MiLLiYETÇi TÜRKİYE'YE DOGRU
MiLLiYETÇi TÜRKİYE'YE DOGRU
J
<10-11 Mayıs 1969 da yapılan Milliyetçiler
ilmi Seminerinde varılan neticeler)
İstanbul 1969
GARANTi MATBAASI Cağaloğlu, Mollafenari Sok. 38 istanbul
AÇIKLAMA
· ·' ·
M
illiyetçiler Ilmi Semineri,
1969 mart ayından itiba ren ba�layan uzun bir ha
zırlık devresinden sonra, 10 - 11 Mayıs 1969 tarihlerinde Istan bul'da yapılm�tır. 10 Mayıl'J gü nü M.T.T.B. salonunda açıl� ko nuşması ile başlayan
seminer,
aynı gün T.M.T.F. binasında, mahiyetleri itibariyle biribirine yakın mevzular a göre tertiple nen beş komisyon halinde, çalış malarına devam etmiştir. Her komisyon kendisiyle
ilgili teb
liğleri münakaşa ederek tek ra por haline getirm�tir. Böylece hazırlanmış olan beş rapor er tesi gün Belediye Sarayı salo nunda
yapılan
toplantısına
umumi
heyet
sunulmuş ve ora
da müzakere edilerek bütün iş tirak edenler tarafından kabul olunmuştur. Neticeler, Büyük Türk Mil letine arzolunur.
TERTİP KOMİTESİ
10- ll MAYIS 1969 GÜNLERİNDE İSTANBUL'DA YAPILAN MlLLtYETÇİLER İLMİ SEMilNERl TERTİP KOM1TES1: (Soyadı alfabe sırasına göre)
BaŞkan : Prof. Dr. İbrahim KAFESOOLU *Fazlı AKKAYA *H. Cengiz ALPAY NThad Sami BANARU A. Aydın BOLAK *N. Nihat BOZKURT * Rasim CİNtSLl *Altan DELIORMAN Doç. Dr. Muharrem ERGİN *Metin ERİŞ Alırnet KABAKJ...I *Dr. Mustafa KAFALI İsmail KAHRAMAN Doç. Dr. Haluk KARAMAGRALI Prof. Dr. Selçuk ÖZÇEUK *Ekrem ÖZER Prof. Dr. Faruk K. TlMURTAŞ Osman YUMAK Prof. Dr. Sabahattin ZAİM Rizalarında * işareti bulunanlar İcra Ko rnitesinde de vazife almışlardır. -7-
SEMlNER ÇALIŞMALARINA KATILANLAR :
Prof. Dr. Necati AKDER Fazlı AKKAYA Prof. Dr. Yılmaz ALTUG Malıir ARAL Na.mık Zeki ARAL (Tebliğ yolladı)
Alev ARlK Sel.iıha.ttin ARIKAN ı•rof. Dr. Fahir ARMAOOLU (Tebliğ yoJladı) Arif Nihat ASYA Dr. Asaf ATASEVEN Nihad Sami RANARLI Said BİLGİÇ özcan BOLCAN N. Nilıat BOZKURT Rasim CİNİSU Himid ÇAGIL V8Jıid ÇOPUROOLU İsmail DAYI Altan DELiORMAN Doç. Dr. Recep DOKSAT Dr . Yusuf DONMEZ D�. Dr. Şükırii ELÇİN Galip ERDEM }'erit ERDOGAN Doç. Dr. Muharrem ERGİN Metin ERİŞ Selahattin ERKAP -
9
-
Ali Muzaffer ERSOZ Enver ESENKOVA (Tebliğ yolladı) Fethi GEMUHLUOOLU l\lahir ız Alunet KABAKLI Dr. Mustafa KAFALI Prof. Dr. İbrahim KAFESOGLU Doç. Dr. Haliık KARAMAGRALI Dr. Hayretlin KARAMAN Prof. Dr. Şaban KARATAŞ (Tebliğ yolladı) İhsan KOLOOLU Prof. Dr. Mustafa KÖSEOOLU Doç. Dr. Yaşar KUTLUAY Hoç. Dr. Bekir KÜTÜKOOLU 1\emal WKMAN Dr. Erdoğan MERÇİL Kemaleddin NOMER E mine Işınsu OKÇU I<.;rdoğan OKÇU Cahid OKURER Dr. Naim ÖKTEM Prof. Dr. Selçuık ÖZÇELİK
Refik ÖZDEK Ekrem ÖZER "\"ılmaz ÖZTUNA (Tebliğ yolladı) Nazım ÖZVERİ M. Necati S�PETÇİOOLU F'ahri TANMAN Doç. Dr. Hikmet TANYU J>rof. Dr. Faruk K. TİMURTAŞ Dr. Bekir TOPALOOLU Doç. Dr. Sal ih TUG Dr. A. Mertol TULUM Yusuf TÜREL - 10-
Doç. Dr. Orhan TVRKI>OGAN Ziya UYGUR ı•rof. Dr. Orhan UZUNSOY Prof. Dr. Süleyman YALÇIN Doç. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ (Jemalettin YAVAŞÇA Dr. Haldu D. YILDIZ Prof. Dr. Talip YÜCEL Prof. Dr. Sabahadelin ZAİM
Milliyetçiler ilmi Sernineri Belediye Saraymda toplantı hallnde
-ll-
Hazırlık çalışmaları 27-Nisan-1969 Muhterem.................
.
İki sene önce toplanmış olan
1. Milliyetçiler Büyük
Kurultayının kararları gereğince, 2. Büyük Kurultaya ha
zırhk olmak üzere, 10 ll Mayıs 1969 da, İstanbul'da mem -
leketimizin tanınmış ilim ve fikir adamlarının iştirakiyle bir «Milliyetçiler İlmi Semineri» tertiplenmesi kararlaştı rılmıştır. Milletimizin vatanperver bir ruhla do1u. olduğuna şüp he yoktur. Türk Milleti, vatanını, devletini, ailesini, dinini ve ahlakını korumak hususunda her zaman seferber du rumdadır. Ancak bu asil duygular millet manaviyatında ham madde halinde mevcuttur. Türk'ün bu milliyetçi cep hesi ilmi yollardan layıkı ile işlenip halk kitlesine intikal ettirilememiştir. Türkiye'de milliyetçilik, düşünceleri içten ve çözülmez bağlarla birbirine bağlayan, yön verici, ilmi vasıftan mahrum.dur. Hala belirli bir milliyet anlayışı etra fında top1anamayışımızın sebebi bu olmak gerekir. Milliyetçilik bizde daima yalnız bir heyecan mevzuu olarak kalmıştır. İnsanlan hakikatıere ıurlaşmaktan alıko yan başlıca amil de his ve heyecan baskısıdır. Ciddi, sağ lam neticelere varmak ve millet bu neticelere inandınlmak istendiği takdirde önce birer ilim ve fikir adamı olarak bizim bu heyecan vasatından kurtulmamız icap eder. Mil liyetçilik, teoloji vey;a metafizilde alakalı bir ideoloji veya doktrin mevzuu değil, doğrudan doğruya ilmi araştırma lara ihtiyaç gösteren bir içtimai realitedir. Mesele, Türk Milliyetçiliğinin günümüz Türk topluluğundaki yerini tam bir tarafsızlıkla tesbit etmektir. Buna göre, incelemelerde
- 12 -
karşılaşılabilecek şahsi ve milli duygularımım aykırı ha kikatleri de açıklamaktan çekinmernerniz lazımdır. Çünkü, istikbalirnizle ilgili en isabetli ve mühim kararlar vehirn ve hayale değil, tarihi ve içWna.i vakıalara dayıa.nılarak alı nabilecektir. Türk Milleti eğitim, hukuk, iktisad, ahlak, din, edebi yat ve san'at sahalannda görülen huzur bozucıu aksaklık ların giderilmesi için gerekli ilmi rehberliği, kendisinin gerçek temsilcisi saydığı sizlerden beklemektedir. Bu bakımdan, Türk milliyetçiliğine rve tabiatiyle Türk Milletine değerli bir hizmet olarak telakki ettiğimiz «Mil liyetçiler llmi Semineri» ne zatıalinizi n de iştirakini ehem miyetle rica etmekteyiz. Giriş kartı ilişikte takdim edil miştir. Toplantı yeri ve seminerle ilgili diğer bilgiler ayrıca arzedilecektir. Hürmetlerimizle Tertip Kornitesi adına Prof. Dr. İbrahim KAFES()(}LU
* Muhterem önümüzdeki aylarda toplanacak olan 2. Milliyetçiler Büyük Kurultayı'na hazırlık olmak üzere tertiplenen cMil liyetçiler İlmi Semineri» ne bir tebliğle iştirakiniz hususun daki ricamızın kabul buyurulmasını, komitemiz minnet ve şükranla karşılamıştır. İlgili makamlarla yapılan temasların neticesinde belli olacak toplantı salonunun yeri ayrıca bildirilecektir. Semi ner 10 ll Mayıs 1969 cumartesi - pazar günleri yapıla caktır. Çalışmalar sabah 9.30 da başlayacaktır. Toplantı -
-13-
gününe kadar seminerle ilgili her konuda irtibat büromuz. dan bilgi alınabilir. llmi çalışmaların yıapılacağı toplantı salonooa ve ko misyon odal arına dinleyici alınmayacağı için, sayın davet liler seminer görevlilerine giriş kartı ibraz edeceklerdir. Giriş kartlan tanzim edilerek üişikte takdim olunmuştur. Seminer tertibiyle ilgili ön bilgiler ilişikte arzedilrnek tedir. Teşekkürlerimizi te'yid eder, hürmetlerirnizi sunarız. Tertip Komitesi adına Prof. Dr. İbrahim KAFESOCLU
1. Milliyetçiler Büyük Kurultayı Başkanı
* SEMİNERLE lLG:t:Lt Btt.GlLER 1)
Serninere istanbul dışından katılacak davetlllerin yol masrafıanna tertip komitesince
(Ankara
_
İstanbul
motorlu tren gidiş dönüş ücreti birim alınmak suretiy le)
2)
70.- TL.
ödenrnek suretiyle iştirak edilecektir.
İstanbul haricinden
gelecek davetiiierin yatacakları
yerler aynlrnışbr. Odalar, 9 tesi ve
10 ll -
-
10
Mayıs cuma- cumar
mayıs cumartesi - pazar
geceleri için
tahsis edilmiştir. Serninerin son bulacağı
ll Mayıs
1969 pazar akşamı sayın davetliler serbest olacaklar dır. Otel masrafları tertip kornitesi tarafındsn karşı lanacaktır.
3)
10
mayıs cumartesi v e l l mayıs pazar günleri sabah
kahvalbları, davetiiierin kalacağı otelde verilecektir. Aynı günler öğle yemekleri çalışına salonunda verile-
-14-
cektir. Yemek ve kalıvaltı masraflan komitece karşı lanacaktır.
4)
lrtibat büroSUl Cağaloğlu, Nuruosmaniye Cad. Nu: 34, 3. katta Kültür Ocağı genel merkezidir. Müracaatlar
Altan Deliorman veya Nihat Bozkurt adına yapılma lıdır. Telefon numarası 22 27 23 tür. Ankaradaki temaslar, Sanayi Bakanlığı Özel Ka
5)
lem Müdürü Metin Eriş'le yürütülebilir. Telefon nu marası 1217 35 tir. lstanbul'a gelecek davetliler 9 mayıs günü ve gecesi saat 24 e kadar irtibat bürosuna müracaat ederek lü zumlu bilgileri ve kendilerine otelde ayırtılan oda nu maralarını alabilirler.
6)
İlmi mahiyetteki seminer, basına açık, dinleyicilere kapalı olarak çalışacaktır. Seminerde görüş birliğine varılan hususlar bir kitap halinde bastırılarak dağıtı lacaktır.
-15-
TERTİP KOMlTESt BAŞKANI PROF. DR. lBRAHlM KAFESOOLU'NUN MİLLİYETÇİLER tı.Mt SEMİNERİNİ AÇIŞ KONUŞMASI Muhtcrem öğretim üyeleri,
kıymetli fikir adtırrı,Uırı,
genç arkadWJlarım Bundan iki buçuk yıl kadar önce toplanmış olan I. Milliyetçiler Büyük Kurultayının kararı gereğince, II. Bü yük Kurultaya hazırlık olmak üzere, tertipiediğimiz .IJ!il liyetçiler Ilmi Semineri'ne hoşgeldiniz. Hepinizi sevgi ve saygılarımla seldmlarım. Milliyetçilik, bilindiği gibi, tarihte inımnlığa yön ve ren düşünce tarzlarının başında yer alır. Ferdin, mensup bulunduğu topluluğu sevmesi gibi tabii bir temayüZ olarak kütlelerin millet topluluğu hdline gelmesinde ve varlıkla rmı korumasında birinc i planda rol oynayan milliyetçilik şüphesiz ezeli olduğu kadar ebedidir de. Yine malurrı.tlur
ld, milliyetçiliğin biri duygu, di.ğeri fikir olmak üzere iki cephesi, daha doğrusu iki safhası vardır. Insanın ana ve ba.basını, yakın ve uzak akrabasını sevip sayma içgüdüsü nün gittikçe gelişerek, nihayet kendi dili ile konuşan, ken disi gibi düşünen ve aynı manevi kuvvetlerle beslenmiş memleketi halkma, üzerinde yaşadığı vatan toprağı ile birlikte bütün milletine ruhan ve davrant'jlar . ı ile bağla.n ma hisBi demek olan milli duygu her
toplulukta az-ç:,.;k
mevcut sosyal ve psikolojik bir belirtidir ve kökleri içti mai hayatın ba§langıcına kadar gt!ri götürülebilir. Fikir-
-
17
-
de milliyetçilik ise, son yüzyıllardaki siyasi ve iktisadi hd di.selerin eseridir. Batıda Rönesans'ın getirdiği yeni 1cıy metlerde n olan milli devlet kuruluşlarında milli ordu VfJ milli ekonominin bazı topluluklara sağladığı askeri ve ik tisadi üstünlük milli duygunun milliye t fikri hdlinde sis temleştirilmesine yol açmıştır. Bilhassa Na.tion (mıllet) mefhumuna vücut veren Fransız Ihtilalini takiben A vru. palı milldlerin sür'atli tarihi seyirlerine müvazi şeki.ldr� gelişen fikir milliyetçiliği «Nationalisme» adı altında fel ı-efi-içtimai sahada müstesna bir itibar kazanmıştır. Fa kat teessüfe değer ki, henüz ilmi esaslarına kavuşamadan birçok milletierin hayat akışlarında yol göısterici bir fonk siyon icracısı durumuna yükselen bu düşünce, aslında, in sanın tabii temayüZü üzerine kurulması gerekli bir mane vi inşa ve bir kültür gelişmesi mevzuu iken, doğrudan doğ ruya biyolojik temellere dayandırılmış, ve arzettiğimiz milli duygu gibi bütün insan cinsinde
ortak ruhi belirti
roolitesinden kaynak ve kuvvet alması icap ederken, ken dilerini «imtiyazlı millet» vehmine kaptırmış toplulukla ra yeryüzüne hükmetme kabiliyetini
bahşeden hayallere
dayalı bir ideoloji durumuna sokulmuş, bu suretle, adeta beşeri vasfını kaybederek bencil bir karaktere bürünmüş ve dolayısiy le, her ideoloji gibi, siyasetin bir iBtismar ·mal zemesi hdline gelivermiştir. Fikir milliyetçiliğini böyle ha talı değerlendirmenin neticelerini I. ve II. Cihan Savaşla rının felaket dolu sahnelerinde görmek mümkündür. Sos yalizm maskesi altında aynı ideolojinin takipçisi olarak dünyayı yutmağı tasarlayanların da
dkibetinin değişmi
yeccği aşikardır. Bugün Batılı ilim çevrelerinde artık bu tip nasyaruı lizm'den pek bahsedilmemekte ve si.stemleştirme gayret leri Patriotisme (Vatanperverlik) denebilecek yeni ve in sani bir milliyetçilik anlayışına kaymaktadır. Medeni dün-
-18-
yada müşahede edilen bu normale dönüş tarihi Türk mil liyetçiliği bakımından pek mdnalıdır. Çünkü, heryerde hu zurun sağlanmasına yardım eden, asla istismar yoluna sap mayan, bayrağımız altındaki her çeşit kütleyi muhafaza etmek için icabında kendi kanımızı dökmeği vazife sayan, himayeci, 4 bin yıllık Türk milliyetçiliği, daima insani ve vatanperverane bi r karakter ta.şımıştır. Insanoğlunun ancak, Tanrı tarafından milletZere baş seçilmiş Türk'ün koruyucu idaresinde mes'ut olabileceğini, düşman ayağının basması caiz olmayan Türk vatanının iM M kudsiyetle donanmış bulunduğunu söyleyen destan, ef sane, anane ve kitabelerimizde, birçok örnekleri ile, izzeti nefis sahibi, asil ve gururlu bir millet olarak Türk'ün hür riyet ve istiklaline tutkunluğunun belirtilmesi ve bunların kaynaklarında tekrarlanması,
eski Çin, Bizans ve islam
Türk milliyetçiliğinin büyük kudretini ifade ve isbat eder. Tarihi Türk milliyetçiliğinin bir hususiyeti de onun, başka milletlerde de rastlanan neviden ham bir temayüZden iba· ret kalmayıp ,çok erken çağlarda şuurlu bir inıanç vasfını kazanmış olmasıdır. Mes eld 2 bin sene evvel, miladdan ön cc 58 de, Al�ya Türk imparatorluğunda cereyan eden mr hadise münasebetiyle o devir Çin yıllığındaki bir kayıt, tanınmış sinolog Fr. Hirth'e göre, dünya tarihinde milli yetçiliğin devlet siyasetinde temel fikir olarak alındığını gösteren ilk vesikadır. O zamandan beri bazan da şahlana rak devam edegclen şuurlu Türk milliyetçiliğinin gerçek leştirdiği son harika Milli Mücadele'mizdir. Bu destani başarıya kaynak teşkil etmiş olan «Türk çülük» hareketi memleketimizdc milli duyguyu sistemle'j firme devresi idi. Dış kışlcırtmalarla azqınlaşan azınlıklar karşısında Türk'ün meşru müdafaa hakkından doğan bu cereyanın bayrakdan büyük mütefekkir Ziya Gökalp göz lerini milli tarihin derinliklerine çevirerek orada keşfetti-19-
ği müli duygu y ardımı ile memleket dertlerine çareler arı yordu. Çünkü, zamanının fikri, felsefi, içtimai gelişmeleri r..i çok iyi takip ettiği bilinen Gökalp'in gözünden kaçma yan bir nokta da, ileri milletierin terakki, kuvvet ve re fahlarını milliyetçi dinamik tutumlarına borçlu oldukları idi. Bugün de en medeni mUletlerin en milliyetçi topluluk lar olduğu görülür. Hatta mahkum sosyalist ülkelerde bi
le milliyetçilik gittikçe feragati kabil olmayan bir iştiyak halini almaktadır. Hal böyle iken bizde bir gevşeme, bir çözülme vuku bulmuştur. Bir taraftan . gerçeklerden uzaklaşarak roman tik bir havaya girme istidadını gasteren Türk fikir miUi yetçiliği, diğer taraftan derecesi artan bir şiddetle gayri ıniUi cereyanların taarruzlarına uğramıştır. Yalnız hama si planda kalmış ve sosyal, kültürel ve ekonomik hayatta aksiyon kabiliyetini henüz ortaya koyaca.k bir o lgunluğa ulaşamamış durumdaki Türk milliyetçiliğine yapılan hü cumlardaki tahrip vasıtaları ise, milletçc kalkınma cekit lerini baltalama gayesini güden milletlerarası Marksizmin heryerde ileri sürdüğü sloganlardan başkası değildi: Milli yetçiliğimiz cskilik, ananceilik ve saldırganlık ile damga lanıyordu. Saldırganlık Türk milliyetçiliği
için bahis mevzuu
olamazdı, çünkü, teb'aya baskı ve zulmün izine bile raM lanmayan Türk tarihinde kütle sürgünleri ve katlicim!arın mevcut olduğu hakkındaki garazkcir iddiaların hiçbiri şimdiye kada.r isbat edilmemişti. Milli tarih bilgisi yönün den acınacak vaziyette olan ithamcılar, üstelik, milliyet çilikteki tarihi devamlılık ile ananeciliği birbirinden ayıra mıyorlardı. Milliyetçiliğin terk edilmiş eski bir düşünce olduğu suçlaması ise, insanı ruh, akıl, mantık ve muha kemcden mahrum bir garip yaratık farzeden sa{satadan ileri geliyordu. Sanıyorlardı ki, bu milliyetçilik ideali yıkılıp gidecektir! -20-
hücumlar karşısında
Feyzini beşeri gerçeklerden alan milliyetçiliğin böyle köksüz, uydurma iddialarla yok
olması elbette mümkün
değildir. Faloat Türkiyede hürtiyet rejiminin gölgesine sı ğınılarak yapılan aralıksız tecavüzlerin milliyetçilik duy gu ve düşüncasini fazlasiyle sa.rstığı bir hakikattir.
Bu
bakımdan durumun ağırlığını idrdkte Türk Milli Eğitimi n in kilayetsizliği şüphesiz büyük bir talihsizlik olmuştur. Yayın hayatımıza hakim gibi
görünen ldubal1 ve, sanki
başka b ir memlekettc imiş gibi, milli gazete, dergi ve parale l neşir
endişelerden uzak
organlarının tutumları ile
öğrenci hareketlerinin asıl sebebi, herhalde, ilkokuldan li se sonuna kadar bütün eğitim ve öğretimde korkunç bir
boşluk arzeden
milli şuur eksikliğinde aranmak gerekir.
Tahribatı önlemek için sarfedilen münferit gayretler de beklenen neticeyi vcrmemiştir. Bu suretle Türk milliyetçi liğinin maruz kaldığı sarsıntı yurdumuzu vahim tehlikeler
le karşı karşıya getirmiştir. Bu tehlikelerden biri, çağdaş medeniyet seviyesine yükse lm e gayretlerinin engellenmesi, diğeri, memleket istikbalinin biticik teminatı olan genç ne siZlerin yerratıcı gücünden mahrumiyettir. Işte Türkiyenin aldığı son manzara budur. Idari, si71asi, ikti�adi, hukuki, dini, ahldki... meselelerinde milli tarih gerçeklerine, milli bünyenin karakterine aykırı pro paganda ve davranışlardan bezginlik duyma.ğa başlayan millet, zaten dar olan imkdnlarının bütününü uğruna har caya.rak ümitle yetiştirdiği
münevverlerin ve gençlerin
ana kütleden kopmasının ve ona yabancılaşmasının ıztıra b-ı içindedir. Bu hdl milletin geleceğe olan güvenini her gün biraz daha azaltmaktadır. Millette gittikçe umumile şen bu psikoloji her vatanperver Türkü uzun-uzun düşii,n llürmelidir. 20. yüzyılda aklı
başında ve vicdanlı hiçbir
Türk münevveri vaktiyle cihan tarihinin süsü ve dünya milletlerinin tacı olmuş olan asil, fedakar ve vefakar mil letini artık yönü gizlenmiyen maceralara teslim edemP.z!
-
21
-
Cemiyetler belirli kanunlar dairesinde seyrettiğine ve mil lellerin hayatında gelişigüzellik diye birşey olmadığına göre, Türk milletine de, hiç şüphesiz, türedi ideolojiler ve kaynakları malum propagandalar değil, binlerce yıldanbe r-i bizzat kendi şahsiyetinde temsil ettiği şuurlu, insani ve vata:npcrverdne milliyetçilik -Mtikamet verecektir. Ancak, md Türk milli hayatının millileşme bakımından maddi nevi kadrosunu çizebilmek için milletin içtimai yapısı, -
sosyal şartları, ihtiyaçları ve gelişme yönlerinin iyi bilin mesi lazımdır. Bu zaruret etrafında I. Büyük Kurultay dan beri çeşitli yoUardan yapılan telkinlerdir ki tertip he yetinizi memleketimizin en saygı değer şahsiyetleri olan sizlere müracaata sevk etmiştir. Toplantımız, bütün mület
davalarının ilmi temellere
dayandınlmak üzere, yalnız ilim ve fikir adamları tarafın dan ve yalnız ilmi n gerektirdiği ciddiyelle ele alınac�ğı bir seminerdir. Yanlış değerlendirmelerden,
aldanarak veya
aldatarak gerçekleri değiştirmekten sakınmak, Türk mil liyetçiliğinin aksiyon kabiliyelinden
mahrum cihetlerini,
milletimizin bocalama sebeplerini, açıkça orta.ya koymak, Türk fikir milliyetçiliğinin nazari esaslarını ve tatbikatta
ki yollarını tesbit etmek bıt seminerin gayesidir. Millete yeni ümid ufukları açacak olan ilmi hal çarelerinin büyük Türk milleti tarafından birer diistur teldkki edileceğine şüphe yoktur. Bilhassa arzetmek isterim ki, ilmi münaka şalarınızla elde edilecek neticeler hayati chemmiyetteki bu millet davasında aziz vatanımız ve yüce Türk milletinin son sözü olacaktır.
Başarılar diler, Türk milliyetçiliğinin muhterem tem silcilerine saygılarımı sunarım.
-
22
-
MİLLİYETÇİUK VE İNSAN FİKRİ, SOSYOWJt VE PEDAGOJt AÇlSINDAN MİLLİYETÇİLİK, MİLLİVET ÇİLİK VE HUKUKUMUZ, TlJRKİYE'DE MİLLİYETÇİ LİK HAREKETLER!, MİLLİYETÇİLİK VE TARİH ŞU URU, MİLLİYETÇtLlGtN KADERi MESELELERi
•
Komisyon başkanı : Prof. Dr. Nı>:,ati Akder Komisyon raportörü: Prof. Dr. Talip Yücel lştirak edenler : Fazlı Akkaya
Said Bilgiç
Harnit Çağır Doç. Dr. Recep Doksat Cahid Okurer Yusuf Türe1 Ziya Uygur Prof. Dr. Süleyman Yalçın Cemalettin Yavaşça.
--23 -
MtLLlYETÇlLlK ve INSAN FIKRI� «Milliyetçilik ve lnsan Fikri» hakkındaki düşünceleri miz başlıca üç kavram üzerinde toplarunaktadır. Bu kav ramlar da, anlaşılacağı gibi Milliyetçilik, Millet ve İnsan kavramlarıdır. Birçok kavramlann manalan tarih
boyunca insanın
görüş ve düşünce tarzına bağlı kalarak değişmiş, insanlaı beraber tekimill etmiştir. Böylece, ilk devirlerdeki insanla bugünkü ins anın kendisi arasında nasıl büyük bir fark var sa, insan ve insanla ilgili kavramların manalarında da bü yük farklar meydana gelmiştir. İşte, zaman boyunca ına nalannda büyük farkların meydana geldiği bu kavramlar dan ikisi de Millet ve Milliyetçilik kavramlandır. Şimdiye kadar
ortaya
konan «Millet» e ait tarifler ve
nazariyeler ihiçbir vakit bütün milletleri ifade ve izah -ede memiş, böylece de herkes tarafından benimsenecek dere cede inandıncı olamanuştır. Aslında ise, herhangi bir yönden yapılan bir millet ta rifinin bütün milletleri ifade ve izah etmesine imkan yok tur. Bu, hem insan varlığının, hem de insanıann meydana getirdiği içtimai varlıkların asli mahiyetierine aykındır. Çünkü, insanlar arasında bazı ortak insani vasıflar
de
olmakla beraber, her insan gerçek manada geliştiği takdir kendiısine mahsus ayn bir varlıktır. Bu itibarla, her
hangi bir insanın müşahhas bir varlık oLaraık tam kendisi
r:i ifade edecek bir tarifi başka bir insana uymıyacaktır. -
25
-
Bunun gibi, insanlardan meydana gelen bütün içtimai topluluklar veya milletler ıarasında bir takım ortak insa ni ve içtimai vasıflar vardır. Fakat, herhangi bir milletin de müşahhas bir varlık olarak tam kendisini ifade edecek bir tarifi başka bir millet için kullanılamaz. «Millet» varlığı insanlardan meydana gele:Q. bir içtimai topluluk olduğuna göre «Millet Fikri» de «İnsan Fikri» ne dayanaca.ktir. Bir insan sahip olduğu aısli vasıf ve kabiliyetlerin ge lişmesiyle şahsiyetini bulur. Bir içtimai topluluk da sahip oldıuğu. asli vasıf ve kabiliyetlerin gelişmesiyle millet sevi yesine erişir. Buna göre milliyetçilik de, insan varlığına dayanan bir içtimai topluluğun kendisine mahsus vasıf ve kabiliyetlerini geliştirmek ve millet seviyesine ul�an var lığını korumak ve yükseltmek iradesini ifade edecektir. Ya ni, milliyetçilik, millet fikrine ve dolayısıyle de insan fik rine dayanmaktadır. Millet varlığı insanlardan meydana geldiğine göre, ön. ce insanın b�lıca asli vasıflarını hıatırlamalıyız: İnsan; vücud, düşünce, duygu ve irade gibi maddi ve manevi unsurlardan mürekkep bir bütündür. Bu terkibi bütün içinde insan varlığı ve hayatının ken disine has vasıflarını, asli mahiyetini diğer canlılarda bu lunmıyan düşünce, duygu ve irade unsurrları meydana ge tirir. Diğer taraftan insaıiın maddi varlığı da manevi un surlarla beraber olduğu takdirde ve o nisbette insana has vasıfta olacaktır. Bu, insan vücudunun düşünce ve irade nin kontrolü altında olması demektir. Vücud, düşünce ve iradenin kontrol ve hakimiyetinden uzaklaştıkça insan vü cudu olmaktan çıkar, hayvani bir vücud ha:line gelir. İnsandaki düşünce, duyguı ve irade unsurlan kendi ferdi varlığından dışa doğru açılır. Cemiyet, tabiat ve kai natı �arruk, nihayet maddi alemin ötesine, sonsuzluğa -
26
-
doğru yönelir. Insanda böylece kendisin i aşarak bir ebedl varlık ile birleşmak kabiliyeti vardır.
İnsan, maddi ve
manevi
terkibi bir bütün halindeki
varlığına y.aşarken tekimül etmek suretiyle ulaşır. Bunun için de yaşadığı hayatın asli vasıf ve kabiliyetlerinin teka mülüne müsait olm.ası gerekir.
Bu
bakımdan tekamül kabi
liyeti de insanın asli vasıflarından biridir. İnsanın gereği gibi tek8.m.ül edebilmesi, yani asl i va sıf ve kabiliyetlerinin gelişınesine müsait bir hayatı yaşı yabilmesi için hür olması Ia.zımdır. Insanda hürriyetin asıl kaynağı ise, duygu, düşünce ve iradesinin kendi varlığın dan sonsuzluğa doğru yönelme kabiliyetidir. Bu itibarla, in. sarun hür olmak dileği de asli temayül ve vasıflarından bi rini teşkil eder. İnsanın
tam bir bütün halinde
gelişmesi maddi ve
manevi muhtelü unsurların vasıf ve kabiliyetlerin birbirle riyle aniaşaralt muvazeneli ve aJıenkli jJir şekilde gelişme
leri
ile gerçekleşir.
Bunun
için, insan varlığı ve hayatmda
böyle bir muvazene vasfı da i.Dısanın asli mahiyetinin ka bul ettirdiği asli vasıf değerindedir. İnsanın bu asli vasıf larının mukabillerini millet varlığında bulmaık mümkündür. Gerçekten de millet fikri ve ona dayanan milliyetçilik ön ce şaJhısiyetini bulmuş bir içtimai bütünü
temsil
eder. Bir
içtimai topluluk içinde değer ve kabiliyetılerini geliştirerek şahsiyet haline gelen ferdler arttıkça içtimai toplulukta da millet olma vasıfları artacaktır. Bu bakımdan da bir ce miyetin millet haline gelmesi için gerekli şart ve unsurlar, ferdin şahsiyet haline gelmes i için gerelcli şart ve �nsurla rın genişleyip bir neM içtimaileşmiş halleri olarıaik düşünü lebilir. Ferdi şahsiyet gibi, millet de maddi ve manevi unsur ve değerlerin birleşmesinden meydana gelen terkibi bir bü tündür. Gerek ferd, gerek içtimai topluluğun şahsiyetini
- 27-
bul-
ması i�in bir asgarl zaman unsuru şart olmakla beraber yeter değildir. Yaşamlan bu zaman içindeki hayatın ferdi ve içtimai değer ve kabiliyetlerin gelişmesine elverişli ol ması icabeder. Bu da gerek ferd, gerekse cemiyetin böyle bir hayatı ya.şa.mak hürriyetine sahip bulunmalarını şart kılar. Millet varlığının, sadece onu meydana getiren ferd Ierin şahsiyetlerini kazanmalan ile izahı tam olamaz. Fa kat, ferdi ve içtimai şahsiyetler arasmda şöyle bir fikri paralel kurabiliriz: Ferd maddi ve manevi kendi varlığını, değer ve kabiliyetlerini geliştirmekle şahsiyet oLur. Ce miyet kendisine mahsus içtimai bünye ve yapısını, değer ve ·kabiliyetlerini geliştirmekle millet seviyesine erişir. !nsan ve cemiyet maddi ve manevi unsurlardan mü teşekkil terkibi birer bütün ol dukları için hayatlarını tan zim eden değerler de ,bir bütün halindedir. Bununla bera ber bu değerleri ziıhni bir tahlil ile medeniyet ve kültUr de ğerleri olmak üzere iki guruba ayırabiliriz. Böylece ferd ve cemiyetlerin medeniyet değerleri, onların mensup olduk ları medeniyete dahil diğer ferd ve cemiyetlerle ort.a.k de ğerlerini; manevi d�ğerleri de kendilerine mahsus değerle ri ifıade eder. Fakat, bütün bu değerler birbirlerine karşı lıklı tesir ederek gelişir ve ilerlerler. Bir cemiyet halinde yaşıyan ferdler arasında bir takım bağlar vardır. lçtimai birliği meydana getiren bu bağlar ve kuvvetler cemiyetin bünyesinden, medeniyet ve kültür hayatından yükselir. Bu itibarla medeniyet ve kültür de ğerleri gelişti:kçe bu bağlar ve onların meydana getir:eceği içtimai birlik de kuvvetlenmiş olacaktır. Diğer taraftan maddi, iktisadi hayatının gelişmesi maddi bağlan, manevi, kültür hayatının gelişmesi de manevi bağları kuvvetlendi recek demektir. Her milletin bünyesi belli bir toprak (Vatan) üzerinde -
28
-
ve belli bir zaman (Tarih) içinde meydana gelir. Bu itibar la bütün milletieri n maddi ve manevi unsurları, kuvvetleri muh.a.kkak tarihleri, vatanlan ve insan kitlesi (varlığı) ya ni içtimai bünyesiyle alakalıdır. Bunun için Tarih, Vatan ve İnsan sevgisi milletin maddi ve manevi değerlerini ge liştirmekte, içtimai birliği kuvvetlendirmekte başlıca üç kuvvet kaynağıdır. Yalnız, millet varlığı Tarih ve Vatan unsurlarına sıkı sıkıya bağlı olduğu için, şuurlu hale gelen bir insan-millet sevgisi, tarih ve vatan sevgisini de gerek tirecektir. Çünkü, milletin maddi ve manevi bütün hayatı, kültür ve medeniyet değerleri ·tarihine ve vatanına sıkı sı kıya bağlıdır. Bu itibarla, şuıurlu bir millet sevgisine sahip olan insanlar met1sup olduklan milletin maddi ve manevi bütün değerlerini geliştirrneğe çalışırlar. Bu bakımlardan mmet fikri, ayni z amanda millet sevgisini de ifade eder. Millet sevgisi de insanı •sevmeğ i gerektirir. Bunun için millet fikri, millet sevgisi ile, in;;an fikri de insan sevgisi ile birleşir ve ona dayanır. Tarih şuurunu muhafaza etmek,
geçmişi
yaşamak
için değil, geçmişle bağlılığı korumak içindir. Ferdler, ay ni ortak tarih içinden geldiklerini unutmamak
suretiyle
içtimai birliği koruyabilirler. Tarih şuurunu kaybeden bir millet, hafızasını kaybeden bir insana benzer. Bunun gibi, ferdierin ve milletierin geleceğe ait arzuları, ümidleri, di lek ve emelleri de gelecekle irtibatlarını sağlar. İnsan ne geçmişte, ne de gelecekte yaşar. Esasen asıl olan geçmişi vey:a geleceği yaşamak değil, onlarla irtibatı l>:oruma.ktır. Geçm�şle irtibat nasıl yaşadığımızın ve nere
den geldiğimizin, gelecekle irtibat nasıl
yaşayacağımızın
ve nereye gideceğimizin şuuruna sahip kılar. İnsan gibi, milletler de
geçmişten gelen ve geleceğe
yönelen bir hal içinde yaşarlar. Hali ne kadar gerektiği gi bi, tam ve kuvvetli yaşariarsa geçmişleri de, gelecekleri de
-29-
kadar kuvvetli olur. Gelecek nesillere o kadar kuvvetli bir mazi bıraklır, o kadar kuvvetli bir gelecek hazırlar
c
lar. Gerçekten insan olarak şahsiyetini bulmuş bir kimse nin diğer insanların hayatına, her türlü haklarına hür met ve riayet etmesi gerekir. Çünkü, ferdierin birbirleriyle münasebetleri, ahlaki cepheleri insan fikrine
dayandığı
gibi, milletierin münasebetleri de millet fikrine dayana caktır. Her insan gibi, her içtimat bütün de kendi hayatı nı yaşamak, değer ve kabiliyetlerini geliştirmek suretiy şahsiyet olmak, millet olmak hakkına sahiptir. Milletler arası ahiakın temeli de budur. le
Bunun için başka milletierin maddi ve manevi haya. tına, millet halinde yaşamak hakianna hürmet ve riayet etmeyen bir içtimai bütüne gerçek manada millet dene mez. Başka milletierin hayatma ve her türlü haklarına hürmet etmek için de ilk şart içtimai bütıünıde millet fik riniiı hakim hale gelmesidir. Çünkü, «İnsan Fi·kri» ile be raber, «Millet Fikrinin» hakim hale geldiği bir içtimai bü tün kendiliğinden diğer milletierin de hayatına, mlllet ha linde yaşama ve yükselme haklarına hürmet ve riayet ede cektir. İşte, millet fikrinin dünya üzerinde yöneldiği son he def de budur. Ferd gibi, bir içtimai bütünün de yaşamak hakkı, herşeyden önce, kendi hayatını yaşamak hakkı dır. Kendi hayatını yaşamak hakkı da gerçek millet ol ması için gerekli şart ve imkanlara sahip olmak dır. Millet fikrinin gerçekleşmesi bu şart ve
hakkı
imkanların
dünya ölçüsünde sağlanmasına bağlıdır. Bu hususta temel şart da içtimal hayat nizamın.ın insan fikri ile beraber millet fikrine dayanması ve bu fikirterin yalnız bir cemiye
tin hayatında değil, bütün dünyada hakim hale gelmesidir. Artık o zaman yeryüzünde her insan ve her içtimai bütün -
30
-
değer ve kabiliyetlerini geliştirmek, gerçek insan ve mil let olmak için gerekli haklara hakikaten sahip olabilir.
Demek ki,
insan fikri bütün
insanların, millet fikri de
bütün milletierin dayanacağı temel fikirlerdir. Bu itibar la, Türkiye'yi gerçek manada yükseltecek iradenin ifadesi olarak kabul ettiğimiz Milliyetçilik ve let ve
onun dayandığı
mil
insan f�kirlerini sadece Türkiye için değil, bütün in
sanlar ve milletler için kabul ediyoruz. Böyle ce , milliyetçiliğin mahalli kalan kapalı bir fi kir sistemi değil, büt;ün dünyaya hitap eden insani ve iç tirnai bir görüş olduğu anlaşılmaktadır.
SOSYOLOJi VE PEDAGOJi AÇISINDAN MlLLlYETÇiLIK Mil:liyetçiliği bir ideoloji saymakta devam eden sos yologlar varsa da milliyetçilik birçok sosyologlar tarafın dan cemiyetin mühirn ve dinamik bir yönü kabul edilmek ananeye
tedir. Mesela tanınmış iktisatçılardan Rostow,
bağlı cemiyetlerin modern cemiyetler haline gelebilmesi için milliyetçHiğin başlıca rol oynadığı fikrindedir. Ona göre bu, «kar motifi» kadar mühimdir. Böylece milliyet çilik bir cemiyetin sosyal sisteminin esasını teşkil etmek tedir. Günümüzde dünya devletlerinin büyük
çoğunluğu
milliyetçilik fikri etrafında toplanmış�ardır. Bilhassa çağ daş manasında milliyetçilik gelisrnekte olan toplulukların
en belirli vasfı hal indedir Ve umumiyetle milli kalkınma .
lar milliyetçilik sayesinde mümkün olabilmektedir. Buna tipik bir örnek olarak Japonya'yı gösterrnek mümkündür. Geçen asrın ikinci yansında batı dünyası ile temasa geçen Japon milleti batı medeniyetinin gerektirdiği liberal görüş. le teknik ve ilme yönelmiş, fakat geleceğine sadık kalmak suretiyle de milli hususiyetlerini korumuş, bu suretle ger-
-
31
-
çekleşen içtimai denge Japon milletinin en ileri bir toplu luk halinde inkişafına büyük ölçüde yardım etmiştir. Milliyetçilik düşüncesinin devamlılığını gösteren di ğer belirtileri de sosyalist memleketlerde müşahede etmek kabildir. Bugün Sovyet Rusya ile Çin arasında ortaya çı kan fikir ayrılığının temelinde her iki topluluğun milli
menfaatlerini koruma duygusu gizlidir.
sosyalistlerden John K:autsky Kızıl
Çin'de
kendi
Tanınmış
komünizmin
gittikçe «millileştiğini» ifade etmiştir. O ha:lde topluluk ların gelişmesinde ve kalkınmasında insan g:ücünü hare kete getiren en mühim faktör milliyetçiliktir. Türkiye'nin de, modernleşme ve kalkınma gayretinde şüphesiz milli yetçilik mühim bir yer işgal edecektir .. Halen çeşitli kamp lara ayrılmış gibi görülen memleketimizde gençleri mille timizin yükselmesi hedefine yöneltmek ancak lik prensibinin benimsenmesi ile mümkün
milliyetçi
olacak ve bu
milliyetçilik Türk kalkınmasının hareket noktasını vere cektir. Tıürkiye'nin milliyetçiliğe yönelmesinde bu
psikolojik
potansiyelden başka diğer mühim bir sebep de milliyetçi liğin geniş sosyal değişme ve teknolojik kalkınma gayreti içinde iken Türk milli ·kültürünün değerler sistemini kon trol etmede en mühirn denge unsuru oluşudur. Buna ilA ve olarak
jeopolitik durumumuzun da
milliyetçiliğimizi
kuvvetlendirmede başlıca arnillerden bir iolduğunu belirt mek gerekir. Bilindiği gibi, Türk milliyetçiliği hiçbir za n.an bir yabancı düşmanlığı tarzında tecelli etmemiştir. Bundan sonra da milliyetçilimiz halka giden ve halkı kur taran bir değerler birliği ve bir sosyal isiahat sistemi ola rak telakki edilmelidir. Bu ilmi yönden yüründüğü takdir
de şüphesiz Türk mHliyetçiliği hamasi plandan kurtanlıp doğrudan doğruya aktüel millet meselelerini halle yarar bir vasıta ola�aktır. --�2-
Bu nokta karşımıza gençlik ahlak ve terbiyesi mese lesini çıkarmaktadır. Milliyetçiliğin de kendine mahsus bir ıahlak telakkisi ve bir pedagojik sistemi olduğu şüphe sizdir. Zira, hemen her fikir sisteminde bir pedagoji prob lemi mevcut bulunmaktadır. Mesela marksizmde dahi bir ahlak anlayışı bulunduğu söylenebiılr. Marksist ahiakın en belirli vasfı da milli ahiaka aykınlığıdır. Halbuki mil' Ietler ancak kendi bünyelerinden doğan orijinal mahiyet teki ahılak telakkileri ile şahsiyetlerini bulabilirler . Bu ge lişmede de taıill:ıi seyrin mühim rolıü vardır. Bilindiği üze re medeniyet şimdiki safbasma erişmeden önce asırlarca sürmüş bir ortaçağdan geçmiştir. Ortaçağın karnlüeri di ni olmasındadır. Y'alnız ortaçağ islim ve hristiyan alıl8.k prensipleri birbirinin aynı değildir rve her biri kendi hu susiyetlerine sahiptir. Bizim de islam ortaçağ nizamından modern batı medeniyeti nizamına. intikaliınizde 1000 yıl lık islam hayatı ile yağurulmuş milli varlık tarzımız ulıu orta ihmal edilemez. Diva ortaçağdan sıynlmak bahane siyle bu tarihi hayatın tasfiye edilmesi şeklinde tel8.kki edilecek olursa milliyet mefhumu kadar inkıiap mefhumu da yanlış anlaşılmış olur. lslAm dininde düşünce ve kalb münasebeti, hıristiyanlıktaJkiııden farklı olarak, yüksek bir rasyonalist seviye arzetmiştir. Esasen hristiyan orta çağının rasyonalizme yönelişinde Selçuklu ve Endülüs kül .. türlerinin tesiri tesbit olunmuştur. Rouessau ve Montes qieıı gibi XVIII. asır mütefekkirleri bu rasyonalizmi olgun. laştıran mümessiller te18.kki edilirler. O halde milliyetçili ğin pedagoji açısından tökezlemeden gelişebilmesi için bi zim bakımmuzdan yol sarih olarak aydınl anmış sayılabi lir .Fakat biz !her meselede olduğu gibi bu mevzularda da. derinliğine dUşünmekten ziyade kestirme yolları tercih eder olduğumuzdan, gençliğin terbiyesinde esas arnillerin köklerini yakalayıp hal çaresi ar::ı.yacağımız yerde kısa vi deli çözüm şekillerine müracaat etmişizdir. Bundan böyle
-33F :3
-zararlı ideolojilerin genç Türk nesiini tahakküm altına al mak tehlikesini ortadan kaldırmak için mese leler imiz in ge nişlik ve derinliğine işlemneleri artık bir zamrettir. O ma·
nada sağ1aın bir sosyal- politik ve kültür- politik kurma·
ğa mecburuz.
'
MiLLIYETÇiLIK VE HUKUKUMUZ Türk milleti uzun asırlar boyu devletler kurmuş, bir çok milletiere hülonetmiş yüksek idareci vasfını haiz olan
bir millettir. İslamiyeti kabulüne kıadar kendi kanun ve nizaınlarına, örl ve adetlerine bağlı kalmıştır.
lsl3.ıniyeti kabulden sonra ise, is lamiyet ın ulvi lannın kendi mi11i bünyesine en uygun bir din
esas
olduğunu
görmüş ve ona dört elle sarılmıştır. 1slam.iyetin esaslan ile
Türk milletinin milli örf ve adetlerini ve karakterini mec zettiren milletıimiz tarihe en parlak bir şekilde İslam Tür.k medeniyetini hediye etmiştir. Osmanlı Devletinin en kudretli zamanında,
Kanuni
devrinde İslam şeriatının yanında, bazı içtimai zaruretler· den bahiale bir kısım •kanunlar vazed.i·l.miş, duraklama ve
inhitat devirlerinde Avrupa'dan geri kalışımızın sebep1eri, TU.rkiün örl ve adetlerinde, itslami hulrukta
zannedilerek
Avrupa medeniyetine erişebilmemizin ancak onlar gibi re formlar yapmak, yeni kanun ve nizarnlar tedvin etmekle
mümkün olacağı telıkinleriyle Avrupai kanunların, nizarn
ıann alınma,sına b�lanll1l§tır.
1908 Meşrutiyetinden ve bilhassa Cumhuriyetin ku
r-.ıluşundan i tibare n, milli ve dini bünyemiz nazara alınma.
dan, iç timai bünyemize uygun olup olmadığı düşünülme den, asırlar boyu cemiyelimizi nizamlayan islami hıukuk tamarniyle terkedilmiş, yerine Avrupa.'dan terceme kanun..
lar alınmıştır.
-34-
Milletierin kıyafetleri, giyim eşyaları değiştirilebilir. Bunlan vücuda ve başa uydui'IJli:l.k mümkündür. Fakat kanunlar öyle değildir. Vazedildikleri milletılerin tarihi köklerine, dini v e milli inanışiarına ve içtimai bünyeleri ne uygun olarak vazedildiğinden, bir millet için iyi olan kanunun diğer millet için de iy i olacağı ,bünyesine uygun geleceği iddia edilemez. Nitekim İsviçre Medeni Kanunu da Türıkiyemizde bir türlü ot�a.mışbr. İsviçre Medeni Kanunnı, vazedildiği memlekette da hi tam olarak taıtbik edilmeyen bir iskelet kanundur. Zira İsviçre federal bir devılettir. Her kantonun kendine mah fills kanunu vardır. Ancak kanton kanunlarında olmayan hükümleri, boşluklan federal kanun doldurmaktadır. Bu na rağmen federal kanun tedvin edilirken dahi İsviçre milletinin tarihi kökleri, milli ve dini ayrıl ıklan, örf ve ıidetieri yıllarca tetkik edilmiş ve bunlara uygun olarak hazırlanmıştır. Biz ise hazır elbise alır gibi İsviçre Mede ni Kanununu almış ve bin yıldan fazla bir zaman İslam hukukuna tabi olmuş, kendi örf ve adetleriyıle yaşamış mil1etimize giydirmiş bulunmaktayız. İşte bunun neticesidir ki, Medeni Kanunnın kabulün. den bu yana yanm asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bu kanunun Türk içtimal bünyesine uygun ol mayan kısımlarının tadiline dahi yanaşılrnamıştır. Kanıunlar milletierin refah ve saadetini, bekasını te min için vazedilir. Bunlann milli bünyeye uygunluğunu te.. min zaruridir. Çünkü ebediyen yaşayacak olan millettir. Dokunulmazhğı olan, ,bekasının temini gereken Türk mil ietidir. Yoksa ona arzu ve iradesi hilafına kabuı ettirilen kanunlar değildir. Medeni Kanunla vakıf tesisi ortadan kallmuş, asırtar boyu millete hizmet iç in varlıklı ecdadımızın emrü hayra tahsis ettikleri servetleri artık böyle bir hayır yapmağa - 35 -
imkAn olmadığından emrU hayra tahsis
e:lllmem.iş, evvel
ya pılmış olan vakıflar ise böylece tahsisat olmadığın yokolup gitm.i§tir. Ancak daha sonra Medeni Kanu nun içtimai bünyemize uygun olmayan losunlarından biri olan tesise dair hük.Umleri ta.d.i.l edilmiş, vakıf tesisine im:. ce
dan
kan verecek bükiiimler konmuştur. Medeni Kanundaki kadının erkeğin
ebeveyni ile yaşa
mak mecburiyatinde olmaması hususu, asırlar boyu toplu yaşamış Türk ailesini, koruyucu büyüklerinden mahrum olarak kı·sa bir zamanda dağılma tehlikesiyle karşıla.ştır mıştır. Evlenmelerde meydana getirilen, formaliteler ve uzun asırlar dini ve milli hislerine bağlı millet fertlerinin imam tarafından yapılan nikah yerine belediye reisi ve y a memur edeceği kimselerin nikah yapması, büyük millet ki tlesinde tam bir tatbik sahası bulama.ınaktadır. Dint ni kah ile vaki olan birleşmelerden doğan çocuklar meşru bi rer yavru olduklan halde Medeni Kanun hükümlerine gö re gayrimeşru addedilip yeni yeni ilave kanunlarla ve he r beş senede bir kanun çıkarmak suretiyle milyonl arca vatan eviadının evliılik. dışı diye nüfusa tescili zaruret olma.kta dır. Yiil;e Medeni Kanuna göre evlilik harici addedilen bu çocuklar miraata sahih nik8h ma.hsulü çocuklarla içtima etti kle ri takdirde mtısa.vi miras a]amular. Kanunun bu hükmü, adaletsizliği de ek kanunlarla ortadan kaldırıl mıştır.
Me deni Kanun menşe itibarile bir hristiyan medeniyet göre tedvin edilmiştir. Hıristiyıanlıkta ise
ese ridi r . Ona
boşanma yoktur. mtisnai olarak konan başaruna sebeple
ri ise
zorluklarl a doludur. Bime de aynen tatbik edilen bu
kanunla Türk aile nlzamı tahrib ata maruz kalmış, boşan ma zorluklarına rağme n taaddüdü
izdivac; çoğalmıştır.
Her gün birbirleri ile kan:lı bıçaklı olan kan kocayı boşamam.a
neticesi cinayetler de ala bildi ğine
-36-
çoğalmış-
tır. Bunlan gören bir kısım erkek ve kadınlar evlenmek· ten kaçınmaktadırlar. 17 sen e birbirleriyle mahkemelik oJan karı kocanın teşkil ettiği bir aileden bu cemiyete ne hayır gelebilir ? Bütün bunlar Medeni Kanunun boşanma· da, milli bünyemize uygun olarak azami kolaylıkları gös· termesi, bu yolda yeni hükümlerin vazedilmesini zarurt kılmaktadır. Boşanmalar kolaylaşınca, boşanma davalan çoğalmaz, bilakis azaJhr. Nitekim Medeni Kanunun neş rinden evvel boşanmalar çok kolaydı. Fakat bu kadar bo şanma yoktu. Boşanan kadının durumunu Medeni Kanun nazara al mamıştır. Kadın fakir, çalışamaz olduğu takdirde ancak dava ederse nafaka, f.akrü zanıret nafakası olarak devam eder. Etmezse bir şey yoktur. Sürünıneye mahkumdur. Keza kadın boşanmayı müteakip üç yüz günden sonra an cak evlenebilir. Bu iddet müddetidir. Bekleme za.rureti var dır. Fakat evlenemeyen, çalışabilecek güç ve kaabiliyeti olmayan bir kadın bu müddet zaırfında" ne yer ve içer ; ka nun bunu hiç düşünmemiştir. .
