Hamdullah Subhi Tanrıöver - Dağ Yolu 1

Page 1



,.,.,

KtlLTilR

VE

TIJRIZM BAK.\NLI()J YAYINIARI '

HA M D U L L AH S U BHI

DAG

739

T A NRl Ö V ER

YOl., U

Birinci Kitap

Hazı.rlayan: Dr. Fethi TEVE � LU

1000 TEMEL ESER DİZİSİ

:

130


Kapak Düzeni : Saim ON:AN

Onay

: 13.3.1987 tarih 1987.

ve

928.1-949

Birinci baskı, Baskı sayısı

: 5.000

Sevinç Matbaası -ANKARA

sayı.


(1885 -10 Haziran 1966 Cuma, Saat: 21.35)



6NSlJ Z XX. Yüzyıl Türk düşünce ve kültür dünyasında Türk Milliyetçiliği'nin öz ve kısa adıyla Türkçülüğün mabedi TÜRKOCAGI'nda nice şair, edib, hatib, düşünür ve bil� gin hizmet vermişdir. Meş'alelerini bu Ocak'dan yakmış .ıice Türkçü, Çanakkal'a ve Milli Mücadele destanları­ nın yaratılmasına canlarıyla, kanlarıyla yardımcı ol­ muşlar; nice aydın ve inkılabcı bugünkü Devletimizin ve Cumhuriyetimizin kuruluşuna unutulmaz çabalarıyla katkıda bulunmuş/ardır.

Bunların en ön safında gelen en seçkin ve örnek bir Ocak/ı, elinizdeki eserin yazarıdır. Haydiının büyük bir bölümünü Ocak çalışmalarına adayan v� Allah vergisi üstün hatiblik yeteneğiyle birçok gençleri Türkçü/ük si­ hiriyle büyüleyen bu hizmeti unutulmaz san'atçı: Ham­ dullah Subhi Tanrıöver'dir. 1885'de Istanbul'da doğan ve 10 Haziran 1966 Cuma gecesi saat 21.30'da yine Istanbul'da fani hayata gözleri­ ni yuman Hamdullah Subhi, şiir, hikaye ve mizah yazı­ ları yazmış; fakat hatibliği ile ün kazanmışdı. Cumhuri­ yet döneminin 2. .ve Türk maarifinin 38. Milli Eğitim Bakanı olan Hamdullah Subhi, <<Sülaleden Maarifçi» idi. Dedesi Abdurrahman

Sami Paşa,

Türk tmıarifinin

._1.,

Babası Kocamemi-oğlu Subhi Paşa 6. ve Eniştesi Meh� med Yusuf Ziya Paşa ise. 22. Maarif Nazırı idiler. V


Ömrünü Türkocağı'nda, Türk milliyetçiliğinin ya­ yılmasına ve kökleşmesine adamış Hamdullah Subhı Tanrıöver'in vatanımızın kurtuluşu ve Cumhuriyetimizin kuruluşundaki hizmetleri büyüktür. Türk tarihinin ünlü hatibl.erinden biri olan ve Tü11k gençlerine : «Aziz Ocak· lı! Sen Türk'ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicda­ nısın!» diye seslenen Hamdullah. Subhi Tanrıöver, Istan­ bul Mitingleri'nde, Millet Meclisleri'nde ve Türkocağı'nda söylenmiş ateşli, te'sirli hitabelerini «DAG YOLU» adını verdiği iki cildlik ilk kitabında toplamış ve bunları 1928 ve 1931'de yayınlamışdır. Yine Tanrıöver'in ruJılara milli heyecan aşılayan ve çeşidli gazete ve dergilerde yer almış makalelerinden olu. şan ikinci bir eseri de ccGtlNE BAKAN» adıyla 1929'da Türkooakları Hars Hey'eti Yayınları arasında çıkmışdır. Aynı yıl, «DAG YOLU» nun birıinci kitabı ikinci kez ba­ sılmışdır. Değerli Türk edebiyatı tarihçisi Nihad Sami Banar­ lı, «DAG YOLU» ve «GtlNE BAKAN• için şöyle yazmak­ tadır: 1 «Bu kitabiarda toplanan yazılar, . . tdriJıe gizlenen ]',ürk'ü, yaşayan Türk'e tanıtmakdadır w. Türk Gençliği' ne, Türk milletinin hürriyeti ve saddeti için çalışmak yolunda kuv.vetli telkinler ve örnekler ıVeren, milli ede­ biyatıımızın gür sesli yazıları arasındadır.• Birinci ve ikinci baskıları üzerinden 50 yılı aşkın bir zaman geçmiş bulunmasına rağmen, bugünkü ve ya­ rınki gençlerimiz için son derece yararlı olan bu değer­ li yazıları yeni nesillerimize kazandırmayı uygun gören ı

Nihad SAmi Banarlı : Resimli Türk EdebiyAtı TArihi, Istanbul

1976, s. 1128.

VI


Kültür ve Turizm Bakan/ılı, bir ayrı kitap hdlinde ha­ yatını yazdığımız Hamdullah Suphl Tanrıöver'irr bu eserlerini de yayınlamak kararını almışdır. Iki cildden oluşan «DAG YOLU», Tanrıöver Seri­ si'nde çıkacak üç kitabın ilkidir. Ikincisi «GVNE BA· KAN», ve ilk ke� tarafımızdan kitap hdline getirilen m i­ zah yazılarından oluşan üçüncüsü de «VUR ABALI­ YA» dır.

Milliyetçilik meş'alemizi meş'alesinden at eş led iği ­ miz rahmetli Hamdullah Subhi Tanrıöver'in cömertçe lütuflarıyla tam 35 yıl önce, 3 Şubat 1952'de : «Aziz Dok­ tor Fethi Tevetoğlu'na çocukluk yaşından beri takib et­ tiği mübarek Dağ Yolu'nun bazı manzaralarını bu ki t a­ bın sahilelerinde hikaye ediyorum» ithaflarıyla armağan ettikleri «DAG YOLU» hak kında ki değerlendirmeyi, aziz okuyucularımıı.a, gençlerimize bırakıyorum. Yalnız, bıl değerli eser üzerinde yıllarca önce ünlü yazarlarımızın belirttikleri görüşlerden burada örnekler ' v er meyi bir vazife sayıyorum. Çankaya : 3 Şubat 1987 Dr. Fethi TEVETOCLU

2

Dr.

1986.

Fethi Tevetotlu:

Hamdullah

Subht Tannöver, Ankara

VII


(DAC YOLU) HAKKINDA YAZILANLAR Gazi Mustafa Kemal {ATATVRK)'in O'na armağan ettiği resminde: «Nutuklarmı yalnız fikir değil, aynı za­ manda şiir ve musiki olarak diniediğim Kardaşım . • diye vasıflandırdığı ünlü hatib Hamdullah Subhi TAN­ RIÖVER'in bazı nutuklarından oluşan (DAC YOLU) hak­ kında, zamanın tanınmış .edib, şair ve düşünürleri bir­ çok yazılar yazmış/ardır. Bu yazılardan seçdiğimiz ör­ nekler, Türk edebiyatı tarihi için büyük değer taşımak­ dadırlar. Şuna inanıyoruz ki bu yazılar, Hamdullah Sub­ hi Tanrıöver'i konuşurken dinlemek mutluluğuna. eriş­ memiş bugünkü gençlerimize, O'nun nutuklarmı okur­ ken, sanki aynı zamanda dinliyormuşcasına duygulan· cakları bir te'sir yaratacaklardır. .

.

Bu yazılardan bazılarındaki birkaç kelime, gençleri­ mize yardımcı olmak düşüncesiyle sadeleşdirilmişdir. D A C

Y O LU

Başka Türk gençlerini bilmem ... Fakat ben ilk kez O'nun sesini duydukdan sonra, heyecanla tanışdım. O'­ nun güzel cümlelerini günlerce hdfızamda sakladım. Fa­ kat gün geçtikçe anladım ki( hdfızamda saklı sandığım cümleler, gönlümde yer bulmuş, ruhuma hakim olmuş ... O'nun sesi, ruhlarda fırtınalar koparır, gönüllerde yeni ufuklar açar ... Bir gencin başarıdan başarıya sürüklen­ mesinde başlıca sebeb, yeni ufukların belirmesi, sonsuz

VIII


istekterin carılanm!LSıdır. Nitekim Hamdullah Subhi Bey de bu eserinin önsözünde . bu noktaya değinerek diyor­ lar ki : «Tesellim odur ki, sen bunların çok daha güze­ lini söyleyecek ve beni bir baba kalbiyle gururlandıra­ caksın, aziz Ocaklı, yol daha uzundur. Yapılacak şey, yapılandan da/ıa büyüktür. Fakat tarihinin ufuklarından gelen ve senin genç ciğerlerini şişiren bir rüzgar, Ocağı­ nııı kudsi ateşini sürekli olarak parlatacakdır. Çünkü, ufak ateşleri söndüren rüzgar, biiyük ateşleri yakar. » Hamdullah Subhi Bey, köylünün degerini, inkılabın büyii.kliiğünü, milliyet mefküresinin ehemmiyetini fırsat çıktıkça belirtmiş, dile getirmiş, gönüllerde yankılar uyandmnış, bütün genç ruhlara dinmeyen heyecanlar sokmuşdur. Felaket/i ve acılı bir günümüzde muhak­ luık O'nu karşımızda görnıüşüzdiir. Bütün Ocaklılara aziz ve kıymetli bir baba gibi seslenebilmeği sağlamak için, tabiatm IVaktindeıı önce beyazlattığı başının bir kilrsiiden yükseldiğini fark etmişizdir. Kalbimizde bin­ bir ıztırab ka_vnarken, O'iıım ruhdan .Jcopan, gönülden geleıı sesleri bu· ıztırdbımrzm yanında, acılarımızı bir lıiçe indirecek kadar bir «azim» canlandırmış; ıztırd.b ve acmm sarsdığı mtitıeviyatımıza yeniden kuvvet buldur­ mıışdıır. O, yalmz zaferin güzel çizgilerini çizmemiş. . O yalııız kazmıılaıı başarıların sevimli çehresini canlandır­ mamış. . O, bu zaferi kazandıracak, bu başarıları elde et­ tirecek kuvveti de aşılamışdır . . . Kaç Türk genci vardır ki, onun kulağında Hamdullah'ın sesi yer etmemiş, onun rı'llıunda bu sevimli hatibin cümleleri hakim olmamış­ dır.. O söylemiş ve geçmiş. . Fakat sözleri, girdigi yerden çıkmayacak kadar kuvvetli olmuş . .. Hamdullah Sublu Bey, Tiirk köylüsünü anlatan nut­ kunda: «Tiirk köylüsü ırkımızın köküdiir. Köke giren hastalıklarm teddvisi için başlatılan. ilgi ve dikkatten mıIX


sıl vat geçertz!» diyor. Bu cümleler Hamdullah Bey'in dudaklarının arasından çıkarken ne kadar güı.el bir te'­ sir bırakıyorsa, okurken de aynı kuvveti veren birer ve­ cizedir. İşte bunun içindir ki HamdullAh Bey'in nutuk­ ları kulaklarda kalmamış, oradaki yerini değişdirerek derhal kalbe ıVe göniile akmışdır ... <<DAC YOLU»ııda toplanan nutuklar, yalnız Ocaklı­ lığa veyuhud askeri bir ı.af.ere, Milli Mücadele'nin her­ hangi bir günüı.ıe aid değildir.. Orada sosyal hayatımızın lıer bir köşesini görebiliriz. Devlet Müzesi'nin kıırulu­ şımda söylediği gitzel sözlerin, her hangi bir Tiirk gen­ cinin rıihunda saıı'at eserleri içilı derin bir saygı uyan­ dırnıış oldıığıı nmlıakkaktır. Devlet Müzesi'nin kurulu­ şımdaki koııuşmasıııı bitirirken: <<Tiirk çocuğu, vatanı­ nın her köşesinde ı.ekasıııııı ve kcılbiniıı aradığı ışıkları ve z evkleri bulabilsin.. Bugün bu amaca doğru yeni bir hareket yapıyoruz." diyor. Bu cilmle kadar Devlet Müze­ si'ııin değer ve öııeınini anlatacak, açıklayacak ne var­ dır? Türk genci bu giiı.el cümlenin içinden Devlet Müze­ si'nin · niyçiiıı ve neden kurulduğıinu o kadar iyi hissede­ biliyor ki. . Özel hayatında çok cana yakın ve sevimli olan Ham­ dullah Subhi Bey, Ocaklara iUd herhangi bir Izittibesin­ de her gün bir az. daha taşan, taştıkca gönlündeki fırtı· nalar bir kat daha artan, yeııi· emeller besleyen, her eme­ linin gerçekleşmesinde yerlerine yenilerini koyan bir he­ yecan ve his heykeli oluyor.. istanbul Türkocağı'ııın yeniden açıldığı zaman Is­ tanbul'da söylediği hitabe, başlıbaşına bir şaheserdir. Milli Mücadele yıllarında Ocak/ıların Istanbul içiıı duy­ duğu acıyı aşağıdaki satırlar kadar kuvvetle caniandıra­ cak ve yaşatacak ne vardır? X


«lstanbul'u, düşman eliyle kapatılan Ocağımızı Ne sizi bir defa düşiindiim. Zt2t.en Istanbul, odamızda dıvar­ da asılı duran bir tablo gibi, dainui hayalimizin önünde hazır duruyordu. Günün ışığı dışımızı aydınlatıyor; ge­ ceııiıı karanlığı ise, içimizi aydınlatıyor. . Asıl gece saat­ lerinde rı'llıwı ufukl.a �ı genişliyor. . Içimizdeki hicmn yol­ ları açılmaya başlıyor . » .

.

Bu acı dolu lıitabe, gençliğe yeni vazifeler yükleyerı bir cümle ile son buluyor . . . «Sevgili Ocağım! Mübarek bağrında Türk milleti için çalışan çocuklarının uğııltusu bir an eksik olmasın! . » .

Bursa'nın geri alındığı zaman Biiyük Millet Meclisi'­ ııiıı eski binası üzerinde söylemiş olduğu hitabede, Milli Mücadele yolunda çalışanlar için· ayrılmış satır/ar, b�­ lıbaşına birer eserdir. Çok zaman eıı güzel şeyleri görür, sezer ve duyarız. Işte bu görüşümiizü; güzellikleri sez­ dikleri ölçüde, duydukları canlılık derecesinde kalemle­ riyle, sözleriyle, fı. rçalarıyla yaşatanlar san'atçı adını ka­ :-:.amrlar . .. Bir Tii.rk subayı karşısında saygı duyarız. Onun yap­ tığı büyük hizmetleri her an sezeriz. Fakat hiçbir zaman Hamdullalı'ın bu güzel sözleri gibi kuvvetli ve canlı ola­ rak belirtemeyiz. Hamdullah Subhi Bey, Türk subayla­ rından · bahsederken : •Senin gözlerit?-in içinde, güneyin kızgın çölleri tu­ tuşu p duruyor; senin gözlerinin içinde, Kafkas'ın buzlu dağ ları buruşup duruyor. Senin gözlerinin içinde, Ma.ID.z­ girt ovaları, Pasin ovaları seriti p duruyor, vatan senin içinde yaşıyor» diyor. ·

. Bir Türk subayı için vatanın ne olduğunu, onun çar­ pıştığı_ her köşeyi, uğruna kan döktüğü her diydnn ayXI


rılamıyacağı kadar kuvvetli bir vatan bulunduğunu bu cümleden daha düzgün bir şekilde belirtmek mümkün müdür? Malazgirt'li bir subayın Kadife-Kal'a yollarında can vermesini bu cümle bize canlandırmıyor mu? Erzu­ rumlu bir kahramanm Bursa eteklerinde hayata göz yummasını bu güzel sözler kadar yaşatan ne olabilir? «DAC YOLU»nun her cümlesi, insanı günlerce üze­ rinde durdurup düşündürecek kadar kuwetlidir . .. «DA� YOLU, hakkında bir yazı yazabiirnek atılganlıktır. Buraya kadar dizilen ve yazılan satırlar, tek bir dü­ şünce ile vücud bulmuşdur: Bu yüksek ruhlu hatibe kar­ şı duyulan saygı .ve sevgi ... Hamdulla/ı Subhi'ııin bu güzel eserinin mükô.fdtı, gün geçtikçe saçları biraz. dalıa beyaz/aşan, ruhundaki aklar biraz daha eksilen bu yüksek hatibin Anadolu'nun içlerinde dudaklarına gülii.nıseme, gözlerine yaşlar geti­ recek bir hitdbeye tanık olması... Ocaklıların, bu güzel ruhlu, yüksek düşüneeli genç babası, hayatta bundan başka bir istek, bundan başka bir emel aramaz O, yıl­ larca Ocak çatısının altında şahsi istek ve emellerini unutmuş muhterem bir şahsiyettir. Türk Gençliği, «DAC YOLU»nu vücuda getir.en .bu yüksek şahsiyetten bu mü­ kô.fô.tı esirgemeyecek, O'nun göğsünü övii.nçle kabarta­ cak birçok Hanıdullah'lara O'nıı şahid etmeğe çalışacak­ tır. . . .

Hikmet Şevki

(Hdkimiyet-i Milliye, ll Ağustos 1928 Cumartesi, Yıl: 9, Nu. 2546, ss. 34)

XII


D A C

YOLU

•Eler Jüpiter bütün .insanlann anlayacalı bir dü kullanmak istes.eydi, mutlaka Efltitun gibi söz. söylerdi.• Hamdullah Subhi Beyefendi'nin, çok delerli bir de· fine gibi, milli kültürümike annalan ettili cDAC YO­ LU•nu okudufumuı ıaman Çiçero'nun 1u sözünü hatır· ladık. Hatiblilin, gü.ıel lconuşmtı san'atının ilk cedleri kuş·· kusuz eski Ywuınlılarla Romalılardır. Atina ve Roma bu yüksek san' atın gelişdili en verimli iki topraktır. BUtUn insanlık tdrihinde YunanlıUırla Romalılar kadar hati blik $1UZ'atına de ler ve önem veren bir millet daha gelmem4· tir. Dil ve nutuk başka hiç bir millette bu kadar iistUn bir i'tibara erişmemiş ve böyle -bir gelişme ve olgunlt:�­ maya va nntımıştır Eski Yunan ve Rom·a•dtı. en büyük, en mühim, en mqgul insanlar, hayatlannın son demlerine kadar .lıitd­ bette, güzel konll.Şma san'atında idman yapmaktan· vaz­ geçmemişler ve dilin, sesin, nutkun gelişmesi yolunda birbirleriyle yarı.pnışlardır. Hatibliğin kaidelerini, tör-e· lerini, dü.sturlannı lcoyan ve uygulayan onlardır. Efldtun demiştir ki: cHatiblik san'atı, rtlhun sevk ve iddresidir ve onun en. asi( meşgal.esi rılhun elilimle­ rine, heyecanianna hayat, fadliyet :ve yön vermek, rılXIII


hun tilıengini sağlamak ve rılhun rebdbını en ince ve te­ miz. dokunnuı, vuruş ve hareketlerle titretmekdir.• Onüır milletlerine o üstün kültürU bu yolda verdiler v.e bu kültürü onlar dillerinin ve nutuklarının gelişmiş olmasına bağladıl�r. Böyle yapmayanlar onların görü­ şünde barbardı. Alkibia.des, dilinin en büyük şdirini, «Homer»i okulunda okutmayan öğretmenin ağzına bir tokat attı. Yunanlılarda ve Romalılarda hatibler meclislerde, mahkemelerde ve halk tribünlerinde kendilerini göste­ rir, yükselirler ve devlet -başkanlığına kadar çıkarlardı. Hatiblik onlarda bir cenk, uğraşma aracı ve hitdbet kür­ süsü . bir cenk, savaş meydanıydı. Burada zalimler ve müs­ tebidler haksızlık yapanlar, istibdadda bulunanüır kah­ redi/ir; hürriyet ve addlete zafer kaı,andırılırdı. Burada d4vdl.ar ,kazanılır, haklar savunulur ve yerine getirilir ı:e halka isbat edi/irdi ki, hak, eğsr doğru bir şekilde ara· nır, savunulursa, daima kazanılır, yenilmez. HitdbetlB gerçeği örten karanlık kaldırılır ve hatiblikle hattd ger­ çeğin ışığı Ay-tutulmasına uğratılırdı. Hitabetle fikir ce­ reyanlanna yön değiştirilir ve hitdbetle yeni fikir cere· yanları yeni yollara sevk edi/irdi; hitabetle devlet yöne­ tilir ve kıanunlar konur, ayaklanmalar hastırılır ve ayak­ üznmalar kışkırtılır; hitabetle hatta halk savaşa sokulur ve hitabetle milletler birleşmeğe, işbirliğine çekilir ve bunlar yapılırken en yüksek şöhretler kazanılırdı. «Aristo, altun dalgalarıyla akan bir nehir oldu.• Bil­ gin, filozof ve faziletli Perikles, halka nutuk söylerken, gdJı (bd.zı, kimi) şimşekler gibi çakar, gdh fırtınalar gibi gürlerdi ve dilinden gqk-gürlemesi ve şimşekterin oklan fışkırırdı. Bunun için ona •Olynipia» adını takdılar. Bü­ tün zamaniann en büyük hatibi Demosthenes, fazilet (erXIV


dem) ve necdbet (soy temiz.lil , soyluluk) için sa. a.ş, mu· ct2dele açtı ve büyük kitlelerin. kusur, yanlış ve günaJıla­ nnı; düşüncelerinin karanlık ve sapık yönlerini çekin· meden yüzlerine vurdu. Romalıların en birinci hatibi Ci­ cero, eski Roma'nın ölmez bir zineti (süsü) oldu ve halk dilinde cVatan Kurtarıcısı•, «Millet Babası• .ve cRomu­ lus'dan sonra Roma'nın Ikinci Kuru4USU• adlannı kıı· ı.andı. Bunlar gerçekte doğuşdan yetenek ve dehdyı doğar­ ken dünydya beraber getirmişlerdi. Fakat, Perikles'in Zeno gibi bir üstadı vardı, ve Anaksagoras gibi ki, Yu­ nan tabiiıt felsefesinin ilk kurucularından olmuş ve k4i­ natın temelini ancak aklın oluşturduğunu söylemiştir. Dünyd-üstü ve göklere did varlı�lar hakkındaki herşey­ de görülmeyen bilgi ve özellikleri ve yüksek mdruiyı Pe­ rikles ondan öğrendi ve yüksek düşünüş tarzını ve ulvt, yüce hittibeti ki, her türlü yapmacıkdan ve halkı avlayı­ cı, demagojik gevezelikden arınmış ve süzülmüş, ayrıl­ mışdı. Demosthenes ilk dersini lsaios'dan aldı ve gelişme­ sini, yükselişini Eflt2tun'un ralılesinde (üzerine okunacak kitap konulan küçük masa) buldu. Cicero, Atina'da Yu­ nan usta-bilginlerinin ve Rodos'la Anadolu'da Küçük-h­ ya'nın en büyük hatibierinin ve filoz.oflannın meclisleri­ ne katıldı, girdi. DAC YOLU'nu okurken hep bunları düşündük ve bunları düşünürken ziJınimiz.e kendiliğinden şu sual gel­ di: Acebd Türk'ün millt hatibi HamdullaJı Subhi'nin oku­ lu neresi ıVe ustası, üstt2dı kimdir? Bu sualin karşılığım bulmak için DA!: YOLU'nu, Türk san'atının bu bdkir (eldetmemiş, tdze) abidesini okuyunuz. ve bu nurukları xv


mümkünse hatibin kendi dilinden dinleyiniz. Bütün bu bir cild, idealist bir rUhun hasret çektiklerini, duygulan­ malarını, ·heyecanlarını, ilcihi aşka dalmalarını aydınlık bir ufuk hdlinde gösteren, geniş, açık bir iklimdir. In· san kalbinin bir yankısı ki, doğrudan doğruya ve v.cısıta­ sız kalbe girer, te'sir eder; bir ses ki, tatlı dalgalanma­ larla, rühu tô. derinliklerinden kavrayan ve sarsan bir nağme, bir güzel ses gibidir ve bu güzel, cihenkli nağme, inandırmanın ve sağduyunun sesidir. Bunu dinledikçe gö­ rürsünüz ki, milli ha.tibimizde nutuk rUhun ifô.desi, dü­ şüncelerin ve duyguların tasviri ve tablosudur. Bunun içindir ki, O'nun nutukları doğruluk, içten bağlılıkla, gerçekle ve hakka uygunlukla doludur. Bu nutuklarda Türk düşüncesinin asil yeni hareketlerini, Türk vatanı· nın büyüleyici güzelliklerini, Türk Ctı"!huriyeti'nin ha.ş­ metli destanını ve zihne aydınlık saçan o zengin, kudret dolu hayô.l kuruculuğım patlayışını görüyoruz. O bu nu­ tuklarda vatandaşlarının ruhuna kendi ruhunun iradesini, kendi mefkuresinin heyecanını akıtıyor. Onda ruhları ka­ rarsızlıkdan, parçal.anma ve dağılmadan kurtaran tarifi imkA.nsız bir kudret, güç vardır. Hamdullah Sııbhi'de ses ve dil, yan gelmiş iki ma'­ kes fakseden yer) gibi biri diğerinin parlaklığını tamaın• lar ve artırır. Ve sanılır ki, tabiatin aşk kuv.veti bir pmar sııyu _.;i­ bi kaynama lıô.lindedir. Çünkü Türk'ün bu hatib evlô.dı en yüksek bir mefkurenin , en yüce müşterek maksadın sô.dık ve vefô.lı mücô.hididir. Ve O'nun hatiblikdeki üs­ tddı ve okulu kendi ruhundaki o mefkure kaynağı ve o ümid menbaıdır. O mefkuresinin ô.şıkı ve mefkuresine vücud veren Büyük Reisinin, Kurtarıcısının gönüllüsü ve tapareasma sevenidir. Vatanı kara bulutlar çöktüğü gün Türk göklerinde doğan o ildhi kurtuluş yıldızını, lıeyeXVI


can ve sıcakbk dolu diliyle, vecd içinde, kendinden geç­ miş bir coşkunlukla O göstersin. Hiç bir Romalı hatib Sezar'ı Romatılara bu kadar düzgün ve büyüleyici bir dille ttirif edememişdir. Evet Milli Hatibimiz bir fikir ve mefkure adamıdır ve bütün nulndsı ile en katıksız .ve en temi:. bir idealist­ tir. Fakat kitabına seçtiği adla O bize mefkuresinin bir DAC YOLU'nda olduğunu işaret ediyor. Bu ad, O'nun mefkuresinin sembolik bir ifadesidir ve bütün bir felse­ feyi içeriyor. Bu mefkılre acebd nerededir? Hangi aşılmaz dağın arkasına saklanmış, hangi uzak siynenin arkasına çekil­ mişdir? Milli Hatibimiz bundan hiç bezginlik getirmiyor. O'nun kalbi daima umudla ve iyimserlikle doludur. Bi· zim büyük müctihedede bitimsiz bir kuvvet kaynağımız., bir müttefikimiz vardır. O da Türk milletinin kalbinde­ ki bitmez-tükenmez canlılık kuvvetidir. Bu kuvvet, yü­ rüdüğümüz yollarda önümüze dikilen bütün engelleri kı­ racak ve bizi tepeye, dağ başına ulaşdıracakdır. Insanlığın her zaman ezeli .(öncesiz) nasibi gerçeğe, ideale ve kemale erişmek değil, belki hiç sönmeyen içe· rimizdeki sır ve gerçekle ilgili bir heyecan ve sürücü ile ve aralıksız bir olgunlaşma, evrimle o yüksek amaçlara doğru gittikçe mesafe kazanmak ve gittikçe daha çok yaklaşmaktır. Lessing der ki: •Eğer Tann bana sorsaydı ve de­ seydi ki, işte sağımda gerçek, kemal ve ideal var, solum­ da ise, bunlara doğru, fakat hatdlarınla, doğru yoldan sapmalarınla bir arada sürekli bir tırmanış ve yükseliş var, hangisini istersen, onu al. Işte Tanrı bana böyle ·orsaydı ve ·beni seçmede kendime bıraksaydı ben O'nun soluna yönelir ve O'na derdim ki, gerçek, kemdl vs ideal

XVII


ve bunlara sdhebolma, bunları ·kullanma sana mahsus­ dur. Bırak beni, ben her ne kadar hatd işieye işleye, her ne kadar şakaklarım kanaya kanaya olsun, dtiim4, 44i­ ma onlara tırmanayım ve her gün bir az daha yüksele· yi m.• Işte Hamdullah Subhi'nin kitabına isim olarak sıon­ suz/uğun bir mefhumu manasına gelen •YOL» ile, en­ geli ve tırmanmayı belirten «DAG»ı seçmesindeki düşün­ ce ve felsefe budur. Hasan Cemil (Çambel) (1879-9 Aralık 1967) (�kdıam, 7 Ağustos 1928 (20 Safer 1347) Salı, 36. Yıl, Nu. 11239, s. 4) D A G

Y O LC U S U

Beyaz saçlı ıbaşıyla karlı dağların dorukları gibi ta­ nıyanlarına saygı ve hayranlık veren DA.G YOLCUSU, rüıJgdrlara karışan haykınşlarından yapraklara aksede­ bilen bölümünü 'bir kitap halinde topladı. Bu güzel nağ­ meler ve haykırışlar notası·nın, bu mefkure klavuzunun adı «DAC YOLU», genç ve asil alnının üstünde san'atın ve mefkurenin beyaz çelengini taşıyan sevgili DAG YOL CUSU da Hamdullah Subhi Bey'dir. Şimdilik birinci

cildini okuduğumuz

DAG YOLU,

bir iyman aşılamaya me'mur göklerden inmiş ilahi bü· yük kitabiara benziyor. Onsekiz yıl önce milliyet mefkuresi gerçekden sarp ve ıssız bir dağ. tepesi idi. Doruğu sonsuzluklara kada; yükselen bu dağa gözlerini kaldırmaya bile cesaret ede. meyen bir kitle arasında Hamdullah Bey ilk yolculardan ve ilk yol açanlardan biri .ve .belki birincisi oldu. :X:VIII


Dağın yamacından kendine hayretle bakanlara karşı haykırdığı hitabelerden

ve ilgisizlik/e pek çoğu De­

mosthenes'in egzersizleri giıbi dalgaların kayıtsız homur­ tusu arasırula mahvolmuştur. Gözlerinde uzak bir yıldı­ zın ışığı ve kalbinde o ışığın ateşiyle her ilgisidik ve kü­ çük görmeden, hafifserneden yeni bir atılım kazanan ve her hamle ile Türk gençliğine haykıran DAG YOLCUSU, sesinin yankılarını nilulyet ufuklardan duydu ve rüzgdr­ lara karışan hitdbeleri yurdun dört köşesine birer fikir tohumu hdlinde serpildi. Günün birinde bu yol, korkunç bir uçuruma dayanır gibi olmuşdu. Yolcu, dizlerini ve tırnakLarını kanatan bir atılımla bu tehlikeli ve karanlık dönüm noktasını aşmaya uğraşırken Çoban-Yıldızı'nın aydınlattığı anayola .ulaşdı. Mefkure yolcusunun uzak­ dan pek parlak bir açıklıkla gördüğü bu ulu Çoban-Yıl­ dızı Büyük Gazi'ye ve DAG YOLCUSU artık O'nun nur· lu izlerine girmişdir. Fakat tepesi sonsuzluklara kadar yükselen o yol şu dna kadar çetin ve yorucudur. Ve DAG YOLCUSU, onsekiz yıldan beri hala ve ddimd ileride yü­ rüyor ve sesinin kudretiyle bütün memleket gençliğini arkasından sürüklüyor.

•DAG YOLU», çeşidli sebeblerle, fakat hemen daima aynı konu uğurunda, aynı iymanı aşılamak için söylen­ miş nutuklardan ve hitdbelerden oluşuyor. Eserin ça­ ğırıcı ilahı büyük kitabiara benzemesi bu vasfından ve çok kuvvetli bir şiir iksiriyle donatılmış, hazırlanmış ol· masındandır. Ed�biyatımıza, onbeş yirmi yıl öncesine kadar tarna­ miyle ya!bancı bir çığırı, bir edebi türü Hamdullah Sub• hi Bey getirmişdi. cDAG YOLU•, HitO.bet denen bu ede­ bi çığırın yapraklara geçmiş ilk

örnelf,

ilk eseridir.

XIX


Hittibet, hareket diliyle konuşma dilini birleşdiren, kelimelere sesin, cümlelere gözlerin ve yüzün pürüzsüz. manasını da ekleyerek ruhun bütün silüetini sergileme· ğe en ewerişli san'attır. Gerçi bir hitabenin sahifelerde· ki aksi ancak bir. gölgedir. Fakat buna karşılık zekalar­ da ve kalbierde bıraktığt iz sürekli olur ve bazan bir ha­ tibin bir cümlesi dudakdan dudağa ve gönülden gönüle geçerek devirler içinde yaşar. Bir an içinde binlerce insanı hep birden heyecanlan­ dırmak ve sihirleyebilmek açısından hitabet, güzel san'­ atların hepsinden üstündür. Onun gelişmesi, sosyal ha­ yatın gelişmesine delil olur. Insanların büyük bir çoğunluğu için susmayı bir kültür belirtisi saymamız, iyi konuşmanın ne derece i'lz rastlanan bir başarı ve hitabetin ne seçkin ve üstün bir Slln'at olduğunu göstermez mi? Işte Hamdullqh Subhi Bey, dil ve edebiyatımıza de­ ğerli ve üstün bir edebi türü getirdi ve o araçı Tiirk Gençiili'ne kendi milliyetini sevdirrnek ve tanıtmak aş· kıyla kullandı. Şu hdlde DAC YOLU'nun biri edebi, ikincisi sosyf.il ve politik olmak üzere iki mühim esdsı vardır. Ben her iki yanıyla da bu eserin memleket gençliğinin fikir ve seeiye terbiyesinde çok te'sirli olacağına inanıyorum ve bu satırları ancak o inancın verdiği heyecanla yazdım.. Türk.çeyi çok güzel söyleyen, şaşılacak bir becerik­ lilik ile konuşan DAC YOLCUSU, hazırlanmadığı zaman­ larda ani vesiylelerle de müsveddesiz ;şiir J4ratan ve okuyan biri gibidir. Heyect1na kapıldıkça dilindeki tatlılık ve akıcılık kudreti artıyor. Gerek Ocak toplantılannda, gerek Ça· xx


nakkal'a sava.ş alanlarını edebi bir kafile hdlinde ziya· rete gittiğimiz zaman birçok dni vesiylelerle söylediği hi· tdbeleri dinlemif, 1uıttd arkadaşlar arasında kavgaya benzeyen fiddetli tartışmalara kulak-misafiri olmuşdum. O'nun konuşmaya başlamadan önce düşünrneğe ihtiyacı yoktur. Fikirlerini söylerken bulur veya fikirler O söy­ ledikçe katılan ve tezelden doğan birer cümle hdlinde ge· lip O'nu bulurlar. Kelimeleri, en dar zamanlarda bile, haydlin rengini aksettiren seçkin ve üstün bir zevk ,,e özenle seçilmişdir. Cümlelerinde ustalık ve ineelikle ytt ratılmışlıkdan başka, sık değişen bir şekil ve dinleyeni yarmayan :bir çeşitWik vardır. Sesinin çınlama ve yük· seklik derecesi, yüz ve 1uıreketlerinin uygunluğu da h�ın, lara eklenince DAC YOI.CUSU'nu açtığı ed�bt çığımı en başantı bir örneği olmak üzere yetişen gençliğe göste­ rebiliriz. Hitt2betin değifik çeşidleri arasında O'nu mefkılre hatibi yapan vasıf, hiç kuşkusuz ruhundaki fdirlik, ha· ydlindeki enginlik ve yaradılışındaki samimilik ve hlç sönmeyen heyecan yeteneğidir. Ilmi bir konudan, bir yönetim meselesinden bahse­ derken bile başk.a bir cilemin dili ile uzak ümidierin te­ sellisini nakleden bir ıveli gibi konuftuğu çok olur. Ge­ nellikle heyecanlı hareketlerdeki düzeni ve konufmada­ ki düzgünlüğü kaldıran, olumsuzlaşdıran bir sebeb sa· yılan heyecan, Hamdulltıh Subhi Bey'de ifd.de gücünü ar­ tıran bir müessir oluyor. Bundan ötürü ona en çok ya· kışan mefkılre hittJbetidir. Onyedi yıl önce eski bir Istanbul evinin iki odasın· az ilk Hıristiyanların ve ilk Müslümanların gizli ibddet yerlerine benzerdi. Oraya girip çıkarken çevreden ·bir nevi' korku, çekinme

da kurdufu birinci Türkocafı, bir

XXI


duyduğumu hatırlarım. Ocafın amaçlarıyla Devletin çf. ydseti arasında açık bir terslik vardı. Osmanlı lmpara· torluğu'nun merkezinde bütün unsurların kendi milli ddvdsını gütlüğü bir devirde Türk milliyetseverliğini ha­ tırlatmak, o zamanın birçok bilgin ve düşünürü geçinen· leri için ıbile siyasi bir basiretsizlik sayılıyordu. Öteki un· surları azdırmamak için Türk'ü büsbütün uyuşturmak ldzımdı. Hamdullah Bey'in Türk ddvdsına di{/. heyecanlı hitdbelerini ilk dinleyen bir avuç Türk aydını arasında bile kendisine bir ruyd ve kuruntu arkasında koşan biri gibi acıyanlar vardı. Ocağı hafife alan, Ocak mefkuresi· ni memleket· ve millet için yanlış ve zararlı bulan Türk gazeteleri ve Türk yazarları çoğunluktaydı. DAC YOLU'· nun gerçekten ne .kadar çetin olduğunu takdir için on· yedi, onsekiz yıldan beri geçen zamanların, alınan mesafelerin bütün durum ve şartlarını gözönünde bulundur­ mak gerekir. Irade ter.biyesi için, gençliği sona erdirme alışkan­ lığı ile donatma yolunda DAC YOLCUSU'nun hayatı ve eseri en kuvvetli örneklerden biridir. Memleket gençliğini

huzur ve sükun

ile yaşamaya

t�day olarak değil, belki bütün ömürlerince güçlüklerle pençeleşmeğe hazır bir kudrette yetiştirrneğe mecburuz. Yüzyıllardan beri gücenik, hareketsiz ve iradesiz bir ter­ biyenin birikmiş kusurlarını ve zararlarını ancak peşini bırakmama alışkanlığı ile donatılmış, iradesi çok kuv­ vetli ve Büyük Gazi gibi olmazları gerçekleştirecek güç­ de bulunan bir nesil yetiştirmekle karşılayabiliriz. DAC YOLU adını taşıyan cildler, edebi değerinden başka, böyle bir tetıbiye için de bize dayanak olacakdır XXI I


ve DAC YOLCUSU, Türk milletinin büyük terıbiyecilerin­ den biri sayılac.akdır. 1-brahim Alciaddin (GlJVSA) (ı889-ı949)

(İ:kıdam, ıı Ağustos ı928 (24 Safer 1347) Cumartesi, Yıl: 36, Nu. 11243, s. 4) D AC

Y O L U' 'N U N

1ZLE

R

1NDE

DAC YOLU için çok şey yazıldı. Fakat yazılanların ve yazılacakların ona yeni bir şey ekleyeceğine inanmı­ yorum. O, başlıbaşına yükselen, yol ile beraber yürüyen bir yolcudur. Ne dost elierin uzattığı alkı.ş değneklerine dayanır; ne düşman bilekierin gereceği zencirler karşı­ sında durur. Yıllar var ki, edebiyatımızda zengin san'at kervan­ larının konakladığı serin gölgeli bir vaha manzarası gör­ mek nasib olmayor. Bu kuyuları kurumuş, yeşillikleri sam rüzgarlarıyla kavrulmuş çölden zaman zaman tek başına cesur bir atlı geçiyor. Keskin güneş/e kıvılcımla­ nan nallar üstünde, harmanisi rüzgdr ve süratle dolu, uçan bu atlının belki şan/ı bir görünüş ve güzelliği var; fakat bu geniş ufuk ve bu derin gökler bu kadarla kaıı­ mayor. Içimizde bitmeyen bir ateş, sonu gelmeyen bir susayış tutuşurken, bunlar azdır. Bütün san'at eserleri böyle : Edebiyat kekeliyor, resim doğurmuyor, musiki dilsiz ... «DAC YOLU••, işte böyle bir zamanda çıktı ve bu eseriyle Hamdullah Subhi, kıvılcım bulutları iistündc uçan o cesur tek atlılardan biridir. Ben bir münekkid (eleştirici) değilim. Bu sıfatın bii­ tün bir ömrü kuşatıp Yunan geııiş bilgi sınırlarına, inXXIII


·

sanı yıldıran korkflnç malzeme yığınlarına nıulıtaç oldu· ğunu bilirim. Bu satırların öyle bir iddia ve ddvası yok· tur. Fakat bilgin olmayan, münekkid olmayan ben, S4n'· at md.bedinin. iymanı bütün bir kuluyum ve o mübarek kubbede yanan her yeni çırağ çevresinde kanatlarını yak­ maktan zevk alan bir pervane aşkıyla dönerim. Izlerinde yürüdügüm bu eser, beni üç ayrı kişilikle karşılaştırdı: San'atçı ve Hatib Hamdullah Subhi, ide­ alist Hamdullah Subhi, inkılabcı Hamdullah Subhi ... Bu üç ayrı kişinin lıer biri DAG YOLU'nda ayrı ayrı bi· rer tepedir. Tepelere çıkmak için içinizde eğer kartalla­ rın kabarmaz safrası yoksa ve eğer ruhunuıda milli iy· 1ntinın ışığı yanmamışsa, boş-yere uğraşmayınız. Derin bir yorgunluk, uzun bir diz titremesinden başka eliniz· de birşey kalmayacak ... San'atçı ve Hatib Hamdullah Subhi, rıihunun priz· masından sii.zülürken, bin renkli bir buluta bilrünen fi· kirlerini lıis ve lıayalinin kuvvetli kanatları üstünde gö­ nül göklerine çıkaran bir bahtiyardır. Tabiat, çok nadir zamanlarda O'nu yarattığı andaki cömerdliği gösıerir. Hamdullah Sublıi, heyecanlı kalbi, sinirlerinin hassıı.· anteni, zengin hayali ile iyi bir şair; temiz, pürüzsüz, akordlu sesiyle büyük bir hatibdir. Musiki ile şiirin bir· leşmesiııdeki engin güzelliği ta'rife yeltenrnek ise neye yarar? O, nıemleketimizde gerçi ilk hatib değildir; fakat lıatiblik onunla başlar. «DAG YOLU»nda zincirlenen fi· ir •Tılr»lan, bu gerçeği hiç kimseye nasib olmamış bir pürüzsüzlük ve güzellikle söyleyor. Nutukların pek azı okunduğu wıkit, dinlendiği zamanki heyecanı verebilir. Hamdullah'ın eseri, kitabiardan edindiğim bu görüşü de sarstı. •Aziz Ocaklı!» önsözünü okurken ürperdim.

XXIV


Gözüme, Divanyolu'ndaki ilk Ocagımız geldi. O yuva, bir unsurlar arenasına dönen istanbul'da ilk milli siperdi, sığınaktı. Semt semt görünmez; fakat şiddetle hissolu­ nur kal'.alarına çekilmiş Rum, Bulgar, Arnavud, Çerkes, Kürt v.b... kalabalıklarının tehlikesini ilk sezen O idi. O küçük baş siperi, bugün yüzlerce yalçın kulesiyle bü­ tün vatan çevresini kuşatan koca bir kal'adır. Zaten ilk Ocağı kuran, ilk kurultayı toplayan Hamdullah, sınırla­ rın gerisinde bir iç kal'anın gerekliliğini de ilk duyan adamdı. Ocak/ar, sosyal yaraları saracak bütün .araçlara sahibdir. Yabancı hastahanelerinin yanıbaşında açılan Ocak Sağlık Yurdları, o zengin ve şüpheli kuruluşları kapattı. Bu gaza, mübarek bir zafere yol açtı. Köylü ile Ocak/ı ilişkisinin çok aziz sonuçlarını gördük. Hem bun· lar saymakla biter mi? . . «idealist Hamdullah Subhi», milliyetçilik tarihimi­ zin ilk sahifesinde O'ııuıı adı geçer ve başının etrafında bir lıale (bazen Ay ve Giineşiıı çevresinde görülen par­ lak daire) vardır. Fakat bu hale, bir fırça ve biraz yal­ dızın yarattığı altun bir dımıan degildir. Bu parlak dai­ re, O'nu seven ve O'nun etrafında halkalanan kalbierin ışığmdan dogan bir sevgi nürudur. Ne mutlu O'na ki, bu nüra ömrünüıı hiçbir zamanında hiyanet etmedi. Ham­ dullah Subhi, Meb'us ve nihayet Vekil Hamdullah Subhi daima aynı çehreyi tr.ışıdı. O'nu düşmekden kurtaran bü­ yiik kaide, üstünde durdugu ve üstünden uzak ümid ufuklarını seyrettili idealistliğidir. Ocağını dedi ve içinde dogduğu çatıdan çok, kendi rüydsmın geııişlediği, kendi ümidinin nefes .aldığı yuva­ ya sadık kaldı. Evlilik hayatı, O'nu Ocak'dan uzaklaşdır­ nıadı. Yeni bağlarla oraya perçinledi. Küçücük (Demir) ve mini mini (Özkul) O'na evinde de Ocagı düşündürü­ yor. XXV


HamdullaJı, Ocağı bir fikir ateşi sayar ove her fikir atılımı gibi onun karşısında hiçbir seddin ayakda dura· mıyacağına inanır. Siyasi sınırlara bahçeleri ayıran dı· varlardan fazla değer vermez. O dıvarın altından ağaç· ların kökleri, üstünden yaprakları nasıl birleşirse, fikir imşeklerinin ve gönül çarpıntılarının da siyasi sınırları bir petek gibi delik deşik edeccğine inanmakdadır. ((DAC "OLUmda bu iymdnın izlerini görüyoruz. Ben, küçük bir makalenin dar çerçevesi içindeyim. Gelişi güzel birkaç noktayı seçmek mecburiyetiyle önem­ Li duraklarda istediğim kadar kalamıyorum. Ne yazık ki bu koııu, cildiere ayrılması Itizını gelecek derecede geniş tir. lnkılô.bcı Hamdullah Sııbhi: Son inkıld:b, O'nu lıa­ zır bulmıışdu. Anadolu'daki yeııi mu'cizenin alevden per­ desi daha sıyrılmadan O'nun nab�zları vurmuş ve Büyük Reis'i arayarak Ocağııı hizmetini takdim etmişti. Yıllarca sitren çarpışmaZat Türk vatanını, kan dal· gaZarında çalkanan bir sal'a döndürdiL Bu sal bir giin is­ tiklalin etrafı çelik dağlarla kemer/i emin körfezine ka· vuşdu. Gazli yıllarına bdar O'ıııı güzel kelimeleri, san'· atlı cümleleri ve ahenk/i sesiyle tanınıışdık. Bir havvari kadar sabırlı ve iyi yüzlü Hamdullah'ın bir başka simasım da Miicadele Tarihi'nin kızıl aydınlı­ ğında gördük. Bu yüz, yalçın ve çetindir. Çerkes Edlıenı'­ in hiyanetini ne gür, ne keskin bir ses ve ne şaşmaz bir isabetle göstermişdi! ... Erzurum Meb'usu Ziyd Efendi'ye cevabı, /nkılô.b Ordusu'nun fikir alanmda en yüksek ve en başarılı sal· dırısıdır. Zamanımızı geçmiş güıılerle ölçen sahilelerde O'nun dudakları, karta[ gagalarının keskin makası gibi XXVI


düşman iftiralarını kesip parçalıyordu. Şu satırları kim bilir kaç kere okudum : «Bir memleketin siyasetine bakınız; ahldkı orada görürsiinüz. Bir memleket ki susmuştu r, korkuyor, ba­ şındaki adamlarm dini, siyasi, zümrevi .veya dilevi bas­ kısına karşı dalka,vuklukdan başka birşey yapmıyor, o, aJılô.kan geridir, aşağıdır. Bir devir ki, Hükumetini eleştirir ve denetler, görü­ şünü basınında, kürsüsünde ve her yerde söyler, onun ahlô.kı yükselmiştir. Siyasetin bu geniş şekli, yükselen o alıttikdan doğmuştur.» Hamdullalı, yirmi yıldır girişdiği mücadelede en ge· niş ses hUrriyetini iııkıliib yıllarıııd.a buldu. ve inkılab kiirsüsilnden göğsiiniin bütiin kuvvetiyle haykırmakdaki mukaddes zevki tattı. Okurken bizi vecde kadar yiiksel­ ten bu güzel sözler, kim bilir dinleyenleri ne lıale koy­ muşdu? Ben şimdi en çok bu m ahrumiyelin acısını dıı· yuyorum. DAC YOLU'nun bii.yük ana-lıatlarından biri de ede­ bi değeridir. Uğultıı/u rüzgarlar, granit kayaları nasıl aşındırmaz, cilalarsa, milli kütii.blıdnemize yeni ve öden­ mez bir kıymet bağışlayaıı bu eser üstünden zamaıı da öyle parıltılı bir iz bırakarak geçecekdir. Hakkı Süha (GEZG/N) (1895-1963) (Vakit, 13 AğuStos 1928 Pazartesi, Yıl: 11, Sayı: 3807, s. 5)

XXVII


(DAG YOLU) ve TANRIÖVER Hakkında Birkaç Söz Diişmari toplarının homurtusu Ankara tepelerinden duyulacak kadar yakla.şdığı günlerden birinde Meclis'de Hamdullah Subhi Tanrıöver'in sesi yükseliyor: « Arkadaşlar, denenmiş bir askeriniz var. O, mem­ leketin kara-bahtlı günlerinde daima muzaffer olmanın sırrm ı bulmuş, daima olduğu yerde, silcihlarınızın ve td­ rilıinizin şerefini kıırtarmışdır. O denenmiş askeriniz, bugün yedekde duran en büyük kuvvetinizdir. -

Reisimizin bir def'a yanılmamış olan muhakemesi­ ııi, zekasını ve iradesini Türk vatanı lehinde terazinin gözüne koymak zamam gelmişdir. . . . Konuşmayın, karar tVerin arkadaşlar . . . Memleket tdliini O'nun eline emanet edecek müstesnd saat gel­ mişdir.» Oç asır kadar uzun ve dolgun üç ıztırab ve şan se­ nesinin bu kenarında bir an durup geriye bakanlar, çe­ tin imtihandan temiz bir başarıyla çıkmış bir seeiye gö­ rürler. Çanakka/'a rıutkuııdan Bursa nutkuna kadar; •Size ltiyik olmağa çalışacatız» va'dinden: «Karanlıklarımız var, atartacağız. Yurdutnuz viratıdır, şenleteceğiz. Yüz­ binlerce öksüz yavrumuz var, okutacatıı., büyütecetiz• XXVlll


va'dine kadar HamdulUıh Subhi'den ayrılmayan kurtarı· cı ilham nedir? Hiç dinmeyen, hiç yılmayan bu heyecan hangi asil kaynakdan geliyor? Nedir o mübarek kudret ki etten bir vücudu çelikden bir seeiye hdline koyuyor? Milliyet! . . Işte (DAG YOLU)'nda bunu bulacaksınız . . .



DA.G IOLU



AZİZ OCAKLI'YA Aziz Ocak lı ya '

,

Çetin :bir da� yolunda senelerıdir yürüyıoruz. Hareket nokıtasından uzaklaştıkça, ufuk genişliyor ve ri.irllgar artıyor Eski maıbet, eski i.imit aşağıda, ova­ larda kaldı. Kenarında dolaştı� uçurumlann d'iıbin· .

den m3ızinin la.fzı

ve şekli kaıy1bolan

şikayet ve itiraz

utuJıtusu ıgeliyor..

ıA.zi:z Oca.klı,

Milletinin tarihinden bir ıvazife aldın ve birbirinden daha yüksek tepelere d o ğ ru yepyeni bir önrlerin r\J(ya ve imanilyle ç11kli}'Orsun. Genç kaJibine :büyük hir

aşk sünuh etmiştir.

Sen Türk vatanı üstünde aşkın timsali:sin! Aşkın ya­ ni yeııyüzünün tanıdı�ı en büyük, en yaratıcı kuvıvetin ıtimsalisin! ,

Yokuşları tırm:andıkıça,

dır

ufkun genişledi kçe asırlar­

unutulmuş bir alemi hayran plerinle tekrar bulu­

yorsun.

