydettiği üzere bu telakki İslam devrine kadar geım:ştir.» (Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, s. 76-':'8) . Destanlar, milletlerin yaşayış, düşünü� ve inanış­ larını gösterir ; ruhlardaki ülkü ve hedeflerin işareti­ ni verirler . Oğuzname'de ve milletimizin diğer bütün destanlarında atalarının ülkücülüğünü göreceksin . Yalnız destanlar mı? Hayır ! Tarihinin her çağınd--: ülkücü ataların yaşamış, insanlığa yön vermişlerdir .

256


Ülkücü Bir Gençle Sohbetler

:

V

TAŞER'iN ÜLKÜCÜLÜGÜ RAHMETLİ Dündar Taşer Ağabeyimiz, yalnız şu­ urlu bir milliyetçi değil, aynı ?.amanda çağımız Tür­ kiye'sinin en seçkin ülkücülerinden biri idi. Kaybın­ dan duyduğumuz acıyı asla unutamadığımız ve arka­ sında bıraktığı boşluğa gittikçe büyüyen bir hüzünle baktığımız Taşer, hiç şüphe yok ki, yaşamanın ma­ nasını tanıdığı günden itibaren milliyetçiliğin en yük­ sek bir fikir ve memleketimiz için biricik kt:rtu'uş yolu olduğuna inanmıştı. Ama mesleğinin özelrkle,·3n­ den ötürü, Türk milliyetçilerinin fikir ve siyaset sa­ hasındaki çalışmalarına ancak 1960 yıllarından sonra katıldı. Böyle olmasına rağmen, çok kısa bi � <"itre içinde en ön saflara geçmEsinin, nice �öhretlel'f f!e­ ride bırakarak o kadar sevilen ve sayıl�.r· bir <<Ağa bey» durumuna gelmesinin bize göre asıl kaynağı, en ufak bir dünya hesabının hiç bir zaman lekelernediği ülkücülilğüdür. Ülkücülüğün başlıca şa..tı, kendisi hiç bir şey is­ tememek, ama millet dostlarına ve ülkü ortaklarına sahip olduklarının hepsini hiç düşünmeden vermektir. 257


Rahmetli Taşer, hiç isteyiciliğin küçüklüğüne düşme­ miş, mütemadiyen vermiş, hep öyle ya 1aın.:Jtır. Ze­ kasının ışıklı zenginliğini, gönlünün tükenmez sevgi­ sini, muhteşem tarihimizden alınan emsalsiz der�lerle beslenmiş engin bilgisini cömertçe dağıtmanın hazzını tatmıştı. Büyük hedeflere yönelmenin seçkin kişiler elinde gerçekleşeceğini, yüce bir ülküye incı na:ılarm birbirini sevmesi, sayması ve küçüklerin büyükleri dinlemesi şartını hiç unutmamış, herkese oi!relmeğe çalışmıştır. Gereksiz laf ebeliklerinden, ha'<lıhfr. ils tüne uzun nutuklar çekilmesinden hiç hoşlanmazdı. Her birini öz yavrusu gibi sevdiği ve esirgediği gen·� lere : <<Belki yanlış düşünüyorum. Ama, madem ki ben istiyorum, böyle yapacaksınız ! .. » dediğini çok duymu­ şumdur. Gayesi elbette ders vermekti ; Türk töresi­ ne göre son kararın nasıl alınacağını öğretmekti. Ni­ tekim kendisi, «Alparslan Türkeş'in yanlışı, benim doğrumdan üstündür ! . . .» diyebilecek bir faziletin tem­ silciliğini yapmıştır. Rahmetli Dündar Ağabeyimiz, milletine ve ülkü­ süne zarar vereceğinden şüphelendiği hiç bir işe baş­ lamadı ; ama yaptığı her işin doğru olduğunu da hiç bir zaman öne sürmedi. 27 Mayıs'la ilgili bir hatıra­ sını, daha doğrusu hiç unutamadığı bir hayal kırıklı­ ğını birkaç defa dinledim ; «Dündar Taşer'in Büyük Türkiyesi» adındaki değerli eserin sahibi Z. N. dos­ tumuz da kitabına almış. Siyaset �ünyasındaki ilk u­ yanışını şöyle anlatmıştır : «1960 hareketinde biz. on senedenberi propagandası yapılan Anayasa değişikli­ ği ile bir şeyler yapılacağını, bir ilerici hamleye vü­ cut vereceğimizi sanıyorduk. İtiraf edeyim ki, ben de bu telakkide idim. Herhalde iyi bir Anayasa yapılırsa, ileri memleketlerin seviyesine gidilebilecek bir yola gireriz sanıyordum. Bu tel;ikkiyi kınamayın. Çünkü, 258


bizim münevverimizin umumi kanaati budur. Bir ileri Anayasa'ya sahip olursak, büyük devletlerin seviye­ sine geliriz zannı, hala aydınlarımızın ekserisinin dü­ şüncesidir. Bu garip oyuncakla oynayıp duruyoruz. Bunun içindir ki, 1960 hareketinin ertesi günü İstan­ bul' dan bir profesörler heyetini davet ettik. Onları hürmetle ve ayakta karşıladık. Gelir gelmez ; «Aç ol­ duklarını söylediler». Biz de açtık. Ama yemeği dü­ şünmemiştik. Hemen yemek getirttik. Yediler. Hatta o sırada Cemal Paşa, «Ben de açım çocuklar ! » dedi ve onların en büyüğünün önünden artan yemeği yedi. Onlara karşı böyle bir hürmetle dolu idik. Bu, ne de olsa an'anelerimizden gelen bir şeydi. Ümeranın ule­ maya hürmeti gibi idi. Türkiye'de çok şey değişmiş­ ti ama, değişmeyen böyle şeyler de vardı. Yemekle­ rini yedikten sonra «Bize bir Anayasa yapın,» tekli­ finde bulunduk. Onlar : «Nasıl bir Anayasa istiyorsu­ nuz?» diye sordular. İşte bu sual beni intibaha geti­ rici cümle oldu. <<Nasıl bir Anayasa istiyorsunuz?» Allah Allah, benim istediğim mi Anayasa olacak? Öy­ leyse size ne lüzum var? Osman Gazi'nin kurduğu devlette böyle olmamıştı. O zamanın hukukçuları ve uleması «Kanun senin istediğindir ! » dememişlerdi. Aksine, «Sen şunu yapabilirsin, şunu yapamazsın ; şu senin selahiyetin dahilindedir, şu değildir ; şu senin yapmakla mükellef olduğun şeydir ve vazifendir. Şuna ise hakkın ve selahiyetin yoktur ! » demiş­ lerdi. «Devleti hukuka tabi, hukukla mukayyed'in, son­ ları arzularıyla değişmeyen hukuk prensiplerine bağ­ l amışlardı» gibi düşünceler bir anda kafamdan geçti ve artık o defteri kapadım. Sonra, «Efendim, Guata­ mala Anayasası yok ; efendim, Kostarika Anayasası el imizde değil ; efendim, Uruguay'ınki de mevcut de­ ğil ( ! )» dediler. Suallerine bir de �<Şimdiye kadar ne 259


ile meşguldünüz? Madem ki meşgul değildiniz, ne için ve neye göre Anayasa tadili ve tebdili istediniz? Ne­ den çarşaf gibi beyanatlar verdiniz? Niye ümitleri bu noktaya bağladınız?» istühamları eklendi. İtiraf edilen hata, gösterilen büyüklüğün yanında nasıl da cüce kalıyor ! İşte bir «Türkmen AğasD>nın mert seciyesi ve işte sahici ÜLKÜCÜLÜK. Nur içinde yatsın.

260


Ü lkücü Bir Gençle Sohbetler : VI HUNLARIN Ü LKÜCÜLÜGÜ TÜRK milletinin tarih sahnesine ne zaman çıktı­ ğını tam bir kesinlikle hala bilmiyoruz. Yine de, en azından, 5 bin yıllık bir geçmişe sahip bulunduğumu­ za şüphe yoktur. Fakat şimdiki bilgilerimize göre, mil­ let haline gelmemizi ve ilk büyük Türk İmparatorlu­ ğunun kurulmasını sağlamak şerefi bütün zamanla­ rın en tanınmış c ihangirlerinden biri sayılan Mete Han'a aittir. Kaynaklardan pek çoğu destanlarımız­ daki Oğuz Han'la Mete Han'ın aynı kimse olduğu konusunda birleşiyorlar. Büyük Hun İmparatorluğunun asıl özelliği Türk ülküsünü ilk defa gerçekleştirmesi, diğer bir söyle­ yişle, bütün Türk boylarını tek bir bayrak altında toplamayı başarmasıdır. Hunların ülkücülüğünü Mete Han'ın davranışları temsil ediyor. Zamanımıza kadar ulaşan iki rivayet, ülkü yolunda katlanılması gereken fedakarlıkları anlatması bakımından son derece önem­ lidir. Rivayetlerden biri, güçsüz ve hazırlıksız olduğu bir dönemde, Mete Han'ın zaman kazanmak için en çok sevdiklerini gözden çıkarmasına dairdir. Çinliler. Hunları erken bir savaşa kışkırtmanın faydalarını dü­ şünerek, Mete Han'a bir elçi gönderir ve atını ister­ ler. Han, Kurultayı toplar, görüşme açılır. Beylerin 281


hepsi bir Türk hanından atını istemenin hakaret ma­ nasına geldiğini, savaşmanın daha yerinde bir kar­ şılık olacağını öne sürerler. Ama Mete Han, kendisi­ ne ait bir şey için milleti savaşa sokamayacağını bil­ dirir ve sevgili atını Çin İmparatoruna yollar. Bir müd­ det sonra, Çin'den yeni bir elçi gelir. Mete Han'ın eşini ister, verilmezse savaş açacaklarını bildirir. Ku­ rultay bir daha toplanır, bütün beyler, sonsuz bir öf­ ke içinde, derhal savaş kararı alınması gerektiğini söylerler. Mete Han yine karşı çıkar; eşini Çin İm­ paratoruna yollar. Nihayet Çin'den üçüncü bir elçi gelir, Hun ülkesinin hiç bir işe yaramaz, çorak bir parçasını ister. Kurultay toplanır. Beylerin kararı ke­ sindir. Han'ın atı ve eşi verildikten sonra, işe yara­ maz bir toprak parçası uğruna savaşa girilemiyece­ ğini öne sürerler. Fakat Mete Han şöyle der : «Atı­ mı istediler, verdim. Çünkü o benimdi. Eşimi istedi­ ler, verdim, o da benimdi. Ama yurdumun bir karış toprağını asla veremem. Çünkü o benim değil, milleti­ mindir. Hazırlanın, savaşacağız.» İkinci rivayeti de hatırlayacaksın. Mete Han, çe­ rilerini eğitirken, her birinin karşısına en çok sevdi­ ği kimseyi diker, oklamalarını istermiş ! Eli titreyen­ leri cezalandırırmış ! Senin için önemli olan rivayet­ lerin doğruluğu veya yanlışlığı değil, verdikleri ders­ tir. 2200 yıl önce yaşamış ataların, ülkücülüğün güç­ lüklerini, hedefe varmak isteyenlerin ne büyük feda­ karlıklara katlanması gereKtiğini anlatıyorlar. Ülkü­ nü kendine ait bütün değerlerden yüce tutacak, en çok sevdiklerini bile feda edeceksın. Sana ait olan her şe­ yi verecek, · ama vatanının bir karış toprağı uğrun­ da ölmeyi bileceksin. Mete Han, büyük bir ülkücü ol­ masaydı ilk Türk birliğini kuramaz, çağının en kala­ balık ve kuvvetli devleti olan Çin İmparatorluğunu korkudan titretemezdi. 262


DEMOKRASİ VE MİLLİYETÇiLiK DEMOKRASİ ile Milliyetçilik arasında, mutlaka bulunması gereken, «Varlık Şartı» değerinde bir bağ­ yoktur. Daha açık bir söyleyişle, birinin mevcut ol­ madığı sürmek sadece Bundan

bir ülkede diğerinin de yaşayamıyacağını öne doğru bir hüküm değildir. Çünkü demokrasi, yönetim tarzıdır. Ve bir vasıtadan ibarettir. ötürü, uygulandığı memleketin şartlarına gö­

re, hem milliyetçiliğe, hem de milliyetçilik düşman­ lığına hizmet edebilir. Böyle bir tesbitin ilk önemli so­ nucu şudur : Milliyetçiliğin her zaman demokrasi ile çatışacağını sanmak ne kadar yanlışsa, demokrasisiz bir milliyetçiliğin mümkün olamayacağını düşünmek de 'l kadar yanlıştır. Milliyetçilik açısından demokra­ si, vazgeçilemiyecek bir unsur değildir ; Demokrasi açısından milliyetçiliğin durumu da öyledir. Bugün Türk Milliyetçileri, büyük bir çoğunlukla, bütün kusurlarına rağmen, t:!emokrasi düzenini benim­ semişlerdir. Neden böyle olduğunu, kısaca açıklamak isteriz. Demokrasinin Milliyetçilikteki yeri, her mille­ tin belli bir dönemdeki özelliklerine göre tayin edilir. Milletin özellikleri ve memleketin şartlan değiştikçe, demokrasinin değeri de çoğalır veya azalır. Anlatım 263


kolaylığı sağlaması bakımından, ancak ilim açısından münakaşaya daima açık tutmak kaydı ile, aşağıdaki üç ayrı durumu ele almak mümkündür :

1 Milletin yaşatılması ve korunması gereken üstün değerleri, hem halk çoğunluğu, hem de aydın zümre tarafından ortaklaşa temsil ediliyorsa, en fay­ -

dalı yönetim tarzı hiç şüphesiz demokrasidir. Böyle bir ülkenin milliyetçileri durum değişmediği sürece, başka bir yönetim tarzının denenmesini akıllarından bile geçirmezler.

2

-

Milletin yaşatılması

ve korunması

gereken

üstün değerleri yalnız halk çoğunluğu tarafından tem­ sil ediliyorsa ve aydın zümrenin ihmal edilemeyecek bir bölümü öz değerlerini küçümsüyorsa, yabancılara ait değerlerin peşine düşmüşse, demokrasi diğerlerine kıyasla yine en faydalı yönetim tarzıdır. Ancak böy­ le bir dönemde, demokrasiyi tam olarak uygulama­ ya çalışmanın hiç tükenmeyecek engellerle karşıla­ şacağını daima hatırlamak �erekir. Milliyetçiliğin te­ mel ilkeleri ile demokrasi icaplarının çatışmasını ön­ lemek için son derece dikkatli davranmağa ve «Güç­ lü İktidar» hüviyetini hep muhafaza etmeye mutlak ihtiyaç vardır. Aydın züm.. ece benimsenmemiş bir milliyetçiliğin şuurlu bir dünya görüşü olmaktan zi­ yade, geleneklere ve duygulara dayanması, alınması istenen tedbirlerin izahını verir.

3 Milletin yaşatılması ve korunması gereken üstün değerleri yalnız aydın zümrenin tamamı veya bir bölümü tarafından temsil ediliyorsa, halkın ço­ ğunluğu daha iyi bir yaşama seviyesine ulaşmanın dı­ -

şında hiç bir şeye bağlılık duymuyorsa, milliyet duy­ gusunun gururundan uzaklaşmışsa, maddeye tapan bir umursamazlık batağına gömülmüşse demokrasi, tasav264


vur edilebilecek yönetim tarzlarının en zararlısıdır. Uygulandığı milletin yıkılmasını, tarihten silinmesini hızlandırır ! Türkiyemizin durumu, 2. maddeye uymaktadır. Mil­ letimizin dünya durdukça yaşatılması ve korunması gereken üstün değerleri halkımızın çoğunluğunca tem­ sil edilmekte, sevilmekte, tutulmaktadır. Sayıları hız­ la artan milliyetçi Türk aydınlarını da hesaba katar­ sanız, demokrasiye bağlılığımızın kaynağını bulmuş olursunuz. Aynı gerekçe, demokrasi anlayışımız bakı­ mından da doğrudur. Milliyetçilik hayatın, demokrasi kitabın eseridir. Yüzyıllarca süren denemelerden çıkan sonuç ; Milli­ yttçiliğin, çatışma noktalarında, diğer bütün fikirler ve ideolojiler gibi demokrasiyi de yenmiş olduğudur. Tarih, kitabın yazdığını hayatın icaplarına üstün kıl­ mak için direnenleri de yazar. Ama sonunu getireme­ miş, sadece, <<İnatçılık yılları» boyunca milletlerine zarar vermişlerdir . Demokrasi, uygulandığı memleketin milli hedef­ lerine ve ihtiyaçlarına göre değişik kalıplara girer. Kitap sayfalarında ezberlediklerine uyan her davra­ nışı demokrasi düşmanlığı sayanlar, neticede sevda­ lısı göründükleri rejimin temel ilkelerinin de çiğnen­ mesine sebebiyet verirler. 12 Mart muhtırası, anlat­ mağa çalıştığımız gelişmenin en güzel misalidir, hiç unutulmaması lazımdır : Çok önemli bir soru : Milliyetçiliğin temel ilkeleri ile kitaptan öğrenilen demokrasi icaplarının çatışması mümkün müdür? Evet, mümkündür, hem de sık sık ! Kitap sayfalarındaki demokrasi, dostlarına olduğu ka­ dar düşmanlarına da söz hakkı tanır. Daha kötüsü,


uygulandığı milletin parçalanmasını, kutsal bilinen de · ğerlerin kötülenmesini de söz ve fikir hürriyetinin bir icabı sayar. Demokrasiye samimiyetle bağlanmış her akıllı siyasetçi, milli bütünlüğün ve kutsal değerle ­ rin korunmasını kitabın yazdıklarından öne almayı bil­ melidir. Aksi halde hem kendisine, hem milletine, hem de demokrasiye zarar verir.

266


FAŞiZM

SUÇLAMASI

FAŞİZM suçlaması diğer bütün suçlamalardan da­ ha yaygındır. Yalnız milliyetçileri değil, çok defa bir­ biriyle hiç ilgisi olmayan zümreleri ve şahısları da içine alır. Yine Faşizm konusu çok meraklı bir hika­ yedir, tamamını anlatmağa kalkışsak, «Ciltlere sığ­ mayan bir kitap ! » olur. Özetlemekle yetineceğiz . . . En eskisinden başlayarak siyasi partilerimizin du­ rumuna bakalım : CHP, kurUıduğu günden itibaren Faşizme karşıdır. Yetkili temsilcileri faşizm üstüne pek okkalı nutuklar çekmişlerdir, başkalarını faşist­ likle suçlamışlardır. Ama diğer bir açıdan bakılınca , özellikle Marksist çevrelere göre, CHP faşist bir par­ tidir ! AP de faşizme karşıdır. Her fırsatta Medeııi­ yetçi olduğunu ilan eder, nem komünizme, hem de faşizme güzelce söver. Ama Marksistlerin ve bir bö­ lük CHP'linin gözünde, AP faşist bir partidir. DP de faşizme karşıdır. Mesela bu partinin en büyüklerin­ den birisi, AP iktidarının İçişleri Bakanı iken, komü­ nistlerle milliyetçi gençler arasındaki bir çatışmayı şöyle yorumlamıştı : «Komünistlerle faşistler dövüştü. Hükümet olarak iki tarafı da ezecek kudretteyiz ! :& Ama AP'lilere göre, faşist bir partidir. MGP'nin fa287


şizme karşı olmadığını hiç kimse ileri süremez ! .. He­ le sayın Genel · Başkan Feyzioğlu, «Düğün değil, bay­ ram değil, eniştem beni niye?» sözünü hatırlatacak bir şekilde hem komünizme, hem de faşizme karşı ol­ duğunu söyler, yine de Marksistlerin ve «ortanın sol­ cusu» CHP'lilerin gözünde, MGP faşist bir partidir. Faşizm suçlamalarının en çok yöneldiği başlıca siya­ si kuruluş sayılan MHP de faşist olmadığını açıklac mış, Türk Milliyetçiliği ile Faşizmin farklarını sık sık belirtmiştir. Ama hemen hemen bütün siyasetçilerin yüksek ölçülerine göre MHP, faşist bir partidir. Ay­ rıca anlatmak ihtiyacını duymadığımız küçük parti­ ler, yani YTP, MP ve BP içın de aynı şeyleri söyle­ mek mümkündür. Sonuç memleketimizdeki bütün par­ tiler faşizme karşıdır ve aynı zamanda bütün parti­ lerimiz faşisttir ! . . Sendikalarımızdan da bir misal verelim . Türk - İş faşizme karşıdır. Sayın Demirsoy ve Sayın Tunç, böy­ le olduğunu daima ifade etmışlerdir. Ama cümle Mark­ sistlere ve Disk'e göre, Türk - İş faşist bir sendikadır ! Toplumumuzun bütün kesimlerini incelesek hep aynı sonuçla karşılaşacağız. Komünistler hariç, herkes hem faşisttir, hem de faşizme karşıdır . . . Şimdi şu so­ ruyu mutlaka cevaplandırmak gerekiyor : Böylesine bir tuhaflığın, karışıklığın, tutarsızlığın sebebi nedir? Sorumuzun cevabını, akıl ve mantık ölçülerine bağlı kalarak vermeğe çalışacağız. Komünist bir ülkede knmünizmin karşısına çık­ mak ayıplanacak bir tutumdur ve üstelik suçtur. Fa­ kat komünist olmayan bir ülkede herhangi bir insanı «Antikomünisttir» diyerek suçlamak ve ayıplamak el­ bette mümkün değildir. İşte komünizm propaganda · sının ustaları, Komünizme karşı çıkılmasını suçlama­ ya yarayacak ve özellikle saf aydınlar tarafından be268


nimsenecek bir deyim aramış ve sonunda en müna­ sibini bulmuşlardır. Buldukları deyim, faşizmdir. Niye Faşizm? Başlıca iki sebep var. Bir : Sovyet ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra komünistler, İtalya ve Al­ manya' daki yoldaşlarından zafer bekliyorlardı. Her iki ülkenin durumu son derece elverişli idi. Komü­ nistlerin güçlü teşkilatları vardı. Eylem üstünde idi­ ler. Çevrelerine korku saçıyorlardı. İktidar koltuğu çok yakın görünüyordu. Böyle bir durumda ilk büyük darbeyi İtalya'da yediler. Komünistlerin üzerinden si­ lindir gibi geçen hareketin adı «Faşizm»di. Böylece, 1922 yılından itibaren, komünizm propagandasının us­ taları olanca güçleri ile faşizm kelimesine yüklendi­ ler. Komünizmin karşısına çıkan her insana faşist, her görüşe faşizm dediler. Öyle ki, kapitalist ve ka­ pitalizm kelimeleri bile ikinci plana düştü. Faşizm deyiminin seçilmesindeki diğer sebep, İkinci Dünya Harbi ile ilgilidir. Amerika, İngiltere ve Fransa, Al­ manlar ve İtalyanlar'la sava�tıkları sürece düşman­ larını yıpratacak propaganda sloganları arasında en çok faşizmi beğendiler. Çünkü faşizm, komünizm pro­ pagandacılarının elinde iyice işlenmiş, kullanılmağa hazır bir duruma gelmişti. l:stelik, harb boyunca Sov­ yetlerin müttefiki idiler, oriak bir propaganda slo­ ganı bir bakıma dostluğun icabı sayılıyordu. Ruble­ lerden sonra Dolarlar, Sterlinler ve Franklar da fa­ şizmin kötülüğünü anlatmağa girişince, komünistlerin eline hiç tükenmeyecek bir hazine geçti. Aslında Ba­ tı demokrasileri ile komünistlerin faşizmden anladık­ ları tamamen farklı idi. Batılılar «Faşizm» deyimini insan haklarına saygısız ve demokrasiye düşman bir düzeni kötülemek için kullanıyorlardı. Komünizmin in­ san haklarına ve demokrasıye en az faşizm kadar düşman olduğunu o yılların şartları içinde hatırlamı269


yorlardı. Savaş bitti, cepheler ayrıldı. Komünistler fa­ şizm suçlamasını, eski müttefikleri de dahil olmak üzere komünizmin karşısına çıkan bütün insanların boynuna rahatça astılar. Komünistlerin sözlüğünde faşizm, antikomünizm manasına gelir. Faşizm suçla­ masının Türkiye'mizdeki uygulanması da daima bu ma­ naya bağlı kalmıştır. Kısa bir özet, bilgi edinmek açı · sından eksik kalsa bile yine de ibret vericidir. Ata türk, Kurtuluş Mücadelesi boyunca, bir «Burjuva Devrimcisi» sayılmış ve açıkça suçlanamamıştır. A­ ma, komünistlerin karşısına çıkınca faşist damgasını hemen yemiştir. Tek parti iktidarı boyunca komü­ nizm propagandası ve faşizm suçlamasının kudret sa­ hiplerine dokunmadan geçtiği ve ancak dolaylı çalı­ şabildiği bir gerçektir. Bununla birlikte iktidar gü­ cünden yoksun Türk milliyetçiliğine ve onunla ilgisi olmayan komünizm aleyhtarlarına karşı düzenlenen saldırıların baş sloganı yine «Faşist»tir. Tahmin et� tiklerinizi anlayıp, aklınıza hiç gelmeyecek bir kaç örnek vereyim : Nazım Hikmet, Yakup Kadri Karaos­ manoğlu'na <<Faşisb diyerek sövmüştür. Yine o yılla­ rın hızlı komünistleri, Hasan Ali Yücel ve Behçet Ke­ mal Çağlar'a bile faşist demişlerdir. 1937 yılında «An­ tifaşist bibliyotegi - l» başlığı ile yayınlanan bir kitap­ ta tanıtılan iki korkunç faşistten biri Peyami Safa, diğeri" Yunus Nadi'dir. (Bay Nadir Nadi'nin babası) . 1946 yılından sonra kimlerin faşistlikle suçlandığını araştırırsanız, şu sonucu elde edersiniz : Komünizmin karşısına kim çıkmışsa , komünizm propaganda faali­ yetlerinin önlenmesini kim istemişse, dünya görüşü­ ne, felsefesinin ve inancının ne olduğuna asla bakıl­ madan faşist ! damgasını yemiştir. Mesela İsmet İnö­ nü, ömrü boyunca sola açık kalmış olmasına rağmen, Başbakanlığı ve Cumhnrbaşkanlığı yıllarında bazı ko270


münistlerin mahkumiyetini önlemediği için faşist sa­ yılmıştır. Şimdi bile, tamamen temize çıknuş değildir. 1946 50 arasının CHP'nin siyasetçilerinden Şükrü Sa­ raçoğlu, Recep Peker, Reşat Şemsettin Sirer, Şevket Raşit Hatiboğlu, Şükrü Sökmensüer, Nevzat Tando­ ğan v.s. sırf komünizme karşı olmalarından ötürü, «Faşist» sayılmışlardır . Komünistlerin faşist dediği kimselerin pek çoğu komünizme karşı olmanın dışın­ da hemen hiç bir noktada nrtak değildirler. Milliyet­ çisi, beynelmilelcisi, dindarı, dinsizi, kapitalisti, dev­ letçisi, masonu, hatta sosyalisti bile vardır. AP Genel Başkanı mrılfım Süleyman Demirel'e faşist diyenler, CHP'li Nihat Erime de, Silahlı Kuvvetlerimizin komu­ tanlarına da, Milliyetçi Hareket Partisinin Genel Baş­ kanı Alparslan Türkeş'e de «Faşist» demişlerdir. -

il

SORUMLU siyasetçilerimizin ve diğer bazı yetki­ lilerin «Faşizm» sözünü komünistler gibi anlamaları mümkün olamaz. Çünkü bir önceki yazıda kısaca a­ çıklamağa çalıştığımız üzere, kendilerinin de anti-ko­ münist olduklarını ve faşist sayıldıklarını bilmek zo­ rundadırlar. Ama buna rağmen, Türk milliyetçileri­ nin faşistlik suçlanması hala bitmemiştir. Hele son günlerde, mesela AP Genel Başkanı Bay Süleyman Demirel, hemen her konu§ınasında komünizmle fa­ şizmi adeta birbirine yapışık ve biri diğeri kadar za­ rarlı tehlikeler gibi göstermektedir. Sorumlu siyaset­ çilerimiz ve diğer bazı yetkililer, faşizmi acaba han­ gi manada kullanıyorlar. Akla en yakın ihtimal Fa­ şizmin, özellikle İkinci Dünya Harbinden sonra Ame­ rikan ve Batı demokrasileri tarafından geliştirilen bir anlayışa göre tarif edildiğidir. Bu anlayış içinde, an271


ti-komünist olan, fakat demokrasinin başlıca ilkeleri­ ni uygulamayan rejimlerin adı faşizmdir ; böyle bir rejime taraftar şahıslara ve teşekküllere de faşist denmektedir. Konuyu tam bir dürüstlükle ortaya ko­ yacağız. Önce şu soruya cevap arayalım : Türk milli­ yetçilerine, Amerikan ve Batı demokrasilerinin geliş­ tirdiği anlayışa bağlı kalınmak şartı ile, faşist de­ mek mümkün ve doğru mudur? Ayrıntılarına geçme­ den, varılacak sonucu bir cümle içinde özetleyelim : Sorumlu siyasetçilerimiz ve diğer bazı yetkililer, mil­ liyetçileri bu manadaki bir faşizmle suçluyorlarsa, ciddi bir dayanaktan yoksundurlar. Çünkü Türk milli­ yetçileri, bugüne kadarki mücadelelerinde hiç bir za­ man demokrasi düşmanlığı yapmamışlardır. Milliyetçileri, demokrasi konusundaki tutumları açısından suçlamak eğer mevcutsa, tek bir zümrenin hakkıdır. Öyle bir zümre ki, gayet özel bir görüşe bağlı kalarak, mutlak bir demokrasiyi hayatın en kut­ sal ülküsü bilecek ve böyle düşünmeyenleri faşist sa­ yacaktır ! Gerçekten Türk milliyetçileri, elbette ço­ ğunluğu kastediyoruz, demokrasinin bir ülkü olduğu­ na ve diğer bütün değerlerin üstünde tutulması gerek­ tiğine inanmamışlardır. Türk Milliyetçilerinin ülküsü milletimizi kıyamete değin yaşatmak ve yükseltmektir. Bize göre demokrasi, sadece bir vasıtadır, milletlerin idaresi için tarih boyunca denenmiş çeşitli rejimler­ den biridir ve gerekli şartların hazırlanması halinde en iyisidir. Ama milletimizin varlık davası tehlikeye girer de, ya demokrasiden vazgeçmek veya tehlikeye boyun eğmek zorunda kalırsak, hiç tereddütsüz demok­ rasiyi feda ederiz. Milletimizin bağımsızlığı ile fert­ lerin hürriyetleri arasında bir seçme yapmak mecbu­ riyeti doğarsa, demokrasinin yüksek ilkelerini hiç dü­ şünmez, fert hürriyetlerinin kısıtlanmasını isteriz. Kı272


sacas,ı milletimizi yaşatmak için ölürüz, fakat demok­ rasi uğruna sadece konuşuruz. Şimdi karışıklığı çö­ zelim : Türk milliyetçilerini faşistlikle suçlayan sorum­ lu siyasetçilerimiz ve diğer ba:t.ı yetkililer, yukarıda kısaca belirttiğimiz «gayet özel görüş»e bağlı mıdır­ lar, demokrasinin biricik ülkü ve en üstün değer ol­ duğuna inanıyorlar mı? Eğer inanıyorlarsa, kelimenin kaynağındaki manayı değiştirmelerine rağmen, milli­ yetçileri faşistlikle suçlamalarını haklı sayacağız, oy­ sa açıklanmasına ayrıca ihtiyaç duyulmayacak kadar kesin bir gerçektir ki, sorumlu siyasetçilerimiz ve di­ ğer bazı yetkililer, demokrasinin bir ülkü olduğuna asla ve - iyi ki - inanmamaktadırlar. Eğer böyle bir yanlışa inansalardı, «Milletimizin yüksek menfaatla­ rı»nı ve «Memleketimizin özel şartları»nı sık sık öne sürmez, «En üstün değer» demokrasinin başlıca ilke­ lerini sık sık rafa kaldırmazlardı. Ayrıca, sırf demokrasiyi bir gaye değil, vasıta saydığımızdan ötürü faşistlikle suçlanıyorsak, yalnız bırakılmamamız ve ortaklarımızın da söylenmesi, dü­ rüstlüğün kaçınılmaz gereğidir. Ortaklarımız kimler midir? En başta büyük kurtarıcı Atatürk ! Atatürk ça­ ğında demokrasi ilkeleri uygulanmamıştır. Başlıca he­ defler Türk milletinin «Muasır Medeniyet» seviyesine ulaştırılması ve inkılapların yerleşmesidir. Atatürk, demokrasi diye bir ülkü tanımamış ve onu bir vasıta­ dan ibaret görmüştür. Şartları uygun bulsaydı, de­ mokratik bir düzen kurmayı elbette deneyecekti, ol­ madı. Serbest Fırkanın kapatılması demokrasi ilke­ lerine hiç şüphesiz aykırıdır. Bin bir misalle ispat­ lanabilir ki Atatürk, Türk milletinin yaşaması ve yük­ selmesini demokrasi ilkelerine bağlılıktan üstün tut­ muştur. Türk milliyetçilerine, demokrasiye sevdalı ol­ mamalarından ötürü faşist diyenler varsa, Atatürk'ü 273


de suçlamış olacaklardır ! Açıkça söylemeğe cesaret edememeleri sonucu değiştirmez, anlayışlarında böy­ le bir tutum saklıdır. 12 Mart muhtırası ve sıkıyönetim uygulaması da demokrasi ilkelerine aykırıdır. Demokrasiyi asla do­ kunulmaz yücelikte bir değer sayan ve böyle düşün­ meyenlere faşist diyenlerin, 12 Mart'ı ve sıkıyönetim uygulamasını da faşizmle rnçlamaları gerekir. Ama milletimizin mutlak çoğunluğu ve bütün Türk milliyet­ çileri, 12 Mart muhtırasının ve sıkıyönetim uygulama­ sının milletimizi büyük bir felaketten kurtardığına inanmakta, Türk Silahlı Kuvvetlerine teşekkür etmek­ tedirler. Demokrasi ilkelerinin zedelenmesi umurla­ rında bile değildir. Türk milliyetçilerini faşistlikle suç­ layan sorumlu siyasetçilerden hiç birisi, 12 Mart'ın karşısına çıkmamıştır. Tam tersine, 12 Mart sonrası hükumetlerinde görev almış, sorumluluğu paylaşmış­ lardır. Sıkıyönetim, her defasında, TBM Meclisinin verdiği oylarla uzatılmıştır. Yani, Türk milliyetçileri­ ni faşistlikle suçlayanların hepsi, ya demokrasinin bir ülkü olduğuna inanmayan kimselerdir, veya bağlan­ dıkları eri üstün değere korkaklıkları yüzünden iha­ net eden yüreksizlerdir ! .. Buraya kadar yazdıklarımızın değerlendirilmesin­ den çıkan sonuç şudur : Türk milliyetçilerini «Fa­ şizm»le suçlayan sorumlu siyasetçilerimiz ve diğer bazı yetkililer, «Faşizm» kelimesini, demokrasi ilke­ lerine mutlak şekilde bağlanmamak manasında kulla­ namazlar. Şu halde, soruyu tekrar edeceğiz : Çok sa­ yın suçlayıcılar, faşizm derken ne anlıyorlar, milliyet­ çilikle faşizm arasında nasıl bir ilgi kuruyorlar? «Di­ ğer yetkililer»in yanlış bir zannını gelecek yazımızda anlatacağız. Şimdi, sorumlu siyasetçilerimizin suçla­ malarındaki gerçek sebepleri açıklayacağız. Faşizm 2.74


suçlamasına katılan siyasetçilerimizin büyük çoğunlu­ ğu, milleti sevmek ve yükselmesi için çalışmak ma­ nasında değil, fakat bir dünya görüşü olarak milli­ yetçiliğin karşısındadırlar. Ama milliyetçilik özellLlc­ lc çağımızda, hiçbir siyasetçinin - iktidara gelinceye kadar komünistlerin bile - Juğrudan doğruya kötüle­ meğe cesaret edemeyeceği �iiyülü bir kelimedir. İşte bu yüzden, milliyetçi dünya görüşüne karşı olan si­ yasetçiler, ya <<Aşırı milliy.�tçilik» <<Demokratik milli­ yetçilik» gibi deyimlerin arkasına gizlenmiş, veya mil­ let çoğunluğunu rahatsız etmeyecek «Mahkumiyeti, kesinleşmiş» kelimeler aramışlardır. Faşizm bu keli­ melerden biridir. Oyun siyasetçilerimize yakışacak bir ustalıkla sahneye konur : Aslında suçlanan milliyetçi görüş ve davranışlardır. Kullanılan kelime faşizm ve­ ya diğer bir benzeridir. Sorumlu siyasetçilerimizin bir kısmı da temelde milliyetçidirler. Ama. bilgilerınin yetersizliğinden ötü­ rü, beyinleri yıkanmıştır, çevrelerinin dışında kalan milliyetçilere «Faşisb> damgasını vurmaktan sakınma­ mışlardır. Nihayet. sorumlu siyasetçilerin, «Faşizm» suçla­ masına katılan son bir bölümü vardır ki, Türk milli­ yetçilerini en fazla üzen bir kötü davranışın içinde­ dirler. Bu son bölüme girenler, temelde milliyetçi ol­ dukları gibi, bilgileri de yeterlidi1'. Milliyetçiler ara­ sında, kendilerinin anladığı manada, hiç bir faşistin bulunmadığını tesbit etmişlerdir. Yazık ki, ülkücülük­ leri yoktur. Siyasetteki hesapları ile inançları çatı�­ tığı vakit, siyaseti üstün tutarlar. Seçtikleri partile­ rin milliyetçi çevreler, özellikle gençler tarafından desteklenmemesinden gocunur, kendilerine de faşist diyenlerin milliyetçi çoğunluğu faşizmle suçlamasına katılırlar. Yalnız şahısların ve kuruluşların adını açık-


ça belirtmekten çekinirler ; yine de kimlerin kasde­ dildiğini herkes anlar. Zaten istedikleri de budur. Ümi­ dimiz, herşeye rağmen diğerlerinden ayrı gördüğümüz bu zümrenin, küçük dünyanm pis hesaplarına takıl­ maktan bir gün vazgeçecegidır. Hl

ÖNCEKİ yazıiarımızda Faşizm deyimine tanınan değişik manaları açıklamağa . Türk milliyetçilerini Fa­ şistlikle suçlamanın yanlış taraflarını belirtmeğe ça­ lışnııştık. Sonuç olarak : 1 Komünizme karşı çık­ mayı Faşizm sayan solculardan (her türlüsü dahil) 2 Demokrasiyi bir milletin varlık davasından bile yüce bir ülkü gibi görenlerden başka, hiç bir şahsın veya hiç bir zümrenin, öze llikle sorumlu siyasetçile­ rimizin ve diğer bazı yetkilılerin, Türk milliyetçile­ rini Faşizmle suçlayamayacağı gerçeği ortaya çık­ mıştı. -

-

Şimdi de şu soruya doğru bir cevap vermeyi de­ nemeye geçebiliriz : Zikrettiğımiz şahıs ve zümrelerin dışında kalan, yani solcu 0lmayan ve demok_rasinin milletten daha üstün bir değer taşıdığına inanmayan sorumlu siyasetçilerle yetkililer arasında, seçim hesap­ larının da ötesinde kalarak, Faşizm suçlamasına sa­ mimiyetle katılanlar yok mudur? Hemen cevap vere­ lim : Sayıları az olmakla birlikte, böyleleri vardır. İ­ kinci bir soru : Bu sınıfa giren suçlayıcıların daya­ nakları nelerdir, nasıl düşÜ!ıürler, milliyetçilerin fa­ l.)ist olduğu hükmüne hangi yı1llardan geçerek varırlar? Sorunun karşılığı, kısaca şöyledir : Türk milliyetçile­ ri tarafından paylaşılan baz1 görüşler ve titizlikle ko­ runan bazı değerler vardır ki, gerçek kaynakları bi­ linmediği veya unutulduğu için, Faşizmden alındığı 276


sanılmıştır. Sorumlu siyaset.('ilerimizin ve diğer bazı yetkililerin Faşizm suçlamasma katılmaları, sol ve di­ ğer beynelmilelci propagand�ların şartlandırılması ile siyaset oyunlarının payını ayırırsak, başlıca, devlet ve sınıf konularındakı milliyetçi anlayışın yanlış değer­ lendirilmesinden ileri gelmektedir.

1 DEVLETE BAGLILIK: Türk milliyetçileri, ı;ievletsiz bir milletin yaşayamayacağı ve korunama­ yacağına inanırlar. Devletin yıpranmasına, güçsüz bir duruma düşmesine hiç tahammül edemezler. Gerçek bir milliyetçi, devletini yönet enlerin haksız davranış­ larından zarar görse bile, devlete üstün bir değer verir, şerefine asla toz kondurmaz. Basit bir misalle yetinelim : Herhangi bir solcu veya milliyetçi olmayan bir kimse, bir zarar gördüğü vakit, yabancı bir ku­ ruma şikayette bulunur, hatta korunmasını ister. Hü­ küm giyen solcular, daima bunu yapmışlardır. Ama bir milliyetçi, devletinin işlerine bir yabancıyı asla karıştırmaz. Bir milliyetçi için, devletine hizmet et­ mek, kutsal bir görevdir. Faşizm de, bir bakıma, dev­ letin yüceltilmesi demektir. Faşist bir düzende dev­ letin çıkarları, diğer bütün şahıs, zümre ve sınıf çı­ karlarından üstün tutulur. Faşizmde cemiyetin bütün imkanları devletin emrine ve hizmetine verilir. So­ rumlu siyasetçilerimiz ve diğer bazı yetkililerimiz, Faşizmin bu özelliğini, üstelik kendi gayretleri ile de­ ğil başkalarından naklen öğrenince, aradaki benzer­ liğe aldanmış, devlet görüşümüzün Faşizmden alındı­ ğını sanmışlardır. Oysa Türk milliyetçileri, devletle­ rine bağlılık ilkesini, yabancı bir düzenden değil, ken­ di tarihlerinden almışlardır. Çünkü milletimiz, ilk çağ­ lardan itibaren, hiç sarsılmamış güçlü bir devlet ge­ leneğine sahiptir. Türk milleti, devletini yaşattığı sü­ rece mutluluk bulmuş, devletsiz kalınca boynu bükül-

2'17


müştür.

Yüzlerce yı1 , dJin-ü Devlet ve Millk-ü Mil­

let»in korunması uğrunda d5vüşmüş, milyonlarca şe­ hit vermişizdir. Devletimize saygı ve bağlılık duyma­ yı Benito Mussolini'den öğrE'nmeğe hiç mi hiç ihtiya­ cımız yoktur. Devletimizi yüceltmek hem milli gele­ neğimizin, hem dinimizin emridir. Arada mutlaka bir benzerlik aranacaksa, devlet

görüşü açısından Türk

milliyetçiliği Faşizme değil, Faşizm Türk

milliyetçi­

liğine benzer. Kaldı ki, derinliğine bir inceleme ya­ pılırsa, Faşizmin devlet anl::ı yışı ile milliyetçilerin an­ layışı arasındaki ayrılıklar da ortaya çıkar. Faşizmde millet, devletin hizmetindedir ve devlete karşı so­ rumludur. Türk milliyetçiliğine göre, temel değer mil­ lettir. Devlet, milletin maddi ve manevi değerlerini iç ve dış düşmanlara karşı en iyi şekilde koruyabil­ diği için ve koruduğu sürece yüce tutulur. Devlet, mil­ letinin hizmetindedir. Bilge

Kağan'ın,

1300 yıl önce

buyurduğu gibi, <l.Aç kalanı doyurmağa, çıplak olanı giydirmeğe» mecburdur ve devlet «Baba»dır.