Süt kardeşler arasında evlenme memnuiyeti ilk ter cüme metninde olmasına rağmen, nedense bu kere neşre dilil'ken kanun metnine alınmamış olması da büyük bir boşluktur. Milli ve dini inançlarımıza aykırıdır. Medeni Kanunun miras hükümlerini ele alırsak eski hükümlere nazaran bazı yeniliıklere rağmen birçok boş luklar ve bozukluklar meydana getirmiştir. Medeni Kanunun miras sistemine göre murisin bill· cümle emlaki iştirak halinde mülkiyet ol arak varisiere in· t.i kal eder. Bir aile sirketi husule gelir. Bu, bünyemize gi ren yeni bi r sistemdir. Ancak bUnyemize uymadığını, za ra rının çok büyük olduğunu belirtmek lazımdır. Ölümü müteakip aralarına rnenfaat ayrılığı giren can ciğer nıi rasçılar birbirlerine amansız dıüşman oluyorLar. Bir araya
- 37 -
gelip mirası müşterek mülkiyete kalbedeceklerine, mahke melerde açtıkları davalar sonu miras yok
pahasına elle
rinden gidiyor. Nice aileler böylece perişan oluyorlar. Zi ra hiçbiri kendisine düşen miras !hissesi üzerinde müsta kilen tasarruf hakkını haiz değildir. Dava ile de iştiraki nıüştereke kaybettiremez, dava açsa reddolur. Bunu kabul eoden mahkemelerin kararlarını da temyiz mahkemesi, içti hadı lie boşluğu dolduracağına, verilen kararı
nakzederek
işi biraz daha çıkınaza sokmaktadır. Mirasçılar arasında intlfa hakkı sahibi varsa ve yaşı da genç ise intifa. hakkı yerine mülkiyeti tercih etnıediği
takdirde satılan gayrimenkul intifa haklo ile mükellef olarak satılmakta, böylece gayrimenkulün değeri çok düşmekte, vansler zarar görmektedir. Bir zamanlar sa tışlar da böyle intifa ile mükellef olarak yapıılm.am.akta, nakde tahvil ile bankaya yatmakta idi. Temyiz Mahkeme
si kanunun lafzına itibar ederek bu imkanı ortadan kald.ır >n ış,
satışın intlfa hakkı lle milkellef olarak
yapılacağını
kabul etmek suretiyJe işi biraz daha çııkmaza sokmuştur
.
Miras hukuku balonundan bir diğer noksanlık da ölen bir ıkimsenin baba
ve anasına
veya bUyükbaba ve
büyük
anasına mirastan hak tanım amış olmasıdır. Müreffeh bir hayat yaşayan insanlar, evlatlarının ölümil ile hiç bir ma ,
la sahip olmadıklarına göre bir anda fakru zarurete düçar olmaktadırlar. Ancak nafaka davası açmak suretile torun larından hıaik isteyebilirler Vicdanlı bir vazıı kanun ölenin .
dünyaya getirdiklerini düşünürken, öleni dünyaya getiren• leri de düşünmekle mükelleftir. Dava yolunu gösteren, da vaların açılmasını, nizaların çoğalmasını teşvik eden bir kannın milli bünyemize uygun bir kanun olamaz.
Tü�kiyem.ime arazinin a.labUdiğine parçalanması, kU çülmesi ve böylece verim kaabiliyetini kaybetmesi, pek çok insanın bu parçalanmış cUztilerden geçimini temin edeme-
-
38
-
yip
llüyük
şehirlere akın etmesi neticesini vermiştir. Ve·
rirnini kaybeden arazilerin ise kısa bir zamanda dikenlik, otlak haline gelmesini Medeni Kanunun miras hükürnle· rinin bünyemize uymamasında aramalıyız. Medeni Kanunla mülkiyetin zilyetlilcle, müruru
za
manla iktisabı kabul ed.ilıniştir. Bunun neticesi olarak Tür· kiyemizde hukuki tapunun kıymeti kalmamış, füli tapu ha kim olmuştur. Böylece gayrımenkul mülkiyeti çok ağır bir darbe yemiş, fertlerin ve devletin pek çok gayrımenkulü ga:sıplar tarafından yağma edilmiştir. Medeni Kanunun 641 nci maddesi mer'a, yaylak, loş· lak vesaire hakkında lhususi hi.ik:ümler vıazedileceğini be· yan ettiği halde bugüne kadar böyle bir kanun Çl!kanlına· mıştır. Otlak ve bu kabil araziye tatbik edilen 1274 tarih li arazi kanununun 91 ve müteakip maddeleri hükümleri nın ,a�ıkça yürürlükte olduğu belli olmadığı cihetle Türki· yemizde otlaklar, yayiaklar ve kışlaklar, baltahklar hat ta ormanlar büyük zararlar görmiüştür. Hususi müLkiyete mevzu olmayan bu kabÜ yerler tamamiyle yağma edilmiş· tir. Bunıun neticesi ise baltalık, orman gibi yerler harap olmuş ve otı:aklarda ziraat yapılmağa başla.nımış , bu da hayvancılığın zaranna olup memleketimizde ıbir toprak ve rüzgar erozyonu felaketini doğurmuştur.
Türk Ceza Kanununa gelince : Hiç de demokratik hü· kürnleri ihtiva etmeyen bu kanun İtalya'dan alınmış, pek çok tadile uğradJğı ve asliyetini kaybettiği hrulde halA milli bünyemize uygun hale getirilmemiştir. 141 142 nci -
maddeler, varlığımızı tehdit eden komünistleri cezalandıra. cağı yerde, bilakis rnilliyetçiliği, aşın ırkçılık narnı alrtın da eezalan::lırmaıktadır. 163 üncü madde ve bu kafi görül· meyip biıHi.hare tedvin edilen 6187 sayılı kanun Türk mil letinin vicdan hürriyetini zedelemektedir. Bir dinin münte- :sibi serbestçe Allaha iman, O'na ibadet etme, dinini öğ-
- 39 -
renme ve öğretme, hatta propaganda yapmak hakkına ve hürriyetine sahip olması vicdan hürriyetinin cihanşümfil değişmez prensibi olduğıu halde 163 üncü madde ve 6187 sayılı kanun yalnız lslamiyetin ibadet ve kısmen itikadi hükümlerinin öğrenilmesini kabul etmiş olup, müslüman Iann lsl8.m.iyeti serbestçe öğrenme ve öğretme hakkı ta nınmamı ştır. Kanıi.nda daikliğin tarifi yapılmamıştır. Buna göre millet fertleri ne gibi ahvalde laikliğe aykırı hareket etti ğini, laikliğin hududunun nerede başlayıp nerede bittiği ni bilemediğınden neyi ihlM ettiğini de bilememektedir. Böylece tarifi yapılmayan, hudutlan belirtilmeyen suçlar dan dolayı malıkurniyet cezası hukukun ana prensiplerine de aykırıdır. Türk Ceza Kanunnınun ahlika aykın fiilleri cezalan dıran maddeleri ise milli ve dini bünyeil'lbe uymamakta dır. Cezaılann hafif oluşu, bazan mahkeme ve tem.yizin to l€ranslı hareketi milli bUnyemizi zedelemektedir. Aile ni zamı, ırz ve namus aleyhine işlenen suçlarda verilen ceza Iann hafifliği milli hislerimizi rencide ettiği gibi Türk milletinin namus ve a.l:ıUk inaruşl.&n.na da taban tabana zıddır. Ceza Kanununda dini tezyif, din adamlanna, Allaha ve Peygamberintize karşı vA.ki tecavUzlerin cezasız kalma sı, bazı ahv&lde çok a.z cesa verilmesi de dindar olan mil letimize acı vermektedir. Usul kanunlanmızın da bugün içtimal bUnyemiı.e ve realitelere aylan hUldlmleri mevcuttur. 50 ıliradan yukan alacak dav&ları.nd.a şahit dinlenmemesi örf ve Metlerimize, bugünkü ikti.s&dt :mtilnıa.sebetlere aykındır. 50 lira gibi kü çük bir mebliğın bugün blr işt.ira değeri olmadığı nazara
alınarak bu hükUm tidil edilmemektedir. Sulh mahkeme lerinin vazife ve selahlyetleri de çok kısıtlıdır. Hayat şart ·b. nna ve realitelere aykın düşmektedir. - 40 -
Malıkernelerin çok
uzun
sürmesi, temyiz mahkemesi
nin içtihadlarındaki istikrarsızlık, millet fertlerini
üınitsiz
liğe sevketmekted.ir. Anayıasam.ızın ise mill.t bUnyeye
uygunluğunun temini
zaru ridir. Bugiln anayasanın özerklik
esseseler, özerkliği yanlış manada
tanıdığı birçok mü
anlaınakta ve devlet
içinde deı;vlet telAıkkisiyle,
kendine viücut veren millete ve seçtiği hükilınete kafa tutmaktadır. Memleketi mizdeki otorite buhranının başlıca sebebi budur. milletin
Biz milliyetçiler otarak devamlı kanunılar
vazedilme şiki.yetçi mmt bünyeye uygun olup ol
sinden, kanuniann b'u. kadar fazla olmasından
yiz. Kanunlarm �.u....ı
w
madığının, memleket realitelerine uygun düşüp dilşmediği.
nin araştıruması kanaatındayız,
TüRKIYE'DE MlLLlYETÇtLtK HAREKETLERI Türkiye'de
mJılliyetçiUk 20. yUzyılda TUrklüğiin nef
sini koruma hareketi olarak, bilhassa imparatorluğa dahil
gayrirniüslim ve müslUman azınlıkların istlk1Al hareketle ri, gizli ve
aleni teşkilAtlar kurmalan sebebiyle, bir nefis ve kendine dönüş şuur ve ruhu ille başlamış ve ahlaki esaslar muhafaza edilerek, Türklük şuu
müdafaası
lsiaımi ve ru ve ırıilli kültüre yönelme davranışı halinde tezahür et miştir. Bu ma.ksatla dernekler kurulmuş, dergiler yayın lanmış ve aydınlatıcı konferanslar veriılm.Iştir. Balkan Harbi felaketini müteakip İslAmcı ve milli yet çi hareket daha çok gelişme göste rmiş tir Cumhuriyet dev rini 1Jlkiben milli edebiyata ait meseleler, miill ta.rih üze rinde birçok çalışmalar yapı:lmı.ştır. Milliyetçilik, komü� .
ni2llll ve sosyalizmin türlü yaym ve teşk:ilAtlarla, Türki ye'de yıkıcı bir faaliyete geçmesi sonunda bilhassa bu
-
41
-
za,...
rarlı akımlana karşı büyiük bir tepki !hareketi şeklinde gene Türk bünyesini müdafaa ve mücadele zaruretiyle gelişmiş.. tir. Yıkıcı akımlar karşısında . direndikleri için çok çeşitli iftiralara maruz bırakılmış olan Türk milliyetçileri uzun müddet kendilerinin ne olmadığını izah etmek mecburiye tinde kalmışlardır. Siyıasi iktidarların derneklerini kapat ması ve milliyetçileri tevkif etmesi ıniılliyetçilk hareket lerinin hızlı ve ilmi gelişınesini geciktirmiş, dolayısiyle za rarlı ve yıkıcı akımlar teşkilatlaruna ve fikirlerini yayma imkanlannı elde etmişlerdir. Vakit vakit Türk milliyetçi lerinin mühim mevkilerde bulunan a.şın solculuğu belli kişilere karşı yaptığı mücadeleler çeşitli kuruluşlar tara fından engellenmek istenmiş, hattA milliyetçilerin komü nizmi ve faşizmi tenkid eden kitapları toplatılmış ve der gileri kapatılmıştır. Milliyetçiliğin yakın yıllardaki yeni hamlesi hem yı kıcı akımlara karşı milletintizi bir uyarma. hareketi, hem de Türk milliyetçiliğinin ne oldıuğunu, prensiplerini gös terme faaliyetidir. Arka arkaya devam eden milliyetçi ku nıltaylar ve bu ilmi seminer, bu gayretierin günümüzdeki bir muha.ssalasını ve muhasebesini yapmaktır.
MlLLlYETÇlLlK VE TARİH ŞUURU Tarih şuurunu, cTürk gibi düşünmek» şeklinde açık lamak kaabildir. Yahya Kemal : «'I1ürk olmak, Türk ismi taşımak kafi değildir ; Türk gibi düşünmek lazımdır.• der. Tarih şuurunun, bu sözden daha iyi bir tarifi yapıl mamıştır. Türk gibi nasıl düşünülür ? Bu düşünce, yüzyıllar bo yunca birikmiş, s1liızülmüş ve ortaya çıkmış milli bir kül türlin neticesi şeklinde belirir. Milli kültürün olmadığı ve ya önem verilmediği bir çevrede, tarih şuurundan bahset mek blie fazladır.
- 42 -
Tarih şuıinınu meydana getiren bütün unsurlan, milli kültür çerçevesinde bulmak mümkündür. Milli kültıür ise, bir milletin yüzyıllar süren hayatının sonunda teşekkül eder. Türk mil:leti Tür.kçe konuşur. X. yliieyıld.a Müslüman olmuştur. XI. yüzyılda fethettiği Anadolu'yu vatan hali ne getirmiş, Türkiye devletini kurmuştur. Bu çerÇeve iç in de edebiyatı, musikisi, mimarisi gelişmiş ve oluşmuştur.
Tarih boyunca geçirdiği maceralar Türk rnilletinde, ken dine ha:s, başka hiçbir milletinkine benzemeyen bir düşün ce tar:zı doğurmuştur. Olaylara ba.kış şekli, tamamen milıU. lik kazannuştır. lşte huzursuzluk doğuran, milletin büyük kitlesini r:ahat$z eden şey, yüzyıllardan beri sü�egel miş bu düşünee ve oLayl ara bakış şekline aykın davranış lardır. Böyle davranışlar içinde olan kişiler, daima mil l!'tle çelişikliğe, anlaşmazlığa düşmüşler ve Türk ortamın da huzursuzluk unsuru olmuşlardır. Rus'a ve komUnizme düşmandır. Dünya dan ha:beri olmadı ğı sanılan en basit bir köyl'ümüzün bu duygıu içinde olduğu, «Moskof» a karşı mücadelede haya tını bile vermekte tereddüt etmeyeceği vakıası, milli tariılı şuurudur. Bu köylü., Rus'un Türklere yüzyıllardan beri ne ler yaptığını bilmez. Türkiye'deki Türklerin sayısından Türk halkı,
fazla bir Türk kitlesinin komü.'list idarelerinde sömürge hayatı yaşadığından belki haberi bile yoktur. Fakat ata larından bir sezgi şeklinde tevariis ettiği mi lli tarih şuıi ruyla, Moskof' a düşmandır. Şu h alde tarih şuuru'nu «mil li sezgi » şeklin::le tarif etmek de mümkündür. Türk doğ duğu, Türk ismi t :ışıdığı halde bu sezgiyi şu veya bu se beple edinemeyenler, Türk gibi düşünmezler. Bin misli bil giye sahip olsalar, basit bir köyl'ii derecesinde Türk ola ma�lar. Çeivrelerine yabancı kalırlar. Yukandaki açıklamalardan s onra artık milli tarih şuıinınun, bir milletin mille t olarak hayatını devam etti-
- 43 -
rebilmesinin
başlıca ı�art:ıanndan biri olduğu,
açıkça. ortaya
çıkar.
Bu şuO.r ortadan kalkarsa, 'l'ilrkü Türk yapan un surlar yok olur. Onun içindir ki komünistlerin yıkmaya
çalıştıklan şeylerin
dil, din
başında
tarih şuO.nınııı ayakta
milliyet fikri , gelenekler,
tutan
milli sanatlar ve milli
müesseseler gelir. Tarih şuuru'nu yitinniş bir millet, ne
kadar kudretli ail!hlan olursa olsun, m anevi bakımdan çıp. lak olduğu için, milli savunmasını yapamaz. 1939'da 25 mo. dern tümeni ve en ağır sanayii olan Çekoslovakya, tek kur ljlln atmadan Hitler'e teslim olmuştur. Aynı yıllarda, bir kaç tümeni budunan ve ge�ek bir ağır sanayii olmayan
küçücük Finlandi ya, dev Rusya'ya karşı hariıkalı bir mil lt savıumna yaıpmış, yüzlerce defa 'iistün Ruslara teslim olmamış ve millt varlığını koruyabilmiştir.
Bu
misalleri
soruniza kadar çoğaltmak mıUmkUndür.
Bu derece hayati bir mesele olan milli tarih şuurunu canlı tutmak için ne yapmak llzımdır !
önce,
bu şuu�a
düşman olan kuvvetiere karşı savunmak, bu kuvvetleri it rnek ve tehlikesiz bir hale getirmek icabeder. Milli şuürun en biiyük düşmanı, beynelmilel komünizmdir. Milletlerde
milliyet fikrini yok ederek, yüz milyonlan Rus veya Çi.n m illetlerinin hizmetine koyan bir vasıta halinde komünizm, tariıhin günümüze kadar 6 .000 yıldan beri gördüğü en bU yük ve teşkilatlı şer kıuvvetidir. Komünizmi imıha edeme yen, hiç olmazsa akıl sırurlanna itemeyen milletierin gele ceği yoktur. Bu gelecek, Polonya'nın, Macaristan'ın, Doğu Almanya'nın, Türkistan'ın, Kafkasya'nınki gibi olur. Hat
ta Kınm'ınki gibi olabilir. 1.500 yıllık bir Türk üJ,kesi olan ve vaktiyle bir tek yabancının bulunmadığı Kınm'da bugün
Türk yoktur, hepsi imha. edilmiş veya başka ülkelere sürül. müştür. Komünizm gibi Atatürk'ün şiddetle karşı sınd a bulun duğu kozmopolitlik de milli tarih şuuruna düşmandır. Batı
hlqmak, daha doğrwiu.
en ileri milletler seviyesine çık mak, yabana k1iltürleri almak degildir. BiWds milli kW
tüıi1 muhafaa ederek ileri medeniyetin unsurlannı almak. tır. Bugün cergek manada ileri tek Asya - Afrika devleti
olan Japcmya, böyle yapmışbr.
MUıt tarih §uUrunU ayakia. ve canlı tutabiılmek için, komUnizme "Ye koamopolitliğe kar§ı savaşmak da yeterli değildir. Bir zamaniar dünyada birinci olan Türk kiiltlirti ne de bugünün medeniyet dünyası �nde layık olduğu mev kii kazandıracak hamleler yapmak icabeder. Fsa.sen bu
hamle yapıldığı ve gerçekleştiği davalan lıal1edilm.iş sayılır.
an,
Türkiye'nin
bütün
MlLLlYETÇlLlGlN KADERI
:Milliyetçilik dün ne idi, yarın ne olacak? :t.filliyetçil.ik deyince şu iiç şeklini düşünmek gerekir : Kültür milliyetçiliği, siyasi milliyetçilik ve doktrin milli.
yetçlliği.
Doktrin milliyetçiliği, zamanıınızın diğer büyük dokt liberalizm ve komünizm gibi ağır bir buhran geçi riyor.
rinleri,
İkinci Dünya. Savaşından yenilmiş �ıkan milliyetçiliK doktrini günıilm.U.zde milletler i�in yeniden bir ümit kaynağı
Bu gelişmede, Avrupa dışı kuvvetlerin dünya hAkimiyeti için giriştiJderi ama.nsız yarışın tesiri vardır. Fakat bunda mütecaviz ikoıniinizmin de rolü var. KomU nizm bilindiği gibi milli olan herşeyi inklr eder, bilhassa tarih ve killtU.rü.. Bu iki sebepten dolayı milliyetçilik ak· tüel bir dtlşilnce !haline gehniştir. Ancak dikkat edilecek iı.okta, milliyetçilik bu hali ile artık canlı bir varlıktır. Yillt varlık, hAlen 'btiyüık bir yok edilme tehlikesi Ue karşı karşıyadır. Komünizmin yürU.ttüğU bu tahrip dışarohnaktadır.
- 45 -
dan olduğu kadar içerden de yürütülmektedir. Darbeler karşısında tabiatm bir kanunu icabı milli varlık müdafaa halindedir. Milliyetçilik fikrinin aktüel oluşu bundandır ve bu derece tabiidir. Doktrin olarak milliyetçilğin
geçirdiği ·
merhıı.leler
malfundur ; liberalizm, milli varlığın pek çok yanını ihmal etmek suretiyle, milli bünyeyi komünizmin tahripka r hü c.umlanna ıaÇık bıraıknuşbr. Fakat bu duıiım doktrin mil liyetçiliğinin çökniesine sebep olmuştur. Totaliter milliyet
çi devletler bunun canlJ misaiidir.
·
Millet, batı medeniyetinin kültür ve siyaset gelişme
ı;;inde bir ölçü olıiıuşıtut. Son beşyüz yılın tarih hadiseleri nin özünde millet vardır. Herşey onun adına, onun için · ya pılmıştır. Avrup a milletleri bu fikirden doğmuşla.rdır. Bu doğuş birkaç safhada olmuştur :
1
-
Siyasi ve manevi bir ha.va. içinde beliren millet.
coğrıafya, ırk ve dil bakımından yakın olan gruplara tesir etmeye başlar.
2 -
Şekil
bulmaya başladığı devrede civarındaki mil
letleri yabancı ve az çok hasım olarak görür. Bu safhada millet bir devlet içinde ,kapanma yolUrıdadır. Burada mil
liyetçilik başlar. Bu haJ.de millet �kendi manevi sının için de kalmakta beraber etrafındakilerle iktisadi ve küitürel münasebetlere girişir. Bu sırada savaşlar da olabilir. Bun l ar aradaki teknik farkları siler. Hatta duygu ve dUşün cede düne kadar düşman ol an milletlerle dostluk yolur.a gi. rilir. Fakat ne olursa olsun bu milletler yabancı ve hasım 1. ayılmakta devam e de r . 3 - Bu safhada
devlet tam olarak yerleşmiştir. Şim
di yeni bir hedef belirmiştir : O zamana kadar düşman olan milletlerle birleşme temayülleri ortaya çıkar. Manevi ya kınhklar ve menfaat b3raberlikleri yeni bir milli anlayış doğurur.
-
46
-
Her üç saflıada da mi:llet itici unsur olmakta devam eder. Tabiidir
ki milli fikir en mükemmel ifadesini milli
devlette bulacaktır. Bu defa rolü yalnız itici de değildir.
Milli fikir şimdi yapıcıdır, kurucudur. Milli gerçeklerin şuuruna varan Fransız milleti ilb.ti herclianerci HH içinde hayalci - mücerred fikirleri benimse rnek şöyle dursun, milliy etçi , vatansever olup çıkmıştır. Avrupa'ya ve hatta Asya - Afrika'ya yayılan Fransız as keri postaHannın ç amurund a ihtiHU fikirlerini götüreceğiz derken Fransa fikrini yaymışla.rdır. Milliyetçilik o derece milleti eri n vazgeçemedilcleri bir fikirdir. Milliyetçilik fikri milletierin seçip, beğendikleri bir fi kirdir. Millet olma:1ın şartı, geçrruşteki ve gelecekteki za ferlerdir.
XX. asrın ilk ya.nsında liberalizm, devleti geliştirme gayreti içindeydi ; milleti bir merkezde topluyor, birleş
Çünkü
tiriyordu. Liberalizm bir rrulli devlet olmak
zorundaydı.
kendisi devletten doğmuştu.
Marksizm millt devleti temsil eden libera.lizme hücum ooer, çünkü hedefi milli varlığı yıkmaktır. Ancak sonun da marksizm de milli gerçeği kabul etmek zortırnda kalır. milli varlığın kaderinin bir tek
Diğer taraftan devletin ve
iktisadi güce sahip olan sınıfa bağlılığı Iiberalizmin myıf tara.fıdır. Böylece her iki halde de milli varlık zedelen mektedir. Milliyetçi cereyıan bu iki yıkıcı tutuma karşı •
Ancak milliyetçi cereyanlar XIX. yüzyıl
bir devamıdır. XIX.
çıkar.
miiliyetçiliğinin
asır liberal bir asırdı. Milliyetçilik bu
asrın içinde ve bu fikirlerle gelişti.
O
halde liberaller mil
IiyetçiJiği inkar edemiyecekleri gibi milliyetçilik, libera:l fi kirleri taşıdığından liberaller için bir «Can yeleği» ( kur tarma simidi ) sayılmıştır. Gerçekten de milliyetçi hareket-
- 47 --
ler marksist
ihtilallerin tehdit ettiği orta sınıflan ile libe ral cemiyetin taJbii bir kalkanı olmuştur. Bununla birlikte marksizm de milliyetçilik hareketle. rinden istifade ve onu istismar etmiştir. Bu suretle bir kurtarıcı hareket olan milliyetçiliğin İkinci Dünya Saıvaşı iıle ne derece itibardan düştüğü ma lilmdur. Milliyetçilik hareketlerinin mahkilm edilmesi mil liyetçilik fikrinin başarısızlığını değil, ancak milliyetçilik adına hareket etmiş olaniann d8.valanıun yüceliğinde ol madıklannı gösterir.
Millt 'varlığı canlandııım.ak tabii bir lharekettir. Geçir diği imtihanlardan sonra milliyetçilik güntimüzde yeniden canlanırken geçmişteki tecrübelerden elde edilen dersi de kir hanesine kaydetmiştir. MarksWn. karşısına kuvvetli bir iman çıkıa.rabilecek olan milliyetçilik, ekonomi alanında liberalizmin yerini dol durabilecek görüşler getirmelidir. Milli yapı içinde ahen gi sağlamak için sınıf kavgasının önUnü alacak çareyi bul m-alıdır.
Evvela milliyetçi:liğin maneviyata, ahlaka dayandığı na işaret edelim. Sonra devletin nasıl olması gerektiğini gö. relim. «Maneviyat ve ' ahlaka dayanmayan devlet sade ce ıahl8.ksız değiLdir, gayri insanidir. Çünkü şu bir hakikat ki, ahlA.k kurallanna riayet etmeyen bir insan topluluğu düşUnü:leınez.» Milliyetçiliğin şartı ve esası ahlak ve manaviyat oldu ğuna göre, milliyetçi devlet de böyle olacaktır. Bu bakırn dan totaliter bile olsa milliyetçi devleti marksist totali ter devlet ile kanştırmak doğnı değildir. Milliyetçi devletler biiyUk başanlar kaydatınişlerdir. kütlelerin kalbierinde geniş yankılar uyandırmışlar, milli ıu1iru harekete getirmişlerdir. Buhranlan sezen m.Uliyetçi - 48 -
hareketler, tnsiyi.ki olarak millt uyanış yolu ile hil çarele' aramışlardır. Ancak milliyetçi devlet hürriyetleri kısan bir i.let ol
Ti
maya.cakbr.
Milliyetçilerin elindeki imkin ve kuvvetler nelerdir? Millet topluluğıundan muteber bir varlık olmadığı bir ha kikattir. Ancak bu hakikat gilnU.mtı.zde ve yarın için yeni meseleler ortaya koyuyor, yeni mesuliyetler istiyor.
1n.san
hürriyetsiz yaşayamaz. O halde
milliyetçiliğin
yanıbaşında demokratik prensipler de canlanıyor. Marksizmin propagand a taktiği olarak kullandığı eko nomik güçlü idareci suı.ıf ile milli topluluk aynlığı yaptı ğına işaret etmiştik. Başlangıçta marksizm her ikisini de bir sayarken, zamanla milleti tabii bir varlık ka.bul et miştir. Bu taktik Lenin tarafınd an Rusya'da tatbik edil mişti. Komünizm bugün Rus milliyetçiliği ve emperyalizmi dir. DUnyaya hükmetmek isteyen Rus isteklerinin ifadesi dir. Marksist taktik şimdi değişmiştir. Şimdi artık mil letlerarası ihtilal hareketlerinde 8.let olan millet değil, mil letlemrası ihtilA.l hareketi, Rus milliyetçi liğinin emrinde bir vamtadır. Şurası muhakkak ki, emperyalist Rusya askerl işgal leri ile dünyayı fethe çıknuş göriinüyor. Bu teşebbüsün iki yüzü val': Biri, askeri işgal yolu ile temasa geldiği milli varlıkları geniş bir Ruslaştırma baskısı ile bozma. İkincisi, Sovyetleştirıme ile aynı zamanda manevt ve insant bakım dan tahriptir. Her ikisi de miilt varlığı ısrarla, inatla yok t-tmeyi hedef tutar. BütUn bu tahrip gayretlerine rağmen en lptidaneri da. hil her insan topluluğunun birer millt varlık olarak ortaya çıktıklan bir hıakikattır. Zam8.Illli1Uda istikli.Uerine kavu şan birçok Afrika devletlerinde olduğu gibi. lnsan olduğu-
- 49 -
nun şuurunda bulunan bir ferdin benliğini yok etmek na
::-,ıl mümkün değilse insanlardan kurulu topluluklann da iç timai benlik şuurlarını ortadan kaldırmak o kadar müm
kün değildir. Buna göre milliyetçilik duygu ve fikrinin ebe di vıasfı kabul edilmelidir. Milletleri yaşatacak olan şüphe ı;iz milliyetçilik duygu ve düşüncesidir. Bu itibarla, milli yetçiliğin kaderi yeryüzünde insanlığın kaderi ile beraber
yürür.
- 50 -
SANAT, FOLKLOR, TVRK MUSIKISt, SlNE� EGİTlM SlYASETt, VNİVERSİTE MUHTARİYETİ, TVRK BASlNI VE l\IİLLI BASlN, TRT, Dtt. OORETMENLER ARASINDA SOL TEŞEKKVLLER MESELELERI
•
Komisyon Başkanı : Faruk K. Timuruş Komisyon Raportörü : Alev Arık !ştirak Edenler : Sa!ahattin Arıkan Arif Nihat Asya Nihad Sami Banarlı İsmai l Dayı Doç. Dr. Şükrü Elçin Doç. Dr. Muharrem Ergin
Ali Muzaffer Ersöz
Doç. Dr.
Ahmet Kabaklı Haluk Karamağralı
Kemaleddin Nomer Erdoğan Okçu Prof. Dr. Selçuk Özçelik M. Necati Sepetçioğlu
- 51 -
SAN'AT ANLAYlŞlMIZ Sanat insaııı Te iDsan ruhunu
kanatlandıran.k çUde aDatbr.
uı
bulunduğu aeviyeden veya çok yWDielttiğl zamaıılarda ve öl·
�eyigle bir cerniyett.e zeTk seviye k:Wtlr aıniyeııdııi d\1t(1rl1cU., hattA yıkıct bir vulte gör. mesi bUyük taltbizl.lktlr. Bucfinktl TUrk aaııatmda görll: len manura J'ftÜ cm, gerek killtilr, geretae milll lle'Yk ba kımından yıkıeı Te d11.şUrtlcll bir manaradır. De11tanlar deYrlnde ba§kyarak eski MDat, lnMnhğın yetlgt:Jrdiğl en UsWn kahramaniıbo t1ııttiıı fnNnlan, hattA ilAhlan örnek Sanatm teraine bir
Bini,
tutarken bugUJ:ıkö l!l&ll&tın, halk tibirlyle, berdugları, l§len. memiş insanlan 6mek tutmak yoluna gitmesi yalııız milli seviyeyi değil, beşeri seviyeyi de düşUrllcli mahiyette.,.�· � dir. ·
Sanat son zamanlarda sokaldanmızda gördilğllmUz bitniklerin, hippilerin zevkine göre değil, milll zevkle ve milli ltrllltilrle meşbu kUltUrlU insaniann zevkine göre ya·
ratilinalıdır. HülJ.aa olarak, bugünkü Tllrk sanatını, Tllrk cemiye tinin içine dUşUrUlmUş bulundulu buhranlardan, memleket.
birbirini sevmez insanlar haline gelmiş ldltleler yarat maktan uzaklaşarak milleti mlzi nillll btltünlüğe ve eskiden olduğu gibi beeerl bir UsttlnlUğe yWcaeltlcl bir sanat olarak kazandırmak gerekir. Sanat da dil ve din gı"bi en ipticbSafnden en mtlteklmi..
te
line kadar bütün insan cemiyetlerinin temel unsurlarından biridir ; dinsiz ve dilsiz bir cemiyet olmadığı gibi sanatsız bir cemiyet de gösterilemez. Bir sanat eserinin meydana gelmesi her şeyden evvel bir sanatkann mevcudiyetine bağlıdır. Sanatın ferde bağ!ı oluşu onu ilk nazarda cemiyetin mB.şeri olan diğer temel unsurlarından ayınr, fakat ferdi cemiyetten tecrid edecek tam.aJ1llen müstakil bir varlık olarak kıymetlendirmeye imkan yoktur. Çünkü duygu ve düşüncelerinin kaynağı, içinde şahsiyetinin yetiştigi kültür çevresidir. Bundan qo layı her sanat eseri mahiyeti icabı i.mzasım. taşıdığı sa natkarın şahsiyetinin de üstünde bir harsın, bir kültür çev. resinin damgasını t:a§ır. Bu husus aynı kültür çevresinde Id eserlerin bir karakter benzerliği göstermelerini izah et tiği gibi, sanata killtür çevresini aksettiren bir vesika kıy metini de kazandırmaktadır. Kültür çevresi, cemiyeti teş kil eden fertlerdeki ortak istidat ve temayilllerin tabii, ta rihi ve iktisadi şartlar içinde yoğnılarak şekillenmesinden doğan içtimat müesseselerin bütününün teşkil ettiği ortam. dır. Şartların değişmesi müesseselerin, dolayısıyla kültUr çevresinin ve ona tabi olarak sanat ve usluplann da de ğişmesini ve yeni bir h'üviyet almasını neticelendirir. Kül tür çevresi ile sanat arasındaki bu bağ hem cemiyetteki ı,ültür değişmelerini, siyasi, içtimai ve iktisadi yükseliş·e ri, sarsıntı, çözülme ve dağılmalan bize bir ekran gibi sa ı!atta görmek, takip etmek imkarunı vermekte ; lhem de sa. nattaki değişmelerin mahiyetini anlamak için bizi cemiye tin bünyesindeki değişmeleri araştırmaya, ince�emeye mec bur etmektedir. Bilindiği üzere Ttlrkler tabii ve siyast şartların netice si olarak çok geniş bir ·sahaya yıayılmış ve hakim olmuş lardır. Türklerin islamdan önceki sanatları henüz bütün de ğeriyle ortaya çıkanlamamıştır. Fakat tanıdığımız, bildi-M-
ğimiz örnekler köklü ve gelişmiş bir sanat geleneğinin mahBulleridir. Bu sanat gelenekleri IX. asırda Abbasiler za. manmda Samarra yoluyla islam dünyasına girmiş, XI. asır başlarında Gaznelilerle Hindistan'a geçmiş ; Se:lçuklu larla Horasan, İran, Anadolu ve Suriye'ye hakim olmuş ; Mısıea ve daha sonra bir taraftan Sudan'a ve bütün Ku zey Afrika'ya, diğer taraftan Orta Avrupa'ya kadar nü fuz etmiştir. Bu çeşitli bölgelerdeki tabii, tarihi ve içtimai şart ların farklı olması aynı kökten muhtelif dalların çıkmasına yol açmış, her bölgedeki değişme ve gelişme de zaman
içinde siyıasi ve içtimai şartlara bağlı olarak bir takım saf halar göstermiştir. Bunlar arasında Anadolu ekolü, saflı ğı, devamlılığı ve mahsulleri ile en ehemmiyetlisidir. Çün kü Türk sanatı başta mimarlık olmak üzere yalnız burada bozırlmadan, kökünden kopmadan gelişerek XVIII . asra kadar sürmüştür. XVI. ve XVII. asırlarda Türk sanatı sanatın bütün kollarında klasik devrini yaşanuştır. Bu devrin bütün eserleri düzenli, müreffeh ve medeni seviye si yüksek bir cemiyeti aksettirınektedir. asrın ortalarmdan itibaren, gittikçe artmak üzere, batı tesirleri kendini hissettirmeye başlar. Bıu-ok, Hokoko ve Arnpir üsluplan sanatımıza h8.ıkim olurlar. İm paratorluğun son asn siyasi durumda olduğu gibi sanatta da tam bir çözülme ve dağılma devridir. Mimari eserlerin çoğu yabancı mimarlarmdır. Milli mücaAielenin nıh ve he yecanı cumhuriyetle beraber sanattıa da kendini gösterdi, bir Türk neoklB.sik üslubu doğmaya başladı. Bu cereyan gelişecek vasatı bulmuş olsa idi modern Türk sanatı mey dana gelebilirdi. Fakat geri kalmışlıktan kıurtulmam�zııı, yükselmemizin yolu bir kültür değişiminde arandı. Din ve dil de dah il olmak üzere b'ütün müesseselerimiz kökünden sarsıldı. Mazi ile bağlanınızı kopannak ve herşeyi AvruXVIII.
•
-�-
pa'dan olduğu gibi ithal etmek esasına dayanan bir batılı laşma anılayışı sanattaki bu «kendisine dönüş:. cereyanını da boğdu. Cumhuriyeti, maziyi inkar; bunun için de ibide leri yıkma. geklinde anlayanlarm yarattığı taassup, milli mücadelenin ruhu ve gayesi ile taban tabana zıt bir ne tice verdi. Bir istild8.1 harbi yaparak müstevll ordulan mağlfip ve tard ettik. Fakat Avrupa kültUrUnUn faziasiy le tesirine girdik. Hiç şüphesiz ki, bu devrio eserleri de bu seciyeyi aksettirecektir. Yeni devlet merkezi Anka.ra bir mimari sergisidir. Bu sergi deki eserler, Tllrk Neoklasik Us lubunun dışmdakiler, gok kötü birer kopyadan ibarettir. Kübik bakanlık. binaJıa.rından Cumhuriyet devrinin en bü yük A.bidesi olan Aıut - Kabir'e kadar hepsi taklit ve kop-· ya taş ve beton yığınlandır. Yuka.rıda arz edildiği gibi san'at da bir içtimat mUes eesedir ve birleşik kaplardaki sulıa.r gibi bUtUn içtiınal mü esseseler birbiri lle milnasebettedir. Bundan dolayı kUl türlin diğer müesseselerinde mUBtakil olarak yalnız sanat için bir görüş ileri silrmek mümkün değildir. Sanatta bir « kendine döntl§» ba.his mevzuu olduğu :r.aman bu, şüphesiz geçmişi aynen tekrarlamak değildir. Teknik, malzeme, fonksiyon ve mefhuın!a.r daima değisebilir. Bir sanat eseri ne hüviyetini veren bunlar değil, üsİuptur. Yani kompozis. yon ve motif hususiyetldir. Sanatta kendine dönüş Uslfipta, espride olacaktır. Bu yola girebilmek ise millt şuurun uyan. masına, milliyetçiliğin hô.kim fikir, h8.kim ruh haline gel · mesine bağlıdır. Türk sanatınm milWeşmesi için şu noktalara dikkat edilmesi gerekir : 1 - Türk sanatı aynı zamanda mücerrettir. Dolayı sıyla rnücerret sanat tlzeriııde çalışmalar derinleştirilmeU V(' mücerret sanat solun istismarlarından kurtarıllnalı dır. -
s&
-
2 - Milli kWtilre sahip sanatkAr ve
eserleri cemiyeti mize faydalı olacaktır. Milli kültUrUn yetiştirdiği sanat kann yabancı san at, teknik ve malzemesinden faydalan ması aşı mahiyetindedir. Zira meyda.na çıkaracağı eser yine milli olur. 3 - Sanatkir
devletçe, milli müesseselerce, milliyet çi zenginlerce desteklenmelidir. Destek görmeyen sanat kann eser verme gücü destek görenden daha azdır. 4 - Orta Asya'dan itibaren Türk san'at ve medeni yetinin, çevresine tesirleri teferruatıyla belirtilınel.idir.
FOLKLOR yolu ile elde ettiği maddt ve :nıAnevt bilgiler yek(lııu demek olan folklor malzemesi dile dayanan atasözleri, masallar, destanlar, ef saneler ,türküler yarıında mUziık, dana ve köy tiyatrosu gi bi halk malhsulleridir. Nesillerin dil ve tarih şuurunun uyanmasında miıllJ nıh, alıilk ve aan'at yanında bu halk hazinelerinin de bitmez tükenmes birer kaynak olduğu meydandad.ır. Bu itit.rla, Tllrk foılklorunun ii1.ml yollarla toplanması, incelenmesi r.anıreti AşikArdır. Millt eğitim progra.m.lannm d& bu bakımdan takviyesi arzu edilir. Bil hassa halk müsi.ğinin ve halk oyunlarmın <5ğretimde yer alması çok lilsumlu g<lıillmtlştür. Bir millet içinde büyük kütlelerin tecrübe
TÜRK MUSlKlSlNIN ISTİKBALt Türk musildsi, Batı mustkisinden sonm yer yU.ztinün en yaygın musiki sistemidir. Atıantik kıyılannda.n, Fas' tan, Çin'e, Sibirya buzullanndan Hindistan ve Orta Avru pa'ya kadar uzanan ala.ıı1ıarda bu musild sistemi ya hA.- �1 -
kimdir veya o ülkelerin halk rnusikisini şiddetle tesirine almıştır. Bu sistemi Türkler, Orta Asya'.dan beraberlerin de getirmişler ve bu rnusiki, eski Arab ve İran (Sasaru) musikilerini siLip süpürerek yerine geçmiştir. Türk rnusi kisi sisteminin Arabl ardan, Yiunıaıırlıar.dan, şundan veya bundan alındığı hususu , ilmi rnesnetten tamamen mahrum bir iddiadan ibarettir. Bu iddiayı Sadettin Arel, «Türk rnusikisi kimindir ? » ( 1939) adı eserinde kesin şekilde çü rütrnüştür. Türk rnusikisinin bu yaygınlığı, sistem zenginliğinden, irade kudretinden .estetik güzelliğinden gelir. Bu sistem, bir sekizli'de 24 eşit olmayan aralığa d®yanır. Bu aralık lar, tabiatın verdiği sesiere hayret edilecek derecede uy gundur ki bu husus, Ord. Prof. SaLih Murad Uzdilek'in «Türk Mıusikisi Üzerine Etüdler» ( 1944) adlı eserinde fi zik ve akustik bakırnlardan isbat edilmiştir.
Türk Musikisi, bu aralıklarla yıaıpılan 13 basit mak a rna sahiptir. Batı Musikisiniın «Majör» ve c:Minör» rna k arn�an, «Çirgah» re «Buselik» adlariyle Türk Musiki finde de aynen mevcuttur. Aynca fevkali.de orijinal bir çok mürekkep makam vardır. UsUl (Ritrn) zenginliği de hari!kuli.dedir. Türk makamlan ve usulleri alcla gelebile cek her türlü beşeri duyguyu ve hadiseyi tasvir ve ifade edebilme kabiliyetiyle yüklüdür. Bu kabiliyetten faydala nılabilmiş midir? Bu soruya cev.aıp vermek kolay değ:ldir. Çünkü mu sikimiz , bi r «nağme musikisi» dir. Çok seslil iğin (Polifo ni) ve orkestrasyonun pek kudretli desteklerinden rnah · rum olduğu için, nağmeler, kab il olab�ldiği ölçüde parla:k -· tır. Zaten başka türlü yüksek bir san'at haline gelırnesi de mümkün değildi, çünkü tekseslidir. Türk san 'at musi:kisi, halk musikimiziın, gelişmiş ve kültürlü bestekarlannın elinde zenginleşmiş şeklidir. Yok- 58 -
iki musikide sistem, 13Xahklar, makamlar, usuller, çok defa şekiller aynıdır. Arada ilalup ve muhit farkı vardır. Halk musiıkimiz, son derece zengindir. Belki dünyanın en zengin musiki folkloru hazinelerini saklamak tadır sa her
hatta
.
«Türk Musi.kisi'nin bugünkü halini müdıa.faa etmek };atırımdan bile geçmez». Bu sözü vaktiyle Arel söylemiş ti.
Tek-sesli gelecek için
musiıki.mizi müke.mıncl
şekilde icra ettiğiınizL
musiki bilen icracılar, öğretmenler ve beste
karlar yet:i.ştirdiğ.imizi asla iddia edemeyiz.
Musiki o ka
dar büyük ve öa:ıemli bir san'attır ki, İstanbul Konse:rva tuvarında ve radyomuzda
yapılan bazı ileri hamleler ye t� rli sayılamaz. Biz önce, tek-sesli m��ikiınizi iyice öğre neceğiz ; mükemmel ve çağdaş zihniyetle yazılmış notala rımız, öğrettiklerini iyi bilen hocalanmız, anlıyarak ve bi lerek çalıp söyleyen icracılarımız oLacak. Ancak bu saf lıayı tamamladıktan sonra çok sesli musikiye geçeceğiz.
SINEMA Bugünkü
Türk sineması teknik bakımdan henUz baş langıç safhasmdadır. Siınemamız, bütün sanlat sahalarını hakimiyetine almak isteyen sol cereyanın baskısından kendisini koruma gayreti içindedir. Bunun temel sebebi, sinema sahasının hür teşebbüs, serbest rekabet ve halk kontrolu ile başbaşa ka:lmasındandır. Bunuınla beraber l sadece özel teşebbilse bağ ı olması, sinemanuzın milli bir çizgi içinde kalmasına yeterli değildir. Halk kontroLunun da tam bir müeyyide ve yeterli bir kontrol mekanizması olduğu ileri si.irillemez Sol çevrelerin üzerinde titizlikle durduğu husus, si nem.anın devlet idaresine verilerek gUdUmlü hale getiril mes:dir. Bu suretle, Türk sinemasıının devlet eliyle sol fi,
.
- 69 -
kirler paraleüne
sokulması istenmektedir. Milliyetçi
hıare�
ketin böyle bir müdahaleci sistemi kabul etmesi mümkün değildir. Sansür müessesesinin mHli kült ür yön ünden tak
viye edilmesi mi lliyetçi görüş bakımmdan bir zaruret ha lini almıştır.
EG lT tM SlYASET! Mevcut eğitim si.stemimizde, Türk milletinin genci ve yetişkini ile Türk tarihi ve milli şuuru içinde müten asit ve müteca-nis bir kitle h aline getirilememesi, Türk harsı nın şuurlandırılıp zengin bir keyfiyete
ulaştırılmaması,
Türk il i m ve teknolojisini bağımsızhğa kavıuşturacak kad rol a rın ge!iştirilmemesi
ve Türk ferdini Türk
ruhuna,
Türk vatanın a ve Türk kültürüne sıkı sıkıya bağlayarak onun h er
türlü şart altında Türk milletine hizmet ede r ol
ma·sının
sağlanamaması veya bunların şuurlu
ve idareli
bir şeki lde ele alın maması . halk arasında dağın ıklığ a , ay dınların idealden
mahrum, şahsi kazanç ve
rahatlarını
a rar bir halde yetişmelerine, cemiyet meselelerini çözmede
ehliyetli olan elem aniann mem leketten k opm aları na seb ep
olmaktadır. Bütün
bu aksaldıklann
ortadan kaldınlabilmes i için
C'ğitim ve öğretimin tam mi.nasıyla millileştirilmesi icab
etmektedir. Buna göre:
1 - Milli Eğitim m erkez teşki1atında kilit mevkilere milli karakter taı:ııyan vatansever id eali st ve ehH kimsele rin
gelmeleri sağlanmalı, 2 - Bu özelliğe sahip olmayan kimseler bu mevki'ler
den uzaklaştınlmalı,
3 - Okullarda sapık zılı.niyette olan öğretmen ve ida. re:cilerin faaliyetleri kesiın şekilde önlenmelidir. 4 - nk öğretim mtlfettlşleri arasmda
- 60 -
öğretmenleri
apık da"n'&DDIh olanlar zararsız r :. J ;. : hale get.irJlm.eUdlr. 5 - Okul kitapbklan aıvlı oi•Hieeü eaerlerden t0
baakı altmda bulundu.ran
:mizlenmelidir. 6 -
Kültür müsteşarlığı
faaliyetleri
ile
tiyatro,
sine·
.ma ve diğer karakter yoğuran vasatların menfi tesirleri
temizlenmelidir, 7 - Okul kitapları milll kUltür ve modern bi lgi esa �sma göre yeniden düzenlenmelidir. 8 - Öğretmen yetiştiren okullar yani ba.ştap düzen lenm.eli, milli külillr, milli ahlak, milli ülkü ve üstün bilgi
ye sahip
öğretmenler yet�tirilınelidir.
9 - Milli eğitimi idare, sistem ve metod, program , -ders kitaplan, öğretınenler bakımından topyekun «milli .,
vaslma liyık
hale getirmek
gerekir.
üNIVERSITE MUHTARIYETI (ÖZERKLIGt> MESELESI Anaya.samızın 120. m addesi, üniversiteler hakkın -da htiküm sevketmiş ve onların muhtariyetini Anayasanı n teminatı altına almıştır. Bundan evvelki anayasalıarımız da üniversiteler h akıkında herhangi bir hüküm yoktur. Bu bakımdan 1961 Anayasamız bir yenilik getirmiştir. Mez.. kur maddenin birinci fıkrasına göre, üniversiteler ancak Devlet eliyJe ve kanunla kurulıurlar. Demek oluyor ki, şa. bıslar, vakıflar ve özel teşebbtisler üniversite kuramazlar. Yine aynı maddenin aynı fıkrasına glSre, üniversiteler «bi� . llınseb ve idari özerkliğe (muhtariyete) sahip kamu tüzel ki şileri (amme hUkınt p.hıslan) dir. Bu dUl1U.m. karşısında, Anayasamıza göre ü.nivcr-sitc . lerin muhtariyetini idari ve ilın1 olmak iizere iki kı'Sımd a mütalaa etmek lft.zımdır. -
61
-
I. İdari Muhtariyet 120. maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarına göre : -l'C niversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerindan kurulu organlan eliyle yönetilir ve denetlenir.'(o ve «Üniversite organlan, öğretim üyeleri ve yardııncıları. üniversite dışındaki makamlarca, her ne suretle olursa. ol sun görevlerinden uzaklaştınlamazlar.:. Demek oluyor ki üniversitelerin idari muhtariyetinden, 1 - Bu müesseselerin kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu orgamlan eliyle idare ve murakabe edileceği, 2 - Üniversite organlıanrun, öğretim 'üyeleri ve yar dımcılarının üniversite dışındaki makamlarca, her ne su retle olursa o!sun görevlerinden uzaklaştınlamıyacaXları, keyfiyetierini anlamak icab etmektedir. Bunun dışında başkıa bir i.dari muhtariyet a.."liamaya hukukeın imkan yok tur. İdari muhtariyet üniversite binasının içine, duvarla rına, taşına, tuğlasına ta.nınmamıştır. Üniversitelerin ida resi, kendileri tarafından seçilen selihiyetli öğretim üye lerinden kurulu organlan eliyle idare ve muııakabe edile cektir hükmünü üniversitelerin esas görevleri ve fonksi yonlan bakımından, yani öğretim, talebe yetiştirmek. memlekete feydalı, bilgili, karakterli bir insan olabilecek şekilde genç dimağlıan işlemek, llim yapmak ve iami mem lekete yaymak vazifesiyle mu.kayyet olarak anlamak la zımdır. Bunun ötesinde, üniversitelerin muhtariyeti var dır diyerek kendiLeri tarafından seçilen selahiyetıli ögn t im üyelerinden kunı1ıu organlardan başka hiçbir makam, hiçbir şekil ve suretle ünLversitelerdeki muaımelatı <:la kontrol edemez diyen bir hükme varmağa hu:kuken imkan yoktur. Mesela muhtar (özerk) olmasına rağmen, Univer f;İteierin masraflarını ve tahsisatını devlet, genel bütçe den öder. Ancak bun1arın ne tarzda sarfedildiğini, mevzu- 62 ·-
attaki özel hükümlere göre, Devletin yetkili
memur.ları,
Sayıştaydan gelen murakıplar veyıa maliye
müfettişleri
elbette ki kontrol edecektir. Üniversitelerin
muhtariyeti
vardır diye bu çeşit kontrolların yapılamıyacağı iddia
edi
lemez. Böyle bir kontrol, icabında sorumlu kimseler hak kında, suiistimalleri görüldüğü takdirde uzatmıaılı
takiba
ta geçilmesi, �erektiğinde onların ceza mahkemesi huzu runa sevkedilmesi kadar norma;l bir şey yoktur. Ve böyle
bir murakabe üniversitelerin idari muhtariyetini ihl8l edi ci mahiyette anlaşılamaz. Aynı zamanda bu konuda, i�ari vesayet müessesesini de !hatırlamak ve idari muhtariyet müessesesini bu müessese ile birliıkte değerlendirrnek ve mütalaa etmek
lAzımdır.
Son zamanlarda memleketimizde
yanlış bir kanaat be
lirmeğe ve yaygın bir hal alma istidadııu gösterrneğe baş lanuşt.ır.