ıAziz Ocaklı,

Sevıdli�in kadar aısil, se'\di�n kadar

yapıcı ve yük­

seltki bir inısanısın! Aışd.ı�n yol., seni ıztırap kaynakla­ nna doğru ·�türüylor. Iışı.ksı.z köşelerinde acısını söyle-

ı


me�e tenezzül etmeyen bedbaht, fakat ma�rur kardeşi­ ne şefkat ve teselliyi, iman ve şif3yı aşkın nur Mline ılro}rluı� parmaklarınla sen uzatacaksın! Köyterin omaısında ufak bir mektebin çatısı aLtında çalışan genç muallim, terkedilmiş ve ıssız kulübelere ' ücretsiz muayene ve ilaç götÜren ,genç doktor, biriken :bir halk kalabalığına yeni ıSlÖZÜ söyleyen genç hatip, teh­ like günlerinde iradesinin zırJılanna bürünerek dastani ibir kalhraman g ı ilbi bo�şan genç zaıbit, şiirinin, resmi­ .nin, mermerinin, aletinin başında yarınki �ürk vatanına ısan'aıt şekilleri ve sesleri yaraıtan genç san'atkar, ·sen iç­ timai bir tarikatın. bir aşk m�dbinin mürid!isin. Vazifen nedir di(ye soruyorlar? Bütün rüzgarlan yanık lroıkusu getiren harap bir memleketin üstünde, ihtiyaçlar ortasında bunalmış bir halkın karştsında, vazif'enin ne old�nu sana aşkın söy­ ledi! Sen birlik için çalışıyor.sun. Talibin ve tariıhin senden uzak d�üııdüğü kardeş­ leri, rbir akşam saatinde oca�ının dı,şarıyı ve içeriyi ay· dıniatan kızıl ışı�ında tekrar ·görüp tanımadın mı? Yaylalaı'dan ovalara, ovalarıdan yaylalara göçen, YOrük Anado!u, k:öylerin ve kasabalann yerleşmiş halkı ile beraıber, rneıJhep iıhtilaflan içinde parça parça olmuş· tur! Güneyde ve Doğuda milli harsına düşman iki lisan, hakimiyetini gösteren bayrağının ıgölıgesinıde ısana karşı mücadele ediyor.

İıstanbul kapıtannda,

dolu'nun

2

en

Aıledeniz kıyılannda eski Ana· beş ya·

koyu Türk rnerkeızleri etrafında dört


barııcı lisan konuşulan kaç tane ufak Makedo�a ve Kaf· kasya var? Vatanının kuzeyinıde, uıursuz ibir cereyan seneler· dir milli nııhu nu aşmc:hrarak içeri akmak için kendine taraf taraf köprü başlıan aramakla meşguLdur. ıSen uyamıklık için çalışıyor.sunl

Aziz Ocaklı,

Sen Türk'ün �n sözü,

duyan kula�. uyanık vic·

Janısm. Eıvıvelıkileııden başka, yeni fatih milletler uzun

yollardan gelerek müdafaa mesafelerini aştılar,. anayur· dunun huıdutlarma gelip yerleştiler; ufacık ada lc•nkJa· rına yapışarak sahillerint2 �b!Jdular.

Aziz başın, yastığının üstünde derin uyumasın! Sen ihtiyaca yard:ı.m edeceksin! Memleketin hanıgi köşesinde isen, Oca�la beraıber o y er in ihtiyacına yaıxlım edece�n! V�tiıyle dediler ki : Ocağının rnilhralbı önüne parti düşmanlıklan ile ge­

lenler, bu düşmanlıklan unuttular; ne büyük neıtice!

IBugün

diyorlar ki:

Ufacık ·lroy mektebinin kııılan, şehir çocuklan giıbi temizliğe dost oldu lar; ne mübarek netice! \Kardeşlerinin kallbini avlamak için yaıbanıcıların uzak bir sMıilde açtıkTan haıstahane, Ocağının küçük hastahanesi karşısında kapanıp giıtmeye meobur oldu. Ne güzel gaza, ne güzel bir zafer! Daha yolun uzurıdur, daih.a çok unnanacaksın!

3


OLduğun yeri güzelleştir,

intizamı te'·sis et,

hakkı

tanı ve tanıt! Gün iıçinıde değil, zaman içinde düşün; ka�binden bir

an tarilh hissi ekısik olimaısın. tıh.ıtirasa ve bskançlı�a kaıışı müıcadele et! Türk tarthinin, Türk ruhunun en kıorkunç yarası, bu kıskançlıktır.

Az.iı; Ocak.lı, ıKa�bim!de ve dima,ğrmdıa iyi ve güzel ne varsa senin emrettio�in hi7met yolunda .kullandun. Uzun seneler zar. fmda memleketin her köşesinde söylenmiş nutuklardan na sıl sa yazıya geıçrrüş birkaçını tıopladım, bun '

na uzaıtıyorum!

lan da

sa­

TeseUim odur ki; sen bunlann daiha güzel ini söyL> yecek ve beni bir baıba kalibiyle maÇur edeceksin.

Aziz Ocaklı, Yol daıha urunıdur, yapılacak şey yapılandan daha büyüktür, fakat; tarihinin en-gin ufuklanndan -gelen ve senin genç ci�erlerin� şişiren �; Ocağının mukad­ des ateşini durmadan parlatacaktır, çünkü : «·ufak ateş· leri söndüren rüııgar, büıyük ateşleri yakar!•

4


K Ö YCtlLÜK Ankara Türkıoca�ı'nın 1928 yılı derneğinde 24-:Şubat 1928 Cuma Arziz a11kaıdaşlar, Ben, köyıoül'ük hakikında ileri sürülen bu görüşe şid­

detle iıtiraz ediyorum.

Türkocağı ıbir isıt:ikrar müessese­

si.dir; karar veıımeden evıvel çok rdüşünür, düşünerek ka· rar verdi mi, kalbul etıtiği esaısı bir daha terk etmez. Her

ıba•şlaıdığımırz eski işleri 'bırakır, .birtakım yeni işler için teşel:fuüslere girersek, müessesimizin halkın nezdin­ de emniyet kazanmasının imkıfuıı yokıtur.

sene

Kıöycülük, Ocağın ka;bul etti� çok faydalı bir esas­ tır; !buna sadık kalmak Imımgelir . Beş altı sene evvel ih· tiyar bir kıöylülden işittiğim sözleri size tekrar edece�m. Bu kıymette ve beıagaHe bir sözü, haya t mektebinde

yetişmi•ş, rulhu hayat .teıcrülbeleriıyle dolu insanlar söyle yebilir. ıK.öylüye sordum : «Hükumetin Ankara'ya gelme­ sinden memnun musun?>> «·Eıvet!» dedi.

-Niçin? - Eşeğin sı·�na ne �sam; tavuk, bulgur, yahut çalı, Ankara'ya gidince hepsi para ol�r. Tekrar sordum : -Yalnız bumm için mi meınnunsun?


Bir ·şey demedi. Ben � anlatmak istedim : eBugün­ kü ıbü.ktiınet vergi memuru, jandarması, mahkemesi ve di�er adamlariyle senin için eskilsinden daha iyi midir? Daha kötü müdür? Köylü hana dıin kitaplanna malhsus bir veeize lisa­ niyle şu cevalbı veııdli : «•Aıbdıüllhamid zamanında bize Paş.alar ver dedileJi veııdik; öl dediler .-öldük; Onlar ·gitti, yerine başka Paşa­ lar gddi; on1:ar da bize ver dediler verwk, öl dediler öl­ dük. Bunlar da gitti, yerine siz geldiniz; siz de ver dedi­ . niz veııdik, öl ded.iniz ölıdük. Şimdi merakla bekliyoruz; biZe ne zaman al diyeceksiniz! » ·

Bu Jroylüye· fikirlerdenı, oııtaıya atılan yeni düstur, laııdan, kitaıplann dileyle i dare farklanndan bahsetmek '

e)bette mümlkün değiLdir. Hayaıt adamı ol'an köylü, fiil halinde kıaıışliSlna çıkan iyiliği derhal ıtakdir eder. Görü­ yoıısunuz :HüıkılrnetimirL tesirli bir sa@ık mücadelesi aç­ ml·ş v� bunuı,ı :ı;ıeticelerl taraf taraf mey.valannı verme�e başlarruştır. Halkın lehine ibeiLi i,>aşlı farklar vücude ge­ tiren kanunlar tat1bik ettik Yalnırı aziz ar.kadaşl'ar, ma· ziden bize kalan miras korkunç bir yıkmtıdır, perişan­ lıkıtır. Bu ttopraıkta ıbütün cemiyederin · vazifesi, Hüku· metin her s�da . açtiğı mücahedeye kend'i imkanlan nisbetinde yardim etmektir. Biz köyctilü� yalmz köy­ lülerimi.z.in paraıs:ırz: : muayenesi ve t�isi; onlara göllJo denii�imi biraz· kara tahta, 'biraz tebeşir. . bunlar ve bun­ l'arm dıo�dan do�ruya neticeleri olarak düşünmüıy(> nız.- Biz ılroycii lrüğü·· aıynı zamanda siıyasli bir düşünce ile yen i devir ve inkıl�l>ı k.Oyliiye sevdirmdc, buıgünkü adam­ ların dünkülerden Çok farklı olıdu�u göstermek için mulhafaza etmek isıtiyloruz. Köylüler, doktOrlanmızı Hü· kUmetin menrurlan .sayıyorlar, haıtta. geÇenlerde hasta 6


oLduğu için, muayene gwıunu geçiren bir d.oborumuz. dan köylüler

Sıılıluye Vekaletine (ıSağlık Bakanlığına ) şik.aıyet ettiler. Bu şikayet bile, ne güzel ıbir ha.dıiısedir!

Uzun aısırlar: kendisine bir şey verrnek üzere bir de­ ıfa aranmamış olan zavallı köylüleriımiııden 'biri ıdokıtor Şükrü Y usuf Bey'e : «HamdoLsun Ankara'da bizi düşü­ nenler var! » dedi. İıster misiniz ki üç dört senedeniberi şehrimizin etrafınıdıa müessesenizin bu şefkat ve itina­ sınclan faydalanmıış olan köylüler, yarın kendi içlerin­ de : «Bu dostluk da süreksiz, yalanıcı ıbir şeymiş» dliye biLsinler..

Arkaıd.aşl1ar! Türk köylüsü ve Türk münevveri uçu­ rumla biı:ıbirinden ayrılmış iki yab ancı adamdı. Bir lev­ ıha hatinde gözümüzün önüne getiri!)'Orum : Genç bir dokıt:orun, suif kendi isteğiyle ve Ocağının ilharniyle � zuk köy yollarında, menıfaat arama:b.ızın, muztarip bir kıöylüye ilaç .ve tedaıvi götürdüğünü ıseyrediniz! Vaıtan toprakJarı, bu manzaraları görmek için, ne kadar za­ man bekledi. ·Batı dünyasının en uzak müsteınlekel ere vaıhşi kıt'alara ayn dinden ve ayrı ırkıtan birtakım in­ sanlara, Lınan, medeniyet, Ş(ikat ve tedavi tevzi eden misyonerlerine mukabil ıbiziıın misyonediğimizin durma­ sı, geri dönmesi · değil, :büıyümesi, bütün memleketi ku­ caklaması lazım gelen ibu şefkat hareketinin nihayetsiz bir inkiışafiını eınreder. Bu hareketle aralannda, dün uıçurum· olan Türk münevıveri ve Türk köylüsü el ele ve­ riıyıor, dOst ve kartfuş olıdu�u idra·k ediyor. ,

kiz arkadaışlar, Türk Iroylüsü ırkırnızın köküdür. K.Oke giren haıstalııklann tedlarvi·sıi için baışladı�mız ihti­

mamıclan nasıl vaz geçersiniz? tıdare

raporunuzun bir kı9lllında hayram ,günleri Ocağınıızın meroiveninde ayak ses�rini duyduğunuz köylü kataıbalığından •bahsettiler.

7


Oç, beş, sekiz, on saatlik yollardan sizinle baıyraıınlaşma· �a gelen ldöylüler, yaz tıQprağı gitbi derin çaıtlaklarla ay­ rılmış, katı elleriyle sizin ellerinizi sıktıklan gün, mü­ esseseni.zin en büyük baıyram ıgünüdür. Biribirin i sıkan bu münewer ve köylü elıi, senelerıdir hasretini çektiği· miz 'bir kavuşımamn hasıl olıduğunu bize gö;·teriyor. Bu neticeleri veren geçelbiLir mi ?•

8

bir hareketıten

Türkıocağı

varz


MAHMUD ES'AD BEY'İN NUTKUNA CEVAB Tüı:ıkoca·klan Merkez ve Hars Heıy'etleri şerefine verdikleri ziyafette

Ankara

:

9 Ocak

1928

Pek muıhterem Mahmud Bs'ad :Beyefendi, Milliıyet fikrinin

ilk rehberlerine,

yakınlık ve mu­

habıbetle dıolu

olan ·bu sözlerinizle çok haklı bir iltifaıt­ •ta bulunmuş oldunuz. Kimi bir şAir, kimi bir muharrir, kimi bir tari:hçi, bir lisaniyatçı, bir gazeteci, bir müder­ ris olan ıbu aziz ve güzide arkadaşlamnın sizin lisanıruz­ dan .böyle !bir ilti.fata ma7lhar o!ımalan, bilseniz beni ne­ kadar mes'ut etti. ·Fikir ve san'at adaml a n yalnız bir şeyden korkarlar : Unu tulma k ve inkar edil!mek . . . On­ lar

unutulmadıklanna

yeni

bir delil

gördükleri vakit,

mes'ıı t olurlar. Haıyaıtta bekledikleri mükAfat da yalnız

ıbundan iıbaretıtir. Emin o1aıbiHrsiniız ki, gelen sözleriniz, doğrudan tir ve bunun hatırası

her biri ayrı ayrı,

doğruya kalbierimize

bizde çok

kuv:vetli

kalıbden ginniş.

olarak kalacak­

tır..

Büıyük fikrin bu aziz rehberleri, biu.at isabe tl e iŞa· ret huyurduğunuz :üzere çok mihnetli yollardan geç.tiler. Eter kısacık .bir zaman içinde yendikleri zorlukları ay­ n ayn zikretmeye imkAn o)saıydı, bunu ifA etmekle bab-

'


tiyar o!uııdum. •Aciızler için imkAnısıız, korkaldar için mütıhiş göriinen şey, kahramanlar için idealdıir. :ıo Bu a}Qşam yücelttiğiniz 1bu şiirler, bu müıderrisler, bu mu· harrirler, memleketin bu maruf aHmleri fikir mücade­ lelerinde saıyısı.z yara almış, fakat bir defa başını geri çevirmemiş ve arkalarmdan yürüıyenleri, ken4ilerine i na­ nanlan zafere ula·şıtırnıış kahramanlardır. Vaktiyle dağ baışınıda çoıbanlar bir ateş yaktılar. Bir­ çok yolc.ul:ar, onlarla beraıber ben, bu aıteşe gözlerimizi dikerek yol aldı k. O ateş lJSSIZ, ,S<>tuk gecelerde yandı. Engin ve yeni ufuklar seyreden bir dağın başında, ço­ banl·arın va·ktiyle yaktığı ateş sizin bu akşam yüceliğini belirttiğinirz Ocaktır. O ateşi .yakan vaktiyle genç ve şim· di irhtiyar olan çObanlar bu akşam etrafınuıdadır. •Türk milHyetıçiliği fütuhaıtçı değildir.» dediniz. Memleketleri kastederek söyleıısek, şüphesiz Türk milli· yetçiliği fütuhatç.ı değildir. Gönülleri kastederek söyler­ sek, Türk milliıyetçiliği fütuıhatçııdır. Bizim için bir kalb; hir diyar, bir iklimdir.. Uzak­ tan bize gelen gölgeyi vaktiyle bize gösterir, derlerdi ki : «Bu geçert ıbir düışanandır, sana yaramaz! • Bize düşman diye gösterHen bu ıgölge yürümekte, yaklaşmakta devam etti. Bize dediler ki : •·Bu gelen yaıbancıdır, sana yara· ma.z.:ıo GöLge, yaklaşma.kıta devam etti. Karşı karşıya gel· d�k. ·hayretle gördük ·ki, o gelen bir düşman detil, bir yarbarıcı değil, asırlar arasında yıolunu şaşırmış ni.hayet cedlierin, kardeşlerin ocaiJna dönen bir kardeştir.

Okuduğum şiiri kimler dinleyecek, ,tahdit edebilir miyim? Yazdığım kitabı kimler okuyacak, düşünebilir miyim? Çok haklı olarak dediğinirz' giıbi milliıyetçilik bir fikir hareketidir. Fikre ıhudut çizilir mi ?

10


Türkoca�ı. milli hudutlann •haricinde fiili biçbir yayılma saha•sı kaıbul etmemiş ve etmeyecektir. Türkoca­ �. harsi ve· içti·mai bir hareketi teosil eder. Te'siri şa. mild'i r. Rus inkılabı piyıoniyerlerle, konsomollarla; hal­ yan milliyetçiliği si1aıhlı Faşist oteşk.ilatiıyle kendini kabul etıtiriıyor. Tür.kcc:atı'nın temsil etti� harıst ve içtimal milliyet­ çilik silahsızdır. Silahlanmız var, fakat kalblerimizde . . . Ocak kurulıduğu gündenberi milliyetçi, halkçı, garp­ çı ·ve inkılapıçı bir fikir cereyanının menıbaı olmu�tur. Türkoca� on altı senedir Türk ruhunun manevi ufuk­ ları arkasında yavaş ıya'\·aş belinn�e başlayan ve ni'hi­ yet dıoğan ıson büyük inkıl3ıbın gönüllü askerlerini yetiş­ tirmiştir. Anaclıo!u'da Kuvayı Milliye henüz teşekkül etmemiş­ tL Mecliıs topl:anmaıımş ve Hükıimet kurulmamışıtı. O zamanki Türkiye'de mevcut yirmi sekiz Ocağın merkezi olan İstanbul Türkoca�. kendi reisini tanımakta müş­ kütit çekrnedi. Yanıbaşındaki •Babıali'ye değil, karşısın­ daki Saray'a değil, fakat Anaıdıolu'nun uzak bir köşesin­ de milli ümidin timsali olarak çıkan genç kalıranıana şikayetlerini yaııdı ve merciini tanıdı. Ve onun etrafın­ da sımsıkı toplandı. Türkocağı büyük Rehberin, lnkılapçırun emin ve harim ıbir ·kuvvetidir. Bize, Türk vatanı üstünde şahJ.ıS zorbalığını devam cttinnek isteyenler hakkında ne dü­ şündüğünüzü ifade etıtiniz. Pamıaklannın ucunda kendi hesaplarına işieyebilecek yırtıcı tımaklar muhafaza et­ mek istiıyenler, hür ·bir va.tanın havasında rahat rahat yükselrnek isteyen istidatlann

tan başka ne ııiya 'IÖrelbilirler?

kanatlarını parçalamak­

ıı


Eski Türkiye'nin havasında Yeniçeri korkusu, Med­ rese Jrorkusu, Saray kıorku9U.. Dünkü Türkiye'nin hava­ sında ·sokak başlannda gecenin karanlık saatlerinde pat­ layan gizLi sitahiann korkusu hükümrandı. Bugünkü Türkiiye'nin haıvaısında yalnız bir korku hükümran ola­ caktır : İşlenen, ir:tik3ıp edilen günaıh, kanunun cezasm­ dan kurtulmaz;,_günahın her nev'ine karşı, korkunun bir nev'i yalnırı, Kanun korkusu . . . Türk vatanı, lüzumunıdan fazl•a 12Jtırap çekmiş olan yaralı ve harap Türk vatanı, temeli fazilet üzerine ku­ rulmuş olan Cuımihuriyet Adliyesi'nden bunu hasretle bekliyor.

12


GAZi'NİN HEYKELİ Ankara

:

29 Ekim 1929 Cuma

Hanımlar, efendiler;

Anadolu yaylaısının "-' yüksek şehnişini üstünde, bembeyaz �nnerlerin yukan kaldırdılı şu yatız a.ta bimniış tww;tan adamı tanırsınız! .. Türk va.tanınm en t&ıihslz ve en utursuz giinlerin­ de g.i.zlilik perdeterini sııyırarak ortaya çıkan bu eısraren·

giz adaını tanırsınız! .. Mermer ve tunç, duyan ve düşünen milletierin elin­ de şimdiye kadar hatır ve hayale gelmez şekiller aldı. Milletierin ebediıyete ıbağlamak istedikleri ulıvi düşünce­ leri, derin ve nihayetsiz aşklan iıfade . eden bu miden, tunç; Türk vatanmda bütün haUun şimdiye kadar du­ yulmamış en nt.dir hislerine bir şekil vererek işıte kar­ şımza çı·kryor. kendimirıe sonıyonız : AoaJba bu mMen dün­ yAnın neresinde bundan daha iiMU, bundan daha güzel bir mevzuun ifadesine vzıta olmuştur? Kendi

O, bir askerdir. Vatan müdalaası için sii.Mımı eline aktıtı. emir ve kwnanda mevkiine geçtiti günden beri hiç bir defa nı.atlup olmamış bir askerdir.

Bütün dü.ştütü

bir

momleket J:Da#lubiyetıten mallub�te o, dAima galip kalmanın sımnı but�

zamantarda

13


muş ve nihayet millıi tarihin bitmeye mahkUm göründü­ tü günlerdie İstiklal Mıi.icidelesi'nin başına geçerek vata­ nı.na kat't zaferleri ve halisı getinniştir. Günlerce, haf­ tahırca üsıtünde Sakarya muharebelerinin şimşekleri kı­ mıldıyan şu karşı ufuklardan Akıcieniz yalılanna kadar açılan sahaJ:arda bir aJVUÇ toprak var mıdır ki hali onun tantanalı gazalannın hatırasını ta:şımasın?

O, bir teşokilatıçıd:ır. Cihan muharebesin·in enıkaz hA· linde bıraktılı bir devletıten yepyeni bir devlet çıkarmak için lazım gelen unsurlan o topladı. Onun eli aJ:tında hükumet kuruldu, ordular doldu. Yeni bir istiklbal için yeni bir idare cihazı işlemete baş­ tadı. O, bir siıyasidir. Uzak ve yakın tiriıh, iyi bir talihi hak etmiş olan ;birçok milletlerin, hatıta hesapsız akan kanlar paıhasına kazanılmış zaıferlere rağmen kıt görü.ş.­ lü siyasiler tarafından nasıl felaketiere sürüklendiiini bize hikaye etmiyor mu? Türk davAsı etrafında cereyan eden müzakerelerde Türk va tanı lehine elıde etti� neti· celer en tyimser hayilin hud'Utlannı pek çok aşmıştır. Em.sAti olmıyan bir görüş açıklığı, anlayışta nihayetsiz ıbir iıhaıta ve şümul, daima karşısındakini kendi arzusu­ na doÇu �n saııp, yalçın bir irade ona rnevzii muvaf­ fakıyetlerden başlayarak Lozan'a kadar 'birbirini takip eden bir sıra büyük muvaffakıyet temin etmlştir.

O, bir isiAıhatıçıdır. Bütün Müslüman dünyasını muh­ telif derecelerde esarete uAratan minevi zen�irJeri ya­ nılınaz bir isabetle keşfetıti ve onlann hepsin� birer bi­ rer koparmasını bilıdıi. Eğer mazlum Doğu milletlerine Jrudretli ve mes'ut bir istikbal için bir yol aramak lA· zunsa, .şimdi Ankara şehrine yukandari bakan bu bü­ yük vatandaşın çizdiği yoldan geçmek Widir, deriz.

14


Onun tatbikında göstertdi#i kudret ve ıslAhatı düşün­ mek bir hayal, söylemek bir ifrat, tatbika kalkmak bir cinnet gibi görünebilirdi. Her müşkülü yenen, her im· kan sızı mümkün kılan cesareti , dastani ve efsaneri bir mahiyette olan bu inkı.laıpçıdır ki, bize umurıU tarihin bahsetti#i .bütün ıslihatçılan gölgede biraktı. O, bir rebbel1dir. Alskerlikte, i:dlrede, siyAsette, iç­ timaiyatta, san'atıta ve zevkte bize dAiiWl haıyret veren en güzel esaslan O lroydu, en güzel şekilleri O gösterdi. O, bir baıştır. Perişan gönülleri ümid� dolduran, har.p m eydanlannda topla nma yerini haber veren yük· sek bir bayrak gibi mUhtelif �llarda d'3#ıılmış zekalan aıynı irade altında toplayan, yanına giren her ferde : eSen benim fevkimdesin• dedirten; ortaya koydutu esaslara candan sadık ol antan dAima bir dost eliyle hi· ıdye eden bir lbaıştır. O, bir hatiptir. Türk lisanının en yüksek Albi&le. rioden ıbirini onun bir başkasına nasip olmııyan lisanı Türk milletine verdi. Nutuklarmda öyle parçalar vardır ki, ifadenin belagah i tilbariy.l e bugünkü ve yarınki n� sillere yükısek birer örnek olacaktır. Aman -venniyen sı­ kı bir mantık, sadelik ve aısalet, perdesi uzaklık ve de· rinlik veren içıen gelen bir ses onu mücadele tArihinin rekabet kaıbul etmez bir hatibi haline koydu. Ey Türk vatanı ! Bu civanımerd ve büyük evlAdın senin saıyıLSız ilhtiyaçlanna göre bazen bir asker şeklin­ de göründü, bazen düışkünlük .ve büsran saaıtlerinde, ce­ saret neşreden bir hatip olarak konuştu. ;Dağınık yur· dunda, zaman oKlu inıce ve asil elleriyle enkazı tQPlaya­ ra.k yeni ıbir devletin temelini attı. Bir IIUlsa başında saati geldiği vakit, onu ıbir siıyasi olarak müzakere eder­ ken, emirler yazarken gördük. Gün oldu; tıJıs.ımlı par..

15


maklanyle ebediıyete dayanmış zannoluna:n ne kadaı köhne müessese vai1Sa, dokundu ve datıttı. Günün bi· rinde İstiklal Mücadelesi'nin tfu-iıh.ini yamnak lazım gel· di; onu, O yaulı. Şimdi O, kurşun uÇalJ. ve uçununlarla çevrili ölüm yollarından geçmiş, bu suPh ve umran günlerine visıl ol­ muş, Anaciolu yaylalan üstünden Garbm voe istiklalin engin ufuklanna bakıyor. Hareketini devamlı bir dikkat içinde durdunnuş, gözleri uzakta ve derinde bir nokta· ya dalmış, karşımmxla bekliyor. BalıttılJ. taraf Türk. tAri­ hine yeni bir istikamet vererek bir hedef diye gösterdili hayat Alemi, yenilik llemi, Batı Alemimr.

L6


MERKEZ HEY'ETİ ıBİNAsl Ankara

:

21 Mart 1927

Efendiler! Bundan onaltı sene evveldi. İstanbul'un tarihi bir cadidesinin kenarında, mütevazı bir evin üst katında, iki çıplak ve fakir odada, ilk Türkocağı kurulmuştu. Ora­ da toplananlar bir içtiıma tertip etıtik.leri vakit, dinleryi­ cileri oturtmak için yeter sayıda iskemle bulaınaıılardı. Aşağı, sokağa inerler, civar kahveler.den , kendi ceplerin­ den veroikleri ufak paralarla iıskemle alırlar, bunları sırtlarında Ocağa getirirler ve toplantıdan sonra gene iade ederlerdi. Tüııkocağı kenıdini ret ·ve inkar eden bir hava için­ de doğdu. Ona herkes karşeydı. Hatta bir çok Türk ay­

dınları bile.. Diğer unsurlar her şeyi dinlerneğe taıham· mill gösteriyorlardı. Fakat Türklüğün geçmişinden, şe­ refinden ve hakıkından ba'hsıolunduğu vakit bunJan isiı­ rneğe tahammülleri yoktu. Türkocağı diğer unısurlann husuısi tesanüdüne kar­ şı bir aksülamel olarak meydana çıktı. Osmanlı İmpa­ ratorluğu dahilinde her' un surun kendine mahsus bir dA­ vası va:rıch: Her unrurun hakkı mevzuu baıh5elurdu. Da­ v3ısı olmayan, hakkı düşünülımeyen yalnız Türklerdi. Türk:oca� Osmanlı vatanının üzerinde ilk defa sı.kıJmış bir yumruk gibi göriindü, ve Türık dmrası Türkocağı ile

17


di�er davalann arasına girdi ve bir mev'k.i tuttu. Türkoca­ �ımn iddiası Türk miLletinin hakkı, Türk milletinin şe­ refi ve onun her tdhlikeden korunma sı gereken gelece­ ğiy'Cli. Türkoca�ının dloğdu� günle, bu .gün arasında on­ altı senelik bir mesafe vardır. Ben şimdi hayalimin gö­ ziyle bu mesafeleri dikkatle ve hayretle seyrediyorum. Muıhterem efenJdıiler, ·durduğum noktadan iddia:s ız, sade bir çatı görüyorum. Milli Mücadele'nin başında Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi'nin altında ·toplandı�ı çatı. . . Milli ve müıbarek bir köşe . . . Duıvar:ları ve eıb'adı büyük obnayan bir bina, fakat Aya-sofiya giıbi, Süleymaniye gi­ bi, Kolize gibi, eski MliSnn beş altı bin senelik Amon mabedi ıgibi asırların hürmetle, huşu'la etrafında tavaf edeceği bir bina . . . Bu çatının üıstünıde bir kaç sene evel yeni •b ir bayrak dalgalandı. Bu bayra�ı Asya ilk defa gö­ rüyordu. Milliyet düsturunu ilan etmiş olan bir bayrak .. On altı sene evel edebiyat, san'at , ilim, fikir saıhasında dbğmuş olan milliyetıperverlik, o bayrakla siya·set saha­ sına geçti. Saatlerini, dakikalarını bildiğiniz bir müca­ dele tarihin i size tekrar anlatacak değilim. Bu mücade· lenin nasıl bir irade ile murzafifer oLduğunu biliyorısunuz. Milletleri idare eden fikir cereyanlandır. Fikre muka­ vemet edecek 'bir kuvvet yoktur. Öınrüan�ün daracık hudutlan içinde fikirden ve kalbden uzaklaşan ne kadar müesseselerin ve kos koca imparatorlukların yıkıl:chğını, burdabaş olduğunu gör­ dük. Türk milliyetperverli.ği tarihin kaydettiği en güçlü fikir cereyanlarından biridir. .Bu cereyan her manii kı­ rarak, her müışkülü atlayarak, kanlı bir yol üstünde yü. rüyerek ilerledi 'Ve kalibimiz huşu hissiıyle dolu olarak görüyoruz ki, o buıgün bir Türk hakimiyeti şeklini almış ve vatan tıoıpraklan üstünde bir Türk devleti olımu.ştur. 18


Efendiler, T.ü.ııkoca�'nın muayyen birkaç emeli var­ ·dı : Dini bir rzümre halinde yaşayan bir cemaati bir mil­ let haline yükseltmek . . . ·Bugün Türk halkı bir millettir.

Ve bütün milletler arasında şerefli mevkii tutmuş bir millettir, Türkocağı Türk milletini durmuş, ölmüş ve kendi içinden çürümüş bir medeniyetten çekerek bütün dünyaya hakim canlı ve yeni bir medeniyete götürmek iıstedi.

O

medeniyet zilhinlerini.zde hazır duran Garp me-

. deniyetidir. Türk milletinin mürşitleri., reisleri, salahi­ yeltar Hsanlarile bu i'sıtikameti memlekete gösterdiler, bugün Türk milleti garba teveccüh etmiştir. Efendiler, büktımetin gayretini biz hal.kın gayretile itmam etmek istiyoruz. Türkocaklan, Muallim Birlik­ leri, Hilal-i-ahmer, Himaye-i-etfal, Tayyare Cemiyeti, İd­ man htifakları, bu saydıklanm ve saymadıklanm, daha yüksek, daha kadir, daha marnur ve mes'ut bir Türk va­ tanı için hükCımetle beraber mücadele eden kuvvetlerdir. Yabancılar bilmelidir ki, Türk vatanının haklan mah­ fuz olmak için, büklımetin yükselttiği surlann arkasın­

da, ılıalkın gayretinden doğmuş surlar vardır. Siperler, manialar çoktur, kalalar müteaddittir, içeri geçilmez. Bu cemiyederin isimleri başka başkadır. Fakat hepsi birdir. ·Bunlar hepsi ayni iradenin muhtelif sahalarda ayni emel için çalışan teşkilatıdır. Heıpsi halkın bir ta· kım iıhtiıyaçlannı tatmin ederek daha kavi bir Türkiye için çalışıyorlar. Biz bu kardeş müesseselerle el ele yü· rüyoruz. Arkadaşlar, bu nıoktadan etrafıma bakarak yeni

An·

karaıyı seyrediyorum. Yeni Ankara bir aşkin mahsulu dur. Türkocağı aşkın mahsulu olcfıuiu gibi.. . Milli Mü· cadeleıyi zafere eriştirenler, siLihları bı·raktıktan sonra, ellerine san'at aletlerini aldılar, ve bütün Türk tarihinde görd�müz üzere umran, intizam ve güzellik için uğraş-

19


ma�a başladılar. Muıha.tJbet büyütür, süsler, ve güzelleş­ tirir. Türk vatanını halasa erdiren muhabbet, şimdi Türk vatanını süıslemek ve gmelleştirınekle meşguldür. Türkocağı her din g�bi ufak -bir mescidin içinde millet aşkından d�u, büyüdü. Gönülleri i9tila etti o, milliyet cereyanile, idare oldu, hak..i miyet oldu, devlet oldu, şim­ di mahetlerini bina ediyor. Anadolu yayiasının ortasında vaktile cedlerin Avru­ pa ve Aıfrika yoll:annı seyr ettiği engin ufuklar karşısın­ da şimdi, biz Türk istikJbalinin engin ufuklarına bakan binamı:z:a başlıyoruz. Bu dakikalarda mümkünmüdür k�. Gaziyi hatırla­ mayalım? Asker, siyasi, teşkilatçı, reis, telkinci ve isla­ hatçı olarak öyle ·vasıfları vardır ki, her biri ayrı ayn bir adamın ömrünü asırlara ve ebediyete rapt etme�e kafi gelir. Milletin en karanlık günlerinde o bir kenarda du· ran müthiş bir illıtiıyat kuvıveti imiş. Türkçül� bütün ruyalannı tahakkuk ettiren aziz reisiınıizi şimdi hürmet­ le, hlliŞu' ile selamlıyorum. Onun muhabbeti bizim kalbi­ rniııde bir dindir. Ne mes'ut bir tesaıdüf ki, Gazi namı· na Ocağın temelini İsmet Paşa atıyor. 'İsmet Paşa daha küçük bir zabitken Oca�ımıza gelir, milliyetperverlik ve caun emelleri hakkında birz.imle konuşurdu. Gazi namı­ na taşı koyacak olan İsmet Paşanın ismi, Oc.atın defte­ rinde bir fahıii gurur mevzuudur. Bu bizim için iki maz. ' ın riyettir.

Fiendller, bundan beş asır evıvel Anadblu toprakla­

nnda cedlerimiz bir siyasi vah'det için gayret ettiler. Ufak rbeylikleri , aıyrı ayn teşekkül etmiş hükümetleri

kaldırarak Anadolun un 20

si:yisi vahdetini

temin ettiler.


Bu günkü nesle düşen vazife iıse, me:Meplerin, Türk lisa­ nından hariç olan leıhçelerin vücuda getirdi�i farklan ortadan kaldırarak siyasi va-hdet üzerine harsi vahdeti tesis etmektir. Türkocakları inrkılaıpçı ve cumhuriyetçi hükfunetin mesaisine, kendi mesaisini ilave ederek bu yolda çalışı­ yor ve git gide lbüyüyen teşkilatile bu makısat için çah:ş­ makta devam edecektir. HükıCımetimizle heraıbcr daıha büyük ve daıha güzel .bir istikbal için yaptığımız mücadelede Tann bizi mu­ vaffak etsin! •


B'OYOK MİLLET MECLİSİ'NDE sAAdPAŞAZADE sEZAt BEY 19 Mart 1927 Cumartesi Arka daşl ar!

Sezai Bey ha kkında bir karar ittihaz ıbuyuracabı­ nız, Sezii Bey edebiyat tariihimiızde çıok manıf olan bir nesle mensuptur. Mxlülliak Hamid ve Nanuk KemAl devrinin, o zaman ve ondan sonra gelen nesillere icra etıtiji te'ısir Millet Meclisi'nce de milurndur. Bu, birz:im sa n 'at tari'himi.ıJde belli ıbaşlı devi rl erden biridir. Ondan evve lıki edebiyat araısında bir uçurum açı lmışt ı r. Daha evvelki edebiyat memleketin kavi ve zengin adamianna taıhsis e d ilmi ş çok dar bi r edeıbiyattı . Oraya, yalnız sul­ tanlar ve vezirler gireııdi . Ş imdi k i anlayı,ş ımıza göre bir vatan mefili.umu, eski edebiyatın içi nde mevcud delil­ dir.. Bu gün memlekette tatıbik ettiğimiz bir çok yüksek fikirler, benimle beraber kaıbul buyurursunuz ki Namık Kemal ve Aıbdülıhak Hamid devrinde ilk defa olmak üz.. re Türk milletine telkin ediLmiştir. Biz, hürrüyet fikir­ lerini en ev;vel hu neslin kitaplarmda okuduk. Ve şim­ diki telakkiye göre bir millet ve vatan fikrine onlann s ahi.feleri nde tesadüf ettik. Bilahare kan l ı ihtilallerle is­ tihsaline çalıştığım.ız haki ann ilk davasını, onlann eser­ lerinde gördük. Türk istikbali için duyduğumuz hasret­ leri, zulme karşı kalbimizde uyanan Şi kayetle ri evıvelA onlar ifade ettiler. 22


Onlann neslidir ki, edebiyatıınızın kapıiSını ardına kadar açtı ve bu kapıdan Türk vatanı bütün halkıyla, fakirliığiyle, ıztıraplariyle ve bütün rüyalariyle içeri girdi. Arkadaşlar; bunlar fikir nokta-i naZ'anndan, o za manki ve daha sıonra gelen nesillerin mürebb isi ve mür şididirler. Atynı zaQlall d a edebiyatımızın şeklinde mühim bir taıhaf\'IVÜI vücuda getirdiler. Uk ramanları onlar yaz� dıl'a r.

tık

tiyatro eserlerini onlar tanzim ettiler. İlk kü­

çük hikayeyi bize onlar verdiler. Gar1bin romantiklerine mukaıbil,

bizim romantiklerimiz

Hamid, Namık, Sezai

Beyler ve arkaıda·şlarıdır. Arkadaşlar, Millet Meclisi, Türk vatanmda maaliya­ tın ( yüksek, derin fikirlerin) en büyük hamisidir ( koru· yucusudur) . ıBugün büyük n as irimiz hakkında bir karar ittihaz buyuracaksınız. Abdül'hak Hamid ve onun en yakın arkadaşı SeıJ.i .Bey, eski bir nesil den, büyük ve tarihi ıbir nesilden bize yad1gar kalmı·ş iki 3Jbidedirler. Albdmhak Hamid şiir lisanımızıda, yani nazmımızıda en yü�ek belagati gösterrli, diğeri nesir lisanımızda en yüksek asaleti gösterdi. Muhterem efendiler, müsaadenizle bir an için size bazı hariç memleketleri hatırlatacağım. Her yerde bir millete büyük hizmetlerde bulunanlar, o milletin takdi· sine ve minnetdarlığına hak kazanmışlardır. Başka mem­ leketlerde bir mürşi d, bir mübeşşir vazifesini görmüş olanların resimleri, müzelerde görülür, heykelleri, mey· danlan tezıyin eder, isimleri dillerdedir, tercüme-i hal­ leri, mekteıp çocuJdarının kitaplarınıda okunur, hatıra· ları, milletin sayıgı ve sevgiyle dolu olan kalibinde saklı dır, evleri ziyaretıgahtır, dokundukları eşya, milletin mu kaddesaıtı meyanına geçer.

23


•Bizde, maalesef -maalesef bir za'fımız olarak i 'ti­ ra:f edelim- öyle değiLdir. Kendi tapraklarımızda muh telif s3ıhalarda yeüşdirdiğimiz büyükterin izlerini aradı­ ğımız vakit, onlara nerede tesadüf edili r ? Aynca tür­ beleri mi

vardır, evleri

heykeller i neredeıdi r?

ziyaret mi olunur,

levhaları,

Demin bazı yabancı memleketlerden size bahs et­

tim. Mu'hterem arkadaşlarım, bir baba tasavvur ediniz. Bir .meıyıdandan •geçiyor, bir müzeye giriyur, bu müzeyi

ziıya:et ederken çocuğunu durdurur ve ona der ki : ceMil­ lete şu hizmetleri yapmış olan büyük bir adam karşı­

sındasın, oğlum çalış, sen de onun g�bi oJ ! . ,.

Biz, aynı örneği çocuklarımıza göstermek istediği­ miz vakit, lCDtıraıba, mahrumiyete terk edilmiş olan bü­ yüklerimiz i nasıl işaret edelim? .. Sezai Bey, yalnız bü­

yük hir nasirimiız, bir eıd�bimiz değil, aıynı zamanda öm­

rü vatan mefkılrcleri için mücadele ve mücaihede ile do­ lu bir hamiıy et timsalidir. Zaman zaman Millet Meclisi Aıbdülhak Ham !ıd için olduğu gibi, Zi;ya Gökalp için de pek güzel bir kadirşinaslı k göstermiştir. Umuyorum ki,

eski neslin bize yadigar kalan son iki adamından Alı­ dülhak Hamid Bey hakkında gösterilen teıvkir ( ağırl�­ ma, ululama ) ve taltif. Sezai Bey hakkında da göste rileıcektir. Aziz arkadaşlar, size tekrar ediyorum. Onlar, bi­

zi m mürebbilerimizdir, veli-nimetleri:ıniulir.

Onlar, bi­

zim ka�bimizde ya·şayan yüksek hislerin, zihnimizde

ya­

şayan yülcsek fikirlerio ilk n3şirleri , ilk mübeşşirleri­ dirler. U mdu�vn üzre Sezai Bey hakkında, bu

talıtif kara·

nnı verecek olursanız, ·bendeniz k.aniim ki; uzun bir f�

ragat, mi1cAdele ve mücahede ömrünün ; bu karar,

taltii, te ınam iyle hak edilmiş bir müWatı olacaktır.

24

bu


DEVLET MÜZESİ Ankara : 28 EylUl 1341 ( 1925 ) :Pazartesi Muıhterem efendiler! Memleket topraklanna yeni müzenin temel taşını atacağız. Bu hadise ile zihnimiz rneşgulken, eski impa­ ratorluğun intişar salhasmda vücuda geLmiş medeniyet­ leri ve o medeniyetlerin yadiıgar bıraktığı san'aıt ve ta·

rih definelerini hatırlad1m. Bski büyük imparatorluğumuzun sınırlan dışında kalmış olan İyaJıyayı hir tarafa bırakırsak, acaba klasik san'at merlbalanndan han'gisi ellerimizin altında mev­ cud değildi? Eski Asur medeniyetinden Yunan medeni­ yetine, Firavunların, Hititterin medeniyetinden Bi1ans, Emevi, Abbaısi, Sellçukıi medeniyetine kadar bir çok es· ki büyük medeniıyetler o engin hudutlarımızın içinde in­ kişaf etmişti. San'at ve tariılı seviyesi taşıyan hangi Türk, garıp müzelerini içi kan ağlamaksızın ziyaret ede· ibilir? San'at aşk ve

hürmetini unuttuğumuz

asırlarda

çok uzun süren bir muhaceretle, her ·b iri dıeğeri )fade edilemeyecek kadar mümtarz ve müstesna olan bir .;ok deıha eserleri yaıbancı müzeleri zenginleştinnek için biz­

den u;zaklara gitti. Parteon'un saçaktan ·�ltındaki mabutlar Lord ıEI­

ze'nin istep üzeri ne

Pidi�m irAdesile British !Müzesi'-

25


ne intikal etti. Berlin Müızesi'nde A!bdülh.amid'in baıhş ettiği Berıgama yad�garliarını (Sultanın hediyesi) kaydı­ nı taşııyan almanca bir kitabe ile teşhir e dil miş gördüm . Lurvr'da, Piyalepaşa Camii'nden giden ç i ni levıhayı, Köln Müzesi'nde Anadolu'nun bizde bir m i s l i olmayan

tabak kol eks iyonl arın ı, İıtalya müzelerinde Bursa kadi­ felerini, Münih Müzesi'nde Karamanoğullarının sırça sandukalarını, Müıze Dezenıvalid'de

Türk san'atkarları­

nın yaptığı ve her rbiri zamanına nazaran tunçtan bir

dev

denilmeğe layık tıopl a n , silahları seyr ettim.

Memleketim�de san'atın sonsuz çeş i dle ri orta.sın· da ne vücuda gelmiştir ki, bunun. en güzel örneklerin­ den bir kısmı kıyınet bilmeyen nesillerin elinden çıka­ rak ıBatı'ya, M ısır' a, yahut daha uzak memleketlere, Ameri ka'ya intikal etmiş olmasın ! Acımız on kere daha der i n olurdu, eğer yarım asıra yakın bir zamandanılıeri hatıraları kallbimde, kutsi olan bazı nadir güzicleler mü· ze fikrini ve müz�leri mem lekette tesis etmiş olmasa­ l'ardı. Tü rkiye ,

müzeleri iHbarile

beynelmilel şerefli

/bir mevkie IIliliktir. Merhum Harndi Bey'in bizzat Lu­ hud-u Atika kitalbında söyle diği üzre bizde mü.zenin ilk müess isi Maarif Nazırı merh u m Abdüllatif Suıblhi Pa şa'dır:. Ondan sonra büıyük b i r alim vukufu ve yühek bir sa n 'aıtkar ka l biyle Harndi Bey, devrinin ortaya attı­

ğı s ayıs ız ııorluklara ralmen, nihayete kadar mücadele ederek bize şöhreti düiJYaca malum olan Asar-ı Atika

Müzesi gibi bir müze bıraktı ve bunu İslam Müzesi ile tamamla.d ı. Merhum Harnd i Bey ve onun g�bi muhab­ bet ve hünnetimize l'�k olan halefi ve biraderi Halil

Bey bu eserleri yalbancı ve yerli binlerce eserin etrafın­ da bir haoci san'at, bir haoci tari:h yaptığı hazineler ha­

l i ne koydular. Bunlan yad ederken merhum Şeyhillis­ lam Hayri Bfendi'nin de i·sınini takdir

26

ile zikr etmeği


'cendime bir borç bilirim. Memleketin bir çok köşele­ rinde Jımale ve nisyana terk edilmiş olan kıymetli eser· lerin bir çoğunu topladı ve Evkaf Müzesi diye tanıdı�· mız müesseseyi vüeuıc:fe getirdi. Demin zikr etti�im İs­ lam Müzesi ve bu Btkaf Müzesi ihtilva ettikleri eserle· rin büyük bir ekıseriyeti doğrudan �uya Türklerin elinden çıkmış olmak dolayısile, İslam kelimesine ter· cihan Türk Müzesi namile zikr edilmek lazım gelir. Uzak İslam memleketlerinden bu müzelere getirilmiş eserler hemen hemen hiç denecek kadar mahduttur. Yeniden vücude getirmek istredi�imiz .bir çok tesi­ sat ve teşkilat için, hariçte örnek arama�a medburuz. Fakat müze mevzuu ıbahs olduğu vakit, onun bizde mü· kemmel örnekleri vardır. Tariılı ve san'aıt noktasınıdan olduğu kadar tasniıf itiıbarile de müzelerimize ilmi en· dişenin temin edebileceği yükısek mevkileri atfedebili­ riız. Mevcut müzelerimiz her gün inkişaıf halindedir. Ve mütemadi bir ihtimam ile büyüyor, genişliyor. Bu yol­ da şimdiye kadar malik olduğumuz bir takım şubeler vücude gelmektedir. Müzelere, Cumhuriyet teessüs etti· ği gündenberi Maarif Vekaleti azami bir kıymet atf et· rneğe başlamıştır. Topkapı Sarayı'nda harap olan bir çok daireleri ayrı ayrı tamir ve tanzim ederek müze ha­ line koymaktayız. Alay Köşkü'nü resim müzesi olarak açmak için , tedbir almakla meşguluz. Aısur ve Hitit asan için celp ettiğimiz bir Alman mütahassısı, üç ay­ danberi bunların tamir ve tasnifiıyle u�aşıyor. Dünya· da bir misli olmayan evani ( kap-kacaklar) koleksiyon­ lanmız için diğer bir Alman mütehassısı getirdik., onla­ n, tamiri ikmal edilen diireleııde yakında teşhir edece­ ğiz. Sultanların metrokatı olan zikıymet taşlar, elbiseler :ve bütün eşya yakında halkın ziyaretine arz edilecektir..

27


Geçen idarenin, her tarafı akan ve çöken bir vaziyette, bize bıraktığı Topkapı Sarayı, üç senedir müternadi ta­ mir ve ihya olunuyor. !Memleketin her köşesinde müze­ lere müstesna bir kıyınet at!f ediyoruz. Beşeriyetİn en asil ve en ulvi göründüğü klöşe mü· zelerdir. Beşer hüısnü iddia ettiği yerde yükselotir, ila· hidir. Müzeler milletlerin, milliyet ve din farklanna rağmen, san'at ve ·tarih önünde aynı huşu hissiyle birleş­ tiği yerlerdıir. Müzeler terbiye müesseselerimiz için muh­ taç olduğumuz mütemrnim telkin ve tedris vasıtaları­ dır. Bunun içindir ki, Cumhuriyet günlerindenberi ta­ raf taraıf tarih ve san'at yadigcirlannı korumakla, top­ lamakla ve halkın istifadesine arz etmekle meşguluz. Efendiler, Topraklanmızda Türkiye'yi İtalya •gibi baştan başa ıbir müze haline koyacak sayısız deıfineler vardır. Bir

seyyaıh, burada oldu�dan fazla, nerede ayağının ta­ rihe ve sa.n'ata dokunduğunu hiıs edebilir? İıs tiyoruz ki, Türk vatanının her köşesi yeni Türk nesillerinin duyduğu bütün ihtiyaçları tatmin edebilsin. •Her Alman şehri Berlin'in bir parçasıdır.» derler. ŞUp­ he yok, her Alınan şehrinde münevver ve mütarakki lbir milletin duyduğu rulhi ve fikri ihtiyaçlar, .ayn ayrı hoşnut eddlıniştir. Her Alman şehrinin velev ki ufacık olsun, bir müzesi, tiyatrosu, konser salonlan, oyun yer­ leri, kütüphaneleri, belediye bahçeleri vardır. Biz de bunu isteyoruz. llim bir yerde toplanmasın, san'at bir şehre müıiha:sır olmasın, Türk çıocuğu, vata­ nının her k.ıöşesinde zekasının ve kaJlbinin aradı!ı ışık­ lan ve zevkleri bulaıbilsin. Bu gün bu emele doiru yeni ibir hareke t yapıyoruz. 28


Eski yeni, acı ve tatlı bir çok müessir hatıraların izlerini taşıyan Ankara'mızda, Devlet Mürzesi'nin ilk te­ mel taşını atıyorum ve hayalim memleketin diğer kö­ şelerinde bir birini takiıp edecek bu gibi ilim, san'at ve tarih ibi·delerini yükseleyıor gönnekle . mes'uttur.

29


İSTANBUL Ö(;RETMENLER DERNEC}İ KONGRESİ'NDE

1 2 Harziran 1 34 1 ( 1925 ) Arkada·şlar, Sizi toplu bulmak benim için bir saadet oldu. An· kara'dan hareket etmeden evvel sizi davet etmeğe ve si­ zinle hasibihalde bulunmağa karar vermiştim.

Çok iyi bir tesadüftür, benim düşündüğüm toplan· tıyı siz kendiniz hazırlamış oldunuz. ·Bu toplantınızdan -bazı .düşündüklerimi size söylemek için- istifade edeceğim. Muallimlik her yerden ziyade, geri kalmış milletler nezdinde bir nevi risalet (elçilik, Peygamber· lik) demektir. Bir karvmin dalaletleri, hurafeleri oma· sında muallim, çerağ'ı ( kandili, mumu ) yükısek tutan, yolu ayıdmiatan ve önde yürüyen bir rehıberdir. Ben şimdi sitze fikirlterimi söylerken, beni bir vekil, 'bir meb'w olarak dinlemeyiniz. Sizin karşınızda mües· sesenizin, mesleğinizin esıki bir mensuıbu olarak bulu­ nuyorum. Beni bu görüşle seyrede11seniz, dinler'semz, daha doğru olur, ve ben dıaıha ziyade memnun olurum. Ben geçici sıfadanmla değil, telkinci, muallim ve mü· reHbi sıfatiıyle içtimaınıza geldim. AJSıl vasfı.rn., hakiki ve daimi va.sfım, ölünceye kadar mu'hafua etmek ist�· diğim vasıf budur. 30


Tariıhin bazı zamanları

fıııtına mevsimlerine ben­

zer. Uzun süren bir duııgunlukıtan, sessi zli�ten sonra, ufukların arkasından

bir fırtınanın

birdenbire

geldiğine şaıhit olursunuz. BiHr miısiniz,

kqpup

bu fırtınalar

en ziyade ne zaman vukua gelir? Mevsimlerin değişme zamanlannda, yani bir devir bitip yeni bir devir baş­ larken. Halkın tecriilbelerle dolu olan lisanı, ilk ba·han haber veren yıldırım gürültüleri işidildiği vakit : «Kış, yazdan aynlıyor.» der ·Beşeriryetin ruhunda da böyle mevsim değişmeleri­ ni haber veren fırtınalar var:dır. Eğer Türkiye üzerinde sizin bizzat şaıhidi olduğunuz büyük fırtına meıvzii olsa idi, belki buna fazla ehemmiyet vermek �ru olmazdı. Fakat Türkiye'yi sarsan fırtınalar, bütün bir ale­ min geniş ufuklanndan kopup geliyor. Size işaret etıti­ ğim fırtına hepinizin yıkıtı. Bunu hayret mümkün müdür?

gözleri önünde ne

müesseseler

etmeksiızin düşünmek Genç yaşlarınızın

ve görmek

kısa

müddetleri

içinde ne manalı çöküşler, yıkılmalar gördünüz! Merke­ zi Avrupa'da iki büyük imparatorluk yıkıldı. Bu vak'a· lardan yalnız bir sene evvel bize : «ıAlmanya ve turya

imparatorluklan zerval bulalbilir.»

di..işünürdük, tahmin edersiniz?