2

-

SINIF

GÖRÜŞÜ :

Türk milliyetçileri,

sınıf

kavgalarının karşısındadırlar, milli şuuru her türlü sı­ nıf şuurundan üstün bilirler. Ancak böyle bir ifade sı­ nıfların varlığını reddetmek manasına gelmez. Sınıf­ lar, daha iyi yaşama imkanlarına kavuşmak için teş­ kilatlanma hakkına sahiptirler. Ancak hiç bir sınıf, istediğini elde edemeyince,

diğer bir sınıfla çatışa­

maz, dövüşemez. Türk milliyetçiliği, bir insanı men­ sup olduğu sınıfa göre değ il, millc>tine yaptığı hizme­ te göre değerlendirir. Faşist düzende

de, bilir:diği gibi,

sınıf

kavgası

reddedilir. Türk milliyetçilerine, sırf sınıf konusundaki benzerlikten ötürü Faşist diyenler, bir önceki bölüm­ de olduğu gibi, yanılmaktadırlar . Çünkü biz, sınıf kav­ galarına karşı çıkmayı Mu�solini'den veya Hitler'den 278


iiğrenmedik. Milletimiz, �:)1 sahnesine çıktığı gün den beri, sınıf çatışmalarından şiddetle kaçınmıştır. itiraf etmeliyiz ki, diğer sahalarda aynı akıllılığı gös­ teremedik. Mezhep kavgası y apmışızdır. Hanedan kav 1-(aları hiç bitmemiştır. Ama �ınıf kavgası yoktur. Şeyh Bedreddin ve çömezlerinin :syanında bile, mezhep ve hanedan mücadelesinin damgası vardır. Bu yazı serisini, diğer yazılarımız gibi, mutlak bir samimiyetle ve nasıl yorumlanacağına hiç aldır­ madan yazıyoruz. Bu itibarı.a, şu noktayı da işMet edelim : «Türk milliyetçileri, işçi ve köylüleri, orta sınıfı zenginlerden daha çok sevcr1er.» Fakat böyle olma­ sının sınıfçılıkla ilgisi yoktur. Sadece, işçi ve köylü­ lerle orta sınıf, milletimizin temel değerlerine zengin­ lere kıyasla daha çok bağlıdırlar, daha çok saygılı­ dırlar. Türk milliyetçilerini, sınıf mücadelesini reddettik­ leri için Faşist saymak, Türk tarihinin içtimai yapı­ sını hiç . kavrayamamak bi� tarafa, suçlamaya katı­ lan sorumlu siyasetçilerin ve diğer bazı yetkililerin tutumuna da aykırı düşer. Sonra, yalnız kapitalist sı­ nıfa dayanan devlet gibi, sınıf kavgalarına izin ve­ ren devlet de artık tarihe karışmıştır. İleri dediğimiz ülkeler, sınıf · mücadelesinin milli çıkarları zedeleme­ mesinin yolunu bulmuşlardır. Batı ve Amerikan de­ mokrasilerinde sınıf şuurunıın propagandasına imkan verilmesi, çok sağlam bir ·:>rta sınıfa duydukları gü­ venle birlikte, hayat seviyelerinin mücadeleyi hiç bir zaman kavgaya dönüştürmeyeceğini bilmeleri yüzün­ dendir. Milliyetçiler, Batı Ulkelerindeki şartların mil­ letimize uymadığını, belki de tarihi çok sevmeleri yü­ zünden, kesinlikle görmektedirler. Özetlersek, sınıf görüşümüzün Faşizmden alınmadığının, milletimizin ve şartlarımızın özelliklerinden doğduğunun anlaşılma2'19


sını istiyoruz. Vatanı seven bir Türk, milliyetçileri suçlayanlar da dahil, sınıf kavgasına ve sınıf şuurunun milli şuurdan üstün tutulmasına izin veremez, hem vermemiştir de ! Nihayet, Faşizmle suçlanmamıza yol açan ve İkin­ ci Dünya Harbi dönemine bağlanan yanlış bir zanna da kısaca dokunacağız Aşırı sol propagandanın yıka dığı beyinler, Türk milliyetçilerinin Faşist denilen ül­ kelere bağlı bulunduğunu, Faşizmin önderlerini be ­ nimsediğimizi sanmışlardır. Türk milliyetçileri, hangi düzen içinde bulunursa bulunsun, yabancı bir ülkeye bağlanmaz, başkalarının önderlerini asla benimsemez, sadece, inkara tenezzül etmeyiz, Alman - Rus savaşın­ da Almanların kazanmasını yf.ırekten istemişizdir. A.ma bu isteğin Faşizmle hiç bir münasebeti yoktu. Mille­ timizin ortak isteğini paylaşmıştık. O yılların Alman­ ya'sında Hitler'in iktidar ol:-:ıası, milliyetçilerin tutu­ muna hiç tesir etmemiştir. 1941 Almanyasının düze­ ni Nasyonal Sosyalizm yerine demokrasi olabilirdi, krallık olabilirdi, hatta komünizm bile olabilirdi, yi­ ne de milliyetçiler bakımından farketmezdi, Ruslar'ın yenilmesini isterdik. iV ÜLKÜ OCAKLAR! VE DEV - GENÇ

FİKİR ve inanç ayrılıklqrından doğan çatışmalar, özellikle 1968 yılından itibaren «kafa kafaya döğüş­ meb durumundan çıkmış, şiddetini gittikçe arttırarak önce yumruk yumruğa, sonra sopa· sopaya ve niha­ yet öldürücü silahlarla vuruşma faslı başlamış ; 12 Mart öncesine böyle gelinmiştir. İdeolojik bir hüvi­ yet taşıdığı artık kesinlikle �ilinen mücadelenin genç280


lik cephesindeki temsilcileri : Bir tarafta, Marksist Leninist ve Maoist Dev-Genç, diğer tarafta da Mil­ liyetçi Ülkü Ocakları idi. Sosyal Demokrasi Dernek­ leri ve öteki gençlik kuruluşları, destekçilerinin ih­ mal edilemez tesirlerine rağmen ağırlıklarını koya­ mamış, hep ikinci planda kalmışlardır. 12 Mart öncesinin iktidarı, kavganın gerçek ma­ nasını uzun bir süre anlamamış veya öyle görünmeyi tercih etmiştir. Sorumlu siyasetçilerimiz, iki tarafı da «Aşırı Uç» olarak nitelendirmeyi yeterli saymış, hatta çok defa tarafsız olduklarını öne sürerek, iki tarafı da suçlamışlardır. Resmi ifadelerde Dev-Genç için «Aşırı Solcu - İhtilalci sosyalist» deyimleri, Ülkü Ocakları için de «Aşırı Sağcı - Faşist» deyimleri açık­ ça kullanılmıştır. Diğer bazı yetkililerin bir kısmı da siyasetçilerin tasnifini benimsemiştir ! .. ·

Büyük yanlışlık, daha doğru bir söyleyişle, gerçe­ ğin siyaset oyunlarına kurban edilmesi, hareket nok­ tasının seçilmesindeki aykırılıkla başlıyor. Ülkü Ocak­ ları ile Dev-Genç'in hüviyetlerini tesbit konusunda değişik bir ölçü uygulanmıştır. Şöyle ki : Dev-Genç yö­ neticileri ve mensuplarının ihtilalci sosyalist veya Marksist-Leninist oldukları hükmüne, görüşlerinin in­ celenmesi ve eylemlerinin yorumlanması sonunda ulaşılmış değildir. Çünkü Dev-Genç'liler, yazılarında ve sözlerinde, başka bir yoruma imkan vermeyecek bir açıklıkla hem ihtilalci bır mücadele yürüttükleri­ ni, hem de Marksist-Lenini:ot olduklarını belirtmişler­ dir. Dev-Genç, benimseyip Cıağlandığı bir tutum için­ de değerlendirilmiş, hasımlarının münasip bulduğu bir damga ile değil, adını taşımaktan gurur duyduğu bir ideoloji ile suçlanmıştır. Hiç bir Dev-Gençli, ihti­ lalci sosyalistliği de, Marksist-Leninist-Maoistliği de reddetmemiştir. 281


Diğer taraftan, Ülkü Ocakları'na «Faşist» denir­ ken tamamen farklı bir ölçüye göre hüküm verilmiş­ tir. Nitekim Ülkü Ocakları 'nın yöneticileri ve bütün mensupları, Faşizmle suçlandıkları zaman, Faşizmle hiç bir ilgilerinin bulunmadığını, sadece Türk Milli­ yetçisi olduklarını anlatmaya çalışmışlardır. Böylece suçlayıcıların Ülkü Ocakları konusundaki hükümleri her türlü dayanaktan yoksun bulunan yorumlamalar­ dan ve bir takım genellemelere bağlanan yakıştırma­ lardan ibaret kalmıştır. 12 Mart öncesinin siyasetçi­ leri, ihtilalci sosyalist veya Marksist-Leninist olduğu­ nu kabul eden Dev-Genç'e inanmak, fakat faşizmi reddeden Ülkü Ocakları'na inanmamak gibi anlaşıl­ ması güç bir duruma düşmüşlerdir. Akla en yakın ih­ timal, aşırı solcuların açıkça ortaya çıktıklarını Fa­ şistlerin de gizlendiklerini rlüşünmüş olduklarıdır. Fa­ kat böyle bir düşünce temelinden yanlıştır. Eğer baş­ ka bir sebebi yoksa memleketin şartlarını bilmemek­ ten ve gençliği tanımamaktan ileri gelir. 1968 - 1971 arası bir kavga dönemidir. Silahlar ko­ nuşmuş ; ölenler çıkmıştır. Ölüme giden bir insan üs­ telik delikanlı ise, örtünmek ihtiyacını duymaz. Uğ­ runa can verdiği inançlarını asla gizlemez. İhtilalci sosyalizmle şartlanmış Dev-Genç'liler, «Yaşasın Mark­ sizm-Leninizm» diye nasıl bağırdılarsa, Ülkü Ocaklılar da eğer sahiden Faşist olsalardı, hiç şüphe edilmesin yü­ reklerinin bütün gücü ile, t1 Yaşasın Faşizm ! . . . » diye bağırmaktan asla çekinmezlerdi. Ama onlar yalnız «Yaşasın Milliyetçi Türkiye ! » diye haykırmış, vatan­ larının birliği ve milletlerinin varlığını sürdürmek için döğüşmüşlerdir. 12 Marttan sonra, gerçeği görmeye engel olan bu­ lutlar dağılmış, her şey kesinlikle ortaya çıkmıştır. Yeni iktidarın sorumlu siyasetçileri ve diğer bazı yet282


kililer, denge siyasetinden c..rtık vazgeçselerdi , Fa­ şizm suçlamasının yanlışlığını itiraf etmeseler bile, hiç değilse konuşamazlardı. Konuyu elbette uzatmaz, geçmişi seve seve unuturduk. Yazıktır ki Milliyetçi­ lerin, özellikle Ülkü Ocakları'na bağlı gençlerin, Fa­ şizmle suçlanması henüz bitmemiştir. Biz de iyi ni­ yetimizi belirtmek istiyoruz. Şimdi, son bir uyarmanın görev olduğuna inanarak, Ülkü Ocakları ile Dev-Genç arasında bir kıyaslama yapacağız. Kıyaslamanın so­ nunda Dev-Genç'in niye Marksist-Leninist olduğu ; Ül­ kü Ocakları'nın da niye Faşist olmadığı kendiliğin­ den meydana çıkacaktır. 1 Siyasetçilerin Dev-Genç hakkındaki suçlama­ ları boşlukta kalmamış, soruşturmalarla belgelenmiş­ tir. Duruşmalar sonunda h'J.kme bağlanmıştır. Dev Genç'in yüzlerce üyesi, «Marksist - Leninist ve Maoist bir düzen kurmak için silahlı eyleme girişmek» yü­ zünden hesaba çekilmişlerdir. Yüzlerce tutuklunun bir çoğu, kesin hüküm giymiş, bir kaç tanesi de asılmış­ tır. Bir noksanlık yoktur. Suç, suçlu, mahkum, hepsi tamamdır. Fakat Ülkü Ocakları hakkındaki «Faşizm:ı> suçlaması boşluğa asılı kalmıştır ve hala öylece sal­ lanmaktadır. Zira hiç bir Ulkü Ocaklı, «Faşist bir düzen kurmak için silahlı eyleme girişmek»ten suç­ lanmamış, soruşturmaya g:tmemiş, yargıç önüne çı­ karılıp, tutuklanmamış ve hfi�üm giymemiştir. Siyaset­ çilerimizin «Faşizm» suçlaması bir bakıma havayı dö­ ven yumruklara benzemiş, i1edefini bulamamıştır. Böy­ le bir sonuç ancak şu ihtimallere göre açıklanabilir : -

A

Yürürlükteki kanunlarımıza göre, Faşist bir düzen kurulmasını istemek suç değildir. Ülkü Ocak­ ları Faşisttir ama, Faşizm bir suç sayılmadığından yargılanmaları ve hüküm giymeleri imkansızdır ! So-

283


rumlu siyasetçilerimizin cevabı eğer böyle ise hiç şüpheleri olmasın ; özürleri kabahatlerinden daha bü­ yüktür. Çünkü kanunların suç saydığı bir görüşle suç saymadığı bir görüşü «Eşit derecede» tehlikeli ve za­ rarlı göstermek hiç kimsenin hakkı değildir. Bir hu­ kuk devletinde en azından kanunlara karşı saygısız­ lıktır. B - Sosyalist veya Fa)ist bir düzen kurulmasını istemek, zor kullanarak gerçekleşmesine kalkışılma­ dığı sürece, suç değildir. Anayasamızın tanıdığı temel haklardan biridir, fikir hürriyetinin gereğidir. Mark­ sist-Leninist Dev-Genç'liler, eyleme geçtiklerinden mahkfım olmuşlardır. Ülkü Ocaklılar da herhangi bir eyleme girişmediklerinden ceza almamışlardır. So­ rumlu siyasetçilerimizin açıklaması böyle olacaksa, yine haksızdır, yine yanlıştır. Fikir mücadelesinin ve­ receği zararla ihtilalci-silahlı mücadelenin vereceği zarar asla bir tutulamaz. Siyasetçinin kafasına veya hesabına ters düşen bir fikrin mensupları gerçekten faşist olsalar bile, Devletimizi yıkmak üzere uydur­ ma ordular kurmağa yeltenen bir eylemin mensup ları ile asla kıyaslanamaz !

C «Faşist bir düzen kurulmasını istemek suç­ tur. Fakat Türkiye'de böyle bir istekte bulunan kim­ se yoktur. Ancak bazı belirtilerden ötürü, Ülkü Ocak­ larında toplanan gençlerin faşist olduklarını sanıyo­ ruz ! » Faşizm suçlamasında direnen siyasetçinin man­ tığı bu ise, yine olmadı. Önce bilmekle sanmak ara­ sında büyük farklar vardır. Suçlu olduğu bilinenle, suçlu olacağı sanılanın aynı kefeye konması, değil çağımızın siyasetçisine, ünFj yargıç Bay «Karakuş»a bile yakışmaz. Ç - Faşizm suçlamasına katılanların son bir açık­ laması şöyle olabilir. «Türkiye'de faşizm vardır. Ülkü -

284


Ocakları da faşist bir gençlik kuruluşudur. Bunlar fa­ şist bir düzen kurmak için çalışmışlardır. Fakat bu hüviyetlerinden ötürü mahkemeye verilmemiş, hüküm giymemişlerdir. Çünkü memleketimizde zaten faşist bir yönetim vardır.» Bay E •evit hariç, sorumlu siya­ setçilerimizden ve diğer yetkililerden hiçbirinin böy­ le bir düşünceye katılamayrıcaklarına inanıyoruz. Ak­ si halde, yalnız Ülkü Ocaklarını değil, başta Silahlı Kuvvetlerimiz olmak üzere, 12 Mart'tan sonraki ikti­ darları suçlamak zorunda k 1lırlar. Ülkü Ocakları Dev­ Genç kıyaslamasının birinci bölümünü özetleyelim : Dev-Genç mensuplarının Marksist-Leninist oldukları ve inandıkları düzeni kurmak üzere silahlı eylemlere giriştikleri ; 1 Mahkemelerce doğrulanmış ve hük­ me bağlanmıştır. 2 Siyasetçilerden bazıları tara­ fından öne sürülmüştür. 3 Kendilerince de kabul edilmiştir. Ülkü Ocakları mensuplarının faşist olduk ları ise ; 1 Bazı siyasetç!Jer tarafından hiç bir de­ lil gösterilmeden öne sürülmüştür. 2 Mahkemeler böyle bir suçu doğrulamamı�. hiç bir Ülkü Ocaklı «Fa­ şizm»den ceza almamıştır. 3 Bütün Ülkü Ocaklı­ lar faşizmi reddetmiş, Türk milliyetçisi olduklarını belirtmişlerdir. -

-

-

-

-

-

v ÜLKÜ OCAKLAR!

-

DEV · GENÇ KIYASLAMASI

DEV - GENÇ'in Marksi.;;�-Leninist ve Maoist bir kuruluş olduğunu, buna karşılık Ülkü Ocakları'nın Türk milliyetçiliği dı şıP.da hiç bir ideolojiye itibar et­ mediğini gösteren � c;ık delillerden biri de, taraflarııı seçmiş bulunduğu hedf'fler ve dostlarıiır. Dev-Grnç" in hedefi 1971 1 2 Mart'ından sonra, bütün ayrıntılarıyla 285


ortaya konduğu gibi .. Türkiye Cumhuriyetini yıkmak­ tır. Ancak komür.ist ideolojısinin ustaları tarafından hazırlanan stratejiye uyularak, önceleri asıl hedef saklanmış ve asıl hedefle kendileri arasına giren, baş­ lıca engellerin ortadan kaldırılması için çalışılmıştır. Komünistlerin Türkiye Cumhuriyetini yıkma gayele­ rine karşı çıkan en şuurlu kitle Türk milliyetçileri idi. Üniversite ve Yüksek Okullardaki çatışmada da Dev­ Genç'in çekindiği, aradan çıkarmak istediği, yukarıda belirtilen sebepten ötürü Ülkü Ocaklı gençlerdi. Kav­ ganın Ülkü Ocakları ile Dev-Genç'liler arasında veril­ mesi, bir süre böyle devam etmesi, sorumlu siyaset­ çilerimizle, diğer bazı yetkilileri yanlış . bir düşünce­ ye sürüklemiş , 1971 Mart'ından önce, adı üstelik mil­ liyetçiye çıkmış bir İçişleri Bakanı «Komünistlerle fa­ şistler döğüşüyor, hükümetimiz de olayları ciddiyetle takip ediyor» gibi garip bir açıklamaya yeltenmişti. 12 Mart'tan sonra Dev- Genç'in hedefi kesinlikle bel­ li olmuştur. Ama buna rağmen, sorumlu siyasetçileri­ mizin zaman zaman aynı yanlış değerlendirmeye ka­ pıldıklarını görmekteyiz. Nitekim, kısa bir süre önce, kendisini yakından tanımamamıza rağmen, iyi niyetli bir vatansever olduğunu duyduğumuz ; profesör unvanlı bir bakan «Bir taraftan komandolar silahlanıyor, di­ ğer taraftan ihtilalci sosyali5tler devleti yıkma hazır­ lıklarını sürdürüyorlardı» demekten kendini alamamıştı. Yeri gelmişken , olayların başlangıcından beri sık sık duyulan ve hfıla bitmeyen, çürük temellere dayan­ dığı mutlak bir kesinlikle ortaya konmasına rağmen, hatta bazı vatandaşlar tarafından bile doğru zanne­ dilen bir izah tarzını bir kere daha yıkalım : Deniyor ki : Eğer Ülkü Ocaklılar ;cavgaya katılmasa, silahlı mücadeleye aynı şekilde karşılık vermeselerdi, Dev­ Genç 'liler de kendilerini korumak zorunda kalmaya286


cak, olaylar böylesine tehlikeli bir safhaya gelmeye­ cekti. Bu izahı benimseyenler, eğer sosyalist beyin yıkamanın kurbanlarından değillerse, cahil kimseler­ dir. Çünkü Dev-Genç'liler gerek yazıları ve sözlerin­ de, gerekse sıkıyönetim mahkemelerindeki duruşmala­ rı sırasındaki ifadelerinde gerçek hedeflerinin ne ol­ duğunu, hiç çekinmeden belirtmişlerdir. Adı geçen ya­ zılarla sözler ve ifadeler incelenirse, Dev-Genç'in Ül­ kü Ocakları'na karşı değil, Türk Devleti'ne karşı sa­ vaş açtığı ve asıl hedefin «Kapitalist düzen»in yıkıl­ ması olduğu görülecektir. Böylece Ülkü Ocakları, hiç kurulmamış bulunsa ve üniversitelerde önlerine hiç bir engel çıkmasa bile, «silahlı mücadele»ye karar verildiği meydandadır. Bu clurumd.a , hatanın bir kıs­ mını Ülkü Ocakları'nın sırtına yükleme gayreti, gaf­ letten ileri gelmiyorsa, asla bağışlanmayacak bir iha­ nettir. Bu konuda gerçeğe en yakın görüş, Ülkü Ocak­ ları'nın temel hedef olarak değil, sadece ilk hedef olarak seçildiğidir. Böyle olması da gayet tabiidir. Çünkü Ülkü Ocakları, sorumlu siyasetçilerimizle bir kısım yetkililerden bazılarının hala kavrayamadığı bir durumu, ihtilalci sosyalistlerin vatanımızın bütünlüğü­ ne ve milletimizin birliğine kastettiklerini, ta başlan­ gıçtan beri biliyordu. Mücarleleye bu yüzden girdiler, bu yüzden döğüştüler, bu yüzden şehit verdiler. Ga­ liba, memleketimize has bir acayiplik sayılmalı ki, yetkili ve sorumlulardan önce tehlikeyi görüp, soyla­ rına vergi bir yiğitlikle karşısına dikilen bu çocukla­ ra teşekkür edileceği yerde, suçlu imişler gibi dav­ ranılıyor. . . Olsun, Türk Tarihi'nin sevgisi, milletimi­ zin şefkati daima onların üzerinde ka�acaktır. Marksist-Leninist ve Maoist bir kuruluş olan Dev­ Genç, beynelmilel komünist stratejisine uyarak, ön­ ce milliyetçileri, sonra da önlerine çıkan kuruluş ve 287


şahısları hedef almıştır. Ülkü Ocakları'ndan sonraki ilk hedef Güvenlik Kuvvetleri oldu : Görevini yapan şerefli Türk polisine, duyanların yüzünü kızartacak en çirkin kelimelerle sövdüler, taşladılar. Hunharca dövdüler, nihayet Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde­ ki çatışmada Türk eri Mevlüt Meriç'i şehit ettiler. Dikkatlerden kaçan önemli nokta şudur : Dev-Genç'liler sıkıyönetimden önce, sadece poiis düşmanı imiş gibi görünmeyi, Türk Ordusu'na sanki dostmuşlar zannını uyandırmayı tercih etmişlerdır. Fakat sıkıyönetim fo­ yalarını açığa çıkarmış, «Takke düşmüş, kel görün­ müştür.» 16 Haziran, Orta Doğu ve Hacettepe olay­ larında bütün dünyada olduğu gibi Türkiyemizde de, ordunun komünistler için en tehlikeli bir düşman sa­ yıldığı anlaşılmıştır. Nihayet, Jandarma Genel Ko­ mutanı Orgeneral Kemalettin Eken'e sıkılan kurşun­ lar bu düşmanlığın son örneğidir : Komünist ihtilalinin öncüsü Lenin, ünlü bir konuş­ masında «Bizim dostumuz 0lmayan herkes, düşmanı­ mızdır,» demişti. Leninist De•r-Genç de bu görüşün tem­ silcisidir. Yalnız, strateji icabı önce kendileriyle mü­ cadele edenler tı�mizlenecek sonra da «tarafsız»lara sıra gelecekti. Özetlersek, Dev-Genç 'in hedefi : Tür­ kiye Devleti'nin bütün kuruluşları ve milletimizin var­ lığını korumaya çalışan bütim şahıslardır. Ülkü Ocakları'nın hedeflerine gelince : Milliyetçi Türk Gençleri hedef olarak, fikri manada değil, ge­ rektiği vakit, kendileri ile döğüşülecek hedef olarak sadec.e miletimizin düşman1arını seçmişlerdir. Bugü­ nün ölçülerine göre de, düşman komünistlerden iba­ ret görülmüştür. Ülkü Ocaklılar, sorumlu siya setçiler­ den bazılarının emirlerine lıymak zorunda kaldıkları için, kendilerine zaman zaman çok haşin davranma288


sına rağmen, Türk polisine daima saygılı davranmış­ lardır. Hatta öyle olaylar vardır ki : Dev-Genç men­ supları polisimize sövdükleri vakit, karşılarında Ülkü Ocaklı gençleri bulmuş, ağızlarının paylarını da al­ mışlardır. Hele Türk Ordusu Ülkü Ocaklılar için ade­ ta bir sevgilidir. Gerçeğe tam bağlı kalmaya çalıştı­ ğımız bu yazı serisinde, şun;,ı da açıkça belirtelim. Ül­ kü Ocakları'ndaki ordu sevgisi, sosyalist propaganda­ nın da tesiri ile iyi anlaşılamamış ve değerlendirile­ memiştir. Türkiye'mizin son buhranlı döneminde, bu cihetin değerlendirilememesi bir hatftdır ve mücade­ lenin kazanılması geciktiril'lliştir. Dahası var : 12 Mart öncesi iktidarları gibi, 12 Mart sonrası iktidarları da thkü Ocaklıların ölçüleri­ ne uygun bir hüviyette değil.dir. Ama milliyetçi Türk gençleri, benimsemedikleri Jıükümetleri kuvvet kulla­ narak yıkmak düşüncesine kapılmamış, iktidarları ge­ çici saymış, devletimizin kıyamete değin yaşamasına inanmıştır. Konu, alabildiğine uzatılabilir. Fakat sonuç değiş­ mez : Dev-Genç'in, hedefi devlettir, devleti koruyan güçlerdir. Ülkü Ocaklıların ise devletin düşmanlarıdır, Dev-Genç'tir, diğer komünist kuruluş ve şahıslardır. Büyük Türk Ülkücüsü Nihal Atsız beğin, bir yazısının sonundaki bir cümleyi hatır�amaktan kendimizi alama­ yacağız : Baht utansın ! Evet, tesadüflerin devlet ada­ mı ünvanı kazandırdığı bazı kimselerin, Devletin düş­ manları ile dostlarını aynı terazinin kefesine koydu­ ğunu, dostla düşmanı aynı derecede <<tehlikeli» say­ dığını gördükçe, «Baht Utansın ! » demekten gayrı eli­ mizden ne gelir. Burada hem bir hakkın teslimi, hem de Devlet Başkanımızın, milli şuura kuvvetle sahip olduğunu göstermesi bakımından, geçmiş bir olayı anı­ yoruz. CHP'nin sabık Genel Başkanı İsmet İnönü ; 289


Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile yaptığı bir goruşme­ de, Ülkü Ocaklarının da yaptığı zararlardan bahse­ dince, «Onlar vatdnsever gençlerdir, komünizme karşı mücadele ediyorlar )) cevabını almıştı. Sorumlu siyasetçilerimizle, diğer bazı yetkililerden bir kısmının, sayın Cumhurbaşkanımızdaki anlayış ve şuurdan hala uzak kaldığırıı görmek cidden üzüntü vericidir.

VI MARKSISRERIN VE MiLLiYETÇiLERiN BAÔLI OLDUÔU DEOERLER

3 Ülkü Ocakları ile Dev-Genç kıyaslamasnnın biİ:- önceki bölümünde tarafların durumunu «Hedef­ ler» bakımından incelemiştik. Şimdi de kimlere dost olduklarını, kimlere bağlanıp güvendiklerini ele ala­ cak, gerçek hüviyetlerinin kesinlikle belirmesine böy­ lece yardım edeceğiz. -

A Bütün komünistle".'İn, hangi ülkede yaşar­ larsa yaşasınlar ve özellikle II. Dünya S�vaşından sonra ortaya çıkan bölünmelerde hangi tarafı tutarlar­ sa tutsunlar, dokunulmaz bildikleri, her sözünü emir saydıkları üç isim vardır : «Marks, Engels, Lenin ! » Öy­ le ki, dünyanın çeşitli memleketlerindeki komünistler arasında, görüş ayrılıkları veya menfaat zıtlaşmaların­ dan ötürü, şiddetli münakaşalara girişildiği çok görül­ müştür. Fakat hiç bir komünist Marks, Engels ve Lenin'i beğenmemeğe cesaret edememiştir. Hruşçov, Stalin'i, Mao, Brejnev'i kötiileyebilir. Ancak onlar ve diğeri, Marks, Engels ve Lenin'den ayrılmamış gö­ rünmeğe, suçlamalarını bile ustalarının fikirlerine dayandırmağa daima mecbur kalmışlardır. Dev-Genç -

290


ı ııensupları, Türkiyeli komü-ıistlerin birçoğunu en ağıı i fadelerle suçlamaktan çekinmemişlerdi. Hatta kendi a ralarında kıyasıya dövüşmeğe kadar varan çatışma­ lar görülmüştür. Fakat Marks, Engels ve Lenin aley­ hinde tek bir söz söylenmemiş, tek bir cümle yazıl­ mamıştır. Komünistler gençliğin, Marks, Engels ve Lenin'in lıütün kitaplarını okuyup tam olarak öğrenecek bir )ckilde eğitilmesi:-ıi isterler. Dev-Genç yöneticileri de, i'ıyelerini çok sıkı bir Mark->ist-Leninist eğitimden ge­ ı;i rmi.�, başlıca kitapları «Ders çalışır gibi» okumağa ınecbur etmişlerdir. Yayın!adıkları kitaplarda, bro­ o,ürlerde, bildirilerde ; açık oturum ve forumlardaki konuşmalarında, miting, boykot ve işgaller sırasında kullanılan sloganlarda, düzenledikleri· seminer prog­ ramlarında hükmümüzü doğrulayan sayısız belgeler vardır. Yine Dev-Genç, bütün üyelerine, Marks, En­ ı�cls ve Lenin'i - özellikle Lenin'i - yalnız kitapları ile değil, hayatları ile de öğretmeğe çalışmış ; bilmeyen­ leri kınamış, suçlamıştır . Lı:min'in yüzüncü doğum yıl­ dönümünde anma törenleri düzenlenmiş dergiler, «Ö­ zel sayılar» çıkarmışlardır. Evlerinde, öğrenci yurtla­ rındaki odalarında Maıks, Engels ve Lenin'in fotoğ­ rafları hep baş köşe:lere asılmıştır. Ayrıca, Dev­ Genç'in yönetimi, hele son 'lylarda tamamen Mao'cu­ ların eline geçtiğinden, Mao Tse Tung da üç dokunul­ ınazın arasına katılmıştır. ç;nli lider'in her sözü ade­ ta ezberlenmiş, büyük boy f0toğrafları duvarlara asıl­ mış, küçükleri cüzdanların arasında saklanmıştır. Mao rozetleri bastırılmış, hatta, «kurtarılmış bölgelerde ! » yakalara bile takılmıştır ! Gelelim Ülkü Ocaklarına : Faşistlikle suçlanan 01.­ kü Ocakları, acaba Faşizmin büyüklerinden hangile­ rine bağlıdırlar? Mussolini'� e mi, Hitler'e mi, yoksa 291


Franco'ya mı? Öyle ya, nas ı l komünizmin dokunulmaz saydığı büyükler varsa, elbette Faşizmin de büyükleri vardır. Dev-Gençliler, komtinızmin büyüklerine nasıl bağlanmışlarsa, lJlkü Ocaklı gençlerin de, Faşizmle suçlanmalarında en küçük bir ciddiyet payı bulunduğu takdirde, ideolojilerinin büy�klerine öylece bağlanma­ ları gerekir. Faşizmin düny:ı ölçüsündeki isimleri de, pek ilgilenmediğimiz için yanılmamız mümkündür ama yine de galiba Hitler'dir, Mussolini'dir ve Franco'dur. Faşizm suçlamasına katılan1ardan rica ediyoruz : Ül­ kü Ocaklarının yayınlarına taksınlar, bildirilerini oku­ sunlar, konuşmalarını öğren�mler. Hitler'le, Mussolini ile, Franco ile bir ilgi kuralJıiirlerse ; Bitler için yazıl­ mış bir övgü, Mussolini için yakılmış bir ağıt, Fran­ co'dan alınmış bir emi:- buludarsa, suçlamalarına biz de katılacağız. Ama bulamazlarsa, şu <<Yılan hikaye­ sini» artık bitirsinler, bir denge siyaseti uğruna mem­ leketin en temiz gençlerini harcamağa yeltenmesin­ ler ! Ülkü Ocaklı gençler kime bağlıdır, kimi sever? Onlar, yalnız ve yalnız Oğ•tz Han'dan Atatürk'e ka­ dar hizmet etmiş büyükleri'1i severler. Faşizmin bü­ yüklerini tanımaziar bile. Bilge Kağan'a bağlanmanın, Yavuz Sultan Selim'le övürımenin faşistlik olduğunu düşünenler varsa, tabii verilecek bir cevabımız yok­ tur. Dev-Genç'liler, doğum ve ölüm yıldönümlerinde anma törenleri düzenlemişlerdir ; Lenin için, Marks için, Ho Şi Minh için, Guavera için ! Ülkü Ocaklılar da anma törenleri düzenlemişlerdir. Ama Bitler için değil, Mussolini için değil, Alparslan için. Ülkü Ocak­ lı gençler, Hitler ve Mussolini'nin ne zaman ve nasıl öldüğünü öğrenmek ihtiyacını hiç duymadılar. Dev­ Gençlilerin en çok beğendikleri ve herkese öğretmek istedikleri cümle Marks ve Engels'ten alınmıştır : «Bü292


tün Dünya İşçileri Birleşiniz ! » Ama Ülkü Ocaklıların en çok beğendikleri ve herkese öğretmek istedikleri cümle, Hitler'den değil, Bilge Kağan'dan alınmıştır : «Ey Türk, Titre ve Kendine Dön ! » Dev-Genç'lilerin yakalarında Orak-Çekiç veya Mao rozetleri vardır. Ülkü Ocaklı gençlerin yakalarını Ay-Yıldızlı Bayra­ ğımız veya Bozkurt rozetleri süsler ; Gainalı Haç de­ ğil ! Dünyanın bütün komünistleri Maksim Gorki'yi ta­ nırlar. Hem eylemcidir, hem de romancı ve hikayeci. Dev-Gençliler de Gorki'yi tanır, eserlerini okur, ha­ yatını bilirler. Faşizmin de hem eylemci, hem de ede­ biyatçı ünlü bir kişisi vardır : G. D'Anancio ! Fiyume şehrini Faşistler hesabına işgal etmiştir. Romanlar, hikayeler, şiirler yazmıştır. Ama Faşistlikle suçlanau Ülkü Ocaklı gençlerin hemen hiç birisi böyle bir 3.da­ mm yaşadığından bile haberdar değildir ! Komünistle­ rin romancısı Şolohov'dur, İlya Ehrenburg'tur, Kazan­ cakis'dir. Dev-Genç'lilerin okuyup okuttukları roman­ cılar da aynı kimselerdir. Sadece, Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Fakir Baykurt gibi Türk va­ tandaşı romancılar da sıray:ı girmiştir. Ülkü Ocaklı Gençlerin romancısı ne Almanya'dan, ne de İspanya'­ dan seçilmiştir. Milliyetçi Türk gençlerinin romancısı Peyami Safa'dır, Nihal Atsız'dır, Cengiz Dağcı'dır, l·�mine Işınsu'dur. Komünistlerin şairi Mayakovski'­ d ir, Arogon'dur, Neruda'dır, N. Hikmet'tir. Faşistle­ rin de, hiç şüphesiz şairleri vardır, fakat emin olu­ nuz, Milliyetçilerin okumuşl.ırından sayıldığım halde, lıir tanesinin_ bile adını hatırlamıyorum. Ülkü Ocaklı �cnçlerin şairi Yahya Kemai"dir, Arif Nihat Asya'dır, Mehmet Akif'dir, M. Emin Yurdakul'dur. Dev-Genç­ liler, dünya komünizminin bütün değerlerini paylaş­ rn ışlardır ; çünkü, kendi ifadeleri ile, Marksist-Leninist 293


ve Maoisttirler. Ülkü Ocaklılar, Faşizmin değerlerini öğrenmeğe hiç tenezzül etmemişlerdir . O kadar ki, ça­ ğımızın en güçlü romancılarından K. Hamsun'un Fa­ şist eğilimli sayılmasını bile bu yazımı okuyunca öğ­ reneceklerdir. Neden böyle? Bir taraf çok okuduğu, diğer taraf okumayı sevmediği için mi? Asla. Duru­ mun açıklanması gayet kolaydır, Komünistler, en az elli yıldan beri, Dünya Komünistlerinin eserlerini be­ nimsemiş, Türkiye'de de tanıtıp yaymağa çalışmış, kendilerine bağlı gençlere de, öğretip sevdirmişlerdir. Türk Milliyetçileri de, Faşizme hiç bir zaman ilgi duy­ madıkları için, bu ideolojiyi tutan eserleri hem ken­ dileri tanımamış, hem de genç Milliyetçilere tanıtma­ mışlardır. Dev-Gençliler'e komünist denmesi, Türkiye'deki tutumlarını bir an hiç hesaba katmasak bile, dünya komünizmine ve komünizmin her sahadaki değerleri­ ne bağlılıklarından ötürü, haklı bir tesbittir. Fakat, Faşizme bağlılık şöyle dursun, başlıca görüşleri bil­ meyen, sayılı değerlerini tanımayan, sevme güçlerini Türklük'le sınırlandırmış Ülkü Ocaklı gençlere Faşist demek acaba nasıl bir tesbi.ttir? Umarız ki, sorumlu siyasetçiler ve diğer bazı yetkililer, Faşizm suçlama­ sının en ufak bir dayanaktan yoksun kaldığını göre­ ceklerdir. Yine de göremezlerse, Fındıkoğlu hocamı­ zın bir sözünü, biraz kibarlaştırarak, tekrarlamakla yetineceğiz : Anlayamıyorlar, yahut Allah ıslah etsin !

