ŞEYDA Hüseyin
CAVİD
Günümüz Türkçesine Aktaranlar
Duygu KARAHASANOGLU
Fatma KARAHASANOGLU
Trabzon-1998
Redaktör : EnverUZUN Baskı : Celepler Matbaası.Trabzon.Tlf3259394 975-94278-0-X ISBN
2
HÜSEYİN CAVİD (1882-1941) Tanınmış mersiyehanlardan Molla Abdullahim'in oğlu olup, annesinin adı Ümmi Leyla'dır. Cavid, babasının molla olması nedeniyle küçük yaşlarında mollahanede eğitime başladı. 14 yaşına geldiğinde babasından habersiz Nahçıvan' daki "Mekteb-i Terbiye.. ye kayıt oldu. Bu duruma çok öfkelenen babası O'nu okuldan almak istediğinde Cavid'in öğretmeni Mehmedtağı Sıdkı aracı olarak babasını ikna etti. 1898 yılında 16 yaşında bu okuldan mezun oldu. Öğrencilik yıl larında gözleri rahatsızlanan şair Tebriz'e gitti. Tebriz'de Arapça, Farsça ve Felsefe öğrenimi gördü. 1903 Temmuzundan 1904 yılının mayıs ayına kadar Unniye Şehri 'nde bulundu. 1904 yılında Nahçıvan'a döndü. Bir süre ticaretle uğraşan şair,daha sonra Gürcistan'ın Kahetiye civarındaki bir yol yapım şirketinde görev aldı. Bu sırada babasının arkadaşının Batum,Tebriz ve İstanbul'da şubeleri bulunan şirketine ortak olarak 1905 yılına kadar bu şirketin muhasebe işlerini yürüttü. Artan göz rahatsızlığı nedeniyle 1905 yılının 19 Nisanında "Paki"' adh bir Fransız gemisiyle Trabzon'a geldi. Aynı gün İstanbul'a hareket etti ve 23 Nisan 1905 'de İstanbul 'a vardı. Mevcut yasal imkanları kullanarak İstanbul Darül Fününu'na müdavim öğrenci olarak kayıt
3
oldu. 1909 yılının Ağustos ayına kadar İstanbul· da kaldı. 19 1 O yılında Azerbaycan'a geri döndü. 19 12 de Gence Şehri'nde öğretmenliğe başladıysa da, kısa bir süre sonra buradan ayrıldı ve Tiflis'teki "Aliyev Mektebi" nde öğretmenliğe başladı. 19 15 yılına kadar bu görevine devam etti. Bakü'deki "Sefa Mektebi" ne davet edilince Bak.ü'ye döndü. 19 17 yılında Muharirler ve Edipler Cemiyetinin Edebiyat Komisyonuna seçildi. 19 18 yılında Ermeni Taşnak Partisinin Bakü'de yaptığı katliamlardan şans eseri kurtulan şair Tebriz'e kaçtı ve oradan da Nahçıvan'a geçerek 19 18- 19 19 öğretim yılında "Rüşdiyye Mektebi"nde öğretmenliğe başladı. 19 18 Ağustosun da Mişkinaz Hanım ile evlendi. 19 19 yılında Nahçıvan Cemaatinin temsilcisi olarak Musavvat Hükümetinin yetkilileri ile görüşmek için Bakü'ye geldi. 22 Ekim 1919 yılında Ertuğrul adında ki oğlu dünyaya geldi. 23 Ağustos 192 1 Tumrus adlı ikinci çocuğu oldu. 2 Ekim 1923 yılında ise Turan adını verdiği bir kızı dünyaya geldi. 1926 yılında göz tedavisi olmak, Avrupa Edebiyatını öğrenmek için Berlin ve Paris'e gönderildi. 1932 yılında ise Azerbaycan Yazıcılar Birliği'ne kabul edildi. Pan-Türkist ve Sovyet İnkılabı düşmanı suçlamaları ile 3 Haziran gece saat 00.02'de eşyaları ve eserleri ile birlikte evinden alındı. 5 Nisan 1937'de CCCP Dahili işler Nazırlığınca tutuklanarak 1 1 13 sayılı mahkum olarak tescil edildi. 17 Haziran 1939'da Kolima'ya sürgüne gönderildi.
4
Ağır yaşam koşullan nedeniyle hastalandı ve 1941 yılında vefat etti? 7 Aralık 194 1'de İrkust vilayetinin Taişet yerleşim alanında ki Şevcenko şehir mezarlığında ki 59 notu mezara defnedildi. Mezarı boşaltılarak 26 Ekim 1982'de Bakü'ye getirildi. Uzun tartışmalardan sonra Nahçıvan'a gömülmesine karar verildi ve 3 Kasım 1982'de saat 14.00'de Nahçıvan'da yaşadığı evinin yanındaki mezarına defnedildi.
EDEBİ YÖNÜ Azerbaycan 'ın en büyük dramaturg ve şairlerinden olan Hüseyin Cavid Racisade'nin kısa sayılabilecek ömrü oldukça hareketli bir edebi yaratıcılık ile geçmiştir. Yazmış olduğu şiir ve dramları ile Türk Edebiyatının ölmez simaları arasında hak ettiği yeri almıştır. O, çocuk yaşlarında 1903 de bulunduğu Tebriz'de Farsça şiir denemelerine başlamış ve bu şiirlerinde "Gülçin" ve "Arif' mahlaslarını kullanmıştır ki şairin daha sonra "Hüseyin Salik (Salik) ", "Muhbir", "Kadir Şunas" ve "Mövreş" mahlaslarını da kullanmı�tır. O'nun Tebriz'de iken Türkçe ve Farsça olarak yazdığı bu ilk şiirleri 1904 yılından itibaren matbuatta yer almaya başladı. Cavid'in matbuatta ki ilk yazısı 23 Ocak 1904 tarihini taşır. O'nun bu tarihte sevdiği öğretmeni Mehmedtağı Sıtkı'nın ölümü nedeniyle yazmış olduğu "Urmiye'den Mektup" adlı yazısı " Şarki Rus Gazetesi" nde yayınlanır. Daha sonra "Hayat ( 1905)", "İrşad( 1906)", "Füyuzat( 1907)", "Sıratı Müstakim (İstanbul'da Mehmet Akifin yazı işleri yaptığı dergi)" ve " İttifak.( 1909)" .
5
·'Hakikat(1910)" , "'Yeni İrşad(1911)", "Işık", '·Mektep" ve "'İkbal(1912)" , "Şelale" , "Molla Nasreddin(1913)" , ''Açık Söz'' , "Kurtuluş(1915)" , "'Kardeş Kömeği( l 917)" gibi gazete ve dergilerde pek çok şiir ve makalesi yayımlandı . 19 l 3 yılında "Geçmiş Günler" ve "Bahar Şebnemleri'' adlı şiir kitapları yayımlandı. Hüseyin Cavid asıl ününü yazdığı dramlar'ıyla elde etmiştir. O, gerçekçi şiirleri ve dram eserleriyle sosyal meseleleri derinlemesine işlemiş ve genel olarak insan hukukunun temini, bağımsızlık düşüncesi, eğitim ve medeniyet konularını ön planda işlediği bir birinden güzel pekçok esere imza atma başarısını göstenniştir. Cavid'in ilk dram eseri ise 1912'de "Zavallı Kadın" adı ile yazmış olduğu "Maral "dramıdır. (Bu eser ancak 1917 yılında yayımlanmıştır.) Cavid'in bu eseri kadın hukuksuzluğunu konu alır. Anne yüreğinin şefkatini dile getirdiği ''Ana" dramı 1913 yılında yayımlandı. Eser Azerbaycan Tiyatrosundaki hece ile yazılmış ilk manzum dramıdır. 1917 yılında Cavid'in "Şeyda" , "Uçurum" , '·Şeyh Senan" adlı mansur ve manzum dramları yayımlanır. Uçurum dramının konusu Türkiye'de geçer. Şeyh Senan dramı dini tutuculuğa karşı yazılmış, sevginin ön planda verildiği bir eserdir. Cavid'in 1915 yılında yazmış olduğu "Topal Teymur" adında ki mansur dramında iktidar hırsı nedeniyle iki Türk kumandanı arasında ki mücadele dile getirilir. 1929 yılında yazmış olduğu "Knyas" dramına sonradan beş perdelik bir libretto ilave etmiştir.
6
1932 yılında yazmış olduğu 'Telli Saz" adlı dramı kayıptır. Ancak eserin özeti ve eser içinde yer alan üç şiir mevcuttur. Dramaturg aynı yıl İran şairi Firdevsi'nin doğumunun 100. yılı nedeniyle Şeyhname'den yararlanarak "Siyavuş" adlı eserini yazar. Mansur ve manzum şeklinde kaleme aldığı bu eserin mansur kısmına "Sudabe" , manzum kısmına ise "Siyavuş" adını vermiştir. İblis dramı 192 1 yılında Ankara Tiyatrosunda sahnelenmiş olup, bu temsili seyreden M.Kemal Atatürk kendisinin eser kahramanlarından İlhan' a benzettiği söylenir. 19 19 yılında Abdulla Şaıg ile birlikte "Edebiyat Dersleri" adlı bir ders kitabı hazırladı. l 934'de genç neslin terbiyesi için yazdığı "Şehla" dramı da kaybolan eserlerindendir. 1935'de İran şairi Hayyam ile ilgili olarak yazdığı ve aynı adı verdiği "Hayyam" dramı aynı yıl Sovyetler Cumhuriyeti'nde (CCCP) yapılan edebi eser yarışmasında üçüncülük ödülü aldı. Cavid, 1937 yılında İblis dramının devamı olarak "İblisin İntikamı" adlı mansur dramını yazmıştır. Yazar 1920- 1937 yılları arasında ·başlamış fakat bitiremediği dramatik bir manzume olan "Azer" adlı bir eser yazmış olup bu eser 1958 yılında kitap olarak yayımlandı. Cavid'in bilinen fakat kayıp olan "Köroğlu" adlı eseri de vardır. Çok kısa olarak dile getirmeye çalıştığımız Cavid'in edebi yaratıcılığından da anlaşılacağı gibi O, sosyal problemler, cemiyet hukuksuzluğu, güzel bir gelecek hakkındaki düşüncelerini üstün bir yetenekle Türk Edebiyatında olduğu gibi dünya edebiyatına da altın harflerle yazma
7
maharetini göstermiş, her şeyı sevgının sınırsız muhabbetinde sentez ederek aramış hümanist, vatan sever mükemmel bir insandı. Sevgiyi yaşayanların, sevmek isteyenlerin Cavid 'i tanımadan tam bir sevgiyi yaşamaları zordur. Çünkü; O, insanları evrensel bir sevgi çemberinde gören bir şair ve dramaturgdu.
Dr. ENVER UZUN
8
ŞEYDA
BEŞ PERDELİK FACİA ŞAHISLAR Mecit Efendi Eşref Şeyda Remzi Rauf Maks Mulle Roza Mariya Mesud Kara Musa Yusuf
Matbaa Müdürü . Onun Oğlu .
Yazar . Yazar .
Yazar . Ressam Alman . Müller'in kızı . Rozanın Anası . Baş Yazar . Yazar . Yazar .
Mezarcı, kara giyimli melek. diğer yazarlar, çalgıcılar. polisler ve hapishane memurları.