Avus­

deselerdi, ne

Kuzeyimizde dünyanın

en kuvıvetli bir aısilzadegan sınıfına, Sensinod gibi kor­ kunç ve k.aıv:i bir dini ciıhaza ve oniki milyonluk bir as­ keri teşkilata daıyanan büyük Rusya Çarlı� na·sıl kıp kı­ zıl bir girdap içinde hemen bir an içinde maıhvolup git· ti. Bunlar kafi derecede minidar iken, en inanılmaz şey, bir vak'a halinde kaıışımıza çıktı : Çin İmparator­ luğu cumlhuriyete inkılap etti. Bütün bunları on onıbeş senelik bir zaman zar:fında idrak ettik. Avru.pa'nın mer­ kezini, güneyini, kuzeyini eski Osmanlı lmparatorl$' nu, Asya'nın

şarkından ayaklan

kadar başıda

kalıpta 31


olan, Çin İmparatorluğu'nu dağıtan bu fırtına, bu kıor­ kunç kuıvıvet i'tiraf edelim ki, aksülame1siz kalmadı. Al­ manya'da imparatorluğu iade etmek için Lüdendorf'un vukua getirdiği hareket hatırınızdadır. Kendi kuvvetin­ den emin olan ve hasmını öldürmeği istihkar eden Al­ man iıhtilali, ilh tiıyar askeri demir kıskaciyle yakaladık­ ıtan sonra hayatını ona bağışladı, ve lisanından yemin alarak Alman cwnihuriyeıtinin sokaklannda serbest gez­ mesine müsaade etti. Avusturya ve Macaristan'ın genç Kıral ve İmparatoru bir kaç sene sürgün hayatından sonra, ana vatanın hudutlarından içeri girdi. Ümit edi­ yordu ki, büyük halk kütleteri istiklbaline çıkacak ve o göründüğü gün milletinin hasretini çektiği, eski idare der'hal avdet edecektir, halbuki, haclise böyle cereyarı etmedi. İmparatıoru tekrar hududa kadar götürdüler ve ona bir dalha geri gelmemesin i tenbih ederek yol verdi­ ler. Aksi inkılap burada da hüsrana uğradı. Kızıl Rus­ ya'da Vrangeller, ıDenikinler, Kolçaklar, kuzey ve güney saıhiline çıkanlan düşman kuvıvctleriyle beraıber Çarlığı iad�e teşcljbüıs ettiler. İlhtilalin satın bu kuvvetleri parçaladı, kıydı. Kendi t.Qpraklarımı:u:la bir kaç defa baş kaldıran irticiın talii ve tarilh i, nedir, bilirsiniz. Bu tecrübeler gösteriyor ki, beşeri ihtilal kuvvetlidir. Ve tehlikelere karşı kendini ma:hıfuz tutacak kadar uyanık­ tır, silaıhlııdır ve hazırdır. Aıziz arkada•ş lar, gözlerinizi Avrupa, Asya ve Ame­ rika haritası üzerinde gezdiriniz, ne göreceksiniz? ı� panya' da gölgeden ibaret bir hükümdann karşısında halk içindlen çıkmış bir adam var ki, bu adam, Primo de Riıvera'd.ır.

Bir az daha yakında •İtalya'ya bakınız. Orada meş­ ruti bir hükumet ve bir hükümdar var. Fakat İtalyan 32


milletinin iradesini temsil eden o hükümdar de�il. bir halk adamı, Mussolini'dir. Asıl bizim i çin felsefi görüş­ lere yol açacak memlreketler bunlar değildir. Mısır gibi Fir'avunlar zamanından itibaren rın, Araıbların,

Acemlerin, Romalıla­

Türklerin, Fransızlarm

ve İngilizlerin

istilciısına

uğramış, mütemadi efendi de�iştirmiş bir memleket; ıb izi daha faideli suretıte düışündürebilir. Fa­ tihlerin i:s1tila kuıvvetlerini, herhaiıgi bir yolıcuyu seyre­ der giibi lakayt seyretmiş olan Mısır ve onun eski Fel­

lahı, şimdi ta içinden kaynayan, silahsız olmasına rağ­ men, zaman zaman ölümle bo�uşan, yavaş yavaş yeni bir talie doğru yürüyen bir manzara gösteriyor. Bu Mı­ sır, ihtilalci Mısır, tariıhin eski Mısriyle mukayese edi­ lemez. Orada Za�lul edersiniz. Bu günkü

isminde ıbir

halk adarnma tesadüf

Mıısır Araplann

değil, Türklerin

değil, İngilizlerin değil ; Mısır milliıyetperverlerinindir. Bu milliyetıpertverliği

halk kalabalığı

mrş bir Zağlul temsil ediyor.

Buna nasıl

içinden çık­ inanıyoruz?

Görmesek, maddi bir hakikat olarak karşımıza çıkma­ sa, bunu kabul etmemize imkan var mıdır? Dünya ha­ berleri; zulmün, cebir ve tahakkümünün kadim vaotanı d:ye bilinen İran' da milLi bir hareketin tafsilatiyle dlo­ ludur. Bunu temsil

eden, dün Ismi her kese

meçhul

olan bir Serdıar-ı-siıpeh, yani bir halk adamı, bir millet reisi. Hindistan'a bakınız! Bu memleket miladdan üçbin �.ene evıvel başlamak üzere kuzeydeki iki büyük

kapı­

dan mütemadi fatihler, müstevli ler kaıbul etti. Kuzey-do�udan Mogol fatiih leri, Hayher kapısından

Türk fatiıhl•eri mütemadi, hükümet sürmek üzere güne­ ye incliler. Meııheplerin did ikledi� , içti.mai taksima•tın 33


bir birine düşman kıldığı köhne ve muti Hind kavim· le:-i ne gariptir ki, şimdi asi bir Hindiıstan vücuda ge­ tirdiler. ıBir halk peyıgamıberi bu yüz milyonlarca mazlum kütlelerin başına geçmiş, yaıbancı tahakkümüne karşı isyan telkin ediyor. Bu telkinci benimle beraber ismini derıhal hatırladığınız «Gandi»dir. Hangi düşünen baş, umumi ve iıh atalı bir görüşle, bütün bu had:seleri gö� nünde tuttuık tan sonra beşeriyetİn yeni yeni ufuklara te­ veocüh ottiğini i 'tiraf etmez. Aziz arkadaşlar!

:Doğu'da herkes, herışey oturuyordu. Sultanlar taht­ nişin idi, Şe}ıhler postnişin. İran, Alhuntları etrafında; Bfgan, mollaları etrafında; Hind, Brahmamn, Vişno­ nun, S Lvanın etrafında; Çin, Budanın, Koşenşin, Siyam, bütün Asya memleketleri mabedierinde diz kırmış, göz­ leri istiğrak içinde duran mabudların etrafında, sımsı­ kı bağdaş kurmuş oturuyordu. Şimdi bu bağda·ş kurmuş mabudlann etrafında, hağdaş kuran A-:rya m illetleri ayağa kalkıyor gibi görü­ nüyor. Ben eski Roma'da ve eski Yunan'da oturan bir mabuda tesadüf etmedim. Zannederim yalnız bir defa, Roma'da «'Mü.zedöterm »de Merihi iki tekerlekli bir ko­ şu arabasında otururken gördüm. Ayaklannın dibinde aşkı temsi! eden küçük bir çocuk vardı. Bu, hakikatt a oturmak değil, koşmak ve uçmaktı, bu mabud oturmuyordu, sür'atl e gidiyordu. Bilmiyo­ rum, acaba Asya'nın büyük muhafazakarlığını bu otu­ ran ve ccmaatı oturmağa davet eden maıbudlarla izah etmek yanlış bir düşünce olur mu ? ıA.rkad�lar, Türkiye ve Türk milleti ilciyüz sene­ denberi ayağa kalkmış ve yola çıkmıştır. İrticalar, içe34


ri den ve .dışarıdan gelen felaketler · onu hiç ıbir zaman tutıtuğu büyük

iıs tikametten

ayırmaığa

kifayet etmedi.

Bugün'kü Türkiye siıze demin söylediğim üzere, yen i bir ufkıa doğru hareket eden beşeriyelin içindedir. Siız muallimler, hükumet başında bulunan adamlar

kadar mes'ul ve vaz�fedarısınız. Vereceğiniz terbiyenin nev'ine göre Türk milleti muhtemel bulunan tehlikele­ re .

karşı kendini maıhfuz tutarak emin bir İstilcbale dloğ·

ru

yürüyebilir. Vereceğiniz terıbiyeye göre, Türk taliinin

tekrar kararması,

tekrar felaketten

felakete

g.ıtmesi

mümkündür. Bir noktaya işaret etmek isterim : İstila orduları Anadolu'da nereye girdiyse en evvel subayı ve öğretmeni aradı. Çünkü bunlar kuvvetlerin en büyüğü olan fikir ve aşkın mümessilidir. Fatih AN· rupalı biliyordu ki, Türk öğretmeni ve suıb ayı nerede kalırsa,

ora.dıa

kendine em i n bir istinatgah bulamaz. Es·

kiHğin, muıharfa:zakarlığın menbaı olan mooreselere ve şaıhı:slara onlar ihifat ve itiıbar ettiler. Fakat buna mu­

kaıbil buıgün•kü Türk öğretmeni müstevlinin gi rdiği yer­

de bir an takiıpten kurtulmadı. ıSize hatırınızdia kalacağını muhakkak bildiğim ufak

bir hikaye söyleyeceğim : Bir gün Ç a nkaya da '

sofrasında beş

Rei si Cumhur

Hazretlerinin

on arkadaşla yemek yiyorduk. Bir •tel·

graf sureti getirip kendilerine takdim ettiler. Reisi Cum· hur bu telgraıfı

yübiek sesle okudu :

Ahuntlarla göri.iştükıten sonra

« Serdar-ı-sipeh

cumhuriyet hareketinin

daha vakti gelmediğine hükmetmiş ve bu kararını bir beyanname ile ilan etımiş. •

Gazi H azre tl e ri

bunun üzerine

hoşnutsu:zluklannı Ben dedim ki : « Şim· d iki ıİran' da bir cumhuriyet hareke tin de kimsenin mu· ,

belirten bir i·k.i kelime söylediler.

35


vaffak alımasına imkan yoktur. Çünkü orada Türk cum· ·

huriyetinin istinat ettiği münevver sulbay zümresi, Tıb­ biyemizin, Öğretmen Okullanmızın, Üniversite Fakülte­ lerinin ve Tanzimaıttan beri vücude gelen bütün yeni yeni okuUarımızın yeüştirdiği şuurlu,

müdrik nesiller

yoktur. Bu nesiller olmasaydı, Türkiye'de cumhuriyet hareketi yapılabilir miydi ? » Re.isi Cumhur daima veeizeler söylerneğe müsait olan müs,tesna lisaniyle bir iki saniye durduktan son· ra, fikrimi ikmal ettiler. utki Mustafa Keımal vardır,» dediler. «Biri karşı­ nızda oturan ben. Et ve kemik, fani Mustafa Kemal.. . İkinci Mustafa Kemal , onu, (ıben) kelimesiyle ifade ede­ mem. O, ben değil, bizdir:. O ıburada oturan sizler, mem· leketİn her köşes inde yeni fikir, yeni hayat ve büyük mefkure için uğraşan münevver ve mücahit bir zümre­ dir.

Ben onların ruyasını temsil ediyorum . Benim te

şebbüslerim, onların tahassür duydukları şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizısiniz, Fani olma;yan, yaşa­

ması ve muvaffak olması mukadder olan Mustafa Ke­ mal odur! » Arkadaşlar, ben, Retsi Cwnhurun o sözleri söyler· ken işaret ettiği büyük ve müclıhid zümrenin bir kı5mı karşısında bulunuyorum. Yeni Türkiye buradadır, sizin içinizdedir. •Efendiler, bu günkü Türkiye, Doğu'da

Batılılığın

mümessilidir. Biız son senelerde, Batı'ya karşı Batı'nın düsturlarını müdaıfaa ederek muıharebe ettik. Avrupalılar mağlup oldular. Muzaffer olan Avrupa· hlıktır. Biz mağlup olsaydık köhne Asya ve Asyalılık

•bütün 36

hurafeleriıyle kazanmış olurdu.

Evet, biz mağlup


oLsaydık irtica en kanlı surette muzaffer olurdu. Siz, benim karşımdaki öğretmenler, Türk milletinin kulağı· na söyl ediğ i miz yeni sorun, yeni hakikatİn telkinciısİ olarak bitmiş, çürümüş bir haıy at yerine, . yeni bir haya· tın temellerini kuruyorsunuz. Türkiye kuvvetlidir : Ba· tı'dan aldığı fikirler ve müesseselerden dolayı . . . Türki· ye zai.ftir : Daha almadığıı, kendi teşkilatı arasına sok· madığı bir takım Batı müesseselerinden dolayı. . .

Türk öğretmeni Batı'nın kuvvetini vücuda getiren bütün arnilieri Türk vatanına nakletmek vazi fesini der'uhte e tmi Ş tir Fikri siz vereceksiniz, ta�bikatını baş· kaları y apacaktır. '

.

Arkadaşlar, kongrenin muıh terem reisi benim için irat etıtiği lutufk.ar nutukta, f.sıtan.bul Muallim Cemiyet· leriylc, Anadolu ıMuallim Cemiyetleri arasındaki lafzi ve şekli ayrı l ı k tan teesısürle baıhsetti. Bu noktaya lt'· mas etmeden sözlerime niihayet veremem. Eyi gören, zi'luıinde mantığın kuvveti zeval bulmayan bir adam, tasavvur edebilir mi ki, Muallimler Cemiyeti ikiye ay­ rılabil's in. Anadolu ve f.stanlb ul iki kaptır, asırlardan be­ ri bir birine dolar ve iboşanır. Ben şimdi konuşurken, karşımda Anadolu var, Anadolu'da konuşurken , karşım· da İstanbul'u görüyorum. Anadolu'nun hangi bir köşesi vardır ki, orada en büyüğünden en küçüğüne kadar, vazife der'uhte etm:ış olanlar arasında daima İstanbulluyu görmiyelim. 1

İstanbu! lular, �İstanbul'da doğanlar değildir. İstan· bul'da okuyanlar; yetişenlerdir. O halde, muallimleri· miz için Anadolu v� tsranibul diye bir taksime imkan tasavıvur edilebilir m i ?. Siz, şimdi beni dinleyenler, bun­ dan bir kaç sene sonra Anadolu'nun her tarafına dağıl· mayacak mısınız?. O halde, yeni bir halkçılık meflaire37


sı ıçın mücadele eden siz, aynı safa, aynı taburun içine gireceksiniz. Aranızda kuvvetli bir tesaı1üt; meslek men­ faa tının, memleket menfaalının emrcH iği büyük ve rrıü· barek bir vazifedir. Aziz arkadaşlar, beş sene eıvv el de Maarif Vekale­ tinde bir müddet çalışmıştım. O zamanla şimdiki za.. man arasında -maari.fi mizin umumi bir müşahidi ol­ mak üzere sıöy!üyo:-um- sadh bir tekamül vardır. Ba­ zılarının dediği gibi du ,·aklama yok , gerileme yok, fa­ kat iyileşme, düzelme vardır. Münferiden şu veya bu müessesede maziye nazaran bazı zaaflara tesadüf edi­ yoruz. Fakat umumi vazi,yet ve istikamet düşrneğe de­ ğil, yükselmeye

delalet ediyor,

bunu kayd

ve işaret

ederken, ana toprakların her köşesinde tedris ve terbi­ ye vazifesini der'uhte etmiş olan öğretmenierimize şük­ ranımı ifade e tmeği borç biliyorum. Muallim efendiler,

Millet Meclis i 'nin

hakkınızda

gösterdiği alakaya bizzat şah1tsiniz. Memleketin en bllh­ ranh zamanlarında M�clis sizi düşünmekten asla fariğ ol madı. İlk tedrisata, Orta tedrisata dair Meclisin çı­ karmış olduğu kanunlar, sizi n için ne düşünüldüğünü saraıhatle ifade etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi vicdaniara istinat et­ mek isteyen ıb ir devrin, bir hükumetin en kıymetli mua­ vini, muallim

ve mürebbi olau�nu

unutamazdı ve

unutmadı. B iliyorum, bir az evvel vakıf olduğum üzere, baz.ı kanunların

uygulanmasında

hatalar

oluyor.

Bunlar

alel'ade zuhullerden iıbarettir, tamiri kolaydır. Önümüzdeki seneler için kat'i lbir

kanaada düşü·

nüyorum, ben ve benden sonra gelecek Maarif Vekille-

38


ri, sırzın büyük ve birlik içindek i hey'etinizle bera:ber, memleketin rnaariıfinde, Türk !halkının rnemnunluğunu gerektirecek yeni adımlar aıtılacak, ilerlemeler kaydedl.­ lecekdir. Sizi yeni devrin asil ve yol ıgösterici, aydınlatıcı kuvıveti diye takdis eder ve bir meslekda·ş kalibiyle yük­ sehici mesainizde cümlenize başanlar dilerim aziz mes­ lekdaşlarım!

39


ÜNİVERSİTE'Yİ ZiYARET

16 Haziran 1341 ( 1925 ) Muıhterem Emin Beyfendi, ve muallimler!

muhterem müderrisler

.DarüLfünunumuzun bugünkü içtimaı benim kallbi­ mi, zihnimi tehyiç eden bir rrı.ahiyeıttedir. Bir adamın dimağını faaliyete getirmek, kalibini i llhama mazhar kıl­ mak için bundan da·ha güzel bir içtima tertibi müş.kül­ dür. Karşımda uzun senelerdenberi memleket irfanının, Türklüğün şerefl i mümes:silleri ile, i lmin muhtelif yol­ lannda genç nesillere muvafiakıyetle rehberlik etmiş müderrisler görüyorum. Eğer bu gün hakika·t sahasın· da yeni bir Türkiye bulunuyıorsa, bunun ıbir tek sebebi, bir tek izahı vardır : Çünkü, yeni Türkiyeıyi doğutan yeni bir ilim hayatı, senelerce evvel topraklarımızda te­ kemmül etmeye başlamıştır. Çünkü, Tııp medresemiz, DarülıRinunumuz, mektep namı aLtında vadettiğimiz müesseseler, yeni bir idare­ ye sahip olan nesilleri yetiştinniştir. «Yeni Türkiye ne­ relerde doğdu ? » diye bana sorarlarısa, hen burayı gös­ terir : « Onun en büyük menbalanndan biri karşısında­ yım.» derim. İki sene sonra . yürzüncü senesini tes'it ede­ ceğimiz Tıp medresesini bilıhassa yadetmek, ıbir minnet borcu ödeme�tir. Tııp medresemiz ve d iğer bir kısım ali mekteplerimizin uhimu müsıpitesi yep yeni bir ha40


yat telakkisinin inkişafına sebep olmuştur. İsimlerini ay­ rı ayrı zikretmek benim için övünç veren bir sebep olur­ du. Eğer medreseterimizin başında her biri bir alim ha­ yatı geçirerek memleketin teı1biye ve tedrisine ömürl� rini hasreden müderrislerimizin isimlerini birer birer yadedebilseydim , onlardan birini unutmanın benim ta­ rafıından bir günaıh oJ:masından korkarım. Hukuk med­ resemiz Türk içtimai tabakalarını, kalıp haline giren bir maziden ayırmak için, en büyük telkin sahaların­ dan biri olmuştur. Edebiyat, Fen ve diğer medreselerimiz, hür, şerefli ve mes'ut bir istikbal için mücadele eden, fikir adam­ larını yetişt iren mübarek müesseselerim izdir. Bu gün­ kü Türkiye bir mücadele, bir mücahedc alemidir. Ruh­ larımızı bu mücahedeler yolunda teşci eden fikirlerı Türk milletine uzak bir alemden gelen bu ilim mües­ seseleri verdi. Memleket üzerinde ö l ü m fırtınalarının ka�bi tazıyik ettiği cesareti kırmak i ste d i ği bir zaman­ da i leri atılanlar, yeni ilmin bir nevi n übüvvet olan il­ ham ve i rşadını ruhlarının içinde duyan lardır. Mu'hterem arkadaşlar, Darülfünunumuz çok genç­ tir. Eski Darülfünunların tarihini bilirsini z. Onların t� mellerine fikir yolundıa mücadele ederken şehit düşen• lerin ıkanları sızmtştır. Topraklara akan kanlar arasın­ da, fikir şehitlerinin kanlarından daha mübarek ne ta­ savıvur edilebilir? Bu kanlardır ki, içeride birike birike n ihayet beşeriyetİn ufuklarında yeni devirleri haber ve­ ren, esrıarengiz şafaklar gibi tekrar doğar. Arkadaşlar, biz öyle bir sahaya çıktık ki, !bir daıha geri dönm�e imkan yoktur. Bu sahi!lere çıkanlar, ar� kada bıraktıkları gemileri yakımşlardır.

41


Mazi ile aramızda aşılmaz bir uçurum vardır. Da­ rülıfünunumuz bazan girzli,

bazan aşikar

memleketin

üzerin de hala meV'cut olan huraıfe ve dalalet kuvvetleri­ kaıışı inkılap

ne

fikirlerinin bir

mücadele

ci!hazıdır.

Onun çevresinden geçenler, ilim müesseselerimJzin du­ varları içinde yeni hakikatlıar yolunda cereyan eden bir mücadelenin hayat oğuLrusunu duymalıdır. Muıhterem Müderriısler; kanuniada yıkılan müesse­ seler, hakikatta yıkılmamıştır. Kanunlarla teessüs eden, müesseseler hakikatıta tesis edilmemişt ir

.

Müesseseler kalbierin içinde ne vakit yıkılırsa, o zaman tamam yıkılmıştır.

Müesseseler ne vakit kalb­

lerde istinaıtıgah buluıısa, o zaman tesis edilmiştir, mü­ esseseler kalbierde yıkıldığı vakit hakikatte de yıkılmış­ tır. Tarihi bir sözü karşınızda tekrar ediyorum : Cum­

huriyeti kuranlar,

Cumhuriyetçiyi yeti ştirmeği

bekliıyor. Ankarada çalışan

sizden

arkadaışlarınız, memleketin

fikir müesseselerini daha mü essi r, daıha ma'h sus bir su­ rette çalışıyor

�nnek emeHndedir..

İstik:bıal yolunda

bazan anlaşıhı�yacak kadar cesur hareketlerle ileri a tı­ lanlar, memleketin üzerinde gözlerini gezd irdi kle ri va­

ki t istinat noktalarını nerede bulabiHrler? Türk mille­ tinin en biiyük ilim kll'vweti olan, Türk halkının müca­ ·hede yollarını aydınlatmak vazifesini deruıhte eden Da· rütfünunumuz, kalbi daima tiriih hissiyle dolu olarak, şimdiye kadar kaydetıtioğimiz mesaisini artıracak•tır. ,

Ruhlıarınız.da dalha büyük gayretler için muhtaç ol· duğunuz şervk mels:nuzdur. Darillfünunlar zaman zaman

milliyi temsi l eder. 'DarüUünun zaman olur ki, bir ınahk.emei al iye vaziyetinde �rülür. Günün mes'ele­ vicdanı

lerinde

42

değil, ziiım r� siyasetleri içinde değil,

milLi · mes'


elelerde, beşeri bir kli}'IDeti haiz olan davalarda Türk Darülfünunu hassas ve asil bir viodan-ı milli gibi sesini yükseltmeli ve memleket o sesi dindarane bir hürmetle ve huşu ile dinlemelidir. Dalalet, yüksek müesseseleri­ mizin seday-ı i tabını duymarz, tehlikeler vak'a halinde karşımıza çıkar ve beyhude yere kanlar akarsa, acaıba DarüLfünunumuzun ilham ve irşat vazifesi gecikmiş ol­ maz mı ? Türk milletinin münevıver tabakaları içinde kendi tabii isıtinatgaıhını arayan müdir ve mes'ul kim seler Darülfünunumuzdan yeni senelerde uyandıncı, is­ lah edici, ila edici mesai bekliyıor. ıA.ziz ar-kadaşlanm, muhtelif medreselerini

bizim ile

Darülfununumuzun

temsil eden zevat arasında ce­

reyan eden müzakereler müessesemizin hayır ve inki­ şafını hazırlayacak kararlar temin etti. Çok eminim ki, önümüzdeki seneler Türk milletinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ıpek yerinde olarak kendisine azami bir kıyınet atfettiği en büyük ilim müessesemizin, feyiz ve inki.şa:f

seneleri olaıcaktır. Darülfünunumuzun yüz­

lerce Müderris ve Mualliminini böyle bir hey'et-i aliye vaziyetinde müçtemi �rdüğüm bu dan

mes'ut dakikalar­

istifaele ederek, Darülifünunumuzun inkişafı hak­

kında taışıdığım

derin i tminanı, sarahatle ifade etmek

isıterim. Eminim ki,

aziz müessesemiz,

Türk irfanına

kıymet veren bu hey'et-i aliyenin irşadı altında, tarihin kendisine tevdi ettiği vazifeleri muvaffakiyetle ifa ede­ cekıtir. Muhterem Emin Beyefendil

Darülfünun

zümresi

arasında senelerce çalışmış olan arkadaşınız, söylediği­ niz çok rnuıhaıbbetkar sözleri şükranla dinledi. Sizin ve diğer müm taz arkadaşlarımın Hükumet nezdinde

azami müzaharete istinat edebileceğini temin büyük hey'etinize başarılar diliyorum.

ederek ·Şerefli,

43


TECEDDÜD NEDİR? -Erzunım Meb'usu Ziya Efendi'ye cevab

-

(:B.M.M. bu nutku, memleketin her tarafında neşir ve ta'mime karar vermiştir. )

B. M. Meclisi'nde : 1 3 Şubat 1 34 1 ( 1 925) Muhterem arkadaşlar! 'Çok teessürle geçirilmiş bir geceden sonra karşını­ za geldim. Dün, akşam saatlarında Mecliste bulunma· mışıtım. Burada, kürsüde bir nutu k söylenmiş. Ben bu nutku yarzı halinde gördüm. Söylenen nutuktan ziyade bu nutkun ziıhnimde uyandırdığı bir sual dolayısiyle de­ rin bir eza duydum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk açıl dığı gündenb ıi, i.;hıde bulunan ve mesaisine iş­ tirak edenlerden biriyim. Onun çok yakından tanıdı­ ğım bir ruhu vardır .. O ruh ki , asırlardanberi Türk milletinin ayağına dolanmış ne kadar paslı zincir var­ sa, hepsini hamle hamle koparmış, bin çeşit fela·k& es­ babına rağmen, dahilden, hariçten gelen bütün darbe lere rağmen, onu hür bir i'stildJale doğru götürmüştür. O ruh, nasıl oluyor da böyle bir nutku sükun-u taınla dinlemiş ? Yalnız sükun-u tamla dinlememiş, hatta mec­ lisin şurasından, burasından tasvip sesleri de yüksel­ miş . . . İşte bunu anlamadım. Hayretim, duydu� eza asıl bund·andır. ....

44


Arkadaşlar, sozumun başında k�cydedeyim. Emin olunuz, Millet Mecl i sinin kürsüsünden, Hükumeti tenkit ve mürakabe için söylenen ve söylenecek sözlerin ade­ mi ta!h ammül ile karşılanması için bir meyil gösıtermi­ yorum. Bil'akis, Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğun­ danberi, onun hesabına kaıydedilmiş cins, cins . zaferler arasında, bence en büyüğü, hürriyet nedir tatmamış olan Asyanın bir köşesinde, böyle hür bir kürsü ilidas etmiş olmasıdır ( B ravo sesleri, alkışlar ) . Bu muhare· belerin verdiği zaferlerden daıha büyük bir zaferdir (Al· kışlar) . Fakat arkadaşlar, inkıhipların kendilerine mah· sus bir ruhu vardır. İnkılapların mukaddesatı vardır, inkılapların unsurları vardır. Bunların aleyhine darbe teşkil edecek sözler söylendiği vaki;t, bu ruh isyan eder. Mevzuu bahsettiğimiz nutku söylemek , hüklı:meti tenkit etmek değildir, bu, la'alettayin her hangi idari bir mes'· elede bir noktayı hüsnü suretle telakki etmeyen bir ar­ kadaşımızın, şikayetlerini serdetmesi değildir. Bu nut­ ku söylemek, Türk milletinin kollan ve şakak.Ian kana­ ya kanaya yüz seneli k bir zamandanberi, teceddüd ve hürriyet yolunda attığı hatıveleri kırmak ve onu geri çe­ virmeğe tasaddi etmektir. Bu sebeple, bu endişe ile, Türkiye Büyük !Millet !Meclisinin, u lvi harimi bu gibi sesiere makes olamaz .

Arkadaşlar; bütün dünya üzerinde, ·bir eski, yeni mü.cadelesi vardır. Bu mücadele, bugün mesafeler üze­ rinde cereyan ediyor. Bu mücadele, zamanlar içinde cereyan etti. İ ki bin sene evıvelki Yunan topraklanna

.bakınız. Eski, yeni kavgalanna orada da tesadüf edersiniz Bir misal alayım : Tiyatroda isiahat yapmak isteyen bir

.

45


Sofıokl ile, eski usulün müdafileri olanlar arasında, mü­ cadele gibi. Avrupa'da din sahasında, ilim sahasında, sınaat ve san'at sahasında, her sahada cereyan etti. Orada da Katalikliğin zulmüne karşı mücadele, hüküm­ darların ilahi ve semavi imtiyaziarına kar,şı mücadele, asilzadeterin istisnai hukukuııa karşı mücadele, gelen, ilerleyen, yürüyen yeni bir alemle, olduğu yerde kal­ mak i steyen eski bir alem arasında aman vermeyen, af­ fetmeyen bir m ücadele cereyan etmiştir; eski ve yeni kavgası gözümüzün önünde şimdi ıBuhara'da da cereyan e diyıor. Meslekda·şlarımla beraiber, İstanib ul Darülfünu­ nunda Buhara'dan gelen bazı çocukları yetiştirdik. Bun· lar İstanibul mekteplerinden Buıhara için me'nus olma­ yan bazı fikirler alarak memleketlerine döndüler. Ora­ da muhafazakarların Cedidilere husumeti vardır. Başta Eıfganistan'a iltica eden Emir olmak üzere, muhafaza· karlar Cedidilerin candan düşmanıdır. Bu husumet, esaretle o tarafiara giden zabitlerimizin de hayatına kasdetti, onlardan da bir kaçını öldürdü. Size lbir misal zikredeyim, manidardır, sonra söy. leyeceklerimi vazıh kılmak için bu misal işe yarar iti­ kadındayım. İ stanbul Darülmuall imininin ve Darülfünu­ nunun yetiştirdiği gençler, Buhara mekteplerine sıra sokmak istediler. Şu üstünde oturduğunuz sıralar gi:bi sıral·ar. Bu, Cedidi bir hareket idi, bu Cedidi harekette, m�Ilalar der'hal kiilfrü ve bi d'ati keş.fettiler : ce Kiliseler­ ele sıralar vardır, mektepte cezay-i Şerife, Kur'an-ı Kerim okunut. Mektep, şeriat derslerinin yeridir. Demek, kiH­ senin sırasını İslam mcktcbinin içine sokacaklar. » Ne oldu bilirmiısiniz? Kıtal oldu; zavallı Buıhara, düçan esaret olduğu için, kanını başka yerlerde akıtması la­ zım gelen Buhara'nın çocukları, sıra mektebe ·girer mi, girmez mi ? diye ıbir birinin kardeş kanlarını a.kıttılar. 46


Efendiler, Buhara 1Emiri, hakiki ismini meclis kür­ süsünün nezahati dolayısıyle telaffuz etmekten kendimi men'et.tiğim gayri taıb ii bir nevi harem teş.kilatiyle Ibe­ raher Efganistan'a kaçtı . Fakat mollalar Bolşevikterin idaresi altında da, eski, yeni mücadelesine devam edi­ yorlar. Komşumuz olan bir İran vardır. Orası yaman bir mücadelenin sahnesidir. İran'da bir halk adamı zu· hur etti. Zaten düriy anın taraf taraf halk adamları ye· tiştirdiği esrarengiz bir devirdeyiz. Hint'te bir Gandi çı­ kıyor, Çin 'de bir Sunyatsen, Mısır'da bir Zağlul yetişi­ yor, İ ran'da bir Serdar-ı Sipeh başa ·geçiyor. Memleket memleket eza duyan,

ruya ·gören, yeni

bir mefklıreyc

koşan milletler kendi kalabalıklan içinden bir rehber, bir mürışid çıkarıyorlar. Efendiler,

«beşeriyet çadırlarını

topladı, yeniden

yolculuğa ç ı k t ı )) deyenler var. Avrupa'ya bakın, Asya'ya bakın, Afrika'ya bakın, kara kalabalık harekete ğelmiş­ tir. Dal1galar yeni b i r ufka doğru yürüyor; İra_n toprak­ larında Serdar-ı Sipehin Cumhuriyet lehinde yaptığı tec­ rüıbeyi hepiniz hatırlarsınız. Mem!eket matbuatı bundan uzun uzadıya bah_$etti. Fakat arkadaşlar, hang i kuvvet Cumıhuriyet hareketinin aleyhine çıkıtı ? ( Ahuntlar ses­

leri) Me'b'us efendiler, Rus istilası şimalden geldiği va­ kit, i ttifaklarını geldiği zaman, mecnu nane

arzedenler, cenuptan

İ ngiliz istilası

ittifaklarını arzedenler,

Şah sarayının

israflarına,

ıKurun-u-vustai

tahakkümüne,

zavallı İran halkı üzerinde yağma ve garetlerine yar­ dım eden Ahunt k uıvveti değil mi? Serdar-ı Sipehin kar­ şısına Ahunt dikildi, «yapamazsın h) dedi. İ ran'da Mek­ teb-i Harbiyemiz gibi bir Mek teb-i Harbiye olsaydı, İran­ da Mekteb-i Tıbbiyemiz gibi mubarek bir müessese vak­ tiyle kurulmuş olsaydı, fran'da, Tanzimattan beri

vücu47


da getirdiğimiz

ilim daliannın

her kısmını ayrı ayrı

alakadar eden i l i m müesseseleri giıbi müesseseler olsay­ dı, Serdar-ı Siıpeh, Ahundun muzlim kuvveti karşısında kendini yalnız bulmazdı. Türkiye'deki Cumhuriyet hare­ ketinin erdiği zafere han da ererdi. Fakat orada Ku­ nin-u-vusta bakidir, dini müesseselerin nurdan nasibi kal­ mayan tesiri kırılmamıştır. Bizim toprağımızda eski ve yeni mücadelesi, en sariılı şekilde tebaıiiz ettiği müdde­ ti alıyorum, en aşağı bir asırdır. İki asırdanberi başla­ mış ,demek için, tarih esbab-ı kafiye gösteriyorsa bir asırdanıberi demek

daha emindir.

da,

Kanunlarımıza

geçen, teşkilat-ı idareyi değiştiren, mektebe giren, ede­ biyatımıza hal k ve vatanı sokan ·teceddüd; Türkiye top­ .raklarında sarih olarak bir a'S ırdanıberi ba'Ş lamıştır ve

ha.Ia 'düşmanları ü mitlerini büsbütün kaybetmemiştir.

Arkadaşlar, başta dedimki Ziya Efendi'nin nutku alel'ade bir tenkit ve rnürakabe şeklinde kalsa!)ldı , asla mütees­ sir olmağa mahat yoktu. Her kanaat için bu kürsüde yer vardır. Fakat o nutuk memleketin her köşesinde, bu günkü idare aleyhine, kafalarının içinde ve kalbie­ rinin içinde, suikast perverde edenlerin, yaptıkları tel­ kinatta aynı manada ve aynı şekilde görünürse ve kürsüden etrafa

ncşir edilirse, arkadaşlar,

bu

mecburum

size tehlike var diye bağırmaya ! . . Raiıf Efenidi ( Erzuru m ) - Hiç bir tehlike yoktur.

O sizin kafamza göredir. Hamdullah Subhi Bey - Hocam! Benim kafam bir tane değildir, bin taneclir, yüz bin tanedir, ben bütün benim gibi düşünenierin kafasına benzer bir kafa taşı­ yorum .

Bu kafa mı doğru düşünür, yoksa sizinki mi?

memleket anlamıştır. Reis - Raif Efendi sükunetle dinleyiniz, sonra

vap 49

verirsiniz.

ce­


Hamdullah Subhi Bey - Arkadaşlar; son aylarda memleketin her köşesinde, fırsat bulunduğu vakit, ku­ laktan kulağa·; Meclisin ruhu gevşemiş zannedildiği va­ kit, Millet ıMeclisinin kürsüsünde; bazı yevmi gazeteler­ de; muttariden muayyen

bir mecmuanın

sayıfelerinde

bir tehlikeli ses, mütemadi nida edi.ıyor : « İIStan•bu l k.a­ dınlarını fuhşa sürüklüyorlar, saı:ıhoşluğu himaye edi­ yorlar, ahlakı tereddiye uğratıyorlar , mukaddesat-ı dini­ ye ihmal ediliyor. . .

tehlike var,

tehlike var,

tehlike

var. » Muhterem arkadaşlarım; hava açık i ken, yıldınm düşmesinin ihtimalini düşününüz. bulutlar başımıza yığıldıktan seyaleler ateş

Hava kapandık:tan ,

sonra, etrafımi.Clda kötü

olacak, yakacak gilbi

biriktikten sonra

geç kalırsınız ( Çok doğru sesleri ) . Türliye Büyük Mil­ let Meclisi ne i·stiyur, nereye gidiyor, emelleri nedir? Kafi derecede tasrili etmiştir. Büıhtan olarak kendisine izafe edilen günahları, en beliğ ve en mutantan sesiyle, inkıl3ıbı teŞ1his

eden hakim, kcmir

i radesinin sesiyle,

herkesin duyabileceği gilbi söıylemeli, gürletmelidir (Al­ kışlar, bravo sesleri ) . Arkadaşlar; her fikir hir cümle içerisi nde kendisini tebliğ eder, muarız fikirleri taşıyan bu cümlelerden birisini ayırııp mü-talea edelim :

« Bazı

türediler, bazı serseriler Avrupa medeniyetini rezailiy­ le beraıber alalım, diyorlar. » Aleyhlerinde beddua edi­ len, Millet Meclisi kürsüsünde sefiller, dinsizler, esfe­ lüssafiline geçsinler deye yadedilen hu mel'un adamlar kimlerdir? Acaba çok uzakta mıdırlar? O, ta'n edilen adamlar, tenhalarda, gözlerin irişmediği yerlerde, size meçhul olan kimseler midir? Yoksa daha yakında, civa­ rımızda, hatta içimizde mi bulunuyorlar? Kimleri kast ettiklerini isimleriyle söyleyebilirim.

49


Onlardan bazıları

hatta beni dinliyorlar.

Fakat,

memleket mesailini a nla�abilmek için, zihni, darlıktan kurtaraıb ilmelidir. ihatalı görmeli,

Bu mesaili

anlayabilmek için, çok

mesaıfeler arasında

düşünebilmdidir.

Türk milleti, bütün milletlerle beraber mütalea edile­ bilir.. Türk milletinin bu gününü ve istiklbal ini anlamak için, mazisini anlamak lazımdır. Türk tarihini bilmeyenler,

Mazi�i tanımayanlar,

cihan cereyanlarını

ogren­

meyenler, hal kın önünde söz söyledikleri vakit, daracık görüşlerinin mağh.fuudurlar, esiridirler.

Bazı kimseler

demişler ki : ccGarp medeniyetini fezahatları, levsiyatiy­ le beraıb er alacağız. ,, Ağaoğlu Ahmed Bey (Kars ) - Bunu söyleyen yok­ tur, bu iftiradır. Hamdullaıh

Subhi Bey - Meb'us

efendiler;

bazı

mes'elelerdc b iz, kendi aramızda anlaşabilsek, fikirleri­ mizi biri birimize sıöyleyebilsek ve nihayet ortaya atı­ lan esas fikirlerin manayı mahsusu, hiç olmazsa Mec­ lisimizce vazih olsa, eminim, bir çok yanlış ve tehlikeli cereyanlara mani olabiliriz. Hatırlarsınız, vakti�le Meş­ rutiyet zamanlarında gene böyle : ccıMukaddesat ayaklar altına alınıyor. » deye tahrikata başlamışlardı. Bu tah­ rikatın bedel i n i k i m öded i ? Zavallı Anadolu'nun ma'sum köylüleri, nefe'rlerimiz, başçavuşlar öded i ! O tahrikatı yapanların b i r çokları, Milli Mücadele­ de de bizim aleymimize çalışarak, muhtelif ecnebi mem­ leketlere kaçtılar. Türk köylüsünün mübarek kam, on­ ların hiyanetini yıkadı . Halbuki Türk milletinin damar­ larında, kan

ifsat edenlerin hesabına akıtılacak bir damla

kalmamıştır.

Karşımızdakiler

zannediyorlar

medeniyet, bir kıt'adan diğer bir kıt'aya geçerken,

ki,

gürn­

rüklere uğrar; Ziya Efenıdi Hazretleriyle beraber bir ko-

so


misyon teşkil ederiz, önlerine kağıtlarını alırlar ve dı­ şarıdan içeriye ne gelirse madde madde görürler. O ge­ len ne? Lokomoüf! Buyursun içeri . Bu gelen ne? Dans! Kabul etmiyoruz, kapı dı,şarı ( Handeler ) . Arkadaşlar; pek iyi bil irsiniz, medeniyetler bir niemlekete girerken, gümrüklere uğramaz, şunun bu­ nun mutaleasını almaz, tasvibini beklemez. Gelenler, eğer bir takım ihtiyaçların, bir takım zaruretlerin , ne­ tice-i tabiiyesi ise, mutlak içeri girer, mani olamayız .(Çok doğru sesleri ) . E rzu!'Uım Meb'usu Ziya Efendi fu. huş tan şik3ıyet ediyor. Muhtcrem arkadaşlar, bu husus· ta size cfuğrudan doğruya hi tap ettiğimden dolayı af buyurunuz, ibizim aramızda, yani Türk münevverleri araısında Türk kadınının fuhşa gitmesini tasvip eden, tecviz eden bir tane sefil bulunab i l i r mi? (Asla sesleri ) . Hangi milletin mecnun olmayan, hilkaten mü tereddi ol· mayan adamı, kendi milli gururiyle al:1kadar gördüğü millet kadınının fuhşa doğru gi tmesin i tasıvip eder? (Haşa sesleri ) Ga:ııp tan bazı şeyleri alacağız; bazılarını alma,yaca­ ğız. Bir misal : Bu çok kuıvvetlidir . Zihinlerinizde iz bı­ rakacak kadar kuvvetl idir. Erzurum Meb'usu Ziya Efen­ eli, sınai hayatın, fabrika hayatının Türk topraklarına girmesine taraftardır. Nutkunda okuyoruz, fabrikamız yokıtur; diyor. O halde faıb rikanın memlekete girmcs ı· ne müsaade ediyorlar. Fabrika geldi, fabri kalar geld i ! Elli, yüz :ve daha fazla, şehirlerinizin üstünde mavi gök· leri kapatan dumanlardan müteşekkil i kinci bir gök, siyah bir gök ıpeyda oldu . Fabrikanın içinde alın teriy­ le çalışan, göz nuru döken arnele vardır, onun karşısın­ da sennayedar. Sermayedar ile arnele arasında, yani para ile iş arasında kavga başlayacak mı, başlamayacak mı? Başlaya.<;a]G. Sosyalist akideleri memleketimize girsı


miş demektir. c Bfendinı, biz 'bunu istemeyiZ. » Hacarn ıböyle olmaz, içeri girer.

f<furika girdi

mi,

Sosyalist akideleri de

O akideler makinenin

bünyesine dahildir

( Bra'VIO sesleri ) . Raif Efendi ( Erzurum) Hamdullah Subhi �Bey

-

-

O da doğru pek alıi! ıMuhterem

arkadaş.lar;

nutukta :gördüm ki; müteaddit defalar Erzurum Meb' us-u muhteremi : «Teced'düd bu ise, şu ise, kahrolsun, ta· rafdarları da kaıhrolsun . » diyor. Demek teceddüdün ne olduğunu anlamamı·şlardır. Parmağımızla gös-termek ve tarif etmek lazım. Çünkü bilmiyor. Dans ederken birini görmüş; soruyor: «Teıceddüd bu mudur? •• Muhterem Er· zurum

Meb'usuna ve onun gibi teceddüdün ne olduğu­

nu bilmeyenlere teıceddüdü mutlak anlatmak 18.zım. Bundan on dokuz, yirmi sene kadar evveldi. Gece birden bire tahammül edilemeyecek derecede dişim ağ· rıdı. Yeni dokıtıoru, müteceddit doktoru o saatta bul­ manın imkanı yoktu. Eıski doktoru mahalleden yanıma getirdiler. Bu zat yeşi l sarıklı ve yaşlı idi (Berber ses­ leri ) . Gelen dişçi muıh terem bir gazi idi. Plevne hatıra­ lannı bana kendi anlatmıştı. Onun muhtelif hünerleri vardı. Beriherlik eder, dişçilik eder, ilk balıarda haca­ mat yapardı. Kapısının önünde Arnasya bam!Yalan gibi dizi, dizi asılmış d.i'Şler, san'atının levhası, ilanı idi. Oda­ ma ·girince dişimi gösterdim. Bu ağrıyor dedim.

Gözü­

nü kapa, dedi. Niçin ? dedim, oğlum gözünü kapa , bir­ de kelime-i şahadet getir, dedi. Gözümü büsbütün aç­ tım, tekrar, niçin ? dedim. Ne olur ne olmaz bir kelimei şahadet getir, deye israr etti. Dizlerim titrerneğe başla· dı (Handeler) . Asıldı, çenem de çıkabilirdi, bereket ver­ sin yabuz d-işim çıktı.

52


Bu, eski bir simaıdır, bu, an'anevi simadır. Asırlar­ danberi Türk milletinin dişlerini çıkaran, sakalım ke­ sen, hacarnatını yaıpan bu adamdır, bir de, Mekteb-i Tiıb­ biyemizin dişçi kısmından çıkan yeni doktorlarımiZ var. Hikmet okur, kimya okur, teşriılı okur. « Efendim, ben bu tababeti kabul ediyorum, yalnız bu yeni tabi.p o bir dişıçi g1bi düşünecektir, cihan mesailini, hayat işlerini, memleketin ihtiyaçlarını bu yeni doktor, T11bbiyemizin yetiştirdiği bu münevıver genıç, diğeri gilb i düşünsün. • dersek, imkan var mı ? Bir genci yeni rnekt eb e soktunuz mu, kafasının içi alt üst olacaktır. O artık eskisi gibi düşünemez. İ-şte bu doktıor, teıceddüdü temsil eder. Arkadaşlar! Geçen senelerde vaktim olmuştu, Aya­ sofya ıKütüıphanesi'ne devam ederek eski tababet kitapla­ rını karıştırıyordum. Elime bir hp ki-tabı aldım, faıSılla­ ra ayrıl:inıştı. Bi rinci fasıl, babül'emraz, yani emraz be­ yanındadır. Rakkam bir : Kulunç hastalığı, rakkam iki : ishal hastalığı , rakkam üç , dört, beş diğer hastalıklar; yetmiş beş seksen kadar hastalık rakkarnların karşısın· da alt alta dizilmişti. Hasta kendi hastalığını bilmerz mi , hastalığım bilmeyen hayvandır. Hastalığınız nedir? Babül'emraza bakın ve bulun. Mesela dokuzuncu rak­ kamda hastalığınız yazılı. İkinci hap, babül'edviye, onun dokuzuncu rakkarnında hastalığınızın ilacı yazılı.. Üçün­ cü b�. ba:büldaavatülme'suredir. Okuyacağınız duada ®kuz rakkamiyle gösterilmiştir. Biiznillabi taal.a şifa· yap olursunuz. Arkadaşlar, bu eski tababe-ttir. AsJrdide, an'anavi tababettir. Bir yeni Tıbbiye yaptınız, kitaplarını Avru­ padan getirdiniz. Bir takım alat-ü edevat verdiniz, teş· rihhane, kimyahane, hikmethane vücuda getirdiniz, ye­ ni doktorlar orada yeni tedrisatta bulundular. Lutfen ıbana deyeıbilir misiniz ki, bu yeni dıoktor o kitabı ya· 53


zan gibi düşünecektir. Yeni ta babeti öğrenecek kafa es­ kisi gibi

kalacak, bunun

da imkanı

yoktur. Tıbbiye

Mektebiniz, Türkiye'de bir teceddüd vesikası da budur. Hükumetimizin şekli ıbaştan başa değişmiştir. Ordumuz eski an'anevi ordumuz değildir. Sizin, bayrağında yüz­ lerce gazanın hatırası olan bir Yeniçeri Ordunuz vardı, ciıhan ciıhan dıolaşmıştı; yirmi beş otuz milletin gururu­ nu kırm.ış, onlara

baş eğd'irmişti.

Fakat bu Yeniçeri

Ordusu tutunamaz

bir hale geldi,

onu tarumar ettik,

yıktık, yeni orduyu meydana çıkardık. Bu günkü Türk Ordusu , Türkiye'nin ufuklarından teceddüdün en güzel abidesi olarak yükselmiştir. ıM azi perest olanlar acaba bize

deyebilirler mi ki, yeni ordunun zabiti, Yeniçeri

zabiti gibi

düşünecektir, ahlak mes'elelerini, hayat mes'elelerini , memleket mes'elelerini onun gibi kabul

edecektir; buna da imkan yoktur. İ ş te bir teceddüd daha efendiler : Adliyenizi alınız, Kadı'nın karariyle dil keserlerdi, kol keserlerdi. İ stan­ bul 'da kahveler vardır,

yalancı şahidierin

makarrıdır.

Onlardan bir iki tane bulmak lazım. Beş on kuroşa pa· zarlık edersiniz,

yerlerine müracaat

edersiniz. Hakim

bunu bi lmez mi? Bilir. Bu mahkemeyi kaldırdınız. Ye­ ni kanunlar, yeni t eşkilat ile bu günkü mahkemeleriniz doğdu . Yeni maıhkemeler teceddüdün örneklerinden bi­ ridir. Teceddüdü yerde yatan sarhoşlarda arıyorlar. Di­ nen memnu olan müskirat, din zuhur ettiği gün de mev­ cut idi. Toprağın üstünde asmalar salkım verdiği gün­ denberi, sarhoş meydandadır. Hazret-i Ademin Cennet­ ten çıkarılması eskidir, Habil ile Kabil'in birbi rini öl­ dürmesi çok eskidir ( Brava sesleri ) . Asıl ·teceddüd mi­ salini başka yerde arayalım. Biz bir Millet Medi s inin azasıyız. Anadolu'nun

54

bir köşesinde,

Ankara'da devleti


rnürakahe eden, milletin yaralarını arayan, hür sesi ile •bütün memleket önünde tenkit vazifesini gören bir Mil­ let Meclisi kurulmuştur. Tecedıdüd buradadır. Eski Ana­ dolu'da Selçuk devirlerine kadar gidiniz, Bizans devir­ lerini alınız, Abbasi, Emevi devrine giriniz. Acaıba ne­

rede

bana bu Millet Meclisi gibi, hükumeti karşısında

titreten bir Millet Meclisi gösterebilirsiniz? İşte teced­ düd budur efendiler (ıBravo sesleri ) . Arkadaşlar, size Saraydan bir misal alacağım: «Buh­ rana doğru gidiyoruz. » diyorlar, memlekette tereddi-i ah­ lak varmış; zıddını iddia ediyorum. Yeni nesiller eski nesillerden daha yüksek bir ahlaka maliktir ( Şi ddetli al­ kışlar) . EsbaJbını zikredeceğim. Aziz arkadaşlar, babalanmıza hürmetle, takdis ile merbutuz, bir ·takım yüksek hasletleri vardı. Bu haslet­ lere meftunuz, fakat zaafları da vardı. Bu günkü Türk münevıverl'erinin vazifesi hatalar ürzerine göz yummak, mazinin bu günkü perişantıklarını, harabilerini tevlit eden günahlan gizlemek değildir.. Yüksek vataruperver­ lik, hatayı, rrı.azide de, bu günde de, i s tikbalde de dai­ ma söylemektir. Asırlarca müd.(let, medrese ve Yeniçeri ocağı üzerine istinat ederek yaşamış bir Saraymuz var­ dı. Sarayın methalinde iki taraftaki cellat odalarını ben ziyaret ettim. Eminim ki aramızda bir çok zevat da Es­ ki Sarayı ziyaret etmişlerdir. Kapının bir az ileri sinde de cellat taşı vardır.