294


I RKÇILIK SUÇLAMASI TÜRK Milliyetçilerinin ırkçılıkla suçlanması, Fa­ şizm suçlamasından daha eskidir, il. ci Meşrutiyet yıl­ larına kadar iner. Zamanımızdaki durumu daha iyi ay­ dınlatmak için ırkçılık suçlamasının nasıl ortaya çık­ tı�ı ve kimler .i.çin kullanıldığını hatırlamakta fay­ da görmekteyiz. II. Meşrutiyet döneminde, bilindiği gibi başlıca 3 siyasi akını mevcuttur : 1 Türkçülük, 2 İslamcı­ lık, 3 Osmanlıcılık. Osmanlıcılar, imparatorluğun parçalanmasını önlemek yönünden, en iyi çarenin, din ve milliyet farkı gözetmeden imparatorluk sınırları , içinde yaşayan bütün vatandaşların eşit tutulması ol­ duğunu öne sürüyorlardı. Osmanlıcıların düşüncesine göre, belli bir milletin ve belli bir dine mensup olan­ ların diğerlerine tercih edilmesi imparatorluğun dağı­ lışını hızlandırmaktaP. başka hiç bir işe yaramaz. Os­ manlıcılık fikri, o zamanın şartlarına aykırı düşmek­ t e idi. Cemiyet içinde dayanağJ , taraftarı, savunucu­ su bu görüşü ortaya atan iıç-beş kişiden ve bazı dev­ let adamlarından ibaretti. Türklük ve Müslümanlıkh. ilgisi bulunmayan Hıristiyan topluluklar, özellikle Bal­ kan milletleri, olanca güçleri ile İmparatorluğun yıkıl-

-

-

295


masına çalışıyor, milletlerinin bağımsızlığını elde et­ meye uğraşıyor, başta Rus çarlığı olmak üzere bü­ yük devletler tarafından destekleniyorlardı. Fakat da­ ha çok batı medeniyetinin hayranlarıyla, o çağda ye­ ni bir fikir sayılan materyalistlerin birleşmesinden meydana gelen «Üsmanlıcı>>lar, yegane kurtarıcı fik­ rin kendi görüşleri olduğunu savunmaktaydılar. Hiç bir zaman da vazgeçmediler. «Osmanlılık ideali>>nin temelsiz ve gülün� tarafları onları uyarmağa yetmedi. Hatta «Meclis-i Meb'usan» üyelerinden Boşe'nin «Os­ manlı Bankası ne kadar Osmanlı ise, ben de ancak o kadar Osmanlıyım» diyerek açıkça alay etmesi bile gerçeği kavramalarını sağlayamadı. Bir üçlü ittifa­ kın, Türk-Müslüman-Hıristiyan teba arasında birlik ve bP.rı:ıherlik kurup İmparatorluğu böylece yaşatma ha­ yalinin peşine düşen «Osmanlıcı»lar, yine aynı devir­ de hızla gelişen Türk milliyetçiliği fikrine şiddetle cep­ he almııılardır. Milliyetçilere saldıran Osmanlıcılar, Türklük fikri etrafında toplanıldığı takdirde Türk ol­ mayan toplulukların da kendi milli şuurlarına kapıla­ caklarını, ayrı bir devlet olmanın yolunu arayacakla­ rını ve imparatorluğun çökeceğini iddia etmişlerdir. O çağın münakaşalarında milletle ırk arasında, fark gözetilmemiş, milliyetçiliğe bazen ırkçı, bazen de «Kavmiyetçi» denilerek hücum edilmiştir. Osmanlıcı­ ların başlıca gafleti (hainleri bir tarafa bırakırsak) şu idi : Türklükten bahsedildiği takdirde diğer toplu­ luklardaki milli şuurun ve bağımsızlık isteklerinin uya­ nacağını öne sürerken, özellikle Balkan milletlerinde Fransız lhtilalinin tesirleri ve Çarlık Rusyası'nın de­ vamlı kışkırtmasıyla uyanmasından korkulan milli şu­ urun çoktan uyandığını ve bağımsız devlet kurmak is­ teklerinin fikir olmaktan çıkıp, silahlı mücadele yo­ luyla gerçekleştirilmesine gayret edildiğini unutmuş­ lardır. 296


Yine Meşrutiyet yıllarının önemli fikir cereyanla­ rından «İslamcılık» Osmanlıcılığın üçlü ittifak görüşü­ ne katılmı:;or, bunun yerine ikili bir ittifak teklif edi­ yor, Ümmet fikri etrafında birleşilmesini istiyordu. İslamcılara göre, Hıristiyan unsurların İmparatorluk hesabına kazanılması mümkün değildi. Fakat hangi millete mensup olurlarsa olsunlar, bütün Müslüman­ lar'ı <illin Kardeşliği» etrafında birleştirmek, ümmet ülküsüne dayanarak İmparatorluğun parçalanmaması­ nı sağlamak im.ıdını vardı. Meşrutiyet çağının ümmetçileri millet şuurunun uyanmasını, ümmet birliği nesabına tehlikeli saydık­ larından, Türk milliyetçiliğine cephe almışlardır. İs­ lamcılar da Osmanlıcılar gibi bu münakaşalar sıra­ sında ırkla milleti pek ayırmamış , milliyetçiliğin de ırkçılık kadar zararlı olacağını düşünmüş, kimi zaman milliyetçileri ırkçılıkla, kimi zaman da kavmiyetçilik­ le suçlamışlardır. Ahmet Naim Efendi ile Ziya Gö­ kalp arasındaki münakaşalarda en fazla kavmiyet ko­ nusu üzerinde durulmu� ve bu kelime ile ırkçılıkla milliyetçilik eşit manada kullanılmıştır. Cumhuriyet S•_.nr'.'ls111da, bilhassa günL.müz bakı­ nıından dikkat edilmesi gereken husus şudur : Meş­ rutiyet döneminin Osmanlıcıları ve İslamcılar milli­ yetçileri suçlarken millet ve milliyet fikirlerini de red­ detmişlerdir. Fakat Cumhuriyet sonrası suçlamaların­ da millet fikri ve milliyetçilik benimsenirken, milli­ yetçileri suçlamak gibi bir garabete düşülmüştür. Meşrutiyet İslamcılarının bir kısmı, İmparatorlu­ ğu yaşatmak için ümmet birliği ülküsüne sarılırken, gerçekten samimi idiler. Nitekim o yılların İslamcı­ larından Mehmet Akif, Balkan ve Birinci Cihan Sa­ vaşı felaketlerini gördükten sonra ümmet hayaline ve297


da etmiş, Türk milliyetçiliğine dönmüş, İstiklal Mar­ şı'nda «Irkım» sözünü açıkça kullanmış, bütün Türk milliyetçilerinin benimsediği bir insan haline gelmiş­ tir . Islamcı görüşün hatası şöyle özetlenebiliı : Üm­ met birliği idealini, yanlışlığı ve doğruluğuylc:ı. müm­ kün olup olmadığını, münakaşası bir tarafa, reddeden ve sadece Türklüğün ele alınmasını isteyen Türk mil­ liyetçileri değildir. Bizden ayrı bir millete mensup ol­ ma şuuru önce «din kardeşlerimiz»de uyanmış, İmpa­ ratorluktan kopup, bağımsız devletler kurma isteği on­ lardan gelmiştir . Balkanlar'da Arnavutların, Ortado­ ğu'da Arapların belgelenmiş ihanetleri hükmümüzün açık örnekleridir. Türkçülük ülküsü, teba ' ve din birliğinin yalnız başına artık önem taşımadığını, millet birliğinin di­ ğer bütün değerlerin üstüne çıkarıldığını görmekten, yaşamaktan ve denemekten doğmuştur. Balkanlar'da Rusların, Ortadoğu'da İngilizlerin kışkırtmaları elbet­ te gerçektir ama, hem Hıristiyan vatandaşların, hem de din kardeşlerimizin bizimle «tek bir devlet» ola­ rak yaşamayı istemedikleri, ayrılmak için İmparator­ luğun en azılı düşmanları ile işbirliği yaptıkları da bir gerçektir. İşte Türkçülük böyle bir gerçeğin, baş­ ka hiç bir çare kalmamasının ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. İmparatorluğumuzun yıkılmasından sonra, milli bir devlet kurulunca, gerek Hıristiyan vatandaşların, gerekse din kard�şlerimizin gücenmemesi için Osman­ lılık ve İslamcılık gibi tedbirle:r almaya Türklüğümü · zü ve Türkçülüğümüzü saklamaya ihtiyaç kalmamış­ tır. 1944 yılına gelinceye değin - Türk milliyetçileri­ nin - komünistler ve diğer beynelmilelci fikirlere men298


sup olanlar bir yana - vatandaşlar, hele devletin yet­ kili temsilcileri wrafından suçlandığını görmemekte­ yiz . Cumhuriyetimizin Atatürk dönemi - bazı husus­ ların ayrıca münakaşa edilmesi gerekmekle birlikte hiç değilse şekil bakımından milliyetçiliğin benimsen eliği dönemdir. Ancak 1944 yılında, zamanın Cumhur­ başkanı başta olmak üzere, devletin yetkili temsilci­ leri Türk milliyetçilerini suçlamış ve başlıca gerek­ çe halinde «lrkçllık» öne sürülmüştür. 1944 yılından günümüze kadar geçen dönemde, sorumlu siyasetçile­ rimizin ve bazı devlet yetkililerinin bu suçlamayı sür­ dürdükleri, Türk milliyetçilerine zaman zaman, diğer kara damgaların yanında «ırkçı» damgasını da vur­ dukları bilinmektedir. -

Milliyetçilerin ırkçılıkla suçlanması haklı bir tu­ tum mudur? Konuya kesin bir açıklık verebilmek yö­ nünden ırk-millet, ırkçılık - milliyetçilik münasebetle­ rini incelemek şarttır. Biz önce ırkçılığın ve ırkın ma­ nası, milliyetçilikle ırkçılığın münasebetleri üzerinde duracağız. il ANTROPOLOJiK

MANADA

IRK

IRK kelimesinin aslı arapçadır. Başlıc.a ; kök. asıl, cins manalarına gelir. Batı dillerindeki karşılığı <<Ra­ ce»dır. Irk sözü, daha çok, bir antropoloji terimi ·ılarak kullanılmış tır. Canlı va rlıkların, beden yapılarındaki özellikler bakımından, kabul edilmiş bir ortak ölçü­ ye göre tasnif edilmeleri ile ilgilenir. Aynı sınıfa da­ hil sayılan bir h:cı yvanın çeşitli cinslerini, mesela kö pekleri dfü:ünelim : Bütün köpekler, bedenlerini mey 299


dana getiren uzuvların pek çoğu yönünden birbirle­ rine benzerler ; fakat ayrıldıkları noktalar da vardır. Çoban köpeği ile Fino'yu kıyaslarsak, boy, ağırlık ve diğer bazı uzuvları ile dış görünüşü bakımından, bir­ birlerinden çok farklı olduklarını görürüz. İşte bu farka ırk diyoruz. İnsan toplulukları arasında da, dış görünüşlerir.in çeşitli yönleri açısından, az-çok fark· lar vardır ; birbirlerinden değişik tarafları, hemen ilk bakışta göze çarpar . Ancak, Antropoloji bilginl�rinin çoğunluğu tarafından benimsenmiş bir fikre göre, in­ san ırkları arasındaki farklar, hayvanlardakinden çok daha azdır. Aslında, böyle olduğunu anlamak iç-in de­ rin bir incelemeye zaten ihtiyaç yoktur ; basit bir göz­ lem ve az bir bilgi yeterlidir. Altmış santim uzunluğunda yılanlar vardır ; buna karşılık otuz metre, yani ilkinden elli misli daha uzun yılanlar da vardır. Ama, insan ırkları içinden en kı­ sa boylu olanlarının 150 santim olduklarını düşünsek. elli misli bir yana, sadece beş misli, yani 750 santim uzunluğunda bir insan ırkının bulunmadığını biliyoruz. Yine de, bütün çağlarda, fiziki özellikler bakımından diğerlerinden ayrılan ve birbirlerine benzeyen insan zümrelerinin, başka bir söyleyişle, ırkların mevcut ol­ duğu da bir gerçektir. Bu konuda, ayrı bir inceleme yapmağa v e kendimize göre hükümler vermeğe hem imkanlarımız, hem de ehliyetimiz elverişli olmadığın­ dan, büyük Türk bilgini ve Milliyetçisi nıerhum Sad­ ri Maksudi Arsal'ın «Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları» adındaki kitabından kısa bir özet vermekle yetineceğiz : «İlk antropologlar, insan ırklarını tasnif için cild­ lerin rengini kabul etmişlerdi. Bu bakımdan insanları üç veya dört zümreye taksim etmişlerdi : 1 Beyaz ırk (Avrupalılar) , 2 Sarı ırk (Asyalılar) , 3 Si-

-

300

-


yalı ırk (Afrikalılar) , 4 - Kırmızı ırk (Yerli Ameri­ kalılar) . Fakat ırkları tasnif için kıstas olarak kabul edilen cild renginin esaslı ve kafi bir kıstas olmadığı görülmüştür. Çünkü, mesela cildleri siyah olan Afri­ ka zencileri arasında fiziki hususiyetleri bakımından birbirinden farklı zümreler mevcut olduğu gibi, be­ yaz insanlar arasında da birbirinden farklı zümreler vardır. Bugün cild renginin iklim şartları ve irsiyet neticesi olduğu da isbat edilmıştir. Alman antropologu Blumenbach (1752 - 1840) ırkları tasnif için cildin rengi ile birlikte birçok diğer hususiyetleri de dikkate ala­ rak ırkları beşe taksim etmiştir. 1 - Kafkas ırkı, 2 Moğol ırkı, 3 Habeş ırkı, 4 Amerikan ırkı 5 - Ma­ lay ırkı. Bu beşli taksim de antropologları tatmin et­ medi. Bugün antropologlar ırkları tasnifde en mühim kıstas olarak kafatasının şeklini kabul ediyorlar. Bu bakımdan insanları başlıca iki zümreye taksım edi­ yorlar : 1 - Uzun kaf;:.ıtaslı ins'lnlar, 2 - Kısa kafa­ taslı insanlar. Bu taksimin esası şudur : Eğer kafa­ tasının uzunluğu genişliğinden fazla ise, böyle bir ka­ fatasına malik insanlar uzun kafataslı, (Dolikosefal)­ dırlar. Kafatasının genişliği uzunluğundan fazla ise, böyle kafatasına malik insanlar kı::: a kafataslı (Braki­ sefal) insanlardır. . . Beşeri zümreleri tasnif için ka­ fatasının 1ekli kıstas olarak kabul edildikten sonra, Avrupa'nın şimali kısmında yaşayan milletlerde fert­ lerin eksı:>t"iyetinin uzun kafataslı olduğuna dair mü­ şahadeye dayanarak, uzun kafataslılığı yüksek mede­ niyet yaratan Avrupa kavimlerine mahsus bir husu­ siyet telakki etmek, kafatasının şekli ile insanın zeka ve fikri k3biliyetleri arasında bir münasebet mevcut olduğunu iddia etmek istikametinde bir cereyan baş­ lamıştı. Fakat bu cereyan çok çabuk durdu, bu iddia­ dan vazgeçildi ; çünkü uzun kafataslılığın Avrupa mil-

-

301


letlerinin hususiyeti olmak şöyle dursun, bilakis Afrika­ nın siyahi ırka mensup kavimlerinden birçoklarının hu­ susiyeti olduğu anlaşıldı. Kafatasının şekli ile· insanın istidat ve kabiliyetleri arasında bir münasebet mev­ cut olmadığı bazı müşahedelere istinaden isbat edildi. Misal için büyük Alman Filozofu Kant'ın, büyük Fran­ sız ali.mi Laplac'ın, büyük Fransız mütefekkir ve edi­ bi Voltaire'in kısa kafataslı dahiler olduklarını hatır­ latmak kB.fidir .» «Bugün beşeri zümreleri tasnifte cildin renginden, kafatasının şeklinden başka saçların rengi ve şekli, boy, burnun basıK: veya sivri, yüzün yuvarlak veya uzun, dudakların kalın veya ince, elmacık kemikle­ rinin düz veya çıkık, boynun uzun veya kısa olması gibi hususiyetleri de gözönünde tutulmaktadır. Beşeri zümreleri birbirinden ayıran hususiyetlere fiziki hu­ susiyetler (Signe:; Somatiques) ismi veriliyor. Fran­ sa'nın, geçen asrın sonlarında yetişen meşhur antro­ pologlarından Je:m Deniker, yeryüzündeki kavimleri, bunların fiziki hususiyetlerini dikkate alarak, başlıca 29 zümreye ayırıyor. Deniker, bu 29 zümreden biri o­ lar::ık da Türkleri gösteriyor. Bu suretle, fiziki husu­ siyetleriyle diğer ınsan zümrelerinden ayrılan bir Türk beşeri zünıresinin (Türk ırkının) mevcut olduğu ant ­ ropoloji alimleri tarafından tesbit ve tasdik edilmiş bu­ lunuyor. Halbuki Ratzel gibi bazı alimler, Türk adlı bir ırkın (bir etnik zümrenin) mevcudiyetini bile in­ kar etmişlerdir. Deniker, kavimleri ırklara taksim için, bir kavim içindeki inı.anların bünyesinde en sık rastlanan soma­ tik hususiyetleri kıstas olarak kabul ediyor, sonra da bu hususiyetlerin hepsini veya çoğunu kendilerinde toplayan fertleri kavmin mensup olduğu ırkın karış302


ıııamış tipik örnekleri sayıyor. Bir kavim içinde bu temsil eden �ertler ekseriyet ise, Deniker o tipin hususiyetlerini muayyen bir ırkın hususiyetleri telak­ k i ediyor ve vaktiyle karışmamış halde mevcut oldu­ ğunu farzettiği bu ırka tipik fertlerin mensup olduk­ l arı kavmin (ırkın) ismini veriyor. Lipi

Milletler , tarihten önceki devirlerden beri karış­ mış olduğundan, bugün hemen hiç bir milletin bütün fertleri o milletin mensup olduğu ırkın hususiyetle­ r ine malik değildirler. Ancak bu ırkı temsil eden ör­ nek tipler, kavim içinde en çok rastlanan tipler var­ dır. Biz, yeryüzünde, muayyen fiziki hususiyetlere malik bir Türk ırkının mevcut olduğunu kabul ediyo­ ruz. Fakat bugün Türk dilini konuşan, ruhunda Türk tük şuuru besleyen bütün fertlerin Türk etnik züm­ resine mahsus sayılan somatik hususiyetlere sahip olduğunu iddia edemeyiz. Türk etnik zümresi, Türk ırkı da , diğer birçok ırklarla, Çinliler, Moğollar, İs­ lavlar, İranlılar, Fin-Uygurlarla az çok karışmış ola­ bilir. Çünkü Türk ırkı, birçok Türk olmayan fertleri içinde eritmiştir. Onun için bugün Türk kavimleri için­ de Türklere mahsus somatik hususiyetlere sahip ol­ mayan fertlerin bulunması tabiidir. Deniker, Türk ırkının somatik hususiyetlerini şu :'iekilde tesbit ediyor : 1 2

-

3 4

-

5 değil,

6 7

-

-

-

-

-

Cild beyaz (Hafifçe sarıya mütemayil) , Boy ortadan yüksek, Kafatası kısa, Saç siyah, Gözler siyah, fakat Moğol gözü gibi çekik Burun normal (basık değil) Göğüs orta 303


. 8

-

9

-

10 11

-

-

Yüz uzunca (oval) Elmacık kemikleri hafifçe çık!k, Dudaklar kalın, Boyun kısa. 111 MİLLETLERİN

IRKLA

iLGiSi

HERHANGİ bir insan topluluğu, gerekli şartların bir araya gelmesi sonunda, millet olma hüviyetini kazanıp tarih sahnesine çıkacağı dönemde, mensup­ larının çoğunluğu bakımından belli bir ırka dayanır. Bir milletin meydana gelmesi için varlığına ihtiyaç duyulan şartlardan biri de, ırk birliğidir. Daha ilkel ve basit bır birlikten «Millet» birliğine geçiş sırasın­ da diğer ortak özellikler nasıl önemli ise, ırk birliği de öylece önemlidir. Milleti meydana getiren başlıca şartların ; Ortak bir devlet ve hukuk düzeni, Belli bir nüfus, 3 Ülke birliği, Bağımsızlık, 4 5 Dil birliği, 6 Örf ve adetler birliği, 7 Dini inanç birliği, 8 Milli seciye birliği, olduğu öne sürülmüş ve millet ekseriyetinin aynı ırktan olması şartı da, en azından diğerlerine eşit bir değerle belirttiğimiz şart­ lara eklenmiştir. (Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duy· gusunun Sosyolojik Esasları) Tabii sayılan gelişme millet halinde ortaya çıkan topluluğun devleti kuran zümre ile aynı ırka mensup bulunmasıdır. Ancak, bazı özel r!urumlar yüzünden, başka türlü gelişmeler 1

2

-

-

-

-

-

-

-

-

304


mümkündür. Fransa devletini, Cermen ırkından ge­ len Frank'lar kurmuştur. Fakat sayıca çok az kal­ dıkları için Latin çoğunluğu arasında erimiş, dilleri­ ni de hakim kılamamışlardır. Sadece kurdukları devle­ te isimlerini bırakmışlardır. Ama, meydana gelen milletin çoğunluğu Cermen ırkından değildir. Yine bu­ nun gibi, Bulgar devletini Bulgar Türkleri kurmuş­ tur. Ancak İslav çoğunluğu arasında erimiş, hem dil­ ·ıerini, hem de fiziki özelliklerini kaybetmişlerdir . Belki tuhaf gelecek ama, en doğru ifade, bugünkü Bulgarlar'ın aslında Bulgar olmadıklarıdır ! de

Milletler, meydana geliş dönemlerinde belli bir ırk temeline dayanmalarına rağmen, başlangıçta­ ki ırk birliğini koruyabilmişler midir? Kesin bir hük­ me varmanın yanlış ve sakıncalı tarafları olacağını hiç unutmamakla beraber, tarihin öğrettiklerine ba­ karak, şunu söylemek gerçeğe en ziyade yaklaşan bir görüştür : Millet hayatının özellikleri başlangıçtaki ırk birliğinin korunmasına, hele tam bir saflıkla korunma­ sına imkan vermez. Şu veya bu ölçüde bir karışma önlenemez. Çünkü her millet, tarih sahnesine çık­ masından itibaren, yakın komşularından başlayarak, birçok milletle ilgi kurar. Bir milletin diğer millet­ lerle ilgisi başlıca iki şekilde belirir : 1 Düşman­ lık, 2 Dostluk. Milletler arasında düşmanlıklar, özellikle savaşlar, ırk karışmasının sebeplerinden bi­ ridir. Zira kazananlar, yendiklerinin toprağına ve di­ ğer bütün zenginliklerine olduğu gibi, insanlarına da sahip çıkmışlardır. Hele eski çağlarda, milletlerin pek çoğunda, yabancılara kız vermek kınanmış, fakat kız almak bir çeşit üstünlük sayılmıştır. Yabancı bir ka­ dından doğacak çocukların, yalnız baba tarafına ait özellikler taşıyacağı inancı soy şuurunun devamlılığı­ nı sağlamak yönünden çok önemlidir ama, ırkın ant-

-

305


rooplojik manadaki saflığını korumağa yetmeyeceği de bir gerçektir. Diğer taraftan milletler arasındaki dostluklar da ırk karışmasının başka bir sebebidir. Aynı kültür ve medeniyet dairesi içinde bulunan or­ tak dini inançlara sahip olan milletler birbirlerine karşı açıktırlar ; aralarındaki evlenmeler sakıncalı sa­ yılmaz. TÜRK MiLLETİNİN

IRKLA

iLGiSi

Milletimiz, teşekkül etme çağında, hiç şüphe yok ki, maya olarak, belli bir ırka dayanmıştır. Türk ırkı.nın Antropolojik bakımdan nasıl anlaşılması ge­ rektiği, hangi ortak özelliklere sahip bulunduğu he­ nüz kesinlikle tesbit edilmemiş , değişik ölçüler öne sürülmüştür. Yine de herşeye rağmen, belli fiziki özelliklere malik bir Türk ırkının varlığı inkar edi­ lememiştir. Fakat Türk Milleti de, meydana geliş döneminden günümüze kadar olan binlerce yıllık sü­ re içinde, diğer milletler ve diğer ırklarla karışmış­ tır. Dünyaya hükmeden büyük imparatorluklar kur­ muşuzdur ; Uzak-Doğu'dan Viyana kapılarına, Kuzey Afrika'dan Hint Okyanusuna kadar uzanan çok geniş bir sahada yaşamış , mütemadiyen dolaşmışızdır. Fet­ hettiğimiz topraklarda başka milletleri hakimiyetimiz altında tutmuşuzdur. Böyle bir durumda ırkımızın hiç karışmaması, belirli fiziki özelliklerin Türk Milletini meydana getiren bütün insanlarda hiç değişmeden korunması zaten mümkün değildir. Ancak bu karış­ ma, bazı kimselerin göstermek istediği gibi, temel­ deki «Irk mayası»nı tamamen ortadan kaldıracak, başlangıçtaki özelliklerimizi, büsbütün silecek bir öl­ çüye varmamıştır. Şimdi, 306

buraya

kadar

yazdıklarımızdan çıkarıla-


l'ak ilk önemli sonucu belirtelim : Türk Milleti, ırkla tarif edilemez. Çok münakaşa edilmiş bir konudur ; fitne tohumlarının yeşermesine de çok müsaittir. Söyle­ diklerimizin doğru anlaşılmasını isteriz. Irk birliği milletimizi meydana getiren ortak unsurlardan biri­ d ir, fakat tarif unsuru değildir. Çünkü tarif unsuru, kendinden olanların hepsini içine alır ve kendinden olmayanların tamamını dışında bırakır. Türk Milleti · rıin ırkla tarif edilebilmesi için, esas alınacak fiziki iizelliklerin Türkçe konuşan ve Türk soyuna mensu­ biyet şuuru taşıyan bütün fertlerde ortak olması ge­ reklidir. Oysa, böyle bir tarifin imkansızlığını anla­ mak için, Antropoloji ile uğraşmağa bile ihtiyaç yok­ tur ; çok dcıha basit bir gözlem yeterlidir. Mesela, J. Deniker'in, «Türk ırkının fiziki özellikleri» olarak be­ l i rttiği ölçüleri esas alıp bir deneme yapabiliriz. De­ ıı iker' e göre Türk ırkı - ırkı bir tarif unsuru saydı ,:tımız takdirde - Türk Milleti hafifçe sarıya mütema­ yil beyaz cildli, ortadan biraz yüksek boylu, kısa kafataslı, siyah saçlı, Moğol gözü gibi çekile olmayan siyah gözlü , basık değil normal burunlu, orta genişlik­ te göğüslü, elmacık kemikleri hafifçe çıkık, kalın du­ daklı ve kısa boylu insanlardan meydana gelen bir topluluktur ! Bu özelliklerden hepsinin birlikte bulun­ ması gerektiğine, göre, Türk Milletinin ırk esasına uyularak tarif edilmesi, Türkçe konuşan ve Türk so­ yuna mensubiyet şuuru taşıyan milyonlarca insanı, belki de yarısına yakın bir bölümünü, Türk Milleti­ nin dışına atar, yabancı milletlerin mensubu yapar. Verilen özelliklerden birkaç tanesini uygulamağa ı;a­ lışalım : 1 Cild rengi : Esmere yakın buğday renginde milyonlarca Türk vardır. Kaldı ki ; cild renginin Qc­ l i m şartlarına göre değiştiği de ayrıca ispat edilmiş­ tir. -

307


2 Kısaya yakın orta boylu Türkler'in sayısı ih­ mal edilemez. (Tarihin yazdığına göre, Büyük Hun Türk imparatoru Atilla da kısa boylu idi.) -

Saçının rengi kumral veya sarı olan Türkler'in sayısı pek çoktur.

3

-

4

-

Ela ve mavi gözlü Türkler'in sayısı siyah gözlü Türkler'in sayısından daha az değildir. (Bildiği­ miz kadarı ile Göktürk Kağanları da mavi gözlü idi­ ler.) 5 Yuvarlak gözlü, ince dudaklı, kısa veya or­ ta boyunlu Türkler'in sayısı da herhalde milyonların üstündedir. -

Anlatma gucumuz yeterli değilse, şöyle bir iti­ razla karşılaşmamız mümkündür. Denebilir ki, Derii­ ker'in bütün ölçülerini değil, yalnız bize uygun dü­ şenleri, mesela kafatasının kısalığı ve elmacık ke­ miklerinin hafifçe çıkıklığı özelliklerini alır, böylece Türk Milletini de Antropolojik ırk esasına göre tarif ederiz ! Doğrudur ; Kafatasının kısalığı ve elmacık kemiklerinin hafifçe çıkıklığı, Türk Milletinin mutlak çoğunluğunda, belki de yüzde doksanında ortak olan bir özelliktir. Yalnız bu özellikler, Türk Milletinin ırk esasına göre tarif edilmesine yetmez. Çünkü tarif un­ suru, yukarıda belirttiğimiz gibi, «kendinden olanla­ rın tamamını içine almalı, kendinden olmayanların hepsini dı<;1_na atma lıdır. Oysa, kafatasının kısalığı ve elmacık kemiklerinin hafifçe çıkıklığı, sadece Türk­ ler'de görülen bır özellik değildir. Diğerlerini ihmal ederek, Türk Milletine mensup olanların hepsi kısa kafataslı ve elma.::ık kemikleri hafifçe çıkık kimseler­ den meydana gelmiştir diyebilsek bile, kısa kafatas­ lı ve elmacık kemikleri hafifçe çıkık olanların hepsi Türktür, diyemeyiz. Yani, kendimizden olmayanların 308


tamamını d:şarda tutmuş olmayız. Din ve inanç birli­ ğinin tarif unsuru olmasını gerektiren görüş, ırk ko­ nusunda da geçerlidir. Türkler'in yüzde doksanbeşi ınüslümandır. Fakat Müslümanların hepsi Türk de­ ğildir, beşyüz mılyonun yalnız yüz milyonu Türktür. (;eriye kalan dört yüz milyon Müslüman Türkçe ko­ nuşmaz, Türk soyuna mensubiyet şuuru taşımaz. Tekrar belirtelim: Irk birliği, Milletimizi meyda­ na getiren ortak unsurlardan biridir, fakat tarif un­ suru değildir.

iV IRKÇILIK

NE DEMEKTiR?

IRKÇILIK (R.asizm) , bir ucu antropoloji ile ilgi­ li araştırmalara diğer ucu da siyasete dayanan bir �örüş olarak, geçen yüzyılda ortaya atılmıştır. Belli bir ırka mensup olanların, hem ruh zenginliği hem de fikri ve medeni gelişme gücü bakımından diğer insanlara üstün olduğunu isbat etmeğe çalışan ır k­ ı;ılık, kaynak olarak, <<.Aryanizm» nazariyesine bai!:i ı ­ dır. Aryanizmi, özellikle genç okuyucularımızın bilgi Pdinmeleri yönünden Merhum Arsal'ın daha önce adı ı�cçen eserinden özetleyerek, kısaca açıklamakta fay­ da görmekteyiz. Batılı milletlerin dilleri ile Hindistan'da, daha çok ı·ski dini eserlerde kullanılan Sanskritçe arasındaki lıenzerlik, tarih ve antropoloji araştırmacılarının dik­ katini çekmiştir. Bu benzerlik, Avrupa dilleri ile Sans­ kritçe'nin kökü olacağı farzedilen ortak bir dilin mev­ ı·ut bulunduğu fikrini doğurmuştur. Ortak bir dilin varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir dili konuşan lıir toplulu�un yaşadığı da kabul edilmiştir. Bu top309


'

luluğun «Arya» adını taşıması geı:ektiği öne sürülımiştür. Çünkü, aenmiştir ki, eski çağlarda, sanskrit dilinde yazılmış eserlerde, Hintliler, (asil, temiz) ma­ nalarına gelen (Arya) sıfatı ile, tanıtılmaktad!rlar. «Böylece sıra, <U'\rya»ların vatanını bulmağa gelmiş ve aranan ül�enin <<Aryana vaeya» adlı bir yer ola­ cağı farzedilmiştir .» Gerekçe şöyledir : Arya ırkına mensup kavimlerden sayılan fransızlar'ın eski dini kitabı Avesta'nın birinci kısmı Vendidad'ın birinci faslında, ilah Ahuramazda tarafından yaratılmış ül­ keler arasında bir <<Aryaııa Vaeya» (Kaynaklar Ul­ kesi) deyimi geçmektedir. Aryanizm nazariyesi, 19. yüzyıl boyunca, ba­ zı ilim ve ııkir adamları ile siyasetçiler arasında bü­ yük bir itibar görmüştür. O dönemin keskin ilimcili­ ği, diğer konularda olduğu gibi, ırk konusunda da ak · la gelebilecek bütün soruları cevaplandırmağa çalış­ mış ; vardığı sonuçların doğruluğuna kesinlikle inan­ mıştır. Başhca sorular ve cevaplar şunlardır : Irklar arasında fiziki özellikler bakımından farklar mevcut bulunduğu gibi, zeka ve diğer manevi kabiliyetler açısından da farklar var mıdır?

1

-

CEVAP : Evet, ırklar arasındaki fiziki farkların varlığı yanında, zeka ve diğer manevi kabiliyetlerin derecesi bakımından da farklar vardır. 2 Irkların zeka ve diğer kaabiliyetleri arasında fark varsa, ırklardan bazılarını diğerlerinden üstün saymak mümkün müdür ? -

CEVAP '. Evet, bir tarafta üstün ırkların (Mese­ ıa Aryanlar'ın, diğer tarafta da aşağı ırkların (Me­ sela zencilerin) bulunduğu bir gerçektir. 3 Medeniyet seviyesi ile ırk arasında bir ilgi var mıdır? -

310


CEVAP : Medeniyet seviyesi ile ırklar arasında sıkı bir ilgi vardır. Her medeniyet, kendisini meyda· na getiren ırkın doğuştan sahıp bulunduğu kaabiliyet­ ler nisbetir:de gelişir. 4 Medeniyetler, acaba belli ırkların ortaya koy­ duğu bir eser midir, yoksa ırk esası dışındaki tesir­ lerin de payı var mıdır ? CEVAP : İnsanlık tarihinde medeniyet yaratan tek ırk, Aryan ırkıdır ; Hint-Avrupalılardır. Aryenler, üs­ tün bir ırktır. Her ırk, gerekli şartların bir araya gelme­ 5 si halinde, yüksek bir medeniyet seviyesine çıkmak kudretine sahip midir, yoksa, böyle bir kudretten ebediyyen y,oksun bulunan ırklar da var mıdır? CEVAP : Ancak, Aryen ırkından gelenler yüksek bir medeniyet seviyesine çıkabilir ; diğer ırklar böyle bir kudretten ebediyen yoksundur. -

- -

Aryanizm nazariyesini en ziyade geliştiren ve daha sonra, siyasetçilerin yararlanacağı bir duruma getiren, Fransız yazarlarından Kont de Gobino dur Gobino ; «Beşeri lrkların Eşitsizliği Hakkında Dene­ me» adındaki eserinde, özetle şu iddiaları öne sürü­ yor : «lrklar, zeka ve fikri kaabiliyetleri bakımından müsavi degildir. Siyah ırk, zeka bakımından en aşa­ ğı ırktır. Sarı ırka mensup bulunan milletlerin de fik­ ri kaabiliyetleri sınırlıdır. Zeka ve fikri kaabiliyetler l1akımından en yüksek ırk, Avrupalıların mensup bu­ lunduğu aryen ırktır. Bu ırkın yeryüzünde saf ola­ rak kalması bir idealdir. Fakat, maalesef bu ırk, ta­ rihten önceki çağlardan beri diğer ırklarla karışmış­ tır. Bugün bu ırkın tamamı ile saf, hiç karışmamış bir zümresı yoktur. Avrupa milletleri üç ırkın karış­ ması sonu11da meydana gelmişlerdir. Eski Yunanlılar ve Romalılar Sami ırkla karışmıştır. Sami'lerin ken'

.

311


dileri de siyah ırkla karışmışlardır. Bu gün Latin ırkına mensup olan Fransızlar, İtalyanlar ve İspan­ yollar da, Romalı kanı taşıdıkları için, bu milletlerin damarında siyah ırkın kanı vardır. İngilizlere de, tarihten önceki bir çağda, Sarı ırkın kanı karışmıştır. Cermen ırkı ise beyaz ırkın en az karışmış, en saf temsilcisidir. Milletlerin medeniyet sahasındaki yük­ selme kaabiliyeti kanlarındaki beyaz ırk kanının mik­ tarı ile ölçülür. Iekrarlanan karışmalar yüzünden da­ marlarında Aryen kanı azalmış olan milletler, mede­ niyet sahasında başarısızlığa mahkumdur. Milletlerin medeniyet ve siyaset mücadelesindeki başarı ve mağ­ lUbiyetlerinin sebebi ırklarında, kanlarında aranmalı­ dır. Milletlerin tarihleri damarlarındaki k ana bağlı­ dır.» Gobiııo'nun fikirleri en çok Almanya'da rağbet kazandı. Fikirlerinin yayılmasını hızlandırmak için, «Gobino Cemiyeti» adını taşıyan bir dernek kuruldu. Hitler Çağı Almaııyası da, ilhamını Hegel ve Gobino'­ dan almışhr.

İlim yönünden Aryanizm Nazariyesinin artık hiç bir değeri kalma:nıştır. Konuyu araştıran uzmanlar, «Arya» adım taşıyan bir topluluğun tarihin hiçbir dö neminde yaşamadığını öne sürmüşlerdir. Fransız bil ginlerinden J. Fiııct, «Batıl ırk fikri» adındaki eserin­ de şöyle yazıyor ; «Uzun bir süre münakaşa götür­ mez bir hı,kikat .�ayılmış olan Aryanizm inancına te­ mas edildiği zaman, bunun esas unsurları bakımından bir hayalet olduğu görülüyor. Tarafsız bir gözle ba­ kılınca da bu hayalet yok oluyor! Hayaletin oradan çıkması sonunda bunun üzerine kurulan muhakeme­ lerin de, tabii olarak hükmü kalmamaktadır. Son zamanlarda yapılan incelemelerden öğrenilmiştir ki, varlığı iddıa olunan Arya ırkı, hiç bir zaman ırk veya millet olarak yaşamamış, olsa olsa masa başı 312


ııli ınlerinin buluşu olarak yaşamıştır. Belli bir yerde, lıırlik halinde böyle bir milletin yaşadığı tesbit edile­ ııwmiştir.» Başka bir Fransız bilginine, Bordo Üni­ v .. rsitesi sosyoloji profesörlerinden Gaston Richard'a v. ı i rc de, <<Eğer üstün ırktan maksat başkalarını ha­ /, i ıniyet altına almak gücüne sahip bulunan ırk ise, lııiyle bir ırkın varlığı çok şüphelidir. Tarih bize isbat ı · ı liyor ki, dünyanın bir kısmında hakim olan bir ırk ı lir]er bir kısmında mahkum olabilir. Ruslar, Sibirya'­ ıla, Türkistan'da ve Avrupa'nın Kuzey Batısında Türk '"' Fin Millet'lerini islav hdkimiyeti altına almağa . muvaffak oldular. Fakat buna karşılık Makedonya'­ ıla islavlar üzerinde Türkler, Tuna bölgesinde ise Macarlar hdkimdir.» Alman dilcilerinden Maks Mül­ ler de, dil benzerliğinden irk birliğinin çıkarılması i l e alay etmiştir. Demiştir ki, <<Etnoloji alimlerinin Aryen bir ırktan, Aryen kandan, Aryen gözlerden, Aryen saçlardan bahsetmesi bir dilcinin dolikosefal lılgat kitabından veya bir brakisefal gramerden bah­ .�etmesi kadar saçmadır.»

Bu bölümü bitirmeden önce, Milletimiz bakımın­ dan önemli saydığımız bir ciheti de belirtelim : Batılı yazarlar, Gobino'nun «Cermenlerin en üstün ırk» ol­ duğu iddiac;ını şiddetle reddederken, Asyalı ve Afri­ kalı Milletlerden, bu arada biz Türkler'den üstün olduklarını da tereddütsüz kabul etmekten kaçınma­ mışlardır. Avrupalılar tarafından yazılmış eserlerin mutlak çoğunluğu Batılı olmayan ırklara mensup bu· lunan milletlerin yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmak kaabiliyetinden yoksun olduğunu iddia eden sayfalarla donanmıştır. İnsanlık tarihinin sadece iş­ lerine yarayan bir dönemini, yeni ve yakın çağları almış, geri�ini unutmuşlardır. Kendileri açısından ka­ ranlık adını verdikleri ' Orta Çağ' da Türk Milletinin 313


nasıl yüksek bir medeniyeti temsil ettiğini hiç hatırla­ mamışlardır. v TÜRK MİLLİYETÇİLERi

IRKÇI

MiDiR?

BAŞLIKTAKİ soruya doğru cevap verebilmek için; A - Türk Milliyetçiliği Irkçılık temeline daya­ nan bir dünya görüşü müdür? B Türk Milliyetçile­ ri arasında ırkçı var mıdır? Sorularını da ayrıca ce­ vaplandırmB-k gerekir. -

Türk Milliyetçiliğinin tarihi, bir yaşama tarzı ve birleştirici bir duygu olarak, Milletimizin tarihi ile yaşıt sayılabilir. Ancak, yeni çağlara uygun bir an­ layış içinde, sistemli bir fikir hareketi olarak ortaya çıkması, İkinci Meşrutiyet yıllarında başlamıştır ; ön­ cüsü de, ittifak denebilecek bir çoğunlukla kabul erlil­ diği üzere, büyük Türkçü Ziya Gökalp'dir. Türk Mil­ liyetçiliğinin, antropolojik manada ırkçılık temeline dayanmadığının kesin belgesi de Gökalp'in ırk konu­ sundaki fikirleridir. Gökalp «T ü r k ç ü 1 ü ğ ü n E s a s 1 a ı· ı» adındaki ünlü eserinde, «M i 1 1 e t n e­ d i r ?» korıusuna cevap ararken şöyle diyor : <<irk, mevaşi-i fennin istildlılarındandır. Hayvan nev'ini teşri­ he yarar. Kablel tarihte (tarihten önceki devirlerde) saf ırkın bulunması şüpheli olduğu gibi, asırlarca ya­ pılan muharebelerin temessülleri neticesinde bugünkü iilemde ari ırk aramak abestir. Kaldı ki; ırk içtimai hasletlere tesir icra eden bir unsur değildir. Milleti yalnız ırk esası üzerine kurmak, menşei meçhul bir tesadüfe terketmek olur. Hele asırlardır, milliyet dev­ rini yaşayan, muhtelif devletler kurarak Millet vasfı314


nı mükerreren kazanmış olan Türk Milleti için ırk, yalnız başına Milleti tavsif ve tarif edemez.» Irkçılık temeline dayanmayan Türk Milliyetçiliği­ nin hangi temellere dayandığını konumuzu aydınlat­ mağa yarayacak bir ölçüde, anlatmağa çalışacağız.

TARİH ANLAYIŞINDA MİLLiYETÇİLİK

Türk ::\:iilliyelçiliğinin

sistemleştirilerek

belli öl­

çülere bağıanmasmdan önce, milletimizin toplu tari­ hinden daha çok, ayrı .ayrı devletlerin tarihine önem veriliyordu. Diğer bir

söyleyişle, her

kendi tarihini büyütüyor,

başka

Türk

Devleti

Türk Devletleri'nin

tarihini küçümsüyordu. Türk Milliyetçileri, tarihimizi kesintisiz hir bfüün olarak değerlendirmişlerdir. Os­ manlı İmparatorluğu'nun tarihine nasıl bakmışlarsa, Selçuk tarihine, Karahanlılar tarihine, Göktürk Kağan­ lığı tarihin� ve Hun tarihine de öyle bakmışlardır. Zaferlerimizle övünmek, mağlfibiyetlerimize acınmak açısından

baktığımızda, · kahramanlarımızı ve

bütün

Milli deeğrlerimizi benimsemek yönünden incelediği­ mizde, Destanlar döneminden günümüze değin tarihi­ mizi engin bir sevgi

ile

kucaklamış,

herhangi

bir

çağı diğer bir çağdan ayırmamışızdır. Türk Milliyet­ çiliğinin

ilk yıllarında,

bozulmuş

bulunan

dengenin

yeniden kurulması için, Osmanlı İmparatorluğu'ndan önceki. Türk tarihinin, özellikle İsiamiyeti kabul etme­ mize

kadar geçen sürenin değerlendirilmesine daha

fazla emek harcandığı doğrudur. Yine aynı sebepten ötürü, dengenin bir başka şekilde bozulmasını önle­ mek gayesi ile, Osmanlı İmparatorluğu çağının yeni­ den önem kazandığı da bilinen bir gerçektir. 315


DİL ANLAYIŞINDA MİLLİYETÇiLİK

Türk dili, tarihimizin müslümanlık sonrası bölü­ münde, islam kültür dairesine girişimizin kaçınılma­ sı belki de imkansız mecburiyetleri yüzünden, Arapça ve Farsça'dan alınan kaide ve kelimelerle asla tabii bir gelişme sayılamayacak bir ölçüde bozulmuş ; kay­ nağından, aslının bulunmasını güçleştirecek kadar uzaklaşmıştır. Daha kötüsü, günümüzdekine benzer taklitçi bir aydınlar azınlığı tarafından küçümsenmiş­ tir. Ayrıca, Millet çoğunluğunun konuştuğu dille yazı dili, normal karşılanabilecek sınırı aşarak, yine gü­ nümüzdekine benzer bir tutarsızlık sonucu, çok farklı­ laşmıştır. İşte, başta Gökalp ve arkadaşları olmak üze­ re, Türk Milliyetçileri, Türk dilinin gerçek değerine kavuşması için çalışmışlardır. Arapça ve Farsça'dan gelip «T ü r k ç e 1 e ş m e m i ş» olan kelimelerin kul­ lanılmamasını istemişlerdir. Hele, yabancı dillerden alınan kaidelere göre kelime üretilmesi ve terkipler yapılmasına kesinlikle karşı çıkmışlardır. Müslümanlığı kabul edişimizden Meşrutiyet'e ka­ dar süren dönemde Türk dilini tehdit eden en büyük tehlike, taklitçi bir aydınlar azınlığının Arapça ve Farsça'ya karşı besledikleri tutku ve daha çok Arapça kelimeler kullanılırsa daha iyi bir müslüman olunaca­ ğı vehmi, Türkçe ile güzel nesir ve şiir yazılmayaca­ ğı yanlış zannı idi. Türkçülük hareketi, Meşrutivet­ le Cumhurıyetin kuruluş yılları arasındaki çalışma sı ile sade Türkçe görüşünü benimsetmiştir. Bu gün Türk Milliyetçileri, dilimizin Arapça ve Farsça'dan doğan tehlikeye karşı yeterince korunduğu ; ancak baş­ ka bir tehlikenin, Batı dillerinden gelen kelimelere tutkunluğun, bir de hem yeni nesilleri kültür mirası­ mıza tamamen yabancılaştıracak, hem de Türk dün316


yasının dil birliğini bozacak bir uydurmacılığın orta­ ya çıktığı inancındadırlar. KÜLTÜR

ANLAYIŞINDA MiLLİYETÇiLİK

Ziya Gökalp, milletimizi meydana getiren unsurları incelerken, en ziyade kültür (Hars) değerlerimizin üstünde durmuştur. Cumhuriyet çağı aydınlarının bü­ yük çoğunluğu, Milli Eğitim siyasetimizin yanlışlığı ve batıdan gelen tesirlerin güçlülüğü yüzünden kül­ tür değerlerimizi küçümsemiş ; hatta kültür değerle­ rimizin tamamen reddedilmesini, Avrupa kültür değer­ lerinin milletimize, gerekirse, zorla benimsetilmesini istemişlerdir . Herhalde Milli Mücadeleyi zaferle bi­ tirmenin hı:::yecanı, Devletçe resmen kabul edilen mil­ liyetçilik ilkesi ıle toptan kültür değiştirmenin nasıl bağdaştırılacağını unutturmuştur. Türk Milliyetçileri herşeyden önce, hareket noktasının yanlış seçildiği­ ni anlatmağa çalışmışlardır. Avrupa'dan, bütün bir ta­ rih boyunca değil, sadece orta çağdan itibaren temsil ettiği müsbet ilim zihniyeti ve teknik gelişmeyi alma­ nın kültür değerlerinin de benimsenmesini gerektirme­ yeceğini, hem milletimizin hem de diğer büyük millet­ lerin tarihlerinden örnekler vererek, isbat etmişler­ dir. Batı taklitçileri ; musikimizi, mimarimizi, resmi­ mizi, edebivatımızı, yabancı ilim adamlarının bile ce­ saret edemediği bir hoyratlıkla hırpalamağa yeltenin­ ce karşılarında dikilmiş, kültür değerlerimizin üstün­ lüğünü sav unmuşuzdur. Yine batı taklitçileri, Türk folklorunun yaşanmasını bir gericilik belirtisi saymış medenileşmenin ancak Avrupalı'lar gibi eğlenmekle mümkün olacağına inanmışlardır. Türk Milliyetçileri kültür değişmelerinin kaçınılmazlığını bildikleri gibi, 317


kültür sahüsındaki gelişmelere de elbette taraftardır­ lar. Ancak Milli kültür mayamızın korunmasını, da­ ha yüksek kültür değerlerine ulaşmanın öz kaynakla­ rımızı geliştirme şartına bağlı olduğunu unutmazlar. Kültür değişmelerinin, milletimizin ve insanlığın kül­ türüne hizmet açısından bakılınca, tek taraflı değil, karşılıklı bir alıp verme şeklinde olması gerektiğine inanırlar. Türk Milliyetçiliğinin hangi temellere dayandığı konusundaki açıklamalarımızı burada kesiyoruz. Baş­ taki sorumuza artık cevap verebiliriz : Türk Milliyet­ çiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. B.:ışlıca ; dil, tarih ve kültür anlayışına bağ­ lıdır. Yalnız böyle bir hükümden, milletimizin mey­ dana geliş çağındaki ırki mayamızı ve hele, soy bir­ liğini - ki ileride etraflıca inceleyeceğiz - küçümsediği­ miz gibi bir mana asla çıkartılmamalıdır . . . Türk Mil­ liyetçiliğinin ırkçılık temeline dayanmadığını yazar­ ken, Türk milletini, Antropolojik manadaki ırkla (Be­ den yapısındaki özelliklerin benzerliği ile) tarif etmediğimizi açıklamış bulunmaktayız. Ziya Gökalp «T ü r k 1 e ş m e k» ilkesini ortaya attığı vakit ; dilde, harsta (kültürde) tarih anlayışı ve soy şuurunda Türkleşmeyi işaret etmiştir. Ancak cahiller, akıl has­ taları ve hainlerdirler ki ; Antropolojik manadaki bir Türkleşmeden söz ettiğini ileri sürerler. Ziya Gökalp'­ ten sonraki Türk Milliyetçilerinin büyük bir kısmı hem anlayış, hem de kelime olarak, öncülerinin ırk konusundaki görüşüne bağlı kalmışlardır.

