- AVRASYADAN MAKALELER-ı
AVRASYADAN MAKALELER-ı
L. N. Gumilev Rusçadan Çeviren D. Ahsen Batur
Selenge Yayınları Istanbul 2006 -
Selenge Yayınları No:25 Tarih Dizisi 18
yf
Dizgi-Sa a Düzeni Selahattwı Uslucan
Tashih ve Dizin Umay Gümüş
Kapak,. NüansAjans
.
. Baslo,Cilt:BcMak Nd.Lt:I.Si
�Cd.Ycıbaa Slc.211 638 � 02 SAtrnet-isT AraWc 2005
ISBN 975-8839-37-3
Selenge Yayınları
Ticarethane Sok. No: 4 V24 CaÇJaloÇJiu 1 iSTANBUL Tel: 0.212 514 45 73 Fax: 0.212 511 09 35 www.selenge .com ır e-mail: selenge@selenge. com ır
IÇINDEKllER
Avrasya Tarihinden . . 7 Avrasyanın Tabiatı ve Insanlan . . . . . . . . . . ............................................ 77 Tarihten Silinen Üç Halk . 99 Türkler'in Altay Kolu . . . .... . . . 115 Iklim Degişiklikleri ve Göçebe Göçleri . . 131 Tarihteki ve Efsanelerdeki Şambala Ülkesi .. ........ . . . . . . . ................ 1 53 Kıpçaklann Uzak Atalan Ting-lingler : .......................... ...... 1 59 Asya ve Avrupa'daki Hunlar. . . . . . . . . . . . . . . . . . ............... ................ ........ 177 XII. Yüzyılda Mogollar ve Merkider ........... ................................. 233 Uluslararası Ticaret ve Tabii Takas Sisteminde Eski Rusya ve Komşulan . .............. .............................................. 277 Orda Bir Boyunduruk muydu? . . . 29 1 Eftalitler (Ak-Hunlar) Daglı mıydı, Bozkırlı mıydı? . . . 295 Tibet'in Yükselişi ve Düşüşü . . . .. .. . 309 Talas Savaşı (M.Ö. 36) : ............. ........ .... .................................... 355 IV. Yüzyılda Eftalitler ve Komşulan . . .. .. . . . .. 363 Nerede Bu Hazarya? . . . . 383 Ho ten'den Toprak Maymun Figürleri ....... . ....... . . . . ....................... 387 M. Ö. III-ll. Yüzyılda Hun-Çin Savaşı. . .. . . . .. ..393 Kaynakça . . ............................................ ........................................ 405 Dizin 423 .
................. . . ....................................... .... .........
. .......................
. . .... .......... .
.
........... . . .......... . . .............
...............
...
...... . . .....
.........
............
...... . . . . . . . . ..... . . . . .
........
. ................................
...........
....
............ ...
........ ...
............. .
.........
.
.
..... .........
...
.
............. ..
....... ..................... .....
...
........
...... ... ... . . .
........................
.............. ...
... ..... ..
.
..
........... . ........ ................................... ......................................
AVRASYA TARİHİNDEN Giriş Yerine
Batısı Atiantik Okyanusu, dogusu Pasifik Okyanusu ve güneyi Hint Okyanusu ile yıkanan bu devasa kıtada çok uzun zaman önce tarih sahnesine çıkan halklar yaşamışlardır. Fakat bu biiyük toprak parçasının zaman ve mekan açısından bölgelere ayniması gerekiyor. Tabii şartlar ve kaynaklar kıtanın tüm bölgelerinde aynı olmadıgı için, toplumlar belirli coğrafi biitiinliikler oluşturarak bu uçsuz bu caksız topraklarda bir görünüp bir yok olmuşlardır. Ömegin Güney Hindistan Yarımadası, yüksek Himalaya dağları, Belucistan çölleri ve Birma'yı Bengalya'dan ayıran kesif ormantarla Asya'nın diger bölgelerinden ayrılır. Hindistan'ın hemen yanı başın da Avrasya denilen bir ülke uzanır. Yakın Doguyu ve Afrika'nın Ku zey Sahra kesimini içine alan Akdeniz havzasıdır bu. Avrasya'da ya şayan halklar, kendilerini daima kültürel, ekonomik ve siyasi baglar la birbirine baglı özel bir biitiinliik olarak takdim etmişlerdir. Bu bii tiinliik, bazen Avrupa Yarımadası'nın güney kesimi tspanya'yı içine almış, bazen de Akdeniz'in giineydoğusuna çekilmiştir. Avrasya'nın hemen yanında, bu biiyük kıtanın Avrupa Yarımadası uzanmaktadır. Bu yarımada, dogudan kıtanın iç kısmıyla sınırlı, nemli ve ılık bir iilkedir. Bunlar arasındaki sınır, atmosfere göre oluş muştur; bu, batıda olumlu fakat doğuda olumsuz olan Ocak ayı izo termidir. Batı bölümünün Avrupa, doğu bölümünün ise Avrasya ola rak adiandıniması genel kabul görmüştür. Sert kış ayları, kurak boz kırlar ve monoton landşaftlar doğu kesiminin iklim özelliklerini oluşturur. Kuzeyi orman, güneyi bozkırla kaplıdır. Landşaft benzer-
8
A V R A S Y A'D A N
ligi, günümüzde Rusya, Mogolistan ve vahalar bölgesi, Orta Asya'nın uzandıgı bu topraklarda yaşayan insanların özelliklerini belirlemiştir. Avrasya bozkırlarının dogusunda anakaranın güneydogu yarımadası yani Çin dedigirniz muson bölgesi uzanır. Kelimenin kültürel ve ta rihi anlamıyla biz, sadece anakaranın Çin, Tibet dagları zinciri ve ba tı yarımadası Avrupa arasında kalan bu kesimine "Avrasya" diyoruz. Uzun bir zaman Avrupamerkezci ve Çinmerkezci bilim adamları Merkezi (Yüksek) Asya'yı Oykümenanın sınırı saymış ve bu bölge de yaşamış halkları - lskit, Türk, Hun, Mogol ve Ruslar - ayrıca in celemeye deger h�lklar olarak görmemişlerdir. Bu yaklaşımı dogru olarak kabul edemem. Halbuki burada yaşamış olan halklar da, kül tür oluşumunda ve dogu-batı rekabetinde üzerine düşen rolü oyna mışlardır. Onlar, insanlık kültür tarihinde Çinliler'den ve Avrupalı lar'dan hiç de geri olmayan özel bir bölge oluşturmuşlardır. Tarım dan ziyade hayvancılıkla ugraşmış olmaları, onların sanatlarının Al tay'da, büyük nehir vadilerinde; Volga, Don, Dinyeper, Sır-derya ve Amu-derya nehirleri arasındaki vahalarda ve Tanrı Dagları eteklerin de gelişmesini önlememiştir. Bu halklar, tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren sanat, ekonomi ve ideolojik gelişmelerin yaşandıgı kendine özgü bir bölge oluşturmuşlardır. Eger halen Avrupa Çin'in bir parçası olmamışsa, - ki bu, M.S. I. Yüzyılda (Han saldırganlıgı) ve M.S. VIII. Yüzyılda (T'ang saldırganlıgı) dönemlerinde olabilirdi - bunu, kendilerini dış işgalcilere karşı korumak için birleşmeye ça balayan Hunlar'ın, Türkler'in, Mogollar'ın ve Ruslar'ın göstermiş ol dukları üstün yararlılıklara borçluyuz. Bu birleşme çabası, Milattan bin yıl önce başlamıştır. M.Ö. IX. ve Vlll. Yüzyıllarda Merkezi Asya bozkırlarında, Ting lingler'in, Tung-hular'ın (Mogol ve Siyenpiler'in ataları), Wu-sun lar, Amdo ve Kunlun'un göçebe Tibetliler'inin de dahil oldugu ve Hunlar'ın baş rol oynarlıkları bir göçebe etnoslar kompleksi mey dana gelmiştir. Bu süper-etnik bütünlük, eski Çin'e ve Pers dilli Tu ran'a (Yüeçiler'e) karşı olmuştur. M .Ö. 209 yılına kadar geçen ilk 500 yıllık göçebe tarihi, yazılı kaynaklarda zikredilmez. Ama bizim şablonumuza göre tarihin bu dönemi, etnogenezin passioner yük seliş safhasıyla ve akmalik safhanın başlangıcına denk düşmekte dir. Bu safhanın sonu yeterli teferruatta bilinmektedir. Hunlar, güç lerinin büyük bir kısmını Han saldırganlıgını geri püskürtmeye harcamışlardır ki, bu sayede M .S. I . Yüzyıla kadar devletin bagım-
AV R A S YA TA R İ H İ N D E N
9
sızlıgını ve bütünlügünü muhafaza edebilmişlerdir. 93 yılında Si yenpiler tarafından bozguna ugratılan Hunlar, dört kola bölündü ler. Bu kollardan biri Siyenpiler'le karışmış, ikinci kol Yedisu'ya yerleşmiş, üçüncüsü Avrupa'ya gitmiş ve dördüncüsü Çin sınırları na girmiş ve orada yok olmuştur. Tarafımızdan kabul edilen terminolojiye göre U-V. Yüzyıl döne mi, "Hun" süper-etnosu bünyesindeki tüm etnoslar için bir çöküş dönemiydi. Bu çöküş dönemini müteakiben birkaç bakiye etnos ha yatta kalmış, ama etnogenezin seyri bozulmuştur. tkinci yükseliş, VI. Yüzyılın ortasında gerçekleşmiş ve neticede Liao-ho'dan [Şara Müreni Don'a kadar uzanan bozkırları birleşti ren Türk Hakanlıgı kurulmuştur. Türk Devleti'nin sınırları Hun Devleti'nin sınırlarından daha geqişti , ama onun iki yüzyıl süren varlıgı sırasında toplumsal hareketler dikkat çekmemektedir. Siste min gelenekselciligini, Türkler'in Sui ve T'ang imparatorluklarıyla, tran'la ve Arap Halifeligi'yle, aynı zamanda istilacılarla - ama fetih ler yapan bozkır boylarıyla degil, özellikle Uygurtarla - yapılan ara lıksız savaştarla açıklayabiliriz. Fakat "Mengü Türk Eli"nin alın ması bozkınn çok eski halklan olan Kıpçaklar ( Polovesler) , Kan garlar (Peçenekler), Karluklar, Kırgızlar (Ting-lingler'in torunları), Türkmenler (Partlar'ın torunları) ve Mogol dilli Kitanlar, fatihterin kültürünü benimsemiş ve hatta Türkler'in 745'de mahvoluşundan sonra dahi tarihi mevcudiyetlerinin ilk safhasında bu kültürü mu hafaza etmişlerdir; Uygur Türkleri, cesur bir halktı ama saldırgan degillerdi. Bagım sızlıklannı koruyabilmişlerdi, fakat savaşmaya pek de hevesli sayıl mazlardı. tran (Maniheist) ve Bizans (Nesturi) felsefelerini hırslı bir şekilde özümseyen Uygurlar, kendi içlerinde düzen saglayamaz du ruma gelmişler ve neticede 84 1-84 7 yıllarında Yenisey Kırgızlar'ının kurbanı olmuşlardır. Kırgından arta kalan Uygurlar Tarım havzası vahalarına çekilerek canlarını kurtardılar, ama burada da yerli halk yani yerleşik Buddistler arasında eridiler. Büyük Bozkır'da sadece bi rer bozkır irtıparatorlugu degil, aynı zamanda dünya çapında impa ratorluklar kuran Curçen ve Mogollar'ın aynı anda yeni bir itki ola rak ortaya çıktıkları Xll. Yüzyıla kadar devam eden bir obskürasyon (çöküş) safhası başlamıştı. Çin kültürü, hemen hemen tüm Merkezi Asya halkları için se vimsiz bir kültürdü. Türkler'in kendi ideolojik sistemleri vardı ve
A V R A S Y A'D A N
10
onun sayesinde başarılı bir şekilde Çin kültürüne karşı koyrnuşlar dı. tkinci Hakanlıgın yıkılrnasından sonra, Asya'da din degişirni dö nemi başlamıştır. O dönernde Uygurlar Maniheizrni, Karluklar tsla rnı, BasmaHar ve Öngütler Nesturiligi, Tibetliler Hint kisvesi giydi rilmiş Buddizrni kabul ettiler. Fakat Çin ideolojisi, hiçbir zaman Bü yük Çin Seddi'nin dışına çıkmamıştır. Konunun genel çerçevesini çizdikten sonra, artık Büyük Boz kır'ın tarihi ve kültürel mücadelesini daha detaylı olarak takip etme yi deneyelirn.
1.
Problem ve Çözme Yöntemleri
Batı-Dogu çatışması, etno-kültürel bütünlük olarak, henüz an tik dönernde başlamıştır ve o dönernin bilim seviyesini yansıtır. "Batı" denildiginde o dönernde Helen-Roma kültürü anlaşılrnakta, tran ve onun egernenligi altındaki Sernit (Sami) ve Kafkas halkları da "Dogu" diye adlandırılrnaktaydı. Her iki adiandırma da teorik terimler olarak kalmıştır ve cografyayla ilgisi yoktur. Örnegin Fas, ıtalya'dan daha batıda bulunmakla beraber, her zaman "Dogu"ya dahil edilmiştir. Ama bu dogru degildir; eger terimierin anlamları üzerinde önceden anlaşacaksak, başka bir şey daha önemlidir: "Ba tı" , bugünkü anlamıyla Romano-German Avrupa ile onun Amerika ve Avustralya'daki okyanus ötesi devarnıdır, ama "Dogu"lar tek de gil, birden çoktur. Çin, Hindistan, tran, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika, Avrupa'dan ne kadar ayrıysalar, birbirlerinden de o kadar farklıdırlar. Uzun bir süre Türkler'in hakimiyetinde kalan Balkan Yanmadası ve Altın Or da'ya tabi olan Rusya, "Batı" olarak algılanrnarnıştır. Mogolistan'ın Çin'den çok farklı oldugu o kadar açıktır ki, Çinliler Büyük Çin Sed di'ni M.Ö. lil. Yüzyılda Mançurya'dan Karpatiara ve hatta Pannon ya'ya kadar saçılan bozkırlı göçebelerden ayrılmak için inşa etmiş lerdir. Bu dururnda şunu sormak gerekir: Büyük Bozkır'ı ve yanı ba şındaki ormanlık alanı - taygayı- nereye dahil edecegiz? Batıya mı yoksa Doguya mı? Görünüşe göre, bu bölgeyi hem Dogu'dan hem de Batı'dan bagırnsız bir bütün olarak kabul etmek faydalı olacaktır. Araştırrnarnızın da konusunu bu oluşturmaktadır. Ancak bu bakış açısıyla etnosların tarihi ile kültür tarihi gerçeklerle çelişrneyecektir.
A V R A S YA T A R İ H İ N D E N
ll
Avrasya'nın göçebe kültürünün dikkatli bir şekilde incelenmesi, önce Rus ve onları müteakiben Fransız do�bilimcilerinin dikkat çektigi bir dizi beklenmedik sonuçlar ortaya koymuşl, böylece Rus ya'yı "Avrupa'nın ücra bir yeri" , Mogolistan'ı ise "Çin'in kenar ma hallesi" olarak kabul etmeye son vermişlerdir2. Çünkü kıtanın orta, batı ve dogu kesiminin, ormanlık ve bozkır bölgelerinin ortak özel likleri, daha dogrusu bölgeyi "Batı" dan ve "Dogu"dan kesin çizgiler le ayıran kendine özgü kültürü oldugu ortaya çıkmıştır. Bilim adamlarınca anlaşılır olan bu tez, Orta Çagda bile eskiyen önyargılı şernalara alışmış kişilere inandırıcı gelmemişti. Bu üzücü bir durumdu, fakat şaşırtıcı degildi. Ne de olsa kendine göre egitim li insanlar bile düz bir dünyada yaşadıklarını kabul ediyor, daha son ra dünyanın şeklinin yuvarlak oldugunu kabul ettiklerinde ise onun dünyanın merkezinde oldugunu, güneş ve gezegenlerin onun etra fında döndügünü zannediyorlardı. Çagımızda Amerika'da "may mun"un mahkemelik oldugunu, Darwin'in görüşlerini açıkladıkları için ögretmenlerin yargılandıgını hatırlayalım. Bilim adamlan birbirleri için degil, geniş bir okuyucu kitlesi için kitap yazarlar. Bu yüzden kesin kanıtlar göstermek, tarihi olayların geniş açıklarnaları ve açık genellemeler, okurun bilgi yıgınında bo gulmaması için gerçeklerin ve egzotik adların verilmesi gerekmekte dir. Bunların hepsi bir arada nasıl uygulanacaktır? Bu satırların yazan böyle bir meseleyi üstlenmiştiT. 1 930 yılından başlayarak malzeme toplamış ve Hunlar'ın, Türkler'in, Hazarlar'ın ve Mogollar'ın fütuhatı hakkında yazmıştır. Onun çalışmalan yedi kitap3 ve yüz elli makale+ halinde yayınlanmış "Bozkır Üçlemesi"nin 1
Bak. Biçurin N.Y. (YakinO. Sobranit svtdtniy o narodah, obitavşih v Srt nty Azii v drtvnit vrtmtna. M . - L., 1 950; Cahun L. Introduction a I'His toirt dt I'Asit. Paris, 1 896; Grousset R. L 'Empirt des sttppts. Paris,
1960. 2 Böyle bir görüş V. M. Şteyn tarafından dile getirilmişti � (Bkz.: "Vestn. Drevney istorii", 196 1 , No: 2, c. 1 20; 1962, No: 3, c. 202-210.
Bkz.: "Hunnu" (M., 1960); "Hunnı v Kitae" (M., 1974); "Drevnie Tür ki" (M., 1967); "Otkntie Hazarii" ( M . , l 966); "Poiski vımışlennogo tsartsva" (M., 1970); "Staroburyatskay jivopis" (M., 1975); "Drevnyaya Rus i Velikaya step" (M., 1989). 4 Naibolee vajnıe, dopolnyayüşie izlojenie. Troetsartsvie v Kitae. - "Dok ladı Geografiçeskogo obşistva". Bıp. 5. L., 1968; Veliçie i padenie drev-
3
AV R A S Y A ' D A N
12
•
ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Makaleler binanın temelini oluş turan taş rolünü oynamıştır; kitaplar duvar, bu deneme ise yarım yüzyıllık çalışmayı taçlandıran çatı olmuştur. Özellikle bu hiyerarşik yapılanma, tamamen ayrı makalelerde ve monogramlarda verilmiş bibliyografya bilgilerinin aşınlıgından kur tulmayı saglamıştır. Bu yardımcı çalışmalara dip notlarla gönderme ler yapılmıştır. Bundan başka "Etnogenez ve Yeryüzü Biyosferi" adlı tezinin* kullanılması da şart oldu. Bu eserde, eski devirler ve Orta Çag Mogolistan'ının kültür ve sa nat oluşumunun karanlıkta kalmış sorulannın aydınlatılması mese lesi ele alınmaktadır. Eser, tarih-cografya sentezi birikimlerini ihti va etmektedir. Böylece bu çalışma sanat tarihçisi ve kültür tarihçisi için sadece yardımcı, daha sonraki buluşlar için ise bir basamak ola caktır. Gelecegin kültür tarihçilerine içtenlikle başarılar diliyorum.
2.
Ülke ve İklim
Degişik figürlerin ve tasviri sanatın tüm halklarda ve hatta bir halkın tarih sahnesindeki varlıgının degişik safhalarında seyirciyi et kiledigi çok önceleri kaydedilmiştir, ama bunun sözlü bir açıklama sı yapılmamıştır. Mogol tezyinatı oldukça spesifik ve komşu ülkele rin tezyinatından farklı oldu� için "neden?" sorusunu sormak ye rinde olur. XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda bu soruyu basit bir şekilde ce vaplamışlardı; "Farklı cograft çevre, farklı psikolojik karakterler oluşturmaktadır ve dolayısıyla farklı cografi çevre kültür çeşitliligi ne yol açmaktadır." Bu teori cografi determinizm olarak adlandınl maktadır. Boden (XVI.Yüzyıl) tarafından oluşturulan bu teori, Mon tesquieu (XVIII.Yüzyıl), GerderS tarafından geliştirilmiştir ve XX. Yüzyılda dahi Batıda yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. nego Tebeta. - V kn.: Stranı i narodı Vostoka. Vıp. 8. M . , 1 969; Skazan nie o hazarskoy dani. - "Rus. Lit.", 1974, No: 3; S toçki zreniya Klio. "Drujba narodov", 1977, No: 2; lskusstvo i etnos. - "Dekor. lskusstvo SSSR", 1972, No: l . * Yazarın bu eseri Selenge yayınlan arasında ""Etnogenez - Halkiann Şe killenişi, Yükseliş ve Düşüşleri" adıyla yayınlanmıştır. 5 Yatsunsky VK. lstoriçı:skaya gı:ografiya. M . , l 95 5 .
AV R A S Y A TA R İ H İ N D E N
13
Bu teori basit oldugundan cazip gelmektedir, fakat şunu hatırla mak gerekir: Basitlik gerçegin karşıtıdır. Örnegin, Batı Avrupa ve Ja ponya'nın iklimi, bu ülkeleri saran denizierin iklim degişimlerini yumuşauıgı için istikrarlıdır. Ama zaman zaman oluşan yüksek nemlenme, bazı felaketleri beraberinde getirmesine ragmen, kultür dominantının duraganlıgını yani yüzyılların gelenegini yıkmaya ye terli olamamaktadır. Buna ragmen gelenekler birbirlerinin yerine geçmektedir; Hellas'ın ve Roma'nın klasik antik dönemi Pelasglar'ın ve Etrüskler'in eski kulturlerinin yerine geçmiştir, ama o da yerini Doguda Bizans, Batıda Romano-German kulturüne bırakmıştır. lzo le etnos boyutunda ise, örnegin Japonya'da, savaşçı Yarnatoların kur gan dönemi, yerini, XVlll. Yüzyılda Avrupalıların görüş alanına gi ren klasik şekli de dahil olmak üzere Orta Çag Japon kultürünun kristalizasyonuyla sonuçlanan Buddist pagoda ve tapınaklarının yo gun şekilde kurulma dönemine bırakmıştır. Avrupalılar bu kültürü egzotik buluyor ve adalarda tüm medent dünyadan uzak ve ayrı ya şayan bir halkın tuhaflıgı olarak degerlendiriyorlardı. Fakat 1 50-200. yıl sonra bu tarz düşüncelerin izleri dahi kalmamıştır; "Japon Muci zesi" gerçekleştiginde, Japonlar artık ogrenmiyor, aksine kendileri "uygar dünya"( ! )ya ögretiyorlardı. Oyle ki, bu durum sadece en düstri alanında degil, edebiyat, resim, sinema alanlarını da kapsıyor du. Doga burada bir neden olarak görünmemektedir. Acaba iklim degişikliklerinin daha fazla oldugu, yüzyıllık ku raklık dönemlerini yüksek rutubet dönemlerinin takip euigi Avras ya kıtasının merkezinde durum başka mıydı? Avrasya kıtasının or tasında, Ussuri'den Don'a kadar kuzeyden Sibirya taygaları, güney den sıra daglarla çevrili Büyük Bozkır uzanmaktadır. Bu cograft alan birbirine benzemeyen iki bölgeye bölunmektedir. Dogu yarısı lç Asya olarak adlandırılmakta ve burada Mogolistan, Cungarya ve Dogu Türkistan bulunmaktadır. Bu bölgeyi Sibirya'dan Sayan, Ha mar-Daban ve Yablonov sıradagları; Tibet'den Kunlun ve Nan shan; Çin'den tam kuru bozkır ile Kuzey Çin sübtropikalı arasın dan geçen Çin Seddi ve batı tarafından ise Gomiy Altay, Tarbaga tay, Saur ve Batı Tanrı Dagları ayırmaktadır. Burası, sınırları sert bir şekilde çizilmiş cografi bir bölgedir, ama kültürel etkileri kolayca cograft sınırların ötesine taşabilmektedir6. 6
Bkz.: Gumilev L.N., Erdey l. Edinstvo i raznoobrazic stepnoy razii v srcdnic vcka. " Narodı Azii i Afrikift , 1 969, s. 78-87. -
kultura Ev
AV R A S Y A ' D A N
14
Büyük Bozkır'ın batı kesimi, bir kültür alanı olarak, sadece bu günkü Kazakistan'ı değil, aynı zamanda Karadeniz boyunca uzanan bozkırları ve hatta tarihin farklı dönernlerinde Macaristan ovalarını da içine almaktadır. XIX. Yüzyıl coğrafyacısı gözlüğüyle bakınca, bu bozkır doğu steplerinin uzantısı gibi görünürse de, gerçekte öyle de ğildir. Çünkü sadece toprak örtüsü değil, aynı zaman da iklim de in celenrnelidir7. Yağmur veya kar bulutlarını taşıyan hava akımları kendilerine ait bir düzene sahiptir. Atiantik siklonları, doğu bozkırını batıdan ayı ran dağlık bariyerine çarpan bulutlar getirirler. Moğolistan üzerinde nemli batı rüzgarlarının yolunu kesen güçlü antisiklonlar bulunur. Bu siklonlardan sonrası nisbeten güneşli olduğundan kış hafif geçer ve hayvancılığa elverişli bitki örtüsü her zaman bulunur. Balıarda Si birya'dan esen nemli rüzgarlar, güneyde yerini Atlas Okyanusu mu sonlarına bırakır. Böylece bozkır bütün bir yıl hayvan sürülerini bes lerneye yetecek kadar yeşil bitki örtüsüyle kaplanır. Elbette hayvan ların beslendiği yerde insanlar da yaşarlar. lşte Hunlar'ın, Türklerin, Uygurlar'ın ve Moğollar'ın kudretli devletlerini özellikle doğu boz kırında kurmuş olmalarının sebebi budur. Batıda ise, kar kalınğı 30 crn.yi bulur ve daha da kötüsü havalar ısınmaya başladığı zaman oldukça dayanıklı köreşeler meydana ge lir. Bu dururnda hayvanlar açlıktan ölürler. Bu yüzden çobanlar, yaz mevsiminde hayvanları yaylalara götürrnek zorunda kalırlar. Bu işi gençler yapar, yaşlılar ise kış için kuru ot hazırlarlar. Hatta Poloves ler dahi, daimi kışlık evlere yani yerleşik yaşarn yerlerine sahip olup, bu yüzden de eski Rus knazlarına bağımlı idiler. Çünkü bozkırlarda yaşayanlar gibi yer değiştirme imkanına sahip olmadıklarından, dü zenli orduların darbelerine karşı korunrnasızdılar. Büyük Bozkır'ın batı kesiminde doğuya nazaran daha değişik bir hayat tarzı ve top lum yapısı oluşmasının sebebi budur8. Ama dünyada hiçbir şey ebedi değildir. Siklonlar ve rnusonlar ba zen yönlerini değiştirirler ve bozkır üzerinden değil, kıtanın orman lık alanından ve hatta bazen kutup alanından yani tundralarla kaplı Bkz.: Gumilev L.N. Rol Jdimatiçeskih kolebaniy v istorii narodov stepnoy zonı evrazii. - "lstoriya SSSR" 1967, No: 1 , s. 53-66. 8 Bak.Gumilev L.N. Etno-Landşaftnıe regionı Evrazii za istoriçeskiy period. Bkz.:V kn.: Çteniya pamyati akademika L. S. Berga. Ç. 8-1 1 . L., 1 968, s. 7
1 1 8- 134.
ıs
A V R A S Y A T A R İ H İ N DE N
bölgelerden eserler. O zaman Gobi ve Bet-Pak-dala [Mirzaçöl) çölle rinin dar sınır çizgisi genişler, -florayı uzaklaştınr, bu da faunayı ku zeye, Sibirya'ya ve güneye yani Çin'e ve Sogdiyana'ya iter. Hayvanla rın arkasından insanlar, "su ve ot aramak için"9 giderler ve verimli etnik temaslar trajik olaylara dönüşür. Son iki bin yıl boyunca Büyük Bozkır'da yüzyıllar süren kurakhk olayı , -ll-III. Yüzyıllarda, X. Yüzyılda ve XVI. Yüzyılda olmak üzere - üç kez meydana gelmiştir. Her defasında bozkır boşalmış ve insan lar ya göç etmiş veya ölmüşlerdirlO. Fakat siklonlar ve musanlar normal güzergahlarına geri dönünce, bozkırda mutat hayat canlan mış, hayvanlar ve insanlar bolluğa kavuşabilmişlerdir. lşte önemli sonuç: Büyük tabii felaketler, formasyon, kültür ve etnogenez değişikliklerine sebep olmamıştır. Aksine bu felaketler sa dece hayat tarzını ve göçebe devletlerin gücünü etkileyerek onların ekonomilerini ve savaş potansiyellerini zayıflatmış, ama hayat şart lan optimal şekline dönünce eski yapılarına tekrar kavuşmuşlardır. lşte corafi determinizm prensibinin hakikatiere ters düşmesinin se bebi buradadır. Eğer coğrafi sebepler fenomenin anlaşılması için ye terli olsaydı, tarih boyunca alan sürekliliğinin korunması halinde herhangi bir değişiklik meydana gelmez, yeni dünya görüşlerine ve değişik zevklere sahip herhangi bir yeni halk teşekkül etmezdi. Her hangi bir sosyal gelişme de olmazdı. Çünkü koyunun güdülmesi için teknolojik gelişmelere ihtiyaç yoktur. Koyun bozkırda dolaşır ve ot yer, köpek ise koyunu korur. Daha iyisi düşünülemez, demek ki gelişim değil durgunluk gereklidir. Halbuki Büyük Bozkır'da monotonluk hiçbir zaman yer almamıştır. Halklar orada, Batının ve Doğunun tarım bölgelerinden daha az ge lişmemişlerdirl ı. Sosyal gelişmeler, Avrupa' dakine benzemese de, vardı ve etnogenez bütün dünyada olduğu gibi, orada da yaşandı. Göçebelerin kültür ve yaratıcılık konusunda kabiliyelsiz oldukla rı şeklindeki mahut inanç düpedüz bir söylentidir. Büyük Bozkır göBkz.: Grumm-Grjimaylo G.E. Rost pustın i gibel pastbişnıh ugodiy i lıul V Tsentralnoy Azii za istoriçeslıiy period. uızvestiya Bse rossiyskogo geografiçeskogo obşistva", t. 15, vıp. 5. L.., 1933. l O Bkz.: Gumilev L.N. lstoriya lıolobaniy urovnya Kaspiya za 2000 let (s IV v. Do n.e. po XVI v. n.e.).- V kn.: Kolebaniya uvlajnennosti Aralo-Kas piyskogo regiona v goloısene. M. 180, s. 32-47 ll Bkz.: Gumilev L.N . Staroburyatslıaya jivopis. M. 1975.
9
tumıh zemel
-
16
AV R A S YA'DA N
çebeleri insanlık tarih ve kültüründe en az Avrupalılar, Çinliler, Mı sırlılar, Persler, Aztek ve lknalar kadar rol oynamışlardır. Ancak bu rol, bütün etnos ve süper-etnoslarda olduğu gibi nev-i şahsına mün hasırdı ve uzun süre insanlar bunu tahmin dahi edemediler. Sadece son iki yüzyılda Rus bilim adamları, çoğrafyacıları ve şarkiyatçıları, kesinlikle hala geçerliliğini koruyan bu problem üzerindeki lzi da'nın örtüsünü kaydırmayı başarmışlardır. Ancak, bu noktadan itibaren başarılı bir tarihi analiz ve etnolojik sentez yapılabilmesi için meselenin Batı bilimi düzeyinde anlatılma sının gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatmalıyız. Bu tezi bir misalle açıklayalım. lsaakiyevsky Kilisesi'ni ve yıldız larla dolu gökyüzünü mikroskopla incelemeye çalışmak anlamsız dır. Bir kişiyi veya onun atkısını çıplak gözle izlemek daha iyidir, ama bakterilerin incelenmesi için mikroskop gereklidir. Tarihte de böyledir. Örneğin bir etnos veya süper-etnosun (birkaç etnosdan meydana gelmiş sistemler) kaderlerini açıklığa kavuştur mek için meseleye geniş açıdan bakmak gerekir ve bir stilin barok mu, yoksa gotik mi olduğu şeklindeki ufak detayların o kadar da önemi yoktur12. Ama kılı kırk yarareasma bir tasvir isteniyorsa, o zaman sadece arnforayı değil, ondan kopan küçük parçalan da ince lemek gerekir. Fakat nasıl bir kannca Montblanc'ı göremiyorsa, biz de bu seviyede etnosu fark edemeyiz. Seviye seçimi, ortaya konan probleme göre belirlenir. Bizim, üç bin yıl içerisindeki bir ara dönemi, Moğolistan'ı ve onunla hemhu dut olan ülkeleri (sonuncusu-otokontrol ve ek bilgiler içindir) ele almamız gerekmektedir. Bu seviyenin iJ.ltındaki dereceler, alt etnik ler, sınırdaş olanlar, şahıslar, organizma, hücre, molekül ve atom lardır. S�viye üstünde yer alanlar ise popülasyon, biyolojik yapı, bi yosfer ve en nihayet planetle ilgili olanlardır. Bizim çalışmamızda seviyenin ne yukarısı, ne de aşağısı bize lazım değildir. Hatta onla n göz önünde tutmamız bile gerekmez. Biz onları ancak yan unsur lar olarak görürüz ve gerektiğinde müracaat ederiz. Eğer okuyucu yukandan beri anlatılanlarsa mutabık ise, o zaman onu geçmişte 12 Bkz.: Şuper V.A.
Vozmojnıe puti viliyaniya fılosofıi na poiski reşeniya ekologiçeskoy problemı. B kn.: Metodologiçeskie problemı vzaimo -
deystviya obşestvennıh, estestvennıh i tehniçeskih nauk. M. 1981, s. 150.
AV R A SYA T A RİHİNDE N
17
en genel düzeyde - alan - popülasyon düzeyinde- bilgilenmeye da vet edebiliriz.
3.
Doğanın ve İnsaniann Tarihi:
Her iki fenomenin de kendilerine has kanunları vardır. Etnoge nez, doğal bir süreçtir ve biosferin bütün diğer süreçleri gibi zama nın seyrine ayak uydurur ve geri döndürülemez. Etnogenez şu an için tamamen açıklanmamış doğal olayların sonucunda ortaya Çıkar ve önce bölgeyi genişletir, daha sonra ise ilk itki - "dürtü" gücünü yavaş yavaş yitirerek hareketli denge (homeostaz) içerisinde, çevre ile kaynaşarak bir termodinamik sistem gibi hareket ederl3. O, ken di kendine iz bırakmaz ve eğer onların enerjileri kültür anıtlarında teknik, sanat, yazın eserlerinde - kaydedilmiş olmasaydı, bu tür olayların varlığını da bilemezdik. Bu ise artık doğanın değil insanla rın tarihidir, daha doğrusu el emeğinin ve insan aklının tarihi, yani teknosferidir. Doğal fenomenlerden farklı olarak insanlar tarafından yaratılmış aletler, kendi kendilerini üretemezler ve çevreye kendi başlarına uyamazlar. Onlar sadece ya korunurlar ya da tahrip olurlar14, (ama hiç değilse iyi şartlar altında) her şeyi yok eden zamana bağlı değil lerdir. Bu yüzden onlar kendilerini yaratanlar (ustalar, sanatçılar) ta rafından içlerine konan bilgileri korurlar. Sadece kültür erbabı, tarih bilimine en derin Paleolitikde, on binlerce yıllık insan zekasını geniş bir alanda kullanabilme (atalarımızın tarihi) imkanı vermiştir. Arkeologlar tarafından çıkartılan bu eski eserler, insanı hem hay ran bırakmakta, hem de üzmektedir. Mortimer Wuiler, arkeolojiyi zaman gösterilmemiş demiryolu çizelgesine benzetmektedirl5. Böy13 Bkz.: Gumilev L.N. Etnogenez i etnosfera. - "Priroda", 1970, No: 1 , s. 46-55; No: 2, s. 43-50; Gumilev. Etnogenez i prirodnıy protses. - Aynı yerde, 1971, No.: 2, s. 80-82; Gumilev. Etnogenez i biosfera zemli. Vıp. f-3. M., 1979- 1980; Gumilev. Soderjanie i .vıaçenie kategorii "Etnos". B ltn.: Metodologiçeskiye aspektı vzaimodeystviya obşestvennıh, yestestvennıh i tehniçeskih nauk v svete reşeniy XXV syezda KPSS. M., Obninsk, 1978, s. 64-68. 14 Bkz. : Kalesnik S.V. Obşiye geografiçeshiye zahonomernosti Zemli. M., l970. 15 Medoev A:G. Gravılrı na skalah. Alma-ata,1979,s.6. -
.
18
AV R A SYA'DA N
le bir çizelgenin olması, hiçbir çizelge olmamasından daha iyidir dü şüncesini ileri süren rakibinin haklı olduğu şüphelidirl6_ Eserlerin tarihlendirilmesi yanlış, sınıflandırılrnaları tesadüfi ve yorumlanma ları önyargılı olabilir. Bu, Paleolitik ve Neolitik dönem arkeolojisine gölge düşürrnez, sadece onların imkanlarının çerçevesini çizer. Tarih ve ismin olmadığı yerde, önümüzde tarih değil tarih öncesi var de mektir. Ama tarih ve adların ortaya çıktığı yerde tarihçi at üzerinde dir ve temelsiz fanteziler değil, hayal kurma hakkını saklı tutan ka tı bilgilerin dar zırhıyla sınırlanrnıştır. Uzun bir zaman boyunca kendi yazısına sahip olmayan Büyük Bozkır'ın tarihi, Herodot ve Silı-ma Ch'ien gibi iki büyük eski dönem tarihçisinin çalışmalarıyla başlar. Her ikisi de bugün kaybolmuş kay nakları kullanmışlar ve bize lskitler, Ting-lingler ve Hunlar'ın atala rı hakkında bilgi vermişlerdir. Bu bilgiler her zaman doyurucu değil dir, ama karşılaştırmalı ve iç tarih tenkit metoduyla kontrolden ge çirilrnişlerdir. Eğer onların anlattıklarına paleoloji ve paleetnograf yanın11 verilerini de eklersek, o zaman Büyük Bozkırın üç bin yıllık tarih atlasını elde etmiş oluruz. Bu, üzerine genel olarak göçebe ta rihi ve kısmen tasviri sanat tarihi binasını inşa edebileceğimiz temel dir. Eğer bu tarih de tafsilatlı değilse, o takdirde var sayılan boşluk veya yapılan alıntılar, bazen yüzyıllık kuraklıklar gibi tabii felaketler yahut daha güçlü komşuların etkileri veya nefsi ezen Maniheizrn, te selli veren Nesturilik, huzur saçan "sarı din" ve sertlik yanlısı Islam gibi göçebelerin beyin ve kalplerini etkileyebilen yabancıların cazi beleriyle açıklanacaktır. Bu nedenle önce "Etnik Tarih"in anlamını açıklayarak, ülkelerin, halkların (etnosların) ve oralarda yaşayan insanların tarihiyle uğraşacağız. ·
Etnogenez, doğal bir süreç ve biyosferin canlı maddesinin bio kimyasal değişirnidir. Bu enerji kıvılcırnı yani yeryüzünün şu veya bu bölgesinde zuhur eden passioner i tki, özellikleri duruma göre de ğişen hareketler doğurur. Coğrafi olanları etnosların üretim faaliye tini etkiler; sosyal ve tarihi olanları ise, önceki etnogenezlerden mi ras kalan geleneklerdir. Dernek ki etnik tarih, eni, boyu, yüksekliği 16 Aynı yerde. 17 Bkz.: Gumilev L.N. lstohi ritma hoçevoy kultım Sredinnoy Azii (Opn is toriko-geografiçeskogo Sinteza). - " Narodı Azii i Afriki", 1966, No: 4, s. 85-94; Gumilev, lzmeneniye lılimata i migratsii lıoçevnilıov. "Prim da", 1972, No: 4, s. 44-52. -
A V R A S YA T A R İ H İ N DEN
19
ve yaratıldıgı tarihten itibaren bir ömrü olan her eşya gibi, dört pa rametrede tanımlanabilirl8. Etnosun ırki bir tip olarak degeriendiril mesi bu tanımlamada yer almaz. Çünkü biyolojik taksonlar olan ırk lar, tarihi zamanın üst sırasında yer alırlar. Etnogenez bir enerji sü reci olduguna göre, yeni bir etnosun oluşumu için antropolojik olanlar da dahil degişik unsurların ilk kombinasyonu şarttır. Etno loji kendi başına bir bilimdir, ama özellikle halkların tarihi ve kültür tarihi arasında bir korelasyon kurma imkanı saglar. Etnoslar, gezegenimizdeki bütün canlılar gibi sürekli degişerek, ölerek ve yeniden dogarak, etnik tarihin iskeletini oluşturan faaliyet lerin yardımıyla geçmişin izlerini bırakırlar. Bu iz, olaylar! anlatan yadigardır. Taşta ve bronzda ebedileşen eserler, resimler ve onları anlatan şi ir veya nesir yazılar olmasaydı, geçmiş yüzyıllar hakkında ne bilebi lirdik ki? Hiçbir şey!
4.
Bunlar ve Moğollar'a Kadar Moğolistan
Paleolit çagdan bu yana sakinleri birkaç kez degişmeyen hiçbir ülke yoktur. Mogolistan da bu konuda istisna degildir. Buzul döne minde Mogolistan göllerle kaplıydı; bugün ise kurak bir haldedir. O halde gür maki şeritleri vardı ve çöllerle değil, çiçeklerle bezeli bir bozkır parçasıydı. Hamar-Dahan ve Dogu Sayan sıradaglanndaki bu zulların besledigi su kaynaklan Hen-tei ve Mogolistan Altayları'nda gür ormanların gelişmesine imkan hazırlamıştır ki, bugün bile göl leri yok olmuş Avrasya kıtasının bozkır iklimine has bazı emareler hala Mogolistan'da kendini muhafaza etmektedir. Şu halde göl ve ormanlada kaplı bu bölgedeki bozkırlarda üst sı rayı işgal eden Üst Paleolit insanlara yaşama imkanı saglayan mamut ve tımaklı hayvan yürüleri yaşamıştır. Bu insanlar torunlarına maga ra duvarları ve kayalar üzerine çizilmiş çok güzel hayvan figürleri bı rakmış iseler de, yazı yazmasını bilmediklerinden tekran mümkün olmayan bir mazi teşkil etmişlerdir. Diyebiliriz ki, Huang-ho'nın boz bulanık sularından ta Antarkli ka sahillerine kadar uzanan Büyük Bozkır tamamıyla degişik insanıs
Bkz.: Gumilev L.N. Biosfera i impulsı soznaniya.- "Priroda", 1978, No: 12, s. 97-1 13.
20
A V R A S YA ' D A N
larla meskundu. Burada uzun boylu Avrupa kromanyon tiplerle Uzak Dogunun geniş yüzlü, çekik gözlü Mongoloidleri ve hatta muhtemelen Bering Bogazı'nı geçerek Minusin havzasına kadar ge len karga burunlu Kızılderililer mamut avlamışlardırl9. Bu insanlar arasında nasıl bir ilişki oldugunu bilmiyoruz. Ancak, onların da birbirleriyle gah savaşıp gah banştıklan, bazen sıhri bag larta pekiştirilen birlikler oluşturdukları, bazense kavga ederek degi şik yönlere dagıldıklan muhakkak. Çünkü bozkır oldukça geniş; bitki örtüsü, su, av hayvanı, kuş ve balık yönünden son derece zen gindi. Buzlar Golf Stream yolunu tıkayıncaya ve Atiantik'den ılık siklonlar gelinceye kadar yani onbinlerce yıl durum böyleydi. Ancak, buzullar, sadece ılık rüzgarlar (takriben 0.) buzul üzeri ne soguk yagmur ve rutubetli kar getirdigi zaman genişlerler. Bu te ressübatın bir kısmı Azor uçlarından doguya dogru buzul katman lan taşıyarak kendi batı bölgesini oluşturdu ve Tayınır'dan (M.Ö. XVlll. Yüzyıl) Finlandiya'ya (M.Ö. XII. Yüzyıl) yöneldi ve daha sonra oradan Kuzey Denizi'ne sarkarak orada karar kıldı. Bu binler ce yıllık süre içinde dogu bölgeleri güneş ışıklarını emıneye devam etti. Çünkü antisiklonlar yeryüzüne daha dogrusu buzullar üzerine gün ışıklannın gelmesine imkan hazırlamıştı. Buzul katmanlarının erimesiyle berrak sulu nehirler oluştu. Bu nehirler buzullar arasın dan akarak bozkırlardaki çukurlan doldurup göllerin oluşmasını sagladı ve böylece yüzeye gelen ılıman iklim Üst Paleolit kültürün gelişmesine zemin hazırladı. . Fakat buzulların erimesi v e siklonlann doguda alçak basınç çu kurlan üzerinde kırılması sonucunda yagmur ve karlann düşmesin den mütevellit rutubet sayesinde kuzey tundra bozkırlarını güney sahralarından ayıran ormanlar gelişti. Mamutlar ve öküzler üç met reye ulaşan kartarla kaplı bir ortamda beslenemezlerdi. Muhteşem salırada sivrisinek, tavşan ve kuzey geyiklerinin cirit attıgı taygalar yani yeşil salıralar meydana geldi. Güneyde göller teşekkül edince 19 A. Karimullin, Dakotaca ve Türkçe kelimelerinin bir çogunun ses ve anlam olarak benzeştigini kanıtlamıştır. Bu sadece bir rastlantı olamaz. Ama, Asya Mogollan'nın eski çagda Amerika'da bulunduklanna dair bir iz yoktur. Buna karşın M.Ö. lll-II binli yıllara ait Sibirya iskeletle rinde Amerikan özelliklerine rastlanmaktadır. Dolayısıyla Türkler Amerika'ya degil, Kızılderililer Sibirya'ya geçmişlerdir. (Bkz. Boprosı geografii SŞA. L.,1976, s. 1 23- 1 26) .
A V R ASYA T A Rİ H İ N D E N
21
bitki örtüsü ortadan kayboldu ve taşlı Gobi Çölü Mogolistan'ı iç ve dış Mogolistan olarak ikiye böldü. Neyse ki M.Ö. I. Binyılda bu çöl çok geniş degildi ve öküzlerle çekilen kagnıların kırılan tekerleri or mandan kesilen kalın kütük yuvarlaklarıyla degiştiTilrnek suretiyle geçişlere müsaitti. Tarihi zaman öncesinde, M .Ö. Il. lki bin yıl arefesinde Kuzey Go bi'de yaşayan kabileler çoktan Neolit çagdan Bronz çagına geçmiş lerdi. Bu insanlar, küçük kültür toplulukları meydana getirdiler ve muhtemeler birbirlerinden etkilenerek hayatlarını sürdürdüler. S. 1. Rudenko, Minusin Çukuru'ndaki arkeolajik kültürlerin tarihini tes bit etmek için radio-karbon metodundan faydalanarak bunu ispat etmiştir. Bu araştırmalar sonunda "arkeolojik kültürler" in evrimsel açıdan birbirlerinin yerini alarak sırayla birbirini takip ettikleri ve bir arada yaşıyor oldukları görülmüştür ki, M.Ö. 3000 yılına degil, M.Ö. XVlll-XV.Yüzyıllara tarihlendirilmişlerdir. Aradaki fark yakla şık 1000 yıldır20. Bu tarihlendirmelere göre, Hunlar'ın ataları, Güney Gobi uçların dan kuzeye M. Ö. XII. Yüzyılda degil, X. Yüzyılda geçmişlerdir ki, aynı dönem Antik Çin'i ve bilalıere Han saldırganlıgını doguran Chou lmparatorlugu'nun oluşum dönemidir. . Bu muazzam olaylar, yeri geldiginde son safhaları Herodot21 tarafından anlatılan lskit et nogenezinin başlangıcıyla mukayese edilmektedir. Şu halde tarih öncesi dönemlerin ve tarihi çagların sının M.Ö. X. Yüzyılla denk düşmektedir ve üstelik tarihin bu iki kesiti arasındaki farkı sadece sahip oldugumuz bilgilere göre bilebiliyoruz. Her dönemde yaşayan insanlar, kendi kabilelerini ve liderlerini biliyorlardı, ama onların çok eski olanlarının adları bize kadar ulaşmadı. Dolayısıyla onlann araştınlmalarını da arkeoloji ve paleontoloji ile sınırlanmak gerek mektedir. Bu konuda elde bulunan bilgiler az degilse de, S.l. Ruden ko'nun22 selefierinin yapttkları gibi büyük hatalara düşmeden eski .
.
20 Rudenko S.l. Kulturı bronzı Minusinskogo kraya i radiouglerodniye da tirovki. "Dokladı Geografiçeskogo obşestva SSSR" . Vıp. 5. L., s.3945. 21 Bkz.: Heredot. 1storiya v devali knigah. Per. f G.Mişenko. T. l , M., 1888, IV, s. l l . 22 Tepleuhov S.A. , Kiselov S.V.,Graznov M.P. Eserlerin keyfi olarak tarih lenmesinde saf evrimci yaklaşım. (Rudenko. 5.1. Ukaz. Soç., tabi. na s. 43). -
22
AV R A S YA 'DA N
etnogenezlerin gelişmelerini yakalamak ve açıklamak için yeterli sa yılmaz. (Rudenko'nun selefleri, gerçek tarihi kendi ön yargılarıyla uydurolmuş bir tarihle degiştirmişlerdi) . Önüne aşılması gereken engeller çıksa da bilim devamlı geliş mektedir. Günümüzde bilim adamlarının emrinde radio-karbon me toduyla elde edilen tarihler dışında arkeolojik keşif yerlerine veya M.Ö. I. Yüzyılda Sih-ma Ch'ien zamanına ait güvenilir kitaplarda kullanılan eski Çin hiyeroglifinin okunuş şeklinde göre (ki şimdiler de bu okuyuş degişmiştir) tespit edilen teorik halk isimleri ortaya çıkmıştır. Artık Pazınklılar yerine "Yüeçiler" denilmesi gerekirdi; ama B. Laufer, bu hiyerofliglerin "Sogdo" agzının yani Sogdlar'ın telaffuzu oldugunu ispat etmiştir23. "Tagarlar"-Ting-lingler, "Syunnu" Hyung-nular, "Toba"- Tabgaçlar, "Siyenpiler" - Sibir, "Tü-ku"- Tür kütler (Türkler) tarihi isimlerini almışlardır. Sadece "Kidan" korun muştur, çünkü bu kelimenin dogru telaffuzu "Ktay", yanlışlıkla "Ki taylılar" diye adlandırılmış ve Orta Vaha sakinlerine atfedilmiştir. Et nonimi degiştirmek için artık çok geç. Ama bilimin bütün başaniarına ragmen, Büyük Bozkır halklarıy la ilgili tarih, ancak Mogolistan'ın adsız kabilelerinin Hunlar'la bir leştigi ve yan efsanevi tskider'in Karadeniz dolaylarında Sarmatlar tarafından tenkil edildigi M.Ö. lll. Yüzyıldan itibaren ortaya konula bilir. Orta Asya'nın güçlü devleti Parthia da o dönemde kurulmuş ve Çin birleştirilmişti. Mogolistan'ın etnik tarihi ve tabi ki kültür tarihi hakkında bu dönemden itibaren bir fikir yürütebiliriz. Çünkü etnos kültürsüz, kültür de etnossuz olmaz. Sathi bilgili kimseler, tarihi "başlangıcı ve sonu olmayan bir ya şam" zannederler. Gerçekten de ilk bakışta ne başlangıç görünür, ne son. Eski Romalıların, cumhuriyetin imparatorluga dönüştügünü fark edememiş oldukları gibi, çagdaşlanmız da passioner itkiyi gör memişlerdir. Ama tarihçi, süjeden zorunlu uzaklık mesafesinde du rarak, zaman renklerinin degişimini (hatta yumuşak geçişler için düzeltmeler yaparak) görür. Büyük Bozkır sakinleri, yaşadıkları za23 B.Laufer'in çalışması: "Yazık yüeçji, ili indoskifov" Şikago'da 500 adet baskı yapmıştı. Bu eserin fotokopisi S.Petersburg'da korunmaktadır. (bkz.: Gumilev L.N, S.l.Rudenko i sovremennaya etnografya ardinoy zonı Yevraziyskogo kontinenta. - B.kn.: Etnografiya narodov SSSR. L., 1971, s.l l ) .
A V R A S Y A TA R İ H İ N DE N
23
manın nasıl değiştiğini fark edemediler. Çünkü onların yaşadıkları zamana kadar avianmak ve koyun gütmek onlar için nasıl doğal bir şeyse, 150 yıl sonra gelecek nesillerinin akıniara gitmelerinin gereği de ortadadır. Insanlar kendi davranış kalıplarındaki değişmeleri fark edemezler. Onları sadece uzun dönemlerin tarihleri keşfedebitir ve etnik tarihin kırılma tarihleri de ancak orada fark edilebilir. Görüldüğü gibi, etnik tarih modeli, sıkı etnik temaslarda değişik süper-etnik bütünlükterin ritimlerinin kakafonik çatışmalara yol aç tığı karmaşık dönemleri açıklamak zorundadır. Dolayısıyla temas problemlerini izah etmek için seçilen Moğolistan ve onunla sınırdaş olan ülkelerin tarihini ele alan konunun çözümü etnoloji metoduy la halledilmiş, kontrol ise klasik usullerle yapılmıştır. Her iki du rumda da sonuç aynıdır. Demek ki etnolojik model, başka bir döne me, bölgeye, etnosa, tarihi zaman içindeki tabii manzaranın değişim aniarına ve "kültür"lerin değişim tarihlerine de uygulanabilir. Sıçra yışlarta olan gelişmenin gerçekleri, bilimin bir çok alanı tarafından gözlemlenmektedir ve hiçbir yerde güvensizlik çağrıştırmamaktadır. Bütün ülkelerde ve tüm etnoslarda aynı tablo gözlemlenir. VIII. Yüzyılda antik kültürün yaratıcılarının ve taşıyıcılarının etnosları böyle ortaya çıktı; Roma, Helen ve Persia hemen hemen aynı zaman da (tarihsel ölçeklerde) söndüler. I-II.Yüzyıllarda Gotlar, büyük göç lerine başladılar, Daklar, Romalılar'la girdikleri çarpışmalarda yok oldular; küçük Hıristiyan cemaatleri ise Altın Bizans'ı yarattılar. Sü recin dışandan müdahaleyle durdurolduğu haller hariç, bu atalet 1200 yıl sürdü. Aynı şekilde VI. ve VII. Yüzyıllarda Araplar, Rajput lar (yerli ve muhacir Sakalar, Soğdlar, Eftalitler (Akhunlar)'in karışı mından oluşan etnos) , Tibetliler, Orta Çağ Çiniileri ve japonları or taya çıkmıştır. IX. Yüzyılda Batı Avrupa'da Vikingler'in seferleri, fe odal savaşlar ve çok azı XX. Yüzyıla kadar geleLiten milletierin olu şumu başlamıştır. XIV. Yüzyilda Velikorosslar, Türkler, Habeşliler or taya çıkmıştır. Bunlar günümüzde önlerinde gelecek olan genç halk lardır. Diğer örnekleri bırakalım. Çünkü mesele açık: Büyük Bozkır göçebeleri de diğer halklar gibi gelişmişlerdir ve şayet etngonezin ls kit halkası bozulmuş ve aniden ortaya çıkan Hun-Siyenpi-Sarmat it kisiyle parçalanmışsa, bu sadece etnogenez patlamalarının tabii olaylar olduğunu gösterir. Bizim gözlemlerimizden bilimsel sonuçlar çıkarmak için, birkaç küçük fakat önemli nüansı göz önünde bulundurmak gerekir. Önce-
24
AV R A S Y A ' D A N
likle etnogenez_patlaması veya itki (mutasyon), tarih içerisinde he men kendini göstermez. Ondan önce kuluçka dönemi vardır. Genel likle 150 yıl civarında ve fazla uzun olmayan bu dönemi ortaya çı karmak çok zordur. Bu olayı dikkate almamak, analizde kanşıklığa yol açabilir. Belirsizlikten kaçmak gerekir. Diğer yandan, hiç kimse yalnız yaşamaz; komşular -güç kullanarak, müdahalede bulunarak-, başlayan süreci kesebilirler. Dolayısıyla etnosun kendini uzakta tut mayı öğrenmesi gerekir. Üçüncü olarak ise tüm yaşamı boyunca et �osun yaratmış olduğu orijinal kültür, tıpkı eşyaların sahiplerinin ölümünden sonra kalması gibi, etnostan daha uzun süre yaşar. Va rislere kendi topraklarını bu yabancı kırıntılardan (ki bunlar genel likle maziden kalan yadigarlardır) temizleme veya kendi yaratıcılığı na enerji harcamak yerine başka bir ülkenin yadigarlarını koruma hakkı verilmiştir. Bunlardan hangisinin kötü olduğunu kestirrnek güç. Fakat bu satırların yazarı bir tarihçidir ve bu yüzden de ikinci varyantın kesinlikle daha kötü olduğu düşüncesindedir. Ve son olarak mülahaza (düşünce) tamamen metodiktir. Başkası na ait kültürü ayakta kalan yadigarların niceliğine göre ölçmek pren sip olarak yanlıştır. Deri, kürk, ağaç, ipek gibi birkaç malzeme üze rine kurulan mükemmel bir uygarlık olabileceği gibi, taş ve has ma denler kullanan ilkel ve aptal uygarlıklar da olabilir. lik uygarlıktan bir iz kalmaz, fakat ikinci uygarlığın kalıntıları hiçbir yere kaybol maz. Arkeologlar ve hatta sanat tarihçileri dahi "kültürü" ele geçiri len eşyalara göre değerlendirmektedirler. Kültür seviyesini belirle mek için kontrol verilerinin olması gerektiği açıktır. Bu verileri biz etnik tarihten çıkarmaya çalışıyoruz. Belirtilen koşullan hatıriayarak Büyük Bozkıra, Hunlar'a ve eski Moğollar'a dönelim.
5. Tarihi Dönüm Noktalan Tarafımızca kabul edilen incelemenin düzeyini seçme metodu, önemli bir gözlem yapmaya imkan vermektedir: Etnik tarih seyri düzensizdir. Etnik tarihte, yavaş seyreden entropik yükseliş, gelişme ve tedrici yaşianma süreçlerinin yanı sıra, temelden yeniden yapılan ma, eski geleneklerin yıkılması, geçmiş olayların telkiniyle yaşanan çatışmalar, rnutat kuvvetler taksiminden kaynaktanmayan durumlar
A V R A S YA T A R İ H İ N D E N
25
gibi momentler de gözlemlenir. Birden beklenmedik yeni bir şey or taya çıkar ve sanki güçlü bir itki gibi oldukça intizamlı ilişkileri tıp kı bir kağıt desteğini karıştırıyorrnuş gibi altüst eder. Sonra her şey yoluna girer ve kendi güzergahında bin yıl ilerler. Olayların seyrinin aşırı detaylı anlatımında bu tarihleri görmek mümkün değildir. Çünkü insanlar bu süreçleri göremezler. Bu sü reçleri tespit için bin yillık bir zaman gereklidir. Kelebekler kış mev simini bilmezler, çünkü sadece yazları topu topu birkaç gün yaşar lar. Nesillerin tecrübesini sentezleyerek, birey ve halk hafızasının za manın öldürücü etkisi altında silindiği yerde çalışan bilim burada imdadımıza yetişir. Tarihi dönüm noktalan hayali bir şey değildir. Büyük Bozkırda üç defa yaşanmıştır. Bunlar üzerinde daha önce durulmuştu. Birincisi en eski olanıdır ve hayal meyaldır. M.Ö. X-IX. Yüzyıllar olarak kabul edilmelidir. lskitler ve Eski Çin, tarih sahnesine o zaman çıkmıştır. tkinci tarih, M.Ö. III. Yüzyıldır. Ordos'da ve Nan-shan'ın kuzey ya maçlannda üç yeni büyük etnos ortaya çıktı; Batıda Sarmatlar, Yin shan dağlannda Hunlar, şimdiki Moğolistan'ın Güneyi'nde Wu-hu anlar ve Siyenpiler. Etnogenezin bu güçlü kıvılcımını sönüşe yani sa dece kristallerin ve külün kaldığı, ataletini kaybettiği zamana kadar takip etmek mümkündür. Üçüncü kıvılcım, XII. Yüzyılda ataleti hiç kesilmeyen Moğol yükselişidir. Çünkü Moğollar hayattadırlar ve bir şeyler yaratıyorlar. Moğol sanatı da buna şahitlik etmektedir.
6.
Bunlar ve Göçebe Dünyasının Yükseliş Saflıası
Tek bir atadan türeyen etnos yoktur, olmadı ve olamaz da. Nasıl tüm insanlar bir anne ve babadan türüyorlarsa, bütün etnoslar da iki veya daha fazla ataya sahiptir. Etnik sübstratlar - biosferdeki canlı madde enerjisinin titreşimi anında oluşan etnosun unsurları - birbi riyle kaynaşarak tek bir sistem oluştururlar. Oluşan sistem, bu birle şimde bütünlük sağlayan, kendi orijinal kültürünü oluşturan, yeni ve orijinal bir etnostur24. Hun etnosun doğuş anı, H'yenyun ve Hun-yü boylarının Gobi Çölü'nün güney uçlarından kuzey kısırnlara gelişleri ve gelişmiŞ ve 24 Bkz. . Gumilev L.N. Etnogeneı: i biosfera Zemli. L. , izd-vo Leningr. Un la , 1989. Anlatım bu kitaptan sayfa göstermeksizin devam etmektedir.
26
AV R A SY A'DA N
zengin bir kültüre sahip olan yerlilerle kaynaşmalarıyla bağlantılıdır. Geyik, güneş diski ve silah tasvirleriyle süslenen "sintaş kültü rü"nu25 yaratmış olan etnosun adı koru�mamıştır. Ama bu etnosun güneyden gelen göçmenlerle birlikte Möngoloid ırkın Paleosibirya tipine giren Hun unsurlarıyla oluştuğu şüphesiz26. ·
Hunlar, M.Ö. IV. Yüzyılda güçlü bir devlet kurdular. Bu devlet, 24 boydan oluşan bir kabileler birliğiydi. Bu birlik, şanyu lyabgu ) nun ömür boyu başkanlığında ve hiyerarşik olarak "sağ" (batı) ve "sol" (doğu) prensleriyle yönetilmiştir. Hunlar'da yön tayininde bizde ol duğu kuzey değil, güney esas alınırdı. Etnik unsurların enerji patla ması sırasındaki ilk kaynaşımı, her zaman etnik sistemin sağlam ol masına yol açar, yani yeni etnos, kendisini oluşturan eski unsurlar dan daha zengin ve güçlüdür. Hunlar'ı büyük bir gelecek bekliyordu. Sadece Hunlar değil, aynı zamanda komşuları da M.Ö. IV-III. Yüz yılda itki bölgesindeydiler, fakat bu defa Mançurya'dan Soğdiyana'ya kadar oldukça geniş bir arazi üzerinde gerçekleşiyordu bu itki. Siyen piler'in atalan (eski Moğollar) olan doğulu göçebeler Hunlar'ı itaat al tına aldılar; ama Orta Asya'dan Ordos'a kadar saçılan Soğdiyanalılar (Yüeçiler) da Hunlar'a vergi koydular. Güneyin "orta vahalan", Yin shan dağları ve Huang-ho sahillerinde gerekli av hayvanı ve meralar bulamayan Hunlar'ı M.Ö. 214'de Ordos'dan söküp çıkaran büyük hü kümdar Ch'in Shih-Huang tarafından birleştirilmişti. Hun yabgusu Tuman, büyük oğlu Mode IMete) den kurtulup, cazibesine esir oldu ğu odalığından doğma küçük oğluna tahtı bırakmasına engel olma maları halinde komşularının her şartını kabul etmeye hazırdı. Turnan ITeoman] ve avenesi yaşlı bozkır sakinleriydiler ve eğer bütün Hunlar böyle olsalardı bugün onların isimlerini dahi duymaz dık. Ancak, genç nesil arasında atıl olmakla birlikte enerjik, atılgan ve milliyetçi bir kuşak ortaya çıkmıştı ve Prens Mode de bunlardan biriydi. Babası Turnan onu Sağdiyanalılara rehin olarak vermiş ve hatta onu öldürsunler diye bir de tutup Soğdiyana'ya saldırı düzen lemişti. Fakat Mode düşmandan bir at ele geçirerek kaçınayı başar25 Sosnovsky G.P. Ranniye hoçevnihi Zabayhala. - V kn. : Kraıkiye soobşe niya lnsıiluıa isıorii maıeryalnoy kulıurı, ı. B. M. - L., ı 940.; Sos novsky G.P. Plitoçniye mogilı Zabayhala. "Trudı o ıdela isıori i pervo bıdnoy kullun Gos. Ermi ıaja", ı. ı , L. , ı 94 1 . 26 Bkz.: Debeıs G . F. Paleoandropologiya SSSR. M-L. ,ı94B, s . nı; Gumi lev L.N. Hunnu, s.46-4B. -
A
J{ A S Y A T A R İ H İ N D E N
27
dı. Tebaasının ba:;kı l::ı , ırıa karşı durarnayan Turnan, Mode'ye on bin aileden oluşan bir h• •yu n yönetimini verrnek zorunda kaldı. Kendi tebaası arasından se.;tiği savaşçıları katı bir askeri disiplinle eğiten Mode, isyan bayrag mı açrnakta gecikrnedi. Çıkan çatışmalarda Tu man, sevgili hatunu ve küçük oğlu öldüler (M.Ö. 209) Tahtı ele geçiren Mode, ÇiniHer'in "Tung-hu" dedikleri doğulu komşularını rnağlup edip, ÇiniHer'den Ordos'u zaptetti. Daha sonra Soğdluları batıya sürerek Sayan Ting-lingler'ini ve Kıpçaklar'ı itaat altına aldı. Böylece 300 bin kişilik sekenesi bulunan güçlü Hun Dev leti kurulmuş oldu . O sıralarda Çin'de iç savaş devarn ediyordu. Her ne kadar Orta Vaha'nın yarı barbar Ch'in hükümdarlığı tarafından kazanılan zafer lerle birleştirilmesi rnağlup hükürndarlıklardaki sekenenin üçte iki sini yok etmişse de, bütün ülkelerin Ch'in rnüstevlilerine karşı baş lattıklan isyan dernoğrafik bir gerilerneye yol açtı. Ch'in savaşçıları bütün esirleri diri diri toprağa gömdüler. Bu isyan, köylü orduları nın kurnandanı Liu Pang'ın bütün rakiplerini alt edip M. Ö. 202'de Han l rnparatarloğu'nun temelini atıncaya kadar da devarn etti. lç savaş sırasındaki kayıplara rağmen Çin ordusu ve halkının nü fusu yine de Hunlar'ınkinden kat kat fazlaydı. Buna rağmen Mode, Liu Pang'ı M.Ö. 200'de yenerek onu "barış ve kardeşlik anlaşması" yapmaya mecbur bıraktı. Bu anlaşmayla Çin sarayı barbar prense bir Çinli gelin ve hediye adı altında vergi gönderrneyi kabul etti27. Sadece üst rütbeliler değil, bütün Hun savaşçıları kaniarına ipek li elbiseler, dan, beyaz pirinç ve diğer Çin tatlıları hediye etmeye gi riştiler. Sürekli akınlar tertipiernek ise hem riskli, hem de rnaliyetliy di. En kestirme yol sınır ticaretiydi ki, bundan hem Hunlar, hem de Çinliler fayda göreceklerdi. Ama bu dururnda Han yönetiminin ka sasına akacak ticaret girdileri kesilecekti. Bu yüzden saray doğrudan sınır ticaretini yasakladı. Mode'nin halefieri olan Hun yabguları bu yasağa karşı sınır akınlarıyla cevap vt: rerek kendilerine dampingli fi yatlarla mal satılınasını istediler. Hunlar istediklerini elde etmişler di. Böylece Çin malları Büyük Bozk-.r'a akınaya başladı, ama bu du rum her zamanki gibi görenekierin ve davranış kalıplarının değişi mine yol açtı. Arkasından da kanh bir savaşa zernin hazırladı. M.Ö. Il. ve I. Yüzyıllarda Çin'de büyük bir hızla yeni bir ekono mik, kültürel, demografik oluşum süreci yaşandı. Milat arefesinde, 27 Gumilev L.N. Hunnu, s.60
28
AV R A S Y A ' D A N
Çinliler'in nüfusu 59.594.978 kişiyi bulmuştu28. Hunlar ise eskiden oldugu gibi yaklaşık 300 bin kişi olup, Han lmparatorlugu'nun gü cü ile mukayese edilemeyecek durumdaydılar. Çin yöneticileri ve onların danışmanları böyle düşünüyorlardı, ama yanıldılar. Eski çağlardaki devletlerin güçleri sadece insan sayısıyla değil, aynı za manda etnogenez safhası veya etnosun yaşı ile de ölçülür29. Çin bir atalet dönemi geçiriyordu. Halk çalışmayı seviyordu, ama atılımcı değildi. Çünkü Çin'de etnogenez M.Ö. IX. Yüzyılda başlamıştı. Bu yüzden ordusu genç serkeşlerden ve sınır kabilelerinden teşekkül et mek zorundaydı ki, bu kabileler nazannda Çin kendilerine zulmet mekteydi. Gerçi Çin'de kabiliyedi kumandanlar vardı, ama ordunun savaşçıhk kabiliyeti zayıftı. Hunlar'a gelince; onlar, · etnik yapılanma ve passioner yükseliş safhasındaydılar. "Ordu" ve "halk" kavramları onlar için aynı şeydi. Bu yüzden az sayıda ama cesur olan Hunlar, Han saldırganlığına M.Ö. 202 yılından M.Ö. 57 yılına kadar karşı koyabilmişlerdi. Han lmparatorlugu, ancak civar kabileleri Hunlar'a karşı ayaklandınp, onlar arasında iç savaş çıkartan Çin diplomatlarının becerikliliği sa yesinde, Hunlar'ı itaat altına alma ve imparatorluga bağlama hesap ları yapma imkanı bulmuştur. Ama bu bağlılık, daha ziyade formalite icabı bir bağhhktı. Hun lar'ın bir kısmı Talas nehri vadisine yani batıya göç etmiş ve Part lar'la birleşmişlerdi. Bunlar Hunlar'a destek vermek amacıyla Roma h savaş esirlerinden oluşan bir birlik gönderdiler ve böylece M.Ö. 36 yılında bu Romalılar'ın Çinlilerle karşılaşması gerçekleşmiş oldu. Romalılar kalkanlarla kapanarak yanaşık düzende (kaplumbağa) ataga kalktılar. Çinliler ise arbaJetleri (otomatik ok atan makineler) öne sürüp, Romahlar'ı ok yagmuruna tuttular ve tüm mürlafileri öl dürdüler30. Bu epizot hayli dikkat çekicidir. Eğer Çinliler M.Ö. I. Yüzyılda sa vaşta Romalılar'dan daha güçlü, ama nüfus üstünlüğünü avantaj ola rak kullandıkları Hunlar'dan daha zayıf iseler, o halde bir kural ola28 Bkz.. Zaharov 1. lstoriçeskoye obo.zreniye narodonaselmiya Kitaya. "Trudı çlenov ruskoy duhovnoy missii v Pekine". l . Spb., 1852, s. 270-28 1 . Anlaşıldı�ına göre verilen nüfus oranları tutmakıadır. Ancak sayıların lamamen do�ru olarak algılanmaması gerekir. 29 Bkz.: Gumilev L.N. Etnogenez i biosfera Zemli. 30 Gumilev L.N. Hunnu, s. 1 7 l- 174.
-
AV R ASYA T A R İ H İ N D E N
29
rak genç etnosun "enerji" dürtüsünün kendi medeniyetini yoktan var eden yaşlı etnosların nüfus üstünlügünü teşkilatıanma suretiyle dengeledigi hükmüne varabiliriz. Nitekim Çin'de gasıp Wang Mang'ın Miladi 9. Yılda zorbalıga başlayıp Hunlar'a nazik davranmaktan vazgeçmesi ve onların iç işle rine karışmaya başlaması üzerine, Hunlar ayaklanarak Çin'den ayrıl dılar ve 25 yılında Çinli köylü (kızıl kaşlılar)'lerin bu gasıptan kur tulmasına ve öldürülmesinde yardım ettiler. Bu macera, Çin nüfusu nun %70'nin yok olmasına mal olmuştu, ama 1 57 yılında nüfus tek rar artarak 56 486 856 kişiye kadar ulaşmıştır. Fakat bunlar o insan lar degillerdi. ll. Yüzyılın sonunda "sarı türbanlılar"ın köylü isyanı, Han devletini ve eski Çin uygarlığını yok etti. lll. Yüzyılda Çin'in nüfusu 7 672 88 1 kişiye kadar düştü. Bu kişiler o eski güçlü ve ça lışkan köylüler degil, kendilerini muhacir Hun, Tangut ve Siyenpi kabilelerine karşı koruma yeteneğinden mahrum, yorgun ve moral siz kişilerdi31 . Han saldırganlığı batıya doğru yayılamadı. Insanlık, bunu Hunlar'ın üstün yararlılıkianna borçludur. . Etnik sistemde passioner gerginligin artışı, sistem için belli bir noktaya kadar faydahdır. Yükseliş salbasından sonra "aşırı hararet" dönemi başlar. Bu durumda fazla enerji etnik sistemi parçalar. Bu nun iç savaşlara yol açacağı ve neticede halkın iki-üç bagımsız etno sa aynlacagı aşikardır. Parçalanma yavaş gelişen bir süreçtir. Hun lar'da bu süreç M.Ö. I. Yüzyılın ortalarında başlayıp, M.S. ll. Yüzyı lın ortalarında bitmiştir. Neticede etnos bütünlügünün yanı sıra, . kültürü ve hatta ezeli toprakları kaybeditmiş ve ll. Yüzyılda Siyenpi ler, daha sonra Tabgaçlar ve ju-janlar tarafından ele geçirilen Mogolistan bozkın yitirilmiştir. Ama özellikle anlatacağımız bu döneme kadar Hunlar, 1 50 yıllık bir akmatik safua32 yaşadılar.. Zaman za man başarılı savaşlar çıkartmalarına ragmen trajik sonuçlar da aldık ları için buna "gelişme" dönemi denilemez. Hunlar, Çin'le gayr-ı eşit şartlar altında yaptıkları savaşlarda yorulmuşlar ve ancak "Hun lar'ınkinden daha keskin silahlara, daha hızlı atlara sahip" Siyenpi ler (eski Mogollar) tarafından maglup edilmişlerdir. 31 Bkz.: Gumilev L.N.Hunnı v Kitaye. M. 1974. s.233. 32 Akmal ik safha: Etnosun enerjik gerginliginin en yüksek safhası. Bu safhada kültür veya ekonomi gelişmez yahut yaşam şartları kolaylaş maz. Aksine biz, enerji yükselişini bir zaman birligi içerisinde olayia nn niceligi olarak kabul ediyoruz.
30
AV R A S Y A ' D A N
Bu yenilgi Hunlar'ın dört kola ayrılmasına yol açtı. Birisi Siyenpi ler'e tabi oldu, ikincisi Çin hakimiyetine girdi, "yenilgiyi kabul etme yen" üçüncü grup savaşa savaşa Yayık ve ltil sahillerine çekildi; dör düncü ve "zayıP' grup ise Targabatay ve Saur dağlarına sığınarak, bi lahare Yedisu ve Cungarya'yı gele geçirdi. Bu sonuncular en uzun ömürlü olanlardı. Bunların bir kısmı, Altaylarda Kıpçaklar'la kaynaşa rak Kuman (Poloves) halkını oluşturdu; bir kısmı ise Çin'e yönelerek orada X. Yüzyıla kadar varlığını sürdüren bazı hükümdarlıklar kurdu lar. lşte bu sonunculara Sha-t'o Türkleri denilmektedir ki, Xlll. Yüz yılda Moğollar'la kaynaşan Öngütler onların torunlarıdır. Bu gözle görülür olaylar zincirinin böyle tuhaf bir şekilde geliş miş olması, güçlü faktörlerin etnogenezin programlanmış seyrini bozduğunu göstermektedir. Bu engeller göz önüne alınmadan, Hun lar'ın etnik tarihinin anlaşılmaz kalacağı açıktır. Etnosun sanat tarihi, fon ve çerçeveden oluşur. Fon, bu tablo üzerindeki figürler, gündelik yaşamın tasviri; çerçeve ise, komşular la temasların açıklamasıdır. Fonsuz ve çerçevesiz olan merkezi figür sadece bir fragmandır. Çerçeveden başlayalım. Hun Devleti'nin kuzeyinde, Minusin çanağında Ting-lingler'in ülkesi bulunmaktaydı. Hunlar bu ülkeyi kendilerine bağladılar ve anlaşıldığı kadarıyla "Tagar" kültürü yerine, Hunlar'la temas sonu cunda Mongoloid unsurların ağır bastığı "Taştık" kültürü ortaya çık tı. 85 yılında Ting-lingler ayaklanarak Siyenpiler ve Çinliler'le birlik te Hunlar'ın yağma edilmesine katıldılar. Hunlar, Siyenpiler tarafın dan 1 57 yılında mağlup edilmişlerdi. Siyenpiler, - eski Moğollar- bir etnos olarak Hunlar'la aynı "itki" ile doğmuşlardır. Ama onlar, Hunlar akmatik safhaya girdiklerinde, "yükseliş" safhasında oldukları için gelişim açısından geri kalmışlar, bu yüzden 9 1 yılında Hunlar'a karşı zafer kazanabilmişlerdir. 1 55-1 8 1 yıllarında ise yetenekli lider Tan-shih-huai, şimdiki Moğo listan topraklarını kendine bağlamış ve geniş bozkın istila etmeye çalışan üç Çin ordusunu bozguna uğratmıştır. Onun ölümünden sonra ise Siyenpi Devleti düşüşe geçmiştir. Hunlar'ın ataerkil-aile yapısından farklı olarak, Tan-shih-huai, orijinal bir savaş demokrasisi oluşturarak halkı orduya dönüştürdü. Özellikle bu durum, onun zaferlerini kazanmasına yardımcı olduy sa da, bilahare devletin hızlı düşüşüne yol açmıştır. Çünkü savaşçı-
AV R A S YA T A R İ H İ N D E N
31
lar, liderin sadece kişiliğine saygı gösterirler, halbuki sosyal sistemi korumak için aynı zamanda gelenek de gereklidir. Yenilip üç devle te bölünen Hunlar, böylece kendi fatihlerini görmüşlerdir. Hunlar, etnogenez süreci, onları tabii sona doğru götürünceye yani V. Yüzyı la kadar hem Asya'da hem de Avrupa'da güçlü idiler. Güneyde Hunlar'dan daha zengin, kalabalık ve vuruşkan Çin bu lunmaktaydı. Hunlar, Çin eşyalarını, ipek, kap-kacak, bisküvi ve benzeri şeyleri pek seviyorlardı; ama Çin ideolojisini kabul etmemiş lerdi. Ne Konfüçyüstlerin düşünce yapısı ve ne zarafetleri, ne de "gentry"nin kaba ve keyfi davranışları göçebelerin sempatisini kaza nabilmişti. Esasen kurnazca hazırlanmış bu öğretileri eğitimsiz Çin liler de anlamıyordu, ama devlet memurlarının sömürü ve keyfi dav ranışları aşikar ve oldukça rahatsız ediciydi. lç savaştan sonra, M.Ö. 111. Yüzyılda ekonomisini düzelten Han yönetimi kuzeye ve batıya saldırmaya başladı. Bilindiği gibi savaş pa halı bir şeydir ve M.Ö. I. Yüzyılda vergiler o kadar yükselmişti ki, Çin'de yaşamanın hiç de sevimli bir hali kalmamıştı. Bu yüzden "Hunlar arasında yaşamanın daha kolay olduğunu" düşünen Çinli ler Büyük Bozkıra, Hunlar'a koşmaya başladılar33. Hunlar, onların geri dönmelerinin mümkün olmadığını bildikle rinden, bu kaçakları kabul edip, kendi içlerinde tarım kolonileri oluşturmalarına imkan tanıdılar. Bu kolonilerde Hanlılar ( Çin'de ya şayanlar) dışında, Çinliler tarafından henüz asimile edilmemiş -özellikle bu yüzden çok ezilmiş- Kuzey Çin'in diğer kabileleri de yaşamaktaydılar. Hunlar onlara "kul" diyorlardı. Bugün bu kelime "köle" anlamındadır, ama eskiden 'boy dışından olan', 'başka devle te bağlı olan', 'kişisel esaret belirtisi olmayan kimse' gibi farklı an lamlar taşımaktaydı. Kullar kendi aralarında Hunca konuşurlardı. Bunlar herhangi bir soyun üyesi olmadıklarından H unlar'la kanşma mışlardır. Zaten bu, onlara gerekli de değildi. Birlikte yapılan sefer ler ve komşuluk, onları Hunlar'la akraba yapmış ve onlar Hunlar'ın göçebe imparatorluğunun süper-etnik sisteminde kendine has bir etnos oluşturmuşlardır. Sistemin karışımı ise etnosun yükseliş safha sı ve kültürün gelişimidir. Bu yüzden 300 bin Hun, 50 milyon Çin linin saldırılarına karşı koyabilmiştir.
33 Buçurin N.Y. Age., ı. l , s. l 07.
AV R A S Y A ' D A N
32
7.
Problemli Meseleler
Burada şaşırtıcı bir durumla karşı karşıyayız. Hunlar çagdaşları olan Avrupalılardan daha barbar degillerdi. Yani Keltler, Kantabırlar, Luzitanlar, llliryalılar, Etolyalılar, Epirliler, Tessalyalılar veya Atinalı lar, Romalılar ve vatanlarını terk etmiş olan Hellenler'in önemli bir kısmı hariç hemen hemen hepsi. Neden "Hunlar" kelimesi, (Avru pa'ya göç etmiş Hyung-nular34) "kötü vahşiler" dey:miyle eşanlamlı olmuştur? Bu sadece peşin fikiriilikle açıklanamaz, çünkü Hunlar'ı anlatan ilk yazar ("Asker ve Yunanlı35"nın müellifi) Ammiannus Mareellinus oldukça dürüst ve mükemmel bilgili bir tarihçiydi. Ni hayet onun, Hunları diger barbarlardan ayırmasının bir anlamı yok tu. Ama yine de diger barbarlar arasından Hunlar'ı bir kenara ayırma sı gereksizdi. Üstelik de Persler'in müttefik olarak getirdikleri Chio itler'le Mezopotamya'da bizzat çarpışmasına ragmen onlar hakkında bu kelimeleri kullanmadıgı halde. Herhalde önemli sebepleri vardı. Diger yandan Çinli tarihçilerden Sih-ma Ch'ien, Pan Ku36 ve di gerleri Hunlar'dan saygıyla bahsetmişler, onların kendi gelenekleri, kültürleri bulundugunu, entelektüel kesime sahip bir toplum olduk larını belirtmişlerdir. Hatta Çinliler, ilkel kabul ettikleri, Çinliler'e ve Hunlar'a karşı bagımsızlıklarına düşkün oldugunu belirttikleri Si yanpiler'e nisbetle Hunlar'ı daha yüksek bir yere koymuşlardır.37 Kim haklı o halde? Çinliler mi, Romalılar mı? Her iki tarafın ya nılmış olması mümkün degil, ama XX. Yüzyılda bir her şeyi daha iyi biliyoruz! Belki her iki taraf da haklıdır. Acaba soruyu başka bir şe kilde mi sormalı? Deneyelim! Ne de olsa etnosların tek bir formas yon içinde, - burada ilkel toplumlarda,- ortaya çıkışları, parçalanış ları ve tarihten silinişlerini anlatan etnogenez diye bir bilim dalı var. Şunu belirtelim ki, Hunlar M.S. 47-50 yıllarında, daha yıkılma dan önce bölünmüşlerdi. Bazıları barışı ve Çin'e baglı olmayı ter cih ederken, digerleri "halklar üzerinde hakimiyet" için savaşa de vam ettiler. Böyle bir zamanda her Hunlu kendi seçimini yapabilir di: Ya huzur, ya zafer. Bazıları barışı, kültürü ve muhtariyeti; diger leri ise savaşı, kahramanlıgı ve bagımsızlıgı seçtiler. Her iki grup da 34 35 36 37
Bkz.: lnostranev K.A. Hunnu i gunnı. L., 1 926. Ammian Marsellin. lstoriya. T.3. Kiev, l 908, s. 236-245. Buçurin N.Y. Age., t. l , glava " Hunnu" . Buçurin N.Y. Aynı yerde.
AV R A S Y A TA R İ H İ N D E N
33
kendi karakter yapılarına göre yönetildiler. Bazılarının bozguna uğratılrnası ve ltil civarına çekilrneleri, diğerlerinin Huang-ho kıyı larındaki huzurlu yaşamı, rnonolit bir etnosda bulunabilecek fark lılıkları artırmıştır. Aynı şey XVII. Yüzyılda Amerika'ya rnuhaceret eden lngilizler'in bir kısmında da oldu. Bu kolonidier kendi ülkelerindeki düzenden memnun değildirdi. Bir süre için lngiliz kalrnışlar, daha sonra ise ye ni bir etnos yani Amerikalı olmuşlardı. Bu, etnik başkalaşımın banal bir tesadüfüdür. ·
Batıya giden Hunlar, tabii olarak kendi kültfır geleneklerini bera berlerinde götürrnerniş, ama savaş yeteneklerini korurnuşlardır. Da hası, geri çekilirken ağırlıklarını, pek çok kadın ve çocuklarını kay betrnişlerdi. Bu yüzden kadına ihtiyaçları vardı, ve onu da ternin et tiler. Böylece Karadeniz civarında genel olarak "Hunlar" denilmesi uygun görülen yeni ve melez bir etnos ortaya çıktı. Bunlar, sadece Hun atalannın değil, bir o kadar da Uygur ve Sarmat kökenli anne ve ninelerinin karakterlerini miras olarak almışlardı. Görünüşe göre bu melezler gerçekten atılgandılar ve itaat altına aldıklan kabHelere zulrnediyorlardı. 454'de Nedao nehrinde Gepidler tarafından, 463'de ise Bolgarlar'ı yani Saragurlar'ı rnağlup eden doğulu Gepidlerce tepe lenrnek suretiyle devletleri dağıldı. Batı Hunlar'ından arta kalanlar ltil civarındaki ormaniara çekilerek kurtulrnayı başardılar ve ikinci bir rnelezleşrneden sonra Asyalı atalannın eski geleneklerini tama mıyla unutmuş Çuvaş etnosu olarak ortaya çıktılar38. Bir diğer sakil soru ise şu: Acaba Hunlar'ın kendilerine özgü ge lişmiş veya hiç değilse başkalanndan alınmış bir kültürü var mıydı? Bir kural olarak etnogenezin ilk safhasında orijinal bir sanat oluş maz. Genç kuşaklar öyle acil problemlerle karşı karşıya gelirler ki, bütün güçleri savaşlarda, sosyal yapı teşkilinde ve hayat tarzını rayı na oturtma sırasında harcanır gider. Hatta genel olarak sanatı dahi, parçalanmış etnoslann kültürünü devarn ettiren komşularından ve ya atalanndan ödünç alırlar. Bu önemli bir husustur. Hayat tarzı, kullanılan silahlar, üretim tarzı, uygun görülen herhangi bir taraftan alınabilir. Çünkü bu tür şeyler gereklidir ve insan psikolojisine pek tesir etmez. Sanat objele38 Gumilev L.N. Hunnu, s. 240-247; Gumilev. Nehotorıye voprosı istorii hunnov. - "Vestn. Drevney istorii", 19�. No:4.
34
AV R A S Y A ' D A N
ri birbirine benzeyebilir ve insanı çepeçevre kuşatabilir, ama bunlar ancak peşin hükümlü olunmadıgı zaman degerlidir. Samirniyet ol madan ne yaratıcılık, ne de kavrayış söz konusu olur, fakat yabancı sanata duyulan samimi sempati (bu sanat kendisinde olmadıgı için) müspet veya menfi bir kamplimana uygun olarak halkın ruhunun derinliklerinde ve etno-psikolojik bünyesinde yerini alır. Hunlar, güçlü dönemlerinde böyle bir tercih imkanına sahiptiler. Doguda Han Çini, batıda maglup lskit (Saka) kalıntılarıyla, galip Sarmatlar vardı. Tekrar soruyorum: Şahsi menfaat olmadan ve sami mi davranarak hangisini tercih etmeliydiler? Nain-ula'da yabgu Wu-chu-lü'nün Miladi 13. yıla ait mezar ka lıntılarının kazısında buluttan eşyalar Hunlar'ın giyim eşyası olarak Çin ve Baktria kumaşlarını, Han aynasını, darı lapası ve beyaz pirin ci tercih ettiklerini, ancak ziynet olarak İskitler'in "hayvan figürleri ni" aldıklarını ortaya koymuştur. Halbuki lskitler batıda gözü dön müş Sarmatlar39 tarafından tenkil edilmiş, doguda ise maglup ol dukları için güneye yani tran ve Hihdistan'a sürülmüşlerdi40. Demek ki mahvedilen lskit halkı, geriye kendisinden daha uzun ömürlü bir sanat bırakmış ve bu sanat kendilerini yok edenlere yani Yüeçiler'i ve komşuları Hunlar'ı fiilen etkilemiştir. Oldukça üst sevi yede ve detaylı olarak daha önce anlatılmış oldugundan bu hayvan figürlü şaheserleri bir kez daha anlatmak burada bizi enterese etmi yor41. Aksine biz, burada daha önce dikkatlerden kaçan bir konuya parmak basmak istiyoruz ki, o da mezar ve ölü süsleme sanatının Orta Asya tarihiyle olan alakasıdır. Hun ve Yüeçi sanatı tek kaynak tan çıkmış ve birbirinin aynısı gibi gözüküyorsa da, aralarında hiç bir özdeşlik yoktur. Bu da herkesin kendi hayat tarzını sürdürdügü nü göstermektedir. Milanan önce iki bin yılda Andranova kültür akımı birkaç kola ayrılmış ve bir daha hiç birleşememiştir42 .Diger 39 Bkz.: Kiselov S.V. Drevneyaya istoriya Yujnoy Sibirii. M.,195 1 , s. 321. 40 Yüeçiler, M.S. 161'de Sakalar'dan Kaşgar'ı zaptettiler. M.Ö. 1 27 ve 1 23 yıllannda Saka saldınlannı püskürten Partlar, M.Ö. l l4'de onlan Merv ovasından Dogu lran'a ittiler. Sakalar, M.Ö. 58'de de Hindistan kralı Vikramadiı tarafınan bozguna ugraııldılar... 4 1 Bkz. : Rudenko S.l. Kultura Hunnov i Noinulinskiye kurganı. M. L. , 1 962. 42 Bkz.:Rudenko S.l. lskusstvo Altaya i Predney Azii (Seredina I usaçeleti ya do n.e.). M., 196 1 .
AV R A S Y A T A R İ H İ N D E N
35
yandan M. Ö. V-lll. Yüzyıllardaki kuraklıklardan sonra bozkır yeni den yaşanır hale gelip, nüfus çağalınca Hunlar ve Yüeçiler meralar ve hükümranlık için birbirleriyle savaşa tutuştular. Hunlar, M. Ö. l65'de Asya'da hakimiyeti ele geçirdiler ama bilahare Siyenpiler ta rafından bozguna uğrattidıktan sonra M. Ö. l 55'de Aşağı Volga'ya göç ederek orada Sarmatlar'ın bir kolu olan Alanlar'ı "bitmez tüken mez savaştarla yorarak" mağlup ettiler43. Aynı Hunlar, tarihte ayna dıkları şüphe götürmez rol ile M. Ö. lll. Yüzyılda Sarmatlar tarafın dan imha edilen İskitler'in intikamını almış oldular44. Eski milletierin kaderleri asırlar boyunca birbirine bağlanıp ka rışmıştır, ama sadece sanat eşyalan yani eski bahadırların kayalarda veya metallerde kristalleşen kahramanlıkları etnik tarih şümülüne girdirilebilir. Fakat ,etnik tarih kanunları, eski süjelerin ve tarih sah nesinden silinmiş kabilderin estetik ölçüleri manasında gelenek de ğişimlerini anlamamıza imkan sağlarlar. Etnoloji ve kültür tarihi karşılıklı olarak birbirlerini döllerler. Bu noktadan hareketle Hunlar'ın Çin, Iran ve Heleno-Roma me deniyetlerini almamaları onların kabiliyetsiz olduklannı göstermez. Sadece lskitler'i daha çok beğeniyorlardı. Zevk seçimi kişilerin veya milletierin pek tabii haklarıdır. M. Ö. lll. Yüzyıldaki göçebe kültü rünün karşılaştırmalı etnografya açısından - tarafgirlik ve peşin hü kümlülüğü bir yana bırakırsak, - karmaşık sistemler seviyesinde komşu halkların kOltürlerinden zerrece geri kalır tarafı yoktur. En nihayet, karşılaştırmanın faydalı olabilmesi için kültürleri, da ha doğrusu etnogenezleri hangi yöntemle birbiriyle mukayese etme liyiz? Sözü edilen çalışmalarda genel kabul gören eşzamanlılık pren sibi kullanılmıştır, ama öylesine. Bu, bir üniversite öğrencisiyle ilko kul öğrencisini, yaşadıkları aynı zaman dilimini temel alarak karşı laştırmaya ve bu karşılaştırma temelinde sonuçlar çıkannaya benze yen bir şeydir. Sonucun anlamsız olacağı aşikar. Eğer eşzamanlılık prensibi benimsenecekse, o zaman altı yaşın daki bir ilkokul öğrencisini üniversite öğrencisi veya profesör ile karşılaştırırken, ortaokul programı kapsamındaki tarih bilgisi ve ke sinlikle yasak olan "Ben buna çalışmadım" bahaneleri gerekli olmak43 lordan. O proizhojdenii i dyaniyah gotov. Per. Skrjinsky. M.,l960. 44 Bkz. : Strabon. Geografiya. M.,l964.
s
Latin i komment. Y.Ç.
36
AV R A S Y A ' D A N
la birlikte, onların altı yaşındaki halleriyle karşılaştırmak gerekir ve ancak o zaman karşılaştırma bir anlam taşır. Hunları, tarihte kaydedilmiş bağımsız politik sistemler olarak, doğumlan itibariyle 300 yaşlarındaki Fransa ve Roma ile karşılaştı ralım. Bu, Hunlar için M.Ö. 209, Roma için M.Ö. 5 10, Fransa için Verdens Anlaşmasının yapıldığı 84 1 yılıdır. (Fransızlar'ın German halklarının Kutsal Roma Imparatorluğu ve Arelat, Navarra, German ya ve Lombardia gibi diğer krallıklardan koparak Fransa Krallığını • oluşturmaları). Bu Oç etnosun hepsi de yükseliş safuasını tamamlamış ve akmatik safuaya girmişti. Hunlar 93, Romalılar M.Ö. 210, Fransızlar yaklaşık olarak 1 1 42-1 14 7 yıllarında. Hunlar ve Siyenpi ler'in tek bir süper-etnik sistem oluşturduklarını da hatırlayalım. Devlet düzeyinde Romalılar, Hannihai'la yaptıkları savaşta halya lıların yansını (Samnitler, Sizalpinli Galler, Umborlar) kendi tarafı na çekmiştir. Bu savaşın sonucu henuz belli değildi, fakat bilindiği gibi Romalılar M.Ö. 202 yılında Ostun gelmişlerdir. Fransız Kralı VII. Ludwig 1 147 yılında ordusunu kaybettiği Haç lı Seferine gitti. Daha sonra karısı Helenora'yı ve ülkesi Akvitanya'yı kaybetti. Yarım yüzyıl boyunca Fransa komşu dukalıktan daha zayıf tl ve ancak l 2 1 3'de (Mur savaşında) ve l 2 18'de (Buvine savaşı) gerçek bir krallık olabilmiştir. ·
Hunlar, tıpkı Kanna'da Romalılar, Kuçuk Asya'da Fransızlar gibi, bozguna uğradılar. Onların yerini alan akranlan Siyenpiler, ülkeleri ni terk etmeyen Hunlar'ı bünyesine aldılar. Aradan yanm yüzyıl geç tikten sonra Tan-shih-huai, tıpkı ll. Philippe ve Hellas fatihi Asyalı Scipion gibi kendi Siyenpi devletini kurdu .. Kultur boyutunda, Roma'da Scipionlar'ın kınntısı olan Helenizm, Atina kulturunun ödünç alınmasıdır. Fransa'da ise skolastik ve Ro ma mimari stili Alanlar'lardan ödünç alınmadır. Sosyal ve ideolojik boyutta, Roma'da senato ve demokratik parti nin kavgası başlarken, Fransa'da mistiklerle (Bemard of Clerveaux) skolastikler (Pierre Abelar) birbirini yemekte (Abelar'ın öğrencisi Arnold of Brescia), Hunlar ise Oç ayrı etnosa bölunmekteydiler. Buraya kadar etnogenezlerin özellikleri örtuşmektedir, ama lll. Yüzyıldan itibaren Hunlar kural dışı bir kader yaşamaya başlamışlar dır. Bunun sebebi, etnik tarihin sadece programlanmış sürece değil, aynı zamanda sık sık gelişmenin veya duraklamasının yönunu değiş-
AV R A S YA T A R İ H İ N D E N
37
tiren ikinci dereceden önemli şeylere de baglı olmasıdır. Bu dogaldır; çünkü insanlar degişken bir tabiatta ve kendi etnik oluşum ritimle ri olan komşular arasında yaşarlar.
8.
Engeller
Bütün etnogenezler aynı şekilde programlanmışlardır ama etnik tarihler oldukça degişiktir. Tabii açıdan etnogenez bir enerj i kıvılcı mıdır, hatta sıradan bir dalgalanma ve çevreyle enerji dengesi sagla nıncaya kadar müteakip entropi süreci de olabilir. Çevreyle enerji dengesinin saglanması durumunda etnosun iç yapısı bozulur ve sı radan enerjisini kullanan komşularına karşı savunmasız hale gelir. Bu durumdaki bir etnos ya başka halkların bünyesine karışan veya kalırından ölen birbirine yabancı insanlara dönüşür. llk patlamanın kalıntılarının izleri veya mazide kalmış faaliyetlerin kristalleri kültür ve özellikle zevk ürünleridir. Etnogenezin bu geniş şeması biyosfer de her zaman yaşanan tabii bir süreçtir. Çünkü Homo sapiens türü nün yaşama özelligi budur. Eger etnogenezde dış faktörlerin ani etkileri olursa, mesela iklim degişiklikleri veya dış saldırılar, bu durumda etnogenezin seyri degi şecegi gibi, ritim bozulur ve hatta bazen kesintiye de ugrayabilir. Bu sonuncusu çok nadir vukO bulur. Çünkü bunun için büyük güç gere kir, ama safha degişim dönemlerinde olabilir de. Bu trajik dönemler evrimci tarihçiler tarafından çogu kez atlanmışsa da, diyalektik tarih çiterin bunları inkar etmeye hakları yoktur. Dolayısıyla biz Hun etnik tarihinde iki zaman kınlması oldugl1-nu var sayıyoruz. Bineisi Çinliler, Siyenpiler, Ting-lingler ve Ch'e-sih'lerin (Turfan vadisi sakinleri) teş kil euigi koalisyondan agır bir darbe yedikleri 93 yılı; digeri ise Siyen pi kumandanı Tan-shih-huai'ın maglup edilemeyen Hunlar'ı Aşagı ltil'e sürdügü 150. yıl civandır. Bu olaydan sonra Siyanpiler Büyük Bozkır'ın Tann Daglan'na kadar uzanan dogu kısımlanna yerleşmiş ler, fakat her nedense orada kalmamışlardır. lşte biz bu "nedense" ke limesi üzerine parmagımızı basarak, tatminkar bir cevap verecegiz. Meselenin sosyal yönü sathidir. Hunlar düşmanları tarafından dört bir yandan kuşatıldıktannda ayakta kalabilirlerdi , ama ikbalpe restler devleti müdafaa edecekleri yerde, iktidar için birbirleriyle sa vaşmaya başladılar. Bu da onların toplum olarak y�ni patriarkal ka-
AV R A S Y A ' D A N
38
bile yapılarının bozulmasına yol açtı. Ama bu tür felaketler başka halklarda da çok sık vukü bulmuştur. Acaba Hunlar'da nasıl bir fikir degişikligi meydana geldi de, ana vatanlarını dahi terk edip gittiler? Çünkü halklar genelde ana vatanlarını terk etmezler. Hatırlayalım; Atiantik siklonları ve Pasifik musonları bazen ken di yollarını degiştirerek tundraya, tayga ormaniarına yagmur yagdı rırken bozkın nemlendirmeye son verir. Özellikle II. ve III. Yüzyıl larda bu yaşanmıştı. Bu döneme kadar da Hunlar zor günler geçir mişlerdi, ama aksakalları şöyle söylüyorlardı: "Bizler çok kanlı sa vaşlarda perişan olmuş degiliz: at üstünde savaşmakla üstüroüze yoktur. Bu yüzden bütün halklar bizden korkarlar! "45. Ama bozkır kuruyup, koyun sürüleri kırılınca ve adar bir deri bir kemik kalınca Hunlar'ın hükümranlıgı sona erdi. Fakat bozkır kurulup çölü dönünce galipler de bir şey kazanama dılar. Siyenpiler akarsulann döküldügü, göllerin henüz kurumadıgı daglara sıgınmak istediler. Ama böyle yerler çok azdı. Tamamen de gilse bile kuruyan Baykal Gölü'nün su seviyesi Issık Göl'ün seviyesi ne düşmüş, Aral oksit bataklıgına dönüşmüş yani dip kısmında ka mışlar boy salmıştı46. Bu felaket 200 yıl sürdü. Siklonlar ve musonlar ancak M.S. IV. Yüzyılın ortalannda güzergahlarını degiştirdiler41. Bu akımlar, daha önce Sibirya ormanlarını sulayan yagmur yüklü bulutları bozkıra ta şıdılar. Kuru ovalar yeşil örtüye bürünürken, daha önce kumla kap lı tepeler ılgın agaçlarıyla bezendi ve adar yeniden besili hale geldi. Huang-ho, lli ve Volga nehirleri eteklerine saçılmış bulunan Hunlar, yeniden güçlü millet arasına katıldılar. Böylece etnegenezin önünde ki engeller ortadan kalkmış oldu. Ama kurak geçen yüzlerce yılın izleri kolay silinmedi ve Hun lar, ju-janlar, ve T'ie-leler'in (Teleütler'in) işgal ettikleri Mogolis tan'a bir daha eri dönmediler. ju-janlar, IV. Yüzyılda artık Çinliler'e ait olmayan Kuzey Çin'in farklı aşiretlerinden oluşan bir gruptu. T'ie-leler ise kuraklık döneminde Nan-shan yamaçlarına sıgınmış ve bozkır yaşam için elverişli hale geldiginde Büyük Bozkır'a yayı45 Buçurin N.Y. Age., l. l, s. 88. 46 Bkz.: Gumilev L. N. Geterohronnost uvlajneniya yevrazii v sredniye veka. "Vesln. Leningr. Un-la", 1966, No. l8, s.84-85. 47 Bkz.: Gumilev L.N . Hunnı v Kitaye. s. l l3- l l 7. -
AV R ASYA T A R İ H İ N D E N
39
lan ve hayvancılıkla ugraşan barışçı kimselerdi. Bozkırda Hun lar'ınkine benzer ataerkil aile yapısı ve kültürü oluşturmuşlardı. Ama bu oluşum çok önemli farklılıkları da içermekteydi. T'ie-leler, cesur, yetenekli ve istikbali olan bir topluluktu, ama savaşmaya pek yatkın degillerdi ve Sarıdeniz'den Karadeniz'e kadar uzanan Büyük Hakanlıgı yaratan Türkler tarafından 5 50 yılında yok edile ne kadar sadece yabani hayvanlar ve acımasız ]ujanlardan korun muşlardır. Türkler'den aşagıda söz edecegiz.
9.
Kınlma Safiıası ve Dop Hunlannın Sonu
Etnogenez kınlması, sistemin enerjik (passioner) "yüksek hare ket"ten sonra basitleşmeye gitti�i dönemdir. Sisteme ayakta tutmak için ateşin vatanseverlerin gayretleri yeterli değildir. Çünkü egoİst ler ve kendi çıkarlarını düşünenler atalannın hizmet ettiği davayı bir kenara atıverirler. Bunlar, atalannın yı�dıklan servetleri harcayarak hayatlarını sürdürürler ve yüzyılın sonunda o serveti de, kendi ha yatlarını ve hatta gelecek nesillerin hayatlarını dahi tarihin kader dişlisine teslim ederler. Ama bir toplum şayet bünyesinde passioner değilse bile, çalışkan ve dürüst kişileri muhafaza ediyorsa, o toplum hiçbir zaman yıkıl maz. Bu kişiler gelenek ve kültürleri yeniden yaratacak gerekli güce malik değillerdir, fakat parçalanma döneminin alevleriyle yanıp kav rulmamış olanları muhafaza edebilir ve hatta bunları bir sonraki nesle miras bırakabilecek kadar artırabilirler. Bu dönemde etnos ve ya süper-etnos önceki yükselişin ataletiyle yaşar; sanat, edebiyat ve bilirnde öyle bir hamle içine girer ki, tarihçiler ve sanat tarihçileri bunu bir milletin "rönesansı" olarak takdim ederler. ltalya biraz zayıflayıp Fransızlar, İspanyollar ve Avusturyalılar gi bi vahşi komşularına savaş ganimeti olunca, ön dört tane hümanist eski kitapları Yunancadan Latinceye tercüme ettiler; birkaç on kadar ressam, ibadet için değil, buluşmak maksadıyla gittikleri tapınakla rın tablolarını çizdiler ve ülkenin XV-XVI. Yüzyıllardaki halini "Rö nesans" olarak adlandırdılar. Roma'da Augustus'la "altın orta yol"u yaşayan bu etnosun gelişi mi, Caligula ve Neron'un vahşi hayvan gösterileriyle ve aynı şekilde
40
AV R A S YA' D A N
67-69'da Suriye, German, İspanyol ve halyan lejyonlarının birbirle riyle bo�uşması sonucu Roma'nın parçalanması ve İtalya'nın yıldızı nın sönmesiyle son buldu. Ama bütün bunlar, tıpkı a�ır bir hastalık geçirdikten sonra, işveli genç kızlarla yorucu bir turistik geziye ka tılamasa da, aya�ını süruyerek şahmat partilerine iştirak eden ihtiyar gibi davranış kalıpları ve etnik dominantların de�işik karakterleri açısından bir kültürün son bulmasına yol açmaz, fakat bir kriz dö nemi yaşatır. Etnosun gelmesine ise henüz vakit vardır. Şimdi Hun lar'da bu dönemin nasıl geçtiğine bakalım. Yıldızlarının parlama döneminde Mo�olistan göçebeleri başlan gıçta Hun yabgusu tarafından birleştirilip, yönetildiler. Daha sonra ise bu görevi Siyenpi kumandanı Tan-sih-huai devraldı. Kınlma dö neminde Çin tarihi kaynaklannın beş gruba ayırdı�ı 29 geçici etno sistem (kabile) ortaya çıkıp kayboldu. Bunlar Hunlar, kullar (Çince Chieh-lu) , Siyenpiler, Tangutlar (Ti'ler) ve Tibetliler yani Ch'iang lar'dır. Mo�olistan göçebeleri, "yükseliş" döneminde birleştiler ve önce Hun şanyulan daha sonra ise Siyenpi lideri Tan-shih-hnai bu birli�in başına geçtiler. Kınlma döneminde, - o dönemin Çin tarihçi leri tarafından birkaç grupta toplanan (Hunlar, Kullar, Tangutlar, Ti betliler- 29 geçici etnosistem (aşiretler) ortaya çıkmış ve yok olmuş tur. Bu ilk genelleştirme, o döneme "Wu-hu" - beş barbar kabile - dö nemi adı verilmesine zemin hazırladı. Böyle bir taksime fuzuli bir sa vunma anlamının dışında nasıl bir isim verilebilir? E�er bütün eski ve ortaça� yöneticileri her zaman do�ru çözüm ler bulmayı ve bunları hayata geçirmeyi becerebilselerdi, o zaman halkların tarihi daha sakin akardı. Ama eski insanlar hem dehce hem de aptalca davranmak zorunda kalmışlardır, etnogenezler ise bütün do�al fenomenler gibi gelişirler. Kırılma, kendi zıtlı�ı içinde bir ge çiş sürecidir ve etnik dominantların de�işikli�i (geçmişte oldu�u gi bi olmaması için) ve davranış kalıpları da bununla açıklanabilir. Roma Cumhuriyeti askeri imparatorlu�a, Fransız poli-etnikası "tek kral, tek kanun ve tek inanç" prensibiyle bu şekilde krallı�a dö nüştü. Göçebeler ise en tuhaf örnekler teşkil edecek şekilde parça landılar. Bir yerde yerli halklarla karışıp kaynaştılar, bir yerde onları karşıianna aldılar, bazen de yabancı kültür ve Buddizm gibi dini akımları benimsediler. Kimi zaman ise büsbütün kendi gelenekleri ni kaybettiler.
AV R A SYA TARİ H İ N D E N
41
Etnogenez faktörünün dışında iki unsur daha bu dönemin çetre filliğinde rol oynamıştır. IV. Yüzyılda sona eren kuraklık ve "kuzey li barbarların mutlak düşmanı olan diğer bir süper-etnos Çinliler'le" komşuluk. Bu üç parametrenin nirengi noktası, bundan sonraki açıklamalarımıza esas teşkil edecek neticelere ve bu kritik dönemi hususi bir şekilde yorumlamamıza imkan verecektir-ts. Katı kuraklıklar yüzünden Hunlar hayvancılığa elverişli kuru steplerin bulunduğu Ordos ve Shen-si'ye yerleşince, bu iki halkın barış içinde bir araya yaşayabilme ihtimali vardı. Fakat Roma'da ol duğu gibi Çin'de de iktidar Ch'in hanedanının askeri imparatorluğu nun eline geçti. Bu hanedan yöneticileri ise sertlik yanlısı ve hasiret siz kişilerdi. Çinli devlet memurları Hunlar'ı gücendirdikleri gibi, Hun gençlerini yakalayıp Shan-tung'da köle pazarlannda satmaya kalktılar ki, Hunlar köle yapılacak, kullada aynı tutularak alay edi lemeyecek kadar güçlüydüler. Hunlar'da öfke dağları sarmıştı, fakat onlar Siyenpiler'le birlikte Çin'de 400 bin kişi, Çinliler ise 1 6 mil yondular. Doğru; Shen-si'de onlardan başka Tangutlar ve Tibetliler de vardı ve hepsinin toplam nüfusu yarım milyonu buluyordu, ama bunlar Çinliler kadar bozkırlılardan da nefret ediyorlardı. Bundan başka Çinliler H un prenslerini saraya davet ederek Çin dili ve kültü rünü de öğrettiler. Gerçekte ise onları rehin olarak tutuyorlardı. Hunlar'ın durumu ümitsiz gibi görünüyordu. 304'de Çinli kumandanlar arasında kavga çıktığı bir sırada Hun prensi Liu Yüan evine dönmeyi başardı. Hun beyleri onu başlarına kumandan seçerek "gasp edilen haklarını almak için silaha sarılma ya" karar verdiler. Ve Liu Yüan halkını zafere götürdü. 3 l l'de önce başken Lo-yang'ı zapt eden Hunlar, arkasından ikinci başkent Ch'ang-an'ı ve şehirdeki imparatoru ele geçirdiler. 325'de bütün Ku zey Çin Hunlar tarafından istila edilmişti. Çinliler suikast taktiğine başvurdular ve yabguya yaklaşınayı ba şararak onu öldürdüler. Hunlar suikastçıları yok ettilerse de, bu sar sıntı Hun Devleti'nin ikiye bölünmesine yol açtı. Asıl Hunlar'dan ay rılan kullar onları mağlup ederek bütün devlet erkanını ortadan kal dırdılar. Fakat kullar da aynı akibete uğradılar. 350'de yabgunun evlat edindiği bir Çinli isyan çıkararak bütün Hunlar'ın katiedilmesini 48 Bak. Gumilev L.N. Hunnı v Kitaye.
42
AV R A S Y A ' D A N
emretti. Böylece pek çok "sakallı ve dik burunlu Çinli de" tipik bir soykınının kurbanı oldu. Gaddarlar Güney Siyenpiler'ini yani Kuzey Çin'i miras alan Mu-jung'lan da katlettiler. Bunların rakipleri Tan gut'lardı. Tangut hükümdan Fu Chien bütün Kuzey Çin'i ve Trans Baykal'dan çıkan Sibirya Siyenpiler'inin yani Tabgaçlar'ın yerleştigi Büyük Bozkır'ı itaat altına aldı. Bunlar, 350 katliamından kaçan Hunlar'ı ve güneyli Sipenpi Mu-junglar'ı Ordos'da bozguna ugrattı lar. Bu esnada Tangut hükümdan Fu Chien Güney Çin'e bir saldırı düzenlediyse de, Fei nehri civarında bozguna uğradı. ltaati altında ki tüm kabileler tarafından terk edilince Tibetliler hükümdarlıgını yıkarak onu öldürdüler. 410'de ise Mu-junglar'ı mağlup ederek Hu ang-ho sahillerinin en güçlü halkı haline geldiler. Olayların hepsi bundan ibaret degil, ama biz olanları analiz et mek için biraz soluklanalım. Başlangıçta, yaklaşık 304 yılında Hunların passionerlik seviyesi öylesine yüksekti ki, Büyük Çin'i yenıneye muvaffak oldular. Ama yine de bu seviye devletin dahili sistemini korumak için gerekli olan seviyeden daha aşağıda idi. Bu yüzdendir ki kullar H unlar'dan kopa rak, devlet erkanını öldürmekle bu seviyeyi Güney Çinlilerinkinin düzeyine indirdiler. Sonuç olarak Çinliler kullan kılıçtan geçirirken Leao-tung'daki Koreli ve Çinliler'le birleşen Siyenpi yani Mu-junglar da Huang-ho'nun aşağı kesimlerini istila ettiler. Uzun süre tecrit edilmiş halde yaşayan Tangutlar Mu-junglar'ı yendiler, fakat kurdukları zayıf imparatorluk onları ancak ölüme gö türdü. Fu Chien halkının enerjisini ve kabilesinin hazinesini savaş ta harcayarak, mağlup kabileleri kendisine baglamak istedi. Halbuki bu kabileler ona ihanet ettiler. Çünkü etnik sempati parayla satın alınamazdı. Neticede hükümdar kendi hayatını kaybetti. Çin savaş geleneklerinin kötü bir taklitçisi olan Mu-junglar'ın IV. Yüzyılda vahşi olarak kabul edilen Tabgaçlar'a karşı kurtuluş müca delesine sıra gelmişti. Savaşı Tabgaçlar kazandı. Çünkü onlar bir ke mera - degişik etnik sistemlerden teşekkül etmiş birkaç unsurun kombinasyonu - değil, monolit bir etnostu. Ne var ki, Kuzey Çin'i fetheden Tabgaçlar selefierinin yolundan yürümeye kalkınca felake tin kucağına düşmekten kurtulamadılar. Ya peki Hunlar? . . Onlar mahvolmadılar. Çünkü büyük bir millet tiler. Mahvolanlar sadece bazen parçalanma, bazen birleşme dönemi
AV R A S Y A TA R İ H İ N D E N
43
geçiren ve etnogenezin son safhasını yaşayan kalabalık nüfuslu Çin halkıyla temas halinde bulunan belli bir kısım oldu. Ordos'un egi timsiz göçebeleri, halkının M. Ö. 2000 yıl boyunca Huang-ho sahil lerinde yaşarken, oradan Çinliler'in ataları tarafından kovulmuş ol dugunu aklından bile geçirmeyen Ho-lien P'o-p'o adlı birini başları na hakan seçtiler. Tıpkı Carthagen katliamının intikamını almak için Roma'yı parçalayan Vandal kumandanı Genzerich gibi Ho-lien P'o p'o da 407'de Ordos'da Hun hükümdarlığını kurarak, eski Hsia dev letini ihya ettigini açıkladı. Işte size Hun etnogenez ve kültürünün üçüncü varyantı. Ama dördüncü bir varyant daha vardı. M. S. 400'de Meng-Sung isimli bir Hun, Kansu eyaletinin aşağı kısımlarını ele geçirerek, orada Ho-hsi ('ırmagın batı tarafı' anlamındadır ve Huang-ho nehri kastedilmek tedir) prensligini kurdu. Buddist balışıları bu devlete "kuzey ülkele rinin pırlantası" adını verdiler. Çünkü orada Tun-huang mağaralan bulunuyordu. Her iki Hun devleti de Tabgaçlar tarafından fethedildi. Hsia 43 l'de, Ho-hsi ise 460'da. Ve Doğu Hunları, Batı Hunlar'ıyla birlikte 463'de aynı anda tarihten silindiler. Bu basit bir tesadüf olamaz; da ha doğrusu burada şansız bir kriz (olağanüstü olumsuz şartlar içeri sinde etnogenezin kınlma safhası) yaşanmıştı. En nihayet 488 civarında Tie-le (Tile) kabileleri Yedisu'daki "Za yıf Hunlar" devleti Yüeban'ı ortadan kaldırdılar. Bu, belki de bir dö nemin sonuydu fakat durum daha kanşık görünüyordu: Hunlar, kültür bayrağı yarışını şan-ı şeref kazanmış başka bir halka devret rneyi başardılar. Bütün olanlara rağmen bunlar göçebe kültürünün süredurum aşaması idi. (Atalet safhası). Işte Hunlar'ın dünya tarihinde övülecek ikinci hasletleri budur.
10. Yersiz Yurtsuz Meşhur Fransız tarihçi ve doğubilimci R. Grousset, Bozkır lmpa ratorlugu isimli çalışmasında, IV-V. Yüzyıl dönemini açıklarken o dönemi "Asya'da büyük halk göçleri olarak" tavsif etmekte ve Roma Imparatorluğu'ndaki Germanlar'ın Avrupa'da yer değiştirmelerine benzetmektedir. Gerçekte bu benzetmede bir takım aynılıklar varsa da, farklılıklar daha fazladır.
44
AV R A S YA' D A N
Hunlar, M . Ö . ll. Yüzyılda Han savaşçıları tarafından kovulduk ları Yin-shan ve Nan-shan eteklerine dönüverdiler. Nitekim Çinli ta rihçi bu olaya işaretle şöyle yazmaktadır: "Bu toprakları kaybeden Hunlar, o bölgede bulunan da�ların yakınından geçerken a�larlar dı." Atalarının eski yurduna geri dönmüş olan Hunlar, tspanya veya Afrika'daki Vandal ve Suebler gibi davranmadılar Siyenpiler yani Mu-jun�lar hiçbir yere göç etmemişlerdi. Sadece zayıflamış ve parçalanmış Kuzey Çin'in aleyhine olarak yayılmışlar, Güney Çin'de ise milliyetçi Chin hanedam mevcudiyetini 420'ye ka dar sürdürmüştü. Ama bu tarihte bozkırlardan gelenler tarafından de�il. yeriilen ve "Man" grubu kabileleri tarafından yıkılmıştı bu ha nedan. Bu kabileler, bugünkü Vietnamlılar, Malaylılar ve Birmanya lılar'la akraba idiler ve Han imparatorlu�u tarafından ma�lup edile rek genelde Çinlileştirilmişlerse de, Yang-tse nehrinin geçilmez de rinli�i karşısında Hunlar'dan kaçan efendilerine asla can-u gönülden ba�lanmamışlardı. Güneyde de Chin'leri sevrnemişler ve her fırsatta onlarla hesaplaşmışlardı .. Tangutlar (Ti'ler) ve Tibetliler (Ch'ianlar) kendi ezeli torakların da yaşıyorlardı49. Kuzey Çin'de hegemonya kurma denemeleri onla ra sadece felaket getirmişti. 383 felaketinden sonra Tangutlar anık yoktu. Tibetliler ise N. M. Prijevalsky'nin kendilerini buldu�u Am do da�lık bölgesine, batıya geçtiler. Bu tarihe kadar onların kaderle ri Çin veya Büyük Bozkır'a de�il. Tibet'e ba�lıydı. Peki güneye göç edenler kimlerdi? Sadece bir halk göç etti ki, bunlar da meşhur Tabgaçlar'dı. 50 Tabgaçlar, o dönemin bütün halkları gibi melezdiler ama melez lik Çinliler veya Hunlarla de�il. Tunguslar'la karışmaktan ileri geli yordu. Onlar da Tunguslar gibi saçlarını uzatmışlar; passioner itki bölgesinin dışında bulunduklarından aktif tarihe herkesten sonra iş tirak etmişlerdi. Çünkü Ingiliz'in Vikingler'den ve Fransız feodaller den aldıkları gibi onlar da passionerli�i güneyli komşularıyla olan temaslan sonucunda ithal etmişlerdi. Geçmişte hep arkada kaldıkla rı için Tabgaçlar, IV. Yüzyılda kendi akmatik safhalarını henüz yaşa49 Bkz.: Grumm-Grjimaylo G.Y. Materiyalı po etnologii Amdo i obiasli Ku ku - nora. Spb., 1903, s.3. 50 Uzun bir süre bu etnos, Çince "Toba" olarak adlandınlmıştır. Dogru ad, Orhun yazıdannın okunmasından sonra koyulmuştur.
AV R A S Y A T A R İ H İ N D E N
45
rnarnışlardı ve enerjilerini Mu-junğlar, Hunlar ve Güney Çinliler'le yapılan savaşlarda harcarnışlardı. Gerçi kahramanlıkları inkar edile rnezdi ama onların V. Yüzyılda elde ettikleri başarılar sadece Tabgaç istidadına değil, bir o kadar da Çin obskürasyonuna ve yeni bir top lum hayatı kurarnayan Hunlar'ın tökezlemelerine bağlanrnalıdır. Ne var ki Tabgaçlar'ın bu zaferi çok geçmeden gölgelendi. Çünkü itaat altına alınan kabileler arasından çıkan bazı cesur kişiler hödük kabiledaşların ı terk ederek çöle kaçtılar ve IV. Yüzyılda orada yeni bir şekilleome gerçekleştirdiler. Salıra güneşi altında kendilerine bir yer bulan bu insanlar, geçmişte rnağlup bir ordunun fertleri olsalar da, barış içinde bir arada yaşayarak hayvancılık yapmaya yanaşmadılar. Bir kabileye katılmak yerine haydut çetelerine kanşarak yağmalama yapmayı sığır otlatmaya tercih ettiler. Bunlar ]u-jan ( Cucen, Juan-ju an)lardı. Ju-janlar, mutasyon sonucu ortaya çıkmış bir halk değil, ak sine Hun-Siyenpi etnogenez "artıklarından" meydana gelmiş bir ka rışırndı. Umumi dilleri Siyenpice yani eski Moğolcaydı fakat muhte lif orijiniere mensup olup, kendileriyle kaynaşan insanlara dokun madıklan gibi, onlarla fazla ilgilenrnediler de. Kendilerine katılmak isteyen kişinin, istilacı ve zalim fatih Tabgaçlar'dan nefret ediyor ol ması yeterliydi. Böylece V. Yüzyılda geçmişte Han ve Hun rekabetini hatırlatan, ama oldukça farklı özelliklere sahip olan - ki üzerinde dü şünmeye değer,- etno-politik bir mücadele başlamış oldu. Han ve Hunlar, doğal olarak ortaya çıkmış ve kendi ülkelerinin landşaftına organik bağlarla bağlı etnoslardı. Farklılık sadece yaşta idi. Han, henüz gücünü ve iradesini kaybetmemiş istidatlı ve bilgili, ama yaşlıdır. Hunlar ise önlerinde gelecek olan genç nesildir. Dola yısıyla Çin lll. Yüzyılda sıradaki etnogenez safha değişimini - Üç hükümdarlık - yaşayıp rnel'un egoist Chin'e dönüşürken, Hunlar za ferden zafere koştular ve sadece geriden gelen genç Tabgaçlar karşı sında tutunarnadılar. Fakat kendi landşaftlarını değiştirmiş olan Tabgaçlar, asli vatan larından mahrum kalmışlardı. Gurbette değilseler de, kendi evlerin de fethettikleri halklar arasında azınlık durumuna düşen Tabgaçlar, onlarla hesaplaşmak, tabiatıyla onlardan bir şeyler öğrenmek zorun daydılar. Böylece anayurt geleneklerini kaybettiler. Sahip oldukları tek şey, sosyal yapıları ve savaş arabalarıydı. Bu ikisi, VI . Yüzyıla ka dar arızasız olarak işlevini yaptı, ama bu insan yapısı eser tabii ener jisini kaybedince temeller sarsıldı ve yıkılınaya yüz tuttu.
46
AV R A S Y A ' D A N
Tabgaç devletinin yıkılış süreci kısaca şöyle gelişti. T'o-pa Kui (38�09) : Kazandığı zaferlerle devleti yeniden kur duysa da, başarısızlığa uğramaya mahkum feodal bir sistem deneme si olarak nitelendirilebilecek bir yığın reformlar yaptı. En önemli re formu ise doğduktan hemen sonra veliaht prensin annesinin mutla ka öldürülmesini emreden kanundu. Aslında Siyenpiler kadına karşı oldukça saygılıydılar, fakat hanşalann akrabaları onların idari meka nizmada daha önemli yerleri işgal etmelerini istiyorlardı.Neticede bu kanun yüzünden Tabgaç beyleri kızlarını han haremine vermek iste mediler. Böylece olunca haremin Çinli kadınlarla daldurulması uy gun bulundu ki, bu da yönetimin halktan uzaklaşmasına yol açtı. El bette bu, felaketle sonuçlanan, ama tersine çevrilemeyen bir süreçti. T'o-pa Sseu (409-423): Çin köylülerini boşalmış topraklara çekti. Çin bürokrasi sistemini kurdu ve kendi halkı Tabgaçlara vergiler koy du. Bir adım daha atarak Hunlar'a ve Cucenler'e kendi halkını kırdır ma pahasına ağır bir savaşa girdi ve eline hiçbir şey geçmedi. T'o-pa Tao (42�52): Hunlar'ı yenip ju-janları püskürttü ama Daoizmi dev letin resmi dini ilan ederek, Buddist, Konfüçyüst ve kafidere karşı di ni takibat başlattı. Neyse ki hassa askerlerinden entrikacı, sahtekar bir subay tarafından bu diktatör öldürüldü. Fakat o subay da bir rakibi nin kurbanı oldu. Böylece Tabgaç hanlığı madden ve manen yan Çin li Wei lmparatorlu�'na dönüştü. Aslında imparatorlukta hakim olan yapıyı "kokuşmuş feodalizm", Tabgaç azınlık, diğer kabilelerden i taat altına alınan göçebeler ve ezici çoğunluğu teşkil eden ÇiniHer'in koro binasyonunu ise en doğru şekliyle "etnik kimera" - ki onun da tüm kimeralar gibi yaşama şansı yoktu, - olarak adlandırmak gerekir. Dev let bir süre atalet sayesinde ayakta tutuldu ve 490'da ll. To-pa Hung tahta geçti. To-pa'nın annesi Feng (feniks kuşu) adında Çinli bir ka dındı. Feng, kocasını zehirteyerek (Miladi 476) veliaht anası olarak tahta oturmuş ve Çinliler'i Tabgaçlar'dan üstün tutmuştu. lşte bu ka dının oğlu To-pa, annesinin başlattığı işi devam ettirerek 495'de çı kardığı bir kanunla Tabgaçlar'ın kendi dillerini ve milli giysilerini kul lanmalannı, uzun saç bırakmalannı, kendi kabiledaşlanyla evlenme lerini ve cenazelerini bozkır adetlerine göre kaldırmalarını yasakladı. Kelimenin tam anlamıyla Tabgaçlar Çinliler'e benzeyeceklerdi. Sırf bir tecrübe olsun diye bozkıra gidip, eski adetleri yaşamaya kalkan veli aht prens ve silah arkadaşları dahi katledilmiş, kısacası Tabgaçlar'dan geriye sadece isimleri kalmıştı.
AV R ASYA TA R İ H İ N D E N
47
Bu olaylardan ve reformlardan sonra Wei Imparatorluğu tam bir parçalanma dönemine girdi. Riyakarlık, sahtekarlık ve adam kayır ma derken, beylerin isyanıyla imparatorluk doğu ve batı olarak iki ye ayrıldı. Tabi ki bu ayrılığı acımasız savaşlar takip etti. 536-537'de Kuzey Çin'de şiddetli bir kıtlık yaşandı ve halkın %80'ni kırıldı. Fa kat Kuzey Çin'deki bölünme öylesine guçluydu ki, bu durum orada ki irnparatorun Kuzey Çin'i geri almasına engel oldu. Bu arada Gü ney Çin'de de bir kirnera etnos oluşrnuştu. Orada da Hunlar'ın ve Tabgaçlar'ın rolü , Miao, Dolo, Yüeh ve diğer "Man" grubu kabilele ri tarafından oynandı. Ama onlar, eski Çin'in VI. Yüzyılda tarihten silinen kuzey komşularından daha iyi değillerdi. Peki, nasıl oldu da bu korkunç dönernde kultur gelişti? Her sar sıntıda bozulan katı kurala uygun olarak. Bu çağ olaylara doyrnuştu. Her olay, siste-m bağlarından birinin koprnasıdır. Bu kopmalar çoğa lınca etnogenezin entropi süreci rnikroskopsuz ve lupsuz dahi fark edilebilecek hale gelir. Ancak bu, aynı zamanda kültürlerin sönüşü, sanatın yok oluşu, ilmin ortadan kalkışı; geriye kemik ve kul yığını nın kalışı demektir. Bunun aksi ise yaratıcı sürecin yani sistem bağlarını çoğaltarak sisternin karmaşık hale getirilmesidir ki, bu, uzun süre fark edile mez. Çünkü tek bir sistem gibi algılanır. Burada olaylar, gelişen en gellere takılınadan inkişaf eder ki, etnogenezin başlangıç tarihini ve kuluçka suresini belirlernek oldukça zorlaşır. Bu yüzden yeni kultur veya kulturun yeniden tesisi tarihçiyi esir alır ve onun sıfırdan doğ duğu kanısına sevk eder. Ama bu bir görüş yanılmasıdır ve tahriba tın telafi edilernezliği gibi zamanla mücadele süreci de gerçektir. Biz torunlarına saraylar, haritalar, şiirler ve felsefi sistemler bırak madıkları için kırılma döneminin insanlarını suçlayarnayız. Elbette o dönernde de kabiliyedi kişiler vardı; ama onlar güçlerini kendilerini tıpkı bir apartmanda yaşayan ve hepsi de kötü kişiler olmarnakla be raber birbirinden nefret eden fertler gibi, Çin'de hüküm süren kurak lıklardan kaçan bahtsız komşularından korunmak için harcadılar. Eğer Çin, yaşlı olmanın verdiği asabiyeti bir yana bırakıp, etnogene zin geçmiş safhalarının elastikiyetini muhafaza edebiimiş olsaydı, gö çebelerin asirnilasyonu Çin kulturunu zenginleştirdi. Eğer hoşgörü kaybedilrneseydi, hem birçok Hun'un, Tabgaç'ın ve Tangut'un hayatı korunur, hem de onlara genel kulturun tamamına değilse bile, bir et nik kultur oluşumuna katılma imkanı vermiş olurdu.
AV R A S Y A ' D A N
48
Aynı şekilde bu dönem trajik oldugu ve o sırada yaşayan insanlar da barış içinde bir araya yaşayarnadıkları için itharn edilernezler. En iyisi biz, göçebe kültürünün ek bir içtepi olmadan, israf edilmemiş güçlerin kalıntıları sayesinde nasıl yükseldigine bakalım. Tuhaftır ama, halkların yok olmaktan kurtulmasında esasi rolü sanat oynamıştır. Galiba etnogenez, gerekli araçları hazırlayan tek nolojiyle daha çok birlikte hareket etmek zorundadır. Halbuki eşya lar kırıldıgında kaldırılıp atılırlar; çünkü onlar sevrnek için degil, faydalanmak içindir. Teknolojinin icat ettigi şeylerin aksine sanat yadigarları ve hatta insanoglunun eliyle yaptığı şeyler, seyredenlerin üzerinde daha faz la psikolojik etki yaparlar. Ama bu etki, daha doğrus'lt samimi cazi be, bireysel çıkarlardan uzak, tarafsız ve değişiktir. Yani bir şaheser farklı insanları farklı şekilde etkiler ki, bu, etnik süreçlerin çıkış noktasıdır. Sanat eserleri bir milletin bireylerinin zevklerini, dolayı sıyla sürekli temaslar sonucu sempatisini de şekillendirir. Farklı al gılama ve ödünç almalar da buradan kaynaklanır. Neticede intra-et nik ilişkiler ya güçlenir, ya da olumsuz kornplirnanlar sonucu zayıf larlar. Eski ve antik eserler de böyledir. Kirnileri onları tapareasma sever, kirnileri rnodası geçmiş diyerek kaldırıp bir kenara atar. Bu de mektir ki, bir etnos seçim yapabilir ve sistemlerin parçalanmasını veya entropisini sağlan bağlantıların yeniden şekillenmesinde kendi iradesini kullanabilir. Biraz sonra görecegirniz gibi eski Türkler bu nu yapmışlardır.
ı ı.
Atalet Saflıası ve Türk "Mengü El"i
Eğer etnos kataklizrn [büyük felaket] sırasında dağılmaz da sağ lıklı nüvesini koruyabilirse, hayatını devarn ettirerek, aşırı passioner hararet dönemindekinden daha başarılı bir gelişme sağlayabilir. O dönernde herkes birbirini efgeller, ama kataklizrn aşamasını geçtik ten sonra insanlar vatanına ve hükurnete karşı vazifesini yerine geti rir. Çalışkan sanatkarlar, tutumlu ev kadınları, kabiliyedi memurlar, cesur askerler sağlam bir yönetime sahip olduklarında, yükselme dönernlerinde hayalini dahi kurmadıkları planlar içeren sarsılmaz bir sistem kurarlar. Atcilet safhasında hayal kurulrnaz; sadece gerçek leştirilmesi hedeflenen planlar yapılır. Bu yüzden atcilet safhası prog resiv ve ebedi olabilir.
AV R ASYA T A R İ H İ N D E N
49
Gerçekten de Romalılar bu safilayı yaşarken başkentlerine "Ebe di Şehir", Türkler devletlerine "Mengü el" adını vermişlerdi. Fran sızlar, Almanlar ve İngilizler ise ebediyete götüren sonsuz gelişim yoluna girdiklerinden emindiler. Başka nereye olabilirdi ki? Sosyal gelişmeler helezonik, etnik gelişme ise diskrettir yani bir başı ve sonu vardır. Büyük Bozkır'daki atalet safuası 200 yıl (546752) devam etti ve trajik bir şekilde sonuçlandı. Kurucu etnos alıfa dına heykeller, kitabeler ve bir ad bırakarak tarihten silindi. Az şey miydi bu? Kopan fırtına meşe a�açlannı - imparatorluklar ve isfendanları kökünden söküp savurdu, ama bozkınn bitki örtüsünü topra�ın üzerine bastırdı ve o da zedelenmeden tekrar başını do�rulttu. Ju jan bozkır eşkıyalan, çetelerini büyüterek 360 yılından itibaren bü tün komşularını yıldırdı, başarılı ani basknilardan sonra ise Hen tei'in veya Mo�ol Altaylan'nın eteklerine bekindi. Esir olarak tutu lanlar bir yolunu bulup kaçtılar. 4 1 1 yılında Ju-janlar, Sayan Ting lingler'ini daha do�rusu onların bakiyelerini ve Barga'yı egemenlik leri altına aldılar; 424 yılında To-pa Wei lmparatorlu�u'nun başken tini yakıp yıktılar. 460 yılında ise Kao-ch'ang kalesini (Turfan çuku runda) aldılar, 470 yılında Hoten'i ya�maladılar. Ju-janlar, göçebe Asya'nın ve komşu devletlerin lanetlileriydiler. Kınlma döneminin bu kalıntısının sonu gelmiş olmalıydı. Kırılmanın tüm kabileleri hak ile yeksan kılan bu acımasız dö neminde savaş birlikleri, farklı etnoslann temsilcilerinden, Hun lar'dan, Siyenpiler'den, Tangutlar'dan ve di�erlerinden oluşuyordu. lşte bu tür küçük birliklerden (500 çadır) birinin başında Siyenpi asıllı olan ve 439'da Ho-hsi Hunlan'na hizmet eden Prens A-shih na [Açina] vardı. Ülkenin Tabgaçlar tarafından fethinden sonra, Açina kendi birli�ini, savaşçıların eşleri ve çocuklarıyla birlikte Gobi Çölü üzerinden kuzeye götürdü. Burada Altay'ın eteklerine yerleşti ve "Ju-janlar'a demir döküp vermeye başladı." Bunlar "Türk" etnosunun atalarıydı. Kelimenin ça�daş anlamıyla (dilbi limsel) bu etnonimi karıştırmamak gerekir. XIX. Yüzyılda onları, Çince "Tu-Ku", Mo�olca "Türküt (Türkler)" diye adlandırmışlardı. Biz de böyle yapaca�ız51 . 5 1 Bkz.: Gumilev L.N. Drevniye Türki. M.,l967. Müteakip anlatım bu ki taba göre yapılmıştır.
50
AV R A S Y A ' D A N
IV. Yüzyılın sonunda yağışlar artınca toprak yeşilliklere bürün dü. Daha önce Hun Devlet'nin sınırında y�şayan T'ie-leler Büyük Bozkır'ın kuzeybatısına göç ettiler. Bozkırda göç etmeyi çok kolay laştıran yüksek tekerlekli arabayı icat edenler de anlardı. T'ie-leler cesur ve bağımsızlıklarına düşkündüler, ama organize olmaya me yilli değillerdi. On iki boydan oluşuyorlardı. Bugün bu boylardan bilinenler Yakutlar, Telengitler ve Uygurlar'dır. T'ie-le etnik adı Al tay'da "Teleüt" şeklinde muhafaza edilmiştir ve biz de onları böyle adlandıracağız.
488 yılında Teleütler, Yedisu'da dört boya bölünen Hun devleti Yü eban'ı ortadan kaldırdılar. Onlarla daha sonra bir daha karşıhişacağız. Teleütler Orta Asya'da Eftalitler'e karşı, Doğuda iseju-janlar'a karşı ol dukça başarısız savaşlar çıkardılar. Sonunda 545 yılında Türkler'in li deri Bumın kağan Teleütler'i itaat altına aldı. O tarihten itibaren Türk ler kuzey çöllerinde onların gücüyle kahramanlıklar sergilediler." Hun bakiyeleri, Hazarlar, Bolgarlar, Uturgurlar (Kuzey Kafkasya'da), Kitanlar (Mançurya'da) ve Sogdiyanahlar Türkler'e katıldılar. jujanlar, Eftalitler, Ogorlar ise mağlup edilmişlerdi. Sandeniz'den Karadeniz'e kadar uzanan Büyük Türk Kağanlığı böyle kuruldu. Böylesine dev�a bir coğrafyayı kontrol altında tutahilrnek iç.in katı bir sosyal sistem şarttı. Türkler bu sistemi kurdular ve ona "El/ll" adını verdiler. Bu sosyo-politik sitemin merkezinde "orda" vardı. Yani savaşçıla rı, hatunlan, çocukları ve hizmetkadarıyla birlikte hakan atağı. Prensierin beyler ve askerlerden oluşan kendi ordalan vardı. Bunla rın hepsi "kara bodun" veya "Türk begler bodun" - Türkleri ve hal kını teşkil ediyordu ki, bir noktada Roma'daki "senato ve Roma hal kını" andırıyordu. "Orda" kelimesi mana ve ses bakımından Latince "ordo-düzen" kelimesiyle benzerlik arz etmektedir ve sağ (doğu), şol (batı) kanat erdalanna sahiptir. Türkler sağ cenaha "tölös", batıdaki sol cenaha ise "tarduş" derlerdi. �unlar, hep birlikte "başı olanlara baş eğdiren, dizi olanlara diz çöktüren" devletin nüvesini teşkil ediyorlardı. Bu halk-orduyu ise kesinlikle sempati duyduklarından değil, fakat kor kularından dolayı ordaya ve hakana hizmet eden oğuzlar - itaat al . tına alınmış kabileler besliyorlardı. Boylar Türk "el"inde sürekli is yan ettiler ve bu isyanlardan bir tanesi başarılı oluncaya kadar kanlı bir şekilde bastınldılar. Artık ortada Türkler yoktu ..
AV R A S Y A TA R İ H İ N D E N
sı
Enteresan olan nokta, sosyal yapının karmaşık hale gelmesiyle birlikte estetik seviyenin aşagı dogru çekilrnesidir. Türk sanatı, me zar üstü heykelleri, çarpıcı olmalarına karşın, buluş ve yapırn tarzı olarak Hunlar'ın hayvan stili ürünleriyle karşılaştırılarnaz. Türk sa natı, Büyük Bozkır'ın batı kesiminde muhafaza edilen Kurnan (Polo ves) sanatından dahi düşüktür. Bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü Türkler sürekli fetihlerle ugraştıklarından kültürlerini mükemmel leştirecek kabiliyeıleri geliştirmeye vakit bularnarnışlardır. Ama bu na karşılık silahlar, kökreteler ve yurtlar, kısacası günlük hayatta kullanılan eşyalar, istisani bir kaliteye sahiptir ki, bunlar bütün et nogenezlerin atalet safhasında görülen karakteristik özelliklerdir. Aslına bakılırsa bakanlık, Almanya, Norik, Britanya, lllirya, Dak ya, Kapadokya ve Mauritanya'nın fethedildigi krallık dönemi Ro rna'sı veya XVIII-XIX. Yüzyıl Ingiltere ve Fransa'sı gibi sörnürgeci bir imparatorluk olmuştu. Kaganlık sadece geniş degil, aynı zamanda "ipek yolu"nu kontrol altına aldıgı için Hunlar'dan daha güçlüydü. Bu kervan yolundan, Sogdiyanalı aracı-taeirierin yapışkan ellerinden geçen Avrupa altınıyla degiştirilen Çin ipegi Batıya akıyordu. Türkler bu ipegi Çin'in parianmış iki devletinden, askeri yardım veya tarafsızlık karşılıgında seve seve ödeyen P'ei-Chou ve P'ei Ch'i'den alıyorlardı. Hatta Türk hakanı şöyle diyecekti: "Bu iki gü neyli çocuk ( Chou ve Ch'i) bize itaat e ttikleri sürece fakirlikten korkrnarnız gerekmez." VI. Yüzyılda ipek Bizans'da altın ve degerli taşlarla denk tutulu
yordu. Bizans, ipek sayesinae rnüttefikler, taraftarlar, paralı askerler, köleler ve önemli ticari eşya satın oluyordu. Bizans, her tür kaliteli ipegin parasını ödemeye hazırdı, ama kendisine bu ipegi getiren ker vanlar tran topraklarından geçiyordu. tran, topraklarından geçen kervanlardan aldıgı gümrük vergileriyle cebini dolduruyordu, fakat bir yandan da Bizans'ın bu ipeklerle satın alacagı paralı askerlerin kendisine karşı kullanılması endişesini yaşıyordu Ekonomik sürtüşrnelerin artması hakanlıgın tran'la savaşmasını kaçınılmaz noktaya getirmişti. Esasen Türkler Hunlar'dan farklı ola rak yüksek kaliteli çelige hükmediyorlardı ve bununla Türk askeri ni tran'ınkinden daha güçlü silahlarla donatma imkanını ellerinde bulunduruyorlardı. Türkler zırhlı süvari birliklerine sahiptiler, ama çıkan savaşta fazla bir üstünlük saglayarnadılar. Bu savaşlar hakanlı-
52
AV R A S Y A ' D A N
ıın olduıtı kadar halkın d a sosyal gücünü zayıflatmıştı Çünkü ipek ticareti sadece aracı Soıdiyanah tacirleri ve hakanlan zengin etmiş, ama halk avucunu yalamıştı. Diıer yandan istikrarlı bir sosyal yapı ya ve güce sahip olan Çin, henüz son sözünü söylememişti. Türkler VII. Yüzyılın başlarında, tabiat tarihe bir daha müdahele euiıinde, deıişmeye başladılar ve hakanhk, Doıu ve Batı Hakanhıı şeklinde iki ayn devlet ve halk halinde bölündü. Yine de her ikisinde hakim unsur ve yönetici kadro sadece Açinaların elindeydi. . •
Doıu Hakanhıı. meraların sürekli el deıiştirdiıi kısır döngü gö çebeliıinin hakim olduıu Mogolistan'da karar kılmıştı. Toplum örf ve adetleri ve Çin'in baskıları halkı arda çevresinde kenetlenmeye sevk etmişti ve devlet monolitti. Batı Hakanhıı ise Tarbagatay, Saur ve Tanrı Daıları eteklerini kendisine yurt edinmişti. Kış daha çetin geçtiıi için hayvaniara yem temin etmek gerekiyordu. Bu yüzden yazın, hayvanlar ve ge�çler yayiaya giderler, yaşlılar ise kışiaklara yakın yerlerde çahşırlardı. Bir birleriyle nadir karşılaştıkları için sosyal melekeler gelişmedi. Orada "el" yerine kabileler federasyonunun ortaya çıkmasının sebebi de budur. On kabile beyinin her birine sembolik birer "ok" verildiıi için bu federasyona "on-oklar" yani On-Ok Türkleri denilmiştir. Açina hanlan hızlı bir şekilde prestij ve otorite kaybına uıradılar. Çünkü kendileriyle birlikte gelmiş olan Türkler'in sayısı azdı ve dev let politikası da kabile beyleri tarafından belirleniyordu. Çin uzak, Iran zayıftı ve kervan yolu Türk beylerini zengin etmişti. Bunlar bir birleriyle savaşa tutuştular ve bu da Batı Hakanhıı'nı öylesine zayıf lattı ki, Tang hanedam ordusu onu 757'de kolayca tepeleyiverdi. Peki Çin bu gücü nereden almıştı? Doıadan! Yeni bir passioner i tki, Arabistan'dan japonya'ya kadar yeni bir etnogenez patlamasına yol açmıştı.
l l.
Yenilenen Çin-Tang İmparatorlup
. J>assioner i tki de tıpkı kurakhk v e su taşkım gibi tabii bir olay dır. VI-VIl. Yüzyıl kavşaıında (+ - 50) Mekke'den japonya'ya kadar uzanan geniş şerine insanların aktivitesi o kadar yükseldi ki, bü tün eski sosyal ve etnik duvarları yıkarak, yeni ve genç etnoslar oluşturdular.
AV R A S Y A TA R İ H İ N D E N
53
Kimi samimi, kimi riyakarca lslamiyeti kabul etmiş olan Araplar, bir yüzyıl boyunca batıda l..aura'dan do�da Hindistan ve Sır-der ya'ya kadar uzanan ülkeleri fethettiler. tran itki hattının kuzeyinde kalırken, Sind'de ortaya çıkan Rajputlar Gupta hanedam halefierini alaşaıı edip Seylan ve Nepal dışında bütün Hindistan'da Buddizmi ortadan kaldırdılar. Tibet'de zuhur eden güçlü devlet, Doıu Asya'da 300 yıl Çin'e kan kustururken, japonya'daki büyük deıişiklik pek çok şeyi altüst etti. Ama en büyük deıişiklik Kuzey Çin'de meydana geldi. Orada iki etnos ortaya çıkmıştı: Biri Tabgaç zorbalııı kalıntıla nna karşı aktif mücadele eden Kuzey Çinliler, diıeri ise yerli halkla kaynaşarak Çinlileşmiş olan Siyenpiler. Bizanslılar'ın kendilerine "Romei" dedikleri gibi, Türkler de onlara "Tabgaç" adını vermişlerdi. Bu iki halk, iki ayrı imparatorluk kurdular: Çinliler Sui (581-618) ve psedo-Tabgaçlar Tang (618-907) hanedanını teşkil ettiler. Biz, bu son ikisini imparatorluk olarak isimlendireceıiz. Çünkü Tang lmpa ratorluıu'nun hanisi Tai-tsung Li Shih-min, tıpkı Makedonyalı ls kender gibi bozkır ve Çin süper-etnosunu birleştirmeye çalışmıştır. Tabiat kanunları hükümdarların isteklerine göre deıişmeyeceıi için, elbette bu teşebbüsten kayda deıer bir sonuç çıkmadı ise de, Büyük Bozkır'ın ve Orta Vaha (Huang-ho)nın direnmesi üçüncü bir gücün, yani göçebelere ve çiftçilere bazen yakın bazen yabancı Tang lmpa ratorluıu'nun zuhuruna yol açtı. Genç bir etnostu ve kaderi de dik kat çekiciydi. 577 yılına gelindiıinde Türk Hakanlııı batıda Kırım'a kadar genişlemişti. Bu, elbette Türk gücünün oraya buraya daıılma sı demekti. Kuzey Çin ise birleşmişti. P'ei-Chou'nun gaddar generali Yang Chien önce P'ei-Ch'i hükümdarlııını, arkasından Güney Çin'deki Hou-Liang ve Ch'en'i 587-589'da ele geçirmişti. Bu bölünme tesadüfi deıildi. Büyük Bozkır'da yöneticiler, savaş çıların haleti ruhiyesini göz önünde bulundurmak zorundaydılar, çünkü bütün erkekler savaşçıydı. VI-VII. Yüzyıllarda Moıolistan'da ve Kazakistan'daki halkların çıkarları, günlük hayatlan ve kültürle ri ayrıydı, dolayısıyla hakanlııın bölünmesi kaçınılmazdı. Tüm Türkler'in ulu hakanı [hakan-ı kebir] Tibetliler tarafından öldürü lünce iki parçaya ayrılmış olan hakanlık Sui lmparatorluıu'nun vas salı haline geldi. VII. Yüzyılın başlarında vaktiyle Han ve Hunlar arasında vukü bulan çatışma bu defa 180 derece ters bir yönde gelişmişti. Bir kere yükselme dönemini yaşayan genç Sui Imparatorluğu, artık atalet saf-
54
, AV R A S Y A' D A N
hasına çekilmiş olan hakanlığa nazaran daha güçlü, daha zengin ve enerjikti. Çin giderek dünyayı yutmaya hazırlanırken, insanlığı Yang Chien'in halefi Yang-ti kurtardı. Yang-ti, aptallık, korkaklık, kibir ve uçanlık gibi sıfatıarın tipik temsilcisiydi. Sarayındaki lüks muhte şemdi; binlerce halayığın yerlere kadar eğilerek hizmet verdiği ziya fetler tertiplenirdi. Ch'ang-an'dan Lo-yang'a kadar birbirine ulanıp giden parktarla süslü pavyonlar kurulmuştu. Türk hakan ve beyleri satın alınmış, Turfan ve Kore'ye başarısız seferler düzenlenmişti. Bu savaşların başarısız olmasının yegane sebebi ise savaşın "s"sini dahi bilmeyen imparatorun kumandayı bizzat eline almış olmasıydı. Vergiler tahammül sınınnı aşan ölçülere varınca, genç nesli teşkil eden Çinliler isyan ettiler. Aynı günlerde bu diktatörün elinde kuk Iaya dönmüş olan Türk hakanı, eli kolu bağlanmış bulunan bahadır lar, Buddizm salikleri, Mitra'ya secde edenler ve despotun vaktiyle babası tarafından itaat altına alınmış Güney Çinliler isyan ediverdi ler. Dağdaki şatosuna kapanan Yang-ti, orada cariyeleriyle gönül eğ lendirmeye devam etti ve saray hadimierinden biri tarafından öldü rolüneeye kadar da işret alemlerini sürdürdü. Bu detaylı anlatım, tarihin seyrini bozamasalar bile, yöneticilerin kişisel yetenekleriyle çağdaşlarının irayat ve kaderlerinin bağlı oldu ğu fırtınalı bir düzen kurabildiklerini göstermek için konulmuştur. Zayıf ve güçlü passionerlerden oluşan Çin halkının büyük bir kesi mi, milliyetçi yükselişten yana tavır koyarak Sui kanunlarını destek lemişti. Fakat kanlı çatışmalar onları zayıflatmış ve 6 14-6 1 9 yıllan arasında devam eden iç savaşı, kendi birliklerini bozkırlı savaşçılar gibi eğiten ve Çin'i istila etmeyi deneyen Türkler'i püskürten sınır muhafaza birlikleri komutanı General Li Yüan kazanmıştı. Li ailesi evvelden beri Çin'e hizmet veregelen gözde ailelerdendi, fakat 400 yıl boyunca önce Hunlar'la, sonra Tabgaçlar'la ilişkisi ol muş; en nihayet Tang hanedanını kurarak iktidarı ele geçirmişti. Hanedanın dayanağı Çinliler ve Türkler değil, aksine Çin'in kuzey sınırlan ve Büyük Bozkır'ın güney uçlarında yaşayan karışık halk kitleleriydi. Tabgaç davranış kalıplarını hala muhafaza eden bu halk, artık Çince konuşmaktaydı. Ne Çinliler, ne de Türkler onları kendi lerinden sayıyorlardı. Aslında onlar, itici güç üçgeninde üçüncü aya ğı teşkil ediyorlardı. Li Yüan sadece zeki bir başkomutandı, ama onun ikinci oğlu Li Shih-min, bilge bir politikacı, yönetici ve aynı zamanda parlayan
AV R A S YA TA R İ H İ N D E N
55
T'ang İmparatorluğu'nun gerçek kurucusu oldu. Onun tavsiyesiyle Ch'an-an'ı alan Li Yüan, af ilan ederek aç köylüleri devlet ambarla rından doyurdu, katı olan Sui kanunlarını kaldırdı ve yaşlanmış me murlara emeklilik maaşı bağladı. Yeni hanlık şöhret kazanmıştı. Geleceğin yetenekli başkomutanı Li Shih-min, butun rakiplerini - sınır voyvodolarını bastırarak (618-628) , 630'da Doğu Türklerini mağlup edip, Tibetliler'i kılıçtan geçirdikten sonra 645-647'de Ko re'yi dize getirdi. Oğluna dünyanın en güçlü ordusuna sahip, Soğdi yana ve Hint kültürüyle irtibat halinde bulunan zengin bir impara torluk bıraktı. Geriye itaat altına alınması gereken tek bir devlet kal mıştı: Batı Türk Hakanlığı. Onun işi de 658'de bitirildL Bu tarihten itibaren T'ang İmparatorluğu'nun Doğu Asya'da 90 yıl sürecek hege monyası başladı. T'ang döneminin sanat ve kultürü günümüze ka dar da hala üstünlüğünü muhafaza etmektedir52 . VIII. Yüzyıl düşünurleri "zaman ibresi"ndeki bu renk değişimle rini layıkıyla tespit etmişlerdir. Li Shih-min bunu şu sözlerle formii le etmişti: "Eskiden Han döneminde Hunlar güçlü, Çin zayıftı. Bu gün ise Çin güçlü, kuzeyli barbarlar zayıftır. Bin Çin askeri birkaç on bin Türk askerini mağlup edebilir. "53
Li Shih-min'in "güç" sözüyle kastettiği ne idi? Tebaasının nüfus çoğunluğunu ve teknik iistiinliiğiinii kastetmediği kesin. Aksine vaktiyle "savaşçı ruh" denilen etnik sistemlerin enerjik direnç sevi yesini vurgulamak istiyordu. Bugün onların bir sistemi çöküntüye götüren veya duruma uğratan entropik süreçler olduğu anlaşılmıştır. M.Ö. lll-I. Yüzyıllarda Hunlar genç bir etnostu. Yani yükselme dö nemindeydiler. Han ise sönmiiş atalet safhasını yaşıyordu. VII. Yüz yılda durum yüz seksen derece değişmişti: Hunlar'ın ve Siyenpiler'in torunları artık atalet safhasındaydılar ve etnik yönden de - fazla de ğilse bile, - yaşlı sayılırlardı. Kuzey· Çin ise çağdaşı Arap Halifeliği gi bi yükselme dönemini yaşıyordu. Her ikisi de kultür ve sanatın ge liştiği o passioner gerginlik seviyesini aşarak bu noktaya gelmiş ve yine her ikisi de passionerlik ateşinin alevleriyle kavrulmuştu. Çin'de bu olay şu şekilde gelişmişti: Sui taraftarları olan Çin mil liyetçileri Çinli saymadıkları T'ang imparatoruna hizmet ederken, 52 Leteratür oldukça geniş. Bkz. Konuyla ilgili Vseobşaya istoriya iskusst va, t. 2, kn. 2. Obzornaya stadya, tam je (s. 3 19-384). 53 Yensan - tunkao XIV, tsz. 344, s. l7a , l 7b Per. N.V. Künera (Bkz.: Gu milev L.N. Drevnie Türki, s. 1 75).
56
A V R A SYA' D A N
onu kendi hanları olarak kabul ediyorlar, ama imparatorluk ordula rını kendilerinden saymıyorlardı. Memur olarak görev yapan Çinli aydınlar nefret ettikleri bu halkı yalanlar, töhmetler ve entrikalarla gözden düşürdüler ve neticede Tang cengaverleri cellat sehpasında canlarını teslim ettiler. Bu durum T'ang lmparatorlugu'nun zayıfla masına yol açtı. Türkler, Çinli entrikacılann T'ang voyvodalarının katledilmesi vazifesinde başarılı olduklarını görerek geleneksel gu rurlarını canlandırdılar ve isyan ettiler. Kendi hakantıklarını tekrar diklediler ve tıpkı Hunlar gibi komşu kabileler yani Uygurlar, Kar luklar, BasmaHar ve T'ang düzenli orduları tarafından tepelendikleri 745 yılına kadar devletlerini ayakta tuttular. Katliam o kadar acıma sızdı ki, Türkler bir halk olarak dünya etnografya haritasından silin diler. Yaşadıkları topraklar yani Mogolistan da Uygurlar'a kaldı. Ama T'ang lmparatorlugu manen sarsılmıştı. Altı yıl sonra 75 1 yılında T'ang ordusu üç cephede birden agır yenilgiler aldı. Arap lar, Talas'da agır bir darbe indirerek onları Orta-Asya'yı terk etmek zorunda bıraktılar. Kitanlar Mançurya'daki Çin tenkil kolordusunu hezimete ugrattılar. 738'de Çin'in hakimiyetinden çıkmış olan Yönnan orman kabileleri Sier Gölü civarında 60 bin kişilik Çin iş gal ordusunu tamamen imha ederken, müttefikleri Tibetliler de Çinliler'i Kukenor (veya Kukunor) Gölü sahillerinden söküp çı kardılar. Böylece T'ang hanedanının saldırganlıgı 600 yıl önce Han hanedanınınki gibi boşa gitmiş, ama daha önemlisi aynı sebeplerle başarısızlıga ugramıştı. T'ang lmparatorlugu'nun asıl gücü yabancılar arasından toplanan paralı askerlerden oluşuyordu. Çünkü Çin zadeganları için Buddiz me katlanmak veya bozkırlılara tahammül etmek ne kadar zorsa, T'ang hanedanına katlanmak da o derece igrenç bir şeydi. Ancak, za deganların entrikalan sonucu Çin birlikleri sarayda başarı kazandık ları gibi, bilahare orduya da sızdılar. Bu durum ordu saflan arasında büyük bir huzursuzluk yarattı ve sonunda bir Türk prensi ile Sogdi yanalı bir kadının oglu olan General An Lu-shan 756'da isyan ede rek, ordunun vurucu gücünü teşkil eden üç kolordunun başına geç ti. lsyan, ancak 763'de Çin'in düşmanlan Uygurlar ve Tibetliler'in yardımıyla bastırılabildi. Onlar da imparatorluk yönetimi tarafından kendilerine kurban olarak sunulan halka zerrece acımadılar. Yedi yıl devam eden isyan sırasında Çin'in nüfusu 52 880 448'den 16 900 OOO'e kadar düştü. lsyandan sonra kendi sınırlarını koruma telaşına
AV R A S YA T A R İ H İ N D E N
57
katılan Çin, özellikle Büyük Seddin güney kesimlerini muhafaza et mekte zorlandı. Böylece Orta Asya bozkırlan Uygurlar ve Tibetliler arasında taksim edilmiş oldu. An Lu-shan isyanı Tibetliler ve Uygurlar tarafından bastırıldıktan sonra Tang lmparatorlu�u ideası yok olmuştu. lmpa�torluk, her ne kadar Buddizme ve paralı askerlere batılı sempatisi besliyorsa da ar tık banal Çin hükümdarlı�ı haline gelmişti. Çin'e göre batı, Hindis tan ve Orta Asya'ydı. Oradaysa Hunlar'ın torunları Sha"-t'o Türkleri yaşıyorlardı ki, Tang lmparatorlu�u'nu son kez kurtaranlar da onlar olmuştur. Çinli şovenistler ve tabii ki en başta da üstadlar, bütün yabancı unsurlardan nefret ediyorlardı: Buddizm, çarpık hacaklı Hint kızla rının bir tür dansıydı. Türkler'le ve Kitanlar'la tesis edilen iyi müna sebetler binlerce top Çin ipe�inin dampingli fiyatlarla sınır ötesine gitmesi demekti. Buna karşılık dışarıdan, vaktiyle Suddizmin gelişi gibi, şimdi de ayartıcı ö�retiler, Nesturilik ve Maniheizm gibi sapık akımlar geliyordu. Özellikle bu sonuncusu, toplu sefahat ve derviş lik propagandasıyla Çiniileri şaşkına çevirmişti. Maniheizm, Çin'de ölüm cezası verilmek suretiyle yasaklanmıştı. Ama Buddizm yasak lanmadı�ı ve hatta teşvik edildi�i için Maniheist Çinliler kendilerini Buddist olarak tanıtıp, kendi orijinal sistemlerini (aydınlı�ın güçleri kültü) Buddizme taşıdılar. Böylece Tabgaçlar'ın ve Hunlar'ın varisle ri, Kuzey Çin'de, komşularının eskisi gibi "Tabgaçlar" diye adlandır dıklan ve Çinli sayrnadıkları, kendine has bir etnos yarattılar. Sade ce Avrupalı do�ubilimciler, yenilenmiş Çinliler ile Tabgaçlann son raki nesilleri arasında ayrım yapmadılar. Kültür, genellikle etnostan daha fazla yaşar. Tang lmparatorlu�u için savaşan kahramanların ço�u VIII. Yüzyılda yok olup gittiler. Ki misi haince saldırılar sonucu, kimisi ÇiniHer'in entrikalan neticesin de cellat sehpasında can vererek. Ölenlerin yarattı�ı moda, sanat ve sempati, o dönemde Çin'de yaşayan Hinli, Hotenli ve kuzeyli barbar ların - göçebelerin temsil etti�i evrensel kültürün hoş görüsü saye sinde iyi birer gelenek olarak korundu. Bu durum Çin'e bazı akımla rın yönelmesine yol açtı. Çünkü komşularından Uygurlar Maniheiz mi, Tibetliler ise Buddizmi benimsemişlerdi. Hatta Tang hanedam döneminde Çin'deki hoş görü son Hunlar'ın torunları Sha-t'o Türk lerini dahi ümitlendirmişti. Sha-t'o Türkleri, ataları gibi Avrupa'ya gitmeyen, aksine Barkul ve Cungarya'da kalan Orta Asyalı "zayıP'
58
AV R A S Y A ' D A N
Hunlar'ın bir kolu idiler. BOB'de Tibetliler'e karşı isyan etmiş, Uygur lar'a boyun ettmemiş ve 30 bin. çadırla ana vatanlarını terk ederek Çin'e sıttınmışlardı. Tibetliler onları Çin sınırına kadar takip ettiler. Her gün çarpışmalar oldu. Sonuçta sadece iki bin kişi salimen kurtul du ve onlar da Çin yönetimi tarafından sınır kolordusuna alındılar. O sıralar Çin'de kendini gösteren milliyetçilik akımı B70'de kitle lere yayılmış ve B74'de fırtına kopmuştu. Artık Çin Pugaçeva'sı Huang Ch'ao'nun isyanı başlamıştı. Isyan, T'ang hanedanını ve onun Çin'e getirditti yabancıları hedef alıyordu. Isyancılarda merhamet diye bir şey yoktu. B79'da Kanton'u ele geçiren asiler, orada bulunan bütün Arap ve Yahudi tacirleri katlettiler. B70'de Ch'ang-an da aynı kaderi paylaştı. Sadece "tek gözlü ejderha" denilen ve Tangut kumandanı To ha Sigun tarafından da desteklenen Sha-t'o Türk'ü Li Ke-yung asilere attır bir darbe indirmeyi başardı. Ama T'ang Imparatorluttu olduttu gi bi çökmüştü. Önce Huang Ch'ao'nun yanında yer alan, sonra onu bı rakıp T'ang'a yönelen ve en sonunda T'ang imparatorunu tahtından indirerek hainlittini üç defa ispatlamış bulunan Çinli Chu-wen, 90Tde tahtı ele geçirerek Hou-liang hanedanını kurdu. "Beş hanedanlık ve on yönetici dönemi" denilen, bu etnogenez halkasının kınlma nokta sı böyle başladı. Bu halka, - Çin kronolojisinde54 "Sung hanedam dö nemi" (960- 1279) diye adlandınlan etnogenezin atalet safhasına gi ren - Çin'e 960 yılında tekrardan hattianarak son bulmuştur. Orta Çattda Çin'de etnogenez kırılma safhası hemen hemen eski çattdaki kırılmaya benzer bir şekilde gerçekleşmiştir. Sha-t'o Türkle ri T'ang hanedanını sevmiş, Çinliler ise nefret etmişlerdi. Bu yüzden son Hunlar 923'de gasıbı tahtından indirerek T'ang lmparatorlu ttu'nu (Hou-T'ang) yeniden kurdular. Ama bu defa da işe Batı Man çurya'da yaşayan son Siyenliler - Kilanlar karıştılar. Kitanlar, sekiz akraba kabileden oluşuyordu ve her bir kabilenin beyi sırası gelince üç yıllıttına tüm halkı yönetiyordu. Ama 907 yılında tekrar hüküm dar olarak seçilemeyen Yeh-lü Arnbakan (Abao-tsi) yedi kabile beyi ni öldürttü. Kendisine "Gökyüzü imparatoru", hatununa ise "Yeryü zü imparatoriçesi" ünvanı verdi. Bütün Mançurya'yı, bugünkü Mo ğolistan'ın doğu kesimlerini hakimiyeti altına alarak Çin'den de Ho54 Bkz.: Gumilev L.N. Kitayskaya hronografiçcskaya tcrminologiya v tru dah N. Y. Biçurina nafonc vscmimoy istorii. - B kn.: Sobranie svedeni po istoriçeskoy geografii Vostoçnoy i Sredinnoy Azii. Çeboksan, 1960, s. 644-673.