Üniversite muhtariyeti bu müesseselerin binalan bir dokunulmazlık ve serbesti imkanı olarak tanıtılırı&k istenmektedir. Kanaatımızca böyle bir telakki tarzı doğru olmadığı gibi. bazan tehlikeli' olabile ve hudutlan içinde
. cek bir mahiyet arzetmektedir. Bu mes'elenin ehemm.iyeti bilhassa ünivenrite binası içinde su.ç işlenmesi hallerinde kendisini gösterir. Bu gibi kuvvetlerini
durumlarda devletin emniyet üniversite yöneticilerinden yazılı veya sözlü
taleb gelmedikçe kat'iyyen bina içine, üniversite dahilinE> giremez, orada suçlulan yakalıyamaz diye düşünmek doğ ru olmadığı gibi tehlikelidir. Hususiyle talebe birbirine
üniversite içinde
girmiş. göz göre göre insan
dövülürkerı
yaralamrkeın , hatta öldüriilürken bilfarz üniversite yöne ticilerinin şu veya bu düşünceyle, şu veya bu mahzurun doğmasından çekinerek devletten yardım istememesi ha linde, güvenlik kuvvetlerinin bina dışına k•adar gelerek, sırf •yardım istenınedi diye içeri giremeyip dışardan olaylara
seyirci kalması ve suç işlenmesine mani olmaması yahut suç
işlemiş veya hakkıında tevkif kararı verilmiş:kimseleri - 63 -
sırf üniıversite binası içine sığındılar diye girip oııada ya Kanaatimizce bu hususta iki hali birbirinden ayırt etmek gerekir : A - Suç işlenıneden evvel, mühim ve vahim olayla rın doğması çok mümkün ve muhtemel olan h:a:llerde, üni versite idarecileri evvela suç işlenmesine, bina dahilin deki devlet mallanmn tahribine maru dlabilecek ciddi ted birleri almalı, bu gibi nahoş olayiann vukuunun önilne ge çilemiyeceği kat'iıyyetle belli olursa o zaman münasip bir müddet tatil kamn verilınelldir. Bunlar mümkün olamadı ğı ve ş artlar icab ettirdiği takdirde, daha vahim olaylann l�alıyamaması her bakımdan mahzurludur.
vukuunun öntıne gçnet lofıı, C!ftlet kanetlerinden fayd!'l . lanmak hususunda resmi maka.ml&rdaaı talepte
bulunulma
h ve bunda tereddilt g&rterflmemelidir. B - Eğer bunlar yapılamam'l ve yapılamadan üni versite d&hillnde nlı1m olaylar çıkmı§ı, yarala.ma. adam öldürme veya eşya.yı tahrip gibi suçlar işlenmişse, adli za.
bıta.nm, delilleri toplaması, su�lula.nn yakalanması için üniversite dahiline glnnest hususunda idarecilerin ta.lebint beklernesi ve böyle bir talep vald olmadan girernemesi diye bir şey düştlntılemez. Polis derhal umumt hUkUmler daire sinde gereğini yapabilecektir ve yapmalıdır. Bu durum karşısında, umumt olarak, Unlverslte �Ine hiç bir şekilde polis giremez, girel'8e muhtariyet ve dolayısıyla Anayıa:sa ihla.I edilmiş olur dUşUn ce ve iddiası mesnetsiz ve yersiz dir.
n. 11m1 Moıhfarlyet Anayasa.mımn 120 nel m..,.,..,ln Uni.rversite öğretiın tlyeleri Te
i!3rdtıncU. fıkrası.
yardımcılarının serbestçe
araşttnna ve yayında bulunablleceklerinl lfade etmektedir.
Bilindiği gibi, araştırma, ilmi yapma ve yayma ve neş. haklan büttln vıatanda.glar için olduğu gi-
riyatta bulunma
- 64 -
bi üniversite hocaları için de Aııa.yasa.nın ka.bul eylerniş bulunduğu haklardandır. Anayasanın bazı hükümlerinden bir takım manalar ve neticeler çıkarınaya teşebbüs ederek bu konuda vatan daşlar ile üaıiversite öğretim üyeleri arasmda bir fark bu lunduğu ifadesi Anayasanın on ikinci maddesinde açıkça belirtilen kanun önünde eşitlik esasına aykırı olur. Böyle tıir telakki tarzı mantıki de olmaz. llmi yapmak, yaymak, fikir ve kanruatlerini ifade eylemek yönünden Türk vatan daşlarıını üniversite öğretim üyelerine nazaran kifayetsiz telakki edilmesinin mantıken müdafaası kabil değildir. Bu itibarla vatandaş bahis mevzuu konularda hangi kayıt ve esaslara bağlı ve onlara tabi ise, üniversite öğretim üyele ri bakımından da durum aynıdır. Bir üniversite öğretim üyesi mesela Marksist doktri !ıi ne suretle izah edebilmek hakkına. sahip ise, herhangi bir vatandaş, herhangi bir yazar da aynı suretle neşriyat yaparak o doktrini izah etmek hukukuna sahiptir. Üniver site öğretim üyesi olmak diğer Türk vatandaşlarından farklı bir imtiyaza ve kanunlar karşısında dokunulmazlı ğa sahip olmayı tazammun edemez. Üniversite öğretim üyeleri yönünden Anayasanın tesis etmiş bulunduğu fark sadece diğer devlet memurlan ile bahis konusu olmruktadır. Anayasa ve mevzuat genel ola ı ak diğer devlet memurlarmı. siyasi faaliyette bulunmak tan menettiği halde üniversite öğretim üyelerini, muayyen şart1arla, istisnai olarak, muayyen siyasi faaliyet şekille rinde bulınımaya müsaade etmiştir. Bunun mfıcip sebebi de, sadece memleketin en ziyade yetişkin olan zümresinin siyasi atmosfere sükfı:net, akl-ı selim, ilim ve hasiret ge tirmelerini sağlamak yönündendir. Ancak şu cihete işaret edelim ki, üniversite öğretim üyelerine tanınmış olan bu selahiyet, üniversite içinde, üıniversite mesaisi �apılırken hiçbir suretle kullamlarnaz. Çünkü kanunlar, Üniversite- 65 F: 5
ler Kanunu üniversite lhocasmm üniversİte içinde ne suret le ve ne maksatla mesaide bulunabileceğini tayin etmiştir. Bu mesainiın siyasi maksatlara tevcihi ve bu istikamette aksiyoınu ifade e:len davranışıann üniversite içinde gös terilmesi vazifenin ve hakkın ( akademik hürriyetin) sui istimaliıni teşkil eder. Mesela kanaatı nurculuk istikame tinde olan bir din tarihi profesörünün din tarihi mevzu unu talebeye okuturken fikir ve kanaatini serbestçe yay mak bahane ve vesilesini öne sürmek suretile talebeye karşı nll!I"culuk propagandası yapması, öğretmek hakkının aksi yon istikametinde 'Suiistimalidir. Yine kanaatı itibariyle Marksist olan bir iktisat hocasının Marksist doktrini izah ederken siyasi kanaatının tesirini talebeye nakletmek lize re aksiyana geçmesi, mutad objektif ve ilmi usulleri aşa rak Marksizm propagandası yıapması, bunun gibi mese la bir hukuk profesörünün öğretim göreviıni ifa ederken nıuhtelif vesileler ve bahanelerle devletin ülkesinin ve mil letinin bölünmezliği, parçalanmazlığı prensibine aykırı ola rak vatan ve mill eti bölücü ve parçalayıcı telkin ve tahrik ierde bulunması aynı surette öğretmek hakkının t akade mik hürriyetin) ve memuriyet vazifesinin suiistimali vas fmı taşır.
Bu nevi faaliyetler
karşısında
gençliğinin istikbalinin tahrip
memleket
ve memleket edilmesine elbette ki Aınayasa cevaz vermemiştir. Üniversite öğretim üyel erinin fikir ve kanaatlerini ifade ve izhar etmek hürriyetleri bütün Türk vatandaşları için Anayasanın kabili etmiş bulunduğu esaslardan hiçbir s uretle farklı değildir. müdafaasız bırakılmasınıa
Siyasi faaliyette buluhabilmek bakımından üniversite üyeleri yukarıda izah edilen mucip sebebler dola yısıyla diğer memurlardan farklı tutulmuşlardır. lr�iver site öğretim üyeleri i.çin kabuı ediimiş olan siyıasi kanaatleöğretim
- 66 -
rini telkin tarzında aksiyonu ifade eder şekillerde kullanı lamaz. Böyle bir k:n.llanma öğretmek hakkının ve yetkisi nin suiistimalini ifade eder. Üniversite idarelerinin bahis konusu suiistimal tezahürleri karşısında hareketsiz kal
gerektiği iddia edilemez. Zira üıniversiteleri �eşitli s iyasi grupların oyun sahaları haline getirerek kökünden malan
tahrip etmeye müsait böyle bir ihmal bizzat üniversitele ı-in kısa zamaında yok olmaları ve memleketin bundan do layı en büyük zararıara dfıçar olması neticesini verir. Belirtilen şekildeki suiistimaller ve ceza kamunları nın men ettiği propaganda ve telkinlere teşebbüs edenler hakkında gerek cezai, gerek disipliner takibatın icrası. A nayasaya hakim kanunilik ve hukukun üstünlüğü prensi bi icabıdır. Bu nevi hareketler karşısında ihareketsiz kal mak kanun hükümlerini hertaraf etmek minasını taşır. Kendisine amme vazifesi verilmiş olan İdarecilerin, merci Ierin ve organların böyle bir ihmal gösterrneğe hakları yoktur. Ve bu nevi bir ihmal ilgililer hakkında ceza ve usiıl kanunlarının gösterdiği müeyyidelerin tatbikini icab
ettirir. Kanunun suç saydığı veyahut memuriyet vazifesinin suüstimalini tazammu n eder mahiyetteki faaliyetler do layısıyla üniversite öğretim üyeleri hakkmda yapılacak di siplinler ve cezai takibat yönünden hassas ve dikkatli bu lunmak ve gereksiz taki pler yolun a giderek ilim adamının tereddlidler içine düşmesine sebebiyet vermemek elbette ki zaruridir. Esasen mevcut usul kanunları bu hassasiyetİn uygulanmasını sağlıyacak teminatı da iıhtiva eylemektedir. Cezai takibat, memurin muhakemat kanunun hükümlerine göre yü rütülecektir. Disiplin takibatı gerek tahkikat saf hası, gerek hüküm safhası itibariyle yine öğretim üyeli ği vasfını haiz bulunan kişiler ve h�y'etler tarafından so suçlandırılacaktır. Bunların ilim hürriyetinin gölgelenme- 67 -
sine ve tereddüdleriıtin husule gelmesine ·sebebiyet verme yecek bir davraauş gösterecekleri muhakkaktır. Üniversiteler, yetkili öğretim üyelerinden kurulu or ganları eliyle idare ve murakabe edilir. Bu yetkili organ lan bizzat
üniversiteler kendileri
seçerler. Özel kanuna
göre kurulmuş Devlet üniversiteleri hakkındaki hükümler saklıdır. (Anayasa md. 120, f:tk. 2.) Üniversite öğretim üyelerinin, görevlerini her türlü endişeden uzak olarak yapabilmeleri için,
bazı
teminat ve
muafiyetleri vardır. Şöyle ki, Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, yukarıda da belirtildiği gibi, Ünivel'lsj.te dışındaki makam lar tarafından her ne suretle olursa olsun
görevlerinden
uzaklaştırılamazlar. Yani tm hususta üniversite dışındaki makamların her türlü teşrif, icrai, kazai tasarrufu mıite ber değildir. Anayasayıa aykındır . Ve Anayasanın sekizin ci maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince hukuki değeri yoktur.
·
Memurlara tatbik edilen siyasi partilere üye olma ya sağından, (md. 119, fık. 1) üniversite öğretim üyeleri ve yaroımcıları muaf tutulmuşlardır. Yani üniversite hocala rı ve yardımcıları siyasi partilere üye olabilirler ; bununl a beraber partilerde yönetim vazifesi alamazlar. Bu sonun cu yasağın yegane istisnası, genel merkez üyesi olmak ve orada görev almaktır. Buınun dışında herhangi bir yönetim görevinin kabul edilmesi yasaktır. ( md. 120, son fıkra) . Üniversitelerin
kuruLuş ve işleyişleri,
organları ve
buınların seçimleri, görev ve yetkileri, öğretim ve araştır ma görevlerinin üniversite organlarınca kontrol edilmesi, bu esaslara göre kanunla düzenlenir. ( md. 120, fık. 4) .
TÜRK BASINI VE MİLLİ BASIN MESELELERI 109 yıllık bir maziye sahip olan basın bir büyük im--
68
-
paratorluğun batırılıp yeni bir devletin kuruluşuna şahit olmuş, birçok diktatöre
boyun eğmiş, birçok
yumuşak
buyluyu yıpratmış ; memleketi saran iyilik ve kötülükler sansür altına gir9 iği zaman bazan kah:rıama.n fakar çok
de birinci derecede rol sahibi bulunmuştıuır. Baskı ve koyu
�'11
kere dalkavuk, sinsi, mürai olmuş, bol hürriyete kavuştu zaman ekseriya i:ntikamcı, bölücü, zebunküş olabilmiş
tir. Hillasa çoğu aydınlanmızın ilmi olmayan gelişigüzel ve belirsiz haldeki kültür davranış ve karakterini o da gösterir. Fedakarlıkla aldırmazlık ; ülkücülükle çıkarcılık ; ciddilikle laubalilik ; yiğitlikle korkaklık arasında gidip ge len okumuş1arımızın zıtlıklarını
109 yıllık basında bir ay
na gibi görmek mümkündür. O da hiç şüphesiz Türk ce rniyetinin bir parçası ve müesseselerimiz içinde bir mües8esedir. Bu bakımdan bütün kusur ve meziyetlerini mesela üniversitemizi, barolarımızı, maarifimizi, veya Meclis'imizi değerlendiren Ölçü ile değerlendirmek gerekir. Türk bası nının halkla münasebetlerini ve onun hangi ölçü ve ger çeklikte bir
«efkarıumumiye»
yarattığını
düşünürken
Türk münevverinin halkla münasebetini tayin eden ufuk çizgisini gözden uzak tutmamak icab eder
.150 yıldan b �
r i her şeyin ve bütün müesseselerin yalnız «Ürokrasi»· r.ü fuzlu ve refahlı azınlık menfaıatlerine göre ayar edildiği yurdumuzda, yapıcısı, yazıcısı ve büyük kısım okuyucusu "bürokratlar» olan basının halka sözcü olma ve halkın gö rüşlerini aksettirme kabiliyetinin geniş ölçüyü bularnıya cağı elbette bir hakikıattır. Şinasi gibi Batı ahlakı ile Doğu efendiliğin i nefsinde toplamış bir mantık ve tefekkür adamı ile Agah efendi öl çüsünde idealist, yapıcı bir gazetecinin eliyle kurulan ( Da ha önce
I.
Kasım,
1831 de çıkan Takvim-i Vakayi, Osmıa·nlı
devletinin resmi gazetesi. .31 Temmuz 1840 da çıkan Ceri de-i Havadis ise, William ClmrchiH adlı bir yabancı tara-
- 69 -
fından çıkanlnıış yan resmi bir mevkute idi) iJ.k özel ga zetemiz Tercüman-ı Ahval, belirttiğimiz gibi milli bir ba sma çekirdek olacak sağlam esaslar taşıyordu. Şinasi'nin kaleme aldığı Tercüman-ı Ahval Mukaddimesinde (Giriş ve tanıtma yazısında) şu sağlam urodeleri dile getiriyor du : . a) Demokrkasi umdesl : Bu toplulukta yaşıyan halk, birçok kanuru vazifeler yüklend.iğine göre ve buna karşılık vatanın menfaatlerine dair fikirlerini söz ve kalemle açık lamak hakkına da sahiptir. b) Mllliye�ilik ve (Osmanlı imparatorluğu içinde) hAkim milletin sesini duyurmak umdesi' : Osmanlı ,memle ketleri içinde gayri müslim tebanm kendi lisanlan ile çı kardıklan jurnalloc. haklarından ziyade serbest olduklan halde, Türkçe devıamlı ve gayrıresmi bir gazetenin çıkanl masına «Milleti hakime» den hiç kimse gayret etmemiştir. �Tercüman-ı Hakikat, böylece hükiıınete, azınlıklara ve ecnebilere karşı Türk halkının sözcüsü olacaktır) . c) Edep ve faydalılık umdesi : İşbu gazete iç ve dış ahvalden seçilmiş havadisleri, çeşitli bilgileri, faydalı şey leri yazacak ve bir «Tann vergisi olan kelam)) ı edeple kul lanacaktır. d ) Halk diliyle yazmak umdesi : «Bu gazete, wnum h alkın kolaylıkla anlayıacağı derecede)) sade bir dil kulla nacaktır.
* Şinasi'nin attığı temel ve Tercüman-ı Ahval'den sonra çıkardığı Tasvir-i Efkar ile gazetenin, Batı ülkelerinde ol duğu gibi bizde de nasıl bir kuvvet (Yasama. İcra, Yargı kuvvetlerinden sonra dördüncü bir kuvvet) olduğu az za manda sezilmiştir. Tanzimat'ın edebiyatçı, inkılapçı, yapı-
70
-
cı ve ihtilalci kadroları oradan yetiştiği gibi halkı uyart marun, bir istikamete sevketmeniın ( iyi veya kötü gaye lcre yönelmenin ) en mühim vasıtası gazete olduğu da an laşılmıştır. Bu vakıaya paralel olarak gazetelere karşı sert tedbirler alınmak, onlan satmalmak veya çıkmalanru ya saklamaJk gibi sakim yoUann hepsi (Hatta
1860-1870
Tanzimat devrinde
arasında) denenmiş ve günümüze ka
dar tıürlü bahane ve şekiller alt11ndıa' 'sÜrüp geJmjştir. Ken disine birçok ümitler bağlanmasına rağmen, aydınlan ilmi zihniyete ve tarafsızlık faziletine bir türlü ulaşamayan bu ülkede basınımız ayni kusurlan yansıtmaya devam etmiş tir. Bununla birlikte Türkiye'ye gazete vasıtasıyla hizmet ederek şükranla anılması gereken insanlar az değildir. Şi nasi, Namık Kemal, Ahmet Midhat Efendi, Ali Suavi , E büzziya Tevfik bey gibi ilk gazetecilerden sonra Milli Mü cadele basınına ve ilk Cumhuriyet'e öncülük eden Velid Ebüzziya, Hüseyin Calll t, Yahya Kemal, Ziya Gökalp (Er zurum'da Albayrak'ı çıkaran) Süleyman Necati beyler ve daha sonra Peyami Safa, Kadircan Kaflı gibi imzalar mil
li uyanışın, milliyetçiliğe bağlı kurtuluş
ve beraberlik fik
irnin mesut temsilcileri olmuşlardır. Bunlardan Namık Kemal o Saf ve heyecanlı ülkücülü ğü ile basma öylesiaıe bağ·lanmış, onun hizmetlerini öyle b�r ümitle sayıp
dökmüştür ki, bunlara bakan
«matbuab> a adeta bir çeşit kudsiyet izafe
insanın
edeceği gelir.
Çünkü Kemal'e göre : «Gazete vatanı bir meclis-i ülfet haline getiriyor. Öy le bir meclis ki içinde herkesin meramını işitmek müşkil
ise
de herkese meramını duyurmak en kolay işlerdendir. '>
Vatıan şairimiz en büyük hizmet yolunun gazetecilik oldu ğunu da sık sık tekrarlamaktadır : «Kendimi vatan hizmetkarlığı için doğmuş bilenlerden o1duğum gibi bu vazifeyi ifaya yazıdan başka kendimce
- 71 -
bir va.sıta bulamadığımdan. elimde mlem tutmaya kudret hissettiğimden beri gazeteciliği seçmiş idim. » Aynca ga zetelerin hizmetinden memnundur, hatta onları bir ilim akademisinden daha faydalı olmuş saymaktadır. «Bu mülke gazeteler fena etmedi. Devlet bir munta zam Encümen-i urn.urniyeye gazeteler
kadar hizmet ede
mezdi.» Şairin bir kısmı doğru, büyük kısmı ise ümit ve hayal ifade eden bu görüşlerine rağmen ve gazeteciliğimiz yaşına (bir bakıma
110 150) basmış olduğu halde gazetelerin
Türk halk efkarını �hakkiyle temsil ettiklerini, ona en fay dalı yönü gösterebildikleri kolaylıkla iddia edilemez. «Dör düncü kuvvet» denilen basının kia.nun içindeki ve bilhass�
kanun üstündeki mesuliyetini he:ıı zaman gözettiği ve de ğerlendirdiği de söylenemez. O kadar ki bu taşkın kuvvet, yukanda belirttiğimiz
gibi, baskı altına konulduğu zaman
riyakar ve dalkavuk
olup zulrnü bir hak gibi gösterrneğe çalışmış . . . Baskıdan kurtulup sonsuz hürriyete kavuştuğu zaman ise, bütün ni
zamların üstüne çıkarak, her dediğini yaptırtmak isteyen ve bunu elde edemeyince alemi kı� geçirmek isteyen şı marıklığa düşmüştür. Aynca ve bunların hepsinden za rarlı olarak ; Gazetelerin çoğu, memleketteki hakim kuvvet ve ha kim kadroların nabızlanna su vererek yaşamayı rahatına çıkarına uygun bulmuştur. Bu hakim kuvvet, Türkiye'nin biinyesi icabı hiçbir vakit sermaye sınıfları değil, bilakis BÜROKRASt olmuştur. Sermaye ve benzeri « baskı gunıp ları» da memleketteki mutlu ve nüfuzlu yaşayışiarını hep bu bürokrasi »nıfına dayanarak, ona rüşvet ve taviz ve rerek sürdürmeye çalışmaktadır. Buradan kısaca çıkara cağımız sonuç : Tanzimat'ta, Meşrutiyet'te, Cumhuriyet'te ve lık yanm sakat bir
demokrasi denemesinden
- 72 -
(10 yıl
sonra) II.
Cumhuriyet'te yalnız yüksek memur lu kişilere
(Generaller,
ta.ba.kalarma, nüfiuız
yüksek idareciler. hakimler, tek
nokratlar, profesörler, parti zadeganı vs.) yaslanınayı ve yaranmayı,
ayni köklerden gelmek, bürokrasidem. kork çıkarJanmak gibi sebeplerle mubah, hat
mak veya ondan
ta amaç bilen bir basının bürokra.si tarafından ezimekte, sömürülmekte ve uyanışı tehlikeli sayılmakta olan halkın gerçek duygu, düşünce, iman ve temayüllerini yansıtma ması gayet tabüdir. Basın çok sıkıştığı, idealist ve
kahraman sayıldığı bü
yük hareketli dönemlerde, ihtiHU ve rejim değişikliği saf halarında bile, bürokrat zümrelerin tutmak ve ezdirmekle yetinrniştir.
birini ötekine karşı Cemiyetimizin yapısı
icabı, kavgalar hep «Üst katta» olup bitmiş, servet, mevki ve refahlar bir e!den ötekine aktarılrnış, kendisi adına bü yük laflar edilen HALK ise daima sindirilmiş. yıldırılmış ve basın bir zalimden bıkıp ötekine alkış tutmakla yetin
miştir. Türk gazeteciliğinin llO yıllık
en büyük meselesi
ve kusuru, halka karşı bu okumu�lar hizibini tutan ; halka yararsız aydinların çıkarcılık ve saltanatını sürdüren bir vasıta olmasıdır. Gazetelerimizi
halkla
kaynaştıramayan,
ona
belki
aykırı olan yanları ile ortaya koymaya çalışacağız. Bilhas sa demokrasinin tatlı acı meyve verrneğe başladığı şu son on yılda, sanayileşme, köyden şe h: re göç, Avrupa'ya bü �iik işçi ihracı gibi sebeplerin de katılması ile ülkemizde ve insammızda büyük değişmeler, sağlı sollu rJıyanışlar ol muştur. Bu kalkmış ve uyanışa karşı güçlü, nüfuzlu ve re fahlı azınlık ( bürokrasi ) bir ölüm dirim savaşı verrneğe hazırlanıyor.
1960 ihtilaline kadar daima
hürriyetçi gö
:riinırn.üş ve demokrasiyi istemiş bulunan bu zümre, şimdi mevcut demokrasinin halkı ( işçi, köylü, küçük esnaf, ta cir, memur vs. ) söz sahibi yapmaya başladığı {her türlü
- 73 -
suiistimal ve haskılarına engel çıkardığını
görünce ağız
değiştirmiş ve sıkı kapalı rejimierin propagandasını yap maya başlamıştır. Aralarındaki dayanışma ve halka karşı ortak menfaatleri sürdürebilmek için bilhassa «Sosyalizm»
adı verilen bürokrasi-teknokrasi diktasında karar kılmış tır.
Yukarda belirttiğimiz gibi her zaman bu mutlu ve nü fuzlu azıınlığa dayanmakta fayda gören gazeteler çoğunlu ğu da bürokrasinin bu çıkarcılığını maskeleyen halka kar şı sosyalizmin
alkışçılığına başlamıştır.
Türk basınının
bugünkü en büyük açmazı ve çıkmaz yolu budur. Çoğu gazetelerimiz, halktaki uyanış, dilek ve arzuları ihmal ka sıt ve aldıkları eğitim dolayısıyla
aksettirmemek töh.me
tini her vakitkinden daha fazla üzerlerinde taşımaktadır lar.
150 yıldan beri iyice gelişip teşkilatıanmış ve ülkeyi yumruğu altında tutmuş okumuşların «Cahil ve yobaz» di yerek borladıkları halka «yok» gözüyle bakılabilirdi. Bir kaç yılda:n beri öyle değildir. Halk «Vardır» ve kendisini birçok
hadiselerde
sezdirmekte, hatta
göstermektedir.
Kendisini gayrımuntazam, metodsuz, teşkilatsız, yarı şu urlu hareket ve sözlerle belli etmektedir. Milli bir basının asıl gaye ve fonksiyonu işte bu yan şuuru ve gayrımunta zamı açıkça ifade etmek,
düze:ılemek ve şuur safhasına
koymak iken, tam zıttına, bürokrasi ile beraber olmuş hal kı ezmeye çalışmaktadır. Bu yeni ve asıl demokratik halk kuvvetini boğmak is teyen bürokrasi, kendisine en kuvvetli suç ortağı olarak basın ve radyoyu bulmaktadır. Yarı okumuşlar, bu vasıta ile, kemdi refah ve menfaatlerinin aleyhinde :harekete geti rilmektedir. Sözgelişi sol basının ve bürokrasinin peşine ta_ kılmış olan «sosyalist gençlik»
kalkınma, imar ve refah
hamlelerine karşı çıkarılmaktadır. Halk, her şeyin düzel tilmesini, kanunların işLemesini, rüşvet ve
suiistim allerin
önlenmesiali hastahanelerin bir şefkat kucağı haline gelme sini, hayatın ucuzlamasını. mahkeme kapılarının adalet ve nısfete açılmasını dilerken, hakim kuvvet ve solcu basın, bunları hepten yıkarak yerine despotik, keyfi, zalim bü rokratik bir d'i.izen konmasına çalışmaktadır. Kısacası, bir efkanumumiye olması gereken gazetele rin çoğu en dar menfaat ve bakış sınırlan içinde bir «ef kar-ı hususiye» manzaraı3ı içindedir. Bu hal, millette, bü rokrasiye olduğu kadar basına karşı da yine mübhem, ya rı şuurlu bir şüphe doğurmuştur. Bu şuuru iyice geliştire cek ve ilerde açıktan açığa ızhar fırsab bulacak olan mil let, ilerde kendi milli basınını bütün şartlan ile meydana getirmek imk8.runı bulacaktır. Basınla halk münasebetleri şimdilik bu safhadadır. Bunu hazırlayan ve basını yeterince «milli» ve ciddi olmak. tan uzak tutan iktisadi, siyasi ve eğitimle ilgili daha pek çok sebepler bulunabilir. Bunları tasnif etmeğe çalışalım : a) Sermayenin ve İlimn kaynakları ve oyunlan: Türk gazeteciliğinde son yirmi yılın en mühim olayı, ga�telerin yavaş yavaş ve bugün bütüınü ile « yazıcı pat ı·on» ların elinden çıkıp «tüccar patron » lara geçmiş bulun masıdır. Bugünkü Türk gazetelerinin çoğu, kalemle ilişiği az olan veya hiç olmayan «müteşebbis» kişi, aile veya şir ketlerin elindedir. Yakın gelecekte kişi ve ailelerden .de büs bütün kopup büyük şirketlerin eliaıe geçecektir. Birçok Avrupa ve Amerikan gazeteleri bugün artık «müteşebbis idareci » lerin elindedir. Bunun böyle olması, gazete ve matbaacılı.ktaki b� döndurücü teknik gelişmelerle, dünyayı küçülten ulaşım kolaylığıyla ve fikir ve kol işçilerine tanınan sosyal hak larla yakından ilgilidir. GünümÜZÜin büyük batı gazeteleri ve dergileri artık otomobil yerine uçak veya helikopter ki ralıyorlar. Astronomik meblağlada haber ve resim temini' ne çalışıyorlar. 'liirkiye'de Anadolu'nun son kÖ§esine ve - 7i -
Batı'da dünyanın öbür ucuna gündelik radyo ve televizyon ralıyorlar. Astronomik meblağlarla haber ve resim temini_ il e yarışmak gayreti vardır. Kol m akinelerinden sonra entertipler, hatta rotatifler de sökülüp atılmış,
çabucak <<demode» olmuş, Türkiye'de
bile, son iki yılda ofset baskının resimli, renkli saltanatı başlamıştır. Kağıtta, mürekkepte türlü fotoğraf ve teleks cihazlarında en son imkanları kullanmak, gazetelerin ama cı haline gelmiştir. Bunun yanı sıra fikir ve kol işçileri güçlü sendikalar, federasyonlar, cemiyetler
h alinde birleşmiş,
kendilerine
yeni haklar sağlamış, patrona maaş ve hak taleplerini her gün arttırır ve sağlar hale gelmişlerdir. Gazetelerde büyük
iey bölümü başlamış, türlü kolların mütehassıs ve usta ele manları ortaya çıkmıştır. Bunlar, gördükleri teknik işin ehemmiyeti ölçüsünde büyük ücretler almaya başlamışlar dır. Saydığımız bu sebepler, gazeteleri ister istemez, ancak hüyük sermayeli işletmeler haline koymuştur. Kapitalist iilkelerde bu çağ ve şartlara uyan gazeteler yüz milyoınluk hatta milyarlık teşebbüsler eliyle çıkarken komünist ül kelerde ayni baş döndürücü yatınmı devletin yüklendiği görülmektedir.
Neti ce, bugünkü Türk gazeteleri de artık derme çat ma paralarla çıkamaz hale geldiği için ister istemez « ya zıcı patron» lar devri kapanıp. sermaye ile teşebbüs döne
mi başlamıştır. Dolayısı ile gazeteler bir tek şahsın dü şünce - ahlak ve temayüllerini yansıtan bir vasıta olmak tan çıkıp bol satıf:; yapmak, bol il3-n almak, daha büyükle re rekabet edip silinmemek, bunun için
mümkün olduğu
kı:tdar �ok gurup ve zümrelere dayanmak zorunu duyan ti cari işletmeler .h aline gelmiştir. Gazetelerin yaşamak ve kar etmek için en büyük iki dayrunakları
i13.n
ve
satış
meselesidir. Bu iki müessesenin
- 76 -
Türk basınında (ve bütün hür ülkelerde) işleyiş tarzını araştırırsak, gazetelerimizin niçin istendiği ölçüde «milli» ve halkın sözcüsü olamadıklarına dair birçok ip uçlan elde ederiz.
tıan : İlan, bilindiği gibi resmi ve özel olmak üzere iki çeşittir. Resmi ilan, Türkiye'de uzun bir süre hükumetierin gazeteleri kendine bağlama, satınalma veya aksine onları körletme, öldürme vasıtası olarak kullanılmıştır. Daha önceki zamanlarda gazetelere nakdi para yardımı yapıldı ğı, onların belli şartlar içinde beslendiği birçok vesikalarla bilinmektedir. Resmi ila:nın daha sonra ayni maksatla kul lanıldığı görülmüştür. Resmi ilanın fikir gazeteciliğini, taşra gazeteciliğini destekleyip yaşatmak gibi bazı idea list formüllere bağlanması da mümkündür. Ancak bura d a onu tartışmak istemiyoruz. Resmi ilan bir nimet veya baskı vasıtası olarak dik tatörlüklerden çok, yan sıkı rejimlerde ve demokrasilerde ise yarar. Doğrudan doğruya hükfımet politikası ile ilgili dir. Bunun ve benzeri devlet besleyiciliğinin tesirleri, çok şiddeti tartışmaları, kırgımlıkları, hatta ihtilalde bile söz konusu edilen tepkileri 1940 dan beri gözlerimiz önünde cereyan etmiştir. 1960 dan sonra ise Basın-nan Kurumu ile kısmen objektif esaslara bağlanmıştır. Resmi ilanın bugün, büyük gazeteler için önemi kal mamıştır .En çok satanlar buınu fuzuli yer kapladığı ge .. ,,kçesiyle sütunlarına koymuyorlar. Bu. daha ziyade, sa t ı �ı :::. z ve yeni gazeteler için önemlidir. Asıl mesele, özel ilin konusudur, denebilir. Büyük g� �-tel er (Batıda ve bizde) büyük karlarını ilan la sağlat' ? " r. H� t.t:l. büyük t:rajlan ile bir çeşit ilan karteli kurar. ·
- 77 -
daha ileri giderek ilan piyasasını kendileri ayarlar. Öyle ki, sözgelişi 30 kuruşa ınal olan bir gazete, ilin sayesinde maliyetini .sıfır kunışa getirebilir. Hatta daha çok fazla ilan karı sağlaywbilir. Bunun için, ayni ölçüde ilan atmayan gazeteler, zarar edip fiyat ayarlaması yaptıkları halde, ı bizde son ayarlamada olduğu gibi) büyük tirajlı çok ilan lı gazete (ayrıca satış ve rekabet hırsiyle) fiyatını sabit tutabilir. Aslında gazetenin kan yine ilan yolu ile vatan daşiara yükletlirnektedir. Fakat okuyucular, tıklım tıklım ilan kan sağlayabilir. Bunun i�in, ayni ölçüde ilô.n alrnaya11 Maddi ınanada ilan, satınalınan bir çok mallar üze rinden halkın ödediği bir «Özel teşebbüs vergisidir. » Fa kat bu ilanlarm Türk h..alkma asıl pahalıya ınal oluşu, rna rJevi sa:hadadır. Böylece gazeteler halka sunulan konular, fikirler ve telkin edtlen görüşlerle ahlaklar (bir yandan bürokrasiyi kollarken öte yandan da) ticaret ve sanayi :"Jeminin kanatlan altına sokulma.ktadır. llan veren mü esseseler, ister istemez kollanrnakta, gücendirilmek isten m.emekte, hatta mümkün ölçüde tatmin edilmeye çalışıl maktadır. Bu arada, memleketimizin tarihi şartlan dola )'"lsıyla. Türklerin elinde olmayam (gayri Türk) sermaye nin veya onlarla veya doğrudan doğruya dış firmalarla or taklık kurmuş alan iş adarnlarının ağırlığı Türk basınının haberleri, fotoğra.flan, yorumlan üzerinde hissolunm� tadır. Bu sermaye de tıpkı bürokrasi gibi 've zaten onunla işbirliği halinde) halkın kendi özüne doğru, milli '!lyanışın dan hoşianmaz. Onun için halkı tarihl, ahla.ki, ebedi, ikti sadi, dini istikarnetlerde uyartınaya çalışacak milliyet.çi ıı;ağcı neşriyattan pek hoşlanmaz. Halkın teşkilatlanrnası, büyük millet şuurunun uyanması, halkçı ahiakın yayılma sı kendi sonırnsuz .saltanatlannın sonu dernek olacaktır. Sağa doğru uyanışın, kısacası milıiyetçilik şuurunun ken disini yok edeceğ'! korkusunu taşmaktadır. -
78
-
Onwı için var gücüyle bu şuuru ifna etmesi veya ge ciktirmesi mümkün olan her şeyi desteklemektedir : (ve ilan mekanizması ile basına. destekietmektedir) Töreye, milli bütünlük ruhuna, Türk &hlikına, diline. yüce dinine, örf ve adetlerine, hattA «hakimiyet milletindir» umdeaine aykırı olan bütün kozmopolit, materyalist, anarşist, sep tik, diın dışı bütün görii§ ve davranışları. . . Buna karşılık şiddetle düşman olması mantıki görü nen solu (sosyalist-komünist büti.in şekilleri ile) tutmak ta veya en azından hoş görmektedir. Onu «devletleştirme ye, millileştirmeye» dair bütün tehditlerine rağmen fazla <:iddi bir telh:like saymamaktadır. Bila.kis yıkıcı anarşist ve ahlak tanımaz, materyalist tutumları ile kendisine yakın görmektedir. Sol va.sıt&..siyle, sağ'ın (milliyetçiliğin) yok edilebileceği ümidinde olduğu için onu hatta beslemekte dir. Sol'un iplerini kendi avucwıda tuttuğu kanatindedir. Fazla ileri gittiği zaman onu firenliyebileceği, satınalabile ceği, fakat sağ'ı hiçbir vakit önleyemeyeceği fikrindedir. Aslı, Türk ve gayrıtürk sermaye kaynaklarına dayalı olan bu görüşü çoğu gazeteler, dergiler, politika zümrele ri hatta (bir ölçüde) Milli Eğitim Bakanlığı, benimsemiş tir. Birçok gazetelerin. tatlı su ve sosyete muhitlerinin sol cu partilerin hattA muhafazakar görünen partilerdeki bazı kanatların : Sol'dan ziyade sağ'ı yani milliyetçiliği zararlı görüş lerinin sebebi budur .Dindar ve milliyetçi .zümreler, günün birinde bürokra.sia:ıin ve onunla ortak sermayenin keyfini kaçıracakları ihtimali ile horla.nmakta ve baskı altında tu. tu lmaktadır. Bwıun için zengin, i.mkanlı teşkilatlı «sol cu gençlik» ilerici, Atatürkçü diye müsamaha görmekte, teş vik edilmekte ,onun için fakir halkın çocukları olan maz but ahlaklı milliyetçi gençlik birçok gazetelerde ve radyo da haydut gibi gösterilmeğe çalışılmaktadır. Onun için rad yo ve gazetelerde yamyamlıktan daha dün kurtulmuş 500 - 79 -
er bin kişilik Afrika kabilelerinin sömüıi.ildüği.ine, ezildiği� ne dair haberler, nutuklar yazılırken, Vietnam savaşı Türk İstiklal harbi ile bir tutulmaya çalışılırken, Sovyet ve Çin .zulrnü altında barbarca sömürülen 100 milyon Türk ve müslüman soydaşlanmızdan söz etmek, «Atatürk ilke� lerine aykırı» korkunç bir gericilik sayılrnaktadır. Dinsiz ve patavatsız kims!;ler, «büyük Atatürkçüler» diye gökle re çıkanlmakta, din adamları her fırsatta ve yalan dolu çirkin mübalağa ile « 31 Martçı» ilan edilmektedir. Gerçi milli mAnevi uyamşa karşı olan bütün bu bas kıları sadece aklatılmış ve raıhat bürokrasi ile kontrolsuz sermayenin işbirliğine ve sadece ilôaı mekanizmasına bağ layamayız. Daha başka birçok sebepler vardır. 1) Kültür .emperyalizmi şartlannın tesir ve yan te sirleri açıktır. O istikamette yapılmış eğitim, kırk beş yıl boyu kendi milletinden kopan, soğutulan aydınlar. gaze� teciler, yazıcılar yetiştirmiştir. 2) Siyonist, masonluk, haçlı ve bilha�sa komünist giz li açık teşekküllerin, yer altı lmruluahrının, azınlık ırkçı larının hatta din ve mezhep perdes ialtında; çalışan kökü dışanda birtakım siyasi teşkilatıann Türkiyeye çok bol miktarda para soktukları bunları akla gelir gelmez bir çok kanallardan, muayyen ellere yetiştirdikleri, demirperde ve benzeri bazı konsolosluk ve elçiliklerin bu alışverişe aracı lık ettikleri tespit olunmuştur,. Türkiyede çıkan birçok ga zete. kitap ve dergilerde bun1o.nn da kesü ölçüde tesirleri olmadıklan düşünülemez. Amerika ve Avrupadaki bazı siyonist teşekküllerin de, Türkiye'de kendileriyle yakınlığı çok tanınmış bir ya zarı, 27 Mayıstan önceki günlerde Amerika'ya davet ettik leri, Türkiye'nin iç işlerine kanşan mektupları, beyanat laı dünya efkarına duyurdukları, bunun ve beru:eri olay Iann Türk basınında geniş yankılar ve etki sahaları bul duğu malumdur. - 80 -
Dışarıdaki bazı komünist parti, dernek ve kuruluşlar, hatta Birleşmiş Milletler bünyesi içnideki bazı teşekküller, bile bile veya
bazı tesirler altında,
Türkiyeli komüınist
sosyalist yazariara «dünya birinciliği ödülleri»
vererek
onların tesir sahalarını genişletmeye, gazetelerin onları angaje ederek, istedikleri serbestlikle yazı ve yayın yap malarını sağalmaya çalışmaktadır. Buna dair birçok can lı misaller verilebilir. Demirperde ülkelerinin «telif hakkı» perdesi altında roman, şür, piyes ve makaleleri tercüme ettikleri bazı ya zıcılan, daha tesirli yapmak maksadıyla besledikleri de bi linen gerçeklerdendir. Türkiye'deki sol ve kozmopolit çevreler, sermaye ve bürokrasi ile işbirliği halinde. tesirlerini dünya basınına da yansıtmaya çalışmış meselA. gizli kanallardan dışarıya kasıtlı haber uçurarak veya büyük dünya ajans ve gaze telerinin Türkiye'de oturan muhabirierine maksada uygun yazılar yazdırarak Türk milletini ve milliyetçilerini hariç te kötülemenin yollannı bulmuşlardır. Sonrada bu yazıla n ve haberleri çevirip, gazetelerinde yayımlıyarak, dış ale
min de bizi kınadığına, meselA. «demokrasinin bizde yaşay a mıyacağına» veya «Ordunun yakında bir hareket yapaca ğına» inanıldığını telkin etmeğe çalışmışlardır.
Satı ş : Gazetelerimizi ciddilik, millilik, aJhlaki ve k aliteli ol maktan uzak tutan sebeplerden biri de satış konusudur. Sermaye ve kar davasının bir bedefi olan satışı sağlamak için gazeteler türlü istismarlara baş vurmakta ve bu istis mar memlekete zarar vermektedir. Türk basınının istismar konuları şöylece sıralanabilir :
- 81 F : 6
DlN
1ST1S.MARI : Bazı gazeteler çok geri, yanlış, ni
fakçı ve lsl8.miyetin özüne aykırı bir din anlayışını sami rniyetsiz bir tarzda halka sunarak bundan satış ve politik rnenfaat sağlamaya kalkarlar. Milli uyanış ve manevi yük seliş adına faydadan ziyade zarar getirici olan bu istis mar çeşidi, Türkiye'de geçerli olmaktan çıkmıştır. Sağdu yulu halkımız, hulıis ile riyayı birbirinden kolaylıkla ayır makta, bir süre ilgilenir göriindüğü bu tip davranışlara zamanla kayıtsız kalmaktadır. SEFALET tSTlSM.ARI : Yurdumuzun bazı bölge ve zümreleri çağmuz medeniyetine meydan okuyan, vatana
ve vatandaşa hizmet kavramına aykırı düşen ve mutlaka
giderilmesi gerekli bir sefalet için�edir. Komünizmin şim
diki birinci ümidi, iyi okutulup eğitilmemiş yan aydınlan aldatıp bir ihtiWde
'2.
Kurtuluş Savaşı'nda) baltalar ola
rak kull arun ak ise, ikinci büyük ümidi, bir kısım halkımızı canından bezdiren bu sefalettir. Işte solcu basın yoliyle ve ger�eğin üstüne binbir if tira, mübalağa, maksat katılarak bu selaletin sömürüldü ğünü görüyoruz. Hiçbir yapıcı tekiifte bulunmadan. birta kım gerçekleri alıp « bizi ancak sosyalist düzenin kurtara cağı» sloganına mesnet yapmaya çalışıyorlar. Yol göste ren bir tenkid yapmıyor, hiçbir çare göstermiyor ; «kapi talist burjuva düzeni ve biçimsel
demokrasiden» anca.k
bunun beklenebileceğini gülerek söylüyorlar. Bu tutumda kötü ve zararlı olan, elbette, sefaletin or taya konuluşu değil, bunun bir
yıkıcı ideoloji hesabına
istismar edilmesidir. Yoksa yurttaki sefalet yarasına acıt madan neşter vurulması ve bu yaralann onarılması, her kesten önce milliyetçi aydınlann boynuna borçtur. !ktidar ların kötülüğüne, hakim zümre olan bürokrasi, sermaye ve derebeylik tahakkümünün zulüm ve istismanna karşı, mil letin davacısı olarak cesaretle dikilrnek milliyetçi aydınla rın öz vazifesidir. Milliyetçi basında bunun yeterince ya-
pılamaınası ziyandır ve milliyetçi basının kifayetsizliğini göstermektedir. Basındaki sağ - sol mücadelesinin bugünkü şekli ar kasındaki hakikat, bürokrasi ve mutlu azınlık ile halkın mücadelesidir. Burada milliyetçi kalemler halkın, millete ait değerler bütününün müdafileri halindedir. Son yarım asırda açıkça borlanmış ve yıpratılması bir devlet :Politi kası, eğitim sistemi haline getirilmiş bulunan manevi de ğerlerimizin davacısıdırlar. Savunduklan temalar : Hürriyet, milli bakİrniyete müstenit seçimli demokra si, Türk ahlakına, töresine, mazisine, büyük Türk tarihine bağlılık ; saf, temiz ve daima ileri müslümanlık imanının milletimizi birleştiren büyük bir faktör olduğu düşüncesi, 1300 yıl içinde gelişmiş edebiyat ve halk türkçesinin mü dafaası, halkın devletten beklediklerini, bu konulardaki seziş ve görüşlerini dile getinnektedir. Milliyetçilerin f!lemleket kurtuluşunda ileri sürdükle ri üç metot : Çağımızda kalkınma ve refah meselelerini çözecek tek vasıta İLİMDİR. lnsanımızı birbirine kaynaştıdacak sev gi, birlik ve saygı unsurları ancak : :MtLI.J DİNİ bir ahlaka b�ğlanmakla mümkün olur. llerlernede ve Batı mil letlerine ayak uydurmada başvurulacak yol, yıkıcı ve mil leti kökünden çıkancı DEVRİM'ler değil, tabiatın da en büyük gerçeği olan TEKAMÜL KANUNU'dur. Bürokrasi ise SOLU, DEVRtMİ VE SOSYALlZMt öz lemekte, öksüz yahut maksatlı yazarlan ve gazeteleri va sıtasıyla istemektedir. Çünkü sosyalizm, bürokrasinin, tenkid edilmeden ve devlet zoru ile tenkidsiz saltanatım sağlayan bir rejimdir. Çoğu üniversite profesörlerinin, yüksek hakimlerin, teknokratlann, birinci derecede me mur�ann, radyonun maksatlarını anlamıyarak onlara ka pılan yarı aydınlarm sola doğru akması bundan ileri gel mektedir. -
-
83
-
MEZHEP İSTtSMARI : Bazı gazete ve dergilerin (bu arada politikacıların)
Türkiyeyi
bölmek felaketin i
göze
ai arak mezhep istismarcılığına kapıldıklan da görülmek tedir. Tarih içinde kendilerini «ezilmiş ve yıldınlmış» his seden bazı mezhep zümrelerini tahrik edip yüze çıkarma ya çalışarak, diğer mezhep mensupianna düşman etmek pahasına sürüm sağlanmaktadır.
Bunlar, Atatürkçülük.
devrimcilik, laiıklik, sosyalistlik, islama düşmanlık gibi do hıplarla elde edilmektedir.
1300 yıl
lara dayanan bu iptidai İstisınarın
önceki siyasi çatışma
20.
yüzyıl Türkiye'sine
politika ve basın yolu ile felaketler getireceği muhakkak tır. ATATÜRK İSTtSMARCILIGI : Basında
Atatürk is
tismarcılığı da sosyalizm ve bürokrasinin halkı
sindirme
t aktiğidir. Zerre kadar inançlı ve samim i olmaksızın, hal ka karşı, yarı okumuşlarda, Atatürk etrafında yaratılmış tabu kaosundan
faydalanmaya çalışılmaktadır.
Yeti�n
bi rçok nesiller Atatürk'ü adeta bir «muk�_ddes» bilmekte dirlPr. İşte bu taassuptan faydalanan bazı kalemler ve po litikacılar, Gazi'yi millete bir tehdit ve şer fikirlerine alet etmektedirler. Bu durumda bazılarına göre : Atatürk, memleketteki «kültür ihtilali» nin aracıdır. <'. Osmanlı ve geri» diye menfurlaştırmaya kalktıklan mil
li sanata, musikiye, edebiyata, tarihe, a:hlaka ve dine onun adını kullanarak tecavüz etmektedirler. Bazılan ise Ata türk'ü asın sol'un Lenin ve Kastro diktatörlüğüne kadar açılan kapısıdır. Komünist fikirler dahi, yurda onun ka nalı ve gücü ile sokulmak istenmektedir. Atatürk'ün birtakım siyasi kanunlarla korunmak is tenmesi, bu Türk büyüğü üzerinde belgeli, ciddi. ilmi neş riyat olmayışı, mühim bir tarih safhasının kasten karan lıkta tutuluşu ve eğitimde «beyin yıkayıcı» dogm'lardan hareket edilişi bu istismarın başlıca .sebebidir.
* - 84 -
Birçok kanaatıere göre «gazetecilik yaşanan günlerin tarihidir» . Gazetecinin kanun üstü sorumluluğu, bir deıvlet adamınınki kadar mühimdir. Amme menfaatı, gazetecinin ancak dürüst ve milli değerlere bağlı olmasını gerektir mektedir. Gazetecinin hürriyeti baltalayarak kendi bindiği d alı kesmemesi ve özellikle aşırı hürriyetten yararlanıp sonu diktaya açılacak anarşiyi davet etmemesi icap eder. Gazeteci ansiklopedik bilgi sahibi olduktan başka bir konu da iyice derinleşmiş de bulunmalıdır. Gazeteci halkın is teklerini sezmeli, bu sezişi şuur haline koymalı, efkanumu miyeyi bu esas üzeı-ine kurmalıdır. Nihayet, kendi milleti n in değerlerine düşman olan. imanını hiçe sayan, dilini, ah lakını, töresini, tarihini, sanat ve edebiyatı bilmeyen bir gazeteci tasavvur olunamaz. Olun'!Jl'S&
bu zatın
Türk ga
zetecisi ve yazdığı yerin Türk gazetesi olması elbette im kan dışındadır. Bunlar birer gerçek olquğuna göre,
basının
büyük bir
kısmı ve yazıcıların çoğu neden istenen vasıfları taşımıyor. lar ? Bunun sebepleri şöyle sıralanabilir : a)
50
yıldan beri uygulanan eğitim sistemi asla milli
ve ilmi olmadığı için orta yaşlılarda ve gençlikte tarih sev gisi ve milli şuur yer etmemiş bulunmaktadır.
Bu halde
yıkıcı, mazi düşmanı .boş ve lüzumsuz operasyonların bü yük payı bulunmaktadır. Okumuşların büyük kısmı, olay lar üzerinde sağlam di.işii.nm��r . d oğruyu sahteden ayırdet mek, milletin ve kendi şahsiyetlerinin üzerine yayılan fe lakete karşı diren:rıı e k, kendi aleyhlerinde bile olsa hakkın yanını tutmak kabiliyet ve f,aziletinden
mahrum bulun
m aktadır. Yazıcıları, düzenleyenleri ve okuyucularının ço
ğu
bu tip köksüz, ilimsiz «aydın>> lar olan bir basının milli
olması elbet beklenemez.
b) Halk sezmekte, özlemekte fakat şuur ve hareket h aline gelememektedir.
İyi
aydınlardan, ilim adamlarından
ve ahlak rehberlerinden mahrum ve teşkilatsız olduğu için
- 85 -
politikacılarla gazetecilere tesir eaiP. ODlan
istediği
doğ
rultuda, iyi yola sevkedememektedir. Dil, tarih, ahlak, tö re konularında tepki ve niyetlerini açığa vurmanın kültü rüne erememiştir. Onun için bu mukaddes unsurlarla ga zetelerin, radyonun,
politika esnafının oynamasına seyirci
kalmakta, içten içe üzülmekte.
kapalı bir dünya haline
gelmektedir. Halkın az çok teşkilatlanarak sahip çıktığı din müessesesi, bugün aşın ve dolaysız hücumlardan kur tulmuştur. Halk diğer unsurlara da sahip çıkmaya başlar sa gazete ve başka müesseselerin milli değerlere tecavüz leri kendiliğinden önlenecektir. d) Bru;m, radyo ve politikacılar, gizli
maksatlann
adamı olduklan için, gizli teşekküller tarafından ve halka karşı yöneltilmekte, taktiği de çok ustaca olduğu için, mil lete sureti haktan görünmeyi, yalanlan doğru gösterıneyi de başarmaktadır. e) Milliyetçi görünen bazı
aydınl ann, bu mukaddes
ülküyü istismar etmeleri, politika akçesi olarak kullanma ya kalkmaları, bilgisiz ve samirniyetsiz oluşları, araların
da birleşemeyişleri
de halkta ayn bir ümitsizlik doğur
rnuştur. Bunun için karşı tarafın telkiıılerine daha kolav
kapılmaktadır. Solcu gazeteıer, milliyetçi görünenierin bu
zaaflannı ustaıca ortaya koyarak, halkı onlardan soğut mayı başarma.ktadır.