Esir m illetin ba:ş ındaki adamın

c kes» emriyle bir Sadraı:T.am ın, bir Reisülküttabın, bir Defterdar-ı şıkk-ı saninin kaıfası bir hayvan kafası gibi koparıldığı günde, buna tahammül eden halkın adalet hissi, hak hissi kuvvetli midir? deye soruyorum ( B ra­ vo sesleri ) .

ss


Arkadaşlar, tekrar ediyorum, zulümlere karşı isyan eden nesillerdir ki, « ahhikım vardır! »> deye bağırmak hakkını kazanmıışlardıı· ( Alkışlar). Arka·d aşlar, Selçuk tarihi, Osmanlı tari•h i her sahife­ sinde hemen, hemen bila istisna size bir müsadereden, bir nefiy-ü tağripten bir hükm-ü i' damdan bahseder. Kim­ se canından, yurdundan, malından emin değildir. Fazileti, ahlakı tenmiye eden bu şerait midir? İs­ terim ki şimdiki fikirlerinizle, millet ve hak fikirleri­ nizle eski müverrihlerimizi, hatta sadece mesela Nai­ mayı tekrar okuyasmız. Manıf bir adamın kafasını ko­ parmışlar. Ne ile, kimin hükmüyle k:oparmışlar? Adiiye bu işin içinde var mıdır, yok mudur? hayır, yoktur. Bir şey daha sorayım ; mazi ile bu günün arasında bir mukayesede bulunmak için söyliyorum. Ervkafımız hak­ kında aramızda tetkikatta bulunanlar çoktur. Evkafı­ mızın küçük ıbir kısmı şüphe yok çok yüksek şefkat ve müri.iıvıvet saıhiıbi olan zevat tarafından vücuda getiril­ miştir. Ben iddia ediyorum, tarih de şahittir, Evkafımı­ zın müıhim bir kısmı çalınmı·ş, çırpılmış, irtişa ile ka­ zanılmış paralan evl'ada faideli kılahilrnek için vakıf suretinde şuraya, buraya bağlamaktan ibarettir (Doğru sesleri ) Böyledir arkadaşlar, bilerek söylüyorum. Dün­ kü vekilleriniız ve bu günkü vekilleriniz, öldükleri vakit, hangi irtişa parasiyle, hangi çalınmış para ile evlerin­ den başka bir kulüb e yapıp bıraka:bilirler? Bu günkü hükumetimizle, size bu harap Anadolu'yu bırakan, size baştan başa soyulmuş ve eıilmiş Anadolu halkını bıra­ kan, eski hükumetler ara·s ında mukayese yapmayı ken­ dimizi tahkir addederim. Anadolu'yu batıran onlardı, kurtaran bizim neslimizdir, efendiler (Alkışlar).


Bu günkü ncslin : «Anadolu'yu i l im kuvveti kadar, fedakarlık kuvveti ve fazile·t kuıvıveti ile kurtardım.• de­ rneğe hakkı yok mu ? Karşımızdakiler m ü teessirdi rler, ağlıyorlar : «Ah ! . . . memlekette bulıran-ı ahlaki var, n ere­ ye gidiyoruz. » Emin olunuz, öm.rümde hiç bir zaman zümre zümre insanları itharn ctme�i muhi k bulmadım. Tasavvur ediniz ki, asrilik narnma bir kaç dalaletzede adam çıkmış, kimse n i n tasvip etmeyeceği şeyleri yap­ mış. Vay! . . . Asrilik bu mudur? . . . Hayır, efendiler, as­ rilik bu değildir; asrilik, hizmeti askeriyeyi bir buçuk seneye indiren kanundur, Aşarın ilgasıdır, uzun bir ge­ ceden sonra memleketin ufkunda doğan, hakimiyet-i mil­ liyedir ( Alkışlar) . Efendiler, asrilik,

Padişaha ıkaside yazan, devrin

vezirine dalkavukluk eden matbuat yerine -şunda bun­ da hata etse bile- memleketin der-tlerini mevzuu bah­ seden , vatana sahi.fele rini açan yeni matbuat tır. Mazi­ mizde bu yoktur. Asrilik Arapçayı öğretmeyen, Türkçe­ yi unutturan medreserlerimizin yerine, bizi hayatla te­ masa sokan, ulumu tecrübiyeyi Türk çıocu�unun kafa­ sına yerleştiren , millet aşkını öğreten yen i mekteptir ( Braıvo sesleri ) . Arkadaşlar, bu yeni

mektepler Fas topraklannda

olsa idi, Jeneral Liyotey dokuz milyon ahalisi olan Fas topraklannda Saraylan, Malbederi, Türbeleri çanak çöm­ lek gilbi kıran kırk bin kişilik ordusiyle malum zaferi­ ni kazanır mıydı? Orada asrilik yoktur. Türk topra�nda yabancılar yerleşemedi, çünkü, H aı1biyeniz var, Tıbbiye­

niz var, sizleri yetiştiren mektepleriniz var. Sebebi bu­ dur efendiler, ve teceddüd budur efendiler! Arkadaşlar, biz bu hareketin karşısına çıkmalıyız. Asıiliğin ne oldu�nu mademki aramızda bile arilama­ yanlar var, biz izah etme�e mecburuz. Teceddüd eski

$1


kaymakam paşaların, mütesellimleri.n, sancak beyleri­ nin : ((Hapishanede kaç adam var? .. » diye sorarak, « iki tanesi ni konağın önünde sallandırın, hcybeti hükume t zahi r olsu n . >> dedi kleri zamanlara mukabil, bir vatan daşa ufak bir taarruz olduğu vak�t. burada hesap ver­ rneğe mecbur olan mes'ul hükumetinizdir. İdare şube­ lerinin, faaliyet şubelerinin hepsinde, maziye nazaran VÜ· cuda gelmiş salalılar ve tcccddüdlcr sayısızdır. Sarhoş mu arıyorsunuz, tcccddüd bumudur? diye mi -gösteriyor­ sunuz? Müsaade buyu run, yüz elli sene ev:velki sarhoşları size göstereyim. Fuhuş mu arıyorsunuz, yazık ki Millet Meclisinin kürsijşündeyim, size memlekette teşkilat ha­ line ·geçmiŞ öyle fuhuş yuvaları gösteririm ki onlann yeti·ştirdiği adamlar bu memleketin başına asırlarca mu­ sallat olmuşlardır (·Bravo sesleri, sürekli alkışlar ) . Türk kadınl arı arasında mcyhaneye giderek rakı içenler varmış. Elim b ir şey, fc"Ci b i r şey ! Bugünkü Türk münevverleri , Türk mill iyctpcrvcrleri, yan i Türk haysiye t ve şerefi üzerine t i t reyenler bu manzarayı dil­ suz bulurlar, bunu i s temezler. Şimdi gözlerin gördüğü bir mcvs im dcyiz, kulakların i ş i t t iği b ir ınevsi mdeyiz. Eski ilc yeni arasında yeni aleyhine fark var zannedi­ yorlar. Eski devi rleri n kör ve sağır olmasından dola­ yı bir çok günahlardan habersiz kaldığımız için ma­ ziyi masum bi1enlcr var. Şimdi işi den bir devirdeyiz. Bu memleketin bir köşesinde han g i fncia olur da siz d uymazsınız ve bü.tün memleket duymaz ? Yeni Tür­ kiye teceddüd vası taları sayesinde memleketin her köşesini rluyınanın çaresi ni bulmuştur ( B ravo sesleri ) . Muhterem .ırkadaşlar, size eski Türkiye'den bir mi­ sal daha alacağım. İstanbul 'da Çarşamba tarafında bir Avrat Pazarı vardı . Bilmiyorum, Ziya Efendi Hazretleri vakitleri olmuşta Üçüncü Sultan Ahmed ve Üçüncü Sul58


tan Selim zamanında gaııplı ressamların lstanbul'a aid J evhalarını seyretmişler midir? Ali Bey ( Rize ) - Tam buldun! ( Handeler) Hamdullah Subhi Bey - Belki bunun için vakit

ve

fırsat bulmamışlardır. Arkadaşlar, biri Beşiktaş'ta, diğeri Çarşamba'da ol­ mak üzere İs tanbul'un maruf ve meşhur iki Avrat Pa­ zarı vardı. Gürcistan'dan getirirler, Çerkes lerinden getirirler,

bir ucu Kafkasya'da,

memleket­

bir ucu Ha­

beşistan'da b i r esir ticareti vardı. Bir de istila orduları Avrup a'nın içinden, Sırbistan'dan, Macaristan'dan, Lehis­ tandan

döndükleri vakit, arkalarında renk renk, açık,

koyu saçları ile, renk renk gözleriyle kadınlar ve er· kek1er taşırlardı. Eski ailelerin ·harimi kadın ve genç erkek karvansarayı idi ( Doğru sesleri ) . Efendiler, hassas ve zahit ruh ile kuvvetli ahlak is· teyenlere soruyorum, bu Karvansarayların içinde özle­ diğiniz aile haya·tı mümkün mü idi ? Odalıklar, Müstef­ rişeler, Halayıklar, asıl ismini söylemekten haya etti­ ğim b i r c i n s köleler b i r evin harimine yığılırsa, orada

esas ol a n etieri n işt ihası m ıdır, yo k s a aile fazil..:ti, aile endi şesi m i dir? Arkadaşbr; kabul e t meyecek

bugünkü Türkiye yükselmiştir;

d e rece de bir sahada

k ıyas

miziden daha

kuvvetl i d ir. B�n bir şeye di kkat ederi m , bu ben i m için çok man i d a rdır.

Bir memleke t i n

siyase tine bakınız,

o ra d a göıiirsiin üz , bir memleket k i susmuş­ t u r, korkuyor, başınd a k i adamların dini, s iyasi, züm­ revi, veya ailcvi tazyıkına karşı dalkavukl uktan başka bir şev yapmıyor, o ahlakan müteredd idir, aşağıdır. Bir devir ki hükume t i n i ten k i t ve mürakabe eder, kaahiakım

59


naatını matbuatında, kürsüsünde ve her yerde söyler, onun ahlakı yükselmiştir.. Siyasetin bu geniş şekli yük­ selen o a h l aktan doğmuştur. Eski terbiye içimizde ya­ şasa idi -çünkü büyükler karşısında susmak esas-tır, göz göze bakmamak esastır, el ·pençe oturmak esastır­ bu terbiye aramızda devam etse idi, memleketirnizde cumhuriyet olmazdı, Sarayın gölgesinde ve korkusu içinde bizi kamçı ile, kement ile, nefyile idare eden es­ ki hükumet yaşardı . Teceddüd, bize hürriyet aşkını ve­ ren bu yeni terbiyemizdir. Yeni şekl-i idare, yükselen ahhlkımızın bize mükafatıdır ( Bravo sesleri ) . Arkadaşlar, bahsı uzatmaya lım. Yalnız size şu mü­ him noktayı işaret etmeden karşınızdan çekilmeyece­ ğim. Düşündürn, bu münevver zümre, fuhşu teşvik et­ mekle, sarhoşluğu himaye etmekle, dansiara müsama­ ha etmekle töhmet altına alınan münevver zümre, kim­ lerin husumetine maruzdur? Bunları istemeyenler ve bunlarda tehlike görenler kimlerdir? Alel'umum muha­ fazakarlarımız mı? .. Umumiyetin i iddia etmek çok girandır! .. Fakat şu nutku okuyan arkadaşımızın kalbini ta içinden görrne­ ğe fırsat bulsam ve beni m için ne düşünüyor arasam. Bu memleketin tehlikelerden kurtulması için bir çare vardır : Benim gibilerin yok olması. Raif Efendi ( Erzurum ) - Zat-ı aliniz de aynen öyle düşünüyorsunuz.

Hamdullah Subhi Bey - Böyledir efendiler, be­ nim gibi!erin yok olması.. Yalnız basit bir tarih müşa­ hedesi o�arak arzedeyim ki, Avrupay-ı merkeziden baş­ layarak bazan peşimizde Avusturyalılar, bazan Ruslar, bazan Sırplar, Bulgarlar, bazan Yunanlılar, Anadolu içi· ne kadar çekilmemiz iki buçuk ası rd an beri devam

60


eden bir muhacerettir. Bu muhacerctin bir buçuk asır· lık müddetinde Türkiye'nin sahnesinde benimle hem fikir olan kimse yoktu. Yani benim örneğim yoktu. Zi· ya Efendi'nin arzu ettiği fikirler ve usuller memleketin üzerinde hükümran idi, memleketin havay-ı manevisin· de birbirine çaııpan müthiş üç kuvvet vardı : Sarayın kuıweti, Medresenin kuvveti, Yeniçeri ocağının kuvve· ti . . . Fakaıt hezimct ve husran bu kuvvetlerin saltanat sürdüğü zamanlarda başlamıştı ( B ravo sesleri ) . Ben içtimai yeni bir örnek olarak ancak seksen seneden be­ ri mevcudum. Benim hem fikrim olanlar daha evveller de yoktur. Seksen, ni:h ayct yüz seneden beridir ki, zavallı Türk milleti yeni rehberlerinin arkas.ında kurtul� mü­ cadelelerini yapıyor, Tanzimatını yapıyor, Meşrutiyetini ilan ediyor, Cumhuriyetini tesis ediyor. Bunları yapan­ lar kimlerdir? Bakınız, arada Ziya Efendiler var mıdır? Anadolu mücadelesine rehber olanlara ba,k ınız, onlar hangi mekteplerin mahsuludur? Dikkat ediniz, hepsi ay· nı nevi insanlardır. O insanlar bizim nev'imizdir; yüz senedenberi hürriyeti, tekamülü, teceddüdü arayanlar onlaııdır, ve nihayet mcmleketi muzaffer edenler de on­ lardır. Fakat dedim ki, Ziya Efendi'nin töhmet altında tuttuğu da onlardır. Bu zabıtnameyi Anadolu'nun muh· telif köşelerinde okunurken tasavvur ediyorum, bu nu· tukta bir cümle var; diyor ki : «Temettü almak için hükumet fuhuş vesikası veriyor. » efendiler, buna isim verilemez , ne söyleyeyim, ne tabir edeyim. Tunalı Hilmi Bey ( Zongu!da k ) - Burada bulun­ saydım, kürsüden suralına çarpardım o sözü. Yaşasın inkılap; yaşasın teceddüd! Raif Efendi ( Erzurum ) - Hangi sebeple, teceddüd iktizasiyle mi, Hilmi Bey? 61


Tunalı Hilmi Bey ( Zonguldak) - İ ktizas iyle V<" yaşasın o teceddüd ki, beni inkılapçı olmak üzere ye­ tiştimüştir. ,

Hamdullah Subhi Bey - Arkadaşlar, epeyi eskimiş zamanlardan beri Anadolu'nun içerisinde salgın, kor­ kunç hastalıklar var. Hükumetiniz bir çare düşünüyor. Doktorun gözü önünde, onun nmayenesine tab i dala· letzcde :b ir kadın, gözden saklı, gizli · gizli günah ir.ti· kap eden diğer bir kadın.. Hangisi Türk milleti için sıhhi nokta-i nazardan daha az tehlikelidir? Madem ki asırlar zaııfında yapılmış bütün tecıiib eler i spa t etmiş­ tir ki, fuhuş bütün bütün kabil-i men değildir; o halde mürakabe altına alınmalı, teftiş edilmeli. Hükumet bu yola düşenlere vesika veriyor, sırf halkın sıhhaıti için . Ziya Efendi ister mi ki, bütün bu muayeneye tabi' ev· ler dağılsın, şehrin her köşesine fuhuş girsin , temiz ına­ halleler bunlarla bulaşsın ·ve zavallı delikanlılarımız muayeneden uzak olan bu kadınlarla bulaşarak tehlikeli hastalıklara uğrasınlar. Bakınız, Ziya Efendi'nin lisanın­ da bu musıp fikir, ne şekil alıyor, ne korkunç bir şekil alıyor ve zavallı ahalinin nazarında Hükumet nasıl bir vaz'iyete düşüyor : ccTemettü almak için hükumet fuhuş vesikası veriyor.)) .

Muhtereın arkadaşlarım; ortada bir de dans belası va r, bu dans bela veya ibtilası ortadan kalksa, bütün memleket •b aştan başa düzelecek. Çaresini bulupta bu dansı kaldıramıyoruz. On sene kadar evvel idi, merak ettim, memleketin yirmi ıbir maruıf adarnma Türkiye devletinin esba:bı iil!hitatını sordum. Niçin Osmanlı im­ paratorluğu inhitata uğramıştır? Bana yi rm i bir sebep zikrettiler. Kimi m al i yeci idi , maü sebepler söyledi. Ki­ mi maariıften bahsetti, terbiyei bedeniye, yeni bir elif­ ba, yollar ve saire ayrı esaslar diye gösterildi. Yirmi

62


i k i nci re'yi de Ziya Efendi'den aldım : « Türk devletinin esbab-ı inhi tatı : Füloryada, kadın, erkek, beraber suya girmek ve Beyoğlunda danse-tmek.» Bu i kis.in i kaldırır­ sanız, memleket kurtula·caktır. Bfendiler, Millet Mecl isinde

bütçe münasebetiylc

söz alan bir hat ibin söyleyeceği sözler bunlar mıdır! Bazı şikaye tleri ıbu :zarvallı şekiller.e

düşmüşse, yalnız

mı bırakırız? Eğer sağa sola, bilmeden, anlama·dan, üç adım i l erisini

görmeden

beddualar,

küfürler,

tel'inler

yağdırmasalar : « Fuihşa karşı tedahir alalı m . >> deseler­ di, heıp beraber yürürdük, herabcriz derdik ( Tabii ses­ leri ) . Müskirattan şi kayet ediyorlar. ıDiğer bir arkada­

şımı:?: Vehbi Bey.fendi çıktı ve ne kadar kalbe giren söz­ lerle müskiratın aleyhinde b i r nutuk söyledi . Mütema­ di köşemden haykırdım : « Vehbi Bey hakkın var, Veh­ bi Bey hakkın var.» Ben ister miyim ki, m illeti seven istcrmi ki, Türk aileleri, Türk çocukları müskirat tesi­ ri altında .zebun, harap olsun lar. Fakat onu söylemenin yolu bu mudur, rnemleketi

kurtaran nesli halk naza ·

rında ahlaksız göstermek t ecviz olunur m u ? Ve o yaş­ ta, o mevkidie ve o kıyafette ıb ir adama o feci iftiralar, taşkınlıklar yakışır m ı ? .. Arkadaşlar, son cürnlerni arzediyorum ve diyorum ki, Erzurum Meb'us-u rnuhtereminin nazarında mütte­ him olan zümre, yalnız kendisi gibi düşünenierin naza­ rında mı müttehimdir.? Eğer tahayyül edilen şey müm­ küm olsa, taraf taraf körüklenen aksül'amel, ir.tica mu­ zaffer olarak karışımıza çıksa, biliri m sizin gösterdiği­ niz musamaıhadaa

ortada eser kalmaz,

bir hafta , on

gün zarfında meydanı temizlemek için ne lazımsa hep­ sini yaparlar. Jl Mart, !bütün dünyaya karşı Türk . dev­ letini müdaıfaa eden ıve şöhreti dünyayı tutan her teh­ l ikeye karşı memleket üstünde hir sıyanet kurvveti olan

63


Türk

zelbi tlerini

öldürmekle

başladı.

İrtica

gelirse,

mektepliyi boğacaktır, Türk zelbitlerini ilk ve . son düş­ manı bilecektir. ( Gelemez sesleri ) Evet efend iler,

böy­

ledir. Raif Efendi ( Erzurum ) - Milleti tenzih ediyorum. (Güriiltüler, sus sesleri ) . Hamdullah Subhi Bey - Arkadaşlar, Ermeni Taş­ naksutyun mensupları, kanla oynamış adamlardı. Göz­ lerini yumdukları vakit, bizim için aynı hülyaya dalı­ yarlar : «Türkiye'n in başında olan zümre yıkılsa, dün­ ya ralhat edecektir. » Yunanistan toıpraklarında dayağı­ ımızı yeyenler gözlerini kapadıklan zaman aynı riıyayı görürler : « Ş unlar bir ortadan kalksa, şu mel'unlar yerin di­ bine . geçse ! .. » Anadolu'da müstemleke ümitlerini kaybeden millet­ ler aynı fikirdedir. Onlar da bizim için aynı şeyi düşü­ nüyorlar ve bu darbe kendi içlerinden gelse, ıbiz devril­ sek, hepsi rahat edecektir. Ziya Efendi ve hem fikirleri husumetlerinde yalnız değildir, onun ve onların ıbu

ka­

dar müttefikleri ve gayretkeşleri var, asıl feci olan, bu manzara, bu müşabehet, bu ittifak.tır. şiddetli ve sürekli alkı·şlar).

64

(.Bravo sesleri,


İLK ECİTİM (ıMuallimler :Derneği Konferansları'ndan ) Ankara :

1341 ( 1925 )

Arkadaşlar, Biz cihan uğultusunu duymağa başlamış olan bir milletiz. Bizi kendi görgümüz ,kendi düşüncemiz içinde hapis ve tecrid eden duvarlar yıkılmıştır. Türk milleti her gün ıbiraz daha fazla intisap ettiği Garp medeniyeti içinde, yeni bir bcynelmileliyete doğru ıgidiyor. Hariç­ ten bize gelen telakkiler zaman zaman bütün ümitleri­ mizin h i 1 afına makus ne t iceler verebi lir. Tedrisat-ı lb­ tidaiye Kanunu ve İ dare-i Hususiyemiz bence dışardan gelen telkinatın yanlış anlaşılmasından mütevellit

çok

zararlı bir tecrübemiz mahiyet indedir. İdare-i H ususiye, maarifimizde tahribat vücude ge­ tirmiş t i r. Onun kaydedilecek ziyandan başka bir neti­ cesi yoktur. Bu vesile i le söylemek isterim k i , halkçılıtı ters anladık, ·ters anlamakta devam ediyoruz. 'Bu mak­ satla yaptığımız tatbikattan yalnız maarif i tibariyle de­ ğil, büyük ve asil bir fikir menfaatı i ti bariyle de zarar­ dan başka b i r şey hasıl olmamıştır. Evvela Tedrisat-ı İb­ tidaiye Kanununun ne kadar yanlış bir fikre istinat et­ ti�ini, bir iki cümle ile izalh edeyim. Maarifi mecıbure­

yi emreden bir madde vergi ile, verginin hedef i ttihaz ettiği mektebi, halkın ve ·bilıhassa köylünün gözü önü65


ne yan :yana olarak koyuyor. «·Parayı ver, sana, senin iıçin mektep yapacağım . » demek ani bir fedakarlık tek· lifine mukabil, uzun vadeli bir mükafat vadetmektir. Köylü derhal verdiğine mu kabil, derhal bir şey almak ister. Mektop, kurulması, işlemesi, meyva vermesi se­ nelere muhtaç olan bir mücsscscdir. Köylü diğer vergi­ leri devlet mefhumu içinde bel ki kafi sarahalle idrak edemediği bir takım büyük maksaliara yarıyar diye verir. Za·ten çok uzun senelerdenberi verdiği paraların bir tek kuruşunun her hangi bir şekilde olursa olsun, kendine avdet etmeyeceğine inanmış ve buna razı ol­ muştur. Tedrisat-ı l btidaiye Kanunu, bu defa doğrudan doğ­ ruya köylüye : «·Parayı ver, sana mektcp yaıpacağız, » di· yor. Demek ki, köylüden ilk istediğimiz, hakikaten ken­ disine ezici gelen ağır bir vergidir. Vergiden ma'da biz, köylüden çocuğunu istiyoruz; bu, ve�gilerin en ağın­ dır. Çünki Anadolu'da kalan son erkeklerin yardımcısı, kadın ve çocuktur. Okumanın ileride temin edeceği menfaatlardan ev­ vel, köylü, hayat tecrübesiylc dolu, günün ihtiyaciyle bu­ nalmış zihniyetiyle kendisinin en büyük yardımcısı olan çocuğunu, her yerde mektebe vermek i stemez. Çünki �uk eli ·tarladan kesildi m i , çocuk ayağı davarın pe­ şinden uzaklaştı mı, köy durur, rnaişet durur. Diğer bir nokta : Mektebi olmayan bir köye mek­ tep yaıpmak iç!ın, ihoca tedarik etmek için, mektebin ders levazımını hazırlamak için

icabeden, masraflan,

yalnız mektcbi yapılacak köye yükleyoruz. Bu ne kadar atır bir küllfettir, derıhal tahmin edersiniz. Fakat bütün müşkülat bu noktalarda d�ld-ir. 66'


Anadolu ve İstanbul matbuatının, asıl köylülerin ve halkın, onlara •tavassut eden meb'usların ıbu vergi dolayısiyle mütemadi işittirdikleri şikayet, bize facianın ve hatanın yalnız bir kısmını gösterir. Asıl tahlil et­ rneğe muhtaç olduğumuz cihet büsbütün başkadır. Ma.­ snrifi mecbureyi tevzi edenler, Meclis-i Umumi'ye aza olarak gelenler kimlerdir? Meclis-i Umumilerin şimdiki teşekküllerine göre, azadan bir kısmı halkın okumasın­ dan .tedehh üş eden, midesini ve kesesini bütün tufeyli­ ler gibi, büyük kütlelerin cehlü gafleti sayesinde dol­ duran kimselerdir. Ben, sırtına bindiğim atın, günün birinde beni düşürmesini ve bana kendi arzulannı söy· lemeğe kalkmasını asla istemem . Nasıl tasaıvvu r edebi· liriz ki, köylünün alın terini, emeklerinin, 1bütün mah· sulünü hiç 'bir zaıhmet çekmeksizin elinden alan bu a�a· lar, müteneffizler halka maarif verecek bir işte sami· miyetle çalışabilsinler. Tedrisat-ı İbtidaiyemizin bu efendiler tarafından mütalaa ve münakaşa edilmesi her hangi bir nokta-i nazardan mille-t için yeisten başka bir şey getirmiyor. Fikirlerimi sizin ıçın en vazıh bir hale koymak maksadiyle her kesin bildiği, kabul ettiği muayyen esas­ lan hatırlatacağım. Meclis-i Umumiler, m illetin masari­ fi üzerinde münakaşatta bulunuyorlar. Şüphesiz kanun onlara ne program yaıp mak sahihiyetini vermiş, ne de mekteıplerin teftiş vazifesini onlar tarafından münte­ hap kimselere terketmiştir. Soruyorum, hiç olmazsa yansı, hatta tali derecede bir tahsil görmemiş olan kimseler, nasıl olur da ancak mütehassıslann mütalaa edebileceği en mühim mes'elelerden birini, cehillerin· den mütehassıl ibir cesaretle münakaşaya tabi tutarlar. Bu efendilerin önüne tıbbi bir mes'ele atsa.k, eski b i r fıtık ameliyesinin mü.nakaşasına onlan davet etsek, ne 67


söyleyebilirler? Meclis-i Umümiler askeri bir mes'eleyi mütalaa edebilirler m i ? Bu hususta verecekleri bir rey var mıdır? · Hatta ·bu adarnların ilim seviyesi dini bir mes'eleyi mütalaa etmeğe kifayet eder mi? O halde na­ sıl olur da Tedrisat-ı İbtidaiye gibi dünyanın bütün mü­ terakki milletlerin i düşündüren, isimleri dillerde c» nen terbiye tarihinde belli başlı bir mevki tutan hakim mürebbiler tarafından

yüzlerce

cilt

kitapla tetkik ve

münakaşa olunan, dhanın her tarafından gelmiş müte­ hassıslardan mürekkep

kongrelerde daimi bir

surette

mütalaa o!unan bu muazzam mes'eleyi, bizimkiler an­ cak çürümüş görenekten ibaret sahte bir vukuf ile mü­ nakaşa ederler? Bir neslin yetişmesinde en ıbüyük mü­ essir olan bu davada, hoca ve şeyh artıklarının ne ga­ ribe�er söylerneğe müstai t olduklarını anlamak ister mi­ siniz? Uzaklarda değil , eski payıtahtımızda ve bugünkü hükümet merkezimize en yakın Kastamonu'da neler dü­ şünülüyor,

size

anlatacağım,. Mahalli

gazetelerin

Mec­

lis- i Umümi müzakeratına dair neşrettikleri zabıtnameler çok faidel idir. Burada, hatta Millet Med isimizde mev­ cut olan bir sürü mcktep düşmanları , orada en azıgın mahiyette mevcuttur. Bunlar, senel ik tifade ederek,

mektepler aleyhine

içtimalardan is­

zehir saçmak için,

hiç :bir fırsatı kaçırmazlar. Onlar için bir çare vardır : Bütün mektepleri kapatmak ve yerlerine eski usul Sıb­ yan mekteplerini ve Medreseleri iade etmek. Kastamo­ nu'nun en samimi ilk mürtecii olan Hacı Necib Efendi ile Hoca Tevfik Efendi'nin sözleri, elimizin altında bu­ gün de yarın da fikirlerimizi te'yit edebilmek için, çok kıymetli vesikalar halinde duruyor. Hangi sene vardır ki, olan hocalan iş başından

yeni mekteplerin kaçırmak için,

mahsulü

bu adarnlar

her çareye baş vurmazlar. Geçen sene Meclis-i Umümi-

68


ye, muallimlerin maaşını üçyüz kuroşa indirmeği teklif ve kabul ettiren Hacı Necib Efendi , takip ettiği maksa­ dı, hususi bir eğlence �llemindc ifşa etmiştir : Maaş­ Iarını üçyüze indirt tiğimiz vakit, hocaların istifa ede­ ceklerini biliyorduk, nasıl ki, böyle oldu. Onların yeri­ ne biz istediklerimizi koyacağız. ıı Bilmem hatırlar mı­ sınız? Yine bu vi İ fıyetimi zde son belediye intihabatı ya­ pıldığı vakit, Mecl isin yeni bir halkcılık kanunu, her gafl c tin nasihi ol an ne·ticcsini verdi. Elinin altından ye­ ni bir Kastamonu çıkarınağa başlamış bir Beledi y e Reisi vard ı : Bu genç, şehrin ortasında her yaz , üstü açık bir lağam halinde akan nahi r den başlayarak, yen :_ ci)kaklar­ la, yeni be1ediyc d a i resilc, m cza r l ı kla rla vücuda getir­ diği temizliklc her vatandaşın ş ü k ran ı nı kendine eelbe­ decek müsmir bir faaliyete girmiş idi. Esk i Kastamonu'­ nun pe r işa n lı ğ ı , b a k ı m s ızl ığı ve enka1.1 ortasından düz s okaklar ıyla, yeni binalarıyla , sıhhi şcrai tiylc başka bir Kastamonu beliriyordu. ·

.

Belediye Reisi, ali bir tahsil görmüş, Garp menıle­ ketlerini gezmiş, kendilerine hürmet eden insanlar nasıl yaşar, bunu anlamış, nıünevvcr, mütefcnnin bir iş ada­ mı idi. Bunun yerine, Millet Meclisinin halkçılık kanu­ nu Hac ı Necib Efendi'yi getirdi . Hacı Nccib Efendi , dün­ yanın bir tarafında kendisine bir isim vermek mümkün olmayan belediye dairesinin içinde, rafa konmuş eski eşya gibi senelercc duracaktır. Ve Kastamonu'da bütün duran şeyler gibi, harabolmakta, yıkı lmakta devam ede­ cek. Arkadaşlar, bilyor musunuz Ru sy a'd a zemsto\"larda bir zatın reis intihap edilmesi için, hangi şerait e ihti­ yaç vardır? oMektcb-i ali tahsili görmüş olmak şarttır. Her hang i bir şehir belediyesinin riyasetine geçir­ mek için, muhtaç oldukları ali tahsil görmüş adamı 69


kendi kasabaları içinde bulamazlarsa, Ruslar onu diğer biF - şehirden getirirler. Garp medeniyetini idrak etmiş olan milletiere ıhalkcılık, halkın en kutsi menfaatlerini gafillerin eline teslim etmek manasma alınmamıştır. Tekrar soruyorum, Me:::. lis-i Umumiterin terbiye ve tahsil mes'elelerini münakaşa etmel.eri, ailelerin vekili olmalarından dolayı mıdır? Efendiler, bir cümle için­ de, bu noktaya dair olan fikrimi hülasa edeyim : Mektep tahsili,

aile terbiyesinin

devamı değildir.

Mektep ta!hsili, cem'iyet t erbiyesinin başlangıcıdır. Mek­ tep ta•h sili, çocuğu, cem'iyetin, milletin menfaa.tı umu­ miyesine göre hazırlu.:�. Ailenin çocu k

terbiyesinde en

belli başlı saiki, şefkatten i!barettir. Yalnız şefkat ter­ biye esası olmaz,

:biliyoruı.. Halkıcılığın

bu kısmında

inat edenler, terbiye ve tedris mesail i gibi ancak mü­

tehassısların tetkik edebilecekleri mevzulan ;geliş i gü­ zel, her hangi b i r kalabalığın or·tasına alanlar, muha­ fazakarlıkla hürri.yetperverl i k arasında, gizli, açık cere­ yan eden mücadelede görenek tarafdan olanlardır. Onlar fikirlerini şöyle bir cümle içinde hülasa eder­ ler : « Haikın hissiyah

umumiyesine uymak

ve ondan

harice çıkmamak . » Halkın hissiyah ise, ancak onlarca malumdur, ·göğüslerinin üstünde manevi ıbir ihre var· dır. Hisllerdeki en ufak ihtizazları haber verir. Halk bir şeyden müteessir olmuş mudur? Bunu siz ve başkalan bilemezsiniz, ancak onlar bilirler. Onların ıannınca bi­ ze düşen vazife, halkın kabalığı arkasından yürümek­ tir. Efendiler, biz idd i a ediyoruz ki, bizim yerimiz ka­ labalıklann arkasında değil, fakat önündedir. Bizi ka­ labalık kendi

peşinde süriikleyemez,

beş senelik tahsilimizin ·verdiği ıh.akla,

70

biz yirmi, yirmi

bu memleketin


değil, diğer memleketterin ve milletierin tecrübeleri de­ laletiyle etrafımıza yol gös termek hakkını kazanmışız· dır. Mensup olduğumuz dinden

başlayarak, dünyanın

bütün ihtilallerine varıncaya kadar bize bir tek hare­ ket gösterileb ilir mi ki, ortaya atılan fikirlerio nazımı, milletin bütün kalabalığı, cahil kısmı olsun. Her hangi bir kahveye girdiğim dakikada, söz söylemek lazımge­ lirse : « Bana yol gösterin)) demeyeceğim : « Size yol gös­ terrneğe gddim . )) deyeceğim . Benim iddiam, ıbizim i d­ diamız budur. Biz diyoruz ki, !Meclis-i Umumi azalıkla­ rı, belediye ri·y asetleri ferde

tali taıhsili ikmal etmemiş bir

asla verilmemelidir. Milletin umumiyede

alaka­

dar olduğu kararları verecek kimseler, ilimlerinin bize mevcu diyetini gös terecek h !zmetlere ve eseriere malik olmak mecburiyetindedirler. İdare-i Hususiyelerde, hatta kanunun menettitp bir çok müdahalelere teşebbüs edenlerin, muall imlik mes­ leğinin ruhu üzerinde vücu·da ıge.tirdikleri tahribatı ih· mal edebilir miyiz? maarif müdürlerinin

Her hangi b i r

Meclis-i Umılmide

vaz'iyeti, acınacak

bir şeydir.

Maaşlar kesilir, bazı derslerin ilgasına kalkışılır. Çok � ef'a da, müteaddit misallerini bildiğimiz üzere, bütün b i r mektep def'aten ilıga olunur, Maarif Müdürü, hatta Vali ve Mut!samf, vücuda gelen tahribatı tamir etmek için, merkezle muhabere ederler, muhabere aylarca sÜ· rer, fakat maksut olan netice müteneffizlerce ( sözü ge­ çenlerce) elde edilmiştir. Arkadaşlar, bir kelime ile söyleyeyim : Maarif yo·

lu, ·gi.t gide tenhalaşan ıbi r sokağa benziyor. Oradan ge­ çenler, her gün bir az daha azalıyor. Korkuyorum ki, cehlin, riyanın, kör bir taassubun biri biri üzerine yığ· dığı hatalara mani olmak için, lazımgelen tedbirleri sür' atle almazsak -belki şahsi hodgamlık nokta-i nazarın-

71


dan parlak bir netice elde ede-::eğiz- ·bir kaç sene son­ ra bu memlekette okur yazarlar biz kalacağız. Ben, bir tek maarif biliyorum, o, devlet maarifidir. İstİkarnet bir, ·hedef ıbir. . . Aynı mesleğe mensup bir takım adam­ lar maişetce, terakkice ve talihce ayrı şeraite tabi tutu­ lursa, muvazcne-i maliyeden maaş alanlar, idare-i husu­ siycye dahil olan muallimlere nazaran mütefavit ( bir­ birinden farklı ) bir vaz'iyetten istifade ederlerse, bu meslek te şeref ve emniyet kalır mı? Diyorum k i , devletin maarif programlarını aynen tatbik etmek, devletin caimi mürakabasına tabi olmak şartile, dünyanın her tarafında olduğu gibi, yalnız ip­ tida i değil , tali tahsil dereeclerini temin edecek hususi ınektepler açılabilir. Bunda faide vardır. Fakat devlet, çocuğu ailesinden aldığı günden itibaren onu meslek­ lerin muhtelif yolları arasından son noktaya kadar ken­ di eliyle götürınelidir. Ben bu işte son derece devletci­ yim. İşte, kifayet ve i htisas olmadığı halde, halkçılık narnma vaki olacak her hangi bir müdahale -yüzlerce misalini gördüğümüz üzere, hala or.tada mevcut sayı­ sız belalardan kurtulmak için, son çare diye bildiği­ miz- rnaarifimizi yıkrnakta devarn eder. O halde bu mes'eleye dair ·bütün düşünceleri hülasa ederek diyo­ rum ki, bizim muhtaç olduğumuz meslek, bütün men­ supları arasında rnuvazene tesis edecek, rnuallimleri şunun bunun elinde oyuncak olmaktan kurtaracak, ona rnaişet ve meslek emniyet i temin edecek, azli, terakkiyi muntazarn rnerhaleler ve muayyen kanunlarla tanzim ve tesbit edecek rnaarifin ruhunu, kuvvetlerini yalınız görcnekten alan ve cesaretleri ancak cehilleriyle kabil-i kıyas olan k imselerin daimi tazyikinden kurtaracak, vazıh, arneli ve milli 1bir devlet rnaarifidir. 72


BAHRİYE VEKALETİ ( DenJzcilik Bakanlığı ) Ankara - Parti Toplantısı 14 Aralık 1340 ( 1924) Arkadaşlar, Bahriyc Vckaletinin yeniden söz konusu ed i l d iği bu toplan t ı m ızd a, benim söz alınam belki bazılarınıza garip görünecektir. Başta i t iraf edeyim ki, bu mes'ele­ nin fenni kısmına temas etmek maksadımdan tarna­ miyle hariçtir. Ben size b:.i ?.ı umumi müşahcdclcr arze­ derek, ıb i r milletin h a y a t ı nd a den iz ve denizcilik nasıl bir tesir yaratır, bunu belirtrneğe çalışacağım. Milli tarihimiz, Asya'nın i ç topraklarından, deniz­ lere doğru binlerce sene za ııfında devam eden bir yü­ rüyüş hareketi kaydeder. Türk ırkının siyasi merkezle­ ri , Orta Asya'dan rnütemadi Akdeniz sahillerine yaklaş­ mak üzere mevkiini d eğ iştirmiş ti r. Diyebi liriz ki, Türk milletinin siyasi istikrarı, Akdeniz sahil' erine vasıl ol­ duktan sonra vukua gelmiştir. Bir dağ b aş ında n akan neh i rler gibi, muhtelif istikametlerde yürüyen Türk şu­ beleri , en esaslı, en ca n l ı ve en kuvıvetli toıpluluklarını, d eniz ie rin ortasında, büyük bir ada .gihi duran Anado­ lu'da yapmıştır . .Diğer şubeleri , maddeten ıbüsbütün kaybolmamak­ la beraber, kısmen benliğini kaybetmiş, çok uzun sü­ ren bir uyu şukluğa dalm LŞ tı r Milletimizin Asya'da, Av .

-

73


rupa'da ve Alrika'da kurduğu

devletler arasında,

en

fazla milli şuıi:·a ma.J.ik olanı, şüplhc yok ki Batı Türk­

lerinin vücuda get irdi kleri

son hükıimettir.

Türkler

için olduğu g ib i , bütün müstcvl i ve fat iıh milletler için de deniz yolu ve denizlere hftkimiyet bu mille tierin ta­ rihini dotdurarı asli ıb i r emel olmuştur. Rus milletiyle Türk milletin i asırlar-dır çar.pıştı ran sebep, bizim Kara­ deniz ve Akdeniz yollarını kaıpatmamız, Rusya'nın ise ,

bu denizlere mutlak İnıneyi milli bir siyaset olarak ta­ kip etmesidir. İki milletin kılıcı, üç asırdanberi korkunç

bir boğuşma içinde

bu sebeple karşılaştı

ve çarpış tı.

Rusya'yı, Asya t ipi ve ip t i dai bir memleket o1maktan kurtannayı emel edinen ıslaıl1atçı Çar Petro, Rus siyasi merkezini

topraklardan_._ Moskova'dan

Petrograd'a, yani den iz sahil ine götürdü.

kaldırarak

Rus siıyaseti, güneyde, doğuda, batıda yoluna çıkan bütün milletlerle boğuşa boğuşa, kend is i için denizlere kapı açan nok taları birer b i rer aradı. Uzak Doğu'ya b­ dar ko! a tmanın, Japonlada çarpışmanın sebebi de hu idi. Orta Avrupa'dan , kuzey denizlerine doğru , büyük ıbir b irikint� ,yapan Cermen kavmi ve onun an'anevi si· yaset i , doğuya ulaşacak bir yol arayarak Sehiniğe in­ mek, Akdcniz'e ıvasıl olmak i s t iyordu. Bulgaristan o sa­ hilleri arıyor, yeni teşekkül eden Yugoslavya, aynı sa­

hillere doğru göz dikmiş bir durumdadır.

Hatırlarsınız, son Alman Kayzeri, yeni ve kudretli

Almanya'nın dhan

üz�rinde bir üstünlük

takip eden

emellerini kaydetmiş olan nutkunda : «Almanya'nın is­ tikbali denizler üzerindedir! '' diyordu. Size b ! r an için, Anadolu hakkında bazı müşahede­ lerinizi hatırlatacağım :

74


Anadolu, genç bir nasirimizin muvaffakiyetle tasvir ettiği üzere eski bir Türk başına benziyor. Ba.şın orta· sı tıraş edilmiş, etrafında saçlar bırakılmıştır. Anado­ lu'nun orta yaylası, çorak, ıssız, harap, boş ve maıhzun bir kıt'a halindedir. Bu yayladan sahillere doğru yürü­ yünüz, sular artar, yeşillik artar, halk kesafeti artar, umran artar; denizierin mavi kuşağından sonra, Ana· dolu'yu ormanların kuşağı ihata eder. Ormanların ku­ şağı, feyiz ve bereket kuşağı demektir. Yalnız kendi memleketimizi değil, dünyanın bütün kıt'alarını gözden .geçiriniz, aynı hakikatierin her yer· de vaki olduğunu görürsünüz. Afrika'nın içi ve sahil· leri, 'bize aynı şeyi gösterir. Avustralya bu vaziyettedir. Bugünkü dünyanın en büyük mamureleri, ya doğrudan doğruya deniz üzerindedir, yahut denizle en yakın ve en çabuk ulaşımı o!an noktalarda bulunur. Muhtelif ırkların en canlı şlııb eleri, eski ve yeni medeniyetlerin en müessirleri ve en kıymetlileri sahiller üzerinde vü· cuda gelmiştir. Türk kavimlerinin en kuvvetiis i Anado­ lu ve Rumeli yarım adalannda oturan Batı Türkleridir. Alman kaıvimlerinin en kuvvetiisi ise, kuzey denizleri· nin sahillerinde ya·şayan Prusyalılardır. Avrupa'nın en kuvvetl i devleti , adalarda yaşayan İngilizler, Asya'nın en kuvvetli m illeti, adalarda yaşayan J aponlardır. Avrupa medeniyetinin anası olan Yunan ve Roma medeniyetleri, hemen hemen sahilden i.baret olan arazi üzerinde doğdu. Bugün binlerce senelik bütün eski me· deniyeıleri kendi kudret ve nüfuzuna baş eğdiren Batı Medeniyeti, denizlerle karaların birbiriyle her kıt'adan fazla gir:ft olduğu Avrupa topraklannda teessüs ve in· kişaf etmiştir.. Arapların kurduğu devletler arasında şöhreti diğerlerine üstün olanı, Endülüs sahilleri 'üze­ rinde vücuda gelen devJettir. Amerika'ya, Avustralya ' 75


ya, dünyanın eski ve yeni birçok memleketlerine, bay· rağını, harsını, nüfuz ve hakimiyetini sokan ve hiç şüp­ he yok ki , dhan kıt'aları üzerinde en müessir ıbir siya­ set takip edebilen, hayatını ve tarihini denizlere rap­ tetmiş olan gemic i bir millettir. Birçok milletierin ta­ ri'hinde bir denizcilik devri vardır. Bu devir ihmalle, dalaletle, hariçten gelen dar1belerle, mağlubiyetle sona erdi mi, o milletler ehemmiyetlerini kaybetmişler, i kin· ci, üçüncü dereceye düşmüşlerdir. Hollanda, Portekiz, İspanya ve kendi memleke-timiz, bu misaller arasınd.;o.­ dır. Denizierden el çektiğimiz gündenberi, gelir kay· nakları kurumuş, kuvvetlerine şüphe ile bakılmış, ken­ di topraklarında masun ve maıhıfuz olmayan bir millet haline ,geçtik. Deniz en büyük müreıbbidir. Vapurlar size emtea­ yı getirdiği gibi, milletleri getirir, medeniyetleri getirir ve bunların size farklarını ıgösterir, gözlerinizin önüne büyük mukayese saıh aları açar. Batı Türkünün, diğer Türk kavimlerinden daha fazla yenilik taraftarı olma­ sı ve değişmez kalıplar içinde ilanihaye mahpus kala· rak, esaret ve mahkumiyet günlerine kadar, kara ve kör bir muhafazakarlık i çinde inat ve ısrar etmemesi, ken­ disini birçok müterakki ve fazıl milletlerle temasa ge­ tiren, Akdeniz sahilleriyle ve Batı temasiyle alakadar­ dır. Batı Türklerinin denizcilik devri , Türk bayrağının göLgesine, yüz milyonluk teb 'a almış olan lroskoca bir alem mahiyetindedir. Arkadaşlar, Karadeniz ve Akdeniz'i, iki Türk ıgölü halin� lroyan, bu eski ve şerefli mücadele ocağını söndürmek günahı­ n ı biz üzerimize alabilir miyiz? Bitmiş bir devlete ha· yat ve beka veren, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 76


tarihine ve onun det:ter-i-amaline, Türk Bahriyesi'ni öl­ dürecek bir kararı kayderlebilir miyi,z? Lozan Anlaşma­ ' sı nın

en güzel maddelerinden biri, şü.phe yok ki, i l k

merhale olarak,

sahil ticaretini,

«Kabotajı » Türklere

iade ettiren maddedir. Türk saıhillerinde, Türk bayra­

lını

taşıyan

gemiler sefer edecek,

bizim ticaretimizi,

bizim ıvasıtalarııtuz temin edecekse, bu ernelle beraber bir bahriye kuvveti vücuda getirmesini kabul etmiş ol­ muyor muyuz ? Deniz ticaretimizi, deniz kuvvetlerimiz muhaıfaza edecektir. Arkadaşlar, Derhal i lave edeyim, milli takatımız hakkında , he­ pimizin ıhakikate yakın bir kanaatİmiz vardır. Şüphesiz hiç birimiz büyük deniızci deıvletlerle rekabet edecek bir denizcilik :siyaseti tasavvur e-tmiyoruz. Bizim bugünkü milli servetimiz,

ıbu muazzam masrafları

deruhte et­

mek için lazım gelen ki.fayeti ıbize bah.şetm iyor. Yalnız Yunanistan gibi Anadolu kırıklanndan ibaret olan Ak� deniz adalarına yerleşmiş ve Anadolu'ya en yakın me­ safelerde pusu noktaları vücuda getirmiş olan , bir kü­ çük devlete karşı. olsun,

kendimizi muhafaza et meğe

mecbur değil miyiz? Hangi Türk, Balkan Muharebesi'nde tek bir gemj­ nin, « Averof» un yarattığı uğursuz tesiri unu tmuştur? Bir taraftan imkanı göz önüne alır , d iğer taraftan ·her tarafımızin denizlerle

kuşatılmış olduğunu

ve bunun

tahmil ett iği meoburiyetleri unutmaz, mutedil ve ma­ kul ıbir gayre t ç�rçeves i çizerek işe başlarsak, bundan nadim olmamızın

imkanı yok tur.

Benden evvel söz

alan hatipler, Türkiye için Kara Kuvvetleri 'nin, Ordu' nun her şeye kafi olduğunu söylediler ve Milli Mücade­ le'nin bu kuvvetle başarıldığını, muzafferiyete eriştiril-

n


diğini ilave ettiler . Başvekil ise, ehemmiyetle ısrar etti.

•bu nokta

üzerinde

Aziz arkadaşlar, ıben Türkiye için ordu teşkilatının esas olduğunu takdir ediyorum. Unutmayınız ki, Ana­ dolu cephelerinde çok uzun süren Milli Mi1cadele'nin muhtaç olduğu ateşleri, yani s i lah ve ce.pıhaneyi, bize uzak sahillerden, kırık dökük teknder içinde, bahriye zabi tlerimiz, bahriye neferlerimiz getirdi.

Attığımız kurşun, kullandığımıız mermi, onların ölü­ mü bin kere hakir ıgıören, kaıhramanlığı, teşebbüsü ve iradesi sayesinde uzak mesafeleri aştı ve limanlanmıza yetişti. Arkadaşl'ar, Sıize ufacık bir ·hatıramı söyleyeceğim._ Bu hatıra denizi nasıl anladığımı ifade etmek için, belki işime ya­ rayacaktır . : Bundan dört sene evıvel, Antalya'yı ziyare­ tim esnasında, ikindiye doğru :gezmeye çıkmıştım. Yol­ da karşıma, beni birdenbire durduran beklemediğim bir şey çıktı. Aralba okuna çarıparak göğsü delinmiş bir atın, yere büyük hir birikinti 'halinde kanları akmıştı. Bu -geniş kan lekesini dikkatle seyrettim; o ne kızıllık· tı! Uzviyetlerin içinde can Qlan unsuru, inanılmaz bir parlaklıkla meydana

çıkmış görüyordum .

Bu, batmış

bir- g\İJ!eşin son aydınlığı gibi ·parlıyordu. Bu ne kuv­ vetliydi ıve ne güzeldil Evet, muhakkak can olan şeyi seyrediJ9rdum. 1Bir an gözlerimi kaldırdım, güney sa­ hiHerimizin önünde serilen Akdeniz'in maviliğine bak­ tım. önümde kan, kızıl bir şaşaa; karşıdaki deniz- ise, masmaıvi bir şa.şaa idi.

,Birisi uııviyetlerin

kızıl kanı,

öbürü memleketlerin ve dünyanın mavi .kanı . . . 78


Arkadaşlar, Milletiere şeref, inkişaf, servet, umran ve kudret yollannı gösteren , kendisiyle temasa gelenleri , kendisi­ ne layık olduğu ehemmiyeti verenleri uyandıran, ktiV· vetlendiren ve büyühen bu mavi kanı i'hmal etmeyin .. Türk milletinin genç nesillerine vereceğiniz kararla, bu ,hayat um uruna karşı arkalarını çevirtmeyin . .. Bilakis toplandığı gündenbcri , Türklüğün, yeni eski birçok mü­ esseselerini hayata çağıran, ona kuvvet menbalarını iade eden, tarihinize layık bir karar veriniz; denizcilik oca­ ğımızı bize felaket günlerimizde cedlerimizin bir nidası halinde metanet, his ve şeref ve fikir mücadelesi telkin eden, büyük bahriye ocağımızı, yeniden uyandıracak bir karar veriniz. Bu · mes'elede Millet Meclisine layık olarak verebileceğiniz yegane karar, bundan ibarettir.