AV R A S Y A T A R İ H İ N D E N
59
pei'i yolup aldı. Bundan sonrada Sha-t'o Türkleriyle savaşa girişti. Küçük farkları bir tarafa bırakalım ve sadece IV-V. Yüzyıl ve X. Yüz yıllardaki mücadeleterin benzerliklerinin altını çizelim. Sha-t'olar da vaktiyle Hunlar'ın başına geldiği gibi, savaştan yenil giyle çıktılar. Kitanlar, Çin'in kuzeydoğu kesimini işgal ettiler. Gerçek Çinliler ise Huang-ho'nun güneyinde tutunabiidiler ve tüm barbar ge leneklerini, Maniheizm, Nesturilik ve kısmen Buddizm gibi Batılı öğ retileri kültürlerinden temizlediler. Bu hoş görüsüzlük onlara Kuzey batı Çin'e maloldu. Çünkü Tangutlar 982'de tüm Çiniileri dışlayarak kendi Hsi Hsia veya Batı Hsia imparatorluğunu kurdular Bir kapta çalkananan yağ ve su nasıl kendi özgül ağırlıkları ora nında ayrışırsa, T'ang İmparatorluğu ile Doğu Asya da o şekilde bir birinden ayrılmış ve bozkırda yaşayanlar ve ormanda yaşayanlar ola rak, sık sık birbirleriyle savaşmaya başlamışlardı. Onların kaderleri de farklıydı. Çin yavaş yavaş erirken, Moğol-Çin kimerası haline ge len Kitanlar l l 25'de, henüz medeniyede tanışmamış bir orman ka bilesi olan Curçenler (Mançurlar)ın darbesiyle yıkılıp gittiler. Bozkır ise tekrar yanmaya başladı, ama bozkır kültürünün kalıntılarıyla bu yangın söndürüldü. Bu o kadar radikal bir şekilde gerçekleşti ki, ta rihçiler uzun bir süre bozkırda kültürün var olabileceğine inanma mışlardı. lşte, materyallerin uçucu olduğu yerde, etnogenez süreci nin tamamlanmasının neler sağladığının izahı. .
1 3.
Obskürasyon Saflıası - Uygur HanbAt
Uygurlar Türkler'i mağlup ettikten sonra "el" yerine bir kabileler konfederasyonu kurdular. Boylardan biri ipleri elinde tutuyordu, ama hakim zümre değildi. Böylesi zayıf yapılı bir birleşme bile 74 7758 yılları arasındaki kanlı kabileler arası savaşlarta sağlanabilmişti ve üstelik Uygurlar'ın sınırları Türk Hakanlığı'nın sınırlarıydı. O halde kim kiminle savaşmıştı? VII. ve Vlll. Yüzyıllarda Asya, yeşil dinlerin yayılma sahasıydı. Batıda lslam hızla gelişirken, doğuda Buddizm, kuzeyde ise Nesturi lik, Hıristiyanlık ve Maniheizm kendine bir yer bulmuştuSS. Mavi gökyüzünü ata, boz Yeryüzünü ana kabul eden yerli Türk dini, mağ lup kabileterin kalıntıları, savaş ve zafer ideolojisiyle birlikte geçmiş55 Bkz.: Gumilev L.N. Drevnic Türki,
s.
373-386, 425-434.
60
AV R A S Y A' D A N
te kalmıştı. VIII. Yüzyılda hiçbir bozkırlı yurdunu ve sürüsünü kom şulara karşı korumak için savaşmak istemiyordu. Yine de Baykal'la Gobi Çölü arasına barış gelmemişti. Neden? Dış savaşlar asgari düzeye inmişti. Çin, 756-763 yılları arasında ki askeri isyandan sonra yaralarını sarmaya çalışıyordu. Arap Halife ligi'nde Emeviler yerini fetih faaliyetlerini durduran sinsi Abbasiler'e bırakmıştı. Tibet kralları toprak ele geçirmeye devam ediyorlardı, ama sadece Gobi'nin güney kesimlerinde. Her şey yolunda gidiyor gibi görünüyordu. Bozkırdaki Uygun Hanlıgı'nda da sistemin enerji potansiyelinin iç düşüş süreci kesintisiz sürüyordu. Hanın çevresinde kenetlenebi lecek yeterli sayıda samimi ve fedakar insanlar yoktu; ama iş yöne time kafa tutmak, kabileleri ayrılmaya kışkırlmaya geldi mi yeterli sayıda adam bulunuyordu. Kabilelerde hürriyetine düşkün bahadır ların yanı sıra avare dolaşmayı sevenlerin sayısı da hızla artmıştı. Halbuki tüketim psikolojisi, genellikle kanlı çatışmaları beraberinde getiren yükseliş safhası psikolojisi kadar kanlı sonuçlara yol açar. Bu yüzden Uygurlar'ın tebaalan ve bizzat Uygurlar, devleti ayakta tuta bilecek bozkırlı passionerlerin bakiyelerini bir araya getirebilecek psikolojik bir dominant aramaya başladılar. Onlar, orijinal bir dominant veya tüm halkın benimseyebilecegi bir dünya görüşü getirmeyi başaramamışlardı. Çünkü bunun için sisteme esneklik kazandırabilecek yüksek passionerlik seviyesi gerekliydi. Çok yetenekli ve yaratıcı kişiler dahi kemikleşmiş davranış kalıplan nı parçalayarak yerine yenisini koyamazlar. Sıcak balmumundan hey kelcik yapmak kolaydır, ama bunu donmuş balmumundan yapmak mümkün degildir. Bu durumda diger kültürlerden alınan fikirler yar dıma koşar, ama bu defa da o kültürlere mensup insanlannın katılımı söz konusudur ki, bunu bir anlamda sistemin o insanların enerjisiyle beslenmesi olarak niteleyebiliriz. Dolayısıyla VIII. Yüzyılda Büyük Bozkır göçebelerinin önünde zengin bir seçenek vardı. Göçebeler, Çin ögretilerinden Daoizm, Konfüçyanizm ve Çang Buddizmi benimsemediler. lslam ise düşmanları Araplar'ın diniydi. O dönemde Tibet'de takibata maruz kalan Mitra kültü - Bhon dini Uygurlar'ın hiç de dikkatini çekmemişti. Bhon dini, bahadırlar için oldukça uygun, ama yerleşik düzene geçmek üzere olan çobanlar için hiç de cazip değildi. Bu yüzden birbirlerine düşman olsalar da,
AV R A S Y A TA R İ H İ N D E N
61
Hristiyanlık ve Maniheizm barışsever bozkırlıların hoşuna gitmişti. Ancak, bu düşmanlık kendi felaketini de beraberinde getirecekti56. Gnostisizm'in kolları olarak sayılan Hıristiyanlık ve Mani dini, bir kitlesel dünya görüşü olarak II-lll. Yüzyıllarda aynı zamanda ve aynı yerde Ortado�'da ortaya çıktılar57. Bu dinler tamamen zıt yön lerde geliştiler. Hıristiyanlığın bütün mezheplerinde kesinlikle var olan Tann inancı, Mani kozmogonisinde yer almaz. Aksine Aydınlık ve öfkeli Karanlık gibi unsur Tanrı'nın yerini almaktadır. Karanlık kendi halinde maddi bir şey değildir, ancak bir kere onun kümeleri aydınlı�ın bölgesine girmiş ve onu istila etmeye girişmiştir. llk insan ona karşı çıkınca, kümeler onun parlak vücudunu ele geçirip, par çalayarak işkence etmişlerdir. lşte karanlığın içinde bulunan bu ışık kümeleri maddi dünyada da vardır ve Manehiestlerin amacı bu esir ışık kümelerini maddenin gözlerinden kurtarrnaktır. Bu amaca ölümle değil - çünkü Maniheistler reenkarnasyona (tenasuh) ina nırlar,- hayattan, bedenden, maddeden ve ayrıca sanattan - çünkü hepsi maddeden yaratılmıştır, - nefret etmekle ulaşılabilir. Dolayısıyla Maniheistlere göre dünya sevgiye hizmet eden bir eser değil, bir felaketin sonucudur ve bu yüzden yok edilmesi gere kir. Bu öğreti çok katı olduğu için, yayılmaya çalıştığı her yerde, Ro ma'da, tran'da ve Çin'de nefretle karşılandı. Persler ve Araplar'a gö re Maniheistler kafir ve yalancı idiler. Onlara sadece izin vermemek le kalmamalı, aynı zamanda Maniheizmi maddeye karşı savaş açan bir "inanç" olarak ilan etmeliydi. Evlenmeyi yasaklaması, hayattan nefret etmek için toplumsal sefahat ve çile yoluyla nefsi ezmeyi önerdiği için Maniheistler'i reddetmişlerdi. Buddistler ise Maniheist ler'in kötü ruhlar olarak gördükleri insan ve hayvaniara karşı katı davranmalarından dolayı onlara mesafeli durmuşlardı. Sadece Uy gurlar Maniheizmi devlet dini olarak kabul ettiler ve böylece Büyük Bozkır'da ilk dini takibat devri başlamış oldu. Uygurlar'ın Maniheizmi kabul etmeleri kaderin bir cilvesi değil, sadece tarihi bir tesadüftü. Uygur ülkesinde Hristiyan cemaati de vardı. Tüm Hristiyanlığın özünü teşkil ecien trinite (teslis)e Uygur larca "Üç-lduk" deniliyordu ve motamot manası "üç kutsal" demek56 Bkz.: Kuznetsov 8.1. , Gumilev. L.N. Bon (Eski Tibet Dini). - " Dokla dı Geografiçeskogo obşestva". Bıp. 15. L., 1970, s. 72-90. 57 Bkz. : Nikolayev Y. V poiskah za bojestvom. Oçerki istorii gnostisizma. Spb., 1913.
62
AV R A S Y A ' D A N
ti. Fakat bu topluluk, 752 yılındaki iç savaştan mağlup çıkan Basmal ve Türgişler'in müttefikiydi. Bu savaşta galip ham destekleyen Mani heist toplum ise iktidarı ele geçirmişti. Aslında bir dizi zaferler elde etmiş olan Uyguristan, o sıralarda yok olmanın eşiğindeydi. Sosyo-etnik sistemi öylesine basitleşmişti ki, kabHelerin bağımsızlık istekleri sonucu ortaya çıkacak bir çökün tü ancak kuvvetle önlenebilirdi. Dolayısıyla kültürel dominanta sa hip konfessiyonal cemaatlerin ortaya çıkışı hanın ikitidarını güçlen dirmişti. Ama mesele başRa noktada: Yapılan tercih doğru muydu? Aşırı şekilde değilse bile Çin'le ilişkiler gergindi ve Vlll. Yüzyılda Çin'de Hristiyanlığa müsaade edilirken, Maniheizm yasaklanmıştı. Bu durumda Maniheistler Uygurlar'ın tabii müttefiki idiler. 766-767 yılında han ve devlet erkanı "aydınlık dinini" kabul etmişti. "Tabi ki yukarıdakiler ne yaparsa, aşağıdakiler onları taklit ederlerdi." Fanatik Maniheistlerin ilk kurbanı kayalara işlenen Türk bahadır lannın taş heykelleri oldu. Yu. N . Rerih, bu satırların müdlifine 'Mo ğolistan'daki heykellerin tamamının kırılmış veya bozulmuş olduğu nu, buna karşılık Yedisu ve Altaylardakilerin korunmuş olmasının kendisini şaşkına çevirdiğini' anlatmıştır. Dolayısıyla tarihçilerimiz den hiç birinin Sekter vandalizmini tasvip edeceğini zannetmem. Daha sonra ise 795 yılında bir dizi saray darbeleri sonucunda ha nın iktidarı memurlar meclisi (kabile beyleri değil) ve Mani kilisele ri tarafından sınırlanmıştı. Bunlar, handan "bütün dünyadaki sade ve iyi insanların, temiz canlıların korunmasını, kötülerin yok edilmesi ni" talep ediyorlardı. Kimin iyi kimin kötü olduğu da yine Manihe istlerce belirleniyordu. Bilgisizlik yüzünden inanmayanları "Bud da'nın şeytanı" olarak adlandırıyorlardı ve ele geçen malumata göre Mani sanemierine Budda'nın şeytanın ayaklarını yıkayışını gösteren tasvirler işlenmişti. Bu sanemler günümüze kadar yetip gelmemişse, bunun sebebi elbette ki çağların umumi hastalığı hoşgörüsüzlüktür. Uygurlar, bütün komşularını, Buddistleri, Şamanistleri, Müslü manları, Hıristiyanlan ve Konfüçyanistleri kendilerine düşman et mişlerdi. Sadece düşmanları değil, Uygurlar'ın kendi sade insanları da yeni dinden rahatsızlık duyuyorlardı. Çobana veya eğitimsiz ce sur askere, onların güzel kokulu bozkırının, sevgili eşinin ve neşeli çocuklarının uzak durulması gereken çok kötü şeyler olduğunu an latmak mümkün müydü? Yayı kulağına kadar geren güçlü ellerin den ve düşmanlar önünde onu zaferiere taşıyan savaş atından nefret
A V R A S YA T A R İ H İ N D E N
63
edebilir miydi? O ateşin parıltısıyla şeytani karanlıgın kavgasının so yutlugunu hayal edebilir miydi? Halkın Mani dinini sadece ismen kabul ettigi açıktır. Kitlelerle neofitler arasındaki kopukluk bu şekil de meydana geldi. Bu durum 840 yılında son buldu. Sibirya'dan gelen Kırgızlar, Uy gurlar'ın başkenti Karakurum'u aldılar ve kaçınayı başaramayan er kandan hepsini ölümle cezalandırdılar. Kalanlar 847 yılına kadar çarpışmaya devam etti, ama savaşı kazanan ve acımasız olan Kırgız lar'la kendi aralarında Gobi Çölü'nü engel olarak bırakıp, güney ve güneybatıya çekilmek zorunda kaldılar. O Uygurlar burada biri Kan su'da, digeri de Turfao'da olmak üzere iki küçük beylik kurdular. Bi rinci beylik fethedildi, ikincisi kaldı ise de onu kuran insanlar, itaat altına almış oldukları vaha halkı tarafından asimile edildiler ve hat ta kendi adlarını bu halka hediye eden bir etnos olarak tarihten si lindiler. IX. Yüzyıldan XV. Yüzyıla kadar Uygurlara bagh boylara "Uygur" denilmiştir. Uygurlar ise, hiç de kendi nesilleri olmayan birçok etnosa adlarını bırakarak tıpkı geçmişteki rakipleri Türkler (Türküt) gibi yok olmuşlardır. Uygur adını yeni taşıyan bu insanlar, kendilerinden sonra zen gin ve hatta muhteşem bir sanat bıraktılar. Çünkü onlar Mani dini mensubu degil, Buddist veya Nesturi idiler. Ama bu kültür, göçebe degil yerleşik bir kültürdü. Bu yüzden bizim konumuzun dışında kalmaktadır.
ı ...
.
Sonun Ardından - Etnik Bakiyeler
Bilindigi üzere tarihte tesadüfiere sıkça rastlanır; ama bu tesadüf ler büyük bir önem taşımazlar. Çünkü bu olayların dogurdugu so nuçlar -zikzaklar- tarihi ve tabii kuralların güçlü akıntılarıyla telafi edilirler. Ama tabii kanunlara uygun iki-üç sel olayının aynı anda meydana gelmesi, ya en güçlü milletierin dahi tarihi kaderini altüst eder, ya da onların annihilizmine yol açar. 860-960 yılları arasında da Orta Asya'da "karanlık çag" dedigirniz bir dönem yaşanmıştır. Bu karanlık çagda üç kriz çizgisi veya daha dogrusu üç tarihi ka nun aynı anda kendini göstermiş ve bunlar Orta Asya'nın kültür ha yatında trajik sonuçlar dogurmuştur ki, bunları gelenek kopuklugu ve geçmişle olan bagların kesilmesi olarak adlandırabiliriz. Birincisi:
64
AV R A S YA ' D A N
Uygur Hakanlığı'nın yakılmasıyla birlikte M . Ö . lll. Yüzyılda başla yan passioner itki aHileti son bulmuştur. Bunun sonucu olarak Bü yük Bozkır'da yaşayan bütün etnoslar ya mevcudiyetlerini noktala mışlar, ya bakiye haline gelmişler, ya da Çin, halifelik ve Bizans gibi süper-etnosların yaşadıgı ülkelere geçerek güçlü komşuların bünye sine karışmışlar, hatta Sibirya'daki orman kabileleriyle dahi temasa geçmişlerdir. Bunlar arasında en çok tutunabilenler, Hunlar'ın eski vatanları Kuzey Çin sınırlarına dönen torunları Sha-t'o Türkleri, yi ne Türkler'in bir kolu olan Karluklar ve Hunlar'ın Altay Ting-ling ler'iyle karışımından meydana gelen Kumanlar olmuştur. Bu büyük etnogenez Hunlar'la başlayıp Hunlar'la bittiğine göre, teorik olarak da olsa, onu Hun etnogenezi şeklinde İsimlendirme hakkımız vardır. Bu etnogenez 1200 yıl sürerek X-XII. Yüzyıllarda noktalanmıştır. Za ten fazla güçlü olmadığı için büyüme istidadı da gösteremezdi. Ikincisi: Göçebeler ne Çin'de, ne de Halifelikte huzur bulabildi ler. Çünkü onları sevrniyor, sadece kullanıyorlardı. Her iki impara torluk da etnik kırılma safhasını yaşıyordu. Her ikisinde de hainlik ve şiddet, farklı şekillerde tezahür etse bile, içinde bulundukları ça ğa damgasını vurmuştu. Çin'de herkese karşı58 sınırsız bir nefret ve şovenizm dalgası yükselmeye başlamış ve özellikle göçebeleri hedef almıştı. Halifelik topraklannda Şiiler ve Karmatiler Türkler'den nef ret ediyorlar ve hatta bu sonuncuları Müslümanlardan da nefret edi yorlardı. Bizans'da ise o günlerde Türkler'e ihtiyaç duyulmadığı gi bi, onları hor görüyorlardı. Göçebeler için en iyisi gurbete gitmemek, evde kalmaktı, ama orada da üçüncü bir faktör devreye girdi ve bozkırda yüzyıl sürecek bir kuraklık devresi başladı. Ister istemez bozkınn sınırlarına gitme leri zorunlu hale geldi59. Diğer yandan kuraklığın faydası da oldu. Çünkü Kırgızlar, çöl ha line gelen bozkın terkederek Minusin Havzası'ndaki yurtlanna dön düler. Uygurlar'la olan savaşlan bitmemiş, sadece bastınlmış, kuru toprak üzerine akan kan şimdilik durdurulmuştu. Fakat kendi yurt larını terkederek tabii çevreleriyle olan ilişkilerini koparan göçebe ler, istemeyerek başka etno-sistemlerle kaynaşmak suretiyle gele neklerini kaybettiler. 58 Konrad N.l. Zapad i Vostok. M., 1966, s. 1 27, 140. 59 Bkz.: Gumilev L. N. lstoki ritma koçevoy kulturı. - " Narodı Azii i Af riki", 1966, No: 4; Gumilev L. N. Otkrıtıc Hazarii. M. , 166, s. 92.
AV R A S YA T A Rİ H İ N D E N
65
Gerçekte komşular arasında hiç kimse Hun, Türk ve Uygur tarihi hakkında bir şey bilrnediginden bu göçebeler rnuasır ülkelerde "vahşi" olarak kabul edildiler. Burjuva bilinci zaten onlan her zaman bu şekil de degerlendirrneye alışıktı, ama komşulan tarafırdan degersiz barbar lar olarak görülmeleri bir felaketti. Asyalı göçebelerin vahşi, insanlıgın paraziti, kültürleri kabul edilmeyecek şekilde degersiz kişiler olarak al gılanması fikri böyle dogdu. Bunun inanılması mümkün olmayan gayr-ı ilmi bir görüş oldugunu söylerneye bilmem lÜzurn var mı? Xl. Yüzyılda bozkırın sessizligi yagrnurlarla tekrar bozuldu. Onon, Kerulen ve Selenge sahillerinde yeniden koyunlar ve çoban lar gezinmeye başladı. Fakat bunlar Dogu Sibirya'dan gelmişlerdi ve aralannda en güçlüleri olan Tatarlar Dogu Mogolistan'da kuraklık dönemine kadar yaşayacaklardı. Öbür kabilelerden Keraitler, Oyrat lar, Merkitler, Taydutlar ve digerleri ise Xl.-Xll. Yüzyıl cografyacıla rın görüş alanına özellikle bu Yüzyıllarda girrnişlerdi60.
Bu göçmenler Türkçe degil Mogolca konuşuyorlardı ve kendile rinden önce bozkırda kimlerin yaşadıgı hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Hunlar zamanından kalma kurganlan "Kereksura" (Kırgız mezarlan diye) olarak adlandırdılar ve dogru olarak bunlarla bir il gilerinin olrnadıgını düşündüler. Onlarla Hunlar arasına "karanlık çag" girmişti ve her şeye yeniden başlamak gerekiyordu. Yeni göçebeler, Çin kültürü dışında, Hunlar'dan ve Türkler'den farklı olarak, güneyden gelen kültürü, memnuniyetle algıladılar. 1009 yılında Keraitler, 1 000 yılında Çin'den kovulan Nesturilerden Hıristiyanlıgı aldılar. Onlann dogu komşulan olan Mogollann atala n, Tibet'in Bhon denilen "kara dinini" benimsediler61 . Ama Xl. Yüz yılda bu kabileler ve onlann kornşulan, verimli topraklann mahsul lerinden yararlanmaianna ragrnen, birleşme ve daha da önemlisi sa vaş konusunda bir çaba gösterrnediler. Bu özellikler daha çok XII. Yüzyılın sonuna dogru kendini gösterdi. Buna karşılık, Mogollar, Xl ll. Yüzyılda dünyayı kendilerinden önce ve sonraki etnoslardan da ha çok şaşırtrnışlardır. Mogollar'ın tarihini anlatmak rnaksada rnuvafık degil, çünkü bu iş bizzat Mogollar tarafından yapılrnıştır62. Önemli olan, bütün açık60 Bkz.: lstoriya stran �arubejnogo Vostoka v srednie veka. M., 1970, s. 205 i si. 61 Gumilev L.N. Staroburatskaya jivopis. M., 1975, s. 19. 62 Bkz.: lstoriya Mongolskoy Narodnoy Respubliki. M., 1954.
AV R A S Y A ' D A N
66
lığıyla değilse bile, meseleyi çözüm içerecek şekilde düzgün bir şe kilde ortaya koymaktır. Okuyucuya kolay ulaşılabilir malzemenin yorumlanmasında etnoloji metodunu kullanma imkanı vererek ko nuyu burada kapatıyoruz. 15.
Mo�ollar XIII. Yılıyılda Neden Yok Olmadılar ve Kazandılar?
Xlll. Yüzyılda Moğol ulusunun oluşumu konusuyla ilgili yanlış görüşler hiçbir tarihi olay hakkında ileri sürülmemiştir. Bir bilim adamı buna nasıl sessiz kalabilir ki? Moğol m eselesi ortaya çıktığın dan beri tam üç yüz yıldır yazılıp çiziliyor, ama ortada bir sonuç yok! Sonra nasıl sakin bir bilim adamı olacaksın? Konu Ord. Prof. Boris Yakovleviç Vladimirtsov tarafından nasıl ele alınmışsa, bugün hala o şekliyde durmaktadır.
Peki nüfusu yarım milyondan biraz fazla olan, değişik kabilele re bölünmüş, teşkilatsız ve askeri yönden hazırlıksız ve donanımsız -çünkü demir yetmemişti, - Moğollar, nasıl oldu da dünyanın yarı sını, Çin ve Maçin'i, Tibet ve lran'ı, Orta Asya'yı, Kazakistan'ı, Uk rayna'yı ele geçirerek Akdeniz kıyılanna kadar ulaştılar? Polonya ve Macaristan'ı geçerek Adriyatik Denizi'ne kadar nasıl gelebildiler? Bu mesele henüz çözülmüş değil. Bunu bir Moğol mucizesi sayıyorlar: Habiller (çarvacılar) Kabilleri (çiftçileri) yendiler.
·
Daha önce belirtildiği gibi Avrupalı halklar çok önceleri Avrasya göçebeleriyle karşılaşmışlardı. Fakat onlar hakkında çok az şey bili yorlardı ve fazla ilgilenmemişlerdi. Yunanlılar lskitler'le ticaret yap mışlar, Romalılar Sarmat kabilesi Roksalanlar'la savaşmışlardı. V. Yüzyılda Hunlar, Galya'ya ve I talya'ya iki büyük sefer düzenlemişler di, ama bu iz bırakmayan bir epizottu. Gerçi Türk Hakanlığı VI-VI II. Yüzyıllarda Don'un daha batısına geçmemişti, ama onların yerini alan Uygurlar, Peçenekler, Guzlar, Kumanlar ve Kırgızlar kendi ara larında bölünmüşlerdi. Teşkilatsız ve zayıftılar. Halbuki Moğollar, umum dünya tarih sahnesine çıktıklan andan itibaren kendilerini başka türlü takdim etmiş; kurban iken fatih olmuşlardır Şimdi şu gerçekler üzerinde dikkatlice düşünelim. Kuzey Çin'de 60 milyon insan vardı ve iktidar, savaşçı ve cesur Mançur halkının elindeydi. Kuzeybatı Çin'de ise güçlü, zengin, kalabalık Tangut ve Uygur devletleri vardı.
AV R A S Y A TA R İ H İ N D E N
67
Huang-ho ile Yang-tse arasında akan küçük Huai-shu nehrinin güneyinde yer alan Güney Çin, 30 milyonluk nüfusa sahip Sung ha nedanı tarafından yönetiliyordu. Moğollara düşman olan toplam 100 milyon insan vardı. Orta Asya ve Doğu tran'da Harezm sultanı hüküm sürüyordu ve hakimiyeti altında topraklarda 20 milyon Müslüman ya�ıyordu. Sul tanın ordusu, çiftçileri ve şehirlileri inleten bozkırlı ve dağlı savaşçı lardan oluşuyordu. Bu ülkede, çağdaş uygarlıkların üzerinde yer alan iki büyük şe hir, Semerkand ve Buhara bulunuyordu. Bu iki şehir, zenginlik ve ih tişam açısından Konstantinopolis, Güney Çin'de Kurtuba ve Güney Çin'deki Han-chou'dan daha geri değildi. O zamanın ilk beş gözde şehri bunlardı ve Paris'le Venedik ancak otuzuncu sıralarda yer alı yordu. Doğu Avrupa'da ltil ile Karpatlar arasında 8, Gürcistan'da S ve Si birya'da yine S milyon insan yaşıyordu. Yanm milyondan biraz faz la nüfusa sahip olan Moğollar, aynı zamanda üç cephede, dünyanın üç farklı yerinde savaşıyorlardı. Tuhaftır ama, onlar sadece savaşma dılar, galip de geldiler. Acaba Moğolistan çevresindeki halklar bu kadar korkak, güçsüz ve kendilerini mağlup edip, itaat altına alan herkese karşı duyarsız mıydılar? Hiç de değil. Galiba biz bir faktörü gözden kaçırdık. Çün kü Xlll. Yüzyılda Tibetliler, Kıpçaklar, Ruslar, Alanlar ve Persler hiç de korkak değillerdi. Bu sebep, farkedilmeyen, gözle görülmeyen ama mahiyeti anlaşılabilecek bir arnilin içinde gizlidir. Işte size Xlll. Yüzyıl ortalannın tarihinin esrarengiz bir cinayet romanını hatırlat. masının sebebi. Gelin bu muammayı çözelim. Moğol seferlerini bozkınn kurak laşmasına bağlama teşebbüsü 1 9 1 5 yılında Kiev'li Profesör Tut kovsky tarafından yapılmıştı; ama o sıralar iklim değişiklikleri tari hini de yazmak gerekiyordu. Ne var ki Moğollar fethettikleri ülkele re yerleşmedikleri için profesörün bu görüşü kabul görmemişti63. XII. Yüzyılda seferlerin başlamasından önce Moğollar sosyal yön den hiç de agresif olmayan boy-kabile sistemine sahiptiler. Viking63 Bkz.: Grumm - Grjimaylo G.E. Zapadnaya Mongoliya i uranhayskiy kray. T.2. L., 1926, s. 4 1 5 i sl.
AV R A S Y A' D A N
68
ler'in ve "yuvarlak masa şovalyeleri"ni anımsatan "başına buyruk in sanlar" bu boylardan aynimaya başladılar; fakat bunlar zaten toplum içinde tutunarnayan insaniardı ve üstelik sayıları da azdı. Mogol lar'da feodalizrnin oluşumu askeri seferlerden önce degil, daha son ra başlamıştır ve o da hemen gerçekleşrnerniştir. Mogolların bagırnsızlık için verdikleri mücadelenin belirleyici faktörü bozkırlılar degil, . 1 1 25 yılında Kitanlar'ı bozguna ugratan, Çinleşmiş Leao lrnparatorlugu'nu ortadan kaldıran ve 1 1 41 yılında Sung lrnparatorlugu'nu muglup eden Uzak Dogulu orman halkı Curçenler olmuştur. Çin cografya kaynaklannır� Curçenler hakkında verdikleri bilgi ler X. Yüzyıla aittir. XII. Yüzyılda bu halklar karşı karşıya geldikle rinde olaganüstü bir kanlı savaş vukil buldu ve çarpışma Curçen ler'in zaferiyle sonuçlandı.. Tarihi açıdan bakınca Curçenler'in Çin'e karşı düzenledigi seferi, T'ang kuvvetlerinin Uzak Dogu'ya gerçek leştirdigi saldırının bir misillernesi olarak degerlendirrnek gerekir. Ch'ang-an merkezli bir dünya irnparatorlugu kurma girişimine kar şı başlatılan savaşa artık bozkırlılar degil, Dogu Sibirya'nın orman halklan katılrnışlardı. Onlar da tıpkı bozkırlılar gibi Çin medeniye tinin maddi yönünü kolayca özürnserniş, ama kendilerine yabancı Kon[üçyanist ideolojiye itibar etmemişlerdi. Curçenler, Kuzey Çin'i Huang-ho nehrine kadar ele geçirdikten sonra, savaşın yönünü gü neye çevirdiler, ama itaat altına aldıklan Çinliler'le kaynaşrnadılar. Mançurya'daki Curçen şehirlerinde bol miktarda rastlanan Çin mal lan, Çin kültürünün buralara sokuldugunu degil, savaş ganimetinin bollugunu göstermektedir. Curçen hanedam Çin yıllıklannda Chin (tam anlamı "altan" - "altın") adıyla geçmesine ragrnen, Çinliler bu hanedam hep yabancı ve düşman olarak gördüler ve "barbarlar"a karşı sürdürdükleri savaşı hiç durdurrnadılar. Öylesine bir kördü gürn oluşrnuştu ki, onu ancak Çingis-han çözebilrnişti. Mogollann vatanı, Kerulen nehrinin kuzeyindeki Dogtı Baykal ötesi'ydi. Çingis, bugünkü Sovyet Mogolistan'ı sınınnın sekiz km. ku zeyindeki Deli'un-boldah tepesinde dünyaya geldi. Mogollar, etnik yükselişi Curçenler'le birlikte aynı anda yaşadılar. Bu halkiann birbir lerine rakip ve düşman olmalannın sebebi de burada yatmaktadır. Curçenler, 1 130'dan itibaren Mogollar'la kıran kırana bir savaşa tutuştular. 1 21 1 - 1 235 yılları arasında devarn eden üçüncü nihai sa vaşta Sung imparatoru Mogollar'ın rnüttefiki olarak Curçenler'in
AV R A S YA TA R İ H İ N D E N
69
karşısına dikildi. Fakat Çinliler maglup oldular ve savaşın yükü Mo gollar'ın omuzuna yıkıldı. Ancak, savaştan sonra Çinliler, Mogol lar'dan Cu rçenler'den ele geçirilen topraklardan pay istediler. Müza kereler Mogol elçilerinin Çinliler tarafından katledilmesiyle son bul du ve tabi ki uzun soluklu bir savaşa zemin hazırladı. Bu, Mogollar için zor bir savaştı. Çünkü süvari birlikleri, Güney Çin'in sık orman larında manevra yapamıyorlardı ve Çin kaleleri karşısında zayıftılar. Savaşa son noktayı, küçük bir birlikle Sih-chu'an üzerinden Ha noi'ye dolanan ve yerli Birman, Tay ve Annarn kabilelerini Çin'e kar şı savaşmaya ayaklandıran Uran-haday'ın 1257'de indirdigi darbe belirledi. Böylece az nüiuslu Mogollar, Çinlileştirme politikasının kurbanı olmak istemeyen tüm halklan birleştirerek koca Çin'i yen diler. 1 280'de artık her şey bitmişti. Ancak, Çin'in ele geçirilmesi Mogollar'ın hayrına olmadı. Çünkü bu iki halk tamamen ayrı dün yaların insanlarıydılar. Yüan hanedanının kurucusu Kubilay-han, alıştıgı ortamda dinleornek için sarayının avlularından birine bozkır bitkilerinin dikilmesini emretti. Çinliler, hala nefret ettikleri bozkır blara hiçbir şekilde benzememek için süt ürünleri yemiyorlardı. Böyle bir etnopsikolojik farklılık durumunda uzlaşma mümkün de gildi. Mogollar'ın Çin'deki hakimiyeti aşın şiddet kullanmayı gerek tiriyordu. Bir asimilasyon da söz konusu olmamıştı; çünkü Mogol Çin melezleri her iki tarafca da dışianmış ve yok olup gitmişlerdi. Halbuki Mogollar, Müslümanlar ve Ruslar'la isteyerek evlilikler yap mışlardır. (Bu evliliklerden de yetenekli nesiller yetişmiştir.) Mogol lar, sadece Yahudiler'i, ÇiniHer'den daha fazla yabancı görüyorlardı. N itekim tüm diniere mensup din adamlarını vergiden muaf tuttuk ları halde, rabbinilerden vergi almışlardır. Batı Mogolları'nın, Cuçi (Altın Orda) , Çagatay ve Iran uluslarının ve hatta Cungarların kaderleri birbirinden farklı olmuştur. Prens Kubilay'ın maglup Çin'le yakın temasa geçmesi ve oradan maddi im kan ve asker alması, henüz 1 259'da Mogol ulusunun parçalanması na yol açtı. Kubilay'ın muhalifleri tahta onun kardeşi Arıg Buka'yı, onun ölümünden sonra ise 1 304'de göçebe geleneklerine baglı kala rak Çinli Mogollar'a karşı savaşan Kaydu'yu çıkardılar. Iran Mogol ları Kubilay'ın yanında yer almışlardı, Kaydu'yu ise Rus knazlarıyla müttefiklik anlaşması imzalayan Batu'nun muakipleri destekliyor lardı. Bu ittifakın öncüsü Aleksandr Nevsky idi. Çünkü hem Mogol süvarileri Livan şövalyelerinin Novgorod ve Pskov'a yaptıkları saldı rıyı durdurmaya yardım etmiş, hem de Aşagı ltil'de ikamet eden
70
AV R A S Y A ' D A N
hanlar, Çinli Mogollar'ın veya Yüan hanedanının taraftarları olan As yalı göçebelerin istilasını püskürtmüşlerdi. Böylece Mogollar dogu lu ve batılı (Oyratlar) olarak ikiye bölünmüşlerdi. ltil civan Mogolları 1 3 1 2'de kendilerini Müslüman olmaya zorla yan gasıp Özbek-han'a itaat etmeyi reddetmiş; bir kısmı iç savaş sıra sında ( 1 3 1 2-13 ı5) ölmüş, kurtulanlar ise Rusya'ya geçerek Kulikova ovasındaki savaşta Mamay'ı yenen, arkadasından Litva'nın hücumu nu durduran Moskova birliklerinin çekirdigini oluşturmuşlardır. lran Mogollarına gelince, ateşli savaşlar yüzünden yurtlarına dö nemeyecekleri için l 295'de Müslümanlıgı kabul ettiler. Onların to runları - Hazareler- şimdilerde Afganistan'ın bozkır şeridinde yaşa maktadırlar. En nihayet, Mogolların en savaşçı bölümü Cungarya'ya yerleşmiş ve orada Oyrat boy birligini kurmuşlardır. Özellikle Oyratlar, vaktiy le Hunlar'ın, Türkler'in ve Uygurlar'ın yüklendikleri görevi omuzla rına alarak, Çin'in kuzeye dogru başlattıgı etnik saldırganlıgın önü ne set çektiler ve görevlerini ı 758'de Ch'in hanedana baglı Mançur Çin ordusunun bu mert halkı imha etmesine kadar yerine getirdiler. Olayların seyir mekanizmasını anlayabilmek için XIV. Yüzyılda ikti darın Mogollar'dan milliyetçi Ming hanedanına geçtigi Çin'e dönme miz gerekiyor. Çin'i Mogollar'dan temizlemek için verilen savaş yirmi yıl sürdü ( 1351-1370) ve son Mogol ordusunun Gobi ötesine çekilmesinden sonra da devam etti. Çünkü yeni Ming hanedanı, Han ve T'ang im paratorluklannı kendisine örnek alarak Mogolistan'ı ele geçirmeye girişmişti. ı 449'da Çinliler'i Oyratlar durdurdular. Tuma'da Çin or dusuna agır bir darbe indiren Oyratlar, imparatoru bile esir almışlar; bu zafer Mogolistan'ı ve Mogollar'ı kurtarmıştır. Çin'in Kore, Tibet, Nepal, Vietnam ve Endonezya'ya düzenledigi seferler çok daha başa rılıydı ve ı405- 1430 yıllan arasında Çin donanınası bu ülke halkla rını kırıp geçirmişti. Ama Mançurlar'ı fethetme denemesi başarısız olmuştu. Aksine Mançurlar, Çin'deki iç savaştan faydalanarak XVII. Yüzyılda saldırıya geçip, ı 644-ı647 yılları arasında tüm ülkeyi haki miyet altına aldılar. Çinliler'in Mançurlar'a karşı isyanı ı 683'e kadar devam etti. Bu tarihten itibaren Çin'in Orta Çag tarihi kapanır. Mançurlar, Çin'in iki bin yıl boyunca bir türlü -beceremedigi şeyi yaparak yarım yüzyıl içinde Dogu Asya'yı birleştirmeyi başardılar.
A V R A S YA T A R İ H İ N D E N
71
Fakat Mançurlar'ın saldırganlığı etnik değil, siyasi amaçhydı. Çünkü sayıları azdı ve halkın nüfus artışı da düşüktü. Çin'i zapteden Man çurlar orada garnizonlar bulundurmak zorundaydılar ve dolayısıyla genç neslin hemen hemen tamamı gurbette askerlik yapmaktaydı. Çin'in hakimi olan Bogdıhanlar bir süre sonra Ch'in hanedam impa ratorlarına dönüştüler ki, onun da kaderi geçmişteki diğer tüm ya bancı hanedanların akibetine benzedi. Etnogenez açısından bakıldı ğında 1 9 1 1 devrimi, Han ve Tang hanedanlarını iktidara getiren milli darbelerin bir benzeriydi. Ama bu defa Çin etnik saldırganlığı nın kurbanları Mançur bakiyeleri, lç Moğolistan Moğollar'ı, Tibetli ler ve Doğu Türkistanda'ki Uygurlar olmuşlardır. Tarih ve etnogene zin belli kişilerin, iyi veya kötü insanların iradesine bağlı olmayan mantığı budur. Bununla birlikte, kültür ve tarih geleneklerinin kop masıyla birbirinden ayrılmış olmasına rağmen üç büyük bozkırlı halkın kesinlikle birbirinden miras almadıkları ortak yönleri olduğu aşikar. Dolayısıyla sözü edilen ortak yönler etnolojinin değil, etnog rafyanın sahasına girer. Çünkü tabii şartların kombinasyonunun so nuçlarıdır. Aslında sert iklim değişiklikleri şartlarında göçebe eko nomi sistemlerinin muhafazası ve Han, Tang ve Ming saldırganlık Ianna sürekli karşı koyma zorunluluğu, Merkezi Asya'daki etnik bü tünlüklerin birbirleriyle olan ilişkileri ve gelişim özellikleri arasın daki benzerlikleri önemli ölçüde belirlemişt1r. Hunlar, Türkler ve Moğollar kendi aralarında çok farklıydılar, ama hepsi de Çin'i Büyük Bozkır sınırında tutan bir set durumundaydılar. Bu, onların insanlı ğa sundukları emsalsiz bir hizmettir. ·
Orta Asya halkianna yamanan durağanlığın sebebi bu acımasız savaşlarla izah edilebilir. Onlar ne kabileyet, ne mertlik, ne de akıl yönünden Avrupalılar'dan geri değillerdi. Ama diğer halklar güçleri ni kültür gelişimine harcarken, Türkler ve Uygurlar enerjilerini ka labalık, kurnaz ve acımasız düşmandan korumak için tüketiyorlardı. Bu insanlar, 300 yıl boyunca rahat bir gün görmediler, ama ata yur du torunları için savunarak bu savaşlardan galip çıktılar. Hayır; Moğollar'a giydirilmek istenen patolojik saldırgın ve kül tür düşmanı maskesi onlara hiç uymuyor. Bir kere girdikleri savaşiann başlatıcısı kesinlikle onlar olmamış lardır. Örneğin Kıpçaklar. . l 208'de Moğollar'ın düşmanı Merkitler'e kucak açmış, onlarla aynı acıyı çekmişlerdir. Harezmşah Muhammed Moğol tebaasını katledip, elçilere hakaret etti. Sonuçta Harezmşahlar
72
AV R A S Y A ' D A N
Devleti yıkıldı. Batu'nun Avrupa'ya düzenledigi sefer meselesi bura da ele atınamayacak kadar karmaşıktır. Tarihçilerin bu konudaki gö rüşleri de birbirinden farklı. Örne�n devrim öncesi tarihçilerden N. M. Karamzin, S. M. Solovyev, S. E Platonov ve çagdaşlardan A. N. Na sonov gibi vicdanlı tarihçiler, meselenin çok karmaşık oldugunu ve Mogollar'ın Ruslar'a karşı "milliyetçi" bir düşmanlık beslemedikleri ni kaydetmelerine ragıtıen, saf Mogol fobisi liberal-burjuvazi tarihçi liginin şiarıydı. Aksine düşmanlık ancak XIV. Yüzyılda, Mogollar'ın ltil civarındaki Müslüman halk kitleleri arasında eridikleri zaman, yani Batu-han'ın ölümünden yüzyıl sonra başlamıştır. Kültür tahripkarlıgına gelince . . . Mogollar, 1 237'de Tangut krallıgını zaptettiler, ama Tangut diliy le kaleme alınan Hara-hoto elyazmaları Xlll-XIV. Yüzyıla aittir. Hal buki Ming imparatorları Tangut topraklarını 1 405'de ele geçirdikle rinde, Tangutlar'dan eser kalmamıştı. Mogollar Xll-Xlll. Yüzyıllarda genç bir etnostu ve yükseliş saf hasında olan diger etnoslar nasıl davrandılarsa onlar da öyle dav randılar. Acaba Ingiltere'yi ve halkını ele geçiren Vikingler veya Normanlar onlardan daha mı iyilerdi? Ya ltalya'yı yakıp yıkan ve Polab Slavlarını kılıçtan geçiren Alman feodalleri ve en nihayet I. Haçlı Seferi'ne katılan şövalyeler hangi özellikleriyle Moıollar'dan daha iyi idiler? tki taraf arasındaki tek fark sadece Mogollar'ın 1369'da fetih gü cünü kaybederek savunmaya çekilmeleri, Batı Avrupalı feodallerin ise etnegenezin başlamasından itibaren Yakın Doıuya dogru emper yalist yayılmacı politikası uygulamalarıdır. Şu var ki Mogollar bir et nos olarak Romano-German "Hristiyan dünyası"ndan 300 yıl daha gençtiler ve kültür mukayesesİ etnosların "yaşları" göz önünde bu lundurularak yapılmalıdır. Eıer Avrupalılar Rönesans dedikleri XV. Yüzyıldaki sanat sıçramalarıyla gururlanıyorlarsa, (bilinmeli ki) Mo gollar, Oyratlar ve Mançurlar aynı safhayı XVII-XVIII. Yüzyıllarda yaşamışlardır. İspanyollar'ın Amerika'yı fethettikleri dönemde inisi yatifi Mogollar'dan devralan Mançurlar da Çin'i fethetmişlerdi. Mo gol etnogenezi günümüzde "altın sonbahar"ın atalet sahfasına gir miştir ve vaktiyle Hunlar'ın ve Türkler'in başına geldigi gibi kaderin cilvesi Mogolistan'ın gelişimine dış bir müdaheleyi musaHat etmez se, 300-400 yıl içinde uygarlıgın gelişimini beklemek gerekir. !e mennimiz böyle bir müdahelenin olmamasıdır.
AV R A S YA TA R İ H İ N D E N
73
Etnos, çok elastik ve dirençli bir sistemdir. Onu sarsmak, defor me etmek, daha da önemlisi yok etmek sadece etnogenezin de�işim safhalarının meydana geldi�i durumlarda mümkündür. Öyle de olsa etnoslar arkalarında arkeolajik kültürler ve etnolojik eserler bıraka rak tarihten silinerler. Bu durumda dahi insanlar ortadan kalkmaz, aksine yeni etnosların bünyesine girerler. Örne�in, kendileri mevcut olmasalar bile Iskit, Hun, Sümer ve Keltler'in torunları aramızda ya şamaktadırlar. Muhtemelen iki bin yıl sonra Ingilizler ve Datçanlar dünyada olmayacaklardır ama onların torunları tanınmayacak şekil de yenilenmiş olarak varlıklarını sürdüreceklerdir. Peki etnosları yiyip bitiren ve kültürleri yok eden bu görünmez düşman kimdir? Savaş tehdidinden ve tabii afetlerden daha güçlü olan bu karşı konulamaz şey nedir? Bu soruya bir tarihçi de�il. bir şair cevap vermiş: "Bir vakitler zamanın koşusu denilen bu kabus la ne yapaca�ız?" Tatminkar olmasa da, bu soruya cevap vermeye çalışalım.
1 6.
Zaman ve Onunla Mücadele
Yaşadı�ımız bu dünyada bir uzay, yani farklı şekiller verilmiş maddelerle dolu bir boşluk ve varlı�ını koruyan her şekli parçala yan, süb-atomik parçalan eskiden boşluk denilen vakkuma atan bir zaman vardır. Vakum, madde ve enerjinin olmadı�ı boşluktur. Va kumda parçacıklar gerçek hallerinden virtuale dönüşürler, yani her saniye elektiriksel yüklerini de�iştirir ve a�ırlıklannın bir kısmını yitirirler. Bu fötonlar, varlık veya yoklu�un, iyilik veya kötülü�ün, yaşam ve ölümün olmadı�ı boşlu�a uçarlar. Bu, eski insanların anla yışında, cehennemdi. Ça�daş fizikçiler ise buna maddenin ve enerji nin sürekli dönüşümü diyorlar. Iyi de bu fantazmalar biz tarihçitere ne lazım? Bırakalım bunun la teorik fizikçiler u�raşsınlar. Bizim işimiz gerçek insanlarla, güzel şeylerle yani kökü çok eskilere dayanan sanat ve geleneklerle u�raş maktır. E�er soruyu "Eski ve yeni, hatta gelecekteki insanlar neden ve hangi sebebe binaen haritaların, tezyinatın, şiir ve senfonilerin yaratılması için sarfedilen yaratıcı eme�e acımazlar" şeklinde sorar sak, onların yaptıkları işlerin güzellik ve de�işikliklerle dolu dünya yı şimdilerde entropi süreci denilen zamanın tahripkarlı�ından ko rumaya matuf oldu�unu görürüz.
74
AV R A S Y A ' D A N
Adını ne koyarsanız koyun, işin özü aynı. Hesiod'un, Kronosu elinde tırpan tutan bir ihtiyar şeklinde çizmesi tevekkeli degil. Za man ve onun yok edici gücüyle olan mücadele devam ediyor. Kronos'un düşmanhgından korunmanın iki, ama sadece iki yolu vardır. Birisi ölümden korkmayan, sürekli kendini yenileyen ve vak kumun karanhgını sıkıştıran hayattır. Hayat, virüsterin kristallerini mikroorganizmalara dönüştürür. Ve hayat, bu mikroorganizmaları yeryüzünü kaplayan agaçlara, güçlü hayvanlara, zapt olunmaz insan topluluklarına dönüştürür. Fakat hayat ve onun yenilenmesi, kaçı nılmaz olarak ölümle baglantıhdır. Gerek insan, gerek etnos ve hat ta degişik bitki ve hayvanlar olsun, hayat, biyosferdeki canlı varlık ların biyolojik enerjisin,i emen kendine özgü bir var oluş biçimidir. (Bu, Vernadsky64 tarafından bulunmuş ve bu satıriann yazarı tara fından etnik tarihe uygulanmıştır.) Canlı varlıgın (biosfer) kabugu sayesinde gezegenimiz kozmik enerjinin degişik şekillerini alır (fo tosentez) ve yeryüzünü muhteşem ve birbirinden farklı şekiliere so kar. Teşekkürler biyosfer! Her şey hatırlanamaz. lşe yaramaz şeylerle birlikte, insan için de gerli olan bilgiler de kaybedilir. Burada yeni bir şey güç kazanır: Sa dece insana özgü olan sanat. Sanat sayesinde, ait oldugu çagdan daha fazla yaşayan sanat eser leri meydana getirilir. Theophilos Göte şöyle yazmıştı: "Her şey kül olur; sevinçle sanat ölmez ve heykel halktan daha fazla yaşar. " Tas vir-i sanat yaşanmışlıklann, formların çok uzun ömürlü materyalle kaydedilmesidir veya materyal uzun ömürlü degilse (agaç, kagıt) o zaman nesilden nesle tekrarlanır. Bu sonuncusu halk sanatıdır. Bu sanat çogu kez o kadar eskiye gider ki , en eski kroniklerde dahi hak larında bilgi bulunmaz. Veya bunlar, vakanüvislerin torunlarına ak taramadıkları ve koruyamadıkları bilgiler içerirler. Bir başka deyişle halk sanatı, biyosferdeki canlı organizma ener jisinin kristalleşmesidir. Üstelik bu sanat kendi yapıtlarını dogum, büyüme ve ölümle ilgili dönemlerden yaratır ve bozulmamış şekilde korur, yani zamanın acımasızlıgına karşı direnir. Bu fonksiyon uzun zamandır bilinmektedir. Bizde bu konu hakkında isteksiz konuşur lar. Bu konu zamana karşı verilen savaşta bir kahramanlık olarak de64 Bkz.: Vernadskiy V. l. Himiçesthoye stroyeniye biosfen Zemli i ee ohruje niye. M., 1 965.
AV R A S YA TA R İ H İ N D E N
75
gil de, sanki bir tezmiş gibi ele alınır. Ama biz öyle demiyoruz: Yaşa sın sanat! Gönildügü gibi sanat kalıcı, etnogenezler ise tabii süreçlerdir ve bu yüzden "sarı asmalar gibi degişik yönlere dogru uzanırlar." M.M.Prişvin, bir şaheser sayılan "Fatselia" adlı şiirinde Göte'nin "Tabi�t kişiliksizdir; kişilikli olan sadece insandır" mısrasını kaste derek, "Hayır! " diye yazmıştı, "sadece insan kişiliksiz mekanizmalar yaratmaya yeteneklidir. . Dogada ise her şey (doganın kanunianna kadar) kişiliklidir ve hatta bu kanunlar dahi yaşayan dogada degişir ler. Göte dahi 'her şey dogru degildir' diye söylemiştir65." Gerçekten de ne eski taş aletler - kaşagı, kesici aletler, mızrak uç ları, ne Orta Çagın metal baltaları, bıçak ve çivileri, ne de şimdiki otomobiller.. hiçbirinin ruhu yoktur. Ama jokonda, Madonna'nın "Sixteen"i, Milosky'nin Afrodita'sı, Vrubel'in "Satan"ı ve digerleri sa dece eşsiz degil, aynı zamanda seyreden insanların ruhunda büyük bir ilgi uyandıran eserlerdir. Sanatın bu kendine özgü özelligi saye sinde onu başka bir şeyle mukayese edebilir ve aynı zamanda insan larda güzelligi hissetme duygusunu var eden kültürün analizini yapabiliriz. . .
65 Prişvin M.M. Povesti, poemı, ohodniçi rasshazı. Çelabinsk, 1980, s. 281 .
AVRASYA'NIN TABİATI VE İNSANLARI (Göçebe tarihinin ba:z;ı detaylannı aydınlatma denemesi)
(Voprosı istorii, 1 987, no.
l l , s.
64-77)
llk defa M. Ö. IV-lll. Yüzyıllarda yapılan Büyük Çin Seddi boyun ca uzanan Dogu Asya, bariz bir şekilde hissedilen çevre-iklim sınır lanyla bölünmüştür. Çin Seddi'nin güneyinde ılıman iklimli bir böl ge uzanır. Geçmişte burada süb-tropikal ormanlar vardı, fakat daha sonralan verimli topraklan tarlalara çeviren çiftçiler tarafından kul lanılmaya başlandı. Çin'in eski adı Orta Vaha terimi de bu yüzden ortaya çıktı. Kuzeye dogru gidildikçe bilahare Gobi Çölü'ne dogru ilerleyen kuru bozkırlar uzanır. Ama diger tarafta, kuru bozkırlardan yavaş yavaş uzaklaştıkta, yeterince nemli çayırlık alanlar üzerinden ormanlarla kaplı daglara ve bazen (Hentei ve Hantai sıradag etekle rinde) güneyde uzak noktalara kadar sokulan ormaniara ulaşılır. Bu ralarda çok iskilerden beri avcılık ve balıkçılıkla ugraşan insanlar ya şarlardı. Bunlar Türkler'in, Mogollann ve Avrupai* halk Ting-ling ler'in atalanydılar. M.Ö. Il. Binyılda bozkınn yerli halklan henüz yerleşik düzende yaşıyorlardı; bir kısmı önemli ölçüde tarımla ve yerleşik çarvacılıkla ugraşıyordu. l Fakat M.Ö. I. Binyılda yaşanan şiddetli kuraklık, su*
1
Yazann burada Avnıpat halk ifadesiyle kastetti�i şey, Ting-lingler'in Av rupalılar gibi beyaz tenli olduklandır. Yoksa bununla Ari ırkından ol duklan şeklinde bir anlam kastedilmiş degildir (çev.) Artamonov M. 1. K voprosu o proisxojdrnii skifof. "Vestnik drevney isto ri,i", 1950, no. 2, s 161.
AV RASYA' D A N
78
!ak toprakların yapısını bozarak kumla kaplı alanlar haline gelmesi ne yol açtı. 2 Rüzgar bozkıra bol miktarda kum taşımış ve büyük bir kısmını tarıma elverişsiz hale getirmişti. Bu durumda ancak hayvan cılık yapılabilirdi, ama kurakhk döneminde meralar o kadar azai mıştı ki, sürüleri bu meraların bulundugu yerlere götürmek gereki yordu. Böylece bozkırlarda göçebe hayvancılık yani iklim degişiklik leriyle eski tarım ekonomisinin yürütülmesinin birleşmesinden or taya çıkan şartlara uygun bir ekonomi sistemi teşekkül etti. M .Ö. IX-Vlll . Yüzyıl kavşağında Merkezi Asya bozkırlarında, Hyung-nular'ın (Hunlar'ın) baş rolü oynadığı göçebe halklar kompleksi teşekkül etti. Ting-lingler, Tung-hular (Siyenpi ve Mo gollar'ın ataları) , Wu-sunlar, Amdo'nun ve Kun-lun eteklerinin gö çebe Tibetlileri bu kompleks içinde yer ahyorlardı. Bu çok etnikli bütünlük, eski Çin ve Pers dilli Turan'a (Yüeçiler'e) karşıydı.3 M.Ö. 209 yılına kadar göçebelerin tarihi yazılı kaynaklarca hemen he men aydınlatılmış sayılmaz, ama bu safhanın son kısmı oldukça detaylı bir şekilde işlenmiştir. Hyung-nular'ın gücünün büyük kıs mı Han (Çin) saldırganlığını durdurmak için harcanmış.tır ve Hyung-nular bu sayede I. Yüzyıl sonlarına kadar bozkır devletleri nin bagımsızlık ve bütünlüğünü muhafaza edebilmişlerdir. ... 93 yı lında Siyenpiler tarafından kırılan Hyung-nular dört parçaya bö lündüler. Bunlardan bir tanesi Siyenpiler'le kaynaştı. Ikincisi Yedi su bölgesine yerleşti. Üçüncüsü Avrupa'ya geçti. Dördüncü grup ise Çin içlerine gitti ve orada tarihten silindi.5 .
Göçebe halkların ikinci defa dirilişi VI. Yüzyıl ortalarında gerçek leşti. Bu diriliş sonucunda Liao-ho'dan Don'a kadar uzanan bozkır sakinlerini bir bayrak altında birleştiren Türk Hakanlıgı ortaya çık tı. Hakanlık, hakimiyet altında tuttuğu toprakların mesahası açısın dan Hun Devleti'nden daha büyüktü. Ama topu topu iki yüzyıl sü2
3
4
Gumilev L. N., Gayel A. G. Raınovosrastinıye poçvı na stepnıx peskax Dona i peredvijeniya narodov za istoriçeskiy period.- "lzvv. AN SSSR, ser. GeograL", 1966, no. l . Gumilev L. N. S. l. Rudenko i sovremennaya etnografiya aridnoy zonı yev raziyskogo kontinenta.- V kn.: Etnografiya narodov SSSR. L, 197 1 , s. 1 0- 1 2. Gumilev L. N. Hunnu. M., 1960, s. 218-220. (TOrkçesi Selenge Yayınla n,
5
Hunlar).
Age.,
s.
241 ve aynca 1 2 1 .
AV R A S YA' N I N T A B İ AT I V E İ N S A N L A R I
79
ren varlıgından sonra geride dikkat çekecek bir ilerleme görülmedi. Bunun kısmen tutucu bir izahı, Türkler'in hemen hemen hiç degiş meyen şartlarda aralıksız olarak bir yandan Sui ve T'ang imparator luklarıyla, tran'la ve Arap Halifeligi'yle, diger yandan maglup edil miş ama nihai şekilde itaat altına alınmamış bozkır kabileleriyle, özellikle de Uygurlar'la savaşmış olmalan şeklinde yapılabilir. Tüm bu zaman zarfında bir çok halk - Kıpçaklar (Polovesler) , Kangarlar (Peçenekler) , Karluklar, Kırgızlar (Ting-lingler'in torunları) , Türk menler (Parthlar'ın torunları) ve Mogol dilli Kitanlar, kendilerini fetheden halkın kültürünü benimsemiş ve hatta hakanlıgın 745'de tarihten silinmesinden sonra da bunu muhafaza etmişlerdir.6 lran (Maniheizm) ve Bizans (Nesturilik) ideolijisini aç gözlü bir şekilde sünger gibi emen Uygurlar, Orhan nehri boyundaki erken feodal devletlerini ayakta tutacak halde degildiler ve 840-847 yılla rında Yenisey Kırgızları tarafından maglup edilmişlerdi. Hayatta kalmayı başaranlar yerli ahali . yerleşik Buddistlerin arasında büs bütün bozuldukları Tarım havzası vadilerine çekildiler.7 Daha son ra ta XII. Yüzyılda kadar yani sadece bozkırda degil, dünya çapın da imparatorluklar kuran Curçen ve Mogollar'ın aynı aynı tarih sahnesine çıkacakları güne kadar bu bozkırlarda kayda deger her hangi bir hareket olmadı.B Merkezi Asya'nın tüm halklannın Çin kültürünü genel olarak sempatik bulduklarını kaydetmek gerekir. Ömegin Türkler, Çin'e karşı başarılı bir ideolojik silah olarak kullandıklan kendi düşünce sistemlerine sahiptiler. Uygur Hakanlı�ı'nın yıkılışından sonra Uy gurlar Maniheizmi, Karluklar Islamı, Basmallar ve Öngütler Nestu rili�i, Tibetliler Hint Huddizmini kabul ettiler ama Çin ideolojisi Bü yük Sed'din dışına bir adım dahi atamadı. T'ang lmparatorlu�u'yla yapılan savaşta nihai faktör bozkırlılar de�il. Kitanlar'ı ma�lup eden, l l 25'de Çinlileşmiş Leao lmparatorlu�u'nu ortadan kaldıran ve ar kasından Sung lmparatorlu�u'na hezimeti tattıran uzakdo�ulu or man halkı Curçenler'di.9 6 7 8 9
Gumilev L. N. Drevniye Tyurlıi, s. 428. (Türkçesi Eski Tarlıler, Selenge Yayınlan). Gumilev l. N. Poislıi vmışlennogo tsartva, s. 55-56. (Türkçesi Muhayyel Halıamdarlıgın lzinch, Selenge Yayınlan). Okladnikov A. N. Dalelıoye proşloye Primorya. S. 221-225. Oçerk istorii Kitaya, M., 1959, s. 344-349.
80
AV R A S Y A' D A N
Çin kaynaklannın Curçenler hakkındaki dotrudan bilgileri X. Yüzyıla aittir; XII. Yüzyılda ise bu halklar çatışmaya girdiler ve kan
h savaş Curçenler lehine olarak gelişti. Olaya tarihi perspektiften ba kınca, bu halkiann Çin'e saldınlannı çok daha önceleri T'ang ordu lannın Uzak Dotunun ormanlık bölgelerini istilasına karşı bir cevap olarak deterlendirmek gerekir. Kai-feng merkezli Sung Devleti'nin kurulma denemesine karşı silaha sanlanlar da bozkırlılar detil, or man halklanydılar. Onlar da bozkırlılar gibi Çin medeniyetinin maddi yönünü kolaylıkla benimsemiş, ama kendilerine yabancı olan Konfüçyanizmi bir yana itmişlerdi. Huai nehrine kadar Kuzey Çin'i ele geçiren Curçenler, savaşın yönünü daha güney kesimlere çevir diler, ama itaat altına aldıklan Çinliler'le kaynaşmadılar. Mançur ya'daki Curçen şehirlerinde ele geçirilen pek çok Çin eşyası, Çin kültürünün sızmasına detil, elde edilen savaş ganimetinin bollutu na işaret etmektedir. Çin yıllıklannda Curçen -fatihler Chin (Kin) hanedam (Türkçe-Motolcaya tam çevirisi ..altan" yani altın) olarak zikredilmekle birlikte, Çinliler XII. YüzyıJaa bu hanedam bir yaban cı ve düşman olarak görüyorlardı ve bu yüzden de ..barbarlar"a kar şı mücadeleyi bırakmamışlardı. Bu husumet dü�mü öylesine sıkıy dı ki, onu Xlll. Yüzyılda ancak Çingis-han çözebilecekti. Muhtemelen bazı tarihi olaylar hakkında ne kadar görüş oluş muşsa, bir o kadar da Xlll. Yüzyılda Motol lmparatorlutu'nun ku ruluşu hakkında kafa yorulmuştur. Diger halklarla kıyas edildiginde Mogollar'm kudurmuş, kana susamış olduklan ve tüm dünyayı ele geçirmek istedikleri şeklinde sıfatlar yakıştınlmaktadır. Bu tür gö rüşlerin ana kaynagı, XIV. Yüzyılda fatihlere karşı duyulan nefretle yazılan pek çok Motol aleyhtan eserdir. Bizden önce yapılmış oldu gu için tarihi tenkitterin detayianna girecek degiliz, ama birkaç ra kam verecegiz. Mogolistan'da Xlll. Yüzyıl başianna dotru çeşitli ka bileler halinde 700 bin civannda insan yaşarken, ıo Kuzey ve Güney Çin'de 80 milyon; Harezm Devleti'nde yaklaşık 20 milyon; Dotu Av
rupa'da takriben 8 milyon insan vardı. Aradaki bu nüfus farkına rag men eger MotoHar zaferden zafere koşmuşlarsa, demek ki onlara karşı gösterilen direniş oldukça zayıftı. Gerçekten de XIII. Yüzyıl, Mogollar'ın komşulannda feodolizmin kriz yaşadıgı bir çatdı.
lO Munkuyev N. P.
Azii i Yevrope.
Zamctka o dnvnix mongolax. V kn.: Tataro-mongoh v
AV R A S YA' N I N T A B İ A T I V E İ N S A N L A R I
81
Direnişin ortadan kaldırılmasıyla ilgili olarak yapılan çatışmalara gelince, bu konuda birkaç vakıaya işaret edelim. Curçenler, l l 35'den itibaren Mogollar'ı fiziki olarak ortadan kaldırmak için sa vaştılar. Aradan yuz yıl geçtikten sonra Mogollar galip geldiler, ama Curçenler'i ortadan kaldırmadılar. Mogollar, 1 227'de Tangutlar'ı fet hettiler, ama Tangut kulturunun gelişimine işaret eden Tangutça Ha ra-Hoto elyazmaları, Xlll ve XIV. Yüzyıllara aittir. Nitekim 1372'de Mogollar'ı karşı savaşan Çin Ming tmparatorlugu, Tangut toprakla rını işgal etti. O tarihten sonra da Tangutlar tarih sahnesinden silin diler. Kıpçaklar, 1 208'de Mogollar'ın duşmanlan Merkitler'e bagırla rını açtılar ve bu yüzden de onlarla birlikte zarar görduler. l l Ha rezmşah Muhammed, tum zamanların töresini bozarak Mogol teba asını infaz etti ve Çingis-han'ın elçilerine hak�rette bulundu. Sonun da savaş çıktı; Harezm Devleti yıkılmış, ama Orta Asya'daki Türk ve tran halkı yine de hayatta kalmıştı. Elbette o gunku Mogollar savaşçı göçebelerdi. Xlll. Yüzyılda ba rışseverlik Avrupa da dahil olmak üzere dünyanın hiçbir yerinde tat minkar bulunmuyordu; Mogol göçebeler ise o dönemin ..çılgınlık" basamagının en üst noktasındaydılar. Hunlar, Avarlar, Curçenler, Harezmliler, Kıpçaklar, Haçlılar ve diger birçoklan kesinlikle .. daha iyi kalpli" degillerdi. Mogollar'ın kendilerini içinde bulduklan sa vaşlar, Çingis-han'ın aptalca kişisel kararlannın bir sonucu degil, fe odal devletlerin rekabetinden, aktif etnoslann çatışmalarından kay naklanan sosyo-ekonomik savaşın mantıki bir gelişimiydi. Böylesine buyük olaylar, tarihi materyalizm teorisinin de ortaya koydugu gibi, sadece baştaki yöneticilerin kapfislerine baglı olamazlar. Burada baş ka bir önemli mesele üzerinde durmak gerekir: Mogollar, güçlerinin sınırlı oldugunu bile bile, neden savaş riskini göze aldılar ve nasıl galip geldiler? Bir yıgın faktör arasından sadece bir tanesine işaret edelim: Onların duşmanlan kendi güçlerini degerlendiriyordı ama düşmanın gücunu degeriendirecek durumda degillerdi. Aynı şey VII. Yüzyılda Araplar için de varit olmuştur. O sırada da Halifeligin bü yümesini takdir edemeyen Bizans, topraklannın yarısını kaybeder ken, tran bagımsızlıgından oldu. Buna karşılık savaşçıların kalitesi ni ve sosyal süreçleri de unutmamak gerekir. Nitekim Xlll. Yüzyılın feodal devletleri, özellikle sosyal süreçlerin etkisinden dolayı daha erken yıkılıp gitmişlerdir. l l Gumilev L. N.
Nujna li gtografiya gumanitariyam? - V kn.: Slavyano
russkaya etnografiya. M . , 1973, s. 96.
82
A V R A S YA' D A N
Moğollar'ın .gücü nereden geliyordu ve zafer kazanmalarını sağla yan neydi? Moğollar'ın ana yurdu Kerulen nehrinin kuzeyinde yer alan Doğu Baykal'ın öte taraflarıydı. Çingis-han, bugünkü Sovyet Moğolistanı sınırının kuzeyine sekiz km. mesafedeki Deli'un-Boldah denilen bir yerde dünyaya gelmişti. Onnanla bozkırın birbirine gir diği bu yer, hem bozkır hayvancılığı, hem de orinan avcılığı için el verişliydi. Şimdi oralarda ılıcalar yer almaktadır. Hemen yakınlann da X. Yüzyıldaki kuraklıktan yavaş yavaş taparlanmaya başlayan bozkır uzanmaktadır. Uygun meralar oluştukça Sibirya halkları Onon, Kerulen, Orhon ve Selenge vadilerine yerleşmişlerdi. Moğol lar da eski Türkler'in bir türlü gün yüzü görmedikleri bölgeye yer leştiler ve onlardan bozkın Çin'in güneye saldırganlığına karşı koru ma vazifesini devraldılar. Moğol toplumunun temel unsuru çökme noktasında bulunan boy (oboh)du. Boyların başında aristokratlar bulunuyordu. Bunlara bahadur (bogatır) , noyon (efendi), seçen (bilge) ve tayşi (prens) gi bi saygıdeğer ünvanlarla hitap ediliyordu. Sahadur ve noyonlar köle (sürüleri otlatmak ve yurtlara bakmak için) ve mera elde ·etmek amacıyla düzenlenen seferleri yönetiyorlardı. Boyun diğer hiyerarşik basamaklarını şu insanlar oluşturuyordu: nükür (nöker) ve karaçu (boyun aşağı tabakasına, kara kemiğe mensup üyeler). Bogollar (kö leler) boy dışında kalıyorlardı. Hiç de daha az güçlü olmamakla bir likte itaat altına alınan komşu boylar veya kendi isteğiyle iltihak edenler (upagan bogol), kişisel hürriyetlerini kaybetmezler ve esa sen hukuki yönden galiplerden çok az geride kalırlardı. Üretici gücün ve ticaretin gelişim seviyesi eskiden beri düşük ol duğundan - ki göçebe hayvancılık ekonomisiydi bu, - kölelerin iş gücünden geniş çaplı yararlanmak mümkün olmuyordu. Köleler da ha çok ev işlerinde kullanılıyordu ve kölelik, üretim ilişkilerine cid di bir etkide bulunmuyordu. Ancak, toprağın ortak kullanımı (nu tuk), atalara kurban takdimi, kan davası ve onunla bağlantılı olarak iç kavgalar gibi boy yapısının özellikleri hala muhafaza ediliyordu. Üstelik bu konularda yetki şahsın değil, bütün bir boyundu. Sosyal hayatın temeli olarak kollektif kabile yaşantısı, kabilenin kaderi ko nusunda kollektif sorumluluk ve karşılıklı yardımlaşma mecburiyet leri konusunda Moğollar'ın oldukça sağlam görüşleri vardı. Kabile üyesi, daima mensubu olduğu topluluğun desteğini arkasında hisse-
AV R A S YA ' N I N TA B İ AT I V E İ N S A N L A R I
83
derdi ve kendisi de aynı topluluğun omuzuna yüklediği sorumluluk lan yerine getirmeye her zaman hazır-ı nazırdı. Bu boylar, sadece prensipte Moğolistan halkını teşkil ediyorlardı. Çünkü yönetimin sadece beylerin ve aksakallann elinde bulunması sebebiyle, cemaat ruhunu kaldıramayan pekçok insan da vardı; sıra dan kişilerse gösterdikleri üstün bir yararlılıktan dolayı ikinci derece bir mevki verilmek suretiyle hoşnut kılınmak zorundaydılar. lşte, ka bile içinde ikinci dereceden insanlar olarak yaşamayı kabul etmeyen bu bahadırlar, toplumdan koparak, kürenlerini terkediyor ve "başına buyruk insanlar" yahut "bağımsız" kişiler (Çince ifadesiyle "pai shen" yani "ak süyek") oluyorlardı. Bu insaniann kaderi çoğu kez trajikti. Kabile desteğinden yoksun olduklan için, sürek avından, bozkırda avianmaktan daha az bereketli olan orman avcılığıyla ma işetlerini temin etmek zorundaydılar. Üstelik Moğollar genellikle uçan kuşlarla değil, en iyi ihtimalle balıkla kannlarını doyurmaya alı şıktılar. Toplumla ilişkisi kesilen bu insanlar at veya koyun eti bula bilmek için düzenli olarak haydutluk yapmak zorundaydılar. Zaman la bunlar, teşkilatlı kabiledaşianna karşı koyabilmek için ayrı birlik ler teşkil etmeye ve kabileler konfederasyonuyla savaşmak için baş larına bir reis seçmeye başladılar. Bu tür grupların nüfusu gittikçe ar tacak ve en sonunda bunlar arasında ölen bir kabile beyinin oğlu ol makla birlikte toplum içindeki mevkisini kaybeden ve meşhur Borci gin boyunun beyzadesi olan Temuçin, daha sonra Çingis ünvanıyla han olacaktı. lşte bu olay daha sonra birçok Moğol ve Türk kabilesi nin tek bir askeri devlet halinde birleşmesini sağlayacaktı. Atıl veya passif boy üyeleri, "başına buyruk insanlar"a boyun eğmişlerdi. Moğollar'ın birinci düşmanlan Curçenler'di. tki taraf arasındaki ilk savaş ( 1 135-1 14 7) Moğollar'ın zaferiyle sonuçlanmıştı. Çin'le sa vaşmakla meşgul olan Curçenler vergi ödemek zorunda kalmışlardı. l l 6l'de ise "köleleri azaltmak ve insanları ortadan kaldırmak" ama cıyla bozkıra saldırılar düzenlediler. 12 Bu saldınlar 1 189'de hiçbir başan elde edilerneden sona erdi. 1 2 1 1 - 1 235 yılları arasındaki üçün cü ve nihai savaşta Çin Sung İmparatorluğu Moğollar'ın müttefiki olarak Curçenler'e karşı cephede yerini aldıysa da, önemli kayıplar vererek savaşın bütün yükünü Moğollar'ın omuzlarına bıraktı. Fakat savaş Moğollar'ın zaferiyle sonuçlanınca, vaktiyle Curçenler'e kap1 2 Vasilyev V. P. lstoriya i drevnosıi vostoçnoy çasti Sredney Azii ot X do Xl ll veka. - Zapiski Geogr. O. va. SPb., 1857, s. 227.
84
AV R A S YA ' D A N
tırdıklan topraklan ganimet olarak istediler. lki taraf arasında müza kereler devam ederken Çinliler Moıol elçilerini öldürdüler. Böylece iki taraf arasında uzun soluklu bir savaş başladı. Moıol atlılarının Güney Çin'in kesif ormanlannda ilerieyebilmesi çok zordu ve Mo ıollar Çin kaleleri karşısında güçsüzdüler. Fakat 1 257 yılında Urangkaday'ın küçük bir birlikle Sih-chu'an üzerinden Hindiçin'e gelip yerli Birman, Tay ve Vietnam kabilelerini Sung lmparatorlu ıu'na karşı harekete geçirmesiyle durum birden deıişti. Böylece Uzak Doıunun Çinlileştirme politikasının hedefi olmak istemeyen halklan birleştiren az nüfuslu Moıollar koca Çin'i dize gitirmişlerdi. 1 279'da ise her şey bitmişti. B Ama Moıollar'ın kazanacakları zafer ler de bitmişti. 80 yıl boyunca "başına buyruk insanlar"ın çoıu ve torunları ölmüştü. Moıolistan, artık Çin büyükloıonde kocaman ama fakir bir ülke haline gel�işti. Bu kadar büyümüş olmak Moıol lar'ın çıkanna deıildi. Bu iki büyük ülke arasında çok büyük farklar vardı. 14 Yuan hanedanını nın kurucusu Kubilay-han, alıştııı ortamda dinlenebilmek için saraylarından birine bozkır bitkilerinin ekilmesi ni emretmişti. Çinlilerse çok uzun zamandır nefret ettikleri bozkır hiara benzememek için süt ürünleri yemiyorlardı. En ufak bir assi milasyon dahi gerçekleşmiyordu. Çünkü Moıol-Çinli melezleri ço ıu kez her iki toplumdan da dışiamyordu ve bu yüzden yok olup git mişlerdi. Halbuki Moıollar Müslümanlarla ve Ruslar'la seve seve sıhri ilişkiler kurmuşlardı. Moıollar, her nedense sadece MOseviliıe karşı Çinliler'den daha uzak durmuşlar; tüm diniere mensup din adamlarını vergiden muaf tuttuklan halde, bu istisnayı MOsevi ha hamlara tanımamışlardı. l5 Moıollar'a karşı diş bileyen Çinliler bir dizi isyanlar gerçekleştirdiler. Bunlardan birisi l35 l'de başlayan "kı zıl şeritliler" hareketiydi. "Beyaz Lotus" adlı gizli teşkilatın işaretiy le, her türlü tedbiri elden birakmış olan Moıoı askerleri evlerinde kaldıkları ev sahipleri tarafından bir gecede parça parça edildiler. l6 Bu olayın yıldönümü bugüne kadar Çinliler tarafından milli bayram olarak kutlanmaktadır. 13 Grousseı R. rEmpire Mongol, Paris, 1929, ı. l l , s. 447. 14 Munkuyeva N. P. Kitayskiy istoçvıik o porvıx mongolskix .xanax. 1 5 Solovyev S. M. lstoriya Rossii s drevneyşix vremen. Kn. I, ll, M., 1960, s. 159. 16 Orovkova L. A. O borbc kitayskogo naroda protiv mongolskix :zavoycva teley v eredine XIV v. - V kn. Tataro-mongolı v Azii i Yevrope. M., 1970, s. 425-426.
A V R A S Y A ' N I N T A B İ AT I V E İ N S A N L A R I
85
Batı Mogollannın kaderi Cuçi (Altın Orda) , Çagatay ve Hulagu Oran) uluslarının ve hatta Curçenler'in kaderinden farklı gelişmişti. Kubilay'ın tüm gücüyle para ve kuvvet elde ettigi Çin savaşıyla meş gul olması, daha 1259'da Mogollar arasında parçalanmaya yol açmış tı. KabHay'ın muhalifleri kardeşi Ang-buka'yı tahta geçirdiler. Onun 1264'de ölmesi üzerine ise yine Çingiztler'den Cungarya ülüşünü yöneten Kayrlu'yu tahta iclas ettiler. lranlı Mogollar Kubilay'ın ya nında yer alınca, Kaydu, göçebe geleneklerine dayanarak 1 304'de kadar dogu Mogollarına karşı savaştı. Rus knazlarıyla anlaşma imza layan Batu-han'ın varisieri de Kayrlu'yu destekliyorlardı. Taraflar arasındaki bu ittiCakta kilit adam Aleksander Nevsky idi. Dolayısıy la onun ölümünden sonra bir yandan Mogol süvarileri 1269'da Li von şovalyelerinin püskürtülmesine iştirak ettiler,l7 diger yandansa Aşagı ltil'de oturan hanlar, Yuan hanedam taraftan Asyalı göçebele rin Dogu Avrupa'nın daha iç kesimlerini istila etmelerini önlediler. Böylece Mogollar dogulu ve batılı (Oyratlar) olarak bölündüler. Nesturi olan ltil boyu Mogollan 1 3 1 2'de, kendilerini Müslüman lıga geçmeye zorlayan gasıp Özbek-han'a itaat etmeyi reddettiler. Bunların bir kesimi 1 3 1 2- 1 3 1 5 yıllan arasında devam eden iç savaş sırasında öldü; hayatta kalanlar ise kendileriyle aynı dini paylaşan Ruslar'a sıgınarak, Kulikova ovasında Mamay'ı maglup eden ve ar kasından Litvanlar'ın saldırısını durduran Moskova birlikleri bün yesinde yer aldılar. Iran'daki Mogollar ise 1 295'de Islamı kabul etti ler. Bugün onların Hazaracat'da yaşayan torunlan Hezareler Afga nistan halkının bir kısmını teşkil etmektedirler. Mogollar'ın en sa vaşçı kesimi, Oyrat kabileler birliginin kuroldugu Cungarya'da ya şıyorlardı. Işte bu Oyratlar, Çin'in kuzeye saldırganlıgına karşı bari yer vazifesi gören Hyung-nu, Türk ve Uygurlar'ın rolünü üstlendi ler ve vazifelerini 1 758'e kadar başarıyla sürdürdüler. Fakat 1 758'de Ch'in hanedanının Mançur ve Çinli orduları bu yigit halkı bütünüy le ortadan kaldırdılar. Şimdi, iktidarın Mogollar'dan saf Çinli Ming hanedanına geçtigi XIV. Yüzyıldaki Çin'e dönelim. Çin'i Mogollar'dan kurtarmak için başlatılan savaş 1 35 l'den 1368'e kadar devam etti. Fakat savaş, son Mogol ordusunun Gobi'ye gitmesinden sonra da kesilmedi. Çünkü yeni Ming hanedam vaktiyle Han ve T'ang hanedantarının yaptıkla rına özenerek Mogolistan'ı ele geçirmeyi deneyecekti. Ne var ki 17 Nosonov A. N. Mongolı i Rus, s. 20-21 .
86
AV R A S Y A' D A N
l449'da Çinliler'i Oyratlar durduracak ve Tuma'da Çinliler'e ağır bir darbe indirdikleri gibi, imparatoru da esir alacaklardı. Bu savaş, hem Moğolistan'ı ve hem de esasen Moğollar'ın hayatını kurtarmıştı. Ming ordularının doğuya ve güneye düzenledikleri seferler daha ba şanlıydı. Artık Kore, Tibet, Vietnam, Endonezya ve Güney Malay Denizi takımadaları ÇiniHer'in yeni hedefiydi. Gerçekten de Çin fi losu buraları kırıp geçirmişti. Fakat Çinliler'in Mançurya'yı ele ge çirme denemeleri bir sonuç vermemişti. Çünkü XVII. Yüzyılda sal dıraya geçen bizzat Mançurlar olmuştu. Mançurlar, Çin'deki iç sa vaştan faydalanarak l644-l 647'de tüm ülkeyi ele geçirdiler. Man çurya aleyhtarı isyan l 683'e kadar devam etti. Mançurlar, ÇiniHer'in iki bin yıldır yapamadıklarını başarmış ve Doğu Asya'yı birleştirmiş lerdi. Ama Mançurlar'ın saldırganlığı etnik değil, politikti. Nüfusça azdılar ve nüfus artışları da önemli oranda değildi. Çünkü Çin'i fet hettikten sonra orada sadece gamizonlar bırakmak zorundaydılar. Dolayısıyla gençlerinin hepsi yad ellerde olan Mançurlar'ın nüfusu artamazdı. Bogdo-hanlar, Çin'in efendisi olduktan sonra, daha önce ki yabancı Çin hanedanlan gibi bir süre sonra aynı kaderi paylaşa cak olan Ch'in hanedam imparatorlanna dönüştüler. Daha erken deviriere dönelim ve yukarıdan beri anlatılanlara biraz daha ilavelerde bulunmak maksadıyla, birbirlerinden nisbe ten farklı halklar olsalar da, Hyung-nu, Türk ve Moğollar'ın zama nı geldiğinde Çin'in bozkır sınırlarına saldırısını engelleyen birer bariyer vazifesi gördüklerini kaydedelim. Dolayısıyla onların ortak amacı sadece etnik düzeni korumaktı. Bunun sonucu ise tabii şart ların ve sosyo-politik durumun terkibiydi. Aslında katı iklim deği şiklikleri sırasında göçebe ekonomik sisteminin ayakta tutulması ve Han, T'ang ve Ming hanedanlarının saldırganlarını sürekli en gelleme mecburiyeti, Merkezi Asya'nın etnik bütünlüğünün gelişi mine ve sosyal ilişkilerin sıhhatli bir zemine oturtulmasına önem li ölçüde katkıda bulunmuştur. Bu acımasız savaşın sebeplerinden birisi, lç Asya halklarının kendilerine özgü dinginlikleridir. Onlar, kabiliyel ve zeka açısından Avrupalılardan hiç de geri değildiler. Ama diğer halkların kültürün gelişmesine harcadıklan enerjiyi Türkler ve Uygurlar, kendi bağımsızlıklarını korumak için sarfet mek zorundaydılar. Yüzlerce yıl boyunca bu halklar ağız tadıyla ra hat bir gün geçirmemiş, ama kendi vatanlarını savunurken tüm çarpışmalardan zaferle çıkmışlardır.
AV R A S Y A ' N I N T A B İ AT I V E İ N S A N L A R I
87
Şimdi genel bir soru soralım: tki bin yıl boyunca mecburen tek tip ekonomiye, teknolojik gelişmelere pek de fazla ihtiyaç duymayan göçebe hayvancılığına sahip göçebe halkların defalarca yükseliş ve düşüşlerinin sebebi ne idi? Çünkü göçebe hayvancılık üretici güç olarak aynı seviyede kalmaktadır ve bir parametre yani nirengi nok tası olarak görülebilir. Halbuki Batı Avrupa için böyle bir şey kabul edilemez. Çünkü yağmur ve deniz iklimi, daha az ernekle daha çok ürün almayı kolaylaştırıyordu. Anakaranın iç kesimlerinde ise durum aksinedir. Burada tabii şartlar ve özellikle bozkır kesiminin yağmur alma oranı, oldukça sık ve sert bir şekilde değişmektedir. 2000 yıl boyunca lll, X ve XVI. Yüzyıl olmak üzere uç şiddetli küraklık yaşandığı tahmin edilmek tedir. lS Halbuki aynı sıralarda Avrasya'nın batı kesimleri kış yağmur larını alıyordu. Yani batıda kar yağarken, doğuda - Moğolistan'da adeta yaz mevsimi yaşanıyor; çok az kar ve sonbahar yağmuru dü şüyordu ki, bu da bir yıl boyunca yem tedariki yapmadan hayvancı lıkla uğraşmaya imkan sağlıyordu. Batıdaysa aşırı kurak bölgeler sa dece Aral civanndaydı. Siklonlar ve musanlar güneş aktivesine bağımlı olmaksızın birlik te kuzeye yani ormanlık ve arktik bölgelere yönelebiliyor, l9 bu durum karşısında Moğolistan ve Kazakistan'da Gobi ve Betpak-Dala gibi çöl ler genişliyor, ormanlar ise yerlerini bozkıra bırakarak Sibirya'ya çeki liyordu. Çin'de ise sub-tropikal ormanlar güneye doğru kayıyor, on lardan boşalan yerlerde de ılgın ağaçlanyla kaplı kum tepeleri ve hafif kumlu bölgeler oluşuyordu. 20 Ancak, siklonlar ve musanlar geri dö ner dönmez, çöller yeşermeye, çevresi bozkır bitki örtüsüyle kaplan maya başlıyor, ormaniarsa güneyden kuzeye do� yürüyordu. Bu coğrafi olay, uygun mera alanianna haddinden fazla bağımlı olan gö çebelerin ekonomisinde derhal etkisini gösteriyordu. Merkezi As ya'daki iklim değişiklikleri nisbi olarak 150 ila 300 yıl arasında devam ettiğine göre, bu olayları göçebe devletlerinin Çin'le giriştikleri ezeli savaştaki güçlerinin iniş çıkışlarıyla karşılaştırabiliriz. 18 Gumilev L. N. lstoriya kolebaniy uravnya Kaspiya ı:a 2000 ltt (s IV v. do. n. e. Po XVI v. n. e). V kn. Kolebaniya uvlavnennosti Aralo-Kaspiysko go regiona v golotsene. M., 1 980. 19 Abrosov V. N. Gtttroxronnosı pcriodov povışennogo uvlajncniyc gumidnoy i aridnoy ı:on. - "lzvestiya VGO", 1 962, no. 4. 20 Petrov M. P. Po stepyam i pustınyam Tstntralnogo Kitaya. "Priroda", 1959, no. l l , s. 75 vd. -
88
AV R A S Y A' D A N
XVI-XVIII. Yüzyıl düşünurlerinden G . Boden, Montesqieu ve l. G. Gerder, yaşadıkları dönemin ilmi seviyesine uygun olarak, kültür, psikolojik yapı ve yönetim hukuku vs. de dahil olmak üzere tüm in sanlık hareketlerini degişik halkların yaşadıkları ülkelerin tabiatla rınca yönlendirildigini düşünüyorlardı. Günümüzde bu görüşle kimse ciddi olarak ilgilenmiyor. Ama cografi ortamın tarihi ve Ord. Prof. S. V. Kalesnik'in haklı olarak "cografi nihilizm"21 dedigi şeyin anlamını yansıtan karşı görüş, daha iyi degildir. Cografi ortamın sos yo-ekonomik formasyonların degişimine etki ettigi vakıası, hiç tar tışmasız, benzeri bir etkinin cografi determinizm oldugunu kabul et mek demektir. Ama acaba yüzyıllık kuraklıklar veya iç suların, diye lim Hazar veya Çad gölünün trangresyonu, bu sulann dokundugu bölgelerin ekonomisini etkilemez mi?22 Örnegin Hazar Denizi'nin su seviyesinin VI-XIV. Yüzyıllar arasında 18 m. yükselmesi, daglarla kaplı güney sahillerini fazla etkilememiştir, ama kuzeyde insanların yaşadıgı geniş bir bölge sular altında kalmıştır. Bölgenin ekonomisi ni altüst eden bu felaket, hem topraklarını terkeden Hazarlar'ı Don ve Orta ltil boylarına yerleşmeye zorlamış, hem de 965 yılında Ha zar Hakanlıgı'nın Kiyef knazı Svyatoslav'ın drujinalan tarafından darmadagın edilmesine yol açmıştır. Benzeri olaylar tarihte hiç de az degildir. Işte size etnik tarihte fiziki cografyaya özel bir yer ayniması ge rektiginin izahı. Meselenin özü, cografya ve tarihin genel problem lerini dogru olarak ortaya koymak ve bu tür araştırmalann metodi kasını yeniden işlernekten ibarettir. Burada, oldukça fazla ve degişik tarihi malzemenin tasnif aracı olarak sistematik ilerleme uygun bir analiz için önemlidir. Bunu XII-XIII. Yüzyıllara uygun olarak kullan dıgımız takdirde, ömegin bünyesine Kelto-Romano-German Katolik Batı Avrupasını alan "Hristiyan dünyası" ve kesinlikle aynı dini pay laşan bölgeler olarak degil, herhangi bir sistem olarak karşımıza çı kan "Islam Dünyası" - çünkü, ömegin Mısır'da Müslümaniann Müs lüman saymadıgı Karmaliler'e yakın olan Fatimiler hüküm sürüyor du,- yalnızca bir yarım kıta degil, kısmen kast sistemine baglı tarihi21 Kalesnik S. V. Obşçiyc gcografiçcs'lıiyc ıa'lıonomcrnosti Zcmli. M., 1 970, s. 2 1 2. 22 Gribanov L. N. lz:mcncniyc jujnoy granitsı areala sosnı v Kaz:axstanc. "Vestnik selskoxozyaystvennoy nauki". Alma-Ama, 1956, no. 6, s. 52
-
vd.
AV R A S YA ' N I N T A B İ AT I V E İ N S A N L A R I
89
kültürel bir bütünlük olarak Hindistan ve o sıralar Curçenler'i, Tan gutlar'ı ve hatta Mo�ollar'ı dahi kendisinden saymayan Çin gibi kav rarnlara belli bir anlam yükleyebiliriz. Halbu·;.i Mo�ollar Kıpçaklar'la birlikte, esasen o dönemde bir tür sosyal temas unsuru sayılan kabi leler arası savaşların hiç eksik olmamasına ra�men, kendilerine has bir sistem kurmuşlardı. Kaldı ki Fransız feodaller veya Rus ülüş knazlan da sürekli birbirleriyle savaşmışlar; ama bu, Xll-Xlll. Yüz yıllardaki siyasi parçalanmışlıkianna ra�men, Fransa'nın veya Bü yük Kiyef Knazh�ı'nın etno-kültürel yönden birleşmesini engelle memiştir. Tarihi-kültürel bütünlükleri göz önünde bulundurmak, yalnızca bir aldatmacadır; çünkü bu bütünlükler, ancak sürekli birbirini etki leyen co�rafi ortamlarda var olurlar. Kültür gelişimi de aynı şekilde teknosfer - her ne kadar yerküre sathında bulunur ve insaniann fi ziki bedenlerini yakından etkileyen biyosferden nicelik olarak ayrı lırsa da, - ve toplumla sıkı sıkıya ilişkilidir. Toplum - sosyosfer- bel li kurallara göre spontan olarak gelişir. Bunlar, etnik tarihin temel parametreleridir; co�rafi ortamın yani şu veya bu landşaftın etkileri ise parametrelerden sadece bir tanesidir. Di�erleri gibi bunlardan da uzak durmak, hem araştırmayı nakıs hale düşürür, hem de işe yara maz duruma sokar. Gerçek tarif şudur: "Tarihi co�rafya, mazide yaşamış insanların co�rafi tasavvurlarını degil, aksine geçmiş ça�ların gerçek co�raf yasını ince ler. "23 Örne�in tarihi materyallar, geniş ölçüde eski ik limsel hayat şartlarının rekonstrüksiyonu konusunda birer kaynak olarak kullanılabilir. Bu meyanda Ord. Prof. LS. Berg ile Sovyetler Birli�i Cografya Cemiyeti başkan yardımcısı G. Y. Grumm-Grji maylo arasında Merkezi Asya'nın kuraklaşması meselesi konusun da bir tartışma yaşanmıştı. Öme�in Hazar Denizi'nin I. Binyılda su seviyesinin degişmesi konusuyla baglantılı olarak, her ikisi de me seleyi eski yazarların eserlerinden ve Rus vakayinamelerinden ka yıtlar almak suretiyle halletmeyi denemiş; ama söz konusu kaynak lardan her ikisine yapılan müracaatlar, beklenilen sonucu verme mişti. Çünkü bazen kaynaklarda rastlanan bilgiler ortaya atılan id diayı destekliyor, bazen de bunları başka yollarla tahkik edince ak si sonuçlara ulaşılıyordu. 23 Yatsunsky V. K. lstoriçı:skaya gı:ografiya, M., 1955,
s.
3.
90
AV R A S Y A ' D A N
Demek ki, elde edilen verilerin gerçege uygun olması bir tesadüf sonucudur. Tabii bu da kullanılan metodların mükemmel olmadıgı rı gösterir. Gerçekten de, Eski veya Orta Çag yazarlarının tanıkligı na dayanmak, bizi sahte bilgilere ve en iyimser durumda, yanlış so nuca götürür. Böyle de olması gerekir. Vakayiname yazarları, tabiat olaylarından ya üstünkörü bir şekilde satırlar arasında bahsetmişler, ya da yaşadıkları dönemin inanışianna uygun olarak tufan, su taşkı nı ve kuraklıgı ilahi bir uyarı veya işlenen günahların keffareti ola rak göstermişlerdir. Her iki ahvalde de eger tabiat olaylan tesadüfen yazarın dikkatini çekmişse vakayinamede yerini alırdı. Bu olayların ne kadarının dikkate alınmadıgını Allah bilir vesselam. Bunu tahmin etmek mümkün dahi degil. Çünkü bir yazar kendi döneminde olan bir olaya dikkat etmişse, ondan bir asır sonra yaşayan bir başkası benzeri bir olayı dikkate bile almamıştır. Mümkündür ki kurak ge çen dönemlerdeki yagmurlar, rutubetli dAnemlerdeki yagmurlardan daha çok dikkate alınmıştır. Burada tarih tenkit metodunun da bir yardımı olamaz. Çünkü o metot, sebep-sonuç ilişkisiyle baglantısı olmayan olayların tespitinde işe yaramaz. Eski yazarlar genellikle eserlerini belli bir amaç ugruna kaleme almış ve sık sık da ilgilerini çeken olayları abartılı bir üslupla ve mü balagaya kaçarak anlatmışlardır. Mübalaga veya küçültmenin dere cesini tespit etmek de güçtür. Örnegin, L. S. Berg, tarihi kaynaklar dan topladıgı bilgilere dayanarak, marnur topraklann çöle dönüşme sinin savaşların bir sonucu oldugu kanısına varmıştı. H Günümüzde bu temel görüş hiçbir eleştiri yapılmadan kabul edilmekte ve çogu zaman P. K. Kozlov tarafından 1 909'da ortaya çıkanlan ve Hara-Ho to denilen ölü Tangut şehri ldzin-ay (Moıolca Urahay. Çince Hoi shui-cheng) örnek olarak gösterilmektedir.25 Sözü edilen şehrin yeri neredeydi ve mahvoluşuna ne sebep ol muştu? Tibeto-Birmanyalı Minyak (veya Ming) kabilelerinin kurdu tu Tangut Hsi-hsia krallııı. günümüzde kumlu çöllerin uzandııı yer lerde, Ordos ve Alashan'da yerleşmişti. Bu devletin fakir ve az nüfus lu oldugu tahmin edilebilirdi. Halbuki bu devletin 1 50 bin atlıdan oluşan ordusu, üniversitesi, akademisi, okulları, adliyeleri ve hatta açık veren ticareti vardı; ithalatı ihracattan daha çoktu. Bu açık, kıs24 Berg L. S. Klimat i jizn, s. 69. 25 Kozlov P. K. Mongoliya i Amdo i mertvıy gorod Hara-Hoto, M.- Prg., 1923.
AV R A S YA ' N I N T A B İ AT I V E İ N S A N L A R I
91
men Tibet'deki eyaletlerden elde edilen altın kumla, ama daha ziya de Tangutlar'ın (Moğollar onlara Minek/Minyak diyorlardı)26 ana serveti olan hayvanlarla kapatılıyordu. Rus gezgini Kozlov'un ortaya çıkardığı şehlir, Etsin-göl'ün aşağı akımında yer alan ve şimdilerde susuz arazilerden oluşan bir alandır. Bölgeyi doğudan ve batıdan çe viren iki kurumuş nehir yatağının mevcudiyeti, buralarda bir za manlar su olduğunu , fakat nehirlerin yataklarını batıya doğru çevir diğini göstermektedir. Bunlar, günümüzde iki kol halinde, biri tuzlu suyla Hoşun-nor, diğeri tatlı suyla Sogo-nor göllerine dökülmektedir. P. K. Kozlov, Sogo-nor'u çevresi sahra ile çevrili güzel bir vadi ola rak tasvir etmiş; ancak, burada çok fazla insanın yaşaması için gerek li imkanların bulanmadığını kaydetmiştir. Oysaki , ldzin-ay şehrinin sadece kalesi , kenarlan 400 metre gelen kare şeklindedir. Kalenin et rafında ise, daha küçük yapıların kalıntıları ve saksı kırıklan bulun muştur ki, bu da şehir etrafında bir kasabanın olduğunu gösterir. Ço ğu zaman şehrin dağıtılınasına Moğollar'ın sebep olduklan düşünül mektedir. Vakıa 1227 yılında Çingis-han Tangutlar'ın başkentini ele geçirmiş ve Moğollar şehir sakinlerini gaddarca cezalandırmışlardı. Fakat P. K. Kozlov'ın açığa çıkardığı şehir, XIV. Yüzyılda da ayaktaydı ki, araştırma ekibindeki kişilerin bulduklan çok sayıdaki belgelerin tarihleri de bunu ispat etmektedir. Dahası, şehrin nehir yataıının de ğişmesi yüzünden harap olduğu kaydedilmektedir. Çünkü Torgout halk rivayetlerine göre şehri kuşatanlar, toprak doldurulmuş çuvallar la bent yaparak nehrin mecrasını değiştirmişlerdi. O bent hala mev cuttur. Galiba, gerçekten de böyle olmuştur. Fakat bunun Moğollar'la hiçbir ilgisi yoktur. Urahai (Moğolca) veya Ho-shui-cheng (Çince) şehrinin zaptının tasvirlerinde bu yönde bilgilere rastlanılmıyor. Za ten bu mümkün olamazdı da. Çünkü Moğol atlılannın uygun araç-ge reçleri yoktu. Şehrin mahvının Moğollar'a yüklenmesi, Orta Çağdaki bütün felaketierin onlara atfedilmesi gibi kötü bir geleneğin sonucu dur.· Aslında Tangutlar'ın şehri, 1372 yılında mahvolmuştur. O dö nemde son Çingiziler'le savaşan Çinli Ming hanedam askerleri, şehri ele geçirerek, Moğollar'ın Çin'i batıdan yağmalamak için onu üs ola rak kulanmamalan düşüncesiyle yerle bir etmişlerdi. Minegler daha sonra yavaş yavaş Tibetliler, Moğollar ve Çinliler tarafından asimile edildiler, Hsi-hsia alfabesi ise ancak XVII. Yüzyılda unutuldu.27 26 Grumm-Grjimaylo, Rosı pustın i gibel, s. 446. 27 Nevsky P. L. Tangutskayafilologiyla. Kn. 1 i 2. M., 1980.
92
AV R A S Y A' D A N
Peki şehir neden daha sonraları yeniden canlanmadı? Nehrin mecrasının degişmesi sebep degildir; zira şehir, Etsin-göl'ün diger mecrasına göçebilirdi. P. K. Kozlov'un kitabında bu soruya cevap bu lunabilir. Yazar, kendisine özgü bir gözlemcilikle Sogo-nor Gölü'nün gittikçe sıglaştıgını ve kamış yıgınlarının istilasına ugradıgını dikka te almıştır. Nehrin mecrasının batıya dogru degişmesi burada belli bir rol oynasa da, bu, Xlll. Yüzyılda çok sayıda insanı dayuran ülke nin XX. Yüzyılın başlarında çöle dönüşme sebeplerini açıklamak için yeterli degildir. Şu halde, Asya'nın marnur topraklarının çöllere dönüşmesinin ana sebebi iklim degişiklikleridir ki, biz bunları baş ka çalışmalarımızda ele almışızdır. Peki, niçin tarihte daha büyük olaylar varken (örnegin 84 1-846 yıllarında Uygurlar'ın Kırgızlar tarafından tarumar edilişi, 1 7561 758 yıllannda Kalmıklar'ın Mançur imparatoru Ch'ien Lung tara fından soykırıma tabi tutulması28) Asya'nın yakılıp yıkılışı, Çingis han ve onun eviatiarına hamiedilir de, diger olaylar tarihçilerin dik katinden kaçar? Bu sorunun cevabının halkların tarihinde degil, ta rih biliminde aranması gerekir. Her olayla ilgili mükemmel tarihi eserler her zaman da yazılmı;or. Dahası, bu eserlerin hepsi günümü ze kadar yetip gelmemiştir. XIV-XV. Yüzyıllar, Yakın Doguda edebi yatın gelişme dönemiydi. Aynı sıralarda tran ve Rusya'da en önemli problem, Mogol istilası ile mücadele oldugundan, bu konuda çok sa yıda eser yazılmış ve onların çogu günümüze kadar gelmiştir. Bu eserler arasında mükemmel ve titiz olanlan da vardır. Biz bunları bi liyoruz. Bunların çogu taklit ve tekrardan ibarettir ki, bu da aynı me seleyle ilgili eserlerin genel sayısını artırmıştır. Oyratlar'ın kılıçtan geçirilmesini kaleme alan bir tarihçi çıkmamış veya aynı kişi, soykı rımda helak olmuştur. Böylece, göruluyor ki olaylar eşit olmayan bir şekilde aydınlatılmış ve onların önemi tahrif olunmuştur. Çünkü onlar, sanki farklı ölçülerdeymiş gibi sunulmuşlardır. Çingis-han'ın yaptıgı savaşlarda istila ettigi ülkelerin ahalisinin hemen hemen hep sinin kılıçtan geçirilmesi ve onların lafdşaftının degiştirilmesi farazi yesi de buradan ortaya çıkmıştır. Bu, tamamen yanlış bir faraziyedir ve gerçege uygun degildir. Kaydetmek gerekir ki, en büyük kurak28 Çin imparatoru Ch'ien Lung, Oyratlar'ın topluca katledilmesi emrini verdi. Ayrıca Mançurlar da kadın, çocuk ve yaşlı insan avına çıktılar. Kimseye acımadılar. "Bir milyondan fazla Oyrat öldürüldü." Bu büyük olay, bürokralizim sistemi içinde kaybolup gitti.
A V R A S Y A ' N I N T A B İ AT I V E İ N S A N L A R I
93
lık, savaşın viran ettigi ülkelerde degil, genellikle savaş yüzü görme yen Uyguristan'da ve hiç kimsenin mahvetmeyi dahi düşünmedigi men�larla bezeli Cungarya'da meydana gelmişti. Bir de, muazzam tarihi olayları, örnegin Mogollar'ın Xlll. Yüzyıl daki seferlerini göç olarak kabul etme egilimleri vardır. Ünlü bilim adamlarından Ellsworth Huntington ve C. E. P. Brooks, bu egilimin etkisi altında kalmışlardır. Oysaki Mogol seferleri, hiç de göçlerle il gili degildi. Zaferleri kazananlar, sayısız göçebe kitleleri degil, aske ri seferlerden sonra kendi bozkularına geri dönen, fazla büyük ol mamakla birlikte iyi teşkilanmış, hızlı hareket edebilen birliklerdi. Kendi bozkırlarını terk edenlerin sayısı, Xlll. Yüzyıl için dahi çok azdı. Mesela Cuçiler'e mensup olan Batu, Orda ve Şeyhan haniann her biri Çingis-han'ın vasiyetine binaen 4000, yani toplam yirmi bin süvari almışlardı. Bunlar da, Karpat daglarından Altayiara kadar uza nan arazilerde mesken tutmuşlardı. Halbuki, Kalmıklar'ın XVII. Yüzyıldaki göçleri umum dünya tarihi eserlerine fazla yansımadıgın dan, tarihçilerin çogunun dikkatinden kaçmıştır. Dolayısıyla söz ko nusu meselenin halli için karma tarih kaynaklarındakilerden daha ciddi bilgilere sahip olmak; cografi konularda ise tarihçileTİn veya genellekle iktisatçıların yeterli gördüklerinden daha derin, daha de taylı bilgiler elde etmek gerekiyor. Burada en önemli mesele, güve nilir bilginin Herodot'tan bugüne kadar gelip geçmiş birçok yazarın sübjektif kavrayışlanndan ayırdedilmesidir. Güvenilir bilgiden maksat, titiz bir tarih tenkit süzgecinden geçi rilen ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde yorumlanan kaynakla nn verdikleri bilgilerdir. Bu tür bilgiler çoktur; ama çogu siyasi ta rihle ilgilidir. Önemli savaşların, barış antlaşmalarının, saray darbe lerinin, büyük keşiflerin tarihlerini ve ayrıntılarını iyi biliyor olabi liriz; fakat tabiat olaylarının izahı konusunda bunlardan nasıl fayda lanmalıyız? Tarihi olayların dogadaki degişikliklerle karşılaştırılma sı metotları, ancak XX. Yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Birçok ülke de ekonominin yükseliş ve çöküşlerini rutubetin artması veya azal masına, soguma ve ısınma devirlerine baglama çabası, çogu halde ik lim degişiklikleriyle kesinlikle ilişkisi bulunmayan sosyo-ekonomik krizierin mutlak rolüne karşı kayıtsızlıktan kaynaklanmaktadır. Ör negin, XVI. Özellikle de XVII. Yüzyılda, Akdeniz bölgesine Pribaltık (yani Rus) tahılı ihraemın artması ve Ispanya'da koyun sayısının azalmasını reformcuların ve anti-reformcuların Avrupa ülkelerinde
94
AV R A S Y A ' D A N
yaptıklan tahribatlada ilişkilendirmek, yıllık sıcaklık oranındaki önemsiz değişikliklerle ilişkilendirmekten daha kolaydır. 29 Gerçek ten de o yıllarda, sadece Otuz Yıl Savaşları'na ( 1 618- 1 648) sahne ol duğu için ıssızlaşan Almanya'da değil, hiçbir yıkıma maruz kalma yan tspanya'da da nüfusun azaldığını kaydetmek yeterlidir. Öyle ki, 1600 yılında 8 milyon olan nüfus, 1 700 yılında 7,3 milyona düşmüş tür. Bu durumun genç erkek nüfusun büyük bir kısmının Amerika veya Hollanda'ya gönderilmesi sonucunda ekonomiyi ve aile hayatı nı ayakta tutacak gerekli işgücü sıkıntısından kaynaklandığı şeklin de geçiştiriliyor. Demek ki, şu veya bu olayın iklim değişiklikleriyle doğrudan bağ lantılı olduğunu araştınrken, bizi ilgilendiren faktörün kesinlikle ekonomik, sosyal ve etnoğrafik faktörler, hatta sadece istisnai tesa düflerle açıklanmayacağından emin olmalıyız. Eski coğrafyacıların kesin tarih belirlemede kullandıklan dakik yöntemleri yoktu. Bura da bin yıllık bir yanılgı makbul sayılır. Örneğin herhangi bir bölgede çamurun kil tabakasıyla kapandığını belirlemekle, bir zamanlar bu yerleri su bastığım açığa çıkarmak çok kolaydır. Fakat bu olayın ne zaman, beş yüz mü yoksa beş bin yıl önce mi olduğunu söylemek im kansızdır. Mesela polen analizleri, şu anda rutubetten hoşlanan bit kilerin bulunduğu bir bölgede bir zamanlar kuru havayı seven bitki lerin yetiştiğini gösterir ise de, vadinin bataklığa dönüşmesinin iklim şartlarından değil, o civardaki bir nehrin mecrasını değiştirmesinden kaynaktanmadığı konusunda hiçbir garantimiz yoktur. Moğolistan ve Kazakistan bozkırlarında kalıntilanna rastlanan ormaniann ku raklık yüzünden mi , yoksa insanların tahribatı sebebiyle mi ortadan kalktığı konusunda kimse kesin bir şey diyemez. Bu ormanların in sanlar tarafından mahvedildiği kanıdansa bile, insanın landşafta kar şı gerçekleştirdiği katHarnın tarihi yine de belirsiz kalacaktır. losanın çevresini sarmalayan coğrafi ortama belli miktarda ba ğımlı olduğu konusunda herhangi bir şüphe bile duyulmamıştır. Sa dece bu bağımlılık oranı konusunda tartışmalar olmuştur. Öyle veya böyle, halkiann ekonomik hayatı, yaşanılan bölgelerin landşaft ve iklimiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Eski çağlardaki ekonomik yükseliş ve düşüşterin seyrini birinci el kaynaklardan elde edilen önemsiz bilgilere dayanarak tespit etmek oldukça zordur. Ama elimizde aske ri güç gibi bir göstergeç vardır. Aç insanların yaşadığı fakir bir ülke29 Ladurie, E. Le Roy. Histoire du elimat depuis l'an mil.
s.
14- 1 5.
AV R A S YA ' N I N TA B İ AT I V E İ N S A N L A R I
95
nin, uzun soluklu ve başarılı savaşlar için gerekli imkanları sağhya mıyacağı aşikar. Başarılı bir savaş çıkarmak için tok karınlı, güçlü ve dinlenmiş, sert yayı "kulaklarına kadar" çekebilen (yay kulaklara kadar çekilirse ok 700 metre, göze kadar çekilirse 350-400 metre mesafeye kadar gidebilir) ve ağır kılıçla yahut kullanımı ondan daha zor eğli kılıçla savaşmayı beceren kişilerin bulunması yeterli değildi. Ağırlıkları taşıyan hayvanlar da hesaba katılırsa, kişi başına 4-5 atın dışında yedek akların da olması gerekirdi (ok yapımı da zor bir iş li). Gıda stoku şarttı. Göçebelerin gıda stoku koyun sürüleriydi. Sü rüyü güdecek çobanlar, kadınları ve çocukları korumak için yedek askerler gerekirdi. Kısacası savaş, eski zamanlarda da büyük parala ra mal oluyordu. Savaşı düşman hesabına sürdürebilmek ilk, hem de küçümsenmeyecek bir zaferden sonra mümkün olabilirdi. Bu zafer içinse sağlam lojislik, gelişmiş ekonomi ve elverişli optimal doğa şartları gerekliydi. Coğrafi şartların, - örneğin askerlik tarihi için arazi yapısının, öneminden geçmişte de bahsedilmişlir, bundan sonra da bahsedile ceklir. Eski tarihten birkaç örneği hatırlatmak yeterlidir. Hannibal, 217 yılında Trasimene Gölü yanında yapılan savaştaki zaferi, Roma askerlerinin ilerledikleri 90 derecelik göl kıyısını ve yola yakın bir kaç derin vadiyi kullanarak kazanmıştı. Bu mevki sayesinde o, Ro ma askerlerine üç yönden darbe indirdi ve savaştan galip çıktı. l97'de de Cynoscephalae açıklarında Makedonya safları engebeli araziye dağılmış; Romalılarla ağır silahlarla donanmış ve saflan bo zulmuş olan düşmanlarını kolayca tepelemişlerdi. Bu ve benzeri ör nekler, her zaman tarihçilerin dikkatini çekmiştir ve Rus bilim ada mı Ivan Boltin'e meşhur yorumunu yapma imkanı vermiştir: "Coğ rafyayı iyi bilmeyen tarihçi, tökezler. "30 Şimdi soruyu başka bir şekilde sormak ve "coğrafi çevre insanları nasıl etkiler?" sorusuna "insanlar günümüzde yeryüzünün biyosfer denilen şeridinin neresindedirler?" sorusunu ilave etmek gerekir. Coğrafi çevre insanlık hayatını düzenleyen kanunların hangilerini et kiler, hangilerini etkilemez? Tarihten söz ederken, genellikle madde hareketinin toplumsal formunu yani insanlığın progresiv tekamülü nü göz önünde tutarız. Halbuki ne coğrafi, ne de biyolojik etkenler onun iç kanunlarını önemli ölçüde etkileyemezler. Ancak, her insan 30 Boltin, l. N. Primeçaniya na istoriyu drevniya i nıneşniya Rosi g. Lekler ka, t. 2, s. 20.
%
AV R A S Y A ' D A N
tek başına sadece toplum üyesi degil, aynı zamanda bazı engelleme lere ve diger tabiat kanunianna boyun büken fiziki bir beden; tüm bi yolojik fonksiyonlanyla bir organizma; lıındşaftın insaniann yaşadıgı biyosenozunda sütle beslenen bir varlık ve belli bir etnos (kabile, halk vs.) üyesidir. Dolayısıyla insan, gravitasyon, enfeksiyon, land şaft degişimi ve bazen genel süreçlerle örtüşen, bazen de örtüşmeyen etnogenez süreçleri sebebiyle gravitasyon, enfeksiyon ve açlıktan na sibini alır. Şu halde günümüz bilimine "cografi kaynak" dedigirniz ta rihi kavramın içine, cografi çevrenin yanı sıra etnoslann gelişiminde cografi özelliklerin rolünü de dereetmek gerekir. Demek ki, sadece cografyasız tarih tökezlemez, tarihsiz bir fiziki cografya da alabildigince tek taraflı olur. Anlaşılan şu veya bu döne min poleocografyasını daha kesin bir şekilde araştırmak için tarihi verilerden mutlaka faydalanmak gerekiyor. Bunun içinse bire bir ya yınlanan kaynaklara degil, ilk açıklanan şeklinden aynştınlarak tas hih edilen olaylar kanvasına müracaat etmek gerekir. Olaylar, ancak sebep-sonuç ilişkileri şablonuna uyarlandıgında, birbirleriyle olan münasebetleri açıklık kazanacaktır. Ancak, sonuç, yine de elimizde ki kaynagın egitimine veya yazannın bilgi seviyesinin düşüklügüne baglıdır. Bir tarihçi için mükemmel olan bir çalışma, cografyacının nazannda tashih edilmesi gereken noktaları içeren bir eser olabilir. Fakat sebepleri bilinen ve başka bir alana, ömegin sosyo-ekonomik formasyonların bazen siyasilerin şahsi egitimlerine baglı olan span tan gelişiminin ortaya çıkardıgı olaylar bunun dışındadır. Geriye et nogenez ve göç alanı kalmaktadır ki, orada da toplum ve tabiatın et kileşimi devreye girmektedir. Bu durum, tabii veya günlük ihtiyaç ekonomisi boş rolü oynadı gı zaman özellikle izlenebilmektedir. Nitekim üretim aracını, önce likle, kabileyi veya halkı besleyen belli belgelerin tabii şartlannda kendini gösteren ekonomik imkanlar belirlemektedir. Meşgale türü nü landşaft fısıldamakta, daha sonra maddi gelişim ve kısmen de et nik bütünlügün ortaya çıkardıgı manevi kültür yavaş yavaş yönlen dirmektedir. Söz konusu etnos ortadan kalkınca, onun mevcut oldu gu çaga ait yadigar, halkın ekonomisine, dolayısıyla aynı dönemin tabii şartlarına tanıklık eden arkeolajik kültür olarak kalmaktadır. . Halklar, yeryüzünün belli bölgelerinde yaşarlar; ama çevreler ne kadar degişikse, o kadar da degişik halk olacaktır. losanlar çevrenin çehresini ne kadar güçlü bir şekilde degiştirirlerse değiştirsinler (is-
AV R A S YA ' N I N T A B İ AT I V E İ N S A N L A R I
97
ter bir antropojen rölyef meydana getirmek, isterse flora ve faunayı yeniden yapılandırmak suretiyle) yine de o bölgedeki tabiatın ken dilerine sundugu nimetlerle kannlarını doyurmak zorundadırlar. Et nosun (halkın) o bölgede yaşaması veya tabiatın sundugu nimetleri elde etme aracını kontrol etmeleri bir şey degiştirmez. Çevrelerin de tıpkı etnoslar gibi kendi gelişim dinamikleri, ken di tarihi vardır. Çevre tanımmayacak kadar degişince (bu, insan eliy le mi olur, iklim degişikligiyle mi olur, farketmez,) insanlar ya yeni şartlara adapte olmak zorundadırlar; ya da nesillerinin kesilip sona ermesini veya yeni bir vatan edinmeyi kabullenmek mecburiyetin dedirler. Çevrenin degişimi, göçlerin yegane sebebi degildir. Nüfus patla maları da göçlere yol açarlar, ama bunlar oldukça degişik özellikler içerdikleri için, künhüne vakıf olmak oldukça zordur. Her halükar da göçebeler, gittikleri yerde kendi ülkelerinde alıştıkları şartlara benzer şartlar ararlar. İngilizler, mutedil iklimli ülkelere, özellikle de koyun gülmelerine elverişli Kuzey Amerika, Güney Afrika ve Avust ralya bozkırlarına seve seve göç ettiler, fakat rutubetli tropik bölge ler hoşlarına gitmedi. Onlar buralarda daha ziyade kolonialist me mur, asker ve tacir yani tabiatın sırtından degil, yerli halkın sırtın dan beslenen insanlar olarak hareket ettiler. Elbette bu da bir tür göçtür, ama şekli biraz degişiktir. lspanyollarsa tropik ormaniara yüzlerini bile çevirip bakmadan kurak ve sıcak iklimli yerleri kolo nileştirdiler. Arjantin'de Toltekleri yok ettikleri bölgelere güzelce yerleştiler; Yukatan'ın tropik kesif ormanlannda yaşayan Mayalarsa kurtuldular. Yakutlar'ın ataları Xl. Yüzyılda Lena vadisine Baykal ci varındaki bozkırlardan çıkıp geldiler. Bu nehir ve kollarının geniş subasar alanlarını kullanarak, önceki bozkır hayatını taklit etmek suretiyle bozkır cinsi adar yetiştirdiler. Ama geyik yetiştiricisi Evenkler'in kendilerine sunduktan gür ormanların su ayrım nokta larına hiç yaklaşmadılar. XVII. Yüzyılda Rus toprak kaşifleri tüm Si birya'yı hakimiyet altına aldılar; am� sadece orman-bozkır şeridine ve nehir sahillerine yani atalarının te�kkül ettigi yerlere benzer ala na yerleştiler. Böylece "vahşi alanın" �eniş bölgelerine XVlll-XIX. Yüzyılda Ukraynalılar yerleştiler. Çevrenin etnik topluluklar üzerindekl etkisi konusunda bir hü küm çıkarmak için bu kadar örnek yeter. ' Cografi landşaft, tüm bi yolojik türleri, türün organizasyonunun izin verdigi ölçüde belli
98
AV R A S YA ' D A N
yönlerde de�iştirerek organizmayı kaçınılmaz olarak etkiler. Tundra, orman, bozkır, çöl, da�lar, sulak ortam ve adalar, organizma üzerin de kendi etkisini gösterir. Adapte olma kabiliyeünden yoksun türler, ya göç etmek, ya da yok olup gitmek zorundadırlar. Sözü edilen fak tör meselesinin tarafımızdan aydınlatılan kısmını, halklann genel, göçebelerinse kısmen etnik yapılanmasını tam olarak tahlil etme im kanı veren tarihi bir araştırma tamamlar..
TARİHTEN SlllNEN ÜÇ HALK (Stranı narodı vostoka, Fas. II, M., 1961)
Türk halkının kökeni Merkezi Asya'nın batı kesiminde Türkçe konuşan halklar, MÖ. lll. Yüzyıldan başlayarak çok eskilerden beri biliniyorlardı; ama "Türk" kelimesi o sıralar yoktu. Tarihin fecrinde (MÖ. lll. Yüzyılda), onlara "Hyung-nu" Hun de niliyordu; daha sonra, IV-V. Yüzyıliarda "Kao-kui" veya "T'ie-le" de nilmeye başlandı; ama sanırım bu adlar Türkçe konuşan tüm kabi leleri kapsamıyordu. Çünkü Türkçe konuşan tek bir halk tarihi dö nem içinde tespit edilememiştir. Kendini Türk olarak tanımlayan halk (Çince "Tu-kiu") , VI . Yüz yıl başlannda Mo�olistan Altaylannda şekillenmiştir. Üstelik de bu ad Türk dilli bütün kabileleri de�il. aksine bilahare Orta Asya'da ha kimiyeti ele geçiren küçük bir �1alka ıtlak olunuyordu. Bugüne ka dar bu halkın ortaya çıkışı ve gelişimi yeterince ikna edici bir suret te incelenmemişti. XIX. Yüzyılda "Tu-kiu" halkının etnik mensubiyeti meselesine iki bakış açısı getirildi. Fransız müsteşrikleri onları Türk, Rus sinolog N. Ya. Biçurin (YakinO ise kategorik olarak Mo�ol olarak saydılar. N . M . Yadrintsiev'in Orhon kitabelerini keşfetmesi, güya "Tu-kiu"ların Türklü�ünün do�rulu�unu bütünüyle ortaya koymuştu. Biz ise en azından bu gerçekli�i kayıtsız şartsız kabul edemeyiz. Öncelikle Orhon yazıılarının Vlll. Yüzyılda dikildi�ini, "Tu kiu"ların ise VI. Yüzyıl başlarında ve hatta V. Yüzyılda var oldukla-
100
AV R A S Y A ' D A N
rını kaydetmek gerekir. Tu-kiu hanları, "kurt" anlamına gelmesi ge reken Açina ailesine mensuptular. "Pei-shu" ve "Sui-shu"da bu hal kın kökeniyle ilgili efsaneler anlatılmaktadır. Bu vakayinamelerde anlatılan birkaç değişik efsaneden ikisinde, Türkler'in atalarının dişi kurttan türedikleri teması en fazla yeri iş gal etmektedir. 1 Tuğlarının başını altın kurt başı süslediği göz önünde tutulursa, kurdun bir zamanlar Türkler'in "totemi" olduğu kesin.2 Ch'ang an'da Kao-tsung'un sarayında Batı Türk hakanı Ho-lu'ya karşı bir saldırı planlanırken şöyle bir cümle kullanılıyor: "Hedefimiz, göçe beleri kovmak ve kurtlara saidırmaktır şeklinde tesbit edilmelidir" . 3 Burada "kurtlar" kelimesiyle Açina kabilesi prensleri ve onların silah arkadaşları kastedilmektedir. Açina kelimesi Türkçe bir sözcük değildir. Türkçede kurt için "böri", "kaskir", "kurt" kelimeleri kullanılır. "Tu-kiu" halklarının ta rihinde "böri" de geçmektedir, ama han kabilesi üyelerini değil, da ha ziyade mızraklı hassa askerlerini, "fuli"yi tanımlamak için4 kul lanılmaktadır. "Açina" Moğolcadan Çineeye geçmiş bir kelimedir. Büret dilinde "şono", Kalmıkcada "çono"dur. Çincede "no"yu karşılayacak hiye roglif işareti yoktur. Baştaki "A" ise Çincede saygı ifadesi için kulla nılan bir ön ektir. Bu durumda "Açina" (a-shih-na) "vefakar, saygı değer kurt" anlamına gelmektedir ki, kelimenin bilinen anlamıyla da örtüşmektedir. 5
P. Pelliot,6 Çincedeki "Tu-kiu"nun Türk değil, "Türk-üt" ("türk+üt") şeklinde Moğolca çoğul ekiyle kullanıldığı görüşünde dir. Bu kelime Türkçede "Türkler" şeklinde karşılanmaktadır. l 2
3 4
5 6
Metinde Aşina (A-shih-na) şeklinde. Müslüman yazarlar "Türk" kelimesiyle VI. Yüzyılda "Türk" denilen bu halkı degil, Türkçe konuşan tüm kabileleri göz önünde tuttuklan için, onlann verdikleri bilgilerin analizini yapmayacagız. Biçurin N. Ya. Sobraniye svedeniye, V229. Age., 1/290; Chavannes E. Document sur les Tou-kiue (Turks) Occidenta ux, s. 61. Biçurin, Sobraniye, 1/229. N. V. Kyuner, "A" ön ekinin ahenk saglamak için konuldugu görüşün dedir (şi[ahi açıklaması).
TA R İ HT E N S İ L i N E N ÜÇ H A L K
101
Pelliot, Orhon kitabelerinde Moğolca çoğul ekiyle teşkil edilmiş, Türkçenin yapısına uygun düşmeyen kelimeler (özel ünvanlar ve adlar) bulduğunu belirtmektedir. Örneğin "tarhan" , çoğulu - "tar hat", "tegin" çoğulu - "tegit". Hanedamn kurucusu Turnın'ın karde şi Istemi'nin ünvanı "bahadur" kelimesi de buna ilave edilebilir. Is temi 576'da ölmüştür, ama "bahadur" kelimesi VII. Yüzyılda da kul lanılmaktaydı. Bu kelimelerin Türkçenin konuşulduğu ortama dışa rıdan taşınmış olduğu muhakkak. Pelliot, Türk ünvaniarının ]u-jan lar'dan alındığı görüşündedir, ama ]u-janlar'da ünvaniarın gelişme miş olduğunu görüyoruz. Dahası, Ju-jan Hakanlığını'nın siyasi yapı sı sanırım onun varlığını muhafaza ettiği dönemle sınırlıdır. Pelliot, konuyla ilgili makalesinde, parantez arasına alarak bu ünvaniarın To-palar'ın torunlarından ödünç alınmış olabileceğine de imada bu lunmaktadır. Bu teklif, tarihi analizlerde destek bulmaktadır. Şunu da kaydetmek gerekir. Bizzat "Türk" kelimesi, Pelliot ve A. N . Kono nov'a göre,1 "güçlü, sert" anlamına gelmektedir ki, bu da VI. Yüzyıl da siyasi bir terimden bir etnik adın doğuşunu göstermektedir. Ko nonov, titiz bir filolojik araştırmadan sonra bu hükme varmıştır. Ona göre "Türk" kelimesi, "değişik ırk ve etnik kökene mensup birçok kabileyi birleştiren" ve geniş bir coğrafyayı kapsayan bir topluluk adıdır.s Kononov'un bu hükmü, Moğol dilli kabileleler lll. Yüzyılda Kan-su'da "Tu-kiu" denilen ilk koalisyonun bünyesinde yer aldıkla rı için Moğolca çoğul ekli siyasi terimierin bulunduğunu ileri süren Pelliot'un açıklaması tarafından da desteklenmektedir. 9 V. ve VI. Yüzyıllarda Altaylar'da yaşayan insanların Türk dilli ol duğu şeklindeki genel kanaat hakkında şüphe duymak için hiçbir mesnedimiz yok. Ama acaba Açina hanları Türkçe mi konuyorlardı? "Sui-shu"da, onların hiç de efsane içermeyen devletlerinin kuruluş ya ilgili bir efsane anlatılmaktadır. "Başkalarının anlattıklarına göre Dulgas (Türküt- L. G.) hanedam Phinlian'da (Shen-si'nin batı kesi mi, - L. G) göçebe halde yaşayan değişik kabilderin karışımından te şekkül etmiş ve A-shih-na adını almıştır. Pei hanedamndan lmpara tor Txai-wu, Tsui-ku'yu ortadan kaldırınca (439 yılı), bu Açina (A7
Pellioı P. �Origine des rou-hiue, nom chinois, des turhs. T'oung Pao,
8
Pellioı P. La Haute Asie, s. A., p. 1 2; Kononov A. N. Opıt analiz:a termi ne "tyurh"- Soveıskaya eınografiya, 1949, no. I. 70 Pellioı P. La Haute Asie, s. A; Kononov, Opıt analiz:a.
1915.
9
AV R A S Y A' D A N
1 02
shih-na) beş yüz aileylelO birlikte Ju-janlar'a sıgındı ve Altay dagla rının güney taraflarına yerleştirildikten sonra Ju-janlar için demir eritip verdi." l l Grumm-Grjimaylo, b u metni inceleyerek, Açina prenslerinin ku mandasındaki Türkler'in bir kısmının Hunlar tarafından güneye, Hun prenslerinin Ho-hsi'den kovuldugu tarihe kadar onlarla birlik te kaldıkları bölgeye götürüldügü sonucuna varmaktadır. 12 Ama bu tutarlı bir görüş degildir. To-pa fetihlerinden önceki dönemde, Çin'in iç kesimlerindeki göçebeler henüz bir kabileler federasyonu şeklinde bir araya gelmiş değillerdi. Aksine küçük ordalar kuran beylerin çevresinde toplanmışlardı ve aynca büyük bir kısmı Siyen pi devletleri Muyun ve To-palardan kaçmaktaydı. Dolayısıyla kabile ler arasında anlaşma dili Siyenpice yani eski Moğolcaydı. l3 Açina adı altında birleşen bu "Beş yüz aile"nin kökeni ne olursa olsun, savaşta ugracİıkları hezimet yüzünden Çin'den kaçarak Altay Iara sığınıncaya kadar aralarında Moğolca konuşuyorlardı. Ancak, 500 Mogol ailenin Türk denizinde bir damla oldugu düşünülürse, Türkçe konuşulan bir ortadamda yüzyıl gibi bir sürede onların ko nuşma dilini hızlı bir şekilde değiştirme kabiliyetine sahip oldukla rını düşünmek gerekir. VI. Yüzyıl ortalarına dogru Açina kabilesi üyeleri ve yol arkadaşlarının tamamıyla Türkleştiklerini, ancak sa dece ünvanlarda Mogolcanın izlerini muhafaza ettiklerini varsay mak gerekir. Yukarıdan beri anlatılanlara istinaden, Yakinf Biçurin'in bütünüy le haklı olmadığı sonucuna varabiliriz. VI. Yüzyılda Türkler (daha dogrusu Türküt) , Ordos bozkırlarından Siyenpi atalarının savaşçı geleneklerini taşıyan Moğol dilli Açina ordasıyla demircilik zanaatı nın gelişmesi sayesinde müstakbel kabiledaşlarının silah ihtiyacını temin eden Türk dilli ahalinin tek bir devlet halinde bütünleşmesi nin sonucunda oluşmuş karmaşık yapılı bir halktır. ıl
Grumm-Grjimaylo, Zapadnaya Mongoliya; Chvannes E. Les pays d'Oc cident d'apres Wei-lio.
12 Bu "beş yüz aile" kavramını mot-a-mot anlamda düşünmemek gerekir. Bu, Chou döneminde kullanılan bir terimdi ve ikinci derecede idari bir birimi ifade etmek için kullanılırdı. Dolayısıyla metnin burasını "Açina ve küçük ordası" veya "Küçük bir taraftar gurubuyla birlikte Açina .. " şeklinde okumak gerekir. 13 Biçurin, Sobraniye, V22l .
TA R İ H T E N S İ L i N E N ÜÇ H A L K
103
VI. Yüzyıl ortalannda bu iki unsur, aynı hedefe kitlenerek, "kurt" oldugunu ispat etmiş; San Deniz'den Karadeniz'e kadar uzanan mu azzam bir devlet kurarak, tarih sahnesinden silinineeye kadar Çin, lran, Bizans ve çevrelerindeki göçebe kabildere karşı başarılı savaş lar çıkarmıştır.
Birinci Türk Hakanlıgı dönemi (546-659) , sadece Asya tarihi açısından degil, Türk kelimesi açısından da büyük anlam ifade et mektedir. Açina hanedam haniarına boysunan göçebeler, hakanlık la bütünleşrnek anlamına gelen Türk kelimesinin siyasi manasını biliyorlardı. Hatta Araplar'la çarpışmaya başladıklarında kendileri ni bu anlamda Türk olarak tanıtıyorlardı. Fakat Müslümanlar, Türk kelimesini lç Asya'da yaşayan göçebe kabileterin umumi adı olarak algıladılar ve Kaşgarlı Mahmud buna yeni bir tanımlama ge tirdi: "Yüce Tanrı buyurdu: 'Benim Türk adını verdigim bir ordum var; Ben onu doguya yerleştirdim. Bir halka gazaplandıgımda, Türkler'i onların başına musaHat ederim."H Bu, kelimenin VI-VII. Yüzyılda kesbettigi anlamın dışında tamamen başka bir mana ifade etmektedir. Çünkü bu yüzyıllarda aynı dili konuşuyor olsalar bile Açina hanları ordası yani Türkler'le, Tölesler, Tu-lular, Nuşibiler ve Çu kabileleri arasında ayrılıklar vardı. Bu durumda kaydetmek ge rekir ki, Vlll. Yüzyılda "Türk" kelimesi, her ne kadar "üt" son eki ni kaybetmişse de, henüz "ler" takısını almamıştı. l 5 Bu noktadan hareketle VI-VII. Yüzyıllar için "Türküt", daha sonraki dönem için "Türk" kelimesini, ama bir dil gurubu anlamında kullanmak ve sı nırlandırmak dogru olacaktır. l6 Türkçe konuşan gruba dahil olan ama Türküt olmayan kabilete rin gözden geçiritmesine tekrar dönelim. Hakanlıgı çevreleyen bölgelerin ve buralarda yaşayan kabileterin tarihi, vaktiyle bilimsel literatürde açıklıga kavuşturulmuştur, fakat iç bölgelerle ilgili araştırmalar oldukça zayıftır. Özellikle de Cungar ya ve Yedisu bölgesi daha az araştırılmıştır. Buranın özellikle Batı Türk ve Türgeş Hakanlıgı gibi iki güçlü devletin merkezi oldugu dü şünülürse, kabileler arası ilişkiler ve onların kökenieri meselesi açık14 Grumm-Grjimaylo, Zapadnaya Mongoliya, IV2 1 1 . 1 5 Shiratori K. über die Sprache der Hiungnu und der Tunghu SUlmme; Si yenpiler'in Mogolca konuşan halkların kanşımı oldugunu belirten Grumm-Grjimaylo da bu göriişii paylaşmaktadır. 1 6 Musulmanskiy mir. Prg., 191 8, s. 40.
104
AV R A S Y A ' D A N
lıga kavuşturulmamış olarak durmaktadır. Hyung-nular'ın Orta As ya kanadını oluşturan Yüebanlar'ın torunları Çu-yu, Çumi, Çumu gun, Çuyuban gibi "Çu" kabileleri Yedisu'da yaşıyorlardı. l 7 Cungar ya'da ise Kibi ve Yanmen gibi "Tie-le" kabileleri herhayat idiler; fa kat bunların etnik mensubiyeli ve tarihi rolleri E. Chavannes tara fından daha önce ayrınuh şekilde gösterildigi ıs için fazla dikkat çek memektedir. Asıl muammayı Abar ve Mukrioler dedigirniz Aba ve Mo-ho kabileleri teşkil etmektedir.
Mukriler ve Gerçek Abarlar Theophylactos Simokatta, Türk hakanının lmparator Maurikios'a gönderdigi bir mektuptan bahsederken, 550 yılı civarında gerçek Abarlar'ın (yine aynı dönemde Avrupa'ya sokulan sahte Abarlar'la bunlan kanştırmamak gerekir) Türkler tarafından ortadan kaldırıl dıklarını kaydetmektedir. l9 "Abar" veya "Apar" denilen kabile birkaç kaynakta geçmektedir. Panionlu Priskus, Abarlar'ın 461-465 yıllan arasında Sabirler'i kılıç tan geçirdiklerini, onların da Abarlar'ın baskısı karşısında çekilirken Güneydogu Avrupa'daki Ugor kabilelerini ittiklerini kaydetmekte dir.20Daha sonra ise T. Simokatta gerçek Abarlar'la sahte Abarlar'ın yani VI. Yüzyılda Türkler'in baskılan karşısında Avrupa'ya kaçan Varhonitler'in birbirine karıştınlmaması gerektigi konusunda uyar maktadır.21 Abarlar, Orhon kitabelerinde 552 yılında Bumın-kagan'ın cenaze törenine katılan kabileler arasında zikredilmektedir.22 "Sui17 Kononov, Opıı analiza, s. 4 1 . 18 Bu aynm v e sınırlandırma ilk defa 1949'da Antropoloji ve Etnogra[ya Enstitüsü'nün Sibirya bölümünde tarahmızdan ortaya atılmış, 1959'da ise "Sovyetskaya arxeologiya" dergisi, No. 1, s. lOS'de yayınlanmıştı. Bizim dışımızda aynı terimin japon bilimsel literatüründe kullanılmış olması da, bu aynmın dogru oldugunu göstermektedir. (Bkz. "Der ls lam", Bd. 35, 1960, "japanische Arbeiten über Zentralasien", s. 127129). 19 Bamschtam A. N. Drcvneyşiye ıyurkskiye elementı v eınogeneze Sredney Azii, s. 156. 20 Chavannes. Documents, s. 1 23. 21 Berg L. S. Klimaı i jizn. M., 1947. 22 Skazaniya Priska Paniyskogo, s. 87.
TA RİHTEN SİLiNEN ÜÇ H A L K
105
shu"da ise VI. Yüzyıl sonlannda Güney Cungarya'da yaşayan kabile ler arasında "Aba" adı geçmektedir.23 Abarlar buraya V. Yüzyılda an cak Sabirler'le komşu olarak yaşadıklan Balhaş sahillerinden muha ceret ederek gelmişlerdir. Abarlar'ın Türkler tarafından kılıçtan geçi ritme olayı ancak 558'de olmuş olabilir; çünkü Türkler Abarlar'ı mağlup ettikten sonra ltil civarına geçmişlerdir. Abarlar'ın itaat altı na alınmalan Türkler'in Eftalitler'e karşı kazandıklan zaferden önce dir, fakat nihai olarak itaat altına alınışları 569'da gerçekleşmiştir. lik çatışma ise 555 yılında olmuştur. 24 Dolayısıyla Abarlar'ın Türkler ta rafından ezilmesi 556-557 yılları arasında gerçekleşmiştir. Onların bundan sonraki kaderleri konusunda T. Simokatta şu bil gileri vermektedir: "Abarlar" mağlup olunca, bir kısmı Taugast'a sı ğındı. Taugast, Türkler dediğim insanlardan 500 mil mesafedeki meşhur bir şehirdir. Hindistan sınırı üzerindedir. Taugast civarında yaşayan barbarlar, dünyadaki diğer kabHelere hiç benzemeyen güçlü ve kalabalık bir kabiledir. Uğradıkları mağlubiyet sebebiyle aşağıla nan diğer Abarlar ise Mukri denilen halka sığındılar. Bu kabile, Ta ugastlar'a en yakın olanıdır. Günlük idrnanlar yaptıkları ve tehlike lere alışık olduklan için savaşta oldukça zorludurlar.25 Gerçek Avarlar'la ilgili literatür, bu makalenin yazarı tarafından titiz bir şekilde, özel bir çalışmada gözden geçirilmiştir.26 Taugast dediğimiz halk, sözü edilen dönemde ve daha öncesinde Kuzey Çin'i hakimiyetleri altında tutan Siyenpi!Io-palar'dır.27 "Mukri" halkının etnik mensubiyeti ve işgal ettiği toprakların nerede olduğu bugüne kadar tespit edilememiştir. Bu muammanın çözümü ve aydınlığa ka vuşturulması elinizdeki makalenin konusudur. Tarih literatüründe "Mukri"ler konusunda iki görüş hakimdir. Marquart, onlan Merkider'le özdeşleştirmektedir.2B Ama bu görüşü kabul etmek mümkün değil. Çünkü öncelikle iki kelime arasında ses uyumu bakımından bir benzerlik söz konusu değil. Diğer yandansa Merkitler, gerek etnik açıdan ve gerekse yaşadıklan bölge açısından 23 24 25 26 27 28
lsıoriya, M., 1957, s. 160- 1 6 1. Pamyatniki, s . 36. julien St Documenıs sur les T'ou-kiue, s. 50. Biçurin N. Y. lsıoriya Kitaya. Feofilakla Simokaua. lstoriya, s. 160. Gumilev L. N. Padrobnaya politiçeskaya istoriya .. 1918 no Feofilakta Simokaua.
Malov,
(rukopis) .
isl. F.te LGU
106
AV R A S Y A ' D A N
Siyenpiffo-palar'a yakın bir halk olarak düşünülemez. E . Chavannes "Mukriler"i Amur nehri sahillerinde yaşayan Tungus kabilelerinden birisi olarak görmekte ve bilahere ÇiniHer'in onlara "Mo-ho" adını verdigini kaydetmektedir.29 Fakat bu durumda da Türkler tarafından maglup edildikten sonra, onlardan kaçan "gerçek Avarlar'ın" Amur ci varına nasıl geldikleri konusu karanlık kalmaktadır. Çünkü bunu ba şarabilmek için ezelden beri Türkler'e ait topraklardan geçmeleri ge rekiyordu ve bozkırda saklanabilmek mümkün degildi. Göçebelerin tarihi boyunca önemli hususlar Çin'de farkedilemedigi ve hanedan ta rihlerine geçirilemedigi için, bu varsayım da ikna edici gözükmüyor. Pek tabiidir ki, kalelerin olmadıgı yerlerde göçebelerden kurtul manın en iyi yolu daglara çekilmektir. Altay dagları Türkler'in kont rolünde olduguna göre, teoretik olarak, Türk çagında gerçek Abar lar'ı bulabilecegimiz tek yer olarak, Tanrı Dagları'nı görüyoruz. Do layısıyla Mukrileri de orada aramak gerekir. Miladi I. Binyıl başlarındaki tarihi cografyaya dönelim. Il. Yüzyıl sonlarından IV. Yüzyıl başlarına kadar bu bölge Batı Siyenpi Orda sı'nın hakimiyeti altındaydı. Onlar hakkındaki bilgiyi ilk önce N . Y. Biçurin'in neşrettigi "Ta-ch'in Utin-ch'i" adlı Çin cografya ansiklope disinde buluyoruz. 30 Bu ordanın bulundugu ana bölge Güney Cun garya'daydı. Siyenpiler batıda Targabatay'da Wu-sunlar'la komşuy dular; doguda Barkul civarındaki bozkırlar onlara aitti; güneyde ise Hami vahası kontrolleri altındaydı. Sözünü ettigirniz eserden Batı Si yenpiler'iyle ilgili olarak alınan bilgiler de buna dayandırılmaktadır. Daha sonra Kuzey Wei döneminde (V-VI. Yüzyıllar) aynı bölge ju jan ordası yurdu olarak anılmaktadır. Acaba Batılı Siyenpiler'in etnik adı neydi? VI-VII. Yüzyıllarda sö zü edilen bölgeye biz, adları hiyeroglif yazılarında farklı gösteriliyar olsa bile, Amur civarında yaşayan Mo-holar'la aynı adı taşıyan Tür geş kabilesi "Mo-ho"larını yerleştiriyoruz.31 Bu, uzak bir tesadüf de29 Taugast, Tıirkçede Tabgaç olarak geçer. Sadece Haussig, Tabgaç'ın Batı Tıirkistan'da Makedonyalı İskender tarafından kurulan Hubdan civa nndaki bir şehir oldugunu ileri sıirmektedir. Bu görıişıi bir sıirıi delille çıirıitmeye çalışmak abesle iştigaldir. 30 Marquart j. Eraıinşahr nach der Geographie des Ps. Moses Horenacii. Berlin, 190 1 ; Apollov B. A. Dokazatelvstvo prroşlıx hismix stoyaniy uravnya Kaspiyskogo morya. V kn. Voprosı geografii, no. 24. M., 195 1 . 3 1 Chavannes, Documents, s . 1 23.
TA R İ H T E N S İ L i N E N ÜÇ H A L K
107
ğildir. Il. Yüzyılda Siyenpi başbuğu Tan-shih-huai, Mançurya'nın ba tı yarımını fethetmiş, arkasından batıya benzeri fetih seferleri düzen lemişti. Diğer tüm göçebeler gibi Siyenpiler de mağlup halklan ordu saflarına atıyorlardı. Bu yüzden doğulu ve batılı "Mo-ho"ların aynı kökenden geldiğini varsayıyoruz. "Batı Siyenpi ordası" , Tan-shih huai'ın devletinin yıkılmasından sonra ortaya çıkmış ve fethedilmiş topraklarda hayatta kalan savaşçılardan teşekkül etmiştir. Bu orda üyelerinin kendi etnonimlerini yani "Mukri"yi muhafaza ettikleri an laşılmaktadır. Bu malzeme, oldukça ikna edici bir şekilde T. Simakat ta'nın VI-VII. Yüzyıllarda sözünü ettiği "Mukri", Taugast-To-pa ve keza "Aba" yani "gerçek Abar"lar ve "Mo-ho" veya "Mukri" kabilele ri arasındaki "yakınlığı" açıklığa kavuşturmaktadır. Batılı "Mukri"le rin yeni bir ortamda uzun süre kalmalan sonucunda kılıkiarında ba zı değişikliklerin olmaması mümkün değil. Bu yüzden Çinli coğraf yacılar "Mo-ho"ların her iki kolunun hayat tarzları ve kültürlerini yansıtan aynı ses benzerliğiyle, fakat değişik hiyerollerle yazmakta sakınca görmemişlerdir. Örneğin Amur civarındakiler için hayvan derisi, Cungaryadakiler için ot şekillerini kullanmışlardır. Artık şöyle bir hükme varabiliriz: "Mukriler" , avetlıktan göçebe çarvacılığa geçen Tungus-Moğol karışımı bir halktır. Başlangıçta nü fusça az olduklan için ]u-janlar'la boy ölçüşecek durumda değiller di ve bu yüzden doğuda kendilerine ait Barkul çevresiyle Hami va disini boşalttılar, fakat Guçen'le Urumçi arasındaki asıl şehirleri Mo ho'yu ellerinde tutmaya devam ettiler.J2 Burada yeni bir etnogenez sürecinin başladığı, daha geç dönem de doğrudan "Mukri" halkıyla ilgili olarak kaynaklarda zikredilen bilgilerle teyit edilmektedir. Reşidüddin, onlar hakkında şu bilgiyi aktarmaktadır: "Bakrin" kabilesine Mukrio de diyorlar. Onların yurdu Uyguristan'da sarp dağlardadır. Onlar ne Uygur'dur, ne Moğol."33 Reşidüddin'e göre Mukrio ve Bekrin kelimeleri farklı lehçelerdeki telaffuz şekilleridir. Aynı sebebe istinaden bu halka "Kabrin" de denilmektedir.34 Reşi düddin, onların efsanevi Oğuz-han'ın amcalannın kabilelerinden tü remiş Moğollar'a benzeyen, bozkırlı kabHelere mensup olduğu kana32 Biçurin, Sobraniye svedeniy opo istoriçeshoy geografıi Vostoçnoy Azii v drevniye vremena, s. 542, 549, 553. 33 Chavannes. Documents, s. 27. 34 Raşid ed-Din. Sbornih letopisey, s. 1 29.
108
AVRA SYA' DAN
atindedir. Keraitler, Naymanlar, Öngütler, Tangutlar, Bakrio ve Kır gızlar, yani etnik mensubiyetleri farklı ve oldukça muglak kökenie re dayanan degişik kabileler, bu gruba girmektedir. Ebu'l Gazi de Mukrinler'le ilgili açıklamasında muhtemelen Reşidüddin'e dayan maktadır. 35 Plano Karpini36 ve Ming-shih37 de Mukrioler hakkında bilgi vermektedirler. Mogollar döneminde Mukrinler'in yaşadıklan bölge Ügeday'ın torunu Kayrlu'nun ülüşüne düşmüş ve muhtemelen daha sonra Ça gatay ulusunun topraklanna dahil olmuştur. Ancak, Çagatay hanla rının iktidarı yıkılıp bozkırda Özbek kabileler federasyonu hakimi yeti ele geçirince, Mukrioler de bu kabileler arasında yer aldı.38 Fa kat her ne kadar Grumm-Grjimaylo 1896'da Karlıktag'da Mogolca, �ince ve Türkçe konuşan kabilelerio bakiyeleriyle karşılaşmış olsa bile,39 günümüzde Mukrioler diye bir halk yok. Grjimaylo'nun rast ladıgı halkın son Mukrioler mi, yoksa başka bir halkın kalıntıları mı oldugu konusunda kesin bir şey söylemek mümkün degil. Olayların seyrinin yakın takibe alınmasında dahi bir konu açıklı ga kavuşmamış olarak kalmaktadır: tki savaşçı kabilenin - Mukrio ler ve Abarlar'ın - birleşmesinden büyük bir güç teşkil edilemezdi ve bu güç Büyük Türk Hakanlıgı'nın çöküşünden sonra, yani VII. Yüz yılın ikinci yarısında kendini gösterecek durumda degildi. Ama biz, bu gücü aynı sıralarda ve aynı yüzyılda, Abarlar ve Mukrinler'in bir leştigi bölgede, yani Cungarya ve Yedisu'da tarih sahnesine çıkan Türgeş Hakanlıgı'nda buluyoruz. Türgeş Hakanlıgı'yla ilgili yapıla cak bir tahlil, daha önce tarafımızdan ortaya atılan hükümleri des tekleyecektir.
Türgeşler Mukrioler ve Abarlar gibi Türgeşler de (daha dogrusu Türkeşler; Çineesi - Tu-kişi), ne Tie-le, ne Çu, ne de bildigirniz Türk grupları35 36 37 38
Age., s. 70. Age. ,
s.
8.
Jstoriya mongolov, s. 35. Jstoriya vostoçnıx lohgoyov v period dinastii Min. IJ68-
Plano Karpini. Pokotilov A.
1 634, s. l35. 39 Age., s. 136.
TAR İ H T E N S İ L i N E N ÜÇ H A L K
109
na mensupturlar. Türgeşler hakkındaki ilk bilgiler, onların beş Tu-lu kabilesi bünyesinde yer aldıklan VII. Yüzyılın ikinci çeyreğine ait tir.40 Daha sonra, Batı Türk Hakanlığı 659'da Çinliler tarafından fet hedildiğinde, Türgeşler iki askeri bölgede yaşıyorlardı. Bunlardan birisi Soğdiyan ve Mo-ho kabilelerinin yaşadıkları lli nehri vadisinin yukarı kısmındaki Pu-lou ve ikincisi, lli'nin batısında A-li-sheler'in yaşadığı Ko-shan'dı.4 1 "T'ang Hanedam Tarihi"nde Türgeşler'in et nik kökeni ve mensubiyetinden bahsedilerek, onların Batı Türk Ha kanlığın'da "nevi şahsına münhasır" bir halk oldukları kaydedil mektedir.42 N. A. Aristov43 ve Grumm-Grjimaylo44, Türgeşler'in Altaylar'dan geldiklerini varsaymaktadırlar. Onların bu sonuca varmalarında W. Radlov'un esmer Altaylılar arasında Tirgeş adında bir halkın yer al dığı şeklindeki kaydı önemli rol oynamıştır.45 Tirgeş ve Türgeş ses leri bir Rus için benzerlik arzeder, fakat bir Türk için tesadüfi fone tik benzerlik temeline dayalı bir kıyaslama kesinlikle inandırıcı de ğildir. N. A. Aristov'a göre bu sözcük, tüm Türk kabilelerini Altay lardan neş'et etmiş görme arzusundan kaynaklanmaktadır. Bize gö reyse böyle bir eğilim kabul edilir gibi değildir; çünkü Türgeşler'in atalarını Kara Tatarlar arasında aramanın hiçbir mesnedi yoktur. Fakat siyasi tarih, birden ortaya çıkan bu etnik adın izahı konu sunda bize bir anahtar sunmaktadır. 635 yılında Batı Türk Hakanlığı bünyesinde Tu-lu ittifakında yer alan beş kabile, Türk Türkütlerle aynı haklara sahiptiler. Bu kabile lerden biri de Türgeşler'di. "Türgeş" (veya Türgiş) kelimesi de "Türk+eş" gibi okunabilir.46 Buradaki "eş" küçültme ekidir (Telengit dilinde). Bu durumda anla mı "Küçük Türk" , "Türkcük" olarak çevrilebilir. (Aynı benzerlik Rusçada da vardır: Malorusya ve Malorus (Küçük Rusya ve Küçük Rus). Bu ad, lndus vadisinde Türkler'e misafirperverlik gösteren 40 41 42 43
Gnımm-Grjimaylo, Gnımm-Grjimaylo,
Zapadnaya Mongoliya, IU533. Opisaniyc putcşcstviya, s. 484-485.
Sobraniyc, s. 289. Zapadnaya Mongoliya, IV269. H Biçurin, Sobraniyc, s. 296. 45 Aristov N. A., Zametki ob ctniçcskom sostav tyurkskix plcmcn, s. 27. 46 Gnımm-Grjimaylo, Zapadnaya Mongoliya, IV269. Biçurin,
Gnımm-Grjimaylo,
1 10
AV R A S Y A ' D A N
ahaliye verilmiş, sonra zaman içinde idari adiandırma eski kabile adını itmiştir. Bu tür benimserneler Asya'da nadir görülen bir şey de�ildir. Ör neğin Torgoutlar, Kerait ham Van-han'ın en yakın oymağından çıkan bir Kalmık kabilesidir ve Torgout kelimesinin anlamı da "koruma" (bodyguard) demektir.47 Afganistan'daki Hezareler, bin (hezar) kişi olarak yerleştirildikleri bölgede çoğalan Moğollar'dır. Bir başka ör nek, başlangıçta parayla satın alınan köleler olan Mısır Memlükleri, daha sonra iktidan ele geçirmiş ve diğer kabileler gibi bir kabile gr..t bu haline gelmişlerdir. Türgeşler'in Abarlar'ın torunları olduklan şeklindeki görüş, eğer iki olgu tarafından desteklenmemiş olsaydı, bir varsayım olarak ka lırdı. Türgeşler arasında Mo-ho kabilesi kayd�dilmiştir. E. Chavanı. !S bunun, Çin kaynaklannda 557 yılında Türkler'den kaçan Abarlar'ın sığındıklan "Mukri"ler olarak zikredilen halkla aynı olduğunu ispat etmiştir.48 VII. Yüzyılın ikinci yarısında Mukriler, VI. Yüzyılın orta lannda So-ko ve A-li-she kabileleriyle yakın simbioz halinde yaşa dıkları bölgede görülmüşlerdir. tkinci olgu da birincisiyle yakından bağhntılıdır. Tarihte herhan gi bir yere kaçaklar veya muhacirler gelip yerleştiğinde, orada daha önce yaşayanlar tarafından hoş karşılanmazlarsa, iki taraf arasında bazı zıtlaşmalann çıktığını gösteren pek çok hadise vardır. Çoğu kez de bu zıtlaşma yeni gelen muhacir grubun ya kovulmasıyla, ya da orada yerleşip kalmasıyla sonuçlanır. Eğer Türgeşler'in Mukri ve Abarlar'ın karışımından ortaya çıkmış bir halk oldu�u şeklindeki teklifimiz doğruysa, o takdirde onlar arasındaki farklılık, tek halk halinde kaynaştıklan zamanlar dahi göztenrnek zorundaydı. Gerçek ten de "Kara Türgeş" ve "San Türgeş" kabileleri arasındaki iç savaş, Türgeşler'i diğer çağdaş halklardan daha fazla tahrip etmiştir. N . A. Aristov, bu sosyal çatışmaların iç yüzünü anlatırken, As ya'da san rengin kraliyet ve aristokrat rengi olduğunu, karanın ise genel olarak aşağı ve zayıf tabakayı temsil ettiğini belirtmektedir. Bu 47 Radloff W. Aus Sibirien. Leipzig, 1893, s. 213. 48 Y. Pritsak, k-g'yi topluluk eki olarak gördügünden "Türküt" ve "Tür giş" - tür+gi+s kelimelerini benzer kabul etmektedir. lbrahim Kafesog lu ise kelimeli Türk+ş olarak görmektedir. Çev.
TA R İ H T E N S İ L i N E N Ü Ç H A L K
111
boy ve kabilelere uygulandıgında Kara-Kidan gibi bir kabilenin kü çük kısmı anlamına gelmektedir.49 Aristav da kara kabileterin Tür geşler'in hakimiyeti altındaki Dulat ve Kırgızlar'ı gösterdigi düşün cesindedir; ama sözü edilen dönemde Dulatlar ve Nuşibiler, Türgeş ler'le yan yana yaşamaktaydılar.50 Dolayısıyla "sarı" ve "kara" kabi leleri dogrudan Türgeşler'in bünyesinde aramak gerekir. Çünkü an cak burada keşfedilebilirler. Türgeş Hakanlıgı'nın hanisi Wu-chi-le (Baga TarhanlMaha Tagan - "Tarhan") Mukrin kabilesine mensuptu. O ve oglu So-ko [So-ho] "sarı" kabileterin temsilcileriydiler.5 1 So-ko, 7 l l'de Dogu Türk hakanı Mo-cho, Kapagan-han tarafın dan esir alınıp infaz edilmiştir. Ondan sonra tahta Su-lu han geçmiş tir. Su-lu "ayrı bir Türgeş boyundandı. "52 Su-lu 738 yılında Prens Tu-mo-ch'i ve yine Mo-ko Dagan'ın yani Mukrin kabilesinden gelen bir tarhanın elebaşılıgında isyan eden "Sarı Türgeşler"in bir kornp losuna kurban gitmiştir. 53 Su-lu hakanın işini bitiren Tu-mo-ch'i "Kara Türgeş"lerin davasını savunmaya devam etmeyi denedi. Öldü rülen hakanın oglu Tou-huo-hisen Chu-ch'o'yu tahta iclas edip, Mo ho Tagan'a karşı saldınya geçti. Fakat Çinliler'le ittifak akteden Mo ho Tagan, rakiplerini altederek, tahtı ele geçirdi ve "San Türgeş ler"in hakimiyetini yeniden ikame etti. Fakat 742'de, daha sonra yerini Tengri Ulug Munmış'a bırakacak olan El-etmiş Bilge Kutlug'u han nasbeden "Kara Türgeşler" tekrar iktidan ele geçirdiler. 756'da San Türgeşler tekrar kuvvet toplaya rak, taht kavgasına giriştiler. Neticede Türgeşler oldukça zayıfladılar ki, 766 yılında bir kısmı Karluklar'ın, bir kısmı da Uygurlar'ın hima yesine girmek zorunda kaldı. 54 Tüm bu anlatılanlardan çıkardıgımız sonuç "sarılar"ın eskiden beri bu bölgede yaşayan Mukrinler, "kara"ların ise muhaceret ederek gelen Abarlar oldugudur ki, yukandan beri hikaye edilen olaylar da bu tezi dogrulamaktadır. 49 50 51 52 53 54
Zapadnaya Mongoliya, IV570. Documents, s. 230. Aristov N. A., Zametki ob etniçeskom sostav tyurkslıix plemen, s. 28. Biçurin, Sobraniye, s. 296. Grumm-Grjimaylo, Chavannes,
Age.,
s.
299.
Age., s. 297.