BİRİNCİ PERDE
9
'1atbaaya ait büyük bir müdüriyet odası. Odamn bir kapısı ve iki penceresi sağ taraftan caddeye açılar. Diğer kapısı da sol taraftan Matbaaya inmek üzere daima açıktır. Duvarlarda takvimler, haritalar telgraf kağıtları ve mektuplar asalmış... Sağda ve solda sandalyeler, masalar. Masalar üzerinde idareye ait kitaplar, risaleler, mecmualar,gazeteler vs... Kaşan ikindi zamana ... Perde açaldığmda sevimli ve zinde çehreli Rauf pencere önündeki masa karşısmda yazı yazmakla meşgul görünür. Sanşm hassas bakaşh, Şeyda ise sigarayı dumanlatarak eli alnmda düşünüp durur.
RAl'F. Şeyda ! Yine ne düşünüyorsun?
ŞEYDA. Hiç sonna, azizim,halim çok fena. . . Pusulayı şaşınnış bir gemici gibi ne yapacağımı bilmiyorum. RAllF (Yanın kahkaha ile). İşte gördün mü! .. Altı ay ene! sana ne söyledim? Yazarlık şaka değil a! İnsan ne kadar kahraman olsa bile yine nihayet yorulur, bıkar, usanır. Hele bizim gibi genç yazarlar, adeta çıldıracak derecede asabileşirler. ŞEYDA. Hayır, Rau( hayır... Ne yazarlığın verdiği yorgunluk ne m illetin usandırıcı emirleri ne sansür istibdadı, ne de meişet darlığı beni düşündünnüyor,asla sıkmıyor. Beni üzüp bitiren bir kuvvet var ki,o da yalnız hayattaki boşl uk, hayatta ki manasızlıktır.(Son derece sinirli ve heyecanlı bir şekilde yerinden kalkarak) Allah aşkına bir düşün' . . Böyle hayvancasına yiyip-içmek, çalışıp çabalamak niçin'? Usanmadan soyunup giyinmek, yatıp kalkmak niçin! ? Duygusuz bir makine gibi düştinüp taşınmak, yazıp-bozmak niçin!? Ah, bu manasız "Niçin" !eri, bu temelsiz hayatın hiçliğini düşündükçe, adeta .
10
keskin tırnaklı bir kartal ciğerlerimı koparır, kirli bir ejderha beynimi kemirir. Gülmek ıstıyorum gülemiyorum,ağlamak istiyorum da ağlayamıyorum. Daima ıssız bir karanlık, sisli bir durgunluk bütün benliğimi sarsar. Daima emelsiz bir boşl uk, acı bir yorgunluk beni boğar, beni mahveder. Gönl ümü sevindirecek hiç bir his, hiçbir kuvvet yok. Ruhumu güldürecek hiç bir ümit, hiçbir tesell iyet yok. . . Hayal imi okşayacak bir ışık, bir yıldız anyorum da bulamıyorum. İntihar edip de kurtulmak istiyorum, heyhat! Onu da başaramıyorum. RAUF. Nafile, nafile azizim hep nafile. . Çünkü her ümitsizlikte bir ümit, her karanlıkta bir ışık yaşıyor. Yalnız sabır ve metanet lazım. (Pencereden dışarı bakarak). İşte en füsunkar bir ışık! en parlak bir yıldız! . . Hem de sen O'nu arayacağına, O seni anyor. İşte Alman çiçeği! Ressamın kızı, güzel Roza gelir. ŞEYDA. Allahını seversen.benimle az eğlen. . . RAUF (Yanın kahkahayla). Evet, şaşkınlar daima acemi ve bedbin olurlar. •
Bu sıra da Roza, öğrenci kıyafetiyle içeri girer. Şeyda derhal yerinden kalkar, sevecen bir tavırla ona doğru ilerler. Roza'nın uzun kumral, kirpikleri, cazibeli, mavi gözleri, masumane bakışlan, melekane davranışları ona sevginin oluşturduğu bir yükseklik bahşeder. ROZA .(Nazikçe baş eğip Raufu selamlayarak Şeyda'ya) Nasılsın azizim! . . ŞEYDA. Teşekkür ederim.
11
ROZA Babam nerede? ŞEYDA. Henüz idareye geldiği yok . . . MEÇİT EFEND İ. (Matbaadan) Raut:Rauf..Buraya gelsene . . . RA.llF. Hemen efendim. ( Hemen matbaaya iner.) ROZA. Çok şükür. Seni de görmek olurmuş. İşte bu ikinci defadır ki, senin için fakat senin için, buraya geliyorum. ŞEYDA. Ah, bu inceliğe,bu alicenaplığa karşı sıkılmamak imkansız. . . Böyle umulmaz bir saadete mazhar oldukça ıstırap ve sevinçle karışık bir duygu fevkalade bir heyecan adeta beni çıldırtıyor hasta ruhwnu raks ettiriyor. ROZA. (Gülümseyerek) Peki, onlar sonraya kalsın, bu akşam deniz kıyısına gidelim mi? ŞEYDA. Madem ki, arzu ediyorsunuz, elbette gideriz. ROZA. Bu geceleri şaşkınca geçirmek ne büyük günahtır bilsen� . . . Hele mehtaba karşı kayık gezintisi yapmak ne kadar neşeli,ne kadar hayalperver! . . •
B u sırada şık giyimli güneş gözlüğünü takmış olarak Eşref dahil olur. ŞEYDA. (Hazır bir tavır gösteren Roza'ya.) Galiba Eşref beyle tanışıyorsunuz?. . İşte matbaa müdürü Meçit efendinin oğlu, kendisi Avrupa'dan yeni gelmiş . . . (Eşrefe) bu da ressamımız Almanyalı Maks Müller'in kızı Matmazel Roza! .. EŞREF. (Nazlı bir şekilde elini uzatarak.) Sizi tanımakla kendimi son derece bahtiyar sayanın. -
12
ROZA. Teşekkür ederim. MAKS MÜLLER. (Dahil olur .Yarı ağarmış enli sakalını okşarken.) Roza! Sen buradamısın? ROZA . Evet, babacığım! Senin için geldim. MAKS MÜ LLER. Çok güzel, bu resimleri vereyi m de beraber gideriz. (Kolt uk çantasından birkaç resim çıkanp, masa üzerine bırakarak.) Meçit efendi nerede? ŞEYDA. Matbaadadır, efendim. MAKS M ÜLLER. Şeyda! Sana bir müjde vermek istiyorum .
ŞEYDA. Nasıl bir müjde? MAKS MÜLLER. Sen
bir haftadır, oda arıyorsun:
bizim evde ki boşboğaz Yahudi tellal oturduğu oda)ı boşaltmış, Rusya'ya gidecek. Bugün oraya geçersin .
ŞEYDA. (O'nun elini sıkarak.) Ah,
bilseniz bu haberden
ne kadar memnun oldum. Bu akşam, evet bu akşam geçenm.
MAKS M ÜLLER.
Sabah, akşam çayını da Roza' nın
anası verir, bir evdeki gibi yaşarız, hiç sıkılmazsın. Bilirsin,
ben
seni
çok severim.
Çünkü
sende
tam
anlamıyla Türk asaleti görürüm.
ŞEYDA.
Teşekkür ederim.
Bu sırada şişmanca, orta boylu,ciddi simalı Meçit efendi Rauf ile beraber çıkar. MAKS MÜ LLER.
Efendim, işte, haftalık mecmuanız
için getirdiğim resimler.
13
MEÇİT EFENDİ. (Resimleri alıp bakarak.)
Çok ala,çok güzel! . . İ yi ki, geldiniz, sizinle özel bir işim daha var, gidelim de mağaza da konuşalım.
MAKS MÜLLER.
Peki, efendim, buyurun bakalı m...
Meçit efendi, !\faks Müller, Roza çıkarlar.
MEÇİT EFENDİ. (Çıktığı sırada Şeyda'ya.)
Yazarlar
geldikleri gibi işe başlasınlar, bugün çok iş var, sakın. tembellik etmesinler.
ŞEYDA. Baş üstüne. efendim... EŞREF. (Sevecen ve hayretle.)
Aman, Şeyda!
Bu ne
letafet, bu ne cazibe? Hemen, bir bakışta insana tesir eder. Faust'un yazan sağ olsaydı, emin ol ki, güzel Margarita'sını unutur, Roza'ya
meylederdi. Hem de
mühim bir hayal değil, parlak bir hakikat karşısında bulunmuş olurdu.
ŞKYDA.
Evet, Roza gerçekten çok sevimli yaratılmış,
çok nazlı afet. . .
EŞREF.
Doğrusu, ben henüz böyle büyüleyici bir güzele
rast gelmedim.
(Bir sigara yakıp, düşünceli adımlarla çıkar.) RAUF. ( Şeyda'ya) İ şte, sana müthiş bir rakip! .. ŞEYDA. Evet, herif çok üzüldü.
Bu sırada kara Musa ile Yusuf dahil olurlar. Musa, kara benizli orta yaşlı,orta boylu,korkunç simalı tiptir. Sol eli bileğinin yan5ına kadar beyaz bez ile sarılmış, üzerindeki elbise oldukça eski ve yamalıdır. Kardeşi Yusuf ise,veremin,son devirlerini geçirmekte olan solgun yüzlü bir gençtir.
14
RAUF. (Onlan görür görmez.) Gel,bakalım. Musa efendi nasılsın, elin iyileşti mi? MUSA. Hayır, efendim,aksine günden güne fenalaşır. RAUF. Otursana, niçin ayakta durursun') MUSA.(Kardeşine.) Otur, Yusu[ sen otur...Ben Meçit efendiyi görüp şimdi gelirim. Canın sıkılırsa beni beklemezsin,faytonla eve gidersin.(Rauf ile Şeyda'ya.) Müsaadenizle, efendim, sizlerle sonra görüşürüz. Çıkar. ŞEYDA.
(Yusur a ) .
Nereden
acaba,doktordan
mı
gelirsiniz?
YUSUF. E vet.(Bir iki kere öksürür.) ŞEYDA. Kendini nasıl hissediyorsun? Geçen güne oranla iyisin değil mi?
(Acı ve manalı bir tebessümle.) Şüphesiz efendim!.. Şimdi olmazsa bile, az sonra tamamen iyileşirim, hem de bu ıstıraplara veda ederek ebediyen rahatlarım. (Mendilini ağzına tutarak bir kaç defa öksürür.) ŞEYDA. (Kederli.) Yusuf, niçin düşünmüyorsun? Böyle kara hayallere uymaktan ne çıkar? Ah, sen nihayet kendini harap edeceksin. RAUF. Evet, azizim, her işte sabır ve metanet lazım...Duyguya kapılıp da her şey için merak edenler tehlikeyi kendi elleriyle davet etmiş olurlar. İnşallah, az bir zamanda sağılıp,iyileşirsin, fakat bir daha matbaada çalışmayacağına eminim. YUSUF.
15
YUSl1F. Hayır efendim, hayır ...Her ikiniz yanılırsınız, yahut öyle görünmek istiyorsunuz. Halbuki doktorların meyus bakışları bildiklerinin sönük tesellileri, Musa'nın o talihsiz kardeşinin ıstırap ve endişeleri, hep sönüp bittiğine birer açık şahittir. (Sürekli ve şiddedi öksürüklerden sonra yerinden kalkarak.) Üf,üf! hiç bir teselli istemem. Bence ölüm en sevimli bir teselli, en değerli bir kurtarıcıdır. Herkes ölümden kaçar, fakat, ben onu dört gözle bekliyorum. Çünkü ben yalnız onun kara kanatlan altında mesut olabilirim. Evet,yalnız onun hissiz kucağında mesut olabilirim. (Öksürükler içersinde boğularak sevimli bir halde) Üt! . Af edersiniz?.. Rahatsız ettim!.. Sağlacakla efendiler... Belki bir daha görüşemeyiz. . . .