79


iMAR ve İSKAN VEKALETt 30 Ekim 1 925 B.M.M. Arkadaşlar! Millet Meclisi bütün memleket muvacetıesinde, üzerine aldığı vazifeterin en yükseği, en kutsisi olmak üzere, bir adil vazifesi der'uhte etmiştir. Vekiller deği­ şir, onlar gider, başkaları gelir. Fakat Türkiye Büyük Millet Meclisi, her vekile ve herkese karşı, yüksek ada­ letini göstermek vazifesiyle mükelleftir. imkansız olan şeyleri istediği miz vakit , belki haberimiz olmaksızın bir zulum yoluna sapmış oluruz. Bazı muayyen adetler var· dır, her mi lletin maddi siası vardır, manevi siası var­ dır. Bu siaların fevkınde bir şey talep et tiğimiz vakit, hayal vadisine sapmış o!uruz ve alacağımız netice ha­ yalden başka bir şey değildir. Ne kadar muhacir geldi ? Adedi muayyen midir : Dört yüz bin ! . . . Ne kadar para tah�is ettiniz? Her mübadile isabet eden rakkarnı tes­ pit ediniz, bir Aıvrupal ıya , imar ve iskan siyaseti olan bir memleketin eviadına sorunuz : Dört yüz bin kişi gctireceğiz. Verdiğimiz kağıt para, zihinlerimizi her za­ man teş.viş eden bu kıyınetsiz para, hakikatta �etmiş, seksen bin altın liradır (Gürültü ler ) . Sükun gösteriniz efendim. Bu kadar itirazlardan sonra tek müdafi vaz'iyetin­ de ıbulunan bir adama adalet hi ssinizi göısteriniz. •Her dO


mübadile iki altın ayırdık.» deyiniz.. Biliyormusunuz, s ize ne diyecekler. Vekilinizin elinde esrarlı bir men'ba varmıdır ki, ihtiyacın namütenahi olmasına mukabil, verdiğiniz tahsisattan gayrı para ıb ulsun ve zavallı mü­ ıbadillerimizi , muhacirlerimizi nakledebilsin, yerleştire­ ·b ilsin, müstahsıl haline koyabilsin. Bu 'birinci imkan, elde mevcut değildir. İkinci, diğer bir. imkan mes'elesi vardır. Lütfen bunu da benim ile beraber hatırlayacak­ sınız, bu, kullanılan memurlar mes'elesidir. Sizin eski ocaklarınız vardır, eğer kumandanlannız zabit intihap etmek isterlerse, mesleki ter1biye almış, bir çok muha­ rebelerde bulunmuş zabitlerimiz arasında, onların gü­ zide sınıfları arasında, kolay kolay intihaplarını yapa­ bilirler. Maarif için de ıböyledir, maliye için de, harici­ ye için de . . . Fakat memleketimiz dahilinde imar ve is­ kan faaliyeti diye, şimdiye kadar bir faaliyet görülmüş­ müdür? Ve lbu işte tanılmış memurlarınız varmıdır? Bunu size soruyorum.. Emin olunuz ki, ben ortada ıhayran bir adam değilim, imar rve iskan vekaletinde ce­ reyan eden muamelatı baştan başa takdir eden, beğe­ nen, onlara kusur bulmayan bir arkadaşınız vaz'iyetin· de deği lim� Bil'akis memleketin bir çok mıntıkalarını gezdim. Garbi Anadolu'da, şarki Anadolu'da seyahatler· de bulundum. Bir çok facialara tesadüf ettim. Hatta bu faciaların alakadariara nakline delalet ettim. Fakat görüyordum, bazı defalar merkezin verdiği emir, tat­ bik edilebi!mek için, yolda bin bir muhalefete uğrayor­ du. Niçin ? Bir vekil sıfatiyle emri tatbik edecek siz de­ ğilsiniz. Emirleri tat'bik edecek derece derece memur­ lannızdır, emirler elden ele geçtikçe, her m emurun an­ layışına, kabiliyetine göre değişe değişe, daha yolda çü­ rüyor, tatbik edilmez bir hale gel iyor. Imar ve İskan Vekaletinin emirleri muıhtelif vekaletlerle de alakadarsı


dır. B i r zabiti işgal ettiği evden çıkarmak hizım, bu bir mes'eledir; bir meb'usu fuzuli olarak, haksız olarak iş­ gal ett iği evden, fabrikadan çıkarmak lazım, buna ya­ lınız veki!in emri kifayet etmiyor. Bir vali, bir kayma­ kam karşınıza çıkıyor. Ve size diyor ki : «Korkuyo­ rum . » (Neden sesleri ) Ben , onların lisanından kendim işittim, <<Korkuyoruz. ıı diyorlar. (:Kim sesleri, gürültü­ ler) Böylelerin mevcut olduğunu da bilirsiniz efendi­ ler! Buyurdular ki, mübadillcr oradan oraya nakledili· yormuş, sebeb ini size iza:h edeyim. Çünkü memleketin i lmi seviyesi , tc tkikat yckünu bu işte vüzuh ve sera­ hatic karar almayı men etmiştir. Ben düşünüyorum, en müşteki arkadaşlarımız arasından bir vekil intiha•p edi­ niz, aradan altı ay geçsin, o, karşınıza tutulmaz bir hal· de gclmezse, i t:ibınıza ( azarlamanıza, ·darılmanıza ) ra­ zıy ım. Çünkü, biz müştekileri i ş başında d a gördük. Al· dıkları kararlar, memleket i n tabii muhalefetlerine uğ· radıkça, onlar bizzat kendileri müşteki ve maznun ha· l ine düşüyorlar. S iz ıbu vekaletin işlerinden memnun değilsiniz. Ar­ zediyorum -Vekili tamamiyle tebriye ederek( temize çıkarara k )- ben de memnun deği lim. Başımızın için­ deki hayal ile hakikat arasındaki mesaıfe müthiştir. Acaba dört yüz bin mübadilin memleketimize nakli ilk defa mevzuu bahsolduğu vakit, aramızda en kara roya­ lara kapılmayan kaç adam vardı. Eski muhaceretlerin tarihi b izce malumdur. Memleketin içine dökülen eski muhacir kütleleri, Anadolu'nun ortasında, Rumelinin bir çok köşelerinde mahvoldu . Yerlerinde mezarlıktan başka bir ·şey kalmadı. Diyorsunuz ki : «Mübadiller bu­ raya geldiler, iskan edilemedi!er, sıtma onları yiyor.» Di· yorum ki : «Bütün Türk milletini sı tma yiyor.» Niçin

82


yalnız mübadilleri düşünüyorsunuz? Bütün Türk mille­ tini sıtmadan k u rt a rnıağa mecbursunuz. Bataklığın yan ında yalınız mübadiller değil, koca b i r Anadolu vardır. Eğer har�i mevzuu 'b ahs ise, mü­ badillerinizle beraber ılıütün Türk milletini yeyen cm· raz ile mücadele ediniz. Bir de mübadillerin iskan ı mev· zuu bahstir : Muhterem arkadaşlar, a rzedey im, ıbence, bütün Tü rk m illetinin i s kanı bahis mevzu udu r. Köylümü· zün, halk ı mız istihkak ettiği gibi, bir iskanı ·temin edilebilmiş midir? An ado l u içi nde, bilhassa Yunanlıia­ nn ayak bas tığı yerlerde . . . Ben şarktan geliyo ru m , beş altı vilayetimiz, kos koca bi r çölden başka bir şey de­ ğil d ir. Ankarada ufak bir ev tam i ri ne kalkanlara soruyo· rum. Lazım gelen ustaları bulmakta ve o ustalara la­ zım gelen parayı verme ktc müşkülata uğramıyorlar mı? Ben, Millet Meclisinin azasına soruyorum. Ankara içinde kendilerini i s k an etmeğc muvaffak oldular mı? Bu işler, zordur, muhterem arkadaşlar, zordur. Ben bir kaç şikayctte muh terem Doktor Rıza Nur Beye derhal iştirak edeceği m. Esaslı bir hataya temas ettiler. Ben de bu hususta müştekiyim. İ s tanbul etra­ fına rumca konuşan halkı yerleştirdil er. Bu fahiş ha­ tadır. Gebze ve civarlarına Yanya'dan gelenleri iskan et­ tiler. Bunların bir kısmı da Çatalca ve havalisine yer­ leştirildi, halbuki biz, kahir Türk ekseriyetiyle meskun olan yerlerde Türk lisanından başka her hangi bir li­ san varsa, izale etmeğe meoburuz. (A!kışlar) Akdeniz adalarının karşı sahillerine, Anadolu kıyılarına, ru� konuşan kütleleri getiriıp oturttular, bu da büyük bir hata oldu . Ya rı n öbü rgü n , vaz iyette daha sükun hasıl '

83


olduktan sonra, adatarla sa·h iller arasında temas baş­ lar, rumca konuşanlar ile rum adalan arasındaki küt­ leler hal-i temasa gelirse, bu yabancı lisanı boğm.anın imkanı kalmaz. Dikkatinizi bir kerre daha umumi seviyeler mes'­ elesi üzerine ce1p edeceğim. Bendenizin son maruza­ tım budur. Hakim ve nazım bir vaz'iyettesiniz. Mem­ leketin mukadderatını sevk ve idare ederken, bu umu­ mi seviyeleri nazarı itibara almazsanız, emin olumız, hakikata uymayan hayaller karşısında Vekilieriniz bir müddet sonra tutunamayacak bir hale geleceklerdir. Umumi seviyeleri behemehal nazar-ı dikkate alınız. Bir sabah, ikdam veya Tanin gazetelerini ellerimin orta­ sında gezdirirken dedim ki, bizim Taymis gibi bir ga­ zetemiz olmayacak mı? Yine kendim cevap verdim : Arkadaşlar, Taymis g:ıbi bir gazetemizin çıkması mu­ haldir. Çünkü öyle bir gazeteyi çıkaratbilmek için öyle sialara ( genişli k, bo!luk ) ihtiyaç vardır ki, bugün mem· leketirniz onlara mali k değildir (Kabul etmiyoruz ses­ leri ) . Evet arkadaşlar, doğru söyliyorum. Eğer siz bir Taymis gazetesini erbabı matbua lımızdan is terseniz, s ize güle ıg üle : «ıMemleketimizde böyle bir şey çıkar­ mak rnuhaldir . » diyeceklerdir. Eğer fevkalade kuv­ vetli bir imar ve iskan isterseniz, ufak Yunanİstanın teşkil ett iği misal bizi ikaz etmeğe kafidir. Öğrendiğim adetler doğru ise, onlar bu işe on milyon İngiliz lirası tahsis etm işlerdir. B izim taıh sis etmiş olduğumuz altJ milyon kağıda mukabil on milyon İngiliz lirası. Yum.­ nistan, bizim memleketimiz gibi yakılmış yıkılmış bir memleket değildir. . .

Yunanistan, biz ufacık bir usta aradığımız vakit, uğradığımız müşkülata uğramayan bir memlekettir. O 84


halde arkadaşlar .. Vekalete yalnız iki, üç aydanberi de­ vam e den ve arkasında pürüssüz bir mazisi olan bir Vekilimizi bu vekaletin ilgası mevzu-u bahs olduğu bir zamanda manen iskat gibi bir vaz'iyete düşürmeyin. O, değişir, başkası ıgelfjbilir, fakat emin olunuz ki, mem­ leketin san'at, para, ve ilim seviyeleri daima onun da ayağına dolaşacak ve siz de daima müşteki bir vaz'iyet­ te kalacaksınıı:.

85


IMAR VE İSKAN VEKAI.Et1'NİN ı..AliVI B. 'M. Meclisi

12 Aralık 1 340 (1924) Arkadaşlar! Hatırlarsınız, üzerinden müıhim bir zaman geçme· di, İmar ve İskana ait burada uzun uzadıya şikayetler­ de ıbulunuldu. Bu şikayetleri mahiyetleri itibariyle tet· k i k ettiğim iz vakit ıg()rürüz ki, hatta savunucu vaz'iye· tinde olanlar bile, ıbazı ıfaciaların, intizamsızlıkların mevcudiyetinden şüphe ettiklerini söylemediler. Bugün, ·İ mar ve İskan Vemletini kaldıralım teklifi karşısında bulunuyoruz. t 'tiraf edeyim ki, ıbunun faideli olacağına dair bende lhiç bir kanaat mevcut değild ir. :Bu teklifi müphem ve hatta zararlı görüyorum ve ıbu teklifin ka· bulü halinde, mubadiller, muhacirler için hasıl olacak neticenin yalnız ıbir ziyan olacağına imanım vardır. Fi­ kirlerim i açıklayacağım : Arkadaşlar, biz, 'Mohaç muharebesiyle Orta Avru­ pa'ya girdik ·ve Tamşuvar ziyaındanberi muhaceret ediyoruz. Türk milletinin son devirlerde, iki buçuk as­ ra yakın bir mtthaceret tarihi vardır. Muhaceretin ne olduğunu anlamaklığımız ve taşıdığı önemi bu işe ve­ rebilmemiz, bize milyonlara mal olmuştur. Anadolu ve Rumeli toprakları milyonlarca muhacirin başını yemiş­ tir, onları iı._ bırakmaksızın mahvetmiştir. Büyük dev­ letlerin muayyen ıbir muhaceret siyaseti vardır. Rusla· ·

86


rın, Italyanların, Fransı2:ların bu işe dair müstakil teş­ kilatları, hatta ayrıca bir ilimleri vardır. Mubaceret, bi r ilim ve ihtisas mes'e!esi-dir. Biz bu işin iyi gitme­ di�inden şikayet ettikten sonra, bir tedbir ol mak üze­ re, vekaletin ilıgasını düşünüyoruz. Bence çare, veka.le­ ti i lga etmek değildir. l mam efendi camide vazifesini ya·p mazsa, camii kapatmazlar. Bir mektep müdürü mektebi idare edemezse, mektebi kaıpatmazlar, o adam­ ları değiştirirler ve yerine daha elverişli adamlan ge­ tirirler. Arkadaşlar,

Eğer imar ve iskan, son birkaç senen i n icaıp ettiA:i bir iş olsaydı, mübadillerle beraber ıbu iş de bitmiş olsaydı, ben derdim ki, bu n ihayet muvakka.ı bir mes'­ eledir, buna ancak o nisbette ehemmiyet atfederiz. Ben­ denizin kanaalim o merkezdedir ki, bundan sonra se­ nele�ce ve senelerce Türk milletinin büyük bir iskan ve mulh aceret si')'aseti olacaktır. Acaba Anadolu'nun boş­ luklarını görenler, iki milyon, iki buçuk milyon Türk'ü daıha Anadolu'ya çekmek lüzumunda müttefik değil mi­ dirler? Eğer Anadolu'nun içimize bunaltıcı bir hüzün ve­ ren bu boşluklarını doldurmak arzu ediyorsak, Ru­ meli'nin muhtelif köşelerinden, Romanya'dan, Bulga­ ristan'dan, şuradan, buradan gelecek milyonlarca kar­ deşlerimizi iskan etmek için ve onlar buraya geldikleri vakit, hayat şartlarını bulabilmeleri için, muayyen ve müstakil bir teşkilata ihtiyaç yok mudur? Ben sizin ha­ tıranıza müracaat edeceğim. İ mar Vekili bize buradan izahat verirken diyordu ki : « İ skeleye çıkanlara soru­ yoruz, nereden geliyorlar, orada ne işler yaparlarmış? Buradan aldığımız malumat üzerine, onları şu istika­ me te veyahut bu istikamete .gönderiyoruz. » 87


Arkadaşlar, Almaniann «Hayınatskunde• dedikleri bir ilim vardır. Buna ibiz, memleket ilm i diyebiliriz. Memleket ilmi hususunda bizim vaziyetimiz ancak yok· luk kelimesiyle ifade edilebilir. Anadolu'yu tetkik etme· mişizdir. Belki parça parça herkes kendi köşesini ıbilir. Ha· kikaten ıgen iş olan Anadolu'yu iklim iklim, diyar diyar tetkik etmeğe muhtacız. Memleketin rüzgarları, yağ· murları, madeni, nebatı, her nevi ma·hsulleri, bunlar ve daha rbirçok cihetleri ayrı ayrı tetkik ve tesıbit olunma· lı ta ki, gelenler hangi maişet ve san'atı vaktiyle itiyat edinmişlerse, o işe, o san'ata uyıgun olan yerlere nakle­ dilip yerleştiri1ebilsin. Biz, bu memlekette bir memle· ket ilmi tesis etmekle vaziıfeliyiz. ıBunu, rbir vekalete mi ıvereceğiz , yoksa her hangi ·ıJir nam altında ıyeni bir teşkilat mı yapacağız, ne ya· pacaksak, ona hak ettiği elhemmiyeti venneliyiz. Ben· denizin kanaati m bu merkezdedir ki , imar ve iskan bi· zim için rb ir ıhayat ve istikbal meselesidir. Hatta isim· lerin tesirinden bile istifade etmeliyiz. İmar ve iskanı sık sık değişen unvaniara ıve teşkilata değil, değişmez bir isme, istikrarı olan ,bir şekle ıbağlamalıyız. Ben yal­ nız muhacirleri :göz önünde tutarak düşünmüyorum. Hatırlarsınız ki, Batı Anadolu söz konusu edildiği za­ man, bazı arkadaşlarımız : ccSadece gelen muhacirler mi açıktadır? Yakılan memleketin halkı baştanbaşa açık­ tadır» diyorlardı. Doğu Anadolu hu vaziyette değil mi· dir? Adana'nın bir kısmı •bu vaziyette değil mi? Aşatı· ya Urfa ve Ayıntaıb'a doğru indiğimiz vakit vaziyet ay· nı değil m i ? ıBu kadar harap, bu kadar yerinden oyna· mış 'b ir memlekette mevcudu ıslah etmek için ayn •b ir teşkilat yaparsanız ıbu çok mudur, lüzumsuz mudur? O hAlde ılıepimiz işin bozuk ıgitti�nde ittifak etti�miz za.


man, tutuyoruz, çAre olmak üzere teşkilatı takvi�e et­ mek lazım gelirken, bilakis onu bir müdüriyet ihaline indi riyoruz. Esasen işleri pek çok olan bir vekalete bu­ nu da ilave ederek her ik i vekaleti veya işi birbirine ziyan verecek bir hale koyuyoruz. Bu bir hal çaresi değildir. Bilakis tamir etmek ni­ yetiyle ve kendi elimizle ci'hazlarımızı daha harap bir hale koymaktır. Küçültmeyin, büyütün; Zayıflatmayın, kuvvetlendirin!

89


ZİYA GÖKALP Ankara : Türkoca�'nda

31 Ekim 1340 ( 1924) Arkadaşlar; Bazı adamlar vardır ki, en durgun şekiller içini:le inanılmaz ıbir mücadele kuvıveti taşırlar; onları �ürür­ ken seyrediniz,

ağır ağır giderler ve

oturuşlan, konuşuşları

en

yumuşak

sessiz hasarlar;

mülayemet, rikkat

tavırlar içindedir.

ifade eden

Halıbuki, karşınızdaki

sessiz adam korkunç :b ir mücadele dhazıdır. O müci­ dele içinde ölecektir. Karşınızda yaıvaş ıyavaş konuşan adam bir asidir, devirlerin kurduğu müesseselerle bo­ ğuşa boğuşa hayat yollannda yürüyecektir. Ziya GökaLp ıbir fikir kuvvetidir, 'bir fikir kuwveti, yani ıbeşerin bütün tarihi üzerinde hakimiyeti her gün biraz daıha artan, zaferleri, seneler ve asırlar ıgeçtikçe durmadan ıbüyüyen en yüksek varlııın kUIY'Vetidir. şair bu fikir kuvve tinden bahsederek diyor ki : «önüne ıgeçemezsin,

onu durduramazsın,

üflemek

ve söndürmek m i istiyorsun ? O bir sestir, ses üflemek­ le söner mi, gayz ve kin uğultulan içinde onu boğınak mı istiyorsun?

O, ıbir ışıktır. Işık gürültülerle söndürü­

lür mü?» Arkadaşlar, :bundan bir, bir buçuk asır önce Osmanlı topraklannda seyahat edenler, havaların için­ de iiç k uıvvetin birbirine sürtündütünü, kımıldadıtını

90


duyarlardı. Hu kuvvetlerden biri �aray kuvvetı idi. Ha­

kanlığın geniş ülkeleri üstüne gölgesi düşmüş, kalbiere saldığı korkulara dayanır ve hükümran olurdu.

ıİkinci kuvıvet, Yeniçeri kuvveti idi , en umulmaz da­ kikalarda birdenbire ooşan, kabaran, her nefeste hesa­ ha katılmak lazım ıgelen kıncı, ryıkıcı bir kuvıvetti. Üçüncü

kuvvet,

Ulema

kuvıveti, Medrese kuvıveti

idi ; halk kütlelerini zaman zaman galeyana ıgetirir, kur­ tuluş için yol araryan zekiların önüne dal·galar halinde çıkar, fikre musallat, içtihada musaHat bir kuvvet . . . Arkadaşlar, gazeteler size Ziya Gökalp'ın nişı ar­

kasında yürüyen elli bin kişilik bir kalabalıktan bah­ settiler. Bu genç kimdir? Bu geçen dördüncü kuvvet; İlim

ku�eti, yeni kurvıvettir. Bu geçen, Türk ufuklarında he­ nüz do["an, korku ile değil, kalbiere telkin ettiği hür­

metle, muhabbetle hükümran olan ilmin, fikrin müba­ rek kuvvetidir. Ziya Gökalıp'ın tabutu arkasında giden, onu omuzları üstünde taşımayı kafi görmeyen, başla­ rında ve ellerinde

taşıyan Ocak ve

Ocaklılar, onbin

mektepli, bütün münevverler, onun ordusu, onun derin ve engin ufuklara doğru yürüryen maiyyeti, nur mevki­ bidir. Arkadaşlar, fikir cereyanlanna istinat etmeyen in­ kılaplar yaşar mı? Bir imanın yukarı kaldırmadığı kı­ lınç keser m i ? Karşımda kurşunlarla delik deşik gaza bayrakları .giıbi duran zabitlerimiz, sizin hileklerinizde fikir mür­ şitlerinin kuvveti, gözlerinizde onlann niyası, kalbieri­ nizde onlann

yaktığı aşk var.

Ziya Gökalp

gibi bir

adam, bir vatanın üstünden toprakları çok derin kanş·

91


tıran bir sapan gibi ıgeçer, sapanın geçtiği yerde eski mahsul devrilir, onun izlerinde yeni bir mahsul yetişe· cektir. Arkadaşlar, lisanımı hata yollarında birdenbire durdurmasaydım, size : <<Mabedimizin içinde büyük bir meş'ale söndü.)) diyecektim; evet bir meş'ale söndü, fa­ kat binlerce el o meş'aleden kend i meş'alesini yaktık­ tan s·onra, bütün memleket Ocak\lan, bütün Mualliim birlikleri , bütün müneVIVer zümreler, elimde toplanan ve sizi taziyet eden bu tdgraflarla, mürşidin ziyaından dolayı matemlerini söylüyorlar. Ziya Gökalıp'ın naşı, yalnız İstanbul'daki hayranla­ rının kolları, başlan üstünde ıgitmedi; memleketin her tarafında yüz binlerce nur ve iman çocuklan matemli hayalleriyle onun arkasından yürüdüler. Biz n3.şını, onu yetiştirmekle mağrur olan Ana Vatanın topraklanna ve mukaddes ıhatırasını, ona minnet ıve şükranı eıbedi olan Ocakların, Ocaklılann ve ıbütün münevverlerin kalbine gömdük.


KURULTAY VEDA' ZİYAFETİ Ankara : 30 Nisan

1341 ( 1925)

Aziz arkadaşlar, Türkocakları'nın İkinci Kurultay'ı, çalışınağa başla­ dığı gündenberi, duyduğum inışirahı, hatta gururu size nasıl izah edeceğimi .bilmiyorum. Bana itimat ediniz, karşınızda duyduğum his, her şeyden ziyade ıgururdur. IÇurultay açılmış ve müzakereler başlamıştı. Ben otur· duğum köşede ara sıra başımı arkaya çevirerek arka· daşları birer 'birer seyrediyordum. Gözlerim birinizin üzerinde bir müddet dahp kalıyordu, o kirndi? lstan· bul Ocağmın ilk senelerinde fakir, mütevazı binamızın içinde, sohbetleri dinlerneğe ,gelenler yirmi, yinn�beş ki· şiyi geçtiği ·vakit, Divarııyolu'ndaki sırtında iskemle

yakın gazinotardan

taşıyan ve misafirlere

satlayan eski Ocaklılardan biri. Bir

oturacak yer

diğerine bakıyo­

rum : Gece yarısından sonraya kadar devam eden, bir türlü bitmesine razı olmadığımız bir toplanmanın niha· yetinde, evine dönrneğe imkan !bulamadığı için, bir ma­ sanın üstüne yataksız rve yoııgansız uzanarak uyuyan bir arkadaşımız. Yanı haşındakini seyrettiğim vakit, hayalim çöllere kadar uzanıyor : Cihan Harbi senete­ dnde •Haıfir» de hoş mesafelerin bir uounda, ıssız. bir köşede, bir hastanın 'başında ana şefkatiyle �Imiş bir doktor, yatan hasta bir Ocaklı, tedavi eden doktor bir Ocaklı. Fırtına, feragat ve ölüm günlerinde, /bunlar bir·

93


birinden ayrılmıyorlar. Haya.J.im çalışmakta devam edi· yor; çöllere inen bu doktorların hastahanesinde Alman· lar var. Halbuki cıBirin» de Almanların kendilerine mah· sus bir hastahaneleri olduğu halde, onlar Türk hasta· ılıanesinde tedavi edilmeği tercih ediyorlar; çünkü ora· da : ccVazifenin hudutları imkanla ölçülür» diyen bir Ocaklı vazife başındadır. Şurada, sıranın başında oturan esmer bir çehre üs tünde gözlerim duruyor : Tanıyorum; o, ıKaradeniz sa· hillerini Rus donanınası topa tuttuğu vakitı, ccHopa» da hastahanenin doktoru, kasabanın kaymakamı, jan· darmanın zabiti olmuş, bütün vazifeleri kendi üzerinde toplamış bir Ocaklıdır! Daha ötede, çok genç yaşına &ağmen, hemen hemen ömrünün yarısını harpten har­ be koşmakla geçirmiş ve şimdi sivil olan bir zabit otu­ ruyor. Yüzünün çizgilerine dikkat etseniz, ne kadar sü­ kun farkedersiniz. Halbuki onun başı etrafında ne kı· yarnetler kopmuştur. Onun hayatında, kahramanlık menkıbeleri vardır. O da, şimdi vatan ocaklarından bi· rinin murahhası olarak aramızda bulunuyor. Sıralarda, uzun senelerdir, Türk ıgençlerine milliyetİn yükselt ici ilhamını vermiş müreıbbiler ıgörüyorum. Türk vatanının bir hayat ve ölüm mücadelesinde vazife kabul etmiş ve kabul ettiği vazifeyi tantanalı ve tam bir zafere eriş­ tirmiş askerler ıgörüyorum. Aranızda yirmibeş, otuz se­ nedir Türk dünyasının milli şuura ermesi için kalemiy­ le mücadele eden şairler,

muharrirler ıgöze

çarpıyor.

Toplantınız, büyük ve muhteşem bir varlığın görünüşü· dür. Bunun içindir k i çok aziz arkadaşlar, karşınızda sadece mes'ut bir !heyecan değil, müessesenin geliş.ti­ ğini görmekten doğan sade bir ıgönül ferahlığı değil, büyük inanışın candan mürninlerini koskoca bir teşki·


lat halinde toplanmış görmekle gurur duyuyorum. Aca­ iba ılıangi .gurur, bu gururdan daha haklı olaibilir? Arkadaşlar, temsil ettiğimiz Ocakların mühim bir kısmını , yurdun muhtelif köşelerinde kendi gözlerimle seyrettim. Bu dakikada onları birer birer hatırlayo­ rum. Fikrin kuvveti ne kadar büyükmüş ki, yurdu baş­ dan başa sarsan, yıkan ve yakan felaketler, kuruluşu­ muzun ıbir an gelişmesine bile engel olamadı. Vaktiyle Osmanlı İmparatorluğu'nun yalQız bir kentinde, o kentin de yalnız bir köşesinde bir tek Oca­ ğımız vardı. ·Şimdi nereye gitsek, ne kadar yol alsak , daima karşımıza cebhesinde aynı adla bir « Türkocağı» çıkıyor. Güneye iniyorsunuz, uzun mesafeler sizi hare­ ket noktanızdan uzaklaştırıyor. Fakat bakıyorsunuz, yeniden ziyaret ettiğiniz bu kasabanın bir sokağında, İstanbul'da ,gördüğünüz Ocak, yine karşımıza çıkıyor. Bizılan ufacık mescidler halindedir. Kapısından içeri girdiğimiz zaman, sadelik, fakirlik, mahrumluk deııhal gözümüze çarpıyor. Siyah çulla örtülmüş peykeler, üs­ tünde bir kilim paııçası olmayan çıplak döşeme tahta­ ları, boyasız, eyi rendelenmemiş iki tahta masa, bu ufacık Ocağın bütün eşyasını oluşturur. Duvarlarda Ka­ car Hanedam'nın şahlarına benzer, Acem basması re­ simlere rastlarsınız. Bunlardan biri Fevzi Paşa'yı tem­ sil eder. Gazi at üstünde göklere doğru hamle eden bir vaziyette gösterilmiştir. İsmet Paşa, iki arslanın orta­ sında dev cüsseli yağız bir delikanlıdır. Arkadaşlar , bu fakir köşe, eşyadan, san'attan ve zevkden yoksun olan bu küçük Ocağımız, fikri , amacı, iymanı olan ıb ir topluluğun toplantı yeridir. Bu mescidin kendine mahsus bir cemaati vardır. Mescit ne kadar fakir ise, buraya devam eden topluluk

95


ma'nen o kadar büyüktür, zenıgindir. Bana inanınız, ta­ rif ettiğim ibu gösterişsiz çerçeveler içinde öyle gençle­ re rastladım ki, onların her biri ülkenin koskoca bir bölgesi için gerçek bir savaşma kuvvetidir. Ocaklarımız vardır. :B unlar iyi binalar içinde, yeterli donatıma ve teş kilata sahiıb, kalabalı k bir toplumun sürekli ziyare­ tini kaıb ul e den mabedlerimizdir. Aziz arkadaşlar, sona er�eler, her insan kaLbi için hüzün veren üzücü bir şeydir. Görüşmelerin sona er· mesi ve sizin ayrılacağıniz şimdiye kadar kalbimin tat­ tığı son !buluşlar arasında en iz bırakanlardan biridir. Gözlerim sizi seyrederken ıb ile, şimdiden içimde bir az gurbet hissetrneğe ve sizin hasretinizi duymağa başla­ dım. Bil iyorum ki, önümüzdeki yıl daha kuvvetli ola­ rak geleceksiniz . Gelecek yıl daha kalabalık olarak top­ lanacağız. Heyecanımız daha derin olacak. Kurnitaya daha büyük bir çalışma sonucu getireceksiniz. B iliyo­ rum, kapısının önünden geçen her Türk'e yaptığı ve ya­ pacağı hizmetlerle «Mübarek Kuruluş )) dedirtecek olan Ocaklarımız, gelecek -yıl kendi tarihinde büyük bir ge­ lişme daha gösterecektir. Arkadaşlar, şimdi bu dakikada beni dinleyen Ferid Celal Bey'le, Adana'dan avdet ediyorduk. Ocakların va­ zife ve istikıbali hakkında bana bazı sualler sordu. Ona söylediğim bir sözü size tekrar edeceğim : Bilirsiniz, dağbaşında yalnızlıktan bunalan bir çoban, bazen karşı dağa seslenir. Orada tanıdığı bir çoban var mı ? Sürü­ s ünün başında bekliyor mu? Bunu anlamak için bir isim söyler, haykırır. Karşı dağdan cevap gelirse, o, ar­ tık yalnız ·değildir. Çünkü karşı dağda da sürüsünii bekleyen bir çoban vardır. Arkadaşlar, ben Türkocaklan'nı, dağ başlarında bir· birine seslenen çobaniara benzetirim. Hepimiz olduğu 96


muz köşeden sesleniyoruz. Karşı dağlar cevap veriyor, biz yalnız değiliz. Siz şimdi beni dinleyen temsilciler, hoş olmayan dağların buraya yolladığı hayat sesleri , varlık sesleri , savaş sesleri değil misiniz? Ben, Ocak· lara ,h ita.p ettiğim bu dakikada siz cevap veriyorsunuz : «Kendi köşemizdeyiz, iş başındayız ve sürüleri bekliy(}o nız. »

Aziz arkadaşlar, uzun ayrılış asırlarından sonra, ka· vuşma .günlerine ıgeldik. Yanıbaşımda duran Azeııbay· canlıyı, karşımdak i Kazaniıyı görüyor musunuz? ıK.urul­ tayımıza başkanlık eden bu ihtiyar mürşid, neyi tem­ sil ediyor? Ayrılanlar buluşuyorlar, •birleşiıyorlar, has­ ret çekenler kavuşuyorlar. Onun manası bu değil midir? Şimdi bu dakikada, Türk dünyasının ıher bucağında, ruhların içinde eller uzanmış, uzaktaki kardeşleri arıyor. s:yasi sınır milletleri ayırır mı? Ormanı n ıçme bir duvar çekiniz, ağaçların kökleri duvarın altından ve dallar duvarın üstünden birbiriyle kavuştuktan sonra, hudutlar neye yarar? Bütün Türk dünyası, birlik şuu­ runu idrak etmeğe başlamış ve eller, uzaktaki kardeş­ lerin elini. tutmak için mesafeler içinde uzanmıştır. «Sa­ rıkamış)) ffıdası ·hakkındak i eseriyle tanıdığımız Şerif Bey'in, Tayıgalara ait bir hatırasını size tekrar edece­ ğim : Bu geriç zabitimiz Afganistan'dan dönerek, boz­ kırhmn yoksul bir · Türk'ü ile karşı karşıya geliyor. Da:ma. zihninde büyük fikri taşıyan Türk zabiti, üç dört bin senedenberi asla değişmemiş bir surette, ay­ nı hayatı süren bu en eski Türk'le konuşmak istiyor. Lehçeler ayrılmış, güçlük çekiyorlar. Kırgız çaresini buluyor, Türk zabitinin gözlerinin içine bakarak, şeha­ det parmatını kaldırıyor : «Birr» diyor. Ruhunda bü-


yük vatanın hasret acısını gezdiren Türk zabiti tekrar ediyor : «'B ir». Kır:gız iki parmağını kaldırıyor : « İkkb diyor. Türk zabiti iki parmağını kaldırıyor : «İki • di­ yor. Tay1galarda, bir akşam saati, Bozkırların yalnızlı­ ğına dalmış bu iki Türk, asırlarca birbirinden ayrıldık­ tan sonra karşı karşıya geliyorlar. Sayı yediyi, sekizi bulunca, Kırgız şehadet parmağını şakağına götürüyor; « anladım » işaretini gösteriyor ve Türk zabitinin boy­ nuna sarılıyor; «biz kardeş, sen Türksünıı diyor. Bugün, bütün Türk lehçeleri, Türk memleketleri içinde, ılıepimiz ıgöz göze sayılarımızı heceliyerek bir­ ıbirimizle tanışıyoruz. Evet, hudutlar neye yarar? Du­ va:-ların üstünden dallar, duvarların altından kökler birbiriyle karıştıktan sonra . . . Arkadaşlar, Türkocağı'nın örneği o kadar kuvvetli­ dir ki, şöhreti Türk Cumhuriyetinin sahasından çok ile­ riye gitmiştir. Nerede bir avuç Türk varsa, emin olabi­ lirsiniz, orada bir Türko::ağı vardır. Bu Ocak bazen gö­ ze görünür; bazen de göze görünmez. Göze görünme­ yenler göze görünenlerden daha az canlı değildir. On­ lar da sırasını bekliyor. Yakın veya uzak bir günde, unutulmuş ıb ir Türk diyannın bir köşesinde cemaati sesine çağıracak, cemaati mihrabının önünde toplaya­ cak, bina olacak, toplantı yaıpılacak, ölıgün !bir köşenin içinde bir ışık, bir hayat kaıynağı olarak ortaya çıka· caktır. İnanır mısınız ki, en eski Türk memleketlerin­ de, Uzak Doğu'nun, Çin'in, ıbizim için hemen !hemen unutulmuş kısıml�rında zulmün eli gelip maddeten ka­ pısını kapayıncaya kadar, burada olduğu. gibj, yalnız hars i çin çalışmak üzere birçok Türkocakları açıldı. Re­ sulzade Emin

98

Bey Istanbul'da bir nutkunda diyordu ki:


«İngilizler Baku'ye girdikleri vakit, en önce Türk· ocağı'nı a:-adılar ve ilkin onu kapattılar. » İstanbul'da da böyle oldu, İzmir'de de, Bursa 'da da böyle oldu. Yalnız hu defa düşman eli bir başka milletin idi. Es'ki Türki stan'da, Çin'de ba.şka eller, yine Ocak­ l e rı kapattılar. Ocak bir bina deiildir, Ocak bir fikirci ;r, bir aşktir, bir imandır. .

Fikir ve aşk, levthaları indirmekle, kapılan kapat­ makla öldürülür mü? Görüyorsunuz, siz bu davanın en güzel, en asil delillerisiniz. Bir sene zarfında yetmişten yüz otuz beşe varan Ocaklarımızın adedi, fikrin nasıl coşkun ıbir cereyan ile akııp gittiğini gösterrneğe yetmez mi? Size bakıyorum, ne düşünüyorum bilir . misiniz? Türlrocakları memleke­ tin her tarafında bir ilim ve san'at, bir hars ve iktisat, bir şefkat ve birlik cereyanı vücuda getirmiştir. Kolu­ rnun damarlanndan akan kan gibi, ocaklardan ocakla­ ra ilim, . san'at, hars ıve iktisat, sevgi ve birlik cereyan­ ları akıyor: Buradari kalkan sanatkar bir kemancınız, içinde fırtınalar· uyuyan, aşk gizlenen aleti ile . ocaktan ocala dolaştılı vakit, memleket· o· Türk san'atkannı ta­ nıyacak. ·

TürkocatJ, Türk ıhalkına san'atın yükselten, asilleş­ tiren tesirlerini da�Itarak, . 9an'atın :konıyucusu, san'at­ kann dostu ıve Türk . halkına hizmet eden bir ocak ola­ caktır. rDoktorlannız saflık sohbetlerini yapacak, tArih­ cileriniz Türk tarihini Türk halkı önünde aydınlıia çı­ karacaktır. San'at ve. sanayi sergileri; san'ata ve san'at­ kara gelir ��layıp saJ��I duyarak ve duyurarak, mem­ leket memleket, ocaklardan �aklara taşınacak! Bu da­ kikada benimle beraıber d�ününüZ : Sivas'ın Selçuk hAtıralarıyle dolu olan tlrihl . muhitinde Türkoc8tı 'nın 99


salonunda toplanılmış; ömrünün yinnibeş, otuz sene­ sini Türk içtimaiyatına hasretmiş olan mübarek, saygı değer bir aliminiz, dinleyenleri kendinden ·geçmiş, bü­ yük bir saygı içinde dinlerken, Türk tarihinde kadının mevkiini, haysiyet ve iti'barını anlatıyor. Memleketini­ zin yüz, iki yüz köşesinde ilim ve san'at ile ilgili top­ lantılar tertip eden; alimi, mürşidi, san'atkirı, saygı ve sevgi ile sararak onların yetişmesine müsait hir ha­ va vücuda getirerek 0'...a klarınız, ne aziz ıbir vazifeyi üzerine almıştır? Köylerde yardım evleri açarak Türk köylüsüne, yani Türk milletinin köküne sahip çıkarak şefkat elini uzatan müesseseniz, ne mübarek bir vazi­ feyi benimsemi·ştir? İlimden, san'attan, harstan aldıtı­ mız kuvveti, ·halka şefkat ıve ihizmet suretinde uzatmak, işlerin en faydalısı, en faziletiisi değil midir? O halde Ocaklarımızı bu yolda daha hareketli, daha tesirli bi r kabiliyete çok vazifeleri rneğe teşkilatı

yükselteceğiz; arasında, iki

mecburdur : altında

Bu

bence Türkocağ.ı, bir­ mühim ihtiyacı gider­

ihtiyaçlardan

millet

teşkilatma

biri,

devlet

yardım

etmek­

tir. Bilirsiniz, izah etmeği lüzumsuz sayarım, eski im­ paratorluğumuzda Türk devleti nereden çekilmişse, Türk halkı fırtınaya kapılan yapraklar gibi dağılıp pe­ rişan olmuştur. Her mesleği, her faaliıyeti ıbir teşkila­ ta dayanmayan bir milletin hükumeti, sonunda, kudre­ ti sınırlı bir ·hey'etten başka ne olabilir? Türkocakları içinde, Türk milletinin meslek ve san'at teşkilatı, ken­ dilerine müsait ve dost bir çevre hulmalıdır. Orada doktorlar, muallimler, · mühendisler, bütün meslek men­ supları , Türk hükumetinin resmi teşkilatını tamamla­ yacak hususi

ve mesleki teşkilatını

yapahilrnek için,

lazım gelen yardımı görebilmelidirler. Büyük merkez­ lerde buna ihtiyaç olmadığı düşünülebilir, fakat Ocak­ larımızın çoğu memleketi

100

n

öyle köşelerinde bulunuyor


ki, her çeşit meslek mensubu, Ocaklardan kendi teşki­ latları için faydalanmağa muhtaçtırlar. Bunlara bütün kalbimi.zle yardım etmeliyiz. Arkadaşlar, ikinci nokta : Türkocaklan, bir mede­ niyetten diğer medeniyete geçen Türk mille� ine, bu ge­ çiş devrinde yol göstenneğe mecburdur. Çeviemiz, pra­ tik ve yaşayan bir medeniyelin darbeleriyle yıkılmış, harap olmuş müe:;seseler ve onların yıkıntıları ile do­ ludur. İçimizde ve dışımızda bir nokta yoktur ki, men­ sup olduğumuz eski medeniyetin orada yıkıntılarını görmüş olmayalım . Gö�gü kaidelerinden, hükumet usu­ lünden ilim ve san'ata kadar her şey; hakim, yayılan ve yapıcı yeni bir medeniyetin icaplarına göre değişrnek mecburiyetindedir. Türkocakları bu yeni medeniyetin yayıcısı, hizmet edicisi ve yol ıgösterenidjr. Kendi top­ raklarımız üstünde, aynı büklımetin idaresinde büyük bir doğuş hareketi gösteren Türk ve Müslüman olma­ yan milletierin ilerleme sebeplerini, Batı medeniyetinin kendi sebepleri arasında bulmak lazım geli r. Türkocak­ lan bu sebepleri birer hirer taniyacak ıve Türk milleti­ ne tanıtacaktır. Bir cümle ile diyebilirim ki, biz son İstiklal !Mücadelesi'nde, Batıya katŞı mücadele ederek, hatta Batıyı mağlup ederek ıBatı1ılığı muzaffer kılmı, bir milletiz. Biz mağluıp olsaydık, Şarklılık kazanır, Batı mağlup olurdu. Biz kazandık, .glıya ·B atı mağlup oldu, fakat ıgerçekte kazanan :Batılılıktır. Kim inkar edebilir ki, biz Batıdan gelen milliyet fikirlerinden il­ ham alarak, ıBatının bize verdi� düsturlarla silahlana­ rak, Batının elimize uzattığı, aletlerle, boğuşa, boğuşa Asya'nın köhne ibir köşesinde, bütün insanlığı peşine katııp götüren halkcılık ve inkılap düsturlarını muzaf­ fer kıldık. Bunun için, Türkacaklan, Batılılığın temsil cisidir.

101


Bu veda akşamımızda, kalbirn bu ümitle dolu ola­ rak sizi seyrediyorum. Gelecek seneki toplanmamıdza, her hi :-inizi yapılan işlerin saadeti içinde mağrur göre� ceğimi umuyorum. ·

Arkadaşlar, size aziz hir hatırayı anlatmaktan ken­ dimi alamayacağım. Güzel ve aziz bir hatıra, kalıbde derin iz bırakan, ruha hülya veren, yüce ve heyecanlı bir hatıra . . . Cihan Harbi'nin sonunda, esir zabitlerimiz Mısır'­ dan döndükten sonra, bunlardan birisi gelip beni gör­ müştü. ıMasarnın üstüne iki üç resim bıraktı. Resimler­ den biri, Anadolu haritasını gösteriyordu. Merakla : «·Bu resim ne ?» diye sordum. Hala Mısır güneşinin esmer­ liği yüzünde o!an zc\bit : «Anlatayım» dedi.. u·Bu resmin uıfak bir hikayesi vardır; biz, Seyidbeşir'de iken, bir gün İnıgiliz kumandanından bir vatan haritası rica et­ tik. Hepimiz Anadolu'nun , Rumeli'nin şurasından ıbura­ sından gelen, kalbieri memleket ·h asretiyle dolu kimse­ lerdi k . İstedik ki, karar.gaılnn · duvarlarında kendisinden uzak düştüğümüz vatanın bir •haritası olsun. Kuman· dan ricamızı reddetti. Sekiz on gün sonra aramızdan yine hir arkadaşı, aynı ricayı tekrar için kumandana gönderdik. Döndüğünde aynı red ıcevaıbını aldık. Birkaç dakika aramızda garip bir sessizlik oldu. Çok müteessirdik, galiba hepimtz, teessürle olduğu ka­ dar, Mddetle de titriyorduk . Konuştuk ve karar verdik : Vatan haritasını kendimiz yapacağız. Bir masanın etrafında İstanbul'un, İzmir'in, Kon­ ya'nın, Sıvas'ın, birçok Anadolu köy ve kasahalarının çocukları, başbaşa verdik ve çalışmaya başladık. Dağları ve nehirleri ile, ovalan ve saıhilleri ile, ya­ vaş yavaş , vatan haritası ellerimizin altında meydana 1 02


çıktı. Bir gece, geç vakte kadar u�raştıktan sonra, ·ha­ ritanın bittiğine hükmettik ve bunu duvara asarak üs­ tüne bir örtü çektik. Ertesi gün, Türk zabitlerinin esir olduğu karaııgahta bir bayram günü idi. Kumandanını selamiayacak bir tabur gibi dizildikten sonra, aramız­ dan biri ilerledi. Yüzü saıp sarı olmuş , gözleri yaş için­ de örtüyü çekti, kaldırdı. Biz selam vaziyetinde, kendi emeğimizin :bulup meydana çıkardığı vatan haritasını heyecanla seyrettik. Size verdiğim resim o vak'anın ha­ tırasıdır.» Çok aziz arkadaşlar, Sizin bu toplantınız, mukaddes ve yüce hatırasını anlattığım o zabitlerimizin toplantısına ne kadar ben­ ziyor? Türkocakları'nda çalışan sizler, kalblerimizin içinde hayali duran daha mes'ut, daha imar edilmiş ve kudretli bir Türk 'Vatanının çizgilerin i çizmekle meşgul değil misiniz? Türk gencinin,, Türk müneıvverinin aş­ kından ve ıgayretinden; kaybolan vatan yeniden doğdu. Mahpus ve esir Türk münevveri, vatanın hudutlarını tekrar çizdi. Şimdi bu dakikada siz ne yapıyorsunuz bi­ lir misiniz? Anadolu'nun, Rumeli 'nin yüzlerce köşesin­ de, emeklerinizin vücude getirdiği yeni şekiller, büyü­ yerek birbirine eklendiği vakit, hayran ve yaşarmış göz­ lerinizle göreceksiniz ki, yeni bir vatan doğmuş olacak­ tır. Sağlam, mes'ut, bakımlı; toprakları, havaları ve de­ nizleri, çalışma ve hayat ve kudret uğultusu ile dolu, büyük, zengin ve ıgüıçlü bir vatan. Arkadaşlar, gidiniz kendi köşenizde çalışmakta de­ vam ediniz; eserler, büyüyerek genişleyerek yan yana geldiği vakit, özlediğiniz günler ıgelmiş, yeni Türk va­ tanı doğmuş ve kurulmuş olacaktır.

103


BAŞKOMUTAN MUHAREBESi Durolupınar : 3 1 Ağu stos 1 340 ( 1924 ) Köylü hanımlar, çiftçi ler, erierimiz mız, sevgili Gazi ve aziz a rkadaşı !

ve suıbayları­

Burada, ·h adise sözden çok kuvvetli bir mevkide­ dir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak'alar kadar derin, manalı, bcliğ ve şumullü olsun. Söz burada, fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınl a rı var, hiç bir felaketin üstü­ ne göz yaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gib i katı, yüz­ leri dağ başlarındaki kayalar gib i yanık, sayısız muha rebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömleklcriylc, çı·p l a k ayaklarıyla köylü­ ler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yay­ lalardan yörükler inmiş, içt imaa onlar da gelm!şler, iç tima tamamdır. Burada olanlar kadar, burada olmayan­ lar da burada . . . Türk milletinin ruhu, bu harp meyda­ nının kenarında şimd i elbağlamış duruyor. Efendiler, iki ordu çarpışıyor mu? Çarpışan iki fi­ k i rdir. Aylarca, senelerce müddet, bu yamaçlarda, bu boğazlarda, bu bellerde Yunanlılık fikriyle Türklük fikri iki ·pch1 ivan ıgiıb i çarpışıp durdu. 30 Ağustos : Sen bir inhidama şahidsin!

104


30 Ağu·s tos, o gün, yani bugün, Yunanlılık fikri, bu topraklarda, Türklük fikrine mağlup olarak yerlere se· rildi.

30 Ağust·os, sen kaıç inhidama şahidsin . . . 1453'de Bizans kıyılarından kaçan Yunanlılık, yeni bir devlet, bir ordu halinde İzmir yollarından İstanbul'a dönüyor· du. Bu orduların başında, ismi remz mahiyetinde olan bir Kayse r vardı. İstila burada kınldı, Kayser İstanbul' la beraber tAtina'yı da burada kaybetti. Ruhu Türk'e kin· den ibaret olan yangın ve kan meraklısı bir Ba:şvekil ve onun Gladiston izlerinde yürüyen şark siyaseti, burada kendini ve siyasetini deviren bir darbe yedi. Burada, İngiltere'nin İstanbul Boğazları üstüne bina ettiği yeni Cebelittank yıkıldı. İzmir cebhesi İstanbul'a giden geçit· leri İ ngiltere hesabına kapamıştı, Jl Ağustos bu duva· rı temellerinden söktü. İzmire ılıuradan kavuştuk, h­ mir'e olduğu gibi, Bursa'ya, İstanbul'a ve Edirne'ye bu­ radan kavuştuk. ·

31 Ağustos, Türk'ün demirine musaHat olmuş ne kadar pas varsa, senin umumi tasfiye yapan mubarek ateşinde eridi. Düşman müttefiki , hiyanetin dostu, karanlığın yol­ claşı çürüyen ve çürüten ne kadar köhne müessese var­ sa, 31 Ağustos, senin bir misli olmayan ·gününde, bir datıa doğrulmamak üzere burada devrildi. Başkomutan Muharebesi, bir gün içinde kaç mu zafferiyetin vardır. Kazandığın zaferler arasında en bü­ yüğü, maziye karşı kazandığın zaferdir.

·

Başkomutan Muharebesi, sen

kurtuluş

günüsün.

Başkomutan Muharebesi, sen ceza günüsün ? Sen Yunanlılık için ne korkunç, ne yaman ıbir ceza günü-

105


sün. Bütün bu illerde bir cehennem gibi yerleşen Yu­ nanlılık ve onun cinayeti müdhi.ş idi ? Senin cezan, onun istihkak e ttiği kadar müdhiş oldu. Başkomutan Muharebesi, çok uzun süren bir gü­ naha göklerin inlikarnı gibi kalıredici :b ir ceza verdin. Bu ceza, istikbal için bir derstir; ·Anadolu'ya ayak bas­ mak isteyenlere, tarihin bir ihtarı halinde kalacaktır. « Basmayın, el uzatmayın, tekin ·değildir

. . .

»

diye zaman

arasından mütemadi haykıracaktır. Duyuyor musunuz? Ruhun ·gözleri farketmiyor mu ? Bu ·göklerin içinde ne üııpermelet bu topraklann için­ de ne tilirerneler var? Başlarımızın üstünde Kars, İnö­ nü, Sakarya, bayrakları şimdi daLga dalga bu haııp mey­ danını tavaıfediyor. Anadolu'muzun büyülenmiş bir kö­ şesindeyiz. Şehidlerimiz, bu topraklarda olduğu kadar, kalble­ rimizde yatan şehidlerimiz ! . . ıBaşlanmızın

ucunda tQP­

lananlara bir hitabınız mı var? Bu toprakların içinde, zerre zerre panltılarla örtülü, bem 'beyaz ıgenç dişleri arasından , istiklal şehidleri bir şey sayıklayorlar :

cEy

Türk milleti, senin içi n ! Diyar diyar, iklim i klim, bü­ tün o boğuşmalar, o mücaıhedeler ve ıbu ölüm, ey Türk milleti seni n için, senin içi n ! » Daıha dün denecek kadar yakın bir zamanda, bu­ rada bir kıyamet kopmuştu. Ateş kasırgalannın döne­ meçler yaptığı, şehid kanlannın ıparça parça kızardılı bu yerde, unutkan tabiat ve derin bir sükuta dalmış. Şimdi her tarafta burgacanlar boz mavi dikenlerini aç­ mış, alaguzlar,

bahaciyenler ernecenterin

laciverd yıl·

dıziarın a karışmış, dancanlar sirgenlerle, pıtraklar, geğ· relerle kanşarak, istiklal şehidlerinin genç naaşlan üs­ tüne, yayla baharının renk renk örtüsünü çekmiş.