AV R A S Y A ' D A N
1 12
Türgeşler, kalabalık bir halktı. Bir seferberlik durumunda So-ko han 300 bin kişilik ordu çıkarabiliyordu.55 Bu, muhtemelen abartılı bir rakamdır. Çünkü Türgeş savaşçılardan başka, ordu saflarında Ba tı Türk Hakanlıgı'nın yakılışından ve Açina hanedanının dagılışın dan sonra itaat altına alınan komşu kabilelerden de ek kuvvetler toplanıyordu. Türgeş Hakanlıgı'nın kurucusu ve So-ko'nun babası Wu-chi-lo'nun ancak 140 bin savaşçı toplayabilmesi de buna delalet etmektedir.56 Nitekim Wu-chi-lo bu kuvvetlerle "her ne kadar itaat altına alınan kabHelerin saygı ve güvenini kazanamıyorsa da, onları teskin ediyor ve göçebeler ona boyun egiyorlardı." "Kara Türgeşler"in fazla kalabalık oldukları söylenemez. N. Ya. Biçurin Su-lu hanın topu topu 200 bin kişilik bir tebaası oldugunu, ancak bunların hepsinin savaşçı olmadıgını ve savaşçı olaniann sa dece halkın üçte birini oluşturdugunu belirtmektedir. Her yetiştkin erkegin savaşçı kabul edildigi barbar devletlerde halkın genel nüfusuyla savaşçı sayısını oranladıgımızda, Türgeşler'in gerçek nüfuslarını tespit etmemiz mümkündür. Buna göre Türgeşler 500-700 bin arasında degişen bir nüfusa sahiptiler. Özellikle 745 yı lında Çin'in tüm nüfusunun 58 milyon oldugunu göz önünde tutar ve bunun da T'ang hanedam döneminde ulaşılan en yüksek rakam oldugunu hatırlarsak, o zamana göre bu hiç de küçümsenmeyecek bir rakamdı.57 Ama eger, güçlü Türgeş halkının şekillenişi, Mukri ve Abarlar'ın birleşmesinden dogmuştur izahı tatminkar bir açıklama55 Sadece Wu-chi-1� MMo-ko Tagan" ünvanı aldıgı için burada geçen MMu ko" (E. Chavannes onu Baga diye okumaktadır) hiçbir şekilde özel isim olamaz.
A. N. Bemshtam, Uygur alfabesiyle yazılmış bir Türgeş sikkesini yayın lamıştır. Bu sikkenin üzerinde Mturgas qayan baj baya" (Trudı otdela Voktoka Gos. Ermitajta", t. ll, 1940, s. 105). Transkripsiyondan bir işa retin hem q ve hem de u anlamına geldigi görülmektedir. Bu durumda baya-baga-qayan yerine ilk kelimeyi Mukrin'in degişik bir şekli olan Bekrin olarak okumak da mümkün. Çinliler de böyle yapıyorlardı. On lar, kabile adlanyla tarhan ünvanlannı aynı şekilde ve yine ayn hiyerog lifle yazıyorlardı. Bu demektir ki, MMo-ko-baga" kelimesi bir kabileye, burada Mukrin - Bakrin'e işaret etmektedir. Dolayısıyla Mo-ko-Tagan yani Mukri kabilesine mensup tarhan, bir kabile ünvanıdır ki, Türgeş Hakanlıgı urun düzeninde Mkül-çur" ünvanı dikkatimizi çekmektedir ki, bu, Çumugun kabilelerinin yöneticisidir.
56 Biçurin, Sobraniye, V300. 57 Age., s. 297.
TA R İ H T E N S İ L i N E N Ü Ç H A L K
113
saysa, bu durumda onun hızlı bir şekilde çöküşü ve bütünüyle tarih sahnesinden çekilişi neyle izah edilecek? Tekrar Vlll. Yüzlyıldaki siyasi duruma bir göz atalım. Bu yüzyıl oldukça fırtınalı bir dönemdi. Dört güçlü devlet, boz kırlar ve Batı ve Doğu Türkistan'ın hakimiyetini ele geçirmek için birbiriyle kıyasıya boğuşmaktaydı. Tanrı Dağları'nın doğusundan itibaren olan kesimini Tang Impa ratorluğu ele geçirmişti ve Türgeşler onunla hesaplaşacak durumda değildi. 7 1 1 yılında "Sarı" Türgeşler'i bozguna uğratan Orhon Türk leri de büyük tehlike arzediyorlardı.58 Türgeş ham Su-lu, Tibet Im paratorluğu gibi bir müttefik bulmuş ve onun yardımıyla Doğu Tür kistan'da Çin hakimiyetinde olan bölgeleri yağmalamıştı.59 Ama bu sırada batıda güçlü bir düşman ortaya çıkmıştı: Araplar. Iktidarı ele geçiren "Sarı"lar tekrar Çin'in kapısını çalmışlardı, ama Türk Açina hanedanının son temsilcilerinin aleyhine olarak ÇiniHer'in hakimiyetini ve süverenliğini tanımayı kabul etmişlerdi. Yine de 742 yılında iktidarın tekrar Kara Türgeşler'in eline geçmesi sebebiyle bu ittifak semeresiz kalmıştı.60 Çünkü daha sonra 75l'de vukü bulan Talas savaşı sırasında anahtar rolünü Türgeşler oynaya caklardı. Zira bu savaş sırasında Çinliler Araplar'la karşı karşıya gel diğinde, Karluklar Araplar'ın yanında yer alacak ve Kao Hsien-chi, Ziyad bin Salih tarafından mağlup edilecekti. Bu savaştan sonra çok şey değişmiştir.Çinliler Orta Asya üzerin deki hakimiyet projesinden vazgeçmiş; An-lu-shan isyanı Tang İmparatorluğu'nun tüm gücünü emip yok etmiştir. Bu arada ku zeyde Uygur Hakanlığı güçlenmiş; Tanrı Dağları'nın kuzeyinde Ti bet hakimiyetini kırmış, batıda ise Müslümanlara ve müttefikleri Karluklar'a komşu olmuştur. Tahripkar bir iç savaş geçirdikten sonra Türgeş Hanlığı'nın bu şartlarda ayakta kalabilmesi düşünüle mezdi. Çin'le temas kurma teşebbüsleri 758 yılına kadar devam et ti; fakat hiçbir yerden yardım gelmedi. 766'da artık On Oklar'ı (Nuşibi ve Tu-lu kabileleri) itaat altına almış olan Karluklar, Tür geşler'in bir kısmını kendilerine bağladılar, diğer kısmı ise Uygur lar'a teslim oldu. O tarihten sonra Orta Asya tarihinde "Türgeş" adına bir daha da rastlanmıyor. 58 Age., s. 296. 59 Grurnrn-Grjirnaylo, Zapatnaya Mongoliya, 11338. 60 Biçurin, Sobraniye, 11297.
114
AV R A S YA ' D A N
Türgeşler, Batı Açina hanlarının geleneklerini tevarüs ederek, tüm kültürel ilişkilerinde sırtlarını Çin'e dayadılar. Çin'in düşmanı olan Do�u Türk hakanlan ise, aynı zamanda Türgeşler'in de düşma nıydılar. Çin'in kadim müttefikleri olan So�diyanlı dilıkanlar Arap lar'a karşı verilen mücadelede Türgeşler'in deste�inden geniş ölçüde faydalandılar. O sıralar Persler'in Uzak Do�u kültürüne mensup ol duklarına işaret etmek amacıyla Türk (Türgeşler de dahil) süvarile rine "Türkan-ı Çin"61 (Çin Türkleri) demeleri tevekkeli de�ildir. Ancak, Türgeşler'e asıl ölümcül darbeyi, yukanda anlattıgımız olaylarla yakından baglantılı olarak ekonomik şartlardaki degişiklik ler indirdi. Batıda Araplar Sogdiyanalı tacirleri kılıçtan geçirdikleri, doguda ise An-lu-shan isyanı Çin'i baştan sona yerle yeksan ettigi için ker van ticareti tamamıyla çökmüştü. Bu durumda Türgeş Hakanlıgı'nın ipek yolunda oynadı�ı aracı rolü sıfıra inmişti. Tahripkar iç savaş yetmiyormuş gibi, ekonomik gelirlerden ve kültürel baglardan da mahrum kalan Türgeş Hakanlıgı'nın artık ayakta durması mümkün de�ildi ve nitekim öyle de oldu. Hakanlıgın yıkılmasıyla birlikte hal kı da tarih sahnesinden çekildi. Bu olay her ne kadar Merkezi Asya etnogenezi için özel bir dururnsa da, her yerde aynı sonuçlann orta ya çıkması gibi genel bir kural yoktur. Halk, degişik şartlarda, genel likle kısa ömürlü de olsa, politik bagımsızlıgını sürdürür (Ömegin Roma hakimiyeti döneminde Rumlar, Sasani hakimiyeti günlerinde Kafkas halklan ve Araplar'ın boyundurugu altındaki Mısırlılar). O sıralar Merkezi Asya'daki kurma ve yıkma süreçleri öylesine yogun gelişiyorrlu ki, bagımsızlıgını kaybeden halk, varolma gayre tini de yitiriyordu.
Karluklar'a boysunan Türgeşler Karluklaşmış, Uygurlar'a boysu nanlan da Uygurlaşmıştır. Etnografik harita da aşagı yukarı siyasi haritayla eş zamanlı olarak degişmiştir. Dolayısıyla artık aranacak bir şey olmadıgı için izierin bundan sonraki kısmını aramaya son vermekte haklıyız. Böylece, Türgeş halkının ortaya çıkış, yükseliş ve tarihten siliniş süreçlerini takip etmiş olduk. 61 Age., s. 298. 62 Age., 1U300. 63 Bu ibare, Şeh-name'de geçmektedir.
TÜRKLER1N ALTAY KOLU (Sovyetshaya arhelogiya, 1959, No. l )
1.
Türkler'in Altay DaiJ.anna Gelişleri
Yıl 630. Türk Hakanlığı'nın Çin'le yaptığı savaş sona ermişti. Sa vaşın galibi Çin'di ve Doğu Türk Hakanlığı'nın varlığı son bulmuş tu. Mağlup Türkler'ini bir kısmı Çinliler'e teslim olmuş, bir kısmı Seyantolar'ın hakimiyetine geçmiş, diğerleri ise T'ie-le (Töles) kabi lelerine boysunmuşlardı; ama oldukça kalabalık olan başka bir grup, çevresindeki çemberi yararak Doğu Altayların dağlık vadilerine çe kilmişti. 2 Bunlann başında Yih-chu Çebi-han ünvanı alan Hu bo ad lı bir ülüş prensi vardı.3 P. Pelliot, sOz konusu tu-kiu hiyeroglifıni Mogolca çogul ekiyle "Tür küt" yani "TOrk" olarak çözmüştür. Türk kelimesinin anlamını degiş tirmesini ve "TOrki-tü-gu" adının da çok hatta) oldugu düşüncesiyle ben , Birinci Türk Hakanlıgını kuran Türkler için "Türküt" okunuşu nu amaca muvarık buluyorum. Bkz. P. Lelliot.
nom chinois des turcs. 2
COrigine de T'ou-kieu,
T'oun Pao. 1915, ayn basım.
T'ang-shu'da şöyle yazılmaktadır: "Çebi, Altın dagların (Aitaylann- L. G.) kuzey tararına gitti. Altın dagların üç tararı sarp kayalıktır ve ancak dördüncü tararında atla ve arabayla gitmeye elverişli bir geçit vardır. Arazi düzdür ve Çebi oraları işgal etmiştir. O, batıda Ko-lo-lu (Karluk lar - L. G) ve kuzeyde Ch'i-ku (Kırgızlar - L. G.) yu itaat altına aldı . " . Bkz. Biçurin, Sobraniye, V263. Burada bölgerin üç tarartan daglarla çevrili, "arazininse düz, yani boz kır" oldugu şeklindeki kayıt, Çebi-han'ın Altayiann ormanla kaplı, hayvancılıga elverişsiz kuzey eteklerini degil, iç Altay vadilerini işgal ettigini göstermektedir. Oraya giden tek geçit ise Saylugem geçididir. Anlaşılan Çebi-han'ın hakim oldugu topraklar Töles Gölu'yle Katun
AV R A S Y A ' D A N
116
Çinliler'in verdikleri bilgilere göre Çebi-han'ın ordusu, Tölös4 ce nahına mensup otuz bin kişiden oluşuyordu; halbuki aynı sıralarda Çinliler'in ma�lup Türkler'den teşkil ettikleri güney "hanlı�ı" "da�ı nık vaziyetteki birkaç yüz çadırdan" ibarettt5 Ancak Açina A-shih na han boyuna mensup olanların neredeyse tamamı ya güneyde Çin'in esiriydiler, ya da sı�ınmacı durumundaydılar. Çebi-han, Altaylan tabii bir kale olarak kullanahilmiş ve Türk ler'in ezeli düşmanı Seyantolar'la, Kara lrtış boyunda yaşayan Kar luklar'la ve Batı Sayan eteklerindeki Kırgızlar'la savaşmaya devam et mişti. Bu başarılan Çin'le savaşıncaya kadar da devam edecekti. Tang ordusunun üstün gücü,6 650'de Kao Kan'ın kamutasında ta harri taburuna kolay bir zafer hediye etmiş; Çebi-han esir edilerek Çin'e gönderilmiş, halkı ise Yutukun da�larında,7 yani Do�u Han gai'a iskan edilmişti.S Altaylılar'ın Hangai'a getiriliş hikayesi, Çin'den başlayan tüm yolculuk Gobi ve Batı Mogolistan üzerinden Altaylar'a kadar bir yıl sürmüş olsa bile, kesinlikle abartıtarla doludur. Kao Kan'ın bu kadar kısa bir zamanda oldukça kalabalık Türk halkının tamamını esir etmeyi başardı�ına inanmak, ömürlerinde Altaylan hiç görmeyen Çinli zadegan sınıfının becerebilece�i bir şeydi. Çünkü burada da�lık vadiler birbirlerinden sarp geçitlerle ay rılırlar ve her tür düşmandan saklanma imkanı sa�layan tabii gizli yanlan vardır. Bununla birlikte Altaylarda hayvancılık ancak vadinin bozkır iklimine sahip eteklerinde mümkündür, ama onların da sayı sı sınırlıdır. Dolayısıyla Çebi-han, sürülerinin sayısını artırabilmek ve halkın nüfus artışını sa�lıyabilmek için bozkıra açılan çıkışlar nehri arasındaydı ve muhtemelen doguda, Grumm-Grjimaylo'nun tah minine göre Kobdo havzasının bir kısmını elinde bulunduruyordu.
Zapadnaya, s. 277. Sobraniye, s. 263-264, 397; Grumm-Grjimaylo, Zapadnaya,
Bkz. Grumm-Grjimaylo,
3
Biçurin,
s.
277. 4
Turk askert-idart sisteminin dogu kanadına Tölös denilirdi. Bkz. Klu
5 6
Novıye dannıye o plemeni telesov i tarduşey. Vestnik Dalnevostoçn. AN SSSR, no. 1-2, 1932, s. 97. Biçurin, Sobraniye, V264. Gumilev. Statueıki voynov iz Tyuk-Mazara. Sb. MAE, XII, L., 1949, s. kin.
Otd.
232-253. 7 8
Biçurin, Sobraniye, V264. Grumm-Grjimaylo,
Zapadnaya, s. 277.
T Ü R K L E R ' İ N A LT A Y K O L U
117
aramak zorundaydı. Ancak, bozkırda Tang süvarileri kendisiyle eşit sayıda olmadı�L için bu onun sonunu hazırlayacaktı. Kaynak metne döndü�ümüzde görüyoruz ki, Çebi-han, da�larda saklanmaya henüz fırsat bulamadan Altay eteklerinin su basar kı sımlarında ve ovalarda ma�lup edilmişti.9 Anlaşılan Kao Kan, vazi fesini başardı�ı düşüncesiyle aldı�ı esirleri Hangai'a getirip zaferini duyurmak için Ch'ang-an'a ulak göndermişti. Neticede da�larda ya şayan Türkler hayatta kalmayı başarmış, ovalarda yaşayanlar ise alı nıp götürülmüş ve komşuları arasına da�ıtılmışlardı. Altay Türkleri ba�ımsızlıklarını IX. Yüzyıl ortalarına kadar koru muşlardır. Çünkü bu tarihe kadar onların geleneksel elçilik hçyetle ri Çin'e gelip gitmiştir. Ama yeni bir ortama gelen bir halk, 200 yıl zarfında de�işemez. Türkler çok eskiden beri bozkırlıydı ve çarvacılıkla u�raşıyorlar dı. Da�lara sürülenler sürülerini muhafaza etmişlerdi; ama nehirler le bezeli vadilerin kuzey eteklerindeki meralar sınırlıydı. Bu durum da sürüler gittikçe küçülüyordu ve Türkler de balıkçılıkla de�il, boz kırda oldukça önemli yer tutan avcılıkla u�raşmak zorundaydılar. Ama orman avcılı�ı zor işti. Hal böyle olunca Türk halkı öncekin den çok daha kötü bir ekonomi tipine adapte olmak zorundaydı. Al tay da�larının tabii şartlanyla bo�uşmak, Sibirya kutup ikliminin katı şartlarıyla bo�uşmak kadar güç sarfetmeyi gerektiriyordu. Böylece çarvacılıkla u�raşan savaşçı göçebeler, hürriyeti seven yerleşik hayvancı topluma dönüştüler. Kalka ve Sogdiyana'ya hakim olanlar Başkaus ve Çulişman'ın efendileri haline geldiler. Kısacası Türkler, Tölesleştiler ve bu geçiş IX. Yüzyıl ortalarına rastladı. An cak küçük bir Töles grubu hala kendi ayakları üzerinde durabiliyor du. Her ne kadar Naymanlar Tölesler'in batı ve do�udaki toprakla rını ele geçirmişlerse de, Altay'ın do�usundaki da�lık kesimi haki miyet altına alamamışlardı. "Yuan-chao-pi-shih"de Tölesler'in 1 207 yılında Cuçi-han tarafından itaat altına alınan süveren kabileler ara sında zikredilmesi de bunu göstermektedir. lO Bu tarihten sonra Tö lesler'in ba�ımsız yaşantısı sona ermiştir; ama onlar gerek Mo�ol ha kimiyeti döneminde ve gerekse Oyrat boyundu�uru sırasında etnog9
Biçurin,
10
Grumm-Grjimaylo, Zapadnaya,
Sobraniye, U263.
ıaniye, L., 194 1 ,
s.
1 75.
s.
417; C. A. Kozin. Sohrovennoye sha
AV R A S Y A ' D A N
rafik yönden bağımsız hayat tarzlarını muhafaza etmişlerdir. Öyle de olsa bağımsızlığın elden çıkışı, arkasında bir takım izler bırakmak zorundaydı. N itekim Xlll. Yüzyıldan itibaren Tölesler'in Telengitleş meleri şeklinde yeni ve yavaş bir süreç başlamıştı. l l Olayların bu şekildeki seyri, yazılı kaynaklardaki bölük pörçük bilgilere istinaden kurulmuştur. Aynı olayların daha sonraki seyrini takip edebilmek için, yeni malzemelere, tabi ki ilk önce de arkeolo jik bulgulara müracaat etmek zorundayız.
2.
Tarihi bir Kaynak Olarak Dağlık Altaylardaki Türk Mezarlan
Dağlık Altaylar değişik kabile ve halkiara ev sahibi yapmasına rağmen, diğer arkeolojik yadigarlar arasından Türk mezarlarını ayır detmek hiç de zor değildir. Türk kültürü oldukça orijinaldir ve di ğer göçebe kültürlerinden farklıdır. Bundan başka, Çin yıllıkları Türk defin merasimleriyle ilgili, oldukça detaylı bilgiler bırakmıştır. Söz konusu detaylar defin şekli ve mezar yapısı konusunda aranılan tafsilatı verebildiği için, bu tasviri bütünüyle aktarmak gerekmekte dir: "Mevtanın cesedini çadırın içine koyarlar. Oğulları, torunları ve her iki tarafın (erkek ve kadın tarafının) akrabaları adar ve koyun lar boğazlayıp, onları çadırın önüne koyarak kurban sunarlar. Çadı rın çevresini at sırtında yedi defa dolaşırlar; sonra çadırın girişinde bıçakla yüzlerini kesip, feryad-ı figan ederler. Kan ve göz yaşları bir birine kanşır:·ıı Aynı adet, 576'da Istemi-han'ın cenaze törenine ka tılan ve 'geleneğe göre' bıçakla yüzünü çizmek zorunda kalan kılıç yapımcısı Valentin tarafından da anlatıldığı için, Çinli yazarın verdi ği bilginin dakikliğinden şüphe edilemez. n Tekrar Çince metne dö nelim: Daha sonra belli bir günde mevtanın bindiği atı, kullandığı eşyaları bir araya toplayıp mevtanın cesediyle birlikte yakarlar; küll l Telengitler: VII. Yüzyılda Orhon nehrinin batısında yaşıyan Töles Tou
lan-kolar'ın torunlandır. Bunlar Altayiara Oyratlar'ın Mançurlar tara fından maglup edilmesinden sonra gelmiş ve bulundukları bölgede di ger "kemikler" arasında "kemik" (Seok) olarak yaşayan Töles bakiyele rini bünyelerine almışlardır. l 2 Biçurin, Sobraniye, V230. l3 Menandros. Vizantiyshiye istorihi. Per. Destunisa. SPb. , 1860, s. 42 1 -
422.
T Ü R K L E R ' İ N A LT A Y K O L U
119
leri bir araya getirip yılın muayyen bir gününde mezara gömerler. llkbahar ve ya�ın ölenleri agaç yaprakları sararıp, dökiılmeye başla dığı zaman; sonbahar veya kışın ölenleri ise çiçekler açılırken gö merler. Defin gününde ve keza vefat gününde (yıldönümünde), mevtanın akrabaları kurban sunar; at yarışı yapar ve yüzlerini keser ler. Mezarın çevresine örülen yapı üzerine mevtanın çehresini, öm rü boyunca iştirak ettigi savaşlan tasvir eden taşlar dikerler.Genel likle mevta bir adam öldürmüşse, bir taş dikerler. Eğer mevtanın öl dürdügü insan sayısı birden ne kadar fazlaysa, o kadar taş dikerler ve bu taşların sayısı yüze, hatta bine ulaşabilir. " l4 Bu anlatılanlan Orhan kitabeleri de teyit etmektedir. Bilge-han'ın mezarına dayanan bir dizi taşın arasında digerlerine göre yükSek bir taş üzerinde şu yazı bulunmuştur: "Bu taş, Tölöslerin şadının balba lıdır."l5 Aynı kitabelerde isimleri yazılı balhallara (yadigarlara) rast lanmaktadır. Örnegin Kutlug Elteres-han'ın (Kudulu'nun) mezarı üzerine yerleştirilen bir dizi taşların en irisi, Tokuz-oguzlar'ın ham Baz-kagan'ı temsil eden taştı. 16 Elteres'in kardeşi Kapagan-han'ın (Mo-cho) mezarında ise benzeri bir taş Kırgız hanını temsil ediyor du. ı 7 Şu halde Çin vakayinamelerinin verdiği bilgilerin gerçegi yan sıttığını, dolayısıyla onun bu yadigarların kuruluş tarihini ve kimle re ait oldugu şeklindeki malumatını esas alma hakkına sahibiz. "Mevtanın suretinin tasviri"ne gelince, Çin kaynagının verdigi bilgi nin doğru olduğunu, eserini on sekiz el yazmasını kaynak olarak kullanmak suretiyle yazan XVII. Yüzyıl Türk tarihçisi meşhur Ebu'l Gazi Sahadır-han'ın aynı yöndeki bilgileri de teyit etmektedir. ıs Ebu'l Gazi, "Şecere-i Türk" adlı eserinin birinci bölümünde, eski putperest Türkler hakkında şu satırlan yazmaktadır: "Birinin sevdi gi bir kişisi, oğlu, kızı veya kardeşi öldügü zaman, ona benzeyen bir heyketini yapar, evine dikerlerdi". 1 9 (Türkler'in Müslüman olduktan sonra aynı gelenegi beş yüz yıl boyunca sürdürmüş olmaları enteresandır). 14 Biçurin, Sobraniye, V228, 229. 15 V. V. Radlov i P. M. Melioransky. Drevneıyurkskiye pamyalniki v KoşoSaydame. Sbomik trudov Orxonskoy ekspeditsii, t. IV, SPb., 1899, s . 68. 16 P. M. Melioransky. Pamyalnik v çesl Kul-ıegina, s. 68. 17 Age., s. 70. 18 N. l. Berezin, Biblioıeha Vosloçnıx islorihov, 3134. 19 Age., s. 10.
120
AV R A S Y A' D A N
Yukarıda anlatılan defin şekline uygun mezarlar Altayların güney kesiminde, Çu nehri boyunca S. V. Kiselev ve L. A. Yevtuhova tara fından 1935'de, kuzey kesiminde Başkaus ve Ulagan nehirleri bo yunca N. M. Yadrintsev tarafından 1878 ve 1880'de, Adrianov tara fından 1881'de ve bu satırların yazan tarafındansa 1948'de aranmış ve incelenmiştir. 1935 yılında görevlendirilen Sayan-Altay arkeoloji ekibi,20 tüm Çu vadisinde ve Kuray bozkınnda geniş çaplı bir kazı çalışması ya parak, VII-VIll. Yüzyıllara ait taş kurganlarda Orhon kitabelerini doğruladığından zerrece şüphe edilmeyen kap kacaklar ele geçirdi. Ancak, buradaki cesetler yakılmamıştı ve bu da gömülen cesetlerin Türkler'e ait olduğu konusundaki görüşü reddetmeyi gerektirmişti. Herhalde bunları Türkler'e yakın olmakla birlikte, bütünüyle Türk olmayan Çu ve Çumi kabilelerinin bakiyeleriyle ilişkilendirmek ge rekmektedir. VII-VIII. Yüzyıla ait taş kurganlann Türkler'le özdeş leştirilemeyeceğini, Telengitler'in bulunmadığı Ursul vadisindeki buluntular da göstermektedir. Gerçi Ursul kurganlarından birinde Orhon kitabesi yazısıyla yazılı bir kap bulunmuştur, ama yazının muhtevası bize bu gerçeği açıklamaktadır. Gümüş kabın dip kısmında şu yazı vardı: "Türk-şadının gümüş hediyesi"2 1 . Yani kap bir hediye olarak buralara gelmişti ki, bu da Ursul vadisinin yerlilerinin Türkler'le ilişki içinde olduklarını gös termektedir. Yukarıda anlatılan Türk mezarına daha uygun düşen başka bir tip yadigar, "taşlı sahan" veya "ihata duvarı"lardır. 22 "Taş nineler" gibi dikey olarak çakılan bir dizi yontulmamış taşlar da bununla ilişki lendirilmiştir. Taş setin altında, daima kutsal çakıl taşları, ağaç çü rükleri ve kömür külleriyle doldurulan oval bir çukur yer almakta dır. Bulgular arasında at veya koyun kemiklerine rastlanmıştır. Bu yadigarları inceleyen S. 1. Rudenko, setin altında demir bıçaklar bul muştur ki, benzerlerini A. A. Gavrilov 1 948'de Çulişman nehri sahi linde ele geçirmişti. lhata duvarl�nnda insan kemiklerinin olmayışı, (taş heykellerio Türkler'e ait olduğundan şüphe etmeyen) L. A. Yevtuhova'yı bu sa20 L. A. Yevtuhova i G. B. Kiselev. Otçel o rabotax Sayano-Altayskoy arxe ologiçeskoy ekspeditsii 1 935 g. , 194 1 . 21 Age., s . 1 1 3. 22 L. A. Yevtuhova. Kamannıya izvayaniya sevemogo Altaya, s. 130.
T Ü R K L E R ' İ N A LT A Y K O L U
121
hanların "komşu kurganlara gömülenlerin hatırasına yapılan kendi ne özgü altadarıyla göstermelik kurban yerleri" olduğu teklifini ge tirmeye zorlamıştı.23 Fakat bu görüş, onları, yakma törenlerinin uy gulandığı mezarlar olarak gören S. 1. Rudenko'nun görüşünden da ha az inandırıcı gelmektedir. Bununla birlikte Yevtuhova, birbiri ar dınca dizilen işleomemiş taşların tam dikiliş tarihini vermekte zor lanmakta ve bunun daha sonraki çalışmaların konusu olduğunu be lirtmektedir. Bu yüzden, ı 948 yılında Gorno-Altay araştırma ekibinin çalışma ları sırasında Başkaus ve Ulagan nehirleri boyunda tarafımızdan ya pılan gözlem analizine burada yer vermemiz hayli isabetli olacaktır. ı 935'de Sayan-Altay araştırma ekibinin çalışmalar yaptığı Çu va
disiyle Ulagan aymağı arasında yüksek, uzun ve aşılması zor bir ge çit yer almaktadır. Geçidin arkasında Çulişman'ın bir kolu olan Baş kaus nehri akmakta; küçük Ulagan çayı da ona dökülmektedir. Bu iki nehir, suyunu otlarla kaplı eteklerle bezeli meyilli dağların yer al dığı geniş vadilere akıtmaktadır. Fakat henüz yedi km. yukanda ve biraz daha aşağıda Başkaus, ormanlık kayalar arasına kanşmaktadır. Ulagan vadisi geniştir ve çarvacılığa elverişlidir. Ancak, ağzın 40 km. yukarısında sahilleri sarp bir geçit başlamaktadır. Telengitler yazlık otağlan bu nehirlerin ayrım noktasında kurarlar. Kaydetmek gerekir ki, eski mezarlıklar, bugün veya daha öncele ri Telengit kışiaklarının bulunduğu yerlerde, yani nehirli vadilerin bozkırla kaplı eteklerinde yer almaktaydı. Halbuki ne ormanda, ne dağlarda ve hatta ne de orman-bozkırla kaplı eteklerde herhangi bir mezar yok. Bu durumda Telengitler'in bugün dahi ölülerini sadece kışiaklarının bulunduğu bölgelere defnettiklerini; yaylada ölen biri nin cesedini mutlaka vadiye getirdiklerini ve Altay yollarında bunun hiç de kolay olmadığını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Muhtemelen Altayların bu bölgede yaşayan eski sakinleri de şim dikiler gibi davranıyorlardı (mezarlıkların orada burada dağınık va ziyette oluşu da bunu göstermektedir). Aynı mezarlıkların anlatırnma geçmeden önce, eski büyük kur ganlar (Pazırık kültürü) ve bir ad verilerneyen taşlı salıanlıkların dı şında, incelenen bölgede iki tip yadigar bulunduğunun tespit edildi ğini belirtelim. Bunlardan küçük ve oval olan taş kurganlarda mev23 Age.,
s.
1 3 1 , 132.
1 22
A V R A S YA' D A N
tanın atla birlikte defnedildigi tek tip mezarlar bulunmaktadır.24 Dört köşe olan sahanlıkların çevresi ise dikey olarak çakılmış levha çitlerle çevrilidir. Oval kurganların çapı 2-8 m. (nadiren biraz daha fazla) ve eni 0,1 ila O, 6 m. arasında degişmektedir. Bunlar, şekil iti bariyle Pazırık dönemine ait büyük kurganların bir tür minyatür tekran durumundadır. Beş altı kurgan halinde ve meridyen yönüne bakar şekilde birbirine ulanmaktadır. Bir de büyük Pazırık kurgan larında oldugu gibi kırık taşlarla yapılmışlardır. Pazırık kurganlarıy la bunlar arasındaki tek fark büyüklükleri konusundadır, ama bizzat Pazırık vadisinde de digerlerinden oldukça küçük oval kurganlar vardır. Buradaki kurganlar, defin şekli ve mezara bırakılan eşyalar konusunda kesinlikle Pazırık kültürüne aittir. Başka bir deyişle küçük kurganları büyüklerden ayırmak için hiç bir mesnedimiz yoktur ve galip bir ihtimalle VII. Yüzyılda Türkler tarafından fethedilen eski bir halkın gelişim dönemine işaret etmek tedirler. Ben şahsen kendime, bunların Miladi I. Yüzyılda Altaylarda yaşa yan ve Çin yıllıklarında Bomalar25 diye geçen halk oldugu şeklinde hipotetik bir tekiifte bulunma hakkını tanıyorum. Bomalar'ın baki yeleri 64 1 yılı civarında Batı Türk Hakanı Ipi-Tulu han tarafından itaat altına alınmışlardı. Dolayısıyla S. V. Kiselev ve l. A. Yevtuho va'nın oval kurganlarda VI-VII. Yüzyıllara ait eşya kompleksi bulma ları kesinlikle şaşırtıcı degildir. 26 Çünkü Güney Altaylarda yaşayan lar daima bozkırla kültürel etkileşim içinde olmuşlardı ve daha yük sek teknolojiden yararlanmalarını engelleyen bir mania yoktu. Kısacası, oval kurganların bir kısmın Türk hakimiyet dönemine baglayabilsek dahi, cenaze törenlerinin özellikleri, kurganların bu lundugu yer, dış görünüşleri ve diger detaylar (yukarıda izah edildi gi üzere) göz önüne alındıgında, bu mezarların Türkler'e ait oldugu görüşünü reddetme hakkına sahibiz. Kare şeklindeki "ihata duvarları" veya "sahanlıklar" ÇiniHer'in Türk cenaze merasimleriyle ilgili olarak anlattıklarıyla tamamen ör tüşmektedir. 24 S. 1. Rudenko tarafından beyan edilmiştir. 25 Bo-ma 'olo-chi veya bi-tse)ler: Altay-Sayanlar'ın daglık bölgelerini me kan tutmuş, Ting-ling-Siyenpi kökene mensup karmaş bir halktır. (Grumm-Grjimaylo, Zapadnaya, s. 51) 26 Yevtuhova, Kiselev. Age., s. 1 14.
T Ü R K L E R ' İ N A LTAY K O L U
123
Öncelikle bunlarda ocak ve kül27 yani yakılan cesedin kalıntıları bulunmaktadır. Cesedin yarım yıl gibi bir zamanda kuruyup belki tamamıyla çürüdüğü düşünülürse, mezarlarda insan kemiğinin ol mayışı bir gösterge değildir. Birbirine ulanıp giden, dikey çakılmış ve yontulrnarnış taşlar, balballar ve en son olarak taş heykeller (ki tara fımızdan ortaya çıkarılmıştır) kare şeklindeki sahanlıklarla ilişkilidir ve genel rnanzarayı tarnarnlarnaktadırlar. Kare şeklindeki ihata duvarları oval kurgan duvarlarından daha geniş bir alana yayılmıştır. Ulagan'ın yukarı kesimlerinde, Tuşagar obasının yukansındaki geniş bir terasda, herhangi bir oval kurgan yoksa da, ihata duvarlarıyla çevrili bir mezarlık bulunmaktadır. Bu rada birbirine ulanıp giden balballada dört levhadan oluşan ihata duvarının değişik bir şekline rastlanması, fakat mezarın ortasında taş setin bulunmarnası enteresandır. Bu vakıa oldukça önemlidir. Çünkü hem L. A. Yevtuhova'nın kare şeklindeki sahanlığın komşu kurganlardaki rnevtaların hatırasına göstermelik kurban yeri olduğu yolundaki görüşünü çürütrnektedir, hem de taş taslağın bir zorunlu luk olmadığını göstermektedir. Esasen sahanlığın kurgan yakınında bulunması, kurganın kapatılması, en önemlisi de hazır taşları alıp, külleri atmayı kolaylaştırmak içindir. Üstte Ulagan terasına dayanan Auşagar obasının altında araştır ma heyeti kare şeklindeki mezarların üçüncü bir varyantım ortaya çıkarmıştır. Küçük bir ihata duvarının ( l ,Ox l ,85 m) ortasında, taş set yerine, l ,Ox0,85 m. yüksekliğinde yekpare taştan iki obelisk ko nulmuştur. Bu küçük duvara, içinde yine aynı şekilde bir obelisk bulunan, ama şimdilerde yıkılmış olan l ,Oxl ,O m. ebadında küçük bir kare şekilli başka bir mezar bitişrnektedir. Araştırma ekibi saye sinde Başkaus'un Ulagan'la birleştiği noktanın biraz yukansında Ulagan'da üç, Başkaus'da bir adet olmak üzere mezarlar ortaya çıka rılmıştır. Başkaus mezarı birazcık daha büyük ve taş ��lidir. Kısa cası bu mezar, sıradan rnezarlarla yeni ortaya çıkarılan ihata duvar lı mezarlar arasındaki geçiş döneminin bir örneğidir ve gerek bunu ve gerekse diğerlerini tek tip mezar kategorisine sokabiliriz. Sıradan ihata duvarlarının dikkatli bir şekilde incelenmesi sonucunda, bun lardan bazılarında parçalanmış obelisk kalıntıları olan taşlara rast lanmıştır. Bildiğimiz gibi Türkler'de tevarüs yoluyla iktidara gelen 27 Kötü defin yapılması veya setin sauhıa olması halinde yagmur suları nın külleri alıp götürdügünü göz önünde bulundurmak gerekir.
124
AV R A S Y A ' D A N
boy beyleri vardı2B ve muhtemelen anıt mezarların yapımında şa hısların sosyal mevkileri göz önünde bulunduruluyordu. Eger böy le ise, o takdirde bu mezarların yani ziidegiin sınıfının mezarlarının digerlerinden ayrı yerlere yapıhş sebebi anlaşılmaktadır. Türk me zarlarıyla ilgili dördüncü bir varyant üzerinde de durmak gerek mektedir. Oval kurganlardan bazılarına balballar konulmuştur. Bu rada tarafıından bu durumda olan 3 1 kurgan tespit edilmiştir, hal buki Pazırık vadisindeki büyük kurganlardan dördünde balballa.r vardır. Ilk bakışta oval kurganların da Türkler'e ait oldugu veya bu balbalların çok eski bir gelenege istinaden konuldugu söylenebilir; ama kurganlar dikkatle incelenince, orada oval kurganlann üzerine aynı taştan kare şeklinde kurganlar yapıldıgı görülmektedir. Dolayı sıyla kare şeklindeki mezarlar oval şekilli olanlan gizlemektedir ki, bu durumda eger bir kül yıgınından ibaret degilse, bunların setle rinde mezar girişlerini aramak gerekirdi. Şunu da göz önünde bu lundurmak gerekir ki, bugünkü Telengitlet ölülerini eski kurganla rın taş duvarlan içine koymaktadırlar; ama neden böyle yaptıklan hakkında herhangi bir görüş belirtmemekle ve sadece bu taş duvar lara "korum" adını vermektedirler. Eger bizim teklifimiz dogruysa ve Telengitler gerçekten Türk ler'in torunlarıysalar, o takdirde cenaze törenlerinin aşagıdaki gelişi mi yaşaması gerekirdi: 1 . Tölesler'in bir kolu olan Türkler, 63l'de geri çekilen bir ordu olarak Altayiara geldiler. Mallan ve köleleri yoktur. Ulagan vadisine yerieşlikten sonra, hiç alışık olmadıklan taş kırma gibi agır bir işle ugraşmamak için, cenazelerini gömerken eski kurganlann hazır taş lanndan faydalandılar. O dönemin anıt mezarlan taş sahanlıklardır. 2. IX. Yüzyıl ortalarından itibaren Türkler, Altaylı Tölesler haline geldiler. Eski gelenekler yavaş yavaş ortadan kalkmaya ve karmaşık cenaze törenleri basitleşmeye başladı. Böylece taş aramak yerine, ölülerini kurganlarda eski mevtanın külleri üzerine defnetmeyi ter cih ettiler. 3. 1 20Tde Mogol fetihleri, Tölesler arasında şamani ideolojiyi ve daha önceki senkretik inançları ön plana çıkarmadan edemezdi. Bu ise eski dinlerin çöküşüne yol açmak ve cenaze merasimlerine yan sımak zorundaydı. Sonuncusunda en karmaşık olan husus, cesedin
28 Biçurin, Sobraniye, 11229.
T Ü R K L E R ' İ N A LTAY K O L U
125
yanm yıl boyunca kuruması ve yakılmasıydı; çünkü bu iş sadece ku ru odun terlariki değil, uygun havalandırmanın da sağlanmasını ge rektiriyordu, öbür türlü ceset yanmazdı. Ancak, yakma işlemi, yeri ni, cesedin kutsal kabul edilişine ve bilalıere taş set içine defnetme ye bırakacaktır. 4. Tölesler, Altay yerlileri arasında nihai olarak eriyerek, şama nİst Telengider'e dönüştüler ve hatta ataları Türkler'i yad etmeyi da hi bir kenara bıraktılar. Telengider, ancak belli bir oranda Türkler'in, ama daha ziyade Türk-T ölesler'le kaynaşan Altay yerlilerinin torunlarıdırlar. Telengit ler'in cenazelerini adarıyla birlikte gömmesinin, Türkler'in ölülerini yakmalarından ziyade, cesedin taş kurganlar içine defnedilmesine daha fazla benzerlik arz etmesi de bunu göstermektedir. Tölesler'in Telengideşmesi bizim konumuz dışındadır. Türk cenaze merasimlerinin gelişimi konusunda ele aldığımız 1 , 2 ve 4 . aşama, sadece mezarların dış görünümünü yansıtmaktadır. 3. aşamayı aydınlığa kavuşturmak ise ancak 3 no.lu Pazırık kurganının kazılması sayesinde ( 1 948) mümkün olabilmiştir. Taş duvar altında ki setin ortasında, ama farklı derinliklerde, dört iskelet ortaya çıka rılmıştır. Üzerieri ağır taşlarla örtülen kemikler deforme olmuş, sa dece mezarın humus tabakasında ve en altta kalanı, donmuş kumlar arasında bozulmadan muhafaza edilmiştir. Ölünün elleri başının ar kasına kavuşturulmuş, hacakları açılmıştı; belden aşağısında ise bel kemiğini kıran büyük bir taş vardı. tkinci iskeletİn sadece hacakları muhafaza edilmiş, kafatası ise taşların altında ezilmişti. Üçüncü is kelet büyük kesek yığınının altında birbirine karışmıştı. Öyle ki ayakları kafasının yanındaydı. Dördüncüsü ise sırt üstü uzanmıştı ve elleri göbeği üzerine bağlanmıştı. Bütün iskelederin yönü birbirin den farklıdır ki, bu da onların itinasız bir şekilde defnedildiklerini göstermektedir. Kemiklerin tamamıyla yağsız oluşu ve kötü muha faza edilmiş olması, onların nisbeten eski olduklarını (Telengit dö nemi hariç) göstermektedir. tskelederin farklı dikey konumda olma ları ise, birbirinden farklı zamanlarda defnedildiklerine işaret etmek tedir. Mezar çukurlannın dolgu maddesi arasında bol miktarda kö mür ve büyük taşlar yer almaktadır. Bundan başka, kurgana dört adet kuzey kum taşından yapılmış balbal konulmuştur. Mezarda kömürün olması, cenaze defninin şu şekilde yapıldığı so nucunu çıkarmamıza imkan tanımaktadır: Cesedin üzeri sıcak kö-
AV R A S Y A ' D A N
126
mürle örtülmüş, arkasından kurgan duvarlanndan alınan taşlarla me zarın üstü örülmüştür. Bu defin şekli, yukanda sözünü ettiğimiz 3. aşamaya (cesedin yakılmak suretiyle yabancı bir mezara defni) uygun düşmektedir. Biz, iyimser bir tahminle, Tölesler'in kültür gelenekleri nin büyük bir kısmını terk ettikleri, ama henüz onların yerine yenile rini koymadıklan noktasından hareketle, bu mezarın Yili. Yüzyıla ait olduğunu söyleyebiliriz. Ermitaj Altay heyetinin ı939'da yaptığı kazılar da buna benzer; fakat Üst-Kan aymakı sınırlarmda daha erken tarihli bir mezar orta ya çıkarmıştı. 29 Orada, kurganın toprak setinin altmda ve küçük bir çukurda, yanmış insan kemikleri ve demir eşyaların bulunduğu oy ma bir tekne yatmaktaydı. Cesedin bütünüyle yanmamış halde özenli bir şekilde defnedil miş olması, bizi, onun M. P. Gryaznov'un teklif ettiği tarihle bütü nüyle örtüşen (IX. Yüzyıl ortalarıyla XII. Yüzyıl başları) Töles döne mine atfetmeye zorlamaktadır. Sonuç olarak, Türk-Töles toplum yapısı ve kültürünün tedrici surette değiştiğini gösteren defin şekillerinin teklif edilen gelişim şe masmm arkeolojinin ortaya çıkardığı verilerle destektendiğini kay cletme hakkımız vardır.
3.
Ulagan ve Başkaus nehirleri boyundaki balballar ve taş heykeller
Türk mezarlannın vazgeçilmez bir parçası olan balballar, Ulagan ve Başkaus nehirleri boyunda oldukça fazla ve değişik şekillidir. Bunların yükseklikleri O, ı ile ı ,9 m. arasmda değişmektedir; ama çoğunluğu 0,5 ila ı ,o m. arasındadır. Biri otohan yakınındaki eski Başkaus yatağı ve diğeri Ulagan nehrinin Balıktıyul çayının dökül düğü doğuş yerinden Pazırık sınırına kadar olan sağ sahilinde olmak üzere iki mezar grubu detaylı olarak incelenmiştir. Yapılan araştırmalar şu sonuçları ortaya çıkarmıştır. Başkaus me zarlığında 55 ihata duvarı vardır ve bunlardan 13 tanesinde balbal lar bulunmaktadır. Balbalların toplam sayısı 87'dir. Çin kaynakların daki balbal sayısının mevta tarafından öldürülen düşman sayısını 29
M. P. Gryaznov. Rashophi na Altaye Soobşçeniya Gos. Ennitaja.,
s.
18.
T Ü R K L E R ' İ N A LT A Y K O L U
127
gösterdiği şeklindeki bilgiyi doğru kabul edersek, her bir Türk sa vaşçısının ortalama altı-yedi düşman öldürmüş olduğu sonucu orta ya çıkmaktadır. Üst-Balıktıyol mezarlığında 139 balbalsız, 72 balballı ihata duva rı, 3 1 (antreli mezar) balballı ve iki adet mezarsız balbal zinciri var dır. Sonuncular, ya toprağa atılmış ve üstü kapanmıştır, ya da taşlan sökülerek yol yapımında kullanılmıştır. Balbalların toplam sayısı 486'dır ve her bir Türk savaşçısına 45 düşman balbalı düşmektedir. Eğer bazı mezarlardaki balbal sayısının nadiren daha fazla olduğunu (örneğin bir mezarda 5 1 balbal vardı) bir yana bırakırsak, büyük bir kısmındaki balbal sayısı üç-dört civarındadır. Balbalsız mezarlarda muhtemelen kadın ve çocuk külleri vardır, ama umumi çoğunluğu erkek mezarıdır. Bozgun anında düşen silah arkadışının cesedini alıp götürmenin oldukça zor olduğu ve tüm erkek savaşçılar için ölümle rinden sonra "ihata duvarları" örmeye vakit bulmanın zorluğu göz önünde bulundurulursa, bu , yeterince anlaşılabilecek bir durumdur. Sivri tepeli ve üst kısmı düzlenmiş yuvarlak şekilli olmak üzere, birbirinden farklı iki tip balbal vardı. Yukarıda sözü edilen Orhan yazıdarının her bir balbalın bir düşmanı temsil ettiği şeklindeki şe hadeti göz önünde bulundurulursa, böyle bir taksim tesadüfi sayıla maz. Daha doğrusu burada önemli bir etnografik gösterge vardır ki, bu da başlıktır. (Sivri uçlu malaka bozkırlılar; yuvarlak, düz kalpak ise Altaylılar tarafından kullanılmaktadır) . Türkler VII. Yüzyılda Altaylara geldiklerinde karşılarında iki de ğişik düşman buldular. Birincisi yerli Altaylılar, ikincisi Kazaklann atalan olan bozkır kabileleriydi. Göründüğü kadarıyla Türkler, VII IX. Yüzyıylarda iki cephede birden savaştılar. Bunu kahramanlık simgesi balbaHardan çıkarmak mümkündür. Herhalde bozkırlılara yapılan savaşlar daha başarılı geçmiş olmalı ki, tarafıından incelenen 486 balbaldan 329'un tepesi sivri, 1 57'sininki ise yuvarlaktı. Balbalların konumu da daha az önemli değildir. Çünkü, bir kural olarak, hepsinin yönü doğuya dönüktü; ama güney açıları değişikti ve çok büyük bir kısmı güneydoğu, pek azınınki doğu ve bazen de kuzeydoğu yönündeydi. Bu konuda bir açıklama Çin vakayİnamelerinde de vardır. Türkler'in kutsal hedeflerinden birinin adı ise "güneşin doğduğu ülke" dir. Anlaşıldığı kadarıyla Türkler de diğer birçok halk gibi, de·
128
AV R A S Y A ' D A N
Cin merasimi sırasında yüzlerini güneşe değil, ilkbaharda kuzeydo ğudan, sonbahar ve kışın güneydoğudan yükselen ilk ışık hüzmele rine dönüyorlardı. 30 Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, balbalların yönü nün kuzeydoğuya çevrilmesi anlaşılmaktadır. Kare şeklindeki me zarların çevresinde balhallardan başka taş heykeller de ortaya çıka rılmıştır. Telengitler bunlara "kişi-taş" diyorlardı. Bunların tamamı nın üçte ikisi Başkaus, üçte biri de Ulagan'da bulunmuştur. Heykellerden ilki, Mongoloid bir görünüm arzetmesine rağmen, apaçık bir şekilde erkek suretiydi. Heykelin sağ elinde bir kase var, sol eli ise kılıç kabzasının üstünde. Malzeme olarak siyah şist kulla nılmış. tkinci heykel boz renkli kumdan yapılmış. Dar ve kısık göz leriyle o da Mongoloid bir çehre sergiliyor. Burun kemeri fazla yük sek değil. En bariz işaret Asyalı bozkırlılara has başlık. Bu başlığı ke sinlikle dağlılar kullanmıyor. Üçüncü figürse kızıl pekmez toprağın dan yapılmış. Bu özelliğiyle ırki işaretler de sergiliyor. Daha ziyade bir delikanlıya veya genç bir kıza benziyor. Üzerinde silah yok. Ka seyi sol elinde tutuyor, sağ el! ise kuşağının üzerinde. En son olarak, Kuray ve Kan bozkırında (fragman halinde) bulu nan ve Biy Yurt Bilgisi Müzesi'nde muhafaza edilen benzeri heykel leri de zikretmek gerekir. Bunlar da Mongoloid çizgiler içeriyor. Ku ray heykelinde ise, bu tip heykellerin tamamı için geçerli geleneksel kase ve kılıç var. Altaylar, Moğolistan ve Doğu Kazakistan'ın taş heykelleriyle ilgi li literatür oldukça fazla,3 lancak onların tanımı, kimlere ait olduğu ve hangi döneme ait bulunduğu meselesi çözüldüğü için, artık bun lar bir önem arzetmiyor. Bu heykeller, yüz hatları itibariyle Türkleri tasvir ediyor. Bunların külleri ise daima taş heykellerin yanında bu lunan kare şeklindeki mezarlara gömülmüş.32 Bu gelenek, "mevta nın çizili sureti"nin bulunduğunu da kaydeden ve Türk ddin mera simlerini anlatan Çinli tarafından da belirtilmiş.33 Bu bilgi, günü müz bilimine kesinlikle ters düşmediği gibi, 1000 Türk mezarında neden sadece üç taş heykel bulunduğunun sebebini de açıklamakta-
30 Bic;urin, Sobraniye, V230. 31 N . 1. Veselovsky. Sovremennoye sostayaniye voprosa o "kamannıx babax� ili "balbalax�. ZOOlD, t. XXXII, Odessa, 1915. 32 Yevluhova, age., s. 133; V. V. Barlold. Otçet o poyezdhe, s. 19. Grumm Grjimaylo'ya göre bu adet Ting-lingler'den alınmışllr.
T Ü R K L E R ' İ N A LTAY K O L U
129
dır. Çin kaynağında geçen "çizilmiş suret" ibaresi, mezarların vazge çilmez bir aksesuarına işaret etmektedir; ama taş mezarlar her za man ve her yerde onu yapanların rnalıydı. Türkler'in mezarlar üzerine kalitesiz ağaç veya kil tasvirler yap tıklarını, ama bunların zamana yenik düştüklerini varsaymak gere kir. Dernek ki taş heykeller, genel kuralın istisnaları sayılrnalıdır. Bunların sayılarının az alması araştırınacıyı şaşırtrnarnalıdır. Heyke lin mezara nispetle durumu bu tasvirler lehine kesin bir argurnan sa yılır. Çünkü heykelin sırtı dairne "ihata duvarına" dayalıdır ve bir di zi balbala bakrnaktadır. Eğer heykelin kendisi de bir balbal olmuş ol saydı, onun da kendisini rnağlup eden kişinin küllerine bakması ge rekirdi. Aynca Çin kaynağındaki defin rnerasirniyle ilgili bilgiden, öldürülen düşmanın sadece taşla temsil edildiği, "çizilmiş suret"in ise bizzat rnevtaya ait olduğu anlaşılmaktadır. Mezar üzerine rnevtanın resmini çizme geleneği eski Türkler'in batı kolu olan Çuvaşlar'da muhafaza edilmiştir. Erkek mezarının üzerinde rneşe direği, kadın rnezan üzerinde ise ıhlarnur kütüğü var dır. Kabaca yontulmuş üç köşeli direk çehreyi tasvir etmektedir. Bu dikite "yuba" adını veriyor ve onu "mevtanın evi" yani ruhunun ey leştiği yer olarak kabul ediyorlar.34 Anlaşılan Çuvaşlar bu geleneği, ataları Türkler'le komşu oldukları dönernde eski mahallinden alıp ltil boylarına getirrnişlerdir.35 Demek ki, bir elinde I<Ase bulunan taş heykeller hem kare şekilli mezarların, hem de yazılı kaynaklann belirttiği gibi mevtanın gö mülme tarihini belirtmektedirler ki, bu sayede biz de Türkler'in ken dilerini nasıl takdim ettiklerini görme imkanı yakalıyoruz. Mezar yadigarlannın incelenmesi bize eski Türkler'in Altay kolunun umu mi tarihi seyrini yakalama imkanı sağlamaktadır. 33 Biçurin, Sobraniyc, U230. Bu satıriann çevirmeni Türkistan'da geçirdigi uzun süre boyunca Öz bek, Kırgız ve Kazak mezarlıklannda da her mezann üzerinde mevta nın bir resminin yer aldıgını bizzat görmüştür. (çev.) 34 V. K. Magniısky. Matcroly o obyasncniyu staroy çuvaşshoy verı. Kazan, 188 1 , s. 180; P. V. Nikolsky. Kratkiy honspeht po ctnografii çuvaş. lO AlE, t. XXVI, fas. 6, Kazan, 191 1 , s. 579. 35 T. A. Zemlyansky. Çuvaşi i mongolı. Doklad, proçitannıy v Obşç. Arx. lst. 1 Eta. Pre Samarskom Gos. Un-te, 20 yanvarya 1927 g. No. 29, 2929.
lKLlM DE<:ilŞlKLERl VE GÖÇEBE GÖÇLERI (Priroda, 1972, No. 4. s. 44-52.)
Tabiat ve Tarih lnsanlıgın çevresini sarmalayan tabiata yani cografi ortama ba gımlılıgı tartışılamaz. Bu bagımlılık oranı farklı şekillerde degerlen dirilebilirse de, her halükarda, halkların yeryüzünde yaşamaya baş ladıklan tarihten itibaren, ekonomik faaliyet çevreyle ve yaşanılan bölgenin iklimiyle sıkı sıkıya baglantılı olmuştur. Halklar, yeryüzünün belli bölgelerinde yaşarlar; ama çevreler ne kadar degişikse, o kadar da degişik halk olacaktır. Insanlar çevrenin çehresini ne kadar güçlü bir şekilde degiştirirlerse degiştirsinler {is ter bir antropojen rölyef meydana getirmek, isterse flora ve faunayı yeniden yapılandırmak suretiyle) yine de o bölgedeki tabiatın ken dilerine sundugu nimetlerle kannlarını doyurmak zorundadırlar. Et nosun (halkın) o bölgede yaşaması veya tabiatın sundugu nimetleri elde etme aracını kontrol etmeleri bir şey degiştirmez. Çevrelerin de tıpkı etnoslar gibi kendi gelişim dinamikleri, ken di tarihi vardır. Çevre tanınmayacak kadar degişince (bu, insan eliy le mi olur, iklim degişikligiyle mi olur, neotektonik süreçlerden mi kaynaklanır veya muhtelif canlı ve bitki türlerinin sayısında degi şiklige yol açan salgın hastalıklan beraberinde getiren öldürücü mikroplann ortaya çıkmasıyla mı olur, farketmez,) insanlar ya yeni şartlara adapte olmak zorundadırlar; ya da nesillerinin kesilip sona ermesini veya yeni bir vatan edinmeyi kabullenmek mecburiyetin dedirler. Zaten yeterince halkın yaşadıgı başka bir ülkeye yapılan sı-
132
AV R A S Y A ' D A N
radan bir göç, bir birliğin ve küçük grupların doğuşuna açılan bir kapı olabilir. Ama söz konusu olan bütün bir milletin kaderiyse, bu tür geçişler her zaman çok büyük tarihi olaylarla bağlantılıdır. An cak, madem ki bu olaylar tarihin gözü önünde her beş bin yılda bir tekrarlanıyorsa, o takdirde bunu bir sınıflandırmaya tabi tutn:ıak ve tahlil etmek mümkündür. Şu halde biz de göçler meselesini yakın dan ele alabiliriz. Çevrenin değişimi, göçlerin yegane sebebi değildir. Nüfus patla maları da göçlere yol açar, ama bunlar oldukça değişik özellikler . içerdikleri için, künhüne vakıf olmak oldukça zordur. Her halükarda göçebeler, gittikleri yerde kendi ülkelerinde alıştıkları şartlara benzer şartlar ararlar. İngilizler, koyun gütmelerine elverişli bozkır lar olmak şartıyla mutedil ve hatta sıcak iklimli bir ülkeye seve seve göç ettiler. Bu yüzden Kuzey Amerika'yı yurt edindiler; ama Kana da'nın Franco-Kızılderili melezlerinin yerleşlikleri Mackenzie nehri nin ormanlada kaplı havzasını sevmediler. Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda'yı zahmetsizce koyun yetiştirilen bölgelere dönüş tüıdüler; fakat rutubetli tropik bölgeler hoşlarına gitmedi. Hindis tan, Rodezya, Nijerya, Guyana ve Bomeo'da, daha ziyade kolonialist memur, asker ve tacir yani tabiatın sırtından değil, yerli halkın sır tından beslenen insanlar olarak hareket ettiler. Hindistan'da Ingiliz memur ve askerleri için uzun süreli tatil sistemi uygulandı. Onlar da iklimin mutedil olduğu dağlara gittiler. Öbür türlü, memurlar çalış ma yetisini, askerler savaşma kabiliyetini kaybederlerdi. Yakutlar'ın atalan Xl. Yüzyılda Lena vadisine Baykal civarındaki bozkırlardan çıkıp geldiler. Bu nehir ve kollannın geniş subasar alan larını kullanarak, önceki bozkır hayatını taklit etmek suretiyle boz kır cinsi adar yetiştirdiler. Ama geyik yetiştiricisi Evenkler'in kendi lerine sunduktan gür ormanların su ayrım noktalarına hiç yaklaşma dılar. XVII. Yüzyılda Rus toprak kaşifleri tüm Sibirya'yı hakimiyet al tına aldılar; ama sadece orman-bozkır şeridine ve nehir sahillerine yani atalannın teşekkül ettiği yerlere benzer alana yerleştiler. Eğer göçlerle alan değişiklikleri arasında bazı fonksiyonel bağım lılık varsa, bunlarrtan birini bildiğimiz zaman onu diğeriyle kıyas edebiliriz. Halkların muhaceretleri tarih tarafından tespit edilmiştir; ama çevre değişimlerinin kesin bir tarihi yoktur. Dolayısıyla tabiatta vukO bulan değişiklikleri tarihlernek için, tarihi bir yana bırakabili riz. Demek ki bize lazım olan, tarihi olaylar kanaviçesidir.
İ K L İ M D E (; İ Ş İ K L E·R İ V E G Ö Ç E B E G Ö Ç L E R İ
133
Bizim, fiziki cotrafya olaylan ve Merkezi Asya tarihi ve Aşatı ltil arkeolojisiyle ilgili malzerneye dayalı paleontoloji ilişkilerini aydın latan araştırmalarımız, ortaya üç hüküm koymamıza imkan satla mıştır: l 1 . Bir etnosun ekonomik faaliyetinin sonucu olarak ortaya çıkan tarihi kaderi, dotrudan içinde yaşadıtı çevrer.in dinamik durumuy la batlantılır. 2. Aynı etnosun tarihi kaderinin kristalleşmiş izlerini gösteren ar keolojik kültürü, çevrenin, kesin tarihi belirlenen bir çatdaki pale ocotrafik durumunu yansıtır. 3. Tarihi ve arkeolajik malzemelerin birleştirilmesi, söz konusu etnosun şu veya bu çatda içinde yaşadıtı çevrenin özellikleri, dola yısıyla çevrenin detişim hususiyederi hakkında hüküm çıkarmamı za imkan satlar. Ve tam aksine, iklim detişiklikleriyle ilgili olarak tespit edilmiş veriler, aynı şekilde birbiriyle ilişki içinde bulunan landşaftlar hakkındaki veriler, çok uzun zaman önce tarih sahnesin den silinen halkların yadigarlannı aramamıza yardımcı olurlar.
Burada ortaya konulan tezlerin nasıl uygulanacatı detaylı olarak "Hazarya'nın Keşfi" adlı eserimizde açıklanmıştır. Şimdiyse burada Merkezi Asya'nın rutubetlenme detişimleriyle orada yaşayan göçebe halkların göçleri arasındaki ilişkilerin mahiyeti üzerinde genişçe du racatız.
Yerüstü sınırlan Dünyamız kutuplu olmak gibi önemli bir özellite sahiptir. Ele alınan konunun aydınlıta kavuşturulmasında Asya bozkın tüm böl gelerden önemlidir. Asya bozkın, insanın yaşaması için gerekli özelliklerin en iyisine sahiptir. Kalarili otlarla kaplı yeşil bitki örtüsü sıtırı besler; o da bi ze yatlı et ve yumşak deri olarak geri döner. Göçebe hayat tarzı, boz kırlıya tabiatın tüm nimetlerinden, orijinal kültür, folklor, mitoloji den faydalanmayı; arda, kabile konfederasyonu, arkasından başta Gumilev L. N. Xazariya i Kaspiy (Uındşa[l i etnos: 1). - Veslnik LGU, ser. GeograHi i geograr., 1964, no. 5, Fas. I. s. 95; Gumilev L. N. Xaza riya i Terek, age., ras. 4, s. 78.
134
AV R A S Y A ' D A N
Çin olmak üzere medenileşmiş çiftçi devletlerin saldırganlığına kar şı koymayı sağlayan inanç sistemini yaratmaya harcanan gücün bi riktirilmesine imkan sağlar. Çöl şeridi, bozkın Çin'den ayırır; geç mişte ise bozkır sınırlarından içeri dalmaya çalışan Çin ordusuna karşı bir bariyer vazifesi görmüştü. Han, Sui ve T'ang imparatorluk larının alabildiğine güçlenmesine rağmen, ülkelerinin zenginliğini ve kalabalık nüfusunu kaybeden Hyung-nular, Türkler ve Uygurlar bağımsızlıklarını koruyabilirdiler; Moğollar ise Xlll. Yüzyılda savaşı Çin içlerine taşıyarak tam bir zafer elde ettiler. Ancak, göçebelerin zaferleri bir süre sonra hezimetle, kültürel ve ekonomik yükselişleri ise çöküşle yer değiştirecektir. Genel ola rak göçebe halkların tarihi de en az yerleşik komşularının tarihi kadar çatışmalarla doludur. llk bakışta ekonomi tipi - göçebe hay vancılık - üç bin yı İ boyunca değişmeden kalmıştır ki, bazı Avru palı tarihçiler (örneğin A. Toynbee) bu noktadan hareketle göçebe dünyasının "durağan" olduğundan bahsetmektedir. Ona göre boz kır insanlarının yaşantısı öylesine zo �du ki, meşakkatler bütün gü cünü sorup aldığı için, kendine özgü bir medeniyet geliştirme im kanı yakalıyamamıştır. ı Buna itirazım şudur ki, Onon ormanları Moğollar'ın ata yurdu dur; Hanghai'daki Ötüken ormanlan (melez ağacı orrnanları) Türk ler'in ata yurdudur; Targabatay'la birlikte Güney Altaylar sisli ve yağ murlu Alplerden daha sağlıklı ılıcalardır. Bundan başka, Büyük Bozkır'ın geniş bölgelerinin yağmur alma şekli öylesine farklıdır ki, bu yüzden söz konusu topraklarda çok de ğişik insanlar yaşarlar. Bu farklılık politik yapıyı da belirleyen iyi bir göstergeçtir. Örneğin bu, Merkezi Moğolistan'da halkların değişme sine rağmen katı hanlık yönetimini temsil eden orda; Yedisu, Tarba gatay ve Cungarya'da kabile reisieri ve beyler tarafından yönetilen kabileler konfederasyonudur. (Avrasya'nın Etno-landşaft Bölgeleri adlı makalemize bkz.) Bu olayı açıklamayı deneyelim. Moğolistan toprakları kış ayların da antisiklon merkezinde bulunur ve çok az kar düşer. Yazları ise Merkezi Asya güneş altında yanıp kavurulur ve alçak basınç nemli havayı dağıtır ve böylece yılın bu döneminde yağmur düşer. Batı Al2 Toynbee A. A Study of History. Abridgement of volumes I-VI by D. C. Somervell, s. 166-169.
İKLİM DEGiŞiKLERİ VE GÖÇEBE GÖÇLERİ
135
tay bölgesinde ise tam tersidir: Atiantik siklonları kışın yağmur ola rak inen pek çok bulutu sürükleyip getirir. Bu yüzden yazları kurak tır ve genel olarak bozkırda otlar yanıp kavrulur. Yukarıda gelişigüzel yaptığımız taksime ilave olarak aşırı çorak bölgeleri de, yani yılda 1 00 mm'den daha az yağış alan çölleri de ay rıca göstermek gerekir. Bunlardan bazılarında insan yaşamamakta dır. Örneğin Pei-shan eteklerindeki kayaların parçalanmasıyla orta ya çıkan taş dökünlüleriyle ve Doğu Cungarya'nın kayar kumlarıyla kaplı Takla-Makan çölü böyledir. Bu kumlar, geçmişte hiçbir zaman stratejik bir bariyer vazifesi görmeyen doğu ve batı bölgelerini birbi rinden ayırırlar. Onları kuzeyden ve güneyden aşmak kolaydır; ama Pasifik Okyanusu musonlanyla Atlantik siklonlan arasındaki atmos fer sının, hızlı akan nehirlerden ve sıradağlardan çok daha önemli bir noktadır. Bu görünmez sınırın her iki yakasında yaşayan insan ların, hayvan gütme konusunda edindikleri alışkanlıklara bağlı fark lı kabiliyetleri, dolayısıyla farklı görenekieri ve sosyo-politik kurum lan vardır. Doğu kesiminde sürüler bir yıl boyunca bozkırda otlar; bu arada sürekli birbiriyle temas halinde olan çobanlar, sosyal ilişkileri öğre nirler ki, bu da tüm ülke çapında bir koordinasyon imkanı doğurur. Orta Asyalı göçebeler yazlan sürülerini Tanrı Dağları ve Tarbagatay yaylalarına sürer, kış için de yem tedarikinde bulunurlar. Dağlara çı karken her biri tıpkı yayialar gibi belli bir kabileye ait dar vadilerden geçilir. Siyasi yapının şekline yansıyan dünyadan soyutlanmış eko nomi yetenekleri bu şekilde oluşur. Burada hanlık yerine kabileler konfederasyonunun ortaya çıkışının sebebi de budur. Göçebe hayat tarzının üçüncü bölgesi, dağların bulunmadığı ku ru bozkır ve yarı çöl atanlardır. Aral Gölü ve Hazar Denizi'ne yakın bölgeler böyledir. Kazaklar'ın burada yaşayan Aday kabilesi mensup ları, kuyudan kuyuya dolaşarak göçebe bir hayat sürerler. Vaktiyle bu bozkırlarda Sakalar (MÖ. Vl. Yüzyıl) ve daha sonra MÖ. ll. Yüz yılda onların yerini alan Sarmatlar yaşıyorlardı. Sonuncular Miladi ll. Yüzyılda Hunlar tarafından itilmiştir. X. Yüzyılda ise bölgede iki ayrı halk görüyoruz: Guzlar ve Peçenekler. 3 Tüm bu halkların hayat tarzlan birbirine yakındı. Nüfus aşırı az olduğu için idari kurumları da gelişmemişti. Boy birliği, nöbetieşe başa geçen kabile reisieri mec lisi tarafından yönetiliyordu. Savaş zamanında bir kumandan seçili3 Artamonov M. l. lstoriya xa:zar,
s.
413-425.
136
AV R A S Y A ' D A N
yordu; ama bu seçimde aksakatlık değil, askeri kabiliyet ö n planda tutuluyordu. Bu kişi, savaştan sonra bütün iktidarı elinde topluyor du. Bu ilkel yöntem yaklaşık üç bin yıl boyunca yürürlükte kaldı; çünkü bu, tabii şartlarda mümkün olabilecek günlük ekonomik fa aliyete cevap veriyordu. Bununla birlikte bölgesel farklılıkların yanı sıra, en az onlar ka dar dikkat çeken çağdaş farklılıklar da gözleniyordu. Ama bu deği şiklikler neyin hesabına yapılıyordu? Bizim teklif ettiğimiz bir kura la göre, muayyen coğrafi şartlar içinde teşekkül eden bir etnos, için de yaşadığı çevre şartlarına göre belli bir ekonomi şekli oluşturur. Eğer ekonomi şekli değişmezse (bizim ele aldığımız konuda olduğu gibi) , o takdirde etnosun tarihi kaderi önemli değişikliklere katlan mak zorunda kalır; yani yaşadığı bölgedeki coğrafi şartlar değişir. Bu noktada, göçebelerin tarihini bir barometre göstergeci gibi kullan mak suretiyle bölgesel değişimleri takip etmek oldukça kolaylaşır. Biz, hata etmemek için tarihi olayların detaylarını, eski metinleri ve bazı yadigarları değil, tarihi olayların tamamını, göçebe halkların oluşum, gelişim, düşüş ve tarih sahnesinden silinişlerini bir arada inceleyeceğiz. Bu arada onların yaşadıkları coğrafi ortamı da gözden geçireceğiz; ama başlangıç olarak önce teoretik açıdan coğrafi orta mın etkisiyle başlayacağız.
Göçebe hayatının özellikleri Göçebe hayatı, insanlığın tarihi gelişim süreci göz önüne alındı ğında nisbeten yeni bir olaydır. Üst paleolit çağda, daha sonraki dönemlerde oluşan klimatolo jik şartlarda, Avrasya kıtasını tevarüs eden insanlık, iki yönlü bir gelişme kaydetti: Bir yanda otcul büyükbaş hayvanlan aviayan grup, diğer yanda neolit çağda aralarından ilkel çiftçilerin çıktığı toplayıcı grup. lri tımaklı hayvanların sayısının azalması öncelikle avcılıkla ge çinen kabileleri mülk edinmeye zorladı; ilkel tarımın gelişmesi ise yeterli yiyecek elde etme imkanı sağladı ve tabii olarak bu da daha önce toplayıcı olan insanlan otçul hayvanlan ehlileştirmeye iteledi. M.Ö. lll. Binyıla doğru ilkel tarım kabileleri, kendi ekonomi şekille-
i K Li M D EG iŞi KLE R i V E GÖÇ E BE GÖÇ LE R i
137
rini Sibirya'dan Kingan'a ve Merkezi Asya'nın uç kısımları boyunca Minusin Çukuru'na ve Sahara'ya yaydılar. Tarımda uygulanan teknolojinin düşük seviyede oluşu, yerleşim birimleri çevresindeki çim örtüsünün ortadan kaldırılmasına yol aç tı. Bunu evcil sıgır sürülerinin meralan çigneye çigneye yok edişi ve halkın yakacak terlariki amacıyla çalılık ve agaçları ortadan kaldırışı izledi. Bozkırın ve sahra bölgesinin M.Ö. Il. Binyıla dayanan geçici koruma sürecinin aynı devreye rastlaması, hafif bozkır topragının erozyonunu hızlanduarak çölün yayılmasına imkan sagladı. Tarıma ve mera olmaya elverişli alanlar azaldı. Topragın bu şekilde bozulu şu ve kumtarla kaplanan alanların büyümesi, hayat şartlarının zor laşmasını, tekrar çöle dönüşen geniş alanların oraya buraya dagıttı gı bazı kabilelerio tecrit edilmesine paraletel olarak kültürün çökü şünü de beraberinde getirdi. Avrasya kıtasının çorak bölgelerindeki ahali, oluşan bu zor du rumdan kurtulmak için iki yol buldu: 1- Suni sulama yoluyla yogun tarla ziraatı (Orta Asya, Tarım havzası ve Minusin Çukuru); 2- Can lı hayvancılık alanının uzak mesafelere taşınması (sürülerin otu yen miş, suyu tükenmiş meralardan gür otlu ve bol sulu bozkır kesimi ne götürülmesi). Işte göçebe hayvancılıgı geliştiren de bu metod ol muştur. M.Ö. I. Binyılda bozkır ikliminin rutubetlenmesi, otlatmaya elverişli meralann genişlemesine ve Merkezi Asya'nın ilk göçebe halkı Hyung-nular'ın ekonomisinin yükselişine imkan sagladı.4 Gö çebe kültürünün gelişimi, daha sonra VI-VIII. Yüzyıllar arasında es ki Türkler, VIII-IX. Yüzyılda Uygurlar ve X-Xlll. Yüzyılda Mogol ka bileleri tarafından devam ettirilmişti. Birinci iki binyıllık göçebe kültürü, bir yükseliş denemesiydi. Her yerde teknik ilerleme kaydedilmekteydi. Agaç tomruklarından kesilen ilk yuvarlak tekerlekler üzerinde, sadece öküzlerle çekilen araba Minusin Çukuru'nun kayalık kesiminde icat edilmiş, IV. Yüzyılda bunun yerini yüksek tekerlekli arabalar almış, VII. Yüz yılda ise göçebeligi daha kolay, daha hızlı hale getiren ve sıradagla rı aşma imkanı saglayan yük arabaları kullanıma girmiştir. Göçebe kulübesi yurt da geliştirilmişti. IX. Yüzyıl'da yaşayan Çinli şair Po Chü-i, çadırı övmek için yazdıgı iki güzel şiirde, kolay ısınan yur du, göçebe çadırını. Çin devlet erkanının ahşap sarayiarına ve köy4 Büyük Bozkır'ın (Avrasya'nın) batı uçlannda Hyung-nu ve Siyenpiler'in (eski Mogollar'ın) çagdaşları lskitler ve Sarmatlar yaşıyorlardı.
138
AV R A S Y A ' D A N
hilerio kamış kulübelerine tercih etmektedir. VII-IX. Yüzyılda Türk giysileri Çinliler, hatta daha uygun, sıcak ve güzel olduğu için onu Hazarlar'dan ödünç alan Bizanslılar arasında moda olmuş tu . Hatta ve hatta Hun tarzı saç bırakma şekli de Konstantinopo lis'de "moda" halini almıştı. Avrasya göçebe kültürü Xlll. Yüzyılda en yüksek seviyeye ulaştı. Bir avuç Moğol balıadın tarafından tek sancak altında toplanan ve her taraftan gelen savaşçı yiğitlerin iltihakıyla güçlenen çok kabileli göçebeler, iki Çin imparatorluğu Chin (kuzey) ve Sung'u (güney) , Ön Asya ve Doğu Avrupa'yı fethettiler. Ancak, XIV. Yüzyılda yaşanan ağır kriz Moğol ulusunun çöküşüne, parçalanmasına ve arkasından ( 1 688) bağımsızlığını dahi kaybetmesine yol açtı. Moğollar, artık Mançuryalı Bogdo-han'ın gönüllü tebaasıydılar. Göçebe kültürünün çöküşüne yol açan iç tezatlardan biri, baş langıçta kendisine progresif gelişim sağlayan momente, yani göçe belerin kurak bölgelerin jeobiosenozuna dahil olmasıydı. Göçebe nüfusu gıda maddelerinin, yani uygun meraların besieyebildiği hayvan sayısına bağlıydı. Ele aldığımız dönemde bozkır bölgesinde yaşayan ahali sayısında çok �Z1�iktarda oynamalar olmuştur. Ör neğin Hyung-nu (Hun) lar döneminde 300-400 bin kişi olan nü fus,5 Moğol ulusunun yükselme çağında 1 300 bin kişiye ulaşabil mişti.6 Bu rakam, XVI-XVII. Yüzyıldaki gerçek demografik tespit Iere göre azalmıştır. 7
Göçebelerin muhacereti Yaygın kanaatin aksine göçebeler, muhacerete yerleşik düzenden daha az eğilimlidirler. Çünkü aslında tarımla uğraşan kişi iyi ürün kaldırdığında birkaç yıllık zahiresini çok da kolay taşınabilecek şe kilde elde eder.
5 Holoun G. Zur Uetsi-Frage.
�zeitschrift der Deutschen Morgen-Un dischen Gesellschaft", 1937, s. 243-3 18. 6 Munkuyev N. P. Zametka o drevnix mongolax. - V kn.: Tataro-mongolı v Azii i Yevrope., M., 1970, s. 36 7 -368. 7 XX. Yüzyıl başlarında Dış Mogolistan'ın nüfusu 900 bin kadardı ve es kiden Tangut Hanlıgı'nın ve Curçen Chin lmparatorlugu'nun mülkü olan lç Mogolistan'da üç milyondan fazla insan yaşamaktaydı. -
İ KLİM DEGiŞiKLERİ VE GÖÇEBE GÖÇLERİ
139
Göçebeler için her şey oldukça karmaşıktır. Onların gıda madde leri canlıdır. Koyunlar ve sığırlar yavaş hareket ederler ve alışık ol· dukları gıdayı sürekli bulmak zorundadırlar. Hatta sıradan bir mera değişimi bile hayvan telefine yol açabilir. Göçebe is�. sürüsü olmaz sa, yavaş yavaş açlığa mahkumdur. Galip bir ordunun savaşçılarını mağlup ülkenin yağmalanması suretiyle beslemek mümkündür; ama onların ailelerini aynı yolla beslemek imkansızdır. Bu yüzdendir ki, Hunlar, Türkler ve Moğollar uzak seferlere kadın ve çocuklarını be raberlerinde götürmezlerdi. Ayrıca içinde yaşadığı tabii çevreye alı şan insanlar, mecbur kalroadıkça kendi vatanlarını yabancı bir top rakla değiştirmezler. Yurtlarını terketmek zorunda kaldıklarında da, iklimine ve bitki örtüsüne alıştıkları ülkeyle benzer şartları haiz top rakları tercih ederler. Nitekim Hunlar, M.Ö. 202'de ordusunu mağ lup etmelerine rağmen Çin'de yurt edinmeyi reddetmişlerdir. Bunu basitçe şu şekilde dile getiriyorlardı: " . . . Hunlar, Çin topraklarını ele geçirmekle birlikte orada yaşayamazlar".8 Bu kural sadece Çin için değil, bozkır iklimine sahip Yedisu için dahi geçerliydi. Ama Hunlar mevsimlik yağmur sistemini bildikleri için Miladi ll. Yüzyıla kadar oradan oraya göç edip durdular. ll-lll. Yüzyılda ise ana yurtlarını terk ederek Huang-ho, lli, Emba, Yayık ve Aşağı ltil sahillerini işgal ettiler. Neden? Birbiriyle bağlantısı olmayan pek çok kaynaklardan elde edilen veriler, lll. Yüzyılda Avrasya'nın tüm bozkır bölgesinin aşırı şekilde . kuraklaştığına işaret etmektedir. Kuzey Çin'de Tsin-ling sıradağları nın suptropikal cangıllarından Ordos ve Gobi'ye ahenkli bir geçiş vardı. Bu şerine yetişkin otlar çayırla, çayır bozkırla, bozkır salıray la yer değiştiriyor, en sonunda kum tepeleri ve ondan ötesinde Pei shan kayalıkları yer alıyordu. Yağmur düşme oranı yükseldikçe bu sistem kuzeye, düştükçe güneye yönetiyor, otçul hayvanlar ve ço banlar da buna göre güzergah helirliyorlardı. Güney Sibirya'da ise bu yer değiştirme ters yönde gelişiyordu.
8 Biçurin, Sobraniye, s. 53-54.
140
AV R A S Y A ' D A N
11-111.
Yü:ı:yılda Avrasya Halklannın Göçleri Hunlar. M.O. ll. Yüzyılda Bauya yonelen
1
Hunlar ve 111-IV. Yüzyıllarda tedrici surette onlara kanşan Ugorla'a genel olarak ve rilen ad. TI1cr: Batı Çin'de eski zamanlardan Mila di V. Yüzyıla kadar yaşayan ve bilahare Çinliler'le kaynaşan en geniş Avrupal grup. TI-Iilrr: Tie-le kabilelerinin yani Türk dil li göçebelerin, Uygurlar'ın atalannın ger çek adı. Ting-linlcr: MO. 1. Binyıl ile M.S. 1. Binyıl da Güney Sibirya'da yaşayan ve Kırgız lar'ın hanyesine kanşan Avrupal bir halk. K'ang-chıllcr: MO. ll. Yüzyıl ile M.S. lll. Yüzyıl arasında Aral Gölü'yle Tarbagatay arasındaki bozkırda yaşayan göçebe bir devlet. K'ang-chüler'in torunlan Karade niz civamaa yerieşlikten sonra Peçenek adını aldılar. Kıpça.lar: Bau Altaylarda ve çevre bozkır larda yaşayan Ting-lingler'in bir kolu. To runlanna Kuman veya Poloves denilmiş tir. Ch'ianglar: Yukan Huang-ho'dan IV. Yüz yıla kadar Kun-lun boyunca Pamir'e kadar uzanan topraklarda yaşayan göçebe Tibet kabilelerinin Çince adı. Manlar. Yang-ıse'nin güneyindeki orman larda yaşayan de�k kabUelere Çinliler'in verdikleri ad. Mo-holar: Mançurlar'ın eski adı. Orno.alar: (E[sanevi halk)- Rivayete göre çok kalabalık eski bir halk. Yugakirler'in atalan olarak kabul edilirler. .sa.aıar. Kuzey lranlı göçebe kabilelcrin
dogu grubu. M. O. ll. Yüzyıla kadar bugünkü Kazakistan'da göçebe olarak yıqadılar.
Siycnpiler. M.O. ll. Yüzyıl ile M.S. IV. Yüzyıl arasında Bau Mançurya'yla Do&u MaAolistan arasında göçebe olarak yaşayan Mo&ol dilli kabileler.
Tabga.çlar: Baykal'ın öte tarafında yaşayan ve komşu Tungus-o-Mançurlar'ın güçlü etkisi ne maruz kalan eski MoAol halkı. �-sunlar: Sanşın, mavi gözlü göçebe bir halk. M.O. ll. Yüzyılda Kuzeybatı Çin'den Ye disu'ya göç etmiş ve Miladi III. Yüzyıla kadar oraya yaşamışur. Fu-chıl: Miladi I-lll. Yüzyıllar arasında DotıJ Mançurya'da varlıAtnı sürdüren bir devlet. 285 yılında Siyenpiler tarafından ortadan kaldınlmışur. Fu-chü bakiyeleri Korcliler'le '·-·--·-···--�-·
141
İ KLİM DEGiŞiKLERİ V E GÖÇ EBE GÖÇL E R İ
� 1 -2 1.
---
3
GI)Çebe halJıların gl)(ltri, 2. YerleşiJr halJıların göç leri, 3. Devlet sınırları.
Ch'ao-hsicn: M.O. lOS'de Han lmparatorlugu tarafından fetbedilen ve Kuzey Kore'de var lıgını sürdüren eski bir devlet. Shang-shung: Ahatisi Sakalar'a yakın bir halktan oluşan Kuzeybau Tibet'de bir devlet. Vll. Yüzyılda Tibet tarafından fethedilmiştir. Eftalitlcr. VI. Yüzyıldan itibaren Pamir civanncla yaşayan Avrupat bir halk
Yıl-ch: Güneydogu Çin'de varlık göstermiş bir krallık. Halkının Malaylardan teşekkül et tigi gôrüşu ittifaken kabul gôrmUştur.
142
AV R A S Y A ' D A N
Kuzey Çin sınırlarında yani Büyük Bozkır bölgesindeki olayları yeterince etraflı bir şekilde incelerken, önce Hyung-nular'ın kuzeye yöneldiklerini (M.Ö. ll. Yüzyıl-M.S. I. Yüzyıl) , arkasından güneye geçtiklerini ve özellikle IV. Yüzyılda güçlerinin zirvesine ulaştıkları nı kaydedebiliriz. IV. Yüzyılda Hyung-nular ve Siyenpiler Shen-si ve Shan-si'nin kuzey uçlarına ve hatta Büyük Çin Seddi'nin güney ke sirnlerine yerleşrnişlerdi. Fakat Hunan'ın yagrnur alan bölgelerine gi rernernişlerdi. Şunu özellikle kaydetrnek gerekir ki, göçebelerin ilk defa lll. Yüzyılda güneye geçişleri büyük savaşlar sonrasında gerçekleşmiş bir olay degildi. Çünkü onlar Çin'e fatihler olarak degil, sürülerini otlatahilrnek için nehir sahillerine yerleşmelerine izin verilmesi rica sıyla çıkıp gelen fakir insanlardı. Bilahare Kuzey Çin'in fethi gerçek leşmiştir; ama fethin rnüyesser olmasında öncelikli rolü Çinli çiftçi lerin yavaş yavaş ve sezdirrneden kuzeydeki tarlalarını terk ederek, yeterince yagrnur alan güneye çekip gitmeleri oynamıştır. Böylece göçebeler terk edilen tarlaları meraya çevinneyi başardılar; başların daki reisieri de Çin'in eski başkentleri Lo-yang ve Ch'an-ang'ı savaş alanına çevirdiler. Ama artık IV. Yüzyılda tasine işleyen bir süreç başlamıştı. Diger Uy gur kabilelerinin de bünyesinde yer aldıgı büyük Tıe-le (Teleüt) kabile gurubu Kan-su vahalanndan Cungarya ve Kalka'ya göç etmişti. Yine aynı yoldan V. Yüzyılda oraya eski Türkler gelmiş ve VI. Yüzyılda sınır lan Büyük Bozkır'ı kaplayan Büyük Türk Hakanlıgı'nı kurrnuşlardı. Peki bu olay neyi göstennektedir? Bunun tek anlamı, Büyük Boz kır'ın göçebe hayvancılıgı için uygun bir alan haline geldigidir. Baş ka bir deyişle orada çöl yerine otlarla kaplı bir bozkır oluşmuştur. Eger böyle ise, o halde Kuzey Çin'de de Çinliler için elverişli, göçe beler için rnahvedici yagrnurlu bir iklim oluşrnalıydı. Yani savaşın zafer ibresi güneyliler lehine dönrneliydi. Öyle de olmuştu. VI. Yüz yıl başlannda tüm Huang-ho havzasını ele geçiren To-pa göçebe irn paratorlugu, Çinli P'ei lrnparatorlugu'na dönüşrnüştü. Aynı özellikleri taşıyan göçler o sıralarda bozkırın batı uçlarında da yaşanmıştı. I55 yılında Siyenpiler karşısında agır bir yenilgi alan kuzey li Hyung-nular, batıya çekip gitmişlerdi. Onların bir kısmı Tar gabatay'ın daglık bölgelerinde tutunarak bilahare (bozkırın yeniden yagrnur almaya başladıgı sıralarda) Yedisu'yu ele geçirmiş; Aşagı ltil sahillerine göç eden diger bir grup burada güçlü Alanlar'la çarpış rnıştı. Hyung-nular "ardı arkası kesilmeyen çatışmalarla yordukları
i K LiM D EG i Şi K L ER i V E GÖÇ E B E GÖÇ LERi
143
Alanlar'ı rnaglup etmişler" Jordanes ve 370'de Don civarına gelmiş lerdi. Hyung-nular o sırada korkunç bir güçtü; fakat henüz V. Yüz yıl ortalarında batıda Gepidler, doguda ise Bolgar tarafından rnaglup edileceklerdi. Göçebelerin X. Yüzyılda gerçekleştirdikleri rnuhaceret bir sonra ki akım olarak gösterilmektedir. Nitekim bu yüzyılda Karadeniz ci varındaki bozkırlarda, Aral sahillerinden itibaren uzanan bölgeleri kendilerine yurt edinen Peçenekler, şimdiki Kazakistan'dan Türkler ve Barahin bozkırlarından Kıpçaklar - Polovesler- ortaya çıkrnışlar dır. Bu, bir fetih hareketi degil, aksine küçük gruplar halinde sokul rnaktı. Çünkü çarpışma ve askeri seferlerin yerini rnüsaderneler ve akınlar almıştı. Halbuki, Mogol atlılarının Annarn ve Birrna cangıllanna, Ürdün vadilerine ve Adriyatik'in mavi sahillerine ulaştıgı Xlll. Yüzyılda bunların hiçbirini görmüyoruz. Dahası, bu seferler ve zaferlerden dolayı herhangi bir göç olayı da yaşanmıyor. Mogollar küçük, seyyar ve kötü donanımlı, ama çok iyi teşkilatianmış birliklerle bu savaşla rı sürdürüyorlardı. Çingis'in evlatlarının ve torunlarının iklim degişiklikleri yüzün den bu seferleri düzenledikleri konusunda hiçbir belgemiz yok. Çok büyük bir ihtimalle, o sıralarda bozkırda göçebe hayvancılıgı için optimal şartlar rnevcuttu. Ordu için yeterli sayıda at mevcuttu. 1 200-1 208 yıllan arasındaki kabileler arası kanlı savaşlardan sonra kelle başına düşen sıgır sayısı yeterliydi ve nüfus artmıştı. Halbuki, XVI. Yüzyılda idrak edilen olumlu banş günlerinde Mogol devleti zayıflamış, XVII. Yüzyılda ise bagımsızlıgını kaybetmiştir. Dünyanın o günlerdeki en güçlü devletinin zayıflamasının sebe bini XVII. Yüzyılda yaşayan bir cografyacı şu sözlerle açıklıyordu: "Tüm Mogolistan bir hareketle çalkalanıyor; Mogol boy ve kabilele ri ise, ordulan henüz bir bütünlük arz etmemesine ragrnen, su ve ve rimli meralar aramak için oraya buraya koşuşturuyordu. "9 Esasen 9 Grumm-Grjimaylo. Rost pustın i gibcl pastbişçnıx ugodiy i kulturnıx :zc mcl V Tscntralnoy A;zii za istoriçcskiy pcriod-l zvestiya VGO, t. xv, rask. 5, 1933, s. 437. Mesudt, Muruc ez-Zeheb adlı eserinde Bab el-Ebvab (Derbent) surunu anlatırken şöyle der: " .. denizin içine şişirilmiş sıgır tulumlarının üzeri ne taş, demir ve kurşunla bir sur yapurdı. Sur yükselince bu şişirilmiş tulumlar denizin dibine oturdu ve sur da su satbından yüksekte kaldı.
AV R A S Y A' D A N
144
bu, gerçek bir göçtür, ama dünya tarihi ölçülerine göre farkına varıl mayacak şekilde gerçekleştiritmiş bir göçtür. Çünkü Mogol göçebe leri kuraklaşan kendi vatanlarından bereketli Tibet dag eteklerine, bol sulu ltil sahillerine ve Türkistan ovalarına göç etmişlerdir. Göçe be kültürünün son kalıntıları olan Oyratlar, ekonomileri Altay ve Targabatay'ın daglık meralarına baglı oldugu için 1 758'e kadar tu tunmayı başarmışlar; fakat neticede onlar da Mançurlar'ın ve Çinli ler'in kurbanı olmuşlardır. Böylece iki bin yıllık bir sürede (M.Ö. lll. Yüzyıldan M.S. XVIII.) bozkınn üç kuraklaşma dönemini, her birinin, göçebelerin Büyük Boz kır'ın uç kesimlerine ve hatta sınırlan ötesine muhaceretiyle sonuçla nan dönemlerini ele almış olduk. Bu göçler fetih amaçlı degildi. Göçe beler küçük gruplar halinde hareket ediyorlar, sürülerini beslemekten ve kendi kannlarını doyurmaktan başka bir amaç gütmüyorlardı. Çünkü göçebeler bozkırlar tekrar yeşerdiginde atalannın yurdu na geri dönmüş; sürüleri boltaşmış ve kavuştuklan refah sayesinde daha savaşçı hale gelmiş, üstelik amaçlan da degişmiştir. Artık bir yere sıgınmanın degil, oraları ele geçirmenin peşindedirler. Şimdi düşüncemizi bir noktaya odaklayalım. Bizim sözünü ettigi rniz çaglar, bozkırların rutubetlenmesinde iniş çıkışların yaşandıgı çaglardır. Bu mümküdür; çünkü Avrasya'nın ortasında iç su kaynak lan, yani tarihi dönem içerisinde su seviyesi dikkati çekecek ölçüde azalan Hazar Denizi ve Aral Gölü vardır.
Yatış DüzenlillAi Aral Gölü ve Hazar Denizi'nin aynı boylarnda yer almasına ragmen, yagmur alma oranlan tam anlamıyla birbirine zıttır. Yani Hazar Deni zi'nin su seviyesi yükselmişse, Aral'ın su seviyesi düşmüştür veya aksi Ellerinde hançer ve bıçaklarla suya dalan adamlar, tulumlan parçalayıp onun iyice dibe oturmasını sagladılar. Bu sur, içinde bulundugumuz 332 (943-944) yılında dahi ayaktadır. Surun deniz içindeki bu kısmına düşman gemilerinin denizden yaklaşmasını engelledigi için "kaydft adı verilmiştir. Anuşirvan daha sonra bu suru denizden Kabh (Kafkas, da gına kadar uzattı ve bazı yerlerine düşmanı takip etmek için kapılar koydurdu. (Mesudi, Altın Bozkırlar, Çev. D. Ahsen Batur, Selenge Ya yınlan, s. 1 56).
İKLİM D EGİŞİKLER İ V E GÖÇEBE GÖÇLERİ
145
olmuştur. Bunun açıklaması basit: Aral Gölü, kurak bölgelerdeki da� lardan destek alan Sır-derya ve Amu-derya nehirlerince beslenmekte dir. Hazar Denizi ise su kayna�ı rutubetli bölgeden geçip gelen ltil neh ri tarafından sulanmaktadır. Bu birbirine ters durum da göstermekte dir ki, her iki bölgedeki rutubet oranının yükselmesi tamamıyla ters b.ir kurala tabidir. Bununla birlikte bazen Hazar ve Aral'ın su seviyele ri ve dökülme oranları birbiriyle aynıdır. Dolayısıyla iki de�il. üç rutu betlenme varyantı mümkündür ve üstelik üçüncü ihtimalde ya�mur yüklü bulutların iç bölgelere kadar ulaşmaması söz konusudur. Acaba bunun global bir iklimsel dalgalanmayla ba�lantısı var mı dır? Göründü�ü kadarıyla hayır; çünkü bugünkü jeolojik ça�ı müte akiben Yeryüzünün sıcak dengesi nisbeten istikrarını korumuştur. E�er Dünyanın ısısı topu topu 2° yükselmiş olsaydı, Arktika ve An tarktika'nın tüm buzlan erirdi. Halbuki böyle bir şey gözlenmemiştir. Dolayısıyla global bir kanun değil, bölgesel bir kanun söz konusudur. Avrasya kıtasının üzerine dökülen genel ya�mur miktarı öylesine az de�işkendir ki, vaki de�işiklikler hiç de hoş karşılanmayacak tür dendir. Zaten ya�ış taksimi oranlarındaki de�işmeler oldukça dikkat çekici olur ve de�işimin etkileri Antarktika'dan Himalayalara kadar ana karanın tüm sathında hissedilir. Bunun sebebi, siklonların güzer gahının de�işmesidir. Kuzey Kutbu üzerinde so�uk hava yastı�ı kule si -maksimum kutup baryumu vardır. Bazen bu kuleden kopan bir hava akımı Rusya toprakları üzerine kuru ve so�uk bir havayı sürük ler. Do�rusu, Atiantik Okylanusu'nun kuzey kesiminden üzerimize gelen ve bo�ucu deniz ya�murlarını taşıyan rutubetli ve so�uk kutup havasından çok daha sevimsiz bir havadır bu. tkinci yastık kabul edi len Ex-tropikal maksimumu, Sahara ve Arabistan üzerindedir. Bu ku le, dünyanın dönüşü sayesinde tamamen otomatik bir şekilde oluşur; temelleri, çöl sathının ısınması sebebiyle sürekli olarak alttan aşınır. Satıhta ise parçalanmış taşlar ve Büyük Afrika Saharası'nın kumları yer alır. Kutup maksimumundan farklı olarak burada hava yastı�ı ala bildi�ince hareketlidir. Sürekli olarak bazen kuzeye yönelir, bazen es ki yerine döner, bazen de güneye yönelir. Bunun sonucunda da, bir bakıma çukur bölge diyebilece�imiz, üzerinden Atiantik Okyanu su'nun siklon türü rutubetli havasının Asya'nın ortasına do�ru seyret ti�i yörede, alçak basınç alanları de�işir. lşte bu siklonlar, o bölgeler de teressübat oluşumuna yol açarlar. Böylece Krasnoyar'a yılda ne ka dar ya�mur düşüyorsa, Tartu'ya da o kadar düşer. Hem de bu şehirler den birinin denizden uzak, diğerinin yakın olmasına rağmen.
146
AV R A S Y A' D A N
IX-Xl. am
Y6%yıllarda Avrasya Halklan Göçleri
Alanlar: Kuzey I ran grubuna dahil boz
kırtı bir halk. Osetinler'in akrabalan. Vencdlcr: Polab Slavyanlan Bodriçler,
Lutiçler, Pomoryanlar ve Lujits Sırplan gibi kabile grublannın ortak adı. XII. Yüzyılda Almanlar tarafından itaat altına alınmış ve Almanlaşmışlardır. Yikingler: Ailelerini terkeden, paralı as
kerler haline gelen ve korsanlıkla ugra şan {IX-Xl. Yüzyıllar) Normanlar. Genç le:in Vikingler'e katılması, bir daha can lı olarak geri dönemeyecegi bir yolculu ga çıkışı olarak kabul ediliyor ve utanç vesilesi sayılıyordu. Kunkanlar: Baykal sahilinde demiri ol
dukça başantı bir şekilde işleyen Türk · dilli bir kabile. Xl. Yüzyılda Büretler'in atalan tarafından maglup edilen l<un kanlar l..ena nehrine dogru kaçtılar. Ya kudar'ın atalan sayıhrlar. Kıpçak lar: Saç renklerinin parlak san ol
ması sebebiyle Ruslar'ın "Poloves" dedi ·
gi, batı Ting-ling koluna mensup Türk dilli kabile. Kırgıılar: Minusin Çukuru'nda yaşayan,
çarvacılık ve çiftçilikle uıraşan, okuma yazma bilen Türk dilli bir Ting-ling ka bilesi. Livlcr: Rij Körfezi ve Çud Gölü sahilin
de yayayan Fin-Ugor kabilesi. Bir kısmı Livon şövalyeleri tarafından XIII. Yüz
yılda onadan kaldınlmış, bir kısmı ise Latışlar'la kaynaşmıştır. Rajputlar: Hindistan'da bir halk. Muhacir Sakalar'la ECtalitler'in lnga vadisi yerlileriy
le kai'naşması sonucunda oluşmuşlardır. Tangut: Çin'in kuzey sınınnda bir devlet (Ordos, Batı l<ansu ve Nin-hsia). Tangut
lar'ın yerleşik bir hayat tarzı vardı ve Tibetçe konuşurlardı. Turklcr: X. Yüzyılda Rusya'ya göç eden ve sınırlan Kıpçak saidınianna karşı koruma
lan için Rossi nehri boyunca yerleştiren Türkler. Tubot: Xl. Yüzyıl başlannda Kuzeydogu Tibet'te ortaya çıkan ve l l 3 l 'de Curçenler ta
rafından onadan kaldınlan bir Tibct krallıgı.
İ KLİM DEG İŞİKLERİ VE GÖÇEBE GÖÇLERİ
�, 4.
- 2
147
---
Göçebe halkların gDçleri, 5. Yerleşik halkların gDçleri, 6. Devlet sınırları.
Haıarlar: ! til deltasında ve Aşa�ı Terek'de yaşayan yerleşik bir halk. Vlli-X. Yüzyıllar arasında güçlü bir devlet kurdular. 965'de Svyatoslav lgoreviç tararından ortadan kal dınldılar. Curçenler: Chin lmparatorlu�'nu kuran Mançurlar. Tungus grubuna mensupturlar. Sha-ı'o: Cungarya'da yaşayan ve Orta Ça� Hyung-nu grubuna mensup olan Mançur lar.
148
AV R A S YA' D A N
Siklonların güzergahı, gün ışıklarının doğru orantılı bir şekilde değiştiği Ex-tropikal maksimumun aktivite derecesine bağlıdır. Çünkü bu güneş ışıkları, tam olarak, yerkürenin tropik bölgelerinde bütün gücuyle etkilidir. Buna karşılık, gün ışıkları kutup bölgeleri nin ancak sathını ısıttığı için, kutup maksimum değişiklikleri he men hemen hiç etkili olmaz. Gün ışıklannın daha az aktif olduğu dönemlerde, siklonlann gü zergahı Akdeniz'den Karadeniz'e, oradan Kuzey Kafkasya ve Kazakis tan üzerinden Altay ve Tann Dağlan'nın tepelik eteklerine doğru sey reder. Bu siklonlar burada durdurularak, Atiantik enginliklerinden ta şıdıkları rutubet, yağmur halinde bölge üzerine sağılır. Böylece boz kırlarda nemlenme başlar; çöller, bitki örtüleriyle kaplanır. Altay, Tar bagatay, Tann Dağları ve Pamir eteklerinden akan nehirler, daha bol suya kavuşurlar. Su ile dolan Balbaş ve Aral göllerinin mesahalan da genişler. Buna karşılık, suyunun % B l'ni Avrupa Rusyası'nın orta şeri dinde yer alan ltil'den temin eden Hazar Denizi, kurur ve mesahası küvülür. Bütün orta şerine olduğu gibi, Volga (ltil) havzasındaki te ressübat miktan da hızla azalır. Burada nehirler kuruyarak kaybolur; göller, bataklığa ve sazlığa döşünür ve kuru yaz havasına yerini bıra kan az karlı kış fırtınaları durur. Kutup bölgesinde kuzeye doğru, Be yaz Deniz ve Barents Denizi buzlarla kaplanırken, ezeli buzullar, gü neye kayarak tundralardaki göllerin su seviyelerini yükseltirler. Güneş aktivitesinin artmasıyla birlikte, Ex-tropikal maksimum kuzeye yönelerek, aynı istikametteki Atiantik siklonlannın yönünü takip eder. Siklonlar, Avrupa'nın orta şeridi ve Sibirya üzerine taşı nır. Bozkır bölgesindeki teressübat miktarı hızla düşer. Bozkır, kuru maya başlar. Kuruyan Balbaş ve Aral göllerinin mesahalan kuçülür. Buna karşılık Volga (ltil) boy suya kavuşarak büyük bir nehre dönü şürken, Hazar Denizi'nin de su seviyesi yükselip, mesahası genişler. . Güneş aktivitesinin en yüksek noktaya ulaştığı dönemlerde sik lonlar, kuzeyin daha uzak bölgelerine kayarlar. lskoçya ve İskandi navya üzerinden geçerek, Beyaz Deniz ve Karst Denizi üzerine gelir ler. Bozkır, çöl ve yarı çöl haline gelir; ormanlık alanların sınırları kuzeye yönelir. Volga kurur; Hazar ise geride siyah bir toprak taba kası ve yapış yapış bir pislik bırakarak kendi alanına döner. Kuzey de ise Beyaz Deniz, Barents Denizi ve hatta Karst Denizi erirler; bu olayla birlikte buharlaşma başlayarak guneş ışıklarının bölgeye ulaş masını engellerler. Böylece soğuklar başlar; hava rutubetlenir ve sı kıcı bir hal alır. Suya dayanıklı bir ufuk oluşturan ezeli donmuş top-
i K L i M D EG i Şi K L E R i V E GÖÇ E B E GÖÇ L E R İ
149
Avrupa'da atmosfer �tkisinin sildon merkezinin y�r del(ştirme ş�ması 1 . Kuzey yönü, 2. Merkezi yön, 3- Güney yönü. Noktalarla gösterilen bölge ltil havzası sınırlarıdır. rak yerin içine çekilir. Bunun anlamı geyikleri besleyen bitki örtüsü nün degişmesidir. Bunun arkasından derin olmayan tundra göllerin de su, gevşeyen toprak tarafından emilir. Bu göllerdeki balıklar ölür, tundrada açlık en üst noktaya ulaşır.
ıso
AV R A S Y A' D A N
Üçüncü bir varyanı siklonların hareketlenerek Kuzey lran kolu nu oluşturmasıdır. Bu durumda Allantik'deki nemli hava ltalya, Yu nanistan üzerine taşınır ve Ermenistan dağlarını da kısmen etki altı na alır. Yağmur yüklü bulutların kalanları Pamir eteklerine yükünü boşaltırlar. Bu su Amu-derya'ya dökülür ve Aral'ın buharlaşmadan doğan kaybını kısmen telafi eder; ama Avrasya sisteminde yer alan diğer gölleri n - Balhaş, Zaysan, Ubsu-nur - suları azalır ki, bu da bi zim Avrasya kıtasının rutubetlenme sistemi hakkında ortaya koydu ğumuz tezimizin doğruluğunun ilave bir delilidir. Burada, oluşan tabii durumu gözden geçirirken tarih ve arkeolo jiden de faydalanılabilir. VI. Yüzyıl sonlarında lran şahı Hosroy Anu şirvan'ın duvarları bugün Derbent şehrinde hala muhafaza edilen ve Kafkas sıradağlarıyla Hazar Denizi arasındaki geçidi kapayan meş hur surları yaptırdığı bilinmektedir. Günümüzde havanın sakin ol duğu günlerde su üzerinde kayıkla dolaşıldığında, Sasani dönemin den kalan, ancak yerini değiştirerek temelin kayalık dibinde yatan büyük levhalar görülebilmektedir. Duvarların su altında kalan kı sımlarının ineelenme çalışmaları 196l 'de bu satırların yazan tarafın dan yapılmıştır. Bu çalışma sonunda görülmüştür ki, duvar, kayala rın üzerine dalgakıran konulmadan doğrudan oturtulmuştur. Bu sur sayesinde Hazar Denizi'nin VI. Yüzyıldaki su seviyesi de tespit edi lebilmiştir. Yani o dönemde Hazar'ın su seviyesi -32 m.deydi ki, şim dikinden 4 metre daha düşüktü. Daha sonraki yüzyıllarda Hazar'ın trangresyonu başladı ve sular 13 m. yükseldi yani mutlak seviyeden - 19 m.ye ulaştı. Bu kayıt, de nizin kuzey salıilindeki bol miktardaki arkeolajik kalıntılar sayesin de tesbit edilebilmiştir. Yani birçok yerde X. Yüzyıla ait seramik par çaları bulunmuştur; ama işaret edilen mutlak seviyenin daha altında bu kalıntılara rastlanmamıştır. Hazar'ın yeni trangresyonun maksi mum seviyesi XIII. Yüzyıl sonuyla XIV. Yüzyıl başına aittir. Pers coğ rafyacılannın verileri de bunu desteklemektedir. Pers coğrafyacılan, denizin karaya doğru yürümesini gözleyerek, Abeskun limanının dalgalarla kaplandığını kaydetmekte ve bunu da Amu-derya'nın ya tağını değiştirerek Hazar'a dökülmeye başlamasıyla izah etmektedir ler. "Suların med ve ceziri sırasında ana karanın bir kısmı sularla kaplandı." Olay doğru tespit edilmiş, sadece açıklama XIV. Yüzyılın bilim seviyesine göre yapılmıştır. Günümüzde ise Hazar'ın su seviye sini Amu-derya değil, Volga (ltil) düzenlediği için daha dişe doku nur bilgiler edinebiliriz.
İ KLİM DEG İŞİKLERİ V E GÖÇ E B E GÖÇ LERİ
151
XIV. Yüzyıldan itibaren deniz çekilmeye başladı ve XVI. Yüzyıla dogru mutlak �eviyenin -29 m. altına düştü. Daha sonra XVIII. Yüz yılda tekrar mutlak seviyeye kadar yükselerek - 22 m. ye ulaştı ve ye niden 28 m.ye geriledi. Demek ki, elimizde ±SO yıllık bir zaman farkıyla rutubetin yükselme ve düşme seyrini belirlernemize imkan saglayan tabii bir barometremiz vardır. -
Diğer yandan Hazarya yeni Hazar trangresyonu yüzünden zarar görmüştür. Hazarlar Volga'nın aşağı akımlarında, deltada ve deltanın su basar yerlerinde yaşıyorlardı. Hayvancılık kadar nar üretimi ve balık aviarnakla da uğraşıyorlardı. Yeşil çayırlıklar ve yetişkin kamış lıkla r arasından sessizce akan nehir kolları, kalabalık halkları ve devletin, ltil'in doğu kolu Aktübe tarafından oluşturulan adadaki başkenti ltil'i besliyordu. Sağlam bir ekonomileri olan Hazarlar, ltil'in aşağı akımlarını çevreleyen kuru bozkırlardaki az nüfuslu halkları hakimiyet altına almışlardı. Fakat denizin su seviyesinin yükselmesi, topraklarını sular altında bırakacak ve Hazar'ın geri ka lan kısmındaki halkın yüksek yerlere çekilmesini zorunlu kılacaktı. Sadece browian tepelerinde Hazar mezarlıkları ve evlerinin toprak zeminleri kalmıştır ki, bunlar sayesinde "Rusya Atlantis"inin yükse liş ve yok oluş haritasını çıkarmak mümkündür. Deniz sakinleşip, ltil deltası yeniden yaşamaya uygun hale gelince, oraya tekrar dönen Hazarlar'ın torunları kendilerini artık Astrahan Tatarları adıyla ad landıracaklardı. Belirtilen siklon hareketlenmeleri ve rutubetlenme oranlan aynı şekilde göçebe çarvacılığına da, yani güçlü Altın Orda'ya ve Nogay Ordası'na da etki etmiştir. Mal ve yılkı sürülerinin kıtlık dönemle rinde kırılması, bozkınn bereK'et dolu yagmurlu iklim şartlarına alı şan bu halkların zayıflamasına sebep olmuştur. * * *
Tabiat hadiseleri halkların iktisadi hayatlannı etkilemekte; bere ket veya kıtlık, şu veya bu ülkenin gücünü belirlemekte, bazen de bereketli iklimiere doğru yapılan göçleri tetiklemektedir. Göçler so nucunda etnik melezleşme, onun sonucunda da etnogenez süreci iş lemektedir. Etnosfer alanı içinde gerçekleşen bu süreç, progresif sos yal gelişimin temelini oluşturan teknosferi yaratıp geliştiren insanlı gm bir bütün olarak tarihte spantan bir şekilde ilerlemesini düzene sokmaktadır.
TARlHTEKl VE EFSANELERDEKl ŞAMBALA ÜLKESl (Aziya i Afrika segodniya, 1968, no. S)
Fransız yazar L Povel ve G. Berge'nin yayınladığı "Hitler hangi tanrıya tapıyordu?" başlıklı oldukça ilginç bir makaledel Hitler'in hocalan Dietrich Ekkardt, Haushofer ve Alfred Rozenberg'in, Tibet efsanesindeki "karanlık güçlerin" kendilerini çektiklerini ve bu efsa neyi de akıllanna onların düşürdüklerine inandıklarını belirttikleri kaydedilmekteydi. Anlaşıldığı kadarıyla, hem kendileri hem de Hit ler, bu efsanenin gerçekten eski bir Tibet efsanesi olduğuna inanmış lar. Faşist ideologlar, buradan hareketle çok eski zamanlarda Doğu da Şambala adında, tabii afetierin ve halkların hükmettiği kudretin ve zorbalığın merkezi olan bir ülke bulunduğu kanaatine varmışlar. Büyücüler, insan kurban etmek suretiyle Şambala'yla mistik bir itti fak yapmışlannış. Nazizmin önderlerinin düşüncesine göre, insanla rın kitleler halinde kurban edilmesi, kayıtsız "kudret"in yani karan lığın güçlerini yenip, onları kurban sunanlara yardım etmek zorun da bırakacaktı. lşte bu yüzden altı milyon Yahudi ve 750 bin Çinge ne öldürülmüş ve güya nazi önderler bu işte güçlü büyünün yardı mını görmüşler. Onlar yaptıklan kötü işte "karanlığın güçlerine" karşı olan inançlarını esas almışlardı. Ama onların güya kendilerine mesnet edindikleri efsane, aslında XX. Yüzyılın Avrupalı burjuvası nın cehaletinin bir sonucu ve meyvesiydi. Şambala ülkesiyle ilgili efsane gerçekten Tibet'de vardır ve hatta XV. Yüzyılda burada oldukça yaygınlık kazanmıştır. Ama Şambala bir zorbalık ülkesi olarak değil, bir mutluluk diyarı olarak tasvir edil mekte ve Thomas More'un Ütopyası veya Platon'un Atlantid'i gibi 1
Nauk i religiya, 1966,
no.
10- 1 1 .
154
AV R A S Y A ' D A N
kuzeybatıda bir yerlere yerleştirilmektedir. Vakıa, efsaneyle ilgili riva yetlerden birinde, dünyanın apokaliplik sonu ve ebedi mutluluğun başlaması gibi , Şambala'nın .istikbalde eretiklerle girişeceği savaştan bahsedilmektedir; ama yine de karanlığın ve zorbalığın zaferi yoktur. Her efsane gibi , Şambala hikayesinin de kendi gerçek temelleri vardır. Ancak, eski Tibet dini Bhonla ilgili kronikler Avrupalı bilim adamlannın malumu oluncaya kadar, Şambala hikayesini sadece fa şist "teorisyenler"in fantastik bir hülyası gibi değerlendirmişlerdi. Fakat l960'lı yıllarda Tibetli göçmenler birçok eserler arasında Şam bala ülkesi haritasının bizim hiç de alışık olmadığımız bir takım özel likler içeren haritasının da yer aldığı "Tibetçe-Shanshungca Sözlük" adlı eseri de yayınladılar. tık bakışta bu harita, gerçekle hiçbir ilgisi olmayan tamamıyla fantastik bir şey gibi görünmektedir; ama bilim sel araştırma, dikkatli olmayı, hiç alışık olmadığımız anlaşılmaz ve beklenmedik düşüncelere de yer vermemizi ve saygı duymamızı em retmektedir. Eski haritacılardan, bizim iki bin yıl sonra görmeye alış tığımız gerçeği yansıtmasını bekleyemeyiz. Kim bilir, belki iki bin yıl sonra da bizim coğrafya haritalarımız çağdaş sayılmayacak ve hatta gülünç bulunacaktır. Dolayısıyla önce birkaç adı, arkasından birkaç adı daha sökünce, anlıyoruz ki eski coğrafyacı, bizim eski dünya ha ritasına göre çok iyi bildiğimiz bilinmeyen bir ülkeyi göstermiştir.
Araştırma yöntemi Haritada gözümüze ilk çarpan şey, iyi bildiğimiz "Sak" Saka söz cüğüydü. ıskitler'in akrabalan olan göçebe Saka halkı M.Ö. 1 27- 1 14 yıllarında Parthlar'la savaşmış; önceleri Orta Asya'dan lran'a çekii rneyi başarmış; ama daha sonra ülkenin doğu uçlarına, Seyistan (Sa kastan) adını alan kuru bozkırlara itilmişlerdi. Tamamıyla olmuş olan bu olaylar bizi başarıyla sonuçlanan bir araştırmaya sevk etti. Ve sonunda anlaşıldı ki, Şambala ülkesinin merkezi şehri Akemenid monarşizminin başkentlerinden birisi olan Harpasargad adını taşı yordu. Tesbit edilen diğer iki nokta ise haritanın daha fazla aydınlan masına ve birkaç önemli noktanın daha belirlenmesine imkan sağla dı. Pasargad'ın batısında, Elamlılar'ın Suza şehrinin bulunduğu yer olan Khos ülkesi yer almaktaydı. Filoloji ve coğrafya bu konuda ay nı görüştedir. Bilindiği gibi Suziana'nın batısında, M.Ö. VI. Yüzyılda Sami Khaldeliler'in hüküm sürdükleri Babilanya yer almaktaydı. Eli-
TA R İH TE Kİ V E E FSA N EL E RD E Kİ ŞA M BA L A Ü LK ES İ
155
mizdeki haritada Khalde adı rekonstruksiyonunu "Hiald" şeklinde yapabildiğimiz bir kelimeyle karşılanmış. Bu sözcük bildiğimiz "Khalde"ye tekabül etmektedir ki, bu durumda alışık olduğumuz Grekçe söylenişin orijinalden hayli uzaklaşmış olduğu görülüyor. En dikkat çekici olanı ise ülkenin başkenti Babil'in "kahinlerin top landığı ülke" olarak adlandırılmış olmasıdır. Bu ad, Babil'in pek çok putperest kültün mekanı olduğunu göstermektedir. Elde ettiğimiz başarıdan cesaret alarak, batıya doğru biraz daha ilerledik ve harita nın, sahilinde Pun (Finikya) ve Nesendra yani Aleksandriya tsken deriye şehrinin yer aldığı "kenan denize dayalı" bir yerle son buldu ğunu keşfettik. Böylece her ne kadar hakkında detaylı bilgiye sahip değilse de coğrafyacımızın Mısır'ın varlığından haberdar olduğunu anlıyoruz. Onun düşüncesine göre Mısır "lblislerin, çalınmış insan ların ülkesi"dir. (Anlaşılan o zamanlar da köle ticareti insanlığın en tellektüel kesiminin hoşuna gitmiyordu.) Şimdi tekrar doğudaki Pasargad'a dönmeyi deneyelim. Orada aşİ na bir adla karşılaşıyoruz. Abadar ülkesi kendi yerine yerleştirilmiş. Burası çevresi bugünkü Kuzey Afganistan ve Güney Tacikistan'la çevrili Baktria'dan başka bir yer değil. Baktria'nın güneyinde "kara meşakkatler vadisi" yer almaktadır ki, Makedonyalı İskender'in or dusunun helak olmasına ramak kaldığı korkunç Belucistan çölünün burada bulunduğunu herkes bilir. Pasargad'ın kuzeyinde ise Herha ian ülkesi uzanmaktadır. Burası, eski yazarların halkını kurtlarla (Farsça "gurg" kurt demektir) denk tuttuğu savaşçı dağlıların ülke si meşhur Hirkanya'dan başka bir yer değildir. Diğer adlar üzerinde ayrıca çalışmak gerekir; ama kanaatimce bunların tamamını çözmek ve bugün bildiğimiz yer adlarıyla kıyas lamak mümkün değildir. Böyle olması da gerekir. Çünkü eski doğu lu coğrafyacı, Yunanlılar'ın bilemeyecekleri pek çok şey biliyordu; dolayısıyla Yakın Doğu coğrafyasının Tibet varyantı, Herodot, Stra bon ve diğer Batılı yazarların bize ulaştırdıkları bölük pörçük bilgi leri tamamlaması gerekir ki, bu da elimizdeki kaynağın ne kadar de ğerli olduğunu, ayrıca tarihi coğrafyayı fazlasıyla zenginleştirdiğini gösterir. Artık bir sonraki meseleye, haritanın çizildiği çağın tarihini tesbitine geçmemiz gerekiyor. Öncelikle haritayı çizen coğrafyacı Aleksandriya-lskenderiye şehrini bildiğine göre, Makedonyalı İs kender den sonra yaşamıştır. Ayrıca haritada Roma dilinde herhangi bir sözcük yer almaması, onun Doğunun Pampeus tarafından fethin-
AV R A S Y A' D A N
156
den önce çizildigini göstermektedir. Şu halde kaynaklardaki adların herhangi birine ters düşen bir şey olmadıgına göre, yazann Selevki ler'den oldugunu ve haritaya Makedonyalı fatihterin tarafından yö netilen Suriye dönemini yansıtugını gögsümüzü gere gere söyleyebi liriz. Suriye kelimesi Farsçada "Şam" , "bala" sözcügü ise yukarı, ha kim anlamındadır. Demek ki Şambala'yı gerçege uygun olarak "Su riye yönetimi" şeklinde çevirmek gerekir. Bu hüküm, ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir; ama M .Ö. III-Il. Yüzyı lın tarihi olaylar kanvası bunu desteklemektedir. Suriye'nin ilk kralları olan Selevkus Nikatoros ve Antioche, Suriye monarşizmi nin önemli bir kesimini birleştirerek, zanaat ve ticaralin gelişimi için istisnat ölçüde uygun şartlar yarattılar. Orontes nehri sahilin de kurulan Antiochia, pek çok asır boyunca mutluluk, bereket ve dinginligin kaynagı hal i ne geldi. Defne adlı mahallesi, "striptiz" dansının ilk icat edildigi yerdi. Dolayısıyla Hoten, Kaşgar ve Belh'de Suriyeli tacirlerle karşılaşan 'Tibetli daglıların, bu lüks ya şantıyla ilgili hikayeler dinledikleri, bunun da Selevkiler dönemin den sonra dahi onun yaşadıgı refahı yaşama ümidi doguran ütop yalara yol açması şaşırtıcı degildir. Netice itibariyle diyebiliriz ki, herhangi bir "kötü ruh" yoktur ve ayrıca "dört bir yana yayılan ka ranlık güçler"in Şambala'yla ilişkilendirilmesi saçmalıktır. Çünkü orada yani Şambala'da Afrodit'e, Adonis'e, Tammuz'a ve hatta Di onis'e tapılıyordu; ama "zorbalııa başvuran ve insanların kurban . edilmesini isteyen bir güç" yoktu.
Sonucun Tahkiki Bir yazar, ulaştıgı sonuçların tartışmasız dogru hükümler oldugu na kani olmadan, okuyucularının güvenini çantarla keklik zannetme hakkına ve hatta kendine güvenme hakkına sahip degildir. Bu yüz den diger kaynakları, ilk önce de "Şenrab Biyografisi"ni gözden ge çirecegiz. Şenrab, Olmo'da ortaya çıkan ve çogunlukla "kara din" denilen eski Tibet Bhon dininin banisidir. Bizim haritamızda oraya "Khos" (Sizuana) deniliyor. Olmo, Elam'ın daha eski adıdır sadece ve Tibet haritasındaki nottan bunun "Şuşuna (Suziana) , Olmo (Elam) ve lran" haritası oldugu anlaşılıyor.
TA R İ H TE K İ V E E FSA N EL ERD E K İ Ş A M BA LA Ü LK E S İ
157
Eski adların olması bizim belirledigirniz tarihe ters düşmemekte ve aksine Tibetli coğrafyaemın ilk hükümdarların Elam'danki Anşan şehrinden çıkan Selevkus monarşizminin Akemenid hanedamndan önce hükümran olduğunu bilecek kadar kültürlü oldugunu göster mektedir. Şanrab'ın biyografisinde (onun daha eski tarihli olduğu tartışma konusu dahi olamaz) bugüne kadar anlamı çözülmeyen es ki metnin anahtarı durumundaki haritamızda zikri geçen yerlerle bağlantılı olaylarla ilgili bir dizi hatırlatmalar yer almaktadır. Haki kat ve dini aydınlık konusunda vaazlar veren Elamlı Şenrab, Kral Xerxes'in kendisine yaptığı yardımları hiç de sevimli bulmadıklarını bahane ederek muhalefet eden Zerdüştiler'in adavetini celbetmişti. Bu Tibet bilgileri, bir süre önce ortaya çıkarılan kitabedeki bilgilerle tashih edilmektedir. Burada anlatıldığına göre, Tibetliler tarafından Şiriharşa (eski Persçede Hşayiarşa) diye adlandırılan Xerxes, Or müzd'den başka tüm tannlara tapınılmasını yasaklamıştır. Tapınıl ması yasaklanan tanrılar arasında Şenrab'ın tanrısı eski Mitra da var dır. Bu Mitra'ya tapanlar daha sonra tran'ın en ücra köşelerine, batı da Roma'ya, doğuda Tibet'e kadar uzanan bölgelere saçılmışlardır. Hristiyanlık tarafından bir kenara itilen Roma Mitraizmi tarihe karışmıştır; ama Bhon adıyla bilinen Tibet Mitraizmi günümüzde dahi varlığını sürdürmektedir. Buddizmin saldınsı dahi onu ortadan kaldıramamıştır. Çünkü savaşçı dağlılar, kendini feda etmeyi ve dünyaya bağlanınayı dikte eden, tabiatı tanrılaştıran optimistik bir dini Hindistan ve Çin'in bilge filozoflarına tercih ediyorlardı. Tüm varlığın boş, tüm dünyanın fani ve bildiklerimizin beş para etmez şeyler olduğu konusundaki sözlere cevap olarak,"Şu geveze Buddist ler'i dinleme; senin kalbin ak ve karanın nerede oldugunu sana söy leyecektir" diye cevap veriyorlardı. Onların "ak" dedikleri "hayır iş" demekti ki, bir Bhon ilahisinde bu konuda şöyle denilmektedir: Gökyüzü safir olsun ! Sarı, dünya güneşi olsun! Her yer altın portakal Rengiyle dolsun ! Geceler parlasın ay ışığıyla, Tıpkı inci panltıları gibi; Bırak süzülsün aşağıya, Sessiz bilgiler yıldızdan ve planetten. Ve bir gökkuşağı,
158
AV R A S Y A ' D A N
Yesin mavi alevleri; Bırak eylensin gökte rü:z;gar, Bırak emsin yağmuru okyanus, Bırak kalsın ebedi, Iyiliğin anası dünya; Burası öyle yeşil bir tarla, Ve öyle güzel bir ülke ki! Metnin muhtevasından ve vurgusundan da anlaşıldığı üzere, gü nümüzde olduğu gibi tüm geçmiş yüzyıllarda hayat sevgisi ve yaşa ma arzusu ön plana çıkarılmaktadır. Bhon dini salihleri, iki bin yıl boyunca sık sık tekrarlanan katı takibata göğüs gererek, tarihin bir çok karanlık yönlerini aydınlatmamıza yarayan ve yine pek çok ön yargıyı tashih etmemizi sağlayan kadim bilim geleneğini günümüze kadar taşımışlardır. Malumaliniz XX. Yüzyıldan önce yaşanan bazı olaylar, gerçeğin hakikatle birbirine karıştığı, ama sonunda hakikatİn bir kenara seçi lip çıktığı uzak tarihte kendisine bir açıklama bulmaktadır. Eski bir Tibet haritası ve eski dünyanın bazı olaylarıyla ilgili çok kısa bir açıklamada bulunmaya çalıştık. Artık okuyucunun dikkati ni oldukça önemli iki noktaya çekmek istiyoruz. Birincisi, bu bilgi, bin yıl boyunca nesilden nesile aktarılan değerli ve geleneksel bir bilgidir. Bizim gibi mütehassıs kişiler için dahi bazen inanılacak gi bi olmasa bile, eski Tibet kitaplarında kadim halklar ve ülkeler ko nusunda oldukça değerli bilgiler vardır. Dahası ve hatta en şaşırtıcı sı, bu kitaplarda, uzun zamandır hakkında sadece tahminde buluna bildiğimiz ve çoğu kez birbirini nakzeden görüşlere sahip olduğu muz oldukça uzak geçmişe ait olaylarla ilgili bilgiler de yer almakta dır. Son olarak binlerce yıl boyunca doğudaki bir halkın batıdakin den, batıdakinin doğudakinden etkilendiğini tarihi bir gerçek olarak biliyoruz. Hiç şüphesiz ki, bilimin gelecekte kaydedeceği gelişme, umum dünya medeniyetinin gelişim tarihiyle alakah enteresan ve beklenmedik birçok yenilikleri beraberinde getirecektir.
KlPÇAKLAR'IN UZAK ATALARI TlNG-LlNGLER
Yeni Tarihi ve Arkeolojik Malzemelerin Işı�nda G. Y. Gmmm-Grjimaylo'nun Hipotuinin Gözden Geçirilişi Gmmm-Grjimaylo'nun görüşleri: Eski Çin tarihinin incelenmesi, G. Y. Grumm-Grjimaylo'yu bazı paleoetnografik hükümler ortaya koymak zorunda bırakmıştır. 1 . Çiniiter'in Ting-ling dedikleri sarı ırk, Çin tarihinin başlarında Orta Asya'da oldukça geniş bir alana yayılmıştı. (5, s. 38) Bu görüş, bazı müşahedelere ve birkaç varsayıma dayandırılmak tadır. Çin vakanüvistleri Huang-ho vadisindesi Ti, Ti-li ve Ting-ling halklarını tanıyorlardı. Göründüğü kadarıyla bunlar, tek bir etnik adın değişik telaffuz şekilleridir. Bu halk Çinli değildi. Çinliler, eski dönemlerde kendilerine "kara saçlılar" diyorlardı; Ting-lingler ise sarı saçlı ve mavi gözlüydüler. Bu kabilelerden bir tanesinin adı Ch'i ti yani Kızıl Ti idi. Ana kaynaklara dayandınlarak elde edilen bilgi lere göre, "bunlar, orta boylu, çoğunlukla uzun boylu, tıknaz ve sağ lam bünyeli , uzun yüzlü, beyaz tenli, kızıl yanaklı, sarı saçlı, kıygır, dik, genellikle gaga burunlu ve parlak gözlü" insanlardır. (5, s. 3435) Ruh yapısı itibariyle savaşçı bir karakterleri vardı ve hiçbir za man Ting-lingler'e kendi devletlerini kurma imkanı tanımayacak öl çüde egoisttiler. Küçük gruplar halinde yaşıyor, avcılık ve balıkçılık la uğraşıyor ve kılıçlarını para karşılığında seve seve Çinli prensierin ·emrine arnade kılıyorlardı. Tek eşlilik esastı ve dinleri atalar kültün-
AV R A S Y A ' D A N
160
den ibaretti (S, s. 34-3S). Eski Keltler'e ve Germanlar'a oldukça ben ziyorlardı; fakat dilleri sanki lndo-Çin dilleri arasında yer alıyordu. 2. "Merkezi Asya'nın dört eski halkı da Ting-lingler'e mensuptur: Yukarı Yenisey'deki Kırgızlar, Baykal civarındaki Ting-lingler, tarihin Lob-nor gölü civarına, ama batıya muhaceretleri sırasında Tanrı Tağ ları'nın kuzeyine yerleştirdiği Wu-sun (Usun)lar ve Sayan-Altaylar daki Bomalar. (S s. S) "Bu dört halkın tamamı mavi (yeşil) gözlü, sarı saçlıdır. Yine bu halkların tamamı az veya çok komşularıyla karışmışlardır. Yeniseyli üstyak-Ketler Ting-lingler'e mensupturlar. " (S s. 38) 3. "Ting-ling kabilelerinin Gobi Çölü'nün kuzey taraflarında zu huru, onların Çinliler'le bin yıl devam eden bir mücadeleyi kazan malarıyla bağlantılıdır. Ti kabileleri M.Ö. lll. Binyılda Çin'in yerli halkı olarak tespit edilmişlerdir. (S, s. 14). "3000 yıl sonra Ting-ling ler'in bir kısmı ortadan kaldırılmış, bir kısmı kaçmış, bir kısmı Çin liler'le karışmıştır. Kaynaşma, Chou döneminde, XII. Yüzyılda ger çekleşmiştir; zaten Chou kabileleri de büyük ölçüde onlardan oluşu yordu. Eski Çinliler arasında kalkık burunlu ve gür sakallı insanla rın varlığı da bu şekilde izah edilebilir. " (S, s. 1S-16) . 4. "Mağlup Ting-lingler'in diğer bir kısmı güneye, Sih-kan ve Yünnan ormaniarına çekilerek, orada orman kabilelerine, Çinli coğ rafyacıların Man dedikleri halka dönüştüler. Onların torunları bazı Avrupai çizgiler taşıyan siyah Lo-lolar ve aynı şekilde Tse-liang, Yao myao, Bon, Hieh-jen, Pu-to ve Mo-solar'dır (S, s. 28-33). S. Ting-lingler'in Tibetliler, Moğollar ve Çinliler'le karışan torun ları, Amdo ve Hang-chou civarındaki Tangutlar, yani Moğollar'dan çok Kafkaslılar'a benzeyen savaşçı dağlılardır. Tangutlar, ı Tibetçe konuşmaktadırlar. 6. "Dil yönünden lndo-Çin halklarına yakın olan Ting-lingler, fi ziki işaretleri ve psikolojik özellikleri açısından bazı antropologların Avrupa'nın ilkel halkları olarak kabul ettiği sarı ırka mensupturlar" (S, s. 38). Oldukça tehlikeli olan bu son hüküm şu izahata dayanmaktadır: "Aynı üstün fiziki işaretiere ve psikolojik özelliklere sahip; ama deI
Onların Mi-hou dedikleri bu adiandırma Tibet dilinde Mineg, Çince Tang-hsiang, Mogolca-Tiirkçe Tangut'dur.
K I PÇ A K L A R ' I N U Z A K ATA L A R I T İ N G L İ N G L E R -
161
ğişik kökeniere mensup iki ayn ırkın varlığı kabul edilebilir mi? El bette hayır! " (5, s. 35). Son hükmü teyit için iklim şartlarına bağlı olarak ırkların değiştiği tezine sığınmak; üstelik de böyle bir değişi min iki-üç yüz yıl zarfında oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşebile ceğini varsaymak gerekiyor. (5) , s. 34) . Yukarıda ortaya konulan hü kümleri doğru kabul edersek, Ting-lingler'in tarih sahnesinden çeki liş süreci Miladi Il. Binyıl başlarında tamamlanmış olmalıdır. Ting-ling hipotezi, ortaya atılan ve yeterince argümanla desteklen meyen her yeni görüş gibi başlangıçta oldukça sert tepkiler almıştır. Esasen o sıralarda leh ve aleyhte olan argümantasyon da fazla değildi. Aradan kırk yıl geçti. Az bir zaman sayılmaz. Belgeler toplandı ve artık daha önce ortaya konulmuş pek çok hüküm tahkik edilebile cek durumdadır.
Ting-ling görüşünün tashihi 1 . Ting-lingler, hiç şüphesiz Çiniiter'den farklı bir ırk ve halk ola rak var olmuşlardır. Ti ve Ti-li, gerçekte aynı etnik adın fonetik var yantlandır. Bununla birlikte Ti tanımının netleştirilmesi gerekiyor. Ti'ler, Kuzeybatı Çin'in yerlileridir. Kuzey Sih-Ch'uan dağlannda, Kan-su'nun doıtı kesimlerinde, Shen-si'de yaşıyorlardı. Bir de Kan su'da Pei-tiler yani Kuzeyli Ti'ler herhayat idiler (4, s. 13). Ti'lerin ana kitlesinin güneyde yaşadığını kabul etmek gerekir. Esasen Wu hu döneminde (IV-V. Yüzyıllarda) Kuzey Sih-Ch'uan'da Ti'ler'in uzantısı olan Bomalar'ın kurduğu Wu-tu Prensliği kurulmuştu. Çok büyük bir ihtimalle bu kalıntı halk büyük bir halk değildi ve zaten bir kısmı henüz Choular döneminde (M.Ö. I. Binyılda) Çinliler'in bünyesine kanşmıştı. tkinci adları Ch'i-ti yani Kızıl Ti olması hase biyle, Ti-liler muhtemelen Ti'lerin akrabalanydılar. Ho-hsi'de (Or dos'un batı kesimindeki bozkırda) göçebe halde yaşayan bozkırlı bir halktı ve muhtemelen daha doğuluydu. Ama tarihi dönem içinde ne Ordos'ta vardılar, ne de Yin-shan'da. Aslında bu halkı iyi tanımıyo ruz; ama onlara, öncelikle Uygurlar'ın mensup olduğu T'ie-le (belki de Ti-li'nin değişik bir söyleniş şeklidir) grubunun, hatta Wu-sun (Usun)lann ve Tangutlar'ın ataları olarak kabul ettiğim Jung-tiler'in bel kemiğini oluşturan bir unsur olarak rastlıyoruz. Onların kuzeye muhacereti nispeten daha geç dönemde vukCi bulmuş bir olaydır.
162
AV R A S Y A ' D A N
M.Ö. lll . Yüzyılda Sih-ch'uan'daki kabiledaşianna yabancılaşan ve bozkıra itilen Ting-lingler, IV. Yüzyılda Cungarya'nın kuzey kesimi ne göç ettiler (4, s. 2 13-2 14). Ancak onlar, kuzeye daha önce de mu haceret etmiş olabilirler. Çünkü arkeoloji "Karasuk ça�ında" Minu sin Çukuru'nda bir Kuzey Çin unsurunun yer aldı�ını tespit etmek tedir. ( l l , s. 142). Ça�daş paleoantropoloji ve arkeolojinin bize neler sundu�una bir göz atalım. Çok eski geçmişten tarihi ça�ın malumumuz olan başlangıcına kadar, Sayan-Altaylar'da üç kültür birbiriyle kaynaş mıştır: Afanasyevo kültürü (M.Ö. 2000 yılına kadar) , Andronovo kültürü (M.Ö. 2000- 1200) ve Karasuk kültürü (M.Ö. 1200-700). Bu kültürlerden her biri özel bir ırk tipini temsil etmektedir. Afanasye volar, nispeten sivri burunlu, dar yüzlü, göz çukuru içeri do�ru ba tık, geniş alınlıdır. Tüm bunlar onların Avrupai kökenli oldu�unu göstermektedir. Bugünkü Avrupai tipler Afanasyevolar'dan özellikle geniş alınlarıyla farklıdırlar. Bu ba�lamda Afanasyevolar, Batılı Avru pailerin üst paleolotik tipleriyle yani kelimenin en geniş anlamıyla "kromonyom" tipleriyle örtüşmektedirler ( 10, s. 65). "Afanasyevo"lann varisleri, M.Ö. III. Yüzyılda yaşayan ve daha sonra bazı Mongoloid unsurları kabul ederek "Taştık" kültürünü or taya çıkaran Tagar kültürüne mensup kabHelerdi ( l l , s. 1 28). Kızla sov, bu kültürlerin taşıyıcılarını Ugorlar'a intisab ettirmekle orijinal bir görüş ileri sürmüştür. Hatta o, Batı Sibirya'daki tüm Ugorlar'ı, Tagar Tin-lingler'in torunlan sayarak, Sayan ve Yenisey civarından getirir ( 13, s. 13). Kızlasov'un bu varsayımı Smimov tarafından (20, s. 23) tekrarlanmaktadır; ancak Smimov da bu tartışmalı konuyu belgelendirmeyi gerekli görmemektedir. Bu görüşü kabul etmek mümkün de�il. Kızlasov ortaya attı�ı görüşü için Debets'den destek bulmaya çalışmaktadır; ama sonuncusu Ob (veya Obi) Ugorlar'ının dolikosefal kafatasının "Avrupailerden farklı oldu�unu ve kendine özgü bir Asyalı şekil aldı�ını" belirtmektedir (9, s. 7 1 ) . Hakasya'da ki Ugor toponimleri de, Ugorlar'ın buradan muhaceret ettiklerinden ziyade, buraya başka bir yerden çıkıp geldiklerini göstermektedir.
Şu halde Ting-lingler'i beyaz ırka mensup Avrupat özel bir halk
olarak görmek için her tür mesnedimiz vardır. Ama onların Avrupai halk oldu�u vakıası destek görmemektedir. Debets'in vardı�ı kana ate göre "bu tip, Avrupai vücut yapısının ana prototipinden farklı de�ildir" ( 1 0, s. 67). Debets'in üçüncü hükmü sonuçta daha önem-
K I PÇ A K L A R' I N U Z A K ATA L A R I T İ N G L İ N G L E R -
163
li: "Güney bozkır şeridinde (Sibirya'nın Yenisey'e kadar uzanan kıs mında) , henüz paleolit çağda AvrupaHer yaşıyorlardı" ( 10, s. 68; 1 7 , s . 56) . Ana çizgileri itibariyle Debets'in argumanları arasında yer alan bu hükümler, Güney Sibirya'ya güneydoğudan gelen muhacir lerin yaşadığı tezine yani Ting-lingler'le Ti'lerin özdeşleştirilmesine karşı çıkmaktadır. Andronovo kültÜrünün temsilcileri, Afanasyevo kültürü temsil cileri olan Ting-lingler'e yakındır; ama onlarla özdeş değildirler. "Andronovo alt tipinin şekillendiği yer, Kazakistan bozkırlarıydı ve Minusin uçlarında "Andronovo"lar batılı muhacirlerdi" ( 10, s. 70) . Batıda Andronovo kültürü unsurlan Minusin'dekilerden daha fazla varlığını sürdürmüştür ve dolayısıyla "Andronovo"larda eski Kıp çaklar'ı yani kesinlikle Ting-ling kökenli Ch'u-shihleri görebiliriz (5, s. 57-59). Geçmiş dönemlerde muhtemelen Çinliler bu halk hakkın da çok az bilgiye sahiptiler. Örneğin Hunlar tarafından MÖ. 205-203 yılları arasında itaat altına alınan kabileler arasında zikredilmekte dirler (4, Cilt I, s. 50). Kıpçaklar'a ilk önceleri Altaylarda rastlıyoruz; ama daha sonra siyah saçlı "Kanglı"larla kaynaştıklannda Rus vaka yinamelerinde Poloves veya Macar kroniklerinde Kuma rı adıyla geç mektedirler. "Poloves" adı da zaten onların saç renklerine istinaden parlak san renkli saman kıymığına benzetilerek verilmiş bir isimdir. Çinli ve Arap yazarların verdikleri muteber bilgiler de bu özelliği doğrulamaktadır (5, s. 58). Görüldüğü gibi, "Andronovo"lan, Ting-lingler'in batı varyantı Kıpçaklar olarak görmemek için hiçbir mesnedimiz yoktur. Kaldı ki, Çinliler de iyi bildikleri doğululardan ayrılan lrtış havzasındaki ba tılı Ting-lingler'den söz etmektedirler (27, s. 57-59). Onların Ti'ler le bağlantılan ispat edilmemiştir; ama Avrupailerden ve Asyalı Ari lerden farklı olduklan da kesindir. Önceki ırk tiplerinden farklı olarak Karasu dönemi halklan ol dukça karışmıştır. Bunlarda, Asyalı tipinin Uzakdoğu ırkına men sup, dar yüzlü Mongoloid unsurun katkısı vardır ( 10, s. 83) . Bu ırk lar, Çin'de Yang-shao döneminde şekillenmiştir. Arkeoloji şu antro polojik verileri ortaya koymaktadır: Karasu kültürü döneminde Gü ney Sibirya'da Kuzey Çin'dekilerle benzer eşyalara rastlanmaktadır ( l l , s. 1 14- 1 1 6). Güneyden bir muhaceret yapıldığı gerçeği artık ke sin kabul edilmektedir ama, şaşırtıcı ve önemli olan yanı göç eden halkın kanşık bir halk olduğu vakıasıdır. "Dar yüzlü güneyli Mon-
164
AV R A S Y A ' D A N
goloidlere, hem kökeni, hem de yaşadıklan yer belli olmayan braki sefal Avrupai tipler kanşmıştır" (30, s. 83) . Mongoloid tip meselesi karmaşık bir konu degildir, ama Çin'den gelen esrarengiz brakisefal Avrupai unsur, onun Ti'lerle karşılaştıni ması meselesini gündeme getirmekte ve bu da bizi Ti ve Ting-ling ler'in özdeşleştirilmesi konusuna tekrar dönmeye itelemektedir. Çinliler Ting-lingler'in ülkesine "Kumlu Sha-sai" yani Gobi Çölü di yorlardı (5, s. ı 1). Eger bu dogruysa, o halde Ting-lingler Çin'in yer Iisi degillerdi ve çok önceden beri Mogolistan vadilerinde yaşıyorlar dı. Ti-li'ler ise tarihi zaman içinde bozkıra itilmişlerdi. Demek ki Ting-linler Ti'ler degillerdi. ÇiniHer'in ço� kez Ti'leri Ting-ling ola rak adlandırdıklan dogrudur (5, s. ı 1 ) , ama Ting-lingler'den asla "Ti" diye bahsetmiyorlardı. Herhalde "Ting-ling" kelimesi polise roantikti ve etnonimik anlamının yanı sıra bir cins isim anlamı taşı yordu. Metnin gelişine bakıldıgında, bu bir metafor gibi gözükmek tedir. Bununla birlikte, Ting-lingler ve Ti'ler arasında herhangi bir benzerlik vardı, ama ne? Sibirya ve Çin'de farklı Avrupai unsurlann varlıgı, sanki bizi Ting-ling ve Ti'lerin Avrupai ırk özelliklerini taşıyan, farklı ırki tip Iere mensup, birbirine benzer, amma asla birbirinin aynı olmayan halklar oldugu hükmüne varmaya itelemektedir. Grumm-Grjimaylo oldukça haklı bir şekilde şu kaydı düşmekte dir: "Neolitik çagda Güney Sibirya'yı mekan edinen uzun kafalı ır kın, acaba Ti'lerle yani bilmedigimiz dönemlerden itibaren San Ne bir havzasında yaşayan Tin-lingler'le herhangi bir genetik bagı var mıydı? Onlarda, daha ziyade bakiyelerine günümüzde Asya'nın Uzak Dogu kesiminde rastladıgımız ırkı görmek mümkün" (5, s. 43) . Ama Çinliler bu uzun kafalı ırkı Ting-lingler olarak kabul et miş, Sayan daglanna da Ting-ling daglan demişlerdir (4, s. ı07). Ting-lingler, Il. Yüzyıl ortalannda tarih sahnesinden çekilmişler (5, s. ı 67); ama Ti-li yani Ch'i-tiler IV. Yüzyılda ortaya çıkmışlardır. Bu durumda Yenisey Kırgızlar'ının güneyden gelen Ti'lerle degil, Sibir ya'nın yerli halkı Ting-linler'le baglantılı oldugunu varsaymak gere kir. Sayan daglannın güney kesimlerinde göçebe halde yaşayan Ting-lingler'in güney kolu Hyung-nular'la (Hunlar'la) kaynaşmışlar dı ve ÇiniHer'in dış etnik işaretlerine bakarak Hyung-nular'ı kalkık burunlular olarak görmeleri tesadüf degildir. Nitekim 350 yılında Shih Min, Hyung-nular'ın bir tek ferdi bile sag bırakılmadan kılıçtan
K l P Ç A K L A R ' I N U Z A K ATA L A R I T İ N G - L İ N G L E R
165
geçirilmesini emretti�inde "kalkık burunlu birçok Çinli de hayatın dan olmuştur" (5, s. 1 5: 3 1 , s. 350). Batı lrtış civannda yaşayan Ting-ling şubesinin kaderi hakkında do�rudan bilgilere sahip de�iliz; ama olayların seyrine bakarak on lann Ugorlar'la kaynaşmak suretiyle V. Yüzyılda Kafkaslar'a yönelen Sabirler'i oluşturduklan hukmune varabiliriz. Bilindi�i gibi Sabirler burada, Kafkas halklan arasında eriyip gidinceye kadar, bazen Bi zans imparatoruna, bazen lran şahanşahına kılıçlarını kiralayarak hayatlannı surdunnuşlerdir. Artık son bir konuya, en muammalı beyaz tenli halk Kuzeyli Bomalar meselesine geçebiliriz. Bomalar, Sayan-Altayiann kuzey eteklerinde yaşıyorlardı (5, s. 5 1 , 59). Chavannes'in yapugı çeviri ye göre onlar hakkında bildiklerimiz şunlar: "Onlar (Bomalar) , gö çebe halde yaşarlar. lgne yapraklı onnanlarla kaplı da�lar arasında yaşamayı severler. At yetiştirirler. Atları beneklidir. Ülkelerine ve rilen Boma (benekli at) adı da buradan gelmektedir. Ülkelerinin kuzey kısmı denize kadar uzanmaktadır. Dış göriınuş itibariyle kendilerine çok benzeyen Hakaslar'la arada sırada savaşırlar, fakat dilleri farklıdır ve birbirlerini anlamazlar. Evleri a�açtandır. Agaç evlerinin tabanını yine agaç kabuklarıyla örterler. Kuçuk oymaklar halindedirler ve hepsinin baglandıgı bir reisieri yoktur" (26, s. 29). Yakinf'in çevirisi ise biraz farklı: " . . atları boz renklidir. Yukarı Bo malar'dan sadece atları sutu için beslemeleri cihetinden ayrılırlar. Boma savaşçı sayısı 30 OOO'dir" (4, s. 350). Bu rakam, Sibirya ölçu lerine göre biiyuk bir rakamdı. Neyseki bu halkın Çince versiyon daki orijinal adını da biliyoruz: Bi-tsı veya Bike ve O-lo-cı (4, s. 450) . Buradan da anlıyoruz ki, Boma kelimesi sadece lakaptır ve Si biryalı Ganasuylular'ın Bomalar'la özdeşleştirilmesi asılsızdır. Kal dı ki, Ganasuylular'ın yazılış hiyeroglineri dahi başkadır (5, s. 13). Onların etnonimi, Reşiduddin'de zikredilen eski kabilelerden "Bi kin "lerle ve Ebu'l Gazi'nin haklarında "butun atları beneklidir; ocakları ise altın renklidir" dedi�i Alakçinler'le örtuşmektedir. Ebu'l Gazi, Alakçinler'in tilkesini Angara nehri sahillerine yerleş tirmektedir (5, s. 353-354 ). Dolayısıyla Bomalar'ı ne Ti-liler, ne de Ting-lingler arasında gösterebiliriz. -
Alakçinler'i bir yere yerleştirebiirnek için Baykal civarının antro polojisine bir kez daha dönmek zorundayız. Göriındu�u kadarıyla neolitik ça�da burada birbirine yakın uç tiple karşılaşıyoruz: 1) Es-
166
AV R A S Y A ' D A N
kimoidler: Avrupai izlerine rastlanılmayan Angara'nın orta akımla rında; 2) Paleosibiryalılar: Angara ve Lena'nın yukarı akımlarında; 3) Sayan-Altay tarafianndan gelen ve yerlilerle karışan Avrupailer. Bu tipin Baykal civarında yayıldıgı bölgenin güney kesimleri, Minu sin bölgesinden Kansk bozkularına kadar, takriben bugünkü demir yolu boyunca uzanan bozkır veya çernozyom adacıklarıyla çevrili dir. Benzeri bir durumla Krasnoyar bölgesinde de karşılaşıyoruz. De mek ki kuzeyli Bomalar'ın, daha dogrusu Atakçinler ve Bikinler'in varlıgı, böylece teyit edilmiş olmaktadır. lrki yönden benzerliklerine ragmen, Ting-lingler'den ayrıldıkları etnik farklılıklar ise, bizi şaş kınlıga düşürmektedir. Saçıldıkları topraklar, oldukça geniş sayılır. Altaylar'dan Baykal'a kadar uzanan bölge, diger birçok Sibirya kabi le gruplarıyla meskundur. "Ket"lere gelince, onların Avrupailigi yeterinden fazla abartılmış tır. Debets, onları Asya bünyeli Yenisey tipi içinde göstermektedir. Debets'e göre bu eski bir tiptir ( l O, s. 3 1 3). Benim Aşagı Tungusk'da yaptıgım şahsi fizyonomik gözlemler de bu özelligi desteklemekte dir. Ketler'in büyük bir çogunlugu Mongoloid görünüme sahipti; sa dece yaşlı birisi gaga burunlu ve uzun boyluydu, fakat o da Avrupai tipe ait hiçbir şey hatırlatmıyordu. Ketler, kültür yönünden Batı Si biryalı (Ugor) grubuna girmektedirler ve şayet onlarda Avrupai bir karışım olsa bile, yine de onlan Ting-lingler'in bakiyeleri olarak gör mek için yeterli mesnediniz yoktur. Güney'e, Çin'e geçelim. Tie-le, Wu-sun ve kim oldugu pek bilinmeyen Pai-tiler, bozkırlı Ti grubuna dahildirler. Uygurlar'ın da dahil oldugu Tie-le kabile grubu hakkında en ufak bir şüphe yok; onların ilk adlan Ch'i-ti ya ni Kızıl Ti (4, V2 l4) idi ve önceleri Ho-hsi'de yaşıyorlardı ki, Kalka ve Cungarya'ya da oradan yayılmışlardır. Bir Çin resminde Uygur "şişko burunlu, iri gözlü, yüzü, tüm vücudu kıllı; alt dudagının he men altından başlamak suretiyle gür sakallı, tombul kulaklı ve gür kaşlı" olarak tasvir edilmiştir (5, s. 18). Bugün Tie-leler'in torunla rı sadece Nan-shan'da (Kan-su eyaleti) berhayattırlar; aralarında ke sinlikle şaşı ve sarı çehreli olanı yoktur (5, s. 18). Onlara Sarı-Yugur diyorlar; Çinliler ise Huang-hsi-fang yani Batılı Sarı Tangutlar diyor lar ( 1 5 , s. 96-97). Burada lengüistik yakınlık degil, antropolojik ya kınlık esas alınmıştır; çünkü dil yakınlıgı zaten yoktur. Bazı Ti kabi lelerini Ting-ling olarak adlandıran Çinliler ve Tibetliler'in de bu
K I PÇ A K L A R' I N U Z A K ATA L A R I T İ N G L İ N G LE R -
167
benzerliği göz önünde tutmuş olmaları oldukça önemlidir. Burada, etnonirnden ziyade fiziki yansırna ön planda olduğu için - ki Uygur lar ve Kırgızlar yüz hatlan ve hatta dil yönünden birbirlerine yakın dırlar, - Çinliler'in hiçbir zaman birleşmediklerini görüyoruz. Wu sunlann Saka ve Yüeçi halklarının birleşirninden doğduğunu biliyo ruz. Paleoantropologlar da bunu teyit etmektedirler. Ele geçirilen bazı kafatasları Akdenizliler'e, bazılan ise Pamiro-Fergana ırkına ait tir ( lO, s. 1 80). Ancak bu tür bulgular, onların Wu-sunlar'a mı, yok sa onlarla kaynaşan Saka ve Yüeçiler'e mi ait olduklarını belirleme ye yetmeyecek kadar azdır. Wu-sun meselesi çeşitli literatürün ortaya çıkışına yol açmıştır. ( 1 ;2, s. 450-45 1 ; 3, s. 96- 1 00; 5, s. 5-9; 2 1 , s. 137, 29, s. 70) ; ama sa nırım hepsi de Wu-sunlar'ın Tanrı Dağları'nı işgal ettikleri tarihi dö neme aittir. Şu anda Wu-sunlar'ın kökeni ve ata yurtları "eski Wu sun toprakları" 2 bizi fazla ilgilendirrniyor. M.Ö. ll. Yüzyılda yaşayan seyyah Chang Ch'ien bu bölgeyi Tun-huang ile Ch'ilan-shan yani Doğu Tanrı Dağları arasında göstermiştir (5, s. 99). Bu bilgi, lll. Yüz yıl sonlarında Wu-sunlar'ın buradan Yüeçiler'in baskısı sonucunda kaçıp gittiklerini belirten Shih Ch'i'nin verdiği bilgiler tarafından doğrulanrnaktadır (5, s . 99). Bu durum, Wu-sunlar'ı M.Ö. Yüz ellin ci yıllardan sonra Orta Moğolistan'dan Tanrı Dağlan'na gelen Yeni sey Kırgızları'nın bir kolu olarak gören Aristov'un görüşlerini herta raf etmektedir. Kırgızlar'la Wu-sunlar'ı kıyaslamada temel alınan hu sus, sonuncular hakkında yapılan şu tasvirdi: "Wu-sunlar'ın fiziki görünümü Batı ucundaki diğer yabancılardan oldukça farklıdır. Bu gün mavi gözlü, sarımtırak sakallı, rnaymuna benzeyen Türkler, on ların öz torunlarıdır" (4, 21190). Ancak, Chang Ch'ien ve Shih Ch'i'nin aktardıkları bilgileri inceledikten sonra Wu-sunlar'ı böyle dotarnhaçlı bir yoldan Tanrı Dağları'na sokulmaları mümkün olma yan Sibirya Ting-lingler'inin değil "Ti-li"lerin bir kolu olarak gör mek daha doğru olur. Bununla birlikte Wu-sunlar'ın Avrupai görü nümleri konusu şüpheye mahat bırakmıyor; çünkü daha geç dönem .
2 Grumm-Grjimaylo "eski Wu-sun topraklarını Hang-hai'da aramaktadır, ama ben onunla aynı fikirde degilim. Çünkü Çin kaynakları söz birligi etmiş gibi bu kadar yanılgıya düşemezler. Halbuki onun aynı bölgeye yerleştirdigi Yüe-chiler Cungarya'dan gelmişlerdir. Çünkü Ch'in Pren siligi'yle IV. Yüzyılda yakın temas kurmuşlardır. Eger eskiden beri , Çin liler'in henüz MÖ. VII. Yüzyılda sokuldukları Ho-hsi'de yaşamış olsa lardı bu mümkün olmazdı.
168
AV R A S Y A ' D A N
Çince metinler, kuzeye kayan Rusları Wu-sun olarak göstermektedir ( 18, s. 224-225). Bu durumda Eski Çin'de Wu-sun tipinin kesinkes bilindiğini varsaymak gerekir. Gelelim Pai-ti yani "Beyaz Ti"lere. M.Ö. 636 yılına kadar Ho hsi'de Kızıl Ti'lerle birlikte yaşıyorlardı, aynı yıl Çinli prens Wen Hun tarafından buradan kovulmuşlardı. (4, V43) Kızıl Ti'lerden da ha sonra çok bahsedildiğini duyacağız, ama Beyaz Ti'ler nereye çe kip gittiler? Enteresandır ama, daha sonra onları Pamir dağlarında lşkaşim'de ve Hindukuş eteklerinde buluyoruz. Üstelik burada Pers dilli yerli halkın "riizgar" kelimesinden " riizgarlı" anlamında verdikleri bir ad la, "Badi" ismiyle anılıyorlar. Buna yabancı bir kelimenin anlamını sıradan bir kavrama denemesi diyebilir miyiz? Onların daha sonraki başkentlerin adıysa Badiyan'dı. Eftalitler de onlara mensup oldukla rı için onlara "Ak Hunlar" deniliyordu. (6). BadHer'in dış göriinümü Ti'ler için yapılan tasvirle bütünüyle örtüşmektedir: Parlak saçlı, tık naz yapılı, mavi gözlü. Badiler ve güneyli komşuları Afridiler, kendi komşulan Afgan ve Tacikler'den ziyade Keltler'i hatırlatmaktadırlar. Bu varsayımın sorgulanması gereken yönü, Kızıl Ti'ler kuzeybatı yönünde bozkırda karar kılarken, Bay-di yani Beyaz Ti'lerin nasıl olup da güneybatıda dağlara çekildikleridir. Bu varsayımı gözden geçirmek için Çin'in iç kısımlarına yönelip, eski dönemde burada san saçlı insanların nerede yaşadıklarını, bün yelerinden Kızıl ve Beyaz Ti'lerin çıktığı Hun kabileleriyle ne gibi münasebetleri olduğunu gözden geçirelim. "Siyah saçlı" Çinliler'in "san saçlı iblisler" yani Ti'lerle tutuştuk lan bin yıllık savaş tezi, çağdaş etnografi biliminin ışığı altında bi razcık farklı göriinmektedir. Grumm-Grjimaylo, hem sarışın otok tonların siyah şaçlı muhacirlerle savaşının ancak Chou döneminde nihai şeklini aldığı tahmininde bulunuyor, hem de Choular'ın Ti ve Çinliler'in karışımından ibaret bir halk olduğunu; üstelik Ti'lerin bi lahare Çin prensinin girdiği iç savaşlara öncü kuvvetler olarak işti rak ettiklerini belirtmektedir (5, s. 16) . Burada bir tutarsızlık var. Aynı yazar daha sonra Çin imparatorlarından birçoğunun gaga bu runlu ve gür sakallı olduklarını kaydetmektedir ki, doğrudur. "Üç Hükümdarlık"da da birçok kahraman tam bu şekilde tasvir edilmiş tir ve hatta içlerinden biri, sarı sakallı Sun Ch'üan "mavi gözlü deli-
K I PÇ A K LA R' I N UZ A K ATAL A RI T i NG L iN G L E R -
169
kanlı" lakabı taşıyordu ( 14, s. 369) . Bu, Çin aristokrat kesimidir, iyi ama ma�lup halktan ne zaman aristokrat çıkmış ki? E�er bir savaş olmuşsa, bunun Ti'ler'in zaferiyle bitti�ini varsaymak gerekir; ama böyle bir şey olmadı. Çok büyük bir ihtimalle iki halkın yakın komşulu�u karşılıklı ilişkilere ve evliliklere yol açmıştır. Siyah saçlılar, açık renk saçlılara, kahverengi gözlüler mavi gözlülere, basık boylular yüksek boylula ra baskın çıkmaktadır. Bu durumda zaman içinde Ti tipi yerini Çin li, Mongoloid tipe bırakmak zorundaydı ve dolayısıyla büyük çapta bir savaşın vukO. buldu�unu düşünmek için bir mesnedimiz yoktur. Yine de prensip itibariyle Grumm-Grjimaylo haklıdır ve eski Çinli ler'in Avrupai görünümünü albinizmle izah etme denemesi parayla de�ildir: Albinolar haddinden fazla çok olmalı ki, kalkık burunlular ve tıknazlarla baş edebilmişlerdi. Bu mu�lak konu, eski yazarların ve kısmen Ptolemaeus'un ver dikleri bilgilerle birazcık aydınlı�a kavuşmaktadır (22, s. 437-439). Ptolemaeus, bugünkü Çin topraklarına iki de�işik halk yerleştir mektedir: Hsin ve Ser'ler. Hsinler, Ser'lerin güneyinde yaşıyorlardı ve başkentlerinin adı, Kattigar limanının iç kısımlannda yer alan Ti na'ydı. O dönemde ulaşılması çok zor olan oldukça uzak bir bölgenin co�rafi yönden tasviri hayali kabul edilmezse, Ptolemaeus'un harita sı aşa�ı yukarı do�rudur. Ancak, bizi burada tamamen başka bir şey ilgilendiriyor. "Hsin"ler kesinlikle Ch'in dönemi Çiniilerinin uzantı larıdır ve Parth ve Roma lmparatorlu�u'nu Serikum ipe�iyle besle yen "Ser"lerle özdeşleştirilemezler. "Ser"ler, başka bir yerde "Hsin"lerden daha önce zikredilirler. Mesela Greko-Baktria hüküm dan Eutydemus, takriben M.Ö. 200'de hakimiyet alanını Faunlar (Ch'ianglar)ın ve "Ser"lerin bulundu�u do�uya kadar genişletmişti. Bilahare, büyük kervan yolunda ipek ticareti yoluna girince, "Ser" kelimesi Çinliler için de�il. Tarım havzasına ipek gönderenler için kullanılmaya başlandı (22, s. 253; 34). Daha da önemlisi, Thomson'un "saçma" (22, s. 427) olarak nite ledi�i "Ser"ler hakkındaki bilgilerin, Seylan elçilerinin rivayetlerine dayanmış olmasıdır. Onlara göre Serler, gür ve san saçlı, mavi gözlü insanlardır. "Yemod"da yani Himalayalarda yaşarlar. Yule, bu bilgile ri mesnetsiz bir şekilde gerçek dışı kabul ederek reddeder. Halbuki
170
AV R A S Y A ' D A N
Pseudo-Arrian, (Perikles, Erythreia Denizi, § 39, 49, 64) Serler'in ül kesinden Baktria, oradan da Hint savaniarına uzanan bir yoldan bah setmektedir (22, s. 428) . Binaenaleyh, Seylanlılar'ın Serler'le karşı laşmış olmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Thornson'un raporları na göre "Serika " topraklan Kaşgar'dan "Baut"ların yani Tibetli-Bot lar'ın kuzeyindeki Kuzey Çin'e kadar uzanıyordu (22, s. 43 1 ). Bu bölge, daha yukarıda gördüğümüz gibi, gerek coğrafi açıdan ve ge rekse fiziki özellikler itibariyle Serler'le özdeşleştirebileceğirniz Ti kabileleri tarafından işgal edilmişti. Dernek ki, Grurnrn-Grjirnay lo'nun teorisi, onlar tarafından incelenmemiş olan ilave bilgilerle te yit edilebilmektedir. Avrupai tipin yayılma alanı Mavi nehrin güneyine ulaşmış olabi lir mi? Lo Huan-chün'ün "Üç Hükürndarlık" adlı kitabı tüm parite leri zikretrnektedir. Buna göre burada yaşayanlar mavi gözlü, ak saç lıdır vs. Halbuki güneyli Manlar'dan3 yani Sikan ve Birrna'nın orman kabilelerden bahsederken bu tür vasıflarnalar yer almamaktadır ( 14, s. 336-373). Dolayısıyla Fan kabilelerinin prensinin dış görünümü nün tasviri oldukça dikkat çekicidir. "Gür saçlı ve çıplak olan tüm Man savaşçıları, uzun mızrak, yay, kılıç, kalkan ve teberle silahlanrnışlardı. Başlannda Fan kabilelerinin Şarnoka adlı prensi vardı. Şarnoka kızıl yüzlü, mavi gözlüydü. Silah olarak elinde demirle kaplı vahşi çakal eriği dikeni vardı. Belinde ise iki yay asılıydı. Bildiğimiz savaşçı görünümünden farklı ve ürkütü cü bir görünümü vardı" ( 1 4, s. 285). Peki Fanlar nerede yaşıyorlar dı? Bir kayda göre Shan-si'de yaşamaktaydılar (5, s. 108), ama Şamo ka ve savaşçıları Sih-ch'uan'dan gelmişlerdi. Çinliler orada yaşayan Tangutlar'a Fan diyorlardı. (4, 2/1 1 8). Şu halde yukarıda üzerinde durduğumuz Ti'lerin fiziki görünümleriyle bütünüyle uyuşan dış görünüm, bildiğimiz Tangutlar'a aittir. Gerçekten de Tangutlar, tip itibariyle Mongoloidlerden çok Avru pailere yakındırlar (5, s. 27). Prjivalsky, onların Çingenelere benze diklerini tespit etmiştir (19, s. 221). Kozlov ve Obruçyev de aynı şe yi belirtmektedir ( 16), ama "Tangutlar'ın Ti ve Ch'ianglar'ın (Tibet liler'in) karışmasından ortaya · çıkmış bir halk" olduğunu kaydet mektedirler (5, s. 26-27). 3 Mann, bir etnonim degildir ve ÇiniHer'in güneyinde yaşayan tüm or man halklannın ortak adıdır.