Aralıksız öksürerek mendili ağzma sokar. Ortalığı acı ve dehşetli bir sessizlik kaplar. Bu sırada yazarlar birer birer ikişer, ikişer kirli, iş elbiseleriyle içeri girerler. Kimi sağlam, kiminin yüzü solmuş, kimi kamburlaşmış; birisi de bir gözünü kara mendille sarmış... Kalın gövdeli, gür sesli Mesud ise en arkadan gelir.
B İRİNCİ YAZAR. (Arkadaşlanna.) Yusufu gördünüz mü?Allah, Allah bu ne hal, bu ne kıyafet!? İnsan yüzüne bakmaya bile cesaret edemiyor. MESUD. Sen ne zannettin, paşam? Bu yazarlıktır. Şaka değil a! Herif tam altı yıldır hapisten farkı olmayan bu kötü matbaada çalışıp durmuş... İKİNCİ YAZAR. Zavallı!.. Hiç olmazsa biraz para alsaydı.
16
MESUD. (Laubali.) Çocuk musun, yahu, yazarlıkta onur mu bulunur? On iki yıldır bu pis yerde, çalışıp çabalarım ve kendi gayretimle baş yazarlık vazifesini yapanın. Halbuki cebimde bir kuruş param yok . . . BİRİNCİ YAZAR. (Teessüfle.) İşte Kara Musa göz önünde!.. Kurşun tozu yutarak, alın teri döktüğü halde aldığı mükafat ne!? Bir tanecik masum yavrusu sıtmalar içinde can çekişir. Kardeşi Yusuf veremin pençesinde kahrolup gider. Kendisi de bin türlü müsibet, bin türlü felaket karşısında çırpınıp durur. Zavallı!.. Ailesini besleyecek bir el ele, nasırlı minnetsiz bir ele güvenirken Tanrı onu da O'na çok gördü. İKİNCİ YAZAR. Peki, bundan sonra bedbahtın hali ne olacak: Dermansız, ailesini nasıl besleyecek? Nasıl besleyecek? MESUD. (Acı tebessümle.) Merak etme, orası çok kolay... Oturduğu ev Meçit efendinin yanındadır...Hem de yan fiyatına ... Şimdiye kadar o paradan üçte iki payını alıp hastalarına yedirmiş, kalan bir payını da, şüphesiz bugünlerde alıp bitirir. İşte asıl felaket, asıl sefalette bundan sonra başlar. BİRİNCİ YAZAR. Ah,insafsız,merhametsiz! . . İKİNCİ YAZAR. Halkın kanına girdiği yetmiyormuş gibi bir de ev-eşiğine, var- yoğuna göz diker. ŞEYDA. Acaba kusur kim de? .. Mecit efendide mi? Yoksa ondan insaf merhamet uman temiz kaJplilerde mi? Bu dünya çekişip-çarpışma dünyasıdır. Tabii o sizin kanınızı emip, sömürmek ister; fakat sizde de gayret olmalı, elden geldiği kadar kendinizi müdaafa
17
etmelisiniz. Yoksa insaf, merhamet hayalleri ile sürünecek olursanız; sonuçta alçaklık ve sefaletten başka bir şey bulamazsınız. Bugün Yusufla Musa'nın boğazlandığını görüp de koyun sürüsü gibi kenardan seyrediyorsunuz. Halbuki yann hepinize! Evet, hepiniz bu kanlı, bu uç urumlu geçitten geçmeye mecbur olacaksınız. Ne yazık ki son çırpınış ve feryat hiçbir fayda vermeyecek.
BİRİNCİ YAZAR. Ne yapmalı, efendim, ne yapmalı? Hepimiz aciz ve güçsüzüz...
İKİNCİ YAZAR. Ah, bu esaret korkusu ile geçinmek belası olmasaydı! ..
ŞEYDA. Hayır, azizim! Bence bu bahanelerin hiçbir önemi ,hiç bir anlamı yok. Yeryüzünü sarmış olan bütün ameleler, bütün fakir kasaba hep sizin gibi düşünseler, insanlık birçok asırlar daha ayaklar altında ezilmeye mahkum olur. Halbuki bütün cihanı besleyen, bütün ordulan silahlandıran, bütün varlık.lan, bütün sahipkarları sersemleten hep bu aciz sandığınız ameller, hep o nasırlı ellerdir. Bugün yer yüzünün bütün saadet ve felaketi yalnız o ellere bakar. Emin olunuz ki,o eller bir gün çalışmaz olursa bütün insanlık şaşmr, bütün dünya hareketsiz kalır. BİRİNCİ YAZAR. Yalruz gayret ve cesaret istiyor. İKİN Cİ YAZAR. Evet,yalnız sebat ve metanet istiyor. MESUD. (Saate bakarak.) Artık vakit geçiyor, iş başına arş! ..
Yazarlar gürültüyle matbaaya inerler.
18
MUSA. (İçeri girerek Raura.) Yusuf ne oldu, gitti mi? RAUF. Evet, sen çıktığın gibi gitti. ŞEYDA. Gel bakalım, ne yaptın? Meçit efendiyi görebildin mi? MUSA. Hayır, efendim mağazada yok. . . ŞEYDA. Otur bakalım, nerede olsa, şimdi gelip çıkar.
Musa bir tarafta oturur bu sıra da yazarlar tarafından matbaada gürültülü heyecanlı bir ahenkle aşağıdaki marş söylenmeye başlar. Yaş zindanlar yuvamız, Felaket aşmamız; Ordular yıkan kurşun Olmuş bizim gıdamız Arkadaş, göz aç aman! Kalk ölüm uykusundan! Zülme çok eğdin boyun, Çok ezildin, kalk uyan!
Marş başladığı gibi Meçit efendi içeri girer. Şaşkın brr halde azıcık dinler ve hemen öfkeyle matbaaya iner. RAUF. (Şeyda�ya) Nedir bu yahu; Hiç öyle bir yazı böyle aptallara, böyle sersem heriflere verilir mi ya!? ŞEYDA. Ne yapalım, azizim. Ne yapalım! Haberim olmadan defterimin arasından çalmışlar. RAUF. Kağıt ele geçerse çok fena...Hem de Meçit efendi asla yakanı bırakmaz. ŞEYDA. Artık geçmiş.
19
Azıcık sukut. MEÇ İT EFENDİ. (Matbaadan çıkar, elinde tutmuş olduğu kağıdı öfkeyle süzerek.) Şeyda! bunları sen mi yazdın? ŞEYDA. (Sukut eder) MEÇİT EFENDİ. Yazarlar içinde senden başka böyle yazı yazan yok ..(Kızgın) Hadi söyle bakalım, sen mı yazdın? ...(Daha kızgın) bunları sen mi yazdın? . . ŞEYDA. (Kısa bir tereddütten sonra) Evet... MEÇ İT EFENDİ. Öyleyse burada işin kalmadı. Ah, .
beni Nikolay'ın jandarmalarına teslim etmek mi istiyorsun? Söyle, burası matbaa mı, yoksa inkılap ocağı mı?
Şeyda düşünüp durur. MEÇİT EFENDİ. Düşürune,matbaada bir alacağın varsa söyle!.. ŞEYDA. Hayır. . .
MEÇİT EFENDİ. Daha bekleyip durmanın anlamı yok... Hadi, gidebilirsin.
ŞEYDA. (Paltosunu alarak sinirli ve üzüntülü.) Lakin,lakin. MEÇİT EFENDİ. (Sözünü keserek) Haydi, yavrum haydi! . . Başka laf istemem.
ŞEYDA . (Kinli bir bakışla Mecit efendiyi süzerek yanm sesle.) Ah, evet!. . .(Diye kapıyı kapatıp çıkar.) MEÇİT EFENDİ. (Musa'ya.) Peki, sen istiyorsun? MUSA. Eğer mümkün olsa... MEÇİT EFENDİ. Söyle, bitir! Bekleyecek vaktim yok. . .
20
MUSA. Eğer mümkün olursa bir miktar para veriniz, bir de...
MEÇ İT EFENDİ. (Usanmış bir halde.) Peki, bir de? . MUSA. Matbaada bir iş veriniz tek elimle de olsa, .
çalışmak isterim.
MEÇİ T EFENDİ (Para çantasını çıkanr, bir miktar vererek.) Al, işte bu da evine biçilen kıymetin üçte biri, .
son kısmı... Bir alacağın daha kalmış. . . İki ay sonra evden çıkıp da kendine başka yer bulmalısın, anladın mı!? (Büyük bir defter açar iki üç kelime yazarak.) Haydi, gel de, imza et... MUSA (İmza ederek.) Efendim.bu para da ancak iki ay idare eder. Fakat sonra... Ah, herhalde bana bir iş vermelisiniz. MEÇİT EFENDİ. İş var, fakat tek elden ses çıkmaz. MUSA. Peki, bu el ki, matbaada ezilmiş, o el sahibine burada da iş bulamazsa acaba nerede bulunur? MEÇİT EFENDİ. Ne yapalım? Kusur kendin de usulca hareket etmeliydin. MUSA. Efendim, ben hiç... Fakat çoluk çocuğumu düşünmelisiniz. MEÇİT EFENDİ. Yok dediler. Artık bitti. •
MUSA
•
(Çıkmak üzere kapıya yaklaşır, bir daha dönerek.)
Efendim!
MEÇİT EFENDİ. Haydi git, daha söylenip durma! MUSA (Sinirli.) Efendim, ben sizden yardım •
dilemiyorum, merhamet umuyorum. Yalnız bir iş, bir vazife istiyorum. (Heyecanlı) Yalnız bir iş.. . Yalnız bir vazife! ..
21
MEÇİT EFENDi (Son derece hiddetle.) Dedim ya, saçmalık dinlemeye vaktim yok... Tek el işe yaramaz, işitmiyor musun? MUSA (Şaşkın ve çılgm.) Tek el işe yaramaz, öyle mi!? (Acı kahkahalarla) Ah, alçak,vicdansız!. •
PERDE
İKİNCİ PERDE Küçük, sade bir oda ... Sağda iki pencere, solda bir kapı,uçta bir yatak karyolası... Pencere önünde bir masa ve bir kaç iskemle... Masa üzerinde bir iki kadeh su ve rakı sürahisi,kannakanşık gazeteler, mecmualar ve kitaplar... Duvarda büyük bir ayna,bir takım şairane resimler ve levhalar... Lambanm ölü ışığı odayı aydmlatar. Odanm kapısı balkona, pencereler ise bahçeye açılır. Nisanm son gecesi...Aydmhk. .. Raurla Mesut bahçe tarafmdan görünerek pencereye doğru yaklaşırlar RAUF. (Parmağıyla pencereye vurarak.) Şeyda! Şeyda! MESUD. Odasında yok,gidelim. RAUF. Şeyda! Yahu, nerdesin? MESUD. (Eğilip odaya bakarak.) Hayır, burada yok...Gidelim,sonra bir daha geliriz.(Giderler.) MARİYA. (Odaya girip, lambayı yakarak.) Eşref bey, Eşref bey! Beri gelsene!.. EŞREF .(Gelerek.) Ne imiş,Mariya? Şeyda burada mı? MARİYA. Hayır, kendi yok... Yalnız onun odasını bakabilirsiniz.