106


Aziz şehidlerimiz! İnönü, Sakarya, Dumlupınarda­ ki meşıhedleriniz, bir müsellesin uçları gibi duruyor. Bu müsellesin üstüde, yeni Türkiye, bir ehram gibi yük­ seldi. En yukarıda, ta tepede dalgalanan istiklal ve inki­ lap bayrağı var. Eserinize sadıkız, sadık kalacağız! O bayrağı, diktiğiniz o :yüksek tepeden indirtmeyeceğiz! Sevgili Gazi! Bu alaca köylü kalabalığı içinde seni seyrettim. Kendine bundan daha fazla yakışan bir çer­ çeve nerede bulabilirsin? Sevgili Gazi ! Taliin en karanlık günlerinde, ismin bir çoban yıldızı olmuştu. Hepimiz ona bakarak yol al­ dık. Ufukların üstünde, yeni doğan bir .güneşin aydın­ lattığı bir dağ başı .gibi, herkesten ewel ışığı alan es­ rarengiz başıola sen, yüksek bir fikirsin. Sen Türk mil· letinin bir cihad bayrağısın. Hür bir istikbalin bütün işaretleri, haberleri hepsi senin yüzünde . . . Seni gözle­ riyle kucaklayan, gönüllerinde sana dua eksik olmayan bu halk kütlesinin ortasında, sen, ne ulvisin. Kurtuluş gününü seninle beraber hazırlayan bu silah arkadaşla­ rın, bu ıher biri ruh kudretinin bir örneği olan komu­ tanla�ın ve zabitlerinin arasında, ruhun sezd·iği en asil bir güzellikle güzelsin; yollarında çok geç kalmış bir milleti, hamle 'hamle, hür ve mes'ut bir istikbale doğ­ ru götürürken, bu zafer ve bu sulh güneşinin altında, kalhim sevginle dolu sana tekrar ediyorum : «Bütün cihadında, hayat yollannın sonuna kadar yanındayız, beraberiz. . . Bunu, sana inanmış ve seni candan sevmiş, milliyetperver bir gençlik namına ben­ den bir defa daha işit ! . . . » ..

107


İLK KURULTAY 23 Nisan 1340 ( 1924) Aziz arkadaşlar, Oca�ımızın tarihinde çok mühim bir güne vasıl ol­ duk. Ocakların murahha slarından mürekkep olan bu içtima, b:zim için ne mes'u t bir hadisedir.. Bu içtimaın aktedildi�i gün, müessesemizin tarihinde ye bizim ha­ tıramızda ne mühim bir iz bırakacaktır. Müessesemiz kurulduğu zamandan bu güne kadar, memleketin uğradığı bütün felaketlere, geçirdiği bütün bulıranlara rağmen , hiç bir vakit tedenniye uğramadı. Bilakis her hastalıktan sonra, yeni bir hayat hamlesiyle ortaya çıkan ·gençler gibi kuvvetini arttırdı, inkişafına devam etti. Bundan on iki sene kadar evveldi; gazete­ ler küçük bir fıkra neşrettiler. Taninin 1 8 Mart 328 ta­ rihli nushasında şöyle bir ilan dercolunmuştu : «Bimt!n· nihilkerim teşekkül eden Türkocağı hakkında hüküme­ tin müsaadesi istiıhsal edildiği ilan olunur. İmza Mura·h­ has-ı mes'ul : Kahyaoğlu Halis Turgut.» Demek ki o tarihte Ocak açılmıştı. Bu nasıl bir ha­ dise idi, nasıl bir manaya delalet ediyordu? Türk na­ mına izafe edilerek meydana çıkan bu müessese hangi telkinin mahsulü idi? Arkadaşlar, yakın zamana kadar, bizim ne mensu­ bu olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu, bilirsiniz bir 108


nevi Müslüman Avusturya, yeni bir Bizans idi. Burada yirmiden fazla, her biri diığerine ve hepsi birden Türk'e düşman unsur ortasında, Türk milleti ismi zikredilme­ yen, daima arkada kalan, hakkı, davası olmayan unu­ tulmuş bir kütle halinde idi. Şarkta bir Rum dAvası vardı, biı:- Ermeni, bir Bulgar davası vardı; Arap, Ar· navut milliyetleri bile kendi menfaatlerini, hususi bir zümre halinde aramağa başlamışlardı. Yalnız bir mil­ let vardı ki, bu memlekete aid münakaşalar cereyan ettiği vakit, asla hatıra gelmezdi; ehemmiyet verilme­ yen, kale alınmayan yalnız o idi. Diğerleri sahnenin önünde duruyorlardı. O arkalarda, gerilerde, karanlık­ larda kalmıştı. Türkocağı, inkar edilen bu millet na­ mına ortaya çıkmış bir müessese idi. Ocak ilk kurul­ du� vakit, müthiş bir husumet havasiyle muhat oldu­ �nu gördü. Ona kimse ta,hammül etmiyordu. Binasını görenler, levhasını okuyanlar kızıyorlardı, eğleniyorlar­ dı. Türkocağı, kendi karşısında, muarız vaziyetinde, bir sürü eski, köhne müesseseler buldu. Bunlar vaız­ lariyle, mecmualarıyla, maziden, an'aneden kuvvet alan bütün vasıtalarıyla, bu yeni cemiyet aleyhinde telkine başladılar. Osmanlılık onun düşmanıydı; başkalarının milli cereyanlara kapılmasından parçalanan bir vata­ nın sahibi ve hanisi olan millet, nasıl bizzat milliyet cereyanlarına kapılırdı! .. Medrese ona candan husumet ediyordu. Duran ve durduran, çürüyen ve çürüten med­ rese, derslerile, vaızlarile, bunun bir cürüm, bir küfür oldu�nu ilan etti . Saray, bir avuç Türk yerine, otuz milyon Osmanlı üzerinde hükümran olmağı tercih eden Saray, bir tek gün, Türk'ün milli cereyanına samimi olarak iltifat etmedi, onu duymadı, onu anlamadı. Türk'e, ancak

kendi

hanedanıyla

bir

mevcudiyet

verdiğini 109


düşünen Saray, bu yeni iddiaya bir nankörlük gibi ba­ kıyor, Osmanlılık yerine Türklük fikrini ileri sünneği, muzir, müfsit bir

düşünce addediyordu.

Siyasetin, si­

yasi endişelerin esiri o!an fıkralar, bir taraftan ona yar· dım eder gibi �rünüyorlar, diğer taraftan ondan kor·

f

kuyorlardı. Hat a orduların en naıfiz, en maruf simala· nndan bi,ri : ((Acaba Türkocağı namıyla karşımıza Rum, Enneni patrikhaneleri gibi b ; r şey mi doğuyor? » demiş­ ti. Türk olmayan unsurlar nazarında, beğenmedikleri, adi ve aşağı gördükleri Türk milletinin milü cereyanı, istinatgahı olmayan, gülünç, sun'i, kaba bir iddia, bir özent i idi ; bu tamam doğmadan ölmeğe mahkumdu. Son zamanda çıkan

bazı kitaplarda

okuduğumuz

gibi, Türk milli cereyanı, yabancı memleketlerde yeti­ şen ecnebi alimierin

eserlerinden ilham

almamıştır.

Radlofların, Tomsenierin Türkiyatı, tıpkı Yunaniyat ve Mısriyat gibi doğrudan doğruya soğuk bir ilim endişe­ sinden doğan bir tetkikten, bir taharriden ibarettir. Bu kitapları vücude getirenler, 'bizde milli cereyanın ruhu­ rundan çok son::-a malum olmuşlardır. Türkiye'ye milli­ yet cereyanı, tarihin ufuklarından kopu:p gelen, yeni bir Avrupa

halkeden,

Balkanlarda

aleyhimize

yangınlar

uyandıran, yeni milletler vücude getiren, koskoca bir hareketin dalgaları halinde yürüyüp geldi. Türk milli cereyanını yabancılar değil,

ken.cJi şairlerimiz, kendi alimlerimiz meydana getirdi. Bunun için , milli fikir ve

Türkocağı, ıeihanşumul bir cereyandan hayat ve kuv­ vet almıştı. Aramızda müessesemizin ilk günlerini hatırlayanlar var. O, ewela Sultanahmed'de, yangınların izini bırak­ madığı bir mahallede ufak bir evde, tek bir oda içinde birinci içtimalanna başlamıştı. Bir az . sonra Divanyo­ Iu'nda, hepinizin

ı ıo

heyecanlı içtimalarını

hatırladıtınız


küçük, mütevazi bir binaya geçtik, bir kaç ay sonra bu­ rası da bize yetmez olmuştu. Ocağın içi, coşkun bir genç­ liğin hayat ve heyecan uğultusu ile dolu idi. Merdiven­ lerden, gece gündüz ayak sesi eksik olmuyordu. Niçin yüzlerce genç bu binaya dolup boşanıyorlardı ? Orada ne duyuyorlardı, ne işidiyorlardı, bu yeni cazibe ne idi ? . . .

Türk ıgençliği orada kendine, milliyetine kavuşu­ yordu. Ocak inkişafında devam etti; ıB ayazıt'ta daha bü­ yük bir merkeze naklettik. Gördük ki orası da kendini arayan ve bulmaya başlayan, yani hidayete eren zaval­ lı Türk çocuklarına yetmeyecek kadar küçük bir yerdi. Ocak evıvela yalnızdı. Fakat aylar ve seneler geçtikçe, yeni bir takım faaliyetler, diğer sahalarda onu derece derece itmam ediyordu. Unutulmuş bütün bir mazi, muhtelif şekillerde tekrar canlanarak hayata avdet edi­ yordu, binalara Türk mimarisi yeni bir sima veriyor, san'atın diğer şubelerinde, edebiıyatta, resimde hatta, tezyİnatta Türklüğü arayan bir cehd göze çarpıyordu. Türk iktisadı diye bir fikir ·h atıra geldi. Gözlere görü­ nen bir misal ile bunu izah etmek için İ stanbul'un, me­ sela ıDivanyolu, Şehzadebaşı gibi kısımlarmda yalnız bundan ondört onbeş sene evvel her iki yanını tutan ticarethaneleri hatırlamanızı reca edeceğim. Onlann sahipleri daima Türk'ten gayrı idi, bedbaht günlerimiz­ de bu sokaklardan geçerken, dükkaniarın kapılann­ dan, sevinen yüzler seyrederdik; sevindiğimiz ıgünlerde o yüzler ağlardı. Şimdi aynı yollardan geçiniz, evvelki isimler silinmiş, o simalar kaybolmuş, onların yerini bizimkiler işgal etmiştir. Artık milli cereyan edebiyat ve ilim sahasından çıkıyor, sade bir hars müesı:;esesi olmaktan kurtuluyordu. lll


O, Türk milleti için kendi faaliyetinin her şubesin­ de, b ir çok menfaatleri koruyan, umumi bir cereyan şeklini almıştı. İktisadi Türkçülük, beş on sene içinde uıfak ticaret sahasını aşmış, bir az evvel Türk'e memnu görünen bir takım müessesatı işgal etmeğe başlamış, şirketlerde, bankalarda, kendine nüfuz ve mevki ayır­ mıştı. Daha Osritanlı İmparatorluğu yıkılmadan, Türk ve Türklük kendini, başkalarının evvelce asla tahmin etmediği bir ehemmiyetle, her yerde his ettirmeğe baş­ lıyordu. Yeni fikir, yeni cereyan ruhların muhtaç oldu­ ğu, beklediği bir mezhep gibi yayılıyordu. Fakat bir yer vardı ki, o sarahatle Türk'ün eline geçmemişti; o, siya­ si saha idi. ·Bir de manevi vatanımız var, rbu vatan, öbüründen daıha çok haraptır, daha çok istilaya uğramıştır. Ser­ veti daha fazla yağma edilmiş; yadigarları taraf taraf yabancıların, düşmanların eline geçmiştir. San'atları­ mız raki.p unsurlara maledilmiştir. San'at eserlerimiz, duymayan, anlamayan nesillerin elinden, yok bahasına satın alınarak dünyanın dört bucağına dağılmıştır. Nağ· melerimizi başkaları benimsemiş, tezyinatımızı komşu milletler kendi hesaplarına, kendi medeniyetlerine kay· detmişlerdir. Anadolu'nun cenup taraflarına bakınız, Arap lisanır'l.ın istila yollarını görürsünüz. Anadolu'nun şark tarafına bakınız , Türk devletinin idaresinde, Türk bayrağının göLgesinde, kürdçe konuşmaya başlayan, en maruf asıllara mensup tarihi Türk kabilelerine tesadüf edersiniz. Türkocakları, manevi Türk vatanının bekçiliğini i.fa edeceklerdir, lisan hududunu istihilara karşı koru· yacaklardır. ıBinlerce seneden beri geçtiği yollarda te masa geldiği medeniyetler içinde, bir ı:aman Çinlileşen , Hindistan'da kendi kurduğu devletin idaresinde şuuru1 12


nu kaybeden, İran'da ve Anadolu'nun Selçuk devrinde, Acemleşen, Osmanlı devrinde ise, Yavuz Sultan Selim­ le beraber milliyetini terkederek Araplaşan, ve nihayet garıp me'deniyeti ile temasa geldiğimiz günden itibaren, bilhassa Tanzimat cereyanıyla Firenkleşen yan münev­ verlerin, hükumet ve i dare adamlarının kendi halinde terkettiği Türk milleti, inanılınayacak kadar uzun sü­ ren bir baygınlıktan sonra, uyanıyor, milli şuuruna eri­ yordu. Türk Ocağı , ıbu şuurun halk arasında doğan ilk dikkate l ay-ık nişanesiydi. f"ütuhat yaBanndan muha­ ceret yollarına düşen milletimiz, asırlardan beri çek­ tiği felaketlerin, vü:::u de getirdiği bir intibah neticesi olarak, nihayet kendisini düşünmeğe, kendisini asıl ad­ detmeğe, kendine ehemmiyet verrneğe başlıyordu. Türk Ocakları, Türk vatanı içinde, Türk harsının mutlak ha­ kimiyetini te'sis için, üzerlerine büyük bir vazife almış olduklarını hiç bir dakika unutmamışlardır. Şimdi Anadoluda bir tecemmü var. Bu askeri tabi­ ri mahsusu kullanıyorum. Muhtelif istikamette fütuhat yollarına çıkanlar, senelerdir taraf taraf Anadolu üze· rine ricat etmeğe başlamışlardır. Onların adetleri ek­ silerek, servetleri kaybolarak, ana yurda, istiklal bay­ rağının gölgesine dönüyorlar. Aramızda Tuna yalılarından gelenler var, aramızda Adalurdan dönen Türkler görüyoruz, aramızda Tesalya' dan, Mora'dan hicret edenler var, aramızda Kazandan, Kafkastan gelmiş Türkler görünüyor. B unlar, parça parça olmuş Türk dünyasının uzak bir köşesinde, kul· b:ni, zekasını senelerce Türk milletine hasrettikten, onun için çalıştıktan sonra, nihayet Anadolu'ya, bizim aramıza geliyorlar. Aramızda bazıları var ki, Türk mil­ l iyeti için yabancı bir idarenin zulmüne, merlıep ihti­ laflarının ateşine, kör, cahil bir taassubun �inine kar· 1 13


şı, her felaketi göze alarak uzun seneler çalıştıktan sonra, onlar da lAnadol u'ya iltica ettiler. Eski .fatihlerin oluJlan, kızlan tali'siz günlerden son ra, eecllerinin ha­ reket noktalanna avdet ediyorlar. Burada, Anadolu' da tekrar toplanıyoruz : Burada yeni bir taharnmür devri geçireceğiz. Burada lehçeler il;> irleşecek; sima farkları ortadan kalkacaktır. Yeniden, tarihin kaydettiği o değişmez Türk kudretini, kendi ruhlanmızın içinde, tekrar biriktireceğiz. Arkadaşlar, Türk tarihi içinde, belli başlı hangi hü­ kumet vardır ki, bir felaketten doğmUş olmasın? En SQn hükumetimiz, felaketten, ve muhaceretten doğma­ mış mıdır? Osmanlı İmparatorluğu, yurdundan sürül­ müş bir Türk kabilesinin, diyar diyar gezerken kurdu­ ğu bir hükumet değil midir? Büyük Selçuk hükumeti, şahsi talihsizliğinden, tarihin en büyük imparatorlukla­ rından birini kurmakla intikam alan bir Türk'ün eseri değil midir? Mısır'a esir götürülen Türkler, sahipleriyle beraber Mısır'ın da efendisi olmadılar mı? Türk nerede hükumet kurmuşsa, orada bu misalin tekerrür ettiğini görürsünüz. Denilebilir ki, felaket büyüdükçe, Türk ru­ hunda irade o nisbette büyür, kuvvet kazanır. Son fela­ ketten elde ettiğimiz neti-ce bu fikri teyit etmiyor mu? Herkes tarafından terkedildiği halde, Anadolu'nun teş­ kil ettiği büyük :geçit üzerinde oturan, garba, şimale ve şarka karşı cephe kuran; kendisinden, kıyas edilmey e­ cek kadar, kalabalık ve zenıgin milletiere karşı mevcudiyetiD i uzun asırlardır mUhafaza eden m:illetimiz, kur­ ·

duğu Türk Ocaklanyla, yeni bir fikir mücadelesine gir­ miştir. Türk milleti, kendi ocaklanyla şarktan, garptan, her hangi taraftan gelirse gel sin, yabancı · harslara kar­ şı milli hasnnı 1 14

müdafaa edecektir;

halkçılığın yalnız


dillerde delil, fakat �nüllerde hakiki aşkını uyandıra·

cak tır. Arkadaşlar, Türk Ocakları, üzerlerine kudsi hir va­ · zife daha almı.ş tır. Türk Ocakları, inkilabımızın bekçi­ sidirler. Çok uzun süren musibetlerden sonra, Türk milleti kendi idaresini hanedanlara veya zümrelere, gelişi güzel terketmekten hasıl olan ziyanı tarnamiyle tatmış, idrak etmiştir. Son inkılabımız, iki yüz sene­ den beri devam eden arneller . ve aksülameller ortasın­ da, zaman zaman düşen, fakat daima yeniden kalkan ve yürüyen bir fikir hareketinin mtibarek bir meyvas•· dır. Bila kaydü şart mi llet hakimiyeti, Türk milletinin benimsediği bir hayat ve is tiklal düsturu olmuştur. Türk Ocağı , kurulduğu günden beri sadık kaldığı mil­ let ve milliyet siyasetine ve onun yeni bir ifadesi olan millet hakimiyetine sadı.k kalacak ve vatanın her köşe· sinde bu esasların müdafii olacaktır. Bir az evvel size demiştim ki, Türk milliyetperver­ liiti siyaset sahasına geçti. Türk dünyasının ıssız, ve metnik rbir köşesinde, binikiyüz seneden beri Türk mil­ letine hi tap eden bir kitabe vardır : OI"hon Kitabesi . . . . Binikiyüz senedir, Türk dünyasının hiçbir tarafından kendisine cevap almayan, bir aksi seda uyandırmayan bu hitap, nihayet asırlal"Ca zaman sonra bizden, Ana­ doludan cevabını aldı. Anadolu toprakları içinde yük­ selen bir ses , . tarihin asırlar, mesafeler içinden gelen o sesine cevaıp verdi. Bu cevap, Türk'ün hakkı ve Türk için Türk devletini kuran ve Türk milliyetperverliğinin cihan karşısında en büyük timşali olan, genç kahrama­ nın sesidir. Onun Türkiyesi, tArihin gözü, Türk toprak­ larını seyrettiği ilk günden bu güne gelinceye kadar, tam manasıyla milü vicdanına vasıl olmuş ilk Türkiye' dir. Ben bir Ocaklı sıfatırla ve nimetşinas bir kalble, 1 15


ruyalarımızı :bir hakikat haline geçiren ve yeni Türki­ ye'nin hürriyeti vicdan kadar bütün emellerinin mü­ messili ve müdaf i i olan büyük kahramanı, Ocağımızın bu mes'ut gününde hürmetle ve muhabbetle selamlıyo­ rum . . . Türk Ocakları, Türk vatanında yenı ımanı, yeni medeniyeti, hayat aşkını, zevki, refahı, umran ve inti­ zamı, Medresenin mezhep i htilaflanyla parçaladığı bü­ tün Türkler arasında, kardeşliği ; birliği vaz ve telkin eden mabetlerdir. Türk Ocakları, ö!müş bir med.e niyetin, ayaklarımı­ za dolaşan, yollarımızın üstüne yıkılan bütün cnkazı arasında, haki�ate, ışığa, yani yeni medeniyete doğru ·g eçitleri gösteren bir rehberlik vazifesini üzerine al­ mıştır. Devirleri ni ·geçiren medeniyetler, hayata iadesi mümkün olmayan ölülerdir. Eski Yunanlılığın varisi olduklarını i ddia eden bu günkü Yunanlılar, Agora'yı geri getiremczler, tünikleri­ ni tekrar giyemezler, güzelliğf ahlak fevkına çıkara­ mazlar. Bu .günkü Yunanlı , medeniyeti i tibarile yalnız Avrupalıdır. Eski Roma topraklarında yaşayan İtalyan­ lar, büyük mürebb i ve muhyi Roma medeniyelinden ne­ yi muhafaza ediyorlar? Dinden doğan medeniyetler, ha­ yat ve ihtiyaçtan doğan yeni medeniyet önünde mağlup olmuş, yıkıln'ııştır. Türk m illetinin köhne mürşitleri, onu daima geriye çekmiş, ona kurtarılması mümkün olmay�n münderis bir medeniyeti, mihrap olarak gös­ termişti. Bu gün cıhanın her tarafında hakim ve mu­ zaffer olan 1Ga11p medeniyeti, Türk Ocaklarının Türk halkına işaret ettiği medeniyettir ·

Arkadaşlar, bilirsiniz, hiç bir zaman dar bir milli­ yetperverlik gütmedik. Bir taraftan kendi harsımızı 1 16


arıyor, diıer taraf.tan sahnelerim.izde Alman musikisi­ ni dinletiyor, İtalyan ressamlı�nı ·· gösteriyor, Yunan · ıheykeltraşisini, İ ngiliz edebiyatını, Roma kanunlarını gençlerimize tanıtıyorduk. Çünkü Ocaklar nazannda Türk, Garp ailesinin bir eviadı olmak gerektir. Bu gün ne mes'uduz ki, dün �limlerimi;zin, san'atkarlarımızın hususi görüşleri gibi ortaya atılan bu fikirler, artık b!r devlet görüşü, bir devlet. akidesi haline geçmiştir, iste­ diklerimiz şimdi birer hakikatt ir. Ocak, bütün . emelleri arasında, bilhassa Türk ka­ dınının inkişafı hukuku için sarfettiği emekten dolayı şimdi mağrurdur. Türk tfırihinde Türk kadını, Hakan yanında bir Hatundur, yani söz ve rey sahibi bir impa­ ratoriçedir. Türk tarihinde Türk kadını, erkeğiyle beraber at üs­ tünde mücadele eden bir askerdir. Türk tarihinde Türk kadını, ·hayatın bütün mesaisine iştirak eden bir sai kahraman.ıdır. Medresenin ışıktan gölgeye, inhitat ve akamete doğru sürüklediği Türk kadını, ist ihale ı.a­ manlannın i mÜ na edilmek mümkün olmayan bazı dar­ belerine uğramakla beraber, Tu rk milletine; kazanına­ ğa başladığı bürriyetin mükifatı olarak, emsalsiz bir feyiz temin edecekti r. Türk milleti, hür Türk kadını ile beraber, bir misli daha . artmış olacaktır. Türk Ocak­ lan, ilim için ve alimlerimiz için, san'at için ve san'at­ karlanmız iıçin çalışmakta devam edecektir. Her ocak kain olduğu merkezde, o merkezin istihsaliyle alakadar olacaktır. Dalba halkın zihninde, kafi derecede yer tut­ mayan iktisat fikirlerini ve ıbu Jikre ba!lı olan hayati menfaatlei'i, mutahassıslanmızın mev'iza!ariyle, irşatla­ rıyla Türk tabakaları arasında neşretmeğe uğraşacak­ tır. Türk Ocaklan, yolları ayrı düşmüş, gönüll�ri dağıl-

1\1


mış Türk kütlelerini, harsi birlik fikrine d!v�t etmek· te devam edecektir.

Aziz arkadaşlar, Anadolu'nun muhtelif köşelerinde açılmış . 7 1 ocağımız var. Fikrin ve misalin kuvvetine bakınız ki, hiç bir taraftan bir müzmeret .�rmedikle­ ri halde, ocakhir, taraf taraf açılmakla devam ediyor ve memleketin her köşesini kuşatıyor. Hani, ı-Wgarla· rın saçtığı tohumlar vardır; onları yağmurlar besler, güneşler ısıtır, zaman büyütür, yetiştirir, Türk Ocakla· rı, fikir rüzgarının saçtığı tohumlardır. Bunlar Türk milletinin döktüğü göıı yaşlarıyla besleniyor, zamanın güneşi onları ısıtıyor ve feyziyle yetiştiriyor, büyütüyor. ·

Türk Ocaklarının mürahhasları, sevgili kardeşle· rim! ·Katplerinizin aşkını, iekalarınızın kudretini bir araya ·getiriniz. Bu kudret nekadar büyüktür. Sizi oea­ ğımızın bu tarihi gününde, kalbimin en ateşin muhab­ betile selamlarken, hayalimin ·gözü i le, ocaklar arasın· da, ilim, hars ve iktisat cereyanlarını mütemadi dolaş­ tıracak alimlerimizi, san'atkarlarımızı hareket halinde seyrediyorum. Ne mübarek, ne a�iı •b ir ıvazifeyi üzerimize almış bulunuyoruz. Kararları ile Türk milletine faideler . temin etmesini bütün kalbimle temenni ederek umwnl konıg· renin müzikeritını · açıyorum.

118


KÖŞE MİNDERİ İstanbul Türkoca� yeniden açılırken İstanbul : 1 Haziran 1 339 ( 1923) Hanımefendiler, aziz arkadaşlarım! Size bir hatıraını aniatmakla söze başlayaca!ım. İstanbul'dan aynlmazdan sekiz on gün evveldL İçimde garip bir arzu hasıl olduğunu hissetme!e başladım. Bu arzu benim için bir dü!üm i di, bir muaınma idi. Bu­ nu tahlil ettikçe, hayretim •gitgide artıyordu. Tütün arayan bir t iryaki .gibi, içkiye alışmış hir adam gibi bu garip arzunun tesiri, hasreti altına düşmüştüm. Evim­ de bir köşe m;nderi istiyordum. Akşam saatlerinde evi­ me döndü!üm vakit, terlikterimi çıkarsam, sırtımı du­ vara dayasam, bu köşe minderinde otursam diyordum. Bu, nasıl bir arzu idi? Düşündüm , ruhumda bir hasta­ lık başladığına ihtimal verdim .. Evimde bir köşe minderi.. Yalnızlık, sessizlik, onun üstünde •ben, kendi kendime dalgın düşünüyorum. İna­ nınız ki, tarif etmekte zorluk çektiğim bu arzu, kalbim­ de bir sıla hastalı� şeklini almıştı. İçime bakmaktan korku duyuyordum; bu köşe minderi arzusu ne idi? Bir ikindi saati, ıDivanyolu'na doğru .gezmeğe çık­ tım. Dalgındım , daha doğrusu hasta idim. Bir müddet­ tenberi

Darülfünun gençleriyle,

Ocak arkadaşlanmla

beraber ziyaret ettiğim türbeleri, cAmileri, İstanbul'un

1 19


his ve hayal veren o tarih ve san'at köşelerini birer bi­ rer tekrar dolaşıyordum. Karşuna bir Yunan otomobili çıktı. İçi"n de Yunan zabitleri vardı. Önünde küçük bir Yunan bayrağı sallanıyordu; içimdeki keder, yakıcı bir zehir halini aldı . Divanyolu ve bir Yunan otomobili . . . Bu, ne yaman, ne korkunç bir manzara idi . . . Divanyolu, İstanbul'un üzerinden asırlarca tarih akmış olan bir caddesidir. Rumel i gazalarma giden or­ duların muzaffer bul'a girerdi.

alaylan, bu caddeden

Divanyolu ve bir

dönüp İstan­

Yunan otomobili . . .

Gözlerimin

gördüğüne kalhim nasıl tahammül edebilirdi? .,süleymaniye• yi ziyaret etmeğe karar verdim. İn­ giliz polislerinin nöbet beklediği Bayazıt Meydanı'ndan geçdim ve yavaş yavaş, düşüne düşüne, yana yana, Sii· !eymaniye'nin haremine vasıl oldum. o gün, büyük ma­ bet kimsesizdi, tenha idi. Hatta temizlik yapmak için içindeki halıları bile çıkarmışlardı. Dışannın güneşte kamaşmış ilkbahar havasına raımen, içeride koyu bir gölge ve derhal his edilen bit serinlik vardı. Bu mabet, devletimizin rulmuştu. Topraklarında

en büyük

Tuna

günlerinde

ku­

akan, Nil alc.an ve Fırat

akan yüzbeş, yüzon milyonluk bir halk, servet ve san'­ atta misli olmayan bir ihtişam o devrin kuvıveti ve aza­ meti idi.

O devletin müdafaası, yalnız, yola çıktılı vakit gü­ neş kendisiyle beraber yürüyormuş gibi, gözler kamaş­ ·

tıran ordularla

temin edilmemişti; onu

koruyan Kaf­

kas dağlan, Rumeli Balkanlan gibi manialar, geçilmez nehirler, sonu. gelmez mesafeler vardı. Süleymaniye, böyle . bir devrin gururunu ifade et­ mek üzere yükselmişti.

120


SüleymAniye, a�kla doliı bir ��sten çıkarı bir a·h gibi, 1stanbul tepele ri n in üstünde, · da�ga dalga k::ı barıp o heybeti alİmştı. Süleymaniye yükseldi�i za ma n d a , Ab­

bls.fleJ:Iin Batd&t'ı s!de:e

.bir

Şam'ı, Firavun'!arın ıMı!Hr'ı, birer

vilayetti;

E mevi ' leri n

valin!n yö�1ett:ği yetl er, . eyaletlerdi . .t)ç büyük dinin merkez i onun

vila­ için·

de idi; . Yunan'dan, Bizam:'a; Asurlulardan, ıi<.eld3_nhlar­ dan, Fenikeiiiere kadar kaç millet, ka-ç medeniyet ge­ niş ülkeleri içinde silinip kaybolmuştu. Yirmi yirmibq mill e ti hükmü altına ai::ın bu yeni Rcma; Avru�xı , As­ ya ve Afrika üzerinde 'ıgcniş ül k el ere yayılm!ş., velveles� d!.!nyayı . ıutmuoş muazzam rbir 1..-udretti. . . lB unl arı dü­ şüne düŞüne kendi başıma, _yere yz.vaş. yavaş basarak direklerl, k.ubbeleri, sessiz .derinlikleri seyrediyordum. Gözlerf#ı nakışlara takıhp . kalıyor, kubbenin girift ya· rıısma ' bakarak dalıyordum. Bu, geçmiş za manların ne güzel bir yadiglrı idi. Bilmem nasıl oldu, ben istcmek­ sizin, haberim olmadan a�·ı mdan bir •Of! ..» sesi çıktı. rBütün m!bet birdenbire ürp e rdi . Sesim direklerden ke· merlere, ·kemerlerden duvarlara çar.parak yanm kubbe­ lere ve :.büyük orta kubbeye yQkseldi, mibet ·bana cc­ wp .:verdi, o da be�im gibi :hayk ırd ı : •Oo. . .f!.. Oo. . .ıf! ..• Şimdi ben ürpermete başla4ım; hassas mabet be· nimle beraber iıı;liyor.du. Ses, bir aralık derinleşerek, uzaklaşatak, bitecekmiş zannını verdili ih�lde, yeniden büyüyor, ' başımın üzerine her taraftan gelen bir inilti :hAlinde tekrar tekrar dökülüyurdu : •Oo. . .f! .. Oo . . . f! . . »

Galiba o da �benim duyduklarımı duyuyordu, o da istilAya $ayan a stan·bul 'un üstünde benim düş.ündük· lerimi düşünüYQrdu. Somaki direklere, metıner kemerlere, nakışh kub­ Gelere siııen eski ruhlar uyanmıştı, fiklyet sesi, o de111


ıiDlilderin içinde fırtınaya tutulmuş bir deniz ulultusu ciM, c:oşa coşa, devam ediyordu. Büyük mlbet, mitem­ li evildının kederine iştirak etmiş, benimle beraber uzun inliyordu; Oo f! .. Oo. .fl . . . ·

uzun

. . .

.

tşte o zaman, içimdeki dütüm çözüldü, köşe min· elerinin ne oldutunu o zaman anladım ve dışanya çık·

tım. Ikindi güneş-i, geniş yangın yerleri üzerinde parla· yarak zavallı İstanbul'u aydınlatıyordu. Evet, anladım ben ne istiyormuşum : Aradıiım şey, smırlan, sonsuz mesafeler içinde kaybolmuş büyük rve maıhfuz bir va· tanda, her tehditten uzak, emin bir başkentte, hiç bir tehlike !hissi duymayan bir evin içinde, cedlerim gibi sırtımı müsterlh duvara dayayarak .dalmak, düşünmek istiyormuşum. Köşe minderi, bende saklı bir vatan hasretinden başka bir şey deli-Imiş. Hanımlar, efendiler! lDundan sonrasını biliyorsunuz. Biz, kendi başken· timizin içinde, haydutlar, hırsızlar gibi, bir yerden di­ ter yere gitmek için gece saatlerini, karanlıklan bekli­ yorduk. Ondan birkaç ay evvel de, İzmir'de Yunan jan. darmalannın süngüleri ucunda, Yunan karakoluna git· tilim saati hatırlıyordum .. ,Biz, vatan topraklan üstün· de, vatan 'hasretini tatmış kimselerdik. Süleymaniye'yi ziyaretimden beş on gün sonra idi. Anadolu içerilerine d.oÇu yola çıktım. Samandıra'ya yaklaşırken arabam bir noktada durdu. Bundan yarar· lanarak yakın bir sırtın üstüne çıktım ve İstanbul'u ıgözlerimle aradım. Uzakta, ti derinlerde gökten dah:. koyu bir mavilik ogıöriinüyor�u. Ufkun üstünde, mini· relerle üııperen, kubbelerle dalgalanan masmavi bir şe121


kil vardı. O, .sesleri bana gelmeyecek kadar uzak'ta idi O, renk farklan belli olmayacak kadar uzakta idi. Bu .

:bakış, bir veda idi, bir son veda! Kendi kendime sor· dum : Tekrar avdet edebilecek miyim, onun sokaklan içinde bir defa daha dolaşmak bana nasip olacak nu? Yoksa . . . .. yoksa . . . bu aynlış, geri dönülmeyen bir yol­ culuttın başlangıcı olmasın? Bu ne yaman bir tilih idi. Babam Mora'dan hicret etmişti, ben İstanbul'dan hic­ ret ediyordum.

Üçyüzotuzbeş baharının ihtilillerini hatırlarsınız. Anadolu'nun her tarafında vatan müdMaasının karşısı­ na çıkan hiyanet, kaç şekle girip son ümidi bolmak için uuaşıyor, müd.dele ediyordu. Zaman oldu, Anka­ ra etrafında ateş dalgalan, az daha bir çenber gibi d� lamp kapanacaktı. :Bu esnada, bir akşam Millet Mecli­ sinin karşısındaki bahçede otururken, sokakta bir İs· tanbul hanımı gördüm. Sizin üzerinizdeki çarşaflar gi­ bi bir çarşaf giyiyordu. O da bizimle beraber fırtına, kasırga uğra�ı yerlere mulhaceret etmişti. İstanbul'un uğradığı felaketi, gözlerimin önünden geçen, siyah çar­ 'Şafa bürünmüş bu İstanbul kadını kadar hangi şekil ifade edebilirdi ?

O zaman 1stanbul'u, düşman eliyle kapatılan Oca­ ğımızı ve sizi bir defa daha düşündüm. Zaten İstanbul, odamızda, duvarda asılı duran bir levha gibi, diima hayalimizin önünde hazır duruyordu. Günün ışıtJ dışı­ mızı aydınlatıyor, gecenia:ı k.aranlıtı ise, içimizi aydın­ latıy<m. :Asıl gece saatlerinde ruhun ufuklan ·genişliyor, içimizdeki hicran yollan açılmala başlıyor. Fakat şimdi İstanbul'dayız ve size kavuştuk. Bu ne saadet. . . Aşılmaz mesafelerin sonunda, arada yenil­ mez minialar ve ·kendisi erişilmez bir noktaya çekil­ miş duran İstanbul'dayız ve Oca!ımızdayız. Bu ne sai-

123


det. . . Ne ıyazık ki gözlerimizin Jıasretle aradJ#ı birçok kardeşler, uzun mücldele senelerinde şehit düştüler.

Bu

bayram günümüzde ondaın aramızda gönnüyoruz.

Anadolu mücadelel�ründe, memleketi bu güne eriştir­ rnek için can verenleri şimdi teessürle hatırlıyorum. Bundan kırkbeş, elli sene sonra, çiftçinin sapanı t� rakları kanştırırken, İstikla.I Muharebesi'nde şehit dü­ şen kahramanlarımızm kemiklerini meydana çıkaracak. Vatan tQpraklannın ·b irçok köşelerinde bu ·kurtuluş gü­ nü için gözlerin·i kapayan kardeşlerimizi takdisle, min­ nede bir dakika beraber düşünelim . . . .

1 24


ANKARA TORKOCAGI AÇlLlRKEN Ankara : 25 ıNi s a n 1 339 ( 1 ')23 ) Arkadaşl ar. . . Bu gün biz Ocaklılar, iki bayramı beraber i drak ediyonı.ı. Biri, a sırla rca süren mu-haceretlerden, sayı­ sız feliket lerdenı, başlarımız11n üstünde atalar Ocağının mütemadi parça parça yıkılmasındanı sonra, nihayet tarihimizin dirsek yaptığı, istikametini değiştirdiği bu hakim iyet-i milliye başlangıcına ermerniz d o layıs ıyl a dır. Bu 23 Nisan günü, yeni b.ir devrin baş!·�mgıcı, ricatle­ rin, Jllu:haceretlerin nihayetidir. Koskoca bir dıayat ham­ lesiyl� lcaybettiklerimizi geri alarak, varlığımızı nasıl te­ min ettilımizi, cihan k arşıs ın da nesillerden nesillere yadettirecek mubarek bir ıgündür.

İki� baıyramımız, Oca·ğımızın AnkanMa açılma· sından dol ayıdır . ıBundan onbir sene evvel İstanbulur. bir köşesinde, Türk çocukla rı m temsil ettiği fikrin bay· ralı a ltmd a topiananağa davet eden müessesemiz, feyz ile, büyük ve ilam bir feyz ile inkişafa mazhar o!du. Memleketin bütün siyasi buhranları. bir sıra diğer mü­ esseseleri iharabiye &evkettiji halde, Türk Ocağı, yalmı kendini tutmak, tesirles:Mt arttırmak, büyürnek ·Ve de­ .ıı:iıen ıd - derme kıök salmak şöyle dursun, her taırafa açı­ lan şubeleriyle, içindeki sönmez ateşin, fırtınalardan kor.kanacblını, billkis onlardan şiddet ve kudret aldı�­ nı isbat· etti. iMütarekeden sonra lstanbultla lng il i zle1 25


rin, İzmir'de, Bursa'da Yunanlılann birer darbe ile da· 'Jıtmak istedikleri Ocaklar kararmadı, bil'akis oaJano ber kıvık:ımı kendi başına bir Oca.k oldu. Ve bu JÜD millet 'Ve miJıHyet fikrin�n bir zafer sahası olan Anado­ iumuzda, İstanbul ve Edirnemizde, otuzyedi Ocak, san­ ki, gizli hir emiırle hep birden faaliyete geldi ve şimdi bu gün, hayat, ilinit ve iman dolu bıir gençlikle büyük fikir için çalışııp duruyorlıar. Tari.hi:mizin bir dönüm nokıtasını işaret eden bu mes'ut günde, Ankara Ocalı da evvelkiJere iltihak ediyor, Ocaklann ve Ocaklının safları içinde kendi mücadele mevziini işgal ediyor. Arkadaşlar!

Acı, ıtatlı, bi-r çok harp günlerinin nihayetinde, si­ münakaşalann, müzakereterin siniı:ılerde vücuc:le getirdiği ger:ginliklerden sonra, kendimize dönmek, kendi içimizde teınerküz etmek için, mes'ut .fırsatlar­ dan birini bu gün buluyoruz. ıNe uzun zamanlar daimi hareketler, ihaııpler iıçinde, gözlerimiz maddi hadisele­ rin cereyanına saplanıp kaldı. Çok düşünmeğe, çok tahtile ıvaktimiz yoktu. Acaba ibiz kendimizi dinlesek, salınıılı bir deniz seyahatinin sonunda karada bile ken­ dini dalga üstünde zannedenler gibi değilmiyiz? HAll bu gün kll'VVetli cereyanlar içinde akıp gittiğimizi duy­ muyor muyuz? Hani çocukllJ#umuxda, vak'asızlıktan, sessizlikten bunalmış, bıkmış bir nıhla ıgeçird·iğimiz uzun durgun seneler. . . eYangın olsa da ısmsam» de­ yen yar.ı mecnun kahraman giıbi , Mr vak'a çıksa, bir ihtilAl olsa da, bu usandırı-cı durgunluk Mtse demiyor­ muyduk ? Etrafımızda fırtına ne yaman esiyor, ne kor­ .kullÇ esiyor; asla sarsılmaz zannedilen, yüzlerce, bin­ lerce senenin teyidine mazhar, ne bürc-u banilar, kud­ siyet .kazanmış ne kavi müesseseler, sapl �·n çÜriimüş yapraklar gibi, kopuyor, .sürüklenüp gidiyor. R.uhla.nD

yasi

126


içinde yeni vahilerin, milletllere yeni yollar gösterdili esrarengiz günlerdeyiz. O, değişm eye n kımıldamayan, feratata, istiğnaya dalmış eski Şark nerede? Tabaka tabaka, toz haline gelmiş beşeriyederin vatanı olan ih­ tiyar Şark nerede ? Bir ucundan öbür ucuna kadar ha­ yattan kalm ış, müstehase haline .geçmiş nekadar met­ rukaıt varsa, hepsini dindarane saklayan Asya toprak­ ları, bir zamandır ihtilaç içinde, isyan içi nde , putlan deviren yumruklan ha·vada, vuruyor, kı n�or, ve yeni­ den kuruyor. Şark dalglri vaziyetinden çıkıyor, cihanın büyük cereyanıları ortasına katılıyor, o da kı�ıldıyor, o d a yürüyor, o da uğraşıyor. Ne vakit, Şarkın alıştı­ ğı, benimsediği fikirler ıve usuller aleyhine, bir fikir, bic usul memleketimize sokulsa : ccB u bize uymaz, :bi­ ze gelmez. » deyenler, gece, yastıklarının üstünde rahat uyumasalar gerektir. Onların nazarında Türk milleti , bütün Müslüman milletler, bir n ev-i mahsustur. Garp milletleri için muvahk olan fikirler, usuller, müesse­ seler bizim için .muzıırdııı, müf.sitıtir. Onlar, kenarda durmanın, tecerrüt etmenin mümkün olamayacağını, biz kendilerine gitmesek bile, yerinde durmayan kuv­ vetlerin, bi2i ırnurakabeye daldığımız köşelerde rahat bırakmayaca.ğm ı anılamakta ıgeciktiler. Onlar, günü gü­ nüne düşünen geniş bir bakışla, umumi bir görüşle , her tarafta, her sahada cereyan eden mücadelelerin ma­ n al arın ı anlaıiıayan., kavramayan kimselerdi. Ufuklar­ dan ufuklara hiç bir mfmi' tanımayan, siyasetin, dinin, l isanm hudutlannda durmayan, beşeri ve umumi cere­ yanları -itiraz nereden ogeftrse gelsi n, aksülamelleri kimler uyandırıırsa uyandırsın- yolundan alıkoymak mümkün ol mayacağını takdir etmediler. E trafımızda kendi gözümüzle halk fi krini n, milliyet fikrinin :biri bi­ ri ardı nca elde ettiği muvaffakiyedere şahid oluyoruz. ,

·

Yıkılan şeylerin enkazı üstünde yırtık, fakir halk kala127


balıkları, binlerce, yüzbinlerce dalganın sesinden hasıl olan biır deniz uiuıltusu içinde, tepelerinde kendi ruya­ lannın ı.şıklanyla, engin ufuklara doğru dalgalamp gi­ diyor. İnanır mısınız? Yerin, toprağın değil, göğün oğlu olan Çin hükümdarlan bile, bir halk hareketiyle tahtla­ nndan kovuldular, (IMukden ) 'deki ecdad mezarianna türbedar oldular. •Saraylarının kuşak kuşağa surlan ar­ kasında maverai bir hayat .geçiren, yanianna ancak na­ dir kimselerin diz çökerek, secde ederek girdikleri bu Hakanlar, bıı gün her şeyden mahrum bırakılmış birer sürgündür. Galiba, değişmeyen Asya, her yerden fazl& değişiyor. Anadolu'da, lran'da, Hint'te dünkü kanaat ve ıtevekkül memleketlerinde, ihtilal kınuldıyor ve gürlü­

yor. Doğrudan doğruya bize gelince ; bundan yüz sene evvelki Osmanlı •İmparatorluğu'nu bir defa daha düşü­ nünüz. Ne inanıhnaz derecede uzun bir yol aşmışızdır.

Halk ve millet fikirleri bütün dünya üzerinde ve memleketirnizde merhale merhale zaferden zafere gidi­ yor. Son mücadelemizde, Anadolu yayialan üstünde, korkunç bir pehlivan ıgibi görünen ıhir fikir vardı. Ef­ sanelerde her müşkülü yenen kahramanlar gibi, bu ada­ li fikir, bu genç ve dinç fikir, kendi cinsinden olan ra­ kip milliyet fikirleriyle senelerce boğuştu. Bu fikir ilk i mtehanını verdi ve bu gün muzafferdir. Bu gün kudsi hariminde toıplandığımız Türk Ocağı mes'uttur. Çünkü Türk Ocağı, bu .gün narnma devlet kurduğumuz, düs­ turlar vazetti#imiz halk ve millet fikirlerini, onbir se­ nedir her vasıta ile neşr-ü telkin etmeyi kendine şıar edinmişti. Türk Ocağı, Türk milletinin zaferinde, neş­ rettili fikirlerio tesirini, Türk inkılabında, milliyet lll


inkılabında, milliyet fikrine göre terbiye etti�i gençli· �in rüştünü, şuurunu görüyor. Türk Ocakları, maddi vatan ın oldu�u kadar ' manevi vatanın

hekçisidir. Bu

iki vatanımızdan manevi olanı, evıvelkinden ziyade tah­

ribe ve .garete u�ramışıtır. Kaç millet bilirsiniz ki, top­ rakları, şehirleri başkalarının eline geçmişken hatırası­ na sadı� kaldıkları manevi vatanda son ilticagahı bul­ muşlar ve onun sayesi nde tekrar kurtulmuşlardır. Biz, mazimizin bize en büyük yadigAn olan dilimizden baş­ lıyarak, şarkılarrınıza, darb-ı mesellerimize, kelimeleri­ mize, sanayii nefisemize, milli ahlakımıza, bizi Türk yapan bütün hususiyetlere alakadarız, onları teşhis et­ mekle, tespit etmekle vazifedarız. Çin yollarında, Efga­ nistan ve Hint yollarında, İran, Irak ve Suriye yolların­ da, Mısır'da Türk'ün nakadar emeği, nakadar göz nuru,

nakadar san'atı ve parası başkalarının hesabına geçmiş

medeniyetler için ibzal ve israf edilmiştir. Türkiye'de fen He meş.gul olanlar, Türk mazisini arayanlar, şimdi­ ye kadar bizden fazla başkaları idi. Türk Ocakları, bu maziyi anyorlar.

Arkadaşlar, ·geçirdi�imiz

senelere ·gözlerimi çevire­

rek kalbirn şükran ve ıtakdisle dolu olarak görüyorum;

kadın ve erkek bütün ocaklılar, vatan ve istiklaJ. müca­ delesinde, vatan ve 'İstiklal cephesinde kaldılar. İstila­

ya uğrayan sahalardan dışan çıkamayanlar, kalemleriy­ le, her cins mücahede ile vatanlanndan ve istiklal mü­ cade!esinden ayrılmadılar.

Zaaf, tereddüd ve perişanlık, bizim sım sıkı safla­

nmız içinde sokulacak bir köşe bulmadı. Millet müca­ delesi biterken, .biz hepimiz, en ihtiyanmızdan en gen­ cimize kadar, kadın ve erkek, Ocağımızın bize telkin

ettiği esaslara sadık, iman ve hak adamları olarak yan yana meydanda duruyoruz.

1 29


Arkadaşlar! Ocaklılar, yalnız ·vatanlarına sadık kalmadılar, on· lar yekdiğerine de sadık kaldılar. Nerelere ·gittilerse bi· ri birlerinden ayrılmadılar, biri birine istinat ederek fi. kir kardeşliğinin her kardeşlik fevkinde olan kuvvetin:.!

bir misal teşkil edecek gibi yaşadılar. Bu kadar felaket­ ten, bu kadar bulırandan sonra, memleket bizi , kendi

karşısında, tıpkı bundan beş sene evvel olduğu gib ; , yan yana, baş başa beraber çahşırken görüyor. Şimdiden

sonra da böyle, vazifenin bize çizdiği yolda hep bera­ ber yürüyeceğiz. Bütün kalbimle di lerim ki, Türk tari­ hinin bu sayılı büyük gününde, açtığımız Ankara Oca­ ğı, Türk gençliği ve bütün Türk eviadı için derin ve sa­

mimi bir kardeşlik yuvası olsun , onun ısıtıcı ve uyan­ dı:ıcı ışığı etrafında toplananlar, Türk Ocaklarının saf­ veıle ve şerefle tanınmış mazisine !ayık görünsünler.

Biz bu temenni ve bu dua ile Ankara Ocağını açıyor ve

Türk gençliğini onun kudsi mihrabı etrafında toplan­ mağa davet ediyoruz.

130


MİLLİYET DtiSTURIARI 1339 (1923) 'de Ankara Erkek ögretmen Okulu'nda verilmiş olan bu konferans, o zaman Hakimiyet-i Milliye gazetesinde sıra ile altı gün tefrika edilmişdir. Arkadaşlar, Milliyet konusu, Doğulular için, bilhassa Türkler için yepyeni biı:- şeydir. Bu fikir etrafında benimsenen ve benimsenmeyen birçok cereyarilar hasıl oldu. Milli­

yet fikri önceleri birkaç kişinin şahsi inanışı halinde iken, sür'atle gelişerek edebiyatımıza, siyasetimize, ida­ remize, i.ktisadiyatımıza, ·içtimaiyatıİnıza, hayaıt felse­

femize hatta son mücadelemize hakim oldu. Ve içimiz­ de, yani ruhumuzda, m�mleketimizde evvelce tanıma· dı.tımız yeni bir alem doğıİlasına sebep oldu.

Bugün istiyorum ki, milliyet fikrinin nasıl do�du­ tuna, Avrupa ve Asya milletleri arasinda nasıl bir yol

takip ettiğine, birçok İmparatorluklar gibi Osmanlı İm­ yıkılınasında na­ paratorluğu'nun parçalanmasında ve sıl tesirli olduğuna dair beraberce bir tabiilde · buluna­ lım.

Bilirsiniz, din ve milliyet fikri iki yapıcı fikirdir. Din ve milliyet fikri beşerin tarihinde en hüyük inkı­ laplara ·sebep olmuştur. Dağınık gönülleri, dağınık irA­

deleri bir araya getirerek onlara belli bir yön, belli bir

hedef vermiştir. Ruhlarda gizli olan kudretleri uyandır-

131


ıruş, tutuşturmuş , taraf taraf silihla devirmiş, kınnış ve aşkla yeniden toplamış, kurmuş ve yaratmıştır. D:n fikri, milliyet fikri iki müthiş fikirdir. Din ve milliyet fikri beşeriyeti kendilerine mahsus olan lrutup­ lara doığtu sürükleyip götürmüştür. Fikir, kuvvetlerin en büyüğü dür. Fikirden daha bü­ yük kuvvet yoktur. Bir fikre karşı çıkabilecek ku.v.vet yine ancak di�er bir fikirdir. 'Din ve milliyet fikri bi­ zen birbirine muarız, bazen de birbirine muvafık düş­ müştür. Dinin ya·ptı�ı birlik ve beraberlik hareketine karşı, milliyet ayıncı ve bOlücü bir hareketle meşgul görünür. Ötekinin çok kucaklayarak zayıf kucakladı� kütleleri beriki, ayrı ajrı takviye eder; her parçayı ken­ dine yetecek derecede bir rüşte eriştirir; sağlar, diril­ tir ve yükseltir. İlk görüşte biri ötekiyle banşmaz gibi duran din ve milliyet fikri birçok def�lar -sırası geldikçe arzede­ celim- birbirlerine en :büyük yardımlan temin etmiş­ lerdir. Bizde milliyet cereyanı , milliyet fikrinin bizim aramızda doğması, itiraf edelim, pek çok gecikti. Fakat iddia edebiliriz, hiç bir millet arasında milliyet cere­ yanı bizde olduğu kadar .sür'atle gelişmemiş ve tesirle­ ri bu kadar, bizde göründüğü kadar büyük ve derin ol­ mamıştır. ·

Tabiatın hakikaderi gibi ruhun hakikatleri de il­ min ışı�ı altında incelenmelidir. E�er yeryüzlinde çok uzun asırlardan, binlerce senelerdenberi devam eden bir .varlığa rağmen, bazen kendisini bulan, bizen ken· disini unutan milletimiz bu defa bir Türk milleti, bir Türk devleti namiyle kendi . hakkı, kendi 43-visı, kendi iridesi ve kendi şuuru ile ortaya çıkıyorsa, biz bu yen'i doğuşa .vesile olan fikri, en doğru görüş ve en d�ru

1 32


sezişle anlamalı, tanımalıyız, ta ki onun etrafında söy­ lenen şahsi hÜ'kümlerden, i ndi içtiıhatlardan, hatalar­ dan, dahiletlerden ibaret olmasın. Efendiler, milletierin ve milliyederin doğmasında iç ve dış mücadelelerin, tehlikelerin ne büyük bir ehem­ miyeti vardır, takdir edersiniz. Biz, milliyet i teşkil eden esasları birer birer göz­ den geçirmeden evvel, çok geriden, çok uzaktan bir mi­ sal alacağız. Aynı sebeplerin binlerce senedenberi nasıl değişmez ve şaşmaz bir surette daima aynı sonuçları verdiğini ·gönnek için bu misalde bir fayda umuyorum: Esk i Yunanistan'd.a, bugünkü Avrupa medeniyetinin do�masında eski Roma· ile beraber ve Roma'dan fazla en büyük mürebbi hizmetini gören eski Yunanistan'da , bizim bugünkü anlayışımıza göre, milliyet fikrine rast­ lanmaz. Her dağın tepesinden, her tepenin üstünden kendi vatanının sınırla�ını ve düşman memleketini görmek imkanına malik olan eski Yunanlının zihninde, bizim kalblerimizde yaşayan büyük, engin ve mücerret vatan mefhumuna benzer bir şey yolvtur. Eski Yunanistan'ı vücuda getiren müstakil şehirler, birbirine karşı düş­ mandı. Eğer iki şehir birleşirse bu, mutlak bir üçün. cüsüne düşmanlık içindi. Ben bu dostlukların ve düş­ maniıkiann tarihçesini arzedecek değilim. Eski Yunan şehirlerinin aralarındaki mücadeleler için rnektep sene1 erimizin hatıraları bile yetişir. Yalnız bir hadise, biri ötekine karşı d�ima bir tehlike teşkil eden bu rakip şehirlerin, bu mühtelif düşman ordugahlarına ayrılmış Yunanlı halkin bİrİeşm.e ihtiyacı duymasına; bir edebi­ yat, bir san'at, bir menşe, bir din ve bir idrnan hayatın­ dan doğma müşterek . hassasiyet iÇinde b1rli�ni id.rik 133


etmesine yetti. O hadise dış tehlikedir. O hAdis�. Yu­ nan topraklarını istilaya gelen Acem ordularının. vücu­ .

da getirdiği korkudur.