K l P Ç A K L A R ' I N U Z A K ATA L A R I T İ N G - L İ N G L E R
171
Grumm-Grjimaylo'nun Çin'in güney kesimindeki Avrupai unsur konusunda ortaya koyduğu malzeme o kadar fazla ve o kadar çeşit li ki, onu inkar etmek mümkün değil. Özellikle Lolo kabilelerinde ki Avrupailik oldukça iyi gösterilmiş. Bu kabileden bir Tibet rivaye tinde söz edilmektedir ki, muhtemelen Tangutlar'a mensup bir kabi leydi. Grumm-Grjimaylo onları Sih-ch'uanlı Bomalar'ın torunlan olarak görmektedir (5, s. 29) . Eğer bu doğruysa, o takdirde Lo Hu an-chün'e karşı çıkmamak gerekir. Çünkü aralannda sözü edilen ka bilenin de bulunduğu Sih-ch'uanlı Ti'lerin devleti Wu-tu VI. Yüzyıl da, yani Üç Hükümdarlık döneminden sonra düşmüştü. Belgesel ro man Gueser'de işlenen folklar da bize bu konuda yardımcı olmakta dır. Bilindiği gibi Gueser, oldukça ilkel halde yaşayan kabileler ara sından çıkan kahraman haydutların reisidir. Kabile, bazı yabancıla rın hücumuna uğrar ve kılıçtan geçirilir; Gueser'in yiğitleri de kılıç tan geçirilenler arasındadır ve kendisi bilinmeyen bir yere kaçarak izini kaybettirir. Efsaneye göre yer altına çekilmiştir ve sosyal adale ti yeniden tesis etmek için uygun bir zamanı beklemektedir. Tibetliler, Gueser'in kral Totori zamanında yani IV. Yüzyılda ya şadığına inanırlar (25, s. 14).4 Bu tarih, To-palar'ın Ling ve Wu-tu Tangut Krallığı'na baskı yapmaya başladığı döneme denk düşmekte dir. Hezimete uğrayan Tangutlar'ın bir kısmının Güney Çin'e kaçma ları ve Kara Lololar'ın onların torunları olmaları kuvvetle muhtemel dir. Ama Lolo kabilesi Güney Çin'in yerli halklarına, örneğin Miao ve Maçinli orman kabilelerine mensup edilemez. Böylece, bir kısmı na çekince konulsa bile, Grumm-Gjimaylo'nun varsayımı kısmen te yit edilmiş oluyor. 4 Belki de V. Yüzyıl başlannda. Çünkü Totori-nian-ch'i-san 1 20 yıl yaşa mıştır. Günümüzde Damdisuren, Gueser'i XI. Yüzyılda yaşayan prens Hosroy'la aynı kişi olarak görmektedir. Ancak, isimler arasındaki ben zerlige, köken ve biyografilerin birbirine yakınlıgına ragmen, bu görüş 950 yılına ait bir Ladak vakayinamesinin bu sırada Ladak'ın yukan kı sımlannda Gueser'in torunlannın prenslik ettikleri şeklindeki verdigi bilgiler sebebiyle inandıncı bulunmamaktadır. Gumilev'in diger eserlerinde de geçen galat etnonim Tuareg, Tavank ke limesini n Batılılar tarafından kabul edilen telaffuzudur. Bu sözcügün dogrusu Tavank'tır ve o da Tarık (gece karanlıgında aniden ortaya çı kıp, yıldırım hızıyla hareket eden) kelimesinin çoguludur. Batılılar, up kı ÇiniHer gibi, telaffuzda zorlandıkları yabancı kelimeleri kendilerine göre yazdıklan için, bu yanlış anlama yaygınlaşmıştır. (çev.)
1 72
AV R A S Y A ' D A N
Anlatılanların tamamı bağlamında muammalı Jung etnonimi de açıklığa kavuşuyor. Sih-ma Ch'ien'in sürç-ü kalemi veya muğlak ifa desi sebebiyle Junglar'ın Hyung-nular'la özdeşleştirme teşebbüsleri yapılmıştı (4 V39). Fakat tarihi kaynakların hepsinde Junglar Ti'ler le birlikte geçmektedir (5, s. 45) ve muhtemelen bu yüzden Yakinf, onları Jung-li şeklinde tek bir halk olarak göstermektedir. Dahası, Ch'i-ti ve Ch'üan-junglar'ı tek kökenden olduklarını gösteren bir ef sane de vardır (5, s. 15). Göründüğü kadarıyla junglar ve Ti'ler bir birlerinden çok az farklıydılar ve bu yüzden de Çinliler bazı Ti kabi lelerini Batılı Junglar olarak adlandırmışlardır. Eski devirlerden beri ve M.Ö. lll. Yüzyıla kadar, Jung-tiler bütün Kuzey Çin' e, Shan-jung yani dağlı junglar adını aldıkları Kukunor Gölü'nden Yin-shan'a ka dar uzanan bölgeye saçılmışlardır. Bu sonuncular yani Shan-junglar, vaktiyle ana kütleden kopmuş; bir kısmı Doğulu Moğol Tung-hu'lar la (5, s. 85) , bir kısmı ise Hyung-nular'la kaynaşmışlardır ki, bu du rum herhalde son iki halkı birbiriyle özdeşleştirme imkanı sağla maktadır. Bunlar, Çinliler'le ve batıda Tibetliler'le de bir o kadar kay naşmışlardır ve Tibet'de Tangut adını almışlardır. Böylece Çin'deki beyaz ırkın sırrı keşfedilmiş oluyor: Tangutlar eski dönemlerde, Ku kunor Gölü civarındaki küçük bir adada hayatta kalmayı başardık ları sıralarda, şimdikinden daha geniş bir alana saçılmışlardı. Belirtilen bu görüş Avrupalı ve Amerikalı tarihçiterin anlattıkla rıyla uyuşmamaktadır. Kısmen McGovem, Jung ve Ti'leri, etnogra fik özellikleri birbiriyle örtüşmediği noktasından hareketle Hyung nular'dan saymaktadır (3 1 , s. 87). Konuyla ilgili detaylı ve dört dört lük çalışma, Lattimore tarafından yapılmıştır (30, s. 340-349). Ona göre Junglar ve Ti'ler Çin'in iç kısımlarında yaşıyorlardı ve göçebe değil, dağlıydılar, yani kesinlikle Hyung-nu değillerdi. Ancak Latti more, onların ırki mensubiyeti konusunda herhangi bir görüş belirt memektedir. Çeboksarov, jung meselesini bütünüyle inkar etmekte (23, s. 3070) , fakat Çinliler'in etnogeneziyle ilgili ortaya attığı çalışmasında beyhude yere bir boşluk bırakmaktadır. Çeboksarov, Tsin-shu (bl. 97)dan bir bölümü olduğu gibi aktararak Hyung-nular'ın batıda altı Jung kabilesiyle komşu olduklarını kaydetmekte ve bunların değişik halklar olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte tüm tarihçiler Junglar'ın Çin'in iç kısımlarında ki iç Çiniiter'den ve diğer bölgelerdeki Hyung-nular'dan farklılıkla-
K l P Ç A K L A R ' I N U Z A K ATA L A R I T İ N G - L İ N G L E R
173
rını tesbit etmekte zorlanmaktadır. Halbuki çağdaş tarihçiler, olayla rın seyrinden bu farkın kesin olduğunu görebilmektedirler. Bu ko nuda Grumm-Grjimaylo'nun görüşü meseleye tam bir vuzuhiyet ge tirmektedir ki, ona göre hem ırki bir ayrılık vardır, hem de Eski Çin'de bilimsel antropoloji olmadığı için konuyu formüle etmek zordur.
Kırk Yıl Sonra Grumm-Grjimaylo'nun "Ting-ling"lerle "kuzeyli" ırkın aynı oldu ğu meselesini ortaya atmasının üzerinden yaklaşık kırk yıl geçti ve bu arada bizim antropolojiyle ilgili bilgilerimiz bütünüyle değişti. Her şeyden önce etnogenez meselesi elli yıl önceki selefierimize göre bizim için daha karmaşık ve karanlıktır. Etnik işaretierin birbirine yakın olduğunu biliyoruz. Üstelik, etnik grupların genetik farklılık ları, tekamül sürecinde benzeri durumlar ve benzeri işaret kombinas yonları sunabilir. Aynı işaretler bize farklı gözükebilir: Fiziki işaretler çevreye bağlıdır (mesela insanın boyu beslenmeyle bağlantılı olarak değişebilir; saç ve göz rengi irsidir ve mutasyon sonucunda değişebi lir); psikolojik çizgiler hayat tarzına ve halkın gelişim seviyesine bağ lıdır. Örneğin Tıng-lingler'in "aşırı egoistlikleri"nin onları bir devlet kurmaktan mahrum bırakması durumu, birkaç değişik devlet, mese la site-devletler, boy ittifakları, barbar krallıklar vs. kuran eski Avru palılar için geçerli değildir. Hatta, göründüğü kadarıyla, Ting-ling ler'e oldukça benzeyen Keltler (5, s. 70) , Galya ile Britanya'yı birleş tiren, aristokrasinin gelişmesine imkan tanıyan despot druit kiliseler iktidarına sahiptiler. Aksine Ting-lingler, Kuzey Amerikalı Algonkin leri, lslam öncesi Arabistan bedevilerini ve eski tspanya'nın siyah saçlı lberlerini hatırlatmaktadırlar. Öylesine savaşçıydılar ki, kılıçla rını birilerine kiralıyor, despotizme tahammül edemiyor ve kolayca bir ülkeden başka bir ülkeye muhaceret edebiliyorlardı. Ama, açıktır ki burada sadece zahiri bir benzerlik söz konusudur. Mesele fiziki tip açısından da böyledir. Doğulu dolikosefaller (Türkmenler) ve brakisefaller (Soğdiyanlar) , siyah saçlıdırlar ve Ting-lingler'e hiç benzemezler. Ting-lingler Rus Arilerle karşılaştık larında - ki 1056'de Kiyef civarında gerçekleşmiştir bu olay, - Rus lar, dış benzerliğe bakarak, Kıpçaklar'ı bütünüyle farklı bir halk ola rak algılamışlardır. Halbuki aynı sıralarda Ruslar, sadece sarışın ls-
174
AV R A S Y A ' D A N
kandinavlar'ı değil, siyah saçlı Yunanlılar'ı da kendilerine yakın halklar olarak görüyorlardı. Darwin, kesinlikle haklı olarak, ırkların birbirinden ayınınında ana rolü fizyonomikanın oynadığını belirt mektedir (8, s. 275-303) ; halbuki Ting-lingler'i Arilerden ayıran kü çük farklar herhalde o kadar barizdi ki, çağdaşları Polovesleri (Kıp çaklar'ı) Avrupailerin akrabası saymayı akıllarından bile geçirmedi ler. Asyalı ve Avrupalı beyaz tenli ırk arasında bazı benzeriikierin ya nı sıra, bunların birbiriyle karışmasını engelleyecek yeterince derin farklılıkların bulunduğunu varsaymak gerekir. Ben böyle düşünüyorum: tki ırk vardı. Biri Sibirya'daki Ting-ling ler, diğeri Çin'deki Ti'ler. Kaldı ki, her ne kadar Ti, Tang-hsiang-Tan gut etnonimleri birbiriyle örtüşmese de, Ti'leri vazıh bilgilere göre Tangut olarak adlandırmak gerekir. Her iki ırk da birçok benzer özelliklere sahipti. Belki de bu yüzden Çinliler mecazi anlamda Pai ti (Badi)leri Ting-lingler olarak adlandırmışlardır. Nasıl Arabistanlı Samiler veya Sahralı Tuaregler (Hamiler) kesinlikle beyaz ırka men supsalar, Tangutlar ve Ting-lingler de Kuzey Avrupa ırkına - ama as la İskandinav tipine değil,- mensupturlar. Ortaya atılan bu görüş, paleoantropolojide kendisine destek bul maktadır. Debets, dolikosefal Güney Sibiryalı tipi, yani Ting-ling ler'i, "kromonyom" tipe yakın proto-Avrupailer olarak görmekte (lO, s. 83) , onların "kuzeyliler"le benzediğini ise "uygunlaşma" ola rak nitelemektedir ( lO, s. 1 28). Bununla birlikte Debets, Avrupai brakisefal tipin uzun yüzlü Mongoloid tiple karıştığını düşünmekte ve bu karışımın (Karasuklular) M.Ö. yaklaşık XVll. Yüzyılda Çin'den Sibirya'ya geldiğini varsaymaktadır. Çin tarihi de bu sırada menkup Hsia hanedam taraftarlarının Çin'den kuzeye tehcir edildi ğini kaydetmektedir. M.Ö. 1 764'de Prens Shung Wei ve maiyeti, gö çebelerle birlikte yaşamış ve onların hayat tarzlarını benimsemiştir (4, V40). Efsane, arkeoloji tarafından da desteklenmekledir ve her ikisi de Grum-Grjimaylo'nun hipotezini teyit etmektedir. Herhalde brakisefal Avrupai tipi Çin'den Ti'ler getirmişlerdir. Ti'lerin diğer bir kolu Wu-sunlar da söbü kafalıdır (lO, s. 1 80). Görüldüğü gibi, ara dan kırk yıl geçtikten sonra yapılan bir araştırma da, bazı önemli çe kinceler ve tashihlere rağmen, "Ting-ling hipotezi"ni teyit etmekte dir. Artık bu konu bir "teori" değildir.
K l PÇ A K L A R ' I N U Z A K ATA L A R I T İ N G - Lİ N G L E R
175
Sonuç l . G. Y. Grumm-Grjimaylo'nun X. Yüzyılda Merkezi Asya'da Av rupai yerli halkın bulunduğu şeklindeki hipotezi, hem Sovyetler Bir liği arkeolojisi, hem de Çin'le ilgili yeni tarihi bilgilerle destek bul muştur. Merkezi Asya'da eski beyaz ırk gerçekten var olmuştur. Gü ney Sibiryah dolikosefal Ting-lingler ve Kuzey Çinli brakisefal Ti'ler, Avrupai ırkın ikinci kuşak temsilcisi olarak akrabadırlar. 2. Ting-lingler'in Avrupailerio paleolit çağda oluşmuş bir kolu ol duklarını gösteren doğrudan bağlantıları yoktur. 3. ll. Binyılda Ting-lingler'in varisieri olan Yenisey Kırgızları, gü neyden Moğollar, kuzeyden Ugorlar'la temas halinde olmuşlardır. jung-ti'lerin varisieri kısmen I. Binyılda eski Çinliler'in bünyesine dahil olmuş, kısmen Doğulu Tibetliler tarafından asimile edilerek orada Tangut kabilelerini oluşturmuşlardır.
4. Bozkırh Ting-lingler, bazı Avrupai çizgilerini (kalkık burun, gür sakal) taşıyarak Hyung-nular'ın bünyesine dahil olmuş; bozkır h Ti'ler -Wu-sunlar ve Tie-le kabileleri- IX-XII. Yüzyıllarda Moğol kabilelerince asimile edilmişierdi (840'da Uygur Hanlığı'nın yıkılı şından sonra). 5. Merkezi Asya halklarının tarih ve etnogenezi, Grumm-Grji maylo'nun araştırması bir yana bırakılarak ne anlaşılabilir, ne de me safe katedebilir.
Kaynakça 1. Aristov N. A. Opıt vıyasneniya sostava kirgiz-kazaxov Bolşoy Ordı i Kara lıirgizov//]ivaya starina, lll-IV, 1 894. 2. Aristov N. A. Zametki ob etniçeskom sostave tyurkskix plemen i narodnes tey. SPb. , 1896. 3. Bernştam A. N. Oçerlı istorii gunnov, L., 195 1 . 4 . Biçurin (YakinO. Sobraniye svedeniy o narodax, obitavşix v Sredney Azii v drevniye vremena. T. I-lll, M-L., 1951-1953. 5. Grumm-Gıjimaylo G. Y. Zapadnaya Mongoliya i Uryanhayskiy kray, T. II, L., 1926.
6. Gumilev L. N. Eftalitı i ix sosedi v lV velıe naşey eriNestn. Drevn. lst. 1959, no. 1 . 7 . Damdinsuren S . lstoriçeski korni Geseriadı. M . , 1957. 8. Darwin Ch., Soç., T. V. M., 1953.
176
AV R A S Y A' D A N
9. Debets G. F. O drevney granitse yevropeoidov i amerikanoidov v yujnoy Sibiri//Sov. Etnogr. 1947, no. l . 10. Debets G . F. Paleoantropologiya SSSR. M-L., 1948. l l . Kiselev S. V. Drevnaya istoriya yujnoy S ibi ri. M., 195 1 . 1 2. Kozlov P. K . Mangoliye i Kam. M., 1947. 13. Kızlasov L. R. Taşlıkshaya epoxa/Avtoref. Kand. Diss. M., 1953. 14. Lu Guang-çjun. Troyetsarstvie. T. I. M., 1954. 15. Malov S. Y. Otçet o puteşestviii ki uyguram i salaramtnzv. Russk. Korniteta dlya izuçeniye Sredney i Vostoçnoy Azii. Ser. Il. No. l . SPb, 1912. 16. Obruçyev V. A. V debryah Tsentralnoy Azii. M., 1956. 17. Okladnikov A. P. lstoriya Yakutskoy ASSR. T. I. M-L., 1955. 18. Parker E. G. Kitay, yego istoriya, politika i torgovlya s drevneyşix vremen do naşix dney. SPb., 1903. 19. Prjevalskiy N. M. Mongoliya i sırana tangutov. T. I. M., 1946. 20. Smimov A. P. Nekotorıye spornıya voprosı finno-ugorskoy arxeologii//Sov. Arxeol. 1957. no. 3. 21. Tolstov S. P. Po sledam drevnexorezmiyskoy tsivilizatsii. M-L., 1948. 22. Tomson Dj. lstoriya drevney geografıi. M., 1953. 23. Çebokrasov N. A. K voprosu o proisxojdenii kitaytsev/1 Sov. Etnogr. 1947, no. I. 24. Yarho A. I. Altaye-sayanskiye tyurki. Antropologiçeskiy oçerk. Xakassk. N.-i. inst. Abakan, 1947. 25. Beli Charles. The religion of Tıbet. Oxford, 193 1 . 26. Chavannes Ed. Documents sur les Tou-kiue (turrs) Occidentauxi/SB. Trdov Orxonskoy ekspeditsii. T. VI. SPb. , 1903. 27. Chavannes Ed. Le pays d'Occident d'aprts Wei-lio//T oung Pao. Ser. Il. V. 6, 1905. '
28. Francke A. H. A History of Western Tibet. London, 1907. 29. Kingsmill W The intercourse of Chine with Eastern Turkestan and adja cent countries in the second century before Christyi/The journal of the R. Asiatic Soc. Of Great Brtitain and Ireland. New serie. XIV. London, 1882. 30. Lattimore Owen. lnner Asian Frantiers of China. New York, 1940. 3 1 . McGovem. The early ernpires of Central Asia. London, 1939. 32. Shiratori K. Uber den Wu-sun Stamm in Central Asien//Keleti Szemle. lll. 1902. 33. Schlagintweit E. Die Könige von Tıbet. Munchen, 1860. 34. Soothill W E. China and West. London, 1925. 35. Yule H. Cathay and the way thither/New ed. , red. By H. Cordier. London, 1915.
ASYA VE AVRUPA'DAKl HUNLAR (Etno-Tarih Açısından Genel Bir Bakış)
Giriş Humaniter tarihçilikle cografi tarih arasındaki halkaların yardı mıyla yeryüzünde ortaya çıkıp kaybolmuş etnoslar, belli tarihi za man dilimlerinde yani sebep-sonuç ilişkileri çerçevesi dahilinde kaydedilen olaylarla geçen sürelerde şu veya bu degişik bölgede akıp giden prosesleri ele alan etnogenez doktrini ortaya çıkar. Cografi tarih, daha önce yorumlanmamış ve çogu kez oynadıgı role dikkat edilmedigi için öylece kalakalmış olaylara açıklamalar getirir. M.Ö. III. Yüzyıldan Miladi X. Yüzyıla kadar mevcudiyetini sürdüren ve bu tarihten itibaren Türk-Mogol etnosları bünyesinde çeşitli bakiyeler olarak kalan "Hun" etnosunun kaderi de böyledir. Bu konu rastgele seçilmiş degildir. Etnoslann birbirlerini karşı lıklı etkileme kanunu ve landşaft, özellikle ekstremal şartlarda göz den geçirilmiş ve aynı şekilde farklı kültür ve ekonomiye sahip et noslann çatışmalan üzerinde de durulmuştur. lncelememizin agır lık merkezini göçebe Hun devletinin gelişimi ile nadir vukü bulan iklim degişimleriyle, öncelikle de lll. Yüzyılda çiçekli bozkın bir çöl parçasına çeviren büyük kuraklık arasındaki baglantıların ortaya çı karılması konusu teşkil etmektedir. ı Bu çalışmalann amaç ve sonuı
Elinizdeki iki ciltlik eserden başka "Landşaft ve Etnos" adıyla Lening rad Üniversitesi Bülteni, Cografya ve Geoloji Serisi, 1964-1973 yılla nnda yayınlanan makalelerimizde bu konuda detaylı bilgiler verilmiş tir. Aynca isteyenler Kolebaniya uvlajnennosti Aralo-Kaspiyskogo regi ona v glotsene. M., 1980, isimli kitabın içinde yer alan (lstoriya koleba-
178
AV R A S Y A ' D A N
cu şu idi: Türk halklarının ataları olan Hunlar son derece değerli ori j inal bir kültüre sahiptiler ve eski Slavyan yani Antlar'ın rnüttefiki idiler. Bu kültürleri aşağılarnak için çaba sarfetrnek akıl karı değildir.
Büyük Bozkır Avrasya Kıtası'nın Ussuri'den Tuna'ya kadar uzanan orta kısmın da Büyük Bozkır bulunur. Bu bölge kuzeyden Sibirya orrnanları, gü neyden ise sıradağlada çevrilidir ve ayrıca birbirine benzerneyen iki kısma ayrılır. Doğuda yer alan kısmına lç Asya [lnner Asia] diyoruz. Moğolistan, Cungarya ve Doğu Türkistan'ı içine alır. Sibirya'dan Sa yan Sıradağları, Harnar-Dahan ve Yablonov Dağları'yla; Tibet'ten K'un-lun ve Nan-shan'la; Çin'den kuru bozkırla Kuzey Çin'in supt ropikal stepleri arasında yer alan Büyük Salıra ile; Batı kısmından ise Altay, Tarbagatay, Saur ve Batı T'ien-shan'la ayrılır. Büyük Bozkır'ın Batı kısmı sadece bugünkü Kazakistan'ı değil, aynı zamanda Karade niz sahillerini de içine alır ve hatta tarihin belli dönernlerinde Maca ristan ovasını teşrnil etmişti. XX. Yüzyıl coğrafyası nokta-i nazanndan bakıldığında bu bozkır doğu bozkırlarının devarnıdır. Fakat aslında hiç de öyle değildir. Çünkü doğu bozkırlarının uzantısı olarak kabul edildiği zaman ha va kütlesinin hareket özelliklerini,ı yağrnurlu veya karlı bulutlar ge tiren atmosfer akımlarını incelernek mümkün olmaz. Atıantikten ge len siklonlar yağmur yüklü bulutları doğu bozkırını batı bozkırın dan ayıran dağ baryerine kadar taşır. Moğolistan üzerinde batının rutubetli rüzgarlarını engelleyen büyük bir antisiklon tabakası uza nır. Ancak bu tabaka ince olduğundan yeryüzünün sathını ısıtan gü neş ışıkları onu kolaylıkla aşarlar. Bu yüzden bölge az karlıdır ve bu da hayvanların beslenebilrneleri için kuru kalorili bitki örtüsünün bulunmasını kolaylaştırır. tıkbaharın sıcak topraklan havanın alt katmanını aşındırdığından açık alanlar Sibirya'dan gelen rutubetli hava, güney kesimleri ise Atlas Okyanusu'ndan esen rnusonların et kisi altına girer. Bu rutubet bozkırın yeşerrnesi ve yıl boyunca yete cek kadar yem sağlanması için yeterlidir ki, gerek insanlar ve gerek-
niy uravnev Kaspiya za 2000 let (IV v. do n. e. po XIV v. n. e)adlı ma 2
kalede geniş malumat bulabilirler. Gumilev L.N. Rol klimatiçeskix holebaniy v istorii narodov stepnoy zonı
Yevrazii/1 HcTopıuı
CCCP. 1 967. N! l
179
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
se hayvanlar rahatlıkla beslenebilirler. lşte sözünü ettiğimiz bu boz kınn doğusunda Hunlar, Türkler, Uygurlar ve Moğollar güçlü dev letler kurmuşlardır. Bozkırın batı kesiminde kar kalınlığı 30 cm. ye ulaşır fakat bunun yanı sıra havalar ısınmaya başladığında pek çok köreşe oluşur. Bu nun sonucunda sığır sürüleri yemsiziikten dolayı telef olur. Dolayı sıyla genç çobanlar sürülerini dağlara yani yaylalara götürmek, yaş lılar ise kışa yem tedariki yapmak için yaz mevsimini ve genelde ku ru havaları beklerler. Hatta Polovesler [Kumanlar) yerleşik düzen de yaşadıklan sürekli kışiaklara sahip olduklarından Rus knazlarına bağımlı kalmazlardı. Çünkü bozkırda dolaşmak mecburiyetinde ol madıkları için düzenli orduların hücumları karşısında boyun bük mezlerdi. lşte Büyük Bozkır'ın doğusuna nisbette batısında farklı bir hayat ve toplum yapısının şekillenmesinin sebebi de budur. 3 Siklonlar ve antisiklonlar bazan yönlerini değiştirerek yüklerini steplere değil, kıtanın ormanlık bölgesine, bazen de kutup bölgesine yani tundralara boşaltırlar. Bu durumda Gobi Çölü'nün ve Bet-Pak Dala çöllerinin dar taşlı şeritleri genişleyerek florayı , dolayısıyla da kuzeydeki faunayı Sibirya'ya ve güneye yani Çin'e doğru iterler. In sanlar da "su ve mera arayarak"4 hayvanlarının peşinden gidecekle ri için, faydalı olması gereken etnik temaslar trajik olaylara dönüşür. Son iki bin yıl boyunca Büyük Bozkır üç defa büyük kuraklık yaşa mıştır: Il-lll. Yüzyıllar, X. Yüzyıl ve XVI. Yüzyıl. Her defasında boz kır boşalmış; insanlar ya bir yerlere çekip gitmişler, ya da ölmüşler dir. Ancak siklonlar ve musanlar normal güzergahlarına dönüp, sı cak topraklar bitki örtüsüyle kaplanınca hayvanlar beslenebilmiş, insanlar da önceki hayatiarına yeniden dönebilmişlerdir. Büyük çaplı tabii felaketler sosyal gelişim, kültür ve etnogenezi etkilemezler. Onların etkilediği sadece ekonomidir. Bu felaketler gö çebe devletlerin güç seviyelerini etkilemiş; ekonomi yönünden ve sa vaş cihetinden zayıflarnalarına yol açmış ve bunlar ancak hayat şart ları optimal seviyeye ulaştığında tekrar yapılanabilmişlerdir. Ancak bu, Büyük Bozkır'da herhangi bir devlet döneminin olmadığı anlamı3
Gumilev L . N . Etnolantşaftnıye regionı Yevrazii za istoriçeshiy period//
4
Grumm-Grjimaylo G.Y. Rost pustın i gibel pastbişçnıx ugodiy i hulturnıx
4TeHH.ı:l naM.RTH aKaı:teMHKa Jl. C . 5epra. Bbın. V I II-IX. ll . , 1 968.
zemel v Tsentralnoy Azii za istoriçeshiy period/MJBeCTH .ı:ı
BcecoıoJHo
ro reorpaıjıH4eCKoro oômecTBa mroı. ı 933. T.XV. Bbın. 6.
AV R A S YA ' D A N
180
na gelmez. Sadece o bölgedeki halklar Doğu ve Batı bölgelerindeki çiftçi insanlara nisbetle daha az fırtınalı bir hayat sürmüşlerdir. Sos yal gelişmeler Avrupa ayannda değilse bile, pek geri de sayılmazdı ama etnogenez şeması bütün dünyadaki seyrini yaşıyordu. Büyük Bozkır'ın göçebeleri tarihte ve insanlık kültüründe Avrupalılar'dan, Çinliler'den, Mısırlılar'dan, Persler'den, Aztek ve İnkalar'dan daha az rol oynamış değillerdir. Şu var ki onların aynadıkları bu rol, laf ara mızda her etnosda olduğu gibi, nev-i şahsına münhasır ve orijinaldi.
Hunlar'a Kadar Mololistan Paleolit çağdan bu yana sakinleri birkaç kez değişmeyen hiçbir ülke yoktur. Moğolistan da bu konuda istisna teşkil etmez. Buzul döneminde Moğolistan göllede, gür maki şeritleriyle ve çiçeklerle bezeli bozkırlada kaplıydı. Buzlada kaplı Hamar-Dahan ve Doğu Sa yan sıradağlan öylesine bol su verdiler ki, bunlar sayesinde Hen-tei ve Moğolistan Altayları kesif ormanlada kaplandı. Bugün bile Avras ya kıtasının bozkır bölgelerinde bazı aşın kuraklık dönemleri gölle ri ortadan kaldırırken, step iklimine has bir takım emareler hala Mo ğolistan'da kendini muha[aza etmektedir. Şu halde göl ve ormanlada kaplı bu bölgedeki steplerde birinci sı rayı işgal eden üst paleolit insanlara yaşama imkanı sağlayan mamut ve tımaklı hayvan sürüleri yaşamıştır. Bu insanlar torunlarına mağa ra duvarlan ve kayalar üzerine çizilmiş çok güzel hayvan figürleri bı rakmışlardır. Yaklaşık Huang-ho nehrinden Antarklika'ya kadar uza nan Büyük Bozkır'da birbirinden tamamıyla far�lı kabileler yaşıyor du. Uzun boylu Avrupai kromanlar, Uzak Doğu'nun geniş yüzlü, çe kik gözlü Mongoloidleri ve hatta muhtemelen Bering Bağazı'ndan geçerek Minusin Çukuru'na kadar gelmiş bulunan Kızılderililer bu ralarda mamul avlamışlardı.5 5
A. Karimullin pekçok Dakotaca ve Türkçe kelimenin telaffuz ve anlam itibariyle birbirine benzerligini ispat etmiştir. Her ne kadar eski Asyalı ilkel Mongoloidlerin izleri Amerika'da bulunanamışsa da, Sibirya'da M.Ö. 111-11. Yüzyıla ait iskeletler arasında Kızılderili kafatasianna rast lanrnaktadır. Dolayısıyla Türkler Amerika'ya degil, Kızılderililer Sibir ya'ya geçmişlerdir. <CM.: Bonpocbl reorpaıJIHH CWA// lloKna.Llbl re
orpaıJIH�ecKoro o6mecTBa CCCP.
11 . , 1 976. c. 123- 1 26.>
A S YA V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
181
Buzullar golfstream yolunu degiştirinceye ve Atiantik'ten gelen ılık siklonlar yönünü özgertinceye kadar on binlerce yıl durum bu şekilde devam etti. Buzullar batı bölgesini genişletirken Taymır'dan (M.Ö. 18 bin yıl önce) Finn-o-Skandinavya'ya dogru yöneldi (M.Ö. 12 bin yıl önce) ve oradan da Kuzey Denizi'ne kaydı. Buzullann do gu kısmı ise antisiklonlara yol açan güneş ışınlarına açıktı. Gün ışı gı altında erimeye başlayan buzullardan nehirler teşekkül etti ve bu nehirler buzullara yakın olan yerlerde stepler meydana getirdi. Böy lece bu stepler üzerinde kalan buzul parçaları vadilerin ve göllerin oluşumuna yol açtı. Bunlar da verimli bir ikiimin yüzeye gelmesine ve üst paleolit kültürün gelişimine zemin hazırladı. Buzullar eriyip, siklonlar dogudaki alçak basınç çukurları üzeri ne yönelince yagmur ve kar yağmaya başladı. Rutubet oranının yük selmesi kuzey bozkırını yani tundraları güney sahralanndan ayıran ormanların ortaya çıkmasına yol açtı. Mamutlar ve sıgırlar üç metre yükseklikteki karın altından yiyecek temin edemezlerdi ve steplerin yerini de ormanlar almıştı. Güneyde ise çevrenin göllerle kaplanma sı bitki örtüsünün mahvına yol açtı ve taşlı Gobi Çölü Mogolistan'ı Dış ve lç Mogolistan olmak üzere ikiye ayırdı. M.Ö. I. Binyılda bu çöl yine de geniş degildi ve öküzlerin çektigi arabaların kırılan te kerleri çevredeki ormanlardan kesilen yuvarlak kütük parçalarıyla yenilenerek yola devam edilebiliyordu. Tarihi dönemin başlangıç arefesinde -M.Ö. Il. Binyıl- Kuzey Go bi'de yaşayan kabileler artık neolit çagından bronz çagına geçmişler di. Bu kabileler, kesinlikle birbirinden etkilenen bazı farklı çagdaş kültürler meydana getirmişlerdi. Sanırım Minusin Havzası'ndaki kültürler, biri digerinin devamı şeklinde gelişmemişlerdir ama varol muşlardır.6 Tarihi verilere göre Hunlar'ın atalan Gobi'nin güney uçlarından kuzeye M.Ö. ll. Yüzyılda degil X. Yüzyılda göç etmişlerdir ki, Han saldırganlıgının sonucu olarak eski Çin'i kuran Chou lmparatorlu gu'nun şekillenmesiyle de baglantıhdır. Elbette bu büyük olaylar bir noktada Herodot'un tavsiC ettigi safhalardan geçen lskit etnogenezin başlangıcıyla karşılaştırılabilir. 7 Demek ki tarih öncesi dönemlerin sınırıyla tarihi çağların sınırı M.Ö. X. Yüzyılda kesişmektedir. 6
Rudenko S.l. Kulturı bronzı Minusinskogo kraya i radiouglerodnıye dati
rovki//lloKna,ı:ıbl reorpaıfıHt:tecKoro o6mecTBa CCCP. 1 968. Bbln. 5.
7
Gerodot. lstoriya v devali knigax.
T. I.
M . , 1888, p. l l .
182
AV R A S Y A ' D A N
Bugün, radyokarbon metoduyla tesbit edilen tarihierin dışında, yapılan araştırmalar sonucunda daha önce şartlı olarak kabul edilen bazı halkların isimleri ortaya çıkarılmış bulunuyor. Arkeolojik bul gular ve M.Ö. I. Yüzyılda şimdikine benzemeyen eski Çin hiyeroglif yazılannın incelenmesi neticesinde bu halkların yaşadıklan yerler de tesbit edilmiştir. Bu duruma göre "Pazınklılar" yerine "Yüeçiler" denilmesi gerekiyor. Bilahare bu işaretierin de "Sogdoi" yani Sogdla rı gösterdiği ispat edilmiştir. Tagarlar'ın kendi tarihi isimleri olan Ting-lingler'e kavuştukları, Syung-nu'nun Hyung-nu [H un ) , T'o pa'nın Tabgaç, Siyenpi'nin Sibir, Tü-ku'nun Türküt [Türkler) oldu ğu anlaşılmıştır. Sadece Kıtan kelimesinin muhafaza edilmesi uygun görülmüştür. Çünkü onun doğru telaffuzu olan "Kı tay", yanlışlıkla Çinli diye isimlendirilen Orta Vaha sakinlerine verilen bir ad idi. Fakat bütün bu ilmi başanlara rağmen Büyük Bozkır halklannın tarih tesbitleri Moğol kabileleri Hunlar tarafından birleştirilip, Kara deniz civannın yan-eCsanevi halkı İskitler'in yerini Sarmatlar'ın aldığı M.Ö. lll. Yüzyıldan itibaren yapılabilir. Çünkü aynı sıralarda Orta As ya'nın güçlü devleti Parthlar ortaya çıkmış ve Çin birleştirilmiştİ ki, Avrasya bozkırlarının etnik tarihi de bu tarihten itibaren başlatılabilir. Yine de tarihçiliği Batı düzeyinde yapmanın gerekli olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, tarihi analizleri ve etnolojik sentezle ri sürdürmek için erken davranıldığı görülecektir. Yani, mesela bir et nos veya süper-etnosun (birkaç etnosun meydana getirdiği sistem) kaderini aydınlatmak için geniş açıdan bakılması gerektiğinde küçük farklann bir önemi yoktur. Seçim mevcut problemlere göre yapılır. Bize lazım olan Büyük Bozkır ve komşu ülkelerin 1 500 yıllık zaman dilimidir. Sonuncular otokontrol ve ilave bilgiler için gereklidir.
Bunlar ve Göçebe Dünyasının Yükseliş Saflıası Dünyada tek bir atadan türeyen hiçbir etnos olmamıştır ve ola maz da. Bütün insanların bir anne ve babası olduğu gibi bütün et nosların da iki veya daha fazla atası vardır. Etnik sübstratlar -biyos ferin canlı organizmalarının enerji dalgalanmaları sırasında etnosu ortaya çıkaran komponentler- birbirleriyle karışarak tek bir sistem, yeni ve orijinal bir etnos meydana getirirler. Bu sistemde bütünlük, bilinç ve aynı şekilde orijinal bir kültür mevcuttur. Hun etnosu
183
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
H'yenyun ve Hun-yü kabilelerinin Gobi Çölü'nün güney uçlarından kuzeye geçerek çoktan bir gelişim ve zengin bir kültür safhasına geç miş bulunan yerli halklarla karışımından ortaya çıkmıştır. Oyma ge yik suretleri, güneş diski ve silah resimleriyle süslenmiş sintaş kül türünü8 meydana getiren etnosun ismi günümüze kadar yetip gel memişse de, güneyden göç edenlerle birlikte gelen bu etnosun Mon goloid ırkın paleosibirya tipine mensup Hyung-nu veya Hun etnosu nun komponenti olduğu muhakkak.9 M.Ö. IV. Yüzyılda Hyung-nular 24 boydan teşekkül eden güçlü bir devlet kurdular. Bu devletin başında ömür boyu başkan (shan-yü/ yabgu) olarak seçilen bir kişi ile sağ kabile prensleri (batı bilge elig leri) ve sol kabile prensleri (doğu bilge eligleri) nin teşkil ettiği idari bir hiyerarşi vardı. Her yeni etnos, kendisini kuran eski etnosdan da ha zengin ve güçlüdür: Hunlar'ı büyük bir gelecek bekliyordu. Sadece Hunlar değil, aynı zamanda komşulan da M.Ö. IV-lll. Yüzyıllardaki itki bölgesi içindeydiler fakat bu defa Mançurya'dan Soğdiyana'ya kadar uzanan geniş bir saha içine itilmişlerdi. Siyenpi (eski Moğol) lerin atalan olan doğulu göçebeler Hunlar tarafından itaat altına alınmış ama Orta Asya'dan Ordos'a kadar uzanan Soğdi yanlar (Yüeçiler) da Hunlar'a vergi koymuşlardı. Orta Vaha'nın gü neyi, M.Ö. 214'de Yin-shan etekleri ve Huang-ho salıillerindeki av bölgeleriyle meralarını ellerinden alarak Hunlar'ı Ordos'tan sıkıp çı karan Ch'in Shih-huang-ti tarafından birleştirilmişti. Hun yabgusu T'u-man (Teoman) ise büyük oğlu Mo-tun (Me-te) 'dari kurtulup, tahtını küçük oğluna bırakmasına karışmamaları şartıyla komşuları nın ileri sürecekleri bütün şartları kabul etmeye hazırdı. T'u-man ve hempaları eski nesil insanlan ve bozkır burjuvalan idiler. Genç Hunlar arasında ise artık kabiliyetli, milliyetçi ve ener jik possioner bir kuşak ortaya çıkmıştı. Bu possioner insanlardan bi ri de Me-te idi. Babası onu Soğdiyanlara rehin olarak göndermiş, tu tup bir de onu öldürsünler diye saldırıda bulunmuştu. Fakat düş mandan bir at ele geçirmeyi başaran Me-te kabiledaşianna kaçmayı başarmış, T'u-man da kamuoyunun baskıları karşısında oğluna 1 0 8
9
Sosnovskiy G.P. Ranniye koçevniki Zabaykalya/IKpaTKHe coo6meHHII HHCTHTYTa HCTOpHH M&TepHanbHOA KynbTypbl. 1 940. T. V I I I ; Yine aynı yazarın: Plitoçnıye mogi!ı Zabay kalyalffpy.ıt bl OT.ıtena HCTOPHH
nepao6biTHOA KynbTYPbl JpMHTaJKa. ı 941 . T.l. Debeıs G.F. Paleoantropologiya SSSR. M.; L. , 1948,
p.
121.
184
AV R A S Y A ' D A N
bin aileden müteşekkil bir kabilenin yönetimini bırakmaya mecbur kalmıştı. Askerlerini katı bir disiplinle yetiştiren Me-te bir devlet darbesi gerçekleştirerek T'u-man, hanımı ve küçük kardeşini öldür dü. (M.Ö. 209). Me-te tahtı ele geçirdikten sonra Çinliler'in "Tung hu" dedikleri dogulu komşularını tarurnar edip, Ordos'u Çinli ler'den yolup aldıktan başka Sogdiyanlar'ı batıya sürüp, Sayan Ting lingler'ini ve Kıpçaklar'ı itaat altına aldı. Böylece nüfusu 300 bine ulaşan güçlü Hun Devleti kurulmuş oldu. lO Bu arada Çin'de üç nesil boyu süren iç savaşlar devam ediyordu. Bu çatışmalar çiftçilerin kumandanı Liu Pang'ın bütün rakiplerini altedip M.Ö. 202'de Han lmparatorlugu'nu kurmasına kadar da sürüp gitti. lç savaşlar sırasındaki insan kaybına ragmen Çin, nüfus ve aske ri güç yönünden hala Hunlar'dan üstündü. Yine de Me-te M.Ö. 200'de Liu Pang'ı maglup ederek, onu "dostluk ve banş anlaşması" imzalamaya zorladı. Böylece Çin sarayı barbar prense bir prensesi gelin olarak göndermiş ve yılda bir defa hediye adı altında üstü ör tülü vergi ödemeye başlamıştı. Ne var ki sadece yüksek mevki sahipleri degil, aynı zamanda bü tün Hun savaşçıları kanianna ipek elbiseler, dan lapası, pirinç ve di ger lüks Çin mallarını elde etmek için can atıyorlardı. Sürekli saldı nlar ne kadar haklı sebeplere dayanırsa dayansın, gerek Hunlar'ın ve gerekse Çinliler'in karlı çıkacaklan sınır barter ticaretini tesis etmek oldukça kolaydı. Fakat bu işten kasalarma hiçbir şey ginneyecegini anlayan Han yöneticileri sınırlarda takas yapılmasını yasakladılar. Me-te'nin halefieri olan Hun yabgulan saldırılan yeniden başlatmak suretiyle bu yasaklamaya cevap verdiler ve Çin mallannın Hunlar'a dampingli fiyatlardan satılınasını talep ettiler. Ama sivil ve askeri za deganların gelir vergisi ödenmesinde ısrar etmeleri fiyatların yüksel mesine yol açtıgı için Büyük Bozkır'ın bütün zenginligi bire bir de giştirilse bile Çin mallannın degerini karşılamaya yetmezdi. Amdo eyaletindeki Tibet göçebeleri de benzeri bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. l l lç savaşa kadar Han lmparatorlugu'nun batı lO Hesap basit: 60 bin suvari butun halkın %20'si demektir. Bkz. Haloun G. Zur Vctsi-Fragdl Zeitschrift der Deutschen Morgenlanlischen Ge sellschaft 1937, p. 306. l l Grumm-Grjimaylo G.Y. Materialı po ctnologii Amdo i oblasti Kukuno raTM3BecTHJI PyccKoro reorpaıfJHt�ecKoro ol5mecTsa ıP rO>. ı 903. T.
A S Y A V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
185
sınırlan Batı Shen-si'nin daglı fatihlerinin kontrolü altındaydı. Fakat asilerin indirdigi darbeler yüzünden yenilgi nedir bilmeyen ordunun önemli bir kısmı yok olup gitmişti. Büyük Çin Seddi'nin de müdafa ada pek az faydası olabiliyordu. Çin'deki bütün askerleri ve yiyecek leri bir araya toplasan yine de yeterince askeri gamizon kuleleri kur mak ve onların iaşesini temin etmek için kafi gelmiyordu. Bu yüz den Han yönetimi, Hunlar'ın ve Tibetliler'in Çin köylülerine verdigi zarardan çok daha fazlasını Hun göçebelerine verebilmek amacıyla bozkırda manevra savaşiarına başlamayı uygun gördü. Ama neden? Halbuki M.Ö. ll-l. Yüzyılda Çin'de ekonomi, kültür ve nüfus artışı yönünden çok güçlü bir yapılanma prosesi yaşanmış tı. Yeni bir dönemin eşi�ine ayak basarken Çin'in nüfusu yaklaşık 59,6 milyona ulaşmıştı. l l Hunlar'ın topu topu 300 bin kişi oldukla rı düşünülürse iki taraf arasındaki kuvvet dengesi kendili�inden an laşılır. Çin hükümdarlan ve vezirleri de böyle düşünüyorlardı. Ama devletlerin gücü kadimlik yönünden kıyaslanınca orada sadece aha linin nüfus oranlan de�il, etnosun geçirdigi etnogenez safhaları ve etnos yaşı ön plana çıkıyordu. Çin atalet dönemini yaşıyordu. Yani çalışkandı ama kesinlikle burjuva kabiliyetine sahip degildi. Çünkü Çin'de etnogenez prosesi henüz M.Ö. IX. Yüzyılda başlamıştı. Bu yüzden orada ordu canHerden (genç serkeşler) ve Çin'i öcü gibi gö ren sınır kabilelerinden teşkil edilmek zorundaydı. Gerçi Çin'de ka biliyetli kumandanlar yok de�ildi ama ordunun savaş gücü istenilen düzeyde de�ildi. Hunlarsa etnik yapılanma ve passioner yükseliş dönemindeydi ler. "Savaşçı" ve "halk" kelimesi onlar için aynı anlamı ifade ediyor du. M.Ö. 202'den 57'ye kadar, nüfusunun az olmasına ra�men Hun lar'ın Han saldırganlı�ını dizginleyebilmelerinin sebebi de budur. Civar kabileleri Hunlar'a karşı baş kaldırmaya teşvik etmeyi başaran ve hatta bizzat Hunlar arasında iç savaş çıkmasına yol açan Çinli diplomatların gayretleri sayesinde Han lmparatorlu�u onları mağlup edebiimiş ve bünyesine katabilmiştir. Bbln. 5; Yine aynı yazann: Poçemu kitaytsı risuyut demonov rıje volosımi//)J(ypHan MHHHcTepcTaa Hapo,nHoro npocaeiQeHHR 1 903. Zaxarov 1. lstoriçeslroye oboıreniye narodonaseleniya Kitaya/ffpy,nbl t.ıneHOB PyCCKOA ,nyXOBHOA MHCCHH B neKHHe. T.l. CmS., 1 852. Bu XXXIX.
12
rada verilen rakamlar ylizde y\iz dakik rakamlar olarak kabul edilemez ama bir oranu kuruldugunda muhtemelen dogrudur.
1 86
AV R A S Y A ' D A N
Etnik sistemde itici guç direncinin artması ancak belli merhale lerde o halk için yararlıdır. Yukseliş safhasından sonra artık enerji etnik sistemi parçaladıgında "aşırı hararet" devreye girer. Bunun sonucu iç savaş ve iki veya uç bagımsız etnosun ortaya çıkmasıdır. Parçalanma süregiden bir prosestir. Bu proses Hunlar'da M.Ö. I. Yüzyılın ortalarında başlamış ve ll. Yüzyılın ortalarında tamamlan mıştır. Etnik butunluge ragmen, kulturun önemli bir kısmını ve hatta ll. Yüzyılda Siyenpiler (eski Mogollar), daha sonra da Tab gaçlar ve Ju-janlar tarafından istila edilen ezeli yurtları Mogolistan bozkırını kaybettiler. Bu durumda Hunlar dört kola ayrıldılar. Bir kol Siyenpiler'in ha kimiyetini kabul etti; ikincisi Çin'in tebaalıgına geçti; "baş egmeyen" uçuncu grup savaşa savaşa Yayık ve Volga sahillerine çekildi. Dör duncusu olan "zayıP' grup ise başlangıçta Tarbagatay ve Saur dagla rında gizlendikten sonra bilahare Yedisu ve Cungarya'yı ele geçirdi. Bunların bir kısmı Altaylar'da Kıpçaklar'la kaynaşarak yeni bir etnos Kuman (Poloves) lan meydana getirirken, diger bir kısmı Çin'e tek rar dönerek orada X. Yüzyıla kadar mevcudiyetini surduren bazı hu kumdarlıklar kurdular. lşte bu geri dönenlere "Sha-t'o Türkleri", to runlarına da Öngut denilmiştir ki, bunlar Xlll. Yüzyılda Mogollar'la kaynaşmışlardır. Etnogenezin akmatik [lng. Acme) safhası veya etno-sosyal sis temlerin itici yüksek harareti [Rus. passionerni pregriev) bazen kri tik anlarda etnosu kurtarusa da, bazen de, butun güçler kolaylıkla halledilebilecek bir dış meselenin halline teksif edilecegi için, mah volmasına yol açar. Possioner gerginlik Hun etnosunu ikiye ayırmıştır. Hun toplu munun bilhassa daha muhafazakar kesimini teşkil eden önemli boy lar Buyük Çin Seddi'nin guney kısımlarına gittiler. Han yönetimi, onlan Kuzey Hunları'na karşı bir müttefik olarak kullanacagı için severek bagrına bastı ve Ordos'a ve Yin-shan daglannın eteklerine is kan etti. Çinliler Hun yaşantısına karışmadıkları için bunlar boy ya pılarını ve eski adetlerini muhafaza ettiler. Ancak butun yüksek mevkiler boy beyleri arasında taksimlendigi için bu durum hareket serbestisi bulamayan genç kuşakları, bilhassa da sonraki nesilleri memnun etmemişti. Ateşli yigitlerin Güney Çin'de yapacak bir şey leri kalmamıştı ve bu yüzden onlar kuzeydeki engin bozkırlara gide rek savaş ganimeti peşinde koşmaya başladılar.
A S Y A V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
187
Kuzey Hunları'na gelince; bunlar maruz kaldıkları bozgundan sonra Targabatay, Saur ve Cungar Alatav'ı eteklerine sığınmışlar ve lSS'e kadar münavebeli zaferlerle mücadeleye devam etmişlerdi. Kuzey Hunları'na ölümcül darbeyi Siyenpi kumandanı T'an-shih huai indirdi ve ondan sonra Hunlar tekrar kendi aralarında bölün düler: Sayılan 200 bin kadar olan"zayıP' Hunlar Targabatay'daki or manlık dağ ve boğazlarla Kara lrtiş havzasına çekildiler ve bir süre selamet içinde yaşadıktan sonra Yedisu'yu zaptetdiler. Bunlar burada III. Yüzyılın sonunda yeni Hun devleti Yüeban'ı kurdular. "Baş eğ meyen" Hunlar ise batıya geçerek l 58'e doğru Volga ve Aşağı Don'a ulaştılar. Eski coğrafyacı Dionysius Periegetes onların yaşantısıyla il gili bilgiler vermiş; fakat sonraki 200 yıl boyunca bu Hunlar'dan hiç bahsedilmemiştir. Yukarıda M.Ö. I. Yüzyılda Hunlar'ın nüfusunun 300 bin kişi ol duğu belirtilmişti. Sürekli savaştıkları için I-Il Yüzyıl zarfında nüfus ları çok fazla artmış değildi. Doğru; göçebeler- kullar ve özellikle Wang Mang döneminde onu alaşağı etmek isteyenlere yapılan taki bat sonucunda kaçaklar da gelip onlara katılmışlardı. Miladi III. Yüzyılda Çin'deki Hunlar 30 bin aile yani 150 bin kişi civanndaydı lar. Orta Asya'daki "zayıf" 13 Hunlar ise 200 bin kişi kadardılar. Bu durumda ne kadarı batıya gitmiş olabilirdi? En iyi ihtimalle kadınla rı, çocukları, yaşlılan ve Siyenpiler peşlerinde oldukları ve yakala dıkları Hunlan öldürdüklerinden yabancı bir ülkeye çekilmek için durup dinlenmeden yol alamayacak olanları yanlarına almayan 2030 bin savaşçı. Hunlar'ın bu hurucu, kendileri düşman takibinden kurtulup, Volga ve Ural nehirleri arasında güvenlik içinde bulununcaya kadar tastamam iki yıl sürmüştür. Bu süre zarfında doğrudan 2600 km. yol katetmişlerdir ve şayet mecburi zikzaklan da hesaba alacak olursak bu yol iki misli fazladır. Öküzler tarafından çekilen kağnılarla ve o kadar ağırlıkla bu süre içinde böyle bir göç gerçekleştirilemez. Üste lik sağ kalan Hun ailelerinin öldüğü ardıl savaşlar da vukii bulmuş olmalıdır. Elbette ölenleri gömecek vakit bulamamışlardı. Çünkü Hunlar'ın geçtikleri yollarda "paleosibir tipine Altaylar'ın dışında hiçbir yerde rastlanmamıştır."14 1 55-158 yılları arasında batıya sade ce en dayanıklı ve passioner savaşçılar gitmiştir. Psikolojik yönden 13 Biçurin, Sobraniye, IV 256-259. 14 Debets G.F. Paleoantropologiya SSSR, p. 1 23.
AV R A S Y A ' D A N
188
herkes kendi kaderini seçmekte serbest bırakılmakla birlikte bu göç anormal şartlar dahilinde gerçekleştirilmiş bir tür ayıklanma prose si idi. Esasen Hun etnosunu dört kola ayıran da bu prosestir. ll. Yüzyılda Dogu Avrupa'ya iki göç olmuştur. Birincisi Gotlar: 155 yılı civarında "İskandinav Adaları"ndan Vistüla agzına,l5 ora dan da Karadeniz'e16 kadar gelmişlerdir. Diger grup ise Merkezi As ya'dan 155- 1 58 yılları arasındal7 gelen Hunlar'dır. Bunlar Volga sa hillerine gelerek Alanlar'la çarpışmışlardır. Hazar ve Karadeniz civa rındaki steplerde durum uzun bir süre için kökten degişmiştir. Fa kat Romalılar'la komşu olan Gotlar'ın tarihi bir dereceye kadar bili niyorsa da, Hyung-nular'ın 1 58-350'ye kadar olan tarihleri kesinlik le bilinmemektedir. Belki sadece aradan geçen bu iki yüz yıllık süre içinde onların bazı degişimler geçirerek "Gunlar" adı verilen yeni bir etnos haline geldikleri ileri sürülebilir. ıs Tarafımızdan kabul edilen etnik tarihi gölgelerne postülatına gö re, başlangıç tarihlerinin mübhemiyeti halinde dahi Il. Yüzyıl ortala rını bölgenin etnik tarihi sürecinin seyir dönemi olarak kabul etme ye mecburuz. Olayların genel seyri, artık bilinen kademelerde uygu landıgı gibi, interpolasyon metoduyla kolayca tesbit edilebilir. Ve Hunlar dikkatimizin odak noktasında bulunmalanna ragmen, biz yi ne de konuyu onları çevreleyen Gotlar, Romalılar ve IV. Yüzyılda Bi zans'ı kuran erken Hristiyanlar'ı tahlil etmekle işe başlayalım. Roma lmparatorlugu henüz ll. Yüzyılda naz-u nimetler içinde yüzüyordu ama lll. Yüzyıla gelindiginde cinayet ve ihanetierin kol gezdigi bir ülke haline gelmiş, IV. Yüzyılda ise resmi dini ve çaglan aydınlatan kültürünü dahi degiştirmişti. Başka bir deyişle 1 92-193 yıllarında burada bir etnogenez safha degişimi yaşanmış, eski itki ataleti sönerek, obskürasyon dönemine geçilmişti. Hristiyan cemaat15 lordan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, M., 1960, p. 195. 16 Gotlar'ın Karadeniz sahillerine geliş tarihi (tamamıyla takribidir) "Ka rakalla zamanı" olarak gösterilir. (21 1-21 7. yıllar). Bkz. Veber G. Vse obşçaya istoriya. T.IV. M., 1893, p. 449. 17 Gumilev l.N. Nehotoriye voprosı istorii xunnov//BecTHHK .ııpeBHeA HC
TOpHH
<BllHl. 1 960. N! 4.
18 lnostrantsev K.A. Xunnu i gunnı//Tpy.ıtbl TypKoııorHt�ecKoro cet.tH HapHll. 1 926. T . I . C. ı ı s - ı ı 9. lnostrantseff K.A. yanlış anlarnalann önünü almak için Hyung-nular'ın Batı kolunu Hunlar olarak adlandır mayı teklif etmiştir.
A S YA V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
189
ları büyüyüp güçlenmişler, çogalmışlar ve gruplara aynlmışlardı. Bu tür şeyler ancak passioner itki yeni bir etnogenez prosesi başlattıgı zaman vukü bulur. Her ne kadar Hristiyanların Batı Roma lmpara torlugu'nu galvanize etme denemesi olumlu sonuçlar vermediyse de, Gotlar'ın da aralarında bulundugu itki bölgesi halkları kendilerinde yeni bir enerji bularak passioner yükseliş safhasına geçmişlerdir. Peki ya Hunlar?.. ·
Şu Hunlar denilen insanlar kimdir ve onlann Asya Hyung-nuları'yla ne gibi ilişkileri vardır? Gerçekten de bu iki halk kültür yönünden bir birlerinden uzaktılar. Ancak K.A. lnostrantseiT onlan özdeleştirirkenl9 haklıydı ama o da göç tarihlerini II. Yüzyıl olarak değil IV. Yüzyıl ola rak belirlemek suretiyle başka bir hata yaptı. O.M. Helfen20 ise Hyung nular'la Hunlar'ın aynı halk oldugu konusunda boş yere şüphe etmiş tir. Onun Hyung-nular'la Hunlar'ın dillerinin ne olduğunun bilinmedi gi, Selenge'den Volga'ya göç ettikleri vakıasının ispat edilemeyecegi, sa natlannın birbirine benzemediği şeklindeki ilirazı 11-IV. Yüzyıllann şartianna tarafsız ve etraflı bir bakışla kolayca çürütülebilir. Çagdaş bilim bize muamma degil problem sunmaktadır: Az nü fuslu göçebe bir halkın 90 yıl sonra yıkılan çok büyük bir devlet kurması nasıl mümkün olabilir ve bu kadar sağlamken aynı halktan geriye sadece ismi kalabilir? Kendi başına bir ilim olan etnoloji21 klasikleşmiş faktografiyle yardımlaşmak suretiyle bize bu problemin çözümü konusunda yardımcı olacaktır. * * *
lşte size şaşılacak hususlann ilki: Eşzamanlılık kesitinde Hunlar Avrupalı barbarlardan daha vahşi degillerdi. Yani Germenler, Keltler, Kantabırlar, Luzitanlar, lllirialılar, Dacialılar ve aynca Etolia, Arka dia, Thessalia, Epir (Yanya) de yaşayan Helenler'in önemli bir kısmı, kısaca Atinalılar, Korinthoslular ve Romalılar dışında bütün Batılılar. Ve "Gun" kelimesi (Avrupa'ya yerleşen Hyung-nular) neden "öfkeli vahşi" ile eş anlamlı hale geldi? Vicdan sahibi ve aydın bir tarihçi ol makla birlikte Hunlar'ı ilk anlatan "Asker ve Greek"in22 yazarı Am19 Agy. 20 Maenchen-Helfen O. The Huns and the Hsiung-nu//Byzanlion. Ameri can Series. III. T. XVII. 1925; Ejusd. The Legend of the Origins of Huns/1 lbid.
21 Gumilev L.N. Etnogenez i biosfera Zemli.L., 1989. 22 Ammian Martsellin. lstoriya. T. III. Kiev, 1908, p. 236-243.
190
AV R A S Y A ' D A N
mianus Marcellinus'un yaptığı gibi tarafgir bir açıklamayla bunu izah etmeye kalkışmak doğru olmaz. Ayrıca bir yığın barbarın ara sından sadece Hunları seçmek niye? Mesela o, Persler'in müttefik olarak Mezopotamya'da Romahiara karşı cepheye sürdüğü Chionit ler hakkında bu tür kelimeleri kesinlikle kullanmaz. Halbuki Sih-ma Ch'ien, Pan-ku23 ve diğer Çinli tarihçiler Hunlar'dan son derece say gılı bir şekilde bahseder; onların bir takım geleneklere, yabancı kül türleri benimseme kabiliyetine sahip olduklarını ve aralarında yük sek kültürlü insanların bulunduğunu kaydederler. Yine Çinliler ilkel kabul etmekle birlikte Çin ve Hunlar'a karşı bağımsızlığını koruyan, savaşçı bir halk olarak nitdedikleri Siyenpiler'e kıyasla Hunlar'ı da ha yüksek bir mevkiye koymaktadırlar. 24 Peki kim doğruyu söylüyor: Romalılar mı, Çinliler mi? Her iki ta rafın da aynı anda yanılmış olmaları mümkün değil. Yoksa her iki ta raf da doğruyu söylemiş olması için sorunun başka bir şekilde mi so rulması gerekirdi? Ya peki, dışardan alınmış olsa dahi, acaba Hunlar nev-i şahsına münhasır yüksek bir kültüre sahip mi idiler? Bir kural olarak etnegenezin ilk safhasında orijinal sanat teşekkül etmez. Genç bir etnosun önünde halledilmesi gereken öyle çok problem birikir ki, onun bütün gücü savaşlara, sosyal yapı tesisine ve ekonominin gelişmesine harcanır. Sanat ise, yok olup gitmiş et nosların sabık kültürlerinin varisieri olan komşulardan veya atalar dan ödünç alınır. Burası önemli bir husus. Henüz kendisinde olma dığı için yabancı bir kültüre karşı duyulan aşırı sempati, halkın ru hunun derinliklerinde, müsbet veya menfi kamplimanı birbirinden ayıran etno-psikolojik yapısında mevcuttur. Hunlar, büyüme çağında tercih imkanianna sahiptiler. Doğuda Han Çin'i, Batıda ise mağlup tskit (Saka) lerin bakiyeleri ile galip Sar matlar vardı. Şahsi bir menfaal peşinde koşmadan, içten gelerek han gisini sevmeliydi? l8'de vefat eden Yabgu Wu-chü-liu'nün küllerinin yattığı Noin-ula hükümdar mezarındaki bulgular Hunlar'ın bedenleri için Çin ve Baktria kumaşlan edindiklerini, Han aynalan, dan lapası ve beyaz pirinç temin ettiklerini, zevkleri için ise, batıdakiler Sarmat lar tarafından kılıçtan geçirilmesine, doğudakiler de mağlup olarak güneye yani tran ve Hindistan'a sürülmesine rağmen tskider'in "hay van figürlü" eşyalarını kullandıklarını ortaya koymuştur. 23 Biçurin N.Y.'nın adı geçen eseri, T. ll. Bl. "Xunnu" . 24 Age. Bl. Syanbi.
A S YA V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
191
Demek ki, mahvolan lskit veya Saka etnosu, yapımcılarından da ha uzun yaşayan ve fiilen kendi katilleri olan Yüeçi ve komşuları ya ni Hunlar'a geçen sanat eserleri bırakmıştır. "Hayvan figürleri"yle bezeli eşyalar etraflıca tasvir edilmiş25 oldu�undan biz daha önce dikkatlerden kaçan başka bir hususa parmak basmak istiyoruz ki o da, ölü bir sanatın Orta Asya'nın etnik tarihiyle olan alakasıdır. Her ne kadar Hun ve Yüeçi (So�diyan) sanatı tek kayna�a ve aynı öme �e dayansa bile, bu sanat kesinlikle idantik de�ildir. Zaten bu sana tın kendi başına ba�ımsız bir gelişim göstermesi de bunu ispat et mektedir. M.Ö. ll. Yüzyılda tek olan "Andronovo" kültür akımı bir kaç kola ayrılmış ve hiçbir zaman da birleşmemiştir. Dahası, bozkır, M.Ö. Vlll-V. Yüzyıllar arasında vukO bulan kurakhktan sonra yeni den yeşerip insanlarla dolup taştı�ında, Hunlar ve So�diyanlar bir birleriyle otlak ve iktidar savaşına tutuştular. Hunlar M.Ö. 1 65'de galip geldiler ama daha sonra Siyenpiler tarafından ma�lup edilip Volga'nın aşa�ı akımiarına çekilmek zorunda kalmalarına ra�men, Miladi l SS'de Alanlar'a mensup Sarmat kabilesini "sonu gelmez çar plşmalarda iyice yorarak" hezimete u�rattılar. 26 Böylece Hunlar, ta rihte oynarlıkları role bakmaksızın, M.Ö. lll. Yüzyılda Sarmatlar ta rafından kılıçtan geçirilen Iskiller'in intikamını almış oldular. Eski Hunlar'ın kaderleri öylesine şaşkınlık verecek derecede birbirine geçmiştir ki, ancak sanat eserleri (kayalar veya metaller üzerine kazınmış eski kahramanlara ait destanlar) etnik tarih ka nunlarını anlamamıza imkan sa�lamaktadır. Geleneklerin de�işi mini, eski süjelerin anlamııi ı ve tarihten silinen kabilelerin estetik kanunlarını da ancak bu sonuncular sayesinde anlıyabiliyoruz. Et noloji ve tarih, karşılıklı olarak birbirini dölleyen kültürlerdir. Şu halde, e�er Hunlar Çin, Iran ve Helen-o-Roma medeniyetlerini be nimsememişlerse, bu onların bunu yapacak kabiliyeHen yoksun oldukları anlamına gelmez. Sadece lskit sanatı onların daha fazla hoşuna gitmiştir. Ancak kabul etmek gerekir ki, etnografik açıdan bir karşılaştırma yapıldı�ında lll. Yüzyıla kadar olan göçebe kültü rü sa�lam sistemler kategorisinde bulunan komşu etnosların kül türünden hiç de geri de�ildi. * * *
Rudenko S. I. Kultura xunnov i Noinulinslıiyc lıurxanı. M.;L. , 1962; Aynı yazann: lslıusıvo Alıaya i Pcrcdncy Aıii (seredina l t is. do n.e) M., 196 1 . 26 lordan. O proisxojdcnii i dcyaniyax goıov, p.9 1 .
25
AV R A S YA ' D A N
192
Yeni bir bölgeye gelen Hunlar orada yerli halktarla bir çatışmaya giremezlerdi. Etnik seviyedeki bu tür karşılaşmalar ve çatışmalar ge nel olarak tarihçilerio dikkatini çekmiş ve külliyatlannda yerini al mıştır. Hunlar'ın Hazar civarına geliş tarihi co�ra[yacı Dionysios Pe riegetes'de takriben 1 60. yıl, Ptolemaeus'da ise 1 75-182 yılları olarak gösterilmiştir. Bu küçük [ark müstensihin bazı hatalar yapmış olabi lece�i şüphesi uyandınyor_27 Fakat böyle bir kuşku sebepsiz degil dir. Çünkü VI. Yüzyıl müellifi jordanes (Yordan okunur) "eski riva yetlere" gönderme yaparken konuya açıklık getiren bir versiyon sunmaktadır. 28 Got kralı Philimer - ki onun döneminde Gotlar ll. Yüzyılda Vis tüla'ya gelmişlerdi- halkını çevresi sularta çevrili Oyum denilen bir ülkeye getirdi. Oyum'un Dinyeper'in sa� tarananna düşen bir ülke oldugu sanılıyor.29 Orda Philimer Got dilinde "galiurun" denilen ba zı büyücü kadınlara kızarak onları çöle sürer. Bunlar çölde "kötü ruhlarla" karşılaşırlar ve onların torunları Hun kabilesini meydana getirirler. Muhtemelen de öyleydi. Siyenpiler'in kılıç v_e okianndan kurtulan Hunlar aşa�ı-�kan kadınsız kalmışlardı. Az miktardaki kadın at sırtında hiç durmadan 1 000 günde gelebilmişti. E[sanede sözü edilen melezleşme tabiidir ki bu sayede Hunlar silinip gitmek ten kurtulmuşlardır. Ancak bu melezleşme, yeni bir bölge, yeni bir iklim ve etnik çev reyle birleşince Hyung-nular'ın görünüşleri öyle bir degişiklige ugra dı ki, bu vuzuhiyet karşısında 1926'da K.A. lnostrantsdrin tekli[ etti gi gibi onları yeni bir isimle "Gunlar" olarak adlandırmak gerekti. Hayat ve kültür tarzındaki bu radikal de�işiklik tabii bir olay dır. 30 Hyung-nular ve H unlar, etnik bir aynlı�ın. ama daha ziyade hazin bir sonun analojik bir öme�idir. Ayrılık, göçün bir sonucudur. Yeni bir yere gelenler komşularıyla temas kurmadan edemezler, [a kat temaslan [arklı şekillerde olur. Aşa�ı ltil ile Don arasında yaşamakta olan Alanlar Hunlar'ı pek dostça karşılarnadılar. Ne var ki ll-lll. Yüzyıllarda tedrici surette Hunlaşan Hyung-nular, sınırları ta Do�u Roma lmparatorlugu'nun 27 28 29 30
Maenchen-Helfen O. Op. cil. P. 244-252. lordan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, p. 90, Age., p. 1 15. Gumilev L.N. Nekotoriye voprosı, p. 1 20- 1 25.
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
193
hududuna kadar ulaşan Alanlar'la savaşmak için oldukça zayıftılar. Tuna sahillerinde onlara Roks-Alanlar yani "Parlayanlar" veya "Par layan Alanlar" diyorlardı. Sırderya ( Ceyhun) nehrinin aşagı akımla nnda Çinliler'in "Huni" dedikleri Hunlar'la kesinlikle kanşmaıruş olan yerleşik (catak) Chionitler yaşıyorlardı. Zaten Hunlar'la Chi onitler hiç karşılaşmadılar da. Muhtemelen iki halk arasında uzanan killi ve çorak vadiler tabii engeller teşkil ettiginden, pek de istekli ol mayan bu iki tarafın etnik temaslan güçleşmiştir. Hunlar'ın kuzey komşulan ise tayga ve orman-bozkır sınınndaki şerille yaşayan Finnogur ve Ugor-Samoyed kabileleriydi. Onlann to runlan olan Mansa ve Handar (Vogul ve Ostaklar) Sıbir (veya Si bir)3 1 in zayıf halklandır. Orta Çag Yunanlılar'ı Sibir'i Savir, eski Ruslar ise Sever, Severane diye okuyorlardı ki, XVII. Yüzyılda dahi bu halklara "Sevruki" diyorlardı. Aralannda büyük savaş olmaması sebebiyle Hun-Savir ilişkileri konusunda dogrudan bilgilere sahip degiliz. Ancak dolaylı olarak Savir-Hyung-nu (daha sonralan Hun) ilişkilerinin dostane oldugu düşünülebilir. * * *
Geniş Avrasya kıtasının iç bölgeleri rutubetli sahil kesimlerinden temelde farklıdırlar. Aslına bakılırsa Batı Avrupa büyük bir yanmada dır ve deniz suyuyla yıkandıgı için degişmez bir iklime sahiptir. Ta biatiyle burada rutubet oranı yükselir ve düşer. Bu yükselme ve düş me büyük boyutlarda degildir. Bu yüzden Bau Avrupalılar tanmda ayn ayn epizodik kuraklık veya su taşkınlanyla genel olarak tanışır lar. Bunlann getirdigi hasarlar zamanla telafi edilirler ama yine de on lann sonuçlan kroniklere geçirilir. Bu prosesleri takip ederek şu so nuca varabiliriz: Kronistler veya bizim tabirimizle vakanüvisler da ima nildir olaylan ve fevkalilde hadiseleri kaydederler de, SÖZÜ geçen dönemin sıradan, alışılmış olayiarına yer vermezler. Böylece yagmur lu dönemler apaçık bir şekilde glinleriyle ve hatta aylanyla birlikte kaydedilir. Özellikle yüksek rutubet atmosferik cephe degişimlerinin ögrenilmesi önemlidir ama sildonlan sürekli olarak güneyden kuze ye veya kuzeyden güneye karmaşık bir güzergah takip ederler. Bilin digi gibi bu kanşma güneş ışınlannın aktivitesinden, kutuplar arasın daki ilişkilerden, degişmezlikten, hareketlerden, antisiklonlardan kaynaklanır. Siklon ve musonlann okyanus rutubetini kıta üzerine 31 Artamonov M.l. lstoriya Xazar,
p.
103-1 13.
AV R A S YA ' D A N
194
taşımasına yardımcı olan alçak basınç çukurlan, ormanlar, bozkırlar veya çöller için optimal meteorolojik rejim getirirler. Bu düzensizlikler sahil kesimlerinde bariz bir şekil alırsa, kıtanın iç kesimlerinde klimatik şeritlerle bitki bölgeleri arasında sınır de�i şimlerine yol açarlar. Bitki örtüsüyle kaplı bölgeler canlı türlerin ve halkiann yaşadıklan bölgelere aynlırlar. Halkiann yaptıklan tanm daima onları çevreleriyle yakın temasa itmiştir. Bölge yüksek nemlenme de�işimleri ile suyunun % 80'ni Vol ga'dan, ormanlık bölgelerden alan Hazar ile çöl suyuyla beslenen Aral'da yapılan araştırmalarda da dikkat çekmiştir. Bu su seviyeleri heterojen bir karmaşıklık arz etmektedir. Yani Hazar'da denizden karaya do�ru seyrederken, Aral'da karadan denize do�ru çekilmekte veya tersi. Üçüncü bir varyant da söz konusu: Siklonlar arktik böl gelere ve Volga'nın su alan daha kuzey kesimlerine kayınca her iki iç denizde de su seviyesi düşmektedir. Bu durumda ise çöl alanlan ge nişlemekte, tayga kuzeye çekilmekte ve nemli bozkır kuraklaşmak tadır. lşte Il. Yüzyılda ve özellikle III. Yüzyılda da tam böyle oldu ve ancak IV. Yüzyılın ortalannda son buldu. Hunlar Batıya bozkır üzerinden gittiler. Çünkü ancak bozkır üze rinden giderek atlannı besleyebilirlerdi. Güneyde çöller tarafından sıkıştınlırken, kuzeyde orman-stepler onlan cezbediyordu. Yine ora da orman açıklannda Avrupa bizonlan, çok çeşitli geyikler ve kara ca türleri vardı. Yani et yiyebilirlerdi. Rutubetli orman otlan, suyla de�il güneşte beslenen kuru otlara alışmış Hun atlan için alışılma dık bir şey oldulUndan kuzeyin iç kısımlanna sokulamazlardı.Yerli halk yani Vogul (Mansa)lann32 atalan, kuzeye, kendilerine A.şina hayvanlarla dolu, aka�aç, titrek kavak, sedir, köknar ve laden a�aç lanyla kaplı, bol balıklı berrak nehirlerle bezenmiş güleryüzlü 'kuze ye çekilmişlerdi. Onlann bu nimetler için Hunlar'la savaşmalan ge rekmezdi. Aksine muhtemelen onlar birbirlerini sevmişlerdi de. Her halükarda V. Yüzyılın sonu ve VI. Yüzyılda Hun trajedisi sona erip, artık Hunlar diye bir etnos kalmadı�ında Ugor halklan Yunan kay32 Gerçekte Vogullar (Mansalar) ın atalan Miladın ilk asırlannda fazla ge
niş topraklara sahip degillerdi. Mansa, Madyar ve Mişar etnonimleri ise sadece aynı kelimenin degişik telaffuzlandır. (CM. 4epHeuoa B.H., Mo mHHCKaJI B.H. B noHcKax ııpeaHeA poııHHlıl yropcKHX Hapoııoa// no cııeJıaM JıpeBHHX KYJibTYP OT Boıınt JlO THxoro OKeaHa. M., 1 954. C . 1 90).
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
195
naklarında "Hunno-Sabirler", "Hunno-Utigurlar", "Hunno-Kutigur lar" ve "Hunu-guru" şeklinde çift isimlerle zikrediliyorlardı.33 E�er Altay civarında yaşayan U gorlar Hunlar'la kanşmamışlarsa, bu, kesinlikle onların simbioz bazında -ama asla kimeralar olarak de�il- birbirleriyle temasta bulunduklarını gösterir. Ve böyle bir te mas, hin-i hacette güçlerini birleştirmelerine imkan sa�lamıştır.
Simbioz: Her biri kendi ekolojik nişine sahip iki veya daha çok et nosun birbirine yakın olarak yaşamalandır. Kimera [Chimera]: Tek ekolojik nişte birlikte yaşamaktır. Kimerada etnoslar arasındaki ilişkiler dostane veya hasmine olabi lir. Melezleşme mümkündür ama şart da de�ldir. Kültür mübadelesi bazen yogun, bazen de az olabilir. Fakat tahammül gösterilirse, arada ki farklar kalkar. Bütün bunlar etno-sistem temasların ortaya çıkardı � possioner gerginlikler arasındaki farkiann boyutlarına ba�lıdır. Bazen sosyal yapı karakteri arz eder ama bizim üzerinde durdu �umuz bölgede böyle bir şey olmamıştır. Güney Sibiryalılar ve Altay çevresi Finnogurlan lll. Yüzyılda Çinli co�rafyacılann Wu-i-Pei ya- · ni Kuzey Ugor Devleti dedikleri kendi teşkilatlarına sahip olmuşlar dır.34 Bu devlet, ormanlık bölgelerin uç kısımlarında, takriben bu günkü Omsk'da kurulmuştu. Hunlar'ın da, bir ordunun savaşabil mesi için mutlaka gerekli olan askeri teşkilatlan ve bölük kuman danlan vardı. Fakat her iki etnos da, aralannda istisnai sınıf çatışma Ianna yol açan iptidai boy yapısına sahiptiler. Ikiyüz yıl komşuluk yaptıktan sonra Avrupa'ya do�ru uzun yolculuk başlayınca sadece Hunlar ve Ugorlar de�il. onların ayrı bir etnos haline gelen torunla n Hunlar ile berikilerin torunlan da yola koyuldular. Hunlar bu top lulu�un çekirde�i, Ugorlar kabu�unu teşkil ettiler ama birlikte Hun possionerli�inin yönlendirdi�i aynı tarihi kaderin sonucu olarak Do �u ve Batı arasında ortaya çıkan münferit sistemler teşkil ettiler.
Biiyük Sahra ve Kuzey E�er tabiat olaylannın seyrine müdahele etmemiş olsaydı Hunlar hayatta kalamazlardı. Onlar için bölgeye uygun bir ekonomi alanı olan bozkır, miladın başlannda sadece türlü otlar ve çimenlerle kap33 Skrjinskaya Y.Ç. Kommentarii.
B.KH. Aop.QaH. yK. coH, c. 2Z2-2Z3.
196
A V R A S YA ' D A N
lı boş vadilerden ibaret de�ildi. Şurada-burada aka�aç Obekleri, tit rek kavak ormanlan ve çam kümeleri vardı. Sayısız antilop sürüleri ço�almış, tilkiler sincap ve köstebekleri kovalamaya başlamışlardı. Besili toy kuşlan ve göz kamaştıncı tumalar step kartallannın, az ama maharetli bo�a yılanlannın saldmianna maruz kahyorlardı. Bozkır, insan gibi acımasız yınıcılan da besleyebilirdi. öyleyse Fin nogurlar neden kendilerine ait olan bu bozkır nimetlerinden kolay lıkla vazgeçtiler? Il. Yüzyılda Atiantik siklonlan güzergahlannı de�iştirdiler. I. Yüzyılda ise güney stepleri üzerinden taşıdıklan ya�mur yüklü bu lutlan Tarbagatay, Saur ve T'ien-shan sırada�lan üzerine boşalttılar. Bu sular oralardan Balhaş ve Aral'a aktı. Böylece bozkır kış aylann da optimal rutubete kavuştu. Topra�ı besleyen ve hayvanlann, dola yısıyla da insaniann beslenmelerine imkan sa�layan bitki örtüsünün gürleşmesi için gerekli olan kar muntazam olarak ya�maya başladı. (Yılda 259 mm.nin üzerinde) Il. Yüzyılda siklonlann ormanlık böl geye yönelmesi Aral sulannın çekilmesine, Hazar su seviyesinin ise 3 metrel5 yükselmesine yol açtı. Ama aradan yüzlerce yıl geçtikten sonra kuraklık görülmemiş hışmıyla geri döndü. Çorak kuzey boz kın yerini aşın tuzlu çöllere bırakarak güneye yöneldi. Teressübat miktan yıllık 1 00-200 mm. ye düştü. Akpelinler tüylü otlan kovar ken, kulanlar antiloplann, kenenkele.ler zehirli step bo�a yılanlan nın yerini aldılar.
Bu durum karşısında kendilerine ihanet eden tabiatı terkeden Ugorlar Obi, Samoyedler ise Yenisey üzerinden kuzeye yöneldiler.l6 Samoyedler daha şanslıydılar. Büyük bozkınn kuzey a�ına, tundra lara ulaştılar ve kuzey ren geyiklerini ehlileştirerek bu vahşi hayvan Iann yerlerini kendilerine vatan edindiler. Hatanga ve Dudıpta sahil lerinden ta Kola Yanmadası'na iadar uzanan topraklar ren geyikli göçebelerle doldu. Ne yazık ki biz, okuma-yazma bilmeyen di�er halklar gibi, onlann kaderleri hakkında da herhangi bir bilgiye sahip 34
6HtıypHH
HJI.
YK. co1.1.
T. ı ı ı . M.; n . . 1 953. npHıı. KapTA 3 ıaepMJI
CaHb-ro).
35 Richter WG. Donnıye otlojeniya Kara-Boga.ı:-Gola JcaJc indilıator Jcoleba
niy uravnya Kaspiyslıogo morya//6ıoııııeTeHb MocKOBCKoro o«SıııecTBa H3ytıeHHJI npepO,,lbl !MOH m, OT,,leJJeHHe reoJJOrHH. 1 96 1 .
Bwn. l . 36 Hajdu P. Die altesten Beruhrungen :cwischen Samojeden und die jenisse ischen Völlıen//Acta Orientalia. Budapest, 1953. T. lll, p.88-89.
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
197
de�iliz. Obi üzerinden ilerleyen Ugorlar bir kabile, belki de isimleri tarihte bilinmeyen başlıbaşına bir halkla karşılaştılar. Bunlan keşfe den arkeologlar bulduklan şeylere "oyukta yaşayanlar kültürü" adı nı verdiler.37 Onlara yakıştınlan bu isim Mansalar'ın "Siirtiya" keli mesinden mülhemdir. Siirtiya, geceleri kendisini öldürenlerden inti kam almak için gelen maktülün rahatsız edilmiş ruhu anlamında dır.38 Mansalar son "Siirtiya"lann Kuzey Ural ve Yeni Yurt'taki ma �aralarda gizlendiklerine, görünmez hale geldiklerinden çok tehli keli olduklanna inanırlardı. Kimbilir, belki de öyleydi. Gerçekte Ugorlar kuzeye lll. Yüzyılda meydana gelen korkunç kurakhk sırasında veya ondan hemen sonra göç etmişlerdir. Böylesi ne büyük çapta bir yükseliş için gerekli olan passionerli�i ise bugün kü Ugorlar'ın atalan, itici güç olmanın dışında her şeyini kaybetmiş bulunan Hunlar'la kaynaşarak elde etmişlerdir. Ancak melezleşme daima karşılıklı olur. Ve yukanda belirtti�imiz gibi Huyung-unlar artık Hunlar'a dönüşmüşlerdi. Bir soru kaldı: Sürüleri olan atlı bir etnos, güney bozkınnı kuzey den yani tundralardan ayıran geniş baryeri geçmeyi nasıl başardı? Taygalar kışın kalın karlarta kaplı, yazın ise sinek bulutlannın istila sına u�ramış bataklıktarla doludur. Yakutlar'ın atalan Lena'yı Xl. Yüzyılda sallarla geçtiler fakat fırtınalı Yenisey'i sı� yerlerini dolaşa rak aştılar. Suyu çekilmiŞ olan Obi oldukça tehlikeliydi. Bundan baş ka Ugorlar ve bizzat Hunlar çok güçlü akıntıya sahip Volga'yı geçe rek kuzeye yöneldiler. Kuzey halklannın çokluguna ra�men Dogu Avrupa'yı iki gruba ayırabiliriz: Eski Fin ve Ugor göçmenleri. Mord vinler (Mordvalar): Erziya- Finler, Mokşalar-Ugorlar. Meryalar- Da� h Çeremisler-Finler. Lugovlar-Ugorlar. ..Akgöz Çudlar" -Finler, "Çud Zavoloskalar"- Ugorlar. (Çud Zavoloska veya Büyük Perm-İskandi nav Biarmiya destanı). Güney halklan muhtemelen eski dillerini Finceye de�iştiren Lo parlardı. Dil, her ne kadar toplumu meydana getiren unsurlardan bi ri ise de, okuma-yazma bilmeyen halklar sık sık ve kolayca dil de�iş37 Çemetsov V.N., Maşçinskaya V.l. Age. 38 Siirtiya Samoyedce bir kelimedir. Efsaneye göre akagacı görünce ken dini topraga gömen Zavoloska Çudlar için kullanılır. Akagaç tonulaş mış topraklarda yetişir ve Rııs sembolü olarak kabul edilir. !CM.: EC�»H MeHKO n.c. 4y.ıı & 3aBOJIOI.lKIUI. Ap"'aHreJJbCK, 1 869. C. 24, 42, 86; 3a nHCKH nro. 1 864. N! 2. c. 49ı.
198
AV R A S Y A' D A N
tirebilmektedirler. Dogudan batıya tundralara, Kota Yanmadası'na ve Kuzey Norveç'e geçiş o dönemlerde de zor degildi. Çuvaşlar'a ge lince, bunlar iki unsurdan teşekkül ederler: Yerliler ve Türkler ve hatta Ugor olmayanlar. Madem ki Çuvaş dili daha ziyade kadimki Türk dil grubuna girmektedir, o halde haklı olarak Hun dil grubu na nisbet edilebilir. 39 Yukanda zikredilen bütün halklar Volga ve kolları yahut oralara yakın yerlerde yaşamaktadırlar. Demek ki Ugorlar'ın ve Hunlar'ın kuzeye giden yolu, kışları donan Volga'dır. Ural ötesine giden güzer gahta ise Obi ve Yenisey'in de rolü vardır. Ugor-Samoyedler, kendi lerinden geriye bakiye olarak Ketler'in kaldıgı eski kutup bölgesi halklarının40 yerini alarak yeni vatanianna kavuştular. 111-IV. Yüzyıl lardaki gözlerin tam tarihi ancak tahmini olarak verilebilir. Bunun tek yolu dedüktif uygulamadır. Yani bütün klimatik ve etnik tarihin incelenmesi esasında bir istidları yapılabilir. Gerçekte bu tarihe ka dar böylesi büyük göçterin vukü bulma imkanı, ne de motifleri gö ze çarpmaktadır. En son olarak Finler ve Ugorlar Hunlar'la birlikte birbirlerini asi mile etmediler ama simbioz halde yaşadılar. Elbette bu durum kaçı nılmaz kabileler arası savaşlan azaltmıştır. Sadece bahtsız "oyuklar da yaşayanlar" kötü ruhlara- siirtiya, dönüştüler ve diger göç bölge lerinde böyle şanssızlıklar vukO. bulmadı.
Büyük Sahra ve Güney-Batı lskitler ve onların yerini alan Sarmatlar ziraat ve hayvancılıgı bir arada yürüterek yan göçebe bir hayat yaşadılar. Sürüterin ihtiyacı olan kuru ot, 30 cm. yükseklikte karlada kaplı bozkırda kar tabaka sının altında saklanan teberevkadan saglanıyordu. Bu yüzden kuru bozkır onlara cazip gelmedigi gibi, çölden de çekiniyorlardı. Dolayı sıyla Sarmatlar meşelikleri, titrek kavak ve akagaçlan biraz garipse dilerse de, çayırlar ve orman stepleri benimsediler ve esasen yapabi lecekleri başka bir şey de yoktu. Sarmatlar'ın I. Yüzyılda çeşitli tahıl, 39 Serebrennikov B.A. Proisxojdcniyc çuvaş po dannam yaz:.ıka/10 npoHc XO:ıKlleHHH llyBawcKoro Hapona. 4eooKcapb1. 1 957. s. 41. 40 Hajdu P. Op. sit. p. 88-89; Archaeologica Akademiae Scientiarum Hun garicae. 196 1 , W 13, p. 309-3 19.
A S Y A V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
199
ot ve çim yetişen bozkır sınırlarını harita üzerinde batıda Orta Tu na'dan do�da Yayık ve hatta Emba'ya kadar kolayca uzatabiliriz. Ancak Ural-ötesi Sarmatya'sı onların bölgesinden uzakta idi. Çünkü Karadeniz civan mendyonal Karadeniz hava akımının uzan tı sınırlan içindeydi ve o dönemde Hazar daha, mutlak eksi 36 m. sı nınndaydı ve yine o sıralar Uzboy Hazar'a dökülüyorsa da, kuzey sa hilleri 45° 39' güney paralelinde yer alıyordu. Oldukça dar olan bu ıulu zemin yumuşaktı ve Hazar'ın kuzey sahilinin iklimine dikkat çekecek ölçüde tesir etmiyordu. Büyük kuraklık meydana gelince Sarmatlar doıu bozkın ve Hazar Denizi sahillerini terk ederek Volga'ya doıru yola koyuldular. Burada geniş çapta ziraada uıraştılar ve Roma lmparatorluıu da onlardan ucuz buıdayı seve seve satın aldı. Böylece Volga'nın boş kalan doıu kesimleri, kendi vatanlannda Kuzey Hazar bozkınnın ıssızlaşmış uzantılarından daha kuru steplere alışık olan Hunlar'a kaldı. Fakat çöl uzantısı güneyden bozkıra doıru sarkınca pelinler yer lerini saksavullara ve çorak topraklara terk ettiler. Böylece şimdiki Kızılkum ve Karakum'u içine alan bölge kuzeyde, bugün oldukça kuruyarak oksit bataklııma dönüş�n Aral Gölü'nü kuşattı.4 1 Burası lll. Yüzyılda daha da kötüydü. Kum fınınalanndan başka kil fınına lan da eser, yaımur düşmez ve bu da vadinin tepsi gibi düzleşerek göl suyunun buharlaşmasına yol açardı. Kuraklık Balbaş'a da insaflı davranmadı. Ve Balbaş öyle kurudu ki, dibi alüvyon tonulan ve tuz lu topraklada kaplandı. IV. Yüzyılda sona eren kuraklıktan sonra Balbaş anık tuzluluktan kunulamadı.42 Böylece göl civarında yaşa yan Wu-sunlar T'ien-shan daılanna göç edince, boşalan topraklar isimlerini "Çu-yu kabileleri" şeklinde deıiştiren "zayıf" Hunlar'ın torunlan tarafından işgal edildi.
Büyük Sahra ve Güney lll. Yüzyılda bozkırda yaşayan bütün kabileler zayıf halklardı. Ancak atmosferin Ana kara çöllerine yaımur dökmeye başladııı IV. Yüzyılın ikinci yarısında siyasi bir kimlik kazanabildiler. 4 1 Şnitnikov A.V. lvnençivost obşçey uvlajnennosti materikov severnogo po luşariya// JanHCKH aro. 1 957. T. XVI, c. 269. 42 Berg L.S. Besecla so studentami Moskovskogo universiteta//Bonpocw re orpaıJıHH, 195 1 , c. 68-69.
AV R A S Y A' D A N
200
Aral ve Pamir civarında yaşayan halklar bütün güçlerini Iran'la aralanndaki savaşlara teksiC etmişlerdLH III. Yüzyılın ortalarında Iran dış politika konusunda oldukça sıkıntılıydı. Roma lmparatorlu �u'yla savaşmak öyle sıradan bir şey de�ildi. lmparator Valerianus'un 260'da esaretiyle sonuçlanan ilk başandan sonra Persler müdafaaya çekitmeyi uygun görmüşlerdi. Düzenli bir şekilde karşı saldınya ge çen Romalılar 283'de Iran'ın Ermenistan üzerindeki hakimiyetine son vererek, 298'de onu a�ır şartlarta Nizip anlaşmasını imzalamaya mecbur bırakmışlardı. Şah Şapur II, hükümdarlığının birinci yarısın da bütün parasını ve gücünü Hionitler'in saldınsını durdurmaya has retmek mecburiyelinde kalmıştı. Ama 356'da Chionitler Persler'in müttefikleri haline geldiler ve onlann hücumlarıyla Roma'nın Mezo potamya'daki ön karakolu durumundaki Amid düştü. Dogu sınırlannda sükünetin sa�lanması Persler'e 361 'de Juli anus'un saldınlannı durdurma imkanı sa�ladı ve böylece onlar tekrar Ermenistan meselesiyle u�aşacak hale geldiler. O sıralar Ermenis tan'da tahtla zadeganlar arasında kıyasıya bir mücadele vardı. Ro ma'nın yardımıyla önde gelen kabilelerden birini tenkil eden Şah Ar şak dogu nahrarlannı isyana çağırdı ve daha önce Roma taraftan olan lar da bu isyana iştirak ettiler. Ermenistan'daki bu kargaşalıktan fay dalanmak isteyen Persler ülke sınırlanndan içeri daldılarsa da, Erme niler'in şiddetli direnişleriyle karşılaştılar. 368'de Persler Ermeniler'e ait Artagers kalesini ele geçirmeyi başardılar fakat 369'da Arşak'ın ha lefi Pan Romalı askerlerle Ermenistan'a dönerek Persler'i kovdu. 37 l'de Şapur tekrar Ermenistan'a girmeyi denedi ama öldürüldü. On dan sonra Persler'in batı üzerinde baskılan zayıfladı. Neden? Öye görünüyor ki, 368-74 yıllan arasında Belh'de ikamet eden do�u sınırlan satrapı Arşakid isyan etmişti. 375-78 yıllan arasında Persler oldukça sert bir ma�lubiyete u�rayınca Şapur batı sınırlann daki ordulannı dahi do�uya kaydırmaya mecbur kaldı. Huniler yani Chionitler Iran'la olan ittifak anlaşmasını bozarak isyancılara destek verdiler. Tam açıklı�a kavuşmayan mecburiyeder yüzünden isyan yatıştı ama Arşakid Iran ordulanna saldınya geçer geçmez, bu defa 384'de Eftalitler Şehinşah'ın müttefiki olarak sahneye çıktılar. Bu te sadüfi bir eş zamanlılık de�ildi. Bir kere Belh Iran'ın da�lık sınırla rıyla Pamir civarındaki da�lık bölgede yer alıyordu. Iran satrapının
43 Altheim F., Steil B. Die Araher in der Alten Wdt. Bd. V. Teil 2. Brl., 1969, p. 507-525.
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
201
daglı komşutarla arası pek iyi degildi ve isyanın başlamasına kadar satrap sürekli onların birbirleriyle birleşmelerini engelliyordu. An cak durum degişince bunlar kendi aralannda birleşerek Pers hü kümdannın müttefiki olacaklarına düşmanlanyla anlaşmaya vardı lar. lsyanı destekleyenler muhtemelen yenilmişlerdi ki, bu tarihten itibaren Iran üzerindeki baskılan sona erdi.
IV. Yüzyılın ortalarından itibaren Eftalit hükümdarlıgı yerleşik hayat süren lran'la, aralannda Orta Asya'lı Hunlar'ın da bulundugu Avrasya bozkınnın göçebe kabileleri arasında bir set teşkil etti. Iran'ın Kafkas sınırlarını tahkim amacıyla seferlere çıkarken tabii setden mahrum kaldıgı dogu sınırlan konusunda neden bu kadar endişeli oldugu bu şekilde izah edilebilir. Eftalitler savaşçı bir halk tı ama kalabalık degillerdi. Elde ettikleri zaferler onları bölgenin en dikkat çeken isimleri arasına sokmuştu. Onların güçlü devletlerinin kaderi Orta Çag'da Fransa ve Avusturya'nın çöküş süreci yaşadıgı dönemde Avrupa'yı korkutan İsviçre'nin tarihini hatırlatmaktadır. Eftalitler Hindistan'a kadar öldürücü saldınlarını başarıyla tamamla dılar ama onların Pamir'in ve T'ien-shan'ın dogusundaki bu ülkeye müdaheleleri sadece bir epizot teşkil eder. lll. Yüzyılda Çinliler seddin kuzey bölgelerindeki prenslikler üzerindeki hükümranlıklarını kaybettiler. Tun-huang Çin'in batıda ki sınır noktası durumuna düşmüştü. Ch'in hanedam seddin dışın da kalan topraklann bir kısmını ama tam olarak 345'de Kao-ch'ang Kün44 bölgesi adıyla anılan Edzin-göl nehrinin aşagı akımlanyla Turfan Çukuru'nu geri almayı başardı. Ele geçirilen bu bölgenin ida resi Çin yönetimi için oldukça zordu ve tabii olarak Ho-hsi hakimi nin etki sahası içinde kalmıştı. lll. Yüzyılda bölgedeki diger prenslik ler birleşerek büyüme egilimi gösterdiler ve böylece Su-le (Kaşkar) prensligi güneyde Yarkend45 ve kuzey-batıda T'ien-shan'ı, sınırlan içine aldı. Hoten ise güçlenerek Çin'e sırtını dayarnaya devam eden tek devlet olarak kaldı. Ancak bu bagımlılık politik degil, sadece Ho ten'den Çin'e düzenli olarak gönderilen elçilerin temsil ettigi kültü rel bir yakınlaşma idi. Kuzey batıda, T'ien-shan'ın kuzey yamaçlannda, doguda Bar göl'den batıda 1li nehrinin yukarı akımiarına kadar uzanan toprakla44 Biçurin N.Ya (YakinO. Sobraniye, IV249; 11Ul9. 45 Biçurin N.Ya. Sobraniye svedeniy po istoriçeskoy geografii Vostoçnoy Si biri. Çeboksan, 1960, p. 365.
AV R A S Y A' D A N
202
n içine alan "Ch'e-hih" prensliği kurulmuştu. Güneyde ise Shan shan Tun-huang surlanndan Lob-nor sahillerine kadar bütün beylik leri hakimiyeti altına almıştı. Bölgenin merkezinde de takriben 280'de Kuça ve onun vassalı Aksu ile Oş'u kendine bağlayan Kara şar (Yen-ki) hegemonyayı ele geçirmişti.46 Ancak Karaşar monolit bir devletin değil, ittifak beyliklerinin başkenti olarak kabul edilebi- , lir. Nitekim Ch'in dönemindeki Batı ucu haritasında da Kuça ile Ka raşar sınırlan birbirinden ayrı olarak gösterilmiş, daha ileriki dö nemlerde ise bu iki krallık, birbirleriyle sıkı ilişkiler içinde bulun makla birlikte, ayrı ayrı yönetimlere sahip olmuşlardır. Bölge ahalisi yabancılada temasa geçmekten kaçınan sakin tabiatlı insanlardı.H Batı ucu sakinlerinin tek zenginlik kaynağı ticari aracılıktı. Çünkü bölgede ipek üretimi ancak IV. Yüzyılın ikinci yarısında Hoten'de başlamış, oradan da V. Yüzyıl'da Soğdiyana'ya ulaşmıştır.48 Antik ya zarlar Batı ucu veya "Serika" ile ilgili bilgileri birinci elden almış de ğillerdir. Çünkü o dönemde Parthlar Roma ile Çin arasında doğru dan ilişkilerin kurulmasını engelliyorlardı.49 Netice olarak lll. Yüzyıldaki büyük kurakhk bozkırh Turani halkları öylesine zayıflattı ki, onlar tran'la tutuştuklan savaşlan kay bettikleri gibi50, önce Hunlar, daha sonra Türküt (Türkler) gibi do ğulu komşulannın kurbanı oldular.
11-IV. Yüzyıllarda Medeniler Eski tarihçiler, hakkında malumat edindikleri olaylan seve seve ve etraflıca tasvir ettikleri için, verdikleri bilgiler oldukça yeterliydi. Ama herhangi bir olay olmamış, onlar da bir şey yazmıyorlardı. Hunlar'ın Hazar civarındaki steplere gelişleri, olaya şahit olan iki coğrafyacı tarafından zikredilmiştir fakat daha sonraki iki yüzyılla ilAge., p. 557-562. 47 Ammian Martsellin, lsıoriycı, p. 1 88-191. 48 Hannestad K. lLs relcııions de Byzcıncc cıvec lcı Trcınsccıuccıusie d I'Asie Cenırcıle cıu V d VI sitelesil Byzantion. Bruxelles, 1957. T.XXV-XXVI XXVII. P. 450. 49 Jbid, p. 429. 50 Detay için bkz, Gumiltv L.N. Kolebcıniycı stepeni uvlcıjneniycı i migrcıtsii ncırodov v yugo-vosıoçnoy Yevrcıpo s ll po IV vii Actes du Vlle Congres International des Sciences Prehistoriques . Prague, 197 1 , p. 95 1 -955. 46
ASYA V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
203
gili tek bir söz bile yok. IV. Yüzyılın sonunda ise yogun bir bilgi ve şüpheli detaylarla karşılaşıyoruz. Çünkü Hunlar savaşmaya başla mışlardır. Eger durum böyleyse, demek ki, her ne kadar H unlar hak kında yagmacı gibi laflar etmek adenense de, onlar 1 60'dan 360'a kadar barış içinde yaşamışlardır.
III. Yüzyılda çölü yakan kurakhk Hunlar'ı güneyli komşulannın şerrinden korumuştu. Bunlar okuma-yazma bilen Alanlar, kavgacı Chionitler, savaşçı Abarlar, gözüpek Gotlar ve en önemlisi de obskü rasyon safhasını yaşayan Romahlardı. Askeri imparatorlar lejyonla nna ve çevresindekilere bagımlıydılar ama bunlar, mevkileri ne olur sa olsun, kendi çıkarlarını devletin çıkarlarından üstün tutuyorlardı. Işte size imparatorlukta savaşın neden bitmediginin sebebi. Çünkü imparatorluk bazan sınır ötesindeki yabancı kabilelerle savaşıyor, bazan da isyan eden ve isyanlan bastırılan kendi halkıyla çarpışıyor du. Fakat hepsinden önemlisi lejyonlann birbirleriyle kapışmalarıy dı. Bu oyunun en tehlikeli tarafı süb-passionerliktir! Ne var ki Roma imparatorlugunun bütün sakinleri süb-passi oner degildi. Passionerler ve aşırı aktif olanlar III . Yüzyılda fazla sıyla çogalınca davranış stereotiplerini degiştirerek Roma süper-et nosundan koptular. Farklı atalardan türeyen bu insanlar çagdaşla rıyla aralarındaki aile geleneklerini ve kültür baglarını kopardıkla rı gibi, bu meyanda antik toplum düzeni olarak gördükleri kanun lan dahi bir ölçüye kadar kale almadılar. Mesela Roma Cumhuri yeti işlenen bir suçla ilgili olarak ancak Roma vatandaşının müra caatı üzerine dava açabilirdi. Hristiyan, Mitra ve Mani toplumları nın üyeleri olan bu yeni tip insanlar ihaneti, işlenebilecek en bü yük günah olarak gördüler. Karşılıklı çıkar ilişkisi Hristiyanların davranış imperatifi haline geldi. Bu, özellikle askerlik yapanlar için geçerliydi. Çünkü adete göre yeni imparator askerlere para ödülü vererek ordu içindeki kafir lej yonerler aleyhinde istihbarat edindigi için bu yolla asker kendi silah arkadaşını veya kumandanını ihbar edemeyecekti. Sırf bu yüzden ik tidarı degiştirmek faydalı olacaktı. Ancak ordu içinde gerçekten giz li gruplar teşkil eden Mitraistler, kategorik olarak kendi üyelerinin "itimat telkin edici yalanlar" söylemelerine cevaz verdiler. Mitraist ler başlangıçta teveccüh görüyorlardı. "Yenilmez Güneş" kül ı ü Constantinus Magnus dahil bütün askeri imparatorhır tarafından ht· · nimsenmişti.
204
AV R A S Y A' D A N
Maniheistlere göre esas olan iman deıil bilgi olduıu için, öıreti leri hem mistik, hem de ateistti. Yalan söylemek caizdi ve bu da Ma niheistlere rahat bir hayat saılıyordu. Hatta sırf bu yüzden başlan gıçta zararsız çenesi düşükler olarak görüldüler. Sadece Diocletianus dini takibe alınmasında ferman çıkardıysa da, zaten çok geçmeden Maniheizm yok olup gitti. Fakat acımasız dokuz takibata maruz ka lanlar Hristiyanlar oldu. Yine de sayılan arttı ve lejyonlarda disiplin li ve inançlı askerlerin en savaşçı kesimini teşkil ettiler. Bu durum Hristiyan lejyonerlerin tek Tannya inanan insanlara karşı savaşmayı reddetmeleri gibi bir felakete yol açtı. 286'da Maximinus, Gallia'da ki Bagaudalar'ın isyanını bastırmak için 10. Thebes lejyonunu gön derdi. Ama askerler Hristiyanlan cezalandırmayı reddettiler. Maxi minus'un iki onarlı grubun idam edilmesi yönündeki emri de fayda saılamayınca, kalaniann hepsi öldürüldü.5 1 Bu yüzden Hristiyan lejyonerler Constantinus'u iktidara getirip canlarını kurtardılar. Constantinus da 313'de çıkardııı bir fermanla Hristiyanlara inanç hürriyeti vermekle kalmayıp, 3 1 5'de yüz kızartı cı çarmıha germe cezasını kaldırdıktan başka, Hristiyanlara karşı çı kan dinsizleri isyana sevkeden bütün Yahudiler'in yakılmasını em retti.52 Böylece Roma lmparatorluıu'nda bir süper-etnostan iki sü per-etnos ortaya çıktı. Fakat bu ikincisi henüz kimera halde idi. Ki mera, hırslı bir yapıya sahiptir ama saılam deıildir. Gerek ayrı ayrı, gerekse simbioz halde yaşayan küçük etnoslardan teşekkül eden, bütün zenginliklerini tüketmediıi sürece mevcudiyetini sürdürür. ltalyanlar, Helenler, Gallialılar, lberler, Punlar böyle bir miras bırak mışlardı. Bu miras kimeraya bir yüzyıl yettiyse de, sonunda o da tü kendi. Ülkeyi Romahiai-'dan daha passioner komşulara karşı koru mak gerekiyordu. Romalılar genelde savaşmak istemiyorlar, daha zi yade entrikalarla uıraşmaktan, lüzumsuz şeylerle vakit geçirmekten zevk alıyorlardı. Bu yüzdendir ki, V. Yüzyıla gelindiıinde Roma or dusu Germen, Arap ve Berberi paralı askerlerden teşekkül etmişti. Senatoyla iyi ilişkisi olan veya imparatorun gözüne giren bazı Roma lı subaylar da orduda hizmet veriyorlardı. Ancak bu ordu ülkeyi dış düşmaniara karşı olduıu kadar Mani heist, Mitraist ve Hristiyanlar gibi iç düşmaniara karşı koruyamadı. Kafiderden nefret eden bu gruplar kendi aralarında kıran kırana bir 5 1 Robertson Dj. S. lstoriya xristianskoy tserkvi. T. 1. cmS., 1 890. C. 1 33. 52 Age., p. 170.
A S YA V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
205
kavgaya tutuşmuşlardı. Özellikle de Hristiyanlar! Kilise tarihinde et nik yükseliş safhası oldukça sarih bir şekilde gözlenmektedir. Afri ka'da etnik yükseliş donatizm teşkil eder. tspanya'da 304'de gnostip e[piskop Pristsilliyan yakılmış; Mısır'da ise Ariuslar A[anasievlerle tartışmışlardır. Aryanlar Cermenler'i maglup ederek, büyük kısmını Hristiyanlıştırmış ve katolikligin 38l'deki başansından sonra Arya nizm onlar için Romalılar'a karşı çıkışın sembolü halini almıştır. Her halükarda doguda önce alt-etnos, sonra etnos ve daha sonra da süper-etnos-Bizans olarak konfessiyonal toplumlardan sürekli bir kuruluş prosesi geçirerek teşekkül etmiş ve böylece possionerlik Caz Iahgı ortaya çıkmıştır. Ekonomik, politik ve sosyal şartlar sebebiyle bu possionerlik Cazlalıgı olmayan batıda ise kimera, direnç gücünü hızla yokeden parçalara bölünmüştür. Kayıtsızlık ve umursamazlık, Canatizm, avantürizm ve kavgacılıktan daha ziyade patojen Caktörler den kaynaklanırlar. Bu yüzdendir ki Bizans pek çok felakete maruz kalırken, Batı lmparatorlugu yıkılmıştır.
11-IV. Y'iizyıllarda Barbarlar Medeniyelin yıkıldıgı bu yıllarda Roma'nın Rhen-Tuna sınırlan nın kuzeyinde de bir galeyan meydana geldi. Fakat bu defa farklı bir dominantla. Il. Yüzyılın ortalannda Baltık Denizi'ni geçen Gotlar Rug ve Vandallar'ı Tuna'nın en baş a&zına kadar sürdüler. Bu, Güney İsviçre'ye kadar uzanan, Karpatlar, Küçük Asya ve Suriye üzerinden Habeşistan [Aksum] a kadar dayanan eksen üzerindeki tipik bir pos sioner itki idi. I. Yüzyıldan itibaren tıpkı alev dalgalan gibi passi onedik kıskacında kalan halklar henüz soysuztaşmayan Romalılar'la girdikleri savaşlarda yanıp kavruldular. Dacialılar iki, Yahudiler üç, Markomanlar bir ve yine Quadlar bir dda Roma ile savaştılar. Bu didişmeden sadece starta geç basan Gotlar galip çıktılar. Proses mekanizması basit: Roma süper-etnik sistemi sürekli [akat yavaş yavaş te[essüh etmişti. ltaatkar ve güçlü savaşçılan olan Traia nus ve Hadrianus galip gelmişler, Marcus Aurelius ise ancak sınırlan nı koruyabilmişti. Decius ve Valerianus lSl'de Gotlar ve 160'da Pers ler tarafından bozguna ugratıldılar. Onlann bu galibiyeti güçlü ol duklanndan degil, Romalılar'ın zayıflıgtndan kaynaklanıyordu. Nite kim Palmirali bir Arap olan Odenathus passioner iıkinin uyandırdıgı
AV R A S Y A ' D A N
206
Suriye'den Persler'i kovmayı başarmıştır. Halbuki bu tarihe kadar Su riye, imparatorluıtın karmaşatarla dolu en zayıf bölgelerinden biriydi. Peki Odenathus bu gücü nereden almıştı? Elbette ki emrindeki kah raman kumandanlardan ve halktan! Passionerlik genetik olarak yayı lan bir alarnettir ve bu yüzden de geniş bölgelere sirayet eder. 53 III. Yüzyılın ortalannda Elbe ve Rhen nehirleri arasında güçsüz ve serkeşane yaşayan Germen kabileleri bir askeri ittifak teşkil etti ler. Böylece Tevtobursk ormanında üç Varro lejyonunu başarıyla püskürttükten sonra Germanicus'un Romalı ordulannın sınırlann dan içeri dalışını dahi engelleyecek kabiliyenen yoksun olan ve re likt haline gelmiş bulunan bu eski kabileler yeni isimler altında ye ni etnik gruplar teşkil ettiler: Franklar-azadlar, Saksonlar-testereci ler, Alamanlar- karga deynekleri ve Suebler-serseriler.54 Bunlar, Av rupa'da kendi boy yapılarını muhafaza etmekle birlikte istisnai ola rak savaş yani askeri demokrasi için kurulmuş organizasyonlardı. Çünkü bazı kabileler boy yapılarını muhafaza ediyorlardı.
Bu itkinin temas etti�i topraklarda Slavyanlar'ın atalan Lugiler ve Venedalar yaşamaktaydı. 55 Bunlar enerjik oluş konusunda Germen ler'den geri de�il. hatta bazan ileri bir düzeydeydiler. Kısa sürede Baltık Denizi'ne kadar uzanan bölgeleri ele geçirip, bir sonraki yüz yıl Balkan Yanmadası'na yayılarak Rosomon kabileleriyle karşılaş tıkları Dinyeper'e kadar geldiler. 56 Daha sonralan Do�u Slavyanlar'ı ve Rosomonlar eski Rus etnosu şeklinde birleştiler. 57 Ancak bunlar III-IV. YÜZyıllarda sadece müttefik idiler. Çünkü Romalıları ma�lup ederek 27 l'de bütün Dacia'yı ele geçiren Gotlar her ikisinin de müş terek düşmanı idi. Etnik yükselme döneminde akan kan, obsküras yon safhasında akan kandan daha az de�ildir. 160-360 yıllan arasında dünyanın neresinde banş hüküm sür müştür? Avrupa'yı, Yakın Do�u'yu ve Orta Asya'yı sarsan çarpışma53 Kosmiçeslıaya antropoelıologiya: tanilıa i metodı issledovaniy/1 Gumilh' LN., lvanov K.K. Etnosfera i lıosmos. L, 1984, p. 2 1 1 . 54 Veber G . Vseobşçaya istoriya. T.IV. M., 1893, p . 447-451 . 55 Artamonov M.l. Spomıye voprosı drnrneyşey istorii slavyan i Ru sii/KpaTKHe COOISD(eHHJI
H HCTHTyTa HCTOpHH
NaTepHaJJ bHOA
KYJJbyYpw !KCHHMK). 1 940. Bwn. VI. C. S.
56 Rıbakov B.A. Drevnlye rusıli CoaeTCKa.R apxeonont.R. ı 953. T.XVII. C.
23- 104; CKpliCHHcKaJI E.4. KoNNeHTapHH. B KH . : Hop,ııaH. O npoHc
xo:ııc,ııeHHH H ,ıı e.RaHHJIX roToa. M., 1 960, c. 279.
57
·non.RHe, .R:ııc e HWHe peKoNaJI pycb• ınoaecTb aepeNeHHWX neT).
A S YA V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
lardan hangi etnos uzak kalabilmiştir? Bunlar, mevcudiyetlerinden haberdar olsalar bile bu zaman dilimini pek hatıriamayan tarihçiie rin kaynaklannda zikredilmeyen Hunlar'dı. Eski co�rafyacılann gö çebe halklan pek kale almadıklan düşünülebilir ama gerçek hiç de öyle de�ildir. josephius, Flavius, Lukianus ve Ptolemaeus Alanlar'la ilgili bilgiler vermektedirler. Ama Hunlar konusunda sadece Ammi anus Mareellinus ancak IV. Yüzyılın sonlannda geçerli olan bazı ya bancı kelimelerle detaylı bilgiler vermektedir. Alanlar Sarmat kabilelerinden biriydi. A� Mareellinus onlarla ilgi li şunlan yazıyor: "Komşu kabileler üzerinden kazandıklan kısmi zaferlerle onlan yavaş yavaş zayıflatarak, hepsini tek bir boy halinde birleştirdiler. "58 Ikinci Han döneminin Çinli co�rafyacılan da onlar dan bahsetmekte ve kurduklan devlete "Alanya" adını vermektedir ler.59 Alan topraklan Kuzey Kafkasya ile Don ve Volga nehirleri ara sındaki bölgeyi içine alıyordu. Tanm ve hayvancılı�ın revaçlanması na karşılık sanat ve sanayide o kadar ilerleme kaydetmemişlerdi. Her ne kadar Sarmatlar göçebe tskider'le yerleşik düzen yaşayan lskitler'i soy kınmına tibi tutup iz bırakmamışlar ve Kınm'a sı�ınan az bir kısmı da bilahare Gotlar tarafından ortadan kaldınlmışsa da, Alan lar'ın kültürleri, lskit kültürünün bir devamı idi. Batı Sarmatlan, Raksalanlar ve Yazigiler Tuna sahillerinde Roma lılar'la sürekli savaşmışlar;60 do�lulan ise "Alan Kapısı" da denilen Daryal Bo�azı üzerinden Ermenistan ve Media'ya girmişlerdir.61 Kı sacası Alanlar 200 yıl boyunca sürekli savaştıklan için, komşulan Hunlar'ın unututmasına sebep oldular. Bu tesadüfi bir şey de�il. da ha ziyade tariht bir muammadır.
Çal ve Zaman Delişimi De�şiklikler önce Büyük Bozkır'ın tabiatında kendini gösterdi. IV. Yüzyılın ortalannda musanlar Atlas Okyanusu'nun ya�ur yüklü bu58
Skrijinskaya Y.Ç. Kommentarii, p. 274-279. 59 Biçurin, Sobraniyc, 111229. 60 lmparator Tacitus'un icraatlanyla ilgili kısa açıklamalardan Alanlar'ın Golar'la müttefık olduklan anlaşılmaktadır. ( CM.: Be6ep r. Yx. C0'-1. T.IV.C. 5 1 5)
61 Media Atropaten: Bugünkü Azerbaycan.
208
AV R A S Y A' D A N
lutlannı Gobi Çölü üzerine taşımış; siklonlar ise Atiantik'in nemli bu lutlannı Volga boylanna, Tann Daglan ve Targabatay daglanna alıp getirmişti. 1li nehri Balbaş Çukuru'nu tatlı sularla doldurmuş, Sırder ya Oxus bataklı�nın su seviyesini yükselterek onu yeniden Aral Gö lü haline getirmişti. Güneyde orman-stepler tayga denizine dönüş müş, daha önce yaklaşık 200 yıl Hunlar'ın yerleşim yerleri olan kuru stepler tekrar yeşil bitki örtüsüyle kaplanınca sürüleri semirmeye baş lamışu. Ancak yeni göçüp gelen az sayıdaki muhacirlerle Batı Sibir ya'nın seyrek yerlileri arasındaki ilişkiler çatışmalara dönüşecegi yer de ; kısa sürede dostane temaslan neticesinde politik bir ittifak leşek kül etmişti. Bolgar ve Sabır kabilelerinin uzun yıllar "Gunno" öneki ni taşımış olmalan da bunun en güzel delilidir. O dönemde [IV. Yüz yıl) kendisini Hunlar'dan saymak bir gurur vesilesi idi. Ne var ki bu degişimi bir başka şekilde yorumlayan Alanlardı. ll. Yüzyılda onlar Hazar civannda gözlerinin önünde kuruyup gitmiş olan vadileri terk etmişlerdi. Yine de boralan onlann topraklanydı. Hatırlannda kalan tek şey de bu idi. Ancak do� taraftaki stepler en vai çeşit yeşil bitki örtüsüyle kaplanınca Alanlar, Orhon ve Selenge sahillerinden göç ederek gelenlerin ltilve Yayık sahillerinde yaşama haklannın olmadıgını göstermek zonındaydılar. Hunlar'la savaşan Alanlar etnoslann veya sosyal sistemlerin hayatından daha hızlı de gişime ugrayan ve sürekli degişen tabiat tarafından kandınlmışlardı. Ne yazık ki tariht kaynaklann verdikleri bilgiler bu konuda bölük pörçüktür. Hun-Alan çarpışmalan eski tariht bilgilere göre 350'de, ama kılı kırk yaran kaynaklann bildirdiklerine göre 360 yılında62 başlayıp, 3 70'de Hunlar'ın zaferiyle noktalandı. Üstelik de Alanlar Hunlar'dan kat be kat güçlü olduklan halde. Hunlar tıpkı Yüeçiler (Sogdiyanlar) ve Parthlar gibi yakın dövüşte Sarmat taktigini uygu lamışlardı. Pul zırhlara bürünmüş, bir ucu atın boynuna baglanmış olan zincirli uzun mızraklı süvariler, atın hız yönüne göre çok güç lü darbeler vurabiliyorlardı ve hatta bunlar lll. Yüzlılın en iyi piya deleri olarak bilinen Roma lejyonlannı da ezip geçmişlerdi.
Alanlar'ın arkasında Amal boyundan Germanarich tarafından ku rulmuş olan muazzam Got krallıgı vardı. Bu krallık Baltık'tan Azak Denizi'ne, Tisza'dan Tona'ya kadar uzanıyordu.63 Devletin başında 62 Skrijinskaya Y.Ç. Kommcntarii, p. 270. 63 Veber G. Age., IV/593.
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
209
Ostrogotlar vardı; Vızigotlar, Gepidler, Yazigiler,M Dacia'da kalan Vandallar•ın65 bir kısmı, Taifallar, Karplar, Herullar, onların güney komşuları Skirler ve kuzeydeki Rosomonlar, Venedler, Marden (Mordvin) ler, Meren (Merya)ler, Tüdo (Çud) lar, Vas (Ves) ler ve di �erleri Gollar'ın tebaalan idiler. Kırım stepleri, Karadeniz sahilleri ve Kuzey Kafkaslar da Gotlar'a aitti. Bu yüzden Gotlar'ı yegane ümit olarak gören Alanlar arkalannın sa�lam oldu�unu zannediyorlardı. Di�er yandan Alanlar'ın müstahkem kaleleri vardı ve Hunlar kalele re saldıramıyorlardı. O halde Hunlar, Romalılar ve Persler'in yapa madıklarını başararak Alan ve Gotlar'ı nasıl yenm işierdi? Tariht kaynaklar yani IV. Yüzyıla ait mülahazalar hiçbir şeyi net olarak açıklamamakta; sadece bazı vakıaları tespit etmekte; ama so rulan soruları cevapsız bırakmaktadırlar Sorumuzun cevabını alabilmek için coırafyaya dönelim. lll. Yüz yılda kutup bölgesine yönelen siklonlar, IV. Yüzyılın ortalarında ço rak alanlara kaydı. Neticede daha IV. Yüzyılın başlannda rutubetli yani ormanla kaplı alanlan genişletmişti. Böylece yıllık düzenli ya �ışlar ve kış aylannda muntazam kar ya�ışlan başladı. Tabii bu kar lar ilkbaharda eriyince ormanlık alanlarda yaşayan halkiann hiç de hoşuna gitmeyen su baskınlan meydana geldi. Bu yüzden Karadeniz sahillerindeki bozkırlara do�ru ilerlemiş olan Gotlar Do� Avru pa'nın güneyinde kalan büyük bir alanı hakimiyet altına almayı ba şardılar.66 Baltık (Litvan) halklan Penza boyunca uzanan bütün or manlık ve kırsal alanlara yayıldılar. Venedler Vistüla ile U.ba (Eibe) arasındaki bölgeyi işgal ettiler. Ancak bu iki halk Got hakimiyeti al tında bulunmakla birlikte muhtemelen otonomilerini muhafaza et mişlerdir. Çünkü hiç de uygun olmayan iklim şartlan ba�ımsızlık mücadelelerine girecek güce sahip olmalarını engelliyordu. 64 Vizigotlar ve Gepidler: Gollar'ın batı kollan. Yazigiler: Pannonya'daki Sarmat kabilesi. 65 Vandallar'ın Romalılar yanında yer alan diger kısmı 277'de Bretania'da iskan edilmişti. (Veber G. Age., IV/517) 66 Taifallar: IV. Yüzyılda Seret'te yaşayan ve Gotlar'ın müttdiki olan degi şik orijinli bir German kabilesi. Karplar: Aşagı Tuna, Prut ve Serct ci vannda yaşayan bir kabile. Muhtemelen Dacialılar. Bunlar III. Yüzyıl da Ostrogotlar'ın müttcfiki olarak Romalılarla savaşan bir kabiledir. Herullar: "Skif" (yani German) kabilesi. Gennanarich tarafından fethe dilen Azak Denizi sahillerinde yaşıyorlardı. Skrijinskaya Y.Ç. Kommcn tarii, p. 25 1-254, 279.
210
AV R A S Y A ' D A N
Böylece Germanarich, passionerlik seviyesi yüksek olan Gollar'ın bu seviyenin altında bulunan kabileleri itaat altına alması sonucu mozaik bir imparatorluk kurmuştu. Fakat itaat altına girmeyen Ru glar, Rosomonlar ve Antlar ne olacaktı? Bu aynca ele alınması gere ken bir konu. Şimdi de IV-V. Yüzyılda Hunlar'ın sahip olduklannı şöyle gözler önüne seren inandırıcı versiyonlan aramaya başlayalım. A. Mareellinus ve jordanes, Hunlar'ın Alanlar'ı maglup etmeleri ni özel bir savaş taktigine borçlu olduklannı kaydediyorlar. "Alan lar'ın, uzun savaş tecrübeleri olmasına ragmen, dış görünüşleri, ha yat tarzlan ve insaniyel yönünden onlardan farklı olan Hunlar, duş manlannın savaş güçlerini kısmen zayıflatarak, onlan itaat altına al dı. "67 Geleneksel olarak bu yeterli bir açıklamadır ama olayın kiın hiınü ögrenmek isterseniz yetersiz kalır. Bu arada Alanlar neden Hunlar'ın savaş taktiklerini almadılar? Bunun için tastarnan 200 yıl lan vardı. Bilahare ata ve sfıvariye düşmanın yaklaşmasını önleyen uzun mızraklarla mfıcehhez Hunlar, Gotlar'ı da yenmedHer mi? Di ger yandan Alanlar savaşçılann dinlenebilecegi kalelere sahiptiler ve Hunlar kaleleri fethedemiyorlardı. Hayır, bu versiyon gerekli ama tatmin edici degil. Etnogenez safhalannı karşılaşuralım. Hunlar ve Sarmatlar akran dır. Her iki halk da tarih sahnesine M.Ö. III. Yüzyılda çıkmıştır. Yani 700 yıllık bir sürenin sonunda her ikisi de kınlma safhasında idi ve üstelik Hunlar dış darbeler ve etnik bölünmeler gibi engellemelerle de yüz yüze gelmişlerdi. Bu saflıada etno-sosyal sistemi bozan ve lü zumsuz yere yük olan pek çok süb-passioner ortaya çıkar. Alanlar'da da böyle olmuştu ama Hunlar kendilerine ayak baıı olacaklan Siyen piler'e terk etmişlerdi. Işte bu Hun siıb-passionerler Siyenpiler'le hız lı bir şekilde kaynaşmış, yerlerine o kimera etnos türemişti. "Baş egmeyen" yeni passioner Hunlar -ki batı steplerinde yaşıyor lardı- bu oldukça agır pozisyondan çıkmayı başarmışlardı. Onlar, düşmanla karşılaşıp onu maglup etmek yerine dost bulabilecekleri topraklar aramaya başladılar. 360'da Bizans tarafından da destekle nen Got-Alan ittifakıyla savaşmaya başlayan Hunlar'ın, kendi dilini konuşan, kendi inancını paylaşan ve kendi zevklerine sahip bulunan
67 lordan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, p. 9 1 .
A S Y A V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
211
ama Hunlar'la birlikte hareket eden, onların saflarını dolduran pek çok dostlan vardı. Işte size simbiozun verebilecegi şey! Ancak simbioz sadece tahammül ve karşılıklı anlayış göstermek suretiyle elde edilebilir. Süb-passionerler eyyamcı olduklarından ge nelde tahammüllüdürler ama anlayışlılık hepsinde bulunmaz. Çün kü egoisttirler. Dolayısıyla süb-passionerler herkesi hafife alırlar ve tıpkı A. Marcellinus'un yaptıgı gibi komşularından nefret eder, onlar hakkında kötü konuşurlar. Simbiyozu teşkil edebilmek için hayal gücüne ve hüsn-ü iradeye sahip olmak gerekir. Buna, popülasyon düzeyinde özellikle etnogenezin akmatik safhasında yani genç et noslarda rastlanır. Hunlar, Huyung-unlar'ın tekrarlanmaz gençligini teşkil eden kesimidir fakat bu gençlik dönemi de sadece bir yüzyıl onları idare edebilmiştir. Gotlar da yükselme safhasında bulunan genç bir etnostu. Ancak onların devleti, Romalılar'ın dışındaki komşulannın geleneklerini hi çe sayan, kimseye sempatiyle bakmayan kuvvet prensibi üzerine ku rulmuştu. Gotlar, Konstantinus Magnus'un torunlarının dini olan Ariizmi benimsemişler fakat bazı Bizans cemaatleri yani Romeiler Hristiyanlar Ortodokslugu benimsedikleri için onlar bir noktada tec rit edilmişlerdi. Mitraist Antlar, Yeneler ve Sklavenler göründügü ka darıyla kendilerine kan ve din yönünden yabancı olan türedilerin başlannda hakim zümre olarak bulunmasından rahatsızdılar. Güya Germanarich tarafından itaat altına alınan kabileler arasında özellikle Rug (Rugor] lar ve Rosomonlar bizim dikkatimizi çekmekte dir. Birinciler Gotlar'dan çok önce Skandza Adalan'ndan gelmiş bir kabiledir. Gotlar onları Baltık sahillerine ve Baltık karşısındaki adala ra sürmüşlerdi. Muhtemelen bugün bu adalar Rügen ismini de onlar dan almışlardır. Ruglar ve komşulan Vandallar'ı Tuna sahillerine ka dar güneye sürenler Gotlar'dır ama onların Ruglar üzerinde hakimiyet kurup kurmadıklarını ve berikilerin Tuna'dan Norik'e kadar saçılarak bagımsızhklannı koruyup koruyamadıklarını bilmiyoruz. X. Yüzyıl Alman vakanüvisleri Kiev Prensesi Olga'yı Rug ( Rugor] imparatoriçesi olarak gösterdikleri için Ruglar bizi digerlerinden da ha fazla ilgilendiriyor. Dolayısıyla onlara göre Rus halkı Rug kabile sinin bir koludur. Jordanes Orta Dinyeper civanda yaşayan halkları Rosomonlar olarak adlandırmaktadır.68 Rosomonlar hiç şüphesiz
68 Age.,
p. 9 1 .
212
AV R A S Y A ' D A N
eski Ruslar'ın atalandıı-69 ama acaba V. Yüzyılda ltalya'ya kadar yayı lan tarihi Ruglar'la ne gibi alakalan vardı? Rosomonlar'ı Tuna hattı üzerinde yaşayanlarla deıil de, Dinyeper sahillerinde yaşayan diıer halklarla birlikte Gotlar'dan kaçan Rug grubu içinde göstermek ayartıcı bir olaydır ama bunu ispat etmek zordur. Çünkü Rosomon lar jordanes'de bir defa zikredilirler. Halbuki diıer şekil açık: Roso monlar tıpkı Ruglar, Vandallar ve Antlar gibi Gotlar'ın hakimiyeti al tında deıildiler. jordanes onları "hain millet" diye tavsiC etmekte ve Gotlar'ın başına gelen felaketierin müsebbibi olarak göstermektedir. Belki de haklıydı. 370'de Alanlar'ın Hunlar'la girdikleri savaşı kaybettikleri ancak tamamıyla fethedilip, itaat altına alınmalannın mümkün olmadııı ortaya çıktı. Seyyar Hun süvari birlikleri Hazar Denizi'nden Azak Denizi'ne kadar uzanan Kuzey Kafkas steplerini kontrol altında tu tuyorlardı. 70 Sadece daıiık kaleler ele geçirilememiş ve göçebeler steplere giden nehir kollarını kendilerine üs olarak seçmelerine ragmen genel anlamda Tuna'yı kontrol altına alamamışlardı. 7 1 Aşa gı Tuna Herullar'ın kontrolündeydi. Herullar Skandinav görünüm lü olsalar da yerli bir halktı ve bilahare Germanarich tarafından ita at altına alınarak Germenleştirilmişti. Kumandanlan Odovakar ta rafından 476'da İtalya'yı fe theden bu halka Herullar deniliyordu. Son derece çevik ve alışılmışın dışında uzun boylu idiler. Komşu halkiann hafif piyade birliklerini onlar teşkil ediyorlardı. Onların Hunlar'la çatışmaya girip girmedikleri konusunda herhangi bir bil giye sahip degiliz. Hunlar'ın Aşagı Tuna boylarını ele geçirmeye kalkışmamaları da bunu gösterir. Çünkü Hunlar kendilerine başka bir güzergah bulmuşlardı. 69 Rıbakov B.A. Dmıniye rusı. 70 "Maiotis yönüne dogru .. ft (Ammian Mansellin, XXX, 2,1) 71 Orta Don üç taraçayı şerit gibi çevirir. Aşagı akımında sahiller orman la (tukay) kaplıdır. Ona akımı ise igne yapraklı çamlarla bezeledir ki yerli halk ve askerf birlikler için iyi bir sıgınaktır. Don Kazaklan'nın XIII. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıla kadar Nogaylar'dan burada gizlenerek korunduklannı hatırlatalım. Hunlar'ın onlan yenebitmek için sayıca üstün olmalan gerekirdi. Halbuki Hunlar'ın sansız sanaksız birlikleri oldugu şeklindeki rivayetler Avrupalı tarihçiterin fantazilerinden baş ka bir şey degildir. Gerçekte ise Hunlar bu savaşlarda gönüllü birlikler kurmuşlar ve küçük bölüklerle saldırmışlardır. Zaten sayılan 370 yılın da oldukça azdı. Durum daha sonraları degişmiştir tabii.
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
213
jordanes'in anlattıgına göre 371 yılında bir grup Hun süvarisi Ta man Yanmadası'nda gördükleri bir geyigin peşine düşerler. Nihayet dişi geyigi deniz kenannda sıkıştınrlar fakat geyik birden denize da lar ve körlernesine yüzerek Kınm'a ulaşır.72 Avcılar geyigi takip ederler ve altında geçitler bulunan sulu bir yere ulaşırlar. Hemen di ger silah arkadaşlarını çagınrlar. Yel gibi yetip gelen Hunlar SkiC ya'nın yani Kuzey Kınm'ın bu sahilinde oturan kabileyi bir solukta ele geçirirler.73 Bundan sonrasını tahmin etmek güç degil. Hunlar o dönemde henüz tahkim edilmeyen Perekop'a kadar sızarak, en iyi savaşçılannı vaki bir Hun saldırısına karşı Don'un sag tarafını koru mak için göndermiş bulunan Gotlar'ın arka bahçesinde belirivermiş lerdi. Artık Hunlar'ın Azak civarındaki vadileri ele geçirmelerine kimse mani olamazdı.
V. Yüzyıl tarihçilerinden Eunapios şöyle der: "Maglup tskider (Gotlar) Hunlar tarafından kılıçtan geçirilmiş ve ço� ölmüştü. Ba zıları yakalanıp kanlan ve kızlarıyla birlikte katledilmişti. Çünkü katHarnda ayınm yoktu. Bazılan ise bir araya toplanarak kaçmaya gi rişmişlerdi. "74 Elbette burada bazı abartılar vardır. Halbuki gerçekte pekçok Ostrogot Hunlar'la birlikte kalmış ve meşhur Katalaun sava şında onların safında çarpışmışlar, daha sonra ise Nedao nehrinde 72 jordancs'in kaynak gösterdigi Ablabius, Herullar'ı lskitler'e mensup kılmaktadır. Bu tarihi konu için bkz. CKpıtcM HCKa.R E.4. YK. cot�. C.89, Z66-Z67; Erul'un Herul'un Ozdeşi olarak gösterilmesi ise bizim hipote zimizdir. 73 lordan. O proisxojdaıii i deyaniyax gotov, p. 90-91 . 7 4 Skrjinskaya "geyik efsanesi" konusunu yorumlarken V. Yüzyılın ilk ya rısında yaşamış yazarlardan jordanes ve Zosimus gibi septikierin gö rüşlerine kaulmaktadır. jordanes Gollar'ın başına gelen bu trajik olay Iann kötü ruhlar- Gunlar'ın atalan tarafından deniz ötesinden gelenler ce gerçekleştirildigini ileri sürmekte, Zosimus ise şöyle yazmaktadır: "Benim ele geçirdigim malümlta göre Tanai suyuyla beslenen Kimmer Bagazı'nın sulan çekildigi bir sırada onlar (Gunlar) Asya'dan Avru pa'ya yürüyerek geldiler." (Skrijinskaya Y. Ç. Kommcntarii, p. 271) Ben Zosimus'a inanıyorum. Sebebi şu: IV. Yüzyılda kutuplardan bozkıra hızla akıp gelen siklonlar Volga, Don ve Dinyeper (Özü)in dogdugu or manhk alanı nemiendiren fırtınalar getirmiş olmalılar. Bu nehirlerin taşması sonucu sürüklenen topraklar Volga'da delta, Don'un aşagı akımlannda sıg yerlerin teşekkül etmesine yol açmış; bilahare bunlar Azak Denizi'nin dalgalan tarafından parçalanarak Kerç bogazının sıg laşmasına sebep olmuştur.
214
AV R A S Y A ' D A N
onlara karşı vuruşmuşlardır. Ancak başka bir husus daha önemlidir: Germanarich'in devleti bir kabileler ittifakı değil, daha ziyade "mo zaik imparatorluk" idi. Gotlar'ı mağlup eden Hunlar birçok kabileye bağımsız olma imkanı sağlamış ve bunlar yabancı fatihler tarafından saygı görmüşlerdir. M.I. Artamanav "Çemyachovsk gömüt alanlan kültürünün" bü tün yönleriyle Gotlar'a atfedilmesi gerektiğini kaydetmektedir. Hal buki Gotlar'ın hakimiyeti topu topu lll ve IV. Yüzyıl olmak üzere iki asır sürmüştür. Bu yüzden eğer bu kültür monolit değilse yani Got, Sarmat ve muhtemelen Slavyanlar'ı (Antlar'ı) da içine alıyorsa, bu durumda Hun istilasına tesadüf eden IV. Yüzyılın ortadan kalkması gerekir.75Artamonov'un çıkışı şaşırtıcı olmakla birlikte, şüpheli bir durum daha var: Çemyachovsk kültürü orman-step bölgesinde ge lişmiştir; halbuki Hunlar bozkırlıdır. Yerli Slavyanlar, Litvanyalılar ve Fin-Ogurlar onlara yardım etmiş olamazlar mı? Diğer yandan Hun istilasından daha önce Bospor hükümdarlığının bulunduğu He len şehriyle Pantikap (Kerç) da zarar görmüştür. Bu bölge Roma'nın haşmetli günlerinde özel yerini ve bağımsızlığını korumuş, IV. Yüz yılda ise yine Romalılarca kaderine terk edilmişti. Augustus ve Tibe rius zamanında güney sahildeki şehirler önemli ticaret merkezleriy diler. Bozkırlılar buraya köle ve deri getirirler, Romalılar ise karşılı ğında şarap ve lüks eşyalar verirlerdi. 76 lll. Yüzyılda Gotlar Bospor lulan, ülkelerini Küçük Asya ve Grekya'ya yapacaklan saldınlar için üs olarak kullandırmaya icbar ettiler. 77 Bu olaydan sonra Besporlu lar kendilerini yüzüstü bırakan hain Romalılan hiç sevmediler. An cak Hunlar, Kuzey Kafkasya'ya gelince sabık Bospor hükümdarlığı nın bütün şehirlerini ortadan kaldırdılar. 78 Peki eğer Hunlar, kale muhasarasında ve kaleleri ele geçirmede başarısız iseler neden He len kaleleri bir bir teslim oldular? Neden Bosporlular dahi kayıtsız şartsız teslim olarak Hunlar'ın himayesine girdiler? Bunun nedeni bizzat Hunlar'ın kendi kumandanlan Balamber'e tam olarak itaat et miş olmalan ve sıkı bir disiplin içinde bulunmalanydı. Halbuki Grekler'in gemileri vardı ve iki yanlan da denizle çevriliydi. Mahvol maları veya kurtulmalan için birazcık enerji yeterliydi! 75 Eski Yazariann İskitler ve Kalkaslar Hakkındaki Bilgileri. T.l. Greçiskiye pisateli, SPb., 1 983 , s. 726. 76 Artamonov M.l. 1storiya xazar, p. 46-5 1. 7 7 Mommzen T. 1storiya Rima, V/272. 78 Age., p. 2 1 1 .
A S Y A V E AV R U P A ' D A K i H U N L A R
215
Işte obskürasyon safhası budur. Bu safhada yok olup gitmek di renmekten daha kolaydır. Eger kurtulma kabiliyetine sahip enerjik bir Grek çıkmış olsaydı, elbette ki o da Stiliche ve Aetius'un akibeti ne ugrardı. 79 Çünkü etnegenezin statik kanunu budur. Hunlar'ın sa bık Bospor hükümdarlıgındaki Helen şehirlerine uyguladıklan katli amın sonucu olarak, artık Bizans lmparatorlugu haline gelmiş olan Dogu Roma lmparatorlugu da Hunlar'ın düşmanlan arasına girdi. Perekop'a gelen Hunlar orada cehalet döneminde degil, aksine yükseliş safhasındaki halklada karşılaştılar. Bu halkiann enerjileri de yeterinden fazlaydı fakat bu enerjiyi batı yönüne sürükleyecek deminantiara sahip degillerdi. Germanarich zaten 1 10 yaşındaydı ve karşılaştıgı açmazlardan çıkıp kurtulacak güce sahip olmadıgı gibi degişen durumlara göre pozisyon alacak halde de degildi. Sırtını Vi zigotlar'a dayamıştı. Çünkü Vizigotlar'ın krallan ünvan ve iktidar dan yoksun "göstermelik"80 hükümdarlardı. Bütün güçleriyle ba gımsızlıgıklannı koruyanlar Gepidlerdi fakat en kötü durumda ola nı Venedler (Slavyanlar) dı. Germanarich, ihanetinden dolayı hanı mı Rosomonka Sunilda'yı vahşi atlara baglatarak parça pz.rça ettir.;. mişti. Fakat Rosomonka'nın kardeşleri Saros ve Ammios kralı yara lamışlardı.8 1 Gerçi Germanarich ölmemişti ama düzelmemişti de ve yaşlı bir bunak olarak işlerini eline yüzüne bulaştırarak çekip çevir meye devam ediyordu. Gerçi bu olaydan daha önce Germanarich hayli kalabalık olan ve başlangıçta karşı koymayı deneyen Venedler'i82 itaat altına almış; hatta Estler (Litvanyalı Aistlar)i83 da itaat altına almış ve böylece Ostrogotlar'dan nefret eden bir tebaa daha edinmişti. Halbuki Hun lar, Ostrogotlar'ın aksine düşman degil dost anyorlardı ve bu yüzden 79 336 yılında Bospor henüz Romalılar'a aitti; fakat kısa süre sonra Roma lmparatorlugu Kınm'daki Grekler'i kaderleriyle başbaşa bırakarak çe kildi. 80 Her ikisi de imparatorlann emriyle haince öldürülmüştü. 81 Veber G. Age., p. 593. 82 lordan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, p.9 1-92. 83 "Hatta şimdi (VI. yüzyılda.L.G.) onlar her yerden kudurmuşçasına sal dıracaklardır." diye kaydediyordu Jordanes Yenedieri kastederek. lor dan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, p.90.lşte size passioner itkinin sının. Venedler, daha sonra ise Sakslar ve Franklar dizginlenemez ge netik bir possionerlik sayesinde staru geride bırakıp Cinişe geçecekler dir.
AV R A S Y A ' D A N
216
de Gollar'dan kaçan bütün kabile ve halklar onlarla temasa geçmek teydiler. 375'de iyice kapana sıkıştı�ını anlayan Germanarich kılıçla kendini vurarak hayatını noktalayınca, Ostrogollar'ın bir kısmı Hunlar'ın hakimiyetini kabul etti, di�er bir kısmı ise kolay kolay tes lim olmak istemeyen Vizigollar'a sı�ındı. Ostrogollar, uzun süredir hükümdann mensup oldu�u Amal boyuyla rekabet eden Balt kabi lesi tarafından yönetiliyorlardı. lşte bu etnik aynlık tek bir etnesun birbirine düşman iki ayrı halk halinde bölünmesine yol açmıştı. Bu arada Hunlar batıya do�ru ilerlemeyi sürdürdüler. Vizigollar onlan Dinyester nehrinin sahillerinde bekliyorlardı. Hun birlikleri nöbetçilerin olmadı�ı bir yerinden Dinyester'i geçerek Vizigollar'a arkadan saldınp pani�e yol açtılar. Gotlar'ın büyük bir kısmı Tuna dolayianna kaçarak imparator Valentinos'a sı�ındılar. lmparatorun kararıyla Tuna'nın öte yakasına yerleştiler ve Hristiyanlı�ı kabul edip, Aryanizmi benimsediler. 84 Az miktardaki kafir Vizigollar ise Atanarich'in önderli�inde i�ne yapraklı Gilee ormanlannda, Prut'la Tuna arasında gizlendiler. Fakat Hunlar'a daha fazla direnemeyece �ini anlayan Atanarich 3 78'de lmparator Theodysius'la anlaşarak sa vaşçılanyla birlikte federasyon hukukuna sahip bir müttefik kuman danı gibi imparatorun hizmetine girdi. Ostrogolar'ın başına gelenler daha da kötüydü. Germanarich'in ölümünden sonra Gotlar ba�ımsızlıklannı ve şereflerini istirdat et meye giriştiler. Germanarich'in halefi Vinitarius "içi yana yana Hun lar'ın hakimiyetini kabul etti. "85 IV. Yüzyılın sonlannda "gücünü is pat etmek maksadıyla ordusunu Antlar'ın sınırianna sevketti. llk çar pışmalan kaybetmişti ama bundan sonrası için temkinliydi. Hüküm darları Boja'yı , o�ullan ve onyedi kumandanla birlikte çarmıha ger dirdi."86 Bu tuhaf başına buyruklu�u nasıl algılayabiliriz? Sanırım Eunapios'un Hunlar'ın vahşili�i konusundaki bu hikayesi hayli mü bala�alı. Bir kere 376'dan sonra Vizigollar Ostrogollar'ın bir kısmını da beraberlerine alarak çekip gittikten ve bir Got kabilesi olmakla birlikte, Gepidler zayıf düştükleri ilk fırsatta Ostrogotlar'dan koptuk tan sonra Gollar'ın bu kadar askeri bulmaları mümkün de�Idir. 87 84 85 86 87
Valentius o dönemde Ariusçulukla eş degerdi. lordan. O proisxojdcnii i dcyaniyax gotov, p. l lS. Skrijinskaya Y.Ç. Kommcntarii, p. 320. Age., p. 206-208.
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
217
Antlar nüfusça kalabalık ve güçlüydüler.88 Onlarla savaşmak hem zordu, hem de sonu felaketle bitebilirdi. Muhtemelen bu du rum Hunlar'ı onlarla müttefik olmaya itelemişti. Kral Boja'nın katle dilmesinden bir yıl sonra yapılan çagnya cevaben Hun hükümdan Balamır (Balamber) . kendisine sadık kalan Ostrogotlar'ın yardım ta lebine icabet ederek Vinitarius'a hücum edip, birkaç başarısız hü cumdan sonra nihayet Erak (Aşagı Dinyeper) nehri sahillerinde vu kü bulan çarpışmada onu öldürdü. Bu olaydan sonra bozkırda uzun bir barış dönemi yaşandı. Gunlar V. Yüzyılın başlarında hiçbir direnişte karşılaşmadan batı ya dogru ilerlediler. lik bakışta bu durum şaşırtıcı gelebilir ama biz yine de olayiann seyrine ve Pannonya etnoslannın tarihi cografya lanna bir göz atalım. Dacia'da Got kabilelerinden olan Gepidler ol dukça güçlenmişlerdi ve kumandanlan Ardarich Atilla'nın şahsi dostuydu. Kumandanları Allatius ve Safrach kendilerine baglı Ostro gotlar'ı Pannonya'ya götürerek Tuna nehri sahillerine iskan etmişler di.89 400 yılında ise aynı nehrin sahillerinde Hunlar görünüverdiler. Asi Got lider foederati Gaina, Konstantinopolia halklarıyla girdigi çatışmayı kaybedince Tuna sahillerine kaçmış fakat orada Hunlar ta rafından yakalanarak kellesi kesilmişti.90 Aynı sıralarda Romalı ge neral Gaudentius'un oglu Aetius Hunlar nezdinde rehin olarak bu lunuyordu ve akranlan Atilla ve bilahare Hun kralı olacak olan am cası Rugila'yla sıkı fıkı dost olmuştu. Böylece Hunlar, muhtemelen aralarında Antlar ve Ruglar'ın de bulundugu pek çok kabilenin des tegiyle, savaşmaksızın Pannonya'yı işgal etmişlerdi. "Gun ordasının kanlı istilası" böyle mi olurmuş? ! Ama Hunlar'ın düşmanlan da vardı. Daha dogrusu Hunlar'la müttefik olan kabileterin düşmanları. Mesela Suebler Gepidler'in, Vandallar Ruglar'ın; Burgundlar ve öfkeli Alanlar ise bizzat Hunlar'ın düşmanlanydılar. Bu halklar Hunlar'ın korkusuyla ülkelerini terk etmişler, 405'de zorla ltalya sınırlanndan içeri dalmışlardı. Bunların başında bulunan Radagais yakalanan Romalı senatorlerin hepsini 88 Belki de Antlar konusunda tek tartışmasız husus budur. Bütün tarihçi ler birbirinden farklı görüşler ileri sürmektedirler. Ben bunlardan Ant lar'ı Slavyan ve Polanyalılar'ın atalan olarak kabul eden görüşle hemfi kirim. 89 lordan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, p.92. 90 Age., p. 301 .
218
AV R A S YA' D A N
tannlara kurban edecegine ant içmiş fakat kendisi Stilicho ordusu tarafından kuşatılarak, yakalanmış ve kellesi kesilmişti. Sadece bu yürÜyüş bile Hun baskısının Avrupa halklan üzerinde ne gibi neti celer dogurdugunu göstermektedir. Aslında herkesin kafasında yer eden Büyük Halk Göçleri 169-170 yıllannda Gollar'ın "Skandza"dan çıkışlanyla birlikte vukO bulan Markoman savaşlarıyla başlamış91 ama Hunlar'ın Volga ötesindeki bozkırlarda görünmesi üzerine kim se yerinden yurdundan olmamıştır. V. Yüzyılın başlannda Hunlar'ın ana askeri karargahı Karadeniz sahilleri boyunca uzanan bozkırlarda kurulmuş ve 412'ye kadar Bi zans elçileri oraya gidip gelmişlerdi. Öyle de olsa Hunlar'ın Tuna sa hillerine göçmelen sürekli şekilde devam ediyordu ve Macaristan puştası (bozkın) bildigirniz sebeplerden ötürü V. Yüzyılda Hunlar ta rafından terk edilineeye kadar onların vatanları olmuştu. Bozkır böl gesini kıskaç altına alan kuraklık döneminden sonra bazı iklim dal galanmalan Sibirya ormanlannın ve orman-stepterin güneye dogru genişlemesine yol açmış, dolayısıyla kuru bozkırlar daralmış, daha dogrusu Hunlar'ın oturduklan bölge küçülmüştü. Yogun göçebe hayvancılıgı için insanlar tarafından fazla iskan edilmeyen geniş me ralar şarttır. Bozkınn bol kalorili bitki önüsüne alışmış olan atlar ve koyun sürüleri ormanlık alanlarda nemli otlarla beslenemezler ve ayrıca da bol kar düşen yerlerde yem bulabilmek bir meseledir. Ot lan biçip kış için stok yapmak gerekirdi. Halbuki Hunlar bunu bil miyorlardı. Bu yüzden yerli halkın emegini sömürebilecekleri başka topraklan fethelmeye giriştiler. Ancak hem sayıca az olduklan için Hunlar kendilerini saglama almak zorundaydılar, hem de hiç olma masından iyidir kabilinden savaş ganimetierinden mahrum olmama lıydılar. Avrupalı passioner barbarlar ugradıklan toprak kaybını an cak Roma lmparatorlugu'ndan telafi edebileceklerini anlamışlardı fakat teşkilatianmaları iyi olmadıgından önce tam başansızlıga, son ra yan başansızlı�a u�radılar. Romalılar Burgundlar'a Rhôn vadisini; Vandal, Sueb ve Alanlar'a lspanya'yı; Vizigotlar'a Akvitanya'yı ve Franklar'a Gallia'yı bırakıvermişlerdi. Ancak geriye kalan barbarlar da bu ziyafetten pay istiyorlardı. Bilindi�i gibi akıllı bir yönetici da ima kitlenin arzusuna göre vaziyet alan kişidir. Rugila da akıllı ve dikkatli bir kumandandı. 430'da Hunlar, Rhen nehrine ulaştıkların da o hemen Roma'yla diplomatik münasebetlerini düzeltmeye giri91 Veber G. Age. , p. 3 10.
A S YA V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
219
şerek Gallia'daki Bagauda isyanını bastırmak için imparatorluga kendi ordusunu vermekte bir sakınca görmedi. Rugila 434'de öldü ve böylece taht, kardeşi Muncuk'un ogullan Atilla ve Bleda'ya kaldı.
Attila, Aetius ve Etnogenez Safhalan Avrupalı Hunlar'ın tarihleri etraflıca yazılmıştır ve daha detaylı bilgi verilmesi gereken yere sadece bir yan başlık atılabilir. Fakat hiç bir tarihçi yetişkin etnoslann karşılıklı ilişkilerinde yaşanan proble mi ortaya koymayı, yani genç, orta yaşlı ve yaşlı etnoslann ilişkileri ni kuvvetler dengesi açısından inceleyerek, çok kabiliyedi bir kişinin durumunu gözler önüne sermeyi kendisine iş edinmemiştir. Halbuki Avrupa halklannın kaderinin, kültür gelişmelerinin ve durumunun belirlendigi şu meşum yirmi yılda ahval bu merkezdeydi. V. Yüzyılda Roma süper-etnosu obskürasyon safhasındaydı ve ne redeyse bitkisel hayata girmişti. Ama Dogu Roma güçlüydü. Çünkü Küçük Asya, Suriye ve Ermenistan'ın birçok sakinleri etnogenez saf hasının akmatik devresindeydiler. Passioner itki ekseni o bölgeden geçmekteydi ve Hristiyanlar, Gnostikler ve Maniheist cemaatlar ka dim bayagılıgın enaniyetinden nefret eden genç passionerleri sünger gibi emmişlerdi. Bu cemaatlar birbirleriyle boguşmuş, dinlemek is teyen herkese kendi ögretilerinin propagandalannı yapmış ve kafir olarak kalmak isteyenlere karşı kendi şehirlerini müdafaa etmişler di. Akranlan Germanlar'dan farklı olarak herhangi bir bedel öde meksizin elde ettikleri felsefi görüşleri ve etnik dominantlan vardı. Bu felsefi görüş ne çok eskilerde, ne Helenlerde, ne Yahudiler'de ve ne de Mısırlılar'da mevcuttu. Bedel ödemedikleri şeylerin ilki Hris tos'du. Ne var ki üç asırdır imparatorlugun nimetlerinden ve lütuf lanndan bol bol faydalanan süb-passionerler bu cemaatlerin yolunu kesiyorlardı. Bunlar toplumun alt kadernesi sayılmazlardı. Çogu üst düzey görevlere yükselmiş veya orta dereceli memurluklar elde et miş kişilerdi. Ama nerede bulunurlarsa bulunsunlar aç kurtlar gibi Roma medeniyetini kemirmişler, gelecek günleri ve dolayısıyla acı sonu hiç düşünmemişlerdi. Hiçbir şeye kanşmadan o dönemin olaylannı yaşayanlara kulak verelim. 448'de Pannonyalı Priskos Atilla'nın otagında büyükelçi olarak bulundugu sırada çok pahalı "lskit" tarzı elbiseler giymiş bu-
220
AV R A S YA' D A N
lunan bir Yunanlıya rastlar. Aralannda geçen konuşmadan sonra Priskos muhatabının söylediıi şu sözleri not alır: "Şu kargaşa dö nemlerinde Romalılar'ın başına gelen felaketler savaşlarda katlan dıklan sıkıntılardan daha kötüdür. Çünkü kanun herkese aynı eşit likte uygulanmıyor. Eıer kanunu bozan kişi çok zenginse, onun yapuıı haksızlıklar cezasız kalmakta; ama dümenini çeviremeyenler kanuniann kestiıi faturalan ödemeye mecbur edilmektedirler." Pris kos ilirazda bulunarak Roma kanunlannın son derece insani oldu gunu ve "kabiliyetli kölelerin özgürlüklerini elde ettiklerini" ileri sürer. Yunanlı muhatabının verdiıi cevap şudur: "Kanunlar güzel, toplum saglam esaslar üzerine kurulmuş fakat eskilerin yaptıgı gibi hareket etmeyen yöneticiler onlan bozmaktadır. "92 Yunanlının anlatmak istediıi şey, stereotip davranış degişkenligi nin insanlara hayat veren bir faktör oldugudur. lnsanoglunun elin den çıkan kültür kalıcıdır ama Roma süper-etnosu çoktan son safha ya girmiştir. Mendillerini çıkanp ellerinden kaçıp giden kültürün ar kasından gözyaşı dökerlerken, bir başkalan onu afiyetle yemeye ha zırlanmaktaydılar. Gotlar IV. Yüzyıla kadar Slavyanlar'a biraz yer aç mak için Makedonya, Trakya ve Hellas'daki kadim halklan bir mik tar seyreltirken, Bizans surlann arkasına kilitlenmişti ve bu surlar yı kılınca Gesperia93 haritadan siliniverdi. Germanlar, akranlan Bizansidar gibi kendilerini süper-etnik bü tünlük içinde birleştirecek özelliklere ve kültür geleneklerine sahip degillerdi. Aksine daha önce topraklanndan hiç geçmemiş olan pas sioner itki Miladın birinci asırlannda mevcut olan baglan da parça lamıştı. Birieşebilmek için kendilerine bir lider gerekiyordu ve onu da Hunlar'da bulmuşlardı. Hunlar, rakipleri Alanlar ve Kuzey Çin'deki Huyung-unlar bir kınlma safhası geçirmişler veya etnik sis temlerin passioner gerginliginin önlenemez düşüş merhalesini baş tan geçirmişlerdi. Bazı şahsi özelliklere sahip olmalannın da bunda rolü olmuştur. Ekolojik nişleri olmadıgı için kendilerine gerekli olan yiyecekleri vergi veya olca (ganimet) yoluyla elde etmek mecburiye tindeydiler. Yabancı topraklarda yırtıcı kuşlara dönmüşlerdi. Yok ol mamak için komşulannı avlamak, kendilerine benzemese de, hoşla nna gitmese de, onların sunduktan, çok ihtiyaç duyduklan nimet lerden faydalanmak zorundaydılar. 92 Destunis G.S. Skaı;aniya Priska Poniyslwgo .. SPb. 186 1 , s. 55-58. Bau Roma lmparatorlugu; bu, onun VI. Yüzyılda artık kullanılmayan ismiydi. ,
93
A S YA V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
221
Possionerlikleri, savaşlardaki kayıplarını telafi eden kalabalık Ugor-Finler'in kendi saflarına kanşmasıyla erimeye başlamıştı. Ugor-Finler çok cesur, atılgan ve eneıjiktiler. Hun kumandanlara ba�lıydılar ama kalpleri bir başka çarpıyordu. Sahip oldukları özel liklerden dolayı bir Hunno-Ugor kimerası meydana getirmişlerdi. V. Yüzyıla kadar biri ormanda di�eri bozkırdaki kendi ekonomik nişin de yaşadı�ı için birbirleriyle karışıp kaynaşmalan böyle bir birlik ru hunu ihdas etmemişti. Kaderin cilvesiyle Tuna'nın daglarla çevrili vadilerine geldiklerinde Kelt-Bastama [Baştama] lar, Dacialılar Karplar, Sarmatlar-Yazıgiler ve bazı Slavyanlar da onlara katılmışlar dı. Hepsi de�işmişti ama bu de�işiklik kesinlikle daha iyi yönde ol mamıştı. Bu safiıada olaylar Atilla ve Aetius'un faaliyetlerine ba�lı olarak tamamıyla karmaşık bir seyir takip edecekti. Attila orta boylu, geniş omuzlu, koyu saçlı ve basık burunluydu. Gür bir sakalı yoktu. Küçük gözleriyle fırlattıgı şahin bakışlar mu hataplarını ürkütüyor ve ne kadar güçlü oldu�unu gösteriyordu. öf kesi korkunç, düşmanianna acımasız ama silah arkadaşianna karşı son derece şefkatliydi. Hunlar onun kabiliyel ve cesaretine güveni yorlardı. Bu yüzdendir ki Volga'dan Rhen'e kadar bütün kabileler onun sanca�ı altında birleşmişlerdi. Hunlar'dan başka Ostrogotlar, Gepidler, Türingiler, Herullar, Turcilingler, Ruglar, Bulgarlar ve Akassir (Akatir) ler onun sanca�ı altında savaşıyor; keza birçok Ro malı ve Grek de seve seve hizmetine koşuyordu. Attila tahtını başlangıçta kardeşi Bleda ile paylaşmıştı ama 445'de . onu öldürerek iktidan tekeline aldı. Çevresine toplanan Hunlar'la birlikte, esasen kendisine katılan kabilelerle beraber, Balkan Yanma dası'na akınlar düzenleyerek Konstantinopol surlanna dayandı. Sir miuro'dan Naissus'a 70 şehri yakıp yıktılar. Fakat yarımada daha ön ce iki defa tarumar edildigi için ellerine geçen ganimet zahmetlerine bile de�medi. 447'de Theodosius, ll Atilla ile çok kötü şartlarda bir anlaşma imzalayarak, yıllık vergi vermeyi ve Singidunum'dan Nais sus'a kadar Güney Tuna sahillerini bırakmayı kabul etti. Ancak onun yerine gelen Markianus hediyenin dostlar için oldugunu, düşmanla n için ise silahları bulundu�unu kaydederek 450'de bu anlaşmayı bozdu. Atilla sadece hemen öfkelenen bir Asyah de�il. iyi bir diplo mattı da. Batıda hala büyük başanlar elde edecegine kanaat getirerek ordusunu Gallia'ya dogru yola çıkardı.