22
EŞREF. (Yanın kahkahayla.) Amma da oda ha, gerçekten çok tuhaf manzara!.. Her tarafta bir kınklık,bir perişanlık,her köşede bir öksüzlük, bir mahzunluk yaşıyor.hem de her tekliften,her keyiften uzak.(Pencereden bahçeye bakarak.) İşte en laübali,en şairane bir hayat!.. MARİYA. Ah, bilmem ki, Maks Müller bu sersemi bu odaya niçin getirdi? Böyle asabi komşu herhalde insanı usandırır. ROZA. (Gelerek) Şeyda nerede? MARİYA. Kim bilir, yine şimdi hangi meyhane de karayı buluyor. ROZA. (Eşref'e) İnan, Şeyda'yı görseniz, tanımazsınız, matbaadan çıkalı beri büsbütün değişmiş. (Masa üzerinde ki rakı kadehini gösterir.) Hem içkiye çok düşkün, hem de son derece sinirli ve karamsar olmuş. MARİYA. Geceler çılgın.sersem bir aktör gibi çağırıp bağırıyor. Heyecanlı ve korkunç gürültülerle kimseye rahatlık vermiyor. EŞREF. Tabii, sebepsiz değil a!? .. ROZA. (Tebessümle.) Kim bilir! MARİYA. (Çıkarak.) " Neyimize lazım, canım, haydi, geliniz birer kahve içelim. EŞREF. (Mariya çıktığı gibi Roza'mn elini öper.) Roza, yine Şeyda'yı seviyorsun, değil mi? ROZA. (Hayret ve tebessümle.) Sevmek mi!? Heyhat! Ben yalnız ona acıyorum hem de bir zavallıya acır gibi acıyorum.
23
EŞREF. Ah ne kadar merhametli, ne kadar alicanapsın! (Tekrar ellerini öpmeye başlar.) MARİYA. (Dışandan.) Eşref bey! Roza! ROZA. Gidelim artık, validem bekliyor. EŞREF. (Şeyda'ya yaklaşarak.) Bir iki sözüm var, sen git ben de şimdi geliyorwn. ROZA. (Çıkarak.) Sakın, çok gecikme... EŞREF. Hemen geleceğim (Masa üzeriuden bir parça kağıt
ahr. Fakat bir şey yazmaz. Sigarayı dumanlatarak,ağır ve düşünceli adımlarla oda da gezinmeye başlar.) ŞEYDA. (Perişan bir kıyafetle içeri girer.) Vay, efendim! Hoş geldiniz,sefa getirdiniz ... (Eşrerin elini sıkarak.) Nasıl ·
oldu da birden bire, dervişleri yad ettiniz? EŞREF. (Hayretle.) Derviş mi? Vallahi ben bu dervişliği sultanlığa tercih ederim. ŞEYDA. (Acı tebessümle.) Belki!.. EŞREF. Lakin çok mahzun görünüyorsun? ŞEYDA. Orasını hiç sorma! EŞREF. Huyumu bilirsin, Allah aşkına söyle kalbinde ne varsa hepsini aç söyle! ŞEYDA. (Dertli.) Ne söyleyeyim, kardeşim, ne söyleyeyim! Tam iki aydır ki, talih, ikbal, ümit, ümidi istikbal her şey, evet, her şey bence mahvolup bitmiş...Fakat bunca ümitsizliklere karşı yine kendim biraz metanet, biraz mukavemet hissederdim.(Heyecanh) Yazık,yazık ki o da kayboldu. Evet yalnız Roza'nın aşkıyla yaşıyordum, yalnız o gaddar afetle teselli bulurdum, yazık ki, o da beni attı, o da beni unuttu. Bir binada yaşıyorken haftalardır gözüme görünmüyor.
24
EŞREF. Hayır Şeyda! Yanılıyorsun, çünkü o son derece lütfkar merhametli bir melektir. ŞEYDA. (Sevimli.) Evet ihtimal ki! .. ROZA. (Dahil olarak.) Hayırlı akşamlar. Şeyda, nasılsınız? (Elini Şeyda'ya uzatır.) ŞEYDA (Elini uzatarak.) Teşekkür ederim. EŞREF. (Şeyda'ya) Biliyor musun, yann mayısın biridir. Onun için yazarlar bir kır gezintisi, kır ziyafeti yapacaklar, bizi de davet ediyorlar. ROZA. Nereye? Acaba hangi tarafa gidiyorlar!? EŞREF. Şehrin kenar, tepe başında manzaralı bir bahçe yok mu ? İşte oraya gitmek istiyorlar. ROZA. Çalgı takımı da olacak mı? EŞREF. Tabii,çalgısız bir ziyafet neye yarar? ROZA. Nedendir bilmem, şark musikisi benim son derece hoşwna gider. . EŞREF. Tenezül buyrulsa çok memnun oluruz. ROZA. Zaten, ben kır gezintisini çok severim. Engel çıkmazsa beraber gideriz. EŞREF. Bakalım, Şeyda ne diyor? ROZA. Şüphesiz ret etmez. EŞREF. (Şeyda'ya) Gelecek misin? ŞEYDA. (Yanm tereddüt) Gelirim, efendim. MARİYA. (Dışandan.) Roza, nerede kaldınız? ROZA. (Kapı arkasından) Geliyoruz, geliyoruz. (Her ikisine) Haydi, kahve içelim. EŞREF. (Şeyda'ya) Haydi, bakalım. .. ŞEYDA. Azıcık rahatsızım, siz buyurun, ben de sonra gelirim.
25
EŞREF. (Roza'ya) Zarar yok. biz gidelim MARİYA. Ru:t.a� .. ROZA. Geli)oruz. [$nrlt bttaber çıkar. Şeyda •lnmı ovuştun.r.1k dii,ünceyt dalar. MESUD. (D.,.ndao.) Müsaade buyurulur mu? SEVDA. Kim o? Gel bakalım �IESt:D. (Birinci ve ikinci yazarla ber.1ber içeri gireRk.) Çok şükür niha)·et bulabildik.
ŞEYDA. Buyurun, efendiler, oturun . ..(tskemle vt karyola üz.erinde otururlar.) MEStD. Neredesin. yahu? Bu akşam bir kere kendim bir kere de Rauf la heraher geldim. Odada yoktun? ŞEYDA. Azıcık hava almak i çin dışarı çıkmıştım. MESUD. Yine ne olmuş? Çok dalgın görünüyorsun. ŞEYDA. Canım sıkılıyor. MESUD. Fakat niçin? SEYDA. Ben de bilmiıorum MF.SIJD. (Y•rinden kabnk arbd..-naa.) Haydi, sidelim, rahatsız etmeyelim. Yarın bahçede uzun, uzun konuşuruz.
BİRİNCİ YAZAR. Azıcık otursana, ne acele edıvorsun? �ı,;YDA. Otur, otur bakalım ne yapııor.un�? işle r nasıl?
MESUD. sonnalı ...
(Ark.adıslınna
işıu·,.oe.)
BİRİNCİ
Onu
inkılapçılara
YAZAR.. (Şeyda'ya) Malum ya, siz Meçit efendiyi daha İ)'İ tanırsınız. Bu herıf bize köz verir de
26
ışık vermez
Birisi hasta ya da sakat oldu
umurunda olmaz
mu
asla
Maaşlar hep eski halde. bir kuruş
arttığı yok, lak.in iş,vazife kucak , kucak... Hem de günden gone üstüne gelir de eksilmiyor. Anık bu rezalet çek.ılmez., bu esarete tahammül edılmez.
ŞEYDA. Peki, çaresi ne?
BİRİNCİ YAZAR. Çaresi çok kolay. (Knkin bir if•de,·le.) Şimdiden çekilmek, hakkımızı ıstemek. ışte bu kadar! .. ŞEYDA. Çok güzel ...Talepname yazılmış mı?
B1RIN<..:i YAZAR. Evet, bakabılırsın...(Ctbindtn biiyiik bir kağlı çıbnr.) ŞEYDA . (Alıp balı.arak.) Herhalde el birliği, dil birliği en büyük şart. Hem de son derece dikkat ve ıhtiyat lazımdır.
İKİNCİ
YAZAR.
Emin
ol,beyim !
Hepsi
önce
düşünülmüş...
MESUD. Fakat bu istekler son dereçe ağır "e keskin .. Bana kalırsa. azıcık hafif ve esnek yazılmalıydı.
BİRİNCİ YAZAR. Yanılmın. Mesud, çok yanılıyorsun,
düşün
bir
kere.
biz
isteyeceğiz.
boyun
büküp
yalvannayacağı7
1 Ş E\'DA. Evet, hak verilmez, alınır.
MESUD. Fakat o güçlü, biz aciz
O halde ne
yapabiliriz?
ŞEYDA. Firavunu kahreden Musa bır çobandan başka bir şey değildi. Fakaı sarsılmaz bir ruhla meydana atıldı.
Öyle gaddar,
zalim bir imparatora k�ı geldi. Zöhhakı yoksul, arkasız bir demirci idi Fakaı
mahveden Kave* 1
"Nan dE$taDınd• demln:i luıbn1ı:ıı•oı 27
ateşli bir kalple inkılaba başladı, öyle zalim, mağrur bir hükümdarın tahtına başını çevirdi. Meçit efendi kimdir? Yalnız O değil, hatta O'nu kudurtan kocaman Rus çarlığı bile bugün yann yerin dibine batar. MESUD. Çok güzel, nasıl isterseniz öyle yapanz (Saatine bakarak.) Gitmeyelim mi? Vakit çok geç... BİRİNCİ YAZAR. Evet artık, engel olmayalım. ŞEYDA. Hayır, engel değilsiniz... Fakat bu kağıt ben de kalsın, iyice okur, düşünürüm ve yann fikrimi söylerim. İKİNCİ YAZAR. Daha iyi, daha iyi. .. MESUD. Haydi, gidelim. BİRİN Cİ VE İKİNCİ YAZAR. Allahaısmarladık. ŞEYDA. İzzet ve saadetle.. . .
Onlar temenni edip çıktığı sırada Şeyda bahçe tarafmda olan pencereyi açar. Ellerini göğsünde çapraz bağlayarak dalgan ve düşünceli bir halde bahçeye bakar. ROZA
•
(Gelerek.) Şeyda! Niçin gelmiyorsun? Babam
seni bekliyor.
ŞEYDA . (Hazin bir ah çekerek cevap vermez.) ROZA. Acaba ne var, ne olmuş? Bu gece sende ağlayan bir öksüz ruhu, tamamen hasta bir şair ıstırabı var. ŞEYDA. (O'na yaklaşarak.) Hayır, hayır... Olsa olsa bende ancak serseri .bir mecnun kalbi, felekzade bir aşık hissi olabilir. Fakat o, kalbi avutacak bir bakış şefkati ister ki, o da yalnız senin masum bakışlanndır. O, hissi okşayacak bir teselli perisi ister ki, o da yalnız senin nurdan dökülmüş ellerindir.
28
ROZA. Şeyda! Çok fena hissiyata kapılmışsın, hem de nafile üzülürsün.
ŞEYDA. (Roza'nm elini yakalar, sinirli ve heyecanlı.) Evet. . . Fakat bir düşün ki,sen hırçın bir çocuk gibi b u dertli kalbimle oynadın, hem de aylarca elinde atıp tuttun, adeta onu bir çocuk oyuncağı zannettin...Ah, fakat, nihayet,nihayet birden bire kınp parçaladın, birdenbire ayaklar altında çiğnemeye başladın. ROZA .(Elini çekerek.) Salonda bekliyorlar. Şimdi gidelim de, sonra...