Türk basınının mevcut d urumu ve bunun sebepleri yu kanda gösterilmiştir. Ancak, millet uyanmakta, okuryazar sayısı artmakta.
sol ile birlikte milli fikirler de yayılmak
tadır. Hale büsbütün kaybolmuş gözüyle bakmayız fakat bilhassa istikbali kurtarmak için tam bir iman ve ümit içinde olmak zorundayız.
Builun için,
basının Türk halkını ifade eder, eğitir,
- 86 -
yani
yükseltir
milliyetçi bir hale ge-
lebilmesi için ne gibi �relere başvurmak gerektiğini de kı saca anlatmaya çalışalım ::i
UZUN VADEIJ ÇARE : Hiç yılmadan, ilme ve milli değerlere bağlı yeni bir nesil yetişmesi için sonsuz gayret harcamaktır. Bunun için ilkten 'i.iniversiteye kadar bütün mektep ler, öğretmenler başlıca gayret yerlerimiz olmalıdır. Mil liyetçi fikrin mekteplerimizde zafere ulaşması için, poli tikacılar, tacirler ve bütün zümreler üzerinde baskı gu rupları sağlanmalıdır. Bu fikri yayan kitap, dergi ve gaze telerin ordu, fabrika, mektep ve camilere sokulma.sı için teşkilatlar kurulmalıdır. HEMEN ALlNACAK
TEDBIRLER :
a) Halka açık anonim şirket halinde, zenginlerin ve bankaların iştiraki ile büyük bir sermaye toplanarak, en büyük gazetelerle yanş edebilir kıratta bir gazete çıkarıl malı, bu gazetenin kadrosu, memleketin en seçme, temiz, isti:smarcı olmayan. ahlak ve şeref sahibi yazıcılar ve ele manlardan seçilmelidir. Bununla, Babıali'de fikir gazeteci liğinin örneği verilmelidir. b) Bir basın-yayın kursu (enstitüsü) açılmalı, değerli milliyetçi hocalar ve basın mensupları burada ders ver meli . . . Babıali'nin bütün gazeteleri için buradan güveniJir seçme gazeteciler hazırlanmalıdır. c ) Çıkanlar arasından seçilecek iki veya üç milliyet çi dergi seçilmeli, bunlar milli görüşleri ve milliyetçi basın için gerekli fikirleri, çareleri, Babıali basınımn yalan ve kirli yanlannı ustalıkla, delille açığa vurmalıdır. Bu der gilerin yaşayabilmesi için, bütün milliyetçi kuruluşlar, son güçlerini ,hazırlıyarak çalışmalı, büyük kütlelerin bun lara abone olmasma çalışmalı, milli fikrin yaşamasının bi-
87
-
raz da (küÇük büyük) maddi fedakarlıklara bağlı olduğu ,mşüncesini bütün konferanslarda ve şahsi çalışmalar ile �latılmalı'dır. d) Milliyetçi kuruluşlar birleşmeli, bunlar tiyatro, sa nat, filim çalışmalannı ön safa almalı, milleti bu yolla uyartmalıclırlar. Milli ve milliyetçi basın, her memlekette münist ülkelerde bile) mevcuttur.
( hatta ko
Milletimizin bu tesirli
vasıtanın kendi aleyhinde kullanılmasına uzun zaman da yanamıyacağı bir hakikat olduğuna göre elden gelen her şeyin çabucak yapılması hayati bir zaruret olmuştur.
T.R.T.
MESELESt
Sol ideoloji ve yıkıcı kuvvetler tarafından ele geçiril miş olan TRT'nin millete iadesini muhakkak surette temin
359 sayılı TRT kanununun
etmek lazımdır. Bunun için de
değiştirilmesi zarureti vazgeçilmez dava olarak karşımız dadır.
ÖZERKLİK VE İDARI VESAYET Anayasamızın
121 inci maddesine göre, radyo ve tele
vizyon istasyonlannın idaresi özerk kamu tüzel kişiliği ha linde kanunla düzenlenir. Buna göre bunun muhtariyetinin (özerkliğinin ) hududunu çizecek olan kanundur. Başka bir deyi·şle. muhtariyetin hududunu, onu yoketmek şartiyle ta
yin
etmek, yani istediği ölçüde daraltmak ve genişletmek
yetkisi teşri uzvuna, yani Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir. Bu selahiyeti ona veren Anayasanın
121 inci maddesi
okunduğu takdirde, bu
bizzat Anayasaclır.
birinci fıkrası dikkatlice
husus kolaylıkla anlaşılacaktır.
Yalnız, Anayasa kanun koruyucuya, T.R.T. nin hukuki du rumunu tanzim ederken ne gibi esaslara uyması gerekti-
-
88
-
ğini de bildirmiştir. Bunlar da tarafsızlık, kültür ve eğiti me yardımcılık prensipleridir. Tabiidir ki, bu kültür ve eği
timin milli olması gerektiğini söylemeye lüzurn dırlıi yok tur. Çünk.i
radyomuz başka
milletierin ve ideolojilerin
radyosu değil doğrudan doğruya bir ferdi olmakta şeref duyduğumuz Türk Milletini:::ı. radyosudur. Ve yine gayi!t tabiidir ki, radyo sadece şu veya bu siyasi partinin yayın vrganı değil, doğrudan doğruya milli birlik ve beraberliğin
İşte
koruyucusu mahiyetinde, Türk Devletinin, Türk Milletinin radyosudur veya olması 18-zımd.ır.
T.R.T. ye Anayasa
tarafından muhtariyet ( özerklik) yukarıda belirtilen esas ları gerçekleştirebilmesi için verilmiş bir hukuki durum dur. Yoksa devlet içinde devlet olmak, istediği gibi, hiç bir sorumluluk duygusu taşımadan hareket edebilmek ser bestisi değildir. Özerk müesseselerde, icrai kararlar Devletin merkez teşkilatma ve bu teşkiiattaki hiyerarşiye tabi olmayan ba zı organlar tarafından ahmr. Bu çeşit m'üesseselerin me
murları ile merkez teşkilatı arasmda hiyerarşi rabıtası ve merkezin bu şahıslar üzerinde Bunlara hizmetlerinin
hiyerarşi kudreti yoktur.
icablarının gerektirdiği muayyen
ölçüde idari muhtariyet ile birlikte, hükmi şahsiyet tanın mıştır. Devletin ve onu temsil eden merkezin idari muhtari yete sahip adem-i merkeziyet teşekkülleri üzerinde haiz oL duğu kontrol selahiyetine idari vesayet denir. İdari vesayetin özellikleri şunlardır :
I) İdari vesayet adern-i merkeziyet idarelerinin yetki leri içinde kalmalarını, bu yetkilerin kötüye kullanılması nın ve halkın üzerinde haskılann yapılmasının önlenmesi ni sağlamak için. devletin umumi menfaatleri mülahaza sıyla konmuştur. Başka bir deyişle böyle bir kontrol, dev letin birliğini, umumi menfaati temin ve özerk idarenin amme h�etinin gerektiği gibi görülmesini ihlal edecek
-
89
-
maıhlyetteki karar tur.
ve fi'illeri önlemek için va.'olunmuş
2 - İdari vesayet kanuna dı;.yanır ve kanunla hud!J.t
ludur. Yani, bu seia.hiyet kanunda sarahat olan yerlerde ve kanunun tayin ettiği derecede ve genişlikte kullanılır.
Bunun hudutlannı tayin etmesi yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait bulunmaktadır.
.
3 - İdari vesayet merkeze (Devlete) ait bir selahi
yettir.
4 - ldiri vasayet muhtar ( özerk ) idarelerin karar
ları ve fi'illeri
üzerinde kullandığı gibi, bu teşekktillerin
organlarının ve memurlarının şahısları üzerinde de cere yan eder. Mesela özerk idarelerin (Adem-i merkeziyet ida relerinin) mali
münasebetleri, merkez
muhasebelerinin
tabi bulunduğu teftişe bağlıdır. Binaenaleyh özerk idare
lerin bütçeleri ve tatbikatı devlet tarafından kontrol edi
lince özerklik elden gidecek, Anayasa çiğnenecek gibi iddi alarla ortaya çıkmak ilim
kırıdır.
ve memleket gerçeklerine ay
Devletin muhtar idarelerin masraflarını kontrol etme_
�i. idari muh�yeti zedelemeyen, onu asla ortadan kal
dırmayan idari vesayetin bir nevi tezalıüründen başka şey
değildir ve tabii bir şey olamaz. Çünkü, her kuruş masraf t;:ı.
saçı bitmedik yetimlerin hakkı vardır. Böylesine normal
bir kontrolü
olağanüstü veya _.ı\ııayasayı
çiğner, idari
özerkliği ortadan kaldınr gibi' göstermek doğru değildir.
TRT'NIN DlLt : TRT'nin türkçeEi. malfımdur. Onu içeride de, dış;ırıda da Türkler beğ·eruniyor, sevmiyar ve anlıyamıyorlar. A s lında dil, mektepli v e mektepsiz ınamaktadır. Hatta u dili radyoda
tarafından d a anlaşıl uydurup yazanlada
mikrafonda okuyan tali�ElİZ spikerlerin de tam olarak an-
- 90 --
lamadıklarına şüphe yoktur. Köy saatindeki uydurma, yer. siz, lüzumsuz köy dilini bir yana bırakırsak. TRT'nin umumi dilinin ilim gözü ile üç vasfı olduğu görülür : 1 ) Yanlış ve kötü teliffuz, 2) Uydurma kelime paralamak, 3) Devrik cümle kullanmak. Yanlış ve kötü telaffuz yalmz radyonun değil, büti.in memleketin maariften ·gelen umumi bir derdidir. TRT, millete karşı vazifesi olduğu halde doğru, iyi ve güzel te Hı.ffuzu mikrofon başına çıkarmak için herhangi bir titiz lik göstermemekte, ehliyetsiz bir tutum içinde umumiyet le berbat bir seçim yapmaktadır. Radyoda spikerlerden açık oturum kahramaniarına kadar bir sürü insan güzel ve 3:henkli türkçemizin başını gözünü yarmakta adeta bir birleriyle yarış halindedirler. Uydurma dil, öztürkçe, arı dil, bu iki başlı ejderde şüphesiz aslında TRT den doğ muş, TRT'nin bünyesi icabı ortaya çıkmış değil, TRT'ye bulaştırılnuştır. TRT alet edilmiştir. Radyonun en tesirli vasıta olduğunu bilen uydurmacılar bir kolayını bulmuş, TRT'yi ele geçirmiştir. Şöyle ki, 20 yıldan beri demokra si tectübesi geçirmekte olan Türkiye'de bazı layık olma yan müesseselere aşırı muhtariyet vermek zarureti hasıl olmuştur.Öqce, 1960 hareketinin yanlış yorumlanmaSin dan istifade eden solcularla mücerret uydurmacılar birçok kilit noktaları gibi, radyonun dil politikasına da hakim olmuşlardır. Ondan sonra yeni anayasaya kadar uydurma dil radyoda mevzilerini tahkim etmiştir. Yeni anayasa ile beraber muhtariyet verilip arkasından TRT kanunu çıkan lınca da mevziler yeni elemanlarla daha da takviye edilmiş ve uydurmacılık muhtariyet zırhının getirdiği bugünkü pervasızlığa ulaşmıştır. TRT'ye böylece sıçramış olan bu uydurma dilin kök leri tabii dışardadır. Bu kökleri ikiye ayırmak mümkün dür : -
- 91 -
1 ) Radyo diline kaynaklık edenler. 2 ) Radyo diline kanat gerenler. Radyo diline kaynaklık edenlerden biri Dil Kurumu, diğeri tamamiyle aşırı solun hakimiyetinde olan edebiyat ve san'at çevresidir. Koruyucular ise biri komünist olan, diğeri bugünkü tutumu itibarıyla ondan kıl payı aynlan jki solcu parti ile onlann her zümredeki, her meslekteki ve her kademedeki gafil yarduncılarıdır. Dil Kurumu bugün uydurma dilin propagandasından başka bir iş yapmamaktadır ve yapacak durumda da de ğildir. Buna göre en iyi, en yaygın tesir vasıtası olan rad yoya sarılması, bunun için her fedakarlığı göze alması pek tabü�ir. Solcu edebiyat ve san'at çevresi ise bir yandan ideoloji için, öte yandan paralı yer olması ve geçim saha �ı teşkil etmesi bakımından TRT'ye dört elle yapuımıştır. TRT her ikisi için de tabü değil, tutulmuş müşteri duru mundadır. Radyo elden giderse Dil Kurumu fevkalade ca zip bir uydurma dil pazarını, solcu edebiyat ise büyük bir tesir ve geçim kaynağını kaybedecektir. Onun içindir ki, her ikisi de mezbuhane gayretler sarfederek koruyucu kuvvetleri tahrik etmektedir. Dildeki bu yıkıcı cereyam kandırmaca ile, zorla, hile ile, baskı ile, bilerek veya bilmeyerek yürütenler aşın sol cular, bölücüler, saf devrimciler, şuursuzlar. gafiller, akıl sızlar ve bilgisizlerdir. Radyonun uydurma dilinin akıl ile ve ilim ile müdafaasına imkan olmadığı gibi, onun tutun ması ve yerleşmesi de eşyanın tabiatma uygun düşmez. Ancak asıl türkçeyi unutturmak, bozmak, Türk kültürü nü yıkmak, Türk zekaasını körletmek, Türk edebiyatını ve Türk yaratıcılığını kısırlaştırmak, beyin yıkamak bakımın dan fevkalade tehlikelidir. Bir yandan yanlış, zevksiz, çir kin, manasız, ölü kelime haysiyetine ulaşmamış yamrı yumru ve tangır tungur ses topluluklarından ibaret keiime
- 92 -
müsveddeleri ile dolu olan, öte yandan unsurlarının ye ı-ini de�tirerek Türk cümlesini altüst eden, Türkçenin ta rih boyunca karşılaştığı en büyük suikast olan devrik cümlelerl e beslenen bu uydurma dilin güzel türkçe ile ve büyük Türk milleti ile şüphesiz hiçbir ilgisi yoktur ve ola maz. Dilinin şuuru ve zevki olan aklıbaşında her Türk bu iğrenç ve soysuz dil karşısında ancak tiksinti duyabilir. Bu hususta misaller verrneğe lüzum ve ihtiyaç yoktur. Uydurmacılık cereyanının bu kadar azgın hale gel mesinin, bugün eğitim kanalı ile okullara. radyo antenie ri ile güzel Türkiye'ınizin beyaz ufuklarına radyoaktiv bir zehir halinde yayılmasının en büyük sebebi şüphesiz bazı devlet ve idare adamlarının ve devlet müesseselerinin mü samahası ve hatta teşvikidir. Devlet adamlarımiz son za manlara kadar bu dil tahribatının vahimliğini kavrayama mışlar ve bugünkü türkçenin ne olduğunu, ne olması lazım geldiğini doğru olarak teşhis edememişlerdir. Fakat devle timizin büyük Türkiye'yi bu dil uçurumunun kenanndan tutup çekmesinin zamanı gelmiştir. Bütün millet, devletin den, dil mevzuunda devlet müesseselerine bir «tabiiye dön» emri verilmesini dört gözle beklemektedir. Aslında TRT' nin dili anayasanın ruhuna ve metnine de aykırıdır. Önce Anayasanın 1. maddesindeki «milli ve sosyal devlet» pren sibine ay,kırıdır. Milli devletin dili bir zümre dili, bir mü nevver argosu olan uydurma dil değil, milli bir dil olur. Sosyal devlet ise her şeyden önce milletine saygı gösteren, halkına değer veren devlet, milletinin en aziz varlığı olan diline hürmete ve onu korumaya mecbur olan devlet de mektir. Sosyal devlet; !halkın dilini bırakıp ne idüğü be> lirsiz bir zümrenin fa..cıtezisine itibar edemez. TRT de bu mecburiyetİn dışına çıkamaz, çıktığı an, bugün olduğu gi bi, anayasayı ihlal etriliş olur. Anayasanın 3. maddesinde «resmi dil türkçedir» denilmekte, fakat «Öztürkçedir» de nllmemektedir. Nasıl arapça, arap milletinin, almanca AI- 93 -
man
milletinin,
hintÇe Hint minetinin konuştuğu dil demekse. türkçe de öylece Türk milletinin konuştuğu dil dir. Uydurmacılar kendi dillerine « Öztüıkçe» diyorlar. «Öz türkçe» ise «türkçe» değildir ve olamaz. Onun için TRT' nin « Öztürkçe» olan dili anayasanın bu 3. maddesinin çok açık bir ihlaldir. Yine anayasanın 121. maddesinde, «her türlü radyo ve televizyon yayınlan tarafsızlık esasına gö re yapılır» diyor. Dil davası ise bugün siyasi partiler ara sında da, meslek mensupları basın ve vatandaşlar arasın da da büyük bir münakaşa ve kavga mevzuudur. Öztürk çeciler bu müna'kaşada bir taraf, hem de küçük bir taraf durumundadır. Bu bir tarafın dilini kullanmak ve düdü ğünü çalmalda TRT açıkça taraf tutmakta, böylece ana yasanın bu maddesini de söz götürmez bir şekilde ihlal et mektedir. Ayrıca TRT dili anayasanın metniniın dili, mil letin hakları, vatandaşın hukuku, a.mme hi-zmeti bakımla rından da kanuna ve demokrasi anlayışına aykırıdır. TRT' nin dili Türk milletinin tarihi vekarına, asaletine, büyük millet olma vasfına ve vatandaşın insanlık haysiyetine de aykırıdır.
1) Bütün sözlü yayınlarm yaşayan Türkçe ile yapıl ması,
2) Haber bültenlerinde milletin huzurunu kaçıracak mahiyetteki yabancı menşeli haberlere yer verilmemesi. 3) En az ayda bir defa olın.ak üzere milli piyesler oy nanması, 4) Falklor yayuılaruıa ehemmiyet verilmesi, bu :ıra da milli destaıılara, Türk kahramanlık menkıbelerine ve Türk halk hikayelerine azami ölçülerde zaman ayrılması, 5) Çocuk saatleriınde milliyetçi karakterde vatan:::laş l a r yetiştirilmesi prensipinin göz önünde tutulması. 6) Türk ailelerine hitap eden yayınlarda milli ahla ka ve Türk ailesinin kudsiyetine mutlaka riayet edilm esi, 7) TRT, başlıbaşına yorum yapmaya yetkili olmama·
- 94 -
lıdır. Memleketin iç ve dış politikasını ilgilendiren veya
herhangi bir dış hadise karşısında devletimizin düşünce sini aksettirci mahiyette olan meselelerde yorumlar ala kah bakanlıklarca seçilecek birer delegeden kurulu husu si heyet tarafından hazırlanmalıdır.
8)
Müzik yayımnda klasik
Türk ve halk müziğine
azami ölçüde yer verilmesi,
9)
TRT programl annın yürütlülınesinde daimi ihtisas
komisyonları vazifelenclirilmelid.ir. Yeni TRT Kanununun bu esaslara göre hazırlanması ıraturetine inanıl.ı:naktadır.
DiL MESELESi MemleketimiZde Türkçe şuurlu bir şekilde yürütülen ı:mikastın hedefleri arasında
bulunmaktadır.
Dilimizin sol
basın ve radyo gibi en mühim yayın vasıtaları tarafından tahrip edildiği bir gerçektir. Milli kültürümüzün en mü h im unsuru olan Türkçenin böyle ağır tahribata uğrarna sında yıllardanberi kifayetsiz eller tarafından yürütülen Türk Dil Kurumu'nun büyük rolu olduğu herkesee ma lıimdur. Dilde milliyetçilik mevcut, yaşayan dili dış müda ·halelerle bozmakla değil, fakat onu yeni ilmi ve felsefi te rimlerle zenginleştirmekle olur. Uydurmacıhk hakim o"tan aşırı özleştirme en büyük ve en tehlikeli tahribat yolu ola rak kabul olunmalıdır. Milliyetçilik açısırrdan dil davası dilimizin sadeleşt-1:·ilmesinden ibarettir. Sadeleştirme, özleştirme demek de ğildir. Dilin sadeleştirilmesinden maksat, yazı dili ile ko ııuşma dili arasındaki farkı kaldırmak, bunlan birleştir mektir. Bu dava Türkç e bakımından
30-40
yıl önce bi.i
yük ölçüde hedefine ulaşmış bul:.muyordu. Ömer Seyfeddin ve daha sonra gelen büyük edebiyatçılarımız halk diline
- 95 -
dayanan çok güzel bir yazı dili kullanmışlar ve bu yazı di li ile konuşma dili tamaıniyle birleşmiş, dilin sadeleşmesi gerçekleşmişti. Refik Halid'ler, Peyami Safa'lar, Yahya. Kemal'ler, Reşat Nuri'ler, Faruk Nafiz'ler, Yusuf Ziya'lar ve diğer büyük san' atkarlanmız bu gelişmiş, olgun dili kullanmışlardır. Kesin olarak denilebilir ki. bugün dilimiz yeter derecede sadeleşmiştir. Bundan fazlası yaşayan dili, canlı halk dilini zorlamak, çiğneyip geçmektir. Sadeleşn• e işinde konuşma dili sınırı aşılmıştır. Buna kimsenin hak kı yoktur. Bu hususta yapılacak bir şey varsa, o da, yazı dilinin kelimeleri ile oynamak, fabrikasyon halinde yeni « SÖzcük» ler ortaya sürmek, yalan yanlış «tilcik» ler mey dana getirmek değil, terimleri furkçeleştirmek ve batıdan g elen her salıayla ilgili yeni tabir, mefhum ve kelimelere !:arşılıklar bulınaktı. Bugün, güya türkçe malzeme ile fakat yanlış eklerle ve bilinmeyen köklerle yeni bir yazı dili meydana getiril mek isteniyor, Bu acaip dili halkımız anlayamıyor. Türk Milletinin bilmediği, anlamadığı bir dil ona zorla kabul et tirilmek isteniyor. Türk dilinin bünyesine ve gramerine UY mayan birtakım uydurm alar «Öztürkçe» adı altında ortaya sürülüyor. Bunları kullanmak devrimcilik, ilericilik sayı lıyor. Birtakım bilgisiz ve selahiyetsiz kimselerin ortaya sürdükleri bu uydurmalar Türk dilini bozmakta ve gerçek Türk dil gelişimini baltalamaktadır. Dili sadeleştirme ce reyanının ve dil inkılabının gayesi bu değil. Türkçeyi ya bancı dillerin boyunduruğundan kurtarmaktır ki, bu da dildeki yabancı gramer şekillerini atmak manasını ifade eder. Burada şu nokta da belirtilmelidir ki, özleştirmeye taraftar olanların, yani dilde ırkçılık yapanların büyük bir bsmının milliyetçilikle hiçbir ilgisi yoktur. Diğer içti mai müesseseler ve meselelerin hiçbirini milliyetçi göz1e ele almayan, Türk tarihine ve Türk kültürüne düşman kimselerin dilde aşın «Milliyetçi kesilmeleri dikkat çekici - 96-
bir haldir. Solcular aldıklan talimat gereğince Türk dili ni yıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Dilimizi boz mak ve bir kültür anarşisi meydana getirmek için onlara dışardald efendilerinin emir verdiği, çalışma programlann da bu hususun yer aldığı herkesçe bilinmektedir. Hülasa olarak denilebilir ki : 1) Dili sadeleştirme cereyanı bugün ilmi olmayan ve tahri pkar bir uydurmacılık halini almıştır. 2) Dile dıştan müdahale etmek doğru değildir. Dili kendi tabü gelişmesine bırakmak lizıındır. Bugün artık dili sadeleştirmek davası diye bir mesele dahi kalmamıştır. Çünkü bu 30-40 yıldan beri kendiliğinden gerçekleşmiş bir içtimai vakıadır. Ancak bilh assa fen, ilim ve felsefe saha lannda Türkçe terimler ortaya koymak bahis konusu ola bilir. Bu hususlar gözönüne alınarak şu kararlara varıl mıştır : 1) Türk Dil Kurumu i1mt bir teşekkül olmadığı için dilimizi tari!hi akışı içinde ve Türkl'Üğün bütünlüğünü göz önünde tutmak suretiyle ilmi yoldan inceleyecek yeni bir müesseseye ihtiyaç vardır. Bu müessese ise ancak bir aka demi olabilir. Bir dil akademisi kurulması için her türlti gayret sarfedilmelidir. 2 ) Dil akademisi kuruluncaya kadar bütün oku l ki taplarının dilini düzeltrnek, Milli Eğitim Bakanlığı yayın larını uydurma «tilcik» lerden temizlemek ve Bakanlığın umumiyetle dil işlerini yürütmek üzere bir ilim heyeti teş kil edilmelidir. Bu heyetin Başbakanlığa bağlanması uy gun görülmüştür. .
DİLİN DOOR U KULLANILMASI VE IMLA
Dil meselesinin, sadeleştirme dışında bir de başka yönü vardır. Bu, dilin doğru konuşulup doğru yazılması hususudur. Buna imlA meselesi de eklenebilir. - 91 -
Dilimizin iyi şekilde kullanılınadığı bir gerçektir. Li se mezunu, hatta yüksek tahsil mezunu gençlerimiz m e ramlarını doğru dürüst ifade edecek şekilde konuşamıyor ve yazamıyorlar. Çünkü bozukluğu ve düşüklüğü yanın-· da devrik cümle hastalığı da yer almaktadır. Dilimizin güzel telaffuz edilmediği bir gerç�ktir. Ti yatro, sinema ve radyolardaki konuşmalar, umumiyetle nutuk ve konferanslar bunu en açık şekilde göstermek t-edir. Pek çok telaffuz yaniışı yapılıyor. İmla konusunda da düzeltilmesi gereken hususlar bu lunmaktadır. Bilhassa telaffuzla imla arasındaki farkın
ortadan kaldırılnmsı için . bazı tedbirler almak gerekmek tedir. Yetişmekte olan gençlerimizin ve Türkçe öğrenen yabancıların dilimizi doğru öğrenmesi ve telaffuz yanlı ş Jl,ğının düzenleımıesi için bu zaruridir.
ÖGRETMENLER ARASINDA .SOL TEŞEKKÜLLER 'Türkiye Öğretmenler Federasyonu (TÖDMF) iyi ni yetlerle meydana getirilen, sadece mesleki sahada faali yette buluruna.k suretiyle öğretmenleri kendilerinden umu lan bir vakar ve haysiyet içinde temsil ederken, Ege b öl gesinde yüzii asık bazı kuruluşlar meydana getirilmiştir. Ege Bölgesi Öğretmenler Derneği, Göller Bölgesi Öğret menler Derneği adları altmda meydana getirilen bu kuru -
1uş1ar, bölge bölge yerleştikten sonra, bir federasyon ha linde diğer kuruluşların karşısına çıkarılacaktı. Tüzükleri nin üçüncü maddesine göre, sadece köy enstitülerinden mezun olanlar bu derneklere girebileceklerinden, menşe ay nlığı daha o zamandan boy gösteriyordu. Bu derneklere ıiahil bulunanlara, mağdur olduklan, cemiyetin kendileri ; ne iyi gözle bakmadığı, haldarını koparabilmek için çe-
·
- 98 -
tin bir mücadelenin şart olduğu, belli bir ekip tarafın dan durmadan telkin ediliyordu. İyi niyetli Türkiye Öğret menler Federasyonunun genel kurul toplanWarınd.a, tek rarlanan birleşme tekliflerine, bu dernekler katiyyen ilti fat etmiyorlardı. Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonun içi de nihayet. solcular sızmış ve onu ele geçirmek için ba zı tertip ve hatta zorlamalar başlamıştı. 27 Mayısı taki ben, Sivas'ta yapılan genel kurul toplantısında, o zamaır ki başkanlarının ko:tuğuna giren solcular, federasyonu kıs.. men ele geçirdiler ve bu suretle iç mücadele hızlandı. 1962'de Aydın'da yapılan genel kurul toplantısında ise tür_ lü tertipler ve kavgalarla federasyon, tamamen solcularm idaresine geçti. Bunu, komünist 'bizim radyo' bütün Dün ya'ya müjdeledi. Türkiye'deki en büyük öğretmen teşki Hı.tının, sosyalistlerin eline geçtiği duyuruldu. Bu açıkla mada.-, sonra da, federasyon idare ekibinin rengi büsbü tün belli oldu ve muhtelif adlardaki köy öğretmenleri dernekleri federasyona yanaşmaya başladılar. ne
1963, Eskişehir toplantısında, bakanlan yuhalama suçlanndan mevkuf bulu nanlara ziyaretçi ve buket yollamalada 1964. Sakarya 7-.oplantısındaki azgınlıklar ve TİP başkaruru ayakta alkış lamalarla, 'bozkurt'a hakaret suretiyle büsbütün azıttı. Hükümet dahi, adeta tesirleri altına alındı. Milli Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatında köşebaşlan tutul du, muvaffı::ı.kiyetlerinden memnun olan CHP. federasyo-: nun başındakileri m:iiletvekilliklerine getirerek taltif etti. Halbuki, gün geçtikçe azgınlaşan b;r cereyan, CHP· Reviyesindeki sosyalistliği dah i kafi görmüyor, düzen d'e'-· ğişikliği konusunda İşçi Partisini daha müsait buluyordu:. 'fehlikeyi sezen meslekdaşlardan bir kısmı, 1964 yılından i tibaren, Milliyetçi Öğretmen Derneklerini kurarak, mil!ar, hapishanedeki komünizm
- 99 -
leti ve devleti ikaz etmek, karşı bir cephe meydana getir mek mecburiyetinde kaldılar. Ortam müsait olmadığınd�n. :!darecilerle müfettişierin tazyikleri de buna inzimam etti ği cihetle, gelişme zor oldu ve çetin mücadeleler verildi. Türkiye Öğretmen Dern ekleri Milli Federasyonu için deki sosyalistler, memur sendikaları kanunundam fayda lanarak, siyasi çevrelerle de temasiara başladılar. Bu ara da Bulgaristan kültür ataşesi, federasyona kadar gelerek mensuplan ile görüştüler. Faıkir Baykurt'un başa geçme si şartiyle, bu sendikaya yardımcı olacaklarına ait konuş malar yapıldığı yayıldı ki, içlerinde bulunanbrdan birisi bunu gazetede açıkladı ve hatta savcılık tahkikata geçti. Türkiye Öğretmenler Sendikası kurulur kurulmaz. genel başkanı Fakir Baykurt, Bulgaristam'a davet edildi ; duyduğumuza göre Sili stre valisi tarafından karşılandı ; biraz da para aldığı öğrenildi ki, sı·kıştınldığında bun u n kitap paraısı olduğunu, Tercilm an gazete.sine gönderdiği bir tekziple açıkladı. Esasen, Bulgaristan gezisinin gizli olmayan taraflarını, aşın sosyalist Yön gazetesinde tefri ka halinde de yayınladı. Bu sendika, direktifini Bulgaristan'dan almakla bera ber, çalışmaları Fransa Öğretmenler Sendikasının tutumu na da uyuyordu. Bunlarla da irtibatlı olduğu anlaşılıyordu. Hatta bir zamanlar, senatocia öğretmen kıyım.ı yaygarası tutturulaınayıınca, bu �endika bir muhtıra ile hükümeti ınize kıyım h akkında 'adeta nota verdi. Kısa adı TÖS olan bu kuruluş, bir taraftan da İşçi Partisinin yer yer kurulmasını ve kuvvetlenınesini yardım lıyordu. Duyduklanımza göre, bazı yerlerde naını müste arla öğretimenler ·a5dat dahi öcftiyorlardı ki, bu hususu , mahutlardan Mihri Belli ve Behice Bora�1 türlü vesilelerlc tekrarladılar. İşçi Partisinden ayrılan Milli Birlikçi Mu zaffer Karan'l a yapıl:>rı bir m ektuplaı:;m a da bunu teyidetti. Bunlar öğrenildikçe, durumdan endişelerren mes�ek-
100
-
daşlar, federasyon ve sendikanın arkalarma kaçmaya baş� ladılar. Bu yüzden, bugün Ankara'da personel dairesi ile cemiyetler masası kayıtlarmdaki öğret.memlerle ilgili sen dika ve derne.k sayısı çeşit itibarıyla altmışa yükseldi. Öğretmen ve öğrenci eliyle Türkiye'yi yıkmak meto du bugün Türkiye'de de uygularunaktadır ki. bunun geliş4 mesinde ve teşvikinde sadece CHP ve TİP i mesul tutmak doğru değildir. Kapağı kaldırmadan iktidar yapan demok ratlarla, tehlikeyi halen kulaklarına sokamadığımız iktidararı da suçlamak icabeder.
'
_
Milliyetçi Öğretmenler, halktan başka kimseden yar dım görmeden çok ciddi bir mücadele verdiler. Türkiye Öğ retmenler
Dernekleri Milli Federasyonunu
çökerterek,
TÖS'ün koltuğuna soktular. Tös'ün mahiyetini de açık layarak çoğu yerde zayıflattılar, ağır suçlada mahkeme lere düşürdüler. Kapal}acağını anlayan TÖS'cüler, belli bir iddiası bulunmayan, İlkokul Öğretmenleri Sendikasının ( tLKSEN) başındakileri kandırarak, taJimler yaptırmak ta ve «devrimci güç» adındaki suç birliğine katmış bulun maktadırlar.
TÖS ekibinin, TİP'den daha ağır bir politikaya girmiş bulunması Türkiye'de sadece İşçi Partisinin iddiası olan 'NATO' ya hayır ; ve Amerika düşmanlığı kampanyaları nı pervasızca açmaları, rejim suçlularını, Atatürk büstünu kırıp, bayrak yırtanları dahi müdafaa etmesi karşısında, sadece kapanma kararı değil, başındakiler hakkettikleri cezayı görrınezlerse, bu memleketin akıbetindeıı. büsbütün endişe etmek lazımgelir. Bugün, ilkokuldan itibaren, birçok müesseselerimizd.c çocuklarımıza zararlı telkinler yapılmakta, üniversiteleri m izin hali, acınacak bir safhaya girmiş bulunmaktadır. .Alınacak tedbirlerde de, bu mesleğin yıllarla kahmu ve çilesini çekmiş olanların İstişare edilmemesi, günlük ve yanlış tedbirlere gidilmesille sebep olmakta, bu tereddüt
- 101 -
ve yanlışlıklar ise seminerlerle yetiştirilmiş acıeta dışan dam talimat alan ve kurmayca çalışan solcu çevreleri daha ziyade geliştirmekted.ir. TÖS'cüler, tutumları itibariyle, millet ve devlete da yanamadıldan•ndan, belli metotlarla taviz vermeye müsait ve idare-i maslahatçılığı hüner sayan bazı faydalanmakta, halen köşebaşlarını
yetkililerden
muhafaza eden ele
manlarını kullanmakta, bilhassa ilköğretim müfettişlerinin birçoğunun selahiyetleriaıden faydalanmaktadırlar.
Hal8. TÖS'ün arkasında bulunanların çoğu müfettiş ten kötü rapor almamak için, kayıtlarla TÖS'cülerin bu
bazı
kooperatifiere konan
sandıklanndan maddi bakım
dan faydalanabilmek dtlş!mıcesiyle de yerlerini muhafaza etmektedirler. Hükümetin ciddi olmayan tedbirleri de, bu nun sebebleri arasında sayılabilir.
Daha öğretmen okullanndan itibaren solcu olan öğ retmenlerin, mezun olacaklara, TöS'e girmeleri telkinleri, mesleğe yeni atılamlan mutemet ve müfettişierin TÖS'e girmeye mecbur saymalan suretiyle oyuna getirerek evveL ce girmiş bulunanlardan aynimak
isteyenlere güçlükler
çıkararak· bir kadro muhafazasına çalışsalar dahi bugün kü mevcutlarının, nihayet 15.000 civarında olduğu anla şılmıştır. Öğretmen yürüyüşü adı altındaki politik yürü� şe ancak 600 öğretmen katılmıştır. Odacılar, DİSK men suplan, Fikir Kulüpleri, ve bazı tabii senatörlerin öne düş. rnesi ancak 6000 kişilik bir kalabalık meydana getirebil
miştir. Bu başansızlığı solcu gazetelerle TRT örtmeye ça lışmıştır.
Öğretmenler arasında sol cereyamn kuvvetlenınesinde şu faktörler rol oynanuş görünmektedir :
1 ) Memleketimizde öğretmen yetiştiren hemm bütün kuruluşlarda materyalist görliş tamamen hakim durum dadır. Bu ·sebeple, çeşitli kademelerdeki öğretim müessese lerimizde vazife almış olan öğretmenierin çoğu esasen da·
- 102 -
ha okul sıraıarlnda sol fikirlerle aşılanmış ve milli men faatıere aykın düşüncelerle doldurulmuş bir hava içerisin de vazife görmektedirler.
2) Milli menfaatlere aykın düşünce ve materyalist Eğitim Bakanlığı müfettişler kad
görüşün bilhassa Milli
rosunda daJha kesif olduğu müşahade olunmaktadır. Sa
yısı 1000 i aşan ilköğretim müfettişleri kendi tesir sahalan
olan ilköğr-etim muhitinde faziasiyle tesirli durumdadır
lar. Öğretmenierin hemen ibemen b1ltün istikballeri elleri
ne verilmiş olan bu müfettişler türlü yollarla ilkokul öğ
retmenlerini kendi istikametlerine çevirmeğe çahşmakta
dırlar. Geleceğinden, m emnun olduğu yerinden, terfiinden dolayı daima müfettişe bağlı kalnıak bahtsızlığı içinde kıv
ranan öğretmenler ister istemez verilen direktınere uy
m akta ve milli hislerine aykın bile olsa hiçbir itirazda buJunamamaktadırlar.
•
3 ) Bu iki menfi unsura sol öğretmen teşekküllerinin
tiirlü vaitlerle öğretmenleri kandırma gayretleri de ilAve
edilmelidir. Mesela, sol öğretmen kuruluş ve sendikalan kendi içlerine almak istedikleri öğretmenler için mevki,
maddi yardrm temin edebilmektc ve onlann kanunlara ay kın ve gaynmilli tutumlarında
kendilerine filli şekilde
yardımda bulunabilmektir. Milllyetçi öğretmenler en küçiik
hatalannda dahi şiddetli cezalara çarptJ.nlırken, tutumları
vatan hainliğine kadar varan solcu öğretmeaılerin çok ke
re itibarlı. üstün muameleye mazhar kılınmalan bunu is pat eder zannındayız.
...
Memleketi tek başına çökertecek bir mahiyet gösteren
bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için şu hususlar dü şiiınülmüştür :
1. Öğretmen yetiştiren müesseselerdeki solcu fikirle
re ve materyalist görüşe nihayet vermek (Mesela : öğre tim müfredatının daha milli temellere göre tanzimi, idare-
- 103 -
ct kadronun değiştirilerek yerlerine milliyetçi, vatanperver öğretmenierin getirilmesi vs. gibi ) .
2.
Teftiş müessesesi en büyük ciddiyetic ve vatanper
verane bir gözle mutlaka yeniden ele ahnmak icabeder. Yu_ kanda zikredilen
1000
kadar ilköğretim müfettişinin cid
diyetıc incelenerek bir eleme yapılması ve memleket men faatine aykın düşünce ve tutumda oldukları anlaşılanlıınn bu vazifelerinden alınarak mesela
kütüphaaıelerde
rif müdür1üklerindeki katipliklerde
ve maa
çalıştırmak suretiyle
daha az zararlı hale getirilmelen uygun olur. Teftiş
müessesesini
geri kalan
Cüz'i sayida da olsa
milliyetçi ve vatanperver müfettişlerle
yürütmek daima
mümkündür.
3.
Nihayet öğretmenlerimdze rnüsbet ve makul bir is
tikamet verebilmek için, yurt çapında 1rnan karakollan h alinde yayılmakta bulunan Milliyetçi Öğretmenler liklerimi her cihetçe desteklemek
Bir
en faydalı çarelerden
biridir. Biraz cesaret, biraz feragat
ve
daha ziyade vatan ve
milleti düşünmek iktidarlan bu yola sevkedilmek kurtu luş çarelerinin başında
gelir.
- 104 -
lKTİSADI DOKTRINLER. MttLt GELİR VE SOSYAl� ADALET, SANAYİ SİYASETİMİZ, SENDiKA SİYASETİMtz, ORTAK PAZAR VE TtffiKtYE, GERİ KALWŞ BÖLGELEBİN KALKlNMA POLİTİKASI, TARIM REFORMU, TtffiKİYE'DE ENERJİ KAYNAKLARI VE PETROL, NÜFUS SlYASETİMİZ MESEl.El-ERt
•
Komisyon Başkanı : Prof. Dr. Sahahaddin ZAlM
ERI)()Ö:AN) Komisyon raportörü : Galip ERDEM Iştirak edenler : Özcan BOLCAN Vahid ÇOPUROOLU Doç. Dr. Recep DOKSAT Selahattin ERKA P İhsan KOLOÖLU Prof Dr. Mustafa KÖSEoGLU Kemal LOKMAN Fahri TANMAN Prof. Dr. Orhan UZUNSOY Doç. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ
- 105 -
(Ferit
lKTlSADl DOKTRlNLER Dünyada iki iktisadi görüşün mücadelesi vardır :
1 2
-
Kapitalist Sistem
-
Sosyalist Sistem (Marksist Sosyalizm)
Her iki görüş batı kültürünün mahsulüdür. Kapitalist sis tem bir asırlık ısiahat sonunda batıda halen uygulanan yapıya erişmiştir. Sosyali5t siötem ise Komünizm halinde Rusya, Çin ve emsalinde uygulanan şekle dönmüştür. Büt'ün bu rejimierin dayandığı ideolojik prensipler ve dünya görüşü iki farklı temele sahip bulunmaktadır. Bu ideolojilerin adı Kapitalizm ve Sosyalizm'dir. Nazariye ola.. rak, bu iki ideoloji mevcuttur. Fakat
19. asırdan bu yana
her ülke bu ideolojilerden birine daha fazla temayül gös termekle beraber, kendi yapısına göre, üzerinde çeşitli de ğişiklikler yapmıştır. Diğer bir üadeyle, iki ideolojinin fay. dalı taraflan geliştirilmeğe ve mahzurlu yanlan ıslah edii rneğe çalışılmıştır. Neticede bugün kapitalist sistemi
prensip itibariyle
benimseyen ve batı bloku diye ifade edilen ülkeler vardır. Kapitalizmi sembolize eden ülke olarak başta ABD gel mektedir. Diğer yanda sosyalist sistemi benimseyen ve do ğu bloku veya Demirperde arkası diye üade edilen komü
nist ülkeler vardır. Marksist Sosyaliz;ı'i sembolize eden ül ke olarak Rusya ve Çin başta gelmektedir. Fakat hemen şunu belirtmek gerekir ki nazari
prensiplerine tamamen
uygun olarak ne ABD'nde mutlak kapitalist bir iktisadi rejim, ıne de Rusya'da
mutlak marksist sosyalist bir rejim
uygulanmaktadır.
- 107 -
Batı ülkelerinde kapitalist sistem çeşitli sosyal siya set tedbirleriyle ıslah edile edile karma ekonomi düzenine kadar gelinmiştir. Fakat her ülkede alınan ıslahat tedbir leri farklı olmuş, böylece bir derecelenme ve kademelenme hasıl olmuştur. Bu yüzden ABD, İngiltere. lsveç prensip itibariyle kapitalist sistemi benirn.seyen batı blokunda bu lu.mn akla beraber aralarında, iktisadi rejim yönünden bü yük farklılıklar vardır. Fakat temel prensiplerde birleş rnektedirler. Bu prensipler kabaca şöyle özetlenebilir : Ülkelere göre sınırlandırma derecesi değişmekle be raber
: Ferdi davranışta ferdi teşebbüs hürriyeti ; hukuki
s�ada, özel mülkiyet, miras ve aile müesseselerinin mev cudiyeti ; siyasi sahada, çok partili siyasi rejimin uygulan ması ; iktisadi sahada iktisadi kudretin özel ve kamu sek törü arasmda bölünmesi suretiyle karma ekonomi düze nine kademe kademe kayılma:ıı ; sosyal sahada, ister özel, ister kamu işvereni olsum., işverenle işçi arasında kudretin bölüşülmesini sağlayan hür sendikacıhk, grev ve lokavt , hakkı ve h ür sendikacılığın varlığı ; inanç sahasında, Alla hın varlığına inanan, ruha ve manevi değerlere saygı gös teren bir hayat görüşü. Diğer yandaın
Çin,
m arksist sosyalizmi
komünist ülkeler,
prensip itibariyle
benimsemekle beraber,
tatbikatta,
Rusya ve Yugoslavya arasında farklılıklar mevcuttur.
Hiçbirinde iktisadi hayat, mutlak şekilde marksist pren sipiere dayanmamaktadır. Para. fiyat, ·kar, rekabet, özel teşebbüs, özel mülkiyet, miras ve aile müesseselerine kar şı gelmekten kademe kademe ric'at edilmektedir. Fakat temel prensiplerinde iştirak vardır. Bu pren sipler şunlardır : Ferdi hayatta cemiyetin baskısı, huku
ki sahada kamu millkiyeti, siyasi sahada tek partili rejim, iktisadi sahada kudretin devlette toplanması, sosyal saha da ·kudretin işveren olarak devlette toplanması, inanç sa h asında ateizrn ve rnateryalizm.
- 108 -
Bugün kapitalist ve sosyalist bloklara dahil olan iil kder yukarda belirtilen prensipierin uygulanm ası yönün den belirli �ategoriler içinde kalmayıp çok farklı sentez ı ,'re doğru gitmektedir. Fakat bütün bu uygulamalarda, nazari bakımdan münakaşası ve mücadelesi yapılan iki gö ıiiş sosyalist ve kapitalist ideolojiler oJ:arak devam etmek·· tedir.
siste:vı- Türk Milli yetçilik anlayışına da uygun düşmektedir. Bu sistemin da-· Ülkemizde halen tatbik edilen bu
ha aynntılı özellikleri şöyle belirtilebilir : 1 - Özel teşebbüs ve ferdi insiyatife önem verilmesi, 2 - Mülkiyet, miras ve aile müessesesinin varlığı, 3 - Çok partili siyasi rejim, 4 - Sosyal adalet, sosyal güvenlik, hür sendikacı
lık, toplu sözleşme sistemi esasına dayaınan refah ekono misi tedbirleri,
5 - İktisadi ve sosyal gelişmeyi dengeli olarak sağ layabilmek için devletin iktisadi ve sosyal alanda düzenle yici müdahale tedbirleri·
6 - Gaye haline gelmernek şartiyle, iktisadi geliş meyi hızlandıncı, bir vasıta olarak (devlet işletıneciliğL manasındaki ) devletçilik,
7 ---:- Özel ve kamu teşebbüsleri ve devletin düzen leyici tedbirleri manasında karma ekonomi düzeni, 8 - lhtiyari PlAnlama. Bu esaslara göre Türk Milliyetçiliğiıı:ı.in iktisadi gi; rüşü, istihsal vasıtalannın tamamen kamu!aştınlmasını he_ •. 1ef tutan sosyalizmin her türlii.Süne karşıdır. Fakat aşırı kar, materyalist bir dünya görüşüne dayanıp her türlü manevi, ahlaki ve sosyal değerlere Sırt çeviren kapitalist
bir dünya görüşüne de karşıdır. Sosyal adalet tedbirleriyle halkımızın bUyük taban kitlesini teşkil eden fakir kütlelerin refahının sağlanması Ti.irk Milliyetçiliğinin esas unsurlarından biridir.
- 109 -
Mill şuuru ve imanı kuvvetli olan halkımızın refahı nı sağlayıcı her türlü tedbire zaruret vardır. Bu manada Kooperatifçiliğin sosyalizmi önleyen en tesirli demokratik müessese olarak geliş�esine taraftarız. Dış ticaretintizde esasında üzerinde durulması gere Tken yekdiğeriyle ilgili iki husus vardır :
Birinci husus : Dış ticaretimizin bilhassa ithalatın gayrimüslim azınlıkl:ar elinde bulunmasıdır. Bu azın lık gurub ,nüfusumuzun takriben binde altı gibi mik.tar yönünden zikre değmeyecek kadar çok küÇük bir kısmını teşkil ettiği halde, ithalAtımızın doğrudan doğruya veya ·dolayısıyla dörtte üçünden fazlasına hakim bulunmaktadır. hhalatın çok kArlı bir durum arzettiji düşünülürse, gelir dağıtımı yönünden müslüman Türk milletinin büyük küt "lesi aleyhinde önemli bir dengesizliğe yol açtığı görülür. Diğer yandan iyi dlizenlenmemiş bir ithalat rejiminin sa nayiimiz ve sanayileşmemiz üzerinde oynayacağı menfi te sir dikkate alınırsa, milli siyasetimiz yönünden ithalat re jimi üzerinde dikkatle durmak gerektiği kolayca anlaşılır. İktisadi gelişme yönünden ve bilhassa gelişmesi iste
nen sanayiimiz ve ihracı arzulanan sınai mamulleri�iz ba kımından ihracatın arzettiği önem, bu konunun da milli bir ·şuurla düzenlenmesi gerektiğini gösterir. Dış ticaretin incelenmesi gereken ikinci cephesi, istika metidir. Bugün Türkiye'ınizin dış ticareti büyük ölçüde Avrupa'ya bağlıdır. Türkiye sanayileşmiş ülkelerin bir ·ham madde kaynağı ve mamul pazan durumundadır. İkti sadi gelişmemiz bu durumdan çıkmamızı, mamul ihraç eden bir ülke haline gelmemizi gerektirir. Mamul ihracı için ti cari münaısebetlerimizin gelişme halindeki ülkelere yönel mesi icap eder. Bu durum genel dış siyasetimizin de bu is tikamette gelişmesiyle aıncak gerçekleşebilir. İktisadi ve -
110
-
siyasi konular birbiriyle ilgilidir. Mesela bugün ülkemizin• dış siyaseti Avrupa müşterek pazanna liye olma istika metinde gelişmektedir.
Diğer yandan doğu kaınadımızda
Türkiye - İran - Pakistan arasında teşkil edilen Gelişme tçin Bölgesel İşbirliği, ingilizce adıyla (RCD) bu ülkeler arasında iktisadi ve kültürel işbirliğini geliştirme amacım
gütmektedir.
Devletin, iktisadi hayatı, planlama esaslan gereğincer düzenleyici tedbirleri alması lazımdır.
İktisadi gelişme
mizin hızlandmiması için, yine planlama esasianna göre gerekli olan iktisadi kamu yatınm ve teşebbüslerinin uy gun olacağına kanliz. Beşeri ve iktisadi kaynaklanmızı en
iyi değerlendirmeyi sağlayacak şekilde ihtiyari planlama. ile iktisadi ve sosyal gelişmemizin düzenlenmesi gerekir. bezenmiş ve bir yö
Netice olarak, müsbet bilgilerle
netici kadro elinde ve yukardaki esaslara dayanan demok
ı-atik
bir rejim içinde, iktisadi ve sosyal gelişmemizin den
geli olarak sağlaınabileceğine inanıyoruz.