222
AV R A S Y A ' D A N
Bu yürüyüş için haklı sebepleri vardı. Prenses Honoria onunla ev lenmek arzusundaydı ve daha da önemlisi, ana vatanından kovulan bir Fransız prensi ile Afrika eyaletinin başkenti Kartaca'yı zaptetmiş bulunan Vandal kralı Genzerich kendisiyle müttefik olmak istiyor du. Alık ve yozlaşmış Romalılar'ın korkması gerekmezdi. Fakat bir yürüyüş, iyi planmış olsa bile, bazen beklenilmedik sonuçlar verebi lirdi. Atilla'nın yegane güçlü ve karakterli düşmanı, passionerlik se viyesi yüksek Aetius'du. Aetius Germen bir babadan ve Romalı bir kadından dünyaya gel mişti. Yeni neslin temsilcisi ve yaralı Bizans'ı ayağa kaldıracak yeni passioner kitlenin mümessiliydi. Yakışıklı ve güçlüydü. At binmede ve ok atmada üzerine yoktu. Harbe fırlatmada ise rakip tanımıyordu. Asi lejyonerler babasını gözleri önünde öldürmüşlerdi. Şerefine düşkün ve ikbalperestti. Hunlar arasında daha önce iki defa bulunmuştu. Bi rincisinde rehindi. tkincisinde ise sürgün. Germen ve Hun dilini akı cı şekilde konuşurdu. Bunlan aralannda İtalyanlar'ın da bulunduğu lejyonerlerden öırenmişti. Kısa �ürede karlyer yapmış fakat gurur ve iktidar hırsı onu Afrika eyaleti genel valisi Bonifacius'a düşman etmiş ti. Bonifacius namuslu, iyi kalpli ve tarihçi Prokopios'un94 dediği gibi "Son Romalılar"ın temsilcilerindendi. Aetius onu kafa kola alarak is yana teşvik etmeye girişmiş; Bonifacius 429'da tspanya'dan Vandallar'ı yardıma çağırmış ama onlar gelir gelmez eyaleti kendileri için işgal et mişlerdi. Roma'ya dönen Bonifacius, Afrika'nın kaybedilmesinden ba zı entrikalar çeviren Aetius'un sorumlu olduğunu ileri sürmüş, bunun üzerine o da Gallia'daki ordusuyla Roma üzerine yürümüştü. Hassa birliklerinin kumandanı olan Bonifacius, Aetius'u mağlup etmişse de, aldığı mızrak yarasından ötürü çok geçmeden 432'de ölecekti. Hun lar'a kaçan Aetius hükümdar Rugila tarafından kabul edilmiş fakat Bo nifacius'un ölmesi üzerine ülkesine dönerek 437'de ikinci defa kon süt seçilmişti. 446'da ise üçüncü defa konsül olmuştu. O güne kadar ancak imparatorlar defalarca konsül olabilirlerdi.95 Ama barbarlan, nefret ettikleri Roma için zorlayabilecek tek kişi Aetius'du. 94
95
Yazar, Aetius'u bu şekilde nitelemişse de onunla hemfikir olmak müm kün degil. Aetius'un karakteri, ikbalperestligi, milliyetçi duygulara sa hip olmazlıgı ve maceraperestligi Romalı oldugu günlerden ziyade Bi zanslı oldugu dönemlere aiuir. Şanssızlıgından Tiberias veya Po nehri sahillerinde degil Tuna sahillerinde dünyaya gelmiş; ne o halyanlar'ı, ne de halyanlar onu sevmiştir. Skrijinskaya Y.Ç. Kommentarii, p. 302.
A S Y A V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
223
Gerek Atilla ve gerekse Aetius, her ikisi de kan, din ve hatta et nik açıdan kendilerine yabancı halkların teşkil ettigi askeri politik koalisyonların (kesinlikle kabileler federasyonu degil) başına geç mişlerdi. Gennan, Slavyan ve Ugor kabilelerinin teşkil ettigi dogu koalisyonunun başında eski Türkler'in torunları Hunlar; Gennan Kelt ve Alan kabilelerinin teşkil euigi batı koalisyonunun başında ise işgalci ve köle tacirlerinin torunları Romalılar vardı. V. Yüzyılın başlannda Gallia'yı işgal eden bütün barbarlar yani Vizigotlar, Bur gundlar, Alanlar, Armorikanlar (Wallis'den gelen Keltler, önce ana karaya göç etmişler, daha sonra yarımadaya "Bretanya" adı verilmiş tir) , Franklar ve Alamantar'ın bir kısmı Aetius tarafından birbirine düşürülmüş, sonra da bastınlmıştı. Bagaudalar'ı ise Aetius, Atilla'nın kendisine gönderdigi Hun birliklerinin yardımıyla itaat altına alabil mişti. Atilla da Bizanslı casuslann tahrik ettigi tebaası Akassirler'in yaşlı savaşçılar-96 muhalefetini bastırmak istiyordu.97 Attila ve Aetius çocukluk arkadaşıydılar. Kavga etmeleri de ge rekmezdi. Fakat hükümdarlar da en az tebaaları kadar onlara bagım lıydılar. Şu var ki yükselme döneminde kitleler sükiin içinde yaşa mak istemezlerdi. Bizans'da gelişen possioner nesil kilise çevresiyle kavgaya tutuşmuştu. Hunlar'ın ve Roma'nın içine çekildigi savaşta ise esasi muharip kesim Gennenler'di.
•50-4 72
Savaşı ve Etnogenez
Her tarihi olay, birbirini degiştiren vakıa şeklinde degil, aksine sosyal, kültürel ve idari düzeyde birbirini tamamlayan olaylar olarak farklı açılardan degerlendirilmelidir. Bizi ise konunun etnik yönü il gilendinnektedir. Önce Atilla'nın sancagı altında hangi etnoslann savaştıklanna bir göz atalım: Hunlar'ın dışında Baştamalar, Skirler, Gepidler, Herullar, Ruglar, Alamanlar, Frank, Burgund ve Türingi ler'in bir kısmı.98 Burada sadece Gennan ve Kelt halklan zikredil miştir. Digerleri muhtemelen Hunlar adı altında verilmiştir ki, Bitto gurlar veya "Karagur" (Kara Ugorlar)99, Antlar, bunlar Hunlar'ın sa96 97 98 99
Artamonov M.l. lsıoriya .xazar, p. S6'daki dn. Age., p. SS. Veber G. Age., p. 670. Yevropeus D. Ob ugorskom narode, obilavşem v sredney i severnoy Rossi do pribıliya ıuda slavyan.SPb., 1874, s. 3.
AV R A S Y A ' D A N
224
dık müttefikleri oldukları için savaşlara iştirak edemezlerdi. Birbiri ne baıımlı olmayan, her biri kendi yönetimine sahip ve sadece poli tik baılarla bir araya gelmiş olan kabHelere kesinlikle "kabileler fe derasyonu" denilemez. Halbuki pek çoıu bunu böyle zanneder. Aynı şekilde, Aetius tarafından bir araya getirilen askeri birlikler yani Vizigotlar, Alanlar, Armorikanlar, Sakslar, Frank ve Burgund lar'ın bir kısmı ve bazı Litvanlar, Ripar [Ripuar) lar ve Olibrionlar "kabile birliıi" deıildi. lOO Ancak burada bir soru sorulabilir: Eıer hükümdarları, bu insanlan savaşa iteklememişse, neden onlar savaş maya gittiler? Etnogenez bilgisi olmadan bu soruya cevap verilemez ama etnologlar için cevabı oldukça basit. Düşüş safhasıyla yükseliş safhasının etnik dominantı ters orantılıdır. Biliyoruz ki insanlar ge nelde evlerinde oturup keyif çatmak isterler ama kumandanları ge lip onları savaşa sürüklerler. Possionerliıin yükseliş döneminde ise onlar hükümdarlarını savaşa zorlarlar. Dolayısıyla süb-passionerler de aynı şeyi yaparlar ama sadece amaçsız ve düşüncesizce. Gunlar (daha doırusu Atilla'nın farklı kabilelerden teşekkül eden ordusu) Gallia'ya giderken yolları üzerinde bulunan Burgundlar'ı darmadaıın edip, hükümdarlıklarını ortadan kaldırdılar. Daha son ra güzergahları üzerindeki bütün şehirleri yerle bir ederek Orleans'a kadar gelip, oradan geri döndüler. 45 l 'de Hunlar Katalaun vadisin de Aetius'un üzerlerine doıru gelen ordusuyla savaşı kabul ettiler. Çarpışmalar çok kanlı geçmesine raımen, kimse kesin bir zafer elde edemedi. Atilla geri çekilince Aetius onu takip etmedi. 452'de Atilla yeniden hücuma geçti. Fakat bu defa doırudan ltalya'ya girip, en muhkem Aquilea kalesini zaptetti. Bozkırlı Hunlar'ın kale fethede mediklerini hatırlayacak olursak, bu defa Ostrogot ve Gepidler'in devreye sokulduıu ve Po ovasına kadar her yerin yagmalandııı an laşılır. Mediolanum [Milano) ve Pavia sakinleri ellerindeki avuçla nndakini vererek mahvalmaktan kurtuldular. Çünkü Aetius'un Hunlar'ı durdurabilmek için yeterli askeri yoktu. Romalılar banş isteyerek Atilla'ya ltalya'dan çıkıp gitmesi için büyük miktarda fidye-i necat teklir ettiler. Ordusunda salgın hasta lıklar baş gösterdiıi için Atilla teklifi kabul etti ve böylece Hunlar ltalya'yı terk ettiler. 453 yılında Atilla lldiko adında çok güzel bir Burgund kızıyla evlendi ise de zifaf gecesinde öldü. Bir yıl sonra 100
Skrijinskaya Y.Ç. Kommentarii, p.
307.
A S YA V E AV R U P A ' D A K i H U N L A R
225
Hunlar dagılmaya başladılar. Yine aynı yılın 24 Ekiminde İmparator Valentinianus kabul merasimi sırasında Aetius'u kendi eliyle hançer leyip öldürdü. Aklı başında Romalılar imparatorun sol eliyle kendi sag elini kestigini belirttiler. 455'de Vandal hükümdan Genzerich Roma'yı zaptederek askerlerine iki hafta süreyle yagmalama izni ver di. İtalya'nın bundan sonraki tarihi kan ve ateştir ki, geriye artık bir halk degil, etnos bakiyeleri kalacaktır. Attila'ya "Tann'nın Kırbacı" adının verilmesi kesinlikle yanlıştır. Atilla elbette son derece akıllı, iradeli ve kabiliyetliydi. Fakat etnik dalga öylesine güçlüydü ki, o, kendini ve halkını kurtarabilmek için kendini bu akıntıya bırakmak zorunda kaldı. Hunlar, Pannonya'da kendilerini sevmeyen düşman tebaalarla çevrelenmiştiler. Katalaun savaşında Aetius'u tazyik edenler Hun müttefikleri degil, savaşta bü yük yararlılık gösteren babadırlar olmuştu. Hunlar'ın büyük bir kıs mı İtalya'da alışık olmadıklan bir iklim sebebiyle salgın hastalıklar yüzünden ölmüştü. Onların yerini dolduracak asker de yoktu. Zaten Kuzey Karadeniz'daki Akassirler'e güvenilemezdi. Attila'nın tahtı, veliahdı olan ogullan ve yakınlan için bir ölüm tuzagıydı. Halkını yirmi yıllıgına ölümden ve mahvolmaktan kurta ran Atilla Avrupa halklan arasında neredeyse efsanevt bir isim bırak mıştı. Fakat Hun istilasından önce başlamış olan Büyük Halk GOçle ri, onlann ortadan kalkmasından sonra da devam etmiştir. Netice itibariyle Atilla ve Aetius kişisel cihetten birer kahraman, etnik cihetten katalizatör, süper-etnik cihetten ise büyük prosesin başlatıcısıydılar. Ne var ki süper-etnik prosesler tıpkı bir meteorolo ji veya sismografya olayı gibi incelenebilir ve hatta incelenmesi ge rekir. Hunlar'a gelince, onlar sadece daglara çekilerek kurtulabilir lerdi ama bunun dahi fayda saglaması uzak bir ihtimaldi.
Oç Hczimet Atilla'nın ölümü Dogu Avrupa tarihindeki zaman kınlmasıydı. Onun cenaze merasiminden sonra ogullan kendi aralannda taht kavgasına başlayınca Gepid kralı Ardarich, kendisine yeterince say gı gösterilmedigi iddiasıyla isyan başlattı. Çıkan çatışmaya Ati!la'ya itaat etmiş bulunan hemen bütün kabileler katıldı. Nihai çarpışma Nedao (Sava nehrinin bir kolu olan Nedava) nehri sahillerinde vu-
AV R A S Y A ' D A N
226
ku buldu ki Jordanes bu savaşı son derece güzel bir şekilde tasvir eder: " ... Gotlar mızraklarla, Gedipler kör kılıçlanyla, Ruglar onun vücudunda (Y. Ç. Skrjinskaya buradaki vücudunda kelimesiyle Ge dipler'in kastedildi�i görüşündedir) kınlan harbeleriyle, Suebler et kili topuzlanyla, Hunlar oklarıyla, Alanlar a�ır, Herullar hafif silah larıyla savaşıyorl�rdı. " 1 0 1 Kim kimin yanında yer almıştı? Jordanes'in metninde bu konu açık de�il. Ostrogotlar'ın Gedipler'in tarafında oldu�u kesin. Bu yüz den Alanlar'ın yani Yazigiler'in de Gedipler'in yanında yer aldı�ı dü şünülebilir. Ya Ruglar ve Suebler? 469'dan sonra onların Volga neh rinde Gotlar'a karşı savaştıklan nazarda tutulursa bu çarpışmada Hunlar'ın yanında yer aldıklan sonucu çıkanlabilir. 102 Bir süre son ra Odovakar'ın Ruglar'ın bir kısmını esir etti�i düşünülecek olursa, onun sırtını dayadı�ı Herullar'ın Ruglar'ın düşmanı ve dolayısıyla Gedipler'in dostu oldu�u anlaşılır. Aslında Jordanes bütün bu de taylan biliyordu ama olayı tafsilatıyla bilmeyen okuyucunun hiçbir şey anlaınayaca�ını tahmin edemiyordu. Bu savaşta Atila'nın sevgili o�lu llek ve 30 bin Hun ve müttefik hayatını yitirdi. Hayatta kalan Hunlar, llek'in kardeşleri Dengizik ve tmek'le birlikte Dinyeper'in aşa�ı akımına, Gotlar'ın eski yurdu do�uya gittiler. Ostrogotlar boş kalan Pannonya'yı işgal ederken Ruglar (Bizans'da kendilerine sı�ı nak bulanlar hariç) Norik'e ulaştılar. Gunlar Gotlar'a karşı savaşınaya devam ettiler fakat bu defa do �udan ikinci bir bela ortaya çıktı. "463'de Saragur, Ugor ve Onogur lar'dan Romeiler'e yani Bizans'a gelen elçi, daha önce Sabırlar (Savir ler) tarafından kovulduklan -ki Sabırlar da Okyanus sahillerinde oturan bir halktan kaçarak gelen Avarlar tarafından kovulacaklardı vatanlannı terk ettiklerini, Akassirler'i yendiklerini ve onların yeri ne imparatorlu�un müttefiki olmak istediklerini bildirdi." 1 03 Burada adı geçen halkların bugün kim olduklan anlaşılmıştır. 1 04 Saragur, Onogur ve Uroglar eski Bulgarlar'ın atalan olan Ugorlar'dır. Savirler, Sibirya taygalan kenannda yaşayan Samoyed grubuna ait 101 102 103 104
lordan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, p. 1 18. Skrijinskaya Y.Ç. Kommmtarii, p. 341 . Destunis G.S. Skazaniya, p. 87. Gumilev L.N. Tri isçe.vıuvşix naroda//CTpaHw H Hapo.ııw BOCToxa. Bwn. ll. M., 1 96 1 . C. 1 06- 1 09.
A S YA V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
bir halktır. l OS Abarlar, Bir Cungarya kabilesidir. l06 Akassirler'i mag lup eden Bolgarlar Hunlar'ın sırt tarafını ortadan kaldırmış oldular. Desna'ya kadar uzanan orman-step bölgesine yayılan Savirler, Hun lar'ın müttefiki olan Antlar'ın bir kolunu doguda durdurdular. Ant lar da Hunlar'ın müttefikleri arasındaydılar. Ancak güney-dogudaki olaylarla açıklanabilecek bu ani ve ürkü tücü kabile göçleri neyle izah edilebilir? Ve böyle bir savaş neden çı kabilirdi? Halbuki aralannda bir sahra şeridi bulundugu için Sibirya halklarıyla güneyli komşulan arasında 200 yıl boyunca herhangi bir çatışma olmamıştı. IV. Yüzyılın ortalannda Atiantik siklonlannın güzergahını degiş tirdigini tekrar hatırlatalım.l 07 Güneye kayan bu siklonlar kuzeyde ki taygaları degil, güney kısımlan nemlendirmeye başladılar. Kuru çöl yeşerip oturolmaya müsait hale geldi. lşte o zaman Orta Asya'da başlayan olayiann yankısı ta Dogu Avrupa'ya kadar ulaştı. Muhtemelen Büyük Bozkır'ın giderek daha fazla rutubetlenmesi hayırlı bir şeydi ama bu hayırlı şey Savirler için bir felaket oldu. Sa virler'in önemli bir kısmı vatanlarını terk ederek, kendileri için p�k de gurbet sayılmayan bir yere geldiler. Zafer kazandılar ama bu zafe rin meyvesini toplayamadılar. Hazar Denizi'nin batı sahilleri üzerin den lran'a gelen Savirler hayatta kalabilmek için ya tran şahlannın ya da Bizans imparatorlarının hizmetine girmek zorundaydılar.l08 Kuzey Savirler'i dil cihetinden Slavlaştılarsa da Ross'lar ve Antlar'la uzun süre savaştılar. l09 Demek ki Büyük Bozkır'ın tabii şartlannın optimal seviyeye düş mesi Savirler, Bolgarlar ve Akassirler için felaket olmuştur. Orman lık bölge üzerinden gelen siklonlar, ltil ve kollarını yagmur sularıy la besteyince Hazar Gölü'nün su seviyesi 3 metre yükseldi ve aşagı Terek'den gelen Hazarlar'ın yaşamasına elverişli deltatar oluştu. ı ıo 185 186 107 108 109 ı ıo
Anamonov M.l. lstoriya .xazar, p. 69-78. Biçurin, Sobraniye svedmiy po istriçeskoy geografıi Vostoçnoy i Sere dinnoy Azii, p. 542, 549, 553. Gumilev L.N. lstoki ritma koçevoy kulturı Sredinnoy A�ii (Opıt istori ko-geografiçeskogo sinteza)// Hapo,nbl A3HH H AıJipHKH . 1 966. Nt4. Artamonov M.l. lstoriya xa�ar, p. 60-78. Şevçenko Yu.Yu. Na rubeje dvux dniçeski.x substratov Vostoçnoy Yevro pı. L. , 1977, p. 39-58. Gumilev L.N . Otkrıtiye xa�arii. M . , 1 966, p. 63-64.
228
AV R A S YA' D A N
Tabiat ebediyete kadar co�raft bölgeleri ve oralarda yaşayan halklan de�iştirecektir. Kontrol edilemeyen tabii sistemler gibi etnoslar da belirli bir bütünlük içinde do�acak ve sistem ba�lannı kaybetti�i za man da ortadan kalkacaklardır. Ya insanlar? Onlar di�er milletierin bünyesine kanşarak hayatlannı devam ettirecekler ve kaybolan ıni zilerini yavaş yavaş unutacaklardır. Bu tür de�işikliklerin faydasız oldu� söylenemez elbette. Bazı fertler veya kişiler yok olacaklardır ama etnogenez safhalan boyun ca ferdin yok olması zaten kaçınılmaz bir vakıadır. Burada prensip ler dışında gelişen herhangi bir şey yok. Organizma hayatı gibi etno genez prosesinin de bir başlangıç ve sonu vardır.
Fdakct Bolgarlar'ın indirdikleri sırt darbesinden -Akassirler'in hezimeti sonra Hunlar'ın durumu ümitsizdi. Fakat onlar eski Türklük asale tini ve sehatkar Ugor yenilmezli�i hasletini muhafaza etmekteydiler. Her iki atalanndan savaşta ölmekten korkmama terbiyesi aldıklan için Hunlar'ın hükümdan Dengizik, Gotlar'la çarpışmaya devam et ti. Üç Hun kabilesi -Ultzinzur, Bittogur ve Bardor'lar- ve Gotlar'ın düşmanı olan German Angiskir kabilesi tarafından destekleniyor du. ı ı ı Keza Nedao açıklanndaki savaştan sonra Pannonya'da hayat ta kalan ve yine bir Hun kabilesi olan Sadagiler de onun yanınday dı. l ll Gotlar V. asnn 60. yılında Sadagiler'e saldırmış, fakat Dengizik de güney Pannonya'daki Basian şehrine bir akın düzenlemişti. Got lar bu durumda Sadagiler'i rahat bırakıp Hunlar'a hücum etmek mecburiyelinde kaldılar fakat bu arada istedikleri başanyı elde etmiş olan Hunlar Podneprov bozkınna çekildiler. Sadece Gotlar'ın de�il. düşmanlan Hunlar'ın ve hatta Bizans'ın dahi elini kolunu ba�layan böyle bir şaşırtmaca hareketinden sonra Dengizik Konstantinopol sarayıyla müttefik olmak, ticart ilişkileri geliştirmek için teşebbüste bulunduysa da ani ve beklenilmeyen bir ret cevabı aldı. Dostane münasebet tesisi beklenirken savaş çıkıver di. Ama neden? Gotlar hem mel'undular, hem de Roma lmparator lu�u'nun daha sonraki dayanaklanydılar. 90 yıl boyunca (378-468)
l l l Skrijinskaya Y.Ç. 1 12
Age., p.
333.
Kommmtarii, p. 340.
A S Y A V E A V R U PA ' D A K i H U N L A R
229
ltalya ve Balkan Yanmadası halklannı ya�malamışlardı: Makedonya lılar, Trakyalılar, Helenter'in biıyiik bir kısmı ve lllirialılar'ın bir bö lümiı etnografya haritasından silinmişlerdi. Fakat bunlann yerine imparatorluk hassa ordusunun paralt askerleri arasına çok sayıda Goı savaşçısı katılmıştı. Sabık Arilerll3 olan Gollar i5l 'deki Khalke don (Kadıköy) konseyinden sonra halkiann görilimemiş ölçilde ka to lik ve monofıst rabipiere destek verdi�i da�lardaki millederi, seve seve tepelediler. Baştaki yönetim tarafından barbariara kurban edi len halk ise sadece göz yaşı dökebildi. Batıda Sueb Ritsimir, do�da Alan Aspar -ki Germen hassa bir liklerini kumanda ediyorlardı- Roma ve Konstantinopol'u barbarla ra karşı savaşmaya hazırladılar. Ritsimir İtalya'yı miıdafaasız bıraka rak salgın bir hastalıktan öldiı. Zaten ltalyan halkı da eski asaletini (yani passionerli�ini) kaybetmişti. Do�uda ise Got hassa birlikleri tarafından başkenti ele geçirilen I. Leo sadece Godar'a de�il. aynı za manda Pannonyalı miıttefıklerine de yıllık vergi ödemekten bıkmış tı. i63'de Ari Aspar Bizans'ın yegAne miıttefıki Dengizik'i ma�lup ederek, kellesini kesip Konstantinopol'a gönderdi. Resmt tarih kayıtlan Hunlar'ın Bizans'a karşı başanlı akınlar diı zenlediklerini göstermektedir. Ancak Hunlar'ın batıdan Gotlar, do �udan Bolgarlar ve kuzeyden Savirler tarafından kuşatılmış oldu �unu göz önünde bulundlU"IIlak gerekir. Orada yeni bir savaş nere de olabilirdi ve kim için yapılabilirdi? Gotlar'dan aferin alacagı için Hunlar'ın malıvolması Aspar'ın işine getirdi. Hunlar'ın Tuna nehri ni neden geçtikleri anlaşılabilir. Ancak Aspar öldiıriıliıp, hassa bir likleri i7 l 'de Savir birliklerince hezimete ugratılınca -ki bunlar müstakbel imparator Zenon'un kumandası altındaydılar- Hun lar'ın Tuna'yı savaşmak niyetiyle de�il. imparatorlugun tebaası ol mak maksadıyla geçtikleri ortaya çıkar. Nitekim onlara Küçiık Si1 13
Ariizm, 376'da lmparator Valentinianus'la yapılan anlaşma mucibin ce Gotlar tarafından tesadilfen kabul edilmiş, bilahare Dogu German kabilelerinin etnik sembolü ve Gotlar'ın düşmanı lmparator Theodo sius'un himayesine sıgınan lznik ortodoksianna karşı çıkışın alemi haline gelmiştir. Yoksa Ariusçulann üzerinde tartıştıklan dogmatik konular Godar'a son derece yabancı hususlardı. Ancak insanlar etno genezin kritik salhalannda felsefeyle degil, kendisinin ve düşmanla nnın nerede olduguyla ilgilenir. Etnik temas sırasında, dint unsurlar ,ilişkilerin mılsbet veya menfi yönde gelişmesini belirlerler.
2.30
AV R A S Y A ' D A N
kifya (Dobruca)'da 1 1 4 toprak verilmiştir. Ve böylece bu tarihten iti baren Hunlar'ın tarihteki sayfaları kapanmıştır. Onların yerini ise kadim Bolgar kabilelerinden Uturgurlar ve Kuturgurlar ve Ogor (Ugor)lar alacaktır. VI. Yüzyılda ise Don'dan Karadeniz sahillerine kadar uzanan bozkırlar Hazarlar'ın yardım euiıi Göktürkler'in ha kimiyetine girecektir.
Zaman-Gdenek tlişkisi An'anevi Çin tarihi-coırafya kaynaklan "batı bölgesinden (Tanm havzasının kadim ki ismi bu idi) batıya geçen Hun hanedanı" hak kında belli-belirsiz bilgiler verirler ki, bunlar elbette Atilla'nın dev leti yani Hunlar hakkında duydukları bazı rivayetlerdir. Efsaneye gö re bütün kabile öldürülür. Sadece dokuz yaşında bir çocuk hayatta kalır ve düşmanlan onun da el ve ayaklarını keserek bataklııa atar lar. Orada bir dişi kurt ondan hamile kalır. Düşmanları çocuıu tek rar bulup öldürürlerse de dişi kurt kaçmayı başanr ve Altaylar'a ge lerek bir maıaraya sııınıp orada on erkek çocuk doıurur. Kız çocuk Iann olup olmadııı konusunda herhangi bir kayıt yok. Birkaç kuşak geçtikten sonra A-hsien-she (Arslan-şad) maıaradan çıkar ve ]u-jan hanının vassalı olur. Bundan sonrası hakanlııın normal tarihi seyriy le ilgilidir. Bu karmaşık efsanenin yanı sıra Türkler'in (eski Türk ler'in) ortaya çıkışıyla ilgili iki efsane daha anlatılır. Bunlar daha az romantik fakat daha çok inandırıcı, daha doırusu gerçekçidir. Bir efsaneyi mot-a-mot anlamak pek inandıncı gelmeyebilir. Fa kat onun muhafaza edilen bazı detaylan önemlidir. Çocuk bir batak lııa atılmıştır. Bu bataklık muhtemelen Hunlar'ın çok aıır bir hezi mete uıradıklan Balaton gölüdür. Macarca'daki "balaton" kelimesi de Slavca "boloto" (balata okunur) kelimesinden gelmektedir ki, Hunlar tarafından yapılan çevirisi olduıuna inanılmaktadır. Sakat bırakılmış on yaşındaki bir çocuktan hamile kalan dişi kurt: Bu da tıpkı Gallialılar'ın "horoz"u, Plantegenetler'in "Ingiliz le apan" veya Ruslar'ın "ayı"sı gibi bir semboldür. Dişi kurdun torun larının saklandııı maıara, Altay Daıı'nın merkezi kısmıdır ki tabii olarak saklanmaya son derece müsaittir. 1 14
lordan. O proisxojdenii i deyaniyax gotov, p . l 20; Skrijinskaya Y.Ç. Kommentarii, p. 336.
A S YA V E AV R U PA ' D A K i H U N L A R
231
Son olarak Türk hakanlannın psikolojik olarak kendilerini kurt la bütünleştirdikleri "A-shih-na" kelimesi, sözcük Mo�olca asıllı ol sa da, "asil kurt" manasındadır. Bu konu Çin kroni�inde Türk etnogenez versiyonlarından birisi olarak kaydedilmekle birlikte sadece bir poemadır fakat tarih de�il dir. Şimdi düşünelim: Elimizde sadece dördüncü tercüme var. Hun rivayeti eski Türk diline çevrilmiş, oradan Çineeye aktınlmış, ora dan da Batı dillerine tercüme edilmiştir. Şiirsel bir metnin her defa çevrilişinde orijinal de�erinden ve esteti�inden bir şeyler kaybedece �i muhakkak. Nasıl herhangi birisi "Nibelunga Destanı"nın şiirsel yanlannın başarılı kısımlarını alıp bir hikaye düzebilirse, tıpkı onun gibi bu poema da düz bir anlatıma dönüşmüştür. N ibelunga Destanı burada tesadüfen zikredilmemiştir. Çünkü bu destan Hun trajedisi nin bir aks-i sedasıdır ki, dişi kurt ve torunlanyla ilgili olan efsane çevirisi sadece Batı versiyonunun tamamıyla aktanlmasından ibaret tir. Çünkü parşömen ka�ıdı Hronos'un ölümcül darbesine aka�aç kabu�undan daha fazla dayanıklıdır. Acaba bu zayıf rivayet ilme ne verebilir? Bu itimada layık olma yan bilgiye ihtimam göstermeye de�er mi? Sanırım de�er. Çünkü o , Hunlar'la Hunlar'ın politik düşünce birli�inin kırıntılarının muhafa za edildi�ini, etnik gelenegin bozulmadıgını ve nihayet Istemi Han'ın 555'de batıya -düzenledigi seferin ll. Yüzyıldaki Hyung-nu göçüyle idea cihetinden ilgili oldugunu yani bu iki yürüyüş arasın da geçen 400 yılın, etnik hatıralan silemedigini, keza bu yürüşün ta rihi bir adaletsizligin tashihi sayıldı�ını ve Gepidler'in ve Saragur lar'ın Türklere ve Hunlar'a ihanet ettiklerini göstermektedir. Geçmi şin estetik algısı, bir halkı büyük işlere soyunduran ilham kaynagı olan güçtür. Huyung-nular'ın ve Hunlar'ın unutulmaz hareketleri Türkler'e ilham kaynagı olmuş ve söz konusu gücü saglamıştır. Böylece biri tarihi-cografya, digeri etnolojik olan iki rivayet zin ciri birbiriyle bütünleşmektedir. Üstelik de birincisi ikincisinin do� rulugunu pekiştirmektedir.
XII. YÜlYILDA MOCOLLAR VE MERKinER (Uçenıye zapiski Tartuskogo gos. Un-ta, 1977. No. 416:
Studia orientalia i Antiqua)
Müteveffa bilim adamı B.Ya. Vladimirtsov, bir aralar Xli-Xlll. Yüzyılda Mogol ulusunun kuruluşu konusunda "Ben tüm bunlann nasıl oldugunu bilmek istiyorum" demişti. Şu ana kadar bu sorunun cevabı bulunamadı, çünkü olayiann dogrulugunun tahkikinde tarih tenkit metodu olarak filolojik metodlardan yani metinterin mot-a mot çevirisinden faydalanıldı da, rivayetlerin dogrulugunu gözden geçirmek için kriminalizm metoduna müracaat edilmedi. Umumi manzaranın degişimi, meseleyi bütünüyle çözmezse de, yaklaşık olarak bir sonuca ulaşmamızı saglar; ama tümevanın metodunun yanında tümden gelim metodu da kullanılmalıdır. I Hiçbir tarihi olayda, Xlll. Yüzyılda Mogol ulusunun teşekkülü konusunda oldugu kadar birbirinden farklı görüşler ortaya atılma mıştır. Mogollar'ın istisnai ölçüde kan dökmeye düşkün, vahşi ve tüm dünyayı fethetmeye hevesli olduklan söyleniyor. Bu peşin hü küm ve yanlış görüşün temelinde, olayiann anlatımını mot-a-mot anlayan güvenilir tarihçilerin XIV. Yüzyıldaki Mogol aleyhtan iftira lan benimserneleri yatmaktadır. Daha önce yapılmış oldugu için,2 tarih tenkirlinin detayianna girmeyecegiz, ama bazı rakamlar verece giz. Xlll. Yüzyıl başlannda Mogolistan'da yaklaşık 700 bin kişi yaşı yordu ve bunlar birbirine düşman kabilelerdi.3 Kuzey ve Güney 1 2 3
K. Marks i F. Engels, Külliyat, c. XII, s. 727. Gumilev L. N. Poiski vmoşlennogo tsartva,. M. 1970. Munkuyev N. Ts. Zametki o drevnix mongolax. V sb.: Tataro-mongolı v Azii i Yevrope. M., 1970, s. 352-282.
234
AV R A S YA' D A N
Çin'de ise 80 milyon insan yaşıyordu.4 Aynı sıralarda Harezm sul tanlı�ında yaklaşık 20 milyon, Do�u Avrupa'da takriben 28 milyon insan vardı. 5 Bu nüfus oranına ra�men e�er Mo�ollar zaferler kazan mışlardı, demek ki direniş istisnai ölçüde zayıftı. Gerçekten de Xlll. Yüzyıl, tüm dünyada feodalizmin kriz yaşadı�ı bir dönemdi. Bir de, savaşı başlatanlar kimlerdi? Mo�ollar degildi! Curçenler, 1 130'dan itibaren Mogollar'a karşı bir tenkil savaşı sürdürüyorlardı. Aradan yüz yıl geçtikten sonra, 1235'de Mo�ollar galip geldiler, ama Curçenler'i ortadan kaldırmadılar. Mogollar 1 227'de de Tangut Han lıgı'nı fethettiler, ama Hara-Hoto el yazmaları Xlll-XIV. Yüzyıllarda Tangut diliyle kaleme alınmıştır. Halbuki 1405'de Çin Ming haneda nı Tangut topraklarını istila edince, bir daha bu halkın adı tarih say falannda geçmemiştir. Kıpçaklar, 1208'de Mo�ollar'ın düşmanı olan Merkitler'e ba�ırlarını açtılar ve onlarla birlikte zarar gördüler. Ha rezmşah Muhammed, Mogol tebaalannı katledip, elçilerini öldürdü. Neticede Harezmşahlar devleti ortadan kaldınldı. Batu'nun Avru pa'ya düzenledi�i sefer ise, burada ele alınamayacak kadar karmaşık tır. Zaten tarihçilerio görüşleri de birbirini tutmamaktadır. Galiba burada, her bölgede kendine özgü bir şekil alan ve lokal karakteristikler sebebiyle degişebilen genel şablonun yürürlükte ol du�u tarihlerio süreç kanunu işlemektedir. Ama etnoslar da zaten birbirlerini etkilemektedirler. Kısacası, birbiriyle yakın komşu olan halklar bu süreçte zarar gördüler. Ama suçlu aramak bilime terstir. Sulu bir ereyik içine ka rıştınlan soda ve sitrik asit, cazırdayarak bir ısı ortaya çıkanrlar. Bu, tabii olarak gelişen bir nötralizasyon tepkimesidir. Mogollar'ın yurdu, Dogu Baykal-ötesindedir ve kuzeyinde Keru len nehri yer alır. Çingis, bugünkü Mogolistan-Sovyetler sınınnın sekiz fersah kuzeyinde yer alan Delun-Boldox'da dünyaya geldi. Mo gollar'ın etnik yükselişi, Curçenler'inkiyle aynı zamana rastlamıştı. Bu iki halk birbirine düşmandı. Onların düşmanlıklan Büyük Boz kır'daki kabile ittifaklannın yer degiştirmesine yol açtı. Hatta aynı 4 5
Zaxarov 1. lsıoriçcskoyc obozrcniyc naradonasclcniya Kitaya - Trudı çlc nov Rossiyskoy duxovnoy missii v Pekine. I. S Pb., 1852, s. 282 vd. XI. Yüzyıl başlannda: Rusya - 5, 360 milyon; Polonya, Litvanya, Es tonya - 1 ,6 milyon; Finlcr- O, 446 milyon; hil civan - O, 693 milyon; Don-Karpat arasında kalan bozkır- O, 48 milyon.
X I I . YÜZYILDA MOGOLLAR V E M E RKİTLE R
235
düşmanlık bizzat Moğollar'ı birbirine düşürdü. Bu büyük olaylar, Temuçin'in Çingis ünvanıyla han seçildiği döneme kadar olan biyog rafisinde anlatılmıştır. Temuçin'in han seçildiği döneme kadar geçen olaylar, günümüze kadar yetip gelen kaynaklarda birbirine ters ve mütenakız bir şekil de anlatılmaktadır. Bununla birlikte, söz konusu kaynaklar bizim problemimizi çözmek için gerekli anahtarlan sunmaktadırlar. Dola yısıyla olayların seyrini tespit denemesinde dikkatleri bütünüyle gerçeğe yakın olanlara odaklamak gerekir. Bazı zorunlu muğlakhk lar mutlaka olacaktır, ama bunlar sonucu etkilemezler. Bu eksiklik leri de dolayh yolla, halkların ortaya çıkış ve tarihten silinişlerini in celeyen etnolojiyle gidermek mümkün. Bu satırların yazan, konuyu anlatırken, bilimsellik kuralını bir yana bırakarak, ama meselenin daha kolay kavranmasını sağlamak amacıyla akademik kuralları kasten bir yana bırakınayı tercih etmiş tir. Bu yüzden bilimsel bir araştırmadaki bu "satirik Rusça üslubu" bir tecrübe, bir tarz ve kompozisyon olarak değerlendirmenizi rica ediyorum. Bir tek kişinin, Temuçin'in biyografisini tarihi zeminin üzerine yerleştirelim. O zaman gerçeğin ve yalanın birbirine karıştığı olayla rın tashihli ve steroskopik, ama yetersiz anlatımıyla yüz yüze geliriz. Ancak bunun için olaylara bizzat kanşan kişilerin fiilierinin psiko lojik saikleri de dahil olmak üzere, Temuçin biyografisinin tüm epi zotlannı dikkatli bir şekilde gözden geçirmek gerekir. Aşağıdaki sa tırlar da bu amaçla kaleme alınmıştır.
Etnogena ve Passionerlik Etnogenez Egrisi. Tüm ta�ihi süreçlerde, - mikrokazmadan (tek bireyin yaşantısı) makrokozmaya (insanlığın bütün olarak gelişimi) kadar, - hareketin sosyal ve tabii şekilleri birbirine geçer ve çoğu kez ilişkilerin özelliklerini yakalamak zorlaşır. Bu özellik, etnosun geli şim olayının yani etnogenezin yaşandığı mezokosmosla ilişkilidir. Burada etnogenezle kastettiğimiz şey, doğuşundan, tarihten silinişi ne veya homeostaz durumuna geçişine kadar bir etnosun oluşum sürecidir. Ancak, bu demek midir ki, etnos olayı biyocoğrafik ve sos yal faktörlerin tesadüfi kombinasyonunun bir sonucudur? Hayır; çünkü etnosun nüvesi kendi elemanter kanuniarına sahiptir.
236
AV R A S YA' D A N
Geçmişte etnogenezle ilgili üç tahlil denememiz fevkalade sonuç lar verdi. Olayın sosyo-politik boyutu, oluşum, tarihi var oluş ve ta rihi çöküş - ki çöküşten sonraki bakiyeler de göz önünde bulundu rulmuştur, - aşamalarını birbirinden ayırma imkanı saglamıştır.6 Benzeri bir taksim, bir etnosun çevresindeki landşafta etkisinin7 ve zaman kategorisinin etnografik açıdan araştınlmasıyla da elde edil miştir.B Eger apsise zamanı yerleştirirsek, etnik gelişimin yansıtugı grafik egrisini, sadece sinüsoid ve sikloidlerin ana şablonunu degil, başlangıç aşamalarından kesik çizgilere ulaşıncaga kadar hızlı yük selişin yaşandıgı gayr-ı sahih bir egriyi de elde ederiz. Tüm bunlar, bazen tabii sönme süreci, bazen de bir dış müdahele oluncaya kadar oldukça yavaş ilerleyen süreçlerdir. Onu da izah edecegim. Cografi açıdan bakıldıgında, etnos, oluşum sırasında bir popülas yondur yani belli bir çevreyi kendi isteklerine adapte eden ve aynı zamanda kendisi de çevreye adapte olan benzer bireyler grubudur. Torunların hiç olmazsa çevrelerindeki tabiata karşı atalannın yaptık ları gibi davranmalan için mevcut etnolandşaftın korunması amacıy la bir denge saglanması şarttır. Tarihi literatürde buna gelenek adı verilir. Bunu sosyal açıdan ve hatta biyolojik yönden bir tür duragan ve muhafazakar toplum olarak degerlendirebiliriz. Bu olayı hayvan larda da gözlemleyen Prof. M. Y. lobaşov, ona "işaret kahtımı" adını vermiştir.9 Sosyal ve tabii disiplinler arasında bir seçim yapmaya degmez, çünkü her ikisi de degişik kısa zaman dilimlerinde meyda na gelen olaylardır ve birbirlerini tamamlarlar. Ancak, doguş yani ortaya çıkış anı kısadır. Kollektif hayata giren kişi, toplum üyelerinin fonksiyonlarını payiaşarak kısa sürede siste me adapte olmak zorundadır. Aksi halde komşulan tarafından orta dan kaldınhr. Kendini korumak için, her halüklrda yer (cografi şart lar) ve zaman (insanhgın gelişim safhası) keyfiyetiyle programlan mış özelliklere sahip kurumlara intibak etmelidir. Gerçekten de ken dini kabul ettirme ihtiyacı, sistemin hızlı bir şekilde büyümesine yol 6 7
Sıudia orianıalia e antiqua. P.,
s. H-1 16. Gumilev l. N. Eınos- JıaJr yavlmiye. Dokladı VGO, fas. 3, 1967, s. 97107.
8
9
Gumilev l. N. Etnos i Jıaıegoriya vn:merıi. Dokladı VGO, fas. 15, 1970, s. 143-157. Lobaşov M. Y. Signalnaya nasledsıvmnosı. V sb.: lssledovaniya no ge netike. No. 1, l., 196 1 .
'm
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR V E M ERKİTLER
açar ve sistemin geliştirilmesi için gereken güç popülasyonun passi onerli�nden sa�lanır. Sistemin büyümesi, çevrenin karşı koyması sebebiyle yavaş yavaş kaybolan gelişim atiletine yol açar ki, bunun sonucu bariz şekilde daha uzun iniş e�risidir. Bir etnosun hayat fa aliyetinin optimum seviyenin altına düşmesi halinde dahi, sosyal kurumlar bazen kendini yaratan etnoslard.ın daha fazla yaşayarak varhklannı sürdürürler. Ome�in antik Roma ve ma�rur Bizans'tan eser kalmadı�ı halde Roma Hukuku'nun Batı Avrupa'da uygulaması na devam edilmiştir. E�er apsiste zaman gösterilmişse, ordinata ne ilave edilebilir? Muhtemelen etnogenez sürecini yani passionerli�i stimüle eden enerji şeklini. lO Bu durumda hatırlamak gerekir ki, maksimum pas sionerlik - minimum da olsa aynıdır, - hayatın ve kültürlerin gelişi mine hiç de elverişli olmayan şartlar yüzeye getirir. Aşın passioner hararet, gerek sistemin kendi içinde (etnik veya süper-etnik boyutta) ve sistemin sınırlannda yani etnik temas bölgelerinde çok kanlı ça tışmalara sebep olur. Bunun aksini düşündü�müzde, yani passi onedik seviyesi sıfıra düştü�nde, hangi ülkede olursa olsun, halk, durgunluk ve tam atalet sebebiyle etnik ve tabii direnme gücünü kay beder. Fakat bu, her zaman mahvolmaya giden en kestirme yoldur. Demek ki, passionerlik tüm etnogenetik süreçlerde vardır ki, bu da bize global ölçülerde etnolojik karşılaştırmalar yapma imkanı sunar. Henüz passionerli�i ölçmeye yarayan bir ölçüm cihazı bulunma mış oldugu için hAla önümüzde bir problem var. Bu yüzden şu anda elimizde bulunan malzerneye dayanarak, ancak passioner basıncın yükseliş ve düşüşü çokluk veya azlı�ı (yani etnosun hayatındaki olaylann kesafeti) konusunda bir şeyler söyleyebiliriz, ama bu kaç defa olmuştur, onu biz de bilmeyiz. Ancak tespit etti�imiz hedefin önündeki bu engel aşılabilir; çünkü biz istatistiki nicelikleri de�il. süreçleri gözden geçiriyoruz. Dolayısıyla biz, ileride elde edilecek kesin bilgilere ulaşılmasına basamak vazifesi görebilecek bir netlik le etnogenez fenomenini tarif edebiliriz. Her bilim dalında, fenomenin ne oldugundan önce, onun ölçüle bilirli�i ve yapılan yorumlar önce gelir. Öme�in elektrik, başlangıç ta dışandan birbiriyle ilişkisi olmayan de�işik olayiann ampirik ge nelleştirilmesi olarak keşfedilmişti. Ancak, e�er etnogenez şablonla nnı özellikleri birbirini takip eden olayiann tamamı için tek tip olal O Gumilev L. N. Etnogcnc� i ctnosfcra- "Prirodaw, 1970, no. l ,
s.
46-55.
238
AV R A S Y A ' D A N
rak uygulasak ve hatta etnogenez enerjisine tabiatı da ilave etmek zorunda kalsak bile, yine de ilk patlamaların veya passioner dürtü leTİn sebebi açıklı�a kavuşmayacaktır. Etnoslann tarihinde sadece kaynaklarda sözü edilen sosyal çatış malan veya müteselsil olayları görüyoruz. Birey veya toplumun dav ranış motifleri ve dolayısıyla olayların sebepleri birbirini takip eden tarihçiler tarafından tespit edilmektedir. Verilen bilgilerin do�rulu �u. onların olgulara uygunlu�uyla kontrol ediliyor. Örne�in bizim görüşümüzü Mo�ollar'ın muammalı bir şekilde güçlenişi ve Merkit halkının XIII. Yüzyıl başlannda yok oluşunun açıklamasına uygula yalım. Sonuncuların sadece bazı bakiyeleri Tölesler, Teleüder, Kirey ler, Başkirler ve Torgoudar arasında kalmıştır. ı ı Henüz XIV. Yüzyıl da Merkider'in torunlarına Mo�ol deniliyordu, ama itaat altına alı nıncaya kadar Mo�ollar'ın bünyesinde de�illerdi. ı ı Farklı ihtimalle re binaen onları bazen Türkler'den, bazen Samoidler'den saydılar. Sonuncu ihtimal daha do�ru görünüyor (sebebi aşa�ıda izah edile cektir), ama bunun do�ru olup olmadı�ı konusunda do�rudan bel gelere sahip de�iliz. l 3 Bu sis arasından çıkmak için Mo�ol-Merkit savaşlannın birinci saflıasını sıradan bir çatışma olarak kabul edip, XII. Yüzyıl Mo�ol ta rihiyle ilgili kaynaklardaki bilgileri maksirnal detaylarıyla gözden geçirelim. Bu, bize Mo�ol etnos ve toplumunun gelişim özelli�ini ve Merkider'in Mo�ol tarihindeki yerini gösterecektir. Ancak, anlatımı daha çok yer gerektirdi�i için, 1200- 1 2 18 yıllan arasındaki büyük olaylan bir yana bırakmak zorundayız. Bu, çalışmamıza zarar ver mez. Çünkü ileri sürdügümüz tezin anlaşılması ve do�rulu�nun kontrolü için sunaca�ımız malzeme yeterlidir.
Atalar Sarı it. Mukayeseli etnoloji yardımıyla, passioner itki anını etno genetik sürecin görünen başLmgıç ça�ından ayıran periyodun sürekıı 12 13
Gumilev L. N. Po povodu •yedinoy • geofrafii. Vestnik Leningradskogo un-ta, ı 967, no. 6, s. ı 24-1 28. Grumm-Grjimaylo G. Y., Zapadnaya Mongoliya, s. 425. Kozin S. A. Sokrovennoye skazaniye; Pallidiy Kafarov. Starinnoye mon golskoye skazaniye o Çingishane (Yuan çao pişi).
239
X I I . YÜZYILDA MOGOL L A R V E M ERKİTLER
liligini yaklaşık olarak tespit edebiliyoruz. Bu kuluçka dönemi, ge nel olarak 150 yıl kadar sürer; ancak, degişik halkiann ..başlangıçta rı" hakkındaki bilgimiz, çogu kez bir etnosun tarih ..başlangıcını" gecikmeli olarak tespit ettigimizden, hayli farklıdır. Bu durum, Xlll. Yüzyıla kadar Çinli cografyacılann haklannda çok az bilgi sahibi ol duktan Mogollar'ın tarihi için geçerlidir. Bu cografyacılar, Monu (mong-nu) kabilesinin VII-IX. Yüzyıllarda Güney Baykal'da, daha sonra ise Monsan dagında yaşadıklannı var sayıyorlardı. Mogollar, X-XII. Yüzyıllarda Kıtanlar'ın dostu, dolayısıyla Tatarlar'ın (tsu-pu) rakibi ve Curçenler'in düşmanıydılar. Onlarla Mogollar arasında... nehri ( ? ! ) vardı. 14 Mogol etnogenezi ve tarihinin en eski periodu konusunda birkaç mitolojik versiyon mevcuttur. Bunlann bize geregi yok. Mogol tarih çileri, �dece genealojiyle ilgilenmişlerdir. Siyasi olaylar, sosyal du rumlar ve kültür hareketleri ise ilgi alanlannın dışında idi. Dolayı sıyla, XX. Yüzyıl tarihçisine mutlaka gerekli olan ilm-i tarihin iske leti durumundaki tarihler tespit edilmemiştir. Bununla birlikte, dog rulu� konusunda bizzat Mogollar'ın dahi şüphe duyduklan efsane lerio ortaya çıkış dönemi olan ikinci yan efsanevi tarih, Xl. Yüzyıl ortalanndan itibaren başlar. Mogol halkının ninesi sayılan Alan-koa, kocasından iki erkek çocuk ve gece yansı çadınn duman hacasından ışık saçarak içeri süzülen ve san bir iti andıran parlak renkli bir de likanlıdan da üç çocuk dogrurur. Bu delikanlıdan yayılan ve dul ka dının rahmine süzülen ışık, güya onun hamile kalmasına yol açar. Alışılmış türden bir mucize. Çagdaşlan için dahi garip olan bu birleşmeden Bodonçar dünya ya gelir. Başlangıçta biraz aptalca olsa da, görünüşe göre tipik bir passioner. Egitilmiş şahinle avlanması, herhangi bir komşu kabileyi kendine baglaması ve yine herhangi bir boy kültünü getirmesi aşın abartılarla anlatılır. "Mavi gözlü" anlamına gelen Borcigin kabilesi nin de aralannda bulundugu birçok Mogol boyu, asıllannı Bodon çar'a bagladılar. Mavi göz ve san saçlar ise "san it"den türemiş olma nın eseri olarak kabul edildi. Efsaneyi yorumlamaya çalışalım. Bir kere bu efsanede iki temel unsurun etnik karışım olayı ile popülasyonun fiili ortaya çıkışı anla tılmaktadır. O zamana kadar Onon sahillerinde, kimsenin dikkatini 14
Kıçanov Y. 1. Oçcrlri istorii tangutslıogo gosudartsva. M., 1968, 256.
s.
253-
AV R A S YA' D A N
240
çekmeyen yani etnik homeostaz safhasında bulunan kabileler yaşı yorlardı. Bunların geçimieri tabii ekonomiye baglıydı. Gelenekiere baglı olarak toplu halde yaşıyorlar ve gittikçe unutulan ata mirası dünya görüşlerini yaşatıyorlardı. Hatta aynı etnik sübstratlar arasın daki ilişkiler bile ortadan kalkmaya başlamıştı. Sırf huzur içinde ya şamak için birbirleriyle karşılaşmak şöyle dursun, birbirleri hakkın da bilgi sahibi olmak dahi istemiyorlardı. Fakat Bodonçar'ın 970'den önce dogan torunlan zamanında, etnosun şekilleome süreci başla mıştı. Ancak, o da iki kabile grubuna aynlmıştı. Biri Alan-koa'nın rahminden düşen Nirun, digeri eski Darlekin. Birden boy reisierinin adları sivrilmeye başlamıştı. Bunlar, henüz han degillerdi. Aldıkları ünvanın tam anlamı "başta oturan kişi" yani "temsilci" anlamına ge liyordu. l S Bunlardan biri, en gözde boyların (Noyankin, Tayci'ut, Aralud, Kuyat-gerges, Haburhod, Sunid, Hongbotan ve Oronar) ba nilerinin atası Bodonçar'ın ahfadı Kaydu idi. Mogol boyları Xl. Yüz yıl boyunca çogalmış, büyümüş ve sayılan artmıştı, ama idari kurum ancak XII. Yüzyılın yirmilerinde ortaya çıkacaktı. Bu sıralarda Mogol boylan arasında kendine özgü sosyal farklı laşmalar kendini gösterir; çeşitli ünvan ve sıfatlar türemişti: Bahadur (batur)- bogatır; seçen (se-ch'en)- bilge; mergen- avcı; bilge- akıllı; boko (bökü)- güçlü; tegin (Türkçe) - prens; buyuruk (Türkçe) emreden; tayşi (Çince) - hükümdar boyu üyesi; sengun (Çince) veliaht prens. Bunların hanımlanna ise hatun veya begi diye hitap ediliyordu. 1 6 Ünvanlar halini alan bu sıfatların, ne bütün Mogollar Alan-koa ve Bürte-Çino (alageyik ve kurt)dan türedikleri için aristokratik orijin le, ne de bugün gelip yann giden zenginlikle alakası olmadıgını, ak sine sadece kişilerin şahst icraat ve kabiliyederiyle baglanıılı bulun du�nu farketmek zor degildir. lrgen (kabile veya oymak), amorf horneostatik durumdan yeni, aksitf bir aşamaya geçmiş, yani bireyin bütün özelliklerinin harekete geçirildigi bir sisteme dönüşmüştür. Böylece insan irgenin bir üyesi olmuş; omuzuna bazı mecburiyeder yüklenen, buna karşılık gök kubbe altında kendisine bir yer bulan ve koruma saglanan bir unsur haline gelmiştir. lrgen üyesinin başı na bir iş geldiginde, bütün irgen ona yardıma koşmak zorundadır; 15 16
lubsan Danzan. Altan tobçi (KZolotoye skazaniye") Mogolçadan çeviri, M., 1973, s. 18. Vladimirtsov V. Y. Obşçestvennıy stroy mongolov, s. 74.
X I I . Y Ü Z Y I L D A M OG O L L A R V E M E R K İ T L E R
241
ancak, işledi�i bir hatadan dolayı da bütün silah arkadaşlan sorum ludur. Kollektif sorumluluk kavramı, Mo�ollar için davranış impe ratifi halini almıştır. Akrabalar arası ilişkilerin seviye ve derecesini belirleyen hukuk ve kabile üyesinin özelliklerine ba�lı olarak tespit edilen mecburiyetler, bu temel üzerine bina edilmektedir. Bu, etno genezin birinci safhasının tipik bir tesadüfi oluşumudur ve Corolin gien devletindeki feodalizmin ortaya çıkışına oldukça benzer. Hatta buna Mo�ol toplumunda göçebe feodalizmin Xll. Yüzyıldaki organi zasyonu da denilmiştir. Ama artık hiçbir şey Bodonçar yani Alan-koa ve "san it"in birin ci kuşak torunlan dönemindeki gibi de�ildi. Kardeşleri Bodonçar'ın varını yo�unu elinden almış ve kovmuşlardı. Bodonçar, yabancı ka bileyi inkiyad euirmek için sadece kardeşleriyle de�il. annesiyle de tartışmalan geçici olarak durdurma konusunda anlaşmıştı. Dikkat çeken hiçbir sosyal imperatif yok. Sadece genel problemi anlamadan sergilenen hasiretsiz bir egoizm ve şahsi kaprisler. Bunlar X. Yüzyı lın sonlarında olmuştu. XI. Yüzyılda halkın nüfusunun süratle aruı�ını da buna ilave et mek gerekiyor. Xll. Yüzyıl başlannda ise Onon vadisi artık Mo�ol lar'a yetmiyordu. Batıya do�ru. Hilok ve Aşa�ı Selenge'ye saçılmışlar, fakat burada passioner ilkiyle fazla temaslan olmamakla birlikte, atalan Samoidler Samodinin geleneklerini muhafaza eden cesur ve savaşçı Merkider'le çarpışmak zorunda kalmışlardı.
Mo�ollar'ın kendi ülkelerinde birbirlerine kenetlenmeleri gereki yordu ve onlar da genelde bu gibi hallerde başlarına bir hakan (han) seçiyorlardı. Alan-koa ve "san it"in sekizinci kuşak torunlanndan Habul-han başlarına geçmiş ve Xll. Yüzyılın 30-40'lı yıllan arasında hanlık yapmıştır. Mo�ol etnogenezinin kuluçka döneminin sona erip, Mo�ol tarihinin başlaması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Şimdi şu "san it" meselesine tekrar dönelin. Bir efsanenin harf be harf yorumlanmaya de�ece�ini sanmam. Antropoformizm ve zo omorfizm, sözlü rivayetlerin ortaya çıkardı�ı metaforlardan başka bir şey de�ildir. Mo�ol ve Tibetliler'in kendileri de, parlak saçlı deli kanlının köpek şekline büründü�ü hikayeleri isliari edebiyat öme�i kabul ediyorlardı. Bunun anlamı açıktır: Mo�ollar, kuşak hesabı yar dımıyla kendi halklarının yaşını veya ça� deşimini hesaplıyor ve ta rihlendiriyorlardı. Nasıl Hicret olayı Araplar için tarih başlangıcıysa,
242
AV R A S Y A' D A N
Bodonçar'ın dünyaya gelişi de onlar için tarihi bir çağın başlangıcıy dı. Tek farkı astronomi hesaplarına değil, biyolojik takvime göre he sap yapmalarıydı. Bugün de genetikler böceklerin yaşını bu şekilde hesaplıyorlar. En son olarak, passioner itki olayı, rahme yapılan bir ışınlama so nucu olarak gösterilmiştir. lşte mutasyonu doğuran da bu fenomen dir. Böyle bir şey uydurmak mümkün değil, ama bunun olabileceği id diasında bulunan kadınlara inanmak da zor. Göründüğü kadarıyla X. Yüzyıl Moğollan dahi Alan-koa hikayesine şüpheyle yaklaşıyorlardı. Ancak, Alan-koa'nın torunlan etkili olmaya başlayıp da, iktidan elle rine geçirdiklerinde, konuyu tartışmamak hayatta kalmanın en gü venli yolu halini almıştı. Daha sonraki dönemlerde ise aynı efsane bir hikaye olarak kabul edildi. Çünkü deha ve kötü ruh inancı bir arada bulunabilir; ama folklorizm ve biyofızik bir arada bulunamaz. Bununla birlikte, mutosyon dürtüsü, davranışla da ilgili olsa, an cak tek bir işareti değiştirebilir. Işaretierin dağılması kaçınılmazdır... ve gerçekten de böyle olmuştur. Borciginler'in dış görünüş itibariyle diğer göçebelerden farklı oluşu konusuna iki müellif işaret etmekte dir: Çinli Ch'ao Hung ve Türk Ebu'l Gazi Bahadır-han. "Tatarlar, çok yüksek boylu değildirler. En yüksek boylulan 156-160 cm.dir. l7 Dolgun ve kilolu da değillerdir. Geniş yüzyıl, bariz elmacık kemikli dirler. Gözlerinin üst kirpikleri hemen hemen yoktur. Sakalları sey rektir .. Temucin, uzun boylu ve heybetliydi. Yayvan dudaklı ve uzun sakallıydı. Şahsen savaşçı ve güçlü kuvvetliydi. Bu özellikleriyle di ğerlerinden ayrılıyordu. " 18 "Borciginler'in gözleri yeşilimtrak veya mavimtraktır ve gözbebeğinin çevresi köşeli kasnakla çevrilmiş gibi dir."l9 Demek ki mutasyon, Borciginler'in sadece psikolojilerine de ğil, dış görünüş detaylarına da şüpheye mahal bırakmayacak şekilde yansımıştır. 20 Bunun nasıl bir rol oynarlığına bakalım. Passioner itki alanı, daima sınırlıdır.21 Bizim örneğimiz de Amur civan, Ussuri bölgesi ve Doğu Baykal ötesi'ni kaplamıştı. Moğollar'ın 17 Age., s. 74. Meng-ta P'ei-lu, s. 48. 19 Histoire des Mangol et des Tartares par Aboul Ghazi Bahadour Khan, s. 72. 20 Goumiliov. Ethnogenese et Biosphere de la Terre. Acta Ethnographica Acad. Sicent. Hungaricae, t. 24, s. 27-46. 21 Age., s. 82. 18
X I I . Y Ü ZY I LD A MOGOLL A R V E M E R K İT LE R
243
dogu komşulan Curçenler, Hu-ai nehrine kadar Kuzey Çin'i ele ge çirmişlerdi. Selenge ve Angara vadilerindeki batılı komşulan ise, Onun ve Kerulen nehirleri arasındaki Mogol ve Tatarlar'ı sanp sar malayan itki tesir alanı dışındaydılar. Bu tezi esas alarak, bozkırda ba tıdakilere nisbetle daha az yogun olan dogulu göçebelerin faaliyetle rinin artmasını kolaylıkla izah edebiliriz. Bugüne kadar bu vakıa lite ratürde ele alınıp açıklanmamıştır ve zaten "biyosfer" kavramı geti rilmeden tatminkar bir açıklamanın yapılması da mümkün degildi.22 Mogol tarihine geçelim. Bu tarihin temposu, şaşırtıcı şekilde hızlıydı. Habul-han, ı ı oo yılı civarında, yani sekiz kuşak sonra dünyaya geldi ve 130 yaşlarında öldü. Demek ki Mogollar, 16- ı B yaş arasında tarunlara sahiptiler v e bunlar bir süre sonra hızlı bir şekilde yerlerini bu genç nesle bırakmışlardı. Elbette otuz yaşında ki bir savaşçı yaşlanmış sayılarak yedege alınamazdı, ama görün dügü kadarıyla erkekler nadiren bu yaşa kadar hayatta kalabiliyor lar; kendileriyle aynı kaderi paylaşacak erkek çocuklara zar zor sa hip olarak sürekli savaşlarda ölüp gidiyorlardı. Mogol halkı, eger bu kötü şartlar altında tarihten silinmemiş ve güçlü komşularının tutsagı olmamışsa, demek ki güçlüydü ve zafer ugruna ölüme git meyi göze alacak kadar yüksek gerilim özelliklerine sahiptir. E tno sun zuhuruna zemin hazırlayan kuluçka dönemindeki passianerli ğİn sonucunu da biz bu sıfatla belirliyoruz. Gerçekten de XII. Yüz yıl başlarında Moğol halkı, isimleri bilinmeyen genç ataların ken dilerini kurban etmesinin bir meyvesi olarak tüm dünya tarihinin konusu haline gelmiştir.
Savaş Xl. Yüzyılda kendini gösteren passioner itki, sadece Curçen ve Mogollar'a dokunmamıştı. Onun, itki bölgesinde yaşayan diger komşulara da dokunmaması mümkün degildi. Kerulen'in güney ke siminde yaşayan Tatarlar ile Tola sahillerinde göçebe halde dolaşan ·eraitler de possioner yükseliş safhasındaydılar. Ne var ki, cografi . rtlar, onlara karşı Moğollar'a davrandıgı kadar lütufkar degildi. r şeyden önce Kıtan Leao Imparatorluğu gibi güçlü ve düşman bir mşuları vardı. ı ıoo yılından itibaren bozkırda, göçebeler (ki Kı22 Gumilev L. N. Poislıi,
M. 1970.
244
AV R A S YA' D A N
tanlar onlara Tsu-pu diyorlardı)23 ile düzenli ordular arasında sürek li savaşlar oluyordu ve üstelik de sonuncular, arka destekleri ve üs leri olmasına ragmen bir türlü galip gelemiyorlardı. Pek çok genç Tatar passioner, bu savaşlarda kellesini kaybetmiş, fakat düşman Leao'nun mahvoluş anını sabırsızlıkla bekleyen torun lar bırakmayı başarmışlardı. "Düşmanımın düşmanı, dostumdur" prensibinden hareket eden Tatarlar, Kıtanlar tarafından maglup edi len Curçenler'le dost olmuşlardı. Curçenler, Kıtan politikasını yani Büyük Bozkır'la savaşma siyasetini kendilerine iş edindikleri için, Tatarlar'ın bu davranışı hasiretsiz bir siyasetti. Curçen "Aitan-han'ı", (altın anlamına gelen bu ünvanın Çince karşılıgı Kin [ Chin] idi.) Ta tarları sevmiyordu, ama onlan, Tatarlar'ın bozkırda hakimiyet sag lama konusunda kendilerine tabii rakip olarak gördükleri Kerait ve Mogollar'a karşı kullanıyordu. Siyasi adavete bir de din düşmanlıgı ilave edilmişti. 1 109'da Ke raitler Hristiyanlıgın Nesturilik kolunu seçmişlerdi. Mogollar ise, ondan bir süre daha önce sadakat ve iyiligin yaratıcısı, güneş tannsı Mitra'ya tapınmayı esas alan Tibet Bhon dinini benimsemişlerdi. 24 Tatarlar'a gelince, onlar da müttefikleri Curçenler gibi Türkçe "kam" dedikleri Hintli şamaniann ögretilerini sevmişlerdi. Etki bölgesi içindeki bütün halkiara aynı şekilde temas eden passioner gergintek enerjisi, üç orijinal sistemin şekillenmesine yol açmıştı ki, bunlar arasında bir çatışmanın olması kaçınılmazdı. Henüz 1 1 22'de, Büyük Bozkır'ın dogu kesimleri, Mogol ve Tatar lar'ın hakimiyeti altındaydı; fakat diger cephelerde zaferden zafere koşan Curçenler, önemli bir yer işgal ediyorlardı. 25 Ancak, 1 129'da batıya çekilen Kıtanlar'ı takip eden Curçen taburu bozkıra yönelin ce, Mogol reisi Habul-han onlara karşı savaş ilan etti. Habul-han, ça tışmaya girmek istemeyen Curçen ordusunu durdurdugu gibi, Çin'e dönmeye de mecbur bıraktı. Dikkatli imparator Wu,hci-mai, en seç me ordulan o sıralar Çinli ve Tibetliler'le savaş halinde oldugu için kuzeyde yeni bir düşman kazanmak istemiyordu. 26 Hatta Habul23 Etnologiya i istoriçcskaya gcografıya.
Vestnik LGU,
1972,
no.
18,
s.
70-
80. 24 25 26
Gumilev L. N., Kuznetsov B. l. Bon.- Dokladı VGO, fas. 1 5 , 1970. Palladi (Kaforov), s. 1 72-1 73. Vasilyev V. P. lstoriya i drcvnosti Vostoçnoy çasti Srcdney Azi i. SPb, 1857, s.
96.
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR VE MERKİTLER
245
han'la anlaşmak istedigi için, onu başkentine davet etmişti. Ama Mogol ham, kaba ve inatçıydı. Curçenler'e güvenmiyordu ve bu yüz den şerefine tertiplenen ziyafet sırasında, zehirleornekten korktu gundan yemek yememek için sık sık salondan dışarı çıkıyordu. Yine de Wu-chi-mai onu tutukiatmaktan vazgeçti. Çunku onun hesabına göre Mogollar yeni bir han bulabilir, ordulan da önemsiz birkaç ka yıp verebilirdi. 27 Ancak, Wu-chi-mai'ın 1 134'de ölumunden sonra, hafızasında kö tü hatıralar saklı, dizginlenmesi zor bir kişi olan Holu tahta geçti. He men Habul-han'ı yakalamalan için bozkıra casuslar gönderdi. Bu ca suslar, yolda ona yetişerek, emredileni yerine getirdiler. Fakat henuz onun işini bitirmeye fırsat bulamadan, hanın akrabalanndan biri, ca suslann konakladıgı yere sızıp, kendi atını Habul-han'ın beyaz arga makıyla degiştirdi. Habul-han onlar uzaklaştıktan sonra atma atlayıp evine döndu. Casuslar da onun yerine akrabasını öldurduler. 28 Böylece 1 135'de gerçek savaş başladı. Mogollar, 1 139'da Curçen ler'i, yeri tam tespit edilemeyen Haylin dagı eteklerinde maglup etti ler.29 1 14Tde ise Curçenler banş isternek zorunda kaldılar ve Mo gollar'a vergi ödemeyi kabul ettiler. Ama bu anlaşmaya riayet edil meyecek, banş da uzun sure ylirfırlukte kalmayacaktı. Aynı sıralarda Mogolistan bozkırlarının batı uçlarında başka bir savaş surfıyordu. Yenilmez Merkitler, orada her saldırıya bir saldırıy la ve her darbeye bir darbeyle karşılık veriyorlardı.lO Kanlı intikam ve toplu sorumluluk kavramlarının tarafian yönlendirdigi bu savaş, kılıç sallayan tek bir kişi bile eyer uzerinde kaldıgı surece bitmeye cek ve yaklaşık seksen yıl devam edecekti. Guneydogulu Tatarlar'la olan munasebetler daha da kötuydü. Habul-han'ın kayınbiraderinin agır bir hastalıga yakalanması uzeri ne Tatarlar'dan bir şaman çagırılmış; ancak bu kişi, hastayı tedavi edemeyince geri gönderilmişti. Fakat mevtanın akrabaları, şamanın kasıtlı olarak tedavi yapmadıgı iddiasıyla peşine duşup onu öldure27 Raşid ed-Din, Sbomik letopisey, ı, 2, s. 35-36. 28 Bu olayın tarihleri Reşidüddin'de yoktur. Verilen tarih bu satıriann ya
zannın tahminidir. 29 Biçurin, Sobraniye, V378. 30 Raşid ed-Din, Sbomik, ı, 2,s. 37-40.
246
AV R A S YA ' D A N
siye dövdüler. Böylece yeni bir kan davası ve rakibin bütünüyle or tadan kaldınlmasını amaçlayan bir savaş başladı.31 Mo�ollar'ın, Merkit ve Tatarlar'ın ekonomik sebepler yüzünden birbirlerini yemediklerini söylersek, okuyucu buna şaşırmasın. Çün kü XII. Yüzyıl Mo�olları da, zaten ellerinde yeterinden fazla bulunan toprak için savaşa gireceklerini ö�renseler, mutlaka şaşırırlardı. Zira toprak alabildi�ince geniş, ama ahali az, sürüler de yetersizdi. Bu du rumda, amaç toprak elde etmek olmadı�ına göre, tarafları harekete geçiren unsur, intikam duygusu ve ineinen gururu tamir etme iste �iydi. Katı bir prensip olmadan kalabalık çarvacı kabileler varlıkla rını sürdüremezlerdi. Passioner gerginli�in gelişme şartlarında, tabii ve etnik ortama adaptasyonun temelinde de bu prensip vardır. Her halükarda Mo�ollar, Baykal'ın kuzeyindeki halklara nispeten huzur lu bir hayat sürüyorlardı. Ancak passionerlik, onları içten tazyik al tında tutuyor; bu basınca uymaya ve helezonik ve amorf sistemin ye rine, yönetici hakanlara ihtiyaç duyan, boy-kabile yapısına ba�lı ka tı disiplinli, yeni ulus ve etnoslar yaratmaya zorluyordu. Yeni bir devletin teşekkül safhası başlamıştı. Bir devletin teşekkülü, aleni olması halinde dahi, diyalektik bir süreçtir. Birileri sa�a çeker, birileri sola çeker; üçüncü bir grup öne, dördüncü bir grup geriye çeker. Ve hiçbiri komşusundan memnun de�ildir. Ne var ki keyfi varyandar yavaş yavaş birbirine karışacak ve tarihin genel seyrine yön verecekti. Birbirini dışlayan iki gelişme çiz gisinin oluştu� XII. Yüzyıl Mo�olistan'ında da durum böyleydi. Bu dahili tezatı nazar-ı itibare almadan daha sonraki olayların seyrini anlamak mümkün de�ildir.
Başına buyruk insanlar XIII. Yüzyılda, eski Mo�ol toplumunun esasi unsuru, henüz te şekkül aşamasında bulunan boylar (oboh) idi. Bu boyların başında bozkırın ileri gelen kişileri bulunuyordu. Bunlar bahadur, noyon, se çen ve tayşi gibi saygı ünvanları taşıyorlardı. Babadur ve noyonların en başta gelen u�raşısı, sürüleri için yeterli mera, yurtları için ise bol miktarda uşak bulabilmekti. Toplumun di�er tabakaları: Silahlı mu3 1 Age., s. 4 1 ; Benzeri bir başka açıklama: 1 , 1 , 239-240.
s.
1 04; Gumilev, Poiski,
s.
XIl
.
YÜZY I LD A MOGOLLAR V E M ER KİT LE R
247
hafızlar (nükürler) , alt orjiinli kabiledaşlar (haraçu veya kara ke mikler), köleler (bogollar), itaat altına alınan veya kendi istekleriyle ba�lanan boylar (unagan bogol). Sonuncular, kişisel özgürlüklerini muhafaza ediyorlardı ve hukuki ilişkiler konusunda efendilerinden pek de farklı de�illerdi. Müstahsil güçlerin gelişim seviyesinin ve ti caretin - sınır ticareti de dahil,- düşük olması, göçebe hayvanlcılı�ı nın sunduğu bütün imkanlardan faydalanılmasını engelliyordu. Kö leler, sadece ev işlerinde kullanıldıkları için, üretimin gelişmesine herhangi bir katkıları olmuyordu ve böylece boy yapısının ana un surları muhafaza ediliyordu. Iktidarın hakimiyeti altında bulunan meralann ortak kullanımı, atalara kurban takdimi, kan davalan ve ona ba�lı olarak yapılan ka bileler arası savaşlar, muayyen bir kişinin de�il. bütün boyun ortak laşa alaca�ı kararlarla hallediliyordu. Mo�ollar'da kollektif temsil, herhangi bir boyun kollektif sorumlulu�u ve karşılıklı yardımlaşma mecburiyeti, çok eskiden beri sosyal hayatın temel unsurları halini almıştı. Boy üyesi, her zaman kendi klanının deste�ini hissederdi ve o klana ait olmanın omuzuna yükledi�i mecburiyederi yerine getir� meye daima hazırdı. Böylesine katı bir sistemde bazı boy üyelerinin· passionerli�i hiç de gerekli de�ildi ve hatta aksine hemen karşı çıkı� lırdı. Çünkü bunlar, hem yönetimi elde tutaniann otoritesini, hem de kabile düzenini sarsarlardı. Ne var ki, Mo�ol boyları, tüm Mo�olistan sekenesi üzerinde sa dece göstermelik bir hakimiyet sa�lamışlardı. Esasen, aksakallann yönetim iplerini elde tuttuklan, di�er üyelerin ise yaptıkları yararlı işler oranında bazı mevkilere getirilclikleri boy topluluklarında, di siplini bozan belli kişiler her zaman olmuştur. Uyulması gereken kurallara bir türlü uymak istemeyen bu bahadırlar, boy cemaatin den ayrılıyor, kendi küren kuriyenlerini terk ediyor ve Çin versi yonlarında "beyaz bedenli" pai-shen yani ak süyek şeklinde geçen "başına buyruk" yahut "ba�ımsız" insanlar halini alıyorlardı. Bu tip insanların kaderleri de ço�u defa trajikti. Mensup olduklan boyun deste�inden mahrum kaldıkları için, kannlarını doyurahilrnek ama cıyla ormanda avianmak veya nehirde balık tutmak zorundayılar ve hatta bazen hayatları pahasına haydutluk etmek mecburiyetindey diler. Zamanla organize olmuş kendi kabiledaşianna karşı durabil mek için münferit birlikler oluşturuyorlar ve boy birlikleriyle sava bilmek için de bir kumandana ihtiyaç duyuyorlardı. Bu insanların
248
AV R A S YA ' D A N
sayısı sürekli artınca, kendi aralannda teşkiladanma ve vahşi kurt lar gibi takip edilmelerini önleyecek yeni bir topluluk kurma fikir leri oluştu. Bu fikirler arasında, askeri hayat tarzına dayalı bir yaşam biçimi kurmak, Kin lmparatorlu�u'nun "sayılan azalan kölelerin ve ölen insanların yerlerine yenilerini koyma prensibiyle düzenledi�i Curçen istilalanna karşı ana yurdu, yani Büyük Bozkır'ı savunmak da vardı.32 Bu imha seferleri 1 161'den itibaren her üç yılda bir tek rarlanıyordu. Kız ve erkek çocukları öldürmüyorlar, aksine götürüp Shan-tung'daki köle pazarında satıyorlardı. "Tatarlar, Sha-mo (çöl)ya kaçıyorlar; beyinlerinde ve damarlarında intikam duygu suyla geziniyorlardı."33 Esir düşmekten kurtutmayı başarabilenler, yirmi yıl boyunca sayıları gittikçe artan "başına buyruk insanlar"ın arasına kanşıyorlardı. Fakat daha fazla ileri gitmeyece�iz ve dikka timizi Mo�ol etnosunun Xll. Yüzyıl ortalarındaki etnik yapılanma safhasına teksif edece�iz. n
Burada haklı olarak şu soru sorulabilir: Okuyucu taraflardan hangisini tutmalı veya kim haklı: "boy üyeleri mi" yoksa "başına buyruk insanlar mı?" Bu heyecanlı bir sorudur ve belki de bilimsel bir analizi gerektirmektedir. Ancak, burada heyecan ve rasyonel ana liz birbirine öylesine geçmiştir ki, onları eşelemek hem suni bir şey olur, hem de bir fayda sa�lamaz. Elbette soruyu biraz de�işik bir şekilde yöneltmek gerekiyor: Kim haklı veya sempatik de�il. Mo�ol ulusuna var olma ve gelişme hakkını kim sa�layabilir? Onları Curçenler'in tenkil seferlerinden kim koruyabilir ve ataların mirasını yani geçmiş gelenekleri kim muhafaza edebilirdi?
Hainler Her ne kadar Mo�ollar 1 14Tde Curçenler'le yaptıklan savaşlar dan zaferle çıkmış ve istenilen barışı sa�layacak şerefli bir anlaşma imzalamışlarsa da, Büyük Bozkır'da huzursuzluk devam ediyordu. Sa�lanan barış sa�lam temeller üzerine oturtulmamıştı. Mitraiz me de�il. Şamanizme ba�lı olan Curçenler, ettikleri yemine sadık de �illerdi. Daha da kötüsü, komşuları Tatarlar tarafından ahlakları bo32 Vasilyev. lstoriya i drcvnosti, 33 Aynı yerde.
s.
237.
X I I . YÜZYILDA MO�OLLAR V E M ERKİTLER
249
zulmuştu. Bu sonuncular, ahlaksız davranışlan ve özellikle de iha netleri için Kin imparatoru Altan-han'dan rüşvet alabilmek için boz kır halkının sahip oldugu prestijden yararlanıyorlardı. Habul-han'ın buyük oglu Okin-Barha, guzelligi ve zarafetiyle bir kızı andınyordu. 34 İnsanlar, onun ta çenesine kadar inen yuvarlak guzel çehresine hayrandılar.35 Evli bir oglu vardı, fakat torunu Se çen-beki'yi Okin-Barha hiç görmemişti. Tatarlar Okin-Barha'yı tuza ga duş'lirup yakalayarak, Altan-han'a, yani Curçen monarşisti Ho lu'ya teslim ettiler. Zavallı prensi çivilerle agaç eşege mıhlayıp, azap içinde yavaş yavaş öldürdüler. Bu olay da Habul-han döneminde ya ni 1 14Tye kadar vukü bulmuştu, ama sonrası hiç de iyi degildi. l lSO'de yeni Kin imparatoru Digunay, 1 147'de aktedilen anlaş maya ragmen, itaat altına alınmamış göçebelere saldın emri verdi. 36 Fakat bu defa Tatar başbugu Nor-Buyuruk-han'ın ihanetinin kur ban'ı, Kerait ham Markuz, diger bir deyişle (Nesturyan) Mark ola caktı. Onu da ölume mahkum ettiler. O da agaç eşege mıhlanarak hayatını noktaladı. Markuz'un dul kansı güzel Kutuktay-herikun, Tatar hanını hayli haince bir şekilde öldürmeyi kafasına koydu. Bir ziyafet sırasında onu öldürdu,37 fakat kendisi hıncını aldıysa da, du rumda herhangi bir degişiklik olmadı. Habul-han'ın ölümü ve Markuz'un katlinden sonra Mogol boylan Habul'un hayattayken diger bütün ogıtllanna tercih etti� yegeni Am bagay-han'ı başlanna geçirdiler. O sıralar Mogollar'la banş halinde bu lunan Tatarlar da onu kendilerine yakın görüyorlardı.38 Üstelik bu ya kınlık, Ambagay'ın oglunun "Ak (çagan) Tatar" kabilesi kumandanı nın kızıyla nişanlanması sebebiyle daha da güçlendirilmişti. Ancak, Mogol adetlerine göre damak ve gelin birkaç yıl , bazen beş altı yıl ni şanlı kalmak zorundaydılar.39 Halbuki bu süre sonunda siyasi durum lar Ambagay'ın dahi tahmin edemeyecegi şekilde degişecekti. Kin lmparatorlugu tahtında kendi yakınlannı öldüren ve Güney Çin'i zaptelrnek için yanıp tutuşan gaddar ve aptallık timsali Digu34 35 36 37 38 39
Okin: Mogolca kız. Raşid ed-Din, Sbomilı, 1 ,2, s. 32-33. Palladi (Kafarov), s. 1 73. Raşid ed-Din, Sbomilı, 1, s. 1 29 Giıli Tarih,
§ 53.
Kozlov, Mongoliya i Kam. M., 1 947,
s.
83-84.
250
AV R A S YA ' D A N
nay oldugu sürece, bozkırda huzur olamazdı. Fakat 1 1 6 l'de Digu nay yakınlarından biri tarafından öldürülmüş ve yeni imparator Wu lu, Mogollar'la savaştan bahseden bir manifesto yayınlamıştı.40 Hiç bir şeyden şuphelenmeyen Mogollar'a karşı buyük bir tenkil seferi planlanmış; Curçen diplomatlar da bu arada Tatarlar'ı kendi yanlan na çekmişlerdi. lşte böylesine kritik bir zamanda Ambagay-han, ge lini cihazıyla birlikte eve getirmek amacıyla "Ak Tatarlar"a misafir gitti. Küçük kardeşi Todoyen/otçigin ve danışmanı Çintay-noyan da ona refakat ediyordu. Sonuncusu, akıllı ve uzagı gören bir kişi oldu gundan, kötü bir şeyler olacagını sezdigini belirterek, Ambagay'ı yoldan geri döndurmeye çalmıştı. Fakat Ambagay, olayı gurur mese lesi yaparak ziyafete gitti. Komşu Bayat-Duklat kabilesi reisi Munka-çauthuri, Todoyen-ot çigin'i danışmaola birlikte otagına çagırarak, şeref konugu olmalan nı istedi. On gün sonra, davetin en tantanalı bir anında, Tatarlar'dan birisi gelerek Ambagay'ın yakalandıgını, Tatarlar'ın Todoyen'i de ele geçirip Mogollar uzerine sefer tertipiemek istediklerini bildirdi. Fakat Duklatlar misafirlerine ihanet etmediler. Munka, yaşlı da nışmanlannın tavsiyesine binaen, Todoyen'e bir at verip hemen yo la koyulmasını istedi. Todoıyen kurtulurken, Tatarlar da Duklat lar'ın çadırlannı yagmalıyorlardı.4 1 Curçen "Altan-ham" Wu-lu'ya getirilen Ambagay, agaç eşege çi vilenmişti. Ancak, ölmeden önce kendi nükürlerinden birine impa ratora şu sözleri iletmesini tenbihledi: "Sen beni erkekçe, yigitçe kendi orduola gele geçirmiş degilsin .. başkalan beni sana getirdiler. Beni böyle alçakça öldürmekle, Hada'an-tayşi, Khutula-kaan, Yesu gai-ba'atur'u, Mogol ulusunun büyük küçük her ferdini kendine düşman edersin .. Şuphen olmasın ki, elini benim kanıma buladıgın için onlar senin peşini bırakmayacaklar. Beni şanıma yakışır şekilde öldür." Wu-lu bu sözlere sadece güldü ve Todoyen'in nükürüne Am bagay'ın ölüm haberini Mogollar'a ulaştırması için birkaç at verdi. Nükür, göçebe Durben kabilesine ulaşınca yorgun atlannın yerine yenilerinin verilmesini istediyse de, berikiler bozkır adetlerine göre bu istegi reddettiler. Biçare, atlannı çatlatırcasına sürdü ve sonunda evine yaya olarak döndü. 42 40 Reşidüddin'le Çin ve Mogol kaynakları bu konuda ihtilar halindedirler. 41 Raşid ed-Din, Sbomilı, 1 ,2, s. 23-24. 42 Age., s. 42-43.
X I I . YÜZYI L D A MOGO LLAR V E M ERKİTLER
251
Peki, Moğollar bu meş'um haberi nasıl karşılamışlardı? Mütevef ranın yuğ merasimini tamamladıktan sonra Khutula'yı başlarına ha kan seçtiler. "Ve Moğollar, Horhonah'daki (Onon sahilinde) dallı bu daklı bir ağacın çevresinde ziyafetler tertipleyip, dans ederek eğlen diler. Öyle çok tepindiler ki, kalçalanna varıncağa kadar derine inen bir çukur meydana geldi. Çukur kenarında ise diz boyu kum birik mişti."43 Elbette bizler de çevremize zarar verecek kadar güçlüyüz! Yeni han, tıpkı bir ayı gibi heybetli ve güçlüydü. Tabii bir o kadar da aptal! Hanın organizasyon kabiliyeti olmadığı için, Ambagay'ın kanının intikamını almak amacıyla Curçenler'e karşı bir sefer tertip lenemedi.44 Bunun yerine han şahinle avlanmaya çıktı ve bozkırda Durbenler tarafından çevrildi. Nükürler dört bir tarafa dağılınca, han da düşmanlarının eline düşmernek için atını küçük bir bataklı ğa sürdü. Sonra bataklıkta ilerlemeye başladı. Bataklığın karşı tara fında kendini bekleyen düşmanlan ok atmak suretiyle kaçırarak, atın cidavına tutup çamurların içinden çıkmayı başardı. Arkasından eli boş dönmenin utanç verici olacağını bildiği için, Durbenler'den tayıyla birlikte bir kısrak çaldı ve çizmelerini (çünkü yanında başka herhangi bir kap yoktu) yaban ördeği yumurtalanyla doldurdu. Ser gilediği bu kahramaniıkiardan sonra kendisi için ağıtların söylendi ği evine döndü. Onun nasıl öldüğü bilinmiyor, ama kısa süre sonra, sadece 1 16 1 - 1 1 62 yıllan arasında Tatarlar'la yapılan on üç çarpışma yı kazanan Hada'an-tayşi adlı birisi yerine geçti.45 Curçen yönetimi, kendini savunma konusunda fevkalade başan lı olduğunu anlayınca, ekonomik sebepler yüzünden sefer hazırlığı nı durdurdu46 ve bu da yeni imparator Wu-lu'ya Kıtan isyanını has urma imkanı sağladı. Kıtanlar, kendilerini esaret altında tutan bu in sanlardan daima nefret ediyorlardı. Hunriz Digunay'ın ölüm haberi ni alınca, 1 162'de isyan etmek için en uygun zamanın geldiği kara nna vardılar. Ne var ki Curçen gaziler, yine çarpışmayı kazandılar ve esir aldıklan savaşçıların kellesini vururken, kadınlarını odalık ola rak alıkoydular.47 lşte bu beklenmedik ters akım, Moğollar'ı büsbü tün yok olmaktan kurtarmıştı. 43 44 45 46 47
Gizli Tarih, § 58. Palladi (Kafarov), s. 173. Gizli Tarih, § 57. Gumilev, Poiski, s. 1 54. Okladnikov A. P. Dalekoye proşloye Primorya Vladivostok,
s.
236.
AV R A S Y A' D A N
252
Diger yandan, Çin'le tu tuşulan savaş da Curçenler'in askeri gücü nün büyük bir kısmını emiyordu ve bu durum, Çinliler'in 1 1 65'de Huai-Yen civanndaki hezimederine kadar devam etti. Bu savaştan sonra Curçenler oldukça avantajlı bir anlaşma yapmışlar, ama Mo gollar'la savaşmaya vakit bulamamışlardı. Tüm bu elverişli şartlara ragmen Mogol Hanhgı yani de mahvol manın eşigindeydi. Güneydogudan Tatarlar, kuzeybatıdan Merkider tarafından sıkıştırılmış bulunan Mogollar, kendilerine zafer getirme se bile, hiç olmazsa hayatta kalmalannı saglayabilecek bir müttefik bulmak zorundaydılar. Böylece Hada'an, Gür-han (kabileler arası koalisyon başkanı) ünvanı taşıyan ve öldürülen Markuz'un oglu olan Kerait prensinden yardım istedi. Göründügıt kadanyla anlaş mışlardı da. Ancak, misafirler gitmeden önce Gür-han'ın kravçileri bir ziyafet tertipiediler v€ gelenekiere uygun olarak tarasun (südü votka) ikram ettiler. Nükürleri bir kenara ayırdıktan için onlar kur tuldular, fakat ikram edilen içkiyi sonuna kadar içen Hada'an hemen öldü. Hada'an'ın ölümünden sonra Mogol Hanlıgı yıkıldıysa da, düş mandan korunma mecburiyeti oldugu için, Habul-han'ın torunlann dan Yesugai-ba'atur ordunun başına geçti
Ycsugai-ba'atur Tatarlar, ele geçirdikleri Ambagay-han'ı Çin'e ölüme gönderdikle ri bir sırada, onun genç yegeni Yesugai, Onun nehrinin yeşil sahille rinde kuş aviarnakla meşguldü. Karşısına içinde genç ve oldukça gü zel bir kızın bulundugu tenteli bir araba çıktı. Kızın yanında aynca Merkit kabilesinden Yeke-Çiledu adlı nişanlısı da vardı. Yesugai, he men eve dönüp iki kardeşini yanına alarak geri geldi. Üç savaşçıyla tek başına baş edemeyecegini anlayan Çiledu, tepeterin arkasına saklanabilmek için atını topuklayarak dört nala oradan uzaklaştı. Mogollar hemen peşine düştülerse de geç kalmışlardı. Çünkü Çile du tepeyi dolaşarak tekrar arabanın yanına gelmişti. Zeki ve genç kız ona "Galiba kendi hayatının tehlikede oldugunu anlamıyorsuni Kendine başka bir kadın bul ve onu benim adımla, Ho'elun diye ça gır. Git, kendini kurtar! " dedi. Bu arada üç Mogol da geri dönmüş lerdi. Çitedu'yu görünce adarını o tarafa dogru sürdüler. Ama Çile du atını kamçılayarak Onun'un yukarı kısımlarına dogru kaçtı. Mo gollar uzun bir süre onu kovaladılarsa da yetişemediler. Geri dönüp
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR V E MERKİTLER
253
gözü yaşlı esireyi alarak otaıa getirdiler. Kötü niyetli olmadıklan için Ho'elun'a saygılı davrandılar ve ona anık sesini kesmesini, asla geri dönemeyeceıini anlattılar. Evet, o acımasız günlerde yapılan bu hareket, kadının nzası alın madan gerçekleştirildiıi için bir nevi kız kaçırma idi. Ama kimse böyle ufak bir meseleyle uıraşmak istemediıi için, Ho'elun Yesu gai'ın ilk hatunu olmuştu. Daha iyi bir arkadaş bulmak zor olduıu gibi, hiçbir şeyi unutma yan savaşçı Merkitler'e kıyasla daha kavgacı düşmanlarta yan yana yaşamak da hayli zordu. Bu yüzden güneyli komşulan Tatarlar'la sa vaşa son veren Moıollar, kuzeyli komşulan Merkider'le yeniden di dişmeye başladılar. Üstelik de en uygunsuz bir zamanda. Yesugai, Ambagay'ın intikamını almak için Tatarlar'la girişilen savaş birden kızışınca, balayını yanda kesti. Bu savaşta en büyük başanyı Yesugai-ba'atur göstermişti. 1 1 62'de Ho'elun kendisine ilk çocuıu doıurdu� bir sırada birkaç Tatar ba hadınnı esir almayı başarmıştı. oılunun doıumu münasebetiyle öl dürülen bir savaş esirinin adından ilham alan duygulu baba, oıluna Temucin adını verdi. Böylece yeni doımuş bir çocuk, otomatikman güçlü Tatar kabileleriyle kan davası olan birisi haline geldi. Tuhaftır, ama Yesugai ile Ho'elun'un evliliıi mutluluk getirmişti. Ho'elun, 1 1 64'de Khasar, 1 166'da Huçiun, 1 169'da Temüge adlı üç erkek çocukla, 1 170'de Temulun adında bir kız çocuıu dünyaya ge tirdi. Yesuga'ın ikinci hanımından da Bekter ve Belgutai adında iki oılu olmuştu. Bütün bu süre zarfında, Yesugai-ba'atur, her ne kadar han olarak seçilmemişse de, güçlü ve etkili bir kumandan olarak kal dı. Zaten zor günler geçiriyordu ve politikayla ugaşacak zamanı yok tu. Politikayla ciddi olarak uıraşması ise 1 170'lerde başlayacaktı. Moıollar'ın Curçenler'le giriştikleri savaşlar sırasında tabii müt tefikleri Kerait'lerdi. Ama bu güçlü ordada da düzen yoktu. Kalaba lık, zengin ve kültürlü Kerait Hanlııı. dön bir yandan düşmanlarta kuşatılmış durumdaydı. Kerait savaşçılan ise, devletlerini güçlendir mek yerine bazen Naymanlar, bazen Merkider ve bazen de Tatar lar'la gizli anlaşmalara giriyorlardı. Hanın kendisi bile suya sabuna dokunmayan biriydi. Ama oılu Toırul'un başına bir iş gelmiş; yedi yaşındayken Merkitler'e esir düşmüştü. Merkider de bir han çocuıu olmasına bakmaksızın onu ev işlerinde kullanmışlar ve el deıirrne-
254
AV R A S Y A ' D A N
ninde pirinç öguuurmuşlerdi. Neyseki oglunu geri almak isteyen ba ba, Merkit karargahına bir saldın duzenlemişti. Fakat aradan altı yıl geçtikten sonra Togrul, bu defa da annesiyle birlikte Tatarlar tarafın dan ele geçirilecekti. Ama Togrul, bu kez evden yardım gelmesini beklemedi. Guçlu kuvvetli biri oldugu için kaçmayı başararak, veli ahdı oldugu babasının yanına döndu. Bu olaylar, Kerait hanının otagındaki durumun hayli gergin oldu gunu göstermektedir. Prensin iki defa duşmanlar tarafından esir edilmesi, ancak han akrabalarıyla beyler arasındaki geçimsizlikle izah edilebilir. Togrul'un taha geçtikten hemen sonra bazı akrabala rının kellesini alması da bu yiizden şaşırtıcı degildir. Fakat kurtul roayı başaran ve "Gur-han" unvanı taşıyan amcası halkı isyana sev kederek Togrul'u alaşagı edecekti. Hada'an-tayşi'nin de aynı Gur-han'ın otagında zehirlendigini ha tırlayalım. Farz edelim ki, bizzat gur-hanın bu işte bir suçu yoktu, ama muttefikinin bireylerini ve misafirlerini korumak için gerekli tedbirleri almamıştı. Dolayısıyla Mogollar, Togrul'a sepali besliyor lardı. ı ı 70 ve 7 l'de Onun sahillerinden Tola sahiline sadık ordusuy la gelen Yesugai-ba'atur, Gur-han'ı Gobi ötesine, Tangutlar'a kaçma ya mecbur bıraktı ve böylece Togrul tekrar tahtına kavuştu. Yesugai, bu kadar kahramanlık sergilerlikten sonra kendi şahsi iş lerine döndu ve dokuz yaşındaki oglu Temucin'i Konkiral Kongral kabilesinden on yaşındaki Börte ile nişanladı. Gelinin samimi ve iyi kalpli babası Dai-Seçen, mustakbel damadını çok iyi karşıladı. Yesu gai'a "Onun bakışları ateşli; yuzunde şafak kızıllıgı var" dedi. Yesu gai, oglunu Konkirat otagında bırakıp giderken, sadece şu sözleri söyledi: "Oglumu köpeklerden uzak tutun. Çunku köpeklerden çok korkar. " Bu sonuncu durum, alışılmışın dışında bir şey. Çunku su riiye saldıran kurtların amansız duşmanı, koyunların bekçisi köpek ler hiçbir zaman çocuklara dokunmazlar. Halbuki Mogol çocugu iri elleriyle bir vuruşta, havlayan bir köpek suriisunu dagıtır. Babası ay rılırken bir uyarıda daha bulunur ve oglunun sık sık bir şeyi hayal ettiginde veya herhangi bir beceriksizlikle karşılaştıgında aşırı şekil de sinirlendigini belirtir. Gerçekten de yıllar sonra Temucin'in asabi yeti, insanı zarar görmekten koruyan akıl ve iradesini bastıracaktır. Yesugai eve dönerken yolda bir kır kenannda ziyafet veren bir gruba rastlar. Çok yorgun ve susamış oldugu için, gruba yaklaşır ve onların Tatar oldugunu anlar. Tatarlar da onu tanırlar ve sofraya bu-
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR VE MERKİTLER
255
yur ederler. Yesugai, yer içer, fakat yolda giderken kendini kötü his setmeye başlar. Zar zor eve ulaşır. Eski husumetlerinden dolayı ken disini zehirlediklerini söyler ve bu inançla ölür. Yesugai'ın do�ru teşhis koydu�una inanmak zor. Çünkü ziyafet ten sonra kendini çok kötü hissetmesine ra�men, üç gün boyunca at sırtında yol almıştır. Hastalı�ı, ancak dördüncü gün evine ulaştı�ın da şiddetlenmiştir. Burada herhangi bir enfeksiyon da söz konusu olabilir. Di�er önemli bir husus, bozkır adetlerine göre birinin sofra ya davet edilmesi, geçmiş husumet ve kırgınlıklann unutuldu�u an lamına getirdi. Mo�ollar'ın katı davranış kalıbı açıkça parçalanmıştı. Yesugai-ba'atur, ölmeden önce Munlik adlı nükürünü yanına ça �ırarak, ailesi için endişe etti�ini belirtir ve hemen Temucin'i eve ge ri getirmesini ister. Yesugai'a son derece ba�lı oldu�u anlaşılan Mun lik, hemen Konkiratlar'a gider ve babasının o�lu için endişe etti�ini belirterek, alıp eve getirir. Babasını kaybetti�ini ö�renen Temucin, duydu�u acıyla yere düşer ve ihtilaç içinde titremeye başlar. Mun lik'in babası, yaşlı Çarha ona şöyle der: "Zavallı çocuk, alabalık gibi ne çırpınıp duruyorsun? Turhaud (muhafız)larını ça�ır!" Bilgece bir nasihattı, ama tutulmadı. Temucin, bir hükümdar veya feodal senyö rün o�lu de�il, aksine bütün serveti sahip oldu�u enerji ve emsalsiz teşkilalçılık kabiliyelinden ibaret bulunan bir bahadınn çocu�uydu. Yesugai'ın kabiledaşları bu özellikleri de�erlendirmişlerdi. Çün kü her yıl gelişen askeri faaliyetlerin sorumlulu�unu kendilerine fazla yakın ve fazla uzak olmayan bir insanın omuzlarına yüklemek onların da işine geliyordu. Ama genelde oldu�u gibi, kumandanlan na sevgi de göstermiyorlar, peşin hükümlü de yaklaşmıyorlardı. Say gı ise, özellikle ani felaketler sırasında sadakalin garantisi de�ildi. Müteveffa bahadınn, genç velialıdına gelince, o, ne kimseyi ilgilen diriyorde, ne_ de kimseye lazımdı. Ancak, kabile mensuplan Mo�ol beyleri arasında iyi kalpli insan larda bulmuşlardı. Tayci'ut kabilesinin reisi Tarhutai Kiriltuh da bunlardan biriydi. Tarhutai, Yesugai'ın göçebelerini a�ırlayarak, genç Temucin'i "üç yaşındaki bir tayı e�itir gibi e�itmek" için yanı na getirdi. Babasını kaybetmenin acısını hafifletmek için elinden ge leni yaptı. Elbette bunu yaparken, bu davranışının yıllar sonra ken disini acılar içinde ölmekten kurtaraca�ını aklından bile geçirmiyor du. Ne var ki Tarhutai, bir hakan de�il, sadece bir noyondu. Tavsi yede bulunabilir, ama yönetemezdi. Hatta tavsiyeleri de, kulak veril-
256
AV R A S Y A' D A N
di�i zamanlar bile, nadiren uygulanırdı. Bazen de kaprisli hatunların ve nedimelerinin görüşleri, karar mekanizmasını etkiliyordu. Kaldı ki bu hatun kişiler, bazen getirece�i sonuçlan hiç düşünmeden ve hiçbir sorumluluk hissetmeden de karar veriyorlardı. Durum bu merkezdeyken kış geçmiş, Yesugai'ın hatıralan kar al tında kalmıştı.
Yetimlik ızdırabı ı ı 72 veya ı ı 73 ilkbahannda, Ambagay-han'ın dul hatunları Or bay ve Sohotay. adedere uygun olarak, geleneksel kabir ziyaretini ifa etmek üzere "Ata Yurdu"ndaki kabristana gittiler. Ho'elun da gitti, fakat tesadüfen gecikince, kendisini beklemediklerini görerek revka Iade üzüldü. Hemen di�er hatunlara sitemler ya�dırdı, ama onlar kendisinin davet edilmeye bile de�medi�ini, aynca onunla herhangi bir ilişkide bulunmak istemediklerini belirttiler. Görünüşe göre önemsiz bir şeydi bu; fakat hatunlar arasındaki a�ız dalaşı, esasen halkın durumunu yansıtmaktaydı. Nitekim halk hemen bir durum de�erlendirmesi yaparak. Yesugai'ın ailesini kaderiyle başbaşa bıra kıp Onun nehri yakınlarına göç etti. Esasen Mo�ol Tayci'utlar'ın bu davranışı, sadece rezilane bir nön körlük de�il, aynı zamanda bir cinayetti. Hiçbir kurtuluş ümidi ol mayan bozkırda yardımsız ve korumasız kalmak, yavaş yavaş ölmek le aynı şeydi. Yesugai'ın dostu yaşlı Çarha bile çekip giden insanlar la anlaşmayı denerken, sırtına bir mızrak darbesi yemişti. Ho'elun ise, Yesugai'ın tu�unu kaldırarak halkı yurdu terk etmemeye davet etmiş, birçoklan aralannda meşveret ettikten sonra geri dönmüş, fa kat bir süre sonra da gerisin geriye çekip gidenlerin arkasından yola koyulmuşlardı. Peki halkın çekip gitmesinin sebebi ne idi? Son derece basit ve aptalca bir sebepti bu. "Kaynak kurudu, akkaya çatladı" diyordu To doyen-Girtay, sadık Çarha'nın sırtına mızrakla vururken. Bu Mo�ol darb-ı meseli, herhangi bir olumsuzlu�u ifade etmek için kullanılır. Zayıf ve yardıma muhtaç olana destek vermek burjuvaya ters gelir. Burjuva, ister bozkırlı, ister şehirli olsun, bir bahadınn önünde yer lere e�ilir, fakat bu aşa�ılanmanın bedelini onun dul karısına veya yelimlerine ödetir. lşte Borcigin ailesi de, elinde olmadan "başına buyruk insanlar" haline gelmiştir.
X I I . YÜZYILDA M OGOLLAR V E M ERKİTLER
757
Yesugai'ın çocuklarının hayatta kalabilmesi, Ho'elun'un başarısı dır. O sırada en büyük o�ılu sadece on bir yaşında, en küçük kızı ise bir yaşındaydı. Tayci'utlar, Yesugai'ın sürüsunu de alıp götürmüşler di. Halbuki bu hayvanlar, Ho'elun ve Yesuai'ın ikinci hamımı Saçi hel'in çocuklarının karnını doyurmalarını sa�layan yegane kaynaktı. Ho'elun, çocuklarını yabancı so�anlarla ve sarmısakla besledi. Ço cuklar biraz büyüyünce Onun nehrinden balık tutmaya, okla toy ku şu ve köstebek aviarnaya başladılar. Ama karınlarını doyurahilrnek için "dinlenme" kelimesini unutmak zorunda kalacaklardı. Çünkü kış için de stok yapmalan gerekiyordu. Bu kötü yıllar, beş veya altı sene sürecekti. Takribi bir hesapla, 1 1 78'lerde ( 2 yıl), Temucin 1 6, kardeşi Kha sar 14 yaşında bulundu�u bir sırada, artık Borcigin ailesinin dokuz ohası, yayları ve yeterli miktarda okiarı vardı. Bu aradi Soçihel'in Te mucin ve Khasar'ın akranlan olan o�ullan Bekter ve Belugai da bü yümüşlerdi. Kaynaklar, Borcigin ailesinin di�er Mo�ol kabileleriyle ilişkileri konusunda herhangi bir bilgi vermiyorlar. Nasıl Onun vadisi koz mosda bir seyyare de�ilse, Yesugai'ın çocukları da kesinlikle birbiri nin aynı de�illerdi. Mesela 1 1 73'de onbir yaşlı Temucin, Onun sahi linde Cadrat kabilelerinin yönetici boyu üyesi Camuha ile aşık oy nuyordu. Aynı yılın ilkbaharında oklarını de�iştirmişler ve birbirleri ne sadık kalacaklan konusunda yemin ederek, anda olmuşlardı. Mo �ollar'ın çok eski atalanndan miras aldıklan duygusal gelenekler, XII. Yüzyılda neredeyse anakronizm teşkil etmesine ra�men, ikili ilişkilerde hala etkinli�ini sürdürüyordu. Yaşlılardan duyulan "Anda lar tek bir ruhtur" sözü Mo�ollar'ın daima kulaklannda çınlayacaktı.
Kardeş katili Şimdi geldik muammalara. 1 1 78 veya 79'da Temucin ve Khasar, üvey kardeşleri Bekter'i öldürürler. Hem de ceviz kabu�unu doldur mayacak bir şey yüzünden! Ama bu konu üzerinde ciddi olarak du rulmaya de�er. Bekter, kardeşleri arasında en güçlüsüydü ve Belgutai üzerindeki etkisini kullanarak, Temucin ve Khasar'a pek iyi davranmıyordu. Ba zen onların yakaladıkları balıkları ellerinden alıyor, bazen avladıkla-
258
AV R A S Y A ' D A N
rı kuşlara e l koyuyordu. Kardeşleri b u durumu annelerine şikayet ediyorlar ve kendilerini böylesine üzen biriyle bir arada yaşamaya caklarını belirtiyorlardı. Bir gün Temucin ve Khasar, yayiarına okla rını gererek, yılkı beklemekte olan Bekter'e gizlice yaklaştılar. Bek ter, onların yaklaştıklarını görüp, niyetlerini anlamıştı. Şöyle seslen di onlara: "Tayci'ut kardeşlerimizden gördüğümüz hakarete taham mül edemeyip, kimin (yardımıyla) intikam alabiliriz diye düşünmek lazımken, niçin bana 'gözdeki kıl, ağızdaki yonga' gibi muamele edi yorsunuz? Gölgemizden başka arkadaşımız, (hayvan) kuyruğundan başka kamçımız yokken, neden böyle düşünüyorsunuz? Benim oca ğıını yıkmayın, Bekter'i öldürmeyin'" (Gizli Tarih, § 77)Sonra bağ daş kurup oturarak, ok atmalarını bekledi. Yakalanan bir balığın çekip alınmasının aradaki kırgınlığın sebe bi oluşuna işaret dahi edilmeden yapılan bu konuşma hayli şaşırtıcı dır. Ölümle yüz yüze geldiğimizde, genelde kurtuluşumuza vesile olabilecek bir şeyler söyleriz. Bekter ise, kardeşlerinin elinden yolup aldığı balık ve kuşu unutmuş, aksine kendilerinden intikam için ye terince güce sahip olmadıkları "Tayci'ut kardeşler"den söz etmiştir. Burada, güya Bekter'i düşman olarak gören "müstakbel Çingis'in in tikamcı ve acımasızlığmı gösteren bir vakıa" aramanın doğru olaca ğını sanmam.48 Temayülü konusunda herhangi bir şüphe bulunma yan "Gizli Tarih" yazan, okuyucuya bu görüşü övenle enjekte et mektedir. 49 Güçlü bir kabileye karşı kinle yoğrulmuş dört çocuktan söz edilirken hangi düşmanlıktan bahsedilebilir ki? Hayır, burada oldukça ciddi başka bir şey var. Bekter'in söylediklerine bakılırsa, tabi bunlar tarihçi tarafından doğru aktarılmışsa, o, bir hiç uğruna öldürüleceğini anlamıştır. Özellikle basitçe geçiştirilebilecek geçimsizlik sebebiyle insan öldü rülmez. Daha da tuhafı, rivayette Bekter'in anasının tepkisine yer ve rilmemesi, aksine Bekter'in üvey anası olan ve çocuklarına bir türlü dirlik vermeyen kötü kalpli bir çocuğu sevmesi mümkün bulunma yan Ho'elun ananın Temucin ve Khasar'a lanetler yağdırdığından bahsedilmesidir. Ho'elun, her nedense daima Bekter'i müdafaa eder ve hatta açıkça haksız olduğu zaman bile sadece şöyle der: "Ah, ben sizinle ne yapa48 Kıçanov Y. 1. ]izn Temucina, dumavşevego pokoril mir, 1973, s. 30. 49 Vladimirtsov, Obşçeslvennıy slroy, s. 77. Karşı görüş için bkz. Grumm Grjimaylo, Zapadnaya, s. 408.
X I I . YÜZYILDA MOGOLLA R V E M E R KİTLER
259
cağım bilmem ki! Ne diye önemsiz bir şey için kardeşlerinizle kavga edip duruyorsunuz?! Bırakın bu işleri! " (Gizli Tarih, § 76). Sanırım Bekler'den çekiniyar ve elinden geldiğince kavga çıkmasını önleme ye çalışıyordu. Ancak, cinayet tamamlandıktan sonra Ho'elun ana, çocuklarının çehresinden olup biteni anlar, onlara lanetler yağdırır ve "Gölgemizden başka arkadaşımız, (hayvan) kuyruğundan başka kamçımız yokken" bir akrabanın öldürülmesinin akıl ve mantıkla bağdaşmayacağını belirtir. (Gizli Tarih, § 77-78). Bu sitem, esasen yüzsüzlüğün daniskasıdır ve belki de hiç yapılmamıştır. Şimdi bir soru soralım: Kaynak müellifi, Bekler'in son sözlerini kimden öğrenmiştir? Elbette onun katillerinden. Sonuncuları ilgi lendiren tek şey ise, kendilerini haklı göstermekti. Demek ki onlar sonraki nesile gerekli gördükleri bir şeyi aktardılar. Ancak, eğer met ne inanacak olursak, Khasar kardeşinin ğöğsüne ok atmakla aptalca davranmış, Temucin ise sırtından okalamakla daha da kötüsünü yapmıştır. Bu iş gerçekten bu kadar basit mi? Ayrıca sanmam ki, kar deşlerinin bu tehevvürüne sebep olan Bekter, birden kurbanlık ko yun gibi sessiz birisi oluversin! Sonra neden kardeşi Belgutai, ağabe yinin haince öldürülmesini sükunetle karşılasın ve hatta Temucin'le ilişkilerini bozmasın? Gerçekten kaynak yazannın cevap vermediği pek çok soru yok mu? Bu tuhaf kardeş cinayeti için iki yorum tarzı teklif edilebilir. Bun lardan birisi tarihi kaynağa itimat üzerine kuruludur. Diğeri ise sep tiktir. Farzedelim ki, Temucin ve Khasar, kendilerini sürekli sıkıştırdığı ve haksızlık ettiği için Bekter'i öldürdüler; Ho'elun ana da kendileri ni savaşçı bir arkadaştan mahrum bıraktıklan için onlara sitemler yağdırdı. Peki, bir insan avladığı bir balığı bile elinden çekip alan bi riyle sırt sırta vererek savaşa girlebilir mi? Bu durumdaki bir kişi, sa vaşta kendini feda eder mi? Ne de olsa can pazarı bu. Diğer yandan, liderliğe oynayan bir kişi, başkalannın kendisini in citmesine izin verir mi? Böyle bir uysallığın, kendisinin peşinden gel mek zorunda olan kişilerin başka türlü düşünmesine yol açacağı mu hakkak. Halbuki Bekter'in davranışlarının halktan yana bir tavır ser gilediğini çağnştıracak bir şey göremiyoruz. Buna karşılık Temucin, bilahare kendisini tahta oturturacak özelliklere sahip olduğunu açık ça tebarüz ettirmesine rağmen, herhalde Bekter ortada kendini tehdit edecek bir şey görmüyordu. Demek ki, güçlü koruyucuları vardı.
260
AV R A S Y A ' D A N
lşte burada şüphe edilecek önemli hususlar ortaya çıkıyor. Acaba kaynak müellifi, çok güvendigi kişilerin kendisini bilinçli olarak ya nıluıklannı biliyor muydu? Kardeş cinayetinin Ho'elun'un dahi bilme digi gizli sebepleri olamaz mıydı? Böyle önemli bir sebep, ancak iha net olabilirdi. Ki böyle bir ihaneti de Mogollar sadece karakterleri ica bı degin, dini dogmalan icabı da affetmezlerdi. Temucin'in düşmanla n Tayci'utlar'dı. Dolayısıyla onlar, Borciginler arasında bir casuslarının olmasını isterlerdi. Peki, Temucin bunu nasıl ögrenmişti? Tabi ki an cak samimi, saf ve biraz da çenesi düşük Belgutai vasıtasıyla. Bu yüz dendir ki Belgutai, kardeşinin ölümünden sonra hiç yas tutmamış, Te mucin ise hayatı boyu onu öz kardeşlerinden daha çok sevrniştir. Ancak, şayet tahminimiz dogruysa, bu durumda Bekler'in öldü rülmesi intikamSIZ kalamazdı. Eski Moğol adetleri bunu gerektirir di. Bekter'in ölümünden sonra gerçekten böyle mi olmuştu veya da ha dogru bir ifadeyle, onun ölümünden sonra vukii bulan olayların söz konusu cinayetle bir ilgisi var mıydı?
İnsan avı Olaylar çok hızlı gelişmişti. Ho'elun'un sitemler yagdırması da boşuna degildi. Tayci'utlar'ın reisi Tarhutai Kiriltuh, turgautlarıyla birlikte Borciginler'in otagını bastı, fakat bu işi aniden hasurarak yapmadı. Çocuklar ve anneleri, ormana kaçtılar ve Belgutai'ın agaç lan kesip devirerek alelacele hazırladıgı izbeler içinde gizlendiler. Khasar, ok atarak düşmanı uzak tutmaya çalıştı; fakat Tayci'utlar onunla fazla ilgilenmiyorlar ve "Bize Temucin'i teslim et. Bizim si zinle işimiz yok! " diye bagınyorlardı. (Gizli Tarih, s. 79). O ana ka dar Bekter'in casusluk yaptıgı konusundaki bazı şüphelerine de ar tık mahal kalmamıştı. Tayci'utlar onun yüzünden bütün ailenin de gil, sadece Temucin'in peşine düşmüşlerdi ve hatta Bekter'e ok atan lardan birisi olmasına ragmen Khasar'la dahi ilgilenmiyorlardı. Çün kü Temucin'in üstün vasıfları çor erken tebarüz etmişti ve elbette bu da ancak adavete yol açabilirdi. Temucin'in kaçabileceği tek yer, ormanla kaplı dağlardı. Moğolis tan dağları öylesine kesif ormanla kaplıydı ki, vahşi hayvanların aç tıkları patika yolların dışında oraya ulaşmak mümkün değildi. Te mucin, dokuz günü aç susuz geçirdikten sonra, vadiye dönmeye
X I I . YÜZYILDA MOGOLLAR V E M E RKİTLER
261
mecbur kalacaktı. Orada ise onu esir edip Tarhutai Kiriltuh'a götü recek olan Tayci'utlar bekliyorlardı. Fakat bu iyi kalpli insan, bir kez daha arkadaşının o�lunun hayatını kurtacak; onun "meşru cezasını de�iştirecek" (Gizli Tarih, § 8 1 ) , yani öldürmek yerine boynuna bu ka�ı vurdurarak her yurtta ancak bir gece kalmasına musaade et mekle cezalandıracaktı. Zavallı çocuk, bir çadırdan di�erine geçip kendisini yedirip içirmeleri için başka insanlara yalvarmak zorun daydı. Çünkü buka�ı. başkalannın yardımı olmadan bir şey yiyip iç mesini engelliyordu. Tayci'utlar, hiçbir gerekçe olmadı�ı halde, genç esirin kendine olan güvenini kaybedece�ini ve kaçmaktan ümidini kesece�ini zan netmişlerdi. E�er Temucin herhangi biri olsaydı, bu düşünceleri haklı çıkardı ve tabii olarak peşine düşmeye de�mezdi. Tayci'utlar, her yıl birinci ayın 16. gününde, mehtap altında şen likler tertiplerler ve tabii olarak haddinden fazla içerlerdi. O gün Te mucin'e nezaret etme sırası, di�erleri gibi içmeyen güçsiız bir adama gelmişti. Temucin, herkesin uyumasını bekledi. Sonra boynundaki buka�ı ile bu güçsüz adamın kafasına vurdu. Adam yere düşünce Te mucin kaçmaya başladı. Önce Onun sahili boyunca uzanan ormana girdi; arkasından, sadece başını dışan çıkarıp sırt üstü uzanarak neh re daldı ve kendini akıntıya bıraktı. Esire nezaret etmekle görevli adam kendine gelince, "Buka�ılanmış kişi kaçtı! " diye ba�ırdı. Tay ci'utlar, kaça�ın peşine düştüler. Dolunay ormanı aydınlatıyorrlu ve etraf neredeyse gündüz gibiydi. Tam o sırada Temucin bir adamın karşısında dikilip kendini süzmekte oldu�unu farketti. Tayci'utlann hakimiyeti altındaki Siıldüs kabilesinden Sorgan-Şira adlı biriydi karşısındaki adam. Bir siıre göz göze bakıştılar. Sonra Sorgan-Şira, "Işte böyle kurnaz oldu�un için, bakışların ateşli, yüzün nurla oldu �u için Tayci'ut kardeşlerin tarafından kıskançlıkla takip ediliyor sun. Sen aynen böyle yat, ben söylemem!" diyerek çekip gitti. Kaça�ı bulamayan Tayci'utlar, aralarında müşavere etmeye başla dılar. Sorgan-Şira, herkese geldi�i yoldan gidip bakılmamış yerlere tekrar göz atmasını teklif etti. Sonra Temucin'in karşısına dikilip "Kardeşlerin dişlerini bileyerek geliyorlar, ama korkma, böyle yat ! " dedi ve çekip gitti. Arama çalışmalarının bir fayda vermedi�ini tahmin etmek zor de �il. Tayci'utlar, buka�ılı birinin nasıl olsa uzaklara kaçamayaca�ını düşünerek uyumaya karar verdiler.
262
A V R A S YA' D A N
Herkes çadırına çekilince, Ternucin sudan çıkıp Sorgan-Şira'nın çadırını aramaya başladı. Kırnız çalkalamak için kullanılan değneğin sesinden onun evini kolayca buldu. Fakat Sorgan-Şira başına bir be la gelmesinden korkuyordu. Bunu gören oğulları Çimbay ve Çilaun şöyle dediler: "Kafesteki bir kuşcuk çalılığa kaçtığı zaman, çalılık onu korur. " Sonra Ternucin'in boynundaki bukağıyı çıkarıp ocağa attılar. Ternucin'i de içi yün dolu bir arabaya gizlediler ve Hada'an adlı kızkardeşlerini de "Kimseye bir şey söyleme! " diye tenbihleyip, göz kulak olmasını söylediler. Ternucin, yün dolu arabada üç yakıcı gün ve üç boğucu gece ge çirdi. Üçüncü gün bütün yurtları tek tek aramaya karar veren Tay ci'utlar, Sorgan-Şira'nın yurdunu da aradılar Hatta yatakların altına vanocağa kadar her tarafı didik didik ettiler. Sıra yün dolu arabaya gelince Sorgan-Şira "Bu sıcakta yün içinde kim dayanabilir ki?" de di. Tayci'utlar onun haklı oldu�u kanaatine vararak, arabayi ararna dan çekip gittiler. Tayci'utlann davranışları, eski Moğol göçebe hayat tarzının tipik bir öme�ini sergilemektedir. Disiplinsizlik ve toplumsal problemlere karşı kayıtsızlık. Tayci'ut erkekleri, kaçağın yakınlarda bir yerde giz lendiğini ve yaya olarak uzaklara giderneyeceğini anlayarnıyorlardı. Çevredeki göçebe çadırlarını dahi do�ru dürüst aramış olsalardı, esir yakalanmış olacaktı. Aksine onlar, yine normal işlerinin başına dönüp İstirahata çekildiler. Çünkü başlannda savaşçılara örnek olacak bir re isleri yoktu. Bu da Ternucin'in kurtuluşuna imkan hazırladı. Sorgan-Şira, neredeyse "kendisini kül gibi uçurtacak" olan rnisa firinden bir an önce kurtulmak istiyordu. Artık gerek o ve gerekse bütün aile fertleri için hayatta kalabilmenin tek şartı Ternucin'in kurtulmasına yardırncı almaktı. Böylece Sorgan-Şira, bir tel kuzu ke sip etini kavurdu. Bir küçük tulurn, bir de büyük tulurn yaptı. Onu ak burunlu, kula renkli kısır bir kısrağa bindirdi. Eyer ve çakmak ta kımı vermeden, eline yalnız bir yayla iki ok tutuşturrlu ve böylece Ternucin'i yola çıkardı. Son durum, o dönernde saf vicdan sahibi olmanın ne derece teh likeli oldu�unu göstermektedir. Çünkü Ternucin'i yolda yakalayabi lirler ve bu dururnda Sorgan-Şira'nın onun kaçmasına yardım ettiği ortaya çıkabilirdi. Elbette o yakalandığı zaman Sorgan-Şira kendini rnüdafaa edebilirdi. Kaçak, atı meradan çalrnış, et ve tulurnu da aşır rnış olabilirdi. Çünkü bu tür değersiz şeyler, genelde çadırın dışında
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR VE MERKİTLER
263
tutulurdu. Yay, kesinlikle rehnagi bir evden alınmış olabilirdi. Çün kü onu eşik girişindeki hayvan boynuzunun üzerine asıyorlardı ve dolayısıyla birinin gelip yayı oradan alması son derece kolaydı. Ama eyeri evde saklıyorlar, çakmak taşını yanlannda gezdiriyorlardı ve bu ikisi, kişisel eşya sayıldı�ı için mazeret ileri sürülemezdi. Bu yüz den Sorgan-Şira Temuçin'i yola salarken bu ikisini vermemişti. Ama Temucin, bundan dolayı onu asla suçlamayacak ve hatta hakan ol duktan sonra halaskanna karşı herhangi bir kötü davranışta bulu nulmasını yasaklayacaktı. Temucin, yakılıp yıkılmış yurdunun bulundu�u yere ulaşmış, sonra izleri takip ederek, artık kendisini canlı görmekten ümidini kesmiş olan ailesini bulmuştu. Böylece Borciginler, yollarına devam ederek, Tayci'utlar'ın kendilerini arayamayacakları Burhan-Haldun da�lannın güney eteklerine yerleşmişlerdi. Bu olay, Sekter'in boş ye re öldürülmedi�ini göstermektedir. Çünkü artık ailenin yaşadı�ı ye ri düşmaniara haber verecek kimse kalmamıştı. Bu epizotda sıradan bir macera konusu kadar, eski ve yeni nesille rin davranış kalıplan arasındaki belirgin farklılık da dikkat çekmekte dir. Yaşlı neslin temsilcileri olan Tarhutai Kiriltuh, Sorgan-Şira ve ak ranları, iyi kalpli, hassas ve yeterinden fazla atıl insanlardır. Bir işi so na erdirmektense, hiçbir şey yapmamak onlar için daha dolaydır. Baş ladıklan bir işi de sonu kadar götürmezler. Temucin kaçıp gitmiş; boş ver gitsin, onu arayacak halimiz yok! Bu, tipik bir burjuva psikoloji sidir ve köyde de, şehirde de, bozkırda da hep aynıdır. Aynı kuşa�a mensup gençler ise tamamıyla başkadır. Sadece Te mucin ve kardeşleri de�il. Sorgan-Şira'nın o�ullan da girişkendir; prensiplerine ba�lı. inatçı ve gözünü kırpmadan ölüm tehlikesini gö�üsleyebilmektedirler. E�er Ambagay-han'ın silah arkadaşlan da bu tip insanlar olsalardı, kesinlikle a�aç eşe�e mıhlanarak ölmezdi. Ya ona yardım ederler, ya da aralarındaki gönüllüleri harekete geçi rerek Curçenler'e yaptıklarının bedelini ödetirlerdi. N itekim bu gençlerin daha sonraki yıllarda kendi başlarına hareket etmeye baş ladıkları zamanlarda vukO bulan olaylan anlatırken, bu tür davranış ların bir defaya mahsus olmadı�ını, aksine sürekli ve sık sık tekrar landı�ını görece�iz. Biz şimdilik onları gelincik avlayarak, güç kav vet toplamaya bırakıp, tarihi kaynakların hakkında aydınlatıcı bilgi verdikleri tek kişinin, Temucin'in biyografisine dönelim. Esasen bu kaynaklarda anlatılanlar da, bir hayat hikayesinden çok, herhangi
AV R A S Y A ' D A N
264
bir destekten mahrum olmakla birlikte yeterli enerji ve mertliğe sa hip fakir bir Moğol delikanlısının sergüzeştleridir.
tık asker Borcigin ailesinin sakin ve münzevi hayatı, beklenilmeyen bir fe laketle sekteye uğramıştı. Bir gün, beneklı beygirle sekiz at evin önünde dururken, yağmacılar geldiler ve göz göre göre bu hayvan ları alıp götürdüler. Temucin ve kardeşleri, yağmacıların peşinden koştularsa da, bir faydası olmadı. Belgutai, avianınaya gittiği için at lardan biri ellerinde kalmıştı. Temucin kısa kuyruklu konur ata bi nip yağmacıların peşine düştü. Yedi gün boyunca onların peşinden gitti. Yaklaşık 200 km. yol katetti. Temucin, yolda tam bir Moğol olan Nahu-baiyan'ın yakışıklı çoban oğlu Bo'orçu'ya rastladı. Bo'or çu, Temucin'e kendi atını verdikten başka, onunla birlikte geldi. Üç gün yol aldıktan sonra, bir kürene rastladılar. Benekli beygirle sekiz atın bu kürenin kenarında otlamakta olduğunu gördüler. Ve Ternu cin vararak atları alıp götürdü. Tabii kürendekiler hemen peşlerine düştülerse de, iki arkadaş gecenin karanlığından faydalanarak giz lenmeyi başardılar. Üç gün üç gece yol gittikten sonra Nahu-baiyan'ın yurduna ulaş tılar. Temucin, Bo'orçu'ya kurtarılan atlardan istediği kadannı alma sını teklif ettiyse de, Bo'orçu bu teklifi reddetti. Delikanlı, fedakarlık yönünden babası Nahu-baiyan'ın aynısıydı. Nahu-baiyan, oğluna Temucin'e katılmasını ve onun nükürü olması tavsiyesinde buluna rak şöyle dedi: "Siz, iki genç adamsınız. Birbirinize dikkat edin. Bun dan sonra birbirinizden ayrılmayın." Sonra misafir için yol hazırlığı olsun diye bir süz kuzu kesip, kımız hazırladı. Temucin rahat bir yolculukla, annesi ve kardeşlerinin endişeden dokuz dağurdukları bir sırada yurduna ulaştı. Ne de olsa tam iki haftadır ortadan kaybol muştu. Bo'orçu ise aradan bir süre geçtikten sonra Temucin'in hiz metine girmek üzere geldi. Bu epizot, edebi fantazya "Gizli Tarih" yazarında da sık sık rast lanan karşılıklı diyaloglarla, literatürde defalarca ve hatta gerektiğin den fazla detaylada işlenmiştir, ama yarumcuların gözünden kaçan bazı noktalar vardır ki, dikkatleri üzerine teksif etmeye değer.
X I I . YÜZYILDA MOGOLLAR VE ME RKİTLER
265
Kaynakta, Temucin bilmiyor olsa dahi, ya�macıların kabilesinin adı zikredilmemiştir. Göçebe at hırsızları, Borciginler'e yedi günlük mesafede konaklıyorlar. Tesadüfi bir hırsız için çok uzun bir mesa fe bu . Galiba burada planlı bir eylem söz konusu, ama kim tarafın dan? Kayna�a göre Bo'orçu,sırf kendi iste�iyle Temucin'e yardım etmek üzere ortaya atılıyor. Olabilir. Fakat yaşlı Nahu-baiyan'ın te sadüfi bir tanışmadan hemen sonra birden kendini olayın içinde bulması ve biricik o�lunu Temucin'le birlikte göndermesi tuhaf. Burada bir terslik var. Akla takılan husus, Temucin'in şahsen Tayci'utlar'dan nefret edi yor olmasının di�er boy mensuplarınca da biliniyor olmasıdır. Bo'or çu, en eski ve köklü Mo�ol kabilelerinden sayılan Arulat boyuna mensuptur. Arulatlar, Kaidu'nun küçük o�lundan türedikleri için Tayci'ut ve Borciginler'in akrabalarıydılar. (Gizli Tarih, § 47). B. V. Vladimirtsov, bu noktadan hareket ederek Bo'orçu'yu "aristokratlar" zümresinden saymaktadır". 50 Ancak, Xll. Yüzyılda fiilen var olan Arulatlar arasında Nirun tiresi görünmüyor. Aksine sadece Urut ka bilesi tireleri arasında bu ada rastlanmaktadır. Dolayısıyla bir boyun veya kabilenin türeyiş cihetinden çok eski oluşunun onun gelişyıne si anlamına gelmedi�i, hatta aksi yönde bir gelişme kaydetti�i düşü nülebilir. Bu görüş, Nahu-baiyan'ın yaşadı�ı yurdun anlatımında daha bir inandıncılık kazanmaktadır. Nahu, yalnız başına ve küren olarak de �il. ail [oba] olarak yaşamaktadır. Yani, bulanık genealojisinden çok kendi zevk ve sempatileriyle baş başa yaşayan "başına buyruk" insan lardandır. Başına buyruk insanlar için maruf bir soya mensubiyet bir yük olabilir, ama asla tartışma konusu olamaz. Arolat ve Borciginler'in ortak bir kaderi paylaşlıklan aşikar. Anlaşılan, belki de sadece bu du rum bilhassa Temucin Büyük Bozkır'da şöhret kazandıktan sonra, her iki ailenin torunlarını birbirine kenetlenmeye sevk etmiştir. Şimdi, gelelim Temucin'in kimli�i meçhul at hırsızı düşmanları na. Onlar küren halinde yaşıyorlardı. Yani büyük ve organize bir ka bileydi. lyi giyimliydiler. Üzerlerindeki kırmızı cüppe, koyun postu de�ildi. Demek ki satın almışlardı. Fakat mert insanlar de�illerdi. Üzerlerine bir ok atılaca�nı gördükleri an, sayıca üstün olmalarına ra�men hemen kirişi kınp kaçınayı ye�liyorlardı. Belki yalnızca çal dıkları atları muhafaza etmekle ilgileniyorlardı veya sadece sıradan 50 Gumilev, Poiski,
s.
237-261 .
AV R A S Y A ' D A N
266
korkaklardı. Büyük bir olasılıkla, her iki ihtimal de geçerliydi. Bura da önemli olan, büy-kabile nizarnının "başına buyruk" insanlarla karşı karşıya olmasıdır. Üstelik de sonuncular, sadece kendilerini korumaya çalışmaktadırlar. Ama ne zamana kadar kendilerini mü dafaa edebilirlerdi? Er geç bir saldırıya maruz kalacaklardı. Yagmacıların adlarının belirtilmemesine gelince, bu, tamamıyla "Gizli Tarih" yazarının suçudur. Fakat bu, tesadüfi bir sessizlik de gildir. Kahir bir ihtimalle ya müdlifinin akrabalarıydılar, ya da ona yakın bir şey. Dolayısıyla müellif gelecekte torunları rahatsız edilmesin dü şüncesiyle hırsızların adlarını vermekten kaçınmıştır. Eger böyle ise, o halde at hırsızlan köklü Mogol kabilelerinden birine mensuptu. Çünkü müellifimiz yabancı kabHelere karşı hiç de insaflı degildir. lç çatışmaların Mogol toplumunu parçaladıgı görülmektedir. An cak burada, partilerin ortaya çıkışında mal veya şöhret hırsı degil, aksine yaşadıkları hayat tarzından sıkılan ve daha büyük başanlar sergilemek isteyen "başına buyruk insanlar"ın yani passionerlerin bölünmeleri rol oynamıştır. Bu dogru ise, demek ki burada passioner itki denilmesi gereken bir olay söz konusuydu.
Birinci hatun Temucin'in ikinci adımı, uzatmalı nişanlısı Börte ile evlenmesiy di. Damak, Kerulen salıilindeki Konkiuratlı Dai-Seçen'in evine ge linı:e, Temucin'in yaşamakta oldugunu gören Tayci'utlar'ın ona kar şı duyduklan nefret kat kat arttı. Ancak Konkiratlar, Tayci'ut sayıl mayacak kadar bagımsızdılar. Onlar, başka bir "irgen" idiler. Yani Mogol halkının tıpkı Tayci'utlar kadar güçlü ve eski bir süb-etnosuy dular.51Komşular arasında rekabet sıradan bir olay oldugu için, Te mucin'in gelişi Dai-Seçen'i "sevindinnişti." (Gizli Tarih, § 94). Evli lik hazırlıkları tamamlandı ve gelinin anası kızına refakat ederek da madın evine kadar götürdü ve ona bir sarnur kürk hediye etti. O za mana göre dahi bu kürk oldukça büyük bir hediye idi. Temucin'in gelinin elinden bu kürku alarak Kerait ham Togrul'a hediye götürdügü için kınanınası dogru degildir. Çünkü Temucin, 51 Vladimirtsov, age. ,
s.
79.
X I I . Y Ü Z Y I L D A MOGOLLAR V E M E R KİTLER
267
çağdaşlarının halet-i ruhiyesini biliyordu. Moğollar, nankör insan değillerdi; fakat Toğrul'a verilen hizmetler unutulmuş olsa dahi, dış lanmış bir genç için birinin himayesi mutlaka gerekliydi. Hesap doğ ruydu. Toğrul duygulanmış, vaktiyle Yesugai'yla olan dostluğunu hatırlamış ve Temucin'e dağılan ulusunu tekrar toplayacağını va adetmişti (Gizli Tarih, § 96) . Moğolistan'ın en güçlü hanının destek ve himayesi, Temucin'in durumunu hemen değiştirmişti. Uranghadai boyunun yaşlı demirci si Temucin'e gelmiş ve oğlunu da hizmet etmesi için getirmişti. Bu Temucin'in ikinci nükürü Celme'den başkası değildi. Gerçi "Gizli Tarih"in yazan başka isimler zikretmez ise de, Ternu cin'in yanında yer alanlar sadece Bo'orçu ve Celme değildi. Iki yıl zarfında ( 1 1 79 ve 1 180) Temucin'in elinde yaklaşık 10 bin kişilik bir ordu vardı. Bunlar, Temucin'in otağının çevresine toplanmış değil lerdi ve görünüşe göre "başına buyruk insanlar"a yaraşır bir .tarzda, dağınık olarak Ono n nehrinin yukarı akımlannda yaşıyorlardı. 52 Ama Kerait hanının Temucin'e himmet eylediği haberi Büyük Boz zır'da duyulur duyulmaz, bu insanlar kendilerini fakir prensin taraf tan olarak ilan ediverdiler. Aslında Temucin, ne Toğrul gibi han, ne babası gibi kabile reisi, ne de zengin bir adamdı. Çünkü çevresinde toplanan insanlardan hiçbiri onun haraçgüzarı veya uşağı değildi. Temucin, başlayan bir hareketin sancağı idi, ama henüz bir parti oluşturmamış bir insandı. Kendisinden çok beklenen, fakat hiçbir şey verilmeyen bir insan. Durumu da oldukça kritikti. Çünkü kötü şeyler birbiri ardınca sö kün etmekte gecikmeyecekti.
Kan davası Felaketler, genelde aniden ve hiç beklenilmeyen bir yerden gelir. Temucin ve akrabaları, 1 180 yazında Tayci'utlar'ın bir saldırıda bu lunmasını bekliyorlardı. Bu yüzden Onun sahillerinden Kerulen'in menbaına, düşmanlarından uzak bir yere göç ettiler, fakat bu da du rumu kurtarmaya yetmedi. 52 Camuha burada "anda"yı hatırlatıyor. Togrul anda degildi ve dolayısıy la Camuha'nın kaseuigi Temucin'di.
268
AV R A S Y A ' D A N
Bir sabah gün aganrken (Gizli Tarih, § 98) Ho'elun "ana"nın ota gında hizmetçilik eden Ho'ahçin, yeri gögü inleten nal sesleriyle uyan dı. Tayci'utlar'ın geldigini düşünerek, hemen hanımını haberdar etti. Otağdakiler hemen hazırlıga girişip, otaga yakın bir yerde otlamakta olan atiarına sarıldılar. "Temucin bir ata bindi, Ho'elun bir ata bindi, Khasar bir ata bindi, Haçi'un bir ata bindi, Temuge-otçiğin bir ata bin di, Ho'elun ana Temulun'u at üzerinde kucağına aldı. Bir atı da yedek olarak aldılar. Börte-ucin için at kalmadı" (Gizli Tarih, § 99). Bir an durup düşünelim: Temucin, genç hanımına bu kadar çok mu kırılmıştı? Elindeki sarnur kürkünü çekip almıştı ve şimdiyse bir saldırı sırasında hanımını bırakıp gidiyordu. lyi bir şey mi bu? Eger bu böyle ise, o halde neden Temucin, bıyıkları terlerneye başladıgm dan beri birilerinin fedakarlık ve sempatisini, birilerinin antipatİsini ve hatta nefretini kazanmak için bu kadar gayret sarf etmiş olsun? lşin iç yüzü neydi? Borciginler'in kendi kabiledaşları ve hatta akrabaları olan Tay ci'utlar'ın bir saldırısını beklediklerini hatırlayalım. O dönemde aile kavgalarında, yabancı kabileden alınan kadın hiçbir tehlikeye maruz olmazdı. Börte ise Konkirat kabilesindendi ve kocasının kabilesiyle hiçbir ilgisi yoktu. Eğer saldıranlar Tayci'utlarsa, o takdirde Börte Yaşlı Ho'ahçin, Belgutai'ın annesi Soçihel'le birlikte otağın bir kena rında otururdu. Fakat saldıran Tayci'utlar değil, Merkitler'di. Mer kitler, 300 km.den fazla yol katetmişlerdi. 53 Amaçları, Borciginler'i ansızın hastumaktı ve aşagı yukarı amaçlarına da ulaşmışlardı. Ta kip edilen insanlar bu tür konularda dikkatli ve maharetli olduklan için, Borciginler, ormanlık Hentei sıradagları arasında yer alan Bur han Dagı'na gizlenmişlerdi. Uzak görüşlü Ho'ahçin, Tayci'utlar Bör te'yi öldürmeseler bile, genç savaşçıların böylesine güzel bir kadın içih tehlike teşkil edeceğini düşünerek, onu kapalı bir arabaya bin dirdi ve ala bögürlü bir öküz koşarak Tengile nehri boyunca, akıntt nın aksi istikametinde yola çıktı. Karşıianna çıkan savaşçılar Ho'ah çin'nden Temucin'un otağına nasıl gidileceğini, onun orada olup ol madığını sordular. Verilen cevaptan tatmin olmuş olarak ayrıldılar. Ancak bir aksilik oldu ve arabanın oku kınldı. Börte yaya gidemez di, çünkü hemen farkediiirdi Nitekim biraz sonra boş otağdan geri 53 Selenge'nin orta akımlanndan Kerulen'in koliarına kadar 300 km. lik dogrudan bir mesafe vardır. Zikzaklan da hesaba katarsak, bu yol bir buçuk iki misli daha fazladır.
X I I . YÜZYILDA MOGO LLAR V E M E RKİTLER
269
dönmekte olan savaşçılar Börte'yi buldular ve Yesugai'ın Ho'elun'u kaçırmasının bedeli olarak üç kadını alıp götürdüler. Merkider'de kız kaçırma olayı nadirdi. Bu yüzden onlar Ternu cin'in peşine düşmüşlerdi. Ne var ki Merkitler, "sık orman yılanlar la dolu oldugu için içeri girememişler" ve takibe son vererek atları nının başını geldikleri yöne çevirmişlerdi. Temucin, araştırma yapmak üzere Belgutai ve Bo'orçu'yu gönder di. Bu ikisi, üç gün boyunca Merkitler'i takip ederek, gelenlerin Toh ıa-Begi, Dair, Usun ve Haatai-Darmala adlı üç kabile beyinin kuman dasında hareket eden üç yüz kişi olduklannı tespit ettiler. Saldırı amacının ise Ho'elun'un kaçırılmasının intikamını almak oldugu or taya çıkmıştı. Fakat yirmi yıllık bir gecikmeyle. Peki neden Merkit ler ormanda bilhassa Temucin'i aramışlardı? Muhtemelen onu öl dürmek istiyorlardı, ama ne için? Bizim anlayamadıgımız şey, bu olayların şahidi olan o dönem in sanları, özellikle de Temucin'in malumuydu. Merkiller'in çekip git mesinden sonra yaptıgı dua veya konuşmada şu trajik kelimeler yer alıyordu: " .. Burhan-Haldun'un yardımıyla, bir bit, bir kırlangıç gibi, hayatım kurtuldu. Bu esnada büyük korku da geçirdim." (Gizii Ta rih, § 1 03)Nitekim daha sonra eviallanna bu daga, kutsal bir dag gi bi tapınmalarını emredecekti. En şaşırtıcısı, Xll-Xlll. Yüzyıl Mogollarından hiçbirinin Ternu cin'in bu davranışını bir korkaklık veya kayıtsızlık olarak degerlen dirmemiş olmasıdır. Aksine, onun daga kaçışı, bir kahramanlık ola rak algılanmış, kadınları terk edip gitmesi ise, sadece nahoş bir dav ranış gibi görülmüştür. Göründügü kadarıyla, Mogol ulusuna men sup kabileler arasındaki savaşla, Mogol olmayan ve gök kubbe altın da kendilerine bir yer bulmak için onlarla didişen Merkiller'le yapı lan savaşlar arasında fazla bir fark yoktu. Etnos boyutundaki savaş la, süper-etnos boyutundaki savaş arasındaki farkı izah etmek için, l l l . Ve IV. Napolyonların kaderlerini hatırlayalım. Birincisi, kayıtsız şartsız teslim olduktan sonra serbest bırakılmış ve kalan ömrünü ln giltere'de doldurmuş; ikincisi ise Zulular'ın eline düşünce hemen oracıkta mızraklanarak öldürülmüştü. Burada Temucin için söz konusu olan sadece hayati tehlike degil, hangisinin daha anlamlı oldugudur. Bu, Börte'nin kaçırılmasının do gurdugu sonuçta, Helen'in Spartan Paris tarafından kaçırılmasının
270
AV R A S Y A ' D A N
yol açtıgı sonuçtan anlaşılacaktır. Sadece Mogollar, daha faal Akha ilar'ın yerini almış ve savaş uzamamıştır.
Selenge salıilindeki Truva savaşı Temucin, Merkider'in saldırısından sonra hiç vakit kaybetmeden, dogruca Togrul'un Tola nehri salıilindeki Kara Onnanda bulunan otagına gitti ve olanları anlatarak yardım istedi. Vaktiyle hediye edil miş olan bir kurk işi bitirdi. Togrul, siyah kurklın hatırına tum Mer kitler'i ateşe atacagını, Börte'yi kurtaracagını ve bu iş için iki tumen asker hazırlayacagını belirtti, fakat hemen Temucin'e, kan kardeşi ve Caciratlar'ın reisi Camuha'ya gitmesini söyledi. Camuha'nın yirmi bir suvariyle sol kanatta yer almasını istedi ve buluşma yerini belir ledi (Gizli Tarih, § 1 04) Burada Togrul'un 300 Merkit'e karşı 20 bin kişilik bir orduyu az bularak, Temucin'i Caciratlar'ın reisinden de yardım isternek için göndermiş olması hayli tuhaf göninuyor. Caciratlar, Bodonçar'ın ha mile iken ele geçirdigi bir hanımının oglundan turedikleri cihetle Nirun kabilesinin bir tiresiydi. Bodonçar, bu çocugu ogul edinmişti ve Camuha-seçen de o ogulun torunuydu. Caciratlar, hukuki yönden diger Mogol kabileleriyle aynı haklara sahiptiler; çunku boy reisierinin şupheli nesebinden dolayı alınlanna çalınan leke onlara degil, menfur bir hamile kadına aitti. Nitekim or ta Haçlı seferiyle aynı ölçudeki bir askeri operasyonun kaderi kendi kumandaolannın takınacagı tavıra baglıydı. Gönildugu gibi kaynak lardaki dogrudan bilgiler okuyucuya Mogollar'ın XII. Yuzyıldaki kuv vetler dengesi hakkında dogru durüst bir fikir vermemektedir. Temucin, Camuha'ya Khasar ve Belguta'ı gönderir ve onlara bu yük bir ailenin bireyleri olduklarını, kendisinin Togrul'a muracaat ettigini, Börte'nin kurtanlması için 20 bin suvarı hazırlarnısını iste rligini iletmelerini tenbihler. Butun bunlar, Akhai basHevlerin guzel Helen'in kurtarılması için sefer edilmesini anımsatıyor. Tek farkı, Helen'in arzusunun hilafına kurtanimış olmasıdır. Burada Camuha'nın halkını sefere çıkmaya razı etmesi için kul lanmak zorunda oldugu tek motif, Mogol milliyetçiligi idi ve esasen sadece bu duygu yeterliydi. Camuha bir tumen asker getirmeyi ka bul etti. Ikinci tumen ise andanın yani Temucin'in askelerinden teş kil edilecekti.
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR VE MERKİTLER
271
Temucin, Keraitler'e de haber gönderdi. Bir süre sonra Togrul ve kardeşi Caha-gambu (prensin kullandıgı Tibet askeri ünvanı) ile bir leşti. Tuhaftır ama T�mucin ordu getirmemiştir. Sadece müttefikler buluşma yerine üç gün gecikmeyle gelince, Camuha onları birisi kendine, digeri Temucin'e ait olan iki tümenin başında durarak bek lemiştir. Göründügü kadarıyla Camuha'nın Cadratlar arasındaki et kisi, hiç kimsenin sahip olamayacagı kadar fazlaydı. Bu yüzden Ca muha ordu teşkil ve kumanda işini üzerine alınca, onun bu girişimi ne hiç kimseden itiraz gelmemişti. Tümen kelimesi mana itibariyle on bin kişilik ordu demekse de, bu, teorik bir tanımlamadır ve çogu defa bünyesinde on bin kişi bu lunmaz. Yine de Mogol ve Keraitler'in asker sayısı 30 bin civarıoday dı ve bu rakam saldırıyı gerçekleştiren Merkitler'inkinden 100 misli daha fazlaydı. Bu sayı üstünlügüne ragmen Moğo11ar, ani bir saldırı taktiğini uygulamaktan yanaydılar. Göründüğü kadarıyla Merkitler, ne Moğol'du, ne de Türk. Bu durumda onlar, ancak Samoid grubu na mensup bir halk olabilirlerdi. Daha da enteresanı, Çarmagun-noyon'un lran'ı, Batu-han'ın bü tün Rusya'yı fetbederken ku11andıkları asker sayısına denk büyük bir ordunun sadece üç esir kadının kurtanlması için devreye sokul muş olmasıdır. Her ne kadar Camuha " .. onun kutsal çadır diregini parçalayarak .. bütün ulusunu kılıçtan geçirelim" (Gizli Tarih, § 105) diyor ise de, bu sadece bir böbürlenmedir. Aşağıda dört kumandan dan hiçbirinin bu niyetle hareket etmediğini ve işi sonuna kadar gö türmeyi düşünmediğini göreceğiz. Aksine aleleacele savaş hazırlığı yapılmış ve sadece ani bir baskın yapılması düşünülmüştür. Fakat her nedense Merkider bir karşı saldırı beklemiyorlardı. Başlanndaki kumandanların basiretsizliğini izah etmek zor. Çünkü bilahare Tohta-Begi ve Dair-Usun, mümtaz kumandanlar oldukları nı göstermişlerdir. Göründüğü kadarıyla Temucin'in kabiledaşlannı kendilerine karşı harekete geçiremeyeceği düşüncesinden haraketle ordularını dağıtmışlardı. Bu da onların mahvına yol açacaktı. Moğol-Kerait ordusu, vadi tamamen sarı renge büründügü, balık çılar sonbahar avına çıktıkları, avcılar sarnur aviarnaya gittikleri bir sırada Botohon-Bo'orçin'den ('Onon'un yukarı kesiminden) hareke te geçti. Kilok nehrine kadar süratli bir yürüyüş yapan Moğo11ar, hızlı akıntıclan dolayı nehri yüzerek degil, salla geçmek zorundaydı lar. Şiddetli rüzgar işlerini hayli zorlaştırdı. Tabii bu da saldırı tem-
272
AV R A S Y A ' D A N
pasunu yavaşlattı. Nehre doğru yaklaşan düşmanı gören Merkit ba lıkçı ve avcıları, işlerini bırakarak kabiledaşlarını haberdar etmek için koştular. Bu sayede Tahta-begi ve Dair-Usun ve tüm Merkit ulu su panik içinde Selenge vadisine kaçıştılar. Şansı olanlar "Barhucin", yani Baykal-ötesi'ne ulaşmayı başardı.54 Kaçamayanların başına çok kötü şeyler geldi. Moğollar, kaçan Merkitler'e Selenge'nin aşağı akımlarındaki ormanlarda gece vaktin de yetiştiler. Moğollar ve Keraitler "takip ediyorlar, öldürüyorlar ve kaçaklan esir ediyorlardı." (Gizli Tarih, § l lO). Bunun tek istisnası Ternucin'di. O, kaçan kalabalığı kovalarken "Börte! Börte! " diye ba ğınyordu. Börte onun sesini duydu ve yaşlı Ho'ahçin'le birlikte ara badan atlayarak, gelip Ternucin'in atının dizgininden tuttular. Bunun üzerine Ternucin, Toğrul ve Carnuha'ya bir nükür göndererek, taki be son vermelerini istedi. Böylece birçok Merkit ölürnden kurtuldu. Anlaşılan katliam sona ermiş ve Merkider gece karanlığından fayda lanarak kaçmışlardı. O gece Merkitler'i tehdit eden sadece Moğol kılıçları değildi. Bir o kadar da arınanın güz soğuklan ve yorgunluk, özellikle yaşlılar ve çocuklar için büyük tehlikeydi. Ancak takibe son verilmiş olması onlar için bir lütuftu ve gücü yeten, isteyen herkes bu imkandan ya rarlanıyordu. Bu sonuncular arasında Börte'yi odalık olarak tutan bahadır Çilgir de vardı. Onu takip etmemişlerdi. Belgutai'ın anası Soçihel'in Moğollar'dan kaçması da başka bir tuhaflık. Hatta çadın nı bulan oğlunu dahi görrnek istemedi. Çünkü Belgutai sa� eşi�i açınca, annesi üzerine eski bir gocuk örtünerek o�lunu görmernek için sol eşikten dışan çıkmıştı. Öfkeden küplere binen Belgutai, tes lim olan Merkitler'e ok atmaya ve Burhan Da�ı'na saldıranlan kılıç tan geçirmeye başladı. Daha sonra onu yumuşattılar ve böylece ga lipler öldürölenlerin yakınlannı aralarında paylaştılar. Güzel yüzlü ler odalık, diğerleri ev işlerinde kullanılmak üzere aynldı. 54 G. Ksenofontov "Uranxai-sakalar" adlı önemli çalışmasında "Bargu cin"in "Baykal-ötesi"ne işaret ettigini belirtmektedir. Batıdan gelen Ruslar için burası Baykal'ın dogu kesimi, dogudan gelen Mogollar için se batısı olur. Yani Angara'nın yukarı kesimindeki Balahan Bozkın. Kı çanov, galiplerin yürüyüşlerini Orhon ile Selenge nehirlerinin birbiriy le karışma noktasına kadar sürdürdüklerini düşünmekle yanılmakta dır. Öyle olsaydı, Kilok'u geçmek zorunda kalmazlardı.
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR VE MERKİTLER
273
Daha sonra, bir zamanlar Akhai krallan Truva harabelerini terk ettigi gibi, Mogol kumandanları da evlerine dönmek üzere yola düş Lüler. Toprak elde elmek is� kimsenin umurunda degildi.
tık evlat Kaderin Temucin'e hazırladıgı sınama İmtihanları, sevgili hanı rnma yeniden kavuşrnasıyla bitmemişti. Çünkü Börte, hamile olarak dönmüş ve kısa süre sonra da bir çocuk dogurmuştu: Cuçi. Temu cin, onu evlat olarak bagrına bastı ve Börte'nin esir düştügü sırada hamile oldugunu açıkladı. Ama bir şüphe baba ve ogulu içten içe ke rniriyordu. Aile içinde ve otagda bir dedikodudur başlamıştı ve bun lar Cuçi'nin ölümüne kadar sürecekti. Hatta kardeşi Çagatay, baba sına hangi evladın halef olacagı meselesi konuşulurken tahtın daha kÜçük kardeş Ügeday'a bırakılmasını temin maksadıyla Cuçi'nin "esaret sırasında Merkider'den geldigini"55 söylemiştir. Reşidüddin'in kaleme aldıgı resmi Mogol tarihi, müstakbel ha kan-ı muazzamın gençlik yıllarında son derece korumasız oldugu şeklindeki bu genel olguyu suskunlukla geçiştiremezdi. Biz XX. Yüzyıl insanları için, biçarelikten iktidarın zirvesine kadar yüksel rnek hemen farkedilecek bir olaydır, ama XIV. Yüzyıl insanları için halkın kendi müstakbel liderine deger vermedigini ve ona yardımcı olmadıgını kabullenmek zordu. Bu yüzdendir ki Reşidüddin, Bör le'nin esir edilişini, sonra esaretten kurtarılışını, Çingis-han'ın kah ram"nlık tarihinden çıkarmakta ve bu epizodu kitabının zeyli olarak görünen b\r kısımda Börte'nin biyografisi içine sokmaktadır. Bunu yaparken de son derece dikkatli davranmakta ve aksi bir görüşü ser detmek gerektiginde, Pers tarihçiliginde yeterince inandırıcı olma yan rivayetler için istimal edilen "Cilanın iddiasına göre .. " ifadesini kullanarak, rivayetin sorumlulugunu "iddia eden" kişinin omuzuna yüklemektedir. Güya Merkider Börte'yi hamile iken esir almışlar, sonra onu Ke rait hanına teslim etmişler, o da onu yeni dogan çocukla birlikte Çingis'e iade etmiş.56 Rivayetin tarafgirligi gün gibi ortada. SS Palladi bu cümleyi "Merkit boyundan gelme" şeklinde çevirmiş. S. Ka lujinsky ise "Merkit tohumu" olarak kaydetmiştir. S6 Raşid ed-Din, 1 , 2, s. 68-69.
AV R A S Y A ' D A N
274
Böylesi zor bir durumda Temucin, hem resmi, hem de "gizli" ta rihin gölgelerneye çalıştığı bir alicenaplık sergilemiştir. Birincisi, Temucin örneğini bir kukiaya dönüştürmeden cilalamış, ikincisi ise dedikoduları toplamış ve onları kırıcı olmayacak bir şekilde sunmuş tur. Biz ise lafa değil, gerçeğe bakıyoruz. Temucin, Merkitler'e acımak suretiyle bir alicenaphk sergilemiştir. Bunun tek istisnası, saldırıyı gerçekleştiren üç Merkit kumandanından Ha'atai-Darmala'dır ki, onu derdeste edip suçu işlediği Burhan Dağı'na yargılamak üzere gö türmüşlerdir. Temucin, çocuğu bağrına basmış, hanımına ağzını açıp bir şey söylememiş; arkadaşları Doğrul ve Camuha'ya teşekkür et miş; ancak, kendisini asıl üzen Çilgir'in ve üvey anası Soçihel'in aranmasına izin vermemiştir. Sonuncusuyla ilgili mesele aldukça karmaşık. Imiş; güya sevgili oğlu Belgutai'dan kaçışına, "han olacak oğlunun yüzüne bakmaktan" utanması yol açmışmış da, bu yüzden sadece bir ay kendisiyle birlikte yaşayan sıradan insan arasına karış mışmış. Sen onu benim külalııma anlat! Ne Belgutai'ı han yaparlar, ne da anası bir ay gibi çok kısa bir süre içinde kendisini kaçıran ki şiye alışabilirdi. Aksine bu utancın arkasında, Merkider'in Borcigin ler'den birinin yardımı olmadan onların otağının yerini bulamayaca ğı gerçeği yatmaktadır. Eğer Soçihel'in büyük oğlu Sekter'in görevi ni üstlendiği kabul edilirse, o takdirde Merkider'in saldın amacı da, kadının yeni bir kocaya varması da kendiliğinden anlaşılır. Ormana kaçmasının sebebi ise, ihanetinin ortaya çıkmasından korkmasıdır. Fakat namuslu ve samimi Belgutai, anasından şüphelenmiyordu. Çünkü onu kaybettiği için çılgına dönmüştü. Çevresi riyakarlar ve hainlerle kuşatılan Temucin'in rolü zordu. Kardeşinin ve anasının yaptıklarını sevgili Belgutai'a hissettirmeden bu rolü oynaması ise, bir alicenaplıktı! Işte size, amacına ulaşmak için kendine hakim olmanın bir örneği. Bu, passioner insanın karak teristik bir özelliğidir.
Nesil değişimi Şimdi soruyu başka bir şekilde soralım: Üç yüz süvariyi bütün bir halkın üzerine salan Merkit kumandanların düşüncesi neydi? Nasıl olur da bir karşı saldırı beklemezlercİi? Hiçbir tedbir almadıklarına göre böyle bir basiretsizlik affedilebilir miydi?
XII. YÜZYILDA MOGOLLAR VE MERKİTLER
275
Ancak, Moğollar'ın 20 yıl önce Ambagay-han'ı Tatarlar'ın haince katietmelerini sineye çekip, başka birini han seçerek şerefine kadeh kaldırdıklarını; Yesugai-ba'atur'un ölümünden sonra geride bıraktığı yetimlerin elinden varını yoğunu çekip aldıklarını hatırlayalım. Evet, yetimler! Böyle düşmanlar Merkitler'i korkutamazdı. Ama aradan yıllar geçmiş, popülasyon içindeki passionerlerin sa yısı artmış; dolayısıyla etnosun karakteri de değişmişti. Kayıtsızlık, bir davranış kalıbı olmaktan çıkmış, hatta ayıplanacak bir kusur olarak görülmeye başlanmıştı. Bir Moğol kadının kaçırılması, tahrik edilme ye bile gerek duyulmadan kırk bin süvarinin hemen adanması için ye Liyordu. Elbette bunların hepsi coşup kopüren enerjilerini harcama nın yollarını aramıyorlardı. Belki de bazıları, kendi hallerine bırakıl mış olsalardı, çadırlarında yan gelip yatmayı ve yağlı koyun hudunu kemirmekle vakit geçirmeyi düşünürlerdi, ama onlara düşünme fırsa tı verilmiyordu. Çünkü enerjik ve ateşin insanlar (veya etno-sosyal sistemin biyolojik basıncı) öyle bir düzen yaratmış(lar)dı ki , bu dü zende çadırında yan gelip yatmak utanç verici bir davranış olarak gö rülüyordu. Böylece hareketliliğe alışmış, askeri bir düzene girmiş bu savaşçı insanlara ufacık bir dürtme bile fazla geliyordu. Merkider bunu önceden görebilirler miydi? Elbette hayır! Ne de olsa onlar, passioner itki bölgesinin kuzeydoğusunda yaşıyorlardı ve genç kuşak da eski davranış kalıplarıyla büyümüştü. Merkitler, ce sur, gururlu ve keskin nişancıydılar; aksakallarına da saygılıydılar. Ama bunlar, en yüksek gerilim noktasına ulaşmış düşmanla başarılı bir şekilde çarpışmak için yeterli değildi. Temucin'in ataklığı, pek çok akranının yapısına uygun düşerdi. MevcQt durumu göz önünde bulundurması - asalet, kabiliyet, mert lik ve aklı birleştirmesi - sayesinde Temucin, yeni kuşak insanları nın hoşuna gidiyor, hatta sempatisini topluyordu. Ancak, atıl siste mi başka bir şekle dönüştürmek için ufacık da olsa bir sarsına gerek l iydi. Malumdur ki, iyice ısınmış olan su, şöyle bir karıştınlınca, fo kur fokur kaynamaya başlar. lşte Merkitler'e karşı düzenlenen sefer de böyle bir "karıştır ma"nın sonucuydu. "Başına buyruk insanlar", sevgili prenslerini an cak hayatlarını tehlikeye atarak destekleyebileceklerini hemen anla mışlardı. Tehlike ise onların alın yazısıydı. Kerait ham ve Cadrat re isinin, muhtemelen kime ne getireceğini bilmeden stimüle ettikleri süreç de o zaman başlamıştı. Ama bu konunun özel bir şekilde ele alınması gerekir.
'.
�
•·','.'
..
.
�. -�_·);i�\��·- ·_.,
. ·.