EŞREF.(Gelir. Evvel Roza'nm,sonra Şeyda'nın elini sıkarak.) Müsaadenizle, ben gidiyorum. ROZA. Niçin? Acele bir işiniz mi var? EŞREF. Evet, babam uşak göndermiş, bir mesele için beni görmek istiyormuş. ROZA. Hiç bu oldu mu ya !? Haftada bir gelirsiniz, o da böyle. .. EŞREF. İşte talihsizlik, benim için büyük talihsizlik. (Şeyda'ya) Sağlıkla, azizim, yarın tekrar görüşürüz.
(Temenni ederek çıkar, Roza da kendisini izler) MAKS M ÜLLER. (Birden çıkar, Eşrere) Eşref bey! Evimizi tanıdınız, şüphesiz tez, tez gelirsiniz. (Şeyda'ya) Şeyda! Buyurun, kahve içelim. (İçeri girer.) ŞEYDA. Teşekkür ederim. MARİYA'NIN SES İ. (Dışandan.) Eşref bey! Yann akşam yine bekleriz. ROZA'NIN SESİ. Sakın, unutma, gel ha! . . EŞREF'İN SESİ. Peki, efendim, peki.
29
Şeyda kapısım kapatır. "Ah" diye kıskanç ve sevimli bir tavırla eli alnında olarak iskemleye oturur. PERDE
ÜÇÜNCÜ PERDE Bahçede etrafı yeşillikler, güller ve çiçeklerle süslenmiş pervaneli bir havuz... Kenarda çınarlar, selviler... Oturma için uzun sıralar... Ta uzaklarda güzel ve şairane manzaralar... Mayıs, ikindi vakti açık bir hava... Perde açıldığında Şeyda yeşil çimen üzerinde yan üstü olarak uzanmış görünür. Sigarasını dumanlatarak düşünceli bir bakışla etrafı seyre dalar. Bu sırada Kara Musa süratli adımlarla karşı taraftan gelip gider. ŞEYDA. (Hemen yerinden kalkarak.) Musa efendi, Musa!.. MUSA. (Alaycı bir tebessümle.) Hayır, azizim, ben attık bildiğin Musa değilim. Şimdi bana sefiller kralı, serseriler sultanı derler. (Yoluna devam etmek ister.) ŞEYDA. (Bırakmayarak.) Yahu, nereye? Bu süratle nereye? MUSA. Gidecek bir yerim yok... Yalnız bir av izliyorum. Boğup parçalamak için bir tilki arıyorum. ŞEYDA. Musa! Bu anlamsız sözleri bırak da, gel azacık konuşalım. Ml!SA. Şüphe mi ediyorsun?.. İşte ispat! (Yamalı
paltosunun cebinden büyükçe bir tabanca çıkarır.) ŞEYDA. Allah aşkına,hiç tabanca ile av yapılır mı ya!?
30
MUSA. Zaten benim avlayacağım avlan bu daha güzel avlayabilir.
ŞEYDA. (O'nun sargılı eline işaretle.) Elin nasıldır? Henüz sağılmadı mı?
MUSA. (Acı, acı gülerek.) Matbaa yadigan olan bu parmaklara yürek kanı sürülmedikçe mümkün değil, sağılmaz,hem de o kan yalnız zengin, çok zengin bir insan kanı olmalı, anlıyor musun? ŞEYDA. (Müteessir ve merhametli.) Anlıyorum.evet, anlıyorum. MUSA. İşte bu kadar! (Uzaklaşmak ister.) ŞEYDA. Musa, Musa! MUSA. (Eliyle reddeterek.) Daha vaktim yok.
Hemen süratli adımlarla çekilip gider. Şeyda O'nun arkasından bir süre şaşkın bir şekilde bakar. Bu sırada yazarlann çalgı ile koro halinde marş söyleyerek yaklaştıklan işitilir. Şeyda aynı tarafa doğru ilerler. Yazarlar tatil günlerine ait elbiseleriyle, ellerinde birer kızıl gül olarak gelirler. Fakat Şeyda onlann arasında görülmez. Yazarların söyledikleri marş. Yaş zindanlar yuvamız, Felaket aşmamız, Ordular yıkan kurşun Olmuş bizim gıdamız Arkadaş göz aç aman! Kalk ölüm uykusundan! Zulme çok eğdin boyun, Çok ezildin kalk, uyan! 31
Gözlerde kalmamış nur Gönüllerde yok sürur, Kanı bitmiş cesetler Er geç söner mahvolur, Arkadaş ayıl bir an! Haksızca olma kurban! Yeter, miskinlik yeter, Kalk! Uyan, uyan, uyan!
Marş bittiği sırada yazarlar birer,ikişer,üçer sıralara otururlar. Bir kaçı da gelişi güzel ot üzerinde uzanırlar. Musikiciler ise çalgı takımını bırakıp,bir tarafa giderler. BİRİNCİ YAZAR. (Arkadaşlanna.) Yahu, Şeyda ne oldu? RAUF. Ne olacak? Roza'yı göremeyince üzüntülü bir şekilde bahçeyi terk etti. MESUD. Doğrusu muhabbet çekilmez bir beladır. RAUF. Evet. Bela... Fakat en sevimli bir bela... BİRİN Cİ YAZAR. Hayır, muhabbet bulunmaz bir saadettir. İKİN Cİ YAZAR. Evet, saadet...Fakat en felaketli bir saadet!
Bu sırada yazarlardan bir kaçı sağ tarafta çok uzakta meraklı bir şey görmüş gibi bakışırlar. Hemen sevinç ve telaş arası kesilmeksizin ıslık çalmaya başlar. MESUD. Kim o? Yine kimi çağırırsınız? BİRİNCİ YAZAR. Musa'yı, Kara Musa'yı... 32
RAUF. Gerçekten o mu? İKİNCİ YAZAR. Evet! RAUF. (Dikkatli bakarak.) Evet ta kendisi. MESUD. (Yazarlardan birine.) Haydi onu buraya çağırın. Bir yazar derhal koşup gider. BİRİNCİ YAZAR. Fakat, tuhaf adam. Bir kere olsa da dönüp bakmak istemiyor. YAZAR. Belki burada bulunduğumuzu bilmiyor. RAUF. Kim bilir, zavallının başında yine ne felaket var? MESUD. Allah etmesin, canım,yazıktır iki ay içinde hem kardeşi Yusufu, hem de bir tanecik oğlunu kara toprağa gömmüş. RAUF. Felaket bir mi ya! Var yok bir evi vardı, dün Meçit efendi onu da elinden aldı hem de zorla,hükümet eliyle... MESUD. Ah, insafsız, merhametsiz!. RAUF. Hele Eşref, hele Eşref! MESUD. Peki, o ne yapmış? RAUF. Evi günün de boşaltmadığı ıçın zavallıya alçakçasına hakaret etmiş,ağzına geleni savurmuş. BİRİNCİ YAZAR. İşte son mükafat! İKİNCİ YAZAR. İşte bizim gibi sefillerin cezası! MESUD. Evet, bu gidişle bizde gideriz. Daima önümüz uçurumdur. Hem de öyle felaketli uçurum ki asla kurtuluş yok,asla çare yok...
İKİNCİ
.
BİRİNCİ YAZAR.(Koltuğunda ki talepnameyi çıkartıp silkeyerek.) İşte çaresi kolay!.. Yalnız onur, gayret lazım... Yalnız erkekçe metanet lazım... Yoksa haşarat 33
gibi
yüzüstü
göremeyeceğiz mahvolacağız.
süründükçe hem
de
asla
güzel
günden
bir
güne
gün ezilip
İKİNCİ YAZAR. Artık düşünmek gerekmez, bakın talepnameyi vermeli. Hukukumuzu istemeliyiz.
BİRİNCİ YAZAR. Evet, ya dediğimizi yürütmeli, ya da matbaayı terk etmeli!
İKİNCİ YAZAR. (Yerinden kalkarak.) Daha başka söz istemez. Ya evet, ya hayır! MESUD. Bana kalırsa biraz esnek olmalı, her işten hiddetten ziyade uzlaşmayı denemeliyiz.
BİRİN Cİ YAZAR. (Hiddet ve heyecanla.) Hayır, başka laf istemez. Ya evet, ya hayır! ..
Bu sırada Musa'yı çağırmak için giden yazar gelir. MESUD. Ne oldu? Gelmedi mi? YAZAR. Hayır, hızlıca adımlarla aşağıdaki kapıdan çıkıp gitti.
RAUF. İyi ki, gelmemiş, Eşrefi gördüğü gibi kanı kararacaktı.
BİRİNCİ YAZAR.(Etrafa bakarak.) İşte geliyorlar. MESUD. Haydi, efendiler! Keyif vaktinde keyif, ış vaktinde iş, anlaşıldı mı?
BİRİNCİ YAZAR. ( Kağıdı cebine koyarak.) Evet. Sözümüz sözdür.
İKİNCİ YAZAR. Ölmek var, dönmek yok! MESUD. (Gelen çalgıcılara.) Haydi, başlayın, bakalım, çoktan beri ruhumuz gıdasız kaldı.
34
Onlar hazırlandığı sırada Roza ile Eşref gelir. RAUF. Maşallah, buyursunlar efendim. Herkes yerinden kalkar, dua eder. EŞREF. Aman, rica ederim, oturunuz, biz biraz gezmek istiyoruz. ROZA. Bu taraf daha güzel değil mi? EŞREF. Evet (Yazarlara.) Fakat bizi burada beklemeyin. doğru çınar altına, gidersinız, bizde hemen oraya geliriz RAUF. (Çalgıcılara.) Haydi, bir şarkı çalın, bakalım.
Çalgı başlar. EŞREF. (Roza ile beraber uzaklaşarak.) Çalın, söyleyin� Bizde uzaktan size katılırız. .
ŞARKICI . (Hafif bir ahenkle başlar) Yad eyledikçe veslini,ey mahi teletim� Ağlar gözümde kana döner aşkı hasretim, Sensiz füsun olur gece gündüz felaketim, Sabrım tükendi,yok gamı hicrana takatım, Gel, gel! Benim güzel meleğim,nazlı afetim. Rüyada ben geçen gece eylerken ahu zar, Sen vermedin mi bir ebedi vesi için karar1? İnsafa gel,aman! Beni mahvetti intizar, Sabrım tükendi,yok gamı hicrana takatım, Gel,gel ! Benim güzel meleğim,nazlı afetim. Ruhum! Saadetim sana bağlı her zaman.
35
Sensiz cihanda ben yaşamak istemem, inan! Artık bırak sitemleri, gel, bağrım oldu kan, Sabnm tükendi, yok gamı hicrana takatırrı. Gel, gel! Benim güzel meleğim, nazlı afetim!
Bu sırada yazarlar şarkıcı ve özel bir ahenkle
Gel, sevgili yarim, güzelim, gonca dehamın! Gel, ruhu revanım! Yakışır eminim, sana her nazım, Ey afeti canım! Sen bir gülü handan, ben bülbülü nalan, Biz her ikimiz bir çimenistane şitaban.
Mesud'un işaretiyle herkes yerinden kalkarak,oynaya, oynaya giderler. Bu alem bana sensiz sanki zindan görünür, Hiç gönlüm açılmaz. Sarmış bütün etrafımı gam keder, ne etsem, Bir yana kaçılmaz. Gel, dönme vefadan! Vazgeç bu nazdan! Gel, gel, meleğim! Gel beni kurtar bu beladan.
Onlar çekildikten sonra, Roza ile Eşref kol kola gelirler. EŞREF. Ah, bu güzel manzaraları insan seyrettikçe, Cennet'in hayalden ziyade gerçek olduğuna inanmak istiyor.