Denilebilir ki, Acem tehlikesinden itibaren Yunan­

lılar, birli klerinin sırrını ken.di ruhlannın içinde keşfeı­ rneğe muvaffak oldular.. Bilmiyorum, bu dış tehlike kay­ dını ,ye yabancı milletlerden geİen esaret korkusunu

eski yeni hangi mazlum milletin kendine dönmesinde

en belli başlı .sebep diye anmadan geçebiliriz? Eski Roma'da milliyet var mıdır?

Eski Roma'da cezası ayrı ayrı olan şuursuz milli yetler vardı. Fakat asıl Roma milliyeti yoktu. Devlet

·

her şeyi yutmuştu. Ve bu devlet içinde ferde ve rnilli­ yete ehemmiyet veren görülmezdi. Kanun lisaıu, ede­ biyat lisanı, Romalılık bunların içinde idi. Orta Çağdır ki,. mücadele ile, fütuhatla, dinle ka­

vimleri, kabileleri birbirine karıştıra karıştıra yeni top­

lulukları, yeni mille tleri vücuda . getirdi. Orta Çağ, Av­ rupa'da bir ka.rışma ve kaynaşma devri açarak, kavim­ lerio arasındaki çok değişik ırklan belli başlı örnekler

etrafında topladı ve şimdi isimleri o kadar umumi bir

şıöhrete malik olan büyük m illetleri hfısıl etti. ·Bugünkü

Fransız, İngiliz, İ talyan , İspanyol ve Alman milletleri daha o zaman henüz bugü'n kü ' manevi hüviyetleriyle, şahsiyetleriyle mevcut .değildiler. Büyük m illetierin top­

raklannda mizaçlar çarıpıştı, lehçeler ve lisanlar çarpış­ tı. Ve n :hayet uzun bir mayalanmadan sonra bildiğimiz

yeni milletler ortaya çıktı. 'Goluvalardan, Romalılardan, Franklardan, ,Bürgondlardan

bir Fransız;

Araıp lardan,

Cermenle:den, Basklardan bir İspanyol milleti doğdu.

Bugünkü batı milletleri büyük bir çoğunlukla Ari ırka

mensub oldukları halde biz, Orıta Çağın kaynaştırmasın-

1 34


dan ve y�unnasından meydana gelen ve aralannda bu kadar önemli farklar görülen şimdiki millet örnekleri karşısındayız. Demin size üç beş kelime ile tsıpanya'dan ba:hsettim. Emin olabilirsiniz ki Araplar, zincirleme hal· kalar halinde hala Endülüs topraklarında yaşıyorlar. İşbiliye'de Araplar zamanında döşenmiş sokak çakılla­ nnın üstünde, Araplar zamanında dikilmiş hurma ağaç­ larının yetiştirdiıği yeni hurmaların .gölgesinde hila Arap'a tesadüf edersiniz. Onun sık uzun kirpikler ara­ sında simsiyah, derin kadife gözlerini; Sami ırkiara mahsus ince, zarif yüzünü derhal ayırabilirsiniz. Bu Arap, ateşli bir İsıpanyoldur ve en mutaassıp bir kato­ liktir. Çünkü ırkına ve beden yapısına has vasıflannı saklamakla be:-aber kültürüne ve ruh ycfpısına has va­ sı.flarını tamamiyle değiştirmiştir. O Arap, mükemmel bir İspanyoldur. Fakat efendiler, milliyetlerin do�asmda son de­ rece yardımı dokunmuş bir hareket vardır ki, buna di­ ni isiahat adını verirler. Bazı Alman yazarları çok hak­ lı olarak : cDini isiahat hareketi, milliyet devrinin baş­ langıcıdır» diye iddia ederler. Reformasiyon adı verilen bu bereketli büyük hareket ile Türkler ne kadar çok ilgilense yeridir. Çünkü inanının ve iddia ederim ki lü· zumsuz derecede uzayan bir bunalımdan, bir keşmekeş­ ten sonra, biz de .dönüp dolaşıp bu Reformasiyon har�­ ketini incelenıeğe ve ondan çıkabilecek derslerden ya­ rarlanmaya muhtaç olacağız; hatta mecbur olacağız. Siyasi sınırları baştan başa değiştiren, Avruıpayı ta· raf taraf harekete, isyana getirdikten sonra Balkaniara inen, Asya ve Afrika .topraklarına geçerek damarlarına uyuşturucu mezheplerin afyonu akmış ve .feragat haya­ tına dalmış milletiere arzu, irade ve cesaret veren Bü­ yük İhtilal, Fransız İhtilali, m illiyet fikrini bir ana fikir 135


haline koymuştur. Fransız İlıtilali bütün ihtilallerin tohumunu ihtiva eder. Fransız İhtilali idrak ettiğimi.ı ve edeceğimiz bütün büyük ihtilallerin başlangıcıdır, anasıdır. Muhtelif tarihlerde 1790 - 1 792 - 1 795 - 1798 ve 1 848'de milletierin hürriyete olan hakkı, her milletin kendi kendini idare etmek hususundak i ihtiyan, kesin esaslar hal'inde dünyaya ilan edilmiştir. Bir milletin hürriyet hakkına karşı vaki olacak bir saldınnın bütün milletler için bir tehdit teşkil ede­ ceği • kaydedilmiş, söylenmiştir. \Bu fikirlerio ortaya aıtılır atılmaz derha.I tatbik edildiğini düşünmek elbet doğru · değildir. Çünkü !hiç bir ihtilal vaatlerinin hepsi­ ni tutmamııştır. Aynı zamanda ·hiç bir ihtilal başladığı yerde durmamıştır. Hepsinde beşeriyet. için kazanç di­ ye bilinecek bir tesir, bir hareket, bir hamle vardır. Fa­ kat : ·«ıHer milletin hürriyet hakkı tanınmalıdır» fik:ııi , «Hiç bir millet arzusuna rağmen istemediği bir idare­ ye tabi tutulamaz» düsturu gitgide artan bir tesi.rle halk kütleleri içine yayılmış , gelecekdeki ihtilallerin, rnüca­ deleleriıı tohumunu saçmıştır. c

Milletierin yüzle:ce senedenberi içinde uyuştukları siyasi inançlar değişmez, bozulmaz, diye kabul olunmuş hükUmet düsturları bu ihtilalin getirdiği uyanıklıkla öl· dürücü bir darbe yemiş oldu. Napolyon istilalan, bu fikirlerle bir direnme hareketi karşısında kaldı. Fran­ sa'nın neşrettiği milliyet fikirleri, Fransa'nın ortaya çı­ kardığı büyük fatihi, şiddeti her tarafta artan bir düş­ mantıkla karşılamıştı. Bütün Avrupa, hürriyetini elde etmek için milletierin hakkı namına, yeni uyanan mil­ liyet hissiyle umumi bir mücadeleye başladı. Bütün bıı millet ve milliyet hareketleri içinde şairlerin yerine ge­ tirdikleri büyük ve ancak peygamberlere has vazifeyi söylemeden ıgeçemem. Unutulmaz bir ateşle, Alman li-

136


ı

sanına karşı aşkı telkin eden •Arndt» milletler müdde­ lesinde tek bir misal, tek bir örnek değildir. Viyana Kongresi'nin haklarını, imtiyazlannı gökyüzünden alan eski hükümdarlık usulünü tamamiyle geri vermiş olma­ sı neye yaradı. Şahsi çıkarlar, hanedan çıkarları, züm­ re çıkarları milletleri derinden derine heyecaniandıran büyük kütleler çıkarlarına uyıgun fikirler karşısında ne yapabilir, ne kadar dayanabiHrdi ?

Milliyet fikirleri tabiileştikten, iyice yerleştikten ve ihtilal tohumları mazlum mi lletierin gözyaşı ile ıs­ lanmış, gözyaşından bolluk ve bereket almış toprakla­ ra serıpildikten sonra, yetkileri sonsuz olan hükümdar­ lar ne kadar zaman daha güvenle saltanatlarını sürdü­ rebili rlerdi? Almanya'da , İıtalya'da, Rusya'da ihtilal kımıldama­ ğa, çalkanmağa başladı. Milletlerin, hürriyete doğru yö­ nelen umumi hareketini durdurmak için her ne müm­ künse yaptılar; baskı arttıkça karşı hareketler de arttı. Hürriyet ve milliyet fikri yayılmakta devam etti. Milliyet fikri Balkaniara da sokulmuştu. Sırplar, Yunanlılar, Balkan Çözülüşünün ilk safhalarını hazırl'a­ dılar. 1 830'da Belçika, Hollandalılara karşı isyan etti. Lehisıtan ve Litvanya aynı tarihlerde Rusya'dan kurtul­ roağa çalıştı. Fakat sayı ve kuvvet farkı neticesi bun­ lar diğer bir

fırsatı bekleyerek

boyunlannı eğdiler.

İtalya, Avusturya boyunduruğunu kırmak için kaç de­ fa çabaladı. Fakat tekrar ezi ldi. Esaret müddeti sona crmemi,ş fakat mücadele de bitmemişti . İtalıan milleti kendi hürriyetini aramaktan vazgeıçmeyecekıti. Aıvustur­ ya'ya karşı İslav milletler, Macarlar, İ talyanlar asi ve muharip vaı;iyetindim çıkmıyorlardı. 137


Biraz önce : «Lehistan da teşebbüsünde muvaffak olamad�ıt demiştim. Fakat Leh ruhu, Leh vatanı edebi­ yat ve tarihte yaşadı ve nihayet onun da «Mickiewicz » gibi bir şairi yetişti . O, talihsiz mücadeleler içinde, Leh hürriyeti hayaıta ve hakikate çıkmadan önce, bu hür­ riyeti, şiirlerinin enfes mısraları içinde büyük aşkla ve hararetle sakladı. Macaristan'da « Petöfi » Macar milleti­ nin kaıhraman

ruhunu kendi şiirlerinin

kalb sesinden

ibaret olan yanık nağmeleriyle daima d�pdiı:ıi tuttu. İtal­ ya'da Toskan lehçesini diğer lehçelere karşı muzaffer kılan ve bir lisan içinde İtalyan birliğini kuran, müeb­ bet bir hayata mazhar bildiğimiz « Oante» değil midir? Efendiler, imparatorluklar, yamalan fena dikilmiş parça parça kumaşlardır. Onların dayanıklı göründüğü

zamanda içeriden veya dışarıdan gelen bir zorlama ile

dikişlerin söküldüğünü, parçaların

ayrıldığını görüy�

!UZ. Bir millet, adedi ne kadar küçük olursa olsun, iş­

gal etıtiği toprak alanı ne kadar olursa olsun belli bir dileğin cazibesine kapıldı mı, halk vicdanının desteği· ni ve sevgi sini kazanmış büyük bir .fikir bir defa zihni­ ne sapiandı mı,

o ezilmez bir kuvvettir.

Onu hesaba

katmalı. ·Bizim çok yakından ilgilendiğimiz Balkanlar­

da, milliyet

fikirlerinin meydana

getirdiği çözülüşün

her şeklini -gördük. H lç şüıpıhe yok ki devlet kuruluşu­ muzun yapısına •giren unsurlar arasında ilk çözülenler Rumlardı. Yine bir şair, « Köhstantin Rigos » onsekizin­ ci asnn son yarısında şiirleriyle, doğacak Yunanistan ihtilalinin ilk davet nidasını yükseltrneğe başladı. Her taralfta aynı şeye tesadüf ediyoruz. Büyük şa­ irler, kalbierinde gelecek .hadiselerin Hhamı · eksik olma­ yan esrarenıgiz mübeşşirleı:ıdir. Viyana'dan, Petersburg'­ dan idAre edilen Yunan iıbtilali, gözle görülür bir şekil aldıtı vakit, bizim i dare adamlarmuz reayanıiı hangi

138


cesaretle, ayaklandıkİ�nnı hayretle birbirine soruyor­ lardı. Halbuki aynı sebep, bütün mahkum milletleri ha· rekete getirdiği gibi, bizim idaremizdeki milletleri de harekete geçirmekte devam edecekti. Rumeli'de milliyet mücadeleleri bizim için ne kadar merak ile tetkik edi­ lecek karışık , iç içe, şekilden şekle girmiş bir mesele idi. Gözümüzün önünde Rumeli birçok milletierin bize karşı ve birbirlerine karışı müthiş bir güreş meydanı olmuştu. Gafletimizin · perdesi arkasında, herkes kendi oyununu hazırlıyordu. Rum milliyeıti, Sırp milliyeti, Karadağ milliyeti, Ulah milliyeti Türk neferinin kapısında nöbet bekledi­ ği şehirlerde tırnak tırnağa, diş dişe bir mücadeleye tutuşmuştu. Ne gariptir ki, kendi memleketlerinde mil­ liyederin kuv:vetlenmesinden son derece ürken Rusya ve ikinci derecede Avusturya bizim memleketimizde milliyederin en büyük koruyucusu kesilmişlerdi. Kili­ se, mekteıp, manastır ·her cins propaganda, bir taraftan bizim aleyhimizde, diğer taraftan rakip milletierin aleyhlerine gece ·gündüz faaliyette idi. Çünkü Fransız İlıtilali ve onun neşrettiği milliyet düsturlan, Balkan Hıristiyanlanna sirayet etmişti. Aynı fikir, başanya er­ miş mücadeleleri n tesiriyle ni•hayet Anadolu' da da ken­ dini gösterdi. Milliyet davAsının diğer bir Hırisıtiyan millet arasında meydana çıkınasma sebep oldu. H ıris­ tiyan Türkler denecek kadar bize yakın olan Ermeni­ ler, 'B alkan milletlerinin misali önünde aynı yola, i syan ve mücadele yoluna saptılar. «IMetternioh»in çok ml­ ruf ve çok muvaıffakıyetli bir tabirince durgun bir de­ nize benzeyen hareketsiz imparatorluğumuzun içinde ·

·

milliyetler birbiri ardında ayaklanıyordu. Yüz · sene için­ de saltanatım\Z . b�t�n Hıristiyan milletlerden boşandı. Sırb:stan, Yunanistan, Romanya, Bul,garistan birer dev-

1 39


let haline geçti. Bu hadiseler karşısında son ümidimit ne idi? Hıristiyanları bizden aynlmağa sevkeden cere­

yanların Müslümanlar arasında bir mevki bulamayaca­ ğını zannediyorduk. Arap, Arnavut, Türk ve bütün Müs­ lüman milletler ve milliyeti reddeden terbiyemizin bi­ ze temin ettiği birlik ve beraberlik sayesinde başkaları­ nın ıterkettiği saltanatı omuzlarımızın üstünde yüksek tutmakta devam ederiz, diyorduk.

Efendiler, beşeri iıhtiyaçlardan doğan büyük fikir cereyan ları, yerleşmiş inanışların hudutlarını da tanı­ mıyor. Büyük rüzgarlar gibi bu ruh fırtınaları da dağ­ ların önünde, uçurumların kenarında, denizierin kıyıla­ rında, eski inançların sınırlarında dinlenmeden geçi­

yor. Biz inanmaya inanmaya, vak'aların en güzel lisa­ nından gelen kanaade Arapların da, Arnavutların da,

ötekiler gibi aynı milliyet düsturlariyle, milli ve husu­ si bir dava için bize karşı ayaklandıklarını gördük. Arkadaşlar, milliyetİn

esasını ırka bağlamak iste­

yenler var. Bunların nazarında herkes soyu ile sopu ile Türk' tür, Arap'tır veya herhangi millettendir. Şeceresi elinde hazır olmayanlar : « Sen hangi milliye•te mensup­ sun ? » suatine karşı bir tomar kağıt çıkararak, onbeş

yirmi nesildenberi atalarını belirtip isıpat edemeyenler, Türk değildir. Onların anladığı milliyet, ana, baba mi·

rası b i r emanettir. Cenab-ı H a k kimine verir, kimine

vermez. Yine onlara nazaran milliyet demek, kan de·

mektir. Mesela aramızda birinin kanını alıp tahlil e ı ti­ receğ:m, yüzde kaç nisbetinde Boşnak, kaç nisbetinde Arap ve ka:ç nisbetinde Rum ve Türk kanının da mar­ lannda birleştiğini

kimyager raporu tesıpi.t edecektir;

buna göre hangi milletten olduğu belli olacaktır.

Derilerio rengine, saçların seyrekliline, sık veya kı· vırcık olmasına, keıniklerin teşekkülüne göre ayrı!mış

140


beUi başlı ırklar var. Evvelce de söyledim, Avrupa mil­ letleri büyük bir çoğunluk ile Ari ırkına mensupturlar. Asya'da �ediyüz milyon ·gibi müdıiş bir adede eren Mon­ gol ırkına mensup kesif insan kütleleri biliriz. Beyaz­ lar, dünyanın her tara.fuıa yayılriuş yüz milyonları teş· kil ederler. ·Beyaz ırk, sarı ırk, kınnızı ırk siyah ırk . . . Bunlara bir de kahverenkli bir zümre daha ilave edebi­ liriz ki, onlar bir kısım Asya adalarında sakindirler. •.

Bu büyük ırk ayırırnma giren milletierin birbirin· den ne kadar ayrı olduklarını anlamak için yalnız Av­ rupa milletlerini bir defa daha ·h�yalinıizden geçirmeniz kifidir. Bilirsiniz, ilmin benimsediği bir tarife göre, biz Türkle: ıMongol ırkına mensup bir kavim diye ta­ nılınz. Aramıtda Mongol'a ait bilinen tarifiere uyan bir adam gösterebilir miyiz? Mongol'un bıyıklarını par­ maklannızla çabucak �abilirsiniz : dudağmın bir ta· rafında yinniyedi, diier tarafında yirmisekiz veya yir­ midokuz tel vardır. Sakalı, çorak araziye . atılmış tohum gibi, çenesinin ancak birkaç noktasında bereketsiz, yoluk bir mahsul vermiştir. Yanak kemikleri, diz ke­ miklerine benzer müthiş şeylerdir. İki küçük çatlak arasından bazan kirpiksiz, sinsi gözleri, bizim gözleri­ mize benzer mi ? Hiç unutmam, Bad Büyük Dukalığını geçerken katann benimle beraber aynı bölmesinde bu­ lunan bir ıAlrnan, benim Türk olduğumu öğrendikten sonra : •MümkÜn değil, siz Türk değilsiniZ» dedi. •Ha­ ni limon gibi sapsan renginiz, ·hani şakaklara doğru Çeldk gözleriniz, hani yassı yüzünüz?» ·Ben dedim ki : • İtiraf ederim, sizin zihninizde mevcut olan Türk'e hiç benzemiyorum. Fakat bilseniz, memleketimdeki Türklere ne kadar benzerim.» Hiç şüphe yok milletler 141

·


arasında benzerlikterin bir hududu ve farkiann da bir hududu vardır. Bir miza.h ressamı, üç çizgi ile size bur­

nu havaya kalkık , kemikli ve kuru yüzlü bir İngiliz si­ ması çizebilir ve siz ·görür görmez bu İngilizdir dersi­ niz. Alman'ın da, Rus'un da, Fransız'ın da, Türk'ün de

üç

esaslı çiz.gi içinde hülasa edilebilecek belirli yüzleri var­ dır. Irk için de, millet için de esas tespit edebiliriz. Fa­ kat bu millet içinde kaç fert tamamen bu esas hatlan

haizdir?

Avrupa milletleri «Ari » dir demiştim. Irkların ayı­ rımı ikinci bir ayınma daha u�rar : Avrupa milletleri­

ni Cermen, •Latin ve İslav olmak üzere tekrar üç bü­ yük parçaya ayrılmış görürüz. Bu ayırımı daha ufala­

mak, üçüncü bir tasnif yapmak lazımdır. Cermenler :

Alman, İsveç, Danimarkalı, Hollandalı, /İngiliz. Latin­

ler : Fransız, İ talyan, İspanyol, Portekiz, Ulah.. İsiav­ lar : Rus, Çek, Islavak , Sırp. . . gibi birtakım ayrı ayrı milletler halinde ayrılmışlardır. ·Bunların her biri, hu­

susi bir emel taşıyan kendilerine en yakın milletlerden

bAzı belli farklarla ayrılan belli başlı milletlerdir; en dikkat çeken nokta, en son birli�i vücude getiren un­ surların çok çeşitli olmasıdır. Her millet birçok kuv­

vetlerin asırlar süren kanş1ıp görüşmesinden meydana

gelmiştir. tiği,

Bize Türk ırkının nereden çıktı�ı. nerelerden geç­ nerelere ulaştı�ı

sorulursa cevabımız

kolaydır.

Çünkü Türk hala bugün kayna�ı olan eski vatanında

yaşıyor, geçit olarak seçti�i bütün yollar üzerinde yaşı­ yor, en son vardı�ı noktalarda yaşıyor: Türk'ü bir ırk olarak bulmak için, tarih arasında eski deviriere doğru

bir i1im seyahatine ihtiyaç . yok•tur. Mesafeler arasında yapaca�nız bir seyahat, onu eski vatanında birkaç bin senelik hususiyederi içinde en eski eecller gibi karşını-

142


7.a

çıkan.r. Orta Asya bozkırlarının üstündeki sonsuz

otlaklann, çiçek ve ot denizlerine dalarak sürülerini güden çoban Türkler, binlerce senedenberi detişmeyen örneklerdir. Türkler, orada, kaynaklannda bugün de duruyorlar. İ ran'nı kuzeyinden mi geçtiler, Kafkasya yol1arı arasından mı aktılar, kuzgun denizin üstünden mi bir geçi t buldular? Türkleri oralarda görürsünüz. Gittikleri yerlerde ise, Türkler yerleşmiş ve kökleşmiş­ tir; bu bir sel deg-ildir. Kayna� dünyanın en yüksek yaylasında bulunan daimi bir nehirdir. Nereden çıktı ise, orada, nerelerden geçti ise orada, nerelere vardı ise orada . bugün de duruyor. O, Çin'in bir kısmını ko­ parmış, !fürmtan Çin'i yaıpnuştır; IAfg�mistan'ın kuze­ yini dol .nnlış, ftan'ın koskoca bir parçasını kendisi­

du

ne ayırmış, :K.a.fkasya'da bir Azerba�n vücuda getir­ miş. Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyini yutmuş, Romalının ve Bizanslının, dillerini , dinlerini kökleştirme�e muvaf­ fak olamadıklan Anadolu'da, dil birliti, din birli�i için­ de kendine en kuvvetli bir vatan kurmuştur. Romanya Dobriçesini kendisine tahsis etmiş, Bulgaristan'da bi r­ çok muhaceretlerden sonra halA bugün sekizyüz bin ki­ şil ik bir Türk kalabalı�nın kalmasını mümkün kılacak bir kesafet toplamış, ·Doğu ve Batı Trakya'dan Make­ donya'ya kadar her buca�. ezici bir Türk çoğunlupna mazhar kılmış ve nihayet kuzey yollarına, Bosna ve Hersek içerilerine do!'ru. Rumeli'de Türk üstünl�e. Türk egemenli�ine dayanak olacak ıManastır gibi, Köp. rülü .gibi merkezler kurmuş; Mora'yı, Yunanistan'ı em­

niyet a•nnda tutmak

iç.in

Tesalya ovalanna yayılmış­

tır. Bütün bu saydıklanma, Fergana, Türkistan, Buha­

ra ve Hıve'den başlıyarak, Kazan ve Kınm'a kadar ya­ yılıp giden sahalara datJ.lnuş

ırkdaşlannuz ı

da ekleye­

bilirsiniz. 143


Bir de Cermenleri alınız. Cennenler nereden çıktı­ lar, kaynakları nerededir? :Bunu bize ancak bir tlrih nazariyesi, bir tahmin söyleyebilir. Nerelerden geçtiler? Göç yollannda bugün onlara rastlamıyoruz. Yerleşmek istedikleri noktalara gelince, bazı yerlerde büyük biri­ kintiler vücuda getirmişlerdir. Bazı yerlerde büsbütün eriyip kaybolmuşlardır. İspanya'da ha-k im olan Vizigot,lar; ltalya'da, yerle­ şen, ihükfunet eden Ostrogotlar, Fransa'ya dökülen bir­ çok diğer Cermenler, taınamiyle yutulmuş, Latinlik için­ de erimişlerdir. Batı Roma'yı deviren Cermenler, Ro· ma'da bugiin _ yoktur; Doğu Roma'yı deviren Türkler, biz, hala bugün Do�u Roma'nın içinde dilimizle, milli­ yetimizle ve · bütün müesseselerimizle hakimiz. lşte iki ırk arasında mühim bir fark. Bu fark üze­ rine bilhassa dikkatinizi çekmek isterim. Biz, bütün u�adığımız, benimsediğimiz ve yerleştiğİrniz memleket· lerde, milliyetimizin en kuvvetli dayanağı olan dilimiz­ le kök saldık. Az önce saydığım kaç memleket tama· men .veya kısmen Türkçe konuşuyor? Bunu bir saniye tekrar düşünürseniz, Türk dilinin kuvvetini bütün şu­ muliyle takdir edersiniz. Halbuki temasa geldiğimiz medeniyetler arasında Çinlilerin, Acemlerin, Araplann, Rumların ve Rusların medeniyeti gibi mücadele ve tem­ sil kuvveti en büyük dereeeye varau medeniyetler var­ dı. Yüz milyonlardan mürekkep Çin dünyası içinde Türkçeyi muhafaza etmek güçtü. Asya'da, Avrupa'nın Yunanistan'ı diyebileceğimiz Acemistan'da, Acemcenin mağlubu ve mahkCımu olmamak çok giiçtü. Arap dili gibi Suriye'yi, Irak'ı ve Mrika'nın kuzeyini yutmuş; din gibi bir kaynaktari kuvvet alan, son derece nüfuz edici bir d;t önütıde, Trak'ın koskoc.oı bir parçasını, Suriye'­ nin kuzeyinde Antakya ve çevresini tutmak ve elden çı144


karmamak PÇtü. Arap dilinin yuttutu Suriye ve lrak'a

kar,ıhk, Anadolu'yu

Türk dilinin

rakiıpsiz hakimiyeti

altına almak, lisan mücadeleleri bakımından ne ustaca kazanılmış bir zaferdir. Biliyor musunuz, İran içinde Türkçe ve Acem.ce arasında kendi kendine cereyan eden uzun savaş, hangi tarafın lehine dönmüştür? Size taıv­ siye �derim, doğu işlerini anlamakla bilgisi şüpheli ol­ mayan Viktor ıBerar'ın, .cAsya'nın İsyanı» ismindeki ki­ tabını okuyunuz. Bakımsız Türkçe, hiç bir mektebi ol­ mayan Türkçe, hiç bir tarafıtan yayılması için en küçük bir yardım görmeyen Türkçe, Acemceyi çok açık bir şe­ kilde yenmi.ştir. Türkçe, Acemceyi i te ite, durmadan güneye iniyor. Zaten Acemistan'ın siyaset yapan, ihti· lal yaıpan, u-ğraşan ve b�şan, bir kelime ile yaşayan kısmı, Türk kısmıdır. Kafkasya'da Türkçe her yanda geçerli bir dildir. Onu yalnız Azeriler konuşmazlar, kıs­

men Da.ğıstanlılar da konuşur, Acarlılar da konuşur, Ermeniler de konuşur, Rumlar da konuşur; orada bir müddet hizmet eden, halkla teması çok olan Rus me­ muru, Rus subayı konuşur. Ben kendim, Tiflis'te ara­ bacılara derdimizi nasıl anlatacaiız diye arkadaşıma � ruyordum. Bu sözü

işiten arahacılar

cevap verdiler :

•Nereye gideceksin efendi ?» Tiflis'te yüzde seksen, yal­ nız Türkçe söyliyerek derdimizi anlatabiliyor, istedikle­ rimizi buluyor, sorduğumuz sorulara gereken cevaplan alıyorduk. Hele orada.,

şehrin Şeyıtan Pazarı

den.Uen

kısmına giderseniz, kendinizi . herhangi .bir Türk mem­ leketinde sanırsınız.

Batum, bizim

Galata'dan başka

bir şey değildir. Türkçenin kuvvetini göriiıyor musu· nuz? Bu dil konusu üzerinde daha bir mü ddet duraca­ iJ.m, çünkü bu, milliyeti terki·p eden en büyük iki esas noktadan biridir ve en kuvvetlisidir.

145


Efendiler, milliyetimiz ıher şeyden fazla dilimizin içindedir. ıDilimiz atalarımızın bize , miras bıraktı�ı en büyük .servet, en d�erli emanettir. Çok kısa bir müd­ det zarfında, Şamanilikten Buda mezhebine; Buda mez­ hebinden Nas.turi Hıristiyanlı�ına, Nasturi Hıristiyanlı­ ğından Müslümanlığa geçtiğimiz oldu. Fakat dilimizi bir defa bile deği.ştirmedik. Din değiştikçe milliyet dil içine sığınıyor, onun kelimelerinde saklı kalarak yaşa­ makta devam ediyordu. ıBiz dilimizin kelimeleri için­ de milli tarihimizin en eski seslerini duyuyoruz. Yav­ rularımızın hafızasına Türkçe kelimeler birer birer yer­ leştikıçe, onların ruhuna binlerce senedenberi ataların tecrübelerinden, felaketlerinden, zaferlerinden, hayat hakkındaki felsefelerinden süzülüp gelen bir hülascı, damla damla akmış oluyor. ıDeniz kıyılannda sadef ka· buklarının kovuğu içinden .gelen uğuhuyu dinlemişsi­ nizdir. Şair der ki : ·

ciBu sadef kabuklarmda duyduğumuz gürültüler, denizin geçmiş fırtınalanna ait hatıralardır.» Arkadaşlar, kelimeler bu sadef kabukianna ben­ zer, içlerinde uğultular vardır. ıDuydu,ğumuz u:ğu1tular babaların, ataların uğultusu, onların nefesleridir. Keli­ melerde onların ruhu yaşıyor. Onlar bize verdikleri dil ile bizim içimize giriyor. ıNesilden nesile yaşıyor, inti­ kal ediyorlar. 'Dokuz asırdır, Asya içlerinden ve Aıvru­ pa'dan gelen devamlı hücumlara karşı; koskoca impa­ ratorluğun her köşesinde, sayısız isyanlara karşı, harp eden Türklüğün kuvvetini ve kalabalıklığını yalnız ör­ nek vererek izah etmek mümkün değildir. Selçuk ve Osmanlı saltanatlannın dayandığı koyulaşmış Türklük tabakalarını anlamak için, daha evvelki göÇlere irian­ mak lazımdır. Bunun içindir ki, Batıda, Anadolu'ya ge­ len Türk akınını milattan üçbin sene öncesine ·kadar çı146


karan yeni �rüşlere tesadüf ediyoruz. Ve bunun için­ dir ki, Osmanlı tarihinin başında, Hıristiyanlık isimle­ rini koruyarak yalnız dilin ve terbiyenin vücuda getir­ diği birlik hissiyle Türklerle beraber Rumluğa karşı gaza eden ve HıriSıtiyan Türk oldukları muhakkak olan Gazi Mihal'lara, Gazi Evranos'lara rastgeliyoruz. Bizans kayserleri kendi hudutlan dalhilinde, Rum olmıyan un­ surları Rumlaştırmak için dil ve dinle ne yapmışlarsa, Osmanlı ıpadişahlan zamanında, bizim hükumetimizin zaptiyesi, memuru himayesinde Rum Patrikhanesi aynı şeyi yapmış ve azami muvaffakiyetle yüzbinlerce Arna­ vud'u, .Ulah'ı, Sırp'ı, Bulgar'ı, Türk'ü Rumlaştırmıştır. Usanın, milliyederin doğmasında nasıl müessir oldu­ ğunu bize gösteren en güzel örnek, Balkanlarda Rum, Sıııp, Ulah, Anadolu'da Rum ve Ermeni kilise ve mek­ teplerinin kendi aralarında ·ve bize karşı açmış olduk­ ları mücadeledir. Bir kelime ile hülasa edeyim; Batı anlayışına göre bizden olanlar, D� Müslümanlan ve Hıristiyanlan arasında mevcut anlayışiara göre, bizden ayrılarak, kendilerine asla benzemediklerini derhal far­ kedebilecekleri birtakım milletierin topraklarına gidi­ yorlar. Milliyet duygularını duymakta çok geciktik, mil­ liyet esaslarını anlamakta çok geri kaldık! .. Yollanmızı gördük; fakat memleket yangınlannın ışığında! .. Efendiler, Bul.gar milletinin yeniden doğmasına başlangıç olan hareketi bulnıak için, ne kadar öncesine gitmek lazımdır biliyor musunuz? Tam yüzellisekiz se­ ne. Pezi isminde bir ıBulgar ıpaıpazı, Aynaroz'un her kö­ şesi Bizans kokan, Rumluk kokan manastıdan içinde, Bulgar tarihini düşündüğü vakit, ;Bu.lgarlığı yeniden milletler arasına sokacak fikri ortaya atmak için ha­ zırlandığı vakit, nasıl gözyaşlan döktüğünü yazarın ken­ di dilinden dinlemeli. Rum Patrikhinesi'nin eziıci ta147


haklciimü, rumcayı herıkes için i!badet dHi olarak tut­ makta inadı, milli şuura varan ve sevk ve idare etmeğe memur olduğu

halk sürülerine

karşı sorumluluğunu

duyan asil bir ruh üzerinde, nasıl isyan ettirici bir tc­

sir yaratıyor,

biz onun kaleminden

çıkan satırlarda

okumalıyız. Bereket versin ki, Balkanların bütün Hıris­ tiyan milletleri, birer birer kiliselerini ayırarak, Rum Patrikhanesi'nin aıfarozuna zerre kadar ehemmiyet ver­ miyerek, hayal halindeki büyük Bizans'ı, daha doğma­ dan parçaladılar. Yoksa, Patrikıhane ve biz, ortaklaşa çalışarak bütün Balkanları Rumlaştıracak ve başımıza, şimdiki Yunanistan'dan üç dört misli daha büyük bir bela çıkaracaktık. Bizi parçalayan milliyet cereyanları, aleyhimize yeniden kurulacak büyük Bizans'ı da parça­ ladı. nil hakkında şimdiye kadar söylediklerimiz, gerçe­

ğin

yalnız b ir açıdan görünüşüdür. Diyebilir miyiz ki,

dil her yerde aynı ehemmiyetle milliyetİn en belli başlı esaslanndan biridir?

Gözümüzün önünde

yeryüzünün

en bahtiyar köşelerinden biri İsviçre' dir değil mi? Hal­ kı huzur içinde yaşayan bu topraklar, belli başlı üç dil arasında bölünmüştür.

İsviçre'nin dil bakımından bir

Alman bölümü, bir Fransız bölümü ve bir İtalyan bölü­ mü vardı� İsviçre' de mezhepler çeşididir. Orada Pro­ testanlar ve Katolikler vardır. Bu ayn diUer, bu ayrı mezheıp1er, bir milliyet

ıvücuda getirmiştir.

Dağlara,

taşlara, derelere, göllere, yani coğrafyaya izafe edilmiş bir mllliyet! Müşterek mücadelelerden, mü.şıterek tehli· kelerden, müşterek tariıh ten, müşterek iktisattan, yani menfaattan doğan

bir anlayış ile

manzaralanndan gelen

dünyanın en güzel

bir aşk birleşerek,

İsviçrelilik dediğimiz milliyeti doğurmuştur.

148

yoğrularak


YAbz İSViçre milleti, Ciibau ıHaııbi sırasında -ilk de. fa kor.kulann eiı müthişini� kendi Vi<ilaiı.ında .dc)pu bir şüphe. ile duydu. İsviçre'nin iier pUçası; konuştu� iu dile. fire, ıAIDyuıya'yı veya Fransa'yı benim.6edilini hiSsetmete başlach. lsviçr,e gaıeteleri bunu açık,a. ispat ettiler� · IBu suretle anlaşıldı ki,

.twiçrelililin içinde li­ tesirleri, o · derin tesirler kaybolm-ıMnıştır. Belçika'· da 'Vallonlar ve Filaming.inlar da böyle. ·En göz kaniaş. bnCJ midl:lerini. gördütümüz · Belçika vatanseveriili ve JntUiyetçiliti içinde, iki ayn esasa . nierrsiıp lehçeterin farkı eriyip ortadan kalkmamıştır.

san

Us� t�Jitro ve

mezhebi P.rotest3n olan ve ·içinı­

de yilzl�cç milleti ' eriten ve Amerikalılaştıran mütlıif Amerika milliyetine ne dersj.niz? Bu da başka bir ö� nelf: �unu anlamak için, Amerika'yı İngiltere'den ayİ� ran mücadele thiıh.ine çı:kmak üzım. .

. ... .. ,.

!Efendiler, bir defa daha kendi Türla;emize dOne­

Um. Biz, Türk dilinin yeni bir doJuşuna tanık oluyc> ruz� Türk dili kendini örten ··sahte �\islerde�. apcına dolanan botucu sa�şıklardan sıynlarak, karanlıiıı:ı apmıası gibi , açıklığa, çııplaklıta, güzelliğe, ay.dınlıla dolru gidiyor. Irak · hudutlarında 'Kafkas.. ve tran Azer·

ba}'ICanlariırda, Aceii!fCe . ıve Arapçaya karşı,_ Azeri Türk·

Çesinin büyüSü iıÇin.:de s.ınır -bekıçil:iji eden ·:fuzult'yi unu.. tabilir miYi_b Acenu:eyi unutulmaktan -kuİ'taran, Acem­ lerin övünme kaynaklarıJ:!l anlatarak Acem milliyetini güçlendiren büyük Fi rdevsi 'nin mekteplerde okunan di-..

lüıe karşılık, mektepsiz İran Türklerini - ana va.ıtana Türk diliDe çeken biiyitk -·Furuli•yi unutabilir miyiz?

Medeniyetler.irP r�sında ve . milletl.;in terbiye­ sinde din.in kazanmış oldulu mühiın mevki, milliyet ile olan yakın itglsi b�kım ındaıx o.u� · � . bir öuem _

149


vennek gerektiğini bize gösterir. Dil, ruhları barıştır­ dığı, anlaştırdığı kadar, din de, ruhları ortak hisle; or· tak düşünceler içinde birbirine ulaştırır. Bir dil ve bir din, ruhlarda tam bir birHk için en esaslı iki şarttır. Aynı din, aynı dil, bir halkın fertlel'ini kuıcakladıktan sonra, milliyet

en kuvvetli temellere

istinat etmiştir.

Fertleri ayrı ayrı diniere mensup aileleri, Bosna ve Her­ sek'te, Gürcüstan'da, Arnavutluk'ta bulabilirsiniz. Yal­ nız kavmiyet bakımınıdan

değil, aile

bakımından da

kardeş olan bu fertler, birbirlerine yabancıdır. Şimdi birbirine yaban.cıdLr, önce düşmandılar. !Milliyet hissi­

nin Batıda oldu�u kadar ·güçlenmesi din ayrılığından doğan yabanıcıhğı

derece derece

azaltacaktır. Kendi

memleketimizde, hatta oturduğumuz şehirde, Kato!ik­ li� bir milliyet ismi gibi kullanan Hıristiyanlara •tesa­ düf etmiyor muyuz? Hatta 1Musevilik bir

din olduğu

kadar bir milliyet değil mi·dir? Museviliğe en kuvvetli bir milliyet dini demek doğru olmaz mı? Bütün impa­ ratorlukların tarihinde, sayısız kasında, din

ayrılığı sayesinde

milletler,

idin siıperi ar­

,benliklerini

muhafaza

ediyorlar. Eski Roma'dan bugüne gel·inceye kadar bü­

tün fatih mHletler,

teşkil ettikleri

geniş hakanlıklar

içinde, dinin kendinden olanı. koruma, olmayanı ayır­ ma kuvvetini kendi aleyhlerinıe olarak denediler. Eski Roma'da, Yunanlılar, 'Museviler ve bütün bar­ barlar Romalının din hususunqaki hoş görürlüğünden faydalanarak, benliklerini

korumak i mkanını bulmuş­

lardı. Daha önce de söylediğim üzere, Roma birliği, din içinde hasıl olmamış, mabutların 'toplandığı

Panteon

çevresinde· toıplanmamıştı. Fakat, bununı üstün-de, ada­ let ve kanun ile temin edilmişti. !Bütün ıtslam devletle­

rinin kuruluşunda, dinin meydana getird]ti büyük te'­ siri ve ıso

o

devletlerin hükmü altına girenler.in, din birli-


iiyle nasıl yeni bir birlikte deiiştiklerini bir daha dü­ şünmekte fayda görüyorum. Makedonya gibi, hatta Kaf­ kasya gibi, türlü kavimlerle dolu olan Suriye'de, gü­ neyden

başlıyarak

İslamiyede

beraber

kuzeye

doiru

çıkan Araplık, yeni dinin birleştirici kuvveti sayesinde, bugün gördüğümüz sonradan olma Suriye Araplığını el­ de etmiştir. Batıda, Orta Çağın savaş ile, fetihlerle, din­ le vücuda getirdiği yeni milletler gibi, İslamın bütün fetih devirlerinde, aynı sebepterin başka bir dil lehine çalıştığını, hem umumiyede dinin, hem de hususiyetle Araplığın

veya

Türklüğün

menfaatine

yoğrulmalar ve kaynaşmalar

gayet

hasıl ettiğini

mühim

görüyoruz.

İ spanya Katoliklerini, gözlerini kan bürümüş bir halde Müslümanlar aleyhine kaldıran dindi. İspanyol milliye­ ti bu dini isyanın neticesinde yeniden güçlenme imka­ nını bulmuştur. Rusya Türkleri, Müslümanlık sayesin­ de, Türkiye Hıristiyanlan

Hıristiyanlık

sayesinde, ha­

kim unsurların çokluğu içinde eriyip dağılmak tehlike­ sinden kurtulmuşlardır. Rus idaresine karşı Lehlilerin, Litvanyalıların ve İngilizlere karşı İrlanda « Kelt » leri­ nin gösterdikleri ayaklanma ve direnişi, büyük bir öl­ çüde mezhep farkıyle izah edebiliriz. Uzun saçları, mü­ tevazi, çekingen tavırları, her emre itaat etmeğe bin kere hazır duruşlarıyle Rum ve Ermeni papazları, mil­ letlerinin istiklalini bir gün iade ettirmek için, ellerin­ deki din teşkilatından ne kadar yararlanmışlardır, bi­ liriz. Yalnız biz, dinin mağlup unsurları harekete getir­ mek için, hasıl edeceği tesirleri, bu tehlike, vak'a ha­ linde karşımıza çıkıncaya kadar anlamamışızdır. Başka milletler, daima kiliseleri ve camileri göz önünde ve el altında tutmuşlar ve din işlerinin başına, son derece güvendikleri adamlan geçirmişlerdir. İstilaya uğrayan bütün

İslam

memleketlerinde,

din

teşkilatının

nasıl

ziyansız bir hale getirildiğini yakın ve pek acı misal-

ısı


lerle hepimiz .biliriz. Aynı İstanbul'un içinde, üç büyük din makamının çalışma farklannı bütün fecaatiyle ve ibretle görmedik mi ? Vatikanla sıkı temas ta bulunan, son Katolik hü­ kümdar Avusturya İrnparatoru; Trante'deki İtalyanlar, Avusturya Almanlan, Bohemya Çekleri ve Mac.arlar gi­ bi Katolik vatandaşlan dolayısıyle koyu bir Katolik gö­ rünmek için her ne mümkünse yapmıyor muydu? Ve bilhassa ArnaVUıtluğa göndeııdi� suru suru misyoner­ ler için büyük külfetlerden, masraflardan çekinmiyor muydıu ? Rus Çarı bütün İslav'lann reisi ve Ortodoks­ lu.Aun koruyucusu sıfatiyle elinin altındaki ('Saint Si­ nod'u) kullanarak Finlandiya'da, Lehistan'da, Gürcis­ tan'da, Ermenistan'da Ruslaştıll'mak için hiç bir gay­ retten çekinmezdi. Sohbetime başlarken birbirine karşı bilinen milli­ yet ve dinin birçok .defalar b irbirine yardımı olduğunu iddia etmiştim. Umanm ki muhtelif memleketlerde di­

nin vücuda •getirdiği uzlaştırma ve birlik hareketi, bir milliyetİn doğmasına veya �uş bir milliyelin hızla gelişmesine nasıl yardım ettiğini göstermek için, aldı­ ğım örnekler kafi •gelmiştir. Unutmamalı ki, hem din hem dil için atılması·, kaldınlması çok zor .birtakım hu­ dutlar vardır. Din çok büyük bir birlik hareketi vücu­ da getirmek istedi mi, mezhepler ortaya çıkarak onu pa'l"Ç3layııp bölüyor. Dil, çok büyük sahalan kucaklR· mak, birleştirmek iddiasına kal:k:tı mt, bazen tslav ale­ minde gördü�ümüz üzere bu birleştirme hareketine lehçeterin sınırlan engel oluyor.

Efendiler, milliyetin dolmasında, tiri.hin, edebiya­ tm meydana getirdili uyandıncı, yaratıcı tesiri, ayn­ ca anlatmak isteri·m. Fakat konuşurken birçok defalar

ısı


bu � temas e�t:ijim �· t,i.ııtdiye kadar söyle:ı cUklerlme biıı şey· ilAve etmemeli teıdb ediyo-"'m. Q balde, madem ki · mjliyetin belli bl$lı unsu.rlanm bi�

ıer

·

blreıı

gözden ieiçirdi� timdi

sonimuiu mralım :

cfl'iirk kimdir?•

Biz :rüıtiük

çerçevesi

içiıle

kimleri al�z ve

almıyacalız? · Kim bizdeıxlir ve kim bizden . i'ı.cfı.rı? Bütün milletler çevreden merkeze doüu bi r 'kimleri

ay­ ha· reket yaparlar.. Yörele�n topla)'llp ken.dilerine çeker· ler, biz ·merkezden çevr.eye b1.r liareket yapanz, kendi· mbJden aluı; kqpa.rır, uzaklaştınnz. Biri Karadeniz .sa· billerinden geldi mi:, o, =Uzdır. Halbuld · Uzlık Riz e'den daha 6te, Kemei" Bumu'ndau daha sonra başlar. İki üç

ıabiyeden ibaret bir halktır.. 'Koskoıca Karadeniz Türk­ bu kadar yanıhş anlaşılma sli, en hafif bir tabir lle söylüyorum, fecidir. Biri güney:den· geldi mio, Arap­ tır.. Lisan hudutlannde yaşadıkları:- �in Türklük his sini en hakiki ·Qir ateşle duyan Maraş, Birecik, Ayin tap ve bütün Antakya Türkleri, zorla, Türk k.almaktak i bütün -ısrarlarına, milliyetlerin:deki bütün aşk ve kuıvvete rat· men; Sanki Araptırlar.. . lÜJ{l.nüıi

on1an ıAraıplı�a. � iteriz. D� vilayetl e­ gelenler Kürttürler; hele Rumeli'nden geldiniz mi, ıA.rnaıvut olriıaktan kurtulamazsınız. Milliyetleri böy­ le araZi bölümlerine �re ayıran kimselere . sorsa k, Türk nerede oturur? Bu _ yen belli etseler de, hep ora­ ya gitsek olmaz mı ? GaHba Türk'e :Anadolu ortasında üç ;vilayetten başka yer kalmıyacak. B�

rinden

,Efendiler, şüphe yok ki bunl a-r gülün-çtür. Biz kı­ saca bir cümle iıçinde bir düstur halinde Türk'li tfı r i f etmenin mümkün oldutunu düşlinıü;;toruz. Di lleri v e d i :11eri bizden ol du� halde kaıj:lleri yaban cı o1anlar biz-

153


den değildir.

Topraklanmızın içinde

iğreti bir adam

durumunda oturarak, ilk felakette nesi varsa toplaya­

cak, Türk vatanının dışında kendisine bir vatan araya­ bilecek olanlar bizden değildir. Uzak ve yakın geçmiş­ lerinde, Türk milleti ve Türk vatanı aleyhinde düşün­ düklerini sözleriyle veya işleriyle gösterenler, hususi bir milliyet iıçin çaiiştıklarını, her ne suretle olursa ol­ sun, açıklamış olanlar bizden değildirler. Fakat efendiler; diliyle, diniyle bizden olduğu gibi , emeliyle de bizden olduğunu bütün geçmişiyle göste­ ren bir kimseye, nasıl seni reddediyoruz, diyebiliriz. Bizim, aramızda yerleşerek evinde Türkçe konuşan, ç<> cuklarını Türk mekteplerin·de okutan, kızını, oğlunu Türklerle evlendiren ve en halis Türk'ten hekledi•ği.niz memleket sadakatini kendi hayatında gösteren adama, soy sop düşüncesiyle nasıl yabancılık isnaıt edebiliriz? Bu yollara gitti:k mi, kendi kuvvetimizi biz dağıtıyor, bizden olanları biz uzaklaştırıyoruz demektir. Şimdi tekrar soralım : Türk kimdir? Ve Türk'te ne anyoruz ? Türkıçe konuşan, Müslüman olan ve Türklük sevgi· sini taşıyan Türk 'tür. Biz onda dil birliği, din birliği ve dilek birliği arıyoruz.

1 54


BURSA'NIN GERİ ALINMASI B .M. Meclisi'nin eski binası önünde

12 Eylül 1 338 ( 1922 ) Hanımlar, Bu kadar acıdan sonra, bu kadar ayrılıktan sonra, yanyana çektiğimiz bu kadar hasretten sonra, kurtuluş günleri geldi. Siz bu kurtuluş günlerini bize kazandı· r-an

aziz şehitleri n, gazilerin anaları, arkadaşları, kız

kardeşleri !

Artık sevinin,

sevinmek hakkınızdır, bay·

ram edin, en büyük bayrama erdiniz, büyük bayramı· nız mübarek olsun. Anadolu kadınları, Bu gaza diyarında, bin senedenberi , ateş ve cenk yerlerine oğullarını koşturan Anadolu kadınları, bin se· nedir oğulları daima uzak yerlerde ölen, yetiştirdikleri oğulların mezarlan nerededir hilmiyen Anadolu kadın· lan ! Kurtuluş günleri, kavuşma günleri geldi. Sevinin, bayram edin. Cihan Harbinden beri ardı arası gelmiyen bir cenk için, ağızdan bir şikayet sözü çıkmadan, nesi varsa hep· sini veren Anadolu kadınları ! Erkekleri kan ve ateş yer· lerinde savaşırken; yaylalara doğru,

uzak denizierin

günlerce haftalarca

kıyılanndan orta çıplak ayakları,

giyimsiz sırtiariyle kurşunlari, top merrnilerini taşıyan

1 55


Anadolu kadınlan'! Batıda, Doiuda, kıhlede, bütün cep­ helerin arkasında memleketi işleten, tarlalan yeşerten, sayısız yetim çocuklan yeti�tiren, büyüten s�nsin, ey Anadolu kadını! Sırası gelince cephaneyi, yaralıyı �ımak sana yet­ medi, silaha sen .de sarıldın, düşman önünde sen de JlÖ. bet bekledin, at�lere sen de girdin, sen de gaza ettin. •'Erkek arslan arslan olur da, dişi arslan arslan olmaz mı?ıt diyen sen·s in. Erk�inle beraber zafere e,rdirdili.n gazan mübarek olsun. Zafere eren gazanın büyük bay­ ramı mübarek olsun. Subaylar! -Dünyanın hiç bir ordusunun yi.iklenemiyece� ka­ dar a�r bir vazifeyi genç omuzları üstünde taşıyan SU· baylarımız! Baba ocaldanmn gölgesi altında detil, cenk yerlerinin güneşi ve ateşi içinde yetişen subaylanmız l Bi�ok muharebelerin ateşinden, demir kasırgalarından geçen yırtık, yanık gaza · bayrakları gibi, düşman kur· şunlariyle rvücutlan delik d�ik olan subaylanmız! Mil­ yonlarca delikanlılanmızın yolunda can verdiği vatanı, siz, düşünüp sezm:ediniz; siz onu haritalar üstünde ki­ taplar içinde öıt"enmediniz. Siz onu adım adım gezdi­ niz, her avuç toprağını kanınızia suladınız. Ey Türk subcıyı ! Senin gözlerinin içinde, güneyin kızgın çölleri tutuşuıp duruyor.. Senin gözlerinin içinde, Kafkas'ın buzlu dağlan buruşup duruyor. Senin gözle­ rinin içinde, IMalazgirt ovaları, Pasin ovaları serilip du­ ruyor, vatan senin içinde yaşıyor. En büyük askerimiz diyordu ki : •Subay muhare­ beleri yapıyoruz.• Subay muharebeleri, y!ıı.i fikir mı. harebeleri yapıyoruz. Sen bir fikirsin. Gevşemez, vaz. .geçmez, sarp,

156

yalçın bir fikirsin.