ULUSLARARASI rtCARET VE TABll TAKAS SISTEMINDE ESKI RUSYA VE KOMŞULARI (lzvestiya VGO, m . 1 19, 1987, fas. 3)
Iktisadi ve sosyal co�rafyanın tarihi boyutlarının netleştirilmesi gerekiyor. Çünkü Eski Rusya'da ticaret ister takas ticareti, isterse uluslararası olsun, anlam ve muhtevası bizim bildiklerimizden hay li farklıydı. Ormanlı Slavyanlar'la pek de uzakta olmayan bölgelerde hayvan güden bozkırlılar arasındaki takas ticareti, daima en dostane şekilde yapılıyordu. Ama bu durum, XI-XII. Yüzyıllarda Kıpçaklar'la Peçe nekler, yahut Radimiçler'le Severyanlar arasında sürekli savaşların çıkmasını engellemedi. Yani göçebe göçebeyle, çiftçi çiftçiyle bo�uş t u durdu. Bu feodal savaşlannın sebeplerinin gözden geçirilmesi bi zim bugünkü amacımız arasında de�ildir. Çin'den Ispanya'ya kadar uzanan ipek yolu vasıtasıyla gelişen uluslararası ticaret, günümüzdeki gibi pazar savaşına fazla girmedi. Çünkü bu ticarette istisnai ölçüde ipek, kürk, bal mumu, köle gibi mallar pazariamyordu ve alıcılar da sadece zengin yöneticilerdi. Gü nümüzde olsaydı bu tür ticarete "döviz operasyonları" denilirdi. Bu tacirler savaşlara iştirak etmezlerdi. Aksine gümrük ödemek suretiyle tüm kralların, sultanlann, han ve prensierin himayesinden yararlanırlardı. Pazar savaşı, ancak kapitalizmin ortaya çıkmasından sonra başlamıştır. Madem ki böyledir, o halde Orta Ça� ticareti beşeri co�rafya açı �ı ndan bir şey ifade etmedi�i için bizi ilgilendirmez denilebilir. Hiç de değil! Çünkü etnik temaslarda oldukça önemli rol oynuyor, hem
AV R A S Y A ' D A N
278
de sıradan değil, oldukça esaslı bir fonksiyon icra ediyordu. Bu tica ret bazen halkın mahvolmasına, bazen geçici olarak gelişmelerine, bazen de ekonomik yönden çökmelerine yol açıyordu. Bu açıdan ba kıldığında Moğol dönemine kadar Karadeniz bozkırlarında kendini gösteren durum, ülkemizin ve halkımızın kaderiyle doğrudan bağ lantılı olması hasebiyle en önemli göstergeçtir. Meseleye bu açıdan bakarak ticaretin rolü konusuna açıklık getirmek nispeten kolaydır. Dikkatierin Rus-Kıpçak çatışmasına odaklanması, bir noktada sivri akıllıların ve her zaman muhalif olanların birçok şahsi faraziye ler ortaya atmasına yol açmıştır. Bunları irdelemek bizi etnolojiden tarihçilik alanına çekebilirdi. lAma o zaman da Slavyanlar ve Türk ler değil, araştırmamızda yer vermek istemediğimiz Slavist ve Tür kologlar için geçerli bir bahane yaratırdı. Bu yüzden biri politolojik, diğeri ekonomik olmak üzere iki faraziyenin analiziyle yetinebiliriz. Birinci A. Y. Presnyakov2 ve aynı zamanda "meydan okuma ve ce vap" teorisinin sahibi A. Toynbee,J diğeri ise "ticari kapital" teorisi nin sahibinin görüşleriyle M.N. Pokrovsky'nin4 ticaret yolları savaşı görüşünün savunucusu N . A. Rojkov5 tarafından formüle edilmiştir. M. N . Pokrovsky'nin görüşünün, - her ne kadar o ve diğerleri daha sonralü araştırmalannda görüşlerini değiştirmiş iseler de, - görüşle rini aktardığı diğerleriyle organik bir bağlantısı yoktur.6 Büyük tarihi olayların, örneğin şu veya bu medeniyelin (şimdi bizde ona 'kültür' diyorlar) ortaya çıkış veya ortadan kayboluşunun izahı yapılırken, her zaman yanında bir de "neden?" sorusu sorulur. A. Toynbee, her türlü tabii etkiyi - coğrafi ve biyolojik - reddederek, kendine özgü şu görüşü ileri sürmektedir: "lnsan uygarlığı, sahip ol duğu yüksek biyolojik kabiliyeti (kalıtım) , coğrafi çevre (hayat için gerekli uygun şartlar demek istiyor) sayesinde değil, öncekinden daı
Mavrodina P. M. Kiyevskaya Rus ve koçnoniki (pcçenegi, torki, polovtsı), s. 25-39. 2 Presnyakov A. Y. Lektsii po russkoy istorii. M., ı938. 3 Toynbee A. ]. A Study of History. Abridgement of volumes 1-VI, by D. C. Somervell. N. Y. Toronto-Oxford Univer. Press, ı946, s. 570 4 Pokrovsky M. N. Russkaya istoriya v samom sjatom oçerke. M., ı933, S Rojkov N. A. Russkaya istoriya v sravnitdno-istoriçeskom osveşçenii. M L., ı 930, t. ı . 6 Gumilev L . N. Skazaniye o xazarslıoy dani (opıt kritiçeskogo kodm mentariya letopisnogo syujeta). "Russkaya literatura", ı 974, no. 3, s. ı 64-ı 74.
T İ C A R E T V E TA B İ İ T A K A S T A E S K İ R U S YA V E K O M Ş U L A R I
'l79
ha fazla enerji harcamasını gerektirecek özel bir güçlüğün kendisine yönelttiği meydan okumaya verdiği cevap oranllsında elde eder."7 Böylece yetenek ve yaratıcı kapasite, organizmanın dışandan gelecek bir stimülasyona karşı reaktif durumu olarak görülmektedir. Nite kim yazarın kitabının bir bölümünün başlığı da "Eziyetlerin Teşvi ki"dir. Peki bu meydan okumalar nedir? Bunlar, bazen elverişsiz tabiat şartlarıdır. Örneğin Nil deltasının bataklıkları eski Mısırlılar için; Yutacan'ın tropikal ormanları Mayalar için; Ege Denizi dalgaları He lenler için; ormanlar ve soğuklar Ruslar için birer "meydan okuma" olmuştur. Acaba lngiliz kültürünün yükselişine de Londra'nın sisle ri mi sebep olmuştur? Yazar bu konuya değinmiyor. Meydan okumaların ikinci grubunu yabancıların saldırılan oluş turmaktadır. Bunlar da coğrafi bir unsur, yani kısmi göç olarak te lakki edilebilir. A. Toynbee'nin fikrine göre Avusturya'nın Bavarya ve Baden'den daha çok gelişmesine Türkler'in XVII. Yüzyıldaki saldın ları sebep olmuştur. Halbuki Türkler, Avusturya'dan daha önce Bul garistan, Sırhistan ve Macaristan'a da saldırmış ve onlar da bu "mey dan okuma"ya teslim olmakla cevap vermişlerdi. Avusturya'yı ise Türkler'in meydan okumadıkları Jan Sobiessky'nin hussarlan koru muşlardı. (Bu örnek, yazarın ileri sürdüğü görüşü desteklemekten ziyade çürütmektedir). Bu aykın görüş A. Toynbee'den bağımsız olarak ve ondan daha önce ( 1 907-1 908'de) A. Y. Presnyakov tarafından ortaya atılmıştı. Presnyakov'a göre Kiyef Prensliği'nin yükselişine, güney bozkırla rından gelen göçebe tehditleri yol açmış ve böylece KiyePde "askeri knaz-drujina organizasyonu" kurulmuştur.B Halbuki Kiyefşina Av rupa kültürüne hizmet etmek için "gücünün çok fevkinde bir bedel ödemiştir.. "9 "Ormanla bozkınn ezeli kavgası" tezinin başka bir var yantı daha. A. Y. Presnyakov'un yorumunda, bütünüyle değilse bile, pek çok anlaşılmaz nokta var. Bir kere Kiyef, Peçenekler tarafından de ğil, Varegler tarafından zaptedilmişti ve üstelik Peçenekler uzun bir süre lgor'un ve trajik ölümü ayrı bir araştırma konusu olacak ka7 Toynbee, A Study of History, s. 570. 8 Presnyakov A. Y. Lehtsii po russhoy istorii. M . , 1938, 9 Age., s. 145.
s.
143.
280
AV R A S Y A ' D A N
dar epizot teşkil eden Svyatoslav'ın müttefikleriydiler. Ayrıca Peçe nekler, Vladimir ve Yaroslav'a karşı Yaropolk ve Svyatopolk'u des tekliyorlar ve böylece sadece iç çekişmelere katılmış oluyorlardı. 1036'da Kiyef'e yapılan saldırı ise din değişimiyle bağlantılır. Çün kü o dönemde böyle bir şey, siyasi yönelişin de değişimi anlamına geliyordu. Türkler, I. Vsevolod'la müttefik olmayı ve yerleşecek bir yer ve rilmesini istiyorlardı. Kıpçaklar, Alta nehri civarında kazandıkları te sadüfi zaferden bir ay sonra Snov nehri yakınlarında Svyatoslav Çer nigovsky tarafından mağlup edilmişierdi ve üstelik Ruslar'ın sayısı 3000, Kıpçaklar'ınki ise 1 2000'di. 1093- 1 1 16 yılları arasında savaş lar Ruslar'ın üstünlüğüyle geçti. Xlll. Yüzyılda da Ruslar'ın, Kıpçak lar'ı Moğollar'dan kurtarmak için Kalka boylarına gittiğini görüyo ruz. Neden böyle dersiniz? Aynı prensip mi? Eğer aynı zamretler güçlü bir devlet kurmak için yeterliyse, neden bunlar nadiren kuruluyor? Peki böyle bir dev let en çok ihtiyaç duyulan Xlll. Yüzyılda neden kurulmamıştı? O zaman neden Slavyanlar, Peçenek ve Kıpçaklan değil de ·Kiyef Knazlan'nı fethetmişlerdi? Hem de oldukça acımasız bir şekilde! Göründüğü kadanyla Kiyef Avrupa'ya yapılan ticaretin bel kemiğini teşkil etse bile, orada kurulacak güçlü bir devlet Slavyanlar'a lazım da değildi. Kürkler, değerli mallar, pahalı kumaşlar, şarap ve baharat Kiyef üzerinden alınıp satılıyordu. lO Peki KiyePin eline ne geçmişti? Bu arada N. A. Rojkov'un, Presnyakov tarafından tenkit süzge cinden geçirilmeden kabul edilen iktisadi görüşü tartışılmalıdır. l l Bu bir yargılama değildir. N . A. Rojkov, göründüğü kadarıyla şu sa tırları yazandan bütünüyle haklıydı: "O sıralar dış ticaret iki ana ve önemli çizgisiyle öne çıkıyordu. Öncelikle ticari faaliyet, toplumun önde gelen kesiminin, knazların, drujinalarının ve hali vakti yerin de olan küçük bir grup vatandaşın istisnai ölçüde sosyal meşgale siydi. Halkın ana kitlesinin bu ticareıle bir ilgisi yoktu. Bu yüzden av ve arıcılık ürünlerini satmıyor, vergi adı altında hediye olarak veriyordu. Diğer yandan dış ticaret yönetici üst sınıfa bir yarar sağ Iarnıyar ve hatta onların önemli ihtiyaçlarını dahi karşılamıyordu. Onlar, sadece ihtiyaç fazlası olan mallarını pazara gönderip, onları lO Age., s. 146. l l Age., s. 65.
T İ C A R E T V E T A B İ İ T A K A S T A E S K i R U S YA V E K O M Ş U L A R I
281
ihtiyaç duydukları lüks rnallarla takas etmek suretiyle gereksinirn lerini tabii yoldan karşılıyorlardı." 1 2 Ama bu, ne Kanada yerlileriyle, ne de Güney Afrikalı Zulular'la yapılan "ticaret"e benziyordu. Aksine bu, yöneticilerin uyututması ve aldatılması yoluyla ülkenin köleleştirilme aracıydı. Bu, " kapitaliz min ilk oluşum safhasında kolonizatörlerin" prograrnıydı, yani hal kı rnahveden, kurbanlık koyun haline getiren kapitalizmin. N. A. Rojkov ise onu ikiye ayırrnakta, diğer tüm yazarlar gibi, "Hazar Ha kanlığı'nın yakılmasından ve Xl. Yüzyılda Kıpçaklar'ın güney ve gü neydoğu bozkırlarında güçlenmesinden sonra Araplar'la yapılan ti caretin zayıfladığını, arkasından tamamıyla durduğunu; çünkü Kıp çaklar'ın bu ticaret yolunu kullananları dağrayarak ortadan kaldır dıklarını" ileri sürrnekte,13 buradan da Kıpçaklar'ın Eski Rus Devle ti'nin en tehlikeli düşmanları olduklarını sonucuna varrnaktadır. H N. A. Rojkov'un X-Xl. Yüzyılda Karrnati, Deylerni ve Selçuki ler'in pararnparça ettikleri halifeliğin problemlerini gözden geçirme si gerekirdi. Çünkü ortada ticaret yapacak kimse ve alınıp satılacak bir şey yoktu ki! Şunu da bilmesi gerekirdi ki, tacirler Çin'den Ger maoya'ya kadar bozkırda ödedikleri gümrük vergileri sayesinde do kunulrnazlık hakkı elde etmişlerdi. Ama asıl önemli olan bu değil. Acaba Rus ticareti neden açık ve riyordu? Malum ola ki, bunun sebebi "orman-bozlvr çekişrnesi" de ğil, Marnrnon'a tapılrnasıydı. XX. Yüzyıl başlarından itibaren, bazı tarihçiterin açık veren tran
sit ve özel ticarete karşı duydukları hayranlık, kimi Sovyet tarihçiie rin geçmiş çağların tarih meseleleri hakkindaki görüşlerinden teva rüs ettikleri bir tür peşin hükme dönüşrnüştü. Örneğin P. 1. Lyaşçen ko "güney bozkırlarının vahşileri" olarak kabul ettiği göçebeleri Do ğulu Slavyanlar'ın tarihi gelişimini önemli ölçüde yavaşlatan insanlar gibi görüyordu. l5 Ne dernek şjrndi bu? Acaba Doğu Slavyanlar, vergi adı altında kürklerini, knazlar vasıtasıyla taeiriere ve tefecilere beda va verrnek zorunda rnıydılar? ! S. V. Yuşkov, vahşi köle taeiri ve spe12 Rojkov N. A. Obı.or russkoy istorii s sotsiologiçeskoy toçki ı.reniya, M., 1905, S. 24. l3 Age., IU152. 14 Age., s. 5-6. lS Lyaşçenko P. l. lstoriya russkogo narodnogo hoı.yaistva, s . 25, 60.
282
AV R A S Y A ' D A N
külatörlerin devleti Hazar Hakanlığı'nın yıkılışını Rusya'nın ekono mik gelişmesi yolunda "menfi" bir olay addederek göz yaşı dökmek tedir. l6 P.P. Toloçko ise "Ticaret yolunun Kiyefli prenslerce korunup savunulduğunu ve bunun bütün Rusya'nın çıkarına olduğunu" sa vunmaktadır. l7 Madem öyleyse, neden Kiyef önce 1 1 69'da Suzdallı lar, arkasından l203'de Çernigovlular tarafından yağmalandı? Hatta ülkemizdeki küçük halkiara karşı hiç de iyi niyet besleme yen V. V. Kargalov, XII. Yüzyılda "iç savaşlardan çok azı, şu veya bu prensin (bozkırlı) pis heriflerin yardımını almadan cereyan etmiştir" diye yazmaktadır. l 8 Halbuki Kıpçaklar ve Ruslar tek bir etno-sosyal sistem teşkil etmişlerdi ve üstelik Ruslar'ın nüfusu 5,5 milyonken, Kıpçaklar topu topu birkaç yüzbin kişiydiler. l9 Ama Rusya'nın Do ğuyla olan ticareti XII. Yüzyılda durmuştu. Doğu kolyelerinin mezar envanterleri arasında artık yer almıyor olması da bunu göstermekte dir. 20 Aslında esef duyulması gereken şey, Doğuda, Rus kürküne ih tiyacın sona ermiş olmasıdır. Bu yüzden yabancı tacirler de gelirleri nin önemli bir kısmından mahrum kalmışlardır. Ama bunun bedeli ni yine vergi haskılarına maruz kalan halk ödedi. Çünkü prens ve drujinalarını beslemek Slavyan insanı için zor bir şey değildi, ama dünya pazarını doyurmak herhalde ellerinden gelmezdi. Dolayısıyla XII. Yüzyılda Rusya'da Kıpçaklar'a sempati duyan insanlar vardı, ama onlardan nefret edenler de yok değildi. Eğer biraz düşünülecek olursa, böyle bir görüş o kadar da oriji nal sayılmaz. Daha önce Çernigovlu ve Severyanh knazların Kıpçak lar'la banş içinde yaşamak zorunda olduklannı anladıklannı, belirt miştik. Vladimir Monomah, Kıpçaklar sayesinde sözünü dinletebili yordu. Çünkü o, hem onlara bağımsızlıklarını sağlamış, hem göçe beleri Rus topraklarına dahil etmiş, hem de diğer Rus knazlarına karşı güçlerinden faydalanmak amacıyla Kıpçaklar'la "on dokuz ba rış anlaşması" imzalamıştır. Her iki durumda da Kıpçaklar'a karşı haksızlık yapılmamıştır. Çünkü knazlar, birbirleriyle anlaşabildikle16 Yuşkov S. V. Feodalnıya otnoşeniya i Kiyevskaya Rus. Uç. Zap. Sara tovskogo un-ta, 1924, fas. 4, s. 9-10. l 7 Toloçko P. P. Kiyevskaya zemlya. -/ V kn. Drevnerusskiye knyajestva X XIII vv M., Nauka, 1975, s. 6. 18 Kargalov V. V. Vneşnepolitiçeskiye Jaktorı, s. 49. 19 Popov A. l. Kıpçaki i Rus. Uç. Zap. LGU. Ser. lstoriç. Nauk, 1949, fas. 14, s. 98. 20 Kargalov, Vneşnepolitiçeskiye faktorı, s. 58.
T İ C A R E T V E TA B İ İ T A K A S TA E S K i R U S Y A V E K O M Ş U L A R I
283
rinden daha çok onlarla rahatlıkla anlaşıyorlardı. XIX-XX. Yüzyıl ta rihçilerin bu olaylarla ilgili yorumlan gerçeği hiç de yansıtmıyor. Fakat esasen sadece Kiyef'de, büyük knaz Svyatopolk lzyavsla viç'in sarayında üçüncü bir program daha vardı. Onu ll. Svyato polk'un genç silah arkadaşlan yönlendiriyorlardı. "Genç" kelimesi ne bakarak onların gerçekten genç kişiler olduklannı sanmayın. Bunlar, sadece Polonyo-Almanya'dan destek alan ve paralan olan bir partinin temsilcileriydiler. Büyük knazı savaşa teşvik edenler de bunlar olmuştur. Çünkü ele geçirilen savaş esirlerini köle taeirierine satıyorlardı. Onlar da satın aldıklan bu köleleri Regensburg ve Yene dik üzerinden Mısır'a götürüp pazarlıyorlardı. Bizanslılar bu taeirie rin rakipleriydiler. Bu yüzden metropol ll. Svyatopolk'a karşıydı ve metropolün hasmı olan Kiyef Peçora Manastırı da Svyatopolk'u des tekliyordu. Bu manastırda ise vakanüvis Nestor, yani bu yönlendir menin öncüsü olan tarihçi görev yapıyordu.2 1 Demek ki Xll. Yüzyılda Kıpçak korkusu (Kumanofobi) sınır ötesi taeirierin ve onların Kiyef'deki yardakçılannın programında yer almaktaydı. Bu düşmanlığı körokiemek onların işine geliyordu ve tavırlarını netleştiriyordu. XVlll-XIX. Yüzyıl tarihçileri Büyük Bozkın, Avrasya'yı tanımıyorlardı ve onunla ilgili fantazyalar geliş tirmişlerdi. XX. Yüzyıl bilimi için bu fantazyalann bir önemi yok, ama o partinin görüşlerini, yukanda adlarını saydığımız yazarlar tekrarlamaktadırlar. Hayır, ne önceki Sovyet biliminin, devrimden sonrakinden bir farkı vardı, ne de devrim sonrasındakinin öncekinden. Hukuk oku lu da Eski Rusya tarihinin en çetin konusuna, doğulu komşular me selesine iktisadi ekolle aynı gözlükle bakmıştır. Her iki okulun da hükmü aynıydı: "Vahşilere ölüm! " Bu, tıpkı Amerikalılar'ın Kızılde rililer meselesini "En iyi Kızılderili, ölü Kızılderilidir!" düşüncesiy le halletmesine benziyor. Ne utanç verici bir karar! Amerikalılar da hi atalannın kurt kuyruğuna ödül verdikleri gibi, Kızılderisi kellesi getirene de ödül vermiş olmalanndan utanıyorlar. Ne yazık ki, bizim geçmişten utanmamıza gerek yok. Çünkü bizim atalarımız Kıpçak hanlanyla dost olmuş, "güzel Kıpçak dilberieriyle evlenmiş", vaftiz olan Kıpçaklan aralanna almışlardır. lşte bu sonuncuların torunları, şimdilerde Zaporoj Kazaklan ve köylü Kazaklar dediğimiz insanlar21 Gumilev L. N. Skazaniye o xazarskoy dani,
s.
1 7 1 - 1 72.
AV R A S YA ' D A N
284
dır. Sadece Slavyan nisbet eki "ov"u (ömegin lvanov), Türkçe "en ko" sonekiyle (tvanenko) degiştirmişlerdir. Halklar, tarihi dilimler içinde ortaya çıkar ve kaybolurlar. Dola yısıyla e tn�� ,ı:afi yonünü kavrayabil�k ballanus.ı� tarihı oku yani mak g reki Tarih d�rrtek, metinler, enstitüler de gil, eylemler demektir ve ancak bunlar incelendiginde, okudukları nı anlayabilen ve onlarla ilgili tenkitleri algılayabilen okuyucuyu şok etmeyecek, güvenilir malzeme elde edilebilir.
. \'!��. olayltJ:t*i�"<:lP111ılselerle e r .-
.
için tari� �ilimi, ınceleyen ve kültürel etkiler
Diger tarafa da kulak verelim. Yukanda adları sayılan tarihçileri, vakayinamelerdeki bilgileri, anlatalan olayları, yorumlan ve eski Rus literatürünü anlayamamakla suçlayarnayız. Hayır; onlar bu metinleri gayet güzel anlamışlar. Yaptıkları çalaşmalar da degerini kaybetmez, ama mecburi bir şartla: Unutmamak gerekir ki, vakanüvisler de ken di zamanlarının insanlarıdırlar ve ancak fevkalıide önemli olaylara dikkat etmişler ve onları parlak sayfalara geçirmişlerdir. Ama vaka nOvisler ve okuyucularının gözleri önünde bunu bulmasına ragmen, dikkatlerini çekmeyen umumi fonu fark etmemek bir hata olurdu. Dolayısıyla vakayiname bilgilerinin ancak en dikkatli ve detaylı bir şekilde incelenmesi sonucunda olaylar haritaya yansıtılabilir. Ni tekim komşu ülkelerin tarihinden şişkin bir bilgi yıgınını çekip al mayı başaran A. Yu. Yakubovsky, Rusya ve Deşt-i Kıpçak tarihini, ölümüne bir savaş tarihi gibi banal bir algılamayı tenkit edebilmiş tir. Henüz 1 932'de şu satırları yazmıştı: "Kıpçaklar'la yapılan askeri çatışma hikayeleriyle dolu bir tarihçilik, Rus prenslikleriyle Deşt-i Kıpçak arasındaki münasebetlerin savaş ve akınlardan çok, yogun ti cari alaş-verişlerle dolu oldugunu fark edemez. " 22 Ihtisasları konusunda en ufak bir şüphe bulunmayan başka araştırmacılar da, bu konuda daha emir bir kanaade görüşler be lirtmişlerdir. "Rusya'nın bozkırla savaşı ezeli prensip edindigi görüşü, apaçık bir sunilik ve düşünülüp, planlanmış bir olgudur" diye yazar V. A. Parhomenko. 23 V. A. Gordlevsky ise daha da kategorik bir görüş be22 Yakubovsky, A. Yu. Fcodalnoyc obşçcsıvo Sredney Az:ii i ycyc ıorgovlya s Vostoçnoy Ycvropoy v x-XV vv// Matiraalı po isıoriii Uzbeskskoy, Tad jikskoy i Turkmenskoy SSR. Fas. 3, Bl. I, 1 . , 1932, s. 24. 23 Parhamenko V. Slcdi polovctshogo eposa v lcıopisyaxi!Problemi isıoçni kovedeniya. Sb 3, M-L, 1940, s. 39. .
T İ C A R E T VE T A B İ İ TA K A S T A E S K i R U S YA V E K O M Ş U L A R I
285
lirtir: "Hristiyanlığın tutunduğu şehirlerde değil, bozkırlarda yaşa yan bir halk hakkında kilise tarafından resmen yayılan bir görüş, Ka tolik misyonerler vasıtasıyla Batıya aktarılıyordu. Kiyef ile Batı ara sındaki kültürel ilişkiler, Polovesler (Kıpçaklar)in Tanrı'nın kırhacı oldukları görüşünü ortaya çıkarmıştır. "24 V. A. Gordlevsky, karşılık lı ısınmalar arttıkça, Kıpçaklar'la Ruslar arasındaki ikili siyasi müna sebetlerin de değiştiğini; Xll. Yüzyılda "günlük hayattaki temaslar ve özellikle toplumun tüm kesimlerindeki sıhri kaynaşma yoluyla" da ha da dostane hale geldiğini kaydetmektedir. 25 Böylece, birbirini dışlayan, ancak her ikisi de sağlam argümanlara sahip bulunan iki görüşün müsademesiyle mesele açıklığa kavuşacak. Meseleyi "pano rama" metoduyla çözmeye çalışalım. Çünkü vakayiname metinleri nin tetkiki, bendenizin özel bir çalışmasında yapılmış26 ve bu saye de üzerine birçok hükmün bina edilebileceği sağlam bir bilgi temeli elde edilmiştir. Kumanofoibi, "lgor Alayı Destanı" yazarının değerlendirmesine şartsız teslimiyet üzerine kurulmuştur. Ancak, her ne kadar peoma nın kadimiyet ve dahası konusunda şüphe yok ise de, onun da, her bir kaynak gibi, tenkide tabi tutulması gerekir. Değerlendirmeler, çoğu defa yazarın biz torunlarının bilmediği şahsi sempatilerine, bağlantılarına, zevk ve amaçlarına göre yapılmıştır. Verilen bilgilerin güvenilirliği, eski yazarın kesinliği tartışmasız kabul edilen gerçek lerle uyuşmadığının ortaya çıkarılmasıyla tespit edilebilir. "lgor Ala yı Destanı" yazarının tarafgir davrandığına inanmak için böyle bir ın ukayese yeterince yapılmıştır.27 Bu yüzden ikinci görüş, kesin olgularla örtüşmektedir. X-XIII. Yüzyıllarda Kiye['den Karadeniz ve Azak Denizi'ne giden ticaret yol ları, kesintisiz olarak ışliyordu ve bozkırlar arasında, bizzat Ruslar arasındaki iç savaşların hiç kesilmediği bir dönemde imkansız gibi gö zükmesine rağmen, Don üzerinden Belaya Veja [Akkale) ve Dinyes ter'in aşağı akımlarında Belgorod [Akşehir) gibi Rus şehirleri vardı. 24 Gordlevsky, V. A. Şto ıahoye "bosıy volh"//!lzbranniya soçineniya. T. ll, M., 1961 , s. 487. 25 Age., s. 487. Krş. Kşibekov D. Koçevoye obşçestva: genez:is, razvitiye, upadoh. Alma-Ata, 1984, s. 38. 26 Gumilev L. N. Nujna li geografiya gumanitaram?//Siavyano-russkaya etnograHya. L., 1973, s. 92-200, 27 Gumilev L. N. Mojet li proiz:vedeniye izyaşnoy slovesnosti bıt istoriçes hom istoçnihom?//Russkaya literatura, 1972, No. 1 , s. 73-82.
286
AV R A S Y A ' D A N
Bozkır halkları arasındaki siyasi birlik meselesine gelince, X-XII. Yüzyıllarda meralar yüzünden çıkan sürekli çatışmalar, barışa ve özel likle birleşmeye imkan vermeyecek ölçüde kan davalarını kurumsal laştırmıştı. Bozkırlı bir han, kabile geleneklerine sıkı sıkıya bağlı diğer bozkırlılardan ziyade "savaşta gösterilen kahramanlığın hesabı sorul maz" düşüncesinden hareketle, Ruz knazlarıyla daha iyi anlaşabiliyor du. Dolayısıyla Macarlar, Bolgarlar ve Alanlar, ata yurtlarını, özellikle Rus topraklarında güçlü Kiyef Hakanlığı'nın mevcut olduğu bir dö nemde, Kumanlar'ı Sibirya ve Aral bozkırlanna iten Peçenek ve Tork lar gibi Asyalılara bırakmışlardı. Böylesi güçlü ve süveren bir devletin, sığınacak bir kaleleri bile bulunmayan kaçak ve dağınık göçebe grup ları tarafından tehdit edilebileceği düşünülebilir mi? Ani saldırı ve karşı saldırılar Orta Çağların sıradan küçük çatışmalarıydı. Vladimir Monomah, Rusya'da istikrarı sağladıktan sonra, 1 1 1 1 1 1 1 6 yıllarında savaşı bozkıra taşıyınca, Kıpçaklar mağlup olmuş; birkaç kabile koalisyonu şeklinde parçalanmış ve kılıçlarını ücret karşılığında kiralayan knazların müttefikleri haline gelmişlerdi. Ba ğımsız veya "vahşi" Polovesler ise Don'un öte tarafında kalarak, Suz knazlarının müttefikleri olmuşlardı. Gerçekten de, eğer Polovesler zamanı geldiğinde teslim olmayıp da Rusya'ya karşı savaşı sürdürselerdi, kamilen yok edilmiş olurlar dı. Öküzlerin çektiği arabalar, bozkırda saatte dört km. hızla, enge beli arazilerde ise daha da yavaş yol alabiliyordu. Rus süvarileri ise dört nala gittiklerinde saatte 1 5 , rahvan yürüyüşle 8-10 km. yol ka tediyorlardı. Yani göçebeler, Rus darbelerine karşı fiilen savunmasız dılar ve üstelik de hafif Poloves atlısı, zırhlı Rus süvarİsinin saldın ları karşısında tutunamaz; arabalardaki kadın ve çocukların korun ması için gerekli manevra ise zaten söz konusu olamazdı. Diğer yan dan, Kıpçak kıştaklan seyyar ve muhkem olmadığı halde, Rus kale leri, sakinlerini rahatlıkla koruyabilecek durumdaydı ve orman da her zaman kaçakların saklanması için uygun bir yerdi. Poloves han ları, eğer tüm bu alıvali göz önünde bulundurmamış olsalardı, aptal lık etmiş olurlardı. Ama onlar akıllıydılar ve Polovesler'in düşmanı Torklar'la işbirliği yapan Kiyefliler'e karşı Çernigov, Galiç ve Suzdal knazlarıyla müttefik olmayı tercih etmişlerdi. lşte Kiyefli vakanüvis lerin Polovesler'e karşı böyle saldırgan bir üslup kullanmalarının se bebi budur. Çernigovlu vakanüvisler de muhtemelen Torklar ve "Ka rakalpaklar" için aynı şeyleri yazmışlardır, ama ne yazık ki bunlar elimize ulaşmamıştır.
T İ C A R E T V E TA B İ İ T A K A S T A E S K i R U S Y A V E K O M Ş U L A R I
287
Polovesler'in saçıldıklan bozkır, muhacirlere boyun eğmeyen ve onlarla kaynaşmayan yerli halkın yaşadığı geniş nehirli vadilerle do luydu. Bunlar, Hristiyan Hazarlar'ın torunlan brodniklerdi. Bunların mevcudiyeti, Polovesler'i arkalarını sağlama alma imkanından mah rum etmiş ve oldukça nazik bir durumla karşı karşıya getirmişti. Ay rıca Polovesler'in Sibirya'dan getirdikleri hayat tarzı da Avrupa'da karşılaştıkları durumlarla uyuşmuyordu. Kumanlar'ın zayıflamasında en önemli rolü, bir yandan çok ge n iş bir alana -Altaylardan Karpatiara kadar,- yayılmış olmaları, diğer yandan sürekli göç halinde bulunmaları oynamıştır. Örneğin IV. Da
vıd'ın daveti üzerine Atrak-han ı ı ıS'de 45 bin savaşçıyla Gürcis tan'a gitmiştir. Bundan başka Kumanlar sık sık Bolgarya, Macaristan ve Bizans'da arz-ı endam etmişler, birçokları da Müslüman sultanla rın hassa birliklerini oluşturan gulamlar haline getirilclikleri Iran ve Mısır köle pazarlarında satılmışlardır. Bunlar oralarda kariyer yap mış ve hatta en üst mevkilere kadar yükselmişlerdir. Örneğin Azer haycan'da Atabekler hanedanını kuran lldengiz bunlardandır. Neredeyse her yıl imzalanan barış anlaşmaları ve sıhri ittifaklar sebebiyle, henüz XII. Yüzyılda Polovesler (çoğu kez boylar halinde) l lristiyanlığa geçiyorlardı. Hatta Konçak-han'ın oğlu ve veliahdı Yü ri dahi vaftiz olmuştu. V. T. Paşuto, Rus knazları arasındaki ihtilaflara rağmen, Rus yü rüyüşlerinin Don ve Tuna'ya kadar uzanıp Poloves otağlannı itaat al tına alırken, Kuman saldırılannın Rusya topraklarının ancak ıtı S'ne dokunduğunu kaydetmektedir. 28 Etnik yaşianma sürecini Kıpçaklar da kaçınılmaz olarak yaşa mış, fakat süreç yavaş seyretmiştir. Bunu, siyasi kuvvetler dengesin den de anlamak mümkün. Kıpçaklar'ın düşmanları olan Peçenekler, X l . Yüzyılda kendi istekleriyle Islamı kabul etmiş ve SelçukHer'le dost olmuşlardı. Dolayısıyla Islam dünyasıyla ters düşen Kıpçaklar, kendilerine Bizans ve Rusya'da müttefikler aramak zorundaydılar. X l ll. Yüzyıl ortalarına kadar Polovesler, bir yandan doğudan Selçuk lu saldırılarına karşı bariyer vazifesi görüyorlar, diğer yandan da Ma r ar ve Polonyalılarla yapılan savaşlarda Rusya'nın yanında yer alı yorlardı. Ama her şey XIV. Yüzyılda birden değişiverecekti. 28 Paşuto V.T.
Vneşnaya, s. 213; keza: Kononov A.N. lstoriya izuçeniya tyurkskix yazıkov v Rossii. M . , 1 982, s. 1 9-23.
288
AV R A S Y A ' D A N
Bilimsel hataların sebebini bulmayı deneyelim. Göründügü ka darıyla, Moskova Rusyası sakinleri, genel olarak, XIV. Yüzyıldan XVI-XVll. Yüzyıl sonuna, yani Kırım'ın fethine kadar olan dönemi, kökü IX-Xlll. Yüzyıla dayanan fevkalade parlak bir devir kabul edi yorlardı. Rusya'nın güneydogu sınırlarındaki üç yüz yıllık savaş, ta mamen başka özelligi bulunan bir olayı belgelemiştir. Çünkü Kırım ve Nogay Ordası, sadece arkalarında güçlü Osmanlı lmparatorlugu durdugu için tutunabilmişlerdir. Halbuki Kıpçaklar ve Torklar'ın ar kasında böyle bir destek yoktu. Gelecegin tarihçilerinin düşünce yapısını şekillendiren lise ders kitaplarında, Büyük Bozkır halkları kendi aralannda gerek ekonomi ve gerekse hayat tarzı, din ve tarihi kader açısından farklı gruplara ayrılıyor olmalarına ragmen, "bozkırlılar, göçebedirler" şeklinde bir düşünce kalıbı yer almıştır. Bu görüş, gerçek bir hükme ulaşabilmek için hakikaten hesaba almaya degmezdi. Xll-XIII. Yüzyılın cansız Eski Rusyası, enerjik, mihnetkeş ve ye ni bir passionerlikle coşan Moskova Rusyası'na çok az benziyordu. Biz XX. Yüzyıl insanları, bir etnosun akmatik safhanın ritimleri olan gençlik ve olgunluk ritimlerine alışmışız. Bu yüzden, bize gök kub be altında bir yer bulan atalanmızın,umdugumuz şekilde olmasa bi le "ihtişamlı bir yaşlılık" dönemi geçirdiklerini göz önünde canlan dırmamız zordur. Bir Orta Çag insanı için tarih kavramını yöneticilerin sıradan de gişimi olarak telakki etmesi nasıl güçse, evrim bilgisine sahip insan ların etnik süreçlerin kopuklugunu anlaması da öyle zordur. Ancak, eger doguştan gelen düşünce ataletini bir kenara atabilirsek, o tak dirde Rusya ve Deşt-i Kıpçak konusunda pek çok saçmalıktan kur tulabilir, birçok kasıntıdan uzak kalabilir ve "ne?" ve "nasıl?" soru larına verilecek cevaptan "neden?" ve "ne faydası var?" sorularının cevabına ulaşabiliriz. Yukarıda adları verilen ve atianan yazariann tamamı, meseleye sadece Ruslar açısından, yani peşin fikirli olarak baktılar. Ya peki, mucizevi şekilde hayatta kalmayı başarmış bir Kıpçak tarihçisi, aynı şeyi, aynı üslupla yazsaydı n'olurdu? Her şey tersine döner ve bir o kadar da degersiz olurdu ! Örnegin V. V. Kargalov'u ele alalım. Bu adam, Suzdal ve Çernigov knazlannın Kıpçaklar'ın iştirak ettikleri
T İ C A R E T V E T A B İ İ T A K A S T A E S K i R U S YA V E K O M Ş U L A R I
289
operasyonları bir bir sayıp döktükten sonra29 bir hükme vanyor: Kıpçaklar, kötü insanlardır! M. S. Gruşevsky ise, Suzdal ve Smo lenskliler'in Kiyef'e düzenledikleri vahşi seferlerden bahsediyor ve onlar için "Kasaplar! " tabirini kullanıyor.30 Nedir bu? Eş de�erli bir dalkavukluk mu, yoksa bilim mi? Halbuki mesele çarpıtılmadan da halledilebilirdi. B. D. Grekov, göçebelerin Rusya'yla ilgili meselelerde bir "dış güç" olarak telakki etme gelene�inin reddedilmesi teklifinde bulunmuştur.3 1 Rusya, par çalanmış ordalarla kıyas edildi�inde elbette güçlüydü ve bu yüzden ordalar, bazen paralı askerler, bazen federallar olarak Kiyef devleti nin sosyal hayatında "aima yer alıyorlardı. 32 Meselenin çözümürie en büyük katkıyı, Kıpçak tarihini dönem lere ayıran S. A. Pletniyeva sa�lamıştır.33 Gerçekten, e�er herhangi biri çıkıp da Rusya'nın Fransa'yla olan ilişkilerini karşılaştırarak, on ların daima birbirlerine dost olduklannı yazsaydı, herhalde kimse sırtını sıvazlamazdı. Devletler arası · ilişkiler de�işkendir ve sadece zamanın şartianna ayak uydururlar. Kabalaşmak, sadece bilimsel ha talara sebebiyet vermez, aynı zamanda bütünüyle saçmalık ve aptal lık sayılan şovenizme ve ırkçılı�a götürür. Bu yüzden, bilimsel tarih usulünü bozmamaya çalışarak, meselenin hal şeklini teklif etmeyi deneyelim. Kiyef Hakanlı�ı'yla yapılan çatışmalar sırasında, üç passioner bozkırlı gruba ayrılan Kanglılar (Peçenekler), Guzlar (Torklar) ve Kumanlar (Kıpçaklar)ın gelişi, etnik temas ortamı yaratmıştır. An cak, gerek bozkırlılar ve gerekse Slovyanlar kendi ekolojik nişlerine sahip olduklanndan, bir kimera oluşmamış, aksine tarihin sıradaki zikzakını do�uran bir simbiyoz teşekkül etmiştir. Sınır bölgelerinde bir kaynaşma devam ediyordu; ama bu, popü lasyon düzeyinde de�il. organizma boyutunda gelişen bir melezleş me süreciydi. Sıhri kaynaşmadan do�an çocuklar da ba�nnda büyü rlükleri bu etnosun bünyesine kanştılar. Böylece ırkt çatışmalar or29 Kargalov, Vneşnepolitiçcskiye, s. 49-54. 30 Gruşevsky, Kiycvskaya Rus. 31 Grekov, Kiycvskaya Rus i problcma proisxojdcniya russkogo fcodolivna, s. l l 2. 32 Age., s. 462-466. 33 Pletniyeva, Polovetskaya zemlya, s. 260-300.
290
AV R A S Y A ' D A N
tadan kalktı, ama o sıralar geçerli olan çift inançlı hayat tarzı yüzün den konfessiyonel çatışmalar olumsuz yönde gelişti. Halkların kanşması, yani etnoslann entegrasyonu, Ruslar bozkı no nehirsiz ve ormansız sulak yerlerinde yaşamak istemedikleri, sü rülerin ormanlarda bakımı Kıpçaklar'a hayli zor geldiıi için, kimse ye lazım deıildi. Kıpçaklar'ın arabalara, baltalara ve kap kacaklara ihtiyaçları vardı; Ruslar da ucuz fiyata et ve çökelek temin etmekten memnundular. Kar amacı gütmeyen takas ticareti, bozkırlılarla or man:bozkır şendindeki Slovyanlar'ı coırafi-ekonomik bir sisteme baılamıştı ki, bunun Ryazan'ın sol şeridindeki knazlık için de geçer li askeri-politik ittifakların oluşumuna yol açması tabii idi. Tarihi sü reç zikzakı, Xlll. Yüzyıla doıru yavaş yavaş rayına oturmuştu.
ORDA BIR BOYUNDURUK MUYDU? (Avrupa etnik gazeteciler projesi üyesi Şamil Fettahov'un yapiıgı röportajdan. Makalenin ilk yayınlandıgı yer belli degil. Internette bulundu. Muhtemelen perestoroyka döneminde (1 988-1 989) hazırlanmıştır)
Şamil Fettahov: Lev Nikolayeviç, "Tatar" etnonirninin kökeni hakkında gönişleriniz nedir? Etnik isimler çogu kez teoriktir. Ömegin "Romalı" adı bugün es ki Roma'yla hiçbir ilişkisi bulunmayan Romenler'e verilmektedir. Halbuki degişik dogu halklannın sadece uluslararası dili latinceydi. Esasen kimse Pompeius ve Çauşesku'yu aynı halka mensup görmek istemiyor ve istemeyecektir. Işte onlar arasında böylesi bariz farklı lıklar vardır. Aynı şey "Tatar" etnik adı için de geçerlidir. Tatar adı, göçebele rin, Otuz-Tatarlar'ın ilk adıdır. Bunlar, Dogu Mogolistan'da yaşıyor lardı. Birbirleriyle en fazla kaynaşan ve XII. Yüzyılda "Tatar" denilen küçük göçebe halklar arasında - çünkü onlar da bu göçebelere çok benziyorlardı, - en fazla aktif olanlar da bunlardı. Çingis-han'ın Ta tarlar'ı yenerek onlan ordu safianna alması ve onlardan öncü birlik ler çıkannası sebebiyle, bir saldın sırasında herkes Tatarlar'ın geldi gini sanıyordu. Böylece Çingis-han'ın ordusunun saflannı dolduran tüm Türklere "Tatar" adı verildi. Çingis-han'ın birinci oglu Cuçi, kendisine ulus olarak bugünkü Kazakistan, Harezm ve Aşagı ltil bölgesini almıştı. Öldügünde geride birkaç ogul bırakmış; böylece birkaç orda ortaya çıkmıştı: lruş civa-
292
AV R A S Y A ' D A N
rında XIV. Yüzyılda tarihten silinen Ak Orda, Tümen'den Mangışlak'a kadar uzanan bölgede göçebe halde yaşayan Kök Orda ve ltil civarın da Altın (veya Büyük) Orda. Itaat altına alınan Karna Bulgarları, Baş kurtlar, Mordvalar, Çerernisler, Çuvaşlar ve Kuzeydoğu Rusları gibi bir dizi halk Altın Orda'nın bünyesine dahil olmuştu. Sonuncuların yani Kuzeydoğulu Ruslar'ın Altın Orda'yla kendi istekleriyle ittifak akdettiklerini, ama bunun kesinlikle bir fetih hareketiyle ilişkisi olma dığını kaydetrnek gerekir. Esasen Ruslar altı rnilyonken, Cuçi'nin ha kimiyeti altında bulundurduğu tüm bölgelerde dört bin süvarisi var dı. Yani Kadın ve çocuklarla birlikte topu topu 20 bin kişiydiler. Moğol fethi varlığını devarn ettirernezdi. Ama Gerrnanya'nın ve Katalik kliselerinin Ortodoksiara karşı bir Haçlı seferi hazırlığında olduklarını bilen Aleksander Nevsky, Batu'nun oğlu Sartak'la kan kardeşi olmak suretiyle Altın Orda'yla ilişkilerini sıkılaştırıp, bir it tifak anlaşması i mzaladı. O zamanlar . Doğuda müttefik edinmenin en kestirme yolu bu idi. O sıralar Bagdan Hrnelnitsky, şimdilerde Ukrayna denilen Kü çük Rusya'yı Moskova'ya bağlamıştı. lll. Georgius, Ruslar'ın fethini bile düşünmedikleri I. Pavel'in Gürcistan'ını itaat altına almıştı. Çünkü burasını kurtarmak gerekiyordu. Aynı sıralarda Kazak orda ları tamamıyla kendi arzularıyla Rusya Imparatorluğu'nun bünyesi ne girrnişlerdi. Ama bunlar çok daha sonraları olan olaylardır, bun dan önceyse büyük Rus Vladimir Knazlığı, aynı şartlarla Altın Or da'yla birleşmiş, bulundurulan ordu için küçük bir vergi ödemeyi kabul etmiş, ama iç işlerinde tamamen bağımsızlık kazanmıştı. Buna boyunduruk denilebilir mi? O takdirde Gürcistan'ın Rus ya'ya boğun eğrnesini de boyunduruk olarak değerlendirrnek gere ker ki, baştan sona saçmalık olur. O sıralar, yani henüz Xlll. Yüzyılda, ltil boylarında "tatar" deni len Moğollar, Ruslar'ın pek çoğu gibi putperesttiler. Gerçi Ruslar vaf tiz olmuşlardı, ama esasen pagan geleneklerini muhafaza ediyorlar dı. Onlar da yani Moğollar da Baltık Denizi'den San Deniz'e kadar aynı inançlara sahiptiler. Orman devleri, su perileri, su cinleri ve benzerlerinin var olduğuna herkes inanıyordu. Ideoloji bu şekildey di ve hepsinde aynıydı. 1 3 1 2'de orda içinde bir darbeyle iktidara gelen Özbek-han, Isla mı seçrnişti. Yaptığı reformu koruyabilmek için hemen 70 Çingis ev-
ORDA BİR BOYUNDURUK MUYDU?
293
!adını ve ordusunun bel kemigini oluşturan, ama lslamı kabul etme yerek Çingis-han'ın yolundan gitmek isteyen askerlerinin kellesini almayı uygun gördü. Bunların büyük bir çogunlugu canlarını kurtar mak için Rusya, Ryazan. Moskova, Suzdal ve Nijgorod Knazlıklarına kaçarak, onların savaşçı gücünün temelini oluşturdular. Gasıp Ma may, Toktamış'a karşı harete geçip, Altın Orda tahtını ele geçirmek için yürüdügünde, Dimitri Donsky bu vaftiz olan Tatariann torunla rıyla birlikte Kulikova ovasına çıkıp Mamay'ı maglup etti. Toktamış ise bir yıl sonra onu Büyük Bozkır'dan sürgün edince, Tatarlar'ı de gersiz bir halk olarak gören Cenevizliler tarafından öldürüldü. Bu oldukça önemli momenllir. Çünkü Tatarlar Ruslar'da, Ruslar da Tatarlar'da mert insanlar oldugunu görmüşlerdi. Ama Avrupalılar her ikisine de çekineeli davranmışlardı. Kaydetmek gerekir ki, Tatarlar, hiçbir zaman kimseyi i taat etme ye zorlamamışlardır. Örneğin Smolensk 1274'de kendi isteğiyle Or da'ya bağlanmış, hiç kimse tarafından da fethedilmemiştir. Halbuki Minsk, Polotsk, Kiyef, Galiçya, Volın gibi Tatar·yardımını reddeden prenslikler Litvanyılalılar ve Polonyalılar tarafından fethedilmişler dir. Pek dikkat çekmeyen Belorusya'nın kaderi ise herkesin malu mudur. Altın Orda'nın çöküşünden sonra Rus-Tatar simbiozunun teme li üzerinde Çingiziler'in geleneklerini tevarüs eden Büyük Moskova Knazlığı ortaya çıktı. Kültürel bir güç olarak bu gelenekiere Do� l lristiyanlıgını da ilave edelim. Çünkü o, Rusya'ya bağımsızlık ve şOhret kazandırmıştır. ·
·
Sonuç olarak, herhangi bir halkın cinsi kaynaşma yoluyla birleş anlamsızdır. Çünkü insanlar beyiqleri ve kalbieriyle düşü nürler, asla belden aşagısıyla değil.
ı i rilmesi
Önemli olan insanları kendine benzetrnek değil, karşılıklı saygı rsasına dayalı olarak dostluk ve barış içinde onlarla birlikte yaşama yı öğrenmektir.
- Lev Nikolayeviç, kimleri Tatarlar'ın atalan saymak Rerekir? Bugün Tataristan topraklan üzerinde yaşayanlan mı? Tatarlar'ıp. atalan olarak önce Kama Bulga.rlarını, sonra buraya ı.· ıkıp gelen Kıpçakları, üçüncü olarak da bol miktarda Rus Slavyan-
294
A V R A S YA' D A N
lan saymak gerekir. Niye mi? Çünkü IX. Yüzyılda Kama Bulgarları Murom ve Suzdal'a saldırdılar. Erkekleri öldürdüler, kadınlan yanla rında alıp götürdüler. lşte haremlerde onlara Ahmed oğlu, Murat oğ lu, Muhammed oğlu, Şamil oğlunu doğuranlar bu kadınlardır. Ama Ruslar da aptal değillerdi. Onlar da Bulgarlar'a saldırdılar; erkekleri öldürüp, kadınlan yanlannda götürdüler. Onlar da Petek'i, Vanek'i, Maşek'i doğurdular. Yani etnos kendi tabiatı ve tarihi bo yunca karışmıştır. Bu etnosun Müslüman kesimine Kama Bulgarları, Ortodoks olanlarına ise Rus adı verildi. Fakat aynı kanı taşıyor, aynı üretim kabiliyetine sahipler ve kültürel yönden birbirlerine yakın dırlar. Mühim olan ideolojidir. Yani Bulgarlan lslam dünyasına, Rus lar'ı Bizans'a intisap ettiren yüksek kültürel gelenek.
EFIALlllER (AK-HUNLAR) DAC'ill MIYDI, BOZKIRLI MIYDI? Vestnih drevney istorii, 1967, no. 3.
Eftalitler'in bir halk olarak zuhuru konusunda birbirine taban tabana zıt iki görüş vardır. Bu görüşlerden, tarihçilerin ço�unlu�u nun kabul etti�i birincisi, Eftalitler'i Merkezi Asyalı göçebeler olarak görür ve Pamir civannda kuzeydo�udan zuhur etmiş bir halk olarak kabul eder. tkinci görüşe göre Eftalitler, Hindukuş vadisinin yerli halkı olabilirler. Bu son görüş 1 959'da birbiriyle inibatı bulunmayan iki ayn yazar, yani birisi bu makalenin yazanı ve di�eri K. Enoki2 ta rafından ortaya atılmıştır. W M. Masson ise, kategorik yargılaması na mesnet teşkil edecek herhangi bir belge sunmamakla birlikte, bu görüşün, ileri sürülebilecek her türlü ihtimal içinde, en hipotetik gö rüş oldu�unu ileri sürmüştür.3 E Altheim4 da Eftalitler'in bozkırlı Gumilev L. N. Eftaliti i ix sosedi v IV v. Vestnik drevney istorii, ı959, no. 1 . 2 Enoki K. On the Nationality of the Ephtalites. "Memoirs o f the Rese arch Department of te Toyo Bunco"/Tokyo, ı959, No. ı8. 3 Masson V. M . , Romodin V. A. lstoriya Afganistana, T. ı , ı964, s. 200. 4 V. Masson, R. Ghirshman'ın (Les Chionites Hephtalites. Le Caire, ı948) adlı çalışmasına dayanmaktadır. Ghirshman, bu eserinde bozkır h Chionitler'i Ertalitler'le özdeşleştirmekte ve sikkeler üzerindeki efsa nelere dayanmaktadır. Masson ise, kendi varsayımını tenkit süzgecin den geçirmekten ziyade Ghirshman'ın okuyuşunu dogru bulmadıgını belinmekle yetinmektedir. ı
-
296
AV R A S Y A ' D A N
oldugu görüşündedir ki, bu durumda meseleyi yeniden gözden ge çirme mecburiyeti hasıl olmaktadır. 5 Vivient de St. Martin'in izinden giden E Altheim, Behram Çu bin'in 589'da Türkler'le degil, Eftalitler'le savaştıgı kanaatindedir. 6 Bu görüş, boş yere, onu - tabi ki St. Martin'in ardından,- Nizak Tar han'ı7 ve hatta Kuteybe b. Müslim'in 671 -672 yıllarında karşısına di kilenleriB, keza 70 l'de Muhalleb'in Keş'i almasını engelleyenleri Ef talit olarak görmeye sevk etmiştir.9 Bir başka deyişle, Altheim, Girschman'ın izinden giderek Eftalitler'i Chionitler ve Kidariler'le özdeşleştirmekte; bunu yaparken de "Eftalit" kelimesinin kral boyu üyeleri, "Chiono"nun ise halk adı oldugu görüşünden hareket et mektedir. lO Ne var ki bu görüş, hem Çin kaynaklannın aktardıklan bilgilere, hem de kendisinin dahi belirtmesine ragmen Eftalitler'in etnik yönden Yüe-ch'i ve Sogdiyanlar'a yakınlıgını kaydeden Mesu di'ye ters düşmektedir. l l Meselenin karmaşıklıgı, türnevarım metodu yoluyla çeşitli an lamlar çıkarma denemeleri için elimizde yeterli malzeme olmama sından kaynaklanmaktadır. Onomastika, Eftalit adını Farsça söyleni şinden ayırmaya imkan vermemektedir. Nümizmatika ise daima kültürel etkilerle baglantılıdır. Bundan başka, arkeolajik malzeme herhangi muayyen bir halka yamanamaz; kaldı ki, tarihi rivayetler hem birbirini nakzetmektedir, hem de güvenilirlik dereceleri düşük tür. Bu durumda yapılabilecek tek şey, derlüksiyon metoduna başvu rarak, beyaz noktaların kaybolacagı ve çizgiler arasındaki kopukluk lar birleştirilebilecegi ümidiyle Eftalit Devleti tarihini V. Yüzyıldaki dünya tarihi zemininde gözden geçirmektir. En önemli rolü iklim degişiklikleri oynadıgı için, cografya verilerini de hesaba dahil etmeS Altheim f, Striel R. Die Araber in dcr Alten Welt. Bd. 1-V. Berlin, 1969. 6 Gumilev L. N. Voyna 589 g. 1 Geratskaya bitva- "lzvistiya An Tadj. SSR. ", 1960, no. 2. ; Gumilev L. N. Velikaya rasprya v pervom tyurskom kaganate v svete viz:antiyskix istoçnikov. VV, XX, 1961; aynı yazar: Biog raHya tyurkskogo xana v "lstorii" Feofilakta Simokattı i v deistvi�elnos ti.- Vizantiyskiy vremennik, T. XXVI, 1965; aynı yazar: Disput o drcvnix tyurltax.- Dokladı po etnograHi VGO, no. I, L. , 1965. 7 Altheim f , Striel R. Die Araber, t. II, s. 64. 8 Age., s. 68. 9 Age., s. 7 1 . 10 Age., 1134. l l Age., s. 46.
E F TA L İ T L E R D A G L I M I Y D I , B O Z K I R L I M I Y D I ?
297
liyiz. E Altheim, Sibirya, Filistin ve Küçük Asya'da 449-5 1 7 yılları arasında istisnai ölçüde kuraklık yaşandı�ı konusunda bir dizi bilgi ler sunmaktadır. l l Altheim, bu noktadan hareketle Avrasya'nın boz kır şeridinin de bir kuraklık yaşadıgını ve bunun göçebelerin bozkı rm uç kesimlerinde sulak bölgelere dotru hareketlenmelerine yol açtıgını düşünmektedir. Ancak, Avrasya kıtasının ya�mur alma sevi yesinin de�işken oldu�unu göz önünde bulundurmak, B yani subt ropikal bölgenin kurakhk yaşadı�ı sıralarda bozkırlarda ya�mur alan kesimlerin bulundu�unu kabul etmek gerekir. Gerçekten de V. ve VI. Yüzyıllar, göçebe ekonomisinin önemli sıçramalar gerçekleştirdi �i dönemlerdir ve dolayısıyla hoşnut bir şekilde hayvancılıkla u�ra şan halkın bozkırdan göç etmesi söz konusu dahi olamaz. Öme�in, Avarlar'ın ancak küçük bir kısmı Macaristan'a Türkler'in baskılan yüzünden göç etmiştir; Hazarlar, bozkırda de�il. ltil'in subasar yer lerinde ve deltasında yaşayan yerleşik bir halktır. Burada bozkır ci van tarıma elverişli de�ildir. l4 Hazarya, bozkırlar arasındaki yeşil bir adadır. X. Yüzyıla ait Yahudi-Hazar belgesi onu şu şekilde tasvir et mektedir: "Bizim ülkemiz çok ya�mur almaz. Orada içinde balıkla rın oynaştı�ı birçok nehir vardır. Orada bizim pek çok kayna�ımız var. Ülke bereketli ve zengin tarlalardan, nar baglanndan, bahçeler den ve hıyabanlardan oluşmaktadır. Bunların tamamı... nehrinden sulanır. Ben bir adanın ortasında yaşıyorum. Tarlalanm, nar ba�la rım, bahçelerim ve parklanm bu adanın ortasında bulunur."l5 "Ada" kelimesi Ortaçag Arap edebiyatında salıradaki vahalara ve sınırlı çevresine işaret etmek için kullanılırdı. Sanırım burada da "ada" ke limesini bu anlamda algılamak gerekir. En eski Hazarlar ltil civarında degil, Da�ıstan vadisinde yaşı yorlardı. Onların yerleşim bölgesinin tesbiti, M. 1. Artamonov'un sözünü etti�i bir dizi zorluklar arz etmektedir. l6 Ama şayet V. Yüz yılda Hazar Denizi'nin su seviyesinin şimdikinden 4 metre daha 1 2 Age., s. l l4 vd. 13 Gumilev L. N. us Fluctuations du Niveaux de la Mer Caspienne. Camer du Monde Russe et Sovietique, vol. VI, No. 3, Paris-Sorbonne, 1965. 14 Gumilev L. N. Xazariya i Kaspiy (Landşaft i etnos: l ) .- Vestnik LGU, ser. Geologiye i geograf.", 1964, No. 6, fask. I.; aynı yazar: Otkrıtiye Xazarii. M., 1966, s. 268. . l S Kokovtsev P. K. Yevreisko-xazarskaya perepiska v X v. L., 1932, s. 87, . 103. 16 Artamonov M. I. Istoriya xazar. L. , 1962, s. 130- 132.
298
AV R A S Y A ' D A N
düşük oldugunu göz önünde tutarsak, l 7 o zaman Hazarlar'ın yaşa dıkları alanın şimdi sular altında kalan oldukça geniş bir bölgeyi içine aldıgı sonucuna ulaşırız. Terek ve ltil deltasının tabii şartları birbirinin aynısıdır ki, buna göre Hazarlar'ın yayılma alanının Kaf kaslardan itibaren başladıgını, ama bunun hiçbir izine rastlanma yan kurak "kara topraklar"da degil, aksine bölgenin yeknesak cog rafi yapısı içinde yer alan bugünkü Hazar sahil çizgisi boyunca ger çekleştigini düşünebiliriz.l8 ı 96 ı -62 yılları içinde yürüttügümüz arkeolajik çalışmalar, bi
zim bu görüşümüzü desteklemektedir. Tarafımızdan ortaya çıkarı lan tüm Hazar yadigarları, deltanın merkezi kesiminde toplanmak tadır. Biz burada, Zelengin ve Tuzukleyev bölgelerinde yer alan Browian tepelerinde (Stephan Razin'de, Kazen'de, Koren'de ve Ba ran'da) kazılar gerçekleştirdik. l 9 Hazarlar'ın Eftalitler'le hiçbir bag ları olmamıştır. Aynı şekilde lll-IV. Yüzyıllarda Güney Sibirya ve Kuzey Kazakistan bozkulanna saçılan Sarmat ve Ugor-Samodiy ka bilelerinin de Eftalitler'le herhangi bir baglan yoktu.20 Onları Orta Asya vahalarından, lll. Yüzyılda XX. Yüzyıldakinden dahi daha su suz ve kurak olan sahra şeridi ayınyordu.21 Bu cografi bilgilerden hareketle, Eftalitler'in Aral civarındaki bozkırlardan çıkıp geldigini savunanan varsayıma şüpheyle yaklaşmak için her türlü mesnedi miz oldugunu söyleyebiliriz. Ancak, kesin bir hükme varahilrnek için, Eftalit tarihinin tamamıyla bilinen kısmına göz atarak, bir bu çuk asır boyunca birçok bilim &damını meşgul eden meselelerio çözümünü aramayı deneyelim. ***
Roma lmparatorlugu'yla savaşmak kolay i ş degildi. Persler, 206'da lmparator Valerianus'un esir alınmasıyla sonuçlanan ilk za ferden sonra savunmaya çekilmek zorunda kalmışlardı. Romalılar, ı 7 Gumilev L. N. Xazarskoye pogrebeniye i mesto, gde stoyal ltil.- Soobşçe niya Gos. Ermitaja, ı 962, fas. XX. ı8 Gumilev L. N. Xazariya i Terelı (Landşaft i etnos: ll), Vestnik LGU, ı964, No. 24, fask. 4. ı9 Gumilev L. N. Xazarskiye pogrebeniya v delte Volgi.- Soobşçeniya Gos. Ermitaja, ı965, fask. XXVI, s. 49. 20 Gumilev L. N. Sosedi xazar.- Stranı i narodı Vostoka, ı965, fask. IV. 2ı Gumilev L. N. lstoki ritma hoçevoy kultura Sredinnoy Azii.- Narodı Azii i Afriki, ı966, No. 4, s. 85-94.
E FT A L İ T L E R D_A G L I M I Y D I , B O Z K I R L I M I Y D I ?
299
düzenli saldırılar gerçekleştirmiş ve 283 yılında Ermenistan'ın haki miyetini Persler'in elinden alarak, 298'de de lran'ı ağır Nisibin (Nu "aybin) anlaşmasını imzalamak zorunda bırakmışlardı. Kabiliyedi Şah II. Şapur (309-379), hükümdarlığının birinci ya rımında hazinesini ve askeri gücünü Chionitler'in saldırılarını dur ılurmak için devreye sokmak zorundaydı.22 Fakat 356 yılına doğru Chionitler tran'ın müttefiki olmuş23 ve onların akınlan sonucunda Roma'nın Mezopotamya'daki ön karakolu Amid düşmüştü.H Doğu sınırlarında huzurun sağlanması Persler'e 36l'de Julien'in 'ialdınsını püskürtme imkanı sağlamış ve böylece tekrar Ermenistan meselesine bumunu sokmaya başlamıştı. Bu sırada Ermenistan'da ıahtla zadeganlar arasında şiddetli bir mücadele vardı. Romalılar'ın yardımıyla iktidarını koruyan Kral Arşak'ın önde gelen kabilelerden hirini kılıçtan geçirtmesi25, nahararlan isyana sürükledi ve daha ön ı·c Roma taraftan olanlar dahi isyana katıldılar. Bu kargaşadan fayda lanmak isteyen Persler Ermenistan'a girdiler, fakat Ermeniler düş ınan karşısında şiddetle mukavemet gösterince savaş sona erdi. 22 Chionitler veya Hunalar, Saka hyaona kabilelerinin torunladırlar (Alt heim F., Striel R. Die Araber, V53). Bunlar Aral Gölü'nün kuzey sahilin de yaşıyeriardı ki (Gumilev L. N. Eftaliti i ix sosedi ), S. P. Tolstov da ba taklık şehrini orada ortaya çıkarmıştır. (Tolstov S.P. Po sledam drevne xoretmiyskoy tsivilitatsii, M.-L., 1948, s. 218). Chionitler'in hemen ya nında Atilla'nın oglu Dengizih'in savaşianna katılan (Aitheim F., Striel R, 1/85) Var kabilesi yaşıyordu. Bunlann kuzeybatı sınınnda Ugorlar, kuzeyinde o sıralarda Ural'dan Altay'a kadar uzanan orman-bozkır şe rinde yaşayan Ugor-Samodiylerden müteşekkil Sabirler, (P. Baydu. Die altesten Beruhrungen zwischen den Samojeden und die jenisseischen Volkem. "Acta Orientaliaft, lll, 1953, s. 88 vd.) doguda gerçek Avarlar, daha dogrusu Abarlar (Gumilev L. N. Tri izçeznuvşix naroda; Artamo nov, lstoriya xazar) yaşıyorlardı. Abarlar, Balhaş'ın kuzey sahillerinde ve Güney Cungarya'da yaşayan göçebe bir kabileydi. Kuzeylerinde Sa birler, güneylerinde ise IV-V. Yüzyılda henüz Türk olarak tanınmayan Türk dilli kabileler herhayat idi. 23 F. Altheim (age., V35) ll. Şapur'un Bizans'la girdigi savaşta Sogdiyana Chionitler'inden yardım aldıgını belirtmekte ve tam emin olmamakla birlikte, hakim zümreye Eftalit denmesinden hareket ederek Chionit ler'i Hunlar'la özdeşleştirmektedir. (Age., s. 36, 53). 24 Amn.ianus Marcellinus, lstoriya. Kiyev, 1908, s. 233 vd. 25 Arşak, Artagers kalesini zaptenikten sonra Kamsarakan kabilesinin tüm fertleri!li kılıçtan geçirtmiştir.
300
AV R A S Y A ' D A N
368'de Persler Ermeniler'in elindeki Artagers kalesini ele geçirmeyi başardılarsa da, 369 yılında Arşak'ın halefi Papken, Romalı askerler le Ermenistan'a gelip Pers ordusunu dışarı attı. Şapur, 37l'de Erme nistan'ı tekrar hakimiyet altına almayı denedi, ama geri atıldı ve bu olaydan sonra Persler'in batı üzerindeki baskıları zayıfladı. Ermenistan, aslında kendisine Chionitler'den yardım almayı ba şaran Belh valisinin, Persler'e isyan etmesi sayesinde kurtulmuştu.26 Ama Pers şahı, isyanı bastıran Eftalitler'le ittifak akdetmiştiP 384 yılında ise Eftalit gönüllü ordusu Persler'in yanında Edessa Urfa ku şatmasına katıldı. Ancak, Eftalit Krallıgı V. Yüzyıl başianna dogru öylesine güçlenmişti ki, uyguladıgı dış politikanın ceremesini Pers ler, Hintliler ve Sogdiyanlar, kısacası Eftalitler'e komşu olan tüm halklar çekmek zorunda kalmışdı. Beklenmeyen bir şekilde safları arasına süvari müttefikleri alan Eftalit piyadelerinin28 saldırısı başarılı olmuştu. 418-419 yıllannda Orta Asya Hunlar'ına ve Yüe-ch'i bakiyelerine - ki bunlar o sıralar da Targabatay'da hakimiyeti ellerinde tutuyorlardı, - karşı yürüttük leri savaşlardan zaferle çıkmışlardı. Ju-janlar'ın Yüe-ch'iler'e saldırı sı öylesine şiddetli olmuştu ki, bunların başbugu Ch'i-to-lo (yani Ki dara) bu tehlikeli komşulanndan uzak durmak isteyerek, halkıyla birlikte güneye çekilip Karşı vadisindeki29 Po-lo30 şehrini işgal et mişti. (Kidara'nın silah arkadaşlan tarihe kendi etnik adlarıyla degil, kumandanlan Kidara'nın adından dolayı Kidariler olarak geçmiştir). Onlar, burada Persler ve Eftalitler'le çarpışmak zorunda kaldılar. l l Kidartler, 4 20 civannda Orta Asya'ya bekinmeyi başardılar. 32 Ki26 Trever K. V. Kuşanı, xionitı, eftaliıı po armyanshim istoçniham IV-VII vv. Sovetskaya arxeologiya, t. XXXI, ı954, s. 133-135. 27 Gumilev, Eftalitı i ix sosedı, s. 135. 28 Ertalitler'in silahlan arasında bozkırlı atlılann kullanmadıklan çomak ve teber vardı (Altheim F., Striel R., age. ıvıs, 269). 29 Biçurin N. Y. (\akinO, Sobraniye svedeniy o narodax, obiıavşix v Sredney Alii v drevniye veremena. M. L. , ı950, t. Il, s. 264. 30 Kabanov S.K. K voprosu o stolitse Kidaritov.- Vestnik drevniy istorii, ı953, no. 2. R. M. Girshman'ın Kidarileri Belh'e yerleştirme teklifi (Girshman, age., s. 79-80) destek görmemiştir. 3ı Gumilev, Eftalitı i ix sosedi v IV v., s. 133. 32 Kabanov S. K. Arxeologiçeshiye dannıye po istorii Şahveba v lll-IV vehax. Vestnik drevniy istorii, ı 955, no. 2, s. ı 72.
E F TA L İ T L E R D A G L I M I Y D I , B O Z K I R L I M I Y D I ?
301
dara'nın Kusana sahi şeklindeki ünvanı,33 onun kendisini Kuşan lar'la yani Yüe-ch'iler'le akraba saydı�ını göstermektedir. Kidariler'i Chionitler'le veya Eftalitler'le özdeşleştirmek için herhangi bir mes nedimiz yok. Taberi, muhtemelen kendi döneminde Türkler'in vata nı sayılan topraklardan Orta Asya'ya geldikleri noktasından hareket le onlan Türk olarak görmektediF. Gerçekten de Açina Türklerinin 439'da oraya yerleşmiş olmalan, yerli halkın önemli bir kesiminin güneye muhacereti sebebiyle Altayın güney eteklerinde etnik bir va kum oluştu�u bilinmektedir. Olayiann seyri Kidariler'in kendilerine özgü bir halk olduklannı, Chionit'ler (Hunalar) ve Eftalitler'le her hangi bir ba�lan bulunmadıımı göstermektedir.34 tran sınınnda peyda olan bu savaşçı halkın çevresinde bir iz bı rakmadan tarihten silinmesi mümkün de�ildi. Esasen göçebe akra balanndan ayn kalan Kidariler'in çeşitli mallara ihtiyaç duymalan kaçınılmazdı ve bunu da ancak savaşarak elde edebilirlerdi. Çünkü kaçak insaniann ticaret yapacak bir şeyleri olmaz. Gerçekten de 436-427 yıllannda tran do�ulu göçebelerin saldınlanyla hallaç pa mu�u gibi atıldı. Kaynaklarda bu göçebelerin ..Türkler" oldu�u be lirtilmekte; onlardan bazen Chionitler35, bazen Eftalitler olarak bah sedilmektedir.36 O sıralar Chionitler çaptan düştükleri, Eftalitlerse henüz fazla tanınmadıklan için, ben bunlann Kidariler oldu�u kana atindeyim. Kidariler daha sonra bugünkü Karşı şehri çevresini işgal ederek, tran'ın, Chionitler ve Eftalitler'le ba�lannı kesmişlerdi. Neti cede Eftalitler bu ba�lamda daha aşagıda zikredilecek ve tamamıyla başka bir adla anılacaklardı; halbuki Priscus Kidariler'i .. Hunlar" ola33 Almtheim, Striel, Die Arabtr, 1135. 34 Noldeke T. Geschichte ckr Perser und Araher z:ur üit der Sassanidtn. Le iden, 1879, s. 98; Ahheim, Striel, age., s. 137-138; Droin E. Mcmoirt sur
les Huns Ephtalitts dans leur rapports avec les rois Perses Sassanicks.
Le
Museon, XIV, 1895, s. 1 53; McGovem. The Early Empirts of Central Asit. L, 1939, s. 140 35 Christensen A. Iran soııs lts Sassanidts. Copenhague, 1936, s. 274; Mar quart j. Eranshahr nach ckr Gtographit cks Ps. Moses Hormacii. Berlin, 1901, s. 52; Masson-Romodin, lstoriya Afganistana, V20 1 . 3 6 Noldeke T. Geschichte der Perser und Araher zur Zeit der Sassaniden, s. 99; Ahheim-Striel, age, s. 137- 138; Droin E. Mtmoirr: sur les Huns Ephtalitts dans leur rappors avec les rois Perses Sassanicks. Le Museon, XIV, 1895, sz. 153; McGovem. The Early Empires of Central Asia. L., 1939, s. 140 .
.
302
AV R A S Y A ' D A N
rak adlandırmaktadır ki, V. Yüzyılda bir cins isim olan bu kelime X. Yüzyılda "Türkler" olarak takdim edilmiştir. Istila hareketi lranlılar'ı şaşkına çevirmiş, şahın kendisi dahi Er menistan daglarına kaçmış, fakat kazanılan başarı göçebeleri gaflete sürüklemişti. lranlı casuslar çaktırmadan onları izliyorlar ve Behram Şah'a düşmanın durumunu bütün detaylarıyla ulaştırıyorlardı. Ara dan biraz zaman geçtikten sonra Behram, ordusuyla Ermenistan sı nırını geçerek, ani bir gece baskınıyla Kidariler'i maglup etti. Göçe beler panik halinde saga sola kaçışınca dagıldılar ve böylece Persler bulduklan her yerde onları kolayca hakladılar. Kidariler'in kralını nın hanımı dahi, Persler'e esir düştü ve bir ateşgedede hizmetkar olarak çalışinaya mecbur edildi. Persler, başarılı yürüyüşlerini sürdürerek Ceyhun'u (Amu-der ya) geçip Kidariler'i barış isternek zorunda bıraktılar.37 Ugradıkları bu hezimet karşısında havalan sönen Kidariler, o sıralarda Hindis tan'ı istila eden Eftalitler'le müttefik olmanın yollarını aramaya baş ladılarsa da, bu teşebbüsün bir faydası olmadı ve neticede Persler Hintliler'in i mdadına yetiştiler. 38 Bu durum karşısında magluplar birleşerek, o sıralar Ermenistan'da Iran karşıtı bir pakt oluşturmaya çalışan Bizans'la ittifak akdettiler. 39 Böylece birbiriyle uzun soluklu ve acımasız bir savaşa tutuşacak olan iki koalisyon teşekkül etti: Pers-Hint ittifakı ve Bizans-Eftalit-Kidari koalisyonu. llk başlarda Persler ve Hintliler başanlıydılar. Behram Gur'un halefi Il. Yezdigerd, "Kuşanlar'ın ülkesinde yaşayan Hunlar'a"40 yani Kidariler'e karşı 45 1-452 yıllannda saldırı üzerine saldırı düzenleye rek, Kidari hanını çöle kaçmak zorunda bıraktı. Fakat 454 veya 456 yılında düzenlenen yeni saldınlar Persler'in yenilgisiyle sonuçlandı. Balami, "Türk bakanı" dedigi Kidari hanını dikkatli bir şekilde "ha kan-ı Çin" denilen Eftalit hamndan ayırmaktadır. Bu durum, daha önce belirtildigi gibi, olaylara tek bir halkın degil; iki halkın iştirak euigi hükmüne varmamız için bir mesnet teşkil etmektedir. O sıra37 Dineveri'nin benzeri bir anlatımı. . (BKz. Schmidt A.E. Materialı po is torii sredney Azii i lrana.- Uç. Zap. Un-ta vostokovedenia, t. XVI, 1958, s. 475). 38 Zotenberg H. Chronique dt Tabari, tr. Sur la version persane d'Abou Ali Mo'hommed Bel'ami, s. 1 24. 39 Hannestad K. Les rtlations dt Byzance, s. 438. 40 Patkanyan K. Opıt istorii dinastii Sasanidov, SPb, 1863, s. 37.
E FT A L İ T L E R D A G L I M I Y D I , BO Z K I R L I M I Y D I ?
303
lar Semerkand'da hakimiyeti ellerinde tutan ve dış politika olayları nın, hatta küçük hadiselerin yanı sıra büyük olayların bile kayıtlara geçirildigi Çin'le içli dışlı olan Chionitler, bu iki halktan herhangi bi risi olamazlar. Sogdiyana'yla ticari bagları bulunan Chionitler'in Persler'in aracılıgına bel bağladıkları ve bu yüzden de geçmişteki za ferlerin tüm semerelerini kuzeye duzenledigi istilaya harcayan Efta litler'in kurbanı olduklarını varsaymak gerekir.41 Yezdiger'in 457'de ölümü üzerine ogulları arasında bir taht kav gası başladı . Hormizd tahtı ele geçirirken, Firuz Eftalitler'e kaçtı ve onlardan aldıgı yardım sayesinde kardeşini tahttan uzaklaştırdı.·42 459'da Eftalit ham Huşnavaz'la barış ve dostluk anlaşması imzaladı. Böylece Eftalitler, kurtuluşu kaçmakta bulan Yedisu Abarlar'ına karşı bir sefer düzenleme imkanı yakaladılar. Abarlar'ın maglubiyeti, tabii olarak kendi topraklarını terk ederek Kuzey Kafkasyalı Ugorlar'ın ya ni Saragur, Urog ve Onogurlar'ın sınırlarından içeri dalan ve onları Bizans'la müttefik olmaya zorlayan Sabirler'in yerlerinden oynatılma sına yol açtı. 463 yılında Bizans'la yapılan ittifak, Akatirler'i [Agaçe riler'i] itaat altına alma ha��kını kendisinde gören Saragurlar'ın men faatineydi. Bizanslı diplomatların dümen suyuna giren Saragurlar ve Akatirler, tran'ın ana kuvvetlerinin doğuda Kidariler'le savaşta oldu ğu düşüncesiyle 466 yılında bir saldırı düzenlediler,43 ama saldırı püskürtülmüş ve yine de bu durum Kidariler'i kurtannamıştı. 465'de Persler, 427 yılı yenilgisinden sonra Behram Gur'a ver meyi vaad ettikleri vergiyi isteyerek Kidariler'e karşı yoğun bir saldı rı başlattılar. -H Kidara'nın halefi Prens Kunha 468 yılında kendi baş kentinde kuşatma altına alındı,45 fakat şehir zaptedilmekle birlikte hayatta kalan Kidariler Hindistan'a geçerek, orada beş devlet kurdu lar.% Eftalitler Persler'le başbaşa kalmışlardı, fakat buna ragmen kı sa süre zarfında Gurgan'a kadar yayıldılar. 41 42 43 44 45
Age., s. 38 vd. Zotenberg H. Chroniquc de Tabari, s. 127. Hannestad K., Lcs rclations, s. 439. Destunis G. S. Skazaniya Priska Paniyskogo. SPb, 186 1 , s. 90. Age., s. 98. 46 Biçurin, Sobraniyc, 111264. F. Ahheim, Kunha'yı Sogdiyan'daki Chionit kralı ve Eftalit kralı Ahşunvar Huşnavaz'la kıyaslamaktadır, fakat olay Iann seyri böyle bir özdeşleştirmeye izin vermemektedir.
AV R A S Y A ' D A N
304
Olayların bundan sonraki seyrinde lran ve Ermeni kaynaklarına (ki o sıralarda Ermeniler tran'ın tebaası idiler) kadar bizi şaşkınlıga düşüren şey, dogu sınırlarında vukO bulan savaşla ilgili hiçbir kay dın yer almamasıdır. Orta Çag kroniklerinin kaçınılmaz garezkar ba kış açılanna ragmen, savaşın Persler açısından başarılı geçmedigini, yine yazariann milliyetçi duygularının bu konuda susmayı tercih et tiklerini var saymak gerekir. Sadece Parbalı Lazar'da şu cümleyi oku yoruz: "Barış zamanında dahi kimse Eftalit'e mertçe ve korkusuzca bakamaz; kimse onunla ilgili bir şeyi dinleyemez ve hatta kimse açıkça ona karşı savaşa giremezdi."47 Muhtemelen yukarıda sözü edilen sınır degişikligi, Eftalitler'in 470'lerde Chionitler'i Sogdiya na'dan sürmeleriyle sonuçlanan karşı saldırıyla ilgilidir.48 Yine onla rın bu saldırıyla bugünkü Türkmenistan topraklarını ele geçirdikle rini kabul etmek gerekir. Öbür türlü Gurgan'da Persler'le temas sag lamaları mümkün olmazdı. Çünkü o sıralar Horasan hala Persler'in hakimiyeti altındaydı. Demek ki Eftalitler, bir bölük askerle tran'ın sınır karakolunu aşarak, istedikleri zaman tran içlerine sokulmalan na imkan saglayan Dehistan'ı işgal etmişlerdi.49 Gorgo (Cürcan), Sasaniler'in dogu ayagıydı ve şehir sınırlan ol dukça daralmıştı ki, savaşların yeniden başlamasının sebebi de buy du.50 482'de Şiihanşah Firuz, kalabalık bir orduyla çıkışı olmayan derin bir hogaza girmiş, arkasından bogazın girişi, seçme Eftalit bir liklerince tutulmuş, böylece kapana sıkışan5 1 Pers ordusu iaşesiz ve susuz kalmıştı.52 Pers ordusu saflannda bozulma başlamıştı, fakat Eftalit kralı Huşnavaz herhalde oldukça insancıl ve itidal sahibi bi riydi. Pers şahı Firuz'a barış için öyle mütevazi şartlar ileri sürdü ki, heriki yeminler ederek bu şartlan güle oynaya kabul etti. Ama Firuz yeminini bozacak ve 483 veya 484'de savaşı yeniden başlatacaktı. Fakat bu defa Persler bozkır üzerinden dolaştılar. Eftalitler ise kendilerini dar koferdamlı, uzun, geniş ve derin bir çukur kazarak 47 48 49 50 31 52
Patkanyan K., Opıt, s. 42. Enoki, The Origines, s. 234. Masson V. M. Drevnyaya kultura Dahistana, M. L., 1954, s. 14. Destunis, Skaz:aniya, s. 19. Age., s. 26-28. Balami bu seferin detaylarını birazcık farklı anlatmaktadır. Ona göre Persler, içte Pers şahına guven yaratmak amacıyla kuru çöle casuslar bı rakmışlardı. Bu hikaye, ustaca uydurolmuş edebi bir kıssadır ve detay lar açısından inandırıcı degildir.
E F TA L İ T L E R D A G L I M I Y D I , BO Z K I R L I M I Y D I ?
305
kamufie ettiler ve çukunın içine kurt kapanı kurdular. Daha sonra Pers birliklerini kolayca oraya çektiler. Bu arada Eftalit ordusunun geri kalan kısmı çukunın öte tarafındaydı. Kaçan Eftalit öncü birliklerini takip eden Persler, harp nizarnı ha linde düşmanın üzerine atıldılar. llk saftakilerden atlannı dizginleye meyenler çukurun içine düştüler. Ölenler arasında şahanşah ve o�ul ları da vardı. Hayatta kalmayı başaranlar cesaretlerini kaybederek esareti tercih ettiler.53 Finız'un halefi Kavad , vergi ödemeyi kabul et mek zorundaydı. Nitekim iki yıl boyunca ödemeyi aksatmadı.54 Prokopius'un anlattı�ı bu hikayeyi kabul etmek gerekir, ama ba zı şerhlere ihtiyaç duyulmakla birlikte pek inandırıcı görünmüyor. Bir kere olay Kopet Da�'da geçmektedir. Pers ordusunun içine düş tü�ü bo�az ne kadar büyük olursa olsun, ya ordunun bütünüyle or tadan kaldırıldı�ını, ya da tamamının bo�azdan içeri girmedi�ini dü şünmek gerekir. Belki de şahla birlikte bir bölük bo�azın içine sıkı şıp kalmıştır, ama bilahare Huşnavaz'ın banş için ileri sürdü�ü şart lar, Firuz'un ölümünü gerektirmeyecek kadar mütevaziydi ve en azından ordusu, başındaki kumandanı de�iştirerek savaşa devam edebilirdi. Di�er yandan benzeri bir tarihi olayı hatıriatmakta yarar var. Waterloo savaşı sırasında Fransız birliklerinin hücumu boşa git miş ve Fransız askerleri önlerine çıkan dar bir dereyi cesetleriyle doldurmuşlardı. Dışarı çıkanlan topra�ın miktarı, böyle bir çukuru kazmanın Eftalitler'in üstesinden gelebilecekleri bir iş oldu�unu gösteriyor. Öyle veya böyle, detaylan bir tarafa atacak olursak, Pers ler'in Eftalitler tarafından 483 veya 484'de hezimete u�ratıldıkları bir vakıadır.55 Üstelik de Eftalitler'in uyguladıkları taktik, V-VI. Yüz yılda atlı göçebelerin uyguladıklan takti�e hiç benzememektedir. 494'de Eftalitler lran sınınndan içeri dalarak, tahtından alaşa�ı edilen meşru şah Kavad'ı tekrar makamına oturttular. Bu emekleri nin karşılı�ı kendilerine altın olarak ödenmiştir.56 Daha sonraki günlerde Eftalitler ve Persler tam bir uyum içinde yaşadılar ve hatta Eftalit okçulan Bizans'a karşı Pers ordusu safiannda savaştılar.57 53 Destunis, Skazaniya, s. 3S-38. Bu hikaye de Balami de bazı detaylar at lanarak tekrarlanmaktadır ve muhtemelen hayali nasihat amacı glit mektedir. (Zotenberg. Chroniquc, IV139-142). S4 Destunis, Skazaniya, s. 46. SS Patkanyan, Opıt, s. 42. S6 Destunis, Skazaniya, s. 73. S7 Age., s. 8 1 .
306
AV R A S YA' D A N
Eftalitler'in Hindistan'daki politikalan daha aktifti, fakat oraya düzenledikleri saldırılar güçlü bir direnişle karşılaşmıştı. IV. Yüzyıl başlarında Kuzey Hindistan, Gupta lmparatorlugu'nun sınırlan için deydi. Bu hanedana mensup krallardan II. Çandragupta Vikramadit ya, IV. Yüzyılın sonlarında Batı Hindistan'da Saka topraklarını ele ge çirmiş, V. Yüzyıl başlarında ise58 hakimiyet alanını Arabistan Körfe zi ve Orta Hindistan'a kadar yaymıştı. Ancak güneyde Narbada neh ri sınır olarak kalmıştı. Narbada vadisinde yaşayan savaşçı Puşya mitra kabilesi, V. Yüzyılda Gupta lmparatorlugu'na saldırdı. Saldırı ları öyle şiddetliydi ki, son Gupta hükümdan Skandagulta Vikrama ditya tüm kuvvetlerini cepheye sürmek zorunda kaldı.59 Eftalitler fırsattan faydalanmak istediler ve V. Yüzyıl ortalarında (458'de)60 Hindistan sınırlanndan içeri daldılar. Skandagulta düşmanı def et meyi başardı, ama onun 467'de ölümünden sonra savaş yeniden baş ladı ve inisiyatif Eftalit başkumandam Toramana'nın eline geçti. An laşılan Eftalitler'in maglup lran'a banş anlaşması için mütevazi şan lar ileri sürmeleri, Persler'in Hindistan savaşı sırasında Eftalit ordu sunun sol kanadını doldurmalarıyla izah edilebilir. Toramana, VI. Yüzyıl başlarında Hindistan'ın kuzeydogu kesimi ni işgal etti ve Merkezi Malva'ya kadar ilerlediyse de, S l O'da Gupta Bhanagulta lmparatorlugu tarafından maglup edildi. Eftalitler, en ihtişamlı dönemlerini yaşamaya geçmeden önce Pa mir'in iki yanındaki toprakları ve özellikle Sind, Bost, Ar-Rohac (Arohoziya) , Zabulistan, Toharistan, Dardistan ve Kabulistan'ı ele geçirdiler.61 Hindistan toprakları ve Arahoziya, başarılı Eftalit sefer leri sonucunda ele geçirilmiş, Tann Daglan'nın daglık vadileri ve Hoten bir akınla zaptedilmiş; böylece Eftalitler tüm Orta Asya'nın hakimi olmuşlardı. Artık, makalemizin başında sordugumuz soruya, Eftalitler'in hinteriandı neredeydi, Merkezi Asya vadilerinde miydi, yoksa Pamir civarındaki daglarda mıydı şeklindeki soruya cevap verebiliriz. Ta rım vadisinin I. Binyıldaki tarihi cografyasını yeterince biliyoruz. Orada ne Eftalitler'inki gibi büyük bir devlet, ne de onlar kadar bü58 59 60 61
Banerdji A. Ç., Sinha N. K. lstoriya lndii, s. 87. Age., s. 89; Age., s. 94. Noldeke, Gtschichtt dtr Ptrstr, s. 156; krş. Girshman R. Lts Chionitts Htphtalites, s. 94.
E FT A L İ T L E R D A G L I M I Y D I , B O Z K I R L I M I Y D I ?
3CT7
yük bir halk vardı. Hatta Hoten, Kuça ve Karaşar gibi adlar 495-497 yıllarında bizzat Eftalitler tarafından verilmiş; üstelik onlar, do�udan de�il batıdan gelmişlerdi. Yedisu'nun bitişik oldu�u Tanrı Da�la rı'nın da�lık bölgeleri geçmişte Sakalar, arkasından Wu-sunlar (M.Ö. ll Yüzyıl ve M.S. ll.Yüzyıl) , onlardan sonra Avrupa yolu üzerinde ka lan ve Yüe-ban adını alan (II-V. Yüzyıllar) Kişler ve en son olarak Tö les kabilelerinin (V. Yüzyıl sonları ve VI. Yüzyıl başları) yerleşim ala nı olmuştur. Aral'ın do�uda Balbaş'a kadar uzanan kısmı, oldukça geniştir, fakat insanın yaşamasına elverişli de�ildir. Bu vadinin batı kısmı kumlu killerle kaplıdır ve sulu yerleri çok az oldu�u için bit ki örtüsü oldukça zayıftır ki, büyük çapta bir ahaliyi besieyecek du rumda de�ildir. Do�u kesiminde ise hiç su bulunmayan Betpak-Da la çölü uzanmaktadır.62 Hazar civarındaki bozkırların durumu da aynıdır ve bu yüzden oralara gelen Eftalitler içeri girmemişlerdir. Bu durumda Eftalitler'in yurdu olarak sadece Batı Pamir'in da� etekleri kalmaktadır ki, zaten güçlendikleri ve kültürlerini bıraktıklan yerler de burasıdır. Eftalitler'in ataları Eftal vadisine nereden gelmiş olur larsa olsunlar, burada bu adı almışlardır. Eftalit Devleti'nin tariht kaderi, şaşkınlık verecek derecede Orta Ça� İsviçresi'nin kaderini anımsatıyor. Gerek Eftalitler'de ve gerekse İsviçre'de da�lılar, komşu monarşistlerin düşüşü ve zor günler yaşa ması sayesinde, imkan dahilinde bir araya gelebilmiş; İsviçre'de Avusturyalılar'a ve Burgundlar'a, beri tarafta ise Persler'e ve Hintli ler'e karşı muhteşem zaferler elde edebilmiş, fakat fıer ikisi de ele ge çirdikleri topraklarda tutunmayı başaramamıştır. Neticede İsviçreli paralı askerler Fransız krallannın hassa birlikleri saflarını doldur muş, Eftalit savaşçılar da Rajput birliklerinde yer alarak, onların çökmekte olan Gupta İmparatorlu�u bakiyelerine karşı kolay zafer kazanmalarını sa�lamışlardır. Eftalit Devleti'nin daha sonraki kaderi, bildi�imiz tarih kitapla nnın kronolojik çerçevesine girmektedir. Fakat anlatılan olayların kısa bir özetini sunmak gerekiyor. Eftalitler, savaşçı bir halktı, ama sayıları fazla de�ildi. Elde ettik leri başarılar, zaptellikleri bölgelerin zaten çöküş halinde bulunan yerler olmasıyla açıklanmaktadır. Gerçekten de So�diyanlar'ın çöküş döneminde oluşu, Eftalit Devleti'nin zayıf temeller üzerine kurulma62 Altheim-Striel,
Die Araber, V/243.
308
A V R A S YA ' D A N
sına yol açmıştır. Çünkü harekete geçirilemediği zaman kalabalık te baalann bir faydası olmaz. Anlaşıldığı kadarıyla Eftalitler de kendi güçlerinin farkında değillerdi ve maceralara atılmamışlardı. Eftalit ler'in Orta Asya'da tesis ettikleri sistem fazla tutulmamış olmalı ki, Türkler'in 560-570 yılları arasında düzenledikleri saldınlar sırasın da gerek Tohaı:lar ve gerekse Soğdiyanlar, Eftalitler'e hiçbir yardım da bulunmadılar. Yukarıdan beri anlatılanlara istinaden, Eftalitler'i Merkezi As ya'dan neşet etmiş bir Türk halkı olarak gören var sayım, hem tarihi vakıalar ve hem de fiziki coğrafya tarafından üstesinden gelinemeyen bir dizi itiraza maruz kalmaktadır. Bu varsayım, Merkezi ve Orta As ya coğrafyasının henüz tam keşfedilmediği XIX. Yüzyılda ortaya çık mıştır. O dönemde iklim değişikliklerinin incelenmesi zaten söz ko nusu bile değildi. Günümüzde ise bilimin gelişmesi sayesinde Eftalit ler'in Pamir dağlılan olduklan görüşü tüm güvenilir vakıalarla des teklenmekle ve buna sadece eski var sayımlar karşı çıkmaktadır. 63
63 Yakın zamanlarda Afrasiyab (Semerkand)'da önemli bir fresk ortaya çı kanldı.V. A. Livşin'in, bu satıriann yazanna şahsen anlauıgına göre, freks, Tirmiz'den Semerkand'a gelen Eftalit büyük elçisini tasvir etmek tedir.
TIBETlN YÜKSELIŞI VE DÜŞÜŞÜ ("Stranı i narodı Vostoka" , Fas. VIII: Geografiya, etnografiya, istoriya.- M ., 1969, s. 1 53-182.)
Asya'da eski devlet oluşumlannın gelişimi, hem genel sınıflı top lum yapılanması kanuniarına bağlıdır, hem de kendine özgü özellik ler arz eder. Bu iki uç arasındaki ilişkiyi anlayabilmek, genel olanı kısmi olandan ayırt etmek için, tarihi araştırma metodunu bütün ha linde uygulamak yani kronolojik silsile içinde, kültürel geleneğin doğuşundan sona erişine kadar olayların seyrini değişik bakış açıla rından takip etmek gerekir. Bizim ortaya koyduğumuz problemin özü şudur: Dağlık Tibet'in tabiat şartlannın elverişsizliği, nüfusunun azlığına rağmen Orta Asya'nın hakimiyetini ele geçirme yarışına ka tılan bir halkı nasıl besleyebilmiş ve neden bu hakimiyet denemesi başarısızlığa uğramıştır? Bunun cevabını bulmak için Tibet tarihi boyunca uygulanan renkli politikaya bakmak, ama tarihçilikte böy le bir şey olmadığına göre, onu yazmak ve böylece aynı vakıaların ortaya çıkardığı bir hükme ulaşmak gerekir. Biz, selefierimizden farklı olarak, bakış açısının temeline vahşi bir ülkede ortaya çıkan Buddist cemaatinin kaderini değil, kültürlü komşuların kültür etkisine maruz kalan kabHelerin gelişim kanunu nu yerleştirdik. Böylece olayları aydınlığa kavuşturma şeklini değiş tirerek, bir harita bütünlüğü elde ettik: KabHelerin birbirleriyle olan ilişkilerdeki olaylar zinciri ve süreklilik. Özellikle sebep-sonuç iliş kilerinin ortaya konuluşu ve umumi tarih konularına ilave formül ler, hikemi nasihatlar gerekliliğini ortadan kaldıran bir vuzuhiyetle mevcut problemin çözümünü sunacaktır. lyi düzenlenmiş bir mal zeme, meseleyi kendisi çözer. .
AV R A S Y A ' D A N
310
Tibet Sakinleri Çevresindeki yüksek dağlardan - kuzeyde Kun-lun, güneyde Hi malaya - ayrılan geniş dağlık Tibet'in ortası, kuzey platosunun kuru bozkırlarıyla Tsan-po (Brahmaputra) nehrinin ve kollarının besledi ği cıvıl cıvıl vadiler arasında tabii sınır oluşturan Trans-Himalaya sı radağlarıyla bölünmüştür. Güneyden Kun-lun'a açılan yüksek dağ lada kaplı vadi, günümüzde dahi kimsenin yaşamadığı bir çölden ibarettir. Güneyde, dağ silsitesinin etekleri boyunca koyunculuk yapmaya elverişli otlu bozkırlar uzanır; daha güneyde, nehirler bo yunca ise eskiden beri çiftçilik yapılmaktadır. ı Kuzey çölü ve Hima laya, güney ve kuzeyden Tibet'e geçit verirler. Bu yüzden Tibet'in ba tısı ve doğusu insanlarla meskundur. Batıda, Hindistan'ın yukarı kesimlerinde, çok eski devirlerden be ri çiftçilikle uğraşan kabileler, Monlar ve Dartlar yaşamaktadır. 2 Bu kabileler ırk, dil ve kültür açısından Kuzeybatı Hindistan ve Pamir halklarına yakındılar. Dardistan, V-VI. Yüzyıllarda Eftalit Devleti'nin bünyesinde yer almış, ancak onun mağlubiyetinden sonra bağımsız lığını kazanmıştır. 3 Dardar ve Monlar siyasi bir birlik sağlamamışlar dır; ama birbirinden bağımsız birçok küçük prenslikler kurmuşlar dır. Teşkilatianmalan iptidai olduğu için ilk başlarda Tibetliler'in do ğudan sökün edip gelen atalarıyla hesaplaşamamışlardır. Çin'in batı sınırlarında, bugünkü Shen-si ve Kan-su eyaleletlerin de, iki değişik halk yan yana yaşıyordu: Tibet grubuna giren Mongo loid çoban Ch'ianglar ve çiftçi Junglar.4 Her ne kadar eski Çinli ya zarlar, metafori bir şekilde, Tibetliler'e "Batılı Junglar" adını vermiş lerse de, bunlar geçmişte iki farklı dil konuşanS iki değişik halktı6. Ancak, onları Çin'e karşı sırt sırta vererek savaşmak zorunda bıraKozlov P. K. Tibet i dalay-lama, L. , 1929, s. 8-10; Rerix Yu. N. Koçevı ye plemena Tibeta. V Sb.: Stranı i narodı Vostoka, Vıp, 11, M., 196 1 , s. 2 3 4 5 6
8-9. Geuy A. The Gods of northern Buddhism. Oxford, 1914. Gumilev L. N. Eftalitı i ix sosedi v IV v. - Vestnik drevney istorii, 1959, No. l . Grumm-Grjimaylo G. Y. Materialı po etnologii Amdo i oblasti Kuku no ra. SPB., 1905, s. 3. Terrien de Lacouperie. Les Langues de la Chine avant les chinois.- Le Museon, 1888, VII, s. 28-29. Age. s. 335. ,
TİBET' İ N YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
311
kan ortak kader ve karma evlilikler, Tibetçe'yi Çinliler tarafından yok edilemeyen Junglar'ın dilinin etkisine terk etmiştir. Bu iki halk birbiriyle kaynaştıktan sonra birkaç hibrid kabileye bölünmüştür ki, bunlar arasında tarih sahnesinde en fazla yeri T'ang-ch'anglar, Tang hsianglar, Ti-Bomalar (Sih-ch'uan'da) ve Pai-lang'lar işgal ederler. Jung-ti kökenli bu kabileler, daha sonra birbirleriyle kaynaşarak, Or ta Çaglarda Tangut [veya Tankut] lar denilen halkı oluşturmuşlardır. Bunlar, Çinliler'le sürekli temas halinde olmalarına ragmen, III. Yüzyılda bile kendi prenslerine sahiptiler ve kendilerine özgü hayat larını sürdürüyorlardı. Gerçi çogu Çinceyi bilmiyordu ama evlerinde Ti dilini kullanıyorlardı. Giysileri ve ayinlerinin hem Çinliler'in, hem de Tibetliler'inkine benzemesi Tangutlar'ın bu iki halkla yakın temas ta olduklarını göstermektedir, fakat etnik farklılıkları lll. Yüzyılda bi le kaybolmuş degildi. Bazı kabilderin nüfusu kimi zaman 10 bin ki şiyi aşabiliyordu.7 Tibetli Ch'ianglar'la Tangutlar, sadece degişik kö kenlere mensup degil, aynı zamanda birbirlerinden de farklıydılar. "Hsi-junglar (yani Tibetliler - l. G.) elbise yerine hayvan derile rini kullanıyorlardı. Daimi olarak kaldıkları bir kulübeleri yoktu; göçebe halde yaşıyorlar ve geçimlerini çarvacılıkla temin ediyorlar dı. Boyların ve oymakların belli bir adı yoktu; baba veya ananın adı boyun da adıydı. Başlarında reisleri, ittifaken kabul ettikleri bir yö neticileri olmayan pek çok boya bölünmüşlerdi, fakat cemaatler ha linde yaşıyorlardı. Aşın cesur oldukları için savaşta ölmeyi mutlu luk, hastalıktan ölmeyi mutsuzluk sayıyorlardı. Tıpkı hayvanlar gibi aşırı soguklara tahammüllüydüler ve hatta kadınları dogururken da hi iklimin acımasızlıgına aldırmıyorlardı. "8 "T'ang-ch'anglı Ch'iang lar (yani Tangutlar - l. G.) özel bir boydu. Sürekli yaşadıkları kulü beleri ve evleri vardı. Kulübeleri keçeden veya koyun yününden (si yah yunden) yapılmıştı. Toplumlarında herhangi bir kanun, mecbu ri hizmet ve vergi yoktu. Sadece savaş sırasında bir yerde toplanıyor, diger zamanlar herkes kendi meslegiyle ugraşıyor ve kimsenin kim seyle teması olmuyordu. Elbiselerini hayvan kürklerinden ve yün den yapıyor; manda, koyun ve domuz etiyle besleniyorlardı. Baba nın ölümü halinde amca ve kardeşler, anne, teyze ve yegenlerini ala biliyorlardı. Okuma yazmaları yoktu ; bütün bir yılı yayla ve kışiak larda geçirirlerdi. Her üç yılda bir toplanır; göge takdim etmek için 7
8
Grumm-Grjimaylo, Materialı, s. 41 ve 43. Uspensky V. Strana Kuke-nor ili Tsin-xai, s. 5 1 .
AV R A S Y A ' D A N
312
öküz ve koyun keserlerdi. Asalaten bey olanlar Prens Liang-ch'ing'in hanedamndan çıkar, zadegan sınıfının sadakatini kazananiarsa ken dilerini hükümdar ilan ederlerdi. "9 lnceledigimiz metinlerin yoruma ihtiyacı yok. Göreneklerden yaklaşık sadece bir tanesi genellik arz etmiyor ki, o da toplumsal ge lişimlerdeki farklılıktır. Örnegin Ch'ianglar'da boy yapısı yükselişe geçtiginde, junglar'da bitme noktasına gelmişti. Daha sonraki kader leri de farklıydı. Tibet kabilesi Tang-hsiangları ve Güneyli Hyung nular'ın bakiyelerini bünyelerine alan junglar, bilahare Hsi-hsia dev letini kurmuş, Ch'ianglar'ın torunlarıysa XIX. Yüzyıla kadar hayat tarzlarını ve vahşiliklerini muhafaza etmişlerdir. Milattan önce bilin meyen bir zamanda Ch'ianglar'dan kopan Tibetli Bollar'dan ziyade, Sarı Nehir'in yukarı akımlannda yaşayan Ngoloklar'ı büyük bir ola sılıkla Ch'ianglar'ın torunlan sayabiliriz. ı o Brahmaputra'nın orta akımlarının yukarı kesimlerine yayılan Botlar, sınıflı bir devlet kur ma yoluna girmiş, bir dizi kanlı hezimetlere maruz kalan Ch'ianglar ise daglara çekilmişler, ama 1 899'da nereden çıktılarsa yine düzen ledikleri saldırılada komşularına korkulu anlar yaşatmış ve hırslı bir şekilde bagımsızlıklannı korumuşlardır. K. Kozlov, onların magrur bir şekilde şu sözleri söylediklerini nakletmektedir: "Biz Ngoloklar'ı başka insanlarla kıyaslayamazsınız. Sizler, Tibetli degil kim olursanız olun, yabancı kanunlara, dalay-la manın kanunianna boyun egdiniz; Çin'den ve kendinizden olan her küçük kumandandan . . korktunuz. Yalnız siz degil, bizim dedeleri miz ve büyük dedelerimiz de böyleydiler. Biz Ngoloklar ise çok çok eski zamanlardan beri sadece kendi kanunlanmıza ve fatihlere bo yun egeriz. Her Ngolok kendi hürriyetinin bilinciyle dogar, anasının sütüyle birlikte hiçbir zaman degişmeyecek olan kendi kanunlarını tanır. Her birimiz neredeyse elimizde silahla doganz. . . bizim kabile miz Tibet'in en yüce, en meziyetli kabilelerden biridir. Bizler, sadece Tibetliler'e degil, Çinliler'e de nefretle bakma hakkına sahibiz. " ı ı Bu sözler, Ngoloklar'ı halkın büyük bir kesiminin öldügü kanlı savaşla ra sürükleyen eski Ch'ianglar'ın etne-psikolojik durumunu yansıt9
Biçurin N. Y. (YakinO.
lstoriya pervıx çetirex xanov iz dama Çingisova.
SBP., 1 829, s. l l O-l l 1 . 1 0 Biçurin N . Y. (YakinO. lstoriya Tibeta i Xuxunora. I , sPb, 1 833, s . 1 24. l l Kozlov P. K. Mongoliya i Kam. M., 1947, s. 2 1 5.
TİBET'İN Y Ü KS E L İŞİ V E DÜŞÜŞÜ
313
maktadır. 1 2 Ngoloklar, he'f türlü kibirlerine rağmen, boy yapısının yükseliş döneminin bir-bakiyesidirler. Sadece göçebe kabileler değil, büyük Tsan-po (Brahmaputra) nehrinin orta akımlannda yaşayan yerleşik çiftçiler de, Tibet kültür ve devlet geleneğini teşkil etmişlerdir. lktidar yılları tam olarak tes pit edilemeyen Pu-te Chung zamanında Tibet'te ziraat ve sulama iş leri başlamıştır. l3 Nehirlerle bezeli vadinin bereketli topraklarında buğday, arpa, mısır ve nohut yetişiyordu. Tarlaları kanallada dağ dan akan nehirlerden aldıkları sulada suluyorlardı ve bu kanalların civarında taştan yapılmış muhkem yerleşim birimleri kuruyorlardı. Tibet kronikleri, madenciliğin başlangıcını, tarihi tam belirleneme yen bir zamana hamlederler. Bakır, gümüş ve demir olmak üzere üç çeşit maden eritiyorlardı. Nehir üzerine köprü kuruyor; tezgahta kumaş dokumayı biliyorlardı. Tarımın dikkat çekecek ölçüde yük seldiği dönem, düzenli sulamanın yapıldığı IV. Yüzyıl sonları ile V. Yüzyıl başlan olarak gösterilmektedir. Toprağı sürmekte kullanılan hayvanların yeminin tedarikine oldukça önem veriliyordu. Katır ve haynık (yak ve öküzün birleşmesinden doğan melez tür) üretmeyi başarmışlardı.l4 Teknik gelişim sayesinde öylesine bolluk berekete kavuşmuşlardı ki, sonuçta Tibet halkı hızlı bir şekilde çoğalmıştı. VII. Yüzyıla doğ ru nüfus 2 860 000 kişiye, 1 5 yani XX. Yüzyıla kadar ulaştığı seviye nin de üzerine çıkmıştı ki, söz konusu teknolojiyle, ülkenin bu nü fusu beslernesi imkansızdır. Tabii olarak nüfus artışının yükünü çift çilikle uğraşan bölgeler çekmiş, kendi hayat tarzlanna, görenek ve kültürlerine göre nehirlerle bezeli vadilerde yaşayan kabileler, kendi göçebe kardeşlerinden uzaklaşmışlar ve neticede büyük bir davayı göğüsleyen bir halka dönüşmüşlerdir.
12 Gumilev L. N . Legenda i deystvitelnost v drevney istorii Tibeta.- Vestnik istorii mirovoy kulturı, 1960, N o . 3,20S-207, 22S-23 l . l 3 Bogoslovsky V. A. OçerJı istorii tibetskogo naroda. M., 1962, s. 24. 14 Biçurin, lstoriya Tibeta, s. 1 27. ıs V. Ab Bogoslovsky, bunun sadece erkek nüfus ve savaşçı sayısı oldugu kanaatindedir. Buna göre genel nüfusun ı s milyon civarında olması gerekirdi ki, Tibet'in tabii şartları göz önünde tutuldugunda böyle bir şey imkansızdır.
AV R A S Y A ' D A N
314
Tarihin başlangıcı Tibet kabileleri uzun bir süre dış dünyayla temas kurmadan ken di boy yapılan içinde yaşamışlar; fakat sonunda dış dünya bakışları nı onlara çevirmiştir. Batıda Gilgit'ten Bhon kara dini Tibet toprak larına girmiş, insanların akıllarını ve ruhlarını teshir etmiş; dogu dansa Siyenpi savaşçıları gelerek, halkın bedenini ve kalbini fethet miştir. Bu durum Tibet'in çehresini degiştirmiş ve olay şu şekilde ce reyan etmiştir. Suddizmin ortaya çıkışına kadar Shang-shung ülkesinde ( Gil git'de) üstad Şenrabmibo kesinlikle yeni bir dinin pröpagandasını yapmamıştı. Erkek cinsinin baş tanrısına Kuntu Zanpo (kun tu bzang po) deniliyordu ki, tam anlamı "mahz-ı nimet" demektir. Bhon inancında kimse babasız ve anasız dünyaya gelemeyecegine göre, tanrının yanında bir de tanrıça vardır ve o, bazen "iyiligin ve sevginin büyük anası" olarak müşfik davranır, bazen de Çin, Tibet, Shang-shung ve Li (Hoten)den ibaret olan bütün dünyanın yöneti cisi ve "üç dünyanın şanlı kraliçesi" olarak gazaplanır. Bu tanrıça gü cünü yerden aldıgı için kocasından daha fazla tapınılmaya layıktır ki, bu yüzden Batı Tibet'de ona "Toprak-ana" denilir. Bu iki tanrılı lık, aralarında insaniann da bulundugu kanlı kurbanlar istemiştir. Bhon dini inancına göre dünya üç küreden oluşmuştur: Tannların bulundugu gök bölgesi, beyaz küredir; insaniann bulundugu yeryüzü kızıl küre ve su perilerinin bulundugu yeraltı dünyası ise, mavi küre dir. Mistik hayat agacı, bu üç küreyi çevreler. Burada üç küreyi birbi rine baglayan yollar vardır. Bu yollar da ancak sır kapısını aralayabil miş kutsal rahipler vasıtasıyla bulunabilir. Bundan başka rahipler bü yü yapar, kehanette bulunur, okuyup üfleyerek hastalıklan tedavi ederler vs. Tüm bunlar içinse üstün meziyetlere sahip olmak gerekir ve dolayısıyla "Bhon dinini ögrenmek oldukça zordur. " Bhon dininin kutsal kitabı Şenrabmibo tarafından "Tagzig" diliy le yazılmış ve diger dillere tercüme edilmişti. Bu durum Bhon dini ni, proselitizme yabancı ilkel genoteistik külderden uzaklaştırrnıştır. Bhonizm, propaganda yoluyla Tibet'in dışında Himalaya eteklerinde ve Güneybatı Çin'de de yayılmıştır. Onun etkisi olmadan Sibirya'da bazı külderin oluşmayacagı düşünülebilir, ama bu konunun özel bir şekilde araştırılması gerekir. Bu din, Tibet'de dahi idareci ve savaşçı bir din olmuş, hiyerarşi zinciriyle birbirine baglı tapınak teşkilatı
TİBET' İ N Y Ü K SELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
315
kurmuş, belli bir kültle, ruhhan sınıfıyla devlet işlerine müdahale edebilen bir alternatif oluşturmuştur. Bu kısa açıklama, 16 Bho n diniyle Tungus şamanizminin özdeşleş tirilemeyece�i konusunda bir hükme varmak için kesinlikle yeterli de�ildir. Gerçi şamanizmde de üç dünya inancı vardır, ama yüce tan n, sır kapısının aralanması ve kurban sunmayla ilgili kavramlar on da yoktur. Şamanizmde ruhhan sınıfı ve tapınak teşkilatı yoktur ve prensip olarak olamaz da. Çünkü Tunguslar'ın düşüncesine göre şa manlar ruhları seçebilir, fakat insanları e�itmezler. Bundan başka şa manizmde vaaz etmek de yoktur. Hasta olan insan, hangi dine men sup olursa olsun, tıpkı doktora gidiyormuş gibi, şamanın yardımına müracaat edebilir. Halbuki bir Bhon rahibi vaaz eder ve gelişmiş di �er din ve savaşçı tapınak mensupları gibi davranabilir. Bhonizmin Tibet'de ortaya çıkış dönemi çok eskilere dayanır. An cak yükselişini savaşla ve kan akılmak suretiyle gerçekleştirmiştir. Tibet'in efsanevi hükümdarlarından Tri-kum adında birisi, "ömrü nün birinci yarısında Bhon dinine inanmış, ikinci yarısında ise Bhon "yung-trung"unun (Bhon vecibelerinden birinin) kaldırılmasını ve ana ha� "mu"nun (gö�e ulaşan ip veya merdiven) kesilmesini emret miş, fakat tebaası ve aynı zamanda danışmanı olan Lo-ngam tarafın dan hançerle vurularak öldürülmüştür. l7 Böylece hükümdar tarafın dan ortadan kaldırılan yaşlı Bhon rahiplerinin yerine yenileri, mezar kazıcı Bhonlar gelmiştir. Bhon tapına�ı. hakimiyet alanını sürekli taht kavgasına tutuşan kabile reisieri nezdinde geliştirmiştir. Her ne kadar bu kabile reisie ri taş şatolanna kapanarak birbirlerine karşı korunuyorlarsa da, enerjik prensler birbirlerini ortadan kaldırdıkları için, prensiikierin sayısı ister istemez azalıyordu. Birinci binyıl ortalannda 20 civarın da küçük prenslik vardı, fakat bir süre sonra, VI. Yüzyılda sayıları 1 7'ye düşecekti. lS 16 Bhon diniyle ilgili literatür oldukça geniş. Bunlar arasında bazılarının adlarını aşagıda veriyorum: A. Franclıe, A History or Westem Tibet; Ch. Beli The religion or Tibet, Oxrord, 193 1 ; B. Laufer, Über ein tibe tisches Geschichtswerk der Bonpo, - "Toung Pao", ser. II, vol. II, 1901; H. Hoffmann, Quellen zur Geschichte der Tibetischen Bon-Reli gion, Wiesbaden, 1950; G. Tucci, The Tombs or Tibetan Kings, Rome, 1950; M. Labou, Les religions du Tibet, Paris, 1957. 17 Bogoslovsky, Oçerlı istorii, s.29. 18 Age. , s. 3 1 . ,
AV R A S YA ' D A N
316
Bu zengin, gelişmiş, ama parçalanmış ülkede 439 yılında yeni bir güç ortaya çıktı. Aynı sıralarda savaşçı To-palar kendi Pei lmparator lugunu kurarak genişletmiş, kendilerinden önce Kuzey Çin'de herha yat olan diger kabilelerle acımasız bir şekilde hesaplaşmışlardı. 439'da ise Ho-hsi'yi ele geçirerek Açina ordasını kuzeye kaçmak zo runda bıraktılar. Tıpkı Açina gibi, diger Siyenpi prensi Fang-ni de ka biledaşlarını toplayarak Tibet'in iç kesimlerinde güneybatıya dogru yola koyuldu. Siyenpi kumandanı, savaşın bir dakika bile eksik ol madıgı topraklardan getirilen disiplinli ve savaşçı birlikleri sayesinde "Ch'ianglar'ı kendine boysundurdu" l9 yani birbirine düşman kabile ler arasında hakimiyeti ele geçirdi. Yagmur zerrecikleri nasıl havada uçuşan tozların çevresinde yogunlaşıp damlacıkları oluştururlarsa, Tibet kabile reisieri de Siyenpi atamanının ve onun 200 yıl zarfında Tibetlileşen ve tebaalarıyla kaynaşan torunları etrafında birleştiler. lş te o tarihten itibaren Tibet birleşmeye başlamış, ancak bu durum Namri'nin (570-620) dış savaşlara başlamasından sonra 607'de bo zulmuştur. Vll. Yüzyılda uygulanan politikaya geçmeden önce, bir leşmeden sonra Tibet'te oluşan durumu bir gözden geçirelim.
Tibet'i yönetenler VII. Yüzyıl başianna dogru Tibet'de saglanan düzeni indi olarak sınırlı bir monarşizm şeklinde adlandırabiliriz. Ama aynı şeyi Ingil tere için de söyleyebiliriz. Adlandınna, eger açıklıga kavuşturulma mış ve üzerindeki perde kaldınlmamışsa, bazen yanlış da olabilir. En iyisi biz meseleyi etraflıca anlatalım. Teoretik olarak Tibet'de tüm iktidar, Tsen-po ünvanı taşıyan Si yenpi prenslerinin torunlarına aitti. Şekil itibariyle hükümdar tara fından tayin edilen ve talimatlar verilen üst düzey memurlardan mü teşekkil bir meclis, tsen-po'nun yardımcısıydı. Aslında tüm yetki bu meclisin elindeydi,20 ama o da gerçekte, ülkede gerçek gücü elinde tutan kabile reisierinin iradesi dogrultusunda hareket ediyordu. Ka bile reisieri de ya "ana tarafından akraba" shang, veya "küçük kral" yani vassal anlamında lon-po ünvanı kullanıyorlardı. Lon-po'nun da------ -
19 Age., s. 1 27; Grumm-Grjimaylo G. Y. Zapadnaya Mongoliya, IU184185. 20 Biçurin, lsıoriya Tibeta, s. 125-126 ve 234.
T İ B ET' İ N Y Ü KSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
317
nışmanlan sadece devlet erkanından seçilirdi. Onlar da tabii olarak kendilerini yetiştiren atabeklerinin belirlediği siyasi çizgiyi takip eder, yani aristokratların çıkarlarını korurlardı. 21 Bu durumda tsen-ponun pozisyonu oldukça karmaşıktı. Çunku bir yandan iktidara tevarus yoluyla geliyordu. Hazinesine, tahta tabi geniş topraklann gelirleri, vergiler, itaat altına alınan halkların gön derdikleri haraçlar, mahlul emlak, infaz edilen suçluların el konulan malları akıyordu, ama çevresindekiler istedikleri zaman onun yetki lerini elinden alabiliyorlardı. Başka bir deyişle sırtını dayadığı gerçek bir dayanağı, fiili bir iktidan yoktu. Hatta ordu bile tsen-poya değil, özel bir "askeri komite"ye bağlıydı.22 Zavallı tsen-po , sadece saygı duyulan bir kişiydi ve bu haliyle zadegan sınıfı tarafından tum yet kileri elinden alınan Hellen hasileüslerini andırıyordu. Tum Tibetliler resmi olarak iktidarsız yöneticilerinin tebaası (bang) idiler.23 Ama kendi aralannda bariz çizgilerle uç tabakaya ay nlmışlardı: Aristokratlar, azadlar ve bağımlılar yani mrenler.H Azad erkeklerin tamamı orduda hizmet vermek zorundaydılar. Ordu dört kola (ru) ayrılınıştı ve başka kuçuk bölükler de vardı.25 Bu taksim kabHelere göre yapılmamışsa da, kumandanlar kabile re isleri ve "kadın tarafından akraba olanlar"dı.26 Bu durum aristokrat lannın durumunu oldukça güçlendirmiş ve halkın daha aşağı kesi miyle canlannın istedikleri gibi hesaplaşma imkanı vermişti. Orta Çağ Çiniileri dahi malıkernelerin başına buyrukluğundan ve aşırı ce zalardan bahsetmektedir. Onların yani aristokratların bu davranışla rı yüzünden Tibet'de azadlar yani uşaklar sınıfı ortaya çıkmıştır. Yö netici kesim, azadiarı "kötu duşunceleri, gururlan ve itaatsizlikleri" sebebiyle cezalandırma hakkına sahiptilerP Onları bazen devlet memuru, bazen de aristokratların hizmetkarı olarak çeşitli işlerde çahştırıyorlardı. Durumları hiç de gıpta edilecek gibi değildi. Aristokratlar, ust duzey devlet memurlan (n ren) ve danışman olarak verdikleri hizmet karşılığında, zadeganlar (khab-so) veya beyler 21 Bogoslovsky, Oçerlc istorii, s. 140-143. 22 Biçurin, lstoriya Tibeta, s. 1 27-128. 23 Bogoslovsky, Oçerlc istorii, s. 140-143. 24 25 26 27
Age., s. 97 ve 172. Age., s. 128-130 .. Age. , s. 1 3 1 . Age., s . 172.
318
A V R A S YA' D A N
ise yönetimin belirlediği şartlar dahilinde ikta arazileri atıyorlardı. Bu araziler (khol-yul yani 'hizmet karşılığı verilen arazi') miras ola rak bırakılabiliyordu, ama satılması veya takas edilmesi yasaktı. Yö netime karşı sadakatsizlik veya verilen hizmeti yerine getirmeme ha linde verilen ikta arazisi hazineye devrediliyordu. 28 Bu kurum bene rice ve ikta sisteminj hatırlatmaktadır.29 Orduyu ve devlet memurla rını beslemek için halktan toplanan ruus vergisinden, fethedilen ül kelerden toplanan vergi ve haraçiardan yararlanılıyordu. Ancak, ruhhan sınıfı vergiden muaftı. 30 Tibet, VII. Yüzyılda artık gerçek bir devletti ve bu devlet içinde patnarkal ilişkiler feodal yapıyı ortaya çıkarmaya başlamıştı. Fakat feodolizm henüz oluşum safhasındaydı. En büyük rolü, monarşizmi oligarşiyle değiştirmeye çalışan soylu malikane sahipleri oynuyorlar dı. Nitekim Roma'da da aristokratların güçlenmesi sonucunda tah tın gücü sıfıra inmiş, daha sonra da bütünüyle ortadan kaldırılmış tır.31 Aynı şey Finikya ve Hellenist site devletlerinde de olmuştur. Tibet de aynı yola girmişti. Devlet erkanı ve savaşçı rahipler, ik tidarı muhkem şekilde ellerinde tutuyorlardı. Ordu ancak savaşla beslendiği ve sadece ordu onların iktidarını ve nimet içinde yüzme lerini sağladığı için komşu kabileleri itaat altına alarak yağmalıyor lardı. Tsen-po Namri zamanında Tibet ordusu Doğu ve Merkezi Hin distan'a girmiş ve TOrkleri [TOrkOt] mağlup etmiş,32 doğulu silah arkadaşlan tarafından terk edilen bedbaht Kara-Çurin bu olaydan sonra 604'de Togon'a sığınınayı denemiştir. Ama her bir zaferin bir de ters bir yanı vardır. Orduya ve ülkeye yeni askerler ve tebaalar gelmişti. Bunlar, elde edilecek nimetten paylarını almak kayd-ı şartıyla askeri alanda üzerlerine düşen göre vi yerine getirmeyi ve devleti ayakta tutmayı Ostlenmişlerdi. Ama bunlar başarılı olamadılar. Çünkü zadegan takımı nimetleri mağ luplarla bölüşmek istemiyordu. Aristokrat tabakasıyla halk arasın28 Age., s. 79-80. 29 Bu uygulama Tibet'te XX. Yüzyıla kadar sürmüştür. Rockhill ve Gre nard bu sistemi Kuzeydogu Tibet'de uygulamış ve feodal sisteme ben zetmeye çalışmışlardır. 30 Age., s. 101-104. 31 Engels E Proisxojdeniye semi, t. 2 1 , s. 1 29. 32 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 35; Gumilev L. N . Biyografiya tyurksko go hana v "lstorii" Feofilakta Simahattı i v deistvitelnosti,. s. 76.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
319
daki rekabet kaçınılmazdı ve bu durumda halkın tabii lideri tsen-po ve hatta bir tarafa itilen devlet erkanı olmak zorundaydı.33 Görün düğü kadarıyla muzaffer Hamri'nin öldürülmesi tesadüfi değildi,34 çünkü oğlu Sron-tsan-gam-bo zamanında, "babasının tebaaları itaat etmiş, anasının tebaaları isyan bayrağı açmış, Shang-shunglu akra baları Ch'o-sum-pa, Niak-nitag-pa, Kong-po, Nian-po, hepsi isyan etmişti. "35 Bu, değişik kabile ve grupların iştirak ettiği iç savaşa ol dukça benziyordu. Isyan her halükarda yatışmış, düzen sağlanmıştı, ama zeki ve enerjik Sron-brtsan-sgam-bo,36 sadece kendisi için değil, tebaası için de son derece önemli bir karar alarak, dikkatini (dünyanın) değer sizliği ve mütevazilikle ilgili eski öğretileri yayan, başları traş edilmiş yoksul rahipler cemaati üzerinde yoğunlaştırmıştı. Yanılmamıştı. Böylece Tibet'de tutunmayı başaran Buddizm, onun torunlannı tsen-podan krala dönüşterecek kadar güçlendi.
Buddist cemaatin gücü ve zaafı Buddist rahipler, henüz Miladın ilk yüzyıllannda Merkezi As ya'ya sızmaya başlamışlardı. VII. Yüzyılda sahip oldukları enerji ve metanet, o sıralarda birbiriyle çekişen dini sistemler arasında onları ön sıraya çıkardı. O dönemde Buddistlerin aynadıklan rolden bah setmeden önce, bizzat Buddist cemaatin özelliklerine ve peşinde koştukları amaçlara kaçamak bir bakış yapalım. 33 Odeysseia'da halkın devlet erkanı tarafından tahkir edilen krala arka çıkugını hatırlayalım. 34 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 36. 35 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 36. 36 Tibet adlannın dogru yazılışı bugüne kadar tibetologlann üstesinden gelemerlikleri bir husustur. Aynı isimler, degişik çevirilerde farklı şe killerde yazılmaktadır. Bazen şu veya bu lehçeye baglı olarak trarısli terasyon, bazen transkripsiyon bazen de fonetik yapısına, kimi zaman da Çince transhiyeroglif kurallanna göre yazılmaktadır. Ömegin bi zim Sron-tsan-gam-bo olarak yazdıgımız adı E. Schlagintweit Srong btsan sgam-po, A. Francke Shron tson sgampo, Demieville - Sron bcan, sgam-po, B. l. Kuznettsov, Srontsangambo, B. A. Bogoslovsky Son-tsen-gam-po ve en olarak, Çinceden çeviren Biçurin Tsi-ch'ung Lunchien şeklinde yazmışdır. . . •.
AV R A S Y A' D A N
320
Genel olarak VI. ve özel olarak VII. Yüzyılda Buddizm Tibet, Çin ve Orta Asya'da istisnai derecede faaldi. Hem dini görüş, hem de sos yo-politik bir grup olarak kendine bir yol açmıştı. Huddizmin felse fi doktrini kitleleri peşinden sürüklemek için oldukça karmaşıktı, ama Buddist cemaati, kendi kendiyle hesaplaşmaya zorlayabilen, ka rarlı ve enerjik insanlar temsil ediyordu. Bu cemaat varlııını sürdü rürken tanınamayacak kadar deıişecekti. Buddizm, başlangıçta ateizm boyasıyla boyanan ve hiçbir siyasi önemi olmayan Hint felsefe ekollerinden biriydi.37 I. Yüzyılda ilkel Buddizm, Budda'nın bile insanlardan daha fazla vaazda bulunduğu yılanlardan öğrendiği Budda öğretilerinin, daha mükemmel ve mütekamil halini açıklayan Nagarcuna tarafından ya yılmıştı. Yeni mezhebin felsefi görüşü ni rvanayla ilgili öğreti içinde yer alan mahayanadır. Ama başka bir husus daha önemliydi: Yeni mezhepte merkezi yeri Arhat ve Budda'nın yerine dünyanın kurtarı cısı bodisattva alıyordu. Buddizm sisteminde mükemmellikte Budda derecesine ulaşan, ama henüz Budda olamayan bodisattvanın varlığı söz konusudur. Çünkü bodisattvayı tanımak, acı çeken insanlığı hi dayete erdirecek ve onu azaptan kurtaracaktır. Önceleri sıradan bir insan olan Arhat'dan daha yüksek, sonradan her türlü mükemmelli ğin zirvesine ulaşan Budda'dan daha aşağı olan bodisattva, insan üs tü özellikler ve meziyetler elde ederek kitlelerin nazannda tapılacak ve saygı duyulacak ana obje haline gelir ve Buddizm tarafından dış lanan yerli tannların yerini alır. Buddist sistemde dünya iki gayr-ı eşit parçaya bölünür: Buddist cemaatının rahipleri ve diğerleri. Toprağın tuzu, ancak, insanlan sansara (mevcut dünya)dan nirvanaya götürecek yolda oldukları için rahipler vasıtasıyla tadılabilir. Çalışmak ihtirası doğurduğu ve günaha sevk ettiği için rahipler genel olarak çalışmak ve enerji har camak zorunda değildirler. Rahipler, kannlarını doyurma, giysi ve korunma konusunda ölçülü olmak zorundadırlar; bu "meziyet" on ların gelecekte örnek rahip olmalarını ve "yola" girmelerini sağlar. Tabii olarak rahipler cemaatine mensup olanların aşırı şekilde ço�ul ması onların çıkarlarına ters düşüyordu. Çünkü herkes rahip olursa, onları besieyecek kimse kalmayacaktı. Ne şöhretleriyle ve kehanet leriyle ünlenen brahminler, ne lükse, orduya ve saygıya doymuş ra37 Şçerbatskoy F. 1.
Buddiysltiy filosof o yedinobojii.
go otdeleniya IRAO", 1906, t. XVI, s. 258 vd.
-
wZapiski vostoçno
TİBET'İN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
321
ralar, ne de ailesinin karnını doyuran, tarlayı ekip biçen köylüler, sevdikleri meşgaleyi bırakarak rahiplerin yapmak zorunda oldukla rını yapmaya can atıyorlardı. Buddist cemaatine daha çok ihtirasla rını tatmin edemeyen, bir balıaya sap olamayan ve tabiatını deıişti remeyen insanlar katılıyorlardı. Buddist olduktan sonra ise kendile rini üzen hayatı ve aldatıcı ihtiraslan bir yana bırakıyorlar, açıklanan aktiflik adına rezil işler işliyor ve bu rol sayesinde istedikleri deıişik liıi yakalayabiliyorlardı. Yunanlılar'ın düşmanı v� Mauri hanedanının kurucusu Çandra Gupta, en alt kasta (şudra) mensup olmasına raımen, askeri kabili yetine güvenerek 313/14 yılında ortaya atıldı.38 Onun kurdugu as keri despotizm Kuzey Hindistan'da destek buldu, fakat katı rejim, Mauri'yi harekete geçiren halk kitlelerini sükut-u hayale uırattı.l9 Çandra Gupta'nın torunu Aşoka, kılıç gücüyle uzun süre tahtta ka lamayacaıını anladı. Çünkü askeri despotizm, yerli kşatri rajalannı, Bengalya brahminlerini ve Kuzeybatı Hindistan'ın kabile şeflerini karşısında bulmuştu. Onlarla mücadele edebilmek için güçlü · bir ideolojik silaha ihtiyacı vardı ve bunlar da kast sistemini, boy yapı sını ve halklan yadırgayan Buddist üstadlardı. Buddist cemaati de kendisini himaye eden bir despotla seve seve yakın temasa geçti. Mauri hanedanının yıkılışından sonra Buddistlere karşı başlatılan ta kibat, daha önce Hindistan'da yabancı olarak kalan ve ve tıpkı Aşo ka gibi kabiledaşlannın kılıçlannın yardımına güvenen Hindo-lskit ler'in kralı Kanişka'nın Buddist rahipleri, itaat altına alınan Hintli ler'le girdiıi savaşta olası müttefiki olarak gördü� zamana kadar devam etti. Kuşan Devleti kuruluncaya kadar Buddist rahipler bir kez daha şefkat ve rahmet kanatlan altına alınmışlardı. Buddizmin üçüncü defa dirilişi, neredeyse Kuzey Hindistan'ın ta mamını fetbeden ve VII. Yüzyılda geçici askeri devletini kuran Har şa Vardan zamanında gerçekleşti. Buddizmin durumundaki kesin detişimler Hindistan'da ülke sı nırlan dışına yayılmasıyla başladı. Buddizm, yükseliş çatında Hint veya Hindo-lskit kralianna batımlı olan bütün bölgelere yayıldı. Ra38 Bongarg-Levin G.M. Agrames-Ugrascna-Handa i vatsareniye Çandra guptı. - "Vestnik drevney istorii", 1962, no. ... s: 15. 39 "Zaferden sonra o (Çandra Gupta) hılrriyet sloganını koleli�e çevirdi. Çunk\i iktidan ele geçirdikten sonra yabancı hakimiyetinden kurtar dı�ı halkı kendisi ezmeye başladı. Oustin XV, 4, 13-44" .
322
AV R A S Y A ' D A N
hiplerin takibat altına alındıklan dönemde, gücenlik içinde olabil dikleri topraklarda "san din" kıyafetinin altına gizlendiler. Miladın ilk yüzyıllannda Çin'e sızan Buddistler, 350 yılında Nepal'da kendi lerine destek buldular.40 Bu tarihten kısa bir süre önce ise Hindu kuş'un daglık geçitlerini aşarak Dogu Türkistan'ın inançlı sakinleri arasında kendilerine bir yer açmışlardL Daha önce sözü edilen iki Çinli Buddist seyyah, yani Fa-hein4 1 ve Hsüan-tsang-42, Dogu Türkistan'ı katıksız bir Buddist ülkesi olarak göstermektedirler. Her iki hacı da sadece Buddizmle ilgilendikleri ve diger diniere gereke.n itibarı göstermedikleri için elbette bazı abartı larda bulunmuşlardır. Onların aniattıklarından çıkan sonuca göre Buddizm Dogu Türkistan'a yavaş yavaş sızmış, bir miktar hüsn-ü ka bul görmüştür ki, eski binayana inancının Kaşgar, Ku-mo, Kuça, Ka raşar, Kao-ch'ang ve Gebando (Taşkurkan) yani Tibet'le dogrudan sının bulunmayan bölgelerde43 ve Çin'de yayılmış olması da buna işaret etmektedir. V-VI. Yüzyılda Suddizmin Çin'de yabancı bir unsur olarak görül dügünü kaydetmek gerekir. Meteliksiz dazlak Buddist rahipler (bik şiler) , dünyadan el etek çekmeyi, evlenmemeyi ve inzivaya çekilme yi tavsiye ederken, aslında aklı başında, mantıklı, bireysel çıkarcı ve kültürlü Konfüçyüstlere şiddetle karşıydılar. Konfüçyüstlere göre Buddizm propagandası iktidar, özel mülkiyet ve aile prensipleri üze rine kurulan devleti temelinden sarsacak saçma düşünceler manzu mesiydi. Bu yüzden Buddist rahipler propaganda için başka hedefler aradılar ve onları da IV. Yüzyılda Kuzey Çin'de yaşayan barbar ku mandanlarla, can-ı gönülden inanmaya meyyal ve inanç susuzlugu nu kandırmaya hasret halklar arasında buldular. Anlaşıldıgı kadarıyla Buddizme en çok gönül verenler, her taba kadan kadınlardı. Orta Çag Çin'inde kadının durumu öylesine agır dı ki, Buddist rahipler onlar arasında aradıgı müsait ortamı yakala40 Getty A. The Gods of northern Buddhism, s. 163. 41 Lege j. A Record of Buddhistic Kingdoms Being an Account by the Chine se More Fa-hein. Oxford, 1886. 42 Introduction d l'histoire des Mongoles de F. A. Rachid ed-Din, Leiden London, 1910; Julien St. Histoire de la vie de Hiouentsang et de ses vo yages dans L:Inde. Paris, 1853. 43 Grigoryev V. V. Vostoçnıy ili Kitayskiy Turkestan, T. ll, SPB. , 1873, s. 1 53.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
323
mışlardı. Hatta bodisattvanın44 tecessümü, Avalokiteşvera45 Çin'de kadın tozleri arasındadır. Efsaneye göre bodisattva Huan Yin, kadın ların uğradİklan tüm haksızlıkları üzerine almak için kadın kıyafe tine bürünmüştür. Binlerce rahibin görev yaptığı devasa boyuttaki tapınaklar ve Buddist-Çin literatürünü muhafaza eden kütüphaneler dahi kadınların yardımı ve paralanyla yapılmıştır. Tang hanedam döneminde Buddizmle ilgili kitapların çevirisi ve istinsahıyla, Çin'e hiçbir döneminde görülmedik miktarda insan uğ raşmıştır. Kao-tsung'un tahta çıkışından sonra onun Konfüçyüst da nışmanı Fu-i, Buddizme karşı takınılacak tavır konusunda bir danış ma meclisi kurulması için imparatoru ikna edebilmiştir. Fu-i, erkek ve kadın rahiplerin evlenıneye ve çocuk yapmaya zorlanmalan tek lifini getiriyordu. Fu-i şöyle diyordu: "Onların hayatın önemsiz ol duğu şeklindeki temel açıklamaları, ancak devlet kasasına bir şey ödemekten kaçınmalaoyla izah edilebilir. Insanın kaderinin Sud da'nın iradesine bağlı olduğu şeklindeki sözleri kocaman bir yalan dır. Hayat ve ölüm, kimsenin kontrol edemediği kaderin hükmüne tabidir. Iyi iş yapan kişinin ödüllendirilmesi ve kötü iş yapanın ce zalandırılması tanrının iradesine bağlıdır; zenginlik ve fakirlik ise kendi ellerimizle yaptıklarımızın sonucudur. Buddizm, insanlan soysuztaşmaya sevk etmektedir; onun tenasüh-u ervahla ilgili görü şünün de kesinlikle gerçekle ilgisi yoktur. Rahipler, toplumun uyu şuk ve yaramaz bireyleridir... Buddizmi kabul eden Hsiau-yu bu sözlere şu karşılığı veriyordu: "Budda bilge bir kişiydi. Bilgelikte aptalhğ'ı gören Fu-i ise ciddi bir suçun sorumluluğunu üstlenmektedir... Onun muanzlan ise yemine sadakatin ve oğulluğa layık oluşun çok büyük erdemler gerektirdiği ni, hükümdara ve kendi ebeveynine saygı göstermeyi reddeden ra hiplerinse, kayıtsız ve lakaydhi olduklannı belirterek, onların öğre tilerini savunan Hsiau-yu'nun onlarla aynı suçu işlediğini ileri sür düler. Hsiau-yu bu suçlamaya sadece "cehennemin, kendisini suçla yan insanlar için yaratıldığını" belirtmekte yetindi. 44 Budda haline gelecekken Buddahgını tehir edip kendini diger insania nn ve kendisinin kurtuluşunu aramaya adayan aydınlanmış bir varlık; Mahayana Buddizmindeki ideal varlık (çev.). 45 Kelime anlamı "gören Rab"dır, yani dünyanın ızdırabının sesini gören Röb. Çineesi Kuan-yin, Japoncası Kannon'dur (çev).
_324
AV R A S YA ' D A N
Konfüçyüst filozoflar, askeri ve sivil memurlar, bu "mikrop düşün ce"ye karşı şiddetle muhalefet ettiler. Onlann iktidan her ele alışlan Buddizme karşı takibatı da beraberinde getirdi. Dolayısıyla meseleye başka bir cepheden bakmak gerekir: Orta ÇaA Çin'inde Buddizme kar şı uygulanan takibat, asker-memur sınıfının iktidara gelişinin bir so nucu olmuştur. Buddizme arka çıkanlar ise·yine hadımlardan, kadın ve rahiplerden iktidara yakın zadegAn gruplardı. Bu tür gruplaşmala ra Pei-chou ve Pei-ch'i imparatorluklannda rastlıyoruz. Buddist cemaat kendi halinde oldukça faaldi, fakat peşinde koş tuAu amaçlar devlet erkanının çıkarlanyla örtüşmüyor ve bu yüzden sık sık onlann koyduklan engellerle karşılaşıyordu. Dolayısıyla Bud distler ancak kabiliyetsiz ve uzaAı göremeyen kişiler iktidara geldik leri zaman ileriçme kaydedebilmişlerdir. Demek ki Buddizm, devlet erkanının zaafı na"'jaaralel olarak güçleniyordu ve zaman içinde zaten onu iyice güçsüzleştirecekti. Tang hanedanına mensup ilk imparatorlar zamanında Buddizm Çin'de Oyle Onemli mevkileri ele geçirmişti ki, böylesine, Asya'nın di ger ülkelerinden hiçbirinde kavuşamamışu. Batıda Semerkand ve Pe şaver'den doguda Sumatra ve Java'ya kadar uzanan bölgede gücünün zirvesine ulaşan Buddizm, vahşi Tıbet'e de girmiş ve önemli ölçüde de gişiklige ugramakla birlikte özellikle Çin'de tutunabilmişti. Hatta o sı ralar "Buddist, Tang hanedam gibidir" darb-ı meseli ortaya çıkmışu.46 Tang hanedam imparatorlan Buddizmi devlet erkanını kendisi ne boysundurma vasıtası olarak görüyor ve (özellikle) ölümsüzlü ıon iksirini bulmaya can atıyorlardı. Onlar Buddizmi himaye etmek le birlikte eski dinlerini unutmamış ve zaman zaman Çin'de arz-ı en dam eden Nesturilige oldukça sadık kalmışlardır. Buddizm, dış görünüş itibariyle Taosizme oldukça benzer görün dügü için Çin halkı arasında da hayli başanlı olmuştur. Bu benzer lik karşısında şaşkınlıga düşen Çinliler, l..ao-tse'yi Suddizmin gerçek atası olarak görmeye meyyaldiler. 47 Buddist cemaatı, karşılıgında hiçbir şey ödemedigi halde devlet gelirlerinden en büyük hisseyi kapmayı başarmıştır. Bu durumun diger başka sebepterin yanı sıra büyük T'ang lmparatorlugu'nun yıkılmasında önemli rol oynadıgı muhakkak. Buddizm Çin'de Tang hanedam zamanında böylesi bü46 Chavannes A. lcs rtligieux tminents par ]-tsing. Paris, 1894, 47 Age., s. XVII.
s.
XV.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
325
yük ilerlemeler kaydetmesine ra�men, aynı sıralarda Tibet'de öyle şiddetli bir muhalefetle karşılaştı ki, üç defa geri çekilmek zorunda kaldı ve ancak dördüncü defada, Xl. Yüzyılda adamakıllı başanlar elde etti. Tibet'de Buddizmin, di�er bir deyişle "san din"in muanz lan aristokratlar ve "kara din" yani Bhon dini; müttefik ve hamileri ise monarşik iktidarlardı. Esrarengiz "Kara din"in ürkütücü formlan, dünyanın kötü ruh Iann istilasına u�radı�ına ve bunlardan ancak büyücülerin müdahe lesiyle kurtulmanın mümkün oldu�na inanan da�lı halkiann bilin cini baskı altına almıştı. O güne kadar Do�u Himalaya, Güneydo�u Tibet sakinleri ile Yünnan ve Sih-ch'uan'ın muhacir halklan, Bud distler'in dahi Budda'dan daha güçlü oldu�nu varsaydıklan48 iblis Lepçu'ya tapıyorlardı. 49 Tibet toplumu için Bhon. dini sosyal açıdan şu anlama geliyordu: Büyücüler aristokrat sınıfıyla birlikte kralın iktidannı öylesine sınır lamışiardı ki, tamamen göstermelik bir makam haline gelmişti. Bu, zadegan sınıfının tahta karşı savaşıydı. Kralın yapaca�ı bir iş kalma mış, halk kitleleri ise erkan-ı devlet elinde itaatkar bir ordu haline gelmişti. Beyler ve rahipler iktidan ()ylesine ele geçirmişlerdi ki, or duyu ancak savaş besledi"�i ve kendileri de mevkilerini yalnızca or du _sayesinde elde tutacaklannı bildikleri için Ch'iang ve Dartlar gi bi yeni kabileleri de itaat altına almışlardı.VII. Yüzyılın :>rtalanna do�ru imparatorluk Tibet, Nepal, Butan, Assarn bölgelerini tarna men ele geçirmiş ve Çin lmparatorlu�u'yla sınırdaş olmuştu.
Monarşizmin kuruluşu Sron-tsan-gam-bo, atalanndan farklı olarak, çevresini saran laf dinlemez devlet erkanının 19ıpanından kurtulmanın yolunu bul muş; kendisine karşı muhalefet etmeye kalkıştıklannda bunlardan sekiz tanesini kendi elleriyle öldürmüştü.50 Fakat büyücülerle he saplaşmaya gücü yetmemişti, bunun için takviye bir yardıma ihtiya cı vardı ve Hindistan ve Çin'den gelen kraliçelerin mevkebi arasın48 Beli, The religion of Tibet, s. 19. 49 Age., s . 10. 50 Biçurin, lstoriya Tibet i xıuunora,
s.
132.
326
AV R A S Y A' D A N
daki Buddist rahipler bu konuda arayıp da bulamadıgı bir güçtü.5l Sron-tsan-gam-bo, ihtiyacı olan şeyi Buddist rahiplerinde bulmuş tu. Bunlar ruhlardan korkmadıkianna göre, onlardan güçlü olma hydılar. Çünkü bu rahipler, iktidarı elinde tutan ve tebaasına ba gımh olmayan güçlü Çin imparatoru T'ai-tsung ve Hindistan'ın ye nilmez kralı Harşi Bardan'ın nezdinde itibartı insanlardı. Sron-tsan gam-bo, bu rahipler verecekleri destek konusunda kendisinden herhangi bir talepte bulunmadıkları için, diger krallar gibi işi paha lıya getirmeyecekti. Rahipler, egitimli ve kültürlü insanlar olarak askeri despotizmin yeniden yükselişi konusunda kullanılabilirlerdi; üstelik isyankar beylerle herhangi bir ilişkileri yoktu ve tamamıyla kralın himmetine muhtaçtılar. Esasen tsen-po'nun Buddizme geçişi, monarşik bir darbe sayılır dı. Sron-tsan-gam-bo, bu tür kararlı faaliyetler için tüm oligarşik sis temlerde oldugu gibi nüfuzlu boyların iktidar kavgasına tutuştukla rı bir sırada aristokratlardan gerekli destegi de saglamıştı. Kendisi nin tahta çıktıgı sırada "büyük danışman" yani atahan (başbakan) olarak görevde bulunan kişi, Khung-po boyundan Pung-so adlı bir beydi. Onun tsen-po üzerindeki etkisi, bizzat fetheuigi Tsang-berd bölgesinin kendisine hediye edilmesinden anlaşılmaktadır. Yani 20 bin ailelik bir şehri devlet için detil, kendisi için fethetmişti. Ama tüm bunlara ratmen sürekli kendisine karşı entrikalar hazırlayan ra kipleriyle botuşmak zorundaydı. Sonunda Ghar kabilesinden bazı beyterin ihbarı üzerine saray darbesi düzenlemekle suçlanarak, ket lesi vurulmuş ve iktidar da Ghar kabilesinin eline geçmişti.52 Acımasızhgın ve kural tanımazlıtın had safhaya ulaştıtı bir dö nemde, Sron-tsan-gam-bo inisiyatifi ele geçirdi. 639'da başkenti ye ni bir yere taşıyarak yeni düzenin kalesi haline gelecek olan güzel Lhasa şehrini kurdu.53 Her türlü muhalefet acımasızca bastırılmıştı. Lhasa'da "Oyulmuş gözler, koparılmış kelleler; insan vücuduna ait uzuvlar demir kalenin çevresine atıhyordu. "54 Işte, acımasız bir süreçten geçen bu vahşi ülkede, Çinli ve Hin distanh prensesierin mevkebi arasından kralın yeni danışmanlan or51 Tibet'in Nepal ve Çin'le olan ittifakı, 639'da Nepalli ve 641'de Çinli prenseslerle yapılan nikahlar sonucunda sıhr1 yoldan saglanmıştı. 52 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 4 16. 53 Cordier H. Histoire general de la Chine, V416. 54 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 4 1 .
TİBET' İN YÜKSE LİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
3'17
ıaya çıkmıştı. Bunlar, zeki, e�itimli, siyasette tecrübeli, diplomat ve psikolog insanlardı. Sron-tsan-gam-bo, onsuz yapamayaca�ı bu yeni guce sırtını dayamıştı. Tsen-po'nun din de�iştirmesi Çin ve Nepal'la dostluk ve banş an laşması imzalaması anlamındaydı.55 Bir di�er anlamı ise, iç politika da bir dizi önemli reformların gerçekleştirÜmesiydi. Biri kayıplara karışan, ikincisi ise Tongmi Sambod tarafından elle yazılan kutsal ki tapları bulup getirmesi için Hindistan'a iki elçilik heyeti gönderil miş; bu heyetler, 632'de el yazmalanyla geri dönmüş, böylece Bud dizmle ilgili kitaplar hızlı bir şekilde Tibetçeye tercüme edilmeye başlanmıştı.56 Lhasa'da büyük tapınaklar kurulmuş, ama herhangi bir manastır yapılmamıştır.57 Bunun sebebi, Buddistler'in yabancı oluşu , ahiret hayatıyla u�raşanlarınsa nirvanaya de�il dünya haya tındaki naz-ı nimetiere ilgi duymasıydı. Sron-�n-gam-bo, tebaasının gönlünü almak için üretim amacıy la ipek böce�i. şarap ustalan ve de�irmen yapımcılan talep etti.58 Ama askeri muhalefet sona ermedi. "Tebaası krala sövüp saymaya başladı. Kral bunları duyuyordu, ama yine de on hayırlı işle ilgili di nt kanunun yazılmasını emretti. "59 Erkan-ı devletin memnuniyet sizli�i bütünüyle anlaşılmaktadır, ama halkın hoşnutsuzlu�unun se bebini açıklamak gerekiyor. Esasen Buddist rahipler fazla yük olmuyorlardı, fakat ibadetin ye rine getirilebilmesi için putların yapılması, onların bodisattva tasvir leriyle bezenmesi, uzak diyariardan el yazmalan ve ikonlar satın alı nıp getirilmesi gerekiyordu. Tüm bu işlerin masraflan vergi mükelleflerinin omuzuna yüklen mişti. Ganimet ve şöhret kazandıran askeri seferler yerine, ma�ara larda ya�sız yemek yiyerek oturup, vücudun duda�ı sayılan ruhu dinlendirrnek gerekti�i tavsiye olunuyordu. Tibetliler'in sadece o sı55 Buddist rahiplerin Tibet'deki ikinci denemesiydi bu. utogor zama nındaki birinci deneme başansızlıga ugramış ve Hintli misyonerler ev lerine dönmek zorunda kalmışlardı. Bkz. G. M. Roerich, The Blue An nals. Calcutta, 1949, s.38. 56 Popov 1. Lamaivn v Tibete, yego istoriya, uçeniye i uçrejdeniya. Kazan, 1898, s. 143. 57 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 40. 58 Biçurin, lstoriya Tibeta i xwcunora, s. 34. 59 Beli, The rdigon, s. 34.
328
AV R A S YA ' D A N
ralar savaş halinde bulunmadıklan Hindistan'tan değil, Hoten ve Çin'den de çıkıp gelen lamaların krallarının çevresini sarmasını hoş karşılamalan mümkün değildi. Bu yüzden en ufak bir heyecan duy madıklan bu yeni dinden uzak durmaları şaşırtıcı değildir. 60 Oldukça sert ve dindar kralın, karşılaştııı bu muhalefet karşısın da çok güç durumda kaldığı ve bunun tahtı terk etmesine yol açtığı kanaatindeyim. Nitekim reformatörün oğlu Gunrigun-tsang ölünce ye kadar (neden öldüğü belli değil} beş yıl boyunca ondan boşalan tahtta oturdu. Sron-tsan-gam-bo, tekrar tahtına dönerek, oldukça huzursuz bir şekilde 650 yılına kadar ülkeyi yönetti. O öldükten sonra tahta on üç )18Şındaki torunu Manroman-tsang oturdu. Olduk ça iyi haber toplayan Çinli vakanüvisler ondan "adsız" diye bahset mektedirler. Tahta oturan bir çocuğun çok az şey ifade ettiğini tasav vur edebilmek zor değil. Bu karmaşık ve muğlak bilgiler dahi, taht kavgasının ne derece gergin boyutlara ulaşuıını göstermektedir. Sonunda zafer devlet erka nına ve rabipiere müyesser olacak; Ghar kabilesinden "okuma yazma bilmeyen" yani dini literatüro okumayan 'vezir-i azam' Dontsang,6 1 duruma hakim olacaku.62Dontsang, "Tibet'in tüm ülüşlerini"63 ve es ki sistemde devam eden dış politikasını aynen muhafaza etti.
Togon için gırtlak gırtlaAa Tıbet'in önündeki en Onemli problem, Tang lmparatorlu�'yla olan ilişkilerdi. Her iki büyük devletin çıkarlan tamamen zıt kutup lardaydı. Tıbet'in Vll. Yüzyılda dört bir yandan kuşatma aluna alındı ıını göz önünde bulundurmak gerekir. Batıda itaat altına alınmayan Dartlar vardı; Hindistan, Himalayalara kadar uzanan dağların serin ik limine alışık insanlar için öldürücü olan sıcaklar tarafından korunu yor; kuzeyde aşılmaz çöller, do�da ise dünyanın en güçlü devleti Çin 60 St. Martin V. de. La Huns blancs or Ephtalites ıks historicns biyantins. Paris, 1849, s. 40. 61 Bu kralın di�er adı Tong-tseng 'Bogoslovsky'e göre) ve çince Tu-lung tsan (Biçurin'e gore)dir. 62 Biçurin, Jstoriya Tibcta i xuxunora, s. 136. 63 Kuznetsov B. l. Tibetskaya letopis "Svetloye zerkalo tsarskix rodoslov nıx." L. , 1961, s. 50.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
329
Tang lmparatorlu�u uzanıyordu. Tek çıkış, Amdo üzerinden Kan su'ya ve Ho-hsi bozkulanna ve "Batı ucu"na (şimdiki Uyguristan) açı lan kuzeydo� geçidiydi. Ama bu geçit de, zayıf olsa bile, Çin'in hi mayesinden güç alan Togon Hanlı�ı tarafından tutulmuştu. Tibet için Togon'u ele geçirmek ne kadar elzemse, Çin için de bu na yol vermemek o kadar hayati önem taşıyordu. Çok pahalı bir be del ödenerek Türkler'e karşı kazanılacak zafer, göçebeler isyana alı şık ve ba�ımsızlıklanna düşkün olduklan için, bozkırda herhangi bir Çin aleyhtan gerilim merkezinin oluşması halinde boşa gidebi lirdi. Tibetliler zorla bozkıra girmeleri halinde, Çin'in ba�lantı nok talannı ortadan kaldırabilirler ve Türk kabileleri arasındaki isyankar unsurlara dayanarak Çinliler'i tekrar Çin Seddi'nin arkasına çekil mek zorunda bırakabilirlerdi. Bu yüzden Çinliler, kendisi için sava şıyor olmasına bakmaksızın, ellerindeki tüm imkantarla Togon'un yardımına geleceklerdi. Togon'da ise Çin'le yapılan ittifaka hiç de sıcak bakılmıyordu. Yüzlerce yıl boyunca Chou, Sui ve en son olarak da Tang Çin'iyle yapılan savaşiann acılan henüz silinmemişti. Çinliler, Togon saidınianna Türk, Uygur ve di�er müttefik ordu Ianna Amdo'yu hedef göstererek kanlı işgallerle cevap vermişlerdi. Nihai zafer ÇiniHer'in olmuştu, ama Çin'in deste�ine ra�men Tai tsung'un Çinlileşmiş gümeştesi Mu-jun� Shun, tebaası tarafından öl dürülmüştü.M Tai-tsung, öldürülen Mu-jun�-shun'un yerine tahta taınamıyla Çin'e teslim olan küçük yaşlı No-h�-po'yu nasbetti. No h�-po. Togon'a Çin takvimini getirdi; Çinli bir prensesle evlendi ve hizmet etmeleri için Ch'ang-an sarayına Togonlu gençleri gönderdi. Tabii olarak ortaya çıkan muhalefet yardım almak için Tibet yönünü dönmüştü, ama 641 yılında düzenlenmekte olan bir saray darbesi ortaya çıkanlmış ve hertaraf edilmişti. 65 Tai-tsung'un katı politikası ve Tibet'in Sron-tsan-gam-bo zama nında kendi iç işleriyle meşgul olması, belli bir süre Togon'a rahat bir nefes aldırmıştı; ama Dontsang do�ya tekrar seferler düzenledi �inde, Kao-tsung, No-he-po'nun yardım talebine cevap vermekte a�ırdan alınca, Togon'un kaderi belli olmuştu. 6+
Biçurin, lsıoriya Tibcıa i xu.xıınora, s. 93. 65 Beylerden birisi ham ve Çinli hanımını ele geçirerek Tibet'c getirmek istemiştir.
330
AV R A S Y A ' D A N
Togon devlet erkanından So-t'o-hui Tibet'e sıgınarak, Dontsang'a Kao-tsung'un agırdan hareket ettiğini bildirince, Tibet hükümdan hemen savaşı başlattı ve 663'de Togonlular'ı Sarı Nehir'in yukarı akımlarında hezimete uğrattı.66 No-he-po , Çinli prenses ve birkaç bin çadırlik Togonluyla birlikte kaçıp Çin'in koruması altındaki Li ang-chou'ya Çin'e sığındı. Öfkeden küplere binen Kao-tsung, Su Ting-fang kumandasında bir orduyu hemen Togon'a dogru yola çı kardı. Daha sonra itaat altına alınmayan Türkler'e karşı da, bu Su Ting-fang gönderilecekti. Durumun üstesinden gelip gelemeyeceği nin hesabını yapmak T'ang Imparatorluğu için de zor bir işti. Zor durumda kalan Dontsang, Kao-tsung'la anlaşma yolunu de nediyse de, Togon'un iki taraf arasında bölüşülmesi şeklindeki tekli fi reddedilmişti. Sonunda Dontsang ölmüş ve geride kabiliyet açısın dan babalarından pek de geri kalmayan dört ogul bırakmıştı. En bü yükleri Ch'in-ling,67 baş danışman olurken, küçüğü ordunun başına geçti ve böylece savaş başladı. En seçme orduları, nihai fethi ancak 668'de tamamlanan Kore'yle meşgul oldugu için imparatorluk yöne timi oldukça zor bir durumdaydı.68 Bu esnada Tibetliler, "Ch'iang lar'ın yaşadığı 1 2 Çin yerleşim birimini tarumar etmişler69 ve ordu . saflarını kendilerine illihak eden Tangutlar ve Hor (Togon)lular'la güçlendirmişlerdi. 670 civarında Tarım havzasına giren Tibet ordu su, Türkler'in yardımlan ve Hoten'le saglanan ittifak sayesinde Ku ça surlarını yıktı. Bunun sonucunda Sih-chou (Turfan) dışında kalan tüm "Batı ucu" Tibetliler'in hakimiyetine geçtiJO Çinliler, kaybettiklerini istirdat amacıyla Tibet üzerine daha faz la asker sevk ettilerse de, Buhain-Göl11 civarında münhezim oldu lar. Çinli general Hsie J in-kui, Tibetliler'le barış anlaşması imzala dı ve ve ancak bu sayede 670'de geri çekilmeye muvaffak olabildi. Tibetliler'e karşı gönderilen bir diğer ordu ise, başındaki generalin ölmesi üzerine yarı yoldan geri döndü. Savaşın birinci perdesi böy lece kapanmış oldu. 66 Biçurin, age., s. 95, 135. 67 Bu adın Tibetçe okunuşu tam olarak tespit edilemedi. "Tri-dring", "Kon-Ling ve "Tkim-ling" şeklinde varyanlan da mevcuttur. 68 Biçurin, Sobraniye, IV1 20 vd. 69 Biçurin, lstoriya Tibeta i xuxunora, s. 136- 137) 70 Age., s. 138; Chavannes, Documents, s. 281 . 7l Buhain-Göl: Batı tarafından Kuku-Nor'a dökülen küçük bir nehir.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
331
Tibetliler, biri 672'de, digeri 675'de olmak üzere Çin'e iki defa ba rış teklifinde bulundular; fakat Kao-tsung bu talebleri reddettigi için 676'da savaş yeniden başladı.
Batı ucu utruna savaş 679'da Batı ve Dogu Türkleri arasında Çin karşıtı akımın güçlen mesi, Tibet-Çin savaşının yeniden başlamasıyla baglantılıydı. Çin yönetimi, Tibetliler tekrar geldikleri daglara sürülmedikçe bozkırlar da barış ve düzenin saglanamayacagını çok iyi anlamıştı. Bu amaçla 180 bin kişilik büyük bir ordu yola çıkarılmıştı. 72 Ordunun başında hiçbir savaş tecrübesi ve kabiliyeti olmamakla birlikte iyi egitimli ve kurnaz Çinli "devlet sekreteri" Li Chin-hsüan vardı. Çinli vakanüvis dahi bu atamada, Li Chin-hsüan'ın rakibi olan ve krallıgın maglup olmasını ve çöküşü sayesinde rekabeti kazan mak isteyen Hsie Jin-kui'nin kötü arzusunun rol oynadıgını kay detmektedir. Çin ordusu başlangıçta ufak tefek üstünlük saglamıştı, fakat Ku ku-Nor Gölü civarında Tibetliler tarafından kuşatılmıştı. Ana kuv vetlerden ayrılan Çin öncü birlikleri kamilen kılıçtan geçirilmiş, or du ise daglara çekilmek zorunda kalmış ve çevresi kuşatılmıştı. Çin ordusunu mutlak bir felaketten, Tai-tsung'un ümit bagladıgı, medar ı iftiharı olarak kabul ettigi kahramanlar arasında bulunan, mangal yürekli, uzun boylu bir atlet ve aslen Koreli olan Ho-ch'i Ch'ang chi'nin başarılı bir gece saldırı kurtarmıştı. Ch'ang-chi, beş yüz gözü pek yigitiyle Tibet karargahına yıldırım gibi dalarak, düşman safla rında panik yaratmış ve böylece ablukayı yaran Çin ordusu telef ol maktan kurtulmuştu. Kao-tsung'un Tibetliler'e karşı ne yapılabilecegi konusunda dev let erkanıyla yaptıgı toplantıda zadeganlar tarafından degişik fikirler ortaya atıldı, fakat dişe dokunur bir karar alınamadı. Artık Çin'in bizzat kendisi Tibet tehdidi altındaydı. 679'da tsan-po Mong-srong mang-brtsan öldü. Yerine on sekiz yaşındaki oglu Dus-srong73 geç72 Biçurin, lstoriya Tibeta i xuxunora, s. 142. 73 Tü-song (Bogoslovsky); Dus-rong-mang-pro-rje (Schlagintweit); Çin
ce Ts'i-nu Sih-nung (Biçurin).
