Milliyetçi Türkiye'ye Doğru

Page 1



MiLLiYETÇi TÜRKİYE'YE DOGRU



MiLLiYETÇi TÜRKİYE'YE DOGRU

J

<10-11 Mayıs 1969 da yapılan Milliyetçiler

ilmi Seminerinde varılan neticeler)

İstanbul 1969


GARANTi MATBAASI Cağaloğlu, Mollafenari Sok. 38 istanbul


AÇIKLAMA

· ·' ·

M

illiyetçiler Ilmi Semineri,

1969 mart ayından itiba­ ren ba�layan uzun bir ha­

zırlık devresinden sonra, 10 - 11 Mayıs 1969 tarihlerinde Istan­ bul'da yapılm�tır. 10 Mayıl'J gü­ nü M.T.T.B. salonunda açıl� ko­ nuşması ile başlayan

seminer,

aynı gün T.M.T.F. binasında, mahiyetleri itibariyle biribirine yakın mevzular a göre tertiple­ nen beş komisyon halinde, çalış­ malarına devam etmiştir. Her komisyon kendisiyle

ilgili teb­

liğleri münakaşa ederek tek ra­ por haline getirm�tir. Böylece hazırlanmış olan beş rapor er­ tesi gün Belediye Sarayı salo­ nunda

yapılan

toplantısına

umumi

heyet

sunulmuş ve ora­

da müzakere edilerek bütün iş­ tirak edenler tarafından kabul olunmuştur. Neticeler, Büyük Türk Mil­ letine arzolunur.

TERTİP KOMİTESİ



10- ll MAYIS 1969 GÜNLERİNDE İSTANBUL'DA YAPILAN MlLLtYETÇİLER İLMİ SEMilNERl TERTİP KOM1TES1: (Soyadı alfabe sırasına göre)

BaŞkan : Prof. Dr. İbrahim KAFESOOLU *Fazlı AKKAYA *H. Cengiz ALPAY NThad Sami BANARU A. Aydın BOLAK *N. Nihat BOZKURT * Rasim CİNtSLl *Altan DELIORMAN Doç. Dr. Muharrem ERGİN *Metin ERİŞ Alırnet KABAKJ...I *Dr. Mustafa KAFALI İsmail KAHRAMAN Doç. Dr. Haluk KARAMAGRALI Prof. Dr. Selçuk ÖZÇEUK *Ekrem ÖZER Prof. Dr. Faruk K. TlMURTAŞ Osman YUMAK Prof. Dr. Sabahattin ZAİM Rizalarında * işareti bulunanlar İcra Ko­ rnitesinde de vazife almışlardır. -7-



SEMlNER ÇALIŞMALARINA KATILANLAR :

Prof. Dr. Necati AKDER Fazlı AKKAYA Prof. Dr. Yılmaz ALTUG Malıir ARAL Na.mık Zeki ARAL (Tebliğ yolladı)

Alev ARlK Sel.iıha.ttin ARIKAN ı•rof. Dr. Fahir ARMAOOLU (Tebliğ yoJladı) Arif Nihat ASYA Dr. Asaf ATASEVEN Nihad Sami RANARLI Said BİLGİÇ özcan BOLCAN N. Nilıat BOZKURT Rasim CİNİSU Himid ÇAGIL V8Jıid ÇOPUROOLU İsmail DAYI Altan DELiORMAN Doç. Dr. Recep DOKSAT Dr . Yusuf DONMEZ D�. Dr. Şükırii ELÇİN Galip ERDEM }'erit ERDOGAN Doç. Dr. Muharrem ERGİN Metin ERİŞ Selahattin ERKAP -

9

-


Ali Muzaffer ERSOZ Enver ESENKOVA (Tebliğ yolladı) Fethi GEMUHLUOOLU l\lahir ız Alunet KABAKLI Dr. Mustafa KAFALI Prof. Dr. İbrahim KAFESOGLU Doç. Dr. Haliık KARAMAGRALI Dr. Hayretlin KARAMAN Prof. Dr. Şaban KARATAŞ (Tebliğ yolladı) İhsan KOLOOLU Prof. Dr. Mustafa KÖSEOOLU Doç. Dr. Yaşar KUTLUAY Hoç. Dr. Bekir KÜTÜKOOLU 1\emal WKMAN Dr. Erdoğan MERÇİL Kemaleddin NOMER E mine Işınsu OKÇU I<.;rdoğan OKÇU Cahid OKURER Dr. Naim ÖKTEM Prof. Dr. Selçuık ÖZÇELİK

Refik ÖZDEK Ekrem ÖZER "\"ılmaz ÖZTUNA (Tebliğ yolladı) Nazım ÖZVERİ M. Necati S�PETÇİOOLU F'ahri TANMAN Doç. Dr. Hikmet TANYU J>rof. Dr. Faruk K. TİMURTAŞ Dr. Bekir TOPALOOLU Doç. Dr. Sal ih TUG Dr. A. Mertol TULUM Yusuf TÜREL - 10-


Doç. Dr. Orhan TVRKI>OGAN Ziya UYGUR ı•rof. Dr. Orhan UZUNSOY Prof. Dr. Süleyman YALÇIN Doç. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ (Jemalettin YAVAŞÇA Dr. Haldu D. YILDIZ Prof. Dr. Talip YÜCEL Prof. Dr. Sabahadelin ZAİM

Milliyetçiler ilmi Sernineri Belediye Saraymda toplantı hallnde

-ll-


Hazırlık çalışmaları 27-Nisan-1969 Muhterem.................

.

İki sene önce toplanmış olan

1. Milliyetçiler Büyük

Kurultayının kararları gereğince, 2. Büyük Kurultaya ha­

zırhk olmak üzere, 10 ll Mayıs 1969 da, İstanbul'da mem­ -

leketimizin tanınmış ilim ve fikir adamlarının iştirakiyle bir «Milliyetçiler İlmi Semineri» tertiplenmesi kararlaştı­ rılmıştır. Milletimizin vatanperver bir ruhla do1u. olduğuna şüp­ he yoktur. Türk Milleti, vatanını, devletini, ailesini, dinini ve ahlakını korumak hususunda her zaman seferber du­ rumdadır. Ancak bu asil duygular millet manaviyatında ham madde halinde mevcuttur. Türk'ün bu milliyetçi cep­ hesi ilmi yollardan layıkı ile işlenip halk kitlesine intikal ettirilememiştir. Türkiye'de milliyetçilik, düşünceleri içten ve çözülmez bağlarla birbirine bağlayan, yön verici, ilmi vasıftan mahrum.dur. Hala belirli bir milliyet anlayışı etra­ fında top1anamayışımızın sebebi bu olmak gerekir. Milliyetçilik bizde daima yalnız bir heyecan mevzuu olarak kalmıştır. İnsanlan hakikatıere ıurlaşmaktan alıko­ yan başlıca amil de his ve heyecan baskısıdır. Ciddi, sağ­ lam neticelere varmak ve millet bu neticelere inandınlmak istendiği takdirde önce birer ilim ve fikir adamı olarak bizim bu heyecan vasatından kurtulmamız icap eder. Mil­ liyetçilik, teoloji vey;a metafizilde alakalı bir ideoloji veya doktrin mevzuu değil, doğrudan doğruya ilmi araştırma­ lara ihtiyaç gösteren bir içtimai realitedir. Mesele, Türk Milliyetçiliğinin günümüz Türk topluluğundaki yerini tam bir tarafsızlıkla tesbit etmektir. Buna göre, incelemelerde

- 12 -


karşılaşılabilecek şahsi ve milli duygularımım aykırı ha­ kikatleri de açıklamaktan çekinmernerniz lazımdır. Çünkü, istikbalirnizle ilgili en isabetli ve mühim kararlar vehirn ve hayale değil, tarihi ve içWna.i vakıalara dayıa.nılarak alı­ nabilecektir. Türk Milleti eğitim, hukuk, iktisad, ahlak, din, edebi­ yat ve san'at sahalannda görülen huzur bozucıu aksaklık­ ların giderilmesi için gerekli ilmi rehberliği, kendisinin gerçek temsilcisi saydığı sizlerden beklemektedir. Bu bakımdan, Türk milliyetçiliğine rve tabiatiyle Türk Milletine değerli bir hizmet olarak telakki ettiğimiz «Mil­ liyetçiler llmi Semineri» ne zatıalinizi n de iştirakini ehem­ miyetle rica etmekteyiz. Giriş kartı ilişikte takdim edil­ miştir. Toplantı yeri ve seminerle ilgili diğer bilgiler ayrıca arzedilecektir. Hürmetlerimizle Tertip Kornitesi adına Prof. Dr. İbrahim KAFES()(}LU

* Muhterem önümüzdeki aylarda toplanacak olan 2. Milliyetçiler Büyük Kurultayı'na hazırlık olmak üzere tertiplenen cMil­ liyetçiler İlmi Semineri» ne bir tebliğle iştirakiniz hususun­ daki ricamızın kabul buyurulmasını, komitemiz minnet ve şükranla karşılamıştır. İlgili makamlarla yapılan temasların neticesinde belli olacak toplantı salonunun yeri ayrıca bildirilecektir. Semi­ ner 10 ll Mayıs 1969 cumartesi - pazar günleri yapıla­ caktır. Çalışmalar sabah 9.30 da başlayacaktır. Toplantı -

-13-


gününe kadar seminerle ilgili her konuda irtibat büromuz. dan bilgi alınabilir. llmi çalışmaların yıapılacağı toplantı salonooa ve ko­ misyon odal arına dinleyici alınmayacağı için, sayın davet­ liler seminer görevlilerine giriş kartı ibraz edeceklerdir. Giriş kartlan tanzim edilerek üişikte takdim olunmuştur. Seminer tertibiyle ilgili ön bilgiler ilişikte arzedilrnek­ tedir. Teşekkürlerimizi te'yid eder, hürmetlerirnizi sunarız. Tertip Komitesi adına Prof. Dr. İbrahim KAFESOCLU

1. Milliyetçiler Büyük Kurultayı Başkanı

* SEMİNERLE lLG:t:Lt Btt.GlLER 1)

Serninere istanbul dışından katılacak davetlllerin yol masrafıanna tertip komitesince

(Ankara

_

İstanbul

motorlu tren gidiş dönüş ücreti birim alınmak suretiy­ le)

2)

70.- TL.

ödenrnek suretiyle iştirak edilecektir.

İstanbul haricinden

gelecek davetiiierin yatacakları

yerler aynlrnışbr. Odalar, 9 tesi ve

10 ll -

-

10

Mayıs cuma- cumar­

mayıs cumartesi - pazar

geceleri için

tahsis edilmiştir. Serninerin son bulacağı

ll Mayıs

1969 pazar akşamı sayın davetliler serbest olacaklar­ dır. Otel masrafları tertip kornitesi tarafındsn karşı­ lanacaktır.

3)

10

mayıs cumartesi v e l l mayıs pazar günleri sabah

kahvalbları, davetiiierin kalacağı otelde verilecektir. Aynı günler öğle yemekleri çalışına salonunda verile-

-14-


cektir. Yemek ve kalıvaltı masraflan komitece karşı­ lanacaktır.

4)

lrtibat büroSUl Cağaloğlu, Nuruosmaniye Cad. Nu: 34, 3. katta Kültür Ocağı genel merkezidir. Müracaatlar

Altan Deliorman veya Nihat Bozkurt adına yapılma­ lıdır. Telefon numarası 22 27 23 tür. Ankaradaki temaslar, Sanayi Bakanlığı Özel Ka­

5)

lem Müdürü Metin Eriş'le yürütülebilir. Telefon nu­ marası 1217 35 tir. lstanbul'a gelecek davetliler 9 mayıs günü ve gecesi saat 24 e kadar irtibat bürosuna müracaat ederek lü­ zumlu bilgileri ve kendilerine otelde ayırtılan oda nu­ maralarını alabilirler.

6)

İlmi mahiyetteki seminer, basına açık, dinleyicilere kapalı olarak çalışacaktır. Seminerde görüş birliğine varılan hususlar bir kitap halinde bastırılarak dağıtı­ lacaktır.

-15-



TERTİP KOMlTESt BAŞKANI PROF. DR. lBRAHlM KAFESOOLU'NUN MİLLİYETÇİLER tı.Mt SEMİNERİNİ AÇIŞ KONUŞMASI Muhtcrem öğretim üyeleri,

kıymetli fikir adtırrı,Uırı,

genç arkadWJlarım Bundan iki buçuk yıl kadar önce toplanmış olan I. Milliyetçiler Büyük Kurultayının kararı gereğince, II. Bü­ yük Kurultaya hazırlık olmak üzere, tertipiediğimiz .IJ!il­ liyetçiler Ilmi Semineri'ne hoşgeldiniz. Hepinizi sevgi ve saygılarımla seldmlarım. Milliyetçilik, bilindiği gibi, tarihte inımnlığa yön ve­ ren düşünce tarzlarının başında yer alır. Ferdin, mensup bulunduğu topluluğu sevmesi gibi tabii bir temayüZ olarak kütlelerin millet topluluğu hdline gelmesinde ve varlıkla­ rmı korumasında birinc i planda rol oynayan milliyetçilik şüphesiz ezeli olduğu kadar ebedidir de. Yine malurrı.tlur

ld, milliyetçiliğin biri duygu, di.ğeri fikir olmak üzere iki cephesi, daha doğrusu iki safhası vardır. Insanın ana ve ba.basını, yakın ve uzak akrabasını sevip sayma içgüdüsü­ nün gittikçe gelişerek, nihayet kendi dili ile konuşan, ken­ disi gibi düşünen ve aynı manevi kuvvetlerle beslenmiş memleketi halkma, üzerinde yaşadığı vatan toprağı ile birlikte bütün milletine ruhan ve davrant'jlar . ı ile bağla.n­ ma hisBi demek olan milli duygu her

toplulukta az-ç:,.;k

mevcut sosyal ve psikolojik bir belirtidir ve kökleri içti­ mai hayatın ba§langıcına kadar gt!ri götürülebilir. Fikir-

-

17

-


de milliyetçilik ise, son yüzyıllardaki siyasi ve iktisadi hd­ di.selerin eseridir. Batıda Rönesans'ın getirdiği yeni 1cıy­ metlerde n olan milli devlet kuruluşlarında milli ordu VfJ milli ekonominin bazı topluluklara sağladığı askeri ve ik­ tisadi üstünlük milli duygunun milliye t fikri hdlinde sis­ temleştirilmesine yol açmıştır. Bilhassa Na.tion (mıllet) mefhumuna vücut veren Fransız Ihtilalini takiben A vru.­ palı milldlerin sür'atli tarihi seyirlerine müvazi şeki.ldr� gelişen fikir milliyetçiliği «Nationalisme» adı altında fel­ ı-efi-içtimai sahada müstesna bir itibar kazanmıştır. Fa­ kat teessüfe değer ki, henüz ilmi esaslarına kavuşamadan birçok milletierin hayat akışlarında yol göısterici bir fonk­ siyon icracısı durumuna yükselen bu düşünce, aslında, in­ sanın tabii temayüZü üzerine kurulması gerekli bir mane­ vi inşa ve bir kültür gelişmesi mevzuu iken, doğrudan doğ­ ruya biyolojik temellere dayandırılmış, ve arzettiğimiz milli duygu gibi bütün insan cinsinde

ortak ruhi belirti

roolitesinden kaynak ve kuvvet alması icap ederken, ken­ dilerini «imtiyazlı millet» vehmine kaptırmış toplulukla­ ra yeryüzüne hükmetme kabiliyetini

bahşeden hayallere

dayalı bir ideoloji durumuna sokulmuş, bu suretle, adeta beşeri vasfını kaybederek bencil bir karaktere bürünmüş ve dolayısiy le, her ideoloji gibi, siyasetin bir iBtismar ·mal­ zemesi hdline gelivermiştir. Fikir milliyetçiliğini böyle ha­ talı değerlendirmenin neticelerini I. ve II. Cihan Savaşla­ rının felaket dolu sahnelerinde görmek mümkündür. Sos­ yalizm maskesi altında aynı ideolojinin takipçisi olarak dünyayı yutmağı tasarlayanların da

dkibetinin değişmi­

yeccği aşikardır. Bugün Batılı ilim çevrelerinde artık bu tip nasyaruı­ lizm'den pek bahsedilmemekte ve si.stemleştirme gayret­ leri Patriotisme (Vatanperverlik) denebilecek yeni ve in­ sani bir milliyetçilik anlayışına kaymaktadır. Medeni dün-

-18-


yada müşahede edilen bu normale dönüş tarihi Türk mil­ liyetçiliği bakımından pek mdnalıdır. Çünkü, heryerde hu­ zurun sağlanmasına yardım eden, asla istismar yoluna sap­ mayan, bayrağımız altındaki her çeşit kütleyi muhafaza etmek için icabında kendi kanımızı dökmeği vazife sayan, himayeci, 4 bin yıllık Türk milliyetçiliği, daima insani ve vatanperverane bi r karakter ta.şımıştır. Insanoğlunun ancak, Tanrı tarafından milletZere baş seçilmiş Türk'ün koruyucu idaresinde mes'ut olabileceğini, düşman ayağının basması caiz olmayan Türk vatanının iM­ M kudsiyetle donanmış bulunduğunu söyleyen destan, ef­ sane, anane ve kitabelerimizde, birçok örnekleri ile, izzeti nefis sahibi, asil ve gururlu bir millet olarak Türk'ün hür­ riyet ve istiklaline tutkunluğunun belirtilmesi ve bunların kaynaklarında tekrarlanması,

eski Çin, Bizans ve islam

Türk milliyetçiliğinin büyük kudretini ifade ve isbat eder. Tarihi Türk milliyetçiliğinin bir hususiyeti de onun, başka milletlerde de rastlanan neviden ham bir temayüZden iba· ret kalmayıp ,çok erken çağlarda şuurlu bir inıanç vasfını kazanmış olmasıdır. Mes eld 2 bin sene evvel, miladdan ön­ cc 58 de, Al�ya Türk imparatorluğunda cereyan eden mr hadise münasebetiyle o devir Çin yıllığındaki bir kayıt, tanınmış sinolog Fr. Hirth'e göre, dünya tarihinde milli­ yetçiliğin devlet siyasetinde temel fikir olarak alındığını gösteren ilk vesikadır. O zamandan beri bazan da şahlana­ rak devam edegclen şuurlu Türk milliyetçiliğinin gerçek­ leştirdiği son harika Milli Mücadele'mizdir. Bu destani başarıya kaynak teşkil etmiş olan «Türk­ çülük» hareketi memleketimizdc milli duyguyu sistemle'j­ firme devresi idi. Dış kışlcırtmalarla azqınlaşan azınlıklar karşısında Türk'ün meşru müdafaa hakkından doğan bu cereyanın bayrakdan büyük mütefekkir Ziya Gökalp göz­ lerini milli tarihin derinliklerine çevirerek orada keşfetti-19-


ği müli duygu y ardımı ile memleket dertlerine çareler arı­ yordu. Çünkü, zamanının fikri, felsefi, içtimai gelişmeleri­ r..i çok iyi takip ettiği bilinen Gökalp'in gözünden kaçma­ yan bir nokta da, ileri milletierin terakki, kuvvet ve re­ fahlarını milliyetçi dinamik tutumlarına borçlu oldukları idi. Bugün de en medeni mUletlerin en milliyetçi topluluk­ lar olduğu görülür. Hatta mahkum sosyalist ülkelerde bi­

le milliyetçilik gittikçe feragati kabil olmayan bir iştiyak halini almaktadır. Hal böyle iken bizde bir gevşeme, bir çözülme vuku­ bulmuştur. Bir taraftan . gerçeklerden uzaklaşarak roman­ tik bir havaya girme istidadını gasteren Türk fikir miUi­ yetçiliği, diğer taraftan derecesi artan bir şiddetle gayri ıniUi cereyanların taarruzlarına uğramıştır. Yalnız hama­ si planda kalmış ve sosyal, kültürel ve ekonomik hayatta aksiyon kabiliyetini henüz ortaya koyaca.k bir o lgunluğa ulaşamamış durumdaki Türk milliyetçiliğine yapılan hü­ cumlardaki tahrip vasıtaları ise, milletçc kalkınma cekit­ lerini baltalama gayesini güden milletlerarası Marksizmin heryerde ileri sürdüğü sloganlardan başkası değildi: Milli­ yetçiliğimiz cskilik, ananceilik ve saldırganlık ile damga­ lanıyordu. Saldırganlık Türk milliyetçiliği

için bahis mevzuu

olamazdı, çünkü, teb'aya baskı ve zulmün izine bile raM­ lanmayan Türk tarihinde kütle sürgünleri ve katlicim!arın mevcut olduğu hakkındaki garazkcir iddiaların hiçbiri şimdiye kada.r isbat edilmemişti. Milli tarih bilgisi yönün­ den acınacak vaziyette olan ithamcılar, üstelik, milliyet­ çilikteki tarihi devamlılık ile ananeciliği birbirinden ayıra­ mıyorlardı. Milliyetçiliğin terk edilmiş eski bir düşünce olduğu suçlaması ise, insanı ruh, akıl, mantık ve muha­ kemcden mahrum bir garip yaratık farzeden sa{satadan ileri geliyordu. Sanıyorlardı ki, bu milliyetçilik ideali yıkılıp gidecektir! -20-

hücumlar karşısında


Feyzini beşeri gerçeklerden alan milliyetçiliğin böyle köksüz, uydurma iddialarla yok

olması elbette mümkün

değildir. Faloat Türkiyede hürtiyet rejiminin gölgesine sı­ ğınılarak yapılan aralıksız tecavüzlerin milliyetçilik duy­ gu ve düşüncasini fazlasiyle sa.rstığı bir hakikattir.

Bu

bakımdan durumun ağırlığını idrdkte Türk Milli Eğitimi­ n in kilayetsizliği şüphesiz büyük bir talihsizlik olmuştur. Yayın hayatımıza hakim gibi

görünen ldubal1 ve, sanki

başka b ir memlekettc imiş gibi, milli gazete, dergi ve parale l neşir

endişelerden uzak

organlarının tutumları ile

öğrenci hareketlerinin asıl sebebi, herhalde, ilkokuldan li­ se sonuna kadar bütün eğitim ve öğretimde korkunç bir

boşluk arzeden

milli şuur eksikliğinde aranmak gerekir.

Tahribatı önlemek için sarfedilen münferit gayretler de beklenen neticeyi vcrmemiştir. Bu suretle Türk milliyetçi­ liğinin maruz kaldığı sarsıntı yurdumuzu vahim tehlikeler­

le karşı karşıya getirmiştir. Bu tehlikelerden biri, çağdaş medeniyet seviyesine yükse lm e gayretlerinin engellenmesi, diğeri, memleket istikbalinin biticik teminatı olan genç ne­ siZlerin yerratıcı gücünden mahrumiyettir. Işte Türkiyenin aldığı son manzara budur. Idari, si71asi, ikti�adi, hukuki, dini, ahldki... meselelerinde milli tarih gerçeklerine, milli bünyenin karakterine aykırı pro­ paganda ve davranışlardan bezginlik duyma.ğa başlayan millet, zaten dar olan imkdnlarının bütününü uğruna har­ caya.rak ümitle yetiştirdiği

münevverlerin ve gençlerin

ana kütleden kopmasının ve ona yabancılaşmasının ıztıra­ b-ı içindedir. Bu hdl milletin geleceğe olan güvenini her gün biraz daha azaltmaktadır. Millette gittikçe umumile­ şen bu psikoloji her vatanperver Türkü uzun-uzun düşii,n­ llürmelidir. 20. yüzyılda aklı

başında ve vicdanlı hiçbir

Türk münevveri vaktiyle cihan tarihinin süsü ve dünya milletlerinin tacı olmuş olan asil, fedakar ve vefakar mil­ letini artık yönü gizlenmiyen maceralara teslim edemP.z!

-

21

-


Cemiyetler belirli kanunlar dairesinde seyrettiğine ve mil­ lellerin hayatında gelişigüzellik diye birşey olmadığına göre, Türk milletine de, hiç şüphesiz, türedi ideolojiler ve kaynakları malum propagandalar değil, binlerce yıldanbe­ r-i bizzat kendi şahsiyetinde temsil ettiği şuurlu, insani ve vata:npcrverdne milliyetçilik -Mtikamet verecektir. Ancak, md­ Türk milli hayatının millileşme bakımından maddi nevi kadrosunu çizebilmek için milletin içtimai yapısı, -

sosyal şartları, ihtiyaçları ve gelişme yönlerinin iyi bilin­ mesi lazımdır. Bu zaruret etrafında I. Büyük Kurultay­ dan beri çeşitli yoUardan yapılan telkinlerdir ki tertip he­ yetinizi memleketimizin en saygı değer şahsiyetleri olan sizlere müracaata sevk etmiştir. Toplantımız, bütün mület

davalarının ilmi temellere

dayandınlmak üzere, yalnız ilim ve fikir adamları tarafın­ dan ve yalnız ilmi n gerektirdiği ciddiyelle ele alınac�ğı bir seminerdir. Yanlış değerlendirmelerden,

aldanarak veya

aldatarak gerçekleri değiştirmekten sakınmak, Türk mil­ liyetçiliğinin aksiyon kabiliyelinden

mahrum cihetlerini,

milletimizin bocalama sebeplerini, açıkça orta.ya koymak, Türk fikir milliyetçiliğinin nazari esaslarını ve tatbikatta­

ki yollarını tesbit etmek bıt seminerin gayesidir. Millete yeni ümid ufukları açacak olan ilmi hal çarelerinin büyük Türk milleti tarafından birer diistur teldkki edileceğine şüphe yoktur. Bilhassa arzetmek isterim ki, ilmi münaka­ şalarınızla elde edilecek neticeler hayati chemmiyetteki bu millet davasında aziz vatanımız ve yüce Türk milletinin son sözü olacaktır.

Başarılar diler, Türk milliyetçiliğinin muhterem tem­ silcilerine saygılarımı sunarım.

-

22

-


MİLLİYETÇİUK VE İNSAN FİKRİ, SOSYOWJt VE PEDAGOJt AÇlSINDAN MİLLİYETÇİLİK, MİLLİVET­ ÇİLİK VE HUKUKUMUZ, TlJRKİYE'DE MİLLİYETÇİ­ LİK HAREKETLER!, MİLLİYETÇİLİK VE TARİH ŞU­ URU, MİLLİYETÇtLlGtN KADERi MESELELERi

Komisyon başkanı : Prof. Dr. Nı>:,ati Akder Komisyon raportörü: Prof. Dr. Talip Yücel lştirak edenler : Fazlı Akkaya

Said Bilgiç

Harnit Çağır Doç. Dr. Recep Doksat Cahid Okurer Yusuf Türe1 Ziya Uygur Prof. Dr. Süleyman Yalçın Cemalettin Yavaşça.

--23 -



MtLLlYETÇlLlK ve INSAN FIKRI� «Milliyetçilik ve lnsan Fikri» hakkındaki düşünceleri­ miz başlıca üç kavram üzerinde toplarunaktadır. Bu kav­ ramlar da, anlaşılacağı gibi Milliyetçilik, Millet ve İnsan kavramlarıdır. Birçok kavramlann manalan tarih

boyunca insanın

görüş ve düşünce tarzına bağlı kalarak değişmiş, insanlaı beraber tekimill etmiştir. Böylece, ilk devirlerdeki insanla bugünkü ins anın kendisi arasında nasıl büyük bir fark var­ sa, insan ve insanla ilgili kavramların manalarında da bü­ yük farklar meydana gelmiştir. İşte, zaman boyunca ına­ nalannda büyük farkların meydana geldiği bu kavramlar­ dan ikisi de Millet ve Milliyetçilik kavramlandır. Şimdiye kadar

ortaya

konan «Millet» e ait tarifler ve

nazariyeler ihiçbir vakit bütün milletleri ifade ve izah -ede­ memiş, böylece de herkes tarafından benimsenecek dere­ cede inandıncı olamanuştır. Aslında ise, herhangi bir yönden yapılan bir millet ta­ rifinin bütün milletleri ifade ve izah etmesine imkan yok­ tur. Bu, hem insan varlığının, hem de insanıann meydana getirdiği içtimai varlıkların asli mahiyetierine aykındır. Çünkü, insanlar arasında bazı ortak insani vasıflar

de

olmakla beraber, her insan gerçek manada geliştiği takdir­ kendiısine mahsus ayn bir varlıktır. Bu itibarla, her­

hangi bir insanın müşahhas bir varlık oLaraık tam kendisi­

r:i ifade edecek bir tarifi başka bir insana uymıyacaktır. -

25

-


Bunun gibi, insanlardan meydana gelen bütün içtimai topluluklar veya milletler ıarasında bir takım ortak insa­ ni ve içtimai vasıflar vardır. Fakat, herhangi bir milletin de müşahhas bir varlık olarak tam kendisini ifade edecek bir tarifi başka bir millet için kullanılamaz. «Millet» varlığı insanlardan meydana gele:Q. bir içtimai topluluk olduğuna göre «Millet Fikri» de «İnsan Fikri» ne dayanaca.ktir. Bir insan sahip olduğu aısli vasıf ve kabiliyetlerin ge­ lişmesiyle şahsiyetini bulur. Bir içtimai topluluk da sahip oldıuğu. asli vasıf ve kabiliyetlerin gelişmesiyle millet sevi­ yesine erişir. Buna göre milliyetçilik de, insan varlığına dayanan bir içtimai topluluğun kendisine mahsus vasıf ve kabiliyetlerini geliştirmek ve millet seviyesine ul�an var­ lığını korumak ve yükseltmek iradesini ifade edecektir. Ya­ ni, milliyetçilik, millet fikrine ve dolayısıyle de insan fik­ rine dayanmaktadır. Millet varlığı insanlardan meydana geldiğine göre, ön. ce insanın b�lıca asli vasıflarını hıatırlamalıyız: İnsan; vücud, düşünce, duygu ve irade gibi maddi ve manevi unsurlardan mürekkep bir bütündür. Bu terkibi bütün içinde insan varlığı ve hayatının ken­ disine has vasıflarını, asli mahiyetini diğer canlılarda bu­ lunmıyan düşünce, duygu ve irade unsurrları meydana ge­ tirir. Diğer taraftan insaıiın maddi varlığı da manevi un­ surlarla beraber olduğu takdirde ve o nisbette insana has vasıfta olacaktır. Bu, insan vücudunun düşünce ve irade­ nin kontrolü altında olması demektir. Vücud, düşünce ve iradenin kontrol ve hakimiyetinden uzaklaştıkça insan vü­ cudu olmaktan çıkar, hayvani bir vücud ha:line gelir. İnsandaki düşünce, duyguı ve irade unsurlan kendi ferdi varlığından dışa doğru açılır. Cemiyet, tabiat ve kai­ natı �arruk, nihayet maddi alemin ötesine, sonsuzluğa -

26

-


doğru yönelir. Insanda böylece kendisin i aşarak bir ebedl varlık ile birleşmak kabiliyeti vardır.

İnsan, maddi ve

manevi

terkibi bir bütün halindeki

varlığına y.aşarken tekimül etmek suretiyle ulaşır. Bunun için de yaşadığı hayatın asli vasıf ve kabiliyetlerinin teka­ mülüne müsait olm.ası gerekir.

Bu

bakımdan tekamül kabi­

liyeti de insanın asli vasıflarından biridir. İnsanın gereği gibi tek8.m.ül edebilmesi, yani asl i va­ sıf ve kabiliyetlerinin gelişınesine müsait bir hayatı yaşı­ yabilmesi için hür olması Ia.zımdır. Insanda hürriyetin asıl kaynağı ise, duygu, düşünce ve iradesinin kendi varlığın­ dan sonsuzluğa doğru yönelme kabiliyetidir. Bu itibarla, in. sarun hür olmak dileği de asli temayül ve vasıflarından bi­ rini teşkil eder. İnsanın

tam bir bütün halinde

gelişmesi maddi ve

manevi muhtelü unsurların vasıf ve kabiliyetlerin birbirle­ riyle aniaşaralt muvazeneli ve aJıenkli jJir şekilde gelişme­

leri

ile gerçekleşir.

Bunun

için, insan varlığı ve hayatmda

böyle bir muvazene vasfı da i.Dısanın asli mahiyetinin ka­ bul ettirdiği asli vasıf değerindedir. İnsanın bu asli vasıf­ larının mukabillerini millet varlığında bulmaık mümkündür. Gerçekten de millet fikri ve ona dayanan milliyetçilik ön­ ce şaJhısiyetini bulmuş bir içtimai bütünü

temsil

eder. Bir

içtimai topluluk içinde değer ve kabiliyetılerini geliştirerek şahsiyet haline gelen ferdler arttıkça içtimai toplulukta da millet olma vasıfları artacaktır. Bu bakımdan da bir ce­ miyetin millet haline gelmesi için gerekli şart ve unsurlar, ferdin şahsiyet haline gelmes i için gerelcli şart ve �nsurla­ rın genişleyip bir neM içtimaileşmiş halleri olarıaik düşünü­ lebilir. Ferdi şahsiyet gibi, millet de maddi ve manevi unsur ve değerlerin birleşmesinden meydana gelen terkibi bir bü­ tündür. Gerek ferd, gerek içtimai topluluğun şahsiyetini

- 27-

bul-


ması i�in bir asgarl zaman unsuru şart olmakla beraber yeter değildir. Yaşamlan bu zaman içindeki hayatın ferdi ve içtimai değer ve kabiliyetlerin gelişmesine elverişli ol­ ması icabeder. Bu da gerek ferd, gerekse cemiyetin böyle bir hayatı ya.şa.mak hürriyetine sahip bulunmalarını şart kılar. Millet varlığının, sadece onu meydana getiren ferd­ Ierin şahsiyetlerini kazanmalan ile izahı tam olamaz. Fa­ kat, ferdi ve içtimai şahsiyetler arasmda şöyle bir fikri paralel kurabiliriz: Ferd maddi ve manevi kendi varlığını, değer ve kabiliyetlerini geliştirmekle şahsiyet oLur. Ce­ miyet kendisine mahsus içtimai bünye ve yapısını, değer ve ·kabiliyetlerini geliştirmekle millet seviyesine erişir. !nsan ve cemiyet maddi ve manevi unsurlardan mü­ teşekkil terkibi birer bütün ol dukları için hayatlarını tan­ zim eden değerler de ,bir bütün halindedir. Bununla bera­ ber bu değerleri ziıhni bir tahlil ile medeniyet ve kültUr de­ ğerleri olmak üzere iki guruba ayırabiliriz. Böylece ferd ve cemiyetlerin medeniyet değerleri, onların mensup olduk ­ ları medeniyete dahil diğer ferd ve cemiyetlerle ort.a.k de­ ğerlerini; manevi d�ğerleri de kendilerine mahsus değerle­ ri ifıade eder. Fakat, bütün bu değerler birbirlerine karşı­ lıklı tesir ederek gelişir ve ilerlerler. Bir cemiyet halinde yaşıyan ferdler arasında bir takım bağlar vardır. lçtimai birliği meydana getiren bu bağlar ve kuvvetler cemiyetin bünyesinden, medeniyet ve kültür hayatından yükselir. Bu itibarla medeniyet ve kültür de­ ğerleri gelişti:kçe bu bağlar ve onların meydana getir:eceği içtimai birlik de kuvvetlenmiş olacaktır. Diğer taraftan maddi, iktisadi hayatının gelişmesi maddi bağlan, manevi, kültür hayatının gelişmesi de manevi bağları kuvvetlendi­ recek demektir. Her milletin bünyesi belli bir toprak (Vatan) üzerinde -

28

-


ve belli bir zaman (Tarih) içinde meydana gelir. Bu itibar­ la bütün milletieri n maddi ve manevi unsurları, kuvvetleri muh.a.kkak tarihleri, vatanlan ve insan kitlesi (varlığı) ya­ ni içtimai bünyesiyle alakalıdır. Bunun için Tarih, Vatan ve İnsan sevgisi milletin maddi ve manevi değerlerini ge­ liştirmekte, içtimai birliği kuvvetlendirmekte başlıca üç kuvvet kaynağıdır. Yalnız, millet varlığı Tarih ve Vatan unsurlarına sıkı sıkıya bağlı olduğu için, şuurlu hale gelen bir insan-millet sevgisi, tarih ve vatan sevgisini de gerek­ tirecektir. Çünkü, milletin maddi ve manevi bütün hayatı, kültür ve medeniyet değerleri ·tarihine ve vatanına sıkı sı­ kıya bağlıdır. Bu itibarla, şuıurlu bir millet sevgisine sahip olan insanlar met1sup olduklan milletin maddi ve manevi bütün değerlerini geliştirrneğe çalışırlar. Bu bakımlardan mmet fikri, ayni z amanda millet sevgisini de ifade eder. Millet sevgisi de insanı •sevmeğ i gerektirir. Bunun için millet fikri, millet sevgisi ile, in;;an fikri de insan sevgisi ile birleşir ve ona dayanır. Tarih şuurunu muhafaza etmek,

geçmişi

yaşamak

için değil, geçmişle bağlılığı korumak içindir. Ferdler, ay­ ni ortak tarih içinden geldiklerini unutmamak

suretiyle

içtimai birliği koruyabilirler. Tarih şuurunu kaybeden bir millet, hafızasını kaybeden bir insana benzer. Bunun gibi, ferdierin ve milletierin geleceğe ait arzuları, ümidleri, di­ lek ve emelleri de gelecekle irtibatlarını sağlar. İnsan ne geçmişte, ne de gelecekte yaşar. Esasen asıl olan geçmişi vey:a geleceği yaşamak değil, onlarla irtibatı l>:oruma.ktır. Geçm�şle irtibat nasıl yaşadığımızın ve nere­

den geldiğimizin, gelecekle irtibat nasıl

yaşayacağımızın

ve nereye gideceğimizin şuuruna sahip kılar. İnsan gibi, milletler de

geçmişten gelen ve geleceğe

yönelen bir hal içinde yaşarlar. Hali ne kadar gerektiği gi­ bi, tam ve kuvvetli yaşariarsa geçmişleri de, gelecekleri de

-29-


kadar kuvvetli olur. Gelecek nesillere o kadar kuvvetli bir mazi bıraklır, o kadar kuvvetli bir gelecek hazırlar­

c

lar. Gerçekten insan olarak şahsiyetini bulmuş bir kimse­ nin diğer insanların hayatına, her türlü haklarına hür­ met ve riayet etmesi gerekir. Çünkü, ferdierin birbirleriyle münasebetleri, ahlaki cepheleri insan fikrine

dayandığı

gibi, milletierin münasebetleri de millet fikrine dayana­ caktır. Her insan gibi, her içtimat bütün de kendi hayatı­ nı yaşamak, değer ve kabiliyetlerini geliştirmek suretiy­ şahsiyet olmak, millet olmak hakkına sahiptir. Milletler­ arası ahiakın temeli de budur. le

Bunun için başka milletierin maddi ve manevi haya.­ tına, millet halinde yaşamak hakianna hürmet ve riayet etmeyen bir içtimai bütüne gerçek manada millet dene­ mez. Başka milletierin hayatma ve her türlü haklarına hürmet etmek için de ilk şart içtimai bütıünıde millet fik­ riniiı hakim hale gelmesidir. Çünkü, «İnsan Fi·kri» ile be­ raber, «Millet Fikrinin» hakim hale geldiği bir içtimai bü­ tün kendiliğinden diğer milletierin de hayatına, mlllet ha­ linde yaşama ve yükselme haklarına hürmet ve riayet ede­ cektir. İşte, millet fikrinin dünya üzerinde yöneldiği son he­ def de budur. Ferd gibi, bir içtimai bütünün de yaşamak hakkı, herşeyden önce, kendi hayatını yaşamak hakkı­ dır. Kendi hayatını yaşamak hakkı da gerçek millet ol­ ması için gerekli şart ve imkanlara sahip olmak dır. Millet fikrinin gerçekleşmesi bu şart ve

hakkı­

imkanların

dünya ölçüsünde sağlanmasına bağlıdır. Bu hususta temel şart da içtimal hayat nizamın.ın insan fikri ile beraber millet fikrine dayanması ve bu fikirterin yalnız bir cemiye­

tin hayatında değil, bütün dünyada hakim hale gelmesidir. Artık o zaman yeryüzünde her insan ve her içtimai bütün -

30

-


değer ve kabiliyetlerini geliştirmek, gerçek insan ve mil­ let olmak için gerekli haklara hakikaten sahip olabilir.

Demek ki,

insan fikri bütün

insanların, millet fikri de

bütün milletierin dayanacağı temel fikirlerdir. Bu itibar­ la, Türkiye'yi gerçek manada yükseltecek iradenin ifadesi olarak kabul ettiğimiz Milliyetçilik ve let ve

onun dayandığı

mil­

insan f�kirlerini sadece Türkiye için değil, bütün in­

sanlar ve milletler için kabul ediyoruz. Böyle ce , milliyetçiliğin mahalli kalan kapalı bir fi­ kir sistemi değil, büt;ün dünyaya hitap eden insani ve iç­ tirnai bir görüş olduğu anlaşılmaktadır.

SOSYOLOJi VE PEDAGOJi AÇISINDAN MlLLlYETÇiLIK Mil:liyetçiliği bir ideoloji saymakta devam eden sos­ yologlar varsa da milliyetçilik birçok sosyologlar tarafın­ dan cemiyetin mühirn ve dinamik bir yönü kabul edilmek­ ananeye

tedir. Mesela tanınmış iktisatçılardan Rostow,

bağlı cemiyetlerin modern cemiyetler haline gelebilmesi için milliyetçHiğin başlıca rol oynadığı fikrindedir. Ona göre bu, «kar motifi» kadar mühimdir. Böylece milliyet­ çilik bir cemiyetin sosyal sisteminin esasını teşkil etmek­ tedir. Günümüzde dünya devletlerinin büyük

çoğunluğu

milliyetçilik fikri etrafında toplanmış�ardır. Bilhassa çağ­ daş manasında milliyetçilik gelisrnekte olan toplulukların

en belirli vasfı hal indedir Ve umumiyetle milli kalkınma­ .

lar milliyetçilik sayesinde mümkün olabilmektedir. Buna tipik bir örnek olarak Japonya'yı gösterrnek mümkündür. Geçen asrın ikinci yansında batı dünyası ile temasa geçen Japon milleti batı medeniyetinin gerektirdiği liberal görüş. le teknik ve ilme yönelmiş, fakat geleceğine sadık kalmak suretiyle de milli hususiyetlerini korumuş, bu suretle ger-

-

31

-


çekleşen içtimai denge Japon milletinin en ileri bir toplu­ luk halinde inkişafına büyük ölçüde yardım etmiştir. Milliyetçilik düşüncesinin devamlılığını gösteren di­ ğer belirtileri de sosyalist memleketlerde müşahede etmek kabildir. Bugün Sovyet Rusya ile Çin arasında ortaya çı­ kan fikir ayrılığının temelinde her iki topluluğun milli

menfaatlerini koruma duygusu gizlidir.

sosyalistlerden John K:autsky Kızıl

Çin'de

kendi

Tanınmış

komünizmin

gittikçe «millileştiğini» ifade etmiştir. O ha:lde topluluk­ ların gelişmesinde ve kalkınmasında insan g:ücünü hare­ kete getiren en mühim faktör milliyetçiliktir. Türkiye'nin de, modernleşme ve kalkınma gayretinde şüphesiz milli­ yetçilik mühim bir yer işgal edecektir .. Halen çeşitli kamp­ lara ayrılmış gibi görülen memleketimizde gençleri mille­ timizin yükselmesi hedefine yöneltmek ancak lik prensibinin benimsenmesi ile mümkün

milliyetçi­

olacak ve bu

milliyetçilik Türk kalkınmasının hareket noktasını vere­ cektir. Tıürkiye'nin milliyetçiliğe yönelmesinde bu

psikolojik

potansiyelden başka diğer mühim bir sebep de milliyetçi­ liğin geniş sosyal değişme ve teknolojik kalkınma gayreti içinde iken Türk milli ·kültürünün değerler sistemini kon­ trol etmede en mühirn denge unsuru oluşudur. Buna ilA­ ve olarak

jeopolitik durumumuzun da

milliyetçiliğimizi

kuvvetlendirmede başlıca arnillerden bir iolduğunu belirt­ mek gerekir. Bilindiği gibi, Türk milliyetçiliği hiçbir za­ n.an bir yabancı düşmanlığı tarzında tecelli etmemiştir. Bundan sonra da milliyetçilimiz halka giden ve halkı kur­ taran bir değerler birliği ve bir sosyal isiahat sistemi ola­ rak telakki edilmelidir. Bu ilmi yönden yüründüğü takdir­

de şüphesiz Türk mHliyetçiliği hamasi plandan kurtanlıp doğrudan doğruya aktüel millet meselelerini halle yarar bir vasıta ola�aktır. --�2-


Bu nokta karşımıza gençlik ahlak ve terbiyesi mese­ lesini çıkarmaktadır. Milliyetçiliğin de kendine mahsus bir ıahlak telakkisi ve bir pedagojik sistemi olduğu şüphe­ sizdir. Zira, hemen her fikir sisteminde bir pedagoji prob­ lemi mevcut bulunmaktadır. Mesela marksizmde dahi bir ahlak anlayışı bulunduğu söylenebiılr. Marksist ahiakın en belirli vasfı da milli ahiaka aykınlığıdır. Halbuki mil'­ Ietler ancak kendi bünyelerinden doğan orijinal mahiyet­ teki ahılak telakkileri ile şahsiyetlerini bulabilirler . Bu ge­ lişmede de taıill:ıi seyrin mühim rolıü vardır. Bilindiği üze­ re medeniyet şimdiki safbasma erişmeden önce asırlarca sürmüş bir ortaçağdan geçmiştir. Ortaçağın karnlüeri di­ ni olmasındadır. Y'alnız ortaçağ islim ve hristiyan alıl8.k prensipleri birbirinin aynı değildir rve her biri kendi hu­ susiyetlerine sahiptir. Bizim de islam ortaçağ nizamından modern batı medeniyeti nizamına. intikaliınizde 1000 yıl­ lık islam hayatı ile yağurulmuş milli varlık tarzımız ulıu­ orta ihmal edilemez. Diva ortaçağdan sıynlmak bahane­ siyle bu tarihi hayatın tasfiye edilmesi şeklinde tel8.kki edilecek olursa milliyet mefhumu kadar inkıiap mefhumu da yanlış anlaşılmış olur. lslAm dininde düşünce ve kalb münasebeti, hıristiyanlıktaJkiııden farklı olarak, yüksek bir rasyonalist seviye arzetmiştir. Esasen hristiyan orta­ çağının rasyonalizme yönelişinde Selçuklu ve Endülüs kül .. türlerinin tesiri tesbit olunmuştur. Rouessau ve Montes­ qieıı gibi XVIII. asır mütefekkirleri bu rasyonalizmi olgun. laştıran mümessiller te18.kki edilirler. O halde milliyetçili­ ğin pedagoji açısından tökezlemeden gelişebilmesi için bi­ zim bakımmuzdan yol sarih olarak aydınl anmış sayılabi­ lir .Fakat biz !her meselede olduğu gibi bu mevzularda da. derinliğine dUşünmekten ziyade kestirme yolları tercih eder olduğumuzdan, gençliğin terbiyesinde esas arnillerin köklerini yakalayıp hal çaresi ar::ı.yacağımız yerde kısa vi­ deli çözüm şekillerine müracaat etmişizdir. Bundan böyle

-33F :3


-zararlı ideolojilerin genç Türk nesiini tahakküm altına al­ mak tehlikesini ortadan kaldırmak için mese leler imiz in ge­ nişlik ve derinliğine işlemneleri artık bir zamrettir. O ma·

nada sağ1aın bir sosyal- politik ve kültür- politik kurma·

ğa mecburuz.

'

MiLLIYETÇiLIK VE HUKUKUMUZ Türk milleti uzun asırlar boyu devletler kurmuş, bir çok milletiere hülonetmiş yüksek idareci vasfını haiz olan

bir millettir. İslamiyeti kabulüne kıadar kendi kanun ve nizaınlarına, örl ve adetlerine bağlı kalmıştır.

lsl3.ıniyeti kabulden sonra ise, is lamiyet ın ulvi lannın kendi mi11i bünyesine en uygun bir din

esas­

olduğunu

görmüş ve ona dört elle sarılmıştır. 1slam.iyetin esaslan ile

Türk milletinin milli örf ve adetlerini ve karakterini mec­ zettiren milletıimiz tarihe en parlak bir şekilde İslam Tür.k medeniyetini hediye etmiştir. Osmanlı Devletinin en kudretli zamanında,

Kanuni

devrinde İslam şeriatının yanında, bazı içtimai zaruretler· den bahiale bir kısım •kanunlar vazed.i·l.miş, duraklama ve

inhitat devirlerinde Avrupa'dan geri kalışımızın sebep1eri, TU.rkiün örl ve adetlerinde, itslami hulrukta

zannedilerek

Avrupa medeniyetine erişebilmemizin ancak onlar gibi re­ formlar yapmak, yeni kanun ve nizarnlar tedvin etmekle

mümkün olacağı telıkinleriyle Avrupai kanunların, nizarn­

ıann alınma,sına b�lanll1l§tır.

1908 Meşrutiyetinden ve bilhassa Cumhuriyetin ku­

r-.ıluşundan i tibare n, milli ve dini bünyemiz nazara alınma.

dan, iç timai bünyemize uygun olup olmadığı düşünülme­ den, asırlar boyu cemiyelimizi nizamlayan islami hıukuk tamarniyle terkedilmiş, yerine Avrupa.'dan terceme kanun..

lar alınmıştır.

-34-


Milletierin kıyafetleri, giyim eşyaları değiştirilebilir. Bunlan vücuda ve başa uydui'IJli:l.k mümkündür. Fakat kanunlar öyle değildir. Vazedildikleri milletılerin tarihi köklerine, dini v e milli inanışiarına ve içtimai bünyeleri­ ne uygun olarak vazedildiğinden, bir millet için iyi olan kanunun diğer millet için de iy i olacağı ,bünyesine uygun geleceği iddia edilemez. Nitekim İsviçre Medeni Kanunu da Türıkiyemizde bir türlü ot�a.mışbr. İsviçre Medeni Kanunnı, vazedildiği memlekette da­ hi tam olarak taıtbik edilmeyen bir iskelet kanundur. Zira İsviçre federal bir devılettir. Her kantonun kendine mah­ fills kanunu vardır. Ancak kanton kanunlarında olmayan hükümleri, boşluklan federal kanun doldurmaktadır. Bu­ na rağmen federal kanun tedvin edilirken dahi İsviçre milletinin tarihi kökleri, milli ve dini ayrıl ıklan, örf ve ıidetieri yıllarca tetkik edilmiş ve bunlara uygun olarak hazırlanmıştır. Biz ise hazır elbise alır gibi İsviçre Mede­ ni Kanununu almış ve bin yıldan fazla bir zaman İslam hukukuna tabi olmuş, kendi örf ve adetleriyıle yaşamış mil1etimize giydirmiş bulunmaktayız. İşte bunun neticesidir ki, Medeni Kanunnın kabulün.­ den bu yana yanm asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bu kanunun Türk içtimal bünyesine uygun ol­ mayan kısımlarının tadiline dahi yanaşılrnamıştır. Kanıunlar milletierin refah ve saadetini, bekasını te­ min için vazedilir. Bunlann milli bünyeye uygunluğunu te.. min zaruridir. Çünkü ebediyen yaşayacak olan millettir. Dokunulmazhğı olan, ,bekasının temini gereken Türk mil­ ietidir. Yoksa ona arzu ve iradesi hilafına kabuı ettirilen kanunlar değildir. Medeni Kanunla vakıf tesisi ortadan kallmuş, asırtar boyu millete hizmet iç in varlıklı ecdadımızın emrü hayra tahsis ettikleri servetleri artık böyle bir hayır yapmağa - 35 -


imkAn olmadığından emrU hayra tahsis

e:lllmem.iş, evvel­

ya pılmış olan vakıflar ise böylece tahsisat olmadığın­ yokolup gitm.i§tir. Ancak daha sonra Medeni Kanu­ nun içtimai bünyemize uygun olmayan losunlarından biri olan tesise dair hük.Umleri ta.d.i.l edilmiş, vakıf tesisine im:. ce

dan

kan verecek bükiiimler konmuştur. Medeni Kanundaki kadının erkeğin

ebeveyni ile yaşa­

mak mecburiyatinde olmaması hususu, asırlar boyu toplu yaşamış Türk ailesini, koruyucu büyüklerinden mahrum olarak kı·sa bir zamanda dağılma tehlikesiyle karşıla.ştır­ mıştır. Evlenmelerde meydana getirilen, formaliteler ve uzun asırlar dini ve milli hislerine bağlı millet fertlerinin imam tarafından yapılan nikah yerine belediye reisi ve y a memur edeceği kimselerin nikah yapması, büyük millet ki tlesinde tam bir tatbik sahası bulama.ınaktadır. Dint ni ­ kah ile vaki olan birleşmelerden doğan çocuklar meşru bi­ rer yavru olduklan halde Medeni Kanun hükümlerine gö­ re gayrimeşru addedilip yeni yeni ilave kanunlarla ve he r beş senede bir kanun çıkarmak suretiyle milyonl arca vatan eviadının evliılik. dışı diye nüfusa tescili zaruret olma.kta­ dır. Yiil;e Medeni Kanuna göre evlilik harici addedilen bu çocuklar miraata sahih nik8h ma.hsulü çocuklarla içtima etti kle ri takdirde mtısa.vi miras a]amular. Kanunun bu hükmü, adaletsizliği de ek kanunlarla ortadan kaldırıl­ mıştır.

Me deni Kanun menşe itibarile bir hristiyan medeniyet göre tedvin edilmiştir. Hıristiyıanlıkta ise

ese ridi r . Ona

boşanma yoktur. mtisnai olarak konan başaruna sebeple­

ri ise

zorluklarl a doludur. Bime de aynen tatbik edilen bu

kanunla Türk aile nlzamı tahrib ata maruz kalmış, boşan­ ma zorluklarına rağme n taaddüdü

izdivac; çoğalmıştır.