36
ROZA. Evet, gerçekten bahar alemi, başka bir alem... Bu sırada Şeyda, arka tarafta, ağaçlar arasında görünür. Meraklı ve kıskanç bir tavırla onlan dinler. EŞREF. (Roza'yı elde edecek bir bakışla süzerek.) Roza, Roza Allah aşkına, bakar mısın!? Aman ya Rabbı! Bu bulutların birbirine sarılması, ta ötede iki kuşun başbaşa verip de hasbıhal etmesi, etrafımızdaki çiçeklerin dudak dudağa öpüşmesi ne kadar sevimli, ne kadar şairane.
Küçük bir tereddüt ve sükuttan sonra her ikisi aşıkane bir bakış ile bakışır ve iki dudak ansızın birbirine yaklaşır, fakat öpüşmezler. ŞEYDA. (Mecnunane bir feryatla.) Roza! Ah Roza!
Diye ilk önce hücum etmek ister. Fakat nefret ve hiddetle geri çekilir. Hemen süratlı adımlarla uzaklaşır gider. Roza ile Eşref şaşınp da ne yapacaklannı bilmezler. Şeyda çekildiği sırada karşı taraftan kaba ve korkunç bir kahkaha işitirler. Bu kahkahadan sonra onlarda daha büyük bir şaşkınlık olur. ROZA. (Kederle.) Eşref, Eşref! Artık gidelim. MUSA. (Elinde tabanca olduğu halde karşıdan çıkar, emreder bir tavırla.) Hayır, gitmeyeceksiniz. EŞREF. (Şaşkın.) Ah, Musa! MUSA. (Öfkeyle.) Af edersiniz, rahatsız ettim, ROZA. Gidelim, Eşref, gidelim. MUSA.(Tabancasını elinde sallayarak.) Dedim ya, gitmeyeceksiniz. EŞREF. Musa! Aklını başına topla, yoksa...
37
Ml!SA. Ya! Yoksa. . (Alaycı kahkahalarla güler.) EŞREF. (Elini süratle cebine sokarak tehditle.) Musa' \fl'SA. Beni tehdit ha!'> (Kahkaha ile tabancasmı göstererek.) Hiç merak etme azizim! Bunda yalnız üç .
tanecik kurşun var. Onların ikisi Meçit efendiyle sana, biri de yalnızca, kendime mahsustur. (Alaycı bir şekihJe.) E\et ben sizin gibi insafsız değilim size reva gördüğümü kendimden asla esirgemem.
EŞREF. (Yanın da silah olmadığı anlaşılır bir tarzda, elini cebinden çıkarır, yan öfkeli, yarı sakin.) Musa! Musa' MlSA. (Sanlı eliyle sağ elini gösterir.) Bak, bu tek eli görüyor musun'> İşte, seni telaşa düşürende yalnız budur, bu! (Hazır bir tavırla.) Tek el işe yaramazmış, tek elden ses çıkmazmış, öyle mi!? (Acı ve şiddetli kahkahalarla
güler.) EŞREF. (Dertlice.) Musa' l\ll1SA. Tek el işe yaramazmış, değil mi'> Tek elden ses çıkmazmış öyle mi1'> (Memnun bir kahkahayla) Halbuki bir tanecik yavrumu, veremli kardeşimi bununla, işte bu tek elimle kara topraklara gömdüm. Hatta bugün seni de, kendimi de, o vicdansız babanı da, yine bu tek elimle huzura kavuşturacağım. Hem de bugün, anlıyor musun?
Bu sıra da hava kararır, ara sıra gök gürlemesi devam eder. ROZA. (Korku ve ıstırapla.) Ah, aman, Yarabbi! EŞREF. (Para çantasını çıkarıp açar, Musa'ya doğru bir iki adım ilerleyerek.) Musa! Bu işin sonu hayırlı olmaz. Al, ne kadar para istiyorsan al 1 Fakat. ..
38
MUSA. Hayır! Hayır. O paralara biraz sonra seninde, benimde, ihtiyacım olmayacak. Hem de bugün size öyle bir ceza vermeliyim ki, bundan sonra herkese ibret olsun. Ve sizin gibi olan zenginler, o vicdansız haydutlar. o itibarlı hırsızlar bir daha benim gibilerin kanını içmesinler. Bir daha güçsüzleri çiğneyip ezmesinler, artık anlasınlar ki, yalnız yaşamak değil, yaşatmakta lazımmış ! (Vahşice bir baluştan sonra hemen nişan alır.)
ROZA. Ah! EŞREF. Musa! MUSA. Sus, artık yeter!
Tabanca patlar, Eşrerin sol kolu yaralamr. EŞREF. (Sağ eliyle yaralı kolunu tutarak.) Ah! . .
Sıraya oturur. ROZA. (Eşrere sanlara.k.) Aman, yarabbi!
(Musa'ya)
Cellad.
MUSA. Hayır, bu olmadı. ROZA. (Yalvarırcasına.) Musa! MUSA. (Son derece kinli ve kızgın.) Çekil ! ROZA. Allah aşkına... MUSA. Çekil, diyorum sana! Tabanca bir daha patlar. Eşref ile Musa'mn arasında oturan Roza'mn göğsüne isabet eder. Musa derhal çekilir.
39
ROZA. Ah,anneciğim! . . .(Yorgun olarak sıranın üzerine yığılır.) PERDE
DÖRDÜNCÜ PERDE Etrarı servilerle çevrilmiş bir Hnstıyan mezarhğı,sahnenin ucun da mezarcıya mahsus bir oda henüı güneş batmamış Mariya matem elbisesi giymiş, etrafı,ekili çiçeklerle süslenmiş taze bir mezar karşısında dahp gider. Müller ise üzgün bir halde düşünüp durur. Bu sıra da aşağıda ki türkü hasta havasında yaralı ve tutkun bir ahenkle etrartan işitilir. ..•
TÜRKÜ Felek her gün kıyar bir genç cana, Her gün kılar bir aşığı divane, Her taraf mezarlık,her yer gamhane, Açılmadan solmuş çiçekli bağlar. Bir gülen yok bu kaygılı dünya da, Çoklar nakam olur ermez murada, Kimseyi görmedim zevki sefada, Bülbül ağlar, sümbül ağlar, gül ağlar,
MAKS MÜLLER. Artık güneş batıyor,gitmiyor muyuz?
40
MARİYA. Ah, benim yeni doğmuş güneşim battıktan sonra başka güneşlerin batıp çıkmasın ne önemi olabilir!? (Gözleri yaşarmış olduğu halde.) Ah Roza, Roza, melek Roza! MAKS MÜLLER. (Onun kolundan tutarak.) Gidelim Mariya vakit geçiyor. (Rica ve yalvanşla.) Haydi. kalk Mariya! MARİYA. Ah,beni buracıkta yavrucağızımın yanın da bırakıp gitsen daha memnun olurum. MAKS MÜU.,ER. Mariya! Gidelim, kalk gidelim yarın yine geliriz. MARİYA. (Kalkarak.) Gidelim, of gidelim ( M ü ller i n .
'
yardımıyla dört, beş adım yürür, birden bire yaralı abu bakışıyla dönüp bakarak.) Elveda! Yavrum, elveda ! Her ikisi mahzun ve üzgün adımlarla çekilir. Bu sıra da Raurıa Mesut gelir. RAUF. (Mariya'nın uzaklaştığı tarafa bakarak.) Zavallı Mariya, bir an sabır ve rahat yok. MESUD. Ne yapsın?Gözünün ışığı,yegane ümidi bir kızcığazı vardı o da elinden gitti. Evet ! Mariya' nın hali çok acınacak bir hal. . . Lakin bu Musa'ya ne dersin? Bir haftadan beri hükümet onu arıyor da,bir türlü bulamıyor. RAUF. Doğrusu, ben onun sağ kaldığına asla inanmıyorum. Allah Meçit efendinin belasını versin herifi durduğu yerde bedbaht etti. MESUD. Hele Şeyda, hele Şeyda! Onu unutuyor musun°
41
R\l'.F. Ona bir şey söyleme! Şeyda'nın derdi çekilir
dertlerden değil.. . O, Roza' nın mecnunu olmuş, ben · de onun. Yoksa şimdi benim buralarda işim ne? MESUD. Ne etmeli azizim, muhabbet esarettir. RAl1F. En tuhafı bu ki, Şeyda Roza'nın ölümüne asla inanmak istemiyor. MEStro. Öyleyse onun burada işi ne! ? RAUF. Kim bilir. belki. . . '\1ESUD. Belki, bilır d e sezdirmiyor, sezdirmek ıstemiyor. R·\TF. Hayır, inan ki Azrail bile şahitlik etse yine ı nanmaz. MESUD. Haydi kendini bulalım da, ben işin gerçeğini şimdi anlarım.
Bu halde mezarcı odasından çıkar. RAUF. (Mezarcıya.) Arkadaş! Dünkü herifi gördün mü? MEZARCI. Şık beyimi? İhtiyarı mı? Dağınık saçlı delikanlıyı mı? Hangisini soruyorsun? MESl1 D. (Raura) Bu böyle kim! İhtiyar kimmiş acaba? RAl1 F. Bey bizim Eşref, ihtiyarda babasıdır. '.\fESl1 D. Peki onlar burada ne yapıyor? R.\UF. (Roza'nm mezarına işaretle.) Eşref bey, bu mezarın daimi misafırlerindendir. Babası da her akşam oğlunun arkasından koşup durur. Gölgesi gibi peşinden ayrılmıyor. MEZARCI . (Etrafa) Acayip şey ! Nerede bir şaşkın, serseri varsa buraya toplanır.
42
MESUD. Haydi Şeyda 'yı bulalım da eve gidel im. RAl!F. Evet, gidelim, belki mutlu bir haber duyarız. MESUD. Nasıl mutlu haber? RAUF. inkılap haberi . . . MESUD. Nasıl inkılap? RAUF. Yakındır ki kocaman şimal ayısının deri sı parçalansın. Rus zenciri üzerimizden kalksın. Her millet kendi yurduna, kendi hukukuna kavuşsun. MESUD. Gel, canım gel . . . Sen de Şeyda gibi hayalperest olma. Giderler. Masa başın da eski, yırtık bir şapka teptili kıyafet etmiş olduğu halde mezarcı odasından çıkar. Raurıa Mesud'un gittiği tarafa bakarak mezarcıya. Ml!SA. Onları tanıyor m usun? İşte, bizim eski arkadaşlar! MEZARCI. Aman, odaya çekil, başka bir adam daha gelir. MUSA. (Alay edercesine.) İşte o da bizim başımızın sahibi Meçit efendi ! (Memnun) ama ne iyi tesadüf. H i ç şimdiye kadar bir avın avını izledığini işittin mi? MEZARCI. Haydi, söylenme odaya git. ben de şurada ki odunları getireyim. MUSA. Peki, arkadaş peki (Odaya gider, mezarcı da bir tarara gider.) MEÇİT EFENDİ. (Ağır adımlarla mezarcının odasına yaklaşarak.) Bana bak! Orada kim var? ...