332
AV R A S Y A' D A N
ti. Onun zamanında Ch'in- ling ve kardeşleri iktidan tamamen gele geçirdiler. 680'de Çin içlerine giren Tibetliler, Li Chin-hsüan'ı a�ır bir yenil giye u�rattılar. Fakat Ch'ang-chi, yalın kılıçlı üç bin seçkin süvariy le (Tu-ki) Tibet gamizonuna dalarak düşmanı geri çekilmeye mec bur etti. Bu olaydan sonra sınır muhafaza birliklerinin kumandanlı �ına getirilen Ch'ang-chi, 70 uyan kulesi kurdurarak devletten sa vaşçılarının erzak ihtiyacının temin edilmesini istedi. Buna ra�men Tibetliler Çin hududunda yaşayan Ch'ianglar'ın74 yardımıyla hattı yanp Yünnan'a girdiler ve Man75 denilen yan vahşı orman kabilele rini itaat altına aldılar. Bir sonraki yıl, yani 68l'de Ch'in-ling'in kardeşi Tibetli kuman dan Ch'ang-pu, Çin'in içlerine kadar sokulmayı denedi. Müdafaa hattının başarısıyla Ho-ch'i Ch'ang-chi tarafından ezilmesi, durumu kurtarınadıysa da, Çinliler'in bir felaketle burun buruna gelmesini önledi. Ordusu 689'da batı topraklannda Tibetliler tarafından kılıç tan geçirilen Çin, bir kere daha fena duruma düştü. Çin yönetimi pa nik içinde Batı ucu topraklanndan vaz geçmeye hazırlandı�ı bir sı rada tarih uzmanı Ts'ui-yün, takdim etti�i raporda ne pahasına olur sa olsun Batı ucunu elde tutmanın zaruri oldu�unu ortaya koydu. "Eski dönemlerde onun sayesinde Hunlar'ın sa� kolunu kestiler. E�er dört teftiş bölgesinde gamizonlar bulundurulmazsa, Tufan or dusu (Tibetliler) Batı bölgesine yerleşme fırsatını elden kaçırmaz ki, bu da Batının kaybından başka güneydeki Ch'ianglar'ı da kaybetmek demektir. O zaman bunlar onlarla müttefik olurlar ve Ho-hsi ölüm cül bir tehlikeyle karşı karşıya kalır. E�er Kuzey bölgesi Tibetliler ta rafından tutulursa, bu durumda on tümenler (Batı Türkleri) ve Do �u Türkistan bizim için yok sayılır. "76 Durumu kurtarmak için Batı Türkleri'yle ikmal edilen yeni bir ordu hazırlandı. Bu ordu 692'de Tibetliler'e karşı üstün bir zafer ka zanarak Batı ucunu kurtardı. Aynı dönemde, muhtemelen Tibetli ler'de aradıklarını bulamayan Ch'iang ve Manlar, Çin tabiyetine geç tiler. Bunların bir kısmı Tibetlilerce kuşatma altına alınmıştı, fakat 74 Tang-ch'ianglar (Tang-hsienler): Kuku-nor Gölü'nün güney kısımla nnda, San Nehir sahillerinde yaşıyan Tangutlar. 75 Manlar: Güney annanlannda yaşayan kabilelerio genel adı. 76 Biçurin, lstoriya Tibeta i xuxunora, s. 147-149.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
333
kurtarılanlara Çin içinden toprak verilmek suretiyle batı sınırlarınır. mudafaası güçlendirildi. Tibetliler'in, Türk prensi A-shih-na Sui-tse'nin yardımıyla batıda hukumranlı�ı ele geçirme teşebbüsü başanya ulaşamamış, bölge va lisinin kardeşlerinin duzenledikleri saldın ise 695'de ma�lubiyetle sona ermişti. Fakat Ch'ing-lin inatçıydı. 696'da Liang-chou'ya (Alatav'da) şid detli bir saldın düzenledi ve ezici bir zaferden sonra imparatorlu�a elçi göndererek bazı tekliflerde bulundu. Ch'in-ling dört teftiş bölge sindeki impara�orluk gamizonlannın geri çekilmesi, Dulu toprakla nnın (Yedisu) Çin'e kalması şartıyla Nuşibi topraklannın (Tann Da�lan) Tibet'e bırakılması şartında ısrar etti. Çin ise sabık Togon topraklanndan çıkılması şartını ileri sordu, fakat Tibet'deki dahili alıvali ö�renince müzakereleri birden kesti. 77 Hesaplan do�ruydu. Tibet'deki entrika ve devlet darbeleri Tang lmparatorlu�'nu bir kez daha kurtarmıştı.
Tibct'dc Darbe Münavebeli zaferler ve bozguntarla uzun suredir devam edip du ran savaş, Tibet'i de, Çin'i de canından bezdirmişti; ama her iki tara fın sızianmalan başka başka yönlerdeydi. Çin kamuoyu, kendisi için hiç gere�i olmayan, sırf itibarını mu hafaza etmek isteyen imparatorluk yönetiminin prestji için savaşma ya ve sınır ötesi hakimiyet mücadelesine karşıydı. Çinliler, huzur içinde topra�ı işlemek, sanatta ugaşmak, klasik edebiyatı ö�renmek istiyorlar, ama kuru bozkırlarda, çıplak da�larda savaşmak için uzaklara gitmeye taraftar görünmüyorlardı. Imparatorluk yönetimi ise, düşmanlannın çoklu�undan endişe duyuyordu: Araplar Orta Asya şehirlerini ele geçirmişler, Türkler butun kuzeyi istila etmişlerdi. Do�da ise Mukriler ve Kıtanlar kı pırdanmaya başlamışlardı. Her tarafa asker gerekliydi ve takviye kuvvetleri de sırf kendi durumunu muhafaza etmek için Tibet'e kar şı gönderilmek zorunda kalınmıştı. Bu yüzden imparatorluk yöneti mi de banş istiyordu. 77 Age.,
s.
1 53.
334
AV R A S Y A ' D A N
Tibet'de de bir birlik yoktu. Sınır ötesinden yılda bir defa ödenen vergiler ülkeye akıyorsa da, bundan aslan payı Ghar ailesine yani Ch'in-ling'in akrabalarına gidiyordu. Elbette bu durum diğer hakim boyların ve kalabalık hür savaşçıların hoşuna gitmiyordu. Her za man olduğu gibi hakim zümreye karşı olanlar o dönemde tahtta otu ran tsan-po yönetimine yanaşmaya başladılar. Dus-srong yıllardır tahttaydı. Tun-huang salnamelerine göre o, son derece zeki idi ve ha inlerin sığınak kalesiydi. Tibetliler'den başka cesur Nepal dağlılan ve T'ang İmparatorluğu'nun baskılarından kaçarak Tibet'e sığınan Batı Türkleri onu destekliyorlardı. 78 Ch'in-ling, imparatorluğun Tibet'de büyükelçilik açmasına izin vermekle hata etmişti. Çin'in kabiliyedi diplomatlan devlet erkanı ve tsan-po ile barış müzakereleri yürütürken, el altından da vaat ve hediyelerle bizzat tsan-ponun öncülük ettiği bir komplo hazırladılar. Kavga, 695'de Dus-srong'un Ghar ailesinden birini öldürtmesi üzerine başladı. lnfazdan hemen sonra tsan-mo (tsan-ponun ham mı) Ghar ailesine bağlı ordu kumandanlan tarafından tahta bir zarar gelmesini önlemek için muhtemelen kendi kabiledaşlanndan büyük bir kalabalık topladı. 699'da komplocular sürek avına çıkma bahanesiyle asker topla yarak ordu yöneticilerinin taraftarlarından dört binden fazlasını ya kalayıp katlettiler. Daha sonra Dus-srong, ordu başkumandanını başkente çağırdı. Fakat o, kendisini öldüreceklerini anlayarak, ordu sunun üstünlüğüne güvenip isyan başlatmak istedi. Ancak, askerler hükümdarlanndan (tsan-podan) yana tavır alarak kumandanlarını kaderiyle başbaşa bıraktılar. Durumun ümitsizliği gören Ch'in-ling, yüz kadar üst düzey taraftarını ve oğluna bağlı birlikleri maiyetine alarak kaçtı. Çin'e sığınan bu kişiler saygıyla karşılandılar ve tekrar Tibet'e dÖnmeleri düşünülmediği için sınır muhafaza birliklerine yerleştirildiler. Şimdi durum bütünüyle değişmişti: Tibet en kabiliyedi kuman danlanndan ve en iyi ordusundan mahrum kalmış, Çin ise savaş tec rübesi olan sekiz bin asker kazanmıştı. imparatorluk yönetimi yine de Tibet'le banş mü.zakerelerini başlattı, ama savaş bütün cepheler de tekrar patlak verdi. 78 Bogoslovsky, Oçcrk istorii, s. 50.
335
TİBET'İN YÜKSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
Artık üstünlük imparatorluk tarafındaydı. Yine Tibetli kuman claniann kabiliyetsizliği karşısında Çinliler zafere ulaşmışlardı. 700 ve 702 yıllanndaki saldırılar, Tibetliler açısından büyük kayıplarla sonuçlandı. 79 Dus-srong'un banş ve Çinli prenseslerden biriyle ev lenme teklifi, altın ve atlarla pekiştirilmesine rağmen bir fayda sağ lamadı. Çünkü sınırlardaki savaşlara rağmen,so Tibet'e sızan Çinli diplomatlar yeni problemler ve tsan-po Dus-srong'un karşılaştığı güçlüklerle ilgili sürekli bilgi veriyorlardı.Güney sınınndaki devlet ler - Nepal, Hindistan vs. - bağımsızlık isteğiyle isyan etmişlerdi. Dus-srong 703'de Hintililer'a karşı düzenlenen seferde ölmüştü.sı Artık zafer Çin için çantada keklik sayılırdı, fakat imparatorluk bir kere geç kalmıştı. Çin-Tibet savaşından, Doğu Türkler'inin torunla n, elli yıldır huzursuz, kinle yoğrulmuş ve kan dökme arzusuyla yanış tutuşmakta olan Göktürkler faydalanacaklardı.82 ·
Tsan-ponun ölümünden sonra kabile isyanlan ve beyler arasında ki savaşlar yeniden başladı. Dus-srongun kardeşi Nepal tahtını kay beui.83 Fakat 703'de Pa ve Tro kabilelerinin beyleri organize isyan lar düzenlerken, Çin'de bulunan Tibet elçisi, tahta Meag-tsom'un geçtiğini açıkladı.84 Meag-tsom döneminde Buddistler durumlannı korudular. Tapınak inşaatlan, kutsal kitaplann tercüme işleri ve Hintli üstad bikşilerin misafir edilmesi gibi faaliyetler devam etti.85 Böylece Buddizm ve Bhon yan yana yaşarnayı denemeye başladılar.
Çin-Tibct savaşı 689'da isyan eden Türkler, imparatorluk ordusunun büyük kıs mının elini kolunu bağlamış, bu da Tibetliler'e aktif dış politikayla 79 Biçurin, lstoriya Tabeta i xu.xunora, s. 1 54- 1 55. 80 703'de Çin büyükelçisi Kam Hong, tsan-poya saygı göstermcyi reddet miştir. Bl Bu tarih birçok yazar tarafından da kabul edilmektedir. (Kuznetsov V. 1., TilJetsiraya letopis, s. 75; Sinxa B. 1., Bcnerci A. Ç. lstoriya lndii, s. 100; krş. Bogoslovsky, OçerJıi istorii, s. 53). 82 Daha fazla detay için bkz. L. N. Gumilev, EsJıi TürJıler. 83 Bogoslovsky, OçerJıi istorii, s. 54. 84 Tahta geçliginde yedi yaşındaydı. Demek ki, iktidar yine aile büyük lerinin eline geçmişti. Tam adı Hhri-lde,gtsug-brtsan Mcag-tsom'durb 85 Kuznetsov, TibetsJıaya letopis, s. 25.
336
AV R A S YA' D A N
u�raşma imkanı sa�lamıştır. Önce Batı Tibet'deki Dart Prensli�i'ni zapteden Tibetliler, 7 1 5'de hiç kimsenin beklemedi�i bir anda Fer gana sınırlanndan içeri daldılar. Gerçi orada tutunamadılar, ama da�lık bölgeleri hakimiyet altına alarak Çin'in "batı ucu"ndaki aske ri gamizonlan için daimi bir tehdit oluşturdular. Tibet, do�u sınınnda geçici başanlar elde ediyor, ama butun hat larıyla Çin'in ana kuvvetlerine karşı savaşa girmiyordu. Ovalarda Tang lmparatorlu�u'nun dOzenli s\ivari birlikleri dengeyi koruyor lardı, ama da�larda \istunluk Tibet ordusundaydı. Bu durum 755 yı lına kadar devam etti, fakat bu tarihte başlayan An Lu-shan isyanı, Çin yönetimini sadece ordusunu Çin sınınndan çekmeye de�il. ay nı zamanda isyanın hastınlması için Tibet'ten yardım almaya da mecbur bıraktı. Tibetliler bu fırsattan faydalanarak Çin'in batı ke simlerini ele geçirdiler ve 763'de de Çin'in başkenti Ch'ang-an'ı ya� maladılar. Bu tarihten itibaren Tibet dunya çapında bir imparatorluk haline geldi�i gibi, Orta Asya'da hakimiyet konu5unda hem Çin'le, hem de Arap Halifeli�i ile boy ölçüşecek duruma yükseldi. Bu savaşlarda sadece Buddistlerin de�il. Bhon dini taraftarlarının da at veya Okuz yahut köpek, domuz ve koyun kurban ederek yap tıklan dostluk ve ittifak anlaşmasına binaen Tibet ordu safiannda mücadele ettikleri kolayca anlaşılabilir.86 D. Stein, Lob-Nor Gölu ya kınlarında, Hoten-Derya'nın sa� sahilindeki Miran'da VIII. Yüzyıla veya IX. Yüzyıl başlarına ait Tibet belgeleri buldu. Bu bölgeler, şu se beplerden dolayı kesinlikle Buddist belgeleri sayılamaz: a) Belgeler de _geçen isimlerio ço�u şekil itibariyle Buddistlere ait de�ildir ve bu giin kullanılmamaktadır; b) Bazı unvanlar, Buddizm öncesi sagala nnda geçmektedir; c) Gamalı haç Bhon dinine ait bir şekil içermek tedir; d) Lama kelimesive "Om mani padme hum" duası geçmemek tedir. Bundan başka belgelerin dili ve stilistik özellikleri, Buddist di li ve edebiyat, uslubundan farklıdır.87 Sran-tsan-gam-bo dOneminde geçici olarak gerileyen kara din, tekrar eski yerini almıştı, Böylece en ust seviyede iki gör\işlu bir durum oluştu: Geniş halk kitlelerine dayanan yenilmez bir ordu ve tahta muhalefet eden eski Bhon dini. Çunku baştaki monarşist ve çevresini saran yaban cı entellektüel Buddist kesim, barıştan yanaydı ve onlara göre an cak komşulada yapılacak bir banş onları özel ordudan kurtarabi86 Biçurin, 1storiya Tabeta i xuxunora, s. 189. 87 Francke A. A History of Westem Tıbet, s. +4.
T İ BET' İ N Y ÜK S E L İŞİ V E D Ü Ş Ü ŞÜ
lirdi. Fakat aristokratlar ve asker rahipler, ellerinde gerçek bir sa vaşçı güç olduıunda, kullanılamazlardı. Çünkü otoriteleri gele neklerin, özellikle de tutunduklan geleneklerin muhafaza ve göze timi üzerine kurulmuştu; bu gelenekler sayesinde varlı�ını sürdü ren tsan-ponun iktidannın ise güçsüz oldugu ve sözünün dinlen mediıi herkesee malumdu. Her iki taraf da kendi durumunu güçlendirecek bir vasıta ara maktaydı. Meag-tsom, hanedanlar arası bir evlilik sayesinde tahtını muhkem hale getirmek amacıyla veliaht prensi bir Çinli prensesle evlenme girişiminde bulundu. Fakat gelini karşılamaya giden prens, bilinmeyen bir sebeple ölünce,88 kendisine bir ogul daıuracak olan Çinli gelinle bizzat kendisi evlendi. Fakat dogurulan çocuk hemen çalınmış ve tsan-ponun odalııı olan Çinli bir kadının oılu olduıu açıklanmıştı. Prensesi ise Bhon dinine geçirmek, Buddizmden nihai olarak uzaklaştırmak istediler. Ama başaramadılar ve çocuıun ger çek anasının kim olduıunu ortaya çıkarmayı başaran Buddistler, ik na ettikleri kişileri ona saygılı olmak zorunda bırakular. Böylece bir yandan Bhon ile Buddizm, diger yandan monarşik ve aristokrat ikti dar yan yana yaşamanın yolunu buldular. Tabii olarak, Tibet toprak lannın kanla sulanacagı gün gelinceye kadar taraflar birbirine diş gı cırdatıp, kinlenmeyi sürdüreceklerdi.
Siyah ve San Tibetli monarşist daha güçlüydü ve kendi ülkesinden çok, devle tin sınırlannın dışındakiler için bir tehditti. Onun himayesine giren Buddist san dini halkın destegini hiçbir zaman kazanamamıştı. Me ag-tsom Arap kılıçlanndan kaçan Orta Asyalı Buddistleri, Çinli ve Hotenli rabipleri dostine bir şekilde karşılamıştı. Fakat bunlar Ti bet'e kültür ve insan sevgisini taşımış, "ancak tsan-ponun getirilen ögretiyi tasvip etmesine ragmen, Tibetliler monahlan kutsal kişiler olarak görmemişlerdi. "89 Buddizm, sadece ülkenin Tibetliler'in yaşa madıgı batı bölgelerinde propaganda yapıyordu. Tibet'in merkezin de bir tek manastır dahi yoktu ve gerek halk ve gerekse tsan-po, Budda'nın kanunlan hakkında bir şey bilmiyorlardı. 90 88 Kuznetsov, Tibetskaya letopis, s. 25. 89 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 58. 90 Demieville P. lı Concile dt Lhasa, s. 1 8.
338
AV R A S Y A ' D A N
Yaklaşıp gelen çatışmalarda nihai rolü tabii afet, bir epidemi sal gını oynayacaktı. Rahipler, hukumdara mikrobun yayılmasını ya bancılara atfetmek için gerekli fırsatı kaçırmadılar ve onların ülke den surulüp çıkarılmasını istediler. 775'de tsan-po Meag-tsom tahtı nı çocuk yaştaki o�lu Tisronde-tsan'a bırakarak öldu.91 Böylece o za mana kadar bölünmüş olan iktidar bütünüyle aristokratlann, başka bir deyişle Bhon dini taraftarlarının eline geçti. Devletin yönetimi naiplik görevini üsteleneo ve aynı zamanda Buddizmin amansız duş manları olan vezir Majan ve Takralukon'un eline geçti. "Kral, veziri nin çok guçlu olması hasebiyle, dindar bir kişi olmasına ra�men bir şey yapacak durumda de�ildi" diye yazmaktadır Buddislerin kale minden çıkan bir Tibet salnamesi.92 Majan, Çinli ve Nepalli rabiple ri ülkelerine göndererek, Buddist edebiyatın yayılm�ını engelledi ve ayrıca krallık tarafından yaptırılan iki tapına�ı yıktırdı.93 Buyük l.avran tapına�ı ise mezbaha haline getirildi. Anlışalan bu arada, tıpkı Buddizmi kendisine örnek alan Bhon di ni de gerçekleştirmek istedi�i reformu tamamlamıştı. Ön-Pamir top raklarından gelenler, Çinli, Hotenli ve Hintlil�r'in yerine ülkeye davet edildiler. Bunlar, biri 140, di�eri 160 ciltlik dtlterlerden oluşan iki böı . lumlu bir kanunname teşkil ettiler.94 Reformlarla yeniden gözden geçirilen Bhon durumunu bir hayli .duzeltmiş olmalıydı ki, Tisronde tsan dahi yayınladı�ı �ir fermanla Buddizmi butunöyle kötuledi.9s Hatta Majan'ın muhali fleri olan ve onunla iktidar kavgasına giri şen, bu yüzden de kralı ve Buddizmi destekleyen üst düzey devlet memurlan dahi, aristokratlar birli�i ve "kara kiliseler" karşısında güçsüz kalmışlardı. Bu durum karşısında kralın yaptı�ı tek şey, Ma jan tarafından öldürülmelerini önlemek amacıyla kendi taraftarlan nı Tibet'in uç noktalarına göndermek oldu.96
91 Kuznetsov, Tibctskaya letopis, s. 82. 92 Beli, The Religion of Tibet, s. 35; Burhanuddin, Han-ı Kuşkeki, Kattagan i Badahşan, Taşkent, 1926, s. 40. 93 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 59. 94 Roerich G. N. Trails to Innost Asia, New Haven, London, 193 1 , s. 357. 95 Tucci, The tombs of Tibetan kings, s. 98. 96 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 60.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
339
Hesaplaşma Majan sadece bir yerde hata etmiş, Buddizmi ümitsiz bir vaka ola rak görmüş ve tarihte ümitsiz bir vakanın var olamayaca�ı hesabını yapmıştı. Halbuki iktidardan uzak olan ve gerçek bir güçleri bulun mayan düşmanları bir saray darbesi planlamakla meşguldüler. Bun lar güçlü kuvvetli insaniardı ve adam öldürmek onlar için hiçbir şey di. Fakat. . . Buddizm insan öldürmeyi kategorik olarak yasaklıyordu. Dini yasa�ı bozan insanlar, bunun için kendi doktrinlerini ortaya koyar, işi kıhfına uydururlar. Onlar da bir çıkış yolu bulmuşlardı. Majan'ı bir yer altı ma�ara-mezara kapatarak, çıkışı tıkadılar. Böyle ce Majan'ı kimse öldürmemiş, ama kendi kendine ölmüş olacaktı. Böyle bir sufizme, katillerin kendilerinden başka kimSeyi inan dıramayaca�ı açık. Bu yüzden halkı inandırmak için başka bir hika ye uyduruldu. Buna göre vezir, kralı mutsuzluktan kurtarmak için mezarın içine girmesini emreden ilahi bir nida işitmiş, fakat içeri gi rince kapı kendili�inden kapanmıştı.97 Böylece ruhani varlıklar ve hayaletlerle ilgili, kuralına uygun bir efsane dizisi ortaya çıkmıştı. Görüldü�ü gibi, halk arasında Buddizm aleyhtarı e�ilim yaygın ol du�u bir dönemde, böyle bir cinayeti gizlemek gerekli görülmüştü. öyle veya böyle, saray darbesi başarılı olmuş; Majan'ın arkadaşları Kuzey Tibet'teki çöle sürgün edilmiş, Buddist vaizler ise başkente alınmışlardı.98 Ancak, kral iktidan tekrar ele alınca Buddizm Tibet'te yeniden güçlenmeye başladı. Tapınaklar yeniden açıldı ve Lhasa meydanında Buddistlerle Bhon din adamlan arasında bir tartışma tertiplendi. Tartışma elbette Buddistlerin zaferiyle bitti, fakat onlar Bhon din adamlarına acıyarak, sadece bazı kutsal kitaplarını yakmakla yetin diler. Bazı kutsal kitaplara ise Buddistlar tarafından el konuldu.99 Ne var ki, yeni Tibet kralı tarafından kışkırtılan halkla tam anla mıyla uzlaşmak mümkün olmadı. Diri diri mezara gömülen vezirin taraftarlan 574 yılında tüm akrabalarıyla birlikte Çin'e geçmeyi ter cih ettiler. Onlar burada oldukça güler yüzle karşılandılar ve en yük97 Roerich G. N. The Blue Annals, pt. 1 , Calcutta, 1949, s. 42. 98 Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 6 1 . 99 Popov 1. Lamaizm v Tibete, yego istoriya, uçeniye i uçrejdeniya. Kazan, 1898, s. 1 54.
340
AV R A S YA ' D A N
sek nişan olan U imparatdorluk soyadıyla ödüllendirildiler. IOO Çin'e gelenlerin sayısı az de�ildi ve şayet Çin önceki halinde kalmış olsay dı, olaylann seyrini oldukça etkileyebilecek bir sayıydı. Ne var ki, Çin'deki kriz Tibet'dekinden önce kendini göstermişti. An Lu-shan isyanıydı bu.
I..amaizm ve kurucusu Tisronde-tsan'ın iç politikası ülkenin muhkem hale getirilmesini hedef almıştı. Bu yüzden sonunda kendi tebaası arasındaki alent di nt çatışmayı bastırmak zorundaydı. lşe önce vezirinin kalleşçe öldü rülmesinden başlayan Tisronde-tsan, Buddizmin güç kullanarak bastınlaınayaca�ını anlamıştı. Bu yüzden Hindistan yeni üstadiann davet edilmesine ihtiınam gösterdi. Hindistan ça�ırılan Şantarakşita galiba mütevazi ve vicdanlı bir insandı ki, münzevi kişilerin ve lis tadiann ruhlannı kurtancı düşüneeye yöneltmeleri gerekti�ine inandı�ı için, şeytaniann tesbir etti�i büyücülerle rekabete girmeyi reddetti. ıoı Bunun üzerine Nalanda Buddist üniversitesinden gelen fadmasambaba adlı başka bir üstad en güçlü büyücüleri bile sihir konusunda geride bıraktı. Buddizmin büyü formülleri ve sİ hirbazlık temeli üzerine kuru lan yeni ı:.kımına tanırayana adı verildi. l 02 Padmasambaba'nın kı zıl pelerin giyen, harmaniye giyen taraftarlan Buddizmin sıkı kura lı mahayanizmi, yani çile çekmeyi ve ahlakı bir yana bıraktılar; ama onların bu tesbir edici davranışlan, Tibetliler üzerinde belki de mahayanistlerin ekstaz ve kendinden geçmelerinden çok daha fazla tesir icra etti. Dolayısıyla Buddizm bu defa oldukça büyük ba şarılar elde etti. Tibetliler, dışarıdan gelen Hintiiierin gösterdikleri ..mucize"ye şaşkın gözlerle bakıyorlardı. Halbuki kendilerinde Bhon büyücüleri, sihir usulleri konusunda kimseye bir şey ö�ret miyorlardı. Aynca Padmasambaba'nın taraftarlan için bekirlık bir mecburiyel de�ildi. l OJ 100 Biçurin, lsıoriya Tıbeıa i xuxunora, s. 1 75. 101 1. Popov, kurtancı düşünceyi kanbo-bodisattva olarak adlandırmak tadır.
102 Grousset R. ı:Hisıoire de I'Exıreme-Orienıe. 103 Age., s. 361.
T İ B E T' İ N Y Ü K S E L İŞİ V E D Ü Ş Ü Ş Ü
341
Padmasambaba Tibet'e sadece şeklen detil, ruben de yeni bir din getirmişti. Onun Buddizmle ilişkisi dogmatik ve ahlak yönünden zi yade terminoloji konusundaydı. Tanırayana görüşü, Keşmir'in batı sındaki datlık bölgeye düşen ve günümüzde Kafiristan denilen Uda yana'da tutunabildL Udayana, Hsüan-tsang'ın da işaret ettiti gibi, es kiden beri kendi büyücüleriyle meşhurdu.I04 Buddizm burada Şiva izmlel05 ve fantastik biyografisine göre büyücülük gücünü kendisin den aldıtı kadın tannca "dakini" kültüyle kanştı.l06 Bu külte batlı olanlarla uyuşan Bhon, her iki sistemin birleşmesine izin verdi ve böylece lamaizm denilen yeni bir sistem dotdu. Bu terimin sadece Avrupa bilimler literatüründe kullanıldıtım ve bizzat Tibet'de bilin meditini burada kaydetmiş olalım. l07 Çünkü Tibetliler kendi dinle rini gerçek Buddizm olarak görüyorlar. la�izm, Tisronde-tsan'ın reformlan sayesinde Tibet'in resmi ideolojisi haline geldi. Bu yeni dinin ötfenilmesini yaygınlaştınnak amacıyla 770 yılı civannda Lhasa yakınlannda, bir büyü okulu hali ne gelen Samye manasım kurulmuş, lOS Tısronde-tsan ise bilgelitin tecessüm etmiş bodisattvası Mançuşri ilan edilmişti. Böylece bir mo narşizm teokrasi halini almış, kral da kanunu (darmapala'yı) koru yan tannya dönüşmüştü. Yeni sistem iki tarafın muhafeletiyle karşılaştı. Öncelikle Bhon di ninin taraflarlannın hepsinin bu sistemle uyuşum içinde olması uzak bir ihtimaldi; diter yandansa gerçek Buddistler Padtmasamba ba'nın Buddizm ötretisini reddetmişlerdi. Yapılan tartışma ve çıkan arbedeler, hem dakırininin ötrenimini, hem de Hintçe eserlerin Ti betçeye çevirisini teşvik etti. Üstelik de çeviri işinde her iki taraf da aynı şekilde gayretkeşlik gösterdi. "Kara"dinin yani uyuşma kabul etmeyen Bhon taraftarlan da bu çatışmaya katıldılar. Tisronde-tsan'ın Tibet asıllı hanımlanndan biri si bunlar tarafından tahrik edilmiş, o da Pentefria'nın eşi gibi davra nan lama çevirmen Vayroçan'ın şakirdlerinden bir genci sürgüne 104 Waddel L. A. The Buddhism of Tibet or Lamaism. Cambridge, 1959, s. 26. 105 Popov, Lamai.vn v Tibeıe, s. 157. 106 Grunwedel A. Myıhologie du Buddhisme au Tibeı et en Mongolie, Leip zig, 1900, s. 52. 107 Age, s. 28. 108 Age., s. 56-57.
342
AV R A S YA ' D A N
göndermişti. l09 Ancak, kadın agır bir hastalıga yakalanınca yumşa mış ve genç lama sürgünden geri getirilmişti. lşte bu kadın Tibet ta rihinde "kızıl şeytan"ın (Bhon dini tannsı) tecessüm etmiş şekli ola rak ilan edilmişti. Esasen bu üç cepheli savaş, dogu ve batı kültürlerinin çatışması nın bir sonucuydu. Dardistari'ın Tibet Krallıgı'na katılması, bizzat Hindistan'da reddedilen Mahayana prensiplerini muhafaza eden Çin'i tanımayan Hintliler için yeni bir kapı teşkil etti. Tisronde-tsan esasen Çinli bir kadının ogluydu, fakat Dogu ile Batı arasında bir se çim yapması gerekiyordu ki, bunun anlamı Çin'le savaş veya banştı.
Lhasa meclisi Tibetliler'le Çinliler arasında uzun süre devam eden zorlu savaş yıllarında kendini gösteren acımasızlık, Tibet hükümdannı Bud dizmle olan ilişkisini yeniden gözden geçirmek zorunda bırakmıştı. O, bu ögretinin hamiligini reddedemezdi ve esasen böyle bir niyeti yoktu; ama Buddist rahipleri kılıgına bürünen ÇiniHer'in Tibet'e sız malan da işine gelmiyordu. Ancak, onlan bu "kutsal insanlar"dan ayırmak kolay deıildi ve daha da garibi onlar dahi surgüne gönde rilmderine yol açacak bir hareketten çekiniyorlardı. Tısronde-tsan meselenin bir kolayını buldu ve Buddist okullanyla, yani mahayana görüşünü ve "sakinlik" prensibini savunan Çinliler'le Hintli üstad Kamalaşila arasında bir açık tartışma tertipledi. Kamala şila, sarvastivadinlerin (hiyanacılar'ın) teorisini çürüterek, "iyi işler" yapmak yani dua etmek, put dikmek suretiyle, müşfik rahiplerle, va az ve benzeri şeyleri yaparak kurtuluşun mümkün olabilecegini ispat etti. Çinli Buddistlerin reisi Ho-shang buna şu sözlerle itirazda bulun du: "lyi ve kötü ameller, esasen eşit şekilde gökyüzünü kapayan beyaz ve siyah bulutlara benzerler. Her türlü düşünceden, arzudan ve fikir den kurtulmak, bizi kişisel hayatın hissedilmeyen gerçekligine götü recektir. Nirvanaya ancak bu şekilde ulaşılabilir." Bu tartışmanın galibini belirleyecek olan tarafların öne sürdük leri deliller ve dinleyenlerin duyguları deıil, peşin görüşle monar şistin düşüncesiydi. Nitekim Tisronde-tsan tartışma başlamadan
109 Waddel, The Buddhism, s. 29.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
343
önce şöyle demişti: "Ben Tripitaka'yı çevirsinler ve şerhetsinler, ra hipler cemaatini organize etsinler, dini tek bir sistem haline getir sinler diye Hindistan'dan üstadlar davet ettim. Çin'den, öğrettiği şeyler dinle bağdaşmayan Ho-shang geldi. Biz, bilge Kamalaşila'yı da davet ettik. Budda'nın öğretisini tevhit etmek için iki üstad ola mayacağından, bir tartışma tertipliyoruz. Mühahelede bulunmaya cağım. " 1 10 Nisbeten bağımsız bir şekilde gerçekleştirilen bu girişle kral tartışmanın seyrini önceden belirlemiş, aynı şekilde münaza ranın amacının Tibet'te tek tip bir görüş yaratmak olduğunu orta ya koymuştur. Yine de tartışma akademik bir şekilde geçmedi; Ho shang'ın bazı taraftarlan atılan taşlarla ağır şekilde yaralanarak, kı sa süre sonra öldüler. Ancak, Ho-shang'ın gönderdiği diğer dört Çinli de Kamalaşila'yı öldürdüler. l l l Tartışmadan sonra tüm Buddist okullannın propaganda yapmala rı özel bir fermanla yasaklandığına göre Tibetli monarşist "müdahe le etmeyeceği" şeklindeki sözünü tutmamış, bu yasaktan sadece kendisinden yana tavır koyan sarvastivadin (mahayana) okulu istis na edilmişti. Bir türlü teskin olmayan ve kendi görüşlerini gözden geçinneyi reddeden Çinli rahipler en çok zarar gören kişilerdi ve Ti bet'ten kovulmuşlardı. Tüm bunların sırf eğlence olsun diye yapıldı ğı da düşünülebilir. Bu olay, sonuçlan itibariyle oldukça önemlidir. Çünkü Tibet bun dan böyle sadece Çin yönetiminin değil, tüm Çin kültürünün de düşmanıydı. Her iki tarafın da neden bu kadar katı ve birbirine kar şı nasıl böyle acımasız olabildiklerinin sebebi de böylece anlaşılıyor. Çünkü artık bir uzlaşma zemini kalmamıştı. Tisronde-tsan, Sron tsan-gam-bo'nun yolundan gidiyordu, ama esasen onun yaptığı bi nayı yıkmaktaydı. Tibet Buddizminin kurucusunun Çinli bir pren sesle evlenmesi, Çin'le ittifaka ve Hindistan üzerine düzenenlenen bir sefere yol açmıştı. Yarı Çinli olan Tisronde-tsan Panirliler'e ve Hintliler'e sırtını dayayarak Çin'e karşı bayrak açmıştı. Tibet'deki di ni ölçülerin onun dış politik manevralanyla sıkı sıkıya bağlantılı ol duğu kesin. Tüm bu sebepler, dinler savaşı kategorisine alabileceği miz yetmiş yıllık acımasız bir savaşın bahanesiydi.
l lO lll
Kuznetsov, Tibetskaya letopis, , s. 43-44. Bogoslovsky, Oçerk istorii, s. 66.
AV R A S YA ' D A N
Madalyonun öbür yüzü Buddist tarihçiligine göre Tisronde-tsan'ın hükümdarlık yıllan altın çagdı. Mahsul bol, nüfus artmış, düşmanlar maglup edilmişti. Dini ve sosyal kanunlar dört başı marnur olarak hazırlanmış; Budda ögretileri yayılmış ve kultur seviyesi yükselmişti. Hatta yıllıklar bir araya getirilmiş, ayıklanmış ve gerçek tarihin yazılma girişimi dahi yapılmıştı. Bu reformlarda en buyük rolü Hintli bilge Şantarakşita, Padmasambaba ve Kamalaşila'nın oynadıgı söylenmektedir. Onlann hakimi olan kral ise bilgelik ve aydınlanmanın bodisattvası Mançoş ra'nın tecessllm etmiş şekli olarak lanse edilmişti. Ama tepetaklak edilen Bhon dini gelenegi bu dönemi tamamıyla başka turlu degerlendirmektedir. Suddizmin ikinci iledeyişi bir grup devlet erkanı tarafından gerçekleştirilmişti. Çunku bunlar kra la "Buddizmin hastalıktan kurtuluş ve ebediyet oldugunu açıklaya rak buyük zenginliklere kavuşan" Hint krallannı örnek alına,sını tav siye ediyorlardı. Burada tahtla Buddist cemaatinin iş birliginin ger çek sebebini görüyoruz: Kral Tisronde-tsan, tıpkı Charles I. Stuart gibi kendi tebaasının hamiliginden kurtulmak istiyordu. Ne var ki Buddizm, sadece Orta Tibet'te tutunabilmiş; Yukan Ti bet eski dine baglı kalmış; Aşagı Tibet'de ise her iki din de propagan dasını surdurınüştll. Sözu edilen açık tartışmadan sonra Tisronde tsan bir kanun çıkararak Bhon dinini yasakladı. Bu kanunun demek istedigi oldukça açıktı: "Kral şenpoyu (buyüculeri) topladı ve şöyle dedi: Siz Bhon-polar, çok güçlllsunuz. Bense sizin, tebaamı bana inanmayan insanlar yapmanızdan korkuyorum. Ya Buddizmi kabul edip rahip olun, ya Tibet topraklannı terk edin, ya da normal vatan daş olup vergi ödeyin. " 1 12 Bhon-polar birinci teklifi kabul ettiler ve birçogu daglardaki ma garalara kendilerine ait kutsal kitaplan ve el yazmalannı saklayarak rahip oldu. Halbuki daha sonraki günler onlann zorla din degiştir melerinin ne kadar gayr-ı samimi oldugunu gösterecekti. Kutsal ki taplar ve elyazmalan bir gun "kral, vezirleri ve Buddist cemaatı or tadan kalktıgında" tekrar ortaya çıkanlmak için gizlenmişti. "Çlln ku onlar Bhon dinini yasaklıyorlardı ve kral ailesi yok olunca, agaç1 1 2 uufer B. über ein tibetisches Geschichtswer der Bonpo- Toung Pao, Leiden, 1901, vol. 2, no. 1 , s. 22-44; 38, 39.
T İ B E T' İ N Y Ü K S E L İŞİ V E D Ü Ş Ü Ş Ü
345
lan tekrar yeşertrnek ve halka eski elbiselerini giydirmek mümkün olacak, Bhon dini de tüm dünyaya yayılacaktı." 1 13 Buddist cemaatin nasıl bir fikir karmaşası içinde bulundu�nu ve azılı düşmanlannı bünyesine kabul ettikten sonra teşkilat faaliye ı inin ne kadar geriledi�ini tasavvur etmek mümkün. lnsanlann Bud distler sayesinde prensipsiz kişiler haline gelmeye başladıktan, hiç bir şeyi kale almadıklan, bu dönemde kara din taraftadannın en iyi kesiminin uzlaşmayı reddederek daglara kaçtıklan da göz önünde bulundurulmalıdır. Tisronde-tsan fasit bir dairenin içinde kalmıştı.
rn
Bhon inatla direniyordu. Su taşkım gibi tabii felaketler, prensin yıldınm düşmesi sonucu ölümü, kralın hastalanması vs. halk tara fından imansızlıgın birer cezası şeklinde degerlendirildi. Kral uzlaş mak ve Bhon dinini kabul eden insaniann yaşadıklan bölgeleri ayır mak zorundaydı. Bu yetmiyormuş gibi öncelikle ordu kara dine sa rılmışl H ve kralı daha fazla taviz vermek zorunda bırakmıştı. "Kral dedi: 'Buddizm gibi Bhon dini de benim bizzat sanlinarn gereken dindir. Tebaanın hayatını korumak için her ikisi de gereklidir. Bere kete [ışıga] kavuşmak için de her ikisi elzemdir. Bhon müthiş, Bud dizm saygı de�erdir; bu yüzden ben her ikisini de koruyorum. " 1 1 5 Böylece resmen tanınan Bhon halkın hayatını korumaya (muhte melen dış düşmanlardan) başladı. Buddizmin problemi ise berekete (yani ışı�a) ulaşmaktı. Ancak bu fonksiyon sınırlamasına ulaşmak hemen mümkün olmadı. Çünkü Tısronde-tsan zamanında Bhon üç defa sürgün yemişti. Bu kısa ve kuru bilgilerle, yalnızca o sıralar Tibet'in nasıl dehşet li kaynama günleri yaşadı�ını bir nebzecik tasavvur edebiliriz. Bu kaynama, Tisronde-tsan'ın ölümünden bir süre önce sarayda dönen entrikalann anlatılması halinde daha iyi anlaşılacaktır. Kralın Bhon dinine baglı Tibetli hanımı üç erkek çocuk anasıydı, fakat kral, Bud dist cemaatiyle ilişkisi bulunan odalıgının hatınna onu bırakmıştı. Terk edilen kraliçe sürgüne gönderilen üç büyücüyü ça�ırarak, on lardan krala büyü yapmalannı istedi.Büyücüler bu iş için kralın kir li iç çamaşınnı istediler. Bu da ancak kral iç çamaşınnı çıkardıgı za man elde edilebili�di. Kraliçe bu iç için on yedi yaşındaki o�lunu göı 13 Age., s. 40. . 1 14 Biçurin, 1storiya Tibeta i xuxunora, s. ıs9-ı91. ı ıs l..aufer, Ober ein tibetischcs, s . 42-44.
346
AV R A S Y A ' D A N
revlendirdi. O sırada kral sarayda yakın çevresindekilerle eğlenmek teydi. Mabeyinci prensin içeri girmesini engelledi, fakat prens kapı yı kırdı ve mabeyinciyi bıçaklayarak, babasının karşısına geçip, hiç bir şeyi saklamadan iç çamaşırını istedi. Kral da hiç tereddüt etme den çıkarıp verdi. Eğer kral, sadık hizmetkarının cesedini çiğneyip geçen kendi oğ lu ve halefiyle konuşmak yerine büyünün kurbanı olmayı tercih et mişse, bu takdirde prensin nasıl bir görünüm arz ettiğini tahmin edebiliriz. Tisronde-tsan korunmak amacıyla Padmasambava'ya mü racaat etti, o da kralı destekledi. Fakat on dört gün sonra Bhon bü yüsü gücünü gösterdi; sonuçta sürgüne gönderilen keşişler geri ça ğırıldı ve kralda Bhon dinine dönmüş olarak öldü. Diğer bir rivayete göre ise Tisronde-tsan büyüden ölmedi, fakat oğlu lehine tahttan feragat etti. l l6 Belki de onun din değiştirmesin de tedavisi mümkün olmayan hastalık baş rolü oynamıştır. Bu var sayım her iki rivayede de örtüşmektedir. Öyle veya böyle onun sür dürdüğü dini uzlaşı politikası tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Öfkeli kraliçe basit bir şekilde kocasını zehirlemiş, fakat oğlu ba ba katili olmakdan dolayı nedamet duyarak, olayın sorumluluğunu anasına yüklemişti. Annesini sevmesine ve bu cinayete ortak olma sına rağmen, o bir Buddistti. l l 7 Kral koltuğuna oturan ve 797'de Muni Dzen-po adını alan genç prens, "çılgınca anasına saldırmaya" başladı ve bu hareketi yüzünden çıldırdı. Bu durumda kraliçe oğlu nu da zehiriedi ve tahtı küçük oğlu Cu-tse Dzen-po'ya verdi. Muni Dzen-po'nun kısa süren krallığı, olayların bundan sonraki seyrini oldukça etkileyecek iki tedbirin alınmasına yol açtı. Muni, öncelikle Hindistan ve Çin'den barışçı Buddistleri davet ederek, on lardan Vinaya suve Abidarma Tripitaka sutrasını okumalarını emret ti. Bunlar klasik Buddizm eserleriydi. Tanırayana taraftarlanyla Hi nayana ve Mahayana taraftarlan arasından o kadar çok insan bu ola ya karşı çıktı ki, artık Buddistleri zaptetmek mümkün değildi. Onun bir buçuk yıllık iktidan döneminde yaptığı ikinci iş ise, üç defa zen ginleri mallarını fakirlerle paylaşmaya zorlamasıydı. Demek ki Ti bet'in aydınlanması oldukça nisbi idi. Savaşlar ve reformlar halkı ca nından bezdinnişti. Fakat daha da önemlisi Muni Dzen-po'nun ken-
1 16 Schlagintweit E. Die Könige von Tibet, s. 56. 1 1 7 Ticci, The tombs, s. 73.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ
347
disini zenginlerin düşmanı olarak ilan etmesidir. Belki de kralın öl dürülmesi ve saray darbesi sebebiyle gerçekleştirilmeyen sosyal bir reform hazırlamıştı. Çünkü daha sonra pekçok insan, zenginler, devlet erkanı, Bhon taraftarları, Tantristler ve genç prensi zehirleyen dul kraliçe bu reformla ilgilenmişlerdi. Muhtemeldir ki, bu kralın niyetini halktan gizleme mecburiyeti, kronolojide bazı bulanıklıklara ve kaynaklarda farklı ifadeterin yer almasına yol açmıştır. E. Schlagintweit'e göre Muni Dzen-po, yüzü nü kardeşi Cu-tse Dzen-po'nun yüzüyle aynı hale getirerek, ikisi Mukri Dzen-po adıyla yaşamaya başladı. "Mavi Defter"de Tisronde tsan'ın 780'de öldugu gösterilmekte, fakat "Tang Tarihi"nde 797 yı lı belirtilmektedir. Lathasa el yazması, adı "Tang Tarihi"nde geçme yen, fakat Tibet krc;miklerinde surekli zikredilen kral Muni Dzen po'dan bahsetmektedir. "Mavi Defter" kral Muni Dzen-po'nun 780797 yıllan arasında hüküm surdugunu kaydetmektedir. Bu bir hata olsa gerek; çünkü Tibet kroniklerinin buyük bir çogunlugu bu kra lın kısa bir süre (bir yıl yedi ay veya uç yıl) hüküm surdukten son ra annesi tarafından zehirlendigini belirtmektedir. Kroniklere göre taht, Muni'nin küçük kardeşi ve aynı zamanda veliaht olan Mutug Dzen-po'nun eline geçmiştir. Buston'a göre de Muni Dzen-po, tahtı nı, aynı zamanda Sadnaleg denilen küçük kardeşi Kride Dizen-po'ya bırakmıştır. Dr. Petotch, "Mavi Defter"de geçen Ctse Dzen-po'nun "Tang Tarihi"nde Tsu-ch'i-ch'ien olarak yazıldıgını belirterek Muni Dzen-po ile özdeşleştirmektedir ki, buna göre sözü edilen kral 797804 yıllan arasında hüküm sürmüştür. ı ıs Yu. N. Roerich ise mesele yi halledilmemiş olarak görmektedir. Meseleye başka bir açıdan yaklaşınayı deneyelim: 797 yılında savaş en kızgın dönemini yaşadıgı için, Çinliler Tibet'in iç tarihinin detay� larını bilemezlerdi. Dolayısıyla Muni Dizen-po'nun kısa sureli hakimi yeti onların dikkatinden sadece kaçabilir degil, kaçmak zorundaydı. Diger yandan, "Mavi Defter"le Çin vakayinamelerinin karşılaştırması da gösteriyor ki, Tibetliler uyguladıklan yaz takvimi dolayısıyla bir ve ya iki yıl kaybetmektedirler. Yani Muni Dzen-po'nun hakimiyet yılia nna tesadüf eden yıllar ortadan kaybolmaktadır. Bu durumda onun tahtta kaldıgı yılları 797 - 798 olarakll9 kabul etmek gerekir ki, kro nikterin ogu da bu tarihi göstermektedir. Bu iki yılı "Mavi Defter"in
1 18 Roerich, The Blue Annals, s. XX. 1 19 Kuznetsov da başka bir yolla dahi olsa aynı sonuca varmıştır.
348
AV R A S YA ' D A N
kronolojisiyle yer de�ştinnek suretiyle, Çin salnamelerindeki tarihi elde etmek mümkündür ki, do� olan da budur.
Fırunah Yıllar 804'de kadar tahtta kalan Cu-tse (ki Mutig-tsanpo'yla aynı kişi dir) zamanında, Tibet'in iç zıtlaşmalannda bir azalma olmadı. ZAde ganlarla vaktiyle demir yumruk Tisronde-tsan tarafından destekle nen entrikacılar arasındaki çatışma, giderek ordu üzerinde menfi et ki yapmaya başlamıştı. Çinli bir muhacirin torunu olan Tibetli ku mandanlardan birisi, esir alınan Çinli bir subaya, atalannın yurduna dönmek istedigini, fakat bunun mümkün olmadıgını içi yana yana anlatmıştı. Başka bir kumandan ise "savaşta başarısız olmakla s�ç lanmaktan korktugu için Çin'e teslim olmuştu."l20 Fakat bunlar henüz çöküşün bizzat kendisi degil, çöküş semp tomlanydı sadece. Daha sonra tahta geçen kral Sadnaleg (804-816), meselenin müzakere yoluyla halledilmesi teklif edildiginde 'canıma minnet' diyerek savaşa son vennişti. Sadnaleg'in birinci hanımından üç oglu vardı: Rahipler arasına kanşan Cangma, "günahkharlann dostu ve dindarlann düşmanı" Lagndarma ve aşın dindar Ralpaçan. Langdarma Bhon dini için büyük sıkıntı yarattıgından 81 Tde taht tan uzaklaştınlarak, yerine Ralpaçan getirildi.l2 1 Yeni kralın çevresi Hintli hinayanist rahipler tarafından sanldıgı için, artık Buddizmin Bhon ve hatta Tantrizme karşı ataga geçme vakti gelmişti. "Bu, üstün yararlılıklar göstenne çagıydı". l22 Çünkü hinayanistler aşın "hayır işler" yapmak suretiyle "kurtuluş yolunda yavaş yavaş ilerlemeyi" tavsiye ederken, mahayanistler tarik-i dünya olmak suretiyle ve "sükunet" yoluyla "hızlı yolu" salık veriyorlardı. Halk mahayanistlerin yolunu tercih ediyordu. Çünkü magaralarda yaşayan tarik-i dünyalan beslemek, hayır işler yani ziynetlerle beze li sanemierin yapımı için para ödemekten, dualann çevirisi ve istin sahı için eline cebini atmaktan çok daha ucuza geliyordu. Ralpaçan döneminde pek çok tapınak yapılmış; Buddizm oldukça maliyetli bir din halini almıştı. Lamaizm üç dereceye ayrılan bir hiyerarşiye sa1 20 Biçurin, lstoriya Tibcta i xuxunora, s. 208-209. 121 Kuznetsov'a göre Tidesran-tsan, G. Tucci'ye göre Den-ti. 1 22 Schlagintweit, Die Kllnige, s. 58.
TİBET' İ N Y Ü KSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
349
hipti: Müritler, dinleyiciler ve "kemale erenler". Üstelik de sonuncu grubu oluşturanlar toplumun üst tabakasına mensup insanlardı. "Kamil" olanlar işlerini ve hizmetlerini gördürrnek için yedi serf alı yorlardı. Lama teşkilatı mensuplan yargılanamazdı; çünkü kendi özel mahkemeleri vardı. Lamalar şükran borçlannı ödemek için Ral paçan'ı, eski tann lndra'nın Buddizm tarafından teccessüm ettirilen yıldınmlann efendisi Vacrapan olarak ilan etmişlerdi. Tapınaklan yapan, sayısız yabancı lamayı besleyen halk ise kralın politikasına tamamıyla başka bir gözle bakıyordu. Ülke ekonomisi çökmüş, halk genel olarak fakirleşmiş ve sokaklarda mınldanmalar başlamıştı. "Fakirleşmemizden ve ezilmemizden çıkan olanlar kim ler? diye soruyordu halk, sokaklarda ve öfkeli bir şekilde lamalan göstererek şöyle diyorlardı: - lşte onlar! " Kral bir ferman çıkarmıştı: "Benim ruhani kişileTim katı bir ön yargıyla sorgulanmakta ve par makla gösterilmektedir. Bundan böyle, kim böyle bir şey yaparsa, gözleri oyulacak ve işaret parmagı kesilecektir. " 1 23 Ama bu daha bir şey de�ildi: Hinayanist Buddistler, kendi görüş lerini var güçleriyle savunarak Tibet'in siyasi hayatında da "hayır iş ler" yapmayı kararlaştırdılar. Henüz kral Tisronde-tsan zamanında Trenka kabilesinden Buddist rahip Yonteng ve Nyang kabilesinden Tindzing, "ferman-ı alinin yazılmasında yetkili" danışmanlar olarak atanmışlardı. Yani rütbe olarak "eyalet valileri"ndan aşa�ı. ama "ve zir"den yüksektiler. l24 Ralpaçan döneminde ise Buddistler kendi yönetimlerini kurmuş lardı. Bu yönetimin başında Yonteng vardı. Ünvanı ise "Ferman-ı ali nin yazımında tam yetkili, iç ve dış işlerinin başı, devleti yör.eten, büyük rahip, kutsal Yonteng" şeklindeydi. 1 25 Bu yönetim "hayır iş lerini" akıl almak bir serdikle yapıyordu: "Hırsızlar, eşkiyalar, yalan cılar, en tTikacılar ortadan kaldınlmış; Öretiye düşman olan veya onu istemeyenler acımasız bir şekilde cezalandınlmış, mal varlıklan mü sadere edilmiş ve sefil dilenciler durumuna düşürülmüşlerdi." Bu "hayır işler"inden sadece halk kitleleri de�il. iktidardan dışla nan ve Tibet devlet erkanının, kansını Budda'dan daha çok sevdi�i 1 23 Schmidt l. ]. Geschichte thr Ost-Mongolen und ihres Fürstenhauses, s. 345. 1 24 Bogoslovsky, Oçerll istorii, s. 7 1. 1 25 Aynı yerde.
350
AV R A S Y A ' D A N
için rahatlıkla suçlayalıilen muhbirlerin kurbanı olan aristokratlar da zarar görmüşlerdi. Ama bu ihbarlar iki agzı keskin bıçak gibiydi ve sonunda "büyük rahip" Yongteng de muhbirlerin kurbanı olacak tı. Bir iftiraya kurban gitmiş ve infaz edilmişti. Entrikacılar onun ar dından Ralpaçan'ından bagazını sıkmış ve 839'da kara din taraftarı Prens Langdarma'yı başa geçirmişler; böylece Buddizmin Tibet'teki çabalan boşa gitmişti. Yine de Tisronde-tsan zamanında "katlanılabilir" din oldugu şek linde bir ferman elde eden Bhon, Ralpaçan döneminde de durumunu muhafaza etmişti. 822'de yapılan barış anlaşması töreni sırasında ka ra din görenegi Buddizmin önüne geçmişti.l26 Yeni kral, her isterligi ni seve seve yerine getirdigi teşkiladanmış bir partiyi yanına almıştı.
Langdarına Yeni kralın ilk icraatı, tapınakların mal varlıgını müsadcre etmek oldu ve böylece Hintli üstad Buddistlerin çogu hızlı bir şekilde Ti bet'i terketti. Ama Tibetli Buddistlerin gidecek bir yeri yoktu ve on lara XIV. Ludowig'in dragonadlannın sergiledikleri zulümden hiç de geri kalmayan hunharlıkl�r reva görüldü. Kralın emriyle Buddizmi kabul edilenlerin öldürülmesi yerine tahkir amacıyla rahiplerin ya rısının kasaplık yapması, yansınınsa avcılıkla ugraşması, bunu ka bul etmeyenlerin ise öldürülmesi kararlaştırıldı. Buddist kitaplan ve sanat eserleri ortadan kaldırıldı. Dua etmeleri yasaklandı ve hatta bir Buddist kaynagı "insanların, kanunlan bozanlan esirgemedikleri"ni kaydetmektedir. l27 Bu durum karşısında Buddistler şiddetli bir saltanat aleyhtarı propagandaya başladılar. Lagndarma'nın alkolik oldugunu yayarak, kendine özgü saç tarama şeklini eleştirerek (ki kral o zaman saçlan aşagı sarkıtmak moda olmasına ragmen, başının tepesine toplardı; bu yüzden iblisin soyundan geldigini gösteren boynuzlan oldugu için bunları gizlemek amacıyla saçlarını tepede topladıgı dedikodu su yayılmıştı) l28 Budda'nın terbiyeledigi azgın bir filin soyundan
126 Biçurin, lstoriya Tibcta i xuxunora, s. 220-221. 1 27 Schlagintweit, Die Könige, s. 60. 1 28 Francke, A History, s. 59-60; Biçurin, lsturiya Tibeta i xuxunora, 232.
s.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
351
geldiğini ileri surduler. Kral, cinayetten nefret eden insaniann ken disi için tehlike teşkil etmediği duşöncesiyle bu dedikodulardan ra hatsız olmadı. Ancak, lamalardan biri toplumun kurtulması için kendi ruhunu kurban etmeye karar verdi. Dışı siyah, içi beyaz bir harmaniye giydi. Harmaniyenin altında ok ve yay yerleştirdi ve kra lın huzuruna çıkmak için yola koyuldu. Siyah giysi keşişler tarafın dan giyildiği için muhafız engelini rahatça aşmasını sağladı. Kralın huzurunda ilk eğilişte oku yaya gerdi, ikincisinde kirişi gerdi ve üçuncusunde krala fırlattı. l29 Ortaya çıkan karmaşadan faydalana rak en yakın sığınağa kaçtı ve elbisesini ters çevirip giydi. Böylece kendini takip edenlerden kurtulup, Buddistlerin sığındığı ve korun duğu Kam'a kaçtı. Bu olay 842'de olmuştu. BO
Tibet monarşizminin yıkılışı Langdarma'nın kısa sureli hakimiyeti zamanında Tibet dış politi kasında başarılı adımlar atılmıştı. 839'da yani Bhon kuklasının tah ta oturduğu yıl, Uygurlar'la savaşmakla olan Kırgızlar karşı atağa ge çerek Uygurlar'a ölumcul bir darbe indirdiler. Bu olayların iç bağlan tılan olmadığını duşunmek zor. Kırgız Altın-Göl kitabesinde "Kah raman Eren Ulug .. şerefiice (yani savaşçıya yakışır şekilde) elçi ola rak Tibet hanına gidip geldi" denilmektedir. B l Uygur halkı son ne fesini vermek üzereydi ve şayet Tibet kralının ölumu gecikmiş olsay dı, yüzyıl önce Turkuder'in başına geldiği gibi, Uygurlar da yeryü zunden silinmiş olurlardı. Fakat iç çekişmeler aleni bir savaşa dö nuştuğu için Tibetliler uzun vadede gelecek bir zaferi bekleyecek halde değildiler. Tibet tarihinin en "karanlık dönemi" bu dönemdir ve Tibet kay nakları bu dönemle ilgili bilgi verirken Çin kronikleriyle bariz bir şekilde tenakuza düşmektedir. Tibet yıllığına göre Lagndarma'nın oğlu Odsrun ve zamanında isyanların başladığı ve devletin butunöy le çöktuğu veliaht Dedal-krontsan da Buddizme dönmuşlerdir. l32
1 29 Kurgyumov K. V. O holebaniyax o:z. Alakul v istoriçeskom i geografiçeskom proşlom.- Voprosı geografii, t. 24. M . , 195 1 , s. 56. 130 Çin kronolojisine göre. 131 Malov, Yeniseyskaya pismennost tyurhov, 1952, s. 55-58. 132 Schlagintweit, Die Könige, s. 61-62.
352
A V R A S YA ' D A N
Çin kaynaklanna göre ise tahta Langdarrna'nın üç yaşındaki yeıeni geçirilmiş, kraliçe ana naibe olarak devleti yönetrniş, bu durum kısa süre zarfında iç savaşa yol açrnıştı. l33 Ancak, olayların tahlili yapıldııında görülecektir ki, Tibet versi yonu Çin kaynaklannın aktardııı bilgiyi tamamlamakta ve açıklııa kavuşturmaktadır: Lagndarma'nın öldürülmesinden sonra yönetim Buddist cemaatinin kayıtsız şartsız hakimiyetine geçmiştir. Kraliçe anaya muhaliflerin başında Langdarma'nın yakın silah arkadaşlan vali Heduno ve başkumandan Shan Kunjo'nun, onların karşısında ise kendi kitabi öıretisiyle tanınan ve bizzat Ralpaçan tarafından as keri vali olarak atanan Shan Bibi'nin bulunması da bunu göstermek tedir. l34 Bu yetmiyormuş gibi, bir de Heduna, yeni krala karşı çıka rak "Müteveffa garnbo (tsen-po)dan sonra pekçok yetişkin insan vardı, ama tahta "Lin "lilerin (kraliçenin kabilesi) oılunu çıkardılar. Hangi devlet erkanı ona itaat eder? Hangi ruhani ona kurban sunar? Krallııın yıkılışı kaçınılmaz" demişti. BS Devlet erkanına atıfta bulu nulması rnuhafeletin gerçek sosyal yönünü, ruhanilere gönderme yapılması ise rneselenin �deolojik tarafını göstermektedir. lsyanı aristokratların taraftarlan ve kara din salikieri başlattılar. Heduno infaz edilmiş, fakat Shan Kunjo, Langdarma'nın intika mını alacaımı belirterek silahına sanlrnıştır. 843'de birinci memur lar garnbo (tsen-po)nun yönetirnde hakkani davranmadıgı gerekçe siyle isyan bayragı açtılar. Birinci memurlardan maksat, Langdarma tarafından atanmış olanlardır. lsyancılara karşı çıkan Shan Bibi, Shan Kunjo'yu kurnazca bir şekilde rnüzakerelerle oyalayarak. Ona hissedilir ölçüde beklenmedik bir darbe indirdi ve böylece iç savaş sona erdi. Daha önce belirtildigi gibi kara din taraftarlarından oluşan ordunun Shan bibi'nin iyi teşkiladanmış savaşçılanna karşı giriştigi ikinci saldırı ise 845'de başlamış, ama yine başarısızlıkla sonuçlan rnıştır.Shan Bibi ancak 849'da asıl Çin'in sınırlanndan Nan-shan'ın kuzey tarafına iıtılabilrnişti. ·
Düşmanı takip eden Shan Kunjo, Çin sınınndan Karaşar'a kadar uzanan tüm bölgeyi yakıp yıktı. Kunjo, Çin'le anlaşmayı ve kendisi nin Tibet kralı olarak tanınması saglarnayı denediyse de, irnparato run red cevabı üzerine bu defa Çin'le savaşmak için ordu toplamaya
133 Biçurin, lstoriya Tibeta i xuxunora, s. 226 vd. 134 Age., s. 228. 135 Age., s. 227.
TİBET'İN YÜKSELİŞİ V E DÜŞÜŞÜ
353
girişti. Toplanan ordu öylesine kötü organize edilmişti ki, Tibetli sa vaşçılar yakılıp yıkılan ülkeden kaçışmak zorunda kaldılar. Böylece Shan Kunjo'nun ordusu da�ıldı. Çinliler bu fırsattan faydalanarak Tibet topraklannın bir kısmını işgal ettiler ve oradan eli silah tutan lan sıkıp çıkardılar; 85 l'de ise Ho-hsi eyaletinin (Nan-shan'ın kuze yinde) Tibetli valisi Çin'e teslim oldu. Tun-huang'da da Shan Bibi ta raftarlannın ittifak akdettikleri Uygurlar 857'den itibaren hakimiye ti ele geçireceklerdi. l36 Shan Kunjo, elinde kalan bölgelerde Tibet devletini yeniden kur mayı denediyse de, 86l'de önce asiler, arkasından Uygur prensi P'u ku [Bugu) Tsung tarafından bozguna u�ratılmış, bu son çarpışmada kellesi kesilerek Ch'an-ang'a gönderilmiştir. l37 Artık Tibet Krallı�ı haritadan silinmişti. Son Tibet kralının halefi yani topu topu 100 sa vari alarak zorbadan kaçmıştı. Bütün "pamuklu elbiseler giyen in sanlar" yani fakirierin isyanıyla harap olmuştu. Prens, açlı�a ve yok sullu�a katlanarak, yaklaşık 850-853 yıllan arasında sı�ındı�ı. hem kendisi, hem de Buddist taraftarlan için himaye gördü�ü N gari eya leline ulaşmayı başarmıştı. l38 Tibet'in geri kalan bölgelerinde Bud dizm davayı kaybetmişti. Fakat Bhon da kazanamamıştı. Buddistlerin yani lç Tibet'in en kül türlü kesiminin sürgün edilmesi, yönetim üzerinde öylesine menfi te sir etmişti ki, sonunda taht yıkılmıştı. lktidann desteti olmadansa Bhon teşkilatının varlıgını sürdürmesi mümkün detildi. Artık bir ta rikata dönüşmüş, ülkeyi birleştirememiş, ama parçalamıştı. Tibet kendi ana kolonlan üzerine çökmüştü. Gerek Bhon salikle rine, gerekse Buddistlere ait olan şatolar ve tapınaklann çevresi sur lada çevrilmiş; her kabile, yabancılan öldürmek için kendine ait me ralara devriye çıkarmak zorunda kalmıştı. Aralıksız akan kan derya sı içinde Tibet kültürünüp bakiyeleri de akıp gittn.işti. Bu kültürün yeniden do�ması için 200 yıldan fazla zaman gerekecekti. 136 Shan Bibi'nin akıbeti bilinmiyor; 849'dan sonra orduyu yardımcısı Toba-huai-huang kumanda etmiştir. 137 Biçurin, lstoriya Tibcta i xuxunora, s. 233. 138 Ngari eyaletinde birisi at, digeri koyun yılında olmak üzere (yani 850 ve 851 veya 862 ve 863)) iki sanem dikilmişti. 850'li yıllarda Tibet'in başında gasıp Kunjo bulunduguna göre ilk tarihi esas kabul etmek gerekir.
TALAS SAVAŞI (m.ö. 36) (lssledovaniya po-istorii kultun narodov Vostoka. 1 960)
M.Ö. 59'dan sonra çıkan iç savaş, _Hyung-nu Devleti parçalamış tı. Yine M.Ö. 49'larda ise işin sonuna yaklaşılmıştı. Ma�lup tarafın önderi Huhanye-yabgu Çin'le banş anlaşması imzalayarak, ülke top raklannı korumuş, galip Çi-çi ( Chih-chih)-yabgu ise, kendisi ve si lah arkadaşlan için güvenli bir yer bulmak amacıyla batı sınırianna göç etmişti. Wu-sunlar ve di�er kabileler onu oldukça hasmane bir tavırla karşılamışlar, ama Çi-çi Wu-sunlar'ı ma�lup etmiş, Wu-chi Curçen, Hakas ve Ting-lingler'i itaat altına almıştı. Fakat üstünlük, Çin tarafından desteklenen rakibinden yanaydı. M.Ö. 48'de Çi-çi'ye Çin'den bir elçi gönderilmişti ve muhtemelen casustu. Nasıl oldu�u nu bilmiyoruz, ama gelen elçi Hyung-nular tarafından öldürülmüş tü. Bu olaydan sonra Çinliler'le barış yapmak imkansızlaşmıştı. Huhanye'den çekinen Çi-çi, K'an-chü hükümdannın, birlikte Wu-sunlar'a saidırma teklifini kabul etti. Savaşın zaferle sonuçlan ması halinde, Wu-sun topraktan, yerleşmesi için Çi-çi'ye verilecek ti. Hunlar, Tarbagatay tepeleri üzerinden batı ve Bet-Pak,Dala çölü ne kıvnldılar. Fakat yolda fırtına ve don olayıyla karşılaştılar. Savaş çılann ço�u donarak öldü ve sadece üç bin kişi Çi-çi'yle birlikte K'ang-chü'ye ulaşabildi. l Böyle bir kuvvetle Wu-sun topraklannı ele geçirmek düşünülemezdi bile (M.Ö. 46-45 yıllan). Batıya yapılan bu yürüyüş birçok araştırmacının dikkatini çek miştir. Hirth, Batı Hunlan'nı buradan çıkarmış,2 fakat K. A. lnost1 2
Biçurin, Sobraniye, 1193. Hirth F. Vber Wolga-Hunnen und Hiung-nu. Sitz. D. Philos., philol und histor. Kalasse der K. Bayer Acad. D. Wiss, 1899, München, 1900.
356
AV R A " YA' D A N
rantsev3 ve Otto Maenchen-Helfen4 bunun imkansızlııını ortaya koymuşlardır. A. N . Bemschtam ise, bunun "H unlar'ın Orta Asya'ya ilk kitlesel gelişi" olabileceıi teklifinde bulunmuştur.s S. S. Sorokin bu görüşe karşı çıkmış,6 fakat Bemschtam'ın görüşü yaygınlık ka zandııı için mesele muallakta kalmıştır. Bazen "Haremz", bazen "Sogdiyana"nın kastedildiıi düşünülen "K'ang-chü" teriminin, key fi bir şekilde ortada dolaşması meseleyi daha da karmaşık hale sok muştur. Her iki durumda da Çi-çi'nin yürüyüşüyle ilgili yapılan yo rum tamamıyla fantastik kalmış; tarihi coırafya ve paleoetnoloji me seleleri halledilmemiştir. Ama ne yazık ki, Çi-çi Hunlar'ının batıya ve güneye yönelişinin anlamını açıklııa kavuşturmak için karşı bi limsel alanda yeterince malzeme ileri sürülmüştür. Bu yüzden, he nüz yeterince yorumlanmayan bu yürüyüşü detaylı bir şekilde anlat mak gerekmektedir. "K'ang-chü" teriminin muhtevasını açıklııa kavuşturmadan lç ve Orta Asya tarihini anlamak mümkün deıildir, ama bilgi kaynaıımı zın ikisi de - Herodot ve Chang Ch'ien - K'ang-chü'de hiç bulunma mışiardı ve verdikleri bilgiler de deıişik zamanlarda kulaktan kula ıa dolaşan malumatlardı. Günümüz yazarlan ise meseleyi aydınlııa kavuşturmaktan çok muıiak hale sokmuşlardır. Üstüne üstlük bir mesele daha ortaya çıkmaktadır: K'ang-chüler'le Persler kastedilmiş olamaz mı ve neden bu konuda onlarla ilgili hiçbir açıklama yapıl mamaktadır? Meseleyi irdelemeyi deneyelim. M.Ö. I. Yüzyıl ortalannda K'ang-chü, "Davan yani Fergana vadi sinden 2000 li yaklaşık 900 km. mesafede bulunan bir göçebe dev leti"7 diye tanıtılmaktadır. Demek ki K'ang-chü, Do&u Kazakistan'ın tepeliklerle kaplı bozkınnda, Balbaş'la lrtış arasında yer alıyordu.
3 4 5
lnostransetv K. A. Hunnu i gunnı., L. 1926. Ono Maenchen-Helfen. Huns and Hsiung-nu. Byzantion, XVII, Balti mor, 19'J5. Bernshctam A. N. I) Kengolskiy mogilnilı//Arxeol. Eksp. Gos. Ermitaja, vıp. ll, L., 1949, s. 3 1 ; 2) Oçerlr istoriii gunnov. L., 195 1 , s. 102- l l 7; 3)
lstoriko-arxeologiçeskiye oçerki Tsentralnogo Tyan-Şanya i Pamiro-Aita ya. MIA, no. 26, 1952, s. 61-72. 6 Sorokin S. S. Sredneaziatskiye podboynıye i katakombnıya zaxoreneniya Irak pamyatniki mestnoy kulturıi/Sov. Arxeologiye, XXVI, 1956, s. 2.. 7 Biçurin, Sobraniye, 111150
T A L A S S AV A Ş I
Onu Orta Asya ve Turan'dan ayıransa, verimsiz Bet-Pak-Dala bozkı rı ve Muyun-Kum kumluklanydı. Dogusunda Tarbagatay, batısında ise Yan-ts'ai Devleti (Sarmatya) yani Alanlar yer alıyordu.S Çinli ler'in Batı ucu haritalarında K'ang-chü'nün sınırlan gösterilmekte dir. Buna göre dogusunda Alakul Gölü, güneyinde Kırgız sıradagla rı - ki tarihi malumata göre de Talas vadisi, K'ang-chü'nün uç kıs mıydı,- batısında San-su, kuzeybatısında Tengiz Gölü yer alıyordu. Bu sonuncusuna göre K'ang-chü, Wui-pei-ko yani Kuzey Wui ile sı nırdaştı ki, bu kelimede "Ugor"lan görmek zor degildir. Gerçekten de arkeolojik verilere göre Ugorlar, tam burada yaşıyorlardı.9
Ilk Han Salalesi Tarihi, K'ang-chü'nün beş vassal vilayeti bulun dugunu açıklmamaktadır. Haritaya göre bunlar Çu nehrinin kuzey sahillerinde yerleşmişlerdi. Bunlar arasındaki mesafe ise Yang-hu an'dan (Tun-huang'a yakın bir kale) itibaren en çok 8555, en az 7525 li yani yaklaşık SOO km. olarak gösteriliyar ki, bu, aynı zaman da Çu'nun Çu-lli sıradaglarından Kızıl Ordu civarında Sır-derya'ya kadar uzanan mesafesidir. Çin haritasında bu prenslikler için kulla nılan Su-hsi-yeh, Fu-mu, Yü,ni ve Chi Yueh-kien gibi isimleriO ke sinlikle yerli adlarla veya Strabon'un kitabında geçen adlandırmalar la uyuşmamaktadır. Bu küçük prerıslikler, K'ang-chü'yü Sogdiyana, lran ve Greko-/Baktria'dan daha sonralan ise Kuşanlar'dan ayırmak taydı. Bu yüzden Parthlar ve K'ang-chüler, eski şehirlerin harabele rinin bulundugu Sır-derya'nın sol sahillerinde ve Kızıl-Ordu'nun aşagı taraflannda dogrudan dogruya komşu olmak zorundaydılar. l l Strabon'a göre ise, Aral Gölü'nün dogu sahillerinde Parthlar'ın en büyük kabilelerinden Ta-i'ler yıışamaktaydılar. l2 O sıralar K'ang-chü Devleti'nin nüfusu azdı. Chang-ch'ien'in kay dına göre 90 bin kişilik bir ordusu yani yetişkin erkegi vardı. Bu ra kam genel nüfusun %20'ni oluşturduguna göre, demek ki, 400 bin nüfuslu bir devletti. O zamana göre hiç de küçümsenmeyecek bir ra kamdır bu. Yani neredeyse Kyrus zamanındaki Persler'e denk, Yunan lılar'dan ise iki misli kalabalıktılar. Ilk Han Sülalesi Tarihi'nde K'angAge., s. 229. Yang-ts'ai topraklan Alan ülkesi sınırları içinde gösterilmiştir. 9 Sb. "Po sledam drevrix kultur" T. P. M., 1954, s. 191. 10 Biçurin, Sobraniyc, IV186. 1 1 Tolstov S. P. Po sicdam drevncxorczmiyskoy tsivilizatsii. M., L. , 1948. 12 Age., s. 124.
8
358
AV R A S Y A ' D A N
chü'nün batı komşusu Yang-tsa'ai'ın bagtmsız oldu�,l3 Ikinci Han Sü lalesi Tarihi'nde ise, Yang-ts'ai ve kuzey komşu Yang'ın K'ang-chü'ye ba�ımlı olmadıgt kaydedilmektedir. H Anlaşılan K'ang-chüler, M. S. I Il. Yüzyıllarda bu komşularını itaat altına almış, ama Volga'dan (ltil' den) öteye geçmemişlerdir. Her iki halde de K'ang-chü ve Yang-ts'ai külürü aynı özellikleri taşıyorrlu ki, buna istinaden Altaylardan ltil'e kadar aynı bozkır kültürünün hakim oldu�unu, ama Pazınk sanatıy la lskitya'nın kral kurganlan arasındaki arkeolajik benzeriikiere daya narak bu aynıyetin batıda Karpatlar'a kadar uzandı�ını söyleyebiliriz. Fakat bu K'ang-chü, ne Sogdiyana'ydı, ne de Harezm. K'ang-chü hükümdan, Çi-çi'yi güler yüzle karşıladı. Kendi kızını Çi-çi'ye verirken, buna karşılık Çi-çi'nin kızıyla evlendi. 3 bin kişilik bir Hun ordusunun 90 bin kişilik orduya sahip bir ülke için neden bu kadar önemli oldu�nu anlamak zor. Sanırım burada yine 10 binin üzerindeki rakamların abartılmasıyla karşı karşıyayız. l5 Dahası, bu süvariler bil'den Tarbagatay'a kadar uzanan geniş toprak üzerinde da �ınık bir vaziyeneydi ki, bundan K'ang-chü'nü hükümdarlı�ının eli nin altında gerçek anlamda bir ordu olmadı�ı anlamını çıkarabiliriz. Dolayısıyla sayıca fazla olmamakla birlikte iyi e�itilmiş ve savaş po tansiyeli yüksek Çi-çi ordusu, Orta Asya'da esaslı bir güç sayılırdı. · Müttefiklerin ilk darbesi, batı cephesinde aktif bir savaşa gerçek ten hazırlanmamış olan Wu-sunlar'da şok etkisi yaptı. Çi-çi, yine mükemmel bir kumandan ve Hun savaş gücünün ustası oldu�unu ispat etmişti. Hunlar, birbirini takip eden hücumlar neticesinde, 42 yılında Wu-sun başkenti Ch'i-ku'yu yani Narın'ın yukarı akımlann da yer alan Kızıl Vadi şehrini yerle bir ettiler. l6 Wu-sunlar'ın batı bölgesini terk ederek do�uya çekilmekten başka çareleri kalmamıştı ve esasen bu davranışları, onları bütünüyle kılıçtan geçirilmekten kurtarmıştı. Hunlar'ın ikinci saldın hedefi Fergana vadisi idi; fakat anlaşılan Çi-çi, ordusunun kale kuşatmalannda başarılı olamayaca �ını bildi�i için, sadece ya�malamalarla yetinmişti. l 7
13 Biçurin, Sobraniye, 111186. 14 Age., s. 229. 15 Gumilev L. N. Sobraniye svedeniy po istoriçeskoy geografıi Vostoçnoy i Sredinnoy A�ii. Vstup. Statya. Çeboksan, 1960. 16 McGovem.b The Early Empires of Central Asia. london, 1939, s. 191. 1 7 Biçurin, Tung-ch'ien Gan-mu za 36 g. (Elyazması), Arxiv lVAN, f. 7 , ed. Xr. 1-15.
T A L A S S AV A Ş I
359
Ya�malanan mallan muhafaza etmek için emniyetli bir yer gere kiyordu. Bu yüzden Çi-çi, kendisi ve savaşçıları için Talas nehri va disinde bir kale kurulmasına karar verdi. Inşaatta SOO kişi iki yıl bo yunca çalıştı. lS Kalenin çevresi, Roma istihkam tarzından mülhem toprak tabyalar ve etrafı kazık çitlerle çevrili bekçi kuleleleriyle örül dü. l9 Bu kalenin gamizonlarında, Romalı olarak bilinen yüzün üze rinde piyade asker de vardı.20 Bunların Parthlar'a teslim olan Cras sus'un lejyonerleri oldu�u ve hizmet etmek için do�u sınırına gön derilclikleri tahmin edilmektedir.21 Peki, onların Çi-çi'nin yanında ne işleri vardı? Çinli casuslann Çi-çi'nin faaliyetleriyle ilgili verdikleri malumata göre Çi-çi, Yüeçi ve Panh topraklarını ele geçirme planları yapmak taydı.22 Bu bilgide biraz bulanıklık var gibi görünüyor. Çünkü Yü eçiler ve Parthlar, birbirlerinin amansız düşmanlanydılar. Çi-çi ise bu iki düşmandan ancak birini kendisine müttefik olarak seçebilir di. Görünüşe göre o, Parthlar'ı müttefik olarak seçmiş ve onlardan müstahkem bir askeri kampın kurulması konusunda yardım etmele ri için Roma lejyonerlerini almıştı. Herhalde bu ittifak Hun yabgusu ile K'ang-chü hükümdannın arasının açılmasına sebebiy�t vermiştir. Çünkü daha sonraki günlerde, bilinmeyen sebeplerle K'ang-chü hü kümdan Çi-çi'ye hakaret etmiş, o da K'ang-chü prensesi olan hatu nunu ve yanında bulunan birkaç yüz K'ang-chü beyini öldürerek, cesetlerini parça par.ça do�ratıp nehre atmıştı. Bu olaydan sonra K'ang-chü hükümdannın bazı ufak Hun birlik lerini kılıçtan geçinnesi gerekirdi, ama böyle bir şey olmadı. Hatta o sıralar nezdine gelen Çin elçisini bile kötü karşılayarak hakaretlerde bulundu. Herhalde K'ang-cnhü içinde"bir takım çatışmalar vardı ve Çi-çi de durumunu sa�lamlaştınnak için bu gruplardan birini des tekleyerek iktidara getirmişti. Çin sarayı, Çi-çi'nin faaliyetlerini öfkeyle takip ediyor, öldürülen elçisinin intikamını alma ateşiyle yanıp tutuşuyordu; ama uzak bir bölgeye ordu sevk etme konusunda bir karar almamıştı. E�er alışılıs
MacGovem, The Early, s. 19 1 . 19 Debs G. G. Voyennoye soprikosnoveniye mejdu rimlyanami i kitaytsamiiNDl, 1946, no. 2, s. 45-50 20 Aynı yerde. 21 Age., s. 47. 22 McGovern, The Early, s. 191.
360
A V R A S Y A' D A N
mışın dışında tesadüfler birbirini takip etmemiş olsaydı, Çi-çi de ka lesinde yan gelip keyfine bakacaktı. Ch'en T'ang adında kabiliyeıli ve iyi e�itim görmüş Çinli bir me mur, herhangi bir sebeple hapse düşmüştü. Ch'en, o sıralar adet ol du�u üLere, cezasının batı sınırlannda hizmete çevrilmesini talep et miş; böylece kendisi, küçük bir subay olarak Batı ucuna gönderil mişti. Burası hoşuna gitmemiştİ Ch'en'in ve ne pahasına olursa ol sun durumunu iyileştirmek istiyordu. Amacını gerçekleştirmek için Çi-çi'yi seçmişti ve onun kellesini getirmek suretiyle özgürlügünü satın almak niyetindeydi. lmparatorun Batı ucu valisi, bu macerape rest subayın bir sefer düzenlemesine izin vermedi, ama Ch'en T'ang, valinin hasta olmasından yararlanarak sahte bir buyruk hazırlayıp Çinliler'den ve yerli halktan güçlü kuvvetli olan savaşçılan topladı. Vali durumu ö�nince askerleri geri çevirmeye yehendiyse de, Ch'en, kılıcını çekerek kendini engellememesini istedi. Korkuya ka pılan valinin kendisi de orduya katıldı. Ve ordu sefere çıktı. Olaylar zinciri devreye girmişti. Ta Fırat sahillerine kadar bu düzenli ordu nun yürüyüşünü durdurabilecek hiç kimse yoktu. Ch'en, yürüyüşü kolaylaştırmak için önce dost Wu-sunlar'ın ara zileri üzerinden dolaşmayı tercih etti. Çu vadisine gelince K'ang-chü süvarileriyle karşılaştı, fakat K'ang-chü askerleri ani bir saldın ile Çin ordusunun a�rlıklannı ele geçirdiler. Ch'en T'ang ise yılmadı ve düşmanı takip ederek, sonunda hepsini kılıçtan geçirip kaptınlıgı ganimeti geri aldı. Ama K'ang-chüler'e karşı kazanılacak bir zafer Çin ordusuna gerekli olmadıgı için, Ch'en savaş durumuna son ve rip, diplomatik manevralarla Hun yabgusunun düşmanlannı ve muhtemelen Hunlar tarafından parça parça dogranan K'ang-chü beylerinin silah arkadaşlannı kendi tarafına çekmeyi başardı. Tabii K'ang-chüler'in bölünmeleri Çin ordusuna hiçbir engelle karşılaş madan Talas vadisine kadar ilerleme imkanı sagladı. Hun yabgusu ani bir saldın beklemiyordu. Geri çekilme imkanı da olmadıgı için müzakerelere başlamayı denedi. Burada tabii olarak şöyle bir soru sorulabilir: Neden kendisinden kat kat üstün olan düşman kuvvetleri karşısında geri çekilmedi? Çünkü kendisine çe kilme imkanı ve yolu bırakılmamıştı. Hunlar bu durum karşısında dört ayaklı gıda depolannı cephenin çok arka taraflarına götürdüler. Gerçi sürüler burada emniyetteydi ama arkalannda da bir süre önce ya�malanmış olan düşman Sogdlular vardı. Çi-çi'ye teslim olması
T A L A S SAVA Ş I
361
veya er meydanına düşmesi gibi biri seçenek sunuldu. Çi-çi kışania narak Çin'e gönderitmeyi reddedince, kuşatma başladı. Hunlar ve müttefikleri, kulelerine beş renkli bayraklar çekilmiş kale surları önünden düşmanı püskrütmeyi denediler.23 lki ana kapı, "balık pu lu gibi" diziimiş piyadeler tarafından tutulmuştu ve muhtemelen bunlar Romalı lejyonerlerdi. Fakat Çinliler otomatik ok atma maki nalarının deste�iyle düşmanı kale içine çekilmeye mecbur bıraktılar. Atılan okiarın yo�unlu�undan, surları ve kuleleri koruyan muhafız lar adeta felç oldular. Hatta Çi-çi bile atılan oklarla burnundan yara lanmış ve sarayında İstirahat etmeye mecbur kalmış, ama onun orta larda görünmemesi pani�e yol açmıştı. Cesaretini ilk kaybedenler C'ang-chü askerleri, en son telaşlanananlar ise, surların gerisinde müdafaa işiyle meşgul olan Hun kadınlarıydı. Çinliler, kalenin çev resindeki istihkamları, yani iki kat kazık çitleri geçebitmek için çalı çırpı toplayıp ateşe verdiler. A�aç kazıklar yanınca, bu hattı savun ma imkanı kalmadı. H Müdafiilerin okla karşılık vererek düşman sal dmsını püskürtme girişimleri de bir sonuç getirmedi. Çünkü silah lar arasında bir eşitlik yoktu. ÇiniHer'in otomatik ok atan makinala rının Hun okçularının atış menzili dışında bulunması, çarpışmaların kaderini de belirledi. Hunlar bu başarısızlıktan sonra mazgallan ter kederek toprak tabyalara çekildiler. Bu arada Çinliler de, seyyar köp rüler hazırlayarak ana saldmya geçmeye hazırlanmışlardı. K'ang-chü süvarilerinin Çin askeri kampına düzenledikleri gece saidmsı da yine otomatik ok makinalan tarafından püskürtülmüş; böylece çarpışmalar, kale açıklannda başlamıştı. Şafak vakti Çinliler, borazanların ve savaş arabalannın eşli�inde, aynı anda bütün cephe lerden saldmya geçtiler. Toprak tabyalann içine girmeye muvaffak oldularsa da, Hunlar, henüz yabgunun sarayı yanmadı�ı için teslim olmadılar. Bu defa Çinliler, duman ve alev arasında yaralı yabgunun yattı�ı saraya girip kellesini vücudundan ayırdılar. Ondan sonra ka le muhafızlan nı silahlannı bıraktılar. 25 23 Age., s. 194. 24 Biçurin, Tung-chien Gan-mu �a 36 g. 25 Duyvendak j . ]. L An illustrated Battle-account in the history of the for mer Han dinasty. T'oung Pao, XXXIV. 4, 1939, s. 260-261. Duyvendak sürekli K'ang-/chü ile Sodiana'yı birbirine kanştınnaktadır, ama yuka nda K'ang-chü sınırlanyla ilgili olarak kendisinden aktardıgımız bilgi ler istisnai bir dikkatin ürünüdür.
362
AV R A S Y A ' D A N
Savaş bitmiş, hesaplaşma başlamıştı. Yabgunun hanımlarının, bu yı:ık oılunun ve muhtemelen 1 5 18 Hun'un kellesi vurulmuş,26 145 kişi canlı olarak yakalanmış, binden fazla kişi de galiplerin merha metine sııını:nıştı. Çinliler, K'ang-chı:ı topraklannı ele geçirmeyi bile duşunmediler. Çünkü Ch'en Tang, toprak elde etmek amacında deıildi. O, sadece durumunu düzeltmek niyetindeydi. Nitekim yabgunun kellesi ve kumandanın raporu başkente ulaşınca, devlet erkanı arasında farklı görüşler belirmeye başlamıştı. Kimileri Ch'en'i başına buyruk bir maceraperest olmakla suçluyor, kimileri ise bunun başanlı bir giri şim olduıunu, Çin'in itibannı yı:ıkseluiıini ileri sürerek, elçinin kel lesinin kopanlması yerine, valinin ve Ch'en'in ödüllendirilmesini sa vunuyordu. Sonunda ikinci görüş galip geldi ve Ch'en T'ang özgür lüıüne kavuştu. Bu işten en kirlı çıkan Huhanye idi. Çünkü Hunlar'ın yegine li deri olarak kalmış; Çin, sadece moral kazanmış; Orta Asya'nın batı kısmında ise Hunlar'ın oraya vanşlanna kadar mevcut olan statü ye niden saılanmıştı. Şu halde batı veya güneybatıyı Çi-çi yabgunun seferine katılan Hunlarla ele geçirme denemeleri, araştırmacılan yanlış bir yola sevk etmiştir. Dolayısıyla M.Ö. I. Yüzyılda Asya'daki siyasi ilişkileri takip edebilir ve Pax Sinica diyebileceıimiz düzenin kuruluşunu saılayan gerçek kuvvetler dengesini tespit edebiliriz.
26 Debs, Yoyrnnoye, s. 50.
IY. YÜZVILDA EFIALlllER VE KOMŞULARI
Dünya, Eftalitler denilen halkı 384 yılında Urfa'nın kuşatması sı rasında onların Persler'in dogulu komşuları olarak askeri saflar ara sında yer alması üzerine tanıdı. ı Buna ragmen bir buçuk asırdan da ha fazla bir süre gölgede kalmaya devam ettiler ve tarih sahnesinde kayda deger bir rol oynamadılar. Fakat V. Yüzyılın ortalannda Efta litler bunu telafi edeceklerdi. Eftalitler'in kökeni ve etnik mensubiyeti konusunda, neredeyse altından katkılamayacak kadar geniş bir literatür olmasına ragmen: bu iki mevzu halledilmiş sayılamaz. Önce Ak Hunlar denilen Eftalit adıyla başlayalım. Neden Hun ve neden ak? Diger yandan "Ehalit" adı bir kralın adından mı geliyor (Ghirshman'ın görüşü), halkın ya şadıgı bölgeden mi kaynaklanıyor, yoksa siyasi bir kavram mı? Üçüncü bir açıdan Eftalitler ırki yönden kiminle ilişkiliydiler? Dör düncü olarak, gerçek yurtlan neresiydi? Çünkü onları Sogdiyana'nın hem kuzeyine, hem de dogusuna yerleştiriyorlar. En son olarak, Iran ve Hindistan'dan çok daha fazla sıkı temas halinde bulunduklan Merkezi Asya halkları arasında Eftalitler'in yeri neydi? lşte, araştırmacının karşısına dikilen ve I. Binyıl boyunca Iç Asya tarihinde hemen hemen açıklıga kavuşturulmamış bu sorular, hala bir muamma olarak durmaktadır. Eftalitler'in kökeni konusunda bu rada okuyucuya arz edecegim bir kaç varsayım mevcut. Kimilerine göre Eftalitler Yüeçiler'den inmiştir. Bu varsayım Prokopius'un şu sözlerine dayanmaktadır: "Eftalitler, Un kabilelerine mensup bir halk ise de, ne bildigirniz Unlar'la kanşmışlardır, ne de temas kur muşlardır. Çünkü (bu iki halkın) yaşadıklan bölgeler birbirine geçı
Ghirshman R. Les Chionites-Hephtalites. Le Caire, 1948,
s.
82.
AV R A S Y A ' D A N
364
medigi gibi, bunlar arasındaki bölgelerde yaşayan insan da yoktur. "2 Eftalitler konusunda en ciddi araştırmacılardan Vivien de St. Mar tin3, Deguignes'e4 [Dögin okunuri dayanarak bu görüşü savunmak tadır. Gerçekten de "Ak Hun" adını kim oldugu tam olarak bilinme yen Eftalitler'le kıyaslayarak, Ari göçebeler olan Yüeçi halkıyla izah etmek işin kestirme tarafı; fakat bu görüş Yeta yani Eftalitler'in yanı sıra Ta-Yüeçi (Hindo-lskit)leri birlikte zikreden Pei-shih'nin kaydıy la aşılamaz bir engele çarpmaktadır.5 Kaldı ki, yerli ahaliye Toharlar deniliyordu ve kaynak da onları kesinlikle Eftalitler - Yeta, ldan'la özdeşleştirmemektedir.6 Sui-shu'nun yazarı ise sadece Eftalitler'in yönetici hanedanını Yüeçiler'den gelme olarak kabul etmekte, ama kesinlikle halkın Yüeçiler'in bir kolu veya devamı oldugunu belirt memektedir. Dolayısıyla Vivien de St.Martin'in varsayımı ispat edil memiş olarak durmaktadır. Eftalitler'in nereden peyda oldugu konusunda da birkaç görüş mevcut. Specht, onları Kuzey Çin'den neş'et ettirerek, V. Yüzyılda ta rih sahnesine çıkmış bir halk olarak görmektedir. 7 Halbuki Pers ler'in henüz V. Yüzyılın birinci yarımında Eftalitler'le savaştıklarını biliyoruz. Specht'in bu görüşü, bizzat Drouin8 ve Chavannes9 tara fından reddedilmektedir. Parker'in görüşüne göre Eftalitler Yüeban lar'dır. lO Parker, böylece onları Türk halklan arasında göstermekte dir. Aynı görüşleri ]. B. Blochet ve S. P. Tolstovl l da paylaşmaktadır, ama bu görüş Eftalit dilinin Türkçe olmadıgını belirten Pei-shih'in dogrudan işaretiyle hertaraf edilmektedir: ll "Eftalitler'i Türk kabileı
Kesaryalı Prokopius. lstoriya voyn rimiyan s persami (S. Destunis çevi risi), SPb. , 1876, s. 20-21 . 3 Saint-Martin V. de. lıs Huns blancs or Ephtalitcs ths historicns bysan tins. Paris, 1849. 4 Deguignes. Histoirc gtntral ths Huns, ths Turlrs, ths Mongols ct des autrcs Tartares Occidmtawc. Paris, 1756, vol. 11325-326. 5 Biçurin N. Y. Sobraniyc svcdmiy.. , IV266, 268. 6 Age., s. 286. 7 Specht. Etuths sur .ı:Asic Cmtralc d'aprts lcs historicns chinois. "journal Asiatique", sr. 8, 1883, s. 349. 8 Der Islam. Bd. 35, 1960, s. 143, 1 53. 9 Chavannes E. Docummts sur lcs Tou-lriuc (Turlrs) Occidcntawc. 10 Parker E. A Thousand Years of the Tartars. Shanghai, 1895, s. 168. l l Tolstov S. P. Drevniyc Xorczm. 1 2 Maenchen-Helfen O. The Huns and the Hsiung-nu, Byzantion American Series, III, vol. XVII, 1925, s. 688. -
I V . Y Ü Z Y I L D A E F TA L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
365
leri arasında göstermek için hiçbir mesnediniz yoktur .. " Grumm Grjimaylo'nun varsayımına göre ise Yüeçiler'in bir kolu Altaylar'a düşmüş ve orada karşıianna çıkan Ting-lingler'le kaynaşarak V. Yüz yılda Yüebanlar'ı ortadan kaldınp Orta Asya üzerinden Toharistan'a gelmişlerdir. l3 Ancak Pazınk kazılan Altaylı AvrupaHer'in parlak saçlı Ting-lingler degil, koyu saçlı Ariler oldugunu ortaya koymuş lur.l4 N. Veselovsky Eftalitler'i Arilerden saymakta, ama onların ne reden geldiklerini açıklayamamaktadır. Günümüzde geçerliligini sürdüren varsayımlardan S.P. Tolstov'un görüşü üzerinde durulabilir. Tolstov, "IV. Yüzyılda barbar kabHelerin umumi yükselişi"yle baglantılı olarak Eftalitler'in Sır-derya sahille rinden geldigi kanaatindedir. l 5 Marquan da Eftalitler meselesiyle ilgilenmiştir. l6 B u kabiliyeıli araştırmacının görüşleri zaman içinde degişmiştir, ama en azından Eftalitler de dahil olmak üzere Dogu tarihiyle ilgili bir dizi mesele nin yeniden gözden geçirilmesinde rol oynamıştır. Chavannesl7 ve Nöldekel8 de Eftalitler üzerinde kafa yormuşlardır. Ancak, eger bu sözünü ettigirniz eserleri burada didiklerneye kalksaydık, bu bizi ay nı problemlerden, problemler tarihi yönüne götürürdü. Vezendonk'un özellikle Almanca çalışmalara dayanan makale si,l9 meseleyi çözüme kavuşturmaktan ziyade bulanıklaştırmakta, Chavannes ve Pelliot'un eserleriyle kıyaslandıgında geriye atılmış bir adım durumunda kalmaktadır. Vezendonk'un bu makalesi de ko nunun N. V. Pigulevskaya'nın çalışmasıyla20 oldukça net bir şekilde aydınlıga kavuşturulduktan sonra önemini yitirmiştir. V. Yüzyıl Hristiyan yazarların verdikleri bilgileri titiz bir şekilde gözden geçi ren Pigulevskya, dikkatini "Ak Hunlar" ibaresi üzerine yogunlaştıra13 Grumm-Grjimaylo, Zapadruıya Mongoliya, ıı ı97-ı98. ı4 Rudcnko S. I. Kultura nasclcniya Tscntralnogo Altaya v sJıifsJıoyc vrcm yc. M.-L, ı960, s. 66. ı5 Tolsıov S. P. Po sicdam drcvrıaorc.vrıiysJıoy tsivilizatsii, M.L., ı948. ı6 Marquartj. Eranshahr nach dcr Gcographic des Ps Moscs Horcnacii. Ber lin, ı90l . ı 7 Tolstov S.P. Po sicdam drcvnc.xorc4miysJıoy tsivili4atsii. M-L., ı948. ı8 l.aufcr B. Ubcr cin tibctisches GcschichtswerJı dcr Bonpo.- "T'oun-Pao", Lcidcn, ı90 ı, vol. ı, no. l. ı9 SbomiJı trudov OrxonsJıoy cJıspeditsii, Fas. VI, ZPb, 1903, s . 229-233. 20 Longworth jamcs M. Afganistan- Al, 1913, s. 99.
366
AV R A S Y A ' D A N
rak, bunlann Panionlu Priskus ve Ammian Marcellinus'un çok iyi bildigi Karadeniz civanndaki Mongoloid Hunlar'dan antropolojik olarak aynldıgını kaydetmektedir. Ona göre, kendi aralannda kesin likle kaynaşmayan Chionit, Kidari ve Eftalitler "Ak Hunlar"dandır. McGovem de Eftalitler konusuyla ilgilenmiştir.21 O, Eftalitler'i Il. Yüzyılda TurCan'dan bu bölgeye getirmekte ve Tibet'le baglannın bu lundugu görüşünü ileri sürmektedir. Onun bu görüşünün neden ka bul edilemez oldugunu aşagıda görecegiz. S.P. Tolstov'un görüşlerinin yansımasını "Özbekistan Tarihi" (1952) adlı eserde bulduk. A. M. Mandelshtam, Chionitler'le Eftalit ler'in özdeşleştirilmesini fikrini benimsemektedir. Ona göre "bunlar, yaklaşık olarak IV. Yüzyılda Orta Asya'da iki nehir arasında yaşayan, VI. Yüzyıl başlanndaysa Kuzey Hindistan'dan Yedisu'ya, Hoten'den Iran sınınna kadar uzanan çok geniş bir bölgeyi kontrol eden göçe be kabile gruplandır. "22 Ancak Mandelchtam, IV. Yüzyılda bu kadar kalabalık bir halkın doguda Çinliler, batıda Yunanlılar tarafından farkedilmeden nasıl yaşadıklan konusuyla ilgilenmemektedir. Yazı nmız bu konuda Eftalitler'in Pers dilli olduklannı kaydetmektedir; ama biz biliyoruz ki, henüz lll. Yüzyılda Batı Sibirya'nın orman-boz kır şeridi ve Kazakistan bozkırlan Ugorlar'la meskundu. Yazanmız, bir de Eftalitler'in yaşadıklan bölgenin Mirzaçöl olması gerektigi gö rüşündedir ki, bu salıranın böylesi kalabalık bir halkı beslemek için çok küçük oldugunu kabul etmek gerekir. Ghirschman'ın, Eftalitler'le Chionitler'in aynı halk olduıu şeklin deki görüşüne gelince, artık günümüzde Chavannes'in Chion daha dogrusu Kermichion adının eski Ugor kabileleriyle komşu olan ve Ural ile Hazar arasında yaşayan kabHelere ait bir ad oldugu şeklin deki görüşü geçerliligini korumaktadır. Çinliler onlara Huna diyor lardı ki, Hyung-nular'la kesinlikle kanştırmamak gerekir. Ugorlar'ın Iran'la eskiden beri kültürel yakınlıgı oldugu konusuna eski bir üst yak mezannda bulunan ferahi şahitlik etmektedir. Bu ferahi üzerin de yay ve Pers tacı tutan kanatlı bir erboga [kanatlı at] resmi çizil miştir. H Şu anda bizim için bu süjenin Ugorlar'a Kafkasya veya Or ta Asya üzerinden mi geldigi konusu önemli degildir, ama Ugorlar'ın
21 Ta'rikh Nama-i Harat (pcrsidskiy tckst). Calcuua. 1944, s. 336-346. 22 Sovyctskaya arxcologiya, (xx), 1954, s. 59-62. 23 Lcggc ]. A. Rccord of Buddhistic Kingdoms Being an Account by the Chi nese More Fa-hein. Oxford, 1886, s. 339-420.
IV. Y Ü Z Y I L D A E FT A L İ T L E R V E KO M Ş U L A R I
367
Miladın ilk yüzyıllannda tran'la ba�lantısı oldu�u meselesi önemli dir. Dolayısıyla Persler bu halka kendilerine göre bir ad vermişlerdi ve Yunanlılar da aynı adı onlardan almışlardı. Bu yüzdendir ki 563 yılında Konstantinopolis'e Avarlar arasında yaşayan Chionitler'in el çisi geldi�inde, onlan Eftalitler'le kanştırmamışlardı. Ghirschman, nümizmatik malzemelere dayanarak Eftal adlı krallann varlı�ından söz etmektedir. Halbuki Eftalit krallannın adlan arasında tamamen başka adlar vardır: Toramana, Mihirakula (ki Türkçe kahraman an lamındadır), Mitranın kulu veya Gotfar, Thagoniş, Katulf (Şehna me). Bu adiann kökeni kesin olarak bilinmemektedir. Sizin anlıya ca�ınız, sırf bu yüzden nünizmatika Eftalit dilinin ne olduıunun be lirlenmesi için mesnet olarak kullanılamaz. Eftalitler'i yansıtan sik kelerde Brahma ve Pehlevi'yle ilgili efsaneler işlenmektedir24 ki, bunlar, kişisel ve co�rafi açıdan tran ve Hindistan'la kültürel ilişki ler bulundu�unu gösteren ünvan ve adlardır (Öme�in Balıman Va sudeva veya Sri Shahi). Türkçe ünvanlarla (tegin, yabgu gibi) örtü şen ünvaniara gelince, bunlar büyük bir ihtimalle Türkler tarafından Eftalitler'den ödünç alınmıştır. Aksi mümkün de�ildir, çünkü bun lar Türkçe okunamamaktadır. Belki vaktiyle Eftalitler de bu ünvan lan Kuşanlar'dan ödünç almışlardır. Kısacası, bu yol bizi meselenin halline götürmez. Pelliot, Eftalitler'i Türk saymak için herhangi bir mesnet olmadıtı m haklı olarak kaydetmiştir ki, daha sonralan iki taraf arasında savaş lar çıktıtında Türkler, onlan hiçbir şekilde kendilerinden saymamış lardır. Bundan başka Pei-shih'de Eftalitler'in dilininju-jan, Kao-kui ve So�diyanlar'ın dilinden ayn oldu�unu gösteren bir kayıt vardır. Gö rüldü� gibi bu halkın hangi dilde konuştu�unu tam olarak söyleye meyiz, ama zadegan sınıfı ve şehirlerde yaşayaniann Farsça konuştuk lan bilinmektedir. (lbn el-Mukaffa ve Makaddesi).25 Eftalit kralının Huşnavaz şeklindeki lakabının çıkış sebebi de budur.26 Bu ad Eftalit halkı hakkındaki görüşlerin aşın şekilde detişmesine sebep olmuştur. Gerçi bu konuyla ilgili polemi�e girmek çalışma planımda yoktu, ama birkaç cümleyle de olsa konuya de�inmek isterdim. 24 Rudenko S. 1. Pretmedi is ostyatslıogo mogilnilıa voılt Obdorslıa.- "Ma terialı po etnografıi Rossiii", t. Il, SPb., 1914, s. 52. 25 julien St. Documents sur les T'ou-Jıiue.- "journal Asiatique", 6 serie, no. 3, s. 641-66 1 . 26 Bu adın okunuşu konusunda tartışma için bkz. Kesaryalı Prokopius, lstoriya voyn rimiyan s persami, Destunis S. Çevirisi, 1/3 1 , dn. 3.
368
AV R A S Y A' D A N
Eftalit kralına Huşnavaz lakabının verilmesiyle ilgili bir efsane an latılır. Buna göre kral zadegan sınıfından bir kadına aşık olur. Ona tel li bir çalgıyla öyle güzel şeyler çalar ki, bir bülbül kanat çırparak gelir ve aletin teline konar. Efsanenin ne kadar do�ru ve gerçekçi oldu�u önemli de�il. Her halükarda Huşnavaz Farsça bir kelimedir ve "sevim li müzisyen" anlamında kullanılır. Bununla birlikte A. N. Bemsch tam27 onun "Kuşnavaz veya daha eski şekliyle Kuşnever.. " oldu�u ka naatindedir. Bu "eski şekil" müstensihin ":zel" harfi üzerindeki nokta yı koymayı ihmal etmesi sonucu, 'zel'in 'ra'ya dönüşmesinden kaynak lanmaktadır. Kaldı ki Bemschtam Farsçadaki "kha" harfini "x" yerine yanlış olarak "k" ile karşılamaktadır. Yazanmız aynca Eftalit kralının adını "Kuşan" adıyla karşılaştırmaya çalışmaktadır. Halkuki "Kuşan" kelimesi başka bir şekilde yazılmaktadır ve aynca "k" ve "kh" harfle ri farklı seslerdir. Bemshtam, kelimenin sonunu başıyla ilişkilendir mek için onu "avar" olarak görmekte ve böylece "kuşan+avar" birle şik kabile adının ortaya çıktı�ını iddia etmektedir.28 Bu durumda Bemshtam, Avarlar'la ju-janlar'ı özdeşleştirmekte, ama biraz daha ön cesinde Hunlar'ın torunlannın Avrupa'dan Orta Asya'ya geri çekildik lerini ileri sürmekte, fakat onlara neden Avar denildi�ni açıklama maktadır. Burada do� olan bir şey yok. Gerçek kelime abar, avar de �il abar - obor sesi verir. Yunanca b harfi hem v, hem de b sesi verir. T. Simokatta'nın VI. Yüzyılda tanıdı� Abarlar ise ju-janlar de�ldir. Hunlar'ın Orta Asya'ya çekilmelerine gelince, gerçekten olmuş olsay dı yine Bemshtam'ın sözlerine göre V. Yüzyılda gerçekleşmiş olurdu, halbuki Eftalitler I. Yüzyılda ortaya çıkmışlardır. Bu hatalar düzeltilir se, Bemshtam'ın varsayımından geriye hiçbir şey kalmaz. Artık, az veya çok eskimiş bir varsayımı bezgin bir şekilde tashih etmek yerine, 384 yılında Orta Asya'da iyi bildi�imiz konuya döne lim. Varsayımın büyük bir kısmı zaten kendi kendine dökülüyor, bi zim yapmamız gereken şey bu yılda Orta Asya'nın co�rafi ve krono lojik tarihini tashih etmek olacaktır.
Kidariler. 468 yılına kadar tran'ın do�u sınınnda Kidari Hanlı �ı'nın bulundu�u bilinmektedir. Bunlann başkentleri 468 yılında Şah Firuz tarafından zaptedilmiş,29 hayatta kalan Kidariler "beş dev leti fethettikleri"30 Hindistan'a çekilmişlerdi. 27 Bemschtam A.N. OçerJı isıorii gunnov, L., 1950, s. 184. 28 Age., s. 190. 29 Marquan, Eranshahr, s. 88-89; Ghirschman , lLs Chioniıes, s. 30 Biçurin, Sobraniye, IV264.
67.
I V . Y Ü Z Y I L D A E F TA L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
369
Mesele Kidariler'in kim oldukları, Eftalit ve Persler'le ne gibi iliş kileri bulundu�u ve devletlerinin ne zaman ortaya çıktı�ıdır. Bu ko nuda de�işik yazariann birbirinden farklı görüşleri vardır.
S. P. Tolstov'a göre "Tarih sahnesine Kidariler ve Chionitler adıy la ilk önce Eftalitler ortaya çıkmıştır" .3 1 Ghirschman ise aksine Ki dara'nın 367-368 yıllarında ll. Şapur'a karşı isyan eden Belh valisi ol du�u kanaatindedir. Onun halefieri olan Piro ve Varahran, Chionit ler'in yardımıyla Persler tarafından ma�lup edilmiş ve Kidari Devle ti 399 yılı civarında son nefesini vermişti.32 Ghirschınan'a, Bizansh Faustos'un metnine dayanarak, Kidara'nın Pers yönetiminden mem nun olmayan Kuşanlar'ı çevresine toplayarak onlara 367-368'de a�ır bir darbe indiren bir Arşakh oldu�unu düşünmektedir. Halbuki metinde Kidara adı geçmedi�i gibi, onun ll. Şapur'u ma�lup etti�i şeklindeki kayıt da yazann muhayyile gücünün eseri dir ki, hiçbir kaynakta bunu teyit eden bilgi bulunmamaktadır ve tam aksine di�er kaynaklar bu kanaati çürütmektedir. (Daha aşa�ı bkz.) . McGovem'e göre Kidariler, do�udan çıkıp gelen Eftalitler'i ma�lup ederek kaçmak zorunda bırakmışlardır.33 Fakat bu önermelerin tamamı kaynaklann aktardıklan bilgiler ta rafından çürütülmektedir. Pei-shih'de Yüeçiler'in kumandanı Kitolo (bu adı MÖ. 165'de Hyungnular'la savaşan Yüeçi kumandanı Kitolu'yla karşılaştınnız) Ju-janlar'la komşuluk etmekten vazgeçerek, güneye yönelip Po-lo şehrini işgal etti. 34 Bu şehir günümüzde Karşı vadisinde S. K. Kaba nov tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kabanov, Kidariler'in başkenti nin Belh'de de�il tam burada oldu�unu inandırıcı bir şekilde ispat etmiştir.35 Şapur'a karşı isyan eden genel vali Belh'de oturdutu için Ghirschınan'ın görüşü kesin bir şekilde çürütülmüş bulunmaktadır. Daha sonra ju-janlar'ın batıya dotru yayılmalanyla ilgili bilgi, Ki dara'nın halkıyla birlikte güneye, Iran sınırına geliş tarihini oldukça kesin bir biçimde belirleme imkanı vermektedir. Ju-janlar Targaba31 32 33 34 35
Tolstov, Po sledam, s. 213. Ghirshman, Lcs Chionites, s. 79-80. McGovem, The Early Empires of Central Asia, s. 408. Biçurin, Sobraniye, IV264. Kabanov S. K. K voprosu o stalitse ltidaritov. Vestnik drevney istorii, no. 2, s. 201 -207.
370
AV R A S Y A ' D A N
tay'ın batısına sadece bir defa saldın düzenlediler ki, o da Çin tarihi kaynaklanna göre ju-janlar'la Yüebanlar arasında 4 1 7-4 18 yılında vukQ bulan savaş sırasında olmuştur.36 Bununla birlikte Kidariler ancak o sırada güneye geçebilmişlerdir, halbuki Eftalitler daha IV. Yüzyılda biliniyorlardı. Dolayısıyla onlar Kidariler olamazlardı ve onların mahvoluşuyla da herhangi bir ilişkileri bulunamazdı. Böyle ce, Kidari Hanlııı'nın 4 18-468 yıllan arasında herhayat oldugunu tespit ettikten sonra, bu meselenin bizim ilgilendigirniz dönemin ta rihi çerçevesi içine girdigini, Eftalit ve Kidariler'le ilgili hipotezin lç Asya kronolojisinin bugüne kadar yeterince açıklıga kavuşturulma masından kaynaklandıgını görüyoruz.
Chionitltr: Onlarla ilgili ilk bilgilere Ammianus Marcellinus'da rastlıyoruz. 356-357'de "Sapor, krallıgtnın en uzak sınırlarındaki düş man halklan güçlükle püskürttü" . Mareellinus daha sonra bu halkla n "Chionitler ve Eusenas'lar" olarak zikretmektedir.37 tkinci etnonim, metni tahkik eden Marquart tarafından başarılı bir şeklinde çözülmüş ve "Eusenas" yerine "Cuseni" yani Kuşanlar olarak okunmuştur.JB Bu şekliyle "Chionitler" tam olarak ortaya çıkanlama maktadır. Bu durumda biz de vakıalara döneriz. Persler'in Chionit ler'le girdikleri savaş 358 yılında banş ve ittifak anlaşmasıyla sona er mişti. 359'da Chionit kralı Grumbat, tran Şahanşahı'nın Amid (Diyar bekir] üzerine duzenledigi sefere iştirak etmiş,39 savaş sırasında olay lara bizzat katılan yazanmızın yakışıklı oglu, gözleri önünde ölmüş tu.40 Bu metin bilhassa önemlidir. Çünkü Ammianus Mareellinus kendisini maılup eden Hyung-nular'ın Mongoloid çehreli olduklannı belirtmektedir ki, Chionitler'in böyle bir özelligi yoktu. 36 Bu savaşın tarihi şu şekilde hesaplanmaktadır: Yüeban'la savaşan Da t'an, 414 yılında tahta çıkmış; 41 5'de Çin'e bir saldın düzenlemiştir. Demek ki bu süre zarfında doguyla ugraşmaktaydı. Çin'e dÜzenlenen bir sonraki sder 424 yılında olduguna göre Yüeban'la savaş bu iki dev re arasında vukQ bulmuş olmalıdır. Daha kesin tarih, nümizmatikanın yardımıyla elde edilmektedir. 41 Tde Kidara narnma sikke kestirilmiş ti; ancak, S. K. Kabanov Kidart Hanlıgı'nın kuruluş tarihi olarak 420 yılını göstermektedir. 37 Ammian Martsellin, s. 233. 38 Age., s. 248. 39 Biçurin, Sobraniye, 111260. 40 Enoki K. The Origines of the White Huns or Heptalites. "East and West", no. 3, s. 23 1 -238.
I V. Y Ü Z Y I L D A E FT A L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
371
Chionitler'in yaşadıkları bölgenin ve Persler'le yakın temasta bu lundukları şehirlerin tayini konusunda V. Yüzyıla ait bir Çince me tin bize yardımcı olmaktadır. Bu metinde Huniler'in yönetimindeki "Su-do" adlı bir ülkeden tacirler geldiginden bahsedilmektedir.41 Ja pon araştırmacıların ifadelerine göre "Su-do" Sogdiyana'dır.42 Ama "Huna" kelimesinde "chion"u (veya Hion) görmek mümkün degil dir. Burada Sogd(iyana) kelimenin dar anlamıyla Semerkan'a bitişik bir bölge olarak görülmektedir, fakat muhtemelen Persler'le Chi onitler arasındaki savaş Merv ile Semerkand arasında vukü bulmuş tur. Eger durum böyleyse, bu durumda 356'da Sogdiyana'ya giren Chionitler'in gerçek yurtlan neredeydi? 6055 (563) yılında, Okyanus civarında, Avarlar arasında yaşayan Kermichionlar'dan Kontantinopolis'e elçi geldigini anlatan Bizanslı Theophanes'in metni burada imdadımıza yetişiyor.43 Eger 1 ) "Huni" kabilelerinin hemen yakınında yaşayan "Var" kabilelerinin varlıgı nı44, 2) Bizanslılar'ın Hazar Denizi'ni dünyayı çevreleyen Okya nus'un bir körfezi olarak kabul ettiklerini ve Aral'la kanştırdıklan Hazar'ın kuzeydogu sınırlarını tahmin edemediklerini bilmemiş ol saydık bu metin bizim için anlaşılmaz halde kalacaktı. Bu durumda Chionitler'in asıl yurdunu Aral Gölü ve Hazar Deni zi'nin kuzey sahillerine, S. P. Tolstov'un "Sarrnat-o-Aian ve Massaget kabileleri"nin kurdugu45 bir dizi bataklık şehirleri keşfettigi alana yerleştirmek zorundayız. Sanırım burada Chionitler ve komşulan Varlar yaşıyorlardı. Bunların toprakları kuzeybatıdan Ugurlar, ku zeyden Sabirler, dogudan ise gerçek Avarlar daha dogrusu Abarlar'la çevriliydi.46 Olayiann daha sonraki seyriyle ilgili bilgileri Ermeni yazar Faus tos of Buzanda (Buzanlı Faust]da buluyoruz.47 Onun kaydına göre }68-374 yıllan arasında Ermenilere krallık eden Papa Arşakid'in yö netimi sırasında Persler Ermeniler'e karşı düzenledikleri seferlere 41 Biçurin, Sobraniye, IV260. 42 Enoki, The Origines, s. 23 1-238. 43 Chavannes, Documrnls, s. 23 1 . 44 T. Simocaue histonarum libri octo. Bonnae, 1834, VII, s . 246-247. 45 Tolstov, Po sledam, s. 218. 46 Destunis G. S. Shaıaniya Prisha Paniyshogo, SPb., 186 1 , s. 87. 47 Trever K. V. Kuşanı, hionilı, efıaliıı po armyanshim isloçniham IV-VII vv. Sovetskaya ark., t. XXI, s. 133-135.
372
AV R A S YA' D A N
son verdiler. Çünkü Belh'de oturan Kuşan ham Arşakuni, ll. Şapur'a karşı savaş ilan etmiş ve ona aıır bir darbe indirmişti. Savaş 374-377 yıllan arasında devam etmiş ve Persler bir kez daha maglup olmuş lardı. Eger bu durumu da ele almış olsaydı bu metin kesinlikle anla şılmış olacaktı. Öncelikle "kuşanşah" ünvanı Persler'in dogu sınırla n umum valisine verilmiş bir ünvandır.48 Diger yandan o sıralarda Parth davasını bir yana bırakarak Artaşir'e katılan Dogulu Arşakiller, kendi hükümranlıklarını ve imtiyazlarını korumuşlardı.49 Artık çok iyi biliyoruz ki, Arşakiler, Belh'deki Pers kalesinde "kuşanşah" ünva nıyla yaşamışlardı. Onun isyan etmiş olması da pek anlaşılır gibi de git. Faust of Buzanda'nın aktardııı bilgileri Khorenli Moses ve Kalan kaydı Moses'in verdigi bilgilerle takviye edince, bazı net sonuçlar çı karabiliriz: 375-378 yıllan arasında vukü bulan isyan en kızgın nok tasına ulaşınca, Şapur batı sınırlarındaki askerlerini çekip, Roma'yla olan savaşa son verdi. Hona yani Chionitler, tran'la olan ittifakı bo zarak isyana destek verdiler. tsyan, bilinmeyen sebepler yüzünden yatıştı, fakat Arşaklılar'in devrilmesinin hemen ardından 384 yılında Pers ordusu saflannda şahanşahın müttefikleri olarak Eftalitler gö rünmeye başladılar. Bu tesadüfi bir örtüşme olamazdı. Esasen Belh, tran'ın daglık kesimindeki sınırla Pamir civarındaki daglık bölge üze rinde yer alıyordu. Pers valisinin amacı daglı komşulan gözetim al tında tutmaktı ve muhtemelen isyan çıkıncaya kadar onların birleş mesini önleyebilmişti. Fakat vali etkinligini kaybeder etmez, daglı kabileler birleşerek düşmanlarının işini bitirdiler. Onların pers kra lıyla müttefik olmalan da ancak bu surette açıklanabilir. Anlaşılan is yancıları destekleyen bozkırlı Chionitler yenilmişlerdi. Çünkü o günden itibaren tran üzerindeki baskıları sona erdi. Böylece Eftalitler dünya tarih sahnesine çıkmış oldular. Ancak, teklif edilen varsayımın destek görebilmesi için Eftalitler'in Orta Asya kökenli bozkırlı göçe beler degil, Pamir ve Hindukuş daglılan oldugunun mutlaka göz önünde tutulması gerekir. Bunun için kaynaklann dolaylı olarak Ef talitler hakkında verdikleri bilgileri gözden geçirelim.
Eftalitler. Eftalitler hakkındaki tartışma yaklaşık 1 50 yıldır devam etmesine ragmen, bizler daha onların kökeni ve konuştuklan dille ilgili hiçbir şey bilmiyoruz. 48 junker H.F.j. Die hephıalilischen Munzinshriflen.- Sitzungberichte der preussichen Akademie der Wissenschnaften. Vol. XXVII, Berlin, 1930, s.
222.
49 Patkanyan K. Opıt islorii dinaslii Sasanidov. SPb., 1863, s. 9.
I V. Y Ü Z Y I L D A E F T A L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
373
Birbiriyle bağlantılı bu soruları açıklığa kavuşturmak için önce Pei-shih'ye müracaat edelim. "lik önceleri bu Ev (hanedan) Altay dağınndan güneye, Hoten'den batıya doğru uzanan kuzey sınırının ötesinde ortaya çıktı."50 Altay meridyeni Lobnor Gölü üzerinde Ho ten paraletiyle çakışır. Ancak bunu tam anlamıyla bir çakışma o�arak düşünmemek gerekir. Hoten'in batısında Batı Tibet'in meskun böl gesi Dardistan, daha batısında Pamir, Vahan ve lşkaşim yer alır. Do ğulu Ariler olan Danlar, Hindistan yolu üzerinde yaşayan bir Hint kabilesidir. Diğer yandan sanırım Eftalitler'in ana sınırlan kesin bir şekilde tespit edilmiş durumdadır. Eftalitler, devletlerinin 567'de Türkler ve Persler tarafından yıkılması üzerine son krallarını tahttan indirerek Persler'in hakimiyeti altına girdiler. sı Taberi, lran şahının hakimiye tine gören bölgeleri şu şekilde sıralamaktadır: Sind, Bost, Er-Rohac (Arahoziya), Zabulistan, Toharistan, Darlistan, Kabulistan.52 Hiçbir zaman lran'a ilhak edilmeyen Arahoziya ve Hint topraklarını bir ya na bırakırsak, o zaman Pamir'in iki yanındaki dağlık vadiler Eftalit ler'in asıl toprakları olarak ortaya çıkacaktır. Bir başka yönden, Eftalitler'in kabilevi adı kulaktan dolma bir bil gidir. Huttelan adında da bu sözcüğün muhafaza edildiği pek ala dü şünülebilir. Bu mütalaayı öncekiyle kıyaslayarak, seleflerimizin tah min ettikleri gibi Eftalitler'in Soğdiyana'ya kuzeyden değil, güney den geldikleri teklifinde bulunabiliriz. Aynca bu etnografik çizgileri bize tarihin aktardığını da kaydedelim. Çinliler ve Avrupalılar'ın Ef talitlerin hayat tarzı konusunda anlattıklan birbirinden uzak şeyler. Pei-shih'de "şehirleri olmadığı, sulu ve otlu yerlerde keçe çadırlarda yaşadıkları; yazları serin, kışları ise sıcak yerler aradıklan" kaydedil mektedir.53 Buna karşılık Prokopius, üstüne basa basa "Onların da diğer Un kabileleri gibi göçebe olmadıklarını, fakat eskiden beri münbit topraklarda yaşadıklannı" belinmektedir.S4 Prokopius, Efta litler'i komşuları Persler'in aklardıkları dolaylı bilgilere istinaden ta nıyordu, ama onunla aynı görüşleri paylaşan Menandros da Türk el50 Biçurin, Sobraniye, V268. 5 1 Firdousi. lı livre des Rois, trad. Mohl. Vol. VI, s. 3 1 2-3 15. 52 Noldeke T. Geschichte der Perser und Araber, s. 1 56; Ghirshman, lıs Chionites, s. 94. 53 Biçurin, Sobraniye, 111268. 54 Prokopiy Kesariyskiy. lstoriya voyn rimiyan s persami. V22.
374
AV R A S Y A ' D A N
çiterinin söylediklerine dayanarak, Eftalitler'in yerleşik bir halk ol duklannı, evlerde yaşadıklarını kaydetrnektedir.55 Göründüğü kada rıyla bu dururnda Yunanlı yazarlar haklı, Çinli yazarlar ise yanılgı içindedirler. Hatanın sebebi de orada gösterilmiştir. " 5 1 6'da Ming-ti, kutsal Budist kitaplarını edinrnesi için Batı ucuna bir elçilik heyeti gönderdi. Bu elçilik heyetinin nezdinde iki Buddist rahip vardı: Fa li ve Hoi-sheng. Elçilik heyeti 523'de döndü .. Hoi-sheng gittikleri ül kenin durumu, yolların vaziyeti hakkında herhangi bir bilgi getir medi, ama kısaca umumi şeylerden bahsetti. Pei-shih rnüellifi bun ları bezgin bir şekilde kaydetti ve ben de onun hissiyatını paylaşıyo rurn. Ancak, Hoi-sheng Eftalit hanının başkentinde "pekçok Buddist tapınağı ve obelisk bulunduğu ve hepsinin altınla süslü olduğunu" belirtmeyi unutrnadı. Cenazelerini şahsi eşyalanyla birlikte göm düklerini de kaydetti. "56 Prokopius'a göre ise içki arkadaşlarıyla, da ha doğrusu zengin Eftalitler'in peşinden ayrılmayan asalaklarıyla da birlikte görnülüyorlardı.57 Prokopius, Eftalitler'in toplum yapısından da bahsetrnektedir. "Hayat tarzlan diğer Unlarınkine benzernez; onlar da tıpkı Unlar gi bi hayvancılıkla geçinrnezler; ama tek bir hanın yönetirnindedirler; birbirlerine ve kornşularına karşı sorumluluklarını en az Romalılar veya başka bir halk kadar gözederek iyi bir vatandaşlık sergilerler. "58 Pei-shih ise şunları ilave ediyor: "Taht babadan oğula geçmez; aksi55 Sbomik "Vizantiyskiye istoriki". SPb., 1860, s. 374. Menandros'un bu açıklaması, hiç şüphesiz, çadırlarda yaşayan onuç halkı sayarken, Erta liıleri de bunlann arasına yerleştiren Zakhana Retor'un kaydına tercih edilmelidir. Çünkü Menandros bu bilgileri ilk elden almıştır; Retor ise, Potolemaeus Philometer'in "Kurtancımızın doguşundan 150 yıl önce" kaleme alınan "Dünya Halklan Üzerine" adlı eserinden bilgilere alarak bazı ilavelerde bulunmuştur. Buna ragmen verdigi bilgiler inandıncı degildir. Ömegin Gurazn (Gürcistan)ın "Yunanca gibi bir dil konuşan Ermenistan'da bir bölge oldugu"nu kaydetmekte, Amazonlar ve köpek insanlarla ilgili bir efsane anlatmaktadır. Göründügü kadanyla onun naklettigi bu bilgiler erken dönem yazarianna aittir; Ptolemaeus'da ise Ertalitler'den hiç bahsedilmez, ama muhtemelen E[talitler olarak bildi gi Hazarlar'la özdeşleştirilen Yüeçiler hakkında bilgi vermektedir. Yü eçilerse göçebe hayat tarzını terketmişlerdi. (Sobraniye, IU257). 56 Biçurin, Sobraniye, IU269. 57 Prokopiy Kesariyskiy, Age., U24 58 Age., s. 24-25. .
I V. Y Ü Z Y I L D A E F TA L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
375
ne kabiledaşlar arasında en liyakatlisi tahta oturur. Cezalar son de rece katı. Hırsızlık halinde, çalınan şeyin miktanna bakılmaksızın hırsızın kellesi kesilir ve çalışan şeyin on misli ödetilir." "Başkentte sadece hanın sarayı vardır" "Yaklaşık on li (S km.) mesahasındaki bir alanı kaplayan saray, muhteşem bir şatodur." En önemli not ise evlilikle ilgili olanı. Eftalitler'de çok kocalılık gelenegi mevcuttu ve daha da ötesi "kardeşlerin tek bir hanımı var dı." Bu tur evlilik gelenegi komşu Tibetliler'de de mevcuttu, ama MÖ. lll. Yüzyılda Amdo'da göçebe halde yaşayan ve Siyenpiler tara fından IV. Yüzyılda kılıçtan geçirilen Ch'ianglar'da yoktu.59 Brahma putra vadisine yönelen Tibetliler, Pamir vadilerine oldukça geç bir zamanda, - ama kesinlikle V. Yüzyıldan daha önce degil,- geldiler ve dolayısıyla tabii olarak çok kocalılılık adetini yerlilerden aldılar, fa kat asla kendileri getirmediler. Sanının onlann yerlilerle yakın te mas içinde ve kaynaşmış bir şekilde bin yıl bir arada yaşamalan da bir tesadüf degildir. Eftalitlerin ve yayıldıklan alanlardaki insanlarda çok kocalılık meselesine gelince, bu hususta etnografik bir malze meye, giysiye mutlaka dikkat çekmek gerekiyor.60 Çin tarihçileri ittifaken kadının kocalannın sayısı kadar dallan olan boynuzlu kork börk giydiklerini nakletmektedirler. Önemli bir bilgi olarak kaydedilmesi gerekir ki, aynı baş giysileri Kafiristan ve Kuzeybatı Hindistan'da yani bizim tekliCimize göre Eftalitler'in ana kitlesinin yaşadıklan yerdeki insanlarda tespit edilmiştir. Kadim Hindistan'da bu tur baş giysilerinin olup olmadıgı bilinmiyor, ama Kuşan hokomdarlannın sikkelerinde, ömegin Huvişka'nın sikkele rinde yani yine Pamir ve Hindukuş'un daglık bölgeleriyle baglantılı olarak görOlmektedir ki, bu da, söz konusu halkın aslının Eftalitler oldugunu ortaya koymaktadır. Bir de mahalli bir gelenekten söz edilir. Buna göre Eftaller yerli halktır, Kuşan lmparatorlugu'nu Toharlar'ın adı ise yerli halktan farklı olarak halk rivayetlerinde hiç geçmez. Bunu bana anlatan 44 yaşındaki Şugnanlı Elifbek Hişşalov - ki kendisi lsmaili pirden ders almıştır, - bunlan gençliginde okudugu el yazmalanndan aktardıgı nı belirtmiştir. Bu el yazmalanndan birini görmek bana da nasip ol-
59 McGovem. The Early, s. 406-407. 60 lnostrantsev K. A. Venets indo-skifskogo tsarya .. - lzvestiya ln-ta istorii AN, SPb., 1909.
376
AV R A S Y A ' D A N
du. Adı Tarik Name-i Herat'dı.6l Buradaki Herat'ın kuruluşuyla ilgi li olarak anlatılan bir efsaneye göre, Kuşan'ın Talımuras adında o�lu kesinlikle Kandahar'da yaşayan kendi halkını ezmemiştir. Halkın dan 5000 kişi Kabul taraflarına gidip, orada yaşamaya başladıklann da, uygun olmayan iklim şartlan sebebiyle Gurlular'ın memleketine gelir, oradan da Aubo adlı bir yere göç ederler. Fakat orada araları açılır ve bir savaş çıkar. Bir kısmı Kuşan Olbian yani Yüksek Kuşan denilen yere göç eder. Geride kalanların başındaki kişinin adı Hayat lo'dur.62 Gidenlerle kalanlar arasında çıkan iç çatışma üzerinde dur mak istemiyorum. Bizim için önemli olan başka bir şeydir ki, o da Hayatio'nun adında "Haytal" ve "heptal" adının saklandı�ıdır. Bunu görmemek mümkün de�il. "Kuşan" co�rafi adı bize Milaltan sonra ki ilk yüzyıllarda vukO bulan olayların tarihini vermektedir. Her ne kadar yazar ça�daşı Feridun'un tarunu Yezdigerd o�lu Minuçehr'in zamanında vukO bulan olaylan zikrederek "Bu, Musa ça�ındaydı"63 demek suretiyle halkının mazisini uzak geçmişe ba�lamaya çalışsa da bu böyledir. Yukandan beri anlatılan bilgiler ışı�ında sadece Haytal halkı adıy la ana kaderlerini birleştiren insan gruplannın bir araya gelişlerini degil, bu bütünleşmenin gerçekleştigi yeri de kesin olarak tayin ede biliriz. Hatta bu halka neden ve neye istinaden Eftalit gibi ikinci bir adın verildigini de belirleyebiliriz. Cografyaya müracaat edelim. Pei-shih'de şöyle deniliyor: ""lik önceleri bu Ev (hanedan) Altay dagından güneye, Hoten'den batıya dogru uzanan kuzey sınınnın ötesinde ortaya çıktı. "64 Hoten'in ba tısında Pamir uzanır. Onun da bir tarafında Batı Tibet'in meskun ala nı Darlistan yer alır, di�er yanında ise Afganlar'a ait lşkaşim bulunur. 567'de Hosroy Anuşirvan'a sunulan bilgiye göre Darlistan, Eftalit Devleti'nin sınırlan içindedir. Feyzabad bölgesindeki Badalışan'da ise Eftal vadisi yer almaktadır.65 O zamanlar güzel bir iklime sahip olan bu vadi, günümüzde çölleşmiştir. Çünkü onun üzerinden dola şan nehir, yatagını derinleştirdi�i için artık derin bir bo�az içinde ak61 62 63 64 65
Tarikname-i Herat (Fardsça elyazması), Calcutta, 1944, s. 30-3 1 . Age., s . 30. Age., s. 32. Biçurin, Sobraniye, IV268. Burhan-ud-din-han i Kuşkeki, Kattagan i Badahşan. Taşkent 1926, 108; Grishman R. Les Chionites, s. 99.
s.
I V. Y Ü Z Y I L D A E F TA L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
377
maktadır. Nehirden sulama için su çekmek zorlaşınca, bahçeler sa ranp soldu ve geriye sadece kuru tarlalar kaldı. Tarlalarda üretim ya pılmayan yerde bahçelerin bu kadar halkı beslernesi mümkün olma dı�ından tabii olarak nüfus azalmaya başladı. Bugün Eftal vadisinde topu topu 1 2 000 kadar bir nüfus yaşamaktadır. Bunlar, o civarda ya şayan di�er insanlardan beyaz çehreleriyle aynlmakta; farsça konuş maktadırlar. Bununla birlikte "atalarının Afganlı olduıunu ve Afgan kabileleri arasında en cesur kabileyi oluşturduklarını" belirtmekte dir.66 Eftal vadisinin bulunduıu bölgeye Haftal deniliyor. A. A. Sem yenov'un ne yazık ki dikkate alınmayan teklifine göre bu adı veren ler de bizzat Eftaller'dir. Bu vadide Budda heykelleri bulunduıu için Zardiv denilen şehir harabeleri bulunmaktadır.516-523 yıllan arasında lmparatar Ming ü'nin talimatıyla bölgeye seyahat eden Buddist rahip Hoi-sheng'in sözünü euiıi şehir de bu olsa gerektir. Onun anlattı�ına göre Eftalit hanının başkentinde "birçok tapınak ve tamamı altın kaplama Bud dist obeliskleri" bulunuyordu.67 Demek ki, Eftalitler topraklan tam olarak Pamir civarındaki da� lık bölgede yer almaktaydı ve ülkelerinin sınırlannın nerelere kadar uzandııı konusunda herhangi bir detaylı bilgi yoktur. Ben burada, vadiye bu adı Eftalitler'in mi verdiıi. yoksa Eftalit adını bu vadiden dolayı mı aldıklan şeklinde bir soruya cevap verecek durumda deıi lim. Ele aldııımız konuda bunun fazla bir önemi de yok. Ama Efta litler'in Pamir'in daılık kesiminde bir halk olarak şekillendikleri hükmü bizim için daha önemlidir. Onların yayılma döneminde Eftalit adının siyasi hükümranlııı. Asya'da her zaman olduıu gibi, Eftalit hanının tüm tebaalannı içine almıştı, ama devletin yıkılmasıyla birlikte sadece vadi sakinleri ve Feyzabad civarındaki insanlar bu adı kullanmaya devam ettiler. Elimizden geldiıince Eftalitler'in ana çizgilerini ve yapısını belirt tikten sonra, asıl meseleye, etnik mensubiyetleri konusuna geçelim. Burada hemen hipotez alanına dalacaıız. Pei-shih yazarı do�rudan iki teklif sunmaktadır: Yeda hanedam hanisi Büyük Yüeçi boylann dan birine mensuptur. Başkalan Yeda'nın Kao-kui kabilelerinin bir kolu oldu�unu söylüyorlar." tkinci varsayım açıkça Eftalitler'in gö66 Burhan-url-Din-han, Kattagan, 67 Biçurin, Sobraniye, IV268.
s.
108.
378
AV R A S YA ' D A N
çebe oldUklan şeklindeki yanlış bir teklife dayanmakta ve burada şu açıklamayı esas almaktadır: "Bu halkın dili kesinlikle ju-janlar'ın, Kao-kuiler'in ve Türkler'in dilinden farklıdır. Yani eski Mo�olca, es ki Türkçe ve So�dcadan. (Yakinf, ısrarla Orta Asya halkının dilinin her zaman Türkçe oldu�unu varsaymaktadır.) Vakıa eski Türkler'de bazı malum Eftalitçe kelimelere rastlanmaktadır, fakat bunlar Türk ler tarafından ödünç alınan tegin ve yabgu gibi ünvan adlandır. Tarihi verilere göre Eftalitler'in Pamir ve H undukuş'un kendileri ne merkez edindikleri da�lık bölgelerin antropolojisini gözden geçi relim. Buradaki ahalinin ezici ço�unlu�u. Pamiro-Fergana ırkına mensuptur; fakat dört Patan kabilesinden biri olan Afridiler, san saç lı ve mavi gözlüdür. Bu tipe Afganlar, Pamirliler arasında sıkca ve da�lı Tacikler arasındaki ise nadiren rastlanmaktadır.68 30 yıl önce yapıldı�ı gibi bunu albinizmle69 açıklama girişimi, destek görme miştir. Burada iki ırk tipinin, daha do�rusu ikinci dereceden iki ır kın karışması söz konusudur. Ancak, bu sonuca ulaşmadan önce ta rihe bir göz atalım. Şimdi onlara verilen adiann sinonimlerini bilmemiz gerekiyor: 1 ) Aklıunlar (Bizans), Huna (Hint); 2 ) Badi (veya Pa-ti) (lşkaşım'daki da�lı kabHelerin yerli adı) . Günümüzde badinin aslının rüzgar anla mındaki "bad" kelimesinden geldi�i düşünülmektedir, ama bu ania şılmayan yabancı bir sözcü�ün yakıştınlmasıdır. Halbuki "Pa-ti" ve "Pai-ti" etnonimlerini Batı Çin'de buluyoruz. Üstelik de sonuncusu nun anlamı Beyaz Ti demektir. Ti ise Hyung-nu halkının bünyesin de yer alan unsurlardan biridir. Acaba "Akhun" kelimesi buradan gelmiş olabilir mi? Ti halkı Çinli de�ildi. Cinliler eskiden kendilerini "kara saçlılar" diye adlandınrlardı, Ding-lingler ise sarı saçlı ve mavi gözlüydüler. Ting-ling kabilelerinden birinin adı Ch'i-ti yani Kızıl Ti idi. Hakla rında verilen bilgilerin ortaya çıkardı�ı ortak sonuca göre "bunlar, orta boylu, ço�unlukla uzun boylu, tıknaz ve sa�lam bünyeli, uzun yüzlü, beyaz tenli, kızıl yanaklı, sarı saçlı, kıygır, dik, genellikle ga68 Longworth j. M., age., s. 1 52. 69 Orta Çagda Badahşan'da mavi göz bir güzellik belirtisi sayılırdı. Nite kim Badahşanlı Saadi bir dizesinde şöyle der: "Mavi gözlerin karası öy lesine guzel ki ! .." Siyah göz! u insanların mavi gözu bir asalet işareti kabul ettikleri bilinmektedir. Herhalde Pamir'de mavi göziiiler öyle çoktu ki, mavi göziii olmak istisnai bir durum sayılmıyordu.
I V. Y Ü Z Y I L D A E FT A L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
379
ga burunlu ve parlak gözlü" insanlardır. Çinliler onlardan "san saç lı iblisler" diye söz ediyorlardı. G. Y. Grumm-Grjimaylo'nun çıkardı�ı sonuçlara ihtiyatla yakla şıldı ve aradan otuz yıl geçtikten sonra bazı tashihler ve ihtiraz kayıt laoyla birlikte bilimin altın mirasına aktanldı. 70 Yazann görüşlerinin önemli bir kısmı erken göçebelerin tarihi ve onların Çinliler'le ilişki leri tarihi üzerine kurulmuştur. Genel olarak Kızıl Ti'lerin yani Ch'i ti'lerin torunları olarak bilinen halk eski Uygurlar'dır. Bunları, günü müzde bu adı taşıyan halkla karıştırmamak gerekir. Bir Çin resmin de Uygur "şişko burunlu, iri gözlü, yüzü, tüm vücudu kıllı; alt duda �ının hemen altından başlamak suretiyle gür sakallı, tombul kulaklı ve gür kaşlı" olarak tasvir edilmiştir.71 ( [ 5] , s. 18). Bugün onların to runları sadece Nan-shan'da (Kan-su eyaleti) berhayattırlar; araların da kesinlikle şaşı ve san çehreli olanı yoktur. Ti kabilelerinin tipi, es ki Hyung-nular için de geçerlidir. Sadece daha sonra Mongoloid ka rışımı bünyesine kabul etmiştir. Elmacık kemikleri bariz ve kalkık burunludur. Son durum Hyung-nular'ın belirleyici işaretiydi ve hat ta Shih Min "devlet sınırları içindeki tüm Hyung-nular'ın son ferdi ne kadar kılıçtan geçirilmesini" emretti�inde, pek çok kalkık burun lu Çinli de öldürüldü. 72 Bu tip, Hyung-nular'la Çinliler arasındaki savaşı anlatan Han dönemine ait bir barelyefde işlenmiştir. Şimdi de Afridiler'in tipinin tarifine bakalım: "Uzun boylu, güçlü, fakat biraz zayıfca, elmacık kemikleri dışarı fırlamış; sert çehreli, yukarı do�ru kalkmış gür kaşlı .. Bunlar di�er Afganlar'dan ayrılmaktadırlar. "73 Et nonimlerin ve fiziki tipierin örtüşmesinin tesadüfi oldu�unu sanmı yorum. Dahası, Beyaz Ti'lerin Çin'den kovularak Hindukuş'a geliş ta rihleri de birbiriyle örtüşmektedir. Pers kralların haraçgüzarlan ara sında Afridiler'in atalan sayılan74 ve Aparider denilen halk da var dı.75 Bundan başka Afridiler'in daha sonraki dönemde Hindukuş'da ortaya çıktıkları kaydedilmektedir ki, bu da üçüncü örtüşümdür. 70 Bu görüşler yazann "Ting-ling Meselesi" adlı makalesinde ele alınmış tır. 71 Grumm-Gıjimaylo, Zapculruıya, IVlB. 72 Malov. Otçtt o puteşestvii,. lzvb. Russ. Komita dlya uzuçeniya Sredney i Vostoçnoy Azii, Ser.II, no. l . 73 Grumm-Grjimaylo. Zapadnaya, IV15. 74 Sıçuan Handay huasen tsuan-tszi. Sostavitel Yen Yu. Şanhay, 1955 (Çince). 5 Longword, age. 7
380
AV R A S Y A ' D A N
Çin'den muhaceret edenlerin ilk başlarda aldıkları ad olan Hadi'nin Barlahşan topeniminde muhafaza edildi� düşünülebilir. Badalışan adı ilk defa VII. Yüzyılda Çinli seyyah Hsüan Tsang'ın eserinde geç mektedir,76 ama W.W. Barthold bu adın V. Yüzyılda da mevcut oldu �unu belirterek, Eftalit hanlanndan birinin Cirm, Badalışan ve Bolur civarını o�luna ülüş olarak verdi�ini kaydetmektedir. Anlaşılan bu topanimin kökeni daha eskilere dayanmaktadır. MÖ. 636'ya kadar Ch'i-ti ve Pai-tiler Ho-hsi'de yan yana yaşıyor lardı, fakat aynı yıl Çin prensi Wen-hun tarafından kovulmuşlardı. 11 Kızıl Ti'lerin yani Tie-le kabilelerinin ve kısmen Uygurlar'ın daha sonraki tarihi bilinmektedir, ama peki Beyaz Ti'ler nereye kayboldu lar? Kuzeyde bozkırda, güneyde Tibet'de, do�uda Çin'de onları gö remedi�imize göre, batıda aramamız gerekiyor. Gerçekten de Pamir civarındaki Badiler ve Hindukuş eteklerindeki Afridiler, kara saçlı Akdenizli Arilerle ll. Dereceden Pamiro-Afgan ırkının karışmasına ra�men, Çin'in eski yerli tipiyle bütünüyle uyuşrnaktadırlar. Kesaryah Prokopius'un "Tüm Hunlar arasında sadece onlar beyaz tenli ve güzel çehrelidir"78 şeklindeki do�rudan verdi�i bilgiye gü veniyorum. Prokopius, Karadeniz civarındaki göçebe Hunlar'ı bariz Mongoloid çizgileriyle gayet iyi tanıyordu. Halbuki Ammianus Mar eellinus ve jordanes onlan hiçbir görmeden anlatmışlardır. 79 Dola yısıyla onun bu kaydı, gözden kaçmayacak etnik özelli�i yansıttı�ı için bilhassa de�erlidir. VI. Yüzyılda Asya'nın bozkır şeridinin tama mı Mongoloid unsurlar tarafından işgal edilmişti. Sarışın tipler Kırgızlar ve Kıpçaklar,- sadece Sayan-Altay civarında tutunabilmiş lerdi ve oradan fark edilmeden Pamir'e geçmeleri asla mümkün de �ildi ve üstelik onların atalanndan o tarafa geçenler de olmamıştı. Bu durumda Pamirli sarışınların kökenini başka bir yerde ve başka bir zamanda aramak gerekir ki, böyle bir yer mavi gözlü sarışın Ti kabilelerinin yaşadıklan da� ma�ralannın bulundu�u Kuzeybatı Çin'de vardı.80 Bununla birlikte yukandan beri anlatılanlar, dar anlamıyla Eftalitler'in yerli kabilelerio de�il muhaceret ederek gelen Haydiler'in to76 77 78 79
Al, 11563-564. Biçurin, Sobraniye, 1143. Prokopiy Kesariyskiy. Age., 1122. Ammian Martsellin, 1111237. 80 Legge j.A. Record of Buddhistic Kingdoms, s. 100 ve 432.
I V. Y Ü Z Y I L D A E F T A L İ T L E R V E K O M Ş U L A R I
381
runlan oldugunu ispat etmek için yeterli degildir. Bizanslılann Ak Hun, Hintliler'in Huna şeklindeki kullandıklan etnonim bu gerekli düzeltmeyi yapma imkanı vermektedir. Buna göre Eftalit kabilesini mavi gözlü sanşın Afridiler'le özdeşleştirebilir ve atalannı eski Çin'in "san iblisleri" arasında arayabiliriz. Artık bir hüküm verebiliriz. Pamir ve Hindukuş'un daglık bölgesinde Hint-Iran grubuna mensup Ari kabileleri yaşıyorlardı. MÖ. VII. Yüzyıl sonlannda Çin sınınndan muhaceret eden parlak saçlı bir kabile gelip onlara katıl dı. 800 yıl boyunca aynı iklimi paylaşan bu kabile kısmen yerli halk la da kaynaştı. Kuşanlar döneminde, l-ll. Yüzyılda, bu kabilelelerden Hua denilen ve Eftal vadisine yerleşen bir kolu yeni bir ad aldı: Ye ta (Çince) , Eftalit (Yunanca) ve Haytal (Arapça) . Bu isim vadinin adından veya ilk hanın adından alınmıştır. IV. Yüzyıl sonlannda bu kabile çoktan organize olmuş, V. Yüzyıl başlannda lç Asya ve Hin distan'da hakimiyeti ele geçiren bir devlete dönüşmüştür. Elbette bu yayılma, "Eftalit" kavramının yayılışına paralelel olarak Pamir ve Hundukuş'un daglı kabilelerinin tamamının birleştirilmesiyle ger çekleşmiştir. Onlann daha sonralan V. Yüzyılda yükselişleri ve VI. Yüzyılda çöküşleri, hem bu konunun çerçevesi dışına taşar, hem de başka bir araştırma yapmayı gerektirir. Ancak bunun için şu hususun esas kabul edilmesi gerekir: Eftalitler kesinlikle bozkırlı degil da� lıydılar; Sogdiyana'yı ele geçirmiş ve böylece güneyden, Rusya ta rafından gelen bir unsur ve yerli sekeneyle birlikte, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Eftalit denilen etno-politik bütünlük or taya çıkmıştır.Bl Ve son bir soru: V-VI. Yüzyıllarda böylesi büyük bir alana yayılan Eftalitler nereye kayboldular: Orta Asya Eftalitleri Türk etkisi saha sı içinde kalmışlar, Hindistan'dakiler Rajputlar'un bünyesine kanş mış, daglarda kalan digerleri ise şimdilerde kendilerine Afgan de mektedirler. Fakat Eftalitler bir halk olarak Türkler tarafından 567'deki savaşta kılıçtan geçirildikten sonra tarihten silinmişlerdir. 81
Elinizdeki bu makalenin OZV. Gos. Ennitaj'da yayınlanmasından son çalışmasını inceleme imkanı buldugum japon bilim adamı K. Eno ki'nin de benzeri bir hiikme vardıgını belirtmeyi bir mecburiyet olarak görmekteyim. ra
NEREDE BU HAZARYA? (Nedelya, 1964,
no.
24)
Bu makalede üzerinde çözüm teklifi getirilen problem, çok daha önceleri tarihi co�rafya tarafından ortaya konulmuştu. Bu konu, M. 1. Artamonov tarafından "Hazar Tarihi" adlı eserinde kısaca formüle edilmişti: "Bugüne kadar Hazarya'nın ana şehirleri ltil ve Serneo der'in bulunduklan yer tam olarak tespit edilemedi�i gibi, maddi kültürle ilgili kalıntıları da bilinmemektedir. Sadece Hazar hakanla nnın mezarlannın nerede oldu�u de�il. Hazarlar'a özgü defin şekli de bilinmemektedir. Bir başka deyişle, Hazar Hakanlı�ı'nın sınırlan yeterince net olarak bilinmesine ra�men, Hazar halkının yaşadı�ı bölge şu ana kadar ortaya çıkarılmış de�ildi. " Prof. Artamonov, Aşa �ı ttilde'deki arkeolajik izierin "yazılı kaynaklarca mu�lak bırakılan konuya ışık tutaca�ını" kaydetmek suretiyle bir çözüm yolu öner mekteydi. Gerçekten de ı 960-63 yıllannda Devlet Ermitaj Müzesi Astrahan Arkeoloji Heyeti sadece zengin envanterli Hazar mezarlık lan, kaleler, sanat yadigarlan, yerleşim birimlerini ortaya çıkarmak la kalmamış, VI-X. Yüzyıllardaki Hazar yerleşim haritasını da çizme yi başarmıştır. Arkeoloji, tarihi co�rafya ve paleoco�rafya verilerini birleştiren bilim adamları, oldukça önemli başanlar elde etmişlerdir. Hazarlar kalabalık ve zengindiler. Genellikle tarım ve balıkçılıkla u�raşıyorlardı, ama çarvacılık da u�raşılan arasındaydı. Her Hazar boyunun kendisine ait nar bahçeleri ve ba�lan vardı. Bu bilgi, Ha zarlar'ın kuru bozkırlarda de�il. ltil deltası sahillerinde yaşadıkları nı göstermektedir. Vakıa, ı 959 yılında ltil'in Astrahan'ın kuzey ke simlerindeki sahillerinde yaptı�ım bir yı�ın gözlem sonucunda hay retle gördüm ki, Hazar şehri ltil'in kalıntıları burada yoktu; ama Se-
AV R A S YA ' D A N
384
litryanoye köyü yakınındaki şimdi subasar alan halindeki bölgede, nehir lığ tabakasının ı ,2 m. altında kalan VII-X. Yüzyıla ait seramik parçalan bulunmuştu. ı ı960'da ltil deltasında, Stepan Razin kum te pesinde ilk Hazar mezarı bulunmuştu ki, buradan VII-IX. Yüzyıllar da Hazar Denizi'nin su seviyesinin bugünkünden daha aşağı seviye de olduğu sonucu çıkarılabilir. Bu durumun tespiti için şimdilerde S,S m. derinlikte bulunan Derbent surlarının sular altındaki uç kısmını takip ettik. Aşağı in dirdiğimiz balık adamlar sayesinde surun bir dalgakıran üzerine değil, doğrudan kaya temeller üzerine oturtulduğunu, onun da VI. Yüzyılda Sasaniler tarafından yapılan levhalardan teşekkül ettiğini ve o zamanki teknolojinin bir adam boyundan daha derine ineme yeceğini tespit ettik. Dolayısıyla Hazar Denizi'nin su seviyesi şim dikinden dört metre daha aşağıda idi. Demek ki ltil deltası güney de dibe doğru çok daha ilerilere kadar uzanıyordu ve Hazarya'nın yüz ölçümü SO bin kilometre kareden daha fazlaydı. Hazar sahili nin ıs km. berisinde hafifçe su altında kalan kasabalar da bunu te yit etmektedir. Hazarya, VII-IX. Yüzyıllarda Hazar Denizi civarın da yer alan bir Hollanda'ydı. Merkezi deltarla yer alan birçok kum tepesinde Hazar mezarları ortaya çıkarılmıştır. Stepan Razin kum tepesindeki mezarlık tama mıyla ortaya çıkarılmıştır. Burada bulunan 20 mezardan sadece S ta nesi bizzat Hazarlar'a aittir. Aynca Hazarya'nın Batı Göktürk Hakan lığı bünyesine dahil olduğu VI-VII. Yüzyıllara ait yanmış cesetler bu lunmuştur ve cesetler Türkler'in ve Hazarlar'ın müttefikleri Uygur, Barsil ve Peçenekler'e aittir. Günümüze kadar bu mezarların sadece önemsiz bir kısmı yetip gelmiştir. Bu bulgu, VII. Yüzyıl Bizanslı ya zarların adlarını, ardı ardına zikrederek Hazar ve Türkler'i neden birbirleriyle karıştıklarını açıkladığı gibi, yine onların Hazarlar'la gö çebe komşuları arasındaki ilişkilere de ışık tutmaktadır. Türk hanının savaşçılanyla Hazar kadın ve çocuklarının mezar ları aynı mezarlıkta birbirine oldukça yakındır, aynı tabakada yer al maktadır ama yine de mezarlar arasında en az ı ,S metrelik bir me safe vardır. Bu da ancak komşu mezarların göz önünde olması halin de mümkündür. Anlaşılan VII. Yüzyılda Hazarlar ve Türkler'in ortak dış benzerliklere sahiptiler. Sizin anlıyacağınız, Hazarlar ve Türkler l
Subasar alanda yer alan ltil, XIll. Yüzyılda Hazar'ın su seviyesinin yük selmesi sırasında sular altında kalmıştır.
NEREDE BU H A Z A RYA?
385
sadece birbirlerine yakın ve uzlaşı halinde yaşamıyor, ölümlerinde dahi birbirlerine benziyorlardı. M. 1. Artamonov'un yazılı kaynakla ra dayanarak arkeolojik kazılardan elde ettiği sonuç da budur. Göçebelerin sadece ltil deltasına sokulduklarını değil, yerli halk la bir simbiyoz teşkil ettiklerini de müşahede ediyoruz. Bu durumda Türkler'in ve Hazarlar'ın Kafkas ötesine Persler'i yağmalamak için neden birlikte gittikleri ve Bizanslı yazarların onları neden birbiriy le karıştırdıkları konusu muğlak kalacaktır. Her ne kadar bunlar farklı halklar iseler de, devletleri birdi. Hazarlar, Barsiller, Türkler ve T'ie-ler (Uygurlar]ın sadece hayat tarzlan, zevkleri, kültür ve dilleri değil, tarihi kaderleri de ortaklı. Onlar, birbirlerinin dostuydular. Tahtını kaybeden ve ülkenin batı uçlarına sürülen Açina hanedanı nın Hazarya'da kendisine melce ve destek bulduğu, orada IX. Yüzyı la kadar hükümran olduğu da ancak bu şekilde izah edilebilir.
HOTEN'DEN TOPRAK MAYMUN FİGÜRLERİ (Bir yorum denemesi)
(Soobşçeniya Gosudartvennogo Ermitaja. 1 959, C. 16)
Hoten (veya Hotan) Kuzeybatı Çin'deki bir vahanın merkezinde, Uygur otonom bölgesi Sinhsian'ın güneybatısında Yurunkaş nehri nin (Tarım havzası) üzerinde bir şehirdir. Yönetim merkezi, Takla Makan çölünün güney ucu boyunca bir dizi vadileri bünyesinde ba rındıran Hoten'dir. Kuen-lun da�ından kuzeyde sahraya akan nehir ler, yaz aylarında maksirnal seviyeye düşer ve tabii olarak yılın di�er aylannda su seviyesi tekrar yükselir. Hoten, ilk defa Geç (Küçük) Han (23-220) hanedam zamanında başkumandan Pan Ch'ao (32- 1 02) yönetiminde Merkezi Asya'ya gönderilen taharn birliklerinin 70 yılında Hoten'i ele geçirmesi mü nasebetiyle Çin'le temasa geçti. I. Binyıl başlannda bu vahalarda, Kuzey Hindistan ve Afganistan'ın kültürel etkisi altında bulunan Ba tılı Ari halklar yaşıyorlardı. Bunların kurdukları krallık, Çin'den ba tıya (Pamir üzerinden) ve aynı şekilde Hindistan'a giden Büyük Ipek Yolu'nda önemli bir fonksiyon icra ediyordu. Bu krallık, ana ticaret merkezi olmanın yanı sıra, Suddizmin Kuzey Çin'e geçiş yolunun ana güzergahıydı. T'ang lmparatorlu�u'nun yayılmacılı�ı 630'da Ta rım havzasını sınırlan içine kattı�ında Hoten bir kez daha Çinliler tarafından işgal edildi. Böylece güneyden sarkan Tibetliler tarafın dan zaptedilmiş olan Haten tekrar T'ang lmparatorlu�u'nun hakimi yeti altına girdi. Şehir, T'ang ordusunun 752'de Araplar karşısında Talas nehri (şimdiki Kazakistan'da) açıklarında aldığı yenilgiden sonra Merkezi Asya'dan çekilmesi sırasında yakılıp yıkılmıştı.
AV R A S Y A ' D A N
388
X. Yüzyılda ise Hoten, Uygur Hakanhğı'nın bir kısmını teşkil eden komşu Kaşkar beyliği tarafından hezimete uğratılmış; XII. Yüz yılda da Tangut devleti Hsi-Hsia'nın bünyesine dahil olmuştu. l219'a gelindiğinde bölgedeki vahalar Moğollar'ın hakimiyetine geç ti. Eski merkez olan vaha suni sulama yoluyla özenle sulanıyor; buğ day, pirinç, dan ve pamuk yetiştiriliyordu. Bölge alüvyonlu kurnla rın getirdiği altın kırıntıları yönünden zengindi ve tüm Uzak Doğu da nefrit taşının ana kaynağı olarak biliniyordu. ı Sinhsian galerisinde sergilenen ve Ermitaj tarafından Hoten civa rından toplanan malzemeler arasında oldukça enteresan bir toprak figür yer almaktadır: Dişi bir maymun atın sırtında, iki maymun da iki hörgüçlü bir devenin üzerinde oturuyor. Bir rnusiki aleti çalıyor lar. lki maymun birbiriyle kavga ediyor. Kavgacılardan biri diğerini altına bastırmış, diğeri ise elleriyle yüzünü kapatarak onu sıkmaya çalışıyor. Bazı maymunlar dizlerini büküp oturrnaktalar. Ama oturuş tarzları Tatar usulü değiP Figürlerde Çin sanatının etkisi görünmüyor. Atın yelesi diş şek lindeki çizgilerle değil, salınmış saç şeklinde gösterilmiş. Süvarinin biniş şekli ise ufak bir sapınayla Kazak biniş tarzını andınyor. Figür de süvariler 4,5 cm, kavga eden maymunlar 2,5 ve müzik aleti çalan lar ise 2 cm. Ebadında. Benzeri figürler A. Stein'in ekibi tarafından da Hoten'de bulun muş ve yayınlanmıştı.3 Acaba bu resimler neyi tasvir ediyordu? Burada formal bir açıklama araştırınacıya yardımcı olamaz. Çün kü gerek Hindistan ve Çin'de at üzerinde bir maymun motifi bilin ınediği gibi, Pers veya Helen etkisindeki Batıda da böyle bir tasvir hiç göze çarpmamıştır. Böyle bir motif Merkezi Asya'da da bulunrna dığına göre onun onjinini bulunduğu yerde yani Hoten civarında aramak gerekir ama orada da maymun yok. Ancak, Çin, Pers ve Hint etkisinden bahsederken, bizi ilgilendi ren rnotifin var olduğu dönemin sınırlarını sadece alanda değil, za2
3
Merkezin nüfusu 1958 yılında SO bin kişiydi. Koleksiyonun tamamında 157 figür ve fragman var. Bkz. N. V. Dyako nov ve S. S. Sorakin'in katalogu (elyazması). Sbon podyemnogo mate
riala; ehspadittiya S. f Oldenburga. A. Stein. Ancient Khotan, t. 2, Oxford, 1907, tabi. XLYI; tasvir için bkz. t. ı . s. 208.
H O T E N ' D E N TO P R A K M AY M U N F i G Ü R L E R i
389
man içinde de arayabiliriz. Bilindigi gibi Hoten ll. Yüzyıldan itiba ren, o sıralar başka ideolojik sistemlere zerrece tahammülü olmayan Mahayanist Buddizmin kalesi haline gelmişti.4 Dolayısıyla maymun heykellerinin Buddizmin zirveye ulaşmasından önce yani M.Ö. I . Binyılda yapıldıgı görüşünü ileri sürme hakkımız vardır. Ayrıca on ları eski mahalli halkların efsane ve literatür süjelerine baglama im kanını da araştırmak zorundayız. Merkezi Asya halklarının eski zamanlarda hayvan atalarla ilgili efsanelerinin olması bizim konumuz açısından oldukça önemlidir. Ömegin Türkler kendilerini dişi bir kurtla bir çocugun birleşmesin den,5 Uygurlar bir kurtla bir kızdan,6 Mogollar kurtla benekli alage yikten,7 Tibetliler ise dişi bir iblisle maymundanS türediklerini ka bul ederler. Burada bir tahmin yapılamaz mı? Bu tahmini söz konusu mesele için yürütmeden önce, Buddizm döneminde yani M.Ö. I. Yüzyıl ve Miladi ll. Yüzyılda Kuen-Lun'un kuzeyinde Tibetliler'in var oldugunu var saymamız gerekiyor. Appolodor, Greko-Baktria krallıgının M.Ö. 1 90- 1 80 yılları ara sında kaydeuigi maksirnal yükseliş döneminde, sınırının Ser ve Fa unlar'ın9 veya Frinler'in topraklarına kadar 'uzandıgını belirtmek tedir. Serler, Kuzey Çin'in ve Tarım havzasının dogu kesimlerinin Avrupa'yı ipekle besleyen yerleşik halkıdır. Frinler ise genellikle Hyung-nular'la özdeşleştirilirdi: ı o Günümüzde ise bu özdeşleştir me O. Maenchen-Helfen ve W.W. Tam tarafından tartışmalı hale sokulmuştur. Birincisi dil yönünden bir özdeşleştirmenin müm kün oldugunu kaydetmekte,Uikincisi kronolojik uyuşmazlıga işa ret etmekte ve Hyung-nular'ın Tarım havzasını ancak M.Ö. 1 74'de ele geçirdikleri, dolayısıyla ·Grekler'in onlarla 180- 1 90 yılları ara sında temasta bulunmuş olamayacaklarını belirtmektedir. lı Her iki 4
Biçurin, Sobraniye, 2/s. 246: Stein, Ancient Khotan, 1/169; Grigoryev V.V. Vostoçnıy ili Kitayslıiy Turlıestan, s. 93, 94. 5 Biçurin, Sobraniye, V220, 221 . 6 Age., s . 2ı5. 7 Kozin S. A. Solırovennoye slıazaniye, s. 79. 8 Waddel L. A. The Buddhism of Tibet or Lamaism, s. 19. 9 Tam W W The Greeks in Bactria and lndia, s. 84, 85. l O lstoriya Uzbelıistana, t. ı , s. 93. l l Maenchen-Helfen O. Pseudohuns "Central Asiatic joumal", T. ı, no. 2, s. ıo2. 12 Tam, age.