318


vı TÜRK MİLLİYETÇİLERİ ARASINDA IRKÇI VAR

MiDiR?

İLK bakışta, yalnız kelimeye bağlı kalır ve han­ gi manada kullanıldığını hiç düşünmeden kesin bir hükme varma yanlışlığının büyük ayıbına katlanırsa­ nız, başlıktaki soruya ; <<E v e t , v a r d ı r ! » cevabını verebilirsiniz. Çünkü, Irkçılık -Bir de Turancılık- suç­ laması Türk Milliyetçilerine yöneltilmiş diğer suç­ lamalardan ayrı bir özelliğe sahiptir. Şöyle ki, diğer suçlamaların hepsini daima şiddetle reddetmemize kar­ şılık, hizmetleri hiçbir zaman unutulmayacak bazı Türk Milliyetçileri, Irkçılığı ve Turancılığı benimsemişler­ dir. Hatırlanması güç değildir : öyle Türkçü dergiler yayınlanmıştır ki, yazarları ve şairleri, «I r k ç ı v e T u r a n c ı» olduklarını gururla ilan etmişlerdir. Mil­ liyetçiliğimizin dayandığı temellerden birinin ırkçılık olması gerektiğini savunan makaleler yazılmış, şiirler yayınlanmı�tır. ı<li e r ı r k ı n ü s t ü n d e Türk I r k ı» cümlesi genç yürekleri tutuşturan heyecanın belki de başlıca kaynaklarından biridir. Özetlersek, di­ yeceğiz ki ; Türk Milliyetçilerine yöneltilen dığer bü­ tün suçlamaların adını hep başkaları koyduğu ve hiç­ birini asla kabullenmediğimiz halde, Irkçılıkla Turan­ cılık konusunda durum değişiktir. Bazı gençlerimiz ve büyüklerimiz, Irkçılığı bir suçlama değil şeref saymış kendilerini savunmak ihtiyacını bile duymamışlardır. Biz de, ırkçı olduklarını açıkca söyleyen Ülküdaşları­ mızı, kendilerine rağmen savunmak gibi bir tuhaflı­ ğın içine elbette düşmeyeceğiz. Sadece, eşine az rast­ lanır bir haksızlığı ve Türk Milliyetçiliği açısından son derece önemli bir yanlış anlamayı düzeltmeğe çalışacağız. 319


Gerçekten, kelimenin çıplak görünüşünü bıra­ karak nasıl bir manada kullanıldığını araştırdığımız vakit ; ırkçı oldugunu bildiren Milliyetçilerden bir ta­ nesinin bile, ırk ı:.özüne antropolojik bir mana verme­ diği hemen meydana çıkar. Irk kelimesi kimi zaman etnolojik manası ıle alınmış, çoğu zaman da doğrudan doğruya <<lVI i 1 1 e t» yerine konmuştur. Önceki yazıla · rımızda da . anlatmağa çalıştığımız gibi, antropolojik manadaki ırkçılık suçlamasının doğru olması için, A) Milletin yalnız ırk birliği (Fiziki özelliklerin uygunluğu) ile, tarif edilmesi, B) Milleti meydana getiren ortak unsurlardan sa­ dece ırk birliğine en üstün değerin verilmesi ve di­ ğerlerinin ( Ortak dil, din ve kültür) unsurlarının ta­ mamen küı:ümsenmesi şartları, bir arada bulunmalı­ dır. Hem başkalarının ırkçı saydığı, hem de kendileri­ ne ırkçı diyen Milliyetçilerden •hangisi Milletimizi ırkla tarif etmiştir. Derhal cevaplandıralım : Böyle bir Türk Milliyetçisi yoktur. Eğer, «V a r» diyen çıkarsa, bu­ yursun ! Irkçılıkla suçladığı bir Milliyetçinin, Türk ır­ kı için esas alınan fiziki özelliklere göre Türk Mille­ tini tarif ettiğini, ölçülere uymayanları da Türk say­ madığını ortaya koysun ! Kimse bunu yapamaz. Zira, olmamışın varlığını isbat etmek mümkün değildir. Hük­ mümüzü doğrulayacak yüzlerce misal verebiliriz. An­ cak, yazı serimizin bu konuya ayırdığımız bölümünü taşırmamak için, Irkçılıkla suçlanan ve kendisini ırk­ çı sayan Milliyetçilerden en yetkilisinin, <<T ü r k k im d i r?:� sorusuna cevabını hatırlatacağız : «Türk, Türk uruğundan gelenlerle, 1.'ürk uruğundan gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimsedir.» Kim Türk uru­ ğurıdan (ırkından) gelmiştir, kim Türk Irkından gel­ mişçesine Türkleşmiştir? Şimdilik, kimse bilemiyor ! Yukarıdaki tarifin sahibini ve diğerlerini, antropolojik 320


manada ırkçılıkla suçlamak haksızlıkların en çirkini­ Eğer !'>irileri varsa ve Türk Milletine mensubiye­ t i göz renginin şöyle, ten renginin böyle, boy uzunlu­ r/unun şu kadar, kafa genişliğinin bu kadar olması .� artına bağlıyorlarsa, işte onlar, Irkçıdır! d ir.

Aslında, kendilerine ırkçı diyen Türk Milliyetçile­ r i de, belki yüzlerce defa, ırk kelimesinden ne anla­ dıklarını, ırkçılarının antropoloji ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını gayet açık ve seçik bir ifade ile anlat­ ımş, fakat dinletememişlerdir. Suçlamaların sonu gel­ memiştir. Kimisi okumuş, ama daha önce şartlandı­ rılması yüzünden, anlamağa gücü yetmemiştir. Kimi­ si anlamış ; hesabına gelmediği için veya hainliğinden ötürü, anlamamış görünmeyi tercih etmiştir. Kimisi de hiç okumamış, yine de başkalarından öğrendiği suç­ lamalardan vazgeçmemiştir. Komünistler başta olmak üzere, Millet ve Mil­ düşmanlarının suçlamaları ile ilgilenmeyece­ ğimizi ilk yazımızda belirtmiştik. Sorumlu siyasetçi­ lerimizle diğer bazı yetkililerin de katıldığı suçlama­ ları cevaplandırmağa, yanlış taraflarını ortaya koy­ mağa çalışıyoruz. Irkçılık konusunda sorumlu siyaset­ c;ilerimizle diğer bazı yetkililerin başlıca hataları şun­ lardır : 1 Marksizmin ve Millet düşmanı diğer beynel­ milelci fikirlerin, ırkçılıkla milliyetçiliği eşit tutan pro­ pagandasının tesiri altında kalınmıştır. 2 Suçlayıcılar, ırkçılığı antropolojik manada an­ ıamış; ırkçıyız diyen ve demeyen milliyetçilerin de aynıı şekilde anladığını peşinen kabullenmiş, bütün açıklamalara rağmen, ırk sözünün etnolojik bir mana­ rla ve çok defa millet yerine geçtiğini öğrenmeğe ne­ dense hiç yanaşmamışlardır. i iyetçilik

-

-

321


3 Böylece Türk Milliyetçileri, hatta diğer suç­ lamaların hepsini aşan büyük bir haksızlıkla karşılaş­ mışlardır. -

Buraya kadar yazdıklarımız, bütün Türk Milliyet­ çilerinin -içlerinden bazıları kelime olarak benimsese bile- ırkçı bir dünya görüşünün dışında kaldığını ye­ terince açıklığa kavuşturmuştur. Geriye, ırk ve ben­ zeri kelimderin, tarih ve edebiyattaki yeri kalıyor. Ama, konunun bu tarafı üzerinde fazla durmak iste­ miyorum. Tarihte, edebiyatta, şiirde geçen ırk ve ben­ zer kelimelere bakılarak kimsenin ırkçılıkla suçlana­ mayacağını ayrıca belirtmeyi de bir çeşit saygısızlık sayıyorum . Namık Kemal ; «Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır.» demekle, ırkçılık mı yapmıştır ? Elbette, hayır ! Kanın bileşimindeki özelliği değil, al­ yuvarlarla akyuvarların sayısını hiç değil, ama Türk seciyesinin üstünlüğünü, soy şuuruna bağlanan bir sağlamlığı anlatmıştır. Mehmet Emin Yurdakul, «Ben bir Türküm- Dinim, cinsim uludur?» diye haykırırken, cins kelimesini ırk manasına mı kullanmıştır? Ululu­ ğu, beden yapısından gelen ortak özelliklere mi bağla­ mıştır? Samih Rıfat ; <<lrkım doğudan koptu, dört bu­ cakta savaştı- Altay'dan attığım ok, Alp Dağlarını aştı!» derken, Irkçı mı idi? Mehmet Akif, üstelik ha­ yatının büyük bir dönemini -Irkçılık ne söz ! - kavmi­ yetçiliğe - Milliyetçiliğe - karşı mücadele ile geçiren Akif ; «Sana yok ırkıma yok ebediyen izmihlcil-Kahra­ man ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celal-» mısrala­ rında kafatuscılığcı mı özenmişti ; Nihayet Mustafa Ke­ mal Atatürk ; «Muhtaç olduğun kudret damarlarında­ ki asil kanda mevcuttur.» buyruğunu verirken, anlat­ mak istediği neydi? Kanın maddi yapısına bağlı bir asaletten rr.i bahsediyordu? Ve Harp Okulunun yiğit gençleri ; her sabah, «Yıldırımlar yaratan bir ırkın ah322


(adıyız !» marşı ile tiılime çıkarken, ırkçı bir eğitim ı ı ı i glirüyorlar ? Eğer böylesini de ırkçılık sayanlar varsa, eğer Mehmet Akif'e ırkçı diyecek kadar cahil, eğer Musta­ ra Kemal Atatürk'ü ırkçılıkla suçlayacak kadar ce­ sur ( ! ) siyasetçilerimiz mevcutsa, itirazımız yok, bizi dt• suçlasınlar.

Sayın .� •yasetçilerimizden rica edeceğiz. -Millet düşmanları ile ilgilenmediğimizi tekrar belirtelim sorsunlar, okusunlar, öğrensinler, şüphelenip takıldık­ ları, akıllarının yatmadığı bir nokta kalmışsa, yine yazalım. Zamanı çoktan geçmiştir : Irkçılık damgası Türk Milliyetçilerinin sırtından artık alınmalı ve en münasip bi�· yere konmalıdır ! Son bir söz . Türk Milliyetçileri, ırkçılık esasına dayanan bfr dünya görüşünü ve Türk Milletine men­ subiyeti fiziU özelliklerin benzerliği şartına bağlama­ yı reddettikkn sonra, ırklarını sevmişlerdir, sevdir­ mişlerdir ; seveceklerdir, sevdireceklerdir Bu nokta­ dan itibaren antropolojinin sınırlarından çıkıyor, tari­ himizin, ır:uhte§em zaferlerimizin, destanlarımızın bahçesine giriyoruz. _

Vll ETNOLOJİK MANADA IRK

IRK sözünün antropoloji ile ilgili bir terim olarak kullanılması ve böylece kelimenin kök manasına bağ­ lı kalınması ilim ve fikir adamlarının mutlak çoğun­ luğu tarafından benimsenmiş bir tutumdur. Buna kar­ şılık, ırk kt>limesine etnolojik bir mana tanınıp tanın­ mayacağı konusu uzun bir süre münakaşa edilmiştir Mesela ; Prof. Fuat Köprülü, Ülkü Mecmuasının Ni323


san 1940 tarihli sayısında yayınlanan «M i 1 1 i y e t­ ç i 1 i k v e I r k ç ı 1 ı k» başlıklı makalesinde, ırk ke­ limesinin yalnız antropolojik manada kullanılması ge­ rektiğini öne sürüyor ve özetle şöyle diyor : <<İçtimai ve manevi bir realite olan milliyet ile teşrihi ve zoo­ lojik bir realite olan ırk mefhumları arasındaki derin fark, antropoloji ve sosyoloji alimlerinin bütün gay­ retlerine rağmen, hala birbiriyle karıştlırılmaktadır. Siyasetle ve tarihle uğraşan sathi bilgili bir çok müel­ lifler, bazı bilmeyerek, bazı da eski bir alışkanlık ne­ ticesi olarak, ırk ve millet kelimelerini birbiri yerin­ de kullanıriar. Türk Milleti yerine Türk Irkı tabirini kullananlarımız hala yok değildir. Yine bunun gibi Slav Irkı, Cermen Irkı, Latin Irkı gibi istilahlara da, yalnız bizde değil, garp müelliflerinin yazılarında da sık sık tesadüf olunur. Halbuki asıl antropolojik ma­ nası ile bir Slav, bir Cermen, bir Latin ırkı mevcıid olmadığı ve bu tabirlerin sadece bir dil ailesini ifade ettiği artık bir mütearifedir. Bunu bilmemelerine im­ kan olmayan bir takım alimlerin yazılarında bu ta­ birlere hala tesadüf edilmesi, fena bir alışkanlık ne­ ticesinden başka bir şey değildir.» Köprülü'ye ve aynı görüşü paylaşan birçoklarına rağmen, bazı ilim ve fikir adamlarının ırk kelimesini etnolojik bir manada aldıkları da, bilinen bir gerçek­ tir. Hatta }' azılı sanat eserlerinin her türlüsünde, özel­ likle roman ve şiirde -hele Türk Milliyetçileri yönün­ den incelendiği vakit - ırk sözünün daha çok etnolojik manasına bağlı kalındığını belirtmek yanlış bir izah sayılamaz. ETNOLOJİK MANADA IRK NEDiR?

Etnoloji , Etnos'dan türemiş bir kelimedir. Aslı Yu­ nancadır. Etnos , kavim-halk ; Etnoloji de kavimleri324


ı ı ı i l lclleri örf ve adetleri, lisanları bakımından tetkik ı ·dcn ilim, demektir. Dilleri, gelenekleri ve örfleri yö­ ı ıiinden birbirine benzeyen milletler arasındaki yakın­ l ıgı belli bir kelime ile ifade etmek ihtiyacı, en kuv­ vdli bir ihtimalle ırkın etnolojik manasını meydana ı:ı ·ti rmiştir. Yine de, emeği geçenlerden özür dileye­ rl'k belirtmek zorundayız ki, etnolojik ırkın kesin ve t ı ı ın bir taı-ifi yapılamamıştır. Bu konu ile en fazla ııj.(raşanların başında gelen rahmetli Sadti Maksudi Arsal, Etnolojik manadaki ırkı şöyle tarif ediyor : l•:tnolojik manada ırk, uzak bir tarihi devirde hir büyük devlet içinde beraber yaşamış ve bu sayede l isan, örf, adet ve inanışlar bakımından birleşmiş fert­ h·rin, ana O.evlet dağıldıktan sonra da kardeşliği mu­ hafaza eden Milletlerin mecmu heyetidir.» Diğer bir tiıbirle, etnolojik manada ırk, birbirine yakın dilleri konuşan ve müşterek ruhi temayüllere sahip olan mil­ ll'llerin bütünüdür, diyebiliriz. Biraz dikkatle üzerin­ de düşünüldüğü vakit yukarıdaki tarifin eksik ve tu­ ta rsız taraflarını yakalamak derin bir araştırmaya ih1.iyaç duyurmayacak kadar kolaydır. Her şeyden ön­ r e , güç tevaplandırılacak bazı soruların ortaya çıktı­ ı.tını görmekteyiz. Öyle ki, etnolojik manadaki bir ır­ k ın meydana gelmesi için öne sürülen, «uzak bir ta­ r i h i devirde bir büyük devlet içinde beraber yaşa­ ııı ış» olmak şartı çoğu zaman isbat edilememiş bir faraziye olmaktan öteye geçemiyor. Gerçi, Türk ve Li'ıtin ırklarının varlığını böyle bir izaha bağlamak mümkündür . Çünkü Türk ve Latin ırklarını meydana ı(etiren zünırelerın «uzak bir tarihi devirde bir büyük devlet içinde beraber yaşamış» topluluklara dayandığı Büyük Hun ve Roma İmparatorluklarının tarihlerin­ den bilinmektedir. Fakat acaba Cermen, Slav ve Ke1t ı rklarının varlığı da aynı şekilde açıklanabilir mi? Me­ sela, bugün Cermen ırkından sayılan milletler, tari325


hin hangi uzak devrinde ve hangi büyük devlet için­ de beraber yaşamışlardır. Yine Slav ırkı hangi <<Ana devletin dağılmasından sonra» kardeşliği muhafaza eden milleı;lerin toplamıdır ? Aksine, slav kelimesinin esir manas;na geldiği de göz önüne alınırsa, uzak bir tarihi devirde hiç bir büyük slav devletinin kurulma­ mış bulunrr.ası akla daha yakın bir ihtimaldir. Kaldı ki, bir büyük devlet içinde beraber yaşamış zümrelerin hepsi, ana devlet dağıldıktan sonra, aynı etnolojik ırka dahil edilemezler. Roma İmparatorlu­ ğu 'nun idaresinde yalmz İtalyanlar, İspanyollar, Fran­ sızlar değil, çağımızın tasnifinde Latin ırkından sayıl· mayanlar yaşamıştır. Demek ki ; Roma İmparatorlu­ ğu idaresinde yaşayan insanların bir kısmı Iatinleş­ miş, ama diğer bir kısmı farklılığını korumuştur. Ni­ çin? Belki de etnolojik manadaki ırk, büyük bir dev­ let içinde hep birlikte yaşamanın sonucu değildir de tam tersine, büyük bir devletin kurulması, etnolojik bir ırkın varlığı ile gerçekleşmektedir. Diğer bir söy­ leyişle, ort'.lk bazı özelliklere sahip bulunan insan zümreleri, şartları müsait olduğu vakit, birleşerek bü­ yük bir devlet kurmaktadırlar. Ayrıca ·• ırkın etnolojik manadaki tarifine «Ana dev­ let dağıldıktan sonra da kardeşliği muhafaza eden milletlerin mecmu heyeti» ifadesinin eklenmesi konu­ yu büsbütün dağıtmakta, içinden çıkılmaz bir karışık · lığa sürüklemektedir. Sözün gelişi, slav ırkından olan milletler, \·ar olduğu farzedilen ana devletin dağılma­ sından sonra, arc:ı ıarındaki kardeşliği muhafaza etmiş midirler? Basit hir tarih bilgisi, böyle bir soruya «H a y ı r» cevabının verilmesini gerektirir. Ruslarla Polonyalıları ele alalım. Tarih, bu iki millet arasın­ da kardeşliğin değil, hiç tükenmeyen bir düşmanlı­ ğın bulunduğunu haber veriyor. Hatta , tam bir soruş · 326


turma imk.� nı bulunsa ve mesela Polonyalılar'ın Rus­ ları mı, yoksa Fransızları mı daha çok sevdikleri in­ C'clense, Fransızlar lehine bir sonuca ulaşılması, her­ halde diğerinden çok daha kuvvetli bir ihtimaldir. Yi­ ne Cermen ırkından gelen Almanlarla İngilizlerin, La­ tin ırkından gelen Fransızlarla İspanyolların, «Ana dev­ let dağıldıktan sonra da» kardeşliği ne ölçüde muhafa­ za ettikleri çok münakaşa edilecek bir konudur. Za­ ten milletlerin tarıh sahnesine çıkmasından ve millet­ ler arasındaki hakimiyet mücadelesinin diğer bütün mücadelelerin önüne geçmesinden sonra, etnolojik ırk­ tan doğan bir kardeşlikten bahsetmek, galiba fazla iyimserliktir. Nitekim ; Latin ırkından gelen İtalyan­ larla Cermen ırkından gelen Almanlar, Latin Fran­ sızlar ve Cermen İngililzere karşı birleştikleri gibi, slav Ruslarla Cermen İngilizler de Cermen Almanlar ve Latin Fransızlara karşı birleşmişlerdir. Hanedan­ lar arasındaki hakimiyet mücadelesi aynı etnolojik ır­ ka mensup milletler arasındaki kardeşlik duygularını, geçici bir süre için zedelese bile, tamamen ortadan kaldırmayabilir. Fakat bir milletin bütün fertleri ile başka bir millete karşı kıyasıya döğüşmesinin sonun­ da «k a r d eş 1 i k» değil , sadece düşmanlık doğar. Rah­ metli Arsal'ın tarifinde «k a r d e ş 1 ik» yerine «b e n­ z e r 1 i k» kelimesi konsaydı, hiç şüphesiz, daha doğ­ ru bir tesbit yapılmış olacaktı. Irkın etnolojik manada­ ki tarifine . «Örf adet ve inanış» benzerliği şartını eklemE k de bir bakıma zorlamadır. Çünkü örf, adet ve inanış benzerliğinin kaynağında din ve kültür birliği­ nin yeri çok büyüktür. Fransızlarla İtalyanların bu yöndeki benzerliğinde katolikliğin, Ruslarla Bulgarla­ rın benzerliğinde de Ortodoksluğun önemli payı vardır. Fakat, dilleri arasındaki yakınlığa rağmen, örf-adet ve gelenekler bakımından İngilizlerle Almanların bir327


birine benzediği söylenebilir mi? Böylece, diğerlerini ayıkladıktan sonra, etnolojik mandaki ırkın tarifinde seçilecek temel unsurun dil benzerliği olduğunu gör­ mekteyiz. Her Milietin diline sonradan girmiş yaban­ cı kelimelerin bir yana bırakılması şartı ile, yapı ve kaide benzerliğini söylüyoruz. Şu halde, Etnolojik manası ile ırk; birbirine ben­ zer dilleri konuşan milletlerin bütünüdür. Vlll ETNOLOJİK

IRK VE MiLLETiMiZ

ÖNCE pek alışılmamış bir soru ile konuya girelim : Türk ırkı - yalnız etnolojik manada alınmak şartı ile­ hangi milletlerden meydana gelmiştir? Daha iyisi, ıje­ ğerli büyüklerimizden ve bilgin dostlarımızdan özür dileyerek, genç okuyucularımız için ufak bir dene­ me yapalım. Soru : Aşağıdaki cümlelerin hangisi doğ­ rudur? Türk [rkı; 1- Türk, Moğol, Macar ve Fin milletlerinden , 2 - Türk, Azeri, Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız, Uygur, Başkurt, Tatar milletleri ile ; Suriye, Kıbrıs, Batı Trakya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Romanyada yaşayan Türklerden,

3 Tü".'k, Çuvaş ve Yakut milletlerinden meyda­ na gelmiştir. -

Cevap : Yalnız üçüncü cümle doğrudur, diğerleri yanlıştır. B i r i n c i cümlenin yanlışlığı gayet açık­ t.ı r. Moğol Macar ve Fin milletleri Türk Irkında de­ ğil, bizi de içine alan daha geniş bir dairede birleşir­ ler ; Ural Altay veya diğer bir söyleyişle, Turan ırkı328


ııa mensupturlar. Ama ikinci cümlenin yanlışlığını or­ taya çıkarmak, bizi ırkçılık suçlamasının belki de ger­ �·ek kaynağına götüreceğinden, son derece önemlidir. Yine, aynı t:ünılenin doğru cevabı üzerinde bütün Türk Milliyetçilerinin anlaşması, sağlam bir cephe meyda­ na getirmenin başlıca şartıdır. !kinci cümlenin doğru olması demek, önce ; Su­ r iye, Kıbrı�. Batı Trakya, Yugoslavya ve Romanya'­ da yaşayan Türklerin, sonra da; Azeri, Türkmen, Öz­ bek, Kazak, Kırgız, Uygur, Başkurt ve Tatarların sa­ dece etnolojik manadaki Türk Irkına dahil sayılmala­ rı, fakat Türk milletinden farklı ve ayrı ayrı birer millet olduklarının kabul edilmesi demektir. Önce, yakından başlayalım : Suriye, Kıbrıs, Batı Trakya, Yu­ goslavya, Bulgaristan ve Romanya'da yaşayan Türk­ lerin durumunu inceleyelim : Eğer adı geçen topluluk­ lar Türk milletinin birer parçası değillerse, hangi mil · lettendir? Veya her biri ayrı birer milletse adları nedir? Sorumuza şöyle bir cevap verenlerin buluna­ cağını elbette unutmuyoruz : «Saydığımız Türk zümre­ leri ayrı birer mlllet değildir ; Fakat Türk milletinin de dışında kalırlar ! » peki ama niçin? Onların bizden ayrı tutulmalarını gerektiren ortak unsurların hangi­ sinde bizden fı:ırkh bir özelliğin sahibidirler? Dil mi? Olamaz ! Çünkü bahse konu olan Türk Toplulukları­ nın Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında lehçe far­ kı bile yoktur. Yalnız, hem de bazılarında şive farkı vardır. Şiv� farkı ise, Anadolu'nun hemen hemen bü­ tün vilayetleri arasında mevcuttur. Mesela, İstanbul şivesini es&s alsak, Karadeniz boyları şivesinin İstan­ bul şivesinJen çok Yugoslav Türklerinin şivesine ben­ zediğini görürüz. Din ayrılığı mı var? Hayır o da yok ! Gelenekleri gelenekleri�niz, oyunları oyunlarımız, türküleri türkü329


lerimiz, y..ışayışları yaşayışlarımızdır. Şu hale göre adı geçen zümrelerin Türk milletinden sayılmamala­ rını haklı çıkaracak nasıl bir özellik vardır? Devlet ve Ülke ayrılığı mı? Bir insan milleti meydana geti­ ren unsurların hepsinde ortak olmasına rağmen sırf ayrı bir memlekette yaşadığı için Türk Milletinin dı­ şına atılabilir mi? Elbette atılamaz. Zaten Türk Mil­ liyetçileri ile dürüst ilim ve fikir adamları arasında bu bakımdan hiçbir anlaşmazlık yoktur . Suriye, Kıb­ rıs, Batı Trakya, Yugoslavya, Bulgaristan ve Roman­ ya'da yaşayan Türkler, yalnız Irkdaşımız değil, ay­ nı zamanda milletdaşımızdır. Milliyetçilik düşmanları­ nın, bir de vatandaşlıkla milletdaşlığı birbirine ka­ rıştıran cahillerin itirazları üstünde fazla durmaya­ cağız. Yalnız bir devletin vatandaşı olmayı ayrı bir millete mensup sayılmak için yeterli bulanların na­ sıl gülünç bir durumla karşılaşacaklarını göstererek uyaracağız ! Milleti, bir devletin vatandaşlığı şeklinde tarif edersek, bugün yeryüzünde iki hatta diğer bir anlayışla 1ç tane Alman milleti vardır. 1 -,..- Batı Al­ man Milleti, 2 - Doğu Alman Milleti, 3 - Batı Ber­ lin Alman Milleti ! BİZİM Türk Milliyetçiliği açısından son derece önemli sayrlığımız, ikinci cümlenin birinci bölümünde­ ki yanlışlıktır. Batı Türkleri ile Azeri, Türkmen, Öz­ bek, Kırgu, Kazak , Başkurt ve Tatarlar arasındaki bağın adı nedir, etnolojik manada bir ırkdaşlık mı, yoksa daha fazla bir yakınlığı ifade eden milletdaş­ lık mı? Irkdaş ol duğumuza hiç şüphe yok aslında, bu ölçüdek: bir yakınlığı kimse inkar edemez. Fakat yakınlığımız sadece ırkdaşlıktan ibaret midir? Türk Milliyetçiliğinin ana davalarından biri, bizce, bu so­ runun cevabında düğümleniyor. Sebeblerini hiç araş­ tırmadan, bugüne değin hangi kelimenin kullanıldığı330


tesbit �tmeğe çalışırsak, sonuç şudur : Türk Mllli­ yctçileri ile tarafsız ilim ve fıkir adamlarının mutlak c;oğunluğu ırkdaş veya soydaş demeyi tercih etmiş, ınilletdaş kelimesine pek az yer verilmiştir. (Hatırla­ yabildiğim kadarıyla, mesela Müstecip Ülküsal, Emel Dergisinde yayınlanan bir yazısına «Bütün Türkler Tek bir Millettir '. » başlığını atmıştı. Eğer batı Türk­ l erinin ayrı, Azerilerin, Türkmenlerin, Özbeklerin ve diğer Türk boylarını ayrı ayrı birer millet oldukları görüşünde isek, ırkda ş denmesi yerindedir . Fakat böy­ le değil de yeryüzündeki bütün Türklerin - belki Çu­ va şlarla Yakutlar hariç- tek bir büyük milletin par­ çaları olduğuna inanıyorsak, ırkdaş sözünü kullanma­ mız yanlıştır. Çünkü, iki insan veya iki topluluk ara­ sındaki bağ en yakın noktadan tarif edilir. Hemşeh­ rimizi sordukları zaman «Vatandaşımızdır» demeyece­ ğimiz gibi, öz kardeşlerimizi sordukları zaman da «a k r a b a m ı z d ı r» demeyiz. Elbette hemşehrimiz aynı zamanda vatandaşımız, kardeşimiz de akraba­ mızdır. Ancak aramızdaki bağı en yakın noktadan ta­ rif ederiz. İşte bunun gibi, aynı zamanda ırkdaşımız veya soyd1şımız olmalarına rağmen, Azeri, Türkmen, Özbek ve diğer Türk zümrelerinden bahsederken, «Mil­ letdaş» demeliyiz. Hemen belirtelim ki, Türk Milliyet­ çilerinin büyük çoğunluğu, yeryüzündeki bütün Türk­ lerin tek bir millet meydana getirdiğine inanmış fa­ kat açıklamağa çalıştığımız inceliğe, biraz da «Mil­ letdaş» kelimesini güzel bulmasından ötürü, dikkat et­ memiştir. f'u konu üzerinde, bazılarına belki de aşırı görünebilecek bir hassasiyetle durmamızın başka bir sebebi dah,-. vard:r : Yazımızın başındaki yoklama so­ rusunun ikinci cümlesini doğru saymak, Yani Etnolo­ jik manadaki Türk Irkının, Türk, Azeri, Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız, Uygur, Başkurt ve Tatar milıu

331


!etlerinden meydana geldiğini kabul etmek, başta Sovyetler Birliği olmak üzere, Kızıl Çin, İran, Afga­ nistan ve Irak'ın Türklüğü bölme ve sömürme siya­ setine, pek;:;ok özür dileriz ama maalesef uygun düş­ mektedir. N itekim Rusya hakimiyeti altındaki Türk zümrelerinlr:. aynı ırktan geldiğini inkar edememiş, an­ cak bütün gayretini her bir zümreyi ayrı bir millet olduğuna !nandırmak için harcamıştır. Her Türk zümresi için değışik alfabeler hazırlanmış, dillerini birbirinden gittikçe uzaklaştıracak değişik yazı ve im­ la kaideleri icad edilmiştir. Öyle ki Rus istilası baş­ lamadan önce Orta Asya Türklüğünün paylaştığı tek bir edebi lehçe - Çağatay veya Hakaniye lehçesi - var­ ken, bugün Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız Başkurt ve daha bi!· yığın lehçe meydana getirilmiştir. Türk zümrelerini birbirinden ayırmanın geçmişteki gerçek­ lerini bulmak üzere, adeta yeni bir tarih keşfedilmiş­ tir. Nihayet, Birleşmiş Milletler anayasasını ve İnsan Hakları Ev;ensel Beyannamesini de unutmamak zorun­ dayız : Bir millet olma hüviyetine sahip bulunan top­ luluklara, kendi kendilerini idare hakkının tanınaca­ ğı belirtilmiştir. Bugün uygulanmaması hiç bir zaman uygulanma yacağı manasına gelmez. Yine konuya dönelim : Biz yer yüzündeki bütün Türklerin tek bir millet olduklarına inanıyoruz. Canı­ mız öyle istediği için değil, millet adını verdiğimiz içtimai birliklerin yapısı öyle emrettiği için. Yalnız kesinliğinden emin olmamakla beraber, mevcut bilgi­ lerimize daranarak, Çuvaşlarla Yakutları Türk Irkın­ dan sayıyor, ama milletimizin dışında tutu� oruz. Tek bfr millet olduğumuzu öne sürerken ölçümüz ; Türk Milletinin, ortak bir soya mensubiyet şuuru ile 332


tarif edileceği ve milletleri meydana getiren başlıca unsurlardaki birliğimizdir. İnanışımızın açıklanmasını ve aykırı görüşlerin cevaplandırılmasını önümüzdeki sayıda ele alacağız.

IX TÜRK MiLLETi TEK BiR MILLmlR ÇÜNKÜ ...

RAHMETLİ Prof. Sadri Maksudi Arsal, «M i 1 1 i­ y e t D u y g u s u n u n S o s y o 1 o j i k E s a s 1 a­ r V> adıııdaki pek değerli, bizim de çok faydalandığı­ mız eserinin <<l r k 1 a r ı n M e n ş e i>> bölümünde ke­ sin hüküm vermekten kaçınmış, etnolojik manadaki Türk Irkı ile Türk Milleti konusunda açık ve seçik sa­ yılamayacak bir :ifade kullanmıştır. Nitekim : «Diğer taraftan Millet mefhumu, etnoloji manadaki ırk mef­ humundan da farklıdır. Millet kelimesi şöyle tarif edi­ lebilir : Ay·11 dili konuşan, aynı Milli Seciyeye, müşte­ rek tarihe, müşterek milli emellere malik olan küt­ ledir. EtnLılojik manada ırk, millet mefhumundan da­ ha geniş bir mefhumdur. Meseıa, İslav ırkını ele ala­ lım. Bu ırk içinde tarihleri, lisanları, oturdukları sa­ ha ve siyasi durumlan bakımından birbirinden fark­ lı milletler vardır : Ruslar, Polonyalılar, Çekler, Sırp­ lar vesaire. Keza, Cermen ırkı içinde birbirinden ay­ rılmış mill�tler varôır : Almanlar, İsveçliler, Norveçli · !er, Türk ırkı içinde de birbirinden farklı lehçeler­ de konuşan zümreler vardır : Anadolu Türkleri, Azer­ baycan Türkleri, Garbi Türkistan Türkleri (Özbek­ ler, Türkm"nler, Kırgızlar), Şarki Türkistan Türkleri (Kara Kırgızlar, Uygurlar) , Kırım Türkleri, Kazan Türkleri ve saire, bunların hepsi etnolojik manada Türk Irkındandırlar. 333


Etnolojik bakımdan aynı ırka mensup olan millet­ ler, birbirinden uzaklaşabilirler. İslav ırkına mensup sayılan mi!ietler, bugün kelimelerin kökü İslavca ol­ duğu halde. birbirinden tamamiyle ayrılmış ve uzak !aşmış dilleri konuşmaktadırlar. Bugün bir Rus, ayrı­ ca öğrenmeksizin, Çekçeyi anlayamaz. Cermen ırkına mensup olan bir Alman, öğrenmeksizin, İsveç dilini anlayamaz. Ancak, Türk ırkı bu hususta hayrete �a­ yan bir istisna teşkil etmektedir. Türk beşeri zümresi­ ne mensup kavimler asırlardan beri, tarih ve coğrafya bakımından birbirinden ayrılmış oldukları halde, bugü­ ne kadar anadili olarak aynı dili konuşmaktadırlar. Çünkü lehçt·ler, ayrı birer dil teşkil edecek kadar bir­ birinden uzaklaşmış değildir. Bugün İstanbul'lu bir Türk, Azerbaycaıı'dan geçerek Garbi Türkistan'a (Türkmenis<an ve Özbekistan) Garbi Türkistan'dan da Şarki Türk:stan'a (Çini Türkistan'a) geçerek tercüma­ na ihtiyaç duymaksuın, Türkçe konuşarak Çin'e ka­ dar seyahat edebilir. Çünkü bütün bu sahalarda yaşa­ yan kavimler, Türk dilinin muhtelif lehçelerini konu­ şan kavimlerdir. Bu bakımdan, Türkler bahis konusu olduğu zaman ırk ve millet mefhumları hemen hemen birleşmektedir.» diyerek, hem bütün Türklerin aynı h e­ millet olduklarını belirtiyor, hem de «h e m e n m e n» kelimelerini ekleyerek, bir açık kapı bırakma­ yı da ihmal etmiyor. Biz, gerek Türk Milletinin tarif unsuru olaıak seçtiğimiz Ortak bir soya mensubiyet şuuruna, gL"rekse bir milleti meydana getiren diğer temel unsurlara bakarak, rahmetli üstadın cümlesin­ deki hemen hemen kelimelerini kaldırıyor ve «T ü r k1 e r h a h i s k o n u s u o l d uğ u z a m a n ı r k ve mi11et m e f h u m l a r ı b i r l e ş m e k­ t e d i r .» diyoruz. Ancak, Milliyetçi bilinen ilim, fikir ve siyaset adamlarının bir kısmı Türkiye Türk334


!erini ayrı bir millet saymaktadır. Dış Türkler yalnız ırkdaş olarak benimsenmekte, fakat Milletdaşlık ölçü­ sünde bir yakınlığın varlığı şüpheli görülmektedir. Böyle bir düşüncenin yanlışları üzerinde derinliğine bir inceleme yapmağa seri yazımızın önceden tesbit ettiğimiz sınırları müsait değildir. Yine de Türk Mil­ liyetçilerini ırkçılıkla suçlayan sorumlu siyasetçileri­ mizle diğe r bazı yetkililerin aynı görüşü paylaştıkla­ rını bildiğimiz için kısa bir açıklamayı faydalı say­ maktayız. 'T'ürkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri arasında «M i 1 1 e t» bağının bulunmadığını öne sü­ renlerin başlıca dayanakları şunlardır : 1 Dil ayrılı­ ğı, 2 Tarih ayrılığı, 3 Kültür ayrılığı, 4 Vatan ay­ rılığı. 1 Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri arasında dil ayrılığı yoktur, lehçe ayrılığı vardır. Leh­ çe farkları da, ayrı ayrı milletler sayılmamızı gerek­ tirecek bir dereceye hiçbir zaman varmamıştır. Ölçü nedir? İlme ve akla uyan, hiç şüphesiz şudur : Lehçe farkı, anlaşmak için bir üçüncü şahsın aracılığına ih­ tiyaç duyurmayacak ölçüde ise millet birliğini, bir üçüncü şahsın aracılığına ihtiyaç varsa, millet ayrı­ lığını gösterir. Anlaşmanın kolay veya güç sağlanma­ sı millet açısından önemli değildir. Türkiyeli bir Türk­ Ie bir Türkmenin biraz güç anlaştığı bir gerçekse, mesela, Karadenizli bir köylü ile Denizli'li bir köy­ lünün güç anlaştığı da bir gerçektir. Aynı güçlük di­ ğer milletlerde de mevcuttur. Bavyeralı bir Almanla Hamburg'lu bir Alman da güç anlaşır. -

-

-

-

-

2 Millet tarifinde, «M ü ş t e r e k b i r t a r i­ h e �a h i p b u 1 u n a n i n s a n 1 a r sözü bir alışkanlık haline gelmiştir. Ama, «M ü ş t e r e k t a­ r i h» gayet yuvarlak bir deyimdir. Nasıl anlaşılması gerektiği ayrıca cı çıklanmadığı sürece, her tarafa çe-

335


kilebilir. Mlişterek tarih, eğer müşterek devletin ta­ rihi demek�e, bir millete mensubiyetin şartı olamaz. Çünkü, hele geçmiş yüzyıllarda, devletler millet esa­ sına göre kurulmamışlardır. Bir devletin sınırları için de bir çok millet yaşadığı gibi, aynı milletin çeşitli zümreleri de ayrı ayrı devletler kurmuşlardır. Sırpla­ rın, Yunanlıların, Bulgarların ve Romanyalıların tari­ hi, 500 yıl _boyunca, Türkiye Türklerinin tarihi ile müşterektir. Ama ·her halde hiç kimse, Yunan­ lıları veya Bulgarları Türk Milletinden sayamaz. Kal­ dı ki, mü�terek tarihin başlangıcını ararsak, tuhaf sonuçlarla karşılaşırız. Karaman Beyliğinin 15. Yüzyı­ la kadar, Osmanlı İmparatorluğundan ayrı bir tarihi vardır. Mesela Karamanlılarla Eskişehirlilerin 15. yüzyıla kadar ayrı, ancak Osmanlı İmparatorluğu. nun beyliği ortadan kaldırmasından sonra bir millet­ ten olduklarını mı öne süreceğiz? İtalyan Birliğinden önce, Venedik ve Ceneviz Cumhuriyetlerinin tar�hi müşterek değildi, ama, İtalya'da iki ayrı millet yok­ tu. Müşterek tarih, bir milletin teşekkül etmesi için aranan bir şarttır. Milletin teşekkülü tamamlandıktan sonra, böyle bir şart aranmaz. Anadolu Türklüğü ile diğer Türk zümrelerinin zaman zaman savaşmaları da ayrı millet sayılmalarının gerekçesi olamaz ; zira, Türkiye Türkleri kendi aralarında da çok savaşmışlar­ dır. 3 Milliyetçi ilim ve fikir adamlarımızdan bazı­ ları, belki de Fransız görüşüne bağlılıkları yüzünden, milleti kültiır birliği ile tarif etmişlerdir. Aralarında çok saydığımız, kendilerinden çok şey öğrendiğimiz bir kaç değerli milliyetçinin de bulunduğu . bu züm­ re ; Türkiye dışındaki Türklerin, kültürlerinin farklılı­ ğı gerekçesi ile, Türk Milletinden sayılamayacakları görüşünü benimsemiştir. Milletimizin yapısı ve tarihi -

236


:iartlar bakımından, kültür birliğinin tarif unsuru olup olmayacağını şimdilik münakaşa etmiyeceğiz. Ancak, l ıahis konusu kültür ayrılığının derecesi üzerinde dur­ rııak isteriz . Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri n rasındaki kültür farkı, başka başka . milletlerden sa­ y ılmalarını gerektirecek bir ölçüde midir? Konunun uzmanı olmadığımızı peşinen belirttikten sonra, böy­ lesine bir kültür farkının bulunmasındaki güçlükleri i�aret edeceğiz. Yalnız bilgin kişilerin değil, hemen herkesin bileceği gibi, kültürün iki büyük kaynağı vardır : Dil ve Din. Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri ce kültürün iki büyük kaynağına ortaktır­ lar. Hem, benimsedikleri kültür değerleri açısından kıyaslandıkıarı vakit, Batı Anadolu ile Doğu Anado­ lu arasınd�.ki farkın, Doğu Anadolu ile Azerbaycan Türklüğü :ırasındaki farktan daha mı az olduğu so­ rusuna kolay kolay cevap verilemez. 4 Vatan birliği, bir millete mensubiyetin şart­ larından biridir. Ama vatan, yalnız maddi bir değer­ den, üzerinde yaşanılan kuru bir toprak parçasından ibaret değildir. Vatan rahmetli Dündar Taşer ağabe­ yimizin emsalsfa söyleyişi ile ; «Milliyet ve Mukaddesa­ tın korunduğu yerdir .» bu manası ile, bütün dünya Türklüğüni.ir. vatanı müşterektir ; Türk milliyet ve mu­ kaddesatının korunduğu Türkiyedir. Altaylardan gelen bir milletdasımızın, «Anavatana kavuştum» diyerek, se­ vinç gözya�ları dökmesi başka türlü nasıl açıklanır? ·

-

Aslında bütün Türklerin tek bir millet oldukları görüşünün tam olarak ortaya konması ve aykırı fi­ kirlerin teker teker ele alınıp çürütülmesi ayrı bir konudur. Biz, ırkçılık suçlamasının temelsizliğini an­ latmağa yarayacak kadarı ile yetiniyoruz. Böylece, «Türk Milleti bahis konusu edildiği za­ man ırk ve millet mefhumlarının birleştiği» meydana ·