Türklük ve istikW


fikrinin bayraiını, yangın kızılıısı içinde, demir kasır­

yücelten sensin. Düşmanın milliyet fik­ rine, milliyet fikrinle karşı çıktın; seninki elinıkinden

ıJası ortasında

üstündü. Her biri, ayrı ayrı kaç adamın ömrünü dol­ dunnaia kafi, o ka dar acı, tatlı hatıralada dolu olan genç başın, bugün zaferin sabah

aydınlığı içinde du­

ruyor. Bugün mes'utsun, mağrursun, kimin bu saade­ te, bu gurura senden fazla hakkı var. «Türk tarihi tü­ kendi., bitti• demişlerdi. O ·tarihin aşkıyle dolu

baınn­

dan bir .gürleme, bir kükreme sesiyle haykırdın : •Türk tarihi yeniden başlıyor. • dedin. Senin elinde Türk ta­ rihi yeniden başladı, vatan kurtuldu.. Onu kurtaran sen­ sin. ıDuyuyor musun? Anadolu'nun ufuklarmda, Salır­ ya'dan .l nönü'ne , İnönü'nden Çanakkale'ye, Çanakkale'­ den Pilevne'ye, Mohac'a, ıNi�bolu'ya, IKosova'ya kadar eski yeni bütün gazalann sancaklarını şimdi geçit ya­ pıyor, takım takım uçuyor. Duyuyor musun? Başınm ucunda rüııgar döpemeçler gibi bi r ses var. Cenk yer­ ierinde kalan silih arkadaşlarının ruhlan se ni bin ker­ re aziz başının üstünde bugün tavaıf ediyor. Ey Türk subayı, ey damarlannda kanı yerine güneş a'kan dasta­ ni kahraman, bayramın mübarek olsun! Deniz subaylanınız! Gözlerimizden ırak olduğunuz bu günlerde, sanma­ yınız ki kalblerimizden de ırak.sınız. Anadolu Harbi'nin düşman zincirini eritmek iiÇin yaktığı aıteşleri, uzak sa­ hilletden siz getirdiniz. Düşman elleri irili ufaklı ne ka­ dar haııp gemimiz varsa .bizden aldığı vakit, zannetti ki sizi vasıtasız ıbıraktıı, çaresiz bıraktı. Halbuki

çire

sizin karannızda, sizin kalbinizde idi. Başkalannm bir gezintiye çıkmağa cesaret edemiyeıceği, kınk, sakat tek­ neler içjnde, denizle oynadınız, fı rtına ile oynadınız ıve en ziyade canınızla oynadınız. IKaradeniz'in, Akdeniz'in,

157


Kızıldeniz'in eski kurtlan olan deniıJCi babalannız içi­ nizde yaşıyor. Deniz yollarınıda ne yaptığınızı denizin içlerine sokulup uzanan Anadolu unutmıyacaktır. Kı­ raç, çorak yaylaların boşluklan üstünden, sahilleri ku­ şatan ormanh dağların sırtlarından size sesleniyorum, bayramınız mübarek olsun . Erler! Milletin göz bebekleri, bin yokluk içinde en büyük varlığımız olan ey Türk askeri! Bu döğüş olur muydu? Eğer sana inanmasalardı, sana güvenmeselerdi! Bu kur­ tuluş olur muydu? Eğer ortada her zorluğu yenen ıgü­ cünle sen olmasaydın. .Cihan Harbi'nden sonra Türk as­ keri kalmadı, tükendi dediler. Ümit azalmıştı. .Dünıya­ mız karar'mıştı. Bir gün tekrar sen görünJdün. Sen tek­ rar göründüğün gün, ümit tekrar göründü. Gözlerimi bir yerden ovalara doğru uc <vererek sessiz dalgalarla akLp geldiğini gördüğüm gün, gözlerim kapanıncaya ka­ dar aklımdan çıkmayacaktır. O günden beri taHbirniz yeni baştan bize döndü. Ey Türk askeri! Dostun ve düş manın , kim seni cenk yerlerinde gördü de, sana hayran olmadı, sana gönül vermedi? Hangi sevgi senin kaLbine girdi .de, yanan, tu­ tuşan bir aşk olmadı? Hangi düşünıce senin başında yer etti de bir din bir iman olmadı? Senin sabrın kar­ şısında hangi inat istediğinden vaz ıgeçmedi? Bize yedi sene süren muharebelerden bahsederler, bize otuz sene süren, yüz sene süren muharebeler an­ latırhir, sen bin sene muharebesini yapıyorsun. Atalar­ dan babalara, babalardan oğullara, oğullardan torunla­ ra miras kalan nihayetsiz bir muharebenin sen ismi dünyaları tutmuş kahramanısıni Kişki senin dilin ben­ de olsaydı, istediğin va:kit ·her düşündüğünü en kolay

158


ve en güzel an la tan o tılsımlı dilin bende olsaydı. Kar­ şında söz söyleyen bu. şehir uşağı, daha sana neler di,. yecekti. Gönlüm is tiyor, faka_ı dilim yetmiyor. Ey Türk askeri yüreğim sevginle dolu. . . Senden dolayı eriştiği­ miz bu bayram sana mübarek olsun diyorum. İşçilerimizi unutabilir miyim? Üç senedir, gece gündüz örsünün başında enkaz halinde bırakılmış tü­ fek ve top parçalarından dişlerine kadar silahlanmı·ş düşmaniara karşı yıldınm ciha:x_lan çıkaran işçilerimiz.. Sizi unu tabilir miyiz? B u zaferde sizin ne büyük bir pa­ yınız vardır. Mübarek olsun bayramınız sizin de . . . Hanımlar, efendiler! Başımızın üstünde parlayan bu ikin:di güneşi, şim­ di kurtulan Aydın'ı., İzmir'i ve Bursa'yı aydınlatıyor. Burada kurtaraniann bayramı, orada lurtaranların ve kurtulanların bayramı var . . . Aydın'a, İzmir'e, Bursa'ya evleri dona tan, sokakları kızartan bayraklarımızia şa­ faklar indi. Kurtarıcı askerlerimizin geçtiği yollardan sevgili Bursamıza selamlar ·gönderiyoruz. Ben Bursa'yı bilirim. Kaç defa camilerinde, türbe­ lerinde uzun uzadıya dalgm saatler geçirdim. İçinde atalarımızın uyuduğu topraklarından, yeşil dumanlar gibi tüten servilik.leriyle, üstüne daima bir ay ışığı vur­ muş gibi bembeyaz duran minareleriyle, Bursa da şim­ di bayram yapıyor. S abahlara kadar su sesleri içinde uyuyan Bursa, çamlarınm, dede çınartarının dallannda deniz hışıltıla­ rl eksik olmıyan Bursa.. İlkbahar olunca, ovalanna şa­ faklar devriimiş gibi, gelincik bulutlariyle taraf taraf kızaran, tutuşan .Bursa.. Şimdi gözyaşlan içinde kurtu­ luş bayramını yapıyor. 159


Biraz ötede, gök kubbenin altında bir tek olan, za. vallı l·stanbulumuz var. Daha ötede, Tunca'nın, Arda'­ nın, Meriç'in kol kol uzan� ovalann ortasında, ba­ şında bir da�a benziyen büyük bir ıgufran dalgasiyle, Selimiyesiyle duran zavallı Edirnemiz var . İstanbul, kurtulanlan düşünerek seviniyor ve k:urtulmayı bekli­ yor. Mütareke günlerinden sonra idi. İzmir'e Yunan as� keri çıktığı vakit, başımıza gelen tehlikeyi o, anla� tı; İstanbul. anlamııştı ki, büsbütün karanl�a giriyoruz, belki bu tarih kaıpanacaktır, bitecektir. Bvlerden, ma­ hallelerden seller gihi çıktılar, seller birleşerek dereler oldu, dereler birleşerek nehirler oldu. Matemiere bü­ rünmüş simsiyah bayraklar altında ıtoplananlar bir mahşerdi, bir kıyametti.

O yerlerde bir daıha toplanacağız, İstanbulumuzun, Edirne'ınizin kurtuluşuna

harndetmek

için

toplanaca-

lız. Karanlıklanmız var, a�artaca�. Yurdumuz viran­ dır, şenleteceğiz. Yüz binlerce öksüz yavrularımiZ var, okutacağız, büyüteceğiz. Tanrı, ulu Tann! Bizi bu işler­ de muzaffer kıl ! ..

160


TORKiYE YAŞAR Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gür­

cistan andiaşması hakkındaki kanun hiyi­ hasının görüşülmesinde

B. M. Meclisi

16

Mart 1338 ( 1922 ) Perşembe

Arkadaşlar! Üçüncü

Sultan

Selim

zamanında

idi .

Napoleon

cTilsi t » de Rus Çan ile mülakatta bulunuyordu. İstan­ bul sarayında bir i·htilal olmuş, Üçüncü Sultan Selim

şehid düşmüştü. O zaman bu haberi «Tilsi t »e yetişti­ ren mektubu, büyük Naıpoleon parmaklan arasında bu­ ruşturduktan sonra dedi ki : c Türkiye'nin son günleri gelmiştir. Şark İmpara­ torluğu parçalanıyor. Biz kendi gözlerimizle göreceğiz.» Avrupa üzerinde

şamil bir

saltanat kurmuş olan

Napoleon, cSainte Helena» adasında esir olarak gözle­ rini 'kapadı. Kurduğu imparatorluk yüksekten düşen bir cam gibi parça parça oldu. Türk imparatorluğu ya­ şamakta devam etti.

c Figaro» bu Fransız gazetesi, bir zaman adet edin­ mişti. Yüz yıl önceki Taymis gaze tesinden o günün en

bell i başlı haberini alır ve neşrederdi. Ben bir çocuk­ twn, Figaro'da bir asır evvele ait bir fıkra okudum :

161


cAnadolu'nun her tarafında isyanlar başlaiiUıŞ, derebey­ lik, hükUmetsizlik v\k:ude getirmiş, Tepedelenli Meh­ med Ali Paşa payitaıhtı tanımıyor. • Taymis'in İstanbul'­ da bulunan muhabiri ıgazetesi.ne yazdıb mektupta di­ yor ki : «Aradan bir sene geçmez Osmanlı İmparatorlu­ tunun .büsbütün çöktüğünü ötı"eneceksiniz. • Figaro ay­ nen naklettiği bu haberin altına bir cümle ilave edi­ yor : •Ne dıikkate deterdir 'ki, bir sene zarfında ölece­ ti. mahvolacaıı, haber verilen bu imparatorluk hAli ya­ şamakta devam ediyor. •

1853 senesinde

Petersburg'da, • Çarskoyeselo• Sa­ rayında ·İmparator cNikolaı. İngiliz sefiri « Lord Seymu­ ru• yanına çaltrdı : •Şarktan ald..ığım haberler bize gös­ teriyor ki , hasta adam ölmek üzeredir.. -Hasta adam, bu uğu rsuz tabir o geeeki mülakattan yadigar kalmış­ tır.- Geliniz, hükumetinizle ölünün birdenbire kollan­ mızın üstüne düşmemesi için anlaşalım.• dedi. Biz bu görüşmelerden sonra Kırım muharebesin i yaptık. •Ölü­ yer, mirası hakkında konuşalım• denilen adam, Silisti­ re'de, Kınm'da Çar ordulannı yendi; ölü, mirasersına mükemmel bir dayak atmıştı. Türk imıparatorlutu ya­ şamakta devam etti. Biz Abdülhamid Han devri gibi çok utursuz ve çok dar bir devir idrak ettik. Bütün memleket baştanıbaşa bir ölü sessiziiline dalmıştı. Uzalı:ıtan bakanlar, günün birinde hfrkUrnetin habersiz bir surette kendi üstüne yıkılacatmı bek.liyorlardı.. Fakat arkadaşlar, Türkiye' nin ölümünü bekleyen bütün dünya bir gün gördük ki, burada 'Meşrutiyet hareketi başlıyor. Bu vesile ile cNeue Freie Presse•nin yazdılı bir makaleyi hatırlıyorum, o diyordu ki : ,.IJJir mezarlık gibi seyrettiiimiz o meml� ketten inanılmıyacak kadar feyizli bir bahar fı.tkınlı. Bu Meşrutiyet hareketi ölümü beklenilen Türldye'llbı, 162


Aleme ve asırlara karşı. •ben yaşavac�ım! » diye haykinnasmd:an ibiret bir hayat belirtisidir·. »

bütün

şamakta

devam etti, üzerimize di kilmiş ne kadar bencil, n e · k a da r vahŞi göz ıva r ise : «Tü rkiye kurtuluyor, kendini toplamağa vakit bırakmadan evvel üstüne çökelim• diye fırsat aradı. Balkan Muha:cbesi'• ni büyük devletler hazırladı ve k�ükleri üzerimize mu­ Türkiye ya

!lallat ettiler.. · Bildiliniz felaketlerden sonra, memleket hakilcaten bi.tiyor. manzar�mı göstermişti. Fa kat Tür­ _kiye yaralanİlı sarmadan mücadelelerin en btiyü#ü olan Cihan H arbi'ne girdi. ıM�ıiıleket in .gençleri en büyük kah!"amanlı:kla çarpıştılar. On iki mezbaha.da, ıvatanın kendi çocukl anndan çok kan isteyen mihrabı önünde, türemeksizin canlarını verdiler. Türkiye art ı k ölmüş görünüyordu, halbuki Türkiye yaş ıyordu. «Sevr» de, iç­ lerinde ecdad sesi susmuş b.irkaç ad3m, bizim idam be­ ratımızı imı:a1adılar, . fakat Türkiye yaşamakta devam ,

edecekti

Almanya

gibi, yeryüzünü çökertecek ka· dar alır ve kuvvetli görünen bir memleket, bugün. ga­ liplerin önünde diz çökmüş biıı _vaziyet a!.dığı halde; Aıvusturya gibi, T&rkiye'nin taksimi için as ı rla ıx:a. plış­ mış olan bir memleket, çok kudretli ve çok zengin bir me:�eket, b_ütüıa dünyaya kar�1 bir dilenci durumuna düştüiii - halde; genç Bulgaristan gibi, Türkle ri ha kir gö�fti şeref bilen küçük, fakat mair..!r bir millet. hAkimlerinin, flti:blerinin önünde diz çökmüş durdutu halde, Anadolu'nun iQnden fışkıran hayat se s i , vat an­ serverlik hareketi, dün)raya karşı ölümü haber veri len Tü(.kiye'nin· yaşamakta devam e decelini, hayre t veren . bir açıklıkla gösterdi. .Efendiler.,

_

Arkadaşlar; cih2n harita.sına bir deta h�bc�k o l u r­

·-sanız; geçm.iJin uzak

günlerden beri

birbirine ka rşı


daima birbirine düşman vaziyette kıt'alar ·görürsünüz. Zavall• bir Aifnka kıt'ası vardır; coşkun bir güneş al­ tında, pleri kamaşm.ış insanlan ile, baştanbaşa esir· bir Alem manzarası gösterir. Bir Amerika kıt'ası vardır, o yeni bir Avrupa'dır. Bat mın yeni bir parçası diye bi­ iinir. Fakat Asya, bütün sema.vi dinlerin ufuklarmda d�duğu Asya, eski yeni birçok medeniyetlerin, üstün­ de şaşaa ile doğduğu Asya, geçmişi unutmayan ve izzet-i nefsini kaybetmeyen, yabanıcılar elinde esir olmak ist& miyen Asya, daima zulme karşı asi, daima diri, daima mazisine sadık olan bu engin Asya kıt'ası, binlerce se­ neden b�ri Avrupa ile boğuışuyor. Biz bugün onun umumi bir uyanıkhğı karşısındayız. Bu sebeple ben diyorum ki : İstanbul'da 16 Mart· üç yıl önce çapulculann üzerine vazi­ yet etmek istediti memleket, derece derece hayat ve kuwet kaynaklannı arttırarak lrurtuluşa doğru gidiyor. Evvelce olduğu gibi, .bundan sonra da her tehlikeyi y& nerek yaşamakta deva01 edecektir. ta, yani bundan

164


BAŞKOMUTANLIK KANUNU B. M. Meclisi'nin Gizli Oturumunda 4 �tos 1337 (1921 )

Arkadaşlari Ehemmiyetinde kimsenin tereddüt etmediği b ir mevzuu, lüzumundan fazla w:attığımıza kanaat getir· Gim. Benden ewel söz alan hatipleı:!_n .fikirleri, birbiri­ ne muhalif olmakla beraber, bir noktada hepsi ittifak halindedir. O da Ankara'ya pek yakın yerlerde cereyan .

edecek muharebenin Bunda herkes

ehemmiyetini takdir

müttefik

noktasıdır.

iken ne yaı.ık ki, şimdiye kadar

ortaya atılan fikirler, yekdiğerinden çok farklı üç mü­ him ccreyanm müdafü vaziyeti.ıı.dedir. Bir kısım :iza, baş kwnandanlık kanununun, baş kumandana temin edeceği büyük selahiyetlerden korkuyorlar. Bu s eWıiye tlerin

ha·şkumandan intihap edilecek zitı, Mi llet Mecli si fev!kindç ıbir me"�kie i-sal edeceğini Ve onun şahsında t opla naca k kuvvetlerin, Meclisin •tem­ sil e t t iği haki miye t i milliye esasına bir darbe teşkil edecek mahiyette olduğunu düşünüyorlar. Bilmiyorum, !zmir, Bursa, İstanbul ve Edirne gibi, bir takım mühim vatan parçalannı kurtarmak için başladığımız mücade­ lede geri çekile çekile nıihayet t opra klanmızı Anadol u· nun merkezine kadar düşmana terketmiş bir -vaziyette iken, bu gibi endi şeler zihnimizde n asıl :yer bulabili­ JOr?· -


Arkadaşlar, bildi�imiz felaketlerden sonra, yeni bir muharebeye girmekle, memlekete karşı ne gibi taah­ hütlerde bulunduk ve şimdiye kadar elde etti�iz ne­ ticeler nelerdir? Bunları düşünmek zamanı geldi. Sekiz on güne kadar başlıyacak olan harbi kazan­ mak bugünkü, müzakeratımızın ruhu, hedefi olmalıdır. Acaba aramızda hangirniz, halkın, bu kadar yeni feda­ karlıklardan sonra, kuvvetlerimizin mütemadi ricat ha­ linde olmasından mütevellid feci manzarayı, icap etti�i gibi takdir etmedi�inizi zannediyor. -Bir eümle içinde söyliyeyim : Aylardan beri devam .eden Anadolu muha­ rebelerinin akibetini tasrih etmek lazımdır. Biz, ileri gidecekdik. Anadolu Hükumeti kurulmadan evvel elden çıkan parçalan geri alacakdık. Halbuki böyle olmadı, Osmanlı tarihinde hiç bir zaman istila görmemiş olan yerler düşmanlarımızın ellerine geçti. Tehlike burada, düşünülecek nok·ta, çaresi aranılacak felaket burada­ dır. Memleket kurtulduktan sonra selahiyetlerin, imti­ yazların münakaşa saatleri bultil edebilir. Yeni · muha­ rebeyi kazanmazsanız Anadolu'nun merkezinde de ma�­ lup olu:-sak, ıMillet Meclisinin nüfuz ve hakimiyeti, mi­ nası kalınıyan bir iddia, bir efsaneden ba:şka bir şey olur mu ? Bence klliV'Vetleri bir el, bir irade altında top­ lamak, memleketin akibetini tayin edecek olan yeni muharebeyi kazanmak, ilk ve son endişemi�dir. Sami· miyetlerinden zerre kadar şüphe etmediğim_ bir takım arkadaşlanmız, serahate yakın bir ifade ile dediler ki : «Mustafa Kemal Paşa harbi kaybederse, onun şahsi nü· fuzu tamamiyle sarsılacaktır. O zaman kimin etrafında toplana{;a�ız, kim bizim bayra�mız olacaktır.• Arkadaşlar, Ricat ve ma�lubiyet bir defa daha tahakkuk eder­ se, zannediyormusunuz ki, Reisimiz bunun tesirlerine karşı mahfuz kalabilir?

1 66


Hükümdarlar ve reisler , muıvaffakiyetlerle, zafer­ lerle bir milletin başında bir mevk i ihraz ederler. Hüs­ ranlarla, mağlubiyetlerle o mevki elden çıkar. Velevki harbi kendileri idare etmeseler bi le, HükUmet Merkezi­ ne pek yakın mesafelerde cereyan edeceği anlaşılan ya­ rının muharebesi tarafımızdan kaybedilirse, bendenizıce ondan sonra talihi lehimize çevirmek, lisanım daha ile­ risine varmıyor, çok müşkül olacaktır.. Arkadaşlar,

Kaç

gündür Millet Meclisinin

odalarında hepimi­

zin gösterdiği halet-i ruhiyeyi büyük bir alaka He sey­ rediyorum. Bu mü.şahadeleri iki üç kelime ile size tek· rar etmekte fayda gördüm, bir millet için, geçirdiği­ miz günler

kadar ehemmiyetli bir

devir bilmiyorwn.

Böyle b i r devre, tarihde kaç defa tesadüf olunur? Sa­ bahları gördükleri rüyalan birbirine ehemmiyetle anla­ tanlar ve bundan mana çıkaranlar aramızda pek çok.. Kanepelere, koltuklara oturacak yerde, yere bağdaş ku· ranlar ve . hiç bir şey söylemeksizin uzun müddet düşü: nenler var. Hepimiz fevkalade şeylere intizar ediyoruz. Ruhumuzda, her şeyden mana çıkaran tasavvuf meyil­ leri uyanmıştır. Yerlere bağdaş kuruyoruz, içimizde eecl­ ler uyannnştır, maziye sığımyoruz. Meb'us efendiler, Ruhiann bu kadar derinleşmesi sebepsiz midir? Bi­ liyoruz ki

Başkumandınlık Kanunu'nu

meydana çıka­

ran sebepler üzerinde, tarafımızdan irtikap edilecek bir takdir hatası,

bir daha içinden

çıkılınası muhal olan

bir uçuruma bizi sürükliyebilir. Kendi kendimize sarni­ miyetle, cesaretle i tiraf edelim, yakından cereyan ede­ cek muharebeyi kazanmazsak, bizim için milli dava kay­

bolmu�tur. Bundan sonra toplanamayız. · Münakaşalan-

167


mız mühlik. denecek kadar uzuyor. Bugün ınevzuu bah· sedilecek mesele Millet Meclisinin selahiyetlerim Ju.s,. kanmak .değil, hatta Reisimizin, kaybolacak bir muha· rebeden sonra nüıfuz ve kuvveti ne olacağı meselesi de­ ğil, bugün münakaşa edilecek tek mesele, vatan topra­ ğında para kuvveti, can lruvıveti, silah kuvveti, heme­ miz varsa, bir el, bir irade altında tOplayarak düşmana karışı sevketmek ve i stiliyı durdurmak, kırmaktır.. Arkadaşlar, Mücerrep bir askeriniz var. O, memleketin en bed­ baht günlerinde daima muzaffer olmanın sırrını bul­ muş, daima oldu� yerde silihlarınwn ve tarihinizin şerefini kurtarmıştır. O mücerrep askeriniz, bugün ih· tiyatta duran en büyük kuv.vetinizdir. Reisimizin bir defa yanılmamış olan muhakemesini , zekisını ve irade­ sini Türk vatanı lehinde terazinin gözüne koymak za. manı gelmiştir, evet .gelmiştir. Onu istediği bütün selahiyetlerle derhal cepheye harekette geciktiren her münakaşa, bu karanlık ve kor­ kunıç günlerde taraıfımızdan vatan aleyhine irtikAp edi­ len bir hiyanet maJıiyetini alabilir. Fazla konuşmayınız, elimizde son tedbir olarak kalan bu kanunu de�hal çı­ kanmz. Anadolu yayiasının üstünde oynanacak son oyun, son ıhaile, Reisimizin kaç defa korkunç imtihanlardan geçen san'atına, dehasına muhtaçtır. Konuşmayın, karar verin arkadaşlar. Memleket ta· lihini onun eline emanet edecek müstesni saat gelmiştir.

168


ÇERKES EDHEM B. M. Meclisi'nin Gizli Oturumunda 7 Ocak 1337 ( ı 921 ) Arkadaşlar, Antalya seya'hatinden henüz avdet ediyorum. Reisi­ mizin lütfen işaret - huyurduklan üzere size hikAye edil­ mesinde faydalı olan bazı müşahadelerim var. Çerkes Edhem ve arkadaışlarının , Hükumet kuvvetleri karşısın­

da hezimet ve büsrandan başka bir akıbeti olmayacalı­ nı iddia ve temin edebilirim. Memleketin her kuvvet­ ten yardım aramağa muhtaç olduğu bir zamanda, ke� dilerinden hizmet ve hayır umulan Kuvay-ı Milliye -şükranla kaydedelim ki, umumiyel itibarile değil, f• kat kısmen- tereddi etmiş ve halkın başına, diğer fe­ laketlere munzam bir yeni bela gibi musaHat olmuştur. Tahsilleri, terbiyeleri yüksek .bir fikir yolunda, bütün şahsi emelleri feda ettirecek bir kıymet ve liyakatte ol­ mayanlar, ellerine geçen iktidan derhal su-i istimal eder ve belli başlı bir afet, bir musibet mahiyetini alırlar. Çerkes Edhem ve arkadaşlan, bizim karşımızda böyle bir manzara gösteriyor. Her şeyden evvel size : •Onlar­ la Millet Meclisi arasında bir itilaf zemini aramak bi­ le, haddizatında Meclisin şerefi için bir nakise teşkil eder.• demeyi vazife telakki e derim. tık zamanlardaki hizınetlerini unutturacak kadar ihtiras ve tamah yolu· na sapan bu cins adamlarla Millet Meclisi arasında bir

169


İtilaf hasıl olduğu gün, onlar büyümüş, kuvvetlenmiş, Millet Meclisi küçülmüş ve sukut etm i ştir. Ben Hüku­ met kuvvetleriyle Çerkes Edhem arasında hclsıl olacak

itilaıfı, müsellah bir mücadeleden daha tehlikeli a dde­ derim. Aziz a rkadaşlar, Bundan üç gün evvel , bir sabah erken Sandıklı'dan

Afyon istikametinde yola çıktım. Kasabadan henüz bi­ raz uzaklaşmış.tım. Birden bire kalbimi tehyiç eden, ümitleri mi arttıran, ruhuma yeni bir n i kbinlik doldu­ ran ulvi bir levhaya gözlerim ilişip kaldı . Uzak bir sır­

tın üstünden uç veren muntazam bir süvari kuvveti, o.rdunuzun harp görmüş, en ağır imtihanlardan geçmiş

zabitleri kumandasında, geçtiğim yola doğru akıp geli­

yordu. ıBindiği m arabayı durdurdum ve bu geçid.in . te­

maşasına daldım. Harb-i Umuminin n ihayetlerinde, gö­ Zi.imüzden ırak bir takım ufuklar arkasında büsbütün dağılmış, kaybolmuş olan Türk Ordusu

meydana çık·

mış, tarihin sahnesine tekrar avdet ediyordu. Türk Or­

dusunun dasitani neferi , Türk Ordusunun tarihini ya­ pan ve yaşatan zabiti kumandasında, kendini bekleyen vatana avdet ediyordu. Gözlerim yaşardı. Harp tehdidi

altında duran ovalara, dağlara, sessizce, nümayişsizce,

akııp gelen bu muntazam kuvvet, bu asırdide, müba­ rek ve hatıra engiz askerlik ocağımızın evladları , Harb-i Umuminin sayısız mezbahalarından kurtulmuş olanlar vatanın imdadına geliyordu. Geçit uzuyor, a de t müte­ madiyen artıyor,

kuvvet, herkesin

mecbur olduğu kadar büyüyordu. önde yürüyen

genıç kumandanın

hesaba

katınağa

Arabamdan indim, ellerine sıkıca sarıl­

dım. Ben bir .şey söylemedim, o bir şey söylemedi, fa­ ka·t konurşmuştuk.

176


Arkadaşlar, size haber veriyorum, ordunuz bu yeni harbe de yetişmiştir. Ve müdafaa vazifelerini üzerine almıştır. Kumandanlarmızın taraf taraf yaptıklan yeni teşkilat, vatan müdafaasında ,h ırsızlara yağmacılara, Anadolu üzerinde İngiltere hesabına, Yunanistan hesa­ bına memluk hükumetleri kuracak haydutlara i tibar et­ memenizi mümkün

kılabilir bir mahiyettedir.

Halka

zu1mettikleri muhakkak olanlarla, Millet Medisi ban­ şamaz. Barıştığı gün, müdafii ve mümessili olduğu bü­ yük davadan en evvel kendisi yüz çevirmiş olur. Arkadaşlar, Size ufak b;r ha.tıramı anlatmak için müsaadenizi istirham edeceği m. Bir a kşam saati, cepheye hareket eden

bazı dosttarımın teşyi i

iıçin

istasyona inmiştim.

Vagonlar sıra ile dizi imiş duruyordu. Bir nefer kala­ balığı etrafı i şgal etmişti . Yük vagonlarının her iki t a­ raftan kapıları açık duruyor ve bu açık kapılardan kar­ şı sırtlarda batan güneşin son kızıllığı görünüyordu . O akşam gözlerimin gördüğü bir şeyi size şimdi aniatıyo­ rum : Bu açık vagonlardan birinin içinde Kuvay-i Milli­ yeden iki adam karşı karşıya oturmuşlar, şişeleri kal­ dırıyorlar ve garbin kızıltısı üstünde hareket eden iki gölge halinde iç.iyorlardı. 'Binlerce kişinin gözü önün­ de, gtıya asker olan ve güya . cepheye hareket eden bu iki meçhul adamın

bir ateş perdesi

üzerinde hareket

eden kollarını, ağızlarına .boşalttıkları şişeleri, benimle beraber, omuzuma dokunacak kadar bana yakın duran bir ordu

neferi de seyrediyor.du.

Yanımdaki nefer,

Türk devletinin ıAnadolu'da bin seneye yakın bir zaman­ danberi namusuna, faziletine, dvanmertliğine, feragati­ ne istinat ederek

yaşadı,ğı askerl i k ocağımızın neferi idi . Cepheye içe içe giden sarhoşlar ise, koyunlannda kadınların ziynet altınlan, ceplerinde çalınmış paralar;

171


helhelerinde aile sandıklanndan zorla alınmış çamaşır­ lar gezdiren haydutlardı. Bana inanınız, ben karşımdak.i iki gölgeyi kendi gözlerimle değil, yanundaki ordu neferinin gözleriyle seyrediyordwn, ben onıun derisi içinde idim. Günlerce aç kaldıktan sonra, refah içindeki şehirlerden bir lok­ ma ekmek istemeksizin geçen, aylarca tütünden mah­ rum kaldıktan sonra, rast geldiği adama rica yoluyla olsun elini uzatmayan, kadınlann israf ile mebzul oldu­ ğu yerde, en ufak ihtiras taşkınhğı göstermiyen, bütün Asya yollarını, ta Avrupa ortalarına kadar emsalsiz kahramanhğının menakıbı ile dolduran ordunuzun ne­ feri, karşısınıdaki sarhoşlara hayretle, istikrahla bakı­ yordu. Türkiye Millet Meclisinin istinadgahı b1.1 nefer­ dir. Türk vatanının bekçisi bu neferdir ve onun zabiti· dir. Çerkes -Edhem, onun hırsızları ve yağmac.ıları, onun sarhoş ve şerir adamları, bu neferle ve onun zabitiyle çarpışacak. Arkadaşlar, tereddüd etmeyin, memleketi kurtar­ mak için giriştiğiniz mücadelede hayat ve bekanın en büyük şartı memlekete, halka emniyet verecek munta­ zam kuvvetiere istinat edebilmektir. Çerkes Edhem'i vurmak için karar veriniz. Bence bu karar, yalnız mem· leket üzerinde Mısır Kölemenlerini taklide özenen bit türedinin hayatına hatime vermekle kalnuyacak. Türk vatanı dahilinde mun•tazam bir bükılırnet ve muntazam bir ordu vücut bulmasına doğru en mesut bir adım olacaktır. Vurmaya karar veriniz, vurunuz; .bundan piş­ man olmayacaksınız. . . .

172


MİLLI HAREKET

ve

MİLLET MECLİSİ

İstanbul Meclis-i Meb'usaru'nın Gizli Oturumunda 22 Ocak 1 335 ( 1919)

Arkadaşlar! Mustafa Kemal ıPaşa Hazretlerinin bize gönderdik­ leri Misak-ı Milli metoini Husrev Beyfendi okudular. Aramızda müzakereye başlamadan evvel bir noktanın tasriliini elzem addediyorum. Osmanlı tarihinde şüphe· siz ki, ölüm tehlikesi geçirdiğimiz bir çok devirler ol­ muştur. 'Bu memleket kaç defa, çok feci bulıranlara uğramış ve bu buhranlann içinden arazice, nufusça, servetçe çok ağı.r zayiat vermek suretiyle çıkabilmiştir. larmetmiyorum ki, aramızda bir fert, üzerimize çöken son felaket kadar mühlik ve meşum bir badireye vak­ tiyle de maruz kaldığımızı iddia edebilsin. Her taraftan gelen elim haberler, memleketin yer yer uğradığı isti­ la, büyük muharebenin belli başlı bütün kuvvetlerimi­ zi tüketmiş olması, içinde yaşadığımız günlere müstes­ na bir mahiyet veriyor.. Biz müzakerelerimize başlama· dan evvel, sözlerimizin ve kararlanmızın neye istinat ettiğini, memlekete ve dünyaya karşı göstermek mec­ buriyetindeyiz. Türk vatanı aleyhinde tertip edilen su-i kastın, mut­ lak bir esaret halinde karşımıza çıkacatını bildiren de173


Iiiier çoktur, biz · kimleriz? Sözlerimizin kıymeti neden ibarettir? Bunları tayin edecek en esaslı şartı temin et­ meden, ne desek beyhudedir, ziyandır. Bu gibi bulıran ve felaket günlerinde, vatani vazifeler deruhte edenler, en evvel kendi kuvvetlerin i tanımak, onlan toplamak, tanzim etmek mecburiyetindedirler. Biz, burada yalnız yüz elli, yüz altnuş kişiden ·. iba­ ret iz. Bir memleket narnma söz söylemek için bu kafi değildir. Cihan Harbi'nde mezbahadan mezbahaya koş­ turulan zavallı delikanlılarımızın kanları ve kemikleri mocnunane bir suret·te israf edildiği için, bugün mem­ leket müdafaasında kullanılabilecek hazır bir orduya malik değiliz. Devlet ordusu gibi, devlet teşkilatı da umumi bir buhra� ve teşevvüş içindedir. Ne.:.-eye bak­ sak, gafletle sevk ve idare edilmiş büyük bir mücadele­ n:n, vücuda getirdiği nihayetsiz harabi ve sefaletten başka bir şey görünmüyor. Böyle zamanlarda toplanan Millet Meclisleri, her çareye baş vurarak memleketin işe yarar ne kadar hayat ve servet kuvveti varsa, hep­ sinden istifade etmekle mükellefdir. Evet soruyorum, biz kimiz? Neyi tems� l ediyoruz? Kuvvetimiz nerede­ dir? "Müdafaa ettiğimiz fikirleri kabul ettirrnek için eli­ mizde ne gibi vasıtalar vardır? ·

Müsaadenizle, bütün

acıhğına ra�en

arzedeyim

ki, bu kapıdan başını içeriye uzatacak bir İngiliz ça­

vuşu, bizi istediği tarafa sürükleyip götürrnek iktidarı­ na maliktir. Arkadaşlar, Her şeyden evvel kabul edilmesi zaruri olan bir ka­ rar vardır. Onu size · teklif ediyorum. Anadolu' da, vatan müdafaası için o.:.-taya çıkmış olan Kuvay-ı Milliyeyi ta­ nıdığımızı, milli hareketi t asvip ettiğimizi ve bu hare-


kete istinat etmekte oldıu�muzu dünyaya karşı ilan et­ mel iyiz Şüphe yok ki, koskoca bir memleketin içinde, he r düşüncede adama tesadüf olunabilir. Fakat Türk mil!eti, esareti kabul etmediğini ve etmiyece�ini, her­ kesin anlamağa mecbi..ı r olduğu fili, beli� ve mutantan b:r lisan ile ifade etmiştir. .

İçirrıizi dinledi�imiz vakit, kendimiz nereye tutunu­ yoruz? Bize ümit nereden geliyor? Bunu itiraf etmek lazımdır. Dağınık sürüye yol göstere�ek çoban yıldızı, ntilli bir ümit halinde Anadolu topraklarının üzerinde doğup yükselmiştir. Bu günkü vazifesi vatan müdafaasından ibaret olan Millet Meclisi, bu müdafaada yalnız olma­ dı�nı. son vazife için yeni bir mücadelenin lüzum gös-­ terdiği bütün fedakarlıklara razı olarak, mücadele ·ve istiklal bayrağını çeken Anadolu hareketiyle, bizim ara­ mızdaki iştirak ve vahdeti kayt ve ilan etmelidir. An­ cak bundan sonra söylemek, müzakere etmek, karar vermek hakkını haiz oluruz. Arkadaşlar, fevkalade vaziyetlerin , iltizam ettiti fevkalade tedbirleri, ittihaz - etme�e müsait bir hey'et olduğumuzu göstererek böyle bir karar, müstakbel me· saimizi mümkün kılacak yegane karar:dır. Size �n her şeyden evvel bu karan teklif ediyorum.

175


İNGİLTERE ve İSLAM HANEDANLARI

İstanbııl Meclis-i Meb'usinı Fellh-ı Vatan Grubu'nun Toplantısında l l Ocak

1315 ( 1919)

Arkadaşlar, Bu müzakerelerimizde, faydalı olacağını tahmin et­ tiğim, bir iki noktanın arzına müsaadenizi rica ediyo­ rum. İngiltere'n:n memleketimizde takip . ettiği siyaset yavaş yavaş inkişaf ediyor. Her gün aldığımız haberler, bu siyasetin istikametini ve hedeflerini · derece derece meydana çıkarmaktadır. Bugünkü vaziyetİn iyi anlaşıl­ ması i-çin, Hindistan'da ve Mısır'da aynı İngiltere nasıl bir yol takip etti ve bu yol onu hangi neticelere isal etti, bunlan hatırlamakta fayda olsa gerektir. Zannediyorum ki, İngiltere'nin, hatta Müslüman memleketlerinde müstemlekeler vücuda getirmiş, istilA­ cı diğer Avrupa devletlerinin, yerli 1hanedariİanndan nasıl jstifade ettiklerini derhatır etmekte bizim için şimdi menfaat vardır. Fransa hesabına Hindistan'da Pandişeri etrafında pir Fransız müstemlekesi vücuda. getirmiş olan «Dup­ leyks• kendi tasa'VVUr ettiği ida·re sisteminin esaslarını çok vazıh bir surette tespit etmişti. Filvak.i bu esaslar 176


evvela yalnız Hindistan'a ait görünüyordu. Faka.t her hangi bir fiokirden arneli neticeler çııkarmalkta istidad sa­ hibi olan İ ngilizler,

Dupleyks'i Fransız hükümdarının

yardımiyle Hindistan'dan

kovduktan sonra, onun düs­

turlannı, kurmak istedikleri büyük Hin d imparatorlu­ ğunun lehine tatbik ettiler. Müslüman memleketlerinin ne suretle istila edile­ bileceğini, nasıl idare olunacağını gösteren esasları, iki, üç cümle içinde hillasa edebiliriz : Her Müslüman

memleket, hakimlerinin, emirleri·

nin, imamlarının, sultanlarının yardımiyle istila oluna­ bilir. İstila edilen memleketin yerli ahalisinden alınacak neferler, Avrupa zabi tlerinin emri altında büyük Fred­ rik'in bile iıftiharla ederler.. Emirlerin,

kumanda edeceği

ordular teşkil

sultanların yardımİyle

elde edilen

bu memleketlerde, yerli ahalinin teşkil edeceği inzibal! kuvvetleriyle ve yerli ahaliden alınacak vergilerle, hem yeni müstemlekeler idare olunur, hem de istikbalde is­ tila olunaıcak müstemlekeler için zemin hazırlanır. Hindistan'da «nupleyks»in bir taraftan Fransa, di­ ğer taraftan kendi şahsı lehine tatbik e ttiği bu düstur­ lar, İngiltere'ye Hindistan'da ve di�er Müslüman menv lekederinde büyük fütuıhat yollan açtı. Delhi Sultanla­ rı biri b i ri ardınca isdar ettikleri fermanlarla, İngiliz nüfuz ınıntakasım mütemadi dalıile doğru tevsi etti· ler. nelhi Sultanları, İngiliz istilasının, kendilerini büs­ bütün iskat edinceye kadar, inkişafına yardım etmekte kusur etmediler. Ve nihayet

1 857'de sİpahilerin

isya­

nmdan sonra, Bahr,i H anedamnın son varisi, memleke-

1 77


•tine karşı kendinin ve yüz elli seneye yakın bir müd­ detten beri, şerefsiz selefierinin irtikciıp ettikleri hiya­ netin cezasını çekti. Delhi'ye büsbütün vaziyet eden İngiliz kuvıvetleri , Delhi'nin bir gölıge

haline geçen son

sultanını, ahali­

n in gözü önünde bir çok dolaıştırdıktan sonra, Camii Kebirin önünde, şakağından rüvelıverle vurmak suretiy­ le i tiM ettiler. İngilizler Hindistan' d a

hükumetlerini

takıviye et­

mek için, yalnız Delhi Sultanlarından değil, Sipahi is­ yanı esnasında gördüğümüz üzere, daha uzak yerlerde hükumet süren başka sul tanlardan da istifade etmeği bildil er,. ıM ısır'ın son tarihi, bu facianın orada

da aynen te·

kerrür ettiğini bize gösterir. Mehmed Ali ve İbrahim gibi bir i ki

liyakatli Hidivden

sonra, belli başlı

bir

adam yetiştirmemiş olan Mısır Hanedanı, gafletle, zevk­ le, isra.fla memleketin bütün menbalarını Fransızların, İngilizlerin ellerine düşürdü ve nihayet Mısır'ı .İngiliz müstemlekesi haline koydu. Arabi Paşa'nın isyanı, İn­ gilizler'in talebiyle İstanbul'dan nasıl takbih edildi, ha­ tırlarsınız. Arkadaşlar, Aramızda müşterek ol a n bazı bAtıralara temas ede­ ceğim. Harb-i Umumide İ ngilizler, esir Müslüman mil­ letlerinin kanlarını, ve paralarını nasıl kullandılar, he­ pimiz gördük . Hind Müslümanlan ıİngiltere hesabına, Irak'ın hür

Müslümanlarını kendileri

gibi esir haline

soktular ve Britanya zafer arabasının arkasına

köle sü­

rülen gibi bağladılar. Mısır'ın esir Müslümanlan i se ay­ nı

1 78

İngiltere hesabına, Filistin'in

ve Suriye'n in Müslü-


manlarını esir ettiler. Müslüman .dünyasının tek müda·

fii

vaz iye tin de

olan Türk 'ün üzerjne,� her cephede sal·

dırmak-ta kusur etmediler. Milli hissi olmayan millet·

Jıer, yalnız kendileri için değil , şerefle ve namusla ya­ şamak İstiyen bütün m il le t le r için birer afet ti r. Cihad-ı Muk addes 'in ilanından sonra, Türk memleketleri nin bütün kapılarını zorl a maya kalkan Müslüman sürülcri, onl arın: ne ha}Wani .bir derekcde yaşadığım gösteren ne yaman bir levha idi.

Arka daşlar, Avrupa istilA kuvveti, her han•gi Müslüman top ra­ �na ayak basdı mı., bu Müslüman t op r ağı , kuma.ş üstü· ne düşen bir leke gibi, istila kuvvetini içeri çekiyor, genişletiyor, büyütüyor. Bizim i•çi n en şayan-ı dikkat nokta H in distan 'd.a, Mısır'da oynanan oyunun şi mdi Türkiye üzerinde cereyan e tmeye başlama; ıdır. As ır­ lardan beri kendi muharebeleri iç in , ücretli asker bul­ makt a rnüşkülat çekrniyen İngil tere , kendi topraığırriız­ da yeni bir rnüsternlekenin esaslarını atmakla meşgul­ dür. İn�iltere İstanbul'da kendisine bir zemin aramak­

ta hat a etmemiş olabilir. ıMücerrep b i r siyasetin Türki­ ye'de verec� ne ticelere ümit ile i n iz a r edebilir. Yal­

t

nız Türk milleti., iHindisıtan'ın ve Mı sı r;ın efendi değiş­ tirmekten b ı krnayan halkı ile aynı mayada, · aynı fıtrat­ ta rnıd.ır? Bunun i5tidatları, eniarın i:stidatlanna b enzer mi? Merak i le düşünülecek nokta bura s ıd ır. Elbet kos koca bir memleket iç in de , her düşünce­

de adama tesadüf olunabilir. Yalnız, bütün engin ' tari· hinde, bir defa köle olmağa rnzı olmamış olan Türk milletinin, bu oyun karşısında ne düşünd�nü bize zaman gös terecekti r.

179


ÇANAKKAL'A 23 Mayıs 1 335 { 1919) 1335 (1919

yılı Mayısında, Akdeniz Vapuru ile Ham·

burg'dan İstanbul'a dönüyorduk. Bin kadar öjtrenci ve işçi bizimle beraberdi. Vapura ·b ir İngiliz subayı neza­ ret ediyor. Miralay Talaıt Bey isminde bir zat da Ber­ lin Türk Sefareti

tarafından bu seferin intizamını te­

mine memur bulunuyordu. Çanakkal'a Boğazdan

içeri

açıklannda

vatan

girerken, oradakıi

sahillerini

gördük.

şehidliklere hürmet

ve takdisimizi göstermek vazife idi. Vapurun arka güvertesinde gençleri içtimaa davet ettim. Ufak bir

hitabe ile

düşüncelerimi kendilerine

söyledim. Hararetle ve heyecanla beni teyit ettiler. Ve ayırdığım ·küçük bir heyetle beraber bu fikri vapurun sevk ve idaresinde alakadar olanlara söyledim . Bir taraftan vapur Boğaza yaklaşıyor,

diğer taraf·

tan vatana dönen gençlerin heyecanı artıyordu. Nihayet kendilerine

müracaat ettiklerimiz,

İngiliz subayından

istizan etmeyi düşündüler. O da sadece İstanbul'un iş· gal altında olduğunu, icap ederse orada hesap verece­ ğimizi ihtar etti. Fakat gençlerin coşkun teessürü, baş· kalarının vehmini de sürükleyip götürmeye kifayet et­ mişti. Vapur Boğaza girdi ve Çanakkale sahillerine doğ· ru istikametini dejtiştirdi. Sesimizin şehidliklerden ko­ lay kolay lişitileceği bir noktada durı;lu. Ben ön ve ar· ka .güverteler arasında uzanan köprüden hitabemi irad ettim :

1 80


Aziz şehidlerimiz! Gözlerimiz yaşla dolu, kalbimiz muhabbet ve hür­ metinizle dolu karşınıza geldik. Sizden mahcubuz. Siz gözlerinizi, Türk vatanına kazandırdığınız emsalsiz b�r zafer üzerine kapadınız. Günahkar olan bizleriz. Biz, kazan·dırdığınız zaıferi hitama erdirmeyi bilmiyenler, günahkarız, mik:rimiz. Burada kemikleriniz kayalardan örülmüş sarp, yal· çın dağlar gibi bir abide kurdu. Eseriniz, yüzlerce, bin­ lerce sene buradan gelip geçenleri hayretle, hünnetle düşündürecektir. Ne yazık ki, karşı sahillerde, sıra sıra diziimiş İn­ giliz çadırlarını seyrediyorsunuz,. Dünyayı üstümüze saldırarak, nihayet muvaffak olmayı bllen mağlupları­ nız, azemet ve mehabetinizin huızurunda, ruhlarımzın temaşasına asla layık olmayan bir levha teşkil etmiş­ ler. Vatan kapılarından içeri girerken, istikbalin bütün tarihi üzerinde tesiri devam edecek olan şu mubarek topraklar:ınızdan kuvvet ve ilham aldık. .Başlarırnızın üstünde bugün tutkun bir musibet havası var. . Fakat beni işitiniz.. İşitiniz! ümitsiz değiliz .. Çünkü; sizin gi­ bi şehidleri olan bir milletin evladıyız.. İnanınız, ta içi­ mizden duyarak size söylüyoruz. Sizin muzaffer şehid liklerinizi esir bir vatanın toprakları kuşatmıyacaktır. Aziz şehidlerimiz, Hedbaht Türk vatanının ufukları üstünde bir gün hayır sabahı doğarsa, biliniz ki o sabah, sizin genıç ve kızıl kanlann�ın coşa coşa aktığı bu ufukların üstün· den tulu' edecektir. Size minnettanz, size borçluyuz. lstilaya u�ayan vatana dönen bu gençler, karşınızda 181


el bağlıyan bu gözleri yaşlı kardeşleriniz, bedbaht ana· vatana karşı vazifelerini yaıparak size boııçlannı ödeye ceklerdir. Aziz şehidlerimiz, Ruhlarımızı,

hatıranızın

güzelliği,

ulviyeti

içinde

yıkadık, ila ettik. Biz de sizi i'ş ittik ve size yemin ediyo­ ruz. Sizden aldıklarımızı, memlekete karşı son vazife­ lerimizi yaparak ödeyec� . . SeVlgili şehidlerimiz, Benim lisanımda kadın ve erkek, bütün muztarip kardeşlerinizin lisanı birleşerek söylüyorum : Vazifemi­ ze gidiyoruz. Size layık olmağa çalışacağız. Sevgili şe­ hidlerimiz, aziz şehidlerimiz . . .

Blrlncl kitabın

1 82

sonu


İ Ç İ N D E K İ L E R Sahile : Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . V VII •

VIII - XXIX

Dağ Yolu Hakkında Yazılanlar

Aziz Ocaklıya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

1

1 - Köycülük . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

5

2 - Mahmud Es'ad Bey'in Nutkuna Cevab . . .

9

3 - Gazi'nin Heykeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

13

4 - Merkez Hey'eti Binası . . . . . . . . . . . . . . .

17

5 - Samipaşazade Sezai Bey . . . . . . . . . . . .

22

<Devlet !Müzesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

25

İstanbul �retmenler Derneği /Kongresinde . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

30

'

6

-

7

-

8 - Üniversite'yi Ziyaret

... ... ... ... ...

40

9

-

Teceddüd Nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

44

10

-

tık

Eğitim . . . . . . . . .

65

ll

-

ıBahriye Vekaleti . . .

73

1 2 - İmar ve İskan Vekaleti . . .

80

1 3 - 1mar ve İskan Vekiletinin ı..aı�

86

183


Sahlfe : ı4

-

ıs

-

Ziya Gökalp . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

90

Kwıultay Ve.da Ziyafeti . . . . . . . . . . . . . . .

93

- Başkomutan Muharebesi . . .

ı6 ı7

-

İlk Kurultay

... ...

ı 04

... ... ... ... ... ... ...

ıo8

- Köşe Minderi . . . . . . . . .

ı8 ı9

-

.

,. ...

Ankara Türkocağı Açılırken

1 19 ı 25

20

- Milliyet Düsturlan . . .

... ...

- Bursa'nın Geri Alınması . . .

ı 25

22

-

23

-

24

-

Türkiye Yaışar . .

.

...

... ...

Başkomutanlık Kanunu . . . Çerkes Edhem . . .

ı6ı

... ...

ı65

... ... ... ... ...

ı69

25

- Milli Hareket ve Millet Meclisi

ı 73

26

- İngiltere ve İslam Hanedanları

ı76

27

-

Çanakkale . . .

İçindekiler . . .

ı 84

... ... ... ... ... ... ...

ı 80

. .. ... . .. ... . . . . . . ... .. . . ..

ı 83


..

87.06.Y.0001-739

M

2849



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.