AV R A S Y A' D A N
390
bilim adamının görüşüne göre Grekler, Çinliler'in Ch'ianglar de dikleri halkın kuzey kolunu teşkil eden Tibetliler'le çarpışmışlar dır. Tarn'a göre Tarım havzasının güneybatı köşesinde yaşayan tüm kabildere genel olarak Ch'iang denilebilir. B Ama Çin cografyası meseleyi bütünüyle aydınlıga kavuşturan kesin bilgileri bir hitotez olarak sunmaya izin vermektedir. Buna göre Yang-buan kalesinin güneybatısı ve Hoten'in güneyine l800 lil4 mesafede MÖ. ll-l. Yüz yıllarda Tibetliler'in tabiriyle Jo-Ch'iang beyligi vardı. Jo-Ch'iang lar göçebeydiler. Onlar gibi Kuen-lun kavisinde yaşayan Hsi-yeh, Pu-li, Yih-nai ve Wu-lei adındaki küçük kabileler orijin olarak Ch'iang ve Ti'lere mensuptular. Bunlar, göçebe bir beylik oluştur muşlardı.l5 Demek ki geçmişte Hoten kültürünün güney ve batı sında ortaya çıkmış Tibetli göçebe kabileler vardı. Ch'ianglar'ı daglık Kuen-lun'un yerlileri olarak görmek için hiç bir mesnedimiz yok. Aksine tüm doneler aksine işaret ediyor. Onla rın ilk yaşadıklan bölge, muhtemelen maymun atayla ilgili efsanenin dogdugu San nehirin yukarı akımlanndan Yünnan ormaniarına ka dar uzanan Batı Çin'di. l6 Ch'ianglar, J unglar'la birlikte sonunda ken dilerine karşı bir tenkil hareketine girişen ÇiniHer'le uzun yıllar bo yunca savaştılar. Ch'ianglar, Çin Ch'in prensliginin baskı yüzünden batıya çekil mek zorunda kaldılar. Onların güneybatı kolu Brahmaputra nehrinin orta akımına kadar geldi. Bugünkü Tibetliler de onların torunlandır. Kuzeybatı kolu ise Nan-shan, Altın-Tag'ın kuzey eteklerine ve Kuen lun'dan epizodik olarak Baktrialı Grekler'le temas sagladıklan Pa mir'e kadar uzanan bölgeye saçıldılar. Tabi ki , Hotenliler ve komşu lan Tibetliler'i bizzat kendilerinin atalannın maymun oldugu şeklin deki rivayetlerine istinaden maymun kılıktı olarak tasvir ettiler. Teklif edilen özdeşleştirme konusunun dogruluguna yukanda sö zü edilen maymunların ..Kazak" biniş tarzı da işaret etmektedir. Mız rakla savaşan insaniann bu biniş tarzı eski Ch'ianglar'da oldugu gibi dir; 17 ama at üzerinde ok atan Hyung-nu ve diger bozkırlıların biniş 13 Aynı eser.
14 Biçurin, Sobraniye, 2/172. 15 Age., s. 178. 16 Şimdilerde Tsiang denilen Ch'ianlar Sih-Ch'uan'ın tropik ormanların da yaşamaktadırlar ve göründügü kadarıyla bölgenin yerli halkıdırlar. Tüm nüfuslan 36 bin kişidir. 1 7 Lo Huan jung. Troeyatsartviye, l. 1, s. 722.
H O T E N ' D E N TO P R A K M A Y M U N F i G Ü R L E R i
391
tarzı değildir. Figürün Tibetliler'le ilişkisinin bir diğer delili de tarihi dönem içinde Amdo'dan yayılan yük hayvanı iki hörgüçlü devedir. Tarım havzasına gelen Ch'ianglar Tarım havzasına gelince işe ya rar tüm toprakların işgal edilmiş olduğunu gördüler. Bu durumda çölün uç kesimlerine, kayalık ve kumluklar arasındaki dağ etekleri ne çekilmek zorundaydılar. Çevrelerindeki tabiatın kısırlığı Ch'iang lar'ın bu kolunu hızlı bir gelişmeden mahrum etti. Böylece Kaşgar, Yarkend ve Hoten'de yaşayanlar gibi gelişmiş ekonomiye sahip kom şularına bağımlı hale geldiler. Henüz V. Yüzyılda Sih-chui-pang adında bağımsız bir Tibet prensliği varlığını sürdürüyordu. l8 Ama VI. Yüzyılda Kuen-Lun etekleri Kaşgar'la Hoten arasında bölüşül müştü.l9 Siyasi bağımsızlığını kaybeden halk, oraya buraya dağıla rak fatihlerle kaynaştı ve bağımsız varlığını kaybedip tarih sahnesin den çekildi. Çin kaynaklannın sunduğu bölük pörçük bilgilerden hiçbir ilgi miz olmayacak bir halkın adını öğrenmiş olduk. Ama Hatenli usta ların zevki, etnik mensubiyetin sembolü olarak kendini gösteren "maymun" çizgilerine rağmen bir tarz olarak muhafaza edilmiştir ve değişik bir duygunun zenginliğini yansıtmaktadır.20 Üzgün, sevinç li, düşünceli, vahşi oyunlarda, dalkakavuklukta aşağı giden insanlar görüyoruz. Bunlar, hayvan kılıklı insanlardır.
18 Biçurin, Sobraniye, 21248. 19 Age., s. 301 . 20 Stein, Anciımt Khotan, tabi. XLVI.
M.Ö. III-II. YÜlYILDA HUN-ÇlN SAVAŞI (Drevniy mir. Sbomik statey v çest akademika V. V. Sturuve, 1962, M.)
Çinliler'le göçebe komşulan Hunlar arasındaki sınır savaşlannın barbariann kültür�ü ve tanmla uıraşan bölgelere yaptıklan yaıma seferleri şeklinde deıerlendirmek gibi genel bir alışkanlık var. Konu Iann bu şekilde ele alınması yeterince cazibeli olduıu için, tarihçi likle bir çok konu da benzeri şekilde gözden geçirilmiştir. Ancak bu analoji metodu nadiren tarihi gerçeklerin ortaya çıka nlmasına yardım olur. Her şeyden önce Hunlar'ı sözü edilen göçebeler ve haydut halk larla aynı kefeye koyamayız. Çünkü sahip olduklan yüksek maddi kültür ve saılam sosyal teşkilatlan onların kim olduklannı ortaya koymaktadır. Dahası, olayların seyrini M.Ö. lll. Yüzyıldan itibaren rahatlıkla takip etmek mümkün. Bu da Hun saldırılarının düzensiz sınır savaşlan olduıu şeklindeki teklifi rahatlıkla reddetme imkanı saıladığı kadar, Han lmparatorluıu ile Hun [Hyung-nu) Devleti ara sındaki üç yüz yıllık savaşın gerçek sebeplerini gün ışınığa çıkarma ya da yardımcı olmaktadır. Gösterilen bir dizi muhtemel sebebi hemen derkenar etmek gere kiyor. Bir kere, birinin ziraatla, diğerinin sürüleri otlatmak için uy gun meralar bulunmayan vadilerde hayvancılıkla uğraşamayacakla rı vakıasından hareketle, ÇiniHer'in bozkırı, Hunlar'ın da sulak vadi leri ele geçirmeye can atmadıklarını göz önünde bulundurmak gere kir. Kültürel açıdan aralarında önemli ayrılıklar olmasına rağmen her iki halk da ürettikleri ürünleri takas usulüyle değiştirerek ticaret
394
AV R A S Y A' D A N
yapacak kadar ileri sevideydi. Hunlar'ı aşırı vahşi insanlar olarak gösterme egilimi elbette kabul edilemez. Esasen Hunlar kuzeyli, do gulu ve batılı komşularıyla çok az muharebe etmiş, ama Çinliler'le üç dafa savaşmışlardı. Burada ele alınacak savaşlardan ilki Hunlar'ın zaferiyle bitmiş, ikincisi ( 1 33-90) berabere kalmış, üçüncüsü ise {l ll. Yüzyıllar) Hun Devleti'nin ortadan kaldırılmasına yol açmıştır. Ele alınan konuyla ilgili tek kaynak "Sih-ma Ch'ien'in Tarih Notla rı" (Biçurin tarafından Rusça'ya tercüme edilmiştir) adlı eseridir. Bu nunla birlikte yeterince ilgi görmüş olmasına ragmen Silı-ma Ch'ien'in eseri tarihi gerçeklige yaklaşım konusunda olması gereken seviyeye ulaşamamıştır. Sorbonlu Prof. Deguignes'in çalışması eski miştir. ı Parker'in eserinde kaynaklara atıf yoktur. ı Cordier, Çin tari hine özel bir önem vermekte, ama komşularına yeterince yer ayır mamaktadır. 3 McGovern Çin tarihi kaynaklarının tesiri altındadır ve onlardaki bilgiyi herhangi bir tesire tabi tutmadan kullanmaktadır. 4 Grumm-Grjimaylo'nun çalışması ise genel olarak tarihi degil, tarihi cografya ve paleoetnoloji meselelerini çok iyi aydınlatmaktadır.5 Bu yüzden dikkatlerimizi dolaysız kaynaklara çevirmek zorunda yız : Çünkü ancak bu kaynaklar ve kılı kırk yaran bir araştırma so nucunda olayların seyrini yeterli ölçüde yakalayabiliriz. Çiniiter'le bozkırlı beylikler arasındaki sınır Büyük Çin Seddi bo yunca uzanıyordu. Hunlar, askeri ve ekonomik üs olarak kullandık lan Yin-shan sıradagları eteklerini ellerinde tutuyorlarlardı. Üst dü zey Çinli memurlardan Hou Ying bu bölgenin önemini sundugu ra porla veciz bir şekilde şu sözlerle anlatıyordu: "Bu daglar orman ve otlarla kaplı; kuş ve hayvan dolu. Bu daglara yerleşen Mode-yabgu aklar ve yaylar hazırladı ve saldırılarını oradan gerçekleştirdi. Bura sı onun iniydi.. Sha-mo'dan kuzeye dogru arazi düzdür; orman ve ot
l
2 3
Deguignes. Histoirc grncralc des Huns, des Turcs, des Mongol ct des aut rcs Tartares accidentaux avant ct depuis]. C. )usqu'a prcscnt. Paris, 17561758. Parker. The thousand year of the Tartars. Shanhay. Conlier H. Histoirc grncralc de la Chine ct ses rdations avcc lcs pays ct
rangcrs dcpuis lcs tcmps lcs plus ancicns jusq'a la chutc de la dynastic mandchuric. I. Paris, 1920. 4 5
McGovern W. The early empires of Central Asia. L., 1939. Grumm-Grjimaylo G. Y. Zapadnaya Mongoliya i uryanhayskiy kray. 1926, L.
M . Ö . 1 1 1 - 1 1 . Y Ü Z Y I L D A H U N - Ç İ N S AV A Ş I
395
azdır ve daha iç kesimler senipa kumdur. . Hunlar saldırı düzenledik lerinde, saklanabilecekleri gizli yerler azdır. Güneydeki muhkem sı nırlardan itibaren, aşılması zor derin daglık vadiler uzanmaktadır. Sınırdaki aksakallar Hunlar'ın Yin-shan daglarını kaybettikten sonra oradan göz yaşı akıtmadan geçip gidemediklerini söylüyorlar. "6 Savaşçı Krallıklar döneminde birbirine düşmüş olan Çinli prensler Hunlar'la baş edememişler, ama birleşmiş Çin bu meseleyi kolayca çözmüştü. M.Ö. 214'de Çinli general Meng Tien, Ordos'u işgal ede rek, Hunlar'ı Yin-shan'ın kuzeyine sürdü 7 ve o dönemin Çinli askeri uzmanlannca aptallıgın dik aliisı olarak kabul edilen Büyük Çin Sed di'nin yapımını tamamladı. Mesela Yang Yü, raporunda şöyle yazıyor du: "Ch'in Shih-huang-ti, hiç sıkılmadan ve halkın onca emegine acı madan, on bin li uzunlugundaki büyük suru yaptırdı. Artık çalışania nn iaşesini temin etmek için dönez edesinden öteberi getiriliyordu. Fakat sadece sınırlar koruma altına alınabilmiştİ ve Orta Vaha Devle ti, içten hücum ederek Ch'in hanedanının iktidarına son verdL "8 An cak, surların yapımı tamamen bitince, bu defa da bütün surlan savun maya yetecek kadar Çinli askerin bulunmadıgı ortaya çıkmıştı. Ayrıca her gözlem ve savunma kulesine az miktarda asker yerleştirilecek olursa, düşmanlar daha önce oldugu gibi, onlan kolaylıkla saf dışı bı rakacaklar ve komşular daha güçlü hale geleceklerdL Esasen Büyük Çin Seddi Hunlar'ı dutduramamıştı. M.Ö. lll. Yüzyılın son on yılı iki köklü saray darbesiyle tanışmıştı. 209'da Hun veliaht prensi babasını ve kardeşini öldürerek tahtı ele geçirmiş ve bir tür diktatörlük kur muştu. 24 Hun boyu katı askeri disipline boyun egmiş; teslimiyet po litikasından yana olanlara ölüm cezası getirilmişti. Memuri hiyerarşi de belirlenmişti: Hanedan yönetiminde görev alan ve yabgunun akra balan olan hanedan üyeleri, kabile beyleri ve hizmetkarlar. Burada Hun Devleti'ni oluşturan tüm teşkilatlan tek tek sayamayız; ancak, muhafazakar patnarkal boy yapısının sıkı bir şekilde korundugunu, üstelik toplumu gelişim yoluna iten güçlerin o andan itibaren dış fe tih politikasını benimsediklerini kaydedebiliriz ki, Hunlar bu sayede halklar üzerinde hakimiyet kurabilmişlerdir. "9 Tabi dogulu komşula rı Tung-hular'ı itaat altına alarak ve Yüeçiler'i batıya iterek. 6 7 8 9
Biçurin,
Age. , Age., Age.,
s. s. s.
Sobraniye, 1194. 45 107. 93.
AV R A S Y A ' D A N
396
Çin'de ise Ch'in Shih-huang-li'nin kurdugu askeri diktatörlük, Çin halkının tüm kesimini hanedana karşı harekete geçirmişti. Fa tih imparatorun ölümünden hemen sonra saraya yakın khkler ara sında başlayan çatışma rejimi zayıfiattıgı gibi, ülkenin her yerinde is yanların çıkmasına zemin hazırladı. Hükumet kuvvetlerinin karşı koyma gücü kırılmış, başkent yakılmış ve bunu galipler arasındaki iç savaş takip etmişti. lç savaş sırasında Çin ele geçirdigi toprakların tamamını kaybet ti. Hunlar, M.Ö. 20S'de Yin-shan eteklerini istirdat ettikleri gibi, o sı ralar Lou-fang ve Bayan [Pa-yang) göçebe kabilelerinin yaşadıgı Or dos'u da ele geçirdiler. Anlaşıldıgı kadarıyla yine 20S'de veya ml:lh temelen bir sonraki 204 yılında Mode-yabgu, Tibetli Ch'iang kabile lerinin kendisine gönüllü bağlandıgı Kukunor gölü civarındaki dağ lık bölgeye girdi. l O Hun yabgusu Çin'i kuzeydogu, kuzey ve batıdan kuşattıktan sonra Çin'e barış şartlarını bildirdi. Esasen imparatorun, "gögün oglu"nun buna itiraz edecek hali yoktu, ama gelenekler dün yanın her yerinde en üst iktidardır. Savaş kaçınılmazdı. Mode, 203-202'de savaşı kuzey sınırına kaydırarak burada yaşa yan ve Hunlar'a akraba olan Hun-yü kabilesini, Altay'ın kuzeyinde yaşayan Tingi-ling kabilesi Yüeçi-Kıpçaklar'ı, onların Yukarı Yeni sey'den Angara'ya kadar Sayan daglarının kuzey eteklerinde yaşayan dogulu komşulan Ting-lingler'i, Kuzeybatı Mogolistan'da Kırgıs-Nor gölü civarında yaşayan Ch'i-kun (veya Cho-k'un) yani Kırgızlar'ı l l
ve kim olduklan bilinmeyen Ch'ai-li adında bir halkı itaat altına al dı. Arkasını saglama alan Mode bakışlarını tekrar Çin'e çevirdi. Çin'deki iç savaş 202 yılında Han hanedanının hanisi olan ve Kao-ti [Kao-tsu] ünvanı alan Liu Pang'ın zaferiyle sonuçlanmıştı. Ancak, ülke yıkımlardan kurtulamadıgı gibi, kuzeyden de Hunlar akın et meye başlamışlardı. Hunlar Ma-i kalesini kuşatmışlar; kale kuman danı Prens Han Hsin, teslim olmaya mecbur kalmıştı. Çin geleneği ne göre teslim olmak hainlikle eş degerdeydi ve galip tarafın tebalı gını kabul etmek demekti. Hiçbir mazeret, teslim olan kişiyi mazur gösteremezdi ve onun yapabilecegi en iyi şey. intihar edip hayatına son vermekti. Han Hsin bunu yapmadıgı gibi, ihanetini sürdürerek, bütün geri dönüş yolları tıkalı olduğu için, yeni efendisi Hunlar'ın sadık bir hizmetkarı haline geldi. Alelacele güneye yönelen Hunlar, 10 Biçurin, lstoriya Tibcta i Xuxunora, Ç. I. SPb., 1883, s . 17. Kiselev S.V. Drevnaya istoriya Yujnoy Sibiri, s. 560-561
ll
M . Ö . 1 1 1 - 1 1 . Y Ü Z Y I L D A H U N - Ç İ N S AV A Ş I
3fJ7
200. yılın kış aylarında Ho-wu,chü sıradağlarına ulaşarak Kuzey Shan-si'nin başkenti Chin-yang'a (bugünkü T'ai-yüan) geldiler. Kao ti hemen onlara karşı bir ordu gönderdiyse de, uzun yol boyunca, neredeyse savaşçıların üçte birinin elleri dondu. Mode, alışılmış göçebe savaş taktiğini de değiştirdi ve yalandan geri çekilerek Çin ordusunun en vurucu güçlerini kuşatma altına al dı. P'in-ch'eng şehrine yakın olan eski Pai-teng'de Çin öncü birlikle rini imparatorla birlikte kuşattı. Daha da enteresanı, Mode'nin as kerlerini dört küçük birliğe ayırması ve her birine farklı renkte do ru adar vermesidir. Bu adar, karayagız, beyaz, kır ve al donluydu. Çinliler, yedi gün boyunca, arı ardına yapılan Hun saldırılarını dur durmak için yemeksiz ve uykusuz olarak direndiler. Sonunda Çinli casuslar Mode'nin hanımıyla temasa geçip, verdikleri değerli hediye lerle kocasını "dahi bir insan olan" Kao-ti ile anlaşmaya ikna etme ye razı ettiler. Mode'nin hanımı, kocasına, Çin'i fethetse bile Hun lar'ın her halükarda orada yaşamayacaklarını belirtti. Bu tür mülaha zaların yanı sıra Prens Han Hsin'in o döneme göre henüz gerçekten güçlü olduğu konusunda şüpheler, Mode'yi savaşa daha fazla sür dürme düşüncesinden vazgeçmeye zorladı ve Mode, Kao-ti'nin or dusunun çıkıp gitmesi için kuşatmanın kaldınlmasını emretti. Böy lece Çin ordu, Haniann açtığı fakat oklarını düşman askerlerine çe virdikleri koridordan korku içinde çıkarak merkez kuvvetleriyle bir leşti. Mode de geri döndü. Bu, Hunlar'ın yaptıklan en büyük sefer lerden biriydi, ama haritaya dikkatle göz atıldığında Çin içlerine faz la ilerleyemedikleri görülecektir. Bütün harekat Shan-si'yle sınırlı kalmıştı. Ma-i ve P'ing-ch'eng şehirleri, sınırdan 90 ve 40 km. içeri de yer almaktaydı. Chin-yang ise 250 km. içerideydi. Bütün askeri harekat ve yığılma, P'ing-ch'eng üzerinden eski Pai-teng'de gerçek leşmişti. Sih-ma Ch'ien, Çin ordusunu 320 bin savaşçı (bu rakam, bütün ordunun yarısından beşte dördüne kadar olan kısmını teşkil eden doğu ordulannı da şamil, geri hizmetini içine aldığı için doğru bir rakamdır), Hunlar'ı ise 400 bin süvari olarak göstermektedir ki, apacık bir mübalağa vardır. Çünkü, eğer Hunlar'ın yedek atlan ol madığı göz önüne alınacak olursa, her atlıya 30 m2 yer gerektiği noktasından hareketle, 400 bin atlı için 30x40 km. genişliğinde bir alan gerekir ki, buna Hun ordusunun ortasında kalan ve daha az yer kaplayan Çin askerleri için gerekli toprak parçasının da ilave edil mesi gerekir. Görüldüğü gibi tam bir saçmalık söz konusudur ve muhtemelen Sih-ma Ch'ien Hun ordusunun sayısını 10-20 kat fazla
398
AV R A S YA' D A N
göstermiştir. Mode'nin askeri gücünü 20-40 bin arası olarak kabul edersek, o zaman neden barışa razı olduğu anlaşılacaktır. Çünkü yaklaşık 600 km.lik bir alana yayılan devasa Çin ordusu, öncü kuv vetlerinin kılıçtan geçirilmesi halinde dahi Mode'nin ordusundan daha güçlüydü. Ancak, Kao-ti'nin durumu oldukça nazikti. Haneda nı ayakta tutan ana güç durumundaki hassa birlikleri de kendisiyle birlikte kuşatma altına alınmıştı. Eğer Hun ordusu onu kılıçtan ge çirirse, o zaman arkasında başka bir hanedan ortaya çıkacaktı. Zaten o sıralarda Çin'de iktidarı ele geçirmek isteyen birçok rakibi vardı. Savaşı sürdürmenin anlamsız olduğunu anlayan Kao-ti, bir elçi göndererek "doslut ve kardeşlik" anlaşması imzalamayı kabul etti. Vanlan anlaşmaya göre Çin sarayı prenseslerden birini yabancı bir hükümdarlığa gelin göndererek ve ayrıca her yıl, anlaşmada belirle nen miktarda hediye verecekti. Esasen bu, üstü kapalı bir tür vergiy di. Mode, prensesi ve vergiyi almasına rağmen, Han Hsin ve diğer sı ğınmacı asileri desteklemeye devam etti. Bu yüzden savaş fiilen de vam ediyordu. Han Hsin ve taraftarları, Çin'in kuzey bölgelerini ya kıp yıktılar. 197'de Chao ve T'ai ülüşlerine ait orduların başkuman dam olan Ch'en-hsi, Han Hsin tarafına geçerek Hunlar'la bir ittifak anlaşması akdetti. Fakat imparatoriçe Lü Hou, bir hile ile Han Hsin'i başkente getinerek, orada kellesini kestirdi. Fang K'u-ai kumandasındaki Çin ordusu, iki yıllık bir mücadele den sonra isyanı bastırdıysa da, Yang (Ho-pei vilayeti) Prensiliği'nde çıkan yeni bir isyan sebebiyle, işini sonuna kadar götüremedi. Asile rin lideri Liu Huang, Hunlar'a sığındı ve saldınlar Çin'in doıu böl gelerine kaydı. Çin ordusundaki kumandanlar, sık sık hainlik etme ye başladılar. Uğradığı başarısızlıkların verdiği azaba dayanamayan Kao-ti, 1 95'de öldü. Çocuk yaştaki velialıtın naibeliğini, lmparatori çe Lü Hou üzerine aldı ve onun günlerinde iç çatışmalar daha da an tı. Mode, 1 92 yılında doğrudan imparatoriçeye evlilik teklifinde bu lundu. Mode, imparatorluğun kocaya çeyiz olarak verileceği ve böy lece bütün Çin'in hakimi olacağı ümidindeydi. Bu teklif karşısında öfkeden küplere binen imparatoriçe, önce elçileri öldürtüp savaş ilan etmeyi düşündüyse de, kendisine "barbarlar"a kızılmaması ge rektiği, aksine gelin adayının yaşlanmış bir kişi olduğu şeklinde na zik bir cevap verilmesi tavsiye edildi. Çinli vezirlerin korkarak gön derdikleri cevap, nedense Hun yönetimi tarafından makul karşılan dı ve bitip tükeome noktasına gelen zayıf Çinli isyancıları destekle-
M . Ö . 1 1 1 - 1 1 . Y Ü Z Y I L D A H U N - Ç İ N S AVA Ş I
399
rnek için güçlü ordular gönderilmediyse de, Hun gruplarının küçük çaplı saldırılan devam etti. Aradan sekiz yıl geçmesine rağmen Hun tehlikesi hertaraf edilmiş değildi. ÇiniHer'in söyledikleri şarkılarda "P'hin-ch'eng şehri boyunca kederdan başka bir şey yoktu; yedi gün boyunca bir şey yemediler ve yayı gerecek takatları bile kalmadı" şeklinde mısralar yer alıyordu. 1 2 Bu tarihten sonraki yedi yıl, hiç de sakin geçmedi. Genç imparatorluğun gücü dış düşmanların saldırı larını durdurmaya yeterli değildi , fakat Mode bunu bilmesine rağ men yeni bir savaş başlatmadı. Bunun sebebi, elbette onun barışse verliği değildi. Çünkü batı sınırlarında Yüeçiler'le (detayları tarihi kaynaklarda henüz açıklanmayan) amansız bir savaş başlamıştı. Mo de yabgu, Tun-hular'a ve Sayan-Altay kabilelerine karşı ne kadar ko lay zaferler kazanmışsa, batı sınırlarındaki göçebelerle yaptığı savaş larda o kadar zorlanmıştı. Burada Asya'nın kaderi tayin edilmiş ve iki bin yıldır Yüeçiler'le Hunlar arasında devam eden çarpışmalar, Avrasya bozkırlarının etnogenez ve soy kökünü şekillendirecek olan Moğol unsurunun hakimiyetini ön plana çıkarmıştı. Kuvvetlerini dağıtmak istemeyen Mode, Çin'i rahat bıraktı. Böylece gelişerek güçlenme imkanı bulabilen Shang hanedanı, sı nır boylarındaki asi derebeyieriyle hesaplaşmaya başladı ve netice de asilerin büyük kısmı çarpışmalarda hayatlarını kaybederken, bütün ümitlerini yitirenleri de Kuzeybatı Kore'ye kaçtılar. Doğu ile barış halinde bulunmanın Hunlar için ne kadar önemli olduğu şu şekilde izah edilebilir: 1 77'de Hun sınır prenslerinden birisi Çin'e saldırmıştı. lmparator Wen-ti, 85 bin kişilik süvarı ve zırhlı savaş arabalanndan müteşekkil ordusunu düşman üzerine göndermiş, fakat Hunlar savaşa girmeyerek geri çekilmişlerdi. Weng-ti, savaşı bozkırlara taşımak istemiş, fakat sınır voyvodalarından Hsin Kui'nin isyan etmesi onu bu ani saldırıdan vazgeçirmişti. Bu arada Hunlar, Çin'e elçi göndererek özür dilemişler ve saldırıyı yapan prensin sınırdan alınarak batıya gönderildiğini belirtmişlerdi. Aynı prens, orada Yüeçiler'e karşı bir zafer kazanarak hatasını telafi et mişti. Hunlar'ın gücünün boyutunu idrak eden Çin yönetimi, ya pılan özür beyanının kabul etmiş ve bir süre sonra da Hunlar'la ba rış müzakerelerine geçmişti. Varılan anlaşmaya göre, Hun Devleti Çin Imparatorluğu'yla denk kabul edilmiş ve her iki ülkenin yöne ticileri birbirlerini kardeş ilan etmişlerdi, Bu, Hunlar için büyük bir 12 Biçurin, Sobraniye, V53.
AV R A S Y A ' D A N
400
başarıydı. Çünkü o güne kadar hiçbir göçebe prensi Çin irnparato runa denk sayılrnarnıştı. Hun yabgusunun gönderdigi rnektuptan, Hun ordusunun 1 77 yılında bütün gücüyle yüktenerek Yüeçiler'i rnaglup ettigini anlıyoruz. Mode, hayatının başlarında hayal bile edernedigi yüce bir rnevkiye eriştikten sonra 1 74 yılında öldü. Mode yabgunun siyasi amaçları bellidir. Öncelikle "tabii bir sı nır" oluşturmanın mutlaka gerekli oldugunu düşünüyordu ve bu amacına ulaşmıştı. Ikincisi çevresindeki insanlar kendisini çiftçilik le u�raşan Çin'den Hun topraklarında bulunmayan ürünlere sahip olma konusunda sıkıştırıyorlardı. Bu ürünler de hediye olarak gön derildi. En son olarak bozkırlı tebaalan nezdinde etkili olabilrnek için prestij sahibi olması gerekiyordu, bu amacına da nail oldu. Çün kü irnparator onu "kardeş" ilan etmişti. Ihtiyacı olan her şeyi elde et tikten sonra huzurlu bir şekilde barış anlaşmasını irnzaladı. Ama Mode, sadece akrabalannın de�il tüm Hunlar'ın ipek ve keten giy rneyi, Çin tatlılarını tatmak isterligini gözden kaçırrnıştı. Bu prob lemle ugraşmak ise Mode yabgunun o�ul ve tarunu Lao-shang ve Kün-çin yabguya kalmıştı. "At sırtında bir imparatorluk kurabilirsiniz, ama onu at sırtından yöneternezsiniz" demişti bir defasında Çingis-han döneminin etkili yöneticilerinden Yeh-lü Ch'u-ts'ai. Hun lrnparatorlu�u'nun kurucu su Mode yabgu da bunu çok iyi anlarnıştı. Hükürndarlı�ının sonla rına dogru Çin'den kendisine sı�ınan birçok Çiniiyi hizmetine ala rak, Çin sarayı ile Hun Devleti arasındaki diplomatik ilişkilerde on lardan geniş ölçüde faydalanrnıştı. Yerine geçen oglu Lao-shang yab gu da onun izinden yürürnüş ve Çin'den kendisine zorla elçi olarak gönderilen Chung Hang Yüeh, Hun tarafına geçrnek isteyince bu teklifi sevinçle karşılamış ve kendisini iltifatlara bo�rnuştu. "Yüeh, yabgunun çevresinde bulunanlara, tebaa ve hayvan sayısı ile mal varlıklarını bir deftere kaydedilmesini ö�retti." 13 Bu dururnun kabu lü, Hun toplumunun iç işlerinde büyük bir devrim yarattı. Yabgu ve yakınianna (ki hepsi de onun akrabalanydı) verilen salıklar (vergi ler), yabgu boyunu di�er küçük boylar arasından çıkarmış ve Mo de'ye rüyasında bile görerneyece�i büyük bir imkan sa�larnıştı. Bu nun sa�ladı�ı en büyük imkan, yabguya "Gögün ve yerin o�lu, gü neş ve aydan olmuş büyük Hun Yabgusu . " H unvanının verilmesi ol.
13 Age., s. 58. 14 Aynı yerde.
M . Ö . 1 1 1 - 1 1 . Y Ü Z Y I L D A H U N - Ç İ N S AV A Ş I
401
du. Burada iktidar hakkının "tanrının lütfuyla" tayin edildigi; bu yüzden de kabiledaşların iktidara gelen kişiye itaat edip, karşı çık rnarna mecburiyeünde olduklarını görüyoruz. Böylece yabguya tanı nan imtiyazlar, eski sisteme o kadar ters düştü ki, halk kitlelerinin isyan edip silaha sanlacaklan tahmin ediidiyse de, hiçbiri olmadı. Aksine yabgu iktidan görülmemiş yetkilerle donatıldı. Esasen Hun lar, eski hürriyetlerini ister istemez kaybetrnişlerdi ve onu elde et rnek için galiba büyük bir bedel ödeyeceklerdi. Artık, maglup kabi le ve halklardan elde edilen savaş ganimetierinin ve vergilerin tama rnı dogrudan yabgunun hazinesine gidiyordu. Gerçi bu ganimetierin önemli bir kısmı savaşçıların elinde kalıyor ve Hun kadınlan koyun derisinden yapılma giysilerini ipekli elbiselerle degiştiriyorlardı. Ar tık Hun saflannda kırnız ve kaşarın yanı sıra, Çin şarapları, ekmek ve tatlılar da yer alıyordu. Tarihi kaynaklar Hun toplumunda görül memiş bir refah ve lüks döneminin başladıgını, bununla birlikte adederin bozuldugunu kaydetrnektedirler. Kendisini yeni efendisinin hizmetine adayan uzak görüşlü Yüeh, bu tür degişiklikterin getirecegi tehlikelere işaret etti. uHunlann nü fusu, - dedi Yüeh, Lao-shang yabguya, - bir Çin şehrinin nüfusuna bile denk degildir. Fakat onlar, farklı giyim-kuşarn ve yerne-içme ko nusunda Çinliler'e bagırnlı olmadıklan için güçlüdürler. Şimdi ise, ey yabgu, siz adederinizi degiştiriyor, Çin eşyalanndan hoşlanıyor sunuz. Eger Çin, elindeki eşyaların onda birini gözden çıkarırsa (satmaya razı olursa- L. G), bütün Hunlar tek tek Han hanedam ta rafına geçerler. Siz Çin'den ipekli kurnaşlar alarak, halkın üzerinde ki elbiseyi çıkarıp onlan giydirin. Sonra da dikenli bitkiler arasına salıp, böylece bunların kürk ve deri elbiseterin yerini tutamayacagı nı gösterin. Çin'den gıda maddesi alın, ama onu kullanrnayarak, ka şar ve sütün onlardan daha üstün oldugunu gösterin. " l5 Yüeh'in hazırladıgı programa kulak asılmadı. Yabgu, geleneklerin bozulmasının müsebbibi oldugu kadar, ekonomi ve hayat tarzının da degişmesine yol açtı. uEşyanın cazibesi" Hunlar'ı giderek daha fazla tüketime sevk etti ve neticede, hayat tarzlan degişti. Fakat bu tür degişirnlerin neticelerinin görülmesi için çok beklernek gerek rneyecekti. lki üç nesil (50-75 yıl) sonra hepsi neredeyse dejenere olmanın kucagına itilrnişti. Hunlann çok sevdikleri ürünler, Çin'den
15 Age.,
s.
57-58.
402
AV R A S Y A ' D A N
akıp giderken, tabii olarak, bu kanalın daha da genişletilmesi istek leri yükselmeye başladı. Han hanedanı, Çin'de ordunun ve devlet erkanının ihtiyaçlarını giderebilmek amacıyla halktan mümkün oldu�unca çok ürün topla mayı amaçlayan yeni bir vergi sistemi geliştirdi. Buna göre, sınırda ki barter ticareti, gerekli vergiyi toplayabilmek amacıyla do�rudan devletin kontrolüne geçiyordu. Bu sistem, öncelikle salık (vergi) ödeyen Çinli tebaayı, ikinci olarak da ihtiyacından daha az kumaş ve ekmek temin edebilen Hunlar'ı tedirdigin etmişti. Her iki taraf da aracısız alış-veriş yapmak istiyor, fakat bu da tebaadan devletin ka sasına daha çok salık aktarmaya alışmış olan Çin yönetiminin işine gelmiyordu. Anlaşılan bu çetrefil mesele, ancak savaş yoluyla çözü lebilecekti ve savaş da kendini fazla beklettirmeyi sevmezdi. Lao-shang yabgu, Yüeçiler'in işini bitirip hareket serheslisine ka vuşunca, Çin üzerine yürüdü. 166'da 1 40 bin kişilik> bir süvari ordu suyla Kuzeybatı Çin'e girip, "büyük miktarda esir, sürü ve mal" top ladı"ktan sonra imparatorun yazlık sarayını yaktı. Hun süvari birlik leri, başkent Ch'ang-an'a 43 km. kadar yaklaşarak hızlı bir akın dü zenlediler. Seferberlik ilan eden imparator, bin zırhlı savaş arabası, 100 bin süvari ve üç yardımcı kolordunun hazırlanmasını emrettiy se de, onlar toplanıncaya kadar Hunlar tek bir kayıp bile vermeden ele geçirdikleri olcalarla (ganimet) ülkelerine geri döndüler. l6 Bunu takip eden dört yıl boyunca Hunlar, akınlarını sürdürerek, bütün sı nır bölgelerini (özellikle de Leao-tung civarını) ya�maladılar. Esas darbe, kısa süre önce Hunlar tarafından fetbedilen ve Çinli olmayan halklarca meskun bulunan batı bölgesinden vurulmuştu. Askeri ha rekat, bilhassa P'ei-ti'de (Do�u Kan-su) etkili olmuştu. Burası, 1-ch'ü jungları'ının vatanı idi ve ancak M.Ö. lll. Yüzyılda fethedilmişti.l7 Burada Hunlar'ın, yerli halkların yardımları sayesinde Merkezi Çin'de yenilgiden kurtulduklarını hatırlatmalıyız. Bu yürüyüş çok az olumlu sonuç vermekle birlikte, Çin süvarileri batıya itilmiş; aynı dönemde Hunlar Yin-shan'dan başlayarak bütün do�u sınırlarını ya�malamışlardı. Sonunda 1 62 yılında lmparator Wen-ti, Lao-shang yabgudan ba rış anlaşması yapılması talebinde bulundu. Yabgu, cevap olarak, önemsiz havası vermek amacıyla bir tang-hu (düşük dereceli me16 Age., s. 59. 1 7 Age., lll, Fihrist, s. 13.
M . Ö . 1 1 1 - 1 1 . Y Ü Z Y I L D A H U N - Ç İ N S AV A Ş I
403
mur) gönderdi. Tang-hu, beraberinde hediye olarak Çin vakanüvis lerinin zikretmeye bile de�er görmedikleri iki at götürdü. Buna ra� men Wen-ti, kırgınlık duymadı�ı gibi, hediyeleri de kabul ederek, barış anlaşmasını akdetti. Yapılan anlaşma, Çin için oldukça a�ır ve utanç vericiydi. Buna göre Çin ve Hunlar iki eşit devlet sayılacak; Çin, komşusunun ülkesindeki so�uk ikiimin güçlüklerini hesaba katarak Hun yabgusuna her yıl "hatın sayılır ölçüde dan, beyaz pi rinç, simli kumaş, ipek, pamuklu kumaş ve de�işik eşyalar" gönde recekti. l S Bu, bir tür üstü örtülü haraçtı. Anlaşmaya göre, eski sı�ın macılar iade edilmeyecek, fakat yeni sı�ınmacılar ölüm cezası veril memesi garantisiyle geri iade edileceklerdi. Anlaşma, Hunlar'ın Çinliler'e karşı bariz bir üstünlük sa�ladı�ının kesin göstergesi ol makla birlikte, serbest sınır ticareti konusunda herhangi bir madde konulmamıştı. Lao-shang yabgu, Çin'le Hunlar arasındaki sınır ticareti meselesi ni halletmeden, 161'de tahtı o�lu Kün-çin'e bırakarak öldü. Kün çin, hiçbir de�işiklik yapmadan, vanlan anlaşmayı uyguladıysa da, 1 58'de Çin'e karşı saldınya geçiverdi. Her biri 30 bin kişiden (?l) meydana gelen iki Hun birli�i. kuzey ve batıdan Çin sınırlannı aşa rak, ya�malaya ya�malaya ilerlemeye başladı. Sınırlara yerleştirilen ve ateşle ya�mayı haber veren özel aların sistemine ra�men, Çin or dulan hemen toparlanamadılar ve sonunda Çinliler sınırlara yaklaş tı�ında Hunlar çok uzaklaşmiŞ oldular. Hunlar, bir sonraki yıl da ba şarılı saldınlar gerçekleştirdiler. Wen-ti 157'de ölünce, 1 56'da Ching-ti tahta geçti. Imparatorluk sınırlan içinde şiddetli grup çatış malan meydana geldi. Ma�luplar tenkil edilmelerini beklerken, tek rar toparianarak Hunlar'dan yardım istediler. Ancak yeni yönetim, iç problemleri bastırmayı başardı ve 1 54'de Hunlar yardım etmedi�i için, isyancılar tamamen tepelendi. Tabii Hunlar Çinliler'in iç işleri ne karışmamanın karşılı�ını aldılar ve böylece 1 52 yılında sınır pa zarlan açılarak, takas ticareti yeniden canlandı. Bundan başka Hun yabgusuna büyük hediyelerle birlikte bir de Çinli prenses gelin ola rak gönderildi. 1 52. yıl Hun gücünün zirveye ulaştı�ı yıl ve 1 33'de lmparator Wu-ti tarafından bozulan 20 yıllık barış döneminin baş langıcıydı. Bu sonuncusu yeni bir savaş başlattı. Savaş M.Ö. 90 yılı na kadar sürdü ve her iki tarafın da gücünü sünger gibi emdi. Bu sa vaşın özellikleri tamamıyla başkadır ve aynca ele alınması gerekir. ıs
Age.,
s.
60.
404
AV R A S Y A' D A N
Şimdi başlangıçta kısa üzerinde durdugumuz tezimize dönelim. Eger Hunlar sıradan bozkırlı yagmacılar olsalardı, bu kadar başan elde ettikten sonra, durup dururken savaş ve saldınlara son vermez lerdi. Esasen gerçek tamamen başka: Sınır boyunca takas ticareti me selesi halledilince, savaş durmuş ve her iki devlet de ekonomik yön den büyüme dönemine girmiştir. Bu durumdan Hunlar ve Çinli bü yük kitleler fayda saglamış, fakat imparatorluk kasasına bir şey gir memiştir. Bu ana kadar anlatılanlara istinaden şu genel sonuca vanlabilir: Savaşı başlatan ..barbar" Hunlar degil, Han lmparatorlugu'nun halk tan kopuk yönetici kesimi ve onun çıkarlan olmuştur. Ama sonuçta Hun halkı kılıçtan geçirilmiş ve Han hanedam da yıkılmıştır.
KAYNAKÇA RUS DİLİNDE ArspocoB B . H. reTepoxpoHHOCTb nepHO.llOB noBblmeHHoro ya.nalKHe HHJI H apH.QHOA 30H / /H3BecTHJI 8CecOI03HOro reorpacJIHllecKoro orsuıecTBa. ı 962 , NI 4.
Abrosov V.N. Yüksek Rutubet DDnrnılerin Heterojenligi ve Çorak BDigder. Umum Sovyet Co�trafya Kurumu Haber Bülteni, 1 962, No. 4 A,ı:ıpHaHoBa-nepeTl.l B.n. "Cııoao o noııKy H ropeBe" H "3a.ll O HIQHHa"; "CııoBo o noııKy HropeBe-naMJITHHK XII B. M. ;11 . • ı 962.
Adrianova-Perets V.P. "lgor Alayı Destanı" ve "Zadonşina"; "lgor Alayı Des tanı-Xll. Yüzyıl Yapıtıdır. Moskova; leningrad, 1962. AııbWHl.l
Jl.H.O
BpeMeHH HanHcaHHJI ·cııoaa o noııKy Hropeae"//OT
aeTbl COBeTCKHX yqeHbiX Ha BOnpocbl
IV
MelK,ll yHapO.QHOrO Cbe3-
,ı:ıa cııaBHCTOB. M. • ı 958.
Al'şits D.N. "lgor Alayı Destanı"nın Ycızılış DDnrnıi Üzerine. Sovyet Üstad lannın IV. Ulusrararası Slavist Kongresinin Sorulanna Cevaplan. Mos kova, 1958. ApHCTOB H. XpecToMaTHJI no pyccKoA HCTOPH H . Bapwaaa, ı 890.
Aristov N. Rus Tarihi Okuma Kitabı. Varşova, 1890. ApT&MOHOB M. H. HCTOPHJI X alap. 11., ı 962.
Artamonov M.l. Hazar Tarihi. leningrad, 1962. AcJıaHact.eB A.H.
KoııersaHHJI rH,ı:ıpoMeTeopoııorHlfecKoro pelKHMa Ha
TeppHTOpHH CCCP, B ocoiSeHHOCTH B rsacceA He BaAKaıı a . 11 . ,
ı 967// ABTOpecJı. ,llOKT ,ll HC . o
Afanas'yev A.N. SSCB BDlgderinde ve özellikle Baykal Havzasında Tabii Ya gış Miktarlannın Degişimleri. leningrad, 1967. 5aH3apOB
Jl.
lJepHaJI Bepa. Cnrs. , ı 89 1 .
Banzarov D . Kara Din, St. Petersburg Kütüphanesi, 189 1 . BapTOJib.Q 8 . 8 .
O
xpHCTH aHCTBe B TypKecTaHe B .ll OMOHroııbCKHA ne
pHO.ll . cnrs . . ı 893.
Bartold V.V. Mogol Devrine Kadar Türkistan'da Hristiyanlık. St. Petersburg Kütüphanesi, 1892.
406
A V R A S YA ' D A N
BapTOJib.ll 8 . 8 .
06pa3oBaHHe HMnepHH IJHHrHc-xaHal /Coı..ı HHeHHjl:
B 9
T.T. l l . M . , ı 964.
Bartold V.V. Çingis-han lmparatorlugunun Şekillenişi. Külliyat, 9 Cilt. C.ll. Moskova, 1964. BapTOJib,ll 8.8. Oı..ı epKH HCTOpHH CeMHpeı..ı bjl, cnı> .• ı 898.
Bartold V.V. Yedisu Tarihiyle Ilgili Araştırmalar. St. Petersburg Kütüphane si, 1898. BapTOJib,ll 8 . 8 . TypKeCTaH B 3noxy MOH rOJibCKoro HawecTBHjl, emi . , ı 900.
Bartold V.V. Mogol Istilasına Kadar Türkistan. St. Petersburg Kütüphanesi, 1900. BeryHoB IO.K. naMj!THH K pyccKoA JIH TepaTypbl XII BeKa "CııoBo o no rH�JIH PyccKoA 3eMııH". M . ; Jl . , ı 965.
Begunov Yu. K. XIII. Yüzyıl Rus Edebiyatı Abidesi "Rus Topraklarının Mahvoluş Destanı". Moskova; Leningrad, 1965. BeTTaHH H .ll yrııac. BeııHKHe peııHrHH BocToKa. M., ı 899.
Bettani ve Duglas. Dogunun Büyük Dinleri. Moskova, 1899. !BH ı..ı ypH H ) HaKHH«<t. HcTopHjl nepBbiX ı..ı eTblpex xaHOB H3 .lloMa 4HHrH coaa.cmS., ı 8Z9.
[Biçurin) Yakinf. Çingis Hanedamndan Ilk Dört Hanın Tarihi. St. Petersburg Kütüphanesi, 1829. (5H ı..ı ypH H ) HaKHH«<t. HCTOpHjl TH�Ta H XyxyHopa. l l . cms., ı 833.
[Biçurin] Yakinf. Tibet ve Kukunor Tarihi. ll. St. Petersburg Kütüphanesi, 1833. BH ı..ı ypHH H.SI. Co«SpaHHe cBe,ı:ıeHHA o Hapo.ı:ıax, o6HTaBwHx B Cpe,ı:ıHeA A3HH B ,ı:ıpeBHHe BpeMeHa. T. I. M . ; n . . 1 950; T. l l . M.; n . . ı 950, T. I I I . M.;n . . ı 953.
Biçurin N. Ya. Eski Dönemlerde Orta Asya'da Yaşamış Halklarla Ilgili Bilgi ler Mecmuası. C.I, Moskova; Leningrad, 1950, C. Il, Moskova; Lening rad, 1950; C. lll, Moskova; Leningrad, 1953. BH ı..ı ypHH H. SI. Co6paH He cBe,ı:ıeHH A no HCTOpH ı..ı ecKoA reorpa«<tHH Boc Toı..ı H oA H Cpe,ı:ıHHHoA A3HH. 4e6oKcapb1, ı 960.
Biçurin N.Ya. Dogu ve Iç Asya'nın Tarihi Cografyasıyla Ilgili Bilgiler Mecmu ası. Çeboksan, 1960. Boıı.ı:ıyp A. Tpoj!H "Cııoaa o noııKy HropeBe" 1 /Tpy,ı:ıbl oT,ı:ıeııeHHjl .ı:ıpeBHepyccKoA JIHTepuypbi.XV. M . ;n .. ı 958.
Boldur A. algor Alayı Destanı"nın Troyanı. Eski Rus Edebiyatı Bölümü Ça lışmaları. XV. Moskova; Leningrad, 1958.
K AY N A KÇ A BacHııbeB B.n. HcTopHll H ,ll peBHOCTH BOCT04HOA 4aCTH Cpe,ll H eA AJHH oT x .llO XIII BeKa. cn6 .. ı s57.
Vasil'yev V.P. X. Yüzyıldan Xlll. Yüzyıla Kadar Orta Asya'nın Dogu Kesim lerinin Kadimligi ve Tarihi. St. Pelersburg Kütüphanesi, 1857. BepHa,ll C KHA B.H. BHocıiJepa/ /H36paHHble C04HHeHHJI:B 6 T. V. M . ; 11 . , ı 960.
Vernadskiy V.l. Biyosfer. Seçilmiş külliyat. 6 Cilt. C. V. Moskova; Lening rad, 1960. BepHa,ll C KHA B.H. XHMH4ecKoe cTpoeHHe 6Hocı1Jepb1 JeMııH H ee OK py>KeHHJI. M., ı 965.
Vemadskiy V.l. YeryüZü Biyosferi ve Çevresinin Kimyasal Katmanları. Mos kova, 1965. BepHa,ll C KHA r.B. BbiııH ııH MOHroııbCKHe nocııbl ı 223 r. xpHCTHaHaMH? 1 /Seminarium
Kondakovianum. Praha, 3, 1929.
Vemadskiy G.V. 122J'deki Mogol Elçileri Hristiyan mıydı? Seminarium Kondakovianum. Prag, 3, 1929. BepHa,ll C KHA r.B. OnbiT HCTOpHH EBpa3H H . BepııHH, ı 934.
Vemadskiy G.V. Avrasya Tarih Denemesi. Berlin, 1934. BeceııoBCKHA H. O peııHrHH TaTap no pyccKHM ııeTonHCJIM/ /)l(ypHaıı MHHHCTepCTBa HapO,llHOro npocaeııteHHJI. HOB. cep., ı 9 ı 6. 1 (XIX) N! 7. OT,ll . 2.
Veselovskiy N. Rus Vakayinamelerine Göre Tatarların Dinleri. Milli E�itim Bakanlı�ı Dergisi. Yeni Seri, 19 16. BHKTOpOBa 11 .11. K Bonpocy O HaAMaHCKOA TeopHH npOHCXO>K,lle HHJI JIHTepaTypHoro Jl3b1Ka H nHCbMeHHOCTH (XII-XIII BB.) / /Y4eHble JanHCKH 11rY N! 305. Cep. BOCTOKOBe,ll . HayK. 8bln. ı 2. 11 . , ı 96 1 .
Viktorova L L Nayman Edebi Dil ve Alfabesinin Doguş Teorisi Konusu (Xll Xlll. Yüzyıllar). Leningrad Devlet Üniversitesi Okuma Notlan, No. 305. Şarkiyat Serisi. Fas. 12, Leningrad, 196 1 . BHKTOpOBa 11.11. PaHHHA :nan 3THOreHe3a MOHrOJIOB. 11 . , ı 96 1 /ABTO po!IJ. KaH,ll . ,ll H C.
Viktorova L L Mogol Etnogcnezinin Erken Dönemi. Leningrad, 196 1 . Dok tora tezi. BHHorpa,llo B B.B. HcTOpHll pyccKoro ııHTepaTypHoro JIJbiKa B HJotS pa>K eHHH aKa,ll . A . A . lll axMaToaa. Beograd, 1 964.
Vinogradov V.V. Ord. Prof. A.A. Şahmatov tasvirlerindeki Rus edebiyat dili ta rihi. Beograd, 1965. Bııa,ll H MHPUOB B . .H. TypeUKHe 3JieMeHTbl B MoHrOııbCKOM JIJbiKe/ /3a nHCKH BocT04Horo OT.ll e ııeHHJI PyccKoro epxeoııorH4ecKoro otSııtecTBa. ı 9 ı LXX.
408
A V R A S YA' D A N
Vladimirtsov B .Ya. Mogol Dilindeki Türk Unsurları. Rus Arkeoloji Kurumu Şarkiyat Bölümü Notlan. 1 9 l l .XX. Bııa.ı:u-tMHPL!OB I U I. 06111eCTBeHHbiA cTpoA MOHroııoo. ll . , ı 934.
Vladimirtsov B .Ya . Mogolların lçtimai Teşkilatı. Leningrad, 1934. Bopo6t.eB
M.B.
O
npoHCXO>K,ll e HHH
4 >KYP4>K3HeA II JloKııa,nbl no o6111ecTBa CCCP. Bbln. 6. ı 968.
HeKOTOpblx
3THorpaıtıHH
o6bl4aeB
y
reorpaıtıH4eCKoro
Voreb'yev M.V. Curçenlerde Batı Geleneklerin Menşei. SSCB Cografya Kuru mu Etnografya Raporlan. Fas. 6, 1968. rall,l(aM6a M. "CoKpOBeHHOe CKa3aHHe MOHrOJIOB" KaK naMJITHHK xy ,llO>KecTBeHHOA JIHTepaTypbl <XII B.l. M., ı 96 ı 1 ABTopeıtı. KaH,n. ,nH c.
Gaadamba M. Bir (Xlll Y.Yıl) Edebi Ürünü Olarak "Mogolların Gitli Tarihi". Moskova, 196 1 . raeJib Ar
.•
ryr.tH Jii:!B ll.H. Pa3HOB03paCTHble n04Bbl H a CTenHbiX nec
Kax JloHa H nepe,llB H>KeHHe Hapo,llO B 3a HCTOpH4ecKHA nepHO,ll . H3&ecTHJI AH CCCP. Cep. reorp. ı 966.N! 1 .
Gayel A. G., Gumilev L. N . Don Nehrinin Kumlu Dotkırlarında Farklı Top rak Birikimleri ve Tarih Boyunca Halkların Yer Degiştirmeleri. SSCB AN Bülteni. Cografya Serisi. 1966. No. I. raııcTJIH Ar. ApMJIHCKHe HCT04HHKH o MOHroııax. M . , ı 962.
Galstyan A.G. Mogollarla Ilgili Ermeni Kaynakları. Moskova, 1962. roııy6oacKHA n. HCTOpHJI CeaepcKOA 3eMJIH. KHeB, ı 88 1 .
Golubovskiy P. Scversk Toprakları Tarihi. Kiev, 1 88 1 . roxMaH H . H . Cpe,nHea3HaTCKaJI KOJIOHHJI B npH6aAKaıı bellnpo6ııeMbl aHTponoııorHH H HCTOpH4ecKoA 3THorpaıtıHH A3HH. M . , ı 968.
Goxman 1.1. Baykal Civarındaki Orta Asya Kolonileri. Asyanın Tarihi Etnografyası ve Antropoloji Meseleleri. Moskova, 1968. rpeKOB 6.Jl. KHeBCKaJI Pycb. M., ı 953.
Grekov B.D. Kicv Rusyası. Moskova, 1953. rpeKOB 6.Jl .. .HKy6oBCKHA A.IO. 30JIOTaJI Op,na H ee nll,l(eHHe. M.; ll., 1 950.
Grekov 8.0., Yakubovskiy A.Yu. Altın Orda ve Düşü.şü. Moskova; Lening rad 1950. ,
rpyMM-rp>KHMaAııo r.E. MaTepHaııbl no 3THOJIOrHH AM,ll O H o6ııaCTH KyKy-Hopa. cnrs
.•
ı 903.
Grumm-Grjimaylo G.Y. Amdo ve Kuku-nor Etnolojisiyle Ilgili Belgeler. St. Petersburg Kütüphanesi, 1903. rpyMM-rp>KHMaAııo r.E. HCTOpH4ecKHA aTııac MoHrOJIHH <PYKOnHCb) ll ApxHB reorpaıtıH4ecKoro o6111ecTBa CCCP.
409
K AY N A KÇ A
Grumm-Gıjimaylo G.Y. Mogolistan Tarih Atiası (elyazması). SSCB Cograf ya Kurumu Arşivi . rpyMM-rp)f(HMaAJIO r.E . 3ana,ı:ıHaJI MoHrOJIHJI H YpJIHXaACKHA KpaA : B 3 T.
T.ll, Jl., ı 926.
Grumm-Gıjimaylo G.Y. Batı Mogolistan ve Uranha Toprakları. 3 Cilt. C. Leningrad, 1926.
Il.
rpyMM-rp)f(HMaAJIO r.E. Kor.ı:ıa np01130WJIO 11 ı.ıeM 6biJIO Bbi3BaHO pac na,ı:ıeHI1e Ha BOCTOl.IHbiX 11 3a.Oa,ll H biX//H3BeCTI1JI PyCCKOrO reor paıJıHt.ıeCKOrO o6�ecTBa. T. XVI . 8bln. 2. ı 933.
Grumm-Gıjimaylo G.Y. Dogulu ve Batılıların Düşüş Tarihleri ve Sebepleri. SSCB Cografya Kurumu Bülteni. C.XVI. Fas. 2. 1933. ryMHJIE!B JI.H. 3ıJıTa.nHTbl 11 11x coce,ı:ı11 B IV B.// BecTHI1K ,ı:ıpeBHeA 11C Top1111. ı 959. N! I.
Gumilev L.N.Eftalitler ve IV. Yüzyıldaki Komşuları. Kadim Tarih Belleteni. 1959. No. I. ryMHJIE!B JI.H. AJITaACKaJI BeTBb TIOpOK-TyKıo//CoaeTCKaJI apxeoJIO rHJI. ı 959, N! I .
Gumilev L.N. Tü-külerin Altay Kolu. Sovyet Arkeoloj isi 1 959. No. I. .
ryMHJIE!B JI.H. ll11HJIHHCKaJI npo6JieMa//H3BecTI1JI BcecOJ03HOro reor paıJıl1t.ıecKoro o6�ecTBa CCCP. ı 959. N! ı .
Gumilev L.N. Ting-ling Meselesi. SSCB Umum Sovyet Cografya Kurumu Bülteni. No. I. ryMI1JIE!a .n.H. XyHHy. M., ı 960.
Gumilev L.N. Hyung-nu!ar. Moskova, 1960. ryMI1JIE!B JI.H. Xa3apHJI I1 TepeK (JiaH,ı:ıwactıT H 3THOC: Il) //BecTHHK JlrY. ı 964. N! 24.
Gumilev L.N. Hazarya ve Terek (Çevre ve Etnos Il) versitesi Belleteni. 1964, No. 24. ,
Leningrad
Devlet Üni
ryMI1JIE!B JI . H. no OOBO,ll y n pe,ı:ıMeTa HCTOp11t.ıeCKOA reorpaıJıH I1 . <llaH,ı:ıwaıJıT 11 3THOC:III) BecTHI1K JJrY. ı 965. N! ı 8.
Gumilev L.N. Tarihi Cografyanın Konusu Üzerine. (Çevre ve Etnos, III). Le ningrad Devlet Ü niversitesi Belleteni, 1965, No. 18. ryMHJIE!B JI.H. reTepoxpOHHOCTb yaJia)f(HeHHJI Eapa3HH B cpe,ll H He ae Ka//BecTHH K JlrY. ı 966. N! ı 8.
Gumilev L.N. Orta-çagda Avrasyanın Yagış Düzenliligi. Leningrad Devlet Üniversitesi Belleteni. 1966, No. 18. ryMHJieB JI.H. HCTOKH p11TMa KOt.ıeBOA KYJibTypbi//Hapo,ı:ıbl A31111 11 AıJıpHKH. ı 966. N! 4.
410
AV R A S YA ' D A N
Gumilev L.N. Göçebe Kültürlerinin Ritm Kaynakları. Asya ve Afrika Halkla n. ı 966. No. 4
Jl.H. MoHronbl XIII B. H "Cnoao o non Ky Hropeae" 11 JloKna.ll bl OT,lleneHHJI 3THorpaıtıHH reorpaıtıw-ıecKoro oC5ııtecTBa. Bbln.II. 11 . ,
ryMHneB
ı 966.
Gumilev L.N. XIII. Yüzyıl Mogolları ve "lgor Alayı Destanı". Cografya Kurumu Etnografya Bölümü Raporları. Fas. ll, Leningrad, ı966.
Jl.H. OTKpbiTHe.XuapHH . M., ı 966. Gumilev L.N. Hazaryanın Keşfi. Moskova, ı966. ryMHneB ll. H. JlpeBHHe TIOpKH . M., ı 967. Gumilev L.N. Eski Türkler. Moskova, ı967. ryMHneB Jl.H. 0 TepMHHe "3THOC"//JlOKna,ll bl OT,ll eneHHA H KOMHCCHA reorpaıtıw.:ıecKoro oC5ııtecTaa CCCP. B bin . 3. ı 967. Gumilev L.N . "Etnos" Terimi Ozerine. SSCB Cografya Kurumu Komisyon ve Bölüm Raporları. Fas. 3, ı 967. ryMHneB Jl.H. Ponb KnHMClTH llecKHX KOneC5aH H A B HCTOpHH HapO,llOB
ryMHnea
.
cTenHoA 30Hbl EBpa3HH //HcTopHJI CCCP. ı 967. Nt I .
Gumilev L.N. Avrasya Bozkır Bölgeleri Halklarının Tarihinde Iklim Degişik liklerinin Rolü. SSCB Tarihi. ı967. No. I. ryMHneB Jl.H. Tpoeı._ıapCTBHe B K H Tae//}lOJUICl.ll bl OT,lleneHHA H KOMHC CHA reorpaıtıHı..ı ecKoro oC5ııtecTaa CCCP. 8bln. S. ı 968.
Gumilev L.N. Çinde Üç Hükümdarlık Dönemi. SSCB Cografya Kurumu Komisyon ve Bölüm Raporları. Fas. 5, ı968. ryMHneB ll.H. 3THoc H naH,ll wactıT/ /H3BecTHJI Bcecoıo3Horo reorpaıtıH ı..ı ecKoro oC5ııtecTBa. ı 968. Nt 3.
Gumilev L.N. Etnos ve Yöre. ı968. No.3. ryMHnE!B
Jl.H.
Umum Sovyet Cografya Kurumu Bülteni.
BenHı..ı H e H na,lle HHe ,ll peBHero THC5eTa/ /CTpaHbl H Ha
PO.ll bl BocroKa.
VIII.
M . , ı 969.
Gumilev L.N. Kadim Tibetin Yükseliş ve Düşüşü. Dogu Ülkeleri ve Halkları, VIII. Moskova, ı969. ryMHnE!B Jl . H. 3THOC H KaTeropHJI BpeMeHH//JloKna,ll bl OT,lleneH HA H KOMHccA reorpaıtıHı..ı ecKoro oe5ııtecraa CCCP. 8bln. ı s. ı 970.
Gumilev L.N. Etnos ve Zaman Kategorisi. SSCB Cografya Kurumu Komis yon ve Bölüm Raporları. Fas. ı s , ı970. ryMHneB
Jl.H.,
Ky3Het.ıOB B. H.
BoH/ 1 JloKna,ll bl reorpaıtıH ı..ı ecKoro
oC5ııtecTBa CCCP. 8bln. ı s. ı 970.
Gumilev L.N. , Kuznetsov B.l. Bhon. SSCB Cografya Kurumu Raporları.
K AY N A KÇ A
411
llaM.QHHCypeH l..l . 11CTOpHlleCKHe KOpHH r3CepHa.Qbl. M., ı 957.
Damdinsuren Ts. Guesariad'ın Tarihi Kökleri. Moskova, 1957. lletSeu r.cı». naııeoaHTponoııorH11 CCCP. M., ı 948.
Debets G.E SSCB Paleoantropolojisi. Moskova, 1948.
·
llep)KaBHH H.C. Tpo11H B "CııoBe o noııKy HropeBe" //CtSopHHK eTaTeA H HCCJle.QOBaHHA B OfSJJaCTH CJlaB11HCKOA ıJıHJJOJJOrHH . M.;n., ı 94 1 .
Deıjavin N.S. "lgor Alayı Destanı�ndaki Troyan. Slavyan filolojileri sahasındaki araştırma ve makaleler mecmuası. Moskova; Leningrad, 194 1 . llHJJb W . H cTopH11 BH3aHTHAcKoA HMnepHH . M . , ı 948.
Diehle, Charles. Bizans lmparatorlugu Tarihi. Moskova, 1948. llyMaH n.H. K HCTOpHH rocy.QapCTBa TotSa BeA H n11o H HX CB113eA C KHTaeM//YlleHble 3anHCKH 11HCTHTyTa BOCTOKOBe.QeHHH. M., ı 955.
Duman Ll. T'o-pa Wei ve Leao Devletleri ve Onların Çinle Ilişkileri Tarihi. Şarkiyat Enstitüsü Ders Notlan. Moskova, 1 955. EıJıpeMOB 10. K. naH.QwaıJıTHa11 cıJıepa HaweA nııaHeTbl/ lnpHpo.Qa. ı 966. N! 8.
Yefremov Yu.K. Gezegenimizin Landşaft Tabakası. Priroda (Tabiat). 1966. No. 8. 3atSeııHH 11 . 4eııoBellecTBO- .QJJ11 l!ero oHo7 //MocKBa. ı 966. N! 8.
Zabelin t. Insanlık-ne için ?//Moskova (Dergisi). 1966. No. 8. 3aKHpoB C. llHnııoMaTHllecKHe OTHoweHH11 3oııoToA Op.Qbl c ErHnToM.
M., ı 966.
Zakirov S. Altın Orda-Mısır Diplomatik Ilişkileri. Moskova, 1966. "3a.QOHIIlHHa"//"Cııoaa o noııKy HropeBe" H naMHTHHKH KYJJHKOBCKoro UHKJla. M . ; n . , ı 966.
"Zadonşçina"l "lgor Alayı Destanı" ve Kulikova Devri Yadigarları. Moskova; Leningrad, 1966. 3HMHH A . A . Kor.Qa tSblııo HanHcaHo "CııoBo"
:
Omın HCTOpHllecKoro
aHaJJH3a. (Hayl!HO-HCCJle.QOBaTeJlbCKH A HHCTHTYT npH CoBeTe MHHHCTpoB 4yaawcKoA ACCCP>/IYlleHble 3anHCKH. Bbln.XXI. 4e tSoKcapb1, ı 966.
Zirnin A.A. "Destan" Ne Zaman Yazılmıştı? Bir Tarihi Analiz Denemesi. ( Çu vaş ASSR Bakanlık Meclisi Nezdindeki Bilimsel Araştırma Enstitüsü)/ Ders Notlan. Fas. XXI. Çeboksan. 1966. 3HMHH A.A. 11naTt.eBCKa11 ııeTonHcb H "CııoBo o noııKy 11ropeBe"//11c TOpH11 CCCP . M., 1 968. N! 6.
Zirnin A.A. lpat'yev Vakayinamesi ve "lgor Alayı Destanı". SSCB Tarihi. Mos kova, 1968. No. 6.
AV R A S Y A' D A N
412
H . H . A . HcTopH4eCKHA o1.1epK KaTOJIH4ecKoA nponaraH.ı:tbl
B KHTae.
Ka-
3aH b, 1 885.
l.N.A. Çinde Katolik Prapagandaları Üzerine Tarihi Bir Araştırma. Kazan. 1885. HCTOpH.R BH3aHTHH. B 3 T. T. ı. M 1 967. .•
Bizans Tarihi. 3 cilt.
C.
I. Moskova, 1967.
HcTopH.R rpy3H H . T«SHnHcH, ı 946.
Gürcü Tarihi. Tbilisi, 1946. HcTOpH.R H paHa c .ı:ıpeaHeAWHX apeMeH .ı:ıo KOHU& XVIII B. n . . ı 958.
Eski Çaglardan XVlll. Yüzyıl Sonuna Kadar Iran Tarihi. Leningrad, 1958. HcTopH.R TH6eTa n.RToro llaıı a A-JiaMbl. neKHH , ı 957 CH& TH6 . .R3. , nep. ıtJparMeHTOB B.H. Ky3Heuoaaı.
Beşinci Dalai-Lama'nın Tıbd Tarihi. Pekin, 1957. (Tibetçeden fragınanlar halinde çeviren 8.1. Kuznetsov). KaıtJapoB.CM. naıına.ı:tH A .
Kafarov bkz. Palladi. KHpnH4HHKOB A.H. PyccKHe Me4H X-XIII BeKOB//Kp&TKHe coo6ıqeHH.R HHCTHTYT& HCTOpHH M&TepHaıı bHOA KYJibTypw AH CCCP. Bwn. 85.
ı 96 1 .
Kirpiçnikov A.N. X-XIII. Yüzyıl R us Kılıçları. AN SSCB Maddi Külturler Tarihi EnstiU:istinden Kısa Haberler. Fas. 85. 1 96 1 . KHceneB C.B. ıtpeBHJIJI HCTOPHJI JO)I(HOA CH6HpH. M . , ı 95 1 .
KiKlev S.V. Güney Sibirya'nın Kadim Tarihi. Moskova, 195 1 . KHHra MapKo nono. M. • ı 956.
Marco Polo Seyahatnamesi. Moskova, 1956. Ko3HH C.A. CoKpoaeHHoe cKa3&HHe. M.-n . . ı 94 1 .
Kozin S. A . Gizli Tarih. Moskova.-Leningrad. 1 94 1 . K03JJOB B.n. Hay4HOe 3H&\IeHHe apxeoJIOrH\IecKHX H&XOJlOK n.K. Ko3JIOBa//n.K. Ko3JJOB. MoHrOJIHJI H AM.ı:to H MepTBwA ropo.ı:ı Xapa XoTo. M . , ı 948.
Kozlov V.P. P.K. Kozlov'un Arkeolajik Bulgulannın Bilimsd Anlamı/IP.K. Kozlov. Mogolistan, Amdo ve Olü Şehir Hara-Hoto. Moskova, 1948. KOKOBUOB n.K. EBpeACKO-Xa3apcK&JI nepenHCK& B X. B., n . , ı 932.
Kokovtsov P.K. X. Yüzyılda Yahudi-Hazar Yazışmaları. Leningrad, 1932 . KoMapoBHI.I B.n. KyJibT po.ı:ıa H 3eMJIH B KHJI)I(ecKoA cpe.ı:ıe XI-XIII BB./ /Tpy.ı:ıw OT.ı:teJia .ı:ıpeBHepyccKoA JIHTep&Typbl. XVI . ı 960.
Komaroviç V.L. XI-Xlll. Yüzyıllarda Knazlıklarda Klan ve Yer Kültü. Eski Rus Edebiyatı Böltimti Çalışmalan. XVI. 1960.
413
K AY N A KÇ A KoHpa)l HJ1. 3ana)l H BocTOK. M., ı 966.
Konrad N.l. Batı ve Dogu. Moskova, 1966. Ko4eToaa C.M. Bm�eecTaa caenııı a liCHBOnHcH Xapa-XoTo//Tpy,ı:ıbl oT ,ı:ıeııa 80CTOKa rocy,ı:ıapcTBeHHOro JpMHTaliCa. IV. 1 947.
Koçetova S.M. Hara-Hoto Preslderinde Kutsal Kandil. Ermitaj Devlet Müzesi Do� Bölümü Çahşmalan. IV. 1947. Kyrııep B. HCTOpHJI KpecTOBbiX noxo,ı:ıoa. cnrs . 1 895. .
Kugler B. Haçlı Seferleri Tarihi. St. Petersburg Kütüphanesi, 1895. KyHHK A . , Po3eH B. HlaecTHJI aıı -BeKpH H ,ı:ıpyrHx aaTopoa o PycH H CJJaBJIHax. T.l. cnrs
.•
1 878.
Kunik A., Rozen V. EI-Bekri ve Diger Mikllejlerde Ruslar ve Slavyanlarla Ilgili Bilgiler. C.l. St. Petersburg Kütüphanesi, 1 878. Kb14aHOB E.H. 3ay4aT JJHWb nHCbMeHa. M., 1 965. Kb14aHOB E.H. 04epk HCTOpHH TaHryTckoro rocy,ı:ıapTcaa. M., 1 968.
Kıçanov Y.l. Tankut Devletiyle Ilgili Tarihi Araştınna. Moskova, 1968. JleTonHcH pyccKoA JJHTepaTypbl. M., 1 86 1 .
Rus Edebiyat Yıllıklan. Moskova, 1 86 1 . 11Hxa4ea .ll . C. Hal-'HOHaJJ bHOe caMocoJ,ı:ıaHHe ,ı:ıpeaHeA PycH. M.;Jl., 1 945.
Lihaçev D. S. Eski Ruslarda Milli Şuur. Moskova; Leningrad, 1 945. J1HXa4eB ,ll . C. KOMMeHTapHA HCTOpH4ecKHA H reorpacJıH4ecKHA K "Cııoay o noııKy Hropeae". M.;Jl., 1 950.
Lihaçev D S •tgor Alayı Destanı•nın Tarihi ve Cografi Yorumu. Moskova; Leningrad, 1950. .
.
J1HXa4eB ,ll . C. 4epTb1 no,ı:ıpaliCeTeJJbHOCTH "3a,ı:ıOHIQHHb1"//PyccKaJI JJHTepaTypa. ı 964.1'1 3.
Lihaçev D.S •ZacJonşçina•clan Yansımalar. Rus Edebiyatı. 1964, No. 3. .
MaBpO,ll H H 8.8. 04ep1CH HCTOpHH ııeao(SepeliCHOA YKpaHHbi.Jl., ı 940.
Mavrodin V.V. Ukrayna'nın Sol Sahilleri Tarihi Üzerine Araştınnalar. Leningrad, 1940. Maııoa C.E. naMJITHHKH ,ı:ıpeBHe-TıopCKOA nHCbMeHHOCTH. M.;Jl., ı 95 ı .
Malov S.Y. Eski Türk Abideleri. Moskova; Leningrad, 1 95 1 . MapKc K
. •
3HreııbC cı» . ApxHa. T.V. rocnoııHTHl,ı:ıaT, ı 938.
Marks Karl., Engels F. Arşiv. C.V. Devlet Basımevi, 1938. MeııHopaHCKH A n. Typel-'KHe 3JJeMeHTbl B Jl3b1Ke "Cııoaa o noııKy Hropeae"//H3BecTHJI OT,ı:ıeJJeHHJI pyCCKOrO Jl3b1Ka H CJJOBecHOCTH AKa,ı:ıeMHH HayK.T.VII. KH. 2. 1 902.
414
A V R A S YA ' D A N
Melioranskiy P. "lgor Alayı Destanı"ndaki Turkçe Unsurlar. Bilimler Aka demisi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü Bülteni. C.VII, Kt. 2, 1902. MepnepT H.R nawyTo
B.T. , 4epenHHH n.B. 4HHrHc-xaH H ero Hacne
,AHe/ IHcTopHsı eeeP. ı 962. N! 5.
Merpert N.Ya., Paşuto V.T., Çerepnin LV. Çingis-han ve Ardılları. SSCB Tarihi. 1962. No. 5 MHnnep r.�. HCTOPHSI eHI5HpH .
T.l. M.,
1 937.
Miller G.F. Sibirya Tarihi. C.l. Moskova, 1937. MyHKyeB H.l..l . KHTaACKHA HCTOlJHHK O nepBbiX MOHrOıtbCKHX XaHaX. M., ı 965.
Munkuyev N.Ts. Ilk Mogol Hanlarıyla Ilgili Çin Kaynakları. Moskova, 1965. Myp3ae& 3.M. Hapo,AHası Pecnyl5nHKa MoHronHsı. M . , ı 952.
Murzayev E.M. Mogolistan Halk Cumhuriyeti. Moskova, 1952. Mıonnep A. J.iCTOpHSI HCıtaMa. eniS . , ı 895- ı 896.
Müller A. Islam Tarihi. St. Petersburg Kütüphanesi, 1 895- 1896. HaCOHOB A.H. MoHrOJlbl H Pycb. M.; n, ı 940.
Nasonov A.N. Mogollar ve Rusya. Moskova; Leningrad, 1940. HHKonaea 10. B noHcKax la 15o>KecTBOM: Ol!epKH no HCTOpHH rHOCTH llH3Ma. eniS., ı 9 ı 3.
Nikolayev Yu. Tanrısallıgın Arayışı. Gnoztisi.vn Tarihi Üzerine Araştırmalar. St. Petersburg Kütüphanesi, 1913. HoaropO,ACKaJI ıteTOnHCb no CHHO,AanbHOMy xapaTeAHOMY cnHCKy/ J.13,1l. ApXHBHOA KOMHCCHH . Cnl5., ı 888. Hoaropo,AcKası nepaası neTonHcbl cTapwero H Mna,Awero H3BO.AOB/1 no,Q. pe,ll . A .H. HacOHOBa. M.;n., 1 950.
Novgorod'un Tashih Edilmiş Eski ve Yeni Ilk Vakayinamcleri/1. A.N. Nasonov redaksiyonu. Moskova; Leningrad, 1950. 015pyl!e& B . A . H315paHHble pal5oTbl no reorpa$HH AlHH. T.l. M., ı 95 l .
Obruçev V.A. Asya Cografyasıyla Ilgili Seçilmiş Etutler. C.l. Moskova, 195 1 . OKna,AHHKOB A .n. HeoıtHT H 15pOH30BbiA BeK npHI5aAKanbsı. T . l l l . M.;n., ı 955.
Okladnikov A.P. Baykal Civarının Neolit ve Bronz Devri. C. lll. Moskova; Leningrad, 1 955. OKıta.AHH KOB A.n. .SfKyrHsı .AO npHcoe,AHHeHHsı K PyccKoMy rycy ,AapTCTBy.M. ; n . , ı 955.
Okladnikov A.P. Yakutistan'ın Rus Devletiyle Birieşineege Kadarki Tarihi. Moskova; Leningrad. 1955.
K AY N A K Ç A
415
ÜKJJa,ll H HKOB A . n . llaııeKoe npownoe npHMOpb.R. Bna,ll H BOCTOK, ı 959.
Okladnikov A.P. Primorye'nin Uzak Geçmişi. Vladivostok, 1059. ÜKJJa,[lHHKOB
A.n.
HOBble ,ll a HHble no
HCTOpHH
npH6aAKaJlb.R
B
TIOpKCKOe BpeM.R/ /T10pKOJJOrH4eCKHe HCCJJe,llOBaHH .R . M . , ı 963.
Okladnikov A.P. Türkler Döneminde Baykal Civarı Tarihiyle Ilgili Yeni Veri ler. Türkoloji Araştırmalan. Moskova, 1963. naıına,ll H A (KaıtJopOB). CHIO U3H, HJJH onHCaHHe n yrewecTBH.R Ha 3a na.a//Tpy,ll bl 4JleHOB PoccHACKOA .ll Y XOBHOA MHCCHH B neKHHe. T. ıv. cn6. , ı 866.
Palladiy (Kafarov] Hsiu Ch i veya Batı Seyahatinin Tasviri. Pekin Devlet Ruhani Heyet Üyeleri Çalışmalan. C. IV. St. Petersburg Kütüphanesi, 1866. .
naııııa.aHA (KaıtJapOB). CTapHHHble CJle,ll bl XpHCTHaHCTBa B KHTae no KHTaACKHM HCT04HHKaM//BOCT04HbiA dSopHH K. 1 . C mS . , ı 872.
Palladiy (Kafarov] . Çin Kaynaklarına Göre Hristiyanlıgın Çindeki Eski Izle ri. Şark Kolleksiyonu. I. St. Petersburg Kütüphanesi, 1872. naM.RTHHKH ,npeBHepyCCKOrO KaHOHH4ecKoro npaBa. 4 . 1 . / /PyccKaR HCTOpH4eCKa.R 6H6JJHOTeKa. IV. N! 2. cnrs
.•
ı 908.
I. Rus Tarih Kütüphanesi. IV. No. 2. St. Pe tersburg Kütüphanesi, 1908.
Eski Rus Hukuku Belgeleri.
B.
naH4eHKO o . A . JlaTHHCKHA KOHCTaHTHHOnOJJb H nana HHHOKeHTHA l l l . O.aecca, ı 9 ı 4.
Pançenko B .A Latin Konstantinopolisi ve Papa Innocenti .
III.
Odessa, 19 14.
nawyro B.T. 04epKH no HCTOPHH ranHuKo-BonbiHCKOA PycH. M., ı 950.
Paşuto V.T. Galiçya-Volın Rusları Tarihi Üzerine Araştırmalar. Moskova, 1950. neTpyweBCKHA H . n . PaWH,ll -a,ll - llHH H ero HCTOpH4ecKHA Tpy,ll / /Pa WH,ll - a,ll -llHH . C6opHH K neTonHceA.T. ı. M.;Jl., ı 952.
Petruşevskiy l.P. Reşidüddin ve Tarih Eseri/Reşidüddin. Camiut Tavarih. C. I. Moskova; Leningrad, 1952. neTpyweBCKHA H.n. K HCTOpHH xpHCTHaHcTsa B Cpe.aHeA A3HH //na necTHHCKHA c6opHHK. Bbln. ı5 (78). M., ı 966.
Petruşevskiy l.P. Orta Asya'da Hristiyanlık Tarihi Üzerine. Filistin Kolleksi yonu. Fas. 15 (78). Moskova, 1966. nHryneBCKa.R H. B. H CTOpHR Map fl6anaxH lll H pa66aH CayMbl. M
Pigulevskaya N .V. 1958.
Mar Yabalahi
lll
.•
ı 958.
ve Rabhan Sauma Tarihi. Moskova,
nHryneBCKaR H.B. Map-A(Sa 1 //CoBeTCKOe BOCTOKOBe,lle HHe. V.
416
AV R A S YA ' D A N
Pigulevskaya N.V. Mar-Aba I. Sovyetler Şarkiyatı. V. nııeTHeBa C . A .
ne4eHerH ,
TIOpKH
H
DOJIOBUbl
B JO)I(HOpyccKHX
cTemı� / /MaTep.H aıı bl H Hccııe,ııo aHH.R no apxeoııorHH CCCP. MHA N! 62. M.; ll., 1 958.
Pletneva S.A. Güney Rus Bozkırlarında Peçenekler, Türider ve Kumanlar. SSCB Arkeolojik Materyal ve Araştırmalan. (MIA). No. 62. Moskova; Leningrad, ı 958. noııHoe co(SpaHHe pyCCKHX ııeTODHCeA. npo,AOJI)I(aJOııteeC.R H3,Aa "He/ tnCP ll. B. l l , 1 962 cnCP lll.
Tüm Rus Vakayinameleri Külliyatı. Süreli Yayınlar. LSRL. II, ı962. npHCeJIKOB M.Jl. "CJIOBO O DOJIKY HropeBe" KaK HCTOpH4ecKHA HCT04HHK//HCTOpHK-MapKCHCT. 1 938.N! 6.
Priselkov M.D. Tarihi Kaynak Olarak •Jgor Alayı Destanı·. Marksist-Tarihçi. ı938. No. 6 npHCeJIKOB M.Jl. HCTOpH.R pyccKoro JleTODHCaHH.R Xl-XV BB. ll . , 1 940.
Priselkov M.D. Xl-XV. Yüzyıllar Rus Vakanüvisleri Tarihi. Leningrad, ı 940. n)'TeWecTBHe B BOCT04Hble CTpaHbl nııaHO KapnHHH H Py(Spyka. M., 1 957.
Plano Karpini ve Rubruk'un Dogu ülkelerine Seyahatleri. Moskova, ı957. n3pJI33 X. Co6CTaeHHO MOHroııbCKHe nııeMeHa B nepHO.A KH.AaHCKoA HMnepHH C907- 1 125J//Tpy,ıı bl XXV Me:ıK,AyHapo,ııH oro KOHrpecca BOCTOKOBe,AOB. T.V. 1 962.
Perlee H. Kıtan Jmparatorlugu Döneminde Halis Mogol Kabileleri. XXV. Uluslararası Şarkiyatçılar Kongresi Çalışmalan. C.V. ı962. PaTueııb �. Hapo,ııoae,ııe HHe.
Ratsel
E
B 2-x T. T.ll. cn6., 1 90 1 . Halkbilim. 2 cilt. C . I l . St. Petersburg Kütüphanesi, ı90 l .
PaWH,A a,A-)lHH. HCTOpH.R MOHrOJIOB. Cn6., 1 858.
Reşidüddin. Mogolların Tarihi. St. Petersburg Kütüphnesi, ı858. PawH.A a.ıı - JlHH. C6opH H K ııeTonHceA .
B
2-x T. T.l. M.; ll . , 1 952.
Reşidüddin. Cami'ut Tavarih. 2 cilt. C. I. Moskova; Leningrad, ı 952. Py,ıı eHKO C . H . KyJibTypa HaceııeHH.R ropHoro AJITa.R B CkHcJıckoe BpeM.R. M.;ll., 1 953.
Rudenko S.l. lskitler Döneminde Altay Dagları Sakinlerinin Kültürü. Mosko va; Leningrad. ı953. Py,ıı eHKO C.H. KyııbTypa xyHHOB H HoHHyııHHCKHe KypraHbl. M.;ll., 1 962.
Rudenko S.l. Hyung-nu Kültürü ve Noin-ula Kurganları. Moskova; Lening rad, ı962.
K AY N A K Ç A
417
Py,lleHKO C . H . K aonpocy O ıtıopMax CKOTOBa.ıl4ecKoro X03.RACTBa H O K04eBHHKax//MaTepHaJibl no 3THOrpaıtıHH Bcecoıo3Horo re'orpa ıtıH4eCKoro o6ııtecTaa. 8bln. I. ll., ı 96 1 .
Rudenko S.l. Hayvancılık Ekonomisi Şekilleri ve Göçebeler Meselesi Üzerine. Umum Sovyet Co�rafya Kurumu Etno�rafya Materyallan. Fas. I. Le ningrad, 196 1 . Py,lleHKO C . H . , fyMHne� li.H. ApxeonOrH4ecKHe Hccne,llOBaHH.R n.K. Ko3noBa B acneKTe HCTOpH4ecKoA reorpaıtıHH//H3&ecTH.R Bce coıo3Horo reorpaıtıH4ecKoro o6ııtecraa. ı 966. N! 3.
Rudenko S.l., Gumilev L.N. Tarihi Cogragya Açısından P.K. Kozlov'un Arke olojik Araştırmaları. Umum Sovyet Co�rafya Kurumu Belleteni. 1966. No. 3 CaeHHQKHA H . Pycb H nonoBQH B CTapoyKpaAHCbKOMY nHCbMeHCTBH. llbBHB, ı 939.
Svenitskiy I. Eski Ukrayna Kaynaklarında Ruslar ve Polovesler. Lviv, 1939. Ce«SeQc. HCTOpH.R HMnepaTopa HpaıcnH.R. cn6., ı 862.
Sebcos. lmparator Heraklius Tarihi. St. Petersburg Kütüphanesi, 1862. CeHHroaa T.H. Bonpocbl H,lleonorHH H KynbTOB CeMHpe4b.R// HoBoe B apxeonomH Ka3axCTaHa. AnMa-ATa, ı 968.
Senigova T.N. Yedisu Kult ve Ideolojileriyle Ilgili Konular. Yeni Kazakistan Arkeolojisi. Alma-Ata, 1968. CeprHA , apXHM&H,ll p HT. nonHbiA Mec.RQecnoB 80CTOKa//CB.RTOA Boc TOK. ll. M., ı 876.
Sergiy, archimandrite. Tam Dogu Calenderi. Kutsal Doıu. ll. Moskova, 1876. CHfSHpcKHe neTOnHCH// H3JıaltHe ApXHBHOA KOMHCCHH. ı 907.
Sibirya Vakayinamt:lt:ri. Arşiv Komisyonu Yayınlan. 1907. CHMOHOBCK&.R li.B., 3peH6ypr f.B., IOpbeB M.CI». 04epKH HCTOpHH KH Ta.R. M.. ı 956.
Simonovskaya LV., Erenburg G.V., Yur'yev M.E Çin Tarihi Araştırmalara. Moskova, 1956. CnoBo o nonKy Hropeae. C6. CTaTeA. M., ı 947.
lgor Alayı Dt:stanı. Sovyet Kütüphanesi Makaleleri. Moskova, 1947. ·cnoBo o nonKy Hropeae"- naM.RTHHK XII B. M.; ll . , ı 962.
lgor Alayı Destanı XII. Yazyıl Yadigaradır. Moskova; Leningrad, 1 947. CMOnHH rJI. KpecT.R&HCKOe BOCCT&HHe B npoBHHQH.RX XyH&Hb H Xy63A B 1 1 30- 1 1 35 rr. M., 1 96 1 .
Smolin G.Ya. l l30-1 135'1errle Ho-nan ve Hu-pei Eyalt:tlt:rindeki Hristiyan ls yanları. Moskova, 1 96 1 .
418
A V R A S YA ' D A N
CoKpoBeHHOe CKa3aHHe. CM.: Ko3HH C.A.
Gizli Tarih. bkz. Kozin S.A. ConoBı.eB A.B. nonHTHlleCKHA Kpyr aBTopa "CnoBa o nonKy Hrope Be" //HcTopHlleCKHe 3anHCKH .
M.;
11., ı 948. N! 25.
Solov'yev A.V. "lgor Alayı Destanı " Yazarının Siyasi Çevresi. Tarih Notları. Moskova; Leningrad, 1948, No. 25. ConoBbeB A . B. llepeMena B "CnoBe o non Ky HropeBe" //HcTopHlleCKHe 3&nHCKH .
M. -Jl.
ı 948. N! 25.
Solov'yev A.V. "lgor Alayı Destanı"ndaki Deremela. Tarih Notları. Moskova Leningrad, 1948. No. 25. ConOBbeB A.B. HCTOpHJI POCCHH : COliHHeHHJI B BOCeMH &TQ&TH KHHrax. KH.I.
M.,
ı 960.
Solov'yev A.V. Rusya Tarihi: 18 Ciltlik Külliyat. Kit. I . Moskova, l 960. TapaxaHOBa C . A . llpeBHHA ncKOB. M.; 11 . , ı 946.
Tarahanova S.A. Eski Pskov. Moskova; Leningrad, 1946. TH3eHray3eH Br. CfSopHHK M&TepH&nOB, OTHOCJIII{HXCJI K HCTOpHH 3o nOTOA Op.ı:ıbl. l l .
M.; 11.,
ı 94 1 .
Tizengauzen V.G. Altın Orda Tarihine Ait Materyallar Toplamı. ll. Moskova; Leningrad, 1941. ToncToB c . n . n o cne,ı:ıaM .ı:ıpeBHexope3MHAcKoA QHBHnH3aQH H .
M.,
ı 948.
Tolstov S.P. Eski Harezm Medeniyetleri Izleri. Moskova, 1948. TypreHeB A . H . AKTbl HCTOpHllecKHe, OTHOCJIII{He K POCCHH . 1. Cn6., ı 84 ı (Ha naT.JI3).
Turgenev A.l. Rusyayla Ilgili Tarihi Vakıalar.
I.
St. Petersburg Kütüphane-
si, 1841 (Latince). YcaMa H6H MyHKbl3. KHHra H&3H.QaHHJI. M., ı 958.
Usama ibni Munkız. Kitab ai-Iber. Moskova, 1958. �e.ı:ıopoB Br. KTo 6bln aBTopoM "Cnoaa o nonKy HropeBe" H r.ı:ıe pac nono:ııc: eHa peK& KaJına.
M.,
ı 956.
Fedorov V.G. •fgor Alayı Destanı"nın Yazarı Kirndi ve Kayala Nehri Nereye Dökülüyordu? Moskova, 1956. �e.ı:ıopoB-ll&Bbi,QOB r.A. Ko4eBHHKH BOCT04HOA EBpOnbl no.ı:ı BJI&CTbiO 3onoToop,ı:ıb1HCKHX xaHOB.
M.,
ı 966.
Fedorov-Davıdov G.A. Altın Orda Hakimiyeti Altındaki Dogu Avrupa Gö çebeleri. Moskova, 1966. �eoctıHnaKT CHMOKaTTa. HcTopHJı.
M.,
ı 9 57.
Theophylactes Simokattes. Tarih. Moskova, 1957.
K AY N A K Ç A ct>pelep ll. ct>o.nbK.nop B BeTXOM 3aBeTe.
419
M . ; ll . , ı 93 1 .
Frazer D . Ahd-i Atih'de Folklor. Moskova; Leningrad, 193 1 . <l>pHW B.A. )l(eM4Yli<HHa IOli<HOro 3al5aAKa.nb.R (50pb1 B 0HOHCKHX cTen.Rxl/lnpHpo.ıta.
ı 966. N! 6.
Firiş V.A. Guney Baykal-ötesi Ineisi (Onon Bozkırlarının Boraları) . Tabiat. 1966. No. 6. XeHHHr P. HeBe.ıtOMble 3eM.nH .
B 3 x T. T. l l . , M., ı 96 ı ; T. l l l . M., ı 962. -
Hennigue R. Meçhul Topraklar. 3 cilt. C. 11, Moskova, 196 1 ; C.
III,
Mosko
va, 1962. WaBKyHoB 3.B. rocy.ıtapcTBO BoxaA H naM.RTHH KH ero Ky.nbTYPbl B npHMOpbe. ll.,
ı 968.
Şavkunov E.V. Po-hai Devleti ve Onun Primorye Kılltılründeki Hatıraları. Leningrad, 1968. WaH JOe. Ol.lepKH HCTOpHH KHTaJI.
M., ı 959.
Şan Yüe. Çin Tarihi Tedkikleri. Moskova, 1959. lliTepHflepr ll.H. nepB06biTHa.R pe.nHrHJI B CBeTe 3THOrpaıll H H. ll . ,
ı 936.
Ştenberg L.Ya. Etnografya Işıgında Dinin llkel Şekilleri. leningrad, 1936. IOaHb-l.laO 6H-WH: CeKpeTHa.R HCTOpH.R MOHro.noB/npe.ıtHC.n. naHKpaToaa. T.l.
5.11.
M., ı 962.
Yuan-ch'ao Pi-shi: Mogolların Gizli Tarihi. 8.1. Lankratov'un Onsözüyle. C. I.
Moskova, 1962.
HKy6oBCKHA A . l . Apa6cKHe H nepcH.ıtCKHe HCTOl.IHHKH o6 yA rypcKoM TypıllaHCKOM KH.Rll<eCTBe B IX-X BB. / /Tpy.ıtbl OT.ıte.na BOCTOKa ro cy.ıtapcTBeHHOro 3pMHTall<a. IV. ı 947.
Yakubovskiy A.l. IX-X. Yüzyıllar Turjan Uygur Beyligiyle ligili Arap ve Acem Kaynakları. Ermitaj Devlet Müzesi Do�u Bölümü Çalışmalan. lV. 1947. HuyHcKHA B.K. HcTopH4ecKa.R reorpaıll H H.
M., 1 955.
Yatsunskiy V.K. Tarihi Cografya. Moskova, 1955.
420
AV R A S YA ' D A N
BATI DlLLERlNDE Altheim
F.
Geschichte der Hunnen. III. Berlin, 196 1 .
Bacot ]. Reconnaissance en Haute Asie Septentrionale par cinq envoyts ouigo urs au Vlll sitele/Ij ournal Asiatique. ı956. Vol 254. No. 2. Beli Ch. The Religion of Tibet. Oxford, 193 1 . Blochet E . Etudes sur l'histoire religieuse de l'Iran//Revue de l'histoire de re ligions. Paris, 1896. T. 38. Chavannes E. Dis inscriptions chinoises de l Asie//Centrale Memoires presen tes par divers savants a l'Academie deş Inscriptions et Belles-lettres de l'Institut de France. 1904. Xl 2 '
.
.
·
Chavannes E. Les pays d'Occident d'aprts le Wei-Lio//T'oung Pao. Ser. 2. VI. 1905. Chavannes E. et Pelliot Asiatique. ı 913, I .
P.
Un traiU manicheen retrouvt en Chine. journal
Conon von der Gabelentz H. Geschichte der Grossen Liao. 1 877. Cordier H. Histoire gtntrale de la Chine. I, Il. Paris, 1920. Cumont F. Les Mysteres dt Mithra. Bruxelles, ı913. Cumont F. La propagation du manicheism dan l'Empirt Romain. Poissy, 1909. Francke A.H. A History of Westem Tabet. London, 1907. Ghirshman R.M. l:.es Chionites-Hephthalites. Caire, 1948. Grousset R. Histoire de l'Extrlmt-Orient. I. Paris, 1929. Grousset R. L'empirt Mongol. Jer phase//Histoire du Monde. VII. Paris, 194 ı . Grousset R . L'empirt des sttppts. Paris, 1960. Gumilev L.N. Lts Fluctuations du nivtau dt la mtr Caspienne//Cahier du Monde Russe et Sovietique. Paris, ı965. Vol. VI. 3. Gumilev L.N. Les Mongols du Xlllt sitele et le Slovo o polku Igoreve//Cahier du Monde Russe et Sovietique. Paris, 1966, vol. VII. Gumilev L.N. Ntw Data on tht History of tht Khat:ars//Acta Archeologica Academie Scientiarum Hungaricae. 19. Budapest. ı967. Haenisch S. Dit geheime Gtschichte der Mongolen. Leipzig, 1948. Hoffman H. Quellen zur Gtschichtt der tibeticsdıen Bon-Religion. Mainz; Wi esbaden, 1950. Howorth H .H. History of the Mongols, from the 9lh to the 1 91h Century. Lon don, 1876, 1880, 1880, 1 924. Huc E.R. Le Christianisme en Chine, en Tartarie et au Tibet. T.l . Paris, 1 857. Jacquet M . Le livre du Grant Caan, extrait d'un manuscrit dt la Bibliotheque du Roi//Nouveau journal Asiatique. Paris, ı930. T. VI.
K AY N A K Ç A
421
Jakobson R. The Puzzles of the Igor Tale, in the Anniversary of its First Editi on//Speculum. 1952. XXVII. No.l. Laufer B. Uber ein tibdischen Geschichtwerk der Bonpo/ff oung Pao. Ser. Il. Vol.II. 1901. '
Ligeti L. A Mongolok titkos törtenet. Budapest, 1962. Mailla ]. Histoire gtntrale de la Chine aux annales de cet anpire, traduites tu t'oung-Kien-Kang-Mou, pere Joseph-Anne-Marie de Moriac de Mailla. Vlll. Paris, 1 777-1 785. Marquart J. Osteurapaische und ostasiatisch Streifzuge. Leipzig, 1903. Marquart ]. Guwaini's Bericht uber die Bekehrung der Uigurm//Sitzungsche richte der Preussischen Akademie der Wissenschaften. Phil.-hist. KI. 27. Berlin, 1912. Mazon A. Les bylines russes//Revue des cours et conferences. Paris, 1932. No. 8. Moravcsik Gy. Byzantinoturcica. Berlin, İ 958. Moravcsik Gy. Zur Frage hunnobe im Igor Lied/llnternational Journal of Slvic Lingvistics and Poetics. 1960. vol. lll. Moule. Christians in China before the Year 1550. London-New York-Toron to, 1930. Ohsson (D') C. Histoire des Mongols depuis Tchinguizkhan jusqu'd Timour bey ou Tamerlan. T.I-IV. La Haye-Amsterdam, 1834-1835. Pelliot P. Chrttiens d'Asie Centrale d d Extrtme-Orient/ff'oung Pao, 1 5 , 1914. '
Les Mongols et la Papautt/IRevue d'Orient chretien, 1924. Pelliot P. L'Edition collective ıks oevres de Wang Kuo-wei/ff'oung Pao. Vol.
Pelliot
P.
XXVI, 1928. Pelliot P. Le vrai nom de Seroctanlff'oun Pao. 29. 1932. Pelliot
P.
Histoire secrtte des Mongols. Paris, 1948.
Remusat A. Mtmoires sur les rdations politiques de princes chreetiens d par' ticulierement des rois de France avec les anpereures mongols//Memoires de l'Academie des lnscription et Belles-Lettres. 1822, Tt. Vl,VII. Richard ]. Le dtbut des rdations entre la Papautt d !es Mongols de Persc/Ijo urnal Asiatique. 1949, fasc. 2. Saeki P.l . The Nestorian Documents and Rdiefs in China. Tokio, 195 1 . Schmidt 1.]. Forschungen in Gebiete der alteren rdigiosen, politicshen und li
teraticshen Bildungsgeschichte der Völker Mittd-asiens, vorzdglich der Mongolen und Tibeten. Leipzig, 1824. Schott W. Adteste Nachrichten von Mongolen und Tataren. 1846.
422
A V R A S YA ' D A N
Shirokogoroff S.M. Social Organisation of the Northern Tungus. Shanghai, ı929. Spuler B. Die Mongolen in Iran (1 220-1350) . Berlin, ı955. Stein R. A. La civiiisation tibttaine. Paris, ı 962. Steiber Z. Vieu russe xapJJy)I(HbiR cacoube charluv!Lingua viget. Helsinki, ı964. Vaillant A. Les chants tpiques des slaves du Sucl//Revue des cours et conferences. Paris, ı 932. 5. Vernadsky G. Kievan Russia. New Haven, ı95 1 . Vemadsky G . The Mongols and Russia. New Haven, ı 953. Wittfogel K. A. and Feng Hsia-shieng. History of Chinese Society Liao. Phi ladelphia, ı949. Zajaczkowski A. Zwiazki jezykowe polowecko-slowenskie. Wroclaw, ı949.
KARMA DlZlN A Aba, 105, 107 Abadar, 1 55 Abar-lar, 104-108, l l0-1 12, 203, 227, 303 Abbasi-ler, 59 Abelar Pierre, 36 Abidarma, 346 Açina, 52, 100, 1 0 1 , 102, 103, 1 1 2, 1 14, 1 16, 301 , 3 16, 385 Aday boyu, 135 Adonis (tann), 1 56 Adrianov, 1 20 Adriyatik Denizi, 66, 143 Aetius, 219, 221-225 Afanasiev-ler, 205 Afanesyevo, 162, 163 Afganistan, 70, 85, 1 10, 155, 387 Afgan-la� 168, 377, 379 Afridi-ler, 168, 379, 380, 381 Afrika, 7, 44, 97, 132, 148, 1 53, 205, 222 Afrikalı-lar, 281 Afrodit(a), 75, 1 56 A-hsien-she (Arslan-şad), 230 Ak (çagan)- Tatar, 249, 250 Ak Hun-lar, 168, 363, 364, 365 Ak Orda, 292 Akassir-ler, 22 1 , 223, 225-228, 303 Akatir bkz. Akassir Akdeniz, 7, 66, ı so. 167 Akemenid, 1 54, 1 57 Akhai-lar, 270, 273 Akkale (Bela Veja), 285 Aksum, 205 Akşehir, 285
Akvitanya, 36, 218 Alakçin-ler, 165, 166 Alaman (German)-lar, 206, 223 Alan-koa, 239, 240, 241 , -242 Alan-lar, 35, 36, 67, 145, 1 9 1 , 192, 193, 207, 208, 218, 210, 2 1 7, 220, 223, 224, 226, 286 Alantid (Atlantis), 1 53 Alashan bkz. Alatav Alatav, 90, 186 Albino-lar, 169 Aleksander bkz. Aleksandriya Aleksander Nevsky, 69, 85, 292 Aleksandriya, 1 55, 292 Algonkin-ler, 1 73 A-li-she-ler, 109, l lO Allatius, 2 1 7 Alman (German)-lar, 49, 72, 145, 2 1 1 Almanya, 5 1 , 94, 283 Alp-ler, 134 Alta, 280 Altan-han, 249, 250 Altay Ting-lingleri, 64 Altay da�lan, 8, 19, 49, 62, 101, 102, 106, 109, 1 15, l l6, 1 1 7, 1 20, 121 1 24-127, 1 29, 144, 163, 165, 166, 180, 187, 195, 230, 287, 234, 301 , 376, 399 Altheim F., 295-297 Altın Orda, 10, 1 52, "292, 293 Amal boyu, 208 Ambagay-han, 249, 250, 251 , 256, 263, 274 Amdo, 8, 44, 78, 329, 375, 391 Amerika, 10, l l , 33, 72, 94, 97, 132, 1 72, 173
424
AV R A S Y A ' D A N
Amerikalı-lar, 283 Amid, 299 Ammianus Marcellinus, 32, 189, 207, 210, 2 1 1 , 370, 380 Amu-derya, 8, 147, 1 5 1 , 302 Amur, 106, 107, 242 Andronovo kültürü, 34, 162, 163, 191 Angara, 165, 166 An-lu-shan, 56, 1 13, 1 14, 336 Annam, 69, 143 Anshan, 1 57 Antarktika, 19, 148, 180 Antiochia, 1 56 Ant-lar, 178, 214, 210, 2 1 1 , 2 1 2, 216, 227 Anuşirvan Hosroy, 1 5 1 Apar bkz. Avar Apollodor, 389 Aquiela, 224 Arabistan, 148, 1 73, 174, 306 Aral, 38, 87, 135, HO, 146, 147, 1 5 1 , 193, 194, 196, 199, 200, 208, 286, 298, 307, 357, 371 Aralud, 240 Arap-lar, 9, 23, 53, 55-61, 79, 8 1 , 103, 1 13, 1 14, 204, 281 , 297, 333, 336, 337, 387 Ardarich, 217, 225 Arelat, 36 Arhat, 320 Ang Buka, 69, 85 Ariizm (Aryanizm), 2 1 1 Ari-ler, 174 Aristov N.A., 109- 1 1 1 , 167 Arius-lar, 205 Aıjantin, 97 Arkadia, 189 Armorikan-lar, 223, 224 Arşak (Kral), 200, 299, 300 , 371 Artagers, 200, 300 Artamanav M.l., 214, 297, 283, 285 ArtaŞir, 372 Arulat (Mogol kabilesi), 265 A-shih-na (Açina), 49, 1 0 1 , 1 16, 333 Aspar (uh), 229 Assam, 325
Astrahan, 383 Asya, 8- 10, 3 1 , 34, 36, 43, 49, 55-57, 59, 65, 70, 7 1 , 78, 79, 85-87, 89, 99, 103, ı ı o. 1 14, 1 28, 133, 137, 148. 160, 162, 164, 166, 175, 177, 1 78, 205, 214, 219, 221, 286, 295, 297, 309, 3 19, 324, 362, 363, 380, 387389, 399 Asyalı, 33 Aşoka, 321 Atabek-ler, 287 Atilla, 217, 219, 221, 223-225, 230 Atina, 36 Atinalı-lar, 32 Atiantik Oktyanusu, 7, 14, 20, 38, 135, 148, 1 50, 1 78, 180, 196, 208, 227 Atrak-han, 287 Augustus, 40, 214 Avar-lar, 8 1 , 105, 106, 226, 297, 368 Avrasya, 7, 8, l l , 66, 76, 87, 134, 136139, 145, 146, 148, 178, 180, 193, 201 , 283, 297, 367 Avrupa, 7-1 1 , 20, 23, 3 1 , 43, 5 1 , 67, 72, 77, 78, 8 1 , 85, 87, 88, 104, 140, 149, 1 50, 1 53, 162, 172, 174, 1 77, 180, 188, 193, 195, 197, 201 , 206, 209, 2 18, 234, 279, 280, 287, 307, 368, 373, 389 Avrupat-ler, 163, 164, 166, 169, 1 70, 1 7 1 , 1 75, 1 75, 180 Avustralya, 1097, 1 32 Avusturya, 200, 279 Avusturyalı-lar, 39, 307 Azak Denizi, 208, 212, 213, 285 Azerbaycan, 287 Azor, 20 Aztek-ler, 16, 180 B Babil, 1 55 Babilonya, 154 Biıdahşan, 380 Badi bkz. P'ai-ti, Badiyan, 168 Bagauda-la� 204, 219, 223 Bakrin bkz. Mukrin
KARMA DiZiN Baktria, 34, 155, 170, 190, 390 Balami, 302 Balaton, 230 Balhaş, 105, 150, 1 5 1 , 196, 199, 208, 307 Bahktıyul, 1 26, 127 Balkan (Yanmadası), 10, 206, 221, 229 Baltık Denizi, 205, 206, 208, 209, 2 1 1 , 292 Baran (yer adı), 298 Bardor-lar, 228 Barga, 49 Barkul, 57, 106, 107 Barsil-ler, 385 Basmal-lar, 10, 56 , 79 . Başkaus, 1 1 7, 1 20, 1 2 1 , 1 23, 1 26, 128 Başkun-lar (Başkunlar), 292, 238 Başlama-lar, 22 1 , 223 Batu-han, 69, 72, 93, 271, 292 Baut-lar, 1 70 Bayat-Duklat, 250 Baykal Gölü, 38, 59, 68, 82, 97, 132, 1 4 1 , 145, 160, 165, 166, 234, 239, 242, 246 Behram Çubin, 296 Behram Gur, 302 Bekter, 253, 257, 258, 259, 260, 263, 274 Belgorod, 285 Belgutai, 253, 259, 264, 268, 272, 274 Belh, 156 200, 369, 372 ' Belorusya, 293 Belucistan, 7, 1 55 Bengalya, 7 Berber1-ler, 204 Berg LS., 89, 90 Berge G., 1 53 Bering Bogazı, 20 Bemard of Clerveaux, 36 Bemschtam A.N., 356. 368 Bet-Pak-dala, 1 5, 87, 355 Beyaz Lotüs, 84 Beyaz Tı'-ler, 168, 379, 380 Bhon, 60, 65, 1 54, 1 57, 158, 244, 314, 315, 325, 336, 337, 339, 341 , 342, 344, 345, 347, 350, 351 , 352
425
Biçurin N.Ya., 99, 102, 106, 1 12 Bikin-ler, 165, 166 Binna, 7, 143, 1 70 Binnanyah-lar, 44, 69, 84, 90 Bi-tsı, 165 Biuogur-lar, 228 Bizans, 9, 13, 5 1 , 63, 64, 79, 103, 165, 205, 210, 2 1 1 , 215, 220, 222, 226, 228, 229, 237, 287, 294, 302, 303, 372, 381 , 385 Bizansh-lar, 53, 138, 283 Bleda, 219 Blochet ].B., 364 Bo'orçu, 264, 265, 267 Boden G., 12, 88 Bodonçar, 240-242, 270 Bogdohan-lar, 7 1 , 138 Bolgar (Bulgar)lar, 33, 50, 143, 227230, 286, 294 Bolgarya, 287 Boma (TI)lar, 12, 165, 166, 171 Bonifacius, 222 Borcigin-ler, 83, 239, 242, 256, 257, 260, 263, 264, 265, 268, 274 Bomeo, 132 Bosporlu-lar, 214 Bost, 373 Bot-lar, 170, 3 1 2 Botriç-ler, 145 Böne-ucin, 254, 266, 268, 269, 270, 272, 273 Brahmaputra, 3 1 2, 3 13, 390 Britanya, 5 1 , 173 Budda, 62 Buddist, 9, 1 3, 43, 46, 61-63, 79, 309, 3 19-327, 336-339, 342, 344, 346, 349, 350-353 Buddizm, 10, 40, 53, 57, 59, 79, 1 57, 3 14, 320, 324-326, 240, 341, 348, 387, 389 Buhain-göl, 330 Buhara, 67 Bulgar bkz. Bolgar Bumın-ka�an, 50, 104 Bu�n�la� 2 1 7, 218, 223, 224, 307 Burhan-Haldun da�ı. 263, 268, 269, 272, 274
426
AV R A S Y A ' D A N
Butan, 325 Büret-ler, 100, H5 Büyük Bozkır, 9, 10, 13-15, 18, 19, 2225, 27, 3 1 , 37, 42, 44, 49, 5 1 , 53, 54, 6 1 , 63, 7 1 , 134, 11-2-144178180, 182, 184, 207, 227, 234, 244, 248, 267, 288, 293 Büyük Perm, 197 Büyük Sahra, 195, 197 C-Ç Cacirat-lar, 257, 270, 271 Caha-gambu, 271 Caligula, 40 Camuha-seçen, 257, 270-272, 274 Canhagen (Kanaca), 43 Celme-noyon, 267 Cenevizli-ler, 293 Ch'ang-an, 4 1 , 54, 58, 68, 100, 1 17, 142, 329, 336 Ch'ang-pu, 332 Ch'ao-hsien, 142 Ch'en Tang, 360, 36 1 , 362 Ch'i-ang-lar, 40, 140, 170, 3 1 0-3 1 2, 3 16, 325, 332, 390, 39 1 , 396 Ch'ien Lung, 92 Ch'in devleti (hanedanı), 27, 4 1 , 70, 7 1 , 85, 86, 169, 390 Ch'in Shih-Huang-ti, 26, 395 Ch'ing-ling, 333 Ch'i-ti-ler, 1 59, 164, 166, 1 72 Ch'i-to-lo (Kidara), 300 Ch'u-shih-ler, 1 63 Ch'u-ts'ai, 400 Chang Ch'ien, 167, 356, 357 Chao, 398 Chavannes E., 104, 106, 1 10, 165, 364, 365, 266 Chin (Curçen), 44, 45, 68, 138 Chionit-ler, 190, 193, 296, 299-30 1 , 303, 304, 368, 370-372 Chou-lar (Chou lmparatorlugu), 2 1 , 1 6 1 , 168, 181, 329 Chung Hang Yüeh, 400 Chu-wen, 58 Constantinus Magnus, 203, 204, 2 1 1
Cordier H., 394 Cuçi-han, 69, 85, 1 1 7, 273, 29 1 , 292 Cungarya, 13, 30, 70, 57, 69, 85, 93, 103- 108, 134, 135, 162, 166, 1 78, 186, 227 Curçen-ler (Mançurlar), 9, 59, 68, 69, 79-81 , 85, 89, 145, 146, 234, 239, 242, 244, 245, 248, 249, 250, 251, 252, 253, 263, 355 Cu-tse Dzen-po, 346, 347 Cürcan (Gurgan), 304 Çad, 88 Çagatay-han, 69, 85, 108, 273 Çandra, 321 Çandragupta ll., 306 Çang-Buddizm, 60 Çarha, 255, 256 Çarmagun-noyon, 271 Çauşesku, 291 Çebi-han, l l , 1 1 5, 1 16 Çeboksarov, 1 72 Çeremis-ler, 197, 292 Çemigov, 286, 288 Çemigovlu-lar, 282 Çemyachovsk, 2 H Çi-çi-han, 355, 356, 357, 358, 359, 360, 361 , 362 Çimbay, 262 Çin Seddi, 10, 13, 77, 142, 185, 186, 394 Çin, 8, 1 1 , 1 5, 2 1 , 22, 25, 27, 32, 34, 35, 38, 40, 47, 49, 5 1 , 72, 77, 78, 80, 83, 87, 89, 102, 103, 105, 106, 1 10, 1 14-1 19, 1 27, 1 29, 134, 137, 138, 142, 143, 145, 1 57, 1 59, 160, 162, 164, 1 66, 168, 169, 1 7 1 , 1 72, 1 74, 175, 1 78, 1 8 1 , 182, 184-186, 190, 191, 193, 195, 201 , 202, 220, 230, 23 1 , 233, 239, 243, 244, 252, 277, 281 , 302, 303, 3 10, 3 1 1 , 3 14, 316, 320, 322, 323, 325-338, 340, 342, 343, 346-348, 3 5 1 , 352, 355-359, 362, 372-375, 380, 387-391 , 393404 Çingis-han, 68, 83, 80, 8 1 , 82, 9 1 -93, 273, 234, 29 1 -293, 400
KARMA DiZiN Çinli-ler, 10, 16, 23, 27, 28, 3 1 , 32, 37, 38, 41-43, 45, 46, 54, 58, 59, 69, 84, 86, 9 1 , 106, 109, 1 1 3, 1 59- 1 6 1 , 167, 169, 184, 186, 1 9 1 , 244, 3 17, 394 Çintay-noyan, 250 Çu kabileleri, 104 Çu nehri, 108, 1 20 Çud-lar, 145, 197, 209 Çulişman, 1 1 7, 1 20, 121 Çumi-ler, 104, 1 20 Çumugun-lar, 104 Çuvaş-lar, 33, 1 29, 198, 292 Çu-yu, 104 D Dacialı-lar, 189, 205, 206, 209, 2 1 7 Dagıstan, 297 Dair Usun, 269, 27 1 , 272 Dai-Seçen, 266 Dakya (Dacia), 5 1 Daoizm, 46, 60 Dardistan, 3 10, 342, 373 Darlekin (Mogol kabilesi) , 240 Dan-lar, 3 10, 325, 336 Darwin, l l Daryal geçidi, 207 Datçan-lar, 73 Debets G., 162, 163, 166, 1 74 Decius, 205 Dedal-krontsan (Veliaht), 351 Deguignes j., 394 Dehistan, 304 Deli'un-Boldah (Delun Boldax), 68, 82, 234 Dengizik, 226, 228, 229 Derbent, 384 Desna, 227 Deşt-i Kıpçak, 284, 288, 292 Deylemi-ler, 281 Digunay, 249, 250 Dinyeper, 8, 188, 192, 206, 21 1 , 212 Dinyester, 285 Dionis (tann), 1 56 Dionysos Periegetes, 192 Dobruca, 230
4IJ
Dogu Türkistan, 13 Dolo (kabile), 47 Don, 8, 9, 13, 66, 78, 88, 187, 192, 207, 213, 230, 285-287 Donsky Dimitri, 293 Dontsang, 328, 330 Dulat-lar, l l l Dulgas-lar, 101 Durben-ler, 250, 251 Dus-srong, 331 , 334, 335 E Ebu') Gazi Bahadır-han, 108, 242 Edessa, (Urfa), 300 Edzin-ay, 90, 9 1 Eftal (vadi), 377, 381 Eftalit-ler (Ak-Hunlar), 23, 142, 145, 168, 200, 295, 300-310, 363, 364, 367, 373-375, 377 Ege Denizi, 279 Elam, 1 56, 157 Elamlı-lar, 254 Elbe, 206, 209 El-etmiş Bilge Kutlug, l l l Ellswonh Huntington, 93 Emba, 139, 199 Emevi-ler, 59 Endonezya, 70, 86 Enoki K., 295 Epir (Yanya), 189 Epirli-ler, 32 Eren Ulug, 351 Ermeni-ler, 304, 371 Ermenistan, 1 5 1 , 200, 207, 300, 302 Ermitaj, 1 26, 388 Er-Rohac, 373 Erythreia Denizi, 1 70 Erziya, 197 Eskimoid-ler, 166 Est-ler, 215 Etalia, 189 Etolyalı-lar, 32 Etrılsk-ler, 13
1 19, 165,
50, 1 05, 296, 298, 368, 370,
2 19, 299,
AV R A S Y A ' D A N
428
Etsin-göl, 9 1 , 92 Eunapios, 2 1 3 Eutydemus, 169 Evenek-ler, 97, 132 F
Fan bkz Faun Fang-ni, 316 Fas, 10 Fatımi-ler, 88 Faun-lar, 169, 1 70, 389 Faust of Buzanda, 371 , 372 Fei Nehri, 4 2 Feng, 46 Fettahov Şamil, 291 Filistin, 297 Finikya, 318 Fin-ler, 197, 198 Fin-Ugor-lar, 1 45, 214 Firuz, 303-305 Flavius, 207 Frank-lar, 206, 218, 223, 224 Fransa, 36, 200, 289 Fransız-lar, l l , 36, 40, 43, +4, 49, 5 1 , 89, 99, 1 5322, 305, 307 Frin-ler, 389 Fu Chien, 42 Fu-chu, 14 2 Fu-i, 323 Fu-mu, 357 G Gaina, 2 1 7 Galiçya, 286, 293 Gallia (Galya), 66, 1 73, 204, 218, 219, 221, 224, 230, Galliah-lar, 204 Ganasuylu-lar, 165 Gaudentius (Romalı General), 2 1 7 Gavrilov A.A., 1 20 Gebando (Taşkurgan), 322 Gerızerich, 43, 222, 225 Georgius lll., 292 Gepid-ler, 33, 143, 209, 2 1 5, 2 1 6, 2 1 7, 221, 223, 225, 226, 231 Gerder l.G., 12, 88
German (Germen)ler, 136, 43, 88, 89, 160, 204, 206, 212, 219, 220, 222, 223, 229, 281 , 292 Germanarich, 208, 210, 2 1 1 , 2 1 2, 2 14, 215, 2 1 6 Germanicus, 206 Germanya, 281 , 292 Gesperia, 220 Ghar (Tibetli kabile), 326, 328, 334 Ghirshman R. M., 363, 366, 369 Gilgit, 314 Gnostik-ler, 2 19 Gnostisizm, 60 Gobi Çöl\i, 15, 2 1 , 25, 49, 59, 60, 63, 77, 79, 85, 87, 1 16, 160, 179, 1 8 1 , 183, 254, 208 Gordlevsky V.A., 284, 285 Gorgo bkz. C\ircan Gomiy Altay, 13 Got-lar, 23, 188, 192, 208, 205, 206, 209, 210, 2 1 1 , 2 1 2, 213, 2 13, 2 1 6, 218, 220, 226, 228, 229 Göte Theophilos, 73, 75 Grek-ler, 389, 390 Greko-Baktria, 169, 389 Grekya, 214 Grousset R., 43 Grumm-Grjimaylo, 89, 102, 108, 109, 1 59,164, 168, 169, 170, 1 7 1 , 1731 75, 365, 379 Gruşevsky M.S., 289 Gryaznov M.P., 1 26 Guçen (yer), 107 Gueser (Efsanevi kahraman), 1 7 1 Gumilev L.N., 295 Gunrigun-tsang, 328 Gupta lmparatorlu!U. 53, 306, 307 Gurgan (C\ircan), 304 Gur-lar, 302 Guyana, 132 Guz-lar, 66, 135, 289 G\ircistan, 67, 287, 292 G\ir-han, 252, 254 H
H'yenyun, 25
KARMA DiZiN Haatai-Darmala, 269, 274 Habeşistan, 205 Habeşli-ler, 23 Habul-han, 244, 245, 249, 252 Habuihod (Moıol boyu), 2+0 Haçh-lar, 8 1 , 292 Hada'an-tayşi, 252, 254, 262 Hadrianus, 205 Hamar-Daban, 13, 19, 1 78, 180 Hami şehri, 106, 107 Hami-ler (Tuareg-ler), 174 Han (hanedan ve imparatorluk), 8, 2 1 , 27, 28, 29, 3 1 , 34, 44, 45, 53, 55, 56, 70, 71, 78, 85, 86, 134, 142, 185, 207, 387, 393, +01 , 402 Han Hsin, 397, 398 Han-chou, 67 Hangai, 1 16, 1 17, 134 Hannibal, 36, 95 Hanoi, 69 Hantai, 77 Hara-hoto, 72, 90, 234 Harezm Devleti, 80, 81 Harezm, 67, 234, 29 1 , 356 Harezmli-ler, 8 1 Harumşah-lar, 72, 234 Harşi Bardan (Hindistan kralı), 326 Haızemşah Muhammed, 7 1 , 8 1 Hatanga, 197 Haytal bkz. Ertalit Hazar GOlQ, 88, 89,135, 147, 148, 1 501 52, 192-194, 196199, 202, 208, 227, 297, 307, 366, 372, 383-385 Hazar Hakanlııı. 88, 281 , 282, 383 Hazaracal (yer adı), 85 Hazar-lar, l l, 50, 138, 146, 227, 230, 287, 297, 298 Hazarya, 133, 297, 383, 384 Helen (Hellen)ler, 189, 204, 219, 279 Hclen, 23, 214, 215, 229, 269, 388 Hclenizm, 36 Hclenora, 36 Hcllas, 13, 36, 220 Hen-tei, 19, 49, 77, 268 Herodot, 18, 2 1 , 1 55, 1 8 1 , 356 Herul-lar, 209, 2 1 2, 221, 223, 226
429
Hcsiod, 74 Hezarc-ler, 70, 85, 1 10 Hıristiyan-lar, 23, 6 1 , 62, 72, 88, 188, 203, 204, 205, 2 1 1 , 219, 287 Hıristiyanlık, 59, 60-62, 65, 1 57, 244, 285, 293 Hieh-jen (Tıbctli kabile), 160 Hilok (Nehir), 241 Himalaya, 7, 148, 169, 310, 325, 328 Hindiçin, 84 Hindistan, 7, 10, 34, 53, 56, 105, 1 45, 1 57, 200, 302, 303, 306, 3 10, 318, 321 , 325-328, 335, 3+0, 342, 343, 346, 363, 366, 367, 373, 375, 381 , 387, 388 Hindo-lskit-ler, 321 Hindukuş, 168, 372, 378, 295, 381 Hint Okyanusu, 7 Hintli-ler, 57, 300, 302, 307, 381 , 388 Hinh F., 355 Hişşalov Elirbck, 375 Hitler Adolph, 1 53 Hmclnitsky Bogdan, 292 Ho'ahçin, 268 Ho'clun, 253, 256, 257, 258, 259, 260, 268, 269 Ho-ch'i Ch'ang-chi, 331 Ho-hsi, 43, 102, 161, 166, 168, 3 1 6, 329, 332 Hoi-sheng, 373 Hoi-shui-cheng bkz. ldzin-ay Ho-lien P'op'o, 43 Hollanda, 94 Ho-lu, 100 Honghoton, 240 Honoria, 222 Hopci, 58 Hor, 330 Horasan, 304 Hoihonah (Moıolistan'da yer adı), 251 Hormizd, 303 Ho-shang, 34 2, 343 Hoten, 49, 1 56, 201 , 307, 330, 373, 376, 387-391 Hoten-derya, 366 Hou-Liang, 53, 58
430
A V R A S YA' D A N
Hou-Tang, 58 Hronos, 231 Hsia, 43, 59, 1 74 Hsiau-yu (Çinli rHozoO, 323 Hsie Jin-kui, 330 Hsi-Hsia, 59, 90, 9 1 , 388 Hsi-jung-lar, 3 1 1 Hsin, 169 Hsi-yeh, 390 Hsüan-�ang, 34 1 , 380 Huang Ch'ao, 57, 58 Huang-ho, 19, 26, 33, 38, 42, 43, 58, 67, 68, 139, 140, 143, 1 59, 180 Huhanye yabgu, 335 Hun Devleti, 9, 27, 30, 43, 50, 78 Huna bkz. Chionit Hun-lar, 8, 9, l l , 14, 18, 19, 2 1 , 22-47, 5 1 , 53-58, 64-66, 70-73, 8 1 , 102, 135, 139, 169, 1 77-195, 197, 198, 202, 203, 207-214, 216-228, 230, 23 1 , 300, 355, 356, 358, 363, 368, 393-395, 397-404 Hunno-Ugor, 221 Hun-yü, 25 Huşnavaz, 303, 305, 367, 368 Hülagu, 85 Hyung-nu-lar (Asya Hunlan), 22, 32, 78, 85, 86, 104, 134, 137, 142, 146, 164, 1 72, 180, 182, 183, 312, 355, 369, 378, 389, 390, 393
!nka-lar, 1 6, 180 lnostran�cf K.A., 192, 355 Ipek Yolu, 387 lpi-Tulu, 1 22 Iran, 9, 10, 34, 35, 37, 5 1 , 53, 6 1 , 66, 67, 69, 79, 8 1 , 85, 92, 103, 140, 145, 1 5 1 , 1 54, 156, 191, 200, 27 1 , 299, 301 -304, 306 lmek, 226 lrtiş, 165, 187, 291 lsaakiyevsky Kilisesi, 16 lskandinav Adalan, 188 lskenderiye, 1 55 lskiı (Saka)ler, 8, 18, 22, 23, 25, 34, 35, 66, 73, 1 54, 182, 190, 191, 198, 207 Islam, 287, 293, 294 Ispanya, 7, 44, 94, 1 73, 205, 218, 277 lspanyol-Iar, 39, 40, 72 Istemi-han, 101, 1 18 !sviçre, 205, 307 lşkaşim, 168, 373 I�Iya, 10, 39, 40, 66, 72, 2 12, 222, 225, 229, l�lyalı-lar, 36, 40, 204 Iıil nehri, 30, 33, 37, 67, 69, 70, 85, 105, 133, 139, 143, 144, 146, 149, 1 5 1 , 29 1 , 292, 287, 298 Ivan Bolıine, 95 lzyavslaviç, 283
1-l
Japon-lar, 13, 23 Japonya, 13, 52 Java, 324 Jo-Ch'iang-lar, 390 Jordancs, 192, 2 10, 2 1 1 , 2 1 2, 213, 380 Joscphius, 207 Ju-jan-lar, 29, 38, 39, 45, 46, 49, 50, 1 0 1 , 102, 106, 107, 1 72,300, 370 julien, 299 Jung-lar, 310, 3 1 1 , 3 1 2 Jung-ti-ler, 1 6 1 , 1 72
Indus nehri, 109 lssık Göl, 38 lbcr-ler, 204 lbn cl-MukaiTa, 367, 1-ch'ü Jung-lar, 402 lgoreviç Svyatoslav, 146 lldengiz, 287 lldiko, 224 Ili nehri, 38, 109, 1 39, 208 lllirialı-lar, 32, 189 lllirya, s ı lndo-Çin bkz. Hindiçin Ingiliz-ler, 33, 44, 49, 73, 132, 230 Ingiltere, 72
J
K K'an-chü, 140, 355, 356, 357, 359, 360, 361 , 362
KARMA DİZİN Kabrin bkz. Mukri Kabul, 376 Kabulistan, 373 Karkas (ya), lO, 50, l l4, 1 50, 165, 207, 2 1 2, 2 14, 303, 385 Kal"kaslı-lar, 160 Kaidu, 265 Kai-feng, 80 Kalesnik S. V., 88 Kalka, 1 1 7 Kalmık-lar, 92 Kama Bulgarlan, 292-294 Kamalaşila, 342, 343, 344 Kanada, 132, 281 Kangar-lar (Peçenek-ler), 9, 79 Kanglı-lar, 163, 289 Kanişka, 321 Kan-su, 101, 145, 1 6 1 , 329, 402 Kantabır-lar, 32, 189 Kanton, 58 Kao Hsien-chi, 1 13 Kao Kan, l l6, l l7 Kao-ch'ang, 49, 322 Kao-kui (Tı'ele-ler), 99, 377, 378 Kao-ti, 398 Kao-�ung, 100, 323, 330, 33 1 Kapadokya, 51 Kapagan-han, l l l , 1 19 Kara Iniş, 1 16 Kara Türgeş-ler, l lO Kara-çurin Türk, 3 1 8 Karadeniz, 1 4 , 22, 39, 50 , 103, 140, 1 50, 199, 209, 218, 225, 230, 278, 285, 380 Karagur (Kara Ugor), 223 Karakalpak-lar, 286 Kara-Kidan, l l l Karakum, 199 Karakurum, 63 Karamzin A.M., 72 Karasu, 163 Karaşar, 307, 322 Kargalov V. V., 282, 288 Karlıkta&, 108 Karluk-lar, 9, lO, 56, 64, 79, 1 13, l l4,l 16
431
Karmati-ler, 64, 88, 281 Karpat-lar, 10, 67, 205, 287 Karp-lar, 209 Karst Denizi, 1 50 Kanaca, 222 Kaşgar, 1 56, 1 70, 322, 39 1 Kaşgarlı Mahmut, 103 Katalaun, 213, 224 Kavad, 305 Kaydu, 69, 85, 108 Kazakistan, 14, 53, 66, 87, 94, 1 28, 140, 143, 1 50, 291 , 298, 387, Kazak-lar, 1 27, 135, 283, 292, 388 Kazen (yer adı), 298 Kelt-Bastama-lar, 221 Kelt-ler, 32, 73, 88, 160, 173, 189, 223 Kerait-ler, 65, 108, 243, 249, 253, 254, 267, 271, 273 Kerç, 214 Kenılen, 65, 68, 82, 234, 266, 267 Keş, 296 Keşmir, 341 Khalde, 155 Khalkedon (Kadıköy), 229 Khasar, 253, 257, 258, 259, 268 Khung-po (Tibet kabilesi), 326 Kıpçak (Poloves, Kuman)-lar, 9, 27, 30, 67, 79, 8 1 , 89, 140, 143, 145, 1 59, 163, 1 73, 234, 277, 278, 280-290, 293 Kırgız-lar, 9, 63, 64, 66, 79, 92, 108, l l l , l l6, 1 19, 140, 145, 160, 164, 167, Kınm, 53, , 207, 209, 213, 288 Kılan-lar, 182, 239, 244, 25 1 , 333 Kıtay, 182 Kızıl Tı'-ler, 1 59, 166, 168, 379, 380 Kızılderili-ler, 20, 180, 283 Kızılkum, 199 Kızlasov l. R., 162 Kidan bkz. Kitan Kidara, 300 Kidari-ler, 295, 301-303, 368, 369, 370 Kiev, 67, 2 1 1 Kin bkz. Curçen Kingan, 137
432
AV R A S YA ' D A N
Kirey-ler, 238 Kiselev S. V., ı ıo. 1 22 Kiş-ler, 307 Kitan, 79 Kitan-lar, 9, 50, 56-59, 68, 79 Kitaylı-lar, 22 Kiyef, 173, 279, 280, 282, 283, 285, 286, 289, 293 Kiydşina, 279 Ko la Yanmadası, 197, 198 Konçak-han, 287 Konfüçyanizm, 60 Konfuçyüst (Konfuçyanist)ler, 3 1 , 46, 62, 68, 323, 324, 332 Konkirat (Kongrat)-lar, 254, 266, 268 Kononov A.N., 101 Konstantinopolis, 67, 138, 2 1 7, 22 1 , 228, 229, 372 Kopet Dag, 305 Kore, 54, 70, 86, 331, 399 Koreli-ler, 42, 142 Ko-shan, 109 Kozlov P.K., 90-92, 1 70, 3 1 2 Kök Orda, 292 Krasnoyar, 148, 166 Ktay bkz. Kitay Kubilay-han, 69, 84, 85 Kuça, 307, 322 Kuen-lun, 390, 391 Kukenor (Kukunor), 56, 1 72 Kulikova, 70, 85 Kuman bkz. Kıpçak Ku-mo, 322 Kı�nha, 303 Kun-lun, 8, 13, 78, 140, 178, 310 Kurikan-lar, 145 Kunuba, 67 Kuşan, 321, 376 Kuteybe b. MOslim, 296 Kutlug Eheres-han, 1 19 Kutuktıiy-herikun, 249 Kutuıgur-lar, 230 Kuyat-gerges, HO Kuzey Denizi, 20, 180 Kuzey Kutbu, 148
L Lama, 341 Langdarma, 348, 350, 351 , 352 Lao-shang yabgu, 400 , 40 1 , 402, 403 Lao-tse, 324 Latimore, 1 72 Laufer 8. , 22 Laura, 53 Leao lmparatorlugu, 68, 79 Leao-tung, 42, 402 Lena, 97, 132, 145, 166 Leo 1., 229 Lhasa, 339, 341 Li (Hoten), 3 1 4 Li Chin-hsüan, 3 3 1 Li Keyung, 58 Li Shih-min Tai-tsung, 53, 54, 55,164, 379 Li Yılan, 54 Liang-ch'ing, 3 1 1 , 3 1 2 Liang-chou, 333 Liao-ho, 9, 78 Litva, 70 Litvan(yalı)-lar, 85, 214, 2 1 5, 224, 293 Liu Huang, 398 Liu Pang, 184 Liu Yuan, 4 1 Liv-ler, 145 Livon, 145 Lo Huan-chUn, 170, 1 7 1 Lobaşov M.Y., 236 Lob-nor, 1 60, 336, 373 Lo-lo-lar, ı60, ı 7 1 Lombardia, 36 Londra, 279 Lopar-lar, ı 97 Lo-yang, 4 ı , 54, ı42 Lugi-ler, 206 Lugov-lar, ı 97 Lukianus, 207 Lutiç-ler, ı 45 Luzitan-lar, 32, ı89 Lyaşçenko P.l., 28ı M Macaristan, 14, 66, 2ı8, 279, 287, 297 Macar-lar, ı63, 230, 286. 287
KARMA DiZiN Maçin, 66, 1 7 1 Maenchen-Helfen Ouo, 356, 389 Mahayana, 342 Mahayanist-ler, 389 Majan (Tibetli vezir), 338, 339 Makaddesi, 367 Makedonya, 95, 1 56, 220 Makedonyalı lskender, 53, 155 Malay-lar, 44, 142 Malorus-lar, 109 Malorusya, 109 Mamay, 70, 85, 293 Man kabileleri, 44, 47, 140, 160, 170 Mançur-lar, 70-72, 85, 86, 92, 140, 146 Mançurya, 10, 26, 50, 56, 58, 68, 80, 86, 107, 138, 1 4 1 , 14� Mangışlak, 292 Mani, 60-63, 203, 204 Maniheist-ler, 9, 6 1 , 62, 219 Maniheizm, 10, 1857, 59-62, 79 Manroman-tsag, 328 Marcus Aurelius, 205 Marden, 209 Markianus, 221 Markuz, 249 Masson WM., 295 Maurikios, 104 Mauri-ler 321 Mauritanya, 51 Maximinus, 204 Maya-lar, 97, 279 Meag-tsom, 335, 337, 338 Media, 207 Mediolanum (Milano), 224 Mekke, 52 Meng Tien, 395 Meng-Sung, 43 Merkit-ler, 65, 7 1 , 8 1 , 105, 238, 245, 254, 268, 269, 270, 271, 272, 273, 274, 275 Merya-lar, 197, 209 Mesudi, 296 Me-te (Mo-de), 183, 184 Mezopotamya, 32, 299 Mısır Memlük-leri, 1 10 Mısır, 10, 88, 1 14, 155, 180, 205, 287
433
Mısırlı-lar, 16, 2 19, 279, 283 Miao (kabile), 47, 171 Mineg-ler, 91 Ming lmparatorluıu. 70, 71, 8 1 , 86, 90, 9 1 , 234 Ming-shih, 108 Minsk, 293 Minuçehr, 376 Minusin, 20, 2 1 , 30, 64, 137, 145, 162, 163, 166, 180, 181 Minyak bkz. Mineg Mirzaçol, 15 Mitra, 54, 60, 1 57, 244 Mitraist, 203, 204, 21 1 Mo-cho, l l l Mode (Mete), 26, 27, 396-400 Mogol lmparatorlugu, 80 Moıolistan, 8, 10-14, 16, 19, 2 1 23, 25, 29, 30, 38, 40, 52, 53, 56, 58, 62, 65, 67, 70, 7 1 , 80, 82, 87, 94, 99, 1 16, 1 28, 134, 141, 144, 1 78, 1 80, 181, 233, 234, 245, 247, 267, 29 1 , 396, Moıol-lar, 9, l l , 1 2, 14, 16-19, 25, 49, 59, 66, 67, 69, 70, 72, 79, 83, 92, 93, 101. 102. 101. 1 1 1. 1 24, 137. 138, 141, 143, 144, 177, 1 79, 182, 186, 231 , 240-243, 255-257, 260, 264-267, 269-274, 278, 280, 292, 378, 388 Mo-ho (Mukrin)ler, 1 06, 1 07, 1 09, 1 10, 140 Mo-ko Dagan, l l l Mongoloid, 20, 26, 30, 1 28, 162, 1 63, 164, 166, 169, 170, 1 74, 180, 3 1 0 Mong-srong-mang-brtsan, 3 3 1 Mon-lar, 3 1 0 Monomah Vladimir, 286 Montesquieu, 1 2, 88 Mordvin (Mordva)ler, 197, 209, 292 Moskova, 70, 85, 288, 292, 293, Muhalleb, 296 Mu-junı-tar, 42, 44, 45, 329 Mukri Dzen-po, 347 Mukri-ler, 104, 105, 106, 107, 1 08, 1 10, 1 1 2, 333
434
AV R A S YA ' D A N
Muncuk, 219 Muni Dzen-po, 346, 347 Muyun-lar, 102 Müslüman-lar, 62, 64, 67, 69, 70, 72, 84, 85, 88, 103, 1 13, 1 19, 287, 294 N Nahu-baiyan, 264, 265 Naissus, 22 1 Nan-shan, 13, 25, 39, 44, 166, 178, 390 Napolyon lll., 269 Narbada, 306 Nasonov A.N., 72 Navarra, 36 Nayman-lar, 108, 1 17 Nedao, 213, 225 Nepal, 53, 70, 322, 325, 327, 334, 335, 338 Neron, 40 Nestor (vakanüvis), 283 Nesturi, 9, 63, 65, 85 Nesturilik, 10, 18, 57, 59, 79, 244 Ngolok-lar, 3 1 2 Niak-nitag-pa, 319 Nian-po, 319 Nij�rya, 132 Nijgorod, 293 Nikatoros Selevkus, 1 56 Nil, 279 Nirun, 240, 265 Nisibin (Nusaybin), 299 Nizak Tarhan, 296 Nogay, 1 52, 288 No-he-po, 329, 330 Noin-ula, 34, 190 Nor-Buyuruk-han, 249 Norik, 5 1 Nonnan-lar, 72, 145 Norveç, 198 Novgorod, 69 Noyankin, 240 Nuşibi-ler, 103, l l l , 1 13, 333 0-Ö Obi, 196- 198 Odenathus, 205, 206
Odovakar, 226 Ogur (Ogor, Ugor), 50, 230 O�uz-han, 107 Okin-Barha, 249 Olbia, 376 Olga, 2 1 1 Olibrion-lar, 224 Olmo, 1 56 O-lo-cı-lar, 1 65 Omoka-lar, 140 Omsk, 195 Onogour, 226 Onogur-lar, 303 On-Ok Türkleri, 52, 1 13 Onon, 65, 82, 134, 241 , 267, 271 Ordos, 25, 26, 27, 4 1 , 43, 90, 145, 1 6 1 , 186 Orhon kitabeleri, 99, 1 0 1 , 104, 1 19, 1 20, Orhon Türkleri, 1 1 3 Orhon, 79, 82, 208 Onnüzd (Honnüzd), 157 Orontes, 1 56 Ona Asya, 8, 22, 26, SO, 63, 66, 67, 7 1 , 8 1 , 104, 1 1 3, 135, 137, 146, 1 54, 1 59, 1 9 1 , 206, 266, 300, 301, 308, 309, 320, 333, 336, 337, 365, 368, 322, 381 Ona Vaha, 22, 27, 53, 77, 182 Onadoks-lar, 292, 294 Osetin-ler, 145 Osmanlı lmparatorlu�. 288, Ostrogot-lar, 209, 2 13, 215, 216, 217, 221 , 224, 226 Ostyak-Ket-ler, 160 Otuz-Tatar-lar, 291 Oyrat-lar, 65, 70, 7 1 , 72, 85, 86, 92, 1 1 7, 144 Öngüt-ler, 10, 30, 79, 108, Ötüken, 134 Özbek-han, 70, 85, 292 Özbekistan, 366 Özbek-ler, 108
P'ei Chi, 5 1 , 53
p
KARMA DİZİN P'ei-Chou, 5 1 , 53 P'ei-ti, 402 Padmasambaba, 340, 341 , 344, 346 Pai-lang, 3 1 1 Pai-li-ler, 166, 168, 1 74 Pamir, 140, 142, 1 50, 168, 200, 295, 307, 308, 3 10, 372, 373, 380, 381 Pan Ch'ao, 387 Pan Ku, 32 Pannonya, 10, 219, 225 Panlikap, 214 Parbalı Lazar, 304 Parhomenko V.A., 284 Paris, 67, 269 Parthia, 22 Panh-lar, 9, 28, 79, 154, 169, 182, 208, 359 Pasifik Okyanusu, 7, 38, 135 Paşulo V.T. , 287 Pavel l., 292 Pazınk, 122, 124, 1 26, 182, 365 Peçenek-ler, 140, 277, 279, 280, 286, 289 Peçora, 283 Pei-shan, 135 Pei-shih, 365, 367, 369, 373, 376, 377 Pelasg-lar, 13 Pelliol P., 100, 101, 365, 367 Penza, 209 Perikles, 1 70 Persia, 23 Pers-ler, 16, 32, 6 1 , 67, 1 14, 78, 168, 180, 200, 206, 273,298, 299, 300, 302-305, 307, 356, 363, 364, 367, 37 1 , 372, 385, 388 Peşaver, 324 Philimer, 192 Philippe ll., 36 Phinlian, 101 Pigulevskaya N.V., 365 Plano Carpini, 108 Plantegenet-ler, 230 Platon, 153 Platonov S.F., 72 Pletniyeva S.A., 289 Po Chü-i, 137
435
Po, 224 Pokrovsky M . N . , 278 Polab Slavları, 72 Polab, 145 Po-lo, 300 Polonya, 66, 283 Polonyalı-lar, 287, 293 Polotsk, 293 Poloves bkz. Kıpçak Pomoryan-lar, 145 Pompeus, 155, 291 Presnyakov A.Y., 278, 279, 280 Prijevalsky N.M., 44 Priskus, 104, 219, 220 Prişvin M.M., 75 Prokopius, 222, 305, 373, 374, 380 Pseudo-Arrian, 1 70 Pskov, 69 Ptolemaeus, 169, 192, 207 Pu-li, 390 Pun (Finikiya), 155
Quad-lar, 205
Q
R Radagais (komutan), 2 1 7 Radimiç-ler, 277 Radlov W W, 109 Rajput-lar, 23, 53, 145, 307, 381 Ralçapan (Prens), 348, 349, 350 Reşidüddin, 107, 108, 165, 273 Rhen, 205, 206, 218, 221 Rij Körfezi, 145 Ripar (Ripuar)-lar, 224 Ritsimir (Gol kralı), 229 Rodezya, 132 Roerih Yu. N . , 62 Rojkov N.A., 278, 280, 281 Roksalan-lar, 66, 207 Roma Cumhuriyeti, 40 Roma lmparatorlugu, 36, 298 Roma, 13, 23, 36, 40, 4 1 , 43, 5 1 , 95, 1 14, 157, 169, 188, 192, 200, 202, 203, 204, 208, 218-220, 225, 228, 229, 237, 291 , 299, 318, 359
AV R A S Y A ' D A N
436
Romalı-lar, 22, 23, 28, 32, 36, 49, 66, 95, 188, 192, 200, 202, 205, 206, 209, 214, 217, 222-224 Romei-ler, 53 Romen, 291 Rosenberg Al[red, 153 Rosomon-lar, 206, 209-212 Ross-lar, 227 Rudenko S.l., 2 1 , 22, 1 20, 121 Rug!Rugi-ler, 205 210-212, 217, 22 1 , 223, 226 Rugila, 2 18, 219 Rus Slavan-ları, 293 Rus-lar, 8, 10, l l , 14, 16, 67, 69, 70, 72, 84, 85, 89, 92, 95, 145, 148, 1 50, 1 52, 163, 168, 173, 186, l93, 2 l l , 212, 230, 278, 279, 280, 284-287, 292-294 Rusya, 277, 282, 284, 286, 288, 289, 292, 293 Rügen adası, 224 Ryazan, 290, 293 S-Ş Sabir-ler, 104, 105, 165, 226, 303 Sadagi-ler, 228 sarrach, 2 1 7 Sahara, 137, 148, 1 74 Saka-lar, 23, 135, 145, 140, 142, 1 54, 190, 191, 306, 307 Sakson-lar, 206 Sami-ler, 1 74 Samnit-ler, 36 Samoid (Samodin, Samoyed)ler, 197, 226, 238, 241 , 271 Saragur-lar, 33, 226, 23 1 , 303 San Deniz, 39, 50, 103, 292 San Nehir bkz. Huang-ho San Tangut-lar, 166 Sarı Türgeş-ler, l lO, l l l , l l3 San-Yugur bkz.b Sangur Sarmat-lar, 22, 23, 25, 33, 34, 35, 66, 191, 199, 207, 2 10, 22 1 , 298 Sarıak (kumandan), 292 Sasani-ler, 1 1 4, 304 Saur daılan, 13, 30, 53, 178, 186, 196 ·
Sava nehri, 225 Savir (Sabir)ler, 226, 227, 229 Sayan daılan, 9, 27, 1 16, 1 20, 1 3 1 , 164, 166, 1 78, 180, 399 Schlagintweil E., 34 7 Scipion, 36 Sec;en-beki, 249 Selc;uki-ler, 281 , 287 Selenge, 65, 82, 208, 189, 241 , 243, 270, 272 Selevki (Selevkus)ler, 156, 157 Semerkand, 67, 324 Semyenov A.A., 377 Serika (Serikum), 169, 170 Ser-ler, 169, 1 70, 389 Severyan-lar, 277, 282 Seyanto-lar, l l 5, l l6 Seyistan, 1 54 Seylan, 53, 169 Seylanlı-lar, 1 70 Shang-shung, 142, 3 14, 319 Shan-jung-lar, 1 72 Shan-si, 142, 170 Shan-tung, 4 1 Sha-sai, 164 Sha-l'o Türk-leri, 30, 57, 58, 64, 146 Shen-si, 1 4 1 , 142, 186, 310 Shih Ch'i, 167 Shung Wei, 1 H Sırbistan, 279 Sır-derya, 8, 53, 147, 208 Sibir, 22, 182, 193 Sibirya, 1 3, 14, 1 5, 38, -42, 63-65, 67, 68, 82, 97, 1 1 7, 132, 140, 163-166, 1 74, 1 75, 1 78, 195, 2 18, 226, 229, 286, 287, 297, 298 Sier Gölü, 56 Sih-ch'uan, 69, 84, 161, 162, 1 70, 1 7 1 , 3 1 1 , 325 Sih-chou, 330 Sih-chui-pang, 391 Sih-kan, 160, 170 Sih-ma Ch'ien, 18, 22, 32, 1 72, 394, 397 Siiniya, 197 Simokatta Theophylactos, 104, 105,
KARMA DİZİN 107, 368 Sind, 53, 373 Singidunum, 221 Siyenpi (To-pa)ler, 8, 9, 22, 23, 25, 26, 29, 30, 35, 3� 37, 38, 40, 41, 42, 44, 45, 49, 53, 55, 58, 78, 105-107, 141-143, 182, 187, 190-192, 210, 316 Siyenpi Devleti, 30, 36 Skandagulta, 306 Skandza, 218 Skifya (lskitya), 2 1 3 Skir-ler, 209, 223 Slavyan-lar, 178, 206, 214, 215, 220, 221 , 223, 230, 277, 278, 28 1 , 284, 289, 290 Smolensk, 293 Soçihel, 268, 274 Sogo-nor, 92 Sogdiyana, 15, 26, 50, 5 1 , 52, 56, l l4, l l 7, 183, 1 9 1 , 373 Sogdiyan-lar, 22, 23, 27, 109, 1 73, 191, 200, 296, 300, 303, 307, 308 Sogdlar bkz. Sogdiyanlar Sohotay, 256 So-ko (so-ho)-han, l lO, l l l , l l 2 Solovyev S.M., 72 Sorbon, 394 Sorgan-Şira, 261 , 262, 263 So-t'o-hui, 330 Sovyet-ler Birligi, 1 75, 234, 281 Spanan (lspanalı)-lar, 269 Sron-tsan-gam-bo, 325, 326, 327, 328, 343 Sron-tsan-pa, 319 Stein A., 388 Stepan Razin, 384 Stilicho, 218 Strabon, 155, 357 Su Ting-fang, 330 Sueb-ler, 44, 206, 217, 2 1 8, 226 Su-hsi-yeh, 357 Sui (Imparatorluk, hanedan) 9, 53, 54, 79, 134, 329 Su-lu han (Türgeş hanı), l l l , l l 2, 1 13 Sumatra, 324
437
Sung lmparatorlugu, 58, 68, 79, 80, 83, 84, 138 Suriye, 10, 40, 1 56, 205, 206, 2 1 9 Suza, 154 Suzdal, 286, 288, 289, 293, 294 Suzdallı-lar, 282 Suziana, 1 54 Süldüs, 261 Sümer-ler, 73 Svyatopolk, 280, 283 Svyatoslav Çernigovsky, 88, 280 Syung-nu bkz. Hyung-nu Şambala, 1 53, 1 54, 1 56 Şantarakşita, 344 Şapu� 200, 299, 269, 372 Şara Müren, 9 Şenrab, 1 56, 1 57 Şenrabmibo, 3 1 4 Şeyban-han, 93 Şii-ler, 64 Şiriharşa, 1 57
T Tai-tsung (Li Shih-min) 53, 326, 329, 33 1 Tang, 8, 9, 53-59, 68, 70, 7 1 , 79, 80, 85, 86, 109, 1 12, l l3, l l6, l l 7, 134, 324, 328-330, 333, 336, 337 Tang-ch' ang, 3 1 1 Tie-le-ler (Teleüt!Tile/Töles), 38, 39, 43, 50, 99, 104, 108, 1 15, 1 6 1 , 1 66, 385 Tien-shan (Tann Daglan), 178, 196, 199, 201 To-pa Hung ll., 46 To-pa Kui, 46 To-pa Sseu, 46 To-pa Tao, 46 Tabgaç-lar, 22, 29, 42-47, 53, 57, 141, 182 Tacikistan, 1 55 Tacik-ler, 168 Tagar-lar, 22, 30, 162, 182 Ta-i'-ler, 357 Taifal-lar, 209 Takla-Makan, 135
438
A V R A S YA' DAN
Talas (nehir, ova), 28, 359, 360, 387 Tammuz, 1 56 Tang-hsiang-lar, 3 1 2 Tang-hu, 402 Tanguı CTi-ler), 29, 40, 42, 44, 47, 49, 58, 59, 66, 72, 8 1 , 89, 90, 9 1 , 108, 145, 160, 1 70, 1 7 1 , 1 72, 175, 254, 3 1 1 , 330, 388 Tann Da�lan (Tien-shan), 8, 13, 37, 52, 106, 1 13, 135, 150, 167, 208, 307, 333 Tan-shih-huai, 30, 37, 36, 40, 107 Tanırayana, 34 1 Taosizm, 324 Tarduş, 50 Targabaıay, 13, 30, 52, 106, 134, 140, 144, 1 50, 1 78, 186, 187, 196, 208, 358 Tarhutai Kirilıuh, 255, 260, 261 , 263 Tam W.W., 389, 390 Taştık kulıurü, 30, 162 Tatar-lar, 65, 242, 244, 239, 248-253, 192, 293 Taugası (Tabgaç(ro-pa), 105, 107 Tay kabileleri, 69, 84 Tayci'uı-lar, 65, 240, 255, 257, 258, 260, 261 , 262, 263, 265, 266, 268 Taymır adası, 20, 180 Telengit-ler, 50, 109, 1 18, 1 20, 1 2 1 , 1 24, 1 25, 1 28, Teleuı-ler, 50, 238 Temuçin, 83, 235, 242, 253, 254, 255, 257, 258, 259, 260, 26 1, 262, 263, 265-27 1 , 273, 274, 275 Temuge-otçi&in, 253, 268 Temulun, 253 Tengri Ulug Munmış, l l l Terek, 146, 227, 298 Tessalyah-lar, 32 Tevtobursk, 206 Thebes, 204 Thedosius, 221 Thomas More, 1 53 Thomson V., 169, 170 Ti (Boma)ler, 139, 161, 164, 169, 1 70, 164, 169, 170-172, 174, 175, 3 1 1
Tibeı lmparatorlu&u, 1 13 Tibeı, 8, 13, 44, 53, 60, 65, 66, 70, 86, 9 1 , 140, 142, 144, 153-156, 158, 170, 178, 184, 185, 244, 309-320, 322, 324, 325, 327, 329-332, 333, 334, 336, 337, 338, 339, 340, 34 1, 342, 343, 345, 347, 348, 349, 350, 35 1 , 352, 353, 375, 391 Tibetli (Ch'iang-lar)ler, 10, 23, 40, 41, 42, 44, 53, 56, 57, 67, 7 1 , 78, 79, 9 1 , 1 57, 160, 170-172, 241 , 389, 390, 396 Tina, 169 Ting-ling-ler, 8, 18, 22, 27, 30, 37, 49, 78, 79, 140, 145, 159, 160-166, 1 73- 175, 182, 365 T�ronde-�n, 338, 340, 341 , 342, 344, 345, 346, 348, 349, 350 T�za, 208 Toba Sigun, 58 Todoyen/otçi&in, 250 Todoyen-Girtay, 256 Togon, 328, 329, 330, 333 To�rul (Tooril), 253, 254, 267, 270, 271 , 272 Toharisıan, 373 Tohar-lar, 375 Tohta-Begi, 269, 271 Tohıa-Begi, 272 Toktamış-han, 203 Tokuz-o&uz-lar, 1 19 Tola nehri, 243, 270 Toloçko P.P., 282 Tolstov S.P., 364, 366, 369, 372 Toltek-ler, 97 To-pa-lar, 101, 102, 143, 1 7 1 , 3 1 6 Torgout-lar, 9 1 , 1 10, 238 Tork-b� 286, 288, 289, Toynbee A., 134, 278, 279 Töles-ler, 1 1 7, 1 18, 238 Tölös, 50, 103, 1 16, 1 19 1 24- 1 26 Traianus, 205 Trakya, 220 Trakyah-lar, 229 Trans-Baykal, 42 Trasimene Gölu, 95
KARMA DiZiN Tripitaka, 346 Tro (Tibet kabilesi), 335 Truva, 270, 273 Ts'ui-yün, 332 Tsang-berd, 326 Tsin-ling, 139 Tsui-ku, 101 Tubot bkz. Tibet Tu-kiu, 49, 99, 100 Tu-lu-lar, 103, 109, 1 13 Tuma, 70, 86 Turnan (T'u-manfrumın), 26, 183, 184 Tu-mo-ch'i, l l l Tuna, 178, , 205, 207, 208, 2 l l , 2 1 2, 217, 218, 221 Tung-hu-lar, 8, 27, 78, 1 72, 399 Tungus (Tungıs), 144, 106, 107, 141, 146, 166, 3 1 5 Tun-huang, 43 Turlan (vadisi, çukuru), 37, 49 Turfan, 54, 63, 330 Türgeş-ler, 6 1 , 103, 106, 108-1 14 Türing-ler, 221 Türkistan, 1 13, 144, 178, 322, 332 Türk-ler, 9, 10, l l , 14, 22, 23, 39, 4957, 59, 64, 65, 70, 7 1 , 77, 79, 82, 86, 100. 102. 104, 1os. 106, l lo, l l S, l l6, l l7, 1 20, 1 22-125, 134, 137, 143, 167, 198, 223, 230, 238, 279, 29 1 , 296, 297, 301 , 302, 3 1 8, 332, 333, 334, 335, 367, 378, 381 , 385, 389, Türkmenistan, 304 Türkmen-ler, 9, 79, 173 U-Ü Ugor-Fin-ler, 221 Ugor-lar, 104, 139, 162, 165, 166, 174, 194, 195, 197, 198, 223, 226, 303, 357, 366 Ukrayna, 66, 97, 292 Ulagan, 1 20, 1 2 1 , 1 23, 1 26, 1 28 Ultzinzur-lar, 228 Umbor-lar, 36 Ural, 187, 189, 199, 366 Urfa, 300
439
Ursul-lar, 1 20 Urumçi, 107 Ussuri, 13, 1 78, 242 Uturgur-lar, 50, 230 Uygur Hanlıgı, 59, 60 Uyguristan, 6 1 , 93 Uygur-lar, 9, 10, 14, 33, 50, 56, 57, 59, 60-64, 66, 70, 7 1 , 79, 85, 86, 92, 1 13, l l 4, 134, 1 6 1 , 166, 1 75, 1 79, 35 1 , 353, 379, 385, 387, 388, 389 Uzboy, 199 Üç-lduk, 61 Ügeday, 108, 273 Ürdün, 143 V Vahan, 373 Valentinianus, 224 Valerianus, 205, 298 Vandal-lar, 43, 44, 205, 209, 2 l l , 2 17, 222, 225 Varro, 206 Vas bkz. Ves Velikoros-lar, 23 Venedik, 67, 283 Vened-ler, 145, 206, 209, 215 Vemadsky V. 1 . , 74 Ves-ler, 209 Vietnam, 70, 84 , 86 Vietnamlı-lar, 44 Viking-ler, 23, 44, 67, 72, 1 45 Vistüla, 209 Vivien de St. Manin, 296, 364 Vizigot-lar, 209, 215, 2 1 6, 218, 224 Vladimir, 280, 292 Vladimirtsov B.Ya., 66, 233, 265 Vogul-lar, 194 Volga Otil), 8, 38, 1 50 - 1 52, 187189, 191, 192, 194, 198, 207, 208, 218, 221 Volın, 293 Vsevolod 1., 280 w
Waterloo, 305
2 1 2,
223,
186, 199,
440
A V R A S YA' D A N
Wen-ti, 399, 402 Wu-chi-le (Baka Tarhan/Moho Tagan), 1 1 1 , 1 12 Wu-chu-lü, 34, 190 Wu-chü-mai, 244, 245 Wu-huan-lar, 25 Wuiler Monimer, 17 Wu-i-Pei, 195 Wu-lu, 250, 251 Wu-sun (Usun)lar, 8, 78, 106, 142, 160, 166, 167, 168, 174, 175, 307, 355, 358, 360 Wu-tu, 1 7 1 y
Yablonov Daglan, 13, 178 Yadrintsiev.M., 99 Yahudi-ler, 58, 69, 204, 2 19, 297 Yakubovsky A.Yu., 284 Yakut-lar, 50, 97, 132 Yamato-lar, 13 Yang Chien, 53 Yang Yü, 395 Yang-huan, 390 Yang-shao, 163 Yang-ti, 54 Yang-ts'ai, 358 Yang-tse nehri, 44, 67, 140 Yanmen (kabile), 104 Yarkend, 391 Yaropolk (Knaz), 280 Yayık nehri, 30, 139, 186, 208 Yazigi-ler, 207, 209, 221, 226
Yed�u. 9, 30, 43, 50, 62, 103, 104, 108, 139, 142, 143, 187, 303, 307, 366 Yeh-lü Arnbakan (Abao-tsi), 58, 400 Yeke-Çiledu, 252 Yemod, 169 Yeni Zelenda, 132 Yenisey Kırgız-lan, 9, 79, 167, 175 Yenisey, 160, 163, 164, 166, 196, 198 Yesugai-ba'atur, 252, 253, 254, 255257, 275, 267 Yevtuhova LA., 1 20-123 Yezdigerd Il., 302, 303, 376 Yin-shan, 25, 44, 1 6 1 , 1 72, 186, 396, 402 Yugakir-ler, 140 Yukatan, 97 Yunanlı-lar, 32, 66, 155, 220, 321 , 374 Yuşkov S. V., 281 Yüeban-lar, 43, 104, 182, 364, 370 Yüeçi, 8, 22, 26, 34, 35, 167, 182, 1 9 1 , 208, 296, 300, 301 , 359, 363, 364, 369, 377, 396, 399 Yüeh, 47, 1 52, 401 Yünnan, 56, 325, 332 z
Zabulistan, 373 Zaporoj Kazaklan, 283 Zaysan, 1 5 1 Zennon, 229 Zerd\'ışti-ler, 1 57 Zulu-lar, 269, 281