337


çıkıyor. Tatii ırkçıhk suçlaması da, milliyetçiliğin baş· ka bir deyi;nle suçlanmasından ibaret kalıyor. Buna rağmen, sorumlu siyasetçilerimizin ve diğer bazı yet· kililerin, m met anlayışımızı benimsemekte zorluk çe­ keceklerini düşünerek, etnolojik manada Türk Irkçılı­ ğının ne kadar yanlış anlaşıldığını önümüzdeki sayılar­ da inceleyeceğiz. x BİZiM IRKÇILIGIMIZ MİLLİYETÇİLİKTİR

TÜRK Milliyetçilerinin antropolojik manadaki bir ırkçılıkla sı..;çlanamayacağını önceki yazılarımızda ke­ sinlikle ortaya koymuştuk. Etnolojik manadaki bir ırk­ çılıkla suçlanmam17. acaba mümkün ve haklı mıdır? Şimdi, bu :;,orunun cevabını vermeğe çalışacağız. Et­ nolojik manası ile ırk ; «Birbirine yakın dilleri konu­ şan milletlerin bütünüdür.» diye tarif edildiğine göre, etnolojik ırkçılık nedir? Yanlış anlaşılmaması için he­ men belirtı;:lim ki ; sorumlu siyasetçilerimizin ve di­ ğer bazı yetkililerin, <<Türkler bahis konusu olduğu za­ man ırk ve millet mefhumları birleşmektedir.» görü­ şüne katılmadıkları ve Türkiye dışındaki Türkleri Milletdaşımız değil, sadece ırkdaşımız veya soydaşı­ mız saydıkları noktasından hareket ediyoruz. Yoksa aslında, etnolojik manadaki Türk Irkı, Türk Milleti'n­ den ibarettir ve bundan ötürü, «Irkçılık suçlaması» Milliyetçiliğin suçlanmasından başka bir şey değil dir. Etnolojik mana.daki bir ırkçılığın başlıca belirti leri şunlar olabilir : 1 338

-

Irkdaşlarımızın kaderi ile ilgilenmek onları.


iğcr mille�lere kıyasla kendimize daha yakın bulmak lwderlerini ve sevinçlerini paylaşmak. 2 Ana dil olarak Türkçe konuşmayı Türk Mil­ IPti'ne mensubiyetin tek şartı saymak. ıI

-

3 Bit' Türk, başka dilden konuşan birisi ile ev­ IPndiği zaman, doğacak çocukların artık Türk olma­ d ığını öne sürmek. Diğer söyleyişle, etnolojik mana­ daki bir karışmayı, milleti meydana getiren öbür unsurların öurumuna hiç bakmadan, Türklükten çık­ mak için yeterli görmek. 4 Türkçeyi, Türk Milleti'ni yapan ortak unsur­ la rdan biri saymak. 1 Doğrudur : Bütün Türk Milliyetçileri, ırkdaş­ l;ırımızın (aslında Milletdaşlarımızın) kaderi ile ilgile­ ııirler. Ama sorumlu siyasetçilerimizin ve diğer yet­ kililerin hiçbirisi, bu ilgiden ötürü Türk Milliyetçiliği­ ni suçlamak hakkına asla sahip değildir. Çünkü, böy­ lı· bir suçlamanın yanlışlığını anlatacak bütün cevap­ lıı rın ötesinde bir gerçek vardır: Türk Devleti de ırk­ daşlarımızııı kaderi ile il�ilenmiştir ve ilgilenmekte­ d i r . İlginin derecesi ve şekli elbette şartlara ve za­ mana göredir ; ama, mahiyeti değişmez. Bugün Dev­ lt'limiz ; Kıbrıs, BP-tı Trakya, Makedonya, Bulgaristan ve Irak'ta yaşayan Türk azınlıkları ile resmen ve açı.k­ �·a ilgilenmektedi... Diğer ülkelerdeki soydaşlarımızdan ııynı şekilJe pek söz edilmemesi, hiç şüphesiz, bir siyaset me.�elesidir. Buna rağmen, Türkiye Cumhuri­ ycti'nin temel felsefesine bağlı kalmak mecburiye­ tinde olan sorumlu siyasetçilerimizle devlet memuru hüviyetini taşıyan diğer bazı yetkililerin, · soydaşları­ ıııızla ilgileıımekt�n ötürü milliyetçileri suçlamağa yel1.mmesi, ht-r şeyden önce devleti de suçlamak mana­ sına gelir. Soydaşlarımızı kendimize yakın bulmamız w onları , c\iğer !nilJetlerin mensuplarından farklı say-

-

-

339


mamız mı suçlanıyor? Ne yapalım, Devletimizin tu­ tumu da bizim gibidir. Kesin delil arıyorlarsa, lı1tfen yürürlükteki kanunlarımızı öğrensinler. İskan Kanunu, Türk aslın.:lan gelmeyenlerin göçmen olarak kabul edilmesine izin vermez. 1956 yılındaki büyük göç sı­ rasında, soydaşlarımızın arasına çingenelerin de ka­ rıştığı gerekçesi ile sınır kapatılmıştı. Vatandaşlık Kanunu soydaşlarımıza imtiyaz tanımıştır. Türk va­ tandaşlığına alınma şartlarından «5 yıl Türkiye'de oturma» süresini kısaltan sebeplerin başında ırkdaşlık gelir. 2 Türk Milliyetçileri, «Ana dil olarak Türkçe konuşmayı Türk Milletine mensubiyetin tek şartı say­ mak»tan ötürü de ırkçılıkla suçlanamazlar. Çünkü böy­ le bir iddiaları yolctur. Doğrusu istenirse, Milletimizin kendisini rııeydana getiren ortak unsurlardan hangisi ile tarif edileceği konusunda Milliyetçiler, tam bit görüş birliğine varamamışlardır. Kimisi dile, kimi­ si kültüre, kimisi soya, bir kısmı da din ve vatan bir­ liğine ağırlık vermiştir. Yine de çoğunluğun, özellik­ le Milliyetçi Harekete bağlı ülkücülerin soy şuuru etrafında birleştiklerini söylemek mümkündür. Ama hiçbir Türk Milliyetçisi diğer bütün unsurlarda bir­ leşmemize ve en <'nemlisi, kendisini Türk hissetme­ sine rağmen, sırf ana dili Türkçe olmadığı için kim­ seyi Türk saymamazlık etmemiştir. Sayın suçlamacı­ lar misal isterlerse, buyursunlar : -

A) Bütün Türk Milliyetçileri, yedisinden yetmişi­ ne akıllısından öfkelisine kadar, Mehmet Akif'e bü­ yük bir saygı ve sevgi duyarlar. Oysa, M. Akif'in ana dili Türkçe değildir. Ama hiçbir Türk Milliyetçisi, M. Akif'i Türk saymamayı asıa ve asıa aklından ge­ çirmez. Peki, dil ve kan ırkçılığı yapsaydık, Mehmet Akif'i nasıl Türk sayardık ! 340


B) Son aylarda, başta gazeteniz Devlet ve Ülkü Bozkurt gelmek üzere, Milliyetçi yayın organ­ lıı rının hemen hepsi, Pomak T ü r k 1 e r i'nin Pzilmesini � azmışlar·, başlarına gelmişcesine acı çek­ mişlerdir. Pomak Türkleri'nin de ana dilleri Türkçe değildir. Irkçı olsaydık, Türk Milletine mensubiyeti yalnız dil şartına bağlasaydık, ana dilleri Türkçe ol­ mayan Pomak Türklerinin derdinden bize neydi? 1 >ergisi

C) Doğu Anadolu'nun bazı illerinde yaşayan ve kürt adı ile tanınan zümrenin ana dili Türkçe değil­ dir. Fakat t>u zümrenin, hiç değilse, büyük çoğunluğu­ nun, çeşitli tesirJerle dillerini kaybetmiş Türklerden meydana geldiğine inanan ve görüşlerini isbat etmek için eser verenlere bakınca, Türk Milliyetçilerini yine crı başta görmek•.eyiz. Kürt adı ile tanınan zümrenin Türklüğü konusunda yazılmış değerli eserlerin sahip­ lerinden Dr. Mehmet Eröz, Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Abdillhadi 'foplu ve Dr. Mahmut Çapar, acaip beyinli kafaların ll'kçılıkla suçladığı Türk Milliyetçileridir. Cidden gülünç bir manzaradır. Doğu Anadolu halkının Türklüğünü belirten her cümleyi, her satırı gerçek bir heyecanla c.rayan diğer bazı yetkililerin içinde, kimbi­ lir, Dr. Eröz'ü veya Dr. Kırzıoğlu'nu ırkçılıkla suç­ layanlar da vardır 1 3 Türk Milliyetçilerinin, «Bir Türk, başka dil­ den konuşan birisi ile evlendiği zaman doğacak ço­ cukların artık Türk sayılamayacağını>> öne sürdükle­ rini ve bundan ötürü ırkçılıkla suçlandıklarını söyle­ mek de mümkün değildir. Sebebi de açıktır ; uzun uzun anlatmağa ihtiyaç yoktur : Türk Milliyetçileri tarihimizin diğer dönemlerine olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu çağına da büyük bir sevgi ile bağlı­ dırlar. Milletimizin en yüce kahramanlarından ve en aziz şehitlerinden Murat Hüdavendigar, bütün Milli-

341


yetçilerin gözünde katıksız bir Türktür ; annesının Rum aslından gelmesi hiç birimizi başka bir hükme götürmemiştir. Kısaca, Türk bir baba ile yabancı bir anadan doğan her çocuğu, kendisi anne soyuna men­ subiyet şuuruna kapılmadığı sürece, Türk saymışız­ dır. Türk bir anne ile yabancı bir babadan doğan ço­ cuklar konusunda başka türlü düşünmemiz, etnolojik manası ile ırkçılık yapmamızdan ileri gelmez. Ancak, bilindiğini umarak uzun uzun anlatılmasını gerekli bulmadığımız sebeplerden ötürü çocuklar, hem baba soyuna mensubiyet şuuru taşırlar, hem de milleti meydana getiren diğer unsurlar bakımından, babaları­ nın özelliklerini paylaşırlar. Bu tesbit, özellikle geç­ miş çağlar yönünden tamamen doğrudur. 4 «Dil birliğini, bir milleti meydana getiren un­ surlardan biri saymak.» konusuna gelince. Şüphesiz, doğrudur. Dil birliği, bir millete mensubiyetin görü­ nen belirtilerinden belki de birincisidir. Bütün Milli­ yetçiler gibi biz de dil birliğini, tarif unsuru olarak seçtiğimiz soy şuurundan hemen sonra, ama diğerleri­ nin hepsinden önce gelen bir unsur sayarız. Fakat bu yüzden Türk Milliyetçilerini ırkçılıkla suçlamak yalnız haksız değil, aynı zamanda gülünç bir tutum­ dur. Çünkü dil birliğinin millet yapısındaki yerini, sorumlu siyasetçilerle diğer bazı yetkililer de dahil. kimse inka" etmemiştir, edemez. Nitekim devletin her kademedeki öğretim kurumlarında : ilk, orta, yüksek okul ders kitaplarwda millet tarifi verilirken, «aynı dili konuşan ... » d1):e başlanır. Dil birliği tarif unsu­ runun, yani ortak bir soya mensubiyet şuuru taşı­ manın en başta gelen belirtisidir. Diğer bir söyleyiş­ le, ana dili Türkçe olmayan bir insanın Türk Soyuna mensubiyet şuuru taşıması da özel bir durumdur. Ancak, Tfü k Milletinin yapısı bakımından, işaret olu-

342


nan «Özel durumU>>nun içinde bulunanlar, ihmal edi­ lemeyecek bir sayıya yaklaştığı içindir ki, dil birli­ ği tarif unsuru seçilmemiştir. Gerçekten Pomak Türk­ leri, Kuzey Kafkasya Türkleri ve Doğu-Güney Ana­ dolu'da yaşayıp kürt adını taşıyan zümrelerin azım­ sanmayacak bir bölümü, ana dillerinin Türkçe olma­ masına rağmen, kendilerini Türk hissetmektedirler. Türk Milliyetçileri de, ırkçılıkla suçlanmalarını kökün· den çürüter:ek bir anlayışla, bu zümreleri, başka bir millete mensup oldt•.klarını öne sürmedikleri müddetçe Türk saymaktadırlar.

XI •TÜRK NEDiR?• •KENDiNi TÜRK HiSSEDEN•

Dil konusunu bitirmeden önce, mutlaka hatırlan­ ması gerekı>n önemli bir noktayı daha işaret edelim ; Türk Milleti'ne mensup olduğuna inanmış bir insan, kesin bir imkansı:rlık içinde değilse Türkçeyi öğren­ meli, Türkc;·eo konuşmalı, Türkçe yazmalıdır. Türk Mil­ liyetçileri, imkanlaı a rağmen Türkçeyi öğrenmeyen veya bildil{ı halde, Türkçe konuşmayan ve Türkçe yazmayan, başka t ir dile bağlılıkta direnen bir kim­ seyi, elbette Türk saymazlar. Çünkü, böyle bir dav­ ranış yabaıicı bir soya mensubiyet şuurunun ifadesi­ dir. Ama bu yüzden hiçbir sorumlu siyasetçi ve yet­ kili Türk Milliyetçilerini ırkçılıkla suçlayamaz. Zira Türk dilini sevmek ne antropolojik, ne de etnolojik manada bir ırkçılık belirtisi değildir ; Tü�k Milleti'ni sevmenin tabii bir sonucudur. Sırası gelmişken haber verelim : Dil konusundaki görüşümüzden ötürü bizi ırk­ çılıkla suçlcıyan bir siyasetçi veya yetkili, eğer dü343


rüst ve mert bir kimse ise, Atatürk'ü de suçlamak zorundadır Çünkü Atatürk'ün, millet ve dille ilgili gö­ rüşü gayet açıktır. Diyor ki ; «Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk Milletindenim diyen in­ san herşeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalı­ dır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse, buna inanmak ıiloğru olma;:.» (Taha Toros-Atatürk'ün Adana Seyaha­ ti 1933 Suyf a. 39) Ôzetleyc!im : Mi!liyetçilere göre Türk Milleti, Türk soyuna mensubiyet şuuru taşıyan insanların tamamın­ dan meydana gelir. Milliyetçi bir dünya görüşüne bağ­ lı kalındığı sürece, daha uygun ve yumuşak bir tari­ fin bulunması da güçtür. Kelimelerden manaya geçi­ lince, umumiyetle kabul edilen ve bir çeşit resmi gö­ rüş sayılan millet anlayışının yukardaki tarife çok benzediği de ortaya çıkacaktır. «T ü r k K i m d i ı;? .. » sorusuna hemen herkes, «k e n d i n i T ü r k h i s s e­ d e n.» cevabını verir . Sorumlu siyasetçilerimiz ve _ di­ ğer bazı yelkililer, Türk Milliyetçilerinin ırkçılığını hiç düşünmeden öne sürerken ; «Kendini Türk sayan bütün vatandaşları Türk Milleti'nden kabul ederiz.» diyerek övündükleri zaman, suçladıkları kimselerin anlayışını değişik kelimelerle ifade etmekten başka hiçbir şey söylemediklerinin belki de farkına varmazlar. Nite­ kim, herhaı ıgi bir ir,san durup dururken, kendini Türk hissetmez ; mutlakıı bir sebepe dayanması gerekir. şuur u O r t ak b i r s o y a m e n s u b i y e t da kendini Türk hissetmenin başlıca şartıdır. Başka bir soya mensup olduğuna inanan bir kimse, elbette: Türk Milleti'nden değildir. Eğer bir vatandaş ; «Yaban­ cı bir soydan geliyorum fakat Türk'üm» derse, ger­ çek dururn;mu saklamağa çalışıyordur ; veya sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu anlatmak is­ temiştir. -

344


TURANCILIK SUÇLAMASI MİLLİYETÇİ Hareket'e katılanların dışındaki bü­ Lün siyasetçilerimize ve yetkili kişilerin pek çoğuna göre, Turancılık büyük bir suçtur. Hatta, milliyetçi olduklarını söyleyenler arasında bile Turancılık suçla­ masına katılanlar vardır. Turan ve Turancılık deyimle­ rinin asıl manalarını açı.klamağa çalışmadan önce, suçlamanın kaynaklarına inmemizi sağlayacağı için, geçmişle ilgili bazı gerçeklerin hatırlanmasını iste­ yeceğiz : 1908 - 1944 yılları arasında Turancılık denilen ülküye bağlanmaktan ötürü kimse suçlanmamıştır. Da­ ha doğrusu Turancılık, İkinci Dünya Savaşı'nın biti­ mine kadar, yalnız milletimizin düşmanlarını gocun­ durmuştur . Devletimizi yöneten siyasetçiler gibi, mil­ letimizin iç ve dış güvenliğini sağlamakla görevli yet­ kililer de, 1 944 yılından önce, Turancılık diye bir suç tanımamışlardır. ittihat ve Terakki dönemi, <<'r u r a n» kelimesinde büyüleyici bir güzellik bulmuştur. Türki­ ye Cumhuriyeti, cHinya şartlarının gelişmesi yüzünden Turancılığın siyasi hedefüıi bırakmıştır ama, tarih ve kültür anla:vışında yine Turan'a hiç değilse belli bir ölçüde, bağlı kalmıştıt. Milliyetçilik düşmanların)n «O r t a ı-'\ s y a E d e b i y a t ı» diyerek küçüm345


semeğe yeltendiği hareket, Atatürk dönemi kültür ça­ lışmalarının ihmal edilemez bır bölümüdür. İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında, Mihver dev­ letlerinin baş döndürücü zaferleri sırasında, Turancı­ lık'dan kir:ıse gocunmamıştır. Sadece komünistlerdir ki, esir Türk Ülkeleri'nin kurtulabileceği ümidi ile Ruslar'ın yenilmesini isteyen Türk Milliyetçilerine «F a­ ş is t» ve «T u r a n c ı» diyerek saldırmışlardır. Sonra, ikinci cephenin açılması ile, mihver devlet­ lerinin ge.;:ilemesi başladı, 1944 yılının ilk aylarında Almanlar'ın yenileceği artık kesinlikle anlaşıldı. Ni­ hayet Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1944 yılının 19 Ma­ yıs'ın meşhur nutkunu vererek, Türk Milliyetçileri­ ne karşı hala bitmeyen bir H a çl ı Seferini başlattı. 1944 suçlamasında dış tesirlerin payı acaba ne kadardı , sorusurun cevabını aramayacağız. Ancak, İsmet İnönü'nün tutumunu iyi niyetle yorumlamak mümkün d�ğildir. İlk bakışta, Ruslar'ın korkunç bir mücadeleyi kazananlar arasında bulunması yüzünden, İsmet İnönü'nün haklı olarak çekindiği ve devletin yüksek menfaatlarını gözeterek bazı Türk Milliyetçile­ rini istemeden kötülemek zorunda kaldığı sanılabilirdi. Fakat daha sonraki gelişmeler böylesine iyimser bir izaha imkan bırakmadı. Akla e'.ı yakın ihtimal şudur : Sorumlu siyasetçi­ ler ve diğtr bazı yetkililerin Turancılık suçlamasına katılması, 1 944'den kalmış kötü bir mirastır. Yine öy­ le tahmin edilir ki suçlayıcılar, Turancılığın gerçek manasını lı�ç düşürımemiş, suçladıklarının ne istedik­ lerine ve ne yapt�Uarına hiç bakmamışlardır. TURANCILIK NEDiR?

Turanc:ıığa iki ayrı mana verilmiştir. Türk Milli· yetçilerinin Turancılıktan ne anladıklarını açıklamak 346


bakımından önce, Ziya Gökalp'in <<T ü r k ç ü 1 ü k ve u r a n c ı 1 ı k» adındaki yazısının bir kere daha okunmasında fayda görmekteyiz : «Türkçülük ve Tu­ rancılığın ;·arklarını anlamak için Türk ve Turan züm­ relerinin hudutlarırı! tayin etmek lazımdır. Türk bir milletin adıdır. MiEet kendine mahsus bir harsa ma­ li kolan bir zümre demektir. O halde, Türkün yalnız bir lisanı, bir tek lıarsı olabilir. Halbuki, Türk'ün ba­ zı şubeleri Anadolu Türkleri'nden ayrı bir lisan, <!_yrı bir hars ya.pmağa çalışıyorlar. Mesela Şimal Türkle­ rinden bir kısım gençler, bir Tatar lisanı, Tatar har­ sı vücuda getirmekle meşguldürler. Bu hareket Türk · ler'in başka. bir millet, Tatarlar'ın da başka bir millet olması nedcesini verecektir. Uzakta bulunduğumuz için Kırgızlar'ın ve Özbekler'in nasıl bir şiar takip edeceklerini bilmiyoruz. Bunlar da birer ayrı lisan ve edebiyat, b;rer ayn hars vücuda getirmeğe çalışırlar­ sa, Türk Milleti'nin hududu daha daralmış olur. Ya­ kutlarla Altay Türkler'i daha uzakta bulundukları . için, bunla�ı Türkiye Türkleri'nin harsı dairesine almak daha güç görünüyor. Bugün, harsça birleşmesi kolay olan Türkler, bilhassa Oğuz Türkler'i, yani Türkmen­ ler' dir. Türkiye Türkler'i gibi, Azerbaycan, İran ve Harzem ülkelerinin Türkmenler'i de Oğuz uyruğuna mensupturlar. Binaenaleyh, Türkçülükteki yakın mef­ kuremiz (Oğuz ittihadı) , tahut (Türkmen ittihadı) ol­ malıdır. Bu ittihattan maksat nedir ? Siyasi bir ittihat mı ? Şimdilik, hayır ! İstikbal hakkında bugünden bir lıüküm veremeyiz. Fakat, bugünkü mefkuremiz, Oğuz­ ların yalnız harsça birleşmesidir. Oğuz Türkleri, bu­ gün dört ülkede yayılmış olmakla beraber, hepsi pir­ birine yakın akrabadırlar. Dört ülkedeki Türkmen il­ lerinin adlaıını karşılaştırırsak, görürüz ki birinde bu­ lunan bir «İl»in yahut «boy»un diğerlerinde de şuT

347


heleri var. Mesela, Harzem'de Tekelerle Sarılar'ı ve Karakalpaklar'ı görüyoruz. Memleketimizde Tekeler bir sancak teşkil edecek kadar çoktur ; hatta vaktiy­ le Rumeliye nakledilmiştir. Türkiye'deki «Sarılar» bil­ hassa Rumkale'de otururlar ; Karakalpaklar ise, (Ka­ rapapak ve Terekeme adlarını alarak, Sivas, Kars ve Azerbaycan cihetlerinde yerleşmişlerdir. Harzem'­ de Oğuz'un «Salur» ve «İmralı» boyları ile «Çavda» ve «Göklen - Karluklardan Kealim> illeri vardır. Bu isimlere Anadolu'nun muhtelif noktalarında tesadüf edilir. Göklen, kendi adını Van'da bir köye «Gökoğ­ lan» şeklinde vermiştir. Oğuz'un Bayat ve Afşar boy­ ları da gerek Türkiye'de, gerek İran'da ve Azerbay­ can'da mevcutturlar. Akkoyunlularla Karakoyunlular da bu üç ii.1kede yayılmışlardır. O halde, Havarzem, İran, Azerbaycan ve Türkiye ülkeleri Türk etnoğraf­ ya itibariyle aynı uruğun yurtlarıdır. Bu dört ülkenin mecmuuna (Oğuzist an) adını verebiliriz. T ü r k ç ü1 ü ğ ü n y a k ı n h e d e f i bu büyük kıt'ada yal­ nız bir tek harsın, hakim olmasıdır. Oğuz Türkler'i umumiyetle Oğuz Han'ın torunlarıdır. Oğuz Türkleri birkaç asır evveline gelinceye ka­ dar mütesadd bir cıile halinde yaşarlardı. Mesela, Fu­ zuli, bütün Oğuz şubeleri içinde okunan bir Oğuz şai­ ridir. Korkut Ata kitabı Oğuzlar'ın resmi Oğuznamesi olduğu gibi Şah İsmail, Aşık Kerem, Köroğlu kitapla­ rı gibi hali{ eserleri de bütün Oğuzistan'a yayılmış­ tır. il BiZ TURANCI MiYiZ?

BÜYÜK Türk Milliyetçisi Ziya Gökalp, bir bölü ­ münü geçe�1 sayıdaki yazımızda okuduğunuz <<T ü r k­ ç ü 1 ü k \. e T u r a n c ı l ı k» adındaki makalesin348


de Turancılığı şöyle anlatıyor : <<Türkçülüğün uzak mefkuresi ise Turandır. Turan, bazılarının zannetti­ ği gibi, Türklerden başka, Moğolları, Tonguzları, Ma­ carları, Finyaları da ihtiva eden bir kavimler hari­ tası değildir. Bu zümreye ilim lisanında (Ural-Altay) zümresi denilir. Mamafih bu son iki zümreye mensup kavimlerin lisanları arasında bir akrabalık bulundu­ ğu da henüz isbat edilememiştir. Hatta, bazı müellif­ ler, Ural kavimleri ile Altay kavimlerinin birbirinden ayrı iki zümre teşkil ettiğini ve Türklerin Moğollar ve Tonguzlar!a beraber Altay zümresine, Finyalarla Ma­ carların d� Ural zümresine mensup olduklarını iddia ediyorlar. Türklerin Moğollarla ve Tonguzlarla lisani bir karabeti olduğu da henüz isbat edilmemiştir. Bugün ilmen sabit olan bir hakikat varsa, o da Türkçe ko­ nuşan Yakut, Kırgız, Özbek, Kıbçak (Tatar) , Oğuz gi­ bi Türk şubelerinin lisanca ve an'anece kavmi bir vah­ dete malik bulunduğudur. Turan kelimesi Turlar , ya­ ni Türkler demek olduğu için, münhasıran Türkleri ihtiva eden camiav] bir isimdir. O halde (Turan) keli­ mesini bütün Türk Şubelerini ihtiva eden büyük Tür­ kistan 'a hasretmemiz lazım gelir. Çünkü, (Türk) keli­ mesi bugün yalmz Türkiye Türklerine verilen bir ün­ van hükmüııe geçml�tir. Türkiye'deki Türk harsına da­ hil olanlar tabii yine bu ismi alacaklardır. Benim iti­ kadımca bJtün 0ğt>zlar yakın bir zamanda bu isimde birleşeceklerdir. Fakat Tatarlar, Kırgızlar, Özbekler ayrı harslar vücuda getirdikleri takdirde, ayrı milletler halini alacaklarından yalnız kendi isimleri ile anılacak­ lardır. O zaman bütün şu eski akrabaları kavmi bir camia halinde birleştiren müşterek bir ünvana lü­ zum hissedilecek. İşte bu müşterek ünvan Turan ke­ limesidir. Türkçülerin uzak mefkuresi : «Turan» namı altın349


da birleşen Oğuzları Tatarları, Kırgızları, Özbekleri, Yakutları lisanda, edebiyatta, harsta birleştirmek­ tir. Bu mefkurenin bir şeniyet haline gelmesi müm kün mü, yoksa değil mi? Yakın mefkureler için bu cihet aranırsa da, uzak mefkureler için aranmaz. Çünkü, uzak mefkure, ruhlardaki vecdi namütenahi bir dereceye yükseltmek için, isdihdaf edilen çok ca­ zibeli bir hayaldir. Mesela, Lenin, Bolşeviklik için yakın mefkure olarak Kollektivizmi, uzak mefkure su­ retinde de komünizmi ileri sürmüştür. Komünizmin ne zaman husule gele ceğini soranlara şu cevabı veri­ yor : (Komünizmin ne zaman tatbik olunacağını şim­ diden testirmek mümkün değildir. Bu, Hazreti Mu­ hammedin' Cenneti gibi ne zaman ve nerede görüne­ ceği malı1nı olmayan bir şeydir.) İşte, Turan mefkuresi de bunun gibidir. Yüz mil­ yon Türkün bir millet halinde birleşmesi, Türkçüler için en kuvvetli bir vecd menbaıdır. Turan mefkuresi olmasaydı Türkçülük bu kadar sür'atle intişar etme­ yecekti. Mamafih, kim bilir? Belki, istikbalde (Turan) mefkuresiniıı husulü de mümkün olacaktır. Mefkure istikbalin halikidir. Dün Türkler için hayali bir mef­ kure halinde bulunan (Milli Devlet) , bugün Türkiye' de bir şeniyet halini almıştır. O halde, Türkçülüğü mefkuresinin büyüklüğü noktasında üç dereceye ayırabiliriz : ·

1)

2) 3)

Türkiyecilik, Oğuzculuk yahut Türkmencilik, Turancılık.

Bugün şeniyet sahasında yalnız Türkiyecilik var­ dır. Fakat . ruhların büyük bir iştiyakla aradığı (Kı­ zıl Elma) , şeniyet sahasında değil, hayal sahasında­ dır. Türk köylüsü Kızıl Elmayı tahayyül ederken, gö350


zünün önüııe eski Türk ilhanlıkları gelir. Filhakika, Turan mefruresi mazide bir hayal değil, bir şeniyet­ tir. Miladdan 210 sene evvel, Hun Hükümdarı «Mete», «Hunlar» namı altında bütün Türkleri birleştirdiği za­ man Turan mefkureı:i bir şeniyet haline gelmiştir. Hun­ lardan son� a Avarlar, Avarlardan sonra Gök Türk­ ler, Gök Türklerdeıı sonra Oğuzlar, bunlardan sonra Kırgız-Kazaklar, daha sonra Kür Han, Cengiz Han ve sonuncu olmak üzere Timurlenk, Turan mefkure­ sini bir şeniyet haline getirmediler mi? «Turan» kelimesinin manası ŞU suretle tahdit olunduktan sonra, artık Macarların, Finyaların, Moğol­ ların, Tunguzların, Turanla bir alakaları kalmamak icabeder. Turan, bütün Türklerin mazide ve belki de istikbalde bir şrniyet olan büyük vatanıdır. Turanikr, yalnı7 Türkçe konuşan milletlerdir. Eğer Ural ve Altay ailesi gerçekten varsa, bunun kendine mahsus bir ismi olduğundan «Turan» adına

ihtiyacı

yoktur. Bir de l>azı Avrupalı müellifler, garbi Asya'da as­ len Samiler·e yahut Arilere mensup olmıyan bütün ka­ vimlere «Turani» adını veriyorlar. Bunların maksa­ dı, bu kavimlerin Türklerle akraba olduğunu tasdik etmek deği!dir. Yalnız Samilerle Arilerden hariç ka­ vimler old.ığunu anlatmak içindir. Bundan başka, bazı müellifler de Şehnameye na­ zaran «Tur» ile «lrc» in kardeş olduğuna bakarak. Turanı eski İran'ın bir kısmı addetmektedirler. Hal­ buki, Şehncı.meye göre, Tur ile İrc'in üçüncü bir kar­ deşleri daha vardır ki, adı «Selem»dir. «Selem» ise İran'dan bir şubenin dedesi değil, bütün Samilerin 351


müşterek C"'eddidir. O halde, Feridunun oğulları olan bu üç kardeş Nuhun oğulları gibi, eski etnoğrafik taksimatın adlarınr:�n doğmuştur. Bundan anlaşılıyor ki «Turan» İranın bir cüz'ü değil, bütün Türk illeri­ nin mecmuu olan Türk Camiasından ibarettir. «(Ziya Gökalp ve Türk M'.lliyetçiliği Hazırlayan Dr. Hikmet Tanyu-Sh. 1 06-110)». Ziya Gi:ikalp'ın bu makalesi, aradan çok uzun bir süre geçmesine rağmen, Turancılık konusundaki baş­ lıca kaynaklardan biridir. Ural - Altay zümresi ile il­ gili görüşler i elbette münakaşaya müsaittir. Ayrıca; «Bugün ilmen sabit olan bir hakikat varsa, o da Türk · çe konuş::ı.rı Yakut, Kırgız, Özbek, Kıbçak (Tatar) Oğuz gibi Türk Şubelerinin lisanca ve an'anece kav­ mi bir V�thdete (Millet birliğine) malik bulunduğu­ dur.» dedikten ve «Fakat, Tatarlar, Özbekler, Kırgız­ lar, ayrı :·arslar vücuda getirdikleri takdirde, ayrı milletler halini ala caklarından, yalnız kendi isimleri ile anılacaklardır.» cümlesinde farklılaşmayı şarta bağlı bir ithimale bağlayarak bütün Türklerin henüz tek bir millet olduğunu ifade ettikten sonra , makalesi­ nin sonund�. «Turaniler yalnız Türkçe konuşan millet­ lerdir ! » hükmüne varmasındaki tutarsızlığı da, aziz ruhundan özür dileyerek, belirtmek gerekecektir.

GÔKALP'TEN SONRA TURANCILIK

Türk Milliyetç-ileri, Ziya Gökalp'ın Turancılık an­ layışına, temel ölç-üler bakımından, daima bağlı kal­ mışlardır. �adece, Oğuzculuk yahut Türkmencilik ay­ rı bir ülkü olmaktan çıkmış, Turancılığa dahil edil­ miştir. Böyle Türk Milliyetçilerine göre Turancılık ; 352 .


Türkiye Ct:mhuriyet.inin sınırları dışında yaşayan bü­ tün Türkleri dil, edebiyat ve kültür yönünden birleş­ tirmek ma:d ısına alınan, belki uzak ama kutsal biı ülkünün ad,dır. Turancılığın, bilindiği gibi, özellikle Türkiye dı­ şında yaygın ve daha geniş bir manası daha vardır. Bu manası ile Turancılık, Ural-Altay Milletlerinin (Ma­ carların, Finlileri!", Moğolların ve Tunguzların) siya­ setçe veya en azından kültürce birleşmeleri için ça­ lışmak der.ıektir. Fakat hiçbir Türk Milliyetçisi böy­ le bir Turancılığı benimsememiştir. Diğer bir söyle­ yişle, Türklerle Macarları veya Moğolları dilde, ede­ biyatta ve kültürde birleştirmeğe çalışan hiçbir Türk Milliyetçisi çıkmamiştır. Milletimizin ortak duygusunu paylaşarak, Macarları ve Finlandiyalıları, diğer Av­ rupalı milktlere kıyasla kendimize daha yakın bulu­ şumuzun sebepleri başkadır. Macarlar ve Finlandi­ yalılar, milyonlarc? Türk gibi, İslav sömürgeciliği­ nin kurban.�ciırlar v«:: Ruslara karşı, bağımsızlıkları uğ runda zaman zaman yiğitçe savaşmışlardır. Ayrıca Macar ve Fin bilginleri, Türk tarihi ve dili konusun­ da çok değerli eserler vermişler, Avrupalı yazarların çoğunda gördüğümüz «Türklüğü kötüleme» geleneğinin rlışında kalmışlardır. Türk Milliyetçilerinin Moğollara karşı da b:r sevgileri yoktur. Ancak, çoğumuz Cen­ giz Hanı Moğol değil Türk saymakta ve Moğol adıyle tanınan imparatorluklarda temel unsurun Türk oldu­ ğunu bilmekteyiz. Turanc>.lığın ger çek manasını kısaca açıkladıktan sonra, sorunun yer; gelmiştir : Turancı mıyız?

353


111 TÜRK MiLLiYETÇiLERi

TURANCI MiDiR

ELBETTE TURANCIYIZI

BİR önceki yaz;mızda Turancılık'ın, kısaca ; dünya Türklüğünü dil, edE.biyat ve kültür bakımından birleş­ tirmek manasına geldiğini ifade ettikten sonra, «T ü r k M i 1 1 i y e t ç i 1 e r i T u r a n c ı m ı d ı r?» so­ rusuna <<E 1 b e t t e T u r a n c ı y ı z ! » cevabının verileceğini açıklamıştık . Merhum Ziya Gökalp'in, Mil­ liyetçilerin çoğunluğu tarafından paylaşıldığını belirt­ tiğimiz Turancılık tarifinde başlıca iki özelliğe dikkat edilmelidir . A Türkçüler için, Turancılık uzak bir ülkü­ dür. B - Ulaşılması beklenen hedef devlet, ülke ve si­ yaset bakımından değil ; dilde, edebiyatta ve harsta (Kültürde) birleşmektir. -

Böyle bır görüşe bağlı kalınması şartı ile sorum­ lu bir siyasetçinin veya diğer bir yetkilinin Turan­ cılık suçlamasına katılması elbette imkansızdır. Çün­ kü dünya Türklerinin birbirlerine daha çok yaklaş­ maları, zaten mevcut olan kültür bağlarının iyice sağlamlaşması, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Dev­ letimiz' e hiçbir şey kaybettirmez, ama pekçok şey ka­ zandırır. Şu halde suçlayıcıların, Turancılık deyimi­ ne başka bir mana verdiklerini düşünmek zorundayız. Mütemadiyrn suçlanan, hatta bazı Türk Milliyetçileri­ ni zaman zaman hizmet imkanlarından uzaklaştıran ve çağının «Ô c Ü»SÜ haline getirilen o «B a Ş k a m a­ n a» nedir, nasıl bir kaynaktan çıkar, hangi delil­ lere dayanır? Turancılık'ın, sorumlu siyasetçilerimiz­ le diğer bazı yetkililerin beyinlerine yerleştirilen 354


«iİ z e l» manasını araştırmadan önce, önemli saydı­ ğımız diğer bir konuya dokunacağız. Bugüne değin yazdıklarımızın bazı bölümleri, hiç şüphe yok ki, bilgimizin azlığından ve anlatma gücü­ müzün yetersizliğinden ötürü, ara sıra yakınlarımız tarafından bile yanlış değerlendiriliyor. Genç bir dos­ tum, geçen sayıdaki yazımın «Diğer bir söyleyişle, Türklerle Macarları veya Moğolları dilde, edebiyatta ve kültürde birleştirmeğe çalışan hiçbir Türk Milliyet­ �·isi çıkmamıştır.» cümlesini göstererek ; «Ama dedi d l i yıl önce olduğu gibi şimdi de, mesela Macarlarla ı rkdaş olduğumuzu öne süren Türk Milliyetçileri var­ dır. Macarların kfımünist Ruslarca sömürülmesinden yakınan şiirler ve yazılar okumuşuzdur. Tarık Buğra'­ nın <<A y a k t a D u r m a k İ s t i y o r u m» adın­ daki piyesini unutsbilir misiniz? »

B u koııuda, genç dostum gibi düşünenleri uyar­ mak açısınc.an, diyeceklerim olacaktır. Macarlarla ve­ ya Moğollarla bazı bakımlardan yakınlığınız tarih in­ celemeleri sonunda yapılan bir tesbittir : Türk Milli­ yetçilerinin isteğine bağlı değildir. Ayrıca, dünya Türk­ lüğünü dil, edebiyat ve kültür bakımından birleştirme ülküsü ile ; Macarların ve diğer Ural-Altay Kavimle­ rinin Türklere diğer milletlerden daha . yakın sayılma­ ları gerçeği arasında doğrudan doğruya bir bağlantı kurulamaz. Elli yıl öncesinin büyük milliyetçilerinden bazıları, biraz sonra belirteceğimiz özel şartlar yüzün­ den, Ural-Aitay Kavimlerinin akrabalığı konusunu iş­ lemiş, hele Macarlardan sevgi ile söz etmişlerdir. Fa­ kat Türk Milleti ile Ural-Altaylıların ne devlet, ne de kültür yönünden birleşmesi hiçbirinin aklına gel­ memiştir. Onların istediği, dünyanın tam bir kuvvet­ ler dengesine kavuşmasını sağlamak üzere, Slav, Cer­ men ve Latin bloklarının yanında, bir Turan bloku355


nun da yer almasından ibaretti. Turan Kavimlerinin akrabalığı konusuna ilgi duyanların en tanınmış ola­ nı, Ahmet Hikmet Müftüoğlu'dur, Müftüoğlu, «G ö n ü 1 H a n ı m» adındaki eserinde Türklük, Müslümanlık ve Turancılık hakkındaki düşüncelerini anlatmıştır. Ki­ tap ; Orhun Anıtları'na yapıldığı farzedilen bir seya­ hatın romanıdır. Dört kişi ; ; Ruslar'a tutsak düşen Türk Üsteğmeni Mehmet Tolun Efendi, Macar yedek teğmen Kont Bel'la Zichi, genç Tatar tüccarı Ali Ba­ hadır Kapla.noğlu vt Paris Üniversitesi Edebiyat Fa­ kültesinden mezun hemşiresi Gönül Hanım ; Orhun Anıtlarını � erinde incelemeğe karar verir ve hemen yola çıkarlar. Müftüoğlu, kahramanlarını yol boyunca sık . sık konu5turarak, aslında kendi fikirlerini açıklar. Romandaki sohbetlerin birkaç bölümünü, günümüzde­ ki Turancılık suçle rııalarını ve gereken cevapların loir kısmını hatırlattığ• için, a:ynen alacağız : «Kaplanoğ­ lu Rumeli Hisarı ve çevresini gösteren resimlere de­ rin derin baktı : - Ne muazzam bir güzellik, burası bü­ tün Ural- Atay kavimlerinin mağrur payitahh olma· hdır, meder. iyet ırcrkezi olmalıdır. Bütün İslav mil­ letlerinin k•blesi Pet�rsburg, İngilizce konuşa,nların mihrabı Londra olduğu gibi... Boğaziçinin iki yakasın­ da kurulacak birk.ıç üniversite de, Asya'daki Türk Kavimlerin:n irfana susamış gençlerini doyuracak bi­ rer ilim kcıynağı mevcut olsa. Budape�te'nin bu arada unutulduğundan canı sı­ kılan Kont Zichy, ş<rka �ollu dedi ki : Demek Türkler, bütün Asya'yı ist.il a etmek istiyorlar. Bu tasavvuru, gerçekleşmesi pek çok zaman isteyen bir hayal saya­ rım. Mehmet Tolun, ihtisası ile ilgili bu itiraza hemen cev:ıp verdi: -Türklerin, ittihadı, İslamların ittihadı gibi, Avruııalıların. bilhassa Avrupadaki düşmanları356


mızın bize yöneJtfik leri iftiralardır. Türkiye'de hiç, ama hiç kimse yok dur ki Asya'yı, Rusya'yı istilayı hatırından geçirsin. Türkler Asya'dan evvel, Türkiye'­ yi fethetmdidirler. Yurdumda halen, şanı bilinmeyen, el değmemiş, unutulmuş öyle yerler, bölgeler var ki, saysam h-:ıyret edersiniz. Bence Türk Birliği, hatta İslam Birliği demek Türk Kültürünün, İslam İlminin birliği demektir. Biz yabancı ülkeler fethetmek değil, yerli üniveı siteler � çmak istiyoruz. O suretle ki, Ber­ lin'de, Viyana'da, Zürih'de, Hollanda'da (Niebelungen) efsaneleri r,e tesir bırakıyorsa, <<E r g e n e k o n» da, (Alparslan Masalları) da Tebriz'de, Baku'da, Ka­ zan'da, Bı.;rl.apeşte'de, Türkistan'da, Sibirya'da o tesi­ ri yapmalıdır. Bunun için Almanya, Avusturyayı, doğu İsviçre'yi i5tila etr-:ıedi, bu ülkeler hakkında da hiç bir hırs b·.!slemedi. Amerika ve İngiltere ayrı kültü­ re sahip oldukları hı:ı lde birbirlerini mahva çalışmıyor­ lar. Türklerin Miliiyetperver bir zümresi istiyor ki, Medeniyet alemincle nasıl bir Latin medeniyeti, bir Anglo-Sakson terbiyesi varsa, bu medeniyet ve terbi­ ye nasıl cihanda bir refah amili olmuşsa, bir Türk Medeniyeti , Türk Kültürü de er ve geç Doğu'da o su­ retle bir terakki V<:sıtası olsun. Bu gayeye bizi ulaş­ tıracak Sa \lunma Dakanlığımız değil. Milli Eğitim Ba­ kanlığımızd:r . . . Bu &ilde ve tabii mefkurede nasıl ve ne gibi bir istila fikri buldunuz? Anlayamam, Kont ! Dikkat ettinizse All Bahadır Bey, İstanbul, Ural-Altay kavimlerinb idare merkezi olmalıdır, demedi. Mede­ niyet Merkezi, manevi başkenti olmalıdır, dedi.