MİLLİ GELİR VE SOSYAL ADALET İktisadi faaliyetlerin asıl hedefi insandır. iktisadi kal kınma insanlar için yapılmakta, cemiyetin daha miireffeb ve mesut yaşamasını geniş ölçüde
sağlayıcı bazı maddi
imkaniann elde edilmesini gaye olarak hedeflerjn
seçmektedir. Bu
gerçekleştirilmesinde esas gayenin, ferdin ve
cemiyetin daha huzurlu ve daha mesut yaşamasının temi
ni
olduğu prensibi daima
muhafasa.
edilmelidir. Böylece
iktisadi kalkınma bizatihi kendisi bir hedef değil ve fakat fertlerin daha mesut yaşayacaklan bir cemiyetin gerçek leştirilmesinde mühim bir vasıtadır. Bu görüşlin bir diğer ehemmiyetli neticesi de iktisadi kalkınına ile sosyal, ma nevi ve killtUrel kalkınmanın bir btitün ,teşkil etmesi, bun-
- 111 -
ların birbirleriyle tezat teşkil edici politikalar halinde tes
bit edilmemesi lüzumud�. Milliyetçilik anlayışının desteklediği maneviyatçı ve .demokratik bir dünya görüşüne dayanan kalkınma model l�ri ve plinlama ile ıııineviyatı ve milli değerleri geniş öl çüde ihmal eden merkeziyetçi ve materyalist planlamalar :birbirinden kesin şekilde ayrılmaktadır. Merkeziyetçi ve materyalist kalkınma modelierinde insanların bir istihsal faktörü, yani bir iktisadi vasıta olma vaısfı ağırhk kazan makta ve bu a:sıl k abul edilerek bütün iktisadi faaliyetle rin ve iktisadi k�lkınmanın insaa:ılar için yapıldığı görüşü geniş ölçüde ihmal edilmektedir. M3iteryalist dünya görü şünden hareket eden rejimierin hikim olduğu ülkelerde planlamanın fiziki hedeflere yönelmesi, pazar ekonomisi nin mevcut olmaması, siyasi ve hukuki rejimin totaliter .esaslara dayanması bu tip plAnlamalarda ins8ılll ekonomik 'faaliyetlerin asıl hedefi olmaktan çıkarmış ve onu iktiısa di kalkınmanın bir vasıtası haline getirmiştir. Bu ülkeler de ayrıca iktisadi kalkınma ile sosyal ve kültürel kalkın ma arasında dengesizlikler husule gelmiştir. Türkiye'lilin iktisadi kalkınmasında. umumi olarak, sosyal ve kültürel vakıalar m'iihim bir rol oynamıştır. Planlı devrede ise Türk planlaması eko�1omik kalkınınayı sosyal ve kültürel kalkınma ile birlikte mütalaa etmiştir. Nitekim kalkınınayı bir ,plana bağlayan 1961 Anayasası nın 129. maddesinde «iktisadi, sosyal ve kültürel kalkın ma» beraber zikredilm.iştir. Türk milleti hayatında den gesizlikler meydana getirmernek için demokratik ve ma neviyatçı bir kalkınma görüşünden hareket edilerek ikti sadi kalkınma ile kültürel ve sosyal hedefler bir bütün o�a rak telakki edilmek durumundadır. tkinci Beş Yıllık Plan da bu anlayış ve esaslardan hareket edilerek hazırlanmış ve sosyal hedeflerle sosyal .adalet ilkesi planm runa yapısını teşk:il eden u..""lSurlar ol- 112 -
muştur. Pl8.ıun giriş kısmında bu husus belirtilmiştir : «Plan Türkiye'de bir yandan fert başına geliri hızla ve de vamlı olarak arttırınayı hedef alırken, öte yandan çeşitli gelir guruplan ve bölgeler arasında dengeli gelişmeyi sağ lamak, çok sayıda vatandaşa iş imk8.nı yaratmak, kalkın marun nimet ve külfetlerinin fırsat eşitliğine, sosyal adalet ılkesine göre payiaşılarak iktisadi ve sosyal düzende olum lu bir gelişme elde etmek amaçlarına göre hazırlanmıştır.» Sosyal guruplar ve fertler arasındakıi sosyal adalet, fakirlikte değil ve fakat refahta gerçekleştirilmesi gere ken bir hedeftir. Refaih ekonomisine devamlı ve belli bir hızın üzerinde · gelişen ülkelerde ulaşabilme·ktedir. Böylece sosyal adaletin gerçekl�tirilmesi iktisadi kalkınmaya sı kı bir şekilde bağlı bulunm aktadır. tkinci Dünya Harbiniaı ve hemen onu takıip eden dev renin iktisaden durgun geçen yıllarından sonra Türkiye' nin iktisadi gelişmesi, bir iki istisnai sene dışında devamlı olmuştur. 1950-1960 devresinde ekonominin yıllık ortalama kalkınma hızı % 6 civann.d a idi. Türkiye'nin ekonomik ge li şm esi planlı iktisadi kalkınma devresinde de devam et mektedir. Birinci Beş Yıllık Plan devresinde kalkınma hı zı % 6,7 olmuştur. Planda hedef olarak tesbit edilen % 7' ye çok yakın olan bu !Ilisbet, gelişen ülkelerin iktisadi kal kınma hızları arasında yüksek bir seviye gösterdiği gibi gelişmiş ekonomilerin büyük bir kısmının gelişme hızla rmdan da büyüktür. Nitekim Türkiye'nin de üye bulundu ğu OECD cami asının yıllık ortalama kalkınma hızı son beş senede % 4,9 olmuştur. Son ÜG yılıda Türkiye'de eko nomik gelişme daha üst bir seviyede husule gelmiş ve son ü� yılın ortalama kalkınma hızı % 7,7 ye yükselmiştir. İktisadi kalkınmanın en mühim ölçülerinden biri, fert başına düşen gayrisafi milli hasılada veya milli gelirde meydana gelen artışlardır. Türkiye'de fert başına düşen gayrisafi milli hAsıla devamlı artışlar göstermektedir. Bu
- 113 F: 8
artış hem cari ve hem de sabit fiyatlarla ifade edilen mik tarlarda vuku bulmaktadır. Fert başına
düşen gayrisafi
: ,ıilli hasıla c8.ri fiyatlarla 1960'da 1764 TL iken 1967'de
2878 TL'na yükselmiştir. 1961 sabit fiyatlarla bu rakam lar aynı senelerde sırasıyla 1800 TL ve "2180 TL'dır. tkinci Beş Y'ıllık Pl8.n devresi sonunda 1972'de fert başına gayri safi Milli hasıla 3200 TL'na yükselecektir. Türkiye'de 1968 senesinde fert başıma. düşen gayrisafi
milli hasıla miktan 320 Amerikan dolandır. Bu seviye ile Türkiye, fert. başına düşen gayrisafi milli hasılalan biliıner.
J 58 ülke arasında 67. sırayı işgal etmektedir. Bir başka
jfade ile yeryüzünde 158 ülkenin 66 tanesinin fert başına. düşen gayrisafi milli hasılası Türkiye'den fazla, 91 tane sinin ise Türkiye'den daha düşüktür. İktisadi gelişme seviyesi 158 ülke arasmda 91'iınden da.ha yüksek olan Türkiye'nin gelişme ile birlikte bazı mü him meseleleri kendini göstermektedir. Kalkınma. sırasın da haberleşme ve eğitim im.kAnlannın artması ile, sosyal ihtiyaçlar bunlan karşılayacak iktisadi imk8.nlara kavu şulmadan önce ortaya çıknıaktadır. FerUer, milli ekono mik imkinlarm kendilerine sağlıyabileceği seviyenin üs ti.i.ndeki bir hayat standardında ya.şa.ma.k istemektedirler. Bu eğilim iktisaden kalkınan bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiyede de kendini hissettirınekte ve sosyal münasebet lere tesir etmektedir. Bunun neticesinde cemiyette belire cek gerginlikleri izale ederek sosyal meseleleri hallet mek ve fert ve gruplann kalkınmaya katkısını azamiye · çı karaca:k bir sosyal siyaset takip etmektedir. Türkiye'de tatbik edilecek sosyal siyasetin en mühim tarafını sosyal adalet tedbirleri teşkil edecektir. Sosyal adaleti tahakkuka yönelmiş politikalar milli geLirin hem husule geliş ve dağılış ve hem de harcama safhalannda tatbikatını bulmalıdır. Sosyal adalet hedeflerine başlıca
- 114 ..::._
gelir, yatınm ve sosyal güvenlik politikalan ile vanlmak. tadır. Gelir ve yatırnn politikalan ile sosyal güvenlik sa hasında alınacak tedbirlerin iktisadi gelişmeyi önemli öl çüde yavaşlatıcı, sermaye terakümünü azaltıcı ve kalkın nıayı zedeleyici mahiyette olmaması gerekmektedir. Türkiye'de sosyal adalet politikasının muhtevası sos yal sınıf ve guruplar arasındaki dengesizliklerle bölgeler arası gelişmişlik farklanm hertaraf etmek esasianna da yanmaktadır. Böylece sosyal adaletin hedefi Türk cemiye tindeki alt gelir guruplarına ve Türkiye'nıin daJba az ge lişmiş bölgelerine yönelen politika ve tedbirlerin bütününü ihtiva etmektedir. Alt gelir gunıplarına gelir transferi yapmak, toplu iş sözleşmesi, ücret ve maaş politikalannı bu istikamette tatbik etmek sosyal adaletin gerçekleşmesi için mühim bir vasıta olabilir. Fakat bugün sosyal adalet sadece alt geUr guruplarına belirli ölÇüde gelir transfer edilmesinden iba ret bir tatbikat olarak kabul edilmernekte ve fakat mesele daha geniş bir açıdan ele alınmaıktadır. Yatırımlan, alt gelir guruplannın bizatihi kendi faa.li yetlerinden doğan gelirlerini arttıncı projelere yöneltmek bu gelir gunıplannın verimliliğini arttıncı ve dolayısıyla hayat seviyelerini yükseltici istikamette önemli bir sosyal adalet tedbiridir. Türkiye'de sosyal adaJetin gerçekleştiril mesine dönük politikaların tesirli olabilmesi bunların ağır lığının Türkiye nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden az re lirli köylü nüfusa yönelmesine bağlıdır. Köylük al anda \s tihsal edilen mahsullerde verimliliği �rttıncı yatınmlar, ekonomide dengesizli k yaratınıyacak bir ölçüde yürütülen zirai istihsal taban fiyat politikaları, köye gideın su, yol, elektrik, okul gibi hizmetlere öncelik verilmesi sosyal ada letin gerçekleştirilmesinde tesirli tatbikatlardır. Sosyal güvenlik sistemi sosyal adalet prensibinin en - 115 -
önemli unsurlarındandır. Sosyal güvenlik sistemini genişli ğ ine ve derbliğlne
şumullendirmelidir.
İkinci Beş Yıllık
Planın hedefi, sosyal güvenlik sistemin i her iki istikamet tc genişletmek ve
tarım işçileri, küçük esnaf, sanatkar ve
diğer alt gelir guruplarını bu sistem içine almaktır.
.
En büyük sosyal adaletsizlik olan işsiızliğin ortadan
kaJdırılması,
ekonominin tam istihdama
doğru gi tmesi ,
Türkiye şartlarıınd a. hızlı ve istihdam sahalan açıcı ikti sadi kalkınmanın devamına çok sıkı bağlıdır.
Sağlık ılıizmetlerinin sosyalleştirilmesinin, ortaya çı kan meselelerin halledilmesi şartıyla, belirli bir program çerçevesinde genişletilınesi, sağlık hizmetlerinde sosyal adaleti teminde mühim bir vasıtadır ve planda bunu sağ layıcı politikanm tatbikatma devam edilmelıidir. Kişilere kabiliyet ve başaniarına göre fırsat eşitliği prensibi çerçevesinde «dikey>> sosyal hareketlilik sağlaya ca k istihdam, insangüdü, çalışına ve bilhassa eğitim poli tikaları önümüzdeki devrelerde sosyal değişıneyi hızlandı racak ve sosyal adaleti gerçekleştirecek mühiın tercihler dendir. Böylece, sosyal seyyaliyet arttınlarak bir gelir gu. rubundan üsttekilerine geçmek imkanlan fazlalaşmakta dır. 1969 yılı programındaki mesleki ve teknik okul me zunlarına yüksek öğreıniıne devam iınk8.nı veren ve eği timde açık kapı sistemini yerleştiren tedbir bu sahada zik
re değer bir misaldlr.
Türkiyede bölgelerarası gelişmişlik f.arklannı azalt mak, İkinci Beş Yıllık Planın ana hedefleri arasındadır. Bu hedefe ulaşmada takip edilen çeşitli iktisadi ve sosyal nolitikalar belirli neticeler vermeye başlamıştır. 1963 yı lındaki geli şmişli k durumlan hareket ınoktaı:ıı alınıp 100
kabul edilirse 1968'in başında Türkiye'ınin iller itibariyle ortalama gelişmişlik nisbeti olan 138 puanın üstünde kalan illerimizin çoğunluğu doğu ve güney doğu bölgelerindedir. Bu devrede en çok gelişeıı il Samsun olmuş, 1963'deki 100 -
116
-
kabul edilen seviyesinden 1967 yılında 162'ye
çıkmıştır,
onu 161 puanla Elazığ takip etmekte, diğer doğu illerimiz
de şu hızlan göstermektedir
:
( 1963
=
100 )
Diyarbakır
148, Bitlis 147, Van 146, Tunceli 145, Erzincan 144, Muş 142,Maraş 140; Sivas 139, Kars 139, Hakkari 139, Türkiye ortalaması 138 ; Ankara 134, İstanbul 131 puanla Türkiye ortalamasının
altında. !zmir 140 puanla bu ortalamanın
üstiinde yer almışlardır. lktisad.en daha az gelişmiş illeri ınizin diğer il ve bqlgelerimizden daha hızlı gelişmeleri böl_ gelcrarası dengesizliği azaltacaktır. tkinci Beş Yıllık Planla getirilen gelişme
modelinde
sosyal değişme, sosyal denge ve sosyal adalet hedefleri bir bütün teşkil e?nekte ve onu insaına yönelmiş bir kalkın m anın önemli bir vasıtası yapmaktadır. Tesbit edilmiş bı.i
ltınan iktisadi ve sosyal politikaların tesirli bir şekilde ic
rası, sosyal dengesini daha sağlam kurmuş, sosyal adalet ve huzura daha çok kavuşmuş, fertler ve sosyal guruplan nın birbirinin elinden ekmek kapmak için sınıf mücadele lerinin kusur ve tehlikeli girdabın:a düşmediği daha müref feh, daha mesut, manen ve maddeten daha kuvvetli bir Türk cemiyetinin şekillenip gelişmesinde mühim bir hiz met olacaktır ve bu hizmetin ifası hepimize aittir.
SANAYl StYASETlMlZ Bir memlekette iktisadi kalkınma o memleketin sana yileşmesine bağlıdır.
Türk milliyetçiliği iktisadi kalkın
mada sanayileşmeyi ana prensip kabul etmiştir . Gelişmiş ülke demek, bir manası ile yüksek sanayi seviyesine ulaş mış ülke demektir. Diğer taraftan sanayi•ini kuramayan bir memleket daima yabancı
ülkelere muhtaç durumda
kalır ; siyasi, iktisadi ve kültürel sahalardaki milletlerara sı meselelerde ikinci planda kalmaya mahkum bir mem leket olmakta..,_ kurtulamaz. Gelişmiş ülkelerin istihsal se viyeleri kaıdıar istihlak seviyeleri de yüksektir. Bizim
- 117 -
için.
şimdilik, ilk hedef gelişmiş Ulkelerin istihlak seviyesine değil, istihsal seviyesine ulaşmaktır. Bir memleketin sanayii şu üç ana grupta top1anır : 1 ) lstihlAk Sanayü, 2) Mutavassıt Sanayi, 3) Ağır Sanayi. Ülkemizin bugünkü gelişme merhalesinde en fazla önem arzeden sanayi kollan başta makiıne sanayii olmak üzere ağır sanayidir. Esa.sen Türkiye, şimdiye kadarki gayretleriyle gıda ve tekstil gibi istihlak sanayi kollannı azçok kurmuş durumdadır. Fakat ağır sanayi için çok ça lışmak mecbu:rıiyetindedir. Memleketimiz ağır sanayi ma mulleri ihtiyacını ithalat vasıtasıylıı. gidermek yolundadır ki. bu milliyetçilik açl.BlDdan kalkınma prensibine uygun düşmez. Çünkü ithalatçılık gayrımilli sermaye gruplan tarafından idare edilmekte, aynı zamandıa kolaylıkla kar sağlayan bu tutum memleket sanayiinin _gelişmesini de önlemektedir. Memleketi.mizde makina sanayii kurmak açık bir za nıret olduğuna göre bu hususta yapılacak işlerin başında milletlerarası ağır sanayi müesseseleri ile bağ�antılar kur mak gelmektedir. Bu da iki yoldan mümkün olmaktadır. Birincisi montaj sanayii kurarak işe başlamak, diğeri biz zat makina imal etme sanayiini kurmaktı!'. E9as maksat hizzat makina imU etme sanayii olmakla beraber, başlan gıçta zaruretler yüzünden montaj sanayiione de ihtiyaç ol duğu aşikardır. Türkiye halen bu durumda bulunmakta dır. Fakat, montaj saıı.:ıyiini sürdürmernek ve mutlaka en kısa zamanda yerli imalata geçmek icabeder. Milletlerarası büyük sanayi müesseseleri ile bağla'lltı kurarken, bunlar arasında, bizim için en li.izumh.ı imalatı ve memleketimiz şartlarına en uygun düşen tipleri ortaya ko yan firmalan seçmek ; bu firınalarla patent anlaşmalan yapmak ve gerekirse lüzumlu cihazlan, malzerneleri ve - ttfi -
imalat teknoloji sini de içine alan anlaşmalar akdetmek ve bu şekilde
makina sanayiini memleket dahilinde yerleştir
ı :ıek uygun olur
.
Memleket ihtiyacından fazla hir kapasite bahis mev mu olduğu takdirde ise hiçbir zaman % 49'dan yukan ol m am ak ve belirli bir süreyi aşmamak şartıile yabancı mü
esseseleıı!e ortaklık kurmak suretiyle de ağır sanayi hede
fine doğru ilerlemek mümkündür
.
Elbette bu çok mühim mevzuda devletten yardım da
beklenecektir. Fakat tesislerin idaresinde halk şivketleri ııin çoğunluğu teşkil edece ği bir tertibe gitmek, böylece ağır sanıayi gibi çok verimli
btr iktisap.i
_
geniş
faaliyette
kütleleri tesirli hale getirmek yerinde olur. Çağıınızda. gelişmi§ ülkelerin
yükseldikleri seviyeye
ulaşma yollannı mi1li şuurla ve ilmi metodlara araştırır sak Türk milleti de, hiç şftphesiz, yakın bir gelecekte bu iiçüncü ve en mühim sanayi kolunu
den dfulyanın
ıerçekleştirir ve yen i h aline gele
birinci sınıf milletlerinden biri
bilir.
SENDIKA SlYASET! VE lŞÇ t MESELESI Türk sıdır, ayını r;
işçisi,
Türk
mille tinin
bölünmez
bir
parça
milli, dint, harsi ve tarihi şuura sahiptir. Ma bağlıdır. TUrk işçisinin teşki
eviyat ve mukaddesatma
la.tlanması olan Türk Sendikacılık hareketi, toplu sözleş
m e ve grev düzeni içinde bugüne kadar sağduyulu basi ı·etli, vatanperver ve bqanlı olmuştur. Bunda Türk İş .
-
Konfederasyonunun biiyük rolü ve hissesi varoır:
Türk sendikacılık
hareketiniın, gidişini köstekleyen,
r:a.rçalanmasını hedef tutan, nifak.a. ve
husumete maruz
bırakan solcu faaliyeti'er karşısında bütün Türk milliyet-
- 119 ..:.....
çileri tarafından
kesin surette desteklenmesi gerekir. Des
teklenmenin ilk ve en tesirli
yönü Türk
seındikacıhğını,
sendikalarını, dertlerini, davalanru, Türkiyemizin kade rinde söz sahibi oluşlannı milliyetçilelin dah a yakından ve şuurla tanımalandır.
Milliyetçileriın,
Türk işçilerinin
faaliyetlerinde biUıassa halkın bu mevzuda sür'ıatle eğitil mesinde en geniş ölçüde yardımcı olacaklan şüphesizdir.
ORTAK PAZAR VE TüRKIYE Türkiye'nin sanayileşmesinde atılmıştır. Doğan san ayiin
millt
ıı.ınması Türk kalkınmasınm
ciddi adımlar çok geç
mahiyette olması ve ko
başarısını ve devamlılığını
temin edecek çok önemli Amillerdir. Avrupa Ortak Paza
yerli sanayinin korunma ve rına
girişte çok önemli olan
meselelerimizden
birisi de
geliştirilmesidir. Mevcut sa
nayimizin önemli bir kesimi ortak pazara geçiş döneminde ortaya çı.kıacak problemleri serahatle görememektedirler . Şura:sı da muhakkaktır ki , Avrupa Ortak Pazarını ortaya çıkaran birleşme hareketi
sadece iktisadi değil ve fakat
siyıa si, sosyal ve kültürel sahalarda da tecelli etmektedir. Avrupa Ortak Pazannın siya:si yönden dışında kalmamak ve fakat iktisaden hazırlık Plan devresine
kadar yani
dönemini üçüncü Beş Yıllık
1972
sonuna kadar uzatmak
daha gerçekçi bir tercih olarak Q.rtaya çıkmaktadır. An kara Andiaşmasının bu imkanlanndan faylanmakla üçün
cü beş yıllık planla birlikte iktiimden daha iyi hazırlaınmış tıir Türkiye ile Ortık Pazann
geçiş dönemine geçmek
mümkün olacaktır.
GERI KALMIS BÖLGELERIN KALKINMA POLİTİKASI Hürriyet içinde
kalkınmanın
bazı
anzaLan
vardır.
Bunlardan en mühimi herhalde ekonomik, sosyal ve kültü-
- 1.20 -
l'el arnillerin kalkınmayı. bazı merkezler
etrafında topla
ması, bazı havza veya bölgelerin geri kalmasıdır. Türkiye'de Trabzon
Urfa hattının doğusunda kalan
-
Anadolu illerinin meyıdana getirdiği bölge in:san ve tabiat kaynaklarının kullanışı ve münasebetleri bakımındaın Tür_ kiye ortalamasının hayli gerisinde seyretmektedir. Bu du rum 1967'de Erzurum'da
tertiplenen «Doğu Anadolu'yu
Kalkındırma Sorunlan» seminerinde her yönüyle
ortaya
konmuştur. Birçok ülkelerde kalkıl!lmanın umumi seviyesi ne olur sa olsun, bu gibi geri kalmış bölgeler için bazı usuller tat bik edilmiş ve netice ıalınmıstır. Mesela
Güney İtalya'nın
kalk ınmasında cCassa per il Mezzogiorno» ve A.B.D.'nde Tenessee vadisinin kalkınmasmda «Tenessee Valley Aut hority» tecrübeleri tipiktir ve dikkatle incelenirse gerekli dersleri ilhtiva etmektedir
.
Memleketimizde birinci beş yıllık' plAnda bölıge kalkın_ ması fikri işlenmiş, i'k inci
beş yıllık
arası dengeli kaAkınma hedefi
plAnda da bölgeler
stratejik bir hedef olarak
alınmıştır. Bu vesikalara göre merkezi millt pli.n motifi
nin hakim olduğu ve tatbikatla da gittik�e kuvvet kazan dığı g-örülmektedir. Biz �u kalkurıma poltikasını g-eri kal mış bölgeler için yetersiz bulma.ktayız. Bilhıassa bahse ko nu
Doı?;u bölgesinin
taşıdığı özellik dikkate
alınırsa daha
basiretli bir poltik anm geliştirilmesıl ltlzumuna kaniiz. Böyle bir politikanın geliştirilmesinde diğer bazı alter_
natifler üzerinde durulabilir : ı. Devlet PlAnlıama Teşkilatma bağlı bir bölge plan lama ve tatbikat grubu teşkil etmek. Bu grup yapacağı ön çalışmalann merkezde al acağı son şekle göre hazırlan mış programlarm tatbikatmda da vazife alınca,, tatbik atı değerlendirerek aksamalan tesbit imkanı bulacak. bir�ok problemin meyd ana çıkmasına, birçok tekrar ve tedahUlUn önlenmesine hizmet edecek, böylece pl!ında ilert sU.rlllen
tedbirler daha verimli sonuçLara ulaşacaktır. Burada dev let hizmetlerinin ve merkezi idare teşkilatının zorlanınası na lüzum kalmıyacak, bir bölgedeki
hizmetler koordine
edilecektir.
2. Yukarda adı geçen seminerde de açıklandığı üzere muft:ı.tar bir (havza veya bölge kalkınma teşkilatıLmeyda-· na getirmek. Teşkilatın kuruluşu sırasında eleman ve lider temini, meslek rekabetleri. güvensizlik, devlet teşkilatma hahim bürokrasi ve katılık yüzünden büyük güçlüklerle karşıla� bilir. Bu tip teşkilatm bölgeeilik yaratma ihtimali de ayrıca dikkate alınması g,ereken önemli bir noktadır. Bütün bunlara rağmen, bizce Tenessee Vallet Autho rity'ye benzer bir bölge kalkınma teşkilatının doğuda ku
rulması Uzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Doğunun sanayi - ziraat münasebetlerini dengeli şekil· de geliştirmek, kaynaklan harelrete geÇirmek için serma
ye akımı sağlamak maksadıyla ikinci plAnda ehliyet ve isa betle ele alınan teşvik tedbirlerinin verimli olacağı yolun da henüz güvenilir bir ümit belirmemiştir. Bu teşebbüsler hızla değerlendirilmeli ve gerekli değişikliklere tevessül ' olunmalıdır. Bütün bu faaliy�t ve gayretierin bizi götüreceği he def nedir ?
Az gelişmiş ve geri kalmış bölgelerin kaynaklannın harekete geçmesi memleket ekonomisinde bir takım kıpır
danmalar meyd8lllıa getirebilir ; şehirleşme hızlanabilir, şe
hir-köy müriasebetlerinin artması kapalı ekonomiden açık ekonomiye geçiş vetiresi doğurabilir, bu vetire bazı sos yal ve kültürel değişmelere yol açSJbilir. Bunlar, bizce ale lade rutin gelişmelerdir ve zamanla olacaktır. Ne var ki, Türkiye'deki az gelişmiş veya geri kalmış bölgelerin kal kınına politikası üzerinde
düşünuı:ıken, yukarda sayılan
- 122 -
tedbirlerin Türkiye'nin geleceği bakımından taşıdığı ma naya daha fazla ehemmiyet vennek gerekir. Bu bakımdan Doğu Anadolunun kalkurma politikasını ve bu politikanın hedeflerini millet olma veliresi içinde değerlendirmek ve tesbit etmek gerekir. Doğu Anadoluda asrımızda değer taşıyan mühim kay_ naldar mevcuttur : Su, petrol, ınıaden ve hayv8.(ll.Cılığa, ya ni proteinli gıda istihsaline elverişli mer'a potansiyeli ; bu nun yanında ihmal edilmenin yarattığı dağınık. içe dönük topluluklar, Etnik grupla.şmalar, kültür ve toprak eroz yonu. Böyle bir bölgenin kalkınma politikası ekonomik, sos yal ve kültürel 3.millerin tamamına dayanmalıdır. Bunun için tavsiye edilecek yol şudur : Atatürk Üniversitesi, dün ya üniversite tecrübeleri de değerlendirilerek, yepyeni bir Türk görüşü ile ele alınmalı, bölgenin kıilkıııma mihrakı haline getirilmelidir. Bir başkıa gerekçe de şudur : Atatürk Ü:niversitesi, kuruluşunun onuncu yılında üniversite hüviyetinden bir h ayl : ıızaklaşınış, bir yüksek okullar ır.ar.r.tı.mesi haline gelmi,3tir. Bu haliyle üniversite etnik grupiaşmaların ve ideolojik çatışmalann öncülerini diploma. şeklindeki ruh satıyla destekleyen besleyici bir yuva haline gelecektir. Bu_ .r:.u mlısl)P.t ilim kisvesi altında yüıi.itülen belirtilerine şim diden şahit olmaktayız. Ünıversitenin bölgenin kalkınma mihrakı ho:ı.liue geti rilmesi fikrini ana hatlanyla şöyle açıklayabiliriz : 1. Üniversitenin araştırma, öğretim ve yayım fooksi yonlannı öncelikle bölgenin kalkınma meselelerine yönel teceği statüsünde açıkça belirtilmeli ve bu statü kanun llaşmalıdır.
2. tırnin yüksek seviyesi ve değeri aleyhine işlememek şartiyle üniversiteye hesap ve dökümantasyon merkezleri kurmak, havza etüd ve projeleri yapmak ve yaptırmak, ti- 123 -
yatro, koservatuar, müze ve sergi tesisleri kurmak, bunun için gerekli yerli ve yabancı personeli sözleşme lle çalıştır mak yetkileri verilmelidir. 3. Araştırma ve buluşlann hızla müesseselere ve hal ka maledilmesi halkın problemlerinin üniversiteye aktarıl ması için üniversite bünyesinde geniş bir yayım teşkilatı geliştirilmeli, bu teşkilat bölgenin yakıt, giyim ve beslen me el sanatları, ziraat sa.niatlan gibi şubelerinde faaliyet gösterme� üzere finansman imk8ıılanyla teçhiz edilmeli dir Böyle bir müessesedir ki, ideolojik sızmalara ve böl me heveslerine açık bir bölgede Türk mefahirini, Türk dü şüncesiaıi, Türk kabiliyet ve hünerini temsil edebilir. Böl gede kalkınına şevkini tahrik edecek en müessir v:asıta bu .
.
dur
.
TARIM REFORMU lşgücümüzün yüzde yetmişini barındıran, buna mu
kabil milli gelirin ancak yüzde 36 sım elde eden tarım ke siminde beşeri, sosyal ve iktisadi yönden önemli ıslahata ihtiyaç vardır. Yurt topra.k1ıarmın verimli halde işletilme si, toprak varlığının korunması, teknik, ekonomik ve sos yal gelişmelere paralel olarak çiftçinin
ge�ir ve hayat se
viyesinin yükseltilmesi, artan nüfusun tarım ürünlerine olan ihtiyacının teminıat albna alınması ve tanmda kal kınınanm
gerçekleJjm.esini sağlayıcı her türlü tedbirlerin
tına alınmasına, Bu tedbirler meyanında, meselA : a) Türkiyede tarım ve
tarım işletmelerinin bünyeleri -
nin düzeltilmesi ve idarelerinin düzenlenmesine ,
b) Arazi mülkiyet ve tasarruf haklarının t,eminat al alınmasına, c ) Üretimin toplum yaranna uygun şek ilde artırıl ması ile birlikte arazinin de verimli olarak kwllaırulmasına tına
-
124
-
d ) Tarım ürünlerinin elverişli şekilde pazarlanmasına, e) Tarımda üretimi arttırıcı maddelerin ve tarım kre dilerinin uygun ve verimli şartlarla terlariki ve ku llanılma sı, işletme ve tesis kredilerinin ihtiyacı karşılayacak bir vüs':ate eriştirilmesi ve rasyonel bir düzene kavuşturul. masına. f) Tanm faaliyetlerinin araştırma ve tecrübelere da yanan, tekın.ik, ilmi ve ekonomik esaslara göre terti pl en
mesine, g) Çiftçilerin eğitim ve öğretimlerinin takviyesi, teş kiJAtl anm alan,
teşebbüs
kıabiliyetlerirun
geliştirilmesi,
emeklerinin ve paralannın değerlendirilmesine, h) Tanmla uğraşanlarm gelirlerinin ve hayat seviye
lerinin yükseltilmesi, sosyal
güvenliklerinin sağlanması.
kısaca, sosyal siyaset tedbirlerinde ağırlık noktasının ta
nm kesimine kaydınlı!ıasına, i) Tarım kooperatiflerinin silr'atle geliştirilmesine, j) Tanm. müstahsilinin, komisyonculamı ve muraba
bacıların istismanndan kurtarılmasını sağlayıcı tedbirlerin aJınınasma şiddetle taraftanz. Demokratik ve bağımsız zirai teşekkUllerin bu amaç
ların
gerçekleştirilmesine çalışmalannı
ve bu meyanda
mesela Türkiye Ziraat Odalan Birliğinin bir tanm refor mu semineri düzenliyerek konunun tefernıatına ıait husus
larda ilmt çalışınalar yapmasını faydalı buluruz.
TÜRKIYE'DE ENERJI KAYNAKLARI VE PETROL TVRKtYE'DE ENERJİ KAYNAG-1 OLARAK HAM PETROL"Ü11ÜZüN GELECEGİ Enerji k aynağı olan ham petrolüroüzün durumunun iyice anlaşılabilmesi için bunun, dünya ve Türkiye enerji .
-
125
-
kaynakları arasındaki yerini bilmenin yararlı olacağı dü �üncesiyle, asıl konuya girmeden önce. kısaca bu nokta üzerinde durmak uygun görülmüştür. 1 -
DÜNYA ENERJİ KAYNAKLARI :
Düinya enerji k aynaklan eski ve yeni olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. a) Eski Enerji
Kaynaldan :
ı - Taş kömürü enerjisi
2 - Petrol enerjisi 3 - Tabii gıa.z enerjisi 4 - Hidroelektrik enerjisi 5 - Nükleer enerji
b) Yeni Enerji KaynaikJan
ı -
:
Jeotermik enerji
2 - Güneş enerjisi 3 - Rüzgar kuvveti enerjisi 4 - Gel-git enerjisi 5 - Daniz sularının termik enerjisi Dünyadaki ülkelerin büyük bir kısmı, enerji ihtiya�
larını kömür, petrol, tabii gaz ve su kuvvetinden, bilinen usul ve vasıtalarla karşılayarak çeşitli şekillerde faydalan maktadırlar. YaJmı bir gelecekte Nükleer enerjiden, telmik ve ma liyet bakımından ekOillomik bir şekilde yararlanma imkanı arttıkça, bu tip en,erjinin, halen mevcut diğer enerji rezerv_ lerniin tükenmesini geciktirnıek gibi bir yardımı da doku nacaktır.
Eski enerji k aynaklarına olan dünya enerji ihtiyacı aşağıda gösterilmiştir.
- 126 -
Kaynaık Taş kömürü Petrol Tabii gaz Hidroelektrik Nükleer TopLam
1955
1965
1975
1985
% 50.5 %31.7 % 10.5 % 7.3
%39.0 % 37.8 % 14.1 % 8.2 % 0,9
% 30.1 % 40.5 % 17.8 % 7.6 % 4.0 .
%25.0 %37.0 %25.0 % 7.0 % 6.0
100.0
100.0
100.0
100.0
Kaynak : «lndustrie du Petrole» mecmuasının Eylül 1959 ·sayısı, 48 inci sayfa. Bu cetvelin tetkikinden, her 10 yılda bir yapılan tah minlere göre, dünyada petrol enerjisine olan ihtiyacın di ğer enerjilere nisbetle daha fazla olduğu anlıruıılır. YENİ ENERJİ KAYNAKLARI : Birinci grup enerji
kaynaklarına malik olmayan memleketler, pek eskiden be ri bilinmekte olup, bunlann bazılan çok eski zamanlarda da insamlar tarafından kullanılmış olan bu ikinci grup enerji kaynaklarını yeniden ele almışlar ve bunları arayıp bulmak ve onlardan faydalanmak yolunu tutmuşlardır. Dünyanın bir çok yerinde Gayser ve Füınorol'lerin varlığı bu konuda. yardımcı bir rol oynanuştır. 00yük miktarda bol, ucuz ve devamlı enerjiye olan ihtiyaç dalayısile bu ye ni enerji kaynaklan modern teknik ve bilimin ışığı altın da geliştirilip kullanılınağa başlanmıştır. Yeni Zelanda, Izlanda. İtalya ve B. Am,erika gibi mem leketler jeotermik enerji kaynaklarını başan ile geliştir mişler ve işletilmesine başlamışlardır. Bu enerjinin, diğer bütün enerji kaynaklarının en ucuzu olduğu hesaplanmış
·bulunmaktadır. İsrail, İspanya, İtalya, Hindistaın ve Japonya güneş .enerjisinden faydalanma yollarını tutmuşlardır. Rusyada - 127 -
da bu alıanda çalışmalara önem verilmekte olduğu bilin mektedir. Fransa ve Hollanda'da rüzgar kuvvetinden, gel-git ve deniz sularınıın termik enerjiısinden yararlanmak için ol dukça önemli etüdler yapılarak bazı yönlerde tatbikatı y.a- pılmağa başlanmıştır. ll - TVRK1YEN1N
ENERJİ KAYNAKLARI :
Memleketimizde eski ve yeni enerji kaynaklan şu şe kilde bölünebilir : a) Ticari olan enerji kaynaklan : Taş kömürü, linyit,. petrol, ihidrolik. b} Ticari olmayan enerji kaynaklan : Odun, tezek ( ahır gübresi ) ve tarım a.rtıklan. c) Etüd ve Araştırma halinde olan ltıaynaklar : Jeo termik enerji, tabii gaz ve nükleer enerji. d) Etüdlerine henüz başlanınamış olan enerji kay nakları : Deniz sulannın termik enerjisi, gel�git enerjisi, rlizgir kuvveti enerjisi ve güneş enerjisi. Elektrik Işleri Etüd İdaresinin 1956 yılında yayınladı ğı broşürde muhtelif enerji tüketim nisbetleri ile Dünya Enerji Konferansı Türk Milli Komitesinin 1959 da tertip lediği Seminerde hazırladığı notlara göre : E1Et
Taş kömürü Linyit Petrol mahEulleri Hidrolik
(1956) % 29.6
Odun
%10.0 %10 .5 % 0.7 %17.5
Tezek
% 22 .7
Tarım artıkları - 128 -
THK
(1959)
%31 % 19 % 12 % 3 % 14 % 19
Türkiyenin ticari olan enerji kaynaklarının kullanılış oranları, 1966 da tPRA.Ş şirketinin yaptığı hesaplara göre :
1962 1963
Taş kömürü Linyit Petrol mahsulleci Hidrolik
1964 1965
%40 % 20 %34 % 6
% 37 %19 %35 % 9
%35 % 21 %36 % 8
%33 % 19 %41
100
100
100
100
% 1
olmuştur.
Yukandaki üç tablonun rakamlan tetıkik edildiğinde 'l'ürkiyenin enerji ekcnomisinin, uzun yıllar, memleketi nıizde üretil.mekte olan taş kömürüne ve linyite dayanmış olduğu görülür. Bunu tezek (ahır gübresi) ile odun takip eder. Bu siüre içinde petrol ürünlerinin tüketimindeki artış başlangıçta sadece motorlu taşıt alaaılannda olmuştur. O zamandan bu yana, çeşitli endüstri alanlannda, tarım sek törlerinde, ısıtma işlerinde kullanılmıağa başlanmıştır. Bu balısin «tüketim» bahsinde görüleceği üzere memleketinllzde , yerli mahsul Fuel Oil'in kömür yerine lrullanmağa başlanması ancak son yıllarda Batman'daki modern rafinerinin kurul.mıasından sonra, o da pek malıdut olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Görülüyor ki bu akaryakıtın yurdumuzda endüstri yel enerji kaynağı olarak kullanılması henüz pek yenidir. BunUI!lla beraber memleketimizde Fuel Oil'deki, yavaş da olsa, artışın Batman Rafinerisinin yerli ürün imkanını enerji piyasa�ına arzetmesinden ileri geldiği bir gerçektir. -
129
-
F: 7
JEOTERMIK ENERJI : Yurdumuzda M.T.A. Enstitüsü yeni enerji grubunun jeotermik kısmı ile ilgilenmiş, bir kaç yıldan beri bunun etüdlerine başlanuş ve Kayseri, Eskişehir havıalisinde ba zı çalışmalarda bulunmuştur. M.T.A. Enstitüsü 5 Yıllık Kalkınma Planında, burkonuyla ilgili olarak, bütçesine pa ra koymuş ve memleketimizde jeotermik enerji etüdlerini geliştirmek maksadıyla, yıabancı uzmanlar da angaje et mek suretiyle çalışmalanna başlamıştır. Devam etmekte olan bu çalışmalar sırasında, ilk olarak Sarayköy (Deniz li) , ve Çubukdağ (Aydın) arasında Kızıldere köyü yakı nında, 12 Mayıs 1968 tarihinde, tabii buhar bulunmuştur. Bu buhıar sıcak su ile birlikte çıkmaktadır. Bugünkü du rumda ısının (180 C) derece olduğu taJhrnin edilmektedir. Buhann kuru olması tercih edildiğinden. şimdilik, .su mik tannın azalması veya tamamen kesilmesi beklenmektedir. Ondan sonra buhann tazyik ve ısı derecesi ölçülerek eko r.omik değerinin tayin edilmesine çalışılacaıktır.
Tabii
Gaz :
Türkiye'de tabii gaza, ilk defa, Trakyada Mürefte ya kınında petrol arama maksadıyla, MTA Petrol grubu ta rafından açılan 1 numaralı sondaj kuyusunda, 120-125 metreler arasında, 9 ve 12 Mayıs 1936 tarihlerinde raslan rnıştır. Kuyudan fışkıran gazım ilk gün 85.000 m3 olduğu, ertesi gün 17.000 m3 e indiği ve daha sonra 51.000 m3 e yükseldiği, zamanla tamamen arkasının kesildiği görül müştür. Daha sonra muhtelif tarihlerde Istanbul Tabii Gaz Şirketi ve Turkish Gulf Oil Şirketi de sondajlar açmak suretiyle tabii gaz aramaları yapınışiarsa da müsbet bir sonuca varamamışlardır. Halen Türkiyede sondaj kuyuları açmak suretiyle pet- 130 -
rol arayan şirketlerin hiç birisi bu 'alaında, şimdilik, olum lu ve ekonomik bir neticeye ulaşamanuşlardır. Bununla beraber kapalı olan sahalarda sondaj_ kuyu su açmak suretiyle petrol arayan M.T.A. Enstitüsü, Kars vilayetine bağlı Tuzluca kaza merkezine yakın Aras nehri kenarında Sürıne köyü yanıbaşm:ıda ve Iğdır-Tuzlu ca şo sesi üzerinde açmakta olduğu kuyuda 1631 m. de gaza raslamıştır. Şimdilik sondaja devam edilmekte olup ileri d(: borular perfore edilmek suretiyle kuyuda raslanan ga zın test arneliyesi yapılacaktır.
A tom Enerjisi :
Türkiyede nükleer enerji :i§leri, etüd ve koordinasyon çalışmalan ile Atom Enerjisi Komisyonu genel sekreter liği meşgul olmaktadır. Nükleer Eğitim ve Araştırma Merkezi, İstanbul yakı mında Küçükçekmece'de bulunmaktadır. Atom deneme re aktörü halen etüd safhıasındadır. Dünya atom bilginleri ve atom alanında çalışanların tahminlerine göre atom enerjisinin, 1985 yılına doğru, pet_ rolün yerini tutabiieceği umulmaktadır. Tıabiidir ki o za mana kadar atom enerjisi her sahada, her çeşit teknik. maliyet ve bilhassa ekonomik tecrübelerle denenecektir. Bununla beraber 1985 yıllarında tioari ve ekonomik bir değer taşıması ümit edilen nükleer enerji de, tıpkı zama nımızda, birbirine rakip olan kara, deniz- ve hava yollann da kullanı1am. araç ve taşıtlarda olduğu gibi, diğer enerji lerden faydalanmayı hiç bir zaman durdurmayacağı, aksi ne, bütün enerji kaynaklan birbirinin tamamlayıcısı, bü tiinleyicisi ve yıardımcısı rolleri ve görevlerine devam ede ceği için nükleer enerjinin petrol endüstrimize karşı bir tehlike teşkil etmeyeceği muhakkaktır. - 131 -
PETROLUN NüKLEER ENERJİYE OLAN
üSTONLüCü :
Nükleer enerji, yukarıda sözü geçen olumlu yanlan na rağmen, petrolün distilasyonundan elde edilen müştak Iardan (Lubricating Oil) denilen madeni yağlar bakımın
dan petrolün yerini tutamıyacaktır. Çünkü, bugün her sa hada kullandığımiz her çeşit makina, motor, türbin vs. yi işletmek, çalışabilir
halde tutmak ve ömrünü
için petrolden elde edilen bir takım
uzatmak
ince ve kalın yağlarla
yağlamak şarttır. Bu bakımdaaı madeni yağlar konusunda petrolün, nükleer enerjiye bir üstünlüğü vardır.
m -
ENERJİ KAYNAKLARININ KARŞILAŞTffiiLMASI :
Enerji kaynaklanndan ham petrolün. halen memle ketimi2de kullıaııılmakta olan diğer enerji kaynaklanndan taşkömürüne, liaıyite, oduna, tezeğe üstünlük arzetmesi,
( ahır gübresi ) göre
aşağıda sıralanan
sebeplerden ileri
gelmektedir. a)
Kalori :
Bu bakımdan ham petrol diğer yakıtlara
nazaran daha yüksek kaloriye sahiptir.
Yapılan deneme
hesaplarına göre : En iyi bir kg. Linyitin »
»
))
»
)) ))
»
»
»
))
»
))
ortalama kalorisi
))
Taşkömürlin
))
))
»
Akaryakıtın
»
»
Odunun
»
»
Tezeğin
»
))
)) ))
6.000 8.80(} 11.000 2.850 2.300
dür. b)
Randıman : Kömür yakılan bir kazan ocağının ran
dımanı % 60 ı geçmediği halde akaryakıt kullanan ocağın ki 7o 80 i bulur. Yakılan bir kg. taşkömürü kazana :
- 132 -
8.800 X 0.60 11.000 X 0.80
= =
5.280 kalori verdiği halde, ı kg. mazot : 8.800 kalori verir.
Bu bakırndaın bir oranlama yapılırsa :
8.800
5.280
:
=
ı.7 eder.
Bu da bir kg. akaryakıtın, taşkömtiründen takriben blr buçuk kere daha fazla bir iş gördüğünü göstermekte dir. Bu konuda kabul edilmiş olan Uluslararası rakam ı.52 olup, 1000 ton petrol 1520 ton taşkömüıiine eşdeğerdir. ı ton linyit
=
0,4 ton taşkömüre, 1000 mJ tabii gaz
=
1 .3
ton taşkömüre, 1000 Kwh = 0.5 ton tıaşkömüre eşdeğer dir. Odun ve tezek randımanları çok düşük olduğundan bu radaki karşılaştırmada nazan itibara alınmamıştır.
c) Doldurma, Boşaltma ve Nakil : Bu ameliyelerde akaryakıtlar tulumba ( pompa)
lar
yardımıyla bir tek kişinin nezareti altında tanklara, tan kerlere, sahrınçlı kamyon ve vagonlara süratle doldurulup boşaltılabilmektedir. Böylece el emeğinden ve zamandan tasarruf edilebilmektedir. Müstahsil kuyulardan toplama tanklanna borularla kolay ve süratli bir şekilde taşınabi lir. Karadaki nakliyatta uzun mesafeler için pipe-line de nilen
boru hatlan
kullanılır. Taşınacak akaryakıtın mikta
rı, cinsi ve gravitesine . göre bu boru değişiktir. Ortalama olarak,
hatlarının çapları
pipe-line ile taşıma ücreti,
salır:mçlı vagon ücretlerinden % 50.
sahnnçlı
kamyonlar
dan % 60 daha ucuzdur.
4) Fiatlar : ı
-
Ham
petrol : Yerli ( ortalama) ı50 TL/m. ton
ithal 2
-
»
ı35
»
»
»
Petrol malısulleri : Ana depo fiatlan olup Anka ra, İzmit ana deposuna bağlıdır.
- ı33 -
:lz:m.it
ana
depo
(kilo)
(litıre)
136.79 K/kilo 95.1 5 » » 95.40 » »
Benzin Gazyağı
Motori:n Fuel Oil fiatı serbest bı:rakılmıştır.
3
-
Taşkömüri.i Kok
Linryit Briket
4 - Odun
Ankara bayileri
114.00 K/litre 89.40 » » 94.60 » »
229 TL/ton Ankara deposunda 210 » :. :. :. 163 :. » » • » 200 » » 19-20 K/kilo
Ayrıca petrol, konduğu kabm şeklini :alarak hacımda boş bir yer
bırakmadığı gibi tozsuz olduğu için oldukça
temiz bir iştir. Halbuki kömür ve linyit katı olduğu için çok yer ıkaybına sebep olur. Üstelik tozlu ve pis bir işte bir · kaç kişinin çalışmasını icap ettirmektedir. Yukarıdaki açıklamalardan ham petrolün, taşkömürü ne, linyite,
odun ve tezeğe bir çok
bakımdan üstünlük
arzettiği kendiliğinden anlaşılmaktadır.
IV - TVR.IUYENIN HAM PETROL İHTİYACI : Türkiyenin enerji kaynaklarmdan ham petrole olan ihtiyacı. şimdilik, yerli istihsal ve ithal malı ham petrol ol m ak üzere iki kaynaktan temin edilmektedir. 1963 ile 1967 yılları arasında son beş yıllık
ham petrol ihtiyacımızın
miktarlan şöyle olmuştur.
Yıl 1963 1964
Yerli istihsal 774.933 ton 921.416 »
İthal malı ham petrol 2.893.515 ton 3.540.794 » - 134 -
Toplam 3.638.448 ton 4.462.210 »
1965 1!:}66 1967
1.532.484 2.041.121 2.728.120
3.048.983 3.112.484 3.036.580
» » »
»
))
5.153.605 5.764.700
» »
»
Not : Y'erli istihsal yükselmekte devam ederken ithal ma lı 3 mily<m ton civarında duraklamakta olup yıllık tüm ihtiyaç ortalama 5-6 milyon ton arasındadır.
a) Yerli Ham Petrol lstihsal Eden Şirlketler : Halen, Tüvkiye'de ham petrol istihsal eden ikisi Türk, ikisi yabancı olmak üzere dört müsta.hsil şirket vardır. Bunların 1963-67 arasındaki istihsal miktarlan aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
TPAO Yıl
Ton
1963 1964 1965 1966 1967
612.548 631.584 701.116 765.599 991.287
ERSAN MOBİL Ton 'I'on 13.142 30.544 41.299 41.173 47.951
56.886 158.298 443.304 521.369 632.135
SHELL Ton 62.377 100.990 348.172 712.980 1.056.747
Toplam
Ton
744.933 921.416 1.532.484 2.041.121 2.728.120
Tablodaki istihsal rakamları tetkik edildiği zaman, yerli ham petrol i'stihsali bakımından T. Shell şirketi birin ci, TPAO ise ikinci g.ei:mektedir. Toplam rakamlar ise beş yıl içinde 'her yıl, takriben % 25-30 oranında bir artış gös termektedir. Bu tempo ile devam edilirse 1968 yılında yerli ham petrol i'stihsalimizin 3-1/2-4 milyon tona yükseleceği beklenebilir. 1969 yılında, yerli�stihsalimiziın, ilk hedefimiz olan beş milyon tona ulaşması kuvvetle umulmaktadır.
b) ithal Malı Ham Petrol : · Dış memleketlerden Türkiyenin ihtiyacı olan ham pet rolü İPRAŞ (İstanbul Petrol Rafinerisi A.Ş.) ile ATAŞ (Anad.olu Tasfiyehanesi A.Ş.) şirketleri temin etmektedir. - 135 -
A.şağıdaki tablo, bu iki şirketin son be§ yıl ( 1963-67) içinde Türkiye'ye ithal ettikleri h.ıa.m petrol miktarlarmı ay rı ayrı gösterdiği gibi, ithal malı ham petrolü hangi mem leketlerden getirmiş olduklarını da göstermektedir. Şirketler 1 - IPBAŞ
1963
1964
1965
1966
196'7
(ton)
(ton)
(ton)
(ton)
(ton)
974.447 1.185.899 1.256.721 1.426.151 1.112.060
Gas Saran ( İran ) Salaniye
( S . Arabist&A)
2 -
ATAŞ
Kerkük
1 .057.942 1.124.613 1 .792.262 1.686.333 1 .924.520
( Irak ) Katar
Toplam
Not
:
861.126 1.230 282 2.893.515 3.340.794 3.048.983 3.112.484 3.036.580
1967 Arap - İsrail buhranı esnasında Libya ve Ni
jerya'dan da bir miktar ham petrol ithal edilmiştir. İthal malı ham petrolün beş yıllık miktarlarında. üç milyon ton civannda bir duraklama ve 1967 de, az da olsa,
bir düşüş göze çarpması yerli istihsalin artma·kta olduğu nun bir işareti sayılabilir. Bu suretle ihtiyacmuzdaki açı-k yıldan ·yıla artmakta olan yerli istihsalle kapatılma yolun dadır.
V - TVKETtM : Türkiyenin son beş yıllık petrol mahsullerinin fiili tü ketimi aşağıdaki tabloda gösterilmiştir : Petrol Mahsulleri
1963
1964
1965
1966
196'7
( ton)
( ton)
( ton)
( ton)
�ton)
nafinerri. yakıt gazı
LPG N afta Oto benzilıi
8.766
21.522
46.292
45.308
55.706
80.156
107.656
20.883
47.236
17.897
28.752
42.972
515.737
548.141
606.457
7&1.593
796.911
- 136 -
Jet yakıtı
Gaz yab
88.095
175.375
449.097
463.617
436.046
421 .873
392.206
1.455
1.928
2.480
2.631
2.682
Solvent
M otorin
875.470
Fuel Oil
578.719
720.318
915.262 1.962.465 2.032.644
Asfalt
116.062
105.563
124.504
Toplam
999.220 1.084.705 1 .269.815 1.259.098 138.823
185.864
2.566.185 2.907.545 3.233.643 4.799.511 5 .051 .114
Bu tablodaki rakamların tetkiki, her cins mahsulün yıldan yıla artarak tüketilmesi ve bl.I.'Ilun yılda
5 milyon to
na ulaşma.sı Türkiyenin petrolleşmekte yani endüstrileş melde olduğunun mutlu bir delilidir. Bu mahsuller memleketimizde halen
fıaal bulunan
Batman (TPAO) , İzmit ( 1PRAŞ) ve Mersin (ATAŞ ) gibi ÜG rafineri<te işlen,en yerli ve ithal
malı ham petrollerden 1967
elde edilmelı::tedir. Bir öm.ek olarak bu üç rafineride
yılı içinde işlenen yerli ve ithal ham petrol miktarlan ile elde edilen mahsullerin miktarlan aşağıda gösterilmiştir.
a) 1967 de Raiınerileriinizde tşlenen Ham Petrol : Ton Batman (TPAO )
Yerli
lzmit (lPRAŞ)
Yerli
İthal
Yerli
Mersin (ATAŞ)
ltıhal
Yerli
Toplam -�ı
.
"
İthal Türkiye yekunu
ı- 137 -
Ton
693.237 415.376 1.111.529
693.237
1.526.905 1.341.054 1.915.967
1.526.905
3.257.021 2.449.667 3.027.496
3.257.021
5.477.163
5.477.163
b) Bu üç rafineride işlenen ham petrollerin distilasyo nu sonucunda üretilen mahsullerin cins ve miktar ları : Ra.fineri yakıt gazı.