43
MUSA. (Çıkar tanınmayacak bir sesle.) Kimi istiyorsun? MEÇİT EFENDİ. Eşref buraya gelmedi mi? MUSA. (Sükut eder.) MEÇİT EFENDİ. Her akşam buraya gelen delikanlıyı görmedin mi? MUSA. (Cevap vermeksizin ona yaklaşarak.) MEÇİT EFENDİ. (Korku ve hiddetle.) Sağır mısın yahu? Niçin cevap vermiyorsun? MUSA. Evet, alçakça sözleri işitmemek için sağırım. MEÇİT EFENDİ. Ah! (Diyerek geri çekilir.) MU SA. Al, işte sana en keskin cevap! (Tabanca ile hemen göğsünden vurur.) MEÇİT EFENDİ. Ah,ah ! . . (Diyerek arka üstü düşer.) MUSA. (Vahşice.) Geber, geber, alçak, herif geber! . . Nihayet cezanı buldun! (Alay ederek.) Tek e l işe yaramazmış, tek elden ses çıkmazmış, öyle mi? (Çılgın kahkahalarla güler.) MEZARCI. (Koltuğunun altında beş-altı odun parçasıyla içeri girer. Hayret ve telaşla.) Aman, bu herif kim? Buna ne oldu? MUSA. (Acı kahkahayla.) İşte sana yeni bir müşteri daha. MEZARCI . (Şaşkın) Ne yaptın? Yahu ne yaptın? MUSA. Başka laf istemez .(Cenazeyi işaret ederek.) Haydi al da şuracıkta ki boş mezara göm ! (Tedbirli tavırla.) Ama av çok yaktı av? Sakın ceplerini unutma! MEZARCI. Ah, sen başımızı belaya sokacaksın! MUSA. Haydi, çok söylenme! Şimdiye kadar sen bana emrettin. Artık bundan sonra sıra benimdir.
44
Cenazeyi ayağından tutup, gösterdiği tarafa çeker, mezarcı da odun parçalannı bırakarak baş taraftan yakalar, beraber götürürler. EŞREF. (Onlar çekildiği sırada yaralı kolu ak mendille bağlı olarak gelir, yaralı mahzun bakışlarla Roza'nın mezarı karşısında dalıp gider, sonra mezarı tutarak, sinirli ve titrek bir sesle.) Roza! Roza! Niçin beni yalnız bıraktın niçin ! ? Ani bir hisle dönüp,etrafa bakar. Hemen cenaze götürülen tarafa gitmek ister. Bu sıra da Şeyda başı açık, saçlan dağınık, solgun ve perişan bir halde yan taraftan karşısına çıkar.
EŞREF. (Bir iki adım geri çekilerek.) Kim o? ŞEYDA. Ah, hain, merhametsiz! . . Senin burada işin ne? Yoksa, yoksa beni mahvetmek için mi geldin? EŞREF. (Üzgün) Şeyda, emin ol ki . . . ŞEYDA. (O'nun sözünü keserek.) Tanıyorum, ben seni tanıyorum, bahane istemez kalbimi nasıl parçaladıysan vücudumu da öyle parçala. Belki rahatlarım (Heyec:anla.) Fakat sen, sen yaşa! Rozayla beraber yaşa! Rozayla beraber mesut ol ! Bu sıra da Eşrere doğru bir kurşun atılır, her ikisi şaşırır fakat hiç birine değmez.
MUSA. (Gelerek Şeyda'ya) Hayır! hayır! Yaşayacaksın, sen. . . Yalnız hainler gebermeli Hainler mahvolmalıdır. EŞREF. Ne istiyorsun yahu? Benden ne istiyorsun? ŞEYDA. (İkisinin arasına girer, alaycı ve mecnunane bir bakışla Musa'ya) Çılgın herif, sende mi şaşırdın? Bahtiyarların ölmesin de, talihsizlerin yaşamasın da ne 45
mana var? İşte mahvolacak benim ben . . . Anlıyor musun?! MU SA. Aldanıyorsun, Şeyda, aldanıyorsun. . . Çekil önümden, çekil. ŞEYDA. Hayır.hayır! Ben bu intikama razı değilim. Baksana burası Hristiyan mezarlığı . . . Bu hacları görüyor musun? Hiç İsa 'yı hatırlamıyor musun? İnan ki affetmek intikam almaktan daha müthiştir. ( Bu sıra da Rozanın hayali görünür. Tekrar çekilir. ) Bak, bak. Rozayı görüyor musun? İşte o intikamdan sıkılır. O da affetmeni diliyor. (Kısa bir kahkahadan sonra. ) Evet "Düşmanlarını sev. Eğer bir kimse sağ yanağına vursa ona diğer yanağını çevir!" Anladın mı? Hiç anlıyor musun? (Alaycı kahkahalarla güler, Eşreri kolundan tutup itikleyerek. ) Haydi, efendi, git! G it de rahat yaşa Roza ile beraber yaşa! MUSA. Hayır, gitmeyecek, gidemeyecek ! Tekrar tabancayla nişan almak ister. Bu sıra da Raufla Mesud bir taraftan, meuarcıda diğer taraftan çıkar. RAl'F. Musa! Musa! Ne yapıyorsun? MESUD. (Eşrerin kolundan tutarak.) söyleyecek sözüm var.
Bana
bak,
Bir tarafa çekilirler. Musa onlan izlemek ister.
!\1EZARCI. ( Mani olarak.) Dur be, şaşkın herif! Hiç ne yaptığını biliyor musun? (Bu sıra da bir kaç kere ıslık sesi işitirler. Mezarcı telaşla.) Ah, şimdi polisler etrafımızı saracak.
46
MUSA. Fakat yılanı öldürüp de yawusunu bırakmak sersemlik değil mi ya!? MEZARCI. Sus, be ! Yahu çıldınyor musun? Bari gel seninle işim var. (Musa'yı bir tarafa çeker.) RAUF. (Şeyda'ya.) Peki, kalpağını nerede bıraktın? ŞEYDA. (Acı tebessümle) Rüzgarın hoşuna gitti de al ıp götürdü. RAUF. Vakit geç artık gidelim. ŞEYDA. Hayır, siz gidiniz. Bence burası daha iyi (Mezarlara işaretle.) Çünkü bunlar bu cansız cesetler, bu duygusuz biçareler size nispetle daha samimi, daha munis hem de bunlar sizler gibi yalancı, hain değiller hile ve şeytanlık bilmezler. RAUF. (Üzüntülü ve merhametli.) Şeyda� Şeyda! MESUD. (Gelerek) Daha ne bekliyorsunuz? Ha:ydi gidelim. Bu sıra da Rozamn hayali tekrar Şeyda'ya görünür.
ŞEYDA. Ah, getir. Roza getir, işte sizin ölmüş bildiğiniz afet, mezarları dolaşır, sevgilisini arıyor, Eşref i arıyor. Raufla Mesut şaşkın vt müteessir bir tavırla bakışırlar. Roza'nm hayali,gözleri dikilmiş olduğu halde bir kaç adım yürür sonra birden bire dönerek ezici ve kesin bakışla Şeyda'yı süzmeye başlar. Roza! Roza Allah aşkına! Beni rahat bırak!
47
RAUF. Şeyda! Niçin kendine acımıyorsun? Niçin kendini üzüyorsun? Roza'nm hayali sevimli ve görünen bir tebessümle çekilip gider. ŞEYDA. (Sabırsız) Ah! Bana darıldın mı? Aman,nereye gidiyorsun? (Yaralı bir feryatla.) Roza! Roza! Roza! Süratli adımlarla hayale doğru ilerler. Arkadaştan da kendisini izler. Bu sıra da iki polis ellerinde silah olarak koşup gelirler.
BİRİNCİ POLİS. Hey ne kaçıyorsunuz? İKİNCİ POLİS. Kımıldama dur! Her üçü de olduğu yerde dona kalır. Polisler derhal üçünün de ellerini kelepçeyle bağlar.
BİRİNCİ POLİS. (Parmağıyla işaret ederek emreder.) Haydi buyurun. İKİNCİ POLİS. Doğru karakola! RAUF. Efendim , biz de silah yok. . . MESUT. (Ceplerini, koltuk altlarım göstererek.) İşte bakabilirsiniz. BİRİNCİ POLİS. Söylenip durma fazla. İKİNCİ POLİS. Haydi karakola! Musa ile mezarcı da eli bağlı olarak diğer taraftan iki polisle beraber gelir. Hepsi bir yerden çekilip giderler.
PERDE
48
BEŞİ�Cİ PERDE Üst katta hapishaneye mahsus büyükçe bir oda... Odanın bir kapısı, üç dört küçük penceresi var. Rauf'la Mesut bir tarafta yatar, Şeyda ise diğer tarafta, pencere 'Önünde, öksürüp inliyor. üçü de tutuklu kıyafetindedir. Lambanın donuk ve kasvetli ışığı mart sabahına karşı gittikçe sönük ve ölgün bir tavır alır. Şeyda'nın solgun çehresi, dağınık saçlan acınacak bir tablo arz eder. ŞEYDA. (Sayıklar) Bırakınız, bırakınız' . . Ah, benden ne istiyorsunuz? (Çevrilerek) U f . . (Sinirli ve dargın.) Ha) ır. heyhat! Heyhat' . . RAUF. Zaval lı, zavallı çocuk! MESl'D. Ya, ya. . . Muhabbet felakettir. RAUF. (Kalkıp oturur.) Evet, felaket hem de en deh�etl ı felaket! . . MESUD. (Kalkar, bir i ki yudum s u içerek) Allah hapishane Müdürünün belasını \ ersin Ben böyle kaba ruhlu. merhametsiz herif görmedim. Bır tutsak. bugün hastalandı mı yarın onu hastahaneye alırlar. Halbuki Şeyda bir aydır can çekişirde kımsenin umurunda değil . RAllF. Merak etme, bugün mutlaka alıp götürecekler. çünkü doktor söz vermiş. MESUD. İşit, inanma! .. Öyle tatlı sözler pek.çok, fakat amel yok, netice yok. hani ya? Bir zaman sende kahinlık ederdin, "Bizi dört günlüğüne hapis etmişler.. diyordun, ne oldu? O sözler ne oldu? Şimdi dokuz aydır yatıyoruz da kurtuluş ümidi yok. RA.l�F. Hiç telaş etme, her nasıl olsa, iki üç gün sonra çıkarız. 49
MESUD. (Alaycı kahkahalarla.) Evet, iki üç gün sonra!? RAUF. Yahu! Bir düşünmeli ki, ilk önce mezarcı ile Musa'}ı bizden ayırıp, hem de aşağı katta ki kasvetli ve karanlık bir bodruma yerleştirdiler. Demek ki cinayet ile ilgili şüpheleri üzerimize çekmiyoruz.
MESUD. Hep hülya, efendim, hep hülya!.. RAUF. Evet, hülya, sağlık olsa, iki gün sonra anlarsın. MESUD. (İtimatsız.) Bakalım � RAUF. Hele tuhaf bir haber var ki sen değil, hatta ben kendim de inanmıyorum. Söylenen sözler doğru çıkarsa,yalnız biz değil bütün millet, bütün memleket kurtulmuş olur.
MESUD. (Tebessümle.) O ne imiş, acaba! ? RA UF Büyük ve dehşetli bir inkılap, memleketi alt üst edecek bir inkılap.
MESUD. Evet! Rüyan fena rüya değil. (Yorgun bir halde yatağına uzanır.) RAUF. (Sevinçle) Aman, rüya dedin de, iyi hatırıma geldi. Şimdice gözlerimi kapatmıştım, bir de gördüm ki, damın üstü yarı ldı, gökten nurani bir :zat indi. Onun küçük bir işaretiyle, bu büyük duvar havaya kalktı, derhal üçümüz de kuş gibi kanatlanıp uçmaya başladık. Fakat biz ikimiz yüksek dağ üzerine indik, yükseldikçe
yükseldi.
Şeyda ise uçtukça uçtu,
Nihayet
bulutlara
kavuşarak
büsbütün kayboldu.