- O hc-Jde, itirafınıza göre, mademki memleketi­ nizde daha bilinme� en, bırakılmış bölgeler varmış, ön­ ce onları keşf ve imar etmek, Asya'dan öğrenci da­ vet eylemekten daha lüzumlu ve önemli değil mi? As­ ya'daki ırkdaşlarımızı aydınlatmak istiyorsanız, batı367


rınıza İsla!ıbul'dan daha çok imar görmüş, daha yük­ selmiş, aynı milli menşee mensub bir ahalinin bulun­ duğu diğer bir başkent gelmiyor mu? Gönül Hanım ; müsaadenizle buna da ben cevap vereyim Kont, ded;, ve ilave etti : Macarları Şarktan ayıran tam on asırdır. Siz de bugün Şark kültür ve medeniyetinden zerre kalmamış­ tır. Hıristiyanlaştıktan sonra evvela Latin Medeniyeti sonra Alman Kültürü arasında kaldınız. Latin, Cermen, İslav dalgaları ortı:ı sında tarihinizi, geleneklerinizi, hatta dilinizi ve hatta ecdadınızı unuttunuz. Bugün, Miladi Ondördürıcii yüzyıl;ı ait Macarca bir mısra'a, bir masala malik değilsiniz. Dilinizin lUgatlarından yüzde yetm:şinden fazlası Latin, Cermen, İslav keli­ melerinden müteşekkildir. Yüzde ancak onbeşi Alta i­ dir. Onlar c1a asıllan anlaşılmayacak derecede tahrib ve tahrif olunmuş lafızlardır. Mesela Macarca «Ay­ na» demek olan «Tühor»un görmek menşeinden gel­ diğini bilmek için ya keramete sahip veya ilmi işti­ kaka aşina olmak lazımdır. Bu iki faziletin erbabı da maateessüf, pek nadirdir. Bereket versin, Maca­ ristan'da bir buçuk asır kalan Osmanlı Türklerine ki, o zamana kadar, size cebren kullandırılan Latince, Almanca yerine kendi dilinizi iade ettiler. Eğer onlar memleketinize muvakkaten malik olmamış olsaydılar, bugün on milyonu geçen halis Macarlar dilleriyle, ruhlarıyla tamameıı Alman olmuşlardı. Bu olmaz bir şey değildi. Altay kavimlerinin «aba-i beşer» olduğu­ na kani değilseniz, Ruslar'ın, laakal, yüzde ellisi ile aynı babanın evladı olduğumuza şüpheniz yoktur. On­ lar nasıl İ."lavlaşmış iseler, siz de o suretle Cermen­ leşecektiniz. İşte, bu cihetlerle, Peşte'nin Ural-Altay­ lı nesillere, hüviyerini, lisanını öğretecek bir mevki'de bulunmadığına hak verirsiniz sanırım.» 358


iV ELBETTE TURANCI OLMAMAKTAN SUÇLUYUZ!

TURAJ�CI olmamaktan suçluyuz «Ü ç B ü y ü k y a n 1 ı ı;» umumi başlığı altında sunduğumuz yazı serisinin «S n b i.� y ü k y a n 1 ı ş» adını verdi­ ğimiz ikir.d bölümüne başlarken nasıl bir sonuca var­ mak isted�ğimi�' de belirtmiştik. Komünistlerin ve diğer millet düşmanlarının sırf başkalarını kandırmak için ortaya attığı yalan ve iftiraları bir kenara bı­ rakarak, iyi niyet'erine inanmak istediğimiz sorurr.­ Ju siyasetçılerimiz ve diğer bazı yetkililer tarafından Türk milliyetçilerine yöneltilen başlıca suçlamaları ce­ vaplandıracaktık. Yanıldıklarını anlatmağa çalışa· cak, gerçeğe dönmelerine yardım edecektik. Siyaset­ çilerimizin ve bazı yetkililerin faşizmle ırkçılık konu­ sundaki tutumlarını izah edebiliyorduk. Faşizm, anti­ komünist bir diktatörlük manasına da geldiğinden ötü­ rü, yürürlükteki kanunlarımıza ve demokrasi yöneti­ mini benimseyen anayasamıza göre, suçtu. Ancak suç­ lananlar yanlış seçilmişti, Türk milliyetçileri'nin Fa­ şizm'le hiçbir ilgileri yoktu. Anayasamız ve Ceza Kanununun belli · maddeleri, antropolojik manadaki ırk­ çılığı da suç saymakta idi. Yalnız, suçlananlar yine yanlış seçilmişti ; Türk milliyetçileri ne geçmişte ne de bugün, antropolojik bir ırkçılık yapmamışlar­ dı. Kısacası Faşizm ve ırkçılık konusunda suç var, fakat suçlu yoktu. Turancılık suçlamasını

cevaplandırmağa sıra ge359


lince, Türkiye'den başka bir memlekette rastlanaca­ ğına hiç ihtimal wrmediğimiz tuhaf bir durumla kar­ şılaştık ; suçlanan Türk milliyetçilerinin, hepsi değil, ama bir kısmı gerçekten Turancı idi. Ancak, neresin­ den bakılırsa , Turancılık asla suç sayılamazdı. Bir fasit dairerıin içine girmiştik. Şöyle ki ;

1 Tarif: Dünya Türklüğünü dilde, edebiyatta ve kültürde birleştirmek ülküsüne Turancılık, denir. 2 Tesbit : Böyle bir ülkünün, milletimizin düş­ manları dı�ında, hiç kimseye zararı yoktur. 3 Sonuç : Turancılığı suç sayan sorumlu siya setçiler imiz ve diğer bazı yetkililer vardır ! Nasıl olur, diyeceksiniz? Doğrusunu isterseniz, benim aklım da ermiyor ama, oluyor işte ! Hani, «Delinin biri kuyuya bir taş atmış kırk akıllı çıkaramamış ! '> derler. İsmet İnönün'nün 29 yıl bnceki suçlamasının lekeleri, hükü­ metlerin siyaset kitabından hala silinmedi. Hukuk Dev­ leti sözünü hiç bırakmayan siyasetçilerimiz, yüksek bir koltuğa oturunca kanunların ne yazdığını unutu­ yorlar ! Oyun tektir, değiştiği hiç görülmemiştir. İçiş­ leri Bakanı Ahmet Bey, ya Millet Meclisinde konuşur, ya gazetebre demeç verir ya da çok gizli bir tamimle valiliklerin dikkatini çeker : «Bölgenizdeki Turancıla­ rın tesbit edilmesi, aralıksız izlenmeleri ve faali­ yetlerinin C:ğrenilmE:si, sonucun bildirilmesi, v.s . ! » Va­ li Tekin Beyden Enıniyet Müdürü Mahmut Bey'e emir, Mahmut B•�y'den polis memurlarına buyruk ! Turancı avına çıkılmıştır. Peki ama Turancılık nedir ! Turan cı kimdir? Sayın avcıların pek çoğu dıığrusunu bilmez. öğrenmeğe de vakii bulamaz ! Diyelim, milliyetçi bir öğretmen, herhangi bir yerde tutsak Türkler'den mi söz etti? Hemen rapor hazırlanır : «koyu bir Turancı­ dır, öğrene.ileri taştan çıkarmasından korkulur ! ..� Uzatmaya ne haceı , hep bildiğiniz gibidir. Turancı öğ-

-

-

360


·

retmen, bil' ay önce tayin edildiği (y) öğretmen oku­ lundan alı:.ır, 1000 km. uzaklıktaki orta okula sürgün gönderilir. Memur, öğretmen, öğrenci, serbest meslek sahibi vatanda ş . . . Nice Türk milliyetçisinin adı kar­ şısına ; Turancıdır, çok tehlikelidir» kaydı düşülmüş­ tür ! Siyasetçilerimiz öylesine pişkindir ki, üşenmeseniz de, hangi kanunun hangi maddesine göre Turancılığın suç sayıldığını bir milyon defa sorsanız, yine de bir cevap alar:'azsınız : TuraLc;. olmamı:ıkla, diğer bir söyleyişle, Turancı­ lığın icaphı.rını yt:rine getirememekle suçlansaydık, daha bir uygun düşudi ! İtiraf etmek zorundayız : Türk milliyetçileri, birkaç tanesi hariç tutulursa, Turancılık ülküsüne yaklaşmak bakımından çok az şey yapabilmiş !erdir. Bağışlanmamıza yarayacak, savunmamızı ko­ laylaştıracak sebeplerin varlığını elbette biliyoruz. Şart­ lar kötü idi, her türlü imkandan yoksunduk, güçlü düşmanlarla boğuşmak zorundaydık, üstelik öz vata­ nımızda suçlu sayılıyorduk. . . hepsi doğru, yine de so­ nuç değişme z : Dünya Türklüğünü dil, edebiyat ve kül­ tür yönünden birleştirmek hedefine doğru uçamadık, koşamadık hatta yürüyemedik ; emeklediğimiz bilt! şüphelidir. Dünya Türklüğü hala birbirini anlıyorsa, lehçe ay­ rılıkları henüz dil ayrılığına dönüşmemişse Türkçe­ nin olağanüf".tü yaşı:ıma gücündendir. Yoksa Türk mil­ liyetçileri, çeşitli Türk lehçeierini birleştirmek, ayrı­ lıkları giderici eserler vermek imkanını bulamamışlar­ dır. Sovyetler Birliğinin, Türk lehçelerini ayrı diller haline getirmek yolunda çalıştığını duymuşuzdur ama, ne kadar mesafe aldığından çoğumuzun haberi yok­ tur. Ne ya�ıldığını tam öğrenemeyince, alınacak ted­ birleri de bilemiyoruz. Tehlikenin büyüklüğünü seziyo361


ruz, ıçımıze tarifsiz bir ağırlık çöküyor, fakat «Cin' den Viyana 'ya kadar Türkçe konuşarak gidebilirsiniz.:1> hükmünü k1yamete değin geçerli tutacak bir çalışma­ ya giremiyPr, sadece hep böyle kalmasını istiyoruz. Sovyetler Birliği, her Türk lehçesine ayrı bir alfabe uydurur, ,<Öz Özbekçe», «Öz Kazakça», «Öz Türkmen­ ce» kelimeler icat ederken, elimizden ne geliyor? Göğ­ sümüzü gp e gere Turancı olduğumuzu ilan ediyoruz ama, başlıca Türk lehçelerini kaçımız bilir? Üniver­ sitelerimizdf" okutulmaması Milli Eğitim siyasetimiz adına ayıptır ya, bizi kurtarmaz. Türk milliyetçileri arasından, her Türk lehçesini dünü ve bugünü ile bi­ len, edebiyatı ile tanıyan uzmanlar çıkmalı idi. Biz Turancılar, Dünya Türklüğünü kültür bakımın­ dan birleşt.ırmek l<onusunda da çaresiz kalmışızdır. Türkiyemiz, korkunç bir kültür buhranına sürüklenin­ ce, nereye koşaccığımızı, şaşırmışızdır. Türkiye'deki kültür değerleri çalışmasından başımızı kaldırıp dışa · rıya bakamamı�ızdır. Oysa, Türk kültürünün geçmiş­ teki değerleri, bütün bir Türk Dünyasına göre tesbit edilmeli, '..•ı tak öze:llikler meydana çıkırılmah, fark­ lılaşmaların giderilmesine çalışılmalı idi. Türk milli­ yetçileri, bütün Türk zümrelerinin musikisi, folkloru, geleneği V•.! diğer kültür unsurları hakkında araştır­ malar yapmalı, esPrler vermeli idiler. Türk kültürü­ nün ortak (;zelliklerini incelemelerimiz sonucu değil, ancak tesadüflerle öğrenebiliyoruz. Rus, Çin, Fars, Arap ve Batı kültür emperyalizm­ lerinin yalnız varlığını bilmek yetmez k i ! . . . Nasıl ça­ lıştıklarını, hangi usulleri kullandıklarını, nereye ka­ dar ilerlediklerini de öğrenmek zorundayız. Özetleyelim : Türk milliyetçileı:: inin çoğu, özellikle Milliyetçi Harekete katılanların hepsi Turancıdır. Dün­ ya Türklüğünü dil, edebiyat, kültür ve diğer manevi 362


değerler bakımından birleştirmek ülküsünün adı olan Turancılık asla bir suç değil, büyük bir şereftir. Türk milliyetçileri, Turancılığın icaplarını tam yerine ge­ tiremediklerinden ötürü, kendilerini suçlu sayarlar. So­ rumlu siyasetçiler.i mizin ve diğer bazı yetkililerin Tu­ rancılığı suç saym<.ları, otuz yıllık bir şartlanmanın ve bilgisizliğin sonucudur. Suçlayıcıların, Turancılığı gerçek marası ile anladıklarına inanmak istemiyoruz. Çünkü aksı takdir-.c , Dünya Türklüğünün manevi de­ ğerler ve dil bakımından birleştirilmesi ülküsüne kar­ şı çıkanların Türk o!duklarına inanmakta güçlük çeke­ ceğiz. Zannımıza göre suçlayıcılar, Turancılığı tama­ men yanlı:ı anlamc.. k tadırlar. Nasıl anladıklarını ara­ mnğa başlamadan önce, bir çift sözümüz olacak ! Aklı­ nı yitirmcnıiş bir o dam, mesela, «Hayvanları koruma Derneği• ü� elerine ; «Hayvanları seviyorsunuz .. Şu hal­ de insanla"a düşn�ansınız ! » diyemez ! Türk milliyctç:ıerinin, çağımızın şartları ile sınır­ lanmış Turancılığ!, daha çok, tutsak milletdaşlarımıza duyulan bit· ilginin ifadesidir. Turancılığın asıl icap­ larını yerin.-; getirmt-k imkanını bulamayınca, «i 1 g i» ile yetinmek zoruncfa kalmışızdır. v TUTSAK TÜRKLERLE iLGiLENMEK SUÇ MUDUR?

GEREKLİ olanın yapılmasına gücümüz yetmeyin­ ce Türk Dünyasının çağımızdaki durumuna karşı «İl­ gi göstermekle» yednmişizdir. Turancılık adına , bütün cumhuriyet dönemi boyunca, daha fazlası elimizden gelmemişti•·. TuranC'ılık suçlamasına katılanların biri­ cik sermayesi işte şöyle bir ilginin sanki gizli imiş gibi yarım - yamalak derlenip dosyalara konmasından 363


bir de sorumlu siyasetçilerimize nutuk çekme fırsatı­

nı vermesinden ibn rettir. MilletdvşlarımııJa ilgilenmek yüzünden suçlanmak ; yanlışa saplanmaktan doğan öylesine korkunç bir gaf­ let ki anlaşılması güç, anlatılması hüzün vericidir. Yine de o yakıcı öfkeyi yüreğimize gömerek «Elma­ nın armut olmadığını» öğretmekten usanmayacağız. Türk Dünyasının çağımızdaki durumu ile ilgileni­ yoruz da ne yapıyoruz? Kuvvetli bir teşkilat mı kur­ muşuz? füıyır ! GE.'rlye ne kalıyor? Tutsak kardeşle­ rimizi düşüııüyor, <:·cılarını paylaşıyoruz. Çok üzülüyor, az seviniy..ıruz. Nihayet becerebildiğimiz kadar, yazı­ yoruz, kon-..ışuyoruz, sabahsız uykulara dalanları uyan­ dırmaya ça lışıyoruz. Türk Milliyetçilerinin, Dünya Türklüğü ile nasıl i!gilendiklerıni, son otuz yıldan seç­ tiğimiz bazı misallere bağlıyarak, yeniden hatırlata­ lım : Çok bilmiş Batıcı aydınlarımıza 14 Temmuz gü­ nünde ne düşündük lerini sorarsak, 1789 F•ansız ihti­ lalini anlatmaya b.• �lıyacaklardır. Paris halkının Bas­ til zindanına yürüyüşündeki ilerici atılımı söyleyecek Robespiyerleri, Dantonları hatırhyacaklardır. Oysa biz, her 14 Temmuz günü, 1959 yılının kızıl barbarlığın­ dan duyduğumuz acıyı yaşıyoruz. Kerkük sokakların­ da kamyonların arkasına bağlanıp sürüklenen, güya korunmak •izere evlerinden alınarak köşe başlarında beyinlerine kurşun sıkılan kardeşlerimizin yasını tuta­ rız. Ata Hayrullah beyi ve yiğit arkad&şlarını şehit­ lerimizin en azizleri arasına koymuşuzdur. Bizim için Kerkük, adını Irak haritasında gördüğümüz bir şehir­ den ibaret değildir. Kaybedilmiş vatan topraklarının hiç unutulmayacak bir parçası, 800 bi11 Türk'ün yaşa­ dığı bir b::ilgenin merkezidir. A. Kasım'ın Nuri Sait'i ve Abdullal:'ı öldürmesi bizi hiç ilgilendirmez. Ancak o ve yardakçıları, Kerkük katliamının tertipçisi oldu364


ğundan dü:rnanımızdırlar. Türk adını taşıyan bir ya­ zarın, Kasım'ın ölümüne ağıtlar yazmasını ihanet sa­ yarız. Kerkiık'teki milletdaşlarımızın, hala huzur ve emniyete kavuşmadıklarını, daima tehdit altında ya­ şadıklarını, varlıklarıni unutmağa zorlandıklarını bi­ liriz. Nice yiğit olduklarını, Türklük sevgisinin yü­ reklerinden asla çıkarılamıyacağını biliriz. Soruyoruz : Irak Türkltri ile. ilgilenmek, öldürülmelerine üzülmek, iyi bir duruma gelmelerini dilemek suç mudur? Bir tarihte yan:ış hatıı lamıyorsam 1963 yılında, milli şu­ urdan nasipsiz ve cahillikte emsalsiz sayın gazetele­ rimizde şöyle bir haber çıkmıştı: İran Şahı isyan eden Goskay'lara karşı askeri harekete geçilmesini emretti. Uç.ıklar hl'r tarafı bombalıyor ! » önce anlıya­ madık, şaşırdık, «Goskay'lar kim ola?» diyerek epeyce düşündük. Haberin gerisini okuyunca öyle bir buda­ lalıkla karşılaştık ki, yalnız kendi hesabımıza utanma­ dık ! Gazetelerimizi., sayın muhabirleri, yabancı ajans­ lardan aşırdıklarını aynen geçirmişler. «GoskaY» de­ dikleri de meğerse «Kaşkailer»miş. Kaşkailer Oğuz boyunun bhraman çocukları. Şimdiki Şah gibi, baba­ sının da gözünü yıldırmışlar. Aşiret hayatı yaşayan, ge­ leneklerinden asla kopmayan, Fars tesirinin bozama­ dığı insank rdı. Güya devrimci Şah toprak reformu yapacaktı. Asıl hedefi, Kaşkailer'in zenğinliklerini çal­ mak, topraklarını e)ıp F:trslar'a peşkeş çekmekti. Hak­ larını korurıı ağa çı=ılıştılar, e�kekçe döğüştüler, güçle­ ri yetersizdi, kimse yardım �tmedi, dünya seyirci kal­ dı. Şah ordusu, topu, tüfeği yetmezmiş gibi, uçakları­ nı da saldırttı. Yalnız erkekleri değil, kadınları da çocukları da öldürciüler, ve Türkiye'de ilerici basın yırtınırcasıııa alkış tuttu: «İlerici şah, bütün engelle­ re rağmen, toprak reformunu gerçekleştirdi. Yaşa­ sın ! » Allaha şükür Turancı idik. Yoksa biz de ko365


mikleşebili�-, Türk"ün ezilmesini reform sanabilirdik. Oyuna gerçek marasını vermeğe çalıştık. Soruyoruz : Kaşkailerin öldürfümesini alkışlamak, İran'da yaşayan 12 milyon Türk'ün kaderi ile ilgilenmek suç mudur? Yine mesela, adı Milliyetçiye çıkarılan, başlıca ya­ İran'ın zarları gerçekten böyle olan bir gazetede ; eğitim sahasında mucizeler yarattığı öne sürülürken, 12 milyon milletdaşımızdan hiç bahsedilmezse, Türk­ çe eğitim � apan bir tek okul açılmasına imkan ver­ mediği, bir tek TPrkçe gazetenin yayınlanmadığı be­ lirtilmezse, Şah ha:t.retlerinin münasip armağanı kar­ şılığında Farslaştırmanın övgüsü yapılırsa, biz de çok değil, sadece <<Ayıptır efendi, okyucularınızdan uta­ nın ! » dersek bu bir suç mudur? Türk m:lliyetçıleri radyolarımızda, gazetelerimizin çoğunda yazılan Sinkiang'u iyi bilirler. Çin propagan­ dasına aracılık edenleri de iyi tanırlar. Gafillere acır, hainlerini 'ıesap gününe beklerler. Sinkiang dedikleri en az iki bn yıllık bir Türk vatanıdır. Sinkiang de­ dikleri, Alt'lyların muhteşem kartalı Osman BATUR'­ un memleketidir. Bugünkü Çin'in Bilge Kağan'ın anlat­ tığı Çin'den hiç farkı yoktur. 10 Milyon Türk dayanıl­ maz bir baskı altında yaşıyor. Soruyoruz : Sinkiang'­ m Doğu Türkistan olduğunu bilmek, Osman BATUR'u ve diğer Türk yiğitlerini tanımak, milletdaşlarımızın acılarını bölüşmek, felaketlerine yakınlaşmak bir suç mudur? Ç0k <<Bilimsel» araştırmalar okuyoruz : Orta Asya ülkekrinin Sovyet yönetimi altında nasıl geliş· tikleri, ne derece zenginleştikleri anlatılıyor. Eskiden şu kadara yükselm�şti ! .. Biz, başkalarının göremedi­ ği taraflara bakarız. Zenginliğin kime yaradığını, Türklere düşenin ne olduğunu öğrenmek isteriz. Bizim için Türkistan, yeni sulama denemelerinin vapıldığı, füze rampalarının kurulduğu, Sovyet Çin müzakerele366


rinde pazarlık ma:"asına sürülen bir ülkeden mi iba­ rettir? Tarr:. bir Turk şehri Alma Ata'da şimdi nüfu­ sun 700 bini aştığını ama yalnız 70 bin kazakın bu­ lunduğunu öğrenir de Ruslaştırma siyasetinin farkına varamazsak, Türklüğümüzü ispat etmeğe kaç şahit ister? Sor ....� · oruz : 'l ürkistan'ın Türk vatanı olmadığı­ nı bilmek. dili, soyu dini ve herşeyi ile Türklüğünü korumaya çalışan kardeşlerimizle ilgilenmek, başka türlüsü elimizden gelmiyorsa dua etmek, suç mudur'! Afganistan'da , Yunanistan'da, Bulgaristan'da, Yugos­ lavya'da, Romany<ı 'da, Suriye'de yaşayan milletdaşla­ rımızla ilg;ienmek suç mudur? Turancııık adına, ilgi duymanın ötesinde ne ya­ parız? Yap'. ıklarımı,; ilgilenmenin dışında değildir, ta­ bii bir sonucudur. Dünya Türklüğünü tanırız ve se­ veriz.

VI TUTSAK TÜRKLERi SEVMEK SUÇ MUDUR?

Tl.JRANCILIK Ülküsünün Cumhuriyet dönem:'1de­ ki birinci belirtisi Dünya Türklüğünün kaderi ile ilgilenmek, ikinci belirtisi de tutsak kardeşlerimizi sevmektir. Turancılıkla suçlananların Türklük sevgi­ si, bütün günlük hesapların ötesinde ve üstünde, yüce bir duygudur ; yüreğimize adeta çakılmıştır, söküp atmağa kimsenin gücü yetemez. Sevgimizin en bere­ ketli kaynağı tarihimizdir. O tarih ki, derinliklerine atılınca acıların binbir türlüsü ile kahrolduğumuz zamanlarda bize yaşama sevinci vermiştir. Yeryüzünde en az yetmiş milyon Türk'ün tutsak düştüğünü bilir, dertlerini öğreomeğe çalışırız. Çare­ sizliklerinin ağırlığı omuzlarımıza çöker, yardımcı 367


olamamanın ezikliğini duyar, belki de başka bir şey yapamamanın utancını hafifletmek için, duygularımı­ zın olanca cömertliği ile hepsini severiz. Tutsak Türk illerinin her birinden «Ana Vatan»a göçenler vardır. Yadırganmalarına, garipleşmelerine, yetimler misali boyunlarının bükük durmasına hiç, dayanamayız. On­ lardan birini nerede görürsek hemen kucaklar, öz kardeşimize kavuşmanın özlemini dindiririz. Duygu­ larımıza karşılık verirler mi acaba? Düşünmeyiz. Çünkü başka türlü olmasının imkansızlığını, araştır­ ma zahmetine katlanmadan, sezeriz. Ö zbek mi, Ka­ zak mı, Kırgız mı, Türkmen mi, Uygur mu, Azeri mi, Rumeli'li mi? Farketmez ; birini diğerinden ayırmayız. Bize göre. sevgimizi büyüten değerlerini ortak bir özellikten, Türk yaratılmış olmalarından alırlar. Bir bütünün parçalarıyız ; şüphe yok ki, bi.le benzeye ceklerdir. Soyu:nuzun emsalsiz meziyelierini tnşıma­ ları yanında, kusurları da elbette va-� dır . Yine de, şartların eşitsizliğinden ötürü, kusudarını görmek is­ temeyiz ; yalnız meziyetlerine kapılırız. Bütün Türk Milliyetçileri, mutlak imkansızlar dışında, çeşitii TürK zümrelerine mensup kardeşlerinden hiç değilse bir kaçın1 tanırlar, dostluk ederler, Türk dur.yasının da­ valarını konuşurlar. Öyle ki, mesela Sa"ın Lışişleri Bakanının, özellikle büyük şehirlerde oturcın her han­ gi bir Türk Milliyetçisi kadcır Dış Türkle:- arasından tanıdığı yoktur. Okumuşuzdur, duymuşuzdur : Siyasetçilerden, öğ­ retim üyelerinden, şarkıcılardan veyn Jporcuıardan kurulu heyetler, yeryüzünü dolaşırkerı. pr >gram ica­ bı Tutsak Türk tilerine de uğrarlar. İçlPrınde, çoğu zaman, Turancılık suçlamasına katılanl�rı.., en hızlıla­ rı da bulunur ! Önce şaşırırlar. Sevgi \ e özlemden örülmüş bir ağla kuşatılmışlardır. Yollarııı.•t güller sa 368


çılmış, şereflerine kW'banlar kesilmiştir. �iılenden şö­ lene ko,ar, nutuk üstüne nutuk çekip cıikışlanır, be­ ğenilmenin sarhoşluğu, ağırlanmarıı.;.ı do�·rnazlığ•. için­ de coştukça coşarlar ! Sonra da dönür..-c , nc.sıl duygu­ landıklarını, gözyaıları.nı nasıl tut:ı.madıkJ;ırını eşleri­ ne dostları.na ballandıra ballandıra anlatırlar. Türk Milliyetçilerinin

tutsak

kardeşlerine

sevgisi

elbette

böyle bir kaynağa bağlanamaz. Ağırlanmanın hazzın­ dan, alkışlanmanın gurW'undan doğmamıştır ; çok se­ vilmenin karşı.lığında ödenen kaçınılmaz bir ücret de­ ğildir. Türk Milliyetçilerinin pek çoğu, Tutsak Türk İl­ lerini görememiştir. Ama kocaman mesafeler, hayal­ lerimizin hiç dW'madan beslediği özlemleri asla ye­ nemez. Semerkand'ı, Ötüken'i, Taşkent'i, Bakü'yü, 'febriz'i, Kerkük'ü, Üsküb'ü ve diğerlerini görmüş gi­ biyizdir ; öylesine içimizdedirler. Alma-Ata'dan Kay­ seri'ye, Filibe'den Kars'a uzanan gönül bağlarının hazzını yaşarız. Tuna'nın Sakarya'dan farkı mı vardır? Tanrı Da­ ih Ağrı'dan daha uzak değildir ! Balkanlara gider de «Akıncı cetlerimizin ihtirasını duyamazsak» yaşadığı­ mızdan ne anlarız? . . . Öfkeli çehreler, çatılmış kaşlar, suçlayan bakışlar ! «Efendi, önce Türkiye'yi sev, Tür­ kistan'ı sonra seversin ! » Bendenizin cevabı : «Sen de iince babanı sev, ananı sonra seversin ! » Gönül tı­ karalığı neyse ne ama, akıl kıtlığına düşen kullarını Tanrı korusun ! Tutsak kardeŞlerimizin yalnız kendilerini ve yurt­ lıır1nı değil ; sanatlarını, edebiyatlarını, musikilerini, oyunlarını da severiz. Bir Kerkük horyatını dinleyin­ <'e hüznün lezzetini yudum yudum içeriz. Bir Azeri Liirküsünde duygu inceliğinih özünü yakalar, Şeyh Şa. 369


mil'in ihtişamında kendimizden geçeriz. İstenirse, bir sırrımızı da açıklayayım : Azerbaycan'dan Raşit Bey gelmiştir, Zeynep Hanım gelmiştir, konserler vermiş­ lerdir. Sosyalizm cennetinden ( ! ) çağrılan ve şüphe­ siz propaganda gayesi ile gönderilen sanat elçilerinin musiki ziyafetlerine sayın sosyalistlerimiz teşrif bu­ yurmazken, salonu dolduranların çoğunluğu Türk Mil­ liyetçileridir. Komünistlere rağbet mi? Hayır. Ko­ nuşmadan tanırız onları, yüreklerinin nereye attığını bilmeğe ihtiyacımız yoktur ; sezeriz ! Nasıl mı? Bize vergi bir özelliktir, başkası anlayamaz ! Çağımız Türk Edebiyatının en güçlü romancıla­ rından biri, bana göre birincisi, <<Hayvan katarlarına doldurulup Sibirya'ya sürülen» Kırım Türklerinin ço­ cuğudur. Cengiz Dağcı'nın eserlerini Varlık basar, biz okuruz ; biz veririz, Yaşar Nabi kazanır ! Tutar­ sızlık mı? Hayır ! Varlık Dergisinin Dünya Türklüğü ile ilgilenmeyi suç sayanların ocağı olduğunu, «Türk· lük aleminin en büyük düşmanını» belki dolaylı, ama en tesirli yoldan beslediğini Cengiz Dağcı anlamıyor­ sa, gücenmeyiz, biliriz ; bir gün gelecek, anlayacak­ tır. Ayrıca, borçlu olan biziz, vazifemizi yapamamı­ şızdır. Cengiz Dağcı'yı, kaleminden bal damlayan Şehriyarı, aşağılık duygusunun uşağı bir sapıtmışa Divan Edebiyatının değerini öğreten yiğit Vahapza­ deyi, Batı taklitçisi veya Moskof propagandacısı olan­ lardan yakın tutuyorsak, adı Türkiye'liye çıkmış Türklük düşmanlarından çok daha fazla bizden sa · yıyorsak, hepsini seviyorsak, hata mı ediyoruz? Turancılık suçlamasına katılan sorumlu siyaset­ çilerimizin ve diğer bazı yetkililerin, tutsak Milletdaş­ larımız için beslediği sevgiyi kınayacaklarına inana­ mayız. Çünkü, yeryüzünde hiçbir kanun, bir insanın kardeşini sevmesini suçlayamaz. Aklını yitirmemiş 370


bir siyasetçi, eğer budala veya hain değilse, tutsak Türkleri sevmemiz yüzünden 'rürkiye'mizin zarar gö­ receğini öne süremez. Dünyaya, değil yalnız Millet­ daşını, soydaşını ve ırkdaşıru sevmemeğe izin veren bir Milliyetçilik anlayışı geçmişte görülmemiştir, bu­ gün yoktur, yarın da olmayacaktır. Dürüst ve cesur olanlar, milliyetçiliği kınayabilirler. Ama bir milliyet­ çiyi, tutsak kardeşlerini sevdiği için suçlayamazlar. Böyle bir tutum; «Müslüman ol, fakat peygambere inanma ! » derneğe benzer ve gülünç sayılma haysiyeti bile yoktur. Türk dünyasının sevilmesinden gocunan biri varsa, ya düşman kuvvetler hesabına çalışan bir haindir, ya beyni yıkanmış yaşayan bir ölüdür. Veya şüphelidir ! Sorumlu siyasetçilerimiz, hele yetkililer arasında böyle birisinin bulunacağına gerçekten ihti­ mal veremeyiz. Çocuklarımıza bütün insanların sevil­ mesi gerektiği öğretilirken, «Ama, Türklüğü sevmek yasaktır ! » denirse, Tarih Mahkemesinde sorarlar : «Türkler, insan değil midir?» Öyleyse, Turancılık Suçlamasının asıl dayanağı ve inandırıcı gerekcesi nedir? Üşenmeyeceğiz, aramağa devam edeceğiz. Vll TUTSAK T0RKLERIN BACilMSIZLICINI iSTEMEK SUÇ MUDUR?

DÜNYA haritasına getirdiği değişiklikler bakımın­ dan yirminci yüzyılın başlıca özelliği bir taraftan ye­ ni milli devletler kurulması, diğer taraftan da sömür­ ge milletlerin gittikçe artan bir hızla bağımsızlık mü­ cadelesine girmeleri ve çoğunu kazanmalarıdır. Bi­ rinci Dünya Harbinin sonunda üç büyük imparator371


lult yıkılmış, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan impa­ ratorluklarının ı:>arçalanmasından otuza yakın devlet doğmuş, Alınan imparatorluğu da sömürgelerini ta­ mamen elden çıkarmıştır. 1923 yılında sömürgeciliği sürdüren devletler başta Sovyet Rusya olmak üzere, İngiltere, Ftansa, Belçika, Hollanda, İspanya ve Por­ tekiz' den ibaret kalmıştı. 1923 - 1939 döneminde, Batı devletlerinin sömürgesi olan ülkeler, milliyetçi cere · yanlarının emrine girmiş bağımsızlık mücadelesinin ilk işaretlerini vermişlerdir. Diğer yandan, aynı dö­ nem içinde, Sovyetler Birliği, milliyetçi fikirlerin ya­ şamasına kendi imparatorluğunun sınırları dahilinde asla izin vermemiş, en ufak kıpırdanmaları şiddetle ezmi�tlt. İkinci Dünya Harbinin bitiminden sonra başla­ yan ve hala devam eden gelişmeler daha da ilgi çeki­ cidir. Bilindiği gibi, Birleşmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hakları Evrensel beyannamesinde, millet olma hüviyetine sahip bulunan bütün zümrelere kendi ken­ dilerini idare etmek hakkının tanınması, sömürgeci­ lik çağının artık kapanacağına işaret sayılmıştır. Ger­ çekten, henüz otuz yıla varmayan çok kısa bir süre boyunca, birbirinin peşinden bir yığın yeni devlet ku­ rulmuştur. Öyle ki ; Birleşmiş Milletlerin 1946 yılın­ daki üye sayısı, 1973'de iki mislini aşmıştır. Millet ol­ ma özelliğine stthi� buhınan toplulukların yanında, ha­ la kabile hayatı yaşayan zümrelerin bile bağımsızlık kazandığı bilinmektedir. Nitekim, bir milleti meydana getiren ortak unsurların hemen hiç birine sahip bulun­ mayan, hatta yamyamlık geleneğini sürdüren Afrika'­ nın bazı kabileleri bağımsız devlet ünvanına kavuş­ muş ; . Birleşmiş Milletler teşkilatında temsil edilmiştir. Böylece İngiltere, Fransa, Belçika ve Hollanda sö­ mürge imparatorlukları, tamameri denebilecek bir öl372


çilde dağılmış ; adı geçen devletler, Anavatan toprak­ ları ile yetinmek zorunda kalmı�lardır. Günümüzde sömürgelerinin bir kısmını elinde tutan Batı Avrupa devleti, yalnız Portekiz'dir. Hemen ifade edelim: Yaz­ dıklarımızın yanlış yorumlanmasını istemeyiz : Sömür­ gelerde kurulan yeni devletlerin bağımsızlık derece­ leri elbette milnakaşa edilebilir. İktisat ve kültür acı­ sından eski efendilerinden bala kurtulamadıkları öne sürülebilir. Ancak, siyasi bağımsızlıklarını kazanmış bulundukları inkar edilemez bir gerçektir. Siyasi ba­ ğımsızlık da iktisat ve kültür sahalarındaki bağımsız­ lığın hazırlayıcısı ve ilk basamağıdır. Kendi kendini idare etmek hakkı Afrika'nın ilkel zümrelerine bile tanınmış, fakat tarihin en büyük mil­ letlerinden birine mensup bulunan tutsak Türklerden esirgenmiştir. İşte Türk milliyetçileri dünya tarihi ve medeniyetinin hiç bir bölümünde isimlerine rastlan­ mayan topluluklara tanınmış bir hakkın, tarihin akı­ şına yön vermiş bir soyun şerefini taşıyan kardeşle­ rinden de esirgenmemesini isterler. Çok geniş dağı­ nık, araya başka milletlerin de girdiği birbirinden ko­ puk topraklarda yaşamaları yüzünden, «Her millete bir Devlet» esasının Türklere uygulanması, diğer bir söyleyişle, bütün dünya Türklerinin tek bir bayrak altında toplanıp, tek bir devlete bağlanması elbette son derece güçtür. .Fakat çeşitli Türk zümrelerinin binlerce yıldır üzerinde yaşadıkları ve kanları ile su­ layıp «Vatan» damgasını vurdukları topraklarda ba­ ğımsız birer devlet kurmalarına neden imkan veril­ mesin ! Birleşmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hak­ ları Evrensel Beyannamesinde tarif edilen Self-Deter­ minasyon (kendi kendini idare ilkesi) hatta diğerlerin· den önce, Türk zümrelerine uygulanmalı idi. Türk mil­ liyetçilerinin tutsak kardeşlerine tanınmasını dilediği 1'11


bağımsızlık, insan haysiyetinin uzay çağında ulaşma­ sı gereken seviyesine olduğu gibi, gururla ilan edi­ len: «İnsanlara Hürriyet - Milletlere istiklal ! » ilke­ sine de yüzde yüz uygundur. Böyle olmadığına inan­ mak için ya tutsak Türk zümrelerini millet sayma­ mak veya bağımsız devletler halinde yaşadıklarını is­ bat edebilmek gerekir. Sovyet imparatorluğunun sı­ nırları içinde bulunan çeşitli Türk zümreleri, bir mil­ leti meydana getiren bütün unsurlar bakımından, Rus­ lar'dan öylesine ayrıdırlar ki, üzerinde daha fazla durmağa ihtiyaç yoktur. Bir Rus'un neresi bir Türk'e benzer? Soyu mu, dili mi, dini mi, kültürü mü? Bağımsızlık konusuna gelince : Sosyalistlere sorar­ sanız, Sovyetler Birliği'ndeki Türkler'in «Gerçekten tam bağımsız oldukları ! » cevabını alırsınız. Çürütü­ lemezliğine güvendikleri biricik belgeleri de ; Sovyet Anayasasına göre, Sovyetler Birliği'nin eşit haklara sahip 15 Cumhuriyetten meydana geldiğinin belirtilme­ sidir. Derler ki ; «Azerbaycan, Türkmenistan, Kaza­ kistan, Kırgızistan ve Ö zbekistan Sovyet Cumhuriyet­ leri hem bağımsızdır, hem de kendi istekleri ile ve eşit haklarla Sovyetler Birliğine katılmışlardır.» So­ rumlu siyasetçilerimizle diğer bazı yetkililerden hiç birinin böyle bir masala inanacağını sanmayız. Bilir­ ler ki ; çağımızın en büyük sömürge imparatorluğu Sovyetler Birliğidir ; kesin miktarları bilinememekle beraber, 50 milyondan daha az tahmin edilemeyen Türk zümreleri de, her manada tutsaktır. Çünkü, ba­ ğımsızlığın temel şartı ayrı bir orduya sahip bulun­ maktır. Azerbaycan veya Ö zbekistan Cumhuriyetinin ayrı bir ordusu var mıdır? Azerbaycan Milli Savun­ ma Bakanının veya Genelkurmay Başkanının adı ne­ dir? Ayrı bir ordu yoksa bağımsızlık da yoktur. Ba­ ğımsızlığın diğer bir şartı başka ülkelerle münasebet­ lerde kimseden emir almamak, diğer devletlerde elçi 374


lıulundurmak, temsil etmek ve temsil edilmektir, Öz­ l ıekistan Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanını tanıyan var mıdır? Kazakistan Cwnhuriyetinin Ankara Büyük­ Plçisinin adı nedir? Bilinenleri tekrarlayıp sözü uzatmayalım. Kesin 1-(erçek şudur. Sovyet Rusya'da yaşayan Türkler'in bağımsız bir devletleri yoktur ; diğer ülkelerdekile!· f.!ibi, hepsi tutsaktır. Türk milliyetçileri de, kardeşle­ rinin tutsaklık acısını pay!aşır, bağımsızlığa kavuş­ malarını isterler. Böyle bir istek suç mudur? Katıksız bir iyi niyetle düşündüğümüz vakit, Turancılık suçla­ masına katılan siyasetçilerimizle diğer bazı yetkili­ lerin en kuvvetli bir ihtimalle, «Tutsak Türklerin ba­ ğımsızlığını istemek» gerekçesine dayandıkları sonu­ cuna varıyoruz. İsteğin özünden değil, açığa vurul­ masından çekinmeleri de çok mümkündür. Belki de, Turancılığı suçlatnazlarsa, yakın komşumuz ve dün­ yanın ikinci büyük devleti Sovyetler Birliğinin kuş­ kulanacağım, Türkiye'mizin de zarar göreceğini sa­ nıyorlardır. Turancılık suçlaması eğer böyle bir he­ saptan doğuyorsa, yine yanlış bir değerlendirmenin sonucudur ve ancak, otuz yıl süren aralıksız bir şart­ lanma ile açıklanabilir. Çünkü böyle bir hesap, ne­ resinden bakılırsa bakılsın temelsizdir. Vlll TURANCILIK ÜLKÜSÜ TÜRKİYE'YE ZARAR VERiR

MI?