LPG Nafta (LPN) Benzin Jet yakıtı Gaz yağı
Solvent Motocin Fuel Oil No. 4 Fuel Oil No. 5 Asfalt Genel yekfıın
55.706 ton 107.656 » 42.972 » 796.911 » 175.375 » 392.206 » 2.682 )) ı259.098 )) 44.523 » 2.258.121 » 185.864 » 5.321.114
»
Ham petrol, distilasyon ameliyesinde bir miktar fire verir. Umumiyetle bu fire % 0.97 - % 1
olai'Iaık kabul
olunmaktadır. Üretilen mahsullerin, füli tüketimden fazlası gelecek devrede kullanılmak üzere stok tanklannda depo edilerek s aklanır.
VI
-
BAM PETROLLERIMIZ :
Türkiye, petrol bakımından üretici bir ülke olarak Dünya Petrol Edebiyatına, Uluslararası Petrol İstatistik lerine ,1954 yılında 6326 sayılı Petrol Kamunu.;.ıun neşrin den sonra girmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere bu Kanun ile memleketimizde petrolün istikşafı ,aranması, işletilmesi, nakli, rafinajı vs. gibi pet rol ameliyatının serbt>st rekabet üzerine kurulu. hükmi �ahsiyeti haiz şirketler tarafından yapılması kanunlaşmış tır.
- 138 -
Gerçekten bu şirketler kurulup petrol arama faaliye ti'ne geçtikten sonra 305.161 ton yıllık istihsal ile Türkiye, dünyıa petrol müstahsili ülkeler arasına, ilk defa olarak , 1956'da 51 inci miistahsil bir memleket olarak katılmıştır. O zamandan bu yana, her yılın dünya istatistiklerinde pet rol istihsalimizin ıneşrine muntazaman devam edilmiştir. Ve 1967 yılı içinde istihsal olunan yerli petrolümüz, 2.728.120 ton ile 1968 yılı başında 29 uncu sıraya yüksel miş bulunmaktadır .Bu ise, bugünkü kendi petrol ihtiya cımızın % 54 üne tekabül etmektedir.
Batman-Dörtyol arasına döşenerek 1967 başında işlet_ meye açılmış bulrmaın ve günlük taşıma kapasitesi 70.000 varil olan 494 km. uzunlukta, 18 puslu.k pipe-line hattma 1968 de iiave olunan 28 km. uzunluktaki 12 pusluk Garzan - Batman ve 42 km. uzunlukta Şelmo-Batman terminaline b::ığl anan yeni iki boru hattı ile 1968 de yerli istihsalimizm daha da artacağı, muhtemelen 3-1/2 - 4 milyon tona ula şacağı ve bu suretle yerli istihsalimizin, petrol ihtiyacımı zın % 65-70 e çıkması ve uluslararası sıramızm da 25 e yükselmesi beklenmektedir. Normal çalışma devresine girmiş bulunan pipe line' !anmız bugünkü tempo ile iş görebilm e şartıyla, pek ya kın bir gelecekte belki de önümüzdeki yıl, ilk !hedefimiz clan yerli istihsalimizin beş milyon tona eriş eceği kuvvet : c tahmin edilmektedir.
TüRKlYENİN PETROL UITtM.AL VE tMKANLARI OLAN A.RAZtSt Türkiyenin yüzölçümü 767.000 km2 dlı'. Bunun 307.000 km2 si petrol imkin ve ihtimali olan sediıruınter = rüsu bi = tortul arazi olup umumi yekilnun % 40 ını teşkil et nıektedir.
- 139 -
Petrol aranması bakımından bütün Türkiye 2774 sa yılı kararname ile dokuz bölgeye ayrılmış olup bunuın ye disi aramalara açık, diğ�r iıkisi gelecek nesillere tahsis edilmiş ve şimdilik araınalara kapalı bulunmaktadır. Kapalı olan III ve IV sayılı bölgeler hariç, yedi böl genin rüsubi kısmının yüz ölçümü 218.000 km2 dir. BU bölgelerde 14 şirketin aldığı arama ruhsatnamelerinin yüz blçümü tutarı ise 1968 yılı başmda 35.380 km2 idi ki bu rakam sedimanter sahalann, yaklaşık olarak. % 12-14 üınü teşkil eder. Demek ki daha % 80-85 1mdar aranabilecek se_ dirnanter arazimiz mevcuttur. Aramağa açık bulunan bölgelerde 150 den fazla strük tür tesbit edilmiştir : I inci (Marmara)
35 adet strüktür 55 » » * 49 » » 15 »
Bb1gesinde
V inci (Siirt) VI ncı ( Gaziıantep)
» »
VII nci (Adana)
»
154
»
»
Jeolojik etüdleri ikmal edilmiş buluınan bu strüktürte rin bazılarında jeofizik etüdler
tamamen yapılmamıştır,
yahut kısmen mağnetometre, kısmen gravimetre ve bazı larmda sismik etüdler �ncak yapılabilmiştir. Bu strüktür lerde daima petrol bulmak mümkündür. Şimdiye kadar, memleketimizde
sedimanter arazide,
Jeolojik bakımdan, üçüncü zaman arazisi Eosen resifleri ile ikinci zaman Kretase formasyonlarında olmak üzere iki Birinci zaman arazisi,
ayrı seviyede petrol bulunmuştur.
Permo-Karbonifer ve Devon arazilerinde henüz petrol bu lunmamıştır. Mamafih bu devir arazide de çok ümit verici emareler bulunduğu g�bi strüktürler de tesbit edilmiş du rumdadır. - 140 -
Y'eniden derin sondaj kuyulan açmak suretiyle pet rol aranacak sahalarımızdan birisi de Trakya ve Gelibolu havalisi, ikincisi deniz içinde ( off-shore) sondajlan açmak için müsait Mamıara denizi lm zey kıyıla rı körfezi Mersbı arasındaki sahillerdir.
ile
İskendenın
REZERVE : Türkiye,
bilinen ve muhtemel petrol rezervi potan
siyeli bakımından, Rusyadan sqnra Avrupada ikinci ülke dir. «Th e Oil and Gas Journal» adlı mecmuanın 26 Am.l.ık 1966 sayısından alınan resmi rakamlara göre, Türkiyede Etüdü tamamlanmış olan sahaların tesbit edilmiş ve muh lemel rezerv toplamının 1
milyar variJI
yani takriben 150
milyon ton olduğu yazılıdır. Oysa o zamandan bu yana Şahaban, Batı Kayaköy, \!e Şelmo gibi yeni sahalar bulunmuştur ki bu yeni keşfe dilen sahaların rezervleri ile bu
toplarnın 3-3-1/2
milyar
varile yükseldiği tahmin edilmektedir. Bu ise yaklaşık ola rak 500 milyon tona tekabül etmektedir. Bugünkü teknik araçlarla bunun çıkarılabilir kısmı ise % 15 hesabı ile 75-80 milyon ton eder. Bu miktar, bugünkü petrol tüketi mimiz gözönünde tutulursa, 20 yıl kadar bir süre ihtiyacı mıza yetebilecek ve bugünkü tempo ile çalışan petrol en düstrimizi 20 yıl kadar besieyebilecek ve yaşatabilecektir. Ne var ki. endüstrimiz geliştikçe, modern kara, hava ve deniz taşıtlarımız çoğaldıkça ve nihayet çeşitli sanayi kollan ile tarım sektörlerimiz makİnalaştıkça petrol mah sulleri ve dotayısile ham petrollerimizlin tüketimi de o öi çüde yıldan yıla artacaktır. Fakat bu süre içinde, aynı za manda, müstahsil kuyuların adedi de çoğalacak ve yeni sahalarda umulmadık keşiflerle ham petrol üretimimiz o nisbette kabaracaktır.
- 141 -
TÜRKİYEDE BIR YILDA AÇliAN KUYU ADEDİ VE ALINAN SONUÇLAR Son beş yıl içinde, memleketimizele petrol bulma amacı ile her yıl ıaçılan sondaj kuyularının adedi ile bu kuyularm açılması için kullanılan rotary sondaj makinalarının sayısı ve alınan sonuçlar şöyle olmuştur :
Yıl 1�-l63
1964 1965
1966 1967
Rotary
Açılan
maıkina
kuyu
kuyu
kuyu
sayısı
sayısı
sayısı
sayısı
25 27 43
24
50 45 77 72
19
75
ll 13 26
Petrollü
30 53
Kunı
Metraj
25 84.178 ·ı 81.004 s 23 (ll devam) 141.621 39 ( 3 devam ) 126.822 16 ( 6 devam ) ll4.891
Tablonun tetkiki arama, inkişaf, tesbit ve enjeksiyon kuyuları dahil, SQn beş yılda açılan kuyuların sayısından yurdumuzda bir yılda ortalıama 60 kuyu açılabiidiğini ve her kuyunun ortalama derinliğinin 1800-2000 metre oldu ğunu belirtmektedir. Açılan kuyuların, inkişaf kuyulan dahil, % 50 sine yakın kısmının petrollü oluşu çok sevin diricidir. Fakat çok büyük ümitle beklenen yeni keşifler olduğu takdirde, hesaplar ona göre, bunlaru. ekleneceğı için, bu da büyük bir kaza.�ç olacaktır. Şimdi sadece arama sondaj kuyuları ele alınırsa, pet rollü kuyularımızın �J.yısı % 10.4 ü bulmuştur. Yani, yüz adet arama kuyusundan on adedi petrollüdlür. Bu da bu amaçla · açılan bütün dünyadaki arama kuyulannın yüzde lerine tekabül etmektedir ki bu bakımdan çalışmalarımız tebrik ve takdire layıktır. Müstahsil k:uyulanınızın toplam sayı.sı 1968 başında 295 idi. Bunlarm her birinin, günlük verimi, şimdilik, orta- 142 -
lama 30 ton kadardır. Bu miktar azdır. Bir yılda açılan kuyu sayısı 4 misline çıkartılır ve her kuyunun verim i 2 katma, yani günde 60-70 tona yü.kseltilirse, ancak bekle diğimiz sonuca ulaşabiliriz.
\'Il
-
HEDEF YILDA 10 1\IİLYON TON
Dünya petrol konjüktüründ.e tesirli bir varlık olabil memiz, yerli ham petrolüınıüzün kendi ihtiyaçlarımızı kar şıladıktrun. soruıa d� memleketlere ihracatı ile ancak müm kün olabilir. Halen faaliyette bulunan açık bölgelerde ar3.ll1A ama cıyla her yıl aralıksız açılan petrol sondaj kuyulıarınd.an el de edilebilen istihsale, yeni sahalar ve yeni keşiflerle ar tan istihsalin ortalama·sını eklersek ve bunun yaronda ka palı bölgeler potansiyelimizi göz önünde bulundurursak umutlu olmamamız için .hiç bir sebep yoktur. Ancak, bugünkü bilgilere göre, jeolojik
durum ve pet
rol formasyonlan bakımından bunların Ortadoğu ülkele rinde, özellikle Irak, İran, Suudi
Arabistan ve Kuveyt'te
görülen verimlilik derecesini, şimdilik tuttur3Jll1 ayacağı sa mlmaktadır. Fakat aşağıda açıklanan tedbir ve çareler sa yesinde, 5-10 yıl gibi kısa bir zaman zarlında, yerli ham petrol istihsalimizi hiç olmazsa on milyon tema yükselte biliriz. Yılda 10 milyon ton istihsal hedefine ulaşabilmek
için :
A L l N A C A K T EK N I K V E M A L I TEDBİR VE ÇARELER Bugün Türkiyenin yıllık ham petrol ihtiyacı beş mil yon ton civarındadır. Yerli istihsalimiz, şimdilik, bunun %
54. ünü temin etmektedir. Normal çalışmalarına başlayan - 143 -
pipe-line'larımız sayesinde bunu pek kısa bir zamanda, beL ki de 1969 dıa yüzde yüze çıkarabiliriz. Yılda 5 milyon ton istiıhsale eriştikten sonraki hedef olan 10 milyon tona yük selrnek amacıyla alınacak tedbirler arasında, 5-10 yıl sta tükonun muhafazası gelmektedir.
1
-
Statükonun muhafazası :
Türkiy,e, petrol endüstrisi bakımından, petrol arama sı, istihsali, nakli, rafinajı, pazarlaması . gibi endüstrinin çeşitli ana kollarında emekleme devresini geçirip gelişme devresine girmiş bulunmaktadır. Her alanda ekonomik ve sınai kalkınma bamlesi için de bulunan ve olguaılaşma hamlesi içine girmek üzere gay
ret sarfeden bir memleket için, petrol endüstrisi alanında hiç olmazsa, ikinci hedefimiz olan 10 milyon tonıa ulaşın caya kadar, en azdan 5-10 yıl aynı tempo ile kesif bir şe kilde çalışınağa devam etmek gerekir. Aksi takdirde bu endüstri kolu duraklama devresiıne girer ve her şeyi felce uğratır vebozulan durumu düzeltmek için, işe yeniden baş lamak suretiyle bugünkü duruma gelebilmek için tekrar 15-20 yıl beklemek gerekir. 7-8 kolu olan ve her bir kolun da milyarlarca lira masraf isteyen bu endüstriniın sondtı.j makinası ve malzemeleıini ve bilhassa creva.mlı olarak çol� sarfiyatı olan bonıları, rafiDeri !ünitelerini ve laboratuvar malzemesini imal edebilecek bir tek fabrikamız yoktur. Bu durum karşısında, petrol enaustrfmizin C:leva.mlı yükselip gelişme ve olgunlaşmasını temin içim., en ıazdan 5-10 yıl daha bugünkü durumu muhafaza ederek ayni statüko ve tempo üzerinden çalışmalarımıza devam etmekle beraber eksikliklerintizi tamamlamak üzere 5-10 yıllık bir program hazırlamak ve yurdumuzda mevcut ve yeni kurulacak fab rikalarda petrol sondaj makina ve malzemeleri. bilhassa - 144 -
sondaj ve pipe line borulan ve gerekli her türlü rafineri ünitelerinin ve laboratuvar cihazlarmın yapılmasına başla mak gerektir. 2. Yurdumuzun topraklan altında Türkiyenin ihtiya cına yetecek ve hatta ihrac edebilecek miktarda petrolün mevcudiyeti jeolojik bakımdan tesbit edilmiş olduğundan halen faaliyette bulunan bölgelerdeki müstahsil sahaları mızdaki çalışmalann : a - Petrol endüstrisinde mevc11t usul ve metodlara, b - Kuyu veriminin muhafazası ( konservasyon ) kai delerine, c - Kuyularm verimlerinin karşılıklı (enterferans) tesirlerine, riayet etmek suretiyle çok miktarda (bugün.kü ııün 4-5 misli ) sondaj kuyusu açmak ve bunlan devam et tirmek yoluyla verimlerini arttırmak, 3. Çok sürprizlerle dolu olan yeni sahalarda <!a ayni şekilde ayni şartlara riayetle çok miktarda kuyular açmak suretiyle yeni keşifler yapmak üzere büyük gayretler sar ietmek ve böylelikle : İkinci Ramanlar, tkinci Garzanlar, İkinci Kayaköyler, Irurkanla.z:, Beykanlar ve nihayet ikinci Şelmolar ve ikinci Bulgurdağlar bulmak lAzımdır. 4. Büyük ve küçük şirketlerin bilgilerini, mali ve tek nik güçlerini birleştirmek ve dotayısile daha başarılı iş!er görmek üzere ( Farm Out) anlaşması yapabilmelerini ko laylaştırmak suretiyle teşviki ve böylelikle sondajlarla petrol aramasını çoğaltmak ve ,hızlandırmak. 5. Dış sermayenin çok arzuladığı «jeint venture» ( % 51 Türk, % 49 yabancı) usul'i.i ile milli şirket sisteminin tatbiki yönüne gidilerek, her bir kolu milyarlar isteyen 7-8 dalı olan petrol endüstrimizi ·süratle olgunlaşma dev resine yaklaştırmak. 6. Ani, olağanüstü bir durum karşısında ve bir harp zuhurunda rafinerilerin, bir memleket için bilhassa Milli - 145 F : 8
Savunma bakımından ne büyük bir önem taşıdığını ayrıca belirtrneğe lüzum yoktur. Onun için bir memlekette pet rol rafinerilerinin kurulmasına,
mevcutların genişletilme
sine gereken önemi vermek yerinde ve yararlı bir hareket olur. Memleketimizde halen faal bulunan Batman, tpraş ve Ataş rafinerileri vardır. Bunlara kurulmakta olan büyük İzmir rafinerisi ile projeleri yapılmakta olan Marmara ra finerisi ve tasavvur halinde olan İskenderun ile Karadeniz rafineri:leri eklenirse, ve bunların tamamlamarak hizmete girmeleri halinde ve tam kapasite ile çalışmalara başla dıkları zaman. petrol rafinerileri bakımından Türkiyenin durumu yeterli ve sevindirici bir hale girmiş olacaktır.
7. Halihazırda Türkiyenin en büyük pipe line hattının uzunluğu
=
boru
494 km., çapı 18 pus olan Batman-Dört
yol hattıdır. Bunun bir yılda taşıyahUeceği azami kapasite
5 milyon tondur. Kapasite bakımından bugünkü yerli is ti:hsalimiz için bu hat şimdilik yeterlidir. Fakat, yerli is tihsalimizin miktan yılda 5 mi:lyon tonu g�cek olursa bu pipe line kafi gelmeyrecek ; yerli istihsalimizin miktanna paralel olarak, o zaman görülecek liizuma göre, ya aynı çapta veya değişik çaplı ikinci bir pipe line döşemek zoı::ıın
da kalınacaktır. Bu ikinci hattın yolu eski hat olan Bat man-Dörtyol gü.zergahı olabileceği gibi, ihtiyaç ve lüzu ına göre başka yönlerde de döşenebilir.
8. Tekni:k eleman · : 7-8 kolu olan petrol endüstrisinin her bir kolunda 10-15 ihtisas da.lı bulunan (petrol jeolojisi, _ieofiziği, sondajı, istihsali, rafinajı, nakliyatı, pipe line'ı, tankerleri, satış ve tevzii, pa.zarlaması) alanlannda teknik personelimiz yeterli değildir.
Yeni personel yetiştirmek
gayesiyle Avrupaya ve bilhassa petrolün ana vatanı Ame Tika'ya bu konuda öğrenim yapmak üzere eleman gönder mek, yurdumU2Jd.a. bu endüstride çalışmakta olan teknik personeli bu .sl3Jıa.larda vuku bulan yenilikler ve yeni keşif-
- 146 -
lerle aşina kılmak ve görgülerini arttırmak amacıyla 2-3 yılda bir defa 2-3 aylık eğitim kurslanna tabi tutmak üze re bu memleketlere göndermek. 9. Gerek yurdumuzdan dış memleketlere ihraç edil mesi düşünülen ham petrol ve mahsullerini öz imkanları mızia kurulacak tanker filoları ile ihraç etmek, gerek dış ülkelerdan ithal edilecek petrol ve mahsullerini Türk bay rağı taşıyan vasıtalarla temin etmek üzere. şimdiden Tü:rlk tanker filosunu kurma teşebbüs'i.ine geçmek.
NETİCE : a) Yurdumuzun toprakJan altında Türkiye'nin ihti yacına yıetecek ve hatta ihraç edebilecek kadar petrol var dır. b) Türkiye, şimdilik, bilinen ve muhtemel petrol re zerv ve potansiyelleri bakımından, Rusya'daın sonra Av rupa'da ikincidir. c) Yer altında gömülü duran bu petrolleri yerin yü züne çıkarmak suretiyle yararlı ve değerli bir hale sokmak lazımdır. d) Bunun tahaklruku, yukarıda 9 m addelik teknik ve mali tedbirlerin alınması şartıyla, yıerli petrol istihsal he defimizi yılda 10 milyon tona çıkarmak üzere, 5-10 yıl da ha aralıksız olarak kesif bir şekilde çalışabilmemize bağlı dır. e) Aynı zamasnda, bu süre içinde, bu husustaki ek si,kliklerimizi tamamlıamak üzere, memleketimizde mev cut ve ileride kurulacak fabrikalarda petrol sondaj maki na · ve malzemeleri ve bilhassa boruları ve rafineri ünite leri ve tefernıatının imaline başlamak ve teknik personel sayısını şimdiki mevcudun 2-3 katına yükseltip bu alanda yetişmelerini temin etmek şarttır.
f) Gerekli tekınik personelin yetiştirilmesi için üniver_ sitelerimizde Petrol şube ve fakültelerinin sür'atle kurulup geliştirilmesi
18.zımdır.
g) Petrol kaynaklanmızı.n çoğu, yüksek graviteli ol ma vasfını muhafaza ettiği takdirde diğer mansulleri ile birlikte, Türkiye'nin bütün primer enerji kaynaklan ara hında en ön safta bulunacağından şüphe yoktur. h ) Modern tekniğin verdiği imkanlardan yararlanmak ve bu sahada yenilikleri ve yeni buluşları dikkatle takip ederek derhal tatbikine geçmek suretiyle çalışılırsa, petrol konusunda üstün başanya ulaşmamamız için hiç bir sebep yoktur. i) Ancak bu hedeflere ulaşıldığında petrol endüstri miz tamamiyle kendine yeter, gelişmiş ve olgunlaşmış bir hale gelmiş olacaktır. j ) Çok süratle kesif faaliyetleri icap ettiren bu he defe ulaşmak üzere çalışılırken, şimdiye kadar yapılan ça lışmalarımızı değerlendiren ve bundan sonra yapılacakla n etüd eden mühendis, jeolog. paleontolog, jeofizikçi, kiro yacı gibi petrolcüleri içine alan 10-15 kişilik daimi ve bü tün Türkiye'ye şamil bir petrol kurmayı demek olan bir «Araştırma ve Geliştirme Kurulu» nun teşkili yüksek mil li menfaatlerimiz bakımından çok l'üzumludur.
NÜFUS SlYASETlMIZ Bugün olduğu kadar gelecekte de, bir ülkenin nüfus ı:: iyasetiıne, iktisadi durum ve imk3.n.lar hesaba katılmadan yön verilemez. Nüfus politikacılan, nüfusun artış hızı ile ı:;eçim kaynaklan amsında bir çeşit ahenk kurmaya mec burdurlar. Bu iki asli unsur arasında muvazene tesisi fikri, ı:annedildiği gibi, Ingiliz iktisatçısı Thomas Malthus'e ait değildir. Bu ihtiyaç, sadece tarih öncesinin geri kalmış ce-
- 148 -
mlyetlerinde değil ; Eski Yunan ve Roma'da da kendini his_ settirmi§ti : Toprağın, artan nüfus yüzünden, bölünmesini ve atıl kalmasını önlemek gayesiyle,
Antik
Çağ düşünür
lcri, sağlam in:sandan başkasının y'işaması ve yaşatılması na muarızdılar. 1798'de kaleme aldığı
«Essays--on Population» adlı
eseriyle Malthus, zamanla küllenmiş olan bu eski fikirle ri, memleketindeki hızlı nüfus artışının uyandırdığı endi şeyle, dile getirdi. Bu zata göre, dünya, yiyecek maddele ri istihsaline nazaran daha büyük bir süratle kalabalıkia şıyordu ve müstakbel bir sefalete müsaade edilmiyecekse. bu hızlı nüfus çoğalması, evlenme ve doğumların kısılma sı gibi, münhasıran insani yollarla ağırlaştınlmalıydı.
Ondokuzuncu asır boyunca gerçekleştirilen sanayi in kılabi sayesinde her sahada kaydedilen baş döndüriicü ge lışmeler, dünya nüfusunun, önceki deviriere kıyasla daha hızlı artmasına rağmen, daha yüksek bir hayat seviyesine ulaşması sonucunu doğurdu . Malthus doktrini temelinden sarsılmıştı ve bu doktrin, yüzyılın sonlarıına doğru, yerini, nüfus çağalışının devletlere siyasi ve askeri güç kazandıra_ cağı ve milli serveti yükselteceği yolundaki görüşe ter ketti. Şartlar, Birinci Dünya savaşından beri çok değişti. Dünya nüfusu, tıpta gerçekleştirilen terakkiler sebebiyle - doğumların ınormal seyrine devam etmesine mukabil, ölüınierin süratle düşmesi yüzünden - beşeriyet tarihinde misli görülmemi§ bir tempoyla çoğalmaya başladı. Gerçek ten, geçen asır zarfında bir milyar artan dünya nüfusu, ay nı ölçüdeki çağalışını son 30 yılda tamamlamıştır v.e tah minler yanlış çıkmazsa,önümüzdeki 15 sene içinde de, mev_
cut nüfusa, yeniden. bir bu kadar insanın eklenmesi bek lenmektedir. Her geçen gün artan bir hızta, dünya nüfu su,
2000 yılında 6-7 milyara ulaşacaktır. - 149 -
Bir çığ'ı a.rndıran bu nüfus artışının yanısıra, geçen yüzyılda Avrupalıların iskan ve işletmeye açtıkları top raklara sahip çıkmış devletlerin, kapılarını, sonradan gelen göçmenlere kapaması ; yeni hay�t sahaları temin imkan larını daraltmış ve hal şekli bekleyen bir sürii meseleler, bir fırtınanın yaklaştığım haber veren kara bulutlar gibi, dünya semalarını kaplamaya başlamıştır. Çağımızda cereyan etmekte olan bu hadisenin dikkate değer tarafı, önce Bab, sonra Orta Avrupa'da ağırlaşan nüfus artışının, geri kalmış ülkelerde hala şiddetini muha faza etmesinden doğan hayat seviyesi farklannın, Batılı lan, bu türlü ülkelere iktisadi yardımda bulunmak mecbu riyeti ile karşı karşıya
bırakması ve onlarda, ekseriyeti
teşkil eden bol nüfuslu aç milletlerin, birgün nükleer si l a hlarl'a muoohhez olarak, tok Batı ülkelerini ve Bat ı me deniyetini
haritadan
sileceği vehınini
uyandırmasıdır.
yüzden de Bab ile me� ciddi gaileler açma İsti
Hayli devam edeceği anlaşılan ve o deniyeti
Bab'dan
allanların başına
dadı gösteren bu gidişe gem vurabiirnek için. bir zamanlar öylesine sömürülen geri bırakılmış ülkeler, şimdi, «mut lu bir dünya yaratma�) teranesiyle. düşünmeye davet ediliyor.
i'I'lsanlığın geleceğini
Hem de, kendilerinin, ortada
ciddi bir ekonomik mruret yokken, nüfuslannı çoğaltmak için gerekli bütün tedbirleri
almaktan geri kalmadıkları
bir zamanda. Müstakbel nesilleri,
çalıştıklan halde
yeteri kadar
beslenemiyecekleri tatsız bir dünyada yaşamaya mahkfun görmek, insan olarak hepimizi üzer. Fakat biz, dünyadan önce Türkiye'yi ; dünya nüfuSUIIld a n ziyade öz evlatlan
mızı düşünmekle mükeUef değil miyiz ?
NÜFUS ARTIŞIMIZ VE DOGUM KONTROLU : Türkiye nüfusunun gelişme seyrini, doğru bir şekilde,
- 150 -
1927 senesinden beri takib edebilmekteyiz. lık ikisini ayıran S yıllı k fasıladan sonra, her beş senede bir tekrarlanan sayrmlar, 38 yıl içinde nüfus ka.zancımızın 17 milyonu bi raz aştığını gösteriyor. Yılhk
l'ıllar --
1927 1935 1940 1945 1950 1955 1960 1965
Nüfus sayısı
aıilş aisbeti
Artış miktan
(biRde)
2.509.748 1.662.932 969.224 2.157.014 3.117.575 3.745.068 3.836.387
21.3 19.8 10.7 22.0 28.1 29.3 26.1
,
13.648.270 16.158.018 17.820.950 18.790.174 20.947.188 24.064.763 27.754.820 31.591.207
Bu büyük artış, esasen yüksek olan doğum nisbetleri
nin yanısıra, ölümlerin ; aşı tatbikatı, harika i.l8.çlar ve sağ_ lık anlayışı..m.ıma.ki gelişmelerin yardunıyla hızla düşmesi
yüzünden. bilhassa İkinci Dünya Savaşını takiben göze çarpacak bir hal almıştır. Gerçekten 1960-1965 devresin deki binde 26.1'lik değeriyle yıllık nüfus artışımız, son 20 yıla ait dünya ortalamasımın binde 17.5 ve iktisaden ileri memleketlerin binde 10 civarında dalgalanan nisbetlerini gerilerde bırakmış görünüyor. Şimdiki manzarası ile demografimiz, yıllık artış nis beti binde 15'i nadiren aşan XIX. yüzyıl Batı ve Orta Av rupasındam. ziyade� Latin Amerika memleketleriyle, Kana da'nın bugünkü durumu ; 38 yılda (1905-1943) bir kat ka labalıklaşan Formaza ve onun temsil ettiği Güneydoğu As_ ya ülkelerindeki nüfus yapısını andırmaktadır. Halkımı zın % 74'üne yakın kısmıru, çocuk ve gençlerin meydana getirmesi, çoğaı1ma.mızdak.i sıçrarnalann uzunca bir sür.e devanı edeceğinin işareti sayılabilir. ,
- 151 -
lktisatçılanmızı pek telaşlandırdığı a..."llıaşılan bu du rum karşısında harekete geçilmiş ve bu hareketin bayrak tarlığını, gariptir ki, demografik meselelere vukufu olma yan birkaç ilaç fabrikatörli ile bir avuç hekim yapmıştır. Hızla. kalkınmada, sihirli sandıklan doğum kontrolüne bel bağlıyanlar, çoğalmamızı hissedilir derecede yavaşlatabil mek için, üç teklifle ortaya çıkmışlardır. Bunlardan birinin hedefi, büyük ölçüde ve aynı
m anda sürekli bir dış göç hareketini
za
uyandınnaktı. An
cak, esasen yavaşlamış ve nekadar devam edeceği bilinme yen işçi muhacereti dışınd a, Türkiye için büyük kütlelerin katılacağı bir göçten söz edilemiyeceğini kendileri de tes
lim ediyordu. Başka bir çare : müesseseleri
güçlendirip,
Sosyal sigorta ve benzeri
ana-babaları.
yaşlıl]klarında
muhtaç veya sıkıntılı duruma düşme korkusundan kurtar mak ve böylece, gençliklerinde fazla çocuk yapmalarının mümkün mertebe önüne geçmek. Bu da iyi bir hal tarzı olamazdı. Çünk i az gelişmiş ül'kelerin, bu kabil müessese lere bu gayeyle fazla para yatırmaları uygun değildi. Böyle olunca da, doğumları
tahdit etmekten başka
çare yoktu. Bu iş, ya endüstrileşmenin
tabü bir neticesi
olarak yavaş, fakat kendiliğinden ; veya doğum kontrolu yoluyla gerçekleşebilirdi. Şu kadar ki, az gelişmiş ülkeler
de, ,endüstrileşmenin kamçılıyacağı şehirlileşme hareket
Ierinin kuvvet kazanması ve bu yoldan artacak refahın, doğumları baskı altında tutmasını beklemek, temenni ol maktan öteye geçemezdi. Zira, sermaye terakümü olma yan geri kalmış memleketlerde, endüstrileşme ağır işleyen bir mekanizma
idi.
Sırası gelmişken, doğum kontrolünün samimi müda fiilerine, iktisaden kalkınıp geri kalmışlıktan kurtulmanın, başkaca yollannın da bulunduğunu hatırlatma:k lazım ge lir.
O yollardan biri, muhakkak ki· daha uzun ve daha cid-
152
-
di gayretler isteyeni, nüfusumuza. müdahele sevdasından vazgeçip, her türlü imkan ve fırsatlardan faydalanarak, zirai istihsali, nüfus artış hızı yukarısında tutmaktır. Bu suretle, doğum kontrolu ve onun yürütülebilınesi için ge rekli ilAç ve malzerneye yapılacak
ödemelerden tasarruf
edilebileceği gibi, ihtiyaç fazlası
mahsullerin ihracından
sağlanacak dövizle, kalkınmamızı luzlandırmak imkan da hiline girer. Ne yapalım ki, memleketin iktisadi
kaderini ellerine
teslim ettiğimiz nUfus plincılan bu kurtuluş ! yollanndan, başarı �ansını hesaba katmaksızın, en az emek sarfını ge rektirenini tercih etmiş ; 10 Nisan
1965 tarihind� kabul
t:dilen kanunla, dönüş yollan üzerine
kurulmuş köprüler
de atılmıştı.
DOGUM KONTBOLtJ GEBEKÇESt:NtN MtJNAKAŞASI : Doğum
kontrolunu
destekliyeniere
göre, hızlı nüfus
artışı, süratle kalkın.mamız için zararlıdır. Nüfus çoğal masının, kalkınma açısından en tehlikeli yöınü, lan arasındaki
c
tüketi ci . sınıfı ;
genişletmesidir. Zira,
c
0-15
yaş
üretici» grup zararına,
doğum fazlalığı
yüzünden, müte
madiyen artan çocuk sayısı ; üretici'lere ağır bir yük teş
kil etmektedir. Milli gelirin en büyük kısmı, oınların bes lenme, barmak ve eğitim ihtiyaçlanna ayrıldığından, eko nomik kalkınınayı sağlıyacak yatınm imkanları daralmak tadır. Bu darlığın bir neticesi olarak, çalışma çağına ge lenlere iş imkanlan bulunarnıyacak : talep, üretim artışı ve iyi bir orgaın:izasyonun teessüsü yolunda beslediğimiz ümitler suya düşecektir. Artan nüfus karşısında, topraık larırnız daha çok insanı beslemek mecburiyetini yüklene cek ; fakat zirai metodlarımızın geriliği
- 153 -
sebebiyle, gıda
maddeleri istihealli ihtiyaca cevap veremiyecektir. Bina enaleyh Türkiye, geri kalmışlıktan
kurtulmak istiyorsa,
süratli nüfllS a.rtişmı ve bu artışın genişlettiği çocuk gru
bunu, doğum kontrolu yardımıyle mutlaka azaltmalıdır. (Halbuki Yakm-Doğu bölgesindeki ülkelerin
hemen
hepsinde doğum kontrolüne gidilınek şöyle dursun, aksine nüfusu arttırma kampanyası mevcuttur. Bu h11Susta, me sela İsrail canlı bir örnek teşkil etmektedir. Diğer taraftan o kadar kalabalık nüfUBa sahip olduğu halde Rusya'da çok çocuklu aileler
çeşitli yollarla
mükafatlaındırılmaktadır.
Bulgaristan ve Yunanistan, arazilerine nisbetle bizden çok kalabalıktırlar. Çünkü bütün bu memleketlerde insan gü r:ünün vatan müdataası ve iktisadi kalkınma mevzuların da başlıca amil olduğu iyi bilinmektedir. Dünyanın nüfus kalabalıklığı bizi
korkutmamalıdır.
Modern ilmi metod ve teknik tatbik edildiği takdirde daha uzun yıllar dünya nüfusunun
aç kalacağı düşünülemez.
Netekim, Avrupa Konseyi tarafından
1946
temmuzunda
r.eşredilen bir bültende dünya, mevcut ve bilinen imkanlan ile
35
milyardan fazla insanı rahatça beslemeğe elverişU
dir denmektedir. Birleşmiş Milletler
panyası
başkanlığını yapmış olan
Açlıkla Savaş Kam Brezilyalı ilim adamı
Josue de Castro da aynı görüşe sahiptir. Hatta ona göre dünyanın mevcut imkaruan işlendiği takdirde
100
milyar
dan fazla insan kütlesi yeryüzünde rahatça yaşayabilir.) Bizim gibi, nüfus grafiği hızla yükselen bütün ülkele ri, bu süratli gidişi dizginlemediği müddetçe. sefalete m ah kum eden bir kısım ilim adamlarımız, nüfus-kalkınma mü nasebetlerimize işte bu açıdan bakıyorlar. Şüphe edilemez ki, lhad.iselere «bakmak» ve
hadiseler içinde ve ötesinde
yatan g.erçekleri «görmek» ayn ayrı şeylerdir.
- 154 -
Herşeyden önce, 15 yaşına kadarki çocuklan «tüketi ci» ; 15'ini bitirenlerden ·
hemen hepsini
«Üretici» sayıp,
memleket kaderini değiştirecek tefsirlere mesnet yapmak tasvip edilemez. Hakikat şudur ki, şehirde ve köyde, zi raat içi ve ziraat dışı sahalarda müstakil iş sahibi olma ya şı çok değişiktir. Bununla beraber, köylerde büyüyen ço cukların, yardımcı mahiyette de olsa, tarla işlerine küçük yaşta katıldıkları, dolayısıyle üretici sınıf sırtında, gözleri mizde büyütüldüğü kadar ağır yük teşkil etmedikleri söy lenebilir. Çocuk grubuna dahil olanların, yeni doğanlarla alt tam beslenmesini sınırlandırmak ve böylece yapılacak ta sarrufla, ekonomik gelişmemizi
hıztandırma fikri, netice
vermeyecek olan bir teşebbüs ; daha doğrusu, tatlı bir ha yaldir. Zira. kimsenin gücü, akıp giden zamanı durdurma ya yetmiyeceğine göre, üretici sınıfa mensup olanlardan, her geçen yıl artan bir kısmı, istemeseler dahi, yaşlılar sı ınıfına katılacaklardır. Bu sefer de, üretici ucunu işgal eden ihtiyarlar zümresi, çoğalacaktır.
sınıfın diğer
çocukların aleyhine
lstikbalin üreticilerini teşkil edecek çocuk
grubu zararına, ömürlerini tamamlamak üzere bulunan ih tıyarların Türkiye
sayısını
artırma
kalkınması için son
teşebbüsleri,
Türkiye
ve
derece tehlikeli olmak la
zım gelir. Alttaki tablonun tetkik.inden de kolayca anlaşı lacaktır
ki, İstirahat halindeki yaşlılardan her biri için lü
zumlu ortalama kalori miktarı ( 2 .300 kalori) , çocukların alması gerekli kaloriden ( ortalama 2.020 ) fazladır. Dolayı siyle yaşlılan
beslemek, çocuklan
doyurmaktan daha
masraflıdır. Ayrıca, ihtiyarlıann sık sık hastalanmaları, sağlık tesisleri sayısı ile tedavi masraflarını yükseltecek ; milli gelirden büyük bir meb18.ğın, ekonomik sahada ken disinden hiçbir fayda umulmayan ihtiyarların beslenme ve bakımlarma sarfedilmesi, kalkınmamızı - 155 -
daha büyük ölçü-
de köstek.leyecektir. Doğum kontrolu kanununun bir an once çıkması için gayret sarfedenlerin. ekonomik kalkın nıamızı hızlandıralım derken, memlekete nasıl bir istikbal hazırla.dıklannı görmemezlikten gelmeye imkan yoktur.
Yaş
Ağırlık Çalışma derecesi Günlük kalori
1-3
1200
4-4)
1600 2000 2500 2800
Çocuk 7-9
10-12 13-15 Ortalama : Erkek (Her yruıta)
70
Vasat Çok İstirahat eden
2020 3000 4500 2500 . --
Kadın (Her yaşta)
55
Vasat Çok tatirahat eden
2500 3000 2100
Ortalama : 2300 Onlara göre, hızlı nüfus artışının kalkınmamıza zarar_ lı tesirleri, bundan ibaret değildir. Nüfus artışı, nüfus sık lığının fazlalaşması ve çiftçi bruıına isabet eden toprağın zamanla daralması neticesini doğurmuştur ki, bu, geri kal mış ülkeler gibi Türkiye'yi de sefaletin kucağına atmak tadır. Sakinleri sayısının hızla artmasına mukabil, ziraat s2.haları ile bu sahalardan alınan mahsul tutarının yerin de sayması halinde doğru olan bu fikirlerin, nüfusu 38 yıl da bir mislinden biraz fazla artmışken, ekili-dikili toprak ları 2,5 katına ulruıınış ve hektardan alınan ürün miktan iyi kötü fazlalruımış 'l'Urkiyenin gerçeklerine uymayacağı
- 156 -
aşikardır. Söylemeye bile hacet yoktur
ki, 41
nüfus yoğunluğu ile Türkiye, Avrupa
ülkelerinin çoğun
kişiyi kulan
dan, bu arada da Yunanistan (64 kişi) ve Bulgaristan'dan
(73 )
daha tenhadır. Aşırı derecede
nüfuslanmamış olaın
Türkiyenin. büyük bir parçasını teşkil eden Doğu Anadolu gölgesi, platolar sa:tfuna. gömillmüş küçük lekeler halin deki birkaç ova dışında, bizleri düşündürecek derecede ıs sızdır ve buraların canlılığa kavuşması, hızlı bir nüfus artı şıyle mümkün olacaktır. Süratli ınüfus çoğalması ve artan ııüfus sıklığı, söylendiği gibi, bir ülkeye fukaralıktan baş ka birşey getirmemiş olsaydı, Britanya, Belçika, Almanya ve Japonyanın müreffeh ülkeler safmda bulunmasına im
kan yoktu. Unutmamak lazımdır ki, saydığımız bu mem leketlerin hızla kalkındıklan ve
servetlerini artırdıkları
devir, nüfuslarının en büyük süratle arttığı devirdir. Nihayet Türkiye, şimdiye kadar, doğum kontrolünü gerektirecek ciddi bir beslenme problemiyle karşılaşmış de_ ğildir. Nitekim 1927 ve 1965 yıllan için, elde mevcut de ğerlere göre hazırlanan tablo, bize, sınai mahsuller istih .sali ve genellikle memleketimizdeki iklim şartlarına pek uygun düşmeyen sığırlarm sayısı dışında ; tahıl, bakliyat, davar'ın artış kat sayısı itibariyle, nüfus artış kat sayısı nı geride bırakmış olduğunu gösterir. Asıl dikkati çeken taraf, en yüksek artma
kat
sayısının, kurak geçen yıllar
da dışardan bir miktar satın almak zorunda kaldığımız buğday'a ait bulunmasıdır. Bu hal, 1927'ye nazaran bu
gün,
fert başına daha fazla buğday istihlak ettiğimizin de
lilini teşkil eder. Zirai istihsal ve hayvan sayısının şimdiye kadar, nü fustan daha büyük bir hızla gelişmiş
olması, bu artışın
hangi seviyeye kadar çıkartılabileceği sorusunu ve dolayı siyle Türkiyenin ne büyüklükte bir nüfus kütlesini hesli yebileceği meselesini akla getirmektedir.
ı
- 157 -
istihsa.li 1965 istilısali Artiş (ton) kat saySil (ton) 1.333.150 8.500.000 53 2.400.397 14.670.000 5 100.222 552.163 4.4 163.417 132.374
1927
Mahsuller Buğday
.
'Talııl toplamı '3akliyat Sinai
ma!hsuller
Toplam Hayvan
29.026.216 19.591.384 7.759.077 13.648.270
sayısı Davar sayısı Sığır sayısı Nüfus
72.046.900 54.187.000 14 419 000 31.591.207 .
1.48 1.7 0.8 1.32
.
TÜRKİYENİN BESLiYEBtt.EcEGt NÜFUS : .
Doğumun kontrolu
ellietine gidilmeden
önce araştı-
rılması ve bir neticeye varılması lazun gelen mesele, Tür kiyenin aynı ziraat metodlarnıı kullanİnası ve bugünkü ha yat seviyesini muhafaza etmesi halinde, ne miktar nüfusu barındırabileceğini hesaplamaktır. Meselenin halli, bir kişi
ve yeterli toprak büyüklüğünün tesbitine bağlıdır ve doğ rusu, bir yandan iklim ve ziraat metodları ; öte yandan ha yat seviyeleri arasındaki farklara göre, bu salıa çok deği şir. Fakat kaba bir fikir edinilrnek istenirse, üzerinde ya şıyanları iyi kötü besleyen dünya'ya ait ölçülere müracaat ed ilebilir. Dünya nüfusunu, dünya üzerindeki ziraat alan larına bölersek. bir kişiyi beslerneye yeterli ziraat alanı ge nişliğinin, ortalama yarım hektar olacağı anlaşılır. olçü
kullanılidığı
(17.818.000
takdirde,
Türkiye,
hektar ) tutarının bir katı
ziraat
Aynı
alanları
daha faııla, yani
35.6 milyonu besliyebilecek demektir. Şayet Türkiye, halen
8.5
milyondan ibaret :nadasa ayrılmış sahalarını, her yıl
mahsul alınır
hale getirebilirse,
miktarı 52.7 milyona yükselir.
- 158 -
barındırabileceği nüfus
Türkiye, artan nüfusunun nafakasını, ziraat alanla rını genişletmek suretiyle temin edebilmiştir. Fakat azami smırma dayanan ziraatimize, yeni alanlar açmamıza imkan yotkur. Türkiye, bundan böyle de bir ziraat memleketi hü viyetini muhafaza edecekse, çoğalan :halkım besliyebilmek üzere, hektardan alınan verimi yükseltmek zorundadır. Memleketimizin ilerde besliyebiıleceği nüfus tutarı, bu hayati meselenin halline bağlıdır. ttiraf edelim ki, bizde verim, Batıya nazaran henüz çok düşüktür. Mesela. bes lenmemizin temeli sayılan buğdayın hektara verimi : Bel çika'da 3700, İtalya'da 1900 ,bizde i'se 1076 kilogram ; pi rinç ise, tsp3!nya'da 6000, İtalya'da 5000, memleketimizde .2600 kilogramdır. Ne var ki, gelişmiş memleketlerde ve
rim, azami sınırına dayanmıştır ve beklenilenden fazlası nı alabilmek, yeni ve ileri metodların keşfiyle kabildir. Hal buki, Türkiye, Batmın denenmiş metodlarını taklit etmek suretiyle verimi de, zirai istihsalini de kısa zamanda ve hiç değilse bugünkünün bir misline yükseltebilir. Bu başa uyı sağladığı gün, şimdiki yaşayış seviyesiyle, nun barınahileceği bir vatan olur.
100 milya
NETİCE : Doğum kontrolu kanununun lehinde söylenmiş fikir l erin sağlam bir temelden m ahrum olduğu ve ortada böy ie bir yola girmeyi icap ettiren sebeplerin bulunmadığı meydandadır. Türkiye, piyasadaki talepleri artıracak ; ya tırımları caz:p hale getirip üretimi canlandıracak olan ; en_ düstrileşmesinkı ve kalkınmasının muharrik kuvveti sayıl ması lazım gelen nüfus artışına. zamansız müdahaleye kal. kışmıştır. Hem de, her zamankinden çok daha kuvvetli düşman ülkelerle çevrili bulunduğu ve Türk aleminin son hürriyet kalesini, teknik alandaki geriliğini, daha çok iın-
- 159 -
san gücü ile kapatarak müdafaa etmek mecburiyetinde ka lacağı ; en kudretli silahların karşısında. ve silahiara rağ men, insan gücünün ne büyük bir değer taşıdığının iyice anlaşıldığı bir devirele . . . Türkiye, bir çığ
gilDi üzerine gelmekte olduğu telkin
edilen hızlı nüfus artışından korkup, kalkınmasının anaJı tarıru, ileri
iilıkelerden hiç birinin yürümediği doğum kont
rolu yolunda aramamalıdır. Türkiye, ileri bir tekniğe "ulaşınasının çaresine bak mahdır. Kaltkınm a yolu üzerindeki bütün engeller, o zaman silinecek, cMüreffeh Türkiye»
ideali o zaman gerçekleş
miş olacaktır.
. s
- 160 -
DIŞ MÜNASEBETLER, TüRKİYE'NİN JEOPOLİTİK DURUMU, DIŞ TÜRKLER, İRAN - PAKİSTAN VE TtlRKtYE ARASINDA KtlLTÜREL VE İKTİSADİ lŞBİRLlöt MESELELERl
•
.Kom:syon başkam : Prof. Dr. Yılmaz ALTUG Komisyon raportörü : Doç. Dr. Orhan T'ÜRK])()(';AN t'Jtirak edenler : Prof. Dr. Fahir ARMAOGLU (Tebliğ yolladı) Dr. Erdoğan MERÇİL Dr. Naim ÖKTEM Prof. Dr. Sahahaddin ZAIM
DIŞ MÜNASEBETLER Milliyetçiliğin çağımızdaki en
güçlü siyasi akım ol
duğu hususunda tarihçiler ve siyasi ilimle uğraşanlar itti fak halindedirler. Çağımızda Milliyetçiliğin sömürgelerin b1r bir bağımsız devletler halini almalannd a birinci imil olduğu görülmektedir.
Milliyetçilik siyasi
ve iktisadi ba.kımlım:lan
tam
ba
ğımsı:zlığı icabettirir. Şn halde dış siyasetimizin planlanma sında Türkiye'nin
siyasi
ve
iktisadr
menfaatleri birinci de
l'ecede dikkate alınmalıdır. Milliyetçiliğini desteklemesi
Dış siyasetimizin Türk .,.e aynı zamanda geligmekte
olan dünya devletlerinin de
milliyetçiliklerini dikkate alınası mutlaka 13.zı.mdır. Türk Wlliyetçiliğirun çağmuzdaki en büyük başarısı MHli Mücadelenh1 ka.Zanı1ması olmuştur. Batıdan gelen ingiliz ve Yunan Emperyalizmleri e.zil�iş ve Türk Milliyet çiliği
esir ve sömürge milletiere en hür kurtuluş yolunun
Komünizm ve Rus Sosyalizmi değil fakat kendi değerleri ne, kendi tarihine, kendi diline ve kendi
dinine
dönüş de
mek olan milliyetçilikte bulunduğunu göstermiştir. Bugün Türkiye'de yaşıyan Türklerle yeryüzüne yayıl-: mış bulunam dış Türk grupları arasında kan rabıtasından başka milli ve kültürel bağlılıklar bulunduğu şüphesi.zcfir;.
olur olsun kendi kardeşlerinin varlıklannı korumağa calıs m ası hem insani, hem milli vazifesi icabıdır. Tarihi huku-
Müstakil Türkiye Cumhuriyetinin dünyanın neresinde sa
-
163
-
ka nazaraın asıV:ardan beri Türklerle meskun bölgeleıin. birer Türk yurdu sayılması gerekir. Türkiye dışında ka lan Tiirk toplulukları nın menfaatlerini muhafaza etmeksc bugünkü şartlar altında Türkiye Cumhuriyetine düşmek tedir. Bu itibarla; Türkiye dış politikasının bu esaslar için de planlarup gerçekleştirilmeğe çalışılması en basit m antık icabıdır .
TüRKIYENİN JEOPOLITIK DURUMU Bir devletiın
jeopolitik durumu, önce milletlerarası dünya politikası gibi geniş bir çerçeve içindeki yeri ile sıkı bağlantı halindedir. Bir devletin coğ rafya şartlan içindeki yeri, - mühim toprak geni şlemeleri \.·eya daralmalan olmadığı müddetçe - yüzyıllar boyu de ğişmediği halde, bölge çapındaki mi:J4etlerarası kuvvet mü. n asebet leri devamlı değişiklikler geçirebilir. İşte asıl bu değişikliklerdir ki, bir devletin coğrafya durumuna şu ve-3a bu şekilde bir mahiyet ve değer kaza.ndınr. Başka bir deyim�e. b:r ülkenin coğrafya içindeki pozisyonu, bölge ve gen�l dünya şartlan içinde değerlendirilmek gerekir. De· rnek oluyor ki, bir devletin jeopolitik durumunu, coğrafya şartlan gibi «statik» unsurla, bu coğrafi duruma mesafe olarak değişen ve gelişen uzak ve yakın millet!erarası şart ların «dinamik>> unsuru tayin eder. «Dmamik» unsur jeo politik durum üzerinde en fazla rol oynayan bir faktör dür. Türkiye'nin jeopolitik durumunu da bu unsurlar açı-· sından ele almak gerekir. Dünya haritasına ve bu harita üzerinde, birbirimi te sir altına aı'maya çalışan kuvvet merkezleri ile bunlanr 4artlar, sonra da
birbirleriyle münasebetlcrine baktığımız zaman, Türkiye'
jeopolitik bakımdan, üç mühim tehlike ve mesele ile .karşı karşıya bulunduğunu görmekteyiz. Bu üç tehlikeden nin
.
- 164 -
bir tanesi, dümya çapındaki kuvvet mücadelelerinin Türki· ye için yarattığı durıırna ait bulunm akta, diğer ikisi de Türkiye'yi doğrudan doğruya tehdit etmektedir. Bu iki teh. likenin biri Sovyet Rusya'dan, diğeri Yunanistan'dan gel mektedir.
Q. U S YA..
L)<
�
L
E�"l.. t�::-1.,..__ _ _
(Şekil : 1 ) DVNYA POı:..tTtKAsi İÇİNDE TVRKı:YE'NtN DURUMU.