(Mesud'un yanı başında uzanıverir.) MESUD. (Usanmış bir halde) Allahını seversen bu rüyaları
bırak da azacık rahatlayayım, bu gece gözüme uyku girdiği yok . . .
50
Bu sırada Şeyda'nın yanında ki pencereye parmak ucuyla vurularak "Şeyda! Şeyda! diye Roza'nın sesi işitilir. .• "
ŞEYDA. Hayır, hayır, gelmem. Git, Allah aşkına git ! Tekrar pencereye vurularak "Şeyda! Şeyda!" diye evvelki işitilir. ŞEYDA. Ne i stiyorsun? Ah, benden ne istiyorsun? (Üzgün bir halde kalkıp oturur. Pencereyi açarak bir süre alık alık dışanya baktıktan sonra.) Roza! Roza! Nereye gittin? Niçin gelip, niçin gittin? Ah, niçin bana rahat venniyorsun? Kahrolmuş bir zavallıdan ne istiyorsun?
Roza'nın hayali yaldızlı nurlar içinde, melek kıyafetinde görünür. Süzgün ve sevimli bakışlarla Şeyda'ya doğru ilerler. ŞEYDA. (Dönüp bakınca.) Ah, rüya mı görüyorum? ROZA. (Nazlanarak.) Şeyda! ŞEYDA. (Hayretle.) Aman, ya rabbi ! ROZA. (Hasretle.) Şeyda! _ ŞEYDA. Ah, ne istiyorsun? ROZA. (Tebessümle.) Şeyda! ŞEYDA. (Dargın.) Roza, Roza! Allah aşkına, git!
Bu halde kahraman simalı, durgun bakışlı, kara giyimli bir melek gelir. Şeyda duymaz. ROZA. Şeyda! Beni unuttun mu? ŞEYDA. (Göğüs geçirerek., sinirli.) Hayır, hayır sana itimat ettif,ri m günleri, sana sanldığım dakikalan, henüz unutmadım. İlk aşkımızla süzülen bakışlarını, o masumane tebessümlerini hala hatırlıyorum. Lakin, ur . .
51
Ben i atm1ş olan , efasız Roza \L o merhamctsız afeti bir daha hatırlamam, bir daha görmek istemem
KARA GİYİMLİ 1\fELEK.
(Yan nazlı. }arı emir bir
Ne sö) l üyorsun, Şeyda, ne sö y l üy orsun ' ''
tavırla.)
O
sen i n aşıgınsa_ sende onun mecnunusun .
ŞE\ D .\. (Sıkıntılı.) J\h, sen k ım s i n? K\R\ G İY İ"1Lİ '\1ELEK. Ben benı m , m ü'>terih ol ' Ben o� um k ı . bütün ağlar gözl er, y aralı gön ü l k 'r, bütün
ı -,t ı rap l ar
\e
hey ecanlar hep benim say emde rahat bulur,
hep ben ı ın l e tese l l ı o l ur.
SE\ DA.
(Onun durgun ve manalı bakışlanndan sarsılarak.)
lJ f. aman_ ya rabbi ı
K.\RA Gİ\ İ"1Lİ \IELEK
(Tebessümle.)
.
Şeyda ! Sen
bahti} arsın. E v et, şımdL bahtı:y arsın.
ŞEYDA. Hayı r .
Ben hiç bir tese l l i i stemem
Hay ı r
(Telaşla) ah_ o se\· t m l i çehren ne kadar nazlı ise, derin ve
durgun bak ı şlarında bir o kadar korkunçtur.
KAR.\
GİYİMLİ MELEK.
sem s ı kma k
Korkma, hiç korkma ! Ben
ıçin deği l , y al nız gönlünü almak, acılarını
unuttunnak ıçın geldı m . ( Parmaklan arasında parlamakta olan
yüzüğü
gösterir.)
işte
bu
elmas yüzüğü görüyor
m usun'' E bedı hır nı şan olmak üzere Rozaya takdim
e di yorum , seni n tarafından takdim ediyorum. kırık
gönül lerinizi
b i rleştirir,
küskün
İ şte ,
bu,
ruhlarınızı
barıştı rır.
SEYDA.
( Roza'ya işaretle.) H ay ır , ben ona inanmıyorum,
ah i n anmak istemiyorum .
KARA GİYİ'1Lİ MEl,EK. Emin ol, Şeyda, emin o l ; Bundan
sonra
hıçbir
manevi.
52
hiçbır
k uv v et
sızı
bırbırinizden ayırmaz
(açık pencereye i�ııretle.) Baksana'
Işte bu i lahi aşkı yıldızlarda alkışlıyor, melekler de taktir ediyor.
Aman,
ŞEYDA. (Bakarak son derece hayret ve sevinçle.) yarabbi '
O
ince
bul utların
değişmesi,
parlak
bu
yıldızların akı şması ne güzel ' - - Ah, o rengarenk ku�lac kanatl ı melekler nasıl da oynaş ır nası l da uçuşur ' . ,
Bu sıra da Roza'nın hayali ile Kara Giyimli '\'felek hemen kaybolur. RAUF. (GGzlerini ovuşturup )erinden kalkar. Seyda'yı bu halde görünce telaş ve merhametle) Aman ne yapıyorr,un° ŞEYDA. (İJtifat yapmaksızın. ) Of _ Cennet ' in manzarası ne kadar tatlı, ne kadar ulvi _ _ (Dönüp, Raııru }anın da görünce. ) Ah, onlar ne oldu" Onlar ne reye gitti0 RAUF. (Hayretle.) Kimi arıy orsun') ŞEYDA. (Sabırsızlıkla.) Allah aşkına, onlar ne oldu" RAUF. Kimi soruyorsun') ŞEYDA. (Sinirli. ) Roza1 Ah, merhametsiz melek ' RAl1F. (Şeyda'nın açmış olduğu pencereyi kapayarak) Hiç bu . .
_
olur şey mi ya? Sen nihayet kendini harap edeceksin
Yatar. Bu sıra da komşu odadan yaralı bir ahenkle deşti makamı üzerine söylenen aşağıda ki şarkı işitilir. İlahi,bikaranm,bikaranm, Yanar ruhum,demedem aşk bağrım; Vuruldum bir vefasız ışvekare, Esirim ben,esiri-aşkı yarin_
53
Bu sıra da Kara Giyimli Melek tekrar görünür. ŞEYDA. Uf. bu ses sanki benim ruhuma işaret eder. (Onu görünce ) Ah, y ine mi geldin? K�Rı\ GİYİMLİ MELEK. Evet. geldim ki beraber gidelim.
ŞEYDA. Peki, nereye, nereye gideceğiz? Kı\Rı\ GİYİMLİ MELEK. Başka alem lere, daha yükseklere.
ŞEYDA. Hayır, ben yalnız, yalnız Roza'yı istiyorum. KARA GİYİMLİ MELEK. (Roza'nın görünmekte olan duvaklı hayaline işaretle. ) İ şte, geliyor hem de gelin duvağıyla . .
ŞEYDA. U f. Gel , gel de beraber gidelim. Kı\RA GİYİMLİ "IELEK. (Roza'nın göğsünü süslemekte olan pembe gülü Şeyda'ya uzatarak) İ şte cennet fidanlarından derilmiş bir gonca. . . Al, al da kokla, bak ne kadar güzel kokuyor.
ŞEYDA. (Tereddüt ederek.) Ah, hayır. . . Hayır . . . ROZA. Reddetme, al 1 ŞEYDA. Roza, Roz.a.1 Bu sevimli yalnız gön l üme dehşet \ erir Onun gözlerine asla i nanmıyorum.
KARA GİYİMLİ MELEK. (Maualı i>ir tebessümden sonra.) Evet, ben çok anaları yavrusuz, çok yav ruları anasız bıraktım. Brr düğün, yas ol ursa benim el imle olur. B i r meml eket padi şahsı7 kalırsa, yine sebep benim. Evet bir çoklarını eşinden ayırdım. Çok aşıkları
sevgi lisine
hasret bı raktı m. Lakin, lakin sizi ayırmak değil , bilakis ebedi bir aşkla. sönmez bir m uhabbetle kavuşturmak i stiyorum.
54
ROZA. Şeyda! Bütün saadet ve felaketler onun el inde . . .
O l atife bilmez, hem de her sözü değişmez. bir kanundur
ŞEYDA. (Şaşkın ve sarsılmış bir halde.) Roza, Roza' Ah, fakat, heyhat! . .
ROZA. Merak etme, hiç merak etme' KARA Gİ Y İMLİ MELEK. (Gülü Şeyda' nın burnuna tutarak.) İşte bak, ne güzel çiçek1 Ne güzel reyha! ŞEYDA. (Kokladıktan sonra azıcık arka tarafa meyil olarak) U f. . . Evet. . .
KA RA G İYİMLİ MELEK. (Biraz daha yaklaşarak)
İşte
görüyor m usun? Ne kadar sevimli, ne kadar cana yakın ! .
ŞEYDA (Bir daha koklar,yavaş, yavaş arkaya meyil olarak sönük ve titrek bir sesle.) Evet, çok latif, çok güzel. . . Lakin, lakin. (Kederli ve bitap. ) Roza1 . . Roza 1 . . .
Roza'ya doğru kollannı açmış olduğu halde arkaüstü düşer. Ruhunu teslim eder. Bu sıra da hapishane saati bir kilise çanı gibi vurmaya başlar. Gün açar. Haydi , Mesud, kal k !
RAUF.
Her ikisi acele giyinip hazırlanır. MESUD.
Artık
yatıp
kalkmaktan
usandık,
Allah
Şeyda'ya insaf versin.
RAUF.
Ümitsiz olma azizim, ümitsiz şeytandır. Bir gCın
gelir ki, bu karanlık perdeler kalkar, zalimler suç l ular azgın
sermayedarlar,
hep
intikam şerbetini içerler.
55
ektiklerini
biçerler,
hem
Bu sıra da uzaktan M itral}ozu andıran gürültülü ve heyecanlı bir ahenkle aşağıda ki marş işitilir.
Her ikisi son derece hayretle pencereyi açıp dinlerler. MARŞ Arkadaş� El \. erir_ bunca zillet, Bunca gaflet yeter, kalk uyan� Kahrolup gitti zulmu felaket, Artık fırsat! Güzel bir zaman. . . Çok ezildin yeter, haydi doğrul, er ol ! Hak senindir bugün, arkadaş! Hazır ol � Hak senın, çünkü zahmet senin . . . Gün senin. bütün gayret senin . . .
RAl F. İşte ınkılap marşı, inkılap names i ! Of, nihayet istibdat heykeli devrildı. Rusya Çarlığı mahvoldu. kara bulutlar çeki ldi . MESl!D. Evet, bu da başka bir rüya, bu da başka bir hülya. RAITF. Y ahu' Çok geçmez. sen güneşi de inkar edersin. Hatta kendi \. arlığına da inanmazsın.
Dışanda gürültülü sesler işi&ilir. KARA MUSA. (Şiddetle kapıyı açar.) Arkadaşlar! Artık zincirler km ldı, hak yerini buldu. İşte saadet güneşi parlıyor. Hürriyet perisi gülümsüyor, işte bugün mazlumlar için şerefli bir bayram, zalimler için korkunç bir intikam günüdür. (Şeyda'ya yaklaşır.) Şeyda! . . Şeyda! . .
56
(Kolundan tutup kaldırmak ister. Hareketsiz bir halde yanına düştüğünü gorunce hayretle. ) Ah, Ah ölmüş . Şeyda . . . Şeyda. . . (Diye acı bir feryatla O'nu kucaklar.) . .
PERDE SON
57