MANZARAYA daha bir yakından bakalım : Sov­ yetler Birliği'nde yaşayan Türkler'in bağımsız olma­ ları isteğini suçlamak, güçlü bir devletin düşmanlı­ ğından korunmak siyasetine dayanıyorsa, çok saygılı kimseler olduğumuzdan, anlaşılması imkansız bir man­ tık sakatlığı ve görüş noksanlığı yüzünden suçlandı­ ğımızı belirtmekle yetineceğiz. Çünkü; 375


A) Sovyetler Birliğini, ne yaparsak yapalım, ha­ kimiyeti altında bulunan Türkler'in bağımsız olmala­ rını istemediğimize inandırmak asla mümkün değildir. Hatta, Ceza Kanunumuza Turancılık suçu diye bir madde koysak ve mensuplarını en ağır şekilde ceza­ landırsak, birkaç yüz tanesini de ipe çeksek, Sovyet­ ler Birliği yöneticilerini tutsak Türkler'le ilgilenmedi­ ğimize yine de inandırmaz, üstelik belki de daha çok kuşkulandırırız ! Kurnaz bir siyaset güttüğümüzü, de­ rinden derine bir şeyler yapmağa hazırlandığımızı sa­ nırlar. Sebebi açıktır. Çağımız dünyasında bir mille­ tin, tutsak milletdaşları, soydaşları ve dindaşları ile ilgilenmeyeceğine kimse inanmaz. Turancılık suçla­ masını sürdüren sayın siyasetçilerimizle yetkililerin gerçekten samimi olmaları, tutsak Türkler'in kurtu­ luşunu istememeleri belki mümkündür ama, Sovyet­ ler Birliğinin veya diğer bir devletin, böyle bir TürlC siyasetçisi ve yetkilisinin varlığına inanmasına - Eğer komünist veya kendine bağlı bir ajan değilse - imkan yoktur. Kısacası, Sovyetler Birliği, yalnız Turancı­ lıkla suçlanan Milliyetçilerin değil, suçlayanlar dahil, bütün Türk Milletinin, tutsak kardeşleri için bağım­ sızlık dileğinde bulunduğunu bilmektedir. Bilinenin üstünü örtmeğe çalışmakla ancak kendimizi kandırır, devekuşuna benzeriz. B) Turancılık sw;:lam�sına katılanların gerekçe­ si, bir önceki yazımızda işaret edildiği gibi. «Tutsak Türkler'e bağımsızlık isteği>>nin açığa vurulmasına dayanıyorsa, yine yanlış bir değerlendirmedir. Çün­ kü, varlığı bilinen bir isteğin gizli tutulması ile açık­ ça ifade edilmesi arasında, bahis konusu isteğin te­ dirgin ettikleri açısından, hiç bir fark yoktur. ·Dene­ bilir ki, isteğin açığa vurulması aranan bir fırsatı düşmanlarımıza verebilir, beklenen bir bahanenin ye­ rini tutabilir ! Böyle bir düşünceye gerçekten kapılan376


lar varsa, öıür dileyerek, bazı şeyleri öğrenmek zo­ runcıa olcluklarmı hatırlatacağız. Sovyetler Birliği, Türk Devletine doğrudan doğ­ ruya zarar vermek bakımında.n, romantik dönemi he­ nüz aşmamış Turancılık ülküsünden çok önce, başka bahanelere sahiptir. Türk Devletinin temel siyaseti, yalnız güçlü komşusunu kuşkulandırmamak esasına dayansaydı, öyle kimseleri suçlamamız gerekirdi ki, Turancılara sıra gelmezdi. Sovyetler Birliği, Amerika ve Batı devletleri ile olan yakınlığımızdan ve en başta, Nato'ya . dahil bu­ lunmamızdan tedirgindir. Türkiye'de yaşayan bütün Türkler'in Turancı olmasını mı, yoksa Nato'dan ay­ rılmamızı mı tercih edeceğini sorsak, hiç şüphesiz, «Nato'dan ayrılın ! » cevabını alırdı. Turancılık suç­ lamasını yürütenlerin gerekçeleri Sovyetlerin kuşku­ lanması ise, daha önce Batı blokuna ve Nato'ya bağ­ hlığımızı, yani kendi kendilerini suçlamalıdırlar. Tu­ rancılık ülküsü resmen suçlanmadığı takdirde, Sov­ yetler Birliğinin memleketimize saldıracağını düşü · nen bir siyasetçimiz varsa, samimi dileğimiz, «Yüce Tanrı en kısa zamanda şifa versin ! » demektir. Artık ilkokul öğrencileri bile bfüyor ki ; Sovyetler Birliği­ nin Türkiye'ye saldırması, Üçüncü Dünya Savaşının başlangıcl sayılacaktır. Üçüncü Dünya Savaşını gö­ ze almak, kağıt üzerine yazıldığı kadar kolay değil­ dir. Dünya ·medeniyetinin toptan yok olması, insan­ lığı temsil şerefinin Afrika kabilelerine bırakılması derpektir. Böyle bir savaşa girmenin hesapları yapı­ lırken, Turancılık ülküsüne bağlı Türk Milliyetçileri­ nin adı bile geçmez. C) Suçlayıcılann öne sürebileceği başka bir ge­ rekçe şudur : Turancılığı suçlamaz ve serbestçe ça­ lışmalarına izin verirsek, Sovyetler Birliği memleke­ timize saldırmaz ama, başka yollardan karşılık verir, 8'77


Devletimiz aleyhinde çalışan güçleri destekler, yıkıcı propaganda çalışmalarına girer ! Böyle bir gerekçeye samimiyetle inananlar varsa, cahilliklerine gülmekle yetiniriz ! Turancılık Suçlaması, Sovyetler Birliği'nin, Türk Devletini yıkmak için çalışanlara başlıca des­ tekçi olmasını önlemiş midir? 12 Mart sonrasının Baş­ bakanları, Sıkıyönetim Komutanları ve diğer bütün yetkililer ; «Türkiye 'nin dışardan yönetilen bir komp­ lo karşısında bulunduğunu» resmen ilan etmişlerdir ! Komployu yöneten dış merkezler arasında Sovyetler Birliği'nin yeri yok mudur? Ele geçen Rus yapısı si­ lahların, yüzbinlerce rublenin izahı nedir? Ermenileri kışkırtan başlıca merkez Erivan, bir Sovyet Cumhu­ riyeti değil midir? Türkiye'miz aleyhinde yürütülen propaganda faaliyetlerinin hangisinde Sovyetler Bir­ liğinin parmağı yoktur? Doğu Anadolu'da bağımsız bir devlet kurmak isteyenleri Sovyetler Birliği de destek­ lemiyor mu? Her gün devletimize, ordumuza, hüki'ı­ metlerimize söven «Bizim Radyo»yu Turancılar mı yönetiyor acaba? Kitaplık bir konu üstündeyiz ama, hareket noktamızdan uzaklaşmamak için, özetlemekle yetineceğiz : Turancılık suçlaması, Sovyetler Birliğinin memleketimiz aleyhine giriştiği faaliyetlerde en ufak bir gerileme sağlayamamıştır. Belki de devletimiz, Turancılık Ülküsünü benimseseydi, Sovyetler, daha yumuşak ve ölçülü davranmağa zorlanırdı. Turancılık Ülküsüne bağlı Türk Milliyetçileri, siyasetçilerimizin, «İyi komşuluk edebiyatını, sürdürmelerine de engel sa­ yılamaz.» Nitekim, dışarıdan yönetilen bir komplo­ nun başlıca destekçisi olmak, Podgorni ve Kosigin yoldaşların, memleketimize gelip ağırlanmalarına, iyi komşuluk edebiyatından parlak sayfalar okumalarına engel olmamıştır. Sovyetler Birliğini misal alışımız, sınırları dahi­ linde Tutsak Türklerin yaşadığı en güçlü devlet ol378


ması yüzündendir. Turancılık Ülküsüne bağlı Türk İmparatorluğunun sınırlan Milliyetçilerinin, Sovyet içinde yaşayan milletdaşlarımızın bağımsız olmalarını istemelerinden, Devletimize hiç bir zarar gelemeye­ ceğini yeterince anlattık sanıyoruz. Sovyetler Birliği' nin, <<Aranızda Turancılar var ve siz onları cezalan­ dırmıyorsunuz,» cinsinden bir gerekçeye dayanarak, memleketimize karşı silahlı bir saldırıya geçmeleri­ nin, çağımız dünyasının şartları içinde, imkansızlığı­ nı ortaya koyduk. Tutsak Türklerin bulunduğu ve Sov­ yetler Birliğine kıyasla çok daha güçsüz olan diğer ülkelerden, Turancılığın suçlanmamasından ötürü her­ nangi bir zarar gelemeyeceği zaten bellidir. Sayın siyasetçilerimizin, şimdiye değin konuya böyle bir açıdan bakmamış ve alışılmış bir geleneği sürdürmekten kurtulamamaları çok mümkündür. Nihayet aklımıza, sonuncu bir itiraz olarak <<Tut­ sak Türklerin bağımsızlığını istemek, duygu sınırla­ rını aşmadığı müddetçe suç değildir. Fakat, istenen sonucun sağlanması için gizlice teşkilatlanmak .ve ':!evlet kuvvetleri ile çatışmak suçtur,» denebileceği geliyor ! Tutsak Türklerin bağımsızlığı için çalışma­ nın suç sayılıp sayılamayacağını tartışmadan önce, böyle bir gaye ile kurulmuş bir gizli teşkilatın var­ lığını isbat etmek ve nasıl çalıştığını meydana çıkar­ mak gerekir. IX NE iSTiYORUZ? NE YAPIYORLAR?

TURANCILIK ülküsüne bağlı Türk Milliyetçileri, tutsak milletdaşlarımıza siyasetçilerimiz ve aydınla­ rımızca gösterilen ilgisizliği belirten yazılarında Türk 379


Devletini müşkül duruma düşürecek füıdeler kullan­ malctan dikkatle kaçınmış, sadece kardeşlerimizin sö­ mürülmesinden duydukları acıyı ve soyunu sevme­ yenlerin ancak soysuz olabileceğini ifade etmeye ça­ lışmışlardır. Bir misal olarak DEVLET'in 68 nci sa­ yısında yayınlanan «Hesabını Vereceksiniz ! » başlıklı bir yaz1mJ veriyorum. HESABINI VERECEKSiNiZ!

Ne o beyler, işinize mi gelmiyor, yoksa bıktınız mı? Pişirip pişirip hep aynı konuyu önünüze getirdi­ ğimiz için şikayet mi ediyorsunuz? Unutmayın ama ; yarın tarih mahkemesinin huzurunda çok şaşıracaksı­ nız, Savcının suçlamalarına cevap veremiyeceksiniz Korkaklığınız belki de bağışlanacak, fakat ilgisizliği · nizden ötürü mutlaka hüküm giyeceksiniz. İhanetini­ zin karşılığını, eğer aklınız hala başınızda ise, ayri ca düşünün ! . Evet sayın batıcılar, kuzeyciler ve tüm özgürlük çüler ! Neslimizin alnına kara bir leke sürdünüz. Bir avuç Türk ıniHiyetçisinin gayreti temize çıkmanıza yetmiyecektir. Türk milletinin yarıdan fazlası esirdir. Kanınızı taşıyanların, r:lilinizi konuşanların, dininize inananların, harsınızı paylaşanların yarıdan fazlası esirdir, diyorum. Ne yaptınız onlar için? Geveleme­ yi bırakın, «Ne yapabilirdik?» demeyin. Kabul : Sov­ yet Rusya'ya saldıramazdınız ! Saldırmanızı kim iste­ di ki? Kızıl Çin'in üstüne yürüyemezdiniz. Yürümenizi kim bekledi ki? Ama yazabilirdiniz, konuşabilirdiniz ; soydaşlıktan doğan borcunuzu reddedseniz bile, esir Türklerin de birer insan olduklarını düşünebilirdiniz. Çok yıllar önce, bir Türk milliyetçisinin sizinkilerden birine verdiği dört mısralık dersi hattrlayabilirdiniz : aao


«Saruııa senden bu vatan şehadet kanı bekler - Çok­ tur sana ölmek de takaddüm edecekler - Senden bu 1 milletin umduğu hep hep - Yalnız iki üç söz, iki üç katre mürekkep ! » O iki üç sözü de iki üç katre mü­ rekkebi de esirgediniz. Hesabını vereceksiniz. Radyonuzun düğmesini hele bir çevirin, yanık bir türkü dinleyeceksiniz : «Sevmiş bulundum güzelim gayri ne çare ! » Bu bir Kerkük türküsüdür. Irak Türk­ lerini hiç duymadınız mı? Ellı yıldır esaret altındadır­ lar. Bir ihtilalin yıld�nümü şenliklerinde yüzlercesi kurşuniandı ; tanklar altında çiğnendi, ağaçlara asılıp sallandırıldı. Kerkük Türkleri için ne yaptınız? Hatır­ lıyorum : Katillerin başı Abdülkerim Kasım'a övgüler düzdünüz, cezasını bulup öldürülmesinden sonra, ağıt­ lar yaktınız ! Hesabını vereceksiniz ! Bilirim : Şiirle çok ilgilenirsiniz. d:laydar Baba­ ya sern.m»ı okudunuz mu, Şehriyar'ı tanır mısınız? O Şehriyar ki, 14 milyonluk İran Türkü'nün yasaklan­ mış bütün duygularını sevgili bir dağda topladı. O İran Türkleri ki, soylarının şuurunu taşımalarına, dil­ lerini ve harsJarını korumalarına, mektep açmalarına ve tarihlerini öğrenmelerine izin verilmiyor ; uyanık­ . larının peşinde mutlaka bir hafiye dolaşıyor. İran Tilrkleri için ne yaptınız? Hatırlıyorum : Toprakları­ nı korumanın mücadelesini yapan «Kaşgai»lere geri­ ci dediniz. Şah'ın pilotları soydaşlarınızın köylerini bombalayınca hiç umursamadınız ; aksine «ilerici Şah toprak refornıu yapıyor» cinsinden naneler yediniz, alkış tuttunuz! Hesabını vereceksiniz ! Folklora da meraklısınız, öyle değil mi? Şeyh Şa­ mil'i hiç seyrettiniz mi ? O muhteşem oyunun kanını­ zı canlandıran bir tarafı oldu mu? Şeyh Şamil'i hiç düşündünüz mü, dev bir imparatorluğa karşı verdiği kavganın manasını anlar mısınız? Kuzey Kafkasya 381


Türklerinin bağımsızlık yolundaki kurbanlarını hesap­ ladınız mı? Şeyh Şamil'in, kendi çağındakinden daha zalim bir kuvvetin pençesinde kıvranan torunları için ne yaptınız? Hatırlıyorum : Kuzey Kafkas Türklerinin, Balkarlar'ın, Karaçaylar'ın, Çeçenler'in akibetini sos­ yalizmin bataklığında boğmağa, adlarını duyurmama­ ğa çalıştınız. Hesabını vereceksiniz! Gazetelerin spor sayfalarını okur musunuz? Bisik­ let müsabakaları yapılıyor. Çok şuurlu (! ) spor mu­ habirleri iri başlıklar altında yazıp çiziyorlar. «İkinci etabı da , Rus Saide kazandı. Rus Saide, ferdi klas­ manda birinciliği bırakmıyor ! » Kimdir bu şampiyon, Ruslukla ne ilgisi vardı? Saide'nin Kırımlı bir Türk olduğunu, çocuklarına Tahir ve Zehra adlarını verdi­ ğini, elli yıllık bir beyin yıkamaya rağmen «Her ya­ rışa Bismillahla başlarım» dediğini bilir misiniz? Ne­ rede şimdi o Kırım Türkleri? Yeryüzünde benzerine rastlanamıyacak bir gaddarlığın kurbanı oldukla­ rını, hayvan katarlarına doldurulup sürüldüklerini, canları gibi sevdikleri vatanlarından koparılıp atıl­ dıklarını duymadınız mı? Kara Deniz'in en güzel kıyı­ larında artık Kırım Hanlarının değil, Sovyet Çarları­ nın dinlendiğini bilir misiniz? Ak Mescid'in zümürt mi­ sali bahçelerinde dolaşanlar Kırım Türklerinin çiçek gibi kızları değildir ; yeşil dağlardan zengin ovalara doğru artık kaval sesleri süzülmüyor : Kırım Türkleri için ne yaptınız? Hatırlıyorum : 20. yüzyılın en büyük felaketini unutturmak isteğine kapıldınız, binbir do­ lap çevirdiniz. Kongolarda, Mozambiklerde, ta Güney Amerikalarda dolaştınız ; Kırıma hiç yanaşmadınız. Çombe ile, Franko ile. Salazar'la uğraştınız. Stalin'e, Kuruşçof'a, Brejnev'e hiç dokunmadınız. Hitler'in Ya­ hudilere yaptıklarından acıklı bir edebiyat çıkardınız. Moskof'un Kırım'ı çiğneyen kanlı çizmelerinden hiç 382


bahsetmediniz. Köy hayatını anlatan romanlara o ka­ dar düşkün olmanıza rağmen Türk edebiyatının en değerli köy romanını, «Onlar da İnsandı»yı sırf Kı­ rımlı bir Türk'ün kaleminden çıktığı, sırf Kızıl Sov­ yet sömürgeciliğinin merhametsiz çehresini ortaya çı­ kardığı için, yerin dibine batırdınız ; beceremeyince, sanki böyle bir eser hiç yayınlanmamış gibi, ilgisiz davrandınız. Hesabını vereceksiniz ! Bakıyorum : Zamanımızın kahr�man saydığınız ih­ tilale ilerine karşı sonsuz bir hayranlık besliyorsunuz. Guavera'nın, Giap'ın fotoğraflarını başucunuza ası­ yorsunuz ! Peki, çağımızın en büyük kahramanlarından birini, Altaylar'ın şanlı kartalı Osman Batur'u niçin hatırlamıyorsunuz? Fotoğraflarını göstersem tanıyabi­ lir misiniz? Altayların sarp yamaçlarında kanla yazı­ lan muhteşem destan size hiç bir şey anlatmıyor mu? Bombaya karşı sopa ile, topa karşı bıçakla, tüfeğe karşı yumrukla dövüşüldüğünü, uçaklara kement atıl­ dığını, masallarda olsun, hiç duymuş mu idiniz? Gi­ ap'ın mücadelesi milli bağımsızlık içindi de, ya Os­ man Batur'un ki ne içindi? Moskof ve Çin sürüleri arasına sıkışan, zenginlikleri yağma edilen, hayal gü­ cünün ulaşamıyacağı işkenceler altında inletilen soy­ daşlarımız için ne yaptınız? Özbeklerin, Kazakların, Uygurların kutsal acılarını nasıl paylaştınız? Hatır­ lıyorum : Orta Asya Türklüğünü kaleminizin girme­ yeceği, dilinizin uzanmayacağı tehlikeli bir bölge ilan ettiniz. Yalnız, fırsatını bulunca, Sovyet ve Çin esa­ retindeki Türklerin aç olmadıklarını ve sosyalizmi be­ nimsediklerini keşfediyorsunuz. Osman Batur ve ben­ zerlerinin çağ dışı kaldıklarını, devrimin yüceliğini kavrıyamamış cahil ve yobaz kimseler olduklarını ya­ zıyorsunuz. Hesabını vereceksiniz ! Tarih mahkemesinin huzuruna çıktığınız vakit, ha­ kimin kararını düşünün ve azıcık aklınız varsa, titre383


yin : Lumumba için ağıtlar yazdınız, Kastro için öv­ geler döşendiniz. Mao'yu dünyanın kurtarıcısı koltu­ ğuna oturttunuz, H. Ş. Minh'e alkış tuttunuz. Ama esir Türklere sıra gelince sustunuz. Seksen milyon katde­ şin derdine karşı taş kesildiniı. Savunmanız reddedilmiştir : «Önce kendimizi kur­ taralım, diğer Türkleri sonra düşünelim !> demeniz, sahtekarlıktır. Madem ki, önce kendimizi kurtarma­ mız gerekiyor. Vietnam'ın kurtuluşu ile neden uğraşı­ yorsunuz? üstelik, hiç kimse sizden kurtarıcılık iste­ medi ki, biraz ilgi, biraz sevgi, «Yalnıı iki üç söz, iki üç katre mürekkep» bekledi. Hesabını vereceksiniz ! Sayın batıcılar, kuzeyci­ ler ve tüm özgürlükçüler ( ! ) sizi kim kurtaracak ! Soy­ daşının derdi ile dertlenmiyeni, milletinin destanına ihanet edeni, yabancıya yamananı kim kurtarır? x BiZ SUÇLANIRKEN DIÖER MiLLETLER NE YAPIYOR?

ÇAGIMIZ milletlerinin, iktisadi durumları bakımından, üç aytı bölümde toplandıklarını biliyoruz : 1 Gelişmiş milletler, 2 Gelişmekte olan milletler, 3 Az gelişmiş milletler. Hareket noktasını değiştirerek maddi seviyenin yerine siyasi bağımsızlık esasını koyarsak, şöyle bir sınıflandırma yapmamız mümkühdür : 1 Bütün mensupları ile kendi bağımsız devlet­ lerinin idaresi altında yaşa.�an milletler. Japonlar. Ruslar, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, İsveçliler, Norveçliler, Sırplar v.s. Nitekirtt herhangi bir Japon, Rus, İngiliz veya Fransız zil.rttresi yoktur ki, bir baş­ ka devletin hakimiyeti altında bulutı�urt. Attıetika Bir-

-

-

-

384


!eşik Devletleri'ndeki İtalyanlar veya Kanada'daki Fransızların durumu değişiktir. Vatanlarından kendi istekleri ile ayrılmış, daha iyi imkanların peşine düş­ müşlerdir. 2 Bütün mensupları ile bağımsız olan, ancak birden fazla devlet halinde yaşayan milletler : 19. yüz­ yılda Almanlar ve İtalyanlar ; günümüzde de Araplar, Koreliler ve Almanlar gibi... 3 Büyük çoğunluğu bağımsız yaşayan, yalnız küçük bir bölümü tutsak olan milletler : Macarlar (Yugoslavya, Çekoslovakya ve Romanya'da), Avustur­ yalılar (Yugoslavya ve Çekoslovakya'da ), Romenler (Sovyetler Birliğinde) , Arnavutlar (Yugoslavya'da) ve daha birkaç millet. 4 Yarıdan fazlası başka bir devletin veya dev­ letlerin tutsağı olan milletler : Türkler, Yahudiler ve İrlandalılar. 5 Bağımsız bir devletten yoksun ve bütün men­ supları ile tutsak olan milletler : Estonyalılar, Leton­ yalılar, Litvanyalılar ve Tibetliler . . . Birinci bölüme giren, bütün mensupları ile tek bir devlet halinde yaşayan milletlerde, «Tutsak soydaşlar» konusunun hiçbir önem taşımadığı açıktır. İkinci bö­ lüme giren milletler, geçen yüzyıl boyunca tek bir dev­ lette birleşmek için çalışmışlardır. Alman ve İtalyan milliyetçiliklerinin başlıca hedefi <<Birlik» ülküsünün gerçekleşmesi idi. Bismark ve Garibaldi'nin unutulma­ yışlarında, milletlerin birliğini sağlamalarından baş­ ka hangi büyüklüğün payı vardır? Yine, bilindiği �i­ bi, Arapların, Almanların ve Korelilerin çağımızdaki başlıca davası parçalanmışlıktan kurtulmak, aynı dev­ I17t ve aynı bayrak altında yaşamaktır. Batı ve Doğu Alınanya'nın, ayrı sistemleri benimsemiş bulunmala­ rına ve yöneticilerinin biribirine düşman olmasına -

-

-

-

385


rağmen, cihan hakimiyeti mücadelesine girmiş büyük kuvvetlerin hesaplarına ters düşmese, hemen birleş­ mek isteyecekleri muhakkaktır. Bizim için, konumuzla yakın ilgisi bakımından. üçüncü bölüme giren milletlerin durumu çok önem­ lidir. Büyük çoğunluğu bağımsız olan. ancak ufak bir kısmı başka bir devletin hakimiyet sahasında kalan milletlerde sorumlu siyasetçilerin ve diğer yetkililerin tutumu acaba nasıldır? Bizimkilere benzeyeni var mı­ dır? Bu noktaya gelince, bütün bir dünyada görül­ memiş bir davranışın temsilcisi olduğumuzu anlıyo­ ruz. Bizim dışımızdaki devletlerde, tutsak düşmüş mil­ letdaşlarla ilgilenmek asla suç değildir ! Macarlar, Romanya'ya kaptırdıkları Transilvanya'yı Yugoslav toprağı sayılan Voyvodino'daki kardeşlerini unutma­ mışlardır. Hiç bir Macar siyasetçisi veya yetkilisi, komşu devletlerin gocunacağı gerekçesine dayanarak, kaybedilmiş Macar topraklarından bahsedilmesini ya­ saklamamıştır. Macar Hükümetlerinin resmi siyaseti elbette zamana ve şartlara göre değişmiştir. Ama, bir Macarın diğer Macara yakınlık duymasını kınamak kimsenin aklına gelmemiştir. Romanya, büyük komşu­ su, yakın dostu ve ideolojik ortağı Sovyetler Birliğine, Besarabya davası yüzünden, hala öfkelidir. Marksizme sıkıca sarılan Çavuşesko'nun, Varşova Paktından kur­ tulmak istemesi ve Çekoslovakya'nın işgaline katıl­ mamasında, Besarabya'run kaybından doğan küskün­ lüğün payını kim inkar edebilir? Ufacık Arnavutluğu düşünelim : Yugoslavya sınırları içindeki Arnavutları aklından hiç çıkaramıyor. Arnavut gençlerinin, millet­ daşlarını sevmeleri ve bağımsızlık kazanmalarını iste­ meleri yüzünden suçlandığını bilen var mı? Arnavut­ luğun Maoculuğu, biraz da, kaybettiklerini kazanmak ümidinden ileri gelmiyor mu? Dikkat edilsin : Verdi­ ğimiz misallerin hepsi, milleti ve milliyetçiliği redde386


den ülkelerden seçilmiştir. Marksist-Sosyalist siyaset­ çiler bile, milli ülkülerin ifade edilmesini suçlamaz­ ken, milliyetçi kalmağa mecbur siyasetçilerimizin dav­ ranışını izah edebilmek hiç mümkün değildir. Dünya Türklüğü konusundaki resmi görüşümüzün nasıl ol­ ması gerektiğini şimdilik münakaşa etmiyoruz. Sade­ ce yeryüzündeki bağımsız devletlerin hiç birinde, so­ rumlu siyasetçilerin ve diğer yetkililerin, tutsak mil­ letdaşlara veya soydaşlara ilgi duyan zümreleri suç­ lamadıklarını, böylesine garip bir tutuma yalnız Tür­ kiye'mizde rastlandığını anlatmak istiyoruz. Turanc!­ lık suçlamasına katılanlar, her şeyden önce, davra­ nışlarının hiç değilse bir tek benzerini göstermeğe mecburdurlar. Komşumuz Yunanistan'ı ele alalım : Rum gençleri, Etnik-Eterya Cemiyetinin kuruluş ta­ rihi olan 1812 yılından itibaren, Megalo-İdea ve Eno­ sis ülkülerine göre eğitilmişlerdir. Yunanistan'ın so­ rumlu siyasetçileri ve yetkilileri, büyük · ve güçlü komşu Türkiye Cumhuriyetinin duyacağı tedirginliğe hiç aldırmadan , Bizans İmparatorluğu hayalini sür­ dürmekten çekinmemişlerdir. Yunanistan'ı yöneten si­ yasetçilerin ne solcusu, ne de sağcısı Yunan milliyet­ çilerini «Megalo İdeacı»lıkla suçlamamıştır. Yahudilere gelince : Yaşadıkları ülkelerin hemen hepsinde imtiyazlı bir zümre teşkil etmişlerdir. Sade­ ce Sovyetler Birliğindeki Yahudilere zaman zaman baskı yapılmış ve İsrail, kelimenin tam manası ile, dünyayı birbirine katmış ; milyonlarca insan, üç buçuk Yahudinin çektiği eziyet yüzünden gözyaşı dökmüştür. Siyonizmi suçlayan İsrail'li bir siyasetçiyi kimse ta­ savvur edemez. Oysa Siyonizmin Suçlanması ile Tut­ sak Türk illerinin bağımsızlığı isteğinin suçlanması arasında fark yoktur. Hatta, tarafsız bir bakışla, Tu­ rancılık siyonizmden daha haklı bir ülküdür. Çünkü 387


Türkler, her yerde- sömürülmekte ve Yahudiler, her yerde sömürmektedirler. Kesin tesbit şudur : Bir milleti yönetenler, siyaset anlayışlarına ve yaşadıkları çağın şartlarına göre, baş­ ka ülkelerde yaşayan tutsak milletdaşlarının kurtulu­ şu için herhangi bir şekilde harekete geçmeyi fayda­ sız, zararlı, hatta imkansız bulabilirler. Fakat, mille­ tin bağımsızlıktan yoksun bölümüne ilgi gösterilme­ sini, sevgi duyulmasını, kurtulmalarının özlenmesini kınayamaz, hele asla suçlayamazlar. Çağımızın özel­ liği, millet olma hüviyetine sahip bulunan zümrelerin, tek bir devlet içinde veya ayrı ayrı, ama mutlak�� bağımsız yaşamalarının sağlanmasıdır. Dünyada, mem­ leketimizden başka hiç bir ülkenin siyasetçileri ve­ ya yetkilileri, soydaşlarına bağımsızlık istenmesini suçlamamışlardır. Siyasetin incelikleri, şartların uy. gunsuzluğu ve devletin gücü gibi unsurlar, ancak res· mi tutumun tesbit edilmesi bakımından önemlidir. Memleketimizi yönetenler, insanoğlunun vazgeçemeye­ ceği bir hakta, kardeş bildiğini sevmek ve mutlu ol­ masını dilemek hakkından Türk Milliyetçilerini yok­ sun bırakamazlar. Milletimiz, Tanrı esirgesin, Türki­ ye'deki son bağımsız devletini yaşattığı sürece, Türk Milliyetçiliği de yaşayacaktır. XI SUÇLAMANIN GÜLÜNÇ TARAFI

TÜRK milliyetçileri aleyhinde y ürütülen propa­ ganda, özellikle Turancılık konusunda zaman zaman gülünç şekillere bürünmüştür. Ülkemizde, kendilerini «aydın» zanneden öyle zava llılar vardır ki, Turancı­ lık sözünü duydukları vakit cin çarpmışa döner, çok tehlikeli bir maceranın karşısında olmak gerektiğini, Türkiye Cumhur iyetinin yakın komşumuz Sovyetler Birliğine savaş açamıyacağını, oysa Turancıların eğer 388


iktidara gelirlerse Orta Asya'nın yeniden fethine kal­ kışacaklarını öne sürerler. Gazetelerde, dergilerde, çeşıtli konuşmalarda, ciddi isim ve ünvanlar altında, Turancılığın böyle bir manaya alındığını okumuşuz­ dur ;. duymuşuzdur. Turancılık suçlamasına katılan sorumlu siyasetçi­ lerimizin ve diğer bazı yetkililerin, kısaca ifade etti­ ğimiz gülünç anlayışı paylaşamadıklarını sanıyoruz. Çünkü bir memleketin yönetiminde sorumluluk taşı­ yan hiç bir insan, böylesine komik ve ciddiyetten uzak bir suçlamanın temsilcisi olmamak mecburiyetinde­ dir. Yine de bazı siyasetçilerimizin, hesaplarına uy­ gun düşmesinden ötürü, sol propagandanın şartlandır­ dığı beyinleri oldukları yerde bırakmak ve Turancılı­ ğı onlar gibi anlamadıklarını ifade etmeye yanaşma­ dıkları da bilinen bir gerçektir. Böylece masum kit· leler resmi suçlamalarla gülünç iftiraları çok defa ayırı:ı mamakta, Türk milliyetçiliğinin «ÖCÜ» gibi gös­ terilmesine siyasetçilerimizin de seyirci kaldıkları or· taya çıkmaktadır. Turancılığı, Tutsak Türk illerinin bağımsızlıkla · rını, Türk Devletinin Sovyetler Birliğine ve diğer dev­ letlere savaş açarak gerçekleştirmek isteği gibi gös­ terenler, hain değillerse, hiç şüphe yok ki budaladır­ lar. Türk milliyetçilerinin çağımızın bilinen şartları­ nı, büyük devletler arasındaki mücadeleleri bilmeye­ ceklerini sanmak elbette ancak budalalıkla açıklana· bilir. Bugün devletimizin Türkiye'yi tehlikeye atacak bir teşebbüse atılamıyacağı herkesten çok milliyet­ çilerin takdir edebileceği bir husustur. Biz, tuts�k kardeşlerimizin bağımsızlığını dilerken, son Türk dev­ letinin en küçük bir zarara uğramamasını temel ilke olarak kabul ederiz. Turancılığın bir macera gibi gös­ terilmesi, sol basında oklu, sadaklı, börklü insanların atlarına atladıkları gibi Turan yoluna düşeceklerinin 389


karikatürleştirilmesi, sadece Türklük düşmanlığının ve Moskof uşaklığının belirtisidir. Bu konuda hatırla­ dıkça güldüğümüz hikayeler duymuşuzdur. Bir tarih­ te, akıl fukaralarından biri, Turancılıkla suçlanmış ünlü bir Türk milliyetçisine sormuş «Genel Kurmay Başkanı olsanız, yapacağınız ilk iş nedir?» Nüktedan büyüğümüzün cevabı : «Bütün orduları Kars sınırına toplar, ilk hedefiniz Altaylardır ileri komutunu çe­ kerdim .» Rahmetli Dündar ağabeyimiz anlatmıştı : Milliyetçi bilinen samimi, iyiniyetli bir hanım profe­ sörle sohbet ediyorlarmış. Hanım profesör : «Dündar bey,» demiş, «Bütün fikirlerinize katılıyorum, söyle· diklerinizi beğeniyorum. Yalnız anlayamadığım bir ci­ het var. Sizin gibi bir insan, nasıl Turancı olabilir?» Rahmetli «hanımefendi,» demiş, «Turancılıktan ne an­ lıyorsunuz?» Hanını <<herhalde» demiş, «Sovyetler Bir­ liğine harp açmak ve esir Türkleri kurtarmak Tu­ rancılıktır ! » Dündar ağabey derin bir ya sabır çek­ tikten sonra : <<Bakın hanımefendi demiş. Ben aske­ rim. Bir savaşın ne zaman açılması gerektiğini, na­ sıl kazanılacağını bilmek benim vazifemdir. Sovyetler Birliğine harp açmak için ne kadar askere, ne kadar malzemeye ihtiyaç olacağını hesaplamak, Türkiye'nin imkanlarıyla böyle bir harbin kazanılıp kazanılmaya­ cağını tesbit etmek de yine bir asker olarak, sizden çok elbette benim işimdir. Böyle olmasına rağmen siz, mesleğinizin dışındaki bir konuyu değerlendirebiliyor, Sovyetlere savaş açmanın güçlüklerini anlıyorsunuz da, acaba ben niye anlayamıyorum?» Aslında milletimizin düşmanları, Türk milliyetçi­ lerinin Turancılığı nasıl anladıklarını gayet iyi bilir­ ler. Fakat kendilerinin inanmadığına bnşkalarını inan­ dırmak, böylece milliyetçiliği mahkum etmek gayre­ tinden de vazgeçmezler. Ancak, sayın siyasetçilerimi­ zin ve yetkili kimselerin aşırı solun ortaya attığı gü· 390


lünç suçlamalara katılır görünmesi milletimizin gele­ ceği bakımından utanılacak bir tutumdur. Herhangi bir ülkü, zamanın şartlarına, mevcut imkanlara ve hasımların kuvvet durumuna göre mü­ cadele yollarını tesbit etmek mecburiyetindedir. Tu­ rancılık ülküsünün mensupları da aynı ölçülere uy­ gun bir davranış içinde olmuşlardır ve öyle olmaya devam edeceklerdir. Çağımızda, Turancılık ülküsüne ulaşmanın yolu savaş değildir. Önceki yazılarımızda etraflıca belirttiğimiz gibi Turancılık her şeyden ön­ ce bir kültür çalışmasıdır ve nihayet Birleşmiş Mil­ letler Anayasası ile İnsan Hakları Evrensel Beyan­ namesinin tanıdığı imkanlardan yararlanarak tutsak Türk illerinin kurtarılmasını sağlamaktır. Bunun öte­ sinde Türk milliyetçilerine akıllarından geçirmeye­ cekleri bir macera hevesi yamamağa yeltenmek, en hafif deyimiyle ahlaksızlıktır ve Türk düşmanlığından başka bir kaynağı yoktur. Türk milliyetçilerinin iktidara geldikleri zaman saldırgan bir siyaset güdeceklerini öne sürmek, şim­ diye kadarki iktidarların milliyetçi olmadıklarını ka­ bul etmenin yanında, son bağımsız Türk devletinin teh­ likeye düşmesiyle bütün Türklük davasının zarar gö . recegı gerçeğini herkesten çok ve herkesten önce Türk milliyetçilerinin anlayacağını bilememek gibi ba­ ğışlanmaz bir cahillik örneğidir. xıı «KENDiNE TARAFTAR BULAN TÜRK BİRLİGİ FİKRi•

Daha önceki yazıları mızda hakkın rahmetine ka vuşmuş ve yaşayan bazı Türk milliyetçilerinin Turan­ cılık konusundaki görüşlerini sırası geldikçe nak1et­ miştik. Şimdi de Milliyetçi Hareket'in lideri ve Turdn · cılık suçlamasının başlıca muhatabı Alparsl:m Tür keş'in bu konudaki görüşlerini özetle veriyoruz: 391


«Birinci Cihan Savaşından önce Türkiye'de baş­ göstermiş olan diğer unsurlar arasındaki ayrılık ar­ zuları, Türkiye'de Osmanlı sınırları dışında kalmış olan diğer Türklerle birleşmek ve onlarla bir varlık meydana getirmek fiki..İ-lerini yaratmıştır. Bu fikirler yalnız Türkiye sınırları içerisinde bulunan Türkler ara­ sında değil, Türkiye sınırları dışında bulunan Türkler arasında da doğmuş ve karşılıklı bunlar birbirlerini bulmuşlardır. Kırım'da İsmail Gaspıralı, Kazan'da başkaları, Başkurt memleketinde daha başka Türkler, Azerbaycan'da başkaları, Türkistan'da başkaları yer yer orada bulunan Türk toplumları da kendilerini ya­ bancı boyunduruğundan kurtarmak ve birbirlerinict aynı olan, başka başka parçalar halinde bulunan top­ lumlar birbirleriyle kültür bağları kurmuşlardır. Bunun neticesi olarak da o günlerde memleketimizde bir pantürkizm siyasi fikir cereyanı yayılmış ve dev­ let adamlarına kadar bu fikir ulaşmıştır. Turancılık fikri ise, daha geniş bir saha bulmuş­ tur. Macarlar, Finler, Polonya'da yaşayan Mişerler, yani Turan asıllı olan b� çok milletler bu fikri evvela ortaya atmışlardır. Macarların böyle bir fikir· ortaya atmalarında güttükleri gaye ; bilhassa o gün için ken­ dileri İslav baskısıyla Cermen baskısı arasında sıkış­ mış kalmışlardır, kendi asıllarının Turan aslından, Tu­ ran kavminden olduğunu düşünerek böyle bir fikir ortaya atmışlardır. Bütün Turan asıllı olan milletle­ rin, kavimlerin bir birlik kurması fikri, (ki bu fikir Türkiye'de çok taraftar bulmuş değildir,) mahiyeti ilim kitaplarında yer almış bir fikirdir. Fakat Türki­ ye'de asıl taraftar bulan ve devlet adamlarına kadar bir siyasi görüş olarak yer eden fikir ; Türk Birliği fikri idi. Bunu da aksiyon haline getirmeyi istemiş olan örnek şahsiyet Enver Paşa idi. Tabii ki bu fikir de içinde bulunulan imkan ve şartlar dolayısiyle, ger392


çekler dolayışiyle gerçekleşmek imkanı bulamazdı, bu­ lamamıştır. O gün için ve neticesi I. Cihan Harbi so­ nunda Türkiye'nin büyük kayıplara, büyük zayiata uğ­ rayarak Osmanlı Devleti'nin bu harpten yorgun ve za­ yıf düşmesine sebep olmuştur. İşte bunlara değinişimin sebebi, Türkiye'nin dış politikasını, Türkiye Cumhuriye­ tinin dış politikasını hazırlayanlar, bütün bu geçmiş Türk fikir hareketleri tarihinden tecrübeler almıştır ve ona göre Türkiye'nin dış politikasına yön vermeye ça­ l ışmışlardır. Milli Kurtuluş savaşından sonra ise, mem­ leketimizde Türkiyecilik, Anadoluculuk dediğimiz iki görüş, fikir adamları arasında zaman zaman çarpış­ ma konusu olmuştur. Anadoluculuk görüşünü savunan ­ lar Türkiye'ye Türklerin Orta Asya'dan 1071 Malaz­ girt Meydan Muharebesinden sonra gelip yerleştikle­ rini, fakat gelip yerleştikten sonra Anadolu'da yaşa­ yan insanları da Müslüman etmek suretiyle onlarla kaynaşmak ve karışmak suretiyle burada yeni bir var­ lık, yeni bir vücut meydana getirmiş oldukları ; Bina­ enaleyh bundan evvelki Türk Tarihi ile bundan son­ raki Türk tarihi arasında farklar bulunduğunu ileriye süren bir görüş sahibi idiler. Türkiyecilik ise ; Türki­ ye'nin Lozan antlaşmasiyle tesbit edilmiş olan sınır­ ları içerisindeki insanların varlığıyla, geleceğiyle, mu­ kadderatıyla ilgilenmek ve onların korunmasını, yük­ seltilmesini sağlamak ve bunun dışında da dışarıda kalmış olan Türklerle ilgilenmemek, onların da kendi mukadderatlarını kendilerinin çözmesini temenni et­ mek, onlar için sadece iyi temenniler beslemek gö­ rüşü olarak özetlenebilir. Türk Kurtuluş Savaşı, bili­ yoruz ki Birinci Cihan Savaşından mağlup çıkıp bir mütareke anlaşması yapan Türkiye, daha sonra or­ dusunu terhis edince, sömürgeci devletlerin yapılmış · olan mütareke anlaşmasını hiçe sayarak Türkiye'nin son kalesi bulunan ve tam bir Türk yurdu olan Ana393


dolu'ya çıkmaları neticesinde, yorgun olmasına rağ­ men, bütün milletin kendi varlığını korumak, bağım­ sızlığını kurtarmak için girişmiş olduğu bir savaştır. Bu savaşı devlet açmamıştır. Bu savaşı o zamanın hü­ kümeti açmamıştır. Bu savaşı kendi bağımsızlığına daima titizlikle bağlı olan Türk Milleti kendisi, yer yer silahlanarak, köyünden, evinden, çıkarak çiftesi ni, kılıcını alarak halk toplulukları açmıştır. Bu çok önemli bir olaydır. Her milletin tarihinde kolay kolay görülmez. Çünkü günün hükümeti «Aman hadise çıkartmayın, sakın mukavemet etmeyin, ateşle karşılamayın, düşmana kolaylık gösterin,» diye emir­ ler verirken, ortada ordu yokken, kuvvet yokken Ay­ dın'da, Manisa'da, Alaşehir'de, Ayvalık'da, Karadeniz kıyılarında, Doğu Anadolu'da, her tarafta halkımız kendileri silaha sarılmışlar, çeteler kurmuşlar ve Mil­ li Kurtuluş savaşını kendileri açmışlardır. Daha son­ ra gelen kumandanlar, devlet adamları, idareciler, bu halk kıyamını teşkilatlandırmış, bunları bir düze­ ne sokmuş ve ondan sonra düzenli bir harbe yürüt­ müşlerdir. Milli Kurtuluş Savaşımızda Devletler, Tür­ kiye'yi parçalamak görüşünü savunmuşlardır. İngil­ tere ; Boğazlar bölgesine yerleşmek ve kendi himaye­ sinde bulunan bir Yunanistan'ın Batı Anadolu'ya sa­ hip olması politikasındadır. İngilizler de Irak 'ı işgal ettikten sonra, onlar da daha kuzeye doğru mütareke şartlarını çiğneyerek çıkmışlar, Musul'u v.s.'yi işgal etmişler. Fransızlar da kendilerine göre bir pay pe­ şinde . . . İtalyanlar da bir pay peşinde koşarken men · faatleri birbirine takışmış. Mesela İtalyanlar Batı A­ nadoluyu, İzmir'i isterken, daha önce de kendilerine vaad edilmişken Yunanlılara verildiğini görünce bun·· lar iyice muğber olmuştur. Kendileri de zaten Türk­ lere karşı bir mücadele yürütecek kabiliyette olma­ dıkları için karşılaştıkları mukavemet dolayısiyle de 394


neticede Türklerle kısa zamanda bir anlaşmaya gide rek işgal ettikleri yerleri bırakmışlar, çekilmişlerdir. O sıralarda Sovyet Rusya'da ihtilal yılları devam edi­ yor. Kanlı mücadeleler devam ediyor. Çarlık ordula­ rıy le komünist kuvvetler arasında ölüm-kalım savaşı sürüp gidiyor. Çarlık kuvvetlerini de İngilizler, Fran­ sızlar destekliyor, himaye ediyor. Bu durum karşışın­ da İngiltere'nin desteklediği bir Yunanistan'ın Türki­ ye'ye çıkması ve Türkiye'nin böyle bir Yunanistan'la mücadeleye girmesi karşısında, Sovyet Rusya kendi menfaatleri yönünden İngiltere'ye bağlı, İngiltere'nin kullanacağı bir Yunanistan'ın işgalinde Türkiye yeri­ _ ne, kendi bağımsızlığını alınış, ne de olsa gücü ve kabiliyetleri sınırlı olan bir bağımsız Türkiye'yi ken­ di politikasına uygun görüyor. Ve bu uygun görüş do­ layısıyla Türk Milli Kurtuluş Hareketlerini destekli­ yor. Halbuki Rus coğrafyası Türkiye ve Türk Boğaz­ ları tarafından açık denizlere ve açık dünyaya karşı kilitlenmiş olan bir coğrafyadır. Yani Rusya'da ister Rus milleti yaşasın, ister X milleti yaşasın ve Türki­ ye'de ister Türk milleti, ister Y milleti yaşasın, bu coğ­ rafya bu iki milleti karşı karşıya getirir. Fakat, de­ min de başta temas ettiğim gibi ana politika konusu, burada günün şartları Sovyet Rusya'yı Türk Milli Ha­ reketini desteklemeğe ve Türkiye de varlığı büyük tehlikede olduğu için oradan destek almağa gidiyor. Ve oradan destek alıyor. Daha sonra milli mücade­ lemiz bildiğimiz gibi zaferle sona eriyor ve Lozan ant­ laşması yapılıyor. Lozan antlaşması uzun uzun ince­ lenmesi icabeden bir konudur. O günkü tarihi belge­ ler araştırılınca günün başbakanı merhum sayın Rauf Orbay'la Lozan müzakerelerini, görüşmelerini idare eden baş delege ve o günkü Türk Dışişleri Bakanı İs­ met İnönü'nün arasında büyük bir görüş ayrılığı ve mücadele olduğu meydana çıkar. O günün belgeleri 395


incelenirse, iki taraf . arasında birşey var, goruş ay­ rılığı var. Bu bakımdan Lozan antlaşması üzerinde o günkü Büyük Millet Meclisinde de birçok tartışmalar cereyan etmiştir. Bunu ilim adamlarımızın, tarihçile­ rimizin elbette ki gelecek günlerde belgelerin ışığı al­ tında her çeşit politik düşüncelerden sıyrılarak gerçek­ leri tesbit etmek üzere araştırıp, gerçekleri önümüze serecekleri muhakkaktır. Bu uzak değildir. Milliyetçi Hareket'in lideri Alparslan Türkeş'in bu makalesine haftaya devam edeceğim. Xlll aFERTLERE HÜRRİYET, MiLLETLERE ISTILALn