1 numaralı şekilde göriiieceği gibi, Türkiye'yi bir mer kez noktası olarak alacak olursak, mernleketimizin, mer· -- 165 -
kezden muhite doğru genişleyen üç çemberle çevrilmiş ol duğuaıu görürüz. Bu çemberler üzerinde bir kısım kuvvet lerin «dost» kuvvetleri meydana getirmesine karşılık, bü yük çoğunluğu ve özellikle dünyanın başlıca ağırlık kuv vetlerinin çoğunluğu Türkiye için «düşman» veya «hasım• kuvvetleri teşkil etmekte ve bu dwıım da Türkiye'nin bu günkü dış politikasının zaruret ve hayatiliğiaıi kendiliğin den ortaya koymaktadır. Bugün Türkiye'yi sınırlarının üzerinde çevretiyen bi rinci çemberde şu unsurlar yer almaktadır: Sovyet Rusya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Akdeniz vasıtasıyla Mısır, Suriye, Irak ve İran. Bunlardan Sovyet Rusya, Ro manya ve Bulgaristan'ı, komünist rejimiere sahip olmala rı. bu rejimlerin uygulaması bakımından aralarmda fark lılıklar bulunsa bile, komünizm:n, cihanşumul biLkirniyet maksadını gütmesi dolayısiyle sahip bulunduğu emperya lizm, bu üç devletin Türkiye bakımından bir tehlike ve teh dit teşkil ettiği gerçeğini ortaya koyar. Demek ki, Türkiye, bütün Karadeniz kıyılarından yönelen ağır bir tehlikenin tehdidi altında bulunuyor demektir. Biraz daha aşağıya indiğimizde, Batı yönünden TU.r kiye bir yunan tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Üçüncü kısımda daha geniş bir şekilde açıklana�ağı ilzere, Ymıanistan'ın 1830 dan bugüne kadarki gelişmesi ve g-e nişlemesi tamamen Türkiye ve Anadoluya yönelmiş ve bu yöneliş bugün de devam etmektedir. Türkiye'ye yönelen Yunan teh1ikesi, Türkiye için, kuzeyden ve Karadeniz'den yönelen komünizm tehlikesinden sonra, ikinci derecede bir ağırlığa sahip bulunmaktadır. İlk çemberin üçüncü unsurunu Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'daki Mısır, Suriye ve Irak teşkil etmektedir. Çembe rin bu üç devletten meydana gelen kısmını da bir «husu meb unsuru olarak telikki etmek gerekir. Türk.iye'n:n bu. ; ..
- ıee -
gün Irak'la olan münasebetleri,
Mısır ve Suriye ile olan
münasebetlerinden daha yumuşak ise de, bwıa sağlam bir wısur olarak güvenle bakmak mümkün değildir. Çünkü, Irak'ın genel politikasının Mısır'ın önemli derecede tesiri altında bulunduğunu ve bu ü!kedeki idarelerin sık sık de ğişikliklere sebep olan bir istikrarsızlıkla hastalıklı bulun duğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Öte yandan. Tür kiye'nin güney çemberindeki bu husumet
unsuru, diğer
dünya şartlarından arınıp, bizatihi bölge içindeki çıplak kuvvet1eri ile ele alındığında önemli bir tehdit unsuru vas fını taşımamakla beraber, ikinci çember üzeriındeki yet unsurunun, bugünkü şartlar içerisinde,
Sov
çemberin bu
kısmı i çine de ağırlığını koyması, Türkiye'nin hemen
gü
ney dibinde bir başka tehdit durumu ortaya çıkarmakta dır. Bu bölgede, milletlerarası bağlanWan dikkate alına
rak büyük bir potamsiyele sahip olduğu aşikar bulunan İs rail'in de dikkatten uzak tutulmaması ica.p eder. İlk çemberi.n dördüncü unsuru İran'dır ve onun bir uzantısı
olarak da
Pakistan ele alınabilir. Türkiye'nin İran ve Pakistan'la olan bugUnJdl mikıasebetleri çerçeve si içinde, �mberin bu kısmı bir cdost• parçayı meydana getirmektedir. LB.kin, çemberin bütününe nazaran bu cdosb luk parçaamın bir hayli dar olduğunu da kabul et mek gerekir. Netice olara.k söyleyecek oluraak, Ttlrklyeyyi sınırla rı üzerinde çevreleyen birinci çember, Doğu'daki çok dar bir kısım dışında, «düşman• lık veya chusmnet• unaurla nna dayanmaktadır. Şu halde, bugün
Türkiye'nin etrafı
Doğu'daki dar kısım çemberin çok büyük bir kısmına karşı bir denge kuvvetine
tehlike ve tehditlerle çevrilidir ve
sahip bulunmamaktadır. Dengesizlik, tehlike ve tehditler
tarafına kaymaktadır. - 167 -·
Bu birinci <ıemberin biraz ötesime gittiğimizde, Tür kiye'yi çeviren ikinci bir kuvvetler çemberinin varlığını görmekteyiz. Bu ikinci çember üzerinde, milletlerarası po litika...'1.ın biraz daha sivrilmiş kuvvet merkezlerinıin sıra l anmış olduğuna şahit oluyoruz. Bunlar, sırasiyle, Sovyet Rusya ve Komün.i9t Blok, Batı Avrupa, Afrika ve Komü illist Çin'dir. Sovyet Rusya ile Doğu Avrupa'daki Komü nist B�ok ve Kom ünist Çin, Türkiye için, açık olarak «hu sumet» merkezlerini teşkil etmektedir. Afrika•ya gelince, Türkiye'nin bu kıt'a ülkeleriyle münasebetlerinin çok za yıf planda bulunması, kıt'a dışı kuvvetleri hesaba katma dığımız takdirde, Afrika'yı Türkiye için bir «zayıflık» sa hası haline getirmektedir. Bu dahi maJhzurlu bir durum dur. Kaldı ki, Afrika'yı milletlerarası politikanın bugümkü şartları içinde mücerret olarak almaya imkan da yoktur. Afrika bugün umumiyetle Batı'ya karşıdır. Afrika üzerin de tesirli rol oynayan iki hA.kim kuvvet, Sovyet Rusya ve Komünist Çin'dir. Bu iki kuvvetten Sovyet Rusya'nın. Af rika üzerinde daha tesirli bir role sahip bulunduğunu ka bul etmek gerekir. O halde, ikinci çember üzerindeki Afri ka da Türkiye için bir husumet sahası olmaktadır. Ayrı ca, i.k:hıci çember üzerindeki Orta Doğu'•nun Afrika uzan tısı ile birlikte, Türkiye'nin güneyinden Afrika'ya kadar u zanan geniş bir husuınet sahasının ortaya çıktığı görül mektedir. tkinci çember üzerinde sadeCe Batı Avrupa bir dost luk sahası teşkil etmektedir. Lakin çemberin tamamını göz önüne getirince, ikinci çemberin de büyük kısmı itibariyle Türkiye için husumet şartlanyla dolu olduğunu ve Batı Avrupa'nın da tek başına bu husumet şartıanna karşı bir denge meydana getiremediğini tesbit ediyoruz. Üçüncü çember üzerinde dlinyanın başlıca büyük kuv vetleri yer almaktadır. Bunlar da Sovyet Rusya, Komü-
168
-
nlst Çin ve Birleşik Ameri'ka'dır. Sovyet Rusya ile Komü
y
nist Çin bir arada ele alınınca, bu çemberde de, dün a ha� kirniyeti peşinde koşan komünist kuvvetlerin ağırlığa sa hip bulunduğu göriilmektedir. Son yıllarda Sovyet Rusya ile Komünist Çjn arasında.ki çatışmanın şiddetlenmiş bu l mıma:sı, komünizmin üÇüncü çemberde sahip bulunduğu ağırlığı parçalayıp
zayıflatmakta
ve
dolayısıyla Sovyet
Rusya ile Birleşik Amerika arasıında bir
denge durumu
sağlar göriilmektedir. Lakin bu dengeyi, komünizmin dün ya çapındaki tehlikesini giderici veya
hafifletici olarak
görmek çok yanlış olur. Çünkü, bu iki kuvvet bugün bir araya gelemiyorsa, t::., !".:.::-�: ===�ın� sahlp olduklann dan
değil,
farklı taktik ve strateji görüşlerine sahip bu
lunduklanndandır. Bugüne kadar ıne Sovyet Rusya ve ne
de Komünist Çin milletlerarası olan ve dünya proleter
ilitilili
komiü.nizmin ana gayesi
maskesi altında gizlenmeye
çalışılan dünya hakimiyeti gör.üşünü reddetıniş devild;r�er. Komünist Çin'e nazaran daha yumuşak taktik ve strateji sahibi olan Rusya'nm dünya çapındaki
komünist tahrik
ve faaliyetleri, eskisine nisbetle hiç de
azalmış değildir.
Gerek Sovyet Rusya'nın, gerek Komünist Çin'in üzerinde ·
anlaşmaz1ığa düştükleri ınokta dünya komünıizminin ger çekleştirilmesinde takibi gereken yolun hangisi olduğudur. Böyle olunca, üçüncü
çember üzerinde
zahiri bir denge
mevcut görülmekle beraber, gerçekte üçüncü çember üze rinde de bir aengesizliğin var olduğu bir hakıikat ve Tür kiye bakırnından da, kamUnizmin bu geıniş sahadaki teh like ve tehdidine karşı, Batı Avrupa ve
onun ötesinde Bir
leşik Amerika'da bir denge unsuru aramak zaruret olmak tadır.
NETtCE : Türkiye genel dünya şartlan içinde Doğuda ve Ba-
- 169 -
tıda olmak üzere iki güvenlik sahasına sahip bulunmakta dır. Bunlardan doğuda olanı tran ve Pakistam, batıda ola nı da Batı Avrupa ve Birleşik Aınerikadır. İran ve Pakis tanın birer kuvvet olarak Türkiyeden zayıf bulundukları hesaba katılırsa, Türkiye için asıl güvenlik sahasının Ba tı'ya doğru açıldığı, Batı'da bulunduğu ve d.iğer bö1gelerin Türkiye için yarattığı' husulııet, tehlike ve tehdit şartla rırun da Batı istikametinde açılmakla dengeye getirilebi leceği kendiliğindea ortaya çıkar. Türkiyenin bugünkü jeo politik durumunun ortaya çıkardığı gerçek budur. 2.
TVRKİYEYt ÇEMBERLİYEN RUS TEın.tımst . .
'
Belirttiğimiz gibi. Türkiye Karadenizden gelen büyük bir Sovyet baskısı altında bulunmaktadır. Bu baskı ve tehlike, ikinci ve üÇüncü çemberiere geçildiğinde daha da artmakta ve ağırlaşmaktadır. Öte yandaın. bundan iki yıl öncesine kadar Türkiyeye yönelen Sovyet baskısı umu rniyeUe kuzeyden gelmekteydi. Lakin 5 Haziran 1967 Arap - İsrail savaşındanberi bu Sovyet tehlikesinin Türkiyeyi güneyden de sarmaya başladığını görmekteyiz. Güneyden de gelmeye başlayaın bu Sovyet tehlikesi bakımından, durumu daha açık bir hale getirmek için, kı sa bir tarihçe yapmak gerekir. Gerek Osmanlı İmparatorluğu, gerek Türkiye Cum huriyeti, Rusyanın Akdenize inme çabalarında daima kuv vetli bir engel teşkil etmiştir. Rusyanın Doğu Akdenize girmesinde ancak iki su yolu mevcut bulunmaktadır : Bal tık'tan hareket edip Cebelüttanlr Boğazından geçerek Do ğu Akdenize intikal etmek, veya Boğazlardan geçerek Do ğu Akdenize geçmesi, ne 19. ve ne de 20. yüzyılda müm kün olabilmiştir. Çünkü, n. Dünya Savaşının ertesine ka dar Akdenizele İngilterenin deniz ilstünlUğü hi.kimdi. Sa-
170
-
vaş sonrası şartları dolayıaile Ingiltere 1947 yılından iti baren Akdenizdeki yerini Birleşik Arnerikaya ve onun VI. Filosuna bırakmıştır.
Böyle olunca,
inme yolu olara.k ancak Boğazlar
Rusyanın Akdenize
kalıyordu. Boğazlann
once Osmanlı Imparatorluğunun ve sonra da Türkiyenin elinde bulunması, Rusyaya Boğazlar yolunu da kapamıştır. Bununla beraber,
1936
Montreux Anl3,Şması Rusyanın Bo
ğazlardan Akdenize deniz kuvveti geçirmesi oldukça geniş imkaruar tanımıştır.
bakımından
Fakat Rusya yakın
zamanlara kadar bu imkanı geniş bir şekilde kullanama
mıştır. Çünkü önemli olan Boğazlardan geçmek -�eğil, Ak denizde istediği kadar kalmak imkinına sahip olınaktı Bu ise, özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde yani ya Türkiye kı yılarmda veya Akdenizdeki diğer ülkelerin kıyılarında ba nnma yani lls kurmakla mümkün olabilirdi. 1945 ve 1946 .
da Rusyanın Tlirkiyeden kendisine Çanakk ale Boğazında üs vermesini istemesinin, yaıni Çanakkale Boğazı kıyılan na yerleşmek istemesinin sebebi budur. Ttlrkiyenin sert mukavemeti Rusyanın bu gayesinin gerçekleşmesine en gel olunca. Rusya, Türkiyeyi atlayıp Orta Doğu'da tutun ma imkanlanını aramaya başlamıştır. 1955 Şubatında Bağ_ dat Paktınm yapılması, Mısır'ın ve Nasınn Arap alemi üze rindeki hegemonya emelleri için bir darbe olunca, bunun tepkisi ile NB.sır derhal Sovyet Rusyaya yanaşmıştır. Bu gelişme ile Sovyetler
Orta Doğu'ya ilk adımlannı atmış
oluyorlardı. 1958 Temmuzunda
Irak'da General Kasım
darbesi ve K asım 'ın Sovyetlerle çok yakın münasebetler kurması, Sovyetlerin
Orta Doğu'daki durumunu daha da
kuvvetlendirmiştir. Ancak bu dahi esas Sovyet emellerine �evap vermiyordu. Gerek NAsır, gerek Kasım ve hatta da
ha sonra Suriyedeki Baas rejimi, Sovyetlerle sıkı bağlar kurmakla beraber, Sovyetlere Us vermekten kaçınmışlar dır. Çünkü, bunun, başta Amerika olmak yası üzerinde
üzere Batı yaratacağı tepkilerden korkmuşlardır. - 171 -
dün
1955 yılından itibaren Türkiye ile Yuına.nistan arasın da Kıbrıs meselesinin ortaya çıkması,
Sovyetlerin Doğu
Akdenizde Us elde etme emelleri bakımından yeni imkan ve ihtimalleri de ortaya çıkarmıştır. Kıbrıs Komünist Par
tisi vasıtasile
koşmalan, önce
Enosis davasının peşinde
İngilterenin Doğu Akdenizdeki bu stratejik mevkiden çı karılmasını ve ondan sonra da, yine komünistler vasıtasi le, buranın bir komUnist üssü haline getirilmesi maksadını
gütmüştür 1959 da kurulan .
Kıbns Cumhuriyeti, Kıbrıs ve·
Doğu Akdeniz Uzerlndeld Sovyet emelleri bakımından
bü
yük bir değişiklik meydana getirmeıniştir. �ağımsız Kıb rıs Cumhuriyeti içinde komünistlerin varlığı, Sovyetlerin Doğu Akdeniz stratejisi için4eki yerini aynen muhafazaya devaım etmi ştir
.
1963
Kıbrıs bulır anının
1964 sonlanndan itibare� o zamanki
neticesi olarak
Türk hükümetinin
Sovyetlerle yakınlaşma gayretleri, Sovyetleriın Doğu A k
denizdeki tasarıları .açısı:o.dan her bakımdan avantajlı ol muştur. 1961 Anayasası ile Türkiyede bir sol hareketin de ortaya .çıktığını hesaba katan Sovyetler, bir yandan Tür kiye ile münasebet1erini yeni bir çerçeveye sokarak yeni imkanlar elde etme ihtimallerini düşünürken. bir ya.'Tldan da ,Türkiyeye
taviz gibi
görünen, Kıbrısta iki cemaatin
varlığını kabul etmekl� be�aber, Kıbrısın bağımsız devlet vasfını ısrarla belirtmişlerdir. Böylece, 1964 ten itibaren ortaya çıkan Kıbrıs gelişmeleri, Sovyetlere, hem · Türkiye üzerinde nüfuz kurma ve hem de komünistlerin varlığına dayanan Bağımsız Kıbrıs tezi�i sa�ma imka.ru.nı vermiş tir. Eğer,
1967 yılında., Sovyetlerin de büyük ölçüde kış
kırttiklan Arap-tsrail �vaşı ortaya ·
çıkmamış olsaydı,
öyle görlinür ki, Kıbrıs meselesi Sovyetlerin Doğu Akdeni
ze yerleşme pl anlannda esaslı bir ağırlığa sahip olmakta devam edecekti
- 172 -
( Ĺ&#x17E;ekil
2)
5 Haziran 1967 Arap - İsrail savaşı Sovyetlerin Orta Doğu'da tutunma ve barınma gayretlerinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Nasır'ın sorumluluğu ve kışkırtma :sile ortaya çıkm bu savaş, yine Nisır'm yanlış hesapları yüzünden tam bir hezimetıe sonuçlanınca, durum Sovyet Rusyanın işine yaramıştır. Nasır, kendi hatalarını bir in tikamcılıkla örtmek � 1967 yılı sonundan itibaren İs kenderiye limamnı Rus donanması için bir üs haline ge lirmekten çekinmemiştir. Buna paralel olarak, yine ayru şartlar içinde ve aynı tepkinin neticesi olara!k, Cezayir de kendi lirnanlannı Rus donanmasına açnuştır. Suriyenin Baas'cı rejimi de bu kervana katılınca. Sovyetler Akdeniz de istedikleri tutaınak noktalarını elde etmiş oluyorlardı. Bunun içindir ki,
1968 yılından itibaren Sovyetler Boğaz
lan en geniş şekilde kullanmaya başlamışlar ve Akdenizd.e kuvvetli bir Sovyet varlığı ve tehdidi ortaya çıkmıştır. Sov yet Rusyanın Mısır ve Suriye'deki bu durumu ve Doğu Ak denizde kuvvetli bir Rus donanmasının varlığı ile, şimdi Türkiye tam bir Rus kıskacı içine girmiş bulunmaktadır. Bu kıskacm açık olan ağzı, Iran ve Irak bölgesidir ki, bu rasının da Türkiye bakımından faz1a güvenlik sağlayıcı ol ması beklenemez. Irak'daki rejim istikrarsızlıklan ve İran' ın da zayıf durumu, k.ıskacm açık kaldığı bu kısımda Tür kiyeye yeterli güvenliği sağlamaktan çok uzaktır. Görülüyor ki, Sovyetlerin son yıllarda Türkiyeye kar şı yaptıklan bütün iyi niyet gösterilerine, banş içinde bir arada yaşama sloganlarına ve Türk-Sovyet münasebetleri· nin son yıllarda yumuşaklık göstermesine rağmen, gerçek te Türkiye Sovyetlerin tehlike ve tehdit kıskacı ile çem berlenmiş bulu.'ı.maktadır. Bu tehlikeyi hertaraf etmek için, Türkiyenin bir denge kuvvetine dayanması zaruridir. Gü neyden Türkiyeyi saran bu tehlikeye karşı d�ge olabilecek tek kuvvet ise, Birleşik Amerikaıriın Akdenizdeki gücü ve
- 174 �
varlığıdır. Durum böyle olunca, özellikle son iki yılda Tür kiyedeki solcuların Arnerikan VI. Filosuna karşı gösterdik
!t'ri düşmanlık ve tepkiyi de izah etmek kolaylaşmaktadır. Türkiyede solun ve solculann VI. Filo düşmanlığı, Sov yetlerin son iki yılda Akdenize girmesi ve yerleşmesiyle
�(·raber başlamıştır. 3. YUNANISTAN'IN KlSKAÇ TEŞEBBlJSLERİ : II. Dünya Savaşından sonra Sovyetlerin Doğu Akde-
1;ize inmek ve
Orta
Doğu'ya girmek suretile Türkiyeyi
gü
neyden yani arkadan da çevirme gayretlerine paralel ola ı-ak gelişen bir diğer teşebbüs de, Yunanistarun, bağımsızlı_
;};mı
aldığı gündenberi geliştirmekte olduğu genişleme isti
kametin:n
1947 yılından itibaren, Kıbns meselesile, Türki
yeyi tam bir çember içine alma politikasıdır. Kıbrıs mese
lc'Sİ· 1930 yıl ından ( yani Atatürk - Venizelos dostluğun başlandığı tarih) itibaren killlenmiş gö
- �an söz edilmeye
�·ünen Yunan ihtiraslannı yeniden su üstüne çıkarmış ve bu da Türkiye üzerindeki
Yunan teh]ike ve tehdidinin
sönmediğini ve kolaylıkla da sönmiyeceğini ortaya koymuş
tur. Bu gelişmeyi ve bu gelişmenin ortaya çıkardığı tehdidi daha iyi anlayabilmek için tarihin biraz gerilerine, Yuna :ı istanın bağımsızlığını aldıktan sonraki genişleme gayret . erine dönmek gerekir. Yunanistan bağımsızlığını k azandıktan sonra esas iti
1 ) Ma İstanbul ; 2) Ege De
barile üç istikamette topraklanru genişletmiştir : kedonya (Selanik) , Batı Trakya ve
nizi, adalar ve Batı Anadolu ; 3) Girit ve Kıbns istikame tinde Doğu Akdeniz. Bu lstlkametler takip etmemiştir. ve zemini müsait
Yuna.nistan
boııolojik bir sı r
hangi istikamette zamanı
bulmuş ise, Tlirklerln aleyhine o istika
mette toprak genişletmeye Kronolojik sıra
çah§mlltır.
itibarile Yunanistanın
genişletmesi şöyle olmuştur : Yunanistan
- 175 -
topraklarını
1829
da
b_ağım-
(Ĺ&#x17E;ekil
3)
olduğu zaman toprakları, Mora yanmadası ile onun he men kuzeyinde olan ve Atina'nın bulunduğu Atik yanma dasını kaplamaktaydı. Aynca, Yunan kıyılanna yakın Ege adaları da Yunanistamn sınırianna dahil bulınlUyordu. Mi..: dilli, Sakız, S:isam ve Rodos ( Oniki Ada) gibi büyük adalar Osmanlı İmparatorluğunun topraklanndandı. 1877-78 Türk-Rus savaşı (93 Harbi ) sonunda Osman lı Devletinin yenilgiye uğraması ve Ayastefanos felaketi ne maruz kalması, Yunanistanın bu fırsattan faydalanmak istemesine sebep olmuş ve Avrupa devletlerinin de b1skısı ile, 1881 de Tesalya'yı Osmanlı Devletinden almak sureti le topraklannı kuzey istikametinde biraz daha genişletme sini sağlamıştır. 1863 te İngilterenin Yedi Ada'yı (Korfu ) Yunanistana terketmesi yunanlıların iştah' arını kamçılamış ve bu kere Girid adasında kanşıklıklar çıkartmak suretile 1868 den itibaren bir Girid meselesi ortaya çıkmıştır. Bu tarihten 1913 yılına kadar süren kışkırtmalar ve gelişmeler, Gi rid'in yavaş yavaş Osman�ı Devlet:nin elinden kayınrun ne ticesini vermiştir. 1912-13 Balkan Savaşları Yunanistanın kuzey istika metinde topraklannı genişletmesinde ve aynı zamanda Ege Denizinde yayılmasında büyi1k bir adım oLmuştur. Bi rinci Balkan Savaşında Yunanistan, bir yandan Yanya ve Selaruği almış, öte yandan da Girid, Midilli, Sakız v� Si sam adalannı da yine büyük dev I etler vasıtasile ele geçir miştir. 1913 İkinci Balkan Sav.aşı ile Kavala'yı da Bulga ristan'dan alınca, Yunanistan bir yandan lstanbula iyice yaklaşmış, öte yandan da adalar vasıtasile Anadolu kıyı Ianna kadar sokulmuş oluyordu. Girid adasını almakla Yu namistan, Ege Denizinin Akdenize çıkış kapısına yerleş �iş olmaktaydı. Tabii bu, Türkiyenin jeopolitik ve stra tejik durumu bakımından büyük bir mahzurdu. -sız
-
177
-
F : 12
I. Dünya Savqı Y11D8.Dlataıı lcfn daha geniş ufuklaı· açtı. Bu savaşın sonunda Bulgari·stan'dan Dedeağaç'ı ala rak Meriç nehrine ulaştı. Osmanlı İmparatorluğunun yenil gisi ve yıkılınası Anadolu üzerindeki iştahını kabarttı ise de, Anadolu macerası Yunanistan için ağır bir hezimet oldu. 1947 yılında, yenilmiş İtalya ile yapılan Paris barışı ile Yunanistan Rodos ve Oniki Ad::ı.'yı da alarak, elindeki adalarla Batı Anadolu kıyılarıru adamakıllı çemberiemiş bulunmaktaydı. Rodos ve Onlki Ada'nın alınması, savaş tan perişan o'an Yunanistan için yeni imkanların ortaya çıktığı kanaatini uyandırmış olmalı ki, yine 1947 yılından itibaren Yunanİstanın bu kere Kıbrıs meselesini tahrik et meye başladığını görüyoruz. Doğrusu aranırsa, Kıbrıs me selesinin bugünkü durumunda Yunanistan Kıbrısta kuv vetli bir tutama;ğa sahip olmuş görünmektedir. Böylece, Meriç nehrinden başlayıp, bütün Batı Anadolu kıyılarını takiben Kıbrısa kadar olan uzun bir mesafede Yunanistan Türkiyeyi bir çemberierne durumuna girmiş bulunmakta dır. Türkiyeyi Batıdan ve Gtlneyden çemberlemeye çalı şan yunan kıskacı için sonuç olarak şunu söylemek ge r('kir : Türkiyeye yönelen yunan tehdidi, diğer tehlike ve tehditler kadar şiddetli ve kısa vadeli değildir. YUkardan beri yaptığımız açıklamalar gösteriyor ki, Türkiye üzerin deki yunan tehdidi daima zaman faktörünü kullanmıştır. Yunanistan Ti.i.rkiyeye karşı bir meseleyi tahrik ettiği za man, hiç acele etmemiş, sabırlı hareket etmiş ve merha lcleri müsait iZeiDİn ve zamanlarda aşmaya dikkat göster miştir. Bu müsait zemin ve zaman da. daima Türkiyenin zayıf anlan olmuştur. Bir devletin kendisinden daha güç lü bir devlet ve millete karşı bu şekilde hareket et.I:desinin akıllıca bir politika olduğunu kabul etmek gerekir. Şu hal- 178 -
de mese!enin önemli noktası, Türkiyenin daima güçlü, mil li bütünliük ve birlik içinde olması ve Yunanisianı daima dikkatle takip etmesidir. Bu takip keyfiyeti özellikle önem lidir. Çünkü, Türkiyeye karşı yunan politikası hiç bir za man tek başına hareket etmemiş, Yunanistan faaliyetlerini Türkiyeye yöne�en diğer tehlike ve tehditlerle birleştire rek yürütmüştür. Türkiyenin, başlangıçtanberi açıkladığı mız genel dünya politikası içindeki jeopolit:k durumdan ve
Sovyet komünizminin kuzeyden inen ve güneyden sannaya çalışan faaliyetlerinden doğan tehlike ve tehditler mevcut olmasaydı, Yunanistanın çemberiern e faaliyetleri belki o kadar önemli olmayabHirdi. Lakin tarihin tecrübeleri bize,
yunan tehdidini, diğer tehditlerle birleştirerek değerlendir mek zamretini kabul ettirmektedir.
4. N E T 1 C E : Görülüyor ki, Türkiye gerek dünya üzerindeki genel jeopolitik durumu, gerek coğr.afi yeri itibarile uzak ve ya kın tehlike ve tehditlerle çevrili bulunmaktadır. İster ya kın, ister uzak olsun, bir devletin temel görevi, b�r devlet olarak milletine karşı esas görevi. bu tehlike ve tehditlere karşı güvenliğini sağlayıcı tedbirleri almaktır. Bu tedbirler ise, kendisini daima güçlü tutmanın yanında, dış politika alanında da, yiüzyıllann tartışmasız bir gerçek haline sok tuğu denge politikasında yatmaktadır. Türkiyenin bugün bağlı bulunduğu ittifak sistemleri ve dış politikaamın Batı' ya yönelen istikameti, böyle gerçekçi ve milli bir
politika
nın ta kendisidir. Bugün bu po'itikayı yıkmak isteyenler,
Türkiyeyi sannaya ve yıkmaya çalışan tehlike ve tehdit Ierin hizmetinde olanlardır. Bunun i çindir ki, Türk Milli yetçiliği milliyet ve millet varlığını dünya üzerinden sil mek için uğraşan komünizmin
karşısına dikilrnek ve bu
- 179 -
maksatla da, dış politikasında denge kuvv�tlerine dayan mak zorundadır.
DIŞ TÜRKLER Sınırlarımızın herhangi bir tarafından dış ükelere çı kılsa muhakkak surette türkçe
konuşan soydaşlanmızla
veya büyük imparatorluğumuzun bıraktığı kültür tesirleri n.ltında kalmış kütlelerle karşılaşılır. Bilindiği üzere, ta rihte birçok devletler ve imparatorluklar kurmuş olan Türk Milleti çeşitli bölgelere giderek geniş ülkelerde hü kümranlığını uzun veya kısa müddet devarn ettirıniştir. 'Türkiye dışı Türkler işte bu eski cihanşümiil '!ürk hü kümranlığının vaktiyle Türk idaresine bağlanmış olan top raklarda yaşamakta devarn eden kalıntılandır. Bu itibar la Türkiye Türkleri ile dış Türklük dünyası arasında bir kardeşlik rabıtası mevcuttur. Bu husus, Türkiye Türkle rini nıa,sıl dış Türkleri düşünrneğe sevketmekte ise, dış Türkleri de Türkiye Türklerine doğru çevirrnektedir. Dış Türkler yeryüzünde tek rnüstakil devleti�z olan Türkiye Türklüğünün kudretli, rnüreffeh ve rnes'ut olması_ ııı
kendi geleeelderi bakımından emin bir garanti saymak
tadırlar. Bu itibarla çok müşkül şartlar altında hayatla.nnı kornınağa çalışan dış türklerin Türkiye tarafından daha büyük ciddiyetle dikkıate alınması icabeder. Dış türkleri bulur:duklan bölgeler itibariyle şöyle bir La.snife tabi tutabiliriz : 1. Yunanistan 500.000 1.400.000 2. Yugoslavya
3. 4.
Bulgaristan Romanya
5.
Çin Mganistan
6.
1.000.000 480.000 12.750.000 4.350.000 - 180 -
7.
8. 9. 10. ll.
12. 13.
tran 8.250.000 Irak 950.000 Kıbrıs 120.000 Suriye 450.000 Hindistan 5.000.000 Pıakistan 2.000 .000 Sovyetler B. (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan. Tacikistan, Türkmenistan, Kınm, Yakutistan, diğer Türk ülkeleri) 32.000.000 Yekün : 69.500.000
( TÜRK KÜLTÜRÜ,
5. sayı, Mart 1963'den alınmış-
tır) . Harbler. istilalar ve inkılaplar dolayısiyle zulüm, bas kı ve işkence altında yaşamak zorunda kalan veya çeşitli ülkelere göçmen ve mülteci olarak sığınan soydaşlarımız. milli şuur ve varlıklıannı muhafazaya çalışarak hürriyet lerine kavuşmak ümidini beslemektedirler. Tanınmış Al man bilgini Prof. Mende eMiiletierde İstiklAl Aşkı Söndü mü ?» başlıklı meşhur bir makalesinde esir ve mahkum türklerde !hürriyet ve istiklal aşkının daima canlı bulun duğunu belirtm�ştir. Gerçckb d� öyledir. Dış a.Iemlerin türklük milli duygulan unutmadıklan gibi, çeşitli vesPeler le hür dünya memleketlerine sığınmış o!ruı şuurlu Türk göçmen ve mültecileri de Türklük dünyasının hürriyet ve istiklali için büyük gayret sarfetmektedirler. Dış Türkler hukukunun, şimdilik, ilgili devletlerin dikkatlerini çekme ve gerektikçe Birleşmiş Milletler nez dinde teşebbüslerde bulunmak suretiyle kanınabileceği kanaatindeyiz. - 181 -:-
İRAN-PAKISTAN VE TÜRKİYE ARASINDA KÜLTÜREL VE lKTiSADt lŞBlRLlGt Türkiye _ tran ve Pakistan arasında 21.Temmuz.l964 tarihinde kültürel ve iktisadi işbirliği hususunda bir an laşma yapılmıştır. Mevzuun teferruatı izah edildikçe ar zettiği önem aşikar olarak görülecektir. Fakat buna rağ men mevzu maalesef gereğince incelenmemiş olup efkan uınumiye bu hususta aydın1ıatılmamış, iş adamlanmızın ve aydınlann dikkat ve al8.kası çekilmemiştir. 1 - Dünyanın umumi seyri ve bloklaşmalar : Bugün yeryüzüne göz gezdirdiğimiz zaman, iktisıadl kalkınma ve büyüme gayretleri içinde bulunan dünya mil letlerinin iktisadi ve siyasi bünyeleri itibariyle üç gruba ayrıldığım görürüz. Bir yanda iktisaden gelişmiş ve sana yileşmiş olan ve batı _ demokrasileri adıyla ifade edilen bir -dünya görürüz. Umumiyetle batı Avrupa, K�y Amerika, Avustra�ya ve Yeni Zelanda gibi memleketler bu gruba girer. Bu grubun karşısında demir - perde memleketleri ·diye ifade edilen komünist dünyası mevcuttur. Rusyıa, Kı zıl Çin ve peykleri durumunda olan diğer memleketler bu ikinci dünyayı meydana getirir. Y'er yüzünde hakimiyet davasında bulunan bu iki. ·dünya karşısında, iktiısaden gelişmekte olan milletler di ye ifade edilen bir üçüncü diiny3. müşahede edilmektedir: Türkiye'nin de dahil bulunduğu ve ortadoğu diye ifade edi len memleketler, dünyanın �alabalık nüfus· depolanndan 'biri olan Güney-Asya memleketleri, yeniden kırka yakın milletin siyasi istiklalini ka2ıandığı ve böylece yepyeni devletlerin ortaya çıktığı Afrika kıt'ası ve nihayet L8.tin Amerika'·sı diye de ifade edi1en GUney Amerika memleket ıleri bu üçüncü gruba girmektedir. - 182 -
Bu üçüncü dünya
milletleri, halen
dünyaya hakim
durumda ve bu yolda rekıabet ve çalışma halinde bulunan
ilk iki grub karşısında, siyasi
ve
iktisadi gelişmelerini
mümkün kılacak en uygun ortamı hazırlamak için ya bi ı
inci veya iki·nci grubu örnek alıp onlardan biri ile işbir
liği yıapmakta, veya her iki grup
ve
sistemden istifade
Pdip ,daha tarafsız bir lhüviyet altında kendi bünyesine uy_
gun terkip yapmaya çalışmaktadır. Bu üçlü bölünme daha ziyade dünyanın umumi ideolojik bünye itibariyle duru munu belirtmektedir. Birıaz daha teferruata inilirse, her grup içindeki mil letler arrusında daha küçük bloklar halinde iktisadi ve türel
edildiği
entegrasyO'lllara gidildiği
gruplar teşkil
ve
kül
organik denebilecek
görülür. Bu tali gruplar hem büyük
gruplar içindeki miUetlerin aralarında siyasi kudret den
gesi sağlamak. hem de bu gayeye varmak emeli ile ikti sadi gelişmelerini hızlandırmak maksadım gütmektedir : Mesela batı dünyası içinde A.B.D. bir yandan kendi kendine yeten bir ünite olarak Kanada ile iktis� ente grasyonu sağ!amak yönünden organik
olarak bir kuzey
Amerika birliği meydana getirmekte, d;ğer yandan da siya
sı ve hukuki yönden olduğu gibi aynı
zamanda iktisadi
yönden de kuzey ve güney Amerika arasında bir Ameri ka Birliğini sağlama!•, vcy� böy�e bir birliği gerektiğinde kendi gayeleri için kullanıruak istemektedir.
öte
yandan
Avrupa Birleşik Devletlerini teşkil amacı ile girişilen faa liyet altılar ve yedi�er diye iki iktisadi entegrasyon gru bunun doğmasına yol açmıştır.
Bugün daha iyıi gelişen
ve müşterek pazar diye ifade edilen altılar grubu etrafın
da iktisadi ve kültürel bünye it.;bariyle bir Avrupa birliği meydana. getirilmektedir. Komünist dünyasında da bir yandan Rusya, diğer yan_ dan Çin kendine bağlı diğer milletlerle daha
- 183 �
büytik birer
iktisadi grup veyıa. birlik meydana getirrneğe çalışmakta dır. Bu bloklarm her biri de nüfus itibariyle asgari 2-3 yüz milyonluk bir
beşeri gücü ve parayı
temsil etmektedir.
Üçüncü dünya içinde Hindistan esasen insan gücüne sahip bulunmakta
ve
400
milyonluk bir
ayrıca g:üney-Doğu
Asya milletleri ile daha büyük tarafsızlar grubu teşkiline çalışmaktadır. Orta Doğu'da arıap milletleri bir arap bir liği kurma gayesine yönelmiş bulunmakta ve adım adım bu hedefe doğru yaklaşmaktadır. Afrika'nın diğer millet leri de
grupLaşma imkanlarını aramakta
buna karşılık
Avrupa müşterek pazar memleketleri bu gruplaşmayı ken di lehlerine çevirebilmek için orta Afrika'daki 18 devleti müşterek pazar çerçevesi içine almaktadır. Bu parçala ma gıayretlerine rağmen Afrika birliğinin tahakkuku uğ runda çalışmalar devam etmektedir. Bu durum yeryüzünde bloklaşınalarnı meydana geldi ğini ve hiç bir milletin hele küçük bir beşeri güç ve dar bir çevre ve malıdut tabii kaynaklarlıa yeryüzünd e siyasi ye ikti:sadi bir kudrete sahlp alamıyacağını göstennektedir. İşte dünyanın bu umumi durumu karşısında Türkiye de bir yandan son yüz yıllık siyasi, sosyal ve iktisı:ı.di bünyesinin icabı olarak müşterek pazar camiasıyla işbirliğine girişmiş_ tir. Fakat biLhassa son Kıbrıs hadiseleri kar-::smdı"t siyasi
bakımdan
Türkiye'nin kendini dünyada yalnız hissetmesi
ve batılı müttefiklerine duyduğu kırgınlık İran ve
Pakis
tan ile iktisadi ve kültürel bir işbirliğine girişınesine yol açmıştır. Esasında böyle b 'r
teşebbüs
Atatıürk tarafından
düşünülen ve Cumhuriyetin ilk kuruluş devrelerinde Sa <labad Paktı ile kurulan Türkiye'nin doğu kanadını takviye ve emniyet altına
almak
ve geliştirmek politikasına da uy
gıındur. Esasen Atatürk devrinde dÜfÜnülen dış politika dı:ı Türkiye'nin
doğu
ve
batl arasında bir köprü vazifesi gör- 1M -
!Ilesi ve doğu ve batıda kendi etrafında birer gurup mey dana getirerek dünyanın iktisadi ve siyasi bünyesi i�in de bir şahsiyet meydana getirmesi maksadı güdülüyordu. Gerçi CENTO ile de aynı gaye güdülmüş bulunuyordu. Fa kat CENTO İngiltere ve ABD tarafından kurulduğu ve tn giltere'nin orta doğu politikasına göre teşkil edildiği için iktisadi ve siyasi istiklallerini Anglosaksonl arla mücadele ederek elde eden diğer orta doğu memleketlerinde 13lltipa tik karşıianmış ve böylece orta doğuda entegrasyonu temin yerine parçalayıcı bir tesir yapmıştır. Halbuki yeni üçlü an�aşma tamamen orta doğu ülkelerinin kendi insiyatifle riyle kurulduğundan diğer orta doğu milletleri bakımından endişeyi mucip bir tarafı yoktur ve bu bakımdan da ge· lişmeye ve genişlemeye müsaittir. Saniyen bir başka hu susiyeti de islam memleketleri arasında, son iki asıriık inhitat devrinden sonra, ırk esasına dayanmayıp, iktisadi ve ıdültürel işbirliği esasına dayanan ilk anlaşma olması dır. Sa.daba.d paktı da böyle bir işbirUğinin öncüsü sayıla bilir. Zira Atatürk'ün teşkil ettiği Sa.dabad paktı o de· virde yeryüzünde siyasi istik1Aliııi muhafaza eden üç isli.m ülkesi arasında kurulmuştur. Zirıa. Türkiye, tran ve Afga nistan dışında o zaman başlıca siyasi bakımdan müstakil bir islAm ilikesi mevcud değildi. Bugün zaruretler neticesinde tekrar ortaya çıkan bu birlikte Afgaııistanın yerini daha bUyük bir islam ül kesi olan Pakistan almış bulunmaktadır. Esasen bu birlik te öncü hareket Pakistan'dan gelmiş bulunmaktadır. Pa. kistan'ın Keşmir ihti18.fı yüzünden Hindistan ile arasının açık olması ve haklı davasına rağmen batılı devletlerin son zama..."llarda tıarafsız gruptaki Hindistan'ı el altından müttefikleri olan Pakistan'a nazaran daha fazla takviye etme temayüllerinin kuvvetlenmesi, komünist blokla.rına karşı cephe alıp batı ile ittifak kurmuş olan Pa.kistan'ı ..,..
- 185 -
dünya siya:set sahnesinde yalnız bırakmıştır. Kıbrıs konu sunda Yunanistan ile olan münasebetleri bakımından ben zer bir durumda kalan Türkiye de Atatürklin ölümünden bu yana ilk defa olarak kendiliğinden doğuya doğru dön mek lüzuın ve zaruretini hissetmiştir. Son zamanlarda Türkiye'nin dış politikası etrafında yapılan münakaşalar ve daha şahsiyetli bir dış siyaset gü dülmesi hususunda beliren temayilller bu zemini h azırl a mıştır. Böylece ortayıa çıkan müsait siyasi atmosfer 21.Tem muz.1964 tarihinde İstanbul'da tran, Pakistan ve Türki ye arasında «Bölgesel Kalkınma içi'll İşbirliği» 'RCD' A nt laşmasının aktedilmesini sağlamıştır. Yukarda verilen izaJhat gerek iktisadi, gerek siya.•;i sebepler yüzünden dünyamızda 20. asrın ikinci yarısında milli devlet sisteminden cbölgeseb birlikler sistemine doğ" ru gidildıiğini göstennektedir. Feza ve sür'at asn olan ça ğımızda hiçbir milli birliğin tek başına bir kudret ifade etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan orta çağdan beri milli karakterini muhafaza etmeğe �yret eden batılı ül keler dahi bu yola girmişlerdir. Amerikan Devletleri Teş kilatı ve NATO gibi mahalli teşkilatıann dışmda bir bölge devleti karakterini kazanmağa başlaya'll ve bir Avrupa
par18.mentosuna ve Avrupa Bakanlar Konseyine sahip olan Avrupa Devletleri Teşkilatı kurulmuştur. Esasen Birleşmiş Milletler Anayasası. bölgesel işbirliği çalışmalarını dün· ya sulhu ve refahı için faydalı bir adım olarak telakki et
mektedir.
- 186 ---
AHLAK ANLAYlŞlMlZ, TORK MlLLIYETÇlLtGt VE tSLAMlYET, TVRK MtLLlYETÇlLtGt AÇlSINDAN DtN, TüRKİYE'DE DİNI EÖİTİM, İSLAMI AlllAKIN lKTİSADI GELİŞMEYE TEStR.t, MtLLİYETÇİLİÖİMİZDE DİN UNSURU, BlJGtJNKÜ DİNI HAYATIMIZ MESELELERI
•
Komisyon başkanı : Doç. Dr. Hikmet TANYU Komisyon raportörü : Dr. Hayrettin KARAMAN iştirak edenler : Doç. Dr. Halfık KARAMAGRALI ])ıoç. Dr. Yaşar KUTLUAY Doç. Dr. Bekir KüTOKOOLU
Emine Işınsu OKÇU Dr. Bekir TOPALOGLU Dr. Hakkı D. YILDIZ
Prof. Dr. Sabahaddin ZAlM
AHLAK _ ANLA YIŞIMIZ Her içtimat nizamın muhakk ak bir ahlA.ld temele, ah lak · öğretim ve eğitimine ve onun örneklerine ve benimsen mesine ihtiyacı vardır. Ahlak ve fazilete devlet yönetici leri, bilginler, yazarlar, görevliler. . . kısaca bir millet içerL .sinde çoğunluk ne derece
sahipse,
mesi için ilk
edilmiş demektir. AhlAklı, fazi
şart temin
bir devletin ilerleyebil·
let:ii olmak, ahlakın, faziletin ne olduğunu bilmek ve b&o niınsemekle
olur.
Türkler, çok eski zamandan beri mevcut ve her tür lü kültür belirtileri ile başlıbaşına bir millet topluluğu teş kil ettiklerine göre elbette kendilerine mahsus bir ahlak anlayışına ·sahip buluınmuşlardır. Türk
milli ahllkı esasen taınamiyle insani değerlere dayanır. Ancak, son bin yıllık
taııi.hdmiz islam dini çerçevesinde bu dinin ahlA.k görüşü içinde gelişmiş olduğundan bugünkü Tilrk ahlA.kı eski Türk ahlak görüşü isiimi ahlA.kı Türk milletinin a.b.:!Akında te
mel
unsur vazifesini görmektedir. Iyiyi. doğruyu, iyilikçi
liği tanıtan bir zihniyet içinde eğitim ve öğret:mmıiz ahllk kaidelerimizi olgunlaştırıp benimsettikçe Türk
milleti
dün
yaruiı. örnek milletlerinden biri olacaktır. Bu yolda öğret menlerimiz ve din görevlilerimiz bilhassa IslAm-Türk
ah
lakınm ve faziletinıin ne olduğunu halka ve öğrencilere
a.n
latmalı, ıah1Ak ve fazilet lizerinde her vak:iıt geçirmeden
milli
vesile ile durmalı,
ve manevi değerlerimizi lruvvetlen
dirmelidir. Türkiye'nin yaşaması ve yükselmesi istendiği
- 189 -
takdirde başka yol yoktur ve olamaz. Zira ahl.i.k, ferdt, ailevi, milli, insani bütün duygu, düŞünce ve davranışlann özünü ihtiva etmektedir. Ferdin ve cemiyetin manevi ve maddi selimet ve saadetini temin etmek için hangi yol dan gidilmesi
18.zı�
o bilgiyi vermek gerekir. İyi olmak,
iyilik etmek, doğru, namuslu ve şerefli olmak, milletini, vatanını ·sevmek ve onun için fedak&.rlıktan çekinmemek, insana saygı duymak, kısaca gerçek, ideal insan olmak an cak ahl.i.kla mümkilndür. Gayesiz, imansız cemiyetler buhran içindedirler. Ah lak ve faziletten geçmeyen yol kördür, çöldür ; insanlık şeref ve haysiyetine, hürriyet ve hakiki terak.kiye aykın dır. Bu sebep!e bir an önce makul bir plan içinde Türkiye• nin din ve ahlak davası samirniyetle ele alınmalı ve bu va zife gereken ciddiyetle yerine getirilmelidir. Çünkü, çatış malar ve düşmanlıklar
ancak mi::li ve manevi değer hü
kümlerinde, inançlarda kurulacak birlikle ve sevgi, saygı, yardımlaşma duygu1ıarı ile önlenebilir. Manevi ve milli de ğerler ilim ve teknik, çalışma ve azimle birleşince Türk Milleti muhakkak ki varlığını koruyacak ve yükselme is tikametinde yol alacaktır.
TÜRK MlLLlYETÇlLlGl İSLAMIYET Dinin, cemiyetin temel
ve
unsurlarından biri olduğu hu
susunda ihtilMa düşülmemiştir. En iptidaisinden en müte k8.miline kadar, gelip geçmiş bütün cemiyetlerde din mti essesesinin mevcudiyeti bunun reddedilmez delilid.ir. Bu rada, umumiyetle din �üessesesi ve cemiyet hayatındaki yerinden .ziyade. Türk Milliyetçiliğinde din müessesesi, son_ ra da tsıa.m
Dini
bakınundan milliyetçiJik ve bilh assa Türk
Milliyetçiliği üzerinde durmak istiyorum.
- 190 -
Konuya birinci
açıdan
baktığıınız
zaman, tamamen
Türklere ve Türklüğe has bir gerçekle karşılaşınz.
Bu,
Müslüman1ığın, Türklüğün bünyesine nüfuz edip, ondan ayrılmaz, aynlamaz bir unsur haline gelmiş olduğu ger çeğidir. On asırdan fazla Türk dünyasmda öyle bir bu dinden .zihne n
zamandan beri
rol oynamıştır
dahi tecrid ederek
Müslümanlık,
ki, artık Türk'ü
düşünmeye imkan
ka,lmamıştır. Müslümanlık Türk Milliyetçiliğinin vazgeçil
mez bir unsuru
haline gelmiştir. Bunun en bariz delili, ba
tıya oLan büyük
göçler sırasında ve sonunda
Hazer Deni
zinin güneyinden başka yollar takip ederek Balkaniara ve Orta Avrupaya
geçmiş TUrk kavimlerinin varlıklarını yi Selçuklu İmparatorluğunun kurulu şundan ve bilhassa haçlı seferlerinden itibaren, Müslü manılığı, batı hıristiyan dünyasına karşı sadece Türkler temsil ve mUdafaa etnı.işlerdir. tirmiş olmalarıdır.
İslAm Dini açısından milliyetçilik mesel esine gelince : Bilhassa Birinci Dllnya Savaşı sıralannda, . İmparatorlu ğun yıkılmasına tekaddUm eden yıllarda çıkan İslAmcılık cereyanmın tesiri ne, mtıslUman ya mani teşkil ettiği
olmanın milliyetçi fikri ortaya ablmıştır.
olma
Mesele, günlük ve politik şartların üstünde ,sadece bir
din meselesi olarak ele alınacak olursa böyle bir maniden söz edilemez. lslam
Dini cAllah yolunda birleşilmesini, tefrıi.kaya düşülmemesinb amirdir ; c müslümaniann kar deş olmalannı ve kardeşler arasında bir ihtillf çıktığı tak dirde aralarının bulunmasını • i.mirdir. Bu emirler ise, bir kimsenin milliyetine sahip çıkmasını. milletini sevmesini nehy manasını kat'iyen tazammun etmediği gibi, aksine «kardeşliğin takviyesi» bakımından terviç şuuruna erme sinin sonucu, hiçbir zaman edin kardeşliğinden» vaz ge çilmesini yahut dUşmanlık edilmesini gerektirmez.
- 191 -
Konu bu bakımdan ele alındığı
zaman, �şinin önce
müslümanlığı mı yoksa Türklüğü mü gelir meselesinin de aslında mesele olmadığı anlaşılmış olur ; çünkü bu iki va
.:;ıf bir tek bünyenin birbirinden ayrılmaz uıısurlannı teş kil ederler. Tarihin en eski devirlerine kadar uzanan Türk Milleti, ahiili ve !çtimai karakterine çok uygun bularak kabul et tiği İslam Dini ile tarihinin yeni bir devrine girmiştir. De nilebilir ki, Türk Milletinin milli şuur ve varlığı asıl bu de virden itibaren sarahat v� .�ız kazanınl§tır. Asırlar boyu milliyetçilik ve din tek mefkfı.re halinde Türk Milletinin fe tihlerine, san'atına, maarifine, ahlakına ve milletçe terak kisine ışık tutmuş, bu iki temel arasında herhangi bir ça tl§ma bahis mevzuu olmamış ve bu mes'ut ahenk son za manlara kadar devam etmiştir. Bugün ise içimizde, az da olsa, millet için dinin zaru ri" olmadığını ileri sürenlerle, lslamcılıkla milliyetçiliğin bağda.şmıyacağını sanan iki üç görü� mümessilleri bu lunduğuından islama göre miıliyetçilik ile milliyetçilik zaYi yesinden din meselelerini inceleyeceğiz
..
a) tSLAMA. GORE M1LIJYETÇ1LtK :
Islam dini.nlıı iki ana kaynağı olan Kur'an-ı Kerim ve hadislerde milliyetçilik meselesine temas edilmiştir : cEy insanlar ; Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp yardımlaşasınız diye sizi millet ve kabilelere ayır dık. AlLili nezdinde en şeretliniz, dini vazifelerini en iyi yapanınızdır.» ( 1 ) Bu ayete göre insanların millet ve kabUelere ayrılışını lslB.m dini tabü bir vakıa olarak kabul etmekte, ancak her !.ihi taıkdirde
olduğu gibf, bu bölUnüş ve ayrılış için de
( 1 ) el-Hucurô.t, 13.
- 192 -
u lvi bir gaye
göstermektedir :
cTanışıp yardımlaşasınız
diye». Şu halde, Kur'an-ı Kerime göre milletler
ırki hususi
yetlerini diğer milletler aleyhine bir tefahur, bruskı ve is tismar vesilesi yapmayacak, Tannnın kendiılecine balışet tiği bu nimetten kandi milletleri ve yakın çevresinden baş layarak bütün
insanlık demek olan diğer milletierin fay ellerinden gelen gayreti sarfedecek, insan kültür ve medeniyet öncülüğü yapmak için yanşacak
dalanması için lığa
lardır.
i
Hz. Peygamber'in
hadislerinde mahkum
edilen ve
« asabiyet, kavmiyet» diye ifade edilen şey bir fazilet ya rışması olan milliyetçilik değil, zulme ve haksızlığa daya nan aşiret çatışmaları, biyolojik ırkçılık ve şovenizmdir. Gerçi İslam dini bütün İslAm milletlerini bir
bayrak
ve otorite altında birleştirmeye, yanıi cittihad-ı İslam» a teşvik eder. Fakat hemen ilave etmeliyiz ki, bu idealin bu günkü şartlar altmda tahakkukunu umma.k bir hayalden öteye geçememektedir. · Zaten çeşitli sebepler ve şartlar realitede ----eiyasi bir teşlcilat olarak - ümmet denebile cek müşahhas ve mevcut bir müessese olmamıştır. Ümmet ideali kendi kendine değil de bir vasıta ile
tahakkuk ede milletler olmak lazım gelir. Bugün tahak.k.uku 'iiınit edilebilecek yegane lslam Bir_ Ii ği ; istiklaline, milli şuur ve kültürüne sahip lslam millet leri arasında meydana gelecek iktisat, kültür ve müşterek cekse bu vasıta gene
müdafaa anlaşmalarından ibaret olabilir.
b)
TÜRK MİLLİYETÇİLİGt AÇlSINDAN DİN :
Bir milletin hayatmda zaruri bulunan maddi ve ma nevi unsurlardan herhangi modern
sosyolojik
birinin ihmal edilemiyeceğini
araştırmalar ortaya
- 193 -
koymuş bulun-
maktadır. tçtimai hadiseleri müesseseler, değerler, adetıer, bünyeler ve faaliyetler halinde tetkik edenler, içtimal madde ve içtimai rfıh diye iki cevher ve iki hassa ayırına ğa imkan olmayacak surette içiçe geçmiş bir takım komp
leksler karşısında bulu nmaktadırlar. Bütün bu fizik ve manevi faktörler ancak içtimru bir teselsül içinde ele alın dıklan zaman birbirlerini tamamlar ve bir bütün olarak görülebiHrler. MilJiyetçliiğin manevi unsurları arasında dinin rol ve yerini bir sosyaloğumuz şöyle ifade etmektedir : «Nerde topluluk yaşayışı varsa orada din yaşayışı vardır ; din ya şayışı bütün topluluk yaşayışını, ahlakı, dili, san'atı sar mıştır. O denli sarınıştır ki «din kişiliği» olmadan «milli ki şilik» de olamıyor. Din de dil, ahlak, san'at, felsefe gibi milli varlığın, milli kişiliğin kendisidir. Daha da ileri gi derek söyleyeceğim : Din milli kişiliğin özüdür. milli kiş :lik din kişiliği ile başlar, oı.ıunla olgunlaşır, onunla �n ideal, en mutlak varlığına ulaşır.» araştırmalar ba..'18. şu « . . . Ömriim boyunca yaptığım gerçeği göstermiştir : Dinsiz kalkınma olamıyor. Din, dil,
san'at, bu üçler olmayınca yalnız kalkınma değil yaşama bile olamıyor. İşte etnoğrafya ; clinsiz, dilsiz, san'atsız bir ilkel topluluk tanımıyor. ݧte tarih ; dinsiz, dilsiz, san'atsız bir kalkınma da tanımıyor. Rönesans mı, reforma mı, ro maıntizma mı, yoksa bu devir mi, hangisi dinsiz, dilsiz, san' atsız ol abilıni ştir ? Kalkınma dediğimiz gerçek her şeyden. endüstriden, ziraattan, ticaretten önce dinde, dilde, san' at ta kalkınmanın kendisi
değil midir ?» ( 1 )
«Din ; ibadetleri, duaları, mabetleri, merasiınleııi , bay
ramlan ile kitlelere karakter veren ve onu içten birleşti(1) İsmail
2·35,
s.
Haılda Baltacıoğlu, Timk Düşüncesi, Sayı :
�6.
- 194 -
ren bir müessesedir. Yirminci asnn iJ4n ve tekniğine rağ men en ileri memleketlerde bile onun birleştirici bir rol oy nadığını açıkça görüyoruz. Dini yıkaz.ı ve onun yerhıe din kadar tesirli günlük hayatı tanz:m edici ve kalbieri birleş tirici, kitleye şamil ulvi bir müessese kuramayan bir ce miyet, hayatının temeli olam birliği tehlikeye sokmuş olur. Laiklik bir din değildir. Onda dinin birleştirici kudreti yok tur. Bilakis o daha ziyade ayıncıdır. Laiklik taassubu ön ler. Fakat dinin yerine geçemez. » (2) Türk Milliyetçiliği açısından me seleye baktığımız za m an , tamamen Türklere
ve
Türklüğe has bir gerçekle
karşıiaşınz. Bu, Müslümanlığın. Türklüğün bünyesine nü fuz edip, ondan ayrılmaz, ayrılamaz bir unsur haline gel miş olduğu gerçeğiilir. On asırdan fazla zamandan beri Mi.is}ümanlıık, Türk dünyasında öyle bir rol oynamıştır ki, artık Türk'ü bu dinden zilınen dahi tecrid ederek düşün meye imk8.n kalmamıştır. Geçmişte
ve
günümüzde
tsl!m.
dini
ile
bağlan
gevşetilen veyaı kopanlan Türk topluluklarının bir iki ne
sil içinde münkariz olduklan bir vakıadır. Buna dair Bal kanlar, Avrupa vs. yerlerden müşahhas ın.is8.1:ler gösteri lebilir. Şu halde isiamiyet, Tüııklüğün bünyesine yerleş miş, onunla
kaynaşmış hakiki , yüce bir temeldir. Bunu
sarsmak, yıkmak, Türk milliyetçiliğine, milletine zarar ve
rici bir harekettir.
TÜRKİYEDE DtNt EGtTtM Türkiye'de din adamlan yetiştiren
okullar
ile
diğer
ilk ve orta dereceli okullardaki din eğitim ve öğretim mev(2)
Mebmed Kaplaa,
NesiDerin Rühu,
91 - 92. - 195 -·
lst. 1967,
s.
zulannı
devlet kontroluna
almayı hedef
tutan Tevhidi
Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. Bununla çeşitli merkeziere bağ:ı olarak faaliyette bulunan eğitim ve öğretim mües seselerinin birleştirilmesinin sağlanması düşünlülmüştür. Ancak tatbikat,
kanunun la.fzına ve
ruhuna tama
men aksi bir seyir takip etmiştir : Okullardaki
din
ve ah
lak dersleri kaldınlmış, tarih kitaplanna İslam Dini ve Peygamber hakkında yanlış bilgi ve hükümler konmuştur. Diğer taraftan
lmaın
rülfunundıaıki llahiyat
Hatip okullarında ve İstanbul Da Fakilltesinde okuyan
öğrenci sa
yısı birkaç yıl içinde sıfıra icra edilerek bu müesseseler
lağvedilrniştir. Bu durumun sonucu
olarak, asırlar boyu
Milslümanlık ve Türklük ldeallerinin elele yürüdüğü aziz memleketimiz bugün bir maneviyat buhranına sürüklen miştir. Bu bulıranın aksaldıklarını dört grupta sıralamak mümkündür :
ı) Türk Çocukları :
Günümüzde Türk çocuklan ve gençleri maddiyat ve
şahsi menfaat ötesinde ulvi bir gayeden mahrum bırakıl mışlardır. Artık Türklük ve Müslümanlığın nasıl feyizli ve tükenmez birer hazine olduğu; kalkınmak ve muasır me deni milletler seviyesine yükselrnek ideallerinin bu hazine lere malik olmadan gerçekleşemiyeceği bilinmemektedir.
2) Mliinevver ZUmre : Bizi tarihte büyük millet yapan dini ve milli kıymet lerimizi unutmuş veya hiç öğrenmemiş bulunan birçok mü nevverimizin dini hayatı
Din narnma bildikleri
tam bir boşluk arzetmektedir.
ekseriya kulaktan dolma
eksik
bilgiler ile hatalı tatbikatı din sanarak edindikleri �enfi kanaatlardan ibarettir.
3) Halk : lsli.mı, ru!lıu ve manAsı ile yaşayan, onun nur ve fcy-
- 196 -
zini ferdi ve içtimal hayabna aksettiren
müslüman bir halk yerine günümüzde kuru bir taklidt iman ve daha çok
şekle bağlı bir dini yaşayışla iktifa eden bir halkımız var dır .
4) Din adamlan
:
:&itap ve sünnete dayanarak devirlerinde tslimiyetj selaiıiyetle temsil eden, asrın idrakine uygun şekilde anla tan din adamlan kadrosuna sahip bulunmam.aktayız.
TEDBİR VE TERLİFLER : 1) Dilli terbiyenin ilk kadernesi ailedir. Çocuğa veri lecek terbiyede başanya ulaşabilmenıin ilk şartı, ana-ba banın müessir birer miirebbi olarak yetiştirilmesidir. Bu maksadı temin için! de her türlü neşir vasıWanndan, kura ve rehberlik faaliyetlerinden fıaydalanılmalıdır. İlk ve Orta okullar din derslerinin kuru nazari bilgile rin öğretilmesi yerine, din sevgisini uyandıracak ve di.nıin
millet varlığındaki yerini idrak ettirecek bir vasıf taşıma
sı, llselerin her sınıfına konması ; diğer derslerin umumi havasının din öğretimi ile i.hen.kleştirilmesi, yüksek tah sil kademesinde bu faaliyetin daha yüksek vasıfta geliş tirilmesi gerekmektedir. liselerdeki din dersinin program içine alınması ; bu dersi, 1lahiyat Fakültesi ve Y1üksek ls lam Enstitüsü mezunla rının okutınası da gayeye ulaşabil mek balumından zaruridir. 2) Baş döndürücü inkılaplara rağmen, milli ve dini duygulara bağlı kalan Türk Milleti, değişen hayat şartları ve yurt dışında iş sahaları aramak zarureti karşısında. is ter istemez yabancı kültürlerle temas haline gelmekte ve bundan bazı menfi neticeler hasıl olmaktadır. Bu zararlı t esirleri önleyecek olgun din adamlannın rehberlik ve ir şadına, gün geçtikçe ihtiyaç çoğalmaktadır.
- 197 -
3) Dini hayatımızda rastlanılan aksaldıkları hertaraf r;decek mütehassıs din adamlarının yetiştirilmesi hususun da acil ve köklü tedbirlere derhal tevessül edilmesi .zarOrl görülmektedir. Din adamı yetiştiren orta ve yüksek tahs:l müesseseleri ilmi:n ve memleket ihtiyaçlarının gerektirdiği yolda ıslah ve tevsi edilmelidir.
lSLAMt AHLAKIN iKTISADt GELIŞMEYE TESIRI
1 1
İktisadi gelişme esasmda cemiyetin diğer bütün safhalarmdaki gelişmeılln bir neticesidir. Yani, bundan bir
asır önce farzedildiği gibi, cemiyetler sırf iktisadi konula ra eğıL1erek, cemiyetin sırf maddi yapısını ele alarak geli şemez. Çağımızın içinde bulunduğu bütün içtimai mese leler, belki beşeriyetİn uğradığı hüsran bu yanlış ve tek taraflı anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 19. asır da materyalizm diye ifade edilen ve hayatın sadece maddi cephesini el e alan tek yanh görüş tarzı o çağdan bu yana cemiyetlerin iktisadi ve sosyal yapısında, denges�:zliklere, manevi sahada çöküntülere yol açmış ve çağımızda dün yamızın birbirinden ayrı ideolojik kamplara bölünmesine sebebiyet vermiştir. Bu sebeple modern �ktisadi açıdan ka bul edilen husus şudur ki : Cemiyellerin iktisadi kalkın ması : !ktisadi ve kültürel sahada, maddi ve manevi veç heleriyle, sosyal, ahlaki cephesi ile kültürel ve sosyal cep hesi gelişmemiş bir cemiyeti sırf iktisadi cephesini geliş J:.irerek kalkındırmak kaabil değildir. Durum böyle olunca. ister istemez iktisadi kalkınmada madde ile birlikte mana üzerine eğilmek, cemiyetin iktisadi bünyesi ile birlikte kül_ türel, sosyal ve ahlaki ]jfuıyesini incelemek ve ahlaki ko nu1arı el e aldığımızda, ister istemez dini cephe üzerine eğünıek gerekmektedir. ·
- 198 -
Kapitalist ve sosyalist sistemin her ikisi de esasında mn.terya1ist bir dünya görüşüne dayanmaktadır. lslanıi yetteki dünya görüşü ise materyalist değildir. dualisttir, ikilidir. İslamiyet hem dünya, hem ahiret cephesini birlikte müta' aa eden bir görüşe sahiptir. Dolayısiyle tek yönlü ve tek yanlı bir hayat felsefesi yerıine çift yönlü bir ha vat fel'Sefesi h8.kimdir.
.,
Hepimizin ata sözü gibi bildiğimiz «Abiret için hemen
ölecekmiş gibi, dünya için hiç ölmiyecekmiş gibi çalış» şek_ J :ııde ifade edilen uhrevi ve dünyevi görüşlerin birleştirit ınesi felsefesine dayanmaktadır. Bu görüş, modern iktisa dm beniımsediği görüşün ta kendisidir.
Yani « Cerniyetler
sadece maddi, manevi, kültürel yönlerile bütün halinde ge lişir» fiıkri içinde ifade edi1mektedir. BugüJn bir çok mo dern iktisat kitaplarını okuduğumuzda, bu fikre doğru va rıldığını görürüz. Fakat bu varış ve yaklaşış tecrübe ile mücadelelerle, büsranlar pahasına elde edilmektedir. lsla miyette ise bu fikir asırlar önce vaz'edilmiş vaziyetteclir. Ana prensip, dünyevi ve uhrevi meselelecin müştereken ele alınması .şeklinde belirince, iktisadi faaliyetler
daimi
ahlaki prensiplerle içiçe düzenlenmiştir. lslamiyette mülki yet meselesi iktisadi hayatın temelidir. Mülkiyet müesse
sesi derihal ahlaki sahada, aile müessesesiyle birleştirilmiş tir. Bu yüzdenelir ki marksist sistem kapitalizmdeki mül kiyete hücum edince, ister istemez aileyi de birlikte zede !emek zorunda kalmıştır. Çünkü hadiseler birbirine bağlı dır. Fakat lslamiyette mülkiyet hakkı olmakla beraber, bu mülkyet hakkınm milli gelirin inlasammda adil bir dağı
lıma götıürülmesi de esastır. Burada dıa iktisadi ve huku ki prensip ahlaki prensibe bağlanmaktadır. Bu hususta muayyen prensipler vaz'edilmiştir. Birincisi miras sistemi
dir. lsJ.amiyette miras müessesesi miştir.
Prensip miras
yoluyla
mevcuttur, k abul edil
servet dağılımını sağlamak-
- 199 -
tır. Zira, tslamt görüşte servetin muayyen ellerde dev reden bir durumda bulunmaması prensibi. hakimdir. Ser
vet milletin bütünü içinde devretmelidir. Miras sistemi ya nında lsl8.miyetin bir başka mühim prensibi de söylendiği gibi mülkiyet hakkının mevcudiyetidir.
Mülkiyetin miras
ile dağılım hakkı mevcut olduğu gibi, mülkiyet hakkının başka veeibeleri de mevcuttur.
Mesela zekat na.zaıi olarak bir sadaka değildir. Zen ,.·nin vazifesi, fakirin
de hakkıdır.
Burada hak ve vazife
söz konusudur ve şu prensibe dayanmaktadır : 1sl8.miyette meşru' yollardan k azanılan servet makbuldür. Fakat ser vet sahibi bir bakıma bir vasıtadır ; elde ettiği serveti Al lah'ın emrettiği, a.b:lAki ve içtimai yollarda kullanacak olan bir vasıta. Buna göre bu insan elde ettiği servetle belirli prensipler dahilinde iş görmeye de mecburdur. Zekat, fa kirin hakkı olduğundan bir taraftan bu mecburiyet, vazi
fe hissi ve duygusu, servetin teraküm.üne mani' olmakta ve böylece büyük se�et farklarını önlemektedi r.
Öbür
yandan da fakirle zengin arasındaki sınıf mücadelesi v� sınıf şuurunu ortadan kaldırmaya çalışm aktadır. Çünkü fakir indinde, zengi.nlıı. serveti artarsa onun da hakkı ar tacakbr. Burada hak vardır. Sadak-a ve yardım söz konu su değildir. Sadaka ondan sonra başlayacakbr. Bu sebeple zekat müessesesinin iyi uygulandığı devrelerde İslam dün yasında, tarihi seyr içinde bugünkü dünyamızda en önem li dava olan sınıf mücadelelerinin ortaya çıkmadığını gö rüyoruz. Şu halde İslami görüş bir taraftan manevi ola rak taraflar arasındaki husuınet hissini ortadan kaldır rnakta, maddi olarak da servetler arasındaki aşın farklı lıklan hertaraf etmektedir.
Tabü zekatın teferruatı ve
tatbikatı çok önemlidir. Bilhassa bugünkü dünya içinde, zekat müessesesinin düzenlenmesi son derece lüzumludur. Bu konunun ilmt muhtevası itibariyle işlenmesine ihtiyaç vardır.
- 200 -
İsl8.mi ahiılki düşünce mülkiyeti,
kar müessıesesını, özel teşebbüsü kabulde kapitalist sistemle beraberdir. Diğer taraftan insanın istismarını reddeder. Fakat bunu bir iktisadi ve sosyal ahenk içinde benimsemektedir. Ko lay kazançlar İslAmi ahlak yönlinden makbul değildir. Kazanç meşakkatli olacak, güç olacak, alın teri ve emek karşılığında elde edilecektir. Bunlar bilindiği gibi hadis-i ş eriflerde izah edilmiştir. Mesela : «İnsanlar elin in emeğin den daha hayırlı bir şey yememiştir.» mealindeki hadis-i .şerifle Peygamberimiz ( S.A.S.) Efendimiz umumiyetle m aişetlerini bir meslek. zanaat veya ticarelle temin etmel e ri, İslamiyette emeğe atfedilen önemi belirtmektedir. Öbür yandan lslAmiyette bir başka prensip vaz'edil � ve lüks ve i:sraf ımenedihrıiştir. Şimdi burada ahliild baJrun.dan ve iktisa.di vahdeti sağla.ına.k yönünden büsbü tün farklı bir prensip göze çarpmaktadır. ts18.miyette lüks ve i.srafın men' i, milli sosyalist sistemlerde olduğu gibi, lüksü paylaşmayı önlemektedir, Çünkü lsli.mi prensipte Cenab-ı Hak ılıerkesin nzkını verir. Fak at şu h a.kıikat da m evcuttur ki, insan denen mahlukun namütenahi ilitiras lan ve arzulan vardır. İktisadi prensip olarak ihtiyaçlar .sonsuzdur. BtL"la mukabil yeryüzünde yeraltı ve yer üstü servetleri olarak mevcut olan maddi imkanlar ihtiyaçiara kıyasen izafi olarak sınırlıdır, mahduttur. Dolayısiyle in sa;nlar seçimlerini akli ve mantıki yapınağa mecburdurlar. Eğer insaniann ihtiyaçlarına ve ihtiraslarına ahlaki bir hu dut koymazsak, .servet terakümünü önleyecek prensiple ri de vaz'etınezsek o takdirde bir kısım insanlar lüzumsuz bazı ihtiyaçların tatminine doğru gidecektir ; bu ihtiyaç Iann tatmini zaruri olm_adığı gibi başka insanların sağlığı na ve refahına zarar verici, hatta tehlikeli olabilecektir. Buna muk abil bazı insanlar da zaruri ihtiyaçlannı karşı layarnıyacak duruma düşecek ve denge bozulacaktır. O ba-
- 201 -
kımdan lüks ve ısraim meninden kasdedilen şudur : Cemi yettc, o cemiyetin kültürel ve iktisadi şartıanna uygun bir yaş::ı..ma seviyesi söz konusudur. Bu yaşama seviyesini aşan lüzurnsuz harcamalarda bulunmak doğru değildir. lslami yetin prensibi budur. Acaba bugünkü modern iktisat teo r:s: yönünden d urum nedir ? Modern iktisadi görüşe göre : «Son 20-30 yıldan beri iktisaden gelişrnek isteyen ülkelerde gelişmeyi engelleyen. sermaye birikimini engelleyen en rnühirn unsur gösteriş istih18..k.ıdır. İngilizcesi ( conspicions Consumption) veya ( demonstration effect) . Manası şudur : İktisaden gelişen i.i!kelerde bir takım insanlar enflasyon ve harpler netice sinde aniden servet kazanabilrnektedir. Bu durumda, cemi yette bir sosyal tabaka değişimi husule gelmektedir. Eli ne servet geçen bu insanlar bazan k ültür seviyesi i1e içti rnai ve manevi bakımdan zayıf oluyor. Kendinde bir aşa gılık duygusu hissediyor. · Servet bakırnından cemiyetin en üst tabakasında olduğu halde içtimai yapı ve kültür sevi y('SL bakımından zayıf kalınca, kendi varlığını ispat etmek
ıc�_:ygusuyla elinde olan servet imkanını kullanmakta ve gösteriş harcamalanna girişmektedir. İşte bildiğimiz lüks ı:raba kullanma, mücevherat iptilası, dilimizde hacıağalık
diye ifade edilen davranışlar bu tip istihiak temayülleridir. Bu, sadece 'Eürkiye'ye has bir durum değildir. Bütün dün yada görülmektedir : Bu tip insanlar, ihtiyaç his setınediği halde sırf gösteriş yapmak için ve maddi kudretini ispat için harcamada bulunmaktadır. Umumiyet_ le gösteriş istihlakı lüks harcamalar şeklinde olduğundan,. lüks emtia ise o rnernlekette imal edilrrieyip hariçten ithal edildiğinden. bir döviz israiı ortaya çıkmaktadır. Bu du nırn cemiyetin kalkınmasını engelleınektedir. 1ktisadm ortaya attığı bu prensibi dikkate alınca, ls larniyetin vaz'etmiş olduğu «lüks ve israf memnu'dur» kai-
- 202 --
desinden kastedilen mana daha iyi anlaşılabilir. Gösteriş istihHikı lsiamiyette hoş karşılanmıyor. İsiami düşünce t::ı rzına göre, insanların maddi ve manevi ihtiyaçlannı kar şılayacak harcamalar normaldir ; fakat, gösteriş için is tiihlak yasaktır. Lüks ve israfın men'inden anlaşılan ikti f!adi mana budur. Şimdi bu prensipierin tatbikatını bir ferdin davranışını düşünerek, misalle değerlendirelim : Ülkemizde tsıami ahlaka sahip bir kimse farzedelim. Bu insan yeryüzünde herhangi bir ülkede de olabilir. Aca ba bu insanın nasıl hareket etmesi lAzımdır ? Bu şahsm serveti var, parası var. Bu pamyı ne yapacak, nasıl kulla nacaktır? Bir insan parasını şu şekilde kullanabilir : Ya harcar, istihlak eder, ya biriktirir, tasarruf eder. Bu tasar rufuyla da ya altın alır, küpte saklar ; buna iddihar denir, veya parasma ihtiyacı yoksa ödünç verir. Bir dördüncü ih timal bir teşebbüae girişir, şirket kurar, fabrika kurar, ya tırım yapar. Şimdi İslami prensiplere ve İslami ahlaka göre bu insanın en doğru şekilde nasıl hareket etmesi 18.zımdır? Eılinde serveti o1unca, bol olan gelirini ahrcaımak isteye cektir. Harcamak istediği zaman karşısına İslami ahlakm 1. prensibi çıkacaktır : Lüks ve israf mernnudur. Binaena leyh gösteriş için istihlake gidemiyecektir. Ancak normal ihtiyaçlarını karşılıyacaktır. O cemiyetteki stand�rt ha yat seviyesin e göre yaşayacaktır. Fakat fakiri imrendire cek, onun hasedini taJhrik edecek şekilde gösteriş istihla kine gitmemesi lazım gelecektir. Böylece istihlik kendi liğinden sınırlandırılmış oluyor. Türkiye'de bugün 1. ve 2. beş yıllık pl8;nlarla iktisadi gelişmeyi dü.zenlerken. düşü nülen davranış tarzı esasen budur. Bir ülkenin hızlı kalkın ması için istihlakı mümkün mertebe fazla artırmaması ve tasarrufu hızlandırması lazımdır, diyoruz. tsl&mi ahlak ferdin davranışuıa bu prensibi vaz'ediyor. Lüks ve israfı - 203 -
menetmekle istihlak harcamalannı hem maddeten frenli yor, hem de ahiaki yapıyı, fakir-zengin arasındaki husu ınet, kıskançlık ve hasedi tahrik etmeyecek şekilde de dü :zenleıneğe çalışıyor. Şu halde bu şahıs fazla harcamada bulunamıyacak, ııormal hareket edecektir. Bu durumda elindeki fazla pa .rasmı ne yapacaktır ? Biriktirebilir, biriktirir, altın yapar, para halinde tutar, iddihar eder.
Bu takdirde karşısına
ikinci prensip çıkmaktadır. ZekAt. Atıl duran gelir, birik miş gelir zekata tAbidir. Binaenaleyh o geliri kullanrn azsa, ·o serveti kullanmazsa her yıl kırkta birini vererek 40-50 .sene içinde tamamen tllketecektir. Öyle ise akılh bir kim St:' parasını atıl tutmayacaktır.
ZirA. atıl tutarsa serveti
elinden gidecektir. Böylece tslami prensipler, ·sermayenin atıl kalmasını önlemiş oluyor, onu harekete geçiriyor, ak
y
·tiviteye sevkedi or. Bu insan parasını atıl tutmayınca bir şey yapması lazımdır. Yıa parasını iş yapan kimseye ödünç verebilir veya
kendisi iş yapabilir. lş yapan
kimselere
3. prensip çıkıyor : Tefeciliğin memnu olması. Geriye kalıyor. 4. şık. Parasını işletmede
·ödfuıç
verince, karşlSllla
kullanm ası, yani modern adiyle yatınm yapınası lizımdır. Yatınm ise iktisadi kalkınmanın itici unsurudur. Bir ce miyette yatınmlar ne nisbette hız1ı artarsa iktisadi kal "kınma o nisbette hızlanır.
Şu
halde İslami
ahlaka
göre ha
·reket eden bir ferdin ihtiyaçlannı karşıladıktan sonra ya tmma gitmesi mecburi hale geliyor. Çünkü başka yapacak makUl şey yoktur. Yatın.ma gidince mütemadiyen karlan
artacaktır. O
zaman ne yapacaktır ? Yeniden şirketler ku
racaktır. fabrikalar kuracaktır, hisse senetleri alacaktır
il8Jh
. . .
. . .
Mütemadiyen faaliyete girişecektir. Tabü bir müd
det sonra parası çok artacaktır. Fakat istihlakı sınırlı ol duğu için. artık o aşhıs bir nevi servetin ismen sahibi ola cak, teraküm eden bir serveti olacak. Fakat hayat
- 204 -
stan-
dardı ve seviyesi diğer vatandaşiara aşağı yukarı denk va ziyette bulunacaktır. Bu sayede yeni yeni iş sahalan açılacak, vatandaşlar o sahalarda çalışacaklard.ır. O şahsın belki ismen serveti faz1a o�acak. fakat harcaması yine eskisi gibi değişıneye. cektir. Bu durum tabiatİyle zengin insanı bu sefer hayır sahalarına itecektir. Gelirini hayra sarfedince fakirin nez dinde itiban art.mış olacaktır. Sınıf mücadelesi yerini in sanlararası 8.henk ve sevgiye bırakmış olacaktır. Bu şa hıs biriken bu parası ile yardım etmek isteyince, zekattan sonra diğer ahl8.ki veeibeler başlıyacaktır. Sadaka, fıtır; çeşitli yardım faaliyetleri ki, bu hu.susta ayet-i kerime ve hadis'er mevcuttur. En çok bilinen bir kaçını belirtmekte fayda vardır : «Bir kimse komşusu sefalet içinde aç iken ve kendi elinde imkanlar var iken buna bigane };:alırsa mürnin değildir.» Bu pek ağır bir hükümdür. Başka bir misal : «Bir ülkede bir kimse açlıktan ölürse, bütün ülke onun kaatili sayılır.» Bütün sosyal adalet bu cümle içinde mevcuttur. Zengin insan1arın bu sefer kendi imk8.nlannı bu yolda kullanması l8.zım gelecektir. Içtimat sahada, ahiiki sahada, yardım sahasında ve diğer çeşitli hayır işlerinde sırf Allah rı.zası için harcamada bulunacaktır. Bu arada yardıma muhtaç insanlar görecek, bunlara ödünç para da vermek icap edecektir. Muhtaçlar bu zengin insanlardan borç isteyeceklerdir. Zengin bu borcu, ödünç olarak vere cektir. Böylece ckarz» müessesesi ortaya çıkmaktadır.. Bu müessese isl8.m.iyette karz-ı hasen diye ifade ediliyor. Ya ni hayır için ödünç vermek. Bu şartlarda zengin insan bu ödüncü kime verecektir ? Tabiatiyle dürüst ve ahl8.klı in sana. Öyle ise ahlaklı insanlar cemiyette prim kazanacak. itibar görecektir. Böylece iktisadi mekanizma ile ahl8.ki vapı arasmda münasebet kunılmuş oluyor. İnsanlar doğru olmaya çalışacak, çünkü doğrular, aynı zamanda mUki- 205 -
Jatlandırılmış olacaktır. Cemiyette kötülükler cezasız ka lırsa, kötülük prim kazanırsa insanlar o tarafa meyleder. İnsan denen malıluk telkine, tes:re tabidir. Öy�e ise bu prensiple, ahlaklı, dürüst ve iyi insanlara borç verilecek tir. Bu ikraz işini şahıslar yapabilir. Tek tek ödünç veri lebilir. Veya ödünç verecekler bu imkanlarını birleştirebi lir2er. Bir sandıkta, bir fonda bu paralar birikebilir. Ora dan ihtiyacı olanlara verilir. İktisadi manasıyla böyle bir tutum kredinin fiyatını ucuzlatacaktır. !ktisadi gelişmeyi engelleyen en mühim amil bugün gelişen milletlerde ser mayenin kıt .ve kredinin pahalı olmasıdır. İslimi ahlika _göre davranış ise sermayeyi ucuzlatıyor, krediyi ucuzla .tıyor. Böylece paranın tedavül süratini arttınyor. Cemi yette mevcut iktisadi imkanları harekete geçiriyor. Bugünkü kooperatif sistemleri islami prensipiere gö re son derece uygun oLan müesseselerdir. Bilindiği gibi modern anlamda kooperatifler istihsal, istihlik, mesken ve kredi kooperatifleri olarak çeşitli gruplara ayrılır. Bu müesseseler alıl8Jd prensipiere dayanır. Çünıkü bu işin ba şındaki müteşebbis bir kar elde etmiyecektıir. Fakat bu iş lerin başmda bilgili elemana ihtiyaç vardır. Bu kimselerin ahl3.klı olması li.zıındır, bilgili olması lazımdır. Bu tip ida reci insanlar bulunmazsa, ahlaki pr�siplere uyulmazsa, hele bir de suiıistimal olursa, halk bir defa kötü bir ör nek gördü mü bir daha bunlara yanaşmıyacaktır. Öyley se burada islAmi ahl8.km son derece ehemıniyeti vardır. Kendi kendine yardım organlannm, yani demokratik mü esseselerinin geLişmesi için, halkın içinde önderlik yapa ,cak, bilgili ve ahlaklı insanlara ihtiyaç vardır. Eğer cemi yetimizde bu tip müteşebbıslerin islam ahlakı ile bezen roesi mümkün olursa, tam aradığımız .insan tipi ortaya -çıkmış olur. Bu durumda gözüküyor ki, fertler islami ah laka göre hareket ederse, o cemiyette ferdin eline geçen - 206 --
imkanlan iş hayatına yatırması. yatınmlan arttırması, zamanla tasarnıilan çoğaltması, bu tasarruflarını m uhtaç olanlara vermesi suretiyle iktisadi gelişme hem de sosyal a d aleti sağlamak suretiyle kendiliğinden hızlanacaktır. Za. ten b'zim esas gayemiz de budur. Bugün bütün dünyanın hedefi : sosyal adalet içinde iktisadi geli şmeyi lhızlandır maktır. Bütün sistem mücadelelerinin gayesi bu noktaya varmaktır. Ülkemizde bugün, demokratik bir sistem içlnd(; bu hedefe vanlmak 1stenm�ktedir. Binaenaleyh bu siste min içinde eğer ferdin ahlaki yapısını düzeltebilirsek, ferd Ieri islam ahlakı ile eğitebilirsek demokratik düzen Islam ül kel erind e batı hristiyan dünyasına nazaran çok daha sıhhatli ve süratli bir gelişme imkan ve istidadına sahip <ılabilir. Şu halde bize düşen vazife bir yandan maddi sahada
teknik bilgilerimizi geliştirmek, mü:sbet bilgilerle evlatlan nuzı ve gençlerinlizi techiz etmek, öbür yandan bunlan fa
ziletli, ahlaklı yetiştirmektir. Isiimi ülkelerde ıisl8.ın ahlakı, budistlerde budist ahllUu, musevilerde musevi ahlakı gibi, her cemiyetin ahlakı da dini inançlarına dayanır.
Binaena,.
lE;yh elema.n1aırıııruzı bu sentezle yetiştirebilirsek, bugün yer yüzünde insanlığın içinde bulunduğu bulıranlara çok da ha iyi çözüm tarzları bulan bir cemiyet tipine doğru gide
biliriz. Yapacağımız şey, bu kaynaklanınıza vukuf kesbet mektir. Öbür yandan da dış (maddi) aleme süratle uzanıp,
teknik bilgilerle,
Pmi bakımdan
kendimizi bezemektir.
11im, fazilet ve ahl3.kla mücehhez olduğu zaman otomobi� limizin hem direksiyonu sağlam, hem de motoru kuvvetli olacaktır. Çünkü misalimize göre ilim matorsa ahlak ve fazilet de direksiyondur. Birinci hızlı gidişi, ikincisi 1ramet üzere doğru gidişi temi:ı-ı eder.
isti-
Kuvvetli bir motora sahip araba.DL."l direksiyonu bo .zuk olursa. arabaının kaza yapması ihtimali artar. O direk-
- 207 -
:>iyon da ahlak ve fazilettir. İkisini birleştirebildiğimiz, ya ni madde ile mini arasındaki bu dengeyi kurabildiğimiz zaman Türkiyenin iktisadi kalkınması çok mutlu yarınlara erişebilir ve dünya için de örnek olabilir.
BUGÜNKÜ DINI HAYATIMIZ Asıl'lar boyu müslümanlık ve Türklük idealılerinin ele· le yürüdüğü, birbirinden
büyük değerler
kazaJndığı aziz
yurdumuzda bugü...-rı, . manevi hayatımız çeşitli aksaklıklarla beraber bir ideal buhranı içine düşmüş bulıunuyor. Bu ak saklıkları şöylece tesbit etmek mümkündür :
1 - Terbiye hayatımız : Ninelerimiz babalanmızın be şiğini ·sallarken Ilinınileri arasında onlara millet ve mem leket
için hayırlı insan
olmayı, askere yollarken din ve va
tan uğrunda ya şehit veya gazilik idealini telkin ederlerdi.
Bugün ise Türk ebeveyni asrın ·menfaat felsefesine şuurlu veya şurısuz bir şekilde kıapılarak çocuğuna ideal narnma şahsi menfaat telkin etmekte, hedef olarak maddi istikbal ufuklannı göstennektedir. Zamarumızda Türk Türk genci madde
ve şahsi menfaat
çocuğu
ve
ötesinde kendisini
harekete geçirecek ulvi bir gayeden mahrum bırakılmıştır.
O artık Türk kanı ve islam imanının nasıl büyük, feyizli ve tükenmez birer hazine olduğunu ; kalkınmak. muasır mil letler sev.iyesine yükselrnek ideallerinin bu hazineye malik olmadan gerçekleşemeyeceğini bilmemektedir. Yemi nesil tahsil hayatında kitap ve öğretmen vası tasıyle milli ideolojimizi benimseyip ruhuna sindiremiyor. Cemiyet hayatımızda yeni neslin terbiyesine
büyük
ölçüde
müessir olan basın, sahne, beyaz perde, radyo gibi öğretim
.. . 208 -
ve teLkin vasıtaları da •neslimizi milli ve dini ideolojiden mahrum, yüksek ahlak telakkimizden uzak, davasız, kök süz ve belki en kötüsü aşağılık duygusu içinde yetiştirmek iç�n bilerek veya bilmeyerek bir gayret içindedir. Münevverlerimiz : Türk milletinin özünü teşkil eden halkla yıllardır alakasını kesmiş, bizi tarihte büyük millet yapan dini ve mi lli kıymetlerimizi unutmuş veya öğ renmemiş bulunan birçok münevverimizin dini hayatı, üzü lerek belirtelim ki· tam bir boşluk arzetmektedir. Geçen asrın Türk münevverlerinin a:ksine, bunların, din narnma bildikleri şey kulaktan dolma eksik bilgilerle, eski şeki'ller ve !hatalı tatbikatı din sanarak edindikleri menfi kanaat lerden ibarettir. 2
-
3 Halkımız : h:lamın ilk devirleriyle Osmanlıların kuruluş ve yükseliş asırlarında, islamı rfıh ve manasıyle yaşayan, onun nur ve feyzini ferdi ve içtimai hayatında aksettiren müslüman halk yerine, bugün, ya kupkuru bir iman, yahut da daha çok şekle bağlı bir dini yaşayışla ik ı if a eden bir halkımız vardır. -
4
Din adamlan : Milletimizin yükseliş devirlerinde hem sözün en isabetlisi hem de hareketin en doğrusu ile sultan·lam bile yol gösteren din alimlerimiz vardı. Halbu kl yakın zamanlarda «Hocanın sözünü tut, yaptığını yap ma» sözü darbımesel haline gelmiştir. Burada « SÖZ» den : �\ srın zihniyetine göre islamın anlaşılması ve anlatılması kastediliyorsa, büyük şair Mehmed Akif'in : -
«Asnn idr&:kinl' söyletmeliyjz islamı» diye ifade ettiği bu tahassür de hali tatmin edilememek tedir. Önceki asırlarda islamı anlayan ve anlatan büyük din alimleri aynı zamanda geniş bir müsbet ilim ve dünya kültürüne sahip bulunuyorlardı. - 209 -
Bu büyük insanlar, dine davette tecavüz üslfıbu yeri ne güzel öğüdü, korkutma yerine sevıdirmeyi, nefret yeri ne mahabbeti tercih ediyor ve böylelikle islamın nurunu gönüllere sindirebiliyorlardı. Bu b�arılannda en büyük yardımcılan dini
bizzat yaşamaları,
rehberliklerini bir
menfaat karşılığında değil, her şeye tercih ettikleri, Allah rızası uğrunda yapmış olmalarıydı.
O zaman dini öğrenmek için önlerinde halkalanan mü minleri muhatap alarak, i lahi icabet saadetinden mahrum bedbahtlara ağız dolusu küfreden, kendini beğenmiş, mer hametsiz ve duygusuz din rehberleri yoktu. İslamın ilk devirlerinde din alimleri Allah'ın kitabı ile Hz. Peygamber'in sünnetini çoğu defa yalnız nakille iktifa ediyor, müminin onları bizzat kendi istidadınca düşünüp yaşamasını uygun buluyorlardı. Bu iki mukaddes kaynak islamın ilk nesillerince yalnız la.fız ve mfısiki itibariyle nak ledilmez, sadece okunup dinlenmez,
fakat aynı zamanda
hem rfıh ve manasıyle benimsenir, hem de böyle okunup dinlenirdi.
Bugün Allah'ın hareket ve tefekkürümüze rehber ol sun diye gönderdiği bu kaynaklar ölü ve dirilere teberrü ken ve yalnız lafzıyle, mfısikisiyle okunmaktadır. Her mü okuyup dinlediği
minin evinde zaman zaman anlamadan
bir Kur'an vardır. Fakat bu mümin, asıl her gün okuması ve her zaman üzerinde düşünmesi gereken Kur'an mealine ihtiyacı olduğunu bile düşünememektedir. Gerçi dini duygunun h ayatıyyeti. dini alakanın aşka doğru yükselmesi için ilahi, şiir, mfısikl gibi vasıtalara ih tiyaç vardır. Fakat bu vasıtalar asıl
gaye ve m aksfıdu
unutturur, onun yerine ikame edilirse işte o zaman mümjn lerin dinin rfı:h ve manasıyle alakalan kesHir. Ne yazık ki bazı menfaat zümreleri bunun böyle yü-
: ·�· .
'
. .
:.,:.:, ., �
- 21 0 -
rümesini istiyor, küçük hesaplarla büyük iman davasına ihanet ediyorlar.
TEDBİRLER - TEKUFLER 1 - Dini terbiyenin
ilk ocağı ailedir. Terbiye ilmi mü
tehassısları çocuğa verilecek terbiyede başanya ulaşabil �ek için her şeyden önce ebeveynin yetiştirilmesi üzerinde durmaktadırlar. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığının elele vererek bugünkü Türk ana-babasını, ge lecek neslin
ilk ve en mühim, en müessir mürebbileri ha
!inde yetiştirmek için çalışmalan zaruridir. Bu çalışmala rın hedefi ebeveynin çocukları için düşünmeyi adet edin diği maddi istikbal ve karın doyurma endişesinin bir müs lüman Türk ebeveyni için kafi
olmadığı, yetiştirilmekte
olan çocuğun ka.mı ile beraber kalbi ve ruhunun da dini
�
ve milli ideallerle doyması ve dolması gerekti i gerçeğinin
herkesten önce onların kafasına
yerleştirmek olmalıdır.
Bunun için radyolarda hususi programlar, broşürler, reh ber kitaplar, kurslar, gezici rehberlikler ilk elde düşünü lecek tedbirler arasındadır.
İlk ve orta okullarda din dersleri bazı rnazari bilgileri kuru bir şekilde anlatıp öğretmek yerine, dini sevdirmek,
milli varlığınuzda dinin yerini sezdirmek, yaş ve seviyeleri n e uygun bir şekilde onu yaşatmak gayesine göre ayarla/ll nialıdır. Türkçe, edebiyat. tarih, san' at tarihi, yurttaşlık . . . gibi milli ve dini hayatımızia alakalı derslerde biraz önce işaret ettiğimiz hedefler yıpratılmamalı, bilakis kitaplar ve öğretmenler arasında kurulacak tam bir ahenkle takviye edilmelidir. Yüksek tahsil gençliğimize bu mevzfida kafa ve kalb lerini tatmin edecek seviyede kuvvetli ve ilmi eserler su nulmalı, konferanslar verilmeli, seminerler yapılmalıdır.
- 211 -
2 Son asrın baş döndür.ücü. bir hızla teselsül eden inkılapları, harpleri ve içtimai değişmelerine rağmen milli ve dini duygularına bağlı kalmakta devam eden tek züm re halkımız oldu. Bunda büyük şehirler ve bilhassa yurt dışı ile temas imkanlarının malıdut oluşunun büyük tesiri vardır. Fakat son yıllarda yurdumuzda girişilen yol yapı :nı ve imar hareketleri ile yurt dışına işçi akını hadisesi halkımızın, yaıbancı kültürlerle temasını sıklaş�ırmı� tır. Bu temasın aşağılık duygusu, milli ve dini kıymetleri mizden şüphelenme ve uzaklaşma, bazı zararlı ideolojilere meyil gibi mutasavver kötü neticelerini önlemek üzere bil hassa aydın din adamlarımıza şehir ve köylerde, işçileri mizin bulunduğu yabancı memleketlerde büyük irşad ve rehberlik vazıifeleri düşmektedir. 3 Milletimizin bugün dini hayat salıasında maruz bulunduğu aksaklıklar ve bunların çareleri üzerine eğile cek, yukarda zikredilen irşad ve rehberlik vazifesini ya pabilecek mütehassıs ve aydın din adarnma muhtacız. Bu gün millete din adamı yetiştirme vazifesini üzerine aJmış bulunan müesseselerin, hali hazır durumlarıyle daha mü kemmele doğru inkişaflan için gerekli gördüğümüz ted birleri şöylece arzedebiliriz : a - Kur'an kursları : Bu kurslar Kur'an-ı Kerim'i okumak veya ezberlemek isteyenlerle basit din bilgisi edin. rnek arzusunda bulunanlara bunları temin etmek maksa dıyle açılmıştır. Muisır ihtiyaçlara cevap verebilecek, ne imam ıhatip ne de diğer din adamlannın bu kurslardan ye tışemiyeceği ; kursların gayesi, programı ve tahsil s.üresi incelenince şüphesiz olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kurs ların kuruluş gayeleriille uygun bir şekilde çalışmalan ve imam-Hatip Okulu'na girmek isteyen namzetleri bu okula hazırlayabilmeleri için Diyanet İşleri Başkan lığının sıkı alaka ve mura.kabesi gerekmektedir. -
-
- 212 -
b - lmam-Hatip Okulları : Uzun bi r bekleyi.şt.en son ra milletimizin şiddetli arzul:anna cevap olsun diye acele ile açılan ve bugüıne kadar aynı müfredat ve statüyü mu hafaza eden İmam-Hatip okullannın
muhtaç olduğumuz
aydm din adarnma gerekli formasyonu verebilmesi için şu tedbirleri zaruri görüyoruz :
I
-
İdareellerle
kültür dersi öğretmenleri
meslek ve
nin bu müe sseselerin hususiyeti gözönüne alınarak tayin ,
edi'lmeleri. II Miliredatın okullardaın beklenen gayeye göre il -
mi esaslar dahilinde yeniden ele alınması.
m Onsekiz yıldan beri ihmal edilmiş bulunan ders kitaplannın bir an önce yazdırılması. -
c
-
Yüksek İslam
Enstitüleri :
din adamıının asıl kaynağı
Beklediğimiz aydın
Yüksek İslam Enstitüleridir.
Ancak bu müesseselerin kendilerinden beklenen vazifeyi ifa edebilmelerinin, şu şartların tahak kUıkuna bağlı bulun duğu kanaatindeyiz :
I
-
Yeni Enstitül er açarken,
enstitülere idareci ve
hoca tayin ederken siyasi müiahazalardan. şahsi ve hissi düşünüşlerden uzak kalmak. Bugünkü ilmi ve idari im kanlar ancak bir iki enstitünün açılabilmesini zaruri kı l a rken dört enstitümüzün olması, buınlara ilave etme hevesi mensuplan olarak
bi rkaçını daha
üade edelim ki, bu
müesseselerin hayrına değildir. Enstitüye hoca olmanın tek yolu, yönetmeliğin de ifade ettiği gibi aşistanlıktır. lik ku r uluş zaruretleri dışında
bu
hududun zorlanmaması ve
;ısistanlık kadrosunun azami hadde geniş tutulması ica be
derdi. Bugün, herhangi bir ilmi formasyon kimselerin hala hoca olarak enstitülere ed i lmekted ir.
kazanmamış
tayinine devam
Bu yilizdendir ki enstitülerin ana derslerinin
kitapları hala yazılamamış, ilmi
an'aınesi kurulamamıştır.
- 213 -
II - Esasen biz bütün
bu problemierin
çözümünü
Yüksek İslam Enstitülerinin «lsli.mi llimler Aka.demileri» olmalarma bağlı buluyoruz. Hasretle beklenen aydın din adamını bize verecek olan bu akademi fıikriın.in biran önce k uvveden füle çıkanlmasını ali.kalılardan milletçe bekliyo r uz. d - llahiyat Fakültesi : Islami ilimler üzerinde mu kayeseli araştırma yapabUecek eleman yetiştirmesi kendi
sinden beklenen bu müessese, bilhassa İmam-H.atip okul ları mezunlarının oraya girme imkamnı kazanm alarından sonra bu fonksiyonunu daha iyi ifa edebilecektir.
DtN ADAMININ IRŞAD METODU Dinin c;eşitli fikir ve kültür
seviyelerindeki gruplara
anlatılması, öğretilmesi ve sevdirilebilmesi için din adamı mn zaman zaman camiden dışanya uzanması gerekmek tedir.
Rastahanede hastamn, cezaevinde
içinde bulunan mahkfımun, bulıran ve
nedamet htsleri bunaltıları içinde
gençliğin, fabrikada işçi:ıin, çeşitli davranış ve düşünüşle ri içinde halkın arasına girmeli, onların ruhlarına nüfuz ederek merhamet, şefkat, Allah'a ve Peygambere ulaştı ran sevgi ve ilim metodlanyla
kitlelerin diıne dönüşlerini
temine çalışmalıdır. Din adamı yalnız sözüyle değil, fakat bilhassa yaşayış ve davranışıyle irşad vazifesini yapabile ceğini asla unutmaınalıdır. Tesiri altmda kaldıkları terbi ye ve muhitin saflarımızdan ayırdığı insanlar için nefret ve ki:n beslememeli. hekimiın hastasına, ebeveynip asi ev
la dına karşı duyduğu merhamet ve şefirat hisleriyle meş
bıi' bulunmalı, irşadını yaparken insan psikolojisini ve mu asır terbiye metodlannı
gözden uzak tutmamalıdır.
Şimdiye kadar dini irş3d ve terbiyede va'z, konferans ve kitaptan başkı3i modem
tesir vasıtalanna başvurulma-
- 214 -
dığı
görülmektedir.
Hızlı ve gürültülü tekn ıi.k medeniyeti
devrinde insanoğlu camiye, konferans salonuna ve lcitap
okuınıaıya fazla illtifat etmiyor. Futbol sahalan, sinema, ti yatro, televizyon, günlük bası n,
günümüzün insaırunı bü..
yük ölçüde kendisine çeken vasıtalardır. Hri sti yan lık alemi çoktan beri bu vasıtalara el
atmış ve kü çüm sen emiyecek
başarılar elde etmiştir. Biz d e ideolojimizi ancak bu modern tesir vasıtalarını kullanmak sureti yle anlatmak, duyurmak ve nılhlara sindirrnek im.kinmı elde edebiliriz. Yukardan beri
arzetmeye çalıştığımız
tedbirler, ta
hakkuk ettiği, milli ve dini terbiyemiz bu ölçüler içinde yü
rütüldüğü takdirde büyük milletimizin miza.ç ve imanında saklı bulunan cevherinin inkiŞa.f edeceğine, kısa. zamanda muasır milletler seviyesine
ulaşabileceğimize en kuvvetli
şahit milli tarihimizclir.
-
2 15
-
İÇıNDEKlLER Açıklama
. . . . . . . . . . . . . .
Sayfa
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . u• • • • • •
5
........... . . . .
7
1\.�ll.l!iyetçiler nmı Semineri Tertip Komitesi Seminer çalı§malanna katılanlar Hazırlık çalı§I11ala.rı
. ..........................
9
.... . ............ ........................... .
12
............
17
.................... ...................
25
Prof. İ. Kafesog-lunun semineri açı� konuşması M1lllyetçilik ve Insan fikri
...............
31
................................... .
34
Sosyoloji ve pedagoji açısından mill1yetçilik Milliyetçilik ve hukukumuz
Türkiye'de milliyetçilik hareketıert Milliyetçilik ve tarih §Uuru ·
Milliyetçilig-in kaderi
41
...................................... .
42
.........
45
............................ . .................. .
53
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . .
57
Sıın'at anlayışmuz Folklor
............. ...... . . . . . . . .
..... ............
Türk muSikisi.nin lstikbali Sinema
. . . . . . . . . . . . . . . . . .
..... ................................. .
57
.................................. .................. . . . . .
59
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
60
Eg-itim siyaseti
Üniversite muhtariyeti ( özerkligi. ) meselesi '!"ürk Basını ve milıt basın meseleleri
T.R.T. meselesi
.......... . . . . .
61
..... .................. .
68
.....................................................
.
Öğretmenler arasında sol teşekküller
. . ..... ...... ...........
....... .. . .. . . . .. .. . . .. .... .
İktisadi doktrlnler
Mılli gelir ve sosyal adalet Sanayi siyasetimiz
. ....
. .............
............................... ......
.
. . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . . .
Sendika siyaseti ve Işçi meselesi Ortak Pazar ve Türkiye
. . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . .
..... . . . ........... . . . . .. . . . . ..... . . . . . . . .
Geri kalmış bölgelerin kalkınma politikası
Tan m reformu
... . . ......... ... .. . ............. .. .. . .. ... ... . ... .. . .
Türkiye'de enerji kaynakları ve petrol Nüfus
siyasetimiz
Dış münasebetler
.
.
.
. ........ . .. . ... .. . .
98 107
lll 117 119 120 120 124 125
........... . . . . . . . .... ... ...... . ..... . .. . . . . . . . .
148
.... ... .. . .. . .. . . . . ..... . .. .... ..... .. .... . .. . . . . .
163
Türkiye'nin jeopolitik durumu Dı� Türkler
88 95
Dil meselesi
. . .. ... ..... . ... .. . ..... ...... . .
164
......... ... ... ...... .. . . ..... ...... . .. ... . ... .... ... . ..
180
.
İran - Pakistan ve Türkiye arasında kültürel ve iktisadi !�birlig-i
............. . ...... ...... ... ... .. ...... . .. ... . . .. . . . .. ..
182
.... . ... . . . .. . . . . . . . .. . ... . . . ....... . . . .... . . . . . . . .
189
Ahlak anlayışımız
Türk milliyetçilig-I ve islAmlyet 'l'iırktlye'de d1nt eg-itim
................... . ........ .. . . .
190
....... ... . .. . ..... ....... ............ .... . . .
195
. ....... ..... . . .... . .
198
... .... .. . .... . . .. ... . . .. .. . .. ... .. . . .. ..
208
İslami ahiakın iktisadi geli§meye tesiri
E ugünkü d1nt hayatımız
.