Her gün birbirleri ile kan:lı bıçaklı olan kan kocayı boşamam.a

neticesi cinayetler de ala bildi ğine

-36-

çoğalmış-


tır. Bunlan gören bir kısım erkek ve kadınlar evlenmek· ten kaçınmaktadırlar. 17 sen e birbirleriyle mahkemelik oJan karı kocanın teşkil ettiği bir aileden bu cemiyete ne hayır gelebilir ? Bütün bunlar Medeni Kanunun boşanma· da, milli bünyemize uygun olarak azami kolaylıkları gös· termesi, bu yolda yeni hükümlerin vazedilmesini zarurt kılmaktadır. Boşanmalar kolaylaşınca, boşanma davalan çoğalmaz, bilakis azaJhr. Nitekim Medeni Kanunun neş­ rinden evvel boşanmalar çok kolaydı. Fakat bu kadar bo­ şanma yoktu. Boşanan kadının durumunu Medeni Kanun nazara al­ mamıştır. Kadın fakir, çalışamaz olduğu takdirde ancak dava ederse nafaka, f.akrü zanıret nafakası olarak devam eder. Etmezse bir şey yoktur. Sürünıneye mahkumdur. Keza kadın boşanmayı müteakip üç yüz günden sonra an­ cak evlenebilir. Bu iddet müddetidir. Bekleme za.rureti var dır. Fakat evlenemeyen, çalışabilecek güç ve kaabiliyeti olmayan bir kadın bu müddet zaırfında" ne yer ve içer ; ka­ nun bunu hiç düşünmemiştir. .

Süt kardeşler arasında evlenme memnuiyeti ilk ter­ cüme metninde olmasına rağmen, nedense bu kere neşre­ dilil'ken kanun metnine alınmamış olması da büyük bir boşluktur. Milli ve dini inançlarımıza aykırıdır. Medeni Kanunun miras hükümlerini ele alırsak eski hükümlere nazaran bazı yeniliıklere rağmen birçok boş­ luklar ve bozukluklar meydana getirmiştir. Medeni Kanunun miras sistemine göre murisin bill· cümle emlaki iştirak halinde mülkiyet ol arak varisiere in· t.i kal eder. Bir aile sirketi husule gelir. Bu, bünyemize gi­ ren yeni bi r sistemdir. Ancak bUnyemize uymadığını, za­ ra rının çok büyük olduğunu belirtmek lazımdır. Ölümü müteakip aralarına rnenfaat ayrılığı giren can ciğer nıi­ rasçılar birbirlerine amansız dıüşman oluyorLar. Bir araya

- 37 -


gelip mirası müşterek mülkiyete kalbedeceklerine, mahke­ melerde açtıkları davalar sonu miras yok

pahasına elle­

rinden gidiyor. Nice aileler böylece perişan oluyorlar. Zi­ ra hiçbiri kendisine düşen miras !hissesi üzerinde müsta­ kilen tasarruf hakkını haiz değildir. Dava ile de iştiraki nıüştereke kaybettiremez, dava açsa reddolur. Bunu kabul eoden mahkemelerin kararlarını da temyiz mahkemesi, içti­ hadı lie boşluğu dolduracağına, verilen kararı

nakzederek

işi biraz daha çıkınaza sokmaktadır. Mirasçılar arasında intlfa hakkı sahibi varsa ve yaşı da genç ise intifa. hakkı yerine mülkiyeti tercih etnıediği

takdirde satılan gayrimenkul intifa haklo ile mükellef olarak satılmakta, böylece gayrimenkulün değeri çok düşmekte, vansler zarar görmektedir. Bir zamanlar sa­ tışlar da böyle intifa ile mükellef olarak yapıılm.am.akta, nakde tahvil ile bankaya yatmakta idi. Temyiz Mahkeme­

si kanunun lafzına itibar ederek bu imkanı ortadan kald.ır­ >n ış,

satışın intlfa hakkı lle milkellef olarak

yapılacağını

kabul etmek suretiyJe işi biraz daha çııkmaza sokmuştur

.

Miras hukuku balonundan bir diğer noksanlık da ölen bir ıkimsenin baba

ve anasına

veya bUyükbaba ve

büyük

anasına mirastan hak tanım amış olmasıdır. Müreffeh bir hayat yaşayan insanlar, evlatlarının ölümil ile hiç bir ma­ ,

la sahip olmadıklarına göre bir anda fakru zarurete düçar olmaktadırlar. Ancak nafaka davası açmak suretile torun­ larından hıaik isteyebilirler Vicdanlı bir vazıı kanun ölenin .

dünyaya getirdiklerini düşünürken, öleni dünyaya getiren• leri de düşünmekle mükelleftir. Dava yolunu gösteren, da­ vaların açılmasını, nizaların çoğalmasını teşvik eden bir kannın milli bünyemize uygun bir kanun olamaz.

Tü�kiyem.ime arazinin a.labUdiğine parçalanması, kU­ çülmesi ve böylece verim kaabiliyetini kaybetmesi, pek çok insanın bu parçalanmış cUztilerden geçimini temin edeme-

-

38

-


yip

llüyük

şehirlere akın etmesi neticesini vermiştir. Ve·

rirnini kaybeden arazilerin ise kısa bir zamanda dikenlik, otlak haline gelmesini Medeni Kanunun miras hükürnle· rinin bünyemize uymamasında aramalıyız. Medeni Kanunla mülkiyetin zilyetlilcle, müruru

za­

manla iktisabı kabul ed.ilıniştir. Bunun neticesi olarak Tür· kiyemizde hukuki tapunun kıymeti kalmamış, füli tapu ha­ kim olmuştur. Böylece gayrımenkul mülkiyeti çok ağır bir darbe yemiş, fertlerin ve devletin pek çok gayrımenkulü ga:sıplar tarafından yağma edilmiştir. Medeni Kanunun 641 nci maddesi mer'a, yaylak, loş· lak vesaire hakkında lhususi hi.ik:ümler vıazedileceğini be· yan ettiği halde bugüne kadar böyle bir kanun Çl!kanlına· mıştır. Otlak ve bu kabil araziye tatbik edilen 1274 tarih­ li arazi kanununun 91 ve müteakip maddeleri hükümleri­ nın ,a�ıkça yürürlükte olduğu belli olmadığı cihetle Türki· yemizde otlaklar, yayiaklar ve kışlaklar, baltahklar hat­ ta ormanlar büyük zararlar görmiüştür. Hususi müLkiyete mevzu olmayan bu kabÜ yerler tamamiyle yağma edilmiş· tir. Bunıun neticesi ise baltalık, orman gibi yerler harap olmuş ve otı:aklarda ziraat yapılmağa başla.nımış , bu da hayvancılığın zaranna olup memleketimizde ıbir toprak ve rüzgar erozyonu felaketini doğurmuştur.

Türk Ceza Kanununa gelince : Hiç de demokratik hü· kürnleri ihtiva etmeyen bu kanun İtalya'dan alınmış, pek çok tadile uğradJğı ve asliyetini kaybettiği hrulde halA milli bünyemize uygun hale getirilmemiştir. 141 142 nci -

maddeler, varlığımızı tehdit eden komünistleri cezalandıra. cağı yerde, bilakis rnilliyetçiliği, aşın ırkçılık narnı alrtın­ da eezalan::lırmaıktadır. 163 üncü madde ve bu kafi görül· meyip biıHi.hare tedvin edilen 6187 sayılı kanun Türk mil­ letinin vicdan hürriyetini zedelemektedir. Bir dinin münte-­ :sibi serbestçe Allaha iman, O'na ibadet etme, dinini öğ-

- 39 -


renme ve öğretme, hatta propaganda yapmak hakkına ve hürriyetine sahip olması vicdan hürriyetinin cihanşümfil değişmez prensibi olduğıu halde 163 üncü madde ve 6187 sayılı kanun yalnız lslamiyetin ibadet ve kısmen itikadi hükümlerinin öğrenilmesini kabul etmiş olup, müslüman­ Iann lsl8.m.iyeti serbestçe öğrenme ve öğretme hakkı ta­ nınmamı ştır. Kanıi.nda daikliğin tarifi yapılmamıştır. Buna göre millet fertleri ne gibi ahvalde laikliğe aykırı hareket etti­ ğini, laikliğin hududunun nerede başlayıp nerede bittiği­ ni bilemediğınden neyi ihlM ettiğini de bilememektedir. Böylece tarifi yapılmayan, hudutlan belirtilmeyen suçlar­ dan dolayı malıkurniyet cezası hukukun ana prensiplerine de aykırıdır. Türk Ceza Kanunnınun ahlika aykın fiilleri cezalan­ dıran maddeleri ise milli ve dini bünyeil'lbe uymamakta­ dır. Cezaılann hafif oluşu, bazan mahkeme ve tem.yizin to­ l€ranslı hareketi milli bUnyemizi zedelemektedir. Aile ni­ zamı, ırz ve namus aleyhine işlenen suçlarda verilen ceza­ Iann hafifliği milli hislerimizi rencide ettiği gibi Türk milletinin namus ve a.l:ıUk inaruşl.&n.na da taban tabana zıddır. Ceza Kanununda dini tezyif, din adamlanna, Allaha ve Peygamberintize karşı vA.ki tecavUzlerin cezasız kalma­ sı, bazı ahv&lde çok a.z cesa verilmesi de dindar olan mil­ letimize acı vermektedir. Usul kanunlanmızın da bugün içtimal bUnyemiı.e ve realitelere aylan hUldlmleri mevcuttur. 50 ıliradan yukan alacak dav&ları.nd.a şahit dinlenmemesi örf ve Metlerimize, bugünkü ikti.s&dt :mtilnıa.sebetlere aykındır. 50 lira gibi kü­ çük bir mebliğın bugün blr işt.ira değeri olmadığı nazara

alınarak bu hükUm tidil edilmemektedir. Sulh mahkeme­ lerinin vazife ve selahlyetleri de çok kısıtlıdır. Hayat şart­ ·b. nna ve realitelere aykın düşmektedir. - 40 -


Malıkernelerin çok

uzun

sürmesi, temyiz mahkemesi­

nin içtihadlarındaki istikrarsızlık, millet fertlerini

üınitsiz­

liğe sevketmekted.ir. Anayıasam.ızın ise mill.t bUnyeye

uygunluğunun temini

zaru ridir. Bugiln anayasanın özerklik

esseseler, özerkliği yanlış manada

tanıdığı birçok mü­

anlaınakta ve devlet

içinde deı;vlet telAıkkisiyle,

kendine viücut veren millete ve seçtiği hükilınete kafa tutmaktadır. Memleketi­ mizdeki otorite buhranının başlıca sebebi budur. milletin

Biz milliyetçiler otarak devamlı kanunılar

vazedilme­ şiki.yetçi­ mmt bünyeye uygun olup ol­

sinden, kanuniann b'u. kadar fazla olmasından

yiz. Kanunlarm �.u....ı

w

madığının, memleket realitelerine uygun düşüp dilşmediği.

nin araştıruması kanaatındayız,

TüRKIYE'DE MlLLlYETÇtLtK HAREKETLERI Türkiye'de

mJılliyetçiUk 20. yUzyılda TUrklüğiin nef­

sini koruma hareketi olarak, bilhassa imparatorluğa dahil

gayrirniüslim ve müslUman azınlıkların istlk1Al hareketle­ ri, gizli ve

aleni teşkilAtlar kurmalan sebebiyle, bir nefis ve kendine dönüş şuur ve ruhu ille başlamış ve ahlaki esaslar muhafaza edilerek, Türklük şuu­

müdafaası

lsiaımi ve ru ve ırıilli kültüre yönelme davranışı halinde tezahür et­ miştir. Bu ma.ksatla dernekler kurulmuş, dergiler yayın­ lanmış ve aydınlatıcı konferanslar veriılm.Iştir. Balkan Harbi felaketini müteakip İslAmcı ve milli yet­ çi hareket daha çok gelişme göste rmiş tir Cumhuriyet dev­ rini 1Jlkiben milli edebiyata ait meseleler, miill ta.rih üze­ rinde birçok çalışmalar yapı:lmı.ştır. Milliyetçilik, komü� .

ni2llll ve sosyalizmin türlü yaym ve teşk:ilAtlarla, Türki­ ye'de yıkıcı bir faaliyete geçmesi sonunda bilhassa bu

-

41

-

za,...


rarlı akımlana karşı büyiük bir tepki !hareketi şeklinde gene Türk bünyesini müdafaa ve mücadele zaruretiyle gelişmiş.. tir. Yıkıcı akımlar karşısında . direndikleri için çok çeşitli iftiralara maruz bırakılmış olan Türk milliyetçileri uzun müddet kendilerinin ne olmadığını izah etmek mecburiye­ tinde kalmışlardır. Siyıasi iktidarların derneklerini kapat­ ması ve milliyetçileri tevkif etmesi ıniılliyetçilk hareket­ lerinin hızlı ve ilmi gelişınesini geciktirmiş, dolayısiyle za­ rarlı ve yıkıcı akımlar teşkilatlaruna ve fikirlerini yayma imkanlannı elde etmişlerdir. Vakit vakit Türk milliyetçi­ lerinin mühim mevkilerde bulunan a.şın solculuğu belli kişilere karşı yaptığı mücadeleler çeşitli kuruluşlar tara­ fından engellenmek istenmiş, hattA milliyetçilerin komü­ nizmi ve faşizmi tenkid eden kitapları toplatılmış ve der­ gileri kapatılmıştır. Milliyetçiliğin yakın yıllardaki yeni hamlesi hem yı­ kıcı akımlara karşı milletintizi bir uyarma. hareketi, hem de Türk milliyetçiliğinin ne oldıuğunu, prensiplerini gös­ terme faaliyetidir. Arka arkaya devam eden milliyetçi ku­ nıltaylar ve bu ilmi seminer, bu gayretierin günümüzdeki bir muha.ssalasını ve muhasebesini yapmaktır.

MlLLlYETÇlLlK VE TARİH ŞUURU Tarih şuurunu, cTürk gibi düşünmek» şeklinde açık­ lamak kaabildir. Yahya Kemal : «'I1ürk olmak, Türk ismi taşımak kafi değildir ; Türk gibi düşünmek lazımdır.• der. Tarih şuurunun, bu sözden daha iyi bir tarifi yapıl­ mamıştır. Türk gibi nasıl düşünülür ? Bu düşünce, yüzyıllar bo­ yunca birikmiş, s1liızülmüş ve ortaya çıkmış milli bir kül­ türlin neticesi şeklinde belirir. Milli kültürün olmadığı ve­ ya önem verilmediği bir çevrede, tarih şuurundan bahset­ mek blie fazladır.

- 42 -


Tarih şuıinınu meydana getiren bütün unsurlan, milli kültür çerçevesinde bulmak mümkündür. Milli kültıür ise, bir milletin yüzyıllar süren hayatının sonunda teşekkül eder. Türk mil:leti Tür.kçe konuşur. X. yliieyıld.a Müslüman olmuştur. XI. yüzyılda fethettiği Anadolu'yu vatan hali­ ne getirmiş, Türkiye devletini kurmuştur. Bu çerÇeve iç in­ de edebiyatı, musikisi, mimarisi gelişmiş ve oluşmuştur.

Tarih boyunca geçirdiği maceralar Türk rnilletinde, ken­ dine ha:s, başka hiçbir milletinkine benzemeyen bir düşün­ ce tar:zı doğurmuştur. Olaylara ba.kış şekli, tamamen milıU. lik kazannuştır. lşte huzursuzluk doğuran, milletin büyük kitlesini r:ahat$z eden şey, yüzyıllardan beri sü�egel­ miş bu düşünee ve oLayl ara bakış şekline aykın davranış­ lardır. Böyle davranışlar içinde olan kişiler, daima mil­ l!'tle çelişikliğe, anlaşmazlığa düşmüşler ve Türk ortamın­ da huzursuzluk unsuru olmuşlardır. Rus'a ve komUnizme düşmandır. Dünya­ dan ha:beri olmadı ğı sanılan en basit bir köyl'ümüzün bu duygıu içinde olduğu, «Moskof» a karşı mücadelede haya­ tını bile vermekte tereddüt etmeyeceği vakıası, milli tariılı şuurudur. Bu köylü., Rus'un Türklere yüzyıllardan beri ne­ ler yaptığını bilmez. Türkiye'deki Türklerin sayısından Türk halkı,

fazla bir Türk kitlesinin komü.'list idarelerinde sömürge hayatı yaşadığından belki haberi bile yoktur. Fakat ata­ larından bir sezgi şeklinde tevariis ettiği mi lli tarih şuıi­ ruyla, Moskof' a düşmandır. Şu h alde tarih şuuru'nu «mil­ li sezgi » şeklin::le tarif etmek de mümkündür. Türk doğ­ duğu, Türk ismi t :ışıdığı halde bu sezgiyi şu veya bu se­ beple edinemeyenler, Türk gibi düşünmezler. Bin misli bil­ giye sahip olsalar, basit bir köyl'ii derecesinde Türk ola­ ma�lar. Çeivrelerine yabancı kalırlar. Yukandaki açıklamalardan s onra artık milli tarih şuıinınun, bir milletin mille t olarak hayatını devam etti-

- 43 -


rebilmesinin

başlıca ı�art:ıanndan biri olduğu,

açıkça. ortaya

çıkar.

Bu şuO.r ortadan kalkarsa, 'l'ilrkü Türk yapan un­ surlar yok olur. Onun içindir ki komünistlerin yıkmaya

çalıştıklan şeylerin

dil, din

başında

tarih şuO.nınııı ayakta

milliyet fikri , gelenekler,

tutan

milli sanatlar ve milli

müesseseler gelir. Tarih şuuru'nu yitinniş bir millet, ne

kadar kudretli ail!hlan olursa olsun, m anevi bakımdan çıp. lak olduğu için, milli savunmasını yapamaz. 1939'da 25 mo. dern tümeni ve en ağır sanayii olan Çekoslovakya, tek kur­ ljlln atmadan Hitler'e teslim olmuştur. Aynı yıllarda, bir­ kaç tümeni budunan ve ge�ek bir ağır sanayii olmayan

küçücük Finlandi ya, dev Rusya'ya karşı hariıkalı bir mil­ lt savıumna yaıpmış, yüzlerce defa 'iistün Ruslara teslim olmamış ve millt varlığını koruyabilmiştir.

Bu

misalleri

soruniza kadar çoğaltmak mıUmkUndür.

Bu derece hayati bir mesele olan milli tarih şuurunu canlı tutmak için ne yapmak llzımdır !

önce,

bu şuu�a

düşman olan kuvvetiere karşı savunmak, bu kuvvetleri it­ rnek ve tehlikesiz bir hale getirmek icabeder. Milli şuürun en biiyük düşmanı, beynelmilel komünizmdir. Milletlerde

milliyet fikrini yok ederek, yüz milyonlan Rus veya Çi.n m illetlerinin hizmetine koyan bir vasıta halinde komünizm, tariıhin günümüze kadar 6 .000 yıldan beri gördüğü en bU­ yük ve teşkilatlı şer kıuvvetidir. Komünizmi imıha edeme­ yen, hiç olmazsa akıl sırurlanna itemeyen milletierin gele­ ceği yoktur. Bu gelecek, Polonya'nın, Macaristan'ın, Doğu Almanya'nın, Türkistan'ın, Kafkasya'nınki gibi olur. Hat­

ta Kınm'ınki gibi olabilir. 1.500 yıllık bir Türk üJ,kesi olan ve vaktiyle bir tek yabancının bulunmadığı Kınm'da bugün

Türk yoktur, hepsi imha. edilmiş veya başka ülkelere sürül. müştür. Komünizm gibi Atatürk'ün şiddetle karşı sınd a bulun­ duğu kozmopolitlik de milli tarih şuuruna düşmandır. Batı


hlqmak, daha doğrwiu.

en ileri milletler seviyesine çık­ mak, yabana k1iltürleri almak degildir. BiWds milli kW­

tüıi1 muhafaa ederek ileri medeniyetin unsurlannı almak. tır. Bugün cergek manada ileri tek Asya - Afrika devleti

olan Japcmya, böyle yapmışbr.

MUıt tarih §uUrunU ayakia. ve canlı tutabiılmek için, komUnizme "Ye koamopolitliğe kar§ı savaşmak da yeterli değildir. Bir zamaniar dünyada birinci olan Türk kiiltlirti­ ne de bugünün medeniyet dünyası �nde layık olduğu mev­ kii kazandıracak hamleler yapmak icabeder. Fsa.sen bu

hamle yapıldığı ve gerçekleştiği davalan lıal1edilm.iş sayılır.

an,

Türkiye'nin

bütün

MlLLlYETÇlLlGlN KADERI

:Milliyetçilik dün ne idi, yarın ne olacak? :t.filliyetçil.ik deyince şu iiç şeklini düşünmek gerekir : Kültür milliyetçiliği, siyasi milliyetçilik ve doktrin milli.

yetçlliği.

Doktrin milliyetçiliği, zamanıınızın diğer büyük dokt­ liberalizm ve komünizm gibi ağır bir buhran geçi­ riyor.

rinleri,

İkinci Dünya. Savaşından yenilmiş �ıkan milliyetçiliK doktrini günıilm.U.zde milletler i�in yeniden bir ümit kaynağı

Bu gelişmede, Avrupa dışı kuvvetlerin dünya hAkimiyeti için giriştiJderi ama.nsız yarışın tesiri vardır. Fakat bunda mütecaviz ikoıniinizmin de rolü var. KomU­ nizm bilindiği gibi milli olan herşeyi inklr eder, bilhassa tarih ve killtU.rü.. Bu iki sebepten dolayı milliyetçilik ak· tüel bir dtlşilnce !haline gehniştir. Ancak dikkat edilecek iı.okta, milliyetçilik bu hali ile artık canlı bir varlıktır. Yillt varlık, hAlen 'btiyüık bir yok edilme tehlikesi Ue karşı karşıyadır. Komünizmin yürU.ttüğU bu tahrip dışarohnaktadır.

- 45 -


dan olduğu kadar içerden de yürütülmektedir. Darbeler karşısında tabiatm bir kanunu icabı milli varlık müdafaa halindedir. Milliyetçilik fikrinin aktüel oluşu bundandır ve bu derece tabiidir. Doktrin olarak milliyetçilğin

geçirdiği ·

merhıı.leler

malfundur ; liberalizm, milli varlığın pek çok yanını ihmal etmek suretiyle, milli bünyeyi komünizmin tahripka r hü­ c.umlanna ıaÇık bıraıknuşbr. Fakat bu duıiım doktrin mil­ liyetçiliğinin çökniesine sebep olmuştur. Totaliter milliyet­

çi devletler bunun canlJ misaiidir.

·

Millet, batı medeniyetinin kültür ve siyaset gelişme­

ı;;inde bir ölçü olıiıuşıtut. Son beşyüz yılın tarih hadiseleri­ nin özünde millet vardır. Herşey onun adına, onun için · ya­ pılmıştır. Avrup a milletleri bu fikirden doğmuşla.rdır. Bu doğuş birkaç safhada olmuştur :

1

-

Siyasi ve manevi bir ha.va. içinde beliren millet.

coğrıafya, ırk ve dil bakımından yakın olan gruplara tesir etmeye başlar.

2 -

Şekil

bulmaya başladığı devrede civarındaki mil­

letleri yabancı ve az çok hasım olarak görür. Bu safhada millet bir devlet içinde ,kapanma yolUrıdadır. Burada mil­

liyetçilik başlar. Bu haJ.de millet �kendi manevi sının için­ de kalmakta beraber etrafındakilerle iktisadi ve küitürel münasebetlere girişir. Bu sırada savaşlar da olabilir. Bun­ l ar aradaki teknik farkları siler. Hatta duygu ve dUşün­ cede düne kadar düşman ol an milletlerle dostluk yolur.a gi. rilir. Fakat ne olursa olsun bu milletler yabancı ve hasım 1. ayılmakta devam e de r . 3 - Bu safhada

devlet tam olarak yerleşmiştir. Şim­

di yeni bir hedef belirmiştir : O zamana kadar düşman olan milletlerle birleşme temayülleri ortaya çıkar. Manevi ya­ kınhklar ve menfaat b3raberlikleri yeni bir milli anlayış doğurur.

-

46

-


Her üç saflıada da mi:llet itici unsur olmakta devam eder. Tabiidir

ki milli fikir en mükemmel ifadesini milli

devlette bulacaktır. Bu defa rolü yalnız itici de değildir.

Milli fikir şimdi yapıcıdır, kurucudur. Milli gerçeklerin şuuruna varan Fransız milleti ilb.ti­ herclianerci HH içinde hayalci - mücerred fikirleri benimse­ rnek şöyle dursun, milliy etçi , vatansever olup çıkmıştır. Avrupa'ya ve hatta Asya - Afrika'ya yayılan Fransız as­ keri postaHannın ç amurund a ihtiHU fikirlerini götüreceğiz derken Fransa fikrini yaymışla.rdır. Milliyetçilik o derece milleti eri n vazgeçemedilcleri bir fikirdir. Milliyetçilik fikri milletierin seçip, beğendikleri bir fi­ kirdir. Millet olma:1ın şartı, geçrruşteki ve gelecekteki za­ ferlerdir.

XX. asrın ilk ya.nsında liberalizm, devleti geliştirme gayreti içindeydi ; milleti bir merkezde topluyor, birleş­

Çünkü

tiriyordu. Liberalizm bir rrulli devlet olmak

zorundaydı.

kendisi devletten doğmuştu.

Marksizm millt devleti temsil eden libera.lizme hücum ooer, çünkü hedefi milli varlığı yıkmaktır. Ancak sonun­ da marksizm de milli gerçeği kabul etmek zortırnda kalır. milli varlığın kaderinin bir tek

Diğer taraftan devletin ve

iktisadi güce sahip olan sınıfa bağlılığı Iiberalizmin myıf tara.fıdır. Böylece her iki halde de milli varlık zedelen­ mektedir. Milliyetçi cereyıan bu iki yıkıcı tutuma karşı •

Ancak milliyetçi cereyanlar XIX. yüzyıl

bir devamıdır. XIX.

çıkar.

miiliyetçiliğinin

asır liberal bir asırdı. Milliyetçilik bu

asrın içinde ve bu fikirlerle gelişti.

O

halde liberaller mil­

IiyetçiJiği inkar edemiyecekleri gibi milliyetçilik, libera:l fi­ kirleri taşıdığından liberaller için bir «Can yeleği» ( kur­ tarma simidi ) sayılmıştır. Gerçekten de milliyetçi hareket-

- 47 --


ler marksist

ihtilallerin tehdit ettiği orta sınıflan ile libe­ ral cemiyetin taJbii bir kalkanı olmuştur. Bununla birlikte marksizm de milliyetçilik hareketle. rinden istifade ve onu istismar etmiştir. Bu suretle bir kurtarıcı hareket olan milliyetçiliğin İkinci Dünya Saıvaşı iıle ne derece itibardan düştüğü ma­ lilmdur. Milliyetçilik hareketlerinin mahkilm edilmesi mil­ liyetçilik fikrinin başarısızlığını değil, ancak milliyetçilik adına hareket etmiş olaniann d8.valanıun yüceliğinde ol­ madıklannı gösterir.

Millt 'varlığı canlandııım.ak tabii bir lharekettir. Geçir­ diği imtihanlardan sonra milliyetçilik güntimüzde yeniden canlanırken geçmişteki tecrübelerden elde edilen dersi de kir hanesine kaydetmiştir. MarksWn. karşısına kuvvetli bir iman çıkıa.rabilecek olan milliyetçilik, ekonomi alanında liberalizmin yerini dol­ durabilecek görüşler getirmelidir. Milli yapı içinde ahen­ gi sağlamak için sınıf kavgasının önUnü alacak çareyi bul­ m-alıdır.

Evvela milliyetçi:liğin maneviyata, ahlaka dayandığı­ na işaret edelim. Sonra devletin nasıl olması gerektiğini gö. relim. «Maneviyat ve ' ahlaka dayanmayan devlet sade­ ce ıahl8.ksız değiLdir, gayri insanidir. Çünkü şu bir hakikat ki, ahlA.k kurallanna riayet etmeyen bir insan topluluğu düşUnü:leınez.» Milliyetçiliğin şartı ve esası ahlak ve manaviyat oldu­ ğuna göre, milliyetçi devlet de böyle olacaktır. Bu bakırn­ dan totaliter bile olsa milliyetçi devleti marksist totali­ ter devlet ile kanştırmak doğnı değildir. Milliyetçi devletler biiyUk başanlar kaydatınişlerdir. kütlelerin kalbierinde geniş yankılar uyandırmışlar, milli ıu1iru harekete getirmişlerdir. Buhranlan sezen m.Uliyetçi - 48 -


hareketler, tnsiyi.ki olarak millt uyanış yolu ile hil çarele' aramışlardır. Ancak milliyetçi devlet hürriyetleri kısan bir i.let ol­

Ti

maya.cakbr.

Milliyetçilerin elindeki imkin ve kuvvetler nelerdir? Millet topluluğıundan muteber bir varlık olmadığı bir ha­ kikattir. Ancak bu hakikat gilnU.mtı.zde ve yarın için yeni meseleler ortaya koyuyor, yeni mesuliyetler istiyor.

1n.san

hürriyetsiz yaşayamaz. O halde

milliyetçiliğin

yanıbaşında demokratik prensipler de canlanıyor. Marksizmin propagand a taktiği olarak kullandığı eko­ nomik güçlü idareci suı.ıf ile milli topluluk aynlığı yaptı­ ğına işaret etmiştik. Başlangıçta marksizm her ikisini de bir sayarken, zamanla milleti tabii bir varlık ka.bul et­ miştir. Bu taktik Lenin tarafınd an Rusya'da tatbik edil­ mişti. Komünizm bugün Rus milliyetçiliği ve emperyalizmi­ dir. DUnyaya hükmetmek isteyen Rus isteklerinin ifadesi­ dir. Marksist taktik şimdi değişmiştir. Şimdi artık mil­ letlerarası ihtilal hareketlerinde 8.let olan millet değil, mil­ letlemrası ihtilA.l hareketi, Rus milliyetçi liğinin emrinde bir vamtadır. Şurası muhakkak ki, emperyalist Rusya askerl işgal­ leri ile dünyayı fethe çıknuş göriinüyor. Bu teşebbüsün iki yüzü val': Biri, askeri işgal yolu ile temasa geldiği milli varlıkları geniş bir Ruslaştırma baskısı ile bozma. İkincisi, Sovyetleştirıme ile aynı zamanda manevt ve insant bakım­ dan tahriptir. Her ikisi de miilt varlığı ısrarla, inatla yok t-tmeyi hedef tutar. BütUn bu tahrip gayretlerine rağmen en lptidaneri da. hil her insan topluluğunun birer millt varlık olarak ortaya çıktıklan bir hıakikattır. Zam8.Illli1Uda istikli.Uerine kavu ­ şan birçok Afrika devletlerinde olduğu gibi. lnsan olduğu-

- 49 -


nun şuurunda bulunan bir ferdin benliğini yok etmek na­

::-,ıl mümkün değilse insanlardan kurulu topluluklann da iç­ timai benlik şuurlarını ortadan kaldırmak o kadar müm­

kün değildir. Buna göre milliyetçilik duygu ve fikrinin ebe­ di vıasfı kabul edilmelidir. Milletleri yaşatacak olan şüphe­ ı;iz milliyetçilik duygu ve düşüncesidir. Bu itibarla, milli­ yetçiliğin kaderi yeryüzünde insanlığın kaderi ile beraber

yürür.

- 50 -


SANAT, FOLKLOR, TVRK MUSIKISt, SlNE� EGİTlM SlYASETt, VNİVERSİTE MUHTARİYETİ, TVRK BASlNI VE l\IİLLI BASlN, TRT, Dtt. OORETMENLER ARASINDA SOL TEŞEKKVLLER MESELELERI

Komisyon Başkanı : Faruk K. Timuruş Komisyon Raportörü : Alev Arık !ştirak Edenler : Sa!ahattin Arıkan Arif Nihat Asya Nihad Sami Banarlı İsmai l Dayı Doç. Dr. Şükrü Elçin Doç. Dr. Muharrem Ergin

Ali Muzaffer Ersöz

Doç. Dr.

Ahmet Kabaklı Haluk Karamağralı

Kemaleddin Nomer Erdoğan Okçu Prof. Dr. Selçuk Özçelik M. Necati Sepetçioğlu

- 51 -



SAN'AT ANLAYlŞlMIZ Sanat insaııı Te iDsan ruhunu

kanatlandıran.k çUde aDatbr.

bulunduğu aeviyeden veya çok yWDielttiğl zamaıılarda ve öl·

�eyigle bir cerniyett.e zeTk seviye­ k:Wtlr aıniyeııdııi d\1t(1rl1cU., hattA yıkıct bir vulte gör. mesi bUyük taltbizl.lktlr. Bucfinktl TUrk aaııatmda görll:­ len manura J'ftÜ cm, gerek killtilr, geretae milll lle'Yk ba­ kımından yıkıeı Te d11.şUrtlcll bir manaradır. De11tanlar deYrlnde ba§kyarak eski MDat, lnMnhğın yetlgt:Jrdiğl en UsWn kahramaniıbo t1ııttiıı fnNnlan, hattA ilAhlan örnek Sanatm teraine bir

Bini,

tutarken bugUJ:ıkö l!l&ll&tın, halk tibirlyle, berdugları, l§len. memiş insanlan 6mek tutmak yoluna gitmesi yalııız milli seviyeyi değil, beşeri seviyeyi de düşUrllcli mahiyette.,.�· � dir. ·

Sanat son zamanlarda sokaldanmızda gördilğllmUz bitniklerin, hippilerin zevkine göre değil, milll zevkle ve milli ltrllltilrle meşbu kUltUrlU insaniann zevkine göre ya·

ratilinalıdır. HülJ.aa olarak, bugünkü Tllrk sanatını, Tllrk cemiye­ tinin içine dUşUrUlmUş bulundulu buhranlardan, memleket.

birbirini sevmez insanlar haline gelmiş ldltleler yarat­ maktan uzaklaşarak milleti mlzi nillll btltünlüğe ve eskiden olduğu gibi beeerl bir UsttlnlUğe yWcaeltlcl bir sanat olarak kazandırmak gerekir. Sanat da dil ve din gı"bi en ipticbSafnden en mtlteklmi..

te


line kadar bütün insan cemiyetlerinin temel unsurlarından biridir ; dinsiz ve dilsiz bir cemiyet olmadığı gibi sanatsız bir cemiyet de gösterilemez. Bir sanat eserinin meydana gelmesi her şeyden evvel bir sanatkann mevcudiyetine bağlıdır. Sanatın ferde bağ!ı oluşu onu ilk nazarda cemiyetin mB.şeri olan diğer temel unsurlarından ayınr, fakat ferdi cemiyetten tecrid edecek tam.aJ1llen müstakil bir varlık olarak kıymetlendirmeye imkan yoktur. Çünkü duygu ve düşüncelerinin kaynağı, içinde şahsiyetinin yetiştigi kültür çevresidir. Bundan qo­ layı her sanat eseri mahiyeti icabı i.mzasım. taşıdığı sa­ natkarın şahsiyetinin de üstünde bir harsın, bir kültür çev. resinin damgasını t:a§ır. Bu husus aynı kültür çevresinde­ Id eserlerin bir karakter benzerliği göstermelerini izah et­ tiği gibi, sanata killtür çevresini aksettiren bir vesika kıy­ metini de kazandırmaktadır. Kültür çevresi, cemiyeti teş­ kil eden fertlerdeki ortak istidat ve temayilllerin tabii, ta­ rihi ve iktisadi şartlar içinde yoğnılarak şekillenmesinden doğan içtimat müesseselerin bütününün teşkil ettiği ortam. dır. Şartların değişmesi müesseselerin, dolayısıyla kültUr çevresinin ve ona tabi olarak sanat ve usluplann da de­ ğişmesini ve yeni bir h'üviyet almasını neticelendirir. Kül­ tür çevresi ile sanat arasındaki bu bağ hem cemiyetteki ı,ültür değişmelerini, siyasi, içtimai ve iktisadi yükseliş·e­ ri, sarsıntı, çözülme ve dağılmalan bize bir ekran gibi sa­ ı!atta görmek, takip etmek imkarunı vermekte ; lhem de sa. nattaki değişmelerin mahiyetini anlamak için bizi cemiye­ tin bünyesindeki değişmeleri araştırmaya, ince�emeye mec­ bur etmektedir. Bilindiği üzere Ttlrkler tabii ve siyast şartların netice­ si olarak çok geniş bir ·sahaya yıayılmış ve hakim olmuş­ lardır. Türklerin islamdan önceki sanatları henüz bütün de­ ğeriyle ortaya çıkanlamamıştır. Fakat tanıdığımız, bildi-M-


ğimiz örnekler köklü ve gelişmiş bir sanat geleneğinin mahBulleridir. Bu sanat gelenekleri IX. asırda Abbasiler za. manmda Samarra yoluyla islam dünyasına girmiş, XI. asır başlarında Gaznelilerle Hindistan'a geçmiş ; Se:lçuklu­ larla Horasan, İran, Anadolu ve Suriye'ye hakim olmuş ; Mısıea ve daha sonra bir taraftan Sudan'a ve bütün Ku­ zey Afrika'ya, diğer taraftan Orta Avrupa'ya kadar nü­ fuz etmiştir. Bu çeşitli bölgelerdeki tabii, tarihi ve içtimai şart ­ ların farklı olması aynı kökten muhtelif dalların çıkmasına yol açmış, her bölgedeki değişme ve gelişme de zaman

içinde siyıasi ve içtimai şartlara bağlı olarak bir takım saf­ halar göstermiştir. Bunlar arasında Anadolu ekolü, saflı­ ğı, devamlılığı ve mahsulleri ile en ehemmiyetlisidir. Çün­ kü Türk sanatı başta mimarlık olmak üzere yalnız burada bozırlmadan, kökünden kopmadan gelişerek XVIII . asra kadar sürmüştür. XVI. ve XVII. asırlarda Türk sanatı sanatın bütün kollarında klasik devrini yaşanuştır. Bu devrin bütün eserleri düzenli, müreffeh ve medeni seviye­ si yüksek bir cemiyeti aksettirınektedir. asrın ortalarmdan itibaren, gittikçe artmak üzere, batı tesirleri kendini hissettirmeye başlar. Bıu-ok, Hokoko ve Arnpir üsluplan sanatımıza h8.ıkim olurlar. İm­ paratorluğun son asn siyasi durumda olduğu gibi sanatta da tam bir çözülme ve dağılma devridir. Mimari eserlerin çoğu yabancı mimarlarmdır. Milli mücaAielenin nıh ve he­ yecanı cumhuriyetle beraber sanattıa da kendini gösterdi, bir Türk neoklB.sik üslubu doğmaya başladı. Bu cereyan gelişecek vasatı bulmuş olsa idi modern Türk sanatı mey­ dana gelebilirdi. Fakat geri kalmışlıktan kıurtulmam�zııı, yükselmemizin yolu bir kültür değişiminde arandı. Din ve dil de dah il olmak üzere b'ütün müesseselerimiz kökünden sarsıldı. Mazi ile bağlanınızı kopannak ve herşeyi AvruXVIII.

-�-


pa'dan olduğu gibi ithal etmek esasına dayanan bir batılı­ laşma anılayışı sanattaki bu «kendisine dönüş:. cereyanını da boğdu. Cumhuriyeti, maziyi inkar; bunun için de ibide­ leri yıkma. geklinde anlayanlarm yarattığı taassup, milli mücadelenin ruhu ve gayesi ile taban tabana zıt bir ne­ tice verdi. Bir istild8.1 harbi yaparak müstevll ordulan mağlfip ve tard ettik. Fakat Avrupa kültUrUnUn faziasiy­ le tesirine girdik. Hiç şüphesiz ki, bu devrio eserleri de bu seciyeyi aksettirecektir. Yeni devlet merkezi Anka.ra bir mimari sergisidir. Bu sergi deki eserler, Tllrk Neoklasik Us­ lubunun dışmdakiler, gok kötü birer kopyadan ibarettir. Kübik bakanlık. binaJıa.rından Cumhuriyet devrinin en bü­ yük A.bidesi olan Aıut - Kabir'e kadar hepsi taklit ve kop-· ya taş ve beton yığınlandır. Yuka.rıda arz edildiği gibi san'at da bir içtimat mUes­ eesedir ve birleşik kaplardaki sulıa.r gibi bUtUn içtiınal mü­ esseseler birbiri lle milnasebettedir. Bundan dolayı kUl­ türlin diğer müesseselerinde mUBtakil olarak yalnız sanat için bir görüş ileri silrmek mümkün değildir. Sanatta bir « kendine döntl§» ba.his mevzuu olduğu :r.aman bu, şüphesiz geçmişi aynen tekrarlamak değildir. Teknik, malzeme, fonksiyon ve mefhuın!a.r daima değisebilir. Bir sanat eseri­ ne hüviyetini veren bunlar değil, üsİuptur. Yani kompozis. yon ve motif hususiyetldir. Sanatta kendine dönüş Uslfipta, espride olacaktır. Bu yola girebilmek ise millt şuurun uyan. masına, milliyetçiliğin hô.kim fikir, h8.kim ruh haline gel · mesine bağlıdır. Türk sanatınm milWeşmesi için şu noktalara dikkat edilmesi gerekir : 1 - Türk sanatı aynı zamanda mücerrettir. Dolayı­ sıyla rnücerret sanat tlzeriııde çalışmalar derinleştirilmeU V(' mücerret sanat solun istismarlarından kurtarıllnalı­ dır. -

s&

-


2 - Milli kWtilre sahip sanatkAr ve

eserleri cemiyeti­ mize faydalı olacaktır. Milli kültUrUn yetiştirdiği sanat­ kann yabancı san at, teknik ve malzemesinden faydalan­ ması aşı mahiyetindedir. Zira meyda.na çıkaracağı eser yine milli olur. 3 - Sanatkir

devletçe, milli müesseselerce, milliyet­ çi zenginlerce desteklenmelidir. Destek görmeyen sanat­ kann eser verme gücü destek görenden daha azdır. 4 - Orta Asya'dan itibaren Türk san'at ve medeni­ yetinin, çevresine tesirleri teferruatıyla belirtilınel.idir.

FOLKLOR yolu ile elde ettiği maddt ve :nıAnevt bilgiler yek(lııu demek olan folklor malzemesi dile dayanan atasözleri, masallar, destanlar, ef­ saneler ,türküler yarıında mUziık, dana ve köy tiyatrosu gi­ bi halk malhsulleridir. Nesillerin dil ve tarih şuurunun uyanmasında miıllJ nıh, alıilk ve aan'at yanında bu halk hazinelerinin de bitmez tükenmes birer kaynak olduğu meydandad.ır. Bu itit.rla, Tllrk foılklorunun ii1.ml yollarla toplanması, incelenmesi r.anıreti AşikArdır. Millt eğitim progra.m.lannm d& bu bakımdan takviyesi arzu edilir. Bil­ hassa halk müsi.ğinin ve halk oyunlarmın <5ğretimde yer alması çok lilsumlu g<lıillmtlştür. Bir millet içinde büyük kütlelerin tecrübe

TÜRK MUSlKlSlNIN ISTİKBALt Türk musildsi, Batı mustkisinden sonm yer yU.ztinün en yaygın musiki sistemidir. Atıantik kıyılannda.n, Fas'­ tan, Çin'e, Sibirya buzullanndan Hindistan ve Orta Avru­ pa'ya kadar uzanan ala.ıı1ıarda bu musild sistemi ya hA.- �1 -


kimdir veya o ülkelerin halk rnusikisini şiddetle tesirine almıştır. Bu sistemi Türkler, Orta Asya'.dan beraberlerin­ de getirmişler ve bu rnusiki, eski Arab ve İran (Sasaru) musikilerini siLip süpürerek yerine geçmiştir. Türk rnusi­ kisi sisteminin Arabl ardan, Yiunıaıırlıar.dan, şundan veya bundan alındığı hususu , ilmi rnesnetten tamamen mahrum bir iddiadan ibarettir. Bu iddiayı Sadettin Arel, «Türk rnusikisi kimindir ? » ( 1939) adı eserinde kesin şekilde çü­ rütrnüştür. Türk rnusikisinin bu yaygınlığı, sistem zenginliğinden, irade kudretinden .estetik güzelliğinden gelir. Bu sistem, bir sekizli'de 24 eşit olmayan aralığa d®yanır. Bu aralık­ lar, tabiatın verdiği sesiere hayret edilecek derecede uy­ gundur ki bu husus, Ord. Prof. SaLih Murad Uzdilek'in «Türk Mıusikisi Üzerine Etüdler» ( 1944) adlı eserinde fi­ zik ve akustik bakırnlardan isbat edilmiştir.

Türk Musikisi, bu aralıklarla yıaıpılan 13 basit mak a­ rna sahiptir. Batı Musikisiniın «Majör» ve c:Minör» rna­ k arn�an, «Çirgah» re «Buselik» adlariyle Türk Musiki­ finde de aynen mevcuttur. Aynca fevkali.de orijinal bir çok mürekkep makam vardır. UsUl (Ritrn) zenginliği de hari!kuli.dedir. Türk makamlan ve usulleri alcla gelebile­ cek her türlü beşeri duyguyu ve hadiseyi tasvir ve ifade edebilme kabiliyetiyle yüklüdür. Bu kabiliyetten faydala­ nılabilmiş midir? Bu soruya cev.aıp vermek kolay değ:ldir. Çünkü mu­ sikimiz , bi r «nağme musikisi» dir. Çok seslil iğin (Polifo­ ni) ve orkestrasyonun pek kudretli desteklerinden rnah · rum olduğu için, nağmeler, kab il olab�ldiği ölçüde parla:k -· tır. Zaten başka türlü yüksek bir san'at haline gelırnesi de mümkün değildi, çünkü tekseslidir. Türk san 'at musi:kisi, halk musikimiziın, gelişmiş ve kültürlü bestekarlannın elinde zenginleşmiş şeklidir. Yok- 58 -


iki musikide sistem, 13Xahklar, makamlar, usuller, çok defa şekiller aynıdır. Arada ilalup ve muhit farkı vardır. Halk musiıkimiz, son derece zengindir. Belki dünyanın en zengin musiki folkloru hazinelerini saklamak tadır sa her

hatta

­

.

«Türk Musi.kisi'nin bugünkü halini müdıa.faa etmek };atırımdan bile geçmez». Bu sözü vaktiyle Arel söylemiş­ ti.

Tek-sesli gelecek için

musiıki.mizi müke.mıncl

şekilde icra ettiğiınizL

musiki bilen icracılar, öğretmenler ve beste­

karlar yet:i.ştirdiğ.imizi asla iddia edemeyiz.

Musiki o ka­

dar büyük ve öa:ıemli bir san'attır ki, İstanbul Konse:rva­ tuvarında ve radyomuzda

yapılan bazı ileri hamleler ye­ t� rli sayılamaz. Biz önce, tek-sesli m��ikiınizi iyice öğre­ neceğiz ; mükemmel ve çağdaş zihniyetle yazılmış notala­ rımız, öğrettiklerini iyi bilen hocalanmız, anlıyarak ve bi­ lerek çalıp söyleyen icracılarımız oLacak. Ancak bu saf­ lıayı tamamladıktan sonra çok sesli musikiye geçeceğiz.

SINEMA Bugünkü

Türk sineması teknik bakımdan henUz baş­ langıç safhasmdadır. Siınemamız, bütün sanlat sahalarını hakimiyetine almak isteyen sol cereyanın baskısından kendisini koruma gayreti içindedir. Bunun temel sebebi, sinema sahasının hür teşebbüs, serbest rekabet ve halk kontrolu ile başbaşa ka:lmasındandır. Bunuınla beraber l sadece özel teşebbilse bağ ı olması, sinemanuzın milli bir çizgi içinde kalmasına yeterli değildir. Halk kontroLunun da tam bir müeyyide ve yeterli bir kontrol mekanizması olduğu ileri si.irillemez Sol çevrelerin üzerinde titizlikle durduğu husus, si­ nem.anın devlet idaresine verilerek gUdUmlü hale getiril­ mes:dir. Bu suretle, Türk sinemasıının devlet eliyle sol fi,

.

- 69 -


kirler paraleüne

sokulması istenmektedir. Milliyetçi

hıare�

ketin böyle bir müdahaleci sistemi kabul etmesi mümkün değildir. Sansür müessesesinin mHli kült ür yön ünden tak­

viye edilmesi mi lliyetçi görüş bakımmdan bir zaruret ha­ lini almıştır.

EG lT tM SlYASET! Mevcut eğitim si.stemimizde, Türk milletinin genci ve yetişkini ile Türk tarihi ve milli şuuru içinde müten asit ve müteca-nis bir kitle h aline getirilememesi, Türk harsı­ nın şuurlandırılıp zengin bir keyfiyete

ulaştırılmaması,

Türk il i m ve teknolojisini bağımsızhğa kavıuşturacak kad­ rol a rın ge!iştirilmemesi

ve Türk ferdini Türk

ruhuna,

Türk vatanın a ve Türk kültürüne sıkı sıkıya bağlayarak onun h er

türlü şart altında Türk milletine hizmet ede r ol­

ma·sının

sağlanamaması veya bunların şuurlu

ve idareli

bir şeki lde ele alın maması . halk arasında dağın ıklığ a , ay­ dınların idealden

mahrum, şahsi kazanç ve

rahatlarını

a rar bir halde yetişmelerine, cemiyet meselelerini çözmede

ehliyetli olan elem aniann mem leketten k opm aları na seb ep

olmaktadır. Bütün

bu aksaldıklann

ortadan kaldınlabilmes i için

C'ğitim ve öğretimin tam mi.nasıyla millileştirilmesi icab

etmektedir. Buna göre:

1 - Milli Eğitim m erkez teşki1atında kilit mevkilere milli karakter taı:ııyan vatansever id eali st ve ehH kimsele­ rin

gelmeleri sağlanmalı, 2 - Bu özelliğe sahip olmayan kimseler bu mevki'ler­

den uzaklaştınlmalı,

3 - Okullarda sapık zılı.niyette olan öğretmen ve ida. re:cilerin faaliyetleri kesiın şekilde önlenmelidir. 4 - nk öğretim mtlfettlşleri arasmda

- 60 -

öğretmenleri


apık da"n'&DDIh olanlar zararsız r :. J ;. : hale get.irJlm.eUdlr. 5 - Okul kitapbklan aıvlı oi•Hieeü eaerlerden t0

baakı altmda bulundu.ran

:mizlenmelidir. 6 -

Kültür müsteşarlığı

faaliyetleri

ile

tiyatro,

sine·

.ma ve diğer karakter yoğuran vasatların menfi tesirleri

temizlenmelidir, 7 - Okul kitapları milll kUltür ve modern bi lgi esa­ �sma göre yeniden düzenlenmelidir. 8 - Öğretmen yetiştiren okullar yani ba.ştap düzen­ lenm.eli, milli külillr, milli ahlak, milli ülkü ve üstün bilgi­

ye sahip

öğretmenler yet�tirilınelidir.

9 - Milli eğitimi idare, sistem ve metod, program , -ders kitaplan, öğretınenler bakımından topyekun «milli .,

vaslma liyık

hale getirmek

gerekir.

üNIVERSITE MUHTARIYETI (ÖZERKLIGt> MESELESI Anaya.samızın 120. m addesi, üniversiteler hakkın­ -da htiküm sevketmiş ve onların muhtariyetini Anayasanı n teminatı altına almıştır. Bundan evvelki anayasalıarımız­ da üniversiteler h akıkında herhangi bir hüküm yoktur. Bu bakımdan 1961 Anayasamız bir yenilik getirmiştir. Mez.. kur maddenin birinci fıkrasına göre, üniversiteler ancak Devlet eliyJe ve kanunla kurulıurlar. Demek oluyor ki, şa.­ bıslar, vakıflar ve özel teşebbtisler üniversite kuramazlar. Yine aynı maddenin aynı fıkrasına glSre, üniversiteler «bi� . llınseb ve idari özerkliğe (muhtariyete) sahip kamu tüzel ki şileri (amme hUkınt p.hıslan) dir. Bu dUl1U.m. karşısında, Anayasamıza göre ü.nivcr-sitc . lerin muhtariyetini idari ve ilın1 olmak iizere iki kı'Sımd a mütalaa etmek lft.zımdır. -

61

-


I. İdari Muhtariyet 120. maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarına göre : -l'C­ niversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerindan kurulu organlan eliyle yönetilir ve denetlenir.'(o ve «Üniversite organlan, öğretim üyeleri ve yardııncıları. üniversite dışındaki makamlarca, her ne suretle olursa. ol­ sun görevlerinden uzaklaştınlamazlar.:. Demek oluyor ki üniversitelerin idari muhtariyetinden, 1 - Bu müesseselerin kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu orgamlan eliyle idare ve murakabe edileceği, 2 - Üniversite organlıanrun, öğretim 'üyeleri ve yar­ dımcılarının üniversite dışındaki makamlarca, her ne su­ retle olursa o!sun görevlerinden uzaklaştınlamıyacaXları, keyfiyetierini anlamak icab etmektedir. Bunun dışında başkıa bir i.dari muhtariyet a.."liamaya hukukeın imkan yok­ tur. İdari muhtariyet üniversite binasının içine, duvarla­ rına, taşına, tuğlasına ta.nınmamıştır. Üniversitelerin ida­ resi, kendileri tarafından seçilen selihiyetli öğretim üye­ lerinden kurulu organlan eliyle idare ve muııakabe edile­ cektir hükmünü üniversitelerin esas görevleri ve fonksi­ yonlan bakımından, yani öğretim, talebe yetiştirmek. memlekete feydalı, bilgili, karakterli bir insan olabilecek şekilde genç dimağlıan işlemek, llim yapmak ve iami mem ­ lekete yaymak vazifesiyle mu.kayyet olarak anlamak la­ zımdır. Bunun ötesinde, üniversitelerin muhtariyeti var­ dır diyerek kendiLeri tarafından seçilen selahiyetıli ögn­ t im üyelerinden kunı1ıu organlardan başka hiçbir makam, hiçbir şekil ve suretle ünLversitelerdeki muaımelatı <:la kontrol edemez diyen bir hükme varmağa hu:kuken imkan yoktur. Mesela muhtar (özerk) olmasına rağmen, Univer­ f;İteierin masraflarını ve tahsisatını devlet, genel bütçe­ den öder. Ancak bun1arın ne tarzda sarfedildiğini, mevzu- 62 ·-


attaki özel hükümlere göre, Devletin yetkili

memur.ları,

Sayıştaydan gelen murakıplar veyıa maliye

müfettişleri

elbette ki kontrol edecektir. Üniversitelerin

muhtariyeti

vardır diye bu çeşit kontrolların yapılamıyacağı iddia

edi­

lemez. Böyle bir kontrol, icabında sorumlu kimseler hak­ kında, suiistimalleri görüldüğü takdirde uzatmıaılı

takiba­

ta geçilmesi, �erektiğinde onların ceza mahkemesi huzu­ runa sevkedilmesi kadar norma;l bir şey yoktur. Ve böyle

bir murakabe üniversitelerin idari muhtariyetini ihl8l edi­ ci mahiyette anlaşılamaz. Aynı zamanda bu konuda, i�ari vesayet müessesesini de !hatırlamak ve idari muhtariyet müessesesini bu müessese ile birliıkte değerlendirrnek ve mütalaa etmek

lAzımdır.

Son zamanlarda memleketimizde

yanlış bir kanaat be­

lirmeğe ve yaygın bir hal alma istidadııu gösterrneğe baş­ lanuşt.ır.

Üniversite muhtariyeti bu müesseselerin binalan bir dokunulmazlık ve serbesti imkanı olarak tanıtılırı&k istenmektedir. Kanaatımızca böyle bir telakki tarzı doğru olmadığı gibi. bazan tehlikeli' olabile­ ve hudutlan içinde

. cek bir mahiyet arzetmektedir. Bu mes'elenin ehemm.iyeti bilhassa ünivenrite binası içinde su.ç işlenmesi hallerinde kendisini gösterir. Bu gibi kuvvetlerini

durumlarda devletin emniyet üniversite yöneticilerinden yazılı veya sözlü

taleb gelmedikçe kat'iyyen bina içine, üniversite dahilinE> giremez, orada suçlulan yakalıyamaz diye düşünmek doğ­ ru olmadığı gibi tehlikelidir. Hususiyle talebe birbirine

üniversite içinde

girmiş. göz göre göre insan

dövülürkerı

yaralamrkeın , hatta öldüriilürken bilfarz üniversite yöne­ ticilerinin şu veya bu düşünceyle, şu veya bu mahzurun doğmasından çekinerek devletten yardım istememesi ha­ linde, güvenlik kuvvetlerinin bina dışına k•adar gelerek, sırf •yardım istenınedi diye içeri giremeyip dışardan olaylara

seyirci kalması ve suç işlenmesine mani olmaması yahut suç

işlemiş veya hakkıında tevkif kararı verilmiş:kimseleri - 63 -


sırf üniıversite binası içine sığındılar diye girip oııada ya­ Kanaatimizce bu hususta iki hali birbirinden ayırt etmek gerekir : A - Suç işlenıneden evvel, mühim ve vahim olayla­ rın doğması çok mümkün ve muhtemel olan h:a:llerde, üni­ versite idarecileri evvela suç işlenmesine, bina dahilin­ deki devlet mallanmn tahribine maru dlabilecek ciddi ted­ birleri almalı, bu gibi nahoş olayiann vukuunun önilne ge­ çilemiyeceği kat'iıyyetle belli olursa o zaman münasip bir müddet tatil kamn verilınelldir. Bunlar mümkün olamadı­ ğı ve ş artlar icab ettirdiği takdirde, daha vahim olaylann l�alıyamaması her bakımdan mahzurludur.

vukuunun öntıne gçnet lofıı, C!ftlet kanetlerinden fayd!'l . lanmak hususunda resmi maka.ml&rdaaı talepte

bulunulma­

h ve bunda tereddilt g&rterflmemelidir. B - Eğer bunlar yapılamam'l ve yapılamadan üni­ versite d&hillnde nlı1m olaylar çıkmı§ı, yarala.ma. adam öldürme veya eşya.yı tahrip gibi suçlar işlenmişse, adli za.­

bıta.nm, delilleri toplaması, su�lula.nn yakalanması için üniversite dahiline glnnest hususunda idarecilerin ta.lebint beklernesi ve böyle bir talep vald olmadan girernemesi diye­ bir şey düştlntılemez. Polis derhal umumt hUkUmler daire­ sinde gereğini yapabilecektir ve yapmalıdır. Bu durum karşısında, umumt olarak, Unlverslte �Ine hiç bir şekilde polis giremez, girel'8e muhtariyet ve dolayısıyla Anayıa:sa ihla.I edilmiş olur dUşUn ce ve iddiası mesnetsiz ve yersiz­ dir.

n. 11m1 Moıhfarlyet Anayasa.mımn 120 nel m..,.,..,ln Uni.rversite öğretiın tlyeleri Te

i!3rdtıncU. fıkrası.

yardımcılarının serbestçe

araşttnna ve yayında bulunablleceklerinl lfade etmektedir.

Bilindiği gibi, araştırma, ilmi yapma ve yayma ve neş. haklan büttln vıatanda.glar için olduğu gi-

riyatta bulunma

- 64 -


bi üniversite hocaları için de Aııa.yasa.nın ka.bul eylerniş bulunduğu haklardandır. Anayasanın bazı hükümlerinden bir takım manalar ve neticeler çıkarınaya teşebbüs ederek bu konuda vatan­ daşlar ile üaıiversite öğretim üyeleri arasmda bir fark bu­ lunduğu ifadesi Anayasanın on ikinci maddesinde açıkça belirtilen kanun önünde eşitlik esasına aykırı olur. Böyle tıir telakki tarzı mantıki de olmaz. llmi yapmak, yaymak, fikir ve kanruatlerini ifade eylemek yönünden Türk vatan­ daşlarıını üniversite öğretim üyelerine nazaran kifayetsiz telakki edilmesinin mantıken müdafaası kabil değildir. Bu itibarla vatandaş bahis mevzuu konularda hangi kayıt ve esaslara bağlı ve onlara tabi ise, üniversite öğretim üyele­ ri bakımından da durum aynıdır. Bir üniversite öğretim üyesi mesela Marksist doktri­ !ıi ne suretle izah edebilmek hakkına. sahip ise, herhangi bir vatandaş, herhangi bir yazar da aynı suretle neşriyat yaparak o doktrini izah etmek hukukuna sahiptir. Üniver­ site öğretim üyesi olmak diğer Türk vatandaşlarından farklı bir imtiyaza ve kanunlar karşısında dokunulmazlı­ ğa sahip olmayı tazammun edemez. Üniversite öğretim üyeleri yönünden Anayasanın tesis etmiş bulunduğu fark sadece diğer devlet memurlan ile bahis konusu olmruktadır. Anayasa ve mevzuat genel ola­ ı ak diğer devlet memurlarmı. siyasi faaliyette bulunmak­ tan menettiği halde üniversite öğretim üyelerini, muayyen şart1arla, istisnai olarak, muayyen siyasi faaliyet şekille­ rinde bulınımaya müsaade etmiştir. Bunun mfıcip sebebi de, sadece memleketin en ziyade yetişkin olan zümresinin siyasi atmosfere sükfı:net, akl-ı selim, ilim ve hasiret ge­ tirmelerini sağlamak yönündendir. Ancak şu cihete işaret edelim ki, üniversite öğretim üyelerine tanınmış olan bu selahiyet, üniversite içinde, üıniversite mesaisi �apılırken hiçbir suretle kullamlarnaz. Çünkü kanunlar, Üniversite- 65 F: 5


ler Kanunu üniversite lhocasmm üniversİte içinde ne suret­ le ve ne maksatla mesaide bulunabileceğini tayin etmiştir. Bu mesainiın siyasi maksatlara tevcihi ve bu istikamette aksiyoınu ifade e:len davranışıann üniversite içinde gös­ terilmesi vazifenin ve hakkın ( akademik hürriyetin) sui­ istimaliıni teşkil eder. Mesela kanaatı nurculuk istikame­ tinde olan bir din tarihi profesörünün din tarihi mevzu­ unu talebeye okuturken fikir ve kanaatini serbestçe yay­ mak bahane ve vesilesini öne sürmek suretile talebeye karşı nll!I"culuk propagandası yapması, öğretmek hakkının aksi­ yon istikametinde 'Suiistimalidir. Yine kanaatı itibariyle Marksist olan bir iktisat hocasının Marksist doktrini izah ederken siyasi kanaatının tesirini talebeye nakletmek lize­ re aksiyana geçmesi, mutad objektif ve ilmi usulleri aşa­ rak Marksizm propagandası yıapması, bunun gibi mese­ la bir hukuk profesörünün öğretim göreviıni ifa ederken nıuhtelif vesileler ve bahanelerle devletin ülkesinin ve mil­ letinin bölünmezliği, parçalanmazlığı prensibine aykırı ola­ rak vatan ve mill eti bölücü ve parçalayıcı telkin ve tahrik­ ierde bulunması aynı surette öğretmek hakkının t akade­ mik hürriyetin) ve memuriyet vazifesinin suiistimali vas­ fmı taşır.

Bu nevi faaliyetler

karşısında

gençliğinin istikbalinin tahrip

memleket

ve memleket edilmesine elbette ki Aınayasa cevaz vermemiştir. Üniversite öğretim üyel erinin fikir ve kanaatlerini ifade ve izhar etmek hürriyetleri bütün Türk vatandaşları için Anayasanın kabili etmiş bulunduğu esaslardan hiçbir s uretle farklı değildir. müdafaasız bırakılmasınıa

Siyasi faaliyette buluhabilmek bakımından üniversite üyeleri yukarıda izah edilen mucip sebebler dola­ yısıyla diğer memurlardan farklı tutulmuşlardır. lr�iver­ site öğretim üyeleri i.çin kabuı ediimiş olan siyıasi kanaatleöğretim

- 66 -


rini telkin tarzında aksiyonu ifade eder şekillerde kullanı­ lamaz. Böyle bir k:n.llanma öğretmek hakkının ve yetkisi­ nin suiistimalini ifade eder. Üniversite idarelerinin bahis konusu suiistimal tezahürleri karşısında hareketsiz kal­

gerektiği iddia edilemez. Zira üıniversiteleri �eşitli s iyasi grupların oyun sahaları haline getirerek kökünden malan

tahrip etmeye müsait böyle bir ihmal bizzat üniversitele­ ı-in kısa zamaında yok olmaları ve memleketin bundan do­ layı en büyük zararıara dfıçar olması neticesini verir. Belirtilen şekildeki suiistimaller ve ceza kamunları­ nın men ettiği propaganda ve telkinlere teşebbüs edenler hakkında gerek cezai, gerek disipliner takibatın icrası. A nayasaya hakim kanunilik ve hukukun üstünlüğü prensi­ bi icabıdır. Bu nevi hareketler karşısında ihareketsiz kal­ mak kanun hükümlerini hertaraf etmek minasını taşır. Kendisine amme vazifesi verilmiş olan İdarecilerin, merci­ Ierin ve organların böyle bir ihmal gösterrneğe hakları yoktur. Ve bu nevi bir ihmal ilgililer hakkında ceza ve usiıl kanunlarının gösterdiği müeyyidelerin tatbikini icab

ettirir. Kanunun suç saydığı veyahut memuriyet vazifesinin suüstimalini tazammu n eder mahiyetteki faaliyetler do­ layısıyla üniversite öğretim üyeleri hakkmda yapılacak di­ siplinler ve cezai takibat yönünden hassas ve dikkatli bu­ lunmak ve gereksiz taki pler yolun a giderek ilim adamının tereddlidler içine düşmesine sebebiyet vermemek elbette ki zaruridir. Esasen mevcut usul kanunları bu hassasiyetİn uygulanmasını sağlıyacak teminatı da iıhtiva eylemektedir. Cezai takibat, memurin muhakemat kanunun hükümlerine göre yü rütülecektir. Disiplin takibatı gerek tahkikat saf­ hası, gerek hüküm safhası itibariyle yine öğretim üyeli­ ği vasfını haiz bulunan kişiler ve h�y'etler tarafından so­ suçlandırılacaktır. Bunların ilim hürriyetinin gölgelenme- 67 -


sine ve tereddüdleriıtin husule gelmesine ·sebebiyet verme­ yecek bir davraauş gösterecekleri muhakkaktır. Üniversiteler, yetkili öğretim üyelerinden kurulu or­ ganları eliyle idare ve murakabe edilir. Bu yetkili organ­ lan bizzat

üniversiteler kendileri

seçerler. Özel kanuna

göre kurulmuş Devlet üniversiteleri hakkındaki hükümler saklıdır. (Anayasa md. 120, f:tk. 2.) Üniversite öğretim üyelerinin, görevlerini her türlü endişeden uzak olarak yapabilmeleri için,

bazı

teminat ve

muafiyetleri vardır. Şöyle ki, Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, yukarıda da belirtildiği gibi, Ünivel'lsj.te dışındaki makam­ lar tarafından her ne suretle olursa olsun

görevlerinden

uzaklaştırılamazlar. Yani tm hususta üniversite dışındaki makamların her türlü teşrif, icrai, kazai tasarrufu mıite­ ber değildir. Anayasayıa aykındır . Ve Anayasanın sekizin­ ci maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince hukuki değeri yoktur.

·

Memurlara tatbik edilen siyasi partilere üye olma ya­ sağından, (md. 119, fık. 1) üniversite öğretim üyeleri ve yaroımcıları muaf tutulmuşlardır. Yani üniversite hocala­ rı ve yardımcıları siyasi partilere üye olabilirler ; bununl a beraber partilerde yönetim vazifesi alamazlar. Bu sonun­ cu yasağın yegane istisnası, genel merkez üyesi olmak ve orada görev almaktır. Buınun dışında herhangi bir yönetim görevinin kabul edilmesi yasaktır. ( md. 120, son fıkra) . Üniversitelerin

kuruLuş ve işleyişleri,

organları ve

buınların seçimleri, görev ve yetkileri, öğretim ve araştır­ ma görevlerinin üniversite organlarınca kontrol edilmesi, bu esaslara göre kanunla düzenlenir. ( md. 120, fık. 4) .

TÜRK BASINI VE MİLLİ BASIN MESELELERI 109 yıllık bir maziye sahip olan basın bir büyük im--

68

-


paratorluğun batırılıp yeni bir devletin kuruluşuna şahit olmuş, birçok diktatöre

boyun eğmiş, birçok

yumuşak

buyluyu yıpratmış ; memleketi saran iyilik ve kötülükler­ sansür altına gir9 iği zaman bazan kah:rıama.n fakar çok

de birinci derecede rol sahibi bulunmuştıuır. Baskı ve koyu

�'11

kere dalkavuk, sinsi, mürai olmuş, bol hürriyete kavuştu­ zaman ekseriya i:ntikamcı, bölücü, zebunküş olabilmiş­

tir. Hillasa çoğu aydınlanmızın ilmi olmayan gelişigüzel ve belirsiz haldeki kültür davranış ve karakterini o da gösterir. Fedakarlıkla aldırmazlık ; ülkücülükle çıkarcılık ; ciddilikle laubalilik ; yiğitlikle korkaklık arasında gidip ge­ len okumuş1arımızın zıtlıklarını

109 yıllık basında bir ay­

na gibi görmek mümkündür. O da hiç şüphesiz Türk ce­ rniyetinin bir parçası ve müesseselerimiz içinde bir mües8esedir. Bu bakımdan bütün kusur ve meziyetlerini mesela üniversitemizi, barolarımızı, maarifimizi, veya Meclis'imizi değerlendiren Ölçü ile değerlendirmek gerekir. Türk bası­ nının halkla münasebetlerini ve onun hangi ölçü ve ger­ çeklikte bir

«efkarıumumiye»

yarattığını

düşünürken

Türk münevverinin halkla münasebetini tayin eden ufuk çizgisini gözden uzak tutmamak icab eder

.150 yıldan b � ­

r i her şeyin ve bütün müesseselerin yalnız «Ürokrasi»· r.ü­ fuzlu ve refahlı azınlık menfaıatlerine göre ayar edildiği yurdumuzda, yapıcısı, yazıcısı ve büyük kısım okuyucusu "bürokratlar» olan basının halka sözcü olma ve halkın gö­ rüşlerini aksettirme kabiliyetinin geniş ölçüyü bularnıya­ cağı elbette bir hakikıattır. Şinasi gibi Batı ahlakı ile Doğu efendiliğin i nefsinde toplamış bir mantık ve tefekkür adamı ile Agah efendi öl­ çüsünde idealist, yapıcı bir gazetecinin eliyle kurulan ( Da­ ha önce

I.

Kasım,

1831 de çıkan Takvim-i Vakayi, Osmıa·nlı

devletinin resmi gazetesi. .31 Temmuz 1840 da çıkan Ceri­ de-i Havadis ise, William ClmrchiH adlı bir yabancı tara-

- 69 -


fından çıkanlnıış yan resmi bir mevkute idi) iJ.k özel ga­ zetemiz Tercüman-ı Ahval, belirttiğimiz gibi milli bir ba­ sma çekirdek olacak sağlam esaslar taşıyordu. Şinasi'nin kaleme aldığı Tercüman-ı Ahval Mukaddimesinde (Giriş ve tanıtma yazısında) şu sağlam urodeleri dile getiriyor­ du : . a) Demokrkasi umdesl : Bu toplulukta yaşıyan halk, birçok kanuru vazifeler yüklend.iğine göre ve buna karşılık vatanın menfaatlerine dair fikirlerini söz ve kalemle açık­ lamak hakkına da sahiptir. b) Mllliye�ilik ve (Osmanlı imparatorluğu içinde) hAkim milletin sesini duyurmak umdesi' : Osmanlı ,memle­ ketleri içinde gayri müslim tebanm kendi lisanlan ile çı­ kardıklan jurnalloc. haklarından ziyade serbest olduklan halde, Türkçe devıamlı ve gayrıresmi bir gazetenin çıkanl­ masına «Milleti hakime» den hiç kimse gayret etmemiştir. �Tercüman-ı Hakikat, böylece hükiıınete, azınlıklara ve ecnebilere karşı Türk halkının sözcüsü olacaktır) . c) Edep ve faydalılık umdesi : İşbu gazete iç ve dış ahvalden seçilmiş havadisleri, çeşitli bilgileri, faydalı şey­ leri yazacak ve bir «Tann vergisi olan kelam)) ı edeple kul­ lanacaktır. d ) Halk diliyle yazmak umdesi : «Bu gazete, wnum h alkın kolaylıkla anlayıacağı derecede)) sade bir dil kulla­ nacaktır.

* Şinasi'nin attığı temel ve Tercüman-ı Ahval'den sonra çıkardığı Tasvir-i Efkar ile gazetenin, Batı ülkelerinde ol­ duğu gibi bizde de nasıl bir kuvvet (Yasama. İcra, Yargı kuvvetlerinden sonra dördüncü bir kuvvet) olduğu az za­ manda sezilmiştir. Tanzimat'ın edebiyatçı, inkılapçı, yapı-

70

-


cı ve ihtilalci kadroları oradan yetiştiği gibi halkı uyart­ marun, bir istikamete sevketmeniın ( iyi veya kötü gaye­ lcre yönelmenin ) en mühim vasıtası gazete olduğu da an­ laşılmıştır. Bu vakıaya paralel olarak gazetelere karşı sert tedbirler alınmak, onlan satmalmak veya çıkmalanru ya­ saklamaJk gibi sakim yoUann hepsi (Hatta

1860-1870

Tanzimat devrinde

arasında) denenmiş ve günümüze ka­

dar tıürlü bahane ve şekiller alt11ndıa' 'sÜrüp geJmjştir. Ken­ disine birçok ümitler bağlanmasına rağmen, aydınlan ilmi zihniyete ve tarafsızlık faziletine bir türlü ulaşamayan bu ülkede basınımız ayni kusurlan yansıtmaya devam etmiş­ tir. Bununla birlikte Türkiye'ye gazete vasıtasıyla hizmet ederek şükranla anılması gereken insanlar az değildir. Şi­ nasi, Namık Kemal, Ahmet Midhat Efendi, Ali Suavi , E­ büzziya Tevfik bey gibi ilk gazetecilerden sonra Milli Mü­ cadele basınına ve ilk Cumhuriyet'e öncülük eden Velid Ebüzziya, Hüseyin Calll t, Yahya Kemal, Ziya Gökalp (Er­ zurum'da Albayrak'ı çıkaran) Süleyman Necati beyler ve daha sonra Peyami Safa, Kadircan Kaflı gibi imzalar mil­

li uyanışın, milliyetçiliğe bağlı kurtuluş

ve beraberlik fik­

irnin mesut temsilcileri olmuşlardır. Bunlardan Namık Kemal o Saf ve heyecanlı ülkücülü­ ğü ile basma öylesiaıe bağ·lanmış, onun hizmetlerini öyle b�r ümitle sayıp

dökmüştür ki, bunlara bakan

«matbuab> a adeta bir çeşit kudsiyet izafe

insanın

edeceği gelir.

Çünkü Kemal'e göre : «Gazete vatanı bir meclis-i ülfet haline getiriyor. Öy­ le bir meclis ki içinde herkesin meramını işitmek müşkil

ise

de herkese meramını duyurmak en kolay işlerdendir. '>

Vatıan şairimiz en büyük hizmet yolunun gazetecilik oldu­ ğunu da sık sık tekrarlamaktadır : «Kendimi vatan hizmetkarlığı için doğmuş bilenlerden o1duğum gibi bu vazifeyi ifaya yazıdan başka kendimce

- 71 -


bir va.sıta bulamadığımdan. elimde mlem tutmaya kudret hissettiğimden beri gazeteciliği seçmiş idim. » Aynca ga­ zetelerin hizmetinden memnundur, hatta onları bir ilim akademisinden daha faydalı olmuş saymaktadır. «Bu mülke gazeteler fena etmedi. Devlet bir munta­ zam Encümen-i urn.urniyeye gazeteler

kadar hizmet ede­

mezdi.» Şairin bir kısmı doğru, büyük kısmı ise ümit ve hayal ifade eden bu görüşlerine rağmen ve gazeteciliğimiz yaşına (bir bakıma

110 150) basmış olduğu halde gazetelerin

Türk halk efkarını �hakkiyle temsil ettiklerini, ona en fay­ dalı yönü gösterebildikleri kolaylıkla iddia edilemez. «Dör­ düncü kuvvet» denilen basının kia.nun içindeki ve bilhass�

kanun üstündeki mesuliyetini he:ıı zaman gözettiği ve de­ ğerlendirdiği de söylenemez. O kadar ki bu taşkın kuvvet, yukanda belirttiğimiz

gibi, baskı altına konulduğu zaman

riyakar ve dalkavuk

olup zulrnü bir hak gibi gösterrneğe çalışmış . . . Baskıdan kurtulup sonsuz hürriyete kavuştuğu zaman ise, bütün ni­

zamların üstüne çıkarak, her dediğini yaptırtmak isteyen ve bunu elde edemeyince alemi kı� geçirmek isteyen şı­ marıklığa düşmüştür. Aynca ve bunların hepsinden za­ rarlı olarak ; Gazetelerin çoğu, memleketteki hakim kuvvet ve ha­ kim kadroların nabızlanna su vererek yaşamayı rahatına çıkarına uygun bulmuştur. Bu hakim kuvvet, Türkiye'nin biinyesi icabı hiçbir vakit sermaye sınıfları değil, bilakis BÜROKRASt olmuştur. Sermaye ve benzeri « baskı gunıp­ ları» da memleketteki mutlu ve nüfuzlu yaşayışiarını hep bu bürokrasi »nıfına dayanarak, ona rüşvet ve taviz ve­ rerek sürdürmeye çalışmaktadır. Buradan kısaca çıkara­ cağımız sonuç : Tanzimat'ta, Meşrutiyet'te, Cumhuriyet'te ve lık yanm sakat bir

demokrasi denemesinden

- 72 -

(10 yıl­

sonra) II.


Cumhuriyet'te yalnız yüksek memur lu kişilere

(Generaller,

ta.ba.kalarma, nüfiuız­

yüksek idareciler. hakimler, tek­

nokratlar, profesörler, parti zadeganı vs.) yaslanınayı ve yaranmayı,

ayni köklerden gelmek, bürokrasidem. kork­ çıkarJanmak gibi sebeplerle mubah, hat­

mak veya ondan

ta amaç bilen bir basının bürokra.si tarafından ezimekte, sömürülmekte ve uyanışı tehlikeli sayılmakta olan halkın gerçek duygu, düşünce, iman ve temayüllerini yansıtma­ ması gayet tabüdir. Basın çok sıkıştığı, idealist ve

kahraman sayıldığı bü­

yük hareketli dönemlerde, ihtiHU ve rejim değişikliği saf­ halarında bile, bürokrat zümrelerin tutmak ve ezdirmekle yetinrniştir.

birini ötekine karşı Cemiyetimizin yapısı

icabı, kavgalar hep «Üst katta» olup bitmiş, servet, mevki ve refahlar bir e!den ötekine aktarılrnış, kendisi adına bü­ yük laflar edilen HALK ise daima sindirilmiş. yıldırılmış ve basın bir zalimden bıkıp ötekine alkış tutmakla yetin­

miştir. Türk gazeteciliğinin llO yıllık

en büyük meselesi

ve kusuru, halka karşı bu okumu�lar hizibini tutan ; halka yararsız aydinların çıkarcılık ve saltanatını sürdüren bir vasıta olmasıdır. Gazetelerimizi

halkla

kaynaştıramayan,

ona

belki

aykırı olan yanları ile ortaya koymaya çalışacağız. Bilhas­ sa demokrasinin tatlı acı meyve verrneğe başladığı şu son on yılda, sanayileşme, köyden şe h: re göç, Avrupa'ya bü­ �iik işçi ihracı gibi sebeplerin de katılması ile ülkemizde ve insammızda büyük değişmeler, sağlı sollu rJıyanışlar ol­ muştur. Bu kalkmış ve uyanışa karşı güçlü, nüfuzlu ve re­ fahlı azınlık ( bürokrasi ) bir ölüm dirim savaşı verrneğe hazırlanıyor.

1960 ihtilaline kadar daima

hürriyetçi gö­

:riinırn.üş ve demokrasiyi istemiş bulunan bu zümre, şimdi mevcut demokrasinin halkı ( işçi, köylü, küçük esnaf, ta­ cir, memur vs. ) söz sahibi yapmaya başladığı {her türlü

- 73 -


suiistimal ve haskılarına engel çıkardığını

görünce ağız

değiştirmiş ve sıkı kapalı rejimierin propagandasını yap­ maya başlamıştır. Aralarındaki dayanışma ve halka karşı ortak menfaatleri sürdürebilmek için bilhassa «Sosyalizm»

adı verilen bürokrasi-teknokrasi diktasında karar kılmış­ tır.

Yukarda belirttiğimiz gibi her zaman bu mutlu ve nü­ fuzlu azıınlığa dayanmakta fayda gören gazeteler çoğunlu­ ğu da bürokrasinin bu çıkarcılığını maskeleyen halka kar­ şı sosyalizmin

alkışçılığına başlamıştır.

Türk basınının

bugünkü en büyük açmazı ve çıkmaz yolu budur. Çoğu gazetelerimiz, halktaki uyanış, dilek ve arzuları ihmal ka­ sıt ve aldıkları eğitim dolayısıyla

aksettirmemek töh.me­

tini her vakitkinden daha fazla üzerlerinde taşımaktadır­ lar.

150 yıldan beri iyice gelişip teşkilatıanmış ve ülkeyi yumruğu altında tutmuş okumuşların «Cahil ve yobaz» di­ yerek borladıkları halka «yok» gözüyle bakılabilirdi. Bir­ kaç yılda:n beri öyle değildir. Halk «Vardır» ve kendisini birçok

hadiselerde

sezdirmekte, hatta

göstermektedir.

Kendisini gayrımuntazam, metodsuz, teşkilatsız, yarı şu­ urlu hareket ve sözlerle belli etmektedir. Milli bir basının asıl gaye ve fonksiyonu işte bu yan şuuru ve gayrımunta­ zamı açıkça ifade etmek,

düze:ılemek ve şuur safhasına

koymak iken, tam zıttına, bürokrasi ile beraber olmuş hal­ kı ezmeye çalışmaktadır. Bu yeni ve asıl demokratik halk kuvvetini boğmak is­ teyen bürokrasi, kendisine en kuvvetli suç ortağı olarak basın ve radyoyu bulmaktadır. Yarı okumuşlar, bu vasıta ile, kemdi refah ve menfaatlerinin aleyhinde :harekete geti­ rilmektedir. Sözgelişi sol basının ve bürokrasinin peşine ta_ kılmış olan «sosyalist gençlik»

kalkınma, imar ve refah

hamlelerine karşı çıkarılmaktadır. Halk, her şeyin düzel­ tilmesini, kanunların işLemesini, rüşvet ve

suiistim allerin


önlenmesiali hastahanelerin bir şefkat kucağı haline gelme­ sini, hayatın ucuzlamasını. mahkeme kapılarının adalet ve nısfete açılmasını dilerken, hakim kuvvet ve solcu basın, bunları hepten yıkarak yerine despotik, keyfi, zalim bü­ rokratik bir d'i.izen konmasına çalışmaktadır. Kısacası, bir efkanumumiye olması gereken gazetele­ rin çoğu en dar menfaat ve bakış sınırlan içinde bir «ef­ kar-ı hususiye» manzaraı3ı içindedir. Bu hal, millette, bü­ rokrasiye olduğu kadar basına karşı da yine mübhem, ya­ rı şuurlu bir şüphe doğurmuştur. Bu şuuru iyice geliştire­ cek ve ilerde açıktan açığa ızhar fırsab bulacak olan mil­ let, ilerde kendi milli basınını bütün şartlan ile meydana getirmek imk8.runı bulacaktır. Basınla halk münasebetleri şimdilik bu safhadadır. Bunu hazırlayan ve basını yeterince «milli» ve ciddi olmak. tan uzak tutan iktisadi, siyasi ve eğitimle ilgili daha pek çok sebepler bulunabilir. Bunları tasnif etmeğe çalışalım : a) Sermayenin ve İlimn kaynakları ve oyunlan: Türk gazeteciliğinde son yirmi yılın en mühim olayı, ga�telerin yavaş yavaş ve bugün bütüınü ile « yazıcı pat­ ı·on» ların elinden çıkıp «tüccar patron » lara geçmiş bulun­ masıdır. Bugünkü Türk gazetelerinin çoğu, kalemle ilişiği az olan veya hiç olmayan «müteşebbis» kişi, aile veya şir­ ketlerin elindedir. Yakın gelecekte kişi ve ailelerden .de büs­ bütün kopup büyük şirketlerin eliaıe geçecektir. Birçok Avrupa ve Amerikan gazeteleri bugün artık «müteşebbis idareci » lerin elindedir. Bunun böyle olması, gazete ve matbaacılı.ktaki b� döndurücü teknik gelişmelerle, dünyayı küçülten ulaşım kolaylığıyla ve fikir ve kol işçilerine tanınan sosyal hak­ larla yakından ilgilidir. GünümÜZÜin büyük batı gazeteleri ve dergileri artık otomobil yerine uçak veya helikopter ki­ ralıyorlar. Astronomik meblağlada haber ve resim temini' ne çalışıyorlar. 'liirkiye'de Anadolu'nun son kÖ§esine ve - 7i -


Batı'da dünyanın öbür ucuna gündelik radyo ve televizyon ralıyorlar. Astronomik meblağlarla haber ve resim temini_ il e yarışmak gayreti vardır. Kol m akinelerinden sonra entertipler, hatta rotatifler de sökülüp atılmış,

çabucak <<demode» olmuş, Türkiye'de

bile, son iki yılda ofset baskının resimli, renkli saltanatı başlamıştır. Kağıtta, mürekkepte türlü fotoğraf ve teleks cihazlarında en son imkanları kullanmak, gazetelerin ama­ cı haline gelmiştir. Bunun yanı sıra fikir ve kol işçileri güçlü sendikalar, federasyonlar, cemiyetler

h alinde birleşmiş,

kendilerine

yeni haklar sağlamış, patrona maaş ve hak taleplerini her gün arttırır ve sağlar hale gelmişlerdir. Gazetelerde büyük

iey bölümü başlamış, türlü kolların mütehassıs ve usta ele­ manları ortaya çıkmıştır. Bunlar, gördükleri teknik işin ehemmiyeti ölçüsünde büyük ücretler almaya başlamışlar­ dır. Saydığımız bu sebepler, gazeteleri ister istemez, ancak hüyük sermayeli işletmeler haline koymuştur. Kapitalist iilkelerde bu çağ ve şartlara uyan gazeteler yüz milyoınluk hatta milyarlık teşebbüsler eliyle çıkarken komünist ül­ kelerde ayni baş döndürücü yatınmı devletin yüklendiği görülmektedir.

Neti ce, bugünkü Türk gazeteleri de artık derme çat­ ma paralarla çıkamaz hale geldiği için ister istemez « ya­ zıcı patron» lar devri kapanıp. sermaye ile teşebbüs döne­

mi başlamıştır. Dolayısı ile gazeteler bir tek şahsın dü­ şünce - ahlak ve temayüllerini yansıtan bir vasıta olmak­ tan çıkıp bol satıf:; yapmak, bol il3-n almak, daha büyükle­ re rekabet edip silinmemek, bunun için

mümkün olduğu

kı:tdar �ok gurup ve zümrelere dayanmak zorunu duyan ti ­ cari işletmeler .h aline gelmiştir. Gazetelerin yaşamak ve kar etmek için en büyük iki dayrunakları

i13.n

ve

satış

meselesidir. Bu iki müessesenin

- 76 -


Türk basınında (ve bütün hür ülkelerde) işleyiş tarzını araştırırsak, gazetelerimizin niçin istendiği ölçüde «milli» ve halkın sözcüsü olamadıklarına dair birçok ip uçlan elde ederiz.

tıan : İlan, bilindiği gibi resmi ve özel olmak üzere iki çeşittir. Resmi ilan, Türkiye'de uzun bir süre hükumetierin gazeteleri kendine bağlama, satınalma veya aksine onları körletme, öldürme vasıtası olarak kullanılmıştır. Daha önceki zamanlarda gazetelere nakdi para yardımı yapıldı­ ğı, onların belli şartlar içinde beslendiği birçok vesikalarla bilinmektedir. Resmi ila:nın daha sonra ayni maksatla kul­ lanıldığı görülmüştür. Resmi ilanın fikir gazeteciliğini, taşra gazeteciliğini destekleyip yaşatmak gibi bazı idea­ list formüllere bağlanması da mümkündür. Ancak bura­ d a onu tartışmak istemiyoruz. Resmi ilan bir nimet veya baskı vasıtası olarak dik­ tatörlüklerden çok, yan sıkı rejimlerde ve demokrasilerde ise yarar. Doğrudan doğruya hükfımet politikası ile ilgili­ dir. Bunun ve benzeri devlet besleyiciliğinin tesirleri, çok şiddeti tartışmaları, kırgımlıkları, hatta ihtilalde bile söz konusu edilen tepkileri 1940 dan beri gözlerimiz önünde cereyan etmiştir. 1960 dan sonra ise Basın-nan Kurumu ile kısmen objektif esaslara bağlanmıştır. Resmi ilanın bugün, büyük gazeteler için önemi kal­ mamıştır .En çok satanlar buınu fuzuli yer kapladığı ge­ .. ,,kçesiyle sütunlarına koymuyorlar. Bu. daha ziyade, sa­ t ı �ı :::. z ve yeni gazeteler için önemlidir. Asıl mesele, özel ilin konusudur, denebilir. Büyük g� �-tel er (Batıda ve bizde) büyük karlarını ilan la sağlat'­ ? " r. H� t.t:l. büyük t:rajlan ile bir çeşit ilan karteli kurar. ·

- 77 -


daha ileri giderek ilan piyasasını kendileri ayarlar. Öyle ki, sözgelişi 30 kuruşa ınal olan bir gazete, ilin sayesinde maliyetini .sıfır kunışa getirebilir. Hatta daha çok fazla ilan karı sağlaywbilir. Bunun için, ayni ölçüde ilan atmayan gazeteler, zarar edip fiyat ayarlaması yaptıkları halde, ı bizde son ayarlamada olduğu gibi) büyük tirajlı çok ilan­ lı gazete (ayrıca satış ve rekabet hırsiyle) fiyatını sabit tutabilir. Aslında gazetenin kan yine ilan yolu ile vatan­ daşiara yükletlirnektedir. Fakat okuyucular, tıklım tıklım ilan kan sağlayabilir. Bunun i�in, ayni ölçüde ilô.n alrnaya11 Maddi ınanada ilan, satınalınan bir çok mallar üze­ rinden halkın ödediği bir «Özel teşebbüs vergisidir. » Fa­ kat bu ilanlarm Türk h..alkma asıl pahalıya ınal oluşu, rna­ rJevi sa:hadadır. Böylece gazeteler halka sunulan konular, fikirler ve telkin edtlen görüşlerle ahlaklar (bir yandan bürokrasiyi kollarken öte yandan da) ticaret ve sanayi :"Jeminin kanatlan altına sokulma.ktadır. llan veren mü­ esseseler, ister istemez kollanrnakta, gücendirilmek isten­ m.emekte, hatta mümkün ölçüde tatmin edilmeye çalışıl­ maktadır. Bu arada, memleketimizin tarihi şartlan dola­ )'"lsıyla. Türklerin elinde olmayam (gayri Türk) sermaye­ nin veya onlarla veya doğrudan doğruya dış firmalarla or­ taklık kurmuş alan iş adarnlarının ağırlığı Türk basınının haberleri, fotoğra.flan, yorumlan üzerinde hissolunm�­ tadır. Bu sermaye de tıpkı bürokrasi gibi 've zaten onunla işbirliği halinde) halkın kendi özüne doğru, milli '!lyanışın­ dan hoşianmaz. Onun için halkı tarihl, ahla.ki, ebedi, ikti­ sadi, dini istikarnetlerde uyartınaya çalışacak milliyet.çi ıı;ağcı neşriyattan pek hoşlanmaz. Halkın teşkilatlanrnası, büyük millet şuurunun uyanması, halkçı ahiakın yayılma­ sı kendi sonırnsuz .saltanatlannın sonu dernek olacaktır. Sağa doğru uyanışın, kısacası milıiyetçilik şuurunun ken­ disini yok edeceğ'! korkusunu taşmaktadır. -

78

-


Onwı için var gücüyle bu şuuru ifna etmesi veya ge­ ciktirmesi mümkün olan her şeyi desteklemektedir : (ve ilan mekanizması ile basına. destekietmektedir) Töreye, milli bütünlük ruhuna, Türk &hlikına, diline. yüce dinine, örf ve adetlerine, hattA «hakimiyet milletindir» umdeaine aykırı olan bütün kozmopolit, materyalist, anarşist, sep­ tik, diın dışı bütün görii§ ve davranışları. . . Buna karşılık şiddetle düşman olması mantıki görü­ nen solu (sosyalist-komünist büti.in şekilleri ile) tutmak­ ta veya en azından hoş görmektedir. Onu «devletleştirme­ ye, millileştirmeye» dair bütün tehditlerine rağmen fazla <:iddi bir telh:like saymamaktadır. Bila.kis yıkıcı anarşist ve ahlak tanımaz, materyalist tutumları ile kendisine yakın görmektedir. Sol va.sıt&..siyle, sağ'ın (milliyetçiliğin) yok edilebileceği ümidinde olduğu için onu hatta beslemekte­ dir. Sol'un iplerini kendi avucwıda tuttuğu kanatindedir. Fazla ileri gittiği zaman onu firenliyebileceği, satınalabile­ ceği, fakat sağ'ı hiçbir vakit önleyemeyeceği fikrindedir. Aslı, Türk ve gayrıtürk sermaye kaynaklarına dayalı olan bu görüşü çoğu gazeteler, dergiler, politika zümrele­ ri hatta (bir ölçüde) Milli Eğitim Bakanlığı, benimsemiş­ tir. Birçok gazetelerin. tatlı su ve sosyete muhitlerinin sol­ cu partilerin hattA muhafazakar görünen partilerdeki bazı kanatların : Sol'dan ziyade sağ'ı yani milliyetçiliği zararlı görüş­ lerinin sebebi budur .Dindar ve milliyetçi .zümreler, günün birinde bürokra.sia:ıin ve onunla ortak sermayenin keyfini kaçıracakları ihtimali ile horla.nmakta ve baskı altında tu. tu lmaktadır. Bwıun için zengin, i.mkanlı teşkilatlı «sol cu gençlik» ilerici, Atatürkçü diye müsamaha görmekte, teş­ vik edilmekte ,onun için fakir halkın çocukları olan maz­ but ahlaklı milliyetçi gençlik birçok gazetelerde ve radyo­ da haydut gibi gösterilmeğe çalışılmaktadır. Onun için rad­ yo ve gazetelerde yamyamlıktan daha dün kurtulmuş 500 - 79 -


er bin kişilik Afrika kabilelerinin sömüıi.ildüği.ine, ezildiği� ne dair haberler, nutuklar yazılırken, Vietnam savaşı Türk İstiklal harbi ile bir tutulmaya çalışılırken, Sovyet ve Çin .zulrnü altında barbarca sömürülen 100 milyon Türk ve müslüman soydaşlanmızdan söz etmek, «Atatürk ilke� lerine aykırı» korkunç bir gericilik sayılrnaktadır. Dinsiz ve patavatsız kims!;ler, «büyük Atatürkçüler» diye gökle­ re çıkanlmakta, din adamları her fırsatta ve yalan dolu çirkin mübalağa ile « 31 Martçı» ilan edilmektedir. Gerçi milli mAnevi uyamşa karşı olan bütün bu bas­ kıları sadece aklatılmış ve raıhat bürokrasi ile kontrolsuz sermayenin işbirliğine ve sadece ilôaı mekanizmasına bağ­ layamayız. Daha başka birçok sebepler vardır. 1) Kültür .emperyalizmi şartlannın tesir ve yan te­ sirleri açıktır. O istikamette yapılmış eğitim, kırk beş yıl boyu kendi milletinden kopan, soğutulan aydınlar. gaze� teciler, yazıcılar yetiştirmiştir. 2) Siyonist, masonluk, haçlı ve bilha�sa komünist giz­ li açık teşekküllerin, yer altı lmruluahrının, azınlık ırkçı­ larının hatta din ve mezhep perdes ialtında; çalışan kökü dışanda birtakım siyasi teşkilatıann Türkiyeye çok bol miktarda para soktukları bunları akla gelir gelmez bir çok kanallardan, muayyen ellere yetiştirdikleri, demirperde ve benzeri bazı konsolosluk ve elçiliklerin bu alışverişe aracı­ lık ettikleri tespit olunmuştur,. Türkiyede çıkan birçok ga­ zete. kitap ve dergilerde bun1o.nn da kesü ölçüde tesirleri olmadıklan düşünülemez. Amerika ve Avrupadaki bazı siyonist teşekküllerin de, Türkiye'de kendileriyle yakınlığı çok tanınmış bir ya­ zarı, 27 Mayıstan önceki günlerde Amerika'ya davet ettik­ leri, Türkiye'nin iç işlerine kanşan mektupları, beyanat­ laı dünya efkarına duyurdukları, bunun ve beru:eri olay­ Iann Türk basınında geniş yankılar ve etki sahaları bul­ duğu malumdur. - 80 -


Dışarıdaki bazı komünist parti, dernek ve kuruluşlar, hatta Birleşmiş Milletler bünyesi içnideki bazı teşekküller, bile bile veya

bazı tesirler altında,

Türkiyeli komüınist

sosyalist yazariara «dünya birinciliği ödülleri»

vererek

onların tesir sahalarını genişletmeye, gazetelerin onları angaje ederek, istedikleri serbestlikle yazı ve yayın yap­ malarını sağalmaya çalışmaktadır. Buna dair birçok can­ lı misaller verilebilir. Demirperde ülkelerinin «telif hakkı» perdesi altında roman, şür, piyes ve makaleleri tercüme ettikleri bazı ya­ zıcılan, daha tesirli yapmak maksadıyla besledikleri de bi­ linen gerçeklerdendir. Türkiye'deki sol ve kozmopolit çevreler, sermaye ve bürokrasi ile işbirliği halinde. tesirlerini dünya basınına da yansıtmaya çalışmış meselA. gizli kanallardan dışarıya kasıtlı haber uçurarak veya büyük dünya ajans ve gaze­ telerinin Türkiye'de oturan muhabirierine maksada uygun yazılar yazdırarak Türk milletini ve milliyetçilerini hariç­ te kötülemenin yollannı bulmuşlardır. Sonrada bu yazıla­ n ve haberleri çevirip, gazetelerinde yayımlıyarak, dış ale­

min de bizi kınadığına, meselA. «demokrasinin bizde yaşay a­ mıyacağına» veya «Ordunun yakında bir hareket yapaca­ ğına» inanıldığını telkin etmeğe çalışmışlardır.

Satı ş : Gazetelerimizi ciddilik, millilik, aJhlaki ve k aliteli ol­ maktan uzak tutan sebeplerden biri de satış konusudur. Sermaye ve kar davasının bir bedefi olan satışı sağlamak için gazeteler türlü istismarlara baş vurmakta ve bu istis­ mar memlekete zarar vermektedir. Türk basınının istismar konuları şöylece sıralanabilir :

- 81 F : 6


DlN

1ST1S.MARI : Bazı gazeteler çok geri, yanlış, ni­

fakçı ve lsl8.miyetin özüne aykırı bir din anlayışını sami­ rniyetsiz bir tarzda halka sunarak bundan satış ve politik rnenfaat sağlamaya kalkarlar. Milli uyanış ve manevi yük­ seliş adına faydadan ziyade zarar getirici olan bu istis­ mar çeşidi, Türkiye'de geçerli olmaktan çıkmıştır. Sağdu­ yulu halkımız, hulıis ile riyayı birbirinden kolaylıkla ayır­ makta, bir süre ilgilenir göriindüğü bu tip davranışlara zamanla kayıtsız kalmaktadır. SEFALET tSTlSM.ARI : Yurdumuzun bazı bölge ve zümreleri çağmuz medeniyetine meydan okuyan, vatana

ve vatandaşa hizmet kavramına aykırı düşen ve mutlaka

giderilmesi gerekli bir sefalet için�edir. Komünizmin şim­

diki birinci ümidi, iyi okutulup eğitilmemiş yan aydınlan aldatıp bir ihtiWde

'2.

Kurtuluş Savaşı'nda) baltalar ola­

rak kull arun ak ise, ikinci büyük ümidi, bir kısım halkımızı canından bezdiren bu sefalettir. Işte solcu basın yoliyle ve ger�eğin üstüne binbir if­ tira, mübalağa, maksat katılarak bu selaletin sömürüldü­ ğünü görüyoruz. Hiçbir yapıcı tekiifte bulunmadan. birta­ kım gerçekleri alıp « bizi ancak sosyalist düzenin kurtara­ cağı» sloganına mesnet yapmaya çalışıyorlar. Yol göste­ ren bir tenkid yapmıyor, hiçbir çare göstermiyor ; «kapi­ talist burjuva düzeni ve biçimsel

demokrasiden» anca.k

bunun beklenebileceğini gülerek söylüyorlar. Bu tutumda kötü ve zararlı olan, elbette, sefaletin or­ taya konuluşu değil, bunun bir

yıkıcı ideoloji hesabına

istismar edilmesidir. Yoksa yurttaki sefalet yarasına acıt­ madan neşter vurulması ve bu yaralann onarılması, her­ kesten önce milliyetçi aydınlann boynuna borçtur. !ktidar­ ların kötülüğüne, hakim zümre olan bürokrasi, sermaye ve derebeylik tahakkümünün zulüm ve istismanna karşı, mil­ letin davacısı olarak cesaretle dikilrnek milliyetçi aydınla­ rın öz vazifesidir. Milliyetçi basında bunun yeterince ya-


pılamaınası ziyandır ve milliyetçi basının kifayetsizliğini göstermektedir. Basındaki sağ - sol mücadelesinin bugünkü şekli ar­ kasındaki hakikat, bürokrasi ve mutlu azınlık ile halkın mücadelesidir. Burada milliyetçi kalemler halkın, millete ait değerler bütününün müdafileri halindedir. Son yarım asırda açıkça borlanmış ve yıpratılması bir devlet :Politi­ kası, eğitim sistemi haline getirilmiş bulunan manevi de­ ğerlerimizin davacısıdırlar. Savunduklan temalar : Hürriyet, milli bakİrniyete müstenit seçimli demokra­ si, Türk ahlakına, töresine, mazisine, büyük Türk tarihine bağlılık ; saf, temiz ve daima ileri müslümanlık imanının milletimizi birleştiren büyük bir faktör olduğu düşüncesi, 1300 yıl içinde gelişmiş edebiyat ve halk türkçesinin mü­ dafaası, halkın devletten beklediklerini, bu konulardaki seziş ve görüşlerini dile getinnektedir. Milliyetçilerin f!lemleket kurtuluşunda ileri sürdükle­ ri üç metot : Çağımızda kalkınma ve refah meselelerini çözecek tek vasıta İLİMDİR. lnsanımızı birbirine kaynaştıdacak sev­ gi, birlik ve saygı unsurları ancak : :MtLI.J DİNİ bir ahlaka b�ğlanmakla mümkün olur. llerlernede ve Batı mil­ letlerine ayak uydurmada başvurulacak yol, yıkıcı ve mil­ leti kökünden çıkancı DEVRİM'ler değil, tabiatın da en büyük gerçeği olan TEKAMÜL KANUNU'dur. Bürokrasi ise SOLU, DEVRtMİ VE SOSYALlZMt öz­ lemekte, öksüz yahut maksatlı yazarlan ve gazeteleri va­ sıtasıyla istemektedir. Çünkü sosyalizm, bürokrasinin, tenkid edilmeden ve devlet zoru ile tenkidsiz saltanatım sağlayan bir rejimdir. Çoğu üniversite profesörlerinin, yüksek hakimlerin, teknokratlann, birinci derecede me­ mur�ann, radyonun maksatlarını anlamıyarak onlara ka­ pılan yarı aydınlarm sola doğru akması bundan ileri gel­ mektedir. -

-

83

-


MEZHEP İSTtSMARI : Bazı gazete ve dergilerin (bu arada politikacıların)

Türkiyeyi

bölmek felaketin i

göze

ai arak mezhep istismarcılığına kapıldıklan da görülmek­ tedir. Tarih içinde kendilerini «ezilmiş ve yıldınlmış» his­ seden bazı mezhep zümrelerini tahrik edip yüze çıkarma­ ya çalışarak, diğer mezhep mensupianna düşman etmek pahasına sürüm sağlanmaktadır.

Bunlar, Atatürkçülük.

devrimcilik, laiıklik, sosyalistlik, islama düşmanlık gibi do­ hıplarla elde edilmektedir.

1300 yıl

lara dayanan bu iptidai İstisınarın

önceki siyasi çatışma­

20.

yüzyıl Türkiye'sine

politika ve basın yolu ile felaketler getireceği muhakkak­ tır. ATATÜRK İSTtSMARCILIGI : Basında

Atatürk is­

tismarcılığı da sosyalizm ve bürokrasinin halkı

sindirme

t aktiğidir. Zerre kadar inançlı ve samim i olmaksızın, hal­ ka karşı, yarı okumuşlarda, Atatürk etrafında yaratılmış tabu kaosundan

faydalanmaya çalışılmaktadır.

Yeti�n

bi rçok nesiller Atatürk'ü adeta bir «muk�_ddes» bilmekte­ dirlPr. İşte bu taassuptan faydalanan bazı kalemler ve po­ litikacılar, Gazi'yi millete bir tehdit ve şer fikirlerine alet etmektedirler. Bu durumda bazılarına göre : Atatürk, memleketteki «kültür ihtilali» nin aracıdır. <'. Osmanlı ve geri» diye menfurlaştırmaya kalktıklan mil­

li sanata, musikiye, edebiyata, tarihe, a:hlaka ve dine onun adını kullanarak tecavüz etmektedirler. Bazılan ise Ata­ türk'ü asın sol'un Lenin ve Kastro diktatörlüğüne kadar açılan kapısıdır. Komünist fikirler dahi, yurda onun ka­ nalı ve gücü ile sokulmak istenmektedir. Atatürk'ün birtakım siyasi kanunlarla korunmak is­ tenmesi, bu Türk büyüğü üzerinde belgeli, ciddi. ilmi neş­ riyat olmayışı, mühim bir tarih safhasının kasten karan­ lıkta tutuluşu ve eğitimde «beyin yıkayıcı» dogm'lardan hareket edilişi bu istismarın başlıca .sebebidir.

* - 84 -


Birçok kanaatıere göre «gazetecilik yaşanan günlerin tarihidir» . Gazetecinin kanun üstü sorumluluğu, bir deıvlet adamınınki kadar mühimdir. Amme menfaatı, gazetecinin ancak dürüst ve milli değerlere bağlı olmasını gerektir­ mektedir. Gazetecinin hürriyeti baltalayarak kendi bindiği d alı kesmemesi ve özellikle aşırı hürriyetten yararlanıp sonu diktaya açılacak anarşiyi davet etmemesi icap eder. Gazeteci ansiklopedik bilgi sahibi olduktan başka bir konu­ da iyice derinleşmiş de bulunmalıdır. Gazeteci halkın is­ teklerini sezmeli, bu sezişi şuur haline koymalı, efkanumu­ miyeyi bu esas üzeı-ine kurmalıdır. Nihayet, kendi milleti­ n in değerlerine düşman olan. imanını hiçe sayan, dilini, ah­ lakını, töresini, tarihini, sanat ve edebiyatı bilmeyen bir gazeteci tasavvur olunamaz. Olun'!Jl'S&

bu zatın

Türk ga­

zetecisi ve yazdığı yerin Türk gazetesi olması elbette im­ kan dışındadır. Bunlar birer gerçek olquğuna göre,

basının

büyük bir

kısmı ve yazıcıların çoğu neden istenen vasıfları taşımıyor. lar ? Bunun sebepleri şöyle sıralanabilir : a)

50

yıldan beri uygulanan eğitim sistemi asla milli

ve ilmi olmadığı için orta yaşlılarda ve gençlikte tarih sev­ gisi ve milli şuur yer etmemiş bulunmaktadır.

Bu halde

yıkıcı, mazi düşmanı .boş ve lüzumsuz operasyonların bü­ yük payı bulunmaktadır. Okumuşların büyük kısmı, olay­ lar üzerinde sağlam di.işii.nm��r . d oğruyu sahteden ayırdet­ mek, milletin ve kendi şahsiyetlerinin üzerine yayılan fe­ lakete karşı diren:rıı e k, kendi aleyhlerinde bile olsa hakkın yanını tutmak kabiliyet ve f,aziletinden

mahrum bulun­

m aktadır. Yazıcıları, düzenleyenleri ve okuyucularının ço­

ğu

bu tip köksüz, ilimsiz «aydın>> lar olan bir basının milli

olması elbet beklenemez.

b) Halk sezmekte, özlemekte fakat şuur ve hareket h aline gelememektedir.

İyi

aydınlardan, ilim adamlarından

ve ahlak rehberlerinden mahrum ve teşkilatsız olduğu için

- 85 -


politikacılarla gazetecilere tesir eaiP. ODlan

istediği

doğ­

rultuda, iyi yola sevkedememektedir. Dil, tarih, ahlak, tö­ re konularında tepki ve niyetlerini açığa vurmanın kültü­ rüne erememiştir. Onun için bu mukaddes unsurlarla ga­ zetelerin, radyonun,

politika esnafının oynamasına seyirci

kalmakta, içten içe üzülmekte.

kapalı bir dünya haline

gelmektedir. Halkın az çok teşkilatlanarak sahip çıktığı din müessesesi, bugün aşın ve dolaysız hücumlardan kur­ tulmuştur. Halk diğer unsurlara da sahip çıkmaya başlar­ sa gazete ve başka müesseselerin milli değerlere tecavüz­ leri kendiliğinden önlenecektir. d) Bru;m, radyo ve politikacılar, gizli

maksatlann

adamı olduklan için, gizli teşekküller tarafından ve halka karşı yöneltilmekte, taktiği de çok ustaca olduğu için, mil­ lete sureti haktan görünmeyi, yalanlan doğru gösterıneyi de başarmaktadır. e) Milliyetçi görünen bazı

aydınl ann, bu mukaddes

ülküyü istismar etmeleri, politika akçesi olarak kullanma­ ya kalkmaları, bilgisiz ve samirniyetsiz oluşları, araların­

da birleşemeyişleri

de halkta ayn bir ümitsizlik doğur­

rnuştur. Bunun için karşı tarafın telkiıılerine daha kolav

kapılmaktadır. Solcu gazeteıer, milliyetçi görünenierin bu

zaaflannı ustaıca ortaya koyarak, halkı onlardan soğut­ mayı başarma.ktadır.

Türk basınının mevcut d urumu ve bunun sebepleri yu­ kanda gösterilmiştir. Ancak, millet uyanmakta, okuryazar sayısı artmakta.

sol ile birlikte milli fikirler de yayılmak­

tadır. Hale büsbütün kaybolmuş gözüyle bakmayız fakat bilhassa istikbali kurtarmak için tam bir iman ve ümit içinde olmak zorundayız.

Builun için,

basının Türk halkını ifade eder, eğitir,

- 86 -

yani

yükseltir

milliyetçi bir hale ge-


lebilmesi için ne gibi �relere başvurmak gerektiğini de kı­ saca anlatmaya çalışalım ::i

UZUN VADEIJ ÇARE : Hiç yılmadan, ilme ve milli değerlere bağlı yeni bir nesil yetişmesi için sonsuz gayret harcamaktır. Bunun için ilkten 'i.iniversiteye kadar bütün mektep­ ler, öğretmenler başlıca gayret yerlerimiz olmalıdır. Mil­ liyetçi fikrin mekteplerimizde zafere ulaşması için, poli­ tikacılar, tacirler ve bütün zümreler üzerinde baskı gu­ rupları sağlanmalıdır. Bu fikri yayan kitap, dergi ve gaze­ telerin ordu, fabrika, mektep ve camilere sokulma.sı için teşkilatlar kurulmalıdır. HEMEN ALlNACAK

TEDBIRLER :

a) Halka açık anonim şirket halinde, zenginlerin ve bankaların iştiraki ile büyük bir sermaye toplanarak, en büyük gazetelerle yanş edebilir kıratta bir gazete çıkarıl­ malı, bu gazetenin kadrosu, memleketin en seçme, temiz, isti:smarcı olmayan. ahlak ve şeref sahibi yazıcılar ve ele­ manlardan seçilmelidir. Bununla, Babıali'de fikir gazeteci­ liğinin örneği verilmelidir. b) Bir basın-yayın kursu (enstitüsü) açılmalı, değerli milliyetçi hocalar ve basın mensupları burada ders ver­ meli . . . Babıali'nin bütün gazeteleri için buradan güveniJir seçme gazeteciler hazırlanmalıdır. c ) Çıkanlar arasından seçilecek iki veya üç milliyet­ çi dergi seçilmeli, bunlar milli görüşleri ve milliyetçi basın için gerekli fikirleri, çareleri, Babıali basınımn yalan ve kirli yanlannı ustalıkla, delille açığa vurmalıdır. Bu der­ gilerin yaşayabilmesi için, bütün milliyetçi kuruluşlar, son güçlerini ,hazırlıyarak çalışmalı, büyük kütlelerin bun­ lara abone olmasma çalışmalı, milli fikrin yaşamasının bi-

87

-


raz da (küÇük büyük) maddi fedakarlıklara bağlı olduğu ,mşüncesini bütün konferanslarda ve şahsi çalışmalar ile �latılmalı'dır. d) Milliyetçi kuruluşlar birleşmeli, bunlar tiyatro, sa­ nat, filim çalışmalannı ön safa almalı, milleti bu yolla uyartmalıclırlar. Milli ve milliyetçi basın, her memlekette münist ülkelerde bile) mevcuttur.

( hatta ko­

Milletimizin bu tesirli

vasıtanın kendi aleyhinde kullanılmasına uzun zaman da­ yanamıyacağı bir hakikat olduğuna göre elden gelen her şeyin çabucak yapılması hayati bir zaruret olmuştur.

T.R.T.

MESELESt

Sol ideoloji ve yıkıcı kuvvetler tarafından ele geçiril­ miş olan TRT'nin millete iadesini muhakkak surette temin

359 sayılı TRT kanununun

etmek lazımdır. Bunun için de

değiştirilmesi zarureti vazgeçilmez dava olarak karşımız­ dadır.

ÖZERKLİK VE İDARI VESAYET Anayasamızın

121 inci maddesine göre, radyo ve tele­

vizyon istasyonlannın idaresi özerk kamu tüzel kişiliği ha­ linde kanunla düzenlenir. Buna göre bunun muhtariyetinin (özerkliğinin ) hududunu çizecek olan kanundur. Başka bir deyi·şle. muhtariyetin hududunu, onu yoketmek şartiyle ta­

yin

etmek, yani istediği ölçüde daraltmak ve genişletmek

yetkisi teşri uzvuna, yani Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir. Bu selahiyeti ona veren Anayasanın

121 inci maddesi

okunduğu takdirde, bu

bizzat Anayasaclır.

birinci fıkrası dikkatlice

husus kolaylıkla anlaşılacaktır.

Yalnız, Anayasa kanun koruyucuya, T.R.T. nin hukuki du­ rumunu tanzim ederken ne gibi esaslara uyması gerekti-

-

88

-


ğini de bildirmiştir. Bunlar da tarafsızlık, kültür ve eğiti­ me yardımcılık prensipleridir. Tabiidir ki, bu kültür ve eği­

timin milli olması gerektiğini söylemeye lüzurn dırlıi yok­ tur. Çünk.i

radyomuz başka

milletierin ve ideolojilerin

radyosu değil doğrudan doğruya bir ferdi olmakta şeref duyduğumuz Türk Milletini:::ı. radyosudur. Ve yine gayi!t tabiidir ki, radyo sadece şu veya bu siyasi partinin yayın vrganı değil, doğrudan doğruya milli birlik ve beraberliğin

İşte

koruyucusu mahiyetinde, Türk Devletinin, Türk Milletinin radyosudur veya olması 18-zımd.ır.

T.R.T. ye Anayasa

tarafından muhtariyet ( özerklik) yukarıda belirtilen esas­ ları gerçekleştirebilmesi için verilmiş bir hukuki durum­ dur. Yoksa devlet içinde devlet olmak, istediği gibi, hiç bir sorumluluk duygusu taşımadan hareket edebilmek ser­ bestisi değildir. Özerk müesseselerde, icrai kararlar Devletin merkez teşkilatma ve bu teşkiiattaki hiyerarşiye tabi olmayan ba­ zı organlar tarafından ahmr. Bu çeşit m'üesseselerin me­

murları ile merkez teşkilatı arasmda hiyerarşi rabıtası ve merkezin bu şahıslar üzerinde Bunlara hizmetlerinin

hiyerarşi kudreti yoktur.

icablarının gerektirdiği muayyen

ölçüde idari muhtariyet ile birlikte, hükmi şahsiyet tanın­ mıştır. Devletin ve onu temsil eden merkezin idari muhtari­ yete sahip adem-i merkeziyet teşekkülleri üzerinde haiz oL duğu kontrol selahiyetine idari vesayet denir. İdari vesayetin özellikleri şunlardır :

I) İdari vesayet adern-i merkeziyet idarelerinin yetki­ leri içinde kalmalarını, bu yetkilerin kötüye kullanılması­ nın ve halkın üzerinde haskılann yapılmasının önlenmesi­ ni sağlamak için. devletin umumi menfaatleri mülahaza­ sıyla konmuştur. Başka bir deyişle böyle bir kontrol, dev­ letin birliğini, umumi menfaati temin ve özerk idarenin amme h�etinin gerektiği gibi görülmesini ihlal edecek

-

89

-


maıhlyetteki karar tur.

ve fi'illeri önlemek için va.'olunmuş­

2 - İdari vesayet kanuna dı;.yanır ve kanunla hud!J.t­

ludur. Yani, bu seia.hiyet kanunda sarahat olan yerlerde ve kanunun tayin ettiği derecede ve genişlikte kullanılır.

Bunun hudutlannı tayin etmesi yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait bulunmaktadır.

.

3 - İdari vesayet merkeze (Devlete) ait bir selahi­

yettir.

4 - ldiri vasayet muhtar ( özerk ) idarelerin karar­

ları ve fi'illeri

üzerinde kullandığı gibi, bu teşekktillerin

organlarının ve memurlarının şahısları üzerinde de cere­ yan eder. Mesela özerk idarelerin (Adem-i merkeziyet ida­ relerinin) mali

münasebetleri, merkez

muhasebelerinin

tabi bulunduğu teftişe bağlıdır. Binaenaleyh özerk idare­

lerin bütçeleri ve tatbikatı devlet tarafından kontrol edi­

lince özerklik elden gidecek, Anayasa çiğnenecek gibi iddi­ alarla ortaya çıkmak ilim

kırıdır.

ve memleket gerçeklerine ay­

Devletin muhtar idarelerin masraflarını kontrol etme_

�i. idari muh�yeti zedelemeyen, onu asla ortadan kal­

dırmayan idari vesayetin bir nevi tezalıüründen başka şey

değildir ve tabii bir şey olamaz. Çünkü, her kuruş masraf­ t;:ı.

saçı bitmedik yetimlerin hakkı vardır. Böylesine normal

bir kontrolü

olağanüstü veya _.ı\ııayasayı

çiğner, idari

özerkliği ortadan kaldınr gibi' göstermek doğru değildir.

TRT'NIN DlLt : TRT'nin türkçeEi. malfımdur. Onu içeride de, dış;ırıda da Türkler beğ·eruniyor, sevmiyar ve anlıyamıyorlar. A s ­ lında dil, mektepli v e mektepsiz ınamaktadır. Hatta u dili radyoda

tarafından d a anlaşıl­ uydurup yazanlada

mikrafonda okuyan tali�ElİZ spikerlerin de tam olarak an-

- 90 --


lamadıklarına şüphe yoktur. Köy saatindeki uydurma, yer. siz, lüzumsuz köy dilini bir yana bırakırsak. TRT'nin umumi dilinin ilim gözü ile üç vasfı olduğu görülür : 1 ) Yanlış ve kötü teliffuz, 2) Uydurma kelime paralamak, 3) Devrik cümle kullanmak. Yanlış ve kötü telaffuz yalmz radyonun değil, büti.in memleketin maariften ·gelen umumi bir derdidir. TRT, millete karşı vazifesi olduğu halde doğru, iyi ve güzel te­ Hı.ffuzu mikrofon başına çıkarmak için herhangi bir titiz­ lik göstermemekte, ehliyetsiz bir tutum içinde umumiyet­ le berbat bir seçim yapmaktadır. Radyoda spikerlerden açık oturum kahramaniarına kadar bir sürü insan güzel ve 3:henkli türkçemizin başını gözünü yarmakta adeta bir­ birleriyle yarış halindedirler. Uydurma dil, öztürkçe, arı dil, bu iki başlı ejderde şüphesiz aslında TRT den doğ­ muş, TRT'nin bünyesi icabı ortaya çıkmış değil, TRT'ye bulaştırılnuştır. TRT alet edilmiştir. Radyonun en tesirli vasıta olduğunu bilen uydurmacılar bir kolayını bulmuş, TRT'yi ele geçirmiştir. Şöyle ki, 20 yıldan beri demokra­ si tectübesi geçirmekte olan Türkiye'de bazı layık olma­ yan müesseselere aşırı muhtariyet vermek zarureti hasıl olmuştur.Öqce, 1960 hareketinin yanlış yorumlanmaSin­ dan istifade eden solcularla mücerret uydurmacılar birçok kilit noktaları gibi, radyonun dil politikasına da hakim olmuşlardır. Ondan sonra yeni anayasaya kadar uydurma dil radyoda mevzilerini tahkim etmiştir. Yeni anayasa ile beraber muhtariyet verilip arkasından TRT kanunu çıkan­ lınca da mevziler yeni elemanlarla daha da takviye edilmiş ve uydurmacılık muhtariyet zırhının getirdiği bugünkü pervasızlığa ulaşmıştır. TRT'ye böylece sıçramış olan bu uydurma dilin kök­ leri tabii dışardadır. Bu kökleri ikiye ayırmak mümkün­ dür : -

- 91 -


1 ) Radyo diline kaynaklık edenler. 2 ) Radyo diline kanat gerenler. Radyo diline kaynaklık edenlerden biri Dil Kurumu, diğeri tamamiyle aşırı solun hakimiyetinde olan edebiyat ve san'at çevresidir. Koruyucular ise biri komünist olan, diğeri bugünkü tutumu itibarıyla ondan kıl payı aynlan jki solcu parti ile onlann her zümredeki, her meslekteki ve her kademedeki gafil yarduncılarıdır. Dil Kurumu bugün uydurma dilin propagandasından başka bir iş yapmamaktadır ve yapacak durumda da de­ ğildir. Buna göre en iyi, en yaygın tesir vasıtası olan rad­ yoya sarılması, bunun için her fedakarlığı göze alması pek tabü�ir. Solcu edebiyat ve san'at çevresi ise bir yandan ideoloji için, öte yandan paralı yer olması ve geçim saha­ �ı teşkil etmesi bakımından TRT'ye dört elle yapuımıştır. TRT her ikisi için de tabü değil, tutulmuş müşteri duru­ mundadır. Radyo elden giderse Dil Kurumu fevkalade ca­ zip bir uydurma dil pazarını, solcu edebiyat ise büyük bir tesir ve geçim kaynağını kaybedecektir. Onun içindir ki, her ikisi de mezbuhane gayretler sarfederek koruyucu kuvvetleri tahrik etmektedir. Dildeki bu yıkıcı cereyam kandırmaca ile, zorla, hile ile, baskı ile, bilerek veya bilmeyerek yürütenler aşın sol­ cular, bölücüler, saf devrimciler, şuursuzlar. gafiller, akıl­ sızlar ve bilgisizlerdir. Radyonun uydurma dilinin akıl ile ve ilim ile müdafaasına imkan olmadığı gibi, onun tutun­ ması ve yerleşmesi de eşyanın tabiatma uygun düşmez. Ancak asıl türkçeyi unutturmak, bozmak, Türk kültürü­ nü yıkmak, Türk zekaasını körletmek, Türk edebiyatını ve Türk yaratıcılığını kısırlaştırmak, beyin yıkamak bakımın­ dan fevkalade tehlikelidir. Bir yandan yanlış, zevksiz, çir­ kin, manasız, ölü kelime haysiyetine ulaşmamış yamrı yumru ve tangır tungur ses topluluklarından ibaret keiime

- 92 -


müsveddeleri ile dolu olan, öte yandan unsurlarının ye­ ı-ini de�tirerek Türk cümlesini altüst eden, Türkçenin ta­ rih boyunca karşılaştığı en büyük suikast olan devrik cümlelerl e beslenen bu uydurma dilin güzel türkçe ile ve büyük Türk milleti ile şüphesiz hiçbir ilgisi yoktur ve ola­ maz. Dilinin şuuru ve zevki olan aklıbaşında her Türk bu iğrenç ve soysuz dil karşısında ancak tiksinti duyabilir. Bu hususta misaller verrneğe lüzum ve ihtiyaç yoktur. Uydurmacılık cereyanının bu kadar azgın hale gel­ mesinin, bugün eğitim kanalı ile okullara. radyo antenie­ ri ile güzel Türkiye'ınizin beyaz ufuklarına radyoaktiv bir zehir halinde yayılmasının en büyük sebebi şüphesiz bazı devlet ve idare adamlarının ve devlet müesseselerinin mü­ samahası ve hatta teşvikidir. Devlet adamlarımiz son za­ manlara kadar bu dil tahribatının vahimliğini kavrayama­ mışlar ve bugünkü türkçenin ne olduğunu, ne olması lazım geldiğini doğru olarak teşhis edememişlerdir. Fakat devle­ timizin büyük Türkiye'yi bu dil uçurumunun kenanndan tutup çekmesinin zamanı gelmiştir. Bütün millet, devletin­ den, dil mevzuunda devlet müesseselerine bir «tabiiye dön» emri verilmesini dört gözle beklemektedir. Aslında TRT' nin dili anayasanın ruhuna ve metnine de aykırıdır. Önce Anayasanın 1. maddesindeki «milli ve sosyal devlet» pren­ sibine ay,kırıdır. Milli devletin dili bir zümre dili, bir mü­ nevver argosu olan uydurma dil değil, milli bir dil olur. Sosyal devlet ise her şeyden önce milletine saygı gösteren, halkına değer veren devlet, milletinin en aziz varlığı olan diline hürmete ve onu korumaya mecbur olan devlet de­ mektir. Sosyal devlet; !halkın dilini bırakıp ne idüğü be>­ lirsiz bir zümrenin fa..cıtezisine itibar edemez. TRT de bu mecburiyetİn dışına çıkamaz, çıktığı an, bugün olduğu gi­ bi, anayasayı ihlal etriliş olur. Anayasanın 3. maddesinde «resmi dil türkçedir» denilmekte, fakat «Öztürkçedir» de­ nllmemektedir. Nasıl arapça, arap milletinin, almanca AI- 93 -


man

milletinin,

hintÇe Hint minetinin konuştuğu dil demekse. türkçe de öylece Türk milletinin konuştuğu dil­ dir. Uydurmacılar kendi dillerine « Öztüıkçe» diyorlar. «Öz­ türkçe» ise «türkçe» değildir ve olamaz. Onun için TRT' nin « Öztürkçe» olan dili anayasanın bu 3. maddesinin çok açık bir ihlaldir. Yine anayasanın 121. maddesinde, «her türlü radyo ve televizyon yayınlan tarafsızlık esasına gö­ re yapılır» diyor. Dil davası ise bugün siyasi partiler ara­ sında da, meslek mensupları basın ve vatandaşlar arasın­ da da büyük bir münakaşa ve kavga mevzuudur. Öztürk­ çeciler bu müna'kaşada bir taraf, hem de küçük bir taraf durumundadır. Bu bir tarafın dilini kullanmak ve düdü­ ğünü çalmalda TRT açıkça taraf tutmakta, böylece ana­ yasanın bu maddesini de söz götürmez bir şekilde ihlal et­ mektedir. Ayrıca TRT dili anayasanın metniniın dili, mil­ letin hakları, vatandaşın hukuku, a.mme hi-zmeti bakımla­ rından da kanuna ve demokrasi anlayışına aykırıdır. TRT' nin dili Türk milletinin tarihi vekarına, asaletine, büyük millet olma vasfına ve vatandaşın insanlık haysiyetine de aykırıdır.

1) Bütün sözlü yayınlarm yaşayan Türkçe ile yapıl­ ması,

2) Haber bültenlerinde milletin huzurunu kaçıracak mahiyetteki yabancı menşeli haberlere yer verilmemesi. 3) En az ayda bir defa olın.ak üzere milli piyesler oy­ nanması, 4) Falklor yayuılaruıa ehemmiyet verilmesi, bu :ıra­ da milli destaıılara, Türk kahramanlık menkıbelerine ve Türk halk hikayelerine azami ölçülerde zaman ayrılması, 5) Çocuk saatleriınde milliyetçi karakterde vatan:::laş l a r yetiştirilmesi prensipinin göz önünde tutulması. 6) Türk ailelerine hitap eden yayınlarda milli ahla­ ka ve Türk ailesinin kudsiyetine mutlaka riayet edilm esi, 7) TRT, başlıbaşına yorum yapmaya yetkili olmama·

- 94 -


lıdır. Memleketin iç ve dış politikasını ilgilendiren veya

herhangi bir dış hadise karşısında devletimizin düşünce­ sini aksettirci mahiyette olan meselelerde yorumlar ala­ kah bakanlıklarca seçilecek birer delegeden kurulu husu­ si heyet tarafından hazırlanmalıdır.

8)

Müzik yayımnda klasik

Türk ve halk müziğine

azami ölçüde yer verilmesi,

9)

TRT programl annın yürütlülınesinde daimi ihtisas

komisyonları vazifelenclirilmelid.ir. Yeni TRT Kanununun bu esaslara göre hazırlanması ıraturetine inanıl.ı:naktadır.

DiL MESELESi MemleketimiZde Türkçe şuurlu bir şekilde yürütülen ı:mikastın hedefleri arasında

bulunmaktadır.

Dilimizin sol

basın ve radyo gibi en mühim yayın vasıtaları tarafından tahrip edildiği bir gerçektir. Milli kültürümüzün en mü­ h im unsuru olan Türkçenin böyle ağır tahribata uğrarna­ sında yıllardanberi kifayetsiz eller tarafından yürütülen Türk Dil Kurumu'nun büyük rolu olduğu herkesee ma­ lıimdur. Dilde milliyetçilik mevcut, yaşayan dili dış müda­ ·halelerle bozmakla değil, fakat onu yeni ilmi ve felsefi te­ rimlerle zenginleştirmekle olur. Uydurmacıhk hakim o"tan aşırı özleştirme en büyük ve en tehlikeli tahribat yolu ola­ rak kabul olunmalıdır. Milliyetçilik açısırrdan dil davası dilimizin sadeleşt-1:·ilmesinden ibarettir. Sadeleştirme, özleştirme demek de­ ğildir. Dilin sadeleştirilmesinden maksat, yazı dili ile ko­ ııuşma dili arasındaki farkı kaldırmak, bunlan birleştir­ mektir. Bu dava Türkç e bakımından

30-40

yıl önce bi.i­

yük ölçüde hedefine ulaşmış bul:.muyordu. Ömer Seyfeddin ve daha sonra gelen büyük edebiyatçılarımız halk diline

- 95 -


dayanan çok güzel bir yazı dili kullanmışlar ve bu yazı di­ li ile konuşma dili tamaıniyle birleşmiş, dilin sadeleşmesi gerçekleşmişti. Refik Halid'ler, Peyami Safa'lar, Yahya. Kemal'ler, Reşat Nuri'ler, Faruk Nafiz'ler, Yusuf Ziya'lar ve diğer büyük san' atkarlanmız bu gelişmiş, olgun dili kullanmışlardır. Kesin olarak denilebilir ki. bugün dilimiz yeter derecede sadeleşmiştir. Bundan fazlası yaşayan dili, canlı halk dilini zorlamak, çiğneyip geçmektir. Sadeleşn• e işinde konuşma dili sınırı aşılmıştır. Buna kimsenin hak­ kı yoktur. Bu hususta yapılacak bir şey varsa, o da, yazı dilinin kelimeleri ile oynamak, fabrikasyon halinde yeni « SÖzcük» ler ortaya sürmek, yalan yanlış «tilcik» ler mey­ dana getirmek değil, terimleri furkçeleştirmek ve batıdan g elen her salıayla ilgili yeni tabir, mefhum ve kelimelere !:arşılıklar bulınaktı. Bugün, güya türkçe malzeme ile fakat yanlış eklerle ve bilinmeyen köklerle yeni bir yazı dili meydana getiril­ mek isteniyor, Bu acaip dili halkımız anlayamıyor. Türk Milletinin bilmediği, anlamadığı bir dil ona zorla kabul et­ tirilmek isteniyor. Türk dilinin bünyesine ve gramerine UY­ mayan birtakım uydurm alar «Öztürkçe» adı altında ortaya sürülüyor. Bunları kullanmak devrimcilik, ilericilik sayı­ lıyor. Birtakım bilgisiz ve selahiyetsiz kimselerin ortaya sürdükleri bu uydurmalar Türk dilini bozmakta ve gerçek Türk dil gelişimini baltalamaktadır. Dili sadeleştirme ce­ reyanının ve dil inkılabının gayesi bu değil. Türkçeyi ya­ bancı dillerin boyunduruğundan kurtarmaktır ki, bu da dildeki yabancı gramer şekillerini atmak manasını ifade eder. Burada şu nokta da belirtilmelidir ki, özleştirmeye taraftar olanların, yani dilde ırkçılık yapanların büyük bir bsmının milliyetçilikle hiçbir ilgisi yoktur. Diğer içti­ mai müesseseler ve meselelerin hiçbirini milliyetçi göz1e ele almayan, Türk tarihine ve Türk kültürüne düşman kimselerin dilde aşın «Milliyetçi kesilmeleri dikkat çekici - 96-


bir haldir. Solcular aldıklan talimat gereğince Türk dili­ ni yıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Dilimizi boz­ mak ve bir kültür anarşisi meydana getirmek için onlara dışardald efendilerinin emir verdiği, çalışma programlann­ da bu hususun yer aldığı herkesçe bilinmektedir. Hülasa olarak denilebilir ki : 1) Dili sadeleştirme cereyanı bugün ilmi olmayan ve tahri pkar bir uydurmacılık halini almıştır. 2) Dile dıştan müdahale etmek doğru değildir. Dili kendi tabü gelişmesine bırakmak lizıındır. Bugün artık dili sadeleştirmek davası diye bir mesele dahi kalmamıştır. Çünkü bu 30-40 yıldan beri kendiliğinden gerçekleşmiş bir içtimai vakıadır. Ancak bilh assa fen, ilim ve felsefe saha­ lannda Türkçe terimler ortaya koymak bahis konusu ola­ bilir. Bu hususlar gözönüne alınarak şu kararlara varıl­ mıştır : 1) Türk Dil Kurumu i1mt bir teşekkül olmadığı için dilimizi tari!hi akışı içinde ve Türkl'Üğün bütünlüğünü göz önünde tutmak suretiyle ilmi yoldan inceleyecek yeni bir müesseseye ihtiyaç vardır. Bu müessese ise ancak bir aka­ demi olabilir. Bir dil akademisi kurulması için her türlti gayret sarfedilmelidir. 2 ) Dil akademisi kuruluncaya kadar bütün oku l ki­ taplarının dilini düzeltrnek, Milli Eğitim Bakanlığı yayın­ larını uydurma «tilcik» lerden temizlemek ve Bakanlığın umumiyetle dil işlerini yürütmek üzere bir ilim heyeti teş­ kil edilmelidir. Bu heyetin Başbakanlığa bağlanması uy­ gun görülmüştür. .

DİLİN DOOR U KULLANILMASI VE IMLA

Dil meselesinin, sadeleştirme dışında bir de başka yönü vardır. Bu, dilin doğru konuşulup doğru yazılması hususudur. Buna imlA meselesi de eklenebilir. - 91 -


Dilimizin iyi şekilde kullanılınadığı bir gerçektir. Li­ se mezunu, hatta yüksek tahsil mezunu gençlerimiz m e ­ ramlarını doğru dürüst ifade edecek şekilde konuşamıyor ve yazamıyorlar. Çünkü bozukluğu ve düşüklüğü yanın-· da devrik cümle hastalığı da yer almaktadır. Dilimizin güzel telaffuz edilmediği bir gerç�ktir. Ti­ yatro, sinema ve radyolardaki konuşmalar, umumiyetle nutuk ve konferanslar bunu en açık şekilde göstermek­ t-edir. Pek çok telaffuz yaniışı yapılıyor. İmla konusunda da düzeltilmesi gereken hususlar bu­ lunmaktadır. Bilhassa telaffuzla imla arasındaki farkın

ortadan kaldırılnmsı için . bazı tedbirler almak gerekmek ­ tedir. Yetişmekte olan gençlerimizin ve Türkçe öğrenen yabancıların dilimizi doğru öğrenmesi ve telaffuz yanlı ş ­ Jl,ğının düzenleımıesi için bu zaruridir.

ÖGRETMENLER ARASINDA .SOL TEŞEKKÜLLER 'Türkiye Öğretmenler Federasyonu (TÖDMF) iyi ni­ yetlerle meydana getirilen, sadece mesleki sahada faali­ yette buluruna.k suretiyle öğretmenleri kendilerinden umu ­ lan bir vakar ve haysiyet içinde temsil ederken, Ege b öl­ gesinde yüzii asık bazı kuruluşlar meydana getirilmiştir. Ege Bölgesi Öğretmenler Derneği, Göller Bölgesi Öğret­ menler Derneği adları altmda meydana getirilen bu kuru -

1uş1ar, bölge bölge yerleştikten sonra, bir federasyon ha­ linde diğer kuruluşların karşısına çıkarılacaktı. Tüzükleri­ nin üçüncü maddesine göre, sadece köy enstitülerinden mezun olanlar bu derneklere girebileceklerinden, menşe ay­ nlığı daha o zamandan boy gösteriyordu. Bu derneklere ıiahil bulunanlara, mağdur olduklan, cemiyetin kendileri­ ; ne iyi gözle bakmadığı, haldarını koparabilmek için çe-

·

- 98 -


tin bir mücadelenin şart olduğu, belli bir ekip tarafın­ dan durmadan telkin ediliyordu. İyi niyetli Türkiye Öğret­ menler Federasyonunun genel kurul toplanWarınd.a, tek­ rarlanan birleşme tekliflerine, bu dernekler katiyyen ilti­ fat etmiyorlardı. Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonun içi­ de nihayet. solcular sızmış ve onu ele geçirmek için ba­ zı tertip ve hatta zorlamalar başlamıştı. 27 Mayısı taki­ ben, Sivas'ta yapılan genel kurul toplantısında, o zamaır­ ki başkanlarının ko:tuğuna giren solcular, federasyonu kıs.. men ele geçirdiler ve bu suretle iç mücadele hızlandı. 1962'de Aydın'da yapılan genel kurul toplantısında ise tür_ lü tertipler ve kavgalarla federasyon, tamamen solcularm idaresine geçti. Bunu, komünist 'bizim radyo' bütün Dün­ ya'ya müjdeledi. Türkiye'deki en büyük öğretmen teşki­ Hı.tının, sosyalistlerin eline geçtiği duyuruldu. Bu açıkla­ mada.-, sonra da, federasyon idare ekibinin rengi büsbü­ tün belli oldu ve muhtelif adlardaki köy öğretmenleri dernekleri federasyona yanaşmaya başladılar. ne

1963, Eskişehir toplantısında, bakanlan yuhalama­ suçlanndan mevkuf bulu­ nanlara ziyaretçi ve buket yollamalada 1964. Sakarya 7-.oplantısındaki azgınlıklar ve TİP başkaruru ayakta alkış­ lamalarla, 'bozkurt'a hakaret suretiyle büsbütün azıttı. Hükümet dahi, adeta tesirleri altına alındı. Milli Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatında köşebaşlan tutul­ du, muvaffı::ı.kiyetlerinden memnun olan CHP. federasyo-: nun başındakileri m:iiletvekilliklerine getirerek taltif etti. Halbuki, gün geçtikçe azgınlaşan b;r cereyan, CHP· Reviyesindeki sosyalistliği dah i kafi görmüyor, düzen d'e'-· ğişikliği konusunda İşçi Partisini daha müsait buluyordu:. 'fehlikeyi sezen meslekdaşlardan bir kısmı, 1964 yılından i tibaren, Milliyetçi Öğretmen Derneklerini kurarak, mil!ar, hapishanedeki komünizm

- 99 -


leti ve devleti ikaz etmek, karşı bir cephe meydana getir­ mek mecburiyetinde kaldılar. Ortam müsait olmadığınd�n. :!darecilerle müfettişierin tazyikleri de buna inzimam etti­ ği cihetle, gelişme zor oldu ve çetin mücadeleler verildi. Türkiye Öğretmen Dern ekleri Milli Federasyonu için­ deki sosyalistler, memur sendikaları kanunundam fayda­ lanarak, siyasi çevrelerle de temasiara başladılar. Bu ara­ da Bulgaristan kültür ataşesi, federasyona kadar gelerek mensuplan ile görüştüler. Faıkir Baykurt'un başa geçme­ si şartiyle, bu sendikaya yardımcı olacaklarına ait konuş­ malar yapıldığı yayıldı ki, içlerinde bulunanbrdan birisi bunu gazetede açıkladı ve hatta savcılık tahkikata geçti. Türkiye Öğretmenler Sendikası kurulur kurulmaz. genel başkanı Fakir Baykurt, Bulgaristam'a davet edildi ; duyduğumuza göre Sili stre valisi tarafından karşılandı ; biraz da para aldığı öğrenildi ki, sı·kıştınldığında bun u n kitap paraısı olduğunu, Tercilm an gazete.sine gönderdiği bir tekziple açıkladı. Esasen, Bulgaristan gezisinin gizli olmayan taraflarını, aşın sosyalist Yön gazetesinde tefri­ ka halinde de yayınladı. Bu sendika, direktifini Bulgaristan'dan almakla bera­ ber, çalışmaları Fransa Öğretmenler Sendikasının tutumu­ na da uyuyordu. Bunlarla da irtibatlı olduğu anlaşılıyordu. Hatta bir zamanlar, senatocia öğretmen kıyım.ı yaygarası tutturulaınayıınca, bu �endika bir muhtıra ile hükümeti­ ınize kıyım h akkında 'adeta nota verdi. Kısa adı TÖS olan bu kuruluş, bir taraftan da İşçi Partisinin yer yer kurulmasını ve kuvvetlenınesini yardım­ lıyordu. Duyduklanımza göre, bazı yerlerde naını müste­ arla öğretimenler ·a5dat dahi öcftiyorlardı ki, bu hususu , mahutlardan Mihri Belli ve Behice Bora�1 türlü vesilelerlc tekrarladılar. İşçi Partisinden ayrılan Milli Birlikçi Mu­ zaffer Karan'l a yapıl:>rı bir m ektuplaı:;m a da bunu teyidetti. Bunlar öğrenildikçe, durumdan endişelerren mes�ek-

100

-


daşlar, federasyon ve sendikanın arkalarma kaçmaya baş� ladılar. Bu yüzden, bugün Ankara'da personel dairesi ile cemiyetler masası kayıtlarmdaki öğret.memlerle ilgili sen­ dika ve derne.k sayısı çeşit itibarıyla altmışa yükseldi. Öğretmen ve öğrenci eliyle Türkiye'yi yıkmak meto­ du bugün Türkiye'de de uygularunaktadır ki. bunun geliş4 mesinde ve teşvikinde sadece CHP ve TİP i mesul tutmak doğru değildir. Kapağı kaldırmadan iktidar yapan demok­ ratlarla, tehlikeyi halen kulaklarına sokamadığımız iktidararı da suçlamak icabeder.

'

_

Milliyetçi Öğretmenler, halktan başka kimseden yar­ dım görmeden çok ciddi bir mücadele verdiler. Türkiye Öğ­ retmenler

Dernekleri Milli Federasyonunu

çökerterek,

TÖS'ün koltuğuna soktular. Tös'ün mahiyetini de açık­ layarak çoğu yerde zayıflattılar, ağır suçlada mahkeme­ lere düşürdüler. Kapal}acağını anlayan TÖS'cüler, belli bir iddiası bulunmayan, İlkokul Öğretmenleri Sendikasının ( tLKSEN) başındakileri kandırarak, taJimler yaptırmak­ ta ve «devrimci güç» adındaki suç birliğine katmış bulun­ maktadırlar.

TÖS ekibinin, TİP'den daha ağır bir politikaya girmiş bulunması Türkiye'de sadece İşçi Partisinin iddiası olan 'NATO' ya hayır ; ve Amerika düşmanlığı kampanyaları­ nı pervasızca açmaları, rejim suçlularını, Atatürk büstünu kırıp, bayrak yırtanları dahi müdafaa etmesi karşısında, sadece kapanma kararı değil, başındakiler hakkettikleri cezayı görrınezlerse, bu memleketin akıbetindeıı. büsbütün endişe etmek lazımgelir. Bugün, ilkokuldan itibaren, birçok müesseselerimizd.c çocuklarımıza zararlı telkinler yapılmakta, üniversiteleri­ m izin hali, acınacak bir safhaya girmiş bulunmaktadır. .Alınacak tedbirlerde de, bu mesleğin yıllarla kahmu ve çilesini çekmiş olanların İstişare edilmemesi, günlük ve yanlış tedbirlere gidilmesille sebep olmakta, bu tereddüt

- 101 -


ve yanlışlıklar ise seminerlerle yetiştirilmiş acıeta dışan­ dam talimat alan ve kurmayca çalışan solcu çevreleri daha ziyade geliştirmekted.ir. TÖS'cüler, tutumları itibariyle, millet ve devlete da­ yanamadıldan•ndan, belli metotlarla taviz vermeye müsait ve idare-i maslahatçılığı hüner sayan bazı faydalanmakta, halen köşebaşlarını

yetkililerden

muhafaza eden ele­

manlarını kullanmakta, bilhassa ilköğretim müfettişlerinin birçoğunun selahiyetleriaıden faydalanmaktadırlar.

Hal8. TÖS'ün arkasında bulunanların çoğu müfettiş­ ten kötü rapor almamak için, kayıtlarla TÖS'cülerin bu

bazı

kooperatifiere konan

sandıklanndan maddi bakım­

dan faydalanabilmek dtlş!mıcesiyle de yerlerini muhafaza etmektedirler. Hükümetin ciddi olmayan tedbirleri de, bu­ nun sebebleri arasında sayılabilir.

Daha öğretmen okullanndan itibaren solcu olan öğ­ retmenlerin, mezun olacaklara, TöS'e girmeleri telkinleri, mesleğe yeni atılamlan mutemet ve müfettişierin TÖS'e girmeye mecbur saymalan suretiyle oyuna getirerek evveL ce girmiş bulunanlardan aynimak

isteyenlere güçlükler

çıkararak· bir kadro muhafazasına çalışsalar dahi bugün­ kü mevcutlarının, nihayet 15.000 civarında olduğu anla­ şılmıştır. Öğretmen yürüyüşü adı altındaki politik yürü� şe ancak 600 öğretmen katılmıştır. Odacılar, DİSK men­ suplan, Fikir Kulüpleri, ve bazı tabii senatörlerin öne düş. rnesi ancak 6000 kişilik bir kalabalık meydana getirebil­

miştir. Bu başansızlığı solcu gazetelerle TRT örtmeye ça­ lışmıştır.

Öğretmenler arasında sol cereyamn kuvvetlenınesinde şu faktörler rol oynanuş görünmektedir :

1 ) Memleketimizde öğretmen yetiştiren hemm bütün kuruluşlarda materyalist görliş tamamen hakim durum­ dadır. Bu ·sebeple, çeşitli kademelerdeki öğretim müessese­ lerimizde vazife almış olan öğretmenierin çoğu esasen da·

- 102 -


ha okul sıraıarlnda sol fikirlerle aşılanmış ve milli men­ faatıere aykın düşüncelerle doldurulmuş bir hava içerisin­ de vazife görmektedirler.

2) Milli menfaatlere aykın düşünce ve materyalist Eğitim Bakanlığı müfettişler kad­

görüşün bilhassa Milli

rosunda daJha kesif olduğu müşahade olunmaktadır. Sa­

yısı 1000 i aşan ilköğretim müfettişleri kendi tesir sahalan

olan ilköğr-etim muhitinde faziasiyle tesirli durumdadır­

lar. Öğretmenierin hemen ibemen b1ltün istikballeri elleri­

ne verilmiş olan bu müfettişler türlü yollarla ilkokul öğ­

retmenlerini kendi istikametlerine çevirmeğe çahşmakta­

dırlar. Geleceğinden, m emnun olduğu yerinden, terfiinden dolayı daima müfettişe bağlı kalnıak bahtsızlığı içinde kıv­

ranan öğretmenler ister istemez verilen direktınere uy­

m akta ve milli hislerine aykın bile olsa hiçbir itirazda buJunamamaktadırlar.

3 ) Bu iki menfi unsura sol öğretmen teşekküllerinin

tiirlü vaitlerle öğretmenleri kandırma gayretleri de ilAve

edilmelidir. Mesela, sol öğretmen kuruluş ve sendikalan kendi içlerine almak istedikleri öğretmenler için mevki,

maddi yardrm temin edebilmektc ve onlann kanunlara ay­ kın ve gaynmilli tutumlarında

kendilerine filli şekilde

yardımda bulunabilmektir. Milllyetçi öğretmenler en küçiik

hatalannda dahi şiddetli cezalara çarptJ.nlırken, tutumları

vatan hainliğine kadar varan solcu öğretmeaılerin çok ke­

re itibarlı. üstün muameleye mazhar kılınmalan bunu is­ pat eder zannındayız.

...

Memleketi tek başına çökertecek bir mahiyet gösteren

bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için şu hususlar dü­ şiiınülmüştür :

1. Öğretmen yetiştiren müesseselerdeki solcu fikirle­

re ve materyalist görüşe nihayet vermek (Mesela : öğre­ tim müfredatının daha milli temellere göre tanzimi, idare-

- 103 -


ct kadronun değiştirilerek yerlerine milliyetçi, vatanperver öğretmenierin getirilmesi vs. gibi ) .

2.

Teftiş müessesesi en büyük ciddiyetic ve vatanper­

verane bir gözle mutlaka yeniden ele ahnmak icabeder. Yu_ kanda zikredilen

1000

kadar ilköğretim müfettişinin cid­

diyetıc incelenerek bir eleme yapılması ve memleket men­ faatine aykın düşünce ve tutumda oldukları anlaşılanlıınn bu vazifelerinden alınarak mesela

kütüphaaıelerde

rif müdür1üklerindeki katipliklerde

ve maa­

çalıştırmak suretiyle

daha az zararlı hale getirilmelen uygun olur. Teftiş

müessesesini

geri kalan

Cüz'i sayida da olsa

milliyetçi ve vatanperver müfettişlerle

yürütmek daima

mümkündür.

3.

Nihayet öğretmenlerimdze rnüsbet ve makul bir is­

tikamet verebilmek için, yurt çapında 1rnan karakollan h alinde yayılmakta bulunan Milliyetçi Öğretmenler liklerimi her cihetçe desteklemek

Bir­

en faydalı çarelerden

biridir. Biraz cesaret, biraz feragat

ve

daha ziyade vatan ve

milleti düşünmek iktidarlan bu yola sevkedilmek kurtu­ luş çarelerinin başında

gelir.

- 104 -


lKTİSADI DOKTRINLER. MttLt GELİR VE SOSYAl� ADALET, SANAYİ SİYASETİMİZ, SENDiKA SİYASETİMtz, ORTAK PAZAR VE TtffiKtYE, GERİ KALWŞ BÖLGELEBİN KALKlNMA POLİTİKASI, TARIM REFORMU, TtffiKİYE'DE ENERJİ KAYNAKLARI VE PETROL, NÜFUS SlYASETİMİZ MESEl.El-ERt

Komisyon Başkanı : Prof. Dr. Sahahaddin ZAlM

ERI)()Ö:AN) Komisyon raportörü : Galip ERDEM Iştirak edenler : Özcan BOLCAN Vahid ÇOPUROOLU Doç. Dr. Recep DOKSAT Selahattin ERKA P İhsan KOLOÖLU Prof Dr. Mustafa KÖSEoGLU Kemal LOKMAN Fahri TANMAN Prof. Dr. Orhan UZUNSOY Doç. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ

- 105 -

(Ferit



lKTlSADl DOKTRlNLER Dünyada iki iktisadi görüşün mücadelesi vardır :

1 2

-

Kapitalist Sistem

-

Sosyalist Sistem (Marksist Sosyalizm)

Her iki görüş batı kültürünün mahsulüdür. Kapitalist sis­ tem bir asırlık ısiahat sonunda batıda halen uygulanan yapıya erişmiştir. Sosyali5t siötem ise Komünizm halinde Rusya, Çin ve emsalinde uygulanan şekle dönmüştür. Büt'ün bu rejimierin dayandığı ideolojik prensipler ve dünya görüşü iki farklı temele sahip bulunmaktadır. Bu ideolojilerin adı Kapitalizm ve Sosyalizm'dir. Nazariye ola.. rak, bu iki ideoloji mevcuttur. Fakat

19. asırdan bu yana

her ülke bu ideolojilerden birine daha fazla temayül gös­ termekle beraber, kendi yapısına göre, üzerinde çeşitli de­ ğişiklikler yapmıştır. Diğer bir üadeyle, iki ideolojinin fay. dalı taraflan geliştirilmeğe ve mahzurlu yanlan ıslah edii­ rneğe çalışılmıştır. Neticede bugün kapitalist sistemi

prensip itibariyle

benimseyen ve batı bloku diye ifade edilen ülkeler vardır. Kapitalizmi sembolize eden ülke olarak başta ABD gel­ mektedir. Diğer yanda sosyalist sistemi benimseyen ve do­ ğu bloku veya Demirperde arkası diye üade edilen komü­

nist ülkeler vardır. Marksist Sosyaliz;ı'i sembolize eden ül­ ke olarak Rusya ve Çin başta gelmektedir. Fakat hemen şunu belirtmek gerekir ki nazari

prensiplerine tamamen

uygun olarak ne ABD'nde mutlak kapitalist bir iktisadi rejim, ıne de Rusya'da

mutlak marksist sosyalist bir rejim

uygulanmaktadır.

- 107 -


Batı ülkelerinde kapitalist sistem çeşitli sosyal siya­ set tedbirleriyle ıslah edile edile karma ekonomi düzenine kadar gelinmiştir. Fakat her ülkede alınan ıslahat tedbir­ leri farklı olmuş, böylece bir derecelenme ve kademelenme hasıl olmuştur. Bu yüzden ABD, İngiltere. lsveç prensip itibariyle kapitalist sistemi benirn.seyen batı blokunda bu­ lu.mn akla beraber aralarında, iktisadi rejim yönünden bü­ yük farklılıklar vardır. Fakat temel prensiplerde birleş­ rnektedirler. Bu prensipler kabaca şöyle özetlenebilir : Ülkelere göre sınırlandırma derecesi değişmekle be­ raber

: Ferdi davranışta ferdi teşebbüs hürriyeti ; hukuki

s�ada, özel mülkiyet, miras ve aile müesseselerinin mev­ cudiyeti ; siyasi sahada, çok partili siyasi rejimin uygulan­ ması ; iktisadi sahada iktisadi kudretin özel ve kamu sek­ törü arasmda bölünmesi suretiyle karma ekonomi düze­ nine kademe kademe kayılma:ıı ; sosyal sahada, ister özel, ister kamu işvereni olsum., işverenle işçi arasında kudretin bölüşülmesini sağlayan hür sendikacıhk, grev ve lokavt , hakkı ve h ür sendikacılığın varlığı ; inanç sahasında, Alla­ hın varlığına inanan, ruha ve manevi değerlere saygı gös­ teren bir hayat görüşü. Diğer yandaın

Çin,

m arksist sosyalizmi

komünist ülkeler,

prensip itibariyle

benimsemekle beraber,

tatbikatta,

Rusya ve Yugoslavya arasında farklılıklar mevcuttur.

Hiçbirinde iktisadi hayat, mutlak şekilde marksist pren­ sipiere dayanmamaktadır. Para. fiyat, ·kar, rekabet, özel teşebbüs, özel mülkiyet, miras ve aile müesseselerine kar­ şı gelmekten kademe kademe ric'at edilmektedir. Fakat temel prensiplerinde iştirak vardır. Bu pren­ sipler şunlardır : Ferdi hayatta cemiyetin baskısı, huku­

ki sahada kamu millkiyeti, siyasi sahada tek partili rejim, iktisadi sahada kudretin devlette toplanması, sosyal saha­ da ·kudretin işveren olarak devlette toplanması, inanç sa­ h asında ateizrn ve rnateryalizm.

- 108 -


Bugün kapitalist ve sosyalist bloklara dahil olan iil­ kder yukarda belirtilen prensipierin uygulanm ası yönün­ den belirli �ategoriler içinde kalmayıp çok farklı sentez­ ı ,'re doğru gitmektedir. Fakat bütün bu uygulamalarda, nazari bakımdan münakaşası ve mücadelesi yapılan iki gö­ ıiiş sosyalist ve kapitalist ideolojiler oJ:arak devam etmek·· tedir.

siste:vı- Türk Milli­ yetçilik anlayışına da uygun düşmektedir. Bu sistemin da-· Ülkemizde halen tatbik edilen bu

ha aynntılı özellikleri şöyle belirtilebilir : 1 - Özel teşebbüs ve ferdi insiyatife önem verilmesi, 2 - Mülkiyet, miras ve aile müessesesinin varlığı, 3 - Çok partili siyasi rejim, 4 - Sosyal adalet, sosyal güvenlik, hür sendikacı­

lık, toplu sözleşme sistemi esasına dayaınan refah ekono­ misi tedbirleri,

5 - İktisadi ve sosyal gelişmeyi dengeli olarak sağ­ layabilmek için devletin iktisadi ve sosyal alanda düzenle­ yici müdahale tedbirleri·

6 - Gaye haline gelmernek şartiyle, iktisadi geliş­ meyi hızlandıncı, bir vasıta olarak (devlet işletıneciliğL manasındaki ) devletçilik,

7 ---:- Özel ve kamu teşebbüsleri ve devletin düzen­ leyici tedbirleri manasında karma ekonomi düzeni, 8 - lhtiyari PlAnlama. Bu esaslara göre Türk Milliyetçiliğiıı:ı.in iktisadi gi;­ rüşü, istihsal vasıtalannın tamamen kamu!aştınlmasını he_ •. 1ef tutan sosyalizmin her türlii.Süne karşıdır. Fakat aşırı kar, materyalist bir dünya görüşüne dayanıp her türlü manevi, ahlaki ve sosyal değerlere Sırt çeviren kapitalist

bir dünya görüşüne de karşıdır. Sosyal adalet tedbirleriyle halkımızın bUyük taban kitlesini teşkil eden fakir kütlelerin refahının sağlanması Ti.irk Milliyetçiliğinin esas unsurlarından biridir.

- 109 -


Mill şuuru ve imanı kuvvetli olan halkımızın refahı­ nı sağlayıcı her türlü tedbire zaruret vardır. Bu manada Kooperatifçiliğin sosyalizmi önleyen en tesirli demokratik müessese olarak geliş�esine taraftarız. Dış ticaretintizde esasında üzerinde durulması gere­ Tken yekdiğeriyle ilgili iki husus vardır :

Birinci husus : Dış ticaretimizin bilhassa ithalatın gayrimüslim azınlıkl:ar elinde bulunmasıdır. Bu azın­ lık gurub ,nüfusumuzun takriben binde altı gibi mik.tar yönünden zikre değmeyecek kadar çok küÇük bir kısmını teşkil ettiği halde, ithalAtımızın doğrudan doğruya veya ·dolayısıyla dörtte üçünden fazlasına hakim bulunmaktadır. hhalatın çok kArlı bir durum arzettiji düşünülürse, gelir dağıtımı yönünden müslüman Türk milletinin büyük küt­ "lesi aleyhinde önemli bir dengesizliğe yol açtığı görülür. Diğer yandan iyi dlizenlenmemiş bir ithalat rejiminin sa­ nayiimiz ve sanayileşmemiz üzerinde oynayacağı menfi te­ sir dikkate alınırsa, milli siyasetimiz yönünden ithalat re­ jimi üzerinde dikkatle durmak gerektiği kolayca anlaşılır. İktisadi gelişme yönünden ve bilhassa gelişmesi iste­

nen sanayiimiz ve ihracı arzulanan sınai mamulleri�iz ba­ kımından ihracatın arzettiği önem, bu konunun da milli bir ·şuurla düzenlenmesi gerektiğini gösterir. Dış ticaretin incelenmesi gereken ikinci cephesi, istika­ metidir. Bugün Türkiye'ınizin dış ticareti büyük ölçüde Avrupa'ya bağlıdır. Türkiye sanayileşmiş ülkelerin bir ·ham madde kaynağı ve mamul pazan durumundadır. İkti­ sadi gelişmemiz bu durumdan çıkmamızı, mamul ihraç eden bir ülke haline gelmemizi gerektirir. Mamul ihracı için ti­ cari münaısebetlerimizin gelişme halindeki ülkelere yönel­ mesi icap eder. Bu durum genel dış siyasetimizin de bu is­ tikamette gelişmesiyle aıncak gerçekleşebilir. İktisadi ve -

110

-


siyasi konular birbiriyle ilgilidir. Mesela bugün ülkemizin• dış siyaseti Avrupa müşterek pazanna liye olma istika­ metinde gelişmektedir.

Diğer yandan doğu kaınadımızda

Türkiye - İran - Pakistan arasında teşkil edilen Gelişme tçin Bölgesel İşbirliği, ingilizce adıyla (RCD) bu ülkeler arasında iktisadi ve kültürel işbirliğini geliştirme amacım

gütmektedir.

Devletin, iktisadi hayatı, planlama esaslan gereğincer düzenleyici tedbirleri alması lazımdır.

İktisadi gelişme­

mizin hızlandmiması için, yine planlama esasianna göre­ gerekli olan iktisadi kamu yatınm ve teşebbüslerinin uy­ gun olacağına kanliz. Beşeri ve iktisadi kaynaklanmızı en

iyi değerlendirmeyi sağlayacak şekilde ihtiyari planlama. ile iktisadi ve sosyal gelişmemizin düzenlenmesi gerekir. bezenmiş ve bir yö­

Netice olarak, müsbet bilgilerle

netici kadro elinde ve yukardaki esaslara dayanan demok­

ı-atik

bir rejim içinde, iktisadi ve sosyal gelişmemizin den­

geli olarak sağlaınabileceğine inanıyoruz.

MİLLİ GELİR VE SOSYAL ADALET İktisadi faaliyetlerin asıl hedefi insandır. iktisadi kal­ kınma insanlar için yapılmakta, cemiyetin daha miireffeb ve mesut yaşamasını geniş ölçüde

sağlayıcı bazı maddi

imkaniann elde edilmesini gaye olarak hedeflerjn

seçmektedir. Bu

gerçekleştirilmesinde esas gayenin, ferdin ve

cemiyetin daha huzurlu ve daha mesut yaşamasının temi­

ni

olduğu prensibi daima

muhafasa.

edilmelidir. Böylece

iktisadi kalkınma bizatihi kendisi bir hedef değil ve fakat fertlerin daha mesut yaşayacaklan bir cemiyetin gerçek­ leştirilmesinde mühim bir vasıtadır. Bu görüşlin bir diğer ehemmiyetli neticesi de iktisadi kalkınına ile sosyal, ma­ nevi ve killtUrel kalkınmanın bir btitün ,teşkil etmesi, bun-

- 111 -


ların birbirleriyle tezat teşkil edici politikalar halinde tes­

bit edilmemesi lüzumud�. Milliyetçilik anlayışının desteklediği maneviyatçı ve .demokratik bir dünya görüşüne dayanan kalkınma model­ l�ri ve plinlama ile ıııineviyatı ve milli değerleri geniş öl­ çüde ihmal eden merkeziyetçi ve materyalist planlamalar :birbirinden kesin şekilde ayrılmaktadır. Merkeziyetçi ve materyalist kalkınma modelierinde insanların bir istihsal faktörü, yani bir iktisadi vasıta olma vaısfı ağırhk kazan­ makta ve bu a:sıl k abul edilerek bütün iktisadi faaliyetle­ rin ve iktisadi k�lkınmanın insaa:ılar için yapıldığı görüşü geniş ölçüde ihmal edilmektedir. M3iteryalist dünya görü­ şünden hareket eden rejimierin hikim olduğu ülkelerde planlamanın fiziki hedeflere yönelmesi, pazar ekonomisi­ nin mevcut olmaması, siyasi ve hukuki rejimin totaliter .esaslara dayanması bu tip plAnlamalarda ins8ılll ekonomik 'faaliyetlerin asıl hedefi olmaktan çıkarmış ve onu iktiısa­ di kalkınmanın bir vasıtası haline getirmiştir. Bu ülkeler­ de ayrıca iktisadi kalkınma ile sosyal ve kültürel kalkın­ ma arasında dengesizlikler husule gelmiştir. Türkiye'lilin iktisadi kalkınmasında. umumi olarak, sosyal ve kültürel vakıalar m'iihim bir rol oynamıştır. Planlı devrede ise Türk planlaması eko�1omik kalkınınayı sosyal ve kültürel kalkınma ile birlikte mütalaa etmiştir. Nitekim kalkınınayı bir ,plana bağlayan 1961 Anayasası­ nın 129. maddesinde «iktisadi, sosyal ve kültürel kalkın­ ma» beraber zikredilm.iştir. Türk milleti hayatında den­ gesizlikler meydana getirmernek için demokratik ve ma­ neviyatçı bir kalkınma görüşünden hareket edilerek ikti­ sadi kalkınma ile kültürel ve sosyal hedefler bir bütün o�a­ rak telakki edilmek durumundadır. tkinci Beş Yıllık Plan da bu anlayış ve esaslardan hareket edilerek hazırlanmış ve sosyal hedeflerle sosyal .adalet ilkesi planm runa yapısını teşk:il eden u..""lSurlar ol- 112 -


muştur. Pl8.ıun giriş kısmında bu husus belirtilmiştir : «Plan Türkiye'de bir yandan fert başına geliri hızla ve de­ vamlı olarak arttırınayı hedef alırken, öte yandan çeşitli gelir guruplan ve bölgeler arasında dengeli gelişmeyi sağ­ lamak, çok sayıda vatandaşa iş imk8.nı yaratmak, kalkın­ marun nimet ve külfetlerinin fırsat eşitliğine, sosyal adalet ılkesine göre payiaşılarak iktisadi ve sosyal düzende olum­ lu bir gelişme elde etmek amaçlarına göre hazırlanmıştır.» Sosyal guruplar ve fertler arasındakıi sosyal adalet, fakirlikte değil ve fakat refahta gerçekleştirilmesi gere­ ken bir hedeftir. Refaih ekonomisine devamlı ve belli bir hızın üzerinde · gelişen ülkelerde ulaşabilme·ktedir. Böylece sosyal adaletin gerçekl�tirilmesi iktisadi kalkınmaya sı­ kı bir şekilde bağlı bulunm aktadır. tkinci Dünya Harbiniaı ve hemen onu takıip eden dev­ renin iktisaden durgun geçen yıllarından sonra Türkiye'­ nin iktisadi gelişmesi, bir iki istisnai sene dışında devamlı olmuştur. 1950-1960 devresinde ekonominin yıllık ortalama kalkınma hızı % 6 civann.d a idi. Türkiye'nin ekonomik ge­ li şm esi planlı iktisadi kalkınma devresinde de devam et­ mektedir. Birinci Beş Yıllık Plan devresinde kalkınma hı­ zı % 6,7 olmuştur. Planda hedef olarak tesbit edilen % 7' ye çok yakın olan bu !Ilisbet, gelişen ülkelerin iktisadi kal­ kınma hızları arasında yüksek bir seviye gösterdiği gibi gelişmiş ekonomilerin büyük bir kısmının gelişme hızla­ rmdan da büyüktür. Nitekim Türkiye'nin de üye bulundu­ ğu OECD cami asının yıllık ortalama kalkınma hızı son beş senede % 4,9 olmuştur. Son ÜG yılıda Türkiye'de eko­ nomik gelişme daha üst bir seviyede husule gelmiş ve son ü� yılın ortalama kalkınma hızı % 7,7 ye yükselmiştir. İktisadi kalkınmanın en mühim ölçülerinden biri, fert başına düşen gayrisafi milli hasılada veya milli gelirde meydana gelen artışlardır. Türkiye'de fert başına düşen gayrisafi milli hAsıla devamlı artışlar göstermektedir. Bu

- 113 F: 8


artış hem cari ve hem de sabit fiyatlarla ifade edilen mik­ tarlarda vuku bulmaktadır. Fert başına

düşen gayrisafi

: ,ıilli hasıla c8.ri fiyatlarla 1960'da 1764 TL iken 1967'de

2878 TL'na yükselmiştir. 1961 sabit fiyatlarla bu rakam­ lar aynı senelerde sırasıyla 1800 TL ve "2180 TL'dır. tkinci Beş Y'ıllık Pl8.n devresi sonunda 1972'de fert başına gayri­ safi Milli hasıla 3200 TL'na yükselecektir. Türkiye'de 1968 senesinde fert başıma. düşen gayrisafi

milli hasıla miktan 320 Amerikan dolandır. Bu seviye ile Türkiye, fert. başına düşen gayrisafi milli hasılalan biliıner.

J 58 ülke arasında 67. sırayı işgal etmektedir. Bir başka

jfade ile yeryüzünde 158 ülkenin 66 tanesinin fert başına. düşen gayrisafi milli hasılası Türkiye'den fazla, 91 tane­ sinin ise Türkiye'den daha düşüktür. İktisadi gelişme seviyesi 158 ülke arasmda 91'iınden da.ha yüksek olan Türkiye'nin gelişme ile birlikte bazı mü­ him meseleleri kendini göstermektedir. Kalkınma. sırasın­ da haberleşme ve eğitim im.kAnlannın artması ile, sosyal ihtiyaçlar bunlan karşılayacak iktisadi imk8.nlara kavu­ şulmadan önce ortaya çıknıaktadır. FerUer, milli ekono­ mik imkinlarm kendilerine sağlıyabileceği seviyenin üs­ ti.i.ndeki bir hayat standardında ya.şa.ma.k istemektedirler. Bu eğilim iktisaden kalkınan bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiyede de kendini hissettirınekte ve sosyal münasebet­ lere tesir etmektedir. Bunun neticesinde cemiyette belire­ cek gerginlikleri izale ederek sosyal meseleleri hallet­ mek ve fert ve gruplann kalkınmaya katkısını azamiye · çı­ karaca:k bir sosyal siyaset takip etmektedir. Türkiye'de tatbik edilecek sosyal siyasetin en mühim tarafını sosyal adalet tedbirleri teşkil edecektir. Sosyal adaleti tahakkuka yönelmiş politikalar milli geLirin hem husule geliş ve dağılış ve hem de harcama safhalannda tatbikatını bulmalıdır. Sosyal adalet hedeflerine başlıca

- 114 ..::._


gelir, yatınm ve sosyal güvenlik politikalan ile vanlmak.­ tadır. Gelir ve yatırnn politikalan ile sosyal güvenlik sa­ hasında alınacak tedbirlerin iktisadi gelişmeyi önemli öl­ çüde yavaşlatıcı, sermaye terakümünü azaltıcı ve kalkın­ nıayı zedeleyici mahiyette olmaması gerekmektedir. Türkiye'de sosyal adalet politikasının muhtevası sos­ yal sınıf ve guruplar arasındaki dengesizliklerle bölgeler arası gelişmişlik farklanm hertaraf etmek esasianna da­ yanmaktadır. Böylece sosyal adaletin hedefi Türk cemiye­ tindeki alt gelir guruplarına ve Türkiye'nıin daJba az ge­ lişmiş bölgelerine yönelen politika ve tedbirlerin bütününü ihtiva etmektedir. Alt gelir gunıplarına gelir transferi yapmak, toplu iş sözleşmesi, ücret ve maaş politikalannı bu istikamette tatbik etmek sosyal adaletin gerçekleşmesi için mühim bir vasıta olabilir. Fakat bugün sosyal adalet sadece alt geUr guruplarına belirli ölÇüde gelir transfer edilmesinden iba­ ret bir tatbikat olarak kabul edilmernekte ve fakat mesele daha geniş bir açıdan ele alınmaıktadır. Yatırımlan, alt gelir guruplannın bizatihi kendi faa.li­ yetlerinden doğan gelirlerini arttıncı projelere yöneltmek bu gelir gunıplannın verimliliğini arttıncı ve dolayısıyla hayat seviyelerini yükseltici istikamette önemli bir sosyal adalet tedbiridir. Türkiye'de sosyal adaJetin gerçekleştiril­ mesine dönük politikaların tesirli olabilmesi bunların ağır­ lığının Türkiye nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden az re­ lirli köylü nüfusa yönelmesine bağlıdır. Köylük al anda \s­ tihsal edilen mahsullerde verimliliği �rttıncı yatınmlar, ekonomide dengesizli k yaratınıyacak bir ölçüde yürütülen zirai istihsal taban fiyat politikaları, köye gideın su, yol, elektrik, okul gibi hizmetlere öncelik verilmesi sosyal ada­ letin gerçekleştirilmesinde tesirli tatbikatlardır. Sosyal güvenlik sistemi sosyal adalet prensibinin en - 115 -


önemli unsurlarındandır. Sosyal güvenlik sistemini genişli­ ğ ine ve derbliğlne

şumullendirmelidir.

İkinci Beş Yıllık

Planın hedefi, sosyal güvenlik sistemin i her iki istikamet­ tc genişletmek ve

tarım işçileri, küçük esnaf, sanatkar ve

diğer alt gelir guruplarını bu sistem içine almaktır.

.

En büyük sosyal adaletsizlik olan işsiızliğin ortadan

kaJdırılması,

ekonominin tam istihdama

doğru gi tmesi ,

Türkiye şartlarıınd a. hızlı ve istihdam sahalan açıcı ikti­ sadi kalkınmanın devamına çok sıkı bağlıdır.

Sağlık ılıizmetlerinin sosyalleştirilmesinin, ortaya çı­ kan meselelerin halledilmesi şartıyla, belirli bir program çerçevesinde genişletilınesi, sağlık hizmetlerinde sosyal adaleti teminde mühim bir vasıtadır ve planda bunu sağ­ layıcı politikanm tatbikatma devam edilmelıidir. Kişilere kabiliyet ve başaniarına göre fırsat eşitliği prensibi çerçevesinde «dikey>> sosyal hareketlilik sağlaya­ ca k istihdam, insangüdü, çalışına ve bilhassa eğitim poli­ tikaları önümüzdeki devrelerde sosyal değişıneyi hızlandı­ racak ve sosyal adaleti gerçekleştirecek mühiın tercihler­ dendir. Böylece, sosyal seyyaliyet arttınlarak bir gelir gu. rubundan üsttekilerine geçmek imkanlan fazlalaşmakta­ dır. 1969 yılı programındaki mesleki ve teknik okul me­ zunlarına yüksek öğreıniıne devam iınk8.nı veren ve eği­ timde açık kapı sistemini yerleştiren tedbir bu sahada zik

­

re değer bir misaldlr.

Türkiyede bölgelerarası gelişmişlik f.arklannı azalt­ mak, İkinci Beş Yıllık Planın ana hedefleri arasındadır. Bu hedefe ulaşmada takip edilen çeşitli iktisadi ve sosyal nolitikalar belirli neticeler vermeye başlamıştır. 1963 yı­ lındaki geli şmişli k durumlan hareket ınoktaı:ıı alınıp 100

kabul edilirse 1968'in başında Türkiye'ınin iller itibariyle ortalama gelişmişlik nisbeti olan 138 puanın üstünde kalan illerimizin çoğunluğu doğu ve güney doğu bölgelerindedir. Bu devrede en çok gelişeıı il Samsun olmuş, 1963'deki 100 -

116

-


kabul edilen seviyesinden 1967 yılında 162'ye

çıkmıştır,

onu 161 puanla Elazığ takip etmekte, diğer doğu illerimiz

de şu hızlan göstermektedir

:

( 1963

=

100 )

Diyarbakır

148, Bitlis 147, Van 146, Tunceli 145, Erzincan 144, Muş 142,Maraş 140; Sivas 139, Kars 139, Hakkari 139, Türkiye ortalaması 138 ; Ankara 134, İstanbul 131 puanla Türkiye ortalamasının

altında. !zmir 140 puanla bu ortalamanın

üstiinde yer almışlardır. lktisad.en daha az gelişmiş illeri­ ınizin diğer il ve bqlgelerimizden daha hızlı gelişmeleri böl_ gelcrarası dengesizliği azaltacaktır. tkinci Beş Yıllık Planla getirilen gelişme

modelinde

sosyal değişme, sosyal denge ve sosyal adalet hedefleri bir bütün teşkil e?nekte ve onu insaına yönelmiş bir kalkın­ m anın önemli bir vasıtası yapmaktadır. Tesbit edilmiş bı.i­

ltınan iktisadi ve sosyal politikaların tesirli bir şekilde ic­

rası, sosyal dengesini daha sağlam kurmuş, sosyal adalet ve huzura daha çok kavuşmuş, fertler ve sosyal guruplan­ nın birbirinin elinden ekmek kapmak için sınıf mücadele­ lerinin kusur ve tehlikeli girdabın:a düşmediği daha müref­ feh, daha mesut, manen ve maddeten daha kuvvetli bir Türk cemiyetinin şekillenip gelişmesinde mühim bir hiz­ met olacaktır ve bu hizmetin ifası hepimize aittir.

SANAYl StYASETlMlZ Bir memlekette iktisadi kalkınma o memleketin sana­ yileşmesine bağlıdır.

Türk milliyetçiliği iktisadi kalkın­

mada sanayileşmeyi ana prensip kabul etmiştir . Gelişmiş ülke demek, bir manası ile yüksek sanayi seviyesine ulaş­ mış ülke demektir. Diğer taraftan sanayi•ini kuramayan bir memleket daima yabancı

ülkelere muhtaç durumda

kalır ; siyasi, iktisadi ve kültürel sahalardaki milletlerara­ sı meselelerde ikinci planda kalmaya mahkum bir mem­ leket olmakta..,_ kurtulamaz. Gelişmiş ülkelerin istihsal se­ viyeleri kaıdıar istihlak seviyeleri de yüksektir. Bizim

- 117 -

için.


şimdilik, ilk hedef gelişmiş Ulkelerin istihlak seviyesine değil, istihsal seviyesine ulaşmaktır. Bir memleketin sanayii şu üç ana grupta top1anır : 1 ) lstihlAk Sanayü, 2) Mutavassıt Sanayi, 3) Ağır Sanayi. Ülkemizin bugünkü gelişme merhalesinde en fazla önem arzeden sanayi kollan başta makiıne sanayii olmak üzere ağır sanayidir. Esa.sen Türkiye, şimdiye kadarki gayretleriyle gıda ve tekstil gibi istihlak sanayi kollannı azçok kurmuş durumdadır. Fakat ağır sanayi için çok ça­ lışmak mecbu:rıiyetindedir. Memleketimiz ağır sanayi ma­ mulleri ihtiyacını ithalat vasıtasıylıı. gidermek yolundadır ki. bu milliyetçilik açl.BlDdan kalkınma prensibine uygun düşmez. Çünkü ithalatçılık gayrımilli sermaye gruplan tarafından idare edilmekte, aynı zamandıa kolaylıkla kar sağlayan bu tutum memleket sanayiinin _gelişmesini de önlemektedir. Memleketi.mizde makina sanayii kurmak açık bir za­ nıret olduğuna göre bu hususta yapılacak işlerin başında milletlerarası ağır sanayi müesseseleri ile bağ�antılar kur­ mak gelmektedir. Bu da iki yoldan mümkün olmaktadır. Birincisi montaj sanayii kurarak işe başlamak, diğeri biz­ zat makina imal etme sanayiini kurmaktı!'. E9as maksat hizzat makina imU etme sanayii olmakla beraber, başlan­ gıçta zaruretler yüzünden montaj sanayiione de ihtiyaç ol­ duğu aşikardır. Türkiye halen bu durumda bulunmakta­ dır. Fakat, montaj saıı.:ıyiini sürdürmernek ve mutlaka en kısa zamanda yerli imalata geçmek icabeder. Milletlerarası büyük sanayi müesseseleri ile bağla'lltı kurarken, bunlar arasında, bizim için en li.izumh.ı imalatı ve memleketimiz şartlarına en uygun düşen tipleri ortaya ko­ yan firmalan seçmek ; bu firınalarla patent anlaşmalan yapmak ve gerekirse lüzumlu cihazlan, malzerneleri ve - ttfi -


imalat teknoloji sini de içine alan anlaşmalar akdetmek ve bu şekilde

makina sanayiini memleket dahilinde yerleştir­

ı :ıek uygun olur

.

Memleket ihtiyacından fazla hir kapasite bahis mev­ mu olduğu takdirde ise hiçbir zaman % 49'dan yukan ol­ m am ak ve belirli bir süreyi aşmamak şartıile yabancı mü­

esseseleıı!e ortaklık kurmak suretiyle de ağır sanayi hede

­

fine doğru ilerlemek mümkündür

.

Elbette bu çok mühim mevzuda devletten yardım da

beklenecektir. Fakat tesislerin idaresinde halk şivketleri­ ııin çoğunluğu teşkil edece ği bir tertibe gitmek, böylece ağır sanıayi gibi çok verimli

btr iktisap.i

_

geniş

faaliyette

kütleleri tesirli hale getirmek yerinde olur. Çağıınızda. gelişmi§ ülkelerin

yükseldikleri seviyeye

ulaşma yollannı mi1li şuurla ve ilmi metodlara araştırır­ sak Türk milleti de, hiç şftphesiz, yakın bir gelecekte bu iiçüncü ve en mühim sanayi kolunu

den dfulyanın

ıerçekleştirir ve yen i h aline gele­ ­

birinci sınıf milletlerinden biri

bilir.

SENDIKA SlYASET! VE lŞÇ t MESELESI Türk sıdır, ayını r;

işçisi,

Türk

mille tinin

bölünmez

bir

parça­

milli, dint, harsi ve tarihi şuura sahiptir. Ma­ bağlıdır. TUrk işçisinin teşki

eviyat ve mukaddesatma

­

la.tlanması olan Türk Sendikacılık hareketi, toplu sözleş­

m e ve grev düzeni içinde bugüne kadar sağduyulu basi­ ı·etli, vatanperver ve bqanlı olmuştur. Bunda Türk İş­ .

-

Konfederasyonunun biiyük rolü ve hissesi varoır:

Türk sendikacılık

hareketiniın, gidişini köstekleyen,

r:a.rçalanmasını hedef tutan, nifak.a. ve

husumete maruz

bırakan solcu faaliyeti'er karşısında bütün Türk milliyet-

- 119 ..:.....


çileri tarafından

kesin surette desteklenmesi gerekir. Des­

teklenmenin ilk ve en tesirli

yönü Türk

seındikacıhğını,

sendikalarını, dertlerini, davalanru, Türkiyemizin kade­ rinde söz sahibi oluşlannı milliyetçilelin dah a yakından ve şuurla tanımalandır.

Milliyetçileriın,

Türk işçilerinin

faaliyetlerinde biUıassa halkın bu mevzuda sür'ıatle eğitil­ mesinde en geniş ölçüde yardımcı olacaklan şüphesizdir.

ORTAK PAZAR VE TüRKIYE Türkiye'nin sanayileşmesinde atılmıştır. Doğan san ayiin

millt

ıı.ınması Türk kalkınmasınm

ciddi adımlar çok geç

mahiyette olması ve ko­

başarısını ve devamlılığını

temin edecek çok önemli Amillerdir. Avrupa Ortak Paza­

yerli sanayinin korunma ve rına

girişte çok önemli olan

meselelerimizden

birisi de

geliştirilmesidir. Mevcut sa­

nayimizin önemli bir kesimi ortak pazara geçiş döneminde ortaya çı.kıacak problemleri serahatle görememektedirler . Şura:sı da muhakkaktır ki , Avrupa Ortak Pazarını ortaya çıkaran birleşme hareketi

sadece iktisadi değil ve fakat

siyıa si, sosyal ve kültürel sahalarda da tecelli etmektedir. Avrupa Ortak Pazannın siya:si yönden dışında kalmamak ve fakat iktisaden hazırlık Plan devresine

kadar yani

dönemini üçüncü Beş Yıllık

1972

sonuna kadar uzatmak

daha gerçekçi bir tercih olarak Q.rtaya çıkmaktadır. An­ kara Andiaşmasının bu imkanlanndan faylanmakla üçün ­

cü beş yıllık planla birlikte iktiimden daha iyi hazırlaınmış tıir Türkiye ile Ortık Pazann

geçiş dönemine geçmek

mümkün olacaktır.

GERI KALMIS BÖLGELERIN KALKINMA POLİTİKASI Hürriyet içinde

kalkınmanın

bazı

anzaLan

vardır.

Bunlardan en mühimi herhalde ekonomik, sosyal ve kültü-

- 1.20 -


l'el arnillerin kalkınmayı. bazı merkezler

etrafında topla­

ması, bazı havza veya bölgelerin geri kalmasıdır. Türkiye'de Trabzon

Urfa hattının doğusunda kalan

-

Anadolu illerinin meyıdana getirdiği bölge in:san ve tabiat kaynaklarının kullanışı ve münasebetleri bakımındaın Tür_ kiye ortalamasının hayli gerisinde seyretmektedir. Bu du­ rum 1967'de Erzurum'da

tertiplenen «Doğu Anadolu'yu

Kalkındırma Sorunlan» seminerinde her yönüyle

ortaya

konmuştur. Birçok ülkelerde kalkıl!lmanın umumi seviyesi ne olur­ sa olsun, bu gibi geri kalmış bölgeler için bazı usuller tat­ bik edilmiş ve netice ıalınmıstır. Mesela

Güney İtalya'nın

kalk ınmasında cCassa per il Mezzogiorno» ve A.B.D.'nde Tenessee vadisinin kalkınmasmda «Tenessee Valley Aut­ hority» tecrübeleri tipiktir ve dikkatle incelenirse gerekli dersleri ilhtiva etmektedir

.

Memleketimizde birinci beş yıllık' plAnda bölıge kalkın_ ması fikri işlenmiş, i'k inci

beş yıllık

arası dengeli kaAkınma hedefi

plAnda da bölgeler

stratejik bir hedef olarak

alınmıştır. Bu vesikalara göre merkezi millt pli.n motifi­

nin hakim olduğu ve tatbikatla da gittik�e kuvvet kazan­ dığı g-örülmektedir. Biz �u kalkurıma poltikasını g-eri kal­ mış bölgeler için yetersiz bulma.ktayız. Bilhıassa bahse ko­ nu

Doı?;u bölgesinin

taşıdığı özellik dikkate

alınırsa daha

basiretli bir poltik anm geliştirilmesıl ltlzumuna kaniiz. Böyle bir politikanın geliştirilmesinde diğer bazı alter_

natifler üzerinde durulabilir : ı. Devlet PlAnlıama Teşkilatma bağlı bir bölge plan­ lama ve tatbikat grubu teşkil etmek. Bu grup yapacağı ön çalışmalann merkezde al acağı son şekle göre hazırlan­ mış programlarm tatbikatmda da vazife alınca,, tatbik atı değerlendirerek aksamalan tesbit imkanı bulacak. bir�ok problemin meyd ana çıkmasına, birçok tekrar ve tedahUlUn önlenmesine hizmet edecek, böylece pl!ında ilert sU.rlllen


tedbirler daha verimli sonuçLara ulaşacaktır. Burada dev­ let hizmetlerinin ve merkezi idare teşkilatının zorlanınası­ na lüzum kalmıyacak, bir bölgedeki

hizmetler koordine

edilecektir.

2. Yukarda adı geçen seminerde de açıklandığı üzere muft:ı.tar bir (havza veya bölge kalkınma teşkilatıLmeyda-· na getirmek. Teşkilatın kuruluşu sırasında eleman ve lider temini, meslek rekabetleri. güvensizlik, devlet teşkilatma hahim bürokrasi ve katılık yüzünden büyük güçlüklerle karşıla� bilir. Bu tip teşkilatm bölgeeilik yaratma ihtimali de ayrıca dikkate alınması g,ereken önemli bir noktadır. Bütün bunlara rağmen, bizce Tenessee Vallet Autho­ rity'ye benzer bir bölge kalkınma teşkilatının doğuda ku­

rulması Uzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Doğunun sanayi - ziraat münasebetlerini dengeli şekil· de geliştirmek, kaynaklan harelrete geÇirmek için serma­

ye akımı sağlamak maksadıyla ikinci plAnda ehliyet ve isa­ betle ele alınan teşvik tedbirlerinin verimli olacağı yolun­ da henüz güvenilir bir ümit belirmemiştir. Bu teşebbüsler hızla değerlendirilmeli ve gerekli değişikliklere tevessül ' olunmalıdır. Bütün bu faaliy�t ve gayretierin bizi götüreceği he­ def nedir ?

Az gelişmiş ve geri kalmış bölgelerin kaynaklannın harekete geçmesi memleket ekonomisinde bir takım kıpır­

danmalar meyd8lllıa getirebilir ; şehirleşme hızlanabilir, şe­

hir-köy müriasebetlerinin artması kapalı ekonomiden açık ekonomiye geçiş vetiresi doğurabilir, bu vetire bazı sos­ yal ve kültürel değişmelere yol açSJbilir. Bunlar, bizce ale­ lade rutin gelişmelerdir ve zamanla olacaktır. Ne var ki, Türkiye'deki az gelişmiş veya geri kalmış bölgelerin kal­ kınına politikası üzerinde

düşünuı:ıken, yukarda sayılan

- 122 -


tedbirlerin Türkiye'nin geleceği bakımından taşıdığı ma­ naya daha fazla ehemmiyet vennek gerekir. Bu bakımdan Doğu Anadolunun kalkurma politikasını ve bu politikanın hedeflerini millet olma veliresi içinde değerlendirmek ve tesbit etmek gerekir. Doğu Anadoluda asrımızda değer taşıyan mühim kay_ naldar mevcuttur : Su, petrol, ınıaden ve hayv8.(ll.Cılığa, ya­ ni proteinli gıda istihsaline elverişli mer'a potansiyeli ; bu­ nun yanında ihmal edilmenin yarattığı dağınık. içe dönük topluluklar, Etnik grupla.şmalar, kültür ve toprak eroz­ yonu. Böyle bir bölgenin kalkınma politikası ekonomik, sos­ yal ve kültürel 3.millerin tamamına dayanmalıdır. Bunun için tavsiye edilecek yol şudur : Atatürk Üniversitesi, dün­ ya üniversite tecrübeleri de değerlendirilerek, yepyeni bir Türk görüşü ile ele alınmalı, bölgenin kıilkıııma mihrakı haline getirilmelidir. Bir başkıa gerekçe de şudur : Atatürk Ü:niversitesi, kuruluşunun onuncu yılında üniversite hüviyetinden bir h ayl : ıızaklaşınış, bir yüksek okullar ır.ar.r.tı.mesi haline gelmi,3tir. Bu haliyle üniversite etnik grupiaşmaların ve ideolojik çatışmalann öncülerini diploma. şeklindeki ruh­ satıyla destekleyen besleyici bir yuva haline gelecektir. Bu_ .r:.u mlısl)P.t ilim kisvesi altında yüıi.itülen belirtilerine şim­ diden şahit olmaktayız. Ünıversitenin bölgenin kalkınma mihrakı ho:ı.liue geti­ rilmesi fikrini ana hatlanyla şöyle açıklayabiliriz : 1. Üniversitenin araştırma, öğretim ve yayım fooksi­ yonlannı öncelikle bölgenin kalkınma meselelerine yönel­ teceği statüsünde açıkça belirtilmeli ve bu statü kanun­ llaşmalıdır.

2. tırnin yüksek seviyesi ve değeri aleyhine işlememek şartiyle üniversiteye hesap ve dökümantasyon merkezleri kurmak, havza etüd ve projeleri yapmak ve yaptırmak, ti- 123 -


yatro, koservatuar, müze ve sergi tesisleri kurmak, bunun için gerekli yerli ve yabancı personeli sözleşme lle çalıştır­ mak yetkileri verilmelidir. 3. Araştırma ve buluşlann hızla müesseselere ve hal­ ka maledilmesi halkın problemlerinin üniversiteye aktarıl­ ması için üniversite bünyesinde geniş bir yayım teşkilatı geliştirilmeli, bu teşkilat bölgenin yakıt, giyim ve beslen­ me el sanatları, ziraat sa.niatlan gibi şubelerinde faaliyet gösterme� üzere finansman imk8ıılanyla teçhiz edilmeli­ dir Böyle bir müessesedir ki, ideolojik sızmalara ve böl­ me heveslerine açık bir bölgede Türk mefahirini, Türk dü­ şüncesiaıi, Türk kabiliyet ve hünerini temsil edebilir. Böl­ gede kalkınına şevkini tahrik edecek en müessir v:asıta bu­ .

.

dur

.

TARIM REFORMU lşgücümüzün yüzde yetmişini barındıran, buna mu­

kabil milli gelirin ancak yüzde 36 sım elde eden tarım ke­ siminde beşeri, sosyal ve iktisadi yönden önemli ıslahata ihtiyaç vardır. Yurt topra.k1ıarmın verimli halde işletilme­ si, toprak varlığının korunması, teknik, ekonomik ve sos­ yal gelişmelere paralel olarak çiftçinin

ge�ir ve hayat se­

viyesinin yükseltilmesi, artan nüfusun tarım ürünlerine olan ihtiyacının teminıat albna alınması ve tanmda kal­ kınınanm

gerçekleJjm.esini sağlayıcı her türlü tedbirlerin

tına alınmasına, Bu tedbirler meyanında, meselA : a) Türkiyede tarım ve

tarım işletmelerinin bünyeleri­ -

nin düzeltilmesi ve idarelerinin düzenlenmesine ,

b) Arazi mülkiyet ve tasarruf haklarının t,eminat al­ alınmasına, c ) Üretimin toplum yaranna uygun şek ilde artırıl­ ması ile birlikte arazinin de verimli olarak kwllaırulmasına tına

-

124

-


d ) Tarım ürünlerinin elverişli şekilde pazarlanmasına, e) Tarımda üretimi arttırıcı maddelerin ve tarım kre­ dilerinin uygun ve verimli şartlarla terlariki ve ku llanılma­ sı, işletme ve tesis kredilerinin ihtiyacı karşılayacak bir vüs':ate eriştirilmesi ve rasyonel bir düzene kavuşturul. masına. f) Tanm faaliyetlerinin araştırma ve tecrübelere da yanan, tekın.ik, ilmi ve ekonomik esaslara göre terti pl en­ ­

mesine, g) Çiftçilerin eğitim ve öğretimlerinin takviyesi, teş­ kiJAtl anm alan,

teşebbüs

kıabiliyetlerirun

geliştirilmesi,

emeklerinin ve paralannın değerlendirilmesine, h) Tanmla uğraşanlarm gelirlerinin ve hayat seviye­

lerinin yükseltilmesi, sosyal

güvenliklerinin sağlanması.

kısaca, sosyal siyaset tedbirlerinde ağırlık noktasının ta

­

nm kesimine kaydınlı!ıasına, i) Tarım kooperatiflerinin silr'atle geliştirilmesine, j) Tanm. müstahsilinin, komisyonculamı ve muraba­

bacıların istismanndan kurtarılmasını sağlayıcı tedbirlerin aJınınasma şiddetle taraftanz. Demokratik ve bağımsız zirai teşekkUllerin bu amaç­

ların

gerçekleştirilmesine çalışmalannı

ve bu meyanda

mesela Türkiye Ziraat Odalan Birliğinin bir tanm refor­ mu semineri düzenliyerek konunun tefernıatına ıait husus­

larda ilmt çalışınalar yapmasını faydalı buluruz.

TÜRKIYE'DE ENERJI KAYNAKLARI VE PETROL TVRKtYE'DE ENERJİ KAYNAG-1 OLARAK HAM PETROL"Ü11ÜZüN GELECEGİ Enerji k aynağı olan ham petrolüroüzün durumunun iyice anlaşılabilmesi için bunun, dünya ve Türkiye enerji .

-

125

-


kaynakları arasındaki yerini bilmenin yararlı olacağı dü­ �üncesiyle, asıl konuya girmeden önce. kısaca bu nokta üzerinde durmak uygun görülmüştür. 1 -

DÜNYA ENERJİ KAYNAKLARI :

Düinya enerji k aynaklan eski ve yeni olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. a) Eski Enerji

Kaynaldan :

ı - Taş kömürü enerjisi

2 - Petrol enerjisi 3 - Tabii gıa.z enerjisi 4 - Hidroelektrik enerjisi 5 - Nükleer enerji

b) Yeni Enerji KaynaikJan

ı -

:

Jeotermik enerji

2 - Güneş enerjisi 3 - Rüzgar kuvveti enerjisi 4 - Gel-git enerjisi 5 - Daniz sularının termik enerjisi Dünyadaki ülkelerin büyük bir kısmı, enerji ihtiya� ­

larını kömür, petrol, tabii gaz ve su kuvvetinden, bilinen usul ve vasıtalarla karşılayarak çeşitli şekillerde faydalan­ maktadırlar. YaJmı bir gelecekte Nükleer enerjiden, telmik ve ma­ liyet bakımından ekOillomik bir şekilde yararlanma imkanı arttıkça, bu tip en,erjinin, halen mevcut diğer enerji rezerv_ lerniin tükenmesini geciktirnıek gibi bir yardımı da doku­ nacaktır.

Eski enerji k aynaklarına olan dünya enerji ihtiyacı aşağıda gösterilmiştir.

- 126 -


Kaynaık Taş kömürü Petrol Tabii gaz Hidroelektrik Nükleer TopLam

1955

1965

1975

1985

% 50.5 %31.7 % 10.5 % 7.3

%39.0 % 37.8 % 14.1 % 8.2 % 0,9

% 30.1 % 40.5 % 17.8 % 7.6 % 4.0 .

%25.0 %37.0 %25.0 % 7.0 % 6.0

100.0

100.0

100.0

100.0

Kaynak : «lndustrie du Petrole» mecmuasının Eylül 1959 ·sayısı, 48 inci sayfa. Bu cetvelin tetkikinden, her 10 yılda bir yapılan tah­ minlere göre, dünyada petrol enerjisine olan ihtiyacın di­ ğer enerjilere nisbetle daha fazla olduğu anlıruıılır. YENİ ENERJİ KAYNAKLARI : Birinci grup enerji

kaynaklarına malik olmayan memleketler, pek eskiden be­ ri bilinmekte olup, bunlann bazılan çok eski zamanlarda da insamlar tarafından kullanılmış olan bu ikinci grup enerji kaynaklarını yeniden ele almışlar ve bunları arayıp bulmak ve onlardan faydalanmak yolunu tutmuşlardır. Dünyanın bir çok yerinde Gayser ve Füınorol'lerin varlığı bu konuda. yardımcı bir rol oynanuştır. 00yük miktarda bol, ucuz ve devamlı enerjiye olan ihtiyaç dalayısile bu ye­ ni enerji kaynaklan modern teknik ve bilimin ışığı altın­ da geliştirilip kullanılınağa başlanmıştır. Yeni Zelanda, Izlanda. İtalya ve B. Am,erika gibi mem­ leketler jeotermik enerji kaynaklarını başan ile geliştir­ mişler ve işletilmesine başlamışlardır. Bu enerjinin, diğer bütün enerji kaynaklarının en ucuzu olduğu hesaplanmış

·bulunmaktadır. İsrail, İspanya, İtalya, Hindistaın ve Japonya güneş .enerjisinden faydalanma yollarını tutmuşlardır. Rusyada - 127 -


da bu alıanda çalışmalara önem verilmekte olduğu bilin­ mektedir. Fransa ve Hollanda'da rüzgar kuvvetinden, gel-git ve deniz sularınıın termik enerjiısinden yararlanmak için ol­ dukça önemli etüdler yapılarak bazı yönlerde tatbikatı y.a-­ pılmağa başlanmıştır. ll - TVRK1YEN1N

ENERJİ KAYNAKLARI :

Memleketimizde eski ve yeni enerji kaynaklan şu şe­ kilde bölünebilir : a) Ticari olan enerji kaynaklan : Taş kömürü, linyit,. petrol, ihidrolik. b} Ticari olmayan enerji kaynaklan : Odun, tezek ( ahır gübresi ) ve tarım a.rtıklan. c) Etüd ve Araştırma halinde olan ltıaynaklar : Jeo­ termik enerji, tabii gaz ve nükleer enerji. d) Etüdlerine henüz başlanınamış olan enerji kay­ nakları : Deniz sulannın termik enerjisi, gel�git enerjisi, rlizgir kuvveti enerjisi ve güneş enerjisi. Elektrik Işleri Etüd İdaresinin 1956 yılında yayınladı­ ğı broşürde muhtelif enerji tüketim nisbetleri ile Dünya Enerji Konferansı Türk Milli Komitesinin 1959 da tertip­ lediği Seminerde hazırladığı notlara göre : E1Et

Taş kömürü Linyit Petrol mahEulleri Hidrolik

(1956) % 29.6

Odun

%10.0 %10 .5 % 0.7 %17.5

Tezek

% 22 .7

Tarım artıkları - 128 -

THK

(1959)

%31 % 19 % 12 % 3 % 14 % 19


Türkiyenin ticari olan enerji kaynaklarının kullanılış oranları, 1966 da tPRA.Ş şirketinin yaptığı hesaplara göre :

1962 1963

Taş kömürü Linyit Petrol mahsulleci Hidrolik

1964 1965

%40 % 20 %34 % 6

% 37 %19 %35 % 9

%35 % 21 %36 % 8

%33 % 19 %41

100

100

100

100

% 1

olmuştur.

Yukandaki üç tablonun rakamlan tetıkik edildiğinde 'l'ürkiyenin enerji ekcnomisinin, uzun yıllar, memleketi­ nıizde üretil.mekte olan taş kömürüne ve linyite dayanmış olduğu görülür. Bunu tezek (ahır gübresi) ile odun takip eder. Bu siüre içinde petrol ürünlerinin tüketimindeki artış başlangıçta sadece motorlu taşıt alaaılannda olmuştur. O zamandan bu yana, çeşitli endüstri alanlannda, tarım sek­ törlerinde, ısıtma işlerinde kullanılmıağa başlanmıştır. Bu balısin «tüketim» bahsinde görüleceği üzere memleketinllzde , yerli mahsul Fuel Oil'in kömür yerine lrullanmağa başlanması ancak son yıllarda Batman'daki modern rafinerinin kurul.mıasından sonra, o da pek malıdut olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Görülüyor ki bu akaryakıtın yurdumuzda endüstri­ yel enerji kaynağı olarak kullanılması henüz pek yenidir. BunUI!lla beraber memleketimizde Fuel Oil'deki, yavaş da olsa, artışın Batman Rafinerisinin yerli ürün imkanını enerji piyasa�ına arzetmesinden ileri geldiği bir gerçektir. -

129

-

F: 7


JEOTERMIK ENERJI : Yurdumuzda M.T.A. Enstitüsü yeni enerji grubunun jeotermik kısmı ile ilgilenmiş, bir kaç yıldan beri bunun etüdlerine başlanuş ve Kayseri, Eskişehir havıalisinde ba­ zı çalışmalarda bulunmuştur. M.T.A. Enstitüsü 5 Yıllık Kalkınma Planında, burkonuyla ilgili olarak, bütçesine pa­ ra koymuş ve memleketimizde jeotermik enerji etüdlerini geliştirmek maksadıyla, yıabancı uzmanlar da angaje et­ mek suretiyle çalışmalanna başlamıştır. Devam etmekte olan bu çalışmalar sırasında, ilk olarak Sarayköy (Deniz­ li) , ve Çubukdağ (Aydın) arasında Kızıldere köyü yakı­ nında, 12 Mayıs 1968 tarihinde, tabii buhar bulunmuştur. Bu buhıar sıcak su ile birlikte çıkmaktadır. Bugünkü du­ rumda ısının (180 C) derece olduğu taJhrnin edilmektedir. Buhann kuru olması tercih edildiğinden. şimdilik, .su mik­ tannın azalması veya tamamen kesilmesi beklenmektedir. Ondan sonra buhann tazyik ve ısı derecesi ölçülerek eko­ r.omik değerinin tayin edilmesine çalışılacaıktır.

Tabii

Gaz :

Türkiye'de tabii gaza, ilk defa, Trakyada Mürefte ya­ kınında petrol arama maksadıyla, MTA Petrol grubu ta­ rafından açılan 1 numaralı sondaj kuyusunda, 120-125 metreler arasında, 9 ve 12 Mayıs 1936 tarihlerinde raslan­ rnıştır. Kuyudan fışkıran gazım ilk gün 85.000 m3 olduğu, ertesi gün 17.000 m3 e indiği ve daha sonra 51.000 m3 e yükseldiği, zamanla tamamen arkasının kesildiği görül­ müştür. Daha sonra muhtelif tarihlerde Istanbul Tabii Gaz Şirketi ve Turkish Gulf Oil Şirketi de sondajlar açmak suretiyle tabii gaz aramaları yapınışiarsa da müsbet bir sonuca varamamışlardır. Halen Türkiyede sondaj kuyuları açmak suretiyle pet- 130 -


rol arayan şirketlerin hiç birisi bu 'alaında, şimdilik, olum­ lu ve ekonomik bir neticeye ulaşamanuşlardır. Bununla beraber kapalı olan sahalarda sondaj_ kuyu­ su açmak suretiyle petrol arayan M.T.A. Enstitüsü, Kars vilayetine bağlı Tuzluca kaza merkezine yakın Aras nehri kenarında Sürıne köyü yanıbaşm:ıda ve Iğdır-Tuzlu ca şo­ sesi üzerinde açmakta olduğu kuyuda 1631 m. de gaza raslamıştır. Şimdilik sondaja devam edilmekte olup ileri­ d(: borular perfore edilmek suretiyle kuyuda raslanan ga­ zın test arneliyesi yapılacaktır.

A tom Enerjisi :

Türkiyede nükleer enerji :i§leri, etüd ve koordinasyon çalışmalan ile Atom Enerjisi Komisyonu genel sekreter­ liği meşgul olmaktadır. Nükleer Eğitim ve Araştırma Merkezi, İstanbul yakı­ mında Küçükçekmece'de bulunmaktadır. Atom deneme re­ aktörü halen etüd safhıasındadır. Dünya atom bilginleri ve atom alanında çalışanların tahminlerine göre atom enerjisinin, 1985 yılına doğru, pet_ rolün yerini tutabiieceği umulmaktadır. Tıabiidir ki o za­ mana kadar atom enerjisi her sahada, her çeşit teknik. maliyet ve bilhassa ekonomik tecrübelerle denenecektir. Bununla beraber 1985 yıllarında tioari ve ekonomik bir değer taşıması ümit edilen nükleer enerji de, tıpkı zama­ nımızda, birbirine rakip olan kara, deniz- ve hava yollann­ da kullanı1am. araç ve taşıtlarda olduğu gibi, diğer enerji­ lerden faydalanmayı hiç bir zaman durdurmayacağı, aksi­ ne, bütün enerji kaynaklan birbirinin tamamlayıcısı, bü­ tiinleyicisi ve yıardımcısı rolleri ve görevlerine devam ede­ ceği için nükleer enerjinin petrol endüstrimize karşı bir tehlike teşkil etmeyeceği muhakkaktır. - 131 -


PETROLUN NüKLEER ENERJİYE OLAN

üSTONLüCü :

Nükleer enerji, yukarıda sözü geçen olumlu yanlan­ na rağmen, petrolün distilasyonundan elde edilen müştak­ Iardan (Lubricating Oil) denilen madeni yağlar bakımın­

dan petrolün yerini tutamıyacaktır. Çünkü, bugün her sa­ hada kullandığımiz her çeşit makina, motor, türbin vs. yi işletmek, çalışabilir

halde tutmak ve ömrünü

için petrolden elde edilen bir takım

uzatmak

ince ve kalın yağlarla

yağlamak şarttır. Bu bakımdaaı madeni yağlar konusunda petrolün, nükleer enerjiye bir üstünlüğü vardır.

m -

ENERJİ KAYNAKLARININ KARŞILAŞTffiiLMASI :

Enerji kaynaklanndan ham petrolün. halen memle­ ketimi2de kullıaııılmakta olan diğer enerji kaynaklanndan taşkömürüne, liaıyite, oduna, tezeğe üstünlük arzetmesi,

( ahır gübresi ) göre

aşağıda sıralanan

sebeplerden ileri

gelmektedir. a)

Kalori :

Bu bakımdan ham petrol diğer yakıtlara

nazaran daha yüksek kaloriye sahiptir.

Yapılan deneme

hesaplarına göre : En iyi bir kg. Linyitin »

»

))

»

)) ))

»

»

»

))

»

))

ortalama kalorisi

))

Taşkömürlin

))

))

»

Akaryakıtın

»

»

Odunun

»

»

Tezeğin

»

))

)) ))

6.000 8.80(} 11.000 2.850 2.300

dür. b)

Randıman : Kömür yakılan bir kazan ocağının ran­

dımanı % 60 ı geçmediği halde akaryakıt kullanan ocağın­ ki 7o 80 i bulur. Yakılan bir kg. taşkömürü kazana :

- 132 -


8.800 X 0.60 11.000 X 0.80

= =

5.280 kalori verdiği halde, ı kg. mazot : 8.800 kalori verir.

Bu bakırndaın bir oranlama yapılırsa :

8.800

5.280

:

=

ı.7 eder.

Bu da bir kg. akaryakıtın, taşkömtiründen takriben blr buçuk kere daha fazla bir iş gördüğünü göstermekte­ dir. Bu konuda kabul edilmiş olan Uluslararası rakam ı.52 olup, 1000 ton petrol 1520 ton taşkömüıiine eşdeğerdir. ı ton linyit

=

0,4 ton taşkömüre, 1000 mJ tabii gaz

=

1 .3

ton taşkömüre, 1000 Kwh = 0.5 ton tıaşkömüre eşdeğer­ dir. Odun ve tezek randımanları çok düşük olduğundan bu­ radaki karşılaştırmada nazan itibara alınmamıştır.

c) Doldurma, Boşaltma ve Nakil : Bu ameliyelerde akaryakıtlar tulumba ( pompa)

lar

yardımıyla bir tek kişinin nezareti altında tanklara, tan­ kerlere, sahrınçlı kamyon ve vagonlara süratle doldurulup boşaltılabilmektedir. Böylece el emeğinden ve zamandan tasarruf edilebilmektedir. Müstahsil kuyulardan toplama tanklanna borularla kolay ve süratli bir şekilde taşınabi­ lir. Karadaki nakliyatta uzun mesafeler için pipe-line de­ nilen

boru hatlan

kullanılır. Taşınacak akaryakıtın mikta­

rı, cinsi ve gravitesine . göre bu boru değişiktir. Ortalama olarak,

hatlarının çapları

pipe-line ile taşıma ücreti,

salır:mçlı vagon ücretlerinden % 50.

sahnnçlı

kamyonlar­

dan % 60 daha ucuzdur.

4) Fiatlar : ı

-

Ham

petrol : Yerli ( ortalama) ı50 TL/m. ton

ithal 2

-

»

ı35

»

»

»

Petrol malısulleri : Ana depo fiatlan olup Anka­ ra, İzmit ana deposuna bağlıdır.

- ı33 -


:lz:m.it

ana

depo

(kilo)

(litıre)

136.79 K/kilo 95.1 5 » » 95.40 » »

Benzin Gazyağı

Motori:n Fuel Oil fiatı serbest bı:rakılmıştır.

3

-

Taşkömüri.i Kok

Linryit Briket

4 - Odun

Ankara bayileri

114.00 K/litre 89.40 » » 94.60 » »

229 TL/ton Ankara deposunda 210 » :. :. :. 163 :. » » • » 200 » » 19-20 K/kilo

Ayrıca petrol, konduğu kabm şeklini :alarak hacımda boş bir yer

bırakmadığı gibi tozsuz olduğu için oldukça

temiz bir iştir. Halbuki kömür ve linyit katı olduğu için çok yer ıkaybına sebep olur. Üstelik tozlu ve pis bir işte bir · kaç kişinin çalışmasını icap ettirmektedir. Yukarıdaki açıklamalardan ham petrolün, taşkömürü­ ne, linyite,

odun ve tezeğe bir çok

bakımdan üstünlük

arzettiği kendiliğinden anlaşılmaktadır.

IV - TVR.IUYENIN HAM PETROL İHTİYACI : Türkiyenin enerji kaynaklarmdan ham petrole olan ihtiyacı. şimdilik, yerli istihsal ve ithal malı ham petrol ol­ m ak üzere iki kaynaktan temin edilmektedir. 1963 ile 1967 yılları arasında son beş yıllık

ham petrol ihtiyacımızın

miktarlan şöyle olmuştur.

Yıl 1963 1964

Yerli istihsal 774.933 ton 921.416 »

İthal malı ham petrol 2.893.515 ton 3.540.794 » - 134 -

Toplam 3.638.448 ton 4.462.210 »


1965 1!:}66 1967

1.532.484 2.041.121 2.728.120

3.048.983 3.112.484 3.036.580

» » »

»

))

5.153.605 5.764.700

» »

»

Not : Y'erli istihsal yükselmekte devam ederken ithal ma­ lı 3 mily<m ton civarında duraklamakta olup yıllık tüm ihtiyaç ortalama 5-6 milyon ton arasındadır.

a) Yerli Ham Petrol lstihsal Eden Şirlketler : Halen, Tüvkiye'de ham petrol istihsal eden ikisi Türk, ikisi yabancı olmak üzere dört müsta.hsil şirket vardır. Bunların 1963-67 arasındaki istihsal miktarlan aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

TPAO Yıl

Ton

1963 1964 1965 1966 1967

612.548 631.584 701.116 765.599 991.287

ERSAN MOBİL Ton 'I'on 13.142 30.544 41.299 41.173 47.951

56.886 158.298 443.304 521.369 632.135

SHELL Ton 62.377 100.990 348.172 712.980 1.056.747

Toplam

Ton

744.933 921.416 1.532.484 2.041.121 2.728.120

Tablodaki istihsal rakamları tetkik edildiği zaman, yerli ham petrol i'stihsali bakımından T. Shell şirketi birin­ ci, TPAO ise ikinci g.ei:mektedir. Toplam rakamlar ise beş yıl içinde 'her yıl, takriben % 25-30 oranında bir artış gös­ termektedir. Bu tempo ile devam edilirse 1968 yılında yerli ham petrol i'stihsalimizin 3-1/2-4 milyon tona yükseleceği beklenebilir. 1969 yılında, yerli�stihsalimiziın, ilk hedefimiz olan beş milyon tona ulaşması kuvvetle umulmaktadır.

b) ithal Malı Ham Petrol : · Dış memleketlerden Türkiyenin ihtiyacı olan ham pet­ rolü İPRAŞ (İstanbul Petrol Rafinerisi A.Ş.) ile ATAŞ (Anad.olu Tasfiyehanesi A.Ş.) şirketleri temin etmektedir. - 135 -


A.şağıdaki tablo, bu iki şirketin son be§ yıl ( 1963-67) içinde Türkiye'ye ithal ettikleri h.ıa.m petrol miktarlarmı ay­ rı ayrı gösterdiği gibi, ithal malı ham petrolü hangi mem­ leketlerden getirmiş olduklarını da göstermektedir. Şirketler 1 - IPBAŞ

1963

1964

1965

1966

196'7

(ton)

(ton)

(ton)

(ton)

(ton)

974.447 1.185.899 1.256.721 1.426.151 1.112.060

Gas Saran ( İran ) Salaniye

( S . Arabist&A)

2 -

ATAŞ

Kerkük

1 .057.942 1.124.613 1 .792.262 1.686.333 1 .924.520

( Irak ) Katar

Toplam

Not

:

861.126 1.230 282 2.893.515 3.340.794 3.048.983 3.112.484 3.036.580

1967 Arap - İsrail buhranı esnasında Libya ve Ni­

jerya'dan da bir miktar ham petrol ithal edilmiştir. İthal malı ham petrolün beş yıllık miktarlarında. üç milyon ton civannda bir duraklama ve 1967 de, az da olsa,

bir düşüş göze çarpması yerli istihsalin artma·kta olduğu­ nun bir işareti sayılabilir. Bu suretle ihtiyacmuzdaki açı-k yıldan ·yıla artmakta olan yerli istihsalle kapatılma yolun­ dadır.

V - TVKETtM : Türkiyenin son beş yıllık petrol mahsullerinin fiili tü­ ketimi aşağıdaki tabloda gösterilmiştir : Petrol Mahsulleri

1963

1964

1965

1966

196'7

( ton)

( ton)

( ton)

( ton)

�ton)

nafinerri. yakıt gazı

LPG N afta Oto benzilıi

8.766

21.522

46.292

45.308

55.706

80.156

107.656

20.883

47.236

17.897

28.752

42.972

515.737

548.141

606.457

7&1.593

796.911

- 136 -


Jet yakıtı

Gaz yab

88.095

175.375

449.097

463.617

436.046

421 .873

392.206

1.455

1.928

2.480

2.631

2.682

Solvent

M otorin

875.470

Fuel Oil

578.719

720.318

915.262 1.962.465 2.032.644

Asfalt

116.062

105.563

124.504

Toplam

999.220 1.084.705 1 .269.815 1.259.098 138.823

185.864

2.566.185 2.907.545 3.233.643 4.799.511 5 .051 .114

Bu tablodaki rakamların tetkiki, her cins mahsulün yıldan yıla artarak tüketilmesi ve bl.I.'Ilun yılda

5 milyon to­

na ulaşma.sı Türkiyenin petrolleşmekte yani endüstrileş­ melde olduğunun mutlu bir delilidir. Bu mahsuller memleketimizde halen

fıaal bulunan

Batman (TPAO) , İzmit ( 1PRAŞ) ve Mersin (ATAŞ ) gibi ÜG rafineri<te işlen,en yerli ve ithal

malı ham petrollerden 1967

elde edilmelı::tedir. Bir öm.ek olarak bu üç rafineride

yılı içinde işlenen yerli ve ithal ham petrol miktarlan ile elde edilen mahsullerin miktarlan aşağıda gösterilmiştir.

a) 1967 de Raiınerileriinizde tşlenen Ham Petrol : Ton Batman (TPAO )

Yerli

lzmit (lPRAŞ)

Yerli

İthal

Yerli

Mersin (ATAŞ)

ltıhal

Yerli

Toplam -�ı

.

"

İthal Türkiye yekunu

ı- 137 -

Ton

693.237 415.376 1.111.529

693.237

1.526.905 1.341.054 1.915.967

1.526.905

3.257.021 2.449.667 3.027.496

3.257.021

5.477.163

5.477.163


b) Bu üç rafineride işlenen ham petrollerin distilasyo­ nu sonucunda üretilen mahsullerin cins ve miktar ları : Ra.fineri yakıt gazı.

LPG Nafta (LPN) Benzin Jet yakıtı Gaz yağı

Solvent Motocin Fuel Oil No. 4 Fuel Oil No. 5 Asfalt Genel yekfıın

55.706 ton 107.656 » 42.972 » 796.911 » 175.375 » 392.206 » 2.682 )) ı259.098 )) 44.523 » 2.258.121 » 185.864 » 5.321.114

»

Ham petrol, distilasyon ameliyesinde bir miktar fire verir. Umumiyetle bu fire % 0.97 - % 1

olai'Iaık kabul

olunmaktadır. Üretilen mahsullerin, füli tüketimden fazlası gelecek devrede kullanılmak üzere stok tanklannda depo edilerek s aklanır.

VI

-

BAM PETROLLERIMIZ :

Türkiye, petrol bakımından üretici bir ülke olarak Dünya Petrol Edebiyatına, Uluslararası Petrol İstatistik­ lerine ,1954 yılında 6326 sayılı Petrol Kamunu.;.ıun neşrin­ den sonra girmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere bu Kanun ile memleketimizde petrolün istikşafı ,aranması, işletilmesi, nakli, rafinajı vs. gibi pet­ rol ameliyatının serbt>st rekabet üzerine kurulu. hükmi �ahsiyeti haiz şirketler tarafından yapılması kanunlaşmış­ tır.

- 138 -


Gerçekten bu şirketler kurulup petrol arama faaliye­ ti'ne geçtikten sonra 305.161 ton yıllık istihsal ile Türkiye, dünyıa petrol müstahsili ülkeler arasına, ilk defa olarak , 1956'da 51 inci miistahsil bir memleket olarak katılmıştır. O zamandan bu yana, her yılın dünya istatistiklerinde pet­ rol istihsalimizin ıneşrine muntazaman devam edilmiştir. Ve 1967 yılı içinde istihsal olunan yerli petrolümüz, 2.728.120 ton ile 1968 yılı başında 29 uncu sıraya yüksel­ miş bulunmaktadır .Bu ise, bugünkü kendi petrol ihtiya­ cımızın % 54 üne tekabül etmektedir.

Batman-Dörtyol arasına döşenerek 1967 başında işlet_ meye açılmış bulrmaın ve günlük taşıma kapasitesi 70.000 varil olan 494 km. uzunlukta, 18 puslu.k pipe-line hattma 1968 de iiave olunan 28 km. uzunluktaki 12 pusluk Garzan - Batman ve 42 km. uzunlukta Şelmo-Batman terminaline b::ığl anan yeni iki boru hattı ile 1968 de yerli istihsalimizm daha da artacağı, muhtemelen 3-1/2 - 4 milyon tona ula­ şacağı ve bu suretle yerli istihsalimizin, petrol ihtiyacımı­ zın % 65-70 e çıkması ve uluslararası sıramızm da 25 e yükselmesi beklenmektedir. Normal çalışma devresine girmiş bulunan pipe line'­ !anmız bugünkü tempo ile iş görebilm e şartıyla, pek ya­ kın bir gelecekte belki de önümüzdeki yıl, ilk !hedefimiz clan yerli istihsalimizin beş milyon tona eriş eceği kuvvet­ : c tahmin edilmektedir.

TüRKlYENİN PETROL UITtM.AL VE tMKANLARI OLAN A.RAZtSt Türkiyenin yüzölçümü 767.000 km2 dlı'. Bunun 307.000 km2 si petrol imkin ve ihtimali olan sediıruınter = rüsu­ bi = tortul arazi olup umumi yekilnun % 40 ını teşkil et­ nıektedir.

- 139 -


Petrol aranması bakımından bütün Türkiye 2774 sa­ yılı kararname ile dokuz bölgeye ayrılmış olup bunuın ye­ disi aramalara açık, diğ�r iıkisi gelecek nesillere tahsis edilmiş ve şimdilik araınalara kapalı bulunmaktadır. Kapalı olan III ve IV sayılı bölgeler hariç, yedi böl­ genin rüsubi kısmının yüz ölçümü 218.000 km2 dir. BU bölgelerde 14 şirketin aldığı arama ruhsatnamelerinin yüz blçümü tutarı ise 1968 yılı başmda 35.380 km2 idi ki bu rakam sedimanter sahalann, yaklaşık olarak. % 12-14 üınü teşkil eder. Demek ki daha % 80-85 1mdar aranabilecek se_ dirnanter arazimiz mevcuttur. Aramağa açık bulunan bölgelerde 150 den fazla strük­ tür tesbit edilmiştir : I inci (Marmara)

35 adet strüktür 55 » » * 49 » » 15 »

Bb1gesinde

V inci (Siirt) VI ncı ( Gaziıantep)

» »

VII nci (Adana)

»

154

»

»

Jeolojik etüdleri ikmal edilmiş buluınan bu strüktürte­ rin bazılarında jeofizik etüdler

tamamen yapılmamıştır,

yahut kısmen mağnetometre, kısmen gravimetre ve bazı­ larmda sismik etüdler �ncak yapılabilmiştir. Bu strüktür­ lerde daima petrol bulmak mümkündür. Şimdiye kadar, memleketimizde

sedimanter arazide,

Jeolojik bakımdan, üçüncü zaman arazisi Eosen resifleri ile ikinci zaman Kretase formasyonlarında olmak üzere iki Birinci zaman arazisi,

ayrı seviyede petrol bulunmuştur.

Permo-Karbonifer ve Devon arazilerinde henüz petrol bu­ lunmamıştır. Mamafih bu devir arazide de çok ümit verici emareler bulunduğu g�bi strüktürler de tesbit edilmiş du­ rumdadır. - 140 -


Y'eniden derin sondaj kuyulan açmak suretiyle pet­ rol aranacak sahalarımızdan birisi de Trakya ve Gelibolu havalisi, ikincisi deniz içinde ( off-shore) sondajlan açmak için müsait Mamıara denizi lm zey kıyıla rı körfezi Mersbı arasındaki sahillerdir.

ile

İskendenın

REZERVE : Türkiye,

bilinen ve muhtemel petrol rezervi potan­

siyeli bakımından, Rusyadan sqnra Avrupada ikinci ülke­ dir. «Th e Oil and Gas Journal» adlı mecmuanın 26 Am.l.ık 1966 sayısından alınan resmi rakamlara göre, Türkiyede Etüdü tamamlanmış olan sahaların tesbit edilmiş ve muh­ lemel rezerv toplamının 1

milyar variJI

yani takriben 150

milyon ton olduğu yazılıdır. Oysa o zamandan bu yana Şahaban, Batı Kayaköy, \!e Şelmo gibi yeni sahalar bulunmuştur ki bu yeni keşfe­ dilen sahaların rezervleri ile bu

toplarnın 3-3-1/2

milyar

varile yükseldiği tahmin edilmektedir. Bu ise yaklaşık ola­ rak 500 milyon tona tekabül etmektedir. Bugünkü teknik araçlarla bunun çıkarılabilir kısmı ise % 15 hesabı ile 75-80 milyon ton eder. Bu miktar, bugünkü petrol tüketi­ mimiz gözönünde tutulursa, 20 yıl kadar bir süre ihtiyacı­ mıza yetebilecek ve bugünkü tempo ile çalışan petrol en­ düstrimizi 20 yıl kadar besieyebilecek ve yaşatabilecektir. Ne var ki. endüstrimiz geliştikçe, modern kara, hava ve deniz taşıtlarımız çoğaldıkça ve nihayet çeşitli sanayi kollan ile tarım sektörlerimiz makİnalaştıkça petrol mah­ sulleri ve dotayısile ham petrollerimizlin tüketimi de o öi­ çüde yıldan yıla artacaktır. Fakat bu süre içinde, aynı za­ manda, müstahsil kuyuların adedi de çoğalacak ve yeni sahalarda umulmadık keşiflerle ham petrol üretimimiz o nisbette kabaracaktır.

- 141 -


TÜRKİYEDE BIR YILDA AÇliAN KUYU ADEDİ VE ALINAN SONUÇLAR Son beş yıl içinde, memleketimizele petrol bulma amacı ile her yıl ıaçılan sondaj kuyularının adedi ile bu kuyularm açılması için kullanılan rotary sondaj makinalarının sayısı ve alınan sonuçlar şöyle olmuştur :

Yıl 1�-l63

1964 1965

1966 1967

Rotary

Açılan

maıkina

kuyu

kuyu

kuyu

sayısı

sayısı

sayısı

sayısı

25 27 43

24

50 45 77 72

19

75

ll 13 26

Petrollü

30 53

Kunı

Metraj

25 84.178 ·ı 81.004 s 23 (ll devam) 141.621 39 ( 3 devam ) 126.822 16 ( 6 devam ) ll4.891

Tablonun tetkiki arama, inkişaf, tesbit ve enjeksiyon kuyuları dahil, SQn beş yılda açılan kuyuların sayısından yurdumuzda bir yılda ortalıama 60 kuyu açılabiidiğini ve her kuyunun ortalama derinliğinin 1800-2000 metre oldu­ ğunu belirtmektedir. Açılan kuyuların, inkişaf kuyulan dahil, % 50 sine yakın kısmının petrollü oluşu çok sevin­ diricidir. Fakat çok büyük ümitle beklenen yeni keşifler olduğu takdirde, hesaplar ona göre, bunlaru. ekleneceğı için, bu da büyük bir kaza.�ç olacaktır. Şimdi sadece arama sondaj kuyuları ele alınırsa, pet­ rollü kuyularımızın �J.yısı % 10.4 ü bulmuştur. Yani, yüz adet arama kuyusundan on adedi petrollüdlür. Bu da bu amaçla · açılan bütün dünyadaki arama kuyulannın yüzde­ lerine tekabül etmektedir ki bu bakımdan çalışmalarımız tebrik ve takdire layıktır. Müstahsil k:uyulanınızın toplam sayı.sı 1968 başında 295 idi. Bunlarm her birinin, günlük verimi, şimdilik, orta- 142 -


lama 30 ton kadardır. Bu miktar azdır. Bir yılda açılan kuyu sayısı 4 misline çıkartılır ve her kuyunun verim i 2 katma, yani günde 60-70 tona yü.kseltilirse, ancak bekle­ diğimiz sonuca ulaşabiliriz.

\'Il

-

HEDEF YILDA 10 1\IİLYON TON

Dünya petrol konjüktüründ.e tesirli bir varlık olabil­ memiz, yerli ham petrolüınıüzün kendi ihtiyaçlarımızı kar­ şıladıktrun. soruıa d� memleketlere ihracatı ile ancak müm­ kün olabilir. Halen faaliyette bulunan açık bölgelerde ar3.ll1A ama­ cıyla her yıl aralıksız açılan petrol sondaj kuyulıarınd.an el­ de edilebilen istihsale, yeni sahalar ve yeni keşiflerle ar­ tan istihsalin ortalama·sını eklersek ve bunun yaronda ka­ palı bölgeler potansiyelimizi göz önünde bulundurursak umutlu olmamamız için .hiç bir sebep yoktur. Ancak, bugünkü bilgilere göre, jeolojik

durum ve pet­

rol formasyonlan bakımından bunların Ortadoğu ülkele­ rinde, özellikle Irak, İran, Suudi

Arabistan ve Kuveyt'te

görülen verimlilik derecesini, şimdilik tuttur3Jll1 ayacağı sa­ mlmaktadır. Fakat aşağıda açıklanan tedbir ve çareler sa­ yesinde, 5-10 yıl gibi kısa bir zaman zarlında, yerli ham petrol istihsalimizi hiç olmazsa on milyon tema yükselte­ biliriz. Yılda 10 milyon ton istihsal hedefine ulaşabilmek

için :

A L l N A C A K T EK N I K V E M A L I TEDBİR VE ÇARELER Bugün Türkiyenin yıllık ham petrol ihtiyacı beş mil­ yon ton civarındadır. Yerli istihsalimiz, şimdilik, bunun %

54. ünü temin etmektedir. Normal çalışmalarına başlayan - 143 -


pipe-line'larımız sayesinde bunu pek kısa bir zamanda, beL ki de 1969 dıa yüzde yüze çıkarabiliriz. Yılda 5 milyon ton istiıhsale eriştikten sonraki hedef olan 10 milyon tona yük­ selrnek amacıyla alınacak tedbirler arasında, 5-10 yıl sta­ tükonun muhafazası gelmektedir.

1

-

Statükonun muhafazası :

Türkiy,e, petrol endüstrisi bakımından, petrol arama­ sı, istihsali, nakli, rafinajı, pazarlaması . gibi endüstrinin çeşitli ana kollarında emekleme devresini geçirip gelişme devresine girmiş bulunmaktadır. Her alanda ekonomik ve sınai kalkınma bamlesi için­ de bulunan ve olguaılaşma hamlesi içine girmek üzere gay­

ret sarfeden bir memleket için, petrol endüstrisi alanında hiç olmazsa, ikinci hedefimiz olan 10 milyon tonıa ulaşın­ caya kadar, en azdan 5-10 yıl aynı tempo ile kesif bir şe­ kilde çalışınağa devam etmek gerekir. Aksi takdirde bu endüstri kolu duraklama devresiıne girer ve her şeyi felce uğratır vebozulan durumu düzeltmek için, işe yeniden baş­ lamak suretiyle bugünkü duruma gelebilmek için tekrar 15-20 yıl beklemek gerekir. 7-8 kolu olan ve her bir kolun­ da milyarlarca lira masraf isteyen bu endüstriniın sondtı.j makinası ve malzemeleıini ve bilhassa creva.mlı olarak çol� sarfiyatı olan bonıları, rafiDeri !ünitelerini ve laboratuvar malzemesini imal edebilecek bir tek fabrikamız yoktur. Bu durum karşısında, petrol enaustrfmizin C:leva.mlı yükselip gelişme ve olgunlaşmasını temin içim., en ıazdan 5-10 yıl daha bugünkü durumu muhafaza ederek ayni statüko ve tempo üzerinden çalışmalarımıza devam etmekle beraber eksikliklerintizi tamamlamak üzere 5-10 yıllık bir program hazırlamak ve yurdumuzda mevcut ve yeni kurulacak fab­ rikalarda petrol sondaj makina ve malzemeleri. bilhassa - 144 -


sondaj ve pipe line borulan ve gerekli her türlü rafineri ünitelerinin ve laboratuvar cihazlarmın yapılmasına başla­ mak gerektir. 2. Yurdumuzun topraklan altında Türkiyenin ihtiya­ cına yetecek ve hatta ihrac edebilecek miktarda petrolün mevcudiyeti jeolojik bakımdan tesbit edilmiş olduğundan halen faaliyette bulunan bölgelerdeki müstahsil sahaları­ mızdaki çalışmalann : a - Petrol endüstrisinde mevc11t usul ve metodlara, b - Kuyu veriminin muhafazası ( konservasyon ) kai­ delerine, c - Kuyularm verimlerinin karşılıklı (enterferans) tesirlerine, riayet etmek suretiyle çok miktarda (bugün.kü­ ııün 4-5 misli ) sondaj kuyusu açmak ve bunlan devam et­ tirmek yoluyla verimlerini arttırmak, 3. Çok sürprizlerle dolu olan yeni sahalarda <!a ayni şekilde ayni şartlara riayetle çok miktarda kuyular açmak suretiyle yeni keşifler yapmak üzere büyük gayretler sar­ ietmek ve böylelikle : İkinci Ramanlar, tkinci Garzanlar, İkinci Kayaköyler, Irurkanla.z:, Beykanlar ve nihayet ikinci Şelmolar ve ikinci Bulgurdağlar bulmak lAzımdır. 4. Büyük ve küçük şirketlerin bilgilerini, mali ve tek­ nik güçlerini birleştirmek ve dotayısile daha başarılı iş!er görmek üzere ( Farm Out) anlaşması yapabilmelerini ko­ laylaştırmak suretiyle teşviki ve böylelikle sondajlarla petrol aramasını çoğaltmak ve ,hızlandırmak. 5. Dış sermayenin çok arzuladığı «jeint venture» ( % 51 Türk, % 49 yabancı) usul'i.i ile milli şirket sisteminin tatbiki yönüne gidilerek, her bir kolu milyarlar isteyen 7-8 dalı olan petrol endüstrimizi ·süratle olgunlaşma dev­ resine yaklaştırmak. 6. Ani, olağanüstü bir durum karşısında ve bir harp zuhurunda rafinerilerin, bir memleket için bilhassa Milli - 145 F : 8


Savunma bakımından ne büyük bir önem taşıdığını ayrıca belirtrneğe lüzum yoktur. Onun için bir memlekette pet­ rol rafinerilerinin kurulmasına,

mevcutların genişletilme­

sine gereken önemi vermek yerinde ve yararlı bir hareket olur. Memleketimizde halen faal bulunan Batman, tpraş ve Ataş rafinerileri vardır. Bunlara kurulmakta olan büyük İzmir rafinerisi ile projeleri yapılmakta olan Marmara ra­ finerisi ve tasavvur halinde olan İskenderun ile Karadeniz rafineri:leri eklenirse, ve bunların tamamlamarak hizmete girmeleri halinde ve tam kapasite ile çalışmalara başla­ dıkları zaman. petrol rafinerileri bakımından Türkiyenin durumu yeterli ve sevindirici bir hale girmiş olacaktır.

7. Halihazırda Türkiyenin en büyük pipe line hattının uzunluğu

=

boru

494 km., çapı 18 pus olan Batman-Dört­

yol hattıdır. Bunun bir yılda taşıyahUeceği azami kapasite

5 milyon tondur. Kapasite bakımından bugünkü yerli is­ ti:hsalimiz için bu hat şimdilik yeterlidir. Fakat, yerli is­ tihsalimizin miktan yılda 5 mi:lyon tonu g�cek olursa bu pipe line kafi gelmeyrecek ; yerli istihsalimizin miktanna paralel olarak, o zaman görülecek liizuma göre, ya aynı çapta veya değişik çaplı ikinci bir pipe line döşemek zoı::ıın­

da kalınacaktır. Bu ikinci hattın yolu eski hat olan Bat­ man-Dörtyol gü.zergahı olabileceği gibi, ihtiyaç ve lüzu­ ına göre başka yönlerde de döşenebilir.

8. Tekni:k eleman · : 7-8 kolu olan petrol endüstrisinin her bir kolunda 10-15 ihtisas da.lı bulunan (petrol jeolojisi, _ieofiziği, sondajı, istihsali, rafinajı, nakliyatı, pipe line'ı, tankerleri, satış ve tevzii, pa.zarlaması) alanlannda teknik personelimiz yeterli değildir.

Yeni personel yetiştirmek

gayesiyle Avrupaya ve bilhassa petrolün ana vatanı Ame­ Tika'ya bu konuda öğrenim yapmak üzere eleman gönder­ mek, yurdumU2Jd.a. bu endüstride çalışmakta olan teknik personeli bu .sl3Jıa.larda vuku bulan yenilikler ve yeni keşif-

- 146 -


lerle aşina kılmak ve görgülerini arttırmak amacıyla 2-3 yılda bir defa 2-3 aylık eğitim kurslanna tabi tutmak üze­ re bu memleketlere göndermek. 9. Gerek yurdumuzdan dış memleketlere ihraç edil­ mesi düşünülen ham petrol ve mahsullerini öz imkanları­ mızia kurulacak tanker filoları ile ihraç etmek, gerek dış ülkelerdan ithal edilecek petrol ve mahsullerini Türk bay­ rağı taşıyan vasıtalarla temin etmek üzere. şimdiden Tü:rlk tanker filosunu kurma teşebbüs'i.ine geçmek.

NETİCE : a) Yurdumuzun toprakJan altında Türkiye'nin ihti­ yacına yıetecek ve hatta ihraç edebilecek kadar petrol var­ dır. b) Türkiye, şimdilik, bilinen ve muhtemel petrol re­ zerv ve potansiyelleri bakımından, Rusya'daın sonra Av­ rupa'da ikincidir. c) Yer altında gömülü duran bu petrolleri yerin yü­ züne çıkarmak suretiyle yararlı ve değerli bir hale sokmak lazımdır. d) Bunun tahaklruku, yukarıda 9 m addelik teknik ve mali tedbirlerin alınması şartıyla, yıerli petrol istihsal he­ defimizi yılda 10 milyon tona çıkarmak üzere, 5-10 yıl da­ ha aralıksız olarak kesif bir şekilde çalışabilmemize bağlı­ dır. e) Aynı zamasnda, bu süre içinde, bu husustaki ek­ si,kliklerimizi tamamlıamak üzere, memleketimizde mev­ cut ve ileride kurulacak fabrikalarda petrol sondaj maki­ na · ve malzemeleri ve bilhassa boruları ve rafineri ünite­ leri ve tefernıatının imaline başlamak ve teknik personel sayısını şimdiki mevcudun 2-3 katına yükseltip bu alanda yetişmelerini temin etmek şarttır.


f) Gerekli tekınik personelin yetiştirilmesi için üniver_ sitelerimizde Petrol şube ve fakültelerinin sür'atle kurulup geliştirilmesi

18.zımdır.

g) Petrol kaynaklanmızı.n çoğu, yüksek graviteli ol­ ma vasfını muhafaza ettiği takdirde diğer mansulleri ile birlikte, Türkiye'nin bütün primer enerji kaynaklan ara­ hında en ön safta bulunacağından şüphe yoktur. h ) Modern tekniğin verdiği imkanlardan yararlanmak ve bu sahada yenilikleri ve yeni buluşları dikkatle takip ederek derhal tatbikine geçmek suretiyle çalışılırsa, petrol konusunda üstün başanya ulaşmamamız için hiç bir sebep yoktur. i) Ancak bu hedeflere ulaşıldığında petrol endüstri­ miz tamamiyle kendine yeter, gelişmiş ve olgunlaşmış bir hale gelmiş olacaktır. j ) Çok süratle kesif faaliyetleri icap ettiren bu he­ defe ulaşmak üzere çalışılırken, şimdiye kadar yapılan ça­ lışmalarımızı değerlendiren ve bundan sonra yapılacakla­ n etüd eden mühendis, jeolog. paleontolog, jeofizikçi, kiro­ yacı gibi petrolcüleri içine alan 10-15 kişilik daimi ve bü­ tün Türkiye'ye şamil bir petrol kurmayı demek olan bir «Araştırma ve Geliştirme Kurulu» nun teşkili yüksek mil­ li menfaatlerimiz bakımından çok l'üzumludur.

NÜFUS SlYASETlMIZ Bugün olduğu kadar gelecekte de, bir ülkenin nüfus ı:: iyasetiıne, iktisadi durum ve imk3.n.lar hesaba katılmadan yön verilemez. Nüfus politikacılan, nüfusun artış hızı ile ı:;eçim kaynaklan amsında bir çeşit ahenk kurmaya mec­ burdurlar. Bu iki asli unsur arasında muvazene tesisi fikri, ı:annedildiği gibi, Ingiliz iktisatçısı Thomas Malthus'e ait değildir. Bu ihtiyaç, sadece tarih öncesinin geri kalmış ce-

- 148 -


mlyetlerinde değil ; Eski Yunan ve Roma'da da kendini his_ settirmi§ti : Toprağın, artan nüfus yüzünden, bölünmesini ve atıl kalmasını önlemek gayesiyle,

Antik

Çağ düşünür­

lcri, sağlam in:sandan başkasının y'işaması ve yaşatılması­ na muarızdılar. 1798'de kaleme aldığı

«Essays--on Population» adlı

eseriyle Malthus, zamanla küllenmiş olan bu eski fikirle­ ri, memleketindeki hızlı nüfus artışının uyandırdığı endi­ şeyle, dile getirdi. Bu zata göre, dünya, yiyecek maddele­ ri istihsaline nazaran daha büyük bir süratle kalabalıkia­ şıyordu ve müstakbel bir sefalete müsaade edilmiyecekse. bu hızlı nüfus çoğalması, evlenme ve doğumların kısılma­ sı gibi, münhasıran insani yollarla ağırlaştınlmalıydı.

Ondokuzuncu asır boyunca gerçekleştirilen sanayi in­ kılabi sayesinde her sahada kaydedilen baş döndüriicü ge­ lışmeler, dünya nüfusunun, önceki deviriere kıyasla daha hızlı artmasına rağmen, daha yüksek bir hayat seviyesine ulaşması sonucunu doğurdu . Malthus doktrini temelinden sarsılmıştı ve bu doktrin, yüzyılın sonlarıına doğru, yerini, nüfus çağalışının devletlere siyasi ve askeri güç kazandıra_ cağı ve milli serveti yükselteceği yolundaki görüşe ter­ ketti. Şartlar, Birinci Dünya savaşından beri çok değişti. Dünya nüfusu, tıpta gerçekleştirilen terakkiler sebebiyle - doğumların ınormal seyrine devam etmesine mukabil, ölüınierin süratle düşmesi yüzünden - beşeriyet tarihinde misli görülmemi§ bir tempoyla çoğalmaya başladı. Gerçek­ ten, geçen asır zarfında bir milyar artan dünya nüfusu, ay­ nı ölçüdeki çağalışını son 30 yılda tamamlamıştır v.e tah­ minler yanlış çıkmazsa,önümüzdeki 15 sene içinde de, mev_

cut nüfusa, yeniden. bir bu kadar insanın eklenmesi bek­ lenmektedir. Her geçen gün artan bir hızta, dünya nüfu­ su,

2000 yılında 6-7 milyara ulaşacaktır. - 149 -


Bir çığ'ı a.rndıran bu nüfus artışının yanısıra, geçen yüzyılda Avrupalıların iskan ve işletmeye açtıkları top­ raklara sahip çıkmış devletlerin, kapılarını, sonradan gelen göçmenlere kapaması ; yeni hay�t sahaları temin imkan­ larını daraltmış ve hal şekli bekleyen bir sürii meseleler, bir fırtınanın yaklaştığım haber veren kara bulutlar gibi, dünya semalarını kaplamaya başlamıştır. Çağımızda cereyan etmekte olan bu hadisenin dikkate değer tarafı, önce Bab, sonra Orta Avrupa'da ağırlaşan nüfus artışının, geri kalmış ülkelerde hala şiddetini muha­ faza etmesinden doğan hayat seviyesi farklannın, Batılı­ lan, bu türlü ülkelere iktisadi yardımda bulunmak mecbu­ riyeti ile karşı karşıya

bırakması ve onlarda, ekseriyeti

teşkil eden bol nüfuslu aç milletlerin, birgün nükleer si­ l a hlarl'a muoohhez olarak, tok Batı ülkelerini ve Bat ı me ­ deniyetini

haritadan

sileceği vehınini

uyandırmasıdır.

yüzden de Bab ile me� ciddi gaileler açma İsti­

Hayli devam edeceği anlaşılan ve o deniyeti

Bab'dan

allanların başına

dadı gösteren bu gidişe gem vurabiirnek için. bir zamanlar öylesine sömürülen geri bırakılmış ülkeler, şimdi, «mut­ lu bir dünya yaratma�) teranesiyle. düşünmeye davet ediliyor.

i'I'lsanlığın geleceğini

Hem de, kendilerinin, ortada

ciddi bir ekonomik mruret yokken, nüfuslannı çoğaltmak için gerekli bütün tedbirleri

almaktan geri kalmadıkları

bir zamanda. Müstakbel nesilleri,

çalıştıklan halde

yeteri kadar

beslenemiyecekleri tatsız bir dünyada yaşamaya mahkfun görmek, insan olarak hepimizi üzer. Fakat biz, dünyadan önce Türkiye'yi ; dünya nüfuSUIIld a n ziyade öz evlatlan­

mızı düşünmekle mükeUef değil miyiz ?

NÜFUS ARTIŞIMIZ VE DOGUM KONTROLU : Türkiye nüfusunun gelişme seyrini, doğru bir şekilde,

- 150 -


1927 senesinden beri takib edebilmekteyiz. lık ikisini ayıran S yıllı k fasıladan sonra, her beş senede bir tekrarlanan sayrmlar, 38 yıl içinde nüfus ka.zancımızın 17 milyonu bi­ raz aştığını gösteriyor. Yılhk

l'ıllar --

1927 1935 1940 1945 1950 1955 1960 1965

Nüfus sayısı

aıilş aisbeti

Artış miktan

(biRde)

2.509.748 1.662.932 969.224 2.157.014 3.117.575 3.745.068 3.836.387

21.3 19.8 10.7 22.0 28.1 29.3 26.1

,

13.648.270 16.158.018 17.820.950 18.790.174 20.947.188 24.064.763 27.754.820 31.591.207

Bu büyük artış, esasen yüksek olan doğum nisbetleri­

nin yanısıra, ölümlerin ; aşı tatbikatı, harika i.l8.çlar ve sağ_ lık anlayışı..m.ıma.ki gelişmelerin yardunıyla hızla düşmesi

yüzünden. bilhassa İkinci Dünya Savaşını takiben göze çarpacak bir hal almıştır. Gerçekten 1960-1965 devresin­ deki binde 26.1'lik değeriyle yıllık nüfus artışımız, son 20 yıla ait dünya ortalamasımın binde 17.5 ve iktisaden ileri memleketlerin binde 10 civarında dalgalanan nisbetlerini gerilerde bırakmış görünüyor. Şimdiki manzarası ile demografimiz, yıllık artış nis­ beti binde 15'i nadiren aşan XIX. yüzyıl Batı ve Orta Av­ rupasındam. ziyade� Latin Amerika memleketleriyle, Kana­ da'nın bugünkü durumu ; 38 yılda (1905-1943) bir kat ka­ labalıklaşan Formaza ve onun temsil ettiği Güneydoğu As_ ya ülkelerindeki nüfus yapısını andırmaktadır. Halkımı­ zın % 74'üne yakın kısmıru, çocuk ve gençlerin meydana getirmesi, çoğaı1ma.mızdak.i sıçrarnalann uzunca bir sür.e devanı edeceğinin işareti sayılabilir. ,

- 151 -


lktisatçılanmızı pek telaşlandırdığı a..."llıaşılan bu du­ rum karşısında harekete geçilmiş ve bu hareketin bayrak­ tarlığını, gariptir ki, demografik meselelere vukufu olma­ yan birkaç ilaç fabrikatörli ile bir avuç hekim yapmıştır. Hızla. kalkınmada, sihirli sandıklan doğum kontrolüne bel bağlıyanlar, çoğalmamızı hissedilir derecede yavaşlatabil­ mek için, üç teklifle ortaya çıkmışlardır. Bunlardan birinin hedefi, büyük ölçüde ve aynı

m anda sürekli bir dış göç hareketini

za­

uyandınnaktı. An­

cak, esasen yavaşlamış ve nekadar devam edeceği bilinme­ yen işçi muhacereti dışınd a, Türkiye için büyük kütlelerin katılacağı bir göçten söz edilemiyeceğini kendileri de tes­

lim ediyordu. Başka bir çare : müesseseleri

güçlendirip,

Sosyal sigorta ve benzeri

ana-babaları.

yaşlıl]klarında

muhtaç veya sıkıntılı duruma düşme korkusundan kurtar­ mak ve böylece, gençliklerinde fazla çocuk yapmalarının mümkün mertebe önüne geçmek. Bu da iyi bir hal tarzı olamazdı. Çünk i az gelişmiş ül'kelerin, bu kabil müessese­ lere bu gayeyle fazla para yatırmaları uygun değildi. Böyle olunca da, doğumları

tahdit etmekten başka

çare yoktu. Bu iş, ya endüstrileşmenin

tabü bir neticesi

olarak yavaş, fakat kendiliğinden ; veya doğum kontrolu yoluyla gerçekleşebilirdi. Şu kadar ki, az gelişmiş ülkeler­

de, ,endüstrileşmenin kamçılıyacağı şehirlileşme hareket­

Ierinin kuvvet kazanması ve bu yoldan artacak refahın, doğumları baskı altında tutmasını beklemek, temenni ol­ maktan öteye geçemezdi. Zira, sermaye terakümü olma­ yan geri kalmış memleketlerde, endüstrileşme ağır işleyen bir mekanizma

idi.

Sırası gelmişken, doğum kontrolünün samimi müda­ fiilerine, iktisaden kalkınıp geri kalmışlıktan kurtulmanın, başkaca yollannın da bulunduğunu hatırlatma:k lazım ge­ lir.

O yollardan biri, muhakkak ki· daha uzun ve daha cid-

152

-


di gayretler isteyeni, nüfusumuza. müdahele sevdasından vazgeçip, her türlü imkan ve fırsatlardan faydalanarak, zirai istihsali, nüfus artış hızı yukarısında tutmaktır. Bu suretle, doğum kontrolu ve onun yürütülebilınesi için ge­ rekli ilAç ve malzerneye yapılacak

ödemelerden tasarruf

edilebileceği gibi, ihtiyaç fazlası

mahsullerin ihracından

sağlanacak dövizle, kalkınmamızı luzlandırmak imkan da­ hiline girer. Ne yapalım ki, memleketin iktisadi

kaderini ellerine

teslim ettiğimiz nUfus plincılan bu kurtuluş ! yollanndan, başarı �ansını hesaba katmaksızın, en az emek sarfını ge­ rektirenini tercih etmiş ; 10 Nisan

1965 tarihind� kabul

t:dilen kanunla, dönüş yollan üzerine

kurulmuş köprüler

de atılmıştı.

DOGUM KONTBOLtJ GEBEKÇESt:NtN MtJNAKAŞASI : Doğum

kontrolunu

destekliyeniere

göre, hızlı nüfus

artışı, süratle kalkın.mamız için zararlıdır. Nüfus çoğal­ masının, kalkınma açısından en tehlikeli yöınü, lan arasındaki

c

tüketi ci . sınıfı ;

genişletmesidir. Zira,

c

0-15

yaş­

üretici» grup zararına,

doğum fazlalığı

yüzünden, müte­

madiyen artan çocuk sayısı ; üretici'lere ağır bir yük teş­

kil etmektedir. Milli gelirin en büyük kısmı, oınların bes­ lenme, barmak ve eğitim ihtiyaçlanna ayrıldığından, eko­ nomik kalkınınayı sağlıyacak yatınm imkanları daralmak­ tadır. Bu darlığın bir neticesi olarak, çalışma çağına ge­ lenlere iş imkanlan bulunarnıyacak : talep, üretim artışı ve iyi bir orgaın:izasyonun teessüsü yolunda beslediğimiz ümitler suya düşecektir. Artan nüfus karşısında, topraık­ larırnız daha çok insanı beslemek mecburiyetini yüklene­ cek ; fakat zirai metodlarımızın geriliği

- 153 -

sebebiyle, gıda


maddeleri istihealli ihtiyaca cevap veremiyecektir. Bina­ enaleyh Türkiye, geri kalmışlıktan

kurtulmak istiyorsa,

süratli nüfllS a.rtişmı ve bu artışın genişlettiği çocuk gru­

bunu, doğum kontrolu yardımıyle mutlaka azaltmalıdır. (Halbuki Yakm-Doğu bölgesindeki ülkelerin

hemen

hepsinde doğum kontrolüne gidilınek şöyle dursun, aksine nüfusu arttırma kampanyası mevcuttur. Bu h11Susta, me­ sela İsrail canlı bir örnek teşkil etmektedir. Diğer taraftan o kadar kalabalık nüfUBa sahip olduğu halde Rusya'da çok çocuklu aileler

çeşitli yollarla

mükafatlaındırılmaktadır.

Bulgaristan ve Yunanistan, arazilerine nisbetle bizden çok kalabalıktırlar. Çünkü bütün bu memleketlerde insan gü­ r:ünün vatan müdataası ve iktisadi kalkınma mevzuların­ da başlıca amil olduğu iyi bilinmektedir. Dünyanın nüfus kalabalıklığı bizi

korkutmamalıdır.

Modern ilmi metod ve teknik tatbik edildiği takdirde daha uzun yıllar dünya nüfusunun

aç kalacağı düşünülemez.

Netekim, Avrupa Konseyi tarafından

1946

temmuzunda

r.eşredilen bir bültende dünya, mevcut ve bilinen imkanlan ile

35

milyardan fazla insanı rahatça beslemeğe elverişU­

dir denmektedir. Birleşmiş Milletler

panyası

başkanlığını yapmış olan

Açlıkla Savaş Kam­ Brezilyalı ilim adamı

Josue de Castro da aynı görüşe sahiptir. Hatta ona göre dünyanın mevcut imkaruan işlendiği takdirde

100

milyar­

dan fazla insan kütlesi yeryüzünde rahatça yaşayabilir.) Bizim gibi, nüfus grafiği hızla yükselen bütün ülkele­ ri, bu süratli gidişi dizginlemediği müddetçe. sefalete m ah­ kum eden bir kısım ilim adamlarımız, nüfus-kalkınma mü­ nasebetlerimize işte bu açıdan bakıyorlar. Şüphe edilemez ki, lhad.iselere «bakmak» ve

hadiseler içinde ve ötesinde

yatan g.erçekleri «görmek» ayn ayrı şeylerdir.

- 154 -


Herşeyden önce, 15 yaşına kadarki çocuklan «tüketi­ ci» ; 15'ini bitirenlerden ·

hemen hepsini

«Üretici» sayıp,

memleket kaderini değiştirecek tefsirlere mesnet yapmak tasvip edilemez. Hakikat şudur ki, şehirde ve köyde, zi­ raat içi ve ziraat dışı sahalarda müstakil iş sahibi olma ya­ şı çok değişiktir. Bununla beraber, köylerde büyüyen ço­ cukların, yardımcı mahiyette de olsa, tarla işlerine küçük yaşta katıldıkları, dolayısıyle üretici sınıf sırtında, gözleri­ mizde büyütüldüğü kadar ağır yük teşkil etmedikleri söy­ lenebilir. Çocuk grubuna dahil olanların, yeni doğanlarla alt­ tam beslenmesini sınırlandırmak ve böylece yapılacak ta­ sarrufla, ekonomik gelişmemizi

hıztandırma fikri, netice

vermeyecek olan bir teşebbüs ; daha doğrusu, tatlı bir ha­ yaldir. Zira. kimsenin gücü, akıp giden zamanı durdurma­ ya yetmiyeceğine göre, üretici sınıfa mensup olanlardan, her geçen yıl artan bir kısmı, istemeseler dahi, yaşlılar sı­ ınıfına katılacaklardır. Bu sefer de, üretici ucunu işgal eden ihtiyarlar zümresi, çoğalacaktır.

sınıfın diğer

çocukların aleyhine

lstikbalin üreticilerini teşkil edecek çocuk

grubu zararına, ömürlerini tamamlamak üzere bulunan ih­ tıyarların Türkiye

sayısını

artırma

kalkınması için son

teşebbüsleri,

Türkiye

ve

derece tehlikeli olmak la­

zım gelir. Alttaki tablonun tetkik.inden de kolayca anlaşı­ lacaktır

ki, İstirahat halindeki yaşlılardan her biri için lü­

zumlu ortalama kalori miktarı ( 2 .300 kalori) , çocukların alması gerekli kaloriden ( ortalama 2.020 ) fazladır. Dolayı­ siyle yaşlılan

beslemek, çocuklan

doyurmaktan daha

masraflıdır. Ayrıca, ihtiyarlıann sık sık hastalanmaları, sağlık tesisleri sayısı ile tedavi masraflarını yükseltecek ; milli gelirden büyük bir meb18.ğın, ekonomik sahada ken­ disinden hiçbir fayda umulmayan ihtiyarların beslenme ve bakımlarma sarfedilmesi, kalkınmamızı - 155 -

daha büyük ölçü-


de köstek.leyecektir. Doğum kontrolu kanununun bir an once çıkması için gayret sarfedenlerin. ekonomik kalkın­ nıamızı hızlandıralım derken, memlekete nasıl bir istikbal hazırla.dıklannı görmemezlikten gelmeye imkan yoktur.

Yaş

Ağırlık Çalışma derecesi Günlük kalori

1-3

1200

4-4)

1600 2000 2500 2800

Çocuk 7-9

10-12 13-15 Ortalama : Erkek (Her yruıta)

70

Vasat Çok İstirahat eden

2020 3000 4500 2500 . --

Kadın (Her yaşta)

55

Vasat Çok tatirahat eden

2500 3000 2100

Ortalama : 2300 Onlara göre, hızlı nüfus artışının kalkınmamıza zarar_ lı tesirleri, bundan ibaret değildir. Nüfus artışı, nüfus sık­ lığının fazlalaşması ve çiftçi bruıına isabet eden toprağın zamanla daralması neticesini doğurmuştur ki, bu, geri kal­ mış ülkeler gibi Türkiye'yi de sefaletin kucağına atmak­ tadır. Sakinleri sayısının hızla artmasına mukabil, ziraat s2.haları ile bu sahalardan alınan mahsul tutarının yerin­ de sayması halinde doğru olan bu fikirlerin, nüfusu 38 yıl­ da bir mislinden biraz fazla artmışken, ekili-dikili toprak­ ları 2,5 katına ulruıınış ve hektardan alınan ürün miktan iyi kötü fazlalruımış 'l'Urkiyenin gerçeklerine uymayacağı

- 156 -


aşikardır. Söylemeye bile hacet yoktur

ki, 41

nüfus yoğunluğu ile Türkiye, Avrupa

ülkelerinin çoğun­

kişiyi kulan

dan, bu arada da Yunanistan (64 kişi) ve Bulgaristan'dan

(73 )

daha tenhadır. Aşırı derecede

nüfuslanmamış olaın

Türkiyenin. büyük bir parçasını teşkil eden Doğu Anadolu gölgesi, platolar sa:tfuna. gömillmüş küçük lekeler halin­ deki birkaç ova dışında, bizleri düşündürecek derecede ıs­ sızdır ve buraların canlılığa kavuşması, hızlı bir nüfus artı­ şıyle mümkün olacaktır. Süratli ınüfus çoğalması ve artan ııüfus sıklığı, söylendiği gibi, bir ülkeye fukaralıktan baş­ ka birşey getirmemiş olsaydı, Britanya, Belçika, Almanya ve Japonyanın müreffeh ülkeler safmda bulunmasına im­

kan yoktu. Unutmamak lazımdır ki, saydığımız bu mem­ leketlerin hızla kalkındıklan ve

servetlerini artırdıkları

devir, nüfuslarının en büyük süratle arttığı devirdir. Nihayet Türkiye, şimdiye kadar, doğum kontrolünü gerektirecek ciddi bir beslenme problemiyle karşılaşmış de_ ğildir. Nitekim 1927 ve 1965 yıllan için, elde mevcut de­ ğerlere göre hazırlanan tablo, bize, sınai mahsuller istih­ .sali ve genellikle memleketimizdeki iklim şartlarına pek uygun düşmeyen sığırlarm sayısı dışında ; tahıl, bakliyat, davar'ın artış kat sayısı itibariyle, nüfus artış kat sayısı­ nı geride bırakmış olduğunu gösterir. Asıl dikkati çeken taraf, en yüksek artma

kat

sayısının, kurak geçen yıllar­

da dışardan bir miktar satın almak zorunda kaldığımız buğday'a ait bulunmasıdır. Bu hal, 1927'ye nazaran bu­

gün,

fert başına daha fazla buğday istihlak ettiğimizin de­

lilini teşkil eder. Zirai istihsal ve hayvan sayısının şimdiye kadar, nü­ fustan daha büyük bir hızla gelişmiş

olması, bu artışın

hangi seviyeye kadar çıkartılabileceği sorusunu ve dolayı­ siyle Türkiyenin ne büyüklükte bir nüfus kütlesini hesli­ yebileceği meselesini akla getirmektedir.

ı

- 157 -


istihsa.li 1965 istilısali Artiş (ton) kat saySil (ton) 1.333.150 8.500.000 53 2.400.397 14.670.000 5 100.222 552.163 4.4 163.417 132.374

1927

Mahsuller Buğday

.

'Talııl toplamı '3akliyat Sinai

ma!hsuller

Toplam Hayvan

29.026.216 19.591.384 7.759.077 13.648.270

sayısı Davar sayısı Sığır sayısı Nüfus

72.046.900 54.187.000 14 419 000 31.591.207 .

1.48 1.7 0.8 1.32

.

TÜRKİYENİN BESLiYEBtt.EcEGt NÜFUS : .

Doğumun kontrolu

ellietine gidilmeden

önce araştı-

rılması ve bir neticeye varılması lazun gelen mesele, Tür­ kiyenin aynı ziraat metodlarnıı kullanİnası ve bugünkü ha­ yat seviyesini muhafaza etmesi halinde, ne miktar nüfusu barındırabileceğini hesaplamaktır. Meselenin halli, bir kişi­

ve yeterli toprak büyüklüğünün tesbitine bağlıdır ve doğ­ rusu, bir yandan iklim ve ziraat metodları ; öte yandan ha­ yat seviyeleri arasındaki farklara göre, bu salıa çok deği­ şir. Fakat kaba bir fikir edinilrnek istenirse, üzerinde ya­ şıyanları iyi kötü besleyen dünya'ya ait ölçülere müracaat ed ilebilir. Dünya nüfusunu, dünya üzerindeki ziraat alan­ larına bölersek. bir kişiyi beslerneye yeterli ziraat alanı ge­ nişliğinin, ortalama yarım hektar olacağı anlaşılır. olçü

kullanılidığı

(17.818.000

takdirde,

Türkiye,

hektar ) tutarının bir katı

ziraat

Aynı

alanları

daha faııla, yani

35.6 milyonu besliyebilecek demektir. Şayet Türkiye, halen

8.5

milyondan ibaret :nadasa ayrılmış sahalarını, her yıl

mahsul alınır

hale getirebilirse,

miktarı 52.7 milyona yükselir.

- 158 -

barındırabileceği nüfus


Türkiye, artan nüfusunun nafakasını, ziraat alanla­ rını genişletmek suretiyle temin edebilmiştir. Fakat azami smırma dayanan ziraatimize, yeni alanlar açmamıza imkan yotkur. Türkiye, bundan böyle de bir ziraat memleketi hü­ viyetini muhafaza edecekse, çoğalan :halkım besliyebilmek üzere, hektardan alınan verimi yükseltmek zorundadır. Memleketimizin ilerde besliyebiıleceği nüfus tutarı, bu hayati meselenin halline bağlıdır. ttiraf edelim ki, bizde verim, Batıya nazaran henüz çok düşüktür. Mesela. bes­ lenmemizin temeli sayılan buğdayın hektara verimi : Bel­ çika'da 3700, İtalya'da 1900 ,bizde i'se 1076 kilogram ; pi­ rinç ise, tsp3!nya'da 6000, İtalya'da 5000, memleketimizde .2600 kilogramdır. Ne var ki, gelişmiş memleketlerde ve­

rim, azami sınırına dayanmıştır ve beklenilenden fazlası­ nı alabilmek, yeni ve ileri metodların keşfiyle kabildir. Hal­ buki, Türkiye, Batmın denenmiş metodlarını taklit etmek suretiyle verimi de, zirai istihsalini de kısa zamanda ve hiç değilse bugünkünün bir misline yükseltebilir. Bu başa­ uyı sağladığı gün, şimdiki yaşayış seviyesiyle, nun barınahileceği bir vatan olur.

100 milya­

NETİCE : Doğum kontrolu kanununun lehinde söylenmiş fikir­ l erin sağlam bir temelden m ahrum olduğu ve ortada böy­ ie bir yola girmeyi icap ettiren sebeplerin bulunmadığı meydandadır. Türkiye, piyasadaki talepleri artıracak ; ya­ tırımları caz:p hale getirip üretimi canlandıracak olan ; en_ düstrileşmesinkı ve kalkınmasının muharrik kuvveti sayıl­ ması lazım gelen nüfus artışına. zamansız müdahaleye kal. kışmıştır. Hem de, her zamankinden çok daha kuvvetli düşman ülkelerle çevrili bulunduğu ve Türk aleminin son hürriyet kalesini, teknik alandaki geriliğini, daha çok iın-

- 159 -


san gücü ile kapatarak müdafaa etmek mecburiyetinde ka­ lacağı ; en kudretli silahların karşısında. ve silahiara rağ­ men, insan gücünün ne büyük bir değer taşıdığının iyice anlaşıldığı bir devirele . . . Türkiye, bir çığ

gilDi üzerine gelmekte olduğu telkin

edilen hızlı nüfus artışından korkup, kalkınmasının anaJı­ tarıru, ileri

iilıkelerden hiç birinin yürümediği doğum kont­

rolu yolunda aramamalıdır. Türkiye, ileri bir tekniğe "ulaşınasının çaresine bak­ mahdır. Kaltkınm a yolu üzerindeki bütün engeller, o zaman silinecek, cMüreffeh Türkiye»

ideali o zaman gerçekleş­

miş olacaktır.

. s

- 160 -


DIŞ MÜNASEBETLER, TüRKİYE'NİN JEOPOLİTİK DURUMU, DIŞ TÜRKLER, İRAN - PAKİSTAN VE TtlRKtYE ARASINDA KtlLTÜREL VE İKTİSADİ lŞBİRLlöt MESELELERl

.Kom:syon başkam : Prof. Dr. Yılmaz ALTUG Komisyon raportörü : Doç. Dr. Orhan T'ÜRK])()(';AN t'Jtirak edenler : Prof. Dr. Fahir ARMAOGLU (Tebliğ yolladı) Dr. Erdoğan MERÇİL Dr. Naim ÖKTEM Prof. Dr. Sahahaddin ZAIM



DIŞ MÜNASEBETLER Milliyetçiliğin çağımızdaki en

güçlü siyasi akım ol­

duğu hususunda tarihçiler ve siyasi ilimle uğraşanlar itti­ fak halindedirler. Çağımızda Milliyetçiliğin sömürgelerin b1r bir bağımsız devletler halini almalannd a birinci imil olduğu görülmektedir.

Milliyetçilik siyasi

ve iktisadi ba.kımlım:lan

tam

ba­

ğımsı:zlığı icabettirir. Şn halde dış siyasetimizin planlanma­ sında Türkiye'nin

siyasi

ve

iktisadr

menfaatleri birinci de­

l'ecede dikkate alınmalıdır. Milliyetçiliğini desteklemesi

Dış siyasetimizin Türk .,.e aynı zamanda geligmekte

olan dünya devletlerinin de

milliyetçiliklerini dikkate alınası mutlaka 13.zı.mdır. Türk Wlliyetçiliğirun çağmuzdaki en büyük başarısı MHli Mücadelenh1 ka.Zanı1ması olmuştur. Batıdan gelen ingiliz ve Yunan Emperyalizmleri e.zil�iş ve Türk Milliyet­ çiliği

esir ve sömürge milletiere en hür kurtuluş yolunun

Komünizm ve Rus Sosyalizmi değil fakat kendi değerleri­ ne, kendi tarihine, kendi diline ve kendi

dinine

dönüş de­

mek olan milliyetçilikte bulunduğunu göstermiştir. Bugün Türkiye'de yaşıyan Türklerle yeryüzüne yayıl-: mış bulunam dış Türk grupları arasında kan rabıtasından başka milli ve kültürel bağlılıklar bulunduğu şüphesi.zcfir;.

olur­ olsun kendi kardeşlerinin varlıklannı korumağa calıs­ m ası hem insani, hem milli vazifesi icabıdır. Tarihi huku-

Müstakil Türkiye Cumhuriyetinin dünyanın neresinde sa

-

163

-


ka nazaraın asıV:ardan beri Türklerle meskun bölgeleıin. birer Türk yurdu sayılması gerekir. Türkiye dışında ka­ lan Tiirk toplulukları nın menfaatlerini muhafaza etmeksc bugünkü şartlar altında Türkiye Cumhuriyetine düşmek­ tedir. Bu itibarla; Türkiye dış politikasının bu esaslar için­ de planlarup gerçekleştirilmeğe çalışılması en basit m antık icabıdır .

TüRKIYENİN JEOPOLITIK DURUMU Bir devletiın

jeopolitik durumu, önce milletlerarası dünya politikası gibi geniş bir çerçeve içindeki yeri ile sıkı bağlantı halindedir. Bir devletin coğ­ rafya şartlan içindeki yeri, - mühim toprak geni şlemeleri \.·eya daralmalan olmadığı müddetçe - yüzyıllar boyu de­ ğişmediği halde, bölge çapındaki mi:J4etlerarası kuvvet mü. n asebet leri devamlı değişiklikler geçirebilir. İşte asıl bu değişikliklerdir ki, bir devletin coğrafya durumuna şu ve-3a bu şekilde bir mahiyet ve değer kaza.ndınr. Başka bir deyim�e. b:r ülkenin coğrafya içindeki pozisyonu, bölge ve gen�l dünya şartlan içinde değerlendirilmek gerekir. De· rnek oluyor ki, bir devletin jeopolitik durumunu, coğrafya şartlan gibi «statik» unsurla, bu coğrafi duruma mesafe olarak değişen ve gelişen uzak ve yakın millet!erarası şart­ ların «dinamik>> unsuru tayin eder. «Dmamik» unsur jeo­ politik durum üzerinde en fazla rol oynayan bir faktör­ dür. Türkiye'nin jeopolitik durumunu da bu unsurlar açı-· sından ele almak gerekir. Dünya haritasına ve bu harita üzerinde, birbirimi te­ sir altına aı'maya çalışan kuvvet merkezleri ile bunlanr 4artlar, sonra da

birbirleriyle münasebetlcrine baktığımız zaman, Türkiye'

jeopolitik bakımdan, üç mühim tehlike ve mesele ile .karşı karşıya bulunduğunu görmekteyiz. Bu üç tehlikeden nin

.

- 164 -


bir tanesi, dümya çapındaki kuvvet mücadelelerinin Türki· ye için yarattığı durıırna ait bulunm akta, diğer ikisi de Türkiye'yi doğrudan doğruya tehdit etmektedir. Bu iki teh. likenin biri Sovyet Rusya'dan, diğeri Yunanistan'dan gel­ mektedir.

Q. U S YA..

L)<

L

E�"l.. t�::-1.,..__ _ _

(Şekil : 1 ) DVNYA POı:..tTtKAsi İÇİNDE TVRKı:YE'NtN DURUMU.

1 numaralı şekilde göriiieceği gibi, Türkiye'yi bir mer­ kez noktası olarak alacak olursak, mernleketimizin, mer· -- 165 -


kezden muhite doğru genişleyen üç çemberle çevrilmiş ol­ duğuaıu görürüz. Bu çemberler üzerinde bir kısım kuvvet­ lerin «dost» kuvvetleri meydana getirmesine karşılık, bü­ yük çoğunluğu ve özellikle dünyanın başlıca ağırlık kuv­ vetlerinin çoğunluğu Türkiye için «düşman» veya «hasım• kuvvetleri teşkil etmekte ve bu dwıım da Türkiye'nin bu­ günkü dış politikasının zaruret ve hayatiliğiaıi kendiliğin­ den ortaya koymaktadır. Bugün Türkiye'yi sınırlarının üzerinde çevretiyen bi­ rinci çemberde şu unsurlar yer almaktadır: Sovyet Rusya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Akdeniz vasıtasıyla Mısır, Suriye, Irak ve İran. Bunlardan Sovyet Rusya, Ro­ manya ve Bulgaristan'ı, komünist rejimiere sahip olmala­ rı. bu rejimlerin uygulaması bakımından aralarmda fark­ lılıklar bulunsa bile, komünizm:n, cihanşumul biLkirniyet maksadını gütmesi dolayısiyle sahip bulunduğu emperya­ lizm, bu üç devletin Türkiye bakımından bir tehlike ve teh­ dit teşkil ettiği gerçeğini ortaya koyar. Demek ki, Türkiye, bütün Karadeniz kıyılarından yönelen ağır bir tehlikenin tehdidi altında bulunuyor demektir. Biraz daha aşağıya indiğimizde, Batı yönünden TU.r­ kiye bir yunan tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Üçüncü kısımda daha geniş bir şekilde açıklana�ağı ilzere, Ymıanistan'ın 1830 dan bugüne kadarki gelişmesi ve g-e­ nişlemesi tamamen Türkiye ve Anadoluya yönelmiş ve bu yöneliş bugün de devam etmektedir. Türkiye'ye yönelen Yunan teh1ikesi, Türkiye için, kuzeyden ve Karadeniz'den yönelen komünizm tehlikesinden sonra, ikinci derecede bir ağırlığa sahip bulunmaktadır. İlk çemberin üçüncü unsurunu Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'daki Mısır, Suriye ve Irak teşkil etmektedir. Çembe­ rin bu üç devletten meydana gelen kısmını da bir «husu­ meb unsuru olarak telikki etmek gerekir. Türk.iye'n:n bu. ; ..

- ıee -


gün Irak'la olan münasebetleri,

Mısır ve Suriye ile olan

münasebetlerinden daha yumuşak ise de, bwıa sağlam bir wısur olarak güvenle bakmak mümkün değildir. Çünkü, Irak'ın genel politikasının Mısır'ın önemli derecede tesiri altında bulunduğunu ve bu ü!kedeki idarelerin sık sık de­ ğişikliklere sebep olan bir istikrarsızlıkla hastalıklı bulun­ duğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Öte yandan. Tür­ kiye'nin güney çemberindeki bu husumet

unsuru, diğer

dünya şartlarından arınıp, bizatihi bölge içindeki çıplak kuvvet1eri ile ele alındığında önemli bir tehdit unsuru vas­ fını taşımamakla beraber, ikinci çember üzeriındeki yet unsurunun, bugünkü şartlar içerisinde,

Sov­

çemberin bu

kısmı i çine de ağırlığını koyması, Türkiye'nin hemen

gü­

ney dibinde bir başka tehdit durumu ortaya çıkarmakta­ dır. Bu bölgede, milletlerarası bağlanWan dikkate alına­

rak büyük bir potamsiyele sahip olduğu aşikar bulunan İs­ rail'in de dikkatten uzak tutulmaması ica.p eder. İlk çemberi.n dördüncü unsuru İran'dır ve onun bir uzantısı

olarak da

Pakistan ele alınabilir. Türkiye'nin İran ve Pakistan'la olan bugUnJdl mikıasebetleri çerçeve­ si içinde, �mberin bu kısmı bir cdost• parçayı meydana getirmektedir. LB.kin, çemberin bütününe nazaran bu cdosb luk parçaamın bir hayli dar olduğunu da kabul et­ mek gerekir. Netice olara.k söyleyecek oluraak, Ttlrklyeyyi sınırla­ rı üzerinde çevreleyen birinci çember, Doğu'daki çok dar bir kısım dışında, «düşman• lık veya chusmnet• unaurla­ nna dayanmaktadır. Şu halde, bugün

Türkiye'nin etrafı

Doğu'daki dar kısım çemberin çok büyük bir kısmına karşı bir denge kuvvetine

tehlike ve tehditlerle çevrilidir ve

sahip bulunmamaktadır. Dengesizlik, tehlike ve tehditler

tarafına kaymaktadır. - 167 -·


Bu birinci <ıemberin biraz ötesime gittiğimizde, Tür­ kiye'yi çeviren ikinci bir kuvvetler çemberinin varlığını görmekteyiz. Bu ikinci çember üzerinde, milletlerarası po­ litika...'1.ın biraz daha sivrilmiş kuvvet merkezlerinıin sıra­ l anmış olduğuna şahit oluyoruz. Bunlar, sırasiyle, Sovyet Rusya ve Komün.i9t Blok, Batı Avrupa, Afrika ve Komü­ illist Çin'dir. Sovyet Rusya ile Doğu Avrupa'daki Komü­ nist B�ok ve Kom ünist Çin, Türkiye için, açık olarak «hu­ sumet» merkezlerini teşkil etmektedir. Afrika•ya gelince, Türkiye'nin bu kıt'a ülkeleriyle münasebetlerinin çok za­ yıf planda bulunması, kıt'a dışı kuvvetleri hesaba katma­ dığımız takdirde, Afrika'yı Türkiye için bir «zayıflık» sa­ hası haline getirmektedir. Bu dahi maJhzurlu bir durum­ dur. Kaldı ki, Afrika'yı milletlerarası politikanın bugümkü şartları içinde mücerret olarak almaya imkan da yoktur. Afrika bugün umumiyetle Batı'ya karşıdır. Afrika üzerin­ de tesirli rol oynayan iki hA.kim kuvvet, Sovyet Rusya ve Komünist Çin'dir. Bu iki kuvvetten Sovyet Rusya'nın. Af­ rika üzerinde daha tesirli bir role sahip bulunduğunu ka­ bul etmek gerekir. O halde, ikinci çember üzerindeki Afri­ ka da Türkiye için bir husumet sahası olmaktadır. Ayrı­ ca, i.k:hıci çember üzerindeki Orta Doğu'•nun Afrika uzan­ tısı ile birlikte, Türkiye'nin güneyinden Afrika'ya kadar u zanan geniş bir husuınet sahasının ortaya çıktığı görül­ mektedir. tkinci çember üzerinde sadeCe Batı Avrupa bir dost­ luk sahası teşkil etmektedir. Lakin çemberin tamamını göz önüne getirince, ikinci çemberin de büyük kısmı itibariyle Türkiye için husumet şartlanyla dolu olduğunu ve Batı Avrupa'nın da tek başına bu husumet şartıanna karşı bir denge meydana getiremediğini tesbit ediyoruz. Üçüncü çember üzerinde dlinyanın başlıca büyük kuv­ vetleri yer almaktadır. Bunlar da Sovyet Rusya, Komü-

168

-


nlst Çin ve Birleşik Ameri'ka'dır. Sovyet Rusya ile Komü­

y

nist Çin bir arada ele alınınca, bu çemberde de, dün a ha� kirniyeti peşinde koşan komünist kuvvetlerin ağırlığa sa­ hip bulunduğu göriilmektedir. Son yıllarda Sovyet Rusya ile Komünist Çjn arasında.ki çatışmanın şiddetlenmiş bu­ l mıma:sı, komünizmin üÇüncü çemberde sahip bulunduğu ağırlığı parçalayıp

zayıflatmakta

ve

dolayısıyla Sovyet

Rusya ile Birleşik Amerika arasıında bir

denge durumu

sağlar göriilmektedir. Lakin bu dengeyi, komünizmin dün­ ya çapındaki tehlikesini giderici veya

hafifletici olarak

görmek çok yanlış olur. Çünkü, bu iki kuvvet bugün bir araya gelemiyorsa, t::., !".:.::-�: ===�ın� sahlp olduklann­ dan

değil,

farklı taktik ve strateji görüşlerine sahip bu­

lunduklanndandır. Bugüne kadar ıne Sovyet Rusya ve ne

de Komünist Çin milletlerarası olan ve dünya proleter

ilitilili

komiü.nizmin ana gayesi

maskesi altında gizlenmeye

çalışılan dünya hakimiyeti gör.üşünü reddetıniş devild;r�er. Komünist Çin'e nazaran daha yumuşak taktik ve strateji sahibi olan Rusya'nm dünya çapındaki

komünist tahrik

ve faaliyetleri, eskisine nisbetle hiç de

azalmış değildir.

Gerek Sovyet Rusya'nın, gerek Komünist Çin'in üzerinde ·

anlaşmaz1ığa düştükleri ınokta dünya komünıizminin ger­ çekleştirilmesinde takibi gereken yolun hangisi olduğudur. Böyle olunca, üçüncü

çember üzerinde

zahiri bir denge

mevcut görülmekle beraber, gerçekte üçüncü çember üze­ rinde de bir aengesizliğin var olduğu bir hakıikat ve Tür­ kiye bakırnından da, kamUnizmin bu geıniş sahadaki teh­ like ve tehdidine karşı, Batı Avrupa ve

onun ötesinde Bir­

leşik Amerika'da bir denge unsuru aramak zaruret olmak­ tadır.

NETtCE : Türkiye genel dünya şartlan içinde Doğuda ve Ba-

- 169 -


tıda olmak üzere iki güvenlik sahasına sahip bulunmakta­ dır. Bunlardan doğuda olanı tran ve Pakistam, batıda ola­ nı da Batı Avrupa ve Birleşik Aınerikadır. İran ve Pakis­ tanın birer kuvvet olarak Türkiyeden zayıf bulundukları hesaba katılırsa, Türkiye için asıl güvenlik sahasının Ba­ tı'ya doğru açıldığı, Batı'da bulunduğu ve d.iğer bö1gelerin Türkiye için yarattığı' husulııet, tehlike ve tehdit şartla­ rırun da Batı istikametinde açılmakla dengeye getirilebi­ leceği kendiliğindea ortaya çıkar. Türkiyenin bugünkü jeo­ politik durumunun ortaya çıkardığı gerçek budur. 2.

TVRKİYEYt ÇEMBERLİYEN RUS TEın.tımst . .

'

Belirttiğimiz gibi. Türkiye Karadenizden gelen büyük bir Sovyet baskısı altında bulunmaktadır. Bu baskı ve tehlike, ikinci ve üÇüncü çemberiere geçildiğinde daha da artmakta ve ağırlaşmaktadır. Öte yandaın. bundan iki yıl öncesine kadar Türkiyeye yönelen Sovyet baskısı umu­ rniyeUe kuzeyden gelmekteydi. Lakin 5 Haziran 1967 Arap - İsrail savaşındanberi bu Sovyet tehlikesinin Türkiyeyi güneyden de sarmaya başladığını görmekteyiz. Güneyden de gelmeye başlayaın bu Sovyet tehlikesi bakımından, durumu daha açık bir hale getirmek için, kı­ sa bir tarihçe yapmak gerekir. Gerek Osmanlı İmparatorluğu, gerek Türkiye Cum­ huriyeti, Rusyanın Akdenize inme çabalarında daima kuv­ vetli bir engel teşkil etmiştir. Rusyanın Doğu Akdenize girmesinde ancak iki su yolu mevcut bulunmaktadır : Bal­ tık'tan hareket edip Cebelüttanlr Boğazından geçerek Do­ ğu Akdenize intikal etmek, veya Boğazlardan geçerek Do­ ğu Akdenize geçmesi, ne 19. ve ne de 20. yüzyılda müm­ kün olabilmiştir. Çünkü, n. Dünya Savaşının ertesine ka­ dar Akdenizele İngilterenin deniz ilstünlUğü hi.kimdi. Sa-

170

-


vaş sonrası şartları dolayıaile Ingiltere 1947 yılından iti­ baren Akdenizdeki yerini Birleşik Arnerikaya ve onun VI. Filosuna bırakmıştır.

Böyle olunca,

inme yolu olara.k ancak Boğazlar

Rusyanın Akdenize

kalıyordu. Boğazlann

once Osmanlı Imparatorluğunun ve sonra da Türkiyenin elinde bulunması, Rusyaya Boğazlar yolunu da kapamıştır. Bununla beraber,

1936

Montreux Anl3,Şması Rusyanın Bo­

ğazlardan Akdenize deniz kuvveti geçirmesi oldukça geniş imkaruar tanımıştır.

bakımından

Fakat Rusya yakın

zamanlara kadar bu imkanı geniş bir şekilde kullanama­

mıştır. Çünkü önemli olan Boğazlardan geçmek -�eğil, Ak­ denizde istediği kadar kalmak imkinına sahip olınaktı Bu ise, özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde yani ya Türkiye kı­ yılarmda veya Akdenizdeki diğer ülkelerin kıyılarında ba­ nnma yani lls kurmakla mümkün olabilirdi. 1945 ve 1946 .

da Rusyanın Tlirkiyeden kendisine Çanakk ale Boğazında üs vermesini istemesinin, yaıni Çanakkale Boğazı kıyılan­ na yerleşmek istemesinin sebebi budur. Ttlrkiyenin sert mukavemeti Rusyanın bu gayesinin gerçekleşmesine en­ gel olunca. Rusya, Türkiyeyi atlayıp Orta Doğu'da tutun­ ma imkanlanını aramaya başlamıştır. 1955 Şubatında Bağ_ dat Paktınm yapılması, Mısır'ın ve Nasınn Arap alemi üze­ rindeki hegemonya emelleri için bir darbe olunca, bunun tepkisi ile NB.sır derhal Sovyet Rusyaya yanaşmıştır. Bu gelişme ile Sovyetler

Orta Doğu'ya ilk adımlannı atmış

oluyorlardı. 1958 Temmuzunda

Irak'da General Kasım

darbesi ve K asım 'ın Sovyetlerle çok yakın münasebetler kurması, Sovyetlerin

Orta Doğu'daki durumunu daha da

kuvvetlendirmiştir. Ancak bu dahi esas Sovyet emellerine �evap vermiyordu. Gerek NAsır, gerek Kasım ve hatta da­

ha sonra Suriyedeki Baas rejimi, Sovyetlerle sıkı bağlar kurmakla beraber, Sovyetlere Us vermekten kaçınmışlar­ dır. Çünkü, bunun, başta Amerika olmak yası üzerinde

üzere Batı yaratacağı tepkilerden korkmuşlardır. - 171 -

dün­


1955 yılından itibaren Türkiye ile Yuına.nistan arasın­ da Kıbrıs meselesinin ortaya çıkması,

Sovyetlerin Doğu

Akdenizde Us elde etme emelleri bakımından yeni imkan ve ihtimalleri de ortaya çıkarmıştır. Kıbrıs Komünist Par­

tisi vasıtasile

koşmalan, önce

Enosis davasının peşinde

İngilterenin Doğu Akdenizdeki bu stratejik mevkiden çı­ karılmasını ve ondan sonra da, yine komünistler vasıtasi­ le, buranın bir komUnist üssü haline getirilmesi maksadını

gütmüştür 1959 da kurulan .

Kıbns Cumhuriyeti, Kıbrıs ve·

Doğu Akdeniz Uzerlndeld Sovyet emelleri bakımından

bü­

yük bir değişiklik meydana getirmeıniştir. �ağımsız Kıb­ rıs Cumhuriyeti içinde komünistlerin varlığı, Sovyetlerin Doğu Akdeniz stratejisi için4eki yerini aynen muhafazaya devaım etmi ştir

.

1963

Kıbrıs bulır anının

1964 sonlanndan itibare� o zamanki

neticesi olarak

Türk hükümetinin

Sovyetlerle yakınlaşma gayretleri, Sovyetleriın Doğu A k

­

denizdeki tasarıları .açısı:o.dan her bakımdan avantajlı ol­ muştur. 1961 Anayasası ile Türkiyede bir sol hareketin de ortaya .çıktığını hesaba katan Sovyetler, bir yandan Tür­ kiye ile münasebet1erini yeni bir çerçeveye sokarak yeni imkanlar elde etme ihtimallerini düşünürken. bir ya.'Tldan da ,Türkiyeye

taviz gibi

görünen, Kıbrısta iki cemaatin

varlığını kabul etmekl� be�aber, Kıbrısın bağımsız devlet vasfını ısrarla belirtmişlerdir. Böylece, 1964 ten itibaren ortaya çıkan Kıbrıs gelişmeleri, Sovyetlere, hem · Türkiye üzerinde nüfuz kurma ve hem de komünistlerin varlığına dayanan Bağımsız Kıbrıs tezi�i sa�ma imka.ru.nı vermiş­ tir. Eğer,

1967 yılında., Sovyetlerin de büyük ölçüde kış­

kırttiklan Arap-tsrail �vaşı ortaya ·

çıkmamış olsaydı,

öyle görlinür ki, Kıbrıs meselesi Sovyetlerin Doğu Akdeni­

ze yerleşme pl anlannda esaslı bir ağırlığa sahip olmakta devam edecekti

- 172 -


( Ĺžekil

2)


5 Haziran 1967 Arap - İsrail savaşı Sovyetlerin Orta Doğu'da tutunma ve barınma gayretlerinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Nasır'ın sorumluluğu ve kışkırtma­ :sile ortaya çıkm bu savaş, yine Nisır'm yanlış hesapları yüzünden tam bir hezimetıe sonuçlanınca, durum Sovyet Rusyanın işine yaramıştır. Nasır, kendi hatalarını bir in­ tikamcılıkla örtmek � 1967 yılı sonundan itibaren İs­ kenderiye limamnı Rus donanması için bir üs haline ge­ lirmekten çekinmemiştir. Buna paralel olarak, yine ayru şartlar içinde ve aynı tepkinin neticesi olara!k, Cezayir de kendi lirnanlannı Rus donanmasına açnuştır. Suriyenin Baas'cı rejimi de bu kervana katılınca. Sovyetler Akdeniz­ de istedikleri tutaınak noktalarını elde etmiş oluyorlardı. Bunun içindir ki,

1968 yılından itibaren Sovyetler Boğaz­

lan en geniş şekilde kullanmaya başlamışlar ve Akdenizd.e kuvvetli bir Sovyet varlığı ve tehdidi ortaya çıkmıştır. Sov­ yet Rusyanın Mısır ve Suriye'deki bu durumu ve Doğu Ak­ denizde kuvvetli bir Rus donanmasının varlığı ile, şimdi Türkiye tam bir Rus kıskacı içine girmiş bulunmaktadır. Bu kıskacm açık olan ağzı, Iran ve Irak bölgesidir ki, bu­ rasının da Türkiye bakımından faz1a güvenlik sağlayıcı ol­ ması beklenemez. Irak'daki rejim istikrarsızlıklan ve İran' ın da zayıf durumu, k.ıskacm açık kaldığı bu kısımda Tür­ kiyeye yeterli güvenliği sağlamaktan çok uzaktır. Görülüyor ki, Sovyetlerin son yıllarda Türkiyeye kar­ şı yaptıklan bütün iyi niyet gösterilerine, banş içinde bir arada yaşama sloganlarına ve Türk-Sovyet münasebetleri· nin son yıllarda yumuşaklık göstermesine rağmen, gerçek­ te Türkiye Sovyetlerin tehlike ve tehdit kıskacı ile çem­ berlenmiş bulu.'ı.maktadır. Bu tehlikeyi hertaraf etmek için, Türkiyenin bir denge kuvvetine dayanması zaruridir. Gü­ neyden Türkiyeyi saran bu tehlikeye karşı d�ge olabilecek tek kuvvet ise, Birleşik Amerikaıriın Akdenizdeki gücü ve

- 174 �


varlığıdır. Durum böyle olunca, özellikle son iki yılda Tür­ kiyedeki solcuların Arnerikan VI. Filosuna karşı gösterdik­

!t'ri düşmanlık ve tepkiyi de izah etmek kolaylaşmaktadır. Türkiyede solun ve solculann VI. Filo düşmanlığı, Sov­ yetlerin son iki yılda Akdenize girmesi ve yerleşmesiyle

�(·raber başlamıştır. 3. YUNANISTAN'IN KlSKAÇ TEŞEBBlJSLERİ : II. Dünya Savaşından sonra Sovyetlerin Doğu Akde-

1;ize inmek ve

Orta

Doğu'ya girmek suretile Türkiyeyi

gü­

neyden yani arkadan da çevirme gayretlerine paralel ola­ ı-ak gelişen bir diğer teşebbüs de, Yunanistarun, bağımsızlı_

;};mı

aldığı gündenberi geliştirmekte olduğu genişleme isti­

kametin:n

1947 yılından itibaren, Kıbns meselesile, Türki­

yeyi tam bir çember içine alma politikasıdır. Kıbrıs mese­

lc'Sİ· 1930 yıl ından ( yani Atatürk - Venizelos dostluğun­ başlandığı tarih) itibaren killlenmiş gö­

- �an söz edilmeye

�·ünen Yunan ihtiraslannı yeniden su üstüne çıkarmış ve bu da Türkiye üzerindeki

Yunan teh]ike ve tehdidinin

sönmediğini ve kolaylıkla da sönmiyeceğini ortaya koymuş­

tur. Bu gelişmeyi ve bu gelişmenin ortaya çıkardığı tehdidi daha iyi anlayabilmek için tarihin biraz gerilerine, Yuna­ :ı istanın bağımsızlığını aldıktan sonraki genişleme gayret­ . erine dönmek gerekir. Yunanistan bağımsızlığını k azandıktan sonra esas iti­

1 ) Ma­ İstanbul ; 2) Ege De­

barile üç istikamette topraklanru genişletmiştir : kedonya (Selanik) , Batı Trakya ve

nizi, adalar ve Batı Anadolu ; 3) Girit ve Kıbns istikame­ tinde Doğu Akdeniz. Bu lstlkametler takip etmemiştir. ve zemini müsait

Yuna.nistan

boııolojik bir sı r ­

hangi istikamette zamanı

bulmuş ise, Tlirklerln aleyhine o istika­

mette toprak genişletmeye Kronolojik sıra

çah§mlltır.

itibarile Yunanistanın

genişletmesi şöyle olmuştur : Yunanistan

- 175 -

topraklarını

1829

da

b_ağım-


(Ĺžekil

3)


olduğu zaman toprakları, Mora yanmadası ile onun he­ men kuzeyinde olan ve Atina'nın bulunduğu Atik yanma­ dasını kaplamaktaydı. Aynca, Yunan kıyılanna yakın Ege adaları da Yunanistamn sınırianna dahil bulınlUyordu. Mi..: dilli, Sakız, S:isam ve Rodos ( Oniki Ada) gibi büyük adalar Osmanlı İmparatorluğunun topraklanndandı. 1877-78 Türk-Rus savaşı (93 Harbi ) sonunda Osman­ lı Devletinin yenilgiye uğraması ve Ayastefanos felaketi­ ne maruz kalması, Yunanistanın bu fırsattan faydalanmak istemesine sebep olmuş ve Avrupa devletlerinin de b1skısı ile, 1881 de Tesalya'yı Osmanlı Devletinden almak sureti­ le topraklannı kuzey istikametinde biraz daha genişletme­ sini sağlamıştır. 1863 te İngilterenin Yedi Ada'yı (Korfu ) Yunanistana terketmesi yunanlıların iştah' arını kamçılamış ve bu kere Girid adasında kanşıklıklar çıkartmak suretile 1868 den itibaren bir Girid meselesi ortaya çıkmıştır. Bu tarihten 1913 yılına kadar süren kışkırtmalar ve gelişmeler, Gi­ rid'in yavaş yavaş Osman�ı Devlet:nin elinden kayınrun ne­ ticesini vermiştir. 1912-13 Balkan Savaşları Yunanistanın kuzey istika­ metinde topraklannı genişletmesinde ve aynı zamanda Ege Denizinde yayılmasında büyi1k bir adım oLmuştur. Bi­ rinci Balkan Savaşında Yunanistan, bir yandan Yanya ve Selaruği almış, öte yandan da Girid, Midilli, Sakız v� Si­ sam adalannı da yine büyük dev I etler vasıtasile ele geçir­ miştir. 1913 İkinci Balkan Sav.aşı ile Kavala'yı da Bulga­ ristan'dan alınca, Yunanistan bir yandan lstanbula iyice yaklaşmış, öte yandan da adalar vasıtasile Anadolu kıyı­ Ianna kadar sokulmuş oluyordu. Girid adasını almakla Yu­ namistan, Ege Denizinin Akdenize çıkış kapısına yerleş­ �iş olmaktaydı. Tabii bu, Türkiyenin jeopolitik ve stra­ tejik durumu bakımından büyük bir mahzurdu. -sız

-

177

-

F : 12


I. Dünya Savqı Y11D8.Dlataıı lcfn daha geniş ufuklaı· açtı. Bu savaşın sonunda Bulgari·stan'dan Dedeağaç'ı ala­ rak Meriç nehrine ulaştı. Osmanlı İmparatorluğunun yenil­ gisi ve yıkılınası Anadolu üzerindeki iştahını kabarttı ise de, Anadolu macerası Yunanistan için ağır bir hezimet oldu. 1947 yılında, yenilmiş İtalya ile yapılan Paris barışı ile Yunanistan Rodos ve Oniki Ad::ı.'yı da alarak, elindeki adalarla Batı Anadolu kıyılarıru adamakıllı çemberiemiş bulunmaktaydı. Rodos ve Onlki Ada'nın alınması, savaş­ tan perişan o'an Yunanistan için yeni imkanların ortaya çıktığı kanaatini uyandırmış olmalı ki, yine 1947 yılından itibaren Yunanİstanın bu kere Kıbrıs meselesini tahrik et­ meye başladığını görüyoruz. Doğrusu aranırsa, Kıbrıs me­ selesinin bugünkü durumunda Yunanistan Kıbrısta kuv­ vetli bir tutama;ğa sahip olmuş görünmektedir. Böylece, Meriç nehrinden başlayıp, bütün Batı Anadolu kıyılarını takiben Kıbrısa kadar olan uzun bir mesafede Yunanistan Türkiyeyi bir çemberierne durumuna girmiş bulunmakta­ dır. Türkiyeyi Batıdan ve Gtlneyden çemberlemeye çalı­ şan yunan kıskacı için sonuç olarak şunu söylemek ge­ r('kir : Türkiyeye yönelen yunan tehdidi, diğer tehlike ve tehditler kadar şiddetli ve kısa vadeli değildir. YUkardan­ beri yaptığımız açıklamalar gösteriyor ki, Türkiye üzerin­ deki yunan tehdidi daima zaman faktörünü kullanmıştır. Yunanistan Ti.i.rkiyeye karşı bir meseleyi tahrik ettiği za­ man, hiç acele etmemiş, sabırlı hareket etmiş ve merha­ lcleri müsait iZeiDİn ve zamanlarda aşmaya dikkat göster­ miştir. Bu müsait zemin ve zaman da. daima Türkiyenin zayıf anlan olmuştur. Bir devletin kendisinden daha güç­ lü bir devlet ve millete karşı bu şekilde hareket et.I:desinin akıllıca bir politika olduğunu kabul etmek gerekir. Şu hal- 178 -


de mese!enin önemli noktası, Türkiyenin daima güçlü, mil­ li bütünliük ve birlik içinde olması ve Yunanisianı daima dikkatle takip etmesidir. Bu takip keyfiyeti özellikle önem­ lidir. Çünkü, Türkiyeye karşı yunan politikası hiç bir za­ man tek başına hareket etmemiş, Yunanistan faaliyetlerini Türkiyeye yöne�en diğer tehlike ve tehditlerle birleştire­ rek yürütmüştür. Türkiyenin, başlangıçtanberi açıkladığı­ mız genel dünya politikası içindeki jeopolit:k durumdan ve

Sovyet komünizminin kuzeyden inen ve güneyden sannaya çalışan faaliyetlerinden doğan tehlike ve tehditler mevcut olmasaydı, Yunanistanın çemberiern e faaliyetleri belki o kadar önemli olmayabHirdi. Lakin tarihin tecrübeleri bize,

yunan tehdidini, diğer tehditlerle birleştirerek değerlendir­ mek zamretini kabul ettirmektedir.

4. N E T 1 C E : Görülüyor ki, Türkiye gerek dünya üzerindeki genel jeopolitik durumu, gerek coğr.afi yeri itibarile uzak ve ya­ kın tehlike ve tehditlerle çevrili bulunmaktadır. İster ya­ kın, ister uzak olsun, bir devletin temel görevi, b�r devlet olarak milletine karşı esas görevi. bu tehlike ve tehditlere karşı güvenliğini sağlayıcı tedbirleri almaktır. Bu tedbirler ise, kendisini daima güçlü tutmanın yanında, dış politika alanında da, yiüzyıllann tartışmasız bir gerçek haline sok­ tuğu denge politikasında yatmaktadır. Türkiyenin bugün bağlı bulunduğu ittifak sistemleri ve dış politikaamın Batı' ya yönelen istikameti, böyle gerçekçi ve milli bir

politika­

nın ta kendisidir. Bugün bu po'itikayı yıkmak isteyenler,

Türkiyeyi sannaya ve yıkmaya çalışan tehlike ve tehdit­ Ierin hizmetinde olanlardır. Bunun i çindir ki, Türk Milli­ yetçiliği milliyet ve millet varlığını dünya üzerinden sil­ mek için uğraşan komünizmin

karşısına dikilrnek ve bu

- 179 -


maksatla da, dış politikasında denge kuvv�tlerine dayan­ mak zorundadır.

DIŞ TÜRKLER Sınırlarımızın herhangi bir tarafından dış ükelere çı­ kılsa muhakkak surette türkçe

konuşan soydaşlanmızla

veya büyük imparatorluğumuzun bıraktığı kültür tesirleri n.ltında kalmış kütlelerle karşılaşılır. Bilindiği üzere, ta­ rihte birçok devletler ve imparatorluklar kurmuş olan Türk Milleti çeşitli bölgelere giderek geniş ülkelerde hü­ kümranlığını uzun veya kısa müddet devarn ettirıniştir. 'Türkiye dışı Türkler işte bu eski cihanşümiil '!ürk hü­ kümranlığının vaktiyle Türk idaresine bağlanmış olan top­ raklarda yaşamakta devarn eden kalıntılandır. Bu itibar­ la Türkiye Türkleri ile dış Türklük dünyası arasında bir kardeşlik rabıtası mevcuttur. Bu husus, Türkiye Türkle­ rini nıa,sıl dış Türkleri düşünrneğe sevketmekte ise, dış Türkleri de Türkiye Türklerine doğru çevirrnektedir. Dış Türkler yeryüzünde tek rnüstakil devleti�z olan Türkiye Türklüğünün kudretli, rnüreffeh ve rnes'ut olması_ ııı

kendi geleeelderi bakımından emin bir garanti saymak­

tadırlar. Bu itibarla çok müşkül şartlar altında hayatla.nnı kornınağa çalışan dış türklerin Türkiye tarafından daha büyük ciddiyetle dikkıate alınması icabeder. Dış türkleri bulur:duklan bölgeler itibariyle şöyle bir La.snife tabi tutabiliriz : 1. Yunanistan 500.000 1.400.000 2. Yugoslavya

3. 4.

Bulgaristan Romanya

5.

Çin Mganistan

6.

1.000.000 480.000 12.750.000 4.350.000 - 180 -


7.

8. 9. 10. ll.

12. 13.

tran 8.250.000 Irak 950.000 Kıbrıs 120.000 Suriye 450.000 Hindistan 5.000.000 Pıakistan 2.000 .000 Sovyetler B. (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan. Tacikistan, Türkmenistan, Kınm, Yakutistan, diğer Türk ülkeleri) 32.000.000 Yekün : 69.500.000

( TÜRK KÜLTÜRÜ,

5. sayı, Mart 1963'den alınmış-

tır) . Harbler. istilalar ve inkılaplar dolayısiyle zulüm, bas­ kı ve işkence altında yaşamak zorunda kalan veya çeşitli ülkelere göçmen ve mülteci olarak sığınan soydaşlarımız. milli şuur ve varlıklıannı muhafazaya çalışarak hürriyet­ lerine kavuşmak ümidini beslemektedirler. Tanınmış Al­ man bilgini Prof. Mende eMiiletierde İstiklAl Aşkı Söndü mü ?» başlıklı meşhur bir makalesinde esir ve mahkum türklerde !hürriyet ve istiklal aşkının daima canlı bulun­ duğunu belirtm�ştir. Gerçckb d� öyledir. Dış a.Iemlerin türklük milli duygulan unutmadıklan gibi, çeşitli vesPeler­ le hür dünya memleketlerine sığınmış o!ruı şuurlu Türk göçmen ve mültecileri de Türklük dünyasının hürriyet ve istiklali için büyük gayret sarfetmektedirler. Dış Türkler hukukunun, şimdilik, ilgili devletlerin dikkatlerini çekme ve gerektikçe Birleşmiş Milletler nez­ dinde teşebbüslerde bulunmak suretiyle kanınabileceği kanaatindeyiz. - 181 -:-


İRAN-PAKISTAN VE TÜRKİYE ARASINDA KÜLTÜREL VE lKTiSADt lŞBlRLlGt Türkiye _ tran ve Pakistan arasında 21.Temmuz.l964 tarihinde kültürel ve iktisadi işbirliği hususunda bir an­ laşma yapılmıştır. Mevzuun teferruatı izah edildikçe ar­ zettiği önem aşikar olarak görülecektir. Fakat buna rağ­ men mevzu maalesef gereğince incelenmemiş olup efkan uınumiye bu hususta aydın1ıatılmamış, iş adamlanmızın ve aydınlann dikkat ve al8.kası çekilmemiştir. 1 - Dünyanın umumi seyri ve bloklaşmalar : Bugün yeryüzüne göz gezdirdiğimiz zaman, iktisıadl kalkınma ve büyüme gayretleri içinde bulunan dünya mil­ letlerinin iktisadi ve siyasi bünyeleri itibariyle üç gruba ayrıldığım görürüz. Bir yanda iktisaden gelişmiş ve sana­ yileşmiş olan ve batı _ demokrasileri adıyla ifade edilen bir -dünya görürüz. Umumiyetle batı Avrupa, K�y Amerika, Avustra�ya ve Yeni Zelanda gibi memleketler bu gruba girer. Bu grubun karşısında demir - perde memleketleri ·diye ifade edilen komünist dünyası mevcuttur. Rusyıa, Kı­ zıl Çin ve peykleri durumunda olan diğer memleketler bu ikinci dünyayı meydana getirir. Y'er yüzünde hakimiyet davasında bulunan bu iki. ·dünya karşısında, iktiısaden gelişmekte olan milletler di­ ye ifade edilen bir üçüncü diiny3. müşahede edilmektedir: Türkiye'nin de dahil bulunduğu ve ortadoğu diye ifade edi­ len memleketler, dünyanın �alabalık nüfus· depolanndan 'biri olan Güney-Asya memleketleri, yeniden kırka yakın milletin siyasi istiklalini ka2ıandığı ve böylece yepyeni devletlerin ortaya çıktığı Afrika kıt'ası ve nihayet L8.tin Amerika'·sı diye de ifade edi1en GUney Amerika memleket­ ıleri bu üçüncü gruba girmektedir. - 182 -


Bu üçüncü dünya

milletleri, halen

dünyaya hakim

durumda ve bu yolda rekıabet ve çalışma halinde bulunan

ilk iki grub karşısında, siyasi

ve

iktisadi gelişmelerini

mümkün kılacak en uygun ortamı hazırlamak için ya bi­ ı

inci veya iki·nci grubu örnek alıp onlardan biri ile işbir­

liği yıapmakta, veya her iki grup

ve

sistemden istifade

Pdip ,daha tarafsız bir lhüviyet altında kendi bünyesine uy_

gun terkip yapmaya çalışmaktadır. Bu üçlü bölünme daha ziyade dünyanın umumi ideolojik bünye itibariyle duru­ munu belirtmektedir. Birıaz daha teferruata inilirse, her grup içindeki mil­ letler arrusında daha küçük bloklar halinde iktisadi ve türel

edildiği

entegrasyO'lllara gidildiği

gruplar teşkil

ve

kül­

organik denebilecek

görülür. Bu tali gruplar hem büyük

gruplar içindeki miUetlerin aralarında siyasi kudret den­

gesi sağlamak. hem de bu gayeye varmak emeli ile ikti­ sadi gelişmelerini hızlandırmak maksadım gütmektedir : Mesela batı dünyası içinde A.B.D. bir yandan kendi kendine yeten bir ünite olarak Kanada ile iktis� ente­ grasyonu sağ!amak yönünden organik

olarak bir kuzey

Amerika birliği meydana getirmekte, d;ğer yandan da siya­

sı ve hukuki yönden olduğu gibi aynı

zamanda iktisadi

yönden de kuzey ve güney Amerika arasında bir Ameri­ ka Birliğini sağlama!•, vcy� böy�e bir birliği gerektiğinde kendi gayeleri için kullanıruak istemektedir.

öte

yandan

Avrupa Birleşik Devletlerini teşkil amacı ile girişilen faa­ liyet altılar ve yedi�er diye iki iktisadi entegrasyon gru­ bunun doğmasına yol açmıştır.

Bugün daha iyıi gelişen

ve müşterek pazar diye ifade edilen altılar grubu etrafın­

da iktisadi ve kültürel bünye it.;bariyle bir Avrupa birliği meydana. getirilmektedir. Komünist dünyasında da bir yandan Rusya, diğer yan_ dan Çin kendine bağlı diğer milletlerle daha

- 183 �

büytik birer


iktisadi grup veyıa. birlik meydana getirrneğe çalışmakta­ dır. Bu bloklarm her biri de nüfus itibariyle asgari 2-3 yüz milyonluk bir

beşeri gücü ve parayı

temsil etmektedir.

Üçüncü dünya içinde Hindistan esasen insan gücüne sahip bulunmakta

ve

400

milyonluk bir

ayrıca g:üney-Doğu

Asya milletleri ile daha büyük tarafsızlar grubu teşkiline çalışmaktadır. Orta Doğu'da arıap milletleri bir arap bir­ liği kurma gayesine yönelmiş bulunmakta ve adım adım bu hedefe doğru yaklaşmaktadır. Afrika'nın diğer millet­ leri de

grupLaşma imkanlarını aramakta

buna karşılık

Avrupa müşterek pazar memleketleri bu gruplaşmayı ken­ di lehlerine çevirebilmek için orta Afrika'daki 18 devleti müşterek pazar çerçevesi içine almaktadır. Bu parçala­ ma gıayretlerine rağmen Afrika birliğinin tahakkuku uğ­ runda çalışmalar devam etmektedir. Bu durum yeryüzünde bloklaşınalarnı meydana geldi­ ğini ve hiç bir milletin hele küçük bir beşeri güç ve dar bir çevre ve malıdut tabii kaynaklarlıa yeryüzünd e siyasi ye ikti:sadi bir kudrete sahlp alamıyacağını göstennektedir. İşte dünyanın bu umumi durumu karşısında Türkiye de bir yandan son yüz yıllık siyasi, sosyal ve iktisı:ı.di bünyesinin icabı olarak müşterek pazar camiasıyla işbirliğine girişmiş_ tir. Fakat biLhassa son Kıbrıs hadiseleri kar-::smdı"t siyasi

bakımdan

Türkiye'nin kendini dünyada yalnız hissetmesi

ve batılı müttefiklerine duyduğu kırgınlık İran ve

Pakis­

tan ile iktisadi ve kültürel bir işbirliğine girişınesine yol açmıştır. Esasında böyle b 'r

teşebbüs

Atatıürk tarafından

düşünülen ve Cumhuriyetin ilk kuruluş devrelerinde Sa­ <labad Paktı ile kurulan Türkiye'nin doğu kanadını takviye ve emniyet altına

almak

ve geliştirmek politikasına da uy­

gıındur. Esasen Atatürk devrinde dÜfÜnülen dış politika dı:ı Türkiye'nin

doğu

ve

batl arasında bir köprü vazifesi gör- 1M -


!Ilesi ve doğu ve batıda kendi etrafında birer gurup mey­ dana getirerek dünyanın iktisadi ve siyasi bünyesi i�in­ de bir şahsiyet meydana getirmesi maksadı güdülüyordu. Gerçi CENTO ile de aynı gaye güdülmüş bulunuyordu. Fa­ kat CENTO İngiltere ve ABD tarafından kurulduğu ve tn­ giltere'nin orta doğu politikasına göre teşkil edildiği için iktisadi ve siyasi istiklallerini Anglosaksonl arla mücadele ederek elde eden diğer orta doğu memleketlerinde 13lltipa­ tik karşıianmış ve böylece orta doğuda entegrasyonu temin yerine parçalayıcı bir tesir yapmıştır. Halbuki yeni üçlü an�aşma tamamen orta doğu ülkelerinin kendi insiyatifle­ riyle kurulduğundan diğer orta doğu milletleri bakımından endişeyi mucip bir tarafı yoktur ve bu bakımdan da ge· lişmeye ve genişlemeye müsaittir. Saniyen bir başka hu­ susiyeti de islam memleketleri arasında, son iki asıriık inhitat devrinden sonra, ırk esasına dayanmayıp, iktisadi ve ıdültürel işbirliği esasına dayanan ilk anlaşma olması­ dır. Sa.daba.d paktı da böyle bir işbirUğinin öncüsü sayıla­ bilir. Zira Atatürk'ün teşkil ettiği Sa.dabad paktı o de· virde yeryüzünde siyasi istik1Aliııi muhafaza eden üç isli.m ülkesi arasında kurulmuştur. Zirıa. Türkiye, tran ve Afga­ nistan dışında o zaman başlıca siyasi bakımdan müstakil bir islAm ilikesi mevcud değildi. Bugün zaruretler neticesinde tekrar ortaya çıkan bu birlikte Afgaııistanın yerini daha bUyük bir islam ül­ kesi olan Pakistan almış bulunmaktadır. Esasen bu birlik­ te öncü hareket Pakistan'dan gelmiş bulunmaktadır. Pa.­ kistan'ın Keşmir ihti18.fı yüzünden Hindistan ile arasının açık olması ve haklı davasına rağmen batılı devletlerin son zama..."llarda tıarafsız gruptaki Hindistan'ı el altından müttefikleri olan Pakistan'a nazaran daha fazla takviye etme temayüllerinin kuvvetlenmesi, komünist blokla.rına karşı cephe alıp batı ile ittifak kurmuş olan Pa.kistan'ı ..,..

- 185 -


dünya siya:set sahnesinde yalnız bırakmıştır. Kıbrıs konu­ sunda Yunanistan ile olan münasebetleri bakımından ben­ zer bir durumda kalan Türkiye de Atatürklin ölümünden bu yana ilk defa olarak kendiliğinden doğuya doğru dön ­ mek lüzuın ve zaruretini hissetmiştir. Son zamanlarda Türkiye'nin dış politikası etrafında yapılan münakaşalar ve daha şahsiyetli bir dış siyaset gü­ dülmesi hususunda beliren temayilller bu zemini h azırl a­ mıştır. Böylece ortayıa çıkan müsait siyasi atmosfer 21.Tem ­ muz.1964 tarihinde İstanbul'da tran, Pakistan ve Türki­ ye arasında «Bölgesel Kalkınma içi'll İşbirliği» 'RCD' A nt­ laşmasının aktedilmesini sağlamıştır. Yukarda verilen izaJhat gerek iktisadi, gerek siya.•;i sebepler yüzünden dünyamızda 20. asrın ikinci yarısında milli devlet sisteminden cbölgeseb birlikler sistemine doğ" ru gidildıiğini göstennektedir. Feza ve sür'at asn olan ça­ ğımızda hiçbir milli birliğin tek başına bir kudret ifade etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan orta çağdan beri milli karakterini muhafaza etmeğe �yret eden batılı ül­ keler dahi bu yola girmişlerdir. Amerikan Devletleri Teş­ kilatı ve NATO gibi mahalli teşkilatıann dışmda bir bölge devleti karakterini kazanmağa başlaya'll ve bir Avrupa

par18.mentosuna ve Avrupa Bakanlar Konseyine sahip olan Avrupa Devletleri Teşkilatı kurulmuştur. Esasen Birleşmiş Milletler Anayasası. bölgesel işbirliği çalışmalarını dün· ya sulhu ve refahı için faydalı bir adım olarak telakki et­

mektedir.

- 186 ---


AHLAK ANLAYlŞlMlZ, TORK MlLLIYETÇlLtGt VE tSLAMlYET, TVRK MtLLlYETÇlLtGt AÇlSINDAN DtN, TüRKİYE'DE DİNI EÖİTİM, İSLAMI AlllAKIN lKTİSADI GELİŞMEYE TEStR.t, MtLLİYETÇİLİÖİMİZDE DİN UNSURU, BlJGtJNKÜ DİNI HAYATIMIZ MESELELERI

Komisyon başkanı : Doç. Dr. Hikmet TANYU Komisyon raportörü : Dr. Hayrettin KARAMAN iştirak edenler : Doç. Dr. Halfık KARAMAGRALI ])ıoç. Dr. Yaşar KUTLUAY Doç. Dr. Bekir KüTOKOOLU

Emine Işınsu OKÇU Dr. Bekir TOPALOGLU Dr. Hakkı D. YILDIZ

Prof. Dr. Sabahaddin ZAlM



AHLAK _ ANLA YIŞIMIZ Her içtimat nizamın muhakk ak bir ahlA.ld temele, ah­ lak · öğretim ve eğitimine ve onun örneklerine ve benimsen­ mesine ihtiyacı vardır. Ahlak ve fazilete devlet yönetici­ leri, bilginler, yazarlar, görevliler. . . kısaca bir millet içerL .sinde çoğunluk ne derece

sahipse,

mesi için ilk

edilmiş demektir. AhlAklı, fazi­

şart temin

bir devletin ilerleyebil·

let:ii olmak, ahlakın, faziletin ne olduğunu bilmek ve b&o niınsemekle

olur.

Türkler, çok eski zamandan beri mevcut ve her tür­ lü kültür belirtileri ile başlıbaşına bir millet topluluğu teş­ kil ettiklerine göre elbette kendilerine mahsus bir ahlak anlayışına ·sahip buluınmuşlardır. Türk

milli ahllkı esasen taınamiyle insani değerlere dayanır. Ancak, son bin yıllık

taııi.hdmiz islam dini çerçevesinde bu dinin ahlA.k görüşü içinde gelişmiş olduğundan bugünkü Tilrk ahlA.kı eski Türk ahlak görüşü isiimi ahlA.kı Türk milletinin a.b.:!Akında te­

mel

unsur vazifesini görmektedir. Iyiyi. doğruyu, iyilikçi­

liği tanıtan bir zihniyet içinde eğitim ve öğret:mmıiz ahllk kaidelerimizi olgunlaştırıp benimsettikçe Türk

milleti

dün­

yaruiı. örnek milletlerinden biri olacaktır. Bu yolda öğret­ menlerimiz ve din görevlilerimiz bilhassa IslAm-Türk

ah­

lakınm ve faziletinıin ne olduğunu halka ve öğrencilere

a.n­

latmalı, ıah1Ak ve fazilet lizerinde her vak:iıt geçirmeden

milli

vesile ile durmalı,

ve manevi değerlerimizi lruvvetlen­

dirmelidir. Türkiye'nin yaşaması ve yükselmesi istendiği

- 189 -


takdirde başka yol yoktur ve olamaz. Zira ahl.i.k, ferdt, ailevi, milli, insani bütün duygu, düŞünce ve davranışlann özünü ihtiva etmektedir. Ferdin ve cemiyetin manevi ve maddi selimet ve saadetini temin etmek için hangi yol­ dan gidilmesi

18.zı�

o bilgiyi vermek gerekir. İyi olmak,

iyilik etmek, doğru, namuslu ve şerefli olmak, milletini, vatanını ·sevmek ve onun için fedak&.rlıktan çekinmemek, insana saygı duymak, kısaca gerçek, ideal insan olmak an­ cak ahl.i.kla mümkilndür. Gayesiz, imansız cemiyetler buhran içindedirler. Ah­ lak ve faziletten geçmeyen yol kördür, çöldür ; insanlık şeref ve haysiyetine, hürriyet ve hakiki terak.kiye aykın­ dır. Bu sebep!e bir an önce makul bir plan içinde Türkiye• nin din ve ahlak davası samirniyetle ele alınmalı ve bu va­ zife gereken ciddiyetle yerine getirilmelidir. Çünkü, çatış­ malar ve düşmanlıklar

ancak mi::li ve manevi değer hü­

kümlerinde, inançlarda kurulacak birlikle ve sevgi, saygı, yardımlaşma duygu1ıarı ile önlenebilir. Manevi ve milli de­ ğerler ilim ve teknik, çalışma ve azimle birleşince Türk Milleti muhakkak ki varlığını koruyacak ve yükselme is­ tikametinde yol alacaktır.

TÜRK MlLLlYETÇlLlGl İSLAMIYET Dinin, cemiyetin temel

ve

unsurlarından biri olduğu hu­

susunda ihtilMa düşülmemiştir. En iptidaisinden en müte­ k8.miline kadar, gelip geçmiş bütün cemiyetlerde din mti­ essesesinin mevcudiyeti bunun reddedilmez delilid.ir. Bu­ rada, umumiyetle din �üessesesi ve cemiyet hayatındaki yerinden .ziyade. Türk Milliyetçiliğinde din müessesesi, son_ ra da tsıa.m

Dini

bakınundan milliyetçiJik ve bilh assa Türk

Milliyetçiliği üzerinde durmak istiyorum.

- 190 -


Konuya birinci

açıdan

baktığıınız

zaman, tamamen

Türklere ve Türklüğe has bir gerçekle karşılaşınz.

Bu,

Müslüman1ığın, Türklüğün bünyesine nüfuz edip, ondan ayrılmaz, aynlamaz bir unsur haline gelmiş olduğu ger­ çeğidir. On asırdan fazla Türk dünyasmda öyle bir bu dinden .zihne n

zamandan beri

rol oynamıştır

dahi tecrid ederek

Müslümanlık,

ki, artık Türk'ü

düşünmeye imkan

ka,lmamıştır. Müslümanlık Türk Milliyetçiliğinin vazgeçil­

mez bir unsuru

haline gelmiştir. Bunun en bariz delili, ba­

tıya oLan büyük

göçler sırasında ve sonunda

Hazer Deni­

zinin güneyinden başka yollar takip ederek Balkaniara ve Orta Avrupaya

geçmiş TUrk kavimlerinin varlıklarını yi­ Selçuklu İmparatorluğunun kurulu­ şundan ve bilhassa haçlı seferlerinden itibaren, Müslü­ manılığı, batı hıristiyan dünyasına karşı sadece Türkler temsil ve mUdafaa etnı.işlerdir. tirmiş olmalarıdır.

İslAm Dini açısından milliyetçilik mesel esine gelince : Bilhassa Birinci Dllnya Savaşı sıralannda, . İmparatorlu­ ğun yıkılmasına tekaddUm eden yıllarda çıkan İslAmcılık cereyanmın tesiri ne, mtıslUman ya mani teşkil ettiği

olmanın milliyetçi fikri ortaya ablmıştır.

olma­

Mesele, günlük ve politik şartların üstünde ,sadece bir

din meselesi olarak ele alınacak olursa böyle bir maniden söz edilemez. lslam

Dini cAllah yolunda birleşilmesini, tefrıi.kaya düşülmemesinb amirdir ; c müslümaniann kar­ deş olmalannı ve kardeşler arasında bir ihtillf çıktığı tak­ dirde aralarının bulunmasını • i.mirdir. Bu emirler ise, bir kimsenin milliyetine sahip çıkmasını. milletini sevmesini nehy manasını kat'iyen tazammun etmediği gibi, aksine «kardeşliğin takviyesi» bakımından terviç şuuruna erme­ sinin sonucu, hiçbir zaman edin kardeşliğinden» vaz ge­ çilmesini yahut dUşmanlık edilmesini gerektirmez.

- 191 -


Konu bu bakımdan ele alındığı

zaman, �şinin önce

müslümanlığı mı yoksa Türklüğü mü gelir meselesinin de aslında mesele olmadığı anlaşılmış olur ; çünkü bu iki va­

.:;ıf bir tek bünyenin birbirinden ayrılmaz uıısurlannı teş­ kil ederler. Tarihin en eski devirlerine kadar uzanan Türk Milleti, ahiili ve !çtimai karakterine çok uygun bularak kabul et­ tiği İslam Dini ile tarihinin yeni bir devrine girmiştir. De­ nilebilir ki, Türk Milletinin milli şuur ve varlığı asıl bu de­ virden itibaren sarahat v� .�ız kazanınl§tır. Asırlar boyu milliyetçilik ve din tek mefkfı.re halinde Türk Milletinin fe­ tihlerine, san'atına, maarifine, ahlakına ve milletçe terak­ kisine ışık tutmuş, bu iki temel arasında herhangi bir ça­ tl§ma bahis mevzuu olmamış ve bu mes'ut ahenk son za­ manlara kadar devam etmiştir. Bugün ise içimizde, az da olsa, millet için dinin zaru­ ri" olmadığını ileri sürenlerle, lslamcılıkla milliyetçiliğin bağda.şmıyacağını sanan iki üç görü� mümessilleri bu­ lunduğuından islama göre miıliyetçilik ile milliyetçilik zaYi­ yesinden din meselelerini inceleyeceğiz

..

a) tSLAMA. GORE M1LIJYETÇ1LtK :

Islam dini.nlıı iki ana kaynağı olan Kur'an-ı Kerim ve hadislerde milliyetçilik meselesine temas edilmiştir : cEy insanlar ; Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp yardımlaşasınız diye sizi millet ve kabilelere ayır­ dık. AlLili nezdinde en şeretliniz, dini vazifelerini en iyi yapanınızdır.» ( 1 ) Bu ayete göre insanların millet ve kabUelere ayrılışını lslB.m dini tabü bir vakıa olarak kabul etmekte, ancak her !.ihi taıkdirde

olduğu gibf, bu bölUnüş ve ayrılış için de

( 1 ) el-Hucurô.t, 13.

- 192 -


u lvi bir gaye

göstermektedir :

cTanışıp yardımlaşasınız

diye». Şu halde, Kur'an-ı Kerime göre milletler

ırki hususi­

yetlerini diğer milletler aleyhine bir tefahur, bruskı ve is­ tismar vesilesi yapmayacak, Tannnın kendiılecine balışet­ tiği bu nimetten kandi milletleri ve yakın çevresinden baş­ layarak bütün

insanlık demek olan diğer milletierin fay­ ellerinden gelen gayreti sarfedecek, insan­ kültür ve medeniyet öncülüğü yapmak için yanşacak­

dalanması için lığa

lardır.

i

Hz. Peygamber'in

hadislerinde mahkum

edilen ve

« asabiyet, kavmiyet» diye ifade edilen şey bir fazilet ya­ rışması olan milliyetçilik değil, zulme ve haksızlığa daya­ nan aşiret çatışmaları, biyolojik ırkçılık ve şovenizmdir. Gerçi İslam dini bütün İslAm milletlerini bir

bayrak

ve otorite altında birleştirmeye, yanıi cittihad-ı İslam» a teşvik eder. Fakat hemen ilave etmeliyiz ki, bu idealin bu­ günkü şartlar altmda tahakkukunu umma.k bir hayalden öteye geçememektedir. · Zaten çeşitli sebepler ve şartlar realitede ----eiyasi bir teşlcilat olarak - ümmet denebile­ cek müşahhas ve mevcut bir müessese olmamıştır. Ümmet ideali kendi kendine değil de bir vasıta ile

tahakkuk ede­ milletler olmak lazım gelir. Bugün tahak.k.uku 'iiınit edilebilecek yegane lslam Bir_ Ii ği ; istiklaline, milli şuur ve kültürüne sahip lslam millet­ leri arasında meydana gelecek iktisat, kültür ve müşterek cekse bu vasıta gene

müdafaa anlaşmalarından ibaret olabilir.

b)

TÜRK MİLLİYETÇİLİGt AÇlSINDAN DİN :

Bir milletin hayatmda zaruri bulunan maddi ve ma­ nevi unsurlardan herhangi modern

sosyolojik

birinin ihmal edilemiyeceğini

araştırmalar ortaya

- 193 -

koymuş bulun-


maktadır. tçtimai hadiseleri müesseseler, değerler, adetıer, bünyeler ve faaliyetler halinde tetkik edenler, içtimal madde ve içtimai rfıh diye iki cevher ve iki hassa ayırına­ ğa imkan olmayacak surette içiçe geçmiş bir takım komp­

leksler karşısında bulu nmaktadırlar. Bütün bu fizik ve manevi faktörler ancak içtimru bir teselsül içinde ele alın­ dıklan zaman birbirlerini tamamlar ve bir bütün olarak görülebiHrler. MilJiyetçliiğin manevi unsurları arasında dinin rol ve yerini bir sosyaloğumuz şöyle ifade etmektedir : «Nerde topluluk yaşayışı varsa orada din yaşayışı vardır ; din ya­ şayışı bütün topluluk yaşayışını, ahlakı, dili, san'atı sar­ mıştır. O denli sarınıştır ki «din kişiliği» olmadan «milli ki­ şilik» de olamıyor. Din de dil, ahlak, san'at, felsefe gibi milli varlığın, milli kişiliğin kendisidir. Daha da ileri gi­ derek söyleyeceğim : Din milli kişiliğin özüdür. milli kiş :lik din kişiliği ile başlar, oı.ıunla olgunlaşır, onunla �n ideal, en mutlak varlığına ulaşır.» araştırmalar ba..'18. şu « . . . Ömriim boyunca yaptığım gerçeği göstermiştir : Dinsiz kalkınma olamıyor. Din, dil,

san'at, bu üçler olmayınca yalnız kalkınma değil yaşama bile olamıyor. İşte etnoğrafya ; clinsiz, dilsiz, san'atsız bir ilkel topluluk tanımıyor. ݧte tarih ; dinsiz, dilsiz, san'atsız bir kalkınma da tanımıyor. Rönesans mı, reforma mı, ro­ maıntizma mı, yoksa bu devir mi, hangisi dinsiz, dilsiz, san'­ atsız ol abilıni ştir ? Kalkınma dediğimiz gerçek her şeyden. endüstriden, ziraattan, ticaretten önce dinde, dilde, san' at­ ta kalkınmanın kendisi

değil midir ?» ( 1 )

«Din ; ibadetleri, duaları, mabetleri, merasiınleııi , bay­

ramlan ile kitlelere karakter veren ve onu içten birleşti(1) İsmail

2·35,

s.

Haılda Baltacıoğlu, Timk Düşüncesi, Sayı :

�6.

- 194 -


ren bir müessesedir. Yirminci asnn iJ4n ve tekniğine rağ­ men en ileri memleketlerde bile onun birleştirici bir rol oy­ nadığını açıkça görüyoruz. Dini yıkaz.ı ve onun yerhıe din kadar tesirli günlük hayatı tanz:m edici ve kalbieri birleş­ tirici, kitleye şamil ulvi bir müessese kuramayan bir ce­ miyet, hayatının temeli olam birliği tehlikeye sokmuş olur. Laiklik bir din değildir. Onda dinin birleştirici kudreti yok­ tur. Bilakis o daha ziyade ayıncıdır. Laiklik taassubu ön­ ler. Fakat dinin yerine geçemez. » (2) Türk Milliyetçiliği açısından me seleye baktığımız za­ m an , tamamen Türklere

ve

Türklüğe has bir gerçekle

karşıiaşınz. Bu, Müslümanlığın. Türklüğün bünyesine nü­ fuz edip, ondan ayrılmaz, ayrılamaz bir unsur haline gel­ miş olduğu gerçeğiilir. On asırdan fazla zamandan beri Mi.is}ümanlıık, Türk dünyasında öyle bir rol oynamıştır ki, artık Türk'ü bu dinden zilınen dahi tecrid ederek düşün­ meye imk8.n kalmamıştır. Geçmişte

ve

günümüzde

tsl!m.

dini

ile

bağlan

gevşetilen veyaı kopanlan Türk topluluklarının bir iki ne­

sil içinde münkariz olduklan bir vakıadır. Buna dair Bal­ kanlar, Avrupa vs. yerlerden müşahhas ın.is8.1:ler gösteri­ lebilir. Şu halde isiamiyet, Tüııklüğün bünyesine yerleş­ miş, onunla

kaynaşmış hakiki , yüce bir temeldir. Bunu

sarsmak, yıkmak, Türk milliyetçiliğine, milletine zarar ve­

rici bir harekettir.

TÜRKİYEDE DtNt EGtTtM Türkiye'de din adamlan yetiştiren

okullar

ile

diğer

ilk ve orta dereceli okullardaki din eğitim ve öğretim mev(2)

Mebmed Kaplaa,

NesiDerin Rühu,

91 - 92. - 195 -·

lst. 1967,

s.


zulannı

devlet kontroluna

almayı hedef

tutan Tevhidi

Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. Bununla çeşitli merkeziere bağ:ı olarak faaliyette bulunan eğitim ve öğretim mües­ seselerinin birleştirilmesinin sağlanması düşünlülmüştür. Ancak tatbikat,

kanunun la.fzına ve

ruhuna tama­

men aksi bir seyir takip etmiştir : Okullardaki

din

ve ah­

lak dersleri kaldınlmış, tarih kitaplanna İslam Dini ve Peygamber hakkında yanlış bilgi ve hükümler konmuştur. Diğer taraftan

lmaın

rülfunundıaıki llahiyat

Hatip okullarında ve İstanbul Da­ Fakilltesinde okuyan

öğrenci sa­

yısı birkaç yıl içinde sıfıra icra edilerek bu müesseseler

lağvedilrniştir. Bu durumun sonucu

olarak, asırlar boyu

Milslümanlık ve Türklük ldeallerinin elele yürüdüğü aziz memleketimiz bugün bir maneviyat buhranına sürüklen­ miştir. Bu bulıranın aksaldıklarını dört grupta sıralamak mümkündür :

ı) Türk Çocukları :

Günümüzde Türk çocuklan ve gençleri maddiyat ve

şahsi menfaat ötesinde ulvi bir gayeden mahrum bırakıl­ mışlardır. Artık Türklük ve Müslümanlığın nasıl feyizli ve tükenmez birer hazine olduğu; kalkınmak ve muasır me­ deni milletler seviyesine yükselrnek ideallerinin bu hazine­ lere malik olmadan gerçekleşemiyeceği bilinmemektedir.

2) Mliinevver ZUmre : Bizi tarihte büyük millet yapan dini ve milli kıymet­ lerimizi unutmuş veya hiç öğrenmemiş bulunan birçok mü­ nevverimizin dini hayatı

Din narnma bildikleri

tam bir boşluk arzetmektedir.

ekseriya kulaktan dolma

eksik

bilgiler ile hatalı tatbikatı din sanarak edindikleri �enfi kanaatlardan ibarettir.

3) Halk : lsli.mı, ru!lıu ve manAsı ile yaşayan, onun nur ve fcy-

- 196 -


zini ferdi ve içtimal hayabna aksettiren

müslüman bir halk yerine günümüzde kuru bir taklidt iman ve daha çok

şekle bağlı bir dini yaşayışla iktifa eden bir halkımız var­ dır .

4) Din adamlan

:

:&itap ve sünnete dayanarak devirlerinde tslimiyetj selaiıiyetle temsil eden, asrın idrakine uygun şekilde anla­ tan din adamlan kadrosuna sahip bulunmam.aktayız.

TEDBİR VE TERLİFLER : 1) Dilli terbiyenin ilk kadernesi ailedir. Çocuğa veri­ lecek terbiyede başanya ulaşabilmenıin ilk şartı, ana-ba­ banın müessir birer miirebbi olarak yetiştirilmesidir. Bu maksadı temin için! de her türlü neşir vasıWanndan, kura ve rehberlik faaliyetlerinden fıaydalanılmalıdır. İlk ve Orta okullar din derslerinin kuru nazari bilgile­ rin öğretilmesi yerine, din sevgisini uyandıracak ve di.nıin

millet varlığındaki yerini idrak ettirecek bir vasıf taşıma­

sı, llselerin her sınıfına konması ; diğer derslerin umumi havasının din öğretimi ile i.hen.kleştirilmesi, yüksek tah­ sil kademesinde bu faaliyetin daha yüksek vasıfta geliş­ tirilmesi gerekmektedir. liselerdeki din dersinin program içine alınması ; bu dersi, 1lahiyat Fakültesi ve Y1üksek ls­ lam Enstitüsü mezunla rının okutınası da gayeye ulaşabil­ mek balumından zaruridir. 2) Baş döndürücü inkılaplara rağmen, milli ve dini duygulara bağlı kalan Türk Milleti, değişen hayat şartları ve yurt dışında iş sahaları aramak zarureti karşısında. is­ ter istemez yabancı kültürlerle temas haline gelmekte ve bundan bazı menfi neticeler hasıl olmaktadır. Bu zararlı t esirleri önleyecek olgun din adamlannın rehberlik ve ir­ şadına, gün geçtikçe ihtiyaç çoğalmaktadır.

- 197 -


3) Dini hayatımızda rastlanılan aksaldıkları hertaraf r;decek mütehassıs din adamlarının yetiştirilmesi hususun ­ da acil ve köklü tedbirlere derhal tevessül edilmesi .zarOrl görülmektedir. Din adamı yetiştiren orta ve yüksek tahs:l müesseseleri ilmi:n ve memleket ihtiyaçlarının gerektirdiği yolda ıslah ve tevsi edilmelidir.

lSLAMt AHLAKIN iKTISADt GELIŞMEYE TESIRI

1 1

İktisadi gelişme esasmda cemiyetin diğer bütün safhalarmdaki gelişmeılln bir neticesidir. Yani, bundan bir

asır önce farzedildiği gibi, cemiyetler sırf iktisadi konula­ ra eğıL1erek, cemiyetin sırf maddi yapısını ele alarak geli­ şemez. Çağımızın içinde bulunduğu bütün içtimai mese­ leler, belki beşeriyetİn uğradığı hüsran bu yanlış ve tek taraflı anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 19. asır­ da materyalizm diye ifade edilen ve hayatın sadece maddi cephesini el e alan tek yanh görüş tarzı o çağdan bu yana cemiyetlerin iktisadi ve sosyal yapısında, denges�:zliklere, manevi sahada çöküntülere yol açmış ve çağımızda dün­ yamızın birbirinden ayrı ideolojik kamplara bölünmesine sebebiyet vermiştir. Bu sebeple modern �ktisadi açıdan ka­ bul edilen husus şudur ki : Cemiyellerin iktisadi kalkın­ ması : !ktisadi ve kültürel sahada, maddi ve manevi veç heleriyle, sosyal, ahlaki cephesi ile kültürel ve sosyal cep­ hesi gelişmemiş bir cemiyeti sırf iktisadi cephesini geliş­ J:.irerek kalkındırmak kaabil değildir. Durum böyle olunca. ister istemez iktisadi kalkınmada madde ile birlikte mana üzerine eğilmek, cemiyetin iktisadi bünyesi ile birlikte kül_ türel, sosyal ve ahlaki ]jfuıyesini incelemek ve ahlaki ko­ nu1arı el e aldığımızda, ister istemez dini cephe üzerine eğünıek gerekmektedir. ·

- 198 -


Kapitalist ve sosyalist sistemin her ikisi de esasında mn.terya1ist bir dünya görüşüne dayanmaktadır. lslanıi­ yetteki dünya görüşü ise materyalist değildir. dualisttir, ikilidir. İslamiyet hem dünya, hem ahiret cephesini birlikte müta' aa eden bir görüşe sahiptir. Dolayısiyle tek yönlü ve tek yanlı bir hayat felsefesi yerıine çift yönlü bir ha­ vat fel'Sefesi h8.kimdir.

.,

Hepimizin ata sözü gibi bildiğimiz «Abiret için hemen

ölecekmiş gibi, dünya için hiç ölmiyecekmiş gibi çalış» şek_ J :ııde ifade edilen uhrevi ve dünyevi görüşlerin birleştirit­ ınesi felsefesine dayanmaktadır. Bu görüş, modern iktisa­ dm beniımsediği görüşün ta kendisidir.

Yani « Cerniyetler­

sadece maddi, manevi, kültürel yönlerile bütün halinde ge­ lişir» fiıkri içinde ifade edi1mektedir. BugüJn bir çok mo­ dern iktisat kitaplarını okuduğumuzda, bu fikre doğru va­ rıldığını görürüz. Fakat bu varış ve yaklaşış tecrübe ile mücadelelerle, büsranlar pahasına elde edilmektedir. lsla­ miyette ise bu fikir asırlar önce vaz'edilmiş vaziyetteclir. Ana prensip, dünyevi ve uhrevi meselelecin müştereken ele alınması .şeklinde belirince, iktisadi faaliyetler

daimi

ahlaki prensiplerle içiçe düzenlenmiştir. lslamiyette mülki­ yet meselesi iktisadi hayatın temelidir. Mülkiyet müesse­

sesi derihal ahlaki sahada, aile müessesesiyle birleştirilmiş­ tir. Bu yüzdenelir ki marksist sistem kapitalizmdeki mül­ kiyete hücum edince, ister istemez aileyi de birlikte zede­ !emek zorunda kalmıştır. Çünkü hadiseler birbirine bağlı­ dır. Fakat lslamiyette mülkiyet hakkı olmakla beraber, bu mülkyet hakkınm milli gelirin inlasammda adil bir dağı­

lıma götıürülmesi de esastır. Burada dıa iktisadi ve huku­ ki prensip ahlaki prensibe bağlanmaktadır. Bu hususta muayyen prensipler vaz'edilmiştir. Birincisi miras sistemi­

dir. lsJ.amiyette miras müessesesi miştir.

Prensip miras

yoluyla

mevcuttur, k abul edil­

servet dağılımını sağlamak-

- 199 -


tır. Zira, tslamt görüşte servetin muayyen ellerde dev­ reden bir durumda bulunmaması prensibi. hakimdir. Ser­

vet milletin bütünü içinde devretmelidir. Miras sistemi ya­ nında lsl8.miyetin bir başka mühim prensibi de söylendiği gibi mülkiyet hakkının mevcudiyetidir.

Mülkiyetin miras

ile dağılım hakkı mevcut olduğu gibi, mülkiyet hakkının başka veeibeleri de mevcuttur.

Mesela zekat na.zaıi olarak bir sadaka değildir. Zen­ ,.·nin vazifesi, fakirin

de hakkıdır.

Burada hak ve vazife

söz konusudur ve şu prensibe dayanmaktadır : 1sl8.miyette meşru' yollardan k azanılan servet makbuldür. Fakat ser­ vet sahibi bir bakıma bir vasıtadır ; elde ettiği serveti Al­ lah'ın emrettiği, a.b:lAki ve içtimai yollarda kullanacak olan bir vasıta. Buna göre bu insan elde ettiği servetle belirli prensipler dahilinde iş görmeye de mecburdur. Zekat, fa­ kirin hakkı olduğundan bir taraftan bu mecburiyet, vazi­

fe hissi ve duygusu, servetin teraküm.üne mani' olmakta ve böylece büyük se�et farklarını önlemektedi r.

Öbür

yandan da fakirle zengin arasındaki sınıf mücadelesi v� sınıf şuurunu ortadan kaldırmaya çalışm aktadır. Çünkü fakir indinde, zengi.nlıı. serveti artarsa onun da hakkı ar­ tacakbr. Burada hak vardır. Sadak-a ve yardım söz konu­ su değildir. Sadaka ondan sonra başlayacakbr. Bu sebeple zekat müessesesinin iyi uygulandığı devrelerde İslam dün­ yasında, tarihi seyr içinde bugünkü dünyamızda en önem­ li dava olan sınıf mücadelelerinin ortaya çıkmadığını gö­ rüyoruz. Şu halde İslami görüş bir taraftan manevi ola­ rak taraflar arasındaki husuınet hissini ortadan kaldır­ rnakta, maddi olarak da servetler arasındaki aşın farklı­ lıklan hertaraf etmektedir.

Tabü zekatın teferruatı ve

tatbikatı çok önemlidir. Bilhassa bugünkü dünya içinde, zekat müessesesinin düzenlenmesi son derece lüzumludur. Bu konunun ilmt muhtevası itibariyle işlenmesine ihtiyaç vardır.

- 200 -


İsl8.mi ahiılki düşünce mülkiyeti,

kar müessıesesını, özel teşebbüsü kabulde kapitalist sistemle beraberdir. Diğer taraftan insanın istismarını reddeder. Fakat bunu bir iktisadi ve sosyal ahenk içinde benimsemektedir. Ko­ lay kazançlar İslAmi ahlak yönlinden makbul değildir. Kazanç meşakkatli olacak, güç olacak, alın teri ve emek karşılığında elde edilecektir. Bunlar bilindiği gibi hadis-i ş eriflerde izah edilmiştir. Mesela : «İnsanlar elin in emeğin­ den daha hayırlı bir şey yememiştir.» mealindeki hadis-i .şerifle Peygamberimiz ( S.A.S.) Efendimiz umumiyetle m aişetlerini bir meslek. zanaat veya ticarelle temin etmel e ­ ri, İslamiyette emeğe atfedilen önemi belirtmektedir. Öbür yandan lslAmiyette bir başka prensip vaz'edil­ � ve lüks ve i:sraf ımenedihrıiştir. Şimdi burada ahliild baJrun.dan ve iktisa.di vahdeti sağla.ına.k yönünden büsbü­ tün farklı bir prensip göze çarpmaktadır. ts18.miyette lüks ve i.srafın men' i, milli sosyalist sistemlerde olduğu gibi, lüksü paylaşmayı önlemektedir, Çünkü lsli.mi prensipte Cenab-ı Hak ılıerkesin nzkını verir. Fak at şu h a.kıikat da m evcuttur ki, insan denen mahlukun namütenahi ilitiras­ lan ve arzulan vardır. İktisadi prensip olarak ihtiyaçlar .sonsuzdur. BtL"la mukabil yeryüzünde yeraltı ve yer üstü servetleri olarak mevcut olan maddi imkanlar ihtiyaçiara kıyasen izafi olarak sınırlıdır, mahduttur. Dolayısiyle in­ sa;nlar seçimlerini akli ve mantıki yapınağa mecburdurlar. Eğer insaniann ihtiyaçlarına ve ihtiraslarına ahlaki bir hu­ dut koymazsak, .servet terakümünü önleyecek prensiple­ ri de vaz'etınezsek o takdirde bir kısım insanlar lüzumsuz bazı ihtiyaçların tatminine doğru gidecektir ; bu ihtiyaç­ Iann tatmini zaruri olm_adığı gibi başka insanların sağlığı­ na ve refahına zarar verici, hatta tehlikeli olabilecektir. Buna muk abil bazı insanlar da zaruri ihtiyaçlannı karşı­ layarnıyacak duruma düşecek ve denge bozulacaktır. O ba-

- 201 -


kımdan lüks ve ısraim meninden kasdedilen şudur : Cemi­ yettc, o cemiyetin kültürel ve iktisadi şartıanna uygun bir yaş::ı..ma seviyesi söz konusudur. Bu yaşama seviyesini aşan lüzurnsuz harcamalarda bulunmak doğru değildir. lslami­ yetin prensibi budur. Acaba bugünkü modern iktisat teo­ r:s: yönünden d urum nedir ? Modern iktisadi görüşe göre : «Son 20-30 yıldan beri iktisaden gelişrnek isteyen ülkelerde gelişmeyi engelleyen. sermaye birikimini engelleyen en rnühirn unsur gösteriş istih18..k.ıdır. İngilizcesi ( conspicions Consumption) veya ( demonstration effect) . Manası şudur : İktisaden gelişen i.i!kelerde bir takım insanlar enflasyon ve harpler netice­ sinde aniden servet kazanabilrnektedir. Bu durumda, cemi­ yette bir sosyal tabaka değişimi husule gelmektedir. Eli­ ne servet geçen bu insanlar bazan k ültür seviyesi i1e içti­ rnai ve manevi bakımdan zayıf oluyor. Kendinde bir aşa­ gılık duygusu hissediyor. · Servet bakırnından cemiyetin en üst tabakasında olduğu halde içtimai yapı ve kültür sevi­ y('SL bakımından zayıf kalınca, kendi varlığını ispat etmek

ıc�_:ygusuyla elinde olan servet imkanını kullanmakta ve gösteriş harcamalanna girişmektedir. İşte bildiğimiz lüks ı:raba kullanma, mücevherat iptilası, dilimizde hacıağalık

diye ifade edilen davranışlar bu tip istihiak temayülleridir. Bu, sadece 'Eürkiye'ye has bir durum değildir. Bütün dün­ yada görülmektedir : Bu tip insanlar, ihtiyaç his­ setınediği halde sırf gösteriş yapmak için ve maddi kudretini ispat için harcamada bulunmaktadır. Umumiyet_ le gösteriş istihlakı lüks harcamalar şeklinde olduğundan,. lüks emtia ise o rnernlekette imal edilrrieyip hariçten ithal edildiğinden. bir döviz israiı ortaya çıkmaktadır. Bu du­ nırn cemiyetin kalkınmasını engelleınektedir. 1ktisadm ortaya attığı bu prensibi dikkate alınca, ls­ larniyetin vaz'etmiş olduğu «lüks ve israf memnu'dur» kai-

- 202 --


desinden kastedilen mana daha iyi anlaşılabilir. Gösteriş istihHikı lsiamiyette hoş karşılanmıyor. İsiami düşünce t::ı rzına göre, insanların maddi ve manevi ihtiyaçlannı kar­ şılayacak harcamalar normaldir ; fakat, gösteriş için is­ tiihlak yasaktır. Lüks ve israfın men'inden anlaşılan ikti­ f!adi mana budur. Şimdi bu prensipierin tatbikatını bir ferdin davranışını düşünerek, misalle değerlendirelim : Ülkemizde tsıami ahlaka sahip bir kimse farzedelim. Bu insan yeryüzünde herhangi bir ülkede de olabilir. Aca­ ba bu insanın nasıl hareket etmesi lAzımdır ? Bu şahsm serveti var, parası var. Bu pamyı ne yapacak, nasıl kulla­ nacaktır? Bir insan parasını şu şekilde kullanabilir : Ya harcar, istihlak eder, ya biriktirir, tasarruf eder. Bu tasar­ rufuyla da ya altın alır, küpte saklar ; buna iddihar denir, veya parasma ihtiyacı yoksa ödünç verir. Bir dördüncü ih­ timal bir teşebbüae girişir, şirket kurar, fabrika kurar, ya­ tırım yapar. Şimdi İslami prensiplere ve İslami ahlaka göre bu insanın en doğru şekilde nasıl hareket etmesi 18.zımdır? Eılinde serveti o1unca, bol olan gelirini ahrcaımak isteye­ cektir. Harcamak istediği zaman karşısına İslami ahlakm 1. prensibi çıkacaktır : Lüks ve israf mernnudur. Binaena­ leyh gösteriş için istihlake gidemiyecektir. Ancak normal ihtiyaçlarını karşılıyacaktır. O cemiyetteki stand�rt ha­ yat seviyesin e göre yaşayacaktır. Fakat fakiri imrendire­ cek, onun hasedini taJhrik edecek şekilde gösteriş istihla­ kine gitmemesi lazım gelecektir. Böylece istihlik kendi­ liğinden sınırlandırılmış oluyor. Türkiye'de bugün 1. ve 2. beş yıllık pl8;nlarla iktisadi gelişmeyi dü.zenlerken. düşü­ nülen davranış tarzı esasen budur. Bir ülkenin hızlı kalkın­ ması için istihlakı mümkün mertebe fazla artırmaması ve tasarrufu hızlandırması lazımdır, diyoruz. tsl&mi ahlak ferdin davranışuıa bu prensibi vaz'ediyor. Lüks ve israfı - 203 -


menetmekle istihlak harcamalannı hem maddeten frenli­ yor, hem de ahiaki yapıyı, fakir-zengin arasındaki husu­ ınet, kıskançlık ve hasedi tahrik etmeyecek şekilde de dü­ :zenleıneğe çalışıyor. Şu halde bu şahıs fazla harcamada bulunamıyacak, ııormal hareket edecektir. Bu durumda elindeki fazla pa­ .rasmı ne yapacaktır ? Biriktirebilir, biriktirir, altın yapar, para halinde tutar, iddihar eder.

Bu takdirde karşısına

ikinci prensip çıkmaktadır. ZekAt. Atıl duran gelir, birik­ miş gelir zekata tAbidir. Binaenaleyh o geliri kullanrn azsa, ·o serveti kullanmazsa her yıl kırkta birini vererek 40-50 .sene içinde tamamen tllketecektir. Öyle ise akılh bir kim­ St:' parasını atıl tutmayacaktır.

ZirA. atıl tutarsa serveti

elinden gidecektir. Böylece tslami prensipler, ·sermayenin atıl kalmasını önlemiş oluyor, onu harekete geçiriyor, ak­

y

·tiviteye sevkedi or. Bu insan parasını atıl tutmayınca bir şey yapması lazımdır. Yıa parasını iş yapan kimseye ödünç verebilir veya

kendisi iş yapabilir. lş yapan

kimselere

3. prensip çıkıyor : Tefeciliğin memnu olması. Geriye kalıyor. 4. şık. Parasını işletmede

·ödfuıç

verince, karşlSllla

kullanm ası, yani modern adiyle yatınm yapınası lizımdır. Yatınm ise iktisadi kalkınmanın itici unsurudur. Bir ce­ miyette yatınmlar ne nisbette hız1ı artarsa iktisadi kal­ "kınma o nisbette hızlanır.

Şu

halde İslami

ahlaka

göre ha­

·reket eden bir ferdin ihtiyaçlannı karşıladıktan sonra ya­ tmma gitmesi mecburi hale geliyor. Çünkü başka yapacak makUl şey yoktur. Yatın.ma gidince mütemadiyen karlan

artacaktır. O

zaman ne yapacaktır ? Yeniden şirketler ku­

racaktır. fabrikalar kuracaktır, hisse senetleri alacaktır

il8Jh

. . .

. . .

Mütemadiyen faaliyete girişecektir. Tabü bir müd­

det sonra parası çok artacaktır. Fakat istihlakı sınırlı ol­ duğu için. artık o aşhıs bir nevi servetin ismen sahibi ola ­ cak, teraküm eden bir serveti olacak. Fakat hayat

- 204 -

stan-


dardı ve seviyesi diğer vatandaşiara aşağı yukarı denk va­ ziyette bulunacaktır. Bu sayede yeni yeni iş sahalan açılacak, vatandaşlar o sahalarda çalışacaklard.ır. O şahsın belki ismen serveti faz1a o�acak. fakat harcaması yine eskisi gibi değişıneye.­ cektir. Bu durum tabiatİyle zengin insanı bu sefer hayır sahalarına itecektir. Gelirini hayra sarfedince fakirin nez­ dinde itiban art.mış olacaktır. Sınıf mücadelesi yerini in­ sanlararası 8.henk ve sevgiye bırakmış olacaktır. Bu şa­ hıs biriken bu parası ile yardım etmek isteyince, zekattan sonra diğer ahl8.ki veeibeler başlıyacaktır. Sadaka, fıtır; çeşitli yardım faaliyetleri ki, bu hu.susta ayet-i kerime ve hadis'er mevcuttur. En çok bilinen bir kaçını belirtmekte fayda vardır : «Bir kimse komşusu sefalet içinde aç iken ve kendi elinde imkanlar var iken buna bigane };:alırsa mürnin değildir.» Bu pek ağır bir hükümdür. Başka bir misal : «Bir ülkede bir kimse açlıktan ölürse, bütün ülke onun kaatili sayılır.» Bütün sosyal adalet bu cümle içinde mevcuttur. Zengin insan1arın bu sefer kendi imk8.nlannı bu yolda kullanması l8.zım gelecektir. Içtimat sahada, ahiiki sahada, yardım sahasında ve diğer çeşitli hayır işlerinde sırf Allah rı.zası için harcamada bulunacaktır. Bu arada yardıma muhtaç insanlar görecek, bunlara ödünç para da vermek icap edecektir. Muhtaçlar bu zengin insanlardan borç isteyeceklerdir. Zengin bu borcu, ödünç olarak vere­ cektir. Böylece ckarz» müessesesi ortaya çıkmaktadır.. Bu müessese isl8.m.iyette karz-ı hasen diye ifade ediliyor. Ya­ ni hayır için ödünç vermek. Bu şartlarda zengin insan bu ödüncü kime verecektir ? Tabiatiyle dürüst ve ahl8.klı in­ sana. Öyle ise ahlaklı insanlar cemiyette prim kazanacak. itibar görecektir. Böylece iktisadi mekanizma ile ahl8.ki vapı arasmda münasebet kunılmuş oluyor. İnsanlar doğru olmaya çalışacak, çünkü doğrular, aynı zamanda mUki- 205 -


Jatlandırılmış olacaktır. Cemiyette kötülükler cezasız ka­ lırsa, kötülük prim kazanırsa insanlar o tarafa meyleder. İnsan denen malıluk telkine, tes:re tabidir. Öy�e ise bu prensiple, ahlaklı, dürüst ve iyi insanlara borç verilecek­ tir. Bu ikraz işini şahıslar yapabilir. Tek tek ödünç veri­ lebilir. Veya ödünç verecekler bu imkanlarını birleştirebi­ lir2er. Bir sandıkta, bir fonda bu paralar birikebilir. Ora­ dan ihtiyacı olanlara verilir. İktisadi manasıyla böyle bir tutum kredinin fiyatını ucuzlatacaktır. !ktisadi gelişmeyi engelleyen en mühim amil bugün gelişen milletlerde ser­ mayenin kıt .ve kredinin pahalı olmasıdır. İslimi ahlika _göre davranış ise sermayeyi ucuzlatıyor, krediyi ucuzla­ .tıyor. Böylece paranın tedavül süratini arttınyor. Cemi­ yette mevcut iktisadi imkanları harekete geçiriyor. Bugünkü kooperatif sistemleri islami prensipiere gö­ re son derece uygun oLan müesseselerdir. Bilindiği gibi modern anlamda kooperatifler istihsal, istihlik, mesken ve kredi kooperatifleri olarak çeşitli gruplara ayrılır. Bu müesseseler alıl8Jd prensipiere dayanır. Çünıkü bu işin ba­ şındaki müteşebbis bir kar elde etmiyecektıir. Fakat bu iş­ lerin başmda bilgili elemana ihtiyaç vardır. Bu kimselerin ahl3.klı olması li.zıındır, bilgili olması lazımdır. Bu tip ida­ reci insanlar bulunmazsa, ahlaki pr�siplere uyulmazsa, hele bir de suiıistimal olursa, halk bir defa kötü bir ör­ nek gördü mü bir daha bunlara yanaşmıyacaktır. Öyley­ se burada islAmi ahl8.km son derece ehemıniyeti vardır. Kendi kendine yardım organlannm, yani demokratik mü­ esseselerinin geLişmesi için, halkın içinde önderlik yapa­ ,cak, bilgili ve ahlaklı insanlara ihtiyaç vardır. Eğer cemi­ yetimizde bu tip müteşebbıslerin islam ahlakı ile bezen­ roesi mümkün olursa, tam aradığımız .insan tipi ortaya -çıkmış olur. Bu durumda gözüküyor ki, fertler islami ah­ laka göre hareket ederse, o cemiyette ferdin eline geçen - 206 --


imkanlan iş hayatına yatırması. yatınmlan arttırması, zamanla tasarnıilan çoğaltması, bu tasarruflarını m uhtaç olanlara vermesi suretiyle iktisadi gelişme hem de sosyal a d aleti sağlamak suretiyle kendiliğinden hızlanacaktır. Za. ten b'zim esas gayemiz de budur. Bugün bütün dünyanın hedefi : sosyal adalet içinde iktisadi geli şmeyi lhızlandır­ maktır. Bütün sistem mücadelelerinin gayesi bu noktaya varmaktır. Ülkemizde bugün, demokratik bir sistem içlnd(; bu hedefe vanlmak 1stenm�ktedir. Binaenaleyh bu siste­ min içinde eğer ferdin ahlaki yapısını düzeltebilirsek, ferd­ Ieri islam ahlakı ile eğitebilirsek demokratik düzen Islam ül kel erind e batı hristiyan dünyasına nazaran çok daha sıhhatli ve süratli bir gelişme imkan ve istidadına sahip <ılabilir. Şu halde bize düşen vazife bir yandan maddi sahada

teknik bilgilerimizi geliştirmek, mü:sbet bilgilerle evlatlan­ nuzı ve gençlerinlizi techiz etmek, öbür yandan bunlan fa­

ziletli, ahlaklı yetiştirmektir. Isiimi ülkelerde ıisl8.ın ahlakı, budistlerde budist ahllUu, musevilerde musevi ahlakı gibi, her cemiyetin ahlakı da dini inançlarına dayanır.

Binaena,.

lE;yh elema.n1aırıııruzı bu sentezle yetiştirebilirsek, bugün yer yüzünde insanlığın içinde bulunduğu bulıranlara çok da­ ha iyi çözüm tarzları bulan bir cemiyet tipine doğru gide­

biliriz. Yapacağımız şey, bu kaynaklanınıza vukuf kesbet­ mektir. Öbür yandan da dış (maddi) aleme süratle uzanıp,

teknik bilgilerle,

Pmi bakımdan

kendimizi bezemektir.

11im, fazilet ve ahl3.kla mücehhez olduğu zaman otomobi� limizin hem direksiyonu sağlam, hem de motoru kuvvetli olacaktır. Çünkü misalimize göre ilim matorsa ahlak ve fazilet de direksiyondur. Birinci hızlı gidişi, ikincisi 1ramet üzere doğru gidişi temi:ı-ı eder.

isti-

Kuvvetli bir motora sahip araba.DL."l direksiyonu bo­ .zuk olursa. arabaının kaza yapması ihtimali artar. O direk-

- 207 -


:>iyon da ahlak ve fazilettir. İkisini birleştirebildiğimiz, ya­ ni madde ile mini arasındaki bu dengeyi kurabildiğimiz zaman Türkiyenin iktisadi kalkınması çok mutlu yarınlara erişebilir ve dünya için de örnek olabilir.

BUGÜNKÜ DINI HAYATIMIZ Asıl'lar boyu müslümanlık ve Türklük idealılerinin ele· le yürüdüğü, birbirinden

büyük değerler

kazaJndığı aziz

yurdumuzda bugü...-rı, . manevi hayatımız çeşitli aksaklıklarla beraber bir ideal buhranı içine düşmüş bulıunuyor. Bu ak­ saklıkları şöylece tesbit etmek mümkündür :

1 - Terbiye hayatımız : Ninelerimiz babalanmızın be­ şiğini ·sallarken Ilinınileri arasında onlara millet ve mem­ leket

için hayırlı insan

olmayı, askere yollarken din ve va­

tan uğrunda ya şehit veya gazilik idealini telkin ederlerdi.

Bugün ise Türk ebeveyni asrın ·menfaat felsefesine şuurlu veya şurısuz bir şekilde kıapılarak çocuğuna ideal narnma şahsi menfaat telkin etmekte, hedef olarak maddi istikbal ufuklannı göstennektedir. Zamarumızda Türk Türk genci madde

ve şahsi menfaat

çocuğu

ve

ötesinde kendisini

harekete geçirecek ulvi bir gayeden mahrum bırakılmıştır.

O artık Türk kanı ve islam imanının nasıl büyük, feyizli ve tükenmez birer hazine olduğunu ; kalkınmak. muasır mil­ letler sev.iyesine yükselrnek ideallerinin bu hazineye malik olmadan gerçekleşemeyeceğini bilmemektedir. Yemi nesil tahsil hayatında kitap ve öğretmen vası­ tasıyle milli ideolojimizi benimseyip ruhuna sindiremiyor. Cemiyet hayatımızda yeni neslin terbiyesine

büyük

ölçüde

müessir olan basın, sahne, beyaz perde, radyo gibi öğretim

.. . 208 -


ve teLkin vasıtaları da •neslimizi milli ve dini ideolojiden mahrum, yüksek ahlak telakkimizden uzak, davasız, kök­ süz ve belki en kötüsü aşağılık duygusu içinde yetiştirmek iç�n bilerek veya bilmeyerek bir gayret içindedir. Münevverlerimiz : Türk milletinin özünü teşkil eden halkla yıllardır alakasını kesmiş, bizi tarihte büyük millet yapan dini ve mi lli kıymetlerimizi unutmuş veya öğ­ renmemiş bulunan birçok münevverimizin dini hayatı, üzü­ lerek belirtelim ki· tam bir boşluk arzetmektedir. Geçen asrın Türk münevverlerinin a:ksine, bunların, din narnma bildikleri şey kulaktan dolma eksik bilgilerle, eski şeki'ller ve !hatalı tatbikatı din sanarak edindikleri menfi kanaat­ lerden ibarettir. 2

-

3 Halkımız : h:lamın ilk devirleriyle Osmanlıların kuruluş ve yükseliş asırlarında, islamı rfıh ve manasıyle yaşayan, onun nur ve feyzini ferdi ve içtimai hayatında aksettiren müslüman halk yerine, bugün, ya kupkuru bir iman, yahut da daha çok şekle bağlı bir dini yaşayışla ik­ ı if a eden bir halkımız vardır. -

4

Din adamlan : Milletimizin yükseliş devirlerinde hem sözün en isabetlisi hem de hareketin en doğrusu ile sultan·lam bile yol gösteren din alimlerimiz vardı. Halbu­ kl yakın zamanlarda «Hocanın sözünü tut, yaptığını yap­ ma» sözü darbımesel haline gelmiştir. Burada « SÖZ» den : �\ srın zihniyetine göre islamın anlaşılması ve anlatılması kastediliyorsa, büyük şair Mehmed Akif'in : -

«Asnn idr&:kinl' söyletmeliyjz islamı» diye ifade ettiği bu tahassür de hali tatmin edilememek­ tedir. Önceki asırlarda islamı anlayan ve anlatan büyük din alimleri aynı zamanda geniş bir müsbet ilim ve dünya kültürüne sahip bulunuyorlardı. - 209 -


Bu büyük insanlar, dine davette tecavüz üslfıbu yeri­ ne güzel öğüdü, korkutma yerine sevıdirmeyi, nefret yeri­ ne mahabbeti tercih ediyor ve böylelikle islamın nurunu gönüllere sindirebiliyorlardı. Bu b�arılannda en büyük yardımcılan dini

bizzat yaşamaları,

rehberliklerini bir

menfaat karşılığında değil, her şeye tercih ettikleri, Allah rızası uğrunda yapmış olmalarıydı.

O zaman dini öğrenmek için önlerinde halkalanan mü­ minleri muhatap alarak, i lahi icabet saadetinden mahrum bedbahtlara ağız dolusu küfreden, kendini beğenmiş, mer­ hametsiz ve duygusuz din rehberleri yoktu. İslamın ilk devirlerinde din alimleri Allah'ın kitabı ile Hz. Peygamber'in sünnetini çoğu defa yalnız nakille iktifa ediyor, müminin onları bizzat kendi istidadınca düşünüp yaşamasını uygun buluyorlardı. Bu iki mukaddes kaynak islamın ilk nesillerince yalnız la.fız ve mfısiki itibariyle nak­ ledilmez, sadece okunup dinlenmez,

fakat aynı zamanda

hem rfıh ve manasıyle benimsenir, hem de böyle okunup dinlenirdi.

Bugün Allah'ın hareket ve tefekkürümüze rehber ol­ sun diye gönderdiği bu kaynaklar ölü ve dirilere teberrü­ ken ve yalnız lafzıyle, mfısikisiyle okunmaktadır. Her mü­ okuyup dinlediği

minin evinde zaman zaman anlamadan

bir Kur'an vardır. Fakat bu mümin, asıl her gün okuması ve her zaman üzerinde düşünmesi gereken Kur'an mealine ihtiyacı olduğunu bile düşünememektedir. Gerçi dini duygunun h ayatıyyeti. dini alakanın aşka doğru yükselmesi için ilahi, şiir, mfısikl gibi vasıtalara ih­ tiyaç vardır. Fakat bu vasıtalar asıl

gaye ve m aksfıdu

unutturur, onun yerine ikame edilirse işte o zaman mümjn­ lerin dinin rfı:h ve manasıyle alakalan kesHir. Ne yazık ki bazı menfaat zümreleri bunun böyle yü-

: ·�· .

'

. .

:.,:.:, ., �

- 21 0 -


rümesini istiyor, küçük hesaplarla büyük iman davasına ihanet ediyorlar.

TEDBİRLER - TEKUFLER 1 - Dini terbiyenin

ilk ocağı ailedir. Terbiye ilmi mü­

tehassısları çocuğa verilecek terbiyede başanya ulaşabil­ �ek için her şeyden önce ebeveynin yetiştirilmesi üzerinde durmaktadırlar. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığının elele vererek bugünkü Türk ana-babasını, ge­ lecek neslin

ilk ve en mühim, en müessir mürebbileri ha­

!inde yetiştirmek için çalışmalan zaruridir. Bu çalışmala­ rın hedefi ebeveynin çocukları için düşünmeyi adet edin­ diği maddi istikbal ve karın doyurma endişesinin bir müs­ lüman Türk ebeveyni için kafi

olmadığı, yetiştirilmekte

olan çocuğun ka.mı ile beraber kalbi ve ruhunun da dini

ve milli ideallerle doyması ve dolması gerekti i gerçeğinin

herkesten önce onların kafasına

yerleştirmek olmalıdır.

Bunun için radyolarda hususi programlar, broşürler, reh­ ber kitaplar, kurslar, gezici rehberlikler ilk elde düşünü­ lecek tedbirler arasındadır.

İlk ve orta okullarda din dersleri bazı rnazari bilgileri kuru bir şekilde anlatıp öğretmek yerine, dini sevdirmek,

milli varlığınuzda dinin yerini sezdirmek, yaş ve seviyeleri­ n e uygun bir şekilde onu yaşatmak gayesine göre ayarla/ll ­ nialıdır. Türkçe, edebiyat. tarih, san' at tarihi, yurttaşlık . . . gibi milli ve dini hayatımızia alakalı derslerde biraz önce işaret ettiğimiz hedefler yıpratılmamalı, bilakis kitaplar ve öğretmenler arasında kurulacak tam bir ahenkle takviye edilmelidir. Yüksek tahsil gençliğimize bu mevzfida kafa ve kalb­ lerini tatmin edecek seviyede kuvvetli ve ilmi eserler su­ nulmalı, konferanslar verilmeli, seminerler yapılmalıdır.

- 211 -


2 Son asrın baş döndür.ücü. bir hızla teselsül eden inkılapları, harpleri ve içtimai değişmelerine rağmen milli ve dini duygularına bağlı kalmakta devam eden tek züm­ re halkımız oldu. Bunda büyük şehirler ve bilhassa yurt dışı ile temas imkanlarının malıdut oluşunun büyük tesiri vardır. Fakat son yıllarda yurdumuzda girişilen yol yapı­ :nı ve imar hareketleri ile yurt dışına işçi akını hadisesi halkımızın, yaıbancı kültürlerle temasını sıklaş�ırmı�­ tır. Bu temasın aşağılık duygusu, milli ve dini kıymetleri­ mizden şüphelenme ve uzaklaşma, bazı zararlı ideolojilere meyil gibi mutasavver kötü neticelerini önlemek üzere bil­ hassa aydın din adamlarımıza şehir ve köylerde, işçileri­ mizin bulunduğu yabancı memleketlerde büyük irşad ve rehberlik vazıifeleri düşmektedir. 3 Milletimizin bugün dini hayat salıasında maruz bulunduğu aksaklıklar ve bunların çareleri üzerine eğile­ cek, yukarda zikredilen irşad ve rehberlik vazifesini ya­ pabilecek mütehassıs ve aydın din adarnma muhtacız. Bu­ gün millete din adamı yetiştirme vazifesini üzerine aJmış bulunan müesseselerin, hali hazır durumlarıyle daha mü­ kemmele doğru inkişaflan için gerekli gördüğümüz ted­ birleri şöylece arzedebiliriz : a - Kur'an kursları : Bu kurslar Kur'an-ı Kerim'i okumak veya ezberlemek isteyenlerle basit din bilgisi edin. rnek arzusunda bulunanlara bunları temin etmek maksa­ dıyle açılmıştır. Muisır ihtiyaçlara cevap verebilecek, ne imam ıhatip ne de diğer din adamlannın bu kurslardan ye­ tışemiyeceği ; kursların gayesi, programı ve tahsil s.üresi incelenince şüphesiz olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kurs­ ların kuruluş gayeleriille uygun bir şekilde çalışmalan ve imam-Hatip Okulu'na girmek isteyen namzetleri bu okula hazırlayabilmeleri için Diyanet İşleri Başkan lığının sıkı alaka ve mura.kabesi gerekmektedir. -

-

- 212 -


b - lmam-Hatip Okulları : Uzun bi r bekleyi.şt.en son­ ra milletimizin şiddetli arzul:anna cevap olsun diye acele ile açılan ve bugüıne kadar aynı müfredat ve statüyü mu hafaza eden İmam-Hatip okullannın

­

muhtaç olduğumuz

aydm din adarnma gerekli formasyonu verebilmesi için şu tedbirleri zaruri görüyoruz :

I

-

İdareellerle

kültür dersi öğretmenleri­

meslek ve

nin bu müe sseselerin hususiyeti gözönüne alınarak tayin ,

edi'lmeleri. II Miliredatın okullardaın beklenen gayeye göre il­ -

mi esaslar dahilinde yeniden ele alınması.

m Onsekiz yıldan beri ihmal edilmiş bulunan ders kitaplannın bir an önce yazdırılması. -

c

-

Yüksek İslam

Enstitüleri :

din adamıının asıl kaynağı

Beklediğimiz aydın

Yüksek İslam Enstitüleridir.

Ancak bu müesseselerin kendilerinden beklenen vazifeyi ifa edebilmelerinin, şu şartların tahak kUıkuna bağlı bulun­ duğu kanaatindeyiz :

I

-

Yeni Enstitül er açarken,

enstitülere idareci ve

hoca tayin ederken siyasi müiahazalardan. şahsi ve hissi düşünüşlerden uzak kalmak. Bugünkü ilmi ve idari im­ kanlar ancak bir iki enstitünün açılabilmesini zaruri kı­ l a rken dört enstitümüzün olması, buınlara ilave etme hevesi mensuplan olarak

bi rkaçını daha

üade edelim ki, bu

müesseselerin hayrına değildir. Enstitüye hoca olmanın tek yolu, yönetmeliğin de ifade ettiği gibi aşistanlıktır. lik ku­ r uluş zaruretleri dışında

bu

hududun zorlanmaması ve

;ısistanlık kadrosunun azami hadde geniş tutulması ica be

derdi. Bugün, herhangi bir ilmi formasyon kimselerin hala hoca olarak enstitülere ed i lmekted ir.

­

kazanmamış

tayinine devam

Bu yilizdendir ki enstitülerin ana derslerinin

kitapları hala yazılamamış, ilmi

an'aınesi kurulamamıştır.

- 213 -


II - Esasen biz bütün

bu problemierin

çözümünü

Yüksek İslam Enstitülerinin «lsli.mi llimler Aka.demileri» olmalarma bağlı buluyoruz. Hasretle beklenen aydın din adamını bize verecek olan bu akademi fıikriın.in biran önce k uvveden füle çıkanlmasını ali.kalılardan milletçe bekliyo­ r uz. d - llahiyat Fakültesi : Islami ilimler üzerinde mu­ kayeseli araştırma yapabUecek eleman yetiştirmesi kendi­

sinden beklenen bu müessese, bilhassa İmam-H.atip okul­ ları mezunlarının oraya girme imkamnı kazanm alarından sonra bu fonksiyonunu daha iyi ifa edebilecektir.

DtN ADAMININ IRŞAD METODU Dinin c;eşitli fikir ve kültür

seviyelerindeki gruplara

anlatılması, öğretilmesi ve sevdirilebilmesi için din adamı­ mn zaman zaman camiden dışanya uzanması gerekmek­ tedir.

Rastahanede hastamn, cezaevinde

içinde bulunan mahkfımun, bulıran ve

nedamet htsleri bunaltıları içinde

gençliğin, fabrikada işçi:ıin, çeşitli davranış ve düşünüşle­ ri içinde halkın arasına girmeli, onların ruhlarına nüfuz ederek merhamet, şefkat, Allah'a ve Peygambere ulaştı­ ran sevgi ve ilim metodlanyla

kitlelerin diıne dönüşlerini

temine çalışmalıdır. Din adamı yalnız sözüyle değil, fakat bilhassa yaşayış ve davranışıyle irşad vazifesini yapabile­ ceğini asla unutmaınalıdır. Tesiri altmda kaldıkları terbi­ ye ve muhitin saflarımızdan ayırdığı insanlar için nefret ve ki:n beslememeli. hekimiın hastasına, ebeveynip asi ev­

la dına karşı duyduğu merhamet ve şefirat hisleriyle meş­

bıi' bulunmalı, irşadını yaparken insan psikolojisini ve mu­ asır terbiye metodlannı

gözden uzak tutmamalıdır.

Şimdiye kadar dini irş3d ve terbiyede va'z, konferans ve kitaptan başkı3i modem

tesir vasıtalanna başvurulma-

- 214 -


dığı

görülmektedir.

Hızlı ve gürültülü tekn ıi.k medeniyeti

devrinde insanoğlu camiye, konferans salonuna ve lcitap

okuınıaıya fazla illtifat etmiyor. Futbol sahalan, sinema, ti­ yatro, televizyon, günlük bası n,

günümüzün insaırunı bü..

yük ölçüde kendisine çeken vasıtalardır. Hri sti yan lık alemi çoktan beri bu vasıtalara el

atmış ve kü çüm sen emiyecek

başarılar elde etmiştir. Biz d e ideolojimizi ancak bu modern tesir vasıtalarını kullanmak sureti yle anlatmak, duyurmak ve nılhlara sindirrnek im.kinmı elde edebiliriz. Yukardan beri

arzetmeye çalıştığımız

tedbirler, ta­

hakkuk ettiği, milli ve dini terbiyemiz bu ölçüler içinde yü­

rütüldüğü takdirde büyük milletimizin miza.ç ve imanında saklı bulunan cevherinin inkiŞa.f edeceğine, kısa. zamanda muasır milletler seviyesine

ulaşabileceğimize en kuvvetli

şahit milli tarihimizclir.

-

2 15

-


İÇıNDEKlLER Açıklama

. . . . . . . . . . . . . .

Sayfa

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . u• • • • • •

5

........... . . . .

7

1\.�ll.l!iyetçiler nmı Semineri Tertip Komitesi Seminer çalı§malanna katılanlar Hazırlık çalı§I11ala.rı

. ..........................

9

.... . ............ ........................... .

12

............

17

.................... ...................

25

Prof. İ. Kafesog-lunun semineri açı� konuşması M1lllyetçilik ve Insan fikri

...............

31

................................... .

34

Sosyoloji ve pedagoji açısından mill1yetçilik Milliyetçilik ve hukukumuz

Türkiye'de milliyetçilik hareketıert Milliyetçilik ve tarih §Uuru ·

Milliyetçilig-in kaderi

41

...................................... .

42

.........

45

............................ . .................. .

53

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . .

57

Sıın'at anlayışmuz Folklor

............. ...... . . . . . . . .

..... ............

Türk muSikisi.nin lstikbali Sinema

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

..... ................................. .

57

.................................. .................. . . . . .

59

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

60

Eg-itim siyaseti

Üniversite muhtariyeti ( özerkligi. ) meselesi '!"ürk Basını ve milıt basın meseleleri

T.R.T. meselesi

.......... . . . . .

61

..... .................. .

68

.....................................................

.

Öğretmenler arasında sol teşekküller

. . ..... ...... ...........

....... .. . .. . . . .. .. . . .. .... .

İktisadi doktrlnler

Mılli gelir ve sosyal adalet Sanayi siyasetimiz

. ....

. .............

............................... ......

.

. . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . . .

Sendika siyaseti ve Işçi meselesi Ortak Pazar ve Türkiye

. . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . .

..... . . . ........... . . . . .. . . . . ..... . . . . . . . .

Geri kalmış bölgelerin kalkınma politikası

Tan m reformu

... . . ......... ... .. . ............. .. .. . .. ... ... . ... .. . .

Türkiye'de enerji kaynakları ve petrol Nüfus

siyasetimiz

Dış münasebetler

.

.

.

. ........ . .. . ... .. . .

98 107

lll 117 119 120 120 124 125

........... . . . . . . . .... ... ...... . ..... . .. . . . . . . . .

148

.... ... .. . .. . .. . . . . ..... . .. .... ..... .. .... . .. . . . . .

163

Türkiye'nin jeopolitik durumu Dı� Türkler

88 95

Dil meselesi

. . .. ... ..... . ... .. . ..... ...... . .

164

......... ... ... ...... .. . . ..... ...... . .. ... . ... .... ... . ..

180

.

İran - Pakistan ve Türkiye arasında kültürel ve iktisadi !�birlig-i

............. . ...... ...... ... ... .. ...... . .. ... . . .. . . . .. ..

182

.... . ... . . . .. . . . . . . . .. . ... . . . ....... . . . .... . . . . . . . .

189

Ahlak anlayışımız

Türk milliyetçilig-I ve islAmlyet 'l'iırktlye'de d1nt eg-itim

................... . ........ .. . . .

190

....... ... . .. . ..... ....... ............ .... . . .

195

. ....... ..... . . .... . .

198

... .... .. . .... . . .. ... . . .. .. . .. ... .. . . .. ..

208

İslami ahiakın iktisadi geli§meye tesiri

E ugünkü d1nt hayatımız

.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.