LOZAN antlaşması yapılırken Türkiye'nin «Milli Misak, daha Milli Kurtuluş hareketi başlamadan ön­ ce, İstanbul'da dağıtılmazdan önce karar almış olan son Osmanlı Millet Meclisince tesbit edilmiştir. Türk­ lerin yaşadığı bölgelerin sınırlarını çizen ve bunu bü­ tün dünyaya ilan eden ve bunlardan hiç bir fedakar­ lık yapmayacağımızı belirten bir karardır. Milli Mi­ sakın içerisinde Hatay vardı, Musul vardı, daha bir çok bölgelerimiz, yerlerimiz varpı. Fakat şartların zo­ ru, memleketin içinde bulunduğu sıkıntılar, Hatay mes'elesini o · zaman yapılan antlaşma gereğince 20 sene sonra, Hatay halkının oyuna başvurulmak sure­ tiyle çözüm yapılma şartına bağlanmıştı. Musul'u da ayrıca İngiltere ile Irak'la Türkiye arasında goruşu­ lerek çözümlenmek üzere geriye bırakılmıştı. Lozan'­ dan sonra Türkiye'nin izlediği politika kendi iç işle­ riyle uğraşmak üzere dışarıda sükuneti, barışı temin etmek olmuştur. Fakat Türkiye kendisi milli müca­ delesine başladığı zaman çok asil bazı ilkeleri kendi­ sine bayrak edinmişti. Bunlardan birisi «fertlere hür­ riyet, milletlere istiklal» ilkesi idi. Bunun için Türki­ ye kendi istiklalini teminat altına aldıktan sonra dış 396


politikasını yürütürken de bu ilkeyi daima ·göz önün­ de bulundurması ve bu ilkeye ; tutsak bulunan çeşitli milletlerin kendi bağımsızlıklarını kazanmak için gi­ riştikleri mücadeleleri, giriştikleri hareketleri sempa­ ti ile karşılayıp, onlara bu sempatisini her fırsattan istifade ederek göstermesi, hatta Türkiye'nin menfa­ atlerine zarar getirmediği takdirde, bu gibi hareket­ lere yardımcı olması gerekir idi. Gördük ki, gelişen zaman akımı içinde Türkiye bu ilkeden zamanla geri durmuştur. Mesela ; bakıyoruz ki bir Cezayir, kendi. bağımsızlığı için mücadele eder, çırpınır. Türk dış po­ litikası bağımsızlığını almak için savaşanları sempati ile karşılayıp, onlar lehine oy kullanmak, onlar lehin­ de konuşmalar yapmak icabederken, bunları yapama­ mış, hatta çekimser kalma yoluna dahi gitmemiş, «Bunlar, bağıms1zlık almasın, bunlar bağımsızlık al­ maya liyakat kazanmamışlardır, bunlar henüz benim idaremde kalmak ihtiyacındadır, mecburiyetindedir» iddiasını savunan sömürgeci devletlerin arkasında, onlardan daha çok sömürgeci gibi davranarak, «evet», bunlar bağımsızlık almağa henüz liyakat kazanamamış­ lardır. Onun için bağımsızlık almamalıdır» şeklinde konuşmuş ve onların aleyhinde oy kullanmıştır. Dış politika demek, kabil olduğu ölçüde her mil­ letin, her devletin, her toplumun sempatisini, iyi ni­ yetini, dostluğunu kazanmak ve kendi milli menfaat­ ·lerimizin kolaylıkla sağlanması yolunda bu dostluk­ lardan, bu iyi niyetlerden, bu sempatilerden faydalan­ mak demektir. Türkiye bunu ihmal ettiği için Afri­ ka'da, Asya'da yeni uyanan, bağımsızlıklarını alan, almaya çalışan, müslüman, müslüman olmayan çeşit­ li milletlere karşı ilgisiz, hatta sömürgecilerin, onla­ rı kendi idareleri altında tutan devletlerin tarafını tu­ tup, rın!arın arkasında böyle körü körüne politika güt­ tüğü için bu milletlerin sempatisini, güvenini, sev397


gisini kaybetmiş ve bunun sonucunda da bir çok za­ rarlara uğramış olmakla beraber, daha ne kadar za­ rara uğrayacağımızı kestirmek mümkün değildir. Bu­ nun neticesidir ki, Kahire'de toplanan bir Asya - Afri­ ka Konferansı Makarios lehinde karar veriyor ve Tür­ kiye aleyhinde karar alıyor. Türkiye Lozan antlaş­ masından sonra Hatay Fransızların idaresi altında tu­ tulduğu halde, 20 yıl bu konuyu bir mes'ele yapmamış­ tır. Bu konuyu unutmuş görünmüştür. Bu konudan ha­ bersiz görünmüştür. Fakat zamanı geldiği zaman şart­ lar da elverişli görülerek, Hatay'ın bizim olduğu ileri sürülmüş ve Fransa'dan bize geri verilmesi istenmiş­ tir. Bunun için yöneticilerimizin büyük gayretleri, bü­ yük mücadeleleri olmuştur. O zaman denmemiştir ki; «Bizim bugünkü sınırlarımızın dışında bir karış top­ rakta dahi gözümüz yoktur.» Şartların elverişli oldu­ ğunu ve zamanın gelmiş olduğu görülür görülmez hemen mücadele bayr:ığı açılmıştır ve o günün en kuvvetli devleti tanınan Fransa'dan Hatay talep edil­ miştir. O günlerde Almanya ile Fransa arasında ger­ ginlik artmakta ve Avrupa'da ittifak blokları mey­ dana gelmekteydi. Fransa'da Almanya'ya karşı Rus­ ya ile yakınlık kurmuş durumda idi ve biz Hatay mes'elesini açtığımız zaman Sovyetler tarafından bu meseleden vazgeçmemiz yolunda bir takım işaretler, bir takım tavsiyelerle karşı karşıya geldik. Fakat bun­ lar hiç bir zaman kaleme alınmamıştır. Ve politika gayet güzel tesbit edilmiş, gayet güzel yürütülmüş, neticede Hatay bildiğiniz şekilde ana vatana bağlan­ mıştır. Bundan önce cereyan etmiş olan diğer bir olay­ dan, Musul meselesinden de kısaca bahsetmek yerin­ de olur. Musul meselesi İngiltere ile aramızda bir hay­ li mücadeleye, diplomatik alanda çekişmelere sebep olmuştur. Fakat İngiltere Birinci Cihan Harbinden 398


çok yorgun çıktığı için ne İngiltere halkı ve ne de do­ minyonlardaki, müstemlekelerindeki insanlar yeni bir harbi arzu etmiyorlardı. Türkiye de bu mes'elede ağır bastıkça İngiltere bu mes'eleyi kendi lehine hal­ letme çareleri aradı. Ve Türkiye'de meşhur Şeyh Sait isyanı patlak verdi. Daima karşılaşılan durumlardan birisi budur. Bir devlet, diğer bir devletin meşru, haklı isteğinin kar­ şısına çeşitli yollarla diki!lı'. Bunlardan en müessir, en kestirme netice veren yol, o memleket içinde, ken­ di halkı içinde ayrılık, fesat, isyan, karışıklık çıkar­ mak yoludur. İngiltere geniş istihbaratıyla, kaynaklarıyla para akıtarak bu bölgedeki bir takım cahil, hatta masum insanları, kendi vatandaşlarımızı, kendi insanlarımızı kandırarak ayaklandırmıştır. Ve üzülerek söylemek icabeder. Bu yüzden Musul gitmiştir. Bu gayretler üzerine devlet bu işi «İngiltere ile uğraşmak, başa çıkmak tehlikeli bir yoldur» görüşü ile bir uzlaşmaya götürmek ihtiyacını duymuş ve halkı - Türk olan - çün­ kü elimizde istatistikler var, sayım sonuçları var, bu bölge de elimizden gitmiştir. Hatay mes'elesi ortaya çıktığı zaman da böyle bir durumla karşılaştık. O sırada Tunceli bölgesinde Se­ yit Rıza isyanı denen bir isyan çıkmıştı. Bu isyanın bastırılması sırasında isyancıların elinden ele geçiril­ miş olan vesikalar, mektuplar ve silahlar Fransız si­ lahları idi. Fransızların teşviki ile, onların tertibi ile bu isyan tertiplenmiştir. Niçin? Bizim haklı Hatay da­ vamızın bir sonuca ulaşmaması ve kendi ellerinde kalmasını sağlamak için. Bunlar ibretle hatırlayaca­ ğımız, üzerinde titizlikle düşüneceğimiz tarihi olaydır. Daha sonra Türkiye, İkinci Cihl\11 Harbine doğru İtal­ yan ve Alman tehditleriyle karşı karşıya geldi. Özel­ likle faşist İtalya'nın devamlı tehdidi, devamlı tazyiki 399


ile karşılaştı. Bunun sonucunda Türkiye ile İngiltere ve Fransa arasında bir ittifak anlaşması yapıldı. İkin­ ci Cihan Harbinin başında bu ittifak anlaşmasını ya­ parken, Türkiye, kendi , coğrafyasının zorunlu kıldığı durumu dikkate alarak yapılan bu ittifaka, Türkiye'yi herhangi bir durumda ve zamanda, Rusya'ya karşı ha­ rekete mecbur edemiyeceği kaydını koydu. Türk dip­ lomasisi Ingiltere ile Fransa ile yapılan bu ittifak an­ laşmasını yaparken, yardımlaşmayı kabul edeceğini faşist İtalya'sının, Nazi Almanya'sının tecavüzürıe kar­ şı İngiltere ile, Fransa ile birlikte hareket edeceğini antlaşmaya koyarken, bu antlaşma sonunda herhangi bir durum icabı olarak Rusya'ya karşı harekete mec­ bur tutulmayacağı kaydını koydu. Neden? Çünkü bu sıralarda Ruslar Nazi Almanyasıyla antlaşma yapmış­ lardı. Ve İngiltere'nin Rusya'ya karşı da Fransa ile beraber hareketler tertiplemesi ihtimali vardı. Fakat Türkiye kendi şartlarını, kendi imkanlarını, kendi gü­ cünü ve coğrafyasının zorunlu kıldığı durumu dikka­ te alarak antlaşmaya böyle bir kayıt koydu. Bunu zikredişimin sebebi vardır. Biraz sonra geleceğimiz başka konular vardır . Onun için zikrediyorum. Yani Türkiyemiz daha dikkatli, barışçı ve kendi komşula­ rına karşı onları kışkırtmadan uzak, iyi niyetli politi­ ka takibettiğini . göstermek için buna dokunuyorum. Çünkü, biraz sonra göreceğiz, İkinci Cihan Harbi'nin sonunda Türkiye, Sovyet Rusya'nın Türkiye'den ara­ zi talepleriyle, arazi istekleriyle, bir takım isteklerle karşılaşacaktır. XIV TURANCILAR AÇIK ÇALIŞIR

POLiTİKA demek çok uzakları görmek, 5 10 yıl değil, 50 - 100 hatta yüzlerce yıl ileriye uzanacak ted­ birleri düşünebilip almak demektir. İkinci Cihan Har-

400


binden sonra, yenilen taraf, yenen taraf belli. Bunun sonunda Türkiye, günün birinde, Sovyetlerin Kars, Ar� dahan, Artvin illerinin Rusya'ya verilmesi ve İstan­ bul, Çanakkale Boğazlarında, Rusya'ya askeri üsler verilmesi isteğiyle karşı karşıya kaldı. Tabiidir ki, Türkiye kendi bütünlüğüne karşı, kendi bağımsızlığı­ na, kendi eğemenliğine karşı yöneltilecek suikastları, hangi taraftan gelirse gelsin, ne kadar kuvvetli bir devlet tarafından yapılırsa yapılsın, kat'iyen boyun eğmeyi kabul etmez. Bu, Türk Milletinin şeref anla­ yışına aykırıdır. İkinci Cihan Harbinden Sovyetler Bir­ liği galip çıkmış olmasına rağmen, bu çirkin, bu al­ çak taleplere karşı derhal red cevabını vermişizdir. Bundan sonra tabii ki, bu, Türkiye üzerinde bir taz­ yik meydana getirmiştir. Her millet politikada usul olduğu gibi, ya yalnız kendi gücü ile kendini korur, kendi isteklerini sağlar ; veyahut kendi menfaatlarına uyan başka devletlerle güç birliği, kuvvet birliği, iş birliği arar. Bunları bulur ve bunlarla kendi varlığı ­ na kasteden tehlikeleri karşılar. İşte bunun sonucu olarak da Türkiye, kendisine müttefikler aramıştır ve o sıralarda 1949'da kurulmuş olan NATO ittifakı, bili­ yorsunuz, Avrupa'da faaliyete geçmişti. Türkiye de bu ittifaka girmek için teşebbüse geçmiştir. Ve bir­ çok çalışmalardan sonra bu ittifaka girmiştir. Bu Tür­ kiye 'nin tabii olan, meşru olan bir hakkıdır. Türkiye bağımsız bir devlettir, egemen bir devlettir. Kendi varlığını korumak için menfaatleri kendi menfaatle­ rine uygun olan başka memleketlerle, karşı menfaat­ ler ölçüsüyle anlaşarak güç birliği yapar. Yalnız bu güç birliğinde dikkat edilecek bazı önemli noktalar vardır. Bu önemli noktalardan birincisi ; yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak, eğemenliğini, varlığını korumak için bir ittifaka giderken, o ittifakın ittifak yoluyla eğemenliğimize, varlığımıza zararlı olmasına 401


hiç bir zaman müsaade etmemek, meydan vermemek lazımdır. Yoksa, hangi rejime sahip olursa olsun, devletler mutlaka karşılıklı birbirleriyle menfaat alış verişleri yapmak zorundadırlar, birbirleriyle ittifak yapmak zorundadırlar. Birbirlerinden askeri, ekono­ mik yardımlar almak, vermek zorundadırlar. Bunla­ rı Türkiye'nin aleyhinde olmuş olaylar gibi görmek, düşünmek, iyi niyetli olmamak işareti kabul edilmeli­ dir. Ama, bu ittifaklarda, bu menfaat alış verişlerin­ de bizim devlet adamlarımız Türkiye'nin milli varlı­ ğına, milli haklarına aykırı gelen, milli haklarını ze­ deleyen, ayaklar altına getiren durumlar meydana ge­ tirmişler, antlaşmalar imza etmiş ise sorumludurlar. İttifakların tam bir mütekabiliyet, tam bir karşılıklı saygı, anlayış ve dostluk içinde kurulması, yürütül­ mesi lfı.zımdır. Bu hatalar 1. Cihan Harbinde Alman­ ya ile ittifak edildiği zaman Osmanlı İmparatorluğun­ da da çok görülmüştür.» (Türkiyenin Meseleleri - Alparslan TÜRKEŞ Sahife : 146 - 155) . Türkiye Cumhuriyetinin temel siyasetine ve yü­ rürlükteki kanunlarımıza göre, tutsak milletdaşlarımı­ zın bağımsızlık kazanmaları isteğini suçlamak, yalnız bir tek şartla ; gizli ve devlete karşı bir teşkilatın var­ lığını ortaya çıkarmak ve yasaklanmış usullerle çalış­ tığını belgelere dayanarak isbat etmekle mümkün ola­ bilir. Cumhuriyet dönemi boyunca memleketimizi yö­ neten iktidarlar, tutsak soydaşlarımızın bağımsızlığı konusunda hiç bir teşebbüse geçmemişlerdir. «Ne ya­ pılacaktı, savaşa mı girecektik?» gibi sorular ancak sahiplerinin cahilliğini işaret eder ! Birleşmiş Millet­ ler Anayasası ve İnsan Hakları Beyannamesipde be­ lirtilen ilkeler içinde kalarak, milletdaşlarımızın ba­ ğımsızlıklarını kazandırmak gayesini hedef edinerek Milletler Teşkilatının ilgisi çekilebilirdi. Ayrıca, Ame402


ri.ka ve Batılı ülkelerin pek çoğu tarafından kabul edı­ len «Esir Milletler Haftası»na biz de katılabilirdik. Turancılıkla suçlanan Türk milliyetçileri, iktidar­ ların ilgisizliğini gördükçe acaba nasıl bir tavır al­ mışlardır? Tutsak Türklere bağımsızlıklarının sağlan­ ması açısından, Birleşmiş gizli bir teşkilat mı kur­ duk? Siyasetçilerimiz ve bazı yetkililer, «Turancılık Tehlikesi» sözünü dillerinden hiç düşürmemişlerdir ama, gizli bir faaliyetin varlığını meydana çıkarama­ maları bir tarafa, sırf Turancılık gayesi ile kurulmuş açık bir Cemiyetin varlığını da öne sürememişlerdir. Sadece, milliyetçi bazı cemiyet ve dernekler, diğer konular yanında tutsak milletdaşlarımızla da ilgilene­ ceklerini belirtmişlerdir. Kimse gücenmesin ama, Dün­ ya Türklüğünü kültür bakımından birleştirmeğe çalı­ şan ayrı bir Cemiyetin bugüne değin kurulmamış bu­ lunması güçsüzlüğümüzün, iyi çalışamadığımızın ifa­ desidir. Yoksa, böyle bir cemiyet, hukuk devleti ol· duğumuz iddialarından vazgeçilmedikçe, asla suçla­ namazdı. Nitekim memleketimizde Batı ve Doğu kül­ türlerini birleştirmek, yeryüzünün bütün insanlarını tek bir inanç etrafında toplamak, Masonik dayanışma­ yı diğer değerlerin üstünde tutmak için kurulmuş ce­ miyetler bile vardır. İktidar sahipleri, hele Atatürk'ün ölümünden sonra gelenler, hiçbirini suçlamamış, üs­ telik korumuş, her manada yardım etmişlerdir. Yetmiş iki buçuk milleti kültür ve inanç bakımından birleştir­ meğe çalışan cemiyetlerin suçlanamadığı bir ülkede Türk kültür bütünlüğünün sağlanmasını isteyen bir cemiyeti suçlamak acaba nasıl bir haktır ve kimin haddine düşmüştür? Turancılıkla suçlanan Türk milliyetçileri, her za­ man açık faaliyette bulunmuş, gizliliği, yeraltına gir­ meği hiç düşünmemişlerdir. Yabancı bir devletin sö403


mürgesi olmadığımıza göre, başka türlü davranma­ mız zaten mümkün değildi. Memleketimizin güvenlik şartlarına bağlanacak gerekçeler, tutarlı veya tutar­ sız yorumlar, siyasetin çok ince hesapları fikir hür­ riyetlerinin tamamını kenara itebilir. ler suçlanabilir. Hepsini anlarız. Ama bir Türk' ün, he­ le sorumlu ve yetkili bir Türk'ün diğer bir Türk'ü, mil­ letini çok sevdiği, tutsak kardeşlerinin kurtulmasını is­ tediğinden ötürü suçlamasına akıl erdirmek, kavra­ ma gücümüzün, en hafifinden cahilliklerine hükmet­ mediğimiz sürece, çok dışında kalır. Çünkü milletdaş­ ları ile ilgilenmek, bağımsız ve mutlu olmalarını di­ lemek kutsal bir haktır. Fikir hürriyeti ile de, ideo­ lojilerle de ilgisi yoktur. Dünyanın bir başka köşesinde, tutsak kardeşle­ rimizin bulunduğu bir ülkede yaşasaydık, elbette giz­ li çalışırdık ! Kurtuluş imkanları arardık. Ama öz Dev­ letimizde, geçici iktidarların şartlanmışlığına aldıra­ cak değiliz. Ülkümüz seçik ve yüce, sözümüz açık · tır. 1944 olaylarını, «Değişmez Milli Şef»in ünlü 19 Ma­ yıs nutkunu ırkçılık, Turancılık davasını unutturmak istediğimi sanmayın, üzerinde fazla durmadık ! Gizli cemiyet kurma ve hükumeti devirme suçlamalarının, nice acı hatıralar ve gülünecek safhalardan sonra, nasıl yalana çıktığım, suçlamaların, en yetkili mah· kemedeki duruşmalarını, Askeri Yargıtayca verilen beraat kararının bilineceğini düşündük. Yalnız öyle görünüyor ki, siyasetçilerimizle yetkililerimizin bazıla­ rı, akıllarını suçlamaya takmış, sonucunu henüz öğ­ renememişler.

404


xv

TURANCILIK YÜRÜRLÜKTEKİ KANUNLARIMIZA GÖRE SUÇ DEGİLDİR ONDORT sayıdır Turancılığın ne olduğunu ve na­ sıl anlaşılması gerektiğini yazıyoruz. Konuyu, akla ge­ lebilecek bütün yönleri ile aydınlatmağa çalıştık. Ga­ yemiz, aslında şeref duyulacak bir suçlamayı cevap­ landırmaktan ziyade, sorumlu siyasetçilerimizin ve di­ ğer bazı yetkililerin, yanlış değerlendirmeler ve dav­ ranışlarından kurtulmalarını sağlamaktı. Türk milliyetçilerinin Turancılık Ülküsünü, «Dünya Türklüğünü dil, sanat ve kültür bakımından birleştir­ mek» manasında anladıklarını, misaller vererek, yete­ rince açıkladık. Ancak çeşitli sebeplerden ötürü, özel­ likle 1944 yılından iktidarların ilgisizliği, eğitim nok­ sanlığı ve milletdaşlarımızın büyük bir bölümünün tutsaklığı yüzünden, Dünya Türklüğünün manen bir­ leştirilmesi veya mevcut birliğin bozulmaması yolun­ da fazla birşey yapılamadığını da belirttik. Daha son­ ra günümüzdeki Turancılığın teşkilatlı bir faaliyet ve çalışma şeklinde ortaya çıkmadığını ; Turancılıkla suç­ lanan Türk milliyetçilerinin : A) B)

Tutsak milletdaşlarımızla ilgilenmek, Tutsak milletdaşlarımızı sevmek,

C) Bağımsız olmalarını istemekle yetindiklerini ifade ettik. Duygu ve düşüncelerinden ötürü hiçbir in­ san suçlanamaz. Kaldı ki ; Dünya Türklüğü ile ilgili duygu ve düşünceler Türkiye cumhuriyetinin temel görüşlerine de, Birleşmiş Milletler Anayasası ve İn­ san Hakları Evrensel Beyannamesine de aykırı de­ ğildir. Herhangi bir siyasetçi, bağlandığı dünya görüşüne ters düşüyorsa, Turancılık Ülküsünü elbette benimse405


meyecektir. Fikirlerini söyler, cevabını alır. Kimin haklı, kimin haksız olduğuna da yüce Türk Milleti ka­ rar verir. Ama bir siyasetçi, özel fikirleri ne olursa olsun, Tutsak kardeşlerimize ilgi gösterilmesini suç­ layamaz. Çünkü böyle bir davranış, herşeyden önce, hizmetinde bulunduğu devletin tutumu ile bağdaşamaz. Zira, bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti, yeryüzündeki Türk varlığının, kültür ve azınlık hakları yönünden korunması gerektiğine inanmıştır. Dış işleri Bakanlığı­ na bağlı <<Azınlıklar ve Emlak Dairesi>>nin vazifesi bu­ dur. Turancılığı suçlayan sorumlu bir siyasetçi, biz­ den önceki Türk milliyetçilerinin binlerce defa yaz­ dığı, bizim de onbeş sayıdır anlatmağa çalıştığımız Turancılığın, millet birliğini bozmağa ve Devletimizi yıkmağa yönelmiş bir Turancılık olduğunu ve Türk Milliyetçileri ile ilgisini belgelere dayanarak isbat etmek zorundadır. Bunu yapmayan bir siyasetçi, mem­ leket yönetimindeki yeri ne kadar yüksek olursa ol­ sun, çeşitli şartlandırmalara veya siyaset mücadele­ sini kazanmanın yalancı hesaplarına kapılıp Turan­ cılığı bir suç gibi gösterirse, iftiracı durumuna dü­ şecektir. Sorumlu bir siyasetçi, Turancılıktan ne an­ ladığını, neden suç, niçin zararlı saydığını açıklama­ dan suçlamaya katılırsa samimiyetinden, dürüstlüğün­ den, millet sevgisinden şüphe edilecektir. Siyasetçile­ rin bu konudaki asıl sorumluluğu ve zararı, kendi­ lerine bağlı bulunan vazifeli devlet memurlarına te­ sir etmelerinden doğmaktadır. Mesela bir İçişleri Ba­ kanı, Turancılığın çok tehlikeli olduğunu söylediği ve­ ya yazı ile teşkilatına bildirdiği zaman, valiler bunu bir emir saymakta, gereğinin yapılmasını istemek­ tedirler. Turancı avı böylece başlamakta , yanlışlar zinciri birbirine eklenip uzamakta, devlet hizmetinde­ ki ülkücülerin sicillerine işlenmekte, baskı altında tu­ tulmaktadırlar. 406


Turancılık, suçlamasına katılan her siyasetçiyi, ge­ rekçesini açıklamadığı, ve kimleri kasdettiğini belirt­ mediği sürece, dürüstlükten halk duygusundan ve mil­ let sevgisinden yoksun sayacağız. Suçların hesabı yal­ nız mahkemelerde verilmez. Allah ve Tarih huzurun­ da sorulacak hesaplar da vardır. «Diğer bazı yetkililer»in tutumuna gelince Tehli­ keli ve zararlı faaliyetleri önleme mücadelesini yö netenlerin bir kısmı, devlet görüşüne ve kanun ölçü­ lerine bağlı kalnuşlardır. Yukarıdan gelen emirlere, kendi tesbitlerine uymadığı takdirde ve mutlak bir mecburiyetle karşılaşmadıkça, körükörüne teslim ol­ maktan kaçınmışlardır. Kimin zararlı kimin faydalı olduğunu bilirler. Ama bazı yetkililer de vardır ki ; bü­ yüklerine yaranma küçüklüğünden veya ölçülerinin yanlışlığından ötürü, Turancılık suçlamasına katılır, Türk milliyetçilerini de <<Hedef» sırasına koyarlar. Böylelerinin akla yakın bir tek mazeretleri olabilirdi : Bilgisizlik ! Gerçekten, aşırı cereyanlarla mücadele eden kuruluşlarda çalışanların birçoğu, aşırı sol konu­ sunda oldukça iyi eğitilmelerine karşılık aşırı sağ ko­ nusunu bilememekte, sağcılıkla milliyetçiliği, ırkçılık­ la Turancılığı karıştırmaktadırlar. Yalnız bilgisizliğin mazeret yerine geçmesi mütemadiyen devam edemez. Sayın yetkililer ya doğruyu öğrenmek veya yetkilerin­ den affedilmeyi istemek durumunda kalırlar. Çünkü, yıllardır Türk Milliyetçiliğinin �aye ve hedefleri ko­ nusunda mümkün olan herşeyi söylemiştir ve herkes­ ten önce Turancılığın ne olduğunu sayın yetkililer öğ­ renmek mecburiyetindedirler. Güvenlik ve Emniyet Kuvvetlerinin yanlış değerlendirmeleri yüzünden özel­ likle devlet hizmetindeki Türk Milliyetçilerine sayısız fenalıklar yapıldığı inkar edilemez bir gerçektir. Sayın yetkililerin şu önemli noktayı da hiç unut407


mamaları gerekir : Kanunların suç saymadığı fikir ve­ düşüncelerden ötürü hiç bir vatandaşa zarar verile­ mez. Zarar verildiği takdirde yine aynı kanunlara göre suçlu mevkine düşülmüş olur. Turancıdır damga­ sıyla ülkücülere baskı yapan, sürgüne gönderen yet­ kililerin suç işlediklerini ve hesabı bugün sorulmuyor­ sa birgün mutlaka sorulacağını hatırlamaları menfaat­ leri icabıdır. Siyasetçi amirlerinden emir almaları da kendilerini kurtaramaz. Çünkü kanunlara aykırı emir­ lerin uygulanması şartı yoktur. «Diğer bazı yetkili­ ler»e son olarak şunu da hatırlatacağız : Milli birliği­ mizi yıkmak ve Türk Vatanının bütünlüğünü parçala­ mak isteyen millet düşmanlarına karşı yürüttükleri mücadelede gösterdikleri başarı yüzünden bize karşı takındıkları yanlış tutumun münakaşasını pek yapma­ mış, zaman içinde Türk Milliyetçilerinin oldukları gi­ bi tanınacağını ve düşman değil en büyük dost sa­ yılmaları gerektiğinin bilineceğini ümit etmişizdir. An­ cak 12 Marttan sonra bütün zümrelerin, hele komü­ nistlerle Milliyetçilerin hüviyetleri öylesine kesinlikle açığa çıkmıştır ki, artık hiçbir yetkilinin yanlışını bil­ gisizliğine bağlamak imkanı kalmamıştır. Türk Milli­ yetçilerini suçlama kampanyasına katılan yetkililerin bindikleri dalı kestiklerini anlamaları için vakit gel­ miş hatta geçmek üzeredir. Yazı serimizin bu bölümünü bitirirken Ülkücü kar­ deşlerimizden şunu rica edeceğiz : Herhangi bir yetki­ li tarafından Turancılıkla suçlandıkları zaman, suçla­ manın yanlışlığını veya Turancı olmadıklarını anlat­ maya sakın kalkışmamalı, Turancılığın yürürlükteki kanunlarımızdan hangisine göre suç sayıldığını sor­ malı ve elbette bir Türk çocuğuna yakışır saygı hu­ dutları içinde sayın yetkilileri uyarmalıdırlar.

408


İÇİNDEKİLER SOSYALİZM 7

Siz ve Biz Yeni . İstanbul, 4,7 Mayıs 1962 Peyami Safa'ya Haber . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . .

12

Yeni İstanbul, 15 Haziran 1962 Emeksever Bir Hanıın

l·l

. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Yeni İstanbul, 30 Eylül 1962 Son Çağrı

16 Yeni İstanbul, 9 Ekim 1962

Bazı Kellmeler ve

İşçi ve Komünizm

Manaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yeni İstanbul, 1-2 Aralık 1962

18

.... .................................... .......

25

.

Yeni İstanbul, 22 Aralık 1962 Sosyal Adalet ve Biz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

28

Yeni İstanbul, 9-10 Ocak 1963 34

Din Ticareti

Yeni İstanbul, 19 Mart 1963 Demirperde'den İki Fıkra

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .

Yeni İstanbul, 21 Nisan 1963 Azerbaycan'ın Yas Günü . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

37 •

39

Yeni İstanbul, 29 Nisan 1963 Peyami Sa.fa'ya İkinci Rapor

.

. . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

42

Yeni İstanbul, 16 Haziran 1963 409


Bir

ihtilafın

İçyüzü

. . ... . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

45

Yen İstanbul, 23 Temmuz 1963 Mücahit

Peyami

Safa

............. ....... ......................

Yeni İstanbul,

47

16-17 Haziran 1964

Hürriyetçi Sosyalistlere Göre Komünizm ve Bizimkiler

54 Yeni İstanbul, 28 Haziran 1964

Gerçekçilik

Bu

mudur

.

. .. . . . . . . . . . . .. . . . . .. . .. . .. . .. . .. . . . . . . . .

57

Yeni İstanbul, 3 Temmuz 1964 İh tilalci Sosyalizmin Milliyet Düşmanlığı

. .

.............

59

Yeni İstanbul, 14 Temmuz 1964 Gerilik

ve

Gericilik

Üzerine

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .

62

Yeni İstanbul, 22, 23, 24, 25 Temmuz 1964 Propaganda

Dedikleri

73 Zafer, 15, 16 Mart 1965

Yanlış Bir Hüküm

.

.... ........ .... ..... .... .. . ............... ....

78

Zafer, 12 Haziran 1965 Aydınlıkta

Uyuyanlar

80 Zafer,

Tahrikçileri Takdim

Ederim

.

25 Haziran 1965

... . ............................

83

Zafer, 8 Temmuz 1965 Sosyalizmin

Püf Noktası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

85

Zafer, 22, 23, 24, 25, 26 Temmuz 1965 Foya

96 Babıalide Sabah, 8 Mart 1966

Cevaplar Zinciri

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .

98

Babıalide Sabah, 11, 12, 13, 14, 15, 16 Mart 1966 Bu Nasıl Gece

108 Babıalide Sabah, 20 Mart 1966

Vazifemiz

1 10 Babıallde Sabah, 24 Mart 1966

İbret

113 Babıallde Sabah, 3 1 Mart 1966

Peyk

115 Babıallde 8a.b&h, 6 Nisan 1966

410


Vietnaın Sergisi

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .

11'7

Babıalide Sabah, 19, 20 Nisan 1966 Düşmanı Sevmek

Mecburiyeti

. .

.. . . . . .. . . . . .. . . .. .. . . . . . . . .

Bizim Anadolu, 6 Haziran

121

1969

Aldatmaca

123 Bizim Anadolu, 11 Haziran 1969

Kim Haklı

125 Bizim Anadolu, 21 Haziran 1969

Neyin Yasağı

127 Bizim Anadolu, 27 Haziran 1969

Sosyalistlerimize

129 Bizim Anadolu, 25 Temmuz 1969

Milliyetçilik ve

Marksizm

.

. . . . . . . .. . . . . .. .. .. .. . . . . .. . . . . .. . .

132

Bizim Anadolu, 3 Ağustos 1969 Kuznetsov'un Istırabı

. .

.. .. .. .. . . .. . . . . . . .. .. .. .. .. .. .. . .. . . . . .

Bizim Anadolu,

134

10 Ağustos 1969

Az Gelişmiş Beyinler

136 Devlet, 22 Aralık 1969

Hangisi

Tehlikeli

139 Devlet, 19 Ocak 1970

Kalk Borusu

142 Devlet, 23 Mart 1970

Faşizm

Bir

Öcüdür

. .

. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .

145

Devlet, 27 Nisan 1970 Lenin'ln Türk

Dostluğu

148 Devlet, 3 Mayıs 1970

Sahtekarlığın Böylesi

151

Devlet, 30

Temmuz 1973

Faşist Aranıyor

154 Devlet, 6 Ağustos 1973

Solj enitzin Olayından Notlar

. . . . . . . . . ....

.

. . . . . ..............

158

Devlet, 25 Şubat 1 974 MİLLİYETÇİLİK Milliyetçilik

ve

Doktrinler

.. ............... .. . .. .. . . ... .. . ....

Babıalide

Sabah,

163

4 Mayıs 1966 411


165

Yenilmişliğin Acısı Devlet, 28 Nisan 1969

168

3 Mayıs Bizim Anadolu, 3 Mayıs 1969 Azerbaycan

170

Günü Bizim Anadolu, 31 Mayıs 1966

172

Tarihe Bakış Bizim Anadolu, 1 Haziran Onlar

da

1969

İnsandı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .

174

Bizim Anadolu, 9 Haziran 1969 176

Turancılık Nedir Devlet,

23 Haziran

19!!9 180

Neslimizin Ayıbı Bizim Anadolu, 22 Temmuz 1969 Türkistan'ın Ruslaştınlması

. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .

182

Bizim Anadolu, 23 Temmuz 1969 Batı Trakya'dan Gelenler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .

184

Bizim Anadolu, 28 Temmuz 1969 187

İbret Dersi Bizim Anadolu, 21 Ağustos 1969 Ortak Pazar ve Kültür Emperyalizmi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

189

Devlet, 15 Aralık 1969 Yılbaşı ve Tarihten Bir Ders .. .. .. . . . . . .. . .. . . . . .. .. . . . .. .. . .

195

Devlet, 29 Aralık 1969 198

Milliyetçi Türkiye'ye Doğru Devlet, 5 Ocak 1970 Yağlı Kuyruğa Dikkat . .. . . . .. . . .. . .. . .. . . .. .. . . . . . . . .. . . . . . . . . .

201

Devlet, 2 Şubat 1970 204

Uzay Çağında Millet Gerçeği Bozkurt, Ekim 1972

207

Turancılık Korkusu Bozkurt, Kasım 1972

210

Her Millete Bir Devlet Bozkurt, Aralık 1972 412


Milli Sezgiyi Ölümsüzleştirmek

212 Bozkurt, Ocak 1973

Ülkücüler ve Fedakarlık

215 Bozkurt, Mart 1973

Milli yetçilik Ölümsüzdür

2 17 Bozkurt, Mayıs 1973

Yaşayan

Dündar

Taşer

220 Bozkurt, Haziran 1973

Tutsak Türkler

222 Devlet, 23 Temmuz 1973 226

Milliyetçi Eğitim Devlet, 10 Eylül 1973 Ortak Pazar ve Türkye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

230

Devlet, 17 Eylül 1923 Milliyetçilik Düşmanlığının Kaynakları

.

.................

234

Devlet, 26 Ka.<ıım, 3 Aralık 1973 Mukaddes İhanet

241 Bozkurt, Aralık 1973

Ülkücü Gençlik

244 Bozkurt, Ocak 1974

Ülkücü Olabilmek Ülküsü

.

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

246

Bozkurt, Şubat 1974 248

Milliyetçilik ve Ülkücülük Bozkurt,

Mart

1974 251

Ülkücülüğün Güçlükleri Bozkurt, Nisan 1974

254

Atalarımızın Ülkücülüğü Bozkurt, Mayıs 1974

257

Taşer'in Ülkücülüğü Bozkurt, Haziran 1974

261

Hunların Ülkücülüğü Bozkurt, Temmuz 1974 Demokrasi ve Milliyetçilik

....................................

263

Devlet, 16 Temmuz 1974 413


Faşizm Suçlaınası

......................... .......................

267

Devlet, 7 Ağustos 1972-30 Ek.im 1972 Irkçılık Suçlaması

.

............................................

295

Devlet, 6 Kasım 1972-22 Ocak 1973 Turancılık Suçlaması

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Devlet, 22 Ocak 1973-30 Nisan 1973

414

345


ÖT Ü K EN Y AYIN EVİ N EŞ RIYATI Doç . D r . Süleyman Ateş, KUR'AN-1 KERiM MEALi 68. 43.

40.00

KÜLTÜR SERiSi:

Cemil Meriç, BU Ü LKE 15.00 Ord. Prof. Sadri Maksud! Arsel, M i LLiYET DUYGUSUNUN SOSYOLOJiK ESASLAR! 15.00 8 1 . Prof. Dr. Tahir Çağatay, KAPiTALiST iÇTiMAi NiZAM ve BUGÜNKÜ DURUMU 20.00 82. Ord Prof. Z. Fahri Fındıkoğlu, KARL MARX ve SiSTEMi 25.00 83. Prof. Paul Coles, AVRUPA\DA OSMANLI TESi RLERi 15.00 79. Raif Karadağ, PETROL FIRTINASI 25.00 78. Abdurrahlm Karakoç, VUR EMRi 20.00 80. Galip Erdem, ÜLKÜCÜNÜN ÇiLESi 15.00 Galip Erdem, SOSYALİZM ve M i LLiYETÇiLiK ÜZERiNE MEKTUPLAR 75. Fll lbell Ahmed Hilmi, ISLAM TARiHi 70. Atsız, DELi KURT 59. Atsız, BOZKURTLAR 54. Atsız, RUH ADAM 84. Atsız, YOLLARIN SONU 71 . Bahaeddin Ôzklşl, KÔSE KADI 86. Bahaeddin Ôzklşi, UÇDAKI ADAM 72. Cemil Meriç, UMRANDAN UYGARLICA 85.

69. 67. 67 /1 . 67 /2. 66.

85. 62. 29. 40. 76.

73. 74. 20. 14. 47.

48.

Aclan Sayılgan, TUTUKLAMA ômer Seyfettin, BÜTÜN HiKAYELERi 1 ômer Seyfettin , BÜTÜN HiKAYELERi i l ômer Seyfettin , BÜTÜN HI HAYELERI 1 1 1 Halide Nusret Zorlutuna, AYDINLIK KAPI Ali ôztii r k, ÔTÜKEN TÜRK KiTABELERi M ehmet Ş&ker, FETiHLERLE' ANADOLUNUN TÜRKLEŞMESi ve ISLAMLASMASI Emine I ş ınsu, AZAP TOPRAKLAR! Emine Işınsu, AK TOPRAKLAR Peyami Safa, YALN IZIZ Peya m i Sefa, ATTiLA Peyami Safa, CUMBADAN RUMBAYA Peyami Safa , 9. HARiCiYE KOCUŞU Peyami Sefa, FATi H-HARBiYE Peyami Sefa, BiZ iNSANLAR Peyami Safa, Mat. NORALIYANIN KOLTUÖU

25.00 60.00 1 5.00 35.00 20.00 1 0 .00 1 5 .00 20.00 25.00

12 !iO 25.00 20.00 20.00 15.00 12.50 10.00 17.50 10.00 25.00 20.00 30.00 10.00 7.50 25.00

20.00


60.

45.

38. 63. 50. 36. 61 . 41 . 35. 46. 55.

56. 24. 23. 22. 49. 44. 27. 21 .

Peyami Safa, MAHŞER Peyami Şefe, Şi MŞEK Peyami Peyami Nlya.zl Niyazi Niyazi

Safa, SÔZDE KIZLAR Safa, BiR AKŞAMDI Y. Gençosmano� lıı, BOZKURTLARIN DESTANI Y. GençosmenoOlu, MALAZGiRT DESTAN I Y. Gençosmanolllu, KOPUZDAN EZGiLER Mehmed NlyBEI Ôzdemlr, BAYRAM UEDIYESI Mehmed Niyazi Ôzdemlr, VAROLMAK KAVGASI MevlAnll, MESNEVT Hermann Hesse, ÇiLELi YOL (SI DAR1Al Belzac, i HTiŞAM ve SEFALET Maurlac, ENGEREK DOCOMO Pl e rra Lotl, B i R SiPAH i N i N ROMANI lafflartlna. RAFAEL (Romanı Françols

•5.0G 1 5.00 15.00

1 5.00 1 5 .00 7.50 5.00

1 0 .09 30.00 15.00 7.511 25.00

6.00 8.00 10.00

Vecdi BDrOn, EYÜP (Roman) 12.50 M Necati Sepetçlolllu, HER BIZANSA BiR FATiH 5.00 Mehmet izzet, MiLLiYET NAZARiYELERi ve M ILLT HAYAT 7.50 A. Battal Tayrn as , RUS iHTiLALiNDEN HATIRALAR f0.00 DERS KiTAPLAR!:

34

Frank

51.

Sevgi

52.

YARDIMCI EDEBiYAT KiTABi Sevgi - Ayvız GOkdemlr,

53.

Sevgi

77.

Fevziye Abd u ll ah Tansel , iYi ve DOCRU YAZMA USÜLLERI ,

Ayrea, Di FERANSiYEL Ayvaz Gökdıımlr,

DENKLEMLER

YARDIMCI EDBBIYAT KiTABi 1 1 - Ayvız Gökdemlr, YARDIMCI EDEBiYAT KiTABi ili

60.00 f0.00 12.5111

12.51

30